Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
ÜNİDAP ULUSLARARASI BÖLGESEL KALKINMA KONFERANSI<br />
KONFERANS BİLDİRİLERİ<br />
UNIDAP INTERNATIONAL REGIONAL DEVELOPMENT CONFERENCE<br />
CONFERENCE PROCEEDINGS<br />
1. CİLT ISBN: 978-605-65712-1-3 (Tk.)<br />
978-605-65712-2-0<br />
EDİTÖRLER / EDITORS<br />
Prof. Dr. Abdüllatif TÜZER<br />
Yrd. Doç. Dr. Atik ASLAN<br />
EDİTÖR YARDIMCILARI / ASSISTANT EDITORS<br />
Yrd. Doç. Dr. Adem LEVENT<br />
Yrd. Doç. Dr. Salih ÖZER<br />
Arş. Gör. Abdulmecit YILDIRIM<br />
Arş. Gör. Aslıhan YENİÇERİ ALTINTAŞ<br />
Arş. Gör. Vedat ALMALI<br />
DİZGİ / TYPSETTING<br />
Arş. Gör. Abdulmecit YILDIRIM<br />
TASARIM / DESIGN<br />
Uzm. Serdar DİK<br />
BASKI / PRESS<br />
Aralık / December 2016, MUŞ<br />
© MUŞ ALPARSLAN ÜNİVERSİTESİ<br />
Bu kitabın her türlü yayın hakkı Muş Alparslan Üniversitesi’ne aittir. Üniversitenin<br />
yazılı izni olmadan, tanıtım amaçlı toplam bir sayfayı geçmeyecek alıntılar hariç<br />
olmak üzere, hiçbir şekilde kitabın tümü veya bir kısmı herhangi bir ortamda<br />
yayımlanamaz ve çoğaltılamaz. Yazıların etik ve yasal sorumluluğu yazarlara aittir.<br />
Basım Yeri:<br />
1
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
SUNUŞ VE TEŞEKKÜR<br />
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”, “İlim müminin yitik malıdır, her nerede<br />
bulursa çekinmeden alsın.” ve “Her hikmetin başı Allah korkusudur.” sözlerini<br />
medeniyet anlayışının temeline oturtan bir geleneğin çocukları olarak bizler, büyük<br />
bir geleceğin ancak büyük bir geçmişe yaslanarak şekillendirilebileceğinin<br />
farkındayız. Üzerinde yaşadığımız topraklarda birçok büyük medeniyetin kurulmuş<br />
olduğu, bunların da önemli bir kısmının bizimle dini, kültürel bağları bulunduğu bir<br />
gerçektir. Bu zengin mirasın bugünkü temsilcisi olan Türkiye Cumhuriyeti ilim, irfan<br />
ve hikmet temelli bir geçmişe sahip olsa da bu zenginliğin kolayca harcanıp<br />
tüketilmemesi ve tarihte kalan bir yâd-ı cemîle dönüştürülmemesi için en az ecdadı<br />
kadar çalışmak zorundadır. Bizi bir mirasyedi olmaktan kurtaracak yegâne yolun<br />
eğitim olduğu gerçeği, zengin tarihsel mirasımızın sürekli zenginliğimize<br />
dönüştürülmesi yolunda üniversitelerimizin önemini bir kez daha bizlere<br />
hatırlatmaktadır.<br />
Bundan yaklaşık 7 ay önce, 13 Şubat 2016 tarihinde Van’da yapılan bir toplantıda<br />
bölgenin 15’e yakın üniversite rektörü ile temsilcisi bir karar alarak yakın zamanda<br />
bir kalkınma konferansının gerçekleştirilmesinin bölge için önemli olacağına dikkat<br />
çekmişti. Aynı toplantının şeref konuğu olan Kalkınma Bakanımız Sayın Cevdet<br />
Yılmaz Beyefendi, “sosyal kalkınma” temalı bir konferansın lüzumuna işaret ederek<br />
bu konuda bilimsel bir toplantı icra edecek üniversiteye katkı sunacakları sözünü<br />
vermişlerdi. Teveccüh gösterip organizasyonun ev sahipliğini Üniversitemize tevdi<br />
eden Rektörlerimiz ve ardından bölgemizde bulunan kalkınma ajansları<br />
konferansımızın başarıyla icra edilmesi için de ellerinden geleni esirgememişlerdi.<br />
Uzun ve yorucu bir ön hazırlık aşamasından sonra bugün karşınızda bulunuyor<br />
olmamız, önemli ölçüde bölge rektörlerinin ve kalkınma ajanslarının gayretleri ile<br />
mümkün olabilmiştir.<br />
Üniversiteler, bulundukları şehirlerde uygulanabilir, hızlı ve sürdürülebilir ekonomik<br />
kalkınmanın ve bölgesel huzurun temini açısından olmazsa olmaz unsurların başında<br />
gelir. Doğu’nun yeşil ovaları ve sıcak insanları ile temayüz eden bir şehrinde, Muş’ta<br />
2007 yılında temelleri atılan Muş Alparslan Üniversitesi bu tanıma uygun bir<br />
yapılanmanın önemli merkezlerinden biridir. An itibarı ile Üniversitemiz bünyesinde<br />
6 fakülte, 2 yüksekokul, 4 meslek yüksekokulu, 2 enstitü ve 11 araştırma merkezi<br />
mevcuttur. 9000 metrekarelik kapalı alanı ile bölgenin en büyük kütüphanelerden<br />
birine ve yine akranları içerisinde en büyük kongre merkezine, iki yarı olimpik havuz<br />
içeren kapalı spor salonuna sahip bir kurumuz. 10.000 öğrenci kardeşimiz, 530<br />
akademisyen arkadaşımız ve 300’e yakın idari, güvenlik ve hizmetli personelimiz var.<br />
Üniversitelerin evrensel bilginin üretildiği yerler olması gerektiği kadar bu bilginin<br />
üretilmesine aracılık eden akademisyenler de entelektüel düzeyi ve kişilik özelikleri<br />
yüksek insanlar olmalıdır. Tabiatı gereği üniversite emekçilerinden beklenen, bilimin<br />
aydınlık ışığını kendilerine rehber edinmeleri, din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin<br />
insanlığın hayrına bilim üretmeleri ve yerelden ulusala, ulusaldan evrensele açılan bir<br />
perspektifle bilimsel bilginin peşinde koşmalarıdır. Bu faaliyetlerin salt bir teorik<br />
eylem olarak kalmaması, fildişi kulelerde topluma inmeyen farazi tartışmalara<br />
hapsedilmemesi, aksine toplumsal yansıması olan müşahhas projelere ve<br />
2
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
uygulamalara dönüştürülmesi de üniversitelerden beklenen görevlerin başında gelir.<br />
Bilimin teoriden pratiğe dönüştürülebildiği ülkelerde gelişmişlik düzeyinin yüksek<br />
olması bir rastlantı olmasa gerektir.<br />
Üniversiteler bilimin sadece görünen yüzü ile değil, görünmeyen, ancak yakından<br />
hissedilen yüzü ile de bulundukları şehirleri hareketlendirirler. Kalkınmış ülkelerde<br />
lokomotif rol üstlenmiş önemli üniversitelerin sanayi ve teknoloji sahasında kayda<br />
değer keşifleri, icatları olduğu, patentler aldığı bir gerçektir; ancak bundan hiç de geri<br />
kalmayacak değerde olan bir başka gerçek de üniversitelerin şehirler, ülkeler ve<br />
insanlık için “mahza iyilik” üreten merkezler olması zorunluluğudur. Üniversiteler<br />
insanlığın kimi zaman tarihi kimi zaman bugünü kimi zaman geleceği kimi zaman<br />
gerçeği kimi zaman hayali kimi zaman acısı kimi zaman sevinci olurlar. Şehrin ruhunu<br />
elinde tutan, sosyal sorumluluğunun gereği olarak fakirini koruyup kollayan,<br />
sanatçısına sanatını icra edeceği imkânlar yaratan, medresesine muharrik güç,<br />
hastalarına umut olacak kurumlardır üniversiteler. Şehirlerimizin, ülkemizin ve<br />
insanlığın üniversitelerden beklentilerinin olağanüstü yüksek olması boşa değildir. Bu<br />
sebeple şehrine küs, halkına yabancı, insanlığın vicdanından habersiz üniversiteler,<br />
soğuk duvarların ardında ömür tüketen, heyecanını kaybetmiş binalar yığınından<br />
ibarettir.<br />
Ülkemizin son 15 yılda kat etmiş olduğu sosyal, kültürel, ekonomik gelişmişlik göz<br />
önüne alındığında, sayıları 180’e ulaşmış üniversitelerimizin Türkiye’nin gelişmişlik<br />
düzeyindeki payı inkâr edilemez. Düne kadar her ile üniversite açılmasını fantezi<br />
olarak görenler ya da bu kadar üniversite açılmasının doğru olmadığını savunanlar,<br />
bugün Muş Alparslan Üniversitesi himayesinde icra edilen bu muazzam bilim<br />
şölenine tanık olsalar herhalde mahcup olurlar. Kuşkusuz niceliksel büyümeye paralel<br />
bir nitelik artışı yakalayabildiğimizi iddia edemeyiz; ancak kabul edilmelidir ki fiziki<br />
mekânların bulunmadığı ortamlarda bilimin gelişmesi hiç mümkün değildir.<br />
Temennim odur ki sayısal verilerde tanık olduğumuz ümit verici gelişmeler kısa bir<br />
süre sonra nitelik noktasında da hepimizin yüzünü güldürür.<br />
Kalkınma dediğimizde toplumların sosyal, siyasal ve ekonomik anlamda<br />
kalkınmışlığını ifade ediyoruz. Toplumsal refahın önemli ölçüde maddi anlamda<br />
artmış olmasından hareket eden kalkınma modellerinde genel olarak ekonomik<br />
verilerin öne çıktığı bir hakikat olsa da kalkınma esas itibarıyla ekonomik verilerden<br />
çok daha fazlasıdır. Kalkınma bir toplumun tamamını ilgilendiren siyasal, sosyal,<br />
kültürel, sanatsal düzeyleri de aynı anda içeren daha geniş bir kavramdır. Örneğin<br />
gelir dağılımını salt bir sayısal veri artışı olarak değerli görmeyen, aynı zamanda adil<br />
bir gelir dağılımını önceleyen ekonomik gelişme, kalkınmanın kendisidir. Eğitimin<br />
aynı zamanda bir ekonomik gelişmişlik göstergesi olarak da kabul edilmesi<br />
kalkınmanın kendisidir. Bu bakış açısına uygun bir kalkınma modelinden hareketle<br />
kamu politikaları üretilmesi yahut geleceğe dönük siyaset belirlenmesi de<br />
kalkınmanın kendisidir.<br />
Kalkınma konferanslarının öncelikli amacı çoğu zaman ekonomik anlamda bölgelerin<br />
kalkınmasına yarayacak adımların atılmasını sağlamak, ortaya çıkan somut sorunları<br />
belirleyerek bunların çözümüne odaklanan öneriler sunmaktır. Ancak bu konferansın<br />
temel hedefi kalkınmanın sosyal ayaklarına yoğun olarak işaret etmek, sağlıklı bir<br />
3
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
kalkınma modelinin ancak sosyal sorunların da dikkate alınması ile mümkün<br />
olabileceğine dikkat çekmektir. Kalkınma sorunlarının ele alınacağı bu ve bundan<br />
sonraki konferanslarda canı diri bir ekonomik kalkınmanın ancak sosyal ayağı güçlü<br />
bir kalkınma modeli ile mümkün olacağının daha yoğunlukta ele alınacağına inancım<br />
tamdır.<br />
Konferansın başarıyla icra edilmesinde pek çok insanın emeği bulunduğu aşikâr…<br />
Başta Rektör Yardımcım Prof. Dr. Abdullatif Tüzer Bey olmak üzere tüm<br />
akademisyen kardeşlerime, Genel Sekreterim Yrd. Doç. Dr. Orhan Keskintaş<br />
riyasetindeki daire başkanlarım ve çalışma arkadaşlarına, teknik ve hizmetli ekibime<br />
ve sevgili öğrencilerime özverili çalışmaları sebebiyle minnet duygularımla beraber<br />
teşekkür ediyorum. Konferansımızı teşrif eden Kalkınma Bakanımız Sayın Cevdet<br />
Yılmaz Beyefendiye, Muş Valimiz Sayın Seddar Yavuz, Milletvekilimiz Sayın<br />
Mehmet Emin Şimşek ve Belediye Başkanımız Sayın Feyat Asya beyefendilere,<br />
ÜNİDAP’ın kıymetli rektörlerine, Sayın Adnan Demir Bey başkanlığındaki DAP<br />
İdaresi yetkililerine ve SERKA, DAKA, KUDAKA ajanslarının değerli yöneticilerine<br />
şükranlarımı sunuyorum. Konferansımızda yerel sorunların ele alınması konusunda<br />
maddi-manevi destek sunan Sayın Orhan Sami Gültekin başkanlığındaki MUŞVAK<br />
mensuplarına, değerli hocam Sayın Vahit Özmen ve kıymetli eşlerine, fotoğraf sergisi<br />
ile sempozyumu renklendiren Sayın Adem Sönmez’e, klasik ve modern sanat<br />
eserlerinin sergilenmesinde emeği geçen öğretim görevlimiz Selahattin Aslan ve<br />
sanatçı dostlarına, müzik dinletileri ile kulaklarımızın pasını silen Muş Güzel Sanatlar<br />
Lisesinin sevgili öğretmenlerine ve konferansın icrasında emeği geçip de isimlerini<br />
burada zikredemediğim tüm mesai arkadaşlarıma minnettarlığımı ifade etmek<br />
istiyorum. Son olarak, uzaktan yakından gelmek suretiyle konferansımıza katkı<br />
sağlayan çok kıymetli bilim insanlarına yürekten teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla,<br />
sevgiyle selamlıyorum.<br />
Prof. Dr. Fethi Ahmet POLAT<br />
Muş Alparslan Üniversitesi Rektörü<br />
4
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
INTRODUCTION AND APPRECIATION<br />
As the children of the tradition that locates the words “Are those who know equal to<br />
those who do not know?”, “Wisdom is the lost property of the believer, let him claim<br />
it wherever he finds it”, and “The fear of God is the beginning of the Wisdom” into the<br />
core of the understanding of civilization, we are aware of the fact that a great future<br />
can only be shaped upon a great history. It is a fact that many civilizations have been<br />
established in the lands we live on and a significant part of them have religious and<br />
cultural ties with us. As the representative of this rich heritage, the Republic of Turkey<br />
has to work as hard as its predecessors to prevent this wealth from devastation and<br />
being forgotten despite the fact that it has a past full of knowledge and wisdom. The<br />
fact that education is the only way to save us from being a prodigal reminds us the<br />
importance of our universities in protecting our rich, historical heritage as our<br />
permanent wealth.<br />
At a meeting held in Van on 13 February 2016, about 7 months ago, 15 university<br />
rectors and representatives from the region took a decision and pointed out the<br />
importance of holding a development conference for the region. The honorary guest<br />
of the same meeting, Mr. Cevdet Yılmaz, the Minister of Development, mentioned<br />
the importance of a conference on ‘social development’ and promised that they would<br />
contribute to the university that will organize a conference on such an issue. With the<br />
favour of our rectors, this organization was hosted by our university and since then,<br />
both our rectors and important development agencies from our region have given their<br />
support for the successful execution of the conference. After a long and exhausting<br />
preparation phase, our being here has been significantly possible through the efforts<br />
of the region rectors and development agencies.<br />
Universities are one of the indispensable factors for practicable, rapid and sustainable<br />
economic development and regional welfare of the cities in which they are located.<br />
Mus Alparslan University which was founded in 2007, in a city where green plains<br />
and sincere people of the east come to the fore, is one of the important centers of a<br />
structure that answers to this description. Today, there are 6 faculties, 2 colleges, 4<br />
vocational schools, 2 institutes, 11 research centers in our university. Our institution<br />
has one of the largest libraries of the region with an indoor area of 9000 square meters,<br />
and it also has the biggest congress center compared to the other institutions in the<br />
region and it has an indoor sports hall with two half Olympic pools. We have 10.000<br />
students, 530 academicians, and about 300 administrative, security and servant<br />
personnel.<br />
Universities should be places where universal knowledge is produced as well as where<br />
academicians who are competent both intellectually and individually contribute to<br />
producing this knowledge. What is expected from the university staff is that they<br />
should follow the light of science as a guide and create science for the good of<br />
mankind without discriminating among religion, language, race and that they should<br />
engage in scientific activities with a perspective which is from local to national and<br />
from national to universal. It is among the main duties of the universities that these<br />
activities shouldn’t remain purely theoretical, they shouldn’t be confined to<br />
discussions which do not address to the society but rather, they should be transformed<br />
5
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
to projects and practices that societies can utilize from. The high level of development<br />
in countries where science can be transformed from theory to practice cannot be a<br />
coincidence.<br />
Universities mobilize the cities that they are located not only by their visible effects<br />
but also by their invisible, closely-felt effects. It is a fact that important universities<br />
which have a role like a locomotive in developed countries, have important<br />
discoveries in the field of industry and technology and they obtain patents but another<br />
fact which is not less important than the other is the necessity that universities should<br />
be centers of ‘pure goodness’ for the cities, countries and mankind. Sometimes<br />
universities can be the history, the present, the future, the reality, the image, the pain<br />
and the joy of the mankind. Universities are the institutions that keep the spirit of the<br />
cities in hand, protect the poor as a necessity of social responsibility, create the<br />
opportunities for artists to perform their art and they are driving force for the<br />
madrasahs and hope for their patients. It is not surprising that our city, our country<br />
and the mankind have extraordinary high expectations from universities. For that<br />
reason, universities which are estranged from their cities, strangers to their people,<br />
unaware of the conscience of the mankind are nothing but a pile of buildings that<br />
leading a life behind cold walls and lost their excitement.<br />
Considering the social, cultural and economic development that our country managed<br />
in the past 15 years, the contributions of universities that reached 180 in number<br />
cannot be denied. Those who think that it is a fantasy to establish a university to every<br />
province or those who support the idea that it is not true to establish so many<br />
universities would be embarrassed If they witnessed this enormous science festival.<br />
We cannot claim that we can achieve a qualitative increase parallel to quantitative<br />
growth but it should be accepted that the development of science is not possible in an<br />
environment where there are no physical spaces. I hope that the encouraging<br />
developments that we witnessed in digital data will make us happy when it comes to<br />
quality.<br />
When we say ‘development’ we mean social, political and economic development of<br />
societies. Although, economic data is more important in the development models that<br />
are based on the idea that social wealth increases financially, development is<br />
substantially mean more than economic data. Development is a broad concept that<br />
also includes the political, social, cultural, artistic levels that concern the whole<br />
society. For example, an economic development that considers the income<br />
distribution not only as pure digital data but also as fair income distribution is the<br />
development itself. To accept that education is the indicator of economic development<br />
is the development itself. Starting from a development model which is parallel to this<br />
point of view to form a public policy or to specify a diplomacy is development itself.<br />
The main objective of the development conferences is to ensure that steps are taken<br />
to help for the development of regions in economic terms, to offer suggestions for the<br />
solution of the concrete problems. However, the main objective of this conference is<br />
to point out to the social aspects of the development and to draw attention to the fact<br />
that a useful development model is possible only through dealing with social<br />
problems. I believe that the reality that a successful development is possible through<br />
6
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
a development model of which social aspect is powerful will be handled intensively<br />
in this and the following conferences that discuss the development problems.<br />
It is obvious that many people have been worked day and night for the successful<br />
execution of the conference. I would like to express my deepest gratitude especially<br />
to Vice-Rector Prof. Abdüllatif Tüzer, all academicians, my secretary-general Asst.<br />
Prof. Orhan Keskintaş and under the presidency of him; head of departments and their<br />
colleagues, my technical and cleaning service team, and my students for their great<br />
endeavor. I also would like to express my gratitude to our Minister of Development<br />
Mr. Cevdet Yılmaz who honored to our conference, Governor of Mus Mr. Seddar<br />
Yavuz, our Deputy Mr. Mehmet Emin Şimşek, our Mayor Mr. Feyat Asya,<br />
UNIDAP’s valuable rectors, DAP authorities under the presidency of Mr. Adnan<br />
Demir, and valuable directors of SERKA, DAKA, KUDAKA agencies. I would like<br />
to express my sincere gratitude to MUSVAK staff under the presidency of Mr. Orhan<br />
Sami Gültekin who provided moral and material support to handle the local problems,<br />
dear Mr. Vahit Özmen and his wife, Mr. Adem Sönmez who colored the symposium<br />
with the photograph exhibition, Selahattin Aslan and his artist colleagues who took<br />
an active part in the exhibition of classical and modern works of art, the teachers of<br />
Mus Fine Arts High School who contributed to our symposium with music concert<br />
and all my colleagues whose names I cannot utter now. Finally, I would like to thank<br />
to the scientists who contributed to our conference coming from near or far places. I<br />
greet all of you with respect.<br />
Prof. Fethi Ahmet POLAT<br />
Mus Alparslan University Rector<br />
7
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
KONFERANS ONURSAL BAŞKANLARI / CONFERENCE HONORARY<br />
CHAIRS<br />
Lütfi ELVAN - Kalkınma Bakanı<br />
Dr. Cevdet YILMAZ - Kalkınma Eski Bakanı<br />
Prof. Dr. Fethi Ahmet POLAT - Muş Alparslan Üniversitesi Rektörü<br />
KONFERANS ONURSAL EŞ BAŞKANLARI / CONFERENCE<br />
HONORARY CO-CHAIRS<br />
Adnan DEMİR - DAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanı<br />
Dr. Emin Yaşar DEMİRCİ - DAKA Genel Sekreteri<br />
Doç. Dr. Hüsnü KAPU - SERKA Genel Sekreteri<br />
Dr. Mehmet Ali ÇAKAL KUDAKA Genel Sekreteri<br />
DÜZENLEME ve YÜRÜTME KURULU / ORGANISING AND<br />
EXECUTIVE COMMITTE<br />
Başkan / Chairman<br />
Prof. Dr. Abdüllatif TÜZER - Muş Alparslan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi<br />
Üyeler / Members<br />
Doç. Dr. Ömer Faruk ALTUNÇ<br />
Doç. Dr. Yusuf BATAR<br />
Yrd. Doç. Dr. Adem LEVENT<br />
Yrd. Doç. Dr. Atik ASLAN<br />
Yrd. Doç. Dr. Berat ÇİÇEK<br />
Yrd. Doç. Dr. Demet DENİZ<br />
Yrd. Doç. Dr. Fırat KURT<br />
Yrd. Doç. Dr. İskender DÖLEK<br />
Yrd. Doç. Dr. Kasım MÜMİNOĞLU<br />
Yrd. Doç. Dr. Orhan KESKİNTAŞ<br />
Yrd. Doç. Dr. Ömer ARSLAN<br />
Yrd. Doç. Dr. Salih ÖZER<br />
Öğr. Gör. Harun DEMİR<br />
Arş. Gör. Abdulmecit YILDIRIM<br />
Arş. Gör. Aslıhan YENİÇERİ ALTINTAŞ<br />
Arş. Gör. Emine ULU<br />
Arş. Gör. Murat PARLAKPINAR<br />
Arş. Gör. Pınar KAYALI<br />
Arş. Gör. Vedat ALMALI<br />
Okt. Ayşegül HERDILI<br />
Uzm. Serdar DİK<br />
Dilber ÇETİNTAŞ<br />
Fuat ÖZKAN<br />
8
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
BİLİM KURULU / SCIENCE COMMITTEE<br />
Başkan / Chairman<br />
Yrd. Doç. Dr. Atik ASLAN- Muş Alparslan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler<br />
Fakültesi<br />
Üyeler / Members<br />
Prof. Dr. Abdullah Kıran - Muş Alparslan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
Prof. Dr. Abdüllatif Tüzer - Muş Alparslan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi<br />
Prof. Dr. Ahmet Balkaya - 19 Mayıs Üniversitesi, Ziraat Fakültesi<br />
Prof. Dr. Ahmet İncekara - İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi<br />
Prof. Dr. Amil Muharramaov - Bakü Devlet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Fakültesi<br />
Prof. Dr. Aydın Büyüksaraç - Bitlis Eren Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi<br />
Prof. Dr. Aylin Görgün Baran - Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi<br />
Prof. Dr. Ayten Öztüfekçi Önal - Tunceli Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi<br />
Prof. Dr. Bayram Coşkun - Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler<br />
Fakültesi<br />
Prof. Dr. Bekir Berat Özipek - Medipol Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi<br />
Prof. Dr. Cem Saatçioğlu - İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi<br />
Prof. Dr. Cevad Selam- Muş Alparslan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
Prof. Dr. Duran Bolat - Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Veteriner Fakültesi<br />
Prof. Dr. Ellen Pirro - Iowa State University, Faculty of Political Science<br />
Prof. Dr. Emin Erdem - Iğdır Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi<br />
Prof. Dr. Emine Feryal Turan - Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi<br />
Prof. Dr. Erdal Necip Yardım - Mus Alparslan Üniversitesi, Mühendislik ve Mimarlık<br />
Fakültesi<br />
Prof. Dr. Ertuğrul Yaman - Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, İnsani Bilimler Fakültesi<br />
Prof. Dr. Esma Durugönül - Akdeniz Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi<br />
Prof. Dr. Esvet Akbaş - Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Fen Fakültesi<br />
Prof. Dr. Hacı Ağa Rüstembeyov - Bakü Devlet Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Hüsamettin Bulut - Harran Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi<br />
Prof. Dr. İbrahim Erdoğan - Muş Alparslan Üniversitesi, Eğitim Fakültesi<br />
Prof. Dr. İbrahim Türkoğlu - Bingöl Üniversitesi, Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi<br />
Prof. Dr. İhsan Bulut - Akdeniz Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi<br />
Prof. Dr. İhsan Dağtekin - Fırat Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi<br />
Prof. Dr. İlhami Güler - Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi<br />
Prof. Dr. İrfan Kalaycı - İnönü Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
Prof. Dr. John P. Portelli - Ontario Institute for Studies in Education University of Toronto<br />
Prof. Dr. Jorge Valenzuela - Auburn University<br />
Prof. Dr. Juhani Tuominen - University of Lapland Faculty of Art and Design<br />
Prof. Dr. Marja Tuominen - University of Lapland Faculty of Social Sciences<br />
Prof. Dr. Mehmet Yıldırım - Dicle Üniversitesi, Ziraat Fakültesi<br />
Prof. Dr. Mehmet Akif Yörük - Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi<br />
Prof. Dr. Mehmet Ali Demiral - Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi<br />
Prof. Dr. Muhterem Aydın - Fırat Üniversitesi, Veteriner Fakültesi<br />
Prof. Dr. Mustafa Çevik - Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi, Sosyal ve Beşeri Bilimler<br />
Fakültesi<br />
Prof. Dr. Mustafa Fatih Ertugay - Erzincan Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi<br />
9
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Prof. Dr. Natalia Zubarevich - Moscow State University<br />
Prof. Dr. Nilay Çabuk Kaya - Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi<br />
Prof. Dr. Niyazi Mehdi - Azerbaycan Devlet Kültür ve Sanat Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Orhan Dengiz - 19 Mayıs Üniversitesi, Ziraat Fakültesi<br />
Prof. Dr. Ömer Çaha - Yıldız Teknik Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
Prof. Dr. Richard W. Mansbach - Iowa State University<br />
Prof. Dr. Refik Abdulla - Muş Alparslan Üniversitesi, Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi<br />
Prof. Dr. Rövşan Quliyev - Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Sabir Rüstemli - Bitlis Eren Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi<br />
Prof. Dr. Salih Yılmaz - Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi<br />
Prof. Dr. Şener Demirel - Fırat Üniversitesi, Eğitim Fakültesi<br />
Prof. Dr. Şeref Kılıç - Ardahan Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi<br />
Prof. Dr. Temir Jorobekov - Oş Devlet Üniversitesi Araşan Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />
Prof. Dr. Vedat Savaş - Fırat Üniversitesi, Teknoloji Fakültesi<br />
Prof. Dr. Veli Urhan - Gazi Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi<br />
Doç. Dr. Abdulcelil Bilgin - Muş Alparslan Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi<br />
Doç. Dr. Bülent Çelikel - Dokuz Eylül Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi<br />
Doç. Dr. Cemil Oruç - Muş Alparslan Üniversitesi, Eğitim Fakültesi<br />
Doç. Dr. Ekrem Almaz - Muş Alparslan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi<br />
Doç. Dr. Esin Kaya - Muş Alparslan Üniversitesi, Eğitim Fakültesi<br />
Doç. Dr. Faruk Alaeddinoğlu - Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi<br />
Doç. Dr. Ferhat Ağırman - Pamukkale Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi<br />
Doç. Dr. Gökhan Tuncel - İnönü Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
Doç. Dr. Iveta Reinholde – University of Latvia<br />
Doç. Dr. Mehmet Kamil Coşkun - Muş Alparslan Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi<br />
Doç. Dr. Menaf Turan - Yüzüncü Yıl Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
Doç. Dr. Mohammad Zaifizadeh - Ardabil Islamic Azad University<br />
Doç. Dr. Murat Aktaş - Muş Alparslan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
Doç. Dr. Murat Ustaoğlu - İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi<br />
Doç. Dr. Naci Genç - Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi<br />
Doç. Dr. Nurullah Ulutaş - Muş Alparslan Universitesi, Eğitim Fakültesi<br />
Doç. Dr. Ömer Faruk Altunç - Muş Alparslan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler<br />
Fakültesi<br />
Doç. Dr. Patrice Brodeur - Universite de Montreal<br />
Doç. Dr. Rasool Asghari-Zakaria - University of Mohaghegh Ardabili, Faculty of<br />
Agriculture<br />
Doç. Dr. Recep Aslan - Muş Alparslan Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi<br />
Doç. Dr. Serdal Seven - Muş Alparslan Üniversitesi, Eğitim Fakültesi<br />
Doç. Dr. Vahap Coşkun - Dicle Üniversitesi, Hukuk Fakültesi<br />
Doç. Dr. Yunus Emre Özer - Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
Doç. Dr. Yusuf Batar - Muş Alparslan Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Adem Levent - Muş Alparslan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler<br />
Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Adem Palabıyık - Muş Alparslan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Ayhan Koyuncu - Muş Alparslan Üniversitesi, Fen Edebiyat<br />
Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Atik ASLAN- Muş Alparslan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
10
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Yrd. Doç. Dr. Bayram Gündüz - Muş Alparslan Üniversitesi, Eğitim Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Canser Kardaş - Muş Alparslan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Celil Aydın - Muş Alparslan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Demet Deniz - Muş Alparslan Üniversitesi, Eğitim Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Elif Kara - Muş Alparslan Üniversitesi, Eğitim Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Emine Cihangir - Turizm ve Otel İşletmeciliği Yüksek Okulu<br />
Yrd. Doç. Dr. Ercan Çağlayan - Muş Alparslan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Ercan Geçgin - Ömer Halisdemir Üniversitesi , Fen Edebiyat Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Fadime Tosik Dinç - Muş Alparslan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Fazıl Karahan - Pamukkale Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Fırat Kurt - Muş Alparslan Üniversitesi, Teknik Bilimler Meslek Yüksek<br />
Okulu<br />
Yrd. Doç. Dr. Hanifi Körkoca - Muş Alparslan Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu<br />
Yrd. Doç. Dr. Hidayet Kara - Muş Alparslan Universitesi, Eğitim Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Koç - Mus Alparslan Üniversitesi, Mühendislik ve Mimarlık<br />
Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. İrşad Sami Yuca - Muş Alparslan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. İskender Dölek - Muş Alparslan Universitesi, Eğitim Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Kasım Müminoğlu - Muş Alparslan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Akif Fidan - Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, İnsan ve Toplum<br />
Bilimleri Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Murat Polat - Muş Alparslan Universitesi, Eğitim Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Günerigök - Muş Alparslan Üniversitesi, Sosyoloji<br />
Yrd. Doç. Dr. Orhan Keskintaş - Muş Alparslan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler<br />
Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Ömer Arslan - Muş Alparslan Universitesi, Mühendislik ve Mimarlık<br />
Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Ömer Esen - Muş Alparslan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Salih Özer - Muş Alparslan Universitesi, Mühendislik-Mimarlık Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Sertaç Hopoğlu - Iğdır Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
Yrd. Doç Dr. Turan Güler - Muş Alparslan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Veli Sırım – Namık Kemal Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Berat Çiçek - Muş Alparslan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
Dr. Viktorija Sipilova – Daugavpils University, Latvia<br />
11
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
DAVETLİ KONUŞMACILAR / KEYNOTE SPEAKERS<br />
Prof. Dr. Ahmet Balkaya - 19 Mayıs Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Ahmet İncekara - İstanbul Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Atilla Yayla - Haliç Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Aylin Görgün Baran - Hacettepe Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Bayram Coşkun - Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Bekir Berat Özipek - Medipol Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Bülent Gülçubuk - Ankara Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Cem Saatçioğlu - İstanbul Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Ellen Pirro - Iowa State University<br />
Prof. Dr. Emine Feryal Turan - Ankara Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Esma Durugönül - Akdeniz Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Feridun Yılmaz - Uludağ Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Fuat Ercan - Marmara Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Hacıağa Rüstembeyov - Bakü Devlet Üniversitesi<br />
Prof. Dr. İhsan Bulut - Akdeniz Üniversitesi<br />
Prof. Dr. İlhami Güler - Ankara Üniversitesi<br />
Prof. Dr. John P. Portelli - University of Toronto<br />
Prof. Dr. Juhani Tuominen - University of Lapland Emekli Öğretim Üyesi<br />
Prof. Dr. Kenan Ören - Süleyman Demirel Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Marja Tuominen - University of Lapland<br />
Prof. Dr. Mustafa Çevik - Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Nilay Çabuk Kaya - Ankara Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Niyazi Mehdi - Azerbaycan Devlet Kültür ve Sanat Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Ömer Çaha - Yıldız Teknik Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Ömürbek Karymshakov - Arabaev Kyrgyz State University<br />
Prof. Dr. Richard W. Mansbach - Iowa State University<br />
Prof. Dr. Rövşan Quliyev - Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Salih Yılmaz - Yıldırım Beyazıt Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Temir Jorobekov - Oş Devlet Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Vahit Özmen - İstanbul Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Veli Urhan - Gazi Üniversitesi<br />
Prof. Dr. Yıldız Akpolat - Atatürk Üniversitesi<br />
Doç. Dr. Fatih Erkoçoğlu - Yıldırım Beyazıt Üniversitesi<br />
Doç. Dr. Hacı Mustafa Açıköz - Milli Eğitim Bakanlığı, Bakanlık Müşaviri<br />
Doç. Dr. Hamit Ersoy - RTÜK Üyesi<br />
Doç. Dr. Iveta Reinholde - University of Latvia<br />
Doç. Dr. Mehmet Kasım Özgen - Cumhuriyet Üniversitesi<br />
Doç. Dr. Mohammad Zaifizadeh - Ardabil İslamic Azad University<br />
Doç. Dr. Patrice Brodeur - Universite de Montreal<br />
Doç. Dr. Taşkıner Ketenci - Mersin Üniversitesi<br />
Doç. Dr. Vahap Coşkun - Dicle Üniversitesi<br />
Dr. Emin Yaşar Demirci - DAKA Genel Sekreteri<br />
Dr. Hande Özsan Bozatlı - Avrupa Bölgeler Meclisi Başkanı<br />
Dr. Necdet Subaşı - Başbakan Başdanışmanı<br />
Dr. Kamala Shiriyeva - Guelph University<br />
12
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Dr. Orhan Sami Gültekin - Muş Eğitim ve Kalkındırma Vakfı Başkanı<br />
Dr. Viktorija Sipilova - Daugavpils University<br />
Bülent Şelli - İmbat Sualtı Görüntüleme Merkezi<br />
Erdal Bahçıvan - İstanbul Sanayi Odası Başkanı<br />
Gökhan Murat Kalsın - İstanbul Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı<br />
Recep Tezgel - Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Danışmanı<br />
13
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
İÇİNDEKİLER / CONTENTS<br />
AÇILIŞ KONUŞMALARI / AÇILIŞ KONUŞMALARI<br />
Cevdet YILMAZ – Kalkınma Eski Bakanı ..................................................................... 20<br />
Seddar YAVUZ – Muş Valisi ....................................................................................... 26<br />
AÇILIŞ PANELİ / OPENING SESSION<br />
Özgürlük ve Kalkınma<br />
Atilla YAYLA ............................................................................................................ 29<br />
Yeni Türkiye’yi Anlamak<br />
Necdet SUBAŞI .......................................................................................................... 32<br />
DAVETLİ KONUŞMACILARIN BİLDİRİLERİ<br />
PROCEEDINGS OF KEYNOTE SPEAKERS<br />
Kalkınmada Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Neden Önemlidir?<br />
Aylin Görgün BARAN ................................................................................................ 36<br />
Psychological Approaches for Preventing Prejudice, and Encouraging More Positive<br />
Intergroup Relations<br />
Kamala M. SHIRIYEVA ............................................................................................. 48<br />
Kuzeydoğu Anadolu’da Değerler ve Toplumsal Yapı<br />
Yıldız AKPOLAT, Hülya DOĞAN ............................................................................... 53<br />
Nasıl Bir Kalkınma?<br />
Fuat ERCAN .............................................................................................................. 64<br />
Medeniyetler İttifakı ve Farkı<br />
İlhami GÜLER ........................................................................................................... 67<br />
Kırsal Kalkınmada Paradigma Değişimleri ve Türkiye Analizi<br />
Bülent GÜLÇUBUK ................................................................................................... 72<br />
Doğu Anadolu'nun Tarihi Mirası'nın Bölge Turizmine Katkısı Üzerine<br />
Bazı Mülahazalar: Ahlat Şehri Örneği<br />
Fatih ERKOÇOĞLU ................................................................................................... 84<br />
Disunity in the European Union: What is its Future?<br />
Richard W. MANSBACH, Ellen B. PIRRO .......................................................... 106<br />
Sağlık ve Kalkınma<br />
Vahit ÖZMEN ....................................................................................................... 130<br />
Gelişmede Zihin Eğitiminin Önemi<br />
Mehmet Kasım ÖZGEN ........................................................................................ 133<br />
Ekonomik Kalkınma ve Sağlik Turizmi ( Azerbaycan Örneği)<br />
Tofig MUSTAFAZADE, Teyyup MUSTAFAZADE ........................................... 142<br />
Turizmin Kültürel İlişkilere Katkısı: Rusya Örneği<br />
Salih YILMAZ ....................................................................................................... 158<br />
14
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Migration Processes in Kyrgyzstan and Their Role in The Development<br />
of Society<br />
O.A. KARYMSHAKOV, C.Z. ARZYMATOVA ................................................. 164<br />
Homo Muslimus ve Medeniyet Humanizmasının Sağduyucu Teo-Sofik Temellerine<br />
Felsefi Bir Yaklaşım<br />
Hacı Mustafa AÇIKGÖZ ....................................................................................... 168<br />
Tarım ve Kalkınma<br />
Recep TEZGEL ..................................................................................................... 197<br />
SOSYAL KALKINMA / SOCIAL DEVELOPMENT<br />
Kalkınmanın Kültürel Temelleri<br />
Abdüllatif TÜZER ................................................................................................. 202<br />
Proje Temelli Kalkınmaya Eleştirel Yaklaşım: Muş İli Örneği<br />
Atik ASLAN, Nilay ÇABUK KAYA .................................................................... 208<br />
Coğrafi Çevrenin Ekonomik Gelişme Üzerindeki Etkilerine Tipik Bir Örnek: Hamur<br />
(Ağrı)<br />
Tolga KORKUSUZ, Cemal SEVİNDİ .................................................................. 226<br />
Kalkınma Ajanslarının Bağımsız Denetimleri<br />
Gülnihal TORAMANLI ......................................................................................... 240<br />
Değişen Yönetim Anlayışında Yönetişim ve Yerel Kalkınma İlişkisi<br />
Üzerine Değerlendirmeler<br />
Mehmet Akif ÖZER, Yağız AKSAKALOĞLU .................................................... 250<br />
Kalkınma Ajansları ve Sosyo Ekonomik Politikalar: Doğu Anadolu ve Serhat<br />
Kalkınma Ajansları Örneğinde<br />
Mehmet Akif ÖZER, İbrahim İRDEM .................................................................. 262<br />
Girişimciliğin Yerel Kalkınmaya Etkisi ve KOBİ Yöneticilerinin Girişimcilik<br />
Düzeyinin Belirlenmesi<br />
Mehmet KARAHAN, Rıfat BİLGİN ..................................................................... 274<br />
Devlet Desteklerinin Bölgesel Kalkınmadaki Rolü: Ahika Tarafından Uygulanan<br />
2012 Yılı Sektörel Rekabet Edebilirlik MDP Etki Analizi Araştırması<br />
Serdar ÖZTÜRK, Hayri TANRIVERDİ ................................................................ 288<br />
Amartya Sen ve Kalkınma<br />
Atik ASLAN, Adem LEVENT .............................................................................. 305<br />
Sürdürülebilir Kalkınma ve Çevresel Duyarlılığın İncelenmesi: Mardin Artuklu<br />
Üniversitesi Örneği<br />
Mehmet Celâl GÜLTEKİN, Ömer Fazıl EMEK, Hatice GENÇ KAVAS ............. 314<br />
Avrupa Birliği Bölgesel Politikasının Türk Kamu Yönetimi Üzerine Etkisinin<br />
Politika Transferi Bağlamında Analizi<br />
Yıldız ATMACA ................................................................................................... 326<br />
15
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Neolibreal Dönemde Rekabet: Bilim Politikalarının Değişen Biçimi<br />
Üzerine Bir İnceleme<br />
Veysel ERAT ......................................................................................................... 340<br />
Yoksullukla Mücadelede Mikrokredi: Muş İli Örneği<br />
Sultan APAYDIN, Ömer Faruk ALTUNÇ ............................................................ 354<br />
Yeni Bölgeselcilik Anlayışının Bölgesel Kalkınmaya Etkileri<br />
Yeşim KUBAR ...................................................................................................... 370<br />
Bölgesel Kalkınma Politikaları ve Öncü Sektörlerin Analizi: Dap ve Gap Üzerine<br />
Bir İnceleme<br />
Ş. Mustafa ERSUNGUR, Mehmet Barış ASLAN, Ömer DORU .......................... 390<br />
Bölgesel Kalkınma, Ekonomik Çıktı ve Dış Ticaret Arasındaki İlişkinin<br />
İncelenmesi: TRB 2 Örneği<br />
Zeynep KARAÇOR, Erhan DUMAN .................................................................... 401<br />
Kalkınmada “Sosyal Yapı Ekonomik Yapıyı Belirler” Yaklaşımı<br />
Kenan PEKER ....................................................................................................... 414<br />
İslam Dini Bağlamında Sosyal Sermaye ve Din<br />
Yusuf BATAR ....................................................................................................... 429<br />
Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı Tarafından Uygulanan Kobi Mali Destek<br />
Programlarının Firmalar Üzerindeki Etkileri<br />
Ömer ARVASİ, Günsu CANTÜRK, Ayşe Kübra DEMİREL .............................. 444<br />
Yatırım Teşvik Sisteminin TRB2 Bölgesine Çekilen Yatırımlar Açısından<br />
Değerlendirilmesi<br />
Muhammed Ali YILDIRIM, Emine ALPASLAN ................................................. 458<br />
Bölgesel Kalkınma - Sosyal Politika İlişkisi: Dicle Kalkınma<br />
Ajansı Örneği<br />
Halil İbrahim AYDIN, Mücahit ÇAYIN ............................................................... 472<br />
Otel İşletmeleri Web Siteleri ve Facebook Hesaplarının<br />
Değerlendirilmesi: Muş İlindeki Otel İşletmeleri Üzerine Bir Çalışma<br />
Ali Turan BAYRAM, Gül ERKOL BAYRAM, Özlem SÜRÜCÜ ....................... 484<br />
Türkiye'de Kadın İşgücünün Görünümü: Marmara Bölgesi ve<br />
Güneydoğu Anadolu Bölgesi Karşılaştırması<br />
Melike ATAY POLAT, Canan SANCAR ............................................................. 494<br />
Kur’an’ın Önerdiği Toplumsal Yapının İnşasında Kalkınmanın Temel İlkeleri ve<br />
Dinamikleri<br />
Fikret GEDİKLİ ..................................................................................................... 505<br />
Küreselleşme Sürecinde Demokrasi ve Kalkınma İlişkisi: 2000’li<br />
Yıllarda Türkiye Örneği<br />
Murat AKTAŞ ....................................................................................................... 515<br />
16
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bölgesel Kalkınma Uygulamaları ve Doğu Anadolu’da Kırsal Yoksulluk<br />
Serdar NERSE ....................................................................................................... 528<br />
Kültür, Kadın Kimliği ve Pozitif Ayrımcılık<br />
Dilek DALMIŞ ERDEM ....................................................................................... 540<br />
Sosyal Kalkınmada Network Girişimcilik Üzerine Bir Araştırma<br />
Murat ŞAHİN ......................................................................................................... 553<br />
Müderrislerin Toplumsal Yaşamdaki Rolü: Muş İli Örneği<br />
Recep ASLAN ....................................................................................................... 562<br />
Sosyal Kalkınmada Sosyal Felsefenin Rolü<br />
Kasım MÜMİNOĞLU ........................................................................................... 575<br />
Bölgesel Kalkınmada Üniversitelerin Önemi: Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki<br />
Üniversiteler Örneği<br />
Ali Yılmaz GÜNDÜZ ............................................................................................ 586<br />
Bölgesel Kalkınmada Üniversitelerin Sosyal ve Kültürel Rolü<br />
Yakup YILDIZ ....................................................................................................... 597<br />
“Kültürce Kalkınmanın Sosyal Şartları” Perspektifinden Doğu Anadolu Bölgesine<br />
Bir Bakış<br />
Emin ÇELEBİ ........................................................................................................ 609<br />
Türkiye’de Gelir Ve Tüketim Eşitsizliği: Ampirik Bir Çalışma<br />
İsa SAĞBAŞ, Nurten DAŞKAYA ......................................................................... 619<br />
İktisadi Kalkınma ve Dünya Görüşü İlişkisi<br />
Aykut KÜÇÜKPARMAK ..................................................................................... 626<br />
Doğu Anadolu Bölgesinde Bulunan Katılım Bankalarının Bölge Kalkınmasına<br />
Etkisi<br />
Ömer Fazıl EMEK, Mehmet Celal GÜLTEKİN, Hatice GENÇ KAVAS ............. 637<br />
2023 Hedefine Doğru Bölgesel Kalkınma Sürecinde Türkiye ve Kürtler<br />
Âdem PALABIYIK ............................................................................................... 647<br />
Bölgesel Kalkınma Politika Aracı Olarak Teşvik Politikaları: TRC3 Bölgesi Üzerine<br />
Bir Değerlendirme<br />
Efdal POLAT ......................................................................................................... 661<br />
Fakirlik Kısır Döngüsünün Kırılmasında Kalkınma Ajanslarının Rolü: DAKA<br />
Örneği<br />
Ömer Faruk ALTUNÇ, Vedat ALMALI ............................................................... 677<br />
Uluslararası Öğrencinin Kalkınmadaki Rolü ve Türkiye’ye Potansiyel Etkileri<br />
Ahmet Ayhan KOYUNCU .................................................................................... 689<br />
Sürdürülebilir Kalkınma İçin Turizm: Şanlıurfa’da Bulunan Sivil Toplum<br />
Kuruluşlarının Görüşleri<br />
Gül ERKOL BAYRAM, Ali Turan BAYRAM, Özlem SÜRÜCÜ ....................... 699<br />
17
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Fırat Kalkınma Ajansı’nın TRB 1 Bölgesi’ndeki Yenilikçi Girişimcilik<br />
Ekosistemine Etkisi<br />
Abduvahap YOĞUNLU ........................................................................................ 716<br />
Belediyelerde Teknoloji Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Bağlılık Üzerindeki<br />
Etkisine Yönelik Bir Araştırma<br />
Fuat KORKMAZER, Ali AKSOY ........................................................................ 732<br />
Klasik Liberal Teorik Açısından Belediyeciliğin Yerel Kalkınmaya Etkisinin<br />
Değerlendirilmesi<br />
Mahmut ÖZDEMİRKOL ....................................................................................... 748<br />
Mutluluğun Resmini Çizmek: Sosyo-Ekonomik Belirleyicilere İlişkin Bir Yatay<br />
Kesit Analizi<br />
Haktan SEVİNÇ, Merter AKINCI, Ömer YILMAZ ............................................. 763<br />
Zafer Kalkınma Ajansı Örneğinde Kalkınma Ajanslarının Bölgesel Sosyal<br />
Kalkınmanın Sağlanmasına Yönelik Katkıları<br />
Ethem Kadri PEKTAŞ, Atahan DEMİRKOL ........................................................ 776<br />
Türkiye’de Çocuk Refah Hizmetleri Üzerine Bir Değerlendirme<br />
Rıfat BİLGİN, Ümran CİHAN .............................................................................. 790<br />
Yerel Kalkınmanın Önündeki Engel: Kadın Yoksulluğu<br />
Maide GÖK ............................................................................................................ 801<br />
Antagonizma Üzerine İnşa Edilen Sosyal Yapı: Doğu Anadolu Bölgesi’nde<br />
“Ekonomik ve Sosyal Yoksulluk”<br />
İsmail KIRAN ....................................................................................................... 815<br />
18
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
AÇILIŞ KONUŞMALARI<br />
OPENING SPEECHES<br />
19
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Dr. Cevdet YILMAZ – Kalkınma Eski Bakanı<br />
Sayın valim, çok değerli milletvekili arkadaşlarım, değerli belediye başkanlarımız<br />
değerli hocam. Akademik dünyadan, kamu kurumlarından, sivil toplumdan, özel<br />
kesimden değerli katılımcılar, sevgili öğrenciler, hepinizi saygıyla ve sevgiyle<br />
selamlıyorum.<br />
Öncelikle bu konferans salonunda, uluslararası bir konferansa katılmaktan duyduğum<br />
memnuniyeti dile getirmek istiyorum. Az önce biraz nazara geldi konferans<br />
salonumuz ama gerçekten çok güzel bir salon. Muş’ta, Muş Alparslan<br />
Üniversitesi’nde böyle bir ortama sahip olduğumuzdan dolayı büyük bir mutluluk<br />
duyduğumu belirtmek istiyorum.<br />
Üniversitelerimiz sadece mevcut bilgiyi gelecek nesillere aktaran kurumlar değil,<br />
sadece araştırma yapıp mevcut bilgiye yeni bilgiler ekleyen kurumlar da değil, bir<br />
taraftan da içinde bulundukları toplumun, coğrafyanın daha ileriye gitmesine,<br />
sorunlarını aşmasına destek olan kalkınma kurumlarıdır. Biz böyle<br />
konumlandırıyoruz doğrusu. Muş Alparslan Üniversitesi’nin eğitim ve araştırma<br />
işlevinin yanı sıra kalkınma fonksiyonuna da önemli katkılar yaptığını görüyoruz.<br />
Bundan dolayı öncelikle rektör hocamıza, ekibine, emeği geçen herkese teşekkür<br />
ediyorum, şükranlarımı sunuyorum.<br />
Değerli arkadaşlar, ben de konuşmama başlarken 15 Temmuz’a bir referansla<br />
başlamak istiyorum. 15 Temmuz’da hain bir kalkışmayı milletimiz püskürttü.<br />
Tanklar, toplar, savaş uçaklarıyla, milli iradeye, bu toplumun iradesine yönelen<br />
tehdidi, vatandaşımız çıplak elleriyle ve göğsüyle püskürttü. Şehitlerimiz oldu, 241<br />
şehidimiz oldu, onlara Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Binlerce insanımız<br />
yaralandı ama bir taraftan 15 Temmuz milletimize yeni bir güç verdi. Bu büyük<br />
fedakârlıklarla adeta yeniden millet olma şuurunu ve birliğimizi tazelemiş olduk. Bizi<br />
parçalamaya çalıştılar. 15 Temmuz’u yapan FETÖ terör örgütü ve arkasındaki<br />
yapılanmalar bu ülkeyi bu ülkenin birliğini ortadan kaldırmaya çalıştılar ama<br />
tuzakları başlarına geçti. Tam tersine daha fazla birleşmemize, kenetlenmemize<br />
vesile oldular. Değişik siyasi görüşlerden ve partilerden insanlar, bu süreçte bu tehdit<br />
karşısında daha fazla bir araya geldiler.<br />
Siyasi kutuplaşma azaldı, siyasi diyalog arttı. Bunun ben ülkemiz için demokrasimiz<br />
için büyük bir fırsat olduğuna inanıyorum. Bunun için de bulunduğumuz ortamın,<br />
hep birlikte iyi değerlendirebilirsek, ekonomik kalkınmamıza da demokratik<br />
ilerlememize de son derece önemli katkılar sunacağına inanıyorum. Partiler arasında<br />
anayasa başta olmak üzere yapılan çalışmalar bu anlamda son derece önemli. İnşallah<br />
bu çalışmalar, kısmi anayasa çalışmalarının ötesinde daha kapsamlı çalışmalara da<br />
zemin hazırlarlar. 15 Temmuz’da halkımızın gösterdiği cesareti, içinde<br />
bulunduğumuz süreçte, emek ve bilgiyle tamamlamamız gerekiyor. Cesaret çok<br />
önemli, gerçekten cesaret olmadan hiçbir şey olmuyor.<br />
İnisiyatif almadan, cesurca eyleme girişmeden hiçbir şey olmuyor. Fakat bunu<br />
mutlaka bilgi ve emekle bütünleştirmemiz lazım. 15 Temmuz’u yapanlar az önce de<br />
vurgulandığı gibi bu ülkenin ilerlemesine, gelişmesine, demokrasinin güçlenmesine<br />
20
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
engel olmaya çalışıyorlar. Bunun en açık göstergesi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne<br />
yönelik saldırıdır. Bakın bir partiye yönelik saldırıdan bahsetmiyoruz. Bu milletin<br />
topyekûn iradesini temsil eden bir kuruma savaş uçaklarıyla saldırdılar. Bunun<br />
anlamı millete düşmanlıktır. Milli iradeye düşmanlıktır. Bu milletin değerlerine<br />
düşmanlıktır.<br />
Aslında bu eylem tek başına bu terör yapılanmasının bu topraklara ait olmadığının en<br />
açık göstergesidir. İçinde bulunduğumuz süreçte, bu terör örgütünün ve diğer benzer<br />
terör örgütlerinin, aynı amaçlara dönük diğer terör örgütlerinin yapmaya çalıştığının<br />
tersine bizim daha fazla kenetlenmemiz lazım. İşte bu konferans gibi benzer<br />
çalışmalarla daha fazla bilgi üretmemiz ve daha fazla emek harcayarak ülkemizi<br />
ileriye taşımamız lazım.<br />
Hükümet olarak bizim 2023 ve ötesine giden vizyonumuz var ve bunun arkasında<br />
duruyoruz. Bu vizyon sadece hükümetin vizyonu değil çok şükür artık bütün<br />
toplumumuzun vizyonu. İşte bu vizyonun içinde artık yeni bir kalkınma kavramı var.<br />
Bu kavram sadece ekonomik gelişmeyi ifade etmiyor. Bunun özellikle altını çizmek<br />
istiyorum. Kalkınmayı çok iyi algılamamız ve çok iyi tanımlamamız gerekiyor.<br />
Kalkınma dediğimiz kavram ekonomiyi kapsayan ama ekonominin çok ötesine giden<br />
boyutları olan bir kavramdır. Sosyal boyutu ve sürdürülebilirlik boyutu olmayan,<br />
temel haklar ve hürriyetlerle bağlantısı olmayan bir kalkınma kavramı gerçek<br />
anlamda bir kalkınma getirmez. Buna insan odaklı bir kalkınma da diyebiliriz.<br />
İnsanın çok boyutlu bir varlık olmasına paralel olarak insan odaklı bir kalkınma<br />
anlayışı da çok boyutlu olmak durumundadır. Bir taraftan elbette ekonomik<br />
gelişmelerle kişi başına düşen milli gelirimizi ve refahımızı arttıracağız. Bu elbette<br />
kalkınmanın çok önemli bir unsuru ancak ikinci boyutu; kalkınmanın sosyal<br />
boyutunu hiçbir şekilde ihmal edemeyiz.<br />
Bugün sosyal kalkınmayı odağına alan bir konferansta konuşuyoruz. Ekonomik<br />
gelişmeyi refahı mutlaka tabana yayarak bütünleştirmek durumundayız. Fırsat eşitliği<br />
oluşturmak durumundayız. Muş’ta doğan bir çocukla İstanbul’da Antalya’da ya da<br />
Trabzon’da doğan bir çocuğun eşit fırsatlara sahip olduğu bir toplum kalkınmış bir<br />
toplumdur. Bu fırsat eşitliğini hep birlikte oluşturmak ve toplumumuza sunmak<br />
durumundayız. Bu çerçevede ülkemizin dört bir yanına ulaşan eğitim kurumları,<br />
sağlık kurumları, altyapılar bütün bunlar aslında fırsat eşitliği kavramının altını<br />
dolduran yatırımlarımızdır.<br />
Gelir dağılımını daha iyi bir noktaya taşımak, yoksullukla mücadele etmek<br />
durumundayız. Bunu da sadece kamu kurumları aracılığı ile başaramayız. Özel<br />
sektör, rekabetçi bir piyasa ve aktif katılımcı bir sivil toplum ile birlikte bunu yapmak<br />
durumundayız. Üniversitelerimiz ve yerel yönetimlerimiz ile bunu yapmak<br />
durumundayız. Sosyal boyutu olmayan bir kalkınmanın gerçek anlamda bir kalkınma<br />
olduğunu söyleyemeyiz.<br />
Kadınıyla erkeğiyle bu kalkınmayı başarmak zorundayız. Toplumumuzun yarısını<br />
kadınlar oluşturuyor. Kadınların daha fazla sosyal hayata, ekonomik hayata<br />
katıldıkları, kalkınma sürecine daha fazla güç verdikleri bir çerçeve içinde bütün<br />
bunları başarmak durumundayız. İşte bütün bu anlattıklarım aslında ekonomik<br />
21
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
boyutun yanı sıra sosyal boyutun da mutlaka gündeme alınması gerektiğine,<br />
tartışılması gerektiğine işaret eden kavramlardır.<br />
Tabii bu da yetmez ekonomik ve sosyal boyutun ötesinde çevresel boyut dediğimiz<br />
boyut da kalkınmanın son derece önemli bir parçasıdır. Buna sürdürülebilirlik de<br />
nesiller arası denge de diyebiliriz. Bütün kaynakları bugünkü neslin tükettiği, gelecek<br />
nesillere kirlenmiş, kaynakları tükenmiş bir dünyayı devreden bir kalkınma<br />
anlayışının da gerçek anlamda bir kalkınmayı ifade ettiğini iddia edemeyiz.<br />
Sürdürülebilir bir kalkınma nesiller arası adaleti de sağlamak durumundadır. Sadece<br />
bugünkü nesil içinde adaleti ve fırsat eşitliğini sağlamanız kalkınma için yeterli değil.<br />
Nesiller arası adaleti de nesiller arası fırsat eşitliğini de sağlamak durumundasınız.<br />
Bunun için de kaynaklarımızı çok akılcı kullanmak durumundayız, çevremizi tahrip<br />
etmeden kullanmanın yollarını yöntemlerini geliştirmek durumundayız.<br />
Enerji verimliliğinden yaptığımız binaların özelliklerine ve yaşam tarzımıza kadar<br />
birçok konuyu tartışmamızı gerektiren bir alan elbette burası ve dünyanın bugün<br />
maalesef en ciddi problemler yaşadığı alanlardan bir tanesi. Küresel ısınmadan birçok<br />
farklı meseleye kadar çevresel sorunları tartışıyoruz. Kalkınma politikalarımıza<br />
mutlaka bunları da entegre etmek durumundayız. Bu üç boyut; ekonomik boyut,<br />
sosyal boyut ve çevresel boyut dışında dördüncü bir boyutun da çok önemli olduğunu<br />
ben her fırsatta vurguluyorum. Bu dördüncü boyut dediğim hadise uluslararası alanda<br />
da giderek daha fazla tartışılıyor ama henüz standart bir hale gelmiş değildir. Buna<br />
yönetişim diyebilirsiniz, demokrasi diyebilirsiniz, temel hak ve özgürlükler<br />
diyebilirsiniz, huzur diyebilirsiniz. Çok farklı şekillerde ifade edilebilir, bu dördüncü<br />
boyut da kalkınma kavramımızın içinde mutlaka olmalı diye düşünüyorum.<br />
Refahı artırmış olabilirsiniz, milli geliriniz yüksek olabilir, bunu iyi bir şekilde<br />
dağıtarak fırsat eşitliği de oluşturmuş olabilirsiniz, çevreyi de koruyor olabilirsiniz<br />
ama insanlar sadece midesi olan varlıklar değil aklı, gönlü, onuru ve kültürü olan<br />
varlıklardır. Dolayısıyla insanın özgürlüğü, kalkınmanın ayrılmaz bir parçasıdır.<br />
Temel hak ve hürriyetlerden yoksun, özgürlüklerini yaşayamayan bir toplumun da<br />
tam anlamıyla kalkınmış bir toplum olduğunu iddia edemeyiz. Dolayısıyla güçlü bir<br />
hukuk devleti, ileri bir demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin teminat altında<br />
olduğu sosyal bir düzen, hukuki düzen, siyasi düzen, katılımcı bir yönetim yapısı,<br />
etkili bir yönetim yapısı, huzur ve güven ortamının tesis edildiği bir yapı aynı<br />
zamanda kalkınma sürecinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu anlamda bu dördüncü boyut<br />
için yönetişim boyutu diyebiliriz. Başka şekilde ifade edebiliriz ama bu insani boyut,<br />
özgürlük ve temel haklar boyutu da kalkınmanın ayrılmaz bir parçasıdır. Az önce 15<br />
Temmuz ile ilgili söylediklerime geri dönecek olursam aslında 15 Temmuz’da bu<br />
anlattığım çerçeve içinde kalkınmamıza da darbe vurmaya çalıştılar, ekonomiyi<br />
tahrip etmeyi hedeflediler, sosyal yapımızı bozmayı hedeflediler, ülkemizi kaosa<br />
sürüklemeyi hedeflediler, demokrasimizi tahrip edip temel haklarımızdan<br />
özgürlüklerimizden bizi mahrum bırakmaya çalıştılar. Bu dördüncü boyutu biraz<br />
daha açmak istiyorum doğrusu. Özellikle de Türkiye’nin bugün geldiği noktada ben<br />
bu dördüncü boyutun son derece kritik bir rol üsleneceğine inanıyorum. Ülkelerin<br />
değişik aşamaları var.<br />
22
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kalkınma literatüründe düşük, alt orta, üst orta ve yüksek gelirli ülkeler olmak üzere<br />
dört kategori vardır. Türkiye üst orta gelir grubunda olan bir ülkedir. Alt gelir<br />
grubunda değiliz, alt orta da değiliz, üst orta gelir grubundayız. Yüksek gelir grubunu<br />
da oluşturma potansiyeli olan ülkelerden bir tanesiyiz. Özellikle bu noktada olan<br />
ülkelerin kurumsal yapıları son derece önemlidir. Üst orta gelirden yüksek gelir<br />
grubuna terfi edecekseniz veya insani gelişmişlik anlamında söyleyecek olursak<br />
yüksek insani gelişmişlikten en yüksek insani gelişmişlik kategorisine geçecekseniz<br />
kritik bir takım kurumlarda mesafe almanız gerekiyor. Bunlardan bir tanesi, tabii<br />
kendi anlayışım çerçevesinde ifade edeceğim bir tanesi, az önce söylediğim,<br />
demokrasi, temel hak ve hürriyetlerdir.<br />
Değerli arkadaşlar, bunun ekonomiyle gelişmeyle ne alakası var diye<br />
düşünmemeliyiz. Ekonomi dediğimiz alan diğer alanlardan bağımsız, etrafı<br />
duvarlarla çevrili bir alan değildir. Özellikle de bu üst orta gelire geçmiş ve orta gelir<br />
tuzağıyla karşı karşıya olan ülkelerde özgürlükler olmadan yüksek gelir grubuna<br />
geçmemiz son derece zordur. Çünkü burada artık ucuz emekle rekabet edemezsiniz.<br />
Yüksek teknolojiye ve yüksek katma değer üretmeye yönelik politikalarınızı<br />
dönüştürmeniz gerekir. Bunun da temeli aslında insandır. İyi eğitilmiş, iyi yetişmiş,<br />
kendini ifade edebilen, potansiyelini harekete geçirebilen bireyler, topluluklardır.<br />
Düşünce hürriyeti, ifade hürriyeti, inanç özgürlüğü bu çerçevede kritik öneme<br />
sahiptir. Düşüncelerini ifade etme özgürlüğü olmayan, inançlarını özgürce<br />
yaşayamayan bir toplumun üst bir noktaya çıkması son derece güçtür. Yenilikçi bir<br />
ekonomi yapısı oluşturacaksak, yeni teknolojiler üreteceksek özgürlük alanlarını<br />
genişletmek durumundayız.<br />
Demokrasimizin standartlarını yükseltmek durumundayız, hukuku ve adalet<br />
sistemimizi çok daha iyi işler hale getirmek durumundayız. İçinde çetelerin olduğu,<br />
içinde paralel yapıların olduğu bir adalet sistemiyle birinci sınıf bir ekonomi<br />
olamazsınız. Bunları temizler, adalet sistemini ise sadece hukuka adalete uygun<br />
şekilde işleten bir toplum olursanız ekonominiz de ilerler bütün diğer sosyal<br />
göstergeleriniz de daha iyiye gider. Özgürlüklerin olduğu bir toplumda yeni fikirler<br />
ortaya çıkar. Farklılıklara tahammül edebilen, farklılıkları bir arada yaşatabilen<br />
toplumlar yeni birtakım inisiyatifler geliştirebilirler. Tek tipleşmiş, farklılıklara<br />
tahammül edemeyen, farklı inançları, görüşleri, yaşam tarzlarını bir arada<br />
yaşatamayan toplumlar yenilik de yapamazlar gelişme de sağlayamazlar. Dolayısıyla<br />
bu kritik dönemde ülkemizin bu meseleleri çok yakından tartışması gerekir.<br />
Bana en önemli dört konu nedir diye soracak olursanız yedi yıldan fazla kalkınma<br />
bakanlığı yapmış bir kardeşiniz, on sekiz yıl bürokraside çalışmış bir kişi olarak<br />
bunları şu şekilde sıralayabilirim doğrusu: Birincisi; demokrasi, temel haklar ve<br />
özgürlükler, özellikle de ifade hürriyeti ve inanç özgürlüğüdür. Burada işte başörtülü,<br />
başı açık kardeşlerimizi bir arada görüyoruz, ne mutlu. Çok şükür bu günleri gördü<br />
Türkiye. O eski kafayla gitseydik Türkiye bugün ulaştığı noktaya kesinlikle<br />
ulaşamazdı. Özgürlükler ekonomik etkilerinden bağımsız olarak kendi başına<br />
değerlidir, hadiseler bunun ötesinde ekonomik olarak da kalkınma perspektifi olarak<br />
da bize güç veren değerlerdir. Dolayısıyla birincisi bence demokrasi ve temel<br />
haklardır.<br />
23
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
İkincisi; iyi işleyen bir adalet ve yargı sistemidir. Hiçbir gücün kontrolünde olmayan<br />
devlet içine yuvalanmış çetelerin de piyasada rekabeti bozan tekelci yapıların da<br />
karanlık birtakım örgütlerin de kontrolünde olmayan bir adalet sistemi, herkese güven<br />
veren öngörülebilirliği sağlayan bir adalet sistemi en önemli faktörlerden bir<br />
tanesidir.<br />
Üçüncüsü; eğitim sistemimiz. Bugünkü dünyanın ihtiyaçlarını karşılayan daha<br />
özgürlükçü daha esnek, piyasayla toplumun değişik kesimleriyle daha fazla etkileşim<br />
içinde olan ve gerçekten insanımızı donanımlı bir şekilde yetiştiren bir eğitim sistemi.<br />
İdeoloji aktarmaktan öte beceri kazandıran donanım kazandıran bir eğitim sistemi.<br />
Bu da yine en kritik alanlardan bir tanesi diye düşünüyorum.<br />
Dördüncü alan ise teknolojidir. Artık Türkiye az önce de vurguladığım gibi teknoloji<br />
ile üst gelir grubuna çıkma durumunda olan bir ülkedir. ARGE harcamalarını daha<br />
çok artırmak durumundadır. Bunun için de özel sektörün payını arttırmak durumunda<br />
ve bütün bu harcamaları daha fazla ticarileştirerek ürün ve hizmete, katma değere<br />
dönüştürmek durumundadır. Bu dört alan bana göre kalkınmamızda kritik alanlardır.<br />
Bunların her birinde başarılı olmamız için, yatay bir öncelik olarak, yönetimin son<br />
derece önemli olduğunu düşünüyorum. Devlette yönetim özel sektörde yönetim ve<br />
sivil toplumda yönetim. Performansa dayalı, hesap verebilir, halka, kendilerinden<br />
aldığımız vergilerle iyi hizmet eden ve toplumla katılımcı kanallarını artırmış bir<br />
devlet yönetim anlayışı çok önemlidir. Özel sektörde şirketlerin, sosyal sorumluluk<br />
dâhilinde olmak üzere iyi işleyen bir yönetim yapısı, sivil toplumda ise yine şeffaf ve<br />
demokratik usullerle işleyen bir oluşum kalkınma için önemli rol üstlenmektedir.<br />
Bütün bunlar, aslında bizim geleceğe yürüyüşümüzün altyapısını oluşturuyor diye<br />
düşünüyorum.<br />
Değerli arkadaşlar, incelediğim kadarıyla, burada iki gün boyunca çok iyi bir<br />
katılımın olduğu, çok değerli paneller ve çalışmalar gerçekleştirilecek. Muş’ta bu<br />
konuların tartışılması da son derece anlamlı, az önce valimiz de altını çizdi, bu<br />
bölgelerimizin az önce bahsettiğim çerçevede, her bakımdan, daha hızlı bir şekilde<br />
kalkınmaya, gelişmeye ihtiyacı var. Hükümet olarak başbakanımız geçtiğimiz<br />
günlerde, Diyarbakır’da, bu bölgelere yönelik olarak yeni bir yatırım ve destek paketi<br />
de ilan etti. Bunun içinde kamu yatırımları ve özel sektöre dönük yeni teşvik<br />
unsurlarımız var.<br />
Sosyal alanda yapacağımız çok daha güçlü çalışmalar var. Son on dört yıldır bu<br />
bölgemize gerçekten ayrıcalıklı yatırımlar gerçekleştirdik. Yollardan, üniversitelere,<br />
köylerden şehir altyapılarına, sağlıktan eğitimde yaptığımız çalışmalara kadar birçok<br />
alanda çok ciddi kamu yatırımlarını bu bölgeye taşıdık. Ancak bu bölgemizin sadece<br />
kamu yatırımlarıyla gelişmesinin mümkün olmadığını da bilmemiz gerekiyor. Ben de<br />
bu bölgenin bir insanı olarak, Bingöllü bir kardeşiniz olarak söylüyorum, bu kamu<br />
yatırımlarını mutlaka özel yatırımlarla ve daha canlı bir sivil toplumla buluşturmamız<br />
gerekiyor. Bunun da yolu, herkesin katkısıyla, terörden arınmış insanların fikirlerini,<br />
siyasi anlayışlarını, hukuk içinde ifade ettikleri bir düzeni oluşturmaktır.<br />
Terör örgütleri isimleri ne olursa olsun söylemleri ne olursa olsun hepsi kalkınmaya<br />
ve demokrasiye düşmandırlar. Terör örgütleri içinde bulundukları topluma zarar<br />
24
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
veren yapılanmalardır. En fazla da bu bölgeye terör örgütlerinin zararı olmuştur.<br />
Bunların gündemden çıktığı, terörün konuşulmadığı bir ortamda bizim kalkınmayı ve<br />
gelişmeyi konuşmamız gerekiyor. Sorunlarımızı konuşmamız gerekiyor. Terörün<br />
olmadığı bir ortamda özgürlüklerimizi daha ileriye götürmek konusunu konuşmamız<br />
gerekiyor. Terörün olmadığı bir ortamda özellikle genç nüfusumuza daha iyi<br />
fırsatları, iş ve girişim imkânlarını nasıl sağlarız, bunu konuşmamız gerekiyor.<br />
Terörün olmadığı bir ortamda şehirlerimizi nasıl daha yaşanabilir bir hale<br />
getireceğimizi, nasıl daha insani ortamlar oluşturacağımızı konuşmamız gerekiyor.<br />
Terör, bu bölgen kalkınmasının düşmanıdır, terör demokrasinin düşmanıdır. Bunu<br />
böyle görmediğimiz sürece teröre karşı net bir tavır oluşturmadığımız sürece bu bela<br />
bize zarar vermeye devam edecektir. En fazla da gençlerimize zarar verecektir.<br />
Geleceğe hazırlamak durumunda olduğumuz çocuklarımıza zarar verecek.<br />
Dolayısıyla geniş bir kalkınma anlayışı içinde terörün yer bulamadığı bir ortamda<br />
demokratik süreçler içinde ülkemizi ileri taşıyacağız. Muş’u ve Doğu Anadolu’yu da<br />
ileri taşıyacağız. Bakın bu organizasyonu yapan bütün kurumlar nerdeyse son on beş<br />
yılın kurumlarıdır. Üniversitemiz, DAP idaremiz, kalkınma ajanslarımız bütün bunlar<br />
aslında yeni bir iradenin şekillenmekte olduğunu gösteriyor. Bu iradeyi hep birlikte<br />
sahiplenmemiz lazım.<br />
Partilerimiz farklı olabilir, anlayışlarımız, ideolojilerimiz farklı olabilir ama bazı<br />
noktalarda birleşmemiz lazım. Ama, fakat dediğimiz andan itibaren bu terör belasıyla<br />
baş edemeyiz. Bahanesiz bir şekilde her türlü teröre karşı tavır almak durumundayız.<br />
Birliğimizi bu anlamda güçlendirmek durumundayız. Ama bütün sorunlarımızı da<br />
demokratik bir çerçevede tartışmaya, konuşmaya ve çözmeye devam etmek<br />
durumundayız. Bu düşüncelerle ben tekrar rektörümüz başta olmak üzere DAP<br />
idaremize, ajanslarımıza, emeği geçen tüm kurumlarımıza, valiliğimize,<br />
belediyemize şükranlarımı sunuyorum. Verimli bir şekilde iki gün geçirmemizi<br />
temenni ediyorum. Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.<br />
25
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Seddar YAVUZ – Muş Valisi<br />
Sayın Bakanım, sayın Milletvekillerim, sayın rektörüm, Belediye Başkanlarım, çok<br />
değerli akademisyenler, basınımızın güzide temsilcileri, siyasi partilerimizin<br />
temsilcileri hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum. Göklerinde merhum Sultan<br />
Alparslan’ın ve kutlu askerinin ruhaniyetinin dolaştığı bu kadim şehirde, Anadolu’yu<br />
İslam ile buluşturan ve koca bir imparatorluğa yol açan bu şehirde vali olmaktan, bu<br />
şehirdeki insanlarla aynı havayı teneffüs etmekten büyük bir gurur duyuyorum.<br />
İnanıyorum ki sizlerde Muşa gelirken böylesine büyük bir imparatorluğa ev sahipliği<br />
yapan ve ilk harcın atıldığı bu şehirde olmaktan mutlusunuz olduğunuz. Biz<br />
kendimizle gurur duyuyoruz, şehrimizle gurur duyuyoruz çünkü bu şehir gerçekten<br />
büyük bir imparatorluğa büyük bir medeniyete ev sahipliği yapmıştır ve onun yolunu<br />
açmıştır. İşte biz, bu şuurla bu şehre bakıyoruz ve bu şehre böyle güzel bir<br />
değerlendirmeyle bakıyoruz. İnanıyorum ki devletimizde, milletimiz de böyle<br />
bakıyor.<br />
Değerli arkadaşlarım, her zaman söylediğimiz bir şey var diyoruz ki; Türkiye<br />
Cumhuriyeti Devleti son 14 yılda büyük bir devrim gerçekleştirdi. Bu sözü<br />
söylediğimizde aslında bir kısım insan hakikaten böyle bir devrim var mı diye<br />
soruyor. Bende diyorum ki on dört yıl önce Muşa gelseydiniz böyle bir üniversite<br />
bulabilir miydiniz, böyle bir salon bulabilir miydiniz ya da böylesine büyük bir<br />
konferansı burada gerçekleştirebilir miydiniz? Aslında sorunun tam da cevabı, sadece<br />
Muşta değil bugün Türkiye’nin seksen bir ilinde üniversitelerimiz var.<br />
Üniversitelerimiz her geçen gün büyüyor ve gelişiyor. Türkiye tarihinden,<br />
geçmişinden aldığı güç ile yoluna devam ediyor.<br />
Biz dünyaya özgün örnekler vermiş hakkı hukuku adaleti haykırmış bir milletin<br />
torunlarıyız. Bugünde yarında dünyaya söyleyecek çok sözümüz var ve yine özgün<br />
örnekleri elbette gösterebilecek geçmişe sahibiz. Bu kutlu yürüyüşün şu veya bu<br />
şekilde engellendiğini ya da engellenmek istendiğini hepimiz müşahide ediyor ve<br />
görüyoruz. Ama bu tür müdahaleler ve engellemeler bilin ki Türkiye’yi, Türk<br />
milletini daha güçlü kılıyor, bağışıklık sistemimizi güçlendiriyor ve birbirimize<br />
kenetlenmemizi sağlıyor. O nedenle böylesine bölgesel kalkınma konulu bir temalı<br />
bir konferansın ilimizde yapılmasının birkaç tane anlamı var. Birincisi, Doğu ve<br />
Güneydoğu Anadolu bölgesi göreceli olarak daha az gelişmiş bir bölge. Dolayısıyla<br />
bu konferansın ilimizde yapılmasının çok daha anlamlı olduğu değerlendiriyorum.<br />
İkincisi evvelden ülkeler yarışırdı şimdi şehirler yarışmaya başlıyor o yüzden yeni<br />
trendleri takip etmek bakımından şehirlerinde birbiriyle rekabeti bakımından yine bu<br />
konferansın bu şehirde yapılması fevkalade önemli. O yüzden sayın bakanıma da<br />
daha önce arz ettiğim gibi benim bu bölge ile ilgili şöyle bir düşüncem var: artık ben<br />
Van eksenli bir kalkınma modelinin sağlıklı bir model olmadığını düşünüyorum. O<br />
yüzden bizim önerdiğimiz model Bingöl, Muş, Bitlis modelidir. Üç şehri kapsayan<br />
hatta kalkınma ajansı ve bölgesel kalkınmayı da üç ille sınırlandıran ve birbirine<br />
entegre eden yeni bir yaklaşımı ortaya koymamız gerekir. Artık Muş ile Hakkari’nin,<br />
Hakkari ile Bitlisin bütünleşmesi yada ekonomik olarak birbirini desteklemesi çok<br />
doğru ve akılcı gelmiyor bana. O bakımdan yeni örgütlenme şekilleri bakımından<br />
baktığımızda da bizim Muş eksenli Bingöl ile Bitlisi içine alan ve birbirini üniversite<br />
26
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
dahil sanayileşme dahil tarım dahil hayvancılık dahil her alanda entegre edecek<br />
birbiriyle olan ilişkilerini güçlendirecek yeni bir kalkınma modelini ortaya koymamız<br />
gerekiyor. Sayın bakanımız bu konularda uzman birisi olarak ki kalkınma<br />
bakanlığının burada yetkilileri de var ki bu fikrimiz, düşüncemizi<br />
değerlendireceklerini düşünüyorum.<br />
Sözün kısası değerli arkadaşlarım biz hakikaten önce Muşu seviyoruz sonra ülkemizi<br />
seviyoruz ama daha önemlisi biz insanı seviyoruz. O yüzden bizim için şu inanca<br />
mensup bu etnik kökene mensup olmasının hiçbir anlamı yok. Biz çünkü insanı<br />
sadece eşrefi mahluk olarak seviyoruz o yüzden de millet olarak bizim dünyaya<br />
söyleyecek çok sözümüz var ve son kez 15 Temmuz da biraz önce bahsettiğimiz kutlu<br />
yürüyüşü engellemeye çalışan ve FETÖ paravan örgütünün arkasına saklanmış<br />
uluslararası şer güçler dahil olmak üzere dimdik ayakta duracağımızı bir kez daha<br />
buradan haykırmak istiyorum. O yüzden 15 Temmuz gecesi özellikle vali konağı<br />
etrafında toplanan binlerce Muşlu kardeşlerimize bir kez daha huzurlarınızda<br />
teşekkürlerimi sunmak istiyorum. O yüzden “kim ne yaparsa yapsın bu asır bizim<br />
asrımızdır” herkes bu sözü bir tarafa yazsın. Kim ne yaparsa yapsın hangi<br />
engellemeleri yaparlarsa yapsınlar Türkiye`nin bu kutlu yürüyüşünü ve yükselişini<br />
hiçbir güç engelleyemeyecektir. Bir kez daha sayın rektörümüze, değerli ekibine ve<br />
kalkınma bakanlığımızın çok değerli yetkililerine ayrı ayrı teşekkür ediyorum çünkü<br />
böyle bir konferansın ilimizde düzenlenmesi ancak devletimizin, hükümetimizin<br />
desteği ile üniversitelerimizin desteği ile mümkün olabilecek bir husus. Katılımcı<br />
olan tüm bilim adamalarımıza ve herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum ve saygıyla<br />
selamlıyorum.<br />
27
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Açılış Paneli<br />
28
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Özgürlük ve Kalkınma<br />
Atilla YAYLA *<br />
Herkese, merhaba. Muş Alparslan Üniversitesi'nin idarecilerine bu davetten ve<br />
göstermiş oldukları misafirperverlikten dolayı teşekkür ediyorum. Bu benim Muş'a<br />
ilk gelişim ve inşallah son gelişim olmayacak diye düşünüyorum.<br />
Türkiye demokrasisinin kısa bir tarihini size hatırlatarak konuşmama başlamak<br />
istiyorum. Bazı kişilerin iddia ettiğinin aksine Türkiye'nin demokrasi tecrübesi<br />
cumhuriyetle başlamadı. Cumhuriyet öncesine gitmektedir. 1876 yılını anayasal<br />
demokrasi ve çok partili siyasi hayat tecrübesinin başlangıç tarihi olarak kabul<br />
edebiliriz. Türkiye o tarihten itibaren Osmanlı Devleti siyasi kimliği altında düşe<br />
kalka da olsa bir anayasal monarşiye doğru evirilmekteydi. Ne yazık ki Birinci Dünya<br />
Savaşı'nın Türkiye`ye maliyetlerinden birisi sadece İmparatorluğu'nun dağılması<br />
olmadı aynı zamanda Anayasal monarşiye doğru gidişi aksatması oldu. Kısmi<br />
çoğulculuk altında cereyan eden İstiklal Harbi’nden sonra Türkiye Cumhuriyeti<br />
1923^te kuruldu fakat 1925'te bir tek parti diktatörlüğüne dönüştü. Bu diktatörlük<br />
1945 yılına kadar sürdü. 1945'te bazı iç ve dış faktörlerin etkisiyle Türkiye siyasi<br />
sistemini dönüştürmeye başladı. Bu dönüşüm süreci 1950 yılında 14 Mayıs'ta<br />
noktalandı ve Türkiye hâlâ diğer İslâm ülkelerinde tekrarlanamamış mucizevi bir<br />
başarıyı gerçekleştirdi. Adnan Menderes'in öncülüğünde bir tek parti<br />
diktatörlüğünden barışçıl yollarla kurtuldu. Ama ne yazık ki bugüne kadar olan<br />
serüvenimiz Türkiye'nin istikrarlı ve takviye edilmiş, konsolide bir demokrasiye<br />
kavuşamadığını gösteriyor. Bunun elbette çeşitli sebepleri vardır, mutlaka yapısal ve<br />
teorik sebeplerinin olması gerekir. Ben birkaç sebebi kısaca hatırlatmak istiyorum.<br />
Demokraside halk egemenliği esas alınmaktadır, bu doğru bir yaklaşımdır ama<br />
abartılmaması gerekmektedir. Demokrasi ve halk egemenliği halkın egemenliğine<br />
karşı egemenlik iddiası bulunan başka bir kurum söz konusu olduğunda; mesela bir<br />
bürokratik tabaka egemenlik bize aittir iddiasında bulunduğunda veyahut da bir şahıs<br />
ben tanrıdan gelen bir yetkiyle yönetme hakkına sahibim iddiasında bulunduğunda<br />
bir anlam ifade eder.<br />
Ama sık sık söylendiği gibi egemenliğin kayıtsız şartsız olması düşünülemez.<br />
Egemenlik kayıtlı ve şartlı olmalıdır. Aksi takdirde Cevdet Bey'in de işaret ettiği<br />
özgürlüğü tesis etmenin imkânı kalmaz. Bu arada tartışılması gereken soru halk<br />
egemenliğinin neyin sınırlandırabileceğidir. Halk egemenliğini bürokratik otorite<br />
sınırlandıramaz, halk egemenliğini insan hak ve özgürlükleri sınırlandıracaktır. İnsan<br />
hak ve özgürlükleri lehine millî irade dediğimiz şey sınırlanmak mecburiyetindedir.<br />
Aynı zamanda demokrasinin gereklerinden olan “sınırlı devlet” ilkesini de hayata<br />
aktarma şansını kaybederiz ve siyasî otorite sınırsız bir güç elde etmeye doğru gider.<br />
Bu özgürlükleri ortadan kaldırır. Bunun sonuçlarından biri de toplumun fakirliğe<br />
mahkûm edilmesi olur. Türkiye'nin ana problemlerden biri budur. Türkiye'de<br />
özellikle 1960 darbesinden beri egemenliğin millete değil kurumlara ait olduğunu ve<br />
egemenliğin ister seçilmişler ister atanmış olsun kurumlar eliyle kullanabileceğini<br />
*<br />
Prof. Dr., İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi<br />
29
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
iddia eden bir yaklaşım var ve bu yaklaşım sanıldığının aksine sadece Kemalist<br />
Atatürkçü çevrelerde derinlik kazanmış bir yaklaşım değil. Son olayların gösterdiği<br />
üzere dindar muhafazakâr çevrelerde de bu yaklaşımın bir karşılığı maalesef vardır.<br />
Bu yaklaşım esasında demokrasinin usul kurallarını reddetmek şeklinde<br />
işletilmektedir. Biz demokrasinin esasını ve usulleri şeklinde konuşmalar yaparız.<br />
Esas dediğimiz şeyler büyük ölçüde Cevdet Bey'in özetlediği insan hak ve<br />
özgürlüklerine hitap eden şeylerdir, geriye kalan her şey insan hak ve özgürlüklerinin<br />
korunmasının bir yansımasıdır. Meselâ kuvvetler ayrılığı anayasal insan hakları<br />
rejimi gibi şeyler insan hakları ve özgürlüğünün korunmasının bir yansımasıdır ve<br />
demokrasiye liberal teori tarafından eklenmiştir. Demokrasinin usul kuralları ise<br />
yasalarla birlikte nasıl meşrutiyet kazanılacağını ve oyunun hangi kurallara göre<br />
oynanacağını belirler. Türkiye'de ana problem usul kurallarının reddetme çabaları ve<br />
usul kuralları üzerinden de esası reddetme arayışıdır.<br />
Yakın tarihimizden iki örnek vermek istiyorum, belki başkalarını daha sonra<br />
tartışırız. Bunlardan birincisi Gezi hadisesidir. Gezi hadisesi çok yakınlarda vuku<br />
bulan bir hadise ve aramızdaki çok genç öğrenci arkadaşlarımız dahil olmak üzere<br />
hemen herkes Gezide olanları hatırlıyordur. Gezi’de birçok yön bulunuyor, mikro<br />
Gezi parçaları olduğu gibi bir de makro Gezi var. Gezi’nin mikro yüzünde polisin<br />
zaman zaman aşırı şiddet kullanması, bazen protesto hakkını kullanma hakkının<br />
engellenmesi gibi taraflar var. Ama Gezi’nin makro yüzü usul kurallarının<br />
reddedilmesidir.<br />
Gezi bir parktır bir kamusal alan, bu kamusal alanda ne yapılacağı yani oranın park<br />
olarak mı muhafaza edileceği yoksa üstüne topçu kışlası mı veya yüzme havuzu mu<br />
ya da otopark mı yapılacağı, yani orada ne yapılacağı karara bağlanması gereken bir<br />
konudur. Bu kararı vermeye yetkili olan otorite de seçilmiş siyasî otoritedir. Seçilmiş<br />
siyasî otoritenin kararının ve tercihinin yüzde yüz doğru olacağını söyleyemeyiz,<br />
zaten demokraside yüzde yüz doğrular üzerine dayanmaz. Yüzde yüz doğru olması<br />
için hepimizin tek bir insan olması lazım ve bu da mümkün değil. Ancak, Gezi ilginç<br />
bir şekilde halk adına, egemenlik adına ve bilim adına seçilmiş siyasi iradenin<br />
meşruiyetinin reddedilmesi noktasına ulaştı. Bu da demokrasinin usul kuralının<br />
reddedilmesidir. Şöyle düşünün, Gezi’deki yöntem genel bir yöntem olabilir mi?<br />
Hangi kamusal alana ne yapılacağını sokaklarda çarpışarak veya meydanları, alanları<br />
işgal ederek karar verileceği gibi bir durum düşünülebilir mi? Böyle bir hakkımız var<br />
mı? Bu yarayışlı bir yöntem olur mu? Böyle bir şey olamayacağı için Gezi isyanları<br />
bu yönü itibariyle gayrı meşrudur ve hiç şüphesiz demokrasinin usul kurallarının<br />
reddi anlamına gelmektedir.<br />
Bir diğer olay ise 15 Temmuz'da geçici olarak noktalanan ve yargı tarafından da<br />
FETÖ olarak adlandırılan çevrenin veya çetenin, ne derseniz deyin, seçilmiş<br />
hükümete karşı ilan ettiği savaşta kendisini göstermiştir. Bu olay çok çeşitli şekillerde<br />
okunabilir. Okuma tarzlarından birisi ise devlet ile hükümet arasında savaştır. Çünkü<br />
FETÖ esas itibariyle devlet içerisinde yapılanmıştır ve sivil toplumda da uzantıları<br />
bulunmaktadır. Yine de ana gücünü devlet içindeki yapılanmasından alan bir gruptur.<br />
Dolayısıyla devlet otoritesini kullanmaktadır ve kendince temsil etmektedir. Bunun<br />
tam karşısında da seçilmiş hükümetin otoritesi vardır. Demokratik bir sistemde<br />
30
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
devleti hükümet çalıştırır, devlet kendi kendisine çalışamaz veya kendi kendine hedef<br />
belirleyemez. Bununla birlikte bürokratik gruplar toplumu kendi peşinde seferber<br />
etmeye çalışırsa o zaman demokrasinin bir anlamı kalmaz ve ortaya bürokratik bir<br />
diktatörlük çıkar. Zaman zaman FETÖ çevreleri hükümeti Kemalist olmakla<br />
suçluyorlar ama bence asıl Kemalist kendileri. Kemalist siyasî vesayet sistemini iyi<br />
okumuşlar ve mükemmelleştirmişler. Bildiğiniz gibi 2010 yılındaki referandumdan<br />
sonra bu çatışma yavaş yavaş ortaya çıktı. Bu basit bir iktidar kavgası olarak<br />
görülemez. İktidarda AK Parti değil PAK Parti de olabilirdi. Yani prensip itibariyle<br />
belirli bir yerde durmamız gerekmektedir. Bunu direk ret etmemiz gerekir. Bununla<br />
şunu söylemek istemiyorum: Bu grup içerisinde yer alan bazı bürokratlar veya bazı<br />
başka kimseler olağanüstü niteliklere sahip, bilgili ve becerikli ve aynı zamanda<br />
olağanüstü erdemlere sahip insanlar olabilirler, ama biz erdemleri, olağanüstü<br />
yetenekleri ve nitelikleri yarıştırmıyoruz. Meşruiyeti yarıştırıyoruz! FETÖ ile<br />
hükümet arasında ortaya çıkan kavga meşruluk ile gayrimeşruluk arasındaki ortaya<br />
çıkan bir kavgadır. Demokrasinin usul kuralları meşruiyetin nasıl kazanılacağını<br />
belirlediğine göre, buna uygun tavır alınmalıdır. FETÖ'nün demokrasi adına şu parti<br />
veya bu parti şu lider veya bu lider adına değil, demokrasi adına reddedilmesi<br />
gerekirdi. Tahmin ediyorum ki bu olay Türkiye'de demokrasinin usul kurallarının<br />
daha iyi benimsenmesi ve yerleşmesi bakımından yararlı olacaktır. Bunu zaman<br />
gösterecek. Peki, demokrasinin usul kurallarının toplumsal gelişme için -burada daha<br />
ziyade kalkınma deniliyor toplumsal gelişme demenin daha uygun olacağını<br />
düşünüyorum- faydaları olur mu? Olur, toplumsal gelişme için son zamanların<br />
önemli kitaplardan birisi olan Batı Neden Dünyaya Hükmediyor? Adlı kitabında Ian<br />
Morris dört unsur sayıyor:<br />
• Daha çok enerji elde edilmesi ve kullanılması,<br />
• Daha çok bilgi edinilmesi ve kullanılması,<br />
• Daha organize ve daha üstün şehirler kurulması.<br />
• Daha üstün ordular kurulması, daha kuvvetli savunma güçleri tesis edilmesi.<br />
Toplumsal gelişmeyi bunlar teşkil ediyor ama bütün bunların temelinde özgürlük<br />
yatıyor. Ekonomik kalkınma dediğimiz şey genellikle sanıldığının aksine<br />
demokrasinin bir türevi değildir. Özgürlüğün bir türevidir. Özgür olan toplumlar yani<br />
kendi bilgi ve becerilerini serbestçe kullanan, kendi tayin ettiklerinin peşinden<br />
serbestçe gitmelerine izin verilen insanlardan müteşekkil toplumlar diğer toplumları<br />
toplumsal gelişme bakımından geride bırakmaktadır. Eğer Türkiye'de toplumsal<br />
gelişmede mesafe almak istiyorsa yine burada ifade edildiği gibi genel olarak<br />
özgürlüğü tesis etmek zorundadır. Özgürlüğün bütün açılımlarını takviye etmek<br />
mecburiyetindedir. Eğer, usul kurallarının üzerinde anlaşılırsa ve bundan sonraki<br />
bütün ilişkilerimiz usul kuralları çerçevesinde yürürse o zaman enerjimizi FETÖ<br />
olayında ve Gezi de görüldüğü gibi saçma sapan şeylere harcamayız. Ve sonuçta<br />
enerjimizi ülkemizin daha iyi hâle gelmesi, insanlarımızın daha müreffeh hayatlara<br />
sahip olması, daha rahat yaşaması için seferber edebiliriz diye düşünüyorum.<br />
Dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.<br />
31
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Yeni Türkiye’yi Anlamak<br />
Necdet SUBAŞI *<br />
Değerli konuklar, değerli katılımcılar hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ben Yeni<br />
Türkiye’yi anlamak başlığı altında özellikle son birkaç ay içerisinde yaşadığımız bir<br />
sıkıntının üzerinden özellikle aydınların, entelektüellerin, akademisyenlerin<br />
Türkiye’nin gidişatına akıl yoran, yoğunluklu bir şekilde bu süreci inceleyen<br />
arkadaşlarımıza düşen ne tür görevler olabilir ya da sorumluluklarımızı nasıl<br />
tanımlayabiliriz bu çerçevede bir sunum yapmak istiyorum.<br />
Gerçekten büyük bir afeti atlattığımızı, bir musibetten kurtulduğumuzu<br />
düşünüyorum. Bu konuda benden önceki çok değerli konuşmacılar da çok özel<br />
vurgular yaptılar. Ama şimdi güvenlik birimlerinin ve ilgili birimlerin bu konularda<br />
yapacağı şeyleri onlara bırakarak özellikle sosyal bilimcilerin bu konularda neler<br />
yapmaları gerektiği konusunda biraz tartışmamız gerekiyor. Tabi Türkiye 15<br />
Temmuz’da yaşadığımız bu olayı acaba Tanzimat’tan beri başka süreçlerde de benzer<br />
düzeyde benzer ağırlıkta da yaşadı mı bunu bir tartışmak gerekiyor. Ama benim<br />
kişisel kanaatim, kişisel okumalarım, bu düzeyde toplumu karşısına alan ve sonuç<br />
alma konusunda canavarlaşan bir müdahale süreci hiç hatırlamıyorum. Yani çok<br />
değişik olaylar yaşadık, Türkiye’nin modernleşme süreci ağır zayiatlar ile ilerledi<br />
ama bu kadar köklü, üstelik toplumun bazı temel izin kodlarını kullanarak, istismar<br />
ederek o kodlar üzerinden topluma karşı savaş açmayı hedefine koyan bir hareket<br />
herhalde şimdiye kadar hiç karşılaşmadığımız bir şey. Tarihte de zaten eşleştirmekte<br />
zorluk çekiyoruz. Haşhaşilere gidiyoruz, başka birimlere gidiyoruz. Benzer şeyler<br />
bulmaya çalışıyoruz. Çok üzerinde durarak toplumu korkutmak ve hareketsiz hale<br />
getirmek de tehlikeli. Bunun farkındayım ama bu sürecin bize farklı şeyler öğrettiğini<br />
düşünüyorum. Mesela böylesine kapsamlı böylesine içeriklendirilmiş, topluma nüfuz<br />
etmeyi aklına koymuş kafasına koymuş bir hareket bizim hangi zaaflarımızı<br />
kullanmış olabilir? Nerelerden sızmış olabilir? Toplumun hangi kara deliklerine<br />
yeniden bakmamız gerekiyor? Bu konularda ciddi sorunlarımız olduğunu da ifade<br />
etmek gerekiyor. Beki de bu vesileyle biz kendimize yeniden bakmayı, yeniden<br />
çözümlemeyi kendi gerçekliğimiz hakkında daha esaslı sorular sormayı öğrenmiş<br />
bulunuyoruz. Böyle bir musibetin de bize öğrettiği şeyler mutlaka olacaktır.<br />
Türkiye’yi çok değişik bağlamlarda çeşitlenmiş yapıları dikkate alarak tartıştığımızda<br />
ben burada dokuz temel konuyu özellikle sıraladım. Bu sıraladığım konular içerisinde<br />
ekonomik kalkınma gibi kavramlar yok çünkü bu alanın terminolojisini sizin kadar<br />
rahat konuşamam. Ama sosyal bilimler açısından ve alana çok daha yoğunlaşarak<br />
baktığımızda bizim Tanzimat’tan beri yeterli ölçüde tahkim etmediğimiz,<br />
güçlendiremediğimiz pek çok alanda sızmalar olduğunu rahatlıkla<br />
gözlemleyebiliyoruz. Bunların en başında kimlik geliyor. Kimlik bizim başından beri<br />
konuştuğumuz, bir türlü ortak tanımlama etrafında karara varamadığımız, maalesef<br />
bizim en önemli, en sorunlu alanlarımızdan birisi. Etnik kimlikler üzerinden, dini<br />
kimlikler üzerinden, mezhebi kimlikler üzerinden, kültürel kimlikler üzerinden<br />
*<br />
Dr., Başbakan Başdanışmanı<br />
32
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
çeşitlilik olması çok doğal, bunun tartışacak bir tarafı da yok. İnsanın kendisini şu ya<br />
da bu şekilde hissetmesi doğal. Ama bu kimliklerin ortak bir kimlik içerisinde<br />
toplumun ortak hayaline destek olacak bir şekilde bir araya getirilmemesi ile ilgili<br />
sorunlarımız var. Adacıklarda yaşıyoruz. Küçük adalar her birisi birbiriyle gerilimli,<br />
her biri bir başkasının varlık bekasına yönelik projeler peşinde. Bunu ister etnik ister<br />
kültürel ya da dinsel alalım, kendimizi ifade etme aracımız olan kimliklerimizi,<br />
toplumun ortak iyiliği için nasıl seferber edebiliriz sorusu çokça üzerinde durulması<br />
gereken sorunumuz olduğu kanaatindeyim. Tabi doğrudan etnik, kültürel ya da dinsel<br />
bağlamlara vurgu yaptım ama bunun bir Doğulu ya da Batılı olmak gibi çok daha üst<br />
perdeden konuşulacak boyutları var. Biz nerede duracağız, kendimizi hangi bağlamda<br />
ifade edeceğiz? Nereye ait hissedersek toplumun tamamını kucaklamak gibi bir<br />
fırsatı yakalamış oluruz? İkincisi bunların her birini sorun olarak ifade ediyorum ama<br />
bu konularda çekinceleri olan arkadaşlarımız da olabilir. İkincisi, ciddi anlamda din<br />
sorunu. Dini, bir sorun kaynağı olarak ya da sorun üreten bir mecra olarak almak<br />
yerine dinin bu coğrafyada neden bir sorun gibi algılanmaya çalışıldığını tartışmamız<br />
gerekiyor.<br />
Dinin hem devlet hem siyaset gereklilikleri içerisinde kullanımı, istismarı, siyasi ya<br />
da başka gerekçelerle istihdamı, toplumun tamamını ya da bir kısmını kuşatması,<br />
rehin alması, çok farklı projeler üretmek için dini sahaya sürmek gibi bir takım<br />
noktalarda vurgu yapmak istiyorum. Laiklik konusu, sekülerlik konusu öyle<br />
sanıyorum ki Türkiye’nin en demirbaş konuları arasında yer alıyor. Yani ben laiklik<br />
ve sekülerliğin konuşulmadığı bir gün, ele alınmadığı bir gün sanmıyorum. Hele<br />
ilahiyat alanında mutlaka bir temel tartışma konusu olarak gündeme geliyor. Ama bu<br />
konularda bir mesafe aldığımız kanaatinde de değilim. Din konusunda bütün<br />
toplumun rahatlığını ve özgürce kendi inançlarını ifade etmelerini sağlayacak<br />
alanların kapılarını açmadığımız sürece, bunun başta 15 Temmuz’ da olduğu gibi çok<br />
farklı stratejileri harekete geçireceğini ve istismara açık bir kapı olarak önümüze<br />
çıkacağını söyleyebiliriz. Üçüncü olarak, kültür sorunundan bahsetmek yerinde<br />
olacak. Önümüzde çok ciddi bir müktesebat, çok ciddi bir bakiye var ama bununla<br />
nasıl yaşayacağımız konusunda komplekslerimiz var. Geçmişten bugüne<br />
aktardığımız değerlerin, hâsıla çok büyük bir birikim olduğu konusunda hiç kimsenin<br />
şüphesi yok. Bu coğrafyanın ve bu coğrafyanın çevresindeki yapıların ürettiği bilgi<br />
hakkında bütün dünyanın kesinlikle kabul ettiği pek çok şey var. Ama biz bunlarla<br />
idare etmeyi, bunlarla yürümeyi bunları sahiplenmeyi maalesef beceremiyoruz.<br />
Bunlarla ilgili takıntılarımız, komplekslerimiz ve tabi ki ciddi özgüven<br />
eksikliklerimiz var. Dördüncüsü, ciddi bir temsil sorunu ile karşı karşıyayız. Bizi kim<br />
temsil edebilir, bizi kim anlatabilir, bizim kamusal alanda sözümüze söylemimize<br />
kim aracılık edebilir. Bu sorular boşlukta duruyor. Mesela Kürt gerçekliği çok<br />
anormal bir temsil alanıyla kamuda kendine bir karşılık buluyor.<br />
Dini ve siyasi tartışmalar anormal temsil araçlarıyla kendisine kamuda bir karşılık<br />
buluyor. Türkiye kendisini, kendi ürettiği sivil hayatta ya da devlet çerçevesinde<br />
ürettiği organizasyonlar içerisinde açıklamakta zorlanıyor. Son 13 yıldır bu alanın<br />
daha da gevşediğini rahatladığını, siyasetin bu alanda yeni kolaylıklar ürettiğini<br />
biliyoruz ama yine de bu konulardaki tıkanmışlıkların aşılması gerektiği konusunda<br />
bir fikir birliği olduğu kanaatindeyim. Beşincisi, insan yetiştirme düzenimiz. Eğitim<br />
33
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
konusuna önceki konuşmacılar da değindiler. Biz nasıl insan yetiştireceğiz? Yani<br />
idealize ettiğimiz insan nasıl bir şeydir? Nasıl bir yurttaş biçimi formu peşinde<br />
çalışıyoruz? Eğitim müfredatımız acaba idealize ettiğimiz insanı yetiştirme<br />
konusunda yetenekli midir? Bu müfredatı dikkatli bir şekilde takip ettiğimizde,<br />
hepimiz birbirimizden emin olabildiğimiz insan kalitesine ulaşabilecek miyiz? E tabi<br />
Tanzimat’ dan dan itibaren gerçekten yapboz tahtasına dönmüş bir eğitim<br />
müfredatıyla yaşadığımızı biliyoruz. Şimdi çocuklarımızın rehin alındığı, esnafın bir<br />
şekilde farklı amaçlar için kilitlendiği, değerler dünyamızın, literatürümüzün,<br />
terminolojimizin altüst olduğu bir 15 Temmuz olayından sonra hakikaten oturup bir<br />
bakmak gerekiyor. Yani çocuklar niye onlara kaçtı, orada ne tür çekicilik üretildi?<br />
Yani oraya akın akın giden akın akın sürüklenen şeylerin devlet yapılanması ile ilgili<br />
bir boyutunun da olduğu kanaatindeyim. İnsanı tatmin edecek, insanı bir başkası için<br />
verimli bir varlık haline getirebilecek çok uyanık, çok uygar, çok donanımlı, içerikli<br />
bir insan yetiştirme düzenine ihtiyacımız var. Bu hem özgür olmalı hem istismara<br />
açık olmamalı aynı zamanda kendisini ifade etmek konusunda cesur olmalı.<br />
En büyük sorunlardan birisi de nerede yaşayacağımız sorunu. Coğrafi bir sınırdan<br />
bahsetmiyorum. Tarihte mi kalacağız, bugünü mü yaşayacağız bununla ilgili bir<br />
şeyden bahsediyorum. Gelenekle ve modernlikle irtibatımızın birbirini dengeleyecek<br />
birbirini tamamlayacak birbirini besleyecek bir sürece nasıl dönüştürüleceği<br />
konusunda problemler var. Bugün gerçekten birkaç yüzyıl öncesinde yaşamayı<br />
murad edinen, o yüzyılın grameri ile yaşamak için çaba gösteren dostlarımız olduğu<br />
gibi çok uçuk çok ütopik gerçekliği sürekli ıskalayan bir dünyada yaşama arzusu<br />
içinde olanlar da var. Bunları teori üretmek için ya da edebiyatta yeni bir fantastik<br />
ürün ortaya koymak için kabul etmek doğal ama gerçeklik dünyasında bizim<br />
ayaklarımızın bir yere basması gerekiyor. Ayaklarımızın Anadolu’ya basması<br />
gerekiyor. Ayaklarımızın daha önce bastığı coğrafyalarla irtibatımızın yeniden<br />
güçlendirilmesi gerekiyor. Sekizinci olarak etnik sorunlar, bu konunun herkesi<br />
rahatlatacak bir terminolojisi nasıl kurulabilir onu doğrusu ben de kestirmekte zorluk<br />
çekiyorum. İstismara açık, birbirine düşürülebilir temel birtakım konularda<br />
sorunlarımız olduğunu biliyoruz. Sürekli kışkırtılmaya hazır bir Alevi sorunu,<br />
kışkırtmaların tam ortasında bir Kürt sorunu, insanların tadını tuzunu kaçıran din ve<br />
mezhep tartışmaları, etnik kibirden etnik asabiyetten beslenen ayrıştırıcı çabalar,<br />
bunlar da bir çatlak bir boşluk olarak ortaya çıkmaya başladı. Buna daha özenli bir<br />
dil kullanarak, 15 Temmuz’da Fetö ile birlikte zihnimizi açan cemaatler ve tarikatlar<br />
gibi başka oluşumların aslında bugünkü coğrafyada ne tür planlamalar içerisinde<br />
olabileceğine dair dikkat çekmemiz gerekiyor. Şekillenen soruları da hatırlayarak<br />
bizim bu boşlukları konuşmamız, bunların üzerine kafa yormamız ve siyaset alanında<br />
çalışan aktörlere katkı sunmamız gerekiyor. Çok teşekkür ederim. Sağ olun.<br />
34
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Davetli Konuşmacıların Bildirileri /<br />
Proceedings of Keynote Speakers<br />
35
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kalkınmada Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Neden<br />
Önemlidir?<br />
Aylin GÖRGÜN BARAN <br />
Toplumsal cinsiyet kavramı, kadınlık ve erkeklik rollerinin toplumsal olarak inşa<br />
edilen ve öğ renilen kalıplar olduğu anlamına gelir. Bununla birlikte, kavram,<br />
bireylerin, toplumda etkin bir rol alması, toplumla uyum içinde yaşayabilmesi,<br />
haklarını bilmesi ve kullanabilmesi ile yakından ilişkilidir. Sürdürülebilir kalkınma<br />
tüm ülkelerin temel amaçları arasındadır. Bunları sağ lamak için insan kaynaklarına<br />
yatırım yapmakkaçınılmazdır. Ekonomik kalkınma hedefine ulaşmada insan<br />
vazgeçilmez bir unsur olduğ undan kadın olmadan kalkınmayı sağ lamak mümkün<br />
değ ildir. Kadınların konumunu güçlendirmek toplumların önemli hedefleri arasında<br />
yer almalıdır. Kadının eğ itim vefırsatlardan yararlanmasına, istihdam ve işgücüne<br />
katılımına, yetki ve karar mekanizmalarında bulunmasına önem verilmesi<br />
gerekmektedir.<br />
Anahtar kelimeler: Sürdürülebilir Kalkınma, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Kadın ve<br />
Kalkınma<br />
Abstract<br />
Why is Gender Mainstreaming Important for<br />
Sustainable Development?<br />
The reason for importance of gender mainstreaming in development is questioned in<br />
this study. Gender is the construction of roles of femininity and masculinity and the<br />
individuals adopting different sexual choices in comply with the norms, values and<br />
expectations of society. Gender mainstreaming is the prevention of all individuals,<br />
regardless of their sex, from discrimination in terms of taking advantages of<br />
education, use of opportunities, access to social and public services, participation in<br />
employment and labor force and participation in authorization and decision making<br />
mechanisms. For this purpose, it is inevitable for all women and men to have equal<br />
rights in all fields to ensure the social welfare. The analysis was made on 2012 World<br />
Development Report and the articles of 2030 Sustainable Development Targets in<br />
this study based on literature review. It is required to place emphasis on to women<br />
for taking advantages of education and opportunities, participation in employment<br />
and labor force and participation in authorization and decision making mechanisms<br />
in order to ensure the gender mainstreaming and a sustainable development.<br />
Keywords: Sustainable Development, Gender Equality, Women and Development<br />
<br />
Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi EF, abaran@hacettepe.edu.tr.<br />
36
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
1. GİRİŞ<br />
Tarihin öteki öznesi olarak inşa edilen kadınların, toplumların gelişimindeki çabaları<br />
görünmezden gelinmiştir. 18. Yüzyıldan sonra kadınların mücadelesi neticesinde<br />
kadın haklarının devletlerin yasalarına girmeye başlamasıyla birlikte kadınların da<br />
göreli olarak devletlerin demokratikleşmesinde etkili olduğu, üretime ve yönetime<br />
katıldıkları bilinmektedir. Bu kapsamda kadınlar, ulusal ve toplumsal<br />
gelişmecabalarında önemli görevler üstlenmişlerdir. Buna rağmen, dünyada ve<br />
Türkiye’de kadının konumuna ilişkin sorunların tamamıyla çözülebildiğ ini söylemek<br />
mümkün değildir. Bugün kadın haklarının en çok işletildiği Avrupa’nın Kuzey<br />
ülkelerinde bile kadınların hak mücadelesi halen devam etmektedir.<br />
Bilindiği üzere kadına ilişkin sorunlar, ülkelerin genel ekonomik, siyasal ve sosyal<br />
sorunlarından bağımsızdeğildir. Bu nedenle yaşadıkları sorunlarla mücadele etmek<br />
kadın haklarının elde edilmesinde kaçınılmaz gözükmektedir. Bir ülkeninmedeni<br />
düzeyinin gelişmişliğ ive kadının statüsüne ilişkin en önemligöstergesiniLeviat<br />
(Özen, 1991), çalışma yaşamına katılım derecesi, ürettiği ürünler ve mülkiyet<br />
üzerindeki denetim derecesidir. Öte yandan kadının eğitim ve siyasi yaşama katılım<br />
düzeyleri de kadının statüsünün göstergeleri arasındadır. Bu duruma bakıldığında<br />
kadınların daha az güce, daha düşük statüye, daha düşük ekonomik kaynaklara ve<br />
daha az bağımsızlığa sahip olduğu söylenebilir (Görgün-Baran, 2012). Bu durumda<br />
toplumsal cinsiyet analizi yapabilmek için kadın, erkek ve LGBTİ bireylerin<br />
toplumda; eğitim imkanlarından yararlanma, meslek seçimlerine, iş bulma ve çalışma<br />
yaşamındaki durumuna, mülkiyet sahipliğine ve yetki ve karar mekanizmalarına<br />
katılım düzeylerine bakmak gerekmektedir. Örneğin, 2014 İnsani Gelişme Raporu ve<br />
Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi Raporunda 145 ülke arasından Türkiye cinsiyet<br />
eşitsizliğinde 130. eğitime ulaşımda 105., okuma yazma oranında 105., işgücüne<br />
katılım oranında 131., tahmini gelir sıralamasında 130. kadın parlamenter oranında<br />
86. ve kanun yapıcılar, üst düzey yetkili ve yöneticiler oranında 109. sırada yer<br />
almıştır. Bu göstergelerle Türkiye’de kadının durumuna bakıldığında önemli<br />
mesafenin kadın parlamenterler oranındaki (86. Sıra) alındığı görülmekle birlikte<br />
diğer endeksler açısından kadınların oranı giderek düşüş gösteren bir tablo<br />
oluşturmaktadır (Akçiçek, 2015; US Department State 2015; UN, 2015). Bu nedenle<br />
Türkiye’de kadınların hak ve özgürlüklerinin erkeklerin düzeyine yükseltilmesi için<br />
eğitimde, ekonomide ve siyasette daha eşitlikçi politikaların uygulanması<br />
gerekmektedir. Türkiye’de sürdürülebilir kalkınmada kadının toplumdaki tüm<br />
alanlarda güçlendirilmesi ve katılımının aktif olarak sağlanması önemlidir. Bu<br />
anlamda daha eşitlikçi bir anlayışla (Tekin, 2011) toplumun kalkınması ve bu<br />
kalkınmanın sürdürülebilirliği gerçekleşmiş olur.<br />
Bu açıklamalar çerçevesinde bu çalışmada “sürdürülebilir kalkınma kapsamında<br />
toplumsal cinsiyet eşitliği neden önemlidir” sorusundan yola çıkılarak refah düzeyi<br />
daha yüksek bir toplumda eşitlikçi bir anlayışla insan hakları kapsamında yaşamanın<br />
olanaklı olduğunu ileri sürmekteyiz. Çalışmanın amacı toplumsal cinsiyet eşitliğinin<br />
sağlanmasının kalkınma ve gelişme açısından önemli bir ölçüt olduğunu ortaya<br />
koymaktır. Bu nedenle Dünya Kalkınma Raporu (2012) ve Sürdürülebilir kalkınma<br />
37
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
parametreleri (2016) başta olmak üzere bu konudaki literatür üzerinden bir<br />
değerlendirme yapılmaktadır.<br />
2. KALKINMA VE BÖLGESEL KALKINMA<br />
Kalkınma kavramı belli belirsizlikleri bünyesinde taşımakla birlikte özünde<br />
insanların ve toplumların refah düzeylerini iyileştirmeye işaret eder. Bu yapısından<br />
dolayı kalkınma kavramı farklı indikatörlerle/göstergelerle ölçülebilir. Uzunca bir<br />
süre uluslararası kabul gören kişi başına düşen gelir ve ekonomik gelişme göstergeleri<br />
en temel indikatörler olmuştur. Ancak kalkınmayı yalnızca ekonomik göstergelerle<br />
açıklamak, sosyal, kültürel ve siyasi yönünü gözardı etmek demektir.<br />
Oysa kalkınmanın temel olarak amaçladığı insanların özgürlüklerinin, fırsatların ve<br />
tercih haklarının çeşitlendirilmesi, refah düzeylerinin arttırılması ve daha mutlu ve<br />
sağlıklı yaşamlar sürmesi, olarak da değerlendirmek gerekir.Bu anlamda kalkınma<br />
bir ülkede ekonomik, siyasal ve sosyal açıdan istenilen her türlü niteliksel değişme<br />
ve gelişmeleri de kapsayan bir kavramdır (Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı,<br />
2013).Ekonomik açıdan kalkınma kent ekonomisinin geliştirilmesi için planlama,<br />
teşvik ve organizasyonlar ile istihdam artışına yönelik eğitim ve organizasyon<br />
çalışmalarını kapsamakta ve toplumun refah düzeyinin artmasını hedeflemektedir.<br />
Siyasi açıdan kalkınma, insan hakları ve demokratik hakların topluma kazandırılması,<br />
yerel yönetimlerin ve halkın yetki ve karara mekanizmalarına katılımının<br />
güçlendirilmesi ve demokratik kültürün oluşturulması anlamında kullanılmaktadır.<br />
Sosyal açıdan kalkınma insan odaklı olup toplumda bireylerin eğitim düzeyinin<br />
yükseltilmesini, beşeri acıların azalması ve bireyin maddi refahının arttırılmasına<br />
yönelik potansiyelin harekete geçirilmesidir (Yamen, 2009; Doğan, 2011).<br />
Dolaysıyla kalkınma bu çerçevede niteliksel bir değişimi de kapsamakta ve bu<br />
nedenle bir çok anlama gelmektedir.<br />
1980’lerde dünya ekonomisinde yaşan değişmeler, ekonomi biliminde içsel büyüme<br />
teorisi, yeni ekonomik coğrafya modeli ve kurumsalcı yaklaşımlar gibi yeni<br />
perspektifler ortaya koymuştur. Bu teorik gelişmelere rağmen kalkınmaya yönelik<br />
müdahale araçlarında herhangi bir değişim yapılmadığından dolayı konunun önde<br />
gelen uzmanları bölgesel kalkınma alanına yönelerek yeni politikalar üretmeye<br />
başlamışlardır. Bu bakımdan yerel kaynakların harekete geçirilmesi ve yerinde<br />
kalkınmanın sağlanması amacıyla Dünya Bankasınınmekana duyarsız bölgesel<br />
kalkınmagörüşü ile Avrupa Birliği ve OECD ülkelerinin geliştirdiği mekana dayalı<br />
bölgesel kalkınma yaklaşımı devreye girmiştir (Yavan, 2013; Vatansever-Deviren ve<br />
Yıldız, 2014).<br />
Günümüzde Dünya Bankasının geliştirdiği mekana duyarsız kalkınma anlayışı<br />
üzerinde yoğun tartışmalar yapılmaktadır. Çünkü mekana duyarsız bölgesel kalkınma<br />
coğrafyanın önemli olmadığını gelişen network olanaklarıyla yerellerin birbiri ile<br />
bağlantı kurup olanak ve fırsatlarının ne olduğunun daha iyi anlaşılması ve rekabet<br />
gücünün geliştirilmesi bakımından önem taşıdığı belirtilmektedir.Bu durum bölgeleri<br />
birbirine bağladığı ve farklı bölgelerde yaşayan insanların potansiyelini geliştirmeleri<br />
açısından kalkınmanın daha başarılı olacağı kanısını gündeme getirmiştir.Mekana<br />
dayalı bölgesel kalkınmada ise, mekan ve bölgenin spesifik özellikleri ile kurumlar<br />
38
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ve coğraya arasında etkileşime özel önem verilmekte ve yerel değerler ile dışardan<br />
alınan değerlerin birbirini etkileyerek gelişmenin sağlanmasına dikkat çekilmektedir.<br />
Bu kapsamda 1980’lerden sonra gelişen küreselleşme sonucu bölgesel<br />
dengesizliklerin aşılması ve bölgede rekabetçiliğin geliştirilmesi için yine bölgesel<br />
aktörler tarafından yenilikçi, rekabetçi ve sürdürülebilir bir kalkınma politikasına<br />
duyulan ihtiyaç giderek artmaya başlamıştır (Yavan, 2013; Vatansever-Deviren ve<br />
Yıldız, 2014). Böylece hem mekana duyarsız hem de mekana dayalı bölgesel<br />
kalkınma politikalarının uygulanması yolunda girişimler bulunmaktadır.<br />
Aslında bu durum kapitalist sistemin ekonomi politiğini de yansıtmaktadır. Serbest<br />
piyasa sisteminde üretim artışından dolayı yaşanan ekonomik krizler bölgesel<br />
kalkınmanın hem mekana duyarsız hem de mekana dayalı anlayışın uygulanmasını<br />
karlı görmektedir. Belki bu iki anlayış bölgelerin kendi spesifik özellikleri<br />
bakımından hangisi uygunsa o politikanın uygulanmasını bölgesel çıkar açısından<br />
daha yararlı sayabilir. Bugün Vatansever-Deviren ve Yıldız’ın da (2014), vurguladığı<br />
gibi küresel gelişmeler karşısında bölgesel kalkınma sorunu; bölgesel dengesizlikleri<br />
gidermeye ve bölgenin rekabetçiliğini arttırmaya yönelik bölgesel aktörlerin<br />
(özellikle yerel sanayi kuruluşları, araştırma kuruluşları, sivil toplum örgütleri, yerel<br />
yönetimler) rol aldığı yenilikçi ve sürdürülebilir rekabetçiliğe dayalı bir kalkınma<br />
anlayışına dönüşmüştür.<br />
3. SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA VE TOPLUMSAL CİNSİYET<br />
EŞİTLİĞİ<br />
Bu açıklamalar çerçevesinde “kalkınmanın, toplumun istenmeyen bir konumdan<br />
istenen konuma doğru değişim süreci yaşamasını - yani gelişmesini sağlayan politik<br />
müdahaleler” olarak tanımlandığı görülür (Akt. Gürlük, 2010). Dolayısıyla ekonomik<br />
iyileşmeyi ifade etmekle kalmaz toplumsal niteliksel bir dönüşümü de içermesi<br />
bakımından kalkınmayı insan hakları ve adalet konularıyla kesişecek biçimde<br />
cinsiyet eşitliği ile kalkınma arasındaki ilişkiye de vurgu yapar. Toplumsal cinsiyet<br />
eşitliği (KSGM, 2008), toplumun normlarına, değerlerine ve beklentilerine uygun<br />
olarak kadın ve erkeğin “kadınlık ve erkeklik rollerini “gerçekleştirmeyi ifade eder.<br />
Kadınlık ve erkeklik rollerinin kültürel kalıplarla öğrenilmesi ise sosyalizasyon<br />
süreciyle ilgilidir. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet, kadınlık ve erkekliğin sosyal inşası<br />
ile ilgili olup kültürden kültüre farklılaşan bir anlama sahiptir olduğu için eşitsizlikleri<br />
içermekte ve ataerkil yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır (Görgün-Baran 2012).<br />
Aynı zamanda toplumsal cinsiyet, cinsiyete dayalı işbölümü ve biyolojik cinsliyetler<br />
arasındaki ilişkileri nedeniyle yalnızca kadının değil erkeğin de konumunu ifade eden<br />
bir kavramdır. Bu açıdan toplumsal cinsiyet yalnızca bireysel kimlik ile sınırlı<br />
olmayıp, sembolik düzeyde erkekliğin ve kadınlığın kültürel ideallerini ortaya<br />
çıkartır. Böylelikle yapısal düzeyde kurumlar ve örgütlerdeki cinsiyete dayalı<br />
işbölümünü ve ilişkileri de içine alır (Yumuş, 2011).<br />
Bu anlamda sürdürülebilirlik ile toplumsal cinsiyet eşitliği konuları birbiriyle<br />
kesişmektedir. Gürlük (2010)’ün aktarmalarına göre, sürdürülebilir kalkınmanın<br />
ekonomik, sosyal ve çevresel boyutları bulunmakta ve bu üç boyutun birarada iç içe<br />
olduğunu ifade etmektedir. Bu anlamda sürdürülebilir kalkınmanın ekonomik<br />
boyutu, kıt olan kaynakların kullanımına vurgu yapar. Sosyal boyutu, insan odaklı<br />
39
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
olup, toplumlararası eşitliğin sağlanması, yoksulluğun giderilmesi, çoğulculuk ve<br />
kültürel çeşitliliğin korunması olarak nitelenir. Çevresel boyutu ise biyolojik ve<br />
fizikselsistemler olarak nitelenen ekosistemlerin dengeli olması anlamına gelir. Bu<br />
kapsamda biyolojik çeşitliliğin korunması önemli olmakta ve çevre kirliliğinin<br />
yarattığı olumsuzlukların giderilerek gelecek kuşaklara daha yaşanabilir bir dünya<br />
bırakma amacının taşındığı görülmektedir.<br />
Dünya ülkelerinin 1950‐60’lı yıllarda daha fazla üretime yönelmesi ve sürekli<br />
büyüme anlayışı giderek sorunların doğmasına neden olmuştur. Akabinde 1970’li<br />
yıllarda özellikle gelişmekte olan ve üçüncü dünya ülkelerini de kapsayan gelir<br />
dağılımının azalmasından kaynaklanan yoksulluk, dünya ekonomilerini yeni<br />
arayışlara götürmüştür. Kısacası üretim ve ekonomi etkinliğine dayalı kalkınma<br />
çabaları başarılı sonuçlar vermeyince sosyal amaçlı kalkınma anlayışına ağırlık<br />
verilmiştir. Gelir dağılımının adil hale getiririlmesi ve yoksulluğun azaltılması<br />
konusu başta olmak üzere 1970’li yıllarda yaşanan çevre felaketleri dünya<br />
ekonomilerini daha dengeli politikalar uygulamaya yöneltmiştir. Böylece 1970’li<br />
yıllardan bu yana sürdürülebilir kalkınma kavramı ekonomi, toplum ve çevre<br />
faktörlerini dikkate alan bir anlayışla, kurulmak istenen dengenin bir anlatımı olarak<br />
gündeme oturmuştur. Bu kapsamda sürdürülebilir kalkınma, sahip olunan tüm<br />
kaynakların gelecek kuşakların kullanımına sunulan bir kalkınma stratejisi olarak<br />
değerlendirmek mümkümdür (Gürlük, 2010; Doğan 2011; Akiş, 2011).<br />
Kalkınma ve Bölgesel Kalkınma çabalarında görülen başarısızlıklarla bağlantılı<br />
olarak1970’li yıllardan itibaren Batı’da kadınların haklarının savunuculuğunu yapan<br />
kadın hareketlerinin etkisiyle kadınların toplumdaki ikincil pozisyonları kalkınmada<br />
gündemine gelmeye başlamıştır. Cinsiyet eşitliğinin sağlanması konusunda<br />
literatürde giderek aratan bir yayın alanı ile birlikte kadın konusu 1980’lerde<br />
toplumsal cinsiyet açısından değerlendirilmeye başlanmış ve toplumsal cinsiyet ve<br />
kalkınma yaklaşımı devreye girmiştir. Bu yaklaşım, kadın ve erkek<br />
arasındakitoplumsal ilişkilerde sadece kadınlara odaklanmayarak, kadınların<br />
toplumsal konumlarının temel belirleyicisi olarak görülentoplumsal cinsiyet<br />
ilişkilerinin değişmez yasalarının bulunmadığına ve davranış örüntülerinin toplumsal<br />
olarak inşaedilmiş oldukları için istenildiğinde değiştirilebileceğineodaklanmıştır<br />
(Yumuş, 2011). Bu gelişmelerle birlikte, kalkınmada bu kez “Amartya Sen’in (1989)<br />
geliştirdiği “yapılabilirlik yaklaşımı” önem kazanmıştır. Çünkü bu yaklaşım,<br />
insanların kazanımlarını, yapabilirliklerini ve seçme özgürlüklerinin<br />
geliştirilmesiniöngörmektedir. Bu görüş eşitsizliklerin ekonomik olarak gelir<br />
temelinde değil, insanların sahip oldukları insan hakları konusunda ve gerçek<br />
özgürlükler temelinde tanımlanması gerekliliğini ileri sürmektedir (Orta Karadeniz<br />
Kalkınma Ajansı, 2013; Akt.Yavan, 2010). Bu bağlamda “kalkınmada kadın”<br />
yaklaşımının vurguladığı ataerkil kültürel değerlerin kadını dezavantajlı konuma iten<br />
anlayışı, konunun yalnız ekonomik ve siyasi yönü açısından değil aynı zamanda<br />
kültürel temellerini de ortaya koymaktadır (Hoşgör-Gündüz 2010, s.296-297).<br />
Sürdürülebilir kalkınma kavramına bugün dünya ekonomileri bir kurtuluş gözüyle<br />
yaklaşmakta fakat öte yandan paradoksal olarak alabildiğine ekonomide israf, çevre<br />
kirliliği, yoksulluk ve eşitsizlik kendini sürdürmektedir. Bu sonuçların giderilmesi<br />
40
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
amacıyla Türkiye’nin de içinde bulunduğu Birleşmiş Milletler’e üye 193 ülkenin<br />
liderlerinin öncülüğünde yeni sürdürülebilir kalkınma hedefleri saptanmaya<br />
çalışılmıştır. Üye ülkeler, 2030 yılına kadar yoksulluğu sona erdirmeyi, refahı<br />
artırmayı ve insanların iyiliğini arttırmayı ve çevreyi korumayı amaçlayan 17 hedefi<br />
öne çıkaran bir gündemoluşturmuşlardır 1 . Bu kapsamda kadının insan hakları ve<br />
savunuculuk adına belirlenen sürdürülebilir kalkınma hedefleri 17 ayrı kategoriden<br />
oluşmakta ve 5. kategorinin toplumsal cinsiyet eşitliğine ayrıldığı görülmektedir.<br />
Sürdürülebilir kalkınmada kadının rolünün arttırılması için öngörülen 5. kategorideki<br />
hedefler şunlardır 2 :<br />
5.1. Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik her türlü ayrımcılığın her yerde sona<br />
erdirilmesi,<br />
5.1.1. Cinsiyet temelinde ayrımcılık yapmama ve eşitliği uygulama, güçlendirme ve<br />
teşvik eden yasal çerçevelerin yürürlükte olup olmaması,<br />
5.2. Kamu alanları ve özel alanlarda, bütün kadınlara ve kız çocuklarına yönelik,<br />
kadın ticareti, cinsel ve her türlü istismarı da kapsayan şiddetin her türünün ortadan<br />
kaldırılması,<br />
5.2.1. Şiddetin türüne ve yaşa göre, son 12 ay içinde mevcut ya da eski partneri<br />
tarafından fiziksel, cinsel ya da psikolojik şiddete maruz kalan daha önce ilişkisi<br />
olmuş 15 yaş ve üzeri yaştaki kadın ve kızların oranı,<br />
5.2.2. Yaşa ve olayın oluş yerine göre, son 12 ay içinde partneri dışındaki biri<br />
tarafından cinsel şiddete maruz kalan 15 yaş ve üstü kadın ve kızların oranı,<br />
5.3. Çocuk evliliği, erken yaşta zorla evlendirilme ve kadın sünneti gibi bütün zararlı<br />
uygulamaların ortadan kaldırılması,<br />
5.3.1. 15 yaşından önce ve 18 yaşından önce evlenmiş ya da birliktelikte olmuş 20-<br />
24 yaştaki kadınların oranı,<br />
5.3.2. Yaşa göre, kadın sünneti/kesme geçirmiş 15-49 yaş arası kadın ve kızların oranı<br />
5.4. Ücretsiz bakım ve ev işlerinin kamu hizmetleri, altyapı ve sosyal koruma<br />
politikalarının sağlanması ve hane ve aile içinde sorumluluğun ulusal açıdan uygun<br />
bir biçimde paylaşılmasının geliştirilmesi yoluyla tanınması ve değer görmesi,<br />
5.4.1. Cinsiyet, yaş ve yere göre ücretsiz ev işleri ve bakıcılık için harcanan zamanın<br />
oranı,<br />
5.5. Kadınların siyasi, ekonomik ve sosyal hayatın karar verme süreçlerine tam ve<br />
etkin bir biçimde katılımlarının ve kadınlara karar verme mekanizmalarında, her<br />
düzeyde lider olabilmeleri için eşit fırsatlar tanınmasının güvence altına alınması,<br />
5.5.1. Yerel yönetimler ve ulusal parlementolardaki kadınların sandalye oranı,<br />
5.5.2. Yöneticilik pozisyonlarındaki kadınların oranı,<br />
5.6. Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı Eylem Programı, Pekin Eylem<br />
Platformu ve bunların gözden geçirme konferansları sonucunda ortaya çıkan<br />
konferans çıktılarına uygun olarak cinsel sağlık ve üreme sağlığı haklarına evrensel<br />
1<br />
Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği, Sürdürülebilir Kalkınma İçin Hedefler, 22<br />
Eylül 2016.<br />
2 https://sustainabledevelopment.un.org / http://www.sgsistanbul.org<br />
41
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
erişimin sağlanması,<br />
5.6.1. Gebelik önleyici uygulamaların kullanımı, cinsel ilişkileri ve üreme sağlığına<br />
ilişkin kendi bilinçli kararlarını veren 15-49 yaş kadınların oranı,<br />
5.6.2. 15-49 yaş kadınlara cinsel sağlık ve üreme sağlığına ilişkin bilgi ve eğitime<br />
erişimi kanun ve yönetmeliklerle garanti eden ülkelerin sayısı,<br />
5.a. Kadınların ekonomik kaynaklara ulaşma, toprak ve diğer mülk türlerine sahip<br />
olma ve üzerlerinde kontrol kurabilme, finansal hizmetler, miras ve doğal kaynaklara<br />
erişimleri gibi konularda ulusal yasalara uygun olarak eşit haklara sahip olmaları için<br />
reformlar yapılması,<br />
5.a.1. (a) Cinsiyet ayrımında, tarımsal arazi üzerinde mülkiyet veya güvenceli haklara<br />
sahip toplam tarımsal nüfus oranı, ve (b) kullanım hakkı ayrımında, tarım arazisi<br />
sahipleri veya hak sahipleri arasında kadınların oranı,<br />
5.a.2. Toprak sahipliği ve/veya kontrolünde kadınların eşit haklarını garantileyen<br />
yasal çerçeveleri olan (örf ve adet hukuku dahil) ülkelerin oranı,<br />
5.b. Kadınların güçlenmelerinin ilerletilmesi için özellikle bilgi ve iletişim<br />
teknolojileri olmak üzere etkinleştirme teknolojisinin kullanımının geliştirilmesi,<br />
5.b.1. Cinsiyete göre cep telefonu sahibi bireylerin oranı,<br />
5.c. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin ilerletilmesi ve kadınların ve kız çocuklarının her<br />
düzeyde güçlenmeleri için sağlam politikaların ve yasal olarak uygulanabilir<br />
mevzuatların kabul edilmesi ve güçlendirilmesi,<br />
5.c.1. Cinsiyet eşitliği ve kadınların güçlendirilmesi için kamu ödenekleri yapan ve<br />
izleme sistemleri olan ülkelerin oranı.<br />
Bütün bu hedeflere bakıldığında toplumsalcinsiyet eşitliğinin neden önemli olduğu<br />
gerçeği açıkça belirginlik kazanmaktadır. Kız çocuklarının okutulmasından<br />
kadınların işgücüne dahil olmasına çocuk evliliklerinden kadının meslek kazanımına,<br />
tarımsal arazi üzerindeki mülkiyet sahipliği ve denetimden bilişim teknolojilerini<br />
kullanmaya kadar tüm ayrımcılık alanlarının giderilmesi ve kadının güçlendirilmesi<br />
konularına varıncaya kadar tüm maddelerin aciliyeti gündemde gelmektedir.<br />
Özellikle ekonomik çalışma yaşamında sorunların varlığına dikkat çeken Ecevit’in<br />
(2003, s.84-88) vurguladığı üzere, Türkiye’de ekonomik faaliyet alanında cinsiyet<br />
eşitsizliklerinin başında şunlar gelmektedir: Çalışma yaşamının olumsuz koşulları,<br />
düşük ücretlive pazarlıkyönünün olmaması, kadınların çalışmasının standart dışı işler<br />
olarak nitelenen kayıt dışı sektörlerde, geçici, gündelik, yarı zamanlı, sözleşmeli ve<br />
evde çalışmaya dayalı istihdam anlayışı, kadınların işe alımlarda, ücretlerde ve<br />
yükseltmelerdeayrımcılığa maruz kalması, aile işçiliği olarak nitelenen emeğinin<br />
karşılığı olmayan işlerde çalışma, ev-içi emeğin kullanımında ayrımcı toplumsal<br />
cinsiyet ilişkilerinden kaynaklanan eşitsizliklerin varlığı, toplumda açıkça eşitsizlik<br />
kaynağıdır. Bu unsurlar yalnız ekonomik alandaki eşitsizliklerdir. Bu eşitsizliklere<br />
eğitim, yetki ve karar mekanizmalarına katılım, kadına yönelik şiddet konuları da<br />
eklenince eşitsizliklerin boyutu çok farklı bir noktaya ulaşmaktadır. Toplumsal<br />
cinsiyet eşitsizliği bakımından 2015 yılı verilerine göre (UN, 2015), dünya ülkeleri<br />
arasında Türkiye’nin 130. sırada yer alması bu eşitsizliklerin de bir göstergesi<br />
sayılmaktadır.<br />
42
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
4. KALKINMADA TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNİN ÖNEMİ<br />
Toplumsal cinsiyet ve kalkınma yaklaşımının öncüleri cinsiyete dayalı iktidar<br />
yapılarını ve eşitsizliği dikkate alarak toplumsal cinsiyet rollerinin sosyal inşası ve<br />
cinsiyete dayalı işbölümü üzerinde ağırlıklı olarak durmuşlardır. Toplumsal cinsiyet<br />
ve kalkınmanın önemli teorisyenlerinden Carolyn Moser (Orta Karadeniz Kalkınma<br />
Ajansı, 2013), hem kadınların hem de erkeklerin toplumsal olarak rollerinin<br />
inşasında daha farklı bir anlayışla yaklaşılması ve gelişim süreçlerindeki eşitsizlik<br />
yaratan uygulamalardan uzaklaşılması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu yaklaşıma<br />
göre kalkınmada yalnızca kadınlarla sınırlı kalınmaması gerektiği üzerinde durulmuş<br />
ve kadın ve erkek arasında tarihsel ve toplumsal olarak inşa edilen toplumsal ilişkiler<br />
biçimine açıklıkla yaklaşmış ve bu ilişkileri kadını ikincilleştirdiği için eleştirmiştir.<br />
Bu yaklaşımın ana teması daha çok toplumsal cinsiyet eşitliğinin geliştirilmesi<br />
yönünde olmuştur (Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı, 2013). Dolayısıyla kalkınma ve<br />
kadın, kadın ve kalkınma yapılabilirlik ve toplumsal cinsiyet eşitliği ve kalkınma<br />
yaklaşımları içerisinde konumuzu ilgilendiren temel yaklaşım toplumsal cinsiyet<br />
eşitliği ve kalkınma olmaktadır. Çünkü bu yaklaşım hem dünya kalkınma raporu hem<br />
de 2030 sürdürülebilir kalkınmada hedefleri ile örtüşmektedir.<br />
Bu kapsamda 2012 Dünya Kalkınma Raporuna göre, toplumsal cinsiyet eşitliği aynı<br />
zamanda bir kalkınma aracıdır. Toplumsal cinsiyet eşitliği ekonomide<br />
akılcılık/rasyonalite anlamına gelmektedir. Bu anlamda Raporda ekonomik etkinliği<br />
arttırmada ve diğer kalkınma çıktılarını iyileştirmede üç unsur rol oynamaktadır:<br />
1. Kadınların eğitime, ekonomik fırsatlara ve girişimlere erkeklerle aynı<br />
düzeydeerişebilmesiniengelleyen unsurları kaldırarak<br />
2. Kadınların mutlak ve görelistatülerininiyileştirilmesi, (çocuklar da dâhil olmak<br />
üzere birçok diğ er kalkınma çıktısını besleyen bir unsurdur)<br />
3. Kadınlar ve erkeklerinhem sosyal hem siyasi açıdan aktif olmalarını sağlamak,<br />
kararlar almalarını ve politikalarınıbiçimlendiren eşit şansa sahip olduklarına yönelik<br />
bir alan yaratmak. Bu durum zaman içinde temsil gücü daha yüksek, daha içermeci<br />
kurumların ve politika tercihlerinin önünü açarak daha iyi bir kalkınma yolu<br />
sunacağına işaret etmektedir.<br />
Dünya Kalkınma Raporuna (2012) göre toplumlar, ileriye yönelik politikalar<br />
açısından kalkınmada dört öncelikli alana odaklanmalıdır. Bunlar;<br />
1. Kadınlar ve erkekler arasındaki beşeri sermaye farkının azaltılması gerekmektedir.<br />
2. Ekonomik fırsatlara, kazanımlara ve verimliliğe erişmede toplumsal cinsiyet<br />
ayrımcılığı giderilmelidir.<br />
3. Toplumda sesini duyurma ve eyleyicilik açısından toplumsal cinsiyet farkları<br />
giderilmelidir.<br />
4. Toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin kuşaklar boyunca yeniden üretilmesi<br />
sınırlandırılmalıdır.<br />
Bu bakımdan kalkınmada yalnızca gelirlerin yükseltilmesi toplumsal cinsiyet<br />
uçurumlarını azaltmada sınırlı bir etki yapacaktır. Bu nedenle ekonominin yanısıra<br />
konunun eğitim, sosyal ve siyasi yönleri ile birlikte ele alınmasında yarar<br />
görülmektedir.<br />
43
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Cinsiyete dayalı işbölümü, kadınlarla erkekleri farklılaştırdığı gibi toplumsal<br />
kaynaklara erişimlerini de etkileyerek eşitsizlik yaratır. Bu eşitsizlik, cinsiyete dayalı<br />
çeşitli ayrımcılık ve ataerkil uygulamalarla güçlü hale getirir. Bu durum yalnızca<br />
kadınların değil, toplumun tüm kesimlerinin ekonomik, siyasal,<br />
kültürelgelişmesininönünde ciddi bir engelteşkil eder. Türkiye’de toplumsal cinsiyet<br />
eşitsizliği ya da ayrımcılığı, eğitimden çalışma yaşamına, meslek seçiminden karar<br />
mekanizmalarına katılıma varıncaya kadar yaşamın her alanında kendini<br />
göstermektedir. Bu eşitsizliğin, yalnızca kadınları ve kız çocuklarını etkilemekle<br />
kalmadığına, aynı zamanda ülkenindemokratikleşmesinin ve kalkınmasının önünde<br />
ciddi bir engel oluşturacağına işaret etmektedir (Yutar ve Yetişen 2009). Bu<br />
bakımdan toplumsal cinsiyet eşitliğinin kalkınmada başlı başına önem taşımasını<br />
Dünya Kalkınma Raporu (2012) iki nedene dayandırmaktadır:<br />
1. Toplumsal cinsiyet eşitliği kendi içinde önemlidir, çünkü kişinin kendi seçtiği<br />
hayatı yaşayabilme ve mutlak mahrumiyete düşmeme yetisi temel bir insan hakkıdır<br />
ve kadın-erkek herkes için eşit olmalıdır.<br />
2. Toplumsal cinsiyet eşitliği araçsal yönüyle de önemlidir, çünkü daha fazla cinsiyet<br />
eşitliği ekonomik verimliliğe ve diğer kilit kalkınma sonuçlarına ulaşılmasına katkıda<br />
bulunur.<br />
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğ i, Türkiye’de pek çok alanla birlikte eğ itimde de kendini<br />
göstermektedir. 2010 Türkiye Binyıl Kalkınma Hedefleri Raporu (UNDP, 2012),<br />
Türkiye ilköğ retim düzeyinde cinsiyet eşitsizliğ inin ortadan kaldırılması hedefine<br />
ulaşmasına rağ men, orta öğ retimde eğ itime devam etmeyen kız çocuklarının oranının<br />
kayda değ er olduğ unu vurgulamaktadır. Diğ er taratan kız çocuklarının eğ itim<br />
hakkından yararlanabilmeleri için zorunlu eğ itim süresinin uzatılması gerektiğ i<br />
yıllarca ifade edilen önemli bir konudur. 2012- 2013 öğ retim yılından itibaren<br />
ülkemizde kesintisiz 8 yıllık zorunlu eğ itimin yerini kesintili 12 yıllık zorunlu eğ itim<br />
(4+4+4) almıştır. Bu yasa bazı çevrelerde olumlu karşılanırken bazı çevrelerde bu<br />
sürecin kesintili hâ le getirilmesi ile çocuk gelinleri ve çalışan çocuk sayısını artıracağ ı<br />
yönündeki düşünceler, kız çocukları için eğ itim sürecinden kopma ve toplumsal<br />
eşitsizliğ i derinleştirme sonuçlarını da beraberinde getireceğ i endişesini<br />
oluşturmuştur (Özaydınlık, 2014). Kalkınma, özgürlüklerin tüm insanlar için eşit<br />
olarak genişleyen bir süreç olarak görülmelidir.Bir ekonominin tam<br />
kapasitedeişleyebilmesi için kadınların beceri ve yeteneklerinin iyi şekilde<br />
yararlanılacak faaliyetlerde kullanılması gerekir.Ancak bir çok kadının gerçek<br />
hayatta durumu hiç de böyle değildir.Kadınların işgücü yetersiz veya yanlış<br />
kullanıldığında piyasada ve toplumsal kurumlarda uğradıkları ve eğitimlerini<br />
tamamlamalarına, belirli mesleklere girmelerine ve erkeklerle aynı geliri<br />
kazanmalarına engel olan ayrımcılık yüzünden, sonuçta ekonomik bir kayıp söz<br />
konusu olmaktadır.Kendi piyasalarında görülen ayrımcılık kadınların yönettiği<br />
firmaların erkeklerce yönetilenler kadar karlı ve verimli olmasını zorlaştırmaktadır.<br />
Kadınlar yönetim kadrolarından dışlandığında yöneticilerin ortalama beceri düzeyleri<br />
düşmekte bu da yenilikçiliğin ve yeni teknolojilere uyumun hızını azaltmaktadır<br />
(Tutar ve Yetişen, 2009; Özaktaş-Davarcıoğlu Ve Konur, 2012;Özaydınlık,<br />
2014).görüldüğü üzere toplumsal cinsiyet eşitsizliği sürdürülebilir kalkınmanın<br />
44
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
önünde engel teşkil etmektedir.Bu açıdan insan kaynaklarına yatırım yapmak<br />
kaçınılmaz olmakta ve ülke refahın sağlanması bakımından toplumsal cinsiyet<br />
eşitsizliğinin önündeki engellerin giderilmesi gerekmektedir.<br />
5. SONUÇ<br />
Kalkınma tanımlanması zor bir kavram olmakla birlikte daha çok iktisadi bir anlam<br />
çerçevesinde tanımlanmaya çalışılmıştır. Oysa kalkınmanın, dünyanın konjonktürel<br />
değişimleri karşısında günümüzde sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik gelişmelerle<br />
birlikte değerlendirildiği görülmektedir. Böylece yerel aktörlerin öncülüğünde<br />
hembeşeri hem de sosyal göstergelerin iyileşmegöstermesi ve bölgesel kalkınmanın<br />
ülkegeneline yayılarak bölgeseldengesizliklerin azaltılması söz konusu olabilecektir.<br />
İkinci Dünya Savaşı sonrası batılı ülkelerin refahını sağlayan kalkınma anlayışı,<br />
kalkınmayı ekonomik boyuta indirgediğinden dolayı ülkeler ve bölgeler arasında<br />
giderek açılan bir makas meydana getirmiştir. Bu makas ekonominin küresel bir olgu<br />
olarak devreye girmesiyle birlikte kalkınmada farklı bir uygulamanın gerekli olduğu<br />
fikrini doğurmuştur. Böylece hem ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel farklılıkları<br />
dikkate alan hem de ekonomi dışı faktörleri de bünyesinde barındıran bölgesel<br />
rekabet gücünü harekete geçiren nitelikte bir kalkınma anlayışına ihtiyaç<br />
hissedilmiştir. Bu kapsamda geleneksel yani merkeziyetçi kalkınma anlayışından<br />
bölgeyi esas alan bir kalkınma anlayışına geçiş zorunluluk halini almıştır.<br />
Kalkınma insanların hayatlarında devamlı bir iyi olma hali ve farklı fırsatların<br />
yaratılması ile de ilgili olduğu için, kadınlara daha fazla fırsat ve imkân yaratılarak<br />
kadının toplum yaşamındaki konumunun güçlendirilmesi doğrudan bir kalkınma<br />
problemi olarak görülmelidir. Toplumsal cinsiyet eşitliği kadın erkek tüm bireylerin<br />
toplumun fırsat ve olanaklarından, eğitimden, çalışma yaşamından, yetki ve karar<br />
mekanizmalarına katılımından ve meslek seçiminden yararlanması ve hizmetlere<br />
erişimi açısından bir ayrımcılığa uğramamasıdır. Durum böyle olunca toplumlarda<br />
kadının konumu, üzülerek ifade etmek gerekir ki çok düşük düzeylerde<br />
bulunmaktadır. Bu ilişkinin öteki yüzüne bakıldığında tarihsel sürecin gösterdiği gibi<br />
toplumsal yaşamda kendine daha fazla yer bulan kadının kalkınma sorununun<br />
çözümüne de olumlu katkı yapacağı bilinmektedir.<br />
Dünyanın yarı nüfusunu oluşturan kadınların ülkenin aktif çalışma yaşamına<br />
katılmaması ekonominin kaybı anlamına gelmektedir. Bu nedenle kadının eğitimden<br />
ve fırsat eşitliğinden daha çok yararlanması, mesleğinde kariyer yapma isteğinin<br />
karşılanması, yetki ve karar mekanizmalarına katılımının sağlanması ve çalışma<br />
yaşamının olumsuz koşullarının iyileştirilmesi ve bütün bunları sürdürülebilir<br />
kalkınma açısından toplumsal, ekonomik ve çevresel boyutu ile birlikte<br />
değerlendirilerek bir dengeye getirilmesi istenilen bir durumdur. 2030 yılı<br />
sürdürülebilir kalkınma hedeflerin de de belirtildiği üzere kız çocuklarının eğitimine<br />
özellikle önem verilmeli ve erken yaştaki evliliklerin önüne geçilmelidir. Bunun için<br />
hükümetlerin yasal dayanak oluşturacak kanunların uygulanmasını sağlaması ve<br />
denetimlerini sıkılaştırılması gerekmektedir. Öte yandan ebeveynlerin<br />
yoksulluklarını giderici önlemlerin alınması için hükümetlere büyük görevler<br />
düşmektedir. Böylece ebeveynlerin kız çocuklarının eğitimine duyarlı davranılmasını<br />
45
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
sağlayacak seminerler ve farkındalık faaliyetlerinin uygulanması için gereken<br />
hassasiyeti göstermesi önem taşımaktadır.<br />
Bu çalışmada, 2012 Dünya Kalkınma Raporunda ileri sürülen “toplumsal cinsiyet<br />
eşitliği kalkınmanın temelidir” ilkesinden hareket edilmiştir. Bu ilke ekonomik<br />
kaynakların akılcı kullanımı anlamına geldiği gibi doğru bir kalkınma hedefi olarak<br />
da nitelenmekte ve toplumsal cinsiyet konusunun üç boyutu olduğundan söz<br />
edilmektedir. Bu boyutun birincisini kadınların eğitim, sağlık ve fiziksel olarak<br />
donanımlarının sağlanması konusu oluşturmaktadır. İkincisi bu donanımlarla<br />
ekonomik fırsatlardan yararlanmak ve gelir elde etmek için kullanılmasına işaret<br />
etmektedir. Üçüncüsü ise bu donanımların hem bireyin hem deailede yaşayanların<br />
refahını etkileyecek eylemlere girişmek için uygulamaya konulmasıdır. Dolayısıyla<br />
konuya donanımlar açısından baklıdığında küresel ölçekte kadınlar ve erkekler<br />
arasında eşit olmayan bir durumun olduğu açıktır. Bu nedenle insan hakları<br />
çerçevesinde toplumda yaşayan tüm bireylerin yaşam koşullarının iyileştirilmesive<br />
sürdürlebilirliğin sağlanması içintoplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin politikaların<br />
acilen uygulamayageçirilmesi gerekmektedir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Akçiçek, A. (2015). 2014 İnsani gelişme endeksi ve türkiye’nin insani gelişme<br />
performansı. Ankara: Stratejik Düşünce Enstitüsü Raporu.<br />
Akiş, E. (2011). Küreselleşme sürecinde bölgesel kalkınma yaklaşımındaki<br />
gelişmeler ve bölgesel kalkınma ajansları, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji<br />
Konferansları Dergisi, 44.<br />
Ecevit, Y. (2003). Toplumsal cinsiyetle yoksulluk ı̇lişkisi nasıl kurulabilir? bu ı̇lişki<br />
nasıl çalışılabilir. Cumhuriyet Ü niversitesi Tıp Fakü ltesi Dergisi Ö zel Eki,<br />
25(4).<br />
Doğan B.B. (2011). Kalkinma iktisadinin XX. yüzyildaki gelişim süreci, iktisat<br />
politikalarina etkisi ve son on yıllık konjonktürün disiplinin geleceğine olası<br />
etkileri, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü sü Dergisi. 2(22), 41-<br />
83.<br />
Dünya Kalkınma Raporu (2012). Toplumsal cinsiyet eşitliği ve kalkınma genel bakış<br />
özet.www.worldbank.org<br />
Görgün B.A. (2010). Toplumsal Cinsiyet, iç. rolleri ve iktidar. Orhan Türkdoğan’a<br />
Armağan Sosyoloji Yazıları 2, (N. G. Ergan-E. Burcu-B. Şahin, Ed.),<br />
Hacettepe Üni. Yayınları, 233-250.<br />
Görgün B.A. (2012). Toplumsal cinsiyet, iç. Davranış Bilimleri (Ed. N. G. Ergan, B.<br />
Şahin, R. Coştur), Ankara: Siyasal Kitapevi.<br />
Gürlük, S. (2010). Sürdürülebilir kalkınma gelişmekte olan ülkelerde uygulanabilir<br />
mi? Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi, 5(2), 85‐ 99<br />
Hoşgör G.A. (2010). Türkiye’de kırsal kadının toplumsal konumu: bölgesel<br />
eşitsizlikler, yasal müdahaleler ve kısmi kazanımlar, iç. Türkiye’de<br />
Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları, Der. H. Durudoğan ve Diğerleri, İstanbul:<br />
Koç Üniversitesi Yayınları, 295-314.<br />
46
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği, Sürdürülebilir Kalkınma İçin<br />
Hedefler, 22 Eylül 2016. https://sustainabledevelopment.un.org /<br />
http://www.sgsistanbul.org<br />
KSGM, (2008). Toplumsal Cinsiyet eşitliği eylem planı (2008-2013), Aile ve Sosyal<br />
Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü.<br />
Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı, (2013). Türkiye ve TR83 Bölgesi’nde toplumsal<br />
cinsiyet eşitliği ve kalkınma.pdf.<br />
Davarcıoğlu Ö., ve Konur, F. (2012). Türkiye’de kadının işgücüne katılımında<br />
bölgesel kalkınma ajanslarının rolü ve uygulama örnekleri, Abant İzzet<br />
Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Bilimler Enstitü sü Dergisi, 2(12), 63-<br />
82.<br />
Özaydınlık, K. (2014). Toplumsal cı̇nsı̇yet temelı̇nde türkı̇ye’de kadın ve eğ ıṫı̇m,<br />
Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi, 33(14), 93-112.<br />
Özen, S. (1991). Aile kurumuna sosyolojik bakış. aile yazıları, (B. Dikeçligil- A.<br />
Çiğdem, Ed.), T.C. Aile Araştırma Kurumu Yayınları.<br />
Yamen M. (2009). Türkiye’de Bölgesel Kalkınma.<br />
file:///Users/aylingorgunbaran/Desktop/Kalkınma%20Makaleleri/Turkiye'de%20bol<br />
gesel%20kalkinma.webarchive<br />
Yavan, N. (2013). Küresel kriz sonrasi bölgesel kalkinma politikalarinda yeni<br />
yaklaşimlar. Dünya Bankasi, Avrupa Birliği ve OECD’nin Yaklaşimlari<br />
Coğrafyacılar Derneği Yıllık Kongresi Bildiriler Kitabı, Fatih Üniversitesi,<br />
İstanbul.<br />
Tekin, A. (2011). Küreselleşen Dünyada Bölgesel Kalkinma Dinamikleri, Kamu<br />
Politikalari ve Bölgesel Kalkinma Ajanslari, Dumlupınar Üniversitesi<br />
Sosyal Bilimler Dergisi, 30.<br />
file:///Users/aylingorgunbaran/Desktop/Kalkınma%20Makaleleri/Ahmet%20Tekin-<br />
Küreselleşen%20Dünyada%20Bölgesel%20Kalkınma%20Dinamikleri,%2<br />
0Kamu%20Politikaları%20ve%20Bölgesel%20Kalkın.webarchive, Erişim<br />
Tarihi 26.07.2016.<br />
Tutar, F. ve Yetı̇şen, H. (2009). Türkiye’de kadının ekonomı̇k kalkınmadakı̇ rolü,<br />
Niğ de Ü niversitesi İ İ BF Dergisi, 2(2), 116-131.<br />
UN. (2015). The World’s Women 2015 Trends and Statistics. New York.<br />
U.S. Department of State, (2015). Turkey 2015 Human Rights Report Executıve<br />
Summary. http://www.state.gov/j/drl/rls/hrrpt/humanrightsreport/#wrapper<br />
Vatansever D.N.ve Yıldız, O. (2014). Bölgesel kalkinma teorileri ve yeni<br />
bölgeselcilik yaklaşımının türkiye’deki bölgesel kalkınma politikalarına<br />
etkileri, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Akademik Bakış Dergisi, 44.<br />
Yumuş, A. (2011). Kalkınma Planları çerçevesinde toplumsal cinsiyet eşitliği<br />
anlayışının ekonomik, toplumsal ve siyasal boyutları. Ankara, Başbakanlık<br />
Kadın Ststüsü Genel Müdürlüğü Yayınları.<br />
47
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Psychological Approaches for Preventing Prejudice, and<br />
Encouraging More Positive Intergroup Relations<br />
Kamala M. SHIRIYEVA <br />
The world faces universal and dangerous social conflicts; discrimination, violence<br />
against women, children, and the elderly, ethnic cleansing, the threat of terrorism.<br />
Societies that struggle with oppression, inequality, and relative deprivation<br />
experience dissension which is followed by social conflict. Prejudice underlies many<br />
of the problems we face in our world. Negative attitudes toward members of<br />
particular groups are one of fundamental causes of human conflicts and miseries,<br />
leading such as interpersonal hostilities, wars, and genocides. This paper is focused<br />
on reducing prejudice to explore what factors might be necessary to improve<br />
intergroup relations. This includes the perceived relationship between individuals,<br />
their own social groups, and other groups. To encourage more positive intergroup<br />
relationships, we discuss approaches for averting prejudice.<br />
Prejudice is a negative attitude directed toward specific people, solely because of<br />
being identified as a member of a certain group, such as race/ethnicity-Black,<br />
religion-Muslim, gender-Woman, age Teenager, etc. People have tendencies to join<br />
to social groups and to favour ingroups over outgroups: this way develop positive and<br />
meaningful relationships across group boundaries. Henri Tajfel and his colleagues<br />
(Tajfel, Billig, Bundy, &Flament, 1971) indicated how powerful the role of selfconcern<br />
is in group perceptions. He found that just dividing people into random<br />
groups produces ingroup favoritism - the tendency to respond more positively to<br />
people from our ingroups than we do to people from outgroups.<br />
Gordon Allport’s (1954) formulation of intergroup contact theory has inspired<br />
extensive research over the past half century. In particular, he noted that intergroup<br />
contact would maximally reduce prejudice when the two groups share similar status,<br />
interests, and tasks and when the situation fosters personal, intimate intergroup<br />
contact. Research reveals numerous factors, such as unpleasant childhood<br />
experiences and social influences that could heighten intergroup prejudice (Allport&<br />
Kramer, 1946). Allport (1954) also emphasized conditions that could be established<br />
in the contact situation (e.g., equal status between groups, support of institutional<br />
authorities) to effectively reduce intergroup prejudice. In particular, he noted that<br />
intergroup contact would maximally reduce prejudice when the two groups share<br />
similar status, interests, and tasks and when the situation fosters personal, intimate<br />
intergroup contact. Extensive social psychological research shows that our tendencies<br />
to categorize people on the basis of race, gender, religion and age are natural and<br />
inevitable consequences of social perception (Macrae&Bodenhausen, 2000).<br />
Research has also revealed a range of motivational factors that perpetuate people’s<br />
tendency to confirm one’s self-worth or the value of one’s group (Fein &Spencer,<br />
1997) also the need to reduce uncertainty about who we are and where we stand in<br />
the world (Hogg, 2007), moreover, the persistence of dominance and hierarchical<br />
<br />
Dr., Guelph University, k.shiriyeva@gmail.com<br />
48
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
relations between groups (Sidanius&Pratto, 1999) leads to greater hostility. Once<br />
categorization occurs, stereotypic beliefs and prejudicial attitudes associated with<br />
social categories readily come to mind and subsequently shape our judgements of/and<br />
behaviours toward others (Bargh, 1999; Dovidio&Gaertner, 2004; Stephan, &<br />
Stephan, 2000).<br />
Research shows that the best way to combat prejudice is to encourage cooperation<br />
rather than competition. In Muzafir Sherif’s (1954/1961) Robber’s Cave study,<br />
researchers created strong feelings of ingroup and outgroup identification in groups<br />
of 11 and 12 years old boys at a summer camp. After using competition to create<br />
prejudice and creating hatred between two rival groups, the researchers demonstrated<br />
how cooperation could successfully eliminate the prejudice and hatred. The<br />
experimenters created tasks that required expertise, labour, and cooperation from<br />
both groups, where prizes were given to all for successful completion of the tasks.<br />
Sheirf’sstudy found the importance of cooperation rather than competition, and<br />
especially the importance of superordinate goals in reducing prejudice. Superordinate<br />
goals are higher than individual goals and can only be achieved with both groups<br />
working together to benefit both parties. Regarding to social identity theory (Tajfel,<br />
Billig, Bundy, &Flament, 1971; Tajfel& Turner, 1986), the tendency to join social<br />
groups and to favour the ingroup over outgroups is a fundamental human tendency.<br />
However, if everyone could be a member of the same group would prejudice then<br />
disappear? According to Sherifs’s and his associates, “superordinate” goals can<br />
effectively reduce intergroup prejudice.<br />
If we just reduce prejudice, we should be able to improve intergroup relation.<br />
Unfortunately, the existence and persistence of prejudice is highly problematic. In<br />
our society, we all must continue to build on decades of past research to further our<br />
understanding of its genesis and the consequences that prejudice can have on<br />
everyday life experience and outcomes (Ashburn-Nardo, Monteith, Arthur, & Bain,<br />
2007; Dovidio, Click, & Rudman, 2005; Swim, Hyers, Cohen, Fitzgerald, &Bylsma,<br />
2003). However, the problem of achieving positive intergroup relations is more<br />
complex than simply reducing prejudice. Importance of recognising and<br />
acknowledging different points of views of intergroup relationships, the individuals<br />
may face with their own anxiety of being accepted by intergroup interactions by not<br />
knowing how the other group may respond. These feelings grow out of concerns<br />
about how they should act, how they might be perceived, and whether they will be<br />
accepted. (Stephan & Stephan, 1985; see also Berger & Calabrese, 1975; Blascovich,<br />
Mendes, Hunter, &Lickel, 2000; Gudykunst, 1985; Mendes, Blascovich, Lickel, &<br />
Hunter, 2002). Mounting evidence reveals that many people continue to avoid<br />
intergroup interactions that provoke anxiety. In contrast, having some positive<br />
experiences with members of an outgroup reduces anxiety and encourages additional<br />
interactions. Social psychological research has increasingly paid attention to group<br />
participants’ focus during intergroup interactions, as well as to the expectations,<br />
orientations, and motivations with which people enter such interactions. Focusing<br />
beyond the self, such as concentrating on creating a positive experience, learning<br />
from the outgroup partner and the interaction experience contribute to approaching<br />
intergroup interactions with an ecosystem (people recognize their connection to<br />
49
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
others) orientation. On the other hand, focusing self-related concerns, -monitoring<br />
one’s behaviour, avoiding expressions of prejudice, worrying own efficacy and<br />
fearing rejection contributes to avoiding intergroup interaction with egosystem<br />
(people focus on their own desires and needs) motivation.<br />
Studies have shown repeatedly that positive intergroup contact not only reduces<br />
anxiety, it is also disconfirmed the negative stereotypes that had previously been<br />
attributed to them. Promote more frequent and harmonies relations between groups<br />
requires a deeper understanding of the factors that contribute of people’s decisions to<br />
approach or avoid intergroup interaction, their experiences during intergroup<br />
interactions, and their interests in future intergroup contact. Elliot Aronson (1970)<br />
developed Jigsaw classroom techniques that structure classrooms so that the<br />
culturally diverse groups of students who are each given one part of the material to<br />
learn and strive cooperatively for common goals. They recognize and accept each<br />
group’s positive and negative qualities. This cooperative learning technique that<br />
reduces racial conflict among school children, promotes better learning, improves<br />
student motivation, and increases enjoyment of the learning experience.<br />
There are some strategies to minimize categorization: we should judge other people<br />
as individual persons rather than as member of groups; for instance, an individual<br />
should be perceived as John Johnson rather than an African-American man.<br />
Similarly, when a terrorist attack is caused by an individual, his religious and ethnic<br />
background should not be the primary focus. The categorization becomes selective<br />
with religion, for instance, if the same attack is carried out by a non-Muslim man, the<br />
media then turns to that individual’s psychological background, upbringing and social<br />
issues. This approach is personalization rather than categorization (automatic<br />
process) or the color–blind approach (Brewer & Brown, 1998; Brewer & Miller,<br />
1984; Jones, 1997; Nelson, 2002). Second strategies is to encourage” higher level”,<br />
or superordinate, categorizations that encompass both the perceiver and the target<br />
(Brewer & Brown, 1998; Dovidio, ten Vergert, Stewart, Gaertner, Johnson, Essess,<br />
et.al., 2004; Gaertner, Davidio, Anastasia, Machman, & Rust, 1993) for example<br />
rather than categorizing individuals as black and white Americans, simple as<br />
Americans. The third approach involves accepting group categorization as inevitable<br />
but encouraging mutual respect for different groups called multiculturalism: it has<br />
been advocated by Canadian government whereby different cultural groups within<br />
the society maintain their own identity while simultaneously respecting other groups.<br />
Numerous researchers suggest that the multiculturalism perspective is ultimately<br />
more successful than the color-blind approach because maintenance of ethnic and<br />
cultural identity is important to psychological well-being and therefore should be<br />
encouraged within a cooperative, diverse society (Richeson& Nussbaum, 2004;<br />
Rudman, Ashmore, & Gary, 2001). Other studies also show the importance roles of<br />
achieving forgiveness and trust in post-conflict societies, (Swart, Turner, Hewstone,<br />
&Voci 2011), approaching compassionate and learning goals in intergroup relations<br />
(Migacheva, Tropp, Crocker, 2011) in reducing prejudice.<br />
Looking back over the progress that we have made since Martin Luther King Jr.’s<br />
dreams in the past 50 years, we still have a long way to go. As King said, “we must<br />
50
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
make the pledge that we shall always march ahead. We cannot turn back.” It is now<br />
time to expand our efforts and take a more positive approach to improving intergroup<br />
relations. The issues that are directly related to prejudice and discrimination are<br />
extremely complex and challenging, therefore, there is no single “best” way to solve<br />
these problems. Although long ignored, prejudice has multiple causes; thus<br />
multifaceted programs are necessary to make a significant impact. Social<br />
psychologists have been designing and testing several techniques in order to<br />
establish more effective and successful strategies to reduce prejudice and<br />
discrimination. It is difficult to change the attitude of highly prejudiced adults,<br />
therefore, children should be our main focus to foster equal-status contact, (jigsaw<br />
classroom) as it is very important to teach them norms of multicultural tolerance with<br />
recognizing and accepting each group’s positive and negative qualities. It is time to<br />
work with government programs and humanitarian organizations to increase<br />
communication and decrease hostility in longstanding conflicts. Additionally, we<br />
need to have public education at the societal level and a strong legislation against<br />
discrimination to minimize the impact of prejudice. Prejudice underlies many of the<br />
problems we face in our world. It is crucial to improve relationships between ethnic,<br />
racial, and particularly religious groups, which these days hascontributed<br />
to uncontrollable segregation. We need to contribute to the fight against prejudice,<br />
and raise our voice towards superordinate goals to convince politicians and<br />
lawmakers to make these their superordinate goals.<br />
REFERENCES<br />
Allport, G.W. (1954). The nature of prejudice. Cambridge. MA: Addison-Wesley.<br />
Aronson, E., Patnoe, S. (1997). The jigsaw classroom: building cooperation in the<br />
classroom. Scott Foresman & Co.<br />
Ashmore, D.R., Jussim, L., Wilder, D. (2001). Social identity, intergroup conflict,<br />
and conflict reduction. Oxford University Press.<br />
Dovidio, J., Click, P. and Rudman, L. (2005). On the nature of prejudice: Fifty years<br />
after Allport. Malden. MA: Blackwell.<br />
Ashburn-Nardo, L., Knowles, M.L., & Monteith, M.J. (2003). Black americans’<br />
implicit racial associations and their implications for intergroup judgment.<br />
Social Cognition, 21, 61–87.<br />
Brewer, M.B., & Brown, R.J. (1998). Intergroup relations. The Handbook of Scial<br />
Psuchology 4 th ed., New York, NY: McGraw-Hill., 2, 554-594.<br />
Esses, V.M., Bennett-AbuAyyash, C., & Lapshina, N. (2014). How discrimination<br />
against ethnic and religious minorities contributes to the underutilization of<br />
immigrants’ skills. Policy Insights from Behavioral and Brain Sciences, 1,<br />
55-62.<br />
Esses, V.M., Medianu, S., & Lawson, A.S. (2013). Uncertainty, threat, and the role<br />
of the media in promoting the dehumanization of immigrants and refugees.<br />
Journal of Social Issues, 69, 518-536.<br />
Fazio, R.H., & Olson, M.A. (2003). Implicit measures in social cognition: their<br />
meaning and use. Annual Review of Psychology, 54, 297–327.<br />
Gaertner, S.L., & Dovidio, J.F. (2009). Reducing intergroup bias: The common<br />
ingroup identity model. Philadelphia, P.A: Psychology Press.<br />
51
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Gaertner, S.L., & Dovidio, J. F. (1986). Aversive form of racism; Prejudice,<br />
disctrimination, and racism. Orlando, FL: Academic Press.<br />
Kurzban, R., & Neuberg, S.L. (2005). Managing in-group and out-group<br />
relationships. Handbook of Evolutionary Psychology, New York: John<br />
Wiley & Sons, 653–675.<br />
McCoy, S.K., & Major, B. (2003). Groupidentification moderates emotional<br />
responsesto perceived prejudice. Personality and SocialPsychology Bulletin,<br />
29, 1005–1017.<br />
Moghaddam, M.F., & Taylor M. D. (1994) Theories of intergroup Relations:<br />
International Social Psychological Perspectives. Praeger.<br />
Olson, M.J., Steven J., Breckler, J.S., & Wiggins. E. (2006). Social Psychology<br />
Alive. Nelson College Indigenous.<br />
Richeson, J.A., & Nussbaum, R.J., (2004). The impact of multiculturalism versus<br />
color-blindness of racial bias. Journal of Experimental Social Psychology,<br />
40, 417-423.<br />
Rudman, L.A., Ashmore, R.D., & Gary, M.L. (2001). “Unlearning” automatic biases:<br />
The malleability of implicit prejudice and stereotypes. Journal of<br />
Personality and Social Psychology, 81, 856-868.<br />
Sammut, G., & Daanen, P. & Moghaddam, M.F. (2013). Understanding the self and<br />
others: Explorations in intersubjectivity and interobjectivity. Routledge.<br />
Sherif, M., Sherif, C.W. (1953). Groups in harmony and tension. New York, NY:<br />
Harper & Row.<br />
Sidanius, J., & Pratto, F. (1999). Sicial dominance: An intergroup theory of social<br />
hierarchy and oppression. New York, NY: Cambridge University.<br />
Swim, J. K., & Stangor, C. (2008). Prejudice: The target’s perspective. San Diego,<br />
CA: Academic Press.<br />
Tajfel, H., & Turner, J.C. (1986). The social identity theory of intergroup behaviour.<br />
Chicago, IL: Nelson-Hall.<br />
52
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kuzeydoğu Anadolu’da Değerler ve Toplumsal Yapı<br />
Yıldız AKPOLAT 1 , Hülya DOĞAN 2<br />
18.yy’dan itibaren Batı karşısında gerileyişimizi ilk hissettiğimiz askeri alandaki<br />
yenileşme hareketleri ile başlayan Türk modernleşmesi; öncelikle askeri ve devletin<br />
idari yapısının modernleştirilmesinin ardından, Cumhuriyet Devrimleri ile halkın<br />
modernleşmesi için kültürel devrimlerle devam etmiştir. Ardından 1930’larda<br />
Devletçilik politikaları ile sanayileşmeye hız verilerek ekonomi alanında da<br />
modernleşme sağlanmaya çalışılmıştır. 1950 sonrasında ise siyasi rejimde<br />
demokratikleşmeye gidilerek modernleşme süreci sosyal, ekonomik, siyasi, kültürel<br />
alana sirayet ederek günümüzde AB’ye giriş çabaları ile kendini göstermektedir. Bu<br />
çalışma kapsamında Kuzeydoğu Anadolu bölge halkının değersel yönelimlerinin<br />
modernleşmeye uygun olup olmadığı, bazı ölçülebilen test yöntemleri ile ortaya<br />
konmaya çalışılmıştır. Bir ülkenin modernleşmesi, o ülkede yaşayan insanların<br />
öncelikle modern değerleri benimsemesine bağlıdır. Türkiye batısından doğusuna 250<br />
yıllık bir süreçte modernleşme sancılarını yaşamış ve yaşamaya devam etmektedir.<br />
Böylesi bir sancılı süreç geleneksel değerlerin ve kapalı topluluk özelliklerinin<br />
korunması için siyasi ve bazen sivil direnişler gerekli kılmıştır. Ancak bu direnişin<br />
nedenlerini anlamak insanları anlamakla mümkün olacaktır.<br />
Anahtar Kelimeler: Modernleşme, Değer, Kuzeydoğu Anadolu<br />
Abstract<br />
The Turkish modernization that started with the renewal movements in the military<br />
area where we felt the first decline against the West from the 18th century; firstly,<br />
following the modernization of the administrative structure of the military and the<br />
state, continued with the Republican Revolutions and cultural revolutions for the<br />
modernization of the people. Then, in the 1930s, modernization in the field of<br />
economy was tried to be provided by accelerating the industrialization with the<br />
politics of statism. After 1950, the democratization of the political regime and the<br />
process of modernization spread to the social, economic, political and cultural fields<br />
and present itself with efforts to enter the EU. İn this study, relative orientations of the<br />
people of the Northeast Anatolia region was tried to measure whether it was suitable<br />
for modernization with some test methods. The modernization of a country depends<br />
on the fact that people living in that country first adopt modern values. In 250 years<br />
period, East and West of Turkey, has lived and continues to live problems of<br />
modernization. This difficult process made it necessary to resistance politically and<br />
civilly for protecting the tarditional values and closed comunity features. But<br />
understanding the causes of this resistance will be possible to understand people.<br />
1<br />
Prof. Dr., Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü (Sorumlu<br />
Yazar/Corresponding Author)<br />
2<br />
Arş. Gör., Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü,<br />
hulya.dogan@atauni.edu.tr<br />
53
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Key words: Modernization, Value, Northeast Anatolia<br />
1. GİRİŞ<br />
Bu araştırmanın konusu; Kuzeydoğu Anadolu Bölgesinde (Erzurum, Erzincan,<br />
Bayburt) toplumsal yapıyı ortaya çıkarmaya yöneliktir. Toplumsal yapı, toplumsal<br />
kurumlara bakışı, değerleri ve eğilimleri, günlük yaşam pratikleri, aile içi toplumsal<br />
cinsiyete dayalı işbölümü, aile ve akraba ilişkileri, üretim biçimleri ve türleri,<br />
gelecekle ilgili beklentiler, modern-geleneksel zihniyet analizleri, iletişim biçim ve<br />
kanalları itibariyle araştırılmaya çalışılmıştır. Toplumsal yapı gündelik hayat<br />
pratikleri ve sosyal ilişkiler ağında görünür hale geldiğinden insanların gündelik<br />
hayatlarını nasıl inşa ettikleri araştırılmalıdır. Çünkü insanlar değerleri ve bu<br />
değerlerin alışkanlık haline gelmiş olan kurumlar aracılığı ile toplumsal hayatı var<br />
ederler.<br />
2. KAVRAMSAL ÇERÇEVE VE METODOLOJİ<br />
Bu çalışmada değersel tutumlar ile toplumsal yapı arasında bağ kuran bir aklaşımdan<br />
neşet bir araştırma deseni uygulanmıştır. Weberyan bir anlayışla inşa edilen bu<br />
yaklaşıma göre, insanların değerleri ve tutumları toplumsal kurum ve yapıları var<br />
etmektedir. Neticede bu değerlerin nerden geldiği (bireyden ya da toplumdan)<br />
tartışma konusu yapılmadan günlük yaşamı inşa edenlerin değersel yaklaşımları<br />
araştırılmıştır.<br />
İkinci dünya savaşı sonrasında 1950’lerde ortaya çıkan modernleşme kuramları<br />
evrimci ve yapısal-işlevselci sosyolojik yaklaşımlara dayanmaktadır. 19.yy<br />
sosyolojisinde, biyolojinin de etkisiyle evrimci ve organizmacı yaklaşımlar<br />
belirgindir. Toplumlar bir yandan canlı organizmalar gibi sürekli devinim halinde olan<br />
organik yapılar olarak telakki edilirken; bir yandan da bu yapıların evrimleşerek<br />
ilerledikleri sayıltılanır. Evrimleşme basitten karmaşığa, barbarlıktan uygarlığa<br />
doğrudur. Evrim zorunlu ve evrenseldir. Bock’a göre bu çizginin tipik temsilcisi<br />
sosyolog Herbert Spencer, doğayı ve toplumu aynı işleyiş kurallarına bağlı olarak<br />
görür (Bock, 1997; 78). Spencer, Darwin’den en çok etkilenen sosyologdur.<br />
Toplumlar basitten karmaşığa doğru evrilir; bu süreçte her kurum bir yandan<br />
farklılaşırken bir yandan da yeni temeller üzerinde birbirlerine bağımlı hale gelerek<br />
bütünleşirler. Kurumlar arasındaki bu bağımlılık ilişkisi ilkellerde zayıf iken evrim<br />
ilerledikçe kuvvetlenir. Toplumlar homojen yapıdan heterojen yapılara doğru<br />
evrilirler. Hoogwelt’e göre modernleşme kuramlarını etkileyen yukarıda<br />
değindiğimiz klasik evrimci anlayıştan ziyade neo-evrimci anlayıştır. İyimser klasik<br />
evrimci anlayış 19.yy.’da onay bulurken, özellikle 20.yy.’da yaşanan dünya savaşları<br />
yüzünden güvenirliliğini yitirmiştir. Klasik evrimcilik; iyimser, doğrusal, nedensel,<br />
önceden tahmin edilebilen ve değişim öznesi olarak “insanlık” gibi aşkın bir kavramı<br />
vurgulayan bir anlayış iken neo-evrimci anlayışta değişim öznesi öncelikle “toplum”<br />
ve “kültür” olarak belirlenir. Değişim süreci doğrusal değil kesikli ve hamlelerle<br />
oluşur. Evrim ise yayılma olarak düşünülür. Parsons’ın vurguladığı gibi evrim,<br />
toplumsal yapıyı oluşturan unsurların değişim sürecinde genel uyum kapasitesinin<br />
artmasıdır (Hoogwelt,1978;12-15). Heper’e göre Parsons’ın örüntü değişkenleri, söz<br />
konusu kuramların, toplumları bir evrim modeli içinde ikili toplum tipolojileri halinde<br />
54
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
kurgulamasında önemlidir. Örüntü değişkenleri, kişilik ve diğer sistemler (sosyal ve<br />
kültürel) arasında bağ kurar (Heper,1973; 25-26). Parsons’a göre beş dikotomik<br />
karakterdeki beş örüntü değişkeni ve değişkenlerin yöneldikleri seçenekler şöyledir:<br />
1- Etkililik veya nötrlük- ödüllendirilmeyi kontrol etme veya arama<br />
2- Kendilik veya kollektivite- özel çıkarlara veya ortak çıkarlara öncelik verme.<br />
3- Evrensellik veya özellik- genel veya kişisel standartları vurgulama.<br />
4- Başarı veya atfedilen- performansları veya atfedilenleri vurgulama.<br />
5- Belirginlik veya yayılmışlık- kesin karşılık verme veya genelleştirme<br />
(Abrahamson,1990; 34-35).<br />
Heper’e göre, örüntü değişkenlerinin birinci grubu, Tönnies’in toplum kavramını,<br />
ikinci grup değişkenler topluluk kavramını belirler (Heper,1973; 26). Modernleşme<br />
kuramlarında bu değişkenlerden ilk grup modern toplumu, ikinci grup geleneksel<br />
toplumu belirler. Neticede Parsons’ın örüntü değişkenlerinin toplumsal yapının<br />
kişilik, sosyal ve kültürel analiz birimlerine uygulanabilmesi, modernleşme<br />
kuramlarının, toplumları ikili toplum tipilerine göre ayrıştırmasında ve her bir tipin<br />
kendi yapısı içinde uyumlu bir bütün olarak tasavvur edilmesinde önemli bir etkisi<br />
olmuştur.<br />
Modernleşmeyi genel olarak toplumsal kurumlar arasındaki farklılaşma ve<br />
bütünleşme itibariyle çözümleyerek daha geniş bir platformda ele alan Levy, öncelikle<br />
modernleşme üzerindeki yanılgılara dikkat çeker. Buna göre modern toplumların<br />
nitelikleri modernleşen toplumlar için ön koşullar olmayabilir ve sonradan<br />
modernleşen toplumlar hep aynı çizgiyi takip etmeyebilirler. Örneğin Japonya’ya<br />
bakarak sonradan modernleşen toplumların Japonya gibi modernleşeceği söylenemez.<br />
Bu yanılgılara değindikten sonra Levy modernleşmiş ve göreli olarak<br />
modernleşmemiş toplumlar arasındaki farklara değinir. Modernleşmiş toplumlarda<br />
örgütler ihtisaslaşmıştır. İhtisaslaşmaları oranında birbirlerine bağımlı hale<br />
gelmişlerdir. Modernleşmiş toplumlarda ilişkilerde, akılcılık, evrensellik, fonksiyonel<br />
belirginlik hakimdir. Göreli olarak modernleşmemiş toplumlarda ise ilişkilere<br />
geleneksellik, özel ilkeler, fonksiyonel yaygınlık hakimdir. Bundan yola çıkarak<br />
modernleşmiş toplumlar; merkezileşmiş, pazarın egemen olduğu, her kurumun genel<br />
yapı içinde anlam taşıdığı, ailenin kendi dışında etkisini yitirdiği, kentleşmiş<br />
toplumlardır. Göreli olarak modernleşmemiş toplumlar ise hakim olan ilişki<br />
biçimlerine paralel olarak modernleşmiş toplumları tanımlayan niteliklerin<br />
karşıtlarının bulunduğu toplumlardır (Kongar,1972;198-200). Böylece Levy’nin diğer<br />
modernleşmeciler gibi geleneksel ve modern toplum tiplerini bir zıtlıklar silsilesi ile<br />
değerlendirdiği görülür.<br />
Modernleşme tanımı ile önemli bir isim olan Eisenstadt modernleşmeyi, tarihsel<br />
olarak Batı Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da geliştirilmiş olan toplumsal, ekonomik,<br />
siyasal sistemlere doğru bir değişme süreci olarak tanımlar (Kongar, 1972; 193).<br />
Böylece Eisenstadt modernleşmenin içkin olarak batılılaşma olduğunu belirtmektedir.<br />
Eisenstadt modernleşme sürecinin toplumların farklı düzeylerinde şu değişiklikleri<br />
yaptığını ifade eder; ekonomik alanda modernleşme tarım ve maden sektörlerinin<br />
endüstri ve ticarete göre ikincilleşmesi, siyasal alanda modernleşme siyasal gücün<br />
merkezileşmesi ve siyasal rejimin demokratikleşmesi, kültürel alanda ise din, bilim<br />
55
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ve felsefenin ayrılarak eğitimin laikleşmesi demektir. Eisenstadt modernleşme ile<br />
birlikte geleneksel toplum içinde çözülmelerin, huzursuzlukların olabileceğini ve<br />
ancak toplumlar modernleştiklerinde düzenleyici örgütlerin bu problemleri emeceğini<br />
söyler (Kongar, 1972; 196-197).<br />
Modernleşme kuramları toplumları geleneksel ve modern tanımlar; Kongar’a göre<br />
toplumları, iki uç toplum tipi olarak ele almak yanıltıcıdır. Çünkü değişmekte olan<br />
toplumlar bu iki uç toplum tipinin özelliklerini de gösterebilir. Özellikle modern<br />
toplumların sosyologları kendi toplumlarının nitelikleri tarafından şartlandıklarından<br />
değişmekte olan toplumların niteliklerini çok iyi değerlendirememektedirler.<br />
Değişmekte olan toplumlar için fonksiyonel olan kurumlar modernleşmeciler<br />
tarafından bozuk fonksiyonlu kurumlar olarak değerlendirilebilmektedir. Kongar bu<br />
noktada Kıray’ın “tampon kurum” kavramsallaştırmasını örneklendirmektedir.<br />
Gelenekselden moderne doğru geçerken toplumdaki bütünleşmeyi sağlayan bu<br />
“tampon kurum” olgusu modern toplum için anlamsız olmasına rağmen bizim gibi<br />
toplumlar için bütünleştirici olabilmektedir (Kongar,1972; 207). Gene Kongar’a göre<br />
modernleşme esnasında geleneksel yapının çözülmesi kaçınılmazdır. Bu durumu,<br />
toplumsal yapının çözülmesi olarak nitelemek yanıltıcıdır. Geleneksel yapının<br />
çözülmesi toplumsal yapının çözülmesi anlamına gelmez. Bir gözlemci toplumları<br />
ikili tip içinde görmeye alışmışsa bu yanılgıya düşebilir. Toplumsal bütünlük evrimin<br />
iki ucunda değil toplumun bütün değişme evrelerinde görülebilir (Kongar, 1972; 207).<br />
3. UYGULAMA<br />
Söz konusu alan araştırmasında sorular Parsons’ın 5 li dikotomik örüntü<br />
değişkenlerinin operasyonelleştirilmesi ile oluşturulmuştur. Araştırmada pozitivist<br />
metodoloji benimsenmiştir. Böylece bölge halkının eylemlerinin pusulası olan<br />
değerler olgusal düzlemde ölçülebilir hale getirilmiştir. Daha sonra bu katılımcıların<br />
sosyo-demografik, kültürel ve ekonomik özellikleri bağımsız değişken alınarak söz<br />
konusu değerlerin nasıl değiştiği gözlemlenmeye çalışılmıştır.<br />
Alan araştırması, karşılaştırmalı kültürel araştırmalar, katılımlı gözlem adı verilen<br />
nicel ve nitel teknikler aslında araştırıcının inceleme konusu olan grubun içine<br />
katılarak yapılmasını amaçlar. Buradan hareketle biz, bu çalışmada değerleri<br />
kuramdan çıkartarak operasyonelleştirdik.<br />
Projenin alan araştırması 1-07-2011 ile 30-07-2011 tarihleri arasında Erzurum,<br />
Erzincan, Bayburt illerinde kapsamında toplam 32 ilçe ve bu ilçelere bağlı köylerde<br />
18 anketör tarafından gerçekleştirilmiştir.<br />
Bağımsız değişkenler ile operasyonelleştirilmiş olan değerlerin anlamlılık ilişkisi<br />
ölçülmüştür. Verilerin analizleri SPSS 18 programı kullanılarak yapılmıştır. Bu<br />
programda frekans, karşılaştırma ve korelasyon analizleri yapılmıştır.<br />
Örneklemin illere göre dağılımında illerin evren içinde kapsadığı oran dikkate<br />
alınmıştır. Tablo 1’de görüldüğü üzere ankete katılan kişilerden % 72,2’si yani 840<br />
kişi Erzurum, %20,7’si yani 241 kişi Erzincan ve % 7,1’i yani 82 kişi Bayburt<br />
illerinden olmak üzere toplam 1163 anket uygulanmıştır.<br />
56
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
3.1. Örneklemin Genel Özellikleri<br />
Bölgede yapılan survey çalışmasında örneklem kapsamına girenlerin genel<br />
özelliklerinin şu şekilde olduğu ortaya çıkmıştır<br />
1- Katılımcılar daha ziyade köy doğumlu,<br />
2- Katılımcılar 18-31 yaş aralığında yoğunlaşmakta,<br />
3- Örneklem daha ziyade evli,<br />
4- Evli katılımcıların eşleri yarı oranla akrabaları değil,<br />
5- Evli olanlar genellikle görücü usulü ile evlenmiş,<br />
6- Çoğunlukla düzenli gelirleri yok,<br />
7- Çoğunlukla sürekli işleri yok,<br />
8- Çekirdek aile yapısı hâkim,<br />
9- Oturdukları evlerin sahibidirler,<br />
10- Ancak çoğunlukla arabaları yoktur,<br />
11- Yarıya yakını internet erişimine sahip,<br />
12- İnternette en fazla sosyal paylaşım sitelerini ziyaret etmektedirler,<br />
13- Çoğunlukla göç etmemiş yerli insanlardır,<br />
14- Göç etmiş olanlar ise genellikle köyden daha büyük yerleşim yerlerine ekonomik<br />
nedenlerle göç etmiş,<br />
15- Yaşadıkları köy ve mahallenin dışına çıkan insanlardır, kapalı yaşamayanlardır,<br />
16- Dışarı çıkma nedenleri iş ve tatil,<br />
17- Bulundukları yerin sağlık imkânlarının geliştirilmesine önem vermektedirler.<br />
Görüldüğü üzere, henüz köy kökenli, genç, evli, düzensiz ekonomik yaşama sahip,<br />
çağdaş iletişim teknolojilerini kullanabilen, dışa açık, çekirdek aile içinde yaşayan,<br />
geleneksel yollarla evlenmiş olan bir örneklem kitlesine sahibiz. Bu özelliklere sahip<br />
olan örneklemin araştırma sonucunda elde edilen geleneksel-modern değer<br />
eğilimlerinden bir kısmı ele alınacaktır.<br />
3.1.1.Geleneksel-Modern Değer Örüntüleri<br />
Parsons’ın 5 li dikotomik örüntüleri referans alınarak oluşturulmuştur. Buna göre daha<br />
bireysel ve evrensele yönelimli olmak modern, daha yerel ve kana dayalı ilişkileri<br />
gütmek ise geleneksel değer yönelimine işaret etmektedir. Bu itibarla aşağıdaki<br />
sonuçlar elde edilmiştir:<br />
1- Katılımcılar % 93.5 oranında en çok ailelerinin adını önemsemektedir. Katılımcılar<br />
%83.6 oranında en çok kişisel üretim ve başarılarına değer vermektedirler, burada<br />
birbirine zıt olarak konumlanan ailenin adı ve kişisel başarı odaklı olma arasında<br />
%10’luk bir mesafe dikkati çekmektedir. Katılımcılar geleneksel-moden değer<br />
scalasının bu boyutunda geleneksel olana daha yatkındır ancak aradaki mesafe çok<br />
uzun değildir. Bu hassa dikotomilerin her iki ucu için de kendini göstermektedir.<br />
Böylece bölge insanının geleneksele yatkın olsa da modern olandan çok da uzak<br />
düşmediği söylenebilir.<br />
2- Katılımcıların %66.9’u çevresindeki herkese aile üyesi muamelesi yaparken<br />
%55.2’si sadece kendi aile bireylerine aileden biri gibi davranmaktadır. Burada da<br />
birbirine zıt iki uçta konumlanan rollerde uzmanlaşma ve yaygınlık örüntüsü itibariyle<br />
veriler yorumlandığında yukarıda olduğu gibi geleneksel-modern değerler arasında<br />
57
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
%10’luk bir mesafe dikkati çekmektedir ancak bu kez ibre modern olana daha<br />
yakındır. Yani bireyler sadece kendi aile üyelerini kendi aile üyesi olarak görüp ona<br />
göre sosyal rolünü ifa etmektedir. Bu modern değer örüntüsü Türk toplumunda<br />
genelde görülen “bencilleşme” ve sosyal olarak “kendi içine kapanma” eğilimi ile<br />
paralellik göstermektedir.<br />
3- Katılımcıların %88.0’ı sadece işinin başarısına odaklanırken %84.6’sı işlerini<br />
yaparken başarıdan ziyade aile ve hemşerilerinin çıkarına hizmet etmeyi uygun<br />
görmektedir. Bu da bize bölge insanının işlerinde profesyonelliğin gerektirdiği<br />
bağımsızlaşmayı %4’lük oranda daha fazla tercih ettiğini göstermektedir.<br />
4- Katılımcıların %85.2’si kişisel başarıdan ziyade toplumsal değerlerine önem<br />
vermektedir. Bu da katılımcıların henüz iş ve başarı odaklı olamadıklarına işaret<br />
etmektedir. Bölge insanı ekonomik ve profesyonel hayatlarında toplumun diğer değer<br />
ve kurumlarından sıyrılamamaktadır. İleride bu özelliğin değişik örneklerine de<br />
rastlayacağız. Azgelişmiş ülkelerde toplumsal kurumlar kendi içinde uzmanlaşarak<br />
birbirinden kopuk değil iç içedir. Bu da yeri geldiğinde gelişme ve kalkınma<br />
politikalarını olumsuz etkileyebilmektedir. Aynı şekilde bu tür ülkelerde bireyin<br />
toplum nazarındaki itibarı, saygınlığı her şeyden değerli olabilmektedir. Aynı<br />
zamanda katılımcıların % 63.4’ü kişisel başarıyı ötelemektedir ki bu da yukardaki<br />
yorumla paraleldir.<br />
5- Katılımcıların %92.6’sı insanlığa hizmet etmeyi öncelediğini belirtmektedir. Buna<br />
mukabil %93.6’sı aileye ve kendi milletine hizmeti öncelemektedir. Bu da bize<br />
geleneksel-modern değer skalasında sadece %1’lik farkla bölge insanının yerel olana<br />
hizmet etmeyi arzu ettiğini göstermektedir.<br />
Sonuç olarak geleneksel-modern değerler ekseninde bölge insanının iki uç değer<br />
skalası arasında uçurum sergilemediği dikkat çekmektedir. Ancak küçük farklarla da<br />
olsa geleneksel değerlere itibar etmektedirler.<br />
3.1.2. Aileiçi İşbölümü ve Kadına Bakış<br />
Bu kısımda aile içi rol dağılımı itibariyle katılımcıların eğilimleri yorumlanmaya<br />
çalışılacaktır.<br />
1- Katılımcıların %81.1’i annenin vazifesini babaya ve çocuklara hizmetle sınırlı<br />
görmektedir. Buna mukabil ailenin her üyesinin evde kendi işini yapması gerektiğini<br />
düşünen daha demokratik eğilimli görüş belirtenlerin oranı ise %731.3’tür. Şimdi<br />
yukarıda belirttiğimiz gibi bölge insanı geleneksel-modern değerler scalasında<br />
uçurum arz etmez ancak ortalama %10 oranında geleneksel değerlere doğru bir kayış<br />
söz konusudur.<br />
2- Katılımcıların %88.1’i babayı ailenin geçiminden sorumlu görmektedir,<br />
3- Katılımcıların %81.7’si tüm aile bireylerini ailenin geçiminden sorumlu<br />
görmektedir. Kırsal bölgelerde tarımsal üretim sürecinde tüm aile üyelerinin aktif<br />
olduğunu düşünürsek bu sonuç şaşırtıcı değildir.<br />
58
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
4- Katılımcıların %76.8’i anneyi %85.4’ü babayı evin ve ailenin direği saymaktadır.<br />
Babaya verilen bu önem farkı ataerkil aile ilişkileri anlamlıdır. Ayrıca katılımcılar<br />
%94.8 oranında babaya ailenin koruyucusu rolünü yüklemektedir.<br />
5- Katılımcıların % 86.5’i çocukların ebeveyne kesin itaat ile vazifeli olduğu<br />
görüşünü paylaşmaktadır. Bu da bizim kültürümüzün insanlar arası ilişkilerinin temel<br />
kuralı olan otorite-itaat zinciri ile uyumludur.<br />
6- Katılımcıların %63.6’sı çocukların aileye ekonomik katkısı olması gerektiğini<br />
düşünmektedir. Kırsal bölgede ailenin tüm üyelerinin üretime katkıda bulunması<br />
gerekliliği bu sonuçta etkilidir. Şehir ve ilçe merkezlerinde ise sokakta çalışan çocuk<br />
sayısının dikkat çekmesi de bu sonuçla paraleldir. Bununla birlikte katılımcıların<br />
%79.3’ü çocukların eğitimine de önem vermektedir.<br />
3.1.3.Ekonomik İlişkiler ve Değerler<br />
Bu kısımda ekonomik ilişkiler, üretim ve tüketim davranışları ile toplumsal değerler<br />
arasındaki ilişki görülmeye çalışılmıştır. Ve fark edilmiştir ki azgelişmiş ülkelerde<br />
olduğu gibi toplumsal kurumlar bağımsız değil üst yapısal kurumsal değerler ile<br />
ekonomik kurum iç içedir.<br />
1- Katılımcıların % 84.8’i bilgi ile konforlu yaşam arasında bağ kurmaktadır. Bu da<br />
bize göstermektedir ki, bölge insanı bilgisel gelişimi konforlu yaşam tarzı için<br />
önemsemekte ve yeni bilgileri de bu doğrultuda açıklanırsa benimseme kapasitesine<br />
sahiptir. Bilgi aynı zamanda kötülükle mücadele aracı olarak da kabul edilmektedir.<br />
2- Katılımcıların % 75.1’i günlük ihtiyacından fazlasını üretmeyi günah<br />
saymamaktadır. Bu da bizim için gelişim ve kalkınma stratejileri itibariyle önemlidir.<br />
Bölge insanı günlük tüketimini karşılıycak kadar üretimi uygun gören olan geçimlik<br />
ekonomiden uzaklaşmış bir zihniyete sahiptir. Pazar ekonomisine uyumlu bir<br />
algılamaya sahiptir.<br />
3- Katılımcıların %88.8’i ise ihtiyacından fazlasını tüketmeyi günah saymaktadır.<br />
Tüketimin dinle sınırlandırılması, dinin bir sosyal ahlak misyonu taşıması ve<br />
toplumsal huzur için paylaşımı tavsiye etmesi sosyolojik literatürde yer almaktadır.<br />
Bölge halkının da tüketim üzerinde bu dinsel sınırlamaları taşıdığı anlaşılmaktadır.<br />
4- Katılımcıların %84.9’u daha fazla para kazanmaya olumlu bakmaktadır. Ancak<br />
%96.6’sı paranın helalini istemektedir. %97.6’sı para kazanmanın şerefli yollardan<br />
olması gereğini bildirmektedir. Bu da ekonomik faaliyet üzerinde dinin etkisini bize<br />
vermektedir.<br />
5- Katılımcıların %61’i çocuklarının daha iyi bir yaşama kavuşması için büyük<br />
şehirlere göç etmeyi arzulamaktadır. Bölge insanı gelişmiş bir yaşam tarzı için kendi<br />
yöresini geliştirmeyi değil göç etmeyi tercih etmektedir. Katılımcılar aynı zamanda<br />
%94.8 oranında çocuklarının daha iyi yaşamaları için eğitimi şart görmektedir. Türk<br />
toplumun statü toplumu yani toplumsal saygınlığa önem veren bir toplum olduğu<br />
düşünüldüğünde para ile değil eğitim ile statü sahibi olma arzuları anlaşılır bir haldir.<br />
59
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Nitekim katılımcılar çoğunlukla mülk sahibi olmak ile “efendi” olmak arasında bağ<br />
kurmamaktadır. Bununla birlikte parasız bir hayatın da mümkün olmadığının farkında<br />
olacak kadar reel bir duruşa sahiptirler.<br />
3.1.4.Yaş Değer ve Tutumlar<br />
Analiz sonuçlarında görülmüştür ki geleneksel ya da modern olsun tüm değer ve<br />
eğilimler yaşla beraber artış göstermektedir. Beklenen sonuç yaş artışı ile geleneksel<br />
değerlere katılımın artacağı şeklindeydi ancak sonuçlar bizi farklı yorumlara<br />
götürmüştür. Öncelikle 46-52 ve 53+ yaş aralığı Türk modernleşmesinin sentezci<br />
yapısını yansıtmaktadır. Türk modernleşmesi pek çok azgelişmiş ülke ya da geç<br />
modernleşen ülkelerde olduğu gibi geleneksel değerlerden tümden bir kopuş<br />
yaşamamaktadır. Bununla beraber söz konusu yaş aralıklarından daha genç yaş<br />
gruplarının geleneksel değerlerden ciddi kopuş sergilememesi, ülkemizdeki son on<br />
beş yirmi yıldır yaşanan muhafazakârlaşmanın bir sonucu olarak<br />
değerlendirilmektedir. Yaş arttıkça geleneksel ve moderne açıklığın birlikte<br />
görülmesi yaşlı grupların Türk modernleşmesini temsil etmesinden kaynaklıdır. Buna<br />
göre;<br />
1- 52+ yaş aralığı ailenin adına daha fazla önem verdiği gibi modern bir değer olan<br />
kişisel başarıyı da önemsemektedir.<br />
2- 53+ yaş aralığı daha fazla sosyal rollerinde yaygınlaşma eğilimi taşımaktadır. Aynı<br />
şekilde aile üyesi rolünü de daha fazla önemsemektedir.<br />
3- 46-52 yaş aralığı daha fazla işin başarısına odaklanmaktadır. Aynı zamanda bu yaş<br />
aralığı insanlığa hizmeti önemsemektedir.<br />
4- 53+ yaş aralığı daha fazla toplumsal değerlerini önemsemekte ve daha fazla<br />
hemşerilerinin çıkarını öncelemektedir. Kişisel çıkarını ötelemektedir.<br />
5- 32-38 yaş aralığı daha fazla lokal-biz grubunu önemsemektedir. Çocuklarının daha,<br />
iyi eğitim almaları için büyük şehre göçü istemektedir.<br />
6- 53+ daha fazla anneyi ailenin hizmetlisi olarak görmektedir. Babayı ise geçim aracı<br />
olarak nitelemektedir. 53+ yaş aralığı daha fazla tüm aile üyelerini evin geçiminden<br />
sorumlu görmekte, anneyi evin direği satmakta, babayı koruyucu görmekte, evde<br />
herkesin kendi işini yapmasını istemekte, çocukların evin geçimine katkı yapmasını<br />
istemekte, bilgi ile konforlu yaşam arasında ilişki görmekte, fazla üretimi ve tüketimi<br />
günah saymakta, dünyanın düzeninin değişmeyeceğine inanmakta, paranın helalini<br />
istemekte ve paradan ziyade onura önem vermektedir.<br />
7- 46-52 yaş aralığında olanlar daha fazla itaatkar çocuk istemekte ve bireysel<br />
yeteneklere önem vermektedir.<br />
8- 53+ insanın her yerde aynı olduğuna inanmaktadır. Aileye, dine ve devlete önem<br />
vermektedir.<br />
9- 53+ en fazla parasız hiçbir şeyin olmayacağına inanmaktadır. Aynı zamanda hukuk<br />
ve düzen arasında en fazla bağ kurmaktadır. Eğitimle toplumların ilerleyeceğini<br />
düşünmektedir. Mülk sahipliği ile efendilik arasında bağ kurmaktadır.<br />
10- 53+ en fazla bilinmeyenden korkmaktadır. Sadece kendi kanından olandan<br />
korkmaktadır. İnsanoğlunun hamurunda kötülük olduğuna inanmaktadır.<br />
11- 39-45 yaş aralığı yeniliklere şüpheyle bakmaktadır.<br />
60
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
12- 46-52 yaş aralığı en fazla insanın doğuştan masum olduğuna inanmaktadır. En<br />
fazla onlara göre, insan sonradan kötü olmaktadır.<br />
13- 53+ en fazla büyük ve kalabalık yerlerden korkmaktadır. Ülkenin geleceğinden<br />
endişelidir.<br />
14- En fazla 46-52 yaş aralığı dünyanın geleceğinden endişelidir. Ve militaristtir.<br />
15- En fazla 46-52 ve 39-45 yaş aralıklarından olanlar bilgiyi kötülükle mücadele<br />
aracı olarak görmektedir.<br />
Görüldüğü üzere, yaş önemli bir bağımsız değişkendir. Ancak yaşın doğrusal artışı ile<br />
geleneksele doğrusal katılım oranları olduğunu söylemek mümkün değildir. Ya da<br />
tam tersi yaşın doğrusal azalışı ile modern değerlere katılım arasında doğrusal katılım<br />
olduğunu söylemek de mümkün değildir.<br />
3.1.5.Eğitim ve Değerler ve Tutumlar<br />
Burada eğitimin aldığı değişkenliğin değer ve tutumları nasıl etkilediği analiz<br />
edilecektir. Buna göre;<br />
1- En fazla okur-yazar olmayan ailenin adına önem vermektedir.<br />
2- En fazla okur-yazar olan sosyal rollerinde yaygındır. Bunun tam tersi yanı zamanda<br />
sadece aile fertlerine aile bireyi rolünü gerçekleştirmektedir.<br />
3- En fazla ilkokul mezunu olan işin başarısına odaklanmaktadır. Lokal-biz grubunun<br />
çıkarını önemsemektedir. Toplumsal değerlerini önemsemektedir. Kişisel çıkarını<br />
ötelemektedir.<br />
4- En fazla okur-yazar olmayan lokal-biz grubuna hizmeti öne çıkarmaktadır. Anneyi<br />
evin hizmetlisi gibi görmektedir. Babayı evin geçim aracı olarak kabul etmektedir.<br />
5- En fazla ortaokul mezunu olan babayı evin direği olarak kabul etmektedir.<br />
6- En fazla okur-yazar olan babayı evin koruyucusu olarak kabul etmektedir.<br />
7- En fazla okur -yazar olmayan çocukların ebeveyne itaatkâr olmasını istemektedir.<br />
8- En fazla ilkokul mezunu olan çocukların evin geçimine katkı sağlamasını<br />
istemektedir.<br />
9- En fazla okur-yazar olan evde herkesin kendi işini kendisinin yapmasını<br />
istemektedir.<br />
10- En fazla ortaokul mezunu olan çocukların sadece kendi eğitimleri ile meşgul<br />
olmalarını istemektedir. Bilgi ile konforlu yaşam arasında bağ kurmaktadır.<br />
11- En fazla okur-yazar olamayan para ile rahat yaşam arasında bağ kurmaktadır.<br />
12- En fazla okur-yazar olmayan fazla üretmeyi ve tüketmeyi günah saymaktadır.<br />
13- En fazla okur-yazar olan çocuklarının eğitimi için büyük kente göç etmek<br />
istemektedir.<br />
14- En fazla okur-yazar olmayan dünyanın düzeninin değişmeyeceğine inanmaktadır.<br />
15- En fazla ilkokul mezunu olan helal para kazanmak istemektedir.<br />
16- En fazla okur-yazar olan insanın her yerde aynı olduğuna inanmaktadır.<br />
17- En fazla ilkokul mezunu olan çocuklarının daha iyi eğitim almalarını istemektedir.<br />
18- En fazla okur-yazar olmayan toplumda temel kurum olarak dini görmektedir.<br />
19- En fazla ilkokul mezunu olan devleti temel kurum saymaktadır.<br />
20- En fazla okur-yazar olmayan parasız hiçbir şeyin olmayacağına inanmaktadır.<br />
21- En fazla okur-yazar olan devlet ve dini ikiz görmektedir.<br />
22- En fazla okur-yazar olmayan mülk ile efendilik arasında bağ kurmaktadır.<br />
61
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
23- En fazla ilkokul mezunu olan bilmediğinden korkmaktadır.<br />
24- En fazla okur-yazar olmayan kanından başkasına güvenmemektedir. İnsanın<br />
hamurunda kötülük olduğuna inanmaktadır. Büyük ve kalabalık yerlerden<br />
korkmaktadır.<br />
25- En fazla üniversite mezunu olan ülkenin geleceğinden endişelidir. Görüldüğü<br />
üzere eğitim değişkeni en güçlü değişkendir. Eğitim seviyesinin en altlarında yer<br />
alanların daha geleneksel olmakla beraber moderne de eğilimli oldukları<br />
anlaşılmaktadır.<br />
4. SONUÇ<br />
Amerikalı modern sosyolog Parsons’ın geliştirdiği beşli dikotomik örüntü<br />
değişkenleri referans alınarak bölge insanının geleneksel-modern değerler ekseninde<br />
nerede olduğunu tespit etmeye çalıştığımız bu araştırma projesinde görülmüştür ki,<br />
bölge insanı Türk modernleşmesinin tipik niteliği olan geleneksel modern sentezci bir<br />
eğilime sahiptir. Parsons’ın geliştirdiği tablo bireysel-evrensel modern ile yerelkollektivite-geleneksel<br />
uç değerleri sıralamaktadır. İnsanların yerelden evrensele nasıl<br />
hareket ettiğine odaklanmaktadır Bununla birlikte Parsons’ın kendisi de bu örüntü<br />
değişkenlerinin aynı toplumda birlikte de bulunabileceğini belirtmektedir. Elde edilen<br />
sonuçlar, bölge insanı bu ikili tabloda gelenekseli yaşasa da modern olana da eğilim<br />
göstermektedir. Buna göre, bölgede uygulanacak kalkınma projelerinde insanların<br />
geleneksel oldukları ancak moderne de açık oldukları bilinerek hareket edilmelidir.<br />
Burada uygulayıcılara büyük vazife düşmektedir. Öncelikle kırsal bölge halkı ile<br />
iletişim kurabilmek önemlidir. Gelenekselden moderne yönelik olan yöre halkının<br />
modernleşme eğilimi geliştirilirken geleneksel değerleri de rencide edilmemelidir. Ele<br />
aldığımız hiçbir bağımsız değişken geleneksel-modern arasında keskin bir uçuruma<br />
yol açmasa dahi köy doğumlu olmanın geleneksele yatkınlık ile ilişkisinin kuvvetli<br />
olduğu görülmüştür. Bununla birlikte eğitim değişkeni en etkili değişkendir. Meslek<br />
ve aylık gelirin ise en az etkili oldukları görülmüştür. Türk toplumunun sınıflı yapı<br />
sergilememesinin bunda etkili olduğu düşünülmektedir. Yaş ve medeni hal arasında<br />
da uyumlu sonuçlar dikkat çekmiştir. En yaşlı grup aynı zamanda dul olma olasılığı<br />
en yüksek olan dul grup ile çakışmıştır. Buna göre 53+ ve dul olanların gelenekselmodern<br />
sentezci değer yönelimi klasik Türk modernleşmesini yansıtmaktadır.<br />
Eğitim seviyesinin artması ve yaşın daha gençleşmesi ile modern eğilimlerin artacağı<br />
gibi bir beklenti gerçekleşmemiştir. Bunda etkili olanın son 15-20 yıldaki Türkiye’de<br />
görülen genel muhafazakârlaşmadan en çok eğitimli ve gençlerin etkilenme<br />
olasılığının yüksekliği olduğu düşünülmektedir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Bock, K., (1997), “İlerleme, Gelişme Ve Evrim Kuramları” Çev. A. Uğur, 2. Baskı,<br />
Edt., T. Bottomore,<br />
R. Nisbet, 51-92.<br />
Heper, M., (1973), Modernleşme Ve Bürokrasi Karşılaştırmalı Kamu Yönetimine<br />
Giriş, Ankara, Türk Sosyal Bilimler Derneği Yay.<br />
Hoogwelt, A. M. M., (1978), The Sociolojy Of Developing Societies, London,<br />
Macmillan Press.<br />
62
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kongar, E., (1972), Toplumsal Değişme Kuramlar-Kavramlar, Ankara, Bilgiyay.<br />
Parsons, T., (1951), The Socıal System, Routledge, London.<br />
63
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Nasıl Bir Kalkınma?<br />
Fuat ERCAN *<br />
Teşekkürler böyle bir toplantı, böyle bir oturum organize edildiği için çünkü<br />
Türkiye’nin herhalde en önemli gündem maddelerinden birisi kalkınma, girişme,<br />
ilerleme ama bu kalkınma, girişme, ilerleme nasıl olacak sorusu çok önem kazanıyor.<br />
Uzaklardan geldiğiniz için birkaç şey söylemek istiyorum. Dünkü oturumlarda<br />
kalkınma ile ilgili analizler yapılırken çok önemli bir çerçeve sorunu vardı aslında.<br />
Kalkınma ama nasıl kalkınma? Ne için kalkınma? Neye bakacağız, acaba maddi<br />
kalkınma mı manevi kalkınma mı? Ama dün Azerbaycan’dan bir hocamız çok güzel<br />
bir şey söyledi, dedi ki: “Kalkınma kavramı zamanla ilgili, gerçekten de kalkınma<br />
kavramı bir mühendis mantığıyla sadece yapılacak şeyler olarak görmek yerine belirli<br />
bir zamanda açığa çıktığını vurgulamamız gerekiyor.” O da hangi zaman? Üç tane<br />
değişken üzerine geliyor kalkınma kavramı. 17. ve 18. yy da dünyanın belirli bir<br />
mekânında belirli bir zamanında ilerleme, gelişme diye üç değişkenin üzerine<br />
gelişiyor.<br />
Birincisi sanayileşme kavramı, çok önemli. Şimdi bu kitapçığa bakarken ilginç bir<br />
şekilde kalkınma derken kitapçıkta sanayileşme ile ilgili 2-3 tane sunuş var. Birazdan,<br />
bunu birazcık daha konuşacağız. Sanayileşme kavramı, kalkınma dediğinizde<br />
sanayileşme kavramını katmadan eksik kalıyor. Sanayileşme de insanlık tarihinde<br />
önemli bir şeyi ifade ediyor, o da şu; eskiden Âşık Veysel’in söylediği gibi “Bir<br />
verdim, bin verdi. Benim sadık yârim kara topraktır.” Binlerce yıl özellikle<br />
Anadolu’da başlayan insanlığın ihtiyaçlarını giderme tarzı tarımsal faaliyetle<br />
gerçekleşiyordu. Fakat insanlık tarihinin belirli bir döneminde, insanlar doğadan<br />
çekip aldığı, biz iktisatçılar ne yazık hammadde diyeceğiz, hammadde üzerine yeni<br />
bir şeyle, neyle makine ile işlem yaparak, neyle emek gücüyle, yani insanlar kendi<br />
emek güçlerini katarak ihtiyaçlarını giderme tarzı. Yani sanayileşme kavramı<br />
insanların, biz iktisatçıların uğraştığı üretim, tüketim, bölüşüm ilişkilerini dönüştüren<br />
bir şey çünkü ihtiyaçlarımız artık doğadan elde ettiğimiz hammadde üzerine işlem<br />
yaparak, hammaddeyi dönüştürerek gideriyoruz. Demek ki bir sanayileşme kavramı<br />
düşünmemiz lazım.<br />
İkincisi, genellikle Türkiye, Hindistan ve Güney Afrika gibi ülkelerde göz ardı edilen<br />
bir şey var kalkınma dediğimizde mutlaka sermaye birikiminden bahsetmemiz<br />
gerekiyor. Kalkınma dediğimizde demin bahsettiğimiz doğadan hammadde<br />
alacaksınız, emek gücü yaratacaksınız ve makinelerle ihtiyacınızı giderecek şeyler<br />
yapacaksınız. Kim yapacak? Bu üretim faktörlerini bir araya getirecek girişimci, yani<br />
gündelik dilde patron, yani işveren. Demek ki aslında kalkınma dediğimiz de<br />
paketlenmiş bir kavram olarak, sermaye birikimi, kapitalizm, girişimden<br />
bahsettiğimizde çok paketlenmiş bir şeyden bahsediyorsunuz.<br />
Kalkınma ifadesi kapitalizmle eş zamanlı kullanılması gerekiyor. Girişimci demek<br />
her köşede milyoner yaratacaksanız, her köşede aynı zamanda ne yaratmak<br />
*<br />
Prof. Dr., Marmara Üniversitesi<br />
64
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
zorundasınız? Üretim faaliyetinde bulunan çalışanları yaratacaksınız. Hammaddeyi<br />
yaratacaksınız. Demek ki, kalkınma dediğimizde kapitalizm kavramından bağımsız<br />
bir ifade kullanamazsınız. Dünkü toplantıda daha çok maddi kalkınma, manevi<br />
kalkınma deniyordu. Manevi kalkınma bir dönem Türkiye’de 68’lerde ifade edilen<br />
bir kavram. Necmettin Erbakan’ın dile getirdiği “Sadece maddi kalkınma olmaz,<br />
manevi kalkınma da gerekiyor.” Ama manevi kalkınmayı da dünden beri bugün de<br />
paralel oturumda bir kalkınma şeyi var, kalkınmanın da dinsel yönleri var ama<br />
kapitalizmi ifade etmeden bir manevi kalkınma kavramı da çok eksik ve yetersiz<br />
olacaktır. Kendi kendimizi görmemek olacaktır. Çünkü kalkınma kapitalizmle<br />
birlikte açığa çıkan bir şey. Alternatifini düşünüyorsanız kapitalizmi de eleştirmek,<br />
gündeminize almak gerekiyor.<br />
Üçüncüsü, kalkınmadan bahsediyorsak, üçüncü kavramda dünyanın belirli<br />
bölgesinde açığa çıkan ilerleme, gelişme fikriyle ulus devlet kavramı. Demek ki, 17.<br />
ve 18. yy da dünyanın belirli mekânında açığa çıkan sanayileşme, kapitalizm ve ulus<br />
devletin birlikteliğinde bir değişim gündeme geliyor ve sadece kendi bulunduğu<br />
mekânda değil, kapitalist sanayileşmenin önemli bir mantığı var, ulus devletle birlikte<br />
yavaş yavaş diğer mekânlara, diğer bölgelere saçılıyor.<br />
Peki, kalkınma ne zaman gündeme geliyor? Kalkınmanın, ilerleme, gelişme fikrinden<br />
farklı olarak açığa çıkışı 1950’lerdir. Bir alt disiplin olarak açığa çıkıyor. Genç<br />
kapitalist yaşamı, az gelişen, geri kalmış geleneksel diye ifade edilen bir dizi ülkede<br />
ki dünyanın neredeyse 3/4’ü bundan fazla ülkeler, bu ülkeler nasıl tarımdan sanayiye,<br />
nasıl gelenekten moderne geçer diye çok genel bir düşünce tarzı gündeme getiriyor.<br />
Kalkınma fikri 50’lerden itibaren özellikle ABD’nin egemenlik, yeniden dünya<br />
düzeni inşasıyla birlikte iktisadın bir alt disiplini olarak kalkınma iktisadı,<br />
sosyolojinin bir alt disiplini olarak gelişme sosyolojisi, siyaset biliminin bir alt<br />
disiplini olarak jeopolitik dediğimiz alan gündeme geliyor.<br />
Fakat kalkınma ile ilgili analiz yaptığımızda, kalkınmanın olduğu dünyanın her<br />
bölgesinde bölgesel eşitsizlikler gündeme geliyor. İlginçtir, İspanya’da, Fransa’da,<br />
Amerika’da, İngiltere’de bölgesel eşitsizlikler vardır çünkü kalkınmada sermaye<br />
birikimi belirli bir mekânda yoğunlaşıyor. O mekânda girişimci hammaddeyi,<br />
kaynakları o mekâna yoğunlaştırdığı için diğer mekânlar ne yapıyor eşitsiz gelişme<br />
dediğimiz bir olayla karşılaşıyor. Fakat 1960’lardan itibaren özellikle bizim gibi<br />
ülkelerde, kalkınmada öncelikli bölgeler diye, kalkınma ya da sanayileşme ile<br />
kapitalizmin yarattığı eşitsizliği gidermek için bölgesel kalkınma kavramı gündeme<br />
getiriliyor. Bölgesel kalkınma kavramı daha önce kalkınmada öncelikli bölgeler diye<br />
ulus devletin eşitsizliği azaltacak müdahaleleri üzerinden tanımlanırken, 1990’larda<br />
bölgesel kalkınmada yeni bir aşamaya gidiliyor. Mesela geçenlerde Brezilya’daydık.<br />
Brezilya’da bu konuşuluyor, Güney Afrika’da bu konuşuluyor.<br />
Artık yeni bir dönem açılıyor, o da sanayileşmenin, sermaye birikiminin daha önce<br />
geri kalmış bölgelerde de aktif hale getirilmesi, bu artık geri kalmış bölgelerdeki<br />
eşitsiz gelişmeyi değil orada sermaye birikimi sağlayacak düzeneklerin<br />
oluşturulması.<br />
65
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Türkiye gerçekten son dönemde bu yönde önemli atılımlarda, bu atılımlardan en<br />
önemlisi kalkınma ajansları. Türkiye pratiğinde çok tartışıldı kalkınma ajansları, ben<br />
DOKAP’a gittim, GAP’ın hemen hemen bütün toplantılarına katıldım. Daha önce<br />
bölgesel kalkınma o bölgedeki eşitsizliği gidermeye yönelirken şimdi o bölgede<br />
girişimci yaratma, o bölgedeki kaynakları aktif hale getirme, o bölgenin olanaklarını<br />
hızla birikim sürecine, açık söyleyelim kapitalist birikim sürecine eklenmeyi<br />
gündeme getiriyor. Bu anlamda ki kalkınma Türkiye’nin kentlerinde çok tartışıldı.<br />
Acaba kalkınma bölgesel kalkınma mı olsun, kalkınma ajansı mı olsun yani ulus<br />
devlet doğrudan müdahale etsin mi yoksa girişimcilerin kendi arasında bir şey olsun<br />
mu ama Türkiye pratiğinde bölgesel kalkınma ajansından bölgesel kavramlar çıktı.<br />
Çünkü Afrika’da, Latin Amerika’da var olan bölgesel kalkınma ajansı uygun değildi,<br />
kalkınma ajansına dönüştü.<br />
Kalkınma ajanslarının önemli şeyi o bölgedeki kaynakları mobilize ederek, birikim<br />
sürecine, sanayileşmeye, kalkınmaya yönlendirmektir. Ama Türkiye gibi ülkelerde<br />
ki Rio de Janeiro’da yeni bir toplantıya katıldım, olumsuz olan bir şey var ki bölgenin<br />
kaynaklarını harekete geçirirken iki tane değişken; birincisi bölge insanlarının<br />
düşünce ve sözlerininde katılım hakkının gündeme getirilmesi gerekiyor. İkincisi<br />
kalkınma, birikim gibi bir idealize edilmiş mutlaklaştırılmış bir dil üzerine<br />
kurulduğunda o bölgenin sahip olduğu doğal kaynaklar, turizm olanakları, alt yapı<br />
yatırımları ve insanları hızla sürecin içinde tahrip edilmeye başlıyor. O yüzden<br />
bölgesel kalkınma, bu günlerde çok tartışılan, iki şeyi birlikte gündeme getiriyor.<br />
Bölgesel kalkınma, bölgenin doğal kaynaklarını, kültürel yapısını tahrip mi edecek<br />
yani Keynes’in ifade ettiği inanılmaz birikim hırsıyla bu insanın içindeki hayvansal<br />
güdüleri açığa çıkarıp doğayı, yer altı ve yer üstü kaynakları tahrip mi edecek?<br />
Türkiye’de bu çok hızlı gerçekleşiyor, yer altı suları mı dersiniz, madenler mi dersiniz<br />
hızla kalkınma adına kısa sürede tüketilecek bir hammaddeye dönüştürülüyor. Yoksa<br />
kalkınma bölgenin ihtiyaçları ile birlikte bir dinamik hal mi alacak? Bence bugün<br />
Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri. Bir akademisyen olarak 27-28 yıldır<br />
kalkınma çalışıyorum, ısrarla hemen kalkınmalıyız, güçlenmeliyiz ifadesi<br />
kullanıldığı her yerde ama nasıl kalkın malıyız? Hammaddeyi, doğal kaynakları,<br />
tarihi-kültürel dokumuzu bozmadan eğer biraz geçmişten gelen şeylere saygımız<br />
varsa, doğaya o yapıyı bozmadan bölgenin ihtiyaçlarının nasıl karşılanması sorusunu<br />
sormayı bir etik sorun olarak gündeme getirmek istiyorum.<br />
Çok uzattım şimdi esas bu konuda çalışan, bu konunun uzmanı hocalarımız bize bu<br />
konuda daha detaylı bilgi verecek.<br />
66
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Medeniyetler İttifakı ve Farkı<br />
İlhami GÜLER *<br />
Önce medeniyet tanımına ilişkin bazı hususlara değinmek istiyorum. Kavramın çok<br />
netameli ve tartışmalı olduğunu herkes biliyor. Ben, ‘ittifak’tan daha ziyade<br />
‘kimliksel hal’in kavram için daha temel ve belirleyici olduğunu düşünüyorum. Bu<br />
durum, tarihsel olarak ittifakı olmasa da kültürel alışverişi dışlamaz. Medeniyetler,<br />
Molla Sadranın geliştirdiği “Hareket-i Cevher: Hareketli Özcülüğün” iyi bir örneği<br />
olarak hem bir ‘kim’liğe sahiptirler; hem de başka kültürlerden ve medeniyetlerden<br />
beslenirler. Kültür, Ruh, Prototip, Dünyagörüşü(weltenshung) Paradigma, Medeniyet<br />
vs. adı değişse de, epeyce sayıda düşünce/kültür ve medeniyet tarihçisinin üstünde<br />
oydaştığı belli sayıda totaliteler vardır. Bu totaliteler, demografik olarak birden çok<br />
etnisite ve dili aşıp geniş coğrafyalarda uzunluğu değişik tarihsel kesitlerde bir<br />
mayalanma/yapılanma yaratır. Bu totaliteler, toplumların oluşturduğu bilim, sanat,<br />
felsefe, iktisat, siyaset, ahlak vs. gibi alt kültür kümelerini bir bütünlük (harmoni,<br />
aşure, mozaik) içinde topladığı gibi; örneğin, ‘İslam Medeniyeti’ söz konusu<br />
olduğunda Emevî, Abbasî, Endülüs, Selçuklu, Osmanlı gibi tarihsel/siyasal gövdeleri<br />
de toplar ve ortak payda olarak hepsini keser. Bu, Necip Fazıl’ın bir şirinde “Bende<br />
bir şey vardı/ her şeyi tutan bir şey” dediği şeydir. Sonra da bu “ruh”un, etkisi altına<br />
girdiğimiz Batı “medeniyet”inden farklılığını şöyle dile getirir: “Utanırdı burnunu<br />
göstermekten babaannem/ kızımın gösterdiği kefen bezine mahrem.”<br />
Zuhurunun şiddetinden dolayı özünü göremediğimiz ve her yerde olduğu için de<br />
kitleler tarafından “olması gereken” olarak algılanan ve halen hegomonyasında<br />
bulunduğumuz Prometauscu, Seküler, Kahraman veya Duyumcul medeniyetin<br />
(Yunan/Roma ve 16. yüzyıl sonrası Avrupa) tarihsel bütünlüğü üzerine E. From şöyle<br />
der: ‘İçimize dikkatlice bakacak olursak, çevremizdeki insanların ve liderlerimizin<br />
davranışlarını inceleyecek olursak, iyi, güzel ve değerlinin neler olduğu konusundaki<br />
görüşlerimizin, o eski Yunan ve German kahramanlarıyla tıpatıp benzediğini<br />
görebiliriz. Avrupa ve Kuzey Amerika’nın tarihi –Hıristiyanlık dininin kabul edilmiş<br />
olmasına rağmen- zorbalıkların, fetihlerin ve açgözlülüklerin tarihidir. En yüce<br />
değerlerimizi, diğerlerinden güçlü olmak, başkalarını boyunduruk altına almak ve<br />
onları sömürmek olarak sıralamak mümkündür.’ (Erich Fromm, Sahip Olmak Ya da<br />
Olmak, çev. A. Arıtan, İstanbul 1990, s. 201). Fromm, Hıristiyanlığı (Schubar’ın<br />
tasnifinde ‘Mesihçi’, Sorokin’in tasnifinde ‘Düşünsel’) bu (Kahraman/Duyumcul)<br />
ruhtan fiili/tarihsel olarak olmasa da, kültürel olarak istisna ettiğine dikkat etmek<br />
gerek. Avrupa’nın Hıristiyanlık parantezini Nietzsche Yeni Ahit’e inananların<br />
Hiristiyanca yaşaması olarak görmez. Hırıstiyanca olmayan bir yaşam (Kahraman<br />
ruh, Nordik-German) onu onaylayıp güç aracı olarak kullanmıştır der. (Heıdegger,<br />
Tanrı Öldü Sözü, çev: L. Özşar. Bursa.2001. s.20) Kölelerin özgürlük ideolojisi olan<br />
Hrıstıyanlık, kendine Romayı örnek alıp örgütlenince ruhunu kaybetti.<br />
Derrida, Kahraman ruhu ‘Huzur Metafiziği’; Levinas ise, Ötekini inkar eden<br />
‘Ayniliğin Ontolojik Emperyalizmi’ olarak niteler(Eurocentrism). Unutmayalım ki,<br />
*<br />
Prof. Dr., Ankara Üniversitesi<br />
67
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
bu yüzyılın başlarında (Birinci Dünya savaşı) yapılan insan kıyımları da, İkinci<br />
Dünya savaşında yapılanlar da bu ruh veya bu ruhun ‘iğvasına’(ırkçılık,<br />
milliyetçilik)kapılanlar tarafından yapıldı. Ancak, Konfüçyanizm/Budizm’in<br />
‘Uyumlu’ ruhu, önce Komünizme, sonra da Kapitalizm’e ayartılmadan önce ve<br />
Hinduizm’in ‘Zahid’ insanları Kapitalizme ayartılmadan önce,<br />
‘Kahraman/Duyumcul’ insandan bambaşka halet-i ruhiyeye sahip idiler.<br />
Medeniyetlerin İttifak veya Çatışması bağlamında şunları söylemek mümkün:<br />
Huntington’un –siyasal bir stratejist olarak- ortaya attığı tezin politik bir manevra<br />
olduğu kanaatindeyim. Çünkü ortada yükselen bir Hindu/Zahid veya Budist, uyumlu<br />
(Çin) medeniyet/ruh yoktur. Tam tersine Kahraman kültürün iğvasına kapılmış,<br />
kendileri de Kahraman olmak isteyen insanlar var. Habermas’ın dediği gibi, artık<br />
Modernite sırtımızda bir deri gibi. Çağdaş Duyumcul/Kahraman kültür, Hint-Çin<br />
Uygarlıklarını da İslam (Osmanlı) uygarlığını da durdurdu, onlara galip geldi.<br />
Huntington, Türkiye için Doğu ile Batı arasında “Arafta” kalmış, çözülmeye mahkum<br />
bir ülke olarak değerlendiriyordu. Türkiye’nin Doğu ile Batı arasında bir “Köprü”<br />
olduğunu iddia eden pragmatik muhafazakâr aydınların tezine çok yakın bir iddiadır<br />
bu. “Köprü” metaforu, kendine ait bir özü, kimliği ve niteliği olmayan, sadece<br />
üzerinden geçilen “araçsal” bir “aralığı” ifade eder. Oysa, Osmanlı toplumu, “Ne<br />
doğuya ait ne de Batıya ait olan mübarek zeytin ağacı(İslam)” (24/35) nın son<br />
bedenlenmiş hali idi. İbrahimi monoteist (vahy/peygamber geleneği) dinin yani<br />
Kudüs’ün bir şubesi olan Mekke-Medinenin(İslamın) epistemik karakteri, ne<br />
Doğunun(Hinduizm-Budizm) düşe-sayıklamaya-sanrıya ğark olmuş, narkoz<br />
halindeki Mistik sezgiciliği; ne de Atina’nın/Batının Duyumcul-Nedenselci(ontoloji)<br />
akılcılığıdır. Varlığın ahlaki anlamda bir haklılaştırılma problemi olduğunu ileri<br />
süren(Tanrı-iman) Kudüs-Mekke hattı, Nedensellik(akıl-mantık) ile birlikte ilahi bir<br />
lütfu(Furkan-vahy) da kabul eder.<br />
Cumhuriyet devrimleri, Batıya eklemlenmek için yaşlanan ve meyve veremeyen bu<br />
ağacın son bedenlenmiş(tutmuş) gövdesinin(Osmanlı) kesilmesi teşebbüsü idi. Bu<br />
topraklarda bu ağacın filizleri şuradan, buradan hâlâ ışkın vermeye devam ediyor.<br />
Batı uygarlığının saldırganlığı ve tekebbürü, bu üç uygarlığın (Çin, Hint ve İslam)<br />
kendi başarısızlıklarını, zaaflarını inkâr etmeyi veya görmemezlikten gelmeyi<br />
gerektirmiyor. Kendi payımıza (İslam uygarlığı) konuşacak olursak, İslam<br />
uygarlığının doğuş tarihlerinde (7-13 yy) hareketli bir öze sahipken; 13. yy ila 20. yy<br />
arasında, durgun bir özcülüğe yuvarlandığını ve düşünsel anlamda aklı kullanma<br />
yerine hafızayı geliştirdiği, cepten yediği ve sürekli geviş getirdiğini (et-Tekraru<br />
ahsen, ve lev kane yüz seksen; Bizim oğlan bina okur, döner döner yine okur) itiraf<br />
etmeliyiz.<br />
Ben, medeniyetlerin kimliğinin Epistemik bağlamda Sorokin’in iddia ettiği gibi<br />
“hayatın/insanın/dünyanın nihaî hakikat değerinin “ne” olduğuna” ilişkin soruya<br />
verilen cevaplara (Duyumcul, Düşünsel, İdealist/Sezgisel) bağlı olarak şekillendiği<br />
tezine katılıyorum. Kişi veya toplumlar, zamanla bu cevaplardan birine olan<br />
güvenini/inancını/itibarını kaybedip ötekine geçebilir. Veya günümüzde olduğu gibi,<br />
birinin başarılı olması diğerlerinin özgüvenini yıkarak kendine çekebilir. Veya zihnen<br />
68
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
bir yerde, bedenen başka bir yerde olabilir (örneğin, son yıllarda Avrupa’da ve<br />
Amerika’da Spritüalist, Mistik, Budist akımların yaygınlık kazanması gibi). Adına<br />
“postmoden durum” denen hal, bu hali tasvir ediyor olsa gerek.<br />
Bugün dünyaya egemen olan Duyumcul Batı kültürü, özgürlüğü Levinas’ın dediği<br />
gibi “kendisi-için insan” olarak temellendirdiği için, demokrasi, insan hakları ve<br />
hukuk devletini de “kendi içinde” tutmuş, ötekine layık görmemiştir.<br />
Evrenselleşenler teknoloji ve sınırsız üretim-sınırsız tüketim(kapitalizm) oldu.<br />
Eğer yukarıdaki iddia doğruysa, 16. yüzyıldan sonra tekrar aynı öncüller üzerine<br />
aktüelleşen Avrupa-Burjuva (Duyumcul/Kahraman) uygarlığı, kendine mahsus<br />
olarak, kendi iç çatışmalarının bir dengeye varması olarak İnsan Hakları, Demokrasi,<br />
Hukuk Devleti ve Laikliği hariç tutarsak, bilimsel bilgi/teknoloji dışında evrensel bir<br />
değer ürettiği konusundan emin değilim. İlkçağ Sofistlerinin felsefî perspektifini<br />
yeniden üreten Nietzsche, post-modern bir rölativizmin (kimilerine göre nihilizm)<br />
gelişmesine katkıda bulundu. Bu doğru. Ancak bu dalga Avrupa uygarlığının<br />
derininde yatan ‘Huzur Metafiziği’nin ve aynılığın ontolojik emperyalizminin<br />
epistemolojideki araçsal-akılcılığını (pozitivizm) politikadaki acımasızlığını<br />
(kapitalizm/emperyalizm), bütün yaldızlı insan hakları söylemlerine rağmen kendi<br />
dışındaki dünyaya karşı sömürgeci tutumunu (şirketlerin küreselleşmesi) ve<br />
umursamazlığını pek fazla etkilemiyor. Bosna, Raunda, Irak, Afganistan, Gazze…<br />
olayları bunu göstermiyor mu?<br />
İnsanlığın bir bölümünün veya tarihte hiç görülmediği üzere bugün büyük bir<br />
bölümünün bir medeniyet halinden ötekine geçişinin yasasının bilinemiyor olması,<br />
bu hallerin gerçekliğini veya geçişlerin olgusallığını mantıken yalanlamaz. Geçişleri<br />
izah eden organizmacı (Spencer, Toynbee, İbn Haldun), ahlakçı (Schweitzer) teoriler<br />
vardır. Ancak tutarlılıkları tartışmalıdır. Mega tasniflerin zamansal sınırlarının,<br />
gövdelerinin bütünlüğünün üzerine, hayli zengin tartışmalar vardır. Ancak bu, bizim<br />
insanlığın tarihsel macerası üzerine düşünmemizi, onu anlamaya çalışmamızı,<br />
kategorize etmemizi, bugün tarihsel olarak nasıl bir momentte bulunduğumuzu<br />
anlamamız için engel teşkil etmemelidir. Atıfta bulunduğum Sorokin’in ‘Bir Bunalım<br />
Çağında Toplum Felsefeleri’ adlı kitabı, bu tartışmaların iyi bir özetini verir.<br />
Öz ile Varoluş arasındaki derin felsefi tartışmaya dalmadan, katı özcülük ile (Aristo,<br />
Pozitivizm) katı rölativizm (Sofistler, Post-Modernizm) arasında bir yolun olduğunu<br />
söylüyorum. Fiziksel nesnelerin, Biyolojik canlıların derinindeki hareket ve oluşuma<br />
(Kevn ve Fesad) rağmen bir ‘Kim’likleri, türleri, cinsleri olduğu gibi, kültürlerin de<br />
hareket eden, değişen, gelişen, alış-veriş yapmalarına rağmen bir kimlikleri, ‘ruhları’<br />
vardır. İnsanlar, bu kimliklerin farkında olmaya bilirler; terk edebilirler,<br />
değiştirebilirler; ancak, kültür prototiplerinin, paradigmaların, dünya görüşlerinin,<br />
uygarlıkların, bunları taşıyan etni-siteleri/dilleri ve onların jenerasyonlarını aşan<br />
ömürleri vardır. Siyaset ve siyasî önermeler de iktisat, felsefe, ahlak, bilim, sanat…<br />
vs. de alt-kültür kümeleri gibi üst-sisteme, paradigmaya gevşek veya sıkı bir biçimde<br />
bağlıdır. Örneğin, Makyavelli(Prens) ve Hobbes(Levyethan) Avrupa’nın<br />
düşünsel(Hıristiyanlık) üst-sistemden Duyumcul üst-sisteme geçerken, Duyumcul<br />
üst-sistemin mukaddemlerini/öncüllerini siyaset felsefesinde üreten adamdır. Dekart<br />
Felsefede, Kant Ahlakda, Vico ise Tarih felsefesinde …bu işi yaptılar.<br />
69
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
İslam’ın kurucu metinleri ve bunların ‘Hareketli Özcülük’ bağlamında yorumlanması<br />
(Ehlu’r-Re’y, Logos, İctihâd), İslam uygarlığını yaratmıştır. Müslümanlar, kültürel<br />
komşuları olan Yunan, Hind ve İran’dan çeviriler yaparak, bu kültürel kategorilerle<br />
iletişime, etkileşime girerek birçok kültürel unsuru kendi bünyelerine katmışlardır.<br />
Örneğin, İran devlet geleneği Emevi-Abbasi bürokrasisini etkilemiştir. Hint<br />
kültürünün ve Yeni Eflatunculuğun başat unsuru olan ‘Zahid’ zihniyet, İslam<br />
kültüründe ‘Tasavvuf’ olarak kristalleşmiştir. Yunan felsefesi, İslam<br />
Felsefesine(Meşşailer) ruhunu vermiştir. Tabiat bilimlerine Müslümanlar katkıda<br />
bulunmuşlardır… Fakat bütün bu etkileşimleri, kurucu metinler olan (Kur’ân, Hadîs)<br />
başat olarak şekillendirmiştir. Tıpkı Batı ortaçağ bilimini, felsefesini, mimarisini,<br />
siyasetini… İncillerin ve Kilise’nin şekillendirdiği gibi. 13. yüzyıldan itibaren<br />
giderek düşüncenin yerini taklîd, yani Re’y (düşünce) ekolünün yerini, texti/metinleri<br />
ve rivayeti (geçmişi) önceleyen ekol (Ehlu’s-Sunne) almıştır. Bu dönüşümün<br />
organizmacı (İbn Haldun) açıklaması olduğu gibi, çok nedenli tarihsel, politik,<br />
psikolojik, teolojik, ekonomik açıklamaları da vardır.<br />
Yukarda değindiğimiz gibi, “Varlığın, Dünyanın ve İnsanlığın nihai anlamı nedir?”<br />
sorusunu insanlık sormuş ve bir yaşam yordamı olarak bu soruya Sorokin’e göre üç<br />
(Duyumcul, Düşünsel, Ülkücü/Sezgici) Schoubart’a göre de dört (Kahraman,<br />
Uyumlu, Zahid, Mesihçi) cevap vermiştir. Her ikisine göre de şu anda gezegenimiz<br />
(16. yüzyıldan itibaren) yükselen Kahraman/Duyumcul kültürün etkisindedir: ‘Maddî<br />
değer, servet, fizikî rahatlık, zevk, erk, ün ve popülerlik Modern Duyumcul<br />
(Kahraman) insanın uğrunda dövüştüğü ve uğrunda mücadele ettiği esas değerler<br />
olmuştur. Tanrı Krallığının değerleriyle birlikte bunlara da dudakta kalan (sözde) bir<br />
bağlılık gösterilmeye devam edilmiş, fakat gerçekte önemli olmaktan çıkmışlardır…’<br />
(Sorokin, a.g.e, s.176.)<br />
Evet, bugün, iç dünyalarında milyonlarca Budist, Hindu ve Müslüman, ideolojik<br />
olarak (inanç) kimliklerini sürdürseler de, davranışsal ve maddi unsurlarıyla<br />
Kahraman/Duyumcul kültürün/uygarlığın etkisindedirler. Bu nihaî cevaplara<br />
inanmaları onların davranışlarını ve maddi dünyalarını fazla etkilemiyor. Bu durum,<br />
ancak onları davalarını kaybetmiş, ‘dindar’lar kılar o kadar. Fazla değil. Hinduizmin,<br />
Budizm’in mukaddemlerinin felsefî metanetinin gücüne/tutarlılığına veya<br />
davranışlarının geçerliliğine müntesiplerinin Kahraman uygarlığa adapte oluş<br />
kabiliyetlerine bakarak hüküm verebiliriz. İslam’ın bir “Hareketli özü” olduğu için –<br />
Müslümanların ayartılabilirliğine rağmen- hala direniyor. Bugünkü nisbî fiziksel<br />
çatışmadan öte ilerde gerçek entelektüel bir ‘çatışma’nın yaşanıp yaşanmayacağını<br />
İslam dünyasının entelektüel bir performans gösterip göstermeyeceği belirleyecek.<br />
Cennetini yeryüzünde kurmak isteyen insanın amacı ile uhrevi dinlerin nihaî amacı<br />
asla örtüşemez. Yaşamın biricik olduğuna inanan bir insan için ‘ölüm eğer<br />
yaşanmamış bir yaşamın sonunu oluşturuyorsa, daha da korkutucu hale gelir. Bu<br />
durumda ölüm korkusu, ölümden sonrasına yönelik değildir; aksine, boşa çıkan umut<br />
ve beklentilerin son bulduğunun kesinliği karşısında ölümden öncesine ilişkin<br />
duyulan dehşeti yansıtır. Ve O’nu vahşice koruma stratejilerine iter: ‘Ya ben ya da<br />
onlar’.” (Bucher, A., Yüzyılımızda İnsanYüzyılımızda Felsefesi, Haz: İ. Kuçuradi,<br />
Ankara 1997, s.218). Bu son cümleyi Veled Bush’un ağzından duymuştuk. Obama<br />
70
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
da Ebu Gureyb fotoğrafları sansürü ve Guantanamo konusundaki vadinden dönerek<br />
kendine inananları hayal kırıklığına uğrattı. ‘Melez’ Obama’nın bu zeminde herhangi<br />
bir yenilik yapamadığını da gördük. El an, üzerinde/içinde bulunduğumuz kültürün<br />
yarattığı sosyal karakterin dominant niteliği Fromm’un dediği gibi eğer ‘istifçi’,<br />
‘sömürücü’ ve ‘alıcı’ karakterler ise, (Sahip Olmak), Hz. İsavari –onun davası<br />
koşulsuz sevgiydi- gerçekçi olmayan ‘ittifak’ davasının pek bir anlamı yoktur. İttifak,<br />
bu kültürde içeriğini NATO gibi silahlı örgütlerde veya AB ve ABD gibi ekonomik<br />
entegrasyonlarla somutlaştırıyor. BM ise, hal-i hazırda bunların icraatlarını insanlığa<br />
meşrulaştırma aracıdır. Çünkü bu kültürün kurucu kahramanlarından(filozoflarından)<br />
Demokritos: ‘Savaş, her türlü iyi şeyin babasıdır’ demişti.<br />
Tanrının yerini alan “insanlık”, monarşilerin yerini alan Demokratik zihniyet, Politik<br />
bir prosüdür olmanın ötesinde, epistemolojik ve teolojik bağlamda nereye gideceğini<br />
bilememe olarak felsefî düzlemde ‘Agnostisizm’e denk düştüğüne göre, insanlığın<br />
bu belirsizliğe tahammülü olmadığı ortadadır. O halde, herkes nereye gideceğini veya<br />
hiç-bir yere gitmeyeceğini de kendince biliyor. Nasıl gideceğini (yaşam yordamını)<br />
de aslında bu gideceği veya gitmeyeceği yer belirliyor. Sorun, hayat hakkında<br />
bütüncül/mega inanışlara veya ideolojilere sahip olup-olmamak değildir; sorun, sahip<br />
olduğunuz din, öğreti veya ideolojinin özellikle “öteki”ne karşı bakışıdır. Hintliler ve<br />
Çinliler (Zahid ve Uyumlu tipler) Kahraman kültür tarafından ayartılıncaya kadar,<br />
tarih boyu hiç yurtlarından çıkmadılar. Hıristiyanlar(Katolikler), öz(Protestan) ve<br />
üvey(Müslüman) kardeşlerine karşı dinsel sefere çıktılar (Haçlı savaşları, Din<br />
savaşları). Müslümanlar da(Endülüs-Osmanlı) onlara karşı sefere çıktılar. Bu,<br />
Düşünsel/Mono-Teist prototip veya Üst-sistemin kendi içindeki “iç-kavgası” ydı.<br />
Ötekine karşı müsamaha ve şiddete başvurma hususunda Müslümanların Teolojisi,<br />
Hırıstıyanlara oranla daha barışçı idi. Çünkü dinleri, Hrıstiyanlıkta olduğu gibi zorla<br />
din değiştirmeyi onaylamıyordu. Tam tersine: “Sizin dininiz size, benim dinim bana”<br />
(109/6) veya “Dinde zorlama yoktur” (2/256) diyordu. Kendi dışındakiler (gayr-ı<br />
müslimler), kendileriyle “Hayırlarda yarışılacak” (2/148) veya “zımmetullahi ve<br />
resulih=Allah’ın ve Resulünün korumasında” olan insanlardır. Düşmanları ise, gayri<br />
müslimler değil, “Sadece zalimlerdir.” (2/193) Kahraman insan ise, -Hıristiyanlık<br />
parantezine rağmen- dünyayı kasıp kavurmaya Romadan beri devam ediyor.<br />
71
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kırsal Kalkınmada Paradigma Değişimleri ve Türkiye<br />
Analizi<br />
Öz<br />
Bülent GÜLÇUBUK <br />
Tüm dünyada kırsal kalkınma yaklaşımlarında köklü değişimler olmaktadır. Ülkeler<br />
ulusal ve uluslararası politika tercihlerinde ve uygulamalarında değişiklikler<br />
yapmaktadır. Eğişimler, gelişmeler ülkemizi de yakından etkilemektedir. Türkiye de<br />
artık kırsal kalkınma politikalarında, uygulamalarında merkezden yaklaşımı değil<br />
tabandan-tavana yaklaşımı ve yerinde katılımcı kalkınmayı benimsemek durumunda<br />
kalmıştır. Kır-kent arasındaki farklılığın ve dengesizliğin artması, kırdan kente<br />
göçler, özellikle genç nüfusun bulunduğu yerde statüsü yüksek istihdam alanlarına<br />
kavuşamaması, eğitim ve sağlık hizmetleri sunumunun kırsal alanlarda aksaması<br />
nedeniyle kırsal kalkınmada yenilikçi hizmet sunumu yaklaşımı zorunlu hale<br />
gelmiştir.Kırsal kalkınma politika ve uygulamalarında paydaşlar arasında iyi<br />
yönetişimin hayata geçirilmesi, rol dağılımının tanımlanması ve sorumluluk<br />
paylaşımını etkin biçimde sağlaması kalkınmayı hem hızlandırıcı hem de<br />
kolaylaştırıcı bir rol oynayabilecektir. Bunun için de kırsal kalkınma aktörlerine<br />
yönetişim anlamında önemli roller düşmektedir. Bu bildiride son yıllarda kırsal<br />
kalkınma yaklaşımlarında ortaya çıkan değişim eğilimleri ele alınmış ve bu<br />
değişimler açısından Türkiye analizi yapılmıştır.<br />
Anahtar kelimeler: Kalkınma, Kırsal Kalkınma, Paradigma Değişimi, Türkiye.<br />
Paradigm Changes in Rural Development Approaches<br />
and Turkey Analyses<br />
Abstract<br />
Fundamental changes are in rural development approaches in the world. Countries<br />
engaged changes in national and international policies and applications. Changes and<br />
developments are closely affected Turkey. Turkey has been deprecated in the rural<br />
development policies and applications that approach of bottom to up and participatory<br />
development in place. Innovative service delivery approach has become imperative<br />
in rural development due to the increase in the difference between rural-urban and<br />
imbalances, from rural to urban, especially of young people at the places status of<br />
high employment areas not acquired, disruption of education and health service<br />
delivery in rural areas. Rural development policy and the implementation of good<br />
governance among stakeholders in the identification and distribution of<br />
responsibility-sharing role effectively to provide a role for both the accelerator and<br />
facilitator development possess those qualities. For this, the rural development actors<br />
in terms of significant roles in governance. In this paper, the change occurred in recent<br />
<br />
Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi, gulcubuk@agri.ankara.edu.tr.<br />
72
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
years in rural development approach discussed trends and analyzed to these changes<br />
are discussed in Turkey.<br />
Keywords: Development, Rural Development, Paradigm Changes, Turkey.<br />
1. GİRİŞ<br />
Türkiye’de kırsal alanların ekonomik ve sosyal yaşamdaki önemini korumaktadır. Bu<br />
nedenle, kırsal alanın kalkındırılması ve burada yaşayanlara istihdam olanaklarının<br />
sağlanması ve çağdaş uygarlığın yarattığı tüm hizmet ve olanakların götürülmesi için<br />
kalkınma çalışmaları önem taşımaktadır.<br />
Tüm insanların mutlu ve refah içinde yaşadığı bir ortam dileği ve stratejisi ile kırsal<br />
alanlarda yaşayanlara yönelik kalkınma arayışları son yıllarda daha da hızlanmıştır.<br />
Özellikle gelişmekte olan ülkelerde büyümeye dayalı politik öncelikler yerini giderek<br />
toplumun tamamını kapsayan entegre kalkınma arayışlarına bırakmaktadır. Giderek<br />
artan yoksulluk ve açlık, kır-kent, gelişmiş-az gelişmiş bölgeler ve ülkeler arasındaki<br />
farklılıkların derinleşmesi, ekonomik dengesizlikler ve adaletsizlikler, hızla kirlenen<br />
ve tükenen doğal kaynaklar tüm dünyada kırsal kalkınma kavramını gündemde ön<br />
sıralarda tutmaktadır. Sektörel ve büyümeye dayalı gelişme modellerinin toplumun<br />
tüm kesimlerine yanıt vermemesi insanı ve doğayı ön plana çıkaran kırsal kalkınma<br />
arayışlarına bırakmıştır. Yaşanan sorunlar her toplumu ve bireyi doğrudan ilgilendirir<br />
hali gelmiştir. Sorunların çözümünde kırsal kalkınma politikaları, uğraşıları öncelikle<br />
devreye girmektedir. Kırsal kalkınma politikaları ve uygulamaları temelde, belirli bir<br />
kırsal alan içinde yaşayan insanların bir bütün olarak tarımsal, ekonomik, kültürel ve<br />
sosyal alanlarda kalkınmalarına ve çevre duyarlılığına yardımcı olacak tüm<br />
unsurların harekete geçirilmesine ve bunların optimal düzeyde yer almasına dayanır.<br />
Bundan hareketle özellikle gelişmekte olan ülkelerde büyümeye dayalı politik<br />
öncelikler yerini giderek toplumun tamamını kapsayan kalkınma arayışlarına<br />
bırakmaktadır. Cinsiyet eşitliği, yoksulun güçlendirilmesi, açlık sorununun<br />
azaltılması, çocuk ölümlerinin azaltılması, eğitim, sağlık, konut, sosyal güvenlik, iyi<br />
yönetişim, katılım-katılımcılık-sürdürülebilirlik, çevre duyarlılığı, işsizlik-yoksulluk,<br />
pazara ve kredi kaynaklarına erişim, tabana dayalı örgütlenme gibi hedeflerin yanı<br />
sıra yenilikçi ve ihtiyaca göre biçimlenen hizmet sunumu kırsal kalkınma<br />
yaklaşımlarının özünü ve ortak yanlarını oluşturmaya başlamıştır.<br />
Türkiye’de kırsal alanda önemli değişiklikler yapılmaya çalışılmaktadır. Aslında<br />
kırsal kalkınmaya yönelik yaklaşımlar Türkiye’de Cumhuriyet’in kuruluşundan<br />
(1923) hemen sonra başlamıştır. Cumhuriyet’in kuruluşu ile başlayan modernleşme<br />
ve çağdaşlaşma hareketleri tarımda ve kırsal alanda kalkınma çabalarında etkisini<br />
göstermiştir. Bu yıllarda nüfusun önemli bir bölümü köylerde yaşamakta ve ekonomi<br />
ağırlıklı olarak tarıma dayanmaktaydı. Bundan dolayı ulusal kalkınmada tarıma ve<br />
kırsal alana özel bir önem verilmiştir. 1970’li yıllara kadar tarım sektörünün<br />
ekonomideki önemi ve kırsal alanın da toplum yaşamı içindeki önemi devam etmiştir.<br />
Kırsal alanda bilgi ve teknoloji düzeyinin yükselmesi ve tarımda makineleşmenin<br />
artması ile hızlı bir göç ve kentleşme sureci başlamıştır. Kır-kent arasındaki<br />
gelişmişlik farklılıklarından kaynaklanan göç ve hızlı kentleşme sureci hem kırsal<br />
alanlarda hem de kentsel alanlarda sorunlar yaratmaya başlamıştır. Bundan dolayı da<br />
73
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
kırsal kalkınma alanındaki arayışlar da hızlanmıştır. Türkiye kırsal kalkınma<br />
konusunda çok fazla model deneyen ve uygulayan ülkelerden biridir. Bu modeller<br />
bazen siyasi yaklaşımlarla bazen de uluslararası kuruluşların etkisi ile uygulamaya<br />
konulmuştur. Fakat daha çok büyük ölçekli, sektörel yaklaşımı ön plana alan, tarımsal<br />
üretimi artırmayı hedefleyen ve merkezden yönetilen bu çalışmalar istenilen<br />
sonuçlara ulaşmada etkili olamamıştır. Kırsal kalkınma konusunda gelişmeler her<br />
ülkeyi olduğu gibi Türkiye’yi de etkilemektedir. Türkiye’de bir süredir kırsal alanı<br />
cazip bir yaşam alanı haline getirmek için fırsatlar, olanaklar yaratılmaya<br />
çalışılmaktadır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde tabanı-yereli dikkate alan<br />
kırsal kalkınma uygulamaları; kırsal ekonomilerin canlandırılmasını,<br />
çeşitlendirilmesini, bilgi ve teknolojinin kırsala ulaşmasını-yaygınlaşmasını,<br />
sürdürülebilir-kalıcı sonuçları elde etmeyi, kırsalda yaşam kalitesinin yükseltilmesini<br />
ve daha da önemlisi kırsal halkın tabandan gelen dinamiklerle kalkınmasını ve<br />
kendine yeterli hale gelmesini hedef almalıdır.<br />
2. KIRSAL KALKINMADA PARADİGMA DEĞİŞİMLERİ<br />
Dünyada ve Türkiye’de de özellikle 1960’lı yıllarda yaşanan teknolojik yenilikler ve<br />
tarımda makineleşme ile birlikte hızlı bir göç ve kentleşme sureci başlamıştır. Kırkent<br />
arasındaki gelişmişlik farklılıklarından kaynaklanan göç ve hızlı kentleşme<br />
sureci hem kırsal alanlarda hem de kentsel alanlarda sorunlar yaratmaya başlamıştır.<br />
Bundan dolayı da kırsal kalkınma alanındaki arayışlar da hızlanmıştır. Türkiye kırsal<br />
kalkınma konusunda çok fazla model deneyen ve uygulayan ülkelerden biridir. Bu<br />
modeller bazen siyasi yaklaşımlarla bazen de uluslararası kuruluşların etkisi ile<br />
uygulamaya konulmuştur. Fakat daha çok büyük ölçekli, sektörel yaklaşımı ön plana<br />
alan, tarımsal üretimi artırmayı hedefleyen ve merkezden yönetilen bu çalışmalar<br />
istenilen sonuçlara ulaşmada etkili olamamıştır. Bundan dolayı da artık katılımcılığı,<br />
yerelliği, toplum dinamiklerini harekete geçirici, cinsiyet dengesini ve yenilikçi<br />
hizmet sunumunu dikkate alan kırsal kalkınma programları arayışı ve uygulaması<br />
içine girilmiştir.<br />
Kırsal kalkınma yaklaşımlarındaki değişimin ana öznesini şu biçimde özetleyebiliriz;<br />
kalkınmanın temel sorunu zenginliğin yaratılması değil, eğitilmiş insan gücünden<br />
ileri gelen zenginliği yaratabilme kapasitesidir. “Kalkınmanın merkezinde insan yer<br />
almaktadır ve insani potansiyelin gerçekleşmesi ve toplumsal-sosyal dinamiklerin<br />
dikkate alınması ve harekete geçirilmesi, kalkınmanın temel ölçütüdür.” Yeni<br />
kalkınma anlayışında hedef; sorunlarının farkına varan, bununla yetinmeyip çözüm<br />
yollarını ve yöntemlerini üretebilen, öncelikle kendi gücüne dayanan, karar alma ve<br />
uygulama süreçlerine etkin bir biçimde katılan örgütlü topluluklar oluşturmaktır.<br />
Shepherd (1998)’a göre, kalkınmanın unsurları; kişi başına düşen milli gelirin<br />
artırılması, üretim faktörlerinin etkinlik ve miktarlarının değişmesi ile sanayi ve<br />
hizmet kesiminin milli gelir ve ihracat içerisindeki payının artırılması olarak<br />
belirlenmiştir. Bu tanımların temeli, kırsalı gelenekselle, kenti de moderniteyle<br />
özdeşleştiren varsayıma dayanmaktadır. Bu açıdan, kalkınma, büyümenin motoru<br />
olan sanayinin ve hizmet sektörünün büyümesine, nihayetinde ulusal ekonomideki<br />
büyümenin ivme kazanmasına indirgenmektedir. Bu yaklaşımın kırsal kalkınmadaki<br />
yansıması, tarımsal üretimde modernizasyonla birlikte kırsal alanlarda dönüşüm<br />
74
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
hedefi olarak karşımıza çıkmaktadır. Modernizasyon yaklaşımı, kalkınmanın<br />
sürdürülebilir niteliğinden ziyade salt ekonomik kazanımlara odaklandığı, bunun<br />
dışında siyasi, çevresel, kültürel vb. unsurları göz ardı ettiği için sorgulanmaya<br />
başlamıştır. Dolayısıyla edinilen tecrübeler, özellikle fakirliğin azaltılması ve sosyal<br />
katmanların topluma entegrasyonu noktalarında modernizasyon yaklaşımının<br />
başarısız olduğunu göstermiştir. Toplumun diğer kesimleri maddi kazanımlar elde<br />
ederken yoksullar yoksul, marjinal gruplar marjinal kalmıştır.<br />
Kırsal alanlarda sürdürülebilir nitelikte kalkınma hedefi, salt tarımsal üretimde<br />
modern tekniklerin benimsenmesi ve rekabet edebilirliğinin artırılmasına odaklanan<br />
yaklaşımların geri planda kalmasına neden olmuştur. Sürdürülebilir kırsal kalkınma<br />
anlayışı, çeşitli politika alanlarının sosyal ve ekonomik anlamda eşitsizliğin ve<br />
yoksulluğun bertaraf edilmesinde olumlu katkılarına yoğunlaşan “çok işlevselliği”<br />
beraberinde getirmiştir. Çok işlevselliğe yapılan vurgu, tarım sektöründe verimliliğin<br />
artırılması suretiyle piyasalarda rekabet edebilirliğin sağlanmasının yanı sıra, kırdan<br />
kente artan göç olgusunun tehdit altında bıraktığı sosyal ve çevresel dengenin<br />
sürdürülmesini ve siyasi istikrarsızlığa yol açabilecek yoksulluğun azaltılmasını<br />
hedeflerken, girişimciliğin desteklenmesi, ekonomik gelir kaynaklarının<br />
çeşitlendirilmesi, istihdamı artırma, çevre dostu üretim tekniklerini destekleme, bilgi<br />
ve teknolojiye erişimi kolaylaştırma, sağlık, eğitim, ulaşım gibi kamu hizmetlerinin<br />
niteliğini artırma, altyapı yatırımları gibi tedbirleri politika aracı olarak<br />
belirlemektedir.<br />
Tüm dünyada ekonomik büyümeye önem veren tutucu kalkınma anlayışı başarılı<br />
sonuçlar vermemektedir. İnisiyatifin ve önceliklerin halktan kaynaklandığı kalkınma<br />
projelerinde başarı ancak eğitim, yayım, örgütlenme-kooperatifleşme, üretim için<br />
temel girdilerin sağlanması uygun teknolojilerin seçimi, kredi ve pazarlama gibi<br />
bileşenlerin bir bütün olarak planlanmaya dahil edilmesi, ayrıca değerlendirme ölçüt<br />
ve göstergeleri ile risk faktörlerinin önceden tanımlanması suretiyle mümkündür.<br />
Kırsal kalkınma sadece ekonomik veya tarımsal büyümeyi hedefleyen bir anlayışta<br />
olmamalıdır. Tarım dışı ekonomiyi canlandıracak, tüm toplum kesimlerini<br />
kapsayacak, kurumsal gelişmeleri hızlandıracak, sosyal farklılıkları en aza indirecek<br />
kırsal kalkınma politikaları ve uygulamaları tüm uluslararası kuruluşların<br />
benimsediği yaklaşımlar haline gelmiştir. Bu süreçte sosyo-ekonomik dışlanmışlığı<br />
ortadan kaldırma, karar alma süreçlerine katılımı sağlama, bireyin ve toplumun<br />
saygınlığını on plana çıkarma, yerel teknoloji ve bilgilere önem verme, yoksullara en<br />
azından geçimlik iş olanakları sağlama, yerel örgütlenmelere-kooperatifleşmeye<br />
katkıda bulunma, bütüncül yaklaşımları dikkate alma ve cinsiyet dengeli kalkınmayı<br />
benimseme kırsal kalkınmayı kolaylaştırıcı ve hızlandırıcı faktörler olacaktır. İşte<br />
bütün bu olgular kırsal kalkınma yaklaşımlarında değişim gereği arayışlarını ortaya<br />
koymaktadır.<br />
3. KIRSAL KALKINMADA PARADİGMA DEĞİŞİMLERİNİN<br />
TÜRKİYE’YE ETKİLERİ<br />
Kırsal kalkınma konusunda dünyadaki gelişmeler Türkiye’yi de etkilemektedir.<br />
İşsizlik ve yoksulluk, toplumsal katılım, cinsiyet dengeli kalkınma, göç, bölgelerarası<br />
eşitsizlikler Türkiye’nin kırsal kalkınma konusunda daha duyarlı çalışmasını<br />
75
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
gerektirmektedir. Bundan dolayı katılımı ve toplum dinamiklerini ön plana alan,<br />
cinsiyet dengeli, küçük ve orta ölçekli, tarım dışı ekonomik faaliyetleri de harekete<br />
geçirebilecek ve insan kaynaklarını geliştirmeyi amaçlayan kırsal kalkınma<br />
uygulamalarına daha fazla gereksinim duyulmaktadır. Türkiye AB’ye uyum surecini<br />
de dikkate alarak bu konulara karşı daha duyarlı hale gelmeye başlamıştır. Fakat<br />
kaynakların sınırlı olması, kurumsal yapılanmalar, küçük üreticiliğin dikkate<br />
alınmaması ve hatta tasfiye sürecine sokulması, kırsal kalkınmadaki sorunların<br />
fazlalığı, tarımda serbest piyasa kurallarının kırsalda yarattığı etkiyi aşabilecek<br />
keskin ve hazırlıksız geçiş henüz somut ve uygulanabilir politika yaklaşımlarını tam<br />
ortaya koyamamıştır. Bütün bu sorunlar sadece kamu yaklaşımı ve politikası ile<br />
çözülebilecek sorunlar da değildir. Yerelde sorunların saptanması ve sahiplenilmesi,<br />
üretici örgütlenmesi ve etkililiğinin sağlanması, sivil toplum yapısının kalkınma<br />
yönünde harekete geçirilmesi gereği kırsal kalkınma çalışmalarında arayışları<br />
beraberinde getirmiştir.<br />
Avrupa Birliği’ne üyelik sürecindeki Türkiye’de kırsal kalkınma alanında en önemli<br />
hedeflerden birisi Avrupa Birliği’nin kırsal kalkınma hedefleriyle uyumlu olabilecek<br />
biçimde kırsal alanda tarım ve tarım dışı sektörlerin geliştirilmesi, kırsal alanlarda<br />
bireyin, toplumun değişen ihtiyaçlarına cevap verebilen kalkınmayı<br />
sağlayabilmesidir. Türkiye’de kırsal kalkınma uğraşıları, Birleşmiş Milletler<br />
tarafından üye ülkelerce 2000 yılında ortak belirlenen Binyıl Kalkınma Hedeflerine<br />
erişebilmenin sağlanması açısından da önem taşmaktadır. Binyıl Kalkınma Hedefleri<br />
2000-2015 yılları arasında aşırı yoksulluk ve açlığın yok edilmesi, herkesin en az<br />
ilkokul eğitimi alması, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması ve kadınların konumlarının<br />
güçlendirilmesi, çocuk ölümlerinin azaltılması, anne sağlığının iyileştirilmesi,<br />
HIV/AIDS, sıtma ve diğer hastalıklarla mücadele edilmesi, çevresel<br />
sürdürülebilirliğin sağlanması, kalkınma için küresel ortaklığın geliştirilmesini<br />
öngörmektedir.<br />
Birleşmiş Milletler 2015 sonrası dönem için de kalkınma hedeflerini belirlemek üzere<br />
küresel bir süreç başlatmıştır. Birleşmiş Milletler tarafından yapılan açıklamada,<br />
2015 sonrası kalkınma yol haritasını hazırlarken bir yandan Binyıl Kalkınma<br />
Hedefleri sayesinde elde edilen başarılardan yararlanmayı, diğer taraftan ise ortaya<br />
çıkan yeni sorunların aşılmasının hedeflendiği belirtilmiştir. Dünyanın dört bir<br />
yanında, hükümetler, sivil toplum, özel sektör, üniversiteler ve araştırma<br />
kurumlarıyla birlikte yoğun bir istişare süreci başlatıldı. Küresel etkinliklere ilave<br />
olarak ulusal seviyede de istişarelerin başlatılması için aralarında Türkiye'nin de<br />
bulunduğu 50 ülke belirlendi. Türkiye’de yürütülen tematik istişarelerin 2013 yılında<br />
tamamlanması hedeflendi. 2015 sonrası Binyıl Kalkınma Hedefleri 9 ana tema<br />
üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu ana temalar; eşitsizlikler, sağlık, eğitim, büyüme ve<br />
istihdam, çevresel sürdürülebilirlik, gıda güvencesi ve beslenme, demokratik<br />
yönetişim, çatışma ve kırılganlık, nüfus dinamikleridir. Bu ana temalar doğrudan<br />
veya dolaylı bir biçimde kırsal alanı da ve dolayısı ile kırsal kalkınma uğraşılarını da<br />
içeriyor. Kırsal kalkınma alanında elde edilecek başarılar hem Türkiye’nin 2015 yılı<br />
sonrası Binyıl Kalkınma Hedeflerine ulaşması açısından hem de kırsal kalkınmada<br />
yaklaşımlarındaki değişimlerine uyum açısından önemlidir.<br />
76
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Dünyada kırsal kalkınma eğilimleri gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler<br />
düzeyinde farklı perspektiflere sahiptir. Gelişmekte olan ülkelerde kırsal<br />
kalkınmadaki hedefler, tarımın kurumsal özelliklerinin olumsuz etkilerini ortadan<br />
kaldırmaya yöneliktir. Güçlü tarımsal yapıya ulaşma, tarımda risk yönetiminin<br />
etkinleştirilmesi, kırsal ekonomilerin güçlendirilmesi, tarımsal kazançların<br />
arttırılması bu etkileri ortadan kaldırmayı sağlayabilecek yollar olarak kabul<br />
edilebilir. Sosyo-ekonomik ve kültürel gelişim ise tüm bunların bir yansımasıdır. İşte<br />
bunlardan ötürü Türkiye ve diğer gelişmekte olan ülkelerin yeni kalkınma<br />
yaklaşımında değişen taleplere uygun kalkınma bileşenlerini ve araçlarını<br />
geliştirmesi ve uygulaması önemlidir. Burada demokratik yönetişim, eşitsizliklerin<br />
azaltılması, çevrenin korunması, gıda güvencesi, yoksulluğun azaltılması ve küçük<br />
üreticiliğin korunması gibi unsurlara dikkat çekmek zorunluluktur.<br />
Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde Türkiye’nin değişen kırsal kalkınma yaklaşımları<br />
açısından ortaya konulan politika öncelikleri aşağıda verilmiştir. Bu öncelikler aynı<br />
zamanda Avrupa Birliği’nin de kırsal kalkınma politika öncelikleridir.<br />
1. Bilgi transferi ve yenilikçilik: tarım ve ormancılık ile araştırma ve<br />
yenilikçilik arasındaki bağı güçlendirerek; tarım ve ormancılık sektöründe<br />
hayat boyu öğrenme programlarını destekleyerek; kırsal alanlarda<br />
yenilikçiliği ve bilgi tabanını güçlendirmek,<br />
2. Tarımda rekabet gücünün artırılması: yapısal sorunlarla karşılaşılan<br />
bölgelerde çiftlikleri yeniden yapılandırmak; genç çiftçileri teşvik etmek,<br />
3. Gıda zincirinin oluşturulması ve risk yönetimi: kalite programları, yerel<br />
pazarlarda teşvik sistemi ve üretici grupları yoluyla birincil üreticileri gıda<br />
zincirine entegre etmek; çiftlik risk yönetimini desteklemek,<br />
4. Eko-sistemin korunması ve iyileştirilmesi: biyo-çeşitliliği koruyarak; su<br />
kaynakları yönetimini ve toprak yönetimini geliştirmek,<br />
5. Kaynakların verimli kullanılması ve düşük karbon ekonomisi: tarımda su<br />
kullanımının verimliliğini; tarımda ve gıda işleme sektöründe enerji<br />
kullanımının verimliliğini artırarak; yenilenebilir enerji kullanımını teşvik<br />
ederek; tarım kaynaklı nitröz oksit ve metan salımını azaltmak; tarım ve<br />
ormancılık sektöründe karbon tutulmasını geliştirmek,<br />
6. Kırsal alanlarda sosyal içermeyi gözetme, yoksulluğu azaltma ve ekonomik<br />
kalkınmayı sağlama: ekonomik faaliyetlerin çeşitlendirilmesini teşvik<br />
etmek; istihdamı artırmak; bilgi ve iletişim teknolojilerine erişimi ve<br />
bunların kullanımını artırmak,<br />
7. Kırsal alanlarda temel hizmetlerin sunumu ve köy yenileme programı: geniş<br />
bantlı veya küçük çaplı alt yapı çalışmaları, yenilenebilir enerji, kültürel ve<br />
doğal mirasın korunması, köy hayatının iyileştirmek,<br />
8. Yeni bir tedbir olarak risk yönetim araçları: hava ve hastalık kaynaklı<br />
sorunlara karşı mahsul, hayvan ve bitki sigorta primlerine katkı sağlanacak,<br />
hayvan ve bitki hastalıkları ile doğal afetler kaynaklı kayıpların tazmini için<br />
fon oluşturulmasına katkı sağlamaktır.<br />
Diğer yandan, Türkiye’de hazırlanan Ulusal Kırsal Kalkınma Stratejisi kapsamında<br />
kırsal kalkınma politikasının temel amacı; “temelde yerel potansiyelin ve kaynakların<br />
77
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
değerlendirilmesini, doğal ve kültürel varlıkların korunmasını esas alarak, kırsal<br />
toplumun iş ve yaşam koşullarının kentsel alanlarla uyumlu olarak yöresinde<br />
geliştirilmesi ve sürdürülebilir kılınması” olarak belirlenmiştir. Bu doğrultuda kırsal<br />
kalkınmada ilkeler:<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Bölgesel ve yerel farklılıkları gözeten “mekânsal duyarlılık”,<br />
İlgili kamu ve sivil toplum temsilcileri arasında koordinasyonunu<br />
güçlendirilmesini ve kırsal kalkınma projelerinde faydalanıcıların<br />
maliyetlere ortak olmasını öngören “işbirliği ve katılımcılık”,<br />
Ekonomik, sosyal ve çevresel anlamda “sürdürülebilirlik”,<br />
“Sosyal içerme”,<br />
“Politika ve düzenlemelerde tutarlılık, etkin izleme”,<br />
“Kaynak kullanımında etkinlik” olarak belirlenmiştir.<br />
AB kırsal kalkınma politikasıyla büyük bir paralellik arz eden stratejik amaçlar ise şu<br />
şekilde belirlenmiştir:<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
İş imkânlarının artırılması ve ekonomik kalkınmanın sağlanması,<br />
İnsan kaynaklarının geliştirilmesi,<br />
Kırsal altyapının güçlendirilmesi, yaşam kalitesinin artırılması,<br />
Kırsal çevrenin korunması ve geliştirilmesi.<br />
4. AVRUPA KIRSAL MANİFESTOSU VE KIRSAL KALKINMA<br />
4-6. Kasım.2015 tarihlerinde Avusturya’da toplanan ve 40 Avrupa ülkesinden 240<br />
delegenin katıldığı İkinci Avrupa Kırsal Parlamentosunda “Avrupa Kırsal<br />
manifestosu” kabul edilmiştir. Bu manifesto kırsal kalkınmanın öncelikleri,<br />
değişimler ve geleceğe ilişkin yapılması gerekenler hakkında önemli ip uçları<br />
vermektedir. Manifestoda ön plana çıkan konular şu biçimde özetlenebilir:<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Kırsal Alanların Çeşitliliği: Farklı coğrafi yapı, iklim ve kıtadaki insan<br />
hareketliliğinin uzun tarihi ile gelişen alanların ve toplulukların çeşitliliği<br />
önem taşımaktadır. Bu çeşitlilik Avrupa’daki tüm toplulukların geleceği için<br />
büyük bir fırsattır.<br />
Yaşam Kalitesi: Avrupa’nın kırsalında yaşayanlar, kırsal alan, köyler,<br />
çiftlikler ve küçük kasabalar, sahiller ve adalar, dağlar ve ormanların yerel<br />
kültürleri, yaban hayatı, peyzajı, sağlıklı çevre ve kültürel mirası ile sunduğu<br />
yaşam kalitesine büyük değer vermektedir.<br />
Kırsal koşullarla ilgili kaygılar: Birçok bölgenin, kırsal ekonominin<br />
darlığı, tatmin edici ve adil ücret temelli iş olanaklarının yokluğu, genç<br />
insanların göçüyle birlikte kırsalda nüfus kaybı ve bunun sonucu olarak<br />
demografik dengesizlikler, hizmetlerdeki düşüş, dezavantajlı insanların<br />
yoksulluğu gelecek açsından kaygı vermektedir.<br />
Harekete Geçme Gerekliliği: Çiftçiler, girişimciler ve diğer kırsal<br />
paydaşların hepsi Avrupa için ortak refah koşullarını oluşturmaktadır. Kırsal<br />
alanlar iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin giderilmesi, rekreasyon,<br />
halk sağlığı ve sosyal, ekonomik ve ruhsal refaha büyük katkılarda<br />
bulunmaktadır.<br />
78
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Haklar: Kırsal alanların ve toplulukların kentsel nüfus ile eşit yaşam<br />
standartlarına ve yaşam kalitesine ve politik süreçlere tam katılım haklarının<br />
Avrupa’daki tüm topluluklar ve kurumlar tarafından tam tanınması<br />
gereklilik göstermektedir.<br />
Toplumsal cinsiyet eşitliği: Kırsal topluluklar ile ilgili tüm politika ve<br />
eylemlerde kadın ve erkekler eşit haklara ulaşabilmelidir.<br />
Kırsal ihtiyaçlar: Bütün üye ülkelerde kırsal alanların ihtiyaç ve<br />
koşullarının gözden geçirilmesi ve bu gereksinimlerin bir an karşılanması<br />
gerekmektedir.<br />
LEADER ve CLLD: Kırsal kalkınmada aşağıdan-yukarı ve alan bazlı<br />
yaklaşıma dayalı, bölgesel, entegre ve ortaklık temelli tercihler önemlidir.<br />
LEADER prensibinin yaygın uygulaması ve topluluklar tarafından<br />
yürütülen yerel gelişme (CLLD) uzantısı AB içinde ve ötesinde mutlaka<br />
hayata geçirilmelidir.<br />
Kırsal Hizmetler ve altyapı: Dükkânlar, posta teşkilatı, okullar, temel<br />
sağlık hizmetleri ve toplu taşımanın yanı sıra sosyal altyapı gibi temel kırsal<br />
hizmetler, kırsal alanlarda yaşam kalitesini belirleyen temel unsurlardır.<br />
Uygun fiziksel altyapı, su temini, kanalizasyon sistemi, elektrik, enerji<br />
temini, ulaşım sistemleri yaşamsal öneme sahiptir. Ancak birçok kırsal<br />
alanda kırsal hizmetler, kısır döngüye katkı yapan bir biçimde zayıf veya<br />
yok olmakta ve altyapı yetersizdir. Hükümetler ve kırsala hizmet sunanlar<br />
kırsalda yaşayan halkın uygun kırsal altyapı ve temel hizmetlere erişim<br />
hakkını eşit ve adil biçimde sağlamalıdır.<br />
Yerel ve alt-bölgesel ekonomiler: Avrupa’nın kırsal alanları, toplulukların<br />
yaşam damarlarını oluşturan ve Avrupa’daki ulusların ekonomilerine büyük<br />
katkılarda bulunan mikro, küçük ve orta ölçekli birçok girişimce zengin<br />
binlerce yerel ve alt-bölgesel ekonomileri içermektedir. Bütün kırsal Avrupa<br />
düzeyinde bu yerel ve alt-bölgesel ekonomilerin canlılığını ve geçerliliğini<br />
artırmak önemlidir. Bunu yapmanın yolları mekândan mekâna değişir ama<br />
birçok farklı sektördeki (tarım, ormancılık, balıkçılık, enerji, imalat, tedarik<br />
zinciri, turizm ve hizmet endüstrileri ile bilgi teknolojilerine dayalı<br />
işletmeler) girişimleri kapsar. Özellikle mevcut veya potansiyel iş<br />
olanaklarına uygun biçimde şekillendirilmiş çok yönlü danışmanlık, işletme<br />
desteği ve kredi hizmetleri ile mesleki eğitimin temini kırsalın refahı için<br />
kaçınılmaz gerekliliktir.<br />
Küçük ve aile çiftçiliği: Büyük ticari çiftlikler Avrupa ekonomisine büyük<br />
katkılar yapmaktadır. Ancak AB içindeki ve güneydoğu Avrupa ile<br />
Karadeniz bölgesindeki özellikle ıssız alanlar, dağlar ve adalarda kurulu<br />
olan çiftliklerdeki iş gücünün kaybı ve milyonlarca küçük çiftlik ve aile<br />
çiftliklerinin refahı gelecek açısından kaygı vericidir. Bu çiftlikler<br />
milyonlarca ailenin geçimini sağlamakta, yerel pazarlara gıda temin<br />
etmekte, binlerce topluluğun temel nüfusunu oluşturmakta ve toprakların,<br />
kıtaların, ekosistemlerin ve kültürel mirasın bağlı olduğu geleneksel yaşam<br />
tarzlarını sürdürmektedir. Kooperatifler ve sosyal çiftlik girişimleri kurarak<br />
ve ürünlerine değer katarak, tarla gelirlerini ve yerel ekonomilerini<br />
çeşitlendirerek tedricen daha geniş çiftlik alanları oluşturulabilir ve<br />
79
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
<br />
<br />
<br />
canlılıkları sürdürülebilir. Hükümetler, sivil toplum kuruluşları ve kırsal<br />
topluluklar aile çiftçiliğini geçerli bir Avrupa modeli olarak kabullenmek ve<br />
desteklemek durumundadır.<br />
Küçük kasabalar: Avrupa’da sayıları binleri bulan küçük kasabaların<br />
sosyal, ekonomik ve kültürel merkezler olarak kırsal topluluklar için büyük<br />
önemi vardır. Bunlar önemli ticaret, kamusal ve sosyal hizmetler, orta<br />
öğretim ve sağlık merkezleridir, turizm için büyük olanaklar sağlarlar ve<br />
toplu olarak bölgesel ve ulusal ekonomilere büyük katkılar sağlarlar. Ancak,<br />
ulusal ve Avrupa politika ve programlarında temel hedef olarak<br />
tanınmamakta ve ne kentli ne de kırsal olarak görülmemektedirler. Küçük<br />
kent ve kasabalara odaklanan ve bunların kırsal bölgelerin sosyal ve<br />
ekonomik yapılarına sağladıkları katkıları ve devamlılığını tanıyan ana akım<br />
bir Avrupa Birliği politikası ve ekonomisi dikkate alınmalıdır. Ulusal<br />
politikalarda küçük kent ve kasabaların ihtiyaçlarına daha fazla önem<br />
verilmelidir.<br />
İklim değişikliği ve doğal kaynaklar: Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği<br />
Konferansı yolunda, iklim değişikliği ile mücadele ve doğal kaynakların<br />
sürdürülebilirliği konusunda Avrupa’nın kırsal alanlarının oynayabileceği<br />
rol büyüktür. Avrupa’da arazilerin %40’ından fazlası karbonu yakalayan,<br />
ayrıştıran ve böylelikle yenilenebilir hammadde ve enerji kaynaklarına<br />
katkıda bulunan ormanlık alanlardadır. Kırsal alanlar rüzgâr, su, güneş,<br />
jeotermal ve bitkisel yakıtlar gibi kaynaklardan elde edilen artan<br />
yenilenebilir enerji talebini karşılamak açısından oldukça elverişli yerlerde<br />
konumlanmışlardır. Bu kaynaklardan elde edilen enerji el değmemiş doğa<br />
ve toprak ve su çevresine saygılı ve kırsal topluluklara doğrudan fayda ve<br />
istihdam sağlamaktadır. Tarımsal ormancılık, tarımsal ekoloji ve bioekonomi<br />
yaklaşımlarının kullanımının artışına yönelik olarak finansal<br />
desteklerin dağılımının değerlendirilmesinde, iklim değişikliğinin yarattığı<br />
koşulların dezavantajlı bölgelerin tanımlanmasında dikkate alınması<br />
gereklilik göstermektedir.<br />
Eğitim: Değişen bir dünyada her yerde insanlar sürekli uyum becerilerini<br />
geliştirmek ve sosyal ve ekonomik eylemlerinde yenilikler ortaya koymak<br />
ihtiyacındadırlar. Bu nedenle, -erken çocukluk döneminde başlayan- eğitim<br />
ve yaşam boyu öğrenmenin, kırsal toplulukları gerekli işbirliği ve ağ kurma<br />
faaliyetleri ile geliştirmede ve kalkınma süreçlerine katkıda bulunmalarını<br />
sağlamada önemli bir yeri vardır. Ayrıca genç insanların kırsal bölgede<br />
zengin ve canlı bir yaşam olanağını fark etmelerinde, ihtiyaç duyulan<br />
becerileri kazanmalarında ve korumalarında ve vatandaşlar olarak katılımcı<br />
olmalarında da eğitimin özel bir önemi vardır. Eğitim otoriteleri, karar<br />
vericiler kırsal hayatın gerçeklerine uygun biçimde şekillendirilmiş uzaktan<br />
eğitimi de içerecek şekilde bir yapılanmaya gitmede ve kırsal toplulukların<br />
eğitim hizmetlerine etkin erişimini sağlamada daha gayretkar olmaları<br />
kırsaldaki toplum için önemlidir.<br />
80
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Buradan şu sonuç çıkmaktadır; kırsal kalkınma artık herkesin ortak ilgisi ve<br />
sorumluluk alanıdır. Kırsalda refah ve kalkınma sağlanmadan genel düzeyde bir<br />
kalkınmadan söz edilemeyecektir.<br />
5. DEĞİŞİMLER KARŞISINDA TÜRKİYE’NİN KIRSAL<br />
KALKINMA ÖNCELİKLERİ<br />
Kırsal kalkınmanın uygulama alanında ne tür faaliyetleri, hangi sektörleri<br />
kapsayacağı noktasında, kalkınmanın tek başına ekonomik büyümeden ibaret<br />
olamayacağı görüşünden hareketle, kırsal alanda ekonomik faaliyetlerin yanı sıra<br />
sosyal refahı artırmayı, çevrenin korunmasını ve uzun dönem perspektifli stratejiler<br />
oluşturulması gerektiği yönünde görüşler mevcuttur. Bu bakımdan kırsal kalkınma,<br />
tarım, çevre, eğitim, sağlık, ulaşım, sosyal güvenlik gibi birçok politika alanının<br />
kırsaldaki kesişimi olarak kabul edilmektedir. Bunun yanında, dünyada yoksul ve<br />
yetersiz beslenen nüfusun % 75’inin kırsal alanlarda yaşadığı göz önünde<br />
bulundurulduğunda kır politikalarının etkinliği, yoksulluk ve açlıkla mücadelede en<br />
önemli faktör olarak ortaya çıkmaktadır. Geçmiş dönemde yaşanan tecrübeler,<br />
Türkiye’de kırsala yönelik politikaların bölgesel farklılıkları gözeten, ekonomik<br />
gelişmenin yanında sosyal ve çevresel boyutları dikkate alan, yerel aktörler arasında<br />
işbirliğine dayalı, dezavantajlı kesimlerin kaynaklara erişiminde mevcut eşitsizliğin<br />
giderilmesini amaçlayan bir yaklaşım benimsemesi gerektiğini işaret etmektedir.<br />
6. SONUÇ YERİNE: NE YAPMALI?<br />
Kalkınma dünyanın gündeminde sürekli olarak kendine yer bulmaktadır. Ekonomik<br />
ve toplumsal adaletin sağlanamadığı sürece de bu devam edecektir. Kalkınmada “tam<br />
mükemmeliyetçilik”ten de söz etmiyoruz. Burada yoksulluğun azaldığı, kır ile kent<br />
arasındaki uçurumların en az düzeyde olduğu, kırdakinin kenttekinin yaşam düzeyine<br />
öykünmeden yerinde kalmanın koşullarını bulabildiği, küresel dramatik göç<br />
olaylarının yaşanmadığı, herkesin temel haklar ve eğitim fırsatları açısından eşit<br />
olabildiği bir yaşam ve dünyadan söz ediyoruz. Bu maliyeti yüksek olan bir özlem<br />
değildir, tam tersine sağlanamadığında maliyeti yüksek olan olgulardır.<br />
Her alanda olduğu gibi kırsal kalkınmada da yaklaşımlar değişiyor, yeni paradigmalar<br />
beliriyor. Yeni yaklaşım şu biçimde özetlenebilir; Toplumsal, kültürel, ekonomik<br />
kalkınmayı hedefleyen, yoksulluğu azaltan, doğaya saygılı, doğal kaynakları akılcı<br />
ve sürdürülebilir kullanan, paydaşlarla iyi yönetişimi kabul eden, değişimi her alanda<br />
kabullenen ve bunun gereklerini yerine getiren, kurumsal değişim-dönüşümü<br />
kalkınma için bir fırsat gören, temel hizmetleri yenilikçi anlayışla sunabilen, refahı<br />
tabana yayan bir kalkınmadır.<br />
Eğer kalkınma bir ülkede ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal alanda arzu edilen<br />
her türlü değişme ve gelişme olarak tanımlanabiliyorsa, bu nitelik değişimi her<br />
düzeyde yerleşime ulaşırsa anlam taşır. Burada yapısal değişimden, toplumsal<br />
gelişimden, kır-kent farklılığının en aza inmesinden söz ediyoruz. İster genel, isterse<br />
kırsalda olsun kalkınma niteliksel değişime, dönüşüme dikkat çeker. İşte bunlardan<br />
hareketle kalkınma hem daha fazla çıktı, hem daha fazla iyileşme hem de teknik ve<br />
kurumsal yapıdaki değişmelere de dikkat çeker. Kurumsal yapıdan kasıt;<br />
kalkınmanın bütün paydaşları açısından değişim ve aralarındaki etkililiği ortaya<br />
81
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
çıkaracak etkileşim yani yönetişimdir. Eğer kalkınmada amaç; çağdaş ve ortak<br />
ihtiyaçların karşılanabileceği fiziki ortamları oluşturmak, demokratik hak ve başta<br />
kooperatifçilik olmak üzere örgütlenmeyi geliştirmek, bireylerin-toplulukların bilgi<br />
ve becerilerini artırmak, her düzeyde ekonomiyi iyileştirmek, toplumsal cinsiyet<br />
dengesini gözetmek, fırsat eşitliği ve adaleti sağlamak yoluyla ekonomik, sosyal,<br />
örgütsel ve kültürel gelişimin sağlanması ise bu ancak kırsalda da sağlanacak<br />
iyileşmelerle görülecektir. Bunun olması ise “iyi yönetişim” ile gerçekleşebilir.<br />
Bunun sağlanması kırsalda da kalkınma sürecini hızlandırabilecek ve sürecin her<br />
türlü girdisindeki verimliliği artıracaktır. Buna insan kaynakları da kurumsal kapasite<br />
ve kaynaklar da dâhildir.<br />
Kırsal kalkınmada temel hedef, kırsaldaki dinamiklerin harekete geçirilerek kırsalda<br />
yaşayanların fiziki, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal alanda sürdürülebilir<br />
kalkınma ilkelerine uygun olarak gelişimini sağlamaktır. Aranan kırsal kalkınma<br />
yaklaşımı budur. İnisiyatifin ve önceliklerin halktan kaynaklandığı kalkınma<br />
projelerinde başarı ancak eğitim, yayım, örgütlenme-kooperatifleşme, üretim için<br />
temel girdilerin sağlanması uygun teknolojilerin seçimi, kredi ve pazarlama gibi<br />
bileşenlerin bir bütün olarak planlanmaya dâhil edilmesi, ayrıca değerlendirme ölçüt<br />
ve göstergeleri ile risk faktörlerinin önceden tanımlanması suretiyle mümkündür.<br />
Kırsal kalkınma sadece ekonomik veya tarımsal büyümeyi hedefleyen bir anlayışta<br />
olmamalıdır. Tarım dışı ekonomiyi canlandıracak, tüm toplum kesimlerini<br />
kapsayacak, kurumsal gelişmeleri hızlandıracak, sosyal farklılıkları en aza indirecek<br />
kırsal kalkınma politikaları ve uygulamaları tüm uluslararası kuruluşların<br />
benimsediği yaklaşımlar haline gelmiştir. Bu süreçte sosyo-ekonomik dışlanmışlığı<br />
ortadan kaldırma, karar alma süreçlerine katılımı sağlama, bireyin ve toplumun<br />
saygınlığını on plana çıkarma, yerel teknoloji ve bilgilere önem verme, yoksullara en<br />
azından geçimlik iş olanakları sağlama, yerel örgütlenmelere-kooperatifleşmeye<br />
katkıda bulunma, bütüncül yaklaşımları dikkate alma ve cinsiyet dengeli kalkınmayı<br />
benimseme kırsal kalkınmayı kolaylaştırıcı ve hızlandırıcı faktörler olacaktır.<br />
Temeline bakıldığında kırsal kalkınmada; kırsalda eğitimli iş gücünün oluşturulması,<br />
alt ve üst yapıların tesisi, toplulukların kendi sorunlarının nedenlerini kavraması ve<br />
buna göre çözüm arayabileceği bilincin oluşturulması, kalkınmaya duyarlı yönetim<br />
anlayışının benimsenmesi, topluluklarda kendi kalkınmalarını sağlayacak bilincin<br />
oluşması ve halkın katılım kanallarının sağlanması ve güçlendirilmesi ile demokratik<br />
kültürün geliştirilmesi de önem taşır. Bütün bunlar ancak “iyi yönetişim” ile hayata<br />
geçebilir. Bunun için “iyi yönetişim”i gözeten bir kırsal kalkınma politikasının<br />
izlenmesi, buna göre uygulamaların hayata geçirilmesi önem taşır. Bu aynı zamanda<br />
değişime kırsal kalkınma yaklaşımlarına uyumu da kolaylaştıracak ve kırsal<br />
kalkınmanın gerçekleşmesine katkı sunacaktır. Ülke olarak geldiğimiz nokta; herkesi<br />
kapsayan bir kalkınma kırsal kalkınma olmadan sağlanamayacaktır. Nitekim Avrupa<br />
Kırsal manifestosunda vurgulanan her nokta ve öncelik Türkiye kırsalı için de hayati<br />
bir önem taşımaktadır.<br />
KAYNAKÇA<br />
Allen, F., and Özcan, N. 2006. Rural development in the EU andTurkey. 21th meeting<br />
of the EU-Turkey Joint Consultative Committee.<br />
82
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Anonim. 2013. onuncu kalkınma planı “kırsal kalkınma: yenilikçi hizmet sunumu”<br />
özel ihtisas komisyonu taslak raporu. T.C. Kalkınma Bakanlığı.<br />
European Commission. 2011-1. The reform of the cap towards 2020: consultation<br />
document for ımpact assessment: http://ec.europa.eu/agriculture/cap-post<br />
2013/consultation/consultation-document_en.pdf<br />
European Commission. 2011-2. Proposalfor a regulation of the european<br />
parliamentand of the council on support for rural development by the<br />
european agricultural fund for rural development<br />
(EAFRD):http://ec.europa.eu/agriculture/cap-post-2013/legalproposals/com627/627_en.pdf<br />
Gülçubuk, B., ve Arkadaşları. (2010). Kırsal kalkınma yaklaşımları ve politika<br />
değişimleri. Türkiye Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi, Ankara<br />
Gülçubuk, B, (2006). Kırsal kalkınma. Türkiye’de Tarım Kitabı. TC Tarım ve<br />
Köyişleri Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, Ankara.<br />
Gülçubuk, B. (2013). The Role of "good governance" for effectiveness of localand<br />
rural development implementations. 2nd International Regional<br />
Development Conference. Elazığ.<br />
Gülçubuk, B. ve Arkadaşları. (2015). Kırsal kalkınma paradigması ve yeni arayışlar.<br />
Türkiye Ziraat Mühendisliği VIII. Teknik Kongresi, Ankara<br />
Moselej, J.M. (2003). Rural development. Principleand Practice Sage Publications.<br />
London.<br />
Shepherd, A. (1998). Sustainable rural development. MacMillan Publishers Limited,<br />
England.<br />
Soysaldı, E. (2013). Avrupa Birliği kırsal kalkınma politikalarında dönüşümler ve<br />
Türkiye açısından geleceğe ilişkin stratejiler. AB Bakanlığı Uzmanlık Tezi<br />
(Basılmamış)<br />
TC Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, 2004, II. Tarım Şurası Kırsal Kalkınma Politikaları<br />
Komisyonu Raporu, Ankara.<br />
World bank. (2003). Reaching the rural poor. A Renewed Strategy for Rural<br />
Development. USA.<br />
www.ab.gov.tr<br />
www.ilo.org<br />
www.kalkinma.gov.tr<br />
www.tarim.gov.tr<br />
www.tepav.org.tr<br />
83
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Doğu Anadolu'nun Tarihi Mirası'nın Bölge Turizmine<br />
Katkısı Üzerine Bazı Mülahazalar: Ahlat Şehri Örneği<br />
1. GİRİŞ<br />
Fatih ERKOÇOĞLU <br />
Van Gölü'nün kuzeybatısında 23.000 nüfuslu Bitlis iline bağlı bir ilçe olan Ahlat,<br />
kuzeyinde Muş iline bağlı Bulanık ve Malazgirt ilçeleri, batısında Muş ili, güneyinde<br />
Van Gölü, güneybatısında Tatvan ve Bitlis, doğusunda ise yine Van Gölü ve<br />
Adilcevaz ilçesiyle sınırlıdır. İlçe Bitlis il merkezine 60 km mesafede yer almaktadır.<br />
1643 km²'lik kırsal bir alana yayılmış olan Ahlat'ın yüzey şekilleri gerek biçim,<br />
gerekse meydana geliş şekilleri bakımından farklılıklar göstermektedir. Geçmişte<br />
tahıl ekimi yapılan şehirde sulu tarıma geçilmesiyle birlikte verimlilik artmış, ürünler<br />
çeşitlendirilmiştir. Nemrut Dağı, krater gölleri Ahlat'ın batısında, Süphan dağı ise<br />
doğusunda yer almaktadır. Şehir Van Gölü'nün kuzey kıyısında yer almış olmakla<br />
birlikte iklimi kara iklimi özelliği taşımaktadır. Kış oldukça erken başlar ve uzun<br />
sürmektedir. Havanın ısınması ancak nisan ayının ortalarında olmaktadır. Yaz<br />
mevsimi ağustos ayının sonuna kadar sürmekte olup bazı yıllar eylül ayını da<br />
kapsamaktadır. Yıllık ortalama yağış miktarı 1000-1500 mm. olup, diğer bölge<br />
şehirlerine göre daha yeşil ve gür bir bitki örtüsüne sahiptir.<br />
2. TARİHTE AHLAT<br />
Ülkemizin Doğu Anadolu bölgesinde yer alan Ahlat, Uratular'dan Osmanlılara kadar<br />
muhtelif devlet ve hanedanın idaresinde kaldı. Şehrin en eski sakinlerinin Urartular<br />
<br />
Doç. Dr., Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İTBF, fatiherkocoglu@hotmail.com.<br />
84
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
olduğu, buraya Halads dedikleri bilinmektedir. Ermeniler Şaleat, Süryanîler Kelath,<br />
Müslüman Araplar Hilat, 1 İranlılar ve Türkler ise Ahlat demişlerdir. 2<br />
Ahlat daha ilk İslam fetihlerinden itibaren stratejik noktada yer alan önemli<br />
şehirlerden birisi oldu. Şehir Hz. Ömer döneminde Cezîre fatihi olarak bilinen İyâz<br />
b. Ganem tarafından 20/640-41 yılında fethedildi. Emevîler devrinde ise Muaviye'nin<br />
ölümüyle başlayan iç karışıklılar esnasında şehir isyan ederek İslâm idaresi öncesinde<br />
burada hakimiyet kurmuş olan Bizans idaresine girdi. İslâm ordularına yönelik<br />
tecavüzleri nedeniyle halkı şiddetli bir şekilde cezalandırıldı. 3 Emevîler döneminde<br />
bölgede vukû bulan muhtelif isyanlarda Ahlat göze çarpmaktadır.<br />
Abbâsîler devrinde ise Ahlat'taki idari teşkilat muhafaza edildi ve mahalli hanedanlar<br />
yerlerinde bırakıldı. Bu dönemde bölgede, bilhassa burada yaşayan Ermeniler<br />
arasında Müslümanlaşmanın olduğu kayıtlarda belirtilmektedir. 4 Abbâsî halifeliğinin<br />
IX. yüzyılın ikinci yarısında zayıflamaya başlaması üzerine Ahlat ve bölgesindeki<br />
diğer şehirler, mahalli Ermeni krallıklarına ya da Bizans'a tabi oldular. 928'de Bizans<br />
imparatoru Romanus Lekapenus döneminde (920-944) Ahlat ve Bitlis'deki camilere<br />
haç yerleştirildi. Ahlat hakimi Ebû'l-Muiz Ahmed imparatora itaatını sundu. 940'da<br />
bölge beyleri Hamdânî Emiri Seyfüddevle'ye (945-967) bağlandılar. Kısa süre sonra<br />
Hamdânîler Van Gölü ve çevresini boşalttılar. Hamdânîlerin zayıflaması üzerine Ebû<br />
Ali Hasan b. Mervân, Meyyâfârikîn, Âmid ve Ahlat'ın da dahil olduğu Mervânîler<br />
Devleti'ni (990-1085) kurdu. Mervânîlerden Nasrüddevle Ahmed'in idaresinde 1011-<br />
1061 yılları arasında Ahlat refah ve huzur içinde idi. Selçuklular Anadolu'ya<br />
girdiklerinde Ahlat dışındaki bölge şehirlerinin hemen hepsi Bizans imparatorluğuna<br />
bağlı idi. 1054 yılında tertip ettiği seferde Tuğrul Bey şehri alamadı. Şehir Alp Arslan<br />
döneminde ise Anadolu'ya yapılan seferlerin bir üs noktası teşkil etti. Malazgirt<br />
fethedildiğinde Ahlat şehri Emir Sunduk'un idaresinde bulunuyordu. Bizansın Ahlat'a<br />
gönderdiği öncü birliklerini bu komutan ortadan kaldırdı (1071). Ahlatlıların<br />
Malazgirt Savaşı'na katıldıkları, savaş sonrasında şehirlerine bol ganimet<br />
götürdükleri anlaşılmaktadır.<br />
Ahlat XII. yüzyıl başlarından itibaren Ahlatşahlar hanedanına (1100-1207) başkentlik<br />
yaptı. Bu dönemde şehir İslâm dünyasının en önemli şehirlerinden birisi oldu ve<br />
tarihinin en parlak dönemini yaşadı. Şehrin gelişiminde ticaretin payı büyüktü. Siyasi<br />
istikrar ve ticaretin gelişmesi şehirde ilim, sanat ve kültürün de ilerlemesine imkan<br />
sağlamış olup burada yetişen çok sayıda alim ve Ahlatlı birçok mimar ve sanatkar<br />
1<br />
Faruk Sümer, "Ahlât", DİA, İstanbul 1989, II, 19. Bkz. Belâzurî, Ahmet b. İsa b. Ca’fer (279/895),<br />
Fütûhu’l-Buldân, thk. Abdullah Enîs et-Tabbâ’-Ömer Enîs et-Tabbâ’, Beyrut 1987, s. 273; çevirisi için<br />
bkz. Futûhu’l-Büldân, çev. Mustafa Fayda, Ankara 2002, s. 278. Bkz. Ya’kûbî, Ahmed b. Ebû Ya’kub b.<br />
Ca’fer (284/897), Kitâbu’l-Buldân, haz. Muhammed Emîn Dannâvî, Beyrut 2002, s. 208.<br />
2<br />
Faruk Sümer, "Ahlât", II, 19. Nâsırı Hüsrev (ö. 481/1088) bu şehri ziyaretinde şehirde konuşulan Arapça,<br />
Farsça ve Ermenice'den dolayı Ahlat denildiğini zikretmektedir. Bkz. Sefernâme, çev. Abdülvehhâb Tarzî,<br />
İstanbul 1994, s. 10.<br />
3<br />
Geniş bilgi için bkz. Fatih Erkoçoğlu, Emevilerin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervân, Ankara 2011,<br />
s. 321-328.<br />
4<br />
Belâzurî, 272-297.<br />
85
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
tespit edilmiştir. 5 Teşkilatlı olarak Anadolu'daki ilk esnaf ve sanatkar birliklerine de<br />
(fityân) burada rastlanılmaktadır. 6<br />
Şehrin zenginliği çevre hükümdarların ilgisini çektiğinden burasının elde edilmesine<br />
yönelik büyük çabalar sarf edildi. İldenizliler, Eyyûbîler, Erzurum Meliki Tuğrul Şah<br />
şehri ele geçirmek için mücadele etti. 604/1207-8 yılında şehir Eyyûbîlerin eline<br />
geçince Ahlatşahlar hanedanı sona erdi. Fityân teşkilatının dağılması ya da<br />
zayıflamasıyla birlikte Ahlat'ın ilim, kültür ve iktisadi hayatında gerileme baş<br />
gösterdi. İlki 1226 yılında olmak üzere şehir Celaleddin Harzemşah tarafından iki<br />
defa kuşatıldı. İkinci kuşatmada çok sıkıntı çeken Ahlatlıların bir kısmı ölürken diğer<br />
bir kısmı ise şehri terk etti. 1229 yılında Ahlat ele geçirildiğinde yağmalandı. Bu<br />
olaydan iki yıl sonra ise Moğol istilası baş gösterdi ve artık şehir eski önemini<br />
kaybetti. Anadolu Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubad, Moğol tehlikesine karşı<br />
aldığı bir dizi önlem içinde Ahlat'ın tahkimi de bulunuyordu. 630/1232-33 yılında<br />
şehirde iskan ve imar faaliyetlerine başlattı. 7 Ne var ki Kösedağ bozgunu sonrasında<br />
işgale uğrayan şehir Gürcülere bırakıldı (1244).<br />
Savaşların verdiği zararın yanı sıra 644/1246 ve 674/1275-76 yıllarında meydana<br />
gelen depremlerle şehir harebeye döndü. Bütün bunlara rağmen şehir önemini<br />
kaybetmedi. İlhanlı hükümdarı Olcaytu ve oğlu Ebû Said Bahadır Han devirlerinde<br />
şehir mamur bir haldedir. Ne var ki İlhanlıların aralarındaki iç savaşta şehir yeniden<br />
tahrip oldu (1335). Mahalli yöneticiler şehrin idaresini ellerine aldılar. 1360 yılında<br />
şehir Moğol beylerinden Hızır Şah'ın eline geçti. Bu şahıstan sonra ise şehrin Bitlis<br />
hakimlerine terk edildiği zikredilmektedir. Bitlis, Muş ve Ahlat hakimleri Timur<br />
tehlikesi karşısında ona tabi oldular. Timur'un oğlu Şahruh'un Anadolu'dan ayrılması<br />
üzerine şehir ve civarı Karakoyunluların saldırısına uğradı. Çevrede pek çok şehir<br />
Karakoyunlu hakimiyetini tanısa da Ahlat'ın hiçbir zaman bunların doğrudan<br />
idaresine girmediği ifade edilmektedir. Şehir 1472 yılında Akkoyunlu Bayındır<br />
Bey'in eline geçti. Oğlu Muhammed Ahlat'ı 1481-1488 yılları arasında yönetti.<br />
Akkoyunlu sonrasında Ahlat ve çevresinin Safevî idaresine girdiği belirtilmekte,<br />
fakat bu konu hakkında yeterince malumat bulunmamaktadır. 8<br />
Ahlat ve çevresi Kanuni Sultan Süleyman'ın Irakeyn seferi (1533-1535) ile birlikte<br />
Osmanlı idaresine girdi. Müteakiben Safevîler bölgede bazı şehirleri ele geçirdiler.<br />
Safevî saldırıları ile Ahlat Kalesi tahrip edildi. Bunun üzerine Osmanlılar birkaç sene<br />
sonra gölün kıyısında yeni bir hisar inşa ettiler ve böylece yeni şehir oluşturuldu.<br />
Bölgede 41 yıl sürmüş Osmanlı-Safevî mücadelesi 1555 yılında imzalanan antlaşma<br />
ile sona erdi.<br />
Moğol istilasından beri önemini kaybeden Ahlat şehri, Safevî-Osmanlı mücadelesi<br />
esnasında ve Osmanlı döneminde daha da sönükleşti. Bölge şehirleri içerisinde Van<br />
5<br />
Beyhan Karamağaralı, Ahlat Mezartaşları, Ankara 1972, s. 34. Osman Turan, Doğu Anadolu Türk<br />
Devletleri Tarihi, İstanbul 2004, s. 138-141.<br />
6<br />
Faruk Sümer, "Ahlât", II, 20, 21. Bkz. Turan, 142.<br />
7<br />
İbn Bîbî, el-Hüseyin b. Muhammed b. Ali el-Caferî er-Rugâdî (XIII. yy), el-Avâmirü'l-'Alâ'iyye fi'l-<br />
Umûri'l-'Alâ'iyye, (Selçuknâme), haz. Mürsel Öztürk, Ankara 1996, I, 425-427; Osman Turan, Selçukluklar<br />
Zamanında Türkiye, İstanbul 2010, s. 397, 398.<br />
8<br />
Sümer, II, 21<br />
86
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
bir eyalet merkezi olurken Ahlat ise Adilcevaz sancağının bir kazasına dönüştü. Artık<br />
Ahlat'ın durumu hiç de iç açıcı değildir. Nüfusu ve vergi veren insan sayısında azalma<br />
söz konusudur. Geçirdiği muhtelif felaket dolayısıyla de şehirde cami ve medreseyle<br />
ilgili vakıf bulunmamaktadır. 9<br />
Tanzimattan sonra Ahlat, II. Abdülhamid döneminde Bitlis Vilayeti'ne bağlandı.<br />
1310/1829-93 yılı Bitlis Vilayeti Salnamesi'ne göre şehirde yedi mahalle bulunuyordu<br />
ve ikisi hisar içinde olmak üzere de yedi cami vardı. 10<br />
Günümüzde Ahlat'ta tarihi ve mimari değeri olan çok sayıda eser bulunmaktadır. 11<br />
Bilhassa sanat değeri yüksek mezar taşlarıyla şöhret kazanan Ahlat, Ortaçağ İslâm<br />
dünyasında müstesna bir yer tutmaktadır. Ahlat şehrinde muhtelif yerlerde görülen<br />
küçük mezarlıklardan başka tarihi değeri haiz ve oldukça büyük sahaları kaplayan<br />
altı mezarlık bulunmaktadır. Selçuklu kalesi içindeki Harabe Şehir Kabristanı, Hasan<br />
Padişah künbetinin güney-batısında, adını taşıdığı mahallede bulunan Taht-ı<br />
Süleyman Kabristanı (Kara Şeyh Mezarlığı da denilmektedir), Kırklar mahallesinde<br />
bulunan bir kısmı XIII-XIV. asırlara ait mezarların yer aldığı Kırklar Mezarlığı,<br />
Merkez mahallesinde Şeyh Necmeddin ve Erzen Hatun künbetlerinin bulunduğu<br />
sahada yer alan Merkez Kabristanı, Osmanlı kalesinin dışında yer alan Kale<br />
Mezarlığı ve son olarak Ahlat'ın en büyük en mühim mezarlığı olan Meydan<br />
Kabristanı. 12<br />
Selçuklu Kalesi (Harabe Şehir) (F. Erkoçoğlu Arşivi)<br />
9<br />
1655 yılında şehre uğrayan Evliya Çelebi şehir hakkında geniş malumat vermektedir.<br />
10<br />
Sümer, II, 22.<br />
11<br />
Bu eserler hakkında geniş bilgi için bakınız: Ahlat, Şehir Rehberi, Ahlat Kaymakamlığı, İstanbul 2013.<br />
12<br />
Karamağaralı, 34, 35.<br />
87
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Emir Bayındır Köprüsü (F. Erkoçoğlu Arşivi)<br />
Bu mezarlık takriben 200 dönümlük bir arazide yer almakta olup müstakil çalışmalara<br />
konu olmuştur. 13 Bu kabristan uzaktan görünümüyle büyük bir meydan savaşı<br />
sonrasında meydanda kalan naaşları gösterir tarzda, oldukça heybetli ve hoş bir<br />
görüntü oluşturmaktadır.<br />
Meydan Kabristanı (F. Erkoçoğlu Arşivi)<br />
13<br />
Bkz. Beyhan Karamağaralı, Ahlat Mezartaşları, Ankara 1972. Bkz. Ara Altun, "Ahlat, Ahlat Mezar<br />
Abideleri", DİA, İstanbul 1989, II, 22, 23.<br />
88
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Emir Bayındır Kümbeti (F. Erkoçoğlu Arşivi)<br />
Osmanlı Kalesi (F. Erkoçoğlu Arşivi)<br />
İskender Paşa Camii (F. Erkoçoğlu Arşivi)<br />
89
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tafsilatlı olmayan bu kronolojik siyasi tarih sonrasında bu tebliğde şehrin tarih ve<br />
sanat boyutunu ön plana çıkarmaya yönelik bilhassa Anadolu'nun kapılarını Türklere<br />
açan Malazgirt Savaşı coğrafyasında yer alan bu tarihi kentin, turizme kazandırılması<br />
hususunda muhtelif teklifler sunulacaktır.<br />
3. BİR ORTA ÇAĞ KENTİ AHLAT<br />
Bilindiği üzere bilhassa I ve II. Dünya savaşlarından sonra Avrupa'nın pek çok şehri<br />
eski formunda yeniden inşa edildi. Aynı şekilde ülkemizde de son zamanlarda başta<br />
İstanbul olmak üzere tarihi birikimimize sahip çıkmak adına büyük gayretlerin sarf<br />
edilerek şehrin tarihi dokusunun yeniden canlandırıldığı görülmektedir. Yine Ankara,<br />
Bursa, Mardin, Diyarbakır gibi önemli tarihi şehirlerde de turizm potansiyelinin<br />
artırılmasına yönelik çabaların olduğu, belediye başkanları ve valilerin bunun<br />
farkında oldukları son zamanlarda şehirlerdeki tarihi varlığın canlandırılmasından<br />
anlaşılmaktadır.<br />
Hiç şüphesiz Ortaçağ Anadolu'sunun (Anadolu Selçukluları'nın) önemli şehirlerinden<br />
olan Konya, Kayseri, Sivas, Aksaray ve Niğde gibi şehirlerimizin bugünkü modern<br />
halleri ile betonlaşmaya karşı direnç gösteremedikleri aşikardır. Tarih eserleri beton<br />
binaları içerisinde birer biblo gibi durmaktadır. Halbuki yukarıda tarihi sürecini<br />
kısaca anlatmaya çalıştığımız Ahlat şehri ise her ne kadar bozulmaya başlamış ve<br />
yüzyılların tahribine karşı varlığını sürdürmeye çalışşada bir Ortaçağ kenti olarak<br />
düzenlenmesi için konum itibariyle en uygun şehir görünümünde olduğunu<br />
düşünmekteyiz. Halen şehirleşmenin yoğun olmadığı ilçedeki çok fazla sayıda tarihi<br />
eserin varlığı, bilhassa tarihi mezarlıkların kazandırdığı ün bu şehrin yeniden bilinçli<br />
bir şekilde Ortaçağ kentine uygun bir tarzda Ahlat taşı ile yeniden inşası halinde hem<br />
şehre hem de bölgeye büyük bir tarihi turizm potansiyelinin kazandırılacağı fark<br />
edilmektedir. Estonya'nın başkenti Tallinn ve Madrid'in 80 km güneyinde bulunan<br />
tarihî Toledo (Tuleytula) kentinin bu bakımdan bizim için iki güzel örnek teşkil<br />
ettiğini burada ifade edebiliriz.<br />
Bu iki şehir hem yaz hem kış aylarında dolup taşmakta olup her daim taş<br />
kaldırımlarında turistler dolaşmaktadır. Şehrin tarihi yapısına uygun butik otelleri,<br />
kafeleri şehre ayrı bir güzellik ve canlılık kazandırmaktadır. Toledo çeliğinden<br />
yapılmış kılıç, hançer ve bıçak gibi hediyelik objeler her daim vitrinlerde teşhir<br />
edilmektedir. Ahlat için de baston vesair objeler bu bakımdan değerlendirilebilir.<br />
90
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tuleytula (Toledo) 14<br />
Toledo (F. Erkoçoğlu Arşivi)<br />
Malum olduğu üzere bilhassa son yıllarda Çanakkale ve Sarıkamış Savaşları'nın<br />
yapıldığı mekanların ziyareti yönünde Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından yapılan<br />
14<br />
Ciudades De Espana II, Toledo (200 Laminas), Patronato Nacional Del Turismo, s. 8. Kitabın içinde<br />
yer alan fotoğrafların ne zaman çekildiği ve kitabın ne zaman basıldığına dair herhangi bir şey<br />
bulamadığımızı üzülerek belirttikten sonra bu iki resmi neden yan yana koyduğumuzu ifade etmek<br />
istiyoruz. Siyah beyaz olan fotoğraf nereden baksanız altmış ya da yetmiş yıl önceki Toledo şehrine aittir.<br />
Diğer fotoğraf ise 2015 yılında gittiğimizde çektiğimiz bir fotoğraftır. Avrupa kentlerinin genelinde olduğu<br />
gibi yıllar geçse de tarihi dokunun silüetinin bozulmadığına dair güzel bir örnek olduğu için bu fotoğrafları<br />
burada vermeyi uygun gördük. Bu arada Bursa'da tarihi bölgeye devasa boyutlardaki TOKİ konutlarını<br />
yaptıranları sadece Allah'a havale etmekten başka elimizden bir şey gelmediğini de burada belirtelim.<br />
91
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
organizasyonlar ile her yaştan öğrencilerimiz şanlı mücadelelerin verildiği bu<br />
mekanları ziyaret etmekte, atalarının yaptığı kahramanlıkları minnetle anmaktadırlar.<br />
Bu bağlamda ülkemizde millî ve tarihî bilincin oluşturulmasında bu seyahatlerin<br />
katkısı izahtan varestedir.<br />
Bu açıdan değerlendirilebilecek olan konumuzla bağlantısı olduğu için önemli bir<br />
aktiviteden bahsetmek istiyoruz. Gençlik ve Spor Bakanlığı Türklerin Anadolu'ya<br />
girişlerinde, burasını vatan tutuşlarında oldukça mühim bir savaş olan, Malazgirt<br />
Savaşı'nın yeni nesillerce hatırlanmasına katkı sağlayacak tarzda, her yöreden adı Alp<br />
Arslan olan 1071 kişiyi Muş'ta bir araya getirmişti. Gazetelerde duyurusu yapılan bu<br />
faaliyete küçük kardeşim de adından dolayı iştirak etmişti. Yine Gençlik ve Spor<br />
Bakanlığı gençlerin tarih bilincinin oluşturulması için bu sefer Malazgirt'te 1071 tarih<br />
öğretmeni ve öğrencisinin buluşturulması etkinliğini icra etmişti. Bu çerçevede<br />
benim gibi kırka yakın Ortaçağ tarihçisi, Muş Alparslan Ünivesitesi dersliklerinde<br />
Muş'a gelen katılımcılara savaş hakkında bilgi verilmesi için buraya davet edilmişti.<br />
Bizler de bu öğrencilemize Türk tarihi bakımından savaşın önemi ve sonuçları<br />
üzerinde bir saatlik bir sunum gerçekleştirmiştik. Bu dersler sonrasında 1071 tarihçi<br />
ile birilikte bizler de bu önemli savaşın vukû bulduğu Malazgirt'e götürüldük. Burada<br />
düzenlenen etkinliklere iştirak ettik. Kırgız çadırlarında sunulan pilavları ve ayranları<br />
içtik. Birçok Ortaçağ tarihi hocamız Malazgirt kalesini ve savaşın yapıldığı<br />
coğrafyayı belki de ancak o gün görme imkanı bulmuştu. Üç gün boyunca bu<br />
organizasyonda sadece Malazgirt'e değil, Bitlis, Tatvan ve konumuz olan Ahlat<br />
şehrine de ziyaret gerçekleştirmiştik. Bu organizasyon tarih öğrencisi ve<br />
öğretmenlerinin zikredilen şehir ve mekanları gezmek suretiyle öğrenmesine katkı<br />
sağladığı gibi ülkemizin 81 ilinden gelen bütün bu iştirakçilerin hem kendi aralarında<br />
hem de bölge halkı ile kaynaşmasına fırsat yaratmıştır. Bu güzel etkinliğe terör<br />
faaliyetleri artınca ara verildiği anlaşılmaktadır. Terör meselesi çözüldüğünde bu<br />
etkinliklerin daha kapsamlı olarak yeniden oluşturulması, hemen her yıl<br />
katılımcıların sayısının artırılması dilek ve temennimizdir.<br />
92
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Malazgirt Savaşı 943. Yıl Dönümü Kutlamaları (24-28 Ağustos 2016) (F.<br />
Erkoçoğlu Arşivi)<br />
Ahlat'ta 1960 yıllarında başlatılan kültür şenlikleri, ilçede turizmi teşvik eden önemli<br />
bir faaliyet olup 1990'lı yıllarda "Ahlat Kültür Haftası Şenlikleri" adını alarak her<br />
yılın Ağustos ayında tertip edilerek yöreye canlılık kazandırılmaya çalışılmaktadır.<br />
2010 yılından itibaren ise bu etkinlik uluslararası düzeye taşınarak "Avrasya Ahlat<br />
Kültür Buluşmaları"na dönüştürülmüştür. Müteakiben hemen her yıl düzenlenen<br />
festivalin konseptine son zamanlarda ülkemizde giderek yaygınlık kazanan etno<br />
sporlardan başta okçuluk ve binicilik gibi aktiviteler eklenebilir. Yukarıda<br />
belirttiğimiz etkinlikle birleştirilmek suretiyle kurulan çadırlarda hafta boyunca çok<br />
sayıda etkinlik düzenlenebilir. Halen, 1176 yılında vukû bulan Miryekefalon Savaşı<br />
münasebetiyle Isparta'nın Gelendost ilçesinde Ankara ve İstanbul'dan gelen okçu<br />
ekipleriyle iki yıldır bu tarz bir aktivitede bulunduğumuzu burada hatırlatmak isteriz.<br />
Slaytlarda gösterdiğimiz gibi Ortaçağa ait bazı objelerin hem teşhiri hem de satışı bu<br />
çadırlarda gerçekleştirilebilir. Yani bir nevi Diriliş Ertuğrul dizisinin çekildiği set gibi<br />
bir setin burada oluşturularak ziyaretçilere açılmasının önemli olduğunu<br />
düşünmekteyiz.<br />
Necmettin Okyay Okçuluk Festivali (20-21 Eylül 2014)<br />
93
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Miryokefalon Savaşı 839. Yıl Dönümü Kutlamaları (F. Erkoçoğlu Arşivi)<br />
Avrupa'nın pek çok yerinde, bilhassa Polonya, Ukrayna ve Romanya gibi ülkelerde<br />
yaşayan bir kısım insan, folklorik kıyafetleri ile katıldıkları festivallerin mahiyetini<br />
çoktan değiştirmişler ve bu etkinliklerin bazıları tamamıyla Ortaçağ yaşamına uygun<br />
hale getirilmişlerdir. Baştan ayağa zırhlı ve mahalli kıyafetli atlı süvariler ve<br />
okçuluların yer aldığı, Ortaçağ gündelik yaşamının canlandırıldığı yerleşim<br />
birimlerinin oluşturulduğu bu etkinliklere katılabilmek için çok uzak yerlerden<br />
buralara turistlerin geldikleri, ciddi miktarlarda paralar harcadıkları bilinmektedir.<br />
Kendi seyahatlerimizde Ukrayna'nın başkenti Kiev'in yakınlarında yer alan Piragov<br />
köyündeki faaliyeti bu anlamda zikredebiliriz. Aynı şekilde Estonya'nın başkenti<br />
Tallinn'in sokaklarında yer alan Ortaçağ kıyafetleri içerisinde, tanıtım ve satışlarda<br />
yer alan bayan ve erkeklerin şehrin turizmine büyük bir canlılık kazandırdığını da<br />
burada hatırlatalım.<br />
94
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Piragov Köyü, Kiev (F. Erkoçoğlu Arşivi)<br />
Tallin (F. Erkoçoğlu Arşivi)<br />
95
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
96
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Old Hansa (Tallinn) (F. Erkoçoğlu Arşivi)<br />
Bu faaliyetlerin dışında hemen hemen Avrupa ülkelerinin birçoğunda, Ortaçağ temalı<br />
müzelerin varlığının da söz konusu olduğunu belirtelim. Kronolojik konseptte şehir<br />
tarihi müzeleri turiste, öğrenciye ve vatandaşa şehrin değişimi ve gelişimi hakkında<br />
oldukça önemli malumat vermektedir. Ayrıca bu müzeler etnoğrafik bir kısım<br />
malzemenin de teşhir edilmesine imkan sağlamaktadır. Gerçi İstanbul, Ankara ve<br />
97
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
İzmir gibi büyük şehirlerimizde bile şehir tarihi müzelerinin bulunmayışı, şehir<br />
idarecilerinin bu tarz kurumlara ilgi duymayışı nedeniyle oldukça pahalı olabilecek<br />
olan bu şekilde bir çalışmaya mahalli belediyelerin kaynak ayırmasının da zorluğu<br />
fark edilmektedir. Fakat bir yerden başlanılmasının zarureti de ortadadır.<br />
İki sene önce ziyaret ettiğimiz Stokholm'da parlemento binasının yer aldığı adaya<br />
geçiş imkanı veren köprünün altında, farklı ve oldukça dikkat çekici bir üslupla<br />
oluşturulan Ortaçağ Kent Tarihi Müzesi'ni ziyaret etmiştik. Oluşturulacak olan<br />
Ortaçağ kenti müzeleri için bu müzenin bu konuda kesinlikle örnek alınması<br />
gerektiğini düşünmekteyiz. Bu arada bu kurumlar için çok büyük paraların da<br />
harcandığı zannedilmemelidir. Bu tarz müzelerin kısa süre sonra masraflarını<br />
karşılayabileceğini de burada hatırlatalım.<br />
98
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Stokholm Şehir Tarihi Müzesi (F. Erkoçoğlu Arşivi)<br />
İstanbul'un kuşatmasını konu edinen 1453 Panorama 1453 Tarih Müzesi ve Polatlı'da<br />
Milli Mücadele Panoramik Müzesi gibi, Ahlat'ın hemen hemen kuzeyinde oldukça<br />
yakın bir mesafede yer alan Malazgirt Savaşı'nın meydana geldiği ilçenin kalesinde<br />
ya da bu kalenin hemen önünde Malazgirt Savaşı'nı tasvir eden bir panoramik<br />
müzenin de inşasının önemli olduğu düşünülmektedir. Bu panoramik müzenin hem<br />
Malazgirt'e hem de Ahlat'a büyük katkı sağlayacağı ise aşikardır. 15<br />
15<br />
Sempozyum münasebetiyle görüştüğümüz Muş şehri mülki amirlerinden birisine bu konuyu<br />
açtığımızda, kendilerinin panoramik müze girişimlerinin olduğu ifade edilmiştir.<br />
99
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
4. AHLAT ÇEVRESİ<br />
1453 Panorama 1453 Tarih Müzesi (F. Erkoçoğlu Arşivi)<br />
Ahlat'ın yakın çevresinde bulunan il ve ilçelerin de Ahlat'la birlikte turizm<br />
potansiyelinin değerlendirilmesinin imkan dahilinde olduğunu burada belirtelim.<br />
Bilhassa Ahlat sınırlarına oldukça yakın bir yerde bulunan Nemrut krater gölü,<br />
burada bulunan dağ, göl ve çevresi kampçılar ve dağ turizmi için kullanılabilir.<br />
Sportif amaçlı gezi, yürüyüş ve kampçılık için bu bölge oldukça ideal alanlardandır.<br />
İki sene kadar önce gittiğimizde burasının yolunun yapıldığını, buraya ulaşımın daha<br />
iyi planlandığı görülmüştü. Bu yolun bitimiyle birlikte hem Bitlis, hem Tatvan hem<br />
de Ahlat'ın turizm potansiyelinde artış olacağı aşikardır. Ayrıca kış aylarında bu<br />
bölgenin zaten var olan kış turizmi potansiyeli de artırılabilecektir.<br />
100
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Nemrut Krater Gölü (F. Erkoçoğlu Arşivi)<br />
Tatvan (F. Erkoçoğlu Arşivi)<br />
Her ne kadar "köprülü şehir" anlamına gelen Bosna Hersek'in Mostar şehrindeki<br />
büyük köprü kadar olmasa da tespitlerimize göre Bitlis şehri, çok sayıda irili (tek<br />
gözlü vs) ufaklı pek çok köprüye ev sahipliği yapmaktadır. Derelerin muntazam bir<br />
şekilde ıslahı, ucube binaların altında kalan tek gözlü ya da iki gözlü tarihî köprülerin<br />
varlıklarının ortaya çıkarılması ile gelecekte bu şehir için de güzel bir turizm<br />
potansiyeli ortaya çıkarılabilecektir. Ahlat için söylediklerimizin burası içinde geçerli<br />
olduğunu belirttikten sonra 2010 yılında ziyaretimizde görüştüğümüz kimseler,<br />
devletimizin Bitlis'le ilgili güzel projelerinden bahsetmişlerdi. Bu projelerin rafa<br />
kaldırılmadığını ümid ediyoruz.<br />
101
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
102
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bitlis Kalesi, Şerefiye Medresesi, İhlasiye Medresesi, Bitlis Köprüleri (F.<br />
Erkoçoğlu Arşivi)<br />
103
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Ahlat ve çevresine günü birlik ziyaret sadece bölge insanı tarafında<br />
yapılabilmektedir. Fakat çoğunlukla Muş ve Van havalimanları kullanılarak ve<br />
buralardan kiralanan araçlar ile yabancılar için de Van gölü ve çevresini içine<br />
alabilecek birkaç günlük gezi planları oluşturularak bu çerçevede Muş, Bitlis, Tatvan,<br />
Ahlat ve Adilcevaz güzergahlarının bir çırpıda gezilebilmesi temin edilmelidir. Buna<br />
göre de boy boy içerisinde görseli bol olan haritalar ve yayınlar hazırlanmalıdır. Hatta<br />
imkan dahilinde bastırılan bu yayınlar ve boşürler hemen her yere konulmalıdır.<br />
Otobüslerin dinlenme istasyonlarında ve hatta tuvaletlerin girişlerinde teşhir<br />
edilmelidir. Zira hemen her insanın ilk uğradığı yer orası olduğu için burası<br />
önemlidir. 2009 yılında New York'tan Minnesota'ya kadar gidip geldiğimiz<br />
gezimizde, bir istasyonda durmuş ve ihtiyaç için tuvalete gitmiştik. Mekan tertemizdi.<br />
Herhalde insanların mutlaka uğrayacakları ilk yer burasıdır diye düşünmüş olmalılar<br />
ki bu istasyona yakın turistik ve tarihi yerlerin broşürlerini tuvaletin hemen girişine<br />
yerleştirmişlerdi. Bu durum çok hoşuma gitmiş ve broşürlerden bir deste kendime<br />
almıştım.<br />
Yıllar sonra yolumuz bu sefer Kars'a düşmüştü. Değil istasyonlarda şehir merkezinde<br />
bile kitapçık ya da broşür yoktu. Bilhassa Ani harabeleri için Cumhuriyet Üniversitesi<br />
sanat tarihi hocalarının bir şekilde yaptırdığı tanıtım levhaları olmasa idi orada da bir<br />
şey yoktu. Eski kalenin üzerinde, rüzgarın gücüne dayanamayan ve uçları<br />
parçalanmış olan bayrağımızı da ısrarımız üzerine ancak indirtebilmiştik. Yeni<br />
bayrağı takıp takmadıklarını ise bilemiyorum.<br />
Bu arada yeri gelmişken Ahlat'taki Meydan mezarlığını gezerken tanıştığımız, Alman<br />
karı kocanın hikayesini de kısaca burada zikretmek isterim. Alman çift araç<br />
kiralayarak bölgeyi geziyordu. Mezarlığı gezerken onlarla tanışmıştık. Bizim<br />
yardımımıza ihtiyaç duymuşlardı. Biz de onlarla birlikte önce gidemediğimiz yerleri<br />
gezdikten sonra Nemrut krater gölüne çıkmıştık. En azından bölge halkıyla iletişim<br />
kurarak yolu, izi biz bulmuş ve onlara rehberlik etmiştik. Onların orayı bulmaları<br />
imkansız görünüyordu. Zira doğru dürüst bir levha bile yoktu. Sora sora ancak biz<br />
krater gölünü bulabilmiştik. Bundan dolayı zaten daha da güzelleşmiş olan bu yollara<br />
tanıtıcı ve uyarıcı levhalarının konulması zarurettendir.<br />
Son zamanlarda çekilen muhtelif tarihi dizilerin varlığı ve bilhassa Diriliş Ertuğrul<br />
adlı dizi ile birlikte Osmanlı devletinin kuruluş süreci öncesi bir kısım olayların<br />
aktarıldığı dizinin tutulması, insanımızın okumaktan ziyade, izlemeyi tercih ettiği,<br />
görsele önem verdiği bu yayınlarda bilhassa İslam Ortaçağı'na büyük ilgi duyulduğu<br />
fark edilmektedir. Bu bağlamda bölgenin tanıtım belgeselleri, filimleri, cd ve<br />
dvd'lerinin hazırlanması gerektiği hatta imkan dahilinde bazı dizilerin burada<br />
çekilmesi için çaba sarf edilmesinin lüzumu açıktır. Kurtlar Vadisi dizisinin bir ya da<br />
birkaç bölümünde Ahlat'taki türbelerin bir kısmının değerlendirildiğini, bunların<br />
devamı için şehrin idarecilerine önemli vazifelerin düştüğünü burada hatırlatmanın<br />
izahtan vareste olduğunu düşünmekteyiz.<br />
5. SONUÇ<br />
Ahlat, diğer Selçuklu şehirlerinde bugün yapılamayacak olan müdahalenin rahatlıkla<br />
yapılabileceği ve Mardin gibi tarihi yapısına küçük dokunuşlar (ya da büyük<br />
104
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
müdahalelerle) ile tarihi turizme kazandırılacak önemli bir şehirdir. Ortaçağ<br />
Anadolu'sunun Ahlat'ta yeniden canlandırılabileceği, uzun bir plan çerçevesinde<br />
herkesin elini taşın altına koymasıyla birlikte, devamlı bir çalışmayla burasının daha<br />
da güzel, canlı ve turistik bir şehre dönüştürülebileceği düşünülmektedir. Daha geniş<br />
bir alanda oluşturulacak açık hava müzesi, şehir tarihi müzesi ve tabiat varlıkları ile<br />
Ahlat, tarihte olduğu gibi bugünde bölgenin incisi ve merkezi olabilecektir.<br />
Bugün Safranbolu, Beypazarı, Göynük, Tire, Midyat, Mardin ve Antakya gibi<br />
şehirler örnek teşkil edilerek Ahlat'ın da bir Ortaçağ kenti hüviyetine bürünebileceği,<br />
biraz tarih bilinci biraz da gayretle bunun başarılabileceği imkan dahilindedir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Ahlat, Şehir Rehberi. 2013. İstanbul, Ahlat Kaymakamlığı.<br />
Ara, A., 1989. Ahlat, Ahlat Mezar Abideleri. İstanbul, DİA, , II, 22-23.<br />
Belâzurî, Ahmet b. İsa b. Ca'fer, (279/895), Fütûhu’l-Buldân, thk. Abdullah Enîs et-<br />
Tabbâ’-Ömer Enîs et-Tabbâ’, Beyrut 1987;<br />
Futûhu'l-Büldân, çev. Mustafa Fayda, Ankara 2002.<br />
Ciudades De Espana II, Toledo (200 Laminas), Patronato Nacional Del Turismo.<br />
Erkoçoğlu, Fatih, Emevilerin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervân, Ankara 2011.<br />
İbn Bîbî, el-Hüseyin b. Muhammed b. Ali el-Caferî er-Rugâdî (XIII. yy), el-<br />
Avâmirü'l-'Alâ'iyye fi'l-Umûri'l-'Alâ'iyye, (Selçuknâme), haz. Mürsel<br />
Öztürk, Ankara 1996.<br />
Karamağaralı, Beyhan, Ahlat Mezartaşları, Ankara 1972.<br />
Nâsırı Hüsrev (ö. 481/1088), Sefernâme, çev. Abdülvehhâb Tarzî, İstanbul 1994.<br />
Sümer, Faruk "Ahlât", DİA, İstanbul 1989, II, 19-22.<br />
Turan, Osman, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 2004.<br />
Selçukluklar Zamanında Türkiye, İstanbul 2010.<br />
Ya'kûbî, Ahmed b. Ebû Ya'kub b. Ca'fer (284/897), Kitâbu'l-Buldân, haz.<br />
Muhammed Emîn Dannâvî, Beyrut 2002, s. 208.<br />
105
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Disunity in the European Union: What is its Future?<br />
Abstract<br />
Richard W. MANSBACH 1 , Ellen B. PIRRO 2<br />
What is going to happen to the European Union? As some observers forecast the<br />
imminent demise of the EU after Brexit, the authors examine a series of possible<br />
outcomes based not simply on Britain’s departure of Britain but more importantly in<br />
the outcome of a number of crises currently facing the EU. In particular, they focus<br />
on cleavages between eastern and western and northern and southern member state<br />
caused by the security crises posed by Russia and the ongoing conflict in the Ukraine;<br />
the threat of IS terrorism; the continuing fiscal problems faced by the EU notably in<br />
Greece but also elsewhere including Spain, Portugal and Italy; and the massive waves<br />
of refugees who require aid and social absorption. While each of these threaten the<br />
existence of the EU, the authors are cautiously optimistic that the EU will survive,<br />
albeit considerably changed.<br />
Keywords: European Uninon<br />
Öz<br />
Avrupa Birliği'ne ne olacak? Bazı gözlemciler, Brexit'ten sonra AB'nin yakın<br />
gelecekte yok olacağını öngörürken, yazarlar sadece İngiltere'nin AB'den ayrılması<br />
üzerine değil, daha önemlisi AB'nin yüzleşmekte olduğu bir dizi krizin neden<br />
olabileceği olası sonuçları inceliyorlar. Özellikle, Rusya'nın yarattığı güvenlik<br />
krizleri ve Ukrayna'da yaşanan çatışmalar nedeniyle doğu ve batı ile kuzey ve güney<br />
üye devletleri arasındaki bölünmelere odaklanıyor; İŞİD terörizm tehdidi, AB'nin<br />
özellikle Yunanistan'da olduğu gibi İspanya, Portekiz ve İtalya da dahil olmak üzere<br />
başka yerlerde devam eden mali sorunları; yardım ve sosyal destek isteyen kitlesel<br />
mülteci dalgaları. Bunların her biri AB'nin varlığını tehdit ederken, yazarlar ihtiyatlı<br />
bir şekilde AB'nin önemli ölçüde değişmekle birlikte ayakta kalacağı konusunda<br />
iyimserler.<br />
Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği<br />
1. INTRODUCTION<br />
As Mark Twain said, “The reports of my death have been greatly exaggerated.” 3 For<br />
decades the European project has been regarded as the most successful regional<br />
community in global politics, reflecting common values and common policies in<br />
economics and politics, and its apparent success has attracted many new members<br />
since the Cold War in Central Europe, the Baltic and the Balkans that have adopted<br />
policies to democratize, free markets, and improve human-rights records. “The<br />
community started out with six members, four languages 177m people and (in 2014<br />
money) $1.6 trillion in annual output. Today, the EU has 28 members, 24 languages,<br />
1<br />
Iowa State University<br />
2<br />
Iowa State University, (Sorumlu Yazar/Corresponding Author)<br />
3<br />
Mark Twain, http://www.brainyquote.com/quotes/quotes/m/marktwain141773.html.<br />
106
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
505m people and a GDP of $19 trillion.” 4 But with the Brexit vote, the very<br />
continuation of the European Union has been called into question. 5 Thus, prior to the<br />
vote, Donald Tusk, current president of the European Council, commented, “The<br />
specter of a breakup is haunting Europe. We need to understand the necessity of the<br />
historical moment.” 6 The authors here examine the current European situation and<br />
conclude that paraphrasing the Twain quotation, that the EU will continue albeit with<br />
considerable change.<br />
Events during the last decade have cast a shadow on the European project, and this<br />
paper endeavors to weigh their impact on its future. Among the most important of<br />
these are the reassertion of Russian power not only in Ukraine but in “frozen<br />
conflicts” in Georgia, Moldova, and Central Asia that some ascribe to the eastward<br />
advance of the European Union and NATO and others view as Moscow’s effort to<br />
restore a “Soviet Union.” The reemergence of a security threat in its own<br />
neighborhood has created fissures between the community Central European and<br />
Baltic members, on the one hand, and its older members in Western Europe.<br />
Europe’s willingness to assist the United States in overseas adventures in Afghanistan<br />
and elsewhere transformed Libya into a failed state and proved unsuccessful in<br />
pacifying Afghanistan. The Atlantic relationship has been eroded by Washington’s<br />
preference to “lead from behind” and by the refusal of most Europeans to provide the<br />
wherewithal for their own defense. These failures as well as the consequences of the<br />
Arab Spring and subsequent state failure of Iraq and Syria played a major role in the<br />
resurgence of Islamic extremism, notably the Islamic State, the subsequent massive<br />
migration of Muslims into Europe and the spread of ISIS terrorism that have<br />
deepened disagreement among EU members, fostered right-wing nationalist political<br />
parties across the continent, and endangered the open borders and easy movement of<br />
persons across borders guaranteed in the Schengen zone of which 22 of the EU’s 28<br />
countries are members. 7<br />
The European project is also challenged by profound economic differences in the<br />
Eurozone during and after the “Great Recession” that exacerbated divisions between<br />
its northern and southern members while failing to overcome the EU’s regulation of<br />
monetary policy without fiscal centralization. “Grexit” almost occurred and may still<br />
do so, and the electoral victory of Great Britain’s Conservatives and the decline of its<br />
pro-Europe Labourites contributed to the success of the referendum and the coming<br />
departure of Britain from the EU.<br />
Can the EU cope with the many threats it confronts simultaneously or is the future<br />
one of renewed nationalism and reaffirmation of national autonomy by publics<br />
4<br />
“Between the borders,” The Economist, June 18, 2016, 45.<br />
5<br />
For alternative outcomes to EU-British negotiations after Brexit, see “Managing chaos,” The Economist,<br />
July 2, 2016, 21-22.<br />
6<br />
Cited in Jim Yardley, “Regardless of ‘Brexit’ Vote, Experts Say, E.U. Must Rethink Status Quo,” New<br />
York Times, June 18, 2016, http://www.nytimes.com/2016/06/19/world/europe/regardless-of-brexit-voteexperts-say-eu-must-rethink-status-quo.html.<br />
7<br />
See Steven Erlanger, “Brussels Attacks Fuel Debate Over Migrants in a Fractured Europe,” New York<br />
Times, March 22, 2016, http://www.nytimes.com/2016/03/23/world/europe/belgium-attacksmigrants.html?module=Promotron®ion=Body&action=click&pgtype=article.<br />
107
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
already conscious of a democratic deficit between them and the “bureaucrats of<br />
Brussels”? The authors are cautiously optimistic that the habits of recent decades and<br />
the institutions created as pillars of the community as well as the hegemonic role of<br />
Germany will slow the erosion of the European project but may not derail Europe’s<br />
journey toward an “ever-closer union,” begun after World War II with American<br />
economic and political support and articulated in the 1957 Treaty of Rome. It has in<br />
recent years suffered significant setbacks that threaten the European Union’s very<br />
survival. Following a lengthy period of expansion eastward after the Cold War, a<br />
series of major crises emerged: an extended period of economic malaise during the<br />
Great Recession, the emergence of threats from Russia and from Islamic terrorism<br />
after the tranquility of the post-Cold War era, and the flood of refugees from the<br />
Middle East, Central Asia, and Africa all menace the group’s cohesion and perhaps<br />
its very survival.<br />
European unity has confronted and overcome numerous challenges to its unity during<br />
its history, several of which involved the reluctance of states to surrender additional<br />
sovereignty to the EU. In June 1992, the Danes initially voted against the Maastricht<br />
Treaty, which culminated in creating the euro but required unanimity. The treaty was<br />
approved by a bare majority in France in September. Denmark reversed course,<br />
however, in a second referendum a year later, but has consistently refused to adopt<br />
the euro domestically. In June 2001an Irish referendum rejected the Nice Treaty that<br />
entailed the admission of new members from Eastern Europe. However, Ireland<br />
reversed its stand and after a vigorous media campaign approved the agreement a<br />
little more than a year later. A Swedish referendum in 2003 rejected that country’s<br />
entry into the Eurozone, and two years later French and Dutch voters voted down a<br />
proposed an EU constitution that contained a bill of rights and limited the requirement<br />
for unanimity of several key issues like immigration. And in 2008 Irish voters initially<br />
rejected the Lisbon Treaty, which sought to revive the proposed constitution’s earlier<br />
effort to limit the need for unanimity, although it was approved in a second<br />
referendum 16 months later. 8 Several more recent events such as Britain’s referendum<br />
about remaining in the EU and Greek threats to leave the group also reflect voters’<br />
concern that EU policies may threaten national sovereignty.<br />
What is new today is the weight of several such challenges that simultaneously divide<br />
its eastern and western members and its southern and northern members. In addition,<br />
the EU’s very expansion has made its membership politically and economically more<br />
diffuse, its management ever more complex, and negotiations among member states<br />
increasingly fractious. As Stewart Patrick observes, “The European Union is locked<br />
in a perpetual state of crisis management. It has had to head off the collapse of the<br />
Eurozone, deal with waves of undocumented migrants, and now come to terms with<br />
a renewed terrorist threat, underscored by the recent attacks in Brussels and France.<br />
On top of all this, the EU confronts a British exit, or Brexit .... The European idea,<br />
8<br />
See Dan Bilefsky, “Voting on European Integration: A Long History of Skepticism,” New York Times,<br />
April 19, 2016, http://www.nytimes.com/2016/04/19/world/europe/europe-integration-timeline.html.<br />
108
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
which has helped to inspire the continent’s integration since World War II, may be<br />
the next casualty.” 9<br />
We can imagine six alternative but possible and perhaps overlapping outcomes for<br />
the EU in the foreseeable future: a deeper union, continuation of the status quo with<br />
the EU muddling through from crisis to crisis and with some countries in the<br />
Eurozone and/or the Schengen group and others outside one or the other or both. A<br />
third possibility would be additional expansion of the EU to include such countries<br />
as Serbia, Bosnia, Georgia and Ukraine. A fourth would involve the exit of some<br />
countries from the EU, and a fifth, the EU’s transformation into a smaller core group<br />
and growing heterogeneity within the EU with individual countries having different<br />
obligations. A sixth, of course, would be the disintegration of the EU and the end of<br />
the European project.<br />
The first – a deeper union – reflects the aspiration of the Rome Treaty (1957). It might<br />
entail the ultimate adoptions of an EU constitution, not unlike that rejected by several<br />
members in the past, and the extension of economic cooperation to fiscal as well as<br />
monetary policy. It could mean closer cooperation in the realm of “European” foreign<br />
and military cooperation. And it might encompass expansion of the Eurozone and the<br />
Schengen group as well as the further institutionalization of EU political, social and<br />
economic norms in countries like Poland and Hungary that have not fully accepted<br />
them.<br />
A second possibility, continuation of the EU status quo involves confronting each of<br />
the several crises that beset the group one by one and dealing with each separately.<br />
To date this essentially incremental approach has been fairly successful. Thus, as we<br />
shall see, Europe succeeded in 2015 – but only just – to prevent Greece from default<br />
and keep it in the Eurozone. It has dealt with the continued economic slowdown by<br />
letting the European Central Bank lower interest rates and undertake quantitative<br />
easing. It has also confronted its eastern security problem with Russia by agreeing to<br />
continue sanctions against Moscow imposed after the latter annexed Crimea. This<br />
“muddling through” approach has characterized much of the day-to-day operations<br />
of the EU over the past 60 years. What is different now is the increased role of the<br />
European Parliament and the need for enhanced crisis management.<br />
A third possibility would involve major expansion of the EU. Admitting states such<br />
as Ukraine and Georgia would be contentious. Notwithstanding Russian objections,<br />
Ukraine’s economic backwardness makes admission much less likely. Adding<br />
Albania, Macedonia, Montenegro, and Serbia (now that the latter has largely acceded<br />
to an independent Kosovo) would be more likely. 10 Ironically, this would probably<br />
result in a looser union and more national independence which has long been favored<br />
by Eastern Europe and the departing Great Britain.<br />
9<br />
Stewart Patrick, “An Ever-Looser Union,” Foreign Affairs, March 29, 2016,<br />
https://www.foreignaffairs.com/articles/europe/2016-03-29/ever-looser-union. See also Charlemagne,<br />
“Ever farther union,” The Economist, February 27, 2016, 46.<br />
10<br />
“Kosovo and Serbia sign ‘landmark’ agreements,” BBC News, August 25, 2015,<br />
http://www.bbc.com/news/world-europe-34059497.<br />
109
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
A fourth possibility involves the exit from the EU of several of its current members.<br />
The most important is Great Britain, but Greece, too, may leave the group relatively<br />
soon unless additional progress is made in resolving its economic and financial crisis.<br />
There are several other possible countries that may leave the EU. Hungary with its<br />
distinct leaning toward Russia and flouting EU rules, may be quietly asked to leave.<br />
Poland has been moving in a more nationalist direction. Even France might seek to<br />
leave owing to growing nationalist sentiment and support for right-wing politicians,<br />
and demands for British-type referendums are increasing throughout Europe. 11 And,<br />
there may be Greek-like economic failures in Spain, Portugal and even Italy.<br />
The fifth possibility involves a formal division among those countries that seek to<br />
foster integration among members and those that wish to minimize administration<br />
from Brussels while protecting their sovereignty but seek to maintain the EU as a free<br />
trade organization. Several non-EU states already enjoy access to the EU market,<br />
including Switzerland, Norway, Iceland, and Liechtenstein. Some members including<br />
Britain seek to reduce EU involvement in their domestic affairs and/or maintaining a<br />
national currency and do not participate in the Schengen area. Thus, it is not difficult<br />
to imagine the community divided into a core group of states that accept the<br />
legitimacy of all EU institutions and agreements and therefore enjoys greater<br />
influence in EU decisions than another groups, which seek to minimize EU influence<br />
but as a consequence enjoy less influence in shaping EU policies.<br />
Several scholars have suggested that the EU has become too cumbersome to rule<br />
effectively by unanimous consent and have suggested division into two or even three<br />
tiers. They do disagree on how this division should take place. The most common<br />
thought is that members before 2000 would constitute one group (the older members)<br />
while newcomers would be a second group. This division echoes the idea of those<br />
who are more serious about integration of Europe with those who prefer the looser,<br />
trade-based ties.<br />
Such a division might precede the final possibility, the collapse of the EU as a whole<br />
and the reemergence of a Europe of fully sovereign states. This is a real possibility<br />
and openly talked about, even in a portion of the European Parliament.<br />
2. ADVANTAGES AND DISADVANTAGES OF THE EUROPE<br />
UNION<br />
The several disputes that have divided Europeans and that threaten the unity of the<br />
EU encompass a debate over the relative virtues and vices involved in membership.<br />
Among the virtues that are cited by EU supporters, the most important is that it<br />
facilitates trade among member states and between them and non-members. In<br />
particular, the Schengen agreement allows the free movement of goods, services, and<br />
labor among member states, which are particularly beneficial for trade and transport,<br />
and generated a 2.1 percent increase in GDP in its first 15 years. 12 Any impediments<br />
11<br />
Jonathan Owen, “END OF THE EU? Germany warns FIVE more countries could leave Europe after<br />
Brexit,” Express, June 26, 2016, http://www.express.co.uk/news/world/683224/END-OF-THE-EU-<br />
Germany-France-Austria-Hungary-Finland-Netherlands-Europe-Brexit.<br />
12<br />
Charlemagne, “Single-market blues,” The Economist, July 16, 2016, 44.<br />
110
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
to such free movement would impose serious economic costs on those in the<br />
Schengen area. Second, although Germany and France have a major voice in EU<br />
decisions, the EU provides several forums that provide smaller countries with a voice<br />
and a vote on decisions. In other words, they have a seat at the table and even a veto<br />
in some cases. Third, the European Union affords smaller members access to the<br />
markets of large member states as well as major external markets for their exports<br />
and imports. Fourth, EU guidelines in numerous economic areas provide cross-border<br />
standardization that facilitates trade and maintains the quality and safety of products<br />
that are traded. Fifth, those members of the group that have adopted the euro have a<br />
unified approach to monetary policy that reduces the costs of trade and facilitates the<br />
movement of persons and products. Sixth, jointly the EU has more influence in<br />
international forums especially the World Trade Organization. There, EU members<br />
are accused of enjoying double representation because both an EU representative and<br />
individual national representatives of European states are present. Finally, the EU<br />
has improved human rights and spread democratic values among countries admitted<br />
to membership, and this is a source of soft power for the group as a whole.<br />
The growing number of EU critics emphasize what they regard as the disadvantages<br />
of membership in the group. The Schengen agreement facilitates the movement of<br />
criminals and terrorists across national borders as reflected in recent terrorist attacks<br />
in Paris and Brussels. Thus, Poland reneged on a pledge to accept 6,000 refugees<br />
because, as a government spokesperson declared, “We can’t allow for events in<br />
Western Europe to happen in Poland.” 13 Second, membership entails a variety of fees<br />
and costs which can become onerous, an argument that has made noisily for many<br />
years by British opponents of membership and which raises the question of relative<br />
costs and benefits. The British contend they are paying more than they are receiving<br />
in benefits. Third, members must adhere to EU laws and regulations regardless of<br />
costs and preferences. Courts recognize that EU law overrides national laws. And<br />
fourth, concern about “meddling eurocrats” is linked to the more general concern of<br />
the loss of sovereignty to Brussels and claims that this increases the democratic<br />
deficit. Thus, unified monetary policy in the Eurozone prevents currency devaluation<br />
by less competitive member states than otherwise would do so.<br />
Finally, even the claim that the EU has deepened democratic values among its<br />
members and exports them abroad is contested. Poland’s Law and Justice Party (PIS)<br />
led by Jaroslaw Kaczynski has been criticized by the EU for seeking to control the<br />
country’s state media, “pack” Poland’s constitutional court, and staff public<br />
enterprises with those who, according to treasury minister DawidJackiewicz,<br />
“identify with the government’s programme.” 14 Hungary’s Prime Minister Viktor<br />
Orbán, writes James Traub, “has openly championed the idea of ‘illiberal<br />
13<br />
Citied in Liz Alderman, “Migrants in Greece, Ready to Go Anywhere in Europe, Scramble to Enter E.U.<br />
Relocation Program,” New York Times, March 26, 2016,<br />
http://www.nytimes.com/2016/03/27/world/europe/migrants-in-greece-ready-to-go-anywhere-in-europescramble-to-enter-eu-relocation-program.html.<br />
14<br />
Cited in “Red and white cavalry,” The Economist, April 30, 2016, 50. See also, “Poland Drifts in the<br />
Wrong Direction,” New York Times, July 6, 2016, http://www.nytimes.com/2016/07/06/opinion/polanddrifts-in-the-wrong-direction.html.<br />
111
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
democracy’,” and “has been evincing his disdain for liberal values ever since his<br />
Fidesz party gained power five years ago. His contemptuous language — even more<br />
than the measures that have accompanied it — has made him as popular among his<br />
own voters as any other leader in Europe.” 15 Indeed, the European Parliament accused<br />
Poland’s government of “endangering democracy, human rights and the rule of law”<br />
by appointing additional justices to the country’s Constitutional Tribunal and limiting<br />
the tribunal’s legal authority. A Polish member of the European Parliament described<br />
its resolution as “coarse and vulgar.” 16<br />
Elsewhere in Europe illiberal right-wing, euro-skeptic, nationalist, and even racist<br />
politicians and political parties such as Geert Wilders and his Dutch People’s Union<br />
in the Netherlands, UdoVoight and the National Democratic Party of Germany,<br />
Marine Le Pen and France’s National Front, and PiaKjaersgaard and the Danish<br />
People’s Party threaten mainstream political parties of the left and center. And in<br />
Austria, Norbert Hofer and the Austrian Freedom Party won a plurality in the first<br />
round of a presidential election that triggered the resignation of the country’s Social<br />
Democratic chancellor. 17 Like Brexit, these movements reflect the “politics of<br />
anger.” 18 And following Brexit, Le Pen called for a ”Frexit” vote and Wilders<br />
demanded a “Nexit” referendum. 19<br />
The crises confronting Europe have resurrected some of the old “splits” among<br />
member states and reflect the growing diversity of a group that stretches from<br />
Scandinavia to Italy and Greece and from Great Britain to Poland and Estonia. These<br />
divisions and the EU’s growing diversity have intensified the issue of how large the<br />
European Union should be. To some extent, differences also reflect a fault line within<br />
countries between those favoring globalization and anti-globalizers who believe that<br />
only sovereign states can serve their needs. 20<br />
3. THE EAST-WEST SPLIT<br />
The East-West split has two main dimensions, both involving security issues. The<br />
first arises from different perceptions of the degree of threat posed by Vladimir<br />
Putin’s Russia and a different assessment of Russian motives especially its<br />
intervention in Ukraine and conflict with Georgia after those countries sought closer<br />
relations with the West. The second dimension involves differences over the flood of<br />
15<br />
James Traub, “VikorOrban Wades into Hungary’s Dark Waters,” Foreign Policy, October 26, 2015,<br />
http://foreignpolicy.com/2015/10/26/viktor-orban-wades-into-dark-waters-eu-hungary-refugee-crisiseurope-jobbik/<br />
16<br />
Cited in Joanna Berendt, “E.U. Accuses Polish Government of Undermining Democracy,” New York<br />
Times, April 13, 2016, http://www.nytimes.com/2016/04/14/world/europe/poland-eu-parliament.html.<br />
17<br />
See Sylvie Kauffmann, “Austria’s Election Is a Warning to the West,” New York Times, May 18, 2016,<br />
http://www.nytimes.com/2016/05/19/opinion/austrias-election-is-a-warning-to-the-west.html?ref=world.<br />
Hofer lost the run-off by a slim margin.<br />
18<br />
“The politics of anger,” The Economist, July 2, 2016, 9. See also Kathleen R. McNamara, “Brexit’s False<br />
Democracy: What the Vote Really Revealed,” Foreign Affairs, June 28, 2016,<br />
https://www.foreignaffairs.com/articles/united-kingdom/2016-06-28/brexits-false-democracy.<br />
19<br />
Steven Erlanger, “’Brexit’ Aftershocks: More Rifts in Europe, and in Britain, Too,” New York Times,<br />
June 24, 2016, http://www.nytimes.com/2016/06/25/world/europe/brexit-aftershocks-more-rifts-ineurope-and-in-britain-too.html.<br />
20<br />
See “Drawbridges up,” The Economist, July 30, 2016, 16-18.<br />
112
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
refugees from Muslim countries such as Syria, Afghanistan, and Iraq into the EU<br />
from Turkey and the appropriate response to this development. The eastern member<br />
countries of the EU are fiercely nationalist – a result of emerging from the Soviet<br />
yoke. They resent anyone telling them how to do things which of course the EU is<br />
doing in regards to both issues.<br />
3.1. Russia and Security<br />
The first dimension of the EU’s east-west cleavage mainly pits the early continental<br />
members of the group 21 against more recent post-Cold War members that were either<br />
Soviet republics (Estonia, Latvia Lithuania) or members of the Soviet-led Warsaw<br />
Pact (Bulgaria, the Czech Republic, Hungary, Poland, Romania, and Slovakia) and<br />
former Yugoslav republics (Croatia and Slovenia). Finland, too, which was neutral<br />
during the Cold War may also be regarded as a member of the eastern group.<br />
On the one hand, the former Soviet republics and Soviet bloc countries are glad to<br />
have escaped Moscow’s grip. They regard the EU and NATO as safeguards against<br />
a new Russian empire. They also are well aware of the economic benefits derived<br />
from membership in the EU. Poland, for example, is the largest recipient of Structural<br />
Funds from the EU, 68.7 B euros. 22 The others in Eastern Europe also benefit greatly<br />
from both EU largesse in terms of grants, Structural Funds and other EU outlays as<br />
seen in the budget of 2014 – 2020. Trade has risen enormously owing to membership<br />
in the EU, as has economic growth – GDP’s grow at an average of 5% a year in<br />
Eastern Europe (except Hungary) -- and they have been recipients of major<br />
investments from the west. 23 For example even at the height of the recession in 2009,<br />
Poland received outside investments totaling 9.3 B euros. 24<br />
Eastern members of the EU view the crisis in Ukraine and Moscow’s annexation of<br />
Crimea as threatening Russian reassertion of domination in countries formerly part<br />
of the Soviet Union or the Soviet bloc. So they advocate more militant responses to<br />
Russia than the more cautious western members. Indeed, the crisis in Ukraine was<br />
triggered by that country’s effort to align itself more closely with the EU and the West<br />
in general.<br />
Most western Ukrainians speak Ukrainian and are pro-European while many eastern<br />
Ukrainians speak Russian as their first language and are pro-Russian. Ukraine seemed<br />
eager to sign an EU association agreement at a meeting in Vilnius, Lithuania in<br />
November 2013. Such agreements, part of the EU’s Eastern Partnership program,<br />
21<br />
Great Britain, while geographically western, tends to be more sensitive to the concerns of the EU’s<br />
eastern members.<br />
22<br />
Gruszczak, Artur “Poland: A Skillful Player” in Eleanor Zeff and Ellen B. PirroThe EU and the Member<br />
States, (Boulder, Co: Lynne Reinner 2015), 267. Despite its government’s nationalist turn, Poles still<br />
support EU values. See Alison Smale, “’We Don’t Need to Be Alone’: A Political Shift Has Poland<br />
Assessing Its Values,” New York Times, August 10, 2016,<br />
http://www.nytimes.com/2016/08/11/world/europe/poland-debate-values.html.<br />
23 europa.eu/en/multiannual-financial-framework-2014-2020-and-eu-budget-2014-<br />
pbKV0413055/?CatalogCategoryID=mpgKABstFogAAAEjbIUY4e5K<br />
24<br />
Gruszczak pps.267-9.<br />
113
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
establish a framework for bilateral relations with the EU that provide for liberalization<br />
of trade between them and may lead to EU membership.<br />
Moscow tried to dissuade Ukraine from accepting this agreement, coercing Kiev by<br />
imposing costly restrictions on trade between the two countries and warning Ukraine<br />
that signing the association political and free-trade agreements would be “suicidal.” 25<br />
The EU Enlargement Commissioner declared that threats against states seeking links<br />
with the EU were “unacceptable” 26 Moscow wanted Ukraine to join the Eurasian<br />
Economic Union, established by Russia, Armenia, Belarus, Kazakhstan, and<br />
Kyrgyzstan (but not Ukraine) in 2014. Putin’s pressure on Ukraine was driven by<br />
geopolitical concerns–preventing Western encroachment and giving Moscow<br />
dominant influence in central Europe. “For its part, Moscow seeks not political<br />
change in the region but domination. That means it frames Ukraine’s future as a zerosum<br />
game with the EU.” 27<br />
The threat of trade sanctions—Russia was the recipient of a quarter of Ukrainian<br />
exports--and Putin’s offer to lend a “brotherly” country $15 billion by purchasing<br />
Ukrainian euro bonds and reducing the price of natural gas exports to Ukraine<br />
persuaded Ukrainian President Viktor Yanukovich to turn down the EU agreement.<br />
Although Yanukovich also resisted joining the Eurasian Union, his eastward turn left<br />
pro-European Ukrainians in the country’s western region aghast and triggered<br />
demonstrations in western Ukraine.<br />
The agreement was an important EU initiative. “The union,” wrote a European<br />
scholar, “has major strategic and economic interests at stake: strategically, the EU<br />
strives to create a benign environment for itself by spreading its model of rule of law<br />
and transparency to its periphery. And inducing Russia to respect the sovereignty [of<br />
Ukraine] would finally cement the post-Cold War European order.” 28 Without<br />
Ukraine, the Eastern Partnership program was at risk. “Everyone thought the Eastern<br />
Partnership was just another flabby European project,” observed a Russia expert.<br />
“But once a country signs up, it is in Weight Watchers and, if they follow the regimen,<br />
they change, Russia realized this and did not like it.” 29 For the EU, Ukraine’s decision<br />
to capitulate to Soviet pressure was a serious setback. Ukraine’s refusal to sign the<br />
agreements was not, however, viewed by European leaders as permanent. Then<br />
European Council President Herman Van Rompuy declared, “The offer is still there<br />
and we know time is on our side.” 30 To counter Russia’s offer of funding to help<br />
25<br />
Cited in “Trading insults,” The Economist, August 24, 2013, 49.<br />
26<br />
Cited in “EU Warns Russia over trade ‘threats’ to ex-Soviet bloc,” BBC News, September 12, 2013,<br />
http://www.bbc.co.uk/news/world-europe-24061556.<br />
27<br />
Jonas Grätz, “Freedom of Association,” Foreign Affairs, November 20, 2013, November 20, 2013,<br />
http://www.foreignaffairs.com/articles/140280/jonas-graetz/freedom-of-association.<br />
28<br />
Jonas Grätz, “Freedom of Association,” Foreign Affairs, November 20, 2013, November 20, 2013,<br />
http://www.foreignaffairs.com/articles/140280/jonas-graetz/freedom-of-association.<br />
29<br />
Cited in Andrew Higgins, “Ukraine Upheaval Highlights E.U.’s Past Miscalculations and Future<br />
Dangers,” New York Times, March 20, 2014,<br />
http://www.nytimes.com/2014/03/21/world/europe/ukrainian-tumult-highlights-european-unionserrors.html?hpw&rref=world.<br />
30<br />
Cited in “Ukraine unrest: EU and US clash with Russia in Munich,” BBC News, February 1, 2014,<br />
http://www.bbc.co.uk/news/world-europe-25996453.<br />
114
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Ukraine avoid bankruptcy, the U.S. and the EU put together their own financial<br />
package.<br />
The Ukrainian government’s resort to force against pro-European demonstrators only<br />
increased their numbers until hundreds of thousands occupied Maidan Square in<br />
central Kiev in December 2013 and into the following months despite freezing<br />
temperatures. Protesters denounced President Yanukovich and Prime Minister<br />
MykolaAzarov who in the wake of demonstrations had used emergency powers to<br />
limit freedom of assembly and speech. The protest effort to force Yanukovich and his<br />
government to reverse their turn eastward found support among the country’s<br />
opposition parties, reflecting their rejection of a closer association with Russia and a<br />
desire to be accepted by Europe’s democratic societies. As protests continued ever<br />
more Ukrainians demanded the resignation of the country’s government and<br />
president. In late February 2014 violence exploded as special police and shadowy<br />
government supporters massacred over 100 demonstrators (described by Ukrainians<br />
as “the Heavenly Hundred”).<br />
Thereafter a compromise mediated by the foreign ministers of Germany, France, and<br />
Poland between Yanukovich and opposition leaders seemed to be reached. By its<br />
terms, Ukraine’s 2004 constitution would be restored, parliament’s power would be<br />
increased and the president’s reduced, and Yanukovich would remain president until<br />
December 2014. Russia, however, which had participated in mediating the<br />
agreement, refused to endorse it.<br />
The deal failed to placate the demonstrators who regarded the country’s politicians<br />
as incompetent and corrupt. Ukraine’s parliament then impeached the president who<br />
fled Kiev. From Russia, Yanukovich issued a statement defiantly declaring he was<br />
still president and denouncing the new government as a group of “right-wing thugs.”<br />
The new revolution was against a bankrupt state riddled by corruption and injustice<br />
that had failed its citizens. Ukraine’s per capita gross domestic product was only a<br />
third of Russia’s. Its debts and budget deficit were enormous, and by 2014 the country<br />
had virtually exhausted its foreign-exchange reserves and the value of its currency<br />
was in free fall. Ukraine’s pro-Russian eastern and southern regions were also its<br />
most impoverished areas, and the country remained vulnerable to Russian economic<br />
blackmail.<br />
After deposing Yanukovich, reform was in the air in Kiev. Despite the continued<br />
presence of old-style politicians, Ukraine adopted economic and political reforms as<br />
part of a “reanimation package,” partly to satisfy IMF conditions for a loan and partly<br />
owing to pressure from America and the EU. Petro Poroshenko, a pro-European<br />
billionaire tycoon, was elected Ukraine’s president in May 2014 although violence<br />
continued in the east. Poroshenko then signed the EU association agreement on June<br />
115
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
27, 2014, declaring, “The signature of this agreement signifies new investment, new<br />
rules without corruption and new markets, the biggest market in the world.” 31<br />
What explains Russian intervention in Ukraine? Ukraine abuts Russia, NATO and<br />
EU members are much the same. Indeed, following Britain’s vote to leave the EU, its<br />
leaders took pains to emphasize their continued membership in NATO, and Germany<br />
announced it would enlarge its army. 32 Russian leaders repeatedly objected to<br />
NATO’s expansion eastward. The Bush administration’s decision to deploy an ABM<br />
system in several new eastern NATO members (revised by President Obama to make<br />
it less objectionable) reinforced Moscow’s objections to NATO expansion. Even after<br />
the ABM plan was altered, Romania and Poland would host missile-defense bases. 33<br />
Russian pressure on Ukraine aimed to thwart U.S. and European efforts to draw that<br />
country westward. Was the Ukraine crisis Russia’s fault, as most Americans believe?<br />
Thus, John Mearsheimer concludes that U.S. failure to recognize Russian interests<br />
and Western efforts to export liberal values to Russia’s neighbors were responsible<br />
for the crisis rather than Russian aggressiveness. “The taproot of the trouble is NATO<br />
enlargement, the central element of a larger strategy to move Ukraine out of Russia’s<br />
orbit and integrate it into the West. At the same time, the EU’s expansion eastward<br />
and the West’s backing of the pro-democracy movement in Ukraine--beginning with<br />
the Orange Revolution in 2004--were critical elements, too. Since the mid-1990s,<br />
Russian leaders have adamantly opposed NATO enlargement, and in recent years,<br />
they have made it clear that they would not stand by while their strategically<br />
important neighbor turned into a Western bastion.” For Putin the overthrow of<br />
Yanukovich “was the final straw.” 34<br />
By contrast, Jeffrey Mankoff argues that Russian policy toward Ukraine “is at once<br />
a replay and an escalation of tactics that the Kremlin has used in recent decades to<br />
maintain its influence across the domains of the former Soviet Union” by supporting<br />
“breakaway ethnic regions” in Moldova, Georgia, and Azerbaijan. “Moscow’s<br />
meddling has created so-called frozen conflicts in these states. In which the splinter<br />
territories remain beyond the control of the central governments and the local de facto<br />
authorities enjoy Russian protection and influence.” 35 For this reason Alexander<br />
Motyl concluded that “Kennan’s case for containing Russia makes just much sense<br />
31<br />
Cited in Andrew Higgins and David M. Herszenhorn, “Ukraine Signs Trade Agreement With European<br />
Union,” Boston Globe, June 28, 2014, http://www.bostonglobe.com/news/world/2014/06/27/ukrainesigns-trade-agreement-with-european-union/RlBcuXrrPxsLydsLD4QV2H/story.html.<br />
32<br />
Alison Smale, “In a Reversal, Germany’s Military Growth Is Met With Western Relief,” New York<br />
Times, June 5, 2016, http://www.nytimes.com/2016/06/06/world/europe/european-union-germanyarmy.html.<br />
33<br />
Steven Erlanger, “NATO Ratchets Up Missile Defense Despite Russian Criticism,” May 5, 2016,<br />
http://www.nytimes.com/2016/05/06/world/europe/nato-russia-poland.html.<br />
34<br />
John J. Mearsheimer, “Why the Ukraine Crisis Is the West’s Fault,” Foreign Affairs 93:5<br />
(September/October 2014), 77.<br />
35 Jeffrey Mankoff, “Russia’s Latest Land Grab,” Foreign Affairs 93:3 (May/June 2014), 60.<br />
116
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
now” 36 as it did during the Cold War, especially to reassure NATO’s (also the EU’s)<br />
Baltic members.<br />
If Russia were allowed to exercise influence in eastern Ukraine and retain Crimea,<br />
which of the eastern EU members will be next? Russia exerts pressure of these<br />
countries in ways the EU’s western members seem to ignore, and, although the EU<br />
as a whole has imposed punishing economic sanctions on Moscow over the Crimean<br />
annexation, western members remain reluctant to go further in defense of Ukraine<br />
and take additional measures like providing Kiev with arms. Thus, in a referendum<br />
in April 2016 Dutch voters rejected the EU’s trade and cooperation agreement with<br />
Ukraine. Although nonbinding, “the Dutch government will have to respond to the<br />
outcome. Rejection would hobble European diplomacy and suggest that the EU is too<br />
fractured to maintain a common foreign policy in the face of Russian interference in<br />
Ukraine.” 37<br />
Although the EU as a whole has imposed sanctions on Russia, their differential<br />
impact and the importance of Russian energy exports further divides the EU. Europe<br />
is divided over the extent of sanctions and how to divide the costs associated with<br />
them. Western energy companies could lose investments in Russia, and the 6,000<br />
German companies involved in selling to Russia might lose markets. Europe’s annual<br />
trade with Russia is $450 billion, and 300,000 German jobs depend on exports to<br />
Russia. Europeans rely heavily on Russian natural gas. Britain’s financial sector<br />
profits from investments by wealthy Russians in everything from bonds and property<br />
to private schools for Russian children, and France sells arms to Moscow. Thus, an<br />
executive in a German chemical company warned that sanctions “would not just hurt<br />
Russia, but also Germany and Europe as a whole,” 38 and western members of the<br />
group are particularly sensitive to the closing Russian markets for their products.<br />
The EU also still depends on Russia’s natural gas, and Russia has used this weapon<br />
to divide the group. When Russia’s Gazprom ceased supplying Ukraine with gas after<br />
an upsurge in fighting in 2014, the company warned Europethat it, too, might<br />
experience a reduction in the gas routed through Ukraine. In April 2015 Gazprom<br />
warned the EU that if it insisted on an equal gas price for all members, it would mean<br />
higher prices, and the EU responded by charging Gazprom with violating Europe’s<br />
antitrust regulations by raising prices and eliminating competition. 39 Differential<br />
European access to energy accentuates differences within the EU. Germany gets<br />
natural gas directly from Russia via the Nord Stream pipeline. Western Europe has<br />
36<br />
Alexander J. Motyl, “The Sources of Russian Conduct,” Foreign Affairs, November 16, 2014,<br />
http://www.foreignaffairs.com/articles/142366/alexander-j-motyl/the-sources-of-russian-conduct.<br />
37 “Dissociative disorder,” The Economist, April 2, 2016, 52. See also “The Dutch Message to the E.U.,”<br />
New York Times, April 8, 2016, http://www.nytimes.com/2016/04/09/opinion/the-dutch-message-to-theeu.html.<br />
38<br />
Cited in Alison Smale and Danny Hakim, “European Firms Seek to Minimize Russia Sanctions,” New<br />
York Times, April 25, 2014, http://www.nytimes.com/2014/04/26/world/europe/european-firms-seek-tominimize-russia-sanctions.html.<br />
39<br />
See Stanley Reed, “A Conduit for Russian Gas, Tangled in Europe’s Conflicts,” New York Times, June<br />
30, 2014, http://www.nytimes.com/2014/07/01/business/international/south-stream-pipeline-project-inbulgaria-is-delayed.html.<br />
117
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
easier access to pipeline gas than Eastern Europe, much of which is landlocked and<br />
lacks access to liquefied natural gas delivered by sea. Pipelines already link some<br />
European countries. Germany can send gas to Italy, Poland and the Czech Republic,<br />
but the Baltic countries and Bulgaria depend entirely on Russian gas. Hungary,<br />
Slovakia and Poland can re-route gas to Ukraine (“reverse flow”) but are reluctant to<br />
do so, fearing Russian retaliation.<br />
The Baltic states, members of both the EU and NATO, are especially concerned about<br />
Russia’s intervention in Ukraine because of their large ethnic Russian and<br />
Russophone populations that constitute what Moscow terms its “near abroad.” The<br />
doctrine’s “most substantial feature lies in its declaring the post-Soviet region to be<br />
an area of exclusive Russian interest….” 40 And, indeed, Russian minorities in the<br />
Baltic republics are subject to persecution. For example, in Estonia: “Ethnic<br />
Russians are somewhere between one-fifth and one-quarter of the population. And<br />
yet, after Estonian independence in 1991, they were not given citizenship, even if<br />
they were born there. Russians who weren't living in Estonia before Soviet times are<br />
given a gray passport connoting their official status as ‘aliens.’ They can't vote in<br />
national elections and have trouble finding work. To get citizenship, they have to pass<br />
an Estonian language exam…. The Language Inspectorate, which Russia<br />
Today derisively labeled "the language police," performs spot checks on bureaucrats<br />
and teachers to make sure they know Estonian. If they fail the test, they lose their<br />
jobs.” 41<br />
Former Soviet bloc members are deeply concerned about the Russian threat from the<br />
east and the resulting intensification of Russia’s military presence in and around the<br />
Baltic as well as from the Russian enclave of Kaliningrad. Based on geography and<br />
history, they fear that Putin’s Moscow at a minimum is intent on bullying and<br />
blackmailing them and preventing EU or NATO expansion and at worst threatens<br />
their recently won independence. 42 As a result of security concerns, particularly<br />
Russia’s use of hybrid warfare techniques in Ukraine and elsewhere, the EU and<br />
NATO are pressuring the two organizations to work together more closely, a<br />
development favored by the EU’s eastern members. NATO is already collaborating<br />
with the EU’s border agency, Frontex, in trying to manage the flow of refugees from<br />
Turkey to the Greek islands of Kos, Chios, Lesbos, and Samos and from North Africa<br />
to the Italian island of Lampedusa. “We have realised,” declares a NATO official,<br />
“that we only own part of the tool-box.” 43<br />
40<br />
BohuslavLitera, “The Kozyrev Doctrine – a Russian Variation on the Monroe Doctrine, Perspectives 4<br />
(1994), 47.<br />
41<br />
Julia Ioffe, “Ethnic Russians in the Baltics Are Actually Persecuted. So Why Isn’t Putin Stepping In?”<br />
New Republic, March 11, 2014, https://newrepublic.com/article/116970/estonia-lithuania-mistreat-ethnicrussians-nato-keeps-putin-out.<br />
42<br />
For example, see Rick Lyman, “Poles Steel for Battle, Fearing Russia Will March on Them Next,” New<br />
York Times, March 14, 2015, http://www.nytimes.com/2015/03/15/world/europe/poland-steels-for-battleseeing-echoes-of-cold-war-in-ukraine-crisis.html.<br />
43 Cited in “Buddy cops,” The Economist, May 7, 2016, 45.<br />
118
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
3.2. The Refugee Conundrum<br />
The extent of the refugee crisis, especially that involving migrants arriving from<br />
Turkey via Greece and Albania, most of whom seek to move west and north, is<br />
reflected by the data. Driven by civil wars in Syria and Iraq, the war in Afghanistan,<br />
and poverty in Kosovo and Albania, and violence in Pakistan, the number of asylum<br />
applications in in the EU in 2015 were 1,321,560. 44 (This figure did not include those<br />
who had not yet made claims for asylum.) The largest number of these applications<br />
were made in Germany (476,000) with Hungary second (177,130). Hungary had the<br />
highest proportion to its population – 1,800 per 100,000, with Sweden and Austria<br />
ranking second and third respectively. By mid-May 2016 an additional 189,414<br />
migrants had entered Europe by sea. 45 Almost 4,000 migrants had died in 2015, trying<br />
to cross the Mediterranean to Europe, especially from North Africa, 46 and illegal<br />
traffickers had pocketed between $5 and $6 billion smuggling migrants into Europe<br />
in that year. 47<br />
Germany initially took the position that the EU should welcome the stream of<br />
refugees. Chancellor Merkel defended a liberal posture toward asylum seekers, but,<br />
as the number of refugees in Germany mounted, she began to face growing opposition<br />
from within her own party and among German voters. 48 Opposition mounted<br />
especially after sexual assaults upon women by migrants in Cologne on New Year’s<br />
Eve. 49 Consequently, she modified her position to argue for a single EU plan that<br />
would distribute the refugee burden fairly among EU members. As one observer<br />
noted, “It is European problem, and it needs a European solution.” 50 Instead, the EU<br />
seems to have divided into several groups. One led by Austria and including several<br />
Balkan countries have limited the number of refugees they are willing to accept,<br />
imposed strict border controls on those permitted to move northward, and aided<br />
Macedonia to close its border with Greece, stranding many migrants in that country.<br />
Croatia, Macedonia and Serbia also began to screen migrants and refugees by<br />
nationality, admitting only those from Afghanistan, Iraq, and Syria. 51 Trying to halt<br />
the flood of migrants into Greece, Donald Tusk had warned refugees, “Do not come<br />
44 Frontex estimated the total number of refugees arriving in Europe in 2015 as over 1,800,000.<br />
45<br />
Rick Gladstone, “Smugglers Made at Least $5 billion Last Year in Europe Migrant Crisis,” New York<br />
Times, May 17, 2016, http://www.nytimes.com/2016/05/18/world/europe/migrants-refugeessmugglers.html.<br />
46<br />
Data from "Migrant crisis: Migration to Europe explained in seven charts,"BBC News, March 4, 2016,<br />
http://www.bbc.com/news/world-europe-34131911.<br />
47<br />
Gladstone, “Smugglers Made at Least $5 billion Last Year in Europe Migrant Crisis.”<br />
48<br />
Charlemagne, “An ill wind,” The Economist, January 23, 2016, 49.<br />
49<br />
“Cologne’s aftershocks,” The Economist, January 16, 2016, 57-58. Migrant crimes also played a role in<br />
Austrian elections. Alison Smale, “Migrant Crimes Add Volatile Element to Austria’s Election,” New York<br />
Times, May 21, 2016, http://www.nytimes.com/2016/05/22/world/europe/migrant-crimes-add-volatileelement-to-austrias-election.html.<br />
50<br />
Cited in Jim Yardley, “With No Unified Refugee strategy, Europeans Fall Back on Old Alliances,” New<br />
York Times, February 25, 2016, http://www.nytimes.com/2016/02/26/world/europe/with-no-unifiedrefugee-strategy-europeans-fall-back-on-old-alliances.html.<br />
51<br />
Nick Cummings-Bruce, “Croatia, Macedonia and Serbia Start Screening Refugees by Nationality,” New<br />
York Times, November 19, 2015, http://www.nytimes.com/2015/11/20/world/europe/macedonia-serbiacroatia-refugees-limit.html.<br />
119
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
to Europe. Do not believe the smugglers. Do not risk your lives and money. It is all<br />
for nothing. Greece or any other European country will no longer be a transit<br />
country.” 52<br />
“We are now entering a situation in which everybody is trying to stop of the refugees<br />
before they reach their border,” noted Ivan Krastev, chairman of a Bulgarian research<br />
institute. “The basic question is,” he continued, “which country turns into a parking<br />
lot for refugees.” 53 Notwithstanding Tusk’s blunt warning, Greece, it appeared,<br />
would become that “parking lot,” and the proliferation of border control in countries<br />
like Austria, Hungary, Poland, Slovenia, and Slovakia 54 threatened the Schengen<br />
agreement to which they are parties. Many of the refugees caught in Greece sought<br />
to enter a relocation program which might send them to any country in Europe. 55 The<br />
EU’s Dublin Regulations requires refugees to register in the first EU country they<br />
enter, thereby especially burdening Greece as well as Italy and Malta.<br />
Some Eastern members do not want Muslim refugees in their countries, and anti-<br />
Muslim sentiment reflects racism and racial and historical memories. Poland,<br />
Hungary, Romania, and Bulgaria resent being forced by the EU to accept refugees<br />
and believe that the flow will slow their economic development and increase<br />
unemployment at home and permit the entry of potential terrorists into the Schengen<br />
zone, allowing them to travel freely in Europe. Like Austria, they have aided<br />
Macedonia to isolate refugees in Greece and supported police efforts in Austria,<br />
Croatia, Serbia, and Slovenia to screen asylum seekers with greater care.<br />
Hungary tried to stop the flow by closing its frontier with Croatia in October 2015<br />
and has since planned a referendum about whether to accept refugees. Georges Zirtes<br />
describes Hungary and its prime minister as follows: “It is Christian Europe Hungary<br />
is defending from Muslim hordes and terrorists, says the prime minister, Viktor<br />
Orbán. He wants to save Hungary for “genuine” Hungarians: not all Hungarians are<br />
genuine Hungarians, after all. Needing the genuine Hungarians’ support, he sent out<br />
a questionnaire implying that migrants were spongers or terrorists, and put up<br />
billboards, addressed to the refugees, in Hungarian – a language none of them can<br />
read – telling them that they would not be allowed to take Hungarian jobs. Hardly<br />
any actually want to stay, of course, but you have to reassure the natives – especially<br />
after frightening them in the first place. He must act the strong man because the<br />
would-be even stronger men of the far-right Jobbik party could supplant him at the<br />
next election. Hence the wire; hence the army; hence, as from today, the state of<br />
52<br />
Cited in James Kanter and Sewell Chan, “Europe, Reeling From Strain, Tells Economic Migrants: Don’t<br />
Bother,” New York Times, March 3, 2016, http://www.nytimes.com/2016/03/04/world/europe/eu-leadersends-economic-migrants-a-blunt-warning-dont-come.html.<br />
53<br />
Cited in Yardley, “With No Unified Refugee strategy, Europeans Fall Back on Old Alliances.”<br />
54<br />
Slovakian Prime Minister Fico declared that Muslims would alter Slovakia’s traditions, which have<br />
“been present here for centuries. “The Latest: Slovakia Not a Place for Muslims, Premier Says,” ABC<br />
News, May 25, 2016, http://abcnews.go.com/International/wireStory/latest-german-cabinet-approvesmeasures-migrants-39359226.<br />
55<br />
Alderman, “Migrants in Greece, Ready to Go Anywhere in Europe, Scramble to Enter E.U. Relocation<br />
Program.”<br />
120
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
emergency; hence the fierce, unrelenting rhetoric of hatred. Because that is what it<br />
has been from the very start: sheer, crass hostility and slander.” 56<br />
The EU’s effort to solve the refugee problem has pleased neither its western nor<br />
eastern members. One initiative was to try and redistribute asylum seekers so that<br />
neither Greece nor Italy at the frontiers of Europe nor Germany and other major<br />
recipients of migrants would have to bear an unfair share of the burden. The EU’s<br />
asylum agency would be greatly expanded in order to aid frontier countries to process<br />
asylum seekers, and those countries that refuse to accept their share would have to<br />
pay fines of 250,000 euros for each refugee they refused to accept as part of their<br />
quota, a provision that has stirred intense opposition among the EU’s eastern<br />
members.<br />
3.3. The North-South Split<br />
The North-South fissure in the European Union is at the same time more complex<br />
and longer lived than the East-West divisions which have occurred more recently.<br />
Where the East-West divide pits one relatively united group of nations, many of<br />
which have had similar experience under the Soviet Union and joined the EU<br />
together, against the “older” EU members, both the North and especially the South<br />
are groups of very diverse EU members. The south includes Italy who is a founding<br />
EU member, Greece, Spain and Portugal who all joined after the initial organizing as<br />
well as newcomers Cyprus and Malta. The North is focused around Germany and<br />
includes the Scandinavian countries: Sweden, Denmark and Finland as well as<br />
Austria and some of the Eastern European bloc.<br />
The fissure between North and South goes back in time to the founding days of the<br />
EU and comes from differences in how each group views the EU as well as their<br />
philosophy of living. The South saw the EU as a pathway to modernity and economic<br />
advancement. They viewed themselves as the most “backward” economies of the EU<br />
nations and sought the help of the institution to even the economic playing field. Italy<br />
represents a unique case. The Northern Italian industrial cities are more in tune with<br />
the North and its views of the EU while the Southern portion of the nation remains<br />
stubbornly behind economically with high poverty and unemployment rates. 57 The<br />
EU itself has exacerbated this difference. In its attempt to de-emphasize the nationstate,<br />
it has sought to deal with the regions of Europe as distinct entities and in Italy<br />
this has meant the South has successfully sought structural funding and EU perks<br />
independent of both the national government and the north.<br />
Another unintended consequence of this policy has been the stimulation of subnational<br />
“nationalisms” such as the Catalans of Spain who continue to demand<br />
independence. And in Britain after the Brexit referendum, there were renewed calls<br />
56<br />
Georges Zirtes, “Hungary has been shamed by Viktor Orbán’s government,” The Guardian, September<br />
16, 2015, http://www.theguardian.com/commentisfree/2015/sep/16/hungary-shamed-viktor-orbanrefugee-hungarian-serbian.<br />
57<br />
Marco Giuliani and SimonaPiattoni “Italy: Back to the Future or Steps Toward Normality?” in Eleanor<br />
E. Zeff and Ellen B. Pirro, eds. ,The European Union and the Member States, second edition, (Boulder,<br />
CO: Lynne Reinner, 2006, 110-138.<br />
121
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
in Scotland, where “remainers” were in a majority, for a second referendum regarding<br />
Scottish independence. Indeed, as Peter Hall concluded, the Brexit vote was the result<br />
of “a virulent populist nationalism, stirred up by a campaign laden with wild and<br />
inaccurate claims that a British contribution of 350 million pounds ($460 million) a<br />
week might otherwise be spent on the National Health Service.” 58<br />
At the same time there emerged strong differences of values between North and<br />
South. The North view themselves as hardworking, dedicated, and pragmatic. The<br />
North condemn the South for their laziness, focus on the good life, and unwillingness<br />
to knuckle down and put in the hours at the job. In particular, northern states cited<br />
shorter working hours, longer vacation times, and earlier retirement ages in southern<br />
countries. Unspoken was the knowledge that the latter have had a very difficult time<br />
collecting taxes where citizens view tax evasion as a “sport.” One scholar concludes<br />
that in Greece and Italy over a third of all taxes are never collected. Exceptions allow<br />
55% of households to pay nothing at all. And a number of those counted as “bad<br />
loans” could actually pay them off but are taking advantage of the fiscal crisis to<br />
avoid payments. 59 This has led to budget difficulties and a chronic shortfall in<br />
expected revenues, which in turn has made keeping up with the north all the more<br />
difficult. It is no surprise then that several of the EU’s current crises emerge from this<br />
North-South divide.<br />
The major crisis is fiscal. Perhaps the ongoing fiscal problems underpin most of the<br />
other crises. The worldwide financial crisis of 2008 hit the EU especially hard. It is<br />
no exaggeration to say that Europe has not yet recovered from 2008.<br />
Much of the media and public attention has tended to focus on Greece with its debt<br />
situation and periodic fiscal problems. As recently as late May 2016, Greece again<br />
faced an inability to service its debt and had to get refinanced. 60 Each time this occurs<br />
(and it has occurred three times since 2009) 61 the EU demands further financial<br />
austerity and refuses to accept compromise or debt reduction. Greece protests.<br />
Demonstrations are held. And the Greek government finally capitulates. But each<br />
time the rigors of austerity bring more opposition to both the current government<br />
(whichever party is in power) and to the EU itself.<br />
This tendency to center on Greece masks the fact that Italy also has a huge debt and<br />
potential bank crisis. Unemployment persists at 11.9% and OECD calls the banking<br />
system “fragile.” 62 Stringent fiscal policies have kept Italy afloat but there is much<br />
citizen anger at the austerity measures. There have even been suggestions of dividing<br />
58<br />
Peter A. Hall, “The Roots of Brexit,” Foreign Affairs, June 28, 2016,<br />
https://www.foreignaffairs.com/articles/united-kingdom/2016-06-28/roots-brexit.<br />
59 Stathis N. Kalyvas “Greece’s Next Bailout Battle,” Council on Foreign Relations, Mau 3, 2016.<br />
www.foreignaffairs.com/print/1117432<br />
60<br />
“Temporary relief,” The Economist, May 28, 2016, 45.<br />
61<br />
James Kanter “Eurozone Agrees to Debt Relief and Bailout Aid for Greece New York Times, May 24,<br />
2016 http://nyti.ms/25/fP8yy<br />
62<br />
OECD, Economic Outlook Volume 2015, Issue 1.http://www.oecd-ilibrary.org/economics/countrystatistical-profile-european-union_20752288-table-eu<br />
122
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Italy into two countries: north and south. 63 Concludes The Economist: “Size alone<br />
makes Italy’s bank mess dangerous. But it is also an exemplar of the euro area’s wider<br />
ills: the tensions between rules made in Brussels and the exigencies of national<br />
politics; and the conflict between creditors and debtors. Both are the consequences of<br />
half-baked financial reforms.” 64<br />
Spain was in danger of default, on its debts, barely avoiding it and still is not in good<br />
economic shape. The economic crisis hit Spain especially hard and even the harshest<br />
austerity measures have failed to bring relief and rebound. Unemployment today<br />
remains at 22.1 percent (2015) 65 Spain overbuilt housing/ vacation sites relying on<br />
them to support the country. When the housing bubble burst, Spain suffered greatly<br />
and there did not and do not seem to be any alternative industries for economic<br />
recovery and growth. 66 Regularly up to 90 percent of the college graduates leave<br />
Spain to seek jobs. 67 And finally, Portugal also fell into fiscal crisis and did need help<br />
with its economic woes. In this they were joined by Ireland whose banks got into<br />
trouble needing EU bailout funding. But Ireland has managed to pay the EU back<br />
and is on the right track while the other nations named above are still not out of the<br />
woods economically. And at the height of the crisis even France saw a downgrading<br />
of its financial ratings.<br />
The fact is that while the EU has taken a number of steps to reform its financial<br />
structure including the Stability Mechanism, EU budget oversight, and the special<br />
fund for economic downturns, there is still no overall financial strategy and pathway<br />
forward to economic well-being. Unemployment remains stubbornly high, 9.4% in<br />
2015. 68 Growth rates stubbornly low, overall 2.0%. 69 Worse yet, the Brexit problem<br />
distracts any attempts to address these issues, although the EU has been notably<br />
reluctant to tackle hard questions. So the Greeks stumble forward from one almost<br />
default to the next.<br />
The very mechanisms listed above, which are designed to avoid a future crisis like<br />
the one of 2008 are themselves subjects of some controversy. The Stability<br />
Mechanism and special bailout funds are being gathered from additional levies on the<br />
member states, and many, especially the average citizens, are reluctant to increase<br />
their countries’ contributions, anticipating that their monies will wind up bailing out<br />
the South states. The Southern States object not just to the austerity measures which<br />
63<br />
Marco Giuliani and SimonaPiattoni “Italy: Back to the Future or Steps toward Normality?” in Eleanor<br />
E. Zeff and Ellen B. Pirro, eds., The European Union and the Member States, 3 rd . ed, (Boulder, CO:<br />
Lynne Reinner, 2006, 110-138.<br />
64 “The Italian Job,” The Economist, July 9, 2016, 9.<br />
65<br />
Eurostat 2015,<br />
http://ec.europa.eu/eurostat/tgm/table.do?tab=table&init=1&language=en&pcode=tec00115&plugin=1<br />
66<br />
Kathleen Kingsbury “Degrees Matter When Hunting” November 3, 2014.<br />
http://www.bbc.com/capital/story/20130607-is-a-degree-crucial-for-a-job<br />
67<br />
SebastienRoyo, “Spain and Portugal: the Limits of Convergence” in Eleanor Zeff and Ellen Pirro, eds.<br />
The European Union and the Member States. Lynne Reinner 2015.<br />
68<br />
Eurostat 2015,<br />
http://ec.europa.eu/eurostat/tgm/table.do?tab=table&init=1&language=en&pcode=tec00115&plugin=1<br />
69<br />
Eurostat 2015,<br />
http://ec.europa.eu/eurostat/tgm/table.do?tab=table&init=1&language=en&pcode=tec00115&plugin=1<br />
123
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
are being imposed on them, but to the ongoing oversight of their national budgets by<br />
the European Central Bank and the European Commission. For the south these<br />
measures represent huge loss of sovereignty and interference with national policies.<br />
It is apparent why the fiscal crisis persists. EU members cannot agree on an overall<br />
fiscal policy, one with enforcement mechanisms, that charts the way forward for the<br />
long range. Instead, the EU lurches from fiscal crisis to fiscal crisis, solving only the<br />
most immediate of needs and “kicking the can down the road” on most issues. The<br />
Greek crisis is illustrative of this. When Greece could not meet its debt payments in<br />
2012, the EU put together a troika of lenders – the EU Commission, the European<br />
Central Bank and the International Monetary Fund – to impose austerity and provide<br />
enough monies to make the necessary payments. The next time payment was due, a<br />
year later, the same thing occurred. And it has continued through June 2016. There<br />
has been no overall structural reform in Greece and no plan for a long term solution<br />
to Greece’s overwhelming debts.<br />
With Brexit looming, the EU has yet another opportunity to take a bold step forward<br />
and create fiscal and economic union. Britain has been one of the countries opposing<br />
these moves and their absence might make some of this more possible. The authors<br />
are not overly optimistic however, because the EU has this tendency to do as little as<br />
possible and not to be decisive, especially in fiscal matters.<br />
3.4. The Migration Crisis<br />
The second crisis which exacerbates the split between north and south is the migrant<br />
crisis. Discussed earlier as a major problem between East and West, it also highlights<br />
the differences between North and South.<br />
The south points out that all the migrants are coming into southern countries who<br />
then have to bear a huge burden of rescue and care. The very states that are faced with<br />
fiscal crises dating from 2008 are the ones forced to expend precious resources on<br />
refugee care. The south feels the EU needs to solve the migrant problem and should<br />
take up the financing of these people and not allow the Southern countries to suffer<br />
with their expenses. There has been a tendency for the media to focus on Greece<br />
which was receiving thousands upon thousands of migrants from Turkey. Violence<br />
erupted with migrants who could not enter Macedonia, 70 and by August 2016 the EU<br />
had only sent 27 of a promised 400 asylum specialists and 24 of a 400 promised<br />
interpreters to Greece, leaving 57,000 asylum-seekers stranded in Greece.<br />
But the other Southern countries are also beset by this influx, especially Italy. With<br />
the situation in Libya deteriorating and poor conditions in those parts of African in<br />
conflict (Somalia, Eritrea, South Sudan and the Central African Republic) more and<br />
more are braving the Mediterranean. In July of 2016 alone, ships rescued over 7,000<br />
off the coast of Italy and heard reports of many more drowned at sea. The crossing<br />
from the Eastern countries of Africa, of those escaping the clutches of al-Qaeda in<br />
70<br />
Liz Alderman, “Greece Holds Activists as Migrants and Police Clash Anew at Macedonia Border,”<br />
New York Times, April 13, 2016, http://www.nytimes.com/2016/04/14/world/europe/migrant-crisisidomeni-protests.html.<br />
124
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
the Maghreb, is particularly perilous. There are estimates that 50 percent do not make<br />
it to the Canary Islands off Spain.<br />
Not only are there added fiscal burdens on the least capable EU members, but the<br />
North feels that the Southern nations are not effectively maintaining their borders,<br />
vetting those who are coming across and this is resulting in terrorist attacks and<br />
potential for additional terrorism. Thus, even Sweden imposed new rules regarding<br />
refugees, including a limit on the number of asylum seekers granted permanent<br />
residency. 71<br />
After the multiple terrorist attacks in Brussels, a former French intelligence official<br />
observed, “We are in a situation of structural vulnerability. That’s what democracy<br />
is. It’s an open society.” 72 But, “open borders,” as one scholar observes, are an<br />
immutable fact in Europe,” and “It is the failure to coordinate across divides that is<br />
the real problem.” 73 The south feels that they cannot handle the masses of migrants<br />
and that terrorists are bound to slip through so the north should be vetting migrants<br />
before they are settled in northern EU members. 74<br />
3.5. Terrorism<br />
Linked to the migrant crisis that divides northern and southern members is a growing<br />
fear in the EU regarding Islamic terrorists, whose passage is allegedly facilitated by<br />
a lack of diligence in southern Europe to identify members of Islamic State which is<br />
notably trying to smuggle its supporters into Europe amid legitimate refugees. It is<br />
hardly surprising that, as one observer suggests, “these attacks will increase<br />
xenophobic and anti-immigration sentiment across the E.U., which has already been<br />
rising in light of the E.U’s ongoing refugee crisis.” 75<br />
France has been a particular target of terrorism in recent years 76 with deadly attacks<br />
in Paris against the Charlie Hebdo office and other sites in January 2015, 77 a concert<br />
hall and a stadium in November 2015, 78 and in Nice, against marchers on Bastille<br />
71<br />
Dan Bilefsky, “Sweden Toughens Rules for Refugees Seeking Asylum,” New York Times, June 21,<br />
2016, http://www.nytimes.com/2016/06/22/world/europe/sweden-immigrant-restrictions.html.<br />
72<br />
Cited in Adam Nossiter, “Brussels Attack Underscore Vulnerability of an Open European Society,”<br />
March 22, 2016, http://www.nytimes.com/2016/03/23/world/europe/belgium-security.html.<br />
73<br />
JytteKlausen, “Europe’s Real Border Problem: Openness Isn’t the Issue,” Foreign Affairs, November<br />
16, 2015, https://www.foreignaffairs.com/articles/france/2015-11-16/europes-real-border-problem, 3.<br />
74<br />
Alison Smale and Barbara Surk, “Paris Attacks Complicate Europe’s Already Strained Border<br />
Controls,” New York Times, November 16, 2015,<br />
http://www.nytimes.com/2015/11/17/world/europe/paris-attacks-complicate-europes-already-strainedborder-controls.html.<br />
75<br />
Cited in Steven Erlanger, “Brussels Attacks Fueld Debate Over Migrants in a Fractured Europe,” New<br />
York Times, March 22, 2016, http://www.nytimes.com/2016/03/23/world/europe/belgium-attacksmigrants.html.<br />
76<br />
See Robin Simcox, “France’s Perpetual Battle Against Terrorism,” Foreign Affairs, November 17,<br />
2015, https://www.foreignaffairs.com/articles/france/2015-11-17/frances-perpetual-battle-againstterrorism.<br />
77 “Charlie Hebdo attack: Three days of terror,” BBC News, January 14, 2015,<br />
http://www.bbc.com/news/world-europe-30708237.<br />
78 “Paris attacks: What happened on the night,” BBC News, December 9, 2015,<br />
http://www.bbc.com/news/world-europe-30708237.<br />
125
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Day in Nice in July 2016. 79 Several of the terrorists in France had traveled from<br />
Belgium, and Brussels’ airport and a metro station were the victims of attacks in<br />
March 2016. 80 Germany, too, was the victim of four attacks in six days in July 2016,<br />
two of which were committed by asylum-seekers from Afghanistan and Syria. 81<br />
While Europe has long had a tolerance for a low level of such terrorist activities,(e.g.<br />
the IRA bombings/the Italian Red Brigades) the horrific nature of these events and<br />
the significant loss of life, have generated widespread fear among populations and<br />
caused questioning about government’s ability to keep people safe.<br />
“The great fear that swept through the Continent,” writes Henry Porter,”from suburbs<br />
such as Molenbeek, in Brussels, and St. Denis, just outside Paris’s Périphérique, and<br />
urgent questions were asked” 82 about how terrorists could move so easily across the<br />
Schengen area 83 and why they had been undetected by intelligence agencies. Porter<br />
pointed out the irony that “Molenbeek is only a 10-minute drive from the center of<br />
Brussels. Where Eurocrats and politicians dream of integration and harmonization<br />
programs,” 84 After the multiple terrorist attacks in Brussels, a former French<br />
intelligence official observed, “We are in a situation of structural vulnerability. That’s<br />
what democracy is. It’s an open society.” 85 But, “open borders,” as one scholar<br />
observes, are an immutable fact in Europe,” and “It is the failure to coordinate across<br />
divides that is the real problem.” 86<br />
4. CONCLUSIONS<br />
In several ways, the issues that divide the European Union reflect external challenges<br />
that have produced a resurgence in nationalism in a community that believed<br />
nationalism to be atavistic. Russian aggressiveness, Muslim migration, the Great<br />
Recession, and foreign terrorism are external phenomena that have produced growing<br />
sentiment in the EU to restore national sovereignty and have triggered interstate<br />
discord. 87 Let us consider each of the possible outcomes that we identified earlier.<br />
79<br />
“Nice lorry attack: Five suspected accomplices charged,” BBC News, July 22, 2016,<br />
http://www.bbc.com/news/world-europe-36859312.<br />
80<br />
“Brussels attacks: ZaventemabndMaelbeek bombs kill many,” BBC News, March 22, 2016,<br />
http://www.bbc.com/news/world-europe-35869254.<br />
81<br />
Melissa Eddy, “German Police Detain Asylum-Seeker Suspected of Plotting Terrorist Attack,” New York<br />
Times, August 9, 2016, http://www.nytimes.com/2016/08/10/world/europe/germany-mutterstadtterrorism-rheinland-pfalz.html.<br />
A third asylum-seeker was arrested on suspicion of plotting an attack at a<br />
soccer match.<br />
82<br />
Henry Porter, “Terrorism, Migrants, and Crippling Debt: Is This the End of Europe?” Vanity Fair,<br />
February 2016, http://www.vanityfair.com/news/2016/01/europe-terrorism-migrants-debt-crisis.<br />
83<br />
See “After Paris, drawbridges up?” The Economist, November 21, 2015, 49.<br />
84<br />
Porter, “Terrorism, Migrants, and Crippling Debt: Is This the End of Europe?”<br />
85<br />
Cited in Adam Nossiter, “Brussels Attack Underscore Vulnerability of an Open European Society,”<br />
March 22, 2016, http://www.nytimes.com/2016/03/23/world/europe/belgium-security.html.<br />
86<br />
JytteKlausen, “Europe’s Real Border Problem: Openness Isn’t the Issue,” Foreign Affairs, November<br />
16, 2015, https://www.foreignaffairs.com/articles/france/2015-11-16/europes-real-border-problem, 3.<br />
87<br />
Alan Cowell, “Europe Turns Inward, Just as Challenges in Its Borders Mount,” New York Times, July 7,<br />
2016, http://www.nytimes.com/2016/07/08/world/europe/arc-of-crisis-eu-brexit.html.<br />
126
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
4.1. A Deeper Union<br />
Paul Krugman defines the “European Project” as “the long-term effort to foster a<br />
peaceful, prosperous Europe through ever-closer economic and social integration,” 88<br />
and he attributes the EU financial, refugee, and terrorist problems to its failure to<br />
achieve that effort. Nevertheless, opposition to a deeper or “more perfect” union,<br />
although favored by German leaders among others, finds little favor among many<br />
Europeans. Historically, the EU resolved crises by deepening and widening<br />
integration. The Single Market, and the euro (Maastricht) reflected this strategy.<br />
The current situation is different. Never before has the EU faced multiple and<br />
simultaneous crises and confronted the surge of “euroskepticism,” which led many to<br />
question the continuation of the Europe Project. Even before its referendum, Great<br />
Britain had succeeded in getting the EU to concede that “ever closer union” did “not<br />
compel all member states to aim for a common destination". The EU had already<br />
“recognised that the United Kingdom, in the light of the specific situation it has under<br />
the treaties, is not committed to further political integration into the European<br />
Union.” 89 Opposition to a deeper union after the British referendum intensified<br />
among eastern members of the EU. Thus, in a joint statement, the Visegrad group –<br />
Poland, Hungary, Slovakia, and the Czech Republic – made it clear following the<br />
Brexit vote that they opposed greater European federalism. “The genuine concerns of<br />
our citizens need to be better reflected. National parliaments have to be heard. The<br />
institutions of the EU need to stick to their missions and mandates.” 90<br />
Furthermore, the expansion of the role of the European Parliament and diminished<br />
position of the European Council and Commission, in an effort to make the EU more<br />
democratic and transparent, have also limited attempts at further integration. The<br />
European Parliament can now effectively veto any attempt to deepen integration, and,<br />
its members, reflecting grow nationalism at home, seems disposed to do just that.<br />
Past optimism about a federated Europe is giving way to the pessimism of Jean-<br />
Claude Juncker, president of the commission, and Donald Tusk, European Council<br />
president. Juncker declared that “in former times we were working together…we<br />
were in charge of a big piece of history. This has totally gone”; and Tusk concluded<br />
that “the idea of one EU state, one vision…was an illusion.” 91 For the foreseeable<br />
future, a deeper union is highly improbable.<br />
88<br />
Paul Krugman, “Europe, the Unready,” New York Times, November 27, 2015,<br />
http://www.nytimes.com/2015/11/27/opinion/europe-the-unready.html.<br />
89<br />
Cited in Peter Foster, “EU deal: What David Cameron asked for…and what he actually got,” The<br />
Telegraph, June 14, 2016, http://www.telegraph.co.uk/news/2016/05/19/eu-deal-what-david-cameronasked-for-and-what-he-actually-got/.<br />
90<br />
Cited in Neil Buckley and Henry Foy, “Eastern Europeans bemoan Brexit and shun closer EU<br />
integration,” Financial Times, June 30, 2016, http://www.ft.com/cms/s/0/bee6d64e-3e14-11e6-8716-<br />
a4a71e8140b0.html#axzz4HQryU9Xv.<br />
91<br />
Cited in “Between the borders.”<br />
127
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
4.2. Continuation Of The EU Status Quo (İncrementalism And Muddling<br />
Through)<br />
The second option, the status quo is likely for the foreseeable future if only because<br />
of institutional inertia and fear of the unknown. European leaders are not inclined to<br />
take risks with bold new initiatives. Incrementalism – kicking the can down the street<br />
-- has worked well in the past. Athough “muddling through” has failed to resolve any<br />
of the crises described above, it is nevertheless the preferred option of most European<br />
leaders. This, of course, assumes that Europe’s proliferating populist right-wing<br />
parties to not take power, an assumption that -- especially in the case of France -- is<br />
hardly a certainty and requires electoral cooperation among more traditional political<br />
parties.<br />
Major expansion of the EU –Ukraine is improbable. Ukraine remains a “frozen<br />
conflict” with no speedy resolution in sight. Its attempts to curb corruption are only<br />
at a beginning stage. Its economy lags significantly behind much of the rest of<br />
Europe. It will take many years for Ukraine to be prepared for EU membership<br />
consideration – even after the resolution of the battles in the east. The other states<br />
seeking EU membership are small, with poor economies. They, too, have a long road<br />
to EU membership, usually about 10 years. And the EU has declared that it wants a<br />
period of consolidation to absorb the 13 new members, which have joined since<br />
2004.Thus, no new members will be admitted for some time.<br />
The exit of some members is entirely possible. Britain’s vote makes them the first of<br />
a potential three or four members who may seek to leave the Brussels group,<br />
especially if Britain is allowed a relationship to the EU like Norway’s. Economic and<br />
political costs and benefits will likely foster support for such a benign relationship,<br />
but the anger of some governments and concern that such an outcome might provide<br />
incentives for others to leave may produce considerable opposition to giving London<br />
the relationship it desires.<br />
Hungary is a major candidate for departure with its anti-democratic policies and<br />
increasingly close relationship with Moscow. Several of the Euroskeptic states<br />
including Denmark and Poland may seek to loosen EU ties. And the rise of the far<br />
right in France, Netherlands and Austria may mean potential departures for those<br />
states. The EU has been making plans for Britain’s exit, and an EU without Britain<br />
will be a tighter union because Britain historically championed loose ties, limiting<br />
integration to trade, and opting out of many major EU initiatives including Schengen<br />
and the euro. Should France seek to exit, however, the EU would face a major<br />
challenge to remain together. France was a founding member and a pivotal element<br />
in German containment and pacification after the second world war. An EU without<br />
France would probably become a German-based economic forum with very limited<br />
activities.<br />
Dividing the EU into different parts or any attempt to establish differing categories<br />
of membership already exists to some extent regarding Schengen and the ero.<br />
Whether such divisions will grow and harden, however, is unlikely, especially<br />
because, as noted above, successful efforts to achieve deeper integration are<br />
128
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
improbable. Most members are reluctant to put themselves into “second class”<br />
categories. Nevertheless, it is possible that a future EU will be a smaller, tightly knit<br />
group with a larger group of countries linked by association treaties. This second<br />
group would have no input into decision-making and would be mainly interested in<br />
economic benefits. It might include besides Britain, Iceland, Norway, and<br />
Switzerland.<br />
Finally, there is the question of the EU’s total collapse. While this is improbable,<br />
there are some conditions under which it could occur. Departure of several major<br />
players either through the electoral success of anti-EU parties or economic collapse<br />
would foster an EU demise. Thus, if France and the Netherlands, both charter EU<br />
members, were to elect strong right-wing leaders who sought to leave the EU, it could<br />
trigger a chain reaction of implosion. If Italy, Spain, Portugal as well as Greece<br />
experienced economic collapse, it would also complicate EU economic integration,<br />
especially in the absence of fiscal integration. The EU would, however, be likely to<br />
persist as a regional free-trade group but with no additional harmonization of<br />
economic policies. So far the EU has managed to stave off these possibilities and has<br />
even adopted (modest) measures to avert economic collapse.<br />
Furthermore, the EU has multiplied the agencies under its jurisdiction and the<br />
activities that are covered by EU-wide mandates, and these would be difficult to<br />
dismantle. For example, while the average citizen may laugh at the “ugly cucumber”<br />
or complain about having to follow detailed regulations made in Brussels, they would<br />
not favor elimination of the Food Safety Authority or other agencies that protects<br />
consumers.<br />
Thus, the EU will probably survive in some form. Of course, it will face major<br />
changes both in membership and procedures in the next several years. But, we<br />
anticipate that it will continue to muddle through as a confederation rather than taking<br />
decisive steps toward federation.<br />
129
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Sağlık ve Kalkınma<br />
Vahit ÖZMEN <br />
Kalkınmada sağlıklı bir toplum olmanın çok önemli ve vazgeçilmez olduğunu<br />
söyleyebiliriz. Kalkınmada hedefe ulaşmak için de aşağıdaki basamakların<br />
gerçekleştirilmesi gerekir: Eğitim, Üretim, Başarı, İyi Ekonomi, Mutlu ve Kalkınmış<br />
bir toplum. Bunların hepsi birbiri ile ilişkili olup birbirlerini olumlu veya olumsuz<br />
olarak etkilerler.<br />
EĞİTİM<br />
SAĞLIK<br />
ÜRETİM<br />
BAŞARI<br />
İYİ<br />
EKONOMİ<br />
1. EĞİTİM<br />
KALKINMA<br />
Dr.Tolga Özmen, Muş’ta yaptığı mecburi hizmet sırasında yaşları 40-69 arasında<br />
olan 2.500 kadında bir araştırma yaptı. Bu araştırma sırasında hedef bu kadınların<br />
meme kanseri farkındalığını ölçmek ve eğitim durumlarını belirlemekti. Çalışma bu<br />
yıl içerisinde ABD’de ve ülkemizde yayınlanan dergilerdeyayınlandı (Kaynaklar 1<br />
ve 2). Bu makalelerden örnekler vererek sunuma başlamak istiyorum. Elde edilen<br />
sonuçlar bu ilimizdeki eğitim durumunu ve ekonomiyi yansıtması açısından oldukça<br />
ilgi çekicidir.<br />
Ankete katılan kadınların %56’sı okur yazar değildir, %59’u okula hiç gitmemiştir.<br />
Ancak %9’u zaman zaman bir gazete okumaktadır. %93’ü çalışmıyor, %90’ının<br />
devlet sağlık güvencesi (SGK veya Yeşil Kart) var. O tarihte Türkiye’de yoksulluk<br />
sınırı (Eylül, 2014 – 4 kişilik aile) 3876,37 TL iken, Muş’ta aylık eve giren gelir:<br />
1395,64 ± 902,69 TL olarak belirlenmiştir. Bu Muş’un ekonomik olarak ülkemizin<br />
<br />
Prof.Dr., İstanbul Üniversitesi İTF, vozmen@istanbul.edu.tr.<br />
130
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
en düşük gelirli ili olduğunu da göstermektedir. Kadınlarda ortalama vücut kitle<br />
indeksi de şişmanlık (29.73±4.98) sınırındadır (sağlıksız ve dengesiz beslenme,<br />
hareketsizlik). Ankete cevap verenlerin neredeyse yarısı hasta olduğunu ve en fazla<br />
kardiyovasküler hastalıklarının olduğunu belirtmiştir. %93’ü doğum yapmış,<br />
ortalama gebelik sayısı 6.38, ortalama ilk gebelik yaşı 19’dur. Bunların %15’i düzenli<br />
olarak jinekolojik muayene yaptırmaktadırlar. Muş İlimizde 2011 yılında<br />
başlattığımız mobil mamografi taramasına rağmen, kadınların ancak %35’i<br />
mamografi yaptırmıştır. Neden yaptırmadıkları sorulduğunda %75’i bunun gerekli<br />
olduğunu bilmediklerini söylemiştir. Kadınların üçte birinin ailesinde kanser, altıda<br />
birinin ailesinde ise meme kanseri vardır. Ankete katılanların önemli bir kısmı<br />
sağlıkları konusunda eşlerinden gerekli desteği görmediklerini belirtmişlerdir. Yine<br />
kadınların önemli bir kısmı erkek doktora muayene olmak istemediklerini ve sağlık<br />
sisteminden memnun olmadıklarını belirtmişlerdir.<br />
Yukarıdaki bilimsel veriler kadınlarımızın ne kadar eğitimsiz ve üretimden uzak<br />
olduklarını, çok çocuk doğurduklarını, ekonomik olarak sıkıntıda olduklarını<br />
göstermektedir.<br />
Ancak eğitimli insanların akut ve kronik hastalıkların farkında olabileceği ve sağlıklı<br />
yaşamı sürdürebilmek için nelerin gerektiğini bilmesi mümkündür. Bu sayede gerekli<br />
kontrollerini düzenli olarak yaptırabilir ve herhangi bir hastalığın erken tanısı ve<br />
tedavisi mümkün olabilir.<br />
Muş’ta kurulan ve mükemmel bir kampüse sahip olan Alparslan Üniversitesi’nin bu<br />
ilimizin eğitimine yapacağı katkı ilimizin geleceği için son derece önemli olup,<br />
sadece üniversiteye devam eden öğrenciler için değil şehirde yaşayan toplumun<br />
eğitimine de katkı da mümkün olabilecektir.<br />
2. ÜRETİM<br />
Eğitimini tamamlayan tüm bireylerin üretime katkıda bulunmaları mutlaka<br />
gereklidir. Ailelerin normal şartlarda büyütüp eğitimlerini sağlayacakları kadar çocuk<br />
sahibi olmaları sağlıklı çocuklar ve gençler yetiştirmeleri için esastır. Muş’ta<br />
kadınların %93’ünün evde oturduğunu ve üretime ve ekonomiye hiç katkı<br />
sağlamadıklarını görüyoruz. Kadın başına düşün doğum sayısı da 6’dan fazladır.<br />
Üretime katkıyı sadece erkeklerden beklemek te yanlıştır. Ancak mevcut sistemin de<br />
üretime katkı için bireylerine ortam sağlamaları ve onları daha varlıklı ve daha<br />
huzurlu bir yaşam için motive etmesi gerekir.<br />
3. BAŞARI<br />
Başarının olmazsa olmaz şartları: eğitim, çok çalışma, sağlıklı olmak ve düzenli<br />
olarak üretmektir. Üretim için belli bir alanda eğitim almak ve bu eğitimi uygulama<br />
şansı bulmak gerekir. Eğitimde sadece bir üniversite veya yüksek okulu bitirmekle<br />
yetinmemek gerekir. Kendi eğitim alanında veya mevcut koşullara ve ihtiyaç alanına<br />
uygun olarak kurslar ve konferanslarla bilgilenmek ve uygulamalı eğitim almak<br />
gereklidir. Öğretim Üyesi ve Araştırmacı olarak bulunduğum ABD’deki Tulane<br />
Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde sabah 07.00de başlayan ve akşam geç saatlere kadar<br />
süren ve hafta sonraları da devam eden bilimsel toplantıları, klinik çalışmaları,<br />
131
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ameliyatları gördüğüm zaman bunların neden dünyanın en mükemmel eğitim ve<br />
sağlık sistemine sahip olduklarını anlayabildim.<br />
Üretim sadece maddi olarak bir takım şeyleri ortaya koymak değildir, bilimsel ve<br />
teknik olarak araştırmalar yapmak ve bilimsel eserleri yayınlamak ta çok anlamlı ve<br />
önemli bir üretim katkısıdır. Özellikle bilime olan ilgi ve saygı sürekli olarak<br />
desteklenmelidir.<br />
4. İYİ EKONOMİ<br />
Ülkemiz son 15 yılda göstermiş olduğu önemli bir performansla dünyada en büyük<br />
ekonomisi olan 20 ülke arasına girebilmiş ve kişi başına olan milli gelir 10.000 doları<br />
aşmıştır. Bu ekonomik gelişmeyi sağlarken gelirin homojen olarak tüm illere ve<br />
bireylere dağılımını sağlamak ta çok önemlidir. Tabii ki bu dağılımda bireylerin<br />
ekonomiye olan kişisel katkıları da hesaba katılmalıdır.<br />
İlimizde ekonomik gelişmeyi sağlamak ve sıralamada önlere doğru yürümek için tüm<br />
yatırımları devletten beklemek son derece yanlıştır. Mevcut ticari kuruluşların,<br />
üreticilerin bir araya gelerek ortak kooperatif ve şirketler kurmaları güçlerin<br />
birleşmesi açısından çok önemlidir.<br />
5. MUTLU ve KALKINMIŞ BİR TOPLUM<br />
Yukarıda belirttiğim gibi iyi bir eğitim düzeyini yakalayan, ihtiyaç olan alanlarda<br />
düzenli ve sürekli bir üretim sağlayan, çok çalışarak başarıyı yakalayan toplum<br />
bilinçli olarak sağlık sorunlarını çözecek ve sağlıklı bir toplum olacaktır. Doğal<br />
olarak sağlıklı ve üretken olmak iyi bir ekonomik düzeye sahip olmayı sağlayacaktır.<br />
Böylece mutlu ve kalkınmış bir toplum ortaya çıkacaktır.<br />
KAYNAKÇA<br />
Ozmen, T., Soran, A., Ozmen, V. 2016. Comparison of barriers against<br />
mammography screening in socioeconomically very lowand very high<br />
populations. Cureus. 8(7), doi: 10.7759/cureus.690. PMID: 27555988.<br />
Ozmen, T., Yuce, S., Guler, T., Ulun, C., Ozaydın, N., Pruthi, S., Akkapulu, N.,<br />
Karabulut, K., Soran, A., Ozmen, V. 2016. Barriers against mammographic<br />
screening in a socioeconomically underdeveloped population; a populationbased,<br />
cross-sectional study. J Breast Health, 12, 72-7. DOI:<br />
10.5152/tjbh.2016.2879].<br />
132
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
1. GİRİŞ<br />
Gelişmede Zihin Eğitiminin Önemi<br />
Mehmet Kasım ÖZGEN <br />
Öncelikle kalkınma yerine gelişme kavramını kullanmayı tercih ettiğimi belirtmek<br />
isterim. Çünkü gelişme sosyal bilimlerdeki organizmacı yaklaşımlara daha yakındır<br />
ve mutluluk kavramı ile de doğrudan bir ilişkisi vardır. Kalkınma kavramı, zamanın<br />
geriye doğru olan boyutunu görmezden gelen ve tek gerçek zamanın gelecek<br />
olduğunu ima eden; ilerlemeci olarak nitelendirilebilecek bir yaklaşımı merkez alan<br />
mekanist modernlik anlayışını yansıtıyor. Bu bakımdan kalkınma dediğimizde daha<br />
çok bilimsel ve teknolojik bir ilerlemeden ya da iktisadi bir zenginleşmeden söz<br />
ediyor gibiyiz. Dolayısıyla kalkınma bağlamında zihin eğitimi denildiğinde, daha çok<br />
yine zihnin bir parçası olan sözel/sayısal/bilişsel ve mantıksal yahut mesleki<br />
ilerlemeden söz edilebilir. Oysa gelişme kavramının içeriği ve ilişkileri açısından<br />
konuya baktığımızda zihin eğitiminin daha doğru bir zemine oturduğunu açık<br />
biçimde görüyoruz.<br />
2. GELİŞME: ZİHİN GELİŞİMİ VE DEMOKRASİ<br />
Kalkınmayı merkezine alan modern mantığın en önemli özelliği dikotomik olmasıdır.<br />
Dikotomik zihin kalkınmış-kalkınmamış, gelişmiş-gelişmemiş, ileri-geri,<br />
zenginleşmiş-fakirleşmiş gibi ikili, iki parçalı verileri ölçü olarak kullanan bir mantık<br />
örgüsüne sahiptir. Bu mantığın zorunlu sonucu da insanlık tarihini “biz ve onlar”<br />
şeklinde yani kendi zihinsel gerçekliğini öne alarak inşa etme çabasıdır. Daha sonra<br />
da bu yaklaşımın ne kadar doğru olduğuna dair eğitim ve yine bir tür eğitim yöntemi<br />
olan kamusal medya yoluyla muazzam bir algı dünyası yaratılır. Zihinleri eğitmeyi<br />
hedef alan bu yolla “biz ve onlar” algısının ne kadar sahici olduğu görüşü ötekilere -<br />
biz’in karşıtı olan ötekileştirilmişlere- dayatılır. Günümüz dünyasında “biz ve onlar”<br />
dillinin, özellikle “gelişmekte olan ülkeler” tarafından rahatsız edici bir aşağılama<br />
olarak algılandığından, daha çok demokrasi ihraç etmek ya da özgürleştirmek<br />
argümanları kullanılarak yumuşatılmaya çalışıldığını görüyoruz.<br />
Kalkınmanın en ilişkili olduğu kavramın demokrasi olduğunu hemen belirtmeliyiz.<br />
Bilindiği gibi Yunancada “demo” halk, “krasi” ise kendi kendini yönetmek anlamına<br />
gelmektedir. Öyleyse demokrasini iki temel ayağı vardır: Halk ve kendi kendini<br />
yönetim. Halkın sahip olduğu en temel doğal sermaye ise bir zihne ve toplumsal<br />
anlamda bir zihniyete sahip olmaktır. Söz konusu zihniyetin kendi kendini yönetme<br />
yollarını bulma çabası da siyaset felsefesine açılan kapıdır. Yönetmenin/tedebbür<br />
kavramının da dolaylı olarak zihniyetle ve zihin eğitimi ile ilişkisi elbette vardır ancak<br />
bu konumuzun dışındadır.<br />
Erken örneklerini Persler ile Yunanlılar arasında yapılan amansız savaşlarda<br />
gördüğümüz gibi bir halkın kendi kendini yönetmesine engel olmak için o halkı<br />
terör/korku veya hile/yalanla yaşamak zorunda bırakmanın nasıl etkili olabildiğini<br />
<br />
Doç. Dr., Cumhuriyet Üniversitesi EF, mehmetkozgen@hotmail.com.<br />
133
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
biliyoruz. Çünkü korku ve hile, zihnin kendine odaklanmasına engel olan etkili<br />
unsurlardır. Bu tespit, günümüzde de aynı yöntemin uygulanması bakımından<br />
önemlidir. “Onlar” kategorisine indirgenen ülkelerin “biz” kategorisinde olanlar<br />
tarafından zihniyetleri etkilenerek, terör ve yalanla yaşamaya mahkûm edildiği<br />
gerçeğini sürekli gözlemliyoruz. Terörle ve yalanla yaşamaya mahkûm edilmenin<br />
altında yatan asıl gaye, doğal zihnin kendini yönetme yeteneğinin yok edilmesi, felç<br />
edilmesi; bu mümkün değilse uyutulmasıdır. Çünkü korkan ve doğruyu bilmeyen her<br />
zihin motor yeteneklerini kaybedip sonuçta zaman içinde kendini yönetme<br />
arzusundan da uzaklaşacaktır. Zihnin kendini yönetmesi ancak bilinçli olmasına ve<br />
durumuna ilişkin farkındalığına bağlıdır. Kısacası zihinlere hâkim olan korku, öfke<br />
ve ümitsizlik bireysel ve toplumsal gelişme bilincinin önündeki en büyük engellerdir.<br />
Şimdi zihin ve eğitim üzerinde duralım ve zihin eğitiminin gelişime katkısının olup<br />
olmadığına göz atalım.<br />
Gelişim ve zihin eğitimi arasında güçlü bir ilişki olduğu yadsınamaz bir gerçektir.<br />
Ancak bizim burada sözünü ettiğimiz eğitim, bilişselliği merkez edinmiş<br />
günümüzdeki bilgi öğretimi değildir. Gelişme açısından zihin eğitimi cari eğitim<br />
anlayışından daha öncelikli olmalıdır. Şu anki eğitim sistemimiz ise değişime ve<br />
gelişime göre kendini yönetebilen, kriz anında yaratıcı çözümler üreten ve problemler<br />
karşısında çözülmeyen ancak problemleri çözüp yoluna devam edebilen zihinler<br />
yetiştirebilen bir sistem değildir. Tam da bu nedenle zihin eğitimi programları<br />
meslek, sanat, bilim, ahlak ve din eğitimi programlarından önce olmalıdır.<br />
“Sağlıklı bir zihin mi öncelikli olmalıdır yoksa meslek, sanat, bilim, din ve ahlak<br />
öğretimi mi?” sorusuna tutarlı bir cevap verilemediği sürece eğitim bilmecesinin<br />
çözümü mümkün değildir. Yapılan en önemli hata bilgili bir zihin ile eğitimli bir<br />
zihnin birbirine karıştırılması ve bilgili bir zihnin aynı zamanda eğitimli bir zihin<br />
olduğunun varsayılmasıdır. Oysa bilgili bir zihin, zorunlu olarak eğitimli bir zihin<br />
değildir. Ancak eğitimli bir zihin, bilgili bir zihin olabilir. Bilgili bir zihin eğitimli bir<br />
zihni kapsamadığı gibi bilgili bir zihin elde etmek için uygulanan eğitim programı ile<br />
eğitimli bir zihin yetiştirmek de mümkün değildir.<br />
Şu hâlde “Sağlıklı bir zihin mi yoksa bilgili bir zihin mi öncelikli olmalıdır?” sorusu<br />
üzerinde durmalıyız. Sağlıklı bir zihne sahip olmadan aktaracağımız ya da<br />
öğreteceğimiz her bilginin ancak zihnin hâlleri ile birlikte cisimleşebileceği gerçeğini<br />
göz ardı etmemeliyiz. Unutulmamalıdır ki öfkeli bir zihin kendi kendini eğitmeden<br />
öğrendiği bilgileri ancak öfkesini daha fazla icra etmek için -hiç çekinmeden ve<br />
sorumluluk hissetmeden- kullanacaktır.<br />
Mevcut sistemde eğitiminden çokça söz edildiğini ancak pratikte eğitimin tamamen<br />
göz ardı edildiğini görmezden gelemeyiz. Bu durum sadece Türkiye’ye özgü olmayıp<br />
küresel bir mesele olarak karşımızdadır. Günümüzde örneğin silah endüstrisi için<br />
yapılan yatırımların çok iyi öğrenim görmüşler tarafından sürdürüldüğü; insanlığı<br />
felakete sürükleyen bilimsel çalışmaların çoğunlukla “ben-ben” bilincini aşamamış<br />
zihinler tarafından yürütüldüğü gerçeği düşündürücüdür. Bu gerçeği görüp de daha<br />
fazla dinî veya ahlaki öğretimle bireylerin zihin eğitiminin de otomatikman<br />
tamamlanabileceğini düşünmek ise hem dinin özüne aykırı hem de safça bir<br />
134
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
yaklaşımdır. Çünkü dinî kaynaklara dikkatle bakıldığında eğitimde önerilen<br />
programın esasında iyi bir zihin eğitimini odağına aldığı rahatlıkla görülebilir.<br />
Zihin eğitiminin özünde, tıpkı hücrenin DNA’sında saklı bilginin elverişli ortamda<br />
harekete geçmesi gibi beyinde depolanmış bilginin ruhsal veya zihinsel yaşama<br />
dönüşebilmesi için uygun ortam geliştirmek yatar. Bu açıdan modernizmin işlediği<br />
suçlardan biri zihin eğitimini ihmal ederek mutsuzlaştırdığı tatminsiz insan tipi ise<br />
dinî eğitim verme iddiasındakilerin de insan-ı kâmil yetiştirememesinin bu suçta payı<br />
büyüktür.<br />
Felsefenin zihin eğitiminin sağlanması için yapılan ruhani/zihinsel alıştırmalar olarak<br />
okunduğu dönemlerde filozoflar önemli sorular sorarak insanlığa çok büyük yollar<br />
açtılar (Hadot:2012). Ancak diğer düşünsel alanların başına gelen felsefenin de<br />
başına geldi. Günümüzde felsefenin zihin eğitiminde söz sahibi bir disiplin olmak bir<br />
tarafa; zihni bilinçlendirme yerine onu iğfal eden ve görevi salt malumat aktarımı<br />
olan bir düşüncetarihibilgisi konumuna düşürülmesi acı bir gerçektir.<br />
Sağlıklı bir zihin insanlığın en büyük sermayesidir. Bu nedenle tarih boyunca büyük<br />
medeniyetler zihne, zihniyet gelişimine yatırım yapmışlardır. Zihnin salt bireysel bir<br />
güç olarak okunması ise eksikliktir. Zihin ya da tarihsellik vurgusu ile zihniyet<br />
toplumsal bir güçtür ve bu gücün eğitim yoluyla kullanılmasının ihmali üzücüdür.<br />
3. İKTİSAT VE ZİHNİYET İLİŞKİSİ<br />
Klasik iktisatçılar iktisadi davranış ile zihniyet arasındaki ilişkinin farkındaydılar.<br />
Adam Smith (1723-1790) aslında bir ahlak filozofudur. Onun 1776’da yayımlanan<br />
Ulusların Zenginliği (TheWealth of Nations) kitabı herkesçe bilinir ancak 1759’da<br />
kaleme aldığı TheTheory of Moral Sentiments (Ahlaki Duygular Kuramı) isimli<br />
kitabı hak ettiği değeri bulabilmiş değildir (Smith:1984). Adam Smith’e göre<br />
milletlerin kalkınmasına giden en etkili yol hiç kuşkusuz zihinleri geliştirmekten<br />
geçer.<br />
Zihin eğitimi etkin bir demokrasi ve toplumsal gelişim için gereklidir. Örneğin<br />
girişimcilik, özgürlük, adalet, dayanışma ve fakirlikle mücadele siyasal boyutundan<br />
demokrasi ile güç kazanır. Öte yandan söz konusu değerler, zihniyeti inşa eden ontik<br />
değerler bütünü oldukları için toplumsal gelişmenin dinamiklerini de oluştur.<br />
Öyleyse gelişme, ekonomik kalkınmayı ve sermaye olarak büyümeyi ifade ettiği gibi<br />
-en önemlisi- kendini yönetmeyi öğrenen zihniyetin özünü geliştirmesi; her tür kötü<br />
koşula rağmen umutlarını ve gelecekle ilgili hayallerini gerçekleştirmek için uygun<br />
ortamlar oluşturması olarak formüle edilebilir.<br />
Gelişimci bir zihne sahip olmak demek, aslında mutluluk bilincine sahip olmak<br />
demektir. Gelişimci bir zihnin mutluluk bilincine sahip olabilmesi için öncelikle<br />
zihnin evet-hayır, doğru-yanlış, iyi-kötü gibi ikili veya çift kutuplu bir anlayıştan<br />
kurtulması gerekir. Bencil bir dili ima eden “ben-ben” algısının merkezinde çarpık<br />
bir benlikanlayışıyattığı için daima kapalı ve gizli ilişkilerle mutlu olmak isteyen<br />
hastalıklı bir zihindir. Öte yandan “biz–biz” veya “biz-onlar” veya “sen-sen” gibi<br />
yaklaşımlar da sorunludur. Bunun yerine “ben-sen ve o” üçlüsünü ya da bütününü<br />
veya birliğini merkeze alan ve açık ilişkiler geliştirmek isteyen ve herkes/bütün için<br />
135
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
mutluluğu arzu eden berrak bir zihniyet teşvik edilmelidir. Farabi’nin Erdemli Şehir<br />
hakkında görüşlerini belirtirken temel olarak vurguladığı “birlikte bir şeyler<br />
yapmanın” erdem olduğu zihniyetine yönelmek gerekir (Farabi:1990). Birlikte bir<br />
şeyler yapabilmek -ki bu ticaret yapabilmenin de özünde yatmaktadır- topluma açık<br />
ilişkileri gerektiren bir durumdur. Söz konusu işbirliği ruhu/zihniyeti aynı zamanda<br />
gelişmenin de ruhudur ve bu ruh ilgili, merak uyandırıcı ve mutluluğa yönlendirici<br />
bir ruhtur.<br />
Açık ilişkilerde bireyin kazanımı, probleme karşı takındığı olumlu zihinsel tutumdur.<br />
Bu zihinsel tutumda, zihin problemi problem olarak değil; onu geliştiren bir sınama<br />
veya egzersiz olarak görür. Bu nedenle zihin, probleme karşı çaresizlik hissi, bir<br />
bahane bulmak, sorunu ertelemek veya görmezden gelmek gibi zihinsel oyunlar<br />
değil, tam tersine probleme karşı çözüm üretici olmak ve çözüme yönelik ortam<br />
sağlamak için çabalar. Açık zihin kavga değil, barış arar. Böylesi bir zihniyetin<br />
olmadığı alanlarda ise gelişme beklenemez.<br />
Gelişme, özünde bir dizi duygu, düşünce, davranış gibi birçok tutumları değiştirme<br />
programı olan köklü bir sistemdir. Bu sistem gıdasını zihin eğitiminden alır. Gelişimi<br />
sekteye uğratmak bu nedenle tam bir zihniyet sorunudur.<br />
Genel anlamda gelişmeyi hedeflemiş bir sistemde üç temel hedef vardır:<br />
1. Toplumların kendi kendine ürettiği rasyonel davranışlar veya alışkanlıkların<br />
sürdürülebileceği erdemli ortamlar yaratmak ve bu tür olumlu davranışları<br />
veya alışkanlıkları teşvik edici modeller sunmak.<br />
2. Krizler, riskler, güvensizlik durumları ya da can ve mal korkusunun<br />
bulunduğu ortamlarda zihnin üretebileceği sezgi, sağduyu, cesaret, risk alma<br />
gibi irrasyonel çözümleri hiçbir şekilde göz ardı etmemek ve rasyonellik<br />
adına bunları gereksiz olarak değerlendirmemek.<br />
3. Açık ilişkileri geliştirmek; kapalı ilişkileri asla taltif etmemek.<br />
Zihin eğitimi işte bu hedefler çerçevesinde sistematik olarak zihniyet değişiminin<br />
anahtarı olur. Böylesi bir sistemin içinde verilebilecek bir zihin eğitimi kişileri yeni<br />
buluşlara adapte eder ve iş gücü için gerekli olan şevk, cesaret ve duygusal potansiyeli<br />
sağlar. Başka bir deyişle yaratıcılık ruhu aşılar. Gelişme için gerekli olan teşebbüs<br />
ruhunun da iyi bir zihin eğitimi ile sağlanabileceğini unutmamak gerekir. Söz konusu<br />
üç hedefin gerçekleşmediği ortamlarda yapılan eğitim ise sadece kuru bilgiye dayalı<br />
bir bilişsel talim olarak kalır ve bu da gelişme ihtiyacına katkıda bulunmaz.<br />
Zihinlerden yararlanmak ve zihinlere yatırım yapmak gelişme programlarının içinde<br />
mutlaka bulunmalıdır. Türkiye’de zihniyet ve iktisat arasındaki ilişkilere dikkat<br />
çeken ve bu ilişkilere tasavvuf kültürü açısından çeşitli katkılarda bulunan rahmetli<br />
iktisat profesörü ve toplum bilimci Sabri Ülgener (1911-1983) olmuştur. Ülgener,<br />
iktisadi zihniyet derken ne anlamalıyız ve iktisadi zihniyete bizi götüren yollar<br />
nelerdir soruları ile çalışmalarını temellendirmiştir (Ülgener:1981).<br />
136
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Hûd suresi 61. ayette “inşa ve imar” kavramları birlikte kullanılır. Bu<br />
ayetteki 1 “isti’mere” kavramı hem ömür vermek/diri olmak hem de yapıya ömür<br />
vermek, yapının ömrünü uzatmak anlamında imaret/yaşatmak anlamına gelir. Zihnin<br />
algılaması açısından inşa kavramında olup bitme yani mevcudiyet tutumu vardır. Bu<br />
yapı inşa edilmiştir. O iş artık olup bitmiştir. Bu kavramda artık durağanlık ve statüko<br />
hâkimdir. Zihinsel tutum doğası gereği artık bu yapıyı olup-bittiği için algı dışında<br />
tutmaya çalışır. Ancak “imar/imaret” kavramında de ise tam tersi bir durum ve farklı<br />
bir zihinsel dinamizm vardır. Burada zihniyet açısından sürekli bir şekilde yapıyla<br />
ilgili olması gereken bir zihinsel tutum vardır. Söz konusu olmuş bitmiş yapıya nefes<br />
veren, onu sürekli yaşatan dinamik, kanlı canlı, yaşama şevki ile dolu bir zihne ihtiyaç<br />
vardır. Bu nedenle mezkûr ayette inşa ve imaret birbiri ile ilişkilendirilmiştir. Bu<br />
ilişkinin önemine iman eden ve bunun farkında olan atalarımız inşa ve imaret<br />
kültürünü birlikte yaşatmaya çalışmışlarıdır. Çünkü inşaya nefes veya ömür veren<br />
diri, dikkatli, istiğrakli bir zihin olmalıdır. İşte gelişme açısından elzem olduğunu<br />
vurguladığımız eğitimli zihin, söz konusu bu özelliklere sahip olabilen bir zihindir.<br />
Zihin eğitiminin alanları alabildiğine geniştir. Bu alanlar bireyin zihinsel varoluşunu<br />
inşa etmesinden şehirler, yollar, hanlar, çarşılar, camiler, hamamlar, hastaneler,<br />
hapishaneler ve fabrikalar gibi yapılar tesis etmesine kadar uzanabilir. Bir başka<br />
deyişle gelişmeci zihniyetler inşa etmek ve bu zihniyeti kültür, oyun, sanat ve<br />
alışkanlıklar ile sürdürebilir/mamur bir duruma getirmek de zihin eğitiminin amaçları<br />
arasında yer almaktadır.<br />
Zihnin bu alanları algılama biçimi veya nasıl algıladığı sorunu zihin eğitiminin<br />
yakından ilgilendiği bir sorundur. Zira zihin bir nesneyi nasıl algılarsa ona karşı<br />
tutumunu da öyle geliştirir. Söz ve göz zihnin en önemli inşaat mühendisleridir.<br />
Örneğin bir zihin için şehirlere, okullara, camilere ve çarşılara sadece görsellik hâkim<br />
olursa, sonuçta bu alanlarda öteki zihinleri etkilemek için bir illüzyon, eş deyişle hile<br />
hâkim olmaya başlar. Çünkü sadece görselliğin hâkim olduğu mekânda söz<br />
buharlaşır. Oysa göz ve kulak, zihni etkileyen, yönlendiren temel araçlardır. Zihin<br />
kendini bazen kulak yani söz ve bazen de göz yani görsellik merkezli olarak inşa eder.<br />
Söz konusu inşaya göre beyin beklenti içine girer ve dünyayı da bu beklentiye göre<br />
algılamaya başlar.<br />
Söz ve görsellik arasında birbirini etkileyen veya sınırlandıran bir ilişki vardır. Söz<br />
kendi ağırlığını kendinden alır. Çünkü söz lâhutidir. Görsellik de etkisini daha çok<br />
zihin üzerinde bıraktığı hızlı izlenimden alır. Ancak bu etki söze kıyasla kalıcı<br />
değildir. Bu nedenle görselliğin öne çıktığı mekânlarda söz ağırlığını yitirmeye, etkisi<br />
kaybolmaya, gücü zayıflamaya başlar. Oysa ilişkileri ayakta tutan söz, asla yok<br />
edilmemelidir. Söz ya da görsellikten biri öne çıktığında mutlaka öteki ile<br />
dengelenmelidir.<br />
Kültür sözle ve gözle gelişir. Örneğin bir insanın ikna edilmesi açısından görsellik<br />
mükemmel bir araç olabilir; görselliğin etkisi ile sözler mana zemininden kaydırılmış<br />
1<br />
“Semûd(kavmin)e de kardeşleri Sâlih'i (gönderdik). Dedi ki: ‘Ey kavmim! Allah'a ibâdet edin; sizin için<br />
O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, sizi yerden (topraktan) yarattı ve sizin orayı i'mâr etmenizi (ve orada<br />
ömür sürmenizi) istedi; öyle ise O'ndan mağfiret dileyin, sonra O'na tevbe edin! Şübhesiz ki Rabbim, Karîb<br />
(kullarına pek yakın)dır, Mücîb(duâlarına mutlaka cevab veren)dir.’” (Hûd, 11/60)<br />
137
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
olabilir. Görsellik uğruna sözlerin değeri güvenirliğini kaybedebilir. Ancak verilen<br />
sözün tutulmadığı, ahde vefanın iman gibi korunmadığı ve sözün olduğu yerde<br />
Tanrının da olacağı inancının kaybedildiği toplumların olumlu anlamda gelişmesi<br />
mümkün değildir.<br />
Ruh sağlığı ve hastalıkları hastaneleri ve hapishanelerin salt tecrit ve cezalandırma<br />
mekânları olarak algılandığı durumlarda hasta ya da suçlu bireyleri eğitmek için ciddi<br />
bir istek gözükmeyebilir. Bu algıda sözün değil gözün yanıltıcılığı etkilidir. Benzer<br />
şekilde fabrikaların sadece kâr esasına dayalı kurumlar olarak değerlendirmek,<br />
başarısız oldukları takdirde piyasadan silinmeleri gerektiği gibi bir algıyı da<br />
beraberinde getirebilir. Bu algının temelinde de görselliğe gereğinden fazla önem<br />
verilmesi yatmaktadır. Bu nedenle bir şekilde başarısızlıkla karşılaşmış kurumların,<br />
yeniden piyasada tutunmaları için kendilerini yönetmeye zihni eğitim yoluyla<br />
desteklenmeleri, süreklilik erdemi açısından gereklidir. Süreklilik ise söz, yani<br />
verilen sözü yerine getirmeye bağlı bir erdemdir.<br />
Zihin oyunla hayata açılır, sanatla yaşamdan zevk almayı ve bilgiyi bilgi olarak<br />
öğrenmeyi öğrenir; alışkanlıklarla kendini inşa etmeyi ve inançla varlığını<br />
sürdürmeyi başarır. Zihinler bunlar ile kalıcı bir terbiye kazanır. Zihniyetin inşası ya<br />
da yeniden doğuş zihniyetine sahip olmak; bir başka deyişle gelişme, sürekli imar,<br />
yani devamlılığı olan, sürdürebilir nitelikte mamur alanlar yaratmak ve bunlara yeni<br />
sahip olmuş gibi veya yeniden doğmuş gibi sahip olmak, zihin eğitiminin çıktılarıdır.<br />
Biliş ve sezgi insanın sahip olduğu iki türlü zihin gücüdür. Bu anlamda zihniyet kendi<br />
içinde iki güce ayrılır. Birincisi bizi geliştirmeyi amaçlayan pozitif güçtür. İkincisi ise<br />
insanın gelişmesine engel olan, insanı iyi insan olmaktan gerileten negatif güçtür.<br />
Yalın bir anlatımla bu güçlerden ilki “Daima çalış.” derken ikincisi ise “Boş ver, daha<br />
sonra yaparsın hatta yapmasan da olur!” der. Birey bu güçlerden hangisine<br />
yoğunlaşır; ağırlık verip onu ehlileştirirse zihinsel gücü de o yönde gelişir ve<br />
alışkanlığa dönüşüp kişiliğinin bir parçası hâline gelir.<br />
4. ZİHİN EĞİTİMİ: KENDİ KENDİNİ YÖNETEBİLMEK<br />
Filozof ve bilim insanı İbn-i Sina (980-1037) güçlü mantıksal muhakemelerle dolu<br />
eserlerini yazdıktan sonra yine de tatmin olmamıştır. O, bilgiye sahip olmanın zihni<br />
terbiye etmek için yetmediğini fark etmişti. Eksikliği hissedilen en önemli şeyin zihin<br />
eğitimi olduğunu biliyordu. Bu sebeple zihinleri eğitmek için sezgi gücünü de<br />
kullanmaya dikkat çeken sembolik anlatımlı HayyİbniYakzan isimli eserini yazdı.<br />
(İbni Sina:2016) Onun bu eseri yazmaktaki asıl amacı zihin eğitimi için bilişselliğin<br />
yetmediğini, bu nedenle bilginin yanı sıra bilinçdışı gücü kullanmayı da içeren<br />
zihinsel eğitimin de gerektiğini vurgulamaktır. İbn-i Sina’ya göre birinci bilinç<br />
düzeyi ile yani bilişselik düzeyi ile zihin mantık, muhakeme ve kanıtlamalar<br />
konusunda eğitilir. İkinci zihin düzeyinde ise sezgi ve onun deyimi ile feraset<br />
gücünün zihne kazandırılması amaçlanır.<br />
Birinci bilinç düzeyi hayvani bir bilinç düzeyidir. Hayatta kalmak için vardır. İkinci<br />
bilinç düzeyi ise insani ve yüksek bir bilinç düzeyidir ki hem hayatta kalmak hem de<br />
kendini aşmak için vardır. İnsan insan olarak sınırlarının olduğunu anladığı anda bu<br />
sınırları aşmak için kendi kendini yönetmenin ona yardımcı olacağını kavrar. Böylece<br />
138
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
kendini aramaya başlar, çünkü kendini aşmak ister. Bilinç düzeyi düşük bir kişi<br />
sınırlara gelip dayandığında, kendinden kaçar, sinirlenir ve hayvani bir tepki verir.<br />
Yüksek bilinç düzeyine sahip bir kişi içinse sınırlarının olması olumlu etki yaratır.<br />
Böyle bir kimsenin kendini aşabilmesi için ona sınırlarını göstermek yeterlidir. O<br />
bundan son derce memnun olur. Çünkü kendini geliştirmekle mutluluk duyar. Düşük<br />
bilinç düzeyine sahip bir kişi erdemlerinden tatmin olacak alanlar arayacaktır. Oysa<br />
bilinç düzeyi yüksek bir kişi, düzeltmesi için ona hatalarını gösterecek birini<br />
durmadan arar.<br />
İbn-i Sina düşük bilinç düzeyindeki kişinin ne kadar çok bilgiye sahip olursa olsun<br />
problemlerle karşılaştığında hayvani tepki verip dünyayı kana ve gözyaşına boğacak<br />
kadar vahşileşebileceğini tahmin edebiliyordu. İnsanı yüksek bilinç düzeyine<br />
yönlendirecek zihin eğitimini içeren bir pedagojiyi önemsemesinin sebebi de buydu.<br />
İbn-i Sina’nın eğitime olan bu katkısından sonra İslam dünyasında bu çizgiyi Gazzâlî<br />
(1058-1111) ve Osmanlı medreselerinin programlarını yapan Dâvûd-i Kayserî (ö.<br />
751/1350) sürdürmüştür. Bunların yanı sıraHaris El- Muhasibi(ö.243/857) ve Hakîm<br />
Et-Tirmizî (ö. 320/932) de zihin eğitimi konusunda muhakkik konumundadır<br />
(Muhasibi:19918, Tirmizi:2014).<br />
Zihin eğitimi aynı zamanda iyi bir konsantrasyon/istiğrak eğitimi; dinlemeyi bilmek,<br />
metin(ler)deki derin manayı okumayı başarmak, batında yatan özü görebilmeyi ve<br />
yaşamayı öğrenmek demektir. Zihin eğitiminden asıl beklenti, akıl ile vehim, ben ile<br />
ego, bilinç ile bilinçdışı arasındaki çatışmada dikotomik bir çözüme mahkûm olmak<br />
yerine zihni, olası diğer çözümler için egzersizler ve alışkanlıklar aracılığı ile<br />
olgunlaştırmaktır. Zihin, doğası gereği ışık hızından daha hızlı devinir. Bu hareket<br />
zihnin doğasına özgüdür ve hiçbir zaman durmaz. Söz konusu zihnin hareketi iç<br />
dünyamızda hızlı ve büyük bir değişim meydana getirir. Eğer bu değişim iyi bir<br />
amaca yoğunlaştırılırsa sonuçta kâmil bir insan modeli ortaya çıkar. Eğer bu değişim<br />
iyi bir amaca yoğunlaştırılmazsa eksik yani cahil bir insan modeli ortaya çıkar. Şu<br />
hâlde gelişmenin motoru kâmil yani hakkı gözeten kanaat önderleridir.<br />
Zihin eğitimi ile bilinç düzeyini sürekli geliştirmek, olgun insanlar yetiştirdiği gibi<br />
otonomiktisadi gelişmeyi de tetikler. Bu konuya ilişkin bir tecrübemi paylaşmak<br />
isterim. Muş ile Diyarbakır’ın Silvan ilçesi arasında, uzunluğu 158 kilometreyi bulan<br />
Kulp Çayı akar. Bu çayın birçok iktisadi avantaj sağlama potansiyelinden birine<br />
dikkatinizi çekmek istiyorum. Söz konusu çayın her iki tarafında kilometrelerce<br />
uzanan hudayinabit ve çok kaliteli ceviz ağaçları bulunmaktaydı. Bu ağaçlardan elde<br />
edilebilecek ürünlerin Türkiye’nin ekonomisine yapabileceği katkı inanılmaz<br />
boyuttaydı. Yöre halkının bu kaynağın değerinin yeterince farkında olmamasının<br />
yanı sıra bölücü terörün ve terörden çıkarı olan unsurların bile isteye yarattığı zülüm<br />
ve istismar, bu ciddi potansiyelin de heba edilmesine sebep olmuştur. Yıllar önce<br />
İsrail’den gelen kimi uzmanlar yaptıkları araştırmalar sonucunda bahse konu akarsu<br />
hattının kaliteli ve bol miktarda ceviz yetiştirmeye ne kadar uygun olduğunu tespit<br />
etmişlerdir. Bundan kırk yıl kadar önce yabancıların, ülkemin bu mümbit iktisadi<br />
kaynağının Arap Yarımadasını bile besleyecek kadar büyük bir potansiyele sahip<br />
olduğunu dile getirdiklerini işitmiş olmak ama hâlâ bu potansiyel için bir adım<br />
atılmadığını görmek benim için üzüntü verici bir tecrübedir.<br />
139
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Ne yazık ki zalim terörden nemalanan odakların ihanet içerikli karanlık ilişkileri<br />
sonucunda bölgenin yaşadığı karanlık yıllar boyunca bu muazzam ceviz ağacı<br />
kaynağı kesilip yok edilmiştir. Birileri ağaçları kesmiş, ötekiler ise kesilen ağaçları<br />
satarak ceplerini doldurmuştur. Karanlık eller kendi menfaatlerini perdelemek,<br />
terörizmle yaptıkları kirli işbirliğini gizlemek, bu doğa katliamını meşrulaştırmak<br />
amacıyla da güvenliği bahane etmekten çekinmemiştir. Bir dönem yöre halkına<br />
evinin önündeki ağaçları kesmeleri bile dayatılabilmiştir. 15 Temmuz darbe<br />
girişiminde de tanık olduğumuz gibi maksat ülkeye hıyanet olunca hainler için sınır<br />
diye bir mefhum yoktur. Bir an için düşünelim: Kâmil insan modeli ya da hakkı<br />
gözeten kanaat önderleri o karanlık dönemlerde sorumluluk makamında olsalardı,<br />
kim bunları yapmaya cüret edebilirdi? Bu çirkin oyunların oynanmasına izin<br />
verilebilir miydi? Kulp Çayı gürül gürül akarken bu kadar sefalete ve acıya müsaade<br />
edilir miydi?<br />
İktisadi zararı amaçlayan ihanetleri bertaraf etmek sadece bir güvenlik sorunu olarak<br />
görülemez. Böyle ihanetlere karşı yapılması gereken çok yönlü zihin eğitimi<br />
programları ile toplumu bilinçlenmektir. Öyleyse zihin eğitimi ile kendini,<br />
duygularını, düşüncelerini, bedenini, toprağını, işini ve aşını kendi kendine yönetecek<br />
şekilde bilinç düzeyini geliştirmek bir memleket meselesidir. Yukarıda aktardığım<br />
örnekten yola çıkarsak, gelişmek için de zihniyete iyi alışkanlıklar kazandırmak ve<br />
tutumları konusunda yöre insanına katkıda bulunmak gerekmektedir. Burada<br />
kastımız duygu, düşünce, düşler ve davranışlar konusunda kolektif bir iktisadi bilinç<br />
oluşturmaktır.<br />
Doğru tutum ve iyi alışkanlıklar kazandırmak gelişim için hayati öneme sahiptir.<br />
Burada dikkat çekici bir örnek vermek istiyorum. Türk lirasından sıfırlar atıldıktan<br />
sonra o dönem başbakan olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan kuruş kullanma<br />
alışkanlığı kazanmamız gereğini çeşitli vesilelerle dile getirdi. Kibrit, sakız gibi<br />
ürünlerle mesela umumi tuvalet ücreti hep kuruşla ödenebilmeliydi. Ancak ne yazık<br />
ki iktisadi zihinsel gelişime doğrudan katkısı olacak bu alışkanlık önerisi karşılık<br />
bulmadı. Yeri gelmişken camilerin namaz vakitleri dışında da açık tutularak<br />
toplumsal gelişim bakımından fonksiyon icra etmeleri hususunda da yeterince<br />
çalışma yapılmadığını ifade etmek isterim. 15 Temmuz darbe girişimi, camilerin<br />
aslında nasıl önemli işlevler üstlenebileceğini öğretmiştir. Bu işlevler tehlike anında<br />
toplumu harekete geçirmek için ezanların ve salaların okunmasıyla sınırlı<br />
görülmemelidir. Çünkü camiler, kuşkusuz donanımlı din görevlileri eliyle eğitimin<br />
ve iyi alışkanlıkların kolayca kazandırılabileceği mekânlar olarak da kurgulanmaya<br />
elverişlidir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) 2013 yılında yayımladığı ama<br />
yeterince uygulanmayan “Camilerin Açık Tutulması Genelgesi” yeniden gözden<br />
geçirilmelidir. 3-4 Ağustos 2016 tarihlerinde Ankara’da toplanan Olağanüstü Din<br />
Şurası’nda alınan özellikle 17. ve 20. kararlar DİB’in meseleyi daha ciddi biçimde<br />
ele alması konusunda umut verici bir adım olarak değerlendirilebilir. 2<br />
2 Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı tarafından hazırlanan “Dini İstismar Hareketi FETÖ/PDY” Raporu<br />
ve Olağanüstü Din Şurası kararları için şuraya bakılabilir: http://www.diyanet.gov.tr/tr/icerik/din-isleriyuksek-kurulu-baskanligi-tarafindan-hazirlanan-dini-istismar-hareketi-fetopdy-raporu/39153?<br />
140
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
5. SONUÇ<br />
Zihniyet sorunu toplumsal hayatın bütün veçhelerini kuşatan, örneğin yediklerimizle<br />
ve içtiklerimizle de ilişkili olan girift bir meseledir. Bu toplumda çay ve kahve içmek<br />
çoğu zaman sohbet etmek, bir arada olmak, kaynaşmak anlamlarına da gelir. Milli<br />
içeceğimiz olan çayın ve kahvenin yüksek fiyatlarla satılmasına göz yumanlar ve<br />
enflasyonu en fazla körükleyen gıda firmalarının fiyatları manipüle etmesini serbest<br />
piyasa ekonomisinin doğal sonucu olarak görenler, salt kâr etmeye dayalı çarpık bir<br />
zihniyete meşruiyet kazandırdıklarını fark etmelidir. İhtiyaçlar hiyerarşisinin en alt<br />
basamağında yer alan beslenme ile ilgili her iktisadi durum, bireylerin bilinçaltına bir<br />
mesaj bırakır. Bu açıdan tarım politikaları mili güvenlik politikası kapsamında<br />
öncelikli bir alan olarak kabul edilmelidir. Mili tarım, milli zihniyet demektir.<br />
Zihin eğitimi, kriz(ler)e karşı güçlü olmak için zihne temrin yaptıran, yetenek ve<br />
yaratıcılık katan bir gelişme çabasıdır. Zihin eğitimi zihinleri olgunlaştırmak ve daha<br />
yaratıcı yapmak; bireyleri mutluluğa yönlendirmek için zaruridir. Zihin eğitimi İbn-i<br />
Sina’nın deyimi ile Yakzan/uyanık olup, bilinçli bir Hayy olmak; iyi bir hayata sahip<br />
olmak demektir. Bireyin, cehaleti yani bilginin bilgisizliğini, kaba sabalığı, kendine<br />
hâkim ol(a)mayışı, çevreye karşı merhametsizliği gidermesi ve böylece kendini<br />
gelişme ruhu ile yeniden diriltmesidir. İnsan için gelişim, zihniyetiyle birlikte ruhunu<br />
da daima yeniden inşa ve imar ederek yeniden doğuşa kavuşabilmek demektir.<br />
KAYNAKÇA<br />
El-Muhasibi. 1998. Er- Riaye (Çev: Şahin Filiz, Hülya Küçük). İnsan Yayınlar,<br />
İstanbul.<br />
Erkal, M. 1991. İktisadi kalkınmanın kültürel temelleri. İstanbul, .Der Yayınları.<br />
Farabi. 1990. Erdemli şehir. (Çev. Ahmet Aslan). Ankara, Kültür Bakanlığı<br />
Yayınları.<br />
Hadot, P. 2012. Ruhani alıştırmalar ve antik felsefe. (Çev.: Kübra Gürkan) İstanbul,<br />
Pinhan Yayınları.<br />
Hakîm Et-Tirmizî. 2014. Nefs Terbiyesi, İstanbul, İlk Harf Yayınları.<br />
İbni Sina, İbnTufeyl. 2016. Hay bin Yakzan. (Çev. M. ŞerafeddinYaltkaya) İstanbul,<br />
YKY.<br />
Smith, A. 1964. The theory of moral sentiments. Indianapolis, L. Fund.<br />
Ülgener, S.F. 1981. Zihniyet ve Din. İstanbul, Der Yayınları.<br />
141
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Ekonomik Kalkınma ve Sağlık Turizmi ( Azerbaycan<br />
Örneği)<br />
Tofig MUSTAFAZADE 1 ,Teyyub MUSTAFAZADE 2<br />
Küreselleşmenin dünyada hız kazanmasıyla ülkeler arasında gelişmişlik seviyesi<br />
giderek artmaktadır. Gelişmiş ülkeler ekonomik kalkınma düzeylerini iyi<br />
geliştirmişler. Fakat aynı şeyi gelişmekte olan ülkeler için söyleyemeyiz. Az gelişmiş<br />
ülkelerde ekonomik kalkınmanı arttırmak için tarım ekonomisinden endüstriyel<br />
ekonomiye geçiş zorunludur. Turizm potansiyeli iyi olan ülkeler bu alanı<br />
geliştirmekle ekonomik kalkınmayı sağlayabilirler. Sağlık turizmi son 10 yılda hızlı<br />
gelişim göstermiştir. Her yıl sağlık turizmi amacıyla İsrail, Tayland, Maleyza,<br />
Macaristan, Litvanya, Türkiye gibi ülkelere 1 milyondan fazla turist gelmektedir.<br />
Turistlerin bu ülkeleri seçmesinin nedeni burada hizmet kalimetisinin iyi olması,<br />
vasıflı ekipmanın olması, fiyatların uygunluğu ve b.gibi gösterebiliriz. Azerbaycan<br />
da sağlık turizmi açısından zengin ülkedir. Azerbaycan'ın Nahçivan, Naftalan,<br />
Lenkeran ve Astara bölgeleri sağlık turizminin temel bölgeleridir. Azerbaycan sağlık<br />
turizmi açısından zengin olsa da, burada sağlık turizminin gelişimini engelleyen bazı<br />
sorunlar vardır. Öncelikle gerekli modern tıp donanımların olmaması, fiyatların<br />
uygun olmaması gibi engeller var.<br />
Anahtar Kelimeler: Kalkınma, Sağlık, Turizm, Azerbaycan<br />
Abstract<br />
Economic Development and Health Tourism<br />
(Azerbaijan Sample)<br />
The development rate between states is currently increasing with the acceleration of<br />
globalization processes. The developed countries are able to develop their economy<br />
well. But we are not able to say the same word for the developing countries. The<br />
transition from farming to industry is significant for less developed countries for<br />
developing their economy. The countries with well tourism potential could provide<br />
economic growth with developing this field. The health tourism is quickly developing<br />
last 10 years. More than 1 million tourist visits countries such as Israel, Thailand,<br />
Malaysia, Hungry, Lithuania, and Turkey with the aim to profit from health tourism.<br />
The quality of service is high and the prices are moderate. That is the main reason<br />
why hundreds of people come here. Azerbaijan is also rich country for its health<br />
tourism. Nakhchevan, Lankaran, Naftalan and Astara are the principial places for<br />
health tourism in Azerbaijan.<br />
1 Professör doktor, Azerbaycan Milli İlimler Akademisi, tofig2014@rambler.ru<br />
2<br />
Doktora araştırmacısı, Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi, teyyubmustafazade@hotmail.com<br />
(Sorumlu Yazar/Corresponding Author)<br />
142
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Although Azerbaijan is rich for its health tourism, there are some problems which<br />
create obstacles for its development: the lack of suitable modern medical supplies,<br />
the lack in ccorrespondences of prices.<br />
Keywords: Development, Health, Tourism, Azerbaijan<br />
Küreselleşme olgusunun dünya genelinde hız kazanmasıyla birlikte ülkeler<br />
arasındaki gelişmişlik seviyesi gittikçe artmaktadır. Gelişmiş ülkeler sahip oldukları<br />
bir takım ekonomik avantajlar nedeniyle kalkınma düzeylerini gerçekleştirmişler ve<br />
az da olsa bölgeler arasındaki dengesizliği de en aza indirgemiş durumdadırlar.Ancak<br />
bu gelişmekte ve az gelişmiş olan ülkeler için geçerli değildir.Gelişmekte olan<br />
ülkelerin en önemli sorunlarının başında kalkınma ve az gelişmişlik yer almaktadır.<br />
Bu sorunu aşmanın yollarından birisi de bu ülkelerin kalkınma için öncelikli sektörü<br />
tespit etmektir. Gelişmekte olan ülkelerde sanayileşme olmadığı için kalkınma<br />
hamlelerini ancak sahip oldukları turistik arz potansiyelini değerlendirmekle<br />
mümkündür. Turizm sektörünün bölgesel kalkınma ve yöredeki turizm kaynaklı<br />
kaynakların etkin kullanımı konusunda büyük bir yeri ve önemi vardır.Kalkınma,<br />
genel olarak bir ülkenin milli gelir düzeyinde meydana gelen sürekli artışa bağlı<br />
olarak ekonomik,sosyal ve siyasal yapısında meydana gelen değişimleri içeren bir<br />
süreç olarak nitelendirilmektedir(Clark: 1996, 34).<br />
Genellikle kabul edilen bir görüşe göre kalkınma, sadeceüretimin ve kişi başına<br />
gelirin arttırılmasından ibaret olmayıp ekonomik vesosyo-kültürel yapının da<br />
değiştirilmesi, yenileştirilmesi anlamına gelir(Savaş: 1991, 5). Yani bir toplumun<br />
ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan bellibir hayat seviyesine ulaşması demektir.Bu<br />
bakımdan kalkınma genelsayılarla belirlenen ekonomik büyümeyi de içermektedir.<br />
Diğer bir anlatımlakalkınma; GSMH’daki hızlı artışla belirlenen ekonomik büyüme<br />
yanındaaşağıda sıralanan değişimleri de kapsamaktadır (Yağcı: 2003, 161):<br />
Az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde, ekonomik kalkınmanınsağlanabilmesi<br />
için temel şartlardan bir tanesi dış satımın arttırılmasıdır. Buülkelerde ekonomik<br />
gelişme ve çağdaşlaşma için geleneksel tarımekonomisinden endüstriyel ekonomiye<br />
geçiş bir zorunluluktur.Ancakböylesine bir değişim büyük miktarda; sermaye,<br />
yabancı döviz kazancı ya dadış borçlanmayla mümkün olmaktadır. Bu durum<br />
endüstriyeleşme içingerekli finansman kaynaklarını yaratmak amacıyla ülke<br />
yöneticilerini turizmsektörüne yöneltmektedir (İçöz, ve Kozak: 1998, 159).<br />
Turizm kalkınma için ihtiyaç duyulan döviz girdisini sağlar.Turizmden elde edilen<br />
gelirler, yabancı ülkelerden alınan ekonomikyardımlara göre daha çok üstünlüklere<br />
sahiptir. Çünkü politik ve ekonomikkısıtlamalardan uzaktır ve herhangi bir baskı<br />
aracı olarak kullanılamaz.Diğer yandan turizm, tarımsal ürün ve hammadde<br />
ihracatından da çok dahafazla bir üstünlüğe sahiptir. Her şeyden önce, turizm mal ve<br />
hizmetlerininfiyatları, gelişmekte olan ülkenin geleneksel ihracat ürünlerinin<br />
fiyatlarınaoranla çok daha fazla kendi denetimi altındadır. Ayrıca turizm,<br />
gelişmekteolan ülkenin ihracatı için bir çeşitlendirme imkanı yaratır ve<br />
dövizgelirlerindeki büyük dalgalanmaları da ortadan kaldırır.<br />
Turizm, döviz gelirlerini ve istihdamı artırıcı niteliğiyle yerel ekonomilere katkı<br />
sağlamaktadır. Ayrıca, birçok eksiklikleri bulunmasına karşın uygun şartlar ve kabul<br />
143
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
edilebilir tercihler ile gelişmekte olan ülke ekonomileri bakımından önemlidir(<br />
Gülbahar: 2003, 1-18).<br />
Turizmin gelişmesi ile ulusal gelir düzeyinin iyileştirilmesi, turizmle ilgili<br />
endüstrilerden yararlanılması, istihdam oranının arttırılması gibi konularda bölgedeki<br />
diğer endüstrilerin gelişimine yön verebilir (Lie: 2014, 823-827).<br />
Sağlık turizmi ise ekonomik kalkınmanın gelişiminde çok büyük önem taşımaktadır.<br />
Öncelikle sağlık turizmi için belirli bir mevsim yoktur. Yani, 12 ay boyunca etkin<br />
olan bir turizm türüdür. Sağlık turizmi amacıyla ülkeye gelen turist burada 1<br />
hafatadan fazla kalıyor. Sağlık turizmi açısından iyi gelişmiş ülkelerin ekonomik<br />
kalkınma düzeyi iyidir.<br />
İnsanları turizme yönelten faktörlerden biri de sağlıktır. Bu faktör bazen kaybolan<br />
sağlığı yeniden kazanmak amacıyla ortaya çıktığı gibi, bazen de sağlığı koruyabilmek<br />
için ortaya çıkmaktadır (Öztürk ve Yazıcıoğlu: 2002, 9). Sağlık turizminde turist<br />
hasta olabilir veya hasta turist olabilir. İnsanlar rahatsızlıklarını tedavi ettirirken de<br />
turizmden yararlanabilir. Bu noktada sağlık turizmi devreye girmektedir (Gümüş ve<br />
Büyük: 2008, 434).<br />
Sanayileşme ve kentleşme sonucu gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde çevre<br />
sorunları, insan sağlığını bozan, beslenme bozukluklarına sebep olan, sinirsel<br />
yorgunlukları artıran ve işgücü verimini azaltan bir yaşama ortamına neden<br />
olmaktadır. Halk sağlığını ve işgücü verimini korumak için kaplıca, deniz ve iklim<br />
kürleri gibi uygulamalar iç ve dış turizm ile bütünleşerek sağlık turizmine temel teşkil<br />
etmiştir. Sağlık turizmi, insanların, kür ve tedavi amacıyla gittikleri yerlerde<br />
konaklama, beslenme, dinlenme ve eğlenme ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Kür ve<br />
tedavi bütün bir yıl yapılabildiği ve kür veya tedavilerin en az üç hafta sürmesi<br />
gerektiği için turizm sektöründe ayrı bir çekiciliği vardır (Tunç ve Saç: 1998, 21-22).<br />
Sağlık turizmi, ev dışında ikamet etmek koşulu ile boş zamanlarda sağlık amaçlı<br />
yapılan gezilerdir. Bir başka tanıma göre sağlık turizmi; hastaların, sağlık<br />
problemlerine çözüm bulmak ya da en azından sağlık durumlarını bir düzene sokmak<br />
amacıyla, 24 saatten az olmamak ve en fazla 1 sene sürmek koşulu ile çalışmak ya da<br />
yaşamak gibi bir amaç güdülmeksizin başka bir ülkeye gitmesidir. Yine bir başka<br />
tanıma göre ise; sağlık turizmi, tedavi olmak için geçici süre ile ister doktor tavsiyesi<br />
ile, ister de kişinin kendi isteği ile başka bir ülkeye gitmesi olarak tanımlanmaktadır<br />
(Yalçın: 2006, 34).<br />
Temel motivasyon kişisel sağlık açısından faydalı olacak hizmetlerin satın alınması<br />
olduğunda, sağlık turizmi farklı biçimlerde ortaya çıkabilmektedir. Tıbbi bakım<br />
amacıyla, özel bir servisi ya da ziyaretçinin kendi evinde bulamayacağı düzeyde<br />
kaliteli hizmeti satın almak için seyahate katılmak örnek olarak verilebilir. Değişik<br />
ülkelerde yer alan ve dünyaca ünlü kliniklerde, hastanelerde ünlü doktorlara muayene<br />
olmak için birçok insan kendi ülkesinin, bölgesinin veya şehrinin dışına seyahat<br />
etmektedir. Diğer bir örnek ise, form tutmak ve formunu korumak amacıyla değişik<br />
kaplıcaların ve spor merkezlerinin olduğu bölgelere seyahat etmektir. Günümüzde<br />
birçok büyük otel bünyesinde, spor merkezleri, fitness salonları, kaplıca (spa),<br />
bölümleri yer almaktadır. Birçok insan da formda kalmak, diyet yapmak, kilo<br />
144
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
vermek, rahatlama vb. nedenlerle bu faaliyetlere katılım göstermektedir (Kahraman<br />
ve Türkay: 2006, 43-44). Bu doğrultuda bazı sağlık turizmi biçimleri ortaya<br />
çıkmaktadır. Bunlara örnek olarak, klimatizm, termalizm ve üvalizm verilebilir.<br />
- Klimatizm; sağlıklı iklim ortamında bulunmaktır. Sağlıklı iklim kuşağı deniz<br />
seviyesinden sekiz yüz metre yükseklikten başlayıp iki bin metreye kadar,<br />
ormanlık ve aynı zamanda da rekreasyon alanları olan, orta yükseklikteki dağlık<br />
yerlerdir (Tunç ve Saç: 1998, 22-23).<br />
- Termalizm; kaplıca, ılıca, içmeler gibi şifalı doğal su kaynaklarının sağlık<br />
kurallarına uygun bir biçimde tedavi aracı olarak kullanılmasıdır. Mineralize<br />
termal sular ile çamurların, çevre ve iklim faktörleri bileşimi ile birlikte insan<br />
sağlığını olumlu etkilemek için doktor denetiminde, fizik tedavi, rehabilitasyon,<br />
egzersiz, diyet gibi destek tedavilerle koordineli kür uygulamalarına termalizm,<br />
bu turizm hareketine de termal turizm hareketi denir (Tunç ve Saç: 1998, 22).<br />
- Üvalizm, bazı yörelere has olan meyve ve sebzeler ile yapılan kür (tedavi)<br />
yöntemidir veya bundan hoşlananlara sunulmasıdır (Akat: 2008, 19).<br />
Dünya nüfusunun artması, yaşam kalitesinin yükselmesi, çesitli ülkelerde<br />
sağlıkmaliyetlerinin artması sebebiyle, tedavilerin daha kaliteli ve ekonomik ve<br />
kaliteli iş yapan ülkeler ortaya çıkmış ve sağlık turizmi sektorunun oluşmasına neden<br />
olmuştur. (Ahmedov, Hacıyev ve Zamanov: 2010, 113). Son on yılda sağlık turizmi<br />
turizm çeşitleri içerisinde en gelişmiş türlerdendir.Dünya yaşının ve yaşlı nüfusunun<br />
artması da sektöru tetiklemiştir. Bunun sebepleri olarak;<br />
- Uzun süren hasta bekleme listelerinden kurtulmak<br />
- Daha kaliteli ve daha kısa zamanda hizmet almak<br />
- Yüksek sağlık teknolojilerine ulaşmak<br />
- Sağlık hizmeti maliyetini düşürmek<br />
- Kronik hastaların ve yaşlıların veya engellilerin başka ortamlara gitme vetedavi<br />
olma isteklerinin oluşmaması<br />
- Uyuşturucu ve farklı bağımlılıkları olan kişilerin farklı veya daha<br />
uygunortamlarda olma istekleri<br />
- Tedavi olmanın yani sıra gezme ve kültür ziyaretlerinde bulunma isteği<br />
- Kisinin hayata tutunma ve yaşam isteği ortaya çıkmıştır.<br />
Sağlık Turizmi “sağlıklı olmak ve rehabilitasyon maksadıyla belirli bir zaman<br />
aralığıyla evinden farklı yerlere giden bireylerin eğlence, konaklama ve sağlık<br />
ihtiyaçlarını karşılaması sonucu ortaya çıkan olaylardır. Bir diğer ifade ile ,<br />
“İnsanların kendi yaşadıkları yerden değişik bölgelere sağlık ihtiyacı ile seyahat eden<br />
kişilerin meydana getirdiği turizmdir” (Ross: 2001, 7).Diğer bir tanımda sağlık<br />
turizmi sağlığın güçlendirilmesi, sağlığın idame ettirilmesi amacıyla ortaya çıkan ve<br />
bilinen tatili de kapsayan konaklamalar, seyahatler ve organizasyonlardan meydana<br />
gelen olay ve ilişkilerin tümü olarak tanımlanabilir.<br />
Katılımcıların amaçlarına göre turizm çeşitleri sınıflandırıldığında geleneksel turizm<br />
ve alternatif turizm olmak üzere iki ana başlık altında toplanmaktadır. Yalnızca deniz,<br />
kum, güneş üçlüsünden faydalanarak tatil yapmak geleneksel turizm, denize girmek<br />
145
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ve güneşlenmek dışındaki amaçlarla yapılan turizm türleri ise alternatif turizm olarak<br />
adlandırılmaktadır.<br />
Sağlık turizmi en önemli alternatif turizm çeşitlerinden biridir. Sağlık turizmi; kısaca<br />
tedavi amacı ile yapılan seyahatlere denilmektedir. Başka bir ifade ile sağlık turizmi,<br />
fizik tedavi ve rehabilitasyon gereksinimi olanlarla birlikte uluslararası hasta<br />
potansiyelini kullanarak sağlık kuruluşlarının büyümesine olanak sağlamaktadır.<br />
Sağlık turizmi hastaların ve hasta ailelerin rahatlığını sağlamak için tıbbi seçenekleri<br />
sunmayı hedefler. Gelişmiş ülkelerdeki eğitim ve refah seviyesinin yüksek olmasına<br />
paralel olarak sağlık hizmetleri sunumu da yüksek maliyetli olmaktadır. Gelişmiş<br />
ülkelerde yaşlanan nüfusun sağlık ihtiyaçları ve sağlık giderlerinin payı her geçen<br />
gün artmakta ve sosyal güvenlik maliyetlerinin artan giderleri sosyal güvenlik<br />
kurumlarını zorlamaktadır. Bu nedenlerle, gelişmiş ülkelerde bulunan sosyal<br />
güvenlik kurumları ve özel sigorta kurumlarının kaliteli tıbbi hizmet sunan ve<br />
yakında yer alan ülkelerle paket anlaşmalar yaparak sağlık hizmetlerini düşük<br />
maliyetli alma çabaları görülmektedir.<br />
İnsanlar günümüzde sağlık sorunlarını çözerken, yalnızca kendi ülkelerindeki<br />
hekimleri ya da fiyatları değil; en iyi çözüm ve en iyi fiyat seçeneklerini<br />
değerlendirerek hareket etmektedir. Buradan yola çıkarak; tedavi ve tatil amaçlı,<br />
şehirlerarası ya da ülkelerarası yapılan seyahatlere sağlık turizmi denilmektedir.<br />
Sağlık turizmi insanların sağlık nedenleriyle oturdukları yerlerden başka yerlere<br />
gitmeleridir. Geleneksel sağlık hizmetlerinin yanında, estetik operasyonlar, tedavi,<br />
spa, emeklilik yerleri ve bazı alternatif sağlık hizmetlerini de içerir (Huff: 1995, xi).<br />
Sağlık konusunun insan için taşıdığı önemin büyüklüğü sebebiyle, sağlık ve tedavi<br />
amaçlı seyahatler, günümüzde gittikçe artan ekonomik, teknolojik, sosyal vb.<br />
imkânlara paralel olarak büyük bir artış göstermektedir. Çünkü sağlık ve sağlık<br />
amaçlı seyahatler bir bakıma mecburi nitelik göstermektedir (Bayer: 1992, 160).<br />
Sağlık turisti ise, öncelikle yaşadığı yerde bulamadığı sağlığını dışarıda arayan kişi<br />
demektir; o nedenle bu kişide ağır basan turist kimliğidir. Sağlık turisti; sağlık<br />
hizmetlerinin yanı sıra boş zaman, eğlence, spor ve eğitim gibi faaliyetler yoluyla ev<br />
ve iş meşguliyetlerini ortadan kaldırmak üzere, eski sağlıklarını korumak ya da<br />
mevcut sağlık sorunlarını ortadan kaldıracak ürün ve hizmetleri satın alır (Özkurt:<br />
2007, 126).<br />
Tıbbi ve tedaviedicisağlık turizimin gelişmesine neden olan faktörleri şöyle<br />
sıralayabiliriz:<br />
- Modern tıbbi donanımlar<br />
- Personelin vasıflı olması<br />
- Hastalıkların tedavisi ve işlemlerin ucuz başa gelmesi<br />
- Tıbbi altyapının yüksek olması, tedavi edici kaplıca bölgelerin olması ve<br />
geliştirilmesi<br />
Dünyada medikal turizm alanında lider olan ülkelere baktığımızda görüyorüz ki,<br />
buraya hem Gelişmiş ülkeler, hemde Gelişmekte olan ülkeler yer almaktadır. Tıbbi<br />
altyapı ve vasıflılık karelerine göre Gelişmiş ülkeler ön sıradadır. Özellikle Avrupa'da<br />
146
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
tıbbi turizmin geliştiği ülkeler sırasında Fransa, Almanya Macaristan, Polonya'yı<br />
örnek verebiliriz.<br />
Tedavi amacıyla seyahat eden insanlar daha çok plastik ve estetik cerrahi<br />
ameliyatları, göz kusuru düzeltme işlemleri, diş tedavileri, açık kalp cerrahisi,<br />
onkoloji hastalıkların tedavisini gerçekleştirirler.<br />
Tedavi -Sağlık turizm çeşitli hizmetleri kapsıyor^<br />
- Kompleks tatil hizmetler<br />
- SPA hizmetleri<br />
- Doğal yöntemlerle sağlık tedavisi ve b.<br />
Sağlık turizminin ortaya çıkardığı faydalar ise Yalçın (2006) tarafından somut ve<br />
soyut olmak üzere sınıflandırılmıştır. Buna göre; Sağlık turizminin somut faydaları<br />
(Yalçın: 2006, 40-41);<br />
- Yabancı turistlerden kaynaklanan gelirler ülkelerin ekonomik refahına katkı<br />
sağlamaktadır. Sağlık turizmi, gelişmekte olan ülkelere, fiyat tarifelerinde<br />
gelişmiş ülkelere karşı maliyet avantajı sağlamaktadır.<br />
- Ülkeler arasındaki bilgi paylaşımını arttırmaktadır.<br />
- Ülke içinde veya dışında stratejik ortaklık sağlamaktadır.<br />
- Ülkeler arasında teknoloji ve bilgi transferi sağlamaktadır.<br />
- Yabancı hastalara sunulan fırsatlar, kendi ülkelerindeki hastalara da daha iyi<br />
hizmet sunulmasını sağlamaktadır.<br />
- Global pazarlama ve tıbbi ticareti sağlamaktadır.<br />
Sağlık turizminin soyut faydaları (Yalçın: 2006, 40-41);<br />
- Ülkelerin global sağlık bakım sunucusu olarak uluslararası kabulünü<br />
sağlamaktadır.<br />
- Sosyal ve kültürel deneyimlerin paylaşılmasını sağlamaktadır.<br />
- Uluslararası ilişkilerin gelişmesine katkı sağlamaktadır.<br />
- Ülkelere dünya düzeyinde sağlık bakım hizmeti sunduğu imajını<br />
kazandırmaktadır.<br />
- Rekabet avantajı sağlamaktadır.<br />
- Hastane destek hizmetler arasında daha iyi koordinasyon sağlamaktadır.<br />
- Kamu ve özel sektör ortaklığı sağlamaktadır.<br />
- Hasta memnuniyetini artırmak olarak sıralanabilir.<br />
Dünyada ülkelerin sağlık turizminde ön plana çıkmaları birkaç farklı nedenlere<br />
bağlıdır. Bu nedenler; ülkenin net gelirlerinde turizmin payının olması (Singapur,<br />
Tayland, Kosta Rika, vb.), coğrafi ve siyasi konum avantajları (Ürdün, İran, Malezya,<br />
Brezilya vb.), sağlık hizmetlerinin kalitesi ve teknolojik donanımın iyi olması;<br />
(Almanya, ABD, Güney Kore vb.), Geçmişten gelen turizm ve sağlık turizmine önem<br />
verme politikalara sahip olması; (Macaristan termal turizm, Hindistan tıbbi turizm<br />
vb.), Yabancı sermaye girişi ve yurtdışında eğitim görmüş doktorların hizmetlerinden<br />
yararlanmak (Ürdün, Hindistan, Malezya, Brezilya, Malta vb.), Bir çok açıdan<br />
avantajları bir arada bulundurması (coğrafi konum, turizm ülkesi olması, sağlıkta ileri<br />
teknoloji, kaliteli sağlık hizmeti sunumu, ekonomik fiyat).<br />
147
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Ayrıca ülkelerde tıbbi fiyatlar farklılığı vardır. Gelişmiş olan ABD ve Almanya'da<br />
tıbbi harcamalarda büyük rakamlar kendini gösteriyor. FakatGelişmekte olan<br />
ülkelerde ise bu rakam aşağıdır. Örneğen, açık kalp ameliyatı Türkiye'de 7500-8000<br />
ABD dolarına mal geldiği zaman bu rakam ABD'de 130.000 dolara eşittir.Tibbi<br />
Turizm Derneği resmi istatistiklerine göre Küresel Tıbbi Turizm Sanayi gelirleri 60<br />
milyar civarında hesaplanıyor. ABD yılda yaklaşık turizmin bu sektöründen 5 milyar<br />
dolar gelir sağlıyor.Hindistan da bu rakam 2.2 milyar dolara ulaşıyor. Türkiye Sağlık<br />
Bakanlığı'nın bilgisi bazında Türkiye'de bu rakam 1 milyar ABD doları civarındadır.<br />
Sağlık hizmetlerine olan talebin artması, sağlık ile ilgili hizmetler, nüfuz artımı,<br />
beklenen ortalama yaşam süresinin uzaması, nüfuzun yaşlanması, boş zamanların<br />
artması, kişi başına gelirin artması, eğitim ve kültür düzeyinin yükselmesi, tıp<br />
alanının gelişimi, öncül teknolojiye ihtiyaç duyan bir takım ünlü olmayan tedavi<br />
donanımlarının (göz ameliyatlarında lazer teknolojisi ve b.) gibi nedenler yüzünden<br />
tıp alanine olan talep ilerlemektedir. Ülkelerin gelişme düzeyleri arttıkça kişi başına<br />
tıp harçları artmaktadır. (Gasımov: 2007, 121-122). Ülkeye tedavi amacıyla gelen<br />
insanların artması hükumetleri ve sigorta kuruluşlarını sağlık turizmi konusunda yeni<br />
araştırmalara sevk ediyor. Bunun sonucunda da sağlık turizmi alanı her geçen gün<br />
daha da ilerlemektedir.<br />
Sağlık insanlığın en vazgeçilmez hakkı ve temel ihtiyacıdır. Her ülke sağlık için<br />
birpolitika belirleyip vatandaşının sağlık ihtiyacını karşılar. Bu ihtiyac sağlığın<br />
korunması, geliştirilmesi ve iyileştirilmesi hürriyetlerini kapsar. Kamunun almakta<br />
olduğu sağlığın korunması ve geliştirilmesi tedbirleri yanı sıra iyileştirme<br />
hizmetlerinde özel sektör hizmetlerinin de yaygınlaşmakta olduğu görülmektedir.<br />
Ülkemiz kamu sağlık hizmetlerineilaveten son 10 yılda ozellikle 2-3 yılda özel sağlık<br />
sektörüyle ciddi işbirliğine girilmiş ve sağlık hizmeti hızla özele kaymaya<br />
başlamıştır. Özel sağlık sektöründe ciddi atılımlar olup,Avrupa standartlarıyla<br />
yarışabilecek düzeyde özellikle büyük illerde özel hastaneler ve merkezler artmaya<br />
başlamıştır.<br />
Sağlık turizmi tanımlarına bakıldığında çok geniş bir alanı kapsadığı görülmektedir.<br />
Bu sebep ile sağlık turizmi birçok çeşide sahiptir Sağlık turizmini termal turizm,<br />
medikal turizm ve geriatri turizmi olmak üzere üç başlıkta incelemek mümkündür.<br />
Sıcak su kaynaklarının insanlık tarihinde önemli bir yeri bulunmaktadır. Nitekim<br />
İlkçağlardan beri yerleşim yeri seçiminde önemli bir kriter olmuş, içme suyu,<br />
kullanma suyu ve şifalı su olarak bu kaynaklardan yararlanılmıştır (Şimşek: 1991, 5),<br />
içeriklerinde erimiş mineral bulunan maden sularının dinlenme, zindeleşme, tedavi<br />
vb. amaçlarına dönük olarak kullanımından doğan bir dizi ilişkiden<br />
kaynaklanmaktadır (Kozak v.d:2008, 20). Günümüzde de insanlar içlerinde<br />
bulundukları sağlıksız ve monoton kent ortamlarından uzaklaşarak doğaya dönmekte,<br />
doğal turizm kaynaklarından yararlanmak üzere insan sağlığına etki eden, mineralli<br />
termal suların bulundukları yerlere giderek bir süre konaklamaktadırlar (Özbek:1991,<br />
15). Özellikle sanayileşmenin yoğun olarak yaşandığı ülkelerde insanlar, sağlıklarını<br />
koruma, sağlıklı olma, nitelikli zaman geçirme, farklı aktivitelerde bulunma amacıyla<br />
termal turizm faaliyetlerine katılmaktadırlar. Sağlıklı yaşam ve insan sağlığına önem<br />
veren gelişmiş ve gelişmekte olan dünya ülkeleri, mineralize termal suların<br />
148
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
etkinliğinin farkına vararak, yapmış oldukları yatırımlar ve tedavi üniteleri ile<br />
turizmde önemli bir mesafe alarak büyük kazançlar sağlamaktadırlar. Ülke turizmi<br />
içinde termal turizm, sağladığı döviz girdisi ve halk sağlığına yararı sayesinde, ülke<br />
ekonomisinde ve turizm sektöründe önemli bir yer kazanmıştır (Özbek:1991, 16-17).<br />
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, ilerleyen teknoloji ve otomasyon içerisinde<br />
makineleşme, sanayileşme ve kentleşmenin sonucu olan çevre ve hava kirliliği insan<br />
sağlığını olumsuz etkilemekte ve işgücü verimini azaltmaktadır. Ayrıca kronik<br />
hastalıklar, romatizma, artoz, kansızlık, astım, bronşit, tansiyon, kırık çıkık gibi<br />
çeşitli rahatsızlıklar çalışanlarda işgücü kaybına yol açmaktadır. Bu hastalıkların<br />
termal ve klimatik kür uygulamalarıyla giderildiğini anlayan ülkeler, termal turizmin<br />
geliştirilmesinin topluma ve ülke ekonomisine katkılarını kavramışlar ve termal<br />
turizm tesislerinin nitelik ve niceliklerini artırmışlardır (Kahraman: 1991, 10). Termal<br />
turizmin sağladığı olanaklardan bazıları şunlardır:<br />
- 12 ay turizm yapma imkanı,<br />
- Tesislerde yüksek doluluk oranına ulaşılması,<br />
- Yüksek istihdam oluşturulması,<br />
- Diğer alternatif turizm türleri ile kolay entegrasyon oluşturarak bölgesel<br />
dengeli turizm gelişmesinin sağlanması,<br />
- Termal tesislerde insan sağlığını iyileştirici aktiviteler yanı sıra sağlıklızinde<br />
insan yaratma, eğlence ve dinlenme olanaklarının da bulunması,<br />
- Kür merkezi (tedavi) entegrasyonuna sahip tesislerin maliyetini çabuk geri<br />
ödeyen karlı ve rekabet gücüne sahip yatırımlar olmasıdır.<br />
Medikal turizm ya da tıp turizmi, insanların kendi ülkelerindeki yüksek<br />
tedavigiderleri nedeniyle yabancı ve genelde uzak ülkelere giderek bu ülkelerdeki<br />
düşük tedavigiderleri nedeni ile tıbbi tedavi ya da operasyonları bu ülkelerde<br />
gerçekleştirmeleri ile oluşan turizm hareketleri olarak tanımlanmaktadır. Gidilen<br />
bölgelere göre bu tedavilerin giderleri hastaların bulunduğu ülkeye göre % 50, % 70<br />
ve hatta bazıdurumlarda % 80’ e kadar maliyet tasarrufu sağlamaktadır. Bu turizmin<br />
gelişmesinden önemli etken düşük tedavi giderlerinin yanı sıra, bu ülkelerdeki gelişen<br />
tıp teknolojisi, düşük ulaştırma giderleri, ucuz otel hizmetleri ve internet pazarlaması<br />
gibi etkenlerdir(Connel: 2006, 1).<br />
Medikal turizm, insanların tedavi ya da cerrahi müdahale amacıyla<br />
denizaşırıseyahatlerindeki hızlı artışla birlikte özellikli ve nispeten küçük ama önemli<br />
pazar dilimi olarak ortaya çıkmıştır ve dünya genelinde oldukca hızlı bir gelişme<br />
göstermektedir(Newman: 2006). Özellikle kendi ülkelerinde yüksek tedavi<br />
masraflarının yanı sıra tedavi ya da operasyon için uzun bekleme sürelerine<br />
katlanmak durumunda olan insanlar bu seyahatlere gittikçe artan oranda<br />
katılmaktadır.<br />
Medikal turizm pazarında günümüzde birçok Asya ülkesi hakim durumdadır, ancak<br />
çok sayıda ülke de pazara girmeye çalışmaktadır. Özellikle Hindistan oldukça düşük<br />
fiyatları ile pazarda önemli bir yer edinmiştir. (Yıldırım ve Altınkaya: 2006).<br />
149
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Medikal turizm pazarında talepKuzey Amerika, Batı Avrupa ve Orta Doğu olarak üç<br />
bölgede yoğunlaşırken, bu bölgelerdeki talebin destinasyonlara dağılımıbakımından;<br />
Avrupalı medikal ziyaretçilerin favori ülkesi Hindistan, Malezya ve Tayland’dır.<br />
Malezya İslami referansı nedeni ileOrtadoğu pazarına hakimdir. Singapur, daha önce<br />
belirtildiği üzere Japon pazarının temel destinasyonudur. Kuba doğal olarak<br />
OrtaAmerika pazarına yönelmiştir.<br />
Medikal turizm için dünyadaki en önemli bölge kuşkusuz Asya kıtasıdır. Bölge<br />
yılda1,3 milyon medikal turisti çekmektedir ve Tayland, Singapur, Hindistan,Güney<br />
Kore veMalezyagibi ülkelerle bu faaliyetin kapsamı sasırtıcı boyutlara ulaşmıştır.<br />
Tayland’damedikal turizm hareketleri1970’lerde cinsiyet değişimioperasyonları ile<br />
başlayıp dahasonraları estetik cerrahiye yönelim göstermiştir. Hindistan günümüzde<br />
medicalturizmin merkeziolarak kabul edilmektedir ve bu alanda en önemli küresel<br />
merkez haline gelebilmek için teknolojisini yenilemiş, batılı tıbbi yöntemleri<br />
uyarlamış, düşükmaliyetler ve hızlı bakım sağlayabilmesini reklamlarında<br />
vurgulamıştır. Bu ülkede1990’ların ortasından itibaren ekonomik liberalleşme<br />
sayesinde özel hastaneler teknolojiyive diğer tıbbi malzemeyi daha kolay ithal<br />
edebilir hale gelmiş bu sayede de altyapılarınıbatılı hastanelerin düzeyine<br />
getirebilmişlerdir. Bununla birlikte, hastanelerin iyileşmesi vemaaşların artması<br />
sayesinde denizaşırı çalışan doktorlar da kendi ülkelerine geri<br />
dönmeyebaşlamışlardır. Geriye dönen doktorların çoğunun uluslararası<br />
deneyimlerinin olması,potansiyel turistleri kendilerini daha rahat hissedebilmeleri<br />
için reklamlardakullanılabilecek bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Hindistan’<br />
daki büyük hastane zincirleri yabancı hastalar için özel tercümanlar istihdam ederken,<br />
büyük oranda İngilizce konuşabilen bir ülke olmasının avantajlarından da<br />
yararlanılmıştır. Teknolojinin batılı ülkeler düzeyine getirilmesine, doktorların<br />
deneyimli ve batılı prosedurlere asina olmasına rağmen, işgoren maliyetleri çok<br />
düşüktür ve sigorta daha az masraflıdır. Bu ülkede kalpameliyatıgibi enfeksiyon riski<br />
yüksek ameliyatlarda bile başarı oranları dünyanın en iyihastaneleri ile<br />
karsılaştırabilir durumdadır (Connel: 2006, 5).<br />
Öte yandan, medikal turizmle ilgili neredeyse tüm reklamlarda ameliyat ve turizm<br />
arasında ilişki vurgulanmaktadır. Oysa ki, özellikle ameliyat sonrası nekahet<br />
(iyileşme) dönemlerinde hastaların turizmin doğal unsurlarından ne derece<br />
yararlandığının sorgulanması gerekmektedir. Bu boyutu ile de medikal turizmin<br />
özellikle tatil ve dinlenme turizmi ile bütünleştirilmesi medikal ziyaretçiler için<br />
bölgesel çekicilik unsuru sağlayabilecektir.<br />
Bu sektörde turizm endüstrisi ve hastane zincirleri bir anlamda entegre olmuşlardır.<br />
Singapur’da faaliyet gösteren Raffles hastaneler grubu hava alanı transferleri, otel<br />
rezervasyonları ve yerel turlar düzenlemek gibi faaliyetleri de gerçekleştirmektedir.<br />
Malezya’daki otellerde benzer bir biçimde hastanelerle dikey entegrasyon içine<br />
girmişlerdir. Aralık 2004 tsunami faciasından sonra Puket adasındaki oteller özel<br />
paketler (estetik cerrahiodaklı) sunarak turizm endüstrisini canlandırma gayreti<br />
içerisine girmişlerdir (www.phukethealth-travel.com). Geleneksel turizm de bu<br />
haliyle kesinlikle medikal turizmle entegre olmuş durumdadır. Turizm endüstrisinin<br />
bütün unsurları (seyahat acenteleri, havayolları, oteller vb.) bu yeni niş pazardan<br />
150
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
faydalanabilmektedir. Hastaların nekahet döneminin uzunluğuna gore turizm<br />
endüstrisinin özellikle de otellerin bu turizm çeşidinden daha fazla fayda elde edeceği<br />
açıktır.<br />
Medikal turizmin geliştirilmesi konusunda Bies and Zacharia’ya (2007) göre<br />
üzerinde önemle durulacak 3 temel unsur vardır. Bunlar:<br />
1.Sağlık hizmetleri kalitesi<br />
2.Sağlık hizmetlerine erişimin kolaylığı ve maliyeti<br />
3.Medikal turizm uygulamalarının başlamasıyla yerel sağlık hizmetleri sisteminin<br />
durumu.<br />
Medikal turizmin yararlarının belirlenmesinde 3 kontrol ölçütü ele alınmıştır. Bunlar;<br />
tıbbi, ekonomik ve toplumsal olarak adlandırılmaktadır. Yararların belirlenmesinde<br />
diğer noktalar; tıbbi durumun ciddiyeti (zorunlu, acil yada isteğe bağlı olması gibi),<br />
sunulacak sağlık hizmetinin kalitesidir. Ayrıca tıbbi yararlar kişinin durumuna göre<br />
de değişiklik göstermektedir. Örneğin, isteğe bağlı ve acil olmayan biroperasyon<br />
yaptıracak kişinin sağlık hizmeti beklentisi ile acil yardıma ihtiyacı olan birininsağlık<br />
hizmeti beklentisi birbirinden farklıdır. İlk durumdaki kişi mümkün olan en<br />
mükemmel sağlık hizmetini beklerken, acil durumdaki kişi için herhangi bir tıbbi<br />
müdahale yeterli olabilmektedir.<br />
Ekonomik yararların değerlendirilmesinde ise, kişinin refah (gelir) düzeyi önem<br />
taşımaktadır. Yüksek gelir grubuna sahip bir kişi, düşük gelir grubundaki kişiye göre<br />
daha fazla lüks beklentisi içinde olmaktadır.<br />
Toplumsal yararların içinde ele alınan psikolojik faktörler; bekleme süresi, stresve<br />
medikal turizme katılmayı bir tatil olarak değerlendirenler için rahatlamadır. Sosyal<br />
faktörler; sağlanan yararların eşit dağılımı, adalet ve refah olarak sıralanmaktadır.<br />
Geriatri turizmi; kavram olarak özel bakım gören yaşlı insanlar ve yaşlı insanların<br />
sağlık yönünden bakımları ile ilgili faaliyetleri ifade etmek için kullanılmaktadır.<br />
Kavram üçüncü yaş turizmi ile benzerlikler gösterse de, geriatri sadece sağlık ve<br />
sağlığı koruma odaklı bir yaklaşıma sahip olduğu için üçüncü yaş turizminden<br />
farklılaşmaktadır. Sağlık alanında yaşanan yeni gelişmeler ve insanların hayat<br />
standartlarında görülen yükselme ortalama ömür süresini yükseltmiştir. Ortalama<br />
yaşam süresinin uzaması ve doğurganlık oranlarının azalması, yaşlı nüfusunda büyük<br />
oranda artışa neden olmuştur. Bu durum AB ülkelerinde büyük bir sorun haline<br />
gelmiştir. AB ülkeleri bir yandan yaşlı nüfusları için uygun konut, bakım ve sağlık<br />
hizmetleri sağlamaya çalışırken, diğer yandan da artan maliyetleri düşürmenin<br />
yollarını aramaktadır Geriatri turizmi; yaşlı bireylerin sağlığının korunması,<br />
gelişebilecek hastalıkların önlenmesi, tanı ve tedavilerine yönelik yapılan<br />
seyahatlerdir.<br />
Ondokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren bilim, teknoloji ve sağlık alanındaki<br />
gelişmelere paralel olarak beklenen yaşam süresi ve dünya nüfusu belirgin bir şekilde<br />
artmaya başlamış ve yirminci yüzyılda geriatri kavramının ortaya çıkmasına neden<br />
olmuştur (Bozoğlu ve Naharcı: 2009, 26). Geriatri turizmi, yaşlı bireylerin sağlığının<br />
korunması, gelişebilecek hastalıkların önlenmesi, tanı ve tedavilerine yönelik olarak<br />
yapılan seyahatlerdir. Bakıma muhtaç yaşlıların, bakım ihtiyaçlarını giderebilmek<br />
151
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
için başka ülkelere seyahat etmelerine yaşlı turizmi denilmektedir. Bu bağlamda yaşlı<br />
bakımlarının bir başka ülkede üstlenilmesi yaşı bakımı ile turizmi bir noktada<br />
birleştirmektedir.<br />
Dünya genelinde hızla artan geriatrik turizm hareketleri, sağlık turizmi açısından<br />
önemli bir potansiyel olarak görülmektedir. Dünya genelinde sağlık hizmetlerine<br />
ulaşılabilirlik geriatrik turizmin önemine işaret etmektedir. Dünya nüfusunun<br />
yaşlanması ve gelişmiş ülkelerde insan ömrünün uzaması, turizmcilerin yaşlıların<br />
katıldığı turizm türlerine yönelmelerine neden olmuştur. Nitekim dünya nüfusu<br />
giderek yaşlanmakta ve özellikle gelişmiş ülkelerde ortalama insan ömrü tıbbın<br />
ilerlemesi ile uzamaktadır. Bu grubun tatil ihtiyacı daha çok sıcak ülkeler ve sağlık<br />
turizmine yönelmiştir. İleri yaş turizmi, yaşlı bakım hizmetleri, klinik otelde<br />
rehabilitasyon hizmetleri, engelliler için özel bakım ve gezi turları gibi hizmetleri<br />
tercih etmektedirler. Hizmet yerleri olarak klinik oteller, rekreasyon alanları (eğlendinlen),<br />
tatil köyleri ve bakım evleridir. Nüfusu hızla yaşlanan Almanya, Alman<br />
Bakım Sigortası kapsamında bakıma muhtaç kişilere sunduğu geniş kapsamlı sosyal<br />
haklar çerçevesinde, her geçen gün artan finansman sorunları dolayısı ile yeni<br />
arayışlara girmektedir. Bunların başında evde ve kurumda sağlanan bakım<br />
hizmetlerinin maliyetlerini makul seviyede tutmak ve artışı önlemek gelmektedir.<br />
Almanya dışında aynı hizmet kalitesi anlayışıyla fakat daha cazip fiyatlarla, evde ve<br />
kurumda bakım hizmetleri veren kuruluşlar Alman Bakım Sigortası ile işbirliğine<br />
giderek kendi ülkelerine döviz girdisi sağlamaktadırlar. Böylelikle Almanya’nın da<br />
toplam bakım giderleri azalmış olmaktadır (Seyyar ve Orhan: 2008, 5).<br />
Bunların başında evde ve kurumda sağlanan bakım hizmetlerinin maliyetlerini makul<br />
seviyede tutmak ve artışı önlemek gelmektedir. Almanya dışında aynı hizmet kalitesi<br />
anlayışıyla fakat daha cazip fiyatlarla, evde ve kurumda bakım hizmetleri veren<br />
kuruluşlar Alman Bakım Sigortası ile işbirliğine giderek kendi ülkelerine döviz<br />
girdisi sağlamaktadırlar. Böylelikle Almanya’nın da toplam bakım giderleri azalmış<br />
olmaktadır (Seyyar ve Orhan: 2008, 5).<br />
Bakıma muhtaç yaşlıların, bakım ihtiyaçlarını giderebilmek için başka ülkelere<br />
seyahat etmelerine yaşlı turizmi denilmektedir. Bu bağlamda yaşlı bakımlarının bir<br />
başka ülkede üstlenilmesi yaşı bakımı ile turizmi bir noktada birleştirmektedir.<br />
Sağlık turizm pazarı açısından turistler ya da ziyaretçiler 5 temel kategoride<br />
gruplandırılabilir. Bunlar;<br />
Yalnızca turist: Ziyaret ettikleri ülkede herhangi bir tıp hizmetinden yararlanmayan<br />
turistler ya da ziyaretçilerdir.<br />
Tatilde tedavi edilen turist: Seyahati sırasındaki rahatsızlanma ya da kaza nedeni<br />
ile tıp hizmeti ve tedavi alan turistlerdir.<br />
Tatil ve tedavi amaçlı turistler: Bu turistler ziyaret ettikleri ülke ya da bölgeye tam<br />
anlamı ile tıbbi nedenlerle gitmezler. Ancak ziyaret ettikleri bölgede bazı<br />
rahatsızlıkları için tedavi olanakları olması tercih nedenidir. Diğer bir deyimle tatilde<br />
tedavi amaçlı turistlerdir.<br />
152
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tatil yapan hastalar: Bu ziyaretçiler esasen bir bölgeye tedavi amaçlı giderler,<br />
ancak iyileştikten sonra, ya da tedavi sonrası gittikleri bölgede tatil de yapan<br />
ziyaretçilerdir.<br />
Yalnızca hastalar: Bu gruptaki medikal turistlerin bir bölgeye gidiş amaçları<br />
yalnızca o bölgede tedavi olmak ya da operasyon geçirmektir. Tatil gibi bir amaçları<br />
yoktur.<br />
Yukarıda belirtilen medikal turist pazarı müşteri gruplarından doğal olarak birinci<br />
gruptakiler klasik ziyaretçi kategorisinde yer almaktadır ve medikal turizm hizmet<br />
sunucularını doğrudan ilgilendirmemektedir. Diğer kategori ziyaretçiler içerisinde ise<br />
en önemli müşteri kategorisi kuşkusuz en sondakiler olup, geriye doğru sağlık turizmi<br />
talep özelliği azalan kişilerden oluşmaktadır. Kuşkusuz her grup için sunulacak<br />
hizmet türü ve pazar stratejileri farklı olacaktır.<br />
Azerbaycan'da da sağlık turizmi ilerlemiş durumdadır. Ülkemizin birçok alanları<br />
sağlık turizmi için avantajlıdır<br />
(http://www.anl.az/down/meqale/xalqcebhesi/2013/fevral/293811.htm). Ülkemizde<br />
şifalı sular, kaplıcalar, çamur volkanlar var. Azerbaycan'ın Nahçivan, Naftalan,<br />
Lenkeran ve Astara bölgeleri sağlık turizminin temel bölgeleridir. Bu yüzdendir ki,<br />
her sene çok sayıda turist ülkemize geliyor. Ülkemize hangi amaçla gelen turistlerin<br />
sayısına bakarsak:<br />
2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014<br />
Gelen<br />
turistlerin<br />
sayısı<br />
291617 305483 431 574 424 237 438479 510162 624924 666348 672,345<br />
amaçlara<br />
göre:<br />
turizm 231252 242248 342238 336420 347972 425666 520958 546937 550,643<br />
dinlenme,<br />
eğlenme<br />
100132 104893 148189 145670 150832 172797 225646 226464 237,506<br />
iş 100363 105136 148531 146006 151012 185094 247304 232796 206,234<br />
sağlık 15118 7719 24541 30992 28424 27533 15145 45060 70,981<br />
diğer<br />
turizm<br />
türleri<br />
diğer<br />
amaçla<br />
15639 24500 20977 13752 17704 40242 32863 42617 35,922<br />
60365 63235 89336 87817 90507 84496 103966 119411 121,702<br />
Lenkeran toprağı sıcak su kaynakları bakımından zengindir. Doğa Lenkeran'a tüm<br />
güzellikleri: dağları, mavi denizi, yeşil ormanları armağan etmiştir. Burada bulunan<br />
sıcak su kaynaklarından biri Talış dağlarının eteğinde, Lenkeran'ın 12 kilometre<br />
uzaklığında yerleşen güzel bir kampüste bulunan "Lenkeran" sanatoryumudur.<br />
Lenkeranın sıcak suları eskiden ünlüdür. Onların tedavi önemi XIV. yüzyılda tespit<br />
edildi. (Abbasov: 2000, 8). Turbaza ve istisu tedavi sağlık sanatoryumu Lenkeran-<br />
Lerik karayolu yakınında, İlçe merkezinden 12 km Batısında, Talış dağlarının<br />
eteğinde bulunmaktadır. Sıcak orman suyunun kimyasal bileşimi, tedavi edici önemi<br />
Soçinin dünyaca ünlü "Matsestra" kurortunda geri kalmıyor. "Havzava" sıcak maden<br />
suyu Lenkeran-Boradigah-Masallı demiryolunun yakınında, İlçe merkezinden 13 km<br />
153
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
batısında, Talış dağlarının eteğinde bulunmaktadır. Bu çeşmenin suyucilt<br />
hastalıklarının tedavi edilebileceği için henüz XVIII.– XIX. yüzyıllarda<br />
kullanıyorlardı. Günümüzde burada tedavi-sağlık kompleksi faaliyet göstermektedir.<br />
İçeriğinde hidrojen sülfatı olan çeşmenin kükürtlü sıcak suyu cilt hastalıklarının<br />
tedavisi için daha iyidir. "Sıcak Ibadi" çeşmesi Lenkeran-Lerik karayolu hattında, İlçe<br />
merkezinden 15 km batıda yer almaktadır. Burada suyun sıcaklığı +42 dereceye<br />
ulaşıyor. Doğal tedavi yöntemi olarak yaygın kullanılan hidrojen sulfitli mineral sıcak<br />
su doğal olarak yerden çıkıyor, bundan havuzlar, banyoları, duşlar olarak kullanılır.<br />
Bu termal su kaynakları "B" kategorili balneo şifalı sular olup, çıkarken azot gazı<br />
hariç olur. Hidrojen sülfit kokusuna sahiptir. Malzemeler klor, sülfat anionlarından,<br />
sodyum, potasyum, kalsiyum, katyonlarından, makrobileşenlerden oluşup zayıf<br />
alkaliye (7,8 - 8,3) sahiptir. Bu suyun içeriğinde kükürt fazladır. Böyle kükürtlü sıcak<br />
su ile kalp, kan-damar, çevre sinir, eklem hareket, deri hastalıkları başarıyla tedavi<br />
olunur.Buraya gelenler hem dinleniyor, hem de doğal şekilde tedavi ediliyorlar.<br />
(https://cennetmekani.wordpress.com/2011/03/11/26/)<br />
Lenkeran'ın bir bölümü Hazar Denizi'nin kıyısındadır.Bu kıyı hattının temel<br />
özelliklerinden biri de olağanüstü iyileştirici özelliklere sahip siyah kumdur.<br />
Lenkeran'ın kıyı hattı özellikle farklıdır. Sıra dışı tedavi özelliği siyah kuma sadece<br />
burada rastlamak mümkündür.Bu kuma yüzünden Lenkeran'a her yaz binlerce turist<br />
geliyor. Lenkeran ilçesinde plaj için uygun olan sahil arazisi 3500 metredir. Bu arazi<br />
tedavi önemi olansiyah kum rezervlerine sahip olduğundan tedavi amaçları için<br />
büyük önem taşımaktadır. Siyah kum özellikle de römatizmaya ve vücutta bulunan<br />
diğer ağrıların tedavisine çok iyi geliyor (http://lenkeran-ih.gov.az/page/17.html).<br />
Son dönemlerde Lenkeran'da tedavi ve dinlenme amaçlı çok sayıda sanatoryum ve<br />
dinlenme merkezleri kuruldu. Bunlar arasında en ünlülerden birisi de “Paletli”<br />
sanatoryumudur. Burada şeker hastalığı olan çocukların tedavisi yapılıyor. Ayrıca<br />
Lenkeran'da en son teknolojiyle donatılmış hastaneler de faaliyet gösteriyor. Burada<br />
verem, cilt, diş bakımı, akciğer hastalıkları, tedavi ediliyor. Bundan başka Bölgesel<br />
Tedavi Teşhis Merkezinde böbrek nakli, diyaliz, kalp ameliyatları ve b. zor<br />
ameliyatlar gerçekleştiriliyor.<br />
Zengin tarihi, kültürel ve doğal miras dünyanın her yerinden misafirleri ülkemize<br />
çekmektedir. El değmemiş doğa, mineral su kaynakları, dünyadaki tek tedavi petrolü<br />
olan - naftalan, nadir eski mimari anıtları, kendine özgü kültür, ulusal mutfak ve bir<br />
çok diğer faktörler Azerbaycan'da turizmin tüm türlerinin: iş, spor, tedavi, tanışma,<br />
avcılık, egzotik, plaj ve hatta qastronomik turizmin gelişmesi için ortam<br />
yaradır.Azerbaycanda temel turizm merkezlerinden biri de Naftalandır<br />
(http://azerbaijan.travel/az/accommodation/395-saglamlashdirici-mualicevi merkez-<br />
%e2%80%93-naftalan).<br />
Naftalan - dünya önemli benzersiz tedavi tesisi, tek tedavi Naftalan petrolü yatağıdır.<br />
Naftalan hala eski zamanlardan dayanak hareket aparatı hastalıkları, deri, üroloji,<br />
jinekoloji hastalıkların tedavisi için güçlü bir araç olarak ün kazandı. Naftalan iltihap<br />
süreçlerini ortadan kaldırır, ağrıları azaltır, kan dolaşımını ve organizmada takas<br />
süreçlerini geliştirir. "Siyah altın çeşmesi - sağlığın anahtarıdır" - Naftalan tedavi<br />
ocaklarının sloganı şöyle sesleniyor.<br />
154
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Naftalan tatil Azerbaycan'ın ikinci büyük şehri olan Gence kentinden 50 km<br />
mesafede, ekolojik açıdan temiz bölgede, çam meşeliyinde, yapay gölün çizgisinde<br />
bulunmaktadır. Parkın gölgeli xiyabanlarında dinlenme ve tedavi için çok rahat bir<br />
ortam oluşmuştur.Naftalan tatili - dünyada tedaviedici naftalan petrolünün çıktığı tek<br />
yerdir.<br />
1929 yılından başlayarak naftalan yatağı bölgesinde uzman Naftalan tatil faaliyete<br />
başlamıştır. Burada SSCB'nin her köşesinden dayanak hareket aparatı hastalıkları,<br />
nörolojik, deri, jinekolojik, ürolojik hastalıklardan muzdarip insanlar tedavi<br />
ediliyorlardı. Sovyet döneminde Naftalan tatil parti elitinin en güzel dinlenme yeri<br />
idi.<br />
Naftalan petrolü halkımızın vazgeçilmez serveti, eşsiz tedavi aracıdır. Bu mucizevi<br />
petrolün hikmeti herkese bellidir. Onun tedavi önemi henüz birkaç yüz yıl önce<br />
insanlara biliniyordu. Ona göre de tulumlar kervan yolu ile uzak Asya ülkelerine,<br />
özellikle Arabistan'a taşıyorlardı. Uzmanlar diyorlar ki, Naftalan neftinden 70'den<br />
fazla hastalığın tedavisinde kullanılıyor. Dünyada onun eşi-benzeri yoktur. Tedavi<br />
özelliğine göre dünyada tek olan Naftalan petrolü fiziksel-kimyasal özelliğine göre<br />
diğerpetrollerden farklıdır. (Nuriyev: 2005, 4). Bu petrol için önemli karakteristik<br />
nokta bünyesinde hafif fraksiyanın ve katı parafin hidrokarbonlar olmamasıdır.<br />
İçeriğinde yeteri miktarda katran (14%) olması ve su ile sağlam oluşturması Naftalan<br />
petrolünü diğerpetrollerden farklı kılıyor. Özellikle hareket-referans, nörolojik,<br />
damar, üroloji, jinekolojik ve cilt hastalıklarının tedavisinde büyük faydası var.<br />
Küçük Kafkasya sıra dağlarının eteklerinde bulunan, yeşillikler içinde olan Naftalan<br />
tatil sadece ülkemizde, onun dışında da çok yaygındır. Henüz ortaçağdan birçok<br />
hastalıkların tedavisinde başarıyla kullanılan Naftalan petrolü 1935 yılında burada<br />
tatil şehrinin düşürülmesine neden oldu.<br />
Günümüzde Naftalan'da sekiz tıbbi sanatoryum vardır. Bunlardan en çok turist<br />
gelenler “Kurort birliği”, “Çinar”, “Sihirli Naftalan” ve başkalıdır. Bu<br />
sanatoryumlarda nerölöji, uroloji, jinekoloji, dişçilik, kalp hastalıkları, cilt<br />
hastalıkları tedavi ediliyor. Tüm bu sağlık merkezleri en modern aygıtlarla<br />
donatılmıştır (http://naftalan-ih.gov.az/page/47.html). Ülkemizde bunun yanısıra<br />
Daşkesen'de Yumurtalı pınar, Narzan pınarı, Turşsu pınarı, Gible pınarı, Gayğı<br />
pınarı, Böbrek bulağı, İdris bulağı, Seyid pınarı gibi tedaviedici özelliklere sahip<br />
pınarlar, Nahçivan'da Tuz Dağı gibi sağlık-tedavi ocakları var.<br />
Bahsettiğimiz sağlık ocaklarına sene boyunca belli miktarda turist gelmesine rağmen<br />
bu durum toplu hale gelmemiştir. Bunun da bir takım nedenleri var. Tedavi-sağlık<br />
turizmi alternatif turizm türleri içinde Azerbaycan için en potansiyel turizm türüdür.<br />
Aynı zamanda diğer turizm türlerinden farklı olarak burada turistin konaklama süresi<br />
14-24 gün zarfındadır. Ülkemizin turizm potansiyeli düşünüldüğünde, dünyada şanslı<br />
konumda olduğumuzu söyleyebiliriz. Ancak içinde bulunduğumuz durum açısından<br />
bakıldığında istenilen seviyede olduğumuz söylenemez. Rekabet üstünlüğünü düşük<br />
fiyat politikaları ile sağlamaya çalışmakta ve bu nedenle de turizmden yeterince gelir<br />
elde edememekteyiz. Bu durumdan kurtulmak turizmde çeşitlendirme yoluna gitmek<br />
ve kalite artışı ile sağlanabilir.<br />
155
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Son 10 senede uluslararası alanda Azerbaycan'ın tanıtımı yapılmaktadır. Fakat bunun<br />
sürekli yapılması gerekiyor. Bunu için 2013 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığının<br />
yardımı ile Azerbaycan'da Sağlık ve Termal Turizme destek Birliği faaliyete başladı.<br />
Ayrıca turistlerin ilgisini çekmek için ekonom dinlenme merkezlerinin inşasına<br />
ihtiyaç var. Kalite, hizmet konusu ne kadar önemlidirse, fiyat konusu da o kadar<br />
önemlidir. Turistleri ülkeye çekmek için fiyatları düşürmek, kaliteyi yükseltmek,<br />
modern sağlık ocakları inşa etmek, yurtdışında eğitim görmüş vasıflı kadronun<br />
olması, modern tıbbi aygıtların olması gerekiyor. Bundan başka turistlerin ülkeye<br />
geliş şartlarını kolaylaştırmak, zaman zaman özel kampanyalar yapmak gerekiyor ki,<br />
turistler de buraya hem dinlenmeye, hem de tedavi olmaya gelsinler.<br />
İşletmeler, kalite ile ilgili hedefler belirlemeli, kaliteyi stratejik planlamaya dahil<br />
etmelidir. Müşterilerin istek ve ihtiyaçları, kalite hedefleri ile bütünleştirilerek bir<br />
plan dahilinde uygulanmalıdır. Çevre analizi yapılmalı, kalite misyonu belirlenmeli,<br />
stratejik kalite hedefleri oluşturulmalı ve uygulamalıdır. Sağlık turizmi, güvenilir ve<br />
kaliteli tesislerde, kalitenin önemini kavramış personel ile geliştirilebilir. Sonuç<br />
olarak Azerbaycan, gerek termal, gerek medikal, gerekse geriatrik turizminde<br />
değerlendirilebilecek birçok avantaja sahiptir. Bu avantajları kaliteli hizmet ve<br />
tesislerle birleştirerek, sağlık turizmi alanında uluslararası turizm hareketlerinde yer<br />
edinebiliriz.<br />
KAYNAKÇA<br />
Abbasov, Mehman, (2000), Lenkeran Tarihi, Maarif Basımevi, Bakü.<br />
Akat, Ömer. (2008), Pazarlama Ağırlıklı Turizm İşletmeciliği. Ankara. Ekin<br />
Yayıncılık. Anatolia Turizm Araştırmaları Dergisi, 18: Ss. 5-9.<br />
Bayer, Mehmet Zekai, (1992), Turizme Giriş. İstanbul: İşletme Fakültesi Yayını<br />
No:253.<br />
Bies, William And Lefteris Zacharia (2007): "Medical Tourism: Outsourcing<br />
Surgery",Mathematical And Computer Modelling, Doi:10.1016/J.Mcm.<br />
Bishop, Rachel A And James A Litch, (2000), "Medical Tourism Can Do Harm",<br />
Bmj 2000; 320:1017.<br />
Bozoğlu, Ergün. Ve Naharcı, İlkin, (2009), "Ayrıntılı Geriatrik Değerlendirme",<br />
8.Ulusal Geriatri Kongresi (29 Ekim-1 Kasım, Fethiye, Ss. 26-28), Muğla.<br />
Clark, John, (1996), Kalkınmanın Demokratikleşmesi, (Çev: Ural Serpil) Tçv,<br />
Yayınları, Ankara.<br />
Connell, John, (2006), "Medical Tourism: Sea, Sun, Sand And Surgery", Tourism<br />
Management, 27, 1093, 1100, Www.Elsevier.Com/Locate/Tourman.<br />
Gasımov, Rauf, (2007), "Rınok Mejdunarodnogo Turizma Problemı İ Perespektivı<br />
Razvitiya V Xxı Veke", Azerbaycan Xxı Yüzyıla Girerken Bilimsel<br />
Konferansın Dokümanları, Iı.Cilt, Bakı, Ss. 121-122.<br />
Gülbahar, Onur (2009), "Turizmin Bölgelerarası Gelişmişlik Farklarını Gidermedeki<br />
Rolü (Türkiye Örneği)", İktisadi Ve İdari Bilimler Dergisi, 23(1), S.20-46.<br />
Gümüş, Fadime Ve Büyük, Özge, (2008), "Sağlık Turizminde Yeni Açılımlar: Tıp<br />
Turizmi", Iıı.Balıkesir Ulusal Turizm Kongresi (17-19 Nisan, Ss.433-437),<br />
Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.<br />
156
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Huff- Rouselle, M., Sheperd S. C., Cushman, R., İmrıe, J. Ve Lalta S, (1995),<br />
Prospects For Health Tourism Exports For The English- Speaking<br />
Caribbean. Washington: Social Sectors Development Strategies Inc.<br />
İçöz, Orhan Ve Kozak, Metin, (1998), Turizm Ekonomisi, Turhan Kitapevi.<br />
Kahraman, Nüzhet Ve Türkay, Oğuz, (2006), Turizm Ve Çevre, 2. Baskı. Ankara.<br />
Detay Yayıncılık.<br />
Kahraman, Nüzhet, (1991), "Termal Turizm Olayı Ve Yalova Kaplıcaları", Anatolia<br />
Turizm Araştırmalarıdergisi, 17-18: Ss.10-12.<br />
Kozak, Nazmi, Kozak, Meryem Akoğlan Ve Kozak, Metin, (2008), Genel Turizm,<br />
Ankara: Detay Yayıncılık.<br />
Lie, Ying, (2014), "Study On The Contribution Of Tourism To Regional Economic<br />
Development", Journal Of Chemical And Pharmaceutical Research, 6(7),<br />
S.823-827.<br />
Newman, Byron, Y. (2006), O.D. American Optometric Association.Doi:<br />
0.1016/J.Optm. 2006.10.006<br />
Nuriyev, Faig, (2005), "Azerbaycan Böyük Turizm Potansiyalına Maliktir", Ülfet<br />
Gazetesi, Cilt 7, Sayı 1, S.4<br />
Özbek, Tosun, (1991), "Dünyada Ve Türkiye’deki Termal Turizmin Önemi"<br />
Anatolia Turizm Araştırmaları Dergisi, 18: Ss.15-29.<br />
Özkurt, Hatice, (2007), "Sağlık Turizmi Tahvilleri." Maliye Dergisi, 152: Ss.121-<br />
141.<br />
Öztürk, Yıldırım Ve Yazıcıoğlu, İrfan, (2002), "Gelişmekte Olan Ülkeler İçin<br />
Alternatif Turizm Faaliyetleri Üzerine Teorik Bir Çalışma", Gazi<br />
Üniversitesi Turizm Ve Ticaret Dergisi,2: Ss.183-195.<br />
Ross, Kim, (2001), Health Tourism: An Overview, Hsmaı Marketing Review,<br />
Http://Www.Hospitalitynet.Org/News/4010521.Search?Query=%22health<br />
+Tourism%22<br />
Savaş, Vural, (1991), Kalkınma Ekonomisi, İstanbul.<br />
Seyyar, Ali Ve Orhan, Serdar, (2008), "Sağlık Turizminde Yeni Küresel Eğilimler:<br />
Bakıma Muhtaç Yaşlı Almanların Sosyal Bakım Hizmetlerinin Türkiye’de<br />
Sağlanması", Iıı. Balıkesir Ulusal Turizm Kongresi (17-19 Nisan, Ss.5-10),<br />
Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.<br />
Şimşek, Şakir, (1991), Türkiye’deki Termal Kaynakların Potansiyeli Ve Genel<br />
Özellikleri.<br />
Tunç, Azize Ve Saç, Firuzan, (1998), Genel Turizm, Ankara: Detay Yayıncılık.<br />
Yalçın, Pınar, (2006), "Türkiye‘De Sağlık Kurumlarına Yönelik Sağlık Turizmi"<br />
Http://Www.Dedeman.Com.Tr/Oduller/Turizm/2006/Mkd_2006_Turızm_I<br />
kıncılık_Odulu.Pdf<br />
Yıldırım, Hasan Hüseyin Ve Altınkaya, Ümran, (2006), "Türkiye’nin Sağlık Turizmi<br />
Potansiyeli Ve Güçlükler", Www.Absaglik.Com.<br />
Http://Naftalan-İh.Gov.Az/Page/47.Html<br />
Http://Lenkeran-İh.Gov.Az/Page/17.Html<br />
Http://Www.Anl.Az/Down/Meqale/Xalqcebhesi/2013/Fevral/293811.Htm<br />
Https://Cennetmekani.Wordpress.Com/2011/03/11/26/.<br />
Http://Azerbaijan.Travel/Az/Accommodation/395-Saglamlashdirici-Mualicevi<br />
Merkez%E2%80%93-Naftalan.<br />
157
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Turizmin Kültürel İlişkilere Katkısı: Rusya Örneği<br />
Salih YILMAZ <br />
Turizm, 21. yüzyılda çeşitlenerek ekonomik yapının da güçlenmesiyle şekil değiştirdi<br />
diyebiliriz. 20. yüzyılda genelde tatil ve deniz konseptiyle organize olan turizmin 21.<br />
yüzyılda kültür, iş vb. şekilde daha yoğun biçimde planlandığını söyleyebiliriz. Deniz<br />
turizminde insanların şehir ve kültür ile etkileşimi yok denecek biçimde az iken kültür<br />
içerikli turizmde turistlerin şehir ile etkileşimi oldukça fazladır. Kültür turizmi<br />
konusunda tarihi geçmiş önemli bir unsurdur. Bu nedenle imparatorluk merkezi veya<br />
eski uygarlıklara ev sahipliği yapmış olan İstanbul, St.Petersburg, Roma, Paris,<br />
Londra, Pekin, Tahran, Kahire vd. kültür turizminin de merkezleridir. SSCB<br />
dönemindeki deneyimlerinin de etkisiyle Rusya’nın 1990’lı yıllardan sonra bu alanda<br />
önemli gelişmeler gösterdiğini söyleyebiliriz. Bu açıdan iyi bir örnek teşkil<br />
edebileceği düşüncesiyle bu bildirimizde Rusya örneğini Muş özelinde genel bir<br />
değerlendirme ile sunmaya çalışacağım.<br />
Anahtar kelimeler: Rusya, turizm, kültür, Muş, kültürel iletişim.<br />
A Contribution of Tourism to Cultural Relationships:<br />
An Example of Russia<br />
Abstract<br />
It can be said that with the strengthening of the economic structure, tourism has been<br />
diversified and changed its shape in the 21st century. While in the 20th century<br />
tourism was organised in terms of holiday and sea concept, in the 21st century it has<br />
been planned regarding culture, work, etc. While in the sea concept people almost<br />
have no any interaction with the city and culture, in a cultural tourism the tourists<br />
have quite intensive interaction with the city. Background is an important element in<br />
the field of cultural tourism. Therefore, such centres of empires or cities which hosted<br />
ancient civilisations like İstanbul, St. Petersburg, Rome, Paris, London, Beijing,<br />
Teheran, Cairo, etc. have become cultural centres too. It can be claimed that under<br />
the influence of experience during the USSR period Russia has been greatly<br />
developed in this regard after 90s. This study will present an evaluation of Russian<br />
cultural development as a good example for the city of Muş.<br />
Keywords: Russia, torusim, culture, Muş, cultural interaction<br />
1. GİRİŞ<br />
Turizm, sektör olarak dünya ekonomisinde 1930’lu yıllarda ortaya çıkmaya<br />
başlamıştır. 2. Dünya Savaşından sonra da en büyük ekonomik sektörlerden birisi<br />
haline gelmiştir. Bunu iyi değerlendiren İngiltere, Fransa ve İtalya ekonomilerini<br />
buna göre şekillendirmiştir. Bu ilkelerle öncelikle iç turizmi bir plan doğrultusundan<br />
Prof. Dr., Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, salihyilmaz76@gmail.com.<br />
158
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
şekillendirerek daha sonra dış turizmi de buna bağlamışlardır. Dünya savaşından<br />
sonra ortaya çıkan işsizlik sorununu turizm vasıtasıyla en aza indirgemişlerdir.<br />
Turizm sayesinde ulaştırma, yiyecek içecek ve ticaret gibi diğer sektörler de<br />
gelişmiştir. Günümüzde gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerdeki bölgesel<br />
ekonomik farklılıklar turizm faaliyetleri sayesinde azalmıştır. İstatistiklere göre<br />
Fransa günümüzde en çok turist ağırlayan ülkedir. Amerika Birleşik Devletleri ise en<br />
çok gelir elde eden ülkedir. Türkiye ise turist ağırlama ve gelir elde etme bakımından<br />
10. sıradadır. Türkiye, 2011 yılından itibaren yoğun biçimde Rusya’dan gelen turiste<br />
göre destinasyonlarını planlamıştır. 2012 yılından itibaren yaklaşık 4 milyon Rus,<br />
Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Rus turistler SSCB’den de kalan bir alışkanlıkla deniz<br />
turizmi yanında kültür ve iş turizmini de dikkate alarak bir turizm destinasyonunu<br />
tercih etmektedir.<br />
Rusya’da turizm algısında Sovyet döneminin etkisi vardır. SSCB döneminde turizm<br />
bir propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Ayrıca ülkenin demir perde olmasıyla<br />
halkın sosyal aktivitesi olarak turizm kullanılmıştır. Hatta SSCB’nin Rusya Çarlığı<br />
mirasından faydalandığı söylenebilir. Çünkü Rusya Çarlığı Döneminde kurulan “Rus<br />
Turistler Birliği”, “Seyahat Severler ve Kafkasya Dağcılık Kulübü”, “Kırım Dağcılık<br />
Kulübü” vb. kurumlar SSCB döneminde aktifleştirilmiştir. Özellikle Çarlık<br />
dönemindeki 1913 yılı itibari ile 3.000 yataklı 60 sanatoryum örneği ve sanatoryum<br />
geleneği SSCB’ye de taşınmıştır.<br />
Sovyet Döneminde Rusya’da turizm tıpkı diğer ekonomik uğraşlar gibi siyasal<br />
sistemin propagandası olması için bir temele oturtulmuştur. Yeni Sovyet insanını<br />
yaratma ideali bu politikanın merkezini oluşturmuştur. Sovyet yönetimi, turizmi<br />
Sosyalist sistemi vatandaşlara tanıtma amacıyla kullanmıştır. Bu nedenle de taze<br />
beyin olarak düşündüğü çocuklar ve öğrenciler turizm faaliyetlerinin önceliğini<br />
oluşturmuştur. Bu gençler belirli aralıklarla deniz, göl, sanayi tesisleri vb. yerlere ve<br />
SSCB ülkelerine turist olarak taşınmıştır. Bu faaliyetleri organize etmek için de<br />
“Proleter Turizm ve Gezi Birliği (PTGB)”, 15 Mayıs 1930 tarihinde kurulmuştur. Bu<br />
birliğin amaçlarından birisi de toplumun turizm algısını güçlendirmek olarak<br />
açıklanmıştır. 1930 yılında kurulan birliğin çalışmalarıyla 1932 yılında 10,4 milyon<br />
kişi turizm faaliyetine katılmıştır. Bu birliğin faaliyetleri Sovyetler Birliğinde turizm<br />
algısını değiştirdiği gibi kültürel etkileşimi de artırmıştır.<br />
SSCB döneminde 12 Nisan 1929 tarihinde uluslararası turizm hareketlerinden<br />
sorumlu “Intourist” kurulmuştur. Intourist sayesinde ülkeye yabancı turist çekmek<br />
amacıyla yurt dışında tanıtım faaliyetleri yapılmıştır. 2. Dünya savaşı öncesinde 1936<br />
yılında PTGB kapatılmıştır. Bunun yerine “Turizm ve Gezi Başkanlığı (TGB)”<br />
kurulmuştur. Bu kuruluş 2. Dünya Savaşından sonra SSCB’nin önemli şehirlerinde<br />
turizm büroları açmıştır. Bu kuruluşun en önemli katkısı ise ülke vatandaşlarına paket<br />
tur yapmasıydı. Günümüzde de bu alışkanlık devam etmekte ve Rus turistler paket<br />
tur satın almaktadır.<br />
SSCB döneminin ilk turizm faaliyetleri kitle turizmi biçiminde yapılmıştır. Turistik<br />
geziler, sosyalizmin kaleleri olarak nitelendirilen kolektif çiftliklere ve tarihsel<br />
bölgelere yapılmıştır. Böylece sistemin başarılı yönleri ön plana çıkarılarak<br />
propaganda yapılıyordu. SSCB’de 1960’lı yıllardan itibaren işçi ve öğrenciler turizm<br />
159
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
açısından sübvanse edilmiştir. 1960 yılında 18 milyon kişi SSCB genelinde gezi ve<br />
turlara katılmıştır. SSCB’de gençlerin turizm yoluyla ideolojik olarak eğitilmesi<br />
amacıyla yapılan faaliyetlerin başarılı olması sistemi güncellemeye itmiştir. Bu<br />
amaçla 1958 yılında Uluslararası Gençlik Turizm Bürosu (Sputnik) kurulmuştur. Bu<br />
yeni kuruluşun en büyük amacı belki de farklı ülkelerden gelen gençler arasında<br />
dostluğu ve karşılıklı anlayışı güçlendirmekti. Sputnik, 1959 yılında 9.711 yabancı<br />
öğrenciyi ülkede ağırlamıştır. SSCB döneminde bir diğer önemli turistik faaliyet de<br />
günübirlik geziler olmuştur. Sovyet yönetimi aile turizmine destek olmuştur.<br />
Ailelerin beraber katıldıkları turlar teşvik edilmiş ve sadece ailelere yönelik turizm<br />
tesisleri açılmıştır. SSCB, Orta Asya ve Kafkasya’dan insanları Doğu ve Orta Avrupa<br />
ülkelerine taşırken buralardan da insanları Moskova ve diğer bölgelere taşımıştır.<br />
1980 yılında ülkede iç turizm hareketine 22.500.000 kişi katılırken, 173.000.000 kişi<br />
de günübirlik seyahat etmiştir.<br />
SSCB’nin yıkılmasıyla kurulan Rusya Federasyonu döneminde 2000’li yıllara kadar<br />
Rusya’dan turizm aktivasyonu genelde göç ve iş için olmuştur. 2010 yılından sonra<br />
ise ekonominin de gelişmesiyle her yıl 40 milyon kişi Rusya dışına seyahat etmiştir.<br />
Rusya, her yıl ülke dışına turizm amaçlı çıkan vatandaşların ülke bütçesine verdiği<br />
açık dolayısıyla yurt dışına tatil amaçlı çıkan vatandaşların bir bölümünü ülkede<br />
tutmak için iç turizmi geliştirecek faaliyetlere ağırlık vermiştir. Rusya’daki iç turizmi<br />
ve turizm altyapısını geliştirmek için 2011-2018 Federal Turizm Programı<br />
açıklanmıştır. Rusların deniz-kum-güneş (DKG) turizmini tercih ettiği dikkate<br />
alınarak Karadeniz’e kıyısı olan tatil merkezleri kurulmuştur. Rusya’nın sıcak denize<br />
2000 km kıyısı olmasına rağmen bunların ancak 1/3’ü plaj turizmine uygundur.<br />
Rusya, çeşitli turizm ürünleri ile toplumu kültürel etkileşimde tutmaktadır. 17 milyon<br />
m2’lik yüzölçüme sahip ülkede farklı iklim ve doğa koşulları turizm açısından<br />
değerlendirilerek iç turizm geliştirilmektedir. Uluslararası dış turizme yönelik de<br />
planlar yapılmaktadır. Rusya, deniz-kum-güneş turizmine dair eksikliğini nehir-göl<br />
turizmiyle kapatmaya çalışmaktadır. Rusya, ülkede bulunan büyük nehirleri hem iç<br />
turizmde hem de dış turizmde destinasyonlara eklemiştir. Rusya’daki Volga, Kama,<br />
Oka ve Don nehirleri turizmin en temel kaynaklarıdır. Bu nehirlerde yüzme, macera<br />
sporları ve balıkçılık vb. faaliyetler reklam edilmektedir. Rusya’da nehirlerin bolluğu<br />
nedeniyle kruvaziyer turizmi gelişmiştir. Kruvaziyer turlar 6-24’lük saatlik kısa<br />
aralıklar ve 3-14 günlük uzun aralıkları içerecek biçimde de olabilmektedir. Bu turlar<br />
sayesinde Rusya’nın doğası ve zengin kültürü tanıtılmaktadır. Yine göl turizminin<br />
dünyadaki en uygun yerlerinden kabul edilen Baykal Gölü, iç turizmin lokomotifi<br />
olmuştur.<br />
Rusya’nın dünyadaki ormanlık alanların 1/5’ine sahip olduğunu düşündüğümüzde<br />
doğa turizmi açısından da ne kadar değerli olduğunu söyleyebiliriz. Rusya bunu<br />
değerlendirerek ülke yüzölçümünün %70’ini oluşturan ormanlara turistik turlar<br />
düzenlemektedir. Ruslar bazen günübirlik, çoğu zaman da sağlık ve spor amaçlı doğa<br />
turizmini tercih etmektedir. Doğa açısından zengin olan ülkede balıkçılık ve avcılık<br />
da turizm açısından tercih edilmektedir. Çünkü nehir ve göl zenginliği beraberinde<br />
balık ve av zenginliğini de getirmektedir. Rusya hem deniz hem de tatlı su balığı<br />
bakımından çeşitlilik göstermektedir. Büyük şehirlerden ve yurt dışından özel avcılık<br />
160
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
turları ve safarilere ilgi yoğundur. Rusya, Çarlık Rusya ve SSCB döneminden kalma<br />
zengin mineral yatakları ve köklü sanatoryum geleneğini sağlık turizmi açısından<br />
değerlendirmektedir. Ülkenin Kafkasya ve Krosnadar bölgesi termal su ve şifalı<br />
çamurlar bakımından zengindir.<br />
Rusya’da geleneksel bir diğer turizm faaliyeti ise kültürel turizmdir. Rusya Çarlığı ve<br />
SSCB’nin mirasını iyi değerlendiren ülke yerli ve yabancı turistler açısından oldukça<br />
popülerdir. Moskova, St. Petersburg şehirlerinin de içinde bulunduğu “Altın Yüzük”<br />
olarak adlandırılan bölge kültür turizminin başkentidir. Sadece Moskova’da 70’den<br />
fazla tiyatro, 100’e yakın müze/sergi salonu, yüzlerce konser salonu, sinema ve sergi<br />
salonları vardır. Moskova Uluslararası Film Festivali ve Turizm Sergisi (MITT)<br />
dünyaca ünlüdür. Moskova’da 2200’e yakın turistik yapı resmi olarak tescillenerek<br />
devletin koruması altına alınmıştır. Moskova’nın etrafındaki Sergiyev Posad,<br />
Zvenigorod, Serpuhov ve Kolomna şehirleri kültür turizminin çekim alanlarını<br />
oluşturmaktadır.<br />
Rusya’da 2015 yılı itibari ile 7 milyon kişi kültürel amaçlı turizm seyahatine<br />
çıkmıştır. SSCB döneminden kalma binlerce kişisel ve resmi müzeler bu turizm<br />
etkinliğinin temelini oluşturmaktadır. Özellikle her bölgede ve yerleşim yerinde hem<br />
şehir müzesi hem de etnografya müzesi vardır. Şehrin tarihi kimliğini anlatan<br />
müzelere günübirlik seyahatler düzenlenmektedir. Ayrıca şehir turizmi açısından her<br />
bölge bir plan çerçevesinde yıllık gezi etkinliklerine alınmaktadır. Örneğin şehirde<br />
tarihi yerler, doğa, tarımsal faaliyetler, hayvansal faaliyetler, hediyelik ürünler,<br />
geleneksel giysiler ve yemekler, çocuk oyunları ve halk oyunları, mimari yapı, ünlü<br />
şahsiyetlerin yaşadığı yerler, politik şahıslar belirlenerek turizm<br />
şekillendirilmektedir. Bu plana göre her şehir, kasaba ve köyde gezilecek mekânlar<br />
oluşturulmaktadır. Bu yöntem aslında Türkiye’de de uygulanabilir.<br />
2. MUŞ VE ÇEVRESİNİN RUSYA ÖRNEĞİNDE TURİZM<br />
PLANLAMASI NASIL OLABİLİR?<br />
Muş ilimiz tarihi, kültürü, doğası ve insanıyla turizm açısından birçok destinasyonu<br />
barındırabilecek özelliklere sahiptir. Doğu Anadolu’da en eski tarihi geçmişine sahip<br />
bölgelerden olan Muş, Urartuların yaşadığı bölgelerdendir. Muş yöresi Urartular<br />
dışında Medler, Kimmer-İskitler, Persler, Romalılar, Partlar, Ermeniler, Bizanslılar,<br />
Araplar, Selçuklular, Ahlatşahlar, Eyyübiler, Moğollar, İlhanlılar, Karakoyunlular,<br />
Timurlular, Akkoyunlular ve Osmanlılara ev sahipliği yapmıştır. Bu nedenle de sahip<br />
olduğu kültürel zenginlik bacasız bir sanayiye ev sahipliği yapabilir. Örneğin şehrin<br />
önemli şahsiyetlerinden olan;<br />
İbrahim Samidi (Zemzemi)<br />
Kesik Baş<br />
Seyyid Ahmed (Hacı Gal) Hazretleri<br />
Üstad-ı Azam Şeyh Molla Resuli Sipiki<br />
Şeyh Molla İbrahim Efendi Türbesi<br />
Abdulvahap Gazi Türbesi ve Çatbaşı Şehitliği<br />
Şeyh İbrahim Hazretleri<br />
Şeyh Muhammed-i Mağribi<br />
161
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Gürcü Osman Paşa,<br />
Muş Beylerbeyi Emin Paşa<br />
Alaeddin Paşa Oğulları Konağı<br />
Murat Köprüsü<br />
Abdurrahman Paşa Köprüsü vb. kişilerin tanıtım broşürleri ve belgesel CD’leri<br />
yapılabilir. Bunların yaşadığı ev ve mekânlar turizm açısından düzenlenebilir.<br />
Muş’ta yer alan Ulu Cami, Hacı Şeref Cami, Alaeddin Paşa Cami, Esenlik Cami,<br />
Yünören Cami vb. tarihi yerler turizm açısından yeterli çevre düzenlemesine sahip<br />
olmadıkları gibi tanıtım broşürleri de yoktur. Alâeddin Bey Hamamı, Güllü Hamamı,<br />
Varto Kayalıdere Ören Yeri (Kale Şehri), Aradere Köyü Mezarlığı, Muş-Yağcılar<br />
(Evran) Höyüğü, Muş Kalesi, Hasbet Kalesi, Muşet Kalesi, Malazgirt Kalesi, Katerin<br />
(Zincirli) Kale, Tıkızlı Kalesi, Bostankale Kalesi, Aslanlı Han, Arak Manastırı<br />
(Kilisesi), Çengilli (Beyaz) Kilisesi, Meryem Ana Kilisesi, Çanlı Kilise (Surpgarabet<br />
Manastırı), Dolabaş Höyüğü, Bostankale Höyüğü, Mercimekkale Höyüğü, Kepenek<br />
Höyüğü, Malazgirt Yeniköy (Alyar) Kaya Mezarı, Varto Kayalıdere Ören Yeri (Kale<br />
Şehri), Hatun Köprüsü, Kız Köprüsü vb tarihi yerleri tanıtan tek bir kitap<br />
yapılmalıdır. Bu kitap turizm amaçlı olacağı için şehrin farklı yerlerinde ve turistik<br />
dükkânlarında bulundurulmalıdır. Muş’un Varto ilçesindeki Kayalıdere mevkiinde<br />
1965’te yapılan kazılarda ortaya çıkarılan Urartu kalesi tarih açısından önemlidir.<br />
Muş, tarihi kültür yolunun duraklarından birisidir. Buna göre Malazgirt Ovası-Murat<br />
Irmağı-Varto-Muş Ovası-Bingöl-Elazığ-Malatya yolu ile Orta Anadolu ve Kuzey<br />
Suriye’ye kadar uzanan bir kültür/hayat yolu vardır.<br />
Muş, Güney Doğu Toros Dağlarının uzantısı olan Haçreş Dağlarının önemli<br />
zirvelerinden Kurtik Dağının kuzeye bakan yamaçlarında, Çar ve Karni derelerinin<br />
aktıkları vadiler arasında kuruludur. Bu nedenle de doğa turizmi açısından ender<br />
güzelliklere sahiptir. Murat vadisinin çevrelediği Muş, bol sulu ve otludurlar. Bu<br />
nedenle de hayvancılık gelişmiştir. Murat Irmağı, Karasu, Kelereş ile Çar ve Karni,<br />
Çiçekveren deresi, Heronek suyu, Liz suyu, Çılbuhur deresi ve Memanlı suyu<br />
bölgenin doğa turizmine ne kadar uygun olduğunun göstergesidir. Ayrıca Haçlı<br />
(Bulanık), Hamurpet (Akdogan), Küçük Hamurpet, Gaz (Kaz) gölleri henüz turizm<br />
açısından yeterince değerlendirilememektedir. Muş Alpaslan Üniversitesi<br />
bünyesinde yapılan kayak pistleri doğa turizmi için bir başlangıç olabilir. Bölgede<br />
uygun alanların kayak pistleri yapılarak değerlendirilmesiyle komşu illerden yoğun<br />
olarak kış turizmi için gelecek misafirleri ağırlamak mümkün olacaktır.<br />
Muş kültür turizmi açısından en değerli öğelerden birisi tarihi Muş evleridir. Bu evler<br />
genellikle havuş (avlu) gerisinde yükselen iki katlı yapılardan oluşmaktadır. Bu<br />
evlerin sokakla bağlantılı cümle kapısı girişi ve havuş"un yanında tandırlık, erzak<br />
deposu ve çardak görevi gören ağaç altı oturmalıkları vb. diğer Doğu bölgesindeki<br />
evlerden ayrılan özellikleridir. Buralara ek olarak ahırlar vardır. Pencere kenarları,<br />
Selçuklu kültürüne ait miğfer kubbe tarzı, pencerelerde cumba yerine korkuluklar,<br />
çiçeklik nişleri ile süslenen giriş kapıları, kapı tokmakları, kilit bağlantıları, seki,<br />
antreler, sofa vb. Muş evlerinin temel unsurlarıdır. Muş evlerinde kapılar eşikli ve<br />
demir mandallıdır. Muş evinin temel özelliklerinden birisi de evin iç duvarlarında<br />
sıva olarak, saman, keçi kılı ve sönmüş kireç karışımı bir tür harcın kullanılmasıdır.<br />
162
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Muş Belediyesi ve Valilik el ele vererek üniversiteyi de ortak ederek Muş’un<br />
kaybolan bu geleneksel ev kültürünü yeniden canlandırmalıdır. Bu tür evlerle<br />
donatılmış bir çarşı şehir merkezinde veya olmaz ise Murat Irmağı kenarında<br />
yapılmalıdır. Bu tür turizm yatırımları her zaman ilgi çekici olmuştur. Muş evlerinden<br />
yapılan bir çarşıda süs eşyaları olmak üzere bölgede üretilen ürünlerin de turistlere<br />
satılması kolay olacaktır. Bu çarşıda Muş’un yöresel yemeklerinin yapıldığı bir<br />
mekân, halı, kilim, keçe, hasır örmeciliği, boncuk-dantel oyacılığı ve çorap örmeciliği<br />
yapılan ve satılan mekânlar, Muş lalesiyle ilgili tanıtım sergi evi vb. mutlaka<br />
bulunmalıdır.<br />
Muş’un en önemli kültür değerlerinden birisi de eski Muş olarak nitelendirilen<br />
kalenin arkasından tepeye doğru uzanan ve üzüm bağlarını da içine alan bölgenin<br />
turizme kazandırılmasıdır. Bu bölge sahip olduğu üzüm bağları ve tarihi geçmişiyle<br />
birçok insanın ilgisini çekecektir. Fakat yeni dönemde TOKİ’nin bu eski Muş<br />
çevresinde odaklanması bölgenin mimari yapısını bozmaktadır.<br />
3. SONUÇ<br />
Muş Belediyesi kültürel turizmde aktif olmalıdır. Eğer belediyenin bölgeyle ilgili<br />
aktif bir rolü olmaz ise turizmin gelişmesi de mümkün olmayacaktır. Muş’un tarihi<br />
geçmişini düşündüğümüzde turizm açısından bir değer olması oldukça mümkün<br />
gözükmektedir. Rusya örneğinde de değerlendirdiğimiz gibi yerel halkın turizme<br />
hazır hale getirilmesi ile başlayan planlamada öncelikle var olan değerlerin tanıtımı,<br />
turizme uygun hale getirilmesi ve ruh verilmesi gerekmektedir. 21. yüzyıl<br />
Türkiye’sinde bölgesel desteklerin arttığı bir dönemde maddi kaynak sorunu<br />
yaşanmayacaktır. Muş insanı aynı zamanda talepkar olmalıdır. Muş Üniversitesinin<br />
bu durumda rehberlik rolünü üstlenmesi elzemdir. Bilimsel ve yerel güçlerin<br />
birleşmesi, devletin de desteğinin alınması ile iyi bir yerel/kültürel turizm<br />
destinasyonu oluşacaktır.<br />
KAYNAKÇA<br />
Doljenko, G.P., Putrık, Yu.S. (2010). Istoriya Turizma v Rossiskoi Imperii,<br />
Sovetskom Soyuze i Rossiskoi Federatsii, Izdatelskii Tsentr.<br />
Dvornıchenko, M. (1985). Razvitiya Turizma V SSSR (1917-1983), Moskva, Ucheb<br />
Posobie.<br />
Kosolapov, A. (2010). Geografia Rossiskogo Vnutrennogo Turizma, Moskva,<br />
İnorus.<br />
163
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Migration Processes in Kyrgyzstan and Their Role in<br />
The Development of Society<br />
Abtract<br />
O. A. KARYMSHAKOV 1 , C. Z. ARZYMATOVA 2<br />
The topic of migration in many countries, especially in countries receiving migrant<br />
workers, highly politicized, but as an object of study migration is quite complicated.<br />
The bulk of the overall flow of migration in the Kyrgyz Republic are labor migrants<br />
leaving the country in search of better wages, and coming to work in Kyrgyzstan.<br />
Labour migration, at the current stage of development of the world economy is not<br />
just a mechanism for the redistribution of labor resources, but also a sphere, largely<br />
determines the trends in the development of relations between the countries and the<br />
internal situation in many countries. Given the impact of labor migration on almost<br />
all spheres of life and involvement in the process of migration (internal and external),<br />
a large number of the population of Kyrgyzstan, problem-solving in the field of<br />
migration can not be the subject of activities of the Ministry of Labour, migration and<br />
youth.<br />
Keywords: Migration, Migrant Workers, Kyrgyztan, Conditions<br />
COMMENTS<br />
Migration issues should be solved in a complex with the participation of all public<br />
bodies, from which activities are facing migrant workers, ranging from Pre-departure<br />
training and ending with the return to the homeland, when it concerns to external<br />
migrants.<br />
Internal migration in Kyrgyzstan is characterized by the movement of large masses<br />
of the population from some regions of the country to another, the most economically<br />
prosperous. This internal migration contributes not only to improving the living<br />
conditions of the individual migrant, but also promotes the growth of the state<br />
economy as a whole, which corresponds to international experience. However, the<br />
state does not provide assistance to internal migrants, but on the contrary, continues<br />
to restrictive practices, preventing internal migration. The most demonstration<br />
example of this is preventing the system of population registration (residence permit)<br />
in the Kyrgyz Republic.<br />
Passport system (internal passport) and the Institute of residence, which is a system<br />
of registration of citizens at their place of residence apply to all citizens, but the most<br />
negative impact on the situation of internal migrants. This includes access to basic<br />
social services, the possibility to obtain housing and to vote in elections, etc. For<br />
example, in Kyrgyzstan, the legal system and social structures operate in such a way<br />
1<br />
Ph. D. Candidate of Biological Sciences, (Sorumlu Yazar/Corresponding Author)<br />
2<br />
Assoc Proof., Candidate of Philosophical Sciences.<br />
164
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
that the ability to use almost all the social services and civil rights is linked to the<br />
presence of the passport and residence permit.<br />
While the government is taking measures to simplify the procedure of residence<br />
registration, yet there are contradictions between different legislative statements<br />
related to the registration system, which can lead to corruption manifestations and<br />
undermine the effectiveness of the changes made to the legislation.<br />
For example, in accordance with the Law of the KR "On internal migration" to<br />
register a new address, is necessary to provide three documents. According to other<br />
legislative statements of the number of required documents more. In fact, local<br />
authorities request up to twelve different documents, which delays the process of<br />
registration and making it burdensome for internal migrants. Most of the internal<br />
migrants arrived in Bishkek, in the most economically developed region. Internal<br />
migrants are usually rented housing and, most of live in one of the buildings in<br />
Bishkek. The rental housing is often done without making the contract with the owner<br />
of the property because of its reluctance to reveal sources of income on which taxes<br />
may be assessed. In addition, the fear among landlords is the fact that the officially<br />
registered (prescribed), the tenant will be able to claim part of the real estate in which<br />
it is registered.<br />
The absence of registration creates challenges for internal migrants, as well as for the<br />
government. For migrant registration is required if they are to gain access to services<br />
such as education, health and social services. In addition, citizens without a residence<br />
permit are extremely vulnerable and powerless to representatives of the police and<br />
other authorities.<br />
On the other hand, governments do not have information about the actual number of<br />
people living in each of the regions of Kyrgyzstan, which hampers the efficient<br />
allocation of budgetary funds. In addition, internal migration, though not to the same<br />
extent as the external, but affects the way of life, traditions and culture. This is equally<br />
treats as to the migrants themselves and their families and to the people they<br />
encounter in the process of life and the environment in general. Caused by these<br />
changes have both positive and negative complexions. A growing number of people<br />
in the economically active regions often leads to a clash of cultures, customs and<br />
traditions of natives and visitors in searching of work, causing dissatisfaction on both<br />
sides. The infrastructure of the settlements also does not cope with the growing<br />
population, thereby increasing their pollution and untidy.<br />
Regulation of migration flows always had actual character, and at the heart of<br />
migration are a variety of causes and conditions. This is relevant for other CIS<br />
countries: general history, existing cultural ties, community of traditions, lack of<br />
language barriers create an objective ground for population movements, and different<br />
levels of economic development is the cause of the broad processes of labor<br />
migration. The scale of external labor migration from Kyrgyzstan lead to changes in<br />
the age and gender, ethnic and social structure of commonwealth as a whole, since<br />
labor migration is not nothing but a human resource leak in the first place, are in<br />
working and reproductive age.<br />
165
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
There is a growing tendency to increase women in migration flows. This feature can<br />
have serious consequences for the labor market structures in Kyrgyzstan and the<br />
society as a whole. In the future should be more research on gender differences among<br />
migrant workers, including the differences in the level of proficiency, the prospects<br />
find use existing skills. It is also necessary to determine the segments of the labor of<br />
foreign markets, which are mainly engaged in migrant women from our country.<br />
Women from Kyrgyzstan work in jobs that do not require skills.<br />
Thus, it is important to emphasize that the function of women in the countries are the<br />
most important human and economic resources, and in countries of origin allow the<br />
inflow of funds and so-called "Social transfers", as well as the accumulation of funds<br />
for future investment in children, families, communities. Previously, women were<br />
invisible in the international migration scene as independent agents, and were<br />
perceived as members of the families of male migrants, but today they are attracting<br />
attention as an independent group of migrant workers. There is a special term for<br />
women migrants, - «unattached migrants», i.e. autonomous, "not attached" to their<br />
husbands or family.<br />
In addition to the export of labor, Kyrgyzstan annually receives migrant workers and<br />
provide employment quota. The exact number of migrants arriving in Kyrgyzstan<br />
today is not have. At the national labor market among foreign citizens in the majority<br />
of its citizens, the trend of China domination, they are mainly carried out<br />
entrepreneurial activity in the markets of Kyrgyzstan, some of the works in the sphere<br />
of services, mining, agriculture, construction, medicine and education.<br />
A significant role in the lives of migrant workers abroad can play Diaspora<br />
(established migrant communities in the host country, to maintain contact with the<br />
country of origin). Diaspora provide public relations and provide information to<br />
potential migrants. Diaspora can also be the active tool to attract investment, and<br />
dissemination of knowledge. Diaspora have a natural tendency to establish economic,<br />
social and political relations with the countries of origin. International experience<br />
shows that the most important component for the establishment of economically<br />
fruitful relations with the Diaspora is the presence of a favorable business<br />
environment - members of the diaspora who wish to invest in the country are no<br />
different from people living in the country of origin as their requirements related to<br />
the protection in accordance with the law and non-discrimination.<br />
To attract qualified personnel in the country, new technologies and resources, very<br />
valuable is the study of international experience of student migration, both from the<br />
country and in the country. Modern external migration in Kyrgyzstan is also<br />
presented educational migration, which now plays a significant role in the<br />
development of the state. Unlike migrant student youth it has a number of advantages,<br />
since it is a co-recipient countries students in equal conditions. Study migration -<br />
migration flow is directed to higher education or training, which includes not only<br />
the students but also post-graduate students, doctoral students, students of preparatory<br />
courses. According to the Ministry of Education and Science of the Kyrgyz Republic,<br />
with the support of the state in 2011 abroad, attended by more than 4 thousand Kyrgyz<br />
166
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
people. However, many students leave to study abroad through private channels,<br />
which is not considered with government agencies.<br />
Thus, the migration of young people of Kyrgyzstan has a significant impact on<br />
economic development and demographic development of the country. Because of the<br />
outflow of young growth of the Kyrgyz economy are lower in comparison with other<br />
post-soviet states. It should be noted, that economic migration factor caused by<br />
political, national, religious, geographic and environmental reasons. In this context,<br />
ensuring the economic and demographic development of Kyrgyzstan requires the<br />
development of integrated measures of the state policy in the field of migration<br />
management, based in particular on monitoring results of sociological research and<br />
historical experience of other states to regulate migration processes.<br />
REFERENCES<br />
Common declaration of human rights. 1948.<br />
International convention "on protection of rights of migrant workers and their<br />
families", 1990.<br />
International statements on economic, social and cultural rights, 1966.<br />
European convention on the legal status of migrant workers.<br />
Andrei R. 1998. Convention commonwealth of independent states on human rights<br />
and fundamental freedoms. Moscow Media Law and Policy Centre.<br />
Labour migration in International migration policies. 1998. UN Dep. of econ. and<br />
social affairs. Population division. UN, New York, 87-172.<br />
Conference. 2010. Alliance against trafficking in persons. Unprotected Work,<br />
Invisible Exploitation: Trafficking for the Purpose of Domestic Servitude<br />
OSCE, Vienna.<br />
Mukomel V.I 2012. Migrants in the labor market: profiles, mobility, illegal and<br />
informal employment, Labour migration: trends, policies, statistics.<br />
Materials Readings memory E. Tyuryukanova. Moscov.<br />
Anderson K., Barbone, L. 2013. International experience in the sphere of protection<br />
of the rights of migrant workers and its application in the Kyrgyz Republic.<br />
Chudinovskih O. 2011. Report: Labor Migration Statistics in MIRPAL network<br />
countries.<br />
167
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Homo Muslimus ve Medeniyet Humanizmasının<br />
Sağduyucu Teo-Sofik Temellerine Felsefi Bir Yaklaşım<br />
Öz<br />
Hacı Mustafa AÇIKÖZ 1<br />
Bu bildiride, insanın Tevhidi kozmik tümcü düzen ve homo Muslimusluğu<br />
çerçevelerinde ortaya koyması beklenilen varlıktalığının nihai toplumsal ifadesi olan<br />
kalkınma veya medeniyet humanizmasının teo-sofik temellerinin sağduyu felsefesi<br />
ve onun felsefi metodik bütüncül yaklaşım (ı vasıtasıy)la araştırmasını yapacağız.<br />
Böylece homo Muslimusun bireysel ve toplumsal kalkınmasının bütüncül çok yönlü<br />
ifadesi olan medeniyet hümanizmasının teosofik omurgasını felsefi (ontolojik,<br />
epistemolojik, etik vb.) düzlemde ortaya koyacağız. İnsanın söylem ve eylemlerinin<br />
kendi iç ve dış çevrelerindeki etkileri onun ontolojik beden+ruh genel bileşkesinin<br />
dışavurum kanalları olan bedensel, ruhsal ve zihinsel fıtri alanlarından kaynaklanır.<br />
İnsanın medeniyet verilerini analiz ettiğimizde onların kaynakları olarak bu kanallara<br />
ulaşırız. Yani insanın medeniyeti bu kanallara koşut ortaya çıkar ve bunların bileşik<br />
ifadesi ve ürünüdür. Her medeniyet belli bir mekan ve zamanda insan toplumları<br />
tarafından bir hümanizma üzerine inşa edilir. Onun ürünleri ve hümanizması bilimsel,<br />
dinsel, felsefe ve dil kalıplarından geçirilip bir bilgelik (hikmet) türü olarak tezahür<br />
eder ki, buradaki ana ve aktif unsur insanın ta kendisidir. Bu nedenle, eğer bir<br />
medeniyet hümanizmasının çözümlenmesi isteniyorsa, evvelen onun insan anlayışına<br />
bakılması gerekir. Bu da toplumu oluşturan bütün paydaşlarının katıldığı değişime,<br />
gelişime, paylaşıma, dayanışmaya, birliğe ve diriliğe açık bir sağduyu iletişim ve<br />
eylem süreci ile ulusal, bölgesel, küresel ve evrensel bir medeniyet projesi, vizyonu<br />
ve misyonu gerektirir. Özce, homo Muslimus ve medeniyet humanizmasının teorik,<br />
ferdi ve ictimai bir resmini çizme çabasında olacağız.<br />
Anahtar Kelimeler: Homo Muslimus, kalkınma, medeniyet, humanizma,<br />
sağduyucu teo-sofi, felsefe, sosyal hizmet.<br />
A Philosophical Approach to Homo Muslimus and Common<br />
Sense Teo-Sophical Basis of Humanism of Civilisation<br />
Abstract<br />
In this paper, I shall deal with homo Muslimus and teo-sophical basis of humanism<br />
of development which is taken in a comprehensive, holistic and huge context and<br />
called as a “civilisation” where man is expected to live accordingly and thus find the<br />
meaning of his social existence by means of a common sense philosophical holistic<br />
approach as to Tawhedy cosmic holistic order. Therefore we shall show the common<br />
sense teo-sophical skeleton of homo Muslimus and humanism of his invidual and<br />
social development called as civilisation on the philosophical grounds (i.e.<br />
1<br />
Doç. Dr., Milli Eğitim Bakanlığı, Bakanlık Müşaviri, acikoz.hm@hotmail.com<br />
168
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ontological, epistemological, ethical and so on). The impacts of sayings and actions<br />
of a man in his own internal and external environments are observed due to revealing<br />
biological, mental and spiritual channels of the ontological and general unity of<br />
body+soul of his nature. When data of man’s civilisation analysed, we meet these<br />
channels as their origins. Thus the man’s civilisation is seen by these channels and<br />
the product and unified of these. Every civilisation based upon a humanism by human<br />
societies in certain space and time. The humanism and products of civilisation are<br />
reflected in terms of science, religion and philosophical thoughts and language as a<br />
kind of wisdom where man himself is placed centered active agent. The participation<br />
of forming elements of a society into the individual and social change, share,<br />
development, unity, solidarity need a process of open and common sense<br />
communication and action; and urge to have a national, regional, global and universal<br />
vision and mission of civilisation. We shall draw an individual and societal picture of<br />
homo Muslimus and humanism of his development on theoretical and practical<br />
grounds.<br />
Key Words: Homo Muslimus, development, civilisation, humanism, common sense<br />
teo-sophy, philosophy, social work.<br />
1. GİRİŞ<br />
“Bir Ülkede Evvelen Ulema ve Umera; Saniyen Mef’umlar ve Müesseseler İfsad Olur; Bu<br />
Mecraya Salisen Esnafın Vicdan Terazisinin İflası da İlave Olunduğunda (Orada Artık<br />
Maneviyat, Milliyet ve Medeniyet Yok; Heva Heves, Yalan, Meczubiyet ve Ahlaksızlar Ahlakı<br />
Vardır); Bundan Gayri O Ülkenin Her Türlü Çöküşünü Seyir Eyleyiniz.” (Merza Fakur Heliki,<br />
1424)<br />
Yukarıda, özette, bildirimizin neliğine, içeriği ve kimliğine dair, “insanın, Tevhidi<br />
kozmik tümcü düzen ve homo Muslimusluğu çerçevelerinde ortaya koyması<br />
beklenilen varlıktalığının nihai toplumsal ifadesi olan kalkınma ve medeniyet<br />
humanizmasının teo-sofik temellerinin felsefi metodik bütüncül bir yaklaşımla<br />
araştırmasını yapacağımızı” ifade ettik. Böylece “homo Muslimusun bireysel ve<br />
toplumsal kalkınması”; onun kapsamlı ve çok yönlü bir bütünde ifadesi demek olan<br />
“medeniyet” ve “hümanizma”sının teosofik omurgasını felsefi (ontolojik,<br />
epistemolojik, etik, eylem teorisi vb.) düzlemde ortaya koyacağız. Öyleyse, burada,<br />
Giriş kısmımızda, incelememizin neliği, niçinliği ve nasıllığını açarak araştırmamızın<br />
yol haritasını çizip ona kuramsal bir zemin hazırlayalım. Öncelikle araştırmamızın<br />
neliği ve kimliğinin göstergesi bildirimizin başlığının, “Homo Muslimus ve<br />
Medeniyet Humanizmasının Sağduyucu Teo-Sofik Temellerine Felsefi Bir<br />
Yaklaşım” ta kendisidir.<br />
İnsanın söylem ve eylemlerinin kendi iç ve dış çevrelerindeki etkileri onun ontolojik<br />
beden+ruh bileşkesinin dışavurum kanalları olan bedensel, ruhsal ve zihinsel fıtri<br />
alanlarından kaynaklanır. Medeniyet kavramının detaylı açılımını yaptığımızda daha<br />
kapsamlı bir şekilde görüleceği üzere: İnsanın dar alanda daha çok maddi ve<br />
teknolojik ürünlerine ve buna bağlı olarak kültürüne karşılık gelen “kalkınma”; ve<br />
kalkınmanın da içinde yer aldığı maddi ve manevi kültürleri kapsamına alan çok<br />
yönlü bir eylemler yumağı veya bileşkesi olan şemsiye kavram “medeniyet” ve onun<br />
olgusal verileri analiz edildiğinde onların kaynakları olarak bu kanallara ulaşırız.<br />
169
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Yani insanın medeniyeti bu kanallara koşut ortaya çıkar ve bunların bileşik ifadesi ve<br />
ürünüdür.<br />
İlerleyen satırlar boyunca şu husus ta baştan akılda tutulmalıdır: “Medeniyet”<br />
kavram, olgu ve eylemine yapısı, içeriği, önemi, işlevi ve etkileri bakımlarından her<br />
gönderme yaptığımızda doğal olarak onun alt bileşenlerinden olan “maddi ve manevi<br />
kalkınma”ya ve bunların sonucu ortaya çıkan “maddi ve manevi kültüre” de<br />
gönderme yapmış oluyoruz demektir. Her medeniyet belli bir mekan ve zamanda<br />
insan toplumları tarafından bir hümanizma üzerine inşa edilir. Onun ürünleri ve<br />
hümanizması bilimsel, dinsel, felsefe, sanat ve dil kalıplarından geçirilip bir bilgelik<br />
(hikmet) türü olarak tezahür eder ki, buradaki ana ve aktif unsur “insan”ın ta kendisi<br />
olup sonra medeniyeti ve onun hümanizmasıdır. Bu da demek oluyor ki: Homo<br />
Muslimus, medeniyet, humanizma, medeniyet hümanizması, sağduyu ilke ve<br />
yargıları, sağduyu eylem felsefesi, teo-sofi, felsefe, sosyal hizmet, medeniyet<br />
stratejileri, devlet (T.C. Kalkınma Bakanlığı vb.), üniversiteler ve sivil toplum<br />
kuruluşları incelememizin içeriksel öğeleri olup; yine içeriksel sınırları insanın<br />
kendisi ve homo Muslimus sıfatına koşut ürettiği veya istikbalde ortaya koyması<br />
beklenilen medeniyet hümanizması ve mevcut küresel durum karşısında geliştirdiği<br />
ulusal dört stratejiden ibarettir. Ayrıca genel de inceleme konumuzun içeriği özelde<br />
konuyu oluşturan öğelerinin içeriksel dolumu sağduyucu teo-sofik alanda olup,<br />
felsefi bir yaklaşımla tümcü metodik uygulama ile gerçekleştirilecektir.<br />
Niçin bu tema araştırması konusu olarak seçildi? Bu sorunun cevabı bizi bildirimizin<br />
niçinliğinin ortaya konmasını sağlayacaktır. Tabiî ki sorunun en kolay ve doğrudan<br />
cevabı, bu uluslar arası konferansın temasına uygun bizce diğer bildirilere içerik,<br />
önem, işlev ve etkileri bakımlarından hem teoride hem de uygulamada temel teşkil<br />
edip katkı sunacak bir konu olmasıdır. Aynı şekilde genelde insan özelde homo<br />
Muslimus merkezli olmak üzere Tevhidi kozmik tümcü düzenin anlayış, metot ve<br />
lojistiğinin konuya dair teorik ve uygulamalı çerçevelerini göstermektir. Yani,<br />
insanın fıtri donanım havuzunun dışa açılım kanalları olan bedensel, zihinsel ve<br />
ruhsal alanların işlevselleştirilmesiyle kendi bireysel, toplumsal, kültürel gelişim ve<br />
medeniyetini gerçekleştirmesi; ve bu gerçekleştirmenin maddi ve manevi boyutları<br />
ve en önemlisi insani boyutunun ne tür bir hümanizma ile meydana getirildiğinin<br />
sağduyucu teo-sofik zeminde felsefi bir gözle bakıp açıklama ve yorum getirme<br />
amacında olacağız. Bu amaçları gerçekleştirirken beklentimiz insanın akıl<br />
hamaliyeliği tarihinde uluslararası medeniyet ve kültür yarışmalarında tarihi bir<br />
medeniyet hikayesi, destanı ve başarıları olan ülkemizin kısa, orta ve uzun vadelerde<br />
bir ulusal, bölgesel, küresel ve evrensel medeniyet eylem stratejisi, projesi, vizyonu<br />
ve misyonu hümanizması oluşumuna bütünde teorik ve kısmen uygulamalı<br />
karakterdeki bu incelememizle ileride yapılacak olan medeniyet çalışmalarına katkı<br />
sağlama beklentisini taşıyacağız.<br />
Neliğini ve niçinliğini açıkladığımız bildiri konumuza ilişkin böyle bir çalışma nasıl<br />
gerçekleştirilebilir? Nasıl ve hangi metodik yaklaşım, uygulama ve lojistik ile<br />
yapılabilir? Öncelikle belirtmemiz gerekir ki, incelememiz ontolojik, epistemolojik,<br />
etik, sağduyu eylem teorisi ve estetik felsefi zeminlerde; ilgili anahtar<br />
kelimelerimizin kavramsal, olgusal ve tarihi bakımlardan incelenerek<br />
170
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
gerçekleştirilecektir. Felsefi ve bilimsel bir perspektifle tümcü (holistik) metodik<br />
yaklaşım ve sorgulama tarzı kullanılacaktır. İnceleme alanımız hikmetin bileşenleri<br />
bilim, din, sanat, felsefe ve özellikle teo-sofik teorik alan olup onun uygulamadaki<br />
(insan, fıtrat, emanet, homo Muslimus, Tevhidi kozmik tümcü düzen, tekamül,<br />
medeniyet, adalet, denge, değişim gibi) terminolojisinin tarihi, olgusal ve kavramsal<br />
verileri olacaktır. Yukarıda neliği, niçinliği ve nasıllığı kısaca belirtilen genel<br />
çerçevenin teorik alandaki sunumundan sonra sağduyu iletişim eylem felsefesi sosyal<br />
hizmet anlayış ve uygulamaları bağlamında açılımı yapılacaktır. Böylece bildirimiz,<br />
Giriş, Beş Bölüm ve Sonuçtan olmak üzere içeriksel iskeleti şöylece biçimlenecektir:<br />
I. Terminolojik Çerçeve ve Metodolojik Yaklaşımlar: Homo Muslimus, Medeniyet<br />
Hümanizması Bileşenleri, Fıtrat, Emanet, Hikmet vb.; II. Homo Muslimus,<br />
Medeniyet Hümanizması Bileşenlerinin Onto-Epistemolojik Çerçevesi; III. Sağduyu<br />
Eylemsel Alan ve Özne (Homo Muslimus) Nesne (Medeniyet) İlişkisi; IV. Sağduyu<br />
Etiksel Alan: Homo Muslimus ve Medeniyet Hümanizması Stratejileri; (IV.A.<br />
Yönelim Stratejisi 1: Yerelde Küreselleşmeye Başkaldırı; IV.B. Yönelim Stratejisi 2:<br />
Küreselleşmeye Karşı Teslimiyetçilik; IV.C. Yönelim Stratejisi 3: Küreselleşmeye<br />
Karşı Eklektikçilik; V. Hümanizmalar Üstü Hümanizma (Homo Muslimus ve<br />
Evrensel Medeniyet Hümanizması): Küreselleşmeye Karşı Evrenselcilik-Tevhidi<br />
Kozmik Tümcülük; Sonuç (Bütün Homo Muslimus ve Müstakbel Adaylarına Bir Not<br />
ve Hatırlatma: Acilen Fıtrata, Emanete ve Tevhidi Kozmik Tümcülüğe Dönüş<br />
Çağrısı).<br />
2. TERMİNOLOJİK ÇERÇEVE VE METODOLOJİK<br />
YAKLAŞIMLAR: HOMO MUSLİMUS VE MEDENİYET<br />
HÜMANİZMASI BİLEŞENLERİ<br />
2.1. Terminolojik Çerçeve ve Medeniyet Hümanizması Bileşenleri<br />
Bir anlam ağı veya kompozisyonunun olmazsa olmazı olan terminoloji, bizim<br />
durumumuzda daha da bir önem arz etmektedir. Bu yüzden öncelikle anlam taşıyıcı<br />
terminolojik ana öğelerin kavramların takdiminin yapılması zaruridir. Bizim<br />
yukarıda da belirtildiği gibi, evvelen içerik açıklaması yapılması gereken bir dizi<br />
kavramlarımız var. Bunları şimdi kısaca birer birer görelim.<br />
“Homo Muslimus” (Müslüman İnsan): Yaratıcısı tarafından homoların (insansıların)<br />
sapien (akıllı) türünden seçilip kendisine ilahi ruh terkibi (akıl, irade ve vicdan)<br />
üflenmesine koşut beşerlikten (homo animalusluktan) kurtulma imkanı tanınan ve<br />
böylece kendisine akıl emaneti, yeryüzü imarcılığı ve temsilciliği verilen Adem<br />
olarak takdim edilip modellenen müstakbel ideal kişiye karşılık gelir. Homo<br />
Muslimus, aynı zamanda homo skeptikus (şüpheci insan) olma özelliğinden dolayı<br />
insanlık medeniyet ve hümanizmasının iptidai ilk temsilcisidir. Kendisine biçilen<br />
homo Muslimusluk vizyon ve misyonunu kabul veya ret etme iradi seçme keyfiyeti<br />
kendisine bırakılan homo Muslimusluk adayı beşer homo sapiens (günümüzde homo<br />
sapiens sapiens=homo modernikus) ister skeptikus (şüpheci) özelliğini önerilen yolda<br />
işlevselleştirip kendi seçimiyle yürür ve homo Muslimus olur; ister öneriyi ret eder<br />
ve aslına rücü eder. Yani bir bakıma insan hayatı, bir ucunda homo Muslimusluk ve<br />
171
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
tonajları olan, diğer uçta homo animusluk (beşerlik) ve versiyonlarını olan bir ömür<br />
kulvarındaki bilinçli ve iradi yürüyüşe karşılık gelir.<br />
Öte yandan, hatta homo Muslimusluk adayı insanın, homo animalus beşerlikten daha<br />
aşağı bir konuma düşmesi bile ciddi anlamda söz konusudur. Çünkü insana ruh<br />
emanetini (akıl, vicdan, irade) yüklendikten sonra bu ilahi lojistiği kaynağını ret<br />
etmesine rağmen fıtraten veya yaratılış doğası gereği kullanmaktadır. Çünkü fıtri<br />
lojistik Tanrısal bir veri ve nimet olup herkese istisnasız açıktır. Bunun için homo<br />
Muslimusluk kapısı son nefesten bir öncesine kadar fıtratı gereği potansiyel homo<br />
Muslimusluk adayı olan bütün insanlığa açıktır. Başta homo Muslimusluk olmak<br />
üzere, hiçbir sıfat ve kimlik yine hiçbir kimsenin tekelinde değildir; fakat insandan<br />
İlahi irade yine insanın iyiliği için fıtratına uyup emaneti iyi değerlendirip homo<br />
Muslimus olmasını veya olmayı seçip gereğince eyleyip söylemesini beklemektedir.<br />
Böylece Yaratıcısı ondan yeryüzünü inşa ederek homo Muslimusca barışcıl bir<br />
kalkınma-medeniyet oluşturmasını istemektedir. İşte bu yüzden hayvan kendisine<br />
verilen donanımın gereğini içgüdüsel, refleks ve hatta mekanik çerçevede sergiler,<br />
nitekim kendisinden de beklenilen hayvanlığının gereğini yapmasıdır.<br />
Oysa, bir bakıma gelişmiş hayvan olan insana artık üflenen ruh terkibi gereği akıl<br />
(irade ve vicdan) emaneti verilmiştir ve o bu emaneti önerilen çerçevenin dışında<br />
kullanmakta olup bunu yine kaynağını ret ettiği akıl ile yapmaktadır, yani akıl akıl ile<br />
çatışmakta ve çelişmektedir. İslami terminoloji ile ifade edecek olursak, bu iradi<br />
seçim “ahsen-i takvim”lik (en güzel kıvamda) ile “esfele safilin”lik (sefihlerin sefihi)<br />
arasında bir seçimdir. (İslamoğlu, 2014) Öyleyse herkes seçiminde ve seçime koşut<br />
yapılan eylemlerinde özgür olup, böylece seçiminin olumlu olumsuz sonuçlarından<br />
hukuken, ahlaken ve vicdanen sorumludur. Homo Muslimusu ve Muslimusluğu<br />
anlamak, atası homo sapieni ve sapienliği, fıtratı, üflenen ruhu, (akıl, vicdan, irade)<br />
emanetini, Tevhidi kozmik tümcü düzeni ve yeryüzü temsilcisi-imarcısı rolünü<br />
anlamaktan geçer. (İslamoğlu, 2016) Çünkü bütün bu manevi lojistik olmadan homo<br />
Muslimusluk hiç bir anlam ifade etmez. Bu anlamanın yeri de hikmetin<br />
bileşenlerinden olan teoloji, ilim, sanat ve felsefe alanlarıdır. Bu kavramlar gereğince<br />
anlaşıldığında kalkınma-medeniyetin niçin diğer canlılara değil de, sadece insana<br />
özgü bir faaliyet alanı olduğu anlaşılır. İşte bu yüzdendir ki şempanze muza uzanır<br />
ama uzanma aleti veya muz tarımı yapamaz, yani bir kalkınma projesi, medeniyeti<br />
ortaya koyamaz. (Küyel, 1978: 1-2)<br />
“Medeniyet”: İnsanın doğuştan kendisi ile birlikte getirmeyip kendisine Yaratıcı<br />
tarafından yüklenen ilahi terkibi (akıl, irade ve vicdan) veya emanetini kendince<br />
taşıyıp bilim, din, sanat ve felsefe yapma vasıtasıyla kullanarak sonradan doğaya<br />
kattığı ürünlerin bütününe karşılık gelir. Bu ürünü maddi türüne maddi kültür veya<br />
medeniyet; manevi türüne manevi kültür veya medeniyet denir. Bu anlamda insan,<br />
yeryüzünün inşası için inşa edilmiş ilahi bir projedir. Doğal olarak medeniyet<br />
denilince akla aktif eyleyen insan ve onun maddi ve manevi alanlardaki zihinsel,<br />
bedensel ve ruhsal yetilerinin işlevselleştirmesine koşut her türden faaliyetleri gelir.<br />
Bu bilinçli, iradi, özgün ve özgür eylemler toplumsal bir kimliğe büründüğünde<br />
değişim, yenilenmenin, evrilmenin, gelişmenin, imarın ve inşanın habercisi olup<br />
172
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
insan (toplumsal) medeniyetinin birleşik ana motorları vazifesini görürler. (Öztürk,<br />
2014: Giriş)<br />
Medeniyet, tek tek bireyin değil, aksine bireylerin kolektif (toplumsal) zihinsel,<br />
ruhsal, bedensel ve bunların bileşkesi veya kombinazonu olan eylemlerinin bütününü<br />
ifade eder. Bu bütüne toplumun her kesimi ve tabakasının doğal sürecinde çeşitli<br />
katkıları vardır. Bu yüzden medeniyet ortak bir birikim ve geçmiş ile bağını şimdide<br />
tutup ileriye yönelik bir süreç sonucu oluşur. Onun için falanca bireyin ferdi<br />
medeniyetinden söz edilemez ama o bireyinde için de yer aldığı toplumun (ulusun,<br />
milletin vb.) her kesiminin ortak faaliyeti olan kültüründen ve medeniyetinden söz<br />
edilebilir. Bu yüzden medeniyet bireyler arasındaki ortak düşünsel, inançsal,<br />
duygusal, eylemsel, sözel, vicdani ve hissediş bağı bünyesinde barındırıp bu<br />
zenginliği yansıtır. Çünkü o, bir bakıma ortak aidiyet kimliğini ve varolma<br />
kalıcılığının kendincesini ve tarihi mührünü yansıtır, tıpkı Hint, Çin, Mısır,<br />
Mezopotamya, Pers, Yunan, İslam, Avrupa, Amerika ve sair medeniyetleri gibi.<br />
(Sayılı, 1982: 1-33)<br />
“Medeniyet Hümanizması”: Medeniyeti oluşturan bütün eylemler hangi insan bakış<br />
açısı ile sergileniyorsa; veya eylemlerinin merkezine hangi insan anlayışı konulup<br />
esas alınıyorsa, medeniyet o insan bakış açısı ve anlayış ile (yani hümanizmasıyla)<br />
anılır. Nitekim hümanizma insana ait, insana dair, insana yönelik, insana ilişkin, insan<br />
hakkında, insan öncelikli ve insan için olandır. Hümanizma maddi ve manevi veya<br />
ikisinin karması adamlık ürünlerin, eserlerin, yapıtların, söylemlerin, eylemlerin<br />
karşılığıdır; yani hümanizma medeniyetin karşılığı olup onun canı ve ruhudur. Oysa<br />
medeniyet, hümanizmanın içinde yer alıp meskun olduğu teni ve bedenidir. Bu<br />
nedenle, hümanizmasız bir medeniyet düşünmek imkansızdır.<br />
Sonuçta her medeniyetin bir hümanizması vardır ve onun üstüne inşa edilir. Yine<br />
hümanizma: Adamcılık, ademcilik, insancılıktır; insana, adama, ademe öncelik verip<br />
onu ilgi ve uğraşta merkeze koymaktır; insanı, adamı, ademi sevmektir. İnsan<br />
merkezli veya insan dair bu eylemleri gerçekleştirenlere hümanist denir. Bunların<br />
çoğul durumlarına veya topluluğuna da hümanistler denir. İşte bu yüzden medeniyet<br />
hümanizması, medeniyetin insancasına, adamlığına ve ademliğine; insan, adam ve<br />
adem merkezciliğine karşılık gelir. Başka bir ifadeyle medeniyet hümanizması, insan<br />
(toplum) mekan ilişkisinin veya bağlamlarının insanca (toplumlarca) ortaya konup<br />
sergilenmiş maddi ve manevi ürünsel ifadesidir. Bu yüzden hümanizmalar insan ırk<br />
adlarıyla bazen de meskun coğrafi yer, inanç kimliği ve mensubiyet adlarıyla anılır:<br />
Hint, Çin, Mısır, Mezopotamya, Pers, Yunan, Budist, Yahudi, Hıristiyan, İslam,<br />
Avrupa, Amerika, Doğu, Batı, vb. medeniyet hümanizmaları gibi.<br />
“Hikmet (= Teoloji-Teosofi + Bilim + Sanat + Felsefe-Filosofi)”: Her medeniyet akıl<br />
hamaliyeliği çevresi bir hümanizmayı yansıttığı gibi, aynı zamanda o çevrenin hikmet<br />
anlayışını da yansıtır. Hikmet ise, ister ilahi ister insan menşeli olsun her türlü eylem,<br />
iş, oluş, vakıa, fenomen, davranışın özünü bilme iradi cehdine, gayretine karşılık<br />
gelir. Hikmet bu bilmeyi ilahiyat, bilim, sanat ve felsefe alanlarında ve bu alanların<br />
anlayış ve metodolojilerini kullanarak yapar. Bazen araç ile amaç karışır; araç, amaç<br />
olarak anılır veya bilerek karıştırılıp amaç olarak ifade edilir. Yani, hikmetin parçaları<br />
veya elemanları olan teoloji, bilim, sanat ve felsefe indirgemeci metodik yaklaşım ile<br />
173
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
hikmetin yerine konur. (Küyel, 1976: 13-14) Oysa teoloji, bilim, sanat ve felsefe<br />
hikmetin olmazsa olmaz aktif bileşenleri, parçaları, öğeleri ve vasıtalarıdır. Bu<br />
parçalar gerçekte ancak bir bütünde (hikmet bütününde) anlam, önem, işlev ve etki<br />
ifade ederler. Aksi durumda, güdük, sığ, yalın, eksik ve yanıltıcı olup yanlışa<br />
sürüklerler.<br />
Örneğin teo-sofi, hikmetin teolojik veya ilahiyat yüzüdür. Filo-sofi hikmetin düşünsel<br />
fevri beşeri yüzüdür. Sanato-sofi, insanın varlıkla özel, özgün ve özgür biçimde<br />
varlıkla ünsiyetinin ürünsel yüzüdür. İlmo-sofi, hikmetin dünyalı hatta evrensel<br />
yüzüdür. Bu dörtlünün birleşimi bize hikmetin bütününü verir veya bütününe<br />
ulaştırır. Bu dörtlü vasıtasıyla hikmetçe okunan insan, doğa, evren, Yaratıcı, toplum,<br />
insanlık, kalkınma-medeniyet ve kültür bize bu öğelere dair bütüncü, kapsamlı ve<br />
yetkin bir tablo sunar. Bu tablo, en çok medeniyet hümanizmalarının anlaşılıp<br />
değerlendirmesine yarar. Hikmette güçlü olan medeniyette de güçlü olur. Fakat bu<br />
güç, güç ahlakı çerçevesinde kontrol altına alınmazsa eğer karşımıza Yaratıcıya karşı<br />
çıkan veya sözde Yaratıcı adına tanrıcılık yapan vahşi kapitalizm, vahşi komünizm,<br />
vahşi faşizm, vahşi siyonizm, vahşi fetöizm ve bunların türevleri çıkar. İşte burada<br />
her türlü hikmet faaliyetinde çoğunlukla görülen bütünün parçalarına indirgeme<br />
dürtüsünden kaynaklanan indirgemecilik hastalığı ile karşı karşıya gelinir. Böylece<br />
bütün parçada, parçacılık uğruna bilinçli bir şekilde yok edilir veya yok edildiği<br />
sanrısına kapılınır.<br />
“Akıl Hamaliyeliği (Tarihi ve Çevreleri), Akıl Hamalı Homo Skeptikus, Tevhidi<br />
Kozmik Tümcülük ve Tevhidi Kozmik Tümcü Düzen”: Bu ifade grubu bizim<br />
incelememizde özel, özgün, önem ve işleve sahiptirler. Bunları yer yer kullandığımız<br />
için kısaca açıklamak da yarar görüyorum. “Akıl hamaliyeliği”nden kasıt, yukarıda<br />
homo Muslimusun açıklamasında ifade ettiğimiz gibi, Yaratıcının insana verdiği<br />
(veya üflediği ruh) emanetin terkibinin (akıl, irade, vicdan) akılın öncülüğünde<br />
gereğince anlaşılıp, taşınıp işlevselleştirilmesi durumudur. Akıl hamalı homo<br />
skeptikus (akıl hamalı şüpheci insan) ise, bu işlevselleştirme sürecini homo<br />
Muslimusluk vizyonun ve misyonun gereğini yapmak üzere insanın akıllı varlık (akıl<br />
hamalı) bilinciyle olumlu şüpheci tavır takınan özneye (skeptikusa) karşılık gelen<br />
bileşik ifadesidir.<br />
“Akıl hamaliyeliği tarihi”, bu öznenin zamanda sergilediği eylemlerin zamansal<br />
ifadesine karşılık gelirken, “akıl hamaliyeliği çevresi veya çevreleri”de bu eylemlerin<br />
sergilendiği yerlere veya mekanlara koşut ifadesinin karşılığıdır. Hint, Çin, Yunan,<br />
İslam, Britanya, Avrupa, Amerika vb. akıl hamaliyelikleri, tarihleri ve çevreleri gibi.<br />
Yine, “Tevhidi Kozmik Tümcülük”, Evrendeki düzenin Yaratıcı tarafından zıtların<br />
birliği; kesretten vahdete ve vahdetten kesrete diyalektik ve tekamül ilkeleri gereği<br />
İlahi bütüncü ve birci işleyişin (Sunnetullah’ın) bizce ifadesidir. “Tevhidi Kozmik<br />
Tümcü Düzen” ise, bu bütüncü ve birci işleyişin evrende bir uyum, bir denge, bir<br />
düzen dahilinde olmasının karşılığıdır.<br />
“Medeniyetin Bileşenleri”: “Medeniyet” çok özneli, aktörlü, eyleyenli, katılımlı ve<br />
çok yönlü, çok kapsamlı, çok çeşitli ve birleşik eylemlerden meydana geldiği için<br />
değişik bileşenlerden oluşup onların ortak ürününün bütündeki veya toplamdaki<br />
adıdır. “Kalkınma” (development) ise daha çok iktisadi, sosyal, teknolojik bilgi ve<br />
174
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
uygulama süreçlerini kapsayan sonuçsal bir medeniyet bileşeni veya alt kümesidir.<br />
Medeniyet bileşenleri olarak ona katkı veren paydaşları şöylece sıralayabiliriz:<br />
Devlet (özellikle Kalkınma Bakanlığı, diğer Bakanlıklar, kamu kurum ve<br />
kuruluşları), üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, kamu ve özel sektör çalışanları,<br />
ve bütün vatandaşlardır. Tıpkı bugün çoğu paydaşların burada ortak bir amaç için bu<br />
“UNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı” toplantısında bir araya<br />
gelmesinde olduğu gibi. Bu etkinlik örneğinden de gözlemleneceği gibi, paydaşların<br />
işlevselleştirilmesi sonucu elde edilen maddi ve manevi enerjiye toplumsal sinerji,<br />
dirilik, birliktelik, dayanışma, sağduyu ve ruh denir.<br />
İşte bu yüzden olsa gerek ki, Kalkınma Bakanlığı Basın Halkla İlişkiler Müşavirliği<br />
Birimi tarafından hazırlanan “Kalkınma Bakanlığı Tanıtım Kitabı”nda (Plan,<br />
Program, Yatırım, Koordinasyon ve Kalkınma konularında) “Nitelikli İnsan Güçlü<br />
Toplum” tematik ilkesinden hareketle “vizyon”, “misyon”, “uzun vadeli gelişme<br />
strateji”, diğer iş ve işlevler bağlamlarında şunlar belirtilmektedir:<br />
“Misyonumuz: Ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınmasının hızlandırılması,<br />
dengeli ve sürdürülebilir kılınması için kalkınma sürecini katılımcı bir yaklaşımla<br />
planlayarak hükümete müşavirlik yapmak ve toplumun tüm kesimlerine yol<br />
göstermek. Vizyonumuz: Kalkınmayı bütüncül bir yaklaşımla tasarlayan ve<br />
yönlendiren, politika ve strateji üretimine ve koordinasyonuna yoğunlaşmış,<br />
uzmanlığa dayalı, yenilikçi ve öncü bir kurum olmak. Bakanlığımız, 50 yılı aşkın<br />
bilgi birikimiyle ülkemizin ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınma çabalarının<br />
yönlendirilmesine hizmet etmektedir... Ülkemizin kalkınmasına yönelik uzun vadeli<br />
hedef ve stratejilerin gerçekleştirilmesi sürecinde en önemli unsur, tüm politikaların<br />
insan odaklı, birbirleriyle tutarlı bir bütün olarak ele alınmasıdır. Çalışmalarımızı,<br />
kapsayıcı ve sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı doğrultusunda, stratejik önceliklere<br />
dayalı bütüncül bakış açısıyla, ülkemizin potansiyelini ortaya çıkaracak şekilde<br />
sosyal devlet olmanın gereğini de dikkate alarak sürdürmekteyiz. 2023 Uzun Vadeli<br />
Strateji: Bilgi toplumuna dönüşümün sağlanarak dünya hâsılasından daha yüksek<br />
oranda pay alınması, toplumun yaşam kalitesinin yükseltilmesi, bilim ve uygarlığa<br />
katkı ile bölgesel ve küresel düzeylerdeki kararlarda etkin söz sahipliği, uzun vadeli<br />
gelişme stratejisinin nesnel amaçlarını oluşturmaktadır. Uzun Vadeli Gelişme<br />
Stratejisinde ülkemizin jeostratejik konumu, kültürel birikimi ile ekonomik ve sosyal<br />
alanda sağlayacağı gelişmeler sonucu Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında ülkemizin<br />
dünyanın ilk 10 ekonomisi arasında yer alması hedeflenmiştir…” (T.C. Kalkınma<br />
Bakanlığı Tanıtım Kitabı, Bakanlık web sayfası)<br />
Son olarak “Sağduyu Eylem Felsefesi”ne değinecek olursak: Yukarıda belirtilen<br />
bütün bu eylemler ve aktörleri hem düşünce, anlayış hem de uygulama olarak genel<br />
de bir sağduyu felsefi yaklaşımını ve özelde ise sağduyu eylem teorisi çerçevesinin<br />
işlevselleştirilmesini gerektirir. Çünkü sağduyudan uzak bir felsefe daha baştan<br />
indirgemecilik illetine tutulmuş demektir. Hemen müdahale edilip iyileştirilmesi<br />
gerekir kronik sığ dogmacılığa henüz sapmadan. Sağduyu felsefesi de işte tam da bu<br />
ihtiyaçtan ortaya çıkmıştır. Örneğin sağduyunun bittiği yerde felsefe başlar tezini<br />
savunan Hume’u, Reid’in sağduyu ile tedavi etmeye çalışması gibi. Böylece birazdan<br />
diğer Bölümlerimizde çeşitli bakımlardan inceleme konumuzun açıklaması<br />
175
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
yapıldığında görüleceği gibi, rasyonel ve nesnel bağlamda kapsamlı, kuşatıcı ve ilkeli<br />
bir anlam, önem, işlev ve etkiye sahip olabilsin. (Açıköz, 1998: Giriş)<br />
2.2 Metodolojik Yaklaşımlar ve Medeniyet Hümanizması Bileşenleri<br />
Hangi alandan ve çeşitten olursa olsun her bilgi ve bilgilendirme faaliyeti metodik bir<br />
yaklaşım ve usul gerektirir; veya bir metod ve usule koşut ancak gerçekleştirilebilir.<br />
Doğal olarak bir bilgi konusunun felsefi değerlendirmesinde de aynı durum ve şart<br />
geçerlidir. Bilgi alanında özellikle hikmeti oluşturan dörtlü öğede (teoloji, ilim, sanat<br />
ve felsefe) genelde iki tür metodik yaklaşım kullanımdadır. Bunlar: a) Tümcü<br />
(holistic) yaklaşım ve uygulaması; ve b) İndirgemeci (reductionistic) yaklaşım ve<br />
uygulamalarıdır. (Açıköz, 1998: Giriş)<br />
a) “Tümcü (Holistic) Metodik Yaklaşım ve Uygulaması”: Hangi bilgi alanına ilişkin<br />
olursa olsun bir bilgi inceleme, araştırma ve değerlendirme konusunu oluşturan<br />
bütünsel bir yapının, kompozisyonun, vakıanın, oluşun, fenomenin, eylemin analizini<br />
parçayı yok saymadan bir bütün anlayışıyla bütünde yapmak. Bu analiz sürecinde de<br />
inceleme konusuna dair tümdengelimsel ve tümevarımsal metodik ussal adımları<br />
atarak sıralı ve atlamasız sağlamalı gitmektir. Böylece bütünde parçayı yok etmek;<br />
parçada bütünü öldürmek tehlikesinden uzak durulmuş olup; konuya dair olumlu,<br />
yapıcı, kapsamlı, kuşatıcı, sağlıklı ve bütünsel bir araştırma sonuca ulaşılabilir.<br />
b) “İndirgemeci (Reductionistic) Metodik Yaklaşım ve Uygulaması” kendini şu<br />
şekilde gösterir: Ait olduğu bütünden parçayı koparıp araştırmanın veya<br />
değerlendirmenin merkezine koyup, onu bütünmüş gibi lanse etme çabasına karşılık<br />
gelir. Bu bütünün parçasına indirgenerek bütün adına parçada yok edilmesidir. Bu<br />
durumun hikmet bileşenleri ve öğelerindeki (teoloji, ilim, sanat ve felsefedeki) teorik<br />
ve uygulamalı tezahürleri kendilerini ideolojiler, dünya görüşleri ve öznel düşünce<br />
parçacıkları olarak gösterirler. Genelde uzmanlaşma, özelleşme, müstakilleşme adına<br />
bilgi alanlarından bilim ve felsefe alanlarında kullanılır. Fakat maalesef çoğu zaman<br />
bu kullanımda parçanın bütün ile olan bağı bilerek göz ardı edilir. Görüldüğü üzere,<br />
bu metodik yaklaşım ve uygulaması sonucu bakımından bilgi alanında en zararlı,<br />
yıkıcı, olumsuz, eksik, parçacı, sağlıksız, yanıltıcı ve yanlışa sevk edici bir yaklaşım<br />
ve uygulamadır.<br />
Sonuçta, indirgemeci metodik yaklaşım ve uygulamanın medeniyet hümanizması<br />
doğal olarak indirgemeci türden olacaktır; yani sığ, parçacı, olumsuz, zararlı, yıkıcı,<br />
eksik, sağlıksız, yanlış ve yanıltıcı özellikli olacaktır. Tümcü metodik yaklaşım ve<br />
uygulamanın medeniyet hümanizması da tümcü türden; yani olumlu, yapıcı, sağlıklı,<br />
kapsamlı, kuşatıcı ve bütüncül nitelikli olacaktır. Medeniyet hümanizmasının<br />
bileşenlerinin analiz ve değerlendirilmesinden ibaret olan incelememiz boyunca biz,<br />
sağduyu tümcü yaklaşım ve uygulamasını esas alarak, özellikle bilim ve felsefe<br />
alanlarında on dokuzuncu yüzyıldan beri sergilenip iyice sığlaşan indirgemecilik<br />
batağından uzak durmaya çalışacağız.<br />
176
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
3. HOMO MUSLİMUS VE MEDENİYET HÜMANİZMASI<br />
BİLEŞENLERİNİN ONTO-EPİSTEMOLOJİK ÇERÇEVESİ<br />
Eğer bir medeniyetin hümanizmasının çözümlenmesi isteniyorsa, evvelen onun insan<br />
anlayışına bakılması gerekir. Bu da toplumu oluşturan bütün paydaşlarının katıldığı<br />
değişime, gelişime, paylaşıma, dayanışmaya, birliğe ve diriliğe açık sağduyucu bir<br />
iletişim ve eylem süreci ile ulusal, bölgesel, küresel ve evrensel bir medeniyet projesi,<br />
vizyonu ve misyonunun ortaya konması; ve homo Muslimus ve medeniyet<br />
hümanizmasının Türkiye ve Dünya ölçeklerinde teorik ferdi ve ictimai bir resmini<br />
çekilmesi gerektirir.<br />
Konumuzu yukarıda belirtilen sağduyu eylem felsefesi çerçevesinde ele alacak<br />
olursak evvelen belirtilmesi gerekir ki, medeniyet dışsal bir olgu olup insan<br />
eylemlerinin toplamı bir genel, orkestral ve şemsiye eylemdir. Yani medeniyet adı<br />
verilen çoklu eylemler yumağı bir sonuç, onu ortaya koyan eyleyen (bireyler, toplum<br />
veya toplumlar) aktif bir sebeptir. Doğal olarak biri olmadan diğeri olamaz;<br />
aralarında çift taraflı ve gerektirmeli bir ilişki vardır. Özellikle medeniyet<br />
konuşulduğunda doğrudan akla medeniyetin müsebbibi eyleyen insan ve insan<br />
toplumları gelir. Yani insana gönderme yapmadan medeniyetten söz etmek mümkün<br />
değildir. Öyleyse bir medeniyeti ancak bir hümanizmaya koşut gerçekleştirilebilir.<br />
Böylece, bir medeniyet hümanizması tasavvuru, öngörüsü, vizyonu olsun ki, bu<br />
vizyon bilim, din, sanat ve felsefe kalkınma faaliyetleri veya eylemleri aracılığıyla<br />
misyona dönüştürülüp insan tarafından ete kemiğe büründürülebilsin.<br />
Diğer taraftan bir açıdan bakıldığında refah, paylaşım, birliktelik ruhu, sağduyu ve<br />
vicdanı, dayanışma, kurumsallaşma, işbölümü, ihtisaslaşma ve bunların ortaya<br />
çıkmasını sağlayacak olan fikre, emeğe, özgünlüğe ve özgürlüğe saygı, hoşgörü,<br />
destek olmadan ne kalkınma ne de medeniyet olur. Kalkınma ile medeniyet arasında<br />
çift taraflı ve çift gerektirmeli zorunlu bir ilişki vardır; ve bu yüzden birbirlerinin<br />
varlıklarını zorunlu kılarlar. Yani, medeniyet maddi ve manevi kalkınmanın<br />
sonucudur; kalkınma ise medeniyetin sebebidir. Fakat unutulmamalıdır ki, medeniyet<br />
çok yönlü, kapsamlı ve kuşatıcı bir eylemler bütünüdür ve kalkınma onun bir alt küme<br />
bileşenidir.<br />
Aynı şekilde merkezde bir insan hümanizması olmadan da kalkınma ve medeniyet<br />
olmaz. Görüldüğü üzere genelde ve özelde işin başı da sonu da aktif eyleyen özne<br />
olan insana, bizim konumuzda medeniyet çoklu eylemler bütünü veya yumağı olduğu<br />
için insanlara (topluluklara ve toplumlara) varmaktadır. Birazdan medeniyet çoklu<br />
eylemleri yalın sağduyu eylem zemininde incelediğimizde görüleceği üzere, bu<br />
inceleme: a) Nesneden Özneye (Medeniyetten İnsana) ya da b) Özneden Nesneye<br />
(İnsandan ve Medeniyete) doğru bir okuma, analiz etme ve değerlendirme yapmak<br />
suretiyle ancak iki şekilde gerçekleştirilebilir. Bu da bizi doğal seyrinde şuan mevcut<br />
veya medeniyet gibi sonradan oluşturulan (eylemsel) varlıkların, fenomenlerin ve<br />
olguların onto-epistemolojik varlıktalık sırasıyla yüzleştirir.<br />
“Varlık – Düşünce – Dil” veya “Nesne – Zihin – Kavram” onto-epistemolojik<br />
varlıktalık sırasını dikkate alacak olursak; varlık alanında olup dille veya yazıyla<br />
ifade edilen bir medeniyet (eylem) öncelikle bir eyleyenin (onu meydana getiren bir<br />
177
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
öznenin veya toplumun) zihninde bir düşünce, fikir, taslak, proje olarak var olmalıdır.<br />
(Küyel, 1978: 97-180) Sonra hangi tür ve cinsten olursa olsun bu proje dahilinde<br />
şekillendirilip ortaya konmalıdır. İşte bu ortaya koyma işleminin öncesi, şimdisi ve<br />
sonrasındaki kişi, aktif olan özne (eyleyen) bir de bu yönüyle özel bir önem arz eder.<br />
Çünkü özne, eylem-eylenilen-eyleyen ilişkisindeki diğer ontolojik öğeleri veya<br />
bileşenleri çekip çeviren ve anlamlı bir proje içinde eser formunda ortaya koyan aktif,<br />
özgün, özgür, iradeli ve akıllı kişidir. Bir kez daha hatırlatacak olursak, bizim<br />
inceleme konumuzda akıl hamalı emanetçi kişilerden oluşan özne, toplum veya<br />
toplumların ta kendisidir.<br />
Diğer taraftan varlıktalık sırasına göre, varlığın okunması anlayış ve metodik<br />
yaklaşımsal olarak genelde yukarıda belirtildiği gibi: a) İndirgemeci (reductionistic)<br />
negatif ve sağduyu tümcü (common sense holistic) pozitif metodik yaklaşımlar diye<br />
iki şekilde yapılabilir. Bunu da indirgemeci anlayış ve metodolojinin dar, lokal, eksik,<br />
sağlıksız ve olumsuz sonuçlarının aksine eğer kapsamlı, kuşatıcı, sağlıklı ve olumlu<br />
bir sonuç alınmak istenirse, bütüncül veya tümcü (holistik) bir anlayış ve metodoloji<br />
ile yapmak gerekir. Aslında doğrusu her iki şıkkı da tümcü yaklaşımla<br />
işlevselleştirerek sağlamalı ve kapsamlı bir araştırma resmi ortaya konulabilir. Çünkü<br />
özdeşlik ilkesi gereği bütün, bütündür; parça, parçadır; tıpkı A, A’dır gibi. Böylece<br />
indirgemeci anarşi, kaos, kargaşa, dengesizlik yerini insanda, toplumda, doğada,<br />
yerkürede ve evrende düzen, denge, uyum bırakmış ve kozmos sağlanmış olur.<br />
Medeniyette indirgemeci olmak veya indirgemeci bir değerlendirmede bulunmak o<br />
Medeniyete ve hümanizmasına karşı yapılan en büyük kötülük ve entelektüel bir<br />
cinayet olur.<br />
Şimdi genel çerçevesini çizdiğimiz onto-epistemolojik zeminin sağduyu eylem<br />
felsefesi alanında “eylem” (nesne-medeniyet) ve “eyleyen” (özne-toplum) olguları ve<br />
ikisi arasındaki zorunlu yönelimsel ilişki modelinde nasıl işlevselleştirileceğini<br />
detaylı bir şekilde görerek “medeniyet hümanizması” incelememizi ileri bir aşamaya<br />
taşıyalım.<br />
4. SAĞDUYU EYLEMSEL ALAN VE ÖZNE (HOMO MUSLİMUS)<br />
NESNE (MEDENİYET) İLİŞKİSİ<br />
Hangi alanda ve her neye ilişkin olursa olsun kapsamlı, işlevsel, yapıcı, etkili ve<br />
bütüncül bir inceleme ve değerlendirme yapılmak istenirse; ayrıca her türlü okumada<br />
özellikle medeniyet hümanizması ve bileşenlerinin hikmeti okunmasında bireysel,<br />
toplumsal, kültürel sağduyu, sağduyucu felsefe, sağduyucu hümanizma ve onun<br />
tümcü metodik yaklaşımı esas alınmalıdır.<br />
Peki sağduyu, sağduyucu felsefe, sağduyu inanç ve ilkeleri, onun metodik tümcü<br />
yaklaşımı ne demektir? Ne tür inanç ve ilkelerin sağduyu inanç ve ilkeleri olduğunu<br />
nereden, nasıl ve hangi ölçüte göre bilebiliriz? Soruya cevaben Reid, sağduyunun<br />
insanlığın temel inançlarını belirlemedeki ve genel geçerliliğine ilişkin şu maddeleri<br />
ileri sürer. Bunlar: 1) İnancın evrenselliği; 2) Bu inançlar insanın felsefi düşünceye<br />
ulaşmadan çok önce iddia edildiği ve şimdideki geçerliliği; 3) Bu inanç ve<br />
hükümlerin inkarını etmenin evrensel saçmalığı; ve 4) Teoride bu inanç ve<br />
hükümlerin inkarına veya şüphe ile karşılanmasına rağmen inkar eden veya şüphe<br />
178
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
duyanların pratik hayatlarında bunların kesin kes doğruymuşcasına inanıp,<br />
uygulamaları. (Açıköz, 1998: Giriş)<br />
Reid’e göre, bu sağduyu genel inanç ve ilkelerini insan zihinsel (spekülatif, teorik ve<br />
epistemolojik zemin) ve aktif (uygulamalı ve etiksel zemin) güçlerin kullanımına<br />
koşut farkına varır. Ayrıca bu güçlerin işlevselleştirilmesi ancak ontolojik zemindeki<br />
şu üç sağduyu inancı ve ilkeleri üzerine inşa edilebilir ki, bunlara dair kesin bir<br />
sağduyu inancı olmadan hiçbir bilgiye ulaşmak mümkün değildir. Ontolojik<br />
varlıklarına rağmen mantıksal çerçevede gösterimsel olmayan inanç veya hükümler<br />
şunlardır: 1) Ferdin bireysel varlığı ve ayrı devam etmekte olan ferdi varlık kimliği;<br />
2) Ferde dışsal, ondan ve onun algılarından bağımsız olan dış dünyadaki şeylerin<br />
varlığı; ve 3) Doğanın düzenliliği ve bu düzenliliğin sağladığı doğa<br />
yorumlanabilirliği ki, kişi daha önce tecrübe ettiklerinden hareketle tecrübe<br />
etmedikleri hakkında çıkarsamalar yapabilir. (Açıköz, 1998: Giriş)<br />
İşte bizde ilerleyen satırlar boyunca bu sağduyu inanç ve ilkeleri doğrultusunda<br />
ileriye yönelik olası medeniyet hümanizmaları teori ve uygulamalarına dair bizce bir<br />
öndeyi de bulunacağız. Fakat evvelen özne-medeniyet çoklu eylemsel ilişkisi<br />
bağlamında ontolojik öğelerimize sağduyu eylem felsefesi çerçevesinde bir göz<br />
atalım. İnsan (özne veya eyleyen), medeniyet (nesne veya eylem konusu), mekan,<br />
zaman, ortam, insanın içsel ve dışsal şartlar vesair olarak sayabiliriz. Öte taraftan,<br />
yalın seviyede bir eylemin ortaya çıkması için sağduyu eylem felsefesine göre şu<br />
şartların oluşması gerekir: 1) Yapılacak bir eylem veya bir fiil, bir şey’e ilişkin<br />
olmalıdır; 2) Eyleyen yapılacak eylemin nesnesi (konusu) hakkında bir kavrama yani<br />
ön bilgiye ve tartıma sahip olmalıdır; 3) Eyleyenin eylem nesnesini yönelik<br />
gerçekleştireceği eylemin kendi gücü dahilinde olduğuna dair kesin bir inanca sahip<br />
olması gerekir; ve 4) Eylemin eylemcisinin kendisi tarafından akli ve iradi bir şekilde<br />
seçilip ve gerçekleştirilmesi yönünde ciddi bir gayret sarf etmesi zorunludur.<br />
(Açıköz, 1998: Giriş)<br />
Görüldüğü üzere, insanın eylemi zihnine binaendir yani birincileyin zihni bir faaliyet<br />
sonra, irade ile bir eyleyen tarafından ortaya konması söz konusudur. Sonuçta bir<br />
failin bir fiili gerçekleştirmesi için bu ön şartları yerine getirmesi gerekir. Diğer<br />
taraftan şu iki soruyu sormak durumundayız: İnsan Eylemini Belirliyen Öğeler<br />
nelerdir? Bu öğeler bir bütünde nasıl ifade edilebilir? Rescher (1970) bir tablo<br />
vasıtasıyla bizim bu sorularımıza cevap verir. Tabloyu biz kendi konumuz homo<br />
Muslimus, onun medeniyet eylemi ve hümanizması bağlamında cevapları ile birlikte<br />
sunarak, incelememizde ileri bir adım daha atmaya çalışalım.<br />
1. Eyleyen: Kim (eylemi) ortaya koydu? Medeniyet, hilafet, imparatorluk bakiyesi<br />
Türkiye Cumhuriyetinin homo Muslimus Türkiye toplumu.<br />
2. Eylemin Türü: Ne eyledi veya eylendi? Medeniyet projeleri (2023, 2053, 2071,<br />
2110 Kalkınma-Medeniyet Vizyon ve Hümanizması)<br />
3. Eylemin Modu: (Eylem) nasıl yapıldı?<br />
a- Nasıllık modu: (Ne halde eylem yapıldı?) Milletin sağduyusu, öngörüsü,<br />
dayanışması, desteği, çalışması ve uzman siyasi ve idari kadro bütüncül bir hümanist<br />
sağduyu anlayış ve uygulaması ile ulusal, bölgesel, uluslararası kurum ve kuruluşlarla<br />
iletişim ve paylaşımda olmak suretiyle.<br />
179
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
b- Vasıta modu: (Ne vasıtayla eylem yapıldı?) Sonraları refleksif kazanıma<br />
dönüşecek olan tarihi ulusal, bölgesel ve küresel bilgi, iş, oluş ve tecrübe<br />
birikimlerinin bütün kamu ve özel kurum ve kuruluşlarında düşünsel, bilimsel,<br />
teknolojik biçimlerde işlevselleştirilmesi vasıtalarıyla.<br />
4. Eylemin Çerçevesi: (Hangi çerçevede eylem yapıldı?)<br />
a- Zaman: (Ne zaman eylem yapıldı?) Geçmişte sıfır (0) noktasında homo Muslimus<br />
Adem topluluğu ile başlayıp İslam dünyası medeniyetlerinden geçerek günümüzde<br />
Osmanlı bakiyesi olan genç Türkiye’nin ortaya çıkmasıyla, özelde 1960, 1983, 1996,<br />
2003, 2016 yılları ve sonrası.<br />
b- Mekan: (Nerede eylem yapıldı?) Genelde: Yerkürede, Doğu medeniyet<br />
havzasında; özelde Türkiye Cumhuriyeti topraklarında.<br />
c- Ortam: (Hangi şartlar altında eylem yapıldı?) Ulusal, bölgesel, küresel dışsal ve<br />
içsel tehditler altında hep düşüp kalkma yer yer dövülme tecrübe ve refleksi<br />
kazanımlarının işlevselleştirilmesi ortamlarında.<br />
5. Eylemin Rasyonel Boyutu: (Niçin eylem yapıldı?)<br />
a- Nedensellik: (Neye sebep eylem yapıldı?) “Yaratılanı Sev Yaratanından Ötürü”<br />
ilkesi örneğinde sergilendiği gibi, emanetçi, yeryüzü inşacısı ve temsilcisi homo<br />
Muslimus olmanın (veya homo Muslimusluk vizyonu) gereği ilahi bir misyonu ve<br />
görevi nedeniyle.<br />
b- Amaçsallık: (Ne amaçla eylem yapıldı?) “Bütün insanlığa hatta ulaşılabilinen<br />
bütün mevcudata hizmet Yaratıcıya hizmettir” anlayışı, uygulaması ve amacıyla.<br />
c- Niyet: (Hangi motivasyonla eylem ortaya kondu?) Medeniyet ve hümanizması<br />
adına Homo Muslimusca eylemlerini bireysel, toplumsal, küresel ve evrensel<br />
seviyelerde gerçekleştirirken Allah’ın rızası ve hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle.<br />
(Rescher, 1970: 70)<br />
5. SAĞDUYU ETİKSEL ALAN: HOMO MUSLİMUS VE<br />
MEDENİYET HÜMANİZMASI STRATEJİLERİ<br />
Her eylem ister bireysel ister toplumsal eyleyen öznenin (birey veya toplum) iradi ve<br />
özgür seçim sonucu ortaya konduğu için sonuçları bakımından bir sorumluluk,<br />
olumlu ve olumsuz yaptırımlar gerektirir. Bu nedenle eylemin kaçınılmaz olarak<br />
etiksel, hümanist ve yerine göre hukuki boyutları vardır. Eylem bu yönüyle de<br />
doğadaki oluş, fenomen, vakıa ve olaylardan; hayvanların içgüdüsel ve refleksif<br />
davranışlarından eyleyenin akli, iradi ve vicdani özellikleri nedeniyle köklü bir<br />
şekilde ayrılır. Ayrılmalıdır da. Aynı şekilde günümüz dünyasındaki küresel<br />
medeniyet hümanizmaları ile iletişim ve ilişki bağlamlarında Türkiyemiz örneğinde<br />
Türk homo Muslimus ve medeniyet çoklu eylemi ve hümanizması dikkate<br />
alındığında dünyanın diğer hümanizmaları karşısında, özellikle Amerika, Avrupa,<br />
Rusya, Çin, Japonya, İngiltere gibi baskın sözde küresel hümanizma sahipleri<br />
karşısında ayakta kalıp varlığını sürdürmesi için dört yönelim stratejisine koşut ancak<br />
dört şekilde tavır alabilir.<br />
180
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Önceden sağduyu iletişimsel eylem felsefesi ve hümanizması bağlamında genel<br />
çerçevesi çizilen bu “yönelim stratejileri” 2 şöylece sıralanabilir: 1) Yerelde<br />
küreselleşmeye başkaldırı; 2) Küreselleşmeye karşı teslimiyetçilik; 3)<br />
Küreselleşmeye karşı eklektikçilik; ve 4) Hümanizmalar üstü hümanizma (homo<br />
Muslimus ve medeniyet hümanizması): Küreselleşmeye karşı evrenselcilik-Tevhidi<br />
kozmik tümcülük. (Açıköz, 2016: 315-341) Bu stratejileri Bildiri konumuz (“Homo<br />
Muslimus ve Medeniyet Humanizmasının Sağduyucu Teo-Sofik Temellerine Felsefi<br />
Bir Yaklaşım”) merkezli ele alıp yine konumuz bağlamında içerik dolumu yapıp<br />
tartışıp ileriye yönelik çeşitli önerilerde bulunacağız. Bu süreçte sonuncu strateji<br />
alternatif meydan okuma olup tavrı da alternatif ve meydan okuyucudur ki, onu V.<br />
Bölümümüzde müstakilen görüp değerlendireceğiz. Şimdi kısaca bu yönelim<br />
stratejilerini sırasıyla açılımını yaparak; yerel, bölgesel, küresel ve evrensel<br />
medeniyet hümanizması oluşturma bağlamında asırların imparatorluk, hilafet ve<br />
devlet bilgi, tecrübe, sağduyu, vicdan ve değer birikimine sahip homo Muslimus olan<br />
ülkemiz insanı için en uygun kaçınılmaz yönelim stratejisi ve uygulamasını görelim.<br />
Yönelim stratejilerin açılımına geçmeden önce bu bağlamda ayaklarımızın hangi<br />
zeminde muhkem olduğunu gösterme adına bizim Türk-İslam akıl hamaliyeliği<br />
tarihimizin türevlerinden olan medeniyet tarihimizden bugüne kısa bir not düşmekte<br />
fayda görüyorum. Unutulmamalıdır ki, Osmanlı medeniyeti ve hümanizması ta<br />
Beylik döneminden başlayarak bütün bu dört yönelim aşamalarından farklı<br />
dönemlerde geçip kendi evrensel medeniyetini ve hümanizması oluşturmuştur. Genç<br />
homo Muslimus Türkiye toplumu için bugün de aynı durum geçerli olup adeta tarih<br />
tekerrür etmektedir. İbni Haldun’un toplumlara dair meşhur tespiti, (gerçekte<br />
Sunnetullah’ın tezahürüdür) dikkate alınırsa tekerrür etmesi de mukadder olup<br />
kaçınılmazdır.<br />
5.1. Yönelim Stratejisi 1: Yerelde Küreselleşmeye Başkaldırı<br />
Yeryüzünde var olan her topluluk ve özellikle toplum nefes alıp vermek için en<br />
azından kendi içsel yapı bütünlüğünü oluşturmak ve bu oluşumun sonucunu dışa<br />
vurup diğer toplumlara tescil ettirmek için, ontolojik, epistemolojik, etik ve estetik<br />
bilgi sahalarındaki yerini, önemini ve işlevini öncelikle kendileri sonraları diğerleri<br />
için tespit edip ilkesel yargı zeminine taşımak zorundadır. Aşağıda verilen ve her biri<br />
ileride müstakil yeni perspektifle birer araştırma konusu olan bu dört madde ve<br />
diğerlerinin alt şıkları da mevcuttur.<br />
A.) İlkeleşmiş Ontolojik Temel Yargı:<br />
Varolan benim toplumum, ülkem, coğrafyam, inancım, dilim, örfüm, adetim,<br />
geleneğim, göreneğim, sanat ve kültürümdür. Varolan biz ve biz merkezli toplumsal,<br />
bölgesel ve küresel çevremizdir.<br />
B.) İlkeleşmiş Epistemolojik Temel Yargı:<br />
2<br />
Açıköz, Hacı Mustafa, 2016, Bakınız “İletişim Felsefesine Giriş: İnsani İletişimin Felsefi<br />
Temelleri (Tümcü İletişim Bilgi Kuramı ve Uygulama Alanları)”, adlı kitabımızın ‘Sonuç<br />
(Toplumların Küreselleşme Maceralarına Dair İleri Sürülecek Olası Hümanizmalarına<br />
Öndeyi)’ kısmında sağduyu iletişimsel eylem felsefesi ve hümanizması bağlamında bu dört<br />
stratejinin genel çerçevesi ortaya konmuştur, ss: 315-341, 3. Baskı, Elis Yayınları 92, Ankara<br />
181
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Medeniyet ve hümanizmaları adına ileri sürülüp bilgi denilen şey, bana ve<br />
toplumuma ait olup üzerinde her türlü tasarruf haklı saklı olan varlık, değer ve<br />
güzellikleri konu edinip açıklayıp yansıtandır.<br />
C.) İlkeleşmiş Etiksel Temel Yargı:<br />
Medeniyet ve hümanizmaları adına sergilenen en yüksek değer veya değerler benim<br />
toplumum (biz), coğrafyam, onun bağımsızlığı ve bekasına dair olanlardır. Biz bizce<br />
eyler ve söyleriz ve bunların ahlaki, hukuki, kültürel sonuçlarının da bedellerini<br />
öderiz.<br />
D.) İlkeleşmiş Estetiksel Temel Yargı:<br />
Medeniyet ve hümanizmaları ürünlerinin en güzel olanları benim toplumuma ait olup<br />
toplumumu (bizi) yansıtan varlıklar (toplum ve fertleri), bilgiler (bilgi adına bizce<br />
ortaya konan maddi ve manevi adamlığın bizce ürünleri) ve insani, hukuki ve ahlaki<br />
değerlerdir.<br />
a.) Eylem Stratejisi: Açık ve doğrudan. Gelsinler gösterelim.<br />
b.) Söylemi: Ben beni bilirim (veya biz bizi biliriz). Biz.<br />
c.) Amaçsal Önceliği: Benim ve bana özge olanlar (biz-toplum) esastır.<br />
ç.) Eylem Tarzı: Yalın, direkt ve gereğinde meydan okuyucu<br />
d.) Bilgi Kaynağı: Öncelikle toplumun kendisidir.<br />
e.) İletişim Türü: Yerel karakterli yalın, doğal, doğrudan ve aracısız iletişim.<br />
f.) İletişim Kimliği: kapalı iletişim çevresinde etkileşimde olan iletenler ve iletilen<br />
topluluğu veya toplumu.<br />
g.) İletişimin Amacı: Toplumsal milli kimliği içselleştirip yükseltme.<br />
ğ.) İnsan Tipi: Lokal karakterli dominant, baskın, riskçi, yalın, doğal, kendine<br />
güvenen, mağrur, özverili, diğergamcı vesair.<br />
h.) Seçimin Bedeli: Lokalitede izole edilip, en iyimser değerlendirmede kendi yağıyla<br />
kavrulmaya mahkum olma vesair.<br />
E.) Politika Belirleyici ve Uygulayıcıların (Devlet ve Sivil Toplum Kuruluşların)<br />
Tutumları: Medeniyet hümanizması oluşumunda, devlet mekanizmaları (siyasi<br />
iktidar ve muhalefet partileri; idari, adli, askeri, güvenlik, temsil, dini ve benzeri<br />
birimlerin; üniversitelerin); ve kamu ve sivil toplum kuruluşların stratejiye uygun<br />
söylem ve eylem geliştirip bu yönde toplumsal kanaat ve uygulamalar geliştirmeleri<br />
beklenir.<br />
F.) Homo Muslimusluk Anlayışı ve Tutumu:<br />
Medeniyet hümanizması oluşturma sürecinde biz, bireysel ve toplumsal olarak homo<br />
Muslimusluğumuzu kendi coğrafyamızda bizce bilip kendi şartlarımızda bizce<br />
yaşarız. Homo Muslimus dediğin bizim gibi olur. Türk, Arap, Fars Müslümanlığı<br />
(homo Muslimusluğu) gibi.<br />
G.) Medeniyet Anlayışı ve Tutumu:<br />
Medeniyet çabamız az ve öz olup kendi yağımızla kavrulmamıza rağmen kimseye<br />
muhtaç olmadan ölüm pahasına yaşayan ve yaşatan adam gibi adam medeni insan<br />
biziz. Medeniyet ve onun hümanizması adına asıl olan bizim kültür damgamızdır.<br />
Azıcık aşım ağrımaz başım.<br />
182
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Ğ.) Medeniyet Hümanizması Anlayış ve Tutumu:<br />
Medeniyet koyma milli çabamızda biz bize yeteriz. Gelsinler de gerçek adamlığı<br />
görsünler. Dünde olduğu gibi bugün de yarın da bu coğrafya bizim ve bizim<br />
kalacaktır. Adam dediğin bu uğurda yaşayıp eyleyen ve söyleyendir. Ben senin<br />
GDO’lu tavuğuna kış demiyorum sende benim doğal (organik) tavuğuma kış edeme,<br />
eğer gerçekten hümanist medeni insansan. Böyle bir seçim sonuçları bakımından<br />
bağımsız bir toplum ve ülke oluşumuna yol açtığı için doğal olarak cazip görülüp,<br />
genel kabul görmektedir. Bu oluşum sürecinde devlet bütün kurum ve kuruluşlarıyla,<br />
üniversiteler, sivil toplum kuruluşlarıyla yukarıda karakterize edilen maddeleri ön<br />
plana çıkarıp uygulayarak toplum bireylerini millilik anlayış ve ruhu çerçevesinde<br />
şekillendirmeye çalışır. Bunu yaparken toplumsal tarihinden güç alıp coğrafyasına<br />
özel önem atfeder. Muhakkak ki her normal insan, yine normal şartlarda hem kendi<br />
ortamında, coğrafyasında barış, huzur, dostluk, karşılıklı güven ve işbirliğini ister<br />
hem de başkalarının ortam ve coğrafyalarında. Diğer taraftan sosyolojik gerçekliğe<br />
baktığımızda maalesef günümüz dünyasında bu anlayış geçerli olmadığı gibi, akli ve<br />
duygusal saflık olarak algılanıp yorumlanmaktadır. Bu bağlamda diğer bir nokta ise,<br />
söz konusu olan kavramların içeriğini ve dünya barış ve düzenini yeni etiketi ile<br />
dünyanın hakimi olan sözde kalkınmış medeni devletler ve toplumlar kendi amaçları<br />
doğrultusunda belirlemektedirler. Diğer kalkınma ve medenileşme çabasında olan<br />
devlet ve toplumlara bu kavramın olgusal açılımını yani uygulamasını yaptıklarında<br />
da kendi amaçlarını, beklentilerini ve her bakımdan kendi çıkarlarını dikkatle göz<br />
önüne alıp; yeri geldiğinde de açık açık ve gereğinde tehditvari bir şekilde<br />
söylemektedirler. Kaldı ki, bu tür baskın iletenler ve algı yönetimi yapan imajist<br />
toplumlar, yeryüzünü siyasi, idari, coğrafi, askeri, teknik, kültürel düzlemlerinde<br />
kendilerince şekillendirirken geliştirdikleri bir dizi gereğinde birbirlerin alternatifi<br />
olan projeler dünde üretmişler ve bugün daha teknik seviyelerde üretmeye büyük bir<br />
iştah ile devam etmektedirler. (Öztürk, 2013: 78) İndirgemeci Batının baskın sözde<br />
kalkınmış medeni toplumlarının Doğu medeniyetine karşı kullandığı bu stratejik<br />
projelerden biri de akıl hamaliyeliği tarihinin ana nosyonlarından biri olan etnisiteyi<br />
ve mikro-milliyetçiliği (ki, toplumlarda mutedil ve radikal tarzlarda sergilenir) ve<br />
bunların unsurlarını ön plana çıkararak kendilerine alternatif olabilecek veya bu<br />
yönde irade gösterebilecek Doğu’daki muhtemel medenileşme bloklaşması veya<br />
bloklaşmış ülkeleri bölüp parçalamalarıdır. Gereğinde onlar, bu stratejik silahı<br />
toplum bazında, etnik gruplar ve hatta bölgesel coğrafi faktörleri gündeme taşıyarak<br />
bir toplumu veya toplumlar grubunu parçalamada kullanırlar. Bu açıdan bakıldığında;<br />
“Yurtta Sulh Cihanda Sulh” deyişi insani bir iyi niyet göstergesi olarak maalesef<br />
sözde kalır. Çünkü bu özdeyişi ilke edinmek: sulhun olmadığı bir cihanda veya sulh,<br />
barış, dostluk, ve çeşitli konularda işbirliği adına “öküz (ortak menfaatler veya<br />
çıkarlar) öldü ortaklık (sulh, barış, dostluk, ve işbirliği) bitti” anlayışının geçerli<br />
olduğu bir dünyada, sulhçu yaklaşım, Polyana tatlı limon yorumlu bir ütopyaya<br />
karşılık gelecektir. (Açıköz, 2016: 315-342). Kısacası, sözde kalkınmış medeni<br />
indirgemeci humanist beş daimi dominant üye ülke ve avaneleri ülkelerin<br />
oluşturdukları orkestrayı (Birleşmiş Milletler hatırlansın) kendileri yönettikleri<br />
(daimi beş üye ülke) gibi çaldıkları eserlerin (BM’nin kararları) komposörü de<br />
(teorisyenler+pratisyenler) ve orkestranın enstrümanlarını da (diğer uydu ülkeler),<br />
183
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ses ayarı hatta dinleyicilerini de (Dünya toplumları) kendileri kendilerince<br />
seçmektedirler. Böyle bir orkestra düzeninde (Yeni Dünya Düzeni) çatlak (çatlaklığın<br />
içeriği ve derecesi de kendileri tarafından belirlenir) sese (mazlum milletlerin kendi<br />
kişiliklerini şu veya bu şekilde ortaya koymalarına) yer yoktur. Tarihi süreçte ağır bir<br />
şekilde ama ahlaki ama gayri ahlaki (çoğunlukla) formlarda bedelini ödeyen Batı’nın<br />
baskın kalkınmış medeni toplumları ve indirgemeci hümanizmaları dünyayı<br />
organize, denetleme, yargılama, sevk ve idare etme borazanlarını öttürebilmekte ve<br />
bu keyfiyeti tabi vazgeçilmez hakları olarak görmektedirler. Meşruiyeti tartışmaya<br />
açık olan bu haklarını da diğerleriyle paylaşmaya hele devir etmeye hiçte niyetleri<br />
yoktur. (Açıköz, 2016: 315-342)<br />
5. 2. Yönelim Stratejisi 2: Küreselleşmeye Karşı Teslimiyetçilik<br />
A.) İlkeleşmiş Ontolojik Temel Yargı:<br />
Ben medenileşme veya medeniyetleşme yolunda olan bir toplum olarak varım ama<br />
benden üstün diğer kalkınmış medeni toplum veya toplumların oluşturduğu küresel<br />
medeni gruplar, bloklar ve birliktelikler de var. Bu reel durum göstermektedir ki,<br />
onlarsız ben var olamam veya tek başıma varlığım bir anlam ifade etmeyecektir.<br />
Öyleyse asıl olan onların varlığı veya varlıktalıklarıdır.<br />
B.) İlkeleşmiş Epistemolojik Temel Yargı:<br />
Gerçekten teorik ve pratik seviyelerde anlam ifade edip işlevselleştirilebilecek bir<br />
bilgi varsa, bu bilgi gerçek anlamda küreselleşme realitesini bayraklaştırmış olan<br />
küresel kalkınmış medeni grupların, blokların ve birlikteliklerin kültür ve uygarlık<br />
adına ortaya koyup insanlara sunduklarının bilgisidir. Öyleyse bana ve toplumuma<br />
düşen bu bilgileri kopyalayıp talim etmektir.<br />
C.) İlkeleşmiş Etiksel Temel Yargı:<br />
Hem bireysel hem de toplumsal seviyelerde en etkin ve yetkin değer (veya değerler),<br />
kaynağı ve sahibi kimler olursa olsun baskın olan küresel kültür ve uygarlığın<br />
değerleridir. Öyleyse bana ve toplumuma düşen bu değerler gereğince söyleyip<br />
eylemektir.<br />
D.) İlkeleşmiş Estetiksel Temel Yargı:<br />
Güzellik adına her ne (veya neler) var ise, bunlar küresel kültür ve uygarlığın (sanatta<br />
olduğu gibi) ortaya koyduklarıdır. Öyleyse bana ve toplumuma düşen bu eserlere<br />
hayran olup onları kopyalamaya çalışmaktır.<br />
Bu yönelim stratejisinde aşağıdaki madde içerikleri, ancak başvurulan merkez<br />
kalkınmış medeni ülke ve ülkeler izin verirler ise, gerçeklik ve geçerlilik kazanır.<br />
Kısacası bu edilgen üyelik başvurusu merkez medeni toplum (veya toplumlar)<br />
grubunun, blokunun veya birliğinin lütfuna bağlıdır.<br />
a.) Eylem Stratejisi: Teslimiyetçi olduklarından herhangi bir strateji Yok. Var olan<br />
ise; “aman küstürmeyelim”<br />
b.) Söylemi: Biz ancak dostlarımızla birlikte var olup anlam ifade edebiliriz, bu<br />
durumun aksisi düşünülemez.<br />
c.) Amaçsal Önceliği: Küresel medeniyet oluşumda ne pahasına olursa olsun yer<br />
alarak en azından üçüncü sınıf uydu medenileşmekte olan iletilen bir ileten toplum<br />
olmak.<br />
184
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ç.) Eylem Tarzı: Gönüllü olarak etkiye açık uydu iletilen toplum ve gereğinde<br />
kalkınmış medeni ileten toplumlar adına iş bitirmek. Gönüllü uydu taşeron veya<br />
bayilik anlayış ve uygulamaları.<br />
d.) Bilgi Kaynağı: Merkez kalkınmış medeni ileticilerden gelen her türlü bilginin<br />
merkezin izin verdiği ölçüde işlenip kullanılması.<br />
e.) İletişim Türü: Edilgen iletişim. Merkezden verilen röle göre aracılı veya aracısız<br />
olabilir.<br />
f.) İletişim Kimliği: Merkez tarafından sınırları belirlenmiş iletişim çevresinde<br />
etkileşimde olan iletilenler ve bunları iletenler toplumu.<br />
g.) İletişimin Amacı: Merkezin kalkınma ve medeniyet verilerinden oluşan seçilmiş<br />
iletilerini çeşitli seviyelerdeki resmi ve sivil eğitim kurum ve kuruluşları vasıtasıyla<br />
kendi toplumlarının en ücra köşelerine kadar taşımak.<br />
ğ.) İnsan Tipi: Uzlaşıcı, her türlü etkiye açık edilgen, ne pahasına olursa olsun gün<br />
kurtarıcı, risk almayan, silik ve kendine güveni olmayan, tavizde sınır tanımayan,<br />
kompleksli, iknaya açık, aferinci, gereğinde gönüllü iş bitirici vesair.<br />
h.) Seçimin Bedeli: En iyimser değerlendirmede bedel olarak ödediği eski<br />
medeniyetinden devşirilme kültürel özgün kaynak ve ürünlerini yok sayarak veya<br />
talep edildiğinde yok pahasına satarak, denetimli serbestliğine veya özgürlüğüne<br />
karşılık olarak üçüncü sınıf müreffeh bir toplum olma vaadini veya hayalini satın<br />
almak. Böylece verilme oranı ne olursa olsun, merkez ileten kalkınmış medeni<br />
toplumlar grubunun, birliğinin veya blokunun dağıttığı pastada payını garantilemeye<br />
çalışmak.<br />
E.) Politika Belirleyici ve Uygulayıcıların (Devlet ve Sivil Toplum Kuruluşların)<br />
Tutumları: Medeniyet hümanizması oluşumunda, devlet mekanizmaları (siyasi<br />
iktidar ve muhalefet partileri; idari, adli, askeri, güvenlik, temsil, dini ve benzeri<br />
birimlerin; üniversitelerin); ve kamu ve sivil toplum kuruluşların stratejiye uygun<br />
söylem ve eylem geliştirip bu yönde toplumsal kanaat ve uygulamalar geliştirmeleri<br />
beklenir.<br />
F.) Homo Muslimusluk Anlayışı ve Tutumu:<br />
Medeniyet ve onun hümanizmasını oluşturma bireysel ve toplumsal çabalarında “ne<br />
yapalım olduğu kadar”, “dağına göre kar” veya “büyük dağın büyük karı olur” sözleri<br />
gereği konjonktürel, tavizci, elastiki ve uzlaşmacı homo Muslimusluk anlayış ve<br />
uygulamasını sergilemek.<br />
G.) Medeniyet Anlayışı ve Tutumu:<br />
Bu ulusal, bölgesel ve küresel reel şartlarda bizden ne köy ne kasaba ne de şehir<br />
olmaz, öyleyse akıllı pragmatist olup kalkınmış medeni baskın merkezi toplumlara<br />
uyarak onların olası yardımıyla onlar gibi kalkınıp medeni olmaya çalışalım anlayış<br />
ve tutumu.<br />
Ğ.) Medeniyet Hümanizması Anlayış ve Tutumu:<br />
İnsan, Adam ve Adem dediğin merkez kalkınmış medeni toplumların ahalisi gibi<br />
olur. insanseverlik veya hümanist anlayış ancak onların sergilediği şekilde onlarca<br />
icra edilebilir. Bize düşen bu gerçeklik karşısında onları hayranlıkla seyredip<br />
alkışlama Centilmenliğini göstermektir.<br />
Bu maddelerin içerikleri dikkate alındığında sormak durumundayız: Bir toplum böyle<br />
bir bedel karşılığında böyle bir seçimde bulunması rasyonel midir? Artık iyice açık<br />
bir şekilde teori ve uygulamada gerçeklik arz eden yeryüzünün genel de alt kümesel<br />
185
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
oluşumlarını da kapsar bir çerçevede Doğu ve Batı diye iki Bloka bölündüğüdür.<br />
Diğer bir gerçek de toplumların geniş anlamda ekonomik, teknolojik, kültürel, sosyal,<br />
idari, coğrafi stratejik konum ve yapılarının zorlamalarından dolayı, bu toplumların<br />
Bloklardan birine yönelme ihtiyacı ve refleksidir. Başka bir deyişle, merkez blok<br />
ülkeler tarafından edilgen alıcı toplumlara veya ülkelere tayin edilen alt ve üst<br />
toplumsal kimlikler kimi bedeller karşılığında dikte edilmiş, onların böyle bir seçime<br />
zorlanmasıdırışlardır.<br />
Batılı ve Batıcı küresel bloklaşma gerçeği ve dikteci etkisi karşısında eğer bir toplum<br />
veya ülke teslimiyetçi bir zihniyet ile bu bloka yöneliyorsa, doğal olarak olumlu<br />
olumsuz bedellerine kabul edip boyun eğerek gereğini yapmak zorundadır. Eğer bu<br />
teslimiyetçilik rasyonel bir irade sonucunda ortaya çıkmış ise, denilecek bir şey<br />
yoktur. Çünkü normal insani şartlarda başlangıç ve sonuçları bakımlarından ister<br />
olumluda ister olumsuzda tezahür etmiş olsun, bu tür bir iradi seçim olmaksızın<br />
herhangi bir konuda herhangi bir eylem ortaya konamaz. Teslimiyetçi bir eylem etki<br />
altında sergilenen gönüllü veya gönülsüz eylemdir. Tam yetkin akli, iradi ve vicdani<br />
eyleme karşılık gelmez. Bu açıdan bakıldığında eylemin anormal türü olan<br />
“güdülenmiş bir davranış veya refleks” örneği olarak nitelenebilir.<br />
Diğer taraftan böyle bir seçim iradesi ve eylemi rasyonel zeminde diktenin bilincinde<br />
olup, pazarlıkçı bir anlayışla eklektikçi veya sentezci bir yaklaşımla da sergilenebilir.<br />
Bu sergilemedeki ana motivasyon bilim ve iletişim silahının (gücünün) ideal seviyede<br />
insanlığın ortak malı olmasına rağmen yerküreye hükmeden küresel merkezi güçlerin<br />
tekelinde olduğundan bize düşen bu tekelcilere kendi toplumsal kültürel<br />
kimliklerinde (kimliklerimizden) mümkün olduğunca az taviz vererek bir Doğu ve<br />
Batı sentezine ulaşma amacını gerçekleştirmektir. Şimdi merkez küresel grup, blok<br />
veya birliklerin bilginin her alanındaki etkin güçlerinin şuurunda olup, bu şuurla<br />
onlara yaklaşıldığı göre, bu eklektikçi veya sentezci iradi yönelimin çeşitli<br />
bakımlardan hareketle kısaca açıklamasını yaparak ne kadar iradi ve rasyonel<br />
olduğunu göstermeye çalışalım.<br />
5. 3. Yönelim Stratejisi 3: Küreselleşmeye Karşı Eklektikçilik<br />
Öncelikle belirtmekte yarar görüyorum ki, eklektikçi veya sentezci yönelimin<br />
yukarıda kısaca açılımını yaptığımız teslimiyetçi yönelimden farkı, yöneliminin iradi<br />
olup rasyonel ve toplumsal ortak fayda ve kazanımlar zemininde yapıyor<br />
gözükmesidir. Bu yüzden IV.B. Yönelim Stratejisindeki tespitler, ana kavramlar ve<br />
ilkesel yargılar rasyonel iradilik, toplumsal fayda ve kazanımlar cephesi dikkate<br />
alınarak bu yönelim tarzı içinde geçerlidir.<br />
A.) İlkeselleşmiş Ontolojik Temel Yargı:<br />
Ben kendince kalkınma ve medeniyetleşme çabasında olan bir toplum olarak varım<br />
ama benden üstün diğer kalkınmış medeni toplum veya toplumların oluşturduğu<br />
küresel gruplar, bloklar ve birliktelikler de var. Bu reel durum göstermektedir ki,<br />
onlar ile birlikte belirli ilkesel çerçeve dahilinde ben bence var olmaya çalışmalıyım.<br />
Böylece onların ve benim varlıktalığım kimsenin varlığına veya varlık alanına gölge<br />
düşürmeyecektir. Ben onların varlıktalıklarını tescillerken onlarda benimkini<br />
tescillemek durumunda kalacaklardır.<br />
186
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
B.) İlkeselleşmiş Epistemolojik Temel Yargı:<br />
Gerçekten medeniyet ve onun hümanizmaları adına teorik ve pratik seviyelerde<br />
anlam ifade edip işlevselleştirilebilecek bir bilgi varsa, bu insanlığın ortak malı olan<br />
bilgidir. Bugün bilgi dünde olduğu gibi, el değiştirerek küresel kalkınma ve<br />
medeniyet sahibi grupların, blokların ve birlikteliklerin tekelinde toplanmıştır.<br />
Öyleyse bilgi benim toplumumun ve onların ortaya koyduklarının toplamıdır. Bu<br />
toplamda bilginin gücü ve etkinliği dikkate alındığında benim katkım daha çok<br />
olmalıdır. Bu da ortak mesaiyi gerektirmektedir.<br />
C.) İlkeselleşmiş Etiksel Temel Yargı:<br />
En etkin ve yetkin değerler küresel kültür ve medeniyete katkıda bulunan toplumların<br />
ortaya koydukları ortak değerlerdir ki, bu değerlerde kalkınma çabasında olan benim<br />
toplumumun da katkısı vardır ve bu katkılar artırılırken benim toplumumun bu artı<br />
değeri veya katkısı onlara tescil ettirilmelidir. Öyleyse bana ve toplumuma düşen<br />
onları kızdırmadan gereğinde hukuki ve ahlaki eylemsel adımlarla atarak bu tescili<br />
sağlamaya çalışmaktır.<br />
D.) İlkeselleşmiş Estetiksel Temel Yargı:<br />
Medeniyet ve onun hümanizmasına dair güzellik adına her ne (veya neler) var ise,<br />
bunlar küresel kültür ve uygarlığın sanatına katkıda bulunan toplumların ortaya<br />
koydukları ortak estetiksel eserlerdir, bu eserlerde benim toplumumun da katkısı<br />
vardır ve bu estetiksel katkılar onlar tarafından tescil ettirilerek arttırılmalıdır. Yine<br />
yukarıda ifade edildiği gibi, burada da aşağıdaki madde içerikleri, ancak başvurulan<br />
merkez ileten ve kalkınmış medeni ülke ve ülkeler izin verirler ise, gerçeklik ve<br />
geçerlilik kazanır. Kısacası merkez ileten ve kalkınmış medeni toplum (veya<br />
toplumlar) grubunun, blokunun veya birliğinin lütfuna bağlıdır.<br />
a.) Eylem Stratejisi: “Dürüst olalım ki, dürüst olsunlar”, “Biz üstümüze düşeni<br />
yapmaya hazırız” anlayış ve uygulamalarıyla gereğinde onları açık oynamaya<br />
zorlama.<br />
b.) Söylemi: Bu dünya herkese yeter, bu yüzden birlikte kavgasızca var olalım.<br />
c.) Amaçsal Önceliği: Merkez kalkınmış medeni ülkelerin ve gruplarının dikte ettiği<br />
küresel oluşumda mümkün olduğunca kendi özgünlüğü ve özgürlüğü ile yer almak.<br />
ç.) Eylem Tarzı: Bilinçlice etkiye açık iletilenler ve gereğinde bir ilke dahilinde<br />
kalkınmış medeni iletenler adına iş görmek. Toplumsal faydayı sağlama adına<br />
rasyonel taşeron veya bayilik.<br />
d.) Bilgi Kaynağı: Merkez kalkınmış medeni ileticilerden gelen her türlü bilginin<br />
merkezin izin verdiği ölçüde işlenip kullanılması. Bu kullanımda yer yer “biz” veya<br />
“bizim” demeye çalışma.<br />
e.) İletişim Türü: Rasyonel, edilgen ve karma iletişim. Merkezden verilen röle göre<br />
aracılı veya aracısız olabilir. Yer yer kendini gösterme gayreti.<br />
f.) İletişim Kimliği: Merkez tarafından sınırları belirlenmiş iletişim çevresinde<br />
etkileşimde olan iletilenler ve bunları iletilenler toplumu. Yarı ileten; iletirken<br />
iletilen, iletilirken ileten olmaya çalışma.<br />
g.) İletişimin Amacı: Merkezin iletilerini çeşitli seviyelerdeki resmi ve sivil eğitim<br />
kurum ve kuruluşları vasıtasıyla kendi toplumlarının en ücra köşelerine kadar kendi<br />
toplumsal motiflerini de ön plana çıkarmaya çalışarak taşımak.<br />
187
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ğ.) İnsan Tipi: Sentezci, eklektik, rasyonel uzlaşıcı, pazarlıkçı, seçici, etkiye açık<br />
edilgen, bedel ödemeye açık, kurtarıcı, kontrollü risk alan, kapasitesi dahilinde<br />
kendine güvenen, rasyonel tavizci ve pragmatist, gerek gördüğünde gönüllü iş bitirici<br />
vesair.<br />
h.) Seçimin Bedeli: En iyimser değerlendirmede bedel olarak ödediği kültürel özgün<br />
kaynak ve ürünleri ve özgürlüğüne karşılık olarak üçüncü sınıf müreffeh bir toplum<br />
olma. Verilme oranı ne olursa olsun, merkez kalkınmış medeni ileten toplumlar<br />
grubunun, birliğinin veya blokunun dağıttığı pastada payını rasyonel çerçevede<br />
garantilemektir. Bedel bilinci var olup; gereğinde pastadan kendisine lütfedilen payı<br />
büyütmek için rol çalma denemelerinde bulunma.<br />
E.) Politika Belirleyici ve Uygulayıcıların (Devlet ve Sivil Toplum Kuruluşların)<br />
Tutumları: Medeniyet hümanizması oluşumunda, devlet mekanizmaları (siyasi<br />
iktidar ve muhalefet partileri; idari, adli, askeri, güvenlik, temsil, dini ve benzeri<br />
birimlerin; üniversitelerin); ve kamu ve sivil toplum kuruluşların stratejiye uygun<br />
söylem ve eylem geliştirip bu yönde toplumsal kanaat ve uygulamalar geliştirmeleri<br />
beklenir.<br />
F.) Homo Muslimusluk Anlayışı ve Tutumu:<br />
Anlaşmacı, ortacı, uzlaşıcı ve rasyonel faydacılığı esas alan lokalitede küresel güç<br />
bilinçli homo Muslimus anlayışı. Homo Muslimusluğun tedbirci, agah olmaya<br />
çalışan, pazarlıkçı ve “şu kepçeyi ver, birazda biz ölelim” diyen tip; olmazsa<br />
tevekkülcü ve benden bu kadarcı tutum.<br />
G.) Medeniyet Anlayışı ve Tutumu:<br />
Kendi ülkemizde biz kendi toplumsal kalkınma ve medeniyetimizin inşası için<br />
elimizden geleni yapalım gerisi bölgesel ve küresel kalkınmış medeni büyüklere ve<br />
Yaratıcıya kalmış anlayış ve tutumu. Bölgesel ve küresel büyükleri aman küstürüp<br />
kızdırmayalım ki, bizimde olsun veya en azından elimizdeki mevcuttan da mahrum<br />
olmayalım anlayış ve uygulaması.<br />
Ğ.) Medeniyet Hümanizması Anlayış ve Tutumu:<br />
Küresel medeniyet hümanizmasının farklı parçaları veya bileşenleri olarak birlikte<br />
çalışalım böylece sizin insanınız, ademimiz, adamınız da kazansın kalkınma ve<br />
medeniyetleşme çabasındaki bizim ki de en azından kendince kazansın. Bu kazanım<br />
talebinde baskın medeni toplumlar tarafından konumu hatırlatıldığında: “Tamam<br />
öyleyse, sizin izin verdiğiniz kadar kazanalım”; ve çoğu zaman hayal kırıklığına<br />
uğranılmasına rağmen dengeli ve paylaşımcı bir hümanist anlayış ve tutum<br />
sergilemeye çalışma.<br />
Günümüz Doğu toplumlarının merkezi güçler karşısındaki durumlarına<br />
baktığımızda, maalesef rasyonel gözükmesine rağmen bu yönelimde ortacılık veya<br />
sentezcilikçi tavır söz konusu olamamaktadır. Yani, hem Doğulu orijinal kimliğimizi<br />
koruyalım, hem de Batılı olalım anlayışı ve yaklaşımı teori de mümkün olsa da<br />
günümüzdeki dünya devletleri ve aralarındaki bölgesel ve küresel uluslararası<br />
ilişkiler dikkate alındığında pratikte yürümeyeceği açıktır. Örnek olarak uzağa<br />
gitmeye gerek yok ülkemizin yakın tarihteki Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Nato,<br />
Birleşmiş Milletler ve diğer ülkelerle olan ikili ilişkiler macerası hatırlansın yeter. Bu<br />
açıklığa rağmen bu güne kadar anlamayan ülke ve devletlere, yönetici ve yönlendirici<br />
devletler, yeri geldiğinde talepçi devlet ve ülkelere geçmiş tarih, kültür ve uygarlık<br />
çevrelerini, kimliklerini A’dan Z’ye kadar hatırlatarak birinci elden açıklayıp<br />
188
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
anlatmaktadırlar. Bu tarihi, kültürel, siyasi ve ekonomik brifingde ortaya konan<br />
iletinin ana teması şudur:<br />
“Biz Batılıların (Avrupa Birliğinin Türkiye’nin üyelik başvurusuna karşı tutumu ve<br />
beyanatları hatırlansın) asgari müşterekleri ile siz Doğuluların (ister kabul edin bu<br />
sıfatı ister kabul etmeyin) asgari müşterekleri uyuşmadığı gibi birbiriyle ciddi bir<br />
şekilde zıtlaşmaktadırlar (ama farkındasınız ama değilsiniz). Sonuçta siz, bizim<br />
standart Batı tiplememize uymadığınız gibi aykırı düşmektesiniz de. Bizim de aykırı,<br />
standart dışı tiplerle bu anlamda işimiz de, ilişkimiz de olamaz. Diğer yandan, bu tür<br />
bir taleple bizim Dünya idarecisi, yönlendiricisi, uygar, kültürlü, hümanist, sosyal,<br />
akılcı, ilerici ve bilimciliğimizi tasvip ve tescil edip bizi tatmin ettiğiniz için<br />
gereğinde yanınızdayız ve bu anlamda da varlığınıza ihtiyacımız var demektedirler.<br />
Değil mi ki, her şey zıttı ile kaimdir.” (Açıköz, 2016: 315-341)<br />
Ortacı, sentezci, eklektik tavrın bir ciddi sakıncası da Dünya dinamikleri değiştiğinde<br />
bu ruh haleti ile Doğu’ya yönelirseniz orada da (şayet, şimdi de böyle müstakil, nevi<br />
şahsına münhasır bir Doğu bloku varsa) yerinizi bulamadığınız gibi kabul de<br />
göremezsiniz. Seçiminizi ya tam Batı yönünde Batılıca yapacaksınız (ki, bu Doğu<br />
toplumları için kendini inkar demektir ve bugün Batı’nın Doğu ülkelerine hatırlatıp<br />
önemle üzerinde durduğu nokta budur). Ya da bir homo Muslimuslar toplumu olarak<br />
geçmişinize, kökünüze, gerçek kimlik ve kişiliğinize (yani fıtratınıza emanet ve<br />
yeryüzü temsilciliği bilinciyle) dönüp eşyanın kanunu gereği bir Doğulu olarak Doğu<br />
cephesinde yerinizi evrensel bir medeniyet projesi ve hümanizmasıyla dünya lideri<br />
toplumu olarak almanızdır ki tarihi birikiminiz buna el vermektedir.<br />
6. HÜMANİZMALAR ÜSTÜ HÜMANİZMA (HOMO MUSLİMUS<br />
VE EVRENSELCİ MEDENİYET HÜMANİZMASI):<br />
KÜRESELLEŞMEYE KARŞI EVRENSELCİLİK (TEVHİDİ<br />
KOZMİK TÜMCÜLÜK)<br />
Yukarıda kalkınmış medeni ülkelerin küresele veya yerküreye yeniden düzen ve şekil<br />
verme eylemlerinin adı olan “küreselleşme”ye karşı az kalkınmış, kalkınmakta olan<br />
veya üçüncü dünya ülkeleri tarafından geliştirilebilecek olası dört yönelim<br />
stratejisinden üçünü gördük. Geriye bütün küreselleşme maceralarına alternatif<br />
küreselleşmeye karşı evrenselciliği (Tevhidi kozmik tümcülüğü) esas alıp onları da<br />
içine alan hümanizmalar üstü hümanizmayı “homo Muslimus ve evrensel medeniyet<br />
hümanizmasını” içeren dördüncü yönelim stratejisi kaldı. Şimdi bu son<br />
bölümümüzde medeniyet hümanizmalarına dair olası ileri çalışmalar için “homo<br />
Muslimus ve evrensel medeniyet hümanizmasını”n içeriksel ve işlevsel anatomisini<br />
genel çerçevemiz dahilin de ortaya koymaya çalışalım. Küresel kalkınma ve<br />
medeniyetler cephesinde pasif bir üye olabileceğiniz gibi tarihte bir döneme<br />
damgasını vurmuş, kültür ve uygarlık potansiyelinizi kullanarak yönetici,<br />
yönlendirici, belirleyici bir aktif üye ve eyleyen de olabilirsiniz. Burada, her iki Doğu<br />
ve Batı kültür ve uygarlık çevresine yönelimin kesin şartı, yönelimci devlet ve<br />
ülkelerinin kendi içlerinde, kendi toplumlarının asgari müştereklerini belirleyerek bir<br />
milli alt kimlik oluşturmalıdırlar. Eğer gerçekten bu kimliğin iç ve dış dinamik ve<br />
ilkeleri belirlenmişse üst kimliğe yönelik seçimin ne yönde olacağı da kendiliğinden<br />
ortaya çıkmış demektir. Öte yandan tabii bu yönelim olayının, yönelen veya<br />
yönelenler yüzü bir de asıl olan yönelim mercii ve merkezi olan Batılı kalkınmış<br />
189
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
medeni devletlerin tutumu var ki, günümüzde asıl olan da bu yüzün tutumudur. Bu<br />
tutumun algılanıp bilinçli bir şekilde okunması, onunla bilginin her sahasında<br />
hesaplaşarak, aşılması gerekir. İşte bu bağlamda geçmişte Türkiye Cumhuriyeti,<br />
“Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesi ve “Muassır Medeniyet Seviyesine Ulaşma” hedefi<br />
doğrultusunda halka ve Hakka rağmen çeşitli adımlar attı. Yücer’e (2015) göre:<br />
“Cumhuriyet ideolojisi (için) Medeniyetten kasıt sadece bilim ve teknolojide Batı<br />
seviyesine çıkmak değil, hukuk, siyaset, iktisat, kültür gibi bütün alanlarda batı<br />
medeniyeti seviyesine çıkılması idi. Kutsanan Medeniyet ‘batı medeniyeti’idi.<br />
Toptan bir değişim hedefleniyordu. Ancak toptan değişim bilim, sanayi, iktisat gibi<br />
alanlar değil daha kolay ve şekli değişim olan kültürel değişime ağırlık ve öncelik<br />
verildi. Kılık kıyafet devrimi yapıldı ve katı olarak uygulandı. 1948’e kadar hac<br />
yasaklandı, 1950’ye kadar ezan Türkçe okundu. Camilerde tıpkı kiliselerde olduğu<br />
gibi sıra konulması fikri ileri sürüldü. 1950’de İslam İlmihali’nin basımı yasakken<br />
Comte’nin Pozitivizm İlmihali devlet eliyle basıldı” (Yücer, 2015: 130-131)<br />
Türkiye Cumhuriyeti ideolojisini Hakka rağmen yaptığı tezinin alıntıdaki verilerden<br />
desteklenmesine bir de 1928’de Anayasadan “Türkiye Cumhuriyetinin Dini<br />
İslam’”dır ibaresinin çıkarılmasını ve devletin köklerinin İslam öncesi dönemlerde<br />
aranması siyasi, ilmi ve kültürel politikalarını ekleyebiliriz. Dahası: “Selçuklu ve<br />
Osmanlı dönemi dil, medeniyet ve kültürüyle ilgilenmedi, bu dönemlerin önce cahili<br />
sonra düşmanı oldu. En kötüsü dil, medeniyet ve dini anlamlardaki kısırlaşma<br />
yüceltildi.” (Yücer, 2015: 131) Yine bu bağlamda “İmajoloji”nin kuramsal banisi<br />
Öztürk’ün (2013) işaret ettiği gibi: “İmajoloji lojistiğini kullanarak bir imajist bilinç,<br />
irade ve uygulamalarıyla indirgemeci tarih, coğrafya, dil, kültür ve medeniyet ve<br />
hümanizma ideolojileriyle plastik cerrahi müdale görmüş yapay, GDO’lu ve kalıcı<br />
makyajlı bir imaj toplumu oluşturmaya çalıştılar. Sonuçta maalesef bunu da kısmen<br />
başardıklarını söylemek mümkündür” (Öztürk, 2013: 78). Diğer taraftan,<br />
İmparatorluklar ve Hilafet bakiyesi Türkiye Cumhuriyeti Toplumu tarihten gelen<br />
engin, dingin ve içkin sağduyu vicdanı, tecrübesi, edebi ve irfanıyla, bu kendisine<br />
sorulmadan kendisine rağmen yapılan devrim adı altındaki uygulamalara: “Toplum,<br />
bilimsel, teknolojik hatta hukuk ve siyasal anlamda batılılaşmaya karşı çıkmadı.<br />
Ancak tarih, kültür ve din anlamındaki değişim, yorum ve yönelimlere tepki vermeye<br />
başladı. Çoğunlukla halk tepkisini seçimlerde göstermekle birlikte genelde gizledi.<br />
Devletini hiç dışlamadı, karşı direnişe geçmedi, bazen geri çekilse de bir gün gelecek<br />
idareciler doğruyu görecek diye ümitle bekledi, ulu’l-emre karşı gelinmeyeceğini<br />
düşündü” (Yücer, 2015, 131: Dipnot 5)<br />
Mekanik indirgemeci ve çoğunlukla gayri insanici baskın ve dikteci Batılı<br />
küreselleşme ile yüzleşip, hesaplaşarak homo Muslimus ve onun evrenselci kalkınma<br />
ve medeniyetinin her alandaki hümanist uygulamaları vasıtasıyla onlarla başa<br />
çıkmanın yolu da yukarıda ifade edilen olumsuz uygulamaların bireysel ve toplumsal<br />
seviyelerdeki açmış olduğu bedensel, zihinsel ve ruhsal yaraların ve travmaların<br />
etkilerinden sıyrılıp tıpkı homo Muslimus dedelerimizin geçmişte kendi maddi ve<br />
manevi bilgi ve teknolojik lojistikleri ile kendi şartlarında yaptıkları gibi yapabiliriz.<br />
Bu da en azından şu beş adımı atmakla mümkündür:<br />
190
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
1) Öncelikle, toplumu oluşturan bireyler arasında “homo Muslimus ve evrensel<br />
kalkınma ve medeniyet hümanizması” alternatif stratejisi yönünde bir bilinç veya<br />
farkındalık oluşturmak;<br />
2) Toplumun sağduyusuna ve ortak vicdanına başvurarak Tevhidi kozmik tümcü<br />
düzen çerçevesinde asgari müştereklerini belirlemek;<br />
3) Bunlara bağlı olarak geniş kapsamlı ilk etapta lokal seviyede doğal akışında milli<br />
bir kimlik ve hümanizma oluşturmak;<br />
4) Global seviyede dünya hümanizması oluşturması sürecinde ise, kendisinin Doğu<br />
veya Batı kültür ve uygarlık çevreleri öğelerinin oluşumuna ve ürünlerinin ortaya<br />
konmasında geçmişte, şimdide ve gelecekte hali hazırdaki gücü ve potansiyeli ile ne<br />
tür bir katkıda (veya katkılarda) bulunduğu, bulunmakta olduğu ve bulunacağının her<br />
yönden dökümünü yapmak; ve<br />
5) Kendi doğal mecrasında nasıl şekillenmişse bu şekillenmenin iç ve dış<br />
dinamiklerini tespit edip bütüncü ve kapsamlı bir sistematiğe bağlayıp,<br />
anlamlandırıp, adlandırıp, aktarılmasından geçer. (Açıköz, 2016: 315-341)<br />
Şimdi bu maddelerin sağduyu eylem felsefesi zemininde şeklen diğer yönelim<br />
stratejilerinde olduğu gibi sosyo-felsefi bütüncül yaklaşımla anatomik açılımlarını<br />
yapmaya çalışalım.<br />
6.1. İlkeleşmiş Ontolojik Temel Yargı:<br />
Yeryüzünde hatta evrende homo Muslimusluk esastır ve bütün insanlığa açık olup<br />
kimsenin tekelinde değildir. Değil mi ki Yaratıcı ona katından ruh (akıl, irade vicdan)<br />
emanetini yükleyip, tabir caizse eğer, özel bir fıtrat formatı atıp homo Muslimusluk<br />
vizyon ve misyonunu yeryüzünde sergileme görevini vermiştir; öyleyse asıl olan<br />
homo Muslimus (Müslüman insan) olmaktır. Homo Muslimusun hayatı dünya ve<br />
ötesi (ahiret) olmak üzere iki boyutludur. İnsanlık içinde ben homo Muslimusca var<br />
olup diğer insanlara bu çerçevede yaklaşırım. Asıl olan benim toplumum, ülkem,<br />
coğrafyam, inancım, dilim, örfüm, adetim, geleneğim, göreneğim, sanat, kültürüm ve<br />
hülasa kalkınmam, medeniyetim ve hümanizmamdır.<br />
6.2. İlkeleşmiş Epistemolojik Temel Yargı:<br />
Bilgi denilen şey benim, toplumumun, kültürümün ve hülasa medeniyetimin yitik<br />
malıdır. Homo Muslimus, aynı zamanda bir akıl hamalı şüpheci insandır (homo<br />
skeptikustur) ve kendindeki, doğadaki ve evrendeki düzen, denge ve işleyişi<br />
okumakla görevlidir. Medeniyetime (varlık, değer, güzele ve hikmete) ilişkin bütün<br />
bilgiler dost toplumlar ve kültürlerine paylaşım için açıktır. Homo Muslimusun<br />
evrensel kalkınma ve medeniyet hümanizmasında her seviyede bilgilenmek ve<br />
bilgilendirmek esastır.<br />
6.3. İlkeleşmiş Etiksel Temel Yargı:<br />
En yüksek değer veya değerler benim toplumum (biz), coğrafyam, onun bağımsızlığı<br />
ve bekasıdır. Öyleyse, Homo Muslimus gayrısı “Yaradılanı Sev Yaradan’ından<br />
Ötürü”; ayrıca “Barış Esastır ve Dokunmayana Dokunulmaz”. Bütün insanlar<br />
doğuştan fıtraten homo Muslimus olduğuna göre, dünyadaki bütün bireyler ve onların<br />
kültür ve medeniyet çevrelerine homo Muslimusluğun evrensel mesajı iletilmesi<br />
191
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
homo Muslimus ve onun medeniyet hümanizmasının gereği bir ödev, sorumluluk ve<br />
misyonik bir görevdir.<br />
6.4. İlkeleşmiş Estetiksel Temel Yargı:<br />
En güzel olan insanın fıtrat formatına uygun olup homo Muslimusca düşünüp,<br />
eyleyip söylemesidir; yani homo Muslimusun medeniyet hümanizmasının maddi ve<br />
manevi evrensel ürünleridir, eserleridir, yapıtlarıdır. Çünkü bu ürün ve eserlerin<br />
mayasında akıl, vicdan, ruh, merhamet, sevgi, paylaşma, diğergamlık, dayanışma,<br />
adalet, hoşgörü, saygı, empati ve sempati vardır.<br />
a.) Eylem Stratejisi: Fıtri, doğal, açık ve doğrudan, çünkü yalan yalanı doğurur ve<br />
güneş balçıkla sıvanmaz. Gidelim mesajımızı iletelim ve buyursun gelsinler<br />
gösterelim. Saklayacak bir şeyimiz yok paylaşacağımız çok şey var.<br />
b.) Söylemi: Değil mi ki, yaratılanı sev Yaratan’dan ötürü; öyleyse bizler, bütün<br />
insanlık ve sizler için varız. Her kim olursanız olsun, gelin tanış olup homo<br />
Muslimusca dünya ve ahrette de birlikte var olalım.<br />
c.) Amaçsal Önceliği: Önce diğer homo Muslimuslar sonra ben ve bana özge olanlar<br />
esastır. Yaratıcının hoşnutluğunu kazanmaktır.<br />
ç.) Eylem Tarzı: Açık, yalın, direkt, sorumlu, edepli, saygın, örnek ve gereğinde<br />
meydan okuyucu, hesap sorucu ve hesap verici.<br />
d.) Bilgi Kaynağı: İnsan, toplum, doğa, evren ve Yaratıcı.<br />
e.) İletişim Türü: Evrensel karakterli doğrudan, aracısız ve gereğinde buyurucu çift<br />
taraflı insani maddi ve manevi türden iletişim.<br />
f.) İletişim Kimliği: Açık evrensel iletişim çevresinde homo Muslimusca etkileşimde<br />
olan iletenler toplumu ve medeniyet çevreleri.<br />
g.) İletişimin Amacı: Evrensel homo Muslimus ve onun medeniyet hümanizmasının<br />
bileşenleri ve eserlerinin yer aldığı dini ve milli kimliği içselleştirip evrensel davet<br />
yoluyla dışa açma. Kim olursanız olun Buyurun gelin.<br />
ğ.) İnsan Tipi: Evrensel karakterli, inançlı, öngörülü, iradeli, agah, riskçi, dürüst,<br />
yalın, kendine ve toplumuna güvenen, şecaatlı, cesur, meydan okuyucu, özverili,<br />
diğergamcı, barışsever, vicdanlı ve ahlaklı vesair.<br />
h.) Seçimin Bedeli: Diğerleri tarafından medeniyet çevresinde izole edilme; ve homo<br />
Muslimus ve medeniyet çevrelerini kendi yağıyla kavrulmaya mahkum edilme vesair<br />
çabalarına karşı devamlı tetikte, nöbette, teyakuzda ve agah olup seferde olmaktır.<br />
6.5. Politika Belirleyici ve Uygulayıcıların (Devlet ve Sivil Toplum<br />
Kuruluşların) Tutumları:<br />
Medeniyet hümanizması oluşumunda, devlet mekanizmaları (siyasi iktidar ve<br />
muhalefet partileri; idari, adli, askeri, güvenlik, temsil, dini ve benzeri birimlerin;<br />
üniversitelerin); ve kamu ve sivil toplum kuruluşların stratejiye uygun söylem ve<br />
eylem geliştirip bu yönde toplumsal kanaat ve uygulamalar geliştirmeleri beklenir.<br />
6.6. Homo Muslimusluk Anlayışı ve Tutumu:<br />
Homo Muslimus ve aynı zamanda kendini terbiye eden Rabbine kul olması nedeniyle<br />
İlahi evrensel bir projenin ana aktörü olup kendine, doğaya, evrene, bütün mevcudata<br />
ve Yaratıcısına karşı hem bu dünyada hem de ahirette sorumludur. Bu yüzden bütün<br />
192
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
eylem ve söylemlerinde bu bilinç, irade ve farkındalık ile adım atılmalıdır. Öyleyse<br />
hem bireysel hem toplumsal alanlarda eline, beline ve diline sahip ol ki, senden<br />
sonrakilerde aynı tutumu takınsın.<br />
6.7. Medeniyet Anlayışı ve Tutumu:<br />
Homo Muslimusluk, Adem’den bu yana süre gelen küresel hatta evrensel hak batıl<br />
mücadelesinde bütün kalkınma ve medeniyet öykülerinin İslam adına Tevhidi<br />
kozmik tümcülük çerçevesinde müesseseleşmiş halidir. Anlatacak hikayesi, verilecek<br />
mesajı ve gösterilecek tarihsel derinlikli bugüne taşınıp sentezlenecek medeniyet<br />
eserleri mevcuttur. Dün yaptık, Yaratıcının izni ve yardımıyla bugün de yaparız.<br />
6.8. Medeniyet Hümanizması Anlayış ve Tutumu:<br />
Homo Muslimusluk evrensel bir temsil ve modellik makamıdır ve bu yönüyle onun<br />
hümanizması da hümanizmalar üstü küresele inat Tevhidi kozmik tümcülük<br />
çerçevesinde evrensel bir hümanizmadır. Bu nedenle onun medeniyet hümanizması<br />
da bütün insanlık için küresel hatta evrensel seviyede model bir hümanizmadır.<br />
Nitekim homo Muslimus ve onun medeniyet ürünleri ve eserleri bu evrensel hümanist<br />
anlayış ile ortaya konmuştur.<br />
7. SONUÇ<br />
Bütün Homo Muslimus ve Müstakbel Adaylarına Bir Not ve Hatırlatma: Acilen<br />
Fıtrata, Emanete ve Tevhidi Kozmik Tümcülüğe Dönüş Çağrısı)<br />
Bildirimizin Sonuç kısmında homo Muslimus ve medeniyet hümanizması<br />
bağlamında ilgililere (Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına, kalkınma bakanlığına,<br />
üniversitelere, sivil toplum kuruluşlarına vb.) bir hatırlatma yaparak yakın tarihi özce<br />
bir not düşeceğiz. Türkiye Cumhuriyeti Kalkınma Bakanlığı bu yönde kendi teknik<br />
kulvarında şunları söylemektedir: “… Bilgi toplumuna dönüşümün sağlanarak dünya<br />
hâsılasından daha yüksek oranda pay alınması, toplumun yaşam kalitesinin<br />
yükseltilmesi, bilim ve uygarlığa katkı ile bölgesel ve küresel düzeylerdeki kararlarda<br />
etkin söz sahipliği, uzun vadeli gelişme stratejisinin nesnel amaçlarını<br />
oluşturmaktadır. 2023 Uzun Vadeli Gelişme Stratejisinde ülkemizin jeostratejik<br />
konumu, kültürel birikimi ile ekonomik ve sosyal alanda sağlayacağı gelişmeler<br />
sonucu Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında ülkemizin dünyanın ilk 10 ekonomisi<br />
arasında yer alması hedeflenmiştir…”(T.C. Kalkınma Bakanlığı Tanıtım Kitabı)<br />
Yukarıda ki içeriksel sunum çerçevesinde acilen bunların üstüne evrensel düzlemde;<br />
bugün burada bürokratlar, teknokratlar, akademisyenler, sivil toplum kuruluşları ve<br />
bölge temsilcilerinin katılımlarıyla gerçekleştirilen bu “Uluslararası UNİDAP<br />
Kalkınma Konferansı” örneğinde olduğu gibi; özellikle akademik seviyede yeniden<br />
düşünüp değerlendirmek gerekir. İncelememizin genel içeriği, yukarıdaki alıntı ve<br />
2023, 2053, 2071, 2110 vesair hedef tarihler dikkate alındığında aralarında hiçbir<br />
ayrım yapmaksızın birlik, dirlik, düzen ve dayanışma içinde 80 milyon Türkiye<br />
Cumhuriyeti nufusunu oluşturan vatandaşlar, devlet, siyasi partiler, üniversiteler,<br />
sivil toplum kuruluşlarının eylem planları, projeleri ve stratejileri için daha doğuştan<br />
homo Muslimus namzedi olan insanın fıtratının, emanetinin ve yeryüzü<br />
temsilciliğinin ve Tevhidi kozmik tümcülüğün gereklerine dönüşü esastır. Bu esas<br />
üzerine bir toplumun kalkınma ve medeniyet sürecinin insan merkezli ete kemiğe<br />
193
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
büründürülüp hayatiyet kazandırılmasındaki ana paydaş alanlardan biri “sosyal<br />
hizmet” ve onun uygulama alanlarıdır. Sosyal hizmet sahasındaki uygulamalı teknik<br />
çerçeveye, paydaşları ve aktörlerine hem toplumsal, hem bölgesel, hem küresel ve<br />
hatta hem evrensel seviyelerde insan, kültür, medeniyet ve hikmet bağlamlarında can<br />
suyu olup; geniş kapsamlı, bütüncül, teorik yönlendirici ve ufuk açıcı bir motor<br />
gücüne ve zemininin oluşumunu sağlayacak çok acilen bir “sağduyu sosyal hizmet<br />
felsefesi”ne ihtiyaç vardır. Bu nedenle üniversitelerimizin ilgili bölümlerinden<br />
beklenen, indirgemeci, mekanik, sığ, vakıanüvist veya raportörlük tekniker yaklaşım<br />
ve uygulamaların içinde boğulup kaybolup gitmeden bu ihtiyacın aciliyetini bir an<br />
önce görüp giderilmesi yönünde disiplinler arası ciddi çalışmalar yapmasıdır. Fakat,<br />
diğer taraftan, üniversitelere baktığımızda gerek ulusal gerekse uluslar arası<br />
akademik alanda henüz böyle her türlü indirgemecilikten uzak disiplinler arası<br />
yardımlaşma ve etkileşimi merkeze koyan sağduyucu, bütüncül, çok yönlü ve<br />
kapsamlı bir çalışma ne ulusal ne de uluslararası seviyelerde yapılıp ortaya<br />
konmamıştır. Anlaşılan o dur ki, acizane bir homo Muslimus olarak bu milli ve<br />
küresel sorumlulukta bize düşmektedir. Çünkü homo Muslimusun varlık nedeni<br />
Yaratıcısına “kulluk” ve kendisi de dahil olmak üzere gücü yettiğince bütün<br />
yaratılana “hizmet”tir. Yani her iki durumda da anahtar kelime “hizmet”tir. Çünkü<br />
homo Muslimusluğun temeli uygulamada sadece bireysel, toplumsal, bölgesel,<br />
küresel seviyelerde değil evrensel seviyede “Yaratıcıya Kulluk, Yaratılana<br />
Hizmettir” ve “Eylemler Niyetlere Göredir” ilkeleri ve “Allah’ın Rızasını veya<br />
Hoşnutluğunu Kazanmak Esastır” amacı gereği atılmıştır. İşte bu yüzden: “Halka,<br />
(Topluma) Hizmet Hak’ka Hizmettir”; bunun içinde “İnsanı Yaşat ki, Devlet<br />
Yaşasın; Devleti Yaşat ki İnsan Yaşasın”. Öte yandan “Savaş Yıkım; Barış Yapım ve<br />
İnşa Demektir”. Bütün insanlık tarihi göstermektedir ki, savaş da inşa faaliyetini<br />
sergileyen tek medeniyet homo Muslimusun İslam medeniyetleridir. Nitekim, bu<br />
mottoların mücessimleşmiş ifadelerinden biri, belki de en önemlilerinden birisi ve<br />
zamana meydan okurcasına inatla, inançla ve imanla kalıcı olanı, İslam medeniyeti<br />
yapı ve mimari örneklerinde sıkca görülen müesseseleşmiş “Külliye” anlayış ve<br />
uygulamalarıdır. Çünkü İslam kalkınma ve medeniyetinde “Külliyeler”: Medeniyeti<br />
bakımından “çağlar üstü bir hümanizma ve sosyal hizmetler modelidir”; mimarisi<br />
bakımından “bir medeniyet ruhu ve şehirler silueti/ikonudur”; hümanizması<br />
bakımından “Her Şey İnsan İçin, İnsan da Kulluk İçin”, “İnsanı Yaşat ki, Devlet<br />
Yaşasın; Devleti Yaşat ki İnsan/İnsanlık/Ümmet Yaşasın”; ve felsefesi bakımından<br />
“Halka Hizmet Hakka Hizmet; Hakka Hizmet, Halka Hizmettir” ve “Allah’tan Başka<br />
Galip Yoktur” anlayış ve uygulamalarının eserleridir.<br />
Homo Muslimus bütün insanlığın kurtuluşu ve ihyası için yeryüzü temsilciliği sıfatı<br />
gereği fıtrat özüne dönerek emanetine sahip çıkıp gereğini yapmak üzere medeniyet<br />
inşa etme seferiyle emrolunmuştur, zaferle değil; çünkü “Mutlak Galip Yalnızca<br />
Allah’tır”. Bütün homo Muslimuslar ve adayları yeryüzünün değişik akıl<br />
hamaliyeliğe çevrelerinde dün de olduğu gibi bugün de bir kalkınma ve medeniyet<br />
hikayesinde kendi hayat seferlerini bütün insanlık için sürdürmektedirler. Kendilerine<br />
düşen her daim “iki kapılı handa” (bir ucu dünya diğer ucu ahiret olan) yolda (seferde)<br />
olmaktır; hem burada hem de ötede galibiyet veya mağlubiyet Rab’lerinin takdiridir.<br />
Biz de kendimizce, homo Muslimusun medeniyet ve hümanizmasının teo-sofik<br />
zeminde teorik sağduyucu felsefi bir resmini çizip genelde bütün dünya birey ve<br />
194
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
toplumları özelde kendi birey ve toplumlarımız örneklerinde öyküsünü anlatma<br />
çabasında olduk.<br />
Son bir soru sorup cevabıyla bildirimizi kapatalım. Soru: Eğer Hilafet, İmparatorluk,<br />
Medeniyet Bakiyesi ve Homo Muslimusluğun Son Kalesi 80 milyonluk Türkiye<br />
Cumhuriyeti Gemisinin nufusu (özellikle, devlet, siyasi partiler, kamu kurum ve<br />
kuruluşları, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlarımız) birlik, dirlik,<br />
dayanışma, adalet ve düzen içersinde olmazsak; homo Muslimusca kendi bireysel ve<br />
toplumsal kalkınma eylem planlarımızı, projelerimizi ve stratejilerimizi<br />
geliştirmezsek; hümanizmalar üstü hümanizma (Homo Muslimus ve Evrenselci<br />
Medeniyet Hümanizması) ortaya koymazsak; ve böylece küreselleşmeye karşı<br />
evrenselci (Tevhidi Kozmik Tümcü) bir medeniyet manifestomuzu, öykümüzü,<br />
destanımızı veya senaryomuzu yazmazsak ne olur? En kestirme olası cevap:<br />
Geçmişte akıl hamaliyeliği tarihinin alt dalı olan kültür ve medeniyet tarihinde<br />
görüldüğü üzere; birileri bizim adımıza kendince arzuladığı senaryoyu yazar; ve bizi<br />
de bu yazılmış kendi bireysel ve toplumsal hayatlarımızın harici senaryosunda çaresiz<br />
piyonlar olarak istediği şekilde rol dağıtıp oynatır. Bunu da: İmajoloji kuramsal<br />
donanımını ve medya teknolojik uygulama lojistiğini kullanarak çeşitli imajist<br />
manevralar ve algı operasyonları vasıtalarıyla; dünde yaptıkları; yarın da yapacakları;<br />
bugün de yapıyor oldukları gibi kendi ellerini kirletmemek ve yakmamak için<br />
içimizden birilerini maşa, aracı, taşeron, uşak, işbirlikçi ve işbitirici olarak seçip<br />
görevlendirerek yaparlar. Çünkü malum genellemedir: Evren boşluk kabul etmez.<br />
Evet ennihaye bu bizim cevabımız lakin, diğer taraftan, ne olur sorusuna Merza Fakur<br />
(1424) tarafından verilen bir cevap daha var: “Bir Ülkede Evvelen Ulema ve Umera;<br />
Saniyen Mef’umlar ve Müesseseler İfsad Olur; Bu Mecraya Salisen Esnafın Vicdan<br />
Terazisinin İflası da İlave Olunduğunda (Orada Artık Maneviyat, Milliyet ve<br />
Medeniyet Yok; Heva Heves, Yalan, Meczubiyet ve Ahlaksızlar Ahlakı Vardır);<br />
Bundan Gayri O Ülkenin Her Türlü Çöküşünü Seyir Eyleyiniz.” (Merza Fakur Heliki,<br />
1424)<br />
KAYNAKÇA<br />
Açıköz, Hacı Mustafa : ‘Homo Skeptikus Ve Akıl Hamaliyeliği Tarihi Serisi’sinden<br />
(9 Kitap)<br />
I. Kitap: Açıköz, Hacı Mustafa, 2006a, Skeptikus, Şüphe Ve Bilgi, Elis Yayınları 34,<br />
Ankara.<br />
Iı. Kitap: Açıköz, Hacı Mustafa, 2006b, Tevhidi Kozmik Holizm, Şüphe Ve Eski<br />
Uygarlıklar, Elis Yayınları 37, Ankara.<br />
Iıı. Kitap: Açıköz, Hacı Mustafa, 2006c, Sextus Empirikus Ve Şüphe, Elis Yayınları<br />
38, Ankara.<br />
Açıköz, Hacı Mustafa, 2016, İletişim Felsefesine Giriş: İnsani İletişimin Felsefi<br />
Temelleri, Gnş. 3. Baskı, Elis Yayınları 92, Ankara.<br />
Açıköz, Hacı Mustafa, 1998, Sağduyu Eylem Felsefesi, Birey Yayınları 16, İstanbul.<br />
(Doktora Tezi Çevirisi)<br />
Açıköz, Hacı Mustafa, 2008, Felsefi Sadalar –I–, Değirmen Yayınları, Sakarya.<br />
Açıköz, Hacı Mustafa, 2010, Philosophical Essays –Iı–, Araştırma Yayınları, Ankara.<br />
Ahmad, Israr, 2016, 21. Asırda İslam Rönesansı, (Çev. Hacı Mustafa Açıköz),<br />
Araştırma Yayınları 132, Ankara.<br />
195
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Doğan, Mehmet, 2013, Hiperprestij Grupları, Neva Yayınları, İstanbul.<br />
İslamoğlu, Mustafa, 2014, “Hayat Kitabı Kur’an – Gerekçeli Meal-Tefsir”, Düşün<br />
Yayıncılık 165, İstanbul.<br />
İslamoğlu, Mustafa, 2016, Tabiat Ve Kur’an Ayetleri Işığında Yaratılış Ve Evrim, 3.<br />
Baskı, Düşün Yayıncılık, İstanbul.<br />
Kalkınma Bakanlığı Tanıtım Kitabı: (Plan, Program, Yatırım, Koordinasyon Ve<br />
Kalkınma), 2016, Kalkınma Bakanlığı Basın Halkla İlişkiler Müşavirliği,<br />
Bakanlık Web Sayfasında, Ankara.<br />
Kuyel, Mubahat Türker, 1978, “‘İleri Dil’ Ve ‘Dil Transferi’ Üzerine Ön<br />
Düşünceler”, Bilim Kültür Ve Öğretim Dili Olarak Türkçe, Ss. 97-180, Ttk<br />
Basımevi, Ankara.<br />
Kuyel, Mubahat Türker, 1976, Felsefeye Giriş, Ayyıldız Matbası, Ankara.<br />
Öztürk, Ali, 2013, İmajoloji: Yeni Bir Disiplin Denemesi, Elis Yayınları, 2. Baskı,<br />
Ankara.<br />
Öztürk, Ali, 2014, Medeniyet Ve Sosyoloji: İmajoloji Çalışmaları, Elis Yayınları,<br />
Ankara.<br />
Rescher, N., 1970, Nature Of Human Action, Edited By M. Brand, New York, U.S.A.<br />
Sayılı, Aydın, 1982, Mısırlılarda Ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi Ve<br />
Tıp, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara.<br />
Yücer, Hür Mahmut, 2015, “Toplumbilim Ve Tasavvuf I. Sosyal Sermaye”, Yüzyılın<br />
Sorunları Ve Sosyoloji Seçkisi, Ali Öztürk (Editor), Bartın Üniv. Yay.<br />
No:21, Bartın. Ss:123-142.<br />
196
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tarım ve Kalkınma<br />
Recep TEZGEL 1<br />
Türkiye’de 2000’li yıllarda kırsal kalkınma için başlatılan hamle Avrupa Birliği ile<br />
entegrasyon süreciyle birlikte bir adım daha ileriye taşınarak 2007 yılında Tarım ve<br />
Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu(TKDK) kuruldu. Bu yeni süreçle birlikte<br />
ülkemizin kırsal kalkınma deneyiminde, her biri ayrı bir örneklik taşıyan iyi<br />
uygulamalar ile yepyeni sayfalar açılmıştır. Arasında Muş ilimizin de bulunduğu 42<br />
ilde IPARD Programı kapsamında et besiciliğinden arıcılığa, süt üretiminden kırsal<br />
turizme kadar geniş bir yelpazede yaklaşık 10 bin yatırımcıya destek verildi. Bu<br />
destekler verilirken kırsal emeğin önemli bir kesimini oluşturan ve geleneksel<br />
istihdam yapısında çoğunlukla ücretsiz aile işçisi şeklinde görülen kadınlar ve diğer<br />
dezavantajlı guruplara öncelik tanındı. Bu modelde mekâna ve yerel kaynak<br />
potansiyeline odaklanan bir anlayışla kırsal toplumun yaşam kalitesinin yükselterek,<br />
bölgeler ve kır-kent arasındaki gelişmişlik farklarının azaltılmak, göç eğilimlerinin<br />
istikrarlı bir dinamiğe kavuşturan dengeli ve sürdürülebilir kalkınma hedeflenmiştir.<br />
Anahtar Kelimeler: Tarım, Kalkınma, IPARD, SARD, Kırsal Alan, Yatırım, Göç<br />
Abstract<br />
Agriculture and Development<br />
In 2000s government has been started an initiative for rural development in Turkey<br />
and thus a further step taken in the process of integration with European Union; then<br />
Foundation of Support of Agricultural and Rural Development (SARD) accordingly<br />
established in 2007. With these processes in the rural development experience of our<br />
country, each of different samples of good applications opened new chapters. In the<br />
forty-two cities including Muş city, program of IPARD include huge field of<br />
investments, from meat production to bee raising, and from milk production to rural<br />
tourism, and provided support approximately ten thousand investors. While providing<br />
these supports and investments, the most crucial part of rural work has been given<br />
priority to those who are unpaid family workers (i.e. mostly women) who have been<br />
taken in parts as disadvantages groups in the traditional placement structure. In this<br />
model, it has been focussed upon the potentialities of space and local sources with a<br />
view to raising the qualities and standards of rural societal life so that the development<br />
gaps and differences between regions and rural-city have been accordingly dealt and<br />
arising problems solved as they targeted to do so. In the end, by reducing the<br />
problems, migration move has become stable and sustainable with a dynamic<br />
development projects and targets.<br />
Key Words: Agriculture, Development, IPARD, SARD, Rural Area, Investment,<br />
Migration.<br />
1<br />
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Danışmanı, rtezgel@hotmail.com<br />
197
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
1. DEĞİŞEN TARIM PARADİGMASI<br />
Günümüzde ‘küreselleşme’ olgusu birçok alanda olduğu gibi tarım sektörünü de<br />
yeniden şekillendirmektedir. Artık kimin, neyi ne zaman ve ne kadar üretmesi<br />
gerektiği ülkelerin iç sorunu olmasının ötesinde bir anlam taşımaktadır. Dünya<br />
Ticaret Örgütü gibi dev küresel aktörlerin oluşturduğu bürokratik ve ticari yapılar<br />
sektörün karar mekanizmalarını ve geleceğini etkilemektedir. Bu etkilenmenin bir<br />
sonucu olarak uluslararası alanda tarım, içerisinde iktisat, sosyoloji gibi disiplinlerin<br />
yer aldığı “Multifunctional Agriculture” fikri üzerinden yeniden tanımlanmaktadır.<br />
Bu yeni tanımlama içerisinde gıda güvenirliliği, çevre, hayvan refahı gibi konular<br />
yükselen değerler olarak karşımıza çıkmaktadır. Sosyolog Bonanno’ya göre,<br />
günümüzde, tarım sektörünü artık Max Weber‘in yaklaşımları ile açıklamak oldukça<br />
zordur. Bugün tarımsal üretimin hem üreticisi hem de tüketicisi önemli ölçüde<br />
değişmiştir. Bu değişimin sonucu olarak günümüzde tüketicilerin satın alma<br />
alışkanlıklarının giderek daha sofistike, sağlık odaklı ve kaliteli olma yönünde<br />
değiştiği görülmektedir. Bilinçli tüketiciler, çevre açısından olumlu, güvenilir ve aynı<br />
zamanda bütçelerine uygun ürünleri tercih etmektedirler. Üreticilerde bu<br />
paradigmaya uygun olarak tüketici davranışlarındaki değişimlerle örtüşen stratejileri<br />
benimsemektedirler. Böylece tarımın gittikçe endüstriyel bir üretim sahası haline<br />
geldiğini ve tarımsal ürünlerin, üretim – dağıtım - tüketim ilişkilerinden oluşan<br />
zincirin kökten değiştiğini söylemek mümkündür. Bu küresel değişim ülkemiz<br />
tarımında da etkili olmaktadır. GTHB Stratejik Eylem Planında “ Tarım; maişet<br />
amaçlı bir sosyal yardım alanı olmaktan çok stratejik rekabete dayalı iktisadi bir<br />
sektördür" olgusuna vurgu yapılmıştır.<br />
2. KIRSALIN KALKINMASI<br />
Tüm dünyada tarımsal üretimde yaşanan kararsız ve dalgalı görüntü bizlere tarım<br />
sektörünün şoklara ve krizlere nedenli açık olduğunu göstermektedir. Sektörün<br />
büyük oyuncuları krizlere karşı stratejiler geliştirirken, bir anlamda krizlere karşı<br />
savunmasız olan kırsal alanları içinde stratejiler geliştirmesi gerekliliği uluslararası<br />
kamuoyu tarafından tartışılan bir konudur. Bu çerçevede ülkemizdeki tarımsal<br />
işletmelerin genel yapısı göz önünde bulundurduğumuzda kırsal kesim için<br />
sürdürebilir kalkınma hayati bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
Kalkınman olgusunun önemli parametrelerinden biri kırsal kesimin geleneksel<br />
olandan yenilikçi olana değişim süreci olarak tanımlayabileceğimiz ‘kırsal kalkınma’<br />
olgusudur. Yüzyılımıza, çevreye duyarlı, kaliteli ve yenilikçi üretimin teşvik edildiği,<br />
üreticilerin yaşam standardına katkıda bulunarak kırsal ekonominin gelişmesini<br />
sağlayan kırsal kalkınma odaklı yaklaşımlar damga vurmaktadır.<br />
2.Dünya Savaşı’ndan sonra hızlı sanayileşme ve hızlı nüfus artışı ile birlikte<br />
tüketimin ön planda olduğu bir kalkınma süreci benimsenmiştir. Ancak, 1960’ların<br />
sonunda ekolojik dengelerin bozulduğu, bunun nedeninin ise çevre ve kalkınma<br />
arasındaki bağların göz ardı edilmesinden kaynaklandığı fark edilmeye başlanmıştır.<br />
Konu hakkındaki en çarpıcı örnek DDT ilacıdır. Bulunduğu dönemde tarım için bir<br />
devrim olarak görülen ve mucidi Paul Hermann Müller’e 1948 Nobel ödülü<br />
kazandıran DDT, çok yaygın olarak kullanılması ve dayanıklılığından ötürü<br />
198
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
hayvanlar için tehlikeli olduğu ve doğadaki besin zincirinin bozulmasına yol açtığının<br />
anlaşılması üzerine 1970'lerde yasaklanmıştır.<br />
Çevre ve ekolojiyi tehdit eden bu sorunların tek başına ele alınıp çözülemeyeceği<br />
anlaşıldıktan sonra, etkin bir çözüm stratejisi geliştirebilmek için, dünyanın<br />
azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerindeki nüfus artışı sorununu, giderek artan<br />
yoksulluk ve uluslararası düzeydeki fırsat eşitsizliği ile mücadele yöntemlerini,<br />
sınırsız kaynak tüketimi ve kaynak paylaşımı gibi faktörleri de içerecek biçimde yeni<br />
bir yaklaşımla ele alınması zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Böylece çevre ve<br />
kalkınmada ‘sürdürülebilirlik’ kavramı doğmuştu<br />
70’li yılların sonundan itibaren sıkça telaffuz edilen ‘sürdürülebilir kalkınma’<br />
kavramı ilk kez 1983 yılında Birleşmiş Milletler tarafından oluşturulan Dünya Çevre<br />
ve Kalkınma Komisyonu tarafından hazırlanan “Bizim Ortak Geleceğimiz” (1987)<br />
başlıklı raporda yer almıştır. Brundtland Raporu olarak da bilinen raporda, ‘<br />
kalkınma’, “Bugünün ihtiyaçlarını, gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını<br />
karşılayabilme olanağından ödün vermeden karşılamaktır.” şeklinde tanımlanmıştır.<br />
Geçtiğimiz50 yıl içerisinde, sürdürülebilirlik olgusu, çevresel sorunlar, artan nüfus<br />
ve kişi başına tüketim miktarına bağlı olarak giderek daha çok önem kazanmıştır.<br />
FAO,2016 yılında yayınladığı Raporunda kırsal kalkınma için 5 strateji belirlemiştir.<br />
Bu stratejiler:<br />
• Açlığı, gıda güvensizliğini ve yetersiz beslenmeyi yok etmek,<br />
• Tarım, ormancılık ve balıkçılığı daha verimli ve sürdürülebilir hale getirmek,<br />
• Kırsal yoksulluğu azaltmak,<br />
• Kapsayıcı ve verimli tarım ve gıda sistemlerini etkinleştirmek,<br />
• Tehditler ve krizlere karşı geçimlik ailelerin dayanıklılığını artırmaktır.<br />
3. TARIM VE KIRSAL KALKINMAYI DESTEKLEME KURUMU<br />
ÖRNEĞİ<br />
Türkiye’de 2000’li yıllarda kırsal kalkınma için başlatılan hamle Avrupa Birliği ile<br />
entegrasyon süreciyle birlikte bir adım daha ileriye taşınarak 2007 yılında Tarım ve<br />
Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu(TKDK) kuruldu. Bu yeni süreçle birlikte<br />
ülkemizin kırsal kalkınma deneyiminde, her biri ayrı bir örneklik taşıyan iyi<br />
uygulamalar ile yepyeni sayfalar açılmıştır. Arasında Muş ilimizin de bulunduğu 42<br />
ilde IPARD Programı kapsamında et besiciliğinden arıcılığa, süt üretiminden kırsal<br />
turizme kadar geniş bir yelpazede yaklaşık 10 bin yatırımcıya destek verildi. Bu<br />
destekler verilirken kırsal emeğin önemli bir kesimini oluşturan ve geleneksel<br />
istihdam yapısında çoğunlukla ücretsiz aile işçisi şeklinde görülen kadınlar ve diğer<br />
dezavantajlı guruplara öncelik tanındı.<br />
Bu destekler sayesinde kırsal kesimde; insan kaynaklarının gelişimi ve kırsal<br />
altyapının iyileştirilmesi konularında önemli mesafeler alınırken, tarımın yapısal<br />
sorunlarının çözümlenmesi ve sektörün rekabet gücünün artırılmasına katkı<br />
sağlanmış oldu.<br />
199
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
4. SONUÇ<br />
Son yıllarda sağlanan başarılarla küresel ekonominin önemli bir aktörü konumuna<br />
ulaşan ülkemizin, bu kalkınma hamlesinde diğer alanlara göre katkısı daha sınırlı<br />
kalan kırsalın, gücünü ve potansiyelini artırmak TKDK örneğinde ana hedef<br />
olmuştur. Bu modelde mekâna ve yerel kaynak potansiyeline odaklanan bir anlayışla<br />
kırsal toplumun yaşam kalitesinin yükselterek, bölgeler ve kır-kent arasındaki<br />
gelişmişlik farklarının azaltılmak, göç eğilimlerinin istikrarlı bir dinamiğe kavuşturan<br />
dengeli ve sürdürülebilir kalkınma hedeflenmiştir.<br />
200
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
SOSYAL KALKINMA<br />
SOCIAL DEVELOPMENT<br />
201
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kalkınmanın Kültürel Temelleri<br />
Abdüllatif TÜZER 1<br />
Gelişme ve kalkınma bakımından nasıl bir toplum ve nasıl bir kültür hayal etmeliyiz?<br />
Aslında bunun ipuçlarını, Popper’ın açık toplumunda buluruz. Açık toplum, tartışan,<br />
eleştirilere ve yanılabilirliğe açık olan, düşünce farklılıklarına önem veren özgür ve<br />
özerk bireylerden oluşan bir toplumdur. Özgür ve özerk bireylerin ürettiği fikir ve<br />
pratik farklılıkları rekabetin ve kalkınmanın da dinamiğini oluşturur. Doğulu<br />
toplumlar ise genellikle özgürlük ve özerklikten, farklılık ve çeşitlilikten değil<br />
düşünce, ruh ve davranış birliğinden dem vuran toplumlardır. Bu da esasen onların<br />
statikleşmelerine sebep olmakta ve onları gelişme ve kalkınmadan mahrum<br />
bırakmaktadır. Öyleyse gelişmiş ve mutlu bir toplum olabilmenin yolu, farklıkların<br />
farklılıklarını özsel olarak koruyabilmek ama aynı zamanda onları bir birlik çatısı<br />
altında toplayabilmektir. Bu “farklılıkta birlik” paradoksunun hayata geçirilmesi<br />
demektir.<br />
Anahtar Kelimeler: Kalkınma, Çeşitlilik, Özgürlük, Birlik, Doğu, Batı<br />
Abstract<br />
Cultural Foundations of Development<br />
What kind of society and culture should we imagine in terms of progress and<br />
development. Actually, we find its signs in Popper’s open society. Open Society<br />
consists of free and autonomous individuals who rationally discusses with each other,<br />
gives way to ciriticism, fallibility and falsification and gives importance to diversity<br />
in thought. Differences of thought and practices produced by free and autonomous<br />
individuals are driving forces of competition and development. But Eastern societies<br />
tend to speak of unity of mind, spirit and practice rather than freedom, autonomy and<br />
diversity. This is what rendered them static and also deprived them of progress and<br />
development. So, to become an happy, prosperous and progressed society is only<br />
possible through the fact that diversities should be in a union without losing their<br />
substantial diversities. This means the realization of the paradox “unity in difference”.<br />
Keywords: Development, Diversity, Freedom, Unity, East, West<br />
Nasıl bir kültürel temel gerekli, sürekli gelişmeye açık bir toplum inşa edebilmek için?<br />
Bir başka ifadeyle, kalkınma ya da gelişmeyi sağlayabilmek için, sürekli gelişmenin<br />
önünü açık tutabilmek için nasıl bir kültür ya da nasıl bir toplum hayal etmek<br />
gerekiyor. Benim burada ilk aklıma gelen, felsefeci olmam hasebiyle, Popper`ın açık<br />
toplumu. Popper’ın açık toplum önerisi bizim için aslında bir ipucu taşıyor: bir toplum<br />
eğer gelişmek, kalkınmak istiyorsa, öncelikle, bireyler olmalı, bireyleri özgür ve özerk<br />
olmalı ve bu bireyler tartışmalarla bireyliklerini de zenginleştirebilmeliler. İkincisi,<br />
bu toplumun düzeninin, iyi anlayışının, yani belirli bir iyi ya da mutluluk anlayışının<br />
1<br />
Prof. Dr., Muş Alparslan Üniversitesi FEF, a.tuzer@alparslan.edu.tr<br />
202
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
tepeden bir dikte ile ya da başka yollarla (sözgelimi ideolojik aygıtlar yoluyla)<br />
topluma dayatılarak sağlanmaması gerekir. Toplumun düzeni ve nimetlerin dağıtımı<br />
tamamen, dünya görüşümüz ne olursa olsun - çok farklı hatta büsbütün karşıt gruplar<br />
olabiliriz - liyakate ve liberallerin usuli adalet dedikleri bir sisteme göre<br />
düzenlenmelidir. Açık toplumu tanımlayan en kritik anahtar terim ise ortak akıldır.<br />
Popper`ın metinlerinde sıkça gördüğümüz bir terimdir bu. Hakikat asla tek bir aklın<br />
eseri değildir. Hakikat farklı akılların sürekli tartışmasıyla, sürekli eleştirilebilir ve<br />
yanılabilir olduğunu görmesiyle ulaşılması hayal edilen bir şeydir. Mutlak ve kesin<br />
bir hakikat yoktur zaten. Dolayısıyla sürekli eleştiriye ve yanılabilirliğe açık olmak<br />
açık toplum hayalinin vazgeçilmez unsurudur. Açık toplumun benim daha çok<br />
üzerinde durmayı düşündüğüm özelliği ise birliği ya da birleşmeyi esas değer olarak<br />
almayıp farklılığı ya da çeşitliliği önemsemesidir. Bu bahsettiğimiz açık toplumun<br />
özelliği aynı zaman da açık bir dünya, açık bir gelecek dolayısıyla sürekli gelişime<br />
açık olan bir toplum hayalinin de vazgeçilmez özelliğidir. Çünkü farklılık, çeşitlilik<br />
aynı zamanda kalkınmanın itici gücü olan rekabeti sürekli canlı tutan şeydir.<br />
Modern Batı’nın neden farklılıktan taviz veremeyeceğini ve dolayısıyla birliğe değil<br />
de niçin farklılığa aşırı meylettiğini Popper (2005) çok güzel izah eder: “Batı'yı tek<br />
bir düşünce, tek bir inanç ya da tek bir din altında birleştirmek, bence Batı'nın sonu,<br />
kapitülasyonlara, totaliter düşünceye kayıtsız şartsız boyun eğmemiz anlamına gelir.<br />
. . Teröre ve zalimliğe götüren, kuşkusuz Hıristiyanlık değildir. Bunun asıl nedeni, tek<br />
bir, yekpare ideoloji düşüncesi, tek bir, yekpare ve özel inanca inanmadır. Kendimi<br />
burada sizlere bir rasyonalist olarak tanıttığım için, rasyonalizmin, yani akıl dininin<br />
yarattığı terörün Hıristiyan, İslam ya da Yahudi fanatizminin estirdiği terörden çok<br />
daha vahim sonuçlar doğurduğuna dikkati çekmek boynumun borcudur. Gerçek<br />
anlamda akılcı bir toplum düzeni yaratmak da olanaksızdır ve olanaksızı<br />
gerçekleştirme çabası, en azından aynı çirkinlikleri yaratacaktır. . . Hayır, düşünce<br />
birliği değildir, bizlerin Batı'yla gurur duymamıza neden olan; tersine düşünce<br />
zenginliği, çoğulculuktur. . . Bu nedenle [matematik ve mantık dışında hiçbir şey tam<br />
olarak kanıtlanamaz] doğru arayışı ve fikir oluşturma her zaman özgür karara dayanır.<br />
. . Çünkü fikir alışverişinin özgürce yapılmadığı yerde, gerçek anlamda bir düşünce<br />
özgürlüğünden de söz edilemez. Düşüncelerimizi sınamak, sağlam olup olmadıklarını<br />
saptamak için, başkalarına ihtiyaç duyarız. Eleştirel tartışma, bireyin özgür<br />
düşüncesine bir zemin oluşturur. Fakat bu, siyasi özgürlük olmaksızın, tam anlamıyla<br />
bir düşünce özgürlüğünün olanaksız olduğu anlamına gelir. O halde siyasi özgürlük,<br />
birey aklının tam ve özgürce kullanılabilmesinin bir ön koşuludur.”(228-230, 224-<br />
225).<br />
Acaba Doğulu kafaya böylesi bir modeli yerleştirebilir miyiz? Bireycilik, özgürlük,<br />
ortak akıl, eleştiriye açıklık, farklılıkların özsel anlamda değerliliği. . . Zor görünüyor<br />
gibi. Öyleyse kalkınma ve gelişmeyi bir ide olarak bir topluma yerleştirmek, Doğuya<br />
Batılı bir zihniyetin aşılanmasını ve belki Doğunun otantikliğinin bozulmasını<br />
gerektiriyor. Tanrıyı dünyadan kovan ve hatta öldüren, hakikati ve iyi hayat anlayışını<br />
metafiziksel bir temelden koparıp görelileştiren Batı için güç, ilerleme her şeydir.<br />
Daha fazla güç daha fazla egemen olmaktır. Ya doğu? Her şey Tanrı olduğuna ya da<br />
Tanrısal bir tezahür taşıdığına göre bu Tanrısal düzene uyum sağlamak, onunla bir<br />
olmanın yollarını aramak, ruhsal bir arınmayı ve kurtuluşu hayatın nihai gayesi olarak<br />
203
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
koymak ve Tanrının ve Tanrı adına konuşanların sözünü yanılmaz bir bilgi kaynağı<br />
olarak tesis etmek esas amacımız olacaktır. Daha fazla birlik aranacak ve aşırı birlikçi<br />
tutum kapalı bir toplum yaratacaktır. Ne var ki farklılıkların yeşertilmediği ve rekabet<br />
edemediği böylesi bir birlik toplumunda insanlar birey olabilme şansını kaybetmiş,<br />
özgürlük ve özerkliklerini yitirmiş; toplum ise yenilenme, yaratıcılık ve her açıdan<br />
gelişme, ilerleme ve zenginleşme yeteneğinden mahrum kalmış olur. Yine Popper’ın<br />
ifadesiyle bu, “kabileciliğin yitip gitmiş birliğinin geri gelmesidir ve savundukları,<br />
kapalı toplumun geri gelmesi, kafese ve hayvanlığa dönüş demektir.” (2008: 313).<br />
Dolayısıyla zihniyette ve kültürel kodlarımızda köklü bir değişim olmadan kalkınma<br />
veya gelişme boş bir heves olarak kalacaktır. Bir anlamda kalkınma, özde Doğulu<br />
kalmakla beraber Batılı olmak gibi bir paradoksun hayata geçirilmesi anlamına<br />
gelmektedir. Bu mümkün mü?<br />
Meseleyi biraz daha derinleştirerek ortaya koymak gerekirse, Batılının gözünde Doğu,<br />
bireyin ve toplumsal hayatın hep mistik bir kavrayış ve geleneksel bir yaşam biçimi<br />
merkezinde şekillendiği coğrafyadır. Her şey Tanrı olduğuna göre ya da Tanrı her<br />
yerde olduğuna göre onun düzenine müdahale etmek, düzenini bozmak yanlış bir<br />
tutumdur. Dolayısıyla uyum sağlamak, onunla bir olmanın yollarını aramak, ruhsal<br />
arınma ve kurtuluşu da hayatın nihai gayesi olarak görmek Doğulu Doğulu yapan<br />
şeydir. Yine Batılının gözünde Doğu aklıyla, rasyonel ve bilimsel bir kaygıyla değil<br />
de kalbiyle, duygularıyla konuşan ve davranan insanların yaşadığı coğrafyadır.<br />
Dolayısıyla Popper ve Russell gibi akılcı çizgiden hareket edenler farklılığı, çeşitliliği<br />
bir zenginlik, bir değer olarak kabul ediyor ve de bunu metinlerinde sık sık dile<br />
getiriyorlarken onların Doğu diye tanımladıkları şey ise daha çok birliği, cemaati,<br />
davayı, birleşmeyi önemli sayıyor. Şimdi bu birlik ve farklılık aynı anda nasıl olabilir?<br />
Eğer kalkınmadan söz edeceksek farklılığı, çeşitliliği, özgürlüğü, bireyciliği, rekabeti<br />
kesinlikle kendi kanımıza zerk etmemiz, bunlarla hemhal olmamız gerekiyor. Ancak<br />
bunu yaptığımız takdirde de Doğuyu Doğu yapan temel, özsel durum tamamen<br />
bozulacak ve yok olacaktır. Dolayısıyla, bu, Doğulu toplumların kalkınmasıyla ya da<br />
gelişimiyle ilgili görebildiğimiz en ciddi, en önemli problemdir.<br />
Şimdi şu soruyu soralım: farklılık mı esastır, birlik mi? Ya da bunlardan hangisi daha<br />
önemlidir? Hepimiz belli bir sosyo-kültürel bağlamın içine doğuyoruz. Dolayısıyla<br />
dillerimiz farklı, inançlarımız farklı, toplumsal ve kültürel kodlarımız farklı. Öyleyse<br />
hepimizin şu gerçeği kabul etmesi gerekiyor: sosyo-kültürel farklılıklar, doğal olarak<br />
kimlikleri belirleyecektir ve ne kadar çok sosyo-kültürel farklılık varsa o kadar çok<br />
farklı kimlikler olacaktır.<br />
Düşünce tarihine baktığımızda, farklı olana (ötekine) karşı iki farklı tutumun<br />
geliştirildiğini görürüz. Bu iki farklı tutum, şu soruya verilecek olan cevaba göre<br />
belirginleşir: Farklılıkları kendi kimliğimi, varoluşumu zenginleştiren hatta beni ben<br />
yapan şey olarak mı görmeliyim yoksa kimliğimi tehdit eden bir mikrop, bir ayrıkotu,<br />
bir düşman olarak mı görmeliyim? Kanaatimizce bu, çok çok önemli bir sorudur.<br />
Farklılık esastır, bunu sosyo-kültürel olarak inkâr edemiyoruz. Farklılık esas olmakla<br />
birlikte farklı olanların birbirlerine karşı nasıl tavır alması ya da benim ötekine karşı<br />
nasıl tavır almam gerekiyor? Birinci tavır açısından baktığımızda ben, ben<br />
diyebiliyorsam eğer kendime, bu benden farklı olanların lütfuyladır. Aksi halde, ben<br />
kendimi tanımlayamam ve tanıyamam. Bu ortak anlamayı, diyalogu, açık eleştiriyi<br />
204
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
kabullenen ve buna kapı aralayan bir yaklaşımdır. İkinci tavır ise, ötekine benden<br />
farklı olan, beni tehdit eden ve değer bakımından benden aşağıda olan bir düşman,<br />
ayrıkotu, yabancı, sapkın, kafir, mikrop - veya her ne derseniz deyin – gibi<br />
yaklaşanların tavrıdır. Kendi kimliğimi eğer temel bir kimlik, asil bir kimlik, kurucu<br />
bir kimlik olarak alıyorsam ötekilere olan yaklaşımım aşağı yukarı böyle olacaktır.<br />
Kendi kimliğimi üstün bir kimlik olarak alabilmem için de kimliğimi bir yerlere<br />
dayandırabilmem gerekiyor. Bu, sahip olduğum dinin mutlak hakikati olabilir; bu,<br />
içine doğduğum kültürün üstün bir kültür olması olabilir; bu, bana özgü bir<br />
toplumun/kabilenin diğer toplumlardan/kabilelerden daha üstün bir vasfı olabilir;<br />
daha da çeşitlendirilebilir. Böyle baktığımız zaman bir kere açık konuşmayı, diyalogu,<br />
eleştiriyi baştan kırıyoruz ve arkasından hemen kendimizi kurucu ve üstün kimlik<br />
olarak tanımlayıp diğerlerini de değersizleştiriyoruz. Şimdi sorulması gereken soru<br />
şu: bu iki tavırdan hangisi kültürel, ekonomik, siyasi, bilimsel vb. gelişme için ya da<br />
gelişimi kültürel manada desteklemek için olması gerekendir? Bunun cevabının,<br />
Popper’ın açık toplum anlayışı özetlenirken verildiği kanaatindeyiz.<br />
Farklılıkçı (Batı) ve birlikçi (Doğu) tavır arasındaki farklara maddeler halinde işaret<br />
ettikten sonra, kalkınma için farklılıkçı bir tavır takınmak elzemken neden birlikçi bir<br />
tavrı koruduğumuzu irdeleyelim.<br />
Batının Doğu diye atıfta bulunduğu ve tanımladığı şey konusunda Doğu ne yazık ki,<br />
zayıflık, savaş, yetersizlikler ve yoksunluklar, inancı ve yaşam biçiminin<br />
gerektirdikleri vb. nedenlerle, kendini ifade edememiş ve sessiz kalmıştır. Ya da<br />
Doğu, bilinçli olarak sessiz kalmayı tercih etmiştir. Batı, Doğu diye tanımladığı şeyin<br />
kendi hakikatini özgürce ve kendiliğinden izhar etmesine fırsat vermemiş, daha çok<br />
güç uygulayarak ve kendi kategorilerini ve normlarını empoze ederek keşfetmek<br />
istediği Doğu hakikatini yaratmıştır. Şimdi Batının yarattığı söz konusu Doğu<br />
Hakikatinin/simülasyonunun ne olduğunu görmeye çalışalım:<br />
1. Batı daha ziyade kendisini rasyonel ve bilimsel düşünüşün yurdu ve ocağı olarak<br />
tanımlarken ve itici gücü olarak da bunları kullanırken Doğu da doğal olarak<br />
irrasyonel, gizemli ve dinsel olanın yaşadığı ve yaşatıldığı yer olarak görülür. Bir<br />
başka ifadeyle, Batı hoşgörülü, evrensel, eleştirel ve diyaloga açık bir aklın ve<br />
dolayısıyla açık bir toplumun; Doğu ise sonu mutlaka şiddete ve hayvani güce varan<br />
bir aşırı duygusallığın ve kapalı toplumun tezahür ettiği yerdir.<br />
2. Batı seküler zamanı ve dünyayı temsil ederken Doğu hayatın merkezine Tanrının,<br />
nihai bir gerçekliğin ya da kutsalın yerleştirildiği coğrafyadır. Batı özgürlük için<br />
bireyin aklını kullanmasını ve özerkleşmesini teşvik etmiş ve bunun için de öncelikle<br />
Tanrıyı ya dünyadan kovmuş ya da atıl hale getirmiştir. Bu nedenle dünya dize<br />
getirilmeli ve alabildiğince çıkarlara hizmet eden bir hüviyete büründürülmelidir.<br />
Doğu ise hala varlığı ve varoluşu Tanrıya veya kutsala referansla açıklayanların<br />
yurdudur. Bu yüzden de her yerde ve her şeyde tecelli eden Tanrıyı temaşa etmek ve<br />
Onunla uyum içinde yaşamak alışkanlığına sahiptir Doğu.<br />
3. Batı daha fazla gücü, egemenliği, maddi hazzı arzulayanların; Doğu ise daha ziyade<br />
manevi hazzı, dinginliği, bütünlüğü arayanların yurdudur. Bu yüzden Batılı insan<br />
sürekli huzursuz/kaygılı bir koşuşturmaca içerisindeyken Doğulu insan barışın, içsel<br />
205
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
tatminin, birliğin ve bütünlüğün derdini güder. Yine bu nedenle Batı sürekli<br />
didinenlerin ve dünyayı değiştirme hayalini güdenlerin, Doğu ise teslimiyetçilerin ve<br />
kadercilerin yurdudur.<br />
4. Batılı dikotomik ve analitik bir bakışa sahipken Doğuda daha çok birlikçi,<br />
bütünlükçü ve sezgisel bir bakış hakimdir.<br />
5. Batı farklılıkları tanıyan, çoğulcu, demokratik, insan hak ve özgürlüklerine önem<br />
veren, hukukun üstünlüğünü önemseyen bir siyasal yönetim anlayışından yanayken<br />
Doğulu gelenekçi, birlikçi, antidemokratik, teokratik ve totaliter, hak ve özgürlüklerin<br />
ve farklı olanların sürekli tacize ve tecavüze uğramasına imkan tanıyan ve kadınlara<br />
karşı cinsiyet ayrımcılığında bulunan bir siyasal rejimden beslenmektedir.<br />
6. Batılı için bir Ben olmak, kendi seçimlerinle ve kararlarınla kendi kimliğini ve<br />
kaderini tayin etmek iken; Doğulu için benliği öldürmek ve hiçliği tecrübe etmek ve<br />
nihayetinde Tanrıyla birlik ve uyum içinde olmaktır.<br />
7. Batılı daha çok bu dünyanın çocuğu iken Doğulu öte dünyacıdır. Bir başka ifadeyle,<br />
Batıda insanlığın ilerlemesi ve maddi refahı önemsenirken Doğu bir başka dünyada<br />
gerçekleşecek bir kurtuluşun peşindedir. Bu nedenle Batı kalkınmayla Doğu ise hep<br />
az gelişmişlikle nitelenir.<br />
Birlik kaygısının merkezi bir yer işgal ettiği geleneksel toplumlarda güçlü ve etkin bir<br />
otorite, tek elden ve daha çok sorgulama ve eleştiriyi hoş karşılamayan nakilci ve<br />
tektipleştirici bir eğitim modeli, resmi bir paradigmanın, alternatifi olmayan tek ve<br />
mutlak bir iyi yaşam anlayışının ve iktidarın belirleyip biçimlendirdiği bir kimliğin<br />
çocukluk çağından itibaren eğitim, telkin, beyin yıkama vs. yollarla vatandaşlarca<br />
içselleştirilmesini sağlayarak insanlar üzerinde tam bir kontrol ve tahakküm kurma<br />
söz konusudur. Ne var ki, farklılıkların yeşertilmediği ve rekabet edemediği böylesi<br />
bir birlik toplumunda insanlar birey olabilme şansını kaybetmiş, özgürlük ve<br />
özerkliklerini yitirmiş; toplum ise yenilenme, yaratıcılık ve her açıdan gelişme,<br />
ilerleme ve zenginleşme yeteneğinden mahrum kalmış olur. Böylelikle, bir zaman<br />
sonra Popper’ın “kapalı toplum”una dönüşür. Elbette, tehlike ve riskin yoğun olduğu<br />
savaş, felaket, kıtlık zamanlarında ve içerisinde insanların kendilerini güvende ve<br />
rahat hissettikleri toplumsal yapının dağılmaya ve çökmeye yüz tuttuğu dönemlerde<br />
bir toplumun kendi içine kapanması ve güçlü bir birlik oluşturması beklenir. İnsanlık<br />
tarihi bizlere bunun gerekliliğini dökülen kanlarla, yitirilen canlarla, esir edilen<br />
ruhlarla ve kaybedilen topraklarla ispatlamıştır. Böyle zaman ve dönemlerde, bir<br />
olmanın ne denli önemli ve makul olduğunu anlatan ve insanları buna ikna etmeye<br />
çalışan din adamları, devlet büyükleri, düşünürler, şairler ve filozofların sesleri<br />
yükselir. Kimi milli değerlerin sözcülüğünü yapar, kimi milli bağımsızlık ve<br />
özgürlüğün sesi olur, kimi dini inanç ve değerleri dillendirir, kimi mutlak ve evrensel<br />
değer, ilke ve kurallara dayanan özgeci bir ahlakı empoze eder. Her nerede ve ne<br />
zaman milli ve dini değerlerin yozlaştığına, ahlaksızlığın diz boyu hale geldiğine dair<br />
yakınmalar duyarsanız, aslında bu sadece, birlik, barış, güven ve düzenliliği<br />
kaybetmeye başladığımız endişesinin bir dışavurumudur.<br />
Ancak aşırı birlik kaygısının, normal zamanlarda, bireyselleşmeyi, özgürlüğü ve<br />
özerkliği, yeniliği, gelişmeyi ve yaratıcılığı sakatlayacağı ve ciddi sorunlar doğuracağı<br />
206
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
bir hakikattir. Birlik-farklılık paradoksunun birlik kanadında oluşan bu aşırılığın<br />
tehlikelerine, özellikle filozoflar ciddi sorgulamalar ve eleştirilerle dikkat çekerler ve<br />
bu sefer farklılığın, bireysel özgürlük ve özerkliğin ne denli önemli olduğuna ilişkin<br />
argümanlar ortaya koyarak aşırılığı dengelemeye çalışırlar. Felsefe tarihindeki<br />
Aydınlanmacı hareket ve tavır buna en güzel örnektir. Ancak yine felsefe tarihinden<br />
biliyoruz ki, farklılaşma, özgürlük ve özerklik arayışı, tıpkı radikal anarşist, varoluşçu<br />
ve postmodernist düşüncede olduğu gibi, her tür birlik fikrine nefretle bakan bir başka<br />
aşırılığa doğru kayabilmektedir. Nitekim anarşist düşünürler, bireylerin özgürlüğü ve<br />
özerkliği adına devlet ve dinin ahlaka, eğitime, ekonomiye vs. müdahale etmesine<br />
şiddetle karşı durmuşlar ve yine özgürlük adına devletsizliği – ya da minimal devletive<br />
dinsizliği savunmuşlardır. Bu durumda da, yalnızlaşma, dayanışma ve güven<br />
yoksunluğu, organik bir birlik ve kardeşlikten mahrumiyet, değerlerde ve yaşam<br />
biçimlerinde görelileşme, ayrışma ve farklılaşma nedeniyle kaos, kargaşa ve dağılma<br />
tehlikesi kapımızda bekleyecektir. Batının sahici bir birlik oluşturamıyor oluşunu<br />
Bauman (2000) ciddi ve büyük bir dert olarak anlatır bizlere: “Çağdaş dertlerin en<br />
sinsi ve acı verici olanı [şudur]: Kendilerini güvensiz hisseden, geleceğin<br />
getirebileceklerine sakınarak bakan ve emniyetlerinden endişe eden insanlar, kolektif<br />
eylemin gerektirdiği riskleri göze alacak kadar özgür değildirler. Bu insanlar birlikte<br />
yaşamanın alternatif yollarını hayal edecek cüretten ve zamandan yoksundurlar ve<br />
kimseyle paylaşamayacakları işlerle o kadar meşguldürler ki, bırakın ortaklaşa<br />
girişilebilecek türden işlere enerji ayırmayı, bunlar hakkında düşünmezler bile. . . Bu<br />
yalnız insanların inşa etmeyi umabilecekleri ve kamusal alan idarecilerinin ciddiyet<br />
ve sorumluluk hislerini yitirmeden önerebilecekleri tek topluluk, korku, şüphe ve<br />
nefretle kurulacak bir topluluktur. Bir zamanlar topluluk inşa etmenin ana<br />
malzemeleri olan dostluk ve dayanışma bir yerlerde bu amaca artık hizmet<br />
edemeyecek kadar dayanıksızlaşmış, çarpıklaşmış, sulanmıştır” (13, 23).<br />
Öyle görünüyor ki, peşinde olduğumuz doğru ne salt birlikte ne de salt farklılıktadır.<br />
Çünkü bunlardan her birinin varlığı ve devamlılığı diğerinin varlığına bağlıdır.<br />
Dolayısıyla aradığımız cevap, “farklılıkta birlik” olmalıdır. Doğu dünyasının<br />
mukimleri olarak bizler, evet, farklılık, çeşitlilik ve özgürlük açısından sıkıntılıyız.<br />
Bizlerde aşırı birlik kaygısı var ve bu da geri kalmamıza sebep olan şey. Öyleyse<br />
birliği biraz gevşetip farklılığı, özgürlüğü daha geliştirecek söylemlere ve<br />
uygulamalara ihtiyacımız var. Dolayısıyla gelişme, her bakımdan büyük bir<br />
medeniyet olma yolundaki gelişme hem farklılıkların farklılığını yok etmeden,<br />
küçümsemeden özsel olarak kabul eden ama aynı zamanda bütün farklılıkları da bir<br />
çatı altında toparlayabilen güçlü bir sistem, güçlü bir düşünce gerektiriyor. Farklılıkta<br />
birlik dediğimiz şeydir bu. Bu paradoksu hayata geçirebilirsek ve ona kültürel<br />
kodlarımızda sağlam bir yer oluşturabilirsek, eminim, o zaman toplumumuz belki de<br />
dünyanın en çok örnek alınası, belki de en mutlu, en gelişmiş toplumu olacaktır.<br />
KAYNAKÇA<br />
Bauman, Z. (2000). Siyaset Arayışı (çev. Tuncay Birkan), İstanbul: Metis Yayınları.<br />
Popper, K. (2005). Daha İyi Bir Dünya Arayışı (çev. İlknur Aka), İstanbul: YKY.<br />
Popper, K. 2008. Açık Toplum ve Düşmanları. Cilt 2. çev. Harun Rızatepe. Liberte<br />
Yayınları.<br />
207
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Proje Temelli Kalkınmaya Eleştirel Yaklaşım:<br />
Muş İli Örneği 1<br />
Atik ASLAN 2 Nilay ÇABUK KAYA 3<br />
Bu çalışmada, Muş ili örneğinde Kalkınma Bakanlığı tarafından desteklenen<br />
projelerin, temel toplumsal sorunların giderilmesindeki rolü değerlendirilmiştir. Muş<br />
ilinin seçilmesinin nedeni, Kalkınma Bakanlığı ve TÜİK tarafından hazırlanan sosyoekonomik<br />
gelişmişlik sıralaması endeksi verilerine göre, ilin Türkiye’de 81 il arasında<br />
son sıralarda yer alıyor olmasıdır. Bu çerçevede, proje uygulayıcısı ve proje<br />
yararlanıcısı konumunda olan kişilerle görüşülmüştür. Kalkınma projelerini<br />
uygulayan kurum çalışanları ile proje yararlanıcılarının, uygulanmakta olan kalkınma<br />
projeleriyle ilgili görüşleri değerlendirilmiştir. Araştırma sonucunda elde edilen<br />
verilerden hareketle, SODES ve DAKA tarafından uygulanmakta olan kalkınma<br />
projelerinin ilin ve bölgenin temel sorun alanlarının çözülmesindeki katkısının<br />
oldukça düşük olduğu görülmüştür. Araştırma sürecinde görüşülen bireylerin<br />
çoğunluğunun kalkınma politikaları ve projeleri konusunda olumsuz birtakım<br />
tutumlara sahip oldukları gözlemlenmiştir. Bu bağlamda kalkınmayla ilgili politika ve<br />
kurumların yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Bu çalışmayla, kalkınma<br />
politikaları ve projelerine ilişkin var olan eleştirel yaklaşım literatürüne katkı<br />
sağlanması hedeflenmektedir.<br />
Anahtar Kelimeler: Kalkınma, Kalkınma Projeleri, Muş, DAKA, SODES.<br />
A Critical Approach to Project-based Development:<br />
Sample of Mus Province<br />
Abstract<br />
The role in alleviating fundamental social problems of the projects, based on Mus<br />
province example, supported by Ministry of Development has been evaluated in this<br />
study. The reason for selecting of Mus province is that according to data of socioeconomic<br />
development index retrieved from The Ministry of Development and TUIK,<br />
the province has been ranked near the end of 81 provinces in Turkey. In this context,<br />
project implementers and people in the position of project beneficiaries were<br />
interviewed. Furthermore, employee of the institution implementing the development<br />
projects and opinions of the beneficiaries’ about the development projects being<br />
applied are evaluated. Based on the data obtained from the research, the development<br />
projects being implemented by SODES and DAKA are not sufficient to contribute to<br />
solving the basic problems of the province and the region in general. During the<br />
1<br />
Bu çalışma, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalında tamamlanmış<br />
doktora tezinin bir kısmından türetilmiştir.<br />
2<br />
Yrd. Doç. Dr., Muş Alparslan Üniversitesi, atikaslan1@gmail.com (Sorumlu Yazar/ Corresponding<br />
Author)<br />
3<br />
Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, cabukkaya@gmail.com<br />
208
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
research period (process), it has been observed that the majority of individuals<br />
interviewed have some negative attitudes towards the development policies and<br />
projects. Therefore, the development policies and institutions related to development<br />
should be reorganized. In this study, it is aimed to contribute to the development of a<br />
critical approach towards development policies and projects.<br />
Key words: Development, Development Projects, Muş, DAKA, SODES<br />
1. GİRİŞ<br />
Küreselleşen ekonomiyle beraber dünya genelinde ekonomide belirsizlikler ve gelir<br />
dağılımında adaletsizlikler artmaktadır. Bu bağlamda kalkınma politikalarına yönelik<br />
değerlendirmelerin nicelikten niteliğe doğru yoğunlaştığı görülmektedir. Günümüzde,<br />
kalkınma politikalarındaki hedeflerin ne oranda gerçekleştirildiğinden ziyade,<br />
kalkınmanın ne kalitede gerçekleştirildiği önem kazanmaktadır. Özellikle gelişmekte<br />
olan ülke yönetimlerinin uyguladığı kalkınma politikalarında, yaşam kalitesinin<br />
artırılmasına ve doğal çevrenin korunmasına yönelik daha güçlü vurgular yapılmakla<br />
beraber daha çok kalkınmanın ekonomik boyutu üzerinde durulduğu görülmektedir.<br />
Kalkınma politikalarında esas vurgulanması gereken insanların memnuniyet<br />
derecesinin yükseltilmesi, sağlıklı bir yaşama sahip olması ve üretken olabilme<br />
kapasitelerinin geliştirilmesidir (Pike vd, 2008: 3; Nussbaum, 2011: 1).<br />
Bu çalışmada, Muş ili örneğinde uygulanan kalkınma projelerinin sonuçlarına ilişkin<br />
değerlendirmeler yer almaktadır. Kalkınma projelerinin; bölgesel dengesizlik,<br />
azgelişmişlik, yoksulluk, işsizlik gibi temel toplumsal sorunlar üzerinde ne derece<br />
etkide bulunduğu; kalkınma projeleriyle hedef kitlenin sosyo-ekonomik yapısı<br />
üzerinde anlamlı bir farklılık oluşturup oluşturmadığı araştırmanın problemini<br />
oluşturmaktadır. Kalkınma projelerinden yararlanan ve bu projeleri uygulayanların<br />
tutumları dikkate alınarak, uygulanan kalkınma politikalarının, azgelişmiş bölgelere<br />
sosyo-ekonomik yönden bir katkı sağlayıp sağlayamadığı ve bölgeler arası<br />
dengesizliklerin giderilmesindeki rolü eleştirel bir yaklaşımla ele alınmıştır. Proje<br />
temelli uygulanan kalkınma politikalarının, temel toplumsal sorunların<br />
giderilmesindeki rolü “il, kurum ve birey” temelinde kritik edilmiştir.<br />
1.1. Kalkınmayla İlgili Temel Kavramlar<br />
Kalkınma, uzun bir geçmişi olan ve aynı zamanda bir süreci ifade eden teknik bir<br />
kavramdır (Mair, 1987: 1). Kalkınma, bir bölgenin ekonomik etkinliğini ve istihdam<br />
olanaklarını o bölgede yaşayan herkesin lehine olacak şekilde artırma kapasitesi<br />
olarak tanımlanmaktadır (Barnet, 2008: 220). Kalkınma, insanı temel alacak bir<br />
biçimde, üretici güçlerin gelişmesini, emek verimliliğinin artmasını ve insanın daha<br />
fazla insanca yaşamasını ifade etmektedir (Tanilli, 2006: 296). “Kalkınma; herkesin<br />
temel hak ve temel sağlık, adalet, güvenlik, istihdam ve eğitim hizmetlerine ve bilgi<br />
kaynaklarına kolayca ulaşabildiği, piyasa koşullarının adil bir şekilde işlediği<br />
katılımcı, cinsiyet dengeli, demokratik ve kültürel dönüşümlere açık, saydam/hesap<br />
verebilir yönetim yapılarına sahip, toplumsal anlamıyla tüm dezavantajlı grup ve<br />
tabakaların ortadan kalktığı, sorun çözme yeteneği gelişmiş, doğal kaynakları koruyan<br />
ve geliştiren, insanların geleceğe güvenle baktığı toplum ve topluluklar oluşturma<br />
eylemidir” (Saltık ve Açıkalın, 2008: 149-150). Kalkınma; politik nitelikli, içinde<br />
209
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
farklı toplumsal tabakaların tercihlerini barındıran ve buna göre tanımlanan,<br />
biçimlendirilen, yönlendirilen planlı bir eylem olarak nitelendirilmektedir.<br />
Kalkınma, büyümeyi de içine alan çok boyutlu ve daha kapsamlı bir kavramdır.<br />
Kalkınma, büyümeye göre çok daha geniş ve toplumsal bir kavramdır. Büyüme,<br />
kalkınmanın gerçekleşmesi için gerekli olan fakat yeterli olmayan bir koşul olarak ele<br />
alınmaktadır. Büyümenin yapısı ve şekli, büyümenin yoksulluk ve eşitsizlik<br />
üzerindeki etkisi açısından önemlidir (Thorbecke, 2009: 165). Kalkınma, ekonomik<br />
verilerin dışında sosyal yönden de bir toplumun gelişimi olarak açıklanmaktadır.<br />
“Beslenme, barınma, sağlık, korunma gibi temel ihtiyaçların giderilmesi, istihdamın<br />
artırılması, eğitimde kalitenin sağlanması, kültürel ve insani değerlere daha fazla<br />
önem verilmesi, bireylerin ekonomik ve sosyal seçeneklerinin arttırılması”<br />
kalkınmanın başlıca hedefleri arasında sayılmaktadır (Kaynak, 2007: 49).<br />
Kalkınma politikalarında izlenilen ilke ve stratejilerin, toplumdaki tüm dezavantajlı<br />
kesimler açısından doğurduğu olumlu ya da olumsuz sonuçlar dikkate alınmalıdır.<br />
Kalkınma çalışmalarında kadınların toplumsal konumu özellikle önem taşımaktadır.<br />
Savunmasız toplum kesimlerinin durumunun iyileştirilmesi, yoksulluğun azaltılması,<br />
katılımcı demokratik yapıların güçlendirilmesi gibi ilkeler yeni kalkınma<br />
yaklaşımlarının benimsediği temel ilkelerdir (Shepherd, 1998: 17). Günümüzde<br />
kalkınma sorunsalı, demokrasi sorunsalının çerçevesi içinde değerlendirilmekte,<br />
kalkınma hedefi ile demokrasi hedefi birbirini tamamlayan seçenekler olarak<br />
görülmektedir. “Bir ulusun zenginliğinin arttıkça demokrasisinin de gelişerek<br />
sürdürülme şansının artacağı” düşünülmektedir (Lipset 1963: 48; İnsel, 2006: 198).<br />
1.1.2. İnsani Kalkınma<br />
İnsani kalkınma kavramı, “sağlık, eğitim, beslenme, barınma, bilgiye erişim, katılım,<br />
demokrasi ve özgürlük derecesi gibi birçok boyut ve bakış açısı içermektedir”<br />
(Thorbecke, 2009: 166). İnsani kalkınmada mal ve hizmetlerin üretim ve dağılımı ile<br />
insani yeteneklerin kullanım ve geliştirilmesi birlikte ele alınır. İnsani kalkınma,<br />
insanı merkeze alıp onun tercihlerine yoğunlaşarak, mümkün olduğunca çok sayıda<br />
insanın yaşam kalitesini artırmayı hedeflemektedir. Çocuk ölüm oranlarının<br />
düşürülmesi, sağlık, beslenme ve eğitim olanaklarının yükseltilmesi ve kadınlar gibi<br />
toplumda dezavantajlı konumda yer alan insanların yaşam kalitesinin artırılması,<br />
insani kalkınmanın başlıca hedeflerindendir. İnsani kalkınmada temel öncelikler,<br />
yoksulluk ve eşitsizliğin giderilmesidir (Sallie, 2006: 467). İnsani kalkınmada temel<br />
amaç, insanların yapabildikleri ve sahip oldukları şeylerin çerçevesini genişletmektir.<br />
Bu çerçevede sağlıklı yaşam, eğitimli olma ve toplumsal yaşama aktif katılım örnek<br />
olarak verilebilir. İnsani kalkınma kavramının gelişiminde Sen’in görüşleri belirleyici<br />
olmuştur. Sen, kalkınmayı bireyin yapabileceklerine ve sahip olabileceklerine engel<br />
olan sorunların ortadan kaldırılması olarak tanımlamaktadır. Temel sorunlar olarak<br />
eğitimsizlik, sağlıksız yaşam koşulları, temel kaynaklara ulaşılmaması, politik<br />
alanlardaki özgürlüklerden yoksunluk sayılabilir. Sen’in insani kalkınma<br />
yaklaşımının temelinde toplum ve kalkınma ile ilgili iki temel tezinin olduğu<br />
görülmektedir: 1- Değerlendirici yaklaşım, 2- Kurumsal yaklaşım. Değerlendirici<br />
yön, insan hayatındaki başarılarla ilgilidir. İnsan yaşamındaki iyileştirmeler<br />
ilerlemenin bir göstergesi olarak yorumlanır. Bu bakış açısı kalkınmayı ekonomik<br />
210
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
verilerle ele alan yaklaşımlarla uyuşmamaktadır. Kurumsal yön ise politika ve politik<br />
değişiklikler aracılığıyla insanın bu değişiklikleri nasıl başarılabileceği ile ilgilenir.<br />
İnsani kalkınma yaklaşımı genellikle değerlendirici yön ile birlikte anılmaktadır.<br />
Kurumsal yön ise genellikle ikinci planda kalır (Fukuda-Parr, 2003: 303-304).<br />
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından hazırlanan İnsani<br />
Kalkınma Endeksi raporları, başlangıçta sağlık ve eğitimdeki kamu harcamalarının<br />
nasıl dağıldığı ile ilgilenirdi. Günümüzde ise İnsani Kalkınma Endeksi raporlarında<br />
kaynakların dağılımında eşitlik, temel hizmetlerdeki verimlilik ve kalite konuları<br />
üzerinde durulmaktadır. Temel hizmetlerin etkin, eşit bir şekilde gerçekleştirilmesi ve<br />
kaynakların kullanımında denetimin sağlanabilmesi için kurumsal reformlar önemli<br />
bir role sahiptir. İnsani Kalkınma Endeksi temelde üç gösterge üzerine kurulmuştur:<br />
Birincisi, doğumda yaşam beklentisi ile ölçülen sağlıklı ve uzun bir ömür; ikincisi,<br />
okullaşma ve okuryazarlık oranı ile ölçülen eğitim ve bilgi düzeyi; üçüncüsü, kişi<br />
başına reel GSYİH rakamları kullanılarak ölçülen yaşam standardıdır (UNDP, 2000:<br />
269). Bu göstergelerden hareketle ülkeler “düşük, orta, yüksek ve çok yüksek insani<br />
gelişmişlik düzeyine sahip olanlar” şeklinde dört grupta değerlendirilmektedir. BM’in<br />
1991 tarihli İnsani Kalkınma Raporu’nda “İnsani kalkınma, makul insani tercihlerin<br />
çoğalmasını ifade eden bir süreç olarak” tanımlanmaktadır (UNDP, 1991: 2). İnsani<br />
kalkınma, insanların seçeneklerinin artırılması süreci olarak tanımlanır. 1994 İnsani<br />
Kalkınma Raporu’na göre gelişme; ekonomik büyümeyi sağlamakla beraber gelir<br />
dağılımında eşitliği sağlamayı, çevreyi korumayı, istihdamı artırmayı ve kadınların<br />
konumunu güçlendirmeyi temel alır (Kaynak, 2007: 69-77; Demir Şeker, 2011:2).<br />
BM’nın kalkınmayla ilgili raporları, yoksulluk ile cinsiyet eşitsizliği arasında<br />
doğrudan bir ilişkinin olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda oluşturulan<br />
zenginliklerin bireylerin yaşam kalitesine ne ölçüde yansıdığı önem kazanmaktadır.<br />
1.1.3. Sürdürülebilir Kalkınma<br />
Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu raporuna göre, sürdürülebilir kalkınma<br />
“bugünün ihtiyaçlarının, gelecek kuşakların da kendi ihtiyaçlarını karşılayabilme<br />
olanağından ödün vermeksizin karşılanmasıdır” (Dünya Çevre ve Kalkınma<br />
Komisyonu, 1991: 71; Bansal, 2005: 197; Pike, 2008: 4). Bu tanımdan hareketle çevre<br />
ve kalkınmanın birbirini tamamlayan iki temel unsur olduğu ve doğal dengeye zarar<br />
vermeksizin ihtiyaçların giderilebileceği vurgulanmaktadır. Sürdürülebilir<br />
kalkınmanın çevresel, ekonomik ve toplumsal boyutları bulunmaktadır.<br />
Sürdürülebilir kalkınma kavramıyla, çevresel değerlerin korunması, kaynakların<br />
verimli kullanılması, üretilen zenginliklerin ülkeler, bölgeler ve gelir grupları arasında<br />
adaletli bir şekilde dağıtılması, yoksulluğun azaltılması, toplumun temel ihtiyaçlarının<br />
giderilmesi ve toplumsal barışın tesis edilmesi vurgulanmaktadır (Kutlu, 2004: 218;<br />
Kaynak, 2007: 41). Sürdürülebilir kalkınma kavramı kendi içinde bir eşitlik vurgusu<br />
taşımaktadır. Bu eşitlik, şimdiki zaman açısından, gelişmiş ve azgelişmiş ülkeler<br />
arasında olduğu gibi, gelecek zaman açısından ise şimdiki ve gelecek kuşaklar<br />
arasındaki bir durumu ifade etmektedir (Bansal, 2005: 198). Sürdürülebilir<br />
kalkınmayla toplumun bütün üyelerinin kaynaklara ve fırsatlara eşit ulaşma imkânı<br />
sağlanması hedeflenmektedir. Kalkınmanın sürdürülebilirliği gelişmiş ülkeler ile<br />
azgelişmiş ülkelerin ortak sorunu olarak kabul edilmektedir. Sürdürülebilir kalkınma,<br />
211
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
günümüzde yerel, bölgesel, ulusal ve uluslararası örgütlerin üzerinde önemle durduğu<br />
bir kavram olmuştur. Sürdürülebilir kalkınmanın üzerinde önemle durduğu<br />
konulardan biri, yoksulların temel ihtiyaçlarının giderilmesidir (Kırmızıaltın, 2008:<br />
1063).<br />
1.1.4. Yerel ve Bölgesel Kalkınma<br />
Yerel kalkınma; bölgede, yerelde ya da yörede mevcut olan doğal, ekonomik, kültürel,<br />
teknolojik ve beşeri kaynakların kullanılması yoluyla yerel düzeyde sunulan fırsatları,<br />
yerel aktörlerin katkısıyla azamiye çıkarmak olarak tanımlanmaktadır. Yerel<br />
kalkınma ile insan odaklı, eşitlikçi, kapsayıcı ve çok boyutlu bir kalkınma<br />
amaçlanmaktadır (Çarkçı, 2008: 59-74; Göymen, 2010: 133). Bölgesel kalkınma<br />
kavramı, bölgeler arası gelişmişlik farklarının azaltılarak geri kalmış bölgelerin<br />
kalkındırılması olarak tanımlanmaktadır. Bölgesel kalkınma politikalarında, belirli bir<br />
bölgedeki kapasitenin geliştirilmesi için bölgenin ekonomik olanaklarının<br />
geliştirilmesi, bölgenin rekabet gücünün artırılması, bölgeler arası gelişmişlik<br />
farklarının azaltılması ve bölge insanının yaşam kalitesinin yükseltilmesi<br />
hedeflenmektedir. Bölgeler arası gelişmişlik farklarının tarihi, coğrafi, ekonomik,<br />
toplumsal, kültürel vb. sebepleri bulunmaktadır.<br />
Bölgesel kalkınma politikalarında bölgeler arası ve bölge içinde sosyo-ekonomik<br />
yönden farklılıkların giderilmesi hedeflenmektedir. Türkiye’de 1960’lı yıllarda<br />
DPT’nin kurulmasıyla beraber, bölgeler arası farklılıkların giderilmesine daha fazla<br />
önem verilmeye başlanmıştır. Ancak 1960’lardan itibaren uygulanan çok sayıdaki<br />
kalkınma planı ve programlara rağmen, bölgesel kalkınmışlık farklılıklarını<br />
azaltılmasında beklenilen başarının gösterilemediği görülmektedir. Kaynakların<br />
politik kaygılarla belli çevreler için verimsiz bir şekilde kullanılması, yerel<br />
ihtiyaçların belirlenmesinde ve uygulanmasındaki merkeziyetçi yaklaşım, bölgesel<br />
planların uygulanması için gerekli olan nitelikli bölgesel yönetimlerin olmayışı, tek<br />
tip destek ve teşvik politikalarının uygulanmış olması, kamu kesimi ile özel sektör<br />
arasında işbirliği ve koordinasyonun tesis edilmemesi ve bölgesel kalkınmadan ziyade<br />
ulusal kalkınmaya öncelik verilmesi gibi faktörler bölgesel kalkınma politikalarında<br />
başarısızlığın sebepleri arasında sayılmaktadır (Ertugal, 2005: 63-86; Akın, 2007:296;<br />
Göymen, 2010: 116). Günümüzde yerel ve bölgesel ölçekte başarılı bir kalkınmanın<br />
nasıl gerçekleştirileceği, kapsamı ve içeriği sorgulanmaktadır. Küreselleşmenin<br />
etkisiyle kalkınmayla ilişkili olarak yönetim yapıları dönüşmeye başlamıştır. Yerel ve<br />
bölgesel kalkınmaya yönelik farklı bakış açılarının oluşması, kalkınma politikalarının<br />
yeniden şekillendirilmesine yol açmıştır.<br />
1.1.5. Gelir Dağılımı Eşitsizliği<br />
Gelir dağılımı tarihsel olarak incelendiğinde, eşitsizlik ve yoksulluk olgularının ön<br />
plana çıktığı görülmektedir. Bir ülkede gelir dağılımı eşitsizliği arttıkça yoksulluğun<br />
şiddeti de artmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde bakıldığında, hem dünyada kuzeygüney<br />
ekseninde hem de Türkiye’de doğu-batı ekseninde bölgeler arası gelir dağılımı<br />
eşitsizliklerinin artarak devam ettiği görülmektedir. Dünyada en zengin gelir<br />
grubunun toplam gelirden aldığı payın büyüme rakamlarıyla paralel olarak artması,<br />
gelir dağılımı eşitsizliğinin temel nedenleri arasında kabul edilmektedir (Selim vd,<br />
212
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
2014: 76). Servetin sermaye sahiplerinde toplanması ve gelir eşitsizliğinin artması<br />
üzerine çeşitli eleştirel yaklaşımlar bulunmaktadır. Bir ekonomide sermayenin<br />
getirisinin ekonomik büyümeden yüksek olduğu durumlarda, sermaye sahiplerinin<br />
daha zenginleştiği, yoksulların daha da yoksullaştığı görülmektedir. Eşitsizliklerin<br />
artmasına ekonomik, toplumsal, askeri ve kültürel etmenler neden olmaktadır.<br />
“Zenginliğin paylaşımının tarihi, bir ülkenin genel tarihinin bir okuması olarak”<br />
değerlendirilmektedir (Piketty, 2014: 293).<br />
Dünya ekonomileriyle karşılaştırılarak Türkiye ekonomisine bakıldığında,<br />
Türkiye’nin gelir dağılımı açısından, adaletsizliğin oldukça yüksek olduğu ülkeler<br />
grubunda yer aldığı görülmektedir (Selim vd, 2014: 61). 1930’lardaki ekonomik<br />
bunalım ve 1960’lardan sonraki sanayileşme süreciyle birlikte Türkiye’de, gelir<br />
dağılımı eşitsizliği yüksek boyutlara ulaşmıştır (Keyder, 1999: 278). Gini endeksi<br />
verilerine göre Türkiye’de bölgeler arası gelir farkları OECD ülkelerinin<br />
ortalamasının üzerinde bir değere sahiptir. Türkiye’nin OECD ülkeleri arasında gelir<br />
dağılımı adaletsizliğinin en yüksek olduğu ülkelerden biri olması, yoksulluk, eşitsizlik<br />
ve sosyal dışlanma gibi temel toplumsal sorunları büyütmektedir. Gelir dağılımındaki<br />
eşitsizlik konusunda bölgeler arası farklılıklardan ziyade bölge içindeki farklılıkların<br />
daha fazla etkili olduğu iddia edilmektedir. Bu nedenle ülke genelinde var olan<br />
eşitsizlikle mücadelenin başarılı olabilmesi için öncelikle bölgelerin kendine özgü<br />
yapılarının doğurduğu eşitsizliklerle mücadele edilmesi gerekmektedir (Selim vd,<br />
2014:153). Bu bağlamda gelir dağılımında görülen eşitsizliklerin bölgeler arası ve<br />
bölge içindeki temel nedenlerinin bilimsel açıdan araştırılması önem arz etmektedir.<br />
1.1.6. Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği<br />
Dünya genelinde, kadınların erkeklere oranla temel insani gereksinimlerin<br />
karşılanması açısından daha yoksun kaldıkları, daha sağlıksız yaşadıkları, daha fazla<br />
ayırımcılık ve şiddete maruz kaldıkları görülmektedir. Ayrıca, çoğu toplumda<br />
kadınların eğitim olanaklarından yeterince yararlanamama, mesleki kariyer yapmada<br />
engellerle karşılaşma, iş yaşamında ayrımcılığa maruz kalma, politik yaşamdan<br />
dışlanma gibi büyük sorunlarla karşı karşıya oldukları görülmektedir. Kadına yönelik<br />
söz konusu ayrımcı sosyal ve politik faktörler, kadının duygusal açıdan yıpranmasına<br />
ve insani yapabilirlik kapasitesinin zayıflamasına neden olmaktadır. Bu ayırımcı<br />
uygulamalar karşısında, özellikle azgelişmiş ülkelerde kadınlar, haklarının<br />
savunulmasını sağlayacak hukuksal ve kurumsal yapılardan yoksun<br />
bırakılmaktadırlar. Gelişmiş ülkelerde nispeten kadının konumunda iyileşme olmakla<br />
beraber, insani yaşam kriterlerinde istenilen düzeyde bir ilerlemenin olmadığı<br />
görülmektedir (Nussbaum, 2000:1-2).<br />
1.2. Kalkınma Kuramları<br />
Kalkınma kuramlarının küresel eşitsizlik, yoksulluk gibi sorunların ele alınmasında<br />
birbirinden farklı, kendilerine özgü güçlü ve zayıf yönleri bulunmaktadır.<br />
Kalkınmayla ilgili “modernleşme” olarak nitelendirilen geleneksel yaklaşım, Batı tipi<br />
sanayileşme ve ekonomik büyümeyi önemsemeyerek Batı tipi kalkınma politikalarını<br />
tek alternatif olarak görmektedir. Kalkınmayla ilgili eleştirel yaklaşımlar ise<br />
sanayileşme ve ekonomik büyümeyi referans alan yaklaşımı reddetmekte ve farklı<br />
213
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
alternatif kalkınma modellerini içeren yaklaşımları savunmaktadır. Dolayısıyla<br />
kalkınmayla ilgili çalışmalarda, modernleşme ve bağımlılık kuramlarının kalkınmaya<br />
ilişkin farklı bakış açıları bulunmaktadır. Bu bağlamda, kalkınma konusundaki temel<br />
yaklaşımların genel bir çerçevede ele alınmasının yararlı olacağı düşünülmüştür.<br />
1.2.1. Modernleşme Kuramı<br />
Modernleşme kuramına göre azgelişmiş ülkeler; modern ekonomik kurumları,<br />
teknolojileri ve kültürel değerleri benimsemeleri durumunda ekonomik yönden<br />
gelişebileceklerdir. Modernleşme kuramında, gelişme geleneksel olandan modern<br />
olana doğru aşamalı bir geçiş şeklinde ele alınmaktadır. Modernleşme kuramında,<br />
azgelişmiş ülkelerin kalkınabilmesi, gelişmiş ülkelerin sahip oldukları sosyal, siyasal<br />
ve ekonomik değerleri kabul ederek uygulaması durumunda mümkün olabileceği<br />
ifade edilmektedir. Modernleşme kuramcıları, azgelişmiş ülkelerin Batı<br />
kapitalizminin ekonomik ve toplumsal sistemini örnek alarak uygulaması durumunda<br />
gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkabileceklerini savunmaktadırlar. Modernleşme<br />
kuramına göre “azgelişmiş toplumlar”, “modern” ya da “gelişmiş” toplumlara<br />
dönüşmek zorundadırlar. Modernleşme kuramcıları kalkınma ile ilgili uygulanmakta<br />
olan politikaları olumlu bir şekilde değerlendirmektedirler (Marshall, 1999: 261;<br />
Giddens, 2008: 451; Heywood, 2011: 356). Modernleşme kuramında kalkınma süreci,<br />
gelenekselden moderne doğru çizilmektedir. Hedef, azgelişmiş dünyada Batı tipi<br />
ekonomik yapılar veya kurumlar oluşturmaktır. Modern toplumun sahip oldukları,<br />
geleneksel toplumun “şimdilik” sahip olamadıklarıdır. Rostow “İktisadi Gelişmenin<br />
Merhaleleri” isimli çalışmasında her azgelişmiş toplumun tarihsel olarak belirli<br />
aşamalardan geçerek gelişebileceğini ileri sürmektedir. Rostow’un yaklaşımında<br />
kalkınma sanayileşmeyle, modernleşme ise Batılılaşmayla eşanlamda<br />
kullanılmaktadır (Rostow, 1971: 21-22). Bu dikotomi Batılı birçok aydın tarafından<br />
yanlış bulunmuş ve eleştirilmiştir. Rostow’un öngördüğü ilerlemeci toplumsal<br />
gelişme çizgisinin henüz gerçekleşmediği ve gelişmiş ülkelerle azgelişmiş ülkeler<br />
arasındaki eşitsizliklerin her geçen gün arttığı görülmüştür. Kalkınmanın iddia<br />
edildiği gibi basit ve otomatik bir geçiş süreci olmadığı anlaşılmıştır. Rostow’un<br />
savunduğu ilerlemeci bakış açısı özellikle bağımlılık kuramı temsilcilerinin sert<br />
eleştirilerine maruz kalmıştır. Bağımlılık teorisyenleri modernleşme teorisini,<br />
etnosantrik ve kültürel çeşitliliği ihmal eden bir sosyal düzenleme kuramı olarak<br />
görmektedirler (Marshall, 1988: 662; Kline, 2006: 460).<br />
1.2.2. Bağımlılık Kuramı<br />
Bağımlılık kuramı temsilcileri ağırlıklı olarak sosyal problemler ve eşitsizlikler<br />
üzerinde durmuşlardır (Harrison, 1988: 62; Ercan, 1996: 142). Bağımlılık<br />
kuramcılarına göre yoksulluk, azgelişmişlik, açlık gibi temel sorunlar kapitalist<br />
sistemin yapısından kaynaklanmaktadır. Bağımlılık, gelişmiş ülkeler ile azgelişmiş<br />
ülkeler arasındaki ilişkilerin yapısını anlatır. Azgelişmişlik, kapitalizmin dünya<br />
çapında yayılmasının bir ürünüdür. (Gülalp, 1983: 133; Freyssinet, 1985: 348; Savran,<br />
2008: 256). Bağımlılık kuramı temsilcilerine göre, küresel kapitalist sistemde<br />
azgelişmiş ülkeler, yoksulluk ve sömürü çarkının içine hapsedilmiştir. Küresel<br />
eşitsizlik, güç kullanma dahil her türlü yolla muhafaza edilmektedir. Kapitalist<br />
ekonomik sistemin değişmesiyle bu sorunlar ortadan kaldırılabilir (Giddens, 2008:<br />
214
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
455). Ülkeler arasında görülen ekonomik ilişkilerdeki eşitsizlik, dünya kaynaklarının<br />
kullanımına ve kontrolüne yansımaktadır (Tümertekin, 2007: 106). Azgelişmiş<br />
ülkelerin kalkınması, kapitalist ülkelerle eşitsiz ilişkilerin ortadan kaldırılmasını<br />
zorunlu kılmaktadır (Freyssinet, 1985: 226). Bağımlılık okulu temsilcilerinin en<br />
önemli ortak noktaları, geri kalmışlığın nedenlerini geri kalmış ülkeler dışında arıyor<br />
olmalarıdır (O’Brien, 1992: 34; Turner, 2006: 133). Bağımlılık kuramında, gelişme<br />
ve az gelişme kavramları aynı madalyonun iki yüzü olarak değerlendirilmekte ve<br />
sosyo-ekonomik koşullar bir ülkenin dünya ekonomik sisteminde bulunduğu konumla<br />
ilişkilendirilmektedir (Meier, 1989: 62). Kapitalizm, dünya ekonomisinde eşit<br />
olmayan ilişkilerin egemenlik kurmasına sebep olmaktadır. Kapitalist mekanizmalar<br />
merkezde kalkınmayı, çevrede ise azgelişmişliği doğururlar. Kapitalist sistem aynı<br />
anda hem kalkınmayı hem de azgelişmişliği üretmektedir. Geri kalmışlık ve<br />
gelişmişlik dünya kapitalist sisteminin işleyişinde eşzamanlı olarak üretilmektedir<br />
(Hirschman, 2007: 44; Bernstein, 2008: 394; Merquior, 2008: 66).<br />
Demokrasi ve kapitalist kalkınma arasındaki ilişkiyi irdeleyen Frank, üçüncü dünya<br />
ülkelerinde 1970’lerde yaşanan sistematik insan hakları ihlalleri ve siyasal şiddet<br />
olaylarının tesadüfi olmadığını aksine bunun ekonomik sömürü için bir gereklilik<br />
olduğunu belirtmektedir (Frank, 1981: 88). Frank, “Modernleşme teorisinin ampirik<br />
olarak geçersiz, teorik olarak yetersiz ve siyasal olarak etkisiz” olduğunu öne<br />
sürmüştür. Frank’a göre gelişmenin her ülkede aynı aşamalardan geçerek<br />
gerçekleşeceği vurgusu büyük bir yanılgıdır (Ercan, 1996: 153). Bağımlılık<br />
teorisyenleri, devlete önem vermekle beraber, uluslararası sistemden bir kopma<br />
olmadığı takdirde kalkınmanın gerçekleştirilmesi konusunda devletin gücüne karşı<br />
eleştirel ve şüpheci bir bakış açısı sergilemektedirler (Tüylüoğlu ve Çeştepe, 2008:<br />
77).<br />
1.2.3. Dünya Sistemi Kuramı<br />
Dünya sistemi kuramına göre azgelişmişlik ‘kapitalist olmayan bir dünyanın<br />
kapitalistleştirilmeye çalışılmasının’ bir sonucudur. “Dünya sistemi yaklaşımı,<br />
Batı’nın gelişmişliğini ve Batı dışı toplumların azgelişmişliğini kapitalist dünya<br />
ekonomisi içindeki eşitsiz gelişme süreci ile açıklamaktadır.” “Çevre”nin, “merkez”in<br />
taleplerine etkin bir şekilde cevap verecek şekilde biçimlenmesi söz konusudur.<br />
“Çevre”nin azgelişmişliği sürekli olarak yeniden üretilmektedir (İslamoğlu, 2010:<br />
53). Dünya Sistemi Kuramının temsilcilerinden Wallerstein’a göre dünya kapitalist<br />
sistemi, insanlığın barındırması gereken eşitlik, adalet gibi kavramların gerçeklik<br />
kazanması, olması gereken nitelikleri taşımamaktadır. Merkez ülkelerin sahip<br />
oldukları baskıcı güç, çevre ülkelerin gelişmesinin önünde bir engel olarak<br />
kullanılmaktadır (Cirhinlioğlu, 1999: 169; Dobbin, 2013: 42). Wallerstein’e göre<br />
(2010: 347), dünya birbirine eşit olmayan ve zengin bölgelerin yoksul bölgeleri<br />
sömürdüğü üç ekonomik bölgeye ayrılmıştır: “Merkez, çevre ve yarı çevre.”<br />
Wallerstein’a göre azgelişmiş ülkelerin kalkınma çabalarının akıbeti, uluslararası<br />
ekonomik ve politik sistem tarafından belirlenmektedir. Dünya sistemindeki koşullar<br />
ve yapılara bağlı olarak ülkelerin kalkınma çabaları şekillenmektedir (Wallerstein,<br />
2010). Wallerstein’a göre kapitalist sistem, siyasal bir sistem olmaktan ziyade<br />
ekonomik bir sistemdir ve bu özelliğinden dolayı küresel bir güce sahiptir. Kapitalist<br />
215
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
dünya ekonomisinin siyasal sistemlerce karşı konulması zor olan bu gücünden dolayı<br />
merkez, yarı çevre ve çevre ülkeler arasında var olan sömürüye dayalı eşitsiz ilişki<br />
varlığını sürdürmektedir. Kalkınmayla ilgili herkes tarafından kabul edilen ortak bir<br />
açıklama ya da tanım yapmanın zor olduğunu vurgulayan Wallerstein, son yıllarda<br />
herhangi bir yerde herhangi bir hükümetin kalkınmayla ilgili gerçek anlamda yararlı<br />
bir çalışmasının olduğundan da şüphe duymaktadır. Wallerstein, “daha fazlayı” elde<br />
etme çabası olarak nitelendirilen kalkınmanın nasıl olacağı, nasıl sürdürüleceği<br />
tartışmalarının yanı sıra, kalkınma politikalarının toplumsal amaç için sunuluyor<br />
olmasının çoğu insana umut verdiğini iddia etmektedir (Wallerstein, 1994).<br />
2. TÜRKİYE’DE KALKINMA<br />
Türkiye’de kalkınma politikalarının uygulandığı 1923-1950 yılları arasındaki dönem<br />
devletçilik dönemi, 1950-1960 yılları arasındaki dönem liberal dönem, 1960’tan<br />
günümüze kadar sürmekte olan dönem ise planlı dönem olarak nitelendirilmektedir.<br />
1923-1960 yılları arasında İzmir İktisat Kongresi’nin düzenlenmesi, Aşar Vergisi’nin<br />
kaldırılarak gelir ve emlak vergisinin getirilmesi, toprak reformunun yapılması,<br />
tarımın makineleştirilmesi kalkınma politikalarıyla ilgili önemli çalışmalar olarak<br />
dikkat çekmektedir. 30 Eylül 1960 tarihinde Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuş ve<br />
1963 yılından itibaren beş yıllık kalkınma planlarının yapıldığı döneme girilmiştir<br />
(Soyak, 2003:175). Planlı dönemde, bölgeler arası gelişmişlik farklarını azaltmaya<br />
yönelik politikalar uygulanmıştır. 1960’lardan itibaren kalkınma planları, kalkınma<br />
politikaların en önemli aracı olarak kabul edilmiştir. Kalkınma planları genellikle<br />
uzun, orta ve kısa dönemli olmak üzere üç şekilde ele alınmaktadır. Türkiye’de<br />
hazırlanan tüm kalkınma planları beş yıllık, dokuzuncu kalkınma planı ise yedi yıllık<br />
olarak hazırlanmıştır. En son uygulanmakta olan 10. Kalkınma Planı dâhil olmak<br />
üzere, tüm kalkınma planları, planlı kalkınma döneminin bir göstergesi olarak kabul<br />
edilmektedir.<br />
2.1. Kalkınma Ajansları<br />
Türkiye’de 5449 sayılı kanuna göre kurulan kalkınma ajansları, kamu sektörü, özel<br />
sektör ve STK’lar arasındaki işbirliğini geliştirmek, kaynakların yerinde ve etkin bir<br />
şekilde kullanımını sağlamak, bölgesel gelişmenin hızlandırılması için yerel<br />
aktörlerin potansiyelini harekete geçirmek, bölgeler arası ve bölge içi gelişmişlik<br />
farklarını azaltmak amacıyla kurulmuş yapılardır. Bu yapılar aracılığıyla uygulanacak<br />
olan kalkınma projeleriyle, yoksul bireylerin sosyo-ekonomik açıdan yaşam<br />
düzeylerinin iyileştirilmesi ve ekonomik yapının güçlendirilmesi hedeflenmiştir.<br />
Kalkınma ajansları, merkezi hükümetten bağımsız bir idari yapıda sınırları<br />
belirlenmiş bir bölgenin sosyo-ekonomik koşullarını geliştirmek amacıyla<br />
oluşturulmuş kuruluşlardır. Kalkınma ajansları, bölgeler arası eşitsizliği gidermek,<br />
yerel ve bölgesel girişimciliği desteklemek, altyapı hizmetlerinin sunulmasına<br />
yardımcı olmak gibi hedefleri gerçekleştirmek için kurulmuştur (DDK, 2014: 768).<br />
Kalkınma ajansları, yerel ve bölgesel kalkınma konusunda faaliyetlerde bulunan<br />
temel aktörlerden biri olarak kabul edilmektedir. Kalkınma ajansları, kırsal ve<br />
bölgesel kalkınma projelerinin izlenmesi, denetlenmesi ve koordinasyonunda<br />
Kalkınma Bakanlığı’na karşı sorumludur. Kalkınma Ajansları ile ilgili bu kanunun<br />
birinci maddesinde Kalkınma Ajansları şu şekilde tanımlanmaktadır: “Kalkınma<br />
216
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Ajansları, kamu kesimi, özel kesim ve sivil toplum kuruluşları arasındaki işbirliğini<br />
geliştirmek, kaynakların yerinde ve etkin kullanımını sağlamak ve yerel potansiyeli<br />
harekete geçirmek suretiyle, ulusal kalkınma plânı ve programlarda öngörülen ilke ve<br />
politikalarla uyumlu olarak bölgesel gelişmeyi hızlandırmak, sürdürülebilirliğini<br />
sağlamak, bölgeler arası ve bölge içi gelişmişlik farklarını azaltmak amacıyla<br />
kurulmaktadır.”<br />
2.2. Sosyal Destek Programı<br />
Kalkınma Bakanlığı’na bağlı olarak illerde faaliyet gösteren Sosyal Destek Programı<br />
(SODES), sosyo-ekonomik yapıdaki değişim, göç, kentleşme gibi nedenlerle ortaya<br />
çıkan yeni sosyal ihtiyaçların giderilmesi amacıyla proje temelli oluşturulmuş bir<br />
programdır. SODES ile sosyal kalkınmanın gerçekleştirilmesi ve sosyal refahın<br />
artırılması hedeflenmektedir. SODES Uygulama Usul ve Esasları yönergesine göre,<br />
SODES projeleri “istihdam, sosyal içerikli çalışmalar, kültür, sanat, spor ile ilgili<br />
çalışmaları ve kurumsal kapasite geliştirme ödeneği ile ilgili çalışmaları”<br />
içermektedir. İstihdam içerikli projelerle; istihdam edilebilirliğin artırılması, ildeki<br />
ihtiyaçlara uygun alanlarda nitelikli işgücünün yetiştirilmesi, mesleki bilgi ve<br />
becerilerin geliştirilmesi ve kendi işini kurabileceklere destek olunması<br />
hedeflenmektedir. Sosyal içerikli projeler aracılığıyla yoksullar, işsizler, kadınlar,<br />
engelli bireyler, dezavantajlı çocuklar ve gençler gibi toplumun sosyo-ekonomik<br />
açıdan farklı kesimlerinin önemli fırsatlardan yararlanma şansını yakalayabilmesi<br />
hedeflenmiştir. Kültür, sanat ve spor içerikli projelerle; toplumun ihtiyaç duyduğu<br />
kültürel, sanatsal ve sportif faaliyetlerin geliştirilmesi ile özellikle çocukların ve<br />
gençlerin bu tür faaliyetlerden yararlandırılmasına ve yönlendirilmesine yönelik<br />
projelerin gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir.<br />
Valiliklerin koordinasyonunda hazırlanan SODES projelerinin hazırlanması ve<br />
uygulanması sürecinde yerel düzeydeki kamu kurumları, belediyeler, üniversiteler ve<br />
sivil toplum kuruluşlarından destek alınmaktadır. SODES kapsamında yer alan<br />
projeler; valiliklerin koordinasyonunda kamu kuruluşları, il özel idareleri, belediyeler,<br />
köylere hizmet götürme birlikleri, üniversiteler, kamu kurumu niteliğindeki meslek<br />
kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları tarafından hazırlanmakta ve yürütülmektedir.<br />
SODES projelerinin büyük çoğunluğu illerdeki kamu kurum ve kuruluşlarının yerel<br />
birimleri tarafından yürütülmektedir (www.sodes.gov.tr, Erişim Tarihi: 05.07.2011).<br />
3. ARAŞTIRMA BULGULARI<br />
Bu bölümde öncelikle Muş ili hakkında genel tanıtıcı bilgiler verilmiştir. İl hakkında<br />
genel bilgiler verildikten sonra Muş’ta 2010 ile 2012 yılları arasında Kalkınma<br />
Bakanlığınca desteklenen DAKA ve SODES bünyesinde uygulanan kalkınma<br />
projelerinin yerel ve bireysel düzeyde uygulayıcı ve yararlanıcılar açısından<br />
değerlendirilmesi yer almaktadır.<br />
1970’lerden itibaren doğudan batıya artarak devam eden göç, bölge illeriyle beraber<br />
Muş ilinin azgelişmişliğinin temel sonuçlarından biri olarak kabul edilmektedir.<br />
Göçle birlikte nitelikli iş gücü ve sermayenin bölgeden çıkması Muş iliyle beraber<br />
bölge illeri açısından büyük bir kayıp olarak değerlendirilmekte ve bölgeler arası<br />
dengesizliğin bir göstergesi olarak kabul edilmektedir.<br />
217
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Muş ilinin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. İstihdamın sektörel<br />
dağılımı itibariyle, ilde tarım ağırlıklı bir yapı görülmektedir. İlde sınırlı sayıda var<br />
olan sanayi tesisleri büyük oranda tarıma dayalıdır. Murat ile Karasu gibi zengin su<br />
kaynaklarını barındırmasına rağmen Muş Ovası’ndan bugüne kadar yeterince verim<br />
alınamadığı görülmektedir. İklim koşulları, sulama altyapı sistemi konusundaki<br />
yetersizlikler, drenaj sorunu gibi etkenler ovadaki tarımsal faaliyetleri olumsuz olarak<br />
etkileyen unsurlar arasında sayılmaktadır. Muş Ovasının ortasından akıp geçen Murat<br />
ve Karasu nehirlerinin yeterince değerlendirilememesi, Muş il ekonomisinin<br />
gelişememesinin temel nedenlerinden biri olarak kabul edilmektedir (Sönmez, 2014:<br />
32). Muş, tarımsal istihdamın yoğun olduğu il olmasına rağmen, Muş’ta tarımsal<br />
verimlilik Türkiye ortalamasının altındadır. Muş ilindeki tarım arazilerinde ağırlıklı<br />
olarak tahıl, şeker pancarı, tütün ve ayçiçeği ekimi yapılmaktadır. Temel bitkisel ürün<br />
buğdaydır. İlde tarıma dayalı sanayi sektörü gelişmemiştir. Murat Nehri üzerinde<br />
yapımı devam eden Alparslan I ve Alparslan II barajlarının tamamlanması<br />
durumunda, ilin kalkınmasında bir ilerlemenin sağlanacağı beklenmektedir. Özellikle<br />
Alparslan II barajının tamamlanması durumunda, Muş Ovası’nda sulu tarıma dayalı<br />
ürünlerde kapasitenin artacağı ve tarımsal sanayinin gelişeceği düşünülmektedir.<br />
Muş’ta meraya ve yerli ırka dayalı büyükbaş hayvancılık yapıldığından hayvan birim<br />
başına düşen et ve süt üretimi düşüktür (TÜİK, 2014: 12).<br />
İldeki doğurganlık ve kız çocuklarının erken yaşta evlilik oranı, Türkiye ortalamasının<br />
üzerindedir. Eğitim, sağlık, kişi başına düşen milli gelir, kentleşme gibi temel<br />
göstergelerde Muş ili son sıralarda yer almaktadır. Hem Kalkınma Bakanlığı<br />
tarafından hazırlanan raporlarda hem de TÜİK verilerinde bölgeler ve iller arası<br />
gelişmişlik farklarının yükseklik derecesi Muş ili örneğinde açıkça görülmektedir.<br />
Muş iline ilişkin veriler, Türkiye’nin genel ortalamasıyla karşılaştırılarak<br />
incelendiğinde, Muş’ta kişi başına düşen gelirin düşük, tarımla uğraşan nüfus oranının<br />
fazla, doğum oranının yüksek, sermaye yetersizliği nedeniyle yatırım oranın düşük,<br />
gelenek vb. nedenlerden dolayı kadının toplumsal konumunun zayıf ve kentin altyapı<br />
olanaklarının yetersiz olduğu görülmektedir.<br />
3.1. Muş İlinde Uygulanan Kalkınma Projeleri<br />
Genel olarak Muş ilinde uygulanan projeler incelendiğinde, projelerin hem bütçe hem<br />
de içerik açısından dar kapsamlı olarak hazırlandığı görülmektedir. Türkiye’nin<br />
genelinde hâkim olan projelere ilişkin merkeziyetçi, homojen yaklaşımın Muş iline<br />
de benzer şekilde yansıdığı söylenebilir. 2010 ve 2012 yılları arasında Muş ilinde<br />
toplam 100 proje SODES tarafından desteklenmiş ve projeler için eş finansman dâhil<br />
16.387.770 TL harcanmıştır. Kalkınma Bakanlığı’na göre, 2008 – 2012 yılları<br />
arasında SODES programı çerçevesinde Türkiye’nin farklı bölgelerindeki 34 ilde<br />
5.792 proje uygulanmış ve toplamda 674,4 milyon TL harcanmıştır. SODES<br />
projeleriyle “öğrencilere yönelik etüt merkezleri, çeşitli sınavlara hazırlık kursları,<br />
mesleki eğitim kursları, kültür, sanat ve spora yönelik faaliyetler, öğrenci gezileri”<br />
gibi çalışmalar desteklenmiştir. Muş ilinde uygulanan SODES projelerinin 58’i<br />
kültür, sanat ve spor; 26’sı sosyal içerme ve 17’si istihdamın geliştirilmesine yönelik<br />
çalışmaları içermektedir.<br />
218
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kalkınma Bakanlığı’nca hazırlanan 2012 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Faaliyet<br />
Raporu’ndaki bütçe ile ilgili veriler incelendiğinde, Türkiye’deki 26 kalkınma<br />
ajansının tümünde bütçelerin birbirine yakın rakamlardan oluştuğu görülmektedir.<br />
Kalkınma ajanslarının birbirine yakın bütçe rakamlarıyla faaliyet gösteriyor olması,<br />
bu ajansların kuruluş gerekçelerinden biri olan ajansların bölgeler arası<br />
dengesizliklerin giderilmesindeki rolü konusunda etkisinin zayıf olacağını<br />
göstermektedir. Rapora göre, tüm ajansların 2012 yılı toplam bütçesi 450.000.000 TL<br />
ve her bir ajansa ortalama 17.000.000 TL aktarıldığı görülmektedir (Kalkınma<br />
Bakanlığı, 2013: 40).<br />
Kurum tipine gore 2010-2012 yılları arasında uygulanan projelerin dağılımı<br />
incelendiğinde, SODES tarafından uygulanan proje sayısının %69,9 ve DAKA<br />
tarafından uygulanan proje saysının ise %30,1 olduğu görülmektedir. Proje sayısı<br />
açısından SODES tarafından uygulanan projelerin DAKA tararfından uygulanan<br />
projelere göre fazla olduğu görülmektedir. Ancak sözkonusu projelerin bütçe miktarı<br />
açısından her iki kurum açısından birbirine yakın olduğu görülmektedir. SODES<br />
projeleri sayısal olarak fazla olmakla beraber, bütçe açısından DAKA projelerine denk<br />
bir bütçeye sahip olduğu görülmektedir. SODES projelerinde “Kültür, Sanat, Spor ile<br />
Sosyal İçerme” bileşenlerinde daha fazla yoğunlaşma olduğu görülmektedir. DAKA<br />
projelerinde ise “Kapasite Artırımı ve Yeni İşletme Kurulumu” bileşenlerinde<br />
yoğunlaşma olduğu görülmektedir.<br />
3.2. Muş İlinin Temel Sorun Alanları<br />
Muş ilinin sorunları konusunda, görüşme grubunun en çok vurguladığı temel sorun<br />
alanlarının işsizlik ve nitelikli iş gücü eksikliği olduğu görülmektedir. İşsizlikle<br />
beraber nitelikli iş gücü yetersizliğinin dile getirilmesi TÜİK ve Kalkınma<br />
Bakanlığının Muş ili hakkındaki verileriyle büyük oranda örtüşmektedir. Eğitimsizlik,<br />
coğrafi koşullar, kadının toplumsal konumunun zayıflığı, sosyal faaliyetler ve altyapı<br />
konusundaki eksiklikler, çalışma kültürünün olmaması, Muş Ovası’nın tarımsal<br />
potansiyelinin ve hayvancılığın yeterince değerlendirilememesi, gençler arasında<br />
madde bağımlılığının giderek artması dile getirilen diğer sorun alanları olarak dikkat<br />
çekmektedir.<br />
Katılımcılara, en çok vurgulanan sorunlardan biri olarak öne çıkan “işsizliğin temel<br />
sebepleri ve bu konuda neler yapılması gerektiği” sorusu yöneltilmiştir. Katılımcılar,<br />
Muş ilindeki işsizliğin temel sebepleri olarak “sanayi yatırımlarının düşüklüğü,<br />
köyden kente göçün bilinçsizce gerçekleşmesi, göçün yönetilememesi, yerel işletme<br />
sayısının yetersiz olması ve çiftçiyi tembelliğe alıştıran tarımsal desteklere ilişkin<br />
uygulanan sistemden kaynaklanan sorunlar” gibi unsurları sıralamıştır. Katılımcıların<br />
çoğu, ildeki işsizlik oranının yüksek olduğunu vurgulamıştır. Katılımcılar işsizliğin<br />
çözülmesi amacıyla nitelikli işgücü konusundaki eksikliklerin giderilmesi, bölgenin<br />
koşullarına uygun yatırımların yapılması ve sermayeyi bölgeye çekecek teşviklerin<br />
güçlendirilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Kamu yatırımlarının özellikle sanayi<br />
yatırımlarının öncelikle devlet eliyle yapılması önerilmektedir. Özel sektörün bölgede<br />
gelişmesi için öncelikle devletin inisiyatif kullanması gerektiği ifade edilmektedir.<br />
Proje yararlanıcısı ve uygulayıcısı konumda yer alan katılımcılar, bölgeye yatırımların<br />
219
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
yapılması konusunda ilgili devlet kurumlarının yetersiz kaldığı veya ilgisiz davrandığı<br />
şeklinde eleştirel bir tutum sergilemişlerdir.<br />
Katılımcılar, bölgede istihdamın artırılması için uygulanacak olan kalkınma politika<br />
ve projelerinde, kadına yönelik çalışmalara ağırlık verilerek kadının konumunun<br />
güçlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadırlar. Bölgede yaşanan çatışma ortamından,<br />
kadınların toplumsal koşulların etkisiyle birlikte düşünüldüğünde erkeklere göre daha<br />
fazla zarar gördükleri ifade edilmiştir. Kadının toplumda ikincil konumda yer<br />
almasıyla ilgili olarak katılımcıların büyük çoğunluğunun rahatsızlık duydukları<br />
gözlemlenmektedir. Bazı katılımcıların kadının toplumsal konumuna ilişkin<br />
geleneksel bir tutum sergilemeleri ve kadına yönelik ayırımcı uygulamalara dair<br />
kendilerince meşru gerekçeler öne sürmeleri anlamlı bulunmuştur. Geleneksel<br />
mesleki rolleri kadına uygun gören ve kadınların bu rolleri pekiştirmesiyle haklarını<br />
kullanabileceğini düşünen bazı katılımcılar, kadın erkek arasında eşitlikten ziyade bir<br />
denklik olması gerektiği şeklinde bir tutum sergilemişlerdir. Katılımcılar işsizliğin<br />
sadece Muş iline özgü bir sorun olmadığını ve bu sorunun aynı zamanda tüm ülkenin<br />
temel sorunlarından biri olduğunu ifade etmektedirler. İşsizlikle mücadele<br />
bağlamında Muş ilinin var olan potansiyelinin yeterince değerlendirilmediği ayrıca<br />
vurgulanmaktadır.<br />
3.3. Yoksullukla Mücadele ve Sosyal Yardımlar<br />
Uygulanmakta olan sosyal politikalar bağlamında çalışma grubunun yoksullukla<br />
mücadele amacıyla Muş’taki kamu kurumları tarafından dağıtılan ayni veya nakdi<br />
yardımlar konusundaki değerlendirmeleri sorulmuştur. Katılımcıların büyük bir kısmı<br />
ilgili kurumlar tarafından yapılan yardımları, sosyal devlet olmanın bir gereği olarak<br />
görmektedir. Ancak yapılan söz konusu yardımların, yoksulluk sorununu ortadan<br />
kaldırmadığı ve bu tip yardımların sadece geçici çözümler olarak değerlendirildiği<br />
görülmektedir. Uygulanan yardım sistemi ile ilgili olarak bazı katılımcıların işleyiş<br />
mekanizması hakkında bazı endişeleri dile getirdikleri görülmektedir. Söz konusu<br />
endişelere, yapılan yardımlarda zaman zaman iltimasın yaşanması ve yardım alan<br />
insanların kolaycılığa teşvik edilmesi örnek olarak verilebilir.<br />
Uygulanan yardım sistemi ile ilgili olarak bazı katılımcıların işleyiş mekanizması<br />
hakkında bazı endişeleri dile getirdikleri görülmektedir. Yoksullukla mücadele<br />
konusunda katılımcılar, “insan sermayesinin güçlendirmesini, eğitime yatırımın<br />
artırılmasını, istihdam olanaklarının geliştirilmesini, tarımsal verimliliğin<br />
artırılmasını, ilin var olan potansiyelinin doğru ve etkin bir şekilde<br />
değerlendirilmesini” çözüm önerileri olarak ifade etmektedirler.<br />
3.4. Proje Uygulama Süreci ve Projelerin Verimliliği<br />
Proje yararlanıcıların çoğunluğu projeler konusunda yeterince duyurunun<br />
yapılmadığını, genellikle yakın çevre aracılığıyla ve internet yoluyla bilgilendiklerini<br />
ifade etmişlerdir. Bilgilendirmeler konusunda proje yararlanıcıları, ilgili kurumların<br />
yeterince görevlerini yerine getirmediklerini ve yapılan duyuruların yetersiz olduğunu<br />
ifade etmişlerdir. Yapılan bilgilendirme toplantılarının da yetersiz olduğunu, dar<br />
kapsamlı olarak gerçekleştirildiğini ve potansiyel yararlanıcıların çoğunluğunun<br />
toplantılardan habersiz olduklarını vurgulamışlardır. Bilgi kaynakları konusunda<br />
220
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
proje uygulayıcıları, çalıştıkları kurumun internet sitesi ve çeşitli bilgilendirme<br />
toplantıları vasıtasıyla projeler konusunda bilgi sahibi olduklarını ve bu bilgileri<br />
potansiyel yararlanıcı olan kurum ya da bireylerle paylaştıklarını ifade etmişlerdir.<br />
Proje uygulayıcısı konumunda yer alan SODES ve DAKA çalışanları, projeler<br />
konusunda kendi kurumlarınca potansiyel yararlanıcılara yönelik yeterince<br />
bilgilendirme çalışmasının yapıldığını ifade etmişlerdir. Yapılan bu çalışma sürecinde<br />
hem uygulayıcıların hem de yararlanıcıların haklı olduğu taraflar olmakla beraber,<br />
genellikle vatandaşa yönelik yeterince bilgilendirme faaliyetinin yapılmadığı<br />
şeklindeki yargıda kısmen doğruluk payının olduğu gözlemlenmektedir.<br />
Bilgilendirme veya tanıtım toplantılarındaki katılım oranının düşük düzeylerde olması<br />
bu duruma örnek verilebilir. Projeler konusunda iki tarafta da uzman olarak<br />
nitelendirilen çok az sayıda kişinin yeterli bilgi veya birikime sahip olduğu<br />
gözlemlenmektedir.<br />
DAKA ve SODES tarafından istihdamı artırmak amacıyla desteklenen farklı<br />
nitelikteki projeler uygulanmıştır. SODES projelerinde daha çok mesleki kurslar<br />
yoluyla ilde istihdama katkı hedeflenirken, DAKA projelerinde özellikle KOBİ’lerin<br />
işletme kapasitelerinin artırılarak istihdamın geliştirilmesi hedeflenmiştir. DAKA<br />
projelerinde makine, teçhizat alımı gibi maddi desteklerle işletmeler güçlendirilmeye<br />
çalışılmıştır. Uygulayıcıların gözüyle bakıldığında, bu tür desteklerin büyük bir katkı<br />
sağlayacağı varsayılmıştır. Yaralanıcıların gözüyle bakıldığında ise bu tür desteklerin<br />
yetersiz olduğu ve eksiklikler içerdiği düşünülmektedir. Uygulanan projelerden<br />
yeterince verim alınmaması ve sürdürülebilirliğin sağlanmaması, verilen maddi<br />
desteklerin düşük olmasına bağlanmaktadır. Ayrıca, il ve bölge koşulları yeterince<br />
dikkate alınmadan projelerin hazırlanıp uygulanmasının projelerdeki verimliliği<br />
düşürdüğü ifade edilmektedir. Projelerin verimliliği konusunda, son dönemlerde belli<br />
bir birikim olmasından dolayı geleceğe dönük olarak bazı katılımcıların yer aldıkları<br />
projelerden hareketle umutlu oldukları gözlemlenmiştir. Özellikle SODES tarafından<br />
desteklenen gençlere ve kadınlara yönelik projelerde memnuniyet düzeyinin DAKA<br />
projelerine kıyasla yüksek olduğu görülmektedir. Bu projelerle, toplumun<br />
dezavantajlı kesimlerine katkı ve destek sağlanmasının amaçlandığı ifade<br />
edilmektedir. Katılımcıların büyük bir çoğunluğu, uygulanan kalkınma projelerinin<br />
bölgeler arası dengesizliklerin giderilmesindeki katkısının oldukça düşük olduğunu<br />
ve bu tip projelerle kalkınmayla ilgili sorunların çözülemeyeceğini ifade<br />
etmektedirler. Yaşam kalitesinin yükseltilmesi konusunda bazı katılımcılar,<br />
uygulanan projelerin kısmen de olsa katkı sağladığını düşünmektedirler.<br />
Çalışmamızda kalkınma ajanslarıyla ilgili ulaşılan verilerin, Cumhurbaşkanlığı<br />
Devlet Denetleme Kurulu (DDK) tarafından hazırlanan kalkınma ajanslarının<br />
uygulama sonuçlarının değerlendirildiği raporun sonuçlarıyla büyük oranda örtüştüğü<br />
görülmektedir. DDK raporunda vurgulandığı üzere (2014: 776); kalkınma<br />
ajanslarının tamamı; organları, fonksiyonları, kullanacağı araçları, personel yapısı,<br />
birimleri gibi tüm unsurları ile tek tip olarak örgütlenmiş olmasının büyük bir çelişki<br />
oluşturmaktadır. Kalkınma ajanslarının bu kurumsal yapısıyla bölgesel ve yerel<br />
kalkınma sağlanamamakta ve beklenilen düzeyde başarı yakalanmamaktadır.<br />
221
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
4. SONUÇ VE ÖNERİLER<br />
Bu araştırma sonucunda, kalkınma ajansı ve SODES tarafından uygulanan projelerin,<br />
kalkınmayla ilgili hedeflerin gerçekleştirilmesindeki katkısının oldukça düşük olduğu<br />
görülmüştür. Çalışma grubundaki katılımcılar, Kalkınma Ajansı ve SODES<br />
tarafından uygulanan projelerin, bölgesel dengesizlik, azgelişmişlik, yoksulluk,<br />
işsizlik, cinsiyet ayırımcılığı gibi temel toplumsal sorunların giderilmesindeki<br />
katkısının düşük olduğunu ifade etmişlerdir. Söz konusu kalkınma projeleriyle hedef<br />
kitlenin sosyo-ekonomik yapısı üzerinde anlamlı bir farklılık oluşmamaktadır.<br />
Uygulanmakta olan projelerde çeşitli beklenti ve ihtiyaçların karşılanmasını isteyen<br />
hedef kitle olarak tanımladığımız yararlanıcılar grubu ile proje uygulayıcıları olarak<br />
nitelendirilen grup arasında koordinasyon veya iletişim eksikliği bulunmaktadır.<br />
Muş ilinin sorunları konusunda katılımcıların en çok vurguladığı temel sorun<br />
alanlarının işsizlik ve nitelikli iş gücü eksikliği olduğu görülmektedir. Katılımcılar<br />
tarafından dile getirilen diğer sorun alanları “eğitimsizlik, toplumsal cinsiyet<br />
eşitsizliği ve kadının toplumsal konumunun zayıflığı, faaliyet alanlarının ve sosyal<br />
faaliyetlerin yetersizliği, kentsel altyapı konusundaki eksiklikler, tarım ve hayvancılık<br />
potansiyelinin yeterince değerlendirilememesi” olarak öne çıkmaktadır. Muş ili<br />
örneğinde kadının toplumsal konumunun oldukça zayıf olduğu görülmektedir.<br />
Elde edilen sonuçlardan hareketle, kalkınmanın insani boyutuna önem verilmeli,<br />
yaşam kalitesini yükseltecek politikalar geliştirilmelidir. Dezavantajlı konumda<br />
bulunan insanların temel gereksinimlerinin ivedilikle karşılanabilmesi için yeni ve<br />
kapsamlı kalkınma politikaları geliştirilerek uygulanmalıdır. Bölgesel kalkınma ve<br />
yerel kalkınma politikaları hazırlanırken yerel aktörlerin katılımının<br />
güçlendirilmesine önem verilmelidir. Kalkınma politikalarının başarılı olabilmesi,<br />
kadınların kamusal yaşamda eşit düzeyde yer alabilmesine veya yer almasının<br />
önündeki engellerin ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Bu çerçevede, kadınların sosyal<br />
ve ekonomik hayatta daha fazla yer almasına ve cinsiyet eşitliğini sağlayıcı<br />
politikalara önem verilmelidir. Kalkınmanın gerçekleşebilmesi için teşvik sistemi<br />
dinamik bir bakış açısıyla yeniden gözden geçirilmelidir. Nitelikli iş gücüne yönelik<br />
olarak beşeri sermayenin güçlendirilmesine yönelik çalışmalar yapılmalıdır.<br />
Uygulanan projelerin sonuçlarını değerlendiren kapsamlı bilimsel çalışmalar<br />
yapılmalı ve bu çalışmalar kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Hem SODES hem de<br />
DAKA’daki kurum yöneticileri için iddia edilen keyfi uygulamalarının olduğu<br />
şeklindeki algıyı ortadan kaldıracak yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Kalkınma<br />
ajanslarının hem performans bakımından hem de iş ve işlemlerinin mevzuata<br />
uygunluğu bakımından daha objektif ölçütlerle denetlenmesi<br />
gerekmektedir. Kalkınma ajanslarının bu kurumsal yapısıyla bölgesel ve yerel<br />
kalkınmanın sağlanması zor görünmektedir. Yaşam kalitesinin artırılması amacıyla<br />
temel altyapı yatırımlarına ve hizmetlere öncelik verilebilmesi için merkezi bütçeden<br />
daha fazla kaynak aktarılmalıdır. Uygulanmakta olan kalkınma politikalarının başarılı<br />
olabilmesi, tüm ilgili tarafların katkısıyla bölgede barış, huzur ve güvenlik ortamının<br />
sağlanabilmesine bağlıdır.<br />
222
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
KAYNAKÇA<br />
Akın, N. (2007). Bölgesel Kalkınma Araçları ile Kalkınma Ajanslarının Uyum,<br />
İşbirliği ve Koordinasyonu, Bölgesel Kalkınma ve Yönetişim Sempozyumu<br />
Bildiri Kitabı, Ankara, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Basım İşliği.<br />
Bansal, Pratima (2005) Evolving Sustainably: A Longitudinal Study of Corporate<br />
Sustainable Development, Strat. Mgmt. J., 26: 197–218,<br />
www.interscience.wiley.com<br />
Barnet, Oriol Estale (2008) Bölgesel Kalkınma Kurumlarına Yerelden Bir Bakış:<br />
İspanyaDeneyimi Hakkında On Ders, Bölgesel Kalkınma Ajansları içinde,<br />
İstanbul, Günaydın Ofset, s. 220-242.<br />
Bernstein, Henry (2008) “Kalkınma ve Azgelişmişlik”, Modern Toplumsal Düşünce<br />
Sözlüğü içinde, Editör: William Outhwaite, Çev: Melih Pekdemir, İstanbul,<br />
İletişim Yayınları.<br />
Cirhinlioğlu, Zafer (1999) Azgelişmişliğin Toplumsal Boyutu, Ankara, İmge<br />
Kitabevi.<br />
Çarkçı, Akif (2008) Ulusal Kalkınma İçin Yerel Teklifler, İstanbul, Şehir Yayınları.<br />
DDK (2014) Türkiye’nin Kalkınma Ajansları Uygulamasının Değerlendirilmesi<br />
Araştırma ve İnceleme Raporu, http://www.tccb.gov.tr/ddk/20140130-2014-<br />
03.PDF, Tarih: 30.01.2014, Sayı: 2014/3, Erişim Tarihi:05.07.2014.<br />
Demir Şeker, Sırma (2011) Türkiye’nin İnsani Gelişme Endeksi ve Endeks<br />
Sıralamasının Analizi, T.C. Kalkınma Bakanlığı, Yayın No:2828, Ankara.<br />
Dobbin, Frank (2013) İktisat Sosyolojisinde Karşılaştırmalı ve Tarihsel Yaklaşımlar,<br />
İktisat Sosyolojisi içinde, Ed: Neil J. Smelser ve Richard Swedberg, Çev:<br />
Umut Omay, Sentez Yayıncılık, Bursa.<br />
Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu (1991) Ortak Geleceğimiz, Çev: Belkıs<br />
Çorakçı, Ankara, Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yayını.<br />
Ercan, Fuat (1996) Gelişme Yazını Açısından Modernizm, Kapitalizm ve<br />
Azgelişmişlik, İstanbul, Sarmal Yayınevi.<br />
Ertugal, Ebru (2005), Strategies For Regional Development: Challenges Facing<br />
Turkey On The Road to EU Membership. Turkish Policy Quarterly, 4, 3, 63-<br />
86.<br />
Giddens, Anthony (2008) Sosyoloji, Yayına Hazırlayan: Cemal Güzel, İstanbul,<br />
Kırmızı Yayınları.<br />
Gülalp, Haldun (1983) Gelişme Stratejileri ve Gelişme İdeolojileri, Ankara, Yurt<br />
Yayınları.<br />
Göymen, Korel (2010) Türkiye’de Yerel Yönetişim ve Yerel Kalkınma, Boyut Yayın<br />
Grubu, İstanbul.<br />
Freyssinet, Jaques (1985) Azgelişmişlik İktisadı, Çev: Mehmet Ali Kılıçbay - Tezer<br />
Öçal, Ankara, Gazi Üniversitesi Yayınları, No:73.<br />
İnsel, Ahmet (2006) İktisat İdeolojisinin Eleştirisi, İstanbul, Birikim Yayınları.<br />
İslamoğlu, Huricihan (2010) Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Köylü, Yayına<br />
Hazırlayan: Ayşe Çavdar, İstanbul, İletişim Yayınları.<br />
Heywood, Andrew (2011) Global Politics, Printed in China,, Palgrave Macmillan.<br />
Harrison, David (1988) The Sociology of Modernization and Development, London,<br />
Unwin Hymin Ltd.<br />
223
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Hirschman, Albert O. (2007) Kalkınma İktisadi Yükselişi ve Gerilemesi, Der: Fikret<br />
Şenses, Çev: Sedef Öztürk, İstanbul, İletişim Yayınları, Sayfa: 23-63.<br />
Kaynak, Muhteşem (2007) Kalkınma İktisadı, Ankara, Gazi Kitabevi.<br />
Keyder, Çağlar (1999) Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, İstanbul, İletişim Yayınları.<br />
Kırmızıaltın, Eren (2008) “Sürdürülebilir Kalkınma”, Ekonomik Kurumlar ve<br />
Kavramlar Sözlüğü içinde, Ed: Fikret Başkaya ve Aydın Ördek, Ankara,<br />
Maki Basın Yayın.<br />
Kline, William Gary (2006) “Development History and Theory”, Encyclopedia of the<br />
Developing World içinde, Ed: Thomas M. Leonard, New York, Routledge.<br />
Kutlu, Erol (2004) İktisadi Kalkınma ve Büyüme, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi<br />
Yayını, Yayın No: 1575.<br />
Lipset, Seymour Martin (1963). Political Man, London, Mercury.<br />
Mair, Lucy (1987) Anthropology and Development, Hong Kong, Macmillan<br />
Education.<br />
Marshall, Gordon (1999) Sosyoloji Sözlüğü, Çev: Osman Akınhay ve Derya<br />
Kömürcü, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları.<br />
Meier, Gerald M. (1989) Leading Issues in Economic Development, New York,<br />
Oxford University Press, Fifth Edition.<br />
Merquior, Jose Guilherme (2008) “Kalkınma”, Modern Toplumsal Düşünce Sözlüğü<br />
içinde, Editör: William Outhwaite, Çev: Melih Pekdemir, İstanbul, İletişim<br />
Yayınları.<br />
Nussbaum, Martha C. (2011) Creating Capabilities the Human Development<br />
Approach, Printed in the United States of America, The Belknap Press of<br />
Harvard University Press.<br />
Nussbaum, Martha C. (2000) Women and Human Development, Cambridge,<br />
Cambridge University Press.<br />
O’brien, Philip J. (1992), “Latin Amerikan Bağımlılık Kuramlarına Bir Eleştiri”<br />
Emperyalizm Gelişme ve Bağımlılık Üzerine içinde, Ed: Melih Ersoy, Verso<br />
Yayınları, Ankara.<br />
Pike, Andy, Andres Rodriguez Pose ve John Tomaney (2008) Local and Regional<br />
Develpment, New York, Routledge.<br />
Piketty, Thomas (2014) Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital, Çeviren: Hande Koçak,<br />
İstanbul, Türkiye İş Bankası Yayınları.<br />
Rostow, Walt Whitman (1971) Politics and the Stages of Growth, New York,<br />
Cambridge University Press.<br />
Savran, Sungur (2008) Kod Adı Küreselleşme 21.Yüzyılda Emperyalizm, İstanbul,<br />
Yordam Kitap.<br />
Saltık, Ahmet ve Oya Açıkalın (2008) “Kalkınmada Yeni Kavram ve Stratejiler”,<br />
Kırsal Kalkınmanın Önderlerinden Dr. Ahmet Saltık’a Armağan içinde,<br />
Ankara, Sürkal, s.149-160.<br />
Sallie, Steven S. (2006) “Development, Measures Of”, Encyclopedia of the<br />
Developing World içinde, Ed: Thomas M. Leonard, New York, Routledge.<br />
Selim, Raziye, Öner Günçavdı ve Ayşe Aylin Baran (2014) Türkiye’de Bireysel Gelir<br />
Dağılımı Eşitsizlikleri: Fonksiyonel Gelir Kaynakları Bölgesel Eşitsizlikler,<br />
İstanbul, TÜSİAD Yayınları. İnternet Erişim:<br />
http://www.tusiad.org.tr/__rsc/shared/file/Bireysel-gelir-raporu.pdf<br />
224
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Shepherd, Andrew (1998) Sustaniable Rural Development, London, Macmillan Press<br />
Ltd.<br />
Soyak, Alkan (2003) “Türkiye’de İktisadi Planlama: DPT’ye İhtiyaç Var mı?”, Doğuş<br />
Üniversitesi Dergisi, 4 (2), Temmuz 2003, s.167-182.<br />
Tanilli, Server (2006) Uygarlık Tarihi, İstanbul, Alkım Yayınevi.<br />
Thorbecke, Erik (2009) “Kalkınma Doktrini Evrimi”, Neoliberal Küreselleşme ve<br />
Kalkınma içinde, Der: Fikret Şenses, Çev: Haki Pamuk, İstanbul, İletişim<br />
Yayınları, s.123-175.<br />
Turner, Bryan S. (2006) The Cambridge Dictionary of Sociology, The United<br />
Kingdom, Cambridge University Press.<br />
Tüylüoğlu, Şevket ve Hamza Çeştepe (2008) “Kalkınma Teorilerinin Temelleri ve<br />
Gelişimi”, Kalkınma Ekonomisi içinde, Bursa, Ekin Yayınevi.<br />
Tümertekin, Erol ve Nazmiye Özgüç (2007) Ekonomik Coğrafya Küreselleşme ve<br />
Kalkınma, İstanbul, Çantay Kitabevi.<br />
Wallerstein, Immanuel (2010) Modern Dünya Sistemi, Cilt:1, Çev: Latif Boyacı,<br />
İstanbul, Yarın Yayınları.<br />
Wallerstein, Immanuel (1994) “Development, Lodester or Illusion?”, Capitalism and<br />
Development içinde, Ed. Leslie Sklair, London, Routledge.<br />
225
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Coğrafi Çevrenin Ekonomik Gelişme Üzerindeki<br />
Etkilerine Tipik Bir Örnek: Hamur (Ağrı)<br />
Tolga KORKUSUZ 1 , Cemal SEVİNDİ 2<br />
Hamur İlçesi, Doğu Anadolu Bölgesi’nde Yukarı Murat-Van Bölümü’nün Ağrı İli<br />
sınırları içerisinde yer almaktadır. 1958 yılında ilçeye dönüştürülerek 43 köy<br />
bünyesine dâhil edilmiştir. Türkiye’nin sosyo-ekonomik açıdan az gelişmiş<br />
ilçelerinden biri olması nedeniyle dikkat çeken Hamur, Devlet Planlama Teşkilatına<br />
göre 872 ilçe arasında 863. sırada yer almaktadır. Araştırma, mevcut rapor ve<br />
çalışmaların taranması ile pek çok kurum istatistiğinden yararlanılması nedeniyle<br />
nicel bir boyut taşımaktadır. Ancak çalışmada, saha etütleri esnasında gerçekleştirilen<br />
mülâkatlar ile gözlem yoluyla birinci elden bilgi toplanmış olması nedeniyle önemli<br />
ölçüde nitel yöntemlerden de yararlanılmıştır. Bu açıdan çalışmayı, nicel ve nitel<br />
yöntemlerin bir arada kullanıldığı karma desenli bir araştırma olarak kabul etmek<br />
mümkündür. Bu çalışmada Hamur İlçesi’nin sosyo-ekonomik yönden geri kalma<br />
nedenleri araştırılmış ve elde edilen bulgular doğrultusunda sonuçlar ortaya<br />
çıkarılarak ilçenin kalkınmasına yönelik önerilerde bulunulmuştur. Hamur’daki<br />
sorunlar bazı konu başlıkları altında değerlendirilmiştir. Bunlar: doğal çevre<br />
faktörleri, idari faktörler ve beşeri çevre faktörleri olarak değerlendirilmeye alınmıştır.<br />
Anahtar Kelimeler: Az Gelişmişlik, Sosyo-Ekonomik Gelişim, Hamur İlçesi, Ağrı<br />
İli.<br />
A Typical Example To Geographic Environment Effects<br />
On Economic Developments: Hamur (Ağrı)<br />
Abstract<br />
Hamur district is located in the Ağrı Province borders of Upper Murat- Van section<br />
in Eastern Anatolian Region. Hamur was converted to a district and 43 villages were<br />
included to its structure. Hamur, is a point of attention, because it is a socioeconomically<br />
less developed district, is in the rank of 863 out of 872 districts<br />
according to the State Planning Organization. This research obtains quantitative<br />
dimensions with the screening of existing reports, studies and benefited from many<br />
institutions. However, in this research, it was also benefited from a significant amount<br />
of qualitative methods which are interviews gathered by observation method in first<br />
hand. In that respect, it is possible to accept this research as a mix texture because it<br />
is used quantitative and qualitative methods. In this study, the reasons why Hamur<br />
District is undeveloped in a socio-economic way is investigated and it is made<br />
suggestions to develop the district under the result of the data obtained. It is evaluated<br />
1<br />
Arş. Gör. Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi, FEF, Ağrı, tkorkusuz@agri.edu.tr,<br />
(Sorumlu Yazar/ Corresponding Author)<br />
2<br />
Yrd. Doç. Dr. Atatürk Üniversitesi, EF, Erzurum, csevindi@atauni.edu.tr<br />
226
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
the problems of Hamur under some titles. These are: natural environment factors,<br />
administrative factors and human environment factors valuated.<br />
Keywords: Underdevelopment, Socio-Economic Development, Hamur District, Ağrı<br />
Province.<br />
1. GİRİŞ<br />
Sosyal ve ekonomik anlamda kullanılan geri kalmışlık kavramı; sanayi devrimi<br />
sonrasında çağdaş toplumların yaşadığı ekonomik kalkınma ivmesinin söz konusu<br />
olmadığı ülkeler için kullanılan bir kavramdır (Şahin, 2011). Geri kalma kavramı hem<br />
sosyal açıdan hem de ekonomik açıdan incelenebilir. Dünya bankasının az<br />
gelişmişlikle alakalı kullandığı terimlerin başında GSMH’dır. GSMH kriterlerine<br />
göre ülkemiz sadece gelişmekte olan ülkeler sıralamasında bulunmakta ve üst orta<br />
gelir düzeyinde yer almaktadır (World Bank, Data by Country).<br />
İster tabii ve coğrafi, ister ekonomik veya fonksiyonel ya da sosyal anlamda olsun,<br />
tarihi gelişim süreci içerisinde ülke veya bölge bazında ekonomik gelişim farklı<br />
cereyan ettiği için bölgelerarası farklılıklar ortaya çıkmaktadır (Kızıltan, vd., 2007).<br />
Dünya ülkeleri arasındaki gelişme düzeyi farklılıklarının, Türkiye’de de iller bazında<br />
farklılıklar gösterdiği rahatlıkla görülebilmektedir. Coğrafi anlamda da ülkemizdeki<br />
her mekânın eşit miktarda gelişmiş olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Gerek<br />
ekonomik, gerekse sosyal anlamda eşitsizlikler hüküm sürmektedir. Bu farklılık<br />
Türkiye’de özellikle Doğu-Batı arasında kendini hissettirmektedir. Aşağıdaki tabloda<br />
Türkiye’deki illerin sosyo-ekonomik açıdan gelişmişlik düzeyleri verilmiştir.<br />
Tablo 1. İllerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması.<br />
SEGE-2011<br />
İL KODU İLLER<br />
SEGE-2011 ENDEKS DEĞERİ<br />
SIRASI<br />
TR 100 İstanbul 1 4,5154<br />
TR 510 Ankara 2 2,8384<br />
TR 310 İzmir 3 1,9715<br />
TRA 21 Ağrı 79 -1,6366<br />
TRB 24 Hakkâri 80 -1,6961<br />
TRB 22 Muş 81 -1,7329<br />
Kaynak: T.C. Kalkınma Bakanlığı, 2011.<br />
Gerek Dünya’da gerekse Türkiye’de geri kalmışlığın çeşitli sebepleri vardır.<br />
Türkiye’de bu dengesizliklerin coğrafi sebepleri listelenecek olursak ilk başta fiziki<br />
şartların etkisi, eklenmesi gerekmektedir. Bölgeler arasındaki coğrafi farklılık sonuç<br />
olarak ekonomik ve sosyal açıdan gelişme düzeyi farklılıklarını da beraberinde<br />
getirmektedir. Örneğin: Edirne’de 2015 yılında 1.372.357 dekar buğday üretimine<br />
ayrılmıştır. Toplam üretim ise 488.125 ton olarak gerçekleşmiştir. Edirne’de verim<br />
ise kg dekar başına 356 kg ile Türkiye ortalamasının çok üzerinde yer almaktadır<br />
(Trakya Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, 2015). Ağrı İli’nde ise buğday<br />
227
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
üretim alanı 1.037.357 dekardır. Toplam buğday üretimi ise 153.191 ton olarak<br />
kayıtlara geçmiştir (TÜİK). Üretim miktarındaki bu değişkenlikler sonucu Edirne’de<br />
ve Ağrı’da yaşayan insanların gelirleri farklı olabilmektedir. Böylesine bir<br />
dengesizliğin ortaya çıkmasının ana nedeni yukarıda bahsedilen iki bölge arasındaki<br />
doğal şartların farklı oluşundandır. Bölgenin geri kalmasının doğal nedenlerinden ilki<br />
uzun süren kış aylarıdır. Edirne’de ürün ekiliş-toplanış mevsimi neredeyse yılın 4<br />
mevsimi sürerken Ağrı’da bu süre 3-4 ay ile kısıtlı kalmaktadır. Ağrı’nın ilçelerinden<br />
biri olan ve kış şartlarından olumsuz etkilenen Hamur’da da durum aynıdır.<br />
Araştırma sahasının da sınırları içerisinde bulunduğu Doğu Anadolu Bölgesi sosyoekonomik<br />
bakımdan Türkiye ortalamasının oldukça gerisindedir. Bu durum Doğu<br />
Anadolu illerinden batı illerine göçe neden olmaktadır. İnsanların göç etmesi sadece<br />
insan gücünün yitirilmesi değil aynı zamanda sermaye kaybı anlamına gelmektedir<br />
(Dinçer vd., 2004).<br />
Hamur İlçesi’nin idari olarak bağlı olduğu Ağrı gelişmişlik sıralamasında Türkiye<br />
ortalamasının oldukça alt sıralarında (76) yer almaktadır (Gül, vd., 2015). Ağrı İli’ne<br />
bağlı olan Taşlıçay İlçesi’de Hamur gibi sosyo-ekonomik açıdan az gelişmiş bir<br />
ilçedir.<br />
Hamur İlçesi, Ağrı İli sınırları içerisinde Doğu Anadolu Bölgesi’nin Yukarı Murat-<br />
Van Bölümü’nde yer almaktadır 3 . Yüzölçümü 873 km 2 ’dir (Harita Genel<br />
Komutanlığı, 2009). İlçenin kuzeyinde Ağrı şehri, doğusunda Taşlıçay,<br />
güneydoğusunda Erciş (Van), güneyinde Patnos, batısında Tutak ve kuzeybatısında<br />
ise Eleşkirt bulunmaktadır (Harita 1).<br />
Ağrı şehrine mesafe bakımından en yakın ilçe merkezi olan Hamur, şehrin yaklaşık<br />
14 km güneybatısında bulunmaktadır. Hamur, çevresindeki önemli şehirlerden<br />
Erzurum’a 192 km, Iğdır’a 157 km, Kars’a 176 km, Van’a 214 km, Muş’a 234 km ve<br />
Bitlis’e ise 222 km uzaklıktadır. İlçe arazisinin deniz seviyesine göre ortalama<br />
yükseltisi 1.675 m'dir.<br />
Araştırma sahası içerisindeki önemli dağlık alanları, ilçenin doğu ve güneydoğusunda<br />
sıralanan Aladağlar silsilesine dâhil edilen Biçare Dağı ve Kandil Dağları’dır. Dağ<br />
sıraları başta Murat Nehri ve önemli kollarından Tükenmez Çayı, Mandalık Irmağı ve<br />
Tuzlusu çayları tarafından derin vadilerle parçalanmıştır.<br />
Araştırma sahası cumhuriyetin ilanıyla birlikte idari olarak Ağrı şehrine bağlı olarak<br />
bucak statüsünde yapılandırılmış, 1958 yılında 7033 Sayılı Kanun ile merkez ilçeden<br />
3<br />
Bilindiği üzere Türkiye’nin Coğrafi Bölge ve Bölümleri (7 bölge ve 21 bölüm şeklinde), 6 -<br />
21 Haziran 1941 tarihleri arasında toplanan Birinci Türk Coğrafya Kongresi’nde Türkiye<br />
Coğrafyası Komisyonu tarafından oluşturulmuştur. Yukarı Murat–Van Bölümü, komisyon<br />
raporunun ilk bölümünde tek bir bölüm gibi değerlendirilirken raporun ilerleyen bölümlerinde<br />
ise Yukarı Murat ve Van Bölümleri iki ayrı bölüm olarak ele alınmaktadır. Günümüzde de bazı<br />
araştırmacılar (Arınç ve Özçağlar) tarafından coğrafi şartların farklılığı nedeniyle ayrı ayrı<br />
kabul edilmekle birlikte araştırmacıların büyük çoğunluğu Yukarı Murat ve Van Bölümü<br />
şeklinde tek bölüm olarak ele almaktadır.<br />
228
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ayrılarak 43 köyü ile birlikte müstakil bir ilçeye dönüştürülmüştür (Kocaman vd.,<br />
2014).<br />
Harita 1. Araştırma Sahasının Lokasyon Haritası<br />
Türkiye’nin az gelişmiş ilçelerinden biri olması nedeniyle dikkat çeken Hamur,<br />
şimdiye kadarki sosyo – ekonomik açıdan sıralamalar belirleyen en kapsamlı ve reel<br />
229
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
çalışma olan Devlet Planlama Teşkilatına göre 872 ilçe arasında 863. olarak son<br />
sıralarda yer almıştır (DPT, 2004).<br />
Tablo 2. Hamur ve Bazı İlçelerin Gelişmişlik Sıralamaları (DPT, 2004).<br />
872 İlçe İçinde<br />
Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik<br />
Gelişmişlik İl - İlçe<br />
Gelişmişlik Endeksi Grubu<br />
Sıralaması<br />
1<br />
Bursa<br />
Büyükşehir<br />
7,95333 1<br />
2<br />
Adana<br />
Büyükşehir<br />
5,71564 1<br />
3 Kocaeli Körfez 5,07532 1<br />
860<br />
ERZURUM<br />
Karayazı<br />
1,51114 6<br />
861 VAN Gürpınar 1,51778 6<br />
862 VAN Çatak 1,52253 6<br />
863 AĞRI Hamur 1,54084 6<br />
864 VAN Özalp 1,54656 6<br />
865 VAN Başkale 1,55537 6<br />
866 SİİRT Şirvan 1,57002 6<br />
867 AĞRI Diyadin 1,57880 6<br />
868 BİTLİS Hizan 1,59390 6<br />
869<br />
ERZURUM<br />
Tekman<br />
1,62149 6<br />
870 VAN Çaldıran 1,62954 6<br />
871 BİTLİS Mutki 1,63985 6<br />
872<br />
VAN<br />
Bahçesaray<br />
2,01076 6<br />
230
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
9<br />
8<br />
7<br />
6<br />
5<br />
4<br />
3<br />
2<br />
1<br />
0<br />
Grafik 1. Hamur ve Bazı İlçelerin Gelişmişlik Grafiği (DPT, 2004).<br />
Tabloda görüldüğü gibi DPT’nin yapmış olduğu sosyo-ekonomik gelişmişlik<br />
endeksleri sonucunda bölgeler arasında büyük farklar olduğu göze çarpmaktadır.<br />
Nitekim Bursa ve Kocaeli gibi gelişmiş illerin bulunduğu Marmara Bölgesi<br />
Türkiye’nin en gelişmiş coğrafi bölgesidir. Marmara Bölgesi’ni sırayla Ege bölgesi,<br />
İç Anadolu Bölgesi, Akdeniz Bölgesi, Karadeniz Bölgesi ve Güneydoğu Anadolu<br />
Bölgesi takip etmektedir. Ancak, Bahçesaray, Mutki, Çaldıran gibi ilçeleri barındıran<br />
Doğu Anadolu Bölgesi gelişmişlik grubunda en son sırada yer almaktadır. Bilindiği<br />
gibi bölge Türkiye’nin en geniş yüzölçümüne sahiptir ve nüfus yoğunluğu en düşük<br />
coğrafi bölgesidir (Doğanay, 1997: 221).<br />
Geçmiş yıllarda yapılan bölgesel sosyo-ekonomik gelişmişlik araştırmaları<br />
sonuçlarına göre Doğu bölgeleri ile Batı bölgeleri arasındaki fark artmıştır (Şahin,<br />
2011). Bu durumun sonucu olaraktan Doğu’dan Batı’ya göç giderek artmıştır.<br />
2. AMAÇ, YÖNTEM VE SINIRLILIKLAR<br />
Bu çalışmanın amacı Hamur İlçesi’nin geri kalmışlığına neden olan doğal çevre, idari<br />
ve beşeri nedenleri araştırmak, bu nedenleri sebep-sonuç ilişkisi içerisinde coğrafi bir<br />
bakış açısı ile ortaya koymaktır. Aynı zamanda tespit edilen sorunlara somut öneriler<br />
koyulmuştur.<br />
Araştırmada, mevcut devlet raporları taranmış ve pek çok kurumun istatistiğinden<br />
yararlanılmıştır. Aynı zamanda coğrafi çalışmaların olmazsa olmazı saha etütleri<br />
yapılmış ve yörede bulunan halk ile mülakatlar yapılmıştır.<br />
231
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Yöre halkı ile mülakat yapılırken insanların karamsarlığı, çözüm odaklı olmayışı<br />
karşımıza çıkmaktadır. Mülakatlar sırasında çözüm önerileri sorulmuş ve halktan iyi<br />
fikirler alınamamıştır.<br />
3. HAMUR İLÇESİ’NDE GERİ KALMIŞLIĞA NEDEN OLAN<br />
DOĞAL ÇEVRE FAKTÖRLERİ<br />
Araştırma sahası Hamur’un geri kalmışlık nedenleri araştırılırken ilk göze çarpan<br />
coğrafi faktör iklimdir. Bölgenin yaşadığı sert ve uzun kış koşulları bölgedeki<br />
insanların tarımsal faaliyetlerini kısıtlamaktadır. Araştırma sahasında genel olarak<br />
Akdeniz İklimi içerisinde kendine has Doğu Anadolu Karasal iklimi hüküm<br />
sürmektedir. Her bilim dalında olduğu gibi, klimatolojide de dağınık olan tiplerin, az<br />
çok ortak yanlı olanlarını bir araya getirerek büyük iklim kuşakları ortaya<br />
çıkartılmıştır (Dönmez, 1984: 32).<br />
Doğu Anadolu Bölgesi’nin tümüyle yüksek bir saha oluşu, yüksek dağlık sıralarla<br />
deniz etkilerinden uzak bulunuşu, atmosfer dolaşım sisteminin belli derecede<br />
modifikasyonuna sebep olmakta, bilinen genel özellikleri ile bölge iklimini meydana<br />
getirmektedir (Nişancı, 1979: 15). Bölgede bazı istisnalar dışında karasallık oranı<br />
oldukça yüksektir. Yaz aylarını ise kısa ve kurak olarak geçiren Hamur bu süre zarfı<br />
içerisinde tarımsal üretimde bir yıl içinde sadece 4 ayını değerlendirmektedir.<br />
Hamur’da yaz aylarında gündüzleri sıcaklık değerleri ortalama 25 o C iken Hamur,<br />
geceleri sıcaklık ortalama 15 o C’ye kadar düşmektedir.<br />
Tablo 3. Ağrı Meteoroloji İstasyonu’nda Ortalama, Maksimum ve Minimum<br />
Sıcaklıkların Aylara Göre Dağılımı (1986-2011).<br />
Sıcaklık<br />
Değ. o C<br />
/Aylar<br />
O Ş M N M H T A E Ek K A Yıllık<br />
Ortalama<br />
Sıcaklık<br />
-<br />
10,6<br />
-8,8 -2,2 6,7 11,9 17 21,4 21,6 16,3 9,6 1,1 -5,7 6,5<br />
Maksimum<br />
Sıcaklık<br />
7,8 10,2 21,5 27,2 28 32,5 37,6 38,2 35 27,8 18,6 16 25<br />
Minimum<br />
Sıcaklık<br />
-38<br />
-<br />
38,6<br />
-<br />
32,8<br />
-<br />
17,2<br />
-3 -1 -1,7 0 -2 -5,4<br />
-<br />
31,6<br />
-<br />
39,8<br />
-17,3<br />
Kaynak: MGM Verileri.<br />
232
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
C Ortalama Sıcaklık Maksimum Sıcaklık Minimum Sıcaklık<br />
50<br />
40<br />
30<br />
20<br />
10<br />
0<br />
-10<br />
-20<br />
-30<br />
-40<br />
-50<br />
Grafik 2. Ağrı Meteoroloji İstasyonu’nda Ortalama, Maksimum ve Minimum Sıcaklıkların<br />
Aylara Göre Dağılımı.<br />
Meteorolojiden alınan verilere göre, ortalama sıcaklık değerleri yıl içinde dört ayda<br />
0 o C’nin altında kalmaktadır. Bu aylar içinde ise Ocak ayı en düşük değerlere sahiptir.<br />
Ocak ayını takip eden aylarda sıcaklık artar. İlkbahar mevsiminde ise Mart ayında<br />
olunmasına rağmen sıcaklık değerleri 0 o C’nin altında gösterir. İlkbahar mevsiminden<br />
sonra Haziran ayında ortalama sıcaklığın 17 o C olduğunu görürüz. Bu veriler<br />
sonucunda Ağrı’da yaz mevsiminin kısa ve serin olduğunu söyleyebiliriz. Yaz<br />
mevsiminde en yüksek sıcaklıkların Temmuz ve Ağustos aylarına ait olması yaz<br />
mevsiminin geç geldiğini gösterir. Ağustos sonrasında 10 o C’ye yakın bir sıcaklık<br />
düşüşü yaşanır. 1986 – 2011 yılları arası, yıllık ortalama sıcaklık değeri 6,5 o C olan<br />
Ağrı Meteoroloji İstasyonu’nun kabaca karasal bir iklime sahip olduğunu rahatça<br />
söyleyebiliriz (Tablo 2).<br />
Ortalama maksimum sıcaklıkların yıl içerisindeki dağılışı incelendiğinde sıcaklığın<br />
yılın en soğuk dönemlerinde (Aralık, Ocak, Şubat) dahi eksiye düşmediğini görürüz.<br />
Mart ayından itibaren ani bir yükseliş gösteren sıcaklıklar Temmuz ve Ağustos<br />
aylarında en zirve noktasına ulaşır. Sıcaklığın Mart ayında yükseldiği gibi aynı şekilde<br />
Ekim ve Kasım aylarında da ani bir düşüş yaşanır. 1986 – 2011 yılları arasında ölçülen<br />
maksimum sıcaklık 38,2 C o ile Ağustos ayında olurken, en düşük sıcaklık 7,8 C o ile<br />
Ocak ayında ölçülmüştür.<br />
233
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Araştırma sahasında yapılan 1986 – 2011 yılları arasındaki meteoroloji gözlem<br />
sonuçlarına göre ilkbaharda Ağrı İl Merkezi’nde ortalama 30 – 40 gün arası donlu gün<br />
sayısı vardır.<br />
Görüldüğü gibi kış koşulları Ağrı’da oldukça sert ve uzun geçmektedir. Bu durumun<br />
sonucu olaraktan, bölgede tarımsal faaliyet yapılan süre oldukça kısıtlı olmaktadır.<br />
Nitekim yaz aylarının sonunda birtakım işlerini geciktiren çiftçiler dışarda kalan<br />
ürünlerini don olayları yüzünden kaybedebilmektedir. Tarımsal işsizliğin önüne<br />
geçilerek tarımsal verimi artırmak ve yakıt giderlerini çiftçilerin lehine düşürmek gibi<br />
seçenekler bölge halkına büyük kolaylık sağlayacağı gibi göçleri de azaltacaktır.<br />
Ayrıca Diyadin’de başlayan seracılık faaliyetleri (http://www.milliyet.com.tr/turkiyenin-en-buyuk-ve-en-modern-serasi-agri-yerelhaber-508680/)<br />
Hamur İlçesi’ne özel<br />
boru sistemleri aracılığı ile getirilmelidir. Bu sayede bölge halkı için tarımsal gelir<br />
artışı olacak ve kalkınmayı hızlandıracaktır. Özellikle, jeotermal enerjinin ilçelere<br />
dağıtılarak ev ısıtma sistemi olaraktan kullanılması bölge insanının kış aylarında<br />
çektiği çileyi bir nebze olsun hafifletecektir.<br />
Öte yandan, kış aylarında - 40 o C’ye kadar düşen sıcaklıklar evlerin ısıtılmasını<br />
oldukça zorlaştırmaktadır. Hali hazırda kömür ve hayvansal yakıt ile ısıtılan evlerin<br />
kışlık yakıt giderleri oldukça fazladır. Kış aylarında ekonomik olarak kötü durumda<br />
olan çiftçilerin bu nebze yüksek yakıt giderlerine sahip olması bölgedeki insanları<br />
ekonomik yönden oldukça zorlamaktadır. Kömür gibi fosil yakıtlar kullanıldığından<br />
bölgede hava kirliliği gözle görülür derecededir. Bu durum ayrıca solunum yolu ve<br />
göğüs hastalıklarına yakalanan insan sayısını da artırmaktadır.<br />
Fotoğraf 1. Hamur İlçe Merkezi Üzerinde Özellikle Kış Mevsiminde İzlenen Hava Kirliliği.<br />
Ayrıca toprağın donmasından dolayı kış aylarında cenaze sahibi aileleri oldukça<br />
zorlamaktadır. Don olan toprağın kazılması neredeyse imkânsız olduğundan, toprağın<br />
üzerinde saatlerce süren ateş yakılmaktadır. Toprağı biraz olsun ısıtan ateş defin<br />
işlemlerine imkân vermektedir.<br />
234
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Uzun kış mevsiminin diğer bir olumsuz yansıması, köy yollarının yoğun kar yağışı<br />
yüzünden kapalı kalmasıdır. Ağrı ve Hamur Özel İdaresi’nin yetersiz donanıma sahip<br />
olmasından dolayı köy yolları uzun süre kapalı kalmaktadır. Buna bağlı olarak kış<br />
aylarında hasta kişilerin ve hamile kadınların hastaneye götürülmesi neredeyse<br />
imkânsız olmaktadır. Köy yollarının kapalı olmasının diğer bir olumsuz yönü de köy<br />
okullarına gidiş – gelişi etkilemesidir. Özellikle eğitim – öğretimi ve sağlığı olumsuz<br />
etkileyen bu sorunun çözümü ise yeni iş makineleri alınarak kolayca çözülebilir.<br />
Bölgedeki halkın kış aylarındaki yaşadığı zorlukların devlet tarafından fark edilmesi<br />
gerekmektedir. Hali hazırda doğal gaz satışı olmadığından, kış aylarında yapılan<br />
kömür yardımlarından ziyade kömür fiyatlarının düşürülmesi veya ailelere kömür<br />
yardımı yapılması daha isabetli bir yardım olaraktır.<br />
4. HAMUR İLÇESİ’NDE GERİ KALMIŞLIĞA NEDEN OLAN İDARİ<br />
FAKTÖRLER<br />
Hamur’un ulaşım mesafesi bakımından Ağrı şehrine yakın olması ilçeyi birçok<br />
yönden olumsuz etkilemektedir. Örneğin, Ağrı şehrine ticaret için giden nüfus Hamur<br />
için bir kayıptır. Yine Ağrı’ya olan yakınlığından dolayı Van ve Bitlis yönlerinden<br />
gelen araçlar Hamur’da mola vermemektedirler. Bu yüzden Hamur İlçe Merkezi’nde<br />
birkaç küçük bakkalın dışında büyük ticari işletme bulunmamaktadır.<br />
Az gelişmişlik açısından bir diğer sebep ise ulaşımdır. Ulaşım konusunda bu sorun ise<br />
köylerin Hamur İlçe Merkezi’ne olan yol bağlantı sorunudur. Hamur İlçe Merkezi’nin<br />
kuzeydoğusundaki köylerin Ağrı şehrine daha yakın olması, bu köylerde yaşayan<br />
insanların ekonomik ve sosyal faaliyetleri için Ağrı Merkez İlçesi’ni tercih etmelerine<br />
sebep olmuştur. Bu köylerde yaşayan insanlar sadece resmi faaliyetler için Hamur İlçe<br />
Merkezi’ne gitmektedirler (Harita 2). Dolayısı ile Hamur’a ekonomik açıdan çok fazla<br />
katkı sağlayamamaktadır.<br />
235
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Harita 2. Hamur Ulaşım Haritası.<br />
En önemli problemlerden biri de kuzeydoğudaki köylerde yaşayanlar direkt olarak<br />
Hamur İlçe Merkezi’ne, ulaşamamaktadır. Hamur İlçe Merkezi’ne gelmek için önce<br />
Ağrı şehrine gitmekte ve buradan da Hamur İlçe Merkezi’ne yaklaşık 14 km boyunca<br />
yolculuk etmektedirler. Bu ulaşım sorunundan etkilenen köylerden başlıcaları;<br />
Alakoyun, Ayvacık, Ekincik, Karlıca, Kılıç, Köşk, Sarıbuğday, Seyithanbey,<br />
Tükenmez, Uğurtaş, Yapılı, Yukarı Ağadeve’dir. Bahsedilen yol sorunundan<br />
etkilenen köylerin 2014 yılı toplam nüfusu ise 4.766’dır. Gelişen teknoloji ile doğal<br />
çevre şartlarından kaynaklanan sorunlar çözülebilecekken, sorunun üzerine<br />
gidilmemiştir. Bununla birlikte fiziki çevrenin ulaşım faaliyetleri üzerindeki tesirleri,<br />
zamanımızda ki teknolojik gelişmelere rağmen, hala önemini korumaktadır<br />
(Tümertekin, 1976: 20).<br />
Bazı köylerde ise Hamur İlçe Merkezi ile karayolu bağlantısı asfaltsız yollar ile<br />
sağlanmaktadır. Bundan dolayı bu köylerde bulunan toplu taşıma araçları ve özel<br />
araçlar daha iyi yolları olan Ağrı şehrine gitmeyi tercih etmektedirler.<br />
Bölge halkı sorunun çözümüne ilişkin karamsar bir tavır çizmektedir. Alternatif<br />
çözüm sunan kişiler ise gerçeklikten uzak kalmaktadırlar. Bölge halkı ile yaptığımız<br />
görüşmelerde tünel açılması yönündeki öneriler gerçekçi bulunmamıştır.<br />
Devletin geri kalmış bölgelerde, o bölgenin özelliğine göre, istihdam yaratacak<br />
yatırımları bizzat yapması gerekir. Bu yörelerde oturanlar bu işletmelerde çalışmalı<br />
ve aynı zamanda ücretlerinden kesinti yapılarak bu işletmelere ortak olmaları ve<br />
sonunda devredilmesi planlanmalıdır. Bu takdirde gelir artışı ve istihdam artışı, o<br />
bölgenin kalkınmasına da imkân sağlayacaktır (Korkmaz 2013: 65).<br />
236
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Hamur ve köylerinin bu çıkmazdan kurtulması için alternatif olarak Hamur İlçesi’nin<br />
ilçe statüsünden çıkarılarak belde yerleşmesi olarak Ağrı Merkez İlçesi’ne<br />
bağlanabilir. Bu sayede Hamur’a ve köylerine yatırım bütçesi anlamında Hamur İlçe<br />
Özel İdaresi’nden daha güçlü olan Ağrı İl Özel İdaresi ile hizmet götürülecek ve<br />
ulaşım sorunlarının bu sayede büyük oranda çözümlenmesi sağlanacaktır. Bir diğer<br />
öneri ise özel idaresi bütçelerinden daha fazla kaynak aktarılması sağlanarak olumsuz<br />
yol koşulları iyileştirilmeli ve daha kolay ulaşım sağlanmalıdır.<br />
5. HAMUR İLÇESİ’NDE GERİ KALMIŞLIĞA NEDEN OLAN<br />
BEŞERİ ÇEVRE FAKTÖRLERİ<br />
Hamur’da az gelişmişliğin diğer bir sebebi ise, aktif veya pasif olarak herhangi bir<br />
sanayi kuruluşunun bulunmayışıdır. Bu durumun ilk sebebi araştırma sahasının Ağrı<br />
şehrine yakınlıktır. Ağrı şehrine 14 km mesafede olan Hamur, sanayi tesisi kurulma<br />
potansiyelini de buraya kaptırmıştır. Herhangi bir sanayi kuruluşu açmak isteyen bir<br />
girişimci için Ağrı şehri daha cazip gelmektedir.<br />
İlçe merkezinde küçük üretim sahaları olarak nitelendirilebilecek çok az işletme<br />
bulunmaktadır. Örneğin, ilçe merkezinde toplam 2 adet ekmek fırını bulunmaktadır.<br />
Her ilçe merkezinde bulunması gereken lastik tamircisi dahi Hamur’da<br />
bulunmamaktadır. İnsanlar bu tür ihtiyaçlarını Ağrı şehrinde gidermektedir.<br />
Gerek Ağrı’da gerekse Hamur’da hayvancılığın ekonomik kaynakların başında<br />
gelmesine ters düşen bir durum vardır. Hayvancılığa bağlı sanayi kolları herhangi bir<br />
gelişme göstermemiştir. Tek başına faaliyet gösteren Ağrı Et Balık Kurumu tüm<br />
bölgeye hizmet vermektedir. Ancak büyük potansiyele sahip olan bölge çeşitli<br />
nedenlerden dolayı bu potansiyelini yansıtamamaktadır. Sermayenin bulunamayışı,<br />
girişimci eksikliği bunlardan bazılarıdır. Özellikle bazı devlet kuruluşlarının hibe<br />
destek çağrıları çoğu zaman cevapsız kalmakta veya az taleple sonuçlanmaktadır.<br />
Örneğin, Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu’na yapılan başvurular<br />
Türkiye’nin diğer illerine göre oldukça düşüktür (TKDK, Ağrı İl Koordinatörlüğü).<br />
Tablo 4. TKDK Çağrı Bazlı Alınan Başvuru ve Sözleşme İmzalanan Proje Sayıları<br />
(2013).<br />
Çağrılar<br />
Çağrı Bazlı<br />
Alınan<br />
Başvuru Sayısı<br />
Çağrı Bazlı<br />
Sözleşme İmzalanan<br />
Proje Sayısı<br />
Çağrı Bazlı<br />
Toplam Yatırım<br />
Tutarı<br />
Çağrı Bazlı<br />
Toplam Destek<br />
Tutarı (TL)<br />
9. Çağrı 18 6 0,7 0,3<br />
10. Çağrı 6 4 3,7 2,2<br />
11. Çağrı 24 23 12,4 6,8<br />
12. Çağrı 8 3 5,5 2,6<br />
13. Çağrı 13 11 18,9 8,1<br />
14. Çağrı 2 2 3,4 2<br />
15. Çağrı 0 0 0 0<br />
Kaynak: TKDK Ağrı İl Koordinatörlüğü.<br />
237
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablodaki (Tablo 3) verilere göre çağrı bazlı sözleşme imzalanan proje sayısına göre<br />
Türkiye’de son sıralarda yer almaktadır (TKDK, Ağrı İl Koordinatörlüğü). Hamur<br />
İlçesi ise Ağrı’ya bağlı ilçeler arasında son sırada yer almaktadır. Doğubayazıt ise<br />
Ağrı İli’nde ilk sırada gelmektedir (Tablo 3).<br />
Tablo 5. TKDK İlçe Bazlı Sözleşmeye Bağlanan Proje Sayısı, Yatırım Tutarı ve<br />
Destek Tutarı.<br />
İlçeler<br />
İlçe Bazlı Sözleşmeye<br />
Bağlanan Proje<br />
Sayısı<br />
İlçe Bazlı Toplam<br />
Yatırım Tutarı<br />
(TL)<br />
İlçe Bazlı Toplam<br />
Destek Tutarı<br />
(TL)<br />
Merkez 9 1,5 Milyon 0,8 Milyon<br />
Eleşkirt 12 14,3 Milyon 7,1 Milyon<br />
Hamur 5 0,5 Milyon 0,3 Milyon<br />
Doğubayazıt 4 13,2 Milyon 6,6 Milyon<br />
Patnos 5 6,8 Milyon 3,5 Milyon<br />
Tutak 10 3,8 Milyon 1,9 Milyon<br />
Taşlıçay 4 4,4 Milyon 1,8 Milyon<br />
Kaynak: TKDK Ağrı İl Koordinatörlüğü.<br />
Tabloya göre ilçe bazlı yatırımlardan ve bu yatırımlara ödenen destek tutarlarından en<br />
az Hamur İlçesi almıştır (Tablo 4).<br />
6. SONUÇ<br />
Bu çalışmada Ağrı İli’ne bağlı Hamur İlçesi’nin neden sosyo-ekonomik açıdan geri<br />
kaldığı sorunları araştırılmış ve somut öneriler sunulmaya çalışılmıştır. Bu sorunlar<br />
araştırılırken doğal çevre, idari ve beşeri faktörler olmak üzere başlıklara ayrılmış bu<br />
başlıklar altında sorunlara çözüm önerileri sunulmuştur. Bu çözüm öneriler<br />
sunulurken gerçekçi olmaya çalışılmıştır. Çünkü geri kalmış bölgeleri kısa sürede<br />
kalkındırmak imkânsız denecek kadar zordur. Ancak uzun vadede gerekli somut<br />
adımlarda atılırsa Hamur’un günümüzdeki konumundan çok daha iyi yerlere gelmesi<br />
kolay olabilir. Bunun için belediye, milletvekilleri, akademik personellerin ve yöre<br />
halkının uyum içinde çalışması yeterli olacaktır.<br />
Devletler bölgeleri veya şehirleri geliştirirken elinde bulundurduğu kaynakları gelişi<br />
güzel bir şekilde dağıtmak yerine belli potansiyelleri olan yerlerde yoğunlaştırır.<br />
Hamur İlçesi için belli potansiyelleri etkileyen durumların başında iklim koşulları<br />
gelmektedir. Bunu sırasıyla idari faktörler ve beşeri faktörler etkilemektedir.<br />
Uzun vadede yöre halkının sorunları dinleyecek şekilde milletvekilleri, belediye ve<br />
akademisyenlerin uyum içinde çalışması oldukça önemlidir. Bu yöntem ile yöre için<br />
kalkınma planlarının yapılması sadece Hamur için değil, aynı zamanda Hamur’a<br />
yakın il ve ilçeler içinde iyi olacaktır. Aksi takdirde bölgeden batıya göçlerin artarak<br />
devam etmesi kaçınılmazdır.<br />
KAYNAKÇA<br />
Devlet Planlama Teşkilatı (2004). İlçelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması<br />
Araştırması.<br />
238
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Dinçer, B.,-Özaslan, M.,-Kavasoğlu, T., (2003). İl ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik<br />
Gelişmişlik Sıralaması Araştırması. DPT, Bölgesel Gelişme ve Yapısal Uyum<br />
Genel Müdürlüğü, 2671: 74-77., Ankara.<br />
Doğanay, H. (1997). Türkiye Beşeri Coğrafyası. Milli Eğitim Yayınları: 2982, Bilim<br />
ve Kültür Eserleri Dizisi: 877, Eğitim Dizisi: 10, Milli Eğitim Basımevi,<br />
İstanbul.<br />
Gül, E., Bora, Ç. (2015). 2013 Verileriyle Türkiye’de İllerin Gelişmişlik Düzeyi<br />
Araştırması. Türkiye İş Bankası, İktisadi Araştırmalar Bölümü. Harita Genel<br />
Komutanlığı (2009). www.hgk.msb.gov.tr/urunler/diger/il_ilce_alanlari.pdf<br />
Kızıltan, A., & Ersungur, Ş. M. (2007). Türkiye’de İller Ve Bölgelerin Ekonomik<br />
Gelişme Düzeyleri Arasındaki Uzun Dönemli İlişkiler. Atatürk Üniversitesi<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10(2).<br />
Kocaman, S. & Kaya, F. ve Korkusuz T. (2014). Ağrı İl’inin İdari Coğrafya Analizi,<br />
Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yayınları.<br />
Korkmaz E., (2013). Küresel Süreçte Ulusal Kalkınma, İstanbul Himayala Yayınları.<br />
Korkusuz, T. (2015). Hamur’un Coğrafi Etüdü.. Yayımlanmamış Yüksek Lisans<br />
Tezi. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya<br />
Bölümü.<br />
Şahin, İ. F. (2011). Coğrafi Faktörlerin Az Gelişmişlik Üzerine Etkileri ve Refahiye<br />
(Erzincan) Örneği. Eastern Geographical Review, 16: 25-48.<br />
T.C. Kalkınma Bakanlığı, İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik<br />
Sıralaması Araştırması, (2011)<br />
http://www.kalkinma.gov.tr/Lists/Yaynlar/Attachments/548/SEGE-<br />
2011.pdf<br />
TKDK, Ağrı İl Koordinatörlüğü.<br />
Trakya Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, 2015,<br />
google.com.tr/webhp?sourceid=chrome-instant&ion=1&espv=2&ie=UTF-<br />
8<br />
Tümertekin, E. (1976). Ulaşım Coğrafyası. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Coğrafya<br />
Enstitüsü Yayınları 2053.<br />
TÜİK, (2015) Bitkisel Üretim İstatistikleri. Türkiye’nin En Büyük ve En Modern<br />
Serası Diyadin’de Kuruluyor, Ağrı (5 Aralık 2014),<br />
http://www.milliyet.com.tr/turkiye-nin-en-buyuk-ve-en-modern-serasi-agriyerelhaber-508680/<br />
World Bank, Data by Country, http://data.worldbank.org/country/turkey/turkish<br />
239
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kalkınma Ajanslarının Bağımsız Denetimleri<br />
Gülnihal TORAMANLI 1<br />
Bölgelerimizin ve ülkemizin kalkınmasına katkı sağlamak amacıyla oluşturulan bu<br />
çalışmada; genel olarak bağımsız denetçilerin profilleri, bağımsız denetçilerin<br />
kalkınma ajansları ile ilgili kararlar alırken ve hizmetleri yürütürken uymaları gereken<br />
kurallar üzerinde durulacak kalkınma ajanslarında iç ve dış denetim konuları ele<br />
alınarak, bu denetimlerin etik kurallara uygun yapılması ve kalkınma ajansları<br />
açısından denetçinin iş etiğine uygun davranmasının rolü ve önemi üzerinde<br />
durularak, kalkınma ajanslarının mali destekleri, çeşitli proje destekleriyle bölgesel<br />
kalkınmayı sağlamaları, böylece gelişmişlik düzeyini artırarak milli gelirin adil<br />
dağılımını, sağlamayı amaçlamaları. Kalkınma ajanslarının Proje destekleri<br />
“Doğrudan Finansman Desteği”, “Doğrudan Faaliyet Desteği”, “Güdümlü Proje<br />
Desteği” gibi desteklerden oluşmakta olan, kalkınma ajansları mali desteklerinin<br />
bağımsız denetim zorunluluğu üzerinde durulacaktır.<br />
Anahtar Kelimeler: Denetim, Bağımsız Denetim, Kalkınma Ajansları.<br />
Abstract<br />
Independent Audit of the Development Agency<br />
In this study, to contribute the development of our regions and our country, in the<br />
lights profiles of independent auditors, the rules have to be obeyed while they are<br />
deciding about development agencies and implying services are focused on. Also the<br />
conceptual framework of business in independent auditing and internal and external<br />
auditing systems and the convenience. It is discussed to aim to provide development<br />
agencies to contribute financial support in fair distribution of national income and<br />
various social projects and the obligation of independent auditing in financial support<br />
of development agencies such as "Direct Financial Support", "Direct Service<br />
Support", "Guided Project Support”.<br />
Keywords: Audit, Independent Audit, Development Agencies.<br />
1. GİRİŞ<br />
Ekonomik büyüme oranlarının ve kişi başına düşen milli gelir miktarının gelişmişliğin<br />
ve kalkınmışlığın en önemli göstergesi olduğu günümüzde, milli gelirin dağılımı en<br />
önemli konulardan biri haline gelmiştir. Avrupa Birliği’nin bölgesel olarak ele aldığı<br />
müktesebata uyum çerçevesinde Devlet Planlama Müsteşarlığı ve Devlet İstatistik<br />
1<br />
Öğr. Gör.İstanbul Medipol Üniversitesi, Sosyal Bilimler MYO, Muhasebe ve Vergi<br />
Uygulamaları Programı Başkanı, SMMM, KGK Bağımsız Denetçi.<br />
gtoramanli@medipol.edu.tr<br />
240
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Enstitüsü Başkanlığı’nın katkılarıyla oluşturulan “İstatistikî Bölge Birimleri<br />
Sınıflandırılması (İBBS)” baz alınarak 26 tane Kalkınma Ajansı kurulmuştur.<br />
Kalkınma Ajansları da çeşitli proje destekleriyle bölgesel kalkınmayı sağlamayı ve<br />
böylece gelişmişlik düzeyini artırarak milli gelirin adil dağılımını sağlamayı<br />
amaçlamaktadır. Resmi Gazete’nin 8 Şubat 2006 tarihinde yürürlüğe giren 5549<br />
Sayılı Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu, Koordine edilmesi ve Görevleri Hakkında<br />
Kanunla Devletin bölgesel kalkınma stratejisi ve proje destek faaliyetleri yepyeni bir<br />
boyut kazanmıştır. Bu kanunla, bölgesel kalkınma farklılıklarının ortadan<br />
kaldırılması, kar amacı güden veya gütmeyen yerel kuruluşlara mali destekler,<br />
üretimin ve istihdamın artırılması ve bölgelerin sosyal gelişmişliğinin artırılması gibi<br />
konular ajansların görevleri arasında sayılmıştır. Kalkınma ajanslarının bu bağlamda<br />
çeşitli proje destekleri bulunmaktadır. Bu destekler; “Doğrudan Finansman Desteği”,<br />
“Doğrudan Faaliyet Desteği”, “Güdümlü Proje Desteği” ve “Faiz ya da Faizsiz Kredi<br />
Desteği” gibi desteklerden oluşmaktadır.<br />
Ajansların merkezi bütçeden ve yerel yönetimlerden aldığı payların artması oranında<br />
proje destek miktarları her yıl artacaktır. Kalkınma ajanslarının proje destekleri her<br />
geçen yıl ciddi boyutlara ulaşmaktadır. Desteklerin başlaması ve proje sahiplerine<br />
ödemelerin yapılmasıyla birlikte, ödemelerin amacına uygun kullanılıp<br />
kullanılmadığı sorusu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla denetime ve etik kurallara<br />
uygun denetime ihtiyaç doğmaktadır.<br />
2. KALKINMA AJANSLARININ BAŞLICA PROJE DESTEKLERİ<br />
5549 Sayılı Kanun ile Devletin bölgesel kalkınma stratejisi ve proje destek faaliyetleri<br />
yepyeni bir boyut kazanmıştır. Bu kanunla, bölgesel kalkınma farklılıklarının ortadan<br />
kaldırılması, kar amacı güden veya gütmeyen yerel kuruluşlara mali destekler,<br />
üretimin ve istihdamın artırılması ve bölgelerin sosyal gelişmişliğinin artırılması gibi<br />
konular ajansların görevleri arasında sayılmıştır.<br />
Kalkınma ajanslarının proje destekleri; “Doğrudan Finansman Desteği”, “Doğrudan<br />
Faaliyet Desteği”, “Güdümlü Proje Desteği” ve “Faiz ya da Faizsiz Kredi Desteği”<br />
gibi desteklerden oluşmaktadır.<br />
2.1. Doğrudan Finansman Desteği: Belli proje ve faaliyetlere ajansın yaptığı<br />
karşılıksız yardımlardır. Buradaki destek ajansların proje teklif çağrısı yöntemiyle<br />
kullandırdığı desteklerden oluşur. Ajans, proje teklif çağrısı yapmaksızın, doğrudan<br />
faaliyet mali desteği şeklinde veya proje hazırlık sürecini doğrudan yönetmek<br />
suretiyle güdümlü proje desteği şeklinde de destek sağlayabilir.<br />
2.2. Doğrudan Faaliyet Desteği: Bölgenin yenilikçilik ve girişimcilik kapasitesini<br />
geliştirmeye yönelik iş geliştirme, teknoloji geliştirme merkezleri, teknoparklar gibi<br />
kuruluşların büyük hacimli yatırım kararlarına etki edilmesi ve yönlendirilmesine<br />
katkı sağlayacak faaliyetlere verdiği desteklerdir.<br />
2.3. Güdümlü Proje Desteği: Bu projeler, proje teklif çağrısı yöntemi<br />
uygulanmadan doğrudan destek sağlamaya yönelik desteklerdir; Buradaki projelerde<br />
genel olarak özel sektör işletmeciliğini güçlendirecek şekilde, üretim ve ihracat<br />
kapasitesinin geliştirilmesi, sektörel çeşitlenmenin ve üniversite sanayi işbirliğinin<br />
241
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
desteklenmesi, işbirliği ağları ve değer zinciri oluşturulması, kümelenmelerin<br />
desteklenmesi ve bölgedeki sektörlerin ihtiyaç duyacağı alanlarda insan kaynaklarının<br />
geliştirilmesi esastır. 2 (www.dogaka.org.tr)<br />
2.4. Faizli ya da Faizsiz Kredi Desteği<br />
2.4.1. Faiz Desteği:<br />
Kâr amacı güden gerçek ve tüzelkişilerin başvuru rehberinde ki özelliklere uygun<br />
projeleri için, aracı kuruluşlardan alacakları krediler ve ödeyecekleri faizlerin, ajans<br />
tarafından karşılanmasını öngören karşılıksız yardımdır.<br />
2.4.2. Faizsiz Kredi Desteği<br />
Ajans tarafından kâr amacı güden gerçek ve tüzelkişilerin başvuru rehberinde<br />
belirtilen projeleri için, ajansa faiz ödenmeksizin taksitler halinde geri ödenmesi<br />
şeklindeki karşılıksız yardımlardan oluşmaktadır. 3 (www.bebka.org.tr)<br />
3. KALKINMA AJANSLARININ DENETİMİ<br />
5449 sayılı yasanın 25’inci maddesine göre ajanslarda iç ve dış denetim yapılması<br />
gerekmektedir. İç denetim ajansın yönetim kurulu başkanı veya genel sekreter ve bir<br />
iç denetçi tarafından gerçekleştirilir. Denetim faaliyeti rapor halinde yönetim<br />
kuruluna ve kalkınma kuruluna sunulacaktır.5449 sayılı Kanun’da dış denetimin,<br />
ajansın her türlü hesap ve işlemleri üzerinde gerçekleştirileceği belirtilmiştir.<br />
Ajanslarının denetlenmesinin esas ve usulleri İçişleri Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve<br />
Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığınca müştereken belirlenecektir.<br />
Dış denetim, ajansın yönetim kurulu tarafından her yıl mart ayında yaptırılacaktır.<br />
Ajansları denetleyen bağımsız dış denetim kuruluşları, raporlarını aynı zamanda<br />
İçişleri Bakanlığı ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığına sunacaklardır. 4<br />
(www.resmigazete.gov.tr) Denetim sonucunda suçlarla ilgili işlemleri yapmaya<br />
İçişleri Bakanlığı yetkiliyken, denetim sonucuna ve ajansların performansına göre<br />
değerlendirme yapmaya Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı yetkilidir. 5 (Sayıştay<br />
Dergisi, Sayı, 61)<br />
4. KALKINMA AJANSLARININ BAĞIMSIZ DENETİMİ, BAĞIMSIZ<br />
DENETÇİLERİN PROFİLLERİ VE KALKINMA AJANSLARI İLE<br />
İLGİLİ KARARLAR ALIRLARKEN UYMALARI GEREKEN<br />
KURALLAR<br />
Birçok proje desteğinde, yararlanıcılar tarafından projeler sunulmakta, harcamalar<br />
belgelenerek ödemeler alınmakta ancak arka planda olayların gerçekliği ve<br />
2 http://www.dogaka.org.tr/Destekler-detay.asp?D=11&Destekler=mali-destekprogrami&DD=49&DesteklerDetay=dogrudan-finansman-destegi<br />
3<br />
http://www.bebka.org.tr/site-sayfa-71-kredi_destekleri.html<br />
4<br />
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/htmkalkınma ajansları denetim yönetmeliği<br />
5<br />
Sayıştay Dergisi, Sayı, 61, Kalkınma Ajansları ve Sayıştay Denetimi<br />
242
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
uygunluğun da çok fazla tespit edilmesi gerekliliği de sürekli artmaktadır. Burada bu<br />
mali desteklerin bağımsız denetiminin gerekliliği de ortaya çıkmaktadır.<br />
Kalkınma ajansları mali desteklerinin bağımsız denetimi zorunludur;<br />
Bu nedenle proje desteklerinin yerindelik, uygunluk ve gerçeklik açısından bağımsız<br />
denetimi önem teşkil etmektedir ve Kalkınma Ajansları Mevzuatında Proje<br />
desteklerinin yerindelik, uygunluk ve gerçeklik açısından denetimi özellikle<br />
düzenlenmiştir.<br />
T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müşteşarlığı “Kalkınma Ajansları<br />
Destek Yönetimi Kılavuzu”nun “Maliyetlerin Uygunluğu Bölümünün”, “Denetim<br />
Maliyetleri” başlığı altında aşağıdaki ifade yer almaktadır. Ajans kamu kurum ve<br />
kuruluşlarını dış denetim kuralından muaf tutabilir demektedir. 6 (www.kgk.gov.tr)<br />
Ajanslar 200 bin TL ve üzerindeki destekledikleri projelerden DENETİM RAPORU<br />
talep edecektir. Bu rakamın altında ki projelerde ise denetim raporu ajansın isteğine<br />
bağlı olacaktır.<br />
Burada dikkat edilmesi gereken konu, denetim raporunun kimin tarafından<br />
hazırlanacağıdır. Denetim raporunun Yasal denetim konusunda ulusal veya<br />
uluslararası kabul görmüş bir denetim kurumuna yaptırılacağı ifade edildikten sonra<br />
bu denetim kurumunun tanımı yapılarak bu kurumun Yeminli Mali<br />
Müşavirler/Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası veya Sermaye Piyasası<br />
Kurulunca onaylanmış Bağımsız Denetim Şirketi olduğu ifade edilmiştir. Ancak 2011<br />
tarihinde KGK kurulmuş ve KGK tarafından yetkilendirilen bağımsız denetçiler ve<br />
bağımsız denetim kuruluşları tarafından aşağıda görüldüğü şekilde bağımsız denetim<br />
gerçekleşmektedir.<br />
Kamu Gözetimi alanında yeni Türk Ticaret Kanunun’da öngörülen bağımsız denetim<br />
alanını düzenlemek üzere 660 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 2 Kasım<br />
2011 tarihinde kurulmuştur. KGK Başbakanlıkla ilişkili, idari özerkliğe sahip bir Üst<br />
Kuruldur. Amacı, yatırımcıların çıkarlarını ve denetim raporlarının doğru ve bağımsız<br />
olarak hazırlanmasına ilişkin kamu yararını korumak, doğru, güvenilir finansal<br />
bilgilerin elde edilmesini sağlamaktır.<br />
Kamu gözetimi, Bağımsız denetim faaliyetlerinin yasal düzenlemelere ve<br />
standartlara uygun olup olmadığının, kamu yararını ön planda tutan bir kurum<br />
tarafından çeşitli uygulamalarla kontrol edilmesidir.<br />
Bağımsız Denetim işletmelerin finansal tablolarının ve finansal bilgilerinin, finansal<br />
raporlama standartlarına uygunluğu ve doğruluğu konusunda, gerekli bağımsız<br />
denetim teknikleri uygulanarak denetlenmesi ve değerlendirilerek bir rapora<br />
bağlanmasıdır.<br />
Bağımsız denetim, bağımsız denetçiler ve bağımsız denetim kuruluşları tarafından<br />
yürütülür.<br />
Bağımsız denetçiler; yeminli mali müşavirlik ya da serbest muhasebeci mali<br />
müşavirlik ruhsatını almış meslek mensuplarıdır ve KGK tarafından yetkilendirilirler.<br />
6<br />
www.kgk.gov.tr/contents%5Cfiles%5CPdf%5CKGK_Brosur.pdf<br />
243
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bağımsız denetim kuruluşları ise; KGK’da bağımsız denetim alanında çalışma<br />
yetkisi alan şirketlerdir. T.C. Kamu Gözetimi Muhasebe ve Denetim Standartları<br />
Kurumu (KGK ) Mevzuatı, Bağımsız Denetim yönetmeliği, Resmi Gazete Tarihi:<br />
25.01.2013 Resmi Gazete Sayısı: 28539, Bağımsız Denetim Yetkilendirme Tebliği 1.<br />
Bölüm md.4’e göre;<br />
MADDE 4 – (1) Tebliğdeki terimler, Bağımsız Denetim Yönetmeliğinde<br />
tanımlanan anlamları ile kullanılmıştır.<br />
a) (Değişik:RG-7/3/2015-29288) Eğitim ve Yetkilendirme Bilgi Sistemi<br />
(EYBİS): Kurum tarafından elektronik ortamda oluşturulan, denetçi ve denetim<br />
kuruluşlarının yetkilendirme ve resmi sicil işlemlerinin yürütüldüğü, uygulamalı<br />
mesleki eğitimlere ilişkin her türlü bilginin alındığı, kayıt, tescil ve ilan edilmesi<br />
gereken içeriklerin düzenli bir şekilde depolandığı veri tabanlarından oluşan bilgi<br />
işlem sistemini ifade etmektedir.<br />
b) Yönetmelik ise: Bağımsız Denetim Yönetmeliğini, ifade etmektedir.<br />
İkinci Bölüm Yetkilendirme Şartlarıdır<br />
“Denetim kuruluşu olarak yetkilendirilme şartları<br />
MADDE 5 – (1) 1/6/1989 tarihli ve 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali<br />
Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu ve ilgili mevzuatta öngörülen şartlar<br />
saklı kalmak kaydıyla, denetim alanında faaliyet izni talebinde bulunan kuruluşun:<br />
a) Sermaye şirketi olması,<br />
b) Paylarının veya hisselerinin nama yazılı olması,<br />
c) Faaliyet konusunun bağımsız denetime veya bununla birlikte 3568 sayılı<br />
Kanun kapsamındaki mesleki alana münhasır olması,<br />
ç) Ticaret unvanında bağımsız denetim ibaresinin bulunması,<br />
d)Esas sözleşmesinin veya şirket sözleşmesinin denetime ilişkin mevzuat<br />
hükümlerine aykırı hususlar içermemesi,<br />
e) Sermayesinin ve oy haklarının yarısından fazlasının denetçilerine ait olması<br />
ve ortaklarının tamamının meslek mensubu olması,<br />
f) Denetçilerinin Yönetmeliğin 14 üncü maddesi çerçevesinde Bağımsız Denetçi<br />
Belgesine sahip olması,<br />
g) Denetçilerinin tam zamanlı ve asgari bir raporlama dönemi için istihdam<br />
edilmiş olması,<br />
ğ) Yönetmeliğin 28 inci maddesindeki şartları sağlayan en az iki sorumlu<br />
denetçisinin bulunması,<br />
h) Denetim kadrosunun, asgari olarak, Yönetmeliğin 27’nci maddesinde<br />
belirtilen denetim ekiplerini oluşturabilecek nitelik ve genişlikte olması,<br />
ı) Yönetim organı üyelerinin tamamının meslek mensubu olması, yüzde yetmiş<br />
beşi geçmemek üzere çoğunluğunun ise kadrosundaki denetçilerden oluşması,<br />
i) Denetçilerinin, ortaklarının ve kilit yöneticilerinin başka bir denetim<br />
kuruluşunda veya bağımsız denetim faaliyeti gerçekleştiren herhangi bir gerçek kişi<br />
yanında ya da tüzel kişilikte ortak, kilit yönetici veya denetçi olmaması, kendi adına<br />
bağımsız denetim faaliyetinde bulunmaması,<br />
j) Denetim rehberleri dahil olmak üzere, esasları Kurumca belirlenen kalite<br />
kontrol sistemine ilişkin politika ve süreçlerini yazılı olarak oluşturmuş olması,<br />
244
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
k) Denetim faaliyetlerini etkin bir şekilde yürütebilmesini teminen Kurum<br />
tarafından uygun görülecek düzeyde organizasyon, mekân, teknik donanım, belge ve<br />
kayıt düzenine sahip olması,<br />
l) (Değişik:RG-7/3/2015-29288) Faaliyet izninin daha önce Kurum tarafından<br />
Yönetmeliğin 42’nci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi dışındaki bentlerinden<br />
biri nedeniyle iptal edilmemiş olması,<br />
m) Tüzel kişiliğin ve ortaklarının olumsuz bir itibara sahip olmaması ve<br />
ortaklarının denetim mesleğinin gerektirdiği şeref ve haysiyete uymayan bir<br />
durumunun bulunmaması, şarttır.” 7 ( www.kgk-mevzuat )<br />
“Denetçi olarak yetkilendirilme şartları<br />
İlgili kanunun MADDE 6 – (1) ‘e göre;<br />
a) Hukuk, iktisat, maliye, işletme, muhasebe, bankacılık, kamu yönetimi ve<br />
siyasal bilgiler dallarında eğitim veren fakülte ve yüksekokullardan veya denkliği<br />
Yükseköğretim Kurulunca tasdik edilmiş yabancı yükseköğretim kurumlarından en<br />
az lisans seviyesinde mezun olması veya diğer öğretim dallarından lisans seviyesinde<br />
mezun olmakla beraber bu fıkrada belirtilen bilim dallarından en az lisansüstü<br />
seviyesinde diploma almış olması,<br />
b) Meslek mensubu olması,<br />
c) Türkiye’de yerleşik olması,<br />
ç) Medeni hakları kullanma ehliyetine sahip bulunması,<br />
d) Yönetmeliğin 15 inci maddesinde belirtilen uygulamalı mesleki eğitimi<br />
tamamlamış olması,<br />
e) Yönetmeliğin 16 ncı maddesinde belirtilen denetçilik sınavında başarılı<br />
olması,<br />
f) (Değişik:RG-7/3/2015-29288) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza<br />
Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir<br />
suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa<br />
bile devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı<br />
suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye<br />
kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan<br />
kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûmiyeti<br />
olmaması,<br />
g) (Değişik:RG-7/3/2015-29288) Faaliyet izninin daha önce Kurum tarafından<br />
Yönetmeliğin 42’nci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi dışındaki bentlerinden<br />
biri nedeniyle iptal edilmemiş olması,<br />
ğ) Bağımsız denetim mesleğinin gerektirdiği şeref ve haysiyete uymayan bir<br />
durumunun bulunmaması, olumsuz bir itibara sahip olmaması, şartlarını taşıması<br />
gerekir”. 8 ( www.kgk-mevzuat )<br />
7<br />
( www.kgk-mevzuat )<br />
8<br />
http://www.kgk-mevzuat.epub<br />
245
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
5. Kalkınma Ajansları Açısından İş Etiği, Denetçinin İş Etiğine Uygun<br />
Davranmasının Rolü Ve Önemi<br />
“Mesleki Etik İlkeler; Mesleki etik ilkeleri 5 ana madde olarak ele aldığımızda;<br />
Doğruluk, yasallık, yeterlik, güvenirlik, mesleğe bağlılık olarak sayabiliriz.” 9<br />
(www.etik.gov.tr)<br />
İnsanların etik ilke ve değerlere uyum göstermemesinin nedenini ele aldığımızda;<br />
Bunları İyi niyetler, benlik güç gösterisi, açgözlülük gibi nedenlerden olarak<br />
sayabiliriz Arkadaşlık, ideolojik inanç ve kişisel ya da ailevi kazanç, ekonomik<br />
sorunlar, baskılar, acil gereksinmeler, yasaların, bilinmemesi, konumu koruma<br />
endişesi, servet açlığı, hırs gibi sayılabilir. 10 ( www.meb.gov.tr)<br />
5.1. Kalkınma Ajanslarında İş Etiği<br />
Kalkınma ajanslarında da etik yönergeler hazırlanır ve bu etik kurallara uyulur .<br />
Bu yönergelerin amacı;<br />
Ajans’ta çalışan personelin iş ve işlemlerinde uymaları gereken etik davranış ilkeleri<br />
vardır. Ayrıca yönergenin amaçlarından biri de Etik Komisyonunun yapısı ile çalışma<br />
usul ve esaslarını belirlemektir. Bu bütün personeli kapsamaktadır. 5176 Sayılı Kanun<br />
3. maddeye göre Kamu Görevlileri Etik Kurulu kurulması ve Bazı Kanunlarda<br />
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’a, Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri ile<br />
Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 29’uncu maddesine dayanılarak<br />
hazırlanır ve uygulanır.<br />
Bu yönetmeliklere göre ;Etik Davranış İlkeleri,<br />
Görevin Yerine Getirilmesinde, Ajans personeli, görevini ifa ederken; gelişimi,<br />
katılımcılığı, şeffaflığı, tarafsızlığı, dürüstlüğü, kamu yararını gözetmeyi, hesap<br />
verebilirliği, öngörülebilirliği, hizmette yerindeliği ve beyana güveni esas almaktadır<br />
ve burada halka hizmet bilinci, hizmet standartlarına uyma, amaç ve misyona bağlılık<br />
, dürüstlük ve tarafsızlık, saygınlık ve güven , görev ve yetkilerin menfaat sağlamak<br />
amacıyla kullanılmaması , hediye ve menfaat yasağı gibidir ve bu ilkelere uyulması<br />
gerekir.<br />
Etik Komisyonu , Etik Sözleşmesi<br />
Etik Sözleşmesi:<br />
Ajanslarda göreve başlayan bütün personel etik sözleşmesini okuyup imzalar, etik<br />
sözleşmesinde belirtilen hususlara görevde kaldıkları sürece uymaları gerekmektedir.<br />
Etik komisyonu:<br />
Etik dışı davranışların nedenlerini belirler ve bu ilkelere uygun olmayan davranışların<br />
önleyen ilke önerileri geliştirirler<br />
9<br />
www.etik.gov.tr/EtikIlkeler.aspx<br />
10<br />
www.meb.gov.tr/duyurular/duyurular2009/etik<br />
246
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
5.2. Kalkınma Ajanslarının Denetiminde Etik<br />
Etik kurallar;<br />
Destek programlarının hedeflenen amaçlara ulaşması ve kamu tarafından tahsis edilen<br />
fonların suistimalin oluşmasına imkân vermeyecek şekilde kullandırılması amacıyla<br />
destek programının programlanması, yönetimi, uygulanması, izlenmesi ve<br />
değerlendirilmesinde yer alan tüm aktörlerin uyması gereken temel ilkelerdir.<br />
Destek programlarının yönetiminde, en önemli ilkeler tarafsızlık, gizlilik ve<br />
şeffaflıktır. Programın yönetiminde görev alanların, görevlerini kişisel veya kurumsal<br />
herhangi bir menfaat ilişkisine yol açmayacak şekilde yürütmeleri gerekmektedir.<br />
Bu mesleğin en önemli özelliklerinden biri, kamu yararına hareket etme<br />
sorumluluğunu kabul etmesidir ve denetçi, bu doğrultuda hareket ederken Etik<br />
Kuralları gözetip, bu Kurallara uyar.<br />
Denetçilik mesleğinde etik temel ilkeleri belirlemek ve denetçinin uygulayacağı<br />
kavramsal çerçeveyi sunmak önem arz etmektedir, bunlar;<br />
a) Tehditleri belirlemek,<br />
b) Tehditlerin önemini değerlendirmek ve<br />
c) Tehditleri ortadan kaldırmaktır<br />
Denetçi, Yukarıda Saydığımız Bütün Etik Davranışların Yanı Sıra Aşağıdaki Temel<br />
Etik İlkelere de Uyar:<br />
Dürüstlük, Tarafsızlık, Sır saklama (gizlilik) , Mesleğe uygun<br />
Denetçinin temel etik ilkelere uyumunu engelleyen tehditlerde aşağıdaki maddelerden<br />
bazılarını kapsamaktadır.<br />
Kişisel çıkar tehdidi, Kendi kendini denetleme tehdidi, Taraf tutma tehdidi, Yakınlık<br />
tehdidi, Yıldırma tehdidini kapsamaktadır.<br />
Etik Kurallara baktığımızda bunlar; denetçinin temel ilkelere uyumunu engelleyen<br />
tehditleri belirlemesini, değerlendirmesini ve bunlara ilişkin önlemler almasını<br />
gerektiren bir kavramsal çerçeve oluştururlar.<br />
6. ÖRNEK BAĞIMSIZ DENETİM RAPORU<br />
YY KALKINMA AJANSININ 31.12.20xx HESAP DÖNEMİNE AİT BAĞIMSIZ<br />
DENETİM RAPORU FİNANSAL TABLOLAR VE DİPNOTLAR<br />
İÇİNDEKİLER<br />
BAĞIMSIZ DENETİM RAPORU<br />
A) MALİ DENETİM SONUÇLARI<br />
B) İÇ KONTROL SİSTEMİ DENETİMİ SONUÇLARI<br />
C) PERFORMANS DENETİMİ BULGULARI<br />
DIŞ DENETİM EK KONTROL LİSTESİ<br />
BİLANÇO<br />
FAALİYET SONUÇLARI TABLOSU<br />
DİPNOTLAR<br />
247
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Dipnot 1- Ajansın Organizasyonu ve Faaliyet Konusu<br />
Dipnot 2- Sunuma İlişkin Temel Esaslar<br />
Dipnot 3- Önemli Muhasebe Politikaları<br />
Dipnot 4- Hazır Değerler<br />
Dipnot 5- Gelirlerden Alacaklar/Takipli Alacaklar<br />
Dipnot 6 -Diğer Dönen Varlıklar<br />
Dipnot 7 -Maddi Duran Varlıklar<br />
Dipnot 8- Maddi Olmayan Duran Varlıklar<br />
Dipnot 9-Kısa Vadeli Yabancı Kaynaklar<br />
Dipnot 10-Uzun Vadeli Yabancı Kaynaklar<br />
Dipnot 11- Öz Kaynaklar<br />
Dipnot 12-Faaliyet Sonuçları<br />
Dipnot 13- Finansal Tablolara İlişkin Açıklanması Gereken Hususlar ve Bilanço<br />
Sonrası Olaylar bölümlerinden oluşmaktadır.<br />
Bağımsız denetim raporlarında, farklı başlıklar olsa da aynı konular ele alınmaktadır,<br />
neticede Resmi Gazete Tarihi: 26.12.2012 Sayı 28509, 2. Bölüm, madde 10, da yer<br />
aldığı gibi;<br />
“Denetim raporu, denetim kanıtlarının TDS çerçevesinde değerlendirilmesi<br />
sonucunda, belirlenen güvence seviyesine uygun şekilde oluşturulan denetçi<br />
görüşünün ve varsa dikkat çekilmek istenen diğer hususların kullanıcıların istifadesine<br />
sunulması amacıyla Kurum düzenlemelerine uygun olarak hazırlanan ve imzalayan<br />
denetim kuruluşu veya denetçi tarafından sorumluluğu üstlenilen belge olarak<br />
düzenlenmektedir.” Denetçinin, denetim konularıyla ilgili olarak, yönetime, üst<br />
yönetimden sorumlu olanlara veya işletme dışı taraflara karşı da belirli bildirim ve<br />
raporlama sorumlulukları bulunabilir. Bu sorumluluklar, BDS’ler (Bağımsız Denetim<br />
Standartları) veya mevzuatla belirlenebilir.<br />
7. SONUÇ<br />
Kamu yararına hareket etme sorumluluğunu kabul etmesi, Denetçilik mesleğinin en<br />
önemli özelliklerinden biridir.<br />
Kalkınma ajansları kamu yönetimi ve ekonomisi üzerinde orta ve uzun vadede olumlu<br />
etkilerini göstermektedir. Ajansların başarısı, ülkemiz için bir kazanç olmaktadır.<br />
Tabi, aynı zamanda unutulmaması gereken bir konuda, yönetimlerin başarılarının aynı<br />
zamanda iyi denetlenmesine bağlı olduğudur. Kalkınma ajanslarının mali destekleri;<br />
çeşitli proje destekleriyle bölgesel kalkınmayı sağlamaları, böylece gelişmişlik<br />
düzeyini artırarak milli gelirin adil dağılımını, sağlamayı amaçlamaları bir denetim<br />
yapılması gerekliliğini de ortaya koymaktadır. Denetçiler, kamu yararı açısından<br />
hareket ederken aynı zamanda etik kuralları da göz ardı etmemeli bu kurallara<br />
uymalıdır. İyi denetim yapılırken etik kurallara uymak sonucun daha iyi<br />
gerçekleşmesini sağlamaktadır. Bağımsız denetçilerin kalkınma ajansları ile ilgili<br />
kararlar alırken ve hizmetleri yürütürken kurallara uyması kalkınma ajanslarında ki iç<br />
ve dış denetimin gerçekleşmesi, bu denetimlerin etik kurallara uygun yapılması ve<br />
kalkınma ajansları açısından denetçinin iş etiğine uygun davranmasının rolü ve önemi<br />
çok büyük olduğunun bilincine varılmış olması önemlidir.<br />
248
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kalkınma Ajanslarının iç ve dış denetiminin yanı sıra kalkınma ajansları mali<br />
desteklerinin bağımsız denetiminin zorunlu olduğu ve bu nedenle proje desteklerinin<br />
yerindelik, uygunluk ve gerçeklik açısından bağımsız denetiminin önem teşkil<br />
etmekte olduğu, Kalkınma Ajansları Mevzuatında Proje desteklerinin yerindelik,<br />
uygunluk ve gerçeklik açısından denetimi özellikle düzenlenmiş olduğundan da<br />
kaynakla, 2011 tarihinde kurulmuş olan KGK ve KGK tarafından yetkilendirilen<br />
bağımsız denetçiler ve bağımsız denetim kuruluşları tarafından bağımsız<br />
denetimlerinin de yapılması gerekliliği vazgeçilmez bir gerçeklik teşkil etmektedir.<br />
KAYNAKÇA<br />
T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müşteşarlığı, Kalkınma<br />
Ajansları Destek Yönetimi Kılavuzu, Bölgesel Gelişme ve<br />
Yapısal Uyum Genel Müdürlüğü, Ankara 2009<br />
Sayıştay Dergisi, Sayı, 61, Kalkınma Ajansları ve Sayıştay Denetimi<br />
http://www.bebka.org.tr/site-sayfa-71-kredi_destekleri.html<br />
http://www.dogaka.org.tr/Destekler-detay.asp?D=11&Destekler=malidestek-programi&DD=49&DesteklerDetay=dogrudanfinansman-destegi<br />
http://www.kgk-mevzuat.epub<br />
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2009/08/20090803-<br />
1..htmkalkınma ajansları denetim yönetmeliği<br />
http://www.spk.gov.tr/duyurugoster.aspx?aid=20140411&subid=0&ct<br />
=c&submenuheader=nullspk bağımsız denetim<br />
http://www.etik.gov.tr/BilgiBankasi.aspx?id=10<br />
www.kgk.gov.tr/contents%5Cfiles%5CPdf%5CKGK_Brosur.pdf<br />
www.etik.gov.tr/EtikIlkeler.aspx<br />
www.meb.gov.tr/duyurular/duyurular2009/etik<br />
http://www.serka.gov.tr/sayfa-169-denetim-raporlari.html<br />
249
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Değişen Yönetim Anlayışında Yönetişim ve Yerel<br />
Kalkınma İlişkisi Üzerine Değerlendirmeler<br />
Mehmet Akif ÖZER 1 , Yağız AKSAKALOĞLU 2<br />
Günümüzde tüm dünyayı neredeyse her alanı etkileyen kapsamlı bir değişim ve<br />
dönüşüm görülmektedir. Bu değişim ve dönüşüm sınıflandırıldığında; sanayi<br />
toplumundan bilgi toplumuna, fordist üretimden esnek üretime, ulus devletlerden<br />
küreselleşen bir dünyaya, modernist düşünceden post-modernist düşünceye geçişlerin<br />
yer aldığı bir tablo ortaya çıkmaktadır. Bu değişim ve dönüşüm, yönetim alanında da<br />
yeni arayış çabalarını beraberinde getirmektedir. Bu kapsamda günümüzde oldukça<br />
popüler olan Yeni Kamu Yönetimi (YKY) çerçevesinde önem kazanan yönetişim<br />
anlayışı, yönetilebilirlikten hareketle yönetenle yönetileni aynı masada buluşturmayı<br />
öngörmekte ve bu anlayışa en çok yerel yönetimlerde ihtiyaç duyulmaktadır. Nitekim<br />
yerel yönetimlerin demokrasinin beşiği olma işlevini sağlayabilmeleri için yönetişim<br />
uygulamalarına başvurmaları beklenmektedir. Son yıllarda dünya genelinde yerel<br />
yönetimler, yerel kalkınma olgusu ile birlikte tartışılmaktadır. Çünkü kalkınmalarını<br />
yerelden başlatan toplumlar, bunu hem genele çok kolay yayabilmekte hem de süreci<br />
sürdürülebilir kılabilmektedir. Çalışmada söz konusu bu gerçekler çerçevesinde yerel<br />
kalkınma sürecinde yerel yönetişim uygulamalarından nasıl yararlanılabileceği<br />
üzerinde durulacak ve değişen yönetim anlayışının yerel kalkınmaya yüksek katkı<br />
sunmasının yolları aranacaktır.<br />
Anahtar Kelimeler: Yerel Kalkınma, Yerel Yönetim, Yönetişim<br />
Abstract<br />
Assessments about the Relationship Between<br />
Governance and Local Development in Changing<br />
Management Approach<br />
Today the whole world is experiencing a comprehensive transformation affecting<br />
almost every area. When this transformation is classified; It is faced with a table that<br />
contains transitions from industrial society to an information society, from fordist<br />
production to flexible production, from nation-states to globalized world, from<br />
modernist thought to post-modernist thought. This transformation leads to the<br />
emergence of a new search in the field of management. In this context, governance<br />
approach that has an important place in the framework of New Public Management<br />
(NPM) thought which is nowadays quite popular foresees to bring together directed<br />
and managed at the same table and this understanding is most needed in local<br />
government. Indeed, in order to ensure the function of being the cradle of democracy,<br />
1 Prof. Dr., Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, akifozer@yahoo.com, (Sorumlu<br />
Yazar/Corresponding Author)<br />
2 Arş. Gör., Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, yagizaksakaloglu@gmail.com<br />
250
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
local governments are expected to contact their governance practices. Local<br />
governments throughout the world in recent years, the phenomenon is discussed with<br />
local development. Because of the local communities in the development started, it<br />
can be spread very easily to make both general and sustainable process. In the study,<br />
ıt will be focused on how to benefit from the local governance practices in the local<br />
development process in the context of these realities and it will be sought the ways of<br />
delivering high contribution to the local development of the changing management<br />
approach.<br />
Keywords: Local Development, Local Governance, Governance<br />
1.GİRİŞ<br />
Günümüzde tüm dünyayı etkileyen ve neredeyse tüm alanlarda kendisini gösteren çok<br />
boyutlu bir değişim ve dönüşüm görülmektedir. Bu durum genel olarak kategorize<br />
edildiğinde; “sanayi toplumundan bilgi toplumuna, fordist üretimden esnek üretime,<br />
ulus devletlerden küreselleşmiş bir dünyaya, modernist düşünceden post modernist<br />
düşünceye” (Tekeli, 1996: 49) doğru yaşanan bir değişim ve dönüşüm tablosu ortaya<br />
çıkmaktadır. Bu süreç, esasında yönetimin meşruluğunu ve sürdürebilirliğini sağlayan<br />
faktörleri zayıflatmaktadır. Fakat bu durum neticesinde yönetim tamamen ortadan<br />
kalkmasa da yeni arayışlar ortaya çıkmaktadır. Ayrıca giderek çoğalan ve<br />
karmaşıklaşan çok çeşitli talepler karşısında devlet, bu taleplere yanıt vermekte daha<br />
büyük zorluklar yaşamaktadır (Yüksel, 2000: 149). Doğal olarak başarısız<br />
yönetimlere yol açan sorunlarla ve bunların ortaya çıkmasında etkili olan<br />
“yönetemeyen” yapılarla karşılaşılmaktadır.<br />
Görülen bu süreçte mesafelerin uzaklığı, bireyler arasındaki ilişkilerde sahip olduğu<br />
olumsuz anlamını da büyük oranda kaybetmiştir. Fakat ilişkilerin artarak geliştiği bir<br />
ortamda tesis edilen denetimler, toplumsal bağları kurmakta salt kendi başına başarılı<br />
görülmemektedir. Nitekim kurulan ilişki ağları üzerinden yeni kimlikler ortaya<br />
çıkmakta ve vatandaş yanında ağdaş kavramı da önem kazanmaktadır. Çeşitli ağlar<br />
içerisindeki bireyler ise tek kimlik yerine çok kimlikli bir hal almaktadırlar (Tekeli,<br />
1996: 50). Günümüzde, hepimizin çoğul kimlikler içerisinde (Amerikan vatandaşı,<br />
Afrika kökenli, liberal, kadın, vejetaryen vb.) yaşadığı kabul edilen bir gerçek haline<br />
gelmiştir (Sen, 2007: xii-xiii). Sürekli artan bilgi, sermaye ve göç hareketlerini<br />
yönlendirmedeki yetersizlikler, özyönetim isteklerini canlandırmakta ve ulus-devletin<br />
egemenliği hem uluslar-üstü hem de bölgesel ya da yerel etkenlerle zayıflamaktadır<br />
(Santamaria, 1998: 30). Doğal olarak tüm bunlar yönetimi de direkt olarak etkisi altına<br />
almaktadır. Disiplinde 1970’lerde “Kamu Yönetimi”, 1980’lerde “Kamu Politikası ve<br />
Yönetimi”, 1990’larda ise bu değişim ve dönüşümün etkisinin bir sonucu olarak<br />
“Yönetişim” ismi nüfuz etmeye başlamıştır (Dunsire, 1995: 34). Bu süreçte yerel<br />
yönetimler de önem kazanmıştır. Özellikle artan ekonomik dayanışmalar,<br />
küreselleşme ve teknoloji alanında yaşanan değişimler yerel yönetimlerin değişimine<br />
zemin hazırlamıştır (Andrew ve Goldsmith, 1998: 101). Bunun neticesinde ortaya<br />
çıkan fırsatlar ve tehditler arasında bir denge noktasının tesis edilmesinin devletin<br />
önem kazanan yeni görevlerinden olması gerektiği ve bu görevin başarılı bir şekilde<br />
gerçekleştirilmesinin ise iyi bir yönetişim yapısı ile sağlanabileceği, genel kabul<br />
edilen bir görüş haline gelmiştir.<br />
251
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Günümüzde planlanan ortak bir amaca ulaşmakta merkeziyetçi bir iş bölümü ile<br />
araçsal rasyonelliği ön planda tutarak yapan, üreten ve kaynakları ve yetkileri tek elde<br />
tutan bir yönetim anlayışından artık vazgeçilmektedir. Böylece insan haklarına<br />
dayanan performans kriterlerini sağlayacak, çok aktörlü, yerel, ağsal ilişkiler ile<br />
iletişimi önceleyen bir anlayışa sahip, yapmaktansa yapabilir kılan bir yönetişim<br />
anlayışı ön plana çıkmaktadır. Bu kapsamda yönetişim, esasında siyasal ve ekonomik<br />
iktidarın daha geniş bir alana dağılımını öngörmektedir (Tekeli, 1996: 51). Bu sebeple<br />
rekabet yerine daha çok kamu kuruluşları ile özel sektör kaynaklarının harmanlanması<br />
öngörülmekte ve hizmet için çeşitli yöntemler gündeme gelmektedir.<br />
Bu nedenle çalışmada öncelikle yönetişim kavramına odaklanılmakta ve yönetişim<br />
anlayışının temel özellikleri ile yerel yönetişim hakkında bilgiler sunulmaktadır.<br />
Sonrasında yerel kalkınma, yerel kalkınmanın barındırdığı alanlar ve yerel<br />
yönetimlerin yerel kalkınmadaki katkıları çerçevesinde ele alınmaktadır. Sonuç olarak<br />
yerel kalkınmada yönetişim anlayışı ele alınmakta ve yönetişim anlayışının yerel<br />
yönetim eliyle yerel kalkınmadaki rolü vurgulanarak, yerel yönetimlerin yönetişim<br />
anlayışı doğrultusunda nasıl hareket ederek kalkınmaya daha çok katkı<br />
sağlayabilecekleri hususu değerlendirilmektedir.<br />
2.YÖNETİŞİM<br />
Yönetişim, bir toplumsal-politik sistem içerisindeki tüm aktörlerin ortak çabaları<br />
neticesinde ortaya çıkan sonuçların meydana getirdiği yapı ya da düzen (Bozkurt vd.,<br />
1998: 274) olarak tanımlanabilmektedir. Fakat kavramın çeşitli şekillerde kullanıldığı<br />
da görülmektedir. Genel kabul gören tanımında ise yönetişim, kamu kuruluşları ve<br />
özel sektör arasındaki ayrımı bulanık olan sınırlarda ortaya çıkan yönetim stillerini<br />
işaret etmekte (Stoker, 1998: 17) ve daha iyi yönetmek amacıyla yeniden<br />
yapılandırmaya (Stoker, 1998: 18) önem vermektedir. Ayrıca birbirine bağlı olan<br />
pozisyonların ve zıt çıkarlara sahip aktörlerin bulunduğu farklı ağsal yapıları koordine<br />
eden bir süreç olarak da ele alınmaktadır (Cope vd., 1997: 447).<br />
Yönetişim, ilgili literatürde üç kavrama yaptığı göndermelerle de<br />
tanımlanabilmektedir. Yönetimden söz edebilmek için öncelikle bir topluluğun<br />
bulunması gerekmektedir. Yönetilmesi söz konusu olanlar bu topluluktaki bireylerdir.<br />
İkinci olarak bir biçimde meşruiyeti oluşturulmuş bir siyasal gücün varlığı<br />
gerekmektedir. Yönetimi bu gücü elinde tutanlar gerçekleştirecektir. Üçüncü olarak<br />
ise bu topluluğun ulaşmaya çalıştığı ortak bir amacın bulunması gerekmektedir.<br />
Yönetenler, meşruiyetlerini böyle bir amacın varlığına dayandıracaklardır (Tekeli,<br />
1996: 46). Yönetişimin aktörler bazındaki üç boyutu ise; devlet, özel sektör ve sivil<br />
toplum olarak açıklanmakta ve her birinin kendine özgü rolleri olduğu belirtilmektedir<br />
(HABİTAT II, 2000: 1).<br />
Yönetişim kavramında yönetimden farklı olarak, hiyerarşik ilişki yerine “heterarşik<br />
ilişki” vurgulanmaktadır. Bu çerçevede heterarşi; karşılıklı ilişki ve bağımlılık<br />
halindeki faaliyetlerin eşgüdümünü ve kendi kendini organize eden kişiler arası ağları,<br />
örgütler arası eşgüdümü ve sistemler arası döngüyü işaret etmektedir. Heterarşik yapı;<br />
karşılıklı bağımlılık ilişkileri içinde bulunan, fonksiyonel bakımdan otonom olan<br />
sistemlerin ve kurumların kendi kendini örgütleme çabalarını barındırmaktadır<br />
252
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
(Yüksel, 2000: 146). Bu farklılığın yanında ayrıca yönetişim nihai düzenlenmiş<br />
kurallara dönük hareketler için yeni şartlar oluşturmakta ve bundan dolayı da<br />
sonuçları yönetim kavramından farklı olmamaktadır. Sadece süreçlerde farklılık<br />
bulunmaktadır (Stoker, 1998: 17).<br />
Ekonomik çerçevede ise paydaşların katılımı sağlanmadığında, özellikle de özel<br />
sektör dışarıda tutulduğunda kamu politikalarının riske gireceği düşünülmektedir<br />
(Baker ve Eckerberg, 2007: 327). Nitekim ekonomik düzen gittikçe karmaşık bir hal<br />
almaktadır. Bu karmaşıklık karşısında çıktılar hakkında belirsizlikler çoğalırken<br />
koordinasyon sorunları da artmaktadır. Bu noktada aynı firmalarda olduğu gibi yerel<br />
yönetimler için de “yönetişim” önem kazanmakta; hem özel şirketlerin kendi<br />
aralarında hem de özel şirketler ve kamu kurumları arasında yeni yönetişim formlarına<br />
ihtiyaç duyulmaktadır (Helmsing, 2001: 295).<br />
2.1.Yönetişimin Temel Özellikleri<br />
Bu kapsamda yönetişimin temel özellikleri şu şekilde belirtilmektedir:<br />
“Ekonomik, sosyal ve politik öncelikler: Yönetişim; katılımcılık, saydamlık ve<br />
hesap verebilirlik ilkeleri üçgeni içinde korunmaktadır, bu üçgen sayesinde<br />
ekonomik kalkınmada ekonomik, sosyal ve politik öncelikler üzerinde bir<br />
uzlaşma sonucunda ortaya çıkabilmektedir. Yönetişim teorisyenleri, bu<br />
önceliklerin sonucu olarak klâsik sorumluluk kanallarının artık yeni süreçlerle<br />
yer değiştirdiğini belirtmektedirler. Bu süreçte en etkili olan öncelikler tüketici<br />
tercihi ve sorumluluk teorisi olmuştur. Sorumluluk yönetişim literatüründe<br />
zayıf bir boşluk yaratmış, bunun sonucunda yeni arayışlar başlamıştır. Kamu<br />
hizmetlerini kalite ve miktar açısından politik kararlara göre değil de piyasa<br />
taleplerine göre belirlemek; servis sağlayıcılarının kendi performansları ile<br />
ilgili anlık bilgiler almalarını sağlamış ve tüketiciler, bu sayede seçtikleri<br />
kişilere başvurmaya gerek kalmadan hizmeti şekillendirebilme fırsatına<br />
kavuşmuşlardır (Peters ve Pierre, 1998: 225).”<br />
“Seçilmiş görevlilerin değişen rolleri: Yönetişim seçilmiş görevlilerin<br />
fonksiyonlarını mevcut olandan daha az önemli göstermektedir. Tartışmalarda<br />
bu bakış açısından hareket edildiğinde, ağsal ilişkilerin gelişimi ve kamu<br />
kaynakları ile özel kaynakların bir araya getirilmesi önem kazanmaktadır.<br />
Hedef ve öncelikleri belirlemek (Peters ve Pierre, 1998: 223) ise halâ klâsik<br />
rol olarak mevcudiyetini korumaktadır.”<br />
“Katılımcılık: Yönetişimin öncelikleri arasında yer alan saydam bir politika<br />
belirlemek, uygulamak ve uygulama sonuçlarını ilan etmek, ilgili prosedürler<br />
ile beslenmek zorunda olan bir hedef olarak görülmektedir. Bu durum yetki<br />
devirleri ile ortaya çıkmaktadır. Günümüzde, kalkınma politikasına müdahale<br />
etmek anlamında sivil toplum örgütleri kanalıyla yetki devri daha çok<br />
etkinleştirilebilmekte ve aktif olarak denetlenebilmektedir. Sivil toplum<br />
üyeleri, devletle olan ilişkilerinde kamu görevlileri ve bürokrasi ile yüz yüze<br />
gelmekte ve kamu sektörünün işleyiş biçimi bu karşılaşmanın niteliğini<br />
belirlemektedir. Pek çok ülkede kamu sektörünün etkin işleyişi, aşırı<br />
merkeziyetçilik, kamu hizmetlerinin etkin sunulamaması ve merkezi<br />
253
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
hükümetin katı karar ve uygulamaları gibi yapısal sorunlar yüzünden<br />
kısıtlanmaktadır (HABİTAT II, 2000: 1). Yetki devri ve sivil toplumun<br />
katılımcılığı, bu ortamda bir zorunluluk olarak gündeme gelmektedir.”<br />
“Bürokratik şartlar: Demokrasi bağlamında gelişen sorunların çözümünde<br />
siyasal sorumluluk ve bürokratik denetim fonksiyonlarının oldukça önemli<br />
olduğu belirtilmektedir. Örgüt yapılarının bu süreçte demokratik yönetişimi<br />
kendilerinin üretmesi gerekmektedir. Ancak uygulamada rasyonel denetimler<br />
ve süreçler, sürekli olarak siyasal liderlerin çıkarına hizmet etmekte ve bu<br />
şekilde hiyerarşinin dışına çıkıldığı belirtilmektedir (Wolf, 1996: 165).”<br />
“Saydamlık: Günümüzde suiistimallerin ortaya çıkarılması, önlenmesi ve<br />
kolektif çıkarların korunması açısından en önemli araçlardan birisi de<br />
saydamlık mekanizması olmuştur. Bu şekilde kurumsal bakış, sezgi,<br />
politikalarla uyumlu bilgi ve anayasal sistemde otorite-hiyerarşi ilişkileri<br />
(Green ve Hubbell, 1996: 38) daha belirgin olarak görülebilmektedir.”<br />
“Yeni liderlik anlayışı: Siyasal konsepte yönetim, çift taraflı liderliği<br />
gerektirmektedir. Bu ise; rejimin değerleri arasında diyalog ve işbirliği<br />
oluşturma becerisini ve bunların farklı gerilimlerini dengeleyebilmeyi, kamu<br />
çıkarı ile ilgili olarak karar veren halkın temsilcisi olabilmeyi, kurumsal<br />
performansı ve koruma duyarlılığını gerektiren imajı, kamuoyu üzerindeki<br />
etkileri sınırlamayı, temel hakları korumayı, hukukun hâkimiyetini sağlamayı<br />
ve vatandaşı demokratik yönetişim sürecinde eğitici, yetiştirici ve halktan yana<br />
yapmayı (Green ve Hubbell, 1996: 39) gerektirmektedir.”<br />
“Demokratik sorumluluk: Genel olarak yönetişimde temel unsurun demokratik<br />
sorumluluğun sağlanması olduğu söylenmektedir (Kettl, 2000: 494). Ancak<br />
demokratik sorumluluk, oldukça karmaşık ve sorunlu bir ölçüt olarak<br />
değerlendirilmektedir. Çünkü sebep olma ve idare gücünü birbirinden ayırt<br />
etmek ve bunları bireyselleştirmek oldukça zor görülmektedir (O’Toole, 1997:<br />
449).”<br />
2.2.Yerel Yönetişim<br />
Son yıllarda tüm dünyada yerellik ilkesinin yaygınlaşmasıyla eş zamanlı olarak yerel<br />
yönetişim kavramı, yoğun olarak tartışılmaya başlanmıştır. Nitekim böylesine büyük<br />
değişimlerin yaşandığı bir çevrede hem merkezi yönetimler hem de yerel yönetimler<br />
kendilerini yeniden keşfetmekte, yönetimden yönetişime, merkezden yerele bir<br />
değişim geçirmekte ve daha esnek, yenilikçi ve uyumlu bir hal almaktadırlar (Andrew<br />
ve Goldsmith, 1998: 105). Bunun neticesinde karşımıza çok merkezli ya da merkezsiz<br />
yerel bölgeler çıkmaktadır (Governa ve Saccomani, 2004: 329). Bu noktada çıkar<br />
gruplarının işbirliği, iletişim ve katılım yerel yönetişimin temel özellikleri olarak<br />
ortaya çıkmaktadır (Hawkins ve Wang, 2012: 12).<br />
Ülkemiz de dâhil birçok ülkede, bu kavramın uygulamaya yansıması olan Gündem<br />
21’lerin sayısı ise her geçen gün artmaktadır. Gündem 21, gelecek yüzyılda çevreyi<br />
ve kalkınmayı etkileyen tüm alanlarda, hükümetlerin ve tüm bağımsız sektörlerin<br />
üstlenmesi gereken faaliyetleri tanımlayan ve hükümetler tarafından kabul edilen en<br />
254
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
kapsamlı eylem plânı (HABİTAT II, 2000: 5) olarak kabul edilmektedir. Plân yerel<br />
yönetimlere yeni görevler vermektedir. Geleneksel yerel yönetim anlayışında, yerel<br />
yönetimlerin bazı hizmetleri yapmaları ve yerel toplulukların bunları kabul etmeleri<br />
söz konusudur. Yerel topluluklar böyle bir anlayış içinde, kendilerine sunulan<br />
hizmetlerin edilgen alıcıları olmaktan öteye geçememektedirler. Ancak zamanla bu<br />
topluluklar kendilerine sunulmakta olan hizmetlerin günlük yaşamlarını ve refahlarını<br />
çok yakından etkilediğinin bilincine varmaya başlamışlardır. Bu dönüşümün doğal bir<br />
sonucu olarak da yerel hizmetlerin şekillendirilmesinde, yönetiminde ve denetiminde<br />
etkin roller almaya ve yönetime katılma taleplerini yoğunlaştırmaya başlamışlardır.<br />
Bu süreçte ortaya çıkan Gündem 21 belgesi, aslında karşı karşıya kalınan yeni<br />
gündemin uygulanması görevini yerel yönetimlere vermekte ve katılım unsurunu<br />
sürekli olarak ön plâna çıkarmaktadır. Demokratik yönetimin beşiği olarak tarif edilen<br />
yerel yönetimlerde, katılım ilkesinin de ötesine geçilerek karar alma sürecinin halk<br />
tarafından paylaşılmasıyla yeni yüzyılın demokratik anlayışının şekilleneceği ön<br />
görülmektedir.<br />
Gündem 21’in en önemli önerisi, ulusal eylem plânlarının oluşturulmasına temel<br />
teşkil edecek yerel eylem plânlarının hazırlanmasıdır. 21. yüzyıla hazırlık<br />
anlamındaki çalışmaların belirleyici sözcüğü olarak tanımlanan Yerel Gündem 21;<br />
yerel ve ortak yerleşim sorunlarının dayanışmayla birlikte çözümü ve bu bağlamda<br />
mevcut kaynakların değerlendirilmesi ile geleceğe yönelik yaşanabilirliği sürdürebilir<br />
kılma çalışmalarını içermektedir. Kamu yönetimi açısından da “emret-yaptır” yerine<br />
“özendir-yapılsın” tarzında bir öneri sunmaktadır (Karaman, 1998: 348). Gündem 21,<br />
“insanlık tarihsel bir dönüm noktasındadır” cümlesiyle başlamaktadır.<br />
Uluslararasında ve ulusların kendi içindeki eşitsizliklere, giderek artan yoksulluğa,<br />
açlığa, hastalıklara ve cehalete ve eko-sistemde süren kötüleşmeye dikkat<br />
çekilmektedir. Çıkış yolu olarak ise; temel ihtiyaçların karşılanmasını, yaşam<br />
standartlarının iyileştirilmesini, eko-sistemlerin daha iyi korunmasını ve<br />
yönetilmesini ve daha güvenli bir geleceğe giden yolun yapı taşlarının döşenmesini<br />
sağlayacak “küresel ortaklık” kavramı gündeme getirilmektedir (HABİTAT II, 2000:<br />
5). Gündem 21, içerdiği tüm program alanları için bir politik taahhütler belgesi<br />
oluşturmaktadır. Temel yaklaşımı; tüm program alanlarına yönelik finansman<br />
politikalarının belirlenmesi, yeni kaynakların yaratılması, uygulanabilir tekniklerin ve<br />
ekonomik araçların belirlenmesi, merkezi yönetim-yerel yönetim ilişkilerinin<br />
yerelleşme anlayışı doğrultusunda güçlendirilmesi, hükümet ve hükümet dışı<br />
kuruluşlar arasında işbirliğinin geliştirilmesi ve en önemlisi, halkın etkin katılımının<br />
sağlanması gibi öncelikler olmaktadır (HABİTAT II, 2000: 5).<br />
3.YEREL KALKINMA<br />
Yerel kalkınma, tarih boyunca her zaman ülke politikalarının ana hedefi olmuştur.<br />
Nitekim her çağda, her topluluk bir kalkınma arayışı içinde bulunmuştur. Bu durum<br />
toplumların ekonomik, düşünsel, siyasal, yönetsel ve kültürel kapasitelerine göre her<br />
toplumun kendine özgü yöntemleriyle sürmüştür (Çukurçayır, 2010: 617). Bu süreçte<br />
yerel yönetimler kalkınma adımlarında hep itici faktörü oluşturmuştur. Artan<br />
yoksulluk, hızlı kentleşme ve yüksek işsizlik oranları gibi sorunlar karşısında yerel<br />
yönetimlerin kendi ekonomilerini korumak, yeni iş olanakları yaratmak, çeşitli<br />
255
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
sanayilerin kurulmasına yardımcı olmak ve kendilerine yatırım çekmek için yerel<br />
kalkınma yaklaşımını benimsemeleri gerekmiştir (Matovu, 2002: 123).<br />
Yerel kalkınma yeni iş alanları ve kent ekonomisini canlandıracak politikaların<br />
belirlenmesi, bu politikaların en verimli şekilde bir araya getirilmesi ve bir erk<br />
tarafından uygulanmasıdır. Serbest piyasanın giderek sıklaşan krizlerini azaltmak,<br />
yerel kalkınmanın ortaya çıkış hedeflerinden biri olmuştur. Sürdürülebilirlik ve yerel<br />
ekonominin yeniden canlandırılması krizlere yönelik müdahaleler bağlamında temel<br />
ilkelerdir (Aydın, 2009: 307). Bilgi toplumuna doğru yaşanan süreçte, küreselleşme<br />
ve demokratikleşme eğilimleri, yönetimleri adem-i merkeziyetçiliğe, şeffaflığa,<br />
etkinlik ve verimlilik ilkelerine göre hareket etmeye ve katılıma doğru<br />
yönlendirmektedir. Meydana gelen değişiklikler, örgüt ve toplum yapılarını yeni<br />
ihtiyaç ve gelişmelere uymaya zorlarken diğer taraftan da yönetim yapılarında nispi<br />
olarak küçülme ve yerelleşme gibi iki eğilimi öne çıkarmaktadır (Yılmaz, 2007: 226).<br />
Bu süreçte yerel yönetimlerin önemi daha da artmaktadır. Artık yerel yönetimler<br />
katılmalı yönetime vurgu yapan yeni yönetişim anlayışında, kuracakları etkin ve<br />
verimli yönetim yapılarıyla yerel kalkınmaya destek olacaklar, bu da bütüncül<br />
kalkınmayı doğrudan destekleyecektir.<br />
Yapılan birçok araştırma iyi yönetim ile ekonomik kalkınma arasında doğru orantılı<br />
bir ilişki olduğunu göstermektedir. Yönetişimin uygulandığı ve belli derecede<br />
katılımcı demokrasinin yansıması olarak katılımcı bir kamu yönetimi modelini<br />
benimseyen ülkelerde ortaya çıkan ekonomik kalkınma ve bunun vatandaşlara<br />
yansıma biçimi ile kötü yönetim ya da katılımcı olmayan yönetim modellerini<br />
uygulayan ülkelerde ortaya çıkan sonuçları karşılaştırdığımızda açık bir şekilde bu<br />
sonucu görmek mümkündür (Kapucu ve Gündoğan, 2010: 562). Bu nedenle artık<br />
günümüzde yerel kalkınma çok boyutlu olarak ele alınmaya başlanmış; ekonomik,<br />
sosyal, kültürel boyutları ön plana çıkarılmıştır (Tortop, 1998: 325). Bu kapsamda<br />
yerel kalkınmanın temel vurgularını şöyle özetleyebiliriz (Göymen, 2014: 1; Aydın,<br />
2009: 310):<br />
Yerel kalkınma insan odaklı olmalıdır. Salt büyümeyi amaçlayan; büyümenin<br />
bireylere ve topluma nasıl yansıdığını önemsemeyen yaklaşımlar yeterli değildir.<br />
Yerel kalkınma, mümkün olduğu kadar eşitlikçi ve kapsayıcı olmalı; yerel yönetimler<br />
kalkınmanın öncülüğünü üstlenirken, sonuçların toplumun değişik katmanlarını nasıl<br />
etkilediğini izlemeli ve gerektiğinde kalkınma sürecinden eşit pay alamayan kesimler<br />
için gözetici ve pozitif ayırımcı politikalar uygulamalıdır. Kalkınma, çok boyutlu<br />
(ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel) bir süreçtir ve bu boyutlar arasında bir<br />
“tamamlayıcılık etkisi” yaratılması gözetilmelidir. Yerel kalkınmada rol alan tüm<br />
aktörlerin kaynakları işbirliği içerisinde olmalıdır. Stratejik planlama süreci<br />
yürütülmeli ve yerel aktörlerin kalkınma stratejisini oluşturan sektör geliştirme<br />
programlarında mutabakat sağlanmalıdır. Yatırımcılar için iş dostu bir çevre<br />
oluşturulmalıdır. Hükümet programları ile yerel ihtiyaçlar arasında uyum ve<br />
bütünleşme sağlanmalıdır. Yerel yönetişim ilkeleri uygulanmalıdır.<br />
256
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
3.1.Yerel Kalkınma Alanları<br />
Yerel yönetimlerin kalkınmaya katkıları, ülkelerin refah düzeyi ile doğrudan ilgilidir.<br />
Refah düzeyi yüksek olan ülkeler, bu durumlarını merkezi yönetim ile yerel yönetim<br />
arasında sağlanan işbirliği ile oluşan bütüncül kalkınmaya borçludur. Bu duruma katkı<br />
sağlayan belli başlı yerel kalkınma alanları şu şekilde belirtilebilir (Kaya vd., 2008:<br />
147-162):<br />
Fiziksel Kalkınma: Yerel kalkınma içerisinde yerel yönetimlerin temel sorumluluk<br />
birisi, şehirlerin fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması ve planlı şehirleşmenin<br />
yürütülmesidir. Şehirlerin ve şehirde yaşayanların öncelikle karşılanması gereken<br />
ihtiyaçları, temel altyapı ihtiyaçlarıdır. Fakat temel altyapı ihtiyacının da sağlıklı<br />
olarak gerçekleştirilmesi ve kentsel gelişimin sürdürülebilir olması için yapılması<br />
gereken öncelikli çalışma ise planlamadır. Sosyal Kalkınma: Sosyal kalkınma, gelir<br />
dağılımındaki büyük farkların mümkün olduğu kadar azaltılmasıyla sağlanmaktadır.<br />
Bu süreçte kişilere gelir artışları yanında daha iyi bir konut, daha iyi sağlık koşulları,<br />
daha iyi ulaşım, daha iyi eğitim ve kültür gibi birçok hizmet verilmektedir. Kültürel<br />
Kalkınma: Yerel yönetimler günümüz insanına yalnızca daha büyük bir oranda iş ve<br />
yerleşim olanakları sunan bir yer değildir. Aynı zamanda dünyanın en uzak yerlerini<br />
kendine çeken, türlü bölgeleri, insanları ve etkinlikleri bir düzene göre biçimlendiren;<br />
ekonomik, siyasal ve kültürel yaşamın öncüsü ve denetleyicisi konumunda olan<br />
merkezlerdir. Bu yönleri ile kültürel kalkınmaya büyük katkı sağlarlar. Ekonomik<br />
Kalkınma: Bu kapsamda kent ekonomisin geliştirilmesi için planlama, teşvik ve<br />
istihdam artışına yönelik eğitim ve organizasyon çalışmaları yapılır. Yerel ekonomik<br />
kalkınmada amaç; kent ekonomisinin, ticaretin ve istihdam sahalarının geliştirilmesi<br />
yoluyla refah artışının sağlanmasıdır. Siyasal Kalkınma: Bu süreçte yerel<br />
yönetimlerin kararlarının alınması ve uygulanmasında halkın katılım kanallarının<br />
güçlendirilmesi ve demokratik kültürün geliştirilmesi hedeflenir. Birlikte yönetim<br />
anlayışının gelişmesi için halkın karar ve uygulamalara katılım mekanizmalarının<br />
geliştirilmesi gerekir. Dünyada son yıllarda artan kalıtımcı yönetim anlayışı, birçok<br />
ülkede farklı katılım yöntemlerini gündeme getirmiştir. Bunlardan bazıları; planlama<br />
çemberleri, yurttaş kurulları, şura çalışmaları, iyi yönetişim, referandum, kamuoyu<br />
yoklamaları, kent konseyleri olarak belirtilebilir.<br />
Söz konusu kalkınma alanları çerçevesinde yerel yönetimlerin yerel kalkınmada<br />
alacakları rol doğrudan ekonomik faaliyetlere girişmek yerine uygun ortamın tesis<br />
edilmesi olmalıdır. Nitekim kamu kurumları ekonomik bir güç olarak ortaya<br />
çıktığında hantal bir yapı kaçınılmaz olmaktadır. Doğal olarak devamında da<br />
“partizanlık, israf, kaynakların verimsiz kullanımı” ile karşılaşılmaktadır.<br />
Günümüzde ise etkin bir kamu yönetiminin tesisinde küçük ama hareket kabiliyeti<br />
yüksek kurumlara sahip olunması gerektiği genel olarak kabul edilmektedir (Aydın,<br />
2009: 311). Bu nedenle yeni kamu yönetimi yaklaşımları tüm dünya genelinde hızla<br />
yaygınlaşmakta ve bu süreçte özellikle yerel yönetimlerin etkin ve verimli yönetim<br />
mekanizmalarıyla yerel kalkınmaya katkı sağlamaları öngörülmektedir.<br />
257
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
3.2.Yerel Kalınmaya Yerel Yönetimlerin Katkısı<br />
Uygulamaya baktığımızda yerel kalkınma ile ilgili faaliyetlerin, hem yerel yönetim<br />
bazında hem de faaliyet bazında oldukça farklılaştıkları görülmektedir. Bu<br />
farklılaşmanın temel nedenlerinden birisi de yerel kalkınma programı hazırlanması ve<br />
uygulanması aşamalarına yerel yönetim organlarının dışında çeşitli kuruluş veya<br />
birimlerin katılıyor olmasıdır. Örneğin bu sürece yerel yönetimlerde çalışan memur<br />
ve ücretlilerin de önemli katkısı olmaktadır. Bunun dışında çeşitli gönüllü kuruluşlar,<br />
ticaret ve sanayi odaları, ziraat odaları, dernekler gibi kuruluşlar kalkınma programları<br />
hazırlanırken bu süreçte önemli aktörler olarak yer almaktadırlar. Ayrıca yerel<br />
kalkınmanın boyutunun yerel zenginlikle doğrudan ilgili olduğu da unutulmamalıdır.<br />
Eğer yerel idarenin bulunduğu beldede yerel zenginlikler, varlıklı kişi ve kuruluşlar<br />
ve tarımsal olanaklar bulunuyorsa birçok ekonomik girişim başarıya ulaşmakta ve<br />
doğal olarak buranın yerel kalkınmaya katkısı da fazla olmaktadır. Bu kuruluşlardan<br />
elde edilecek çeşitli gelirler yanında, onların çeşitli yardım ve katkılarından da<br />
yararlanma olanakları söz konusu olabilmektedir. Bu kapsamda yerel kalkınma<br />
politikasının başarısında; yerel haberleşme, iletişim gibi olanakların sağlanmasının<br />
büyük yararı ve etkisi vardır. Bu olanaklar olmadan yerel kalkınma projelerinin<br />
başarıya ulaşması güçtür (Tortop, 1998: 325).<br />
Kalkınma projelerinin başarıya ulaşmasında, yerel idarenin o yörenin altyapısında<br />
ulaştığı gelişmişlik seviyesi de önemli bir unsurdur. Birçok ülkede ilgili mevzuat yerel<br />
yönetimlere kent ekonomisini ve ticaretini geliştirme görevi vermektedir. Yerel<br />
yönetimlerin özellikle de belediyelerin mali ve insan kaynaklarına sahip kurumlar<br />
(Aydın, 2009: 310) olmaları, yerel kalkınma sürecinde daha etkili aktörler olmalarını<br />
sağlamaktadır.<br />
Yerel yönetimlerin yerel kalkınmadaki rolünün yadsınamaz gerçeğiyle birlikte artan<br />
önemi, yerel yönetimlerin değişmesi ve gelişmesi için itici bir faktör oluşturmaktadır.<br />
Esasında yerel yönetimlerin değişiminde üç ana etken bulunmaktadır. Hizmetlerin<br />
özelleştirilmesi, yerel yönetimlerin yeniden yapılandırılması ve hükümetler<br />
arasındaki ilişkilerin değişimi ulus-devlet içerisindeki değişimlere; partizanca<br />
gerçekleştirilen değişimler siyasi değişimlere ve yerelde görülen hizmetlerin<br />
özelleştirilmesi, tüketici ve vatandaş ilişkilerinin gelişimi için yürütülen çabalar gibi<br />
değişimler de yerel yönetimlerin kendi içlerinde yaşadığı değişime örnek<br />
gösterilmektedir (Andrew ve Goldsmith, 1998: 101). Merkezi yönetimlerin birçok<br />
yerde başarısızlığa uğramasıyla yerelleşmede birçok fayda görülmüştür. Yerelleşme<br />
sayesinde merkezi otoritenin bölünmesi, yerel yönetimler arasında rekabetin<br />
sağlanması ve böylece bir denge mekanizması kurulacağı düşünülmüştür. Teknolojik<br />
gelişmeler de kamu hizmetlerinin daha küçük çaplı piyasa alanlarında etkin bir şekilde<br />
sunulmasına olanak sağlamış ve bu durum da yerel yönetimlere görevlerinde daha<br />
başarılı olmaları için fırsatlar yaratmıştır (Bardhan, 2002: 185). Ancak yerel<br />
yönetimlerin yerel kalkınmaya katkı sağlamasında iyi yönetişim anlayışından etkin<br />
bir şekilde yararlanmaları beklenmektedir. Nitekim iyi yönetişim yerelde ekonomik<br />
gelişmeyi sağlayan ana etkenlerden biri olarak görülmektedir (Matovu, 2002: 121).<br />
Yerel yönetimlerin ekonomik gelişme, çevresel koruma ve sosyal eşitlik gibi<br />
amaçlarını başarmak için çok çeşitli yerel örgütlerle etkileşim halinde olmaları<br />
258
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
gerekmektedir. Zaten yönetişim kavramı da yönetim, bireyler, kuruluşlar ve örgütler<br />
arasındaki resmi veya gayri resmi bu etkileşimi ifade etmektedir (Hawkins ve Wang,<br />
2012: 8). Ayrıca yerel yönetimlerin merkezi yönetimlere oranla daha fazla bir bilgi<br />
avantajına sahip olduğu bilinmektedir. Demokratik ülkelerde yerel yöneticilerin<br />
merkezi yöneticilere kıyasla yerel bilgileri kullanmaya daha istekli olması, yerel<br />
yönetimlerin bu avantajına bir neden olarak gösterilmektedir (Bardhan, 2002: 191).<br />
4. SONUÇ YERİNE: YEREL KALKINMADA YÖNETİŞİM<br />
Yerel kalkınmada demokrasi ilkelerinin benimsenmesi ve katılımın arttırılması<br />
olumlu gelişmelerdir. Fakat yerelleşme çabalarında ortaya çıkan sorunlar, yönetişimle<br />
birlikte yerel kalkınmanın sağlanmasında etkin politikaların ve stratejilerin eksikliğini<br />
göstermektedir (Matovu, 2002: 123). Örneğin Doğu ve Güney Afrika bölgesinde<br />
yerelleşme politikaları sonucunda ortaya çıkan başarısız sonuçlara, yerelleşme<br />
sürecinde kurumsal ve politik boşlukların sebep olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle<br />
oluşturulacak kamu politikalarında mutlaka ortaklıkların özendirilmesi, yerel çıkar<br />
gruplarının katılımının sağlanması, yolsuzluğa karşı politikaların ve stratejilerin<br />
ortaya koyulması ve halka karşı hesap verebilir ve ilgili bir yönetişim anlayışıyla<br />
hareket etmek gerekmektedir (Matovu, 2002: 126). Bununla birlikte yerel kalkınma,<br />
kendi içerisinde bir son olarak görülmemeli; yerel yönetimlerde iş olanaklarının<br />
sağlanması ve yoksulluğun azaltılması gibi belirli hedeflere ulaşmak için bir süreç<br />
olarak algılanmalıdır (Matovu, 2002: 124).<br />
Yönetişim kanalıyla yerel kalkınmanın sağlanması doğal olarak ortada başarılı bir<br />
yerel yönetimi gerekli kılmaktadır. Bu nedenle yerelleşmede bazı hususlara dikkat<br />
etmek gerekir. Örneğin yerelleşme fikri her ne kadar birçok fayda içerse de bu fikri<br />
destekleyenlerin arasında, bunu devleti zayıflatmak için bir fırsat olarak gören serbest<br />
piyasa savunucuları ile toplum başarısızlığını reddeden anarşist toplulukçular da<br />
bulunmaktadır. Nitekim birçok ekonomistin analizlerinde toplum başarısızlığı, piyasa<br />
ve devlet başarısızlığı kadar tehlikeli bulunmaktadır (Bardhan, 2002: 187). Ayrıca<br />
birçok gelişmekte olan ülkelerin yerel yönetimlerinde bazı elit kesimlerin ortaya<br />
çıkması, yerel kalkınmayı olumsuz etkilemektedir. Bu durumda merkezi yönetimin<br />
aktif roller üstlenmesi kabul edilebilir (Bardhan, 2002: 202). Nitekim ortaklık,<br />
vatandaşların katılımı, hesap verebilirlik, saydamlık, açıklık, hukukilik ve insan<br />
haklarına saygı içeren bir yönetişim anlayışıyla yerel kalkınma sağlanabilir (Matovu,<br />
2002: 125). Yerel kalkınmada yönetişim anlayışıyla etkin bir katılımcılığın tesis<br />
edilmesi büyük bir önem arz etmektedir. Fakat katılımcılık çoğu ülke örneklerinde<br />
deneyimlendiği üzere sembolik kalabilmektedir. Karar almada katılımcılığın siyasi<br />
bir hareket ve süreç olarak görülmesi bu duruma neden olmaktadır (Matovu, 2002:<br />
129). Bu nedenle olabildiğince sembolik bir katılım anlayışından uzaklaşarak etkin<br />
bir katılım mekanizmasının tesis edilmesi gerekmektedir. Ayrıca ilgili yerel bölge,<br />
barındırdığı kaynaklarla birlikte düşünülmelidir. Bu şekilde yerel kalkınma<br />
sağlanabilir (Governa ve Saccomani, 2004: 343-344).<br />
Sonuç olarak yerel yönetimlerin faaliyetlerini başarı ile yürütüp, yerel kalkınmaya<br />
istenen katkıyı sunabilmeleri, katılımcı ve etkin bir yönetim sistemine sahip<br />
olmalarına bağlıdır. Etkinlik, yerel yönetim hizmetleri için de büyük önem<br />
taşımaktadır. Yerel idarelerin kıt kamu kaynaklarını yönetirken etkinlik ölçütüne<br />
259
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
gereken önemi göstermeleri gerekmektedir. Tüm yerel idarelerin ihtiyaçların<br />
giderilmesi noktasında, ekonomik veya sosyal verimlilik ilkeleri çerçevesinde,<br />
maliyet-fayda veya maliyet-etkinlik ile gerekli görülen diğer ekonomik ve sosyal<br />
analiz çalışmalarını yapmaları gerekmektedir. Bu amaçla; “Toplam Kalite Yönetimi,<br />
ISO 9001 Kalite Yönetim Sistemi, Stratejik Planlama, Performans Değerlendirme,<br />
Süreç İyileştirme, Ekonomik ve Sosyal Fayda Analizleri, Hizmet İçi Eğitim, Bilişim<br />
Teknolojilerinden Yararlanma, Kurum İçi ve Kurum Dışı İletişim Yönetimi, Kurum<br />
Kültürünü Geliştirme, Katılımcı Yönetim İçin Kent Konseyleri, Yaşlılar Meclisi,<br />
Gençlik Meclisi, Kadınlar Meclisi, Özürlüler Meclisi, Vatandaş Şikayet ve<br />
Taleplerinin Yönetimi, Modern Arşiv Sisteminin Kurulması, Kent Bilgi Sisteminin<br />
Kurulması, Re-Organizasyon Çalışmaları Yapılması, Belediye Gelirlerini Artırıcı<br />
Çalışmalar Yapılması, Tasarruf Politikaları Uygulanması” süreçlerinden<br />
yararlanılmalıdır.<br />
KAYNAKÇA<br />
Andrew, C. & Goldsmith, M. (1998). From local government to local governance –<br />
and beyond?, International Political Science Review, 19(2), pp. 101-117.<br />
Aydın, S. (2009). Küreselleşme Sürecinde Yerel Ekonomiler, Haz. K. Veysel Bilgiç,<br />
Değişik Yönleriyle Yerelleşme, Ankara: Seçkin Yay., s.303-324.<br />
Baker, S. & Eckerberg, K. (2007). Governance for sustainable development in<br />
Sweden: The experience of the local ınvestment programme, Local<br />
Environment, 12(4), pp. 325- 342.<br />
Bardhan, P. (2002). Decentralization of governance and development, Journal of<br />
Economic Perspectives, 16(4), pp. 185-205.<br />
Bozkurt, Ö., Ergun, T. & Sezen, S. (1998). Kamu Yönetimi Sözlüğü, Ankara: TODAİE<br />
Yay.<br />
Cope, S., Leıshman, F. & Storıe, P. (1997). Globalization, new public management<br />
and the enabling state, International Journal Of Public Sector Management,<br />
10(6), pp. 444-460.<br />
Çukurçayir, M. A. (2010). Bölgesel Kalkınma ve Bölgesel Yönetişim, Haz. M. Akif<br />
Çukurçayır, Hülya Eşki Uğuz & H. Tuğba Eroğlu, Yönetişim, Kuram-<br />
Boyutlar-Uygulama, konya: Çizgi Kitabevi.<br />
Dunsire, A. (1995). Administrative theory in the 1980’s: A viewpoint, Public<br />
Administration, 73, pp. 25-35.<br />
Governa, F. & Saccomanı, S. (2004). From urban renewal to local development. new<br />
conceptions and governance practices in the ıtalian peripheries, Planning<br />
Theory & Practice, 5(3), pp. 327-348.<br />
Göymen, K. (2014). Yerel Kalkınma Önderi ve Paydaşı Olarak Belediyeler,<br />
http://research.sabanciuniv.edu/1427/1/KorelGoymen.pdf (13.07.2016).<br />
Green, R. T. & Hubbell, L. (1996). On Governance and Reinventing Government,<br />
Haz. Gary L. Wamsley, Refounding Democratic Public Administration,<br />
Modern Paradoxes, Post Modern Challenges, USA: Sage, pp. 38-67.<br />
Habitat II, (2000). İstanbul +5 Ülke Raporu, Yönetişim Alt Bölümü, İstanbul.<br />
Hawkins, C. V. & Wang, X. (2012). Sustainable development governance: Citizen<br />
participation and support networks in local sustainability ınitiatives, Public<br />
Works Management & Policy, 17(1), pp. 7-29.<br />
260
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Helmsing, B. (2001). Externalities, learning and governance: New perspectives on<br />
local economic development, Development and Change, 32(2), pp. 277-308.<br />
Kapucu, N. & Gündoğan, E. (2010). Yönetişim, Ekonomik Kalkınma ve Demokrasi,<br />
Haz. M. Akif Çukurçayır, Hülya Eşki Uğuz & H. Tuğba Eroğlu, Yönetişim,<br />
Kuram-Boyutlar-Uygulama, Konya: Çizgi Kitabevi.<br />
Karaman, Z. T. (1998). Habitat II ve Yerel Gündem 21 Sorumluluğu, Türk İdare<br />
Dergisi, 70(421), s. 347-364.<br />
Kaya, E., Şentürk, H., Daniş, O. & Şimşek, S. (2008). Modern Kent Yönetimi, 2.<br />
Baskı, İstanbul: Okutan.<br />
Kettl, F. D. (2000). The transformation of governance: Globalization, devolution and<br />
the role of government, Public Administration Review, 60(6), pp. 488-498.<br />
Matovu, G. (2002). Policy options for good governance and local economic<br />
development in Eastern and Southern Africa, Urban Forum, 13(4), pp. 121-<br />
133.<br />
O’Toole, J. L. (1997). The ımplications for democracy in a networked bureaucratic<br />
world, Journal of PA Research & Theory, 7(3), pp. 443-460.<br />
Peters, B. G. & Pıerre, J. (1998). Governance without government? Rethinking public<br />
administration, Journal of PA Research&Theory, 8(2), pp. 223-244.<br />
Santamaria, Y. (1998). Ulus-Devlet: Bir modelin tarihi, Haz. Jean Leca, Uluslar ve<br />
Milliyetçilikler, (çev. Siren İdemen), İstanbul: Metis Yayınları, s. 20-30.<br />
Sen, A. (2007). Identity & Violence – The Illusion of Destiny, Great Britain: Penguin<br />
Books.<br />
Stoker, G. (1998). Governance as theory: five positions, International Sociel Science<br />
Journal, 50(1), pp. 17-29.<br />
Tekeli, İ. (1996). Yönetim kavramı yanısıra yönetişim kavramının gelişmesinin<br />
nedenleri üzerine, Sosyal Demokrat Değişim, 3, s. 45-54.<br />
Tortop, N. (1998). Yerel Yönetim Anlayışında Gelişmeler ve Yerel Yönetimlerin<br />
Önemi, Haz. Davut Dursun & Hamza Al, Türkiye’de Yönetim Geleneği,<br />
İstanbul: İlke Yay, s. 319-327.<br />
Wolf, J. F. (1996). Moving Beyond Prescriptions Making Sense Of Public<br />
Administration Action Contexts, Haz. Gary L. Wamsley, Refounding<br />
Democratic Public Administration, Modern Paradoxes, Post Modern<br />
Challenges, USA: Sage, pp. 141-167.<br />
Yılmaz, A. (2007). AB’ye uyum sürecinde Türk Kamu Yönetiminin dönüşümü<br />
üzerine notlar, D.P.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, 17, s. 215-241.<br />
Yüksel, M. (2000). Yönetişim kavramı üzerine, Ankara Barosu Dergisi, 58(3), s. 145-<br />
159.<br />
261
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kalkınma Ajansları ve Sosyo Ekonomik Politikalar:<br />
Doğu Anadolu ve Serhat Kalkınma Ajansları Örneğinde<br />
Öz<br />
Mehmet Akif ÖZER 1 , İbrahim İRDEM 2<br />
Bilindiği gibi kalkınma ajansları; sektörel ve genel kalkınma sorunlarını belirleyen,<br />
bunların çözümüne yönelik imkanları ve çözümleri saptayan ve bunları geliştiren<br />
projeleri yerel kalkınmayı sağlamak amacıyla destekleyen birimlerdir. Türkiye’de ise<br />
bu kuruluşlar 2006 yılında yasal zeminin oluşmasıyla kurulmaya başlamışlar ve kısa<br />
sürede bugün 26 bölgede aktif olarak faaliyetlerini sürdürür hale gelmişlerdir. Sürecin<br />
bu şekilde başarıyla sürdürülmesinde Avrupa Birliği’nin etkisinin yanında, bölgesel<br />
dengesizliklerinin giderilmesine, gelir adaletsizliklerinin hafifletilmesine,<br />
kalkınmanın yerele yayılmasına ve ulusal gelirden tüm toplumun dengeli pay<br />
almasına yönelik toplumsal talepler de çok etkili olmuştur. Bu çalışmada böylesine<br />
önemli işlevleri olan kalkınma ajansları ile ilgili genel bilgiler verilecek, sorunlu<br />
alanlar tartışılacak ve bu kuruluşların sosyal ekonomi politikalarının uygulanmasında<br />
nasıl daha aktif hale getirilebilecekleri değerlendirilecektir. Bu kapsamda Doğu<br />
Anadolu ve Serhat Kalkınma Ajansları özel olarak incelenecek, bu kuruluşlarla ilgili<br />
genel bilgiler verilerek, son dönemde bölgelerinde sosyal ekonomi politikalarının<br />
uygulama sürecine nasıl katkıda bulundukları değerlendirilecektir.<br />
Anahtar Kelimeler: Bölgesel Kalkınma, Kalkınma Ajansları, Sosyal Ekonomi<br />
Politikaları, Yerel Aktörler, Gelir Adaletsizliği<br />
Development Agencies and Socio-Economic Policies: In<br />
the Example of Eastern Anatolian and Serhat<br />
Development Agencies<br />
Abstract<br />
As it is known, development agencies are the units which determine sectoral and<br />
overall development problems, detect opportunties and solutions for their solutions<br />
and support the projects that develop them in order to realize regional development.<br />
In Turkey, these organizations have been begun to found with the formation of legal<br />
basis in 2006 and in a short span of time, development agencies have actively become<br />
to carry their activities in 26 regions today. The elimination of regional imbalances,<br />
easing of income inequality, sprading of development to the local and social demands<br />
towards balanced share of national income besides the impact of the European Union<br />
have also been very effective in maintaining the process successfully In this study,<br />
general information will be given about the development agencies with such important<br />
functions, problematical issues will be discussed and it will be carried out the<br />
evaluation regarding how these organizations can become more active in the<br />
1<br />
Prof. Dr., Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, (akifozer@yahoo.com)<br />
2<br />
Arş.Gör., Polis Akademisi Başkanlığı (ibrahimirdem33@gmail.com)<br />
262
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
implementation of social economic policies. In this context, the Eastern Anatolia and<br />
Serhat Development Agencies will be examined specifically and by giving general<br />
information on these organizations, it will be made asessments regarding how these<br />
organizations contribute to the implementation of social economic policies in the<br />
region recently.<br />
Keywords: Regional Development, Regional Development Agencies, Social<br />
Economy Policies, Local Actors, Income Inequality<br />
1. GİRİŞ<br />
Avrupa Bölgesel Kalkınma Ajansları Birliği (EURADA) kalkınma ajanslarını;<br />
sektörel ve genel kalkınma sorunlarını belirleyen, bunların çözümüne yönelik<br />
imkanları ve çözümleri saptayan ve bunları geliştiren projeleri yerel kalkınmayı<br />
sağlamak amacıyla destekleyen birimler (www.euroda.org.tr) şeklinde<br />
tanımlamaktadır. Bölgesel kavramının da eklenmesiyle ajansların sınırları<br />
belirlenerek belli bir bölge içerisinde faaliyet göstermeleri (Tazesavaş: 2011, 2)<br />
kavramsal açıdan standartlaştırılmıştır.<br />
Ancak literatürde farklı tanımlarla da karşılaşılmaktadır. Kalkınma Ajansları için<br />
farklı tanımlar yapılsa da çok düzlemli ve çok aktörlü ekonomik yönetişim temelinde,<br />
yumuşak politika araçlarını kullanması, coğrafi bir bölgeyi kapsaması, yeni<br />
yatırımların odak noktası olması, rekabet gücünün arttırılması, bölgenin tanıtımının<br />
yapılması ve bölgeyle ilgili yatırımcılara ulaşım, işgücü, altyapı konularında bilgi<br />
verilmesi ile ekonomik kalkınmayı hedeflemesi gibi temel işlevler aynıdır (Taş vd.:<br />
2011, 361). Günümüzde birçok ülkenin geri kalmış veya eski önemini kaybetmiş<br />
bölgelerinde yukarıda belirtilen işlevlerin yerine getirilmesi ve sınai küme yapısının<br />
oluşturulması amacıyla bölgesel kalkınma ajansları kurulmuştur. Ajanslar, bu yönüyle<br />
merkezi yönetimden bağımsız, sınırları belirlenmiş bir bölgenin sosyo-ekonomik<br />
koşullarını geliştirip canlandırmak amacıyla kurulmuş ve faaliyetlerini tamamen veya<br />
kısmen kamunun finanse ettiği kuruluşlardır (Altay vd.: 2004, 21). Bu yönüyle<br />
kalkınma ajansları dünya genelinde sayılarının da hızla artmasıyla, çok aktörlü<br />
yönetim olarak da adlandırılan yönetişim sürecinde oldukça önemli unsurlar haline<br />
gelmişlerdir.<br />
2. SOSYAL EKONOMİ POLİTİKALARI VE TÜRKİYE’DE<br />
BÖLGESEL KALKINMA AJANSLARI<br />
Günümüzde bölgesel sosyal politikalar; istihdam, sağlık, su, elektrik, kanalizasyon<br />
vs.den oluşan temel kamu hizmetleri, sosyal koruma, yükseköğrenim ve araştırma,<br />
konut, uluslararası göç, afet yönetimi ve koruyucu/önleyici politikalar, çatışma<br />
yönetimi, insan hakları ve sosyal grupların güçlendirilmesi gibi alanlarda<br />
yoğunlaşmaktadır (Deacon-Ortiz-Zelenev: 2007, 8-14).<br />
Sosyo-ekonomik politikaları Türkiye açısından ele aldığımızda, gelişmiş AB<br />
ülkelerine göre daha fazla bölgesel sosyal ekonomi politikalarına ihtiyaç duyulduğunu<br />
görüyoruz. Çünkü Türkiye’de bölgeler arası kalkınmışlık farklılıkları diğer AB üye<br />
ve aday ülkelerinden daha fazla dikkat çekmektedir. GSYİH’dan alınan pay, okur<br />
yazarlık oranı, istihdam oranı, ortalama yaşam süresi, sağlık hizmetler ve altyapı<br />
263
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
yatırımları açısından oldukça büyük bölgesel farklılıklar bulunmaktadır. Bunlar, aynı<br />
zamanda şu anda Türkiye’nin sosyal sorunlarının da sebep/sonuçlarını<br />
oluşturmaktadır (Altınışık-Peker: 2010, 154-155).<br />
Dolayısıyla Türkiye’de bölgesel kalkınmayı sağlamak için kurulan Bölgesel<br />
Kalkınma Ajanslarının, sosyal sorunlara dönük daha fazla sosyal politika araçlarını<br />
kullanmaları ve daha fazla sosyal ekonomi politikaları uygulamaları gerekmektedir.<br />
Yukarda finansman kaynaklarında belirttiğimiz gibi ajansların kaynakları iyi<br />
yönetilirse, sosyal ekonomi politikalarının finansmanı kolaylıkla sağlanabilir.<br />
Türkiye’de sosyal sorunların çözümüne ve bu alanda gelişmelerin sağlanmasına<br />
yönelik faaliyetlerde bulunan sosyal ekonomi sektörleri (kooperatifler, vakıflar,<br />
dernekler, sendikalar vs) Türkiye’de halkın çaresizliklerine çözüm bulan, kişilerin<br />
ekonomik aktivitelere katılmalarına destek olan ve sosyal sorumluluğu geliştiren<br />
kuruluşlar olarak çok önemli işlevler görmektedirler. Araştırmalara göre 17<br />
milyondan fazla kişinin bu kuruluşlara üye olması, aileleri ile birlikte neredeyse<br />
Türkiye nüfusunun yarısını kapsıyor olmaları ve tarımda, sanayide ve hizmet<br />
sektöründe çok önemli konumda bulunmaları, bu kuruluşlarla birlikte uygulanan ve<br />
uygulanacak sosyal ekonomik politikalarını da oldukça önemli hale getiriyor (Polat:<br />
2009, 2).<br />
Durum böyleyken uygulamaya baktığımızda söz konusu sosyal ekonomi sektörlerinin<br />
bölgesel sosyal politika uygulanmasında ve sosyal sorunların çözümünde çok da<br />
başarılı olmadıklarını görüyoruz. Bunun temel nedeni bu kuruluşların ülke geneline<br />
tam yayılamamaları ve finansman sorunu yaşamalarıdır. Bu süreçte gündeme gelen<br />
Bölgesel Kalkınma Ajansları hem finansman açısından hem de 26 bölgede tüm ülkeyi<br />
kapsayacak şekilde örgütlenmelerinden dolayı, sosyal ekonomi politikalarının<br />
uygulanmasında oldukça avantajlı konumdadırlar.<br />
Türkiye’de AB destekli bölgesel kalkınma programlarının öncelik alanları; tarım ve<br />
kırsal kalkınma, küçük ölçekli altyapının desteklenmesi, KOBİ’lerin desteklenmesi,<br />
yerel inisiyatiflerin desteklenmesi, sosyal kalkınma, olarak belirlenmiştir. Bölgesel<br />
kalkınma programlarında bölgelerin ihtiyaçlarına göre bu öncelik alanlarına yer<br />
verilmektedir (Akkahve: 2006, 172). Burada çalışmanın temel konusunu oluşturan<br />
sosyal ekonomi politikalarına son sırada yer verildiğini, doğal olarak da uygulamada<br />
kalkınma ajanslarının söz konusu bakış açısının da etkisiyle sosyal kalkınma sorununa<br />
çok fazla bütçe ayıramadıklarını görüyoruz.<br />
Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik konumu dikkate alındığında, sadece bu nedenle<br />
bile ulusal bütünlüğün korunması amacıyla devletin sosyal devlet niteliğinin<br />
geliştirilmesinin ve güçlendirilmesinin ne kadar önemli olduğu açıktır. Nitekim sosyal<br />
devlet kavramı Anayasa'da ifadesini bulmuş, Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal bir<br />
devlet olduğu Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilmiştir. Bunun yanında sosyal devlet<br />
ilkesinin hangi araçlarla gerçekleştirilebileceği Anayasanın çeşitli maddelerinde<br />
ayrıntılandırılmıştır (DPT: 2000, 32).<br />
Bu kapsamda soruna yaklaştığımızda bölgesel nitelikte kurulan kalkınma ajanslarının<br />
temel rolünün; iş çevreleriyle kamusal örgütleri, yönetişim anlayışı çerçevesinde<br />
örgütleyerek, bölgesel kalkınma üzerine odaklamak olduğu, sonuçta yerel<br />
264
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
girişimciliğin artırması, yerel halkın becerilerinin geliştirilmesi, bilgi ve bilgi<br />
teknolojilerinin kullanımının yaygınlaşması ve böylece de uluslararası küresel<br />
rekabette bölgeye daha fazla yatırım yapılmasının sağlanması ve mukayeseli bölgesel<br />
üstünlük elde edilmesi (Yılmaz: 2010, 182) tüm bunların sonucunda ise sosyal<br />
kalkınmanın sağlanması hedefine ulaşmak olduğu söylenebilir.<br />
Ajanslar, bir taraftan küresel düzeyde yaşanan gelişmeleri yerel düzeye aktarırken,<br />
diğer taraftan da yerel potansiyeli, varlıkları, üstünlükleri ve özgünlükleri küresel<br />
pazarlara taşırlar. Bu nedenle yürüttükleri faaliyetler sadece yerel ve bölgesel<br />
kalkınma ile sınırlı kalmaz. Gelişme zorluğu yasayan bölgelerin zaman içinde kendi<br />
ayakları üzerinde durabilmelerini sağlarlar. Gelişme zorluğu çeken bölgelerde<br />
girişimcilik ruhunu ve kültürünü harekete geçirip, yönlendirirler (Arslan: 2010, 100-<br />
103). Öncelikle bölgelerin SWOT (Güçlü, Zayıf, Fırsat ve Tehditler) analizini yaparak<br />
yerel potansiyeli ve fırsatları belirlerler. Buna göre hazırlanan plan ve programlar<br />
çerçevesinde bölgeye katma değeri olan ve istihdam yaratan faaliyet ve projelere<br />
destek olurlar (Tazesavaş: 2011, 11). Mümkün olduğunca birçok kurumun gönüllüce<br />
katıldığı yerel stratejik işletme ve planlama sürecini oluştururlar. Bu yerel strateji,<br />
bölgenin, dış desteği de ihmal etmeden değişen koşullara uyum kapasitesini artırır<br />
(Arslan: 2008, 288).<br />
Tüm bu işlevler değerlendirildiğinde Bölgesel Kalkınma Ajanslarının sosyal ekonomi<br />
politikalarının uygulanması için ne kadar elverişli kuruluşlar olduğu ortaya<br />
çıkmaktadır.<br />
3. DOĞU ANADOLU VE SERHAT KALKINMA AJANSLARI<br />
3.1. Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı (DAKA)<br />
Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı, 25 Ocak 2006 tarih ve 5449 sayılı “Kalkınma<br />
Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun'a dayanılarak<br />
Bakanlar Kurulu kararı ile 2008 yılında kurulmuştur. Bitlis, Hakkâri, Muş ve Van<br />
(TRB2 Bölgesi) illerini temsilen faaliyetlerini yürüten DAKA; kamu kesimi, özel<br />
sektör ve sivil toplum kuruluşları arasında işbirliğini geliştirmek, bölgedeki<br />
kaynakların yerinde ve etkin kullanılmasını sağlamak, yerel potansiyeli harekete<br />
geçirerek ulusal kalkınma plan ve programlarında öngörülen ilke ve politikalarla<br />
uyumlu olarak bölgesel gelişmeyi hızlandırmak, sürdürülebilirliği sağlamak ve<br />
bölgeler arası ve bölge içi gelişmişlik farklarını azaltmak amacını kendisine ilke<br />
edinmiştir. TRB2 Bölgesi'nde yerel potansiyelleri, kaynakları ve imkanları katılımcı<br />
bir yaklaşımla harekete geçirerek sürdürülebilir kalkınmayı sağlamayı amaçlayan<br />
DAKA, bölgesinin yer altı ve yer üstü zenginlikleri ile beşeri sermayesini katılımcı<br />
bir anlayışla harekete geçirerek 2023 yılında sosyal ve ekonomik refahını ülke<br />
ortalamasının üzerine çıkarmayı kendisi için vizyon olarak belirlemektedir.<br />
Doğu Anadolu Kalkınma Ajansının teşkilat yapısını Yönetim Kurulu (bölge illerin<br />
Valileri, Belediye Başkanları, İl Genel Meclisi Başkanları ve Sanayi ve Ticaret Odası<br />
Başkanları) Kalkınma Kurulu, Genel Sekreterlik ve Yatırım Destek Ofisi<br />
oluşturmaktadır. Ajansın danışma organı olan Kalkınma Kurulu; özel sektör, sivil<br />
toplum kuruluşları, yerel yönetimler ve üniversitelerden gelen temsilcilerden<br />
oluşmaktadır. Genel Sektreterlik, kurumsal yönetişim yapısının icra ayağını teşkil<br />
265
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
eden bir organ olarak planlama, programlama ve kalkınma stratejileri çerçevesinde<br />
hedeflerin gerçekleştirilmesi için faaliyet göstermektedir.<br />
DAKA tarafından sağlanan destekler teknik destek ve mali destekler olarak ikiye<br />
ayrılmaktadır. Mali destekler, doğrudan finansman desteği, faiz desteği, faizsiz kredi<br />
desteği olarak üçe ayrılır. Doğrudan finansman desteği temel olarak proje teklif<br />
çağrısı yöntemiyle gerçekleştirilir. Proje hazırlık evresinde yükümlülükleri<br />
hafifletmek, proje hazırlık sürecini doğrudan yönetmek nedeniyle istisnai olarak<br />
güdümlü proje desteği ve doğrudan faaliyet desteği şeklinde de doğrudan destek<br />
sağlanabilir. Gerekli görülen durumlarda ajans aşamalı teklif çağrısı yöntemi ile de<br />
destek sağlayabilir. Ajans, aşamalı teklif çağrısı yönetiminde desteğin hedef kitlesini,<br />
kapsamını ve potansiyel yaralanıcının uygulama kapasitesini dikkate alır. Ajans,<br />
bölge plân ve programlarının uygulanmasını sağlayıcı proje ve faaliyetlere; bölgenin<br />
kırsal ve yerel kalkınmasını ile kapasitesinin geliştirilmesine katkıda bulunan proje ve<br />
faaliyetlere; yönetişim anlayışı ekseninde kamu kesimi, özel kesim, STK arasında<br />
işbirliğini sağlayan projelere; bölgenin imkân ve kaynaklarını tespit etmeye,<br />
ekonomik ve sosyal gelişmeyi hızlandırmaya, rekabet gücünü ve yenilik kapasitesini<br />
artırmaya yönelik olarak gerçekleştirilen projelere; bölgenin iş ve yatırım<br />
imkânlarının tanıtılmasına, geliştirilmesine ilişkin çalışmalara; küçük ve orta ölçekli<br />
işletmeleri destekleyen ve yeni girişmcilerin ortaya çıkmasına katkı sağlayan proje ve<br />
faaliyetlere vb. destek sağlamaktadır.<br />
Ajansın sosyal ekonomi politikaları kapsamında kullandığı en önemli araç doğrudan<br />
faaliyet destekleridir. Bu destekler proje destek sürecini hızlandırmak amacıyla<br />
programın amaç ve önceliklerine uygun şekilde bölgede gerçekleştirilecek stratejik<br />
araştırma, planlama ve fizibilite çalışmalarına sağlanan karşılıksız doğrudan mali<br />
yardımlardan oluşur. Bu yardımlar kapsamında; bölgenin kalkınmasına ve rekabet<br />
gücü açısından önemli fırsatlardan yararlanılmasına ve bölge ekonomisine yönelik<br />
tehdit ve risklerin önlenmesinde acil tedbirlerin alınmasına yönelik faaliyetler, ulusal<br />
ve uluslararası alanlarda bölgenin ve bölgedeki yatırım fırsatlarının tespit ve<br />
tanıtımına yönelik faaliyetler, bölge için kritik öneme sahip özellikle bölgenin<br />
yenilikçilik ve girişimcilik kapasitesini geliştirmeye ilişkin iş geliştirme merkezleri,<br />
teknoloji geliştirme merkezleri, teknoparklar gibi kuruluşların ve bunların tesislerinin<br />
inşası amacıyla yapılacak fizibilite benzeri ön çalışmalar, bölge için önemli olabilecek<br />
stratejik eylemlerin başlatılmasına ve gerçekleştirilmesine ve büyük hacimli yatırım<br />
kararlarına kısa vadede etki etmesine imkan sağlayacak faaliyetler doğrudan mali<br />
destek almaktadır.<br />
2009-2015 yılları arasında DAKA tarafından desteklenen projeler detaylı olarak<br />
incelendiğinde; küçük girişimciliği destekleme, rekabetçiliğin geliştirilmesi, yatırım<br />
ve turizm alt yapısının güçlendirilmesine yönelik küçük ölçekli sektörlerin alt<br />
yapısının geliştirilmesi, inanç turizmi alt yapısının güçlendirilmesi, yenilenebilir<br />
enerji kaynakları kullanımının özendirilmesi gibi hususlar ön plana çıkarak bu<br />
kapsamdaki projeler desteklenmiş, bu proje ve faaliyetlere ilişkin teknik ve mali<br />
destek programları uygulanmıştır. 2016 yılı itibariyle DAKA, TRB2 Bölgesi'nde<br />
sosyo-ekonomik gelişmeyi hızlandırabilecek önemli fırsatların değerlendirilmesine<br />
ve sosyo-ekonomik gelişme önündeki darboğazların giderilmesine yönelik tedbirleri<br />
içine alan planlama/araştırma faaliyetlerini, bölgenin yatırım ortamına katkı<br />
266
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
sağlayacak stratejik eylem ve faaliyetleri ''Doğrudan Faaliyet Desteği Programı<br />
(DFD)'' ile desteklemektedir. Bu kapsamdaki başarılı projelere ve çalışmalara asgari<br />
25.000 TL ile azami 75.000 TL tutarında mali kaynak sağlamaktadır.<br />
(www.daka.org.tr) (11.07.2016). Bu destekten yerel yönetimler, kamu kurum ve<br />
kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları (TOBB'a bağlı odalar,<br />
Esnaf ve Sanatkârlar Odaları, Meslek Odaları ve Birlikler), STK'lar (Dernekler,<br />
Vakıflar, Sendikalar), organize sanayi bölgeleri, küçük sanayi siteleri, birlik ve<br />
kooperatif başkanlıkları, iş geliştirme merkezleri ve bu kurum ve kuruluşların kurduğu<br />
veya ortağı olduğu işletmeler yararlanabilmektedir. 2016 yılı itibariyle DAKA<br />
tarafından verilen diğer destek Teknik Destek (TD) Programı'dır. 2016 yılı Teknik<br />
Destek Programının amacı, bölgedeki yerel aktörlerin bölgesel kalkınma açısından<br />
önem arz eden, ancak kurumsal kapasite eksikliği nedeniyle hazırlık ve uygulama<br />
aşamalarında sıkıntı ile karşılaşılan çalışmalarına azami 15.000 TL oranında uzmanlık<br />
desteği sağlamaktır. 2016 Teknik Destek Programı'ndan yerel yönetimlerin<br />
planlamaçalışmaları ile bölge plan ve programlarını uygulayıcı veya yerel kalkınma<br />
kapasitesini artırıcı faaliyetleri ve diğer kamu ve kuruluşlarının yerel ve bölgesel<br />
kalkınmaya katkıda bulunabilecek çalışmaları öncelikli olarak yararlanır<br />
(www.daka.org.tr) (11.07.2016).<br />
Ajans tarafından desteklenen projeler ve uygulanan programlar sosyal politikaekonomik<br />
politika dengesinde ekonomik politikaya daha çok önem verilen bir süreci<br />
ortaya çıkarmaktadır. Oysa ekonomik politikalar kadar sosyal politikalara da aynı<br />
derecede önem verilmesi gerekmektedir. Çünkü sosyal politikalara verilen önem<br />
beşeri yatırımın her şeyin üstünde olduğunun bir göstergesidir. Her ne kadar gerek<br />
kalkınma planları gerekse de DAKA'nın faaliyetleri bölgenin geliştirilmesi ve<br />
bölgeler arası kalkınma farklılığını gidermede olumlu sonuçlar vermiş olsa da tarım<br />
ve hayvancılığın başat geçim kaynağı olduğu TRB2 bölgesinde bölgesel farklılıklar<br />
her açıdan devam etmekte, bölge diğer böglelerle mukayese edildiğinde sürekli geride<br />
kalmaktadır. Eğitim kalitesindeki farklılıklar, sosyal hizmetlere ulaşmının zayıf<br />
olması bölgedeki geleneksel gelir yapısı, düşük verim ve buna bağlı olarak yüksek<br />
göç oranına eklendiğinde sosyal ve ekonomik gelişmeye sekte vurucu bir nitelik arz<br />
etmektedir. Ekonomik politikalar kadar bölge halkının refah seviyesini ve yaşama<br />
standardını artıracak, sosyal yaşamın daha huzurlu ve düzenli olmasını sağlayacak,<br />
doğal çevreyi koruyacak, kırsal kalkınma ile ilgili programlara bölge halkının<br />
katılımcılığını teşvik edecek, sosyal, kültürel, çevresel gelişim değerlerini birlikte ele<br />
alan projelerin de DAKA tarafından desteklenmesi gerekmektedir.<br />
3.2. Serhat Kalkınma Ajansı (SERKA)<br />
Serhat Kalkınma Ajansı, 25 Ocak 2006 tarih ve 5449 sayılı Kalkınma Ajanslarının<br />
Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun’un 3’üncü maddesine<br />
dayanılarak Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı’nın koordinasyonunda, 25<br />
Temmuz 2009 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 2009/15236 sayılı Bakanlar<br />
Kurulu Kararı ile kurulan ve Ağrı, Ardahan, Iğdır, Kars illerini (TRA2) bölgesini<br />
kapsayan bir kuruluştur. Ajansın temel amacı; bölgenin sosyo-ekonomik yapısının<br />
gelişmesi için gerekli plan, program ve faaliyetleri uygulamak, bölgesel teşvik<br />
267
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
uygulamaları ile TRA2 bölgesine yönelik stratejik yatırımları desteklemek ve bölgesel<br />
gelişmişlik farkını azaltmaktır.<br />
Serhat Kalkınma Ajansı'nın teşkilat yapısı; Kalkınma Kurulu, Yönetim Kurulu ve<br />
Genel Sekreterlikten oluşmaktadır. Kalkınma Kurulu ajansın danışma organını<br />
oluştururken, yönetim kurulu karar organını, genel sekreterlik ise icra organını teşkil<br />
etmektedir. Ajansın yönetim kurulu bölge illerinin Valilileri, Belediye Başkanları, İl<br />
Genel Meclisi Başkanları, Sanayi ve Ticaret Odası Başkanlarından oluşmakta olup;<br />
bölgedeki üniversite, kamu kurumu, özel sektör ve STK temsilcileriyle geniş bir<br />
işbirliği, danışma ağına sahiptir. SERKA, bu geniş işbirliği ve danışma ağı<br />
çerçevesinde bölgesinde kamu kurumu, özel sektör ve sivil roplum kuruluşları<br />
arasında koordinasyon ve işbirliği geliştirerek kalkınmaya yön veren, yerel sorunlara<br />
yerel odaklı çözümler bulmaya çalışan bir kurum niteliği taşımaktadır.<br />
SERKA tarafından sağlanan destekler mali ve teknik desteklerdir. Ajansın<br />
sağlayabileceği mali destekleri doğrudan finansman desteği, faiz desteği ve faizsiz<br />
kredi desteği oluşturmaktadır. Ajansın sağladığı doğrudan finansman desteği; ulusal<br />
plan ve programlar çerçevesinde bölgesel gelişme planları ve programların uygulama<br />
kapasitesini geliştirmeye ve yerel ve bölgesel kalkınmaya katkı sağlamaya yönelik<br />
stratejik araştırma, planlama ve fizibilite çalışmalarına mali destek sağlamayı<br />
amaçlamaktadır. Doğrudan finansman desteği ile bir yatırım unsuru olmayan azami<br />
üç aylık projeler desteklenmektedir. Ajansın faiz desteği; kâr amacı güden gerçek ve<br />
tüzel kişilerin ilgili aracı kuruluş ile Ajans arasında imzalanacak protokolde belirtilen<br />
nitelikteki projeleri için, ilgili aracı kuruluşlardan alacakları krediler karşılığında<br />
ödeyecekleri faiz giderlerinin, Ajans tarafından karşılanmasını öngören karşılıksız<br />
yardımdır. Ajansın faizsiz kredi desteği; ajans tarafından kâr amacı güden gerçek ve<br />
tüzel kişilerin ilgili aracı kuruluş ile Ajans arasında imzalanacak protokolde belirtilen<br />
nitelikteki projeleri için, ilgili aracı kuruluşlar eliyle kredi verilmesini ve sağlanan bu<br />
mali desteğin faiz ödenmeksizin taksitler halinde geri ödenmesine imkân verilmesiyle<br />
ile ilgilidir. Ajans, bölgesel gelişmeyi hızlandırmaya ve bölgedeki girişimcilik ve<br />
yenilikçilik kapasitesini geliştirmeye katkıda bulunacak projelere, proje teklif çağrısı<br />
yöntemi uygulamadan doğrudan mali ve teknik destek sağlamak amacıyla güdümlü<br />
proje desteği sağlayabilmektedir. Güdümlü proje desteği en fazla yüzde doksan<br />
oranında destek sağlanan ve iki yılı geçmeyen projelere verilen teşviklerdir. Ajans<br />
tarafından sağlanan teknik desteğin amacı, bölgedeki yerel aktörlerin bölgesel<br />
kalkınma açısından önem arz eden, ancak kurumsal kapasite eksikliği nedeniyle<br />
hazırlık ve uygulama aşamalarında sıkıntı ile karşılaşılan çalışmalarına destek<br />
sağlamaktır. Ajans tarafından sağlanacak teknik destek; ajans tarafından yayınlanan<br />
herhangi bir proje teklif çağrısı ile ilişkilendirilmemek koşuluyla; yerel yönetimlerin<br />
başta planlama çalışmaları ile bölge plan ve programlarını uygulayıcı veya yerel<br />
kalkınma kapasitesini artırıcı faaliyetlerini ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının ve<br />
bölgedeki sivil toplum kuruluşlarının yerel ve bölgesel kalkınmaya katkıda<br />
bulunabilecek çalışmalarını kapsamaktadır. Ajans, 2010-2015 yılları arasında küçük<br />
ölçekli altyapı mali destek programı, iktisadi gelişme mali destek programı gibi mali<br />
ve teknik destekler sağlamıştır (www.serka.gov.tr) (12.07.2016).<br />
Serhat Kalkınma Ajansı tarafından hazırlanan 2014-2023 Bölge Planı'nda dört temel<br />
gelişme ekseninden bahsedilerek alınması planlanan tedbirlere yer verilmiştir.<br />
268
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Ajansın belirlediği dört temel gelişme eksenini sosyal kalkınma, çevresel<br />
sürdürülebilirlik, erişilebilirlik ve rekabet edilebilirlik oluşturmaktadır. Sosyal<br />
kalkınmaya yönelik olarak alınan tedbirler; iş gücünün beceri seviyesi yükseltilerek<br />
istihdam edilebilirliğinin artırılması, eğitimde, sağlıkta alt yapı ve hizmet kalitesinin<br />
iyileştirilmesi, kadının toplumsal statüsünün güçlendirilmesi, özel ilgi gruplarının<br />
toplumsal hayata aktif katılımının sağlanması, bölgede faaliyet gösteren STK'ların<br />
kurumsal kapasitesinin artırılmasıdır. Çevresel sürdürülebilirlik gelişme ekseni<br />
kapsamında alınan tedbirler ise kentsel alt yapının iyileştirilmesi, çevrenin korunması<br />
ve çevre kirliliğinin önlenmesi, enerji kaynaklarının etkin kullanılmasına ilişkindir.<br />
Bilgi ve teknolojiye erişim imkânının artırılması, ulaşım alt yapısının iyileştirilmesi<br />
erişilebilirlik eksenindeki tedbirlere yönelikken; tarımsal üretimde verimliliğin ve<br />
yenilikçi uygulamaların artırılması, turizmde bölgesel marka olunması, imalat<br />
sanayinde verimlilik ve katma değerin artırılması, dış ticaret ve lojistik merkezi<br />
olunması, tabii kaynakların katma değerinin artırılması, girişimcilik alt yapısı ve<br />
kültürünün geliştirilmesi rekabet edilebilirlik gelişme eksenindeki tedbirleri<br />
oluşturmaktadır (SERKA: 2016, 13).<br />
Serhat Kalkınma Ajansı, üst ölçekli ulusal planlar ve bölge planlarında belirlenen<br />
amaçlar doğrultusunda 2010-2015 yılları arasında 14 adet mali destek programı<br />
uygulamış olup; 273 adet projeye 72 Milyon TL hibe desteği sağlamıştır ve bölgede<br />
120 Milyon TL tutarında yatırım yapılmasına imkan tanımıştır. Ajans, 2016 yılı<br />
içerisinde de 2014-2023 TRA2 Bölge Planı'nda belirlenen Gelişme Eksenleri ve bu<br />
eksenler çerçevesinde de alınması gerekli Tedbirler kapsamında üç adet mali destek<br />
programı uygulayacağını belirtmiştir. Bu programlar incelendiğinde Kentsel<br />
Altyapının İyileştirilmesine Yönelik Küçük Ölçekli Altyapı Mali Destek Programı ile<br />
kentsel yaşam kalitesinin artırılması yoluyla bölgenin yaşam memnuniyet düzeyinin<br />
yükseltilerek bölge dışına göçün engellenmesine katkı sağlanmasına yönelik<br />
projelerinin desteklenmesi planlanmaktadır. Bölgedeki süt sığırcılığı başta olmak<br />
üzere büyükbaş hayvancılık sektörünün geliştirilmesi, örnek teşkil edecek nitelikte<br />
yeni işletmelerin kurulması, konuyla ilgili mevcut işletmelerin verimliliğinin ve<br />
kalitesinin artırılması hedefi doğrultusunda Büyükbaş Hayvancılık İşletmelerinin<br />
Geliştirilmesi Mali Destek Programı - 6 tasarlanmıştır. TRA2 Bölgesi’nde faaliyette<br />
bulunan işletmelerin çok büyük bir bölümünün mikro ve küçük işletme olmaları<br />
dikkate alınarak bu işletmelerin kapasitelerinin arttırılması ve ölçeklerinin<br />
büyütülmesi hedefi doğrultusunda uygulanmak üzere hazırlanan İktisadi Gelişme<br />
Mali Destek Programı-6 kapsamında da bölge ekonomisi için stratejik önem arz eden,<br />
rekabet gücü ve gelişme potansiyeli yüksek imalat sanayi, hizmet ve turizm<br />
sektörlerinin rekabet edebilirliğinin arttırılması ve bölgesel değer ve ürünlerin<br />
ekonomiye kazandırılmasına katkıda bulunmak amacı ile girişimciliğin desteklenmesi<br />
amaçlanmaktadır (SERKA: 2016, 15).<br />
Ajans tarafından desteklenen projeler ayrıntılı incelendiğinde; 2016 yılına kadar<br />
desteklenen projelerin daha çok analiz aşamasında kaldığı somut çıktı verecek<br />
nitelikte olmadığı, destek olmadan sürdürülebilirlik ve çarpan etkisi yaratma<br />
özelliklerinin zayıf olduğu görülmüştür. Ajansın sosyal ekonomi politikaları<br />
uygulayabilmek için destekleyeceği projelerde, katkısının projeci kuruluşla eşit<br />
oranda olmasına ve projelerin mutlaka çarpan etkisine dikkat edilmesi gerekmektedir.<br />
269
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Yani ajansların verdiği desteklerle çıktılar elde edilmeli, bu çıktılar yöre insanına<br />
sosyal ekonomi unsurları olarak mutlaka yansımalıdır. Ajansın 2014-2023 bölge planı<br />
stratejik kalkınma, çevresel sürdürebilirlik, erişebilirlik, rekabet edilebilirlik gibi dört<br />
önemli konuyu amaç ve hedef bakımından stratejisine dahil etmesi bakımından<br />
önemlidir; ancak bu gelişme eksenlerine koşut olarak alınan tedbirler durum tespiti<br />
olarak kalmamalı, söz konusu hedeflerin gerçekleştirilmesine yönelik plan, program<br />
ve çalışmalara etkin ve etkili bir şekilde işlerlik kazandırılmalıdır.<br />
4. SONUÇ<br />
Türkiye’de son yıllarda sürdürülebilir bir gelişme performansı ve aynı zamanda<br />
bölgeler arası gelişmişlik farklarının dengeli bir yapıya kavuşturulması için bölgesel<br />
ve yerel kalkınmanın hızlandırılmasına yönelik özellikle de Bölgesel Kalkınma<br />
Ajansları aracılığı ile çok sayıda proje uygulanmaktadır. Ancak, kalkınmada öncelikli<br />
yöreleri hedef alan bu proje ve destek uygulamaları, organize sanayi bölgeleri<br />
politikası, yatırımlarda devlet yardımları ve kırsal kalkınma projeleri ile birlikte<br />
yürürlüğe konulan bölge planları, bölgeler arası gelişmişlik farklarının azaltılmasında<br />
ve hedeflenen gelişme düzeyini ve ortamını oluşturmada beklenen etkiyi<br />
gösterememiştir (Arslan: 2010, 105). Türkiye’de kalkınma ajansı uygulamaları<br />
merkezi hükümet açısından, çok farklı sosyo-ekonomik koşulları olan bölgelerde<br />
belirli politikalar tasarlanması için yetkinin bir seviyeye kadar yeni kurumlara<br />
verilmesini gerektirmiştir.<br />
Türkiye’de ajansların özellikle politika belirleme ve uygulama konularında daha açık<br />
tanımlara ihtiyaçları vardır. Bölgesel kalkınma stratejilerinin hazırlamada çok daha<br />
aktif rol oynamalıdırlar. Bulundukları bölgenin yerel özelliklerine göre esnek yapıda<br />
olmalı ve gerektiğinde modern yönetimin gereği olarak görevlerini ve kurumsal<br />
yapılarını değiştirebilmelidirler (Kayasü-Yaşar: 2006, 210-211).<br />
Geçmişte Türkiye’de kurumsal ve sosyal birikimleri olan sistematik bölgesel<br />
uygulamalar yapılamamış olmakla birlikte yerel düzeyde yönetim otoriteleri,<br />
üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve mevcut ve potansiyel girişimciler gibi gerekli<br />
unsurlar bulunmaktadır. İlgili aktörlerin kendi yaşadıkları alanlar için düşünmeleri,<br />
harekete geçmeleri, AB ve ulusal kaynaklardan finansman ve teknik destek alarak<br />
program ve/veya proje uygulamalarını yönelebilmeleri Türkiye için ideal bir gelişme<br />
modeli olma potansiyeline sahiptir. Çağdaş gelişme politikalarına Türk toplumunun<br />
adaptasyonu yanı sıra AB mekanizmalarının bireylerin yaşamlarına entegre edilmesi<br />
de en etkin bu şekilde sağlanabilir (Bilen: 2006, 266). Toplumsal katkı ve sosyal<br />
ekonomi politikalarından verim elde etme de böylelikle gerçekleştirilebilir.<br />
Uygulamada Bölgesel Kalkınma Ajanslarının sınırları konusunda esnek olunması<br />
gerektiği belirtilmektedir. Ajansların bölgelerinde yapacakları mali desteklerde<br />
coğrafi sınırları çok ön plana çıkartmaları gerekmektedir. Ayrıca Ajansların ekonomik<br />
başarıları ve bunun verimliliklerine yansıması (EEF: 2007, 1-5) bu kurumların sosyoekonomik<br />
dengesizlikleri giderme sürecinde başarılarını artırmaktadır. Türkiye’de<br />
bölgesel kalkınma ajanslarının sosyal ekonomi politikalarının uygulanmasında çok<br />
daha aktif olmaları gerektiği, son yıllarda bu kuruluşlardan etkin olarak<br />
yararlanabilmenin önemli bir şartı olarak görülmektedir.<br />
270
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bu süreçte kalkınma ajanslarının küçük ve orta ölçekli işletmelerle (KOBİ) ilişkileri<br />
de yeniden gözden geçirilmelidir. Çünkü bu kuruluşlar ajansların görevleriyle paralel<br />
bir şekilde bulundukları bölgede rekabeti, verim ve üretim artışını sağlamak için<br />
yoğun çaba harcamaktadırlar (Hasanoğlu-Aliyey: 2006, 100). Emeğin KOBİ’ler<br />
içindeki konumu küçük bireysel sermayeyle iş kurma girişimlerinin başarı olasılığını<br />
yükselterek atıl küçük birikimlerin ekonomik değere dönüşmesine olanak<br />
tanımaktadır. Küçük sermaye sahibi çalışanlar da kendilerine ait küçük işletmeler<br />
kurabildiklerinden, küçük işletmeler başka küçük işletmelerin dogmasını mümkün<br />
kılabilmekte, böylece istihdamın önündeki engellerin kalkmasına ve geniş istihdam<br />
alanlarının açılmasına katkıda bulunmaktadırlar (İlhan: 2006, 277). Bu durum ise<br />
doğrudan Bölgesel Kalkınma Ajanslarının kuruluş amaçları arasında yer almaktadır.<br />
Ajanslar ayrıca küçük ve orta ölçekli kuruluşlar üzerinden sosyal ekonomi<br />
politikalarını da daha etkin bir şekilde uygulayabilirler.<br />
Türkiye’de 26 bölgede örgütlenmiş olan Bölgesel Kalkınma Ajansları, her geçen gün<br />
etkinliklerini, faaliyetlerini, topluma katkılarını, ulusal ve yerel düzeyde politika<br />
belirlenmesi ve uygulanması süreçlerine olan desteklerini artırmaktadırlar. Ancak<br />
gelişmiş ülkelerde görülen bölgesel ve yerel iyileşmeler henüz ülkemizde tam<br />
anlamıyla sağlanamamıştır. Ülkemizdeki kalkınma ajanslarının bu süreçte AB<br />
fonlarından daha etkin yararlanmaları gerekmektedir. Bu çerçevede, aday ve<br />
potansiyel ülkelerdeki kuruluşlar ile AB üyesi kuruluşların ortaklaşa geliştirecekleri<br />
ve sosyo-ekonomik konularda işbirliği kurulmasını hedefleyen projelere hibe desteği<br />
sağlanmaktadır. Program kapsamında öncelik; işyeri güvenliği ve sağlığı, ürün<br />
güvenliği ve tüketici sağlığı, rekabetçilik, yenilikçilik ve Ar-Ge, özelleştirme ve özel<br />
sektörün güçlendirilmesi, çevre ve yenilenebilir enerji, sosyal sorumluluk,<br />
dezavantajlı grupların (kadınlar, engelliler, yoksullar vb.) ekonomik ve sosyal hayata<br />
kazandırılması gibi konuları kapsayan projelere verilmektedir.<br />
Türkiye’deki Bölgesel Kalkınma Ajansları’nın sosyal ekonomi politikalarını<br />
uygulayabilmeleri için Avrupa Birliği’nin Sosyo-Ekonomik İşbirliği Hibe<br />
Programlarına öncelik vererek, bölgelerinde bu destek programının katkısıyla sosyoekonomik<br />
sorunların çözümüne daha fazla katkı sağlamaları gerekmektedir.<br />
Bölgesel Kalkınma Ajansları destek verecekleri projeleri belirlerken çok dikkatli<br />
olmalı ve belirlenen projelerin uygulanma sürecini de sıkı bir şekilde<br />
denetlemelidirler. Bu kapsamda öncelikle proje amacının başarılması için gerekli ve<br />
öngörülen proje çıktılarının neler olduğu, projenin beklenen sonuçları, bu sonuçların<br />
göstergeleri, bunlara ulaştıracak bilgi kaynakları, beklenen sonuçlara ulaşma<br />
zamanlaması gibi hususlara özelikle dikkat edilmelidir. Projelerin hedef gruplar ve<br />
nihai yararlanıcılar üzerinde beklenen etkileri, faaliyetlerin somut, belirgin, ölçülebilir<br />
ve sayısal çıktıları ve proje kapsamındaki faaliyetlerin çarpan etkisi yani faaliyetlerin<br />
sonuçlarının tekrarlanma ve yayılma ihtimalleri mutlaka somut şekilde<br />
belirlenmelidir. Faaliyetlerin çarpan etkisinin, sosyal ekonomi politikalarının geniş<br />
toplum kesimlerine ulaşması açısından da çok önemli olduğu unutulmamalıdır.<br />
271
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
KAYNAKÇA<br />
Akkahve, D. (2006). AB Destekli Bölgesel Kalkınma Programlarının Yönetimi Ve<br />
Yapısal Fonlara Hazırlık, Bölgesel Kalkınma Ve Yönetişim Sempozyumu,<br />
ODTÜ, TEPAV Yay, Ankara.<br />
Altay, N., Oğuzhan A., vd. (2004). Ege Bölgesinin Kalkınmasında Finansal<br />
Kurumsallaşma Araç Olabilir mi?, Kentsel Ekonomik Araştırmalar<br />
Sempozyumu, Cilt I, DPT-PAÜ, Denizli.<br />
Altınışık, İ. ve Peker, H. (2010). Bölgesel Kalkınma Ajansları, Ekonomik Önemi,<br />
Avrupa Birliği ve Türkiye’deki Durumları, Bütçe Dünyası Dergisi, Sayı 34.<br />
Arslan, E. (2010). Kalkınma Ajansları Ve Kalkınma Ajanslarının Türkiye<br />
Ekonomisine Beklenen Katkılar., Kamu-İş, C.11.<br />
Arslan, K. (2005). Bölgesel Farklılıkların Giderilmesinde Etkin Bir Araç: Bölgesel<br />
Planlama ve Bölgesel Kalkınma Ajansları. İstanbul Ticaret Üniversitesi<br />
Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:4, Sayı:7, Bahar.<br />
Bilen, G. (2006). Türkiye’de Yeni Bölgesel Politikaların Oluşumu”, Bölgesel<br />
Kalkınma Ve Yönetişim Sempozyumu, ODTÜ, 7-8 Eylül, TEPAV Yay,<br />
Ankara.<br />
DAKA (2016), “Destek Türleri”, (www.daka.org.tr) (11.07.2016).<br />
Deacon, B., Isabel O. ve Sergei Z. (2007). Regional Social Policy, DESA Working<br />
Paper No. 37, ST/ESA/2007/DWP/37 June 2007,<br />
http://www.un.org/esa/desa/papers.<br />
Dede, A. (2009). AB Uyum Sürecinde Kalkınma Ajansları ve Mevlana Kalkınma<br />
Ajansı. Konya Ticaret Odası Yay, Konya.<br />
Demirel, D. (2005). Kamusal Retorikte Moda Trend: Yemi Kamu Yönetimi, Sayıştay<br />
Der..<br />
Dulupçu M.A. (2006). Bölgesel Politikalar Kopyalanabilir Mi? Bölgeselleş(Tir)Me<br />
(Yönetim) Karşısında (Yeni) Bölge(Sel)Cilik (Yönetişim), Bölgesel Kalkınma<br />
Ve Yönetişim Sempozyumu, ODTÜ, 7-8 Eylül, TEPAV Yay, Ankara.<br />
Erdut, Z. (2004). Liberal Ekonomi Politikaları Ve Sosyal Politika, I. Ulusal Sosyal<br />
Politika Kongresi, Ankara, 22-24 Ocak.<br />
Halkier, H. (2006). Bölgesel Kalkınma Ajansları Ve Çok Düzlemli Yönetişim: Avrupa<br />
Perspektifi. Bölgesel Kalkınma Ve Yönetişim Sempozyumu, ODTÜ, 7-8<br />
Eylül, TEPAV Yay, Ankara.<br />
Harding, R. (2006). İngiltere Ve Romanya’da Bölgesel Kalkınma Ajansı Deneyimleri,<br />
Bölgesel Kalkınma Ve Yönetişim Sempozyumu, ODTÜ, 7-8 Eylül, TEPAV<br />
Yay, Ankara.<br />
Hasanoğlu, M. ve Aliyev, Z. (2006). Avrupa Birliği ile Bütünleşme Sürecinde<br />
Türkiye’de Bölgesel Kalkınma Ajansları, Sayıştay Dergisi..<br />
İlhan, S. (2006). KOBİ’ler: Sosyo Ekonomik Bir Perspektif, Fırat Üniversitesi Sosyal<br />
Bilimler Dergisi, Cilt: 16, Sayı: 2.<br />
Kayasü, S. ve Yaşar, S. (2006). Avrupa Birliği’ne Üyelik Sürecinde Kalkınma<br />
Politikaları: Yasal Ve Kurumsal Dönüşümler. Bölgesel Kalkınma Ve<br />
Yönetişim Sempozyumu, ODTÜ, 7-8 Eylül, TEPAV Yay, Ankara.<br />
272
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Killerby, P. ve Smith, J. (2001). From Competition To Cohesion: The Changing Focus<br />
Of Economic Development In New Zealand, Australasian Journal of Regional<br />
Studies, Vol. 7, No 3.<br />
Kosâvacs, I. (2006). Macaristan’da Bölge İnşası: Güney Trans Tuna Bölgesi Örneği,<br />
Bölgesel Kalkınma Ve Yönetişim Sempozyumu, ODTÜ, 7-8 Eylül, TEPAV<br />
Yay, Ankara.<br />
Maç, N. (2006). Bölgesel Kalkınma Ajansları ve Türkiye, Araştırma Raporu, Konya<br />
Ticaret Odası, 117/76.<br />
Mehrotra, S. (2000). Integrating Economic And Social Policy: Good Practices From<br />
High-Achieving Countries, Innocenti Working Papers, No. 80, UNICEF<br />
Innocenti Research Centre, October, www.unicef-icdc.org.<br />
Feicock, H. (2011). Collaborative Approaches To Economic Developement: Regional<br />
Development Partnerships And Social Capital. Askew School of Public<br />
Administration and Policy & Devoe Moore Research Fellow, Florida State<br />
University, www. myweb.fsu.edu/rfeiock, (20.04.2011).<br />
Polat, H. (2009). Social Economy Or The Third Sector In Turkey Reducing<br />
Vulnerability And Promoting Social Responsibility Through Creating Safety<br />
Nets And Generating Decent Jobs, ILO Regional Conference on “Social<br />
Economy - Africa’s Response to the Global Crisis”, Johannesburg, South<br />
Africa.<br />
Reeves, T. (2006). AB Ve Türkiye’de Bölgesel Kalkınma, Bölgesel Kalkınma Ve<br />
Yönetişim Sempozyumu, ODTÜ, 7-8 Eylül, TEPAV Yay, Ankara.<br />
Serka (2016). Ajans Destekleri, (www.serka.gov.tr) (12.07.2016).<br />
Serka (2016). İktisadi Gelişme Mali Destek Programı-6 2016 Yılı Proje Başvuru<br />
Rehberi. Kars.<br />
Şaylan, G. (1995). Değişim ve Yolsuzluk, Amme İdaresi Dergisi, C.28, S.3.<br />
Şaylan, G. (1994). Değişim Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi, İmge Yay., Ankara.<br />
Talas, C. (1993). Liberalciliğin Geri Dönüşü ve Sonrası, Amme İdaresi Dergisi, C.26,<br />
S.3, Eylül.<br />
Talas, C. (1980), Ekonomik Sistemler, S Yay., Ankara.<br />
Talas, C. (1976). Sosyal Ekonomi, S Yay., Ankara.<br />
Taş, S. ve Örnek, İ. (2011). Ekonomik Yönetişimin Aktörü Olarak Bölgesel Kalkınma<br />
Ajansları, www.ozal.congress.inonu.edu.tr. (20.04.2011).<br />
Tazesavaş, T. (2011). Kalkınma Ajansı Uygulamaları, ,www.ipuder.org, (05.05.2011).<br />
Tepav (2011). Sosyal Politika Çalışmaları, www.tepav.org.tr (20.04.2011).<br />
Tutar, F. ve Demiral M. (2007). Yerel Ekonomilerin Yerel Aktörleri: Bölgesel<br />
Kalkınma Ajansları, Eskişehir Osmangazi Ün. İİBF Der., C.2, S.1, Nisan.<br />
Uçkaç, A. (2010). Türkiye’de Neoliberal Ekonomi Politikaları ve Sosyo-Ekonomik<br />
Yansımaları, Maliye Dergisi, Sayı 158, Ocak-Haziran.<br />
Yılmaz, A. (2010). Kalkınma Ajansları Ve Yerel Yönetişim, Türk İdare Dergisi, Sayı:<br />
466.<br />
273
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Girişimciliğin Yerel Kalkınmaya Etkisi ve KOBİ<br />
Yöneticilerinin Girişimcilik Düzeyinin Belirlenmesi<br />
Mehmet KARAHAN 1 , Rıfat BİLGİN 2<br />
Girişimcilik, üretim faktörlerini bir araya getiren, risk alan, yenilikleri yakalayan,<br />
fırsatları değerlendiren ve dolayısıyla ülke ekonomilerini motive eden bir güçtür.<br />
Girişimciler üretimin anahtar unsurlarından birisi olup; emeği, teknolojiyi,<br />
hammaddeyi, sermayeyi, bütüncül ve rasyonel olarak değerlendirirler. Girişimcilik<br />
sayesinde; kentlerin ekonomik refahını, yaşam kalitesini yükseltmek, yerel<br />
dinamikleri harekete geçirerek fiziki, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal alanda<br />
sürdürülebilir bir kalkınma sağlamak mümkündür. Yerel kalkınmayı artırmak için de<br />
mevcut olan doğal, ekonomik, kültürel ve teknolojik kaynakların tümünün etkin<br />
olarak kullanılması, yerel imkanlardan en üst düzeyde yararlanılması gerekmektedir.<br />
Çalışmada, girişimciliğin yerel kalkınmaya etkisiyle ilgili literatür incelemesi<br />
yapılmış, yerel girişimcilerin mevcut durumları ve sorunlarını belirlemek üzere Elazığ<br />
ilinde faaliyet gösteren KOBİ işletmelerinde bir anket uygulaması yapılmıştır.<br />
Anketlerden elde edilen verilere göre, araştırmaya katılan girişimcilerin orta yaş<br />
gurubunda olduğu, çoğunlukla ailenin ortanca çocuklarının girişimciliği tercih ettiği<br />
ve çoğunun ebeveynlerinin de kendi işlerini yaptığı belirlenmiştir.<br />
Anahtar Kelimeler: Girişimcilik yeteneği, girişimcilik düzeyi, bölgesel kalkınma.<br />
The Impact of Entrepreneurship to Local Development<br />
and The Determination of Entrepreneurship Levels of<br />
SMEs<br />
Abstract<br />
Entrepreneurship, which brings together the factors of production, risk-taking,<br />
capturing innovation, opportunities available and therefore it is the motivating force<br />
of the economy. Entrepreneurs is one of the key elements of production; labor,<br />
technology, raw materials, capital, and assess an integrated and rational. Through<br />
entrepreneurship; the economic prosperity of the city, to improve quality of life,<br />
physical mobilizing local dynamics, economic, social, cultural and possible to achieve<br />
sustainable development in the political sphere. To increase local development;<br />
available natural, economic, cultural and all the effective use of technological<br />
resources, it is necessary to benefit from the highest level of local amenities. In the<br />
study, it conducted a review of literature on the impact of entrepreneurship on local<br />
development, local entrepreneurs operating in Elazig province to determine the<br />
1<br />
Yrd.Doç.Dr. Fırat Üniversitesi, İİBF, İşletme Bölümü Öğretim Üyesi, e-mail:<br />
m.karahan@firat.edu.tr (Sorumlu Yazar)<br />
2<br />
Yrd.Doç.Dr. Fırat Üniversitesi, İİBF, Sosyal Hizmetler Bölümü Öğretim Üyesi, e-mail:<br />
rifatbilgin@firat.edu.tr<br />
274
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
current situation and problems, a survey of SME business is conducted. As a result of<br />
statistical analysis, made with data obtained from the survey which is in the middle<br />
age group of entrepreneurs surveyed, mostly family median children prefer<br />
entrepreneurship and most of the parents are determined to do their jobs.<br />
Keywords: Entrepreneurial skills, entrepreneurship level, regional development<br />
1. GİRİŞ<br />
Girişimciliğin birçok tanımı olmakla birlikte, 20. yüzyılın başında Schumpeter,<br />
modern anlamda ilk defa bir tanımlama yapmıştır. Schumpeter’e göre girişimci,<br />
ekonomik gelişmenin altında yatan gücü ortaya çıkaran kişidir (Santarelli ve Vivarelli,<br />
2007). Schumpeter ekonomik gelişme sürecine bağlı olarak, girişimcinin ekonomide<br />
potansiyel bir değişimin temelini oluşturduğuna da inanmaktadır. Ayrıca üretime yeni<br />
ürün veya süreçler sunarak ekonomide değişime yol açan girişimciliğin, yenilikçi<br />
rolünü de vurgulamıştır (Sobel, 2013). Schumpeter’in bakış açısıyla girişimci,<br />
toplumsal değişimi sağlayacak kişi ve kurumlar olarak tanımlanmaktadır (Müftüoğlu<br />
vd., 2005). Bütün bu tanımlamalarda, girişimcilerin toplumda üstlendikleri rolün ne<br />
derece önemli olduğu görülmektedir.<br />
Girişimcilik, dünya iktisat ve sosyal bilim tarihinde karşılaşılan en etkili ekonomik<br />
güç olarak bilhassa son yirmi yıldan bu yana yoğun bir şekilde tartışılmaktadır<br />
(Kuratko, 2005:577). Bu anlamda girişimci; riskler ve belirsizlikler karşısında<br />
sermaye oluşturmak için gerekli kaynakları toplayarak ve fırsatları yakalayarak kâr ve<br />
büyüme amacıyla yeni işler kuran kişiler olmanın yanında (Scarborough ve Zimmer,<br />
2000:4) küçük işletmeyi başarı ile yönetebilen yenilikçi ve azimli kişilerdir (Tekin,<br />
2005:3). Girişimciler, fırsatları yakalamada, kaynakları toplamada ve gerekli<br />
anlaşmaları yapmada beceri sahibi olmanın ötesinde vizyon, liderlik ve tutku gibi<br />
niteliklere de haiz olmalıdırlar (Isenberg, 2008:109). Bireylerin girişimciliklerini<br />
ortaya çıkarma ve başarılı girişimcilerin özelliklerini ortaya koymak, girişimcilerin<br />
bireysel farklılıklarına dayanmakta; bu bağlamda iş deneyimi, başarı ihtiyacı, kontrol<br />
odağı, üstün sosyal beceriler ve kararlılık gibi bireysel faktörler ön plana çıkmaktadır<br />
(Luthans ve Ibrayeva, 2006).<br />
Girişimci ruh ve davranış kalıpları bir kere oluştuktan sonra bireyler tarafından bir<br />
davranış tarzı veya bir tutum haline getirilirler. Girişimci bireylerin bu eğilimleri de<br />
toplumu, toplumsal yapıyı ve kültürü farklılaştırmakta ve yenilikçiliğe<br />
yönlendirmektedir. Girişimcilik; yenilikçilik ve değişim üzerine odaklandığından,<br />
kaynakların ve mevcut imkânların en iyi şekilde değerlendirmesini sağlar. Aynı<br />
zamanda girimcilik; yeni iktisadi ilişkiler, yaşam biçimleri, politik iklim ve yeni bir<br />
toplum inşasına da kapı açmaktadır. Girişimci anlayışlar, eğlimler ve kültürler, hür<br />
teşebbüs ve bireyci kültürün yaygınlaşmasına katkı sağlayacak (Karahan vd., 2014),<br />
nihayetinde aktif sosyal ilişkilere sahip bireyler vasıtasıtasıyla, değişken ve refah<br />
üreten bir sosyal bünyenin ortaya çıkmasına destek olacaktır.<br />
275
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
2. GİRİŞİMCİLİK KAVRAMINA İLİŞKİN TANIMLAMALAR VE<br />
YAKLAŞIMLAR<br />
Girişimci, mal ve hizmet üretimini gerçekleştirebilmek için riski üstlenerek doğal<br />
kaynak, sermaye, emek gibi üretim faktörlerini bir araya getirip faaliyete geçiren kişi<br />
olarak tanımlanabilir. Girişimciliğin birçok tanımı olmakla beraber, bu tanımların<br />
tümünde ortak olan nokta girişimcinin daima “başkalarının baktığı ama göremediği<br />
fırsatları görüp, bunları birer iş fikrine dönüştürebilmesi” ve “risk almaya yatkınlığı”<br />
ve yenilikci kimliğini ön plana çıkarmasıdır. Bu özellikler, dünyanın her yerindeki<br />
girişimcilerin ortak özelliğidir. Bu açıklamalar ışığında girişimcilik; bir iş fikrine<br />
sahip olan, pazardaki fırsatları değerlendiren, mal ve hizmet üretmek amacıyla<br />
sermaye, doğal kaynak, emek gibi üretim faktörlerini bir araya getirerek işletilmesiyle<br />
ilgili, faaliyetler bütünü olarak tanımlanabilir (Tekin, 2005:2). Girişimci bir ihtiyacı<br />
teşhis ederek, iş fikrine dönüştüren ve gerekli riskleri üstlenerek ticari işletme kuran<br />
kişi olarak ifade edilebilir. Girişimcilik yeteneği, yaygın görüşte olduğu gibi doğuştan<br />
gelmez. Ancak bireyin yetiştiği ailenin para kazanma anlayışından direkt etkilenir<br />
(Yılmaz, 2009). Bütün bunlara ilateven girişimci, “eski köye, yeni adet getiren” kişi<br />
olarak da tanımlayabilirz.<br />
Bozkurt (2000:12)'a göre girişimcilik, yaşadığımız çevredeki fırsatları sezme, o<br />
sezgilerden düşler üretme, düşleri projelere dönüştürme, projeleri yaşama taşıma ve<br />
zenginlik üreterek, insan yaşamını kolaylaştırma becerisine sahip olmaktır. Akdemir<br />
(2004: 25)'e göre; bilgiyi temel alarak, genel eğilimlere ve kendisine uygun bir alanı<br />
seçerek ve bilgisini insanlığın yararı için mal ve hizmet üretmek amacıyla kullanarak<br />
işletme açıp ekonomik gereksinimini, bağımsızlığını, kendini kabul ettirmeyi, açtığı<br />
işletmesinde sürdüren, sürdürme arzusunda ve çabasında olan herkes girişimcidir.<br />
Peter Drucker ise girişimciyi, sahip olduğu kaynakları düşük verimlilik alanlarından,<br />
yüksek verimlilik alanlarına yönlendiren ve orada tutmayı başarabilen kişi olarak<br />
tanımlamaktadır. Bunun yanında girişimcilik bir disiplin, hem de oldukça katı bir<br />
disiplindir (Drucker, 2003: 89, Çelik, 2006: 468). Girişimci, kâr elde etmek amacıyla<br />
mal veya hizmet üretmek veya pazarlamak için üretim faktörlerini bir araya getiren,<br />
belli bir risk taşıyarak işletmeyi kuran ve bu işletmeyi ya yöneten ya da yönetim<br />
konusunda profesyonel bir uzmandan yardım alan kişi olarak da tanımlanabilir (Efil,<br />
2006: 7). Girişimcilik; işletmede mevcut olmayan yeni mal ve hizmetlerin<br />
organizasyon şekillerini, pazarlarını, süreçlerini ve hammaddelerini elde etmek için<br />
fırsatların keşfedilmesi, değerlendirilmesi ve açığa çıkarılması faaliyetleridir (Scott,<br />
2004:4-9).<br />
Küreselleşen endüstriler ve ekonomiler açısından işletme yapılanmasında ve ülke<br />
ekonomilerinin gelişiminde ve diğer ekonomilere öncülük etmesine ve edebilmesinde<br />
son zamanlarda önem kazanan konularından birisi de girişimcilik olmuştur. Ülke<br />
ekonomilerinin kalkınması ve toplumsal gelişmede girişimcilik, temel bir unsur<br />
olarak görülmekte ve potansiyel üretim gücünün kullanılması açısından da anahtar rol<br />
oynamaktadır.<br />
276
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
3. GİRİŞİMCİLİK VE YEREL KALKINMA İLİŞKİSİ<br />
Üretim kaynaklarının yeni bir tarzda birleştirilerek, kullanılmayan üretim<br />
faktörlerinin kullanılmasını sağlaması açısından girişimcilik, ekonomik kaynakların<br />
düşük üretkenlik alanlarından yüksek alanlara aktarılma sürecinde baş aktördür. Bu<br />
açıdan bakıldığında, girişimcilik sosyal fayda oluşturmanın temel alanı olarak öne<br />
çıkmaktadır.<br />
Yerel kalkınma, bölgelere kendi ekonomik ve sosyal geleceğini şekillendirme fırsatı<br />
sunan, aşağıdan yukarıya doğru karar verme sürecinin şekillendirdiği yerel kalkınma<br />
politikalarının ön plana çıkmasında etkili olmaktadır. Bu bağlamda girişimciliğin<br />
yaygınlaşması, yerel kalkınma ve sosyo ekonomik gelişme açısından değer yaratma,<br />
toplumsal değişim sağlama, topluma dinamizm ve prestij kazandırma, sosyal<br />
sorumluluk sağlama gibi bir çok fayda sağlamaktadır. Girişimcilik istihdam ve<br />
zenginlik oluşturma, yenilikler yapma, sosyo-ekonomik ilişkileri geliştirme gibi<br />
önemli faaliyetleri yürüterek toplumsal faydayı maksimum kılmaya katkıda bulunur<br />
(Günal vd., 2014).<br />
Girişimciler, ülkelerin hem sosyal, hem de ekonomik hayatının gelişmesinde ve<br />
bölgelerarası kalkınmışlık düzeyinin dengelenmesinde çok önemli bir role sahiptir.<br />
Özellikle gelişmekte olan ülkelerde girişimcilik faaliyetlerinin artırılması ve girişimci<br />
niteliklerinin iyileştirilmesi, bölgeler arasındaki gelişmişlik farkının ortadan<br />
kaldırılması ve yeni istihdamların oluşturulması gibi konularda önemli katkılar<br />
sağlamaktadır (Karakay ve Kızıloğlu, 2015). Ekonomik büyüme ve kalkınma, tüm<br />
ülkelerin temel hedefleri olduğundan, bu hedefelere ulaşmak için ülkenin mevcut<br />
kaynak ve imkânlarının en iyi ve verimli bir şekilde kullanılması gerekmektedir.<br />
Günümüzde yerel kalkınmanın sosyal, kültürel ve politik boyutlarını birlikte içeren<br />
yeni bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Bu yaklaşımın temel unsurunu yerel aktörlerin<br />
ekonomik, sosyal ve kültürel hayatın geliştirilmesinde, iyileştirilmesinde aktif olarak<br />
görev almalarıdır. Bu bağlamda, yerel kalkınmanın sağlanması, endüstriyel yapının<br />
iyileştirilmesi, rekabet gücünün artırılması, istihdamın artırılması ve gelir dağılımının<br />
iyileştirilmesi, ekonomik yapının girişimci ve yenilikçi olmasına (Perktaş, 2014)<br />
bağlıdır denilebilir.<br />
Girişimcilik faaliyetleri, ülkelerde ve bölgelerde endüstri yapısını değiştiren temel<br />
unsurlardır. Ekonomik büyüme ve endüstrideki yapısal değişim arasındaki ilişkiye<br />
Schumpeteryen görüş açısından bakıldığında, ekonomik büyümenin endüstrinin kıt<br />
kaynaklarını en etkili biçimde kullanmasıyla arttığı, girişimcilik faaliyetlerinin ülke<br />
ekonomisinin büyümesine, dönüşmesine katkılar sağladığı görülmektedir. Endüstri<br />
yapısındaki bu değişikleri sağlayan en önemli unsurlardan biri de küçük firmalardır.<br />
Girişimci sayılarının artması ve yaygınlaşması endüstri yapısında da gelişmeler<br />
sağlamaktadır (Aslan, 2009). Günümüzde, gelişmekte olan ülkeler fırsatları en iyi<br />
şekilde değerlendirerek yerel çıkarlarını korumak ve geliştirmek için yerel düzeyde<br />
kalkınma stratejileri oluşturmak durumundadır. Çünkü günümüzde birçok ülkede,<br />
yerel unsurlar ekonomik kalkınmada daha avantajlı pozisyonlara kavuşmuş ve<br />
bölgesel kalkınmanın itici gücü olarak değerlendirilmektedir (Aydemir ve Yaşar,<br />
2015).<br />
277
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bölgesel farklılık, aynı ülkenin farklı yerlerinde görülen her türlü eşitsizlik şeklinde<br />
tanımlanmaktadır. Çeşitli ülkeler arasında gelişme farklılıkları olduğu gibi, bir<br />
ülkenin bölgeleri arasında da coğrafi, ekonomik, sosyo-kültürel bakımlardan da<br />
farklılıklar olabilir. Bölgeler arası dengesizlikler gelişmiş ülkelerde giderek azalırken,<br />
gelişmekte olan ülkelerde ise giderek artma eğilimi göstermektedir. Bu farklılıkları<br />
gidermek için çeşitli şekillerde çabalar gösterilmektedir. Bunlardan bazıları; yerel<br />
düzeyde iş imkanları oluşturarak istihdamı artırmak, yöre halkını üretime yöneltmek,<br />
yerel bazda kişi başına düşen milli geliri arttırmaktır. Yeni şekillenen bu kalkınma<br />
anlayışı, bölgede mevcut olan doğal, ekonomik, kültürel ve teknolojik kaynakların<br />
etkin bir şekilde kullanılmasıyla, yerel fırsatlardan maksimum düzeyde yararlanmayı<br />
amaçlamaktadır.<br />
Yerel bir alanda kalkınmanın sağlanabilmesinde yerel dinamikleri harekete<br />
geçirebilecek sektörün seçimi oldukça önemlidir. Bu nedenle yerel alanın sahip<br />
olduğu potansiyellere ve kaynaklara uygun sektörel gelişmenin sağlanması<br />
kalkınmanın gerçekleşmesinde temeldir. Çünkü ülke bütününde yer alan her bölgenin<br />
farklı imkanlara, özelliklere ve sorunlara sahip olması, sektörel tercihlerle mekânsal<br />
analizin birlikte ele alınması yaklaşımını zorunlu kılmaktadır (Aydemir ve Yaşar,<br />
2015).<br />
Kalkınma ister yerel isterse de ulusal düzeyde düşünülsün esas olan sürdürülebilir bir<br />
kalkınmanın gerçekleştirilmesidir. Çünkü sürdürülebilir kalkınmada hedeflenen,<br />
gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını günün şartlarına göre karşılayabilmeleridir.<br />
Buna göre kalkınmanın hedefi; sosyal, ekonomik, kültürel, sağlık, eğitim, tarım,<br />
çevre, kurumsal yapılar ve hizmetler gibi birçok konuyu içermektedir. Günümüz<br />
şartlarında sürdürülebilir bir kalkınma gerçekleştirebilmek için girişimci faaliyetlere<br />
ve bunu yapabilecek girişimci bireylere ihtiyaç vardır.<br />
4. ARAŞTIRMANIN AMACI VE KAPSAMI<br />
Girişimciler üretimin anahtar unsurlarından birisi olup; emeği, teknolojiyi,<br />
hammaddeyi, sermayeyi, bütüncül ve rasyonel olarak değerlendirirler. Girişimcilik<br />
sayesinde; kentlerin ekonomik refahını, yaşam kalitesini yükseltmek, yerel<br />
dinamikleri harekete geçirerek fiziki, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal alanda<br />
sürdürülebilir bir kalkınma sağlamak mümkündür. Yerel kalkınmayı artırmak için de<br />
mevcut olan doğal, ekonomik, kültürel ve teknolojik kaynakların tümünün etkin<br />
olarak kullanılması, yerel imkânlardan en üst düzeyde yararlanılması gerekmektedir.<br />
Bu bağlamda yerel kalkınmaya olan olumlu katkılarından dolayı bölgedeki<br />
girişimciliği teşvik etmek, artırmak amacıyla yapılan bu çalışmanın kapsamı, Elazığ<br />
ilinde faaliyet göstermekte olan yerel girişimcilerdir.<br />
4.1. Araştırmanın Yöntemi<br />
Çalışma için gerekli bilgilerin elde edilmesinde anket yöntemi kullanılmıştır. Anket<br />
soruları hazırlanırken; öncelikle ilgili literatür taranmış, daha sonra Tekin (1999:227-<br />
234), tarafından geliştirilen, Karahan ve Okay, 2011, Karahan ve Ulusoy, 2010’un<br />
yapmış oldukları çalışmalarda kullandıkları anketlerden yararlanılarak bir anket<br />
formu hazırlanmıştır.<br />
278
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Anket, toplam 40 soru ve iki bölümden oluşmaktadır. Bu ankette girişimcilerin kişisel<br />
özelliklerini belirlemeye yönelik 10 soru ve girişimcilik yetenek ve seviyelerinin<br />
belirlenmesine yönelik 30 soruluk bir ölçek bulunmaktadır. Ölçekteki derecelendirme<br />
5’li Likert ölçeğine uygun olacak şekilde düzenlenmiştir.<br />
Araştırmanın evreni Elazığ ilinde faaliyet gösteren 500 KOBİ işletmesi olup, bu<br />
evrenden rastgele 200 işletme örneklem olarak seçilmiş, işletmelere direkt<br />
araştırmacılar tarafından dağıtılmış ve 152 anket geri toplanarak değerlendirmeye<br />
alınmıştır. Anketin Alpha güvenirlik katsayısı 0.91 olarak hesaplanmış ve bu sonuç<br />
anketin oldukça güvenilir olduğu şeklinde yorumlanmıştır. Anketlerden elde edilen<br />
veriler SPSS 18 istatistik paket programında analiz edilmiş ve sonuçlarından elde<br />
edilen frekans ve yüzde tablolarının yorumları aşağıda sunulmuştur.<br />
4.2. Araştırmadan Elde Edilen Bulgular ve Değerlendirme<br />
KOBİ'lerde yapılan anket uygulaması sonucunda elde edilen verilerin analizi<br />
yapılmış, frekans ve yüzde tabloları hazırlanmış ve her bir soru için gerekli<br />
yorumlamalar aşağıda yapılmıştır. Bu değerlendirmeler; işletmelerin demografik<br />
özellikleri ve KOBİ işletmecilerinin girişimcilik düzeyleri başlıklar altında ayrıntılı<br />
olarak anlatılmıştır.<br />
4.2.1. Araştırmaya Katılan KOBİ'lerin Demografik Özellikleri<br />
Araştırmaya katılan KOBİ işletmecilerinin çoğunluğu %35(53)'ü 31ile 40 yaş<br />
aralığında, %26(39)'u 41-50, %22(33)'ü 21-30, %14(21)'i 51 ve üstü yaşlardadır.<br />
KOBİ işletmecilerinini çoğunluğu %35(53)'ü ailenin ortanca çocuğu, %32(48)'i en<br />
küçük çocuğu, %23(35)'i en büyük çocuğu, %10(16)'sı diğer seçeneğini seçmiştir.<br />
Araştırmaya katılan işletme yöneticilerinin çoğunluğu %29(44)'ü lise mezunu,<br />
%23(35)'i yüksekokul mezunu, %14(22) fakülte mezunu, %13(20) ortaokul mezunu,<br />
%8(12) yüksek lisans mezunu, %5(8) doktora mezunu, %5(7) ilkokul mezunu ve<br />
%3(4) diğer seçeneğini işaretlemiştir.<br />
KOBİ yetkililerinin aylık ortalama gelirleri çoğunlukla %28(43)'ü 3001-5000 TL,<br />
%26(40)'ı 5001-10000 TL, %14(21)'i 901-1500 TL, %12(18)'i 1501-2000 TL,<br />
%11(17)'si 701-900 TL, %4(6)'sı 2001-3000 TL, %4(6)'sı 10001 TL ve üstü aylık<br />
ortalama gelire sahiptir. İşletmelerin aylık ortalama harcamaları çoğunlukla %34(51)'i<br />
501-700 TL, %25(38)'i 701-900 TL, %17(26)'sı 901-1500 TL, %9(13)'ü 2001-3000<br />
TL, %8(12)'si 3001-5000 TL, %5(7)'si 1501-2000 TL, %2(3)'ü 5001-10000 TL ve<br />
%1(2)'si 10001 TL ve üstü harcama yapmaktadır.<br />
KOBİ işletmecilerin çoğunluğunun %28(42)'sinin ebeveynleri çalışma hayatlarının<br />
büyük bir kısmında kendi işlerini (esnaf) yapmışlardır, %24(37)'sinin ebeveynleri<br />
çalışma hayatlarının bir bölümünde kendi işlerini yapmışlardır, %22(34)'ünün<br />
ebeveynlerinin birisi çalışma hayatlarının büyük bir kısmınında kendi işinin sahibidir,<br />
%15(23)'ünün ebeveylerinden birisi çalışma hayatının bir bölümündekendi işinin<br />
sahibidir, %10(16)'sının ebeveylerinden birisi kendi işinin sahibi değildir.<br />
KOBİ işletmecilerin çoğunluğu %62(94) girişimcilikle ilgili bir eğitim almış,<br />
%24(36) eğitim almamış, %14(22) kısmen eğitim almıştır. İşletmecilerin %44(67)<br />
girişimciliğe başlamak için yeterli sermayesinin olmadığını, %34(52)'sinin ise yeterli<br />
279
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
sermayesinin olduğu, %22(33)'ünün kısmen sermayesinin olduğu ifade edilmiştir.<br />
İşletmecilerin çoğunluğu %50(76) hangi kurumlardan kredi alacağını bilmekte,<br />
%28(43)'ü kısmen bilmekte ve %22(33)'ü ise bilgisi olmadığını beyan etmiştir.<br />
4.2.2. KOBİ İşletmecilerinin Girişimcilik Yetenek Düzeylerini Belirleme<br />
Ölçeğinden elde edilen Bulgular<br />
Araştırmaya katılan ve Elazığ ilinde faaliyet göstermekte olan girişimcilerin yetenek<br />
düzeylerini belirleme ölçeğine verdikleri cevaplara göre ilgili puanlamalar yapılarak<br />
girişimcilik yetenek puanı ortalaması 108,908 puan olarak hesaplanmıştır.<br />
Hesaplanan bu puan ortalaması, Tekin (1999:236)’in belirttiği üzere, girişimcilik<br />
eğitimi alabilmek için gerekli olan puana yakın bir değer olsa da alt sınır olan 100<br />
puanın üzerinde bir değer olması olumludur. Bu sonuca göre araştırmaya katılan<br />
girişimcilerin çoğunluğunun girişimciliğe eğilimli olduğunu söylemek mümkündür.<br />
Tablo 1'de araştırmaya katılan girişimcilerin yetek düzeyi belirleme ölçeğindeki<br />
sorulara verdikleri cevaplar sunulmuştur.<br />
Tablo 1. Girişimcilerin Yetenek Düzeyi Ölçeğine Verdikleri Cevaplar<br />
Sorular 1 2 3 4 5<br />
1. Kendimi günde 10 saatten fazla çalışacak kadar<br />
formda hissediyorum.<br />
%28<br />
(42)<br />
2. İşimde ve özel hayatımda insanları motive %5<br />
edebiliyor ve çalışmaya yönlendirebiliyorum (7)<br />
3. İşimde ve özel hayatımda insanları etkileyip, %12<br />
liderlik yapabiliyorum.<br />
(18)<br />
4. Boş zamanlarımda bile kendimi geliştirmeye ve %5<br />
yenilikler bulmaya istekliyimdir.<br />
(8)<br />
5. İşimde karşılaşacağım güçlüklerle yeterince %4<br />
mücadele etme gücüne sahibim<br />
(6)<br />
6. İşimde kötü giden bir durumla karşılaştığımda %3<br />
kendime yeterince güvenirim<br />
(5)<br />
7. İş hayatında gerektiğinde risk alabilirim %5<br />
(7)<br />
8. Ekip çalışmasına yatkınım %8<br />
(12)<br />
9. İşyerimde, gerektiğinde kendi fikirlerimin %7<br />
uygulanmasından vazgeçebilirim.<br />
(11)<br />
10. Alınan bazı kararlar hoşuma gitmese de %8<br />
uygulamaya hazırımdır.<br />
(12)<br />
11. İşimle ilgili profesyonel olarak bir iş ve %8<br />
çalışma programı yaparım.<br />
(12)<br />
12. Kendimi değerli eşi benzeri olmayan birisi %5<br />
olarak görüyorum.<br />
(8)<br />
13. Kolay yoldan para kazanmayı düşünmem. %9<br />
(13)<br />
14. Firmanızın iş sektörü ile ilgili birlik, oda %7<br />
yahut derneğe üye olmasını istermisiniz? (10)<br />
15. Firmalar adres rehberinde firmanızın<br />
%3<br />
adresinin de yer almasını ister misiniz?<br />
(4)<br />
16. İşyerinizin dışında müşterilerinizin sizinle %9<br />
rahatça görüşmesini ister misiniz?<br />
(14)<br />
%16<br />
(24)<br />
%21<br />
(32)<br />
%13<br />
(20)<br />
%15<br />
(23)<br />
%19<br />
(29)<br />
%16<br />
(24)<br />
%16<br />
(25)<br />
%10<br />
(16)<br />
%14<br />
(21)<br />
%15<br />
(23)<br />
%14<br />
(22)<br />
%12<br />
(19)<br />
%14<br />
(22)<br />
%14<br />
(22)<br />
%14<br />
(21)<br />
%12<br />
(18)<br />
%6<br />
(9)<br />
%19<br />
(29)<br />
%15<br />
(23)<br />
%22<br />
(34)<br />
%10<br />
(15)<br />
%14<br />
(22)<br />
%18<br />
(27)<br />
%18<br />
(27)<br />
%18<br />
(27)<br />
%17<br />
(26)<br />
%14<br />
(22)<br />
%17<br />
(26)<br />
%17<br />
(26)<br />
%16<br />
(24)<br />
%18<br />
(27)<br />
%19<br />
(29)<br />
%18<br />
(28)<br />
%30<br />
(46)<br />
%38<br />
(58)<br />
%33<br />
(50)<br />
%41<br />
(62)<br />
%37<br />
(56)<br />
%35<br />
(54)<br />
%35<br />
(53)<br />
%38<br />
(58)<br />
%34<br />
(51)<br />
%37<br />
(57)<br />
%35<br />
(53)<br />
%39<br />
(60)<br />
%37<br />
(57)<br />
%37<br />
(57)<br />
%28<br />
(43)<br />
%32<br />
(49)<br />
%25<br />
(38)<br />
%22<br />
(33)<br />
%24<br />
(37)<br />
%26<br />
(40)<br />
%30<br />
(45)<br />
%26<br />
(39)<br />
%29<br />
(44)<br />
%23<br />
(35)<br />
%26<br />
(40)<br />
%26<br />
(39)<br />
%30<br />
(46)<br />
%20<br />
(31)<br />
%26<br />
(39)<br />
%28<br />
(43)<br />
%32<br />
(48)<br />
280
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
17. Kendi işinizin başında olmadığınızda başka<br />
eleman bulup yetki devri yapabilir misiniz?<br />
%9<br />
(13)<br />
%12<br />
(18)<br />
%19<br />
(29)<br />
%35<br />
(53)<br />
18. İşinize benzer işyerleriyle teknoloji, eleman %7 %11 %16 %41<br />
ve finansman alışverişinde bulunur musunuz? (11) (17) (25) (62)<br />
19. Üretilen ürün veya hizmeti pazarlarken etkili %4 %15 %14 %33<br />
iletişim teknikleri kullanılmalıdır.<br />
(6) (23) (22) (50)<br />
20. İyi bir girişimci en iyiyi üretmelidir. %7 %12 %13 %35<br />
(11) (18) (20) (54)<br />
21. Bana göre girişimcilik daha çok para<br />
%9 %12 %12 %44<br />
kazanmak için yapılmalıdır.<br />
(13) (19) (19) (67)<br />
22. Benim için girişimcilik yapmak vazgeçilmez %8 %9 %20 %39<br />
bir tutkudur, yaşam tarzıdır.<br />
(12) (13) (30) (59)<br />
23. Benim için önemli olan tanınmak, prestij %7 %15 %15 %34<br />
sahibi olmaktır.<br />
(11) (23) (23) (51)<br />
24. Hayatta başarılı olmak çalışmaya ve<br />
%3 %13 %18 %30<br />
fedakârlığa bağlıdır.<br />
(5) (20) (27) (46)<br />
25. Hayatta başarılı olmak şansa bağlıdır. %5 %15 %17 %28<br />
(7) (23) (26) (43)<br />
26. Girişimciliğe bir iş fikriyle başlanmalıdır. %4 %13 %13 %37<br />
(6) (20) (20) (56)<br />
27. Sıradanlıktan nefret ederim. %6 %11 %22 %34<br />
(9) (17) (34) (51)<br />
28. Olumsuz gibi görünen bazı koşulları ele alıp %8 %10 %14 %36<br />
bunları fırsata dönüştürebilirim<br />
(12) (16) (22) (55)<br />
29. Hayal kırıklığına uğradığımda,bununla başa %9 %8 %20 %34<br />
çıkabilir ve işime yeniden başlayabilirim (14) (12) (30) (51)<br />
30. İşim nedeniyle karşılaşacağım özgürlük %9 %10 %18 %24<br />
kısıtlamalarına ailemle birlikte katlanabilirim. (13) (15) (28) (36)<br />
Not: 1-Hiçbir zaman, 2-Bazı zaman, 3-Kısmen, 4-Çoğu zaman, 5-Her zaman<br />
%26<br />
(39)<br />
%24<br />
(37)<br />
%34<br />
(51)<br />
%32<br />
(49)<br />
%22<br />
(34)<br />
%25<br />
(38)<br />
%29<br />
(44)<br />
%35<br />
(54)<br />
%35<br />
(53)<br />
%33<br />
(50)<br />
%27<br />
(41)<br />
%31<br />
(47)<br />
%30<br />
(45)<br />
%39<br />
(60)<br />
Tablo 1'de görüldüğü gibi, araştırmaya katılan ve Elazığ ilinde faaliyet gösteren KOBİ<br />
yöneticileri "Kendimi günde 10 saatten fazla çalışacak kadar formda hissettikleri"<br />
görüşüne; %32(49) her zaman, %28(42) hiçbir zaman, %18(28) çoğu zaman, %16(24)<br />
bazı zaman %6(9) kısmen katıldıklarını ifade etmişledir. Bu sonuçlara göre,<br />
girişimcilerin çoğunluğunun her zaman kendilerini günde on saatten fazla çalışacak<br />
kadar zinde hissettikleri, çalışma azim ve kararlılıkları olduğu söylenebilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "İşimde ve özel hayatımda insanları motive<br />
edebiliyor ve çalışmaya yönlendirebiliyorum" görüşüne; %30(46) çoğu zaman,<br />
%25(38) her zaman, %21(32) bazı zaman, %19(29) kısmen %5(7) hiçbir zaman<br />
katılmadıklarını ifade etmişledir. Bu sonuçlara göre, girişimcilerin çoğunluğunun,<br />
çoğu zaman kendi işinde ve özel hayatında insanları motive edebilecek özelliklerine<br />
sahip olduklarını ve çalışanlarını yönlendirebildikleri yorumu yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "İşinde ve özel hayatında insanları etkileyip,<br />
liderlik yapabildikleri" görüşüne; %38(58) çoğu zaman, %22(33) her zaman, %15(23)<br />
kısmen, %13(20) bazı zaman ve %12(18) hiçbir zamaan insanları etkilemediklerini,<br />
liderlik yapamadıklarını ifade etmişlerdir. Bu sonuçlara göre, girişimcilerin<br />
çoğunluğunun insanları etkileyip liderlik yapabilecek yeteneklere sahip olduklarına<br />
inandığı yorumu yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "Boş zamanlarında bile kendilerini gelişmeye ve<br />
yenilikler bulmaya istekli oldukları" görüşüne; %33(50) çoğu zaman, %24(37) çoğu<br />
281
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
zaman, %22(34) kısmen, %15(23) bazı zaman, %5(8) hiçbir zaman kendilerini<br />
gelişmeye ve yenilikleri bulmaya istekli olduklarını ifade etmişlerdir. Bu sonuçlara<br />
göre, girişimcilerin çoğunluğunun çoğu zaman kendilerini yeniliklere ve gelişime açık<br />
hissetikleri söylenebilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "İşimde karşılaşacağım güçlüklerle yeterince<br />
mücadele etme gücüne sahibim" görüşüne; %41(62) çoğu zaman, %26(40) her zaman,<br />
%19(29) bazı zaman, %10(15) kısmen, %4(6) hiçbir zaman cevabını vermiştir. Bu<br />
sonuçlara göre, girişimcilerin çoğunluğunun işiyle ilgili karşılaştıkları güçlüklerle<br />
mücadele etme gücünün olduğu yorumu yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "İşimde kötü giden bir durumla karşılaştığımda<br />
kendime yeterince güvenirim" görüşüne; %37(56) çoğu zaman, %30(45) her zaman,<br />
%16(24) bazı zaman, %14(22) kısmen, %3(5) hiçbir zaman cevabını vermiştir. Bu<br />
sonuçlara göre, girişimcilerin çoğunluğu sorunların çözümünde kendilerine<br />
güvenmektedirler.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "İş hayatında gerektiğinde risk alabilirim"<br />
görüşüne; %35(54) çoğu zaman, %26(39) her zaman, %18(27) kısmen, %16(25) bazı<br />
zaman, %5(7) hiçbir zaman cevabını vermiştir. Bu sonuçlara göre, girişimcilerin<br />
çoğunluğunun risk alma yeteneğine sahip olduğu yorumu yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "Ekip çalışmasına yatkınım" görüşüne; %35(53)<br />
çoğu zaman, %29(44) her zaman, %18(27) kısmen, %10(16) bazı zaman, %8(12)<br />
hiçbir zaman cevabını verniştir. Bu sonuçlara göre, girişimcilerin çoğunluğunun ekip<br />
çalışmasına yatkın olduğu yorumu yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "İşyerinde, gerektiğinde kendi fikirlerimin<br />
uygulanmasından vazgeçebilirim" görüşüne; %38(58) çoğu zaman, %23(35) her<br />
zaman, %18(27) kısmen, %14(21) bazı zaman, %7(11) hiçbir zaman cevabını<br />
vermiştir. Bu sonuçlara göre, girişimcilerin çoğunluğunun kendi fikirlerinin<br />
uygulanmasından vazgeçebilecekleri yorumu yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "Bazı kararlar hoşlarına gitmese de uygulamaya<br />
hazır oldukları" görüşüne; %34(51) çoğu zaman, %26(40) her zaman, %17(26)<br />
kısmen, %15(23) bazı zaman, %8(12) hiçbir zaman cevabını vermiştir. Bu sonuçlara<br />
göre, girişimcilerin çoğunluğunun alınan bazı kararlar hoşlarına gitmese de<br />
uygulamaya hazır oldukları yorumu yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "İşimle ilgili profesyonel olarak bir iş ve çalışma<br />
programı yaparım" görüşüne; %37(57) çoğu zaman, %26(39) her zaman, %14(22)<br />
kısmen, %14(22) bazı zaman, %8(12) hiçbir zaman cevabını vermiştir. Bu sonuçlara<br />
göre, girişimcilerin çoğunluğunun porofosyonel olarak iş ve çalışma programı<br />
yapabilme kabiliyetine sahip oldukları yorumu yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "Kendilerini değerli eşi benzeri olmayan birisi<br />
olarak görmeleri" görüşüne; %35(53) çoğu zaman, %30(46) her zaman, %17(26)<br />
kısmen, %12(19) bazı zaman, %5(8) hiçbir zaman cevabını vermiştir. Bu sonuçlara<br />
göre, girişimcilerin çoğunluğunun kendilerini eşi benzeri olmayan birisi olarak<br />
gördükleri yorumu yapılabilir.<br />
282
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "Kolay yoldan para kazanmayı düşünmem"<br />
görüşüne; %39(60) çoğu zaman, %20(31) her zaman, %17(26) kısmen, %14(22) bazı<br />
zaman, %9(13) hiçbir zaman cevabını vermiştir. Bu sonuçlara göre, girişimcilerin<br />
çoğunluğunun kolay yoldan para kazanmayı düşünmedikleri yorumu yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "Firmanızın iş sektörü ile ilgili birlik, oda yahut<br />
derneğe üye olmasını istermisiniz" görüşüne; %37(57) çoğu zaman, %26(39) her<br />
zaman, %16(24) kısmen, %14(22) bazı zaman, %7(10) hiçbir zaman cevabını<br />
vermiştir. Bu sonuçlara göre, girişimcilerin çoğunluğunun iş sektörleriyle ilgili birlik,<br />
oda veya derneğe üye olmayı düşündükleri yorumu yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "Firmalar adres rehberinde firmanızın adresinin de<br />
yer almasını ister misiniz" görüşüne; %37(57) çoğu zaman, %28(43) her zaman,<br />
%18(27) kısmen, %14(21) bazı zaman, %3(4) hiçbir zaman cevabını vermiştir. Bu<br />
sonuçlara göre, girişimcilerin çoğunluğunun adres defterinde yeralmak istedikleri<br />
yorumu yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "İşyerinizin dışında müşterilerinizin sizinle<br />
rahatça görüşmesini ister misiniz" görüşüne; %32(48) her zaman %28(43) çoğu<br />
zaman, %19(29) kısmen, %12(18) bazı zaman, %9(14) hiçbir zaman cevabını<br />
vermiştir. Bu sonuçlara göre, girişimcilerin çoğunluğunun işyerleri dışında<br />
müşterileriyle rahatça görüşmek istedikleri yorumu yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "Kendi işinizin başında olmadığınızda başka<br />
eleman bulup yetki devri yapabilir misiniz" görüşüne; %35(53) çoğu zaman, %26(39)<br />
her zaman, %19(29) kısmen, %12(18) bazı zaman, %9(13) hiçbir zaman cevabını<br />
vermiştir. Bu sonuçlara göre, girişimcilerin çoğunluğunun yetki devri yapmaya hazır<br />
oldukları yorumu yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "İşinize benzer işyerleriyle teknoloji, eleman ve<br />
finansman alışverişinde bulunur musunuz" görüşüne; %41(62) çoğu zaman, %24(37)<br />
her zaman, %16(25) kısmen, %11(17) bazı zaman, %7(11) hiçbir zaman cevabını<br />
vermiştir. Bu sonuçlara göre, girişimcilerin çoğunluğunun benzer işyerleriyle<br />
(komşuları) çoğu zaman teknoloji, eleman ve finansman alışverişi yaptıkları yorumu<br />
yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "Üretilen ürün veya hizmeti pazarlarken etkili<br />
iletişim tekniğini kullanmalıdır" görüşüne; %34(51) her zaman, %33(50) çoğu zaman,<br />
%15(23) bazı zaman, %14(22) kısmen, %4(6) hiçbir zaman cevabını vermiştir. Bu<br />
sonuçlara göre, girişimcilerin çoğunluğunun ürün veya hizmet pazarlarken etkili<br />
iletişim tekniklerininin kullanılması gerektiğine inandığı yorumu yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "İyi bir girişimci en iyiyi üretmelidir" görüşüne;<br />
%35(54) çoğu zaman, %32(49) her zaman, %13(20) kısmen, %12(18) bazı zaman,<br />
%7(11) hiçbir zaman cevabını vermiştir. Bu sonuçlara göre, girişimcilerin<br />
çoğunluğunun iyi bir girişimcinin en iyiyi üretmesi gerektiğine inandığı yorumu<br />
yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "Bana göre girişimcilik daha çok para kazanmak<br />
için yapılmalıdır" görüşüne; %44(67) çoğu zaman, %22(34) her zaman, %12(19)<br />
283
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
kısmen, %12(19) bazı zaman, %9(13) hiçbir zaman cevabını vermiştir. Bu sonuçlara<br />
göre, girişimcilerin çoğunluğunun girişimciliği para kazanmak için yaptığı yorumu<br />
yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "Benim için girişimcilik yapmak vazgeçilmez bir<br />
tutkudur, yaşam tarzıdır" görüşüne; %39(59) çoğu zaman, %25(38) her zaman,<br />
%20(30) kısmen, %9(13) bazı zaman, %8(12) hiçbir zaman cevabını vermiştir. Bu<br />
sonuçlara göre, girişimcilerin çoğunluğunun girişimciliği bir tutku ve yaşam tarzı<br />
olarak benimsedikleri yorumu yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "Benim için önemli olan tanınmak, prestij sahibi<br />
olmaktır" görüşüne; %34(51) çoğu zaman, %29(44) her zaman, %15(23) kısmen,<br />
%15(23) bazı zaman, %7(11) hiçbir zaman cevabını vermiştir. Bu sonuçlara göre,<br />
girişimcilerin çoğunluğunun tanınmayı ve prestij kazanmayı önemsediği yorumu<br />
yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "Hayatta başarılı olmak çalışmaya ve fedakârlığa<br />
bağlıdır" görüşüne; %35(54) çoğu zaman, %30(46) her zaman, %18(27) kısmen,<br />
%13(20) bazı zaman, %3(5) hiçbir zaman cevabını vermiştir. Bu sonuçlara göre,<br />
girişimcilerin çoğunluğunun başarılı olmak için çalışmak ve fedakarlık yapmak<br />
gerektiğine inandıkları yorumu yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "Hayatta başarılı olmak şansa bağlıdır" görüşüne;<br />
%35(53) her zaman, %28(43) çoğu zaman, %17(26) kısmen, %15(23) bazı zaman,<br />
%5(7) hiçbir zaman cevabını vermiştir. Bu sonuçlara göre, girişimcilerin<br />
çoğunluğunun başarılı olmanın şansa bağlı olduğuna inandıkları yorumu yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "Girişimciliğe bir iş fikriyle başlanmalıdır"<br />
görüşüne; %37(56) çoğu zaman, %33(50) her zaman, %13(20) kısmen, %13(20) bazı<br />
zaman, %4(6) hiçbir zaman cevabını vermiştir. Bu sonuçlara göre, girişimcilerin<br />
çoğunluğunun girişimciliğe bir iş fikriyle başlamak gerektiğine inandığı yorumu<br />
yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "Sıradanlıktan nefret ederim" görüşüne; %34(51)<br />
çoğu zaman, %27(41) her zaman, %22(34) kısmen, %11(17) bazı zaman, %6(9) hiçbir<br />
zaman cevabını vermiştir. Bu sonuçlara göre, girişimcilerin çoğunluğunun<br />
sıradanlıktan hoşlanmadığı yorumu yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, " Olumsuz gibi görünen bazı koşulları ele alıp<br />
bunları fırsata dönüştürebilirim" görüşüne; %36(55) çoğu zaman, %31(47) her zaman,<br />
%14(22) kararsız, %10(16) bazı zaman, %8(12) hiçbir zaman cevabını vermiştir. Bu<br />
sonuçlara göre, girişimcilerin çoğunluğunun olumsuz koşulları fırsata<br />
dönüştürebileceği yorumu yapılabilir.<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "Hayal kırıklığına uğradığımda, bununla başa<br />
çıkabilir ve işime yeniden başlayabilirim" görüşüne; %34(51) çoğu zaman, %30(45)<br />
her zaman, %20(30) kısmen, %9(14) hiçbir zaman, %8(12) bazı zaman cevabını<br />
vermiştir. Bu sonuçlara göre, girişimcilerin çoğunluğunun hayal kırıklığına<br />
uğradıklarında bu sorunuyla başa çıkabileceklerine ve işine yeniden<br />
başlayabileceklerine inandığı yorumu yapılabilir.<br />
284
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Araştırmaya katılan girişimcilerin, "İşim nedeniyle karşılaşacağım özgürlük<br />
kısıtlamalarına ailemle birlikte katlanabilirim" görüşüne; %39(60) her zaman,<br />
%24(36) çoğu zaman, %18(28) kısmen, %10(15) bazı zaman, %9(13) hiçbir zaman<br />
cevabını vermiştir. Bu sonuçlara göre, girişimcilerin çoğunluğunun işinin<br />
özgürlüğünü kısıtlamasına ailesiyle birlikte katlanabileceği yorumu yapılabilir.<br />
5. SONUÇ VE ÖNERİLER<br />
Bir ekonominin gelişmesi ve büyümesinin gerekli koşullarından biri, girişimciliğin<br />
yaygınlaşmasıdır. Çünkü toprağın, emeğin ve sermayenin yeterli olması, üretim<br />
modelinin sağlıklı olduğu anlamına gelmez. Tüm bu üretim unsurları, girişimcilik<br />
ruhu ile beslenmezse, kaynakların optimal kullanımı da mümkün olmayacaktır. Bu<br />
yüzden, günümüzde girişimciliğin ve girişimci bireylerin yaygınlaşması, toplum<br />
tarafından benimsenmesi, içselleştirilmesi ve hayata geçirilmesi üretimin anahtar<br />
unsurları olarak görülebilir. Çünkü emeği, teknolojiyi, hammaddeyi, sermayeyi<br />
bütüncül ve rasyonel olarak değerlendirebilecek ana unsur girişimciliktir.<br />
Çalışmadan elde edilen bulgulara göre Elazığ ilindeki girişimcilerin ortalama 31-40<br />
yaş aralığında olmaları Elazığ ilindeki girişimcilerin orta yaşlarda iş hayatına<br />
başladıkları şeklinde yorumlanabilir. Diğer yandan Elazığ ilindeki girişimcilerin<br />
çoğunluğu ailenin ortanca çocuğudur ve ailelerinde girişimcilik deneyimi olanlar<br />
çoğunluktadır. Girişimcilerin aylık ortalama gelirleri 3001-5000 TL dir. Bunun yanı<br />
sıra girişimcilerin çoğunluğunun lise mezunu ve girişimcilikle ilgili bir eğitim almış<br />
olması, girişimcilerin çok iyi olmasada iyi bir seviyede eğitimli olduklarının<br />
göstergesidir. Buradan Elazığ ilinde üniversite mezunu olanların girişimciliği fazla<br />
tercih etmedikleri ve kariyer planlarına almadıkları sonucunu çıkarmak mümkündür.<br />
Burada özellikle üniversite son sınıf öğrencilerine girişimcilik eğitimi verilmesinin ve<br />
kariyer planlamalarında mutlaka bu seçeneklerin de bulunması gerektiğini söylemek<br />
mümkündür. Yine elde dilen bulgulara göre Elazığ ilinde faaliyet göstermekte olan<br />
girişimcilerin çoğunluğunun işe başlamak için yeterli sermayesinin bulunmadığı ve<br />
nereden yardım (kredi) alınacağının da bilinmediği sonucuna varılabilir.<br />
Araştırma sonuçlarına göre, girişimcilerin çoğunluğunun her zaman kendilerini günde<br />
on saatten fazla çalışacak kadar zinde hissettikleri, çalışma azim ve kararlılıkları<br />
olduğu, çoğu zaman kendi işinde ve özel hayatında insanları motive edebilecek<br />
özelliklerine sahip oldukları ve çalışanlarını yönlendirebildikleri, insanları etkileyip<br />
liderlik yapabilecek yeteneklere sahip oldukları, çoğu zaman kendilerini yeniliklere<br />
ve gelişime açık hissetikleri, işleriyle ilgili karşılaştıkları güçlüklerle mücadele etme<br />
gücüne sahip oldukları, sorunların çözümünde kendilerine güvendikleri,<br />
çoğunluğunun risk alma yeteneğine sahip olduğu, çoğunluğunun ekip çalışmasına<br />
yatkın olduğu, gerektiğinde kendi fikirlerinin uygulanmasından vazgeçebilecekleri,<br />
alınan bazı kararlar hoşlarına gitmese de uygulamaya hazır olduklarını söylemek<br />
mümkündür.<br />
Araştırmadan elde edilen bulgulara göre, girişimcilerin çoğunluğunun porofosyonel<br />
olarak iş ve çalışma programı yapabilme kabiliyetine sahip oldukları, çoğunluğunun<br />
kendilerini eşi benzeri olmayan birisi olarak gördükleri, çoğunluğunun kolay yoldan<br />
para kazanmayı düşünmedikleri, çoğunluğunun iş sektörleriyle ilgili birlik, oda veya<br />
285
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
derneğe üye olmayı düşündükleri, adres defterlerinde yeralmak istedikleri,<br />
çoğunluğunun işyerleri dışında müşterileriyle rahatça görüşmek istedikleri, yetki<br />
devri yapmaya hazır oldukları, benzer işi yapan işyerleriyle (komşuları) çoğu zaman<br />
teknoloji, eleman ve finansman alışverişi yaptıkları, çoğunluğunun ürün veya hizmet<br />
pazarlarken etkili iletişim tekniklerininin kullanılması gerektiğine inandığı,<br />
çoğunluğunun iyi bir girişimcinin en iyiyi üretmesi gerektiğine inandığı, girişimciliği<br />
para kazanmak için yaptıkları yorumu yapılabilir. Bu sonuçlara göre, girişimcilerin<br />
çoğunluğunun girişimciliği bir tutku ve yaşam tarzı olarak benimsedikleri,<br />
çoğunluğunun tanınmayı ve prestij kazanmayı önemsediği, çoğunluğunun başarılı<br />
olmak için çalışmak ve fedakarlık yapmak gerektiğine inandıkları, başarılı olmanın<br />
şansa bağlı olduğuna inandıkları, girişimciliğe bir iş fikriyle başlamak gerektiğine<br />
inandığı, çoğunluğunun sıradanlıktan hoşlanmadığı, olumsuz koşulları fırsata<br />
dönüştürebileceği, çoğunluğunun hayal kırıklığına uğradıklarında bu sorunuyla başa<br />
çıkabileceklerine ve işine yeniden başlayabileceklerine inandığı, işinin özgürlüğünü<br />
kısıtlamasına ailesiyle birlikte katlanabileceği yorumunu yapmak mümkündür. Bu<br />
sonuç ve bulgulardan hareketle Elazığ ilinde faaliyet gösteren işletmecilerin,<br />
girişimcilik yetenek düzeylerinin yeterli olmasına rağmen girişimcilik eğitimi alma<br />
durumları ve bilgi düzeylerinin yetersiz olması nedeniyle ildeki girişimcilere, sanayi<br />
odası gibi meslek kuruluşları ve kamu kurumlarının, üniversite ve konusunda uzman<br />
kurumların işbirliği içinde eğitim ve bilgilendirme faaiyetlerinde bulunmaları<br />
gerekmektedir. Ayrıca, işletme sahiplerinin girişimcilik ve işletmecilik alanlarındaki<br />
bilgileri güncel olarak takip etmeleri ve ildeki işletmelerin bağlı bulunduğu sivil<br />
toplum kuruluşlarının işletme sahibi girişimcilere eğitim programları düzenleyerek<br />
eğitimli ve bilgi sahibi, değişimleri takip edebilen, yeni nesil girişimcilerin<br />
yetişmelerine katkı sağlanabilir. Ayrıca ülkemizdeki girişimciliği; ileri düzeyde olan<br />
ülkelerin seviyesine getirmek için girişimcilik mevzuat ve düzenlemelerinin<br />
yapılması, gençlere girişimcilik için verilen teşviklerin artırılması, girişimcilik ödül<br />
sistemi kurulması gibi düzenlemelerin de bir an önce hayata geçirilmesi önerilebilir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Akdemir, A. (2004). İşletmeciliğin Temel Bilgileri. Isparta: Tuğra Matbaacılık<br />
Aslan, Y. (2009). Türkiye'de Büyüme-Odaklı ve Yenilikçi Bir Girişimcilik Politika<br />
Çerçevesi Geliştirme ve Politika Açıklarının Belirlenmesi. Yüksek Lisans<br />
Tezi. Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi.<br />
Aydemir, B. ve Yaşar, İ. (2015). "Yerel Ekonomik Kalkınmada Turizmin Rolü Ve<br />
Turizm İşletmelerinin Yaklaşımlarının Belirlenmesi: Rize Örneği". 3.<br />
Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı, Bingöl: 15-16 Ekim 2015<br />
Bildiriler Kitabı.<br />
Bozkurt, R. (2000). “Girişimci ve Rol Bilinci”. İş Fikirleri Dergisi, 2000/12.<br />
Çelik, A.(2006). “Bir İstihdam Politikası Olarak Girişimcilik”. Kırgızistan–Türkiye<br />
Manas Üniversitesi İ.İ.B.F. Uluslararası Girişimcilik Kongresi, Dizi: 11, No:<br />
86, 25-27 Mayıs., 468-469, Bişkek.<br />
Drucker, P.F. (2003). Geleceğin Toplumunda Yönetim. (Çev: Mehmet Zaman),<br />
İstanbul: Hayat Yayınları.<br />
Efil, İ. (2006). İşletmelerde Yönetim ve Organizasyon. İstanbul: Alfa Akademi Basım<br />
Yayım Dağıtım.<br />
286
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Günal, A., Marangoz, M. ve Erboy, N. (2014). Ekonomik Büyüme ve Kalkınmada<br />
Girişimciliğin Rolü ve Önemi, Internatıonal Conference on Eurasıan<br />
Economıes.<br />
Isenberg, D. J. (2008). “The Global Entrepreneur”. Harvard Business Review, 86/12,<br />
107-111.<br />
Karahan, M. ve Okay, Ş. (2011). A Field Research on the Determination of<br />
Entrepreneurial Characteristics of SMEs Businesses in Turkey, African<br />
Journal of Business Management, 5(11), 4121-4132.<br />
Karahan, M. ve Ulusoy, İ. (2010). Hatay İli Girişimcilik Özelliklerinin İncelenmesi,<br />
Ekev Akademi Dergisi, Yıl: 14/43, (Bahar 2010).<br />
Karahan, M., Ünal, Ö.F. ve Mete, M. (2014). Kobi’lerin Girişimcilik Özelliklerinin<br />
Belirlenmesine Yönelik Bir Alan Araştırması, SDÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />
Dergisi Yıl: 2014/1, Sayı:19.<br />
Karakay, E. ve Kızıloğlu, S. (2015). Türkiye’de Girişimcilik ve Ekonomik Büyüme,<br />
3. Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı, 15-16 Ekim 2015 Bildiriler<br />
Kitabı, Bingöl.<br />
Kuratko, D.F., (2005), “The Emergence of Entrepreneurship Education:<br />
Development, Trends, and Challenges”, Enterpreneurship Theory and<br />
Practice, 29, 5, pp.577-597.<br />
Luthans, F. ve Ibrayeva, E.S, (2006). “Entrepreneurial self-efficacy in Central Asian<br />
transition economies: quantitative and qualitative analyses”, Journal of<br />
International Business Studies, 37, 92–110.<br />
Markman, G.D. ve Baron, R.A., (2003). “Person–entrepreneurship fit: why some<br />
people are more successful as entrepreneurs than others”, Human Resource<br />
Management Review, 13, 281–301.<br />
Müftüoğlu, T., Ürper, Y., Basar, M. ve Tosunoğlu, T. (2005). Girişimcilik. Eskişehir:<br />
Anadolu Üniversitesi Yayın No: 1567.<br />
Perktaş, E. (2014). Bölgesel Kalkınma Özelinde Girişimciliğin Ekonomik Kalkınma<br />
Sürecindeki Rolü, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 2, Sayı: 7,<br />
Aralık 2014, s. 472-486.<br />
Santarelli, E. ve Vivarelli, M. (2007). Entrepreneurship and the Process of Firms’<br />
Entry, Eurvival and Growth, Industrial and Corporate Change Journal, 16(3),<br />
455-488.<br />
Scarborough, N. M. ve Zimmer, T, (2000). Effective Small Business Management:<br />
An Entrepreneurial Approach, 6th edition, Prentice Hall, New Jersey.<br />
Scott, S. (2004). A General Theory of Entrepreneurship: The Individual-Opportunity<br />
Nexus. http://goliath.ecnext.com/coms2/gi_0199-250065/Scott-Shane-A-<br />
General-Theory.html, (E.T: 24.Aralık 2009).<br />
Sobel, S. R. (2013). Entrepreneurship, www.econlib.org/library/Enc<br />
/Entrepreneurship.html, (E.T: 24.03.2013).<br />
Tekin, M. (2005). Hayallerin Gerçeğe Dönüşümü: Girişimcilik. Konya: Günay Ofset.<br />
Yılmaz, A. (2009). Girişimci Kimdir? Yenileşim Derneği,<br />
http://www.yenilesim.org/index.php?option =com_content&view=art<br />
icle&id=75:girisimci-kimdir&catid=27:girisimcimakale& Itemid=2, (Erişim<br />
Tarihi: 11.09.2009).<br />
287
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Devlet Desteklerinin Bölgesel Kalkınmadaki Rolü:<br />
Ahika Tarafından Uygulanan 2012 Yılı Sektörel<br />
Rekabet Edebilirlik MDP Etki Analizi Araştırması<br />
Serdar ÖZTÜRK 1 , Hayri TANRIVERDİ 2<br />
2016 yılı Haziran ayı itibari ile ülkemizde Devlet Desteği sağlayan 10 adet Bakanlık,<br />
12 adet kurum/kuruluş ve kamu iştiraki yer almaktadır. Bu destekler, kar amacı güden<br />
ve gütmeyen Kamu kurum/kuruluşlarına, sivil toplum kuruluşlarına, işletmelere ve<br />
gerçek kişilere yönelik olarak Sanayi, Ticaret, Tarım, Hayvancılık, İhracat, AR-GE,<br />
İnovasyon, Enerji, Çevre, Turizm, Kültür, Sosyal, Ulaştırma, İstihdam,<br />
Kurumsallaşma, Markalaşma vb. gibi çok geniş bir yelpazede düzenlenmiştir. Çok<br />
sayıda ve çeşitte, ülke genelinde ya da belirli alanlarda sağlanan devlet desteklerinin<br />
önemli aktörlerinden birisi de Bölgesel Kalkınma Ajanslarıdır. Bölgesel kalkınma<br />
kavramı yerel dinamiklerin harekete geçirilmesi yoluyla bölgesel potansiyelin<br />
değerlendirilmesi ve bölgesel gelişmişlik farklılıklarının azaltılması anlamına<br />
gelmektedir. Böylece bölgesel rekabet gücünün arttırılması yoluyla küresel bazda<br />
rekabet gücünün arttırılması hedeflenmektedir. Bölgesel kalkınma ajansları buna<br />
yönelik olarak oluşturulmuş yapılardır. Bölgesel kalkınma ajansları ortaya çıkan yeni<br />
bölgecilik anlayışının stratejik bir aracı olarak bölgelerin kalkınma stratejilerinin<br />
oluşturulmasında önemli bir rol üstlenmektedirler. Bu bağlamda çalışmada bölgesel<br />
kalkınma ve bölgesel kalkınma ajanslarının yapısı ve tarihsel süreçteki gelişimi ile<br />
ilgili bilgi verildikten sonra TR 71 Bölgesi Ahiler Kalkınma Ajansının 2012 Yılı<br />
Sektörel Rekabet Edilebilirlik Mali Destek Programının bölgesel kalkınmaya etkisi<br />
incelenmiştir. Bu araştırmada Etki Analizi Yöntemi kullanılmıştır.<br />
Anahtar Kelimeler: Devlet Destekleri, Bölgesel Kalkınma, Kalkınma Ajansı, Etki<br />
Analizi<br />
State Aids Role in Regional Development: An Impact<br />
Analysis Research about Ahiler Development Agency<br />
2012 Sectoral Competitiveness Grant Program<br />
Abstract<br />
As of June 2016, in Turkey, State Aids are providedby10 ministries and 12<br />
institutions/organizations and public subsidiary. These State Aids are arranged within<br />
in such a wide range like Industry, Commerce, Agriculture, Export, R & D,<br />
Innovation, Energy, Environment, Tourism, Culture, Social, Transportation<br />
Employment, Institutionalization, Branding etc through the profit and non-profit<br />
public institutions/ organizations to, non-governmental organizations, businesses and<br />
1<br />
Doç. Dr., Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi İİBF İktisat B., E-mail: serdarozturk@nevsehir.edu.tr<br />
2<br />
Araş. Görv., Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Sos. Bil. Ens, E-mail:<br />
hayritanriverdi@hotmail.com<br />
288
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
industry to address the real person. Regional Development Agencies are one of the<br />
important actors of state aids provided in general or in specific areas with numerous<br />
varieties in the country. The concept of regional development through the<br />
mobilization of local dynamics means the reduction of regional disparities and<br />
evaluate the regional potential. Thus, by increasing the regional competitiveness is<br />
aimed to increase competitiveness on a global basis. Regional development agencies<br />
are structures created for accomplishing this aim. Regional development agencies are<br />
playing an important role in the formulation of development strategies in emerging<br />
regionalism approach. In this study, after analyzing the development of the structure<br />
and historical process of regional development agencies, 2012 Sectoral<br />
Competitiveness Financial Support Program was implemented by Ahiler<br />
Development Agency located on TR71 Region, effects were analyzed. Impact<br />
analysis method was used in this study.<br />
Keywords: State Aids, Regional Development, Development Agency, Impact<br />
Analysis<br />
1. GİRİŞ<br />
Dünyada ve Türkiye’de Devlet Desteklerinin öneminin her geçen gün arttığı<br />
görülmektedir. Ekonomik, sosyal ve kültürel dinamiklerin sağlıklı bir şekilde<br />
gelişebilmesi için Devlet Destekleri mekanizmalarının etkili bir şekilde kullanılması<br />
bağlıdır. Ulusal ya da yerel ölçekte sağlanan Devlet Desteklerinin önemli<br />
aktörlerinden birisi de Bölgesel Kalkınma Ajanslarıdır. Bölgeler arası gelişmişlik<br />
farklarını azaltmak ve bölgelerin kaynaklarını etkin olarak kullanarak Bölgesel<br />
Kalkınmada önemli bir aktör olan kalkınma ajansları önemli rol oynamaktadır.<br />
Türkiye’de 26 Düzey 2 Bölgesinde kuruluşları tamamlamış 26 Kalkınma Ajansı<br />
Bölgelerinde aktif olarak faaliyet göstermektedir. Bu ajanslardan bir tanesi de Ahiler<br />
Kalkınma Ajansı, Aksaray, Kırıkkale, Kırşehir, Nevşehir ve Niğde illerini içeren<br />
TR71 Düzey 2 Bölgesinde faaliyet göstermektedir. 2010 yılında personel alımıyla<br />
faaliyete geçen Ahiler Kalkınma Ajansı kuruluşundan bu güne kar amacı güden ve<br />
gütmeyen hedef gruplarına yönelik olarak teknik ve mali destek programları<br />
uygulamıştır. Özellikle kamu tarafından yapılan yatırım ve desteklerin etkilerinin<br />
değerlendirilmesi, hedeflenen sonuçlara ulaşılıp ulaşılmadığının ölçülmesi,<br />
kaynakların kullanımı açısından büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmada Ahiler<br />
Kalkınma Ajansının sağlamış olduğu mali desteğin etkisinin analiz edilmesi<br />
amaçlanmıştır. Bölge içi ve bölgelerarası farkları azaltma ve iktisadi kalkınmayı<br />
sağlamak amacıyla çalışan Kalkınma Ajansının, özel sektör üzerindeki etkisinin<br />
gözlemlenebilmesi amacıyla başvuru sahibi olarak KOBİ’lerin yer aldığı 2012 yılı<br />
Sektörel Rekabet Edebilirlik (SRE) Mali Destek Programı seçilmiştir.<br />
2. DEVLET DESTEKLERİ<br />
Ülkemizde uygulanan Devlet Desteklerinin başlangıcı 19. Yüzyıla kadar uzanmaktadır.<br />
Osmanlı imparatorluğunda sanayinin desteklenmesi ile ilgili çalışmaların 1863 yılında<br />
kurulan “Islahat-ı Sanayi Komisyonu” ile başladığı söylenebilir. Devlet Destekleri ile<br />
ilgili çıkartılan ilk yasa ise 14.12.1913 tarihli “Teşvik-i Sanayi Muvakkati” dir (Ferik,<br />
2004).<br />
289
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
1914 yılında “Teşvik-i Sanayi Kanunun Talimatnamesi” ile sanayinin gelişmesi<br />
amacıyla kapsamlı bir mevzuat hazırlanmıştır. Bu yasal düzenlemeden sonra, 1927<br />
yılında uygulamaya konan Teşviki Sanayi Kanunu ile Devlet Destekleri ile ilgili<br />
önemli bir gelişme daha yaşanmıştır. İkinci Dünya savaşı sonrası hazırlanan kalkınma<br />
planları çerçevesinde teşvikler daha farklı şekillendirilmeye başlamış ve 1963 yılında<br />
ilk defa yatırım indirimi uygulamasına gidilmiştir. 1978–1979 döneminde yaşanan<br />
ekonomik krizler ve siyasi gelişmelerle birlikte teşvik sistemi, yapısı ve amaçları<br />
tamamıyla gözden geçirilerek yeniden düzenlenmiştir (Kocatepe, 2007). 1980’den<br />
günümüze kadar olan süreçte, çok sayıda Devlet Desteği ile ilgili düzenleme<br />
gerçekleştirilmiştir.<br />
Ülke içerisinde ekonomik, sosyal ve kültürel dinamiklerin sağlıklı bir şekilde<br />
gelişmeleri için gerekli tüm aktörlerin üzerine düşeni yapmaları gerekmektedir. Bu<br />
aktörler kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları, özel sektör temsilcileri ve gerçek<br />
kişilerden oluşmaktadır. Ekonomik, sosyal ve kültürel dinamiklerin gelişmeleri için<br />
öncelikle bu alanlara yatırım yapılması daha faydalıdır. Bu yatırımların zaman ve<br />
kaynak planlanmasının yapılması ve aktörlerin rollerinin son derece önemli olduğu<br />
söylenebilir.<br />
Günümüzde ülkemizde Devlet Desteği sağlayan 10 adet Bakanlık, 12 adet<br />
kurum/kuruluş ve kamu iştiraki yer almaktadır. Bu destekler, kar amacı güden ve<br />
gütmeyen Kamu kurum/kuruluşlarına, sivil toplum kuruluşlarına, işletmelere ve<br />
gerçek kişilere yönelik olarak Sanayi, Ticaret, Tarım, Hayvancılık, İhracat, AR-GE,<br />
İnovasyon, Enerji, Çevre, Turizm, Kültür, Sosyal, Ulaştırma, İstihdam,<br />
Kurumsallaşma, Markalaşma vb. gibi çok geniş bir yelpazede düzenlenmiştir. Tablo<br />
1 ve Tablo 2 de Devlet desteği sağlayan kurum/kuruluş ve ilgili olduğu alanlar<br />
gösterilmiştir.<br />
Tablo 1: Devlet Desteği Sağlayan Bakanlıklar, İlgili Genel Müdürlükler ve Destek<br />
Alanı<br />
1-Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı<br />
Bilim ve Teknoloji Genel Müdürlüğü<br />
Sanayi Bölgeleri Genel Müdürlüğü<br />
2-Çevre ve Şehircilik Bakanlığı<br />
Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü<br />
3-Ekonomi Bakanlığı<br />
Teşvik Uygulama ve Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü<br />
İhracat Genel Müdürlüğü<br />
Serbest Bölgeler, Yurt Dışı Yatırım ve Hizmetler Genel Müdürlüğü<br />
4-Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı<br />
Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü<br />
Sanayi<br />
Sanayi<br />
Çevre<br />
Sanayi<br />
İhracat<br />
İhracat<br />
Enerji<br />
290
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
5-Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı<br />
Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü<br />
Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü<br />
Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü<br />
Hayvancılık Genel Müdürlüğü<br />
Tarım Reformu Genel Müdürlüğü<br />
Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü (TAGEM)<br />
Eğitim, Yayım ve Yayınlar Dairesi Başkanlığı<br />
6-Gümrük ve Ticaret Bakanlığı<br />
Risk Yönetimi ve Kontrol Genel Müdürlüğü<br />
7-Kalkınma Bakanlığı<br />
Bölgesel Gelişme ve Yapısal Uyum Genel Müdürlüğü<br />
8-Kültür ve Turizm Bakanlığı<br />
Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü<br />
Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü<br />
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü<br />
Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü<br />
Sinema Genel Müdürlüğü<br />
Tanıtma Genel Müdürlüğü<br />
Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürlüğü<br />
9-Maliye Bakanlığı<br />
Gelir İdaresi Başkanlığı<br />
Milli Emlak Genel Müdürlüğü<br />
10-Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı<br />
Deniz Ticareti Genel Müdürlüğü<br />
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Araştırmaları Merkezi Başkanlığı<br />
Hayvancılık<br />
Tarım<br />
Tarım<br />
Hayvancılık<br />
Tarım<br />
Tarım<br />
Eğitim<br />
Ticaret<br />
Sanayi<br />
Turizm<br />
Kültür<br />
Kültür<br />
Kültür<br />
Kültür<br />
Turizm<br />
Turizm<br />
Sanayi<br />
Sanayi<br />
Ulaştırma<br />
Ulaştırma<br />
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı Devlet Destekleri Genel Müd. Basın Duyurusu<br />
03.05.2016, http://www.hazine.gov.tr<br />
Tablo 2: Devlet Desteği Sağlayan Kurum/Kuruluş ve Kamu İştirakleri Ve Destek<br />
Alanları<br />
1-Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu<br />
Araştırma Destek Programları Başkanlığı (ARDEB)<br />
Teknoloji ve Yenilik Destek Programları Başkanlığı (TEYDEB)<br />
Bilim İnsanı Destek Programları Başkanlığı (BİDEB)<br />
AR-GE<br />
AR-GE<br />
AR-GE<br />
291
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
2-Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı<br />
Sigorta Primleri Genel Müdürlüğü<br />
İstihdam<br />
3-Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve<br />
Destekleme İdaresi Başkanlığı<br />
Sanayi<br />
4-Ziraat Bankası A.Ş.<br />
Hayvancılık<br />
5-Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği Genel<br />
Müdürlüğü<br />
Tarım<br />
6-Türkiye Halk Bankası A.Ş.<br />
Ticaret<br />
7-Türkiye İhracat Kredi Bankası A.Ş.<br />
İhracat<br />
8-Merkezi Finans Ve İhale Birimi<br />
Sosyal<br />
9-Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu<br />
Başkanlığı<br />
Tarım<br />
10-Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü<br />
İstihdam<br />
11-Kredi Garanti Fonu A.Ş.<br />
Sanayi<br />
12-Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı<br />
AR-GE<br />
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı Devlet Destekleri Genel Müd. Basın Duyurusu<br />
03.05.2016, http://www.hazine.gov.tr<br />
3. KALKINMA AJANSLARININ KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ<br />
Kalkınma ajansları, kendine özgü teknik ve finansman mekanizmasına sahip,<br />
herhangi bir kar amacı gütmeyen, bölgedeki tüm tarafların yani kamu, özel sektör ve<br />
sivil toplum kuruluşlarının danışman, karar verici ve uygulayıcı olduğu bir bölgesel<br />
kalkınma sistemidir. Kalkınma ajansları, hükümet ve yerel yönetim ana yapısının<br />
dışında, iktisadi kalkınmayı destekleyen bölgesel bazda yerleşik ve kamu tarafından<br />
finanse edilen kurumlardır (Halkier, 2006). Yukarıdan aşağıya doğru yani<br />
merkeziyetçi bir yaklaşım yerine âdem-i merkezi bir yapıyı içerir. Yani genellikle<br />
geleneksel merkezi hükümet önlemlerinin tersi olarak tanımlanır (Tablo 3) Aşağıdan<br />
yukarıya bölgesel politikalar ise genellikle yumuşak politika araçları ile yerel<br />
şirketlerin rekabetçiliğini arttırmayı sağlar. Bu yaklaşımda, bölgesel politikayla ilgili<br />
sorumluluk genellikle kamu kurumlarından yarı özerk kamu kurumlarına geçer<br />
(Walburn, 2006).<br />
Tablo 3: Bölgesel Politika Yaklaşımlarının Karşılaştırılması<br />
Temel Özellikler Yukarıdan Aşağıya Aşağıdan Yukarıya<br />
Ulusal Sıfat<br />
Bölgesel Sıfat<br />
Organizasyon<br />
Merkezi Yönetim Birimlerine Ait Yarı Özerk<br />
Stratejiler<br />
Politika Araçları<br />
Büyümenin Yeniden Dağıtılması<br />
Ekonomik Donanımın Artması<br />
(Bölge İçi Dayanışma)<br />
Sert Kaynaklar<br />
Seçici Olmayan, Re-aktif<br />
Yerel Büyümenin<br />
Güçlendirilmesi<br />
Ekonomik Programın<br />
Güçlendirilmesi (Bölge İçi<br />
Rekabet)<br />
Sert ve Yumuşak Kaynaklar<br />
Seçici, Pro-Aktif<br />
Kaynak: Halkier, Henrik, Regional Development Agencies: European Trends and<br />
Experiences, 2006, http://vbn.aau.dk/en<br />
292
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kalkınma ajansları faaliyet gösterdikleri bölgenin gelişim stratejileri oluşturulması ve<br />
kalkınması için farklı stratejiler geliştirmektedir. Tablo 3 de bölgesel olarak yerelde<br />
faaliyet gösteren kalkınma ajanslar ile merkezi yönetim anlayışı ile oluşturulan<br />
politikalar kıyaslanmaktadır. Faaliyetlerine göre BKA’lar üç ana grupta toplanabilir<br />
(Berber, Çelebi, 2005, s.148) Stratejik, Genel Operasyonel ve Sektörel operasyonel<br />
BKA’lar.<br />
Dünyada ekonomik kalkınmanın gelişim sürecine bakıldığında 1960’lara kadar<br />
uygulanan bölgesel gelişme modellerinin dışsal modeller olduğu görülmektedir.<br />
Fordist üretim sistemi ve Keynesyen ekonomi politikaları ile yakın ilişkili olan bu<br />
modeller kalkınmanın yukarıdan aşağıya doğru sağlanacağını öngörmekte ve ilave<br />
istihdam yaratma fikrine dayanmaktadır. 1970’lerde yaşanan stagflasyon olgusu<br />
sonrasında 1980’lerin başından itibaren bölgesel kalkınma teorilerinde önemli<br />
revizyona gidilmiş ve içsel bölgesel kalkınma anlayışı gelişmiştir (Sakal, 2010:11-<br />
15).<br />
ABD ve İngiltere’de 1960’lardan beri özel sektör ve kamu sektörünün işbirliği ile<br />
oluşturulan yarı-özerk nitelikli bir yapı söz konusun iken Japonya ve Fransa’da geri<br />
kalmış bölgelerin sorunları üzerine odaklanmış ve uzun süreli programları yürütmek<br />
üzere kurulmuş kamu merkezli bir oluşum olduğu görülmektedir (Özen, 2005). Ancak<br />
bu güne kadar ki süreçte özellikle 1980 ve sonrası dönemde dünyada yaşanan<br />
ekonomik dönüşüm, kalkınmayla ilgili politikaların merkeziyetçi yapıdan âdem-i<br />
merkezi bir yapıya kaymasına yol açmış ve bu süreçte yaşanan gelişmeler hem<br />
bölgesel kalkınma ajanslarının kurumsal ve işlevsel yapısının değişmesine hem de<br />
Dünya Bankası gibi uluslararası büyük ve finansör kuruluşların ve AB Fonlarının ve<br />
Kredilerinin desteğiyle pek çok yeni kalkınma ajansı kurulmasına neden olmuştur.<br />
Günümüzde Avrupa’da faaliyet gösteren bölgesel kalkınma ajanslarının temel<br />
finansman kaynağı kamu gelirleri ve AB fonlarıdır. Ancak, bazı ajanslar kendilerine<br />
bu kaynakların yanı sıra düzenli ve yeterli düzeyde gelir akışı sağlayacak finansal<br />
çeşitliliği ve altyapıyı sağlayabilmiş güçlü bir yapıya sahip iken bazıları bunu<br />
gerçekleştirememiş ve zayıf ajanslar olarak kalmışlardır.<br />
4. AHİLER KALKINMA AJANSI VE DESTEK MEKANİZMALARI<br />
Ahiler Kalkınma Ajansı,25 Temmuz 2009 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan<br />
2009/15236 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Nevşehir merkezli olarak kurulmuştur.<br />
Ahiler Kalkınma Ajansı; Aksaray, Kırıkkale, Kırşehir, Nevşehir ve Niğde illerini<br />
kapsayan TR71 Düzey2 Bölgesi’nde faaliyet göstermektedir. Ajans 2009 yılında<br />
kurulmuş olmasına karşın 2010 yılında ilk personel alımıyla faaliyetlerine aktif olarak<br />
başlamıştır. Ahiler Kalkınma Ajansı bölgede öncelikli olarak TR71 Bölge Planı 2010-<br />
2013 hazırlıklarını koordine etmiş, hazırlanan bölge planı 2010 yılında Kalkınma<br />
Bakanlığı tarafından onaylanmıştır. TR71 Bölge Planı 2010-2013 Ajansın<br />
gerçekleştireceği çalışmaların planlamasında kılavuz belge niteliği taşımıştır.<br />
293
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 4: TR71 Bölge Planı 2010-2013 Gelişme Eksenleri ve Amaçları<br />
Eksen<br />
İnsan Kaynakları<br />
Dünya Çapında<br />
Turizm<br />
Amaç<br />
İnsan kaynaklarının rekabetçi bir anlayışla geliştirerek<br />
bölgedeki girişimcilik ve istihdamı arttırmak<br />
Bölgesel gelişmede turizmi öncü bir sektör konumuna<br />
ulaştırarak bölgenin önemli bir varış noktası ve<br />
uluslararası bir marka haline gelmesini sağlamak<br />
Rekabet Edebilirlik<br />
Yaşam Kalitesi<br />
Tarım, sanayi ve hizmetler sektörlerinde<br />
katma değeri yüksek ürünler üreterek<br />
bölgenin rekabet edebilirliğini arttırmak<br />
Katılımcı ve s sürdürülebilir bir kalkınma anlayışı ile<br />
sosyal bütünleşmeyi sağlayarak yaşam kalitesini<br />
arttırmak<br />
Kaynak: TR71 Bölge Planı 2010-2013, Ahiler Kalkınma Ajansı,<br />
2010-2013 yılları için katılımcılık ilkesi gözetilerek Ahiler Kalkınma Ajansı<br />
koordinasyonunda hazırlananTR71BölgePlanıvizyonu; “Stratejik konumu ile ticaret<br />
ve sanayide sürdürülebilir kalkınmayı sağlamış, bereketli toprakları ile tarım ve<br />
hayvancılıkta gelişmiş, sevgi ve hoşgörü ikliminde kendini yetiştirmiş insanları,<br />
büyüleyici Kapadokya’sı, kültürel ve tarihi zenginlikleri ve termal kaynakları ile<br />
farklılaşmış, dünya markası bir bölge olmak” olarak belirlenmiştir. Bu vizyona<br />
ulaşmak için ise dört ana gelişme ekseni ve bu eksenlerle paralel olarak dört amaç<br />
belirlenmiştir. TR71 Bölge Planı Eksenleri başlıca; İnsan Kaynakları, Dünya Çapında<br />
Turizm, Rekabet Edebilirlik ve Yaşam Kalitesidir (Tablo 4).<br />
Tablo 5: 2010 Yılı Ahiler Kalkınma Ajansı Mali Desteklerine İlişkin Bilgiler<br />
Mali<br />
Destek<br />
Programı<br />
Sözleşme<br />
İmzalanan<br />
Proje Sayısı<br />
Hibe Tutarı<br />
(TL)<br />
294<br />
Eş<br />
Finansman<br />
(TL)<br />
Toplam Bütçe<br />
(TL)<br />
Tarıma<br />
Dayalı 18 4.883.081,37 5.705.831,92 10.588.913,29<br />
Sanayi<br />
Küçük<br />
Ölçekli 8 3.262.089,35 2.514.823,56 5.776.912,91<br />
Altyapı<br />
Kırsal<br />
Kalkınma<br />
15 2.334.682,33 770.063,28 3.104.745,61<br />
Kaynak: Ahiler Kalkınma Ajansı 2011 Yılı Faaliyet Raporu<br />
Ahiler Kalkınma Ajansı, TR71 Bölgesi için öngörülen vizyon doğrultusunda<br />
belirlenen amaçların gerçekleşmesine katkıda bulunmak amacıyla mali ve teknik<br />
destek programları uygulamıştır. Ajans tarafından gerçekleştirilen mali destek
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
programları incelendiğinde; 2010 yılında proje teklif çağrısı yöntemiyle Tarıma<br />
Dayalı Sanayi, Kırsal Kalkınma ve Küçük Ölçekli Altyapı Mali Destek<br />
Programlarını uyguladığı görülmüştür. Uygulanan destek programlarından Tarıma<br />
Dayalı Sanayi ve Küçük Ölçekli Altyapı Mali Destek Programlarında kar amacı<br />
gütmeyen kurumlar başvuru sahibi olabilirken Tarıma Dayalı Sanayi programı<br />
kapsamında KOBİ’ler uygun başvuru sahibi kabul edilmiştir. Bu programlar<br />
kapsamında toplamda 242 proje başvurusu ajansa yapılmış olup, gerçekleştirilen<br />
değerlendirme sürecinin ardından 41 proje desteklenmeye hak kazanmış ve<br />
projelerin uygulanmaya başlanması amacıyla hibe yararlanıcısı sözleşmelerini<br />
imzalamıştır. Mali destek programları kapsamında 10.720.799 TL hibe 18 KOBİ ve<br />
23 kar amacı gütmeyen kuruma dağıtılmıştır. Mali Destek Programları kapsamında<br />
2010 yılında 12.300.000 TL kaynak tahsis edilmiş olmasına karşın toplamda<br />
10.720.799 TL tutarında destek dağıtımı yapılmıştır (Tablo 5).<br />
Tablo 6: 2011 Yılı Ahiler Kalkınma Ajansı Mali Desteklerine İlişkin Bilgiler<br />
Mali Destek Programı<br />
İmalat Sanayinde Yenilikçilik<br />
23<br />
Geliştirilmesi<br />
Turizm 9<br />
Tarım ve Kırsal Kalkınma 12<br />
Kaynak: Ahiler Kalkınma Ajansı 2012 Yılı Faaliyet Raporu<br />
Başarılı Proje Sayısı<br />
2011 yılına gelindiğinde Ahiler Kalkınma Ajansı Mali Destek Programlarının yanı<br />
sıra Teknik Destek Programları da yürütmüştür. Ajans tarafından Mali Destek<br />
Programları kapsamında teklif çağrısı yöntemiyle; İmalat Sanayisinde Yenilikçiliğin<br />
Geliştirilmesi, Turizm, Tarım ve Kırsal Kalkınma Mali Destek Programları<br />
yürütülmüştür. Yürütülen Mali Destek Programlarından Tarım ve Kırsal Kalkınma<br />
Mali Destek Programına kar amacı gütmeyen kurumlar başvuru sahibi olabilirken,<br />
İmalat Sanayisinde Yenilikçiliğin Geliştirilmesi mali destek programında KOBİ’ler,<br />
Turizm Mali Destek Programında ise KOBİ ve kar amacı gütmeyen kuruluşlar<br />
başvuru sahibi olarak kabul edilmiştir. 2011 yılında yürütülen Mali Destek<br />
Programları kapsamında Ajansa 244 başvuru yapılmış olup, başarılı bulunan 30<br />
proje sahibi ile hibe sözleşmeleri imzalanmıştır. 2011 yılı Mali Destek Programları<br />
kapsamında 15.510.000 TL kaynak ayrılmış olmasına rağmen sadece 5.802.640,29<br />
TL hibe aktarımı yapılmıştır. Teklif çağrısı kapsamında 45 proje başarılı bulunurken<br />
15 başvuru sahibinin proje sözleşmelerini imzalamaması hibe dağıtım oranının düşük<br />
olması nedenleri arasında yer almaktır (Tablo 6).<br />
2011 yılında Ahiler Kalkınma Ajansı Mali Destek Programlarının yanı sıra TR71<br />
Bölgesi’nde yer alan kar amacı gütmeyen kuruluşların teknik kapasitelerini artırmak<br />
amacıyla teknik destek programları uygulamıştır. Mayıs-Haziran ve Eylül-Ekim<br />
olmak üzere iki dönem boyunca uygulanan teknik destek programları kapsamında 65<br />
adet proje desteklenmiştir. 2011 yılında yürütülen teknik destek programı<br />
kapsamında 523.344,71 TL destek sağlanmıştır.<br />
295
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 7: 2012 Yılı Ahiler Kalkınma Ajansı Mali Desteklerine İlişkin Bilgiler<br />
Mali Destek<br />
Programı<br />
Sözleşme<br />
İmzalanan<br />
Proje Sayısı<br />
Hibe Tutarı<br />
(TL)<br />
Sektörel<br />
Rekabet<br />
56 6.773.970,34 20.386.052,00 37.160.022,34<br />
Edebilirlik<br />
Küçük Ölçekli<br />
Altyapı<br />
18 7.681.243,83 4.373.921,46 12.055.165,29<br />
Kaynak: Ahiler Kalkınma Ajansı 2013 Yılı Faaliyet Raporu<br />
Ahiler Kalkınma Ajansı 2012 yılında bir önceki yılda olduğu gibi Mali ve Teknik<br />
Destek Programları uygulamıştır. 2012 yılı mali destek programları kapsamında;<br />
Küçük Ölçekli Altyapı ve Sektörel Rekabet Edebilirlik programları uygulanmıştır.<br />
Küçük Ölçekli Altyapı Mali Destek Programına kar amacı gütmeyen kurumlar<br />
başvuru yapabilirken, Sektörel Rekabet Edebilirlik programına uygun başvuru sahibi<br />
olarak KOBİ’ler belirlenmiştir. 2012 yılı Mali Destek Programları kapsamında 312<br />
proje başvurusu yapılmış olup bu başvurulardan 74 tanesi mali destek almaya hak<br />
kazanmıştır. 2012 teklif çağrıları kapsamında 24.500.000 TL tahsis edilmiş olup,<br />
24.455.214,17 TL hibe dağıtılarak tahsis edilen miktarın neredeyse tamamı hibe<br />
olarak kullandırılmıştır (Tablo 7).<br />
2009 yılında kurulan ve 2010 yılında aktif olarak faaliyet gösteren Ahiler<br />
Kalkınma Ajansının teklif çağrısı yöntemiyle uyguladığı mali destekler genel<br />
olarak incelendiğinde; 2010-2014 yılları arasında ağırlıklı olarak TR71 Bölgesi’nde<br />
bulunan KOBİ’lerin rekabet güçlerini artırmanın hedeflendiği görülmektedir. Ajans<br />
TR71 Bölgesi’nde daha çok ekonomik canlanmayı hedefleyen programlar<br />
uygulamıştır. Buna ek olarak Küçük Ölçekli Altyapı Programları ve Güdümlü Proje<br />
Destekleriyle çevre ve yaşam kalitesini artırılmasının amaçlandığı görülmektedir. Bu<br />
çalışma dâhilinde Ajansın 2012 yılında yürütmüş olduğu Sektörel Rekabet<br />
Edebilirlik Programının KOBİ’ler üzerinde etkisi analiz edilecektir.<br />
5. 2012 AHİLER KALKINMA AJANSI SEKTÖREL REKABET<br />
EDEBİLİRLİK MALİ DESTEK PROGRAMI ETKİ ANALİZİ<br />
5.1. Çalışmanın Amacı ve Metodolojisi<br />
Eş Finansman<br />
(TL)<br />
Toplam<br />
Bütçe<br />
(TL)<br />
Gerçekleştirilen bu çalışma ile Ahiler Kalkınma Ajansının 2012 yılında KOBİ’lere<br />
yönelik hazırladığı Sektörel Rekabet Edebilirlik Mali Destek Programının<br />
yararlanıcıları üzerindeki etkisinin analiz edilmesi amaçlanmaktır. Yeni kurumlar olan<br />
kalkınma ajanslarının sağladığı desteğin etkisinin analiz edilmesi ajans desteklerinin<br />
daha etkin kurgulanmasında yardımcı rol üstlenecektir. Çalışmada Ahiler Kalkınma<br />
Ajansının açıkladığı destek almaya hak kazanan firmalarla bire bir görüşme yapılmış<br />
ve anket gerçekleştirilmiştir. Başarılı bulunan 56 firma ile görüşülmüş ve bu<br />
firmalardan 34 tanesi anketi doldurmuştur. Bu sebeple değerlendirme anketi dolduran<br />
firmalar üzerinden gerçekleştirilmiştir.<br />
296
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
5.2. Ahiler Kalkınma Ajansı 2012 Yılı Sektörel Rekabet Edebilirlik<br />
Mali Destek Programı<br />
Ahiler Kalkınma Ajansı 2012 yılında TR71 Bölgesinde öne çıkan sektörlerin<br />
rekabet gücünün arttırılması ve yüksek katma değerli ürün/hizmet üretiminin<br />
geliştirilmesi amacıyla Sektörel Rekabet Edebilirlik(SRE) Mali Destek Programını<br />
ilan etmiştir. Kalkınma Ajansı tarafından hazırlanan ve Kalkınma Bakanlığı tarafında<br />
onaylanan Bölge Planlarının uygulanmasında Mali Destek Programları önemli araç<br />
niteliği taşımaktadır. Bu sebeple SRE Mali Destek Programı rehberinde; TR71 2010-<br />
2013 Bölge Planı’nda yer alan gelişme eksenlerinden biri olan “Rekabet Edebilirlik”<br />
ekseni ve gelişme ekseni altında; “Tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinde katma<br />
değeri yüksek ürünler üreterek bölgenin rekabet edebilirliğini arttırmak” amacının<br />
yer aldığı vurgulanmıştır. Gelişme ekseninin ve eksene ait amacın gerçekleşmesine<br />
katkı sağlamak amacıyla Ahiler Kalkınma Ajansı 2012 yılında “Sektörel Rekabet<br />
Edebilirlik Mali Destek Programı” oluşturduğunu program rehberinde dile<br />
getirilmiştir.<br />
SRE Mali Destek Programı rehberinde programa ilişkin tüm detaylara yer<br />
verilmiştir. Rehberde programın amacı; “Bölgede öne çıkan sektörlerin rekabet<br />
gücünün arttırılması ve yüksek katma değerli ürün/hizmet üretiminin geliştirilmesi”<br />
olarak belirtilmiştir. Bu amaca ulaşabilmek için rehberde üç öncelik belirlenmiştir:<br />
İşletmelerin Ar-Ge, inovasyon, üretim ve pazarlama süreçlerinin<br />
iyileştirilmesi yoluyla sektörel rekabet edebilirliğin sağlanması,<br />
Enerji verimliliğinin arttırılması, yenilenebilir enerji kaynaklarının<br />
kullanımının yaygınlaştırılması,<br />
Ürün/hizmet çeşitliliğinin arttırılarak yüksek katma değerli üretim/hizmet<br />
yapısına geçişin sağlanması.<br />
Programın uygun başvuru sahibi olarak; 4 Kasım 2012 tarih ve 2012/3834 sayılı<br />
Yönetmelikle yeniden düzenlenen KOBİ tanımına uyan işletmeler ile Üretici<br />
Kooperatifler belirlenmiştir. SRE Mali Destek Programının bütçesi 17.000.000 TL<br />
olarak belirlenmiş olup, proje başına asgari tutar 25.000 TL olarak belirlenirken,<br />
azami tutar 450.000 TL olarak belirlenmiştir. Rehberde ayrıca hazırlanan projelerde<br />
sağlanacak desteğin, projenin toplam uygun maliyetinin % 20’sinden az ve %<br />
50’sinden fazla olamayacağı vurgulanmıştır. Başvuru sahiplerinin projelerinin<br />
programın amaç ve öncelikleri ile uyuşması zorunluluğu bulunmasının yanı sıra,<br />
Ajans TR71 Bölgesinde gerçekleştirdiği analizler sonucunda; TR71 Bölgesinde<br />
öncelikli olarak desteklenecek sektörlere programın rehberinde yer vermiştir.<br />
Rehberde TR71 Bölgesinde genel olarak desteklenecek sektörlerin yanı sıra TR71<br />
Bölgesi illerine özgü olarak desteklenecek sektörlere yer verilmiştir (Tablo 8).<br />
Desteklenecek sektörlere değerleme tablosunda beş puan verilmiş, bu sayede öncelikli<br />
sektörlerden gelen başvuruların fazla puan alması sağlanmıştır. Program kapsamında<br />
bölge ve illere göre öncelik verilen sektörlere aşağıda yer verilmiştir (Ahiler<br />
Kalkınma Ajansı, 2012).<br />
297
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 8: TR71 Bölgesi ve İlleri Öncelikli Sektörler<br />
Bölge/İl Öncelikli Sektör<br />
• Tarıma dayalı sanayi ve gıda ürünleri imalatı<br />
TR71 Bölgesi • Metal işleme ve üretimi<br />
• Turizm<br />
• Makine ve otomotiv yan sanayi sektörü<br />
Aksaray • Madencilik ve taş ocakçılığı sektörü<br />
• Ağaç-mantar ürünleri ve mobilya sektörü<br />
• Savunma yan sanayi ve makine sanayi sektörü<br />
Kırıkkale • Petrol ürünleri ve kimyasal ürünler sanayi sektörü<br />
• Ağaç-mantar ürünleri ve mobilya sektörü<br />
• Plastik ve kauçuk ürünleri yan sanayi sektörü<br />
Kırşehir • Ağaç-mantar ürünleri ve mobilya sektörü<br />
• Madencilik ve taş ocakçılığı sektörü<br />
• Madencilik ve taş ocakçılığı sektörü<br />
Nevşehir • Taşımacılık için depolama ve destekleyici faaliyetler<br />
sektörü<br />
• Otomotiv Madencilik yan ve sanayi- taş ocakçılığı karoser sektörü ve treyler imalatı sektörü<br />
Niğde • Deri ürünleri imalatı sektörü<br />
• Kimyasal madde ve ürünlerin İmalatı<br />
Kaynak: Ahiler Kalkınma Ajansı 2013 Yılı Faaliyet Raporu www.ahika.gov.tr<br />
Ajans SRE Mali Destek Programı uygulamasının tamamlanmasının ardından,<br />
programa ilişkin etki değerlendirmesinin gerçekleştirmesi durumunda kullanacağı<br />
performans göstergelerine program rehberinde yer vermiştir. Programın etki<br />
değerlendirmesinde kullanılmak üzere Ajans tarafından belirlenen göstergelere<br />
aşağıda yer verilmiştir (Ahika, 2012).<br />
Tablo 9: Ahiler Kalkınma Ajansı Program Performans Göstergeleri<br />
Gösterge<br />
Birim<br />
İşletmelerdeki Üretim Kapasitesindeki Artış Yüzdesi<br />
Yüzde<br />
Proje kapsamında yapılan faaliyet ile enerji tüketimindeki azalma miktarı kWh %<br />
Proje kapsamında kullanılan yenilenebilir enerji miktarı kWh %<br />
Program kapsamında firmaların satış oranlarını artırmaya yönelik faaliyet sayısı Adet<br />
Program dâhilinde istihdam edilen kişi sayısı (proje ekibi dışında)<br />
Kişi<br />
Program ile birlikte ilk defa ihracata başlayan firma sayısı<br />
Adet<br />
Program ile birlikte satış pazarlama departmanı kuran firma sayısı<br />
Adet<br />
Program kapsamında teknik ve kalite standartlarına göre alınan sertifika (ISO,<br />
HACCP,<br />
Adet<br />
vb) Program sayısı kapsamındaki faaliyetlerle alınan yeni patent, faydalı model, marka,<br />
endüstriyel tasarım, coğrafi işaret vb. sayısı<br />
Adet<br />
Program kapsamında yenilik yapan firma sayısı<br />
Adet<br />
Program kapsamında kurumsallaşma çalışmalarına katılan firma sayısı<br />
Adet<br />
Program kapsamında organizasyonel yenilik yapan firma sayısı<br />
Adet<br />
Program kapsamında üretilen yeni ürün sayısı<br />
Adet<br />
Kaynak: Ahiler Kalkınma Ajansı 2012 Sektörel Rekabet Edilebilirlik MDP.<br />
www.ahika.gov.tr<br />
298
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
5.2.1. Yararlanıcı Firmaların Profilleri<br />
Ahiler Kalkınma Ajansı tarafından açılan SRE Mali Destek Programına 201 başvuru<br />
yapılmış olup, değerlendirme süreci sonucunda başarılı bulunan 56 proje sahibi ile<br />
sözleşme imzalanmıştır (Ahiler Kalkınma Ajansı, 2013). Sözleşme imzalanan<br />
projelerden 2013 yılında 2, 2014 yılında ise 5 proje olmak üzere toplamda 7 projenin<br />
sözleşmesi feshedilmiştir. Bu sebeple SRE Mali Destek Programı kapsamında 49<br />
firma desteklenmiştir (Ahiler Kalkınma Ajansı, 2014). İptal edilen firmaların<br />
bilgilerine ulaşılamadığı için programın değerlendirmesi sözleşme imzalayan<br />
firmalar üzerinden gerçekleştirilmiştir. Ahiler Kalkınma Ajansı SRE mali destek<br />
programı kapsamında yararlanıcılara 13.031.556,10 TL hibe desteği sağlamıştır.<br />
Desteklenmeye hak kazanıp sözleşme imzalayan firmaların illere göre dağılımı<br />
incelendiğinde Nevşehir ilinin 17 proje ile toplam firmaların %30’unu oluşturduğu<br />
görülmektedir. En az proje 7 proje ile Kırşehir ilinde görülmektedir. Aksaray 12,<br />
Niğde 11 ve Kırıkkale 9 proje almıştır.<br />
Destek almaya hak kazanan firmalar faaliyet gösterdikleri sektörlere göre<br />
ayrıldıklarında Mali Destek Programı değerlendirme kriterlerinde yer alan, TR71<br />
Bölgesi ve İllerinde öne çıkan sektörlere verilen 5 puanın büyük önem oynadığı<br />
kazanan firmalardan görünmektedir. Firmaların %86’sı başvuru rehberinde belirtilen<br />
TR71 Bölgesi ve illerinde öne çıkan sektörler arasında yer almaktadır. Firma sayıları<br />
ve sektörleri şu şekildedir; Tarıma Dayalı Sanayi ve Gıda Ürünleri İmalatı sektörü 10<br />
firma, Metal İşleme ve Üretimi sektörü 7 firma, Otomotiv Yan Sanayi-Karoser ve<br />
Treyler İmalatı sektörü 7 firma, Madencilik ve Taş Ocakçılığı sektörü 8 firma, Makine<br />
Sanayi sektörü 6 firma, Kimyasal Ürünler Sanayi sektörü 4 firma, Plastik ve Kauçuk<br />
Ürünleri Yan Sanayi sektörü 3 firma, Deri Ürünleri İmalatı 2 firma, Turizm sektörü 6<br />
firma, Elektrikli Teçhizat Üretimi sektörü 1 firma, Matbaa sektörü 1 firma ve Beton<br />
İmalatı sektörü 1 firmadır.<br />
5.3. SRE Mali Destek Programının Anket Sonuçlarına Göre<br />
Değerlendirilmesi<br />
5.3.1. Firmaların Ciroları Üzerindeki Etkisi<br />
SRE Mali Destek Programının etkisi değerlendirilirken firmaların cirolarında<br />
yaşanan değişim incelenmiş ve gerçekleştirilen mali desteğin firmaların ciroları<br />
üzerindeki etkisi de analiz edilmiştir. Firmalara aldıkları desteğin ciroları<br />
üzerindeki etkisi sorulmuş ve firmaların %91’ini oluşturan 31 firma Mali Destek<br />
Programı kapsamında cirosunun arttığını belirtirken, firmaların %9 mali desteğin<br />
ciroları üzerinde olumlu veya olumsuz bir etki oluşturmadığını ifade etmiştir.<br />
SRE Mali Destek Programından alınan hibe desteği sonucunda cirolarında değişim<br />
yaşandığını belirten firmalara, cirolarında yaşanan değişimin oranı sorulmuş olup,<br />
firmaların %26’sının cirosu %0 ile%10 arasında artış gösterirken, firmaların<br />
%39’unun cirosu %11 ile %20 arasında artış gösterdiğini dile getirmiştir. Firmaların<br />
% 16’sını oluşturan 5 firmanın cirosu %21 ile %30 arasında artış gösterirken, 3<br />
firmanın cirosu %31 ile %40 arasında değişim göstermiş olup, 3 firmanın ise cirosu<br />
%40 ile %50 arasında artış göstermiştir.<br />
299
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Yararlanıcı firmalarının beyanları doğrultusunda gerçekleştirilen değerlendirme<br />
açıkça göstermektedir ki, Kalkınma Ajansı tarafından açılan Mali Destek Programı<br />
kapsamında sağlanan hibe desteği kısa vadede destek alan firmaların cirolarında<br />
önemli bir artışa neden olmuştur. Firmaların cirolarında yaşanan bu artışın<br />
sürekliliğinin sağlanması verilen hibe desteğinin amacına ulaşması için önem arz<br />
eden bir husustur.<br />
5.3.2. Yararlanıcı Firmaların Karlılığı Üzerindeki Etkisi<br />
Firmaların rekabet gücü üzerindeki önemli kriterlerden birisi firmaların karlılığıdır.<br />
OECD karı; normal getiri üzerinde kazanılan artı olarak tanımlarken, firma<br />
düzeyinde karının ekonomik aktivite için temel karar alma rolünü üstlendiğini<br />
belirmiştir (James, Chan-Lee & Sutch, 1985). SRE Mali Destek Programının<br />
firmaların karlılığı üzerindeki etkisinin ölçülmesi amacıyla da firmalarla<br />
görüşülmüştür. Firmaların %85’i karlılığının arttığını, belirtirken, %15’i ise<br />
karlılıklarında herhangi bir değişiklik olmadığını dile getirmiştir.<br />
Karlılıklarında değişiklik olduğunu beyan eden firmalara değişim oranları da<br />
sorulmuştur. Firmaların %31’ini oluşturan 9 firma karlılıklarının %0 ile %10<br />
arasında arttığını beyan ederken, firmaların %45’ini oluşturan 13 firma ve önemli<br />
çoğunluğu karlılıklarının %11 ile %20 arasında arttığını beyan etmiştir. 3 firma<br />
karlılıklarının %21 ile %30 arasında arttığını belirtirken, diğer 3 firma karlıklarının<br />
%31 ile %40 arasında arttığını belirtmiştir. 1 firma ise karlılığının %40 ile %100<br />
arasında artış yaşadığını beyan etmiştir. Beyanlar Mali Destek Programı<br />
kapsamında verilen hibe desteğinin firmaların karlılığı üzerinde önemli etkiye sahip<br />
olduğunu göstermiştir. Mali Destek Programı firmaların gelecekteki yatırımlarını<br />
yönlendirmeleri için hayati öneme sahip karlılık oranlarını gerçekleştirdikleri proje<br />
ile önemli oranda arttırmıştır.<br />
5.3.3. Yararlanıcı Firmaların İnsan Kaynakları Üzerindeki Etkisi<br />
Firmaların rekabet gücünün artması için önemli diğer bir kriter olarak karşımıza<br />
firmaların insan kaynakları kapasitesi çıkmaktadır. SRE Mali Destek Programı,<br />
Program düzeyi performans göstergeleri arasında; “Program dâhilinde istihdam<br />
edilen kişi sayısı” göstergesi de yer almaktadır. Bu sebeple hem programın belirlediği<br />
hedeflere ulaşıp ulaşmadığını hem de yararlanıcı firmanın insan kaynaklarında<br />
yaşanan değişim incelenerek TR71 Bölgesi iş gücüne olan katkısının ölçülebilmesi<br />
amacıyla yararlanıcı firmalara proje sebebiyle yaşadığı insan kaynağı değişimi<br />
sorulmuştur.<br />
Firmaların çok büyük bir çoğunluğu mali destek programı sonucunda personel artışı<br />
yaşadığını beyan etmiştir. Beyanlara göre program sonunda 207 yeni kişi istihdam<br />
edilmiştir. Yeni istihdamın 151 kişi ve %73 oranıyla büyük bir kısmını işçi statüsünde<br />
personel oluştururken, Mali Destek Programı kapsamında 27 idari personel ve 29<br />
teknik personel istihdam edilmiştir. Firmalar çoğunluklu olarak 1-10 kişi arası yeni<br />
istihdam etmiş olup, 50 ve üstü personel istihdam eden firma bulunmaktadır.<br />
5.3.4. Yararlanıcı Firmaların Pazar Payı Üzerindeki Etkisi<br />
Firmaların rekabet gücünün artmasının neden olabileceği diğer bir konu ise pazar<br />
300
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
payında yaşanan artıştır. Yararlanıcı firmalar ile gerçekleştirilen anketlerde<br />
gerçekleşen desteğin pazar payını arttırmalarında önemli oranda etkili olduğu<br />
görülmüştür. Anket cevaplayan firmaların %82’sini oluşturan 28 firma pazar payının<br />
arttığını beyan ederken, toplam firmaların %18’ini oluşturan 6 firma Pazar payının<br />
aynı kaldığını dile getirmiştir. Firma beyanları ajans desteğinin pazar paylarını<br />
arttırmada önemli bir unsur olduğunu göstermektedir. Yararlanıcı firmaların büyük<br />
bir bölümü olan 15 firma pazar payını % 0 ile %10 arasında artırmış olup, diğer 7<br />
firmanın pazar payı ise %11 ile %20 arasında artış göstermiştir. 2 firma Pazar payını<br />
%21 ile %30 arasında arttığını beyan ederken, 1 firma ise %31 ile %40 arasında artış<br />
yaşadığını belirtmiştir. Son olarak % 40 ile%100 arasında pazar payını arttıran 3<br />
firma bulunmaktadır.<br />
5.3.5. Yararlanıcı Firmaların İhracat Durumu Üzerindeki Etkisi<br />
SRE Mali Destek Programının etkisi analiz edilirken incelenen bir diğer kriter<br />
yararlanıcı firmaların ihracat durumlarıdır. Mali destek yararlanıcısı firmaların<br />
%47’sini oluşturan 16 firma ihracat yapmayan firmalar olup, %20’sini oluşturan 7<br />
firma ise gerçekleştirdikleri ihracatta mali desteğin bir etkisinin olmadığını dile<br />
getirmiştir. SRE Mali Destek Programı performans göstergesi olarak Ahiler<br />
Kalkınma Ajansı; “Program ile birlikte ilk defa ihracata başlayan firma sayısı” nı<br />
gösterge olarak belirlemiştir. Anket uygulanan firmalardan 2 firma, Mali Destek<br />
Programı sayesinde ilk kez ihracata başladıklarını dile getirmiştir. Programla destek<br />
alan 2 firma ihracat yaptıkları ülke sayısını arttırırken, 7 firma ise aldıkları destek<br />
sayesinde ihracatlarında artış kaydettiklerini belirtmiştir.<br />
5.3.6. Firmaların kurumsallaşması Üzerindeki Etkisi<br />
Mali Destek Programı, firmaların kurumsallaşmasını hedeflemekte olup, bu sebeple<br />
program göstergeleri arasında; “kurumsallaşma çalışmalarına katılan firma sayısı”<br />
ile “teknik ve kalite standartlarına göre alınan sertifika sayısı” göstergelerine yer<br />
vermiştir. Firmaların %59’u kurumsallaşmaları açısından programın etkili olduğunu<br />
belirtmiş olup, başta kalite sertifikasyonu olmak üzere ISO, HACCP, CE ve<br />
uygunluk belgelerinin alımını gerçekleştirdiklerini ve proje yönetimi konusunda<br />
tecrübe edindiklerini belirtmişlerdir. Programın, destek alan firmaların beyanları<br />
doğrultusunda firmalarının kurumsallaşmalarına önemli katkı sağladığını söylemek<br />
mümkündür.<br />
5.3.7. Firmaların Yeni Pazara Girebilmesi Açısından Etkisi<br />
SRE Mali Destek Programı kapsamında firmalar aldıkları destek sonucunda yeni<br />
pazarlara girebildiklerini belirtmişlerdir. Firmaların %76’sı gibi önemli bir bölümü<br />
yeni pazarlara açıldığını ifade etmiş olup, yoğunluklu olarak firmalar kalite artışı ile<br />
ulusal alanda yeni pazarlara girdiklerini belirtmişlerdir. Bazı firmalar ise proje<br />
sayesinde özellikle yurtdışından önemli müşteriler kazandıklarını ve bu sayede farklı<br />
pazarlara girebildiklerini ifade etmişlerdir. Firmaların %24’ü ise uygulanan projenin<br />
yeni pazarlara açılmada etkili olmadığını belirtmiştir.<br />
5.3.8. Firmaların Ar-Ge ve İnovasyon Çalışmalarına Etkisi<br />
Firmaların rekabetçi yapıya kavuşmaları için önemli bir araç olan Ar-Ge ve<br />
301
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Yenilikçiliğin yaygınlaşması, SRE Mali Destek Programının gerçekleştirmek istediği<br />
hedefler arasında yer almaktadır. Bu sebeple Kalkınma Ajansı program göstergeleri<br />
arasına; “yenilik yapan firma sayısı” ve “üretilen yeni ürün sayısı” göstergelerini<br />
eklemiştir. Destek alan firmaların beyanlarına göre firmaların %44’ü proje<br />
öncesinde veya sonrasında Ar-Ge çalışması gerçekleştirmemiştir. Firmaların %15’i<br />
aldıkları desteğin gerçekleştirdikleri Ar-Ge çalışmalarını etkilemediğini belirtirken,<br />
firmaların %20’si Ar-Ge faaliyetlerinin geliştiğini ifade etmiştir. Ayrıca 2 firma<br />
proje sayesinde ilk kez Ar-Ge çalışması yaptığını belirtmiş olup, 5 firma ise Ar-Ge<br />
harcamalarına ayırdıkları kaynağı arttırdıklarını belirtmiştir. Firmaların ifadeleri<br />
Ajans desteğinin firmaların Ar-Ge çalışmalarına sınırlı oranda katkı sağladığını<br />
söylemek mümkündür.<br />
5.3.9. Ajans Desteği Olmadan Yatırımı Gerçekleştirebilme Durumu<br />
Yararlanıcı firmaların büyük bir çoğunluğu Ajans mali desteği olmadan da (başka<br />
finansman kaynakları ya da uzun vadede) projelerini gerçekleştireceklerini beyan<br />
etmiştir. Firmaların %26’sı Ajans desteği olmasaydı proje faaliyetlerini başka<br />
finansman kaynaklarından gerçekleştireceklerini ifade ederken, firmaların büyük<br />
çoğunluğu (%53) destek olmadan projeyi gerçekleştireceklerini fakat daha uzun<br />
vadede gerçekleştirebileceklerini belirtmişlerdir. Firmaların %21’si ise Ajans<br />
desteği olmadan projeyi gerçekleştiremeyeceklerini ifade etmiştir. Bu doğrultuda<br />
yararlanıcı firmaların projelerinin kısa vadede gerçekleşmesi açısından ajans<br />
desteği önem taşımaktadır. Yararlanıcı firmaların büyük bir çoğunluğu Ajans<br />
desteği ile yatırımlarını 2-3 yıl öne çektiğini vurgulamıştır.<br />
5.3.10. Firmalarca Ajans Desteğinin Fayda Maliyet Değerlendirmesi<br />
Anketi cevaplayan yararlanıcı firmalardan, ajans desteğini fayda-maliyet açısından<br />
değerlendirmeleri istenmiştir. Firmaların %73’ü Ajans desteğinin faydalarının<br />
maliyetinden daha fazla olduğunu belirtmiş ve bu firmaların büyük çoğunluğu<br />
firmaları ile uyumlu olması durumunda tekrar başvuru yapmak istediklerini dile<br />
getirmişlerdir. Firmaların %18’i ajans desteğinin fayda ve maliyetinin eşit olduğunu<br />
dile getirirken, firmaların %9’u maliyetlerin faydadan daha fazla olduğunu dile<br />
getirmiştir. Maliyetlerin faydadan daha fazla olduğunu dile getiren firmalar ödemek<br />
zorunda oldukları KDV’den şikâyet etmiş olup, yatırım teşvik bölgesinde yer<br />
almalarına rağmen ödenen vergi nedeniyle Ajans desteğinin maliyetinin faydasından<br />
fazla olduğunu ifade etmişlerdir.<br />
6. SONUÇ<br />
Bölgesel Kalkınmada önemli bir aktör olan kalkınma ajansları, bölgeler arası<br />
gelişmişlik farklarını azaltmak ve bölgelerin kaynaklarını etkin olarak kullanarak<br />
kalkınmayı sağlamak amacıyla Türkiye’de 26 Düzey 2 Bölgesinde kuruluşları<br />
tamamlanmış olup, Ajanslar Bölgelerinde aktif olarak faaliyet göstermektedir.<br />
Kuruluş amacını gerçekleştirmek için başta mali ve teknik destek olmak üzere iki<br />
önemli araca sahip olan ajanslar bu destek mekanizmalarıyla hazırlamış oldukları<br />
Bölge Planları doğrultusunda bölgelerinde yer alan başta; kamu kurum ve<br />
kuruluşları, belediyeler, kâr amacı gütmeyen kurumlar, üniversiteler ve KOBİ’lere<br />
destek sağlamaktadır.<br />
302
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Ahiler Kalkınma Ajansı, Aksaray, Kırıkkale, Kırşehir, Nevşehir ve Niğde illerini<br />
içeren TR71 Düzey 2 Bölgesinde faaliyet göstermektedir. 2010 yılında personel<br />
alımıyla faaliyete geçen Ahiler Kalkınma Ajansı kuruluşundan bu güne kar amacı<br />
güden ve kar amacı gütmeyen hedef gruplarına yönelik olarak teknik ve mali destek<br />
programları uygulamıştır. 2010-2013 yılları arasında Ahiler Kalkınma Ajansı<br />
tarafından diğer Ajanslarla paralel olarak en çok kullanılan destek aracı; Doğrudan<br />
Finansman Desteğidir. Geri ödemesi olmayan bu destek türünde; en sık kullanılan<br />
yöntem proje teklif çağrısı yöntemi olup, Ajans bu kapsamda 2010-2013 yılları<br />
arasında 8 adet Mali Destek Programı uygulamıştır.<br />
Kaynakların kısıtlı oluşu nedeniyle kaynakların etkin kullanımı büyük önem<br />
taşımaktadır. Özellikle kamu tarafından yapılan yatırım ve desteklerin etkilerinin<br />
değerlendirilmesi, hedeflenen sonuçlara ulaşılıp ulaşılmadığının ölçülmesi,<br />
kaynakların kullanımı açısından büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmada bir kamu<br />
kuruluşu olan ve kuruluşlarını tamamlama sürecinde hızla ilerleyen Kalkınma<br />
Ajansları arasında yer alan Ahiler Kalkınma Ajansının sağlamış olduğu mali<br />
desteğin etkisi analiz edilmesi amaçlanmıştır. Bölge içi ve bölgelerarası farkları<br />
azaltma ve iktisadi kalkınmayı sağlamak amacıyla çalışan Kalkınma Ajansının,<br />
özel sektör üzerindeki etkisinin gözlemlenebilmesi amacıyla başvuru sahibi olarak<br />
KOBİ’lerin yer aldığı 2012 yılı Sektörel Rekabet Edebilirlik (SRE) Mali Destek<br />
Programı seçilmiştir. SRE Mali Destek Programının genel değerlendirmesi<br />
yapıldığında firmaların birçoğunun gelişimine katkı sağladığı görülmektedir.<br />
Firmalar başta istihdam olmak üzere insan kaynakları, pazar payı, ihracat ve Ar-Ge<br />
gibi birçok konuda gelişimine katkı sağladığını vurgulamıştır. Ajans desteğinin<br />
analizinde karşılaşılan en büyük problem Mali Destek Programı rehberinde<br />
belirtilen performans değerlendirme kriterlerine ilişkin ajans tarafından<br />
gerçekleştirilen gerek Bölge Planı gerekse analiz çalışmalarında mevcut durumu<br />
gösteren verilerin var olmayışıdır. Bu sebeple Bölge Planında belirlenen hedeflere<br />
makroekonomik düzeyde ne kadar erişilebildiği hesaplanamamaktadır. Destekler<br />
konusunda diğer bir önemli konu Ajans Desteği olmadan gerçekleştirilen yatırımların<br />
ne düzeyde gerçekleştirileceğidir. Bu konuda firmalara yöneltilen soruya firmaların<br />
sadece %21’i ajans desteği olmadan projeyi hayata geçiremeyeceklerini dile<br />
getirmiştir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Ahiler Kalkınma Ajansı. (2014). Ahiler Kalkınma Ajansı 2011.2012.2013, 2014<br />
Faaliyet Raporları, Erişim adresi: http://ahika.gov.tr<br />
Ahiler Kalkınma Ajansı. (2012). Sektörel Rekabet Edebilirlik Mali Destek Programı<br />
2012 Yılı Teklif Çağrısı Başvuru Rehberi, Erişim Adresi http://ahika.gov.tr<br />
Ahiler Kalkınma Ajansı. (2010). TR71 Bölge Planı 2010-2013, Ahiler Kalkınma<br />
Ajansı, Erişim Adresi: http://ahika.gov.tr<br />
Berber, M. ve Ebru, Ç. (2005). Türk Bölgesel Kalkınma Politikalarında Yeni<br />
Arayışlar: Kalkınma Ajansları ve Türkiye’de Uygulanabilirliği [Öz ]. Doğu<br />
Karadeniz Bölgesel Kalkınma Sempozyumuna sunulan bildiri, Karadeniz<br />
Teknik Üniversitesi, Trabzon.<br />
Bölgesel Kalkınma Ajansları 2, (2006).İstanbul Büyükşehir Belediyesi.<br />
303
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bölgesel Gelişme ve Yapısal Uyum Genel Müdürlüğü (2009). Kalkınma Ajansları<br />
Destek Yönetim Kılavuzu, Devlet Planlama Teşkilatı.<br />
Devlet Planlama Teşkilatı (2003). Ön Ulusal Kalkınma Planı 2004-2006.<br />
Ferik, B. (2004). AB Devlet Yardımları Politikası ve Türkiye’de Devlet Yardımı<br />
uygulamaları, Dış Ticaret Dergisi, sayı:31, Dış Ticaret Müsteşarlığı Yayını,<br />
Ankara.<br />
Halkıer, H. (2006).Regional Development Agencies: European Trends and<br />
Experiences, Erişim adresi: http://vbn.aau.dk/en<br />
James, H., Chan-Lee, & Sutch, H. (1985). Profits and Rates of Return in OECD<br />
Countries, OECD, Erişim adresi: http://www.oecd.org<br />
Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun,<br />
Resmi Gazete Kanun No. 5449, Kabul Tarihi: 25.01.2006, Yayımlandığı<br />
Resmi Gazete Tarih: 8.2.2006 Sayı: 26074Yayımlandığı Düstur: Tertip:5,<br />
Cilt: 45, s. 9685, Erişim adresi: http://www.resmigazete.gov.tr<br />
Kalkınma Bakanlığı (2013). Kalkınma İçin Analiz Kalkınma Ajansları 2012 Yılı<br />
Faaliyet Raporu, Bölgesel Gelişme ve Yapısal Uyum Genel Müdürlüğü,<br />
Ankara, Erişim adresi: http://www.kalkinma.gov.tr<br />
Kalkınma Bakanlığı (2013). Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018), Erişim adresi:<br />
http://www.kalkinma.gov.tr/<br />
Kocatepe, H. (2007). Devlet Yardımlarının Firmaların Rekabet Gücü Üzerine Etkisi.<br />
(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta) Erişim adresi:<br />
http://ulusaltezmerkezi.com/devlet-yardimlarinin-firmalarin-rekabet-gucuuzerine-etkisi/<br />
OECD (2010).The Role of Development Agencıes and Companies, Local Economic<br />
and Employment Development (LEED) Series, April, OECD. Erişim adresi:<br />
http://www.oecd.org<br />
Özen, P. (2005) Bölgesel Kalkınma Ajansları, Ankara: TOBB-TEPAV, Erişim adresi:<br />
http://www.tepav.org.tr/upload/files/1271245092r8246.Bolgesel_Kalkinma<br />
_Ajanslari. pdf<br />
Sakal, M. (2010). Bölgesel Kalkınma Sürecinde Kalkınma Ajansları, Altın Nokta<br />
Yayınevi, İzmir, (ss. 11-15). TEPAV. Polonya'da Kalkınma Ajansları,<br />
Erişim adresi: http://www.tepav.org<br />
Walburn, D. (2006). Bölgesel Kalkınma Ajansları: Bölgelerde İktisadi Kalkınmayı<br />
Canlandırmanın Araçları [Öz]. Bölgesel Kalkınma ve Yönetişim<br />
Sempozyumuna sunulan bildiri, Tepav, Ankara.<br />
304
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Amartya Sen ve Kalkınma<br />
Atik ASLAN 1 Adem LEVENT 2<br />
Kalkınma kavramı, dar anlamda iktisadi içerikle; geniş anlamda ise sosyal ve politik<br />
içerikleriyle birlikte ele alınmaktadır. Amartya Sen kalkınmayı yaşam standartlarının<br />
yükseltilmesi, eğitim ve sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması, insan haklarının<br />
geliştirilmesi ve temel özgürlük alanlarının genişletilmesi bağlamında ele alarak<br />
tartışmaya farklı bir yaklaşım getirmiştir. Sen’in kalkınma sorunsalına getirdiği<br />
yorum, “özgürlükle kalkınma” ve “yapabilirlik yaklaşımı” şeklinde<br />
değerlendirilmektedir. “Özgürlükle kalkınma” yapabilirliklerin genişletilmesi olarak<br />
yorumlanmaktadır. Sen’e göre “iktisadi özgürlük yoksunluğu sosyal özgürlük<br />
yoksunluğunu doğurabilmekte; sosyal ya da siyasal özgürlük yoksunluğu da iktisadi<br />
özgürlük yoksunluğunu besleyebilmektedir.” Söz konusu yapabilirliklerden yoksun<br />
kalmak ise yoksulluk anlamına gelmektedir. Sen’in yaklaşımında özgürlüğün<br />
genişletilmesi, hem kalkınmanın asıl amacı hem de başlıca aracı olarak görülmektedir.<br />
Sen’in özgürlükle kalkınma ve yapabilirlik yaklaşımları, kalkınma kavramının sadece<br />
iktisadi içerikle ele alınmasının kısıtlarını gösterirken, aynı zamanda kalkınma<br />
kavramı etrafında dönen tartışmalara hem teorik bir katkı yapmakta hem de kalkınma<br />
politikalarının uygulayıcılarına dolaylı olarak pratik öneriler sunmaktadır.<br />
Anahtar Kelimeler: Amartya Sen, Kalkınma, Özgürlükle Kalkınma, Yapabilirlik.<br />
Abstract<br />
Amartya Sen and Development<br />
The term of development, in the strict sense, has been evaluated with an economic<br />
content, while it is approached with social and political content in the broad sense.<br />
Amartya Sen has brought a different approach by addressing development in the<br />
context of raising living standards, the expansion of education and health services, the<br />
promotion of human rights and the enlargement of fundamental freedoms’ space.<br />
Sen’s comment on the development problematique is evaluated regarding/ within the<br />
context of “development as freedom” and "feasibility/capabilities approach”.<br />
“Development as freedom” is interpreted as the expansion of capabilities. According<br />
to Sen “the lack/deprivation of economic freedom lead to social freedom deprivation;<br />
social or political freedom deprivation can also stir up the deprivation of economic<br />
freedom. The lack of capabilities of these kinds means poverty. In Sen’s approach,<br />
expansion of freedom is seen as the main purpose of the development and the major<br />
tool of the development at the same time. Sen’s development as freedom and<br />
capabilities approaches showing not only the constraints of the concept of one sided<br />
view named development with only economic content, but also to make both a<br />
1<br />
Yrd. Doç. Dr., Muş Alparslan Üniversitesi, atikaslan1@gmail.com<br />
2<br />
Yrd. Doç. Dr., Muş Alparslan Üniversitesi, levent49@gmail.com (Sorumlu<br />
Yazar/Corresponding Author)<br />
305
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
theoretical contribution to the debate about the concept of development and offers<br />
practical advice indirectly to the practitioners of development policy.<br />
Keywords: Amartya Sen, Development, Development as Freedom, Capabilities.<br />
1. GİRİŞ<br />
Kalkınma, sosyal bilimlerin temel disiplinlerinde yaygın bir şekilde kullanılan temel<br />
kavramlardan biridir. Kalkınmayla ilgili çalışmaların genellikle “kalkınma iktisadı,<br />
kalkınma sosyolojisi ve kalkınma politikası” alanlarında yoğunlaştığı görülmektedir.<br />
Kalkınma kavramı, dar anlamda iktisadi içerikle; geniş anlamda ise sosyal ve politik<br />
içerikleriyle birlikte ele alınmaktadır. İlgili literatürde kalkınma sorunsalı, gelişmişlik<br />
/ az gelişmişlik, merkez / çevre, kuzey/ güney şeklindeki ikili ayrımlarla<br />
tartışılmaktadır. Amartya Sen ise kalkınma sorunsalını, yaşam standartlarının<br />
yükseltilmesi, eğitim ve sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması, insan haklarının<br />
geliştirilmesi ve temel özgürlük alanlarının genişletilmesi bağlamında ele alarak farklı<br />
bir yaklaşım getirmektedir. Amartya Sen’in kalkınma sorunsalına getirdiği yorum,<br />
“özgürlükle kalkınma” ve “yapabilirlik yaklaşımı” şeklinde değerlendirilmektedir.<br />
Amartya Sen’in kalkınma ve yoksulluk tanımları genel kabul görmüş görüşlerden<br />
farklılaşmaktadır. Sen’e göre yoksulluk, standart yoksulluk ölçütü olarak kabul edilen<br />
gelir azlığından ziyade temel kapasitelerden yoksunluk olarak ele alınmaktadır. Sen,<br />
kapasite yetersizliği olarak yoksulluk ile gelir azlığı olarak yoksulluk perspektifleri<br />
arasında kavramsal olarak ayırım yapmakla beraber sıkı bir ilişki olduğunu da kabul<br />
etmektedir (Sen, 2004: 126-131).<br />
Bu çalışma, Amartya Sen’in özgürlük ve yapabilirlik yaklaşımlarını kalkınma<br />
tartışmaları bağlamında analiz etmeyi amaçlamaktadır. Kalkınma sorunsalını ele alan<br />
bu çalışma, Amartya Sen’in kalkınma ile ilgili fikirlerinin yanında kalkınma<br />
yazınındaki temel teorilerin değerlendirilmesini ve kalkınma sorunsalına çözüm<br />
önerilerinin sunulmasını hedeflemektedir. Çalışmada öncelikle kalkınma kavramına<br />
ana hatlarıyla bir giriş yapılacak, daha sonra kalkınma teorileri özetlenmeye<br />
çalışılacak ve sonrasında da Sen’in fikirleri analiz edilecektir.<br />
2. KALKINMA KAVRAMI VE KURAMLARINA GENEL BİR BAKIŞ<br />
Bu bölümde kalkınma kavramı ve kuramları açıklanmaya çalışılmıştır. İlgili literatür<br />
incelendiğinde görüleceği üzere kalkınma kavramı, İkinci Dünya Savaşı’ndan 1970’li<br />
yıllara kadar oldukça popüler bir kavram ve ilgi alanı olurken, 1970 sonrasında<br />
gözden düşmüştür (Şenses, 1996: 93). “Kalkınma” kavramı İkinci Dünya Savaşı<br />
sonrasında yaygın kullanıma ulaşmıştır. Aslında kavram yeni olmakla beraber, evrim<br />
teorisinin, modernleşme teorisinin, etnosantrist ilerleme ideolojisinin yeni koşullarda<br />
aldığı biçimdir. Batı düşünce geleneğinin dünyanın geri kalan bölümüne sunduğu,<br />
doğrusal ilerleme, sınırsız büyüme paradigmasının bir versiyonu olarak ortaya<br />
çıkmıştır (Başkaya, 2000: 15). Kalkınma kavramının siyasal varsayımı ise 18.<br />
yüzyılda “kaba ve barbar”, 19. yüzyılda “geri kalmış” ve 20. yüzyılda “az gelişmiş”<br />
olarak nitelenen ülkelere duyulan rahatsızlık; bu ülkelere ekonomik ya da başka<br />
faktörler nedeniyle hep aşağı statü atfı biçimini almıştır (Hirschman, 1996: 51).<br />
306
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kalkınma yazını daha başından itibaren az gelişmiş denen ülkeleri dünya kapitalist<br />
ilişkileri içine çekme amacının ürünüdür. Bu, bir yandan kapitalist ekonominin<br />
dinamikleri ile bütünleşme, diğer yandan kapitalist ekonomiyi çerçeveleyen bir yaşam<br />
biçiminin modernizasyonu olarak geliştirilmesidir (Ercan, 2009: 107).<br />
Kalkınma yazını genelde üç döneme ayrılarak analiz edilmektedir. Kalkınma<br />
yazınının birinci dönemini 19. yüzyıldaki toplumsal ve ekonomik gelişmeler<br />
oluşturmaktadır. 19. yüzyıl, Aydınlanma sonrası bilimler aracılığıyla toplumun<br />
disipline edilmesini ve kapitalizmin bilimi olarak değerlendirilen ekonomi-politiğin<br />
çıkışını göstermektedir. Burada kapitalizmin ayırt edici özelliği olan sermaye<br />
birikimi, merkez-çevre kutuplaşmasını ortaya çıkarmakta ve Batı Avrupa coğrafyası<br />
dünyanın geri kalanından kapitalizmle ayrılmaktadır. Bu dönemin en önemli özelliği<br />
“yaratıcı yıkım” 3 özelliğidir.<br />
Kalkınma yazınının ikinci dönemini II. Dünya Savaşı sonrası oluşan yeni ekonomik<br />
ve sosyal dinamikler belirlemektedir. Bu dönemde kalkınma yazını oldukça<br />
çeşitlenmekte ve modernleşmeci yaklaşımlar güçlenmektedir. Kalkınma yazınının<br />
ikinci döneminin ayırt edici özelliği, kalkınmanın iç dinamiklere vurgu yapılarak<br />
açıklanmasıdır. 1970’lerdeki krizle sonuçlanan bu dönemde, kalkınma yazınına<br />
alternatif olan az gelişmişlik yazını ortaya çıkmaktadır. Bu yazının en önemli ürünü<br />
Bağımlılık Okulu denen ve Latin Amerika’da gelişen Marksist yönelimli akımdır.<br />
Bağımlılık okulu modernleşmeci yaklaşım yerine dışsal dinamiklere vurgu yapmıştır<br />
ve az gelişmiş ülkelerin kalkınmasının gelişmiş ülkelere bağlı olduğunu ifade<br />
etmesinden dolayı, bağımlılık okulu şeklinde adlandırılmaktadır. Bu okul, sömürü<br />
ilişkisine aşırı vurgu yapmıştır.<br />
1945 sonrasında batı dışındaki toplumların değişim süreçleri, merkezi bir problem<br />
alanı olarak sosyal bilimlerin gündemine oturmaktadır. İkinci Dünya Savaşı<br />
sonrasında özellikle Amerikan akademi dünyasında gündeme gelen kalkınma<br />
düşüncesi, 19. yüzyılla birlikte egemen bir anlayış halini almaya başlayan evrimci ve<br />
ilerlemeci yaklaşımların temel kabullerini büyük oranda paylaşmıştır. Bu yönüyle<br />
kalkınma düşüncesi, modern batı düşüncesinin temel kalkış noktalarından biri haline<br />
gelen ilerlemeci tarih algısına yaslanarak tarihsel ve ideolojik bir devamlılığı temsil<br />
etmektedir. Batılı olmayan toplumların değişim süreçlerine yön verme amacı<br />
çerçevesinde, kabaca, 1950’li yıllarda gündeme gelen kalkınma düşüncesi, batı dışı<br />
toplumlarında ilerleme sürecine katılabileceği varsayımından hareket etmektedir<br />
(Altun, 2002: 12).<br />
Kalkınma yazınının üçüncü dönemini, 1970 sonrası neo-liberal dönem<br />
oluşturmaktadır. Bu dönem 1945–1970 arası dönemi ve Keynesyen ekonomiyi<br />
eleştirmekle işe koyulmuştur. Kalkınma iktisadının aşırı devlet müdahalesine yol<br />
açtığını ve piyasanın düzenleyici yönünü görmezden geldiğini düşünerek kalkınma<br />
iktisadına mesafeli yaklaşmıştır. Fakat kapitalizmin gelişmeci yönünü esas alması,<br />
3<br />
“Yaratıcı yıkım” kavramı, Joseph Schumpeter tarafından kapitalist gelişme sürecini<br />
tanımlamak için kullanılmaktadır. Schumpeter’e göre kapitalist sistem durmadan yenilenme<br />
havası ile eski faktörleri yok etmekte, yenilerini yaratmaktadır. Bu “yaratıcı yıkım gelişimi”<br />
kapitalizmin esasıdır (Schumpeter, 1966: 119).<br />
307
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
kalkınma iktisadının hedeflerini teleolojik yönden paylaştığı için bu dönem de<br />
kalkınma yazınının üçüncü evresine işaret etmektedir (Ercan, 2009).<br />
Kalkınma konusunda birbirinden farklı çeşitli kuramlar bulunmaktadır. Sanayileşme,<br />
hızlı sermaye birikimi, yeterli düzeyde işlemeyen insan gücünün mobilizasyonu,<br />
planlama ve aktif devlet gibi temalar kalkınma kuramlarının ilgilendiği konuları<br />
oluşturmaktadır (Sen, 1983: 746). İkinci Dünya Savaşı sonrasında az gelişmiş<br />
toplumların değişimi üzerine odaklanan Batı sosyal bilim pratiği içerisinde, ilk ve en<br />
sistematik çerçeveyi modernleşme kuramı sunmaktadır. Modernleşme kuramı, az<br />
gelişmiş ülkelerin toplumsal değişim problemini merkeze alan ve zaman zaman Batı<br />
dünyasının pratik siyasal gündemine etki edebilen bir paradigma olarak karşımıza<br />
çıkmaktadır (Altun, 2002:13). Modernleşme kuramına göre az gelişmiş ülkeler,<br />
modern olarak nitelendirilen kurumlar, teknolojiler ve değerleri kabul etmeleri<br />
halinde gelişebileceklerdir (Giddens, 2008: 451).<br />
Bağımlılık Kuramı temsilcileri ise küresel çapta etkisini sürdüren sosyo-politik<br />
sisteme yönelik eleştirel bir yaklaşım sergilemişlerdir. Bağımlılık kuramcılarına göre<br />
küresel çapta yaşanmakta olan tüm sorunlar, eşitsiz güç ilişkilerini içeren kapitalist<br />
sistemden kaynaklanmaktadır. Az gelişmiş ülkelerin yoksul olmalarının sebebi zengin<br />
ülkeler ve söz konusu bu zengin ülkelerde faaliyet gösteren çok uluslu şirketlerdir.<br />
Küresel kapitalist sistem az gelişmiş ülkeleri yoksulluk ve sömürü çarkının içerisine<br />
hapsetmiştir.<br />
Bağımlılık kuramcıları, azgelişmişliğin gelişmişlikle ilişkisi üzerinde durmuşlardır.<br />
Bağımlılık kuramcıları dünya sistemini merkez ve çevre ülkeler şeklinde ele<br />
almaktadırlar. Çevre ülkeler, merkez ülkelere bağımlı bir şekilde hareket etmek<br />
zorunda bırakılmışlardır. Eşitsiz güç ilişkilerini içeren bağımlılık, çevredeki gelişimi<br />
zarar vererek kısıtlamakta ya da bozmaktadır (Brewer, 2011: 210; Ercan, 2009:126;<br />
Giddens, 2008:455; Meier, 1989:105).<br />
Bağımlılık kuramının önemli temsilcilerinden biri olan Paul Baran’a göre dünyanın<br />
bir kısmında var olan azgelişmişliğin ve yoksulluğun temel nedeni küresel kapitalist<br />
sistemin bir sonucu olan “sömürü” ilişkisidir. Kapitalizmin varlığı azgelişmişliğin<br />
nedeni olarak görülmektedir. Kapitalizm bir ülkenin başka bir ülke aleyhine gelişmesi<br />
olarak ele alınmaktadır. Baran sömürü ilişkisini özetle şöyle formüle etmektedir: “Az<br />
gelişmiş ülkelerin ekonomik kalkınması, gelişmiş kapitalist ülkelerin egemen<br />
çıkarlarına kesinlikle ve temelinden ters düşmektedir. Sanayileşmiş ülkelere birçok<br />
önemli hammaddeyi gönderen, bu ülkelerin şirketlerine büyük karlar ve yatırım<br />
alanları sağlayan geri kalmış dünya, çok gelişmiş kapitalist batı için her zaman<br />
vazgeçilmez bir dayanak, hinterland olmuştur”(Akt. Ercan, 2009:130).<br />
Bağımlılık kuramcıları, modernleşme kuramcılarının genel olarak savundukları<br />
gelişme yazınına alternatif olarak azgelişmişlik yazınını öne sürmüşlerdir. Bu<br />
bağlamda bağımlılık kuramı, gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler arasında var olan<br />
sömürüye dayalı eşitsiz güç ilişkilerine dikkat çekmiştir. Gelişmiş olarak<br />
nitelendirilen ‘Batının’ az gelişmiş olarak nitelendirilen ‘Batılı olmayan’ dünyaya<br />
ilişkin geliştirmiş olduğu ayrıcalıklı durumuna karşı çıkılmıştır (Ercan, 2009:139).<br />
308
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Modernleşme kuramcıları iç dinamiklere, bağımlılık kuramcıları ise dış dinamiklere<br />
vurgu yapmaktadırlar.<br />
Hem modernleşme kuramlarının hem de bağımlılık kurumlarının başta gelen eksikliği<br />
kalkınma sorunsalını, özgürlük ve bireylerin yapabilirlikleri bağlamında ele almamış<br />
olmalarıdır. Ayrıca yoksulluk sorununu büyük oranda iktisadi içerikle ele almaları söz<br />
konusu bu yaklaşımların bir diğer eksikliğini oluşturmaktadır. Sen, modernleşme ve<br />
bağımlılık yaklaşımlarından ayrı olarak kalkınma sorunsalını özgürlük bağlamında<br />
değerlendirmektedir. Sen’in yaklaşımında kalkınma sorunsalı sadece iktisadi<br />
unsurlarla açıklanmamakta; aynı zamanda bireysel ve sosyal unsurlara vurgu<br />
yapmaktadır. Sen’in kalkınma tanımının ana özelliğini bireylerin özgürlüğü,<br />
okuryazarlığı ve yaşam standartlarının yükselmesi oluşturmaktadır. Bireylerin bu<br />
özelliklerden mahrum kalması ise yoksunluk şeklinde değerlendirilmektedir. Bundan<br />
dolayı Sen’in geliştirmiş olduğu kalkınma yaklaşımının incelenmesi, hem ilgili<br />
yazındaki önemli bir eksikliğin giderilmesi hem de özgürlüğün insan yaşamında<br />
sadece politik bir bağlam içinde ele alınamayacak kadar büyük bir öneme sahip<br />
olduğunu göstermesi açısından önem arz etmektedir.<br />
3. AMARTYA SEN’E GÖRE KALKINMA, ÖZGÜRLÜK VE<br />
YAPABİLİRLİK<br />
Sen’in yaklaşımında “kalkınma, özgürlük ve yapabilirlik” kavramları arasında sıkı bir<br />
ilişki bulunmaktadır. Sen, söz konusu kavramları standart yaklaşımların dışında ele<br />
alarak kalkınma yazınına önemli bir katkı yapmıştır. Sen’in yapmış olduğu bu katkı<br />
kalkınma yazınında yapabilirlik yaklaşımı şeklinde ifade edilmektedir. Sen’in<br />
yaklaşımında özgürlük merkezi bir konumda bulunmaktadır. Bundan ötürü bu<br />
yaklaşıma bazen yapabilirlik bazen de özgürlük yaklaşımı denmektedir (Stewart and<br />
Deneulin, 2002: 61).<br />
Sen için özgürlük iki ayrı yaklaşımdan ötürü kalkınma sürecinin merkezinde yer alır:<br />
Birincisi, değerlendirici yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre ilerlemenin<br />
değerlendirilmesi esas olarak insanların sahip oldukları özgürlüklerin artırılıp<br />
artırılmadığına göre yapılmalıdır. İkincisi, etkinlik yaklaşımıdır. Etkinlik yaklaşımı,<br />
kalkınmanın başarılmasını tamamen insanların özgür eylemliliğine bağlamaktadır.<br />
Böylece bu iki yaklaşımdaki bağlantılardan ötürü, özgür ve sürdürebilir eylemlilik<br />
büyük bir kalkınma motoru olarak ortaya çıkmaktadır (Sen, 2004: 19).<br />
Başka bir deyişle Sen’e göre kalkınma, insanların yararlandığı gerçek özgürlükleri<br />
genişletme süreci olarak görülmelidir. Kalkınma, özgürlük yoksunluğu çeşitlerinin<br />
ortadan kaldırılması olarak tanımlanmaktadır. Kalkınma, özgürlüğü ortadan kaldıran<br />
başlıca nedenlerin kaldırılmasını gerektirmektedir. Bu yaklaşımda, özgürlüğün<br />
genişletilmesi, hem kalkınmanın asıl amacı ve hem de başlıca aracı olarak<br />
görülmektedir. Bunlara, kalkınmada özgürlüğün sırasıyla ‘kurucu rolü’ ve ‘araçsal<br />
rolü’ denilmektedir. Özgürlüğün kurucu rolü temel özelliklerin insan hayatının<br />
zenginleştirilmesi bakımından taşıdığı önemle ilgilidir. Temel özgürlükler; açlık,<br />
beslenme yetersizliği, önlenebilir hastalıklar ve erken ölümden kaçınabilmenin yanı<br />
sıra, okuryazarlık ve hesap yapabilme, siyasi katılımdan ve serbestçe ifade<br />
imkânından yararlanma özgürlüğü gibi temel kapasiteleri kapsamaktadır. Bu<br />
309
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
yaklaşıma göre kalkınma, insan özgürlüklerini genişletme sürecidir ve kalkınmanın<br />
değerlendirilmesinin de bu düşünceyle beslenmesi gerekmektedir. GSMH artışı ve<br />
sanayileşme kalkınmanın dar anlamdaki tanımını oluştururken siyasal katılım ve<br />
muhalefet bizatihi kalkınmanın kurucu parçalarıdır (Sen, 2004: 55-56).<br />
Sen’e göre büyüme ve kalkınma aynı şey değildir. Kalkınma büyümeden daha<br />
karmaşık bir kavramdır. Ekonomik büyüme, ekonomik kalkınma sürecinin sadece bir<br />
yönüdür. Geleneksel kalkınma yaklaşımı ise meselenin sadece bu yönüyle<br />
ilgilenmiştir (Sen, 1983: 748). Diğer bir deyişle geleneksel kalkınma yaklaşımı,<br />
sadece, milli hâsıla, toplam gelir ve belirli malların toplam arzı ile ilgilenmiştir. Bu<br />
durum kalkınma yaklaşımının en büyük zaafıdır. Geleneksel kalkınma yaklaşımı,<br />
insanların hakları ve yapabilirlikleriyle ilgilenmemiştir. Sen’e göre kalkınma süreci;<br />
insanların okur-yazarlığı, uzun yaşam evresi, ölüm oranı, iletişim imkânları, bilimsel<br />
faaliyetleri vs. anlamına gelen yapabilirlikleri veya yapamayacakları ile ilgilenmek<br />
zorundadır. Kalkınma süreci, insanların yapabilirliklerini genişletme süreci olarak<br />
görülebilir. Çoğu insanın maruz kaldığı kıtlık ve açlık sorunları da geleneksel<br />
yaklaşımlar yerine haklar ve yapabilirlikler ile çözüme kavuşturulabilir (Sen, 1983:<br />
754-755).<br />
Sen’in geliştirdiği yapabilirlik yaklaşımının temel iddiası; bir kişinin ne kadar iyi bir<br />
durumda olduğunu anlamak için, kişinin ne tarz bir yaşam sürdüğü, oluş ve yapışlar<br />
konusunda neleri başardığına bakmak gerektiği şeklindedir. Yapabilirlik yaklaşımı,<br />
bireysel refah ve toplumsal düzenlemelerin değerlendirilmesi, toplumdaki<br />
değişimlere yönelik önerilerin ve politikaların tasarımlanması için geniş bir normatif<br />
çerçeve olarak tanımlanabilir (Boz, 2009: 9).<br />
Yapabilirlik yaklaşımı kişinin refahının ölçülmesi ile eşitsizliğin, yoksulluğun ve<br />
politik analizlerin anlaşılmasını sağlayan teorik bir temel için çerçeve sunmaktadır.<br />
Yapabilirlik yaklaşımı, insanların refahını, işlevsellikler ve yapabilirlikler üzerinden<br />
değerlendirmektedir. Yapabilirlikler, bireyin eylemleri, potansiyelleri ve varoluşları<br />
açısından tanımlanmaktadır. Sen, yapabilirlik yaklaşımını 1980’lerden itibaren<br />
geliştirmiştir (Kuklys and Robeyns, 2005: 9).<br />
Sen’e göre, ekonomik refah yegâne değer değildir. Fayda, refahı tatmin edici biçimde<br />
temsil etmemektedir. Eylem kapasitesi kişinin refahının bir parçasıdır. Ama bu<br />
kapasite, ortaya çıkardığı “ürüne” indirgenemez. Bu aşamada Sen’in yaklaşımında,<br />
Rawls’dan çok Marx’a yakın duran, tözcü bir özgürlük felsefesinin izleri<br />
görülmektedir. Özgürlük sayesinde gerçekleşenlerden ziyade, özgürlüğü elinde<br />
tutmanın kendisinin bireyin yararını daha iyi temsil ettiği fikri, Sen'in yaklaşımının<br />
ana eksenini oluşturur. Özgürlük, sadece bazı şeyleri gerçekleştirmek olanağı verdiği<br />
için değil, ulaşılan varlık durumunun değerinin ötesinde, sadece kendi önemi<br />
nedeniyle kıymetlidir. Dolayısıyla özgürlük için sadece biçimsel özgürlükler,<br />
kaynaklar, gelir yeterli değildir. Temel insanî faaliyet olanaklarını kullanmak ve<br />
geliştirmek kapasitesi esastır (İnsel, 2004: 381).<br />
Sen, kalkınmaya yapmış olduğu katkı ile sadece ekonomi disiplininde etkin olan<br />
faydacılığa felsefi bir alternatif sunmamaktadır. Aynı zamanda eşitlik, toplumsal<br />
310
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
cinsiyet, demokrasi ve yoksulluk gibi bir dizi konuya da kalkınma perspektifinden<br />
yerinde analizler getirmektedir (Stewart and Deneulin, 2002: 61).<br />
İnsan özgürlükleri üzerinde yoğunlaşma; sanayileşme, teknolojik gelişme, kişisel<br />
gelirlerin artması veya GSMH’nin büyümesi gibi dar kapsamlı bir kalkınma üzerine<br />
düşünmekten tamamen farklıdır. Sen’e göre amaçların ve araçların birbirinden<br />
ayrılması önemlidir. Örneğin GSMH artışı bir amaç değil, araçtır. Amaç temel<br />
özgürlüklerin genişletilmesidir. Özgür bir toplumun yolunu açmak için baskıların,<br />
hoşgörüsüzlüğün, sosyal yoksunlukların ortadan kaldırılması gerekmektedir.<br />
Öyleyse, bu temel özgürlükler nasıl kazanılacaktır? Bu konuda, Sen’in çalışmalarının<br />
özünü oluşturan düşünce şudur: Bireylerin ‘yapabilirliklerinin’ sağlanması, diğer bir<br />
deyişle, ne yapmak ve ne olmak istediklerine bağlı olarak erişmeleri gereken<br />
işlevselliklerin sunulmasıdır (Kirmanoğlu, 2005: 26).<br />
Sen’in dışında kalkınma sorunsalını sadece iktisadi içerikle ele almayan çalışmalar da<br />
mevcuttur. Örneğin, ülkelerin ekonomik başarıları kurumlara, ekonominin işleyişini<br />
belirleyen kurallara ve bireyleri motive eden teşviklere göre farklılık göstermektedir.<br />
Böylece ekonomik kurumlar, siyasal istikrar ve yapılar ile ekonomik büyüme arasında<br />
ciddi ilişkiler bulunmaktadır (Acemoğlu ve Robinson, 2014: 74). Fakat kurumsal<br />
iktisat olarak bilinen bu yaklaşım Sen’in yaklaşımı gibi geniş kapsamlı bir şekilde<br />
kalkınma sorunsalını ele almamaktadır. Sen’in bakış açısı benzerlerinden hem çok<br />
geniş hem de daha sistematiktir. 4<br />
Sen’in yaklaşımının üstünlüğü hem felsefi dayanaklarının güçlülüğünden hem de<br />
mevcut kalkınma teorilerini eleştirerek yeni alternatifler sunmasından<br />
kaynaklanmaktadır. Sen’e göre kalkınma insanların yararlandığı gerçek özgürlükleri<br />
genişletme sürecidir. Özgürlüğe odaklanmak, kalkınmayı gayri safi milli hasılanın<br />
(GSMH) büyümesiyle, bireysel gelirlerdeki artışla, sanayileşmeyle, teknolojik<br />
ilerlemeyle ya da toplumsal modernleşmeyle özdeşleştiren dar kalkınma anlayışlarına<br />
ters düşer. GSMH’nin ya da bireysel gelirlerin artması toplum üyelerinin yararlandığı<br />
özgürlükleri genişletme aracı olarak çok önemlidir. Ancak özgürlükler, toplumsal ve<br />
iktisadi düzenlemelerin yanı sıra medeni ve siyasal haklar gibi başka belirleyicilere<br />
de bağlıdır (Sen, 2004: 17-18).<br />
4. SONUÇ<br />
Sen’e göre “toplumsal fırsatların oluşturulması, sağlık ve eğitim hizmetlerinin<br />
artırılması, toplumsal güvenliğin sağlanması” kapasitenin geliştirilmesine ve yaşam<br />
kalitesinin yükseltilmesine doğrudan katkı sağlamaktadır (Sen, 2004: 202).<br />
“Özgürlükle kalkınma” yapabilirliklerin genişletilmesi olarak yorumlanmaktadır. Söz<br />
konusu yapabilirliklerden yoksun kalmak ise yoksulluk anlamına gelmektedir.<br />
Böylece Sen’in özgürlükle kalkınma ve yapabilirlik yaklaşımları, kalkınma<br />
kavramının sadece iktisadi içerikle ele alınmasının kısıtlarını gösterirken, aynı<br />
zamanda kalkınma kavramı etrafında dönen tartışmalara hem teorik bir katkı<br />
4<br />
Ekonomik kurumlar, kurumsal değişim, ekonomik performans ve kalkınma arasındaki<br />
ilişkinin daha detaylı bir analizi için bkz. (North, 2002).<br />
311
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
yapmakta hem de kalkınma politikaları uygulayıcılarına dolaylı olarak pratik öneriler<br />
sunmaktadır.<br />
Sen’in yaklaşımına göre, kalkınmayla ilgili politikaların başarılı olabilmesi şeffaf,<br />
demokratik ve katılımcı bir yönetimin var olmasına bağlıdır. “Demokratik bir sistemin<br />
gelişmesi ve güçlenmesi kalkınma sürecinin temel bir bileşeni” olarak kabul<br />
edilmektedir. Demokratik bir sistemin olmayışı ise siyasal haklar ve özgürlükler<br />
açısından eşitsizliğin bir ifadesi olarak değerlendirilmektedir (Sen, 2004: 219-255).<br />
Sen, “Özgürlük Olarak Kalkınma” isimli eseri başta olmak üzere kalkınmayla ilgili<br />
çalışmalarının çoğunda, kalkınmanın salt ekonomik açıdan ele alınmasına karşı<br />
çıkmakta, sosyal ilişkiler ve sosyal yapıya vurgu yapmaktadır. Sen’e göre<br />
kalkınmanın asıl hedefi insanların özgürleştirilmesi olmalıdır. “Kalkınma, özgürlüğün<br />
imkânlarıyla bir büyük buluşma” olarak ele alınmalıdır (Sen, 2004: 400). Kalkınma<br />
sürecinde, bireyin ne tükettiğine değil kendisini ne oranda gerçekleştirebildiğini<br />
gösteren yeteneklerine bakılmalıdır.<br />
Sen’in genel olarak sosyal bilimlere özel olarak da kalkınma literatürüne katkıları üç<br />
ana başlık altında toplanabilir. Birincisi, geleneksel ekonominin varsayımlarını felsefi<br />
açıdan eleştirmesidir. İkincisi, insani yapabilirlikler ve haklar kavramları üzerine daha<br />
gerçekçi bir yaklaşım sunmasıdır. Sonuncusu ise, kıtlık ve açlık sorunlarına çözüm<br />
önerisi sunduğu yapabilirlik yaklaşımı ile refah ekonomisine dikkate değer bir katkı<br />
yapmasıdır (Pressman and Summerfield, 2000). Sen’in “yapabilirlik, yoksulluk<br />
endeksi, insani kalkınma göstergesi” gibi geliştirdiği çeşitli analitik araçlarla<br />
yaklaşımının merkezine “değerleri” yerleştirebilmesi Sen’i günümüzün önde gelen<br />
sosyal bilimcilerden biri kılmaktadır (İnsel, 2004:388). Sonuç olarak Sen, özgürlük<br />
ve yapabilirlik bağlamında kalkınma sorunsalını ele almaktadır. Bu yaklaşımla<br />
standart kalkınma teorilerinden farklılaşmakta ve insani kalkınma endekslerine bu<br />
yaklaşımın dahil olmasını sağlamaktadır. Sen’in yaklaşımına değinilmeden veya<br />
görüşlerine başvurulmadan kalkınma sorunsalının ele alınması mümkün<br />
görünmemektedir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Acemoğlu, D. ve Robinson, J. A., (2014). Ulusların Düşüşü Güç, Zenginlik ve<br />
Yoksulluğun Kökenleri, (çev. F. R. Velioğlu), İstanbul: Doğan Kitap.<br />
Altun, F., (2002). Modernleşme Kuramı Eleştirel Bir Giriş, İstanbul: Yöneliş<br />
Yayınları.<br />
Başkaya, F., (2000). Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, Ankara: İmge<br />
Kitabevi.<br />
Boz, Ç., (2009). Amartya Sen’in Yetkinlik Yaklaşımı: Teori ve Uygulama,<br />
Yayımlanmamış Doktora tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul: Sosyal<br />
Bilimler Enstitüsü.<br />
Brewer, A., (2011). Marksist Emperyalizm Teorileri-Eleştirel Bir Analiz, (çev. C.<br />
Aksoy), İstanbul: Kalkedon Yayınları.<br />
Ercan, F., (2009). Modernizm, Kapitalizm ve Azgelişmişlik, İstanbul: Bağlam<br />
Yayınları.<br />
Giddens, A., (2008). Sosyoloji, (Yay. Haz. C. Güzel), İstanbul: Kırmızı Yayınları.<br />
312
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Hirsschman, A. O., (1996). “Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Gerilemesi”,<br />
Kalkınma İktisadı içinde, (Der. F. Şenses), İstanbul: İletişim Yayınları, s. 23-<br />
53.<br />
İnsel, A., (2004). Neo-Liberalizm Hegemonyanın Yeni Dili, İstanbul: Birikim<br />
Yayınları.<br />
Kirmanoğlu, H., (2005). Amartya Sen’in Özgürlük ve Kalkınma Üzerine<br />
Düşüncelerine Bir Bakış, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye<br />
Araştırma Merkezi Konferansları 47. Seri, Prof. Dr. Türkan Öncel’e<br />
Armağan, İstanbul.<br />
Kuklys, W. and Robeyns, I., (2005). “Sen’s Capability Approach to Welfare<br />
Economics”, Amartya Sen’s Capability Approach Theoretical Insights and<br />
Empirical Applications içinde, (Der. W. Kuklys), Berlin: Springer.<br />
Meier, G. M., (1989). Leading Issues in Economic Development, New York: Oxford<br />
University Press.<br />
North, D. C., (2002). Kurumlar, Kurumsal Değişim ve Ekonomik Performans, (çev.<br />
G. Ç. Güven), İstanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları.<br />
Pressman, S. and Summerfield, G., (2000). “The Economic Contributions of Amartya<br />
Sen”, Review of Political Economy, vol. 12, no. 1, s. 89-113.<br />
Schumpeter, J. A., (1966). Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi I, (çev. T. Akoğlu),<br />
İstanbul: Varlık Yayınları.<br />
Sen, A., (1983). “Development: Which Way Now?”, The Economic Journal, vol. 93,<br />
no. 332, s. 745-762.<br />
Sen, A., (2004). Özgürlükle Kalkınma, (çev. Y. Alogan), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.<br />
Stewart, F. and Deneulin, S., (2002). “Amartya Sen’s Contribution to Development<br />
Thinking”, Studies in Comparative International Development, vol. 37, no.<br />
2, s. 61-70.<br />
Şenses, F., (1996). “Gelişme İktisadı ve İktisadi Gelişme-Nereden Nereye?”,<br />
Kalkınma İktisadı içinde, (Der. F. Şenses), İletişim Yayınları, İstanbul, s. 93-<br />
129.<br />
313
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Sürdürülebilir Kalkınma ve Çevresel Duyarlılığın<br />
İncelenmesi: Mardin Artuklu Üniversitesi Örneği<br />
Mehmet Celâl GÜLTEKİN 1 , Ömer Fazıl EMEK 2 ,<br />
Hatice GENÇ KAVAS 3<br />
Canlıların sağlıklı yaşam sürdürülebilmelerinin koşulu sağlıklı bir çevredir. Sağlıklı<br />
çevrenin varlığı da insanların yaşadığı çevreye duyarlı olmaları ve buna uygun<br />
davranışları sonucunda mümkündür. Bununla birlikte özellikle sanayi devriminin<br />
ardından nüfusun artması insan ihtiyaçlarının artmasına sebep olmuş ve teknolojik<br />
gelişme de üretimi arttırarak doğal kaynak tüketimini daha fazla zorunlu kılmıştır. Bu<br />
durum insanoğlunun sınırsız kaynak olarak gördüğü çevreyi hor kullanıp kirletmesi<br />
sonucunda çevre sorunlarına yol açmıştır. Bu nedenle çevresel sorunlar tüm<br />
devletlerin giderek daha çok dikkatini çekmiştir. Devletler iktisadi büyümeden de<br />
vazgeçmeden çevre ile kalkınma arasında denge kurmaya çalışmış ve bu sorunların<br />
önlenmesi ve giderilmesi için yeni politikalar üretmişlerdir. Geliştirilen kavramlardan<br />
biri de doğal kaynakların tamamen tüketilmeden gelecek nesillere de aktarılması<br />
anlamına gelen sürdürülebilir kalkınma kavramıdır. Bu çalışmada Mardin Artuklu<br />
Üniversitesinde farklı akademik bölümlerde okuyan öğrencilerinin çevresel<br />
duyarlılığı ve buna ilişkin değişkenler incelenmektedir. Araştırmada cinsiyet, eğitim,<br />
çevre ile ilgili programa katılma gibi faktörler ve çevresel duyarlılığa ilişkin görüşler<br />
arasındaki farklar incelenmektedir.<br />
Anahtar kelimeler: Çevre, Çevre Duyarlılığı, Çevre Sorunları, Kalkınma,<br />
Sürdürülebilir Kalkınma<br />
An Investigation of Sustainable Develpoment and<br />
Environmental Sensitivity: The Sample of Mardin<br />
Artuklu Unıversity<br />
Abstract<br />
Therefore, the prerequisite for living beings to sustain a healthy life is a healthy<br />
environment. The existence of a healthy environment is possible as a result of people's<br />
sensitivity to the environment in which they live and behaviors in accordance with<br />
this. However, following the industrial revolution population increase led to the rise<br />
of human needs and technological development rendered the consumption of natural<br />
resources much more necessary increasing production. This situation led to<br />
environment problems as a result of human's misuse of and polluting environment,<br />
which he regards as a infinite source. Therefore, environmental problems have<br />
increasingly drawn more attention of all the states. States tried to establish a balance<br />
1<br />
Öğr.Gör. Mardin Artuklu Üniversitesi, mehmetcelal@outlook.com (Sorumlu Yazar)<br />
2<br />
Öğr.Gör. Mardin Artuklu Üniversitesi, ofemek@hotmail.com<br />
3<br />
Öğr.Gör. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, haticegenc@outlook.com<br />
314
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
between environment and development and produced new policies to prevent and<br />
eliminate these problems. One of the concepts that were developed is sustainable<br />
development concept which means passing natural sources to the next generations<br />
without depleting totally. In this study, environmental sensitivity of students studying<br />
in different academic departments in Mardin Artuklu University and relevant<br />
variables are investigated. In the study, differences between factors such as gender,<br />
age, education, attending programs regarding environment and views relevant to<br />
environmental sensitivity are investigated.<br />
Key words: Environment, Sensitivity of Environment, Healthy Environment,<br />
Environment Problems, Development, Sustainable Develpoment<br />
1. GİRİŞ<br />
Çevre; insanın sosyal, biyolojik ve kimyasal bütün faaliyetlerini devam ettirdiği bir<br />
ortamdır. ( Daştan, 1999). Çevreyi insanlardan ayrı olarak düşünemeyiz. Çünkü çevre<br />
insanın hem etkilediği hem de etkilendiği bir ortamdır. Sanayi devriminden sonra<br />
teknolojinin gelişmesiyle beraber çevre sorunları da çeşitlenmiştir. İnsanoğlunun<br />
karşılaştığı çevre sorunlarının temelini insan-doğa ilişkileri oluşturmaktadır.<br />
İnsanoğlu başlangıçta yaşamak için tabiat güçlerine karşı mücadele ederken,<br />
çağımızda bilim ve teknolojinin ilerlemesiyle birlikte insanoğlunun doğaya<br />
hükmetme isteği olmuştur. Gerekli bilgi ve deneyimin olmamasından kaynaklanan<br />
bilinçsiz kaynak kullanımı insanoğlunun kaynakları hızla tüketmesine neden<br />
olmuştur. Çevre sorunlarının ortaya çıkmasıyla hızla toprak kaybı, canlı türlerinin yok<br />
olması, çölleşme, asit yağmurları, açlık, yoksulluk, radyoaktif kirlenme gibi çevre<br />
sorunları insan yaşamını tehdit eder boyutlara ulaşmıştır.<br />
Yaşanan gelişmelerle beraber insanoğlu, insan ve doğa dengesini kendi lehine<br />
çevirmiş ve doğaya müdahale etme imkânı bulmuştur. Bunun sonucunda da çevre<br />
dengesi bozulmuştur. Sanayileşmenin yoğun olduğu bölgelerde doğal kaynakların<br />
aşırı ve yoğun kullanılması bu ilişkiyi doğrulamaktadır. Bugün karşılaşılan çevre<br />
sorunları, sanayi toplumuna yeni geçmiş olmanın bir maliyeti olarak karşımıza<br />
çıkmaktadır. Ancak ekonomik büyüme adına çevreyi tahrip etmenin ve yaşanmaz hale<br />
getirmenin çevreyi koruma ve canlı neslini devam ettirme ile bağdaşmadığı da<br />
ortadadır (Karaca,2011:1).<br />
Çevre ve çevre sorunlarına dair kavramların dünya gündeminde bu denli konuşuluyor<br />
olması ile beraber çevre sorunları ve buna dair çözüm önerileri yerel, ulusal ve küresel<br />
düzeyde tartışılmaya başlanmış ve bu konular insanları ilgilendiren önemli bir konu<br />
haline gelmeye başlamıştır. Bu sorunların giderilmesi çevrenin ve doğal kaynakların<br />
korunması için birçok hükümet tarafından yeni politikalar hayata geçirilmiş ve bu<br />
politikaları uygulayacak yeni kurumlar tesis edilmiştir.<br />
Çevre ve doğal kaynaklar konusunda yaşanan bu sorunların en temel nedeni<br />
hükmedicilerin ekonomi ve çevre arasındaki tercihlerini ekonomi lehine kullanmaları<br />
olarak görülebilmektedir. Özellikle ikinci dünya savaşından sonra başlayan kalkınma<br />
çabaları, birçok ülkeyi ekonomik olarak gelişmiş ülke statüsüne sokarken aynı<br />
zamanda insanlığı tehdit eder boyutta çevre sorunlarıyla baş başa bırakmıştır.<br />
Başlangıçta kalkınma adına mazur görülen çevre sorunları giderek bölgesellikten<br />
315
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
çıkarak, küresel boyuta ulaşmıştır. 1970’lerden itibaren kalkınma ve doğal çevre<br />
arasında denge kurulması için arayışlar hız kazanmıştır. Böylece, insanların ve diğer<br />
canlıların yaşamları üzerinde etkili olan tüm faktörleri içinde barındıran çevreyi ve<br />
beşeri sermayeyi dikkate alan, kaynakların optimum kullanımını amaçlayan uzun<br />
dönemli tek kalkınma modeli olan “Sürdürülebilir Kalkınma” modeli gündeme<br />
gelmiştir (Tıraş, 2012:58).<br />
Sürdürülebilir kalkınmanın başarılı olabilmesi için kavramın ekonomik, sosyal ve<br />
çevresel boyutu üzerinde durulmakta ve eş zamanlı olarak işbirliğinin sağlanması<br />
gerekmektedir. (Tıraş,2012:58).<br />
Bu çalışmada sürdürülebilir kalkınmanın çevresel boyutundan hareketle üniversite<br />
öğrencilerinin çevresel duyarlılıklarını tespit etmek amacıyla bir anket çalışması<br />
yapılmış ve katılımcılara çevresel duyarlılıklarını tespit etmeye yönelik sorular<br />
sorulmuştur. Elde edilen veriler sonucunda İnsanların çevresel duyarlıklarının<br />
farklılık gösterdiği görülmektedir. Öğrencilerin çevresel bilgileri arttıkça çevreye olan<br />
duyarlılıklarının da arttığı gözlemlenmiştir. Çalışma, sürdürülebilir kalkınma ve çevre<br />
anlayışının yaygınlaşmaya başladığı günümüzde üniversite eğitimi görenlerin bu<br />
kavrama ne ölçüde uygun davrandıklarının tespitini de yapmaktadır.<br />
2. ARAŞTIRMANIN AMACI<br />
Bu çalışmada Mardin Artuklu Üniversitesi Yabancı Diller Bölümü’nde okuyan<br />
öğrencilerin çevreye olan duyarlılıklarına ilişkin görüşleri incelenmiştir. Bu genel<br />
amaç çerçevesinde sorduğumuz sorulara karşılık aldığımız cevaplar bize üniversite<br />
öğrencilerinin çevreye ne denli duyarlı olduklarına dair bilgi vereceği<br />
düşünülmektedir. Çalışmamızda, öğrencilerin çevresel olaylar ve konular karşısındaki<br />
tutumları ile çevreye olan duyarlılıklarının cinsiyetlerine, yaşlarına, eğitim<br />
durumlarına göre farklılık gösterip göstermediği incelenmektedir.<br />
3. ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ<br />
Son yıllarda dünyada genel olarak yaşanan en önemli sorulardan biri çevre ve çevre<br />
kirliliğinin yol açtığı hastalıklardır. Karşı karşıya olunan bu sorunun çözümünde çevre<br />
eğitiminin önemi büyüktür. Çevre kirliliğinin en aza indirilmesi ya da çevresel<br />
kirliliğin ortadan kaldırılması bu konuda gerekli bilgi, beceri ve duyarlılığın<br />
kazandırılması ile mümkün olacaktır. Bu eğitimi almış kişilerin duyarlılıklarının bu<br />
eğitimi almayanlara oranla daha fazla olacağı öngörülmektedir. Bu araştırmada bu<br />
öngörünün geçerliliği de test edilecektir.<br />
4. METODOLOJİ<br />
4.1. Araştırmanın Türü ve Yöntemi<br />
Bu çalışma Mardin Artuklu Üniversitesi yabancı diller hazırlık sınıfında okuyan<br />
öğrencilerin çevresel duyarlıkları konusundaki mevcut durumu ortaya koyan betimsel<br />
bir çalışma niteliği taşımaktadır.<br />
316
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
4.2. Evren ve Örneklem<br />
Araştırmanın evrenini 2016-2017 eğitim öğretim yılında Mardin Artuklu Üniversitesi<br />
antropoloji, Felsefe, Sanat Tarihi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler ile İktisat<br />
bölümlerinde İngilizce hazırlık eğitimi gören 201 öğrenci oluşturmaktadır. Örneklem<br />
seçiminde ise basit tesadüfi örneklem yöntemi kullanılmıştır.<br />
4.3. Veri Toplama Aracı<br />
Mardin Artuklu Üniversitesinde İngilizce hazırlık eğitimi gören öğrencilerin çevresel<br />
duyarlılıklarını tespit etmek amacıyla araştırmacılar ilgili literatürden de faydalanarak<br />
geliştirdikleri anketi kullanmışlardır. Anket toplam 20 sorudan ve 2 bölümden<br />
oluşmaktadır. İlk bölüm ankete katılanların kişisel bilgilerinden oluşmakta ve ikinci<br />
bölüm ise çevresel duyarlıklarını tespit etmeye dönük likert tipi ölçekli sorulardan<br />
oluşmaktadır. Ayrıca anketin güvenilirliğini test etmek amacıyla yapılan güvenilirlik<br />
analizinde Cronbach’s Alpha değeri α = .754 olarak bulunmuştur. Bu durum anketin<br />
güvenilir olduğunu göstermektedir.<br />
4.4. Verilerin Çözümlenmesi<br />
İstatistiksel analizler için araştırma sonucunda kayıt altına alınan tüm veriler<br />
Statistical Packet For Social Scieces (SPSS) 15.0 for Windows programına girilmiştir.<br />
Verilerin normal dağılım gösterip göstermediğine ilişkin bir ön çalışma yapılmıştır.<br />
Hipotezler test edilirken verilerin, öncelikle belirtilen bu varsayımların karşılanıp<br />
karşılanmadığını incelenmiştir. Çevresel duyarlılığın cinsiyet, eğitim durumu ve yaşa<br />
göre farklılık gösterilip gösterilmediğini test etmek amacıyla “t” testi yapılmıştır.<br />
Ayrıca Öğrencilerin çevre duyarlılıklarına ilişkin davranışlarını incelemek üzere<br />
frekans ve yüzdelerden yararlanılmıştır.<br />
5. BULGULAR<br />
Araştırmadan elde edilen bulguların yorumlanmasında öncelikle ankete katılanların<br />
kişisel özelliklerine ilişkin değerlere yer verilecektir. Daha sonra da çevresel<br />
duyarlılıklarına ilişkin davranışların bu kişisel özelliklere göre farklılık gösterip<br />
göstermediği incelenecektir.<br />
Tablo 1: Ankete Katılanların Cinsiyetleri<br />
Cinsiyetiniz nedir?<br />
Frekans Yüzdelik dilim<br />
Erkek 45 % 45<br />
Kız 55 % 55<br />
Toplam 100 % 100<br />
Tablo 1’e bakıldığında ankete katılanların yüzde % 45’i erkek %55’i ise kızlardan<br />
oluşmaktadır.<br />
317
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 2: Ankete Katılanların Yaş aralıklarına yer verilmiştir. Katılanların en küçüğü<br />
17 en büyüğü ise 49 yaşındadır. Ayrıca farklı yaş aralıkları olmasının çevresel<br />
duyarlılığın yaş ile ilişkisini incelenmesi açısından önemli olduğu düşünülmektedir.<br />
Tabloya bakıldığında katılan öğrencilerin % 80 gibi büyük bir çoğunluğu 17-24 yaş<br />
aralığındadır. 31-49 yaş aralığında olanlar ise sadece % 2’lik kısmı oluşturmaktadır.<br />
Tablo 2: Ankete Katılanların Yaş Aralıkları<br />
Yaşınız kaç?<br />
Frekans<br />
Yüzdelik dilim<br />
17-24 80 % 80<br />
25-30 18 % 18<br />
31-49 2 % 2<br />
Toplam 100 % 100<br />
Ankete katılanların eğitim durumları ise Tablo:3’de gösterilmiştir. Katılanların %76<br />
lık bölümü şuan lisans eğitimi almaktadır. %15’i ise daha önce bir ön lisans<br />
programından mezun olmuştur. 8 kişi yüksek lisans eğitimine devam etmekte 1 kişi<br />
ise doktora eğitimi almaktadır. Tabloya bakıldığında katılanların eğitim durumlarının<br />
çeşitlilik gösterdiği görülmektedir.<br />
Tablo 3: Ankete Katılanların Eğitim Durumları<br />
Eğitim<br />
durumunuz<br />
nedir?<br />
Frekans<br />
Yüzdelik dilim<br />
Lisans<br />
(şuan) 76 % 76<br />
Ön lisans 15 % 15<br />
Yüksek<br />
lisans 8 % 8<br />
Doktora 1 % 1<br />
Toplam 100 % 100<br />
Çalışmaya katılanların kişisel verilerinden hareketle ankete katılanların çoğunun 17-<br />
24 yaş aralığında daha çok lisans eğitimine yeni başlamış bayanlardan oluştuğu<br />
görülmektedir.<br />
318
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 4: Ankete Katılanların Çevresel Eğitim Durumları<br />
Evet<br />
Hayır<br />
N % N %<br />
Üniversite Eğitim Sürecinde<br />
Çevre İle İlgili Teorik Bir Ders<br />
Aldınız mı?<br />
17 % 17 83 % 83<br />
Çevre ile ilgili bir<br />
sivil toplum kuruluşuna<br />
üyeliğiniz var mı?<br />
Ailenizden ya da yakın<br />
çevrenizden birinin çevre ile<br />
ilgili sivil toplum kuruluşuna<br />
üyeliği var mı?<br />
9 % 9 91 % 91<br />
17 % 17 83 % 83<br />
Daha Önce<br />
Çevreye Dost Ürün<br />
Satın aldınız mı?<br />
61 % 61 39 % 39<br />
Toplam 100 100 100 100<br />
Tablo 4’te Ankete katılanların Çevresel Eğitim durumlarının tespiti amacıyla sorulan<br />
soruların frekans ve yüzde dağılımları verilmiştir. Buna göre ankete katılanların<br />
%17’si üniversite eğitim sürecinde teorik bir ders almış iken %83’lük büyük bir kısmı<br />
ise daha önce çevre ile ilgili teorik bir ders almamıştır. Bu durum üniversitelerdeki<br />
zorunlu ders müfredat sisteminden kaynaklanabileceği gibi seçmeli ders seçiminde<br />
öğrencilerin bu dersleri seçmemesinden de kaynaklanabilir.<br />
Yeryüzünün geleceğini tehdit eden çevre sorunlarının arkasında, insanların doğayı hiç<br />
bitmeyecek bir kaynak olarak görmesinin büyük etkileri bulunmaktadır. İnsanın<br />
doğaya yaptığı her bilinçsizce davranış, aslında katlanarak yine kendisine<br />
dönmektedir. O halde gelecek nesillere daha sağlıklı bir dünya bırakabilmek adına<br />
toplumda çevre bilincinin artırılmasına gayret gösterilmesi gerekmektedir. Bu<br />
noktada sivil toplum kuruluşlarına (STK) büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir<br />
(Karataş, 2014:855). Sivil toplum kuruluşları bu bilincin arttırılması ve çevre<br />
konusunda farkındalık yaratılması adına yaptığı faaliyetlerle üyelerini ve toplumu<br />
çevre konusunda eğitici bir rol üstlenmektedir. Bu nedenle çalışmada katılımcıların<br />
çevre konulu sivil toplum kuruluşlarına üyeliklerine dair bilgiler de soruldu. Buna<br />
göre katılanların sadece %9’u bir çevre kuruluşuna üye iken % 91 gibi büyük bir kısmı<br />
ise herhangi bir çevre kuruluşuna üye değildir. Çevresel kuruluşlara üyelik ihtiyari bir<br />
karar olduğundan bu oranlardan, katılımcıların çevresel kuruluşlara fazla ilgi<br />
duymadıkları sonucunu çıkarılabilir. Buna karşın ailesinden ya da yakın çevresinden<br />
bir çevre kuruluşuna üye olanların oranı %17 herhangi bir kuruluşa üye olmayanların<br />
oranı ise %83 tür.<br />
Katılımcıların çevreye dost ürün alma oranları, aldıkları eğitim ve sivil toplum<br />
kuruluşlarına üyelik oranlarına kıyaslandığında hayli yüksektir. Ankete katılanların<br />
319
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
%61 gibi büyük bir kısmı daha önce çevreye dost ürün satın almışken % 39’u daha<br />
önce çevreye herhangi bir dost ürün satın almamıştır. Tüm bu verilere bakıldığında<br />
katılımcıların çevresel eğitim almasa veya çevre ile ilgili herhangi bir sivil toplum<br />
kuruluşuna üye olmasa bile çevreye dost ürün satın aldıkları görülmektedir. Bu<br />
durumu aşağıdaki grafikte daha net görmekteyiz.<br />
Şekil 1: Çevresel Eğitim Alma Durumu İle Çevreye Dost Ürün Alma Arasındaki<br />
İlişki Grafiği<br />
Yukarıdaki grafiğe bakıldığında katılımcılar içerisinde çevresel eğitim konusunda<br />
teorik ders alanların büyük bir kısmı çevreye dost ürün satın almaktadır. Bu oran<br />
teorik ders almayanlarda düşmektedir. Fakat burada ilginç olan çevresel eğitim<br />
konusunda teorik ders almamasına rağmen çevreye dost ürün satın alanların oranıdır.<br />
Bu oran teorik ders alanların oranının yaklaşık 3 katıdır. Bu grafikte de görülmektedir<br />
ki katılımcıların büyük bir kısmı çevre eğitimi konusunda teorik bir ders almamasına<br />
rağmen çevreye dost ürün satın almaktadır.<br />
Tablo 5: Kızlar İle Erkeklerin Çevresel Duyarlılıkları Arasındaki Farkın T Testi<br />
Sonucu<br />
Cinsiyetiniz<br />
nedir?<br />
Kızlar ile erkekler arasında çevresel duyarlılık açısından fark olup olmadığını tespit<br />
etmek amacıyla bağımsız örneklem t testi uygulanması gerekmektedir. Bu test<br />
320<br />
N Ortalama Standart<br />
sapma<br />
Çevresel Duyarlılık Kız 45 2.00 0,564<br />
Erkek 55 1,99 0,768<br />
Toplam 100
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
uygulanmadan önce varsayımların karşılanıp karşılanmadığı test edilmelidir. Bu<br />
varsayımlar değişkenlerin normal dağılım gösterip göstermediği ve varyansların<br />
homojen olup olmadığıdır. Yapılan incelemede bu iki varsayımın da karşılandığı<br />
görülmüş ve t testi uygulanmıştır. T testi sonucunda kızlar ile erkeklerin çevresel<br />
duyarlılık ortalamalarının birbirine yakın olduğu görülmektedir. Kızların çevresel<br />
duyarlılık ortalamaları 2.00 erkeklerin ise 1.99’tır. Bu durum kızların erkeklere<br />
oranlara daha yüksek çevresel duyarlılığa sahip oldukları anlamına gelmektedir.<br />
Kızlar ile erkekler arasındaki çevresel duyarlılık farkı, satın alma davranışı üzerinde<br />
de görülmektedir. Bu durum aşağıdaki grafikte daha net anlaşılmaktadır. Aşağıdaki<br />
grafikte kızları ile erkeklerin çevreye dost ürün satın alma oranları verilmiştir. Grafiğe<br />
bakıldığında çevre dostu ürün satın alırım diyenlerin oranı erkeklerden daha fazladır.<br />
Bu durum kızların erkeklerden daha fazla çevre dostu ürün satın aldığı anlamına<br />
gelmektedir.<br />
Şekil<br />
2: Kızlar İle Erkeklerin Çevreye Dost Ürün Satın alma Grafiği<br />
Tablo 6: Çevreye Zararlı Ürünlerin Katılımcıların Satın Alma Davranışı<br />
Üzerindeki Etkileri<br />
Satın Aldığınız Ürünlerin Çevreye Olumsuz Etkisi Olduğunu<br />
Düşündüğünüzde Ne Şekilde Davranırsınız<br />
Frekans Yüzdelik Dilim<br />
Satın Almayı Bırakırım 73 % 73<br />
Daha Az Satın Alırım 24 % 24<br />
Aynı Şekilde Devam Ederim 3 % 3<br />
Toplam 100 % 100<br />
Tüketicilerin çevresel duyarlılık düzeyleri satın alma davranışı üzerinde de etkisini<br />
göstermektedir. Çevreye Duyarlı Tüketici; yeni fikirlere açık, ileri görüşlü, merakını<br />
tatmin etmeye ve anlamaya ihtiyaç duyan, çevre ile ilişkilerinde dikkatli ve çevreyi<br />
çocuklarından ödünç aldığının bilincinde olan kişi şeklinde tanımlanmaktadır (Baydaş<br />
321
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ve ark., 2000:468). Bu tanımlamadan hareketle ankete katılanlara satın aldıkları<br />
ürünün çevreye zararlı bir ürün olduğunu öğrenmeleri durumunda nasıl tepki<br />
vereceklerine dair yöneltilen soruya katılımcıların %73’ü söz konusu ürünü satın<br />
almayı bırakacağını, % 3 ise aynı şeklide satın almaya devam edeceğini söylemiştir.<br />
Bu sonuçlara bakıldığında katılımcıların % 73’ü çevreye duyarlı tüketici olarak<br />
tanımlanabilir.<br />
Tablo<br />
7 Ankete Katılanların Çevresel Duyarlılıklarına Dair Oranlar<br />
Ankete Katılanların Çevresel Duyarlıklarına İlişkin Frekans ve Yüzdeler<br />
Her Zaman Bazen Çoğu<br />
Zaman<br />
Hiçbir<br />
Zaman<br />
N % N % N % N %<br />
Geri Dönüştürülebilen Ürün<br />
Satın Alırım<br />
22 % 22 41 % 41 15 % 15 22 % 22<br />
Çevreye Zarar Vermeyen<br />
Ambalajlı Ürünler Satın Alırım<br />
45 % 45 33 % 33 18 % 18 4 % 4<br />
Evsel Atıkları Ayırırım 32 % 32 33 % 33 19 % 19 16 % 16<br />
Gazete Gibi Ürünleri Yeniden<br />
Değerlendirmek Amacıyla<br />
Gerekli Kurumlara Ulaştırırım<br />
22 % 22 37 % 37 14 % 14 27 % 27<br />
Şehirdeki Geri Dönüşüm<br />
Kutularını Kullanırım<br />
41 % 41 32 % 32 15 % 15 12 % 12<br />
Çevreyi Kirleten Kişileri<br />
Uyarırım<br />
Enerji Tasarrufuna Dikkat<br />
Ederim<br />
46 % 46 29 % 29 17 % 17 8 % 8<br />
60 % 60 19 % 19 14 % 14 7 % 7<br />
Toplam 100 100 100 100 100 100 100 100<br />
Ankete katılanların çevresel duyarlılıklarını tespit etmek amacıyla katılımcılara<br />
sorulan soruların frekans ve yüzde dağılımları Tablo 7’de gösterilmiştir. Buna göre<br />
ankete katılanların 22’si (%22) geri dönüştürülebilen ürün satın alırken 22’si (%26)<br />
ise hiçbir zaman geri dönüştürülemeyen ürün satın almamaktadır. Öğrencilerin 45’i<br />
(% 45) çevreye zarar vermeyen ambalajlı ürün satın alırken sadece 4’ü (% 4) hiçbir<br />
zaman ambalajlı ürün satın almamaktadır. Yine öğrenciler içerisinde evsel atıkları<br />
ayırırım diyenlerin oranı % 32 iken bazen ayırırım diyenlerin oranı % 33 hiçbir zaman<br />
ayırmam diyenlerin oranı ise % 16’dır. Katı Atık düzenli depolama sahalarının<br />
kurulması ve işletilmesi ile ilgili henüz yeterli seviyede çalışmanın yapılmaması bu<br />
duruma neden olabilecek etmen olarak söylenebilir. Ülkemizde yapımı tamamlanmış<br />
sadece 12 adet düzenli katı atık depolama alanı vardır. Bunlar İstanbul, Ankara, Bursa,<br />
322
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Gaziantep, İzmir, Mersin, Kocaeli, Balıkesir, Patara, Marmaris, Foça ve Göcek’te<br />
bulunmaktadır. Bu durum ise evsel atık ayırma konusunda toplum olarak henüz yeterli<br />
bilinç düzeyine ulaşmamamızın nedenini açıklamaktadır. Buna karşın Evsel atıkları<br />
bazen ve her zaman ayıranların toplamı % 65’lik dilimi oluşturmaktadır.<br />
Gazete Kitap Gibi Ürünleri Yeniden Değerlendirmek Amacıyla Gerekli Kurumlara<br />
Ulaştırmak da çevresel sorumluluk kavramının somut göstergelerinden biridir.<br />
Katılımcılar içerisinde sayılan ürünleri geri dönüşüm amacıyla ilgili kurumlara<br />
ulaştırırım diyenlerin oranı % 22 bazen ulaştırırım diyenlerin oranı % 37 hiçbir zaman<br />
ulaştırmam diyenlerin oranı ise % 27’lik dilimi oluşturmaktadır. Şehirdeki geri<br />
dönüşüm kutularını kullanmak da kişilerin çevresel duyarlıklarını gösteren temel<br />
göstergelerden biri olarak kabul edilebilir. Katılımcıların % 12’lik kısmı geri dönüşüm<br />
kutularını hiçbir zaman kullanmamaktadır. Bu oran yapılan diğer çalışmalara kıyasla<br />
daha yüksektir. Buna yerel yönetimlerin geri dönüşüm kutularını halkın erişebileceği<br />
sayıda ve yerlerde temin etmenleri de etkendir. Mardin’in geri dönüşüm kutularına<br />
erişmede henüz yeterli seviyede olmaması oranın yüksek çıkmasının nedeni olabilir.<br />
Kalan %88’lik kısmı ise geri dönüşüm kutularını her zaman, bazen ve çoğu zaman<br />
kullanmaktadır. Bunların % 41’i geri dönüşüm kutularını her zaman kullanırken<br />
%15’lik kısmı ise bazen kullanmaktadır. Kişilerin çevresel duyarlılık<br />
göstergelerinden bir diğeri de çevre kirliliği konusunda üçüncü kişilerin uyarılmasıdır.<br />
Katılımcıların % 46’sı çevreyi kirleten kişileri her zaman uyarmakta % 29’u bazen<br />
uyarmaktadır. Sadece % 8 gibi küçük bir kısmı da çevreyi kirletenleri hiçbir zaman<br />
uyarmadığını söylemektedir. Öğrencilerin % 60 ‘ı enerji tasarrufuna her zaman dikkat<br />
ettiğini söylerken hiç dikkat etmeyenlerin oranı ise % 22’dir. Bu oran yüksek bir oran<br />
olarak kabul edilebilir.<br />
6. SONUÇLAR<br />
Araştırma bulgularına göre katılımcıların çevre duyarlılık düzeylerinin ortalamalar<br />
seviyesinde olduğu görülmektedir. Katılımcıların büyük çoğunluğunun çevresel<br />
eğitim konusunda teorik ders almadığı ve çevre konusunda bir sivil toplum<br />
kuruluşunda faaliyette bulunmadığı görülmektedir. Katılımcılar içerinde çevresel<br />
eğitim konusunda teorik ders alanların çevreye dost ürün satın alma davranışları<br />
kıyaslandığında çevre eğitimi konusunda teorik ders alanların büyük çoğunluğunun<br />
çevreye dost ürün satın aldığı görülmektedir. Fakat çevre konusunda teorik eğitim<br />
almamasına rağmen çevreye dost ürün satın alma davranışı gösterenlerin oranı hayli<br />
yüksektir. Aynı sonuç çevre konulu sivil toplum kuruluşlarına üyelikte de<br />
görülmektedir. Katılımcıların büyük bir çoğunluğunun çevre konulu bir Stk’ya üye<br />
olmamasına rağmen çevreye dost ürün satın alma davranışı gösterdiği görülmektedir.<br />
Çevresel duyarlılık açısından kızların erkeklere oranlara daha duyarlı oldukları<br />
yapılan t testi sonucunda görülmüştür. Bu fark satın alma davranışında da<br />
görülmektedir. Kızların erkeklerden daha fazla çevre dostu ürün satın aldığı<br />
görülmüştür.<br />
Çevreye duyarlı tüketici kavramından hareketle çevreye zararlı ürünlerin satın alma<br />
davranışı üzerindeki etkisine bakıldığında katılımcıların % 73’ünün çevreye duyarlı<br />
tüketici olarak tanımlanabileceği görülmüştür.<br />
323
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Katılımcılarının büyük çoğunluğunun geri dönüştürülebilen ürün satın almayı tercih<br />
ettikleri, evsel atıkları bazen ve her zaman ayırdıkları, şehirdeki geri dönüşüm<br />
kutularını kullandıkları, çevreyi kirletenleri uyardıkları ve enerji tasarrufuna dikkat<br />
ettikleri görülmüştür. Bu oranlar Türkiye’de yapılan diğer çalışmalardaki davranış<br />
oranları ile kıyaslandığında bazı oranların diğer çalışmalardaki oranlara göre yüksek<br />
bazılarının ise düşük çıktığı görülmüştür.<br />
KAYNAKÇA<br />
Atasoy, E., & Ertürk, H., (2008). İlköğretim Öğrencilerinin Çevresel Tutum Ve Çevre<br />
Bilgisi Üzerine Bir Alan Araştırması Erzincan Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt-<br />
Sayı: 10-1, Erzincan, s. 105-122.<br />
Ceritli, İ., (1986). Çevre Sorunları Çevre İçin Eğitim Ve Bir Araştırma Örneği,<br />
Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek<br />
lisans Tezi, Sivas.<br />
Çabuk, B., & Karacaoğlu, C., (2003). Üniversite Öğrencilerinin Çevre<br />
Duyarlılıklarının İncelenmesi, Ankara University, Journal of Faculty of<br />
Educational Sciences, Ankara, 36(1-2). S. 189-198.<br />
Dastan, H., (1999). Çevre Koruma Bilinci ve Duyarlılığının Oluşmasında Eğitimin<br />
Yeri ve Önemi (Türkiye Örnegi) , Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler<br />
Enstitüsü, Ankara,<br />
Demir, E., & Yalçın, H., (2014). Türkiye’de Çevre Eğitimi, Türk Bilimsel Derlemeler<br />
Dergisi, 7, s.7-18.<br />
Derman, İ., (2013). Farklı Başarı Düzeylerindeki Okullarda 9 ve 12. Sınıf<br />
Öğrencilerinin Ekosisteme İlişkin Öğrenme Düzeyleri ve Sürdürülebilir<br />
Çevre Bilinci İle İlişkisi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,<br />
Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı, Yüksek Lisan Tez, Ankara.<br />
Ek, N., Kılıç, N., Öğdüm, P., Düzgün, G., & Şeker, S., (2009) Adnan Menderes<br />
Üniversitesinin Farklı Akademik Alanlarında Öğrenim Gören İlk Ve Son<br />
Sınıf Öğrencilerinin Çevre Sorunlarına Yönelik Tutumları ve Duyarlılıkları,<br />
Kastamonu Eğitim Dergisi, 17(1), s. 125-136.<br />
Şama, E., (2003) Öğretmen Adaylarının Çevre Sorunlarına Yönelik Tutumları, Gazi<br />
Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, 23(2).<br />
Erol, G., H.,(2005). Sınıf Öğretmenliği İkinci Sınıf Öğrencilerinin Çevre ve Çevre<br />
Sorunlarına Yönelik Tutumları, Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale<br />
Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Denizli.<br />
Erten, S., (2005). Okul Öncesi Öğretmen Adaylarında Çevre Dostu Davranışların<br />
Araştırılması, Hacettepe Ü. Egt. Fak. Derg, 28, s. 91-100.<br />
Güven, E., & Aydoğdu, M., (2012) Çevre Sorunlarına Yönelik Farkındalık Ölçeğinin<br />
Geliştirilmesi ve Öğretmen Adaylarının Farkındalık Düzeylerinin<br />
Belirlenmesi, Öğretmen Eğitimi ve Eğitimcileri Dergisi, 1(2), Bursa, s. 185-<br />
202.<br />
Karaca, C., (2011). Sürdürülebilir Kalkınma ve Çevre Dostu Maliye Politikaları,<br />
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul.<br />
Karataş, A., (2014). Toplumda Çevre Bilincinin Yaygınlaştırılmasında Sivil Toplum<br />
Kuruluşlarının Rolü: Türkiye Örneği, Electronic Turkish Studies, 9(2).<br />
324
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Karataş, A., & Aslan, G., (2012). İlköğretim Öğrencilerine Çevre Bilincinin<br />
Kazandırılmasında Çevre Eğitiminin Rolü: Ekoloji Temelli Yaz Kampı<br />
Projesi Örneği, Zeitschrift für die Welt der Türken/Journal of World of<br />
Turks, 4(2), s. 259-276.<br />
Kavruk, S. B., (2002). Türkiye’de Çevre Duyarlılığının Artırılmasında Çevre<br />
Eğitiminin Rolü ve Önemi (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Gazi<br />
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara,<br />
Keles, R., & Hamamcı, C.,(1993). Çevrebilim, İmge Kitabevi, Ankara,<br />
Kışlalıoglu, M., & Berkes, F., (1985). Ekoloji ve Çevre Bilimleri, Remzi Kitabevi,<br />
İstanbul,<br />
Topaloglu, D., D., (1999). Çevreye Yönelik Tutumlar ve Çevre Eğitimi<br />
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi ), Ege Üniversitesi, Fen Bilimleri<br />
Enstitüsü, İzmir.<br />
Sadık, F.,& Çakan, H., (2010). Biyoloji Bölümü Öğrencilerinin Çevre Bilgisi Ve<br />
Çevre Sorunlarına Yönelik Tutum Düzeyleri, Çukurova Üniversitesi Sosyal<br />
Bilimler Enstitüsü Dergisi, 19(1).<br />
Sungurtekin, S., (2001). Uygulamalı Çevre Eğitimi Projesi Kapsamında Ana ve<br />
İlkögretim Okullarında Müzik Yoluyla Çevre Eğitimi, Uludağ Üniversitesi,<br />
Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt No. 14, Sayı 1, 167-178,<br />
Şahin, N., Cerrah, L., Saka, A., & Şahin, B., (2004). Yükseköğretimde Öğrenci<br />
Merkezli Çevre Eğitimi Dersine Yönelik Bir Uygulama, Gazi Üniversitesi<br />
Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, 24(3).<br />
Şenyurt, A., Temel, A., & Özkahraman, Ş., (2011). Üniversite Öğrencilerinin<br />
Çevresel Konulara Duyarlılıklarının İncelenmesi, SDÜ Sağlık Bilimleri<br />
Dergisi, 2(1), 8-15.<br />
Tan, A., Baydaş, A.,& Bedestenci. Ç., (2000). Küreselleşme Ve Giysi Tüketim<br />
Davranışları: Kahramanmaraş Örneği, 5. Ulusal Pazarlama Kongresi, 467-<br />
485.<br />
Tıraş, H., (2012). Sürdürülebilir Kalkınma ve Çevre: Teorik Bir<br />
İnceleme, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İktisadi ve İdari<br />
Bilimler Fakültesi Dergisi, 2(2), 57-73.<br />
Türkmen, M., Sarıkaya, N., & Saygılı, M., (2013). Öğrencilerin Çevresel Duyarlılık<br />
Düzeylerinin Satın Alma Davranışına Etkisi Üzerine Bir Araştırma: Sakarya<br />
Üniversitesi Örneği, Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, 5(2), 238-249.<br />
Uzun, N., & Sağlam, N., (2006). Orta öğretim öğrencileri için çevresel tutum ölçeği<br />
geliştirme ve geçerliliği, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi<br />
Dergisi,30(30).<br />
Yılmaz, A., Morgil, İ., Aktuğ, P.,, & Göbekli, İ., (2002). Ortaöğretim Ve Üniversite<br />
Öğrencilerinin Çevre, Çevre Kavramları Ve Sorunları Konusundaki Bilgileri<br />
ve Öneriler, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 22(22).<br />
Yurtseven, E., Vehid, S., Köksal, S., & Erdoğan, S., (2010). İstanbul Üniversitesi<br />
Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Öğrencilerinin Çevresel Riskler<br />
Konusundaki Duyarlılıkları, FÜ Sağ. Bil. Tıp Dergisi, 24(3), 193-199.<br />
325
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Avrupa Birliği Bölgesel Politikasının Türk Kamu<br />
Yönetimi Üzerine Etkisinin Politika Transferi<br />
Bağlamında Analizi<br />
Yıldız ATMACA 1<br />
Türk Kamu Yönetimi sistemi özellikle 2000'li yıllardan itibaren önemli bir reform<br />
dalgasının etkisi altına girmiştir. Türk kamu yönetiminde söz konusu reform sürecini<br />
gündeme getiren en önemli dışsal faktörlerden biri AB'dir. AB'ye tam üyelik<br />
şeklindeki hedefi çerçevesinde, Türkiye AB müktesebatına uyum çalışmalarına<br />
2000'li yıllardan itibaren hız vermiştir. AB bölgesel politikası, AB müktesebatının<br />
önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Türkiye AB'nin bölgesel politika bağlamındaki<br />
öneri ve telkinlerini yerine getirmek durumundadır. Bu ise AB ile Türkiye arasında<br />
bir politika transferi olgusunu ortaya çıkarmaktadır. Politika transferi ise, belli bir<br />
zaman ve mekândaki kurumlara yönetsel düzenlemelere ve politikalara ilişkin<br />
bilginin, başka bir zaman ve mekândaki kurumların yönetsel düzenlemelerin ve<br />
politikaların geliştirilmesinde kullanılmasını ifade eden bir süreç olarak<br />
tanımlanmaktadır. Bu bağlamda çalışmada AB politikasının Türk kamu yönetimi<br />
üzerindeki etkisi politika transferi çerçevesinde incelenmektedir. Çalışmanın<br />
varsayımı, AB Bölgesel Politikasının Türk kamu yönetiminde önemli değişimlere<br />
yol açtığıdır. Daha özelde çalışma, Türkiye 'de kalkınma ajanslarının bir politika<br />
transferi örneği olup olmadığı sorusuna cevap arayacaktır.<br />
Anahtar Kelimeler: Kamu Yönetimi, AB, Bölgesel Politika,Politika Transferi<br />
The Analysis of the Effect of the EU Regional Policy on<br />
the Turkish Public Administration in the Context of<br />
Policy Transfer<br />
Absract<br />
Turkish Public System has exposed to the wave of serious and significant reforms<br />
from the beginning of the 2000’s. One of the external factors in the reform process of<br />
Turkish public management is the European Union (EU). In the framework of full<br />
membership aim into European Union, Turkey has expedited the adaptation process<br />
to the EU Acquis. The significant part of the Acquis of European Union is the<br />
Regional Policy of European Union. Turkey has responsibility to account for the<br />
proposals and suggestions relating the Regional Policy of European Union. This<br />
process creates a politic transfer phenomeon between EU and Turkey. Such policy<br />
transfer is defined by a process that means the information of administrative<br />
regulation and policies towards institution in the period of a certain time and<br />
environment to be used for another institution in the period of time and enviroment to<br />
1 Öğretim Görevlisi, Çankırı Karatekin Üniversitesi yldzatmaca65@hotmail.com<br />
326
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
develop administrative regulations and policies.In this sense, the study aims to analyze<br />
the policy of European Union on Turkish public administration in the context of policy<br />
transfer. The hypothesis of this paper is that the policy of transfer on Turkish public<br />
administration leads into important exchanges. In the specific of the study, the<br />
question of that the development agencies in Turkey is the example of the policy<br />
transfer or not will be answered.<br />
Keywords: Public Administration , EU Regional Policy, Policy Transfer<br />
1. GİRİŞ<br />
AB’ye üye olmak Türkiye için önemlidir. AB ise üyelik şartı olarak Türkiye’ye 2005<br />
yılı müzakere anlaşmaları çerçevesinde bir takım ekonomik ve sosyal kriterlere uyma<br />
zorunluluğu getirmiştir. Bu zorunlulukların önemli bir bölümünü AB Müktesebatı<br />
oluşturmktadır. AB Müktesebatı’nın önemli bir parçasını ise AB bölgesel politikası<br />
oluşturmaktadır.<br />
Türkiye’de uygulanan bir bölge politikası anlayışı mevcut değildir. AB, Türkiye ile<br />
imzaladığı Katılım Ortaklığı Belgesi ve uyum sürecinde kat ettiği yolu göstermek<br />
amacıyla hazırladığı ilerleme raporlarında bu durumu Türkiye’ye bir eksiklik olarak<br />
göstermiştir. Bölgesel bir politikanın uygulanmaması, âdem-i bir yapılanmanın<br />
eksikliği ve merkezi yönetimin egemenliğinin olduğunu söyleyen AB, yerinden<br />
yönetim kurumlarının güçlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu durum karşısında<br />
Türkiye, bir politika arayışı içerisine girmiş ve bu arayış sonucu AB de uygulanan AB<br />
bölgesel politikası ve bölgesel politikanın uygulayıcı idari aracı olarak kabul edilen<br />
Bölge Kalkınma Ajansları’nı 2006 yılında kabul ederek yürürlüğe koymuştur.<br />
Türkiye ‘nin politika arayışına girdiği bu süreçte karşısına yeni bir kavram çıkmıştır.<br />
Bu kavramın adı ise başka ülkelerde uygulanan politika ve programların nasıl ve hangi<br />
koşullar altında bir devletten bir başka devlete uyarlanabileceğine ilişkin geliştirilen<br />
politika transferi kavramıdır. Politika transferi gönüllü ve zorlayıcı transfer olmak<br />
üzere iki farklı şekilde kendini göstermektedir. AB ‘nin direktifleri doğrultusunda<br />
ortaya çıkan politika zorlayıcı transfere örnekken, geri kalma korkusuyla yeni<br />
politikalar arayışına girmek ise tamamen isteğe bağlı, gönüllü bir şekilde gelişen<br />
politika transferidir. Bu bağlamda, çalışmada öncelikle AB bölgesel politikası ve<br />
temel boyutları ele alınmış, daha sonra politika transferi çerçevesinde Türkiye’nin<br />
AB’ye uyum sürecinden bahsedilerek, AB bölgesel politikasının Türk kamu<br />
yönetimine etkisi kısaca anlatılmıştır. Özelde, Kalkınma Ajanslarının bir politika<br />
transferi örneği olup olmadığı idari ve mali açıdan incelenerek ortaya koyulacaktır.<br />
AB Bölgesel Politikasının Türkiyedeki etkisini politika transferi çerçevesinde ele<br />
almak Türk kamu yönetimi literatürüne önemli bir katkı sağlama potansiyeli<br />
taşımaktadır.<br />
2.AVRUPA BİRLİĞİ BÖLGESEL POLİTİKASI<br />
2.1. Avrupa Birliği Bölgesel Politikası ve Temel İlkeleri<br />
AB’ye üye devletlerin ekonomilerinin giderek yakınlaşması, ekonomik ve parasal<br />
birliğin ilerlemesi, ekonomik ve sosyal uyumu gerekli hale getirmiştir (Candan:<br />
2007,154-155). Ekonomik, siyasi ve sosyal bütünleşmeler, özellikle bünyesinde<br />
327
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
topladığı bütün ülkelerin refah düzeyini arttırmayı amaçlamaktadır. AKÇT ( Avrupa<br />
Kömür ve Çelik Teşkilatı) ile başlayan ve daha üst düzey bir organizasyon şekli olan<br />
AB’ye dönüşen bütünleşmenin de en önemli hedeflerinden biri budur. Birlik,<br />
kuruluşundan itibaren bir dizi ortak politika oluşturmuştur. AB bölgesel politikası da<br />
bölgeler arası farklılıkları gidererek, kalkınmanın yaygınlaşması amacıyla 1975 Roma<br />
Antlaşması’ndan itibaren Topluluk gündemine gelmiş bir ortak politikadır (Akşahin:<br />
2008, 8). Bölgesel politika genel anlamda ülkeler arasındaki sosyal ve ekonomik<br />
farklılıkları gidermek, bölgesel rekabeti arttırabilmek ve bölgesel kalkınmayı<br />
gerçekleştirebilmek amacıyla oluşturulan bir politikadır (Miric: 2009, 16). AB,<br />
bölgesel politika anlayışının uyumlu ve koordineli bir şekilde uygulanması amacıyla<br />
2001 yılında Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi ile adına “Bölgeleme Sistemi”<br />
denilen ancak daha sonraları İBBS(İstatistiki Bölge Birimi Sınıflandırması) – NUTS<br />
(Nomenclature des Unites Territoriales Statistiques) olarak adlandırılan bir<br />
düzenleme başlatmıştır. NUTS sistemi, AB’nin bölgeler düzeyinde sınıflandırılmasını<br />
ve uyumlulaştırılmasını sağlamakta, bölgelerin sosyal ve ekonomik analizlerini<br />
yapmaya çalışmaktadır. Uygulama esnasında AB, bölgesel sınıflandırmaya ek olarak<br />
Bölgesel Kalkınma Ajansları (BKA) adı verilen bölgesel ve yerel düzeyde görev<br />
yapan kurumlar oluşturmuştur. Kalkınma ajansları en kısa haliyle; düzenli mali<br />
kaynaklara sahip, yerel potansiyeli harekete geçirecek teknik ve idari donanıma sahip,<br />
karar alma süreçlerinde yerelin daha baskın olduğu, teknik kapasitesi yüksek bölgesel<br />
kalkınma kurumları olarak tanımlanmaktadır (Dağdaş:2010,166)<br />
AB Bölgesel Politikası, Birliğin amacını gerçekleştirmek üzere bir takım ilkeler<br />
çerçevesinde analiz edilmektedir. Bu ilkeler de iki genel başlık altında ele<br />
alınmaktadır. Bunların birincisi; ekonomik ve toplumsal yönden geri kalmış bölgeler<br />
ve bu bölgelerde yaşayan halk için bölgesel gelişme politikalarının belirlenmesini<br />
gerektiren “dayanışma” ilkesidir. İkincisi ise, Birlik genişledikçe yeni katılan bölgeler<br />
arasındaki gelişmişlik farklarını azaltmayı hedefleyen “uyum” ilkesidir (Keleş ve<br />
Mengi: 2013, 61). Dayanışma ve uyum ilkeleri çerçevesinde AB bölgesel politikası<br />
da özünde üye ülkelerin politikalarını tamamlama ve bunları bir Avrupa bağlamına<br />
yerleştirme düşüncesinden oluşmaktadır. Bunu yaparken de, Birliğin ekonomik ve<br />
sosyal kaynaşmaya katkıda bulunan diğer AB politikalarıyla uyum içinde olması<br />
gerekmektedir (Özer:2006,261) Çünkü ekonomik olarak geri kalmış bölgelerin hiçbir<br />
üye ülkeye fayda getirmeyeceği aşikârdır. Bu yüzden, AB bölgesel politikasının bütün<br />
üyelerin ortak çıkarını yansıttığını söylemek mümkündür (Can: 2004,15)<br />
2.2. Avrupa Birliği Bölgesel Politikası’nın Araçları<br />
AB Bölgesel Politikası, bölgesel dengesizlikleri gidermeye yönelik bir takım idari ve<br />
mali araçlar geliştirmiş ve bu araçlardan BKA’ları idari araç olarak kabul ederken<br />
yapısal fonları mali araç olarak kabul etmiştir. AB Bölgesel Politikasının işleyişinde<br />
önem arz eden bu araçlar aşağıda kapsamlı bir şekilde anlatılmaktadır.<br />
2.2.1. AB Bölgesel Politikası’nın Mali Araçları<br />
Yapısal fonlar, AB bölgesel politikasının önemli bir mali mali aracı olarak kabul<br />
edilmektedir. Geliştirilen bu mali araçlar, genel olarak 2006 ve öncesi dönemde<br />
geliştirilen mali araçlar ile 2007 yılı ve sonrası dönemde geliştirilen mali araçlar<br />
328
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
olmak üzere iki dönemli olarak ele alınmaktadır. 2006 ve öncesi dönemde AB<br />
Bölgesel Politikası amaçlarını gerçekleştirebilmek için Avrupa Bölgesel Kalkınma<br />
Fonu (ABKF), sosyal politikaların iyileştirilmesinde kullanılan Avrupa Sosyal Fonu<br />
(ASF), üye devletlerin ortak tarım politikasını sağlamak üzere AB bütçesi dâhilinde<br />
oluşturulan Avrupa Tarımsal Yönlendirme ve Garanti Fonu (ATYGF) ile balık ve su<br />
ürünlerinin üretim ve pazarlamadaki yapısal tedbirleri için kullanılan Balıkçılığı<br />
Yönlendirme Mali Aracı olmak üzere dört farklı araçtan faydalanmıştır. 2007-2013<br />
döneminde ise bu fonlar; ABKF, ASF, ve ekonomik ve sosyal farklılıkları gidermek<br />
amacıyla oluşturulmuş olan Uyum Fonu olmak üzere belirlenmiş ve son olarak 2014-<br />
2020 döneminde ABKF, ASF, Uyum Fonu, tarımın rekabet gücünü arttırmak ve kırsal<br />
kalkınmayı gerçekleştirmek üzere geliştirilen Kırsal Kalkınma İçin Avrupa Tarımsal<br />
Fonu (European Agricultural Fund For Rural Development-EAFRD), balıkçılık ve<br />
denizcilik faaliyetlerinin geliştirilmesine yönelik çıkarılan Avrupa Denizcilik ve<br />
Balıkçılık Fonu (European Maritime and Fishers Fund- EMFF) olmak üzere dört<br />
farklı fon olarak belirlenmiştir.<br />
Yapısal fonların yaklaşık yarısı ABKF’ ye ayrılmaktadır. Genel olarak, ABKF’ den<br />
küçük ve orta ölçekli işletmelerin desteklenmesine, üretken yatırımların teşvik<br />
edilmesine, dijital gündeme ve düşük karbon ekonomisinin geliştirilmesine yönelik<br />
hazırlanan projelere kaynak aktarımı yapılmaktadır( EU,2016). 2014-2020 yılları<br />
arası, gelişmiş ülkeler için hazırlanan bu projelerden en az ikisine ABKF’ nin %80’ i;<br />
gelişmekte olan bölgelere %60’ ı; ve en az gelişmiş bölgelere ise %50’si<br />
uygulanmaktadır. Bunun yanı sıra ABKF, geliştirilen karbon ekonomisi gibi<br />
projelerde gelişmiş bölgelere % 20; gelişmekte olan bölgelere % 15 ve en az gelişmiş<br />
bölgelere ise % 12 oranında bir yardım kanalize etmektedir. Kalkınma Fonu, bölgesel<br />
desteklerinden başka Avrupa Bölgesel İşbirliği programları kapsamında da fonların<br />
en az% 80'nini yukarıda belirtilen bu dört öncelikli alan üzerinde toplamaktadır<br />
(ERDF, 2015) AB içindeki bütün bölgelere yönelik oluşturulan bir fon olarak kabul<br />
edilen ASF, 2014 ve 2020 yılları arasında birtakım hedefler üzerine odaklanmaktadır.<br />
Bu hedefler : ; iş imkânını teşvik ederek, çalışma hareketliliğine destek olmak,<br />
yolsuzlukla mücadele ederek sosyal bir topluma teşvik olmak, eğitimdeki yeteneğe ve<br />
yaşam boyu öğrenmeye destek olmak ve etkin bir devlet yönetimini ve kurumsal bir<br />
kapasiteyi geliştirmeye destek olmak üzere dört ana başlık altında toplanmaktadır<br />
(ESF, 2015). Uyum Fonu ise 1993 Maastricht Antlaşması ile kurumsallaşmıştır. Fon,<br />
GSYİH’sı AB ortalamasının %75’inden az olan üye ülkelerde ekonomik ve sosyal<br />
farklılıkları gidermek ve sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak amacıyla<br />
oluşturulmuştur (Cihangir: 2011, 19) Bu sebeple AB, kalkınma ihtiyaçlarını<br />
gerçekleştirebilmek ve hedeflerini gerçekleştirebilmek amacıyla 2014-2020 yılı AB<br />
bütçesinin 351.8 Miyon Eurosu’nu AB bölgesel politikasına bağlı Uyum Fonu’na<br />
ayırmıştır (EU, 2015). Bu fon 2014-2020 yılları arasında; Bulgaristan, Hırvatistan,<br />
Kıbrıs, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Yunanistan, Macaristan, Letonya, Litvanya,<br />
Malta, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovakya ve Slovenya’nın kriterlerine uygun<br />
bölgelerinde kullanılacaktır ( CF, 2015).Kırsal Kalkınma İçin Avrupa Tarımsal Fonu<br />
(European Agricultural Fund For Rural Development-EAFRD), Avrupa tarımsal<br />
sektörünün iyileşmesini amaçlamaktadır. Bu doğrultuda, 2020 Avrupa Stratejisi ve<br />
Ortak Tarım Politikası hedefleri çerçevesinde 2014- 2020 AB kırsal kalkınma<br />
politikası na yönelik bir takım hedefler belirlemiştir. Bu hedefler, tarımın rekabet<br />
329
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
gücünü arttırma, iklime özgü sürdürülebilir doğal kaynakların gelişimini sağlama ve<br />
kırsal alanlarda görülen geri kalmış bir ekonomik yapılanma ile buralarda istihdamı<br />
planlanan topluluklar arasında denge kurmaya çalışma olmak üzere üç önemli başlık<br />
altında toplanmıştır. EAFRD, 2014-2020’ne ait toplam bütçesi 96 Milyon Avro’dur<br />
(European Comission,2015:321-322).Avrupa Denizcilik ve Balıkçılık Fonu<br />
(European Maritime and Fishers Fund- EMFF), AB’nin beş önemli Avrupa Yapısal<br />
ve Yatırım Araçlarından biri olmakla birlikte kendisine 2014-2020 dönemi için<br />
ayrılan bütçe 6400 Milyon Avro tutarındadır. EMFF, Ortak Balıkçılık Politikasının<br />
uygulanabilirliğini arttırmak, rekabet edilebilir, sürdürülebilir, ekonomik ve sosyal<br />
anlamda balıkçılık kültürünü geliştirmek, su yetiştiriciliğini geliştirerek bölgesel<br />
anlamdaki kalkınmayı sağlamak ve Ortak Balıkçılık Politikası ile uyum politikasının<br />
desteğiyle birlikte Ortak Denizcilik Politikasını geliştirmek gibi üç önemli hedefin<br />
gerçekleştirilmesine katkıda bulunmak üzere AB’nin 2014-2020 Denizcilik ve<br />
Balıkçılık Politikasına destek olmaktadır (European Comission,2015:253).Yapısal<br />
fonların yanı sıra AB, 2007 yılı sonrası finansman programında önemli güncellemeler<br />
yapmış ve hem üye hem de üye olmayan ülkeler için yeni finansman araçları<br />
geliştirmiştir. Bu araçlar: Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı (Instrument for Pre-<br />
Accession Assistance -IPA), Avrupa Komşuluk Aracı (European Neighbourhood<br />
Instrument- ENI), Kalkınma İşbirliği Aracı (Development Cooperation Instrument -<br />
DCI), Sanayileşme İşbirliği Aracı (The Instrument for Cooperation with Industrialised<br />
Countries -ICI) ve Nükleer Güvenlik İşbirliği Aracı’( Instrument for Nuclear Safety<br />
Cooperation - INSC)dır. Ancak, AB bölgesel politikası bağlamında bakıldığında<br />
IPA’nın bu araçlar içinde diğerlerine göre daha fazla önem taşıdığını görmekteyiz.<br />
IPA’nın AB bölgesel politikası içindeki yeri için ise şunları söylemek mümkündür;<br />
IPA temelde; geçiş ve kurumsal inşa yardımı, AB’ye üye veya IPA’ ya uygun olan<br />
ülkelerde sınır ötesi işbirliği, çevre, ulaşım, bölgesel ve ekonomik kalkınmayı<br />
gerçekleştirecek bir bölgesel kalkınma, insan kaynaklarını, beşeri sermayeyi<br />
güçlendirme ve kırsal kalkınma olmak üzere beş önemli bileşenden oluşmaktadır.<br />
IPA’ dan faydalanan ülkeler, kendi içinde iki farklı bölümde değerlendirilmektedir.<br />
Bu bölümlerden ilki olan AB’ye aday ülkeler; Türkiye, Arnavutluk, Karadağ,<br />
Sırbistan ve Makedonya, Eski Yugoslav Cumhuriyeti IPA’ nın beş önemli bileşeni<br />
için uygun özellikleri taşımaktadır. İkinci bölümde ise Batı Balkanlar’daki potansiyel<br />
aday ülkeler,(BM Güvenlik Konseyi Kararı 1244/99 kapsamında değerlendirilen<br />
Bosna-Hersek, Kosova) IPA’ nın yalnızca ilk iki bileşeni olan geçiş ve kurumsal inşa<br />
yardımı ile sınır ötesi işbirliği bileşenlerine ait özellikleri taşımaktadır (IPA, 2015).<br />
2.2.2. AB Bölgesel Politikası’nın İdari Aracı: Bölge Kalkınma Ajansları<br />
2.2.2.1. Bölge Kalkınma Ajansları ve Temel Özellikleri<br />
Bölge Kalkınma Ajansları (BKA), AB’nin kendi içindeki bütünlüğünü sağlamaya<br />
yönelik geliştirilen önemli projelerden biri olarak değerlendirilmektedir<br />
(Ferry:2007,447). Merkezi hükümetten bağımsız bir idari yapıda oluşturulan BKA,<br />
sektörel ve genel kalkınma programlarını belirleyen, bu doğrultuda önemli projeler<br />
geliştirerek bölgedeki sosyo-ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmeye çalışan, mali<br />
kaynakları ve görevleriyle yerel ve bölgesel kuruluşlarla işbirliği içerisinde, bölgesel<br />
kalkınmayı sağlamaya çalışan yarı otonom kuruluşlar olarak tanımlanmaktadır<br />
330
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
(EURADA: 1999, 16-17).AB, BKA’ları bir kurum üzerine bir araya getirmek<br />
amacıyla 1991 yılında Belçika’da Avrupa Bölgesel Kalkınma Ajansları Birliğini-<br />
EURADA (The European Association of Development Agencies) kurmuştur.<br />
EURADA, BKA’lar arasında iş birliğini geliştirme, yeni kurulan BKA’lara teknik ve<br />
mali anlamda destek olma ve bölgeler arası farklılıkları giderme gibi amaçları<br />
geliştirmek üzere çalışmaktadır (Can: 2011, 37). BKA, kalkınmayı bölgesel anlamda<br />
ele almakta bu doğrultuda gerekli örgütlemeler yaparak önemli projeler ortaya<br />
koymaktadır. Örgütleme olarak da “ tavandan tabana” değil “ tabandan tavana” bir<br />
anlayış benimseyerek daha etkili ve kırtasiyecilikten uzak bir ilişki kurabilmektedir<br />
(Berber ve Celepçi:2005, 146)<br />
2.2.2.2. Bölge Kalkınma Ajansları’ nın Amaçları<br />
Merkezi hükümetten bağımsız bir idari yapılanmayla sınırları çizilmiş olan BKA’ların<br />
kurulmasındaki temel amaç, bölgesel dengesizliği azaltmaya yönelik gösterilen<br />
mücadeledir. Bu mücadeleyi gerektiren bazı sebepler vardır ki EURADA bu<br />
sebepleri, bir bölgenin potansiyel gücüyle birlikte sorunlarını belirlemek, mevcut<br />
ekonomik, sosyal ve siyasal yapılanmalarla işbirliği içinde olmak ve daha<br />
iyileştirilmiş yeni işler ve fırsatlar oluşturmak şeklinde özetlemiştir (EURADA: 1999,<br />
16-17). Bu bağlamda BKA’ların amaçlarını; bölgeler arasındaki farklılıkları<br />
azaltmak; bölgesel ekonomik kalkınmayı, yeniden yapılanmayı, bölgedeki<br />
sürdürülebilir kalkınmayı, bölgesel rekabeti ve bölgesel istihdamı arttırmak, bölgeyi<br />
ulusal ve uluslararası yatırımlar için cazip hale getirmek, iş birliğini arttırmak gibi<br />
bazı ölçütlerle çeşitlendirmek mümkündür ( Özer: 2012, 42).<br />
2.2.2.3. Bölge Kalkınma Ajansları’nın Görevleri<br />
Dünya ülkelerinde görülen sosyo-ekonomik dengesizlik, coğrafi boyutlarıyla da<br />
kendini göstermektedir. Ortaya çıkan bu dengesizlik, bölgeler arasındaki ekonomik<br />
ve sosyal dengesizliği bir sorun olarak gündeme getirmektedir. Bölgeler arası<br />
dengesizliği azaltarak, bölgesel bütünleşmeyi sağlamak, yaşam kalitesini arttırmak,<br />
toplumsal ve ekonomik dengesizliği dengelemek ülkelerin yapması gereken bir görev<br />
olarak ortaya çıkmaktadır ( Akiş: 2011, 245). Bu doğrultuda, ülkelerin üzerlerine<br />
düşen görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi üzerine oluşturulan, bölgesel<br />
politikanın önemli bir idari aracı olarak karşımıza çıkan BKA’lar yatırımların bölgesel<br />
düzeyde koordinasyonu, bölgesel kalkınmanın geliştirilmesi gibi bir takım görevleri<br />
üzerine almıştır (Dyson vd.: 1998,7).<br />
3.POLİTİKA TRANSFERİ VE AVRUPA BİRLİĞİ’NE UYUM<br />
SÜRECİNDE TÜRKİYE<br />
3.1. Politika Transferi Olgusu ve Nedenleri<br />
Devletler var olduğundan bu yana kendilerini geliştirmenin yollarını aramışlardır. Bu<br />
devletlere ait her millet de yine aynı şekilde kendi ulusal politikalarını geliştirmek ve<br />
var olan sorunları çözebilmek için politika transferi bağlamında başka milletlerin<br />
politikalarını ve yapılarını negatif ve pozitif yönleriyle birlikte ödünç almanın ve<br />
kendi toplumlarına uygulamanın çabası içinde bulunmuşlardır (Haktankaçmaz:<br />
2009,182). Bu noktada ulusal politika yapıcılar, aldıkları pozitif dersler veya<br />
331
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
çıkardıkları negatif derslerle neyin ödünç alınıp alınmayacağını veya neyin ödünç<br />
alınması halinde ne tür bir sonuçla karşılaşacağı ihtimalini içeren bir ön bilgiye sahip<br />
olarak doğru kararlar alma yoluna gitmişlerdir (Kutlu: 2003,94-95). Bu sebeple<br />
politika transferi olgusunda bir ülkedeki politika yapıcılarının başka ülkelere resmi<br />
ziyaretlerde bulunarak bu ülkelerin politikalarını ve kurumlarını araştırma ve gerekli<br />
görüşme faaliyetleri sonucunda elde ettikleri bilgilerden yararlanarak, kendi<br />
ülkesindeki politika ve kurumlara yön verme ve geliştirme durumu söz konusudur<br />
(Sobacı: 2009, 53).<br />
Dolowitz ve Marsh 1990 ‘lı yıllarda yaptıkları çalışmalarda politika transferi olgusunu<br />
detaylı bir şekilde incelemiştir. Bu çalışmalarında politika transferini, politikaların,<br />
kuruluşların ve buna benzer çeşitli yönetimsel düzenlemelerin başka bir yerde veya<br />
zamanda kullanılan politikaların, yönetsel düzenlemelerin ve kuruluşların yerine<br />
kullanılarak, geliştirilmesi şeklinde değerlendirmektedirler (Dolowitz ve Marsh:<br />
1996, 344)<br />
Politika transferi, temelde “gönüllü politika transferi” ve “ zorlayıcı politika<br />
transferi” olmak üzere iki farklı şekilde çeşitlendirilmektedir. Gönüllü politika<br />
transferindeki temel faktör, mevcut politikaya karşı duyulan memnuniyetsizliktir.<br />
Mevcut politikanın başarısızlığı ilgili devleti farklı politika arayışına doğru<br />
sürüklemektedir. Politika yapıcıların bu arayışları kendilerini yeni politikalarla<br />
karşılaştırmıştır (Dolowitz ve Marsh: 1996,346). Politika transferinin diğer bir türü<br />
olan “Zorlayıcı Transfer” ise daha çok bir devletin bir başka devletin politikasını<br />
kabul etmesine yönelik geliştirilen direktif ve talimatlarla ilgilidir. Bu duruma, İkinci<br />
Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikan hükümetinin Japonya’nın ve Almanya’nın<br />
anayasal teşkilatlanmasında aktif görev alarak hazırlamasına yardımcı olması<br />
örnek olarak gösterilebilir ( Dolowitz: 2000, 16) IMF (International<br />
MonetaryFund) ve DB (Dünya Bankası) da zorlayıcı transfere örnek olarak<br />
gösterilebilir. Örneğin, DB ve IMF Türkiye ‘ye vereceği kredi ve yardımlar için<br />
liberal ve işleyişi iyi olan bir politik yapının düzenlenmesi ve bunların yasal ve<br />
kurumsal çerçevesinin hazırlanması zorunluluğunu getirmiştir (Polidano ve<br />
Hulme:1999, 128).<br />
Dolowitz ve Marsh, gönüllü ve zorlayıcı transferi, gönüllü olmaktan zorunlu olmaya<br />
doğru genişleyen bir yelpazeye benzetmektedir. Yani, bir transferin başlangıçta<br />
gönüllü transferken daha sonra zorlayıcı transfere dönüşebileceğini ve bir transferin<br />
hem zorlayıcı transfer hem de gönüllü transfer şeklinde olabileceğini söylemektedir.<br />
3.2. Politika Transferi ve İşleyiş Süreci<br />
Devletlerin birbirlerini etkilediği politika transferi süreci, transfer edilen şeyin ne<br />
olduğu, politika transferini kimin yapacağı, neden bir politika transferine<br />
gidilebileceği, transferin ne derece olduğu, hangi tür faktörlerin transferi<br />
sınırlandırdığı gibi temelde bir takım sorular çerçevesinde analiz edilmektedir<br />
(Dolowitz ve Marsh: 2000, 8). Bu sorulardan en önemlisi neden bir politika transferi<br />
sürecine girilebileceğine ilişkindir. Dolowitz ve Marsh, mevcut gereksinimler<br />
çerçevesinde aslında bu sorunun cevabının gönüllü ve zorunlu transfer arasındaki<br />
ayrımın yapılması halinde ortaya çıkabileceğini belirtmektedir.<br />
332
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Dolowitz ve Marsh, farklı devletlerde uygulanarak kamu politikalarından pozitif veya<br />
negatif anlamda dersler çıkaran politika transferindeki transfer edilen şeyin ne olduğu<br />
sorusunun cevabını politika transferinin konusu başlığı altında incelemiştir. Bu<br />
doğrultuda, transferin; amaçlar, siyasal ve yönetsel yapı, içerik, politika araçları,<br />
yönetim teknikleri, kurum ve kuruluşlar, ideolojiler, tutumlar, kavramlar ve negatif<br />
dersler olmak üzere önemli konularının olduğunu belirtmiştir ( Dolowitz ve Marsh:<br />
1996,350).Belirlenen politika transferinin konusundan sonra transfer edilecek<br />
konunun ne derece transfer edileceği, transfer konusunu oluşturan nesnelerden<br />
fikirlerin, amaçların veya davranışların tamamının mı, bir bölümünün mü veya<br />
benzerinin mi transfer edileceği de ayrı bir merak konusudur (Haktankaçmaz:<br />
2009,193).Dolowitz ve Marsh politika transferinin derecelerinin; kopyalama, taklit,<br />
esinlenme, karışım ve sentez olmak üzere dört farklı şekilde yapılabileceğini<br />
söylemektedir (Dolowitz ve Marsh: 1996,351)<br />
Politika transferini gerçekleştirecek olan kim veya kimlerdir sorusuna verilen en<br />
büyük cevap ise aktörlerdir. Genel itibari ile bakıldığında politika transferini<br />
gerçekleştirecek olan bu aktörler; siyasi uzmanlar, siyasi partiler, seçilmiş kişiler,<br />
bürokratlar, baskı grupları ve uluslararası kuruluşlar şeklindedir. Transferi<br />
gerçekleştiren aktörlerin merak ettiği ve araştırdığı en önemli soru ise transfer<br />
sürecinde politika transferini zorlaştıran veya kolaylaştıran durumların mevcut olup<br />
olmadığıdır. Bu konuda başta söylenmesi gereken en önemli şey aslında durumun<br />
ilgili devletin durumuna göre değişebileceğine ilişkindir. Şöyle ki bir devlet kendi<br />
hem de transfer etmeyi düşündüğü devletin yasal, siyasal, sosyal ve ekonomik<br />
yapılanması hakkında yeterince bilgiye sahip olmalıdır ki politika transferinde<br />
zorlanma yaşamasın. Ortaya çıkan politika karışıklığını kolaylıkla giderebilsin veya<br />
bir politika karmaşıklığı durumu oluşmasın.<br />
3.3. Politika Transferi ve AB Uyum Sürecinde Türkiye<br />
Türkiye, küresel anlamdaki değişim ve dönüşümlerden etkilenmiş, siyasal, sosyal,<br />
yönetsel veya ekonomik anlamdaki yeniden yapılanmaları göz önünde bulundurarak<br />
gündeme gelen veya gündem tarafından istenen yeni yapılanmaları uygulamaya<br />
çalışmıştır. Bu bağlamda Türkiye’nin etkilendiği en büyük yapılanma şüphesiz<br />
AB’dir. Dönem dönem yapılan AB Zirveleri, ilerleme raporları, ulusal programlar,<br />
katılım ortaklığı belgeleri, AB ile yapılan müzakere çerçeve belgesi ve Türkiye’nin<br />
AB müktesebatına uyum programı adında yaptığı çeşitli çalışmalar, AB’ye aday<br />
olmayı isteyen ve böylece gelişmişlik seviyesini arttırmaya çalışan Türkiye’nin<br />
hedefidir. Belirlemiş olduğu bu hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla başka<br />
devletlerde uygulanan politika ve kuramları araştırmak ve deneyimlerinden<br />
yararlanmak Türkiye’nin karşısına politika transferi olgusunu çıkarmıştır.<br />
Belirli bir sorunun nasıl çözüldüğüne ilişkin açıklama politika transferi aracılığıyladır.<br />
Ancak transfer gerçekleştirilirken zorlayıcı veya gönüllü transfer şeklinde<br />
olabilmektedir. AB’nin aday devletlerden üyelik için yerine getirmesini istediği<br />
kriterler çerçevesinde bakıldığında Türkiye’nin AB müktesebatına uyum sürecini<br />
politika transferinin zorlayıcı transfer türüyle özdeşleştirmek mümkündür.<br />
Zorlayıcılığın ise daha sonra isteğe bağlı, gönüllü transfer aşamasına geçtiği<br />
görülmektedir. Çünkü Türkiye hem üyelik hem de gelişmiş, modern bir devlet<br />
333
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
yönetimi istemekte; değişim ve dönüşümün gerisinde kalmak istememektedir. Bu<br />
sebeple de zorunluluğu aslında gönüllü bir şekilde istemektedir.<br />
Hizmetlerde yaşanan kırtasiyecilik, merkezi ve yerel yönetim arasındaki görev ve<br />
yetki bölüşümü Türkiye ‘nin karşılaştığı bir kamu yönetimi sorunudur. AB, bu<br />
sorunlara ilerleme raporlarında da değinmiş ve Türkiye de bir bölgesel politika<br />
anlayışının geliştirilmesi gerektiğini belirtmiştir. AB’nin Türkiye’den beklediği bu<br />
talep karşısında, Türkiye 2001 yılında AB’nin kullandığı NUTS sistemini kabul etmiş<br />
ve NUTS 2 düzeyinde bölgesel yönetim anlayışı Türkiye’de uygulanmaya<br />
başlamıştır. Yine Bölgesel yönetimin uygulayıcısı BKA’ larda bölgesel kalkınmayı<br />
sağlayacak önemli araçlar olarak 2006 yılında Türkiye’de uygulanmaya başlamıştır.<br />
Bu bağlamda bakıldığında, başka ülkelerde uygulanan farklı politikalar araştırılmış,<br />
geliştirilmiş bir başka zamanda ve mekânda aynı zamanda farklı düzenlemelerle farklı<br />
bir ülkeye aktarılmış, uygulanmaya başlamıştır. Bu durumda, AB bölgesel<br />
politikasının ve BKA’ ların birer zorlayıcı politika transferi örneği olduğunu<br />
söylemek mümkündür.<br />
4.AVRUPA BİRLİĞİ BÖLGESEL POLİTİKASININ TÜRK KAMU<br />
YÖNETİMİNE ETKİSİ<br />
4.1. Avrupa Birliği Bölgesel Politikasının Türkiye Açısından Önemi<br />
Türkiye de bölgesel bir farklılık durumu mevcuttur. Doğu ve Güney Doğu Anadolu<br />
bölgelerinin az gelişmişliği; hizmet ve sanayi sektörünün gelişen merkezleri olarak<br />
bilinen Marmara ve Güney Batı bölgeleri arasındaki göç, çarpık kentleşme,<br />
gecekondu ve işsizlik gibi bazı farklılıklar hem ekonomik hem de sosyal anlamda<br />
büyük problemleri beraberinde getirmektedir. Gelişmeyen bölgeleri kalkındırmak,<br />
gelişen bölgeleri ise kontrol edebilmek amacıyla Türkiye kendi içinde uzun vadeli<br />
bölge planları hazırlamıştır ancak bu planlar uzun süre geçerliliğini koruyamamıştır.<br />
Buna sebep ise ülkenin kendi içinde yaşadığı içsel ve dışsal faktörlerdir. Bu<br />
sebeplerden dışsal faktörler, yeterli finansman kaynağına sahip olamamak olarak<br />
kabul edilirken; ulusal siyasette görülen farklılıklar ve bu sebeple değişen kararlar ve<br />
merkeziyetçi yapılanmalar ise bölgesel gelişmişliği engelleyen içsel faktörler olarak<br />
kabul edilmektedir.<br />
Bugün, hala AB’ye tam üyelik hedefi olan Türkiye’nin bölgesel farklılıkları azaltacak<br />
ve etkin bir bölgesel politika oluşturacak çalışmalarda bulunması gerekmektedir.<br />
Ancak bölgesel sorunların sadece bölgesel politikalar üzerine gerçekleştirilen<br />
reformlarla çözülmesi söz konusu değildir. Çünkü evrensel olmayan, sosyal ve<br />
ekonomik politika reformları ile desteklenmeyen bir bölgesel politika uygulamasının<br />
uzun süreli olması mümkün değildir. Bu sebeple ekonomide ve sosyal politikada<br />
gerçekleştirilen yeniden yapılanmalar gerek AB bölgesel politikası uyumu gerekse<br />
ulusal gereksinimler çerçevesinde yapılacak reformlarla bir bütün olması halinde<br />
Türkiye’nin işi daha da rahat olacaktır. Böylelikle, Türkiye için değeri fazla olan AB<br />
‘ye üye olma hedefi gerçekleşmiş olacaktır (Kaya,2007: 75).<br />
4.2. AB’nin Türkiye’ye Uyguladığı Mali Yardımlar<br />
AB’nin Türkiye için uyguladığı mali yardımlar adaylık öncesi ve sonrası olmak üzere<br />
iki farklı şekilde incelenmektedir. Türkiye ‘ye yapılan yardımlar, 1999 yılına kadarki<br />
334
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
adaylık öncesi dönemde Gümrük Birliği’ne bağlı yeni ihtiyaçların karşılanmasına<br />
yöneliktir. Türkiye, 90’lı yıllarla birlikte Avrupa ve Akdeniz bünyesinde finanse<br />
edilen MEDA ( Mediterranean Economic Development Area) programı adı altında<br />
hibe nitelikli fonlardan yararlanmıştır. Bu kapsamda görülen 55 proje için 376 Milyon<br />
Avro taahhüt edilmiştir. 1999 yılında Türkiye aday ülke olduktan sonra 2001 yılı<br />
sonlarına kadar adaylık sürecindeki yasal ve kuramsal düzenlemeleri<br />
tamamlayabilmek için projeler yoluyla 177 Milyon Avro alabilmiştir. 2006 yılı<br />
sonuna kadar 164 proje için toplam 1,3 Milyar Avro almıştır.2007-2013 yıllarına ait<br />
bütçe döneminde de AB aday ülkelere sağladığı mali yardımlarda değişikliğe<br />
gitmiştir. Aday ülkelere sağladığı mali yardımları Katılım Öncesi Yardım Aracı<br />
(Instrument for Pre-accession Asistance -IPA) başlığı altında birleştirilmiştir. IPA<br />
kapsamında Türkiye’ye 2007-2013 yılları arasında 4,8 Milyar Avro ayrılmıştır<br />
(www.abgs.gov.tr, 2015). 2013 yılında IPA’nın geçerlilik süresinin bitmesiyle<br />
birlikte bu defa 2014-2020 yılları arasında IPA ikinci dönem uygulaması başlamıştır.<br />
Stratejik bir ortaklık olarak kabul edilen IPA II öneminin ilk dönemleri için Avrupa<br />
Komisyonunca faydalanacak her ülke için 7 yıllık strateji belgeleri hazırlanmıştır.<br />
Avrupa Komisyonu, fayda görecek her ülkenin bölgesel kalkınma ve reform<br />
gündemlerini IPA kapsamında belirlenen öncelikler çerçevesinde ele almayı<br />
amaçlamaktadır. Bu dönem içinde faydalanacak her ülke için ayrılan 11,7 milyar avro<br />
ayrılmıştır. Türkiye ‘ye ayrılan yardım miktarı ise 4,45 milyar avro tutarındadır. Bu<br />
da Türkiye’nin diğer aday ülkelere kıyasla daha fazla yardım alacağını<br />
göstermektedir. Alınacak olan bu yardımların kapsamı ise Avrupa Komisyonunca<br />
Ağustos 2014 tarihinde kabul edilen 2014‐ 2020 Türkiye İçin Endikatif Strateji<br />
Belgesi’nde yer almaktadır. Söz konusu belgede 2014‐ 2020 yılları için Türkiye’ye<br />
yapılacak mali yardımlar ye almaktadır.<br />
IPA’nın önemli başlıklarından biri olan bölgesel kalkınma, hem etkin bir bölgesel<br />
politika oluşturmaya çalışan Türkiye için hem de Türkiye’nin bölgesel politikasında<br />
yeteri kadar bir düzenlemenin olmadığını ifade eden AB için önemlidir. Bölgesel<br />
kalkınmayı sağlayacak bir araç olarak kabul edilen BKA’ lara bu anlamda gerek AB<br />
gerekse Dünya Bankası tarafından gerekli fon sağlanmaktadır. Ancak sağlanan bu<br />
fon, düzenli bir gelir halinde olmamaktadır. Ajanslara sağlanan mali yardımların<br />
çoğunluğu merkezi idarenin kontrolü altında olmaktadır. Mali yardımların<br />
dağıtımında idareler kontrollü davranmakta olup, projelerin seçiminde ajanslara<br />
önemli roller yüklemektedirler (Cankorkmaz:2011,120).<br />
4.3.Türkiye’nin AB Bölgesel Politikasına Uyum Çalışmaları<br />
Türkiye’de bölgesel bir politika anlayışının gelişmemesindeki temel sebep<br />
Türkiye’nin temelde bir bölge yönetimi anlayışının olmamasıdır. Bu bağlamda, 1999<br />
Helsinki Zirvesi ile AB’ye aday bir ülke konumuna gelen Türkiye, üyeliğin<br />
gerektirdiği reformların gerçekleştirilmesine yönelik çalışmalar yaparak bölge<br />
yönetimi anlayışını oluşturmaya çalışmıştır. Bölge yönetimi, il düzeyindeki<br />
departmanları belirli ortak özellikler çerçevesinde birleştirmekle oluşmaktadır. Bu<br />
yönetimin temelde var olma amacı ise ilk durumda orta düzeyde idari birimler<br />
oluşturmak ve bu birimlere işlevsellik kazandırmakken, ikinci durumda<br />
335
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
bölgelerarasındaki mevcut sosyal ve ekonomik dengesizlikleri azaltarak bölgesel<br />
kalkınmayı sağlamaya çalışmaktır (Göymen:2010,153).<br />
Türkiye, AB üyeliğinin gerektirdiği kriterleri yerine getirmek amacıyla Katılım<br />
Ortaklığı Stratejisi geliştirmiştir. Ortaklık stratejisindeki önemli bir aktör olarak<br />
karşımıza çıkan Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB), adaylığı resmen kabul edilen bütün<br />
ülkelerde Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan ve Avrupa Konseyi tarafından<br />
onaylandıktan sonra, AB Resmi Gazetesi'nde yayımlanan bir belgedir.Bu belgede<br />
üyelik için alınması gereken önlemler, kısa ve orta vadeli öncelikler halinde, siyasi ve<br />
ekonomik kriterler ile AB müktesebatına uyum başlıkları altında birer birer<br />
açıklanmaktadır. Türkiye için ilk KOB 2001 yılında AB Komisyonu tarafından<br />
onaylanmıştır. KOB’ un kabul edilmesinden sonra, Topluluk müktesebatının<br />
üstlenilmesine ilişkin yine aynı yıl içinde Ulusal Program Bakanlar Kurulu’nda kabul<br />
edilmiştir. Ulusal Program’da Türkiye’nin kısa ve orta vadede yapması gereken<br />
görevler ve uyum sürecinde kurumlara düşen sorumluluklar belirlenmiştir. Ulusal<br />
Programa göre Türkiye’ nin katılım öncesi dönemde mevzuat düzenlerinde herhangi<br />
bir değişiklik yapılmasına gerek duyulmamıştır. Ancak AB’de bölgelerin, istatistiki<br />
bölge sınıflandırması esasına dayalı NUTS (Nomenclature Of Territorial Units<br />
For Statistics) sistemine göre hazırlanmasına ve bu çerçevede hedef bölgelerin<br />
belirlenmesine karar verilmiştir. Bu doğrultuda ülke genelinde üç farklı (Düzey<br />
1,Düzey 2,Düzey 3) istatistiki bölge birimi oluşturulmuştur. Bu düzeylerden, Düzey<br />
3 kapsamındaki bölge birimleri 81 adet ve il düzeyinde, Düzey 2 kapsamındaki bölge<br />
birimleri; Düzey 3 kapsamındaki komşu illerin gruplandırılması ile 26 adet il grubu<br />
şeklinde, Düzey 1 ise Düzey 2 kapsamındaki grubun gruplandırılması ile 12 adet il<br />
grubu şeklindedir (www.abgs.gov.tr,2015).<br />
Türkiye, 2003 yılı ulusal programında KOB doğrultusunda kısa vadede NUTS bölge<br />
sınıflandırılması sisteminden Düzey 2’yi kabul ederek bölgesel kalkınma planları<br />
hazırlamaya karar vermiştir. AB uyum sürecinin takip edildiği KOB ve ilerleme<br />
raporları doğrultusunda önemli reformların yapıldığı Türkiye ‘de BKA’ lar gündeme<br />
ilk olarak 2003 yılı Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı’nda gelmiş olup 2006 yılı<br />
5449 sayılı kanunla yasallaşarak yürürlüğe girmiştir. 5449 sayılı kanunla Düzey 2<br />
seviyesinde tanımlanan bölge olgusuyla kalkınma ajansları Türkiye ‘de<br />
kurumsallaşmaya başlamıştır. İlk olarak İzmir ve Çukurova’da kurulan kalkınma<br />
ajansları daha sonra 2008 yılında İstanbul, Konya, Samsun, Erzurum, Van, Gaziantep,<br />
Diyarbakır ve Mardin olmak üzere sekiz farklı ilde kurulmuştur. Son olarak 2009<br />
yılında resmi gazetede yayımlanan Bakanlar Kurulu raporu ile Nevşehir, Ankara,<br />
Isparta, Zonguldak, Bursa, Hatay, Trabzon, Kocaeli, Malatya, Denizli, Balıkesir,<br />
Kastamonu, Kütahya, Kayseri, Kars ve Tekirdağ olmak üzere 16 bölgede daha<br />
kalkınma ajansı kurulmuş ve 26 Düzey 2 bölgesinde kalkınma ajansları etkin olarak<br />
faaliyete başlamışlardır ( Başbakanlık, 2015).<br />
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME<br />
Politikaların, kuruluşların ve buna benzer çeşitli yönetimsel düzenlemelerin başka bir<br />
yerde veya zamanda kullanılan politikaların, yönetsel düzenlemelerin ve kuruluşların<br />
yerine kullanılarak, geliştirilmesi şeklinde değerlendirilen bir kavram olarak<br />
tanımlanan politika transferinin idari reform uygulamaları içindeki önemi oldukça<br />
336
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
fazladır( Dolowitz ve Marsh:1996,344). Politika transferi çerçevesinde Türkiye’de<br />
2000’li yıllar sonrası uygulanan idari reform uygulamalarının en önemlilerinden biri<br />
AB müktesebatına uyum sürecinde gerçekleştirilen AB bölgesel politikası anlayışı ve<br />
bölgesel politikanın idari aracı olarak kabul edilen BKA’ lardır. AB’nin kendi içindeki<br />
bölgesel gelişmişlik farklılıklarını azaltmaya ve bölgesel rekabeti arttırmaya yönelik<br />
geliştirilen bir politika olarak ortaya çıkan AB bölgesel politikasının Türk yönetsel<br />
yapılanması üzerinde önemli etkileri bulunmaktadır. Bu etkilerin en önemlisi, merkezi<br />
yönetimin karar almaya ilişkin bazı yetkilerinin yerinden yönetim kurum ve<br />
kuruluşlarına devredildiği yetki devridir. Yerel yönetim birimlerinin<br />
güçlendirilmesine yönelik öne çıkan;1997 tarihli Türkiye’ye yönelik tavsiye kararı,<br />
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve Avrupa Bölgesel Özerklik Şartı temel<br />
öneme sahip olan politika belgeleridir. Avrupa Konsey’inin bölgeselleşme<br />
politikalarını anlayabilmede bu politik belgeler Türkiye’ye büyük oranda yol<br />
göstermektedir (Övgün:2007, 239). Bir diğer önemli etki ise şüphesiz AB’nin<br />
önemine yönelik güncelleşen ve büyük ölçüde kabul gören ulaslararasılaşma sürecine<br />
olan inançtır. Bu etkiler bağlamında, bakıldığında yerel birimlerde bölgesel yönetimin<br />
uygulayıcıları olarak ortaya çıkan BKA’lar ve bölgesel fonların dağıtımında etkili bir<br />
araç olan AB oldukça önemli yapılanmalardır (Öngen ve Bakır:2014,903).<br />
Türkiye, 2006 yılında bölgesel gelişmişliğini sağlayabilmek ve bölgeler arasındaki<br />
dengesizlikleri giderebilmek için AB bölgesel politikasının ana aktörü olan BKA’ları<br />
kabul etmiş ve 5449 sayılı yasayla garanti altına almıştır. Bugün Türkiye’nin sahip<br />
olduğu Düzey 2 (NUTS 2) seviyesinde yirmi altı bölge ve yirmi altı kalkınma ajansı<br />
vardır. Türkiye, bu ajanslar üzerinde gerekli idari düzenlemeleri yaparak yerel<br />
yönetim birimlerini güçlendirmeyi ve merkezi yönetimin karar alma yetkisini<br />
azaltmayı planlamıştır. Ajanslarla birlikte yerel dinamiklere yönelik yukarıdan<br />
aşağıya değil; aşağıdan yukarıya bir kalkınma anlayışının hayata geçirilmesi AB<br />
bölgesel politikasının Türk yönetsel yapılanması üzerine getirdiği en önemli ayırt<br />
edici bir etki olarak kabul edilmektedir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Akiş, E. (2011).“Küreselleşme Sürecinde Bölgesel Kalkınma Yaklaşımındaki<br />
Gelişmeler Ve Bölgesel Kalkınma Ajansları” Sosyoloji Konferansları, (44),<br />
ss.237-256<br />
Berber, M., Çelepçi, E.(2005).“Türk Bölgesel Kalkınma Politikalarında Yeni<br />
Arayışlar: Kalkınma Ajansları ve Türkiye’de Uygulanabilirliği”, Doğu<br />
Karadeniz Bölgesel Kalkınma Sempozyumu- 13-14 Ekim<br />
Candan, T. (2007). “Avrupa Birliği’nde Bölgesel Politika” Çağrı Erhan, Deniz<br />
Senemoğlu(Ed.),Avrupa Birliği Politikaları, İmaj Yayınevi, Ankara, s.137-<br />
155<br />
Cankorkmaz, Z.(2013). "Türkiye’de Bölgesel Kalkınma Ajansları Ve Bu Ajanslara<br />
Yönelik Eleştiriler" Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF Dergisi, 26(1),s.113-138<br />
Cihangir, D. (2011), Bölgesel Politika, İktisadi Kalkınma Vakfı, İstanbul, Haziran<br />
Dağdaş, S. (2010). Kalkınma Ajansları: “Türkiye’de Açılan Yeni Çığır”, III. Ulusal<br />
Karadeniz Ormancılık Kongresi, 20-22 Mayıs, Cilt: I s. 165-182<br />
337
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Dolowitz,D.(2000). “Policy Transfer: A New Framework of Policy Analysis”, Policy<br />
Transfer and British Social Policy: Learning From the USA?, ed. David<br />
Dolowitz - RobHulme - Mike Nellis - FionaO’Neill,<br />
Dolowitz,D., Marsh, D.(1996). “ Who Learns What From Whom : A Review Of The<br />
Policy Transfer Literature”, Political Studies, XLIV, ss 343-357<br />
Ergüder, C. (2004). Avrupa Birliği Bölgesel Politikaları ve Yapısal Fonlar: Uyum<br />
Sürecinde Türkiye için Bir Değerlendirme, Ankara: Asil Yayın Dağıtım<br />
Ergüder, C. (2011). Bölgesel Kalkınmada Kalkınma Ajanslarının Rolü: İzmir<br />
Kalkınma Ajansı Örneği, Altı Nokta Yayınevi, İzmir<br />
EURADA (1999).“Creation, Development and Management of RDAs: Does it have<br />
to be so difficult?”, Brussels, February<br />
Ferry, M. (2007). “From Government to Governance: Polish Regional Development<br />
Agencies in a Changing Regional Context”, East European Politics and<br />
Societies, Vol. 21, ss:447-474,<br />
Göymen, K. (2010). Türkiyede Yerel Yönetişim ve Yerel Kalkınma, Boyut Yayıncılık,<br />
Ankara<br />
Haktankaçmaz, M. İ. (2009).Ülkeler Arasında Reform Transferi, Türk İdare Dergisi,<br />
(463-464), 172-190<br />
Kaya, F. (2007). “Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı (IPA) Kapsamında AB Mali<br />
Yardım Programları Ve Yapısal Fonlarının Türkiye İş Kurumu<br />
Hizmetlerinin Etkinleştirilmesindeki Rolü”, Çalışma ve Sosyal Güvenlik<br />
Bakanlığı, Ankara<br />
Keleş, R., Mengi, A. (2013). Avrupa Birliği’nin Bölge Politikaları, 1. Basım, Cem<br />
Yayınevi, İstanbul<br />
Kutlu, Ö. (2003). “İdari Reform Transferi; Ülkelerin Birbirlerinden Kamu Politikaları<br />
Transfer Etmeleri ve Öğrenmeleri”, Kamu Yönetiminde Çağdaş Yaklaşımlar<br />
,( Ed) Asım Balcı vd., Seçkin Yayınevi, Ankara,ss.83-114<br />
Miric, O. (2009). The Regional Policy of the European Union as an Engine of<br />
Economic development. European Movement in Serbia, Belgrade Open<br />
University Press, Buckingham, ss. 9-37<br />
Öngen, B., Bakır, H. (2014). "Avrupa Birliği Süreci ve Bölgesel Politikalarda<br />
Yaşanan Dönüşüm: Türkiye Bağlamında Bir Analiz." Ankara Üniversitesi<br />
SBF Dergisi 69(4),s.892-922<br />
Övgün, B.(2007). “Bir Politika Transferi Örneği: Kalkınma Ajansları”, Ankara<br />
Üniversitesi SBF Dergisi, 62(03),s. 233-255<br />
Özer, M. A. (2006). Avrupa Birliği Yolunda Türk Kamu Yönetimi, Platin Yayınları,<br />
Ankara<br />
Özer, A. (2012)“Türkiye’de Bölgesel Kalkınma Ajanslarının Sosyal Ekonomik<br />
işlevleri”, Kamu-İş Dergisi C, 12,ss. 37-74<br />
Polidano, C. Hulme, D. (1999), ). “Public Management Reform in Developing<br />
Countries: Issuesand Outcomes”,Public Management, Vol. 1 (1), ss. 121-<br />
132,<br />
Sobacı, M. Z. (2009). “Regional Development Agencies in Turkey: Are They<br />
Examples of Obligated Policy Transfer?”, Public Organization Review, 9(1),<br />
ss.51-65<br />
338
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Sobacı, M. Z. (2009b). İdari Reform ve Politika Transferi, Turhan Kitapevi, Ekim,<br />
Ankara<br />
T.C. Başbakanlık, “Bazı Düzey 2 Bölgelerinde Kalkınma Ajansları Kurulması<br />
Hakkında Karar, T.C. Resmi Gazete,(Erişim Tarihi:13.08.2015)<br />
AB Yapısal Fonları (2014-2020).<br />
ww.deu.edu.tr/.../ab%20yapısal%20fonları%20turkce.ppt (Erişim<br />
tarihi:05.04.2016)<br />
Cohesion Fund, http://ec.europa.eu/regional_policy/en/funding/cohesion-fund/<br />
(Erişim Tarihi:27.12.2015)<br />
European Comission (2015). European Structural And Investment Funds: 2014-<br />
2020, November, Bruxelles<br />
European Regional Development Fund,<br />
http://ec.europa.eu/regional_policy/en/funding/erdf/(Erişim<br />
Tarihi:08.12.2015)<br />
European Social Fund, http://ec.europa.eu/regional_policy/en/funding/social-fund/<br />
(Erişim Tarihi: 24.12.2015)<br />
How work is IPA?, http://ec.europa.eu/regional_policy/en/funding/ipa/how/ (Erişim<br />
Tarihi:28.12.2015)<br />
http://www.abgs.gov.tr/( Erişim Tarihi:07.07.2015)<br />
http://www. ikv.org.tr(Erişim Tarihi: 04.07.2016) Instrument For Pre-Accession<br />
Assistance,<br />
339
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Neolibreal Dönemde Rekabet: Bilim Politikalarının<br />
Değişen Biçimi Üzerine Bir İnceleme<br />
Veysel ERAT 1<br />
Çalışmanın amacı İkinci Dünya Savaşı’nda ortaya çıkan bilim politikalarının<br />
günümüze kadar değişen biçimini analiz ederek, neolibreal rekabette tekabül ettiği<br />
anlamı çözümlemektir. Önceleri sistemli ve sürekli bir kullanıma konu olmayan bilgi,<br />
günümüzde genel olarak politikalarının dayandığı önemli bir olgu ve ekonomik<br />
gelişim için önemli bir unsur olarak görülmektedir. Bilginin artan önemliliği kamu ve<br />
özel kesimin bilgiyi yönetilebilir kılacakları mekanizmalar ve kurumsal yapılar<br />
oluşturmalarını sağlamıştır. Bu bağlamda İkinci Dünya Savaşı’nda önce ABD’de<br />
ortaya çıkan bilim politikaları, sonrasında kalkınma planları aracılığıyla diğer ülkeler<br />
tarafından uygulamaya konmuştur. Bu dönemde bilim politikalarının varmak istediği<br />
ana hedef kalkınmanın amaçlarına mutabık bir şekilde sanayileşmedir. Fakat<br />
1970’lerde Keynesçi ekonomik düzenin düşüşe geçmesi neoliberal koşulların<br />
oluşmasının zeminini hazırlamıştır. Neoliberal dönemde rekabet hem ulusal düzeyde<br />
hem de uluslararası boyutta birçok alt politika için temel amaç olmuştur. Yenilik ise<br />
bunun kritik aşaması olarak görülmüştür. Sonuç olarak, bilim politikaları kalkınma<br />
iktisadından sonra yenilik iktisadının alt bileşeni olarak biçim değiştirmiştir.<br />
Anahtar Kelimeler: Bilim, Bilim Politikası, Kalkınma, Neoliberalizm, Rekabet.<br />
Competition in Neo-liberal Period: An Investigation<br />
About Changing Format of Science Policies<br />
Abstract<br />
The aim of this study is to analyse corresponding meaning of science policies in neoclassical<br />
competition by analysing varying formats emerged in world war II until<br />
today. Information which previously was not subject to systematic and continuous<br />
usage, is now seen as an important phenomenon based on overall policy and an<br />
important element for economic development. The increasing importance of<br />
information has provided public and private sectors to create mechanisms and<br />
institutional structures that make information manageable. In this context, science<br />
policies revealed in the United States before Second World War were applied by other<br />
countries via development plans and has been an important basis for development of<br />
states. During this period, the main target of science policies was industrialisation in<br />
accordance with agreed development goals. However, the decline of Keynesian<br />
economic order in 1970s prepared the basis of formation of neo- liberal<br />
conditions. Competition in neo- liberal period had been main purpose both at national<br />
level and international dimension for many sub-politics. Innovation was seen as the<br />
1<br />
Arş. Gör. Dr. Bitlis Eren Üniversitesi, İİBF, Kamu Yönetimi, verat@beu.edu.tr.<br />
340
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
critical stage of this. As a result, science policy changed the form as sub- component<br />
of innovation economics after development economics.<br />
Keywords: Science, Science Policies, Development, Neo-liberalism, Competition.<br />
1. GİRİŞ<br />
Modern devlet kendisinden önceki siyasal iktidar yapılarından hem örgütlenme<br />
düzeyi hem de topluma dair politika üretme konusunda daha ileri bir düzeye<br />
erişmiştir. Bu durum, kurumsal ya da fonksiyonel olgulara tekabül eden, yani devletin<br />
“nasıl göründüğü” ve “ne yaptığı” üzerinden yapılan devlet tanımlarına da yansımıştır<br />
(Weber, 2012: 95; Jessop, 2008; Poulantzas, 2006: 31; Poulantzas, 2014: 215; Mann,<br />
2013: 3). Geçmişteki iktidar yapılarından farklı olarak modern devlet, her alanda<br />
politika üretmekte, birçok alanda kurumsallaşmakta ve düzenlemeye gitmektedir.<br />
Modern devletin gelişim sürecinde kamu politikalarındaki nicel artışla birlikte, bu<br />
politikaların niteliklerinin de artması gündeme gelmiştir. Üretilen kamu<br />
politikalarında bilimsel bilginin kullanılması; meşruiyeti toplumsal ihtiyaç ve<br />
taleplere verdiği cevap üzerine kurulu olan devlet (Bayırbağ, 2013: 45) açısından, bu<br />
ihtiyaçların nasıl karşılanacağı sorununa geliştirilen çözüm olarak benimsenmiştir. Bu<br />
nedenle giderek karmaşıklaşan dünyada bilginin, artan sorunların çözümünde<br />
kullanılma düşüncesinin yaygınlaştığı Aydınlanma dönemi, bilimsel bilgi üzerine<br />
kurulu olan kamu politikası disiplininin düşünsel temelini oluşturmaktadır. Bu<br />
algılayış gelişerek, 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da “bilimcilik” ve “bilim<br />
tapıncı” gibi kavramlarda ifadesini bulmuştur (Russ, 2011: 317). Bunun diğer bir<br />
anlamı insanlığın sorunlarını “yalnızca” bilimin çözeceği düşüncesinin<br />
toplumsallaşmasıdır.<br />
Bilimsel bilginin her alanda uygulama bulmasının önünü açan bu gelişmeler, bir<br />
yandan bilimi devletlerin ürettiği politikaların önemli bir aracı haline getirirken, diğer<br />
taraftan kendisini etkin ve verimli kullanılacak mekanizmaların ve kurumların ortaya<br />
çıkmasını sağlamıştır. Savaş gereçlerini geliştirmeye dönük askeri bilim öteden beri<br />
devletler tarafından kullanılsa da bilimin tamamen denetim altına alınması ve düzenli<br />
bir politika olarak üretilmesi görece yakın bir döneme denk düşmektedir. İkinci<br />
Dünya Savaşı ile Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkan bilim politikaları, hızla<br />
yayılarak diğer ülkelerin de gündemine girmiştir.<br />
Çalışmanın ana hedefi, bilim politikalarının günümüze kadar değişen biçimlerinin<br />
analiz edilmesi ve neoliberal dönemi tanımlayıcı kavramlardan biri olan ve<br />
tezahürlerinin her alanda görüldüğü “rekabet” merkezli çözümlenmesidir. Diğer bir<br />
ifadeyle, çalışmada bilginin tarihsel olarak ekonomik sistemler tarafından nasıl<br />
kullanıldığını ve günümüzde odak noktaya oturma sürecini irdeleyerek, İkinci Dünya<br />
Savaşı’ndan sonra içe dönük kalkınma ile özellikle 1970’lerin ortalarında yükselişe<br />
geçen dışa dönük stratejiler ekseninde nasıl biçimlendiğini ortaya koymak<br />
amaçlanmıştır. Bu bağlamda çalışma üç ana boyutta tasarlanmıştır. Birinci bölümünde<br />
modern bilimin doğuşundan günümüze bilgi-ekonomi ilişkisi incelenmiştir. İkinci<br />
bölümde bilim politikalarının ortaya çıkışından neoliberal döneme kadar ve üçüncü<br />
bölümde neoliberal dönemle birlikte aldığı biçimler analiz edilmiştir. Ayrıca<br />
Türkiye’deki değişimler kalkınma planları üzerinden değerlendirilmiştir.<br />
341
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
2. BİLİM-EKONOMİ İLİŞKİSİNİN TARİHSEL İZDÜŞÜMÜ<br />
Devlet-bilim ilişkisinin tarihsel olarak bilimin üç temel işlevi üzerinde yoğunlaştığı<br />
görülmektedir. Bunlardan ilki daima birbiriyle çok sıkı bağları olan bilim ve savaşın<br />
ürünü olan askeri bilimdir. Savaş gereksinimlerinin sivil gereksinimlerden elzem<br />
görülmesi ve askeri teknikte meydana gelen yeniliğin savaşlardaki belirleyici rolü<br />
devletlerin bu alana harcama yapmasını sağlamıştır (Bernal, 2011: 155). Birinci<br />
Dünya Savaşı devletlere askeri tekniğin önemini tam olarak kavratmış (Russell, 1969:<br />
193) ve İkinci Dünya Savaşı’nda bilim politikaları bu alanda doğmuştur (Türkcan,<br />
2003: 154). Devletin bilim ile ilişkisinde ikinci önemli boyutu ile ilişkili olarak öne<br />
çıkan sınai bilimidir. Son olarak bilimin askeri ve ekonomik alanda kazandığı<br />
başarıların bir sonucu olarak bilimin meşruiyet dayanağı olarak kullanılmasıdır.<br />
Devletler toplumsal alanda kabul görmüş bilimsel verilere dayanarak politikalar<br />
üretmekte ve özellikle sosyal bilimleri temel aygıtlarını meşrulaştırmak için<br />
kullanmaktadırlar (Erat ve Arap, 2016). Her üç boyut birbiri ile ilişkili olmakla<br />
birlikte ekonomi ve bilim arasındaki ilişki günümüzde devletler açısından daha<br />
belirleyicidir.<br />
Çalışmanın temel sorunsalı olan ekonomi alanı ile bilim ilişkisinde devletin büyük<br />
oranda denetleyici rolü bilim politikalarının ortaya çıkışından sonra resmiyet<br />
kazanmıştır. Fakat devletlerin bilimin bu yönünü keşfetmesi bilim-ekonomi ilişkisinin<br />
bir sonucudur. Tarihsel süreç içinde bilimin yükselişe geçtiği dönemlerin her biri,<br />
toplumsal ve ekonomik bir devrime karşılık gelmektedir. Bu nedenle bilimsel<br />
gelişmelerin çoğu aynı zamanda ekonomik bir yön taşımakta ve bu da bilim-ekonomi<br />
ilişkisini insanlığın tarihi kadar eski kılmaktadır. Ancak bu ilişkinin şiddeti<br />
kapitalizmin ve modern bilimin birlikte doğuşuna tanıklık eden burjuvazinin yükselişe<br />
geçtiği döneme denk gelmektedir (Bernal, 2009a: 33). Bilimi doğanın hakikatlerinin<br />
keşfedilmesinde matematiksel bir alet olarak gören Galileo’nun ampirik metotlarının<br />
zaferi modern bilimin doğuşu olarak kabul edilmekte (Forti, 1997: 23-25) ve bilimsel<br />
devrimin Newton ile tamamlandığı belirtilmektedir (Lily, 2012: 194). Galileo Ortaçağ<br />
siyasal yapısı içinde önemli bir aktör olan Kilise öğretilerine karşıt tutumu nedeniyle<br />
bilim-iktidar ilişkisinde önemli bir sembol haline gelirken; modern bilimin<br />
olgunlaşma evresinde yer alan Newton, değişen iktisadi koşullar ekseninde gelişen<br />
burjuvazinin sorunlarına cevap aramış ve uzlaşı içinde bir hayat yaşamıştır (Doko,<br />
2011: 13-17).<br />
Newton’un çalışmalarında iktisadi koşulların belirleyici olduğunun ortaya atılması<br />
görece yakın bir döneme denk gelmekte ve bilimin gelişiminin bu yönde olmasının<br />
eleştirilmesi ilgili alanın postmodern tartışmalarının başlangıcında yer almaktadır.<br />
Sovyet fizikçi Boris Hessen 1931’de Londra’da düzenlenen bilim tarihi konulu<br />
konferansta sunmuş olduğu tebliğde, Newton’un temel eserinin (Principia) bilimsel<br />
bir dehanın ürünü olmaktan ziyade 17. yüzyıl Britanya’sındaki toplumsal ve iktisadi<br />
koşulların bir sonucu olduğunu savunmuştur (Serdar, 2001: 8). Hessen o günün ticaret<br />
sermayesinin ortaya çıkışının ve gelişiminin meydana getirdiği talepleri iletişim,<br />
sanayi ve savaş ve savaş endüstrisi şeklinde üçe ayırmaktadır. Bu dönemde üzerinde<br />
durulan hidrostatik, hidrodinamik ve gök mekaniği gibi alanlar ticaretin gelişmesi için<br />
su taşımacılığının önündeki engellerin kaldırılması yönündeki çalışmalardır. Yine<br />
342
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
hidrostatikle birlikte aerostatik ve atmosfer basıncı gibi konular madenlerin daha derin<br />
kazılması önündeki engelleri kaldırıp sanayinin gelişmesine yönelik çalışmalardır.<br />
Son olarak, iç ve dış balistik çalışmaları savaş endüstrisini geliştirmeye yöneliktir.<br />
Hessen, Newton’dan önce çalışılan fizik konularını dört grubu ayırarak tahlil etmiş ve<br />
bunların o günün temel problemlerince nasıl koşullandığını incelemiştir: (i) Basit<br />
makinelere, eğilimli yüzeylere ilişkin genel statik problemler; madencilik ve yapı<br />
sanatı için önemli olan kaldırma araçları ve şanzıman mekanizmalarına ilişkin temel<br />
fizik problemleridir. (ii) Kütlelerin serbest düşüşü ve mermilerin izlediği yol üzerine<br />
yapılan çalışmalar; balistiğe ilişkin fizik konularıdır. (iii) Hidrostatik, aerostatik ve<br />
atmosferik basınç yasaları; madenlerin havalandırması, cevherlerin eritilmesi, kanal<br />
ve yükseltme havuzu inşası, gemilerin şeklinin tasarlanması gibi problemler için<br />
önemlidir. (iv) Gök mekaniğinin problemleri ve dalgalar teorisi gemicilik için<br />
gereklidir. Netice itibariyle tüm fizik problemlerini genel yöntemler ile çözmek için<br />
sağlam bir teorik temel inşa etmenin koşulları olmuştur. Gök ve yer mekaniğinin<br />
sorunlarını çözmek için gerekli olan ansiklopedik incelemeyi Newton yapmıştır.<br />
Newton tarafından sorunsal edilen ilerici bilim konuları ilerici sınıf olan burjuvazinin<br />
taleplerini oluşturmuştur (Hessen, 2009; Hesen, 2010).<br />
Modern bilim ile hızlanan teknik gelişim Sanayi Devrimi ile devam etmiştir. James<br />
Watt’ın 1776’da patentini aldığı buhar makinası tekniğin niteliğinin sahip olduğu<br />
anlamı değiştirmiştir. Yukarıdaki kısa tarihi bilgiden de anlaşılacağı üzere o zamana<br />
kadar teknik belirli bir toplumsal talebi karşılamak için amaç edinilen aletin ortaya<br />
çıkarılmasıdır ve yine belirli amaçlar konularak geliştirilmesidir. Buhar makinasıyla<br />
temel sorunsal, bir güç elde edildikten sonra bunun nerede kullanılacağıdır. Yani artık<br />
önceden belirlenmiş amaçlara hizmet edecek araçların geliştirilmesi yerine, belirli bir<br />
aletle amaçların belirlenmesi söz konudur (Freyer, 2014: 37-38). Çünkü Watt buhar<br />
makinasını kömür ocaklarında dolan suyu pompalamak için geliştirmiş, fakat<br />
Birmingham’lı üretici Matthew Boulton ortaklığıyla bu makinayı madencilik<br />
dışındaki endüstrilere de satmışlardır (McClellan ve Dorn, 2013: 329). 1800’e<br />
gelindiğinde buhar makinası çoğu pamuklu imalathane olmak üzere 181 fabrikada<br />
kullanılır hale gelmiştir (Huberman, 2012: 193). 1770-1800 yılları arasında kalan 30<br />
yılı dünya tarihinde kesin bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. Makineleşmenin<br />
sağladığı olanaklar, yeni ve üretken bir sanayi çerçevesinde ilk kez gerçekliğe<br />
dönüşmesine olanak vermiştir. Bu adımlarla 19. yüzyılda sanayi ve bilimdeki<br />
muazzam gelişme kaçınılmaz olmuştur. Bu yüzyıl yaşanan değişimin dünyanın her<br />
tarafında hissedildiği bir dönemdir. Ulaşımın hızla gelişmesi sanayinin hızla<br />
yayılmasını sağlamış ve eski feodal toplumsal ilişkileri yok etmiştir (Bernal, 2009a:<br />
476).<br />
Bilginin meslekleşmesi, disiplinlere ayrılması, yeni bilginin üretilmesi ve bilgi<br />
üretenlerin yeniden üretilmesi üzerine devamlılık gösteren kurumsallaşmaların<br />
oluşturulması 19. yüzyıla damgasını vurmuştur. Doğa bilimcileri üniversitelere<br />
girmeye başlamış, felsefe Newtoncu bilim karşısında düşüşe geçmiştir (Gulbenkian<br />
Komisyonu, 2012: 16-19). 19. yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde kişilerin<br />
geliştirdiği bilimden ağırlıklı olarak sınai için geliştirilen bilim dönemine geçilmiştir.<br />
Ekonominin kaynaklık ettiği tekelleşme eğiliminin temelinde bilimsel gelişmeler<br />
yatmaktadır. Yüksek maliyetli bilimin gerekli kıldığı harcamaların tekeller tarafından<br />
343
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
karşılanması bu eğilimi arttırmıştır. Bu dönemde yapılan sınai bilimsel<br />
araştırmalarının %80’i tekelci şirketlerin araştırma enstitülerinde yapılmıştır (Bernal,<br />
2009b: 14, 25). 20. yüzyılın başlarında modern bilimin yararlılığına olan güven<br />
sınırsız olmuştur. Olumlu ve olumsuz tüm gelişmelerde, görkemli ve yıkıcı<br />
değişimlerde, savaşlarda ve devrimlerde bilime gereğinden fazla pay verilmiştir<br />
(Conner, 2013: 465; Bernal, 2009b: 11-12). Dünya üretici güçlerinin bütün<br />
evrelerinde ortaya çıkan gelişmeler anılan dönemin bilimsel ve teknolojik devrim<br />
olarak nitelenmesini sağlamıştır. Bir faaliyet alanında ortaya çıkan bilimsel gelişmeler<br />
hızla diğer faaliyet alanlarına yayılmış, bilim ve teknolojideki hızlı ilerlemenin önünü<br />
açmıştır. Atomik parçalanma yalnızca nükleer enerji sanayisinin doğmasına neden<br />
olmamış, aynı zamanda sanayide, tarımda, tıpta, izotop ve radyasyonların geniş çapta<br />
kullanılmasının önünü açmıştır. Üretim yöntemleri kökten değişmiş, yüksek derecede<br />
üretken araçlar ve yeni donatımlar kullanılmıştır (Shpirt, 1976: 13).<br />
ABD’de Bilimsel Araştırma ve Geliştirme Ofisi direktörü olan Dr. Vannevar Bush,<br />
Başkan Roosevelt’in isteği üzerine hazırladığı raporda kullandığı şu cümleler bilimin<br />
algılanan önemini ortaya koymaktadır (Conner, 2013: 461): “Bilimsel ilerlemeler<br />
günlük hayata geçirildiğinde, daha fazla istihdam gücü, daha yüksek maaşlar, daha<br />
az çalışma saatleri, daha çok ürün, dinlenmek, okumak ve sıradan insanın çağlar<br />
boyunca altında ezildiği ağır işler altında ezilmeden nasıl yaşayacağını öğrenmek için<br />
daha fazla zaman anlamına geliyor.” Raporunda bilimi “uçsuz bucaksız bir sınır/<br />
Science- The Endless Frontier” olarak tanımlayan Bush, araştırma olgusunu bilimsel<br />
sermaye olarak nitelendirmiş ve sanayiye bilgi akışının önemi üzerinde durmuştur.<br />
Özetle bilimsel araştırmalardan yeni ürünler elde edilmesi, bunların dünya<br />
piyasalarına girecek bir ticari nitelik kazanması ve nihai olarak toplumun refahı<br />
amaçlanmıştır (Bush, 1945; Göker, 2004: 177-179). Bunun diğer bir anlamı bilimin<br />
sonuçlarının etki alanı devletlerin bilimi kontrol edecekleri mekanizmalar oluşturma<br />
fikrini doğurmuştur. Kısaca, askeri bilimin özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndaki ve<br />
genel olarak bilimin uluslararası ekonomik ilişkilerdeki belirleyiciliği; o güne kadar<br />
çoğunlukla patent, savaş teknolojisi gibi bilimin belirli bir yönü ile ilgilenen devletleri<br />
sürekli ve sistemli politikalar üretmeye itmiştir.<br />
3. BİLİM POLİTİKALARI-EKONOMİ İLİŞKİSİNİN BİRİNCİ<br />
EVRESİ: KALKINMA İÇİN BİLİM<br />
Bush’un bilime olan güvenin boyutunu gösteren raporundan bir ay sonra Hiroshima<br />
ve Nagasaki’de kullanılan silahlar nükleer fiziğin yıkıcı gücünü ortaya koymuştur. Bu<br />
olayları doğuran proje, 1941’de Roosevelt’in başlattığı bilime dayalı araştırma<br />
faaliyeti olan Manhattan Projesi, devletin bilimi uzun süreli denetleyici bir<br />
mekanizma içine almasının ilk örneğidir (Ansal, 1997: 191-192). Bilim artık siyasi<br />
kararların tam merkezine oturmuş, bilim-hükümet-sanayi iç içe geçmiştir (Fara, 2012:<br />
411). Böylece bilim politikası savaş yıllarında ortaya çıkmıştır ve uzun süre Soğuk<br />
Savaş’ın da etkisiyle yoğunluklu olarak bu alana hizmet etmiştir (Türkcan, 2003:<br />
154). Ancak bu diğer alanlarda özellikle de çalışmanın sorunsalı olan ekonomik<br />
alanda bilimin kullanımını zayıflatmamış aksine yükselişe geçen ekonomik<br />
paradigmaların öbeğine oturmuştur.<br />
344
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda yükselişe geçen ulusal kalkınma, ulusal refah<br />
devletinin eşdeğeri şeklinde sunularak her yerde genişleyen dünya ekonomisinin<br />
olumlu etkisiyle büyük bir vaade dönüşmüştür (Wallerstein, 2000: 37, 82). İktisadi<br />
kalkınmanın modernleşmeyi beraberinde getireceği varsayılmış, böylece kalkınma<br />
toplumların en başta gelen hedefi arasında yer alarak savaş sonrası dünyanın özgül<br />
boyutlarından biri olmuştur (Keyder, 2004: 9). Bu bağlamda kalkınma ile ilgili model<br />
ve düşüncelerin üretildiği kırklı ve ellili yıllarda ‘kalkınma iktisadı’, iktisadın bir alt<br />
disiplini olarak doğmuştur. Eski canlılığını yitirse de konu ile ilgili akademik<br />
çalışmalar devam etmektedir (Hirschman, 2010: 23). Çalışmanın sorunsalı açısından<br />
ele alındığında, bu dönemde bilim kalkınmanın önemli öğelerinden biri olarak<br />
görülmüştür. Bilimin önemi iki temel nedenden kaynaklanmaktadır. Öncelikle<br />
kalkınmanın dayandığı planların bilimsel verilere dayanılarak hazırlanması bilim<br />
kurumlarının yaygınlaşmasını sağlamıştır. İkincisi sanayileşme ile eşdeğer görülen<br />
kalkınmanın gerçekleşebilmesi bilimsel gelişmelere bağlanmıştır. Bu nedenle<br />
kalkınma anlayışının yükselişi ile dünyada bilim politikalarının ortaya çıkışı ve<br />
yaygınlaşmasının yakın tarihlere denk gelmesi manidardır. Nitekim Ekonomik<br />
Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün 1963’te düzenlediği bilimle ilgili bakanlar<br />
toplantısının ilkinde katılan bakanlardan yalnızca dördü bilim ve araştırma ile ilgili<br />
bir bakanlığı temsil ederken, 1966’da düzenlenen ikinci toplantıda katılımcıların<br />
2/3’si bilim ve araştırma ile ilgili bir sıfatla toplantıya katılmışlardır. 1968’de<br />
gerçekleşen üçüncü toplantıda birkaç ülke dışında tüm ülkeler bilim ile ilgili bir bakan<br />
ve kendilerine refakat eden iktisadi işlerden sorumlu bakan ve üst düzey sorumlular<br />
ile toplantıda temsil edilmişlerdir (Türkcan, 1981: 46).<br />
Bilim-kalkınma ilişkisini gözlemleyebileceğimiz önemli referans noktalarından birisi<br />
de Birleşmiş Miletler (BM) tarafından yapılan çalışmalardır. BM Danışma<br />
Komitesi’nin Mayıs 1963 tarihli “Gelişme için Bilimsel ve Teknolojik Uygulamalar”<br />
başlıklı raporunda teknoloji, dünyada daha iyi hayat seviyesinin temini noktasında en<br />
güçlü faktör olarak ifade edilmiştir. Raporda ülkelerin gelişmesine katkıda bulunacak<br />
tarım, sanayi, ulaşım vb. alanlardaki sorunlarını kuracakları ulusal kurumlar aracılığı<br />
ile çözebileceklerini belirtmiştir. Bu kurumların yeterli teknik donanıma sahip olması,<br />
genç araştırıcıları araştırmaya itecek özelliklerinin bulunması ve bilgi transferini<br />
sağlayacak mekanizmalara sahip olması üzerinde durulmuştur (BM, 1973: 1, 53).<br />
Özetle, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda azgelişmiş ülkeler için içe dönük büyümeye<br />
ve daha bağımsız bir ilişkiye dayalı yeni bir rejimin başlangıcı söz konusudur ve bu<br />
dönem bilim adamları ve politika yapıcıları arasında, doğru kalkınma stratejileri<br />
tasarlamak için gerekli olan kalınma sürecini anlama ve bu yönde çalışmalara<br />
yönelme konusunda ilginin başlangıcına işaret etmektedir (Thorbecke, 2013: 123-<br />
124).<br />
Başlangıçta kalkınma amacının önemli bir aracı olarak uygulanan bilim politikaları,<br />
sonraki yıllarda başlı başına bilim ve teknoloji politikaları terimi altında<br />
sanayileşmenin yeni bir tanımı haline gelmiştir (Türkcan, 2003: 154). Türkiye<br />
açısından bilim politikasının oluşması ve gelişimi konusunda dünyadaki gelişmelerle<br />
paralellik göstermektedir. 1963’te başlayan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı<br />
politikalarının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bilim ve teknoloji konusuna kalkınma<br />
anlayışının şekillendirdiği ilk dört planda artarak önem verilmiştir. Birinci planda<br />
345
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
bilim başlığı kullanılmasa da konu, “İnsangücü, İstihdam, Eğitim ve Araştırma”<br />
başlığı altında “Araştırma” alt başlığıyla işlenmiştir (DPT, 1963: 463-467). İkinci<br />
planda “Ekonomik Gelişmede İnsan Unsuru” başlığı altında “Bilim ve Araştırma” ve<br />
“Milletlerarası Teknik ve Bilimsel Dayanışma” şeklindeki iki alt başlık olarak;<br />
üçüncü planda “Teknolojik Gelişme ve İnsangücü” ve dördüncü planda “Bilim ve<br />
Teknoloji” ana başlıklarıyla yer almıştır (DPT, 1968; DPT, 1973; DPT, 1979). Bu<br />
planlarda bilim ve teknolojinin başta endüstrileşme olmak üzere iktisadi ve toplumsal<br />
konularda gelişimin önünü açacağı ve genel olarak kalkınmaya engel olan sorunların<br />
çözümünü sağlayacağı vurgusu yapılmıştır. Yeterli altyapının mevcut olmaması<br />
belirlenen ilk politikaların bu açığı kapamasına yönelik olmuştur. Bu bağlamda<br />
planlarda araştırmacı personel sayısının arttırılması, bilimin kurumsallaşması,<br />
uluslararası teknoloji transferinin yaygınlaştırılması üzerinde durulan temel konular<br />
olarak öne çıkmıştır (DPT, 1963: 466-467; DPT, 1968: 197-204; DPT, 1973: 681-<br />
690).<br />
Birinci planda hedef olarak yer edinen ve Türkiye’nin ilk bilim kurumu olan<br />
TÜBİTAK aynı yıl, 1963’te kurulmuştur. Birçok alanda bölümlere, enstitülere ve<br />
teknik müdürlüklere ayrılan kurumun ilk dört plan süresince alt birimlerinin<br />
neredeyse tamamında kalkınmanın bir amaç olduğu ve kalkınmayla birlikte kalkınma<br />
planlarının birimlerce yapılacak çalışmalara kılavuzluk edeceği belirtilmiştir<br />
(TÜBİTAK, 1989). Tüm gelişmelere rağmen bilim politikaları konusunda yeterli<br />
gelişme sağlanamamıştır. Nitekim dördüncü planda ulusal bilim politikalarının hala<br />
net olmadığı ve araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) kaynaklarının yetersiz olduğu<br />
belirtilmiştir. Planda kalkınma planları ile bilim-teknoloji sistemi arasında başarılı bir<br />
bağın kurulamaması, bilim-sanayi arasındaki organik bağın yetersiz kaldığı ve<br />
sanayileşmeye uygun bir teknoloji politikasının geliştirilmediği şeklinde eleştiriler<br />
getirilmiştir (DPT, 1979: 48-51).<br />
4. BİLİM POLİTİKALARI-EKONOMİ İLİŞKİSİNİN İKİNCİ<br />
EVRESİ: REKABET İÇİN BİLİM<br />
Bilim ve teknoloji politikalarının 1980 sonrasında hedeflediği temel olgu dışa<br />
açılmanın bir gereği olarak rekabettir. Ancak 1960’larda kalkınma politikalarında bir<br />
alt bileşen olarak yer alan bu politikaların ikinci evrede, rekabet politikalarının çatısı<br />
altında toplandığını söyleyemeyiz. Bunun yerine yenilik politikaların öne çıktığı<br />
görülmektedir. Yenilik kalkınma kavramı ile düşünüldüğünde bir amaç değil daha çok<br />
bir araç niteliği taşıdığından kalkınma ile aynı düzlemde olan ve temel bir hedef olarak<br />
sıklıkla vurgulanan rekabet kavramı başlık olarak belirlenmiştir.<br />
4.1. Neoliberal Dönemde Rekabetin Anlamı<br />
İkinci dünya Savaşı’ndan sonra ticaretin serbestleştirilmesi yönünde bazı gelişmeler<br />
kaydedilse de 1970’li yıllara kadar gelişmiş ve 1980’lere kadar gelişmekte olan<br />
ülkelerde ekonomi yönetiminde devlet planlaması ve müdahalesinden yana olan<br />
yaklaşımların etkisi hâkim olmuştur (Chang, 2013: 91-92). Bu dönemde en azından<br />
batı ülkelerinde Keynesyen, sosyal ve Hristiyan demokrat ya da bir ölçüde Marksist<br />
düşüncelerin etkisi büyüktür. Temel sosyal ve politik kararların alınmasında piyasanın<br />
belirleyici olması; devletin ekonomideki rolünün azaltılması ve sermayeye tam bir<br />
346
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
özgürlük tanınması fikri o zamanın ruhuna tamamen yabancıdır (George, 2009: 33-<br />
34). Fakat Bretton Woods sisteminin çökmesi, her ülkede enflasyonist dalgaların baş<br />
göstermesi, 1973 ve 1978’de yaşanan petrol şokları bu fikirlerin kabul görmesinin<br />
önünü açmıştır. Yaşanan bunalımın bir boyutunu üretimin düşmesi yani durgunluk<br />
diğer boyutunu fiyat artışları oluşturmuştur. Böylece 20 yıllık bir süreci kapsayan<br />
kalkınma ve zenginleşme yerini karmaşık ve uzun dönemli bir bunalıma bırakmıştır<br />
(Şaylan, 2003: 120, 122).<br />
Bunalım refah devletinin sorgulanmasına yol açarak ona dair ilkelerin yerine<br />
yenilerini getirmiştir. Bu kapsamda yetersiz iktisadi gelişmenin nedenini aşırı devlet<br />
müdahalesine bağlayan neolibreal yaklaşım, 1970’lerin sonundan itibaren yükselişe<br />
geçmiştir. Bunun anlamı ithal ikameci sanayileşme ve finansal baskı gibi stratejiler<br />
yoluyla devletin temel aktör olduğu ulusal kalkınmacılık anlayışını tersyüz edecek<br />
yeni bir döneme geçilmesidir (Öniş ve Şenses, 2013: 347). Neolibrealizmin üzerinde<br />
uzlaşmanın olduğu ortak bir tanımından söz etmek mümkün değilse de sermayenin<br />
ideolojisi olduğu yönünde ittifak vardır (Çitçi, 2008: 5). Bu nedenle toplumsal, siyasal<br />
ve yönetsel alanları içerse de temel özelliği itibariyle ekonomiktir (Güzelsarı, 2003:<br />
17). Kavram 1930’lardaki büyük çöküşe kadar hakimiyetini sürdüren Ortodoks<br />
‘laissez-faire’ iktisat ideolojisinin yeniden canlanışıdır (Harman, 2009: 78). Thorsten<br />
ve Lie (2009: 161) neoliberalizm olgusunun yaygınlaşmasına öncülük eden bir dizi<br />
yazara atfı yaparak kavramı şu şekilde tanımlamaktadır: “neolibralizm, devletin<br />
yegane meşru amacının güçlü özel mülkiyet hakların kadar bireysel özellikle de ticari<br />
özgürlüğü korumak olduğu kanaatini en dikkat çekici ve prototipik olarak<br />
benimseyen, sınırları sert bir biçimde çizilmemiş politik inançlar dizisidir.”<br />
Neolibralizm devletin güç ve büyüklük olarak minimal düzeye gelmesini, uluslararası<br />
düzeyde uygulanabilir serbest piyasa ve serbest ticaret sistemini, özgürce uyarlanmış<br />
piyasa mekanizmasının mal ve hizmetlerin mübadelesinde optimal yol olduğunu<br />
bünyesinde barındırmaktadır.<br />
En öz biçimiyle eski anlayışın yeni anlayıştan farkı, piyasanın müdahale ile değil<br />
rekabet yoluyla tanımlanmasıdır. Rekabet yeni düzenin merkezinde yer almakta ve<br />
diğerlerinden farklı bir yerde konumlandırmaktadır (Dardot ve Laval, 2012: 178).<br />
Ulus devletlerin tarihindeki jeopolitik ve askeri rekabetin yerini kapitalist rekabet tarzı<br />
almıştır (Wood, 2014: 160). Bir kültür olarak düşünülen rekabet, ekonomik etkinliğin<br />
yanı sıra ahlaki, dini ve diğer toplumsal değerlerinde belirleyici mekanizması olarak<br />
görülmektedir (Evre, 2015: 9). Neolibrealizmin temel değeri olarak görülen rekabetin<br />
kaynakları etkin dağıtacağı ve buna dayanılarak sonuçlarının kötü olmayacağı<br />
varsayılır. Rekabetçi sistem içinde geride kalanların zaman içerisinde iyileşeceği<br />
düşünülür. Ayrıca kamu sektörünün hacminin kâr ya da piyasa payı için yapılan<br />
rekabete ilişin temel kanunlara uymadığından ya da uyamadığından azaltılması<br />
rekabetin doğurduğu bir sonuçtur. Diğer bir ifade ile minimal devlet ve özelleştirme<br />
olguları da bu anlayıştan türemiştir (George, 2009:38-39). Bu yüzden rekabet<br />
neoliberalizmin temel yapısını oluşturmaktadır (Golop, 2012: 115). Kapitalizmin<br />
popüler yayınlarında ya da ciddi teorik eserlerde rekabet sözcüğü ile sıklıkla<br />
karşılaşılır ve insanların doğal rekabet eğilimlerinin piyasa ile dinamik hale<br />
getirilmesi ve herkese fayda sağlayacak bir toplumsal sistemin kurulması için<br />
347
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
kullanılması, kapitalizmin büyük başarılarından biri olarak iddia edilmektedir<br />
(Harvey, 2015: 139). Devletin rolü ise rekabet ortamını sınırlamak değil korumaktır.<br />
4.2. Rekabet Etmede Bilim Politikalarının Yeri ve Önemi<br />
Bilim politikaları açısından içinde bulunduğumuz rekabet evresinde, bilim-rekabet<br />
ilişkisini açıklayan en önemli olgu inovasyondur/yeniliktir. Bilim politikalarını<br />
biçimlendiren yenilik için OECD ve Eurostat (2005: 50) tarafından belirtilen asgari<br />
koşul; “ürün, süreç, pazarlama yöntemi veya organizasyonel yöntemin” yeni<br />
olmasıdır. Yenilik icattan farklı olarak ürün, üretim yöntemi ya da cihaz ile ilgili ilk<br />
ticari başarı gerçekleştirildiğinde ortaya çıkmaktadır. Oysa icatlar her zaman<br />
teknolojik yeniliklere neden olmayabilir (Freeman ve Soete, 2003: 7). Bu anlamıyla<br />
ilk kez Schumpeter tarafından ortaya atılan ve büyümenin temel gücü olarak görülen<br />
yenilikte, ortaya atılan fikrin üretime dönüştürülmesi ayırt edici özelliktir (Oğuztürk,<br />
2003: 270). Ürünün piyasaya çıkması yani ticari bir değere kavuşmasının yanı sıra<br />
toplumsal bir amaç için kullanıma girmesi (Freeman ve Soete, 2003: 7) şeklinde<br />
sosyal boyuta içkin tanımlamalara konu olsa da yeniliğin esas boyutu iktisadidir.<br />
Yeniliğin sonucunda ulaşılan ticari başarıdan kastedilen herhangi bir ticarileşme<br />
değil, firmalar açısından performanslarına katkıda bulunan ve olgun ekonomilerin<br />
rekabet edilebilirliğini arttıran ticarileşmedir (Bruce ve Harvey, 2010: 200). Diğer bir<br />
ifadeyle, yenilik iktisadi gelişmenin temel koşullarından biri ve hem firmalar hem de<br />
ulus devletler açısından rekabet mücadelesinin en kritik unsurlarından biri olarak<br />
kabul edilmektedir (Freeman ve Soete, 2003: 7).<br />
Birbiri ile iç içe girmiş teknoloji ve yenilik politikalarıyla ilgili neoklasik yaklaşımın<br />
devamı olan neoliberal ve evrimci/Schumpeterci olmak üzere iki temel yaklaşım<br />
bulunmaktadır. Yenilikçiliği dışsallık olarak kavrayan ve herkesin gelişmelerden eşit<br />
bir şekilde faydalanacağını ileri süren neoklasik anlayış, 1980’li yılların sonundan<br />
itibaren yerini bir toplumda yenilik yapabilme yetisini o toplumdaki ekonomik ya da<br />
değil tüm aktörlerin etkileşimi sonucu olarak gören evrimci yaklaşıma bırakmıştır<br />
(Oğuztürk, 2003: 270). Neoliberalizmin yükselişe geçtiği yıllarda eklektik bir şekilde<br />
evrimci yaklaşımın bilim ve teknoloji politikalarında hakim olması oldukça şaşırtıcı<br />
görülmektedir (Alpaslan vd., 2008: 6). Neoklasik yaklaşımda teknolojik yenilikler ve<br />
bilginin piyasa koşullarında kaynakların etkin bir şekilde tahsisini sağlayan (i)<br />
ürünlerin dışlanabilir olması, (ii) rekabetçi olması ve (iii) şeffaflık koşullarını her<br />
zaman taşıyamayacağı varsayılır. Bu nedenle teknolojik yenilikler üretilirken<br />
piyasanın aksamaması için devletin teknoloji ve yenilik politikalarıyla kaynak tahsis<br />
süreçlerini etkilemesi gereklidir (Taymaz, 2001: 6).<br />
Evrimci iktisatçılar ise neoklasik iktisatçıların piyasa mekanizmasının daha iyi<br />
işlemesine yönelik olarak kabul ettikleri sınırlı devlet müdahalesi anlayışının eksik bir<br />
yaklaşım olduğunu varsayarlar (Kökocak, 2005: 91). Evrimci yaklaşıma göre<br />
ekonomik gelişmenin temeli yeniliktir. Yaklaşımda zayıflayan sektörlerin meydana<br />
getirdiği yıkım ile ortaya çıkan ekonomideki yeni teknoloji ve endüstrilerin<br />
oluşumunu içeren evrimsel bir süreç varsayımı söz konusudur. Shumpeter’in<br />
ekonomik yapının merkezine oturttuğu girişimci, ortaya çıkardığı teknolojik yenilikle<br />
yüksek bir kâr marjı elde eder ve bu yeniliğin diğer firmalara transferiyle bu marj iner<br />
ve başka bir girişimcinin yeni bir yeniliği ortaya çıkarmasına dek sürer (Ansal, 2004:<br />
348
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
41). Evrimci yaklaşımın teknoloji ve yenilik politikası, firmaların ve ulusal yenilik<br />
sisteminin teknolojik yeteneğini geliştirmeye yöneliktir. Firmalar tek başlarına yenilik<br />
yapamayacakları için firmalar ve kâr amaçlı olmayan kuruluşlar arasındaki etkileşim<br />
önemlidir. Bu bağlamda bilim ve teknoloji politikası; yenilik için ortam oluşturacak<br />
işbirliğini teşvik etmek, (ii) firmaların yenilik kültürünü geliştirmek ve düşüncesini<br />
teşvik etmek, (iii) ağ tipi örgütlerle teknoloji ve bilgi akışını desteklemek, (iv) ilgili<br />
kurumsal yapıları ve geliştirmek ve ulusal yenilik sistemlerinin etkin çalışmasını<br />
sağlamak amacındadır (Taymaz, 2001: 9, 15-16). Bu özellikleri nedeniyle bilim ve<br />
teknoloji politikalarında kabul gören ve uygulanan evrimci yaklaşım neoliberal<br />
dönemde devlet müdahalesinin özgün biçimidir. Özellikle OECD’nin yayılmasında<br />
etkili olduğu ve devletlerin bilim politikalarını çatısı altında topladıkları ulusal yenilik<br />
sistemleri aracılığıyla, piyasa-devlet ilişkisinde bir karşıtlık değil tamamlayıcılık söz<br />
konusudur (Alpaslan, 2008: 8-9).<br />
Türkiye yenilik politikalarıyla 1990’larda tanışmıştır. 1980 öncesinde genel olarak<br />
yenilik kavramı petrokimya, plastik, tarım gibi çeşitli sektörlerde bir amaç olarak<br />
sayılmışsa da (DPT, 1973: 682; DPT, 1968: 425; DPT, 1979: 488; DPT, 1985: 67)<br />
yukarıdaki bağlamda ele alınışı 1996-2000 yılları için hazırlanan VII. Kalkınma<br />
Planı’na rastlamaktadır. Planın “Bilim ve Teknolojide Atılım Projesi” başlığında zayıf<br />
olan rekabet gücünün yenilikçi teknolojilerin geliştirilmemesinden kaynaklandığı<br />
belirtilerek yenilik bir amaç olarak sayılmıştır (DPT, 1996: 74-76). VIII. Kalkınma<br />
Planı’nda bilimin sağlam bir zeminde işlemesi için Ulusal Yenilik Sistemleri’nin<br />
önemine değinilerek gerekli adımların atılmasına karar verilmiştir (DPT, 2001: 126-<br />
128). Yenilik kavramı bu planla birlikte bilim ve teknoloji politikalarının tasarlandığı<br />
başlıklarda yer edinmiştir. VIII. Kalkınma Planı bilimi “Bilim ve Teknoloji<br />
Yeniliğinin Geliştirilmesi” başlığı ile düzenlerken IX. Kalkınma Planı’nda “Ar-Ge ve<br />
Yenilikçiliğin Geliştirilmesi” başlığı kullanılmıştır. Planda yeniliğin ekonomik<br />
rekabetin vazgeçilmez unsuru olduğu belirtilerek, yeniliğin ihtiyaç duyduğu Ar-Ge<br />
faaliyetlerinin önemine değinilmiştir (DPT, 2007: 5, 75). X. Kalkınma Planı’nda<br />
ekonomik büyüme ve yeniliğin bir arada anıldığı “Yenilikçi Üretim, İstikrarlı Yüksek<br />
Büyüme” ana başlığı kullanılmıştır. Özel sektörü yeniliğin merkezine alan planda<br />
araştırmaların ticari bir değere dönüşmesi ve uluslararası düzeyde rekabet etmeye<br />
katkıda bulunması şeklindeki açıklamayla yeniliğin nihai hedefi açıkça ortaya<br />
konmuştur (DPT, 2013: 86-87). Sonuç olarak Türkiye’nin bilimden beklentileri ve<br />
ilgili politikaları bu beklentiler doğrultusunda şekillendirme anlayışı dünyadaki<br />
gelişmelerden görece geç olsa da farklı değildir.<br />
5. SONUÇ<br />
Modern bilimin doğuşu bilim-iktidar ilişkisinde bir çatışmaya tanıklık etse de<br />
ilerleyen zamanda bu ilişki uzlaşı ve kaynaşmaya yerini bırakmıştır. Önceleri teknik<br />
gelişmelere toplumsal ihtiyaçlar; bilimsel ilerlemeler ise büyük oranda bilim insanının<br />
merakı kaynaklık etmiştir. Bilim ve teknoloji iki ayrı alan olarak ve çoğunlukla zayıf<br />
bir ilişki içinde hatta bağımsız gelişmiştir. Ancak modern bilimin doğuşuyla bilimin<br />
teknolojiye uygulanmasının ve tekniğin de bilimin önünü açmasının ortaya çıkardığı<br />
sonuçlar ikisi arasındaki dolaylı ilişkiyi doğrudan bir ilişkiye evirmiştir. Sanayi<br />
Devrimi ile birlikte artık amaçların hâkimiyetinden araçların belirleyici olduğu bir<br />
349
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
döneme geçilmiştir. Diğer bir ifadeyle, bilimsel bir buluşun ya da teknik bir gelişimin<br />
yalnızca onu ortaya çıkaran sebeplere münhasır özelliğiyle değil başka alanlar için de<br />
kullanılabilir olduğu keşfedilmiştir.<br />
19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında tekelci şirketlerin arzuladıkları gelişmelerin<br />
gerektirdiği olan bilim bunların kurduğu araştırma birimlerinde geliştirilirken, yüksek<br />
harcamalar gerektiren bilimsel gelişmelerin finansı da bu tekeller tarafından<br />
karşılanmıştır. 20. yüzyılın ilk yarısında bilimin ekonominin yanı sıra özellikle askeri<br />
alandaki belirleyiciliği bilimin gücünün tam olarak anlaşılmasını sağlamıştır. Bunun<br />
yanı sıra politikacılar ve bürokratların bilimi rasyonel karar vermenin önemli bir aracı<br />
olarak görmeleri bilimi artık bir merak konusu ve tekniği kendini hissettiren bir<br />
toplumsal ihtiyacın sonucu olmaktan çıkarmıştır. Bilim artık sıkı bir denetim<br />
mekanizması içinde bütünsel kullanıma konu olmuştur. Bu bütünsellikten kastedilen<br />
bilimin her yönüyle sürekli kullanımı, kamu ve özel kesimin bilgiyi yönetilebilir<br />
kılacakları mekanizmalar ve kurumsal yapılar oluşturmasıdır.<br />
İlk kez ABD’de İkinci Dünya Savaşı’yla bir politikaya dönüşen bilim ve teknoloji<br />
hem kalkınma planlarında yer edinerek hem de ulusüstü kurumların teşvik etmesiyle<br />
diğer ülkelere yayılmıştır. Bu dönemde bilim politikalarının varmak istediği ana hedef<br />
kalkınmanın amaçlarına mutabık bir şekilde sanayileşmedir. Fakat 1970’lerde<br />
Keynesçi ekonomik düzenin düşüşe geçmesi neoliberal koşulların oluşmasının<br />
zeminini hazırlamıştır. Yeni dönemde kalkınma bir amaç olarak varlığını sürdürse de<br />
rekabet edilebilirliğin arttırılması devletler açısından en önemli hedef haline gelmiştir.<br />
Bilim politikalarının içerisinde yer aldığı yenilik ise rekabetin sağlanmasında kritik<br />
unsur olarak görülmüştür. Böylece bilim politikaları kalkınma iktisadından sonra<br />
yenilik iktisadı ile içselleşmiştir.<br />
Türkiye’nin bilim ve teknoloji politikalarıyla varmak istediği amaçlar ve bunun için<br />
kullandığı yöntem ve araçlar gelişmiş ülkelerle neredeyse aynıdır. Kalkınma<br />
planlarıyla birlikte bilim politikaları sanayileşme politikalarına hizmet ederken, yeni<br />
dönemde rekabetin önemli bir unsuru olarak görülmüştür. Bunu yalnızca çalışmanın<br />
sınırladığı planlarda değil TÜBİTAK gibi kurumsal gelişmelerde, bilim ve<br />
teknolojiyle ilgili yasal düzenlemelerde ve diğer ilgili dokümanlarda okumak<br />
mümkündür.<br />
KAYNAKÇA<br />
Alpaslan, B. Avşar, K. E. & Akseki, U. (2008). Neo-Liberal Politikalar- Ulusal Bilim<br />
ve Teknoloji Politikaları Ekseninde Türkiye ve Avrupa Birliği: Türkiye’nin<br />
Çevreleşmesi. İzmir, II. Ulusal İktisat Kongresi, DEU İİBF, 20-22.02.2008,<br />
1-27.<br />
Ansal, H. (1997). Bilim ve Emek Süreci. Bilim, Bilim Politikası ve Üniversiteler,<br />
(Haz. Emine Akalın, Hakan Aydoğdu, Reşat Saraoğlu). İstanbul: Bağlam<br />
Yayıncılık, 187-193.<br />
Ansal, H. (2004). Geçmiş ve Gelecekte Ekonomik Gelişmede Teknolojinin Rolü.<br />
Teknoloji. Ankara: TMMOB, 35- 58.<br />
Basalla, G. (2013). Teknolojinin Evrimi, (Çev. Cem Soydemir), İstanbul: Doğu-Batı.<br />
350
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bayırbağ, M. K. (2013). Kamu Politikası Analizi İçin Bir Çerçeve Önerisi, Kamu<br />
Politikası Kuram ve Uygulama. Der. Mete Yıldız ve Mehmet Zahid Sobacı.<br />
Ankara: Adres Yayınları.<br />
Bernal, J. D. (2009a). Tarihte Bilim I. İstanbul: Evrensel Basım.<br />
Bernal, J. D. (2009b). Tarihte Bilim II. İstanbul: Evrensel Basım.<br />
Bernal, J. D. (2011). Bilimin Toplumsal İşlevi. İstanbul: Evrensel Basım.<br />
BM. (1973). Kalkınma İçin Bilim ve Teknoloji, (çev. Sedat Törel), Ankara: U.İ.B.<br />
Yayınları.<br />
Bruce, D. & Harvey, H. (2010). Marka Bilmecesi. (çev. Aslı Özer). İstanbul: Türkiye<br />
İş Bankası.<br />
Bush, V. 1945, Science The Endless Frontier. United States Government Printing<br />
Office, Washington. https://www.nsf.gov/od/lpa/nsf50/vbush1945.htm,<br />
(24.07.2014).<br />
Conner, C. (2013). Halkın Bilim Tarihi. (çev. Zeynep Çiftçi Kanburoğlu). Ankara:<br />
TÜBİTAK.<br />
Çitçi, O. (2008). Yeni Siyaset: Neoliberalizm ve Postmodernizmin Siyasal Projesi.<br />
Sosyal Bilimler Dergisi, 1(2), 2-32.<br />
Dardot, P. & Laval, C. (2012). Dünyanın Yeni Aklı. (çev. Işık Ergüden). İstanbul: Bilgi<br />
Üniversitesi Yayınları.<br />
Doko, E. (2011). Dahi ve Dindar Isaac Newton. İstanbul: İstanbul Yayınevi.<br />
DPT, 1963, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1963-1967). http://ekutup.dpt.gov.tr,<br />
(25.11.2014).<br />
DPT, 1968, İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1968-1972). http://ekutup.dpt.gov.tr,<br />
(26.11.2014).<br />
DPT, 1973, Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (1973-1977). http://ekutup.dpt.gov.tr,<br />
(27.11.2014).<br />
DPT, 1979, Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (1979-1983).<br />
http://ekutup.dpt.gov.tr, (27.11.2014).<br />
DPT, 1985, Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1985-1989).<br />
http://www.kalkinma.gov.tr, (25.11.2014).<br />
DPT, 1990, Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı (1990-1995).<br />
http://www.kalkinma.gov.tr, (25.11.2014).<br />
DPT, 1995, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1996-2000).<br />
http://www.kalkinma.gov.tr, (25.11.2014).<br />
DPT, 2000, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (2001-2005).<br />
http://www.kalkinma.gov.tr, (25.11.2014).<br />
DPT, 2006, Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013). http://www.kalkinma.gov.tr,<br />
(25.11.2014).<br />
DPT, 2013, Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018). http://www.kalkinma.gov.tr,<br />
(25.11.2014).<br />
Erat, V. & Arap İ. (2016). Dünyada ve Türkiye'de Bilim İktidar İlişkisinin Evrimi.<br />
Ankara: Notabene Yayınları.<br />
Evre, B. (2015). Neo-Liberalizmin Teorik Açmazları ve Pratik Sonuçları: Bir<br />
Paradigma Krizi. Amme İdaresi Dergisi, 48(4).1-18.<br />
Fara, P. (2012). Bilim Dört Bin Yıllık Tarih. İstanbul: Metis Yayınları.<br />
351
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Forti, Augusto, 1997, “Modern Bilimin Doğuşu ve Düşünce Özgürlüğü”, Bilim ve<br />
İktidar. (çev. Mehmet Küçük), TÜBİTAK, Ankara, s. 23- 38.<br />
Freeman, C. & Soete, L. (2004). Yenilik İktisadı. (çev. Ergun Türkcan). Ankara:<br />
TÜBİTAK.<br />
Freyer, H. (2014). Sanayi Çağı. Ankara: Doğubatı.<br />
George, S. (2009). Neoliberalizmin Kısa Tarihi. Neoliberal İktisadın Marksist<br />
Eleştirisi. İstanbul: Kalkedon, 33- 47.<br />
Golob, U. (2012). Sosyal Ekonomi ve Toplumsal Sorumluluk: Küresel Neoliberalizm<br />
Anarşisine Alternatifler. Atılım Sosyal Bilimler Dergisi. 2(1), 107-122.<br />
Göker, A. (2004). Pazar Ekonomilerinde Bilim ve Teknoloji Politikaları ve Türkiye.<br />
Teknoloji. Ankara: TMMOB, 123-220.<br />
Gulbenkian Komisyonu. (2012), Sosyal Bilimleri Açın. İstanbul: Metis Yayın.<br />
Güzelsarı, S. (2003). Neo-Liberal Politikalar ve Yönetişim Modeli. Amme İdaresi<br />
Dergisi. 36(2), 17-34.<br />
Harman, C. (2009). Neolibralizmi Yorumlamak, Neoliberal İktisadın Marksist<br />
Eleştirisi. İstanbul: Kalkedon.<br />
Harvey, D. (2015). On Yedi Çelişki ve Kapitalizmin Sonu. (çev. Esin Soğancılar).<br />
İstanbul: Sel Yayıncılık.<br />
Hessen, B. (2010). Newton’un Principia’sının Toplumsal ve Ekonomik Kökenleri.<br />
Bilim Sosyolojisi İncelemeleri. Doğu- Batı, 65-147.<br />
Hirschman, A. O. (2010).Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Gerilemesi Kalkınma<br />
İktisadı, Haz. Fikret Şenses. İstanbul: İletişim, 23-52.<br />
Huberman, L. (2012). Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, (çev. Murat Belge),<br />
İstanbul: İletişim.<br />
Jessop, B. (2008). Devlet Teorisi, (çev. Ahmet Özcan). Ankara: Epos Yay.<br />
Keyder, Ç. (2004). Ulusal Kalkınmacılığın İflası, İstanbul: Metis Yayınları.<br />
Kökocak, A. K. (2005). Ekonomik Güç: Bilim ve Teknoloji. Ankara: Odak.<br />
Lily, S. (2012). On Yedinci Yüzyılda Bilimsel Gelişmeler. Bilim Tarihi. İstanbul:<br />
Remzi Kitabevi, 194-199.<br />
Mann, M. (2013). Devletler, Savaş ve Kapitalizm. (çev. Semih Türkoğlu). İstanbul:<br />
Tarih Vakfı Yurt Yayınları.<br />
Mcclellan, J. E. & Dorn, H. (2013) Dünya Tarihinde Bilim ve Teknoloji, (çev. Haydar<br />
Yalçın). Ankara: Akılçelen.<br />
OECD & Eurostat. (2005). Oslo Kılavuzu Yenilik Verilerinin Toplanması ve<br />
Yorumlanması İçin İlkeler. Ankara: TÜBİTAK.<br />
Oğuztürk, B. S. (2003). Yenilik Kavramı ve Teorik Temelleri. SDÜ İİBF Dergisi,<br />
8(2), 253-273.<br />
Öniş, Z. & Şenses, F. (2013). Gelişen “Post-Washington Mutakabatı”nı (PWM)<br />
Yeniden Düşünmek. Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma. Der. Fikret<br />
Şenses. İstanbul: İletişim Yayınları: 347-385.<br />
Poulantzas, N. (2006). Devlet, İktidar Sosyalizm. Ankara: Epos.<br />
Poulantzas, N. (2014). Siyasal İktidar ve Toplumsal Sınıfla. Ankara: Epos.<br />
Russ, J. (2011). Avrupa Düşüncesinin Serüveni. Ankara: Doğubatı.<br />
Russell, B. (1969). Bilimden Beklediğimiz. İstanbul: Varlık Yayınları.<br />
Serdar, Z. (2001). Thomas Kuhn ve Bilim Savaşları. İstanbul: Everest.<br />
352
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Shpirt, A. (1976). Bilimsel-Teknolojik Devrim ve Üçüncü Dünya. (çev. Nahit Tören).<br />
İstanbul: Sorun Yayınları.<br />
Şaylan, G. (2003). Değişim, Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi. Ankara: İmge.<br />
Taymaz, E. (2001). Ulusal Yenilik Sistemi. Ankara: TÜBİTAK.<br />
Thorbecke, E. (2013). Kalkınma Doktrininin Evrimi, 1950-2005. Neoliberal<br />
Küreselleşme ve Kalkınma. İstanbul: İletişim Yayınları, 123-173.<br />
Thorsten, D. E. & Lie, A. (2009). Neoliberalizm Nedir? Neoliberal İktisadın Marksist<br />
Eleştirisi. İstanbul: Kalkedon, 141-170.<br />
TÜBİTAK. (1989). 25. Yılda TÜBİTAK. Ankara: Bizim Büro Basımevi.<br />
Türkcan, E. (1981). Ekonomi Politiğin Bir Aracı Olarak Bilim Politikası. Ekonomik<br />
Yaklaşım. 2(5). 34-77.<br />
Türkcan, E. (2003). Teknoloji Seçimi Olarak Bilim ve Teknoloji Politikaları. İktisadi<br />
Kalkınma, Kriz ve İstikrar. Der. Ahmet H. Köse, Fikret Şenses, Erinç<br />
Yeldan. İstanbul: İletişim, 153-169.<br />
Wallerstein, I. (2000). Bildiğimiz Dünyanın Sonu, (çev. Tuncay Birkan), İstanbul:<br />
Metis Yayınları.<br />
Weber, M. (2012). Sosyoloji Yazıları. İstanbul: Deniz Yayınları.<br />
Wood, E. M. (2014). Sermaye İmparatorluğu. İstanbul: Yordam Kitap.<br />
353
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Öz<br />
Yoksullukla Mücadelede Mikrokredi: Muş İli Örneği 1<br />
Sultan APAYDIN 2 , Ömer Faruk ALTUNÇ 3<br />
Devletler üretimi artırarak gelir seviyesini yükseltmek ve yoksulluğu azaltmak için<br />
uyguladıkları politikalarda çeşitli araçlar kullanmaktadırlar. Bu araçlar içerisinde son<br />
yıllarda önemi daha da artan ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu bazı dünya<br />
ülkelerinde uygulanan mikro kredi programı önemli bir yer tutmaktadır. Mikro kredi<br />
uygulamasının amacı; çalışmak isteyen ancak yetersiz iş imkanı nedeniyle iş<br />
bulamayan yoksul kadınların ekonomiye katılarak, üreten ve gelir elde eden bireyler<br />
olmasının sağlanmasıdır. Çalışmanın amacı; mikro kredi programının Doğu Anadolu<br />
Bölgesi Muş İl’inde yoksulluğu azaltmada etkin olup olmadığının incelenmesidir.<br />
Çalışmanın amacı gereği Muş İl’inde mikro kredi kullanan iki yüz kadına yüz yüze<br />
anket tekniği uygulanarak mikro kredinin kadınlar üzerindeki ekonomik etkileri<br />
incelenmiştir. Mikro kredi uygulaması sayesinde, iş imkanlarının yetersiz ve<br />
istihdamın az olduğu Muş İl’inde mikro kredi kullanan kadınların ve bu kadınların<br />
kurdukları işlerde çalıştırdıkları diğer kadınların istihdama katıldıkları ve üreten<br />
bireyler oldukları ve kadınların gelirlerinde görece artış olduğu tespit edilmiştir.<br />
Çalışmada mikro kredi uygulaması ile sadece kredi kullanan kadınların değil, hane<br />
halkı toplam gelirlerde, harcamalarda ve tasarruflarda da önemli artışlar meydana<br />
geldiği görülmüştür. Gelir seviyesi yükselen kadının ekonomik özgürlüğünü<br />
kazanması gerek aile içinde gerekse çevresinde kadının statüsünü artırarak<br />
özgüveninin artmasına neden olduğu gözlemlenmiştir. Çalışmamızda “Mikro kredi<br />
programı Muş ilinde yoksulluğu azaltmada etkindir” şeklindeki hipotezi destekleyen<br />
bulgulara ulaşılmıştır.<br />
Anahtar Kelimeler: Yoksulluk, Mikro Kredi, Muş, Anket<br />
Microcredit in Struggling Against Poverty: Evidence<br />
from Mus Province<br />
Abstract<br />
Governments use different tools in order to increase production and hence income<br />
levels and to decrease poverty. Micro credit is an outstanding programme whose<br />
significance has risen recently and which is applied in some countries one of which is<br />
1<br />
Bu çalışmanın uygulama kısmı Sultan Apaydın’ın “Yoksullukla Mücadelede Mikrokredi:<br />
Muş İli Örneği” başlıklı yayımlanmamış yüksek lisans tezinden alınmıştır.<br />
2<br />
Bilim Uzmanı, Muş Alparslan Üniversitesi, e-posta: imreapaydin@hotmail.com<br />
3 Doç. Dr., Muş Alparslan Üniversitesi, İ.İ.B.F. İktisat Bölümü, e-posta:<br />
o.altunc@alparslan.edu.tr<br />
354
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Turkey. The purpose of this implementation is to make poor women who want to work<br />
but cannot find a job because of insufficient job opportunities able to join economy,<br />
produce and have an income. This study aims at searching whether this programme is<br />
efficient in reducing poverty in Mus; a city in Eastern Anatolian Region or not. The<br />
economic effects of micro credit on women were searched applying face to face<br />
questionnaire technique to two hundred women. It was found out in Mus, where job<br />
opportunities are limited and unemployment is high, women using this programme<br />
and employing other women in their enterprises joined employment and became<br />
producing individuals and a relative increase was observed in their incomes. It was<br />
seen that through the micro credit the total incomes, expenses and savings of not only<br />
the women using this but also of their families increased considerably. As a result, the<br />
women acquired economic freedom which promoted their status both within the<br />
family and the society and enhanced their self confidence. In our study, we attained<br />
findings which support the hypothesis that "microcredit implementation is efficient in<br />
decreasing poverty in the province of Mus".<br />
Keywords: Poverty, Micro Credit, Mus, Questionnaire<br />
1. GİRİŞ<br />
Yoksulluk toplumların hemen hepsinde görülen, birçok sosyal problemin hem nedeni<br />
hem de sonucu olarak karşımıza çıkan ve özellikle de son yıllarda üzerinde sıkça<br />
tartışılıp çözüm yolları üretilmeye çalışılan evrensel bir olgudur. Tarihin her<br />
döneminde olduğu gibi günümüzde de en önemli toplumsal sorunlardan biri olan ve<br />
dünyadaki birçok ülkede görülen yoksulluk sorununun önlenebilmesi için çeşitli<br />
çözüm yolları üretilip uygulanmıştır. Ancak sürekli değişim içinde olan toplumsal<br />
şartlar sonucunda değişen ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel ve psikolojik faktörlerin<br />
etkisi ile yoksulluk sorunu gün geçtikçe daha karmaşık bir hal almıştır. Yoksullar,<br />
önemli iktisadi faaliyetlerden biri olan nitelikli iş gücü gereksinimine katkıda<br />
bulanamamaları nedeniyle, içinde bulundukları toplumda özellikle ekonomik yönden<br />
risk faktörü olarak görülmektedirler. Yoksulların sadece yardımlarla geçinip<br />
toplumsal emek sürecine katılamamaları da yine ülke ekonomisi için problem<br />
oluşturmaktadır.<br />
Yoksulluğu önleme amacıyla tasarlanan mikro kredi, yoksul insanların kendi işlerini<br />
kurabilmeleri ve kendi hesabına çalışmalarını sağlayarak yoksulluğu azaltmakla<br />
beraber istihdamı da artırmaktadır. 1970’li yılların sonunda Bangladeş’te iktisat<br />
profesörü olan Prof. Muhammed Yunus tarafından uygulanmaya başlayan mikro<br />
kredi zamanla uygulama alanı genişleyerek dünya çapında yayılmıştır. Mikro kredi<br />
olarak başlayan bu uygulama gelişerek günümüzde Mikro Finans Sektörü haline<br />
gelmiştir. Bu alanda çalışan kuruluşlar ise Mikro Finans Kuruluşu olarak<br />
adlandırılmaktadır. Dünyada 1980’li yıllardan itibaren uygulanan mikro kredinin<br />
Türkiye’de ilk uygulaması, 2002 yılından itibaren başlamıştır. Bu da bize Türkiye’nin<br />
pek çok alanda olduğu gibi mikro kredi alanında da dünyadaki uygulamaları geriden<br />
takip ettiğini göstermektedir.<br />
Türkiye genelinde bu konuda daha önce yapılan çalışmalarda, mikro kredi<br />
uygulamasının sosyo-ekonomik etkisi araştırılmıştır. Bu çalışmaların bazıları mikro<br />
355
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
kredi uygulamasının etkin olmadığını, kadınların gelirlerinde önemli bir değişime<br />
sebep olmadığını ifade etmektedir. Bazı çalışmalar ise mikro kredi uygulamalarının<br />
kendisinden beklediği etkiyi gösterdiğini, bu sayede kadınların işgücü piyasalarına<br />
aktif bir şekilde katıldıkları, özgüvenlerinde artış olduğu ve kendilerini daha özgür<br />
hissettikleri sonucuna ulaşmışlardır.<br />
Uluoğlakcı (2009) çalışmasında Ankara ilinde mikro kredi kullanan 321 üye üzerinde<br />
yapmış olduğu çalışmasında, mikro kredinin gelir artışı sağladığı ancak gıda ve eğitim<br />
harcamalarında bir artış yaratmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca kredi kullanımının,<br />
üyelerin kendilerine yönelik sosyal algısında istenen düzeyde bir etki yaratmadığı<br />
gözlenmiştir.<br />
Şengür ve Taban (2012), Eskişehir’deki mikro kredi uygulamasının etkilerini ortaya<br />
koymak üzere 336 mikro kredi kullanıcısı ile yapılan çalışmada; üyelerin gelirleri<br />
üzerinde önemli derecede, istihdam üzerinde kısmen olumlu etkisi bulunmaktadır.<br />
Ayrıca, mikro kredi kullanımının, kadının güçlenmesi, sosyal gelişimi ve özellikle de<br />
özgüveni üzerinde önemli etkiler yarattığı sonucuna ulaşılmıştır.<br />
Zengin ve Gökmen (2012) çalışmasında, mikro finans sistemine üye 163 kadın ile<br />
görüşmeler yapılmıştır. Mikrofinans sisteminin üyelerine, ekonomik ve sosyal<br />
anlamda katkı sağladığı, özellikle katılımcıların özgüvenlerinde artışların olduğu<br />
tespit edilmiştir.<br />
Ören vd. (2012) çalışmasında, Isparta ilinde mikro kredi kullanan 51 üye ile yapılan<br />
görüşmelerde, uygulamanın ekonomik açıdan yeterli düzeyde etki yaratmadığı ancak<br />
sosyal etkisinin daha baskın olduğu görülmüştür. Kadınların, ilk kredi kullanımından<br />
sonra daha bilinçli, özgüvenli ve cesaretli davranabildikleri bulgusuna ulaşılmıştır.<br />
Yıldız ve Göktaş (2013), Kırıkkale’de mikro kredi uygulamasının kadın yoksulluğu<br />
üzerine etkilerini analiz etmişlerdir. Araştırma, 2011-2012 yıllarında mikro krediden<br />
faydalanan toplam 44 kadınla mülakat tekniği ile yapılan görüşmelerle<br />
gerçekleştirilmiştir. Araştırma bulgularına göre; eğitim ve gelir düzeyi göreli olarak<br />
düşük olan ve çoğunluğu ev kadını olan kredi kullanıcıları bu sistem sayesinde büyük<br />
ölçüde yoksullukla mücadelede başarılı olmuşlardır.<br />
Baktır ve Erdem (2016) çalışmasında mikro kredinin, kullanıcılar üzerindeki<br />
ekonomik etkilerini ölçmek amacıyla bölge bazlı 60 ildeki 80 mikro kredi şubesine<br />
anketler gönderilmiştir. Analizlerde mikro kredi kullanan 814 kişinin cevapladığı<br />
anket formları kullanılmıştır. Mikro kredi uygulamalarının yoksul kadınların sosyal<br />
düzeylerinde meydana getirdiği değişiklikleri tespit etmek amacıyla yüz yüze<br />
görüşmeler yapmışlardır. Yapılan analizler sonucu elde edilen bulgulara göre, mikro<br />
kredi kullanan kişilerin sosyal düzeylerinde genel olarak olumlu etki yaptığı<br />
gözlemlenmiştir. Sosyal değişkenlerin bölgelere göre farklılıklarının<br />
incelenmesinden, mikro kredi kullanımından sonra G. Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki<br />
cevaplayıcıların sosyal düzeylerindeki iyileşmenin diğer bölgelerdekilere göre daha<br />
fazla olduğu görülmüştür.<br />
Yoksullukla mücadelede önemli bir araç olan mikro kredi uygulamalarına ilişkin Muş<br />
ili için yapılmış kapsamlı bir çalışma mevcut değildir. Yoksulluğun önemli boyutlara<br />
356
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ulaştığı Muş ilinde bu çalışmanın yapılması ve bunu takiben diğer çalışmaların da<br />
yapılması önem arz etmektedir. Bu bağlamda çalışmanın amacı Muş ili özelinde kadın<br />
yoksulluğunu azaltmada mikro kredi uygulamasının etkin olup olmadığını tespit<br />
edebilmektir. Bu amaçla çalışmada öncelikle Muş ilinde önemli bir sorun olarak<br />
karşımıza çıkan yoksulluk kavramına değinilecektir. Sonraki bölümde yoksulluğu<br />
azaltmada etkin bir araç olarak görülen mikro kredi uygulaması incelenecektir. Son<br />
bölümde ise bu uygulamanın kadınlar üzerindeki etkileri ampirik olarak analiz<br />
edilerek, Muş ili için mikro kredi uygulamasının yoksulluğu azaltmada etkinliği<br />
tartışılacaktır.<br />
2. YOKSULLUĞA KADIN PERSPEKTİFİNDEN BAKIŞ<br />
İnsanlık tarihinin en eski toplumsal sorunlarından birisi olan yoksulluğun literatürde,<br />
üzerinde görüş birliğine varılmış bir tanımından söz etmek güçtür. Yoksullukla ilgili<br />
literatürlerde genellikle yoksulluğun tartışmalı bir konu olduğundan bahsederek giriş<br />
yapar. Zira tanımlar, yoksullara bakış açılarına göre ve toplumların zamanla değişen<br />
yapıları ve değerleri dikkate alındığında değişkenlik göstermektedir. Yoksulluk<br />
olgusunu oluşturan bu çok çeşitli ilişkiler ağı nedeniyle tek tip bir tanım ortaya<br />
koymak mümkün değildir (Özuğurlu: 2002, 175). Yoksulluk ile ilgili kavram ve<br />
tanımlamalarda önemli hususlardan birisi, araştırmacının yoksulluğu tanımlamada<br />
neyi temel aldığıdır. Bu nedenle araştırmacının yoksulluğu tanımlarken analiz etmek<br />
istediği asıl öğeler, tanımın belirleyici unsurları olmaktadır (Oktik: 2008, 26)<br />
En genel ifade ile yoksulluk, maddi kaynaklardan ve buna bağlı olarak kültürel<br />
kaynaklardan yoksun kalındığını ifade eden bir durumdur (Marshall: 1999, 825).<br />
Dünya Bankası, yoksulluğu "refah durumundan belirgin bir biçimde mahrum olma"<br />
şeklinde tanımlamaktadır. Bir yaklaşıma göre refah durumu, bütündeki mallar<br />
üzerinden hak iddia edilmesiyle ilgilidir. Yani kaynaklarını iyi yöneten insanlar daha<br />
iyi durumda olurlar. Bu düşüncenin temel noktası, bireylerin ya da hane halkının<br />
ihtiyaçlarını karşılayacak kaynaklarının olup olmadığıdır. Bu durumda yoksulluk<br />
ölçüsü, bireyin geliri, tüketimi ve fakirlik alt sınırı kabul edilen eşiğin<br />
karşılaştırılmasıyla yapılır. Böylece yoksulluk, finansal bir terim kabul edilerek birçok<br />
yoksulluk analizinin başlangıç noktası sayılmaktadır. Refaha dair bir diğer yaklaşım<br />
ise, insanların sığınacakları yer, yeterli yiyecekler, sağlık güvenceleri ve eğitim<br />
imkânlarını elde edip edemediklerinin sorgulanması şeklindedir (Aksan: 2012, 11).<br />
Yoksulluk kavramının anlamına ilişkin açıklayıcı veriler sunan tanımlamalardan birisi<br />
de Friedmann’ın konu ile ilgili analizlerinde öne çıkan Yetkinsizlik Teorisi'dir.<br />
Yetkinsizlik Teorisi, yoksul insanların kendi istek ve çabalarıyla örgütlenerek ve<br />
politik mücadeleye katılıp beslenme, barınma ve güvenlik gibi temel ihtiyaçlarını<br />
ifade etmek amacıyla ortaya çıkmıştır. Söz konusu teoriye göre yoksulluk,<br />
yetkinsizliğin bir biçimi olarak tarif edilmektedir. Yetkinsizliğin ise üç boyutu vardır:<br />
Bunlardan ilki olan sosyal boyut, göreli olarak yoksul insanların geçimlerini sağlamak<br />
amacıyla üretebilmeleri için ihtiyaç duydukları kaynaklara ulaşmadaki yetersizliği<br />
şeklinde tanımlanmaktadır. Politik boyut, yoksul insanların politik alanda yeterli<br />
biçimde temsil edilememelerini içermektedir. Psikolojik boyut ise yoksul insanların<br />
kendilerini değersiz hissedip otoriteye pasif bir şekilde boyun eğmeleri olarak<br />
tanımlanmaktadır (Friedmann: 2001, 141-142).<br />
357
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Giddens’a göre yoksulları tasvir eden bir görünüş ortaya koymak pek de olanaklı<br />
değildir. Zira yoksulluk devamlı değişerek farklılıklar gösterir. Yine de bazı<br />
kategorilerdeki insanların yoksulluk içinde yaşıyor olma ihtimalleri yüksektir. Bunlar;<br />
işsizler, yarım zamanlı ya da iş güvenliği olmayan işlerde çalışanlar, yaşlılar, hastalar<br />
ve özürlüler, büyük ailelerin ve/veya tek anne babalı ailelerin üyeleri, etnik azınlık<br />
grupları üyeleridir (Giddens: 2005, 313-315).<br />
Yoksulluğun farklı boyutları, yoksullukla başa çıkma stratejileri ve yoksullukla<br />
mücadeleye ilişkin alınacak önlemler, toplumsal cinsiyetle de yakından ilişkilidir.<br />
Kadınlar ve erkeklerin bir toplumdaki farklı cinsiyet rolleri, sahip oldukları hakların<br />
ve kaynaklara erişimlerinin farklılaşması nedenleriyle, yoksulluk sorununun<br />
irdelenmesi sürecinde kadın yoksulluğunun ayrıca analiz edilmesi gerekmektedir<br />
(Uçar: 2011, 23). Araştırmalara göre kadın reisli haneler, erkek reisli hanelere göre<br />
daha fazla yoksulluk yaşamaktadır. Literatürde kadın reisli ailelerin yoksulluğunun<br />
kadın yoksulluğu ile bütünleştirildiği görülmektedir. Kadın yoksulluğunu incelerken<br />
kadın reisli ailelerin yoksulluğunu da dikkate almanın sebepleri vardır. Kadınlar<br />
işgücü, kredi ve diğer piyasalarda ayrımcılığa uğramakta, erkeklere göre daha az<br />
oranda mülke sahip olmaktadırlar. Küçük çocuklu kadın reisli haneler zaman kısıtları<br />
ile karşı karşıya kalmakta ve çalışma saatlerini sınırlayabilmektedirler. Son 20 yılda<br />
bu hanelerin sayısı dünyanın birçok bölgesinde artmaktadır (Dinçoflaz: 2009, 60). Bu<br />
da kadınların erkeklere göre yoksullaştığının ve yoksulluğun kadınlaştığının bir<br />
kanıtıdır. Yoksulluğun kadınlar üzerindeki etkisinde görülen artış, uluslararası<br />
yoksullukla mücadele programlarında da gündeme gelmektedir. Örneğin, Eylül<br />
2000’de toplanan Milenyum Zirvesi’nde alınan “Bin Yıl Kalkınma Hedefleri”<br />
kararlarında yoksulluğun 2015 yılına kadar yarı yarıya indirilmesi birinci hedef,<br />
kadınların güçlendirilmesi ise üçüncü hedef olarak belirlenmiştir (Açıkgöz: 2010, 50).<br />
Ancak geldiğimiz noktada bu hedefin tutturulduğunu söylemek oldukça güçtür.<br />
Ataerkil kültürel değerlerin biçimlendirdiği toplumsal cinsiyet temelli işbölümü,<br />
kadını öncelikle ev kadınlığı ve annelik görevlerinden sorumlu tutmaktadır. Evin<br />
geçimini sağlama görevini ise, erkeğin sorumluluğuna bırakmaktadır. Bu durum,<br />
erkekler için gelir getirici bir işte çalışmayı öncelikli bir yükümlülük haline<br />
getirmektedir. Annelik ve ev kadınlığı görevlerinin doğal bir uzantısı sayılan<br />
karşılıksız ve görünmez ev içi emek kullanımları, kadınların, çocukluktan itibaren,<br />
eğitim fırsatlarından yararlanmalarında, gelir getirici çalışma biçimlerine<br />
katılımlarında, meslek sahibi olmalarında, erkeklere göre eşitsiz bir konuma<br />
düşmelerine yol açmaktadır. Türkiye’de kadınların büyük çoğunluğunun işgücü<br />
piyasasına katılımı, kendi tercihlerine ve seçimine göre değil, daha çok kocanın,<br />
babanın, ağabeyin, erkek akrabaların ahlâk anlayışına ve kültürel değerlerine göre<br />
olmaktadır (Özyeğin, 2005; Toksöz, 2011; Aşkın ve Barış, 2015). Yoksulluğun bir<br />
boyutu olan kadın yoksulluğu günümüzde en önemli sorunlardan biridir. Kadınların<br />
toplumdaki eşit olmayan konumları ve cinsiyete dayalı iş bölümü, onların<br />
yoksullaşmasına, yoksulluğun kadınlaşması ise kadınların eşitsiz konumlarının<br />
pekiştirilmesine yol açmaktadır. Ekonomik kaynaklara erkeklerle eşit biçimde<br />
erişemeyen, işgücüne katılamayan veya düşük ücretle çalışmak zorunda kalan, eşit<br />
eğitim imkânlarından yararlanamayan, örgütlenerek haklarını aramayan kadınların,<br />
annelerinden miras kalan yoksulluklarını kendi kız çocuklarına miras bırakmakta ve<br />
358
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
böylelikle yoksulluk yazgı haline gelmektedir (Kargı: 2011, 34). Kadın işgücüne<br />
katılım oranları açısından Türkiye, yaklaşık %25 ile dünya ülkeleri arasında en alt<br />
sıralarda yer almaktadır. Diğer taraftan bu oran AB ve OECD ülkelerinde ise %60’lar<br />
civarındadır (Şengür ve Taban: 2012, 69).<br />
Yoksulluk halinde olan kişiler içinde önemli bir paya sahip kadınların bu durumları<br />
değişik sebeplere bağlanabilir. Ancak bu sebepler arasında kırsaldan kente göç, eğitim<br />
ve sektörel değişim öne çıkmaktadır. Öne çıkan bu sebepler çoğu ilde olduğu gibi Muş<br />
İli’ndeki mikro kredi müşterisi kadınlar için de geçerliliğini korumaktadır.<br />
3. YOKSULLUĞA BİR ÇÖZÜM ÖNERİSİ OLARAK MİKRO KREDİ<br />
UYGULAMASI<br />
1974 yılında Bangladeş’te derin bir yoksulluk yaşanmaktaydı. Yoksullukla beraber<br />
ortaya çıkan açlık insanların ölümüne yol açmakta her gün ülkenin belirli bölgelerinde<br />
insanlar ölmekteydi. Chittagong Üniversitesi ekonomi Profesörü Muhammed Yunus<br />
bu duruma artık daha fazla gözlerini kapayamamış, Grameen Bank fikri böyle bir<br />
ortamda Muhammed Yunus’un öncülüğünde doğmuştur (Şengür ve Taban: 2012, 65).<br />
Grameen Bank’ın ilk uygulaması, Muhammed Yunus’un kırk iki yoksul insana<br />
vermiş olduğu yirmi yedi ABD doları ile başlamıştır. Yoksulların yararlanması için<br />
mikro krediye öncülük edecek bir kurum olarak kurulan Grameen Bank 1983 yılında<br />
yoksulların hizmetine sunulan özel bir banka halini almıştır. Profesör Yunus, becerikli<br />
kırk iki insana yirmi yedi dolar borç verdiği takdirde bu insanların ürünlerini<br />
istedikleri gibi satabileceklerini düşünmüştür. Verilen para sadaka değildi, o<br />
insanların tefecilerin ve tüccarların sömürüsünden kurtulmasını sağlayacak bir borçtu<br />
(Yunus: 2003, 15). Nobel komitesi, ekonomik ve sosyal kalkınma sağlama<br />
çabalarından dolayı, Muhammed Yunus'u ve Grameen Bank'ı 2006 Nobel Barış<br />
Ödülü'ne layık görmüştür.<br />
Mikro kredi, yoksullara ekonomik açıdan istikrar kazandırmaya imkân verecek gelir<br />
getirici faaliyetlerin yapılması için uygulanan küçük çaplı bir kredi sistemidir. Mikro<br />
kredi sistemi, insanların, borç teşviki olmaksızın, ekonomik konumlarını<br />
iyileştirmede ihtiyaç duydukları kaynakları sağlamaları için dikkatli bir şekilde<br />
planlanır. Bu açıdan mikro kredi, kırsal bölgelerdeki yoksul insanların sosyoekonomik<br />
kalkınmasını arttıracak önemli faktörlerden birisidir. Hükümetler ve sivil<br />
toplum kuruluşları, yoksulluğu azaltmak ve yoksulluk sınırının altında kalan kişilerin<br />
durumlarını iyileştirmek için, mikro kredinin bu kişilere dağıtımında en önemli rolü<br />
oynamaktadır (Sultana ve Hasan: 2010, 44). Mikro kredi sisteminin toplumdaki<br />
yoksul kesimi ve özellikle kadınların ekonomik girişimlerini desteklemesi, bu zamana<br />
kadar var olan, fakat ekonomik olarak değerlendirilmeyen bir unsurun ekonomiye<br />
kazandırılmasını sağlamaktır. Kadınların aile gelirine katkıları o hane halkının<br />
yoksulluktan kurtulması için önemli bir desteği oluşturmaktadır. Nitekim mikro kredi<br />
literatüründe kadınların kendileri için iş imkanları oluşturmalarının teşvik edilmesinin<br />
sadece o ülkedeki GSMH’ya katkıda bulunmayacağı, aynı zamanda istihdam<br />
olanakları artışını da destekleyeceği savunulmaktadır. Ancak kadınların tatminkar bir<br />
gelire kavuşabilecek iş imkanını kendileri için yaratabilmelerini sağlayacak başlangıç<br />
sermayesine mevcut bankacılık sistemi ile ulaşabilmeleri, birçok ülkede erkeklere<br />
359
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
oranla daha zor olmaktadır. Mikro kredi sistemi bu boşluğun doldurulmasına da<br />
yardımcı olmaktadır (Çak: 2007, 105).<br />
Türkiye’de günden güne artan bir ilgiye sahip bulunan Mikro kredi Projesi, Türkiye<br />
Grameen Mikro kredi Projesi (TGMP) adı altında 2003 yılından beri faaliyetini<br />
sürdürmektedir. 2016 yılı itibariyle 67 ilde 110 mikro kredi şubesi bulunmaktadır.<br />
2003 yılından beri toplamda 150.000 kadına ulaşılmış olup, şuanda ise 44.000 üye<br />
kredi geri ödemesine devam etmektedir. Dar gelirli kadınlar için verilen mikro kredi<br />
tutarı 600 lira ila 10.000 lira arasında değişmektedir. Şuanda aktif kredi kullanan<br />
44.000 üyenin yüzde 80’i kullanmış oldukları mikro krediler ile gelir getirici bir iş<br />
yapmaktadır. Türkiye'de yeterli finansman kaynağı olmadığı için yaklaşık 16.000<br />
üyenin mikro kredi talepleri karşılanamamaktadır. Mikro kredi üyeleri genellikle el<br />
sanatları alanında üretim yapmaktadır. Üyelerin ikinci tercihi ise ticaret işi ile<br />
uğraşmaktır. El işi gibi üretim faaliyetleri yürüten üyelerin oranı %38.4 dür. Ticari<br />
faaliyetler ile uğraşan üyelerin oranı %30.8 iken, işyeri sahibi olanların oranı ise %20<br />
dir. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan üyelerin oranı düşüktür çünkü kentsel kesimlerde<br />
yaşayan üyelerin kredi talepleri kırsal kesimlerde yaşayanlara oranla daha yüksektir.<br />
TGMP’nin temel amacını, özellikle kırsal kesimde ve şehirde yaşayan yoksul<br />
kadınlara kredi vererek, onların gelir getirici faaliyetlerde bulunmaları suretiyle<br />
yaşam standartlarını yükseltmek oluşturmaktadır. Mikro kredi yoksullukla<br />
mücadelede etkin fakat tek başına yeterli bir araç değildir. Türkiye’de önemli bir ivme<br />
yakalamış iken devlet desteğiyle devam ettirilmesi sistemi sürdürülebilir kılar ve<br />
sistem ancak sürdürebilir olduğunda yoksulluğa çözüm olabilir (Çatlıoğlu: 2013, 1).<br />
Mikro finansman kuruluşlarının da öncelikli amacı kâr elde etmek değil geri kalmış<br />
bölgelerin kalkınmasında, işgücüne katılımın artmasında ve gelir dağılımı eşitliğinin<br />
sağlanmasında katkıda bulunmak olmalıdır. Mikro krediye ilişkin analizlerden<br />
hareketle ortaya koyulan sonuçlar oldukça iyimser olmakla birlikte, mikro kredinin<br />
gerek yararlanıcıları gerekse ekonomi üzerindeki etkisini ölçmeye yönelik nicel ve<br />
nitel araştırma sayısı görece yetersizdir.<br />
4. MUŞ İLİ'NDE MİKRO KREDİ ARAŞTIRMASI VE BULGULAR<br />
4.1. Çalışmanın Amacı<br />
Muş ilindeki mikro kredi kullanan kadınların ekonomik ve sosyal yapıları üzerindeki<br />
etkilerinin tespit edilmesidir. Yapılan çalışmada mikro kredi kullanıcılarının kredi<br />
kullanım öncesi gelirleri, sosyo-ekonomik durumları, statüleri, yaşam standartları vb.<br />
durumlarında kredi kullanımları sonrasında bir değişim meydana gelip gelmediği<br />
sorgulanmıştır. Bu sorgulamayla ulaşılacak sonuç, Muş İli özelinde mikro kredi<br />
uygulamasının yoksullukla mücadelede etkili olup olmadığının sınanmasıdır.<br />
4.2. Çalışmanın Kapsamı<br />
Çalışmada, dünya genelinde önemli sorunlardan birisi olan yoksullukla mücadele<br />
kapsamında yoksulluğu azaltmak amacıyla birçok gelişmekte olan ülkelerde<br />
uygulanan Grameen Mikro Kredi Programı’nın Türkiye uygulamaları arasında yer<br />
alan Muş uygulaması incelenmiştir. Muş ilinde yaşayan ve TGMP'den mikro kredi<br />
alan 200 kadın üye ile yüz yüze görüşmeler yapılarak anketler cevaplandırılmıştır.<br />
360
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
4.3. Araştırmanın Yöntemi<br />
Anket yoluyla Muş ilindeki mikro kredi uygulamalarının etkinliği durum tespiti<br />
(betimsel analiz) yapılarak belirlenmeye çalışılmıştır. Araştırmanın temel hipotezi<br />
"mikro kredi kullanımın yoksullukla mücadelede etkin olduğu" yönündedir.<br />
4.4. Çalışmanın Kısıtları<br />
Eğitim düzeyi görece düşük bir grupla karşılaşıldığı için anket sorularının detaylı<br />
olarak açıklanması durumuyla karşılaşılmış, bu durum da, her üyede anket yapılma<br />
süresini uzatmıştır. Bazı üyelerde ankete katılım konusunda çekingenlik yaşanmış ve<br />
gönüllülük esas olduğu için ısrarlı davranılmamıştır. Anketler, grup toplantıları<br />
süresince yapılmak zorunda olduğu için, zamanın her üyeye detaylı anket yapabilmek<br />
için yeterli olmaması ve çoğu üyenin de katılması gereken toplantıya gelmemiş olması<br />
nedeniyle anketlerin yapılma süresi uzamıştır. Literatürde kadının bu krediler<br />
aracılığıyla yoksulluktan kurtulması için en az 5 yıl gerektiği belirtilmektedir. Bu<br />
nedenle çalışmanın bulgularının henüz bir/iki yıllık mikro finans programıyla ve<br />
Muş'un sosyo-ekonomik bağlamı ile sınırlı olduğu vurgulanmalıdır.<br />
4.5. Evren ve Örneklem<br />
Araştırmanın ana kütlesi olarak Muş Mikro Kredi Merkezi’nde 2014 Haziran ayına<br />
kadar kredi kullanan ve hala aktif kredi kullanıcısı olan kadınlar seçilmiştir. Muş<br />
Mikro Kredi Merkezi’nden alınan bilgiler doğrultusunda 2014 Haziran itibariyle<br />
toplam 557 mikro kredi kullanıcısı vardır. Çalışmada mikro kredi kullanımı öncesi ve<br />
sonrası bir karşılaştırma yapılması amaçlandığı için Muş ili toplam mikro kredi<br />
kullanıcıları içerisinden en az bir yıllık mikro kredi kullanıcılarının örneklem olarak<br />
seçilmesi uygun görülmüştür. Bunların dışındaki bir yıldan daha az süreli mikro kredi<br />
kullanıcılarının kredi kullanımı sonrası gelirleri belirsiz olduğundan dolayı<br />
araştırmaya dâhil edilmemiş ve en az bir yıl ve daha uzun süre aktif kredi kullanıcı<br />
sayısının 390 olduğu tespit edilmiştir. Araştırmaya dâhil edilen 390 kişi için %5 hata<br />
payı ve %95 güven aralığından n=194 örneklem sayısının yeterli olacağı saptanmıştır.<br />
Hesaplanan bu örneklem sayısı (194) dikkate alınarak 390 kişi içerisinden anketi<br />
cevaplamak isteyen 200 kullanıcıya anket uygulanmıştır. Basit tesadüfi örnekleme<br />
yöntemi ile veriler toplanmıştır.<br />
4.6. Veri Toplama Yöntemi<br />
Çalışmada ekonomik ve sosyal olmak üzere iki parametreden oluşan değişkenler<br />
seçilmiştir. Çalışmada Muş İli mikro kredi kullanıcılarına uygulanan anket formu otuz<br />
altı soru içermektedir. Ankette üç soru grubu vardır. Birinci grup sorular katılımcıların<br />
demografik özelliklerini (yaş, cinsiyet, medeni durum, çocuk sayısı… vb.) tespit<br />
etmeye yöneliktir. İkinci grup sorular ise, kredi kullanımı öncesi durum tespitine<br />
yönelik; kredi kullanıcılarının mesleğini, yaşadığı yeri, sahip oldukları sosyal<br />
güvencelerini, kredi kullanımından önceki gelirleri ve mikro krediden beklentilerini<br />
içeren sorulardır. Son soru grubu da kredi kullanımı sonrası durumlarını, krediden<br />
memnuniyetlerini ölçmeye ve eksiklerini belirlemeye yönelik sorulardan<br />
oluşmaktadır. Bu değişkenlerden hareketle mikro kredi kullanan kadınların, özellikle<br />
kredi öncesi ve sonrası ekonomik durumlarında bir değişme olup olmadığı tespit<br />
361
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
edilmeye çalışılmıştır. Makalenin sayfa sınırlamasından dolayı sosyal etkilere<br />
değinilmemiştir. Anket sorularını hazırlarken literatürü takiben mikro kredi<br />
uygulamalarına ilişkin daha önce yapılmış olan anket çalışmaları incelenerek<br />
çalışmamızın amacına uygun olanları seçilmiştir. Anket soruları, kredi<br />
kullanıcılarının gelirlerini, istihdam durumlarını ve kadınların sosyal yaşamdaki yeri<br />
ve katkılarını ölçmeyi amaçlamıştır. Anketler kredi kullanan kadınlarla birebir yüz<br />
yüze cevaplama yoluyla uygulanmıştır. Anketler yoluyla elde edilen veriler, istatistiki<br />
tekniklerden yararlanılarak analizler yapılmış ve sonuçlar yorumlanmıştır.<br />
4.7. Verilerin Analizi<br />
Kredi kullanan üyelere kredi kullanım öncesine ve sonrasına ilişkin gelir, harcama<br />
kalemlerindeki değişimi ve sosyal durumlarını ayırt edici otuz iki soru, toplamda ise<br />
otuz altı soru sorulmuştur. Araştırmanın istatistiksel güvenirliği Cronbach Alpha<br />
tekniği ile test edilmiştir. Faktör grupları için katsayıların 0,70 ile 0,85 arasında<br />
olması, ölçeğin güvenilir olduğunu ortaya koymaktadır. Yapılan çalışmada<br />
kullanılan veriler ve bu verilerin ne anlama geldiği, mikro kredi kullanıcıları<br />
tarafından cevaplanan anket soruları ile elde edilen verilerin uygun istatistikî teknikler<br />
kullanılarak analiz edilmesi ile ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle verilerin analizinde<br />
çalışmanın amacına uygun yöntem ve tekniklerin kullanılması önemli bir konudur.<br />
Çalışmanın genelinde elde edilen veriler bu paket programından yararlanılarak<br />
araştırmamızın amacı doğrultusunda gerekli analiz ve incelemeleri yapmaya uygun<br />
hale getirilmiştir. Anketler yoluyla elde edilen bilgiler SPSS 13.0 paket programından<br />
yararlanılarak istatistiksel analize tabi tutulmuş ve sonuçlar yorumlanmaya<br />
çalışılmıştır.<br />
4.8. Elde Edilen Bulgular<br />
4.8.1. Demografik Özellikler<br />
Bu bölümde, mikro kredi kullanan anket katılımcılarının yaşa, medeni durumlarına,<br />
eğitim durumlarına göre dağılımları gösterilmiştir<br />
Mikro kredi kullanan anket katılımcılarının yaşa göre dağılımı Tablo 1’de verilmiştir.<br />
Katılımcıların %21,5’i 18-24 yaş aralığında, % 23,5’i 25-30 yaş aralığında, % 20’si<br />
31-35 yaş aralığında, % 7,5’i 36-40 yaş aralığında ve % 27,5’i ise kırk yaşının<br />
üzerindedir. Mikro kredi kullanan katılımcıların %45’ini otuz yaş altı genç<br />
katılımcılar oluşturmaktadır. Özellikle katılımcıların %27,5’ini kırk ve üzeri yaş<br />
grubu oluşturmaktadır. Yani iş yapmak isteyen yoksul ve orta yaş üstü kadınlar da<br />
mikro kredi gruplarına alınarak kredi kullanımları sağlanmaktadır. Mikro kredi<br />
kullanan anket katılımcıların medeni durumlarına göre dağılımı incelendiğinde ise,<br />
katılımcıların % 24’ü bekar, % 70,5’i evli ve % 5,5’i duldur. Bu tablodan da<br />
anlaşılacağı gibi katılımcıların %29,5’i bekar ve dul katılımcılar oluşturmaktadır. Bu<br />
kesim hayat mücadelesini bir erkekten destek almadan sürdürmekte fakat Anadolu’da<br />
olduğu gibi Muş’ta da ataerkil yapının etkisiyle evli katılımcılara göre iş hayatına<br />
daha zor katılabilmektedir. Mikro kredi kullanan anket katılımcıların eğitim<br />
durumlarına göre dağılımına bakıldığında katılımcıların % 14,5’i okuryazar değil,<br />
%40,5’i ilkokul mezunu, %19’u ortaokul ve lise mezunu, %21’i yüksekokul mezunu,<br />
%3’ü fakülte, %2’si ise yüksek lisans ve üstü eğitim görmektedirler. Katılımcıların<br />
362
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
eğitim durumları incelendiğinde mikro kredi kullanan kadınların eğitim durumlarının<br />
çok düşük seviyede olduğu özellikle ankete katılan kadınların yarısından fazlasının<br />
(%55) okuma yazma bilmediği ve ilkokul mezunu olduğu görülmektedir. Mikro kredi<br />
sistemini klasik bankacılık sisteminden ayıran ve önemli özelliğinden biri olan karışık<br />
prosedürlerin ve anlaşılması zor sözleşmelerin olmaması, okur yazar olmayan<br />
katılımcıların da kolay kredi alarak iş hayatında ve finansal sistem içerisinde dahil<br />
olmasını sağlamaktadır.<br />
Tablo 1: Anket Katılımcılarının Demografik Özellikleri<br />
YAŞA GÖRE DAĞILIMI<br />
MEDENİ DURUMA<br />
GÖRE DAĞILIMI<br />
EĞİTİM DURUMUNA GÖRE<br />
DAĞILIMI<br />
Yüzde<br />
Frekans Yüzde % Frekans % Frekans Yüzde%<br />
18-24 43 21,5 Bekar 48 24<br />
Okur-Yazar<br />
Değil 29 14,5<br />
25-30 47 23,5 Evli 141 70,5 İlkokul 81 40,5<br />
Orta Okul-<br />
31-35 40 20 Dul 11 5,5 Lise 38 19<br />
36-40 15 7,5 Yüksekokul 42 21<br />
40+ 55 27,5 Fakülte 6 3<br />
Yüksek<br />
Lisans+ 4 2<br />
TOPLA<br />
M 200 100 200 100 200 100<br />
Anket katılımcılarına göre mikro kredinin ne amaçla kullanıldığını gösteren verilerin<br />
dağılımı Tablo 2'de sunulmuştur. Tabloya göre katılımcıların %48,5’i kendi işini<br />
kurmak (bağımsız çalışmak için), %50’si mevcut işini büyütmek için, %6,5’i alınan<br />
krediyi verilen işin dışında başka bir işte kullanmak için, %45,5’i ihtiyaç kredisi<br />
olarak kullanmak için, %92,5’i işte karşılaştığı nakit sıkıntısını aşmak için, % 0,5’ide<br />
diğer harcamalar için mikro kredi kullanmıştır.<br />
Tablo 2: Mikro Kredinin Kullanım Amacına İlişkin Dağılımı<br />
Kendi İşimi Kurmak (Bağımsız Çalışmak)<br />
Mevcut İşimi Büyütmek<br />
Krediyi Verilen İşin Dışında Başka Bir İşte Kullanmak<br />
İhtiyaç Kredisi Olarak Kullanmak<br />
İşte Karşılaştığım Nakit Sıkıntısını Aşmak<br />
Diğer<br />
Evet Hayır Toplam<br />
Frekans 97 103 200<br />
Yüzde % 48,5 51,5 100<br />
Frekans 100 100 200<br />
Yüzde % 50 50 100<br />
Frekans 13 187 200<br />
Yüzde % 6,5 93,5 100<br />
Frekans 91 109 200<br />
Yüzde % 45,5 54,5 100<br />
Frekans 185 15 200<br />
Yüzde % 92,5 7,5 100<br />
Frekans 1 199 200<br />
Yüzde % 0,5 99,5 100<br />
Not: Birden fazla seçenek işaretlendiği için kadın sayısı toplamı 200’i, oranı da % 100’ü<br />
aşmaktadır.<br />
363
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Anket katılımcılarına göre mikro kredi kullanmaya başlanan tarih itibari ile dağılımı<br />
Tablo 3'te gösterilmiştir. Tabloya göre katılımcıların %15’i 2010, %33,5’i 2011,<br />
%42’si 2012, %9,5’i 2013 yıllarında krediyi kullanmaya başlamışlardır.<br />
Tablo 3: Mikro Kredi Kullanmaya Başlanan Tarih İtibariyle Sınıflandırılması<br />
Frekans<br />
Yüzde%<br />
2010 30 15<br />
2011 67 33,5<br />
2012 84 42<br />
2013 19 9,5<br />
TOPLAM 200 100<br />
Anket katılımcılarının mikro kredi kullanarak yaptığı işe göre dağılımı Tablo 4'te<br />
gösterilmiştir. Tabloya göre katılımcıların %6,5’i ev yemekleri, %4,5’i dikiş nakış,<br />
%43’ü el işi, %9’u kuaför, %6’sı takı tasarım, %4,5’i terzilik, %7,5’i tuhafiye, %19’u<br />
diğer iş grubunda çalışmaktadır.<br />
Tablo 4: Mikro Kedi Kullanıcılarının Yaptığı İşe Göre Dağılımı<br />
Frekans<br />
Yüzde%<br />
Ev Yemekleri 13 6,5<br />
Dikiş-Nakış 9 4,5<br />
El İşi 86 43<br />
Kuaför 18 9<br />
Takı Tasarımı 12 6<br />
Terzilik 9 4,5<br />
Tuhafiye 15 7,5<br />
Diğer 89 19<br />
TOPLAM 200 100<br />
4.8.2. Mikro Kredinin Gelir Üzerindeki Etkileri<br />
Anket katılımcıların aylık gelir dağılımı Tablo 5'te gösterilmiştir. Katılımcıların<br />
%90’ı 500TL-750TL gelir seviyesinde, %7,5’i 750TL-1000TL gelir seviyesinde,<br />
%1’i 1000TL-1500TL gelir seviyesinde, %0,5’i 1500TL-2000TL gelir seviyesinde ve<br />
%1’i 2000TL ve üzeri gelir seviyesinde çalışmaktadır. Tablodan da anlaşılacağı gibi<br />
katılımcıların %97,5’inin yani çoğunluğunun aylık geliri 1000 TL’nin altındadır. Bu<br />
durumda katılımcıların yeterli geliri ve sermayesi olmadığından dolayı iş hayatında<br />
etkin olmaları güçleşmektedir.<br />
364
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 5: Mikro Kredi Kullanıcılarının Aylık Gelir Dağılımı<br />
Frekans<br />
Yüzde%<br />
500 TL-750 TL 180 90<br />
750 TL-1000 TL 15 7,5<br />
1000 TL-1500 TL 2 1<br />
1500 TL-2000 TL 1 0,5<br />
2000 TL+ 2 1<br />
TOPLAM 200 100<br />
Anket katılımcıların mikro kredi sonrası gelirlerinde meydana gelen değişikliğe<br />
ilişkin dağılımı Tablo 6'da verilmiştir. Tabloya göre katılımcıların %81’inin geliri<br />
artmış, %0,5’inin geliri azalmış, %18,5’inin gelirinde bir değişiklik olmamıştır.<br />
Tablo 6: Mikro Kredi Kullanım Sonrası Kullanıcının Gelirinde Meydana Gelen<br />
Değişikliğe İlişkin Değerlendirme<br />
Frekans<br />
Yüzde%<br />
Gelirim Arttı 162 81<br />
Gelirim Azaldı 1 0,5<br />
Gelirimde Bir Değişiklik Olmadı 37 18,5<br />
TOPLAM 200 100<br />
4.8.3. Mikro Kredinin İstihdam Üzerindeki Etkileri<br />
Anket katılımcılarının Muş’taki iş olanaklarını nasıl değerlendirdiğine ilişkin verilerin<br />
dağılımı Tablo 7’de gösterilmiştir. Tabloya göre katılımcıların %90,5’i istihdam<br />
olanaklarının çok az olduğunu, %5,5’i az , %4’ü ise yeterli olmadığını ifade<br />
etmişlerdir.<br />
Tablo 7: Katılımcıların Muştaki İş Olanaklarını Nasıl Değerlendirdiğine İlişkin<br />
Veriler<br />
Frekans<br />
Yüzde%<br />
Çok Az 181 90,5<br />
Az 11 5,5<br />
Yeterli Değil 8 4<br />
Yeterli - -<br />
TOPLAM 200 100<br />
Anket katılımcıların mikro kredi kullanımından önce istihdama ilişkin dağılımı Tablo<br />
8’de gösterilmiştir. Tabloya göre katılımcıların %98’i tek çalışıyorken, % 2’si<br />
kendisinden başka 1-2 kişi ile çalışmaktadır.<br />
365
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 8: Mikro Kredi Kullanımından Önce İstihdama İlişkin Gösterge<br />
366<br />
Frekans<br />
Yüzde%<br />
Tek Çalışıyordum 196 98,5<br />
Benden Başka 1-2 Kişi Çalışıyordu 4 2<br />
Benden Başka 3-5 Kişi Çalışıyordu - -<br />
Benden Başka 6-10 Kişi Çalışıyordu - -<br />
Benden Başka 10'dan Fazla Kişi Çalışıyordu - -<br />
TOPLAM 200 100<br />
Anket katılımcıların mikro kredi kullanımından sonra istihdama ilişkin gösterge<br />
dağılımı Tablo 9'da gösterilmiştir. Buna göre katılımcılar %85,5’i tek çalışıyorken, %<br />
14,5’ i benden başka 1-2 kişi çalışıyor olarak cevap vermişlerdir.<br />
Tablo 9: Mikro Kredi Kullanımından Sonra İstihdama İlişkin Gösterge<br />
Frekans<br />
Yüzde%<br />
Tek Çalışıyordum 171 85,5<br />
Benden Başka 1-2 Kişi Çalışıyordu 29 14,5<br />
Benden Başka 3-5 Kişi Çalışıyordu - -<br />
Benden Başka 6-10 Kişi Çalışıyordu - -<br />
Benden Başka 10'dan Fazla Kişi Çalışıyordu - -<br />
TOPLAM 200 100<br />
Yetersiz iş imkânları ve kadınların iş hayatında ki zorluklara rağmen mikro kredi<br />
projesinin kadınların gelirlerinde olduğu gibi istihdamında da olumlu etkileri vardır.<br />
Katılımcılar mikro krediyi “kendi işini kurmak”, “mevcut işini büyütmek”, “işte<br />
karşılaştığı nakit sıkıntılarını aşmak” amacıyla almışlardır. Anket katılımcılarının<br />
mikro kredi kullanımından önce %2’si kendisinden başka 1-2 kişiye iş imkânı<br />
sağlarken kredi kullanımı sonrasında katılımcıların %14,5’i 1-2 kişiye iş imkânı<br />
sağlamıştır. Bu durumda kredi kullanan kadınların dışında ki diğer işsiz kadınların da<br />
iş sahibi olmasının sağlanması ile istihdama katkı sağlanmıştır. Dolayısıyla bu işsiz<br />
kadınlar mikro kredi projesi ile işsizlikten kurtulmuştur. Bunun yanı sıra Muş’taki kıt<br />
iş imkânlarına rağmen diğer kadınlara da iş imkânı vererek hem istihdama hem de<br />
ekonomiye olumlu etkileri olmuştur.<br />
5. GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ<br />
Yoksullukla savaşmak için önemli ölçüde bireysel yetenekleri araç olarak sunan<br />
mikro kredi ile kişilere yoksulluktan kurtulmak için bir fırsat tanınmak ile birlikte,<br />
mikro kredi bireyin dışında gelişen yoksulluğun yapısal sebeplerini ortadan<br />
kaldırmamaktadır. Bu nedenle yoksulluğun çözümü sadece mikro kredide<br />
aranmamalı, mikro kredi yoksullukla mücadele programının bir parçası olarak<br />
görülmelidir. Bununla birlikte daha önce herhangi bir mesleki eğitimden geçmemiş<br />
olan kadının alınan mikro kredi sonrası beklediği geliri elde edemeyeceğinden dolayı,<br />
mesleki bilgisi olmayan kadınlar öncelikle meslek edindirme kurslarına<br />
yönlendirilmelidir. Böylelikle bir meslek dalında eğitilmiş olan kadınların, almış<br />
oldukları kredinin hem geri ödemelerini daha rahat yapmaları hem de yoksulluktan
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
daha çabuk kurtulmaları sağlanabilir. Aynı zamanda bu kişileri tüketici durumdan<br />
kurtarıp üretici duruma getirmekte mümkün olabilecektir. Verilen mikro kredi<br />
miktarlarının az oluşu, çok gelir getiren işlerin yapılmasını engellemektedir. Mikro<br />
kredi sisteminin daha iyi işleyebilmesi için öncelikle kredi miktarlarının yapılacak işin<br />
büyüklüğüyle orantılı bir şekilde artması gerekmektedir. Son yıllarda yaşanan<br />
ekonomik krizlerle birlikte yoksulluğun giderek arttığı ülkemizde yoksulluğu<br />
gidermek amacıyla, mikro kredi yoksullukla mücadele ve kadınları istihdama dâhil<br />
etmede önemli bir yöntem olarak görülmektedir. Bunun yanında kırsal kesimdeki<br />
tasarrufların önemli ölçüde finansman sistemine dâhil edilmesi için mikro kredi<br />
uygulamalarının yaygınlaşması önem arz etmektedir.<br />
Muş İlinde mikro kredi sisteminin yoksullukla mücadeledeki etkisinin incelendiği<br />
çalışmanın uygulama bölümünde anket yoluyla toplanan ve geçerliliği olan iki yüz<br />
anket formu SPSS programında analiz edilmiştir. Verilerin analizi sonucunda; Muş<br />
İlinde mikro kredi kullanan kadınların %45’ini otuz yaş altı genç katılımcılar<br />
oluşturmaktadır. Katılımcıların medeni durumlarına bakıldığında ise; %24’ünün<br />
bekâr, %70,5’inin evli, %5,5’inin ise dul olduğu görülmektedir. Katılımcıların eğitim<br />
durumları incelendiğinde mikro kredi kullanan kadınların eğitim durumlarının çok<br />
düşük seviyede olduğu özellikle ankete katılan kadınların yarısından fazlasının (%55)<br />
okuma yazma bilmediği ve ilkokul mezunu olduğu görülmektedir. Mikro kredi<br />
sisteminde karışık prosedürlerin ve anlaşılması zor sözleşmelerin olmaması okuryazar<br />
olmayan katılımcıların da kolay kredi alarak iş hayatında ve finansal sistem içerisinde<br />
dâhil olmasını sağlamaktadır. Araştırma bulguları, Muş İlinde mikro kredi kullanan<br />
kadınların kredi kullanımı sonrası gelirlerinde artış olduğunu göstermektedir. Kredi<br />
öncesi gelir seviyeleri %90’ının 500TL-750TL, %7,5’inin 750TL-1000TL, %1’inin<br />
1000TL-1500TL, %0,5’inin 1500TL-2000TL ve %1’inin 2000TL ve üzeri iken mikro<br />
kredi kullanımı sonrası kullanıcıların %81’inin gelirinde artış olduğu görülmüştür.<br />
Mikro kredi kullanıcılarının gelirleri ile ilgili beklentilerinin karşılanıp karşılanmadığı<br />
sorulduğunda %75,5’inin gelir düzeyi artarken %62’sinin mikro kredi projesi ile<br />
maddi durumunun düzeldiği görülmektedir. Bu durumda kullanıcıların mikro kredi<br />
kullanmaktan memnun oldukları ve kredi kullanmaya devam edecekleri sonucu da<br />
çıkarılabilir. Kullanıcıların gelirlerinde görülen artış sayesinde gerek yaşam<br />
standartlarında gerekse iş hayatında ki olumlu gelişmeler kullanıcıların kredi<br />
kullanımından sonrası harcamalarına yansımıştır. Mikro kredi kullanan kadınlardan<br />
%90,5’i Muş’taki iş olanaklarını çok az, %5,5’i az bulurken %4’ü yeterli<br />
bulmamaktadır. Yetersiz iş imkânları ve kadınların iş hayatında ki zorluklara rağmen<br />
mikro kredi projesinin kadınların gelirlerinde olduğu gibi istihdamında da olumlu<br />
etkileri vardır. Anket katılımcılarının mikro kredi kullanımından önce %2’si<br />
kendisinden başka 1-2 kişiye iş imkânı sağlarken kredi kullanımı sonrasında<br />
katılımcıların %14,5’i 1-2 kişiye iş imkânı sağlamıştır. Bu durumda kredi kullanan<br />
kadınların dışındaki diğer işsiz kadınların da iş sahibi olmasının sağlanması ile<br />
istihdama katkı sağlanmıştır. Dolayısıyla bu işsiz kadınlar mikro kredi projesi ile<br />
işsizlikten kurtulmuştur.<br />
Araştırma bulguları, kredi sağlayarak yoksul durumdaki kadınların gelir getirici işlere<br />
sahip olabilmesi ve bu yolla istihdama katılımlarının sağlanmasını hedefleyen mikro<br />
367
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
kredinin Muş uygulamasında, bu amacı gerçekleştirmede etkin bir yöntem olduğunu<br />
ortaya çıkarmaktadır.<br />
KAYNAKÇA<br />
Açıkgöz, R. (2010). “Kadın Yoksulluğu Üzerine Bir İnceleme”, Yardım ve<br />
Dayanışma Dergisi, 1(2), s. 45–60.<br />
Aksan, G. (2012). “Yoksulluk ve Yoksulluk Kültürünün Toplumsal Görünümleri”,<br />
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 27, s. 9-19.<br />
Aşkın, E. Ö. & Barış S. (2015). "Kadın İstihdamının Artırılmasında Mikro Kredi<br />
Uygulamasının Etkisi: Tokat İli Örneği", Çalışma ve Toplum, 2015/3, s. 63-<br />
94.<br />
Baktır, N. S. & Erdem E. (2016). "Türkiye'de Kadın Yoksulluğunun Çözümünde<br />
Mikro Kredi Uygulamaları: Sosyal Etkilerinin Ölçülmesi", Akdeniz İ.İ.B.F.<br />
Dergisi (33), s. 99-121.<br />
Çak, D. (2007). Kalkınma Finansmanının Sağlanmasında Mikro Kredi Yöntemi,<br />
İstanbul Üniversitesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul.<br />
Çatlıoğlu, E. (2013). Mikro Kredi ve Yoksulluk Üzerindeki Etkisi, Erişim Adresi/<br />
https://esracatlioglu.wordpress.com/2013/04/03/mikro-kredi-ve-yoksullukuzerindeki-etkisi/<br />
(Erişim Tarihi: 26.08.2016).<br />
Dinçoflaz, N.J. (2009). Kentteki Kadının Yoksulluğu ve Sosyal Yardımlaşma ve<br />
Dayanışma Genel Müdürlüğü’nün Kadın Yoksulluğuyla Mücadele<br />
Politikaları. Uzmanlık Tezi, TC Başbakanlık Kadının Statüsü Genel<br />
Müdürlüğü, Ankara.<br />
Friedman, J. (2001-2). Yoksulluğu Yeniden Düşünmek: Yetkilendirme ve Yurttaşlık<br />
Hakları, Doğu Batı (İç.), Çev. N. Oktik, F. Nas, 4(17), s. 140-145.<br />
Giddens, A. (2005). Sosyoloji, (Haz.: Cemal Güzel), Ayraç Yayınları, Ankara.<br />
Kargı, M.G. (2011). Kadın Yoksulluğu ve Sosyal Güvenlik. Kadın ve Yoksulluk (Ed.<br />
N. Moroğlu) İstanbul, CM Basın Yayın, s. 33-50.<br />
Marshall, G. (1999). Sosyoloji Sözlüğü, (Çev: O. Akınhay & D. Kömürcü), Bilim ve<br />
Sanat Yayınları, İstanbul.<br />
Oktik, N. (2008). “Yoksulluk Olgusuna Kavramsal ve Kuramsal Yaklaşımlar”,<br />
Türkiye’de Yoksulluk Çalışmaları, (Ed: A.D. Sayıcı), Yakın Kitapevi Yay.,<br />
İzmir, s. 21–57.<br />
Ören, K. Negiz N. & Akman E. (2012). “Kadınların Yoksullukla Mücadele Aracı<br />
Mikro Kredi: Deneyimler Üzerinden Bir İnceleme”, Atatürk Üniversitesi<br />
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 26(2), s. 313–338.<br />
Öztürk, M. & Çetin B.I. (2009). “Dünyada ve Türkiye’de Yoksulluk ve Kadınlar”,<br />
Journal of Yasar University, 3(11), s. 2661-2698.<br />
Özuğurlu, A. (2002). “Yoksulluk Kavramına Çöplükten Bakmak”, Yoksulluk, Şiddet<br />
ve İnsan Hakları, (Ed: Yasemin Özdek), TODAİE Yay., s . 175-192<br />
Özyeğin, G. (2005). Başkalarının Kiri: Kapıcılar, Gündelikçiler ve Kadınlık Halleri<br />
(Orijinal Adı: Untidy Gender- Domestic Service in Turkey), (Çev. Suğra<br />
Öncü), İletişim Yayınları, İstanbul.<br />
Sultana, S. & Hasan S. S. (2010). "Impact of Micro-Credit on Economic<br />
Empowerment of Rural Women", The Agriculturists, 8(2), s. 43-49.<br />
368
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Şengür, M. & Taban S. (2012). ”Yoksullukla Mücadele Stratejisi olarak Mikro Kredi<br />
Uygulaması: Eskişehir İli Örneği”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal<br />
Bilimler Dergisi, 13(1), s. 59–89.<br />
Toksöz, G. (2011). Kalkınmada Kadın Emeği, 1. Baskı Varlık Yayınları, İstanbul.<br />
Uçar, C. (2011). Kadın Yoksulluğu ile Mücadelede Sosyal Politika Araçları ve<br />
Etkinlikler, Uzmanlık Tezi, TC Başbakanlık Kadının Statüsü Genel<br />
Müdürlüğü, Ankara.<br />
Uluoğlakçı, C. (2009). Bir Yoksullukla Mücadele Aracı Olarak Mikro finansman:<br />
Ankara Örneği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi,<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.<br />
Yıldız, S. & Göktaş N. (2013). "Kadın Yoksulluğu ve Mikro kredi Uygulamaları-<br />
Kırıkkale Örneği", Aile ve Kadın Sempozyumu Bildiri Kitabı, 16 Mayıs<br />
2013, Kırıkkale Üniversitesi Yayınları, Kırıkkale, s. 131-140.<br />
Yunus, M. (2003). Yoksulluğun Bulunmadığı Bir Dünyaya Doğru (Çev: Gülden Şen),<br />
Doğan Kitapçılık, İstanbul.<br />
369
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Yeni Bölgeselcilik Anlayışının Bölgesel Kalkınmaya<br />
Etkileri<br />
Yeşim KUBAR 1<br />
Globalleşme, ekonomik rekabete ivme kazandırarak, bölgesel ve yerel ekonomilerin<br />
birer aktör olarak yer almasına, getirdiği yeniden yapılanma süreciyle, birçok ülkede,<br />
yerel-bölgesel düzeyde yeni düzenleme mekanizmalarının oluşmasına, yasal<br />
düzenlemelerin yapılmasına, yeni yerel ekonomik gelişme kurumlarının oluşmasına<br />
neden olmuştur. 1990’lı yıllarda, globalleşme sürecinde değişen koşullara uyum,<br />
rekabet, insan kaynaklarının, Ar-Ge’nin geliştirilmesi, bölgeselleşme ve yerelleşme<br />
anlayışını değiştirerek yeni bir bölgeselleşme yaklaşımı oluşturmuştur. Yeni<br />
bölgeselleşme olgusu, 1980’lerde belirgin olarak başlamış ve 1990’lı yıllarda<br />
büyük bir hız kazanmıştır. Yeni bölgeselleşme süreci değişik motivasyonları ön plana<br />
çıkaran, değişik nitelikler sergileyen farklı bir siyasi ve ekonomik dünya düzeninin<br />
ürünü olmuştur. Yeni bölgeselleşme, küresel ölçekte neo-liberal ekonomik görüşler<br />
ile farklı bir boyutta kendini göstermektedir. Bu çalışmada, iktisat açısından bölge<br />
kavramının geçirmiş olduğu değişim, yeni ve eski bölgecilik anlayışı, değişim<br />
sonrasında geliştirilen bölgesel kalkınma uygulamalarının incelenmesi, Avrupa<br />
Birliğinde Bölgeselleşme kavramı, yeni ve eski bölgeselcilik anlayışının<br />
karşılaştırılması amaçlanmaktadır.<br />
Anahtar Kelimeler: Globalleşme, Yerelleşme, Yeni Bölgecilik, Entegrasyon,<br />
Bölgesel Kalkınma Ajansları, Bölgesel Kalkınma.<br />
The Effects of Approach of New Regionalizm on<br />
Regional Development<br />
Abstract<br />
Globalism, bringing acceleration in economic competition, led the regional and<br />
local economies to individually take place as an actor; with its restructuring process it<br />
introduces, new regulation mechanism to form in many countries at the local-regional<br />
level; legal arrangements to be made, and new local economic development institutes<br />
to form in 1990s, in globalization process, the phenomena such as compliance to<br />
changing conditions, competition, development of human resources and R&D,<br />
modifying approach of regionalism and indigenization, formed a new regionalism<br />
approach. The new phenomenon of regionalism has remarkably begun in 1980s and,<br />
in 1990s, gained a high acceleration. The new process of regionalism has become a<br />
product of a different political and economic world order, which stands out varied<br />
motivations. New regionalism, with the neoliberal economic views in global scale<br />
shows itself in a different dimension. In this study, it is aimed to compare the<br />
change the concept region passed in terms of economics, new and old approach of<br />
regionalism, applications of regional development developed after change, and<br />
concept of regionalism in European Union.<br />
1<br />
Yrd. Doç. Dr, Fırat Üniversitesi, İktisat Bölümü, ykubar@firat.edu.tr<br />
370
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Keywords: Globalization, Indigenization, New Regionalism, Integration, Regional<br />
Development Agencies, Regional Development.<br />
1. GİRİŞ<br />
Büyüme ve kalkınma kavramları, tüm ekonomilerin temel amacıdır. Kalkınma<br />
kavramı, niteliksel ve niceliksel gelişmelerin aynı anda ve pozitif olarak<br />
gerçekleşmesini ifade etmektedir. Kalkınma kavramı gelir dağılımı, demografik yapı,<br />
sosyal refah gibi kavramları niteliksel olarak, milli geliri içeren büyüklükleri ise<br />
niceliksel olarak değerlendirmektedir. Kalkınma kavramı, tüm ülkelerde ya da bir<br />
ülkenin tüm bölgelerinde eş zamanlı olarak gerçekleşen bir olgu değildir.<br />
Dünya üzerinde gelişmiş olarak nitelendirilen ülkelerin daha zengin olması ve<br />
sömürge olarak adlandırılan bazı ülkeleri egemenliği altına alması, gelişmiş ülkelerin<br />
üretim teknolojilerinin daha üstün olmasından değil, güçlü bir askeri organizasyona,<br />
sosyal ve kültürel yapılanmanın varlığına bağlı olmaktadır. Ancak Sanayi Devrimiyle<br />
bu durum değişmiş, uygulanan kalkınma modelleriyle, bir kutupta gelişmişlik karşı<br />
kutupta ise az gelişmişlik oluşmuştur. İkinci Dünya savaşı sonrası önem kazanan<br />
kalkınma kuramı, 1970'li yıllarda maruz kalınan petrol şoklarıyla, gelişmekte olan<br />
ülkeler (GOÜ) güç durumda kalmış 1980'lere girilirken küresel eğilimler karşısında<br />
kalkınma sürecinin çok katmanlı bir tabakaya yayılması, kalkınma iktisadını hızlı bir<br />
gerileme süreciyle karşı karşıya bırakmıştır. Kalkınma kavramı, ülkeler ve<br />
bölgelerarasında artan ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel farklılıkları açıklamada<br />
çaresiz kalınca, ekonomi dışı faktörleri de bünyesinde barındıran bölgesel nitelikte bir<br />
kalkınma anlayışına gereksinim duyulmuştur.<br />
Kalkınma anlayışının sosyal, siyasal ve teknolojik değişmeleri, ekonomiyle<br />
ilişkilendirilememesi, kalkınma kavramının büyümeye kavramıyla özdeşleşmesinin<br />
doğurduğu sorunlar, kalkınma ve bölgesel kalkınma anlayışında dönüşümü gerekli<br />
kılmış daha geniş boyutlarıyla ele alınmasına olanak sağlamıştır. Globalleşme<br />
süreciyle birlikte, kamu müdahalesini içeren merkeziyetçi bölgesel kalkınma anlayışı<br />
yerini, yerel ve bölgesel aktörlerin dahil olduğu yeni bölgesel kalkınma anlayışına<br />
bırakmıştır. Yeni bölgesel kalkınma anlayışla; politik, ekonomik, teknolojik ve<br />
coğrafi konuların dengesizliklerle birlikte bölgesel rekabet gücünü de değerlendirme<br />
kapsamına alınmaktadır.<br />
2. BÖLGE KAVRAMI BÖLGESEL KALKINMA VE PLANLAMA<br />
ANLAYIŞI<br />
Bölge sözcüğünün, çeşitli kavramlar karşılığında kullanıldığı görülmektedir. Bazen<br />
bir mahalleye, bir il’e bir kaç ilden oluşan yörelere, birkaç ülkenin oluşturduğu kara<br />
parçalarına ve hatta kıtalara “bölge” adı verildiği görülmektedir (Toprak:2001,59).<br />
Bölge kavramı farklı disiplinler de iktisadi, coğrafi ve politik olarak farklı şekillerde<br />
tanımlanmaktadır. Coğrafi tanımla bölge; ortak özellikler arasındaki uyumlu ve<br />
sürekli bir ilişkiden türetilmiş nitelikli bir bağlılığa sahip olan dünya yüzeyinin bir<br />
kısmı olarak kabul edilmektedir (Paasi:2008, 77).<br />
Avrupa Topluluğu’nun (AT) kurucu antlaşmalarında, ilk olarak bölgelerin<br />
adlandırılmadığı, ancak 1988’de Bölgesel ve Yerel Yönetimler Komisyonu ile temsil<br />
edilmeye başlandığı; önemini ise, Maastricht Antlaşması ile kazandığını ifade<br />
371
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
edilmektedir. Etimolojik kökleri latince olan bölge kavramı: çevre, alan gibi anlamlar<br />
taşımakta çok yönlü bir kavram olarak ifade edilmektedir. Uluslararası hukuk<br />
alanında, aynı çıkarları taşıyan, coğrafi, siyasi ve ekonomik yakınlık içindeki ülkelerin<br />
oluşturdukları birlikler olarak değerlendirilmektedir (Şen:2004,4). Bölge, bir coğrafi<br />
alanı kapsaması, benzer ekonomik ve sosyal yapıya sahip olması, ortak tarihi geçmiş<br />
içerisinde benzer etnik, kültürel, dini özelliklere sahip, aynı dili konuşan<br />
topluluklardan oluşmasıdır gibi özelliklere sahip bir kavramdır (Apan:2004,39).<br />
19. yüzyılın ulus devleti, bölge olgusuna sıcak bakmamış; bölge kavramından, ulusal<br />
birliği ve bütünlüğü bozması yönünde hep kaygı duymuştur. Fransa, İtalya ve<br />
İspanya’da kamu otoritesi, sadece eyaletler ve bölgeler arasındaki farklılıkları<br />
gidermeye çabalamış ötesine geçememiştir. İleri boyutlarda uygulama II. Dünya<br />
Savaşı sonrasında, devletlerin, kalkınma politikalarının uygulanmasında bölge<br />
olgusundan bir araç olarak yararlanmaları gündeme gelmiştir. Bunun arkasındaki<br />
nedenler, batılı süper güçlerin baskıları ve ülkeleri aşırı merkeziyetçilikten<br />
uzaklaştırmaktır. Avrupa ülkelerinde ise, bölgeciliğe verilen önemin artmasında,<br />
işlevsel zorunluluklar, kamu hizmetlerinin gerekleri ve planlı kalkınma gereksinmesi<br />
etkili olmaktadır (Keleş:1999,56).<br />
Sosyal bilimler açısından bölge, seçilmiş tanımlayıcı türdeş ölçütleri olan ve bütünlük<br />
taşıyan, bu sayede çevresindeki diğer alanlardan ayrılan bir ‘mekân’ olarak<br />
tanımlanmaktadır. Bir bölge, bir ya da birden fazla özellikle tanımlanabileceği gibi,<br />
belirli bir alanda yaşayan insanların tümüne yönelik kavramlarla da<br />
belirlenebilmektedir. Bir bölge için sosyal bilimlerde en çok: Etnik, kültürel, dilsel<br />
özelliklerdir Fransa'da Provence bölgesi gibi, iklim ya da topografya ABD'de<br />
Tennessee Vadisi gibi; sinai ve kentsel gelişme Ruhr bölgesi gibi; yönetsel birimler,<br />
ekonomik uzmanlaşma Kuzey Amerika'nın pamuk kuşağı gibi; uluslar arası politik<br />
ilişkiler Ortadoğu bölgesi gibi konular üzerinde durulmaktadır (Özel:2003,3). Bölge<br />
kavramının belirleyicileri karmaşık olmasıyla birlikte bazen de bir devletten daha<br />
geniş alanları kapsadığı görülmektedir (Keating:1998,9-10). Bölgenin ayırt edici<br />
özeliği; devlet ile mevcut yerel yönetimler arasında orta düzeyde mekânsal, bir<br />
birimin olmasıdır (Wonnop:1995, 56).<br />
Alan planlaması açısından bölgeler, Metropoliten bölge, Koridor bölge, Kırsal bölge<br />
olmak üzere üç tipe ayrılmaktadır. Bölge ile ilgili bir diğer bir ayrım da fonksiyonel<br />
bölgeler tanımlamasıdır. Fonksiyonel bölgeler; şehir-yönelimli bölgelerdir ve şehirler<br />
üzerine odaklanmaktadır (Hart:2008,43). Farklı açıdan bir başka bölge ayrımı;<br />
homojen bölge, polarize bölge ve plan bölge ayrımıdır. Homojen bölge; birbirine<br />
bitişik, kendi aralarında mümkün olduğu kadar yakın benzerlikler gösteren komşu<br />
alanlar grubu olarak tanımlanmaktadır. Polarize bölge; bir yerleşim merkezinin,<br />
kendisinden daha küçük bir veya birkaç yerleşim merkezini etki alanına alması<br />
sonucunda oluşmuş bir bölgedir. Polarize bölge ayırımı bir ya da birden fazla<br />
karakteristik özelliğe değil, çeşitli birimler arasındaki ilişkilere dayanmaktadır (Kılıç<br />
ve Mutluer:2004,19).<br />
Bölge kavramı temelde, sosyo-ekonomik olarak birbirine bağlı mekânların tespit<br />
edilmesi ve çerçevesinin çizilmesini amaçlayan bölge planlamanın ve mekân<br />
düzenlemenin 19.yüzyılda ortaya çıkmış ürünüdür (Nalbant:1997,224). Bölgesel<br />
planlama; mekansal olarak sınırlı bir alanın ekonomik, sosyal ve fiziksel<br />
372
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
kaynaklarının bütünleşmiş yönetimi olarak tanımlanmaktadır. OECD’nin tanımına<br />
göre bölgesel planlama; bölgelerde istihdam ve refah artırıcı ekonomik faaliyetlerin<br />
desteklenmesiyle bölgesel farklılıkların azaltılmaya çalışılmasıdır. Genel olarak bir<br />
çok ülkede bölge planlama çalışmalarını gündeme getiren iki temel gelişmeden söz<br />
edilmektedir. Birincisi, kentlerin sanayileşme süreci sonucunda hızla büyümeleri ve<br />
çevrelerini büyük ölçüde etki altına almalarıyla büyük şehirlerin sorunlarının klasik<br />
şehir planlama anlayışıyla çözülemez hale gelmesidir. İkincisi; dengesiz kalkınmanın<br />
ortaya çıkardığı toplumsal sorunları çözme endişesidir (Kılıç:2012,19).<br />
Bölgesel planlama; bir bölgenin ekonomik, sosyal ve fiziki yönden koordine edilmesi<br />
olarak ifade edilmektedir. Bir mekânın en rasyonel biçimde düzenlenmesi ve bu<br />
düzenin gerektiği şekilde donatılmasıdır. Bunun içinde devletin elinde bulunan<br />
sulama ve enerji kaynakları, ulaşım, krediler, konut yatırımları, organize sanayi<br />
teşvikleri gibi tüm araçlardan yararlanma ve en iyi şekilde kullanmak<br />
amaçlanmaktadır. Bölge planlamasının ana teması, bölgeler arası dengesizliklerin<br />
giderilmesidir (DPT:2000,10). Ulusal ölçekteki kalkınma planları, kalkınmanın<br />
öngörülen hızına ve kaynaklardan yararlanmanın biçimine ilişkin önemli ilke ve<br />
hedefler saptamakla birlikte, kalkınmanın coğrafi boyutunu ihmal etmektedir. Bu<br />
nedenle bölge planlaması, kalkınmanın yersel, mekânsal yani coğrafi boyutlarını<br />
hesaba katma ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Bölgesel sorunlara üç boyutlu olarak<br />
fiziki-sosyal ve ekonomik bir bütünsellik içinde yaklaşılmasına olanak sağlamaktadır<br />
(Göymen: 1997,48).<br />
Bölge planlaması, ekonomik, toplumsal ve fiziksel planlama çalışmaları arasında<br />
eşgüdüm sağlamaya yönelik bir planlama türüdür. Kalkınmaya ilişkin ulusal<br />
politikaların yerel ihtiyaçlara cevap verecek şekilde yerel eylemlere dönüştürülmesi,<br />
gelenek ve göreneklerin sürdürülebilmesi için bölgesel planlamaya ihtiyaç<br />
duyulmaktadır. Bu açıdan bölgesel planlama, soyut ve genel düzeyde olan ulusal<br />
planlar ile somut ve yerel düzeyde olması gereken yerel planlama eylemleri arasında<br />
bir bağ işlevi de görmektedir. bu bağla, yerel bilgilerin ulusal planlara aktarılması<br />
sağlanarak, ulusal kalkınma hedeflerinin yerel planlara yansıtılması sağlanabilecektir.<br />
Yerel-bölgesel yönetimler, bölgelerindeki fiziksel çevrenin biçimlenmesine ve<br />
nüfusun dağılışına etkide bulunabilecek farklı araçlara sahiptir, bu araçların etkin<br />
olarak kullanılması, belirli bölgelerin geliştirilmesi için hazırlanmış bölgesel planlar<br />
içinde bir araya getirilmesini gerektirmektedir. Bölgesel plan, çerçevesinde<br />
geliştirilecek birimler ve süreçler içinde, politikacı-teknokrat-plancı arasındaki olası<br />
çelişki ve çatışmaları hafifletip, ortak amaç maksimizasyonun sağlanması bakımından<br />
önemli bir araç olmaktadır (Arslan:2005,280-281).<br />
Bölgesel Kalkınma; bölge tanımlanmasına göre önemli ölçüde farklılaşmaktadır.<br />
Planlamada ekonomik öncelikler ön plana alınırsa; polarize bölge, çevresel ve<br />
ekonomik faktörler dikkate alınırsa; bir havza ya da coğrafi bir bölge, kültürel-tarihi<br />
faktörler baz alınırsa; siyasal bir bölge olarak bölge tanımı ve alanı belirlenmelidir.<br />
Bölge tanımı geniş tutulur ise kalkınma çabasının hedefi kalkınma bölgeleri, dar<br />
tutulur ise büyüme noktaları olmaktadır yani, her hangi bir ülkenin kalkınma<br />
çabasında, bölge tanımının nasıl yapılacağı büyük önem taşımaktadır<br />
(Köstekli:1999,156).<br />
373
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bölgesel kalkınma kavramı ise, ülke bütününde yer alan bölgelerin, çevre bölgeler ve<br />
dünya ile karşılıklı etkileşimi ile oluşan bölge vizyonunu dikkate alan, katılımcılık ve<br />
sürdürülebilirliği temel ilke edinen ve insan kaynaklarının geliştirilmesi ekonomik ve<br />
toplumsal potansiyellerin harekete geçirilmesi yoluyla bölge refahının yükseltilmesini<br />
amaçlayan çalışmalar bütünü olarak tanımlanmaktadır (DPT:2003,250). Bölgesel<br />
kalkınma, bölgenin katılımcılık ve sürdürülebilirliğin yer aldığı sosyal ve ekonomik<br />
potansiyelin rol oynamasıyla bölge refahının yükseltilmesidir. Bölgesel kalkınma,<br />
merkezi yönetimin yukarıdan aşağıya yaklaşımı yerine, bölgesel aktörlerin katılımıyla<br />
belirlenmiş ekonomik alanın, sanayileşmesi, sosyal yapısının iyileştirilmesi olarak<br />
tanımlanmaktadır (Apalı:2009,6). Bölgesel kalkınmanın ülke ekonomisine sağladığı<br />
faydalar ise (Abuşoğlu ve İnan:1989,7):<br />
Ülkenin çeşitli bölgelerinde bulunan kaynakların iktisadi faaliyet içerisinde<br />
değerlen dirilerek yüksek kalkınma hızının gerçekleştirilmesi,<br />
Ülkede nüfus-kaynak dengesinin kurulması,<br />
Düalist özelliğe sahip ekonomik yapının bütünleşmesi<br />
İktisadi mekânın ve şehirleşme olayının iktisadi gelişmeye en elverişli<br />
biçimde düzenlenmesi,<br />
Bölgeler arası refah seviyesi farklılıklarının giderilmesi olarak ifade<br />
edilmektedir.<br />
Bölgelerarası kalkınmışlık farklılığı kavramı, az gelişmiş bölgelerin gelişmiş<br />
bölgelere sosyal refah açısından yaklaştırılmasını yani farklılıkların giderilmesi ifade<br />
etmektedir. Bu gelişmeler ‘bölge’ ve ‘kalkınma’ kavramlarının bir bütün olarak ele<br />
alınmasına yol açmakta, planlama ve bölgesel kalkınma çabalarında alternatif politika<br />
arayışlarını gündeme getirmektedir. Gelişmiş ülkelerde uzun süredir üzerinde önemle<br />
durulan ve büyük ölçüde uygulama olanağı bulan bölgesel planlama ve bölgesel<br />
kalkınma ajansları yaklaşımı, gelişmekte olan ülkelerde rağbet görmemekte ve çeşitli<br />
altyapı yatırımlarının desteklenmesi ile sınırlı kalmaktadır. Türkiye’de de bölgesel<br />
planlama çalışmalarına, çeşitli nedenlerle geçilememiştir. Bunun yerine, il planlaması<br />
tercih edilmiş ve bölgesel gelişmişlik farklılıklarının giderilmesi için ‘kalkınmada<br />
öncelikli yöreler’ uygulamasına ağırlık verilmiştir (Arslan:2005,276).<br />
Bölgecilik kavramı, bağımsızlık çabalarını ifade etmektedir. Bu bağımsızlık çabaları;<br />
etnik ve kültürel kimliğin devlet tarafından tanınması, kendileri hakkında karar<br />
verebilme, özerk bir yönetim kurma, ekonomik yönden güçlü ve gelişmiş bölgelerin<br />
zenginliklerini başka bölgelerle paylaşmak istemeleri, zenginlikleri nedeniyle devlet<br />
karşısında daha fazla hak ve ayrıcalık sahibi olmak istemeleri olarak ifade edilebilir.<br />
Bölgeciliği, üç grupta toplamak mümkündür (Keating:1998,51). Bölgeciliğin ilk<br />
grubunda, aynı dili konuşan, aynı kültürü paylaşan toplulukların siyasal, kültürel ve<br />
etnik kimliklerini korumak ve geliştirmek için devletten belirli düzenlemeler yapması<br />
istenmektedir. İkinci grubunda, toplulukta, talep edilen düzenlemelerin anayasada da<br />
yer alması, üçüncü grupta, bölgesel ve yerel birimlerin sınır ötesi işbirliği<br />
çerçevesinde birliklerin oluşması yer almaktadır. Bölgeciliğin bu türünde etnik<br />
kültürel değerler önem taşımamakta, altyapı, çevre, turizm, ulaşım ve enerji gibi<br />
alanlardaki güçlükleri aşmak, işbirliği yapmak, ortak politikalar belirleyip uygulamak<br />
amaçlanmaktadır. Bu anlamda özellikle son yıllarda bölgesel kurumların özerkliğini<br />
374
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
amaçlayan, kamu yönetimde bölgesel yapıların özerkliğini savunan ve siyasal<br />
bölgecilik akımının güç kazandığı görülmektedir (Taştekin: 2007, 8).<br />
3. ESKİ (GELENEKSEL) BÖLGESELLEŞME<br />
Eski (geleneksel) bölgeselleşmenin tarihsel sürecinde, birinci ve ikinci dünya<br />
savaşları yaşanmış, imparatorluklar yerlerini ulus devletlere bırakmıştır. Bu süreç<br />
milliyetçi ekonomik politikaların temellerini atmış dünya iki kutuplu bir güç dengesi<br />
ile karşı karşıya kalmıştır. Kapitalist sistemi savunan Amerika Birleşik Devletleri<br />
(ABD) ile sosyalist sistemin savunucu Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)<br />
bu dönemdeki çok taraflı serbestleşme, bölgeselleşme ve ekonomi politikalarını<br />
şekillendirmişlerdir. ABD, çok taraflı serbestleşme sistemi savunmuş, bölgeselleşme<br />
girişimleri içinde yer almamıştır. Avrupa devletleri ise bir güç odağı olabilmek<br />
maksadı ile bölgeselleşme girişimlerini başlatmışlardır (Genç ve Berber:2011, 89).<br />
Bölgeselleşme süreci Avrupa dışında dünyanın gelişmekte olan bölgelerinde de ortaya<br />
çıkmaya başlamıştır (Grilli:1997,194-195).<br />
Eski bölgeselleşme sürecinde Afrika’da; Orta Amerika Ortak Pazarı (CACM) 1960,<br />
Orta Doğuda Arap Ortak Pazarı (ACM) 1964, Karayipler Serbest Ticaret Bölgesi<br />
(CARIFTA) 1965, Batı Afrika Ekonomik Topluluğu (CEAO) 1966, Asya’da Güney<br />
Doğu Asya Ulusları birliği (ASEAN) 1967, And ülkeleri Paktı (ANDEAN) 1969,<br />
Mano Nehri Birliği (MRU) 1973, Orta Afrika Ekonomik ve Gümrük Birliği<br />
(UDEAC) 1973, Batı Afrika Devletleri Topluluğu (ECOWAS) 1975, Büyük Göller<br />
Ülkeleri Ekonomik Topluluğu (CEPGL) 1976 ve Güney Afrika Kalkınma Topluluğu<br />
(SADC) 1980, Latin Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (LAFTA) kurulmuştur.<br />
Avrupa’da gelişmiş ülkelerin diğer bölgelerde ise az gelişmiş ülkelerin birbirleri ile<br />
bütünleşmek istemeleri, eski bölgeselleşmenin en belirgin özelliği olmuştur. Eski<br />
bölgeselleşme süreci ekonomik bütünleşme analizlerinin temellerinin atıldığı dönemi<br />
oluşturmuş Viner (1950) tarafından ekonomik bütünleşme analizi gümrük birliği<br />
teorisinden hareketle sistematik bir şekilde ele alınmış, literatüre kazandırdığı ticaret<br />
yaratıcı ve saptırıcı etkiler ile ekonomik bütünleşmenin üye olan ve olmayanlar<br />
üzerinde yaratacağı etkileri analiz edilmiştir. Viner (1950)’nin ekonomik bütünleşme<br />
teorisine katkısı, ekonomik bütünleşmeler dünya refahını artırır görüşünü<br />
değiştirmesidir.<br />
Eski bölgeselleşme dalgası 1950’ler ve 1960’larda ortaya çıkmış ve bu hareket<br />
gelişmiş ve özellikle GOÜ’ler arasında geniş kabul görmüştür. II. Dünya Savaşından<br />
sonra dünya ekonomisinde yaşanan büyük değişimlerle, uygulamaya konan ticaret<br />
anlaşmaları genelde coğrafi açıdan ve ekonomik gelişmişlikleri birbirine yakın ülkeler<br />
arasında yapılmıştır. 1945 sonrası Avrupa’da ortaya çıkan siyasi ve ekonomik düzen,<br />
Soğuk Savaş ve çift kutuplu dünya düzeni, 1950 sonrası koloniciliğin tasfiyesi ile yeni<br />
bağımsızlığını kazanan birçok ülkenin ortaya çıkması, 3. Dünya ülkelerinin politik<br />
aktivizmi ve ülkelerin kendi ihtiyaç ve tercihleri, eski bölgeselleşmede belirleyici<br />
faktörler olmuştur (Genç ve Berber:2011,90).<br />
Bu dönemde, önce 1950’lerde Avrupa Topluluklarının oluşturulması ve Avrupa<br />
Serbest Ticaret Birliği (EFTA)’nın kurulmasından sonra bölgeselleşme hareketi<br />
Afrika’ya, Latin Amerika’ya ve diğer GOÜ’lere hızla yayılmıştır. Eski bölgeselleşme<br />
375
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
hareketi daha çok GOÜ’ler arasında gözlemlenmiştir. Bu dönemde ABD ve<br />
Uzakdoğu’nun büyük ekonomileri bölgeselleşmeye hemen hemen hiç katılmamışlar<br />
ve çok taraflı ticaret sistemine (GATT) ağırlık vermişlerdir. Bu dönemde ortaya çıkan<br />
bölgesel işbirliği hareketlerinden AET ve EFTA dışındakilerin çoğu hedeflerine<br />
ulaşamamıştır (Nebioğlu:1997,43). Eski bölgeselleşme faaliyetlerinin büyük oranda<br />
belirlenen hedefleri yakalayamamasının ve entegrasyon takvimlerini<br />
uygulayamamasının nedenleri olarak; siyasi sorunlar, ekonomik istikrarsızlıklar,<br />
uygulanan içe dönük ekonomik politikalar, entegrasyon için gerekli ekonomik<br />
gerçekliklerden uzaklık entegrasyon için ön şartların yetersizliği ve kurumsal yapının<br />
zayıflığı sayılmaktadır (Güngör: 2004, 21).<br />
4. YENİ BÖLGESELLEŞME<br />
Ulusal kavramı, 1980’li ve 1990’lı yıllarda yerellik kavramıyla değişim göstermiştir.<br />
Gerçekleşen farklılaşma, üretim biçimi ve devletin mekânsal örgütlenme ölçeğindeki,<br />
dolayısıyla kalkınmanın kurumsallaşma ölçeğindeki farklılaşma olarak ifade<br />
edilmektedir.<br />
1929 yılında gerçekleşen büyük bunalım ve 1945 yıllarda ortaya çıkan bölgesel<br />
politikaların etkisi 1970’li yıllarda yaşanan ekonomik krizle azalmaya başlamış<br />
1980’li yıllar sonrasın da ise bölge anlayışı yeniden şekillenmiştir. Bölgesel gelişme<br />
paradigması temelden değişmiştir. Yeni bölgeselleşme üretim ve yönetim ölçeği<br />
olarak bölgeleri öngörmektedir (Karasu:2009,25). Yeni bölgecilik akımı, bölgesel<br />
gelişmedeki yeni dinamikleri tanımlamaya yönelik bir gündem oluşturmuştur. Yeni<br />
bölgecilik yaklaşımlarının temelleri ekonomik, felsefi ve toplumsal olarak üç başlıkta<br />
ele alınmaktadır.<br />
Eskisinden belirgin bir şekilde ayrılan yeni bölgeselleşme süreci değişik<br />
motivasyonları ön plana çıkaran, değişik nitelikler sergileyen, farklı bir siyasi ve<br />
ekonomik dünya düzeninin ürünüdür. Yeni bölgeselleşme anlayışı; bölgeyi, yerel<br />
birimlerin birleşmesiyle oluşan fiziksel anlamının dışında bölgesel kalkınmanın itici<br />
gücü, ilişkiler ağının ve uluslararası piyasaların bir parçası olarak ele almaktadır. Yeni<br />
bölgeselleşme, soğuk savaşın bitimi ve küresel ölçekte neo-liberal ekonomik dalga ile<br />
birlikte eskisine göre daha farklı bir boyutta kendini göstermekte ve daha kapsamlı ve<br />
kalıcı bir eğilimi yansıttığı görülmektedir (Çalışkan:2010,26-27).<br />
Yeni bölgeselleşme sürecinde ortaya çıkan farklı bölgesel oluşumların temeli, iki ana<br />
nedene bağlanabilir; dünya genelinde kırılan büyük güç bloklarına bir cevap ve<br />
ekonomik küreselleşmenin oluşturduğu risklerin kontrol edilmesi, bununla beraber<br />
daha spesifik olarak küresel, jeo-stratejik, bölgesel ve ulusal düzeylerdeki gelişmeler<br />
yeni bölgeselleşmenin itici faktörleri olmuştur. Yeni bölgeselleşmede, yapısal<br />
reformlar, uluslar arası ekonomik kuruluşlar, sermayenin serbest dolaşımı, doğrudan<br />
yabancı yatırımlar, çok uluslu şirketler, hizmetler ticareti, hükümet-dışı kuruluşların<br />
rolünün artması, politika yapım süreçlerine katılımın nitelik ve nicelik olarak<br />
gelişmesi, çok taraflı ticaret sisteminin etkinliğinin artması ve konu ve üye<br />
bakımından genişlemesi ve derinleşmesi anahtar kelimelerdir (Çalışkan:2011,4-5).<br />
Yeni bölgeselleşme akımı ile birlikte dünyada önemli değişiklikler yaşanmıştır. ABD<br />
tek başına egemen güç konuma yükselmiş, soğuk savaş olarak da ifade edilen dönem,<br />
376
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
1989 yılında Almanya da Berlin Duvarı’nın yıkılması ve 1991 yılında SSCB’nin<br />
dağılması ile son bulmuştur. Gelişmeler yeni bölgeselleşme akımını şekillendirmiş bu<br />
dönemde ekonomiler ithal ikameci sanayileşme politikasını büyük ölçüde terk ederek<br />
finansal politikalarda serbestleşmeler gerçekleştirmişlerdir (Genç ve Berber:2011,91).<br />
Tablo-1: Yeni ve Eski Bölgeselleşme Karşılaştırması<br />
Eski Bölgeselleşme<br />
Yeni Bölgeselleşme<br />
Soğuk Savaş siyasi ortamında çift<br />
kutuplu bir dünya düzeni çerçevesinde<br />
oluşmuştur,<br />
Bölgeselleşme faaliyetleri, süper<br />
güçlerin doğrudan müdahaleleri ile<br />
yürütülürken<br />
Bölgeselleşme hareketleri daha çok<br />
gelişmişlik düzeyleri birbirine yakın<br />
ve Avrupa ülkeleri dışındaki bir<br />
bölgeselleşmedir<br />
Bölgesel rekabet temsil etmektedir<br />
Bölgeler arası bir entegrasyonu temsil<br />
ederken<br />
Geleneksel ticaret engellerinin;<br />
kotalar, tarifeler gibi, engellerin<br />
kaldırılması ve düşürülmesiyle sınırlı<br />
kalmıştır<br />
Odak, sanayi ürünleri konusunda<br />
sınırlı iken<br />
Eski bölgeselleşme 1945 sonrası<br />
kurulan dünya ekonomik düzeni içinde<br />
ortaya çıkmış; ithal ikameci ekonomi<br />
politikalarının uygulandığı, birçoğu<br />
planlı veya karma ekonomi modelini<br />
seçen ve ekonomilerinde kamu<br />
sektörünün ciddi ağırlığının olduğu<br />
coğrafyalarda yoğun olarak<br />
yaşanmıştır.<br />
Eski bölgeselleşmede ulusal tasarruf<br />
oranı, yatırımlar ve kısmen gelişmiş<br />
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, çok<br />
kutupluluğa kayışın paralel süreçler<br />
olarak yürüdüğü bir ortamı<br />
yansıtmaktadır,<br />
Bölgeselleşme faaliyetleri, otonom,<br />
anlık ve ekonomik temellere<br />
dayanmaktadır<br />
Bölgeselleşme hareketlerinde daha çok<br />
gelişmiş ülkeler merkez ve itici güç<br />
oluşturduğu bir bölgeselleşmedir<br />
Küresel rekabeti temsil etmektedir<br />
Bölgelerarası ve kıtalararası bir<br />
entegrasyonu temsil etmektedir.<br />
Geleneksel ticaret engellerinin dışında<br />
teknik düzenlemeler, fikri mülkiyet<br />
hakları, yatırımlar, ulaşım ve iletişim<br />
konuları, kamu alımları, rekabet, devlet<br />
yardımları gibi birçok konuda<br />
işbirliğinin gerçekleştirmektedir<br />
Odak sanayi ürünlerinin ötesinde<br />
malların tümü, hizmetler ve yatırımlara<br />
doğru kaymıştır.<br />
Yeni bölgeselleşmede ulus devletin<br />
ötesinde politika yapım süreçlerinde çok<br />
uluslu şirketler, uluslararası kurumlar,<br />
büyük sermaye grupları, özel sektör, işçi<br />
ve çevre örgütleri ve diğer sivil toplum<br />
kuruluşlarının zaman içinde artan oranda<br />
rol oynadıkları görülmektedir.<br />
Yeni bölgeselleşme ile birlikte doğrudan<br />
yabancı yatırımlar çok daha fazla ön<br />
377
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ülkelerce yapılan kalkınma yardımları<br />
önemli unsurlardır.<br />
plana çıkmıştır. Çok uluslu şirketlerin,<br />
firma-içi ve endüstri-içi ticaretin önemi<br />
artmıştır.<br />
Kaynak: Çalışkan, 2011.<br />
Tablo-1’de yeni ve eski bölgeselleşme kavramlarının özet bir karşılaştırması yer<br />
almaktadır. Bu karşılaştırma, eski ve yeni bölgeselleşme arasındaki farkı ve meydana<br />
gelen değişimler açıkça ortaya çıkmaktadır.<br />
4.1. Yeni Bölgeselleşmenin Temelleri<br />
Bölgenin yükselişi, bu yönelim post-fordizm sloganı ile ifade edilen üretimin<br />
teknoloji ve organisazyon boyutlarında yaşanan dönüşümün sonucu olmaktadır. Yeni<br />
bölgecilik anlayışının ekonomik temelleri, bölgesel birleşmelerin oluşturduğu<br />
ekonomik güç ve oluşan ağ ekonomileri ile sağlanmaktadır (Lovering:1998,6). 20.<br />
Yüzyılın ilk çeyreğinde geliştirilen ve fordizm olarak adlandırılan montaj hattı<br />
üzerindeki seri üretim işletmelerin faaliyet hacimlerinin ve alanlarının artmasına<br />
neden olarak büyük bir verimlilik artışı sağlamıştır. Fordizm iş görenlerin makinelerin<br />
bir parçası olarak değerlendirilmesi nedeniyle büyük eleştirilerle de karşılaşmış, yeni<br />
teknolojilere adaptasyondan uzak olması, pazarda yaşanan tüketim mallarına olan<br />
doygunluğa bağlı olarak işletmeler tarafından terk edilmeye başlanmıştır<br />
(Morgan:1998,31). Fordizm yerini post fordist anlayışa bırakmış bu anlayışta, küçük<br />
ölçekli işletmeler tarafından ürün farklılaştırması ve esnek üretim kalıplarına bağlı,<br />
esnek uzmanlaşma ve çok yönlü deneyime sahip işçilerin kullanılması, katma değeri<br />
yüksek ürünlerin üretilmesiyle sonuçlanmıştır.<br />
(http://inet-tr.org.tr/inetconf8/sunum/83.html).<br />
Yaşanan hızlı teknolojik değişimlerin ekonomik yansımaları gerek ulusal ekonomiler<br />
gerekse işletmeler arasında entegrasyon hareketlerinin hızlanmasına neden olmuştur<br />
(Özmen:2004, 52). Çok taraflı üretim, ticari ve finansal ilişkilerin gelişmesi,<br />
küreşelleşme karşısında güçlerini birleştirme, aynı coğrafi bölge içerisinde ülkelerin<br />
birleştirici ilişkiler içerisine girmesine neden olmuş, ülkeler iktisadi sosyal sorunlarla<br />
karşılaşmalarına bağlı olarak, ortak davranışlar sergilemekte, bölgesel entegrasyonlar<br />
oluşmakta bu durum yeni bölgecilik yönelimini ortaya koymaktadır.<br />
Bilişim teknolojileri ve bu sayede gelişen internet, ekonomik faaliyetlerin ve<br />
ilişkilerin yeniden şekillenmesini sağlamaktadır. İnternetin işletme içerisinde ve<br />
dışarısında oluşturduğu ağlar, iletişim ve bilgi paylaşımının hızlanarak<br />
kolaylaşmasına ve ucuzlamasına neden olmuş, bu ağ yapıları sonrasında yeni bir<br />
ekonomik anlayış ve yeni ortam gelişerek ‘Yeni Ekonomi’ adını almıştır<br />
(Ölmezoğulları, 2001). Küresel ölçekte faaliyet gösteren işletmeler ağ ekonomisinin<br />
etkisiyle bütünsel olarak ağ işletmeleri haline gelmekte ve bölgesel işletmelerde bu<br />
ağların parçası olmaktadır. Ağlar karşılıklı etkileşim ve bağımlılığı artırmakta zaman<br />
ve mekân avantajı sağlamaktadır, Ar-Ge ürün tasarımına dayalı hizmetler, finansman,<br />
pazarlama, müşteri danışmanlığı ve aracılık hizmetleri değiş tokuş edilmekte ve ortak<br />
değer yaratılarak bütünleştirilmektedir (Özel:1998,62). Bu anlayışın bölgeselleşme<br />
eksenine yansıması ile deneyim alışverişinin sağlanarak bölgesel aktörlerin<br />
gelişmesine olanak sağlamaktadır.<br />
378
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Felsefi temeller, bölgecilik anlayışının ekonomik ilişkilerle şekillenmesini<br />
yönlendirmektedir. Yeni bölgeselleşme yaklaşımında felsefi temelleri,<br />
postmodernizm ve bilgi temellilik düşüncesi oluşturmaktadır. Modernizm, 17 yy. da<br />
Avrupa da ortaya çıkan toplumsal yaşamı ve örgütlenme biçimini tanımlayan etkisini<br />
bütün dünyada hissettiren kavramdır. Postmodernizm, modernizmin farklılaşmış ve<br />
ötesindeki bir kavram olarak, geleceğe ilişkin çıkarımlar ve durum saptamaları, kültür<br />
ve sanatsal estetik sorunları, bilime bilgiye yaklaşımın sorgulanması temeline<br />
oturmaktadır. Postmodern anlayış, yeni bölgecilik çerçevesinde büyük ölçekli<br />
farklılaştırılmış bölge ve bileşimlerinin entegrasyonunu sağlamaya yönelik çoğulcu<br />
ve organik stratejilerin benimsenmesini ifade etmektedir (Belek:1999,174-175).<br />
Bilgi temellilik, yeni belgeselcilik kavramının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.<br />
Bilgi enformasyon anlamına gelmekte değişimi, bir birey veya kurumu farklı ve daha<br />
etkili bir eylem gerçekleştirebilecek duruma getirerek sağlamaktadır. Bilgi ve iletişim<br />
teknolojilerinde yaşanan gelişmeler ve gelişen bilgi ekonomisi yeni bir toplumsal<br />
dokunun ortaya çıkmasını sağlamış ve adı bilgi toplumu olmuştur (Erkan:1997,71).<br />
Bilgi ekonomilerinin ağırlık kazanıyor olması büyüme ve gelişmeyi sağlamakta<br />
zorlanan ülkeler için fırsatları ve riskleri beraberinde getirmektedir.<br />
Bilgi temelli düşüncenin bölgeselleşme eksenindeki yansımaları, merkezi yönetim<br />
mekanizmalarının yerini yerel katılımın ve sivil toplum kuruşlarının yaygın ve yoğun<br />
işbirliğine ve ortaklığına dayalı katılımcı yerinden yönetim anlayışına dayanan çok<br />
merkezli hesap veren ve bilgi işlem teknolojilerinin hız ve kolaylıklarından yararlanan<br />
etkin ve duyarlı bir anlayışa bırakması olarak tanımlanmaktadır.<br />
www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/yaz_gos.php).<br />
Yeni bölgecilik anlayışının bir diğer bağı toplumsal temeller üzerinedir. Toplumsal<br />
temeller, bireylerde yaşanan dönüşüm, sosyal sorumluluk ve bölgesel bilinç olarak<br />
adlandırılmaktadır. Yeni bölgecilik kavramı üretim anlayışını emek yoğun olarak<br />
çalışan mavi yakalılardan, entelektüel sermayesini kullanan bilgi işçilerine<br />
çevirmiştir. Bilgi işçileri gelişmiş ülkelerde toplumdaki en büyük grubu oluştururken<br />
dünya genelinde çalışan nüfus içerisinde çekim merkezi olmaktadırlar (Drucker,<br />
1994; 16). Bilgi işçisinin bilgisi örtük bilgi olarak adlandırılmakta ve yeni değer<br />
yaratmanın gerçek anahtarı olmaktadır. Örtük bilgi bölgesel kalkınma aracı olarak<br />
kritik önem taşıyan noktadır, çünkü bilginin kendisini üretmektedir (Göker:2000,5).<br />
Bölgelerin rekabet gücü, gelişmişliği ve bölgeye bakış, o bölgede yaşayan bilgi<br />
işçilerinin sayısına bağlı olarak değişmektedir. Bilgi işçisine sahip olan veya çeken<br />
bölgeler, rekabet güçlerini artırmakta ve bölgesel kalkınmayı sağlayabilmektedir<br />
(Dulupçu:2001,107).<br />
Sosyal sorumluluk, birey ve kurumların birbirlerine olan karşılıklı bağımlılığın bir<br />
sonucu olarak ortaya çıkan kavramdır. Bölgesel politikalarda bireyler birinci sırada<br />
yer almakta bu çerçevede toplumsal katılımın yolu sosyal sorumluluk bağlamında<br />
şekillenen sivil toplum kuruluşlarına bağlı olmaktadır. Bu kurumların etkileri,<br />
özellikle yerel düzeyde gerçekleşmekte ve toplumun biçimlendirilmesin de yol<br />
gösterici olmaktadırlar. Sivil toplum kuruluşları öncelikle kuruldukları alana<br />
odaklanmakta ve etkileri katılımın boyutuna göre değişme göstermektedir<br />
(Drucker:1994,87).<br />
379
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
5. AVRUPA BİRLİĞİNDE BÖLGESELLEŞME VE<br />
BÖLGESELLEŞME ARAÇLARI<br />
Bugün, dünya ölçeğinde yaşanılan bir değişim olan globalleşmenin ulus devlet olgusu<br />
üzerinde iki yönde etkide bulunacağı ileri sürülmektedir. Dünya’nın geleceğini,<br />
devletler-üstü kuruluşlar ile devlet-altı kuruluşlar belirleyecek böylece globalleşme,<br />
ulus-devleti hem aşağıdan ve hem de yukarıdan etkileyen sonuçlar oluşturacaktır. Bu<br />
nedenle, yerelleşme ve bunun bir boyuttu olan bölgeselleşme olgusu, bu etkilerin bir<br />
bölümünü göstermektedir (Keleş ve Erbay:1999,4).<br />
Bölgeselleşme, bölgesel bütünleşme iktisadi, siyasi, askeri ve sosyal boyutlar<br />
içerebilmektedir (DPT:1995,57). Bu nedenle bölgeselleşme kavramı, ulusal altı ve<br />
ulus üstü boyutta incelenmektedir. Bölgeselleşme, Adem-i merkezileşme yönünde,<br />
merkezi yönetim karşısında yerel ve bölgesel birimlerin yönetsel açıdan<br />
güçlendirilmesini anlatan bir kavramdır.<br />
Avrupa Birliği (AB)’nin globalleşmeye onun bir süreci ve ilkesi olan yerellik ile<br />
bağlantılı bölgeselleşmeye bakışını, uygulamalarını anlamak için, dünyadaki<br />
globalleşme ve bölgeselleşmeyi analiz etmek gerekmektedir. Bölgeselleşme açısından<br />
AB’de kamu yönetimindeki değişimin nasıl tanımlandığı; bölgeselleşmenin aktörleri;<br />
bu aktörlerle bölge yönetimi, bölge gelişimini nasıl formüle ettikleri, kullandıkları<br />
hukuksal, siyasal ve teknik araçların neler olduğu belirlenmelidir. Tablo-2’de AB’nin<br />
bölgeselleşme açısından yeni yapısı karşılaştırmalı olarak yer almaktadır.<br />
Temel<br />
Kavramlar<br />
Tablo-2: Bölgeselleşme ve Kamu Yönetiminde Değişme<br />
Avrupa Birliği<br />
Dünya<br />
Bölgeselleştirme, Bölgecilik, Bölge,<br />
Yerellik<br />
Ekonomik Sosyal Bölgeselleşme,<br />
Yerellik<br />
Formül Stratejik Kalkınma Stratejik Kalkınma<br />
Aktörler<br />
Araçlar<br />
AB, AK organları<br />
Bölgesel Kalkınma Ajansları<br />
Bölgesel ve Yerel Yönetim Birlikleri<br />
Bölge ve Yerel Yönetimler<br />
Sermaye<br />
STK<br />
Stratejik Bölge Planları ve Projeler<br />
Avrupa Konseyi Bölgesel Özerklik<br />
Şartı<br />
Avrupa Konseyi Sınır ötesi İşbirliği<br />
Sözleşmesi<br />
Avrupa Birliği Bölgeler Şartı<br />
Dünya Bankası<br />
OECD<br />
Bölgesel Kalkınma Ajansları<br />
Bölgesel ve Yerel Yönetim<br />
Birlikleri<br />
Ulus üstü sermaye<br />
DB Yönetişim ve Kalkınma<br />
Raporu,<br />
DB PFPSAL<br />
Bölge ve yerel yönetime verilen<br />
fonlar<br />
CAS<br />
BM Yerel Gündem 21<br />
380
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Avrupa Birliği ve Konseyi Yerellik<br />
Şartı<br />
AB Stratejik Hedefler 2000-2005<br />
AB İlerleme Raporları<br />
AB yapısal ve yapısal olmayan<br />
fonlar NUTS<br />
DB Yerel Yönetimlere<br />
Yöntem Yapısal Uyarlama Yapısal Uyarlama<br />
Kaynak: Gökhan Çalt,<br />
http://www.zmo.org.tr/resimler/ekler/8df7b8e8d586a55_ek.pdf?.<br />
AB’de yerellik veya yerindenlik (decentralization) kavramı kullanılmaktadır. Anlam<br />
olarak, hizmette halka yakınlık, hizmetlerin halka en uygun birim tarafından<br />
gerçekleştirilmesini ifade etmektedir. AB, Türkiye’ye 1996 yılından itibaren ‘idari<br />
vesayet ilkesini’ kaldırması ve yerine, yerellik ilkesini geçirmesi hatta Anayasada bile<br />
yer alması konusunda baskı yapmakta ilkenin idari örgütlenmenin temel ilkesi<br />
olmasını istemektedir (Çalt, http://www.zmo.org.tr).<br />
AB, küreselleşmenin gerektirdiği insan haklarına, çok kültürlülüğe, ekonomik açıdan<br />
hizmet ile üretimin, kişilerin ve sermayenin serbest dolaşımını sağlayacak şekilde<br />
esnek bir yapılandırma yoluna gitmektedir. Kimliksel, siyasal, kültürel ve dini bir<br />
birliktelik olduğu için eski ulus devletin bazı özelliklerini, ulus-üstü bir yapıda<br />
kendinde toplamaya çalıştığından farklılıklar göstermektedir. AB, Bölgeler Avrupa’sı<br />
deyimini kullanmaktadır. Bunun nedeni, gelecekteki Birleşik Avrupa’nın yapısal ve<br />
siyasal konumunun belirginleşmesi için temel taşlarını oluşturacak birimin bölge/ulus<br />
devletler olmasıdır. Avrupa vatandaşları kendilerini ‘Avrupalılık’ ve ulus devlet<br />
kimliğinden çok, yaşadıkları kent ve bölgelerdeki kimliklerle bağdaştırarak<br />
tanımlamaktadır (Keleş:1998,7-8).<br />
AB için bölge; coğrafi, ekolojik, ekonomik, kültürel, etnik, kentsel ve yönetsel açıdan<br />
benzer, yakın bütün olan parçalar olarak ifade edilmektedir (Mengi:1998,43).<br />
Bölgeler sektörlere göre yönetsel, toplum bilimsel, doğal ve ekonomik olarak<br />
sınıflandırılırken, oluşturulma biçimlerine göre yapay bölge ve devlet ile yerel<br />
arasında kalan basamak şeklinde de sınıflandırılmaktadır (Keleş:1998,6-7). AB’de,<br />
işlev ve yapılarına göre, planlama bölgeleri, sınır-ötesi bölgeler, bağımsız bölgeler,<br />
türdeş bölgeler, kutuplaşmış bölgeler, yönetim bölgeleri kavramları kullanılmaktadır<br />
(Özel:2003,103) .<br />
AB’de bölgecilik kavramı, Ortak, etnik, kültürel ve tarihsel özelliklere sahip bir bölge<br />
ve bu bölgede yaşayanların merkezi yönetime karşı bağımsızlık hareketi olarak<br />
tanımlanmaktadır (Algan ve Mengi:2003,83).<br />
AB, bölgeselleştirmeyi oluşturmak için çeşitli hukuksal, mali, ve teknik araçlar;<br />
bölgeler şartı, yerellik şartı, stratejik hedefler 2000-2005, NUTS, Stratejik bölge<br />
planları, Birlik fonları, üye olacak ülkeler için ilerleme raporları ve katılım<br />
belgeleriyle bölgeselleşmeye uygun ortamı hazırlamaktadır. AB, bölgeler ve yerellik<br />
şartıyla, bölgeler üzerinde mali, idari ve denetimle ilgili vesayetleri kaldırmakta,<br />
381
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
denetimlerini sadece yargısal vesayetle yaparak, örgütlenmede, karar almada dış<br />
ilişkiler, kamu tüzel kişiliği olarak özgürlük yaratılmasını sağlamaya çalışmaktadır<br />
(Mengi, 1998:61,68).<br />
AB bölgeselleşme sayesinde, birlik, bölge ve yerel birimlerle doğrudan bağlar<br />
kurarak, kültürel politikaların desteğiyle Avrupalılık bilinci oluşturmak, var olan<br />
ulusal kimlikler yok edilerek ya da pasifleştirilerek, yarı yeni tip ulusal ve yarı esnek<br />
bir yönetime sahip Avrupa Devleti haline gelmek istemektedir. Bu nedenle<br />
küreselleşmenin ve bölgeselleşmenin üye ve üye olacak ülkelerde<br />
gerçekleştirilmesinin AB açısından, ekonomik, politik, siyasal ve kimliksel bir anlamı<br />
vardır. AB’nin bölgesel gelişme politikalarını belirleyen başlıca ilkeleri: Fonların<br />
doğru yönlendirilmesi anlamında yoğunlaştırma; Birlik yönetimi ve üye devletlerin<br />
bölge yönetimleri arasında ortaklık; Birlik ve bölge yönetimlerinin finansal açıdan<br />
bütünleyicilik, Bölgesel yönetimde yerel ve bölgesel yönetimlerin önceliği açısından<br />
yerellik; Finansman yapılırken bölge yönetimlerinin payının başkası tarafından<br />
ödenmemesi anlamında ikincilik; gelişme ve projeler için programlama; fonlar arası<br />
eşgüdüm; denetim açısından saymanlık; ulusal ve bölgesel planların uyumu; üye<br />
devletlerin bölge politikalarının eşgüdümüdür (Keleş:1999,52-53). Bu politikaları<br />
gerçekleştirmede en önemli olan ve mali özellik taşıyan araç AB fonlarıdır. Bu fonlar<br />
yapısal, yapısal olmayan ve uyum fonları olarak ayrılmaktadır. Bölgeselleşme için,<br />
AB Bölgesel Kalkınma Fonu, Avrupa Sosyal Fonu, Avrupa Tarımsal Garanti ve<br />
Yönlendirme Fonu, Balıkçılık yönlendirme mali aracı, Az gelişmiş üyelere uyum<br />
fonları, Avrupa Yatırım Bankası’nın sağladığı fonlar kullanılmaktadır (Brasche:<br />
2001,44).<br />
6. YENİ BÖLGESELLEŞME ANLAYIŞININ KALKINMAYA<br />
KATKILARI<br />
Küresel eğilimler doğrultusunda kendini gösteren yeni bölgeselcilik anlayışıyla, bölge<br />
kavramının içeriğinde değişim yaşanmıştır. Sanayileşme düzeninde ulus devletin<br />
bir parçası olarak sınırları kesin olarak belirlenmiş, yan yana gelen<br />
mekansal birimlerin bütünü olarak ifade edilen bölge kavramı; sanayi ötesi düzende<br />
ilişki ağlarının ön plana çıktığı, mekansal birlikteliğin önemini kaybettiği, sınırları<br />
değişkenlik gösteren birimler olmuştur (Ildırar:2004,9). Bölgesel kalkınma ise, tüm<br />
bölgelerin, dünya ile karşılıklı etkileşimiyle bölge vizyonunu dikkate alan,<br />
katılımcılık ve sürdürülebilirliği temel ilke edinen, insan kaynaklarının<br />
geliştirilmesiyle bölge refahının yükseltilmesini amaçlayan çalışmalar bütünü olarak<br />
ifade edilmektedir (Taşcı vd:2011,9). Globalleşen dünyada bölgesel kalkınma sorunu;<br />
bölgesel dengesizlikleri giderme uğraşından, bölgenin rekabetçiliğini arttırmaya<br />
yönelik bölgesel aktörlerin başı çektiği yenilikçilik ve sürdürülebilir rekabetçilik<br />
temelli bir kalkınma sorununa dönüşmüştür. Bölgelerin, dünya ekonomisinin motoru<br />
olduğuna yönelik inanç giderek güçlenmiş ve böylece bölge kavramı, ekonomik<br />
kalkınmayı teşvik etmede kullanılacak politika seçeneklerinin belirlenmesinde<br />
giderek daha fazla ilgi çeken bir kavram olmaktadır (Bakır ve Tuncel:2010a, 21).<br />
Yeni bölgesel kalkınma yaklaşımı, post-fordist örgütlenme, yönetişimci bir bakış<br />
açısıyla karar alma ve uygulama mekanizmalarının oluşturulması, kalkınma<br />
göstergelerinin aşağıdan yukarıya bir anlayışla belirlenmesi, her bölgenin içsel<br />
382
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
potansiyelini görece üstün yönlerini ortaya çıkarmaya çalışan politikalar olarak ifade<br />
edilmektedir. Geçmiş ve günümüz de uygulanan bölgesel politikalarda yaşanan<br />
değişikler Tablo-3’de yer almaktadır.<br />
Tablo-3:Bölgesel Politikalardaki Değişimler<br />
Geleneksel<br />
Problem<br />
bölgeler<br />
Karşıtlık<br />
(gelişmiş/gelişmemiş)<br />
Yarının Talepleri<br />
Çok yönlülük (çeşitli Yapısal<br />
zayıflıklar)<br />
Temel strateji Bölgesel büyüme/ gelişme Bölgesel yenilik<br />
Örgütsel<br />
form/yapı<br />
Hakim<br />
mekanizma<br />
Önemli<br />
yönlenmeler<br />
Merkezi, devletçe<br />
desteklenme<br />
Bölgeler arası yeniden<br />
dağıtım<br />
Kapital ve doğal<br />
kaynaklar; Madde (elle<br />
tutulabilen);<br />
Ekonomik büyüme;<br />
Sanayi sektörü;<br />
Projeler;<br />
Az sayıda büyük firma ve<br />
proje<br />
Merkezi değil, bölgesel<br />
topluluk ön planda<br />
Öncelikle yerel ve bölgesel<br />
kaynakların harekete<br />
geçirilmesi<br />
Bilgi ve üretimine yönelik<br />
kaynaklar(nitelikli insan<br />
gücü, AR-GE, teknik ve<br />
sosyal altyapı,vb);<br />
Kalite (elle tutulamayan);<br />
Sürdürülebilirlik ve esneklik;<br />
Servis sektörü ve sektörler<br />
arası bağlar; Programlar;<br />
Çok sayıda küçük-orta<br />
ölçekli firma ve proje<br />
Dinamikler<br />
Mekansal açıdan sabit sorun<br />
alanlar;<br />
Önceden belirlenmiş ve<br />
planlanmış bir dizi “büyüme<br />
merkezi”<br />
Metropoller<br />
Hızla değişen problem<br />
alanlar;<br />
Yerel kaynağın<br />
kendiliğinden hareketliliği<br />
(doğal büyüme merkezi)<br />
Orta boy kent ağları ve<br />
çok odaklı mekansal yapı<br />
Kaynak: B. Yılmaz http://www.acarindex.com/dosyalar/makale/acarindex-<br />
1423939143.pdf.<br />
1980’lere kadar ileri kapitalist ülkelerde bölgesel ve yerel ekonomik gelişim<br />
politikaları büyük ölçüde bölgeler arası eşitliğin sağlanmasını amaçlayan firma<br />
merkezli, teşvik temelli, standartlaşmaya dayalı iken, bu tarihten sonra neo-liberal<br />
383
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
politikaların uygulanışı beraberinde gelişmiş ve gelişmemiş küçük üretime dayalı,<br />
yerel ve bölgesel ekonomileri, kendi dinamikleri ile kendi kendilerini etkinleştiren<br />
uygulamalara bırakmıştır (Müftüoğlu: 2005,362-363). İçten kalkınmaya yönelik yerel<br />
ve bölgesel ekonomik kalkınma girişimleri gündeme gelmeye başlamıştır (Eceral,<br />
2005: 97). İçten kalkınmaya yönelik çalışmalar her bölgenin kendine özgü<br />
potansiyelinin ya da görece üstün yönleri olduğu varsayımına dayanmakta, ulusdevletin<br />
bölgesel ekonomik kalkınmaya yönelik uygulamalarının alternatifi olarak<br />
düşünülmektedir. Bu dönemde ortaya çıkan yeni bölgesel kalkınma yaklaşımı,<br />
farklılaştırılmış piyasalara bağlı adem-i merkeziyetçi yapı içermektedir. Aynı<br />
zamanda, kalkınmayı göğüsleyen hammadde yoğun endüstrilerin ve tarım sektörünün<br />
payı zamanla azalmakta, hizmet sektörünün payı ise artmaktadır. Hizmet sektörünün<br />
payında görülen artış, yeni bir tür ‘mobil mekan’ gereksinimi doğurmuş, ekonominin<br />
yerelleşmesi, yatırım ve emek faktörlerinde coğrafyalar arası mobilitenin artması ve<br />
kurumsal yapılanmalara geçiş gibi değişikliklerle ekonomi politikaların da değişme<br />
yaratmıştır (Tiftikçigil, 2009: 718). Bölgelerin içsel potansiyellerine dönük politikalar<br />
oluşturulurken, merkezi planlama anlayışı ile kalkınmanın değişkenlerini yukarıdan<br />
aşağıya belirleme şansı kalmamıştır. Bu dönemde bir bölgenin kalkınmasının<br />
sorumluluğu merkezi devletin tekelinden çıkarak bölgesel yönetişim olarak ifade<br />
edilen yerel/ bölgesel otoriteler ve sivil kuruluşlar gibi aktörlerin bölgesel<br />
kalkınmanın sağlanması için aktif görev aldıkları bir yapıya bürünmüştür. Yeni<br />
bölgesel kalkınma yaklaşımının gereği olarak yönetişimci bir anlayışla karar alma ve<br />
uygulama mekanizmaları oluşturulmuş ve bölgesel farklılıkları gidermeye yönelik en<br />
önemli kavram ‘Kalkınma Ajansları’ olmuştur.<br />
7. YENİ BÖLGESELLEŞME ANLAYIŞININ BÖLGESEL<br />
KALKINMADA TÜRKİYE’YE ETKİLERİ<br />
Türkiye 1923-1960 yıllarını kapsayan devletçi ve liberal politikaların izlendiği<br />
dönemde, bölgesel dengesizliği gidermeye yönelik kayda değer bir gelişme<br />
gösterememiştir. 1960'lardan başlayarak günümüze kadar devam eden planlı<br />
dönemde uygulanan, kalkınmada öncelikli bölge başlıklı teşvik politikaları ve bölge<br />
planlaması çabaları beklenilen sonuçları yaratmamıştır (Dinler:2010,65).<br />
1960'lı yıllarda Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kurulmuş ve kurum beş yıllık<br />
kalkınma planlarını uygulanmaya başlamıştır. Türkiye'de 2000'li yıllara kadar<br />
uygulanan bölgesel kalkınma politikalarıyla, karar almada merkez, öncü bir rol<br />
üstlenmiş ve ekonomik olarak gerikalmış bölgelerdeki yerel aktörler, arka planda<br />
kalmıştır (Deviren ve Yıldız: 2014).<br />
Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda (1996-2000) yeni bölgeselcilik yaklaşımının<br />
bir belirtisi olarak ilk kez bölge kaynaklarını dikkate alan bölgesel gelişme projeleri<br />
vurgulanmaya başlanmıştır. Özellikle Dokuzuncu Kalkınma Planı'nda bölgesel<br />
kalkınma politikalarıyla, bir taraftan bölgelerin verimliliğini yükseltmek amacıyla<br />
ulusal kalkınmaya, rekabet gücüne ve istihdama vurgu yaparken diğer taraftan<br />
bölgeler ile kırkent arası gelişmişlik farklılıklarını azaltılması düşünülerek merkezi<br />
düzeydeki politikaların daha uyumlu ve etkin hale getirilmesi, yerel dinamiklere ve<br />
içsel potansiyele dayalı gelişme ortamının oluşturulması, yerel düzeyde kurumsal<br />
384
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
kapasitenin arttırılması ve kırsal kalkınmanın hızlandırılmasına yönelik çalışmalara<br />
ağırlık verilmiştir (DPT: 2006, 91-93).<br />
Türkiye'de bölgeler arasındaki gelişmişlik farklarını azaltmaya yönelik, bölgesel<br />
kalkınmanın hızlandırılması, sürdürülebilir bir gelişmenin sağlanması için uygulanan<br />
bölge planları, organize sanayi bölgele politikaları, yatırımlarda devlet yardımları ve<br />
kırsal kalkınma projeleri gibi politikalar uygulanmış ancak, etkin sonuçlar<br />
alınamamıştır. Planlı dönemde sağlanan bazı olumlu gelişmelere rağmen devam eden<br />
sorunlar, mevcut kaynak ve bölgesel düzeyde örgütlenme eksikliği Türkiye'de<br />
bölgesel politikaların yeniden şekillendirilmesine yol açmıştır. Yeni bölgeselcilik<br />
yaklaşımının Türkiye üzerine bir yansıması olan bu gelişmeler bölgesel kalkınma<br />
ajanslarının kurulmasında da tetikleyici bir rol oynamıştır (Bakır ve Tuncel:2010b,<br />
161-162).<br />
Türkiye'de 2002 yılında istatistiki bölge birimleri sınıflandırması (İBBS) sistemi<br />
kabul edilerek AB ile bu anlamda ilk uyum sağlanmaya çalışılmıştır (Kuyucu ve<br />
Tektaş: 2010,543-544). İBBS, göre Düzey 1, Düzey 2 ve Düzey 3 olmak üzere üç<br />
farklı bölge sınıflaması yapılmıştır (Dinler:2012,89). Bölgesel kalkınmaya yeni bir<br />
ivme kazandırmak amacıyla 2006 yılında 26 bölgede (Düzey 2), kalkınma ajansları<br />
kurulmuştur. Böylece, Türkiye'de bölgesel kalkınma politikası; 2000'li yıllardan<br />
itibaren gelişmişlik farklarının azaltılması hedefine yönelik olarak bölgelerin rekabet<br />
gücünün arttırılması, ekonomik ve sosyal bütünleşmenin artırılması şeklinde<br />
dönüşüm geçirmiştir (Kalkınma Bakanlığı:2013,136).<br />
8. SONUÇ<br />
Ulusal sınırların anlamını kaybettiği, iletişim teknolojilerindeki yeniliklerin uzaklık<br />
kavramını değiştirdiği küreselleşme kapsamında geleneksel kalkınma anlayışının<br />
yerini, yeni kalkınma anlayışı almıştır. Kalkınma paradigmalarında yaşanan değişim<br />
ve yeni kalkınma süreçlerinin hayata geçirilmesi yeni örgütlenme biçimlerini<br />
beraberinde getirmiştir. Yirminci yüzyıla kadar GÜ ve az gelişmiş ülkelerle<br />
ilişkilendirilen kalkınma konusu, 20.yy'ın son çeyreğinde bölgelerle doğrudan<br />
bağlantılı olarak ele alınmış ve dönüşüm geçirerek kalkınmada bölgesel birçok faktör<br />
değerlendirme kapsamına girmiştir.<br />
Bölge kavramı, sınırları belli mekânsal olarak birbirine bağlı merkezi otoritenin<br />
güdümünde şekillenmiş birimler olarak tanımlandığı geleneksel bölge anlayışından<br />
uzaklaşarak daha esnek bir yapı kazanmış, mekânsal süreklilik koşulu olmayan,<br />
uluslararası ilişkilere açık, sınırları değişken bir birim olarak yeniden tanımlanmıştır.<br />
Bu yeni bölge tanımlaması çerçevesinde, küreselleşme, bölgesel birlikler,<br />
postmodernizm, post-fordist üretim anlayışı, bilginin yükselişi ve yeni bölgeselcilik<br />
anlayışı için itici güç olmuştur. Bu süreçte bölgesel kalkınma ajansları bölgesel<br />
kalkınma için önem kazanmış AB ve Türkiye için bölgesel kalkınma politikasında<br />
temel araç olmuştur.<br />
Dünyada uygulanan bölgesel politikalardaki gelişmelere paralel olarak Türkiye'de de<br />
bölgesel kalkınma politikaları, dönemden döneme farklılıklar göstermiştir. 1980'ler<br />
itibariyle öne çıkan yeni bölgesel yaklaşımlara kadar ağırlıklı olarak kalkınma<br />
politikalarının, merkeziyetçi bir anlayışla yürütüldüğü gözlenirken, yeni<br />
385
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
bölgeselleşme süreci ile birlikte bölgesel planlamada halkın katılımı ve sosyal kârlılık<br />
ilkesini gözeten bir anlayışa yönelik evrimsel bir dönüşüm yaşanmıştır.<br />
Yeni bölgesel kalkınma politikalarının ortaya çıkışında globalleşme, neo-liberal<br />
politikalar, yeni kamu yönetimi anlayışı ve post- fordizm üretim örgütlenmesi etkili<br />
olmuştur. Yeni bölgesel kalkınma politikalarıyla, esnek üretime dayanan örgütlenme,<br />
uygulama mekanizmalarının oluşturulması, kalkınmaya ilişkin değişkenlerin<br />
aşağıdan yukarıya bir anlayışla belirlenmesi ve her bölgenin içsel potansiyelini ortaya<br />
çıkarmak amaçlanmaktadır.<br />
KAYNAKÇA<br />
Abuşoğlu Ö. ,İnan Ö. (1989). Kalkınmada Öncelikli Yöreler ve Bölgesel Gelişme İçin<br />
Bir Model, Ankara: TOBB Yayınları. Yayın No: Genel 105. Ar-Ge 39. Nisan.<br />
Algan, N., Mengi, A. (2003). Küreselleşme ve Yerelleşme Çağında Bölgesel<br />
Sürdürülebilir Gelişme. Ankara: Siyasal Kitabevi.<br />
Apalı, A. (2009). Bölgesel Kalkınma Ajansları ve İzmir Kalkınma Ajansı Örneği.<br />
Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi. Kayseri.<br />
Apan, A. (2004). Bölge Kavramı ve Bölgesel Kalkınma Ajansları. Çağdaş Yerel<br />
Yönetimler. 13(4). 39-58.<br />
Arslan, K.(2005). Bölgesel Kalkınma Farklılıklarının Giderilmesinde Etkin Bir Araç:<br />
Bölgesel Planlama ve Bölgesel Kalkınma Ajansları. İstanbul Ticaret<br />
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 4(7). Bahar 2005/1. 275-294.<br />
Başkaya, F. (2005). Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü (5.Baskı). Ankara:<br />
Maki.<br />
Bakır, H., Tuncel, C. O. (2010). Yenilik Temelli Bir Bölgesel Gelişme Sürecinde<br />
Kalkınma Ajanslarının Yeri. İşletme ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, 1(4),<br />
19-41.<br />
Bakır, H. ve Tuncel, C. O. (2010). Avrupa Birliği'ne Üyelik Sürecinde Türkiye'nin<br />
Bölgesel Politikalarında Yaşanan Değişim: Kalkınma Ajansları. İçinde:<br />
Türkiye'de Bölgesel Kalkınmanın Yeni Örgütleri: Kalkınma Ajansları.<br />
(s.149-177). Birol Akgül & Nısfet Uzay (Ed.), Bursa: Ekin.<br />
Belek, İ. (1999). Postkapitalist Paradigmalar. (2. Baskı) İstanbul: Sorun.<br />
Brasche, U. (2001). Avrupa Birliği’nin Bölgesel Politikası ve Türkiye’nin Uyumu’, H.<br />
Cansevdi (Çev.). İstanbul: İktisadi Kalkınma Vakfı Yayınları.<br />
Çalışkan, Ö. (2010). The Rise of Preferential Trade Agreements (PTAs): A Review<br />
from the Perspective of the South. KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar<br />
Dergisi, 12 (19).<br />
Çalışkan, Ö. (2011). Eski ve Yeni Bölgeselleşme Olguları: Karşılaştırmalı Bir Analiz’,<br />
https://mpra.ub.unimuenchen.de/56611/3/MPRA_paper_56611.pdf, Erişim<br />
tarihi:05/06/2016.<br />
Çalt, G. Bölgeselleşme ve Avrupa Birliği’nin Bir Aracı Olarak Bölge Kalkınma<br />
Ajansları’,<br />
http://www.zmo.org.tr/resimler/ekler/8df7b8e8d586a55_ek.pdf?tipi=14,<br />
Erişim tarihi:21/06/2016.<br />
Deviren N. V., Yıldız O. (2014). Bölgesel Kalkınma Teorileri ve Yeni Bölgeselcilik<br />
Yaklaşımının Türkiye'deki Bölgesel Kalkınma Politikalarına Etkileri’,<br />
386
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
http://www.academia.edu/12142959/B%C3%B6lgesel_Kalk%C4%B1nma_<br />
Teorileri, Erişim tarihi:07/06/2016.<br />
Devlet Planlama Teşkilatı (1995). Küreselleşeme, Bölgesel Entegrasyonlar ve<br />
Türkiye. Ankara: Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Yayınları. Yayın No.<br />
2374.<br />
Devlet Planlama Teşkilatı (2000). Bölgesel Gelişme ÖİK Raporu: 245, 8.BYKP.<br />
Yayın No: 2592. Ankara.<br />
Devlet Planlama Teşkilatı (2003). Ön Ulusal Kalkınma Planı Bölgesel Gelişme<br />
Stratejileri’ Ankara: Devlet Planlama Teşkilatı Yayınları.<br />
Devlet Planlama Teşkilatı (2006). Dokuzuncu Kalkınma Planı.<br />
Ankara,http://www.kalkinma.gov.tr/Lists/K alknma%20Planlar/Attachment<br />
s/1/ plan9.pdf, Erişim Tarihi: 05.12.2015.<br />
Dinler, Z. (2010). Cumhuriyetimizin Kuruluşundan Günümüze İzlenen Bölgesel<br />
Kalkınma Politikaları ve Kalkınma Ajansları İçinde: Türkiye'de Bölgesel<br />
Kalkınmanın Yeni Örgütleri: Kalkınma Ajansları. Birol Akgül ve Nisfet<br />
Uzay (Ed). Bursa: Ekin.<br />
Dinler, Z. (2012). Bölgesel İktisat. (9. Baskı). Bursa: Ekin.<br />
Dulupçu, M. A. (2001). Küresel Rekabet Gücü / Teorik Tartışmalar Türkiye Üzerinde<br />
Bir Değerlendirme, Ankara: Nobel.<br />
Drucher, P. F. (1994). Kapitalist Öncesi Toplum, Belkıs Çorakçı (Çev). İstanbul:<br />
İnkılap.<br />
Eceral, T. Ö. (2005), Bölgesel/Yerel Ekonomik Kalkınma Kuramlarının Tarihsel<br />
Süreç İçerisindeki Gelişimleri. Ekonomik Yaklaşım, 16(55), 89-106.<br />
Erkan, H. (1997). Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, Türkiye İş bankası Kültür<br />
yayınları. (3. Baskı). İstanbul: Doğuş.<br />
Genç M. C. , Berber M. (2011), Bölgeselleşme ve Ticaret Akımları Literatür<br />
İncelemesi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (22) 2011<br />
/ 2 :84-110.<br />
Grıllı, E. (1997). Multilateralism and Regionalism: A Still Difficult Coexistencel (194-<br />
223). R. Faini, E. Grilli (Ed.). Multilateralism and Regionalism after the<br />
Uruguay Round, Macmillan Press Ltd. London.<br />
Göker H. A.(2000). Bilgiye Dayalı Ekonomi ve Türkiye<br />
AçısındanDurum’http://mimoza.marmara.edu.tr/~asoyak/AYKUTGO<br />
KERsun%5B1%5D.doc<br />
Güngör, B. (2004). Dünya Ekonomisinde Globalleşme ve Bölgeselleşme Eğilimleri.<br />
Kök Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Dergisi. 6(2). 17-28.<br />
Göymen K. (1997). Türkiye’de Kent Yönetimi. İstanbul: Boyut.<br />
Hart J. F. (2008). The Highest Form Of The Geographer’s Art. Regions Critical Essay<br />
In Human Geography.(37-65). J. Nicholas E. (Ed.), England: Ashgate.<br />
Ildırar, M. (2004). Bölgesel Kalkınma ve Gelişme Stratejileri. Ankara: Nobel.<br />
Karasu, K. (2009). Yeni Bir Tür Merkezileşmenin Aracı Olarak Bölge Kalkınma<br />
Ajansları. YAYED Memleket Mevzuat. 46.<br />
Kaynak, M. (2009). Kalkınma İktisadı. (3.Baskı). Ankara: Gazi.<br />
T.C. Kalkınma Bakanlığı Bölgesel Gelişme ve Yapısal Uyum Müdürlüğü (2013),<br />
Bölgesel Gelişme Ulusal Stratejisi 2014- 2023 Daha<br />
Dengeli,Topyekûn,Kalkınma.(2.Taslak).http://www.cka.org.tr/dosyalar/Bolg<br />
387
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
eselGelismeUlusalStratejisi(2014 2023)Taslak.pdf, Erişim Tarihi:<br />
11.09.2015.<br />
Keatıng, M. (1998). The New Regionalism in Western Europe, Celtenham: Edward<br />
Elgar.<br />
Keleş, R. (1998). Bölge Gerçeği ve Avrupa. Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi 7(2),<br />
Ankara.<br />
Keleş, R. (1999). Avrupa’nın Bütünleşmesi ve Yerel Yönetimler. Ankara: Türk<br />
Belediyecilik Derneği.<br />
Keleş R. , Erbay Y. (1999). Avrupa Konseyi'nin Bölgeselleşme Olgusuna Bakışı.<br />
Çağdaş Yerel Yönetimler, 8(4), 3-29.<br />
Kılıç E. S., Mutluer, M. (2004). Coğrafyada ve Bölge Planlamada Bölge Kavramının<br />
İrdelenmesi. Ege Coğrafya Dergisi.13.<br />
Kılıç, E. S. (2012). Şehirsel Kademelenmenin Mekansal Boyutta Dağılımı ve<br />
Kademelenmenin Ortaya Çıkardığı Kentsel Gruplaşmanın Analizi. İzmir:<br />
Dokuz Eylül Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Şehir ve Bölge Planlama<br />
A.B.D.<br />
Köstekli, Ş.İ. (1999). Avrupa Birliğinde Bölgesel Kalkınma Politikaları. Ekonomide<br />
Durum, 6. Kitap.<br />
Kuyucu, A. D. , Tektaş, A. (2010). Bölgesel kalkınma ajansları: Etkin Fon Kullanımı<br />
ve Çok Düzeyli Yönetişime Geçiş. Türkiye'de Bölgesel Kalkınmanın Yeni<br />
Örgütleri: Kalkınma Ajansları. (535-552). Birol A. & Nısfet U. (Ed). Bursa:<br />
Ekin.<br />
Loverıng, J. (1998). The Led By Policy? The Inadequacies Of The New Regionalizm<br />
in Economic Geography Illustrated From The Case Of Wales. Institutions<br />
and Governence Cardiff University, London.<br />
Mengi, A. (1998). Avrupa Birliği’nde Bölgeler Karşısında Yerel Yönetimler. Ankara:<br />
İmaj.<br />
Morgan, G. (1998). Yönetim ve Örgüt Teorilerinde Metafor. Gündüz, Bulut (Çev.).<br />
İstanbul: Mess.<br />
Müftüoğlu, B. (2005). Yerel Yönetimin Yeniden Yapılandırılması ve Kobi Temelli<br />
Bölgesel/ Yerel Dinamikler. F.Ercan ve Y. Akkaya (Der.). Kapitalizm ve<br />
Türkiye II, (361-387). Ankara: Dipnot.<br />
Nalbant A. (1997). Üniter Devlet Bölgeselleşmeden Küreselleşmeye. İstanbul: Yapı<br />
Kredi Yayınları.<br />
Nebioğlu, H. (1997). Bölgeselleşme Hareketleri Bağlamında 21. Yüzyılda Türkiye.<br />
Ankara: DPT.<br />
Nohutçu, A. (2004), Tekno-ekonomik Paradigma Dönüşümünden Yeni Demokratik<br />
Yönetim Mekanizmalarına: Bilgi ve İletişim Teknolojilerinin Devlet ve Kamu<br />
Yönetimine<br />
Etkileri,<br />
http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/yaz_gos.php?vt=2&id=132<br />
Ölmezoğulları, N. (2001). Yeni Ekonomi ve Etkileri. V. ODTÜ Ekonomi Kongresi,<br />
Eylül, Ankara.<br />
Özel, M. (2003). Avrupa Birliği’nde Bölge, Bölgeselleşme, Bölge Yönetimleri<br />
Kavramları Üzerine. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 58(1). s. 98-117.<br />
388
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Özmen, F. (2004). Yeni Bölgecilik Anlayışı ve Kalkınma Ajansları, Süleyman Demirel<br />
Üniversitesi. Sosyal Bilimler Enstitüsü. İktisat Anabilim Dalı, Yüksek<br />
Lisans Tezi. Isparta.<br />
Paası, A. (2008). The Institutionalization of Regions: A Theoretical Framework For<br />
Understanding The Emergence Of Regions and The Constitution of Regional<br />
Identity, Regions Critical Essay In Human Geography.(67-108). J. Nicholas<br />
Entrikin (Ed.), Ashgate Publishing, England.<br />
Şen, Z. (2004). Türkiye’nin Avrupa Birliği Adaylığı ve Katılım Öncesi Stratejisi<br />
Çerçevesinde Bölgesel Politika Alanında Uyum Durumunun<br />
Değerlendirilmesi. Uzmanlık Tezi, Ankara: Ekonomik ve Mali Konular<br />
Dairesi Başkanlığı.<br />
Sevinç, H. (2011). Bölgesel Kalkınma Sorunsalı: Türkiye'de Uygulanan Bölgesel<br />
Kalkınma Politikaları. Girişimcilik ve Kalkınma Dergisi, 6(2), 35-54.<br />
Taşçı, K., Akpınar, R., Özsan, M. E. (2011). Teoride ve Uygulamada Bölgesel<br />
Kalkınma Politikaları. (1. Baskı), Bursa: Ekin.<br />
Taştekin, A. (2007). Avrupa Birliğinde Bölgeselleşme Politikaları ve Türkiye’de<br />
Bölgesel Stratejiler, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü<br />
Kamu Yönetimi Anabilim Dalı, Doktora Tezi, İzmir.<br />
Tiftikçigil, B. Y. (2009). Bölgesel Kalkınmada Aşağıdan Yukarıya Yönetim Anlayışı<br />
ve Bölgesel Kalkınma Ajanslarının Ortaya Çıkışı. TODAİE Ulusal Kalkınma<br />
ve Yerel Yönetimler Kongresi, Ankara, 715-726.<br />
Toprak, Z. (2001). Kentleşme Politikası. İzmir: Anadolu.<br />
Törenli, N. (2002). Bilgi Toplumu ve Yeni Ekonomi Türkiye de Stratejik Yaklaşımın<br />
Öncelikleri. VIII. Türkiye internet Konferansı, Askeri Müze/Harbiye Kültür<br />
Sitesi, İstanbul, http://inet-tr.org.tr/inetconf8/sunum/83.html).<br />
Urlan, W. (1995). The Regional Imperative. Regional Governance in Britain, Europe<br />
and the United States, London.<br />
389
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bölgesel Kalkınma Politikaları ve Öncü Sektörlerin<br />
Analizi: DAP ve GAP Üzerine Bir İnceleme<br />
Ş. Mustafa ERSUNGUR 1 , Mehmet Barış ASLAN 2 , Ömer DORU 3<br />
Öz<br />
İkinci Dünya Savaşı sonrasında yoğunlaşan ve bölgesel dengesizlik sorununa çözüm<br />
odaklı geliştirilen birtakım politikalar bazı ülkelerde olumlu sonuçlar verirken,<br />
ülkemizde ise uygulanan söz konusu politikaların çok da başarılı olduğu söylenemez.<br />
Özellikle Doğu Anadolu Bölgesi ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde uygulanmaya<br />
çalışılan ancak bölgesel potansiyelleri çok da fazla dikkate almayan birçok kalkınma<br />
politikasına rağmen, söz konusu iki bölge, ülkenin en geri kalmış iki bölgesi<br />
konumunu devam ettirmektedir. Bu bağlamda çalışmanın amacı Güneydoğu Anadolu<br />
Bölgesi’ni kalkındırmak için geliştirilen Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) ile Doğu<br />
Anadolu Bölgesini kalkındırmak için geliştirilen Doğu Anadolu Projesi (DAP)<br />
kapsamına giren illerin toplam sektör verilerini baz alarak her iki bölgenin de<br />
kalkınmasında sürükleyici olabilecek sektörleri belirleyerek bu sektörler ile ilgili<br />
geliştirilmesi gereken politikalar üzerine çözüm önerileri sunmaktır. Her iki bölgeye<br />
ait verilerin ve mevcut potansiyelin ortaya konulduğu çalışmamızda, DAP<br />
kapsamındaki illerde hayvancılık sektörünün, GAP kapsamına giren illerde ise tarım<br />
sektörünün daha ön planda olduğunu söylemek mümkündür.<br />
Anahtar Kelimeler: DAP, GAP, Dengesiz Kalkınma, Öncü sektör, Bölgesel<br />
kalkınma, Sürükleyici sektör<br />
Regional Development Policies and Analysis of Leading<br />
Industries: An Investigation on DAP and GAP<br />
Abstract<br />
The policies, increased after Second World War which were developed solutionoriented<br />
for the problem of regional imbalance, while started to produce positive<br />
results in some countries, it can not be said that the policies carried out in some regions<br />
of our country have been very successfull. Especially, inspite of many development<br />
policies applied in Eastern and Southeastern Anatolia Regions the regional<br />
potentiality of which hasn’t been given adequate attention, the two regions remain the<br />
least developed ones of the country. In this sense, this study aims to determine the<br />
industries that could be immersive and to put forward solution suggestions to develop<br />
policies needed for these industries based on the data of total industry in the cities<br />
within Southeastern Anatolia Project (GAP) that was started to develop Southeastern<br />
Anatolia Region and Eastern Anatolia Project (DAP) that was started to develop<br />
Eastern Anatolia Region. In this study in which the data and potentiality belonging to<br />
1<br />
Yrd. Doç. Dr. Atatürk Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü, ersungur@atauni.edu.tr<br />
2<br />
Öğr. Gör. Muş Alparslan Üniversitesi, Sosyal Bilimler M.Y.O, Yönetim ve Organizasyon<br />
Bölümü,b.aslan@alparslan.edu.tr (Sorumlu Yazar/ Corresponding Author)<br />
3<br />
Arş. Gör. Şırnak Üniversitesi, İ.İ.B.F, İktisat Bölümü, omerdoru@hotmail.com<br />
390
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
both of the regions is put forward, it is possible to claim that in the cities within DAP,<br />
livestock sector has come to the forefront, However, it is also possible to say that in<br />
the cities within GAP, farming sector is on the forefront<br />
Keywords: DAP, GAP, Imbalanced Development, Leading Industries, Regional<br />
Development. Immersive Sector<br />
1. GİRİŞ<br />
Geçmişi 18. Yüzyılda Adam Smith’e kadar uzanan ve küreselleşme süreci ile birlikte<br />
hız kazanan bölgesel kalkınma politikaları, süreç içerisinde birçok değişime<br />
uğrayarak bölgesel gelişmenin temel araçlarından biri haline gelmiştir (Taylor and<br />
Wren: 1997, 835-848). Özünde yeni ve geleneksel ana yaklaşımı temelinde<br />
incelemeye konu olan bölgesel kalkınma kavramını söz konusu yaklaşımlar<br />
perspektifinde incelediğimizde, göze çarpan en önemli farklılıklardan birinin de temel<br />
işleyiş mekanizmasında ortaya çıktığı görülmektedir. Söz konusu işleyiş<br />
mekanizmalarına baktığımızda geleneksel bölgesel politika anlayışı “bölgesel arası<br />
yeniden dağıtım” mekanizmasını kullanılırken, yeni bölgesel kalkınma anlayışı ise<br />
öncelikli olarak “yerel ve bölgesel kaynakların harekete geçirilmesi’’ ana felsefesine<br />
odaklanmaktadır. Geleneksel kalkınma anlayışı ülkemizde de uzun yıllar uygulama<br />
alanı bulmuştur. Kalkınmanın ulusal transferler ve teşviklere bağlı bir şekilde<br />
gerçekleşmesini savunan bu anlayışa karşı yeni yaklaşım, söz konusu ulusal<br />
transferlere ve teşviklere bağlı olmaktan ziyade kendi yerel varlık ve kaynaklarını<br />
harekete geçiren ve kendi potansiyel karşılaştırmalı üstünlüklerden istifade ederek<br />
kalkınmayı gerçekleştirmeyi hedefleyen bir anlayış etrafında şekillenmektedir<br />
(OECD: 2009, 2).<br />
Öncü sektörü baz alan ve çalışmamızın teorik alt yapısını da oluşturan dengesiz<br />
kalkınma politikası daha çok yeni kalkınma anlayışına dayalı bir karakteristik özellik<br />
arz etmektedir. Bununla beraber söz konusu yeni bölgesel kalkınma anlayışı yine<br />
çalışmamızın ana hedefi içerisinde yer alan, bölgenin kalkınmasında katalizör görevi<br />
yapacak potansiyel(öncü) sektörün tespitinde tek başına yeterli değildir. Bu nedenle<br />
geleneksel kalkınma anlayışına ait bir takım uygulamaların da bölgesel kalkınmanın<br />
başarısı üzerinde oldukça büyük bir öneme sahiptir. Diğer bir ifadeyle hem yeni hem<br />
de geleneksel kalkınma anlayışına ait karma bir uygulamanın öncü sektörlerin tespiti<br />
ve harekete geçirilmesinde kritik bir role sahip olduğu düşünülmektedir.<br />
DAP kapsamına dâhil illerin dengeli ve tümden bir kalkınmayı gerçekleştirecek<br />
yeterli sermaye ve piyasa genişliğine sahip olmaması, kalkınma ve büyümenin ancak<br />
odaklanılan sektörlerden diğer sektörlere bir yayılım şeklinde gerçekleşebileceği<br />
düşüncesini doğurmaktadır. Dengesiz kalkınma modelinin de özünü oluşturan bu<br />
düşünce İnsel(2003)’in de ifade ettiği gibi çizgisel bir süreç şeklinden ziyade bölgenin<br />
ruhu ile uyumlu hamleler isteyen bir dizi kopuştan ibarettir (İnsel: 2003, 165).<br />
Bu kapsamda çalışma, Türkiye’nin en az gelişmiş iki bölgesi olan Güneydoğu<br />
Anadolu Bölgesi ve Doğu Anadolu Bölgesi’nin sektörel potansiyellerini, yine bu iki<br />
bölge üzerine geliştirilen GAP (Güney Doğu Anadolu Projesi) ve DAP (Doğu<br />
Anadolu Projesi) projeleri kapsamına dâhil toplam iller bazında karşılaştırmalı<br />
verilerle tespit etmeyi amaçlamaktadır. Bu tespitin ardından DAP ve GAP kapsamına<br />
391
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
dahil illerin gelişme sürecini hızlandırmayı gerçekleştirecek öncü sektörün tespitine<br />
yönelik bir model önermektedir. Çalışma kapsamında dengesiz kalkınma ve öncü<br />
sektörün önemi, literatür incelemesi, bölgenin gelişimi için karşılaştırmalı üstünlüğe<br />
sahip öncü sektörün tespiti ve bölge için önerilen model yer almaktadır.<br />
2. DENGESİZ KALKINMA MODELİ VE ÖNCÜ SEKTÖRÜN ÖNEMİ<br />
Dengesiz kalkınma modeli, ilk olarak F. Perroux’un kutuplar teorisi ile ortaya atılmış,<br />
daha sonra Hirschman ve P.Streeten tarafından geliştirilmiştir. Söz konusu<br />
kuramcılar, belli koşullar altında dengesizliğin, kalkınmayı geriletmekten çok<br />
canlandıracağı, teşvik edeceği ve sektörlerde yatırım hamleleri ile sıçramalara yol<br />
açarak ekonomiyi dinamik bir süreç içerisine iteceği düşüncesi noktasında<br />
birleşmektedirler. (Dülğeroğlu: 1991, 42–43).<br />
Perroux, kalkınmanın bir ülkede tüm bölgelerde, aynı anlı ve tümden başlamasından<br />
ziyade, en uygun koşullara sahip belirli noktalarda başlayıp, yoğunlaşması gerektiğini<br />
ifade etmektedir. Bu yoğunlaşmanın ardından, ekonomik gelişimin belli bir süreç<br />
sonunda farklı aktarım kanalları ve dinamik etkilerle tüm ekonomiye yayılacağını<br />
ifade etmektedir. Bu durum, kalkınmanın ekonomik gelişmenin bir ön koşulu olarak<br />
önceden belirlenen bir sektör veya bölgede başlamış olmasının, tesadüfî bir gelişme<br />
sonucunda gerçekleşmediğini göstermektedir. Bu da kalkınma kutupları anlayışının<br />
dengesiz kalkınma politikasının tamamlayıcı bir unsuru olduğunu göstermektedir.<br />
(Deviren ve Yıldız: 2014, 10)<br />
Gelişmekte olan ülkelerin sınırlı sermaye ve dar bir piyasa hacmine sahip olduğunu<br />
ifade eden Hirschman ise söz konusu ülkelerin bu sınırlı kaynaklarla dengeli ve büyük<br />
bir yatırım atağı başlatmasının zorluğuna inanmaktadır. Hirschman bu yatırım<br />
atağının başarılı olabilmesinin temel koşulunu ekonomide öncü olabilecek bir sektöre<br />
odaklanılmasına ve bu sektörün desteklenmesine bağlamaktadır. Dolayısıyla aynı anlı<br />
ve tümden bir kalkınma hamlesini (Dengeli Kalkınma Politikası) bu ülkeler için pek<br />
de mümkün görmemektedir<br />
Dengesiz kalkınma anlayışını nicel ve nitel faktörler ile ifade eden P.Streeten,<br />
bölünmezlik ve ölçek getirilerini nicel faktör, gerçekleşen yatırımlar, piyasa<br />
hareketliliği ve yeni buluşları ise nitel faktörler olarak tanımlamıştır. Kamu kesiminin<br />
az bir payla üretimde söz sahibi olması gerektiğini iddia eden Streeten ana unsurun<br />
piyasa mekanizması olması gerektiğinin altını çizmiştir. Ayrıca Streeten, gerek piyasa<br />
hareketliliğinin gerekse teknik buluşların söz konusu ülkelerde kıt olması nedeniyle,<br />
bu ülkelerin durumlarını incelerken nitel faktörleri göz önünde bulundurmamıştır<br />
(Yılmazer: 2002, 47-49).<br />
Kalkınmanın durağan bir yapı ve daha agresif başlangıçlarla gerçekleştiği az gelişmiş<br />
ülkelerde, zaman zaman görülen dalgalanmalar, ekonomik dinamizm ve şoklar bu<br />
doğal sürecin uzantıları şeklinde gelişmektedir. Tüm sektörlerin tümden ve aynı anda<br />
kalkınması ile yatırımların arttırılması ilkesinden yola çıkan dengeli kalkınma modeli<br />
ise süreci durağanlaştırmakta ve gelişme hızını düşürmektedir. Ayrıca, genellikle dar<br />
hacimli piyasalara sahip azgelişmiş ekonomilerin, dengeli kalkınma anlayışının iddia<br />
ettiği gibi aynı anlı ve tümden bir gelişmeyi gerçekleştirebilmesi ise oldukça zor<br />
görünmektedir (Gürkan: 1979, 248).<br />
392
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Piyasada yaşanan durağan sürecin aşılabilmesi için düşünülen dengeli kalkınma<br />
politikası anlayışına alternatif olarak geliştirilen dengesiz kalkınma modelinde ise<br />
ekonominin potansiyel bazı sektörlerine öncelik verilip, yatırımların bu sektörlere<br />
kaydırılması esastır. Bunun en önemli nedenlerinin başında ise gelişmekte olan<br />
ülkelerdeki var olan sermaye kıtlığı gelmektedir. Dengesiz kalkınma teorileri, söz<br />
konusu bu kıt sermayenin dengeli kalkınma politikası ile eşit dağılımı sonrasında<br />
düşük ölçeğe sahip işletmelerin ortaya çıkmasına ve bunun da düşük prodüktiviteye<br />
neden olacağını iddia etmektedirler (Solmaz: 2008, 4).<br />
Bu kapsamda, bölgesel kalkınma teorilerinden gerek kutuplaşma teorisinde gerek se<br />
dengesiz kalkınma politika uygulamasında, az gelişmiş bir bölgenin<br />
kalkınabilmesinin en önemli koşulunun belirli bir öncü sektöre odaklanmanın<br />
gerekliliği olarak vurgulanmıştır. Söz konusu bu öncü sektördeki yatırım hamlelerinin<br />
zamanla diğer sektörlere de sirayet ederek o bölgenin bir bütün olarak gelişmesi<br />
sağlanmaya çalışılır (Öztürk: 2011, 145-148).<br />
3. LİTERATÜR İNCELEMESİ<br />
Öncü sektörlerin bölgesel kalkınma üzerindeki sürükleyici gücünün anlam ve önemini<br />
araştırdığımız bu çalışmaya benzer, gerek Türkiye gerekse çeşitli ülkeler üzerine<br />
yapılmış birçok çalışma bulunmaktadır. Çeşitli analiz teknikleri kullanılarak<br />
gerçekleştirilen söz konusu çalışmalar, iller veya bölgeler bazında mevcut durumdan<br />
hareketle, kalkınmayı gerçekleştirecek doğru yatırım alanlarının belirlenmesi ve<br />
kalkınmışlık düzeyini gelişmiş bölge düzeyine yükseltmeyi hedefleyen çalışmalardır.<br />
Gerçekleştirdiğimiz yazın araştırmasına dair örnek çalışmaların bir kısmı aşağıda<br />
verilmiştir.<br />
Çetin ve Ecevit (2008) yapmış oldukları çalışmada, tekstil sektörünün<br />
Kahramanmaraş ili için öncü sektör konumunda olduğunu, söz konusu sektörün ilin<br />
üretim, istihdam ve ihracatında kilit konumda yer aldığını ifade etmişlerdir. Tarım,<br />
Sanayi ve Ticaret sektörlerine ait bir takım Sosyo-Ekonomik verilerin karşılaştırıldığı<br />
çalışma sonucunda, Kahramanmaraş’ın, 2007 yılı itibari ile Türkiye toplam iplik<br />
üretiminin %27,4’nü, toplam dokuma kumaş üretiminin ise %8,4’ünü karşıladığı<br />
görülmüştür. Ayrıca yapılan çalışmada ilin toplam istihdamının %72’sinin tekstil<br />
sektöründe faaliyet gösterdiği ve bu veriler ışığında ilin ekonomik kalkınmasında<br />
tekstil sektörünün öncü sektörlerden birisi olabileceği ifade edilmiştir (Çetin ve<br />
Ecevit: 2008, 116-132).<br />
Tunçsiper ve Yılmaz(2009), yerel kalkınmanın (gelişme potansiyeli olan yerlerde)<br />
itici gücü olarak görülen Turizm sektörünü, kalkınmanın önemli bileşenleri olan yerel<br />
kalkınma faktörleri, altyapı, insan kaynakları, finans, sermaye, ihracat v.b ile<br />
ilişkilendirmiştir. Turizm sektörünün potansiyel bir öncü sektör adayı olduğu ifade<br />
edilen çalışmada, yerel kalkınmanın başarısında işbirliğinin önemine vurgu<br />
yapılmıştır. Kalkınmanın başarısında yerel aktörleri harekete geçirebilecek, diğer<br />
sektörlere de yayılarak gelişimini sağlayacak sektörün doğru seçimine işaret edilmiş,<br />
kaynakların en verimli şekilde kullanılabileceği sektörlerin gelişimine önem verilmesi<br />
gerektiğinden bahsedilmiştir. Ayrıca tüm kesimlerin bu sürece aktif olarak katılması,<br />
393
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
halkın ve özellikle yerel yönetimin de bu süreci sahiplenmesi gerektiğinin de altı<br />
çizilmiştir (Tunçsiper ve Yılmaz: 2009, 53-64).<br />
Sungur(2015), yapmış olduğu çalışma ile, Antalya, Isparta ve Burdur illeri ve iBBS<br />
Düzey2 TR61 bölgesinde imalat ve hizmet sektörlerine yönelik öncü sektörlerin<br />
tespiti çalışmasını gerçekleştirmiştir. Yoğunlaşma katsayısı yönteminin kullanıldığı<br />
çalışmada 2009-2012 yılları için bölgesel düzeyde sektörel yoğunlaşma katsayıları<br />
hesaplanmıştır. Yoğunlaşma katsayısının 1‟den büyük olması ile, sektörün bölgede,<br />
ülke ortalamasının üzerinde bir yoğunlaşma gösterdiği ve bölgede öncü sektör olma<br />
özelliği taşıdığı anlamına gelen çalışma sonuçlarına göre, TR61 bölgesinde<br />
yoğunlaşma katsayısının en fazla olduğu ve dolayısıyla bölgede en fazla yoğunlaşma<br />
gösteren öncü sektörün; 3,0644 yoğunlaşma katsayısı ile “Konaklama ve yiyecek<br />
hizmeti faaliyetleri” olduğu tespit edilmiştir. Yine iller bazında elde edilen sonuçlara<br />
göre Antalya’da oteller ve lokantalar sektöründeki toplam istihdamın, Türkiye toplam<br />
istihdamının % 10,81’ ni karşıladığı, ayrıca yoğunlaşma katsayısının 1’den büyük ve<br />
aynı zamanda istihdam sayısının da 1000’den fazla çıkması, söz konusu sektörün öncü<br />
sektör olma özelliği gösterdiği tespit edilmiştir (Sungur: 2015, 316-341).<br />
Serhat Kalkınma Ajansı’nın 2012 tarihli ‘‘Kars’ın Sosyo-Ekonomik Durumu ve<br />
Uygun Yatırım Alanları’’ adlı çalışmasında, Kars ilinin hayvancılığa uygun, verimli<br />
ve geniş meralara sahip, büyük oranda tarıma dayalı bir ekonomiye sahip olduğu ifade<br />
edilmiştir. Bununla beraber bulunduğu coğrafya itibariyle uzun süren kış mevsiminin<br />
hayvancılığın ön plana çıkmasına neden olduğu belirtilmektedir. İlin, Türkiye toplam<br />
büyükbaş hayvancılık verileri içerisinde ön sıralarda yer alan bölgelerinden biri<br />
olması, zengin bitki örtüsü ayrıca geniş meraları ve hayvancılık için uygun iklim<br />
koşullarına sahip olmasının, ili hayvancılıkta Türkiye’nin önemli bir üretim merkezi<br />
haline getirdiği vurgulanmıştır. Ayrıca sağlıklı ve doğal gıda üretimi için yatırımcılara<br />
geniş imkânlar sunan ilin el değmemiş doğası ile de organik tarım ve organik<br />
hayvancılık için önemli fırsatlar barındırdığı ifade edilmiştir (Serhat Kalkınma Ajansı:<br />
2012, 128).<br />
Lall, 2007’de yapmış olduğu çalışma ile enerji, su, ulaştırma ve haberleşme altyapı<br />
yatırımlarının Hindistan’ın bölgesel ekonomik kalkınmasına sağladığı katkıyı 1981-<br />
1996 dönemini baz alan çalışmasıyla tespit etmeye çalışmıştır. Hindistan’ın farklı<br />
bölgelerinde yapılan çalışma, Cobb-Douglas üretim fonksiyonuna göre kurulan model<br />
ve panel veri sabit etkiler yöntemiyle tahmin edilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre<br />
ulaştırma ve haberleşme gibi altyapı yatırımlarının Hindistan’ın bölgesel<br />
kalkınmasında öncü bir rol oynadığı ayrıca söz konusu yatırımların olumlu katkısının<br />
ilgili bölgelerle sınırlı kalmayıp, komşu bölgelerle oluşturulan ağ bağlantılardaki<br />
gelişimin meydana getirdiği pozitif dışsallıklarla da meydana gelebileceğini ifade<br />
etmiştir. Sonuçta bu türden yatırımların az gelişmiş bölgelerde öncü roller<br />
üslenebileceği ifade edilmiştir (Lall: 2007, 581-601)<br />
Zhang, 2012 yılında yapmış olduğu SWOT Analizi Uygulaması çalışmasında<br />
Suzohu’nun kalkınmasına yönelik güçlü yönlerini tespit etmeye çalışmıştır. Elde<br />
edilen sonuçlara göre, kaynak zengini, kategori çeşitliliği, zengin kültür<br />
birikimi(Uzun bir geçmişe sahip Wu kültürü) ile uygun bir coğrafi konuma sahip<br />
394
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
olması nedeni ile Suzoho’nun ekonomik kalkınmasında kırsal turizmin önemli bir<br />
öncü sektör rolü oynayabileceği ifade edilmiştir (Zang: 2012, 1295-1299).<br />
Wolz ve Reinsberg’in 2012 yılında, önceden belirlenen seçili kırsal bölgelerde, hem<br />
Sosyo-Ekonomik hem de tarımsal yapıdaki gelişmeyi inceledikleri çalışmada,<br />
Almanya’da kırsal kalkınmanın bölgesel potansiyelleri dikkate alan, sektörler arası<br />
işbirliğine önem veren, öğrenmeye dayalı ve uzun soluklu bir yaklaşım olduğu<br />
sonucunu elde etmişlerdir. Asıl amacın farklı sektörlerde ve ortak bir kalkınma<br />
stratejisi altında birleşmenin olması gerektiğini vurgulayan Wolz ve Reinsberg,<br />
seçilen alanın küçük bir alan olmasına rağmen elde edilen sonuçların tatmin edici<br />
olduğunu vurgulamışlardır (Wolz and Reinsberg: 2012, s.22-27).<br />
4. DAP BÖLGESİ VE GAP BÖLGESİNİN EKONOMİK<br />
YAPILARININ KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ<br />
Türkiye’de illerin ve bölgelerin sosyo-ekonomik sıralamasıyla ilgili yapılan<br />
çalışmalarda Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile Doğu Anadolu Bölgesi en son sıralarda<br />
yer almaktadırlar. Ekonomik kalkınma önünde en büyük engel olarak görülen<br />
bölgelerarası dengesizlik sorununu ortadan kaldırmak için, 1960’lı yıllardan beri<br />
çeşitli planlar ve projeler hazırlanmıştır. Ancak hazırlanan bu plan ve programlar<br />
gerek bölge ile uyumlu olmamaları gerekse de bitirilememeleri nedeniyle başarı<br />
sağlayamamıştır. Bu noktada, sosyo-ekonomik göstergeler bakımından ülkenin en<br />
geri kalmış iki bölgesi olan Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Doğu Anadolu<br />
Bölgesinin kalkınması için Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) ile Doğu Anadolu<br />
Projesi (DAP)’si hazırlanmıştır. Çalışmamızın bu kısmında bu bölgelerin ekonomik<br />
yapıları karşılaştırmalı olarak analiz edilerek bölgelerin kalkınmasında öncü sektörler<br />
belirlenmeye çalışılacaktır.<br />
DAP kapsamındaki alt bölgeler ve GAP kapsamındaki alt bölgelere ait gelişmişlik<br />
endeksi, bölge sıralaması ve kişi başına düşen gelir ile ilgili veriler tablo 4.1’de<br />
verilmiştir. Buna göre alt bölgelerin gelişmişlik endeksi ve sıralamasına bakıldığında,<br />
GAP ve DAP kapsamındaki alt bölgelerin Türkiye’de var olan 26 alt bölge içinde en<br />
son sıralarda olduğu anlaşılmaktadır. Kişi başına düşen katma değer verilerine<br />
bakıldığında ise söz konusu alt bölgelerin Türkiye ortalamasının çok gerisinde olduğu<br />
görülebilir.<br />
Tablo 4.1 : GAP ve DAP Alt Bölgelerinin Gelişmişlik Göstergeleri ve Sıralamaları<br />
(2011)<br />
Soso-Ekonomik<br />
Bölge<br />
Bölge Kişi başına<br />
Bölge Adı<br />
gelişmişlik<br />
Kodu<br />
Sıralaması GSKD ($)<br />
Endeksi<br />
DAP Alt<br />
Bölgeler<br />
GAP Alt<br />
Bölgeler<br />
TRA1 Erzurum, Erzincan, Bayburt -0,38 22 5901<br />
TRA2 Ağrı, Kars, Iğdır, Ardahan -1,36 25 4001<br />
TRB1 Malatya, Elazığ, Bingöl, Tunceli -0,24 20 5820<br />
TRB2 Van, Muş, Bitlis, Hakkari -1,49 26 3515<br />
TRC1 Gaziantep, Adıyaman, Kilis -0,05 16 4952<br />
TRC2 Şanlıurfa, Diyarbakır -1,15 23 4282<br />
TRC3 Mardin, Batman, Şırnak, Siirt -1,33 24 4689<br />
Kaynak: TÜİK, Bölgesel Hesaplar, https://biruni.tuik.gov.tr/bolgeselistatistik/sorguGiris.do#, Erişim<br />
Tarihi (10.08.2016)<br />
395
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bölgelerin tarım ve hayvancılık göstergeleri ise tablo 4.2’de verilmiştir. Tablodan da<br />
anlaşılacağı üzere, DAP ve GAP kapsamındaki bölgelerde toplam işlenen tarım<br />
alanlarının aynı miktarlarda olduğu (%12 ve %13) ve her iki bölgede toplam işlenen<br />
alanın Türkiye’de işlenen tarım alanlarının yaklaşık %25’ini kapsadığını söylemek<br />
mümkündür. Ancak GAP kapsamındaki bölgede üretilen bitkisel üretim değerlerinin,<br />
DAP kapsamında üretilen bitkisel üretim değerinin iki katından fazla olduğu<br />
görülmektedir. İşlenen tarım alanlarının hemen hemen aynı olmasına rağmen ürün<br />
değerlerindeki bu fark birçok nedene bağlanabilir. Öncelikle iklim koşullarından<br />
dolayı GAP kapsamındaki bölgede değeri yüksek olan ürünler (Pamuk, sera ürünleri<br />
gibi) üretilmekte ancak DAP kapsamındaki bölgede ise değeri yüksek olan ürünler<br />
yetiştirilememektedir. İkinci bir neden ise, GAP’ın birçok sulama projesi<br />
bitirildiğinden bölgede verimli ürün alınabilmektedir.<br />
Tablo 4.2 : GAP ve DAP Bölgelerinin Tarım ve Hayvancılık Göstergeleri (2015)<br />
DAP GAP<br />
Göstergeler<br />
Türkiye<br />
Bölgesi Bölgesi<br />
Kullanılan<br />
Tarım Alanı<br />
Bitkisel<br />
Üretim<br />
Hayvansal<br />
Üretim<br />
Toplam işlenen tarım alanı<br />
(hektar) 2.455.705 2.617.955 20.698.470<br />
İşlenen alan (%) 12% 13% 100%<br />
Bitkisel üretim değeri toplamı<br />
(1000 TL) 5.467.224 13.664.343 119.724.118<br />
Bitkisel üretim değeri toplamı<br />
(%) 5% 11% 100%<br />
Kişi başına bitkisel üretim<br />
değeri (TL) 898 1.630 1520<br />
Hayvansal ürünler değeri<br />
Toplam (1000 TL) 19.155.666 8.797.115 128.773.024<br />
Hayvansal ürünler değeri<br />
Toplam (%) 15% 7% 100%<br />
Kişi başına hayvansal ürünler<br />
değeri (TL) 3.146 1.049 1.635<br />
Kaynak: TÜİK, Bölgesel Hesaplar, https://biruni.tuik.gov.tr/bolgeselistatistik/sorguGiris.do#, Erişim<br />
Tarihi (10.08.2016)<br />
Hayvansal ürün değerlerine bakıldığında ise DAP kapsamındaki bölgenin Türkiye’nin<br />
toplam ürün değerinin %15’ine sahip olduğu görülmektedir. GAP kapsamındaki<br />
bölge ise nispeten daha az hayvansal ürün değerine (%7) sahiptir.<br />
Tablo 4.3 : GAP ve DAP Bölgelerinin İşgücü Göstergeleri (2015)<br />
İşgücü İstatistikleri<br />
(%)<br />
Kuzeydogu<br />
Anadolu<br />
DAP<br />
Ortadogu<br />
Anadolu<br />
GAP<br />
Güneydogu<br />
Anadolu<br />
Türkiye<br />
İşgücüne katılma<br />
oranı 52,6 47,6 42,2 51,3<br />
İşsizlik oranı 4,9 8,7 16,5 10,3<br />
İstihdam oranı 50 43,5 35,2 46<br />
İstihdamın Sektör Dağılımı (%)<br />
Tarım 55,7 38,2 25,5 20,6<br />
Sanayi 11,6 18,8 24,2 27,2<br />
Hizmetler 32,6 43 50,2 52,2<br />
Kaynak: TÜİK, Bölgesel Hesaplar, https://biruni.tuik.gov.tr/bolgeselistatistik/sorguGiris.do#, Erişim Tarihi (10.08.2016)<br />
396
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
İşgücü ile ilgili verilerin düzenlendiği tablo 4.3 incelendiğinde; GAP kapsamındaki<br />
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin işgücüne katılma oranı ve istihdam oranlarında<br />
Türkiye ortalamasının altında olduğu, işsizlik rakamlarında ise Türkiye ortalamasının<br />
üstünde olduğu görülmektedir. DAP kapsamında olan Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi<br />
ile Ortadoğu Anadolu bölgesinde ise Güney Doğu Anadolu Bölgesi’ne nispeten çok<br />
daha az işsizlik oranına ve daha yüksek işgücüne katılma oranı ile istihdam oranına<br />
sahip olduğu söylenebilir.<br />
İstihdamın sektör dağılımına bakıldığında; DAP kapsamındaki bölgelerde istihdamın<br />
tarım sektöründe yoğunlaştığı, sanayi sektörü ve hizmet sektöründe ise çok daha az<br />
istihdam olduğu görülmektedir. GAP kapsamındaki bölgede ise; Türkiye ortalaması<br />
ile uyumlu olarak istihdamın daha çok hizmetler sektöründe yoğunlaştığı (%50), tarım<br />
sektörü ve sanayi sektöründe de aynı oranlarda olduğu söylenebilir. Buradan DAP<br />
kapsamındaki bölgede tarım ve hayvancılık sektörünün ön planda olduğu<br />
anlaşılmaktadır.<br />
Bölge ekonomilerinin yapısını gösteren bir diğer gösterge ise girişim faaliyetlerine<br />
ilişkin verilerdir. Tablo 4.4’de her iki bölgenin sektör bazında toplam girişim sayıları<br />
verilmiştir. Buna göre DAP kapsamındaki bölgede tarım sektörü ile imalat<br />
sanayisinde bulunan girişim sayılarının GAP kapsamındaki bölgeye göre nispeten çok<br />
az olduğu görülmektedir.<br />
Tablo 4.4 : GAP ve DAP Bölgelerinin Girişimcilik Sayıları (2015)<br />
Sektörler<br />
DAP<br />
Bölgesi<br />
Gap<br />
Bölgesi<br />
TÜRKİYE<br />
Tarım, ormancılık ve balıkçılık 1.167 2.487 31.877<br />
Madencilik ve taşocakçılığı 502 412 7.115<br />
İmalat Sanayi 14.414 27.149 434.285<br />
İnşaat 12.875 14.611 263.081<br />
Toptan ve perakende ticaret 62.950 98.421 1.241.766<br />
Ulaştırma ve depolama 39.289 51.355 539.416<br />
Konaklama ve yiyecek hizmeti faaliyetleri 14.451 15.015 313.542<br />
Mesleki, bilimsel ve teknik faaliyetler 6.597 9.897 211.171<br />
Kültür, sanat, eğlence, dinlence ve spor 1.557 1.861 35.661<br />
Diğer 19.058 28.843 506.918<br />
Toplam 172.860 250.051 3.584.832<br />
Kaynak: TÜİK, Bölgesel Hesaplar, https://biruni.tuik.gov.tr/bolgeselistatistik/sorguGiris.do#, Erişim<br />
Tarihi (10.08.2016)<br />
Bölgesel kalkınma için önem arz eden bir diğer konu dış ticarettir. Dış ticaret<br />
sağladığı gelir, teknolojik yenilik ve istihdam yoluyla bölgesel kalkınmada önemli rol<br />
oynar (Brazzel and Hicks: 1968, 503-509). Tablo 4.5’te bölgelerin dış ticaret yapıları<br />
ve ülke toplamı içindeki paylarıyla ilgili bilgiler verilmiştir.<br />
397
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 4.5 : GAP ve DAP Bölgelerinin Dış Ticaret Verileri (2015)<br />
Göstergeler DAP İlleri GAP Türkiye<br />
İlleri<br />
İhracat Toplam İhracat 1.228.770 9.228.120 157.610.158<br />
Toplam İhracattaki Pay (%) 0,78% 5,86% 100%<br />
Kişi başına ihracat 202 1.118 2029<br />
İthalat Toplam İthalat 376.170 6.453.076 242.177.117<br />
Toplam İthalattaki Pay (%) 0,16% 2,66% 100%<br />
Kişi başına ithalat 62 782 3.117<br />
Kaynak: TÜİK, Bölgesel Hesaplar, https://biruni.tuik.gov.tr/bolgeselistatistik/sorgu Giris.do#, Erişim<br />
Tarihi (10.08.2016)<br />
Tablodaki bilgilere göre DAP kapsamındaki bölgeden yapılan dış ticaret miktarının<br />
çok düşük olduğu ve kişi başına düşen ihracat ve ithalat rakamlarının Türkiye<br />
ortalamasının çok gerisinde olduğunu söylemek mümkündür. GAP kapsamındaki<br />
bölgeden yapılan dış ticaret rakamlarının ise, DAP kapsamındaki bölgeye göre<br />
nispeten çok daha fazla olmasına rağmen bu bölgenin de Türkiye ortalamasının<br />
gerisinde olduğu görülmektedir.<br />
Tablo 4.6. GAP ve DAP Bölgelerinin Turizm Göstergeleri (2014)<br />
BÖLGE ADI DAP GAP TÜRKİYE<br />
Yabancı Uyruklu Toplamı 154.852 321.753 30.345.403<br />
Yabancı Uyruklu Oranı 0,51% 1,06% 100,00%<br />
Ülke vatandaşları toplamı 1.644.726 1.680.384 35.708.163<br />
Ülke vatandaşları oranı 4,61% 4,71% 100,00%<br />
Genel Toplamı 1.799.578 2.002.137 66.053.566<br />
Genel toplam oranı 2,72% 3,03% 100,00%<br />
Kaynak: TÜİK, Bölgesel Hesaplar, https://biruni.tuik.gov.tr/bolgeselistatistik/sorguGiris.do#, Erişim<br />
Tarihi (10.08.2016)<br />
Son olarak bölgelerin turizm verileriyle ilgili bilgiler tablo 4.6’da verilmiştir. Buna<br />
göre 2014 yılı verilerine göre her iki bölgeye gelen yerli ve yabancı turist sayısının<br />
çok düşük olduğu ve son dönemlerde ülkede büyük gelişme gösteren bu sektörün her<br />
iki bölgede de gereken gelişmeyi gösteremediği görülmektedir.<br />
5. SONUÇ VE ÖNERİLER<br />
Gelişmişlik endeksi ve kişi başına düşen katma değer verilerine bakıldığında GAP ve<br />
DAP kapsamına dahil iller Türkiye ortalamasının oldukça gerisinde yer almaktadır.<br />
Söz konusu illere yönelik karşılaştırmalı tablolar vasıtası ile gerçekleştirdiğimiz<br />
çalışmada, her iki bölgenin sektörel anlamda güçlü olduğu alanları tespit etmeye<br />
çalıştık.<br />
398
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Her iki bölgede toplam işlenen tarım alanın Türkiye’de işlenen tarım alanlarının<br />
yaklaşık %25’ini kapsamaktadır. Bu sonuç, her iki bölgede de Tarım sektörünün<br />
önemli bir potansiyel arz ettiğini göstermekte ancak GAP kapsamındaki bölgede<br />
üretilen bitkisel üretim değerlerinin, DAP kapsamında üretilen bitkisel üretim<br />
değerinin iki katından fazla olması Tarım sektöründe GAP bölgesinin daha ön plana<br />
çıkmasına sebep olmaktadır.<br />
Hayvansal ürün değerlerine bakıldığında ise DAP ve GAP kapsamındaki bölgenin<br />
yine önemli bir potansiyel arz ettiği görülmektedir. Ancak Türkiye’nin toplam<br />
hayvansal ürün değerinin %15’ine sahip olması ve kişi başına hayvansal ürün<br />
değerleri bakımından GAP bölgesinden yaklaşık olarak 3 kat daha fazla bir üretim<br />
değerine sahip olması, hayvancılık sektöründe GAP kapsamındaki bölgeye nispeten<br />
DAP kapsamına dahil bölgeyi daha ön plana çıkartmaktadır.<br />
Elde ettiğimiz sonuçlar, gerek GAP gerekse DAP kapsamına dahil alt bölgelerde<br />
Tarım ve Hayvancılık sektörünün önemli bir potansiyel arz ettiğini göstermiştir.<br />
Ancak elde edilen veriler ışığında, bölgesel kalkınmada katalizör görevi yapacak öncü<br />
sektörlerin GAP kapsamına dahil alt bölgede Tarım sektörünün, DAP kapsamına dahil<br />
alt bölgede ise hayvancılık sektörünün sürükleyici öncü sektör olabileceği<br />
düşünülmektedir.<br />
Bu bağlamda, yerel paydaşların katılımcılığına dayalı ve bölgelerin mevcut gerçekleri<br />
ile uyumlu bir Dengesiz Kalkınma Modeli uygulamasının söz konusu bölgelerin<br />
ekonomik anlamda kalkınabilmesinin önünü açabileceğini düşünmekteyiz. Bu görüş<br />
doğrultusunda sunacağımız önerileri ise şu şekilde sıralamaktayız.<br />
Tarımsal faaliyetlerini sürdüren küçük işletmeler için organik tarım ile ilgili<br />
gerekli eğitim ve bilgilendirmeler gerçekleştirilerek, organik tarım fırsata<br />
dönüştürülebilmelidir.<br />
Geleneksel hayvancılık uygulamalarından modern hayvancılık<br />
uygulamalarına geçilerek et ve süt üretimindeki prodüktivite artırılmalıdır.<br />
Uygulanan teşvik ve tarımsal destekler kapsamında geleneksel tarım<br />
uygulamalarından modern tarım tekniklerine geçiş sağlanarak tarımda hem iklime<br />
bağımlılık azaltılmalı hem de nadasa ayrılan ve atıl durumda bulunan elverişli arazilere,<br />
maksimum oranda ekim yapılmalıdır.<br />
Özellikle DAP bölgesinde bulunan akarsular gerekli düzenlemelere tabi<br />
tutularak, sulama imkânları artırılmalı ve var olan ekili alan miktarı katma değeri yüksek<br />
ve coğrafya ile uyumlu ürün ekimi ile genişletilmelidir.<br />
İlde bulunan küçük hayvancılık işletmeleri et ve et ürünleri işleme ve entegre<br />
tesislerine dönüştürülmeli, İl dışına canlı olarak pazarlanması nedeniyle katma değeri<br />
düşük olan hayvanların ise söz konusu tesislerde işlenerek, istihdam ve karlılık açısından<br />
katma değeri daha yüksek hale getirilmelidir.<br />
Geleneksel uygulamalar yerine modern hayvancılık borsalarının hayata<br />
geçirilmesi.<br />
399
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
KAYNAKÇA:<br />
Brazzel, J. M. and W. Whitney H., (1968), “Exports And Regional Economic Growth:<br />
An Evaluation Of The Economic Base And Staple Models”, Land<br />
Economics, 44(4), 503-509<br />
Çetin, M., Ecevit, E., (2008), ‘‘İhracatın Sürükleyici Gücü Olarak Tekstil Sektörü:<br />
Kahramanmaraş İli Örneği’’, Manisa, 116-132.<br />
Deviren, N., Yıldız, O., (2014), ‘‘Bölgesel Kalkınma Teorileri ve Yeni Bölgeselcilik<br />
Yaklaşımının Türkiye’deki Bölgesel Kalkınma Politikalarına Etkileri’’,<br />
Muğla, 10.<br />
Dülgeroğlu, E., 1991, Kalkınma Ekonomisi, Uludağ Üniversitesi Basımevi, Bursa.<br />
İnsel, A., (2003), İktisat İdeolojisinin Eleştirisi, Birikim Yayınları, İstanbul.<br />
Lall, V., S., (2007), “Infrastructure and Regional Growth, Growth Dynamics and<br />
Policy Relevance for India”, The Annals of Regional Science, 581-601.<br />
OECD, (2009), “How Regions Grow?”, Policy Brief, 2.<br />
Öztürk, S., (2011), ‘‘Anadolu’da Kurulan Üniversitelerin illerin Sosyo-Ekonomik<br />
Yapılarına Katkıları’’, Hatay, 145-148.<br />
Serhat Kalkınma Ajansı, (2012), “Kars’ın Sosyo-Ekonomik Durumu ve Uygun<br />
Yatırım Alanları”, Serhat Kalkınma Ajansı Yayınları, Kars.<br />
Solmaz, E., (2008), “İktisadi Kalkınma Kuramlarının Yoksulluk Konusuna<br />
Yaklaşımlarına Eleştirel Bir Bakış”, Muğla, s.4.<br />
Sungur, O., (2015), ‘‘TR61 (Antalya, Isparta, Burdur) Bölgesinde Sektörel<br />
Yoğunlaşmanın ve Yoğunlaşma Dinamiklerinin Analizi’’, Burdur, 316-341.<br />
Tunçsiper, B., Yılmaz, G. Ö, (2009), “Yerel Ekonomik Kalkınma Sürecine Turizm<br />
Sektörünün Etkisi’’, Kütahya, 53-64.<br />
Taylor, J., Wren C., (1997) ‘‘U.K Regional Policy: An Evaluation’’, Regional Studies,<br />
31(9), 835-848.<br />
TUİK, Bölgesel İstatistikler Veri Tabanı, Erişim tarihi:10 Ağustos 2016.<br />
Wolz, A., Reinsberg, K., (2012), ‘’Development of Socio-Economic And Agricultural<br />
Structures in Selected Rural Regions in the New German Bundesländer After<br />
the German Unification’’, IAMO Scarled Project, 22-27.<br />
Yılmazer, M., (2002), “İnsani Kalkınma Politikaları ve Türkiye Üzerine bir Deneme”,<br />
(Yayımlanmış Doktora Tezi), Aydın, 47-49.<br />
Zhang, X., M., (2012), ‘’Research on The Development Strategies of Rural Tourism<br />
in Suzhou Based on SWOT Analysis’’, Energy Procedia, s.1295 – 1299.<br />
400
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bölgesel Kalkınma, Ekonomik Çıktı ve Dış Ticaret<br />
Arasındaki İlişkinin İncelenmesi: TRB 2 Örneği<br />
Zeynep KARAÇOR 1 , Erhan DUMAN 2<br />
Türkiye de gerek bölge içi gerekse de bölgeler arasındaki gelişmişlik farklılıkları<br />
sosyal-ekonomik açıdan önemlidir. Bölgeselgelişmişlik farklarının azaltılması için;<br />
kalkınma, ekonomik çıktılar ve dış ticaret arasındaki ilişkininincelenmesigereklidir.<br />
Bu sorunların çözümü için bölgesel kalkınma politikaları hayati önem taşımaktadır.<br />
Bu değişkenler arasındaki ilişki bölgesel kalkınma politikaları açısından her geçen<br />
gün önemi artmaktadır. Bölgesel kalkınma ile ilgili olarak ülkeler 2000’li yıllardan<br />
itibaren yeni bir düzen arayışına girmişlerdir. Bu düzen bilgi ve teknolojiye dayalı<br />
ekonomik kalkınma ve büyüme modelidir. Bu yeni kalkınma ve büyüme düzeninde<br />
emek, sermaye ve doğal kaynağın yanı sıra bilgi ve teknolojinin üretim sürecinde<br />
yoğun bir şekilde kullanıldığı dönem olmuştur. Bu çalışmada, bölgesel dış<br />
ticaretinkalkınmanın bir sonucu olup olmadığını ve bölgesel kalkınmanın ekonomik<br />
çıktıda meydana getireceği etkinin nedensellik yönü analiz edilmiştir. TRB2<br />
Bölgesi’nin1985-2015 dönemine ait kişi başına üretilen katma değer, ekonomik çıktı<br />
ve dış ticaret arasındaki ilişki zaman serilerindeki gelişmeler dikkate alınarak<br />
incelenecektir. Analizler sonucunda değişkenler arasındaki uzun dönemli ilişki<br />
Johansen eş bütünleşme ve Granger nedensellik testleri yardımıyla nedenselliğin<br />
yönünü belirlenecektir.<br />
Anahtar Kelimeler: Bölgesel Kalkınma, Ekonomik Çıktı, Dış Ticaret, Johansen<br />
Eşbütünleşme ve Granger Nedensellik Analizi.<br />
Regional Development, An Examination of the<br />
Relationship Between Economıc Output And Foreign<br />
Trade: Example TRB 2<br />
Abstract<br />
The differences in development between regions are important the need within region<br />
and the socio-economic context in Turkey. for the reduction of regional disparities are<br />
necessary development an examination of the relationship between economic output<br />
and foreign trade. the solution of these problem is of vital importance for regional<br />
policies. the relationshipbetween these variables in terms of regional development<br />
policies are becoming important with each passing day. Countries have searched for<br />
a new layout as related to regional development since 2000s. This layout is a model<br />
1<br />
Prof.Dr. Zeynep KARAÇOR, Selçuk Üni. İİBF İktisat Politikası ABD Başkanı,<br />
zkaracor@selcuk.edu.tr<br />
2 Öğr.Gör. Erhan DUMAN, Bitlis Eren Üni. Ahlat MYO, eduman@beu.edu.tr(Sorumlu<br />
Yazar/Corresponding Author)<br />
401
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
information and Technology based economic development and growht.The order of<br />
this new development and growht has been intensively used labor, capital and natural<br />
sources as well as knowledge and technology in the production process of the term.<br />
In this study, were analyzed regional development of foreign trade whether it is a<br />
result of regional economic output of the direction of causality. TRB2region produced<br />
the value of economic output and foreign trade will be examined in consideration of<br />
developments in the relationship between time series 1985-2015. The results of the<br />
Johansen cointegration analyses and Granger causality tests will be determined long<br />
term relationship between variables with the help direction of causality.<br />
Key Words: Regional Development, Economic Output, Foreign Trade, Johansen<br />
Cointegration and Granger Causality Analysis.<br />
1.GİRİŞ<br />
Bölgesel kalkınma yaklaşımı, gelişmiş ülkeler tarafından uzun zaman boyunca etkin<br />
bir şekilde kullanılmakta ve verimli sonuçlar alınmaktadır. Türkiye’de ise 2000<br />
yılında AB ‘ye uyum çerçevesinde geliştirilen yeni sistemde özel sektör ve rekabet<br />
önceliğinde politikalar uygulanamaya başlanmıştır. Yenidünya ekonomik düzeninde<br />
ortaya çıkan bilimsel ve teknolojik ilerlemeler sayesinde hem ülkeler hem de bölgeler<br />
arasındaki gelişmişlik farklılıkları artmaktadır. Bölgesel kalkınma için; yerel<br />
faaliyetleri harekete geçirecek olan kalkınma ajansları ön plana çıkarılması, kalkınma<br />
politikalarının etkinleştirilmesi, bölge içindeki potansiyele yönelik faaliyet alanlarının<br />
geliştirilmesi ve kurumlar arası işbirliğinin sağlanması gerekmektedir. Ayrıca, bölge<br />
içerisinde gelişme potansiyeli olan illerdeki işletmelere ve üniversitelere<br />
yönelikgirişimcilik ruhu oluşturulabilir ve teknolojik bilgiyle markalaşma<br />
gerçekleştirilebilir. Tüm bu politikaların işlevlik kazanabilmesi için kalkınma<br />
ajansları kilit konumda yer almaktadır.<br />
Bölgeler arasında gelişmişlik farklarının azaltılması ve kalkınmanın sağlanabilmesi<br />
için dış ticarete ve ekonomik çıktılara (patent, faydalı model, endüstriyel tasarım ve<br />
marka) ihtiyaç duyulmaktadır. Söz konusu bölgesel farklılıklar; ekonomik<br />
faaliyetlerin belli alanlarda yoğunlaşması ve mekânsal olumlu şartlar tarafından<br />
şekillenmektedir. Bu olumlu şartlara sahip olan bölgeler zaman içinde iktisadi<br />
anlamda gelişirken bu şartlara sahip olmayan bölgeler ise ekonomik olarak geri<br />
kalmaktadır. Bölgeler arası veya bölge içindeki farklılıklar; nitelikli emek, coğrafi<br />
konum, doğal kaynak, katma değer üreten sektörler, araştırmaya yönelik sistemler,<br />
sağlık, kültür, enerji, ulaştırma, eğitim alanlarındaki yetersizlikler, nüfusun göç etmesi<br />
ve bazı bölgelerde terör gibi nedenlerden kaynaklanmaktadır. Bahsedilen sorunların<br />
en aza indirilmesi veya ortadan kaldırılmasında kalkınma ajansları önemli rol<br />
üstlenmektedir.<br />
Bu çalışmanın amacı Türkiye’nin Ortadoğu Anadolu bölgesinde yer alan Trb2<br />
bölgesinin ekonomik yapısının mevcut veriler dâhilinde inceleyerek bölgenin gelişme<br />
potansiyelini belirlemektir. Bu bağlamda Trb2 bölgesinin dış ticaret ve ekonomik<br />
çıktılarının önemine değinilerek; bölgede üretilen katma değer, ihracat, ithalat, patent,<br />
faydalı model, marka ve endüstriyel tasarım değişkenleri analiz edilecektir. Ayrıca dış<br />
402
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ticaretin bölgesel kalkınmanın bir sonucu olup olmadığı, ekonomik çıktılarda<br />
meydana getireceği etkinin yönü ortaya çıkarılacaktır.<br />
2. KAVRAMSAL ÇERÇEVE<br />
Bölge kavramını ilk açıklayan Christaller (1934)’e göre bölge az sayıda<br />
büyükşehirlerden veya çok sayıda küçük şehirlerden meydana gelmektedir. Şehirlerin<br />
ekonomik yapıları, üretim sektöründeki çeşitlilikleri ve sahip oldukları pazarlama<br />
alanlarına göre büyüklükleri belirlenmektedir (Dawkins, 2003: 131-132).<br />
Bölge ekonomik olarak; ülke kadar büyük ve şehir kadar da küçük olmayan kendine<br />
has özellikleri olan alan şeklinde tanımlanabilir. Bölgeler gelişmiş veya geri kalmış<br />
bölge olarak sınıflandırılmaktadır. Geri kalmış bölgeler sosyal-ekonomik göstergeler<br />
bakımından belirli bir zaman diliminde diğer bölgelerle karşılaştırıldığında avantajlı<br />
olmayan bölge şeklinde ifade edilmektedir. Buna karşın gelişmiş bölgeler ise; ülkenin<br />
diğer bölgelerine göre sosyal-ekonomik değişkenler bakımından ileride, dış ticaret,<br />
ekonomik çıktılar, nitelikli insan gücü, eğitim, sağlık, kültür, bilgi-iletişim<br />
teknolojileri, ulaştırma ve enerji bileşenlerigibi değişkenler açısından ülke<br />
ortalamasının üstünde olan bölgelerdir (Gündüz, 2006: 3-4).<br />
OECD’ye göre bölgeyi belirleyen unsurlar iki tanedir. Bunlar nüfus yoğunluğu ve<br />
kırsal kesimde yaşama oranlarıdır. Bölge nüfusu km 2 başına 150 kişiden daha az ise o<br />
bölge kırsal bölge olarak tanımlanmaktadır. Eğer bölge nüfusunun; %85 ve yukarısı<br />
kentte yaşıyorsa kentsel, %50-%85’i kente yaşıyorsa orta düzey kentsel, 0-%50 arası<br />
kentte yaşıyorsa o bölge kırsal bölge olarak adlandırılır. Ayrıca OECD, ülkelerin<br />
ekonomik faaliyetlerinin kentsel bölgelerde yoğunlaştığı belirtilmektedir (Spiezia,<br />
2003: 2-4).<br />
Rostow, ekonomilerin kalkınma süreçlerini tamamlayabilmeleri için beş safhadan<br />
geçmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu safhalar; geleneksel toplum, geçiş, kalkış,<br />
olgunluk ve kitlesel tüketim şeklinde sıralanmaktadır. Bu kapsamda; makroekonomik<br />
altyapının sağlamlaştırılması, bilgi ve iletişim teknolojilerin geliştirilmesiyle birlikte<br />
markalaşmanın olması, dış ticarette fazla verilmesi, ulusal gıda ve güvenlikte<br />
bağımsız olunması gibi temel politikalar uygulanmalıdır. Bu temel politikalar bölge<br />
bazında uygulanırsa bölgesel kalkınma gerçekleşir (Ilıdar, 2004: 14-18). Bölgesel<br />
kalkınma; ülke genelinde var olan bölgelerin diğer bölgelerle olan etkileşimi<br />
önemseyen, katılımcı ve sürdürülebilen beşeri kaynakları esas alan gelişmelerin<br />
tamamıdır. Bölgesel kalkınma iktisadi olarak hem bir süreci hemde bir sonucu ifade<br />
etmektedir. Bölgesel kalkınmanın süreç olarak değerlendirilmesi; bölge içinde<br />
sektörlerin desteklenmesi, altyapının gelişmesi ve emek piyasasındaki olumlu<br />
gelişmeler şeklinde algılanmaktadır. Bölgesel kalkınmayı sonuç olarak ele alınması;<br />
bölgedeki istihdam olanaklarının, yaşam standartlarının, refah seviyenin, adil bir gelir<br />
dağılımının ve yatırım hacminin artırılması olarak tanımlanmaktadır (Arslan, 2005:<br />
290-292).Ekonomi literatüründe bölgesel kalkınmayı açıklamak için pek çok teori<br />
mevcuttur. Bu teoriler; geleneksel büyüme, mikroekonomik işlem maliyeti, evrimsel<br />
ve bölgesel ağlar olarak sınıflandırmak mümkündür. Geleneksek büyüme yaklaşımı<br />
temelde bölgelerin kendine has özellikleriyle mevcut ekonomik yapılarını<br />
açıklamaktadır. Mikroekonomi işlem maliyeti yaklaşımı bölgesel kalkınmayı<br />
403
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
rasyonel seçim olarak değerlendirmektedir. Evrimsel teori ise bölgesel kalkınma<br />
konusunda ekonomik coğrafyanın etkili olacağını belirtmiştir. Bölgesel ağlar<br />
yaklaşımı da kalkınmayı öğrenen bölge kapsamında incelemektedir<br />
(RuttenandBoekema, 2007: 1838-40).<br />
Ülkeler ekonomik verilerin iyileşmesi ve makroekonomik göstergelerin gelişmesi<br />
amacıyla üretim faktörlerinde etkinliği sağlamakta ve bazı bölgelerin kalkınabilmesi<br />
için öncelik tanımaktadır. Bu kapsamda devlet geri kalmış bölgelere verilen<br />
desteklerle cazip hale getirmektedir. Ancak devletin sağladığı desteklerin her zaman<br />
verimli alanlara aktarıldığı söylemek pek mümkün değildir. Bunun temel nedenleri<br />
arasında; bürokratik karmaşıklık, denetim mekanizmasının etkin işlememesi, destek<br />
yolsuzlukları ve desteklerin zamanında verilmesi sayılabilir. Bölgesel kalkınma<br />
ajanslarına yönelik üç temel unsur oldukça önemlidir. Birincisi; bölgesel kalkınma<br />
ajanslarının kamu gücüne dayanmasıdır. İkinci olarak; bölgesel kalkınma ajansları<br />
bölgesel ekonomik kalkınmayı amaçlamaktadırlar. Son olarak da; bölgesel kalkınma<br />
ajansları belli bir coğrafi bölgeyi kapsamaktadırlar. Bölgesel kalkınma ajanslarının<br />
faaliyetleri gerçekleştirebilmesi için yerel dinamik araçlara ihtiyaç duymaktadır. Bu<br />
araçlar bölgesel işbirliğinin oluşmasında büyük bir öneme sahiptirler (Leblebici,<br />
2002: 5-7).<br />
Bölgesel kalkınma politikalarının verimli ve başarılı olabilmesi için bazı özelliklere<br />
sahip olması gerekmektedir. İlk olarak, uygulanan politikalara hükümetler tarafından<br />
aktarılan fon akışına bağımlılık en aza indirilmelidir. İkinci olarak, bölgesel<br />
kalkınmaya özel sektörün katılımı sağlanmalı ve özel sektöre kaynak aktarımı<br />
gerçekleştirilmelidir. Üçüncü olarak da üniversite-sanayi-araştırma kurumlarının<br />
koordinasyonu sağlanarak bilgi transferini gerçekleştirmelidir. Son olarak da bölgesel<br />
kalkınma politikaları sürdürülebilir ve uzun dönemli araştırmalara dayanması<br />
gerekmektedir (Walburn and Saublens, 2011: 479-480).<br />
3. BÖLGESEL KALKINMA, DIŞ TİCARET VE EKONOMİK<br />
ÇIKTILAR ARASINDAKİ İLİŞKİ<br />
Bölgesel gelişmişlik hem ekonomik hem de sosyal göstergeler açısından farklılıklara<br />
sebep olmaktadır. Bu farklılıkların ortaya çıkmasındaki temel etkenler; bölgenin<br />
coğrafi özellikleri, üretim faktörlerinin adil dağılmaması ve bölge içerisindeki<br />
bireylerin nitelikleri-gelirleri-yaşam standartları ve bölgedeki ekonomik karar<br />
birimlerinin girişimcilik ruhuna sahip olmaması olarak ifade edilebilir (Föster, vd.,<br />
2003: 52). Bölgesel kalkınma politikalarının zaman içerisinde ekonomik konjonktürle<br />
birlikte hareket etmektedir. Kapitalist ekonomik sistemin yaşadığı krizler ve<br />
küreselleşme bölgesel kalkınma politikaların oluşturulmasındaki en önemli<br />
etkenlerdir. 1929 Dünya Ekonomik Buhran’ından sonra uygulanan müdahaleci<br />
Keynesyen politikalar 1970’lerde meydana gelen petrol krizlerine kadar devam etmiş<br />
ve bölgesel kalkınma politikalarını şekillendirmiştir. Bu dönemden sonra uygulanan<br />
ekonomi politikaları ve küreselleşmenin hız kazanmasından dolayı bölgesellik kendi<br />
başına başka bir boyut kazanmıştır (Kargı, 2009: 21-22).<br />
Bölgesel kalkınma politikaları ekonomik çıktılar arasındaki farklılıkların bir sonucu<br />
olarak nitel ve nicel açıdan önemli bir konuma sahiptir. Günümüz bilgi<br />
404
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ekonomilerinde bölgesel kalkınmanın asıl belirleyicisi nitelikli emektir. Özellikle<br />
ekonomik kaynakların belli girdilerle çıktılara dönüştürülmesinde nitelikli emekle<br />
gerçekleştirmektedir (Tekin, 2011: 32-34). Ayrıca bölgesel kalkınmada ekonomik<br />
göstergelerin yanı sıra sosyal-yapısal değişimlerin temeli de nitelikli emeğe<br />
dayanmaktadır. Bu bağlamda nitelikli emeğin üretimi sonucunda özellikle ekonomik<br />
çıktılardan olan marka sayılarında önemli artışlar meydana gelebilir. Bu bağlamda<br />
bölgeler arasındaki farklılıklar; bölgelerin ürettiği ekonomik çıktıların nitelikli emek<br />
tarafından üretilip üretilmediği ile alakalıdır (Gökçen, 2006: 41-42).<br />
Bölgesel kalkınma ve gelir seviyesi hakkında bilgi veren bir diğer değişken dış ticaret<br />
verisidir. Ekonomiler arasında dış ticaretin yapılmasının temel nedeni ülkelerin üretim<br />
faktörleri açısından yetersiz olmasından kaynaklanmaktadır. Üretim faktörleri<br />
yeryüzünde eşit şekilde dağılmadığı için doğal kaynakları zengin olan, emek,<br />
sermaye, girişimci ve teknolojiye sahip olan ülkeler üretilen ürünlerin bir kısmını<br />
ihraç etmektedirler. Bölgesel kalkınma ile dış ticaret arasındaki ilişki gelişmeye<br />
başladıktan sonra gerek teorik gerekse ampirik analizler açısından önem arz<br />
etmektedir (Seyidoğlu, 2003: 590-591).Dış ticarette ihracata yönelik yeni kalkınma<br />
anlayışı ülke ekonomisini aynı zamanda bölge ekonomisini olumlu yönde etkileceği<br />
belirtilmektedir. Üstelik ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesi için bölgesel düzeyde<br />
dış ticaret ilişkilerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Bölgesel rekabet gücünün<br />
yükseltilmesi dış ticarette katma değeri yüksek ürünler üretmeye bağlıdır. Bu<br />
durumda bölgelerin sanayileşmesi, teknolojik olarak gelişmesi, üretim faktörlerini<br />
etkinliğin sağlanması ve eğitim-sağlık alanlarındaki iyileşmeler hem bölgesel<br />
kalkınmaya hem de dış ticaretin artmasına katkı sağlayacaktır (Gök, 2012: 1-2).<br />
Çalışmanın devamında TRB2 bölgesine ait bazı güncel ekonomik değişkenleri<br />
incelemek faydalı olacaktır. Bölge illerinin sosyo-ekonomik endeks değerleri tablo 1<br />
de sunulmaktadır.<br />
Tablo 1: TRB2 İllerinin 2015 Yılı Sosyal-Ekonomik Endeks Değerler<br />
Göstergeler/ Bitlis Hakkari Muş Van<br />
Sıralama<br />
Genel Endeks 0.3952 / 68 0.3325 / 81 0.2765 / 76 0.3662 / 71<br />
Konut 0.3511 / 72 0.4117 / 69 0.2583 / 76 0.3875 / 71<br />
Çalışma Hayatı 0.3913 / 72 0.3963 / 69 0.4041 / 68 0.3459 / 73<br />
Gelir ve Servet 0.1565 / 71 0.1629 / 70 0.0970 / 77 0.1259 / 74<br />
Sağlık 0.4964 / 69 0.4341 / 73 0.3420 / 81 0.3745 / 77<br />
Eğitim 0.3690 / 70 0.0966 / 81 0.2469 / 80 0.2841 / 75<br />
Güvenlik 0.6253 / 41 0.5370 / 62 0.5981 / 53 0.5391 / 60<br />
Altyapı 0.2324 / 72 0.1017 / 81 0.0989 / 80 0.4095 / 45<br />
Sosyal Yaşam 0.3491 / 56 0.0320 / 81 0.2140 / 78 0.3388 / 59<br />
Kaynak: TÜİK, 2016.<br />
TRB2 bölgesi Türkiye'de sosyo-ekonomik gelişmişlikte 25. sırada yer almaktadır.<br />
Tablodan da görüldüğü üzere; 81 il içerisinde Bitlis 68, Van 71, Hakkari81 ve Muş<br />
76. sıradadır. Bu durum bölge illerindeki firmaların yapısı ile açıklanabilir. Bölge’de<br />
Türkiye sıralamasında ilk 500 firma arasında sadece iki büyük şirket (Van gölü<br />
elektrik dağıtım ve perakende satış aş.) bulunmaktadır. Bunların dışında kalan diğer<br />
firmaların büyük bir çoğunluğu mikro ölçekli firmalardan oluşmaktadır (Fortune,<br />
405
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
2016). Bu kapsamda 2013 yılı TÜİK verilerine göre bölgedeki işsizlik oranı, işgücüne<br />
katılma ve istihdam oranı önem arz etmektedir. Bu durum tablo 2 de verilmektedir.<br />
Tablo 2: TRB2 İllerinin 2013 Yılı İşsizlik, İşgücüne Katılma ve İstidam Oranları<br />
z İşgücüne Katılma İşsizlik (%) İstihdam (%)<br />
(%)<br />
Bitlis 46,5 10,6 41,5<br />
Hakkari 45,2 11,7 39,9<br />
Muş 46 10,4 41,2<br />
Van 46,2 10,3 41,4<br />
TRB2 Ortalaması 46.05 10.75 41<br />
Türkiye 50.08 9.7 45.9<br />
Kaynak: TÜİK, 2013.<br />
2013 verilerine göre; bölgede işgücüne katılma ve istihdam oranları Türkiye<br />
ortalamasından düşük olduğu görülmektedir. Bölge içerisinde işgücüne katılma<br />
oranının en yüksek olduğu il %46.5 ile Bitlis, en düşük olduğu il ise %45.2 ile Hakkari<br />
iken Türkiye genelinde bu oran %50.08'dir.Türkiye genelinde istihdam oranı %45.9<br />
iken bölgede bu oranın en fazla olduğu il %41.5 ile Bitlis, en düşük olduğu il ise<br />
%39.9 ile Hakkari'dir. Bölgedeki işsizlik ortalaması %10.75 ile Türkiye ortalamasının<br />
üzerindedir. Bölgede ki en yüksek işsizliğe sahip olan il %11.7 ile Hakkari'dir.<br />
Tablo 3'te bölgede üretilen katma değerin iktisadi faaliyet kollarına göre dağılımı<br />
verilmektedir.<br />
Tablo 3: Cari Fiyatlarla Bölgesel Gayri Safi Katma Değer ( Milyon TL)<br />
Sektör 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011<br />
TR 60.713 62.662 64.331 72.274 78.775 92.739 103.635<br />
Tarım<br />
TRB2 1.513 1.520 1.656 1.849 2.099 2.596 2.762<br />
TRB2/ 0.0249 0.0242 0.0257 0.0255 0.0266 0.0279 0.0266<br />
TR<br />
TR 160.33 188.64 209.51 232.47 218.62 259.02 316.326<br />
Sanayi TRB2 1.059 1.112 1.137 1.366 1.375 1.648 1.822<br />
TRB2/ 0.0066 0.0058 0.0054 0.0058 0.0062 0.0063 0.0057<br />
TR<br />
TR 350.66 417.10 480.53 549.83 567.05 628.78 730.491<br />
Hizmet TRB2 3.388 3.870 4.643 5.449 6.232 7.002 7.406<br />
TRB2/ 0.009 0.009 0.009 0.009 0.0109 0.0111 0.0101<br />
TR<br />
TR 571.7 668.4 754.3 854.5 864.44 980.547 1.150.453<br />
Toplam TRB2 5.960 6.502 7.436 8.664 9.706 11.246 11.890<br />
TRB2/ 0.0104 0.0097 0.0098 0.0101 0.0112 0.0114 0.0103<br />
TR<br />
Kaynak: TÜİK (Bölgesel İstatistikler), 2011.<br />
Cari fiyatlarla bölgesel katma değerin sektörlere göre dağılımı incelendiğinde, tarım<br />
sektöründe üretilen bölgesel katma değerin Türkiye düzeyinde üretilen tarım sektörü<br />
katma değer içindeki payı; %2.49 ile %2.79 arasında değişmektedir. Sanayi<br />
sektöründe üretilen bölgesel katma değerin Türkiye düzeyinde üretilen sanayi sektörü<br />
katma değer içindeki payı sırasıyla; %0.54 ile %0.66 arasındadır. Hizmetler<br />
sektöründe üretilen bölgesel katma değerin Türkiye düzeyinde üretilen hizmetler<br />
sektörü katma değer içindeki payı yaklaşık olarak %1.0'dir. Toplam bölgesel katma<br />
406
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
değerin Türkiye düzeyinde üretilen toplam katma değer içindeki payı da %1 olarak<br />
gerçekleşmiştir. Tablo 4'te bölgeye ait 2014 yılı ekonomik faaliyetlere göre dış ticaret<br />
verileri gösterilmektedir. Bölgede imalat sanayi dış ticaret hacminde en yüksek paya<br />
sahiptir. İmalat sanayi takip eden sektörler ise tarım-ormancılık ve madenciliktir.<br />
Bölgenin dış ticaret hacmini geliştirmesinde İran ve Irak ülkelerine sınırının olması<br />
önemli bir unsurdur. Her iki ülke ile ekonomik, kültürel, tarihi ve coğrafi ilişkiler<br />
geliştirilerek bölgenin ve Türkiye’nin dış ticareti artırılabilir.<br />
Tablo 4: TRB2 Bölgesinin 2014 Yılı Dış Ticaret Verileri (Bin $)<br />
İhracat<br />
İthalat<br />
Türkiye TRB2 Türkiye TRB2<br />
Tarım-Ormancılık 6.029.749 4.245 8.588.523 8.672<br />
Balıkçılık 346537 - 69.365 3<br />
Taşocağı-Madencilik 3.406.108 14.881 37.126.090 2.908<br />
İmalat 147.059.418 408.395 187.742.215 107.293<br />
Toptan- Perakende 672.861 - 8.153.867 10<br />
Diğer Hizmetler 4.043 - 55.193 -<br />
Kişi Başına ($) 2.029 203 3.117 56<br />
Toplam 157.610.158 427.521 242.177.117 118.887<br />
Kaynak: TÜİK, 2016.<br />
Tablo 5’te TRB2 bölgesinin ekonomik çıktıları verilmektedir. TPE verilerine göre;<br />
2015 marka tescili sayıları incelendiğinde Bitlis ili 22, Muş ili 14, Hakkâri ili 29, Van<br />
ili 84 marka tesciline sahiptir. 2015 yılı Türkiye genelinde marka tescil sayısı ise<br />
70.111olarak gerçekleşmiştir. Marka tescilleri sayılarına göre bir değerlendirme<br />
yapmak gerekirse, bölgenin az gelişmiş yapısı markalaşma kültürünün istenen<br />
seviyede olmadığını ortaya koymaktadır. Ayrıca bölgede 2010-2015 yıllarını<br />
kapsayan dönemde markalaşma sektörleri; kahve, çay, fırıncılık, pastacılık, şekerleme<br />
ve hububat, işlenmiş et ve süt ürünleri, reklam ve perakende hizmetleri ve metalden<br />
olmayan inşaat malzemelerinden oluşmaktadır. Bölgedeki patent tescil sayıları<br />
incelendiğinde 2010-2015 yılları arasında sadece 3 tane patent tescili vardır. Türkiye<br />
genelinde ise aynı dönemde 6.739 adet patent tescili olmuştur. Bölgedeki patent tescil<br />
sayılarının düşük olması inovasyon ve değişim kültürünün oldukça düşük olduğunu<br />
göstermektedir. Ayrıca bölgede 2010-2015 yıllarını kapsayan dönemde patent<br />
tescilleri; Muş ilinde insan ihtiyaçları bölümünde; Van ilinde ise Yüzüncü Yıl<br />
Üniversitesi tarafından elektrik ve fizik bölümleri tarafından gerçekleştirilmiştir.<br />
Bölgedeki tescillenmiş faydalı modellere bakıldığında, 2010-2015 yılları kapsamında<br />
Bitlis ilinin 1, Hakkâri ilinin 1, Muş ilinin1, Van ilinin 4 faydalı modeli vardır. Bölge<br />
genelinde 7 faydalı modelin tescil dağılımları; 2 faydalı model insan ihtiyaçları<br />
bölümü, 1 faydalı model işlemlerin uygulanması-taşıması, 2 faydalı model elektrik<br />
bölümü,2 faydalı model de inşaat bölümlerinde olmuştur. Aynı dönemde Türkiye<br />
geneli faydalı model tescil sayısı ise 14.364 olarak gerçekleşmiştir. Bölgedeki<br />
endüstriyel tasarım tescilleri 2010-2015 yıllarını kapsayan dönemde yalnızca Van<br />
ilinde 8 tescil ve Hakkâri ilinde 1 tescil bulunmaktadır. Van ilindeki endüstriyel<br />
tasarım tescillerinin dağılımı; kırtasiye ve büro donanımı 3, ressam ve öğretim<br />
malzemeleri 2, yüzey desenleri 1, grafik semboller ve logolar 2, Hakkâri ilindeki<br />
endüstriyel tasarım tescili ise süsleme sınıfında olmuştur. Türkiye geneli endüstriyel<br />
tasarım tescil sayısı ise 44.553 olarak gerçekleşmiştir. Bölgede gerek faydalı model<br />
407
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
gerekse de endüstriyel tasarım tescil sayılarının Türkiye geneline göre çok düşük<br />
seviyede olmasının nedenleri; üniversite-sanayi ve firmaların kendi aralarında iş<br />
birliğinin sağlanamamasından kaynaklanmaktadır.<br />
Tablo 5: TRB2 Bölgesinin Ekonomik Çıktıları<br />
Ekonomik İller 2010 2011 2012 2013 2014 2015<br />
Çıktılar<br />
Bitlis 3 8 8 17 19 22<br />
Marka Hakkâri 18 10 10 11 24 29<br />
Tescil Sayısı Muş 7 8 19 15 26 14<br />
Van 42 48 81 74 102 84<br />
Türkiye Toplam 32.397 35.858 52.386 68.391 72.326 70.111<br />
Bitlis 0 0 0 0 0 0<br />
Hakkâri 0 0 0 0 0 0<br />
Muş 0 0 1 0 0 0<br />
Van 0 1 0 0 1 0<br />
Türkiye Toplam 642 847 1.025 1.244 1.251 1.730<br />
Patent<br />
Tescil Sayısı<br />
Bitlis 0 0 1 0 0 0<br />
Hakkâri 0 0 0 0 0 1<br />
Muş 1 0 0 0 0 0<br />
Van 2 1 1 0 0 0<br />
Türkiye Toplam 2.022 1.948 2.245 1.997 2.471 2.681<br />
Faydalı<br />
Model Tescil<br />
Sayısı<br />
Bitlis 0 0 0 0 0 0<br />
Hakkâri 0 0 0 0 1 0<br />
Muş 0 0 0 0 0 0<br />
Van 0 0 3 0 2 3<br />
Türkiye Toplam 6.360 6.915 7.274 7.816 7.614 8.574<br />
Endüstriyel<br />
Tasarım<br />
Tescil Sayısı<br />
TRB2 Eko. Çıktı<br />
Toplam<br />
Türkiye Eko. Çıktı<br />
Toplam<br />
Kaynak: TPE, 2016.<br />
73 78 124 117 175 153<br />
41.421 45.568 62.930 79.448 83.662 83.096<br />
Sonuç olarak bölgedeki 2010-2015 yılları arasındaki toplam ekonomik çıktı sayısı<br />
720, aynı dönemde Türkiye genelinde toplam ekonomik çıktı sayısı ise 768.945'tir.<br />
Bölgenin az gelişmişliğinin temelinde ekonomik çıktı sayısının çok düşük düzeyde<br />
olması yatmaktadır.<br />
4. ANALİZ VE YÖNTEM<br />
Bu çalışmada TRB2 bölgesinde kalkınmanın, ekonomik çıktılar ve dış ticaret üzerine<br />
etkileri analiz edilecektir. Bu değişkenlerin analizindeki veriler 1985-2015 dönemini<br />
kapsamaktadır. Bölgesel gayri safi katma değer ve dış ticaret verileri TÜİK'den $<br />
olarak, ekonomik çıktılar verisi de TPE'den alınmıştır. Bu doğrultuda öncelikle<br />
serilerin düzeyde durağan olup olmadıkları test edilmiştir. Durağanlık için ADF test<br />
tekniği kullanılmıştır. Durağanlık testi sonucunda değişkenler arasında aynı düzeyde<br />
bütünleşik oldukları için eşbütünleşme analizi yapılmıştır.Eşbütünleşme analizi<br />
doğrultusunda değişkenlerin kısa dönem şoklarda ki etkisi ortadan kaldırmak için<br />
vektör hata düzeltme testi uygulanmıştır. Ayrıca değişkenlerin nedensellik yönünü<br />
belirlemek için Granger Nedensellik Testi gerçekleştirilmiştir. Değişkenlerin verileri<br />
zaman serisindedurağan olup-olmadıklarına uygulamalı çalışmalarda çok kullanılan<br />
ADF birim kök testi ile analiz edilmiştir. Durağan olmayan bir değişken, birinci<br />
dereceden farkı alındığında durağan hale geliyorsa birinci dereceden bütünleşiktir<br />
408
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
(Aktaran;Karaçor ve Duman, 2015: 7). Analizler, Eviews 8.0 ekonometri yazılım<br />
paketi ile yapılmıştır.ADF birim kök testsonuçları tablo 6’da verilmiştir. Tablo 1'den<br />
görülebileceği gibi sabitli trendsiz modelde istatiksel açıdan dış ticaret değişkeni<br />
anlamlıyken; bölgesel gayri safi katma değer ve ekonomik çıktılar hem olasılık hemde<br />
her üç kritik değerde anlamsızdır. Sabitli trendli modelde ise istatiksel açıdan BGSKD<br />
%5 ve %10 düzeyinde anlamlıyken diğer iki değişken bütün kritik<br />
değerlerdeanlamlıdır.Bu kapsamda bütün seriler birincil dereceden bütünleşiktir.<br />
Tablo 7: TRB2 Bölgesi ADF Test Sonuçları<br />
Değişkenler Sabitli-Trendsiz Olasılık Sabitli- Trendli Olasılık<br />
BGSKD -2.101069 0.2457 -3.627908 0.0468<br />
DT -3.716045 0.0092 -5.360669 0.0008<br />
EÇ -2.530396 0.5229 -4.799872 0.0032<br />
Kritik Değerler<br />
%1 -3.679322<br />
%5<br />
-2.967767<br />
%10<br />
-2.622989<br />
409<br />
-4.356068<br />
-3.595026<br />
-3.233456<br />
BGSKD: Bölgesel Gayri Safi Katma Değeri, DT: Dış Ticareti, EÇ: Ekonomik Çıktıları<br />
göstermektedir.<br />
Bu kapsamda değişkenler arasında uzun dönem ilişkinin analiz edilmesi için<br />
değişkenlerin aynı düzeyde durağan olması gerekmektedir. Böylelikle değişkenler<br />
arasında VAR süreci işletilerek en uygun gecikme uzunluğu tespit edilmiştir. Tablo<br />
7’de VAR analiz sonuçları sunulmaktadır.<br />
Tablo 7: TRB2 Bölgesi VAR Analiz Sonuçları<br />
Lag LogL LR FPE AIC SC<br />
0 -37.35602 NA 0.003989 2.989335 3.133317<br />
1 68.60304 180.5229* 3.05e-<br />
06*<br />
-<br />
4.19281*<br />
-<br />
3.61689*<br />
2 75.72008 10.54376 3.61e-06 -4.053339 -3.045466<br />
3 79.66054 4.962065 5.66e-06 -3.678559 -2.238740<br />
4 88.55059 9.219312 6.63e-06 -3.670414 -1.798650<br />
* Kriterine göre seçilen en uygun gecikme sırası, LR: Ardışık değiştirilmiş LR test istatistiği, FPE:<br />
Nihai tahmin hatası, AIC: Akaike bilgi kriteri, SC: Schwarz bilgi kriteri, HQ: Hannan-Quinn bilgi<br />
kriteri<br />
Tablo 7’de görüldüğü gibi; Akaike, Schwarz ve Hannan- Quinn bilgi kriterlerine,<br />
nihai hata tahmini ve test istatistiği sonuçlarına göre birinci gecikme uzunluğu en<br />
uygun gecikme uzunluğudur. Birincigecikme uzunluğu normal dağılıma sahip,<br />
otokorelasyon sorunu içermeyen en uygun gecikme uzunluğudur. Tablo 8’de<br />
nedenselliğin yönünü belirlemek için, ilk aşamada yukarıda tartışılan değişkenler<br />
arasında uzun dönemli bir ilişkinin olup olmadığı görebilmek için eşbütünleşme testi<br />
gerçekleştirilmiştir.<br />
Tablo 8'de değişkenler arasında Johansen eşbütünleşme analizi çerçevesinde; H 0:<br />
Değişkenler arasında eşbütünleşme yoktur r=0 hipotezi ret, H 1:Değişkenler arasında
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
eşbütünleşme vardır r≤1 hipotezi ise kabul edilmektedir. Ayrıca Trace-Maksimum<br />
değer istatistiği göre; % 5 düzeyinde eşbütünleşik bir adet vektör bulunmaktadır.<br />
Analizin olasılık sonuçları değerlendirildiğinde de 0.05 den küçük yalnızca 1 tane<br />
eşbütünleşme vardır.<br />
Tablo 8: TRB2 Bölgesi Johansen Eşbütünleşme Test Sonuçları<br />
Hipotez Öz Değer İz İstatistik 0.05 Kritik Olasılık<br />
Değeri Değer<br />
Hiç * 0.289802 32.77092 29.79707 0.0213<br />
En çok 1 0.149059 11.21156 15.49471 0.1076<br />
En çok 2 0.016412 1.042559 3.841466 0.3061<br />
Hipotez Öz Değer Max. 0.05 Kritik Olasılık<br />
İstatistik<br />
Değeri<br />
Değer<br />
Hiç * 0.285946 21.55863 21.14586 0.0442<br />
En çok 1 0.149153 10.15425 14.12045 0.3013<br />
En çok 2 0.016315 1.062456 3.645831 0.3145<br />
Ayrıca eşbütünleşme testi sonucunda oluşturduğumuz formül aşağıdaki gibidir:<br />
CI GSKD = LBGSKD-0.208300LEÇ - 0.522172LDT+ 0.632641 şeklindedir. CI<br />
eşbütünleşme vektörünü ifade etmektedir.Denklem; LBGSKD = -0.632641+<br />
0.208300LEÇ + 0.522172LDTşeklinde normalize edilerek yazılabilir.<br />
Bu kapsamda, DT ve EÇ’nin işaretinin pozitif olması bağımlı değişkenin pozitif<br />
olarak etkilediğini gösterir. Analize göre, bölgesel katma değerin hem dış ticarete<br />
hemde ekonomik çıktılar üzerinde etkisi bulunmaktadır.Değişkenler arasında uzun<br />
dönem ilişki tespit edildikten sonra bahsedilen değişkenlerin nedensellik yönünün<br />
belirlenmesi için hata düzetme modeli kurulmuştur. Hata düzeltme modelinin<br />
istatiksel açıdan anlamlı olabilmesi için 0 ile -1 arasında değer alması gerekmektedir.<br />
Bu model değişkenler arasında uzun dönem dengeden sapmaları gösterir. Tablo<br />
9'taBölgesel gayri safi katma değerin bağımlı değişken olduğu hata düzeltme modeli<br />
gösterilmektedir. Tabloda hata düzeltme katsayısı (-0.182930) istatistiksel olarak<br />
anlamlı olduğu için hata düzeltme mekanizması çalışmaktadır. Bu durumda, bir<br />
dönemde ortaya çıkan dengesizlik sonraki dönemde ya da dönemlerde dengeye<br />
gelecektir.<br />
Tablo 9: TRB2 Bölgesinin Hata Düzeltme Modelinin Sonuçları<br />
Değişkenler Katsayı Standart T-istatistik Olasılık<br />
Hata<br />
Log DT 0.139586 0.050572 2.454086 0.0230<br />
Log EC 0.109586 0.057411 2.202189 0.0413<br />
Hata terimleri -0.182930 0.079614 -2.297721 0.0299<br />
C 0.068632 0.014714 4.664352 0.0001<br />
Ayrıca, ilgili dönem için kurulan modelde uzun dönem ilişkisi tutarlıdır. Bu durum,<br />
dengeden sapma olduğunda uzun dönem de tekrar dengeye gelineceğini<br />
göstermektedir. Bir birim sapmanın yaklaşık % 18’lik kısmı bir sonra ki dönemde<br />
dengeye geldiğini ifade etmektedir.<br />
410
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 10’da değişkelerin Granger nedensellik analizi sunulmaktadır. Bağımlı<br />
değişkenin Granger nedenidir hipotezi kabul edilmektedir. Granger nedensellik testi,<br />
değişkenler arasındaki ilişkinin yönü hakkında bilgi vermektedir. Tablo da her üç<br />
değişken içinde nedensellik sonuçları ve ilişkinin yönü aşağıdaki gibidir.<br />
İlk olarak bölgesel katma değer (BGSKD) bağımlı değişkeni incelendiğinde; H 0 =<br />
Bağımsız değişkenler, bağımlı değişkenin Granger nedeni değildir hipotezi<br />
reddedilmektedir. Analizde olasılık sonuçları sırasıyla 0.0113 ve 0.0057 olduğu için<br />
%5 anlamlılık düzeyinde; H 1 = Bağımsız değişkenler, bağımlı değişkenin Granger<br />
nedenidir hipotezi kabul edilmektedir.<br />
İkinci olarak dış ticaret (DT)) bağımlı değişkeni incelendiğinde; H 0 = Bağımsız<br />
değişkenler, bağımlı değişkenin Granger nedeni değildir hipotezi ret edilmektedir.<br />
Analizde olasılık sonuçları sırasıyla 0.0108 ve 0.0320 olduğu için %5 anlamlılık<br />
düzeyinde; H 1 = Bağımsız değişkenler, bağımlı değişkenin Granger nedenidir hipotezi<br />
kabul edilmektedir.<br />
Son olarak ekonomik çıktılar (EÇ) bağımlı değişkeni incelendiğinde; H 0 = Bağımsız<br />
değişkenler, bağımlı değişkenin Granger nedeni değildir hipotezi kabul edilmektedir.<br />
Analizde olasılık sonuçları sırasıyla 0.4163 ve 0.2115 olduğu için %5 anlamlılık<br />
düzeyinde; H 1 = Bağımsız değişkenler, bağımlı değişkenin Granger nedenidir hipotezi<br />
ret edilmektedir. Bu kapsamda değişkenler arasında tek yönlü ve pozitif bir ilişkiden<br />
bahsedilebilir.<br />
Tablo 10: TRB2 Bölgesinin Granger Nedensellik Analizi<br />
Bağımlı Değişken: LOGBGSKD<br />
Chi-sq df Olasılık<br />
LOGDT 1.025287 1 0.0113<br />
LOGEC 3.662250 1 0.0057<br />
All 5.567966 2 0.0118<br />
Bağımlı Değişken: LOGDT<br />
Chi-sq df Olasılık<br />
LOGBGSKD 6.491955 1 0.0108<br />
LOGEC 4.595856 1 0.0320<br />
All 6.547858 2 0.0379<br />
Bağımlı Değişken: LOGEC<br />
Chi-sq df Olasılık<br />
LOGBGSKD 1.257318 1 0.0163<br />
LOGDT 21.69713 1 0.0000<br />
All 33.74136 2 0.0000<br />
5.SONUÇ<br />
Çalışmada TRB2 bölgesinin; bölgesel kalkınma, ekonomik çıktılar ve dış ticareti<br />
analiz edilmiştir.Bu kapsamda, önceki çalışmalardan farklı olarak değişkenlere<br />
ekonomik çıktılar ve dış ticaret ilave edilmiş; 1985-2015 dönemi arasında ampirik<br />
olarak; ADF, Johansen eşbütünleşme testi, hata düzeltme modeli ve Granger<br />
nedensellik testi kullanılarak araştırılmıştır.<br />
Analizler bağlamında bileşenlerin durağan olmadığı için 1. Dereceden farkları<br />
alınarak ve ADF testi ile durağan hale getirilmiştir. Johansen eşbütünleşme testi ile<br />
411
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
bileşenler arasındaki uzun dönem ilişki belirlenmiştir. Bileşenler arasında bir adet<br />
eşbütünleşme çıkması neticesinde serilere hata düzeltme modeli uygulanmıştır. Hata<br />
düzeltme modelinin katsayısı (-0.182930) çıkmıştır. Katsayının negatif olması<br />
istatiksel açıdan anlamlı olduğunun bir göstergesidir. Eşbütünleşme testi sonucunda<br />
oluşturduğumuz formülde bölgesel kalkınma da ortaya çıkan artışların dış ticareti ve<br />
ekonomik çıktıları yüksek oranda etkilediği belirlenmiştir. Ayrıca, Granger<br />
nedensellik test yardımıyla da bölgesel kalkınma ile dış ticaret arasındaki ilişkinin çift<br />
yönlü, bölgesel kalkınma ile ekonomik çıktılar arasındaki ilişkinin ise tek yönlü<br />
olduğu bulunmuştur.<br />
Sonuç olarak bu çalışmada bölgesel kalkınma; dış ticaret ve ekonomik çıktılarla<br />
pozitif yönlü bir etkileşim içerisindedir. Bölgesel kalkınmadaki artış dış ticarete<br />
bağımlı olduğu için, ekonomik çıktılardan özellikle patent ve markalaşmada dış<br />
ticareti artırmaktadır. Bölgenin kalkınma politikalarında dış ticareti artıran ve<br />
ekonomik çıktıları özendiren uygulamaları kalkınma ajansları tarafından teşvik<br />
edilmesi gerekmektedir. Bu durum hem bölgesel kalkınma hem de sosyal refah<br />
açısından önemlidir. Ayrıca bölgenin kendi özelliklerine has kalkınma stratejisi<br />
belirlenmelidir. Bölgenin kendi kaynaklarına dayalı, gerek stratejisinin planlamasında<br />
gereksede uygulamada bölgesel aktörlerin söz sahibi olduğu politikalar<br />
oluşturulmalıdır.TRB2 bölgesi az gelişmişlikten kurtulabilmesi için; dış ticareti,<br />
ekonomik çıktıları, diğer bölgelerle olan işbirliğini, girişimcilik ruhunu ve özellikle<br />
bölge üniversitelerinin piyasa aktörleriyle işbirliğini önemli ölçüte geliştirerek<br />
politikalar oluşturmak zorundadır.<br />
KAYNAKÇA<br />
Arslan, K. (2005). Bölgesel Kalkınma Farklılıklarının Giderilmesinde Etkin<br />
Bir Araç: Bölgesel Planlama ve Bölgesel Kalkınma Ajansları, İstanbul<br />
Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,4 (7), 275-294.<br />
Dawkins, C. J. (2003). Regional Development Theory: Conceptual Foundations,<br />
Classic Works and Recent Developments. Journal of PlanningLiterature 18<br />
(2): 131-172.<br />
Fortune Türkiye, (2016). Fortune 500 Türkiye 2016 Sanayi 4.0 Konferansı,<br />
http://www.fortuneturkey.com/fortune500, ET: 21.09.2016.<br />
Förster, M., Jesuit, D. and Smeeding, T. (2003). Regional Poverty and Income<br />
Inequality in Central and Eastern Europe Evidence From the Luxembourg<br />
income Study. United Nations University Discussion Paper, No. 2003/65.<br />
Ildırar, M. (2004). Bölgesel Kalkınma ve Gelişme Stratejileri, Ankara: Nobel<br />
Yayınları.<br />
Gök, A. (2012). Bölgesel Kalkınmanın Dış Ticarete Etkisi ve GAP Örneği,<br />
http://www.tek.org.tr/dosyalar/gap5.pdf, ET: 30.06.2016.<br />
Gökçen, B. (2006). Beşeri Sermayenin İktisadi Gelişmedeki Rolü ve Önemi: Adana<br />
İline İlişkin Bir Uygulama, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü.<br />
Gündüz, A. Y. (2006), Bölgesel Kalkınma Politikası, Ankara: Ekin Yayınevi.<br />
Karaçor, Z. ve Duman, E. (2015). Türkiye’de Ekonomik Büyüme, Nihai Enerji<br />
Tüketimi ve Dış Ticaret Açığı Arasındaki İlişki,<br />
412
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
http://www.bolgeselkalkinmakonferansi.org/konferans_bildirileri/, Bildiri<br />
No: 31, ET: 29.01.2016.<br />
Leblebici, F. (2002). Devlet Yardımları Uygulamasının Maliyeti ve Ekonomik<br />
Göstergelerle Mukayesesi, Ankara: DPT.<br />
Rutten, P. and Boekema F.(2007). Regional Social Capital: Embeddedness,<br />
Innovation Networks and Regional Economic Development, Technological<br />
Forecasting and Social Change,(74), 1834‐ 1846.<br />
Seyidoğlu, H. (2003). Uluslararası İktisat: Teori Pratik ve Uygulama, İstanbul: Güzem<br />
Yayınları.<br />
Spiezia, V. (2003). Measuring Regional Economies.<br />
https://www.oecd.org/std/15918996.pdf, ET: 27.06.2016.<br />
Tekin, A. (2011). Küreselleşen Dünyada Bölgesel Kalkınma Dinamikleri, Kamu<br />
Politikaları ve Bölgesel Kalkınma Ajanslar, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal<br />
Bilimler Dergisi, 29, 37-48.<br />
TPE (Türk Patent Enstitüsü), (2016). Resmi Yıllık İstatistikler,<br />
http://www.tpe.gov.tr/TurkPatentEnstitusu/statistics/, ET: 22.09.2016.<br />
TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu), (2011). Ulusal Hesaplar Bölgesel İstatistikler,<br />
http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist, ET: 21.09.2016.<br />
TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu), (2013). Bölgesel İstatistikler, İşgücü<br />
2013.https://biruni.tuik.gov.tr/bolgeselistatistik/degiskenlerUzerindenSorgu<br />
la.do, ET:22.09.2016.<br />
TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu), (2016). İllerde Ekonomik Yaşam Endeksi, 2015.<br />
http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=24561, ET:21.09.2016.<br />
TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu), (2016). İllere Göre Dış Ticaret, 2015.<br />
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1046, ET:21.09.2016.<br />
Walburn, D. and Saublens, C. (2011). Regional economic development policy in<br />
Europe: where next? Local Economy, 26 (6-7), 473-485.<br />
Yanar, R. ve Kerimoğlu, G. (2011). Türkiye’de Ekonomik Büyüme, Enerji Tüketimi<br />
ve Cari Açık İlişkisi, Ekonomi Bilimler Dergisi, 3(2), 191-201.<br />
413
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Öz<br />
Kalkınmada “Sosyal Yapı Ekonomik Yapıyı Belirler”<br />
Yaklaşımı<br />
Kenan PEKER 1<br />
Birleşmiş Milletler gelecek 1000 yılın hedeflerini; 1) Aşırı yoksulluğun bitirilmesi, 2)<br />
Evrensel düzeyde ilköğrenime ulaşma, 3) Cinsiyet eşitliği ve kadınların<br />
güçlendirilmesi, 4) Çocuk ölüm oranlarının azaltılması, 5) Anne sağlığının<br />
geliştirilmesi, 6) Salgın hastalıklar ile mücadele, 7) Çevresel sürdürülebilirliğin temini<br />
ve 8) Kalkınma için küresel işbirliğinin geliştirilmesi şeklinde belirlemiştir. Kalkınma<br />
ise beşeri varlığın sağlıklı bir çevrede sosyal hayat yaşaması, midesinin ve ruhunun<br />
duyması sürecinin eş zamanlı olarak eğitim ile sürekli değişiklik, değişim, dönüşüm<br />
ve devrim şeklindeki dinamik yapının mühendisliği şeklinde anlaşılabilir. Bu<br />
çalışmada “sosyal yapı ekonomik yapıyı belirler” kalkınma yaklaşımı bir kalkınma<br />
stratejisi olarak incelenmekte ve bunun metodu açıklanmaktadır. Kültürel çeşitlilikle<br />
medeniyette ulaşma şeklindeki popüler değer için; 1) Somut ve soyut kültürün veri<br />
(Data), 2) Veri işleme (Data mining) ve 3) Büyük veri (Big data) şeklinde ele alındığı<br />
sürecin toplumda farkındalık, algı, kavrama, analiz, planlama, organizasyon, kontrol<br />
ve uygulama şeklindeki güncellemeleriyle yatay ve dikey büyüme önerilmektedir.<br />
Anahtar Kelimeler: Ekosistem, Girişimcilik, Metot<br />
The Approach of Social Structure Determines Economic<br />
for Development<br />
Abstract<br />
United Nation describe Millennium Goals as; 1) Eradicate extreme poverty and<br />
hunger, 2) Provide universal primary education, 3) Promote gender equality and<br />
empower women, 4) Reduce child mortality, 5) Improve maternal health, 6) Combat<br />
HIV/AIDS, malaria and other diseases, 7) Ensure environmental sustainability,<br />
8)Develop a global partnership for development. The development goal is<br />
sustainability of World with local dynamics where development aim covers quality of<br />
local livelihood. The approach of social structure determines economic for<br />
development was searched as development strategy in this study. Data, data mining,<br />
and big data are steps of scientific studies since knowledge recognized as the driver<br />
of growth and development. Leading to a new focus on the role of culture, knowledge,<br />
science, technology, and development as innovation management, the approach of<br />
social structure determines economic for development has been getting important day<br />
to day. The movement of people from knowledge, science, and technology requires<br />
understanding national and international innovation ecosystems.<br />
Keywords: Ecosystem, Entrepreneurship, Method<br />
1<br />
Prof. Dr. Fırat Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü, kpeker@firat.edu.tr<br />
414
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
1. GİRİŞ<br />
Kalkınma, beşeri varlığın sağlıklı bir çevrede sosyal hayat yaşaması, midesinin ve<br />
ruhunun duyması sürecinin eş zamanlı olarak eğitim ile sürekli değişiklik, değişim,<br />
dönüşüm ve devrim şeklindeki dinamik yapının mühendisliği şeklinde tanımlanabilir.<br />
Bu tanımda bilgiye dayalı kalkınmanın “Beşeri Bilimler, Sağlık Bilimleri, Doğa<br />
Bilimleri, Sosyal Bilimler ve Mühendislik Bilimleri şeklindeki bir sürecin” sistem<br />
yaklaşımındaki sürdürülebilirliği ele alınmaktadır. Sistemin sınırları ise tüm<br />
Dünya’dır. Bu nedenledir ki kalkınmanın son yıllardaki en önemli konusu<br />
“sürdürülebilir yenilikçi girişimci ekosistemler” oluşturulması, söz konusu<br />
ekosistemlerin yerel dinamikleriyle endüstriyel ekolojiler şeklinde hareket ettirilmesi<br />
“getting moving” dir. Sektör bazında hareketlilik veya kalkınma söz konusu<br />
olduğunda 1.Verim, Verimlilik, Ölçek, Girişimcilik. 2.İhtisaslaşma ve entegrasyon.<br />
3.Piyasa dengesi, borsa ve örgütlenme, 4.Endüstri 4.0. 5.Dışsallık ve çevre, 6.<br />
Endüstriyel liderlik ve 7.Mükemmeliyet şeklindeki aşamalar söz konusudur (Peker<br />
vd., 2016). Yöreler itibariyle iş, görev ve genel çevredeki makro elementler ağlar,<br />
kümeler, büyüme, gelişme, rekabet ve değerler sistemi şeklindeki yapısal dönüşüm<br />
aşamalarının her birinde Rostow’un; a)Geleneksel toplum, b) Kalkınmaya hazırlık, c)<br />
Kalkınma, d) Tüketim toplumu ve e)Olgunlaşma şeklindeki yaşam döngüsü<br />
gerçekleşmektedir. Böylece yörelerin Bilgiye Dayalı Kalkınmaları (Knowledge<br />
Based Development-KBD); Yörelerin doğal kaynaklarının (yeraltı ve yerüstü<br />
kaynakları, iklim ve biyo-güç) envanterini iyi çıkarmaları, Toplumsal sorunlarını<br />
yerel inisiyatifler ve yenilenebilir kaynaklara dayalı olarak çözmeye öncelik<br />
vermeleri, Endüstriyel ekolojiler oluşturmaları, Endüstriyel liderlik ve Mükemmeliyet<br />
merkezleri oluşturma şeklindeki basamaklarında gerçekleşmektedir<br />
(https://ec.europa.eu/programmes/horizon 2020/en/h2020-section/europe-changingworld-inclusive-innovative-and-reflective-societies).<br />
Nihayetinde, böyle bir<br />
yolculukta yöre vatandaşları makro kriterleri sürdürülebilir yenilikçi girişimci<br />
ekosisteme dönüştürerek bu yapıda yaşamak için kazanmak, yaşamı sürdürülebilir<br />
kılmak ve faydalı olmak şeklinde bir misyon üstelenmektedirler. Birey için ifade<br />
edilen faydalı olmak, bireyin kalkınma hedefini oluşturmaktadır. Genel anlamda<br />
kalkınmanın hedefi ise Birleşmiş Milletlerin gelecek 1000 yılın hedefleri (Millennium<br />
Goals) olarak ele alınmaktadır. Birleşmiş Milletlerin kalkınma hedefleri şunlardır;<br />
1)Aşırı yoksulluğun bitirilmesi. 2) Evrensel düzeyde ilköğrenime ulaşma. 3)Cinsiyet<br />
eşitliği ve kadınların güçlendirilmesi. 4)Çocuk ölüm oranlarının azaltılması. 5)Anne<br />
sağlığının geliştirilmesi. 6)Salgın hastalıklar (HIV/AIDS, malaria ve diğerleri) ile<br />
mücadele. 7)Çevresel sürdürülebilirliğin temini ve 8)Kalkınma için küresel<br />
işbirliğinin geliştirilmesi (http://www.un.org/millenniumgoals). Milenyum hedefleri<br />
gerçekleştirmek için her yörede kalkınmanın amacı; İnsanın eşrefi mahlûkat olma<br />
vasıflarını (beşeri bilimler) kaybetmeden sağlıklı (sağlık bilimleri) yaşaması, temiz<br />
çevre koşullarında güvenilir gıdalarla beslenmesi (doğa bilimleri), hoşlandığı sosyal<br />
ortamlarda yaşamını (sosyal bilimler) sürdürülebilir kılması için yerel dinamikleri<br />
harekete geçirerek refah düzeyinin yükseltilmesidir. Bu yapının oluşturulmasının<br />
toplum mühendisliğidir (Peker, 2011). Bu ise ancak sağlık, güvenlik ve sosyal<br />
koşulların sağlanması ve bir takım programların (doğal kaynaklar ve çevre programı,<br />
aile programı, gençlik programı, topluluk programı, vs.) uygulanmasıyla mümkün<br />
415
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
olmaktadır. Özetle bir yörenin kalkınmasında sağlıklı yapıyı oluşturmak için; a)Doğal<br />
veya fiziksel yapı (yöre çevre düzeni ve imar planları) şeklindeki statik bileşenler ve<br />
b)Ekonomik, sosyal, teknolojik ve çevre (iş, görev ve genel çevre) şeklindeki dinamik<br />
bileşenlerin iyi planlanması ve e-yönetişimi önem arz etmektedir (Peker vd., 2016).<br />
Bunun için homojen coğrafyalardan oluşacak yöreler için iş, görev ve genel çevre<br />
dinamiklerinin yönetilmesine çalışılmaktadır.<br />
Yörelerin ekonomik, sosyal, teknolojik ve çevre (iş, görev ve genel çevre) şeklindeki<br />
dinamik bileşenleri veya kalkınmanın makro elementleri bölgenin; a) Kültür ve sosyal<br />
ilişki sınırları, b)Topluluk ve toplum bağları, c)Vatandaşlık anlayışı, d) Tüketim<br />
alışkanlıkları, e) Gıda temini ve çiftçilik ağları. f) İş ve ticaret ilişkileri, g)<br />
Sosyalleşme, h) Spor ve boş zaman değerlendirme, ı)Ticaret ve yatırım fırsatları, i)<br />
İklim, j) Enerji kaynakları. k) Çevre, l) Kırsallık, m) Yaban hayatı, n) Ulaşım.<br />
o)Eğitim tercihleri, yükseköğrenim durumu, ö) Devletin altyapı hizmetleri ve<br />
yatırımları, p)Konut ve barınma durumu. r) Kamu kurumları, s) Finansman hizmetleri,<br />
ş) Medya ve iletişim, t) İstihdam fırsatları, u) Sağlık hizmetleri, ü) Yurtlar ve yaşlı<br />
evleri, v) Afet ve acil durum, y) Vergiler, Gelir durumu ve Genel refah düzeyi<br />
şeklindeki etmenler olmaktadır (www.gov.uk). İlmi yaklaşımıyla genel anlamda bu<br />
şekilde açıklanan kalkınmanın Dünya’daki uygulamaları farklılık arz etmektedir.<br />
Bugün aralarındaki mesafenin araçla bir iki saat olduğu iki yöreden birinin kalkınmış<br />
olmasının sebebi sadece sahip olduğu doğal kaynaklar değildir. Biri temizliğe önem<br />
verip, yöreye gelenlerin şehri dolaşmaları için günlük ücretsiz şehir turu bileti sunarak<br />
sosyal aktiviteler ile daha fazla ziyaretçiyi çekmek ve misafirlerini hoşnut etmeye<br />
çalışırken, diğeri için bunun tersi olabilmektedir. Bir başka yöre ise transfer ettiği<br />
karmaşık teknoloji ile yöredeki fakir ve çaresiz insanların bile yabancılaştığı yer<br />
olabilmektedir. Bunların temel sebebi klasik iktisatçıların arazi, işgücü ve fiziksel<br />
sermaye şeklinde ifade ettikleri ekonomik gelişmeyi belirleyen üç basit faktörün<br />
uyumsuzluğudur. Yani, yöre insanlarının arazi varlığını kullanmadaki<br />
tutarsızlıklarıdır. Zira, gelişmeyle birlikte işgücü faktörü eğitim ile insan sermayesine<br />
dönüşürken, arazi insanların şekillendirmeleriyle üretilmiş üretim vasıtası (teknik<br />
sermaye) olmakta ve endüstrileşmeyi sağlamaktadır. Dolayısıyla denilebilir ki insan<br />
sermayesinin geliştirilmesiyle zeki insanlar tarafından ortaya konulan inovatif fikirler<br />
veya yenilik yönetimi kalkınmanın en önemli unsuru ve dolayısıyla yörelerin sahip<br />
oldukları doğal kaynaklardan daha önemlidir. Önemli olan tüm sektörler için fikir,<br />
üretim, bölüşüm, dağıtım, tüketim, geri dönüşüm ve tekrar üretim şeklindeki<br />
endüstriyel iktisadın ve işletmeciliğin iyi bir şekilde gerçekleştirilmesidir.<br />
Bir yörede kalkınmanın gerçekleşmesi için yöre insanının ortak hedeflerinin,<br />
amaçlarının, ilkelerinin, stratejilerinin, metotlarının, beklenen gelişmişlik<br />
sonuçlarının ve bunun için faaliyetlerinin birbirini bütünleyici olması zorunludur.<br />
Bunun gerçekleşmesinde genel anlamda birey, aile ve toplumsal yaşam, iş hayatı, oy<br />
veya tercih, ibadet, boş zaman değerlendirme etkinlikleri, insanların üye oldukları<br />
sosyal gruplar veya sivil toplum kuruluşları şeklindeki süreçte ortaya çıkan o yörenin<br />
değer ve önceliklerine bağlıdır. Bunlardan yararlanarak gelişme ve kalkınmayı yerel<br />
dinamiklerle harekete geçirmek yerine, dışarından teknoloji transferleri ve ekonomik<br />
yapıyı değiştirerek sosyal yapının değişmesini beklemek şeklinde yanlışlıklar<br />
yapılmaktadır. Yani, 21. Yüzyılda bile ekonomik yatırımlarla veya ekonomik yapıyı<br />
416
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
düzelterek sosyal yapının düzelmesini beklemek şeklindeki gelişme ve kalkınma<br />
beklentisi şeklindeki yanlışlık devam edilmektedir. Çoğunlukla da gelişme ve<br />
kalkınma için politikalar, sosyal ve ekonomik yapı şeklindeki üçlü bileşen yerine,<br />
ekonomik yatırımların yapılması (ihaleci politika) tercih edilmektedir. Bu durumun<br />
yanlışlığı ilk olarak 1960lı yıllarda Jane Jacobs, Pierre Bourdieu, Jean-Claude<br />
Passeron, Ronald Buart, Roberst Putnam, Alejandro Portes gibi çok sayıda araştırmacı<br />
tarafından ortaya konulmuştur. Denilmiştir ki her ne zaman bir yörede sosyal sermaye<br />
dediğimiz entelektüel insan sermayesi oluşmuş ise orada gelişme ve kalkınma<br />
hızlanmıştır. Dolayısıyla toplum merkezleri ile toplumun sosyalleşmesi önerilmiştir.<br />
Dünya’da sosyal sermaye oluşturma ve yerel yönetimlere bu amaçla ilave bütçeler<br />
aktarmak şeklindeki uygulamalar devam ederken, Türkiye’de kalkınma denilen olgu<br />
için bir yörenin Ekonomik, Sosyal, Teknolojik ve Ekolojik yapısının Politika ve Legal<br />
düzenlemeler (PESTEL) sayesinde sürdürülebilir kılınması öngörülmektedir. Politika<br />
ve Legal düzenleme önceliklerini siyaset veya hükümetler belirlemekte ve<br />
hükümetlerin çok iyi kalkınma politikaları olsa dahi, yörelerin ihtiyaç analizlerinin iyi<br />
yapılmadığı durumlarda, başarılı olunamamaktadır. Neticede 21.Yüzyılda Türkiye<br />
geneli için kalkınma ile ilgili aşağıdaki sorunlar bir türlü çözülememektedir;<br />
a) Kamuda kayırmacılık, b) Ticaret ilişkilerinde güvensizlik, c)İşsizlik ve çalışma<br />
koşularındaki yetersizlik, d) Şiddet, suç ve terör, e)Yoksunluk ve yoksulluk, f)Üretim<br />
yönetimi ve dış ticarette yetersizlik, g)Gelir dağılımı dengesizliği, h)Konut ve<br />
barınma için şehirlerde aşırı yoğunlaşma, ı)Kırsal kesimden göç ve atıl kaynaklar,<br />
i)Çok sayıda sağlık kurumu ve sağlık hizmetlerinde nitelik sorunu, j) Eğitimde nitelik<br />
sorunu ve tercihlerdeki belirsizlikler, k)Sosyal ilişki sınırları ve ötekileştirme (ırk,<br />
cinsiyet, bölge, il, vb. ayrımcılığı), l)Gruplaşma, toplumdan tecrit ve toplum<br />
bağlarında zayıflama, m) Sosyalleşme ve boş zaman değerlendirmede yetersizlik,<br />
n)Öğrenci yurtları sayısındaki yetersizlik, o) Yaşlı evleri ile evde bakım hizmetlerinde<br />
ilişkilendirme dengesizlik, p) Toplumun aşırı tüketim eğilimleri, r)Çevreyi tahrip<br />
etme ve yaban hayatını yok etme, s)Finansman faiz oranlarının yüksek olması<br />
ş)Medya ve iletişim ağlarında vatandaşın aldatılması, t) Afet ve acil durum için aşırı<br />
yatırımlar, u)Yüksek vergiler, ü)Vatandaş olma şuurunda eksiklik. Burada belirtilen<br />
genel sorunlara bir de bölgeler arası gelişmişlik farkları ilave edildiğinde sadece<br />
kalkınma değil, bölgesel dengesizlikleri minimize ederek kalkınmak daha büyük<br />
önem arz etmektedir. Bölgesel kalkınma konusu ele alındığında akla ilk gelen soru;<br />
bölgesel kalkınmışlık farklarının sebebi bölgelerin sahip oldukları doğal kaynaklar<br />
mıdır? Bir yörenin sahip olduğu petrol ve altın varlığı insandan daha mı önemlidir?<br />
Şayet insanlar petrol ve altın için değerlerinden vazgeçmemiş olsa, bugün kapitalizm<br />
dünya insanlığını yok edebilir mi? Hepsinin temelinde veya Dünya savaşlarının<br />
sebebi ihtiyaçların karşılanmaması değil, istek, arzu ve ihtirasların bitmemesidir.<br />
Şimdilerde asıl soru Dünya’nın doğal kaynak yoksunu olan kalkınmış yöreleri neler<br />
yapmışlardır? Yetişmiş insan gücü, bilgi, bilim ve teknoloji üretilmesi, uluslararası<br />
işbirliği ağları, tüketim alışkanlıkları ve harcama gibi unsurlar kalkınmayı nasıl<br />
etkilemektedir? İşte bu şekildeki sorulara verilecek cevaplar kalkınmanın bileşenlerini<br />
oluşturmakta ve gelişmekte olan toplumlarda kısıt olmaktadır. Önemli olan kalkınma<br />
için Ne, Nerede, Ne zaman, Nasıl ve Niçin (5N), Kim veya Kimlerle, Kaynaklar ne<br />
olmalıdır ki Kalkınma (3K) olsun sorularının iyi bir şekilde kalkınma bileşenleri ve<br />
kalkınma tasarımı süreç yönetimidir. Kalkınmanın sonucu ekonomik, ekolojik, etik<br />
417
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
(sosyal), eğitim (4E) şeklindeki çıktılar olabilmektedir. 5N + 3K + 4E şeklinde ifade<br />
edilebilecek kalkınma iyi tanımlandığında sürdürülebilirlik temin edilmektedir<br />
(Peker, 2010). Gerçekte durum böyle iken, maalesef Türkiye’de kalkınma için sektör<br />
bazındaki desteklemeler yapmaktadır. Şöyle ki<br />
a) İş ortamının iyileştirilmesi (Sanayi altyapısının geliştirilmesi. Finansal araçların<br />
geliştirilmesi (Mal, Altın, Para, Sermaye, Borsa). Ar-Ge, İnovasyon, Teknoloji ve<br />
Bilgi Toplumu Altyapısının Geliştirilmesi. Tanıtım ve Pazarlama Faaliyetlerinin<br />
Geliştirilmesi),<br />
b) İşletmelerin kapasitelerinin artırılması ve girişimciliğin teşviki (Yetiştiricilik için<br />
çevre düzeni planı, Girişimciliğin teşvik edilmesi, İşletmelere temel bilgi,<br />
danışmanlık ve yatırım desteği sağlanması, Sanayi sektörleri arasında işbirliğinin<br />
güçlendirilmesi),<br />
c) Teknik yardım (Konsey, Komisyon, Komite, vs yapılanma ile kapasiteyi geliştirme.<br />
Yıllık programlar, yönetimi, uygulanması, izlenmesi ve değerlendirilmesi. Tanıtım ve<br />
halkla ilişkiler. Verim, kalite, fiyat ve ticaret için teknik yardım. Üreticilerimizin<br />
kapasitelerini arttırma. Ar-Ge ile teknoloji üretme, sistem tasarlama, insan ilişkileri,<br />
dağıtım. Finansman yönetimi, yetişmiş insanların yönetimi, bilgi yönetimi. Ürün<br />
çeşitlendirme ve standart ürün, hızlı dağıtım ağı, kalite, yurtdışı siparişleri önceden<br />
almak için teknik yardım, kalite coğrafi işaret tescili ve kalite onayı<br />
(www.sanayi.gov.tr).<br />
Sosyal sermayenin oluşmasındaki seviyeler; üstten aşağıya sinerji ve dürüstlük,<br />
aşağıdan yukarıya iletişim ağları (dışa açık topluluklar), entegrasyon (içsel<br />
topluluklar) şeklinde ölçülmekte, sonuçta merkezi otoritenin çıkarları ve anarşik<br />
seviyede bireycilik şeklindeki aşırı uçlar arasında değişik performanslar<br />
ölçülmektedir (Evans, Embedded Autonomy).<br />
2. KALKINMADA “SOSYAL YAPI EKONOMİK YAPIYI<br />
BELİRLER” YAKLAŞIMI<br />
2.1. Stratejisi<br />
Bugün çoğu gelişmekte olan ülkelerde gelişme ve kalkınmanın enstitüleri (Kamu;<br />
Bakanlıklar ve yerelde kalkınma ajansları, Yerel yönetimler, Üniversiteler, Sivil<br />
Toplum Kuruluşları), bütçeleri ve nitelikli elemanları mevcut olup, sosyal ilişkilerde<br />
kapsayıcı ve katılımcı olunmamasından (paydaş analizine dayalı çıkar esaslı inanç,<br />
tutum ve davranışlar) dolayı gelişme ve kalkınma sekteye uğramaktadır. Sosyal<br />
teorinin klasik sorusu; Toplumdaki sosyal ilişkiler davranışlarımızı ve enstitülerimizi<br />
nasıl etkilenmektedir veya davranışlarımız ve enstitüler sosyal ilişkilerle nasıl<br />
etkilenmektedir? Kalkınma için nasıl bir strateji izlenmelidir? Başka bir ifade ile<br />
kalkınma amacına ulaşmak için izlenecek yol (strateji) ne olmalıdır? Sosyal yapı<br />
ekonomik yapıyı belirler kalkınma stratejisinin esasında; yerel, ulusal ve uluslararası<br />
katılımcılıkla oluşturulan sosyal yapıların (mütevelli heyetleri) yöresel farklılıkları<br />
içerecek şekilde değerlere bağlı ve özel becerilere dayalı olarak ihtisaslaşması<br />
öngörülmektedir. Bölgesel kalkınma için sosyal hayatın biyo gücünün sürekli<br />
güncellenerek, yerel dokuya uygun bir mimarideki devamlılığının biyo-kütle ve<br />
418
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
bölgesel sürdürülebilirlik şeklindeki sürecinin kamu-üniversite ve özel sektör<br />
işbirliğinde Ar-Ge, inovasyon ve eko-inovasyon faaliyetleriyle gerçekleştirilmesi<br />
amaçlanmaktadır. Böylece kalkınmada yörelerin sahip oldukları kıt kaynakların kısıt<br />
oluşmasının Nitelikli İnsan Gücü (NİG) tarafından aşılacağı varsayılmaktadır. Sosyal<br />
yapı ekonomik yapıyı belirler stratejisini daha detaylı açıklamak için bir üçgen<br />
çizildiğinde üçgenin bir köşesinde yörenin doğal kaynakları, diğerinde insan ve en<br />
tepesinde ise teknoloji yer almaktadır. İnsan kapasitesinin geliştirilmesiyle ve yörenin<br />
doğal kaynaklarını geliştirerek üçgenin tepesinde her ikisinin bileşeni olan noktada<br />
teknoloji üretilmektedir. Yani bir yörenin kalkınması doğal kaynaklarından çok insan<br />
kaynaklarıyla gerçekleşmektedir. İnsanın kapasitesi geliştirildikçe emek (işgücü)<br />
faktöründen nitelikli işgücüne doğru ilerleme ve zamanla yerini kendisinin ürettiği<br />
teknolojiye (robot) bırakma veya otomasyon almaktadır. Yörenin doğal kaynakları<br />
(Arazi, İklim, Biyogüç) insanlar tarafından geliştirildikçe üretilmiş üretim vasıtaları<br />
yani sermayeye (alet-makine, malzeme-mühimmat, ıslah materyalleri) dönüşmekte ve<br />
yine teknoloji veya otomasyonda birleşmektedir. Dolayısıyla doğal kaynaklardan çok<br />
yörelerin kalkınması yetişmiş insan varlığı tarafından belirlenmektedir. Örneğin, artık<br />
günümüzde bir yörede doğal kaynaklar tavuk, muz, balık vs. yetiştiriciliğine müsait<br />
mi sorusu sorulmamaktadır. Teknoloji sayesinde her yerde oluşturulabilen<br />
iklimlendirme odaları sayesinde endüstriyel üretim mümkün olmaktadır. Benzer<br />
şekilde insanların geliştirdikleri teknolojiler sayesinde bilgisayar petrolden daha karlı<br />
olmaktadır. Hatta tüketim alışkanları sayesinde ülkemizde bir bardak çay petrolden<br />
daha pahalı bir tüketim malı olmaktadır. Bu durumda şunu söylemek mümkün;<br />
yöreler itibariyle Kültürel Çeşitlilik + Bilgi + Bilim + Teknoloji + Yöresel Kalkınma<br />
şeklindeki yenilikçi girişimcilik veya yenilik yönetimi kalkınma için en iyi süreçtir.<br />
10. Kalkınma Planı “sosyal yapı ekonomik yapıyı belirler” stratejisiyle hazırlanmış<br />
ilk plandır. Ancak, uygulamada uzun yılların alışkanlıklarını değiştirmek, ihale<br />
paydaşlarının karşı duruşları, bu stratejinin ve metotlarının yeterince bilinmemesi gibi<br />
ciddi engellerle karşılaşıldığı için eylem planları eski şekliyle devam etmektedir. Yap,<br />
kaos oluştur, tahrip et, yık ve yeniden inşa et şeklindeki dış destekli kısır döngü,<br />
ülkenin gelişmesini istemeyen güçlerin arzu ettikleri bir sorunsal olarak, devam<br />
etmektedir. Bunu aşmada “kalkınmanın stratejisi” ve “kalkınmanın metodu” üzerinde<br />
düşünülmesi ve çalışılması gereken en önemli iki bileşen olmaktadır.<br />
2.2. Metodu<br />
Kalkınmanın sosyal yapı ekonomik yapıyı belirler stratejisinin metodunu aşağıdaki<br />
grafikte özetlenmek mümkündür;<br />
419
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
KENDİNİ AŞMA<br />
-Kültür ve sosyal ilişki sınırlarında<br />
ötekileştirmeyi kaldır<br />
TAMAMLAMA<br />
-Vatandaşlık anlayışı ve<br />
- Topluluk ve toplum bağlarının güçlendirilmesi<br />
5.TEKNOLOJİ<br />
4.SOSYAL<br />
SOSYALLEŞME<br />
- Kültür, bilgi, bilim, spor ve boş zaman değerlendirme, -Tüketim<br />
alışkanlıkları, -Ulaşım, -İş ve ticaret ilişkileri, -Ticaret ve yatırım<br />
fırsatları<br />
CAN VE MAL GÜVENLİĞİ<br />
Yörelerin tercihlerine göre; -Eğitim hizmetleri, Yükseköğrenim durumu, -<br />
Devletin hizmetleri, -Medya ve iletişim, -Sağlık hizmetleri, -Yurtlar ve yaşlı<br />
evleri, -Afet ve acil durumu yatırımları<br />
YEME, İÇME, BARINMA, Vb.<br />
Yörelerin; -Konut ve barınma durumu, -Kamu kurumları, -Finansman<br />
hizmetleri, -İstihdam fırsatlarında artış, -Vergiler, Gelir durumu ve Genel<br />
refah düzeylerine göre STRATEJİ PLANLARI. Yörelerin; - İklim, - Enerji<br />
kaynakları, - Çevre, - Kırsallık, - Yaban hayatı, - Gıda temini ve çiftçilik<br />
ağları esasında ÇEVRE ve İMAR<br />
3.DOĞA<br />
2.SAĞLIK<br />
1.BEŞER<br />
Grafikte görüldüğü üzere, bir yörenin sosyal sermayesi bir araya gelerek öncelikle<br />
yörenin; - İklim, - Enerji kaynakları, - Çevre, - Kırsallık, - Yaban hayatı, - Gıda temini<br />
ve çiftçilik ağları şeklindeki kriterlerine göre ÇEVRE DÜZENİ ve İMAR<br />
PLANLARINI katılımcılık ve kapsayıcılıkla hazırlamaktadır. Yörelerin; -Konut ve<br />
barınma durumu, -Kamu kurumları, -Finansman hizmetleri, -İstihdam fırsatlarında<br />
artış, -Vergiler, Gelir durumu ve Genel refah düzeylerine göre STRATEJİ<br />
PLANLARI hazırlanmaktadır. Yörelerin tercihlerine göre; -Eğitim hizmetleri,<br />
Yükseköğrenim durumu, -Devletin hizmetleri, -Medya ve iletişim, -Sağlık hizmetleri,<br />
-Yurtlar ve yaşlı evleri, -Afet ve acil durum yatırımları belirlenmektedir. Sosyalleşme<br />
sayesinde - Kültür, bilgi, bilim, spor ve boş zaman değerlendirme, -Tüketim<br />
alışkanlıkları, -Ulaşım, -İş ve ticaret ilişkileri, -Ticaret ve yatırım fırsatları mümkün<br />
olmaktadır. Böylece -Vatandaşlık anlayışı, - Topluluk ve toplum bağlarının<br />
güçlendirilmesi sayesinde kültür ve sosyal ilişki sınırlarında ötekileştirme<br />
kalkmaktadır.<br />
420
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
2.3. Uygulama Aşamaları<br />
Kalkınmanın Sosyal Yapı Ekonomik Yapıyı Belirler stratejisinin uygulaması<br />
aşağıdaki basamaklarda geçerli olmaktadır;<br />
A) Yöre Envanterini Çıkarma;<br />
Beşeri kaynakların özellikleri (a. Çalışanların yaşı, cinsiyeti, sayısı. b. Çalışanların<br />
kişilik ve mesleki özellikleri. c. Yöneticilerin çalışma ve sosyal hayatı. d. Tüm<br />
çalışanların yaptığı işler ve kıdemleri. e. İşlerindeki başarı durumları ve yetersizlikleri.<br />
f. İşe devamsızlık geç gelme ve personel devri. g. İş gücü verimliliği ve etkililiği).<br />
Sosyal Örgütlenme (a. Çalışanlar arasında güven ve açık haberleşme, b. Çalışanlar<br />
arasındaki destek ve yardımlaşma, c. Çalışanlar arasında işbirliği ve dayanışma ruhu,<br />
d. Yatay, dikey ve çapraz ilişkiler, e. Örgüt amaçlarının benimsenmesi, f. Mevcut ve<br />
görünmeyen problemleri açığa çıkarma ve çözme). Pazar Analizi; Teknolojiye dayalı<br />
bölgesel kalkınma için Pazar analizi ve tüketiciler (01.İnsanların temel yönelimi; a.<br />
Mal veya hizmet yönelimi, b. Pazar yönelimi, c. Pazar bölümü. 02. Pazarın türü; a.<br />
Nihai tüketici pazarı, b. Kullanıcılar pazarı, c. Ulusal veya uluslar arası Pazar. 03.<br />
Pazar payı. 04. Talebin yapısı ve tüketici ihtiyacının özellikleri; a. Talebin düzenli<br />
olup olmadığı, b. Talep elastikiyeti. 05. Tüketici veya hedef kitlenin özellikleri.<br />
Rakipler ve rekabet çevresi (01. Pazara giriş ve çıkış engelleri; a. Giriş ve çıkış şartları.<br />
b.İşletmeyi doğrudan etkileyen faktörler. 02. ikame sanayi malları; a. Özellikleri,<br />
miktarı ve gücü, b.Gelişme eğilimleri. 03. Pazarın karlılığı ve çekiciliği. 04.<br />
Yararlanılabilir Pazar kısmı. 05. İşletmenin rekabet üstünlüğü. 06. Rakiplerin sayısı<br />
ve büyüklüğü. 07. Rakiplerin gelişmesindeki genel eğilimler. 08.Rakip işletmelerin<br />
yönetimi. 09. Rakiplerin ürettiği mal hizmetler; a. Bunların miktar ve özellikleri,<br />
b.Çeşidi ve kalitesi, c. Hayat safhaları, d. Pazar payları. 10. Rakiplerin üretim<br />
özellikleri; a. Kapasitesi, kapasite kullanım oranları, b. Verimliliği, c. Üretim<br />
teknolojisinin özellikleri. 11. Rakiplerin üstünlük ve zayıflıkları. 12. Rakiplerin<br />
büyüme oranları ve yönü. 13. Rakiplerin amaçları ve stratejileri. 14. Rakip<br />
işletmelerin yöneticilerinin değerleri ve psikolojik yapıları. Satıcılar; 01. tedarik<br />
firmalarının özellikleri; a. Sayıları, büyüklükleri ve yakınlıkları. 02.Mevcut üretim<br />
faktörlerinin özellikleri; a. Bulunabilirliği, sürekliliği ve maliyeti. b. Üretim ve ithalat<br />
şartları ve teknolojisi. c. Uluslararası gelişmelerden etkilenmesi. d. Ülke içindeki<br />
gelişmelerden etkilenmesi. 03.Üretim faktörlerinin ikame edilebilirliği (a. İkame<br />
malların özellikleri, b. Kalitesi, maliyeti ve tedarik şartları, c. Teknolojisi. 04. Satıcı<br />
pazarının yapısı; a. Monopol veya oligopol şartları, b. İşletmeler arası rekabet ve<br />
gelişmeler, c. Satıcılar pazarına giriş ve çıkış şartları. Destekler; 01. İşletmenin<br />
sermaye kaynakları, 02. Finansman kuruluşlarının özellikleri; a. Finansman temin<br />
şartları ve maliyeti, b. Onlarla olan ilişkilerin niteliği. 03. devletin sermaye piyasasına<br />
etkisi. 04. Mahalli idarelerin işletme üzerindeki etkileri; a.Düzenleyici hükümler ve<br />
karşı tutumlar, b. Yatırımları teşvik veya engelleme tutumu. 05. İşçi-işveren ilişkileri<br />
ve sendikalar; a. İşgücü piyasasının özellikleri, b. Endüstriyel ilişkiler, grev ve lokavt.<br />
c. Sosyal barış. Gelişme ve Kalkınma; 01. Ölçek ekonomisi oluşturma, 02.<br />
Farklılaştırılmış mamuller üretme, 03.Sermaye ihtiyacını karşılama, 04. Fiyat<br />
değişiklikleri, 05. Dağıtım kanalları, 06. Hammaddeler, 07.Pazar için gereken mahal<br />
doludur. 08. Hükümetten tercihli işlemler, 09. Know-how ve deney eğrisinin<br />
421
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
rekabetten korunması, 10. Misilleme yapma beklentisi, 11. Patent hakları (Dinçer,<br />
1997).<br />
B) Uluslararası Organizasyon Sistemini Oluşturma<br />
01. Amaçlar; a. Stratejik amaçlar, b. Bölüm amaçları ve uygulama amaçları, c. Kısım<br />
amaçları ve program hedefleri, d. Kişisel hedefler ve başarı normları. 02. Stratejiler;<br />
a. Mevcut stratejiler ve kaynak dağılımı. b. Bölüm stratejileri ve taktik kararlar. c.<br />
Uygulama politikaları. 03. Örgüt yapısı; a.Farklılaşma derecesi. b. Resmi ve gayri<br />
resmi örgüt yapısı, özellikleri. c. Merkezileşme derecesi. d. Örgüt yapısının<br />
büyüklüğü ve esnekliği. 04. Yönetim süreçleri; a. Haberleşme ve bilgi akış sistemleri.<br />
b. Liderlik tarzı. c.Karar verme ve yönetime katılma. d. Ödüllendirme (Dinçer, 1997).<br />
C) Araştırma ve Geliştirme Süreci<br />
01. Araştırma gücü ve kapasitesi; a. Temel araştırma, uygulamalı araştırma, özel saha<br />
araştırması. b. Araştırma personeli, ehliyeti, sayısı, özellikleri. c. Araştırma için tahsis<br />
edilebilen mali kaynak. d. Teknolojide lider olma pozisyonu. e. Ar-Ge faaliyetlerinin<br />
maliyeti. f. Yenilikleri uygulamaya koyma süresi. g. Patent, yeni ürün vs, sayısı. h.<br />
Rakiplerin araştırma gücü ve kapasitesi. 02. Geliştirme kabiliyeti; a. Basit<br />
geliştirmeleri yapabilme gücü. b. Taklit edebilme kabiliyeti. c. Teknoloji geliştirme<br />
ve uygulama. 03. Ar-Ge faaliyetlerinin organizasyonu (Dinçer, 1997). Yerel<br />
dinamikler ve disiplinler arası çalışmalar şeklindeki sosyal yapı ekonomik yapıyı<br />
belirler kalkınma yaklaşımında oluşan sosyal sermaye sayesinde kalkınmayı<br />
gerçekleştirmek için Ar-Ge nin aşağıdaki faaliyetlerine yer verilmektedir (TUBITAK,<br />
2016).<br />
a) Kavram geliştirme, b) Teknolojik/Teknik ve Ekonomik yapılabilirlik etüdü, c)<br />
Geliştirilen kavramdan tasarıma geçiş surecinde yer alan çalışmalar, d) Tasarım<br />
çalışmaları, e) Prototip üretim, f) Pilot tesisin kurulması, g) Deneme üretimi, h) Patent<br />
ve lisans çalışmaları, ı) Satış sonrasında ürün ile ilgili sorunların çözümü. Böylece her<br />
yörede sosyal sermaye sayesinde sosyal yapı ekonomik yapıyı belirler kalkınma<br />
anlayışında profesyonel şekilde;<br />
-Yeni bilgi, Yeni ürün, Yeni süreç, Yeni metot, Yeni Pazarlama, Yeni Organizasyon<br />
ve Yeni sistem üretilmesi şeklindeki doğal kaynaklarla sınırlı olmayan insan gücüne<br />
dayalı kalkınma başarısı ortaya konulmaktadır.<br />
D) Yatırım Tesisleri ve Üretim<br />
01.Tedarik şartları; a. Hammaddeleri temin etme şartları. b. Satıcıların özellikleri. c.<br />
Rakiplerin sahip olmadığı avantajlar. d. Depolama masrafları, israf ve fire oranları. e.<br />
Stok kontrolü. 02. Üretim süreci ve teknolojisi; a. Fabrika yerleşim düzeni. b. Mamul<br />
dizaynı ve üretim süresi. c. Teknolojinin gelişmişliği ve yenileme imkanı. d. Üretim<br />
sürecinin özellikleri, esnekliği, tek-seri-kitle üretimi, otomasyon, standartlaşma,<br />
uzmanlaşma derecesi. e. Know-how ve patentler. f. Bakım onarım sistemi ve<br />
verimliliği. 03. Kapasite kullanımı oranı, azami kapasite. 04. Kalite kontrolü; a. Kalite<br />
kontrolü, süreci, masrafları, b. İsraf ve fire oranları, c. Kaliteyi geliştirme. 05.Yatay<br />
ve dikey bütünleşme; a. Bütünleşme ihtiyacı (Dinçer, 1997).<br />
422
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
FİNANSMAN VE MUHASEBE FAKTÖRLERİ<br />
01. Sermaye yapısı; a. Ödenmiş sermaye, b. Kısa ve uzun vadeli borçlanmalar, c.<br />
Çalışma sermayesi ve hazır kıymetler, d. Sabit sermaye, e. Sermaye kaynakları ve<br />
maliyetleri. 02. Yatırım ve sermaye bütçelemesi; a. Finansal planlama, b. Tahsilat ve<br />
tediyelerin denkliği, c. Yatırımların geri dönme oranı, iç verimlilik, net bugünkü<br />
değer. 03. Finansal analiz; a. Bilanço, kar-zarar tablosu, fon akımı analizleri, b.<br />
Karlılık, likidite ve faaliyet oranları. 04. Amortismanlar. 05. Muhasebeleştirme; a.<br />
Hesap planı, muhasebe organizasyonu, b. Bilgilerin geçerliliği ve karar etkinliği<br />
(Dinçer, 1997).<br />
PAZARLAMA FAKTÖRLERİ<br />
01. Mal veya hizmetin özellikleri; a. Kalitesi, fiyatı, ambalajı, garantisi, marka imajı.<br />
b. Mal veya hizmeti geliştirme. c. Mamulün hayat safhası, Pazar payı, büyüme oranı,<br />
karlılığı, nakit ihtiyacı vs. d.Yatırımların elden çıkarılması. e. Yeni mal veya hizmet<br />
kararları. 02. Fiyatlandırma; a. Fiyatların genel seviyesi. b. Fiyat değişiklikleri ve<br />
sebepleri. c. Mamul fiyatının talep elastikiyeti, d. Fiyatlandırmaya dayalı fiyat şartları,<br />
e. Fiyatlandırma usul ve politikaları. 03. Tanıtma ve tutundurma; a. İlan ve<br />
reklamların özellikleri ve etkileri, b. Promosyon ve tutundurma çabaları, c. Halkla<br />
ilişkiler, d. Şahsi satış çalışmaları, özellikleri ve maliyeti, e. Tanıtma ve tutundurma<br />
faaliyetlerinin fayda ve maliyetleri, etkisi (Dinçer, 1997).<br />
SİNERJİ<br />
01. Yatırım ve başlama sinerjisi. 02. Yönetim sinerjisi.03. Pazarlama ve dağıtım<br />
sinerjisi. 04.Üretim sinerjisi<br />
E) Dünya Pazarlarında Rekabet<br />
TEKNOLOJİK ÇEVRE FAKTÖRLERİ<br />
01. Sahip olunan teknolojinin yapısı ve özellikleri, 02. Teknoloji transferi ve şartları<br />
03. Enerji kullanımı ve maliyeti, 04. Sanayideki makinalaşma ve otomosyon derecesi,<br />
05. Sanayideki bilgisayar kullanma derecesi, 06. Teknolojinin değişme ve gelişme<br />
potansiyeli, 07. Teknolojideki değişme hızı ve süreci. 08.Faaliyet alanındaki Ar-Ge<br />
yoğunluğu, 09. Ar-Ge için ayrılan fon miktarı ve fon alanları. 10. İkame mallarının<br />
teknolojisi ve değişme potansiyeli. 11. Üretim faktörlerinin teknolojisi ve değişme<br />
potansiyeli. 12. İkame üretim faktörlerinin teknolojisi ve değişme potansiyeli. 13.<br />
İşletmenin Ar-Ge kapasitesi ve gücü, 14. İşletmede yeniliklere uyma ve uygulama<br />
kapasitesi (Dinçer, 1997).<br />
SOSYO-KÜLTÜREL ÇEVTRE FAKTÖRLERİ<br />
01. Ülkenin genel refah seviyesi, 02. Genel hayat standardı ve hayat şartları, 03.<br />
Mevcut gruplar ve ihtiyaçlarının özellikleri, 04. Çalışma hayatının niteliği. 05.<br />
Toplumun dünya görüşü ve değerleri, 06. İşletmenin hedef gruplarının değerleri. 07.<br />
İşletmede çalışanların dünya görüşü ve değerleri. 08. Bu düşünce ve değerlerdeki<br />
değişmeler ve sebepleri, 09. Ülke nüfusunun demografik özellikleri, 10. Toplumun<br />
eğitim ve kültür seviyesi. 11. sosyal yapıdaki değişmeler ve sebepleri, 12. Nüfus artış<br />
hızı, 13. Şehirleşme yapısı ve hızı. 14. Toplumun genel problemleri (Dinçer, 1997).<br />
423
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
EKONOMİK ÇEVRE FAKTÖRLERİ<br />
01. Milli gelirin yapısı (a. Toplam milli gelir, b. Milli gelirdeki yıllık artış oranı, c.<br />
Sosyal sınıflar arasındaki gelir dağılımı, d. Fert başına düşen milli gelir). 02.<br />
Ekonomik büyüme ve gelişme (a. Ekonomik büyüme oranı, b. Tasarruf oranları. c.<br />
Tasarrufların yatırıma dönüşme eğilimi. d. Yatırım teşvik alanları ve oranları, e. Kamu<br />
ve özel sektör yatırım harcamaları, f. Kalkınma planları), 03. İstihdam ve işsizlik (a.<br />
Çalışabilir nüfus ve özellikleri, b. İşsizlik oranı, c. İşsizlikteki artış veya azalış<br />
oranları), 04. Fiyatların genel seviyesi ve değişiklikleri. 05. Enflasyonist veya<br />
deflasyonist eğilimler, özellikleri ve sebepleri. 06. Dış ticaret ve ödemeler dengesi (a.<br />
Ödemeler dengesini etkileyen faktörler, b. İthalat ve ihracat şartları ve teşvikleri, c.<br />
Gümrük mevzuatı). 07. Ekonominin gelişme devresi ve dalgalanmalar. 08.<br />
Hükümetin para ve maliye politikası (a. Para değeri ile ilgili düzenlemeler, b. Faiz<br />
hadleri, c. Emisyon hacmi, d. Fon ve kaynak kullanımları, e. Merkez bankasının<br />
fonksiyonları). 09. Kişi ve kurumlardan alınan vergiler (Dinçer, 1997).<br />
HUKUKİ-POLİTİK ÇEVRE FAKTÖRLERİ<br />
01. Çalışma hayatına ait hukuki düzenlemeler (a. İş kanunu, b. Sendikalar, grev,<br />
lokavt ve toplu pazarlık, c. Sosyal sigortalar kurumu, d. İşsizlik sigortası. e. Diğer<br />
hukuki düzenlemeler). 02.Mülkiyet, üretim araçlarının kontrolü, üretim ve dağıtıma<br />
yönelik politikalar. 03. Devletin ekonomiye müdahalesi (a. Asgari ücret, b. Çevre<br />
sağlığı, c. Reklam usulleri, d. Yatırım alanları, e. Devlet yatırımları, f. Teşvik<br />
uygulamaları ve gelişme durumu). 04. Devletin genel ekonomiyle ilgili tercihleri (a.<br />
Dışa açılma, b. Liberasyon). 05. Siyasi eğilimler ve uluslararası anlaşmalar (Dinçer,<br />
1997).<br />
DÜNYA’NIN DEĞİŞİK YERLERİNDE TABİİ FAKTÖRLER<br />
01. Toprak, hava ve suyun durumu ve özellikleri. 02. İklim şartları<br />
E) Büyüme ve Rekabet Stratejileri<br />
BÜYÜME STRATEJİLERİ<br />
Yoğun Büyüme Stratejileri (Pazara nüfus etme, Ürün kullanımı, Ürün geliştirme).<br />
Bütünleştirici Büyüme Stratejileri (Geriye doğru bütünleşme, İleriye doğru<br />
bütünleşme, Yatay bütünleşme). Çeşitlendirerek Büyüme Stratejileri (Konsentrik<br />
çeşitlendirici büyüme, Yatay çeşitlendirici büyüme, Konglomeratif büyüme).<br />
REKABET STRATEJİLERİ<br />
PAZARLAMA LİDERLİĞİ (Büyüyen pazarlarda fırsat ve riskler, Mal ve hizmet,<br />
Fiyat, Pazarlama iletişimi, Dağıtım, Marka). KAYNAKLARIN VE BECERİLERİN<br />
HARMONİ KOMBİNASYONU. MALİYET LİDERLİĞİ (Extensification).<br />
INOVASYON. İŞBİRLİKLERİ (Kümeler, Ağlar). OPERASYONEL ETKİNLİK<br />
(Rakipler yerine uluslararası iş). DEĞER ZİNCİRİ. MUKAYESELİ ÜSTÜNLÜK.<br />
SESSİZ BİLGİ (Transferi mümkün olmayan bilgi). ÜRÜN FARKLILAŞTIRMA<br />
(Diversification). KAYNAKLARA DAYALI REKABET (Verim, Verimlilik,<br />
Ölçek).<br />
424
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
F) Standartları Uygulama, İzleme ve Değerleme<br />
-TS EN ISO 9001 Kalite Yönetim Sistemi<br />
-TS EN ISO 14001 Çevre Yönetim Sistemi<br />
-TS 18001 İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetim Sistemi<br />
-TS EN ISO 22000 Gıda Güvenliği Yönetim Sistemi<br />
-TS EN ISO/IEC 27001 Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemi<br />
-TS EN ISO 50001 Enerji Yönetim Sistemi<br />
-TS EN ISO 10002 Müşteri Memnuniyeti Yönetim Sistemi<br />
-TSEK 118 Ön Dökümlü Betonarme Yapı Elemanları Kalite Yönetim Sistemi<br />
-TS EN ISO 13485 Tıbbi Cihazlar Kalite Yönetim Sistemi<br />
- FSSC 22000 Gıda Güvenliği Yönetim Sistemi-Ön Gereksinim Programları<br />
- FSSC 22000 Gıda Güvenliği Yönetim Sistemi-Gıda Ambalaj<br />
-TS ISO 20000 Bilgi Teknolojisi Hizmet Yönetim Sistemi<br />
Sonuçta, sosyal yapı ekonomik yapıyı belirler kalkınma stratejisinin belirlenen usul<br />
ve esaslarda uygulanmasıyla her yörede Sosyo-Ekonomik ve Beşeri Bilimler<br />
(Girişimcilik, Ar-Ge, İnovasyon, Eko İnovasyon) şeklindeki çalışmalar sayesinde<br />
aşağıdaki çıktıların gerçekleşmesi beklenmektedir.<br />
• Sağlık (ONE HEALTH)- Erken Teşhis ve Tarama Merkezi – (SAĞLIKLI<br />
İNSANLAR)<br />
• Gıda, Tarım ve Biyoteknoloji (GÜVENLİR GIDALAR)<br />
• Bilgi ve İletişim Teknolojileri (İYİ BİR SOSYAL İLETİŞİM)<br />
• Nanobilimler, Nanoteknolojiler, Malzemeler ve Yeni Üretim Teknolojileri<br />
(YÜKSEK TEKNOLOJİ ÜRETİMİ)<br />
• Enerji (YENİLENEBİLİRLİK)<br />
• Çevre (İKLİM UYUMLU)<br />
• Ulaştırma (HAREKETLİLİK)<br />
• Güvenlik (RİSK YÖNETİMİ)<br />
• Uzay (UZAYDA ÜRETİM)<br />
2.4. Kısıtları ve Avantajları<br />
Sosyal yapı ekonomik yapıyı belirler şeklindeki kalkınma yaklaşımı, gelişmekte olan<br />
ülkelerde uygulanmak istediğinde, aşağıdaki kısıtlarla karşılaşılması muhtemeldir;<br />
-Karşılıklı güven eksikliği, sosyal sermaye ve fonksiyonlarının işlevsizliği,<br />
-Toplulukların aynı sosyal yapıda olmalarından dolayı sosyal sermaye hareketi yerine<br />
bireysel çabaların ön plana çıkması,<br />
-Sosyal sermaye fonlarının yöresel kaynaklar, güncel ihtiyaçlar ile örtüşecek şekilde<br />
hedefe yönelik programlanmamış olması,<br />
-Bireylerin arkadaş, meslektaş ve profesyoneller ile iletişim eksikliği,<br />
-Sosyal ilişkilerin geleneksel alışkanlıklarla sınırlı kalması,<br />
-Göç ve mülteci programının etkin olmaması,<br />
-Sade yaşam ve sosyal enstitülerin yetersizliği,<br />
-Kültürel çeşitliliğin zenginliğe dönüştürülmesindeki yetersizlikler,<br />
-Sosyal sermaye ile toplum yaşamının entegrasyonunda kapsayıcılık eksikliği,<br />
-İnsana yatırım yerine altyapı yatırımlarına öncelik verilmesi,<br />
-Gelişme ve kalkınmanın mekanizmasının çalıştırılamaması,<br />
425
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
-Sosyal sermayenin, çıkar çatışmaları sebebiyle sık sık zarar görmesi,<br />
-İnsan sermayesinin oluşmasındaki sosyal sermaye yetersizliği,<br />
-Ekonomik faaliyetlerin sosyal belirleyicilerinin eksik kalması,<br />
-Sosyal sermaye oluşturma ve ulaşmada yetersizlikler,<br />
-Sosyal sermaye ve girişimcilik sürecinin yönetilememesi,<br />
-Çocuklarda davranış problemleri,<br />
-Riskli gençler için sosyal programlar uygulanmaması,<br />
-Şehirlerdeki ırk ve sınıf ayrımının azaltılmaması,<br />
-İnsan sermayesinin oluşturulmasında gelir etkisi olması,<br />
-Korku sebebiyle demokrasiyi destekleme dinamiklerinde yetersizlik,<br />
-Devlet olmada toplum bilincinin yetersiz kalması,<br />
-Ortak çıkarlar yerine grup menfaatlerinin ön planda olması,<br />
-Toplumun ortak işlerini yapmadaki problemler,<br />
-Ekonomik yaşamda grupların kontrolündeki sosyal marketlerin etkin olması,<br />
-Girişimcilik ve endüstriyel organizasyonların yetersizliği,<br />
-Aileler, gruplar ve organizasyonlar için değişim programlarının olmaması,<br />
-Ticarette enstitüler ve sözleşmelerin yetersizliği.<br />
Sözü edilen kısıtlara rağmen, bölgesel kalkınmada sosyal yapı ekonomik yapıyı<br />
belirler yaklaşımı için aşağıdaki avantajlar ifade edilebilir;<br />
- Kaynakları etkin kullanarak katma değer oluşturmak,<br />
- Yönetimlerin karar verme kabiliyetlerini geliştirmek,<br />
- Yenilikçi girişimcilik ve politikaları geliştirmek,<br />
- Bölge imajını ve yöresel ürünlerini geliştirmek,<br />
- Gelişme ve kalkınma için risk yönetimini yapmak,<br />
- İzleme sürecini geliştirilmek,<br />
- Organizasyonun içinde ve dışındaki guruplar arasındaki ilişkileri geliştirmek,<br />
- Tehlikeleri önceden tespit etmek ve gerekli önlemleri almak,<br />
- Bölgeleri olumsuz etkilerden korunmak, rahat ve güvenli ortam oluşturmak,<br />
- İş gücü verimliliği ve üretimi sürdürülebilir kılmak,<br />
- Vatandaş memnuniyetini sağlamak,<br />
- Toplumun iyileştirme sürecini dinamik kılmak.<br />
3. SONUÇ ve ÖNERİLER<br />
Sosyal yapı ekonomik yapıyı belirler kalkınma yaklaşımı;<br />
- Politik; katılımcı ve demokratik örgütlenme<br />
- Ekonomik; verimlilik, kalite, rekabet gücü ve yenilik<br />
- Sosyal; ağlar, işbirliği, uzlaşma, ekip çalışması ve katılımcılık<br />
- Teknolojik; teknolojik yenilikler<br />
- Ekolojik; yenilenebilir kaynak kullanımı<br />
- Legal (Kanuna uygun); pozitif sinerji içinde birey, örgüt, toplum ve tüm insanlık<br />
düzeyinde yasal düzenlemeler şeklindeki PESTEL yapısında yöreler itibariyle soyut<br />
ve somut kültürün ve kültürel çeşitliliğin zenginliğe dönüştürülmesiyle kalkınmanın<br />
gerçekleştiği bir stratejidir. Sosyal yapı ekonomik yapıyı belirler kalkınma<br />
yaklaşımının uygulanmasıyla;<br />
-Üniversite-Sanayi-Kamu-Sivil Toplum işbirliğinin kurumsallaştırıldığı,<br />
426
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
-Akademik bilginin ticarileştirildiği,<br />
-Sektörel ve sanayiye yönelik Ar-Ge Personeli sayısının artırıldığı,<br />
-Yeni ve yenilikçi şirketlerin kurulmasının sağlandığı ve<br />
-Rekabet gücünün yükseltildiği çıktılara ulaşılmaktadır.<br />
Stratejinin uygulanması için oluşturulan katılımcı ve kapsayıcı sosyal yapı sayesinde<br />
yöresel büyüme, gelişme, rekabet ve değerler sistemi aşamaları hesaplamalı bilimler<br />
ve risk yönetimi şeklinde ölçülebilmektedir. Sonuçta yerel dinamikleriyle harekete<br />
geçirilen yörelerde;<br />
Büyüme<br />
-GELENEKSEL TOPLUM (Göçebe, Avcılık, Toplayıcılık, Tarım)<br />
-KALKINMAYA HAZIRLIK (Tarıma Bağlı Sanayi-TBS, Tarıma Dayalı Sanayi-<br />
TDS, SANAYİ)<br />
Rekabet<br />
-KALKINMANIN BAŞLAMASI (Bilgi Toplumu- DATA)<br />
-OLGUNLAŞMA AŞAMASI (İlim ve İrfan- DATA MINING)<br />
-KİTLE YOĞUN TÜKETİM (İthal İkamesi Teknoloji)<br />
Değerler sistemi<br />
-KALKINMA (İlim + İrfan bir arada kültüre dayalı bilgi edinme, bilim üretme,<br />
teknolojiye dönüştürme ve bölgesel kalkınma BİG DATA) şeklinde özetlenebilecek<br />
süreçlerde Ulusların Zenginliği gerçekleşmektedir.<br />
Sosyal yapı ekonomik yapıyı belirler kalkınma yaklaşımı, ülkemizin sahip olduğu<br />
tarihi zengin kültürü ve kültürel çeşitliliği zenginliğe dönüştürme çabaları dikkate<br />
alındığında uygulanması büyük önem arz eden bir stratejidir. Zira, denilebilir ki<br />
ülkemizde kalkınmada temel sorun üretim yerine transferlerdir. Adeta, yıllarca<br />
tarımda yapılan yanlışlıklar olan bitki ve hayvan tohum materyalini ıslah edip<br />
geliştirmek yerine, dışarıdan sertifikalı tohum alınması bugün diğer sektörler için de<br />
teknoloji üretilmesi yerine, teknoloji transferi yanlışlıkları şeklinde devam etmektedir.<br />
Dolayısıyla bölgesel kalkınmada Kültürel Çeşitlilik + Bilgi + Bilim + Teknoloji +<br />
Yöresel Kalkınma şeklindeki yenilikçi girişimcilik veya yenilik yönetimi başarılı<br />
olamamaktadır. Yörelerimizin gelecek 50 yıl, 100 yıl, 150 yıllık İhtiyaç Analizleri<br />
katılımcılık ve kapsayıcılık ile yapılmadan yatırımlar yapılmakta, yöre ihtiyaçları<br />
doğru şekilde belirlense bile paydaş analizine dayanan mantıksal çerçeve<br />
yaklaşımından dolayı sorunlar devam etmektedir. Öne çıkan yatırım konularında yöre<br />
insanlarının katılımcılığı yerine işler ihale ile yapıldığı için sorun devam etmektedir.<br />
Sosyologların ifadesiyle sosyal yapıda “varlık içerisinde yokluk hissi” ile tehditler ve<br />
tehlikeler devam etmektedir. Bu nedenle “sosyal yapı ekonomik yapıyı belirler”<br />
kalkınma yaklaşımı ülkemizde başarı ile uygulanabilecek potansiyeldedir.<br />
Yaklaşımın “kalkınma strateji” olarak algılanması, kavranması, analiz ve<br />
uygulanması için pilot projelerin uygulanması gerekmektedir. Stratejinin esasında;<br />
yerel, ulusal ve usulararası katılımcılıkla oluşturulan sosyal yapıların yöresel<br />
farklılıkları içerecek şekilde değerlere ters düşmeden ve özel becerilere dayalı olarak<br />
ihtisaslaşması yer almaktadır. Bu durum sosyal hayatın biyo gücünün güncellenerek<br />
yerel dokuya uygun bir mimarideki devamlılığının biyo-kütle ve bölgesel<br />
sürdürülebilirlik şeklindeki sürecinin nitelikli insan gücü, kamu-üniversite ve özel<br />
sektör işbirliğinde Ar-Ge, inovasyon ve eko-inovasyon faaliyetleriyle<br />
427
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
devamlılığındaki bölgesel gelişme şeklinde özetlenebilmektedir. “Sürdürülebilir<br />
yenilikçi girişimci ekosistem” diyebileceğimiz “sosyal yapı ekonomik yapıyı belirler”<br />
kalkınma stratejisi her yöre için kalkınmanın sistem bileşenleri, sistem tasarımı ve<br />
sistemin yönetişimi şeklinde doğal kaynaklardan yoksun olan yörelerimizde dahi<br />
kalkınmanın gerçekleşmesini sağlayacaktır. Politikaların ve Legal düzenlemelerin<br />
yörenin Ekonomik, Sosyal, Teknolojik, Ekolojik yapılarında değişiklik, değişim,<br />
dönüşüm ve devrim aşamalarına yönelik olması önemlidir. Yani, yörenin a) Mekanik,<br />
b) Elektrik, c)Radyasyon, d) Kimyasal ya da biyolojik maddeler. e) Yangın ve<br />
patlama, f) Ergonomik (Hareket, pozisyon, eğilme, ışık vb), g) Ekonomik, h)<br />
Ekolojik, ı) Sosyal ve i)Teknolojik risk unsurlarının minimize edilmesi<br />
öngörülmelidir. Netice itibariyle yaşanan güncel sorunlarda sistem yaklaşımı veya<br />
sistem düşüncesi eksikliğini vurgulanmak ve Dünya’yı tek sistem olarak düşünmek,<br />
onun için politikalar ve politika araçları uygulamak en önemli tedbir olmaktadır. Bu<br />
düşünceyle sosyal yapı ekonomik yapıyı belirler kalkınma yaklaşımının<br />
uygulamasıyla global sorunlara çözüm için dünyada çok sayıda ülke ve çok sayıda<br />
insanın işbirliği gerçekleşmez ise dünya tek kişi için bile sürdürülebilir olmayacaktır.<br />
Ekonomik, Ekolojik, Etik ve Enerji şeklinde (4E) ifade edebileceğimiz konulardaki<br />
sorunların çözümü için disiplinlerarası ve çok sayıda ülkeden insanların “4E<br />
Sürdürülebilirlik Analizinde” işbirliği yapmaları gerekmektedir. Sürdürülebilirliğin<br />
temel prensipleri esas alınarak 4E Sürdürülebilirlik Analizi için;-Endüstriyel Ekoloji,<br />
-Toplum Metabolizması, -Yaşam Döngüsü Tasarımı, -Yaşam Döngüsü İhtiyacı, -<br />
Dinamik Yaşam Döngüsü İhtiyacı, -Yaşam Döngüsü Optimizasyonu, -Karbon Ayak<br />
İzi ve Risk Analizi gibi metotlar geliştirilmiştir (http://www.epa.gov).<br />
KAYNAKÇA<br />
http://sustainability-and-ics.pbworks.com,http://www.epa.gov, http://www.undp.org<br />
, www.gov.uk, www.kalkinma.gov.tr, www.sanyi.gov.tr<br />
www.un.org/millenniumgoals<br />
Dinçer, Ö., 1997. Stratejik yönetim ve işletme politikası. Beta yay. İstanbul<br />
Habish, A. (1996). Extending capital theory: social capital analysis as new instrument<br />
to understand local institutions. Workshop in political theory and policy<br />
analysis, Boomington, USA.<br />
Hirschman, A., (1958). The stratey of economic development. Yale university press.<br />
USA.<br />
Peker, K. ve Çetin, B., 2010.Tarımsal Sistem Yönetimi ve Tarımsal İşletmeciliğin<br />
Bileşenleri; Kavram ve Kuramlar. Türkiye IX. Tarım Ekonomisi Kongresi.<br />
Şanlıurfa. S.111-119.<br />
Peker, K., Dündar, A.O, Tekin, M., Karaoğlan, İ., Şahman, M.A., Büber, M., Erdoğan,<br />
E., 2016 Tedarik Ağ Tasarımı ve E-Yönetişim. Bilim Sanayi ve Teknoloji<br />
Bakanlığı SANTEZ sonuç raporu.<br />
Robinson, L. And Schmid, A.A. (1995). Applications of social catipal theory. Journal<br />
of Ag. and Applied Economics. USA.<br />
Yavuz, O. ve Peker, K., 2003. Ekonomi-I (Mikro Ekonomi, Ekonomik Sistemler,<br />
Makro Ekonomi, Tarımsal Ürün Piyasaları). Atatürk Üniv. Yay. No:177.<br />
Erzurum.<br />
428
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
İslam Dini Bağlamında Sosyal Sermaye ve Din<br />
Yusuf BATAR 1<br />
Bu tebliğde sosyal sermayenin temel bileşenleri arasında sayılan güven, sosyal<br />
normlar ve sosyal ağların oluşumunda dinin etkisi, İslam dini bağlamında<br />
irdelenmektedir. Bu çerçevede İslam’da içkin olan ve sosyal sermayeye kaynaklık<br />
edebilecek ilkeler, değerler, uygulamalar vs. üzerinde durulmaktadır. Sosyal sermaye,<br />
“sosyal aktörler arasında güven, ortak anlayış ve müşterek değerler neticesinde<br />
birbirlerine bağlı davranışlar vasıtasıyla grup içerisinde kooperatif bir davranışı<br />
mümkün kılan biriktirilmiş sosyal bağların toplamı şeklinde tanımlanmaktadır.” Alan<br />
yazında sosyal sermaye beş temel kavram çerçevesinde ele alınmaktadır. Bunlar<br />
sırasıyla güven, karşılıklılık, sosyal ağlar, birlikte yaşamı sağlayan davranış normları<br />
ve aidiyet duygusudur. Din, sosyal sermayenin temel bileşenlerinin oluşumunda etkin<br />
olan önemli bir faktördür. Antropolojik ve güncel veriler dinin bu hususlardaki<br />
belirleyiciliğinin en güçlü kanıtıdır. Nüfusunun büyük bir çoğunluğu Müslüman olan<br />
Türkiye gibi bir ülkede kalkınmayı ve sosyal sermayeyi tartışırken dinin bu<br />
konulardaki etkisini göz ardı etmemek gerekir.<br />
Anahtar Kelimeler: Sosyal Sermaye, Din, İslam, Değerler, Kalkınma.<br />
Abstract<br />
Social Fund and Religion in the Context of İslam<br />
In this paper, trust, social norms and the influence of religion in the formation of social<br />
networks which are listed among the basic components of social fund, are discussed<br />
in the context of Islam. In this context, the principles, values, practices, etc. that is<br />
inherent in Islam and can source the social fund, is emphasized. Social fund is defined<br />
as “the sum of the accumulated social ties that are trust in social actors, as a result of<br />
common understanding and shared values that make a cooperative behavior possible<br />
in a group by means of behaviors that are connected to each other."According to<br />
literature on the topic it is possible to discuss social fund within the framework of five<br />
basic concepts. These are trust, reciprocity, social networks, behavior norms that<br />
ensure living together and the feeling of belonging. Religion is an important effective<br />
factor in the formation of basic components of social fund. Anthropological and<br />
current data is the strongest evidence of the determination of religion in these matters.<br />
When discussing the social fund and development in a country like Turkey where the<br />
vast majority of the population is Muslim, the impact of religion must not be ignored<br />
on these issues.<br />
Key Words: Social Fund, Religion, Islam, Values, Development.<br />
1<br />
Doç. Dr. Muş Alparslan Üniversitesi İslami ilimler Fakültesi, y.batar@alparslan.edu.tr;<br />
ybatar@hotmail.com.<br />
429
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
1. GİRİŞ<br />
Ekonomiyi emek, sermaye, girişim ve doğal kaynaklardan oluşan üretim faktörleriyle<br />
izah etmeye çalışan klasik iktisat teorisinin dünyada yaşanan sosyoekonomik olguları<br />
anlamlandırmada yetersiz kalması üzerine, bu konuları çözümleyecek yeni kavramlar<br />
gelişmeye başladı. Bu süreçte iktisadın temel kaynağını oluşturan sermaye kavramı<br />
da önemli ölçüde bir anlam genişlemesine uğramıştır. Sosyoloji, siyaset gibi bilimler<br />
ekonomi biliminin temel bir kavramı olan sermayeye kendi bakış açılarından farklı<br />
anlamlar yüklemeye başlamışlardır. Böylece maddi temellerle sınırlı sermaye<br />
kavramı toplumsal yaşamı besleyen ve üretime pozitif katkı sağlayan maddi-manevi<br />
birçok unsurla ilişkilendirilir hale gelmiştir. Günümüzde artık ekonomik kalkınmaya<br />
doğrudan veya dolaylı olarak katkıda bulunan her türlü çevresel, politik, entelektüel,<br />
kültürel, beşeri, teknolojik vs. sosyal unsurlar sermaye kavramı kapsamında<br />
değerlendirilmektedir. (Karagül, Masca, 2005: 38). Beşerî sermaye ve sosyal sermaye<br />
gibi kavramların bu anlam genişlemesinin bir sonucu olarak ortaya çıktığını söylemek<br />
mümkündür. (Karagül, 2010: 131).<br />
En yalın ifadeyle sosyal sermaye, sosyal bir değer olan toplumsal güven düzeyi ile<br />
ekonomik bir kavram olan sermaye kelimelerinin bir araya gelmesiyle oluşan ve daha<br />
çok ekonomik değer ifade eden bir kavramdır (KOSGEB, 2005: 4). Toplumsal güven<br />
düzeyinin bir ifadesi olarak kabul edilen sosyal sermaye, bir toplumun sosyal<br />
etkileşimlerinin işbirlikçi niteliğini ve niceliğini şekillendiren resmi olmayan<br />
kabulleri ve değerleri, ilişkileri, normları ve ağları kapsamaktadır (Özcan, 2011: 8;<br />
Kangal, 2013, s. 12). Sosyal sermeye toplumun güven çapının yüksekliği kriterine<br />
dayanan ve buna göre toplumların maddi ve manevi yönden kalkınmalarını sağlayan<br />
en temel unsurlardan birisi olarak kabul edilmektedir (Şan, 2008: 75).<br />
Sosyal sermaye kavramını farklı açılardan ele alan çalışmalarda ve geliştirilen<br />
tanımlamalarda üzerinde adeta ittifak edilen şu husus dikkatimizi çekmektedir: Sosyal<br />
sermayenin kaynağı bir toplumda bağlayıcılığı olan değerler/normlar, aidiyet duygusu<br />
ve sosyal ilişkiler bütünüdür. Bu çerçevede sosyal sermayenin temel bileşenleri olarak<br />
güven, normlar, sosyal bağlar ve aidiyet duygusu gibi kavramlar öne çıkmaktadır.<br />
Bu konunun sistematik bir şekilde ele alınmaya başlandığı son kırk yıllık çalışmalarda<br />
ağırlıklı olarak sosyal sermayenin pozitif dışsallıkları üzerinde durulduğu<br />
gözlenmektedir. Bu alanın öncüleri sayılabilecek Glenn Loury, Pierre Bourdieu,<br />
James Coleman, Robert Putnam, Ronald Burt, Alejandro Portes, Micheal Woolcock,<br />
Francis Fukuyama ve Partha Dasgupta gibi yazarlar sosyal sermayenin ekonomiye,<br />
kalkınmaya ve dolayısıyla toplumsal gelişmeye olan katkısını çok derinlikli<br />
analizlerle ortaya koymuşlardır. Bu çerçevede yapılan daha birçok teorik ve alan<br />
araştırmasında bu konular ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Ancak söz konusu<br />
araştırmalarda sosyal sermayenin güçlü bir kaynağı sayılabilecek din olgusu üzerinde<br />
yeterince durulmadığı söylenebilir. Daha açık bir ifadeyle, dinden ve ahlaktan<br />
kaynaklanan değerlerin sosyal sermayenin bir kaynağı olarak değerlendirilebileceğine<br />
değinen bu çalışmalarda dinin sosyal sermayeye hangi açılardan ve ne şekilde<br />
kaynaklık edebileceği konusu üzerinde yeterince durulmamıştır. İslam dini<br />
bağlamında konuyu irdeleyen çalışma sayısı ise daha da sınırlıdır. Oysa bu ilişkinin<br />
oluşum sürecinin değişik açılardan analize tabi tutulması bilimsel bir gerekliliktir.<br />
430
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Sosyal sermayenin temel bileşenlerinin oluşumunda dinin tayin edici bir belirleyici<br />
olduğunu söylemek abartı sayılmaz. Güvenilir olmayla imanı eşdeğer gören,<br />
toplumsal bağlayıcılığı olan temel değerlere kaynaklık eden, her türlü farklılığı ve<br />
ayrıcalığı ortak inanç potasında eriten inanca dayalı aidiyet vurgusu ve toplumsal<br />
ilişkileri sürekli kılan pratik uygulamalarıyla din bu payeyi fazlasıyla hak eden bir<br />
kurumdur. Sosyal sermayeye güç ve derinlik katacak olan bu doğal kaynağın her<br />
açıdan analiz edilmesinde fayda vardır. Sosyal sermaye, ekonomik ve sosyal kalkınma<br />
için ne kadar önemliyse din de sosyal sermayenin oluşumunda en az o kadar<br />
belirleyici bir kurumdur. İnsanın dinle olan ontolojik ilişkisi dinin bu konudaki<br />
gücünün en temel kaynağıdır.<br />
Bu çalışmada İslam dini özelinde din, sosyal sermayenin bir kaynağı olarak ele<br />
alınmaktadır. Özellikle sosyal sermayenin temel bileşenlerini oluşturan güven,<br />
değerler/normlar, sosyal ilişkiler ağı ve aidiyet duygusu gibi süreçlerin oluşmasında<br />
İslam dininin etkisi irdelenmektedir. Araştırmanın çerçevesi teorik bağlamla ve İslam<br />
diniyle sınırlandırılmıştır. Sosyal sermayenin temel bileşenleri İslam dini açısından<br />
tahlil edilmeye çalışılmıştır. Nüfusunun büyük bir oranı Müslüman olan Türkiye<br />
açısından böyle bir analizin anlamlı sonuçlar üreteceği öngörülmektedir. Sosyal<br />
sermaye kavramının tanımı ve temel unsurları ana hatlarıyla ortaya konduktan sonra<br />
sosyal sermayenin kendisinden beslendiği kaynakların ve bu manevi nitelikli<br />
sermayenin sosyal kalkınmadaki etkisinin işlevselliğinde İslam dinin oynadığı rol<br />
üzerinde durulmaktadır.<br />
2. SOSYAL SERMAYE KAVRAMI<br />
Sosyal sermaye kavramına kaynaklık eden ilk çalışmalardan itibaren bu konu mali ve<br />
fiziksel kaynakların dışında kalan manevi dinamikler çerçevesinde ele alınmıştır.<br />
Nitekim ilgili literatürde sosyal sermaye kavramı ifadesini kullanmasa da bu alanın<br />
öncüsü sayılan Alexis de Tocqueville (1805-1859) Amerika’da Demokrasi (1835) adlı<br />
eserinde Amerikan toplumunun sahip olduğu zengin “birlik sanatı”na göndermede<br />
bulunarak bu konunun önemini ortaya koymaktadır (Fukuyama, 2000a: 27).<br />
Tocqueville’ye göre Amerikan toplumunun gücü fiziksel koşullardan daha çok<br />
toplumda hâkim olan törelere, insanların birbirlerinin haklarına ve çıkarlarına<br />
duydukları saygıya ve herkesin de bu saygıyı göstereceğine dair var olan güven<br />
duygusuna dayanmaktadır (Esmer, 1999: 24).<br />
Sosyal sermaye konusunda yürütülen teori ve araştırma çabaları son dönemlerde<br />
yoğunlaşmaya başladıysa da kavramın neredeyse yüzyıllık bir geçmişi bulunmaktadır<br />
(Şan, 2008: 77). İktisat ve sosyolojinin farklı açılardan ele aldığı sosyal sermaye<br />
kavramı için üzerinde mutabakat sağlanmış bir tanımdan bahsetmek mümkün<br />
gözükmemektedir. Dolayısıyla sınırlayıcı bir tanım yerine bu kavramla ilgili temel<br />
yaklaşımlara bakmak daha öğretici olabilir. Özellikle kavramsal çerçevenin<br />
oluşmasında emek veren Pierre Bourdieu, James Coleman, Robert Putnam ve Francis<br />
Fukuyama’nın bu konudaki tahlilleri sosyal sermayenin tanımını ana hatlarıyla ortaya<br />
koyacak niteliktedir. Söz konusu araştırmalarda sosyal sermaye kavramının,<br />
beslendiği kaynaklar ve işlevleri açısından tanımlanmaya çalışıldığı<br />
gözlemlenmektedir.<br />
431
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
a) Beslendiği Kaynaklar açısından Sosyal Sermaye<br />
Sermaye kavramını klasik iktisadın maddi olanaklarla sınırlayan tanımının dışına<br />
çıkararak kullanan Bourdieu, üç farklı sermaye türünden bahsetmektedir: Birincisi<br />
kısa yoldan paraya ve mülkiyet hakkına dönüştürülebilen ekonomik sermaye, ikincisi<br />
eğitimsel ve kültürel birikimin bir ürünü olan kültürel sermaye, üçüncü tür sermaye<br />
ise bireyin kendi sosyal etkileşimlerinin toplam ürünü olarak kabul edebileceğimiz<br />
sosyal sermaye türüdür. Bourdieu yukarıda sıralanan üç sermaye türüne bir de bu<br />
sermayelerden herhangi birinin algı kategorileriyle kavrandığında alacağı biçimi<br />
yansıtan simgesel sermaye kavramı kategorisini eklemektedir (Bourdieu, 2010: 49).<br />
Bourdieu’nun sosyal sermaye kavramı hakkında vardığı nihai tanımlama şu şekilde<br />
özetlenebilir: “Sosyal sermaye, daha fazla veya daha az kurumsallaşmış dayanıklı bir<br />
ağla bağlantılı olan müşterek arkadaşlık ve tanışıklık ilişkilerinin sahipliğinden –veya<br />
başka bir ifadeyle bir gruba üyelikten- doğan gerçek veya potansiyel kaynakların<br />
toplamıdır…” (Aktaran: Aydemir, 2011: 52).Özetle sosyal konumunuz/varlığınız<br />
aynı zamanda sizin sosyal sermayenizdir. Buna göre bireyler sosyal ilişkileri<br />
aracılığıyla toplum içinde kendileriyle ilgili bir algı inşa ederler ve bu algı onların<br />
sosyal sermayesini oluşturur. Burada sosyal sermaye birey için adeta bir referans<br />
işlevi görmektedir.<br />
Coleman’a göre ise sosyal sermayenin kaynağı sosyal ilişkilerin zeminini tayin eden<br />
normlar, değerler ve sosyal ağlar gibi yapısal unsurlardır (Aydemir, 2011: 57).<br />
Coleman sosyal sermayeyi klasik iktisat teorisindeki “görünmez el” (Field, 2008: 29-<br />
30; Kangal, 2013: 19) ve bireyin ötesine geçen bir olgu olarak nitelemektedir (Anık,<br />
2011: 90). Bir grubun veya insan topluluğunun üyeleri için kaynak olma özelliği<br />
taşıyan bu sermaye türü (Coleman, 1998: 96), tek bir varlık olmayıp çeşitli varlıkların<br />
bir araya gelmesiyle oluşmuş sosyal bir olgudur(Tüylüoğlu, 2006: 16).<br />
Putnam’ın sosyal sermaye yaklaşımında ise sosyal ilişkilerin niteliği ve niceliği sosyal<br />
sermayenin en temel kaynağıdır. Bu çerçevede “ben”i “biz” kılan nitelikli ilişkiler ve<br />
dayanışma ruhu sosyal sermayenin esasını oluşturur (Putnam, 1995a: 125). Ben ve biz<br />
arasındaki açının daraltılması ve toplumsal menfaatin bireysel olana tercih edilmesi<br />
sosyal sermayenin özünü oluşturmaktadır. Oluşturulan bu hedef birlikteliği sayesinde<br />
sosyal sermaye aynı anda hem bireysel hem de toplumsal bir faydaya dönüşmüş<br />
olmaktadır (Putnam, 2000: 20). Türkçede kullanılan, “birimiz hepimiz için, hepimiz<br />
birimiz için” özdeyişi bu durumun güzel bir ifadesidir.<br />
Putnam’a göre sosyal sermayeyi oluşturan bir diğer temel dinamik güven unsurudur.<br />
Çünkü güven, toplum içerisinde işbirliğini kolaylaştıran bir faktördür (Putnam, 2000:<br />
21). Burada güvenin karşılıklı olması esastır. Putnam’ın ifadesiyle, bireyin kendisi<br />
güvenilir olacağı gibi aynı zamanda karşı tarafa da güvenmelidir. Daha doğrusu<br />
tarafların karşılıklı güven algısı pozitif olmalıdır. Bu güven ortamının sağlanmasında<br />
bireyin “itibar” sahibi olmasının ve toplumda güveni besleyen bağlayıcı normların<br />
olması önemlidir (Aydemir, 2011: 69). Putnam ayrıca sosyal sermaye ile o toplumdaki<br />
yurttaş katılımını birbirine paralel iki olgu olarak değerlendirmiştir. Ona göre<br />
toplumsal katılım oranının fazla olması o toplumda sosyal sermaye oranının da fazla<br />
olacağı anlamına gelir (Şan, 2007: 75; Kangal, 2013: 23). Dolayısıyla Putnam’ın<br />
432
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
anlayışında sosyal sermaye, sivil toplum kavramıyla eş değer bir anlam taşımaktadır”<br />
(Aktaran: Lelandais, 2004: 178).<br />
Özetle Putnam’ın sosyal sermaye olarak önemli bulduğu şeyler aslında modernist<br />
teoride çoktan terk edilen bazı geleneksel kurum ve fenomenlerdir (Şan, 2008: 79).<br />
Bu değerler Fukuyama’nın da işaret ettiği gibi hiç de modası geçmiş şeyler değildir.<br />
Aksine modern toplumun başarısı için vazgeçilmez nitelikte öneme sahiptirler (Aktay,<br />
2001: 29; Fukuyama, 2000a: 27).<br />
Modern zamanlarda toplumları bir arada tutan bağlarda yaşanan erozyonu “büyük<br />
çözülme” ifadesiyle niteleyen Fukuyama, dikkatini büyük ölçüde modern<br />
kapitalizmin yol açtığı kontrolsüz bireycilik kültürünün doğurduğu sorunlara<br />
yoğunlaştırmaktadır. Modern toplumların yaşadığı değersizleşme sorununu ve çözüm<br />
önerilerini işlediği ve Türkçeye “Büyük Çözülme: İnsan Doğası ve Toplumun Yeniden<br />
Oluşturulması” adıyla tercüme edilen kitabındaki iki temel konuya dikkat<br />
çekmektedir. Birincisi bir toplumun ortak değerlerinin aslında toplumsal bir sermaye<br />
kaynağı olduğu gerçeğidir. İkinci temel husus ise bireycilik kültürünün toplumsal<br />
dokuda oluşturabileceği erozyonla ilgilidir (Fukuyama, 2009: 31).<br />
Toparlamak gerekirse Fukuyama sosyal sermayeyi, bir grubun üyelerinin paylaştığı<br />
ve bu kişilerin işbirliği yapmalarını sağlayan resmi olmayan değerler ve normlar<br />
kümesi olarak tanımlamaktadır (Fukuyama, 2009: 34). Görüldüğü gibi Fukuyama<br />
sosyal sermayenin kaynağını din, ahlak ve gelenek gibi köklü kaynaklarda<br />
aramaktadır. Modern kapitalizmin toplumsal bağlar ve değerlerde oluşturduğu<br />
çözülmeyi toplumsal güveni sarsan bir sorun olarak gören Fukuyama’ya göre ideal<br />
toplum yapısının yeniden inşası sözü geçen değerlerden beslenen sosyal sermaye ile<br />
mümkün olacaktır. Ekonomik kalkınma da ancak sosyal sermayenin oluşturacağı<br />
“güven” ortamında mümkün olabilecektir.<br />
b) İşlevleri Açısından Sosyal Sermaye<br />
Sosyal sermayeyi işlevleri bağlamında ele alan Coleman’a göre sosyal yapısal<br />
kaynakların işlevselliği sosyal sermayenin özünü oluşturur (Coleman, 2000: 302).<br />
Coleman, bireyler arasında kurulan sağlam ilişkilerin bireylerin yükümlülüklerinin ve<br />
beklentilerinin kurulmasına yardımcı olduğunu, sosyal yapıda şeffaflık sağladığını,<br />
bilginin yayılımını kolaylaştırdığını ve böylece sermaye kaynaklarını oluşturduğunu<br />
ifade etmektedir (Field, 2008: 26). Coleman’a göre, sosyal sermayede var olan<br />
mütekabiliyet (karşılıklılık) durumu, ilişkilerin yüksek derecede güven ve değerlerle<br />
yönetilmesiyle bireyi aşan aidiyet algısı (Field, 2008: 28) üretkenliği kolaylaştırıcı bir<br />
etki yaratmaktadır. Bunun ötesinde de güven düzeyinin yüksek olduğu toplumlarda,<br />
güven düzeyinin düşük olduğu toplumlara nazaran daha fazla şey daha kısa sürelerde<br />
başarılabilmektedir (Kangal, 2013: 20).<br />
Sosyal sermayeyi bir kaynak olarak değerlendiren Fukuyama’ya göre ise bu<br />
kaynaktan neşet eden güven, dürüstlük, gibi sosyal erdemler bireyler için bağlayıcılık<br />
değeri taşıyan toplumsal unsurlardır (Aydemir, 2011: 77). Küresel ekonomi ve sosyal<br />
sermaye ilişkisini inceleyen Fukuyama, yüksek güvenli toplumlarda daha gelişmiş,<br />
büyük, özel örgütlerin olduğunu; bununla birlikte düşük güvenli toplumlarda daha<br />
küçük, daha az dinamik örgütlerin olduğunu belirterek, sosyal sermayenin ulusların<br />
433
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ekonomisi üzerindeki etkisine dikkat çekmiştir ( Özdemir, 2007: 17). Fukuyama’nın<br />
çözümlemesinde “ben”i “biz” yapan toplumsal değerler sayesinde bir toplumda güven<br />
duygusunun hâkim olması sosyal sermayenin en fonksiyonel yönüdür (Fukuyama,<br />
2005: 42). Bilmemiz gerekir ki güven, ortak ahlaki normlar ve değerlere dayalı, kökü<br />
çok eskilere giden toplulukların ürünüdür. Eğer bir toplum bu anlamda güven düzeyi<br />
yüksek bir aşama oluşturabiliyorsa ekonomik anlamda da son derece yüksek bir<br />
performans sergileyebilecektir (Fukuyama, 2005: 351).<br />
Yukarıda özetlenen temel yaklaşımlarda görüldüğü gibi sosyal sermaye kavramının<br />
çok boyutlu olması, üzerinde ittifak edilen bir tanım oluşturmayı adeta imkânsız hale<br />
getirmektedir. Ancak kaynakları ve işlevleri açısından ele aldığımızda sosyal sermaye<br />
için üzerinde nisbeten fikir birliği olan tarif; güven, normlar ve iletişim kavramlarıyla<br />
yapılan tanımdır (Redondo, 2005: 2). Bu tanımlamaya göre, toplum kesimlerinin ve<br />
fertlerin birbirlerine olan güven düzeyi, yazılı olan ve olmayan her türlü toplumsal<br />
davranış ve kurallardan oluşan normlar ve sosyal içerikli iletişim imkânlarının<br />
niteliği, sosyal sermayenin genel düzeyini belirlemektedir. Bu çerçevede sosyal<br />
sermaye en basit şekliyle; toplum kesitleri arasındaki güvene dayalı ilişkiler düzeyi<br />
olarak tanımlanabilmektedir (Karagül, Dündar, 2006: 63).<br />
2.1 Sosyal Sermayenin Temel Bileşenleri<br />
Sosyal sermayede beş temel kavram öne çıkmaktadır. Bu kavramlar sırasıyla güven,<br />
mütekabiliyet (karşılıklılık), sosyal ağlar, birlikte davranış normları ve son olarak da<br />
angajman ve aidiyet duygusudur (Karagül, Dündar, 2006: 63). Sosyal sermayeyi<br />
besleyen bu kaynakları şu üç başlık altında kategorize etmek mümkündür.<br />
a) Güven<br />
Literatürde güven, ağırlıklı olarak karşılıklı ilişkilerde muhtemel zafiyetlerin kötüye<br />
kullanılıp kullanılmama durumuyla ilişkilendirilmektedir. Bir mübadelede taraflardan<br />
biri, diğerlerinin güvenine layık olduğu zaman güvenilirdir. Güvene layık bir<br />
mübadele tarafı, diğerlerinin zayıflıklarını istismar etmeyecek kişidir. Güven,<br />
mübadelede bulunan tarafların arasındaki ilişkinin bir özelliği iken, güvenirlik bu<br />
ilişkiyi gerçekleştiren kişilerin bir özelliğidir (Aktaran: Korczynski, 2003: 65).<br />
Sosyal sermaye konusuyla ilgili literatürde güven kavramı temel bir belirleyici olarak<br />
kabul edilmektedir. Nitekim Bourdieu, Coleman ve Putnam gibi bu alanın öncüleri<br />
güveni, sosyal sermayenin anahtar boyutlarından bir tanesi olarak tanımlamaktadırlar<br />
(Field, 2008: 91-92). Bazı yazarlarsa, güveni, sosyal sermayenin diğer kaynaklarının<br />
işlevselliğini mümkün kılan unsurlardan birisi olarak görmekte ve adeta sosyal<br />
sermaye ile güveni eşdeğer hale getirmektedirler (Eşki, 2009: 39). Hatta Fukuyama<br />
sosyal güveni toplumsal işleyişi kolaylaştıran kayganlaştırıcı bir maddeye<br />
benzetmektedir (Fukuyama, 2009. 34). Putnam, “Bowling Alone” (2000) adlı<br />
kitabında insanların tek başına bowling oynamaları şeklinde tasvir ettiği toplumsal<br />
ilişkileri birbirlerine güvenmeme ve birbirlerini tanımama ile açıklamaktadır.<br />
Putnam’a göre sosyal sermayenin erozyona uğraması birbirlerine güvenmeyen,<br />
birbirini tanımayan; komşular, siyasetçi ve seçmenler, şirketler ve çalışanlarla<br />
karşımıza çıkmaktadır (Başak, Öztaş, 2010: 36).<br />
434
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
b) Sosyal Normlar<br />
Sosyoloji, normların ve sosyal değerlerin toplumsal davranışlara yön veren ve<br />
kaynaklık eden en esaslı faktörler olduğunu bilimsel bir tespit olarak ortaya<br />
koymaktadır (Tan, 1981: 121). Bir toplumun kendi kültürü çerçevesinde oluşmuş olan<br />
ve bu yolla toplum düzenini sağlayan, bireylere yol gösteren, doğruyu ve yanlışı, iyiyi<br />
ve kötüyü belirleyen kurallar, standartlar ve fikirlere norm denir(Tan, 1981: 121).<br />
Normlar bireylerin davranışlarını doğrudan etkileyen genellikle yazılı olmayan ve<br />
resmi bir yaptırımı olmayan beklentiler bütünüdür (Mısırdalı, 2006: 100). Putnam<br />
normları tanımlarken güven unsuruna işaret ederek, yerleşik sosyal normlar ve ağlar<br />
sayesinde bireylerin kendilerini güvende hissettiklerini vurgulamıştır (Putnam, 1993:<br />
178). Toplumdaki ilişkilerce sağlanan ahlaki yargı ve standartları belirleyen normlar,<br />
kişileri ahlaki eylemlere sevk eden etkili yaptırımlardır (Ekşi, 2009: 37). Normlar bu<br />
özellikleri ile her ne kadar grubun üyesi bireylerden bazıları için kısıtlayıcı olsalar da<br />
sosyal sermaye literatüründe ayrı bir öneme sahiptir (Coleman, 1988: 103). Normlara<br />
yüklenen bu önemli özelliğin temelinde bu kuralların sosyal sermayeyi oluşturan<br />
unsurlardan biri olarak görülmesi şeklindeki düşünce yatmaktadır (Eşki, 2009: 37;<br />
Kangal, 2013: 47).<br />
Normlar, literatürde sosyal sermayeyi oluşturan bir unsur olarak değerlendirilmesinin<br />
yanı sıra paylaşılan güven ve karşılıklılık duygusunun da aracı olarak<br />
değerlendirilmektedir. Bu düşünceye göre normlar, toplum tarafından sürdürülen<br />
resmi veya gayri resmi yerleşmiş ortak davranış kuralları olduğu için aktörlerin<br />
gelecekte nasıl davranacaklarını belirleyecektir (Reyhanoğlu, 2006: 21). Bu durumun<br />
sonucunda da toplumda gelecekte oluşması muhtemel belirsizlikler ortadan kalkacak<br />
ve sosyal sermayenin merkezinde yer alan güven duygusunun toplumda yerleşmesi<br />
sağlanacaktır. Toplumda var olan normlar etkin bir şekilde fırsatçılığı kısıtlamakta,<br />
aynı zamanda sözleşmelerin işlem maliyetlerini de azaltmaktadır. Böylece birçok<br />
yatırımdan ve diğer ekonomik işlemlerden elde edilen kazanımların artmasına<br />
yardımcı olmaktadır (Özcan, 2011: 55; Kangal, 2013: 48).<br />
c) Sosyal Ağlar ve Aidiyet Duygusu<br />
İnsanın sosyal bir varlık oluşu sosyal ağların en temel kaynağıdır. Sosyal ağlar düzenli<br />
temaslar ve davranış normları aracılığıyla aktörler arasında güven ve itibar inşa<br />
edilmesini, dolayısıyla da sosyal sermayenin ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Bu yolla<br />
elde edilen sosyal sermayenin sağladığı üç fayda vardır. Birincisi, her türlü bilgiye ve<br />
özellikle de özel bilgiye daha çabuk, kapsamlı, güvenilir ve sıkça ulaşılabilir (Öztaş,<br />
2007: 83-85). Bu noktada, taraflar arasındaki ilişkinin temelini oluşturan bilgi<br />
akışının, sosyal ağları özellikle ticari amaç güdülerek kurulmuş olan ve sadece “maddi<br />
varlıkların aktarılması” amacıyla kurulmuş birliklerin bir adım ilerisine taşıyabilme<br />
yetisini de belirtmekte fayda vardır (Öğüt, Erbil, 2009: 18). İkincisi, güven ortamı<br />
sağlandığı için anlaşmazlıklar azalır; büyük değişimlerin, dalgalanmaların ve krizlerin<br />
ortaya çıkardığı belirsizlikler ve sıkıntılar daha rahat atlatılabilir. Son olarak böyle bir<br />
ortamda siyasi örgütlenme ve dikine sosyal hareketlilik kolaylaşacaktır (Öztaş, 2007:<br />
83-85). Böylelikle sosyal sermaye yalnızca kaynakların kendisini değil, sosyal ağların<br />
yardımıyla kanal açma becerisini de ortaya çıkarmaktadır (Öğüt, Erbil, 2009: 19;<br />
Kangal, 2013: 50) Bir topluma ve millete ait olma hissinin yaratılması ve bu<br />
435
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
duygunun insanın kapasitesini kullanılabilir hale getirmesi de sosyal sermaye<br />
kapsamında değerlendirilmektedir (KOSGEB, 2005: 7).<br />
Netice itibariyle, yoğun etkileşime imkân veren sosyal ağlar toplumda bireylerin<br />
kolektif eylemelere katılmasını sağlar ve bireyselliğe karşı biz duygusunun gelişimine<br />
imkân vererek toplumsal fayda çerçevesinde bireyleri buluşturan bir güç niteliği<br />
kazanmış olur (Putnam, 1995: 66).<br />
3. Sosyal Sermaye ve İslam Dini<br />
Sosyal sermaye-din ilişkisini araştıran çalışmalarda iki değişken arasında hiç ilişki<br />
olmadığını belirtenlerin yanı sıra, zayıf bir ilişki bulunduğunu ve her iki yapı arasında<br />
pozitif bir ilişki olduğunu tespit edenler de bulunmaktadır (Yeung, 2004:402; Yavuz,<br />
2013: 55).Dinin sosyal sermayenin bir kaynağı olarak kabul edilmesi, sosyal<br />
sermayeyi içsel dinamiklere dayandıran yaklaşımla izah edilebilir. Putnam, Coleman<br />
ve Fukuyama çizgisinin temsil ettiği bu yaklaşım sosyal sermayenin kaynağı olarak<br />
topluluk içindeki sosyal ilişkileri biçimleyen değerleri ve inançları ön plana<br />
çıkarmaktadır (Aslan, Özen, 2006: 136).<br />
Dinin nasıl bir sosyal sermaye kaynağı olduğunu dünyada başarılmış ve örnek<br />
gösterilen bazı toplumsal oluşumların hikâyelerine bakarak rahatlıkla anlayabiliriz.<br />
Tocqueville, “Amerika’da Demokrasi” adlı eserinde bu konuda çarpıcı bazı<br />
tespitlerde bulunmaktadır (Tocqueville, 1994). Tocqueville bu eserinde demokrasi<br />
kültürünün yerleşmesinde topluluk ruhunun dinsel temellerine özellikle dikkat<br />
çekmektedir. Amerika’ya yerleşen ilk göçmenlerin kendi aralarında<br />
gerçekleştirdikleri “Mayflower akti” olarak bilinen antlaşma metnindeki dinî<br />
referanslı ifadeler dinin bu toplumsal oluşumdaki etkisini gözler önüne sermektedir<br />
(Tocqueville, 1994: 36).<br />
Dinin toplumsal inşadaki rolü sadece ABD’de değil dünyanın çok farklı bölgesindeki<br />
oluşumlarda kendisini göstermiştir. Örneğin Weber, Batı uygarlığının önemli bir<br />
başarısı olarak bize tanıtılan endüstriyel kapitalist sistemin ortaya çıkışında dinin<br />
derin katkılar sağladığı düşüncesindedir. Doğu dinleri de Weber’in sosyolojik<br />
gözlemlerinin önemli inceleme konuları arasında bulunmuştur (Şan, 2008: 86).<br />
Weber’e göre ekonomik bir organizasyondan önce dinî, ahlâki ve ideolojik faktörler<br />
gelir ve söz konusu oluşumun zeminini hazırlar (Ünver, 1988: 5)<br />
Sosyal sermaye din ilişkisine dair teorik ve alan araştırmasına dayalı çalışmaların<br />
verilerine göre bu ilişkiyi iki boyutta özetlemek mümkündür. Birincisi yapısal<br />
boyutta, dini topluluklar/gruplar, tarikat ve cemaatlere katılımın sosyal<br />
uyum/entegrasyona yaptığı katkı, dolayısıyla sosyal sermayeye etkisi; ikincisi ise<br />
kültürel bir fenomen olarak dinin/dindarlığın, normlar, kimlik, zihniyet ve dünya<br />
görüşü üzerindeki etkisi dolayısıyla sosyal sermayeye sebep olmasıdır.(Traunmüller,<br />
2011: 346; Yavuz, 2013: 58).<br />
Sosyal sermayenin temel bileşenlerini oluşturan güven, normlar, sosyal ağlar ve<br />
aidiyet gibi süreçlerin oluşmasında ve işlevselliğinde dinin oynadığı role bakarak din<br />
ve sosyal sermaye ilişkisini somutlaştırmak mümkün olabilir.<br />
436
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
a) Bir Güven Kaynağı Olarak İslam Dini<br />
Din kurumunun güven üzerine olan “olumlu” ve “olumsuz” etkisine dair birçok teorik<br />
ve alan araştırmasına dayalı çalışma bulunmaktadır (Tecim, 2011: 65-66). Dinden<br />
beslenen ahlâki davranışlar, cömertlik, fedakârlık gibi değerler ve topluluk ruhunu<br />
geliştiren uygulamalar sosyal güven açısından olumlu etkilerdir. Buna mukabil belli<br />
bir inanç ekseninde oluşan homojenleşmenin bu yapının dışında kalan kesimleri<br />
ötekileştirme riski bu konunun en olumsuz göstergesi sayılabilir. Dini ağlara entegre<br />
olan kimselerin daha yüksek bir güven sergilediklerini belirten çalışmalarda aynı dini<br />
topluluk/grup içinde yer almak en güçlü ve etkili güven kaynağı olarak<br />
değerlendirilmektedir(Yavuz, 2013: 58).<br />
İslam dininde güven konusuna verilen önemi yansıtan birçok örnek verilebilir.<br />
Kur’an’da güven konusu temelde emanet kavramıyla ifade edilmektedir. Nitekim<br />
Enfâl suresinde geçen şu ayette emanet ve zıt anlamlısı ihanet kelimeleri bir arada<br />
zikredilmektedir: “Ey iman edenler! Allah’a ve Rasûlüne ihanet etmeyin, bile bile<br />
kendi emanetlerinize de ihanet etmeyin! (Enfâl, 8/27). Görüldüğü gibi bu ayette<br />
Allah’a ve peygamberine karşı olan sorumluluklara yönelik ihanet ile insanlara<br />
emanet edilen diğer konulara yönelik ihanet aynı kategoride zikredilmiştir.<br />
Dolayısıyla bu ayette geçen emanet kavramı, sorumluluk dairesi içerisinde korunup<br />
kollanması gereken her şeyi kapsamaktadır. Mesela, bize emanet edilen mal ve<br />
görevin kötüye kullanılmaması, verilen sözlerin yerine getirilmesi, yapılan<br />
anlaşmalara sadık kalınması, birey ve toplum sırlarının korunması gibi hususlar<br />
bunlardan bazılarıdır (Mevdudi, 2005, II: 164).<br />
İslam inancında bu dine inanan kişilerin temel özelliklerinden birisi güvenilir<br />
olmaktır. Nitekim birçok hadis kitabında İman konusuyla ilgili hadisler arasında yer<br />
alan şu hadis-i şerif bu gerekliliğin en açık ifadelerinden biridir: "Müslüman; dilinden<br />
ve elinden diğer Müslümanların emniyette oldukları kimsedir” (Ahmed b. Hanbel, II.<br />
163. 192; Buhari, İman 4, Rikak 26; Ebu. Davud, Cihad 12; Tirmizi, İman 12; Nesai,<br />
İman 9; İbn Hibban, Sahih. I. 227 ). Hatta bu rivayetin bir başka ifadesinde güven<br />
verilmesi gereken çerçeve daha da genişletilerek, "Müslüman; dilinden ve elinden<br />
diğer insanların güvende oldukları kimsedir” denilmektedir (Nesai, İman 8).<br />
İslam dininde inançla temellendirilen bu güven durumunu zedeleyen ve kötüye<br />
kullanan bütün davranış biçimlerine karşı da bir hassasiyet oluşturulduğunu<br />
söyleyebiliriz. Bu hassasiyet o kadar ileri boyutlardadır ki yukarıda ifade edildiği<br />
üzere güvenilir olmak imanla ilişkilendirilirken güven zedeleyici davranışlar da<br />
nifakla ilişkilendirilmiştir. Nitekim duyulan güvene ihanetle karşılık vermek, yalan<br />
konuşmak, verilen sözün gereklerini yerine getirmemek gibi davranışlar münafıklığın<br />
göstergeleri arasında zikredilmiştir. (Bkz. Buhari, İman 24, Mezalim, 17, Cizye 17;<br />
Muslim, İman 101. 108).<br />
Ticaret ahlâkıyla ilgili ayet ve hadislerde önerilen davranış biçimlerinde de güvenin<br />
oldukça merkezi bir konumda olduğu söylenebilir. İstikamet üzere olmayı bütün<br />
Müslümanların uyması gereken bir prensip olarak belirleyen Kur’an’da (Hûd,<br />
12/112), ahde vefa (İsra, 17/34), ölçüde ve tartıda hile yapmamak (Mutafifin, 83/1-6)<br />
haksız yoldan kazanç sağlamamak (Bakara 2/188; Nisa 4/l61; A'raf 7/85) gibi uyarılar<br />
437
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
etkili bir şekilde vurgulanmaktadır. Aynı şekilde ticaret ahlakıyla ilgili hadislerde de<br />
güveni tesis eden tavır ve davranışlar üzerinde ısrarla durulmaktadır. Fikir vermesi<br />
açısından bu hadislerin birkaç tanesini aktarmakta fayda vardır:<br />
“Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur.” (İbn Mâce, Ahkâm, 17;<br />
Muvatta', Akdıye, 31).<br />
“Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mü'min) kardeşi için istemedikçe (gerçek) iman<br />
etmiş olamaz.” (Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71).<br />
“İşçiye ücretini, (alnının) teri kurumadan veriniz.” (İbn Mâce, Ruhûn, 4).<br />
“Bizi aldatan bizden değildir.” (Müslim, Îmân, 164).<br />
“Doğru ve emniyetli tâcir (kıyamet gününde) peygamberler, doğrular (sıddıklar) ve<br />
şehitlerle berâberdir.” (Tirmizî, Büyu‘, 4, III, 515).<br />
Sonuç olarak aldatmamayı bir inanç ilkesi olarak kabul eden ve muhatabına da bu<br />
anlamda güvenle bakan bireylerin oluşturduğu bir toplumda güveni temin etmek daha<br />
az maliyetli olacaktır. İlk İslam toplumu başta olmak üzere Müslümanların kurucu<br />
rol üstlendiği medeniyetlerde yaşanmış pratikler bu tezin en somut dayanaklarıdır.<br />
b) Sosyal Normların Bir Kaynağı Olarak İslam Dini<br />
Sosyal normların kendisinden beslendiği kültürün en esaslı belirleyicilerinden<br />
birisinin din olduğunu söylemek abartı sayılmaz. İşlevselci sosyoloji kuramına göre<br />
ahlâkî uzlaşma, toplumsal istikrar ve düzenin oluşması için gereklidir. Ahlâkî uzlaşma<br />
da, ancak toplum bireylerinin ortak değerleri benimsemesiyle gerçekleşebilmektedir<br />
(Eren, 2007: 290). Burada, Durkheim’in, toplumsal düzenin kurulması ve devamı<br />
açısından dinin bireyler ve kurumlar arasındaki birleştirici yönüne yaptığı vurguyu<br />
hatırlamak gerekir (Giddens, 2005: 16). Özellikle de normatif karakteri haiz gelenek,<br />
görenek ve ahlak prensipleri gibi gayrı resmi kurallarda dinin etkisini çok daha güçlü<br />
bir şekilde hissederiz. Çoğunu verili olarak bulduğumuz bu kültürel normların dinden<br />
kaynağını alıyor olması onların bağlayıcılığını pekiştirmektedir. İnsanların din ve<br />
inançla olan “gönüllü bağlılık” ilişkisi dinden beslenen normları içselleştirmelerini<br />
kolaylaştırmaktadır. Böylece sosyal normlar kişileri ahlaki eylemlere sevk eden birer<br />
iç motivasyon kaynağı işlevi görebilmektedir.<br />
İslam geleneğinde sosyal hayatı düzenleyen gayrı resmi normların tamamında<br />
yukarıda bahsedilen ilişkiyi ve etkiyi görebilirsiniz. Aile içi ilişkilerde, komşuluk<br />
ilişkilerinde, eğitimde, ticarette, vb. yaşamın nerdeyse her boyutunda belirleyici ve<br />
düzenleyici etkiye sahip sosyal normların özü itibarıyla dinden beslendiğini ve<br />
insanlar için bağlayıcı olduğunu söylemek mümkündür. Örneğin İslami<br />
duyarlılıkların yüksek olduğu yerleşim yerlerinde insanlar can ve mal emniyetlerinden<br />
pek fazla endişe etmezler. Mekke’de namaz saatlerinde dükkânlarının kapısına sadece<br />
bir perde çekerek mescide giden esnafın kendilerini bu düzeyde güvende<br />
hissetmesinin tek sebebi hırsızlık cezasının caydırıcılığı değildir.<br />
c) Sosyal Ağları Örmede İslam Dininin Etkisi<br />
Din, sahip olduğu toplumsal boyut itibariyle insanların sosyalleşmesinde, topluma<br />
uymasında çok büyük roller ifa eder (Okumuş, 2014: 443). Dinin sosyal yaşam<br />
üzerindeki etkisini ele alan çalışmalarda topluca yapılan dini etkinliklerin sebep<br />
olduğu “grup ruhu” kavramından ve din duygusunun bencilliği frenleyici etkisinden<br />
438
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
özellikle bahsedilmektedir (Dönmezer, 1984: 264). Nitekim ilkel dinlerden tek tanrılı<br />
dinlere kadar tüm inanç sistemlerinde dini pratiklerin inananları birleştirici ve<br />
aralarındaki bağı güçlendirici bir etkiye sahip olduğu bilinmektedir (Wach, 1995: 71-<br />
73). Zira dini pratiklerin birinci dereceden faili sadece fertler olmakla birlikte bu<br />
davranış tarzı (dini davranış) zaruri olarak fertleri aşmakta ve toplum üzerinde çeşitli<br />
etkiler meydana getirmektedir. Bu etkilerin başında ise aynı ibadetleri yapan<br />
inananların müşterek tasavvur ve inanca mensup oldukları bilincinin kuvvetlenmesi<br />
gelmektedir (Freyer, 1964: 35). Kaynağını inançtan alan bağlar toplum fertleri<br />
arasında iradeli ve gönüllü birlikteliklerin oluşmasına yol açar. Dinden kaynaklanan<br />
ortak inançları ve değerleri paylaşan toplum fertleri arasında dinî bir gereklilik olarak<br />
tesis edilen “cemaat” bağları toplum içerisinde güçlü bir sosyal ağ işlevi görmektedir.<br />
Bunun dışında din, kan bağından ve ortak bir yaşam alanını paylaşmaktan doğan yakın<br />
ilişkiler konusunda da insanlara ciddi sorumluluklar yüklemektedir.<br />
İslam dininde inanan kişinin Allah’a, Kitaba ve Peygambere olan bağlılığı kadar, anne<br />
babası, yakın akrabaları, komşuları vb. kesimlerle olan irtibatını sıkı tutması da ciddi<br />
bir sorumluluktur. Öyle ki Kur’an’da kulun Allah ile olan ilişkisinden bahseden<br />
ayetlerde sılay-ı rahim ve arkadaşlık ilişkilerinden doğan sorumluluklar da hemen<br />
akabinde zikredilmektedir: “Allah ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın.<br />
Ana babaya, akrabaya, yetimlere yolculara yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin<br />
altında bulunanlara iyi davranın. Allah kendisini beğenenleri ve böbürlenip duranları<br />
sevmez.” (Nisa,4/36). Hz. Peygamber’in hadislerinde akrabalık, komşuluk ve diğer<br />
sosyal çevreyle olan ilişkilerle ilgili sorumluluklar çok belirgin bir şekilde dile<br />
getirilmiştir. Örnek olarak şu hadislere bakılabilir:<br />
“Cebrail bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Bu sıkı tavsiyeden neredeyse<br />
komşuyu komşuya varis kılacağını zannettim.” (Buhari, Edeb 28, Müslim, Birr, 140)<br />
"Komşusu, elinden, dilinden emin olmayan kişi gerçek Mü’min değildir." (Buhari,<br />
Edeb, 29).<br />
"Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse komşusuna ikramda bulunsun.” (Buhari,<br />
Edeb, 31).<br />
"Komşusu açken tok yatan Mü'min değildir." (Hakim, el-Müstedrek II, 15).<br />
“Müslümanın Müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Onunla karşılaştığında selâm<br />
ver, seni davet ederse icabet et, senden nasihat isterse nasihat et, aksırır da Allah'a<br />
hamdederse ona yerhamükallah' de, hastalandığında ziyaret et, öldüğünde cenazesini<br />
takip et”. (Tirmizî, Edeb,1; Nesâî, Cenâiz, 52; İbn Mâce, Cenâiz, I).<br />
“Sevilmede, merhamet ve şefkatte mü'minleri bir vücut gibi görürsün. O vücudun<br />
herhangi bir azası rahatsız olursa diğer azalar da onunla beraber ızdırap duyarlar.”<br />
(Buhârî, VIII, 12).<br />
İnanan insanların dinî bir sorumluluk olarak oluşturdukları sosyal bağlar beraberinde<br />
güçlü bir toplumsal etkileşim atmosferi oluşturacaktır. Bu atmosfere giren insanlarda<br />
ben duygusundan daha çok biz algısı gelişecektir. Böylece toplum içerisinde bilgi<br />
paylaşımı, güvenli ilişkiler ve sosyal hareketlilikler daha fazla ivme kazanacaktır.<br />
3. SONUÇ<br />
Sermayenin madde ötesi boyutunun bir ifadesi olan sosyal sermayenin bileşenleri<br />
arasında sayılan güven, sosyal normlar, sosyal bağlar ve aidiyet duygusunun<br />
439
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
oluşmasında ve işlevsel hale gelmesinde din belirleyici bir kaynaktır. Dinin bu<br />
konudaki gücü, insanın dinle olan ontolojik ilişkisinden ve dinin sosyal hayatı<br />
etkilemedeki belirleyiciliğinden kaynaklanmaktadır. Özellikle sosyal sermayenin<br />
kaynağını oluşturan temel dinamiklerin dinle olan ilişkisi bu konuya dikkatleri<br />
çekmektedir. İslam dininin bu konuyla ilgili ilkeleri ve düzenlemeleri sosyal sermaye<br />
için zengin bir kaynak oluşturmaktadır. İnançla birebir ilişkilendirilen güven, sosyal<br />
hayatı ve sosyal ilişkileri düzenleyen dinî/ahlaki normlar, biz bilincini geliştiren tutum<br />
ve davranış önerileri vb. hususlar İslam dininin bu konudaki imkânlarını<br />
oluşturmaktadır. Bireysel anlamda bir Müslüman inancının bir gereği olarak bütün<br />
ilişkilerinde güvenilir olmak zorundadır. Bireysellik ve Müslümanca yaşam bir arada<br />
yürüyemez. Her Müslüman toplumsal yaşamın hem içinde olmak hem de pozitif<br />
katkıda bulunmak zorundadır. İslam’ın en temel ibadeti sayılan namaz bile cemaat<br />
halinde kılınmayınca tam olarak değerini bulmuş sayılmamaktadır. Her bireye belli<br />
bazı sorumluluklar yükleyen bu tutum ve davranışlar aslında sosyal sermayeyi<br />
besleyen birer kaynak hükmündedir. Tarihi süreç içinde İslam toplumlarında<br />
yaşanmış toplumsal birliktelik örnekleri bu kaynakların nasıl kullanılabileceğine dair<br />
örneklerdir. Ticaretten sağlığa, eğitimden bayındırlığa kadar toplumsal hizmetlerin<br />
birçok alanında vakıf mantığıyla yürütülen çalışmalar bu çerçevede<br />
değerlendirilebilir.<br />
Dinin sosyal sermayenin oluşumundaki pozitif etkisine karşın, belli bir inanç<br />
ekseninde oluşan homojenleşmenin bu yapının dışında kalan kesimleri ötekileştirme<br />
ihtimali bu kaynağın en riskli tarafıdır. Bu riski azaltmak ya da ortadan kaldırmak için<br />
yapılması gereken en önemli iş insanları bu konularda bilinçlendirmektir. Bunun yolu<br />
da eğitimdir. İnsanların din konusunda bilinçli tutum ve davranışlar kazanmaları için<br />
bu konuda programlı bir eğitim almaları gerekir. Aksi halde dinî referanslar<br />
kullanılarak dinin varlık amacına uymayan tutumlar ve davranışlar insanlara<br />
benimsetilebilir.<br />
Yapılan analizler ışığında şöyle bir öneri geliştirilebilir: Nüfusunun büyük bir<br />
kesiminin Müslümanlığı bir din olarak benimsediği ülkemizde sosyal kalkınmada<br />
istenen hamleleri gerçekleştirmek için dinî referanslar bir potansiyel olarak<br />
değerlendirilebilir. Bu potansiyelin değerlendirilmesi sayesinde sosyal kalkınmanın<br />
başta ekonomik boyutu olmak üzere diğer bütün alanlarında daha az maliyetle daha<br />
çok kazanım elde etmek mümkün olacaktır. Özellikle güvenlik ve aidiyet<br />
problemlerinin daha yoğun şekilde gündeme geldiği ve her türlü kalkınma hamlesini<br />
tökezlettiği bölgelerde insanları yeniden sosyal kalkınmanın birer gönüllüsü haline<br />
getirmek açısından din güçlü bir kaynaktır. Özellikle örgün ve yaygın eğitim<br />
kurumlarımızda dinin kaynaklık ettiği güven, sosyal normlar, sosyal bağlar ve aidiyet<br />
duygusu gibi hususların etkili bir şekilde işlenmesi gerekir. Böylece toplumun<br />
enerjisini tüketen güvensizlik, dışlanmışlık ve ötekileşme algısı gibi olumsuzlukların<br />
önüne geçilebilir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Aktay, Y. (2001). “Karizma, Popüler Kültür ve Faşizm”, Tezkire Sayı:22, Ankara.<br />
Aktay, Y. (2003). “Amerika’da Sivil Toplum ve Sivil Dinin Değeri”, Sivil Toplum 1<br />
(4).<br />
440
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Aslan, Z.ve Özen, Ş. (2006). “İçsel ve Dışsal Sosyal Sermaye Yaklaşımları Açısından<br />
Türk Toplumunun Sosyal Sermaye Potansiyeli: Ortadoğu Sanayi ve Ticaret<br />
Merkezi Örneği,” Akdeniz Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
Dergisi, 12, 130-161.<br />
Anık, M. (2011). “Sosyal Sermaye Kavramı Işığında Ziya Gökalp’in Düşünceleri<br />
Üzerine Bir Değerlendirme”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal<br />
Bilimler Dergisi, Eskişehir, c. 12, sayı: 2, 89-103.<br />
Aydemir, M. A.(2011). Sosyal Sermaye -Topluluk Duygusu ve Soysal Sermaye<br />
Araştırması- (1. Baskı). Konya: Çizgi Kitabevi.<br />
Başak, S ve Öztaş, N. (2010), “Güven Ağbağları, Sosyal Sermaye ve Toplumsal<br />
Cinsiyet,” Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 12/1,<br />
27-56.<br />
Bourdieu, Pierre (2010). “Sermaye Biçimleri”, Derleyenler: M. M. Şahin ve A. Z.<br />
Ünal, Sosyal Sermaye, Değişim, İstanbul, s. 45-75.<br />
Buharî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail. (1992). el-Câmiu’s-Sahih, İstanbul:<br />
Çağrı Yayınları.<br />
Coleman, J. (1998). “Social Capital in the Creation of Human Capital,” The American<br />
Journal of Sociology, 94, 95-120.<br />
Coleman, J. S. (2000). Foundations of Social Theory, 3. Baskı, USA: Harvard<br />
Universty Press.<br />
E. Dâvud. (1992). es-Sünen, İstanbul: Çağrı Yayınları.<br />
Erol, S. I. (2012). “İktisadi Kalkınmada Değerlerin Rolü -İbn Haldun’un<br />
Perspektifinden-,” Çalışma İlişkileri Dergisi, Temmuz 2012, Cilt 3, Sayı 2,<br />
Sayfa: 49-65.<br />
Erselcan, F. (2009). Disiplinlerarası Ortak Bir Çalışma Alanı Olarak Sosyal Sermaye.<br />
Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 35(2), 248-256.<br />
Eskicioğlu, O. (2008). İslam ve Ekonomi [http://www.enfal.de/oe2.htm#_ftn9#_ftn9]<br />
(04. 08. 2016).<br />
Esmer, Y. (1999). Devrim, Evrim, Statüko: Türkiye’de Sosyal, Siyasal, Ekonomik<br />
Değerler, İstanbul: TESEV Yayınları.<br />
Eşki, H. (2009). “Sosyal Sermaye Önemi Üretimi ve Ölçümü Üzerine Bir Alan<br />
Araştırması,” Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi,<br />
Konya.<br />
Field, J. (2008). Sosyal Sermaye (2. Baskı). (Çevirenler: Bahar Bilgen, Bayram Şen).<br />
İstanbul. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.<br />
Fukuyama, F. (2000). Güven: Sosyal Erdemler ve Refahın Yaratılması (Çeviri: Ahmet<br />
Buğdaycı), İstanbul: İş Bankası Yayınları.<br />
Fukuyama, F. (2009). Büyük Çözülme: İnsan Doğası ve Toplumun Yeniden<br />
Oluşturulması. (Çeviren: Hasan Kaya). 2. Baskı, İstanbul: Profil Yayıncılık.<br />
Freyer, H. (1964), “Din Sosyolojisi”, çev. Turgut Kalpsüz, Ankara: Ankara<br />
Üniversitesi Basımevi.<br />
Giddens, A. (2005). Sosyoloji, (Yay. Haz. Cemal Güzel), Ankara: Ayraç Yayınları.<br />
Gündoğan, N. (2008). Girişimcilik ve Girişim Kültürü, İstanbul: İgiad Yayınları.<br />
İbn. Mâce. (1992). es-Sünen, İstanbul: Çağrı Yayınları.<br />
İbn. Hanbel, A. (1982). el-Müsned, İstanbul: Çağrı Yayınları.<br />
441
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kangal, N. (2013), Sosyal Sermaye Teorileri ve Sosyal Sermaye Kalkınma İlişkisi:<br />
Türkiye Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler<br />
Enstitüsü, Konya.<br />
Karagül, M. ve Dündar, S. (2006). “Sosyal Sermaye ve Belirleyicileri Üzerine<br />
Ampirik Bir Çalışma,” Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi (12), 61-78; 63.<br />
Karagül, M. ve Masca, M. (2005). “Sosyal Sermaye Üzerine Bir İnceleme,”<br />
Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 1, 37-52.<br />
Karagül, M.(2010). Tehdit ve Fırsatlarıyla Dünya Ekonomisi, Ankara: Nobel Yayın<br />
Dağıtım.<br />
Kavaklıoğlu, M. (2007). Nebevî Bir Mesaj Olarak “Güven/Emniyet”, Hz. Muhammed<br />
ve Evrensel Mesajı Sempozyumu, 20-22 Nisan 2007 [İslami İlimler Dergisi<br />
Yayınları], s. 639-652.<br />
Koç, A. ve Ata, Y. (2012), “Sosyal Sermaye ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: AB<br />
ülkeleri ve Türkiye Üzerine Ampirik Bir İnceleme,” Süleyman Demirel<br />
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C.17, S.1, s.199-<br />
218.<br />
Korczynski, M. (2003). “Güven Ekonomi Politiği”. Sosyal Bilimlerde Güven (ed.)<br />
Ferda Erdem, Ankara: Vadi Yayınları.<br />
KOSGEB (2005). Ekonomik Kalkınmada Sosyal Sermayenin Rolü, Ekonomik ve<br />
Stratejik Araştırmalar Müdürlüğü, Ankara.<br />
Lelandais, G. E. (2004), “Alternatif Küreselleşme Yanlısı Hareketler Özellikleri ve<br />
Sosyal Sermaye”, Sivil Toplum, Sayı 6-7, Nisan-Eylül 2004.<br />
Mevdudi, E.Â. (2005). Tefhimu’l-Kur’ân, (trc: Komisyon), İstanbul: İnsan Yayınları,<br />
Mısırdalı, F. (2006). Örgüt İçi Bilgi Paylaşımında Sosyal Sermayenin Etkisi: Kütahya<br />
Seramik A.Ş’ de Bir Araştırma, Yüksek Lisans Tezi, Dumlupınar<br />
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kütahya.<br />
Müslim, E.H. (1992). el-Câmiu’s-Sahih, thk. Muammed Fuad Abdülbâki, İstanbul:<br />
Çağrı Yayınları.<br />
Nesâi, E.A. (1992). es-Sünen, İstanbul: Çağrı Yayınları.<br />
Okumuş, E. (2014). Din ve Sosyalleşme, Turkish Studies - International Periodical<br />
For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/11<br />
Fall p. 429-454, Ankara.<br />
Ören, K. (2007). “Sosyal Sermayede “Güven” Unsuru ve İşgücü Performansına<br />
Etkisi,” Kamu-İş; İş Hukuku ve İktisat Dergisi,9 (1), 71-90.<br />
Özcan, B. (2011), Sosyal Sermaye ve Ekonomik Kalkınma, Doktora Tezi, İstanbul<br />
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.<br />
Özdemir, A. A. (2007). Sosyal Ağ Özellikleri Bakış Açısıyla Sosyal Sermaye ve Bilgi<br />
Yaratma İlişkisi: Akademisyenler Üzerinde Yapılan Bir Alan Araştırması,<br />
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler<br />
Enstitüsü, Eskişehir.<br />
Özgener, Ş. (2000). Ekonomik Sistemler ve Ahlâk, Süleyman Demirel Üniversitesi<br />
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Y.2000, C.5, S.1, s.175-190.<br />
Öztaş, N. (2007). “Sosyal Sermayenin Ağbağ Kuram(lar)ı: Dayanışmacı ve Aracı<br />
Sosyal Sermaye,” Amme İdaresi Dergisi, 40 (3), 79-98.<br />
Putnam, R. D. (1995), “Bowling Alone: America’s Declining Social Capital”, Journal<br />
of Democracy, Sayı:6 (1), s.65-78.<br />
442
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Putnam, R. D. (1993). Making Democracy Work: Civic Traditions in Modern Italy.<br />
United Kingdom: Princeton University Press.<br />
Putnam, R. D. (2000). Bowling Alone: The Collapse And Revival American<br />
Cummunity, New York: Simon and Sch.<br />
Reyhanoğlu, M. (2006). AR-GE İşbirliklerinde Güven: Ankara’daki Teknoparklarda<br />
Faaliyet Gösteren İşletmelerde Bir Araştırma, Yayımlanmamış Doktora<br />
Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.<br />
Sönmez N. ve Töremen, F. (2003). “Sosyal Sermayeyi Artırma Rolü ve Katkısı<br />
Bağlamında Polis Davranışları,” Polis Bilimleri Dergisi, 5(3-4): 109-130.<br />
Suyutî, C. A. (1981). el-Câmius’-Sağîr fi Ehâdîsi’l-Beşîr en-Nezîr, Beyrut: Daru’l-<br />
Kütübü’l-İlmiyye.<br />
Şan, M. K. (2007). “Bilgi Toplumuna Geçişte Sosyal Sermayenin Taşıdığı Önem ve<br />
Türkiye Gerçeği,” Bilgi Ekonomisi ve Yönetimi Dergisi, 2(1), 70-104.<br />
Şan, M. K. (2008). "Türkiye’de Sosyal Sermaye Kaybının Dini Görünümleri" Bilgi<br />
(16),1: 74-98.<br />
Şavkar, E. (2011). Sosyal Sermayenin Unsurları ve Ekonomik Kalkınmayla İlişkisi,<br />
Yüksek Lisans Tezi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,<br />
Afyon.<br />
Tan, E. M. (1981). Toplumbilimine Giriş, A.Ü. Eğitim Fakültesi Yayınları, Ankara.<br />
Tecim, E. (2011). Sosyal Güven Sosyal Sermaye ve Dindarlık Çalışması, Konya:<br />
Çizgi Kitabevi.<br />
Tirmizî, E. İ. (1992). es-Sünen, thk. Muammed Fuad Abdülbâki,<br />
Tocqueville, A. (1994). Amerika’da Demokrasi, (Çev: İhsan Sezal, Fatoş Dilber),<br />
İstanbul: Yetkin Yayınları.<br />
Tüylüoğlu, Ş. (2006). “Sosyal Sermaye, İktisadi Performans ve Kalkınma: Bir Yazın<br />
Taraması”, Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi, Antalya, c. 6, sayı: 12, 14-60.<br />
Tüysüz, N. (2011). Sosyal Sermayenin Ekonomik Gelişme Açısından Önemi ve<br />
Sosyal Sermaye Endeksinin Hesaplanması, Uzmanlık Tezi, Kalkınma<br />
Bakanlığı, Ankara.<br />
Traunmüller, R. (2011). “Moral Communities? Religion as a Source of Social Trust<br />
in a Multilevel Analysis of 97 German Regions”, European Sociological<br />
Review, Oxford University Press, c. 27, sayı: 3, 346-363.<br />
Günay, Ü. (1988). Max Weber'in Din Sosyolojisindeki Yeri ve Önemi. Erciyes<br />
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 6(5), 1-10.<br />
Yeung, A. B. (2004). “An Intricate Triangle, Religiosity, Volunteering, and Social<br />
Capital: The European Perspective, the Case of Finland”, Nonprofit and<br />
Voluntary Sector Quarterly, SAGE c. 33, sayı: 3, 401-422.<br />
Yavuz, S. (2013). “Sosyal Sermaye ve Din; Sosyal Sermayenin Grup İçi İşbirliği ve<br />
Eşgüdüme Etkisi Üzerine,” Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c.<br />
12, sayı: 23, 43-76.<br />
Wach, J.(1995) “Din Sosyolojisi” çev. Ünver Günay, İstanbul: Marmara Üniversitesi<br />
İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları.<br />
Weber, M. (1993).Sosyoloji Yazıları (Çeviri: Taha Parla), İstanbul: Hürriyet Vakfı<br />
Yayınları.<br />
443
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı Tarafından Uygulanan<br />
Kobi Mali Destek Programlarının Firmalar Üzerindeki<br />
Etkileri<br />
Öz<br />
Ömer ARVASİ 1 , Günsu CANTÜRK 2 , Ayşe Kübra DEMİREL 3<br />
Türkiye’de bölgesel kalkınma ajansları, Avrupa Birliği ile uyum süreci kapsamında<br />
2006 yılında kurulmuştur. Özel sektör yatırımlarına yönelik olarak düzenlenen<br />
teşviklerle, ajansların bölgesel kalkınmaya katkıda bulunmaları hedeflenmektedir.<br />
KOBİ Mali Destek Programları da bu teşvikler kapsamında yer almaktadır. Bu<br />
çalışmanın amacı; KOBİ Mali Destek Programı kapsamında firmalara verilen<br />
desteğin, firmalar üzerindeki etkilerinin incelenmesidir. Bu analizin<br />
gerçekleştirilmesi amacıyla 2009, 2010 ve 2013 yıllarında KOBİ Mali Destek<br />
Programlarından faydalanmış firmalar üzerinde anket yapılmıştır. Anket sonuçlarına<br />
göre değerlendirme işlemi SPSS programı kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Yapılan<br />
araştırmanın sonucunda, ajans desteklerinin firmaların büyümesinde etkin rol<br />
oynadığı görülmektedir.<br />
Anahtar kelimeler: Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı, KOBİ Mali Destek<br />
Programları, Etki Analizi<br />
The Impact on Companies of SME Financial Support<br />
Programmes Applied by Eastern Anatolia Development<br />
Agency<br />
Abstract<br />
Regional development agencies in Turkey, has been established in 2006 within<br />
adaptation period of European Union. Incentives that held for private sector<br />
investmens, It is aimed agencies to contribute regional development. SME Financial<br />
Support Programmes are also included in these incentives. The purpose of this study;<br />
to examine the impact on the companies which had been supported under the SME<br />
Financial Assistance Programmes. In order to perform this analysis, a survey<br />
conducted to the companies which had been benefited from SME Financial Support<br />
Programmes in 2009, 2010 and 2013. According to results of survey, evaluation<br />
process was carried out using SPSS programme. As a result of this survey, it was<br />
observed that agencies’ supports had an effective role on companies growth.<br />
1<br />
Birim Başkanı, Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı İzleme ve Değerlendirme Birimi,<br />
omer.arvasi@daka.org.tr<br />
2<br />
Uzman, Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı Program Yönetimi Birimi, gunsu.canturk@daka.org.tr<br />
3<br />
Uzman, Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı Muş Yatırım Destek Ofisi, kubra.demirel@daka.org.tr (<br />
Sorumlu Yazar/ Corresponding Author)<br />
444
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Key words: Eastern Anatolia Development Agency, SME Financial Support<br />
Programmes, Impact Analysis<br />
1. GİRİŞ<br />
Bitlis, Hakkari, Muş ve Van illerinin yer aldığı TRB2 Bölgesi’nde faaliyet gösteren<br />
Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı (DAKA) tarafından özel sektör yatırımlarını<br />
desteklemek amacıyla 2009 yılında KOBİ Mali Destek Programı (MDP) için teklif<br />
çağrısına çıkılmıştır. Bu programa 549 proje başvurusu gerçekleşmiştir ve uygun<br />
bulunan 74 proje olmuştur. 2010 yılında ise 245 proje başvurusundan 53’ü uygun<br />
bulunmuştur. 2013 yılında İktisadi Kalkınma Mali Destek Programında (İKMDP) ise<br />
48 proje başarılı bulunmuştur. Desteklenmeye hak kazanan bu projelerden 126’sı<br />
tamamlanmıştır. 2009 KOBİ projelerinden 47; 2010 KOBİ projelerinden 29; 2013<br />
İKMDP projelerinden 15; toplamda 91 (%72) firmaya, verilen desteklerin etkilerini<br />
görebilmek amacıyla anket uygulanmıştır.<br />
Bu çalışmanın birinci kısmında ankete katılan işletmelerin mevcut durumlarıyla ilgili<br />
bilgiler verilmiştir. İkinci kısmında ise kaynakların etkin ve verimli bir şekilde<br />
kullanılıp kullanılmadığını incelemek amacıyla, Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı<br />
tarafından verilen desteklerin bu işletmeler üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Bu<br />
araştırma ile istihdamın artırılmasında, ekonomik faaliyetlerin desteklenmesinde,<br />
firmaların büyümesinde, verilen desteklerin ne kadar etkili olduğu incelenmiştir.<br />
2. İŞLETMELER HAKKINDA BİLGİLER<br />
Projeleri tamamlanan 126 işletmeden 91 ine anket uygulanmıştır. Bu işletmeler TRB2<br />
(Bitlis, Hakkâri, Muş, Van) bölgesinde bulunmaktadır.<br />
Tablo 1.1: Firmaların Dağılımı<br />
Firma Sayısı Yüzde Birikimli Yüzde<br />
Bitlis 19 20,9 20,9<br />
Hakkâri 11 12,1 33,0<br />
Muş 21 23,1 56,0<br />
Van 40 44,0 100,0<br />
Toplam 91 100,0 100,0<br />
Destek alan 16 ilçe içerisinde, Tuşba %27,5 ile en çok destek alan ilçedir. Muş<br />
Merkez, İpekyolu, Tatvan, Bitlis Merkez ve Yüksekova da en çok destek alan<br />
ilçelerdendir. Ankete katılan işletme sahiplerinden 37 sinin 40-49 yaş aralığında yer<br />
aldığı, 20-29 yaş aralığında 7; 30-39 yaş aralığında 25; 50 ve üzeri yaş aralığında 22<br />
işletme sahibi bulunduğu görülmektedir. Van’daki proje sahiplerinin nispeten daha<br />
eğitimli olduğu söylenebilir. İşletme sahiplerinin 89’u erkek, 2’si kadındır.<br />
İşletmelerin %83,5’i sanayi sektöründe, %16,5’i ise hizmetler sektöründe faaliyet<br />
göstermektedir.<br />
445
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 1.2: İllere Göre Sektörel Dağılım<br />
İşletmenin<br />
Faaliyet<br />
Gösterdiği<br />
Sektör<br />
İşletmenin Faaliyet Gösterdiği İl<br />
Bitlis Hakkâri Muş Van Toplam<br />
Sanayi 4 12 10 18 36 76<br />
Hizmetler 7 1 3 4 15<br />
Toplam 19 11 21 40 91<br />
Sanayi sektöründe faaliyet gösteren firmaların yaklaşık yarısı Van’da bulunmaktadır.<br />
Sanayi sektörünün %50’den fazlasını, inşaat malzemeleri imalatı ile metal sanayi<br />
oluşturmaktadır. Öne çıkan bu iki sektörde, firma sahiplerinin ağırlıklı olarak lise<br />
mezunu olduğu görülmektedir.<br />
Şekil 1.1: İmalat Sanayi Dağılımı<br />
8; 10%<br />
5; 7% 4; 5% 2; 3% 1; 1% İnşaat malzemeleri imalatı<br />
6; 8%<br />
11; 14%<br />
Bitlis’te metal sanayinin (%34), Hakkâri’de inşaat malzemeleri imalatının (%40),<br />
Muş’ta metal sanayinin (%44) ve Van’da inşaat malzemeleri imalatının (%36) öne<br />
çıktığı görülmektedir.<br />
Tablo 1.3: Hizmetler Sektörünün İller Bazında Dağılımı<br />
İşletmenin Faaliyet Gösterdiği İl<br />
Konaklama ve yiyecek hizmeti<br />
faaliyetleri<br />
21; 28%<br />
18; 24%<br />
Metal sanayi<br />
Gıda ürünleri ve içecek<br />
imalatı<br />
Mobilya imalatı<br />
Kauçuk ve plastik ürünlerin<br />
imalatı<br />
Tekstil ve giyim ürünleri<br />
imalatı<br />
Bitlis Hakkâri Muş Van Toplam<br />
7 0 2 2 11<br />
Mesleki, bilimsel ve teknik faaliyetler 0 1 1 0 2<br />
Medya Hizmetleri 0 0 0 1 1<br />
Matbaa ve Reklamcılık 0 0 0 1 1<br />
Toplam 7 1 3 4 15<br />
Hizmetler sektöründe il olarak Bitlis, ilçe olarak Muş Merkez(3), İpekyolu(3), Bitlis<br />
Merkez(2) ve Ahlat (2) öne çıkmaktadır. Firmaların %73,6’sı kendi mülklerinde;<br />
4<br />
Ankete cevap veren ve tarım alanında faaliyet gösteren ancak imalat sanayinde yer alan firmalar ile inşaat<br />
malzemesi üreten ve inşaat sektöründe olduğunu belirten firmaların cevabı sanayi kısmına eklenmiştir.<br />
446
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
%26,4’ü ise kiraladıkları yerlerde faaliyetlerini sürdürmektedirler. Ankete katılan<br />
firmalar Muş haricinde genel olarak kendi mülklerinde üretim yapmaktadırlar. Muş’ta<br />
kiralık üretim yeri oranının yüksek olmasında, Malazgirt tarım makineleri ihtisas<br />
sanayi bölgesinde ve Muş eski tekel depolarında üretim yapan firmaların etkisi<br />
büyüktür. İmalat sanayinde kiralık bir yerde üretim yapma oranı %80’dir. OSB’de<br />
(16/18) ve KSS’de (15/15) deki firmaların tamamına yakınının mülkiyeti firmaya<br />
aittir.<br />
Şekil 1.2: İllere Göre Mülkiyet Durumu<br />
50<br />
0<br />
5<br />
6<br />
11<br />
2<br />
35<br />
13 9 10<br />
Bitlis Hakkari Muş Van<br />
Firma Mülkü<br />
Kiralık<br />
Muş’ta OSB ve KSS olmasına rağmen, üretim bu alanların dışında gerçekleşmiştir.<br />
Van’da ise üretim yapan firmaların yaklaşık yarısı, Van OSB’de üretimlerini<br />
gerçekleştirmektedir. Hakkâri’de OSB olmadığı, Bitlis’te ise henüz firmaların üretime<br />
geçmediği dikkate alınmalıdır.<br />
Tablo 1.4: Üretim Yapılan Yer<br />
Üretim Yapılan Yer<br />
İşletmenin Faaliyet<br />
Gösterdiği İl OSB KSS Diğer Toplam<br />
Bitlis - 2 10 12<br />
Hakkâri - 3 7 10<br />
Muş 1 3 14 18<br />
Van 17 7 12 36<br />
Toplam 18 15 43 76<br />
2009 KOBİ MDP yararlanıcılarının %51’i çocuklarının başka bir alana yönelmesini<br />
talep ederken diğer iki mali destek programı yararlanıcılarında bu oran %25<br />
seviyelerindedir. Hakkari’de %45, Van’da %42’lik yararlanıcı kitlesi çocuklarının<br />
aynı işe devam etmemeleri yönünde görüş bildirmişlerdir. Bu oran diğer iki ilde<br />
yaklaşık %30 seviyesindedir. Ana sektörlere göre ise sanayide %62, hizmetler<br />
sektöründe %60 oranında yararlanıcı, çocuklarının işletmeyi devralmaları yönünde<br />
görüş bildirmiştir. İmalat sanayi içerisinde gıda ürünleri ve içecek imalatı yapan<br />
firmaların %82’si çocuklarının farklı bir sektöre yönelmelerini istemektedir. Tekstil<br />
ve giyim ürünleri imalatı ile kâğıt imalatı yapan tüm firmalar ise kendi işlerinin<br />
çocukları tarafından devam ettirilmesini istemektedir.<br />
447
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
3. DESTEK SONRASI İŞLETMELERDEKİ DEĞİŞİM<br />
İşletmelerin ciro değişimine bakıldığında, Ajans desteği sonrasında 28 firma %10-20<br />
aralığında, firmaların yaklaşık yarısı ise %10-30 aralığında ciro artışı olduğunu ifade<br />
etmiştir.<br />
Şekil 2.1: İşletmelerde Ciro Değişimi<br />
Sanayi sektöründe firmaların yarısı %10-30 aralığında, hizmetlerde firmaların önemli<br />
bir kısmı 0-%20 arasında bir artış olduğunu ifade etmiştir. İmalat sanayinin alt<br />
kırılımları sanayideki dağılıma paralellik göstermektedir.<br />
Tablo 2.1: Ana Sektörlere Göre Ciro Değişimi<br />
Ciro Artışı<br />
İşletmenin Faaliyet Gösterdiği Sektör<br />
Toplam<br />
Sanayi<br />
Hizmetler<br />
0-%4 4 3 7<br />
%5-%9 8 3 11<br />
%10-%20 25 3 28<br />
%21-%29 13 1 14<br />
%30-%49 14 0 14<br />
%50-%99 5 3 8<br />
%100 ve + 7 2 9<br />
Toplam 76 15 91<br />
Tablo 2.2: İllere Göre Ciro Değişimi<br />
Ciro<br />
Artışı<br />
14; 15%<br />
7; 8% 11; 12%<br />
8; 9% 9; 10% Ciro Artışı<br />
14; 15%<br />
28; 31%<br />
İşletmenin Faaliyet Gösterdiği İl<br />
448<br />
0-%4<br />
%5-%9<br />
%10-%20<br />
%21-%29<br />
%30-%49<br />
Toplam<br />
Bitlis Hakkâri Muş Van<br />
0-%4 1 2 2 2 7<br />
%5-%9 4 1 3 3 11<br />
%10-%20 6 1 6 15 28<br />
%21-%29 0 0 3 11 14<br />
%30-%49 2 3 3 6 14<br />
%50-%99 4 2 1 1 8<br />
%100 ve + 2 2 3 2 9<br />
Toplam 19 11 21 40 91<br />
Firmaların yaklaşık %40’ı, %10-%20 arası net kâr artışı olduğunu belirtmişlerdir. Ana<br />
sektörler itibariyle sanayideki firmaların %39’u, %10-20 aralığında artış kaydettiği
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
belirtmiştir. İmalat sanayinin kâr artışı alt kırılımları itibariyle benzerlik<br />
göstermektedir. Üretim yapılan yer dikkate alındığında OSB de %10-30 aralığında net<br />
kâr artışı yapan firmaların %50’yi geçtiği; KSS ve diğer yerlerde %10-20 aralığında<br />
net kâr artışı sağlayan firma oranlarının %40’ı geçtiği görülmektedir.<br />
Tablo 2.3: İllere Göre Firmalarda Net Kâr Değişimi<br />
İşletmenin Faaliyet Gösterdiği İl<br />
Bitlis Hakkâri Muş Van<br />
Toplam<br />
Artış<br />
yaşanmamıştır<br />
1 2 3 0 6<br />
0-%4 2 0 0 3 5<br />
%5-%9 1 2 5 7 15<br />
Net Kâr %10-%20 8 2 6 18 34<br />
Değişimi<br />
%21-%29 0 0 0 5 5<br />
%30-%49 5 2 2 2 11<br />
%50-%99 1 3 2 2 8<br />
%100 ve + 1 0 2 2 5<br />
Toplam 19 11 20 39 89<br />
Firmaların yarısı, aktif büyüklüklerinin %5-%20 aralığında değiştiğini belirtmiştir.<br />
2009 KOBİ ve 2013 İKMDP’de de bu oran benzerdir. 2010 KOBİ MDP ile<br />
desteklenen firmaların %24,1’i büyüklüklerinde %30-49 aralığında bir artış olduğunu<br />
belirtmişlerdir. Hizmetler sektöründe yoğunlukla 0-%20 aralığında bir artış<br />
görülürken, sanayi firmaları genel olarak %5-20 aralığında bilanço artışı kaydetmiştir.<br />
Sanayinin alt sektörleri itibariyle gıda ürünlerinin imalatında %10-20 aralığında,<br />
tekstil sektöründe yoğunlaşma ise %10-20 aralığında ve %100 ve üstünde<br />
görülmektedir. Kimyasal ürünlerin imalatında %10-20 artışa yoğunlaşma olduğu,<br />
mobilya imalatında %10-30 aralığında, inşaat malzemelerinde %5-10 aralığında bir<br />
artışta yoğunlaşma olduğu belirtilmiştir. Hizmetler sektörünün alt gruplarında<br />
yoğunlaşmanın genel olarak 0-%20 artış aralığında olduğu gözlemlenmiştir.<br />
Şekil 2.2: Firmalarda Bilanço Değişimi<br />
12; 13%<br />
3; 3%<br />
14; 15%<br />
9; 10%<br />
Bilanço Değişimi<br />
7; 8%<br />
20; 22%<br />
26; 29%<br />
0-%4<br />
%5-%9<br />
%10-%20<br />
%21-%29<br />
%30-%49<br />
%50-%99<br />
%100 ve +<br />
Müşteri değişimleri incelendiğinde firmaların %25’i, %10-20 aralığında; %54’ü ise<br />
%5-30 aralığında bir artış yaşadıklarını belirtmişlerdir. 2009 ve 2010 KOBİ MDP’de<br />
benzer bir durum söz konusu iken 2013 İKMDP’de müşteri sayısındaki artışı %100<br />
449
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ve üzeri olarak belirten firma sayısı %26,7’dir. Bitlis’te %10-20 aralığı, Hakkâri’de<br />
%50-99 aralığı, Muş ve Van’da %10-20 aralığı ilk sırada yer almaktadır. Üretim<br />
miktarının %100 ve üzeri artış kaydettiği firma oranı Bitlis’te %18, Hakkâri’de %33,<br />
Muş’ta %39 ve Van’da %11’dir. Üretim kapasitesindeki artışın 2 kat ya da daha fazla<br />
olduğunu belirten firma oranı Muş’ta %39, Bitlis’te %36’dır. İmalat sanayinin alt<br />
kırılımlarına bakıldığında tekstil sektöründeki 5 firmanın 4’ü üretim kapasitesinin<br />
%100 ve üzeri arttığını belirtmiştir. OSB ve KSS’de faaliyet gösteren firmaların<br />
yaklaşık %30’u %30-50 aralığında üretim kapasitesi artışı olduğunu belirtmiştir.<br />
Firmaların %58’i üretim maliyetlerinde bir azalma olmadığını belirtmiştir. %20 ve<br />
üzeri üretim maliyeti düşüşü firmaların %9’unda gerçekleşmiştir. Üretim<br />
maliyetlerinde azalma yaşanmadığını belirten firma oranı %82 ile en yüksek Bitlis’te<br />
iken, en düşük oran %50 ile Muş ilindedir. Azalma yaşanmadığını belirten sanayi<br />
firmalarının oranı %59 iken, hizmetler sektöründe bu oran %50’dir.<br />
Tablo 2.48: İşletmelerin Alan Büyüklüklerindeki Değişimi<br />
İşletmenin Faaliyet Gösterdiği<br />
Sektör<br />
Toplam<br />
Sanayi Hizmetler<br />
Artış yaşanmamıştır 32 9 41<br />
İşletmelerin Alan<br />
Büyüklüklerindeki<br />
Değişimi<br />
1-99 metrekare 2 1 3<br />
100-199 metrekare 7 2 9<br />
200-299 metrekare 5 0 5<br />
300-499 metrekare 13 0 13<br />
500-999 metrekare 4 0 4<br />
1000 metrekare ve<br />
+<br />
13 3 16<br />
Toplam 76 15 91<br />
İmalat sanayinin alt sektörleri arasında TRB2 bölgesine yapılan satışın hem mobilya<br />
imalatı ve gıda ürünlerinde hem de içecek imalatında oldukça yüksek olduğu<br />
görülmektedir. Tekstil ve giyim ürünleri imalatı yapan firmalar ile plastik ve kauçuk<br />
ürünleri üreten firmaların bölge dışına satışları diğer sektörlere göre yüksektir. Ajans<br />
desteği sonrasında ihracata başlayan firma sayısı Van’da 8, Muş’ta 4 ve Bitlis’te 2<br />
iken Hakkâri’de destek alan firmaların hiçbiri ihracata başlamamıştır. Tekstil ve giyim<br />
ürünleri imalatı, metal sanayi ve inşaat malzemeleri imalatı 4’er firma ile ihracatın<br />
yoğunlaştığı sektörler olmuştur. İhracata başlayan firmaların yarısı OSB de, 1 firma<br />
da KSS de üretim faaliyetini gerçekleştirmektedir. İhracat yapılan ülke sayısı 14 olup<br />
Irak, İran ve Almanya’ya ihracat yapan firma sayısı en yüksek seviyededir. Tekstil<br />
üretimi yapan firmalar başta Almanya olmak üzere Avrupa ve Kuzey Afrika<br />
ülkelerine ihracat yapmaktadır. İnşaat malzemeleri üreten firmalar Irak ve<br />
Kafkasya’ya ihracat yaparken metal sanayinde İran, Irak ve Kafkas ülkeleri ön plana<br />
çıkmaktadır.<br />
450
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Şekil 2.41: İhracat Yapılan Ülkeler<br />
8<br />
6<br />
4<br />
2<br />
0<br />
7<br />
İhracat Yapan Firma Sayısı<br />
4 4<br />
3<br />
2 2 2<br />
1 1 1 1 1 1 1<br />
Proje uygulamasından önce 1126 olan toplam istihdam, proje uygulamasından sonra<br />
2244’e yükselmiştir. 91 firmanın 85’i istihdamda artış yaşamıştır. Programın<br />
uygulanmasından önce 12,37 olan ortalama istihdamın program sonrasında 24,66’ya<br />
yükseldiği görülmüştür.<br />
Şekil 2.3: Mali Destek Programlarına Göre İstihdam Değişimi<br />
MDP'ye Göre İstihdam Değişimi<br />
504; 45%<br />
254; 23%<br />
360; 32%<br />
2009 KOBİ Mali Destek<br />
Programı<br />
2010 KOBİ Mali Destek<br />
Programı<br />
2013 İktisadi Kalkınma<br />
Mali Destek Programı<br />
İstihdam artışında %37 ile Van ilk sırada , %32 ile Muş ikinci sıradadır. İlçe olarak<br />
en fazla değişim Muş Merkez, Tuşba ve Güroymak’ta gerçekleşmiştir.<br />
Sanayi sektöründe oluşan istihdam %84, hizmetler sektöründe ise %16<br />
seviyesindedir. İmalat sanayinde istihdama katkı olarak öne çıkan sektör %47 ile<br />
tekstil ve giyim ürünleri üretimi olmuştur. Tekstil sektörünü, inşaat malzemeleri<br />
imalatı ve metal sanayi takip etmektedir. Hizmetler sektöründe ise %64 ile konaklama<br />
ve yiyecek hizmeti faaliyetleri ilk sırada yer almaktadır.<br />
İstihdam edilen personelin eğitim durumuna bakıldığında Van ve Muş’ta ilkokul<br />
mezunu çalışanlar ağırlıkta iken Bitlis ve Hakkâri’de lise ve ortaokul mezunu<br />
çalışanlar ağırlıktadır. Lisans ve üstü eğitime sahip kişilerin istihdamının en düşük<br />
seviyede olduğu görülmektedir.<br />
451
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 2.5: İllere Göre İstihdam Edilen Personelin Eğitim Düzeyi<br />
Bitlis Hakkâri Muş Van Toplam<br />
İlkokul 86 25 312 434 857<br />
Ortaokul 134 34 98 293 559<br />
Lise 188 122 146 239 695<br />
Lisans 21 23 24 51 119<br />
Lisans Üstü 0 0 0 14 14<br />
Toplam 429 204 580 1031 2244<br />
Firmaların %88’inde Ar-Ge personeli çalışmamaktadır. Ar-Ge personeli çalıştıran<br />
firmalardan 10’u Van’da, 1’i Muş ilinde bulunmaktadır. Firmaların yeni bir yatırım<br />
düşüncesinin olup olmadığı yönündeki soruya Bitlis’teki firmaların %63’ü,<br />
Hakkâri’dekilerin %27’si, Muş’takilerin %62’si ve Van’dakilerin %50’si olumlu<br />
cevap vermiştir. Sanayi firmalarının yarısı, hizmetler sektöründeki firmaların ise<br />
%67’si yeniden yatırım yapmayı düşünmektedirler. Sanayide tekstil firmalarının<br />
%100’ü metal sanayinin %72’si yeniden yatırım yapmayı düşünmektedir. Hayır<br />
cevabının en yüksek olduğu ve yeniden yatırım düşünmeyen sektörler kâğıt ve gıda<br />
sektörüdür.<br />
Hizmetler alanında konaklama sektöründe 7 firma tekrar yatırım yapmayı<br />
düşünmekte, 4 firma ise yatırım yapmamayı düşünmektedir. Üretim yeri firmaya ait<br />
olan işletmelerin %43’ü yeniden yatırım yapmayı düşünürken, kiralık olarak faaliyet<br />
gösteren işletmelerde bu oran %79’a yükselmektedir. OSB’deki firmaların yarısı,<br />
KSS’dekilerin ise %40’ı yeniden yatırım yapmak istemektedir. Ajans desteği ile %10<br />
ve üzerinde ciro artışı yaşayan firmaların çoğunluğu, ihracata başlayan firmaların<br />
%71’i tekrar yatırım yapmayı düşünmektedir.<br />
Ajans desteği ile, üretim yapılan sektör dışındaki bir sektörde üretim yapmayı<br />
düşünen 14 firma, düşünmeyen 77 firma bulunmaktadır. Bu 14 firmanın 9’u 5-9 yıldır<br />
faal olarak çalışmalarını sürdürmektedir. Sanayi sektöründe 12 firma, hizmetler<br />
sektöründe (konaklama) ise 2 firma mevcut sektörü dışında bir yatırım yapmayı<br />
düşünmektedir. İmalat sanayi içerisinde özellikle 5 firma ile inşaat malzemeleri<br />
üretimi sektörü ile metal sanayi sektöründe 4 firma sektör değişikliği düşüncesindedir.<br />
Gıda, kauçuk ve plastik ürünlerin imalatı ile tamir onarım yenileme sektörlerinde 1’er<br />
firma başka sektöre yatırım yapmayı düşünmektedir. Değişiklik düşüncesi içerisinde<br />
olan firmaların 4’ü OSB de 3’ü KSS de faaliyet göstermektedir. Mevcut sektörleri<br />
dışında yatırım yapmayı düşünen firmalar, Hakkâri hariç, faaliyet gösterdikleri illerde<br />
yatırım yapmayı düşünmektedir.<br />
Firmaların %26’sı bölge dışı pazarlara erişimin sağlanamaması, %23’ü iç pazarlarda<br />
üretilen ürüne talebin az olması ve %23’ü bölgesel sorunları sektörde büyümeme<br />
nedeni olarak göstermişlerdir. Üretim yaptıkları sektörde büyümeme nedenlerini<br />
Hakkâri’deki firmaların %60’ı bölgesel sorunlara, Van’daki firmaların %50’si bölge<br />
dışı pazarlara açılamama ve iç pazarda üretilen ürüne olan talebin az olmasına<br />
bağlamıştır. Muş’ta ise üretilen ürüne iç pazarda talebin az olması %33, bölge dışı<br />
pazarlara erişim sağlanamaması %22 ve bölgesel sorunlar %22 oranında etkili<br />
olmuştur. İmalat sanayinin alt kırılımlarına bakıldığında gıda ürünleri imalatı yapan<br />
452
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
firmalar bölgesel sorunların, tekstil üreticileri bölge dışı pazarlara erişimin<br />
sağlanamamasının, inşaat malzemeleri imalatı ve metal sanayi üreticileri iç pazarlarda<br />
üretilen ürüne talebin az olması ve bölge dışı pazarlara erişimin sağlanamamasının<br />
sektörel büyümeyi olumsuz etkilediğini belirtmişlerdir.<br />
Tablo 2.6: Sektörde Faaliyet Gösterme Nedeni<br />
Sektörde Faaliyet Gösterme Nedeni<br />
453<br />
Firma<br />
Sahibi<br />
Yüz<br />
-de<br />
36,<br />
3<br />
Birikimli<br />
Yüzde<br />
Bu sektörde “baba mesleği” olarak kuşaktan kuşağa<br />
üretimimize devam ediyoruz.<br />
33 36,3<br />
Sektörde başka yatırımcıları görünce yatırım yapmaya<br />
karar verdik.<br />
9 9,9 46,2<br />
Yatırım yapmadan önce sektörde ticari tecrübemiz olduğu 48,<br />
44<br />
için yatırım yapmaya karar verdik.<br />
4<br />
94,5<br />
Memleketimizi yatırım yapma isteği 1 1,1 95,6<br />
Diğer 3 3,3 98,9<br />
Sektörde açık olduğunu görüp yatırım yapmaya karar<br />
verdik.<br />
1 1,1 100<br />
Toplam 91 100<br />
Firmaların %61’i yeniden üretim yapmaya başladıkları varsayıldığında, aynı sektörde<br />
kalacaklarını belirtmişlerdir. Geriye kalan % 39’un önemli bir kısmı inşaat alanında<br />
yatırım yapmak istediklerini belirtmiştir. Ticaret, tarım ve hayvancılık, gıda ve<br />
hizmetler sektörleri diğer öne çıkan sektörlerdir.<br />
İl bazlı olarak incelendiğinde aynı sektörü seçeceğini belirten firma oranı Bitlis’te<br />
%72, Hakkâri’de %82, Muş’ta %62 ve Van’da %50 oranındadır. Lisansüstü eğitime<br />
sahip tüm firma sahipleri ve ilkokul mezunu firma sahiplerinin %67’si sektör<br />
değiştirmek istemektedir. Sanayi sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin %62’si,<br />
hizmetler sektöründe ise %57’si aynı sektörde kalmak istediğini belirtmiştir. Sanayi<br />
sektöründe olup da sektör değiştirmek isteyenlerin ilk tercihi inşaat sektörüdür.<br />
Hizmetler sektöründe ticaret ve inşaat öne çıkmaktadır. İmalat sanayinin alt dalları<br />
itibariyle aynı sektörde kalmayı en çok tercih edenler metal sanayi (%83), mobilya<br />
(%75), kauçuk ve plastik ürünlerin imalatıdır (%67). Bununla birlikte bu oranın en<br />
düşük olduğu sektör gıda ürünleri ve içecek imalatıdır (%18). Hizmetlerde öne çıkan<br />
sektör olan konaklama faaliyetleri için aynı sektörde kalmak isteyenlerin oranı<br />
%70’tir. OSB’de faaliyet gösteren firmaların yaklaşık %37,5’i aynı sektörde kalmak<br />
istediklerini belirtmiştir. Bu oran KSS’deki firmalarda %87’ye çıkmaktadır. Ajans<br />
desteği aldıktan sonra başka bir kurumda hibe desteği almış firmalardan aynı sektörde<br />
kalmak isteyenlerin oranı %33 düzeyinde olup destek almamışlarda bu oran %64’tür.<br />
Firmaların %54’ü (49 firma) için Ajans desteği, yatırım kararını öne almalarını<br />
sağlamıştır. Firmaların %15’i Ajans desteği olmasaydı yatırım yapmayacaklarını<br />
ifade etmiştir. 15 firma ise Ajans desteği olmasaydı yine aynı dönemde yatırımlarını<br />
hayata geçireceklerini bildirmiştir.<br />
Hakkâri’deki ve Muş’taki firmaların önemli bir kısmı ,%60’tan fazlası, Ajans<br />
desteğinin yatırım kararını öne almalarında etkili olduğunu belirtmiştir. Bu oran Bitlis<br />
ve Van firmaları için %47 seviyesindedir. Ajans desteği olmasaydı Van’daki<br />
firmaların %27’si, Hakkâri’deki firmaların ise %18’si yatırım yapmayacaklarını
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
belirtmiştir. Sanayideki firmaların %58’i, hizmetler sektöründekilerin ise %33’ü<br />
Ajans desteğinin yatırım kararını öne çektiğini belirtmiştir. Ajans desteği olmasaydı<br />
yatırım yapmayacak firma oranı sanayide %14,5, hizmetlerde ise %20 seviyesindedir.<br />
İmalat sanayide tekstil, kâğıt, tamir onarım ve yenileme alanlarında üretim yapan tüm<br />
firmalar ile mobilya imalatı yapan firmaların %75’i yatırımlarını Ajans desteği alınca<br />
öne çektiklerini belirtmişlerdir. OSB de faaliyet gösteren 10 firma (%56) ve KSS de<br />
üretim yapan 12 firma (%80) Ajans desteğinin yatırım kararını erkene almalarını<br />
sağladığını ifade etmiştir.<br />
Tablo 9: İllere Göre Ajans Desteğinin Yatırım Kararına Etkisi<br />
İşletmenin Faaliyet Gösterdiği<br />
İl<br />
Bitli<br />
s<br />
Hakkâ<br />
ri Muş Van Toplam<br />
Ajans desteği yatırım kararımızı öne 9 7 14 19 49<br />
Ajans<br />
Desteğin<br />
in<br />
Yatırım<br />
Kararın<br />
a Etkisi<br />
almamıza neden oldu.<br />
Ajans desteği olmasaydı<br />
yatırımlarımızı daha geç bir<br />
dönemde yapacaktık.<br />
Ajans desteği olmasaydı yatırım<br />
yapmayacaktık.<br />
Ajans desteği olmasaydı yine de<br />
aynı dönemde yatırımımızı<br />
gerçekleştirecektik.<br />
4 2 2 5 13<br />
0 2 1 11 14<br />
6 0 4 5 15<br />
Toplam 19 11 21 40 91<br />
Ajans’ın açacağı KOBİ Mali Destek Programlarına firmaların büyük kısmı (%79)<br />
tekrar başvuru yapacağını belirtmiştir. Hakkâri’deki tüm firmalar tekrar başvuru<br />
yapacaklarını belirtirken Van firmaların %80’i, Bitlis firmalarının %79’u ve Muş<br />
firmalarının %67’si tekrar başvuru yapacağını ifade etmiştir. İmalat sanayide Ajansa<br />
tekrar başvurmayacaklarını bildiren firmalar; inşaat malzemeleri üretimi (5 firma,<br />
%24), gıda (4 firma, %36), metal sanayi (4 firma, %22), mobilya üretimi (2 firma,<br />
%25) ve kâğıt (1 firma, %100) üretimi sektörlerinde faaliyet göstermektedir.<br />
Hizmetler sektöründe Ajansa tekrar başvurmayacaklarını bildiren 2 firma da<br />
konaklama sektöründe faaliyet göstermektedir.<br />
Şekil 2.4: KOBİ Mali Destek Programına Tekrar Başvuru Düşüncesi<br />
KOBİ Mali Destek Programına Tekrar Başvuru<br />
Düşüncesi<br />
Hayır<br />
; 19;<br />
21%<br />
Evet; 72;<br />
79%<br />
454
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Uygulanan projelerin firmaların kurumsallaşmasına olan etkisi incelendiğinde,<br />
Bitlis’teki firmaların %68’i daha profesyonel bir ekip kurduklarını dile getirirken<br />
%5,3’ü kurumsal yapı üzerinde herhangi bir etkinin olmadığını belirtmişlerdir.<br />
Hakkâri’de firmaların %55’i daha profesyonel bir ekip kurarken %36’sı iş güvenliği<br />
konusunda daha bilinçli hale geldiklerini ifade etmiştir. Muş’ta firmaların %43’ü daha<br />
profesyonel bir ekip kurduklarını, %14’ü uzmanlaşmaya gittiklerini, %24’ü iş<br />
güvenliği konusunda daha bilinçli bir hale geldiklerini belirtirken %19’u kurumsal<br />
yapılarında herhangi bir değişimin olmadığını ifade etmiştir. Van’da ise firmalar %50<br />
oranında daha profesyonel bir ekip kurduklarını belirtirken %25 oranında daha bilinçli<br />
iş güvenliği, %17,5 oranında uzmanlaşma olduğunu belirtmişlerdir. Herhangi bir<br />
kurumsal katkının olmadığını belirtenler %7,5 düzeyindedir.<br />
Firmaların iş tecrübeleri dikkate alındığında 20 yaş ve üzeri firmaların %83’ü daha<br />
profesyonel bir ekip kurduklarını belirtmişlerdir. Metal sanayi ile kauçuk ve plastik<br />
ürünlerin imalatını yapan firmaların %67’si daha profesyonel bir ekip kurduklarını<br />
belirtirken inşaat malzemeleri üretimi yapan firmaların %38’i iş güvenliği<br />
konularında daha bilinçli bir hale geldiklerini ifade etmiştir.<br />
Şekil 2.5: Proje Uygulamasının Kurumsal Yapıya Etkisi<br />
Proje Uygulamasının Kurumsal Yapıya Etkisi<br />
Daha profesyonel bir ekip kurarak<br />
faaliyetlere devam ettik.<br />
48<br />
İşletme iş güvenliği, sigortalı işçi<br />
çalıştırma konularında daha bilinçli…<br />
Uzmanlaşmaya giderek iş bölümünü<br />
belirgin bir hale getirdik.<br />
Kurumsal yapımıza herhangi bir etkisi<br />
olmamıştır.<br />
Etkin bir şekilde danışmanlık<br />
hizmetlerinden faydalanmaya başladık.<br />
1<br />
Ajans desteği alan firmalardan 46 tanesi bu destek neticesinde yeni ürün ya da ürünler<br />
geliştirdiklerini belirtmiştir. Bu 46 firmanın 12 tanesi 3 yeni ürün, 11 tanesi 6 veya<br />
daha fazla yeni ürün, 9 tanesi 2 yeni ürün, 8 tanesi 1 yeni ürün, 4 tanesi 4 ürün ve 2<br />
tanesi 5 yeni ürün üretmeye başlamıştır. Van’da 24 firma, Muş’ta 12 firma,<br />
Hakkâri’de 6 firma ve Bitlis’te 4 firma yeni ürün üretmeye başlamışlardır. Bu<br />
firmalardan 13’ü metal sanayinde, 8’i inşaat malzemeleri üretimi, 7’si gıda ürünleri,<br />
5’i mobilya ve 5’i kauçuk ve plastik ürünlerin imalatında faaliyet göstermektedir.<br />
Yeni ürün üreten 11 firma OSB’de ve 11 firma KSS’de üretimlerini<br />
gerçekleştirmektedir.<br />
8<br />
13<br />
21<br />
0 10 20 30 40 50 60<br />
455
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Şekil 2.6: Ajans Desteğiyle Yeni Ürün Üretimi<br />
Ajans Desteğiyle Yeni Ürün Üretimi<br />
Evet; 46; 55%<br />
Hayır; 37; 45%<br />
Firmaların yaklaşık %40’ı ürün tanıtımı, satışı gibi amaçlarla fuarlara katıldığını<br />
%60’ı ise katılmadığını ifade etmiştir. Bu firmaların yaklaşık yarısı Ajans desteği<br />
aldıktan sonra fuarlara katılım sağlamaya başlamıştır. Ankete katılan Hakkâri<br />
firmalarının hiçbiri fuarlara katılmazken, Muş’taki firmaların %43’ü, Van’daki<br />
firmaların %46’sı ve Bitlis’te yer alan firmaların %47’si fuarlara katıldığını<br />
belirtmiştir. İşletme sahibinin yaşı arttıkça fuarlara katılım eğiliminde düşüş olduğu<br />
gözlenmiştir. Sanayi sektöründe 28 firma (%37), hizmetler sektöründe ise 8 firma<br />
(%57) fuarlara katıldıklarını belirtmiştir. Gıda ürünleri üreten 11 firmanın 10’u,<br />
tekstilde faaliyet gösteren 5 firmanın 4’ü fuarlara katılım sağlamadıklarını<br />
belirtmişlerdir. İnşaat malzemeleri üreten 9 firma fuarlara katılırken 12 firma<br />
katılmadığını ifade etmiştir. Metal sanayide 9 firma fuarlara katıldığını, 9 firma<br />
katılmadığını belirtmiştir. Mobilya imalatı yapan 3 firma fuarlara katılım sağlarken<br />
5’i katılım sağlamamaktadır. Konaklama hizmeti sunan 10 firmadan 6’sı fuarlara<br />
katıldığını beyan etmiştir. OSB’de faaliyet gösteren firmaların %78’i (14 firma)<br />
fuarlara katıldığını belirtmiştir.<br />
Destek alan firmaların %81’i Ajans destek mekanizmasından memnun olduklarını ,<br />
%19’u memnun olmadıklarını belirtmişlerdir. Destek mekanizmasından memnun<br />
olmayan 17 proje sahibinden 9 tanesi Ajans mevzuatının ağır prosedürler içerdiğini,<br />
5 tanesi eş finansman ve teminat zorunluluğunun işletmeyi finansal olarak zorladığını,<br />
1 tanesi danışmanlık sisteminin yetersiz olduğunu ve 2 tanesi de diğer faktörleri sebep<br />
olarak göstermiştir. İl özelinde bakıldığında Bitlis’te 3 firma (%16), Hakkâri’de 1<br />
firma (%9) Muş’ta 5 firma (%24) ve Van’da 8 firma (%20) destek sisteminden<br />
memnun olmadıklarını ifade etmiştir. Sanayi sektöründeki firmaların %17’si (13<br />
firma), hizmetler sektöründeki firmaların %27’si (4 firma) Ajans destek<br />
mekanizmasından memnun olmadıklarını belirtmiştir. İmalat sanayide memnuniyet<br />
düzeyi en düşük olan sektör 576 ile inşaat malzemeleri üretimi olmuştur. Konaklama<br />
hizmetlerinde ise 11 firmanın 3’ü memnun olmadığını belirtmiştir.<br />
456
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Şekil 2.7: Ajans Destek Sisteminden Memnuniyet<br />
Ajans Destek Sisteminden Memnuniyet<br />
Hayır; 17; 19%<br />
Evet; 74; 81%<br />
Firmaların %95’i (86 firma) Ajans desteği aldıktan sonra projeden kaynaklı işlerine<br />
devam etiklerini belirtmiştir. 1 firma işletmeyi başkasına devrettiğini ve başka sektöre<br />
geçtiğini belirtmiştir. 1 firma rekabet edemediği için çalışmaları durdurduğunu, 1<br />
firma sermaye yetersizliği nedeniyle, 1 firma bankalara ve piyasaya olan borçlarını<br />
çeviremediği için ve 1 firma diğer bir nedenden ötürü işlere devam edemediğini<br />
belirtmiştir. Bu 5 firmanın 3’ü Muş’ta, 1’i Van’da, 1’i de Hakkâri’de bulunmaktadır.<br />
4. SONUÇ<br />
Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı’nın destek verdiği 91 firmaya uygulanan anketten<br />
elde edilen sonuçlara göre, firmalardaki değişimler değerlendirilmiştir. Destek verilen<br />
firmaların hepsinin cirolarında artış olduğu gözlenmiştir. Ankete katılan 14 firma<br />
Ajans desteği sonrasında ihracata başladığını belirtmiştir. Proje sahipleri ile yapılan<br />
ankete göre, verilen destekten önce 1126 olan toplam istihdam, verilen destekten<br />
sonra 2244’e yükselmiştir. 91 firmanın 5 tanesi istihdamda gerileme olduğunu<br />
belirtirken, 1 firmada değişiklik olmamış ve 85 firmanın istihdamında artış<br />
yaşanmıştır. Ajans desteği alan firmalardan 46 tanesi aldıkları destek neticesinde yeni<br />
ürün ya da ürünler geliştirdiklerini belirtmişlerdir. Ajans’ın açacağı KOBİ Mali<br />
Destek Programlarına firmaların %79’u tekrar başvuru yapacağını belirtmiştir. Ajans<br />
destek sisteminden memnun olan firma oranı %81’dir. Destek sisteminden memnun<br />
olmayan 17 proje sahibinden 9 tanesi Ajans mevzuatının ağır prosedürler içerdiğini,<br />
5 tanesi eş finansman ve teminat zorunluluğunun işletmeyi finansal olarak zorladığını,<br />
1 tanesi danışmanlık sisteminin yetersiz olduğunu ve 2 tanesi de diğer faktörleri sebep<br />
olarak göstermiştir. Anket sonuçlarına göre verilen desteklerin firmaların<br />
büyümelerine katkı sağladığı söylenebilir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Cankorkmaz, Z. (2011). Türkiye’de bölgesel kalkınma ajansları ve bu ajanslara<br />
yönelik eleştiriler. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler<br />
Fakültesi Dergisi, 26, 113-138<br />
Meydan, M. C. (2014), Kalkınma Ajansı Desteklerinin Değerlendirilmesi: Karşıt<br />
Durum Etki Değerlendirme Örneği Uzmanlık Tezi. Bölgesel Gelişme ve<br />
Yapısal Uyum Genel Müdürlüğü<br />
Planlama, Programlama ve Koordinasyon Birimi (2014), 2014-2023 Dönemi TRB2<br />
Bölgesi Bölge Planı<br />
457
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Yatırım Teşvik Sisteminin TRB2 Bölgesine Çekilen<br />
Yatırımlar Açısından Değerlendirilmesi<br />
Muhammed Ali YILDIRIM 1 , Emine ALPASLAN 2<br />
2008 Küresel Finansal Kriz dolayısıyla dünya genelinde baş gösteren ekonomik<br />
daralmanın etkisini minimize etmek, teşviklerin bölgelerarası dağılımını dengelemek<br />
ve daha etkin bir büyüme sağlamak için hükümet 2009 yılında DPT’nin 2001 yılı<br />
verileri kullanılarak sosyoekonomik gelişmişlik düzeyine göre bölgesel yatırım teşvik<br />
paketini uygulamaya koymuştur. Teşvik paketinin istenen sonuçları vermemesi<br />
üzerine 15 Haziran 2012 tarih ve 2012/3305 sayılı Yatırımlarda Devlet Yardımları<br />
Hakkında Karar yürürlüğe girmiştir. Bu kapsamda, ülkemizde 2009-2016 yılları<br />
arasında alınan teşvik belgeleri incelenmiş olup toplam yatırım tutarları ve istihdam<br />
düzeylerine ait elde edilen istatistiki veriler derlenerek, söz konusu amaç<br />
doğrultusunda hazırlanan karşılaştırmalı tablolar vasıtası ile TRB2 bölgesinin, 6.bölge<br />
ve ülke genelinde teşvik sisteminden aldığı pay ortaya konmuştur. Bununa birlikte<br />
mevcut teşvik sistemi eleştirel bir bakış açısı ile ele alınmış olup yapılacak olan yeni<br />
düzenlemelerde bölgenin teşvik sisteminden alacağı payın artması amacı ile ilgili<br />
tespitler yapılmış ve öneriler sunulmuştur.<br />
Anahtar kelimeler: Yatırım Teşvik Sistemi, Devlet Yardımları, TRB2 Bölgesi<br />
Yatırımlar<br />
Abstract<br />
Due to Global Financial Crisis of 2008 which outbreaked across the World,<br />
Government has put the regional investment incentive package in 2009,according to<br />
the level of socioeconomic development using DPT’s data from 2001, in order to<br />
optimize the impact of the economic recession and to balance the interregional<br />
distribution of incentives and ensure more effective growth applications. Because of<br />
not having desired results of stimulus package, in the date of 15 June 2012 new<br />
Investment In State Aid Decision on No.2012/3305 entered into force. In this context,<br />
received incentive certificates examined between the years of 2009-2016 and<br />
statistical data obtained regarding in total investment amounts and employment levels.<br />
Prepared in accordance with the said purpose , it was demonstrated the incentive share<br />
of the region of TRB2 across 6th region and in the conutry by the means of<br />
comperative tables. Therewithal current incentive system has been consiedered with<br />
a crytical perspective so to increase the Region’s incentive share, recommendations<br />
and identifications were presented on the new regulations that will be made.<br />
Keywords: Investment Incentive System, State Aids, TRB2 Region<br />
1<br />
Uzman, Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı (DAKA) Muş Yatırım Destek Ofisi, ali.yildirim@daka.org.tr<br />
(Sorumlu Yazar/Corresponding Author)<br />
2<br />
Uzman, Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı (DAKA) Muş Yatırım Destek Ofisi,<br />
emine.alpaslan@daka.org.tr<br />
458
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
1. GİRİŞ<br />
Devletin teşvik politikaları, ülkede gelişmesi hedeflenen sektörlerden istihdam<br />
politikalarına, ülke içinde gelişmişlik farklarından iç göçün yönüne kadar birçok<br />
sosyal ve ekonomik unsuru şekillendirmeyi amaçlar. Bu kapsamda maddi olarak<br />
verilen destekler teşvik tedbirleri, yatırımlarda doğrudan devlet yardımları, kredi ve<br />
faiz destekleri gibi farklı başlıklarda olabilmektedir.<br />
2009 yılından önce uygulanan teşvik sistemlerinde destekler, sektörel öncelikler<br />
gözetilmeden dağıtılmıştır. 2009 yılından sonra ise illerde desteklenecek yatırımların<br />
hangi sektörlerden olması gerektiği belirlenmiştir. İlgili sektörlerin dışında kalan<br />
faaliyetlerin, bölgesel teşviklerden yararlanmasının önü kesilmiştir. 2012’de<br />
uygulamaya konulan yeni sistemde ise sektörel önceliklendirmenin devam ettiği<br />
görülmektedir. Bu bağlamda tek istisna ise sosyo-ekonomik açıdan en az gelişmiş<br />
bölge olan ve her sektörün teşvikle destekleneceği TRB2 bölgesinin de içinde olduğu<br />
6. Bölge destekleridir. 2012 yılında bölgesel gelişmişlik farklarını azaltmanın yanında<br />
küresel ekonomik gelişmelere ayak uydurmak ve ülkenin mali ve ekonomik gelecek<br />
stratejisini oluşturmak için yeni bir teşvik sistemi uygulamaya konmuştur.<br />
TRB2 bölgesi istatistiki bölge sınıflandırılması esasına göre yeni teşvik sistemi<br />
açısından 6.bölgede yer almaktadır.Bu çalışma ile, son sekiz yılın teşvik unsurları<br />
tahlil edilerek yeni teşvik sisteminin TRB2 bölgesindeki yansımaları<br />
değerlendirilecektir.Yapılacak değerlendirmeler neticesinde teşvik<br />
uygulamalarından, bölgenin istenilen düzeyde yatırım çekebilmesi ve teşvik belgesine<br />
dayalı yatırımların artması için yeni teşvik sistemi araçları için önerilerde<br />
bulunulacaktır.<br />
2. TÜRKİYE’DE UYGULAMAYA KONULAN ÇEŞİTLİ TEŞVİK<br />
UYGULAMALARI VE BÖLGESEL EŞİTSİZLİKLER<br />
Kamu yardımları bölgesel kalkınma politikalarının önemli araçlarındandır ve<br />
teşviklerle ekonomiye müdahale etmek modern devletlerin ortak özelliklerindendir.<br />
Hükümetler teşviklerle vergisel avantajlar sağlayarak yatırım maliyetlerini belirli<br />
bölgelerde düşürmekte, böylelikle finansman ihtiyacını azaltarak yatırımcıların o<br />
bölgeye belirli sektörlerde yatırım yapmasını kolaylaştırmaktadır (Yönetim ve<br />
Ekonomi Araştırmaları Dergisi, 2013). Böylece kamu, yatırımcıların yatırım<br />
kararlarını etkileyip faaliyetlerini yönlendirebilmektedir.<br />
Türkiye’de 1923-1950 yılları arasında ülke geneli sosyo-ekonomik açıdan çok kötü<br />
bir durumda olduğu için bölgesel değil ulusal bir kalkınma planı uygulanmıştır. Bu<br />
yıllarda, İstanbul ve İzmir ile bu illere yakın şehirler sermaye birikimi ve ticari gelenek<br />
olarak önde gelen şehirler olmuştur. Zamanla bu iller ve yeni gelişen birkaç il arasında<br />
olan Ankara, Adana, Kocaeli gibi iller sermaye birikiminin olduğu iller olmaları<br />
nedeniyle emek göçüne sahne olmuşlardır (GÜLEN, 2004). Böylece bu illerde<br />
sermaye birikimi daha fazla artmış, bu iller ve çevrelerindeki iller zamanla daha da<br />
gelişmiştir. Bu durum ilerleyen dönemlerde bölgeler arası gelir farkının artmasına<br />
neden olmuştur.<br />
459
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
1950-1960 arasında liberal politikaların etkisiyle özel kesimin yatırımları, sermaye<br />
birikiminin olduğu illere ve Marmara Bölgesi’ne yoğunlaşmıştır. Bu dönemde,<br />
ülkenin doğusu özel yatırımlardan da kamu yatırımlarından da yeterince<br />
faydalanamamıştır (DPT, 2000). 1960 yılında DPT’nin kurulmasıyla planlı<br />
ekonomiye geçilmiş, 1960 yılına kadar dar alanda uygulanan tedbir ve teşvikler<br />
zaman içerisinde geliştirilmiş ve daha geniş alanda uygulanmıştır (ERDAL ve<br />
KARAGÖL, 2013).<br />
2000’li yıllarla birlikte, bölgesel politikalar, gelişmişlik farklarının giderilmesinin<br />
yanı sıra bölgelerin rekabet gücünü arttırmakla birlikte ekonomik ve sosyal<br />
bütünleşmeyi hedeflemiştir. Sosyoekonomik farklılıklar günümüzde Türkiye’nin<br />
önemli sorunları arasında yer almaktadır. Büyük ve gelişmiş illerde yoğunlaşma<br />
devam etmektedir. 2008 yılı ve Düzey-2 bölgeleri itibariyle ilk beş bölgenin GSKD’e<br />
katkısı %55,5 iken, son dört bölgenin katkısı %4,4 düzeyindedir (Kalkınma Bakanlığı,<br />
2013).<br />
Türkiye’de son yıllarda uygulanan kalkınma programları teşviklerle desteklenmiştir,<br />
böylelikle ekonomik büyüme ve istihdam açısından önemli sonuçlar elde edilmiştir.<br />
Türkiye’de teşvikler Cumhuriyet’in erken dönemlerinde yerli sermayeyi özendirmek<br />
ve geliştirmek için kullanılmıştır. İlerleyen dönemlerde vergi ve gümrük tarifelerinde<br />
düzenlemeler yapılmış, dışa bağımlılığın azaltılması hedeflenmiştir.1960’dan sonra<br />
planlı ekonomiye geçişle birlikte teşvikler zamanla daha etkin sağlanmaya başlamıştır<br />
(ERDAL ve KARAGÖL, 2013).<br />
1980’li yıllar bölgesel ve sektörel gelişmeleri teşvik eden uygulamalardan oluşmuştur.<br />
2000’lere kadar yapılan teşviklerde, teşviğin analizinin iyi yapılmaması nedeniyle<br />
teşvik uygulamaları başarılı olamamıştır. 2000 sonrası analizler bölge bazlı yapılmış,<br />
sosyo-ekonomik durum analiz edilerek buna uygun sektörler belirlenebilmiştir<br />
(ERDAL ve KARAGÖL, 2013).<br />
2009 yılına gelindiğinde ise bölgesel ve sektörel öncelikler dikkate alınarak bir teşvik<br />
sistemi hazırlanmıştır. Etkinliğin sağlanabilmesi adına özel sektör için sektörel,<br />
bölgesel ve ölçeksel sınırlamalar yapılmıştır. Kümelenmenin sağlanması, teknoloji ve<br />
Ar-ge gücü yüksek büyük ölçekli yatırımların sağlanması hedeflenmiştir (ESER,<br />
2011).<br />
2009 yılında üç yıl boyunca yürürlükte kalan sistem, karşılaşılan yeni ekonomik<br />
ihtiyaçlar ve uygulamadaki aksaklıkları dikkate alacak şekilde ve arttırılan destek<br />
unsurları ile 2012 yılında yeniden düzenlenmiştir. Ekonomik riskleri bertaraf etmek<br />
ve yüksek büyüme oranlarının devamlılığını sağlamak, ithalatı ikame etmek ve dış<br />
kaynakları kullanmak için var olan teşvik sistemini daha avantajlı hale getiren ve<br />
teşvik unsurlarını arttıran Ekonomi Bakanlığı tarafından hazırlanan yeni teşvik sistemi<br />
ile ilgili düzenlemeler, 6322 sayılı Yasa ile 15.06.2012 tarihinde, Yatırımlarda Devlet<br />
Yardımları Hakkında Bakanlar Kurulu Kararı olarak 19.06.2012 tarihinde Resmi<br />
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 20.06.2012 tarihinde ise Yatırımlarda<br />
Devlet Yardımları Hakkında Kararın uygulanmasına İlişkin Tebliğ yayımlanmış,<br />
böylece yeni teşvik isteminin yasal altyapısı tamamlanmıştır. Böylelikle Cumhuriyet<br />
tarihinin en kapsamlı teşvik kanunu ile, ülkede rekabet gücünün, üretimin ve özellikle<br />
460
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
istihdamın artırılmasını, katma değeri, teknoloji ve AR-GE değeri yüksek stratejik<br />
yatırımlara yönlenilmesini ve bölgesel gelişmişlik farklarının giderilmesini sağlamayı<br />
ve ekonomimizin ithalata olan bağlılığını azaltmayı hedeflenmiştir.<br />
a. 2009/15199 Sayılı Teşvik Sistemi<br />
16 Temmuz 2009 tarih ve 27290 sayılı bakanlar kurulu kararı ile resmi gazetede<br />
yayımlanan 15199 sayılı teşvik sisteminin amacı; “Kalkınma Planları ve Yıllık<br />
Programlarda öngörülen hedefler ile uluslararası anlaşmalara uygun olarak,<br />
tasarrufları katma değeri yüksek yatırımlara yönlendirmek, üretimi ve istihdamı<br />
artırmak, yatırım eğiliminin devamlılığını ve sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak,<br />
uluslararası rekabet gücünü arttıracak teknoloji ve araştırma-geliştirme içeriği yüksek<br />
büyük ölçekli yatırımları özendirmek, doğrudan yabancı yatırımları artırmak, bölgesel<br />
gelişmişlik farklılıklarını gidermek, çevre korumaya yönelik yatırımlar ile araştırma<br />
ve geliştirme faaliyetlerini desteklemektir” (Ekonomi Bakanlığı, 2009) olarak<br />
açıklandı.<br />
Yeni sistemde, teşvik uygulaması açısından Düzey II seviyesindeki 26 bölge, SEGE<br />
kullanılmak suretiyle sıralanmıştır. Sıralama neticesinde, Düzey II bölgeleri dört<br />
gruba ayrılmıştır. Bu çerçevede Marmara ve İç Anadolu’nun kuzeybatısı ile İzmir<br />
birinci grupta yer alırken, Ege ve Akdeniz sahil bölgeleri ikinci grupta yer almıştır.<br />
Ege ve Akdeniz Bölgelerinin iç kesimleri ile İç Anadolu’nun büyük bir kısmı ise<br />
üçüncü grup kabul edilmiştir. Son olarak Doğu Anadolu Bölgesinin tamamı,<br />
Güneydoğu Anadolu Bölgesinin büyük çoğunluğu, Doğu Karadeniz Bölgesinin<br />
tamamı ve Kastamonu-Çankırı-Sinop Düzey II bölgesi dördüncü grup olarak<br />
tanımlanmıştır.<br />
Bu sınıflandırmaya göre Türkiye’nin yüz ölçümü bakımından büyük çoğunluğu<br />
üçüncü ve dördüncü gruplarda yer almıştır. 2009/15199 sayılı Yatırımlarda Devlet<br />
Yardımları Hakkında Karar’da teşvikler genel teşvik, bölgesel ve büyük ölçekli olarak<br />
3 gruba ayrılırken, belirtilmiş olan destek unsurları gümrük vergisi muafiyeti, Katma<br />
Değer Vergisi istisnası, vergi indirimi, sigorta primi işveren hissesi desteği, yatırım<br />
yeri tahsisi ve faiz desteği olarak belirlenmiştir.<br />
b. 2012/3305 Sayılı Teşvik Sistemi / Mevcut Teşvik Sistemi<br />
2009 yılında uygulanmaya konulan teşvik sistemi bölgesel farklılıkların giderilmesini<br />
amaçlamaktaydı. Dolayısıyla, teşvik unsurları en geniş şekilde dördüncü bölgede yer<br />
alan ve ağırlıklı olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi illerini kapsamakta idi.<br />
Ancak, 2009/15199 sayılı Karar ile uygulamaya konulan teşvik sisteminin beklenen<br />
yeterli faydayı sağlamadığı görülmüştür. Mevcut teşvik sistemine yönelik değişiklik<br />
taleplerinin artması ile yeni bir bölgesel harita oluşturarak ve desteklenen sektörleri<br />
tekrardan ele alarak, en az gelişmiş bölgelere sağlanan teşvik desteğinin arttırılması<br />
hedeflenmiştir. Bunlarla birlikte 2011 yılı sonu itibariyle azalan destek oran ve<br />
sürelerinin arttırılması; stratejik ve teknolojik dönüşümü sağlayacak yatırımların<br />
desteklenmesi ve yatırım döneminde vergi indirimi talepleri de dikkate alınmıştır.<br />
Böylelikle yeni teşvik sistemi yatırım döneminde vergi indirimi, yeni bölgesel harita,<br />
2011 sonu itibariyle azalan destek oran ve sürelerinin artırılması, desteklenen yatırım<br />
konularının gözden geçirilmesi, stratejik ve teknolojik dönüşümü sağlayacak<br />
461
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
yatırımların desteklenmesi ve en az gelişmiş bölgelerde, yatırımlara sağlanan destek<br />
miktarının artırılması şeklinde ortaya çıkmış ve yeni bir teşvik sistemine ihtiyaç<br />
duyulmuştur. Bu bağlamda, Hükümet tarafından 05.04.2012 tarihinde yeni bir teşvik<br />
sisteminin ana hatları ile açıklanmıştır (Ekonomi Bakanlığı, 2012). Yeni teşvik paketi<br />
ile Türkiye’nin en büyük sorunu olan cari açığın azaltılması, ara malı üretiminin, ileri<br />
teknoloji yatırımlarının ve stratejik özellikli yatırımların desteklenmesi<br />
amaçlanmıştır. Yeni Teşvik Sistemi’nin hedefleri; cari açığın azaltılması amacıyla<br />
ithalat bağımlılığı yüksek olan ara malı ve ürünlerin üretiminin artırılması, en az<br />
gelişmiş bölgelere sağlanan yatırım desteklerinin artırılması, bölgesel gelişmişlik<br />
farklılıklarının giderilmesi, destek unsurlarının etkinliğinin artırılması, kümelenme<br />
faaliyetlerinin desteklenmesi ve teknolojik dönüşümü sağlayacak yüksek ve ortayüksek<br />
teknoloji içeren yatırımların desteklenmesi olarak sıralanmıştır. Yeni teşvik<br />
sisteminde, 2009/15199 sayılı Yatırımlarda Devlet Yardımları Hakkında Karar’da<br />
belirtilmiş olan destek unsurları olan gümrük vergisi muafiyeti, Katma Değer Vergisi<br />
istisnası, vergi indirimi, sigorta primi işveren hissesi desteği, yatırım yeri tahsisi ve<br />
faiz desteğine ilave olarak Gelir Vergisi Stopajı Desteği ve Sigorta Primi İşçi Hissesi<br />
Desteği, İndirimli Kurumlar Vergisinin Yatırım Döneminde de Uygulanması ve<br />
stratejik yatırımlara KDV iadesi desteği öngörülmüş ve söz konusu destek unsurlarına<br />
ilişkin ilgili kanunlarda değişiklik ya da ilave yapılması gerektiği ortaya çıkmıştır.<br />
2012’de yürürlüğe giren Yeni Teşvik Sisteminin; genel teşvik uygulamaları, bölgesel<br />
teşvik uygulamaları, büyük ölçekli yatırımların teşviki ile stratejik yatırımların teşviki<br />
şeklinde dört farklı teşvik unsuru içerdiği görülmektedir.<br />
Yeni teşvik sistemi ile il bazlı uygulamalara geçilmekle belirlenen bölgelerde yer alan<br />
Organize Sanayi Bölgeleri’nde yapılacak yatırımlar, sektörel işbirliğine dayalı<br />
yatırımlar ve Ar-Ge ve çevre yatırımları ile büyük ölçekli yatırımlar için daha<br />
kapsamlı ve avantajlı teşvik unsurları sağlanmıştır. Yine teşvik sistemiyle ilk defa<br />
stratejik ve öncelikli yatırımlar için farklı teşvik uygulamaları geliştirilmiştir.<br />
i. Genel Teşvikler<br />
Bölgesel, büyük ölçekli ve stratejik yatırımlar ile yayımlanan yönetmelikte yer alan<br />
teşvik edilmeyecek yatırım konuları ve teşviki belli şartlara bağlı yatırım konuları<br />
hariç olmak üzere, bölgeler için belirlenen sabit yatırım tutarları ve üzerindeki<br />
yatırımlar bölge ayrımı yapılmaksızın gümrük vergisi muafiyetinden, katma değer<br />
vergisi istisnasından, gelir vergisi stopajı desteğinden ( 6. Bölgede gerçekleştirilecek<br />
yatırımlar için) yararlanabilmektedir. Genel teşvik sisteminde asgari yatırım tutarı; I.<br />
ve II. bölgelerde 1 Milyon TL iken diğer bölgelerde 500 Bin TL’dir.<br />
ii. Büyük Ölçekli Yatırımlar<br />
Büyük ölçekli yatırımlar rekabet üstünlüğü sağlayabilecek yatırımlardır. Büyük<br />
ölçekli yatırımların teşviki için daha yüksek oranlı vergi indirimi uygulanmıştır. Söz<br />
konusu yatırımlar için, yatırım konularının yanı sıra asgari yatırım tutarları da önem<br />
arz etmektedir. Örneğin, rafine edilmiş petrol ürünleri imalatı için asgari yatırım tutarı<br />
1 milyar TL iken, kimyasal madde ve ürünleri imalatı, liman ve liman hizmetleri<br />
yatırımları asgari 200 milyon TL’dir.<br />
462
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Yatırım yeri tahsisi, KDV istisnası ve gümrük vergisi muafiyeti, vergi indirimi ile<br />
sigorta primi işveren hissesi desteği büyük ölçekli yatırımlar için altı bölgede de<br />
sağlanmaktadır. Gelir vergisi stopaj desteği ile Sigorta primi işçi hissesi desteği I., II.,<br />
III., IV., ve V. bölgeler için yokken, altıncı bölge için 10 yıllık süre ile<br />
desteklenmektedir. Vergi indirimi-yatırıma katkı oranı ile sigorta primi işveren hissesi<br />
desteği yatırımın organize sanayi bölgesi içerisinde olup olmamasına göre değişiklik<br />
göstermektedir.<br />
iii. Stratejik Yatırımlar<br />
Stratejik yatırımlar, cari açığın azaltılmasını hedeflemektedir. Stratejik yatırımların<br />
teşvikinden faydalanabilmek için %50’si ithalatla karşılanan ara malı veya ürünlerin<br />
asgari 50 milyon TL yatırımla ve son bir yıl içerisinde gerçekleşen toplam ithalat<br />
tutarının 50 Milyon ABD dolarının üzerinde olması gerekmektedir. Stratejik<br />
yatırımlar için KDV istisnası, gümrük vergisi muafiyeti, yatırım yeri tahsisi vardır.<br />
KDV iadesi desteği 500 milyon TL’nin üzerindeki yatırımlar için sağlanmaktadır.<br />
Yatırıma katkı oranı %50 olarak belirlenmiştir. Sigorta primi işveren hissesi desteği<br />
destek süresi ilk beş bölge için 7 yıl iken 6. Bölge için 10 yıldır. Gelir vergisi stopaj<br />
desteği ile sigorta primi işveren hissesi desteği sadece 6. Bölge için ve 10 yıllık<br />
sağlanmaktadır.<br />
iv. Bölgesel Teşvik Uygulamaları<br />
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin temel sorunları arasında yer alan bölgeler arası<br />
gelişmişlik farkını Türkiye’de azaltmak adına uygulana teşvik desteğidir. Böylece az<br />
gelişmiş bölgelerdeki yatırımların artması ile Türkiye’nin genel üretim kapasitesi ve<br />
ihracatının artması hedeflenmektedir.<br />
Bölgesel teşvik uygulamaları faiz desteği ile vergi indirimi (yatırıma katkı oranı)<br />
açısından büyük ölçekli yatırımlardan ayrılmaktadır. Büyük ölçekli yatırımların<br />
teşvikinde hiçbir bölge için faiz desteği söz konusu değilken, bölgesel teşvik<br />
uygulamalarında sadece I. ve II. Bölge için faiz desteği uygulanmaz, III. IV. V. ve<br />
VI. bölgeler için uygulanır. Vergi indirimi açısından büyük ölçekli yatırımlar daha<br />
cazip görünmektedir, zira Vergi indirimi-yatırıma katkı oranı I.II. III. IV. V. ve VI.<br />
Bölge için sırasıyla; OSB dışı 15, 20, 25, 30, 40, 50 iken OSB içi 20, 25, 30, 40, 50,<br />
55’dir. Görüldüğü üzere yatırım OSB içerisinde yapıldığında, bir alt bölgenin<br />
desteğinden faydalanılmaktadır. 01.01.2016 itibari ile 6.bölge için güncellen oranlar<br />
aşağıdaki tablo da sunulmuştur.<br />
463
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo-1: 6.Bölge Bölgesel Destekler<br />
31.12.2015'den önce<br />
Yatırıma Başlama Tarihi<br />
01.01.2016'dan sonra<br />
Vergi İndirimi OSB İçi OSB Dışı OSB İçi OSB Dışı<br />
Yatırıma Katkı Oranı (%) 55 50 40 45<br />
Vergi İndirimi Oranı (%) 90 90 90 90<br />
Sigorta Primi İşveren Hissesi 12 Yıl 10 Yıl 9 Yıl 7 Yıl<br />
Faiz Desteği<br />
TL Kredisi (puan) 7 7<br />
Dış / Döviz Kredisi (puan) 2 2<br />
Yatırım Yeri Tahsisi<br />
KDV İstisnası<br />
Bölgesel Desteklerden yararlanacak tüm yatırımlar<br />
Tüm sektörlerdeki Teşvik Belgeli Yatırımlar<br />
Gümrük Vergisi Muafiyeti Tüm sektörlerdeki Teşvik Belgeli Yatırımlar<br />
Bölgesel Asgari Sbt Yatırım<br />
500.000 TL<br />
Tutarı<br />
Kaynak: Ekonomi Bakanlığı, 2016<br />
3. 2009/15199 SAYILI TEŞVİK VE 2012/3305 SAYILI TEŞVİK<br />
SİSTEMİNİN KARŞILAŞTIRILMASI<br />
Türkiye’de 2009 yılından önce uygulanan teşvik sistemlerinin tümünde bölgesel<br />
destekler, sektörel öncelikler gözetilmeden dağıtılmıştır. 2009 yılında uygulamaya<br />
başlanan sistemle Türkiye’nin illeri, DPT’nin 2001 yılı verileri kullanılarak sosyoekonomik<br />
gelişmişlik düzeylerine göre dört farklı gruba ayrılmıştır. Destek araçları<br />
ve miktarları, illerin bulundukları bölge grubuna ve sektörlere göre farklılaştırılmıştır.<br />
Böylelikle İlgili sektörlerin dışında kalan faaliyetlerin, bölgesel teşviklerden<br />
yararlanmasının önü kesilmiştir. 2012’nin 3. döneminden itibaren yürürlüğe giren<br />
yeni sistemde ise iller kendi arasında 6 bölgeye ayrılmış ve destek unsurlarından<br />
yararlanma kriterleri bu sınıflandırmaya göre güncellenmiştir. Bu bağlamda en önemli<br />
destek sosyo-ekonomik açıdan en az gelişmiş bölge olan ve her sektörün teşvikle<br />
destekleneceği 6. Bölgeye verilmiştir.<br />
Bundan önceki teşvik sistemlerinde yer verilmeyen, tüm sektörleri pozitif etkileme<br />
potansiyeli bulunan eğitim, ulaştırma gibi yatay alanların her bölgede öncelikli<br />
yatırımlar olarak desteklenmesine yeni teşvik paketi kapsamında yer verilmiştir.<br />
Ulaştırma, test merkezleri ve eğitim yatırımlarına öncelik verilerek, Türkiye’nin<br />
rekabet gücünü kalıcı olarak arttırması beklenen alanlarda gelişme kaydedilmesi<br />
amaçlanmıştır. Özel sektörün okul yatırımları, eğitimde fiziki kapasitenin<br />
arttırılmasını sağlayarak, Türkiye’nin eğitim kalitesi ve okullaşma oranının artmasına<br />
katkı sunabilir. Ulaştırma alanındaki yatırımların desteklenmesi ise bölgelerin<br />
bağlantı düzeyini arttırarak lojistik maliyetleri azaltabilir (Çağlar, 2012).<br />
Yeni teşvik paketini öncekilerden farklılaştıran bir diğer unsur da Organize Sanayi<br />
Bölgeleri’ne yönelik ilave destekleme kalemleridir. Son 14 yıldır uygulanan,<br />
teşviklerden yararlanan yatırımcılara OSB’lerden bedelsiz arsa tahsisi uygulamasına<br />
464
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
yeni sistemde de devam edilmektedir. Önceki sistemlerden farklı olarak, OSB’lerde<br />
yatırım yapmanın daha cazip hale getirilmesi amacıyla buralarda gerçekleştirilecek<br />
yatırımların, bulundukları ilin yer aldığı bölgenin bir altındaki bölgede geçerli olan<br />
destek oranlarından faydalanması kararlaştırılmıştır. En alt bölge olan 6. Bölge<br />
OSB’lerinde yapılan yatırımların ise teşviklerden yararlanma süreleri, OSB dışındaki<br />
yatırımlara kıyasla arttırılmıştır.<br />
Son olarak, bundan önceki teşvik sistemlerinin tümünde, özel sektörün kamusal<br />
desteklerden faydalanması, yatırım dönemi sonunda mümkün olmaktaydı.<br />
Teşviklerin etkinliğini azaltan bu uygulama, özel sektör tarafından sıkça<br />
eleştirilmekteydi. 2012 yılındaki değişiklikle birlikte, özel sektörün kamusal<br />
desteklerden yatırım aşamasında faydalanmasının önü açılmış oldu. Böylelikle 2009<br />
yılındaki teşvik siteminden farklı olarak, vergi indiriminin işletme aşamasında değil<br />
de yatırım aşamasında yapılabilmesi sağlanmıştır. Bunun yanısıra yatırıma katkı<br />
tutarının belirli bir kısmının, yatırımcının diğer tüm faaliyetlerinden elde edilecek<br />
gelirler üzerinden uygulanabilmesinin önü açılmıştır. Bir diğer ifadeyle, gelişmiş<br />
bölgelerdeki faaliyetlerden doğan vergi yükümlülüklerini azaltarak, az gelişmiş<br />
bölgelere yatırım yapmak cazip hale getirilmiştir.<br />
Tablo1’e bakıldığında 2012 yılından itibaren Türkiye genelinde bölgesel teşvik<br />
uygulamaları başvurularının ciddi oranda arttığı görülmektedir. 6. Bölge ve TRB2’de<br />
de artışlar gözlenmiştir. 2012 teşvik sisteminden sonra 6. Bölgede, bir tanesi TRB2’de<br />
olmak üzere 2 tane büyük ölçekli yatırım için Ekonomi Bakanlığı tarafından teşvik<br />
belgesi düzenlenmiştir. Stratejik yatırımlar Türkiye’de 2012’nin 3. ve 4. Döneminde<br />
2 tane iken 2013’de 10 başvuru ile en yüksek başvuru sayısına ulaşmış, ardından azalış<br />
göstermekle birlikte her sene belge düzenlenebilmiştir. Fakat ne 6. Bölgede ne de<br />
TRB2’de stratejik yatırımlar için belge düzenlenmemiştir. 2012 sonrasında ise<br />
yatırımcıların bölgesel desteklerden faydalanmak adına TRB2’de genel teşvik<br />
uygulamasından ziyade bölgesel teşviklere kaydığı görülmektedir.<br />
Tablo-2: 2009-2016 Yılları Arası Tüm Alanlarda Düzenlenen Teşvik Belgeleri<br />
(Adet)<br />
6. Bölge TRB2<br />
Bölgesel Büyük<br />
Ölçekli<br />
Genel Stratejik<br />
Yatırımlar<br />
Bölgesel Büyük<br />
Ölçekli<br />
Genel Stratejik<br />
Yatırımlar<br />
2009 40 0 142 0 11 0 30 0<br />
2010 147 0 248 0 35 0 43 0<br />
2011 132 0 205 0 34 0 46 0<br />
2012 325 0 83 0 73 0 35 0<br />
2013 577 1 30 0 88 1 9 0<br />
2014 403 1 51 0 46 0 19 0<br />
2015 447 0 64 0 69 0 15 0<br />
2016* 213 0 48 0 19 0 18 0<br />
Kaynak: Ekonomi Bakanlığı, 08.2016, *2016’nın ilk 7 ayını kapsamaktadır.<br />
4. 2009 YILINDAN İTİBAREN TRB2’YE ÇEKİLEN TEŞVİK<br />
BELGELİ YATIRIMLARIN İNCELENMESİ<br />
6. Bölgede teşvik belgeli toplam yatırım sayısı 2009 sonrasında ciddi artışlar<br />
göstermiştir. 2001-2008 arasında ortalama 93 adet teşvik belgesi hazırlanmış 2009-<br />
465
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
2016 arasında ise 395 adet hazırlanmıştır. Sabit yatırımların toplamı 2001-2008<br />
arasında ortalama 418,2 milyon TL iken 2009 2016 arasında 2.705,8 milyon TL’dir.<br />
Teşvik belgeli yatırımların sağladığı istihdam toplamına bakıldığında ise 2001-2008<br />
arasında ortalama 2.616,1 kişinin istihdam edildiği, 2009-2016* yıllarında ise 16.790<br />
kişinin istihdam edildiği görülmektedir (Ekonomi Bakanlığı, 2016). 6.Bölge içerinde<br />
yer alan TRB2 bölgesi Muş, Bitlis, Hakkari ve Van illerini kapsamaktadır. TRB2<br />
bölgesi için veriler Tablo 3’de gösterilmiştir.<br />
Tablo 3: 2009-2016 Yılları Arasında Düzenlenen Teşvik Belgeleri<br />
Muş Bitlis Hakkari Van TRB2 6. Bölge Türkiye<br />
2009 9 7 5 20 41 182 2.074<br />
2010 28 14 7 29 78 395 3.611<br />
2011 17 23 3 38 81 337 4.005<br />
2012 18 21 7 62 108 408 4.061<br />
2013 15 24 13 46 98 608 4.765<br />
2014 14 23 3 25 65 455 3.992<br />
2015 17 23 9 35 84 511 4.567<br />
2016* 12 10 0 14 36 261 3.181<br />
Kaynak: Ekonomi Bakanlığı, 08.2016, *2016’nın ilk 7 ayını kapsamaktadır.<br />
Tablo 3’e göre 2009-2012 (2012’nin 1. ve 2. dönemleri) arasındaki teşvik belgeli<br />
yatırımlar incelendiğinde TRB2 bölgesinde toplam 258 adet teşvik belgesi<br />
düzenlenmişken, 2012-2016* (2012’nin 3. ve 4. dönemleri) arası 341 adet teşvik<br />
belgesi düzenlenmiştir. TRB2 içerisinde en büyük pay Van’ındır. Bunun ana<br />
sebepleri arasında bölgedeki en büyük nüfusun Van’da olması, Van’ın ulaşım,<br />
elektrik, su gibi altyapı sorunlarının nispeten daha iyi olması gösterilebilir. Ayrıca,<br />
teşvik sisteminin OSB’lere sunduğu ekstra desteklerin olması ve Van OSB’nin<br />
bölgedeki en etkin OSB olması da önemli bir etkendir.<br />
6. Bölge 2009-2012 (2012’nin 1. ve 2. Dönemleri) yılları arasında 1.075 adet teşvik<br />
belgesi hazırlanmıştır. Türkiye’deki toplam teşvik belgesi aynı yıl aralığında<br />
11.481’dir. Böylece 6. Bölgenin bu yıllar arasında aldığı pay %9,4’tür. TRB2<br />
bölgesinde aynı yıllar içerisinde 258 adet belge düzenlenmiştir ki bu da 6. Bölgenin<br />
%24’ü Türkiye’nin ise %2,2’sidir.<br />
Yatırım teşvik belgesi sayısı bölge içinde gerçekleşen yatırım başvurularını<br />
göstermesi açısından önemli ve gereklidir, fakat yatırımların analizi için yeterli<br />
değildir. Bu sebeple sabit yatırım tutarlarına ve kişilere sağlanan istihdam da<br />
incelenip, ardından yatırım yapılan sektörler ele alınacaktır.<br />
466
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 4: TRB2 ve 6.bölgenin Türkiye İçinde Teşviklerden Aldığı Paylar<br />
Teşvik belgeli yatırımların tutarı<br />
(milyon TL)<br />
Teşvik belgeli yatırımların sağladığı<br />
istihdam düzeyi (kişi)<br />
TRB2 6. Bölge Türkiye TRB2 6.Bölge Türkiye<br />
2009 187 620 23.494 1702 4.907 78.586<br />
2010 238 1.185 67.844 2478 9.322 133.539<br />
2011 337 1.894 48.990 1426 6.649 120.334<br />
2012 1345<br />
=384+9<br />
61<br />
3.827<br />
=850+2.9<br />
77<br />
61.754<br />
=18.162+43.5<br />
92<br />
2934<br />
=1.027+1.9<br />
07<br />
20.824<br />
=5573+15.2<br />
51<br />
149.110<br />
=54.637+94.4<br />
73<br />
2013 700 6.233 95.494 4912 35.263 192.781<br />
2014 410 4.163 64.718 1437 21.055 144.732<br />
2015 453 2.252 102.236 3495<br />
148.242<br />
22.701<br />
468 1.470 55.062 1135 13.603 78.008<br />
2016<br />
*<br />
Kaynak: Ekonomi Bakanlığı, 2016, *2016’nın ilk 7 ayını kapsamaktadır<br />
2009-2012 yılları arasında yatırım teşvik belgeli yatırımların tutarı TRB2 bölgesinde<br />
2012’de yaklaşık 4 kat gibi ciddi bir artış göstermiştir. Bu artışın 3’te 2’den fazlası<br />
2012’nin 3. ve 4. Dönemlerinde gerçekleşmiştir. 2012 sonrasında bir düşüş yaşansa<br />
da bu düşüş her yıl 2012 yılı öncesine göre fazladır. Yatırım tutarı ile istihdam<br />
arasında doğru orantı olduğu söylenemez, zira 2012 yılında 1.345 milyon TL’lik<br />
yatırım ile 2934 kişiye istihdam sağlanmışken, 2013’de 700 milyon TL’lik yatırım ile<br />
4912 kişiye istihdam sağlanmıştır.<br />
2009-2012(1-2. Dönemler) arasında teşvik belgeli yatırım tutarı TRB2 için 1.146<br />
milyon TL, istihdam edilen kişi sayısı 6.633 iken Türkiye için bu oranlar sırasıyla<br />
158.490 Milyon TL ve 481.569 kişidir. Bu durumda TRB2’nin Türkiye’den aldığı<br />
pay; yatırım tutarı için %0,7, istihdam için %1,4’tür.<br />
2012 (3.-4. Dönemler) – 2016* arasında teşvik belgeli yatırım tutarı TRB2 için 2.292<br />
milyon TL istihdam edilen kişi sayısı 12.076 iken Türkiye için bu oranlar sırasıyla<br />
361.102 Milyon TL ve 658.236 kişidir. Bu durumda TRB2’nin Türkiye’den aldığı<br />
pay; yatırım tutarı için %0,8, istihdam için %1,8’dir. TRB2’nin 6. Bölgeden bu dönem<br />
içinde aldığı pay ise sırasıyla %17,5 ve %11,2’dir.<br />
Tablo 5: TRB2 Bölgesinde Sektörel Bazda Düzenlenen Teşvik Belgeleri 2009-2012<br />
(1.ve 2.Dönem) ve 2012(3. Ve 4. Dönem)-2016**<br />
Belge Adedi Sabit Yatırım İstihdam Toplamı<br />
Tutarı<br />
2009-<br />
12*<br />
2012*-<br />
16*<br />
2009-<br />
12*<br />
2012*-<br />
16*<br />
2009-<br />
12*<br />
2012*-<br />
16*<br />
Enerji 5 16 170 1585 127 225<br />
Hizmetler 74 132 288 726 2252 3895<br />
İmalat 131 159 533 583 3385 8285<br />
Madencilik 40 17 121 56 693 344<br />
Tarım 7 10 31 44 156 147<br />
Kaynak: Ekonomi Bakanlığı, 08.2016<br />
**2016’nın ilk 7 ayını kapsamaktadır<br />
467
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 5 incelendiğinde 2012’nin 3. Döneminden 2016’nın 7. ayına kadar geçen sürede<br />
sektörel bazda belge adedi, sabit yatırım tutarı, istihdam toplamı değerleri, 2009-2012<br />
(1-2.dönemler) aralığına göre ciddi bir artış göstermiştir. Yeni teşvik sisteminin<br />
yürürlüğe girdiği 2012’nin 3. Döneminden 2016’nın 7. ayına kadar geçen sürede en<br />
çok imalat sektöründe belge düzenlenmiş ve en çok istihdam da yine aynı sektörde<br />
sağlanmıştır. İmalatın ardından en çok hizmetler sektöründe belge düzenlenmiştir ve<br />
istihdam imalat sektörünün nerdeyse yarısı kadardır, fakat diğer sektörlere göre ciddi<br />
orandadır. Tarımsal faaliyetlerinin yoğun olduğu TRB2’de tarım sektöründe 10 adet<br />
belge düzenlendiği ve bu sektörde toplam 147 kişinin istihdam edildiği görülmektedir.<br />
TRB2’de en çok istihdam sağlayan imalat sektörünün alt sektörleri incelendiğinde ise<br />
Yeni Teşvik Sistemi ile birlikte en çok istihdamın %28 lik oran ve 6265 kişi ile<br />
dokuma ve giyim alt sektöründe gerçekleştiği, pişmiş kil ve çimentoda ise 818 kişiye<br />
istihdam sağlandığı görülmektedir.<br />
5. SONUÇ VE ÖNERİLER<br />
Bu çalışmada, Türkiye’de 2009-2016 yılları arasında alınan teşvik belgeleri<br />
incelenmiş olup toplam yatırım tutarları ve istihdam düzeylerine ait elde edilen<br />
istatistiki veriler derlenerek, söz konusu amaç doğrultusunda hazırlanan<br />
karşılaştırmalı tablolar vasıtası ile Muş’un ve TRB2 bölgesinin Türkiye genelinde<br />
teşvik sisteminden aldığı pay ortaya konmuştur. Teşvik sisteminin en önemli<br />
amaçlarından biri bölgesel gelişmişlik farklarının azaltılmasıdır. Özellikle, ülkemizde<br />
Marmara Bölgesi’nde yoğunlaşan sanayinin ve gelişmiş bölgelerdeki refahın ülkenin<br />
başta 6. Bölge illeri olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu olmak üzere tüm ülke sathına<br />
yayılması hedeflenmektedir. Şüphesiz ki yatırım teşvik sisteminin bu amacı tek başına<br />
gerçekleştirmesi mümkün gözükmemektedir. Fakat, 2009 yılından itibaren TRB’2<br />
bölgesi açısından bakıldığında yatırım teşvik sisteminin il veya bölge dışından<br />
yatırımcıların bölgeye yönelmesine katkısı sınırlı kalmıştır. Bu noktada tespit edilen<br />
problemler ve çözüm önerileri aşağıda sıralanmıştır;<br />
<br />
Türkiye’de özellikle az gelişmiş bölgelere verilen birçok teşvik tedbirlerine<br />
rağmen, yine yatırımlar gelişmiş bölgelerde yoğunlaşmaktadır. Bölgeler<br />
arası ekonomik dengesizlikler hala devam etmektedir. Bunun ana<br />
sebeplerinden bir tanesi, Muş’un da içinde bulunduğu TRB2 Bölgesinde<br />
yteişmiş eleman ekesikliğinin olması ve yatırım altyapısının tam olarak<br />
tamamlanamamış olmasıdır. TRB2 bölgesine baktığımızda yatrırımcıların<br />
1.derecede yatırım yapmak isteyeceği ve teşvikten ten en fazla<br />
yararlanabileceği yerler olan OSB’lerin istenen düzeyde hizmet veremediği<br />
görülmekedir. Bölge illerinden Bitlis ilinde halen OSB kurulup faaliyete<br />
geçememiştir. Muş ilinde kurulu olan OSB ise kapasitenin çok altında<br />
çalışmakta, gerek şehir merkezine uzaklığı dolayısı ile gerekse özellikle<br />
elektrik alt yapısı tamamlanamadığından sık sık kesilen elektriklerin üretimi<br />
olumsuz etkilediği firmalar tarafından belirtilmektedir. Hakkari OSB ise yer<br />
tahsisi yapılmış olmasına rağmen yıllardır faaliyete geçememiştir. Bölgedeki<br />
en iyi durumda olan Van OSB ise teşviklerde en fazla yatırım çeken il ve<br />
yatırım alanı olmuştur.<br />
468
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
<br />
<br />
<br />
Yatırım teşvik sisteminin yatırımcılar tarafından doğru algılanmadığı,<br />
sistemden haberdar olmadıkları tespit edilmiştir. Bu durum teşvik<br />
başvurularını sınırlandırmıştır. Bu konuda alınacak önlem ilk olarak<br />
Ekonomi Bakanlığı uzmanlarının yerelde bilgilendirme faaliyetleri<br />
düzenlemesi ve yatırımcılardan gelecek sorularabir araya gelerek cevap<br />
vermesidir. Bunun yanı sıra Ticaret ve Sanayi Odaları ve Kalkınma<br />
Ajanslarının da süreçte il/ilçe merkezlerinde benzer toplantılarla<br />
yatırımcıları bilgilendirmeleri önem arz etmektedir. Diğer taraftan, pek çok<br />
farklı kurum tarafından uygulanan teşviklere toplu bir biçimde ulaşılabilecek<br />
internet ortamında bir portalın eksikliği de bulunmaktadır. Dolayısıyla<br />
teşvikler konusunda bilhassa KOBİ’lere yönelik çeşitli bilgilendirme<br />
programlarının düzenlenmesi ve teşviklere yönelik bilgi edinmek<br />
isteyenlerin ortak bir portala yönlendirilmesi faydalı olacaktır.<br />
6. Bölge bölgesel teşviklerde yatırım alt sınırı 500.000 TL olmasına karşın<br />
bölgemizde KOBİ’lerin mikro ölçekli olduğu gerçeği düşünüldüğünde bu alt<br />
sınırı tutturmakta bölge girişimcileri zorlanmaktadır. Ayrıca asgari yatrırım<br />
tutarını başvuru aşamasında beyan eden yatırımcıların teşvik belgelerinin<br />
kapatılması zamanında bahsedilen asgari yatırım tutarlarını yakalamakta<br />
zorlandığı görülmektedir. Genellikle, Kalkınma Ajansları veya diğer hibe<br />
kuruluşlarından hibe alabilen bu yatırımcıların ortaya koydukları eş<br />
finansman yatırım harcaması olarak görülmemektedir. Bu yüzden özellikle<br />
emek yoğun sektörlerde asgari yatırım tutarının aşağı çekilmesi teşvik<br />
belgesi başvurularını dolayısı ile yatırımları arttıracaktır. Bununla birlikte<br />
yatırım teşvik belgelerinde inşaat harcamaları sabit yatırım tutarını arttırmak<br />
dışında herhangi bir katkı sağlamamaktadır. Zaten öz sermaye sağlama<br />
zorluğu çeken yatırımcılar için inşaat harcamalarının da teşvik belgesine<br />
konu desteklere eklenip uygulanacak KDV indirimlerine dahil edilmesi<br />
isabetli bir karar olacaktır.<br />
Teşvik sisteminde desteklenen sektörlere baktığımızda genel bir bakış<br />
açısıyla tüm Türkiye’de uygulandığı ancak asgari sabit yatırım tutarlarının<br />
farklılaştığı görülmektedir. Bu yaklaşım illerin kendi içinde barındırdığı<br />
yatırım potansiyelini tam olarak karşılayamamaktadır. Örneğin Muş ili için<br />
yıllar itibari ile baktığımızda yatırımcıları için öncelikli sektör olarak<br />
görülmemiş ve yatırım yapılmamış ancak teşvik sistemine dahil edilmiş<br />
patlayıcı madde imalatı, Tıbbi aletler hassas ve optik aletler imalatı,hava<br />
taşıtları ve motorlarının bakım ve onarımı gibi sektörlerin desteklenmesi<br />
yerine Muş’un öne çıkan sektörlerinden olan hayvanclık sektörü, özelde ise<br />
et ve süt entegre tesislerinin kurulmasının farklı destekleme kalemleri ile<br />
desteklenmesi hem yatırımları yönlendirmede hem de hayvancılık<br />
yatırımların artmasına katkı sağlayacaktır. Van ili için düşünürsek 3.068<br />
saatlik ortalama güneşlenme süresi ve 300 günlük güneşli gün sayısı ile<br />
Türkiye’de güneş enerjisi santrali yatırımları açısından bölgede 1.sırada<br />
Türkiye’de ise ilk 3 il arasında yer almaktadır. Van ili için il bazlı teşvik<br />
sistemine geçilmesi halinde hem ilin mevcut potansiyelinden daha fazla<br />
469
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
<br />
<br />
yararlanılacak hem de ilde öne çıkan sektörlere yatırımın önü açılacak ve<br />
kümelenme de sağlanmış olacaktır. Aynı şekilde Bitlis için pomza ve perlite<br />
dayalı sanayinin gelişmesi Hakkari için madencilik (çinko ve krom) ve<br />
tarımsal sanayi sektörünün gelişmesi ilin kendi öncelikleri ve potansiyeline<br />
göre teşvik sisteminin düzenlemesi yatırımları arttırabilecektir. Bu sistemin<br />
uygulanabilmesi için tüm iller bazında yatırımlarda öne çıkan sektör<br />
raporlarının yerelde saha çalışmaları ile hazırlanıp ona göre müdahale<br />
alanlarının belirlenmesi elzemdir.<br />
2009 ve 2012 de yürürlüğe giren teşvik sitemlerinde teşviklerin uygulanacağı<br />
bölgesel birimler Düzey II bölgeleri olarak belirlenmiştir. Bunun temel<br />
sebebi, AB üyeliği sürecinde AB normlarına uyum sağlamak ve bu<br />
çerçevede ilerleyen süreçte uyum konusunda uygulama kolaylığı sağlamak<br />
olarak düşünülebilir. Ancak Türkiye’deki Düzey II bölge yapılanmasında her<br />
ne kadar illerin sosyo-ekonomik durumları göz önüne alınmış olsa bile<br />
coğrafi yakınlık faktöründen dolayı farklı gelişmişlik seviyesindeki iller aynı<br />
Düzey II bölgeleri altında yer almıştır. Bu durum, bazı illerin teşvikten<br />
beklenenden daha yüksek oranda faydalanmalarına sebep olarak, yeni<br />
sistemin bölgesel gelişmişlik farklarının azaltılması amacıyla ters<br />
düşmektedir. Örneğin TRC1 bölgesinde bulunan Gaziantep sosyo-ekonomik<br />
gelişmişlik sıralmasında gelişmiş illerden Balıkesir, Manisa, Mersin ile aynı<br />
katagoride (Kalkınma Bakanlığı, 2011) olmasına karşın teşvik sisteminin<br />
kurgusu gereği Adıyaman ve Kilis ile teşviklerin en fazla olduğu 6.bölge<br />
desteklerinden faydalanmaktadır. Benzer durumlar bölge illerinde Hakkari<br />
ile Şanlıurfa veya Muş Diyarbakır, Şanlıurfa illeri için de geçerlidir. Yine<br />
batı illerinden SEGE’ye göre gelişmiş iller arasında sayılan Afyon ve Elazığ<br />
illeri için de geçerlidir. Bu çerçevede, halihazırda oluşturulmuş olan 6 bölge<br />
gelişmişlik grubu, ihtiyaca göre artırılabilir veya bölgesel teşvikten<br />
vazgeçilip az gelişmişten-çok gelişmişe doğru yeniden bir kurgu ile SEGE<br />
endeksi baz alınarak il bazlı teşvik sistemine geçiş yapılabilir.<br />
Son olarak büyük ölçekli yatırımlar veya bölgesel teşvik uygulamaları<br />
kapsamında teşvik belgesi düzenlenen yatırımların OSB’lerde yapılması<br />
halinde vergi indirimi ve sigorta primi işveren hissesi desteği açısından<br />
bulundukları bölgenin bir alt bölgesinde sağlanan oran ve sürelerde bu<br />
desteklerden yararlanabilir. Bu durum 6. Bölge illerini 5. Bölgede bulunan<br />
(Aksaray, Çorum) illere kıyasla daha az tercih edilir hale getirmiştir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Acar, Çağlar,(2012). Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı, Politika Notu<br />
Akdeve Erdal, Karagöl, Tanas, (2013). Geçmişten Günümüze Türkiye’de Teşvikler ve<br />
Ülke Uygulamaları , Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı<br />
37<br />
Devlet Planlama Teşkilatı, (2000). Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Bölgesel<br />
Gelişme Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara<br />
Ekonomi Bakanlığı, (2016). İstatiski Veriler ve Yayınlar,<br />
Gediz Oral, Burcu, Uğur, Alparslan, Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi,<br />
(2013). Türkiye’de Bölgesel Eşitsizlikleri Gidermek için Devlet Yardımları<br />
470
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
(Teşvikler), Teşvik Sisteminin Bölgesel Teşvikler Açısından Getirdiği<br />
Yenilikler<br />
Gülen, Elmas, (2004). Cumhuriyetin İlanından Günümüze Türkiye’de Bölgesel<br />
Politikala, Ekonomik Yaklaşım, 115-136<br />
Gülen, Elmas, DEMİREL, (2010). Baki Türkiye’de Bölgesel Politikaların Gelişimi ve<br />
Bölgesel Dengeler,ASO Yayınları<br />
Eser, Emre, (2011). Türkiye'de Uygulanan Yatırım Teşvik Sistemleri ve Mevcut<br />
Sistemin Yapısına Yönelik Öneriler, Ankara, Devlet Planlama Teşkilatı<br />
Kalkınma Bakanlığı, (2011). İllerin Ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik<br />
Sıralaması Araştırması, SEGE<br />
Kalkınma Bakanlığı, (2013). Onuncu Kalkınma Planı 2014-2018, Ankara, 119<br />
Sarısoy, İdris, (2006). Küçük Ve Orta Ölçekli İşletmelere Sağlanan Vergi Teşvikleri<br />
Ve Türkiye Uygulaması, Marmara Üniversitesi, İstanbul<br />
471
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bölgesel Kalkınma- Sosyal Politika İlişkisi: Dicle<br />
Kalkınma Ajansı Örneği<br />
Halil İbrahim AYDIN 1 , Mücahit ÇAYIN 2<br />
Günümüzde gerek ekonomik gerekse sosyal anlamda bölgeler arasındaki farklılıklar<br />
her geçen gün artmakta ve bu durum birçok soruna temel teşkil etmektedir. Bu<br />
bağlamda, bölgesel kalkınma ajansları, bölgeler arasındaki farklılıkları azaltmak ve<br />
bölgesel kalkınmanın sağlanması noktasında önem arz eden kuruluşlar olarak<br />
açıklanmaktadır. Bölgelerarası gelişmişlik farklılıklarını azaltmada kritik öneme haiz<br />
olan bölgesel kalkınma ajansları, kuruldukları bölgenin ekonomik gelişmesini<br />
sağlamanın yanında sosyal gelişmeyi sağlamaya yönelik faaliyetleri de söz konusu<br />
olmaktadır. Kalkınma ajansları salt ekonomik olmanın ötesinde sosyal sorunları da<br />
tespit edip, çözüm üreten yapılanmalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu doğrultuda<br />
ajanslar, bölgenin kalkınması için sosyal politika uygulamalarına önem verip,<br />
projeleri desteklemektedir. Çalışmanın amacı, bölgesel dengesizlik noktasında sosyal<br />
göstergelerin çoğunda geri kalmış olan, Mardin, Batman, Şırnak ve Siirt illerini<br />
kapsayan ve Türkiye`deki 26 kalkınma ajansından biri olan Dicle Kalkınma Ajansı<br />
(DİKA)`nın bölgesel kalkınmadaki sosyal politikalara yönelik desteklediği projeleri<br />
ve somut çıktılarını analiz etmektir.<br />
Anahtar Kelimeler: Bölgesel Kalkınma, Bölgesel Kalkınma Ajansları, Sosyal<br />
Politika<br />
The Relationship Between Regional Development and<br />
Social Policy: The Case of Dicle Development Agency<br />
Abstract<br />
In today's world, both social and economical differences between regions are<br />
increasing everyday and this causes lots of problems. Regional development agencies<br />
has an important role to decrease the differences between regions and establish<br />
regional prosperity. The development agencies, which have a very important role to<br />
decrease differences between developments of regions, not only contribute to the<br />
economic development of the region where they founded but they also do activities to<br />
increase the social development. Development agencies are more than pure<br />
economical but also they determine social matters and solve them. For this reason,<br />
agencies pay attention to political applications and support projects. Aim of this study<br />
is to analyze projects and their results supported by Dicle Development Agency. Dicle<br />
Development Agency is one of 26 development agencies in Turkey which cover cities<br />
like Batman Mardin, Şırnak, Siirt which are the weakest in terms of regionalin<br />
stability according to most of social indicators.<br />
1<br />
Yrd. Doç. Dr., Batman Üniversitesi İİBF İktisat Bölümü, hiaydin12@gmail.com, (Sorumlu<br />
Yazar/Corresponding Author)<br />
2<br />
Arş. Gör., Batman Üniversitesi İİBF İktisat Bölümü, mucahit.cayin@batman.edu.tr<br />
472
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Keywords: Regional Development, Regional Development Agencies, Social Politics<br />
1. GİRİŞ<br />
Gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkelerde karşılaşılması muhtemel olan, ancak<br />
azgelişmiş ülkelerde daha çok olan bölgelerarası dengesizlik Türkiye’nin de temel<br />
sorunlarından biridir. Bu sorun ekonomik ve sosyal eşitsizlikleri ihtiva ettiği için,<br />
çözülmesi gereken sosyo-ekonomik bir sorundur. Türkiye`nin bu sorunu çözmesi için<br />
ülkenin bütün bölgelerinde eş düzeyde sosyo-ekonomik gelişmeyi sağlaması<br />
gerekmektedir (Özel: 2015,165-166).Yani hem iktisadi hem de sosyal sonuçlara<br />
neden olan bu önemli sorunun çözülmesinde sadece ekonomik anlamdaki kalkınmayı<br />
gerçekleştirmek böylece istihdamı oluşturma ve işsizlikle mücadele ile ilgili bazı<br />
politikaların oluşturması yeterli olamamaktadır (Gürler Hazman: 2011,173).<br />
Bu nedenle Türkiye`de de bölgelerarası kalkınmışlık farklılıkları azaltmak ve bölgeye<br />
sosyo-ekonomik gelişmeyi sağlamak amacıyla kamu, özel ve sivil toplum<br />
kuruluşlarıyla işbirliği sağlayan kamu kuruluşları olan Bölgesel kalkınma Ajansları<br />
kurulmuştur (Küçükali: 2013, 205).Bölgesel Kalkınma Ajansları; bölgesel<br />
kalkınmayı sağlamak amacıyla öncelikle sektörel ve genel kalkınma sorunlarını ve<br />
bunlara yönelik çözümleri ortaya koyan ve bu kapsamda projeleri destekleyen<br />
aktörlerdir. (Özer: 2012,37).<br />
Bu çalışmada da hedef Türkiye`deki 26 kalkınma ajansından biri olan ve Mardin,<br />
Batman. Şırnak ile Siirt illerini kapsayan Dicle Kalkınma Ajansı (DİKA)`nın bölgesel<br />
kalkınmadaki sosyal politikalara yönelik desteklediği projeleri incelemektir.<br />
Çalışmada öncellikle kalkınmada kalkınma ajansların işlev ve önemi üzerine<br />
durulacaktır. Daha sonra DİKA hakkında kısa bir bilgi sunulacak ve DİKA`nın<br />
bölgesel kalkınma için desteklediği sosyal politika içerikli projeleri detaylı bir şekilde<br />
incelenecektir. Çalışmanın son bölümü ise genel bir değerlendirmeyi ihtiva<br />
etmektedir.<br />
2. BÖLGESEL KALKINMA AJANSLARI<br />
Ülkeler ve ülke nezdinde bölgeler arasında yaşanan sosyo-ekonomik dengesizlikler;<br />
coğrafi konumlama, beşeri kaynakların eksikliği ve dönüşen dünya düzenine uyum<br />
gibi birçok sebepten ötürü gün yüzüne çıkmaktadır. Bu bağlamda, hemen hemen tüm<br />
ülkeler söz konusu farklılıkları minimize etmek için çeşitli adımlar atmaktadır. Bu<br />
konuyu gündeminde tutan teorisyen ve devlet adamları, gelişme kavramının<br />
toplumsal kurum ve yapılanmalarla ilişkisinin niteliksel olarak ifade ettiği anlamını<br />
göz ardı edilmemesi noktasında konsensüse varmaktadırlar. Nitekim, 20. yüzyılın<br />
ikinci yarısından itibaren bölgesel kalkınma politikaları ekseninde yerel kalkınma<br />
önem arz etmektedir. Tam da bu noktada Bölgesel Kalkınma Ajansları bölgesel<br />
kalkınmanın bir aracı olarak kabul edilmekte ve her geçen gün önemini arttırmaktadır<br />
(Küçükali:2013, 207).<br />
Bölgesel Kalkınma Ajansları, merkezi hükümetten bağımsız olarak belirli bir<br />
bölgenin temel gelişme potansiyelini hareketlendirerek kalkınmasına destek olmayı<br />
amaçlayan ekonomik yapılanmalar olarak açıklanmaktadır. Bölgesel kalkınmanın<br />
gerçekleşmesi için önemli aktörlerden biri olan söz konusu kurum amaçları ve<br />
473
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
üstlendikleri fonksiyonlar itibariyle birçok şekilde açıklanabilmektedir (Bandırma<br />
İktisadi Araştırmalar Enstitüsü: 2007, 32).<br />
Kalkınma Ajansları, bölgelerin sorunları ile artılarını ele alarak oluşturdukları<br />
politikalarla bölgelerin iç dinamiklerini harekete geçirmek ve tüm bölgelerin ulusal<br />
ekonomiye katkısını en üst düzeye çıkartmayı hedeflemektedir. Bu bağlamda, kamu<br />
kesimi, özel kesim ve sivil toplum kuruluşları arasındaki harmoninin sağlanması, elde<br />
edilen kaynakları yerinde kullanarak iç potansiyelin harekete geçirilmesi, rekabet<br />
gücünü yükseltilmesi ön plana çıkan amaçlar arasında yer almaktadır (DPT, Sekizince<br />
Beş Yıllık Kalkınma Planı: 2000, 175). Bölgesel Kalkınma Ajansları önemli amaçlar<br />
üstlenmektedir. Bunlar (Gibbs: 1998, 366);<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Bölgenin ekonomik ve sosyal gelişmesinin sağlanması,<br />
Bölgede gerçekleştirilen yatırımların desteklenmesi,<br />
Bölgedeki mevcut işgücünün yeteneklerinin artırılması,<br />
İstihdam alanı oluşturma ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanmasıdır.<br />
Söz konusu ekonomik birimlerin temel amacı, bulundukları bölgelere sağlamış<br />
oldukları artı değerler ile ekonomiyi harekete geçirmektir. Bu temel amacın yanı sıra<br />
diğer amaçları da istihdamı artırmak, bölgenin rekabet kapasitesini artırmak,<br />
sürdürülebilir kalkınmaya katkı sağlamak, bölgeye yatırım çekmek, işletmelere destek<br />
olmak, mesleki eğitimi desteklemek, sosyal ve fiziksel şartları daha iyi bir hale<br />
getirmek, ön plana çıkan amaçlar arasında yer almaktadır (Cilavdaroğlu: 2008, 63).<br />
Kalkınma Ajanslarını salt ekonomik kurumlar olarak düşünmek büyük bir yanılgıya<br />
sebep olmaktadır. Çünkü ajanslar ekonominin yanı sıra sosyal anlamda da önem arz<br />
eden yapılar olarak önem ihtiva etmektedir (Aydın: 2012, 114)<br />
Avrupa ülkelerinde Avusturya, Belçika, Fransa ve İrlanda 1950’lerde; Almanya,<br />
İngiltere, İtalya ve Hollanda 1960-1970’lerde; Yunanistan, İspanya, Finlandiya ve<br />
Danimarka 1980’lerde; Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan,<br />
Litvanya, Polonya, Portekiz, Slovakya, İsveç ve Ukrayna 1990’larda BKA sistemini<br />
kurmuşlardır. Orta ve Doğu Avrupa’daki ülkelerinde ise BKA’lar 1990’lardan<br />
itibaren kurulmaya başlanmıştır (Tiftikçigil: 2010, 83; Polat, 2012). Türkiye'de ise<br />
1999 yılında Helsinki Zirvesi’nde AB’ye aday ülke olarak kabul edilmesi ile birlikte<br />
AB Komisyonu’nun hazırladığı Katılım Ortaklığı Belgesi’nde orta vadede yapılması<br />
gereken düzenlemeler arasında yer alan ajanslar, bahse konu tarihten itibaren yoğun<br />
olarak tartışılmaya başlanmış ve ajanslarının kurulmasına yönelik 5449 sayılı<br />
'Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun'<br />
25.01.2006 tarihinde kabul edilmiştir. 26 adet düzey 2 bölgesinde kurulmasına karar<br />
verilen kalkınma ajanslarının pilot uygulamasına İzmir ve Adana - Mersin’de<br />
başlanmıştır (Tiftikçigil: 2010, 177).<br />
474
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bölge<br />
Kodu<br />
Tablo.1. Bölgesel Kalkınma Ajansları<br />
Adı<br />
Kapsamındaki İller<br />
TR 31 İzmir İzmir<br />
TR 62 Çukurova Adana, Mersin<br />
TR 52 Mevlana Karaman, Konya<br />
TR 83 Orta Karadeniz Amasya, Çorum, Samsun, Tokat<br />
TRB2 Doğu Anadolu Bitlis, Hakkâri, Muş, Van<br />
TRC1 İpekyolu Adıyaman, Gaziantep, Kilis<br />
TRC3 Dicle Batman, Mardin, Şırnak, Siirt<br />
TR10 İstanbul İstanbul<br />
TRC2 Karacadağ Diyarbakır, Şanlıurfa<br />
TRA1 Kuzeydoğu Anadolu Bayburt, Erzincan, Erzurum<br />
TR 21 Trakya Edirne, Kırklareli, Tekirdağ<br />
TR 22 Güney Marmara Balıkesir, Çanakkale<br />
TR 32 Güney Ege Aydın, Denizli, Muğla<br />
TR 33 Kuzey Ege Afyonkarahisar, Kütahya, Manisa,<br />
Uşak<br />
TR 41 Bursa Eskişehir<br />
Bilecik, Bursa, Eskişehir<br />
Bilecik<br />
TR 42 Doğu Marmara Bolu, Düzce, Kocaeli, Sakarya,<br />
Yalova<br />
TR 51 Ankara Ankara<br />
TR 61 Batı Akdeniz Antalya, Burdur, Isparta<br />
TR 63 Doğu Akdeniz Hatay, Kahramanmaraş, Osmaniye<br />
TR 71 Ahiler Aksaray, Kırıkkale, Kırşehir,<br />
Nevşehir, Niğde<br />
TR 72 Orta Anadolu Kayseri, Sivas, Yozgat<br />
TR 81 Batı Karadeniz Bartın, Karabük, Zonguldak<br />
TR 82 Kuzey Anadolu Çankırı, Kastamonu, Sinop<br />
TR 90 Doğu Karadeniz Artvin, Giresun, Gümüşhane, Ordu,<br />
Rize, Trabzon<br />
TRA2 Serhat Ağrı, Ardahan, Iğdır, Kars<br />
TRB1 Fırat Bingöl, Elazığ, Malatya, Tunceli<br />
Kaynak: Yazarlar tarafından hazırlanmıştır.<br />
Tablo1'den de görüleceği üzere düzey II olarak 26 bölge ve kapsadığı iller tasnif<br />
edilmektedir. Bakanlar Kurulunun 2002 tarihli bir kararnamesi ile İBBS (NUTS) adı<br />
altında Düzey I olarak 12 bölge, Düzey II olarak 26 bölge, Düzey III olarak da 81 il<br />
belirlenmiştir. Bu bölge sınıflaması yapılırken bölgelerin sadece coğrafi değil,<br />
ekonomik ve sosyal özellikleri de göz önüne alınmıştır (Urhan: 2015, 42).<br />
475
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo.2.Bölgesel Kalkınma Ajanslarının Çalışma Alanları<br />
Çalışma Alanlar<br />
İçsel Kalkınma Planlama - Kaynak değerlendirme - Altyapı yönetimi<br />
Altyapı ile ilgili hizmetler - İçsel kaynakların geliştirilmesi<br />
Yabancı yatırım Yüzyüze mülakatlar - Belirli görevler - Yurtdışı ofisleri -<br />
çekmek Pazarlama - Atelyeler ve seminerler - Finansal aracılık -<br />
Finansal güvence - Teknik yardım - Arsa sağlama -<br />
Büyükelçilikler - Sergiler - Aracı kurumlar - Ortaklıklar -<br />
Çevre ve yaşam kalitesi - İnsan kaynakları - Araştırma<br />
Girişimlere verilen<br />
servisler<br />
Yerel ve bölgesel<br />
otoritelere<br />
verilen servisler<br />
Eğitim alanındaki<br />
çalışmalar<br />
kurumlarının varlığı - Finansal avantajların varlığı - Altyapı<br />
Danışmanlık - Yeni girişimcilere destek hizmetleri - Mevcut<br />
girişimcilere destek hizmetleri - Teknolojik gelişme için -<br />
Teknoloji aktarımında - İhracatta - Şirket birleşmelerinde -<br />
Fuarlar ve seminerler - Girişimlerin yeniden<br />
yapılanmasında - İşbirliği oluşturma merkezleri - Yurtdışı<br />
temsilcilikler - Finansman desteği - Sübvansiyonlar - Kredi<br />
imkanları - Risk sermayesi, kuruluş sermayesi - Kredi<br />
garanti fonları - Vergi indirimleri - İhracat için<br />
sübvansiyonlar<br />
Danışmanlık - Yerel ve bölgesel otoriteler adına yönetim -<br />
Girişimlere finansal destekler - Bölgeye yabancı yatırımı<br />
çekme çalışmaları - Sanayi bölgesi ve yer seçimi çalışmaları<br />
Girişimcilere - İlgi alanında yöneticilere -<br />
Kırılgan grupların işe alınmasında (kadınlar, engelliler<br />
gibi)<br />
Kaynak: (Kayasü ve Yaşar: 2004, 353; Urhan: 2015, 49)<br />
Tablo 2 incelendiği zaman ajansların salt ekonomik değil, aynı zamanda sosyal<br />
anlamda da değer yaratan birimler olduğu görülmektedir. Seminerler, çevre ve yaşam<br />
kalitesi, insan kaynakları, altyapı, danışmanlık ve kırılgan grupların işe alınmasında<br />
(kadınlar, engelliler gibi) önemli artı değerler oluşturmaktadır.<br />
İktisadi büyüme, fert başına reel hasılada meydana gelen sürekli artış olarak<br />
açıklanırken (Ünsal: 2007, 11), kalkınma ise, sadece üretimin ve kişi başına gelirin<br />
yükseltilmesi anlamına gelmeyip, gelişmekte olan toplumlarda ekonomik, sosyal ve<br />
kültürel dokunun da revize edilmesi anlamına gelmektedir (Han ve Kaya: 2012, 2).<br />
Tam da bu noktada ajansların salt büyümeye yönelik birimler değil, kalkınma odaklı<br />
kuruluşlar olduğunu belirtmek gerekmektedir. Kalkınma olgusu temelde insana ve<br />
insanlığa dair birçok problemi içinde barındırmasına istinaden, ajanslar sosyal<br />
anlamda ve sosyal politikalar konusunda önem arz etmektedirler. Tablo 3'de kalkınma<br />
ajansı girişiminin sosyal politikalar açısından değerlendirmesine yer verilmektedir.<br />
476
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo.3. Kalkınma Ajansı Girişiminin Sosyal Politikalar Açısından<br />
Değerlendirmesi<br />
Kuruluş “Hem ulusal, hem de bölgesel-yerel düzeyde, başta istihdam ve gelir<br />
Gerekçesi olmak üzere ekonomik ve sosyal göstergelerin iyileştirilmesine, bölgeler<br />
ve 5449’daki arası ve bölge içi gelişmişlik farklarının azaltılmasına ve dolayısıyla<br />
Amaçlar ülkenin genel refah ve istikrarına olumlu katkılar sağlayacak olan<br />
Kalkınma Ajanslarının…”<br />
“ Bölgenin kaynak ve olanaklarını tespit etmeye, ekonomik ve sosyal<br />
gelişmeyi hızlandırmaya ve rekabet gücünü artırmaya yönelik<br />
araştırmalar yapmak,yaptırmak, başka kişi, kurum ve kuruluşların<br />
yaptığı araştırmaları desteklemek.”<br />
Mevcut Sosyal<br />
Politika<br />
Araçları<br />
Ajans<br />
Çalışmalarında<br />
Sıkça<br />
Kullanılan<br />
Kavramlar<br />
Geliştirilmesi<br />
Gereken<br />
Alanlar<br />
• Doğrudan Finansman ve Doğrudan Faaliyet Destekleri yoluyla mali<br />
destek;<br />
• Teknik Destek’le sosyal politika taraflarında kurumsal, sosyal ve<br />
beşeri kapasite<br />
geliştirme;<br />
• Genel koordinasyon misyonuyla sosyal politika taraflarının kendi<br />
içinde iletişimini ve diğer taraflarla (klasik ekonomi politikası aktörleri)<br />
bağlantısını kurma,güçlendirme<br />
(i) Sosyal içerme (ii) Sosyal sermaye<br />
(iii) Beşeri sermaye (iv) Toplumsal cinsiyet<br />
(v) Sosyal güvenlik (vi) Dezavantajlı gruplar<br />
(vii) Sürdürülebilirlik<br />
• Sosyal politikaya bütünsel olmayan yaklaşım,<br />
• Bölgesel ihtiyaçlara göre çerçevenin değişmemesi,<br />
• Sosyal politikanın iktisadi politikanın bir çıktısı görülmesi eğilimi,<br />
• Performans göstergelerinin ulusal asgari müşterekleri<br />
yakalayamaması ve dağınıklığı,<br />
• Sosyal politikaya ışık tutacak nitel ve nicel verinin karşılıklı<br />
doğrulandığı bir veri tabanının yetersizliği,<br />
• Ajans çalışanlarının kalkınma vizyonu kazandıracak şekilde eğitilmesi<br />
ihtiyacı;<br />
• Dezavantaj paradigması üzerinden tek boyutlu, sadece istihdama<br />
bağlanmış<br />
“sosyal uyum ve bütünleşme” hedeflerinin konulması,<br />
• Sosyal diyalog, iş sağlığı ve güvenliği, yoksullukla mücadele ve sosyal<br />
kırılganlığın (vulnerability) giderilmesi, göç yönetimi, aile içi ve<br />
toplumsal şiddetle mücadele, yoksullukla mücadele için varlık birikimi<br />
(sosyal, beşeri, fiziki, finansal), kentsel dönüşüm, insani kalkınma,<br />
insana yakışır iş (decentwork), sosyal koruma, sosyal içerme ve sosyal<br />
uyum (cohesion) gibi sosyal kalkınma kavram ve araçları üzerinde<br />
bilinçli ve kapsamlı çalışmaların henüz yapılmamış olması.<br />
Kaynak: (Sosyal Politika Açılımları Çalışma Grubu, 2012: 10)<br />
Ajans çalışmalarında sıkça kullanılan sosyal sermaye, beşeri sermaye, toplumsal<br />
cinsiyet, sosyal güvenlik, sosyal içerme ve dezavantajlı gruplar sosyal politikalar için<br />
önemli yapı taşlarıdır. Özellikle her geçen gün önemini artıran sosyal sermaye;<br />
insanların tek başına yapabileceklerinden daha fazla hareket etme fırsatı sağlayan<br />
sosyal ilişkiler olarak açıklanmaktadır. Bu kavramın ortaya çıkarmak istediği en<br />
477
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
önemli faktör insanlar arasındaki ilişkiler olmakla beraber, söz konusu ilişkilerin<br />
sosyo-ekonomik etkilere sahip olması şeklinde karşımıza çıkmaktadır (Özcan: 2011,<br />
6). Beşeri sermaye ile birbirini tamamlayan sosyal sermaye, dezavantajlı gruplara<br />
yönelik sorunları minimize edilmesi, sosyal yapının daha sağlam temellere oturması<br />
ve kalkınma için artı değer yaratması noktasında önem ihtiva etmektedir (Aydın:<br />
2016).<br />
3. DİCLE KALKINMA AJANSI ( DİKA)<br />
Türkiye`de 25 Ocak 2006’da kabul edilen ve 8 Şubat 2006 tarihinde 26074 sayılı<br />
Resmi Gazete’de yayımlanan 5449no’lu “Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu,<br />
Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun” ile 26 kalkınma ajansı kurulmuştur.<br />
Dicle kalkınma ajansı (DİKA) ise,bu 26 kalkınma ajanstan biri olup, 22 Kasım 2008<br />
tarih ve 27062 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu 2008/14306 sayılı<br />
kararnamesi ile kurulmuştur. DİKA, Merkez ili Mardin ili olmak üzere TRC3 Düzey<br />
2 ilerini (Mardin, Batman, Siirt, Şırnak) kapsamaktadır<br />
(http://www.dika.org.tr/kurumsal). DİKA`nın görev ve yetkileri “Kalkınma<br />
Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun” 5.<br />
maddesi’nde belirtilen görev ve yetkiler olup, bazıları;<br />
Yerel yönetimlerin plânlama çalışmalarına teknik destek sağlamak.<br />
Bölge plân ve programlarının uygulanmasını sağlayıcı faaliyet ve projelere<br />
destek olmak; bu kapsamda desteklenen faaliyet ve projelerin uygulama sürecini<br />
izlemek, değerlendirmek ve sonuçlarını Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığına<br />
bildirmek.<br />
Bölge plân ve programlarına uygun olarak bölgenin kırsal ve yerel kalkınma ile<br />
ilgili kapasitesinin geliştirilmesine katkıda bulunmak ve bu kapsamdaki projelere<br />
destek sağlamak.<br />
Bölgede kamu kesimi, özel kesim ve sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülen<br />
ve bölge plân ve programları açısından önemli görülen diğer projeleri izlemek.<br />
Bölgesel gelişme hedeflerini gerçekleştirmeye yönelik olarak; kamu kesimi, özel<br />
kesim ve sivil toplum kuruluşları arasındaki işbirliğini geliştirmek.<br />
Bölgenin kaynak ve olanaklarını tespit etmeye, ekonomik ve sosyal gelişmeyi<br />
hızlandırmaya ve rekabet gücünü artırmaya yönelik araştırmalar yapmak, yaptırmak,<br />
başka kişi, kurum ve kuruluşların yaptığı araştırmaları desteklemek.<br />
Yönetim, üretim, tanıtım, pazarlama, teknoloji, finansman, örgütlenme ve işgücü<br />
eğitimi gibi konularda, ilgili kuruluşlarla işbirliği sağlayarak küçük ve orta ölçekli<br />
işletmelerle yeni girişimcileri desteklemek.<br />
şeklinde sıralanabilmektedir (http://www.dika.org.tr/gorevler-yetkiler). DİKA 2008<br />
yılında kurulmasına rağmen bu görev ve yetkileri icra etmek üzere 2009 yılının Ekim<br />
ayında aktif olarak çalışmalarına başlamıştır (http://www.dika.org.tr/kurumsal). Hatta<br />
DİKA`nın yayınladığı bütçe raporlarından bu ajansın ancak 2010 yılında itibaren<br />
proje faaliyetleri yürütebildiği görülmektedir. (http://www.dika.org.tr/Butce)<br />
478
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
4. DİKA`NIN SOSYAL POLİTİKA UYGULAMALARI<br />
Türkiye`deki kalkınma ajansları bölgenin ekonomik ve sosyal kalkınmasını sağlamak,<br />
bölgenin rekabet gücünü yükseltmek ile araştırmalar yapmak ve bölgenin kaynak ve<br />
imkânlarını ortaya koymak üzere mali ve teknik destekler sağlarlar. Burada mali<br />
destekler; doğrudan finansman destekleri, doğrudan faaliyet destekleri, güdümlü proje<br />
destekleri ve gerek faizli gerek faizsiz kredi desteklerini kapsarken, teknik destekler;<br />
kurumsal kapasiteyi artırmak üzere eğitim, danışmalık ve lobi faaliyetleri gibi<br />
destekleri kapsamaktadır (Pehlivan:2013, 429). Bu çalışmada DİKA`nın sosyal<br />
politika uygulamaları olarak öncelikle Teknik Destekler (TD) ve Doğrudan Faaliyet<br />
Destekleri (DFD) ele alınmıştır.<br />
Çünkü Doğrudan Faaliyet Destekleri (DFD) ”bölgenin kalkınması ve rekabet gücü<br />
açısından önemli fırsatlardan yararlanılmasında ve bölge ekonomisine yönelik tehdit<br />
ve risklerin önlenmesinde acil tedbirlere yönelik faaliyetler söz konusu olduğunda<br />
ajansların proje teklif çağrısına çıkmaksızın, yararlanıcının proje hazırlığı<br />
konusundaki yükümlülüklerinden bazılarını hafifletmek, proje destek sürecini<br />
hızlandırmak amacıyla stratejik araştırma, planlama ve fizibilite çalışmalarına destek<br />
olmak için yararlanıcılara sağladığı karşılıksız ve doğrudan destekler…” Teknik<br />
destekler (TD) ise, “ajansların ilgili kurum ve kuruluşların teknik kapasitelerinin<br />
artırılması amacıyla, herhangi bir mali destek vermeksizin mevcut personeli ya da<br />
hizmet alımı yolu ile sağladığı destek türü…”şeklinde ifade edilmektedir.<br />
(Pehlivan:2013, 430).<br />
DİKA`nın yıllar itibariyle sağladığı DFD ve TD projeleri için Tablo 4 ve bu projelerin<br />
diğer projele ile kıyaslanması için Tablo 5 hazırlanmıştır. Tablo 4 incelendiğinde<br />
gerek DFD gerekse TD projelerinde 2011 yılında artış gerçekleşmiştir. Ancak<br />
2012yılında bu projelerin sayısında büyük oranlarda düşüşler yaşanmıştır. Bu<br />
düşüşler 2013 yılında da devam etmiştir. 2014 yılında her iki proje türünde artışlar<br />
mevcut olmuşsa da bu artış oranlarının düşük olduğu görülmüştür.<br />
Tablo. 4. DİKA`nın Yıllar İtibariyle DFD ve TD Projeleri<br />
Yıllar DFD TD Toplam<br />
z<br />
2010 19 45 64<br />
2011 22 62 84<br />
2012 5 24 29<br />
2013 3 18 21<br />
2014 8 20 28<br />
Kaynak: DİKA`dan alınan veriler ile hazırlanmıştır.<br />
Tablo 5`e bakıldığında 2010 ve 2011 yılında DFD ve TD projelerinin sayısı DİKA`nın<br />
desteklediği proje sayılarından daha fazladır. 2012 yılına gelindiğinde bu projelerin<br />
479
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
toplam sayısı ile diğer projelerin sayısının eşit olduğu anlaşılmıştır. 2013 yılına<br />
bakıldığında diğer projelerin sayısı söz konusu her iki proje sayısının toplamını<br />
geçmiştir. Hatta neredeyse 5 katı kadar olmuştur. Bu fazlalık 2013 yılı kadar olmasa<br />
da 2014 yılında da devam etmiştir.<br />
Tablo. 5. DİKA`nın Yıllar İtibariyle DFD ve TD Projelerinin Diğer<br />
Projeler ile Kıyaslanması<br />
Yıllar<br />
DFD ve TD<br />
Projeleri<br />
Diğer<br />
Projeler<br />
Toplam<br />
Projeler<br />
2010 64 63 127<br />
2011 84 63 147<br />
2012 29 29 29<br />
2013 21 94 115<br />
2014 28 36 64<br />
Kaynak: DİKA`dan alınan veriler ile hazırlanmıştır.<br />
DİKA`nın yıllar itibariyle DFD ve TD proje tutarları Tablo 6`da sunulmuştur. İlgili<br />
Tablo incelendiğinde 2010 yılından 2013 yılına kadar DFD ve TD proje tutarlarında<br />
azalma meydana gelmiştir. 2014 yılındaki DFD tutarında 2013 ve 2012 yılına göre<br />
artış meydana gelmişse de bu tutar 2010 ve 2011 yılına göre çok küçük kalmıştır. Aynı<br />
husus 2015 yılı içinde geçerli olmuştur. Zira 2015yılında önceki yıllara göre artışlar<br />
görülmüşse de bu tutar 2011 ve 2010 yılına göre düşük miktarda gerçekleşmiştir.<br />
Tablo.6. Yıllar İtibariyle DFD ve TD Proje Tutarları (TL)<br />
Yıllar DFD TD<br />
2010* 674.440,69 400.000,00<br />
2011 706.417,21 238.159,69<br />
2012 88.000,00 112.911,70<br />
2013 54.000,00 71.553,13<br />
2014 150.128,00 NA**<br />
2015 197.880,64 144.525,20<br />
Kaynak: DİKA`nın yayınladığı Bütçe ve faaliyet raporlarındaki veriler ile<br />
hazırlanmıştır.<br />
2010 yılındaki DFD ve TD proje tutarları başlangıç ödenek tutarlarıdır.<br />
Bu yılla ait gerçekleşen veriler temin edilemediğinden tahmin oranları yazılmıştır.<br />
** İlgili veriye ulaşılamamıştır.<br />
480
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Diğer taraftan DİKA`nın desteklediği sosyal politika uygulamaları kapsamında salt<br />
DFD ve TD projeleri değerlendirmek yeterli değildir. Nitekim ajansın mali destek<br />
kapsamındaki 2011yılındave 1.783.560,12 TL tutarındaki “Kentsel Yaşam<br />
Kalitesinin İyileştirilmesi” 2013 ve 2014 yıllarında sırasıyla 4. 557.264,88 TL,<br />
2.050.795,12 TL tutarlarındaki “Turizm, Kent ve Sanayi Altyapısı” ve 2015 yılındaki<br />
“Kentsel ve Çevresel Altyapının İyileştirilmesi” gibi Projeleri de sosyal uygulamalar<br />
kapsamında değerlendirilebilir. Yine 2015 yılında uygulama aşamasına geçen<br />
güdümlü proje kapsamındaki “Hasankeyf Üçyol Ekolojik Köy Projesi” bu çerçevede<br />
örneklendirilebilecek önemli projelerden bir tanesidir (DİKA 2012 ve 2014 Bütçe<br />
Uygulama Sonuçları ile 2015 yılı Faaliyet Raporu).<br />
5. SONUÇ<br />
Bölgelerarası dengesizliği minimize etmek ve bölgesel kalkınmayı canlandırmak için<br />
hayata geçirilen bölgesel kalkınma ajansları, kuruldukları bölgedeki potansiyeli ve iç<br />
dinamikleri gün yüzüne çıkararak, ulusal ve uluslararası çapta ekonomik, sosyal ve<br />
kültüre değer ihtiva eden politikalar uygulamaktadır. Bu kapsamda bölgesel kalkınma<br />
ajanslarının kuruldukları bölgede ekonomik gelişmesini sağlamanın yanında sosyal<br />
gelişmeyi sağlamaya yönelik faaliyetleri de söz konusu olmaktadır. Zira kalkınma<br />
ajansları salt ekonomik olmanın ötesinde sosyal sorunları da tespit edip, çözüm üreten<br />
yapılanmalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu doğrultuda ajanslar, bölgenin<br />
kalkınması için sosyal politika uygulamalarına önem verip, projeleri<br />
desteklemektedir.<br />
Bu çalışmada da Mardin, Batman, Şırnak ve Siirt illerini kapsayan ve Türkiye`deki<br />
26 kalkınma ajansından biri olan Dicle Kalkınma Ajans`nın bölgesel kalkınmadaki<br />
sosyal politikalara yönelik desteklediği projeleri incelenmiştir.<br />
DİKA`nın sosyal politika projeleri salt DFD ve TD projeleri olmasa da öncelikli<br />
olarak bu iki proje türü bu kapsamda değerlendirilmiştir. DİKA`nın projeleri<br />
desteklemeye başladığı 2010 yılından sonraki yıllara bakıldığında 2011 yılından sonra<br />
2014 yılına kadar DFD ve TD proje sayılarının ciddi bir şekilde azaldığı görülmüştür.<br />
Keza bu projeler tutarlar noktasında da aynı sonucu göstermiş ve 2011 yılından sonra<br />
azalmıştır. Bu projelerin tutarları 2014 ve 2015 yılında artmışsa da eski oranları<br />
yakalamadığı müşahede edilmiştir.Öte yandan DİKA`nın bölgede sosyal politika<br />
projeleri çağrıştıran ve bölge için büyük öneme haiz olan yüksek tutardaki mali destek<br />
ve güdümlü projeleri desteklediği anlaşılmıştır.<br />
Sonuç olarak sosyal politika projelerini çağrıştıran DFD ve TD projelerin artırılması<br />
gerektiği sonucuna ulaşılabilir. Hatta sadece bu projeler kapsamında değil de diğer<br />
proje kapsamındaki projelerde de sosyal politika uygulamalarının (örneğin eğitim,<br />
sağlık, kültür, spor vb.) artırılması bölge kalkınması için öncelikli hedefler arasında<br />
olması gerektiği düşünülmektedir.<br />
481
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
KAYNAKÇA<br />
Aydın, H. İ. (2012). Bölgelerarası Farklılıkların Giderilmesinde Bölgesel Kalkınma<br />
Ajanslarının Rolü, Yüksek Lisans Tezi, Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü.<br />
Aydın, H. İ. (2016). Sosyal Sermaye ve Kalkınma, Ankara: Efil Yayınevi, I. Baskı.<br />
Bandırma İktisadi Araştırmalar Enstitüsü, (2007). Bölgesel Kalkınma Ajansları,<br />
Mayıs 2007, Bilgilendirme Kitapçığı Dizisi Yayın No: BK – 2 / 2007<br />
Cilavdaroğlu, A. A. (2008). Bölgesel Kalkınma Ajansları, Türkiye'de Kuruluş ve<br />
İşleyiş Sorunları, Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi, Sosyal<br />
Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi Anabilim Dalı, Kentleşme ve Çevre<br />
Sorunları Bilim Dalı.<br />
DPT, (2000). Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Bölgesel Gelişme Özel İhtisas<br />
Komisyonu Raporu, Yayın No: DPT: 2502: 523, Nisan, Ankara.<br />
Gibbs, D. (1998). "Regional Development Agencies and Sustainable Development"<br />
Regional Studies, 32(4), s. 365-368.<br />
Gürler Hazman, G. (2011). Türkiye`de Yerel Düzeyde Kalkınma Hedefi ve<br />
Belediyeler, Ankara: Seçkin Yayıncılık, I. Baskı.<br />
Han, E. ve Kaya, A. A. (2012). Kalkınma Ekonomisi Teori ve Politika, Ankara: Nobel<br />
Yayınevi, 7. Baskı.<br />
http://www.dika.org.tr/kurumsal, Erişim Tarihi: 07.08.2016.<br />
http://www.dika.org.tr/gorevler-yetkiler, Erişim Tarihi: 07.08.2016.<br />
http://www.dika.org.tr/Butce, Erişim Tarihi: 07.08.2016.<br />
Kayasü, S. ve Yaşar, S. S. (2004). Bölgesel Kalkınma Ajansları: Türkiye Üzerine<br />
Öneriler, Kentsel Ekonomik Araştırmalar Sempozyumu, DPT, Ankara, ss.<br />
348-357.<br />
Küçükali, A. (2013). Sosyal Politika Uygulamalarında Kalkınma Ajansları:<br />
KUDAKA Örneği, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi,<br />
Cilt:27, Sayı:3, Erzurum, ss.205-220.<br />
Özcan, B. (2011). Sosyal Sermaye ve Ekonomik Kalkınma, Doktora Tezi, İstanbul:<br />
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat ABD.<br />
Özel, M. (2009). Avrupa Birliği’ne Uyum Sürecinde Türkiye’de Bölgelerarası<br />
Dengesizlik ve Yeni Yönetsel Birim Arayışları, Ankara Üniversitesi SBF<br />
Dergisi, 64(1), ss.165-199.<br />
Özer, A. (2012). Türkiye’de Bölgesel Kalkınma Ajanslarının Sosyal Ekonomik<br />
işlevleri, Kamu-İş, Cilt:12, Sayı:2, ss.37-74.<br />
Pehlivan, P. (2013). Türkiye’de Kalkınma Ajanslarının Yerel Ekonomi Üzerine<br />
Etkileri: Zafer Kalkınma Ajansı Örneği,CBÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt<br />
:11, Sayı :3, ss.412-438.<br />
Polat, E. (2012). Bölgesel Kalkınma Ajansları: Dicle Kalkınma Ajansı (DİKA)<br />
Örneği, Kahramanmaraş Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt.9, Sayı.1,<br />
ss.21-39<br />
Sosyal Politika Açılımları Çalışma GRUBU, (2012). Kuruluştan Bugüne Kalkınma<br />
Ajanslarında Sosyal Politikalar, Genel Değerlendirme ve Önerilerle,<br />
Temmuz, ss.1-37.<br />
Tiftikçigil B. (2010). Avrupa Birliği’ne Uyum Sürecinde Türkiye’de Bölgesel<br />
Kalkınma Politikalarında Yaşanan Dönüşüm ve Kalkınma Ajansları Üzerine<br />
482
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bir Değerlendirme, Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal<br />
Bilimler Enstitüsü.<br />
Urhan, F. B. (2015). Bölgesel Kalkınma Ajansları: Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı<br />
Örneği, Kahramanmaraş Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş: Sütçü İmam<br />
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Coğrafya ABD.<br />
Ünsal, E. (2007). İktisadi Büyüme, Ankara: İmaj Yayınevi, Ekim.<br />
483
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Otel İşletmeleri Web Siteleri ve Facebook Hesaplarının<br />
Değerlendirilmesi: Muş İlindeki Otel İşletmeleri Üzerine<br />
Bir Çalışma<br />
Öz<br />
Ali Turan BAYRAM 1 , Gül ERKOL BAYRAM 2 , Özlem SÜRÜCÜ 3<br />
İnternet ve sosyal medyada meydana gelen değişimler işletmelerin de bu alanlara<br />
adapte olmasını zorunlu kılmaktadır. Turizm bölgesel kalkınma üzerindeki rolü de<br />
dikkate alındığında Muş ilinin turizm gelişimi için otel işletmelerinin pazarlama<br />
açısından eksikliklerinin belirlenmesi önem arz etmektedir. Bu bağlamda çalışmanın<br />
amacı, Muş ili içerisinde faaliyet gösteren otel işletmelerinin web siteleri ve Facebook<br />
hesaplarını incelemek ve eksiklerini tespit etmek olarak belirlenmiştir. Çalışma için<br />
Muş ili ve ilçelerinde yer alan 13 otel işletmesi ele alınmıştır. Çalışma sonucunda Muş<br />
ilinde yer alan otel işletmelerinin web sayfaları ve Facebook sayfalarına gerekli<br />
önemin verilmediği ve değerlendirme kriterlerinin birçoğunu taşımadıkları tespit<br />
edilmiştir.<br />
Anahtar Kelimeler: Otel İşletmeleri Web Siteleri, Otel İşletmeleri Facebook<br />
Hesapları, Muş Otel İşletmeleri, Muş.<br />
The Evaluation of Hotel Management’s Website and<br />
Facebook Accounts: An Investigation on Hotel<br />
Managements Located on Muş Province<br />
Abstract<br />
The changes on internet and social media has required to businesses to be adapted to<br />
this areas. Also, Considering the role of tourism on regional development;<br />
Determining the lackness of hotel management in terms of marketing is highly<br />
important fort the tourism development of Muş.With this context, the aim of this study<br />
is determined to investigate of hotel managements ,being located in Muş, web site<br />
and facebook account and identifying their lacks. For the study; Thirteen hotel<br />
managements in Muş province and district are handled. As a result of study; It is<br />
determined that Hotel managements in Muş does not pay attention enough to their<br />
web sites and facebook account and they doesn’t have many evaluation criteria for<br />
web sites and facebook account.<br />
Key Words: Hotel Management’s Web Sites, Hotel Managements Facebook<br />
Accounts, Muş Hotel Managements, Muş.<br />
1 Yrd.Doç. Dr., Sinop Üniversitesi, alituran_bayram@hotmail.com (Sorumlu Yazar/ Corresponding<br />
Author)<br />
2 Yrd.Doç. Dr., Sinop Üniversitesi, gulerkol@windowslive.com<br />
3 Yrd.Doç. Dr., Sinop Üniversitesi, ozlemaltunoz@hotmail.com<br />
484
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
1. GİRİŞ<br />
Sektörsel bazda önemi her geçen gün artan ve gelişen teknolojiler sayesinde çeşitlenen<br />
pazarlardan söz etmek mümkündür. Rekabetin önemi diğer sektörlerde olduğu gibi<br />
otelcilik sektöründe de hızla artmaktadır (Kitapçı, 2006:1). Otel işletmeciliği turizm<br />
endüstrisini oluşturan en önemli alt sektörlerden birisi olarak görülmektedir. Özellikle<br />
artan rekabet ortamında iyi hazırlanmış ve iyi yönetilen bir web sitesine sahip olmak,<br />
otel işletmelerinin, zaman ve mekân sınırı olmadan küresel bazda tüm tüketicilere<br />
daha düşük maliyetlerle ulaşabilmesine imkân sağlamaktadır (Law ve Hsu,<br />
2005:493).<br />
Teknolojik gelişmeler ışığında coğrafi sınırlar ortadan kalkarak alıcı ve satıcının<br />
buluştuğu pazarlara yeni bir boyut kazandırmaktadır. Bu yeni pazarların bir sonucu<br />
olarak da işletmeler faaliyetlerini elektronik ortamlara taşımaya başlamışlardır (Civan<br />
ve Bal, 2002: 1011; Akt: Yıldız, 2011: 31). TUİK’in araştırma sonuçlarına göre<br />
Türkiye’de kayıtlı internet abonesi sayısı 2014 yılında 41 272 940 iken 2015 yılının<br />
ilk üç ayında bu sayı 42 921 781’e ulaşmıştır. İnternet kullanıcılarının %23,4’ü<br />
(2015’in ilk üç ayında %19,7) internet üzerinden seyahat ve konaklama alışverişine<br />
yönelik bilgi aramakta ve satın alma gerçekleştirmektedir. (TUİK, 2015). Bu<br />
gelişmeleri yakından takip eden birçok turizm işletmesi de e-ticaret danışmanlığı<br />
veren şirketlerden, satış ve destek hizmeti ile web sunucularının geliştirilmesi için<br />
hizmet satın almaya başlamışlardır (Ping, 2011:850). Her geçen gün daha fazla<br />
tüketicinin turizm ürünlerini internet üzerinden satın almaya başlaması, otel<br />
işletmelerinin kendi web sitelerini ve sosyal ağlarını oluşturmasına neden olmuştur.<br />
Bu sayfalar pazarlama ve satış için kullanılmasının yanı sıra rezervasyon aracı olarak<br />
da online hizmetler sunmaktadır (Büyüközkan ve Ergün, 2011: 6587).<br />
Her geçen gün internet kullanıcıların sayısının artmasını ile birlikte kullanıcı sayısı<br />
artan sosyal medya, internetin en gözde uygulamalarından birisi olarak önemli bir<br />
iletişim aracı olma yönünde ilerlemektedir (Hazar, 2011: 153). Web sitelerinin otel<br />
pazarlaması açısından artık tek başlarına yeterli olmadıkları ve sosyal medya araçları<br />
ile desteklenmeleri gerektiği bilinmektedir. Bu amaçla web sitelerinin sosyal medya<br />
araçları ile bütünleştirilerek, reklamların ve içerik paylaşımlarının yapılması<br />
işletmelere alternatif bir strateji imkanı sunmaktadır (Xiang ve Gretzel, 2010: 187).<br />
Sosyal medya araçları içerisinde en popüler sosyal ağlardan birisi olan Facebook<br />
bireysel iletişim ve eğlence ortamı olmasının yanı sıra işletmelerin ürünlerini,<br />
markalarını ve kendilerini gösterebilecekleri geniş kullanıcı kitlesine sahip<br />
ortamlardır. İşletmelere mali anlamda çok fazla yük yüklemeyen Facebook,<br />
pazarlama açısından en güncel biliye ulaşarak bu bilgiler ile veri tabanı oluşturmayı<br />
sağlamakta ve kişisel veriler sayesinde müşteri analizi yapma ve reklamları kolayca<br />
büyük bir kitleye yayma imkânı tanımaktadır (Akar, 2010: 140–141).<br />
İnternet teknolojileri ve sosyal ağlar turizm işletmelerine küresel anlamda tüm müşteri<br />
ve potansiyel müşterilere ulaşmak için az maliyetli ve oldukça etkili bir yol imkanı<br />
sunmaktadır (Heinonen, 2011: 53,57). Fakat müşterilere ulaşırken, işletmelerin, bu<br />
yeni pazarlama aracını nasıl kullanacağını, bu ortamda nasıl iletişim kuracağını ve<br />
hangi bilgilerin bu sayfalarda bulunması gerektiğini bilmesi önem teşkil etmektedir.<br />
485
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bu bağlamda çalışmanın amacı, otel işletmelerinin web siteleri ve Facebook<br />
hesaplarını incelemek ve eksiklerini tespit etmek olarak belirlenmiştir.<br />
2. ALAN YAZIN<br />
Literatürde konu ile ilgili çalışmalar incelendiğinde, Kaşlı (2006) çalışmasında bilgi<br />
teknolojilerinin otel işletmelerinde pazarlama aracı olarak kullanılmasına yönelik 50<br />
otel işletmesini incelemiş ve otel işletmelerinin yeni pazarlara ulaşmak ve müşteri ile<br />
sürekli iletişim kurmak adına bilgi teknolojileri ve internetten yeteri kadar<br />
yararlanmadığını tespit etmiştir. Baloğlu ve Pekcan (2006) 139 otel işletmesi üzerine<br />
yaptıkları çalışmalarında, 45 özellik ile otel işletmeleri web sayfalarını<br />
değerlendirmişlerdir. Değerlendirmede otel işletmeleri web sayfalarında en çok<br />
kullanılan özellik olarak otel ve oda resimleri olduğunu ve kullanım kolaylığı ve<br />
siteye kolay ulaşım konularında genel olarak web site performanslarının yeterli<br />
olduğunu tespit etmişlerdir.<br />
Otel işletmeleri web sayfalarının büyük çoğunluğunun bilgi formu, özel aktiviteler<br />
için takvim, çevrimiçi yorum formu, diğer sitelere bağlantı, çevrimiçi ödeme, turizm<br />
bilgi bürolarına bağlantı, son güncelleme tarihi ve manşet reklamlar konusunda<br />
çevrimiçi misafir defteri, döviz bilgisi ve site içi arama imkânı konularında yetersiz<br />
performansa sahip olduklarını tespit etmişlerdir. Araştırma sonucunda otel<br />
işletmelerinin web sitelerinin pazarlama açısından tam anlamıyla internetten<br />
yararlanamadıklarını belirtmişlerdir.<br />
Bayram ve Yaylı (2009) 286 otel işletmesi üzerine yaptıkları çalışmalarında web<br />
sitelerinin bilgi sağlayan özelliklere ve fotoğraflara yer verdiğini, en çok siteye kolay<br />
ulaşım, iletiştim, çoklu dil seçeneği, ana sayfaya kolay ulaşım ve kullanışlı menü<br />
seçeneklerinin kullanıldığını, döviz çevirici ve bilgisi, sık sorulan sorular, farklı<br />
ödeme seçeneği, rezervasyon hattı eğlence ve arama motoru seçeneklerinin en az<br />
kullanıldığını tespit etmişlerdir. Karamustafa ve Öz (2010) çalışmalarında, otel<br />
işletmeleri web sayfalarını 80 değişken açısından inceleyerek, Türkiye’deki otel<br />
işletmelerinin web sitelerinin online bir broşür gibi ve kısıtlı hizmet verdiklerini ve<br />
otel sınıfı yükseldikçe web sitelerinin daha başarılı olduğunu belirtmişlerdir.<br />
Zafarmand (2010) çalışmasında sosyal medyanın halkla ilişkilerde nasıl kullanıldığını<br />
araştırmış ve sosyal medyayı halkla ilişkiler alanında kullanan işletmelerin iki yönlü<br />
iletişim kurabildiğini ve müşterilerden gelen değişik fikirler sayesinde işletmelerini<br />
geliştirme fırsatları yakaladıklarını belirtmiştir. Parlak (2010) çalışmasında sosyal<br />
medyanın satın alma karar sürecine etkisini araştırmış ve videoların marka bilinirliğini<br />
arttıran en önemli sosyal medya aracı olduğunu tespit etmiş fakat yine de sosyal<br />
medya pazarlamasının geleneksel pazarlamaya oranla zayıf kaldığını savunmuştur.<br />
Şahbaz ve Bayram (2013) Antalya bölgesinde yer alan 108 beş yıldızlı otel<br />
işletmesinin Facebook sayfalarını değerlendirdikleri çalışmalarında, Facebook<br />
sayfalarında telefon, adres bilgisi ve fotoğraf galerisi gibi kriterlerin yer aldığını fakat<br />
destinasyon bilgileri ve ödüllü yarışmalara çok fazla önem verilmediğini tespit<br />
etmişlerdir. Türker, Türker ve Güzel (2014), çalışmalarında Muğla ilinde faaliyet<br />
gösteren beş yıldızlı otel işletmelerinin Facebook sayfalarını değerlendirmişler ve otel<br />
işletmelerinin hemen hemen hepsinin bir Facebook hesabına sahip olduklarını fakat<br />
486
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
sayfa güncellemelerinin nadir yapıldığını tespit etmişlerdir. Bununla birlikte<br />
Facebook sayfalarında kampanya, yarışma ve indirim uygulamalarına yer<br />
verilmediğini ve sayfaların ziyaretçi ve takipçi sayılarının oldukça yetersiz kaldığını<br />
belirtmişlerdir.<br />
3. ARAŞTIRMANIN METODOLOJİSİ<br />
Araştırmanın amacı doğrultusunda Muş ili içerisinde faaliyet gösteren 13 otel<br />
işletmesi ele alınmıştır. Otel işletmelerinin web sayfalarını değerlendirmek için<br />
literatürden yararlanarak oluşturulan web sitesi değerlendirme kriterlerinden, otel<br />
işletmelerinin Facebook sayfalarını değerlendirmek için Şahbaz ve Bayram’ın (2013)<br />
geliştirmiş olduğu Facebook hesapları değerlendirme kriterlerinden yararlanılmıştır.<br />
31 maddeden oluşan web sayfası değerlendirme kriterleri içerisinde otel işletmesi ile<br />
ilgili olarak “Otel İşletmesi Hakkında Bilgi, Telefon Bilgisi, Adres Bilgisi, Ulaşım<br />
Bilgisi, E-Mail, Duyurular, Basında Biz, SSS, Otel Tanıtım Videosu, Fotoğraf<br />
Galerisi, Hareketli Resimler, Sanal Tur, Fiyat Listesi” destinasyon ile ilgili olarak<br />
“Yerel Bölge Bilgisi, Hava Durumu Bilgisi, Etkinlik Bilgisi, Döviz Kuru, Diğer<br />
İşletmelere Link” internet teknolojileri ile ilgili olarak “Site Ulaşılabilirliği, Sosyal<br />
Ağlara Link, Online Bilgi Talep Formu, Online Yorum Formu, Online Ziyaretçi<br />
Defteri, Online Müşteri Hizmetleri, Site İçi Arama Motoru, Online Rezervasyon,<br />
Online Ödeme” ziyaretçiler ile ilgili olarak “Çoklu Dil Seçeneği, Site Kullanım<br />
Koşulları, Gizlilik Güvenlik Bilgisi, Kampanya Bilgisi” kriterleri yer almaktadır.<br />
20 maddeden oluşan Facebook hesapları değerlendirme kriterleri içerisinde<br />
destinasyon ile ilgili olarak, “Destinasyon Hakkında Bilgi, Destinasyon Etkinlik<br />
Rehberi, Destinasyon Haritası, Hava Durumu Bilgisi, Döviz Kurları” otel işletmesi<br />
ile ilgili olarak “Fotoğraf Galerisi, Otel Hakkında Genel Bilgiler, Otel Tanıtım<br />
Sloganı, Otel Bilgisi Sunan Videolar, Adres Bilgisi, Telefon Numarası, Fiyat Bilgisi,<br />
Online Rezervasyon Hizmeti, Düzenlenen Etkinlik Bilgisi” internet teknolojilerine<br />
yönlendirme ile ilgili olarak “Web Sayfasına Yönlendirme Linki, Kullanılan Diğer<br />
Sosyal Ağlara Yönlendirme Linkleri, Arkadaşına Öner Seçeneği” ziyaretçiler ile ilgili<br />
olarak “Sosyal Ağ Takipçilerine Özel İndirim İmkânları, Sosyal Ağda Yarışma ve<br />
Ödüller, Sosyal Ağ Kullanma Politikaları, Çoklu Dil Seçeneği” kriterleri yer<br />
almaktadır. Ayrıca Facebook hesaplarının takipçi sayısı, son güncelleme tarihi ve<br />
Facebook’a katılım yılını içeren üç adet sorunun cevabı da araştırılmıştır.<br />
4. ARAŞTIRMA BULGULARI<br />
Otel işletmelerinin web sayfalarının değerlendirilmesi Tablo 1’de gösterilmiştir. Muş<br />
ili içerisinde yer alan 13 otel işletmesi içerisinden 7 tanesinin bir web sayfasına sahip<br />
olduğu görülmüş ve değerlendirmeler bu 7 sayfa üzerinden gerçekleştirilmiştir. Tablo<br />
incelendiğinde, “İşletme Hakkında Bilgi, Telefon Bilgisi, Adres Bilgisi, Fotoğraf<br />
Galerisi” gibi temel bilgilerin tüm otel işletmelerinin web sayfası içerisinde<br />
bulunduğu görülmektedir. Değerlendirmeye tabi tutulan otel işletmelerinin “Site<br />
Ulaşılabilirliği” oldukça kolay gerçekleşmektedir. İletişim ile ilgili temel bilgilerden<br />
“Harita/Ulaşım Bilgisi, E-mail Bilgisi” bilgilerinin 1’er otel işletmesi web sayfasında<br />
eksik olduğu görülmektedir. Bununla birlikte “Duyurular Bölümü, Basında Biz<br />
Bölümü, Sanal Tur, Fiyat Listesi, Döviz Kuru, Diğer İşletmelere Link, Site İçi Arama<br />
487
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Motoru, Online Ödeme, Site Kullanım Koşulları, Gizlilik/Güvenlik Bilgisi ve<br />
Kampanya Bilgisi” kriterlerinin hiçbir web sayfasında bulunmadığı görülmektedir.<br />
Kullanıcılara bilgi edinmede kolaylık sağlayacak Sıkça Sorulan Sorular, Online<br />
Yorum Ortamı ve Online Müşteri Hizmetleri”, işletme imajına katkı sağlayacak<br />
“Tanıtım Videosu ve Online Ziyaretçi Defteri” kriterleri ise sadece birer otel işletmesi<br />
web sayfasında yer almaktadır. Özellikle yabancı turistlerin tercihini etkileyecek olan<br />
bir kriter olarak “Çoklu Dil Seçeneği” sadece iki web sayfasında yer alırken yine<br />
ziyaretçilere kolaylık sağlayacak bir unsur olarak “Online Rezervasyon, Hava<br />
Durumu Bilgisi ve Etkinlik Bilgisi” kriterleri de sadece ikişer web sayfasında yer<br />
almaktadır. Bununla birlikte, “Sosyal Ağlara Link” kriteri üç, “Hareketli Resim, Yerel<br />
Bölge Bilgisi ve Online Bilgi Talep Formu” kriterleri ise dörder web sayfasında yer<br />
almaktadır.<br />
Tablo 1: Otel İşletmeleri Web Sayfalarının Değerlendirilmesi<br />
Var Yok Toplam<br />
Değerlendirme Kriterleri<br />
n % n % n %<br />
İşletme Hakkında Bilgi 7 100 - - 7 100<br />
Telefon Bilgisi 7 100 - - 7 100<br />
Adres Bilgisi 7 100 - - 7 100<br />
Harita/Ulaşım Bilgisi 6 85,7 1 14,3 7 100<br />
E-mail Bilgisi 6 85,7 1 14,3 7 100<br />
Duyurular Bölümü - - 7 100 7 100<br />
Basında Biz Bölümü - - 7 100 7 100<br />
Sıkça Sorulan Sorular 1 14,3 6 85,7 7 100<br />
Tanıtım Videosu 1 14,3 6 85,7 7 100<br />
Fotoğraf Galerisi 7 100 - - 7 100<br />
Hareketli Resim 4 57,1 3 42,9 7 100<br />
Sanal Tur - - 7 100 7 100<br />
Fiyat Listesi - - 7 100 7 100<br />
Yerel Bölge Bilgisi 4 57,1 3 42,9 7 100<br />
Hava Durumu Bilgisi 2 28,6 5 71,4 7 100<br />
Etkinlik Bilgisi 2 28,6 5 71,4 7 100<br />
Döviz Kuru - - 7 100 7 100<br />
Diğer İşletmelere Link - - 7 100 7 100<br />
Sosyal Ağlara Link 3 42,9 4 57,1 7 100<br />
488
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Site Ulaşılabilirliği 7 100 - - 7 100<br />
Online Bilgi Talep Formu 4 57,1 3 42,9 7 100<br />
Online Yorum Ortamı 1 14,3 6 85,7 7 100<br />
Online Ziyaretçi Defteri 1 14,3 6 85,7 7 100<br />
Online Müşteri Hizmetleri 1 14,3 6 85,7 7 100<br />
Site İçi Arama Motoru - - 7 100 7 100<br />
Online Rezervasyon 2 28,6 5 71,4 7 100<br />
Online Ödeme - - 7 100 7 100<br />
Çoklu Dil Seçeneği 2 28,6 5 71,4 7 100<br />
Site Kullanım Koşulları - - 7 100 7 100<br />
Gizlilik/Güvenlik Bilgisi - - 7 100 7 100<br />
Kampanya Bilgisi - - 7 100 7 100<br />
Tablo 2’de ise otel işletmelerinin Facebook sayfalarında bulunması gereken kriterler<br />
incelenmiştir. Muş ilinde yer alan 13 otel işletmesinden 6 tanesinin bir Facebook<br />
sayfası olduğu görülmüş ve değerlendirme bu 6 sayfa üzerinden gerçekleştirilmiştir.<br />
Tablo incelendiğinde, destinasyona yönelik bilgilerin yer aldığı “Destinasyon<br />
Hakkında Bilgi, Etkinlik Bilgisi, Destinasyon Haritası, Hava Durumu Bilgisi ve Döviz<br />
Kuru” kriterlerinden hiç birinin Facebook sayfalarında olmadığı görülmüştür. Sosyal<br />
ağda takibi ve satın almaya teşviki sağlayacak kriterler içerisinden “Diğer Sosyal<br />
Ağlara Link, Arkadaşıma Öner Seçeneği, Takipçilere Özel İndirim, Sosyal Ağda<br />
Yarışma ve Ödüller” kriterlerinin de hiçbir Facebook sayfasında yer almadığı tespit<br />
edilmiştir. Ayrıca “Fiyat Bilgisi, Sosyal Ağ Kullanım Politikaları ve Çoklu Dil<br />
Seçeneği” kriterleri de Facebook sayfalarında yer almamaktadır. Facebook<br />
sayfalarının tamamında olduğu görülen tek kriter “Web Sayfalarına Link” kriteri iken<br />
“Fotoğraf Galerisi ve İşletme Hakkında Bilgi” kriterlerinin beşer sayfada yer aldığı<br />
görülmektedir. Bununla birlikte dört Facebook sayfasında “Telefon Bilgisi” üç<br />
Facebook sayfasında ise “Adres Bilgisi” Kriteri yer almaktadır.<br />
Tablo 2: Otel İşletmeleri Facebook Hesaplarının Değerlendirilmesi<br />
Değerlendirme Kriterleri<br />
Var Yok Toplam<br />
n % n % n %<br />
Destinasyon Hakkında Bilgi - - 6 100 6 100<br />
Etkinlik Bilgisi - - 6 100 6 100<br />
Destinasyon Haritası - - 6 100 6 100<br />
Hava Durumu Bilgisi - - 6 100 6 100<br />
Döviz Kuru - - 6 100 6 100<br />
Fotoğraf Galerisi 5 83,3 1 16,7 6 100<br />
İşletme Hakkında Bilgi 5 83,3 1 16,7 6 100<br />
İşletme Sloganı 1 16,7 5 83,3 6 100<br />
489
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Otel Tanıtım Videosu 1 16,7 5 83,3 6 100<br />
Adres Bilgisi 3 50 3 50 6 100<br />
Telefon Bilgisi 4 66,7 2 33,3 6 100<br />
Fiyat Bilgisi - - 6 100 6 100<br />
Online Rezervasyon 1 16,7 5 83,3 6 100<br />
Web Sayfasına Link 6 100 - - 6 100<br />
Diğer Sosyal Ağlara Link - - 6 100 6 100<br />
Arkadaşıma Öner Seçeneği - - 6 100 6 100<br />
Takipçilere Özel İndirim - - 6 100 6 100<br />
Sosyal Ağda Yarışma ve<br />
Ödüller<br />
- - 6 100 6 100<br />
Sosyal Ağ Kullanım<br />
Politikaları<br />
- - 6 100 6 100<br />
Çoklu Dil Seçeneği - - 6 100 6 100<br />
Tablo 3’te Facebook sayfalarına sahip olan otel işletmelerinin sayfalarının genel<br />
özellikleri verilmiştir. Takipçi sayıları incelendiğinde takipçi sayılarının sadece bir<br />
otel işletmesinde beş yüzden fazla olduğu görülürken bir otel işletmesinde ise ellinin<br />
altında olduğu görülmektedir. Bir otel işletmesinin yüzden biraz fazla takipçisi<br />
varken, üç otel işletmesinin ise dört yüzlerde takipçi sayısı vardır. Otel işletmelerinin<br />
dört tanesi son iki yılda Facebookta hesap açarken, bir tanesi üç yıl, bir tanesi de yedi<br />
önce Facebookta hesap açmışlardır. Son paylaşım tarihlerine bakıldığında ise dört<br />
tanesi son bir yıl içerisinde paylaşım yaparken, iki tanesi son paylaşımını bir yıldan<br />
uzun bir süre önce gerçekleştirmiştir.<br />
Tablo 3: Otel İşletmelerinin Facebook Sayfalarının Genel Özellikleri<br />
Takipçi Sayısı<br />
Katılım Yılı<br />
Son Paylaşım Süresi<br />
n %<br />
41 1 16,7<br />
107 1 16,7<br />
402 1 16,7<br />
411 1 16,7<br />
455 1 16,7<br />
502 1 16,7<br />
Toplam 6 100,0<br />
2009 1 16,7<br />
2013 1 16,7<br />
2014 2 33,3<br />
2015 2 33,3<br />
Toplam 6 100,0<br />
1 yıldan<br />
az<br />
4 66,7<br />
1 yıldan<br />
fazla<br />
2 33,3<br />
Toplam 6 100<br />
490
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
5. SONUÇ VE ÖNERİLER<br />
Otel işletmeleri web sayfaları incelendiğinde Muş ili içerisindeki 13 otel<br />
işletmesinden 6 tanesinin bir web sayfasına sahip olmadıkları görülmüştür. İnternet<br />
teknolojilerinin sürekli olarak geliştiği ve rekabetin küresel boyutlara ulaştığı<br />
dönemlerde bir otel işletmesinin web sayfasının bulunmaması rekabet açısından çok<br />
büyük bir dezavantajdır. Bu bağlamda Muş ilinde faaliyet gösteren otel işletmelerinin<br />
bilinirliğini arttırmak ve rekabet gücünü arttırmak için profesyonel web sitelerinin<br />
oluşturulması önerilmektedir. Web sayfasına sahip olan 7 otel işletmesi incelenmiş ve<br />
otel hakkında bilgi, telefon, adres ve fotoğraf galerisi kriterlerinin incelenen tüm web<br />
sitelerinde olduğu görülmüştür. Ulaşım/Harita bilgisi ve e-mail bilgisi ise 6 otel<br />
işletmesi web sayfasında mevcuttur. İletişimin sorunsuz olması adına iletişime<br />
yönelik tüm bilgilerin web sayfalarında olması bir gerekliliktir. İşletme imajına katkı<br />
sağlayacak ve ziyaretçilerde güven oluşmasını sağlayacak kriterler olarak<br />
görülebilecek “Duyurular, Basında Biz, Sıkça Sorulan Sorular, Tanıtım Videosu,<br />
Sanal Tur, Etkinlik Bilgisi, Döviz Kuru, Diğer İşletmelere Link, Site Kullanım<br />
Koşulları ve Gizlilik/Güvenlik Bilgisi” kriterlerin hiçbir veya az sayıda web sitesinde<br />
olduğu görülmüştür. Otel hakkında bilgi arayan ziyaretçilerin basından haberleri takip<br />
etmesi, otelin profesyonel tanıtım filminin olması, ziyaretçilerin aklında oluşabilecek<br />
sorulara cevap verebilecek bir platform oluşturması, sanal tur uygulaması gibi<br />
uygulamalarla otelin objektif tanıtımının yapılması, diğer işletmelerin iletişim<br />
bilgilerinin verilerek ziyaretçilerin farklı aktivitelere kolay ulaşılmasının sağlanması,<br />
güvenlik açısından şüphelerini kaldıracak açıklamaların bulunması otel işletmelerinin<br />
web sayfalarını daha işlevsel hale getirebileceği gibi ziyaretçi memnuniyetini de<br />
arttırabilecektir.<br />
Otel işletmelerinin web sitelerinin online işlemler bakımından yetersiz olduğu<br />
görülmektedir. Online rezervasyon, online ödeme, online bilgi talep formu ve online<br />
müşteri hizmetleri uygulamaları ziyaretçilerinin satın almasını kolaylaştırıcı işlemler<br />
oluğundan dolayı otel işletmelerinin bu özellikleri aktif olarak web sitelerinde<br />
bulundurmaları satın alma karar sürecine olumlu katkılar sağlayabilecektir. Aynı<br />
şekilde ziyaretçilerin diğer ziyaretçilerin yorum ve düşüncelerini görebilecekleri<br />
online yorum ve online ziyaretçi defteri uygulamaları ziyaretçilerin satın alma karar<br />
sürecini olumlu etkileyebilecektir. Bu şekilde otel işletmeleri diğer ziyaretçilerin<br />
görüşleri ile pazarlama faaliyetleri de gerçekleştirmiş olacaklardır.<br />
Otel işletmelerinin web sayfalarında görülen diğer eksikler ise fiyat listesi, yerel bölge<br />
bilgisi ve hava durumu bilgisi gibi ziyaretçilerin sorularını cevaplayabilecek<br />
bilgilerdir. Bu bilgiler de satın alma karar sürecinde etkili olabilecek niteliktedirler.<br />
Küresel rekabet ortamında özellikle yabancı ziyaretçilere hitap etmek isteyen<br />
işletmelerin önem vermesi gereken bir faktör de çoklu dil seçeneği olmalıdır. Otel<br />
işletmelerinin rekabet gücü sağlamak, otel doluluk oranlarını arttırmak ve seyahat<br />
acentası ve tur operatörlerinden bağımsız olarak yabancı ziyaretçilerin<br />
rezervasyonlarını yapabilmeleri için çoklu dil seçeneğine önem vermeleri çalışma<br />
kapsamında önerilmektedir.<br />
Sosyal medya son dönemlerin en popüler iletişim ve pazarlama aracı olarak ön plana<br />
çıkmaktadır. İşletmeler için sosyal medya araçlarını kullanmak artık bir gereklilik<br />
491
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
olarak görülebilmektedir. Seyahat bilgisi ve tatil rezervasyonu gibi birçok işlemlerin<br />
de artık bu mecralar üzerinden gerçekleştirildiği bilinmektedir. Bu bağlamda otel<br />
işletmeleri de sosyal ağlar içerisinde ve özellikle Facebook üzerinden profil sayfaları<br />
oluşturduğu görülmektedir. Muş ili için yapılan değerlendirmede Muş otel<br />
işletmelerinin bu pazarlama aracını ekili kullanmadıkları çalışma kapsamında tespit<br />
edilmiştir.<br />
Çalışmaya konu alan 13 otel işletmesinden sadece 6 tanesinin Facebook hesapları<br />
olduğu görülmüştür. Bu hesaplar değerlendirildiğinde destinasyona ilişkin bilgi sunan<br />
unsurların hiçbir hesapta olmadığı tespit edilmiştir. Son dönem içerisinde<br />
ziyaretçilerin seyahatlerine ilişkin bilgileri Facebook gibi sosyal ağlardan edindiği göz<br />
önünde bulundurulduğunda otel işletmeleri Facebook sayfalarında bu bilgilerin<br />
olması önem arz etmektedir. Bu bağlamda otel işletmeleri için Facebook sayfalarını<br />
profesyonel olarak dizayn etmeleri önerilmektedir. Otel işletmelerinin Facebook<br />
sayfalarında işletme hakkında bilgi, fotoğraf galerisi ve web sayfasına link gibi temel<br />
bilgilerin olduğu görülmektedir. Bu da otel işletmelerinin Facebook sayfalarını online<br />
broşür gibi kullandıklarını göstermektedir. Takipçi sayılarının yetersiz olması ve<br />
paylaşımlar arasındaki sürenin uzun olması bu sonucu destekler niteliktedir. Sosyal<br />
medya araçlarının son derece aktif olması ve gündemin bu ortamlarda çok hızlı<br />
değişmesi göz önünde bulundurulduğunda otel işletmelerinin bu platformda daha aktif<br />
olarak yer almaları ve gündemi takip ederek dikkat çekici paylaşımlarla faaliyetlerini<br />
gerçekleştirmeleri önerilmektedir.<br />
Sosyal medya araçlarında başarılı olmanın en büyük faktörlerinden birisi hiç kuşkusuz<br />
takipçi sayısıdır. Otel işletmelerinin takipçi sayılarının düşük olduğu görülmüştür.<br />
Otel işletmelerinin takipçi sayılarını arttırmaları için takipçilerinin kendi çevrelerini<br />
sayfayı takip etmeye yönlendirmeleri, takip edenlerin devamlılığının sağlanması ve<br />
yeni takipçilerin sayfalara çekilmesi için aktivitelerin gerçekleştirilmesi<br />
gerekmektedir. Fakat otel işletmelerinin Facebook sayfalarında bu unsurlara yönelik<br />
herhangi bir çalışma bulunmamaktadır. Facebook üzerinden yarışmalar düzenlemek,<br />
indirim imkanları sunmak veyahut promosyonlar sunmak Facebook sayfaları için<br />
önerilmektedir. Yabancı ziyaretçilerin otel işletmelerine Facebook sayfaları<br />
üzerinden ulaşması web sayfalarına oranla daha kolay olduğundan çoklu dil<br />
seçeneğinin Facebook sayfalarına eklenmesi önerilmektedir.<br />
Otel işletmelerinin gerek web sayfaları gerekse Facebook hesaplarının daha etkili<br />
kullanılabilmesi adına çalışmada sunulan kriterlerin dikkate alınması ve sayfaların bu<br />
kriterler ışığında yeniden yapılandırılması önerilmektedir. Teknoloji ve tüketici istek<br />
ve ihtiyaçlarının her geçen gün değişebileceği göz önünde bulundurularak bu<br />
değerlendirme kriterlerinin ihtiyaçlara cevap verecek nitelikte güncellenmesi<br />
önerilmektedir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Akar, E. (2010a). Sosyal Medya Pazarlaması. (1. Basım). Ankara: Efil Yayınevi<br />
Baloğlu, Ş. ve Pekcan, Y. A. (2006). The Website Design and Internet Site Marketing<br />
Practices of Upscale and Luxury Hotels in Turkey. Tourism Management 27,<br />
171–176.<br />
492
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bayram, M. ve A. Yaylı (2009), Otel Web Sitelerinin İçerik Analizi Yöntemiyle<br />
Değerlendirilmesi. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 8(27), Kış, 347-379.<br />
Büyüközkan, G. ve Ergün, B. (2011). Intelligent System Applications in Electronic<br />
Tourism. Expert Systems with Application. 38(6), 6586-6598.<br />
Hazar, M. (2011). Sosyal Medya Bağımlılığı- Bir Alan Araştırması. Gazi Üniversitesi<br />
İletişim Fakültesi Dergisi, 32. 151-176.<br />
Heinonen, J. (2011). Social Media Perceptions on Finnish Tourism Sector.<br />
Interdisciplinary Studies Journal Vol. 1, No. 3. 53-66.<br />
Karamustafa, K. ve Öz, M. (2010).Türkiye’de Konaklama İşletmelerinin Web<br />
Sitelerinde Yer Verilen Faktörlerin Başarımı. Eskişehir Osmangazi<br />
Üniversitesi İİBF Dergisi, 5(2), 189-218.<br />
Kaşlı, M. (2006). Konaklama İşletmelerinde Bilgi Teknolojilerinin Pazarlama Aracı<br />
Olarak Kullanımı: Balıkesir’de Bir Araştırma. Yayımlanmamış<br />
Yükseklisans Tezi. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,<br />
Balıkesir.<br />
Kitapçı, O. (2006). Müşteri Sadakati Yaratmak İçin Veri Tabanlı Pazarlama –<br />
Türkiye’deki 4 Ve 5 Yıldızlı Oteller Üzerine Bir Uygulama. Yayınlanmamış<br />
Doktora Tezi. Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas.<br />
Law, R. ve C. H.C. Hsu (2005), Customers’ Perceptions on the Importance of Hotel<br />
Web Site Dimensions and Attributes. International Journal of Contemporary<br />
Hospitality Management, 17(6), 493-503.<br />
Parlak, F. (2010). Sosyal Medya ve Tüketici Satın Alma Karar Sürecine Etkileri Nitel<br />
Bir Uygulama. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Dumlupınar<br />
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Kütahya.<br />
Ping, G. (2011). Analysis the Application of E-business for the Tourism Enterprises’<br />
Performance Evaluation in China. Energy Procedia, 5, 849–854.<br />
Şahbaz, R. P. ve Bayram, A. T. (2013). Otel İşletmelerinin Facebook Sayfalarının<br />
Pazarlama İletişimi Açısından Değerlendirilmesi: Antalya Örneği. 14.<br />
Ulusal Turizm Kongresi, Kayseri.<br />
TÜİK Haber Bülteni (2015) http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=16198<br />
Erişim Tarihi: 10.07.2016<br />
Türker, G. Ö. Türker, A. ve Güzel, F. Ö. (2014). Sosyal Paylaşım Sitelerinin<br />
Pazarlama İletişim Kanalı Olarak Konaklama İşletmelerinde Kullanım<br />
Etkinliğinin İncelenmesi: Muğla İli Örneği. 9. International Conference:<br />
New Perspectives in Tourism and Hospitality. Balıkesir.<br />
Xiang, Z. Gretzel, U. (2010). Role of Social Media in Online Travel Information<br />
Search. Tourism Management. 31. 179-188.<br />
Yıldız, S. (2011). Elektronik Hizmet Marka Değerini Etkileyen Faktörler: Elektronik<br />
Hizmet Müşterileri Üzerine Bir Uygulama. Yayınlanmamış Doktora Tezi.<br />
Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Trabzon.<br />
Zaharmand, N. (2010). Halkla İlişkiler Alanında Yeni Mecra ve Uygulamalarının Yeri<br />
ve Önemi: Sosyal Medya ve PR2.0. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.<br />
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ankara<br />
493
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Türkiye'de Kadın İşgücünün Görünümü: Marmara<br />
Bölgesi ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi Karşılaştırması<br />
Öz<br />
Melike ATAY POLAT 1 , Canan SANCAR 2<br />
Bu çalışmanın amacı, Güney Doğu Anadolu Bölgesi ve Marmara Bölgesi'nde<br />
kalkınma sürecinde sosyal yapıdaki değişimlerden birini temsil eden faktör olan kadın<br />
işgücünün durumunu değerlendirmektir. Bölge seçiminde Güneydoğu Anadolu ve<br />
Marmara bölgesi gelişmişlik düzeylerinin ve kadın işgücünün niteliklerinin genelde<br />
farklı oluşu dikkate alınmıştır. Kadın istihdamı önce dünya genelinde sonra ülke ve<br />
en son olarak Güneydoğu Anadolu ve Marmara bölgesi kapsamında<br />
değerlendirilmiştir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde hizmet ve sanayi sektörlerinin<br />
Marmara Bölge’ne göre yeterli düzeyde gelişmiş olmaması hem erkek hem de kadın<br />
işgücünün durumunu etkilemektedir. Özellikle Güneydoğu Anadolu’da kadınların<br />
gerek işgücüne katılım oranı gerekse istihdam oranları Marmara Bölgesine göre<br />
düşüktür. Güneydoğu Anadolu’da tarımda çalışan kadın işgücünün ücretsiz aile işçisi<br />
olma konumu düşünüldüğünde işsizlik oranı açısından da durum farklı değildir.<br />
Güneydoğu Anadolu Bölge’sinde kadınların işgücü piyasasında varlığını sürdürmesi<br />
ve güçlendirilmesi açısından alınacak temel önlem kadınlara yönelik geleneksel bakış<br />
açısının kırılmasıdır. Devletin ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği içerisinde eğitim<br />
programları ve toplumsal farkındalık toplantıları düzenlenmelidir.<br />
Anahtar Kelimeler: Kadın işgücü; Güney Doğu Anadolu Bölgesi, Marmara Bölgesi<br />
The Overview of Women Employment in Turkey: A<br />
Comparison of Marmara and South Eastern Anatolia<br />
Regions<br />
Abstract<br />
The aim of this study is to assess the condition of women employment, a factor<br />
representing one of the changes in the social structure during the development process<br />
in Marmara and South Eastern Anatolia Regions. In the region selection, the fact that<br />
South Eastern Anatolia and Marmara Regions have different development levels and<br />
different women employment qualifications was taken into account. Women<br />
employment was evaluated within the scope of world-wide, country-wide, and regionwide<br />
(South Eastern Anatolia and Marmara), respectively. The fact that the services<br />
and industrial sectors in the South-Eastern Anatolia Region is not as sufficiently<br />
developed as it is in Marmara Region has a negative effect on the conditions of both<br />
men and women employment. The participation of women into workforce in South<br />
1<br />
Yrd. Doç. Dr., Şırnak Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü İktisat<br />
Teorisi Anabilim Dalı, matay@sirnak.edu.tr<br />
2<br />
Sorumlu Yazar: Yrd. Doç. Dr., Gümüşhane Üniversitesi Kelkit Aydın Doğan Meslek<br />
Yüksek Okulu Muhasebe ve Vergi Bölümü, canansancar@gumushane.edu.tr<br />
494
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Eastern Anatolia as well as their employment rates are lower than those of Marmara<br />
Region. When the condition of women workforce working in the agriculture sector in<br />
South Eastern Anatolia as unpaid family worker, there is no difference. The basic<br />
precaution to be taken in terms of the continuity and reinforcement of women in<br />
workforce market in the South-Eastern Anatolia Region is breaking the traditional<br />
point of view on women. Within the collaboration of state and NGOs, training<br />
programs as well as social awareness meetings should be done.<br />
Keywords: Women workforce, South Eastern Anatolia Region, Marmara Region<br />
1. GİRİŞ<br />
Kalkınma kavramı, 1970’li yıllara kadar iktisadi yapıdaki değişimler olarak<br />
tanımlanmakta iken takip eden yıllarda sosyal yapıdaki değişimleri de içermeye<br />
başlamıştır. Kalkınma sürecinde sosyal yapıdaki değişimlerin birini temsil eden<br />
faktör, kadınların işgücüne katılım oranlarıdır. Kadın istihdamının artırılması ile bir<br />
taraftan ekonomik kalkınma sağlanmakta iken, diğer taraftan ekonomik kalkınma<br />
kadınların toplumsal ve aile içerisindeki statüsünü olumlu yönde de etkilemektedir.<br />
Dolayısıyla, ülkelerin kalkınmalarının sürdürülebilirliği kadın istihdamının artırılması<br />
ile mümkün olabilecektir.<br />
Bu çalışmanın amacı; Güney Doğu Anadolu Bölgesi ve Marmara Bölgesi'nde<br />
kalkınma sürecinde sosyal yapıdaki değişimlerin birini temsil eden faktör olan kadın<br />
işgücünün durumu değerlendirmektir. Çalışma beş bölümden oluşmaktadır. Giriş<br />
kısmından sonra yer alan ilk bölümde, kadın ve ekonomik kalkınma ilişkisini<br />
inceleyen uygulamalı literatür ele alınacaktır. İkinci bölümde dünyada kadın<br />
istihdamının gelişimi incelenecektir. Üçüncü bölüm, Türkiye’de kadın istihdamının<br />
gelişimine ayrılmıştır. Dördüncü bölümde Güney Doğu Anadolu Bölgesi ve Marmara<br />
Bölgesi'nde kadın istihdamının gelişimi incelenecektir. Son bölümde ise, bulgular<br />
ışığında politika önerileri yer alacaktır.<br />
2. KADIN İSTİHDAMI VE EKONOMİK KALKINMA İLİŞKİSİNİ<br />
İNCELEYEN UYGULAMALI LİTERATÜR<br />
Sosyal kalkınmanın gerçekleştirilmesinde önemli bir faktör olan kadın işgücü, II.<br />
Dünya Savaş’ında açığa çıkan istihdamın karşılanması amacıyla artış göstermeye<br />
başlamıştır. Kadın istihdamını artıran diğer faktörler arasında ise ekonomik<br />
kalkınmayla birlikte eğitim düzeyinin yükselmesi, yaşam koşullarının iyileşmesi,<br />
teknolojik gelişmelerin sağlanması yer almaktadır.<br />
Dünya çapında kadın istihdamı ile ilgili çalışmalar farklılık göstermektedir. Bu<br />
çalışmalar arasında kadın istihdamı ve ekonomik büyüme, kadın istihdamı ve<br />
ekonomik kalkınma, kadın istihdamı ve eğitim, kadın istihdamı ve sağlık<br />
değişkenlerini ele alan teorik ve uygulamalı çalışmalar mevcuttur. Bu çalışmada ise,<br />
kadın istihdamı ve ekonomik kalkınma ilişkisini ele alan çalışmalar ülke ve ülke<br />
grupları ile uygulamalı olarak ele alınacaktır.<br />
Kadın istihdamı ile ekonomik kalkınma ilişkisi uygulamalı literatürde U-biçimli bir<br />
ilişkiden hareketle incelenmektedir. U-biçimli ilişkide eğrinin azalan kısmı, sanayi<br />
devrimi ve ekonomik gelişmenin sağlanmasıyla birlikte ekonomide tarım sektöründen<br />
495
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
sanayi sektörüne geçilmesi ile daha çok erkek işgücünün yer aldığı emek yoğun<br />
ekonomiyi temsil etmektedir. U-biçimli eğrinin artan kısmı ise ekonomik büyüme,<br />
yaşanan teknolojik gelişmeler, doğum oranlarındaki azalmalar, kadınların eğitim<br />
düzeylerinin yükselmesi ile birlikte artan kadın işgücünü temsil etmektedir<br />
(Lenchman ve Kaur, 2015:247).<br />
Sinha, 1965 yılında işgücünde kadın oranının artmasını ve ekonomik büyüme<br />
arasındaki uzun dönemli ilişkinin U-biçimli eğriyle tanımlanabileceğini ileri<br />
sürmüştür (Lenchman ve Kaur, 2015:247). Sonraki yıllarda bu ilişkinin analizi birçok<br />
araştırmaya konu olmuştur. Kadın istihdamı ve iktisadi kalkınma arasındaki ilişkiyi<br />
inceleyen ilk çalışmalar arasında ise Goldin (1995), Durand (1975), Psacharopoulos<br />
ve Tzannatos (1989), Schultz (1990; 1991), Pampel ve Tanaka (1986) ve Kottis<br />
(1990) yer almaktadır. Son dönemde ise kadın işgücüne katılım oranı ile ekonomik<br />
kalkınma arasındaki ilişkiyi Tam (2011), Lenchman ve Okonowicz (2013), Olivetti<br />
(2013), Tsani ve diğ. (2013) ve Kaur ve Tao (2014) incelemişlerdir. Çalışmalarının<br />
ana hipotezi kadın işgücüne katılım oranı ile ekonomik kalkınma (genellikle kişi başı<br />
GSYH) arasında U-biçimli bir ilişkinin varlığını test etmişlerdir (Lenchman ve Kaur,<br />
2015:247). Yazarlar çalışmalarında kadınların işgücüne katılım oranları ile iktisadi<br />
kalkınma arasında U- biçimli bir ilişki olduğunu tespit etmişlerdir.<br />
Tablo 1’de kadın istihdamı ve ekonomik kalkınma ilişkisini inceleyen uygulamalı<br />
çalışmalara yer verilmiştir.<br />
Yazar(lar)<br />
Semyonow<br />
(1980)<br />
Tablo 1. Kadın İstihdamı ve Kalkınma İlişkisini İnceleyen Çalışmalar<br />
Tansel (2002)<br />
Luci<br />
(2009)<br />
Er (2012)<br />
Lahoti ve<br />
Swaminathan<br />
(2013)<br />
Lenchman<br />
(2014)<br />
Mujahid ve<br />
Zafer (2012)<br />
Lenchman ve<br />
Kaur (2015)<br />
Çalışma<br />
Yapılan<br />
Ülke<br />
61 Ülke<br />
Türkiye<br />
Gelişmekte<br />
Olan<br />
Ülkeler<br />
187 Ülke<br />
Hindistan<br />
Çalışmada Kullanılan<br />
Değişkenler<br />
Kadınların işgücüne<br />
katılım oranı, GSYH,<br />
boşanma oranı,<br />
doğurganlık ve gelir<br />
eşitsizliği<br />
Kadın istihdamı<br />
ve GSYH<br />
Kadın işgücüne<br />
katılım oranı ve<br />
GSYH<br />
Kadın işgücüne<br />
katılım oranı ve<br />
GSYH<br />
Kadın işgücüne<br />
katılım oranı ve<br />
GSYH<br />
Kadın işgücüne<br />
162 Ülke katılım oranı ve<br />
GSYH<br />
Pakistan Kadın işgücüne<br />
katılım oranı ve<br />
GSYH<br />
162 Ülke Kadın işgücüne<br />
katılım oranı ve<br />
GSYH<br />
496<br />
Çalışmada<br />
Kullanılan<br />
Yöntem<br />
Panel EKK<br />
EKK<br />
Panel EKK<br />
Panel EKK<br />
Panel EKK<br />
Granger<br />
nedensellik<br />
testi<br />
ARDL<br />
Panel EKK<br />
Nedensellik İlişkisi<br />
Kadınların işgücüne katılım<br />
oranları ile GSYH ve boşanma<br />
oranları arasında pozitif;<br />
doğurganlık ve gelir eşitsizliği ile<br />
negatif bir ilişki vardır<br />
U-<br />
biçimli<br />
ilişki<br />
geçerli<br />
U-biçimli ilişki geçerli<br />
Kadın işgücüne katılım oranı ile<br />
GSYH arasında pozitif yönlü bir<br />
ilişki vardır<br />
Ekonomik kalkınma seviyesi ile<br />
kadın işgücüne katılımı arasında<br />
bir ilişki yoktur<br />
U-biçimli ilişki geçerli<br />
U-biçimli ilişki geçerli<br />
U-biçimli ilişki geçerli
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tansel (2002), Türkiye’de kadın istihdamı ve ekonomik büyüme ilişkisini<br />
araştırmıştır. Çalışmasında, Türkiye’de U-biçimli ilişkinin geçerli olduğu sonucuna<br />
ulaşmıştır. Luci (2009), çalışmasında işgücü piyasasında cinsiyet<br />
eşitsizliklerinin ekonomik büyümeye etkisini incelemiştir. Kadınların işgücüne<br />
katılımı ekonomik büyüme üzerinde pozitif etkiye sahip iken, büyümenin kadınların<br />
işgücüne katılımı üzerindeki etkisi ise belirsizdir. Ekonomik büyüme başlangıçta<br />
kadınların işgücüne katılımını azaltmakta iken uzun dönemde ise artırmakta olduğunu<br />
tespit etmiş ve iki değişken arasındaki ilişkiyi U biçiminde tanımlamıştır. Sonuç<br />
olarak gelişmekte olan ülkelerin ekonomik büyüme ile kadın işgücünün artırılması<br />
uzun dönemde aktif işgücü piyasası politikalarının varlığına dayanmaktadır.<br />
Lahoti ve Swaminathan (2013), Hindistan ekonomisi için dinamik EKK yöntemini<br />
kullanarak kadın işgücüne katılım oranı ile ekonomik büyüme arasında U-biçimli<br />
eğrinin geçerliliğini test etmişlerdir. Çalışmanın sonucunda ekonomik kalkınma<br />
seviyesi ile emek piyasasında kadınların işgücüne katılım oranları arasında önemli bir<br />
ilişkinin olmadığı sonucuna ulaşmışlardır. Lenchman (2014) çalışmasında 1990-2012<br />
yılına ait 162 ülkede kadın işgücüne katılımı ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi<br />
panel veri yöntemi ile analiz etmiştir. Çalışmasında kadın işgücüne katılım oranı ile<br />
ekonomik büyüme arasında U- biçimli ilişkiyi destekleyen sonuçlara ulaşmıştır. Konu<br />
ile ilgili son çalışmalardan biri Lenchman ve Kaur (2015)’a aittir. Yazarlar, 1990-<br />
2012 dönemine ait 162 ülke için kadın işgücüne katılma oranı ve ekonomik büyüme<br />
arasındaki ilişkiyi panel veri analiz yöntemi ile incelemişlerdir. Analizde yer alan<br />
ülkeler düşük gelirli, düşük orta gelirli, yüksek orta gelirli ve yüksek gelirli ülkeler<br />
olarak dört gelir gurubuna ayrılarak analize dahil edilmiştir. Çalışmadan elde edilen<br />
bulgulara göre, genel olarak ülke gruplarında kadın işgücüne katılma oranı ve<br />
ekonomik büyüme arasında U-biçimli eğrinin varlığını tespit etmişlerdir.<br />
3. KADIN İSTİHDAMININ GELİŞİMİ<br />
3.1. OECD Ülkelerinde Kadın İstihdamının Gelişimi<br />
OECD, 2011 yılında “Toplumsal Cinsiyet Girişimi”ni başlatarak hükümetlere eğitim,<br />
istihdam ve girişimcilik alanlarında toplumsal cinsiyet farkı ve eşitsizliğini azaltmayı<br />
amaçlamaktadır. OECD, cinsiyet ayrımını azaltmak için üye devletlere veri ve<br />
politika önerileri sunmaktadır (Celasun, 2014:6). Tablo 2’de yıllar itibariyle OECD<br />
ülkelerinde işgücüne katılım oranı yer almaktadır.<br />
Tablo 2. OECD Ülkelerinde İşgücüne Katılım Oranı (%)<br />
2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013<br />
K 59.58 59.90 60.39 60.59 61.04 61.18 61.41<br />
61.<br />
4 61.97 62.1<br />
E 79.60 79.65 79.84 79.86 79.90 79.36 79.19 79.0 79.20 79.2<br />
K/<br />
E 0.75 0.75 0.76 0.76 0.76 0.77 0.78 0.78 0.78 0.78<br />
Kaynak: World Bank Gender Statistics<br />
497
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 2’den görüldüğü gibi OECD ülkelerinde kadın istihdamının işgücüne katılım<br />
oranı artış göstermiştir. Buna karşılık erkek işgücüne katılım oranı ise yıllar itibariyle<br />
küçük bir oranda azalış sergilemiştir. Bu verilerden hareketle Kadın/Erkek işgücüne<br />
katılım oranı arasındaki fark ise yıllar itibariyle azalış göstermiştir. Kadın/Erkek oranı<br />
2004 yılında yüzde 0.75 iken 2013 yılında kadın istihdam oranında artışa bağlı olarak<br />
yüzde 0.78’e ulaşmıştır. Tablo 3’te OECD ülkelerinde yıllar itibariyle sektörel bazda<br />
kadın ve erkek işgücüne katılım oranına yer verilmiştir.<br />
Tablo 3. OECD Ülkelerinde Sektörel Bazda İşgücüne Katılım Oranı (%)<br />
Kadın İşgücüne Katılım Oranı (%)<br />
2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2012 2013<br />
Tarım 5.2 4.85 4.53 4.26 4.07 3.82 3.70 3.72 3.76 4.24 4.48<br />
Sanayi 14 14.0 13.7 13.3 13.1 12.9 12.5 11.6 11.4 12.5 12.5<br />
Hizmet 80 80.8 81.5 82.1 82.5 82.9 83.3 84.2 84.3 82.3 82.3<br />
Erkek İşgücüne Katılım Oranı (%)<br />
2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2012 2013<br />
Tarım 7.7 7.25 6.99 6.59 6.15 5.92 5.74 5.87 6.08 7.41 7.39<br />
Sanayi 34 34.0 33.8 33.9 34.2 34.2 33.8 32.2 31.8 33.1 32.9<br />
Hizmet 57 58.4 58.7 59.0 59.2 59.4 59.8 61.2 61.5 58.8 58.8<br />
Kaynak: World Bank Gender Statistics<br />
Tablo 3’e göre tarım ve sanayi sektörlerinde kadın işgücüne katılım oranları 2002<br />
yılına göre 2013 yılında azalış sergilerken; hizmet sektöründe ise artış göstermiştir.<br />
2013 yılında tarım, sanayi ve hizmet sektöründe kadın işgücüne katılım oranı sırasıyla<br />
yüzde 4.48, yüzde 12.50 ve yüzde 82.37 düzeyindedir. Tablo 3’ten sektörel bazda<br />
erkek işgücüne katılım oranı kadın işgücüne katılım oranına benzer bir seyir<br />
izlemiştir. Buna göre tarım ve sanayi sektörlerinde erkek işgücüne katılım oranları<br />
2002 yılına göre 2013 yılında azalış sergilerken; hizmet sektöründe ise artış<br />
göstermiştir. 2013 yılında tarım, sanayi ve hizmet sektöründe erkek işgücüne katılım<br />
oranı sırasıyla yüzde 7.39, yüzde 32.94 ve yüzde 58.87 düzeyindedir. Ayrıca sektörler<br />
bazında hem kadın hem de erkek işgücüne katılım oranında hizmetler sektörü en fazla<br />
orana sahip iken bu sektörde kadın işgücü erkek işgücüne göre daha yüksektir.<br />
3.2. Türkiye’de Kadın İstihdamının Gelişimi<br />
Türkiye’de kadın istihdamı, yıllar boyunca artış göstermektedir. Bu artışta, tarım<br />
sektörünün ekonomik yapıda görece gerilemesi ve sanayi ile özellikle hizmet<br />
sektörünün payındaki artışın etkisi büyüktür. Tablo 4’de Türkiye’de yıllar itibariyle<br />
kadın ve erkek işgücüne katılım oranları yer almaktadır.<br />
498
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 4. Türkiye’de İşgücüne Katılım Oranı (%)<br />
2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013<br />
K 29 25.2 25.2 25.6 25.6 25 26 28 30 31.5 32 32<br />
E 74.2 72.9 74.3 74.7 74.2 74.2 73.0 75.3 75.5 76.3 75.6 75.6<br />
K/E 0.39 0.35 0.34 0.34 0.35 0.35 0.37 0.38 0.4 0.41 0.43 0.43<br />
Kaynak: World Bank Gender Statistics<br />
Tablo 4’e göre, Türkiye’de kadın ve erkek işgücüne katılım oranı yıllar itibariyle artış<br />
göstermiştir. Kadın ve erkek işgücüne katılım oranları arasındaki fark ise azalarak<br />
2013 yılında yüzde 0.43 olarak gerçekleşmiştir. Şüphesiz bu artış kadınların eğitim<br />
düzeylerinin yükselmesi ve ekonomik büyümede yaşanan gelişmelere bağlı olarak<br />
işgücüne katılımın artmasına bağlanabilir.<br />
Tablo 5’te Türkiye’de yıllar itibariyle sektörel bazda kadın ve erkek işgücüne katılım<br />
oranlarına yer verilmiştir.<br />
Tablo 5. Türkiye’de Sektörel Bazda İşgücüne Katılım Oranı (%)<br />
Kadın İşgücüne Katılım Oranı (%)<br />
20 200 200 200 200 200 200 2009 2010 2011 2012 2013<br />
02 3 4 5 6 7 8<br />
T 60 58.5 57.2 51.6 42.2 41.3 40.6 36.7 38.3 38.3 36.10 34.60<br />
S 13.<br />
70<br />
13.4<br />
0<br />
14.1<br />
0<br />
15.1<br />
0<br />
16.8<br />
0 16.5<br />
16.1<br />
0 15.6 16.20 15.5 15.20 15.60<br />
H 26 28.1 28.7 33.3 41 42.2 43.3 47.7 45.5 46.20 48.60 49.80<br />
Erkek İşgücüne Katılım Oranı (%)<br />
20<br />
02<br />
200<br />
3<br />
200<br />
4<br />
200<br />
5<br />
200<br />
6<br />
200<br />
7<br />
200<br />
8<br />
2009 2010 2011 2012 2013<br />
T 25 24.4 25.6 21.7 15.8 15.3 15.5 15.8 16.1 16.5 16.4 16<br />
S 27 26.3 2.20 28. 31 31.1 31.4 29.8 31 31.80 31.40 31.80<br />
H 48 49.3 48.2 50.2 53.2 53.6 53 54.40 52.90 51.70 52.20 52.20<br />
Kaynak: World Bank Gender Statistics<br />
Tablo 5’e göre tarım sektöründe kadın işgücüne katılım oranları 2002 yılına göre 2013<br />
yılında azalış sergilerken; sanayi ve hizmet sektörlerinde ise artış göstermiştir. 2013<br />
yılında tarım, sanayi ve hizmet sektöründe kadın işgücüne katılım oranı sırasıyla<br />
yüzde 34.6, yüzde 15.6 ve yüzde 49.8 düzeyindedir. Tablo 5’ten sektörel bazda erkek<br />
işgücüne katılım oranı kadın işgücüne katılım oranına benzer bir seyir izlemiştir. Buna<br />
göre tarım sektöründe erkek işgücüne katılım oranları 2002 yılına göre 2013 yılında<br />
azalış sergilerken; sanayi ve hizmet sektörlerinde ise artış göstermiştir. 2013 yılında<br />
tarım, sanayi ve hizmet sektöründe erkek işgücüne katılım oranı sırasıyla yüzde 16,<br />
yüzde 31.8 ve yüzde 52.2 düzeyindedir. Ayrıca sektörler bazında hem kadın hem de<br />
erkek işgücüne katılım oranında hizmetler sektörü en fazla orana sahip iken bu<br />
sektörde erkek işgücü kadın işgücüne göre daha yüksek orana sahiptir.<br />
3.2.1. Güney Doğu Anadolu Bölgesi- Marmara Bölgesi Düzey 1 Bölgelerinde<br />
Kadın İstihdamının Gelişimi<br />
Bu bölümde Güney Doğu Anadolu ve Marmara Bölgesi Düzey 1 Bölgeleri’nin işgücü<br />
piyasasında kadın işgücünün durumu incelenmiş ve karşılaştırma yapılmıştır.<br />
499
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Güney Doğu Anadolu TRC Düzey 1 Bölgesinde kadın ve erkek nüfusun işsizlik oranı,<br />
istihdam oranı ve işgücüne katılım oranı gibi işgücü göstergeleri açısından durumu<br />
Tablo 6’da gösterilmiştir. Kadın işgücünün işgücüne katılım oranı 2004-2007 yılları<br />
arasında düşüş eğilimindedir. 2007 yılında %6.8 olan işgücüne katılım oranı 2010<br />
yılında %12,4 ve 2015 yılında %17,2 olarak gerçekleşmiştir.<br />
Tablo 6. Güney Doğu Anadolu TRC Düzey 1 Bölgesinde İşgücünün Durumu<br />
Yıllar İşgücüne Katılım İstihdam İşsizlik Oranı (%)<br />
Oranı (%))<br />
Oranı (%)<br />
Erkek Kadın Erkek Kadın Erkek Kadın<br />
2004 67,4 11,4 58,8 10,7 12,7 5,5<br />
2005 64,5 8,6 56,4 7,8 12,5 9<br />
2006 63 6,3 53,7 5,7 14,7 8,8<br />
2007 63,3 6,8 52,2 6,1 17,6 10,5<br />
2008 63,8 9,6 52,8 9 17,3 6,6<br />
2009 64,2 9,7 52,3 8,7 18,4 10,5<br />
2010 64,7 12,4 56 11,5 13,4 7,6<br />
2011 64,4 10 56,6 9,1 12,1 9,1<br />
2012 62,2 9,8 54,1 8,9 13 9,1<br />
2013 67,1 14,9 56,9 13,1 15,2 11,5<br />
2014 67,8 16,2 56,7 14,2 16,4 12,4<br />
Kaynak: TÜİK<br />
2004 yılından itibaren hem erkek hem kadın istihdam oranı 2007 yılına kadar düşüş<br />
eğilimindedir. Her iki cinsiyet grubunda da istihdam oranı 2008 yılından itibaren bazı<br />
yıllarda düşüş eğiliminde olmasına rağmen genel olarak bir artış eğilimi göstermiştir.<br />
2008 yılında %9 olan istihdam oranı 2013, 2014 ve 2015 yıllarında sırasıyla %13,1,<br />
%14,2 ve %17,2 olarak gerçekleşmiştir. Bu artış eğilimi ise TRC Düzey 1 Bölgesinde<br />
aktif işgücü programlarının son yıllarda kadın işgücünün istihdam edilebilirliğinin<br />
arttığını göstermektedir. İşsizlik oranı açısından genel bir değerlendirme yapıldığında<br />
2004-2015 döneminde kadın işgücünün işsizlik oranı erkek işgücünün işsizlik oranına<br />
göre daha düşüktür. Kadın işgücü lehine görünen bu durum TRC Düzey 1 Bölgesinde<br />
tarımda kadın nüfusun ücretsiz aile işçisi konumundan kaynaklanmaktadır. Ancak<br />
kadın işgücünün işsizlik oranı dönem içinde sürekli artış göstermiştir. Erkek<br />
işgücünde de aynı eğilim söz konusu olup incelenen dönem boyunca artış eğiliminde<br />
olmuştur.<br />
500
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 7. Marmara Düzey 1 Bölgelerinde İşgücünün Durumu<br />
TR1-İstanbul Düzey 1 Bölgesinde İşgücünün Durumu<br />
Yıllar<br />
İşgücüne Katılım Oranı İstihdam Oranı (%) İşsizlik Oranı (%)<br />
Erkek Kadın Erkek Kadın Erkek Kadın<br />
2004 71,5 19,3 63,2 16,4 11,7 14,9<br />
2005 72,8 19,9 64,7 17,2 11 13,2<br />
2006 71,6 21,3 64 18,3 10,6 14<br />
2007 70,3 20,9 63,7 18,1 9,5 13,5<br />
2008 70,6 22 63,3 19 10,4 13,7<br />
2009 70,9 22,6 59,7 18,1 15,8 19,9<br />
2010 71,9 24 62,4 19,8 13,2 17,4<br />
2011 72,7 25,2 65 21,4 10,6 15,2<br />
2012 73,5 28,6 66,1 24,5 10,1 14,4<br />
2013 74 30,5 66,8 26 9,7 14,8<br />
2014 74 31,4 66,4 26,5 10,3 15,6<br />
2015 75,4 33,4 67,1 27,7 11,1 17<br />
TR 2 Batı Marmara Düzey 1 Bölgesinde İşgücünün Durumu<br />
2004 71,3 30,4 67 28,1 6 7,8<br />
2005 74 30,6 69,2 27,6 6,5 9,8<br />
2006 73,4 29,9 68,8 27,1 6,3 9,4<br />
2007 72 31,5 68 28,6 5,5 9,2<br />
2008 70,1 30,3 64,4 26,5 8,1 12,4<br />
2009 71 31,8 64,4 27,4 9,3 13,9<br />
2010 70,6 32,4 65 28,9 7,9 10,8<br />
2011 71,2 31,5 67,1 28,3 5,8 10,2<br />
2012 70 32,3 66,5 29,2 5 9,5<br />
2013 70 33,1 66,2 29,9 5,4 9,7<br />
2014 71 32,8 67 29,9 5,6 9<br />
2015 70,3 34 66,7 31 5,1 9<br />
TR4 Doğu Marmara Düzey 1 Bölgesinde İşgücünün Durumu<br />
2004 70,5 22,8 63 20,2 10,5 11,3<br />
2005 71,8 24,3 64,7 21,2 9,8 12,4<br />
2006 70,8 24,1 64,6 21,1 8,7 12,4<br />
501
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
2007 71,4 23,7 64,8 21,1 9,2 11<br />
2008 72,4 24,8 65,4 21,5 9,6 13,2<br />
2009 71,8 26,2 62,1 21,8 13,5 17<br />
2010 70,7 26,7 63,2 23 10,6 13,9<br />
2011 72,7 30,6 66,6 26,7 8,4 13<br />
2012 72,1 30,3 66,8 26,6 7,4 12,4<br />
2013 72,5 32,7 67,6 28,8 6,8 12,1<br />
2014 72,1 31,6 67,3 28 6,6 11,5<br />
2015 73 32,7 67,6 28,8 7,5 12,1<br />
Kaynak: TÜİK<br />
Tablo 7’ye göre Marmara Bölgesinin İstanbul, Batı Marmara ve Doğu Marmara<br />
Düzey 1 Bölgelerinde kadınların işgücüne katılım oranları erkek işgücüne nazaran<br />
düşük düzeylerde gerçekleşmiş olmasına rağmen Güney Doğu Anadolu Bölgesiyle<br />
kıyaslandığında yüksek oranlarda gerçekleştiği söylenebilir. Marmara Bölgesinin<br />
İstanbul, Batı Marmara ve Doğu Marmara Düzey 1 bölgelerinde 2004 yılında sırasıyla<br />
%19,3, %30, 4 ve %22,8 olarak gerçekleşmiştir. İşgücüne katılım oranı her üç Düzey<br />
1 Bölge’sinde de 2015 yılına kadar artış eğiliminde olduğu görülmektedir. Söz konusu<br />
oran 2015 yılında İstanbul Düzey 1 Bölge’sinde %33,4, Batı Marmara Düzey 1<br />
Bölge’sinde %34 ve Doğu Marmara Düzey 1 Bölgesi’nde %32,7’dir. Marmara<br />
Bölgesi’nin bu üç Düzey 1 Bölgesi kendi arasında değerlendirildiğinde kadınların<br />
işgücüne katılım oranındaki en fazla artış İstanbul Düzey 1 Bölgesinde<br />
gerçekleşmiştir. Erkek nüfusun işgücüne katılım oranı her üç Bölge’de de 2004-2015<br />
döneminde artış eğiliminde olup, kadın işgücüne göre oldukça yüksektir.<br />
Tablo 7’ye göre 2004 yılından itibaren hem erkek hem kadın istihdam oranları her üç<br />
Düzey 1 Bölgesinde 2015 yılına kadar artış eğilimindedir. Kadın istihdam oranlarında<br />
2014-2015 döneminde en fazla artış işgücüne katılım oranında olduğu gibi İstanbul<br />
Düzey 1 Bölgesinde görülmektedir. Kadın işgücü açısından en düşük işsizlik oranı<br />
2004-2015 dönemi boyunca Batı Marmara Bölgesinde gerçekleşmiştir. 2004 yılında<br />
İstanbul Düzey 1 Bölgesi’nde %14.9, Batı Marmara Bölgesi’nde %7,8, Doğu<br />
Marmara Bölgesi’nde %11.3 olan kadın işgücünün işsizlik oranı incelenen dönem<br />
boyunca %1-2 oranlarında artış göstermiştir. 2015 yılında İstanbul Düzey 1<br />
Bölgesi’nde %17, Batı Marmara Bölgesi’nde % 9, Doğu Marmara Bölgesi’nde %12.1<br />
olan kadın işgücünün işsizlik oranı incelenen dönem boyunca %1-2 oranlarında artış<br />
göstermiştir. Kadın işgücü açısından en yüksek işsizlik oranı İstanbul Düzey 1<br />
bölgesi’ndedir. Erkek nüfusun işsizlik oranı İstanbul Düzey 1 Bölgesinde 2004-2015<br />
dönemi boyunca %11’lik düzeyini korurken Batı ve Doğu Marmara Bölge’sinde<br />
sürekli düşüş eğilimindedir.<br />
4. SONUÇ<br />
Bu çalışmada Güney Doğu Anadolu ve Marmara Bölgelerinde kadının işgücü<br />
piyasasındaki mevcut durumu Türkiye İstatistik Kurumu’ndan alınan veriler ışığında<br />
ele alınmıştır. Bölge seçiminde Güneydoğu Anadolu ve Marmara bölgesi gelişmişlik<br />
502
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
düzeylerinin ve kadın işgücünün niteliklerinin genelde farklı oluşu dikkate alınmıştır.<br />
Kadın istihdamı önce dünya genelinde sonra ülke ve en son olarak Güneydoğu<br />
Anadolu ve Marmara bölgesi kapsamında değerlendirilmiştir. Kadınların sektörel<br />
bazda işgücü verileri TÜİK veri tabanında olmadığı için işgücüne katılım oranı,<br />
istihdam oranı ve işgücüne katılım oranlarının genel ifadelerine yer verilmiştir.<br />
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde hizmet ve sanayi sektörlerinin Marmara Bölgesi’ne<br />
göre yeterli düzeyde gelişmiş olmaması hem erkek hem de kadın işgücünün durumunu<br />
etkilemektedir. Özellikle Güneydoğu Anadolu’da kadınların gerek işgücüne katılım<br />
oranı gerekse istihdam oranları Marmara Bölgesi’ne göre düşüktür. Güneydoğu<br />
Anadolu Bölgesi’nde tarımda çalışan kadın işgücünün ücretsiz aile işçisi olma<br />
konumu düşünüldüğünde işsizlik oranı açısından da durum farklı değildir. Marmara<br />
bölgesinin göç alan bir bölge olmasına rağmen 2004 -2015 döneminde kadın<br />
işgücünün işsizlik oranı genelde düşüş eğilimindedir. Buna rağmen Güneydoğu<br />
Anadolu’da kadınların işsizlik oranı yıllar itibariyle artış göstermektedir.<br />
Güneydoğu Anadolu Bölge’sinde kadınların işgücü piyasasına katılımını ve<br />
istihdamını olumsuz etkileyen temel etkenlerden birisi kadınlara yönelik olan<br />
geleneksel bakış açısıdır. Bu açıdan bakıldığında kadınların işgücü piyasasında<br />
varlığını sürdürmesi ve güçlendirilmesi açısından alınacak temel önlem bu bakış<br />
açısının kırılması olmaktadır. Devletin ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği<br />
içerisinde eğitim programları ve toplumsal farkındalık toplantıları düzenlenmelidir.<br />
Kadınların işgücü piyasasındaki konumunu güçlendirecek diğer bir önlem ise<br />
kadınların tarım dışı sektörler olan sanayi ve hizmetler sektörlerinde istihdamını<br />
sağlayacak düzenlemelerin yapılmasıdır.<br />
KAYNAKÇA<br />
Celasun, D. T. (2014). Kadınların İşgücüne Katılımı ve Büyüme: OECD Ülkeleri ve<br />
Türkiye, http://www.academia.edu/6856512/, (Erişim Tarihi: 13.11.2015).<br />
Er, Ş. (2012). Women Indicators of Economic Growth: A Panel Data Aproach, The<br />
Economic Research Guardian, 20(1), 27-42.<br />
Goldin, C. (1994). The U-Shaped Female Labor Force Function in Economic<br />
Development and Economic History, NBER Working Paper Series, 4707, 1-<br />
40.<br />
Kaur, H., & Xiaohui T.A.O. (2014). ICTs and the Millennium Development Goals: A<br />
United Nations Perspective, New York: Springer.<br />
Lahoti, R. & Hema, S.(2013). Economic Development and Female Labor Force<br />
Participation in India, IIM Bangalore Research Paper, 414, 1-42.<br />
Lechman, E., & Anna, O. (2013). Are Women Important for Economic Development?,<br />
Corporate Social Responsibility and Women’s Entrepreneurship Around the<br />
Mare Balticum, Hamburg: Baltic Sea Academy<br />
Lenchman, E. (2014). Female Labor Force Participation and Economic Growth- Re-<br />
Examination of U-Shaped Curve, Working Paper Series A (Economics,<br />
Management, Statistics), 3(21), 1-8.<br />
Lenchman, E., & Kaur, H.(2015). Economic Growth and Female Labor Force<br />
Participation-Verifying the U-Feminization Hypothesis. New Evidence For<br />
503
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
162 Countires Over the Period 1990-2012, Economics and Sociology, 8, 246-<br />
257.<br />
Lucı, A. (2009). Female Labour Market Participation and Economic Growth,<br />
International Journal of Innovation and Sustainable Development, 4, 97-<br />
108.<br />
Mujahid, N., & Naeem uz, Z. (2012). Economic Growth-Female Labour Force<br />
Participation Nexus: An Empirical Evidence for Pakistan, The Pakistan<br />
Development Review, 51, 565-586.<br />
Olıvetti, C. (2013). The Female Labor Force And Long-Run Development: The<br />
American Experience İn Comparative Perspective, NBER Working Paper<br />
19131, 1-49.<br />
Psacharopoulos, G., & Zafiris, T. (1989). Female Labour Force Participation: an<br />
International Perspective, Research Observer, 4(2), 187-201.<br />
Semyonow, M., (1980). The Social Context of Women’s Labour Force Participation:<br />
A Comparative Analysis, American Journal of Sociology, 86, 96-113.<br />
Tam, H.(2011). U-Shaped Female Labor Participation With Economic Development:<br />
Some Panel Data Evidence, Economics Letters, 110(2), 140-142.<br />
Tansel, A. (2002). Economic Development and Female Labor Force Participation in<br />
Turkey: Time Series Evidence and Cross-Province Estimates, ERC Working<br />
Papers in Ecnomics, 1(5), 1-37.<br />
Tsani, S., Paroussos, L., Fragıadakıs, C., Charalambidis L., & Capros P. (2013),<br />
Female Labour Force Participation And Economic Growth İn The South<br />
Mediterranean Countries, Economics Letters, 120 (2), 323-328.<br />
504
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kur’an’ın Önerdiği Toplumsal Yapının İnşasında<br />
Kalkınmanın Temel İlkeleri ve Dinamikleri<br />
Fikret GEDİKLİ 1<br />
Bu bildirinin amacı, Kur’an-ı Kerim’ ‘kalkınma’ ile irtibatlandırılabilecek bazı<br />
ayetlerle ve kavramlarla Kur’anı’ın önerdiği toplumsal yapının inşasında kalkınmanın<br />
ve gelişmenin temel ilkelerini ve buna bağlı olarak oluşan temel dinamiklerin neler<br />
olduğunu ortaya koyabilmektir. Bu kapsamda Kur’an’ın nüzul ortamında bu<br />
hususlarla ilgili olduğu düşünülen ayetlerin temel ilkesinin ve maksadının ne olduğu,<br />
nasıl anlaşıldığı; bunlara bağlı yorumların nasıl oluşup geliştiği ve günümüzle nasıl<br />
bağlantı kurulması gerektiği konuları ele alınacaktır.<br />
Anahtar sözcükler: Kur’ân, Sosyal Değişim, Kalkınma, Ahlak.<br />
Basic Principles and Dynamics of Development in<br />
Construction of Social Structure Suggested by The<br />
Qur'an<br />
Abstract<br />
The aim of this notification is to be able to present basic principles and dynamics of<br />
development in construction of social structure suggested by the Qur'an with some<br />
verses and concepts that can be linked to 'development'. In this context it will be<br />
discussed what is the basic principle and purpose in the presence of the Qur'anic verses<br />
that are thought to be related to these subjects; how to understand; how these<br />
comments are formed and developed and how to connect to our day.<br />
Key Words: The Quran, Social Change, Development, Moral.<br />
1. GİRİŞ<br />
Bu bildiride, Kur’an-ı Kerim’ de bugünkü anlamda ‘kalkınma’ ile<br />
irtibatlandırılabilecek kimi ayet ve kavramları; bunlara bağlı yorumların nasıl oluşup<br />
geliştiği ve bu doğrultuda Kur’an’ın bu ayetler ve kavramlar eşliğinde, nüzul<br />
ortamında meydana gelen bazı olaylarla ilgili temel maksadı ve dinamikleri ele<br />
alınacaktır. Ayrıca konuyla ilgili olduğu düşünülen ayetlerin, olaylardan bağımsız<br />
temel birer ilke olarak mı var olduğu yoksa nüzul ortamında vuku bulan kimi olaylarla<br />
ilgili olarak mı vahyedildiği irdelenecek; ilgili ayetleri olaylardan bağımsız temel<br />
birer ilke olarak olarak anlamanın oluşturduğu zihni yapının temel dayanakları ve<br />
bunların olası hasarları üzerinde durulacaktır. Bunun yanısıra insanların kalkınmadan<br />
beklentilerinin ne olduğu; zor ekonomik şartlara karşı mukavemet edip başa çıkma<br />
çabası; din ile irtibatlandırarak kurguladığı kamu davranışı beklentisi ve temel güven<br />
1<br />
Yrd. Doç. Dr., Muş Alparslan Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi,<br />
(fikretgedikli@gmail.com)<br />
505
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
duygusunun ne olduğu; kamu kaynaklarından yararlanmada ilgili ilkelerin zorunlu<br />
kıldığı nitelik ya da kabiliyetlerin ötesinde, güç yada otorite tarafından bir ilke<br />
belirlemenin ne anlama geldiği değerlendirilmeye çalışılacaktır. Özellikle ayrımcılığı<br />
imleyecek bazı düzenlemelerin yada pratiklerin, Kur’an’ın önerdiği ilke ve<br />
dinamiklerle bağdaşıp bağdaşmadığı; bu günün kimi uygulamalarının, yetkeci ve<br />
çıkarcı bir bakış açısıyla dinî referansları yorumlama anlamına gelip gelmediği ve<br />
bunların imkân sınırları ortaya konulacaktır. Sonuçta tarihin belli dönemlerinde var<br />
olan toplumsal yapıların, Kur’an’ın istediği değişime gösterdikleri direnç, bu direnci<br />
sürdürülebilir kılmak için türlü gerekçelerle sorunlu müesses yapıyı ve sistematik<br />
kimliği sürdürme çabalarına Kur’ân’ın topyekün bir değişim ve kalkınma modeliyle<br />
karşı çıkış yöntemi ve gerekçeleri ile sunduğu çözümün ahlaki temel dayanakları;<br />
kalkınmanın temel karakteri, din dilinin kendi karakteristiği de dikkate alınarak ortaya<br />
konmaya çalışılacaktır.<br />
2. KUR’AN’IN ÖNGÖRDÜĞÜ TOPLUMSAL YAPI VE TEMEL<br />
İLKELER<br />
Bilindiği gibi insanlar arası ilişkileri düzenleyen sosyal yapı dinamik bir süreçtir. Yani<br />
değişkendir. Sosyal yapı ile ahlak doğrudan ilişkilidir. Bu ilişkilerde daha çok hukuki,<br />
siyasi ve iktisadi vasatlarda kendini göstermektedir. Kur’anın bizlere önerdiği<br />
toplumsal yapı VII. yüzyıl Arap toplumu özelinde tarihi, hukuki, siyasi ve iktisadi<br />
şartlar ve işaret ettiği vakıalar yerel olmaka birlikte davranışın mahiyetine yönelik<br />
işaret ettiği hususlar evrenseldir ve bir ilke özelliği taşımaktadır. Her çağda ve<br />
günümüzde de dinin önerdiği ahlaki düsturları kendine temel ilke olarak<br />
belirleyenlerin sorumluluğu ise bu ilkeler üzerinden dinamik bir yöntemle olayları ve<br />
davranışları doğru yada en azından ona yakın yorumlayabilmesidir. Zira hakikat<br />
tektir; yorumlar çeşitlidir.<br />
Bununla beraber şu hususa da işaret etmek gerekir. Dinî olan Kur’an’ın önerdiği<br />
hukuki, siyasi ve toplumsal yapıyı değişmez asıl kabul edip, işaret ettiği olayların<br />
şekliyle mukayyed yapıdan başkaca bir yapı tanımayarak bütün insanlığı bu yapıya<br />
uymaya mecbur kılmak değil; Kur’an’ın önerdiği ilkeler ve pratiklerden hukuki, siyasi<br />
ve toplumsal yapıyı dinamik bir şekilde kurgulamaktır dinî olan. Böylesi yapıyı<br />
kurumsallaştırmaktır esas olan. Dolayısıyla genelde ‘kalkınma’ özelde ise bu günkü<br />
anlamda ‘sosyal kalkınma’ ile ilgili alanların tanziminde ve sorunların çözümünde<br />
Kur’an’ın önerdiği ilkeler, pratikler ve bireysel davranışlar refakentinde nereden<br />
nereye getireceğine bakılmalıdır.<br />
İşaret edilen davranışlardan negatif içerikli olup, dolayısıyla yapılmaması gerekli<br />
fiiler olarak, mutlak anlamda çoğunluğa uymanın zannın bir eseri olan sorgulama<br />
yetersizliği (Enam, 6/116); yanlış bir işi ya da davranışı ısrarla sürdürmenin temel<br />
gerekçesi olarak kabul edilen geleneği sürdürme çabası (Araf, 7/28); araştırmadan,<br />
olayın mahiyetini bilmeden hüküm vermek anlamına gelen ön yargılı davranmayı ve<br />
çekememezliği (Nisa, 4/32); Allah’ tan bir yol gösterme olmaksızın aklın istekleri<br />
istikametinde hareket etmeyi (Kasas, 28/50); bir hata veya günah işleyip sonra onu<br />
bir suçsuzun üzerine atma fiili olan iftiranın apaçık bir günah olduğu (Nisa, 4/112);<br />
belli bir düzene sokulduktan sonra kamu düzeninin bozulması (Araf, 7/56);<br />
506
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
gösterişten uzak durulması (Maun, 107/6); bunların yanısıra yine “aldatma, gasb ve<br />
hırsızlık, tefecilik, terör (hırabe) gibi davranışlar sayılabilir.<br />
Bunların yanında iyilerle dost olmak (Hud, 11/113); iyilikte yardımlaşmak (Araf,<br />
7/164); kötülüğe karşı koymak (Lokman, 31/17); infak (İsra, 17/26); kardeşlik<br />
(Hucûrat49/10); emanete riayet etmek (Mearic, 70/32); hoşgörü ve bağışlama (Şûra,<br />
42/43); sabır (Şûra, 42/43); sözünde durmak (Nahl, 16/91), görgülü olmak (Nur,<br />
24/27) gibi övülen diğer davranışlarda Kur’anın bireysel anlamda istekleri<br />
cümlesindendir.<br />
3. YÖNETİM İLKELERİ<br />
a. Adalet<br />
Esasen bu sempozyumun ana omurgası sosyal kalkınma ve bunun özelinde de<br />
ekonomik kalkınmadır; ancak anlatacağımız bu iki ilke bir bütün olarak kalkınmanın<br />
her alanında geçerli olabilecek ilke ve kriterlerdir.<br />
Dinin ve insanlığın en yüce değerlerinden ve sosyal yaşamdaki çatışmaların<br />
dengeleyici unsuru; birey ve toplumsal yapıda dirlik ve düzenliği, hakkaniyet ve<br />
eşitlik ilkelerine uygun yaşamayı sağlayan ve ahlaki erdemi de ifade eden adalet<br />
kavramı, İbn Manzur’ a göre “davranış ve hükümde doğru olmak, hakikate göre<br />
hüküm vermek, eşit olmak, eşit kılmaktan” gelen bir isimdir. (İbn Manzur, 1968,<br />
1119: 31/2838) Adalet, Kur'an’ı Kerim'de genellikle düzen, denge, eşitlik ve<br />
tarafsızlık gibi anlamlarda kullanılmıştır. Bu bağlamda Kur’an-ı Kerim, tefecilik ve<br />
rüşvetle haram yemeye pek düşkün olan, ilahi buyrukları tahrif eden ve casusluk<br />
yapan Medineli Yahudi ve münafıkların davranışlarından bahsederken (Kurtubi,<br />
1998, V/401). “Öyleyse (bir karar vermen için) sana gelirlerse ister onlar arasında<br />
karar verirsin, ister kendi hallerine bırakırsın; onları kendi hallerine bırakırsan sana<br />
hiçbir şekilde zarar veremezler. ancak bir karar verirsen, onlar arasında adaletle ver:<br />
Allah adil davrananları sever.” (el- Maide, 5/42) buyurmuştur.<br />
“İnancınızdan dolayı size karşı savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan sürmeyen<br />
(inkarcılara) gelince, Allah onlara nezaketle ve adaletle davranmanızı yasaklamaz<br />
çünkü Allah adil davrananları sever.” (el- Mümtehine, 60/8) Bu âyetin mü'minlere<br />
düşmanlık etmeyip, onlarla savaşmayanların gözetilmeleri hususunda bir ruhsat<br />
olduğu ifade edilsede, İbn Zeyd, bunun savaş emrinin sözkonusu olmadığı İslâm'ın<br />
ilk dönemlerine ait olduğunu daha sonrada neshedildiğini ifade etmiştir. Benzer<br />
şekilde Katade ise âyetin Yüce Allah'ın "... artık o müşrikleri nerede bulursanız<br />
öldürün" (et-Tevbe, 9/5) buyruğu ile neshedildiğini ifade etmiştir. Yine ayetin Huzaa<br />
kabilesi hakkında, Mücahid’e göre de iman edip hicret etmeyen kimseler hakkında<br />
hususi olarak nazil olduğu ifade edilmiştir. Ancak Te'vil (yorum) ehlinin çoğunluğu<br />
ise, âyetin muhkem olduğunu ifade ederek şu rivayeti delil göstermişlerdir: Hz. Ebu<br />
Bekir (r.a)'ın kızı Esma Hz. Peygamber’e, müşrik olarak yanına gelen annesinin<br />
yakınlık bağını gözetip gözetemeyeceğini sorunca Hz. Peygamber: "Evet"<br />
buyurmuştur. (Kurtubi, VI/235-237).<br />
Hiç şüphe yok ki, Yüce Allah emanete riayet etmeyi; her konuda tevhide göre hareket<br />
etmeyi Kur'an-ı Kerim’in pek çok ayetinde yücelterek müslümanlara emretmiş (en-<br />
507
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Nahl, 19/90); bununla beraber belli konu ya da olaylar bağlamında, örneğin insanlar<br />
arasında hüküm verildiği zaman (en-Nisa, 4/58); iktisadi hayatta (el-En’am, 6/152; er-<br />
Rahman, 55/9); şahitlik hususunda (el-Bakara, 2/282); şavaşan veya anlaşmazlığa<br />
düşen iki grubun arasının düzeltilmesinde (el-Hucurat, 49/9); aile hukuku ile ilgili<br />
hususlara ilişkin olarak meselenin hallinde temel gerekçelendirmeyi, “hakk” ın ihlal<br />
edilmemesinde; hakkın sahibine iadesinde (en- Nisa 4/58); hakkın korunmasında (en-<br />
Nisa, 4/3) ‘adaleti’ mihver kavram ve temel uygulama noktası olarak belirlemiştir.<br />
b. Ehliyet<br />
Bu başlıkta özellikle “adalet” kavramlarıyla yakın ilişkili olması bakımından “Allah,<br />
size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman<br />
adaletle hükmetmenizi emrediyor…” (en-Nisa, 4/58) ayetinin sebebi nüzulü hakkında<br />
kısa bir değinide bulunmak yararlı olacaktır. Ayetin, hem Hz. Peygamber’e hem de<br />
onun tayin ettiği yöneticilere yönelik bir hitap olduğu ve onlardan sonra gelenleri de<br />
kapsadığı ifade edilmiştir. Yaygın kabul gören rivayete göre, Mekke’nin fethedildiği<br />
gün, Hz. Muhammed Kabe’ye geldiğinde Kabe’nin bakımını yürüten Osman bin<br />
Talha ve Amcaoğlu Şeyhe b. Osman b. Ebi Talha Kabe’nin kapısını kilitlemişler,<br />
kendisinden Kabenin anahtarını talep eden Hz. Muhammed’e Osman bin Talha<br />
vermemiştir. Bunun üzerine yanında bulunan Hz. Ali, Osman’ın kolunu bükerek<br />
anahtarı almış, Hz. Muhammed’in Kabe’de iki rekat namaz kılmasına imkan<br />
sağlamıştır. Daha sonra Peygamber namazını kılıp dışarı çıktığında, amcası Hz. Abbas<br />
ise, eskiden beri yapageldiği zemzem işi ile beraber yürütmek için Kabe’nin<br />
bakımının da kendisine verilmesini talep etmiştir. Bunun üzerine Hz. Muhammed ise<br />
tam aksine Kabe’nin miftahdarlığının Osman bin Talha’ya tekrar iade edilmesini ve<br />
Hz. Ali’nin de yaptığı davranıştan ötürü Osman bin Talha’dan özür dilemesini<br />
istemiştir. Bu olayı müteakip hakkında ayet nazil olan Osman bin Talha müslüman<br />
olmuş ve Kabe’nin bakımı da bu olaydan sonra hep onda ve amcaoğlunda kalmış; Hz.<br />
Peygamber’ de “Bu, ebediyyen sizin ve soyunuzdan gelen çocuklarınızın elinde<br />
kalacaktır. Bu anahtarları sizden ancak zalim kimseler alır" buyurmuştur. (Vahidi,<br />
1998, 116-117; et-Taberî, 1968, VII/170; Kurtubi, 1998, V/288-291).<br />
Âyette daha açık olan, yapılan uygulamanın bütün insanlar hakkında umumi olduğudur.<br />
Bu âyet bir taraftan yönetici ve kamu görevlilerini, ellerinde bulunan<br />
imtiyazları ya da malları paylaştırıp, haksızlıkları gidermek, hüküm verme halinde ise<br />
adaleti gözetmek gibi emanet olan hususları kapsadığı ifade edilmiştir. Taberî’nin<br />
tercihi de budur. (Kurtubi, V/288-291).<br />
Hiç kuşkusuz âyetin, böylesi bir olayla ilişkili olarak nazil olması, âyetin yalnız bu<br />
olaya ve kişilere tahsis edilmesini gerektirmemektedir. Burada gözden ırak<br />
tutulmaması gereken husus, Hz. Peygamberin anahtarların iade edilmesini istediği<br />
kişilerin, iadeyi müteakip müslüman olmalarıdır. Bu iadenin ise “emanet” te asal<br />
kriterin ne olması lazım geldiğine ilişkin oldukça geniş bir perspektif sunduğunda<br />
kuşku yoktur.<br />
Ayette ifadesini bulan emanet kavramına ilişkin yaklaşımı için şu hususlara<br />
değinilebilir: Literatürde emanet kavramı dini, ahlaki ve içtimai ilke ve kavramları<br />
içine alan oldukça geniş bir anlam havzasına sahiptir. Kur’an’da emanete riayet,<br />
508
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
müminlerin başlıca özellikleri arasında zikredilmiştir. (el-Mü’minun, 23/8; el-Mearic,<br />
70/32). Taberi, “Allah, size emanet edilen (şey)leri ehil olanlara tevdi etmenizi ve her<br />
ne zaman insanlar arasında hüküm verecek olursanız adaletle hükmetmenizi<br />
emreder”(en-Nisa,4/58) ayetinin özellikle devlet adamlarının hem emanet hem de<br />
adalet ehli olmalarını gerekli kıldığı; emanet ehli olmaları, ülke imkânlarını halka<br />
haksızlık yapmadan paylaştırmaları; adalet ehli olmaları ise bütün kararlarında<br />
hukuka riayet etmeleri gerektiği hususuna işaret ettiğini, belitrmiştir. (Taberi, IV/145-<br />
146). Müfessir Razi de emaneti, “hakkı sahibine vermekten”; adaletle hükmetmenin<br />
ise, “hakkın sahibine verilmesine hükmedilmesinden” ibaret olduğunu söyler. (er-<br />
Razi, 1995, X/144). Diğer taraftan Derveze ise bu ayeti, insanların hangi konumda<br />
olursa olsunlar dost-akraba ayrımına gitmeden, kimseye itibar etmeden aralarında<br />
adaletle, hak ile hükmedilmesini, hakların ve emanetlerin korunmasını telkin eder,<br />
(Derveze, 1997, 236) şeklinde açıklamıştır. Yine bu ayetin yorumuna ilişkin Mevdudi,<br />
“müslümanlar, İsrailoğulları’nın daha önce düştükleri hatalara düşmemeleri için<br />
uyarılmıştır; zira onların düştükleri en büyük hata, dejenere oluşları sürecinde yetkiyi<br />
ve görevi ehil olmayanlara vermeleriydi; çünkü onlar, sorumluluk isteyen, dini ve<br />
siyasi liderlikleri hep niteliksiz, ehil olmayan, öngörüsü olmayan, adalet ve ahlak<br />
duyguları zayıf olan kimselere vermeye başlamışlardı. Oysa Yüce Allah dost olsun<br />
düşman olsun insanlara adaletle muamele etmelerini emretmiştir” izahını yapmıştır.<br />
(Mevdudi, E. A. 1996, I/300).<br />
Kur'an’ı Kerim’ de ‘adalet’ hakkaniyetin yegâne ölçüsü olarak belirlenmiştir.<br />
Hidayete hak sayesinde ulaşılabileceği gibi adalet de hakka uymakla sağlanır. (el-<br />
Araf, 7/181) ‘Hak’ nesnel bir kavram ve sabit bir kanun ilkesini ifade etmektedir. Hak<br />
konusunda hüküm verilirken ‘hak’kın kendi lehine hükmedilmesi halinde bundan<br />
memnun olan; fakat aleyhine hükmedilmesi durumunda bu hükmü tanımayan insanlar<br />
için ‘zalim’ (en-Nur 24/48-50) denilmiştir. Binaenaleyh bireysel menfaat temini,<br />
akrabalık ve düşmanlık gibi hissi durumlar, taraflardan birinin soylu veya aşağı<br />
tabakadan olması, bedeni veya ruh bakımdan kusurlu bulunması gibi ahlak kanununu<br />
ilgilendirmeyen sebepler bir hakkın ihlalini, örtbas edilmesini ve son tahlilde adalet<br />
ilkesinden sapmayı mazur gösteremez. (Çağrıcı, 1998, I/372).<br />
Sonuç olarak bu konuda Kur’an’ın nihai yaklaşımı, adalet ve emniyet<br />
mekanizmasında herhangi bir sapma olmaksızın, doğrudan amacı ile kendisini<br />
gerçekleştirmek için “sınırlama olmaksızın herkesin sahip olduğu hakları elde<br />
etmesinin gereği olan düzenlemeleri yapmaktır. Burada Allah’ın emrettiği şey, sosyal,<br />
ekonomik, hukuki veya siyasi olan tüm hakların herkese hakkettiği ölçüde<br />
verilmesidir”. (Mevdudi, 1996, III/52). İslam, anlam ve gayelerinden soyutlamadan<br />
adaleti en geniş anlamıyla ele almış, günlük yaşamla iç içe geçmiş yönlerini korumak<br />
için plan ve projeler ortaya koymuştur. Bu yön ise “yeterlik” ve “fırsat eşitliği”<br />
prensipleri doğrultusunda toplumsal adaletin sağlanmasıdır. (Halil, 1993, s.28).<br />
4. TARİH VE GÜNÜMÜZ UYGULAMALARI<br />
Müslümanların kıyamete kadar sosyal, siyasal, ekonomik ve özel hayatlarındaki<br />
yaşantılarının referans kaynağı ve aynı zamanda İslam tarihinin en önemli dönemi hiç<br />
kuşkusuz Hz. Peygamber dönemi olacaktır. (Zorlu, 2002, Giriş) Hz. Peygamber’in bu<br />
dönemin sonunda vefat edeceğine yakın yegane vasiyeti, “namaza devam edin ve<br />
509
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
yönetiminiz altında bulunan köle, cariye ve hizmetçilerinizin hak ve hukuklarını<br />
gözetin” (İbn.Sa’d, ts., II/254) demek olmuştur.<br />
Yine Hz. Peygamber vergi memurluğu görevini isteyen Ebu Zer el-Gıfari’ye "Sen<br />
güçsüzsün bu iş bir emanettir; emanet, üstesinden gelemeyen kimse için kıyamet<br />
gününde zillet ve perişanlık olur” buyurmuştur. (Müslim, 1981, İmâre: 16).<br />
Tarihi sürece bakacak olursak, Emeviler döneminde müslüman Araplar, genellikle<br />
devlette hâkim tabakayı oluşturmaktaydılar. Müslüman olup Arap olmayanlar ise<br />
Emevîler döneminde genel anlamda pek fazla itibar görmemişlerdir. Önemli ve<br />
yüksek mevkilere getirilmemiş; daha çok ilim ve sanat alanlarında kendilerini<br />
göstermişledir. Bu da, sonuçta hâkim tabaka ile aralarının açılmasına ve devlete karşı<br />
girişilen kimi isyanlara ortak olmalarına neden olmuştur. İslam’ın hallerini<br />
iyileştirmeye çalıştırdığı köleler tabakası ise Emevîler döneminde kârlı bir ticaret<br />
halini alabilmiştir. Emevîler döneminde sosyal tabaka hiyerarşisinin en sonunda yer<br />
alan gayr-ı müslimler ise, Ömer b. Abdülaziz dönemi hariç diğer dönemlerde üst<br />
makamlara dahi gelebilmişlerdir. (Aksu, 2006, s.80).<br />
Emevîlerin dünyevileşme temayüllerinin faturası ise halka çıkarılmıştır; çünkü onlar<br />
bir yandan iktidarlarını korurken, diğer yandan da özel hayatlarını lüks ve eğlence<br />
içinde sürdürmüşler ve bunun finansmanını da hazineden sağlamışlardır. Gerçekten<br />
Ümeyye oğulları devlet hazinesini kendi özel mülkleri gibi görmüşler ve hazine<br />
gelirlerini zimmetlerine geçirmişlerdir. Üstelik bu gelirlerin kaynağının önemli bir<br />
kısmını, müslüman-gayrimüslim ayırımı yapmaksızın siyasî hâkimiyet kurdukları<br />
tüm vatandaşlardan aldıkları çoğu zaman hukuk dışı ve haksız vergiler teşkil etmiştir.<br />
Başka bir ifadeyle, onların servetlerinin önemli miktarını, halka yükledikleri<br />
hukuksuz ve haksız vergiler oluşturmuştur.(Kara, 2006, s.169).<br />
Kur’an’ tarafından kamu haklarından yararlanmada ayrımcılık sayılabilecek bütün<br />
yollar tıkanırken, adalet ve ehliyet sisteminin yollarını açan en başat kriter, her alanda<br />
olduğu gibi kamunun sunduğu imkanlardan da yararlanmada öznel kriterlere dayalı<br />
kimi belirlemeler olmaksızın herkese açık olması ve bu ayrımlar gözetilerek herhangi<br />
bir kimseye kapatılmamasıdır. Aksi uygulamada ise, kamu haklarından eşit koşullarda<br />
yararlanmaktan ziyade bir şekilde hak sahibi olmanın esas olduğu ve bunun meşruiyet<br />
zeminin de sorgulanmadığı bir temayül baş gösterecektir. Böylesi temayüllerin<br />
oluştuğu vasatlarda kalkınmada başat öge olarak sunmaya çalıştığımız ‘emaneti<br />
ehline vermenin’ ise, sınırlarının ve hoşgörülebilir davranış yelpazesinin oldukça<br />
daralacağını da ifade etmek gerekir.<br />
Her alanda kalkınmanın ana umdeleri olacak bahsi geçen ilke ve dinamik unusurları,<br />
geçmişten ve günümüzden olumsuz pek çok olumsuz örneğe indirgeyerek, onların<br />
değer olma vasıflarına halel getiren kimi uygulamalardan bahsetmek mümkündür.<br />
Günümüzde ve gelecekte bu nevi işlemlerin kimi öznel kriter ve kanaat devreye<br />
girerek hak ihlali oluşturma potansiyelini her zaman taşıyabileceği de<br />
unutulmamalıdır. Böylesi bir yöntemle gerçekleştirilecek işlemde, insanların<br />
memnuniyet duyguları tahrip edileceği gibi vicdanların adalet çığlığı da<br />
dinmeyecektir.<br />
510
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tarih ve günümüz uygulamalarının yanlışlığı, adalet ve ehliyet kavramlarının<br />
mahiyetleriyle ilgisi olmasa gerektir. İnsanın üretim güçlerini bastırarak, kendi<br />
isteğinin tersine başkaları tarafından istenen hedeflere uygun bir kalıba girmesi adalet<br />
midir? (Halil, s.26) Adalet ve ehliyetin kriter olma vasfını askıya alıp, gerekçesi<br />
yapanlarca makul öznel kriterlerle şekillenmiş sözde ölçütlere başvurmanın adalet<br />
olmayacağı açıktır. Meselelerin özüyle, dış benzerliklerinin karıştırılması neticesi<br />
ortaya konmaya çalışılan “ortam ve şartlar bunu gerektiriyor” gibi gerekçeler ise kamu<br />
vicdanında karşılık bulmayacak; çaresiz ve mutsuz toplumsal kitleler oluşturacağı için<br />
asla mazur görülemeyecek ayrı bir hukuksuzluk ve sorumsuzluk alanları<br />
oluşturacaktır.<br />
Öte yandan bu sorumsuzluk alanlarına yönelik olarak, Kur’anî referansların da<br />
yardımıyla kusurları örtmenin; sözde erdemleri göstermenin ise hepten bir özensizlik<br />
ve kuralsızlık olacağını da ifade etmemiz gerekir; zira O’nun ilkelerini ilgisi olduğu<br />
vehmiyle geniş alanlara yaymak O’nun anlamını bozmakla eş değer olduğu bir<br />
hakikattir. Gerçekleştirilen işlem sağlam ve önemli bir profile sahip olabilir; ancak<br />
bireysel hak ve adalet ihlalinin ve ihmalinin üzerine bina edilen işlemin meşruluğunu<br />
ve hukukiliğini ise kimse iddia edemez. Doğru olduğu vehmedilen uygulama<br />
perspektifinin güdümü altında ortaya konulan işlemin, çözdüklerinden daha fazla<br />
problem yaratacağı da unutulmamalıdır. Aksi durumda bugünün kimi uygulamaları,<br />
artık klasik hale gelmiş olanlara katılma yönünde yüksek bir düzeyde güdülenerek<br />
zaman içerisinde var olanlarla bütünleşecek, kendi öznel yapısını katarak kadim bir<br />
sorun olma özelliğini devam ettirecektir. Sorunun devamının nedeni, bir uygulamayı<br />
ortaya koyarken adalet ve ehliyet ilkesinin özünü koruyarak birikimli bir gelişmeyi ve<br />
kalkınmayı ortaya koyma gereğinin ihmal edilmesidir. Zira kamu haklarından adalet<br />
ilkesince yararlanabilmenin başat kurucu öğesi, öznel kriterlerin asla belirleyici<br />
olmadığı, adalet ve liyakat ölçüsünün yegâne referans kriteri olarak muhafaza<br />
edileceği yapının kurulup ve korunması suretiyle, sürdürülebilirlik katsayısının<br />
yüksek olmasıdır. Burada şöyle bir soru sorulabilir: Otoritenin hiç mi kriter belirleme<br />
hakkı yoktur? Bu soruya şöyle cevap verilebilir. İdare yada otorite, ifade edilen ana<br />
ilkeleri muhkem tutmak, bunlara aykırı olmamak kaydu şartıyla kriter belirleyebilir;<br />
ancak alınan kararın yada tesis edilen işlemin adil ve meşru olduğunu belirleyecek<br />
ölçüt işlemin niteliği olmalıdır. Örneğin kamu otoritesinin temini, vatanın geleceği,<br />
milletin huzuru gibi alanlarlada alınacak tedbirler, belirlenecek ölçütler ana ilke ve<br />
dinamiklerden ayrılmadığı müddetçe meşru kabul edilebilir. Kaldıki bu tür kararları<br />
daha çok siyasi kararlar cümlesinden kabul edip meşruiyetini ve hukukiliğini kendi<br />
mantığı ve grameri içerisinde değerlendirmenin daha doğru olacağı kanaatindeyiz.<br />
Burada özenle üzerinde durulması gereken bir diğer konuda günümüzde kimi<br />
düzenleme ve uygulamalar yapılırken, yapılan işlemin, düzenlemeyi ve uygulamayı<br />
gerçekleştirenlere yönelik olmaktan uzak, yani tabiatı gereği başkası için yapılıyor<br />
olmasıdır. Hal, daha düşünce düzleminde böyle olunca, düzenlemeyi yapanın başkası<br />
hesabına cömert davranabilme riski de olabilir. Hâlbuki gerçekleştirilen işlemin, bir<br />
gün mutlaka yapanlar için uygulanma ihtimali de hesaba katılarak yapılıyor olsa en<br />
azından cimri olunması bir tarafa cömert davranılmıyor olacaktır. Bunun içindir ki<br />
Kur’an “Siz ey imana ermiş olanlar! Sizin, ebeveyninizin ve akrabalarınızın aleyhine<br />
de olsa, Allah rızası için hakikate şahitlik yaparak adaleti gözetmeye azmedin…” (en-<br />
511
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Nisa, 4/135) buyurmaktadır. Burada adaletle şahitlik yapmanın gerekçesi, şahitlik<br />
yapılan tarafın hakkını teminat altına alıp, ihlalini imkansız hale getirmeye mebni<br />
olduğu unutulmamalıdır; zira müslümanlar "sadece adaleti yerine getirmekle değil,<br />
haksızlığı ortadan kaldırıp yerine adaleti ve hakkı getirmek için adaletin koruyucuları<br />
ve şahitleri olmakla da yükümlü” tutulmuştur. (Mevdudi, 1993, I/340).<br />
Öyleyse insan, toplum ve tarih arasında süregelen ilişkilerdeki temel problemlere dair,<br />
İslam’ın ortaya koyduğu karşı tutumlar, en genel anlamındaki adalet kavramıyla<br />
ahenk içindedir; zira bu nevi davranışlar, insanı olması gereken makama yerleştirir,<br />
kendisi olmaksızın insan olunamayan özgürlüğü eşitçe dağıtarak, kıymetini tescil<br />
edecektir. (Halil, s.28)<br />
5. SONUÇ<br />
İki yönlü olarak ele aldığımız sosyal yapı, birey ve yönetim olarak birbirlerinden<br />
bağımsız değil, bilakis karşılıklı birbirlerini etkileyen, çoğu zaman da birbirlerini<br />
besleyen süreçler olarak gerçekleşmektedir. Zira bir toplumun kaderini sadece<br />
yönetenlerin ufku, derinliği, adaleti anlama ve yorumlama kabiliyeti, yönetimi ehline<br />
verip vermemesi değil; yönetilenlerin de sayılan ilkelerle ilişki biçimi ve bunlara<br />
yönelik uyum düzeyi, ahlak, kültür ve eğitim seviyesi belirler.<br />
Kur’an ve sahih sünnet kaynaklarına, bu kaynakların tanımladığı uygulamanın iz<br />
düşümünü ise tarihin çeşitli dönemlerindeki kimi olumlu örneklerine bakıldığında,<br />
bireysel anlamda Kur’an’ın önerdiği kalkınmanın asal koşulu sayılan ilke ve<br />
dinamiklere uygun davranmak ve hali ona göre pratize etmek; yönetimlerin ise,<br />
ellerinde bulundurdukları kamu haklarından ve imtiyazlarından adalet ve ehliyet<br />
ölçüsünde kamuyu, eşit olarak yararlandırmak olduğunu ifade edebiliriz. İster birey<br />
ve toplum, isterse yönetim alanında olsun bu ilkelerin dışında hangi amaç ve gerekçe<br />
ile olursa olsun gerçekleştirilecek davranışın ya da pratiğin kendi sistematiği ve<br />
mantığı içerisinde rasyonel bir izahı olsa da, en azından Kur’an’ın ilke ve pratikleri<br />
ile bağdaştığını söyleyemeyiz.<br />
Bu anlamda Kur’an’ın isteği, vazettiği ana ikelerin istinatgahında öznel dinamik<br />
unsurların yer almadığı, bireyin ya da yönetimin ilkesiz dinamik uygulamalarına<br />
mahal bırakmayacak şekilde, kendisinin belirlediği adalet ve ehliyet kurallarından<br />
başka bir kriterin geçerli olmadığı bireysel, toplumsal ve yönetimsel biçimdir. Bunun<br />
nasıllığı ise, ana istikametini Kur’an’ın belirlediği ilke ve pratikler doğrultusunda, her<br />
bir sistemin kendi yönergesindeki teknik detayından alınan usullerle belirlenen, en<br />
bariz vasfı ise hakkaniyet olan bir sistem ile belirlenebilir.<br />
Gerek birey gerekse yönetim alanında ifade edilen ilke ve dinamiklerden mahrum<br />
davranışın veya işlemin ısrarı neticesinde uygulamaların yaslandığı yapının, ana<br />
destek unsurlarını kaybetmesi ise mukadder olacaktır. Açıklanan ilkeleri, bunların<br />
varedeceği süreçleri solumayan çözümlerden yana bireysel veya yönetimsel anlamda<br />
tutum ve davranış belirlemek, çözüm üretmek, zamanla beslendiği ana gövdeden<br />
kopan unsurlarla devamını zorlaştırabilir. Son derece oynak ve kendi öznel dinamiği<br />
içerisinde bireyin ya da otoritenin tanımladığı bir denge ile muvakkaten devam<br />
edebilir; ancak sonunda tıkanması muhakkaktır. Bu da bireysel, kurumsal, yapısal ve<br />
hukuksal problemleri üretip devam ettirebilir. Bireyin ya da yönetimin tesis ettiği<br />
512
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
uygulamanın, Kur’an’ın önerdiği ilke ve dinamik yöntem refakatinde formüle<br />
edilmemesi durumunda, ahlaki zaaftan ve buna bağlı ilkesiz uygulamalardan ari<br />
olmayan büyük bir kesimi üretecebileceği de gözden uzak tutulmamalıdır.<br />
Bunun yanında şunu da ifade etmeliyiz ki, Kur’an’ ın bu önerisi, mevcut dünyanın<br />
reel şartlarından uzak, akılcı çözümler önermeyen; uygulaması ise salt kutsal isteğe<br />
dayanan bir yapı biçimi değildir. Kutsalın merkezde muhafaza ettiği ilkelerle ilgilidir.<br />
Uygulanıp uygulanmaması bir tarafa, bu ilkelerin doğru olmadığı farklı din<br />
mensuplarınca da iddia edimemektedir. Adeta bunlar doğal ve tabii, ilke ve davranış<br />
normları olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla burada önerilen, kendi yapısı<br />
içerisinde idealize edilmiş, uygulaması olmayan bir öneri değildir. Sadece adalet ve<br />
ehliyet ölçütünün ihlalinin kendisini mahkûm edeceği bir yapıdır. Böylesi yapının<br />
oluşmasına çaba sarfetmek veya bu yönde oluşan bir yapı varsa, sürdürülebilir<br />
kılınması için asgari gayret ise, kendisi için adalet ve ehliyet ölçüsünün vazgeçilmez<br />
olduğuna inanan herkesin temel ilkesi ve görevi olmalıdır.<br />
İnsanlar kendi inanç ve tutumlarına göre bir referans çerçevesi ve davranış yelpazesi<br />
oluştururlar. Günümüzde belli bazı uygulamaların çözümlemelerine bakıldığında<br />
şaşırtıcı olan, yapılan iş yanlış olduğu halde bu uygulamanın öznesinin, yaptığının<br />
adalet ve ehliyet ölçüsüne dayandığına dair bir eğilim göstermesidir. Bu gün niçin<br />
hala bu konu ile ilgili Kur’an ve sahih sünnetin belirlediği ilke ve pratiklerin sınırlı<br />
bir bölümünün bu eğilimle sürdürülüyor oluşu, sayılan ilkelerin öznel tanımlarının<br />
hayli genişlemesi ve bu eğilimin yaygınlaşması sebebiyle olduğunu da ifade etmek<br />
gerekir. Öznellik örtüsü kaldırıldığında, ana ilkeleri uygulama noktasındaki zayıflığın<br />
ve zaafın ortaya çıkacağı ise muhakkaktır.<br />
KAYNAKÇA<br />
Aksu, A. (2006). Emeviler Döneminde Sosyal Tabakalar. İstem, Sayı:8.<br />
Çağrıcı, M. (1998). Adalet, D.İ.A., İstanbul: Diyanet Vakfı.<br />
Demir, R. (2004). Değerlerin Rantı. Palme Yayıncılık, Ankara: Palme.<br />
Derveze, M.,İ., (1995). İzzet, Kur'an'da Hz. Muhammed’in Hayatı, Çev., Mehmet<br />
Yolcu, İstanbul: Yöneliş.<br />
Güran, S. (1980). Memur Hukukunda Kayırma ve Liyakat Sistemleri. İstanbul:<br />
Fakülteler Matbaası.<br />
Halil, İ, (1993). Sosyal Adalet.Daid Aykut (Çev.). İstanbul: Şule.<br />
İbn.S., (ts.). et-Tabakâtu’l Kübrâ, Beyrut: Dâru Sâdır.<br />
İbn. M., C., M., İ., Lisanu’l-Arab, Dâr-u Sâdır, Beyrut.<br />
Karagöz. B. (2009). Toplumsal Adalet ve Totalitarizm. İstanbul: Divan.<br />
Kara, S, (2006). İslam Tarihinde İlk Zihniyet Sapması: Emevîler Döneminde<br />
Otoritenin Dünyevîleştirilmesi.İstem, Sayı:8.<br />
Kasaboğlu, A. H.(1965). Hazret-i Ömer'in Adaletinden Örnekler, Diyanet İşleri<br />
Başkanlığı. Cilt:4, Sayı: 10-11.<br />
el-Kurtubî, E.A., (1998). el-Câmiu li Ahkami’l- Kur’an, Beyrut: Daru’l- Kutubi’l-<br />
İlmiyye.<br />
Le B, G. (2001). Kitleler Psikolojisi, Yunus Ender (Ed.). İstanbul: Hayat.<br />
Mevdudi, E. A. (1996).Tefhimu’l- Kur’an, Heyet (Çev). İstanbul: İnsan.<br />
Müslim, b. H., K., (1981). es-Sahîh, İstanbul.<br />
513
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
en-Nevevi, M. (ts.) Sahih-u Müslim bi Şerhi’n-Nevevî, Beyrut.<br />
er-Razi, F.(1995). et-Tefsîru’l-Kebir, Mısır.<br />
Rawls, J.(2014). Adalet Teorisi ve Temel Kavramları, Ankara: İmaj.<br />
Sencer, M. (1974). Sosyal Sınıflar, İstanbul: Gözlem.<br />
Solomon, R., C., (2004). Adalet Tutkusu. Ertuğ Altınay. İstanbul: Ayrıntı.<br />
Tabatabai, M.H.(1996) el Mizan fi Tefsiri’l-Kur’an, Kum: Müessetu’n-Neşri’l-<br />
İslami.<br />
et-Taberî, E.C.İ C., (1388/1968). Mahmut ve Ahmet Muhammed Şakir. (Tah).<br />
Câmiu’l- Beyan an-Te’vîli’l- Kur’an. Mısır: Darul Mearif.<br />
Zorlu, C. (2002). İslam’da İlk İktidar Mücadelesi. Konya: Yediveren.<br />
el-Vâhidî, A.b.A., (1316) Esbâbu Nuzûli’l- Kur’an. Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l- İlmiyye.<br />
Yazır, E. M. H. (1971). Hak Dini Kur’an Dili. İstanbul: Eser.<br />
Yücesan, G., Ö., (2004) A.M., Sermayenin Adaleti.Ankara: Dipnot.<br />
514
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Küreselleşme Sürecinde Demokrasi ve Kalkınma<br />
İlişkisi: 2000’li Yıllarda Türkiye Örneği<br />
Murat AKTAŞ 1<br />
Siyasal rejimlerin doğası ile ekonomik kalkınma arasındaki ilişki konusunda farklı<br />
görüşler bulunmaktadır. Ancak özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ortaya atılan<br />
yenidünya düzeni ve gelişen küreselleşme süreci ile birlikte, sermayenin küresel<br />
anlamda serbest dolaşımını güvence altına alma çabalarının demokrasi ile yakından<br />
ilişkili olduğu savunulmaktadır. Bir yandan IMF ve Dünya Bankası gibi uluslar üstü<br />
kuruluşların iktisadi politikaları, diğer yandan iletişim ve ulaşım teknolojilerinin<br />
gelişmesi ile birlikte internet bankacılığı ve e ticaretin yaygınlaştığı bu süreçte artan<br />
sermaye hareketleri ve çok uluslu şirketlerin faaliyetleri ile bu ilişki daha kaçınılmaz<br />
hale gelmiştir. Günümüzde sermaye, yatırımlar ve gelişmiş bir serbest piyasa<br />
ekonomisinin sağlam bir demokrasiye ve hukuki güvenceye ihtiyaç duyduğu yaygın<br />
olarak kabul edilen bir görüştür. Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara<br />
gelmesiyle hız kazanan demokratikleşme yönündeki reformlar ve buna eşlik eden<br />
hızlı ekonomik büyüme, Türkiye’deki kalkınma ve demokrasi ilişkisinin analizini<br />
daha da önemli kılmaktadır. Bu çalışma Türkiye’de 2003-2013 yılları arasında<br />
küreselleşme, demokrasi ve kalkınma ilişkisini ele almayı amaçlamaktadır.<br />
Anahtar Kelimeler: Kalkınma, küreselleşme, demokrasi, yenidünya düzeni.<br />
The Reationship Between Democracy and<br />
Development in The Process Of Globalization: An<br />
Analysis of Turkey example in the 2000s<br />
Abstract<br />
There are different opinions about the relationship between economic<br />
development and the nature of the political regimes. However, especially the new<br />
world order emerged with the end of the Cold War and owing to developing<br />
globalization process, it has been advocated that the efforts to guarantee the<br />
free movement of capital in the global scale is closely related to democracy. Due to<br />
both the economic policies of supranational institutions such as the IMF and World<br />
Bank and the use of internet and communication<br />
technologies with the proliferation of online banking and e-commerce by virtue of the<br />
increasing capital flows and multinational companies’ activities, this relationship has<br />
become more inevitable. Nowadays it is widely accepted that the capital, investments<br />
and well-developed free market economy need a stable democracy and legal<br />
guarantees. After Justice and Development Party in Turkey came to power,<br />
accelerating reforms towards democratization and the accompanying rapid economic<br />
1<br />
Doç. Dr., Muş Alparslan Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve<br />
Kamu Yönetimi Bölüm Başkanı, muratmha@hotmail.com<br />
515
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
growth make it important to analyze the relationship between democracy and<br />
development in Turkey. This study aims to address the relationship of globalization,<br />
democracy and development in Turkey between the years 2003-2013.<br />
Keywords: Development, globalization, democracy and new world order.<br />
1. GİRİŞ<br />
Demokrasi, kalkınma ve küreselleşme gibi kavramlar; günümüzde farklı biçimlerde<br />
tanımlanan ve bunların birbirleriyle ilişkileri konusunda farklı görüşler ileri sürülen<br />
kavramlar olarak dikkat çekmektedir. Çağımızın en popüler yönetim biçimi olarak<br />
kabul edilen demokrasi ile ilgili ciddi sorunları olan yönetimler bile her fırsatta<br />
demokratik olduklarını ileri sürmekte ve ülkelerinde yapılan seçimleri buna gerekçe<br />
olarak göstermektedirler. Peki, muhalefetin iktidara gelme şansının olmadığı,<br />
iktidarın devletin olanaklarını kullanarak muhalefetten çok daha avantajlı bir şekilde<br />
seçimlere girdiği, düşünce ve ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğünün olmadığı, yargı<br />
bağımsızlığının olmadığı yönetimler demokrasi olarak kabul edilebilir mi? İnternet,<br />
bilgi işlem, iletişim ve ulaşım araçlarındaki gelişmelerle birlikte çeyrek<br />
yüzyıldır tartışılmaya başlayan küreselleşme olgusu, hayatın değişik alanlarını etkisi<br />
altına alarak önemli değişikliklerin ortaya çıkmasını sağlarken, değişik şekillerde<br />
tanımlanarak günümüze gelmiştir. Halen bilim insanları tarafından farklı hatta bazen<br />
birbirleri ile çelişen biçimlerde tanımlanan küreselleşme kavramının tanımı<br />
konusunda da hala tam bir görüş birliği sağlanmamıştır. Bazıları küreselleşmeyi<br />
liberalleşme olarak tanımlarken, bazıları büyük güçlerin dünyanın diğer kesimlerini<br />
sömürmesi süreci, ve/veya dünyanın dolar ve İngilizcenin hakimiyeti altına alınması<br />
olarak tanımlamaktadır. Bazıları ise küreselleşmeyi kalkınmak için bir fırsatlar süreci<br />
olarak ele almaktadır. Yaşadığımız bilgi ve teknoloji çağının önemli oranda<br />
ekonomiye bağlı olması nedeniyle ekonominin birçok alanı etkilemesi ve belirlemesi<br />
kalkınma kavramının tanımı ile ilgili de farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden<br />
olmuştur. Bu yüzden kalkınma kavramı da, toplumların gelişim süreçlerine göre<br />
değişik dönemlerde değişik anlamlar yüklenerek kullanılmış ve yorumlanmıştır.<br />
Toplumların zamanla ihtiyaçlarına ve önceliklerine göre anlamlar yüklediği<br />
kalkınma; sanayileşme, modernleşme, ekonomik büyüme ve hatta bazen batılılaşma<br />
gibi kavramlarla iç içe geçmiş, onların yerine kullanılmış ve ciddi bir anlam<br />
kaymasına uğramıştır. Böylece bu kavram da geçirdiği evrim sürecinde yüklendiği<br />
değişik anlamlar neticesinde farklı anlamlara gelecek biçimde kullanılır hale<br />
gelmiştir. Bu yüzden siyasal rejimlerin doğası ve kalkınma arasındaki ilişkiler ile ilgili<br />
analizler bu konuda hala bir görüş birliğine varılamadığını göstermektedir. Peki, bu<br />
kavramlar ve bunların birbirleri ile ilişkileri nasıl analiz edilebilir?<br />
19. yüzyıldan beri araştırmalara konu olan demokrasi ve kalkınma ilişkisi özellikle<br />
günümüzde ciddi biçimde ele alınmaktadır. Bu yüzyılda siyaset bilimciler, kapitalist<br />
gelişme yoluyla yaşanacak toplumsal dönüşümün bu dönüşümü yaşayan toplumlara<br />
demokrasiyi de beraberinde getireceğine inanıyorlardı (Doğan, 2005). Bazı yerlerde<br />
gerçekleşen bu durum bazı yerlerde gerçekleşmese de günümüzde dünyanın en<br />
gelişmiş ülkelerinin en demokratik ülkeleri olması dikkat çekmektedir.<br />
516
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Türkiye açısından bakıldığında; özellikle 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan genel<br />
seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) tek başına hükümeti kuracak<br />
çoğunluğu sağlayarak iktidara gelmesiyle birlikte Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik<br />
müzakerelerine başlayabilmek amacıyla demokratikleşme yönünde önemli reformlar<br />
gerçekleştirildi. AB uyum yasa paketleri bağlamında yapılan reformlara hızlı bir<br />
ekonomik büyümenin eşlik etmesi, Türkiye’de demokrasi ve kalkınma arasında<br />
pozitif bir ilişki olduğu yönünde görüşlerin yaygınlaşmasına neden oldu.<br />
2. DEMOKRASİ<br />
Eski Yunancada “halk”, “halk kitlesi” veya “vatandaş” anlamına gelen “dēmos”, ile<br />
“kural”, “güç”, “otorite”, “iktidarı kullanmak” ve “egemen olmak” gibi anlamları olan<br />
“kratos” ve “kracy” kelimelerinin birleştirilmesinden meydana gelen demokrasi<br />
(Aktaş: 2014) yaygın bir şekilde “halkın kendi kendini yönetmesi” olarak<br />
bilinmektedir. Ancak demokrasi tarihsel süreç içerisinde değişime uğramış ve<br />
ideolojik tercihlere göre değişik türleri ortaya çıkmıştır. Demokratik sistemler<br />
günümüzde genel olarak Antik Yunan’da olduğu gibi halkın doğrudan yönetime<br />
katıldığı model ile bir çeşit temsili mekanizmayla faaliyet gösterenler olmak üzere<br />
ikiye ayrılmaktadır. Günümüzde yaygın olarak uygulananı ise temsili demokrasidir.<br />
Antik yunanda belli bir yaşın üzerindeki erkek vatandaşların agora denilen<br />
meydanlarda toplanarak ülkenin yönetimi ile ilgili kararların alınması ve alınan<br />
kararların uygulanması sürecine katıldığı doğrudan demokrasi günümüzde, teknik<br />
nedenler ve nüfus yoğunluğu gibi nedenlerle uygulanması mümkün olmadığı için<br />
temsili demokrasi uygulanmaktadır. Demokrasi yaygın bir şekilde temel siyasi<br />
kararları alan ve uygulayan yöneticilerin adil, özgür ve periyodik seçimler<br />
yoluyla halkın içinden ve halk tarafından seçildiği yönetim biçimi olarak ifade<br />
edilmektedir.<br />
Modern yönetim biçimleri ile Atina’daki doğrudan demokrasi modeli arasında çok az<br />
benzerlikler bulunmaktadır. Modern yönetim biçimlerinde idare, halk adına karar<br />
verme yetkisini almış profesyonel siyasetçilerin eline bırakılır. Bu çerçevede temsili<br />
demokrasi, demokrasinin sınırlı ve dolaylı biçimidir. Sınırlılık, seçim döneminin<br />
süresine bağlı olarak birkaç yılda bir oy verme anlamında halkın katılımının seyrek<br />
aralıklarla ve kısa süreli olmasını ifade etmektedir. Dolaylı olması ise halk ile yönetim<br />
arasına belirli bir mesafe konulmasıdır. Halk bu siyasi süreçte, sadece kendilerini<br />
yönetecekleri seçerken yer alır ve kendisi doğrudan güç ya hiç kullanmaz ya da<br />
nadiren kullanır. Temsili demokrasi her ne kadar sınırlı veya ritüel gibi görünse de oy<br />
verme fiilinin bizatihi kendisi halkın gücünü yansıttığından, bir tür demokrasi olarak<br />
kabul edilmektedir (Heywood, 2011: 277)<br />
Seçimler yöneticilerin tekrar seçilebilmeleri için bir tür hesap verme mekanizmasını<br />
da içerdiğinden işlevsel bir yön kazanmaktadır. Ancak sadece seçimlerin yapılması<br />
ve çoğunluğun taleplerinin karar alma süreçlerine yansıması günümüzde artık bir<br />
yönetimin demokrasi olarak tanımlanabilmesine yetmemektedir. Dolayısıyla<br />
demokrasi çoğunluğun geri kalanlar üzerindeki hakimiyeti değil aksine çoğunluğun<br />
iktidarına sınırlamalar getirilerek azınlıkların haklarının da korunmasını ifade<br />
etmektedir. Bu yüzden hukukun üstünlüğü, azınlıkların temel haklarının korunması<br />
517
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
çoğulculuk, şeffaflık ve katılımcılık gibi özellikler de günümüzde demokrasinin<br />
olmazsa olmazları olarak kabul edilmektedir.<br />
Demokrasilerde devlet yetkilerini kullananlar siyasi partiler aracılığıyla halkın<br />
tercihlerine göre bunu yapar ve aynı zamanda bunu yaparken de halkın denetimine<br />
bağlı hareket ederler. Bu yüzden siyasi partiler vazgeçilmezdir (Aktaş, 2015).<br />
Bir devletin demokratik olarak kabul edilebilmesi için; egemenliğin halka ait olması,<br />
yani temel kararları alan, yasaları yapan ve uygulayanların düzenli olarak, serbest ve<br />
adil bir şekilde yapılan seçimlerle belirlenmesi gerekir. Ancak bu yeterli değildir.<br />
Aynı zamanda farklı görüşlere sahip siyasi partilerin ve muhalefetin iktidar olabilme<br />
özgürlüğü ve şansının olması, gizli oy ve açık sayım ilkesinin uygulanması gerekir.<br />
Demokrasilerde kuvvetler ayrılığı ilkesi esastır. Yasama, yürütme ve yargı<br />
organlarının birbirinden bağımsız bir şekilde farklı ellerde olması, iktidar tekelini<br />
kırarak bir tür denge ve kontrol mekanizması işlevi görür. Burada kontrol<br />
mekanizması çalışmadığı durumlarda özgür basın ve medya halkın çıkarını gözeterek,<br />
bir dördüncü erk olarak bu mekanizmaları adil ve özgürce çalışıp çalışmadığını<br />
kontrol eder ve aynı zamanda olası güç istismarı ve yolsuzlukları deşifre ederek bir<br />
üst kontrol mekanizması görevi görür. Günümüzde demokratik bir devlet; hukuk<br />
devleti ilkesinin hâkim olduğu, yargının bağımsız olduğu, yöneticilerin de hukuka<br />
bağlı olduğu, vatandaşlarına ve sınırları içerisinde yaşayanlara hukuki güvence<br />
sağlayan devlettir. Demokratik bir devlette hukukun üstünlüğü hâkimdir ve devletin<br />
yaptığı bütün işler yargı denetimine açıktır. Hiçbir devlet yetkilisi, başbakan ve bakan<br />
ve hiçbir siyasi parti temsilcisi bir hâkim, savcı veya mahkemelere nasıl davranacağı,<br />
nasıl karar vereceği gibi konularda talimat veremez, onları yönlendiremez onlardan<br />
veya istekte bulunamaz. Hiçbir devlet yetkilisi veya kamu görevlisi yetkilerini<br />
kendisini, aile üyelerini veya istediği kişileri zenginleştirmek için veya onları<br />
kayırmak için kullanamaz. Mahkemeler tarafından suçlu bulunan her kim olursa olsun<br />
yasalarda belirtilen şekilde cezalandırılır (Aktaş, 2015).<br />
Demokrasilerde herkes özgür ve yasalar önünde eşittir aynı zamanda yasalarla<br />
kendisine tanınan haklardan eşit biçimde yararlanır. Demokrasilerde vatandaşlar<br />
özgür bir şekilde kamusal hayata katılır ve her türlü görüş ve düşüncelerini açıklama<br />
özgürlüğüne sahiptirler. Vatandaşlar diledikleri sivil toplum kuruluşuna üye olmak ve<br />
çalışmalarına katılmakta serbesttirler. Vatandaşlar diledikleri zaman diledikleri<br />
zaman başkalarının haklarına saygı göstermek ve şiddete başvurmamak koşuluyla her<br />
türlü eleştiri, itiraz ve gösteri yapma hakkına sahiptirler. (Aktaş, 2015).<br />
Demokraside yasaların yapılması ve siyasi kararların alınması, ülke yönetimi ile ilgili<br />
politikaların belirlenmesi parlamentoda çoğunluğu gerektirir. Ancak bu çoğunluğun<br />
istediği her şeyi yapabilmesi anlamına gelmez. Evrensel insan haklarının kabul<br />
edildiği bir yönetim biçimi olan demokrasilerde bütün vatandaşların temel hakları<br />
devletin ve hiç bir otoritenin geri alamayacağı şekilde güvence altına alınmıştır.<br />
Burada çoğulculuk, evrensel değerler ve hukuki güvence farklı kişilik ve kültürel<br />
özelliklere sahip bireylerin, grupların, toplulukların birlikte yaşamalarına ortam<br />
hazırlar. Uygulamada farklılıklar ve bazı sorunlarla karşılaşılsa da, Fuller’in de<br />
518
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
vurguladığı gibi demokrasi bu güne kadar bilinen en arzu edilebilir yönetim biçimi<br />
(1996: 10) olarak kabul edilmektedir.<br />
2.1 Demokrasi Ölçümleri ve Türkiye<br />
Demokrasiyi ölçme çabalarında karşılaştırmalı siyaset bilimi alanında<br />
yapılan akademik çalışmalar ve konuyla ilgili sivil toplum kuruluşlarının yaptığı<br />
çalışmalar bulunmaktadır. Uluslararası bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak<br />
bilinen The Economist Intelligence Unit ve Freedom House gibi dünya çapında kabul<br />
gören kuruluşlar bazı kriterleri temel alarak, ülkeleri demokrasi indeksine göre<br />
sınıflandırmaktadır.<br />
Türkiye kendini demokratik bir ülke olarak nitelendirmesine rağmen, bu sınıflamaya<br />
göre karma (melez) rejim sınıfında yer almaktadır. Karma rejim demokratik<br />
unsurların ve diğer otoriter unsurların bir arada bulunduğu yönetim şekli olarak kabul<br />
edilmektedir (Kuş ve Merey, 2011). Türkiye’nin bir türlü demokratik ülkeler<br />
kategorisine geçiş sürecini tamamlayamayarak kısmen demokratik ülkeler arasında<br />
kalması dikkat çekmektedir.<br />
Dünya çapında kabul gören “Dünya Demokrasi İndeksi” çıkararak ülkeleri demokrasi<br />
indeksine göre sınıflara ayıran The Economics Inteligence Unit’in, 167 ülkeyi<br />
kapsayan, değerlendirmesinde Türkiye toplam demokrasi indeksinde 2006’da 5.60,<br />
2007’de 5,70 ile 88’inci sırada yer aldı. 2008’de, 5.69 puanla 87’nci sıraya çıkan<br />
Türkiye, 2010’da iki yıl öncesine göre iki basamak gerileyerek 89’uncu sıraya<br />
yerleşti. Bu tarihten itibaren demokratik olmayan “melez rejimler” kategorisine<br />
yerleşmiş olan, Türkiye siyasi katılımda otoriter rejimler kategorisindeki ülkelerden<br />
bile gerisinde yer almaktadır. Siyasi gelenek kategorisinde de Latin Amerika<br />
ülkelerinin bile gerisinde kalan Türkiye sivil özgürlüklerde ise 132. sıradaki<br />
Kazakistan’ın bile gerisinde kaldı.<br />
2011 yılında yayınlanan rapora göre, Türkiye 7 grup arasında Paraguay, Senegal,<br />
Bolivya ve Ekvador ile “kısmen özgür” ülkeler kategorisinde yer aldı (Kuş ve Merey,<br />
2011). Demokratik göstergelerinde 2 kez çok sert düşüşler yaşayan Türkiye’nin<br />
göstergelerinde özellikle 2011’den sonraki dramatik düşüşler dikkat çekmektedir. Her<br />
iki kurumun verilerine göre de 2011’den sonra dramatik olarak gerileyen Türkiye’nin<br />
demokrasi göstergeleri, 2012’den sonra iyice aşınma sürecine girdi. The Economics<br />
Inteligence Unit’in 2013 raporuna göre Türkiye 167 ülke arasında 93’üncü sıraya<br />
geriledi. Economics Inteligence Unit’in verileri gibi Freedom House’un verileri de<br />
düşüşü teyit etmektedir.<br />
3. KÜRESELLEŞME<br />
Küreselleşmenin tanımı konusunda da hala bir görüş birliğine varılmış değildir. Batı<br />
dillerinde “globaliz/sation” olarak kullanılan bu kelimeyi bölerek incelediğimizde<br />
“küre”, (glob) “küresel”, (global) “…leşme” (-i-zation) olmak üzere üç aşamalı bir<br />
tanımlama ortaya çıkar. Bu üç aşamanın ilki olan “küre” aslında küreselleşmenin<br />
kökenini oluşturmaktadır. Küre, yani dünya, milyonlarca yıldır evrenin içinde yer<br />
almaktadır. Ancak tek başına kürenin varlığı küreselleşmeyi tanımlamak için yeterli<br />
değildir. Küreselleşme ancak kürenin üzerinde binlerce yıldır yaşayan insanlar<br />
519
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
tarafından bütünlüğü içinde algılanması ve buna bağlı olarak da kürenin dört bir<br />
yanının birbiri ile iletişime geçmesi sonucunda mümkün olabilir. Burada “-sel” eki<br />
tek bir bağlantılı sistemin tüm küreyi etkilemesini çağrıştıran bir semantik yapı kurar<br />
(Cooper, 2001:189). Dolayısıyla “küresel” ifadesi mekândaki bağlantılığı çağrıştırır.<br />
Bunun sonuna eklenen “-leşme” eki ise (tıpkı “modernleşme”, “demokratikleşme”<br />
örneklerinde olduğu gibi) dönüşümü, aşamalı ve bitmemiş, devam etmekte olan<br />
süreçleri çağrıştırır. Özetle “küre” mekana, “küresel” mekandaki bağlantılılığa, “-<br />
leşme” eki ise mekandaki bağlantılığın bir süreci kapsadığına gönderme yapar<br />
(Yıldızcan ve Adadağ, 2011:19-20).<br />
Burada bu kürenin herhangi bir yerinde meydana gelen bir olay veya olaylar dizisinin<br />
kürenin tümünü etkileyecek sonuçlar çıkarmasını anlamaktayız. Dolayısıyla burada<br />
egemen devletler tarafından çizilmiş olan sınırların geçirgenleşmesi, sınır-aşırı veya<br />
ulus-aşırı bir anlam çıkmaktadır. Karmaşık veya kompleks bağımlılık veya<br />
bağlantılılık olarak da ifade edilen küreselleşmenin kimi yazarlarca liberalleşme<br />
anlamında kullanıldığına da rastlanmaktadır. (Eser, 2014:214). O halde küreselleşme<br />
genel olarak; internet, iletişim teknolojileri, uydular ve bilgi işlem gibi unsurlar ile<br />
dünyadaki beşeri, iktisadi ve kültürel faaliyetlerin bir yandan sınırları aşarak, birbirini<br />
etkileyerek dönüştürürken, diğer yandan bunlar arasında bir tür bağıntı kuran bir süreç<br />
olarak ele alınabilir.<br />
İnternet, bilgi işlem ve iletişim teknolojisinin gelişmesiyle uluslararası sermayenin<br />
çok hızlı hareket etmesi beraberinde sanayi ekonomisinden bilgi ekonomisine geçişi<br />
getirmiş ve bu süreç ekonomiyi önemli oranda dönüştürmüştür. İletişim ve dolaşımın<br />
ucuzlayarak artması, çok uluslu şirketlerin yayılması, uluslararası yatırımlar ve<br />
uluslararası sermaye hareketlerinin hızlanarak çoğalması ile birlikte küreselleşmenin<br />
sosyal, siyasal ve iktisadi alanlara etkisi gün geçtikçe daha da artmıştır. Bu süreçte<br />
Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası örgütlerin ekonomi politikaları ve<br />
programlarla ülkelerin ekonomilerini yönlendirmesi ile ülke ekonomileri gittikçe daha<br />
fazla etkiye açık hale gelmiştir. Dolayısıyla kalkınma, demokrasi ve küreselleşmeden<br />
ayrı ele alınabilecek gibi gözükse de aslında küresel etkilere maruz kalmakta ve<br />
küresel aktörler tarafından direk veya dolaylı bir şekilde etkilenmekte ve<br />
yönlendirilmektedir.<br />
Küreselleşmeyi siyasal bir süreç olarak ele alan bazı yazarlar bunu büyük güçlerin<br />
küçük devletleri sömürmesi için geliştirilmiş hegemonik bir süreç olarak<br />
yorumlamaktalar. Bazıları ise küreselleşmeyi fırsatlar yaratan bir özgürlükler süreci<br />
olarak değerlendirmektedir. Küreselleşmeyi tarihsel olarak kapitalizmin gelişmesi ve<br />
dünyaya yayılma süreci olarak ele alan Laurent Carroue, bunu yerine göre bir ideoloji<br />
(liberalizm), yerine göre bir para (dolar), yerine göre bir araç (kapitalizm), yerine göre<br />
bir siyasal sistem (demokrasi) ve yerine göre tek bir dil (İngilizce) olarak formüle<br />
etmektedir (2005:18).<br />
4. KALKINMA VE DEMOKRASİ<br />
Kalkınmayı insanların yararlandığı gerçek özgürlükleri genişletme süreci olarak<br />
gören Amartya Sen’e göre: “Özgürlüklere odaklanmak, kalkınmayı Gayri Safi Milli<br />
Hasılanın (GSMH) büyümesiyle, bireysel gelirlerdeki artışla, sanayileşmeyle,<br />
520
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
teknolojik ilerlemeyle ya da toplumsal modernleşmeyle özdeşleştiren daha dar<br />
kalkınma anlayışlarına ters düşer. GSMH’nin ya da bireysel gelirlerin artması toplum<br />
üyelerinin yararlandığı özgürlükleri genişletme aracı olarak elbette çok önemli<br />
olabilir. Ancak özgürlükler, toplumsal ve iktisadi düzenlemelerin (örneğin eğitim ve<br />
sağlık hizmetlerinin) yanı sıra medeni ve siyasal haklar (örneğin, kamuyu ilgilendiren<br />
meseleleri tartışma ve denetime katılma özgürlüğü) gibi başka belirleyicilere de<br />
bağlıdır. Aynı şekilde sanayileşme, teknolojik ilerleme ya da toplumsal modernleşme<br />
bireysel özgürlüklerin genişlemesinde önemli ölçüde katkıda bulunabilir; ancak<br />
özgürlük başka etkilere de bağlıdır. Eğer kalkınma özgürlüğü arttırıyorsa, o zaman<br />
belirli bir araç ya da özel olarak seçilmiş araçlar listesinden çok bu birleştirici hedef<br />
üzerinde yoğunlaşmayı gerektiren önemli bir neden var demektir. Kalkınmayı temel<br />
özgürlüklerin genişlemesi bakımından ele almak, dikkati başka özelliklerinin yanı sıra<br />
bu süreçte önemli rol oynayan bazı araçlardan çok, kalkınmayı önemli kılan amaçlara<br />
yöneltir.” (Sen, 2004: 17-18).<br />
Siyasal rejimlerin doğası ve ekonomik kalkınma arasındaki ilişkiler ile ilgili analizler<br />
bu konuda hala bir görüş birliğine varılamadığını göstermektedir. Bazıları rejimlerin<br />
doğası ile ekonomik kalkınma arasında bir ilişki olmadığını savunurken, bazıları bu<br />
ikisi arasında karşılıklı bir ilişki olduğunu savunmaktadır. Demokrasi ve ekonomik<br />
kalkınma arasında bir ilişki olduğunu savunan görüşler yaygın olarak bu ilişkinin<br />
doğasının çapraşık olduğunu savunmaktalar. Bu ikisi arasında bir ilişki olduğunu<br />
savunan görüşler de kendi aralarında ayrışmaktadır. Bazıları demokrasi ve ekonomik<br />
kalkınma arasında pozitif bir ilişki olduğunu savunurken, bazıları ise negatif bir ilişki<br />
olduğunu ileri sürmektedir. Brunetti, (1997) Gastil endeksini kullanarak yaptığı 17<br />
deneysel çalışmanın 9’unda bu ikisi arasında ilişki olmadığını, 4’ünde olumsuz ilişki<br />
olduğunu, 4’ünde ise kırılgan olumlu ilişki olduğunu bulmuştur (Beşkaya ve Manan,<br />
2008). İktisadi büyüme ve demokrasi arasındaki ilişkiyi ele alan Sirowy ve Inkeles,<br />
konuyu teorik düzeyde üç temel yaklaşımla ele almışlardır. Bunlar çatışma, bağdaşma<br />
ve şüpheci yaklaşımlardır. Çatışma yaklaşımında; ekonomik kalkınma ile<br />
demokrasinin birbirleriyle bağdaşmadığı savunulmaktadır. Bu yaklaşımda<br />
kaynakların baskı gruplarına peşkeş çekilerek bu grupların kaynakları kendi çıkarları<br />
doğrultusunda kullanmalarının sağlanacağı dolayısıyla kalkınmanın<br />
gerçekleşmeyeceği ileri sürülmektedir. Burada otoriter rejimlerin kaynakları baskı<br />
gruplarına sunmak zorunda olmadığı ileri sürülerek otoriter rejimlerin kaynakların<br />
bağımsız ve etkin kullanımı konusunda daha özgür olduğu ileri sürülmektedir. Ancak<br />
aslında demokratik yönetimler yerine otoriter rejimlerin ayakta kalabilmek için bu tür<br />
yolsuzluklar yaptığı çok sayıda araştırmaya yansıdığı bilinmektedir. Buna göre<br />
demokratik rejimler yatırımları azaltan, cari tüketimin arttırılmasına yönelik<br />
baskıların yaygın olduğu rejimlerdir (Arslan ve Doğan, 2004).<br />
Bu görüşü savunanlar içinde; genel olarak demokrasinin hızlı ve etkili kararlar<br />
alınmasını engellediğini dolayısıyla gelişmekte olan ülkeler için demokrasinin bir lüks<br />
olduğunu savunanlar da bulunmaktadır. Bağdaşma yaklaşımında ise demokrasi<br />
sayesinde sosyal çıkar grupları arasındaki rekabetin sosyal kazanç getirecek<br />
politikaların uygulanmasına olanak sağlayacağı savunulmaktadır. Dolayısıyla<br />
bağdaşma yaklaşımı demokratik rejimlerin kaynakların etkin olmayan bir şekilde<br />
tahsis edilmesine yol açacağı düşüncesini reddetmektedir (Sirowy, 1990:8).<br />
521
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Demokrasi kalkınma arasında pozitif bir ilişki olduğunu ileri süren bu yaklaşımın<br />
önemli temsilcilerinden biri olan Olson, sağlam bir demokrasinin hakların korunması<br />
ve anlaşmaların uygulanabilmesi açısından da önemli olduğunu savunmaktadır. Yine<br />
demokratik sistemdeki kontrol ve denge mekanizmasının yönetimlerin fonları<br />
verimsiz alanlara tahsis etmelerini engelleyeceği savunulmaktadır. Ayrıca kamu<br />
kaynaklarını verimsiz kullananların hesap vereceği ve tekrar seçilmelerinin zor<br />
olduğu düşünülerek şeffaf, hesap verebilir katılımcı yönetimlerin kalkınmayı olumlu<br />
yönde etkileyeceği düşünülmektedir. Ayrıca sermayenin çatışma ve baskı yerine can<br />
ve mal güvenliğinin olduğu barış ortamlarını tercih ettiği de düşünüldüğünde bu tezin<br />
haklılığı görülmektedir.<br />
Demokrasi ve kalkınma arasında pozitif bir ilişki olduğunu savunanlar, otoriter<br />
rejimlerin ekonomik büyümeyi engellediği görüşünü savunurken, otoriter rejimlerin<br />
daha çok kendi çıkarları ve iktidarlarını korumakla meşgul olduklarını ve kalkınmayı<br />
kendilerine dert etmediklerini savunmaktalar (Arslan ve Doğan, 2004). Bu görüşü<br />
savunanlar genelde dünyanın en zengin ülkelerinin dünyanın en demokratik ülkeleri<br />
olduğunu hatırlatarak, demokrasinin beşeri sermaye birikimini artırarak gelir<br />
eşitsizliğini azalttığını ve büyüme hızının yükselmesine yol açtığını savunmaktalar.<br />
UNDP’nin verilerine göre yüksek beşeri gelişme düzeyine sahip 48 ülkenin 42’sinin<br />
demokrasiyle yönetilmesi (UNDP, 2002: 56) de bunu göstermektedir. Günümüzün<br />
zengin ülkelerinin ekonomik gelişmesine teknolojik üstünlük, fiziki ve beşeri sermaye<br />
birikimi gibi birçok faktörün önemli katkıları olduğunu da hatırlatmakta yarar var<br />
(Doğan, 2005:3). Diğer yandan bu son görüşü savunanlar içinde demokrasinin<br />
ekonomik büyüme ve kalkınmayı etkilemekle kalmadığını aynı zamanda ekonomik<br />
büyüme ve kalkınmanın demokrasiyi etkilediğini savunanlar da bulunmaktadır.<br />
Şüpheci yaklaşımda ise kalkınma ve demokrasi arasında sistematik bir ilişki<br />
aranmasının doğru olmadığı ileri sürülmektedir. Şüpheciler bunun yerine daha<br />
spesifik etkenler ve kurumsal düzenlemelere bakılması gerektiğini savunmaktalar.<br />
5. KÜRESELLEŞME VE KALKINMA<br />
Francis Fukuyama 1992’de yayınlanan “Kapitalizm ve Demokrasi: Gözden Kaçan<br />
Bağlantı” isimli makalesinde, liberal (ve/veya kapitalist) iktisadi düzeni güvence<br />
altına almanın en önemli yolunun demokratik düzenin sağlanması olduğunu<br />
yazmaktadır. Ona göre küreselleşen sermaye sürekli kendisine daha karlı alanlar<br />
arayarak hareket ederken hukuki güvence ve istikrarı da göz önünde<br />
bulundurmaktadır. Küreselleşme kavramı özellikle ekonomik anlamda<br />
sermayenin sınırları aşan dolaşımının özgürleşmesi, bu ve bu özgürlüğün güvence<br />
altına alınması bağlamında değer kazanmıştır. Yani sermaye dolaşırken güvencesi<br />
olmalı ki, evine sağ salim dönebilsin. Bunun da yolu da hukuki güvenceden geçer. Bu<br />
hukuki güvenceyi sağlayan da demokrasi, hukukun hâkimiyeti ve temel insan<br />
haklarının (bu bağlamda mülkiyet haklarının da) güvencede olduğu yönetimdir.<br />
Fukuyama doğrudan vurgu yapmasa da kapitalizm ve demokrasi arasındaki<br />
bağlantının gözden kaçırılmaması gerektiğine dikkat çekmiştir (Leblebici ve Kurban,<br />
2012).<br />
522
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Küreselleşme süreci ile birlikte yeni sosyal hareketlerin ortaya çıktığı,<br />
çıkara dönük geleneksel çıkar gruplarının farklı, kültürel ve yaşam kalitesi ile kimlik<br />
politikalarına yönelik talepler ifadelendirdiği görülmektedir (Yılmaz, 2003: 320-321).<br />
Sivil toplum örgütlerinin yanı sıra internet ve sosyal medyanın gelişmesi ile birlikte<br />
bir yandan vatandaşlar bilinçlenerek talepleri artarken, bu talepler daha fazla özgürlük<br />
ve demokrasi taleplerine dönüşmektedir. Ülkelerin demokratikleşmesini, şeffaf ve<br />
hesap verebilir yönetimlerin oluşmasını zorlayan bu daha fazla demokrasi ve özgürlük<br />
taleplerin kalkınmayı yakından etkilediği de gözlenmektedir.<br />
Küreselleşme süreci ile birlikte önemi artan yabancı sermaye hareketi ve yatırımları<br />
güven hissettikleri ülkelere gitmektedirler. Bu güven iyi işleyen bir serbest piyasa<br />
ekonomisi, demokrasi ve hukuki güvencenin yanı sıra siyasi istikrar da<br />
gerektirmektedir. Siyasi istikrarsızlığın geleceğe ilişkin belirsizliği arttırması gerek<br />
ülke içindeki yatırımcıların gerekse yabancı yatırımcıların siyasal sisteme olan<br />
güvenlerini zayıflatmaktadır. Siyasi istikrarsızlık ile birlikte ortaya çıkan belirsizlik<br />
ortamında sermaye ülkeden çıkmakta ve bu durum, krizlerin büyümesine de neden<br />
olmaktadır. Aynı zamanda beyin göçünü de tetikleyen bu durum ekonomik büyüme<br />
ve kalkınmayı da olumsuz etkilemektedir (Şanlısoy ve Kök, 2010:106-107).<br />
Küreselleşme sürecinde demokrasi ve kalkınma ilişkisinde modern sektörlerin<br />
gelişmesi sosyal, siyasal ve kurumsal yapının oluşması önemlidir.<br />
6. 2000’Lİ YILLARDA TÜRKİYE’DE DEMOKRASİ VE KALKINMA<br />
Parti programında Türkiye’nin önemli sorunları olan, demokrasi, askeri vesayet ve<br />
yolsuzluklarla mücadele etmeyi ve Türkiye’yi AB’ye taşımayı vadederek 3 Kasım<br />
2002 tarihinde yapılan seçimlerle iktidara gelen AK Parti, seçimler öncesinde işsizlik<br />
ve yoksulluk gibi Türkiye’nin kronik sorunlarını çözeceğini de vaat etmişti. AK Parti<br />
aynı zamanda çoğulcu ve katılımcı bir demokrasi inşa edeceği sözünü vererek<br />
vatandaşa hizmet edecek bir yönetim vaadiyle iktidara gelmişti. Türkiye<br />
ekonomisinin ciddi sorunlarla boğuştuğu bir dönemde iktidara gelen AK Parti’nin<br />
ekonomik büyüme ile ilgili performansı, Türkiye ve dünyada çeşitli tartışmaları da<br />
beraberinde getirdi. AK Parti iktidarının ilk on yıllık döneminde yakalanan makro<br />
ekonomik verilere bakıldığında ilginç bir tablo ile karşılaşılmaktadır. Dünya<br />
Bankası’nın web sitesinde yayınlanan rakamlara göre; ekonomik büyüme konusunda<br />
tablo 1’e bakıldığında; ekonomik büyüme grafiğinde iniş çıkışlar olduğu ancak<br />
2012’den itibaren ciddi düşüşler olduğu gözlenmektedir. Türkiye ekonomisinde<br />
büyüme rakamları karşılaştırıldığında, 2002-2006 yılları arasında ortalama büyüme<br />
hızı %7,2 oranında, 2007-2013 döneminde ortalama büyüme hızı ise %3,5 oranında<br />
gerçekleştiği görülmektedir. 2008’de Dünya ekonomisinin girdiği yeni kriz<br />
döngüsüne koşut olarak büyüme oranında ani bir düşüş yaşanırken, buna 2010’da hızlı<br />
bir toparlama sürecinin eşlik ettiği görülmektedir. 2008-2009’daki küresel kriz dış bir<br />
etken olarak kabul edildiğinde bunun dışındaki büyüme oranlarının bazı istisnalar<br />
dışında genel olarak Türkiye’deki demokratikleşme çabalarına paralel olarak geliştiği<br />
söylenebilir. Ayrıca 2007 yılına kadar uygulamada olan Derviş programının<br />
yardımıyla, bu yıla kadar ekonomik büyüme rakamları açısından başarılı bir<br />
performans sergileyen AK Parti iktidarı, 2008 yılında başlayan küresel ekonomik<br />
krizin etkisiyle 2008 ve 2009 yıllarında aynı başarıyı yakalayamamıştır. Ancak 2010<br />
523
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
yılından itibaren büyüme rakamları açısından Türkiye ekonomisi yeniden bir<br />
toparlanma sürecine girmiş fakat bu toparlanma uzun sürmemiştir (Örmeci, 2015).<br />
2010’un ardından gerçekleşen büyüme oranlarının ortalaması 2002-2006<br />
ortalamasının çok altında kalmıştır. Özellikle 2010-2011 dönemi; 2008’in ardından<br />
hızlı iyileşme dönemini, sonraki süreç, 2012- 2013 arası yıllar ise büyüme oranlarında<br />
belirgin bir düşme görülmektedir (Tahsin, 2015).<br />
Ekonomik büyüme verisini destekleyen önemli bir gösterge olan kişi başına düşen<br />
gelir 2 açısından bir değerlendirme yapıldığında ise, bu alanda yakalanan gelişme,<br />
ekonomik büyüme verilerini destekleyecek şekilde oldukça iyi gözükmektedir<br />
(Örmeci, 2015).<br />
Özellikle dış politikadaki gelişmelerin iç politika malzemesi olarak kullanılması ve<br />
dış politikada Türkiye’nin tarihsel olarak demokratikleşmesini belirleyen Batılılaşma<br />
ve AB’ye üyelik sürecinde ilk yıllarda yakalanan ivmenin terkedilmesinin bu<br />
büyümeyi olumsuz etkileyen faktörler arasında dikkat çekmektedir. Bütün bunların<br />
ülkenin demokratikleşme çabaları ile yakından ilgili olduğu söylenebilir. Nitekim<br />
tablolara baktığımızda 2011’den itibaren demokratikleşme ve kalkınma konusundaki<br />
rakamların bunu doğruladığını görebiliriz. Ayrıca Ortadoğu ve Kuzey Afrika<br />
ülkelerinde ortaya çıkan Arap Ayaklanmalarının da bu rakamları yakından etkilediği<br />
söylenebilir. Örneğin Türkiye’nin ciddi yatırımlarının bulunduğu Libya’da Kaddafi<br />
yönetiminin devrilmesiyle gelişen istikrarsızlık ve Türkiye’nin Arap ülkeleri ile olan<br />
ticari ilişkileri ile bölge turizmi çatışmalardan dolayı ciddi biçimde etkilendi.<br />
7. SONUÇ<br />
Demokrasi günümüzde insanoğlunun geliştirdiği en iyi veya en az kötü olan yönetim<br />
biçimi olarak kabul edilmektedir. Demokrasilerde zamanla herkes bir şeyler<br />
kazanmakta ve demokratik toplumlar refah ve kalkınma açısından daha iyi noktada<br />
ve daha iyi yaşam standartları sunmaktalar. Toplumun<br />
bazı gruplarının sürekli dışlandığı ve taleplerinin dikkate alınmadığı<br />
yönetimlerde, sürekli dışlananlar ve kendilerini ifade etmelerine imkân<br />
verilmeyenler, yönetimden hayal kırıklığına uğrayan gruplar, zamanla yönetime karşı<br />
öfkelenen ve onunla mücadele eder hale gelebilmektedir. Bu tür mücadeleler bütün<br />
halkın çıkarlarını, ülke genelinde yatırımları dolayısıyla kalkınmayı olumsuz<br />
etkilemektedir.<br />
Özellikle 1990’lı yılların başında Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile birlikte tartışılan<br />
yenidünya düzeni ile birlikte sermayenin küresel anlamda özgürce dolaşımını güvence<br />
altına alma çabalarının demokrasi ile yakından ilişkili olduğu da görülmektedir.<br />
İletişim ve ulaşım teknolojilerinin gelişmesi ile birlikte internet bankacılığı ve e<br />
ticaretin yaygınlaştığı küreselleşme sürecinde, sermaye hareketleri ve çok uluslu<br />
şirketlerin faaliyetleri ile bu ilişki kaçınılmaz bir hale gelmiştir. Günümüzde küresel<br />
sermaye ve çok uluslu şirketlerin demokrasi ve hukuki güvence arayışında hareket<br />
ettiği düşünüldüğünde demokrasi ile ekonomik kalkınma ilişkisinin daha da önem<br />
kazandığı görülmektedir. Bu yüzden gelişmiş bir kapitalizmin sağlam bir<br />
2<br />
Bilgi için tablo 1’e bakınız.<br />
524
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
demokrasiye ihtiyaç duyacağı yaygın olarak kabul edilen bir görüştür. Ancak bu görüş<br />
her zaman her koşulda yüzde yüz doğru çıkan bir sonuca da tekabül etmeyebilir.<br />
Çünkü ülkelerin rejimlerinin doğasının yanı sıra birçok farklı etken ve faktörler de<br />
kalkınmayı olumlu ya da olumsuz etkileyebilir. Dünyadaki genel iktisadi ve ticari<br />
durum, küresel ve bölgesel çatışmalar, doğal felaketler gibi çok farklı faktörler ve<br />
etkenler de kalkınmayı yakından etkileyebilmektedir. Bazen otoriter olduğu halde<br />
istikrar yakalayan ekonomilerin de büyümede kendilerine göre nispeten demokratik<br />
ülkeleri geri bıraktığı gözlenebilmektedir.<br />
Tablo 1’de Türkiye’nin AK Parti dönemindeki ekonomik büyüme oranlarına<br />
bakıldığında; Türkiye’nin demokratikleşme ile ilgili yaptığı reformların ekonomik<br />
büyümeye yansıdığını göstermektedir. Ancak ekonomik büyümenin demokratikleşme<br />
çabaları ile yüzde yüz uyuşmadığı dönemler de gözlenmektedir. Bunun sebebi ise<br />
dünya ekonomisindeki genel durum, küresel ekonomik kriz, bölgesel çatışmalar,<br />
siyasal olaylar ve dış politikadaki bazı sorunlar olarak işaret edilebilir. Buna rağmen<br />
Türkiye’nin demokratikleşmesi, temel hak ve özgürlüklerin parçası olan mülkiyetin<br />
ve yatırımların hukuki güvencede olmasının ve piyasalara bu güvenin verilmesinin<br />
yatırımlar ve sermaye akışı için çok önemli olduğu görülmektedir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Adadağ Ö. Ve Yıldızcan C. (2011), Küreselleşmenin Yüzleri, Özgür Adadağ Ve<br />
Cemil Yıldızcan (Eds.) Küreselleşme Ve Demokrasi, Dipnot Yayınları,<br />
İstanbul.<br />
Aktaş, M., (2015), Demokrasi Kavramına Eleştirel Bir Bakış, Muş Alparslan<br />
Ünı̇VersıṪesı̇ Sosyal Bı̇Lı̇Mler Dergisi, Anemon, Cilt:3 Sayı:1 Haziran:<br />
2015.<br />
Aktaş, M., (2014), The Arab Uprisings And Democracy.<br />
Http://İstanbulnetwork.Org/The- Arab -Uprisings-And-Democracy/.<br />
Arslan, Ü., Doğan, C., (2004), Demokrasi Ve Ekonomik Büyüme, Mustafa Kemal<br />
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:1, Sayı:1.<br />
Beşkaya A., Manan, Ö., (2008), Demokrasi İle Ekonomik Büyüme-Kalkınma<br />
Arasında İlişki Ve Türkiye Üzerine Bir Değerlendirme, Selçuk Üniversitesi<br />
Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:10, Sayı:1-2.<br />
Carroue, L, Ruız, C.D., (2005), “La Mondialisation, Genèse, Acteurs Et Enjeux”,<br />
Bréal.<br />
Cooper, F, (2001), “What İs The Concept Of Globalization Good For? An African<br />
Historian’s Perspective”, Africain Affairs, No:100, Ss.189-213.<br />
Doğan, A., (2005), Demokrasi Ve Ekonomik Gelişme, Erciyes Üniversitesi İktisadi<br />
Ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı 25, Temmuz-Aralık 2005.<br />
Eser, E., (2014), Küreselleşme Süreci Ve Eğitime Etkisi, Anemon, Muş Alparslan<br />
Üniversitesı̇ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:2 Sayı:2 Aralık:2014.<br />
Fukuyama, F., (1992), “Capitalism And Democracy: The Mising Links”, Journal Of<br />
Democracy, Vol.3, No.3. Ss.100-110.<br />
Fuller, G. E., (1996), Demokrasi Tuzağı, (Çev., Meral Gaspıralı), Altın Kitaplar<br />
Yayınevi, İstanbul.<br />
Heywood, A., (2011), Siyaset Teorisine Giriş, Küre Yayınları, İstanbul.<br />
525
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kuş, Z. Ve Merey Z, (2011), Uluslararası Göstergeler, Demokrasimiz Ve Eğitim,<br />
Sosyal Bilimler Eğitimi Kongresi. 13-16 Ekim 2011, Gazi Eğitim Fakültesi,<br />
Ankara.<br />
Leblebici, D. N. Ve Kurban A., (2012), Küreselleşme, Demokrasi Ve Kalkınma,<br />
“Eurasian Forum On Social Sciences”Da Sunulmuş Bildiri Bakü,<br />
Azerbaycan.<br />
Olson, M, (1996), Distinguished Lecture On Economics İn Government: Big Bils Left<br />
On The Sidewalk: Why Some Nations Are Rich And Others Poor?, Journal<br />
Of Economic Perspectives, Vol:10, Number :2.<br />
Örmeci, O., Makroekonomik Veriler Açısından Akp İktidarı Döneminde Türkiye<br />
Ekonomisi, Politika Akademisi, 06 Mart 2015,<br />
Http://Politikaakademisi.Org/2015/03/06/Makroekonomik-Veriler-<br />
Acisindan-Akp-İktidari-Doneminde- Turkiye-Ekonomisi/,19.08.2016.<br />
Sen, A., (2004), Özgürlükle Kalkınma, Çev., Yavuz Alogan, Ayrıntı Yayınları,<br />
İstanbul.<br />
Sırowy L. Ve Inkeles A., (1990) The Effects Of Democracy On Economics Growth<br />
And Inequality: Review, Studies İn Comparative International<br />
Developpement, Vol:25, Issue:1.<br />
Şanlısoy. S, Kök, R., (2010), Politik İstikrarsızlık-Ekonomik Büyüme İlişkisi:<br />
Türkiye Örneği (1987–2006), Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi Ve İdari<br />
Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt:25, Sayı:1, Yıl:2010, Ss.101-125.<br />
Tahsin, E., (2015), Türkiye Ekonomisinde Büyüme Beklentileri, İfesam-İstanbul<br />
Üniversitesi Ekonomik Ve Sosyal Araştırmalar<br />
Merkezi,Http://Www.İstanbul.Edu.Tr/Wp-<br />
Content/Uploads/2015/01/T%C3%Bcrkiye-Ekonomisinde-<br />
B%C3%Bcy%C3%Bcme-Beklentileri.Pdf, (29.08.2016).<br />
Undp, (2002), Human Development Report 2002: Deepening Democracy İn A<br />
Fragmented World, Oxford University Press, New York.<br />
Yılmaz, A., (2003), Çağdaş Siyasal Akımlar, Vadi Yayınları, Ankara.<br />
Worldbank, Http://Data.Worldbank.Org/İndicator/Ny.Gdp.Mktp.Kd.Zg?Page=2.<br />
Worldbank Http://Data.Worldbank.Org/İndicator/Ny.Gdp.Pcap.Cd?Page=2.<br />
Worldbank Http://Data.Worldbank.Org/İndicator/Sl.Uem.Totl.Zs?Page=2.<br />
Worldbank Http://Data.Worldbank.Org/İndicator/Fp.Cpı.Totl.Zg?Page=2.<br />
526
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Ek<br />
Tablo:1 2002-2015 Yılları Arasında Türkiye’nin Kalkınma Tablosu 3<br />
Ekonomik<br />
Büyüme<br />
(GDP<br />
Growth)<br />
Kişi Başına Düşen<br />
Gelir (GDP Per<br />
Capita)<br />
İşsizlik Oranları<br />
Enflasyon<br />
Oranı<br />
2003: % 5,3 2003: 4.595 $ 2003: % 10,5 2003: % 25,3<br />
2004: % 9,4 2004: 5.866 $ 2004: % 10,8 2004: % 10,6<br />
2005: % 8,4 2005: 7.129 $ 2005: % 10,6 2005: % 10,1<br />
2006: % 6,9 2006: 7.736 $ 2006: % 10,2 2006: % 9,6<br />
2007: % 4,7 2007: 9.312 $ 2007: % 10,3 2007: % 8,8<br />
2008: % 0,7 2008: 10.379 $ 2008: % 11 2008: % 10,4<br />
2009: % -4,08 2009: 8.626 $ 2009: % 14 2009: % 6,3<br />
2010: % 9,2 2010: 10.135 $ 2010: % 11,9 2010: % 8,6<br />
2011: % 8,8 2011: 10.604 $ 2011:% 9,8 2011: % 6,5<br />
2012: % 2,1 2012: 10.660 $ 2012: % 9,2 2012: % 8,9<br />
2013: % 4,1 2013: 10.971 $. 2013: % 10. 2013: % 7,5.<br />
3<br />
Bknz: http://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.MKTP.KD.ZG?page=2,<br />
http://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.PCAP.CD?page=2,<br />
http://data.worldbank.org/indicator/SL.UEM.TOTL.ZS?page=2,<br />
http://data.worldbank.org/indicator/FP.CPI.TOTL.ZG?page=2.<br />
527
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bölgesel Kalkınma Uygulamaları ve Doğu Anadolu’da<br />
Kırsal Yoksulluk<br />
Serdar NERSE 1<br />
Türkiye, uzun bir süreden beri uyguladığı teşvik sisteminden vazgeçmiş ve bölgesel<br />
gelişime dayalı yeni ekonomi-politik anlayış eksenindeki kalkınma uygulamalarına<br />
başlamıştır. Bu çerçevede araştırmanın konusu, eski ve yeni kalkınma<br />
uygulamalarının kırsal eşitsizliğe etkilerine ve aynı zamanda kalkınma<br />
uygulamalarının yoksulluk düzeylerine etkilerini inceleyeceğiz. Kırsal alandaki yeni<br />
uygulamalar, kırsal toplumsal kalkınmada ciddi yararlar sağlayabilir. Ancak<br />
uygulama ve politikaların büyük bölümünün bölgesel bileşenlerden uzak olması<br />
kırsalda yoksulluğu ve eşitsizliği derinleştirmektedir. Bu çalışmada kırsal yoksulluk<br />
bir bölge örneğiyle ele alınmıştır. Kırsal yoksulluğu uygulamalı bir şekilde açıklamak<br />
için TRA2 Bölgesi’nden köyler seçilmiştir. Uygulamada, TRA2 Bölgesi’nden<br />
katılımcılarla derinlemesine görüşmeler yaptık. Doğu Anadolu’da yoksulluk durumu<br />
köylülerle yapılan derinlemesine görüşmelerle nitel bir çerçevede analiz edildi. TRA2<br />
Bölgesi’nde hayvancılık, tarım desteklerinden yararlanma durumu, diğer faaliyetler,<br />
gelir ile yoksulluk arasındaki ilişkisi sorgulanmıştır. Analizler neticesinde, yoksulluk<br />
ve eşitsizlik temelli sınıfsal yapıya dair ayrımlar ortaya çıktı.<br />
Anahtar Kelimeler: Kır Sosyolojisi, Kırsal Bölgesel Kalkınma, Yoksulluk,<br />
Tabakalaşma ve Eşitsizlik, Kırsal Sınıf<br />
Regional Development Implementations and Rural<br />
Poverty in theEastern Anatolia<br />
Abstract<br />
Turkey has abandoned its system of incentives implemented since a long time and has<br />
started regional development applications which based on the new axis of politicaleconomy<br />
approach. The main subject of this research is to determine the effects of old<br />
and new development applications on rural inequality and we will look the impact of<br />
development applications on the poverty levels at the same time. New applications in<br />
rural areas can provide significant benefits for rural community development.<br />
However, the majorityof practices and policies which are far from the regional<br />
components has been deepening rural poverty and inequality. In this study, it is<br />
discussed TRA2 which is a NUTS 2 region as a sample of rural poverty. In practice,<br />
we conducted in-depth interviews with participants from TRA2 region. Poverty<br />
situation in Eastern Anatolia were analyzed with villagers in-depth interviews in the<br />
framework of qualitative research. Livestock, availability of agricultural subsidies,<br />
other activities, the relationship between income and poverty situaiton in the TRA2<br />
1 Dr. Arş. Gör., Batman Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü, serdarnerse@yahoo.com<br />
528
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
region have been questioned. In the analysis, it is emerged poverty and inequality<br />
based on distinctions of class structure.<br />
Keywords: Rural Sociology, Rural Regional Development, Poverty, Stratification<br />
and Inequality, Rural Classification<br />
1. GİRİŞ<br />
Tarih boyunca toplumların önemli ve sürekli bir problemi olan yoksulluğa dair<br />
çalışmalar, son dönemlerde uluslararası duyarlılığın artmaya başlaması, diğer taraftan<br />
küreselleşme ve sonrasında da 2000’lerden itibaren sürdürülebilir yerel kalkınma<br />
çabalarının ön plana çıkmasıyla hem dünyada hem de Türkiye’de büyük bir önem<br />
kazanmaya başlamıştır. Çokça çalışılmaya başlanmasına ve farklı mikro çerçevelerde<br />
açıklamalar getirilmesine rağmen yoksulluğu kısaca tanımlamak mümkün değildir.<br />
Çok yönlü, birden fazla bileşenin aynı anda etkide bulunduğu bir kavram olması<br />
nedeniyle tanımlanması oldukça güçtür. Ülke, bölge, il ya da grupların yoksulluk<br />
durumu yaşam, konut, eğitim, sağlık olanakları veya genel ifadeyle ekonomik, sosyal,<br />
kültürel, çevresel ve siyasal olanaklara erişim açısından farklılıklar göstermektedir.<br />
Dolayısıyla ülke, bölge ya da grupların eşitsizlik durumunun ekonomik, sosyal,<br />
kültürel, siyasal ve çevresel bileşenler temelinde farklılaşabildiğini söylemek<br />
mümkündür. Bileşenlerin etki durumlarına göre yoksulluğun tanımlanması da<br />
farklılaşmaktadır. Kısacası yoksulluk; i) açlık durumuna bağlı olarak insani<br />
yoksulluk, ii) kırsal ile kentsel bölge arasındaki gelir, sağlık, eğitim gibi kıstaslardaki<br />
eşitsizlikler temelinde kır-kent yoksulluğu, iii) hanehalkının asgari refah düzeyini<br />
yakalayamadığı durumlarda mutlak yoksulluk, iv) daha genel bir ifadeyle bireylerin<br />
genel refah ortalamasının altında yaşamını devam ettirme biçimi olarak göreli<br />
yoksulluk ve v) sonuçta da kişinin yaşamını devam ettirebilmesi için gerekli şartları<br />
sağlaması olarak da öznel yoksulluk şeklinde tanımlandığı görülebilir (Topgül,<br />
2013:278-282). Ulusal ya da uluslararası birçok kurum ya da kuruluş bu sorunu<br />
çözmeye çalışırken de farklı bileşenler etrafında ele almaktadır. Sonuç itibariyle<br />
herkesin çok yönlü ele aldığı ve aynı zamanda karmaşık ilişkilere sahip olan<br />
yoksulluğun tanımlanması oldukça güç bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir<br />
yandan düşük gelir sahibi olma, çok az bir gelirle geçinme durumu ve ülkeler<br />
arasındaki eşitsiz geçim sınırları yoksulluk veya yoksulluk farkları olarak<br />
tanımlanabilirken, diğer taraftan yoksulluk yalnızca gıda, giyim, barınma eksikliği<br />
şeklinde dar bir anlamla da geçiştirilemez. Sağlık, eğitim, ulaşım, iletişim ve diğer<br />
kamusal hizmetlerden de yararlanamama, mahrum olma ya da az yararlanma durumu<br />
da yoksulluk olarak tanımlanabilir (World Bank, 2010). Neticede yaşamın maddi<br />
yönüne ait ihtiyaçların giderilememesi, asgari bir geçim durumuna sahip olma<br />
üretimde ve kaynaklardaki kısıtlamalarla gelir ve tüketime dayalı tanımlamanın yanı<br />
sıra kamusal mal ve hizmetlerden yararlanma durumu şeklinde de tanımlamalar<br />
çoğaltılabilir.<br />
Yoksulluk farklarından, eşitsizlik durumlarından biri de kırsal nüfus ile kentsel<br />
nüfusun kamusal ve diğer hizmetlere ulaşım olanakları ile gelir ve geçim durumları<br />
arasındaki farklardır. Hizmetlere ulaşım ve geçim sıkıntısı kırsal yoksulluğun<br />
derinleşmesine ve günden güne eşitsizliği derinleşmesine neden olmaktadır.<br />
Türkiye’de de bölge içinde ya da bölgeler arasında kırsal toplumlar ile kentsel<br />
529
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
toplumların farklı ölçülerde tabakalaşması, farklı bileşenler etrafında toplanması<br />
nedeniyle altlık ve üstlük durumları ortaya çıkmaktadır. Eşitsizliğin negatif yönünde<br />
bulunan ya da başka bir deyişle tabakalaşma sisteminin alt tarafında bulunan kesim<br />
çoğunlukla “yoksul” grup olarak tanımlanmaktadır. Üst grupta yer alanlar sosyal,<br />
iktisadi, kültürel ve siyasal bakımdan kontrolü ellerinde tutarak daha alt grupta yer<br />
alanlara göre yaşam koşulları ve refahın ne yönde gitmesi gerektiğine karar vermede<br />
daha öncelikli davranırlar.<br />
Ülkemizde de önemli bir yer teşkil eden ve yaşamsal önemde bulunan tarım ve<br />
hayvancılık sektörü hem gıda üretimi hem de istihdam yaratma bakımından sorunlarla<br />
karşılaşmaktadır. Bu sektör etrafında toplanan nüfus da son dönemlerde ekonomik ve<br />
buna bağlı olarak sosyal sorunlarla karşılaşmaya başlamıştır. Sorunların ortadan<br />
kaldırılması amacıyla ekonomik bileşen dışında diğer bileşenlere de öncelik verilmesi<br />
amacı öne çıkarılmaya başlanmıştır. Ancak planlarda değinilen dahil edilen<br />
bileşenlerin uygulama aşamasında ya kısmen yer bulduğunu ya da neredeyse bazı<br />
bileşenlere yine hiç değinilmediği görülmektedir. Türkiye’de tarım sektörüne yönelik<br />
sağlıklı ekonomik kalkınma çabaları içerisine girilmiş olsa da bölgeler arasındaki<br />
farklılıklar halen dikkate alınmamaktadır.<br />
Avrupa Birliği (AB) Ortak Tarım Politikası (OTP) 2005 sonrasında 2006-2010 Tarım<br />
Stratejisi Belgesi’ne dahil edilmiştir. OTP çerçevesinde yürütülen kalkınma<br />
uygulamamalarının TRA2 Bölgesi’nde de kentsel ve kırsal kesimde ekonomik gelişim<br />
temelli sektör öncelikleri ve diğer bileşenlerin çoğunlukla göz ardı edilmesi, kentsel<br />
sektörler olarak öne çıkan sanayi ve hizmetin desteklenmesi, kırsal sektör tarımın ise<br />
daha az desteklenmesinin kırsalda yoksullaşmaya neden olup olmadığı bu çalışmada<br />
ele alınmaktadır. Çalışmada, 2007 sonrasında Doğu Anadolu’da kırsal yoksulluk<br />
durumu kalkınma uygulamaları dikkate alınarak sorulan sorular ekseninde<br />
tartışılmıştır. Kalkınma amacına yönelik kırsal projelerin özellikle hangi kavram ve<br />
faktörler etrafında toplandığı temelde kır-kent, bölgeler arası eşitsizlik ve TRA2<br />
Bölgesi örneğinden hareketle çiftçilerle yapılan görüşmeler neticesinde kırsalda<br />
yoksullaşma konusu derinlemesine irdelenmiştir. TRA2 Bölgesi’nde kırsal<br />
yoksullaşma durumu Ağrı ve Kars şehir merkezlerine bağlı 4 köydeki 10 katılımcı ile<br />
görüşülerek tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu çalışmada kırsal yoksulluğun genel<br />
durumuna dair bir çerçeve sunulmaya çalışılmış ve temelde hangi faktörlerin<br />
yoksullaşmaya, eşitsizliğin derinleşmesine neden olduğu ön plana çıkarılmaya<br />
çalışılmıştır. Diğer taraftan hangi bileşenlerin dikkate alınması durumunda<br />
yoksulluğun azalabileceği, eşitsizliğin ortadan kalkabileceğine dair önerilerde<br />
bulunuldu.<br />
2. KIRSAL ÜRETİMİN DÖNÜŞÜMÜ VE KÖYLÜ TİPİ<br />
YOKSULLAŞMANIN NEDENLERİ<br />
TRA2 Bölgesi’nde yapılan çalışmada öncelikle hangi üretim tiplerinin olduğu ortaya<br />
çıkarılmaya çalışıldı. Genel olarak, Bölge ekonomisinin sınır ticareti, tarım ve<br />
hayvancılık etrafında şekillendiği görülebilir. Sermaye birikimi ve bunun yatırıma<br />
dönüştürülmesi ile yoksullaşma arasındaki ilişki, araştırma sorularında öne<br />
çıkarılmaya çalışılan öncelikli konu olmuştur. Kırsalda yoksullaşma; üretime katılım<br />
durumu, iktisadi faaliyet çeşitlendirme, pazarlara ulaşım ve sermaye birikim<br />
530
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
durumuyla yakından ilişkilidir. Kırsalda hangi üretim tiplerinin bulunduğu bu açıdan<br />
önemlidir. TRA2 Bölgesi’ndeki araştırma öncesinde esas değişkenlerden biri üretim<br />
tipleri olmuştur. Bitkisel üretim, hayvancılık, meyvecilik, kentsel iktisadi faaliyetlere<br />
katılım durumlarına göre üretim tipleri iki ölçekte ele alındı. Birincisi yaygın kırsal<br />
üretim tipi olarak bitkisel üretim, hayvancılık ve meyveciliğin devam ettirilmesiyken,<br />
ii) ikincisi de kentsel üretim faaliyetlerinin kıra götürülmesi ya da kırsal nüfusun<br />
kentsel üretim faaliyetlerine katılımıyla yaygınlaşan yeni tiptir. Üretim tipleri;<br />
köylerin önemli ulaşım yolları, il ve ilçe merkezlerine uzaklık durumları, kırsal ve<br />
diğer iktisadi faaliyetlere katılım durumları, nüfus yoğunluğu ve demografik yapısı<br />
ile coğrafi yapısına göre köy tipleri farklılaşmaktadır. Köylerin bir bölümünde tarım<br />
yaygın faaliyet olarak ağır basarken, bazılarında hayvancılık, bazılarında da diğer<br />
iktisadi faaliyetler yaygınlaşmıştır.<br />
Tablo 1: Yaygın iktisadi faaliyetler<br />
İl Köy Merkeze Yaygın İktisadi Faaliyet<br />
Uzaklık (km)<br />
Ağrı Yazıcı 12 Tarım ve diğer iktisadi faaliyetler<br />
Başkent 40 Hayvancılık<br />
Kars Kümbetli 11 Tarım, hayvancılık ve diğer iktisadi<br />
faaliyetler<br />
Verimli 31 Tarım ve hayvancılık<br />
Kaynak: Araştırma verilerinden elde edilmiştir.<br />
Köylerin diğer faktörlerin ve özellikle merkeze uzaklık ile ulaşım durumu, iktisadi<br />
faaliyetlere katılım durumları, arazi yapısının uygunluğu ve sulama imkanlarına göre<br />
belirgin bir şekilde birbirinden ayrıldığını görmek mümkündür. İktisadi üretime<br />
katılım durumuna göre; i) bitkisel üretim, ii) hayvancılık yapma ve iii) kentsel içerikli<br />
marjinal işçilik, iş yeri kurma, kentsel ve kamusal işlerde hizmet verme gibi kentsel<br />
üretim faaliyetleri de yaygınlaşmaya başlamaktadır. Ayrıca üç köylü tipinin bir arada<br />
bulunduğu yerler de yoğundur. Köylülerin de belirttiği üzere kırsal alan son<br />
dönemlerde üretim odaklı homojen yapısını kaybetmeye başlamıştır. Tarım ve<br />
hayvancılık, 1980’lerden itibaren Türkiye’nin diğer bölgelerinde olduğu üzere<br />
uluslararası pazarların etkisiyle terk edilmeye başlanmıştır. Özellikle il ve ilçe<br />
merkezlerine yakın köylerde bulunan hane gelirleri çoğunlukla tarım ve hayvancılık<br />
dışı iktisadi faaliyetlerden elde edildiği görülmektedir. Merkeze yakınlık durumu<br />
tarım dışı iktisadi faaliyetlere katılımda avantaj sağlarken, arazi yapısı ve sulama<br />
tarımsal üretimin yaygınlaşmasında önemli bir etkendir. Kümbetli Köyü’nde<br />
yaşayanlar;<br />
“Köyümüz yola çok yakın, bunun için şehre kolay gidip gelebiliyoruz. Bizim<br />
ve yakın köyde bulunan Yolaçan Köyü’nün toprakları oldukça düz. Buralarda<br />
buğday ve arpa ekerken, çocuklar da yakın şehirlere çalışmaya gidiyor.” (K5,<br />
Kadın, 52)<br />
“Kars’ta telefon dükkanımız var. Çocuklar orada telefon tamiri yapıyor ve<br />
telefon satıyorlar.” (K1, Erkek, 62)<br />
TRA2 Bölgesi’nde kalkınma ve yoksullaşmayı önleyen, seviyesini belirleyen hem<br />
küresel hem de yerel doğrudan ve dolaylı faktörler bulunmaktadır. Kırsal nüfusun<br />
531
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
farklı üretim tiplerine yönelmesinde de etkilidir. 1980 öncesinden başlayarak<br />
uluslararası etkileşimin artması ve bu etkileşime paralel yürütülen iç düzenlemeler,<br />
teknolojik ilerleme ve tarımdan elde edilen gelirin farklı iktisadi faaliyetlere<br />
yönlendirilmesi ya da tersi bir şekilde tarım dışı gelirin tarımsal çeşitlendirmede<br />
kullanılması, kısacası sermayeler arasındaki ilişki ile üretim ilişkilerindeki<br />
farklılaşmalar kırsal alanda kurumsal ve sınıfsal yoksulluğun da farklılaşmasına,<br />
yoksul işçi grubunu marjinal işlere, zengin sermaye sınıfını da tarım dışı yatırımlara<br />
yönlendirmiştir.<br />
Tablo 2: Katılımcıların sıklıkla tekrarladıkları etkenler<br />
Yerel Etkenler<br />
Küresel Etkenler<br />
Açık kodlar Frekans Açık kodlar Frekans<br />
Arazi yapısı 78 Ticaret 82<br />
Kırsal çevre 65 Pazar 55<br />
Teknoloji 59 Diğer yatırımlar 41<br />
İklim 45 Teknoloji 34<br />
Mülkiyet 34 Sulama 12<br />
Göç 27<br />
Tarım işçileri 25<br />
Diğer işçiler 22<br />
Kaynak: Araştırma verilerinden elde edilmiştir.<br />
TRA2 Bölgesi’nde yürütülen araştırma sonuçlarına göre kırsal üretim ve yoksullaşma<br />
arasında yakın kodlar bulunduğu ortaya çıkmıştır. Bölge’de yürütülen araştırmaya<br />
göre; kalkınma ve yoksullaşma arasındaki ilişkinin yalnızca tarımsal üretime dayalı<br />
bir ilişki olmadığı ortaya çıkmıştır. Bunlara ek olarak göç gibi sosyo-kültürel, iklim<br />
ve arazi yapısı gibi doğal sonuçlarla birlikte ekonomik bir bütünlük barındırdığı ve<br />
soruna bu açıdan yaklaşılması gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır.<br />
Tarımsal üretim ve tarım dışı üretim sonucunda kırsal nüfusun girdiği yeni ilişkiler<br />
yoksullaşma düzeyinin de farklılaşmasına neden olmaktadır. Kırsal kalkınma<br />
uygulamaları çoğunlukla yoksulluğu giderici uygulamalar olarak başlatılmasına ve bu<br />
amaca yönelik uygulanmasına rağmen, son 35 yıllık dönemde tarımsal üretimden<br />
devlet desteğinin yavaş yavaş çekilmesi, köylü üretiminin uluslararası piyasaya açık<br />
bir duruma getirilmesi sonucunda diğer kırsal alanlarda olduğu üzere TRA2<br />
Bölgesi’nde de yoksullaşmanın şiddetli bir şekilde yaşanmasına neden olmuştur.<br />
532
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Şekil 1: Kırsal kalkınma ve yoksullaşmayla ilişkili temel faktörler<br />
Yerel<br />
İklim<br />
Kırsal<br />
çevre<br />
Çiftçi<br />
organizasyonları<br />
Diğer<br />
iktisadi<br />
faaliyet<br />
Emek<br />
gücü<br />
Göç<br />
Arazi<br />
yapısı<br />
Mülkiyet<br />
Tarım dışı<br />
yatırımlar<br />
Tarım<br />
işçisi<br />
Marjinal<br />
işçilik<br />
Yatırımcı<br />
/ İşveren<br />
Sulama<br />
Teknoloji<br />
Tarım<br />
girdisi<br />
Finans ve<br />
sermaye<br />
birikimi<br />
Tarımsal<br />
yatırımlar<br />
Ticaret<br />
Pazar<br />
Küresel<br />
Kaynak: Araştırma kapsamında yazar tarafından üretilmiştir.<br />
Katılımcılarla görüşmelerde, sermaye ve finansın farklı şekillerde kullanımı ve<br />
tarımsal girdi ile teknolojilerin geç ya da eksik kullanımı neticesinde yalnızca tarım<br />
ve hayvancılıkla uğraşan köylünün daha da yoksullaştığı sonucuna varılmıştır. Diğer<br />
yandan sermaye birikimi ile finansın tarım dışı iktisadi faaliyetlerde kullanımı<br />
neticesinde çiftçilerin büyük bir bölümünün ya üretimden vazgeçmesine ya da köyde<br />
standart bir yaşamın sürdürülememesi nedeniyle işçileşmelerine ve yoksullaşma<br />
farkının giderek daha da derinleşmesine neden olmuştur.<br />
Üretim ile emek sürecindeki büyük dönüşüm, kırsal nüfusun farklılaşması ya da<br />
üretimde bulunan kesimin yoksullaşma sürecindeki en büyük etken uluslararası pazar<br />
ve ticaret ilişkilerinin sonucu olmuştur. Uluslararası piyasaya açılım neticesinde<br />
tohum, gübre ve teknoloji ile üretim araçlarına göre yeniden şekillenen kırsal yapıda,<br />
yeni sürece ayak uyduranlar, tarım dışında da sermayeyi yatırımlara yönlendirenler<br />
giderek zenginleşirken, diğer taraftan sadece tarım ve hayvancılıkla ilgilenen kesim<br />
giderek yoksullaşmış, eşitsizlik giderek derinleşmiştir. Diğer yandan son süreçte<br />
ekonomik bakımdan kırsal yapılar çoğunlukla tarıma dayalı olduğunda ve verim artışı<br />
sağlanmadığında yoksulluk kaçınılmaz olmaktadır (Kazgan, 1984:40). Verim artışı<br />
sağlayanlar ise çoğunlukla üst grupta yer alan çiftçi ve sermaye birikimi yapan tarım<br />
dışı iktisadi faaliyetlerle uğraşan kesim olmuştur. Ulaşım ve iletişim kanalları<br />
kullanan ve sermayeyi yerinde kullanarak farklı sektörlere yönlendirenler çoğunlukla<br />
il ve ilçe merkezlerine yakın konumlanmış köylerde bulunan yatırımcı olmuştur.<br />
Kırsal yoksullaşmayı gidermede kalkınma temel bir faktör olarak görünmektedir.<br />
Katılımcılardan elde edilen veriler analiz edildiğinde; göç gibi dolaylı faktörler hariç<br />
533
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
çoğunlukla yoksulluk ve kalkınma düzeyini doğrudan etkileyen faktörler olduğu<br />
ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan kalkınma ve kırsal yoksulluk ilişkisinde yerel ve<br />
küresel faktörler olduğu görülse de aslında yerel yapılar içinde yer alan faktörler artık<br />
küresel ve genel bir yapı içinde ele alınmakta ve bu yapıların küresel bir boyut<br />
kazandığı artık yadsınamaz bir gerçektir. Kırsalda “mevsimlik tarım işçisi olarak<br />
farklı şehirlere veya inşaat işçisi olarak ya da sürekli bir iş için büyük şehirlere giden<br />
nüfusun belli bir bölümü geri dönerken, yoksul düzeyine göre geri dönemeyenlerin<br />
de” (K 8, Kadın, 47) bulunduğu ve işçileşmenin çoğunlukla yoksul hanelerde ortaya<br />
çıktığı görülmektedir. “Sermaye birikimi ve devletin hibeleriyle ile diğer kredi ve<br />
finans kullanımlarını ise çoğunlukla zaten zengin olan aileler (haneler)<br />
kullanmaktadır. Yoksul aile sadece hayvan desteği veya ürün desteği alır. Ama zengin<br />
olanlar krediyi ve hibeyi, projeyi nasıl kullanacağını bildiği için ya da onların arazisi<br />
uygun olduğu için daha çok başvurmaktadır” (K 10, Erkek, 63). TRA2 Bölgesi’ndeki<br />
kırsal haneler “çoğunlukla tarım ve hayvancılık ile uğraşmakta, son yıllarda kısmen<br />
meyveciliğe yönelimler bulunmaktadır” (K 3, Erkek, 39). Diğer yandan yine yoksulluk<br />
düzeyine göre daha alt grupta yer alanların ağırlıklı olarak inşaat işçisi, mevsimlik<br />
işçi, küçük ölçekli sanayi ve hizmet işçileri olarak çalıştığı görülmektedir. İşçi<br />
grubunun geçimlik gelirle devam etmesi sınıfın devamlı yoksulluk içinde kalmasına,<br />
diğer taraftan bölüşümün de bu grubun aleyhine olması onu grubun en altına<br />
gerilemesine neden olur (Marks, 1986:779). Ancak alt gruplarda farklı durumlar da<br />
görülebilmektedir. İşçileşme neticesinde yeni evli hane içerisinde, genç aile öncelikle<br />
yeni konut yapımına ağırlık vermekte, geniş hane çevresinde sermaye birikimiyle<br />
“kısmen hayvancılığa, ağırlıklı olarak ise tarım dışı ve Kars dışında ticari işletme ve<br />
diğer işlere” (K 2, Erkek, 55) yönlenmeler de söz konusu olabilmektedir. TRA2<br />
Bölgesi’nde yoksulların tarımsal üretim ve kentsel küçük ölçekli iş ve hizmetlerle<br />
uğraşanlar olarak ikiye ayrıldığı görülmektedir. Diğer taraftan yine yaşam standardı<br />
bakımından daha iyi durumda yer alan ve kırsal tabakalaşma açısından daha üst grupta<br />
yer alanlar ise yine tarımsal üretimle uğraşmakta, ancak ağırlıklı olarak tarımsal<br />
üretimin sınırlarına varılmış olduğundan sermaye birikimleri kentsel yatırımlara<br />
dönüştürülmektedir. Yoksulluk düzeyi bakımından hem alt hem de üst gruptakiler<br />
tercihler bakımından benzer bir yol takip etmektedir. Ancak alt gruptakiler<br />
topraksızlığın, üst gruptakiler ise işlenecek toprakların sınırlarına ulaştığından kısmen<br />
hayvanlığa ve çoğunlukla da tarım dışı iktisadi faaliyetlere yönelmektedirler.<br />
“Tarımsal alanların terk edilmesi ve uzun dönem kullanılmaması sorunu” (K 2, Erkek,<br />
55) da Ağrı merkez köyleri ve çevresinde sıklıkla görülen bir durum olmaya<br />
başlamıştır. Nitelikli tarımsal alanlar kullanılırken, dar, küçük ve arazi yapısı<br />
bakımından uygun olmayan topraklar terk edilmeye, diğer taraftan tarım dışı<br />
ekonomik faaliyetlere yönelimler neticesinde de tarımsal üretimden ve topraktan<br />
kopuşlar hızlanmıştır. Merkeze yakın kırsal alanlarda da rantsal girişimler başlamış,<br />
“toprak alım satımları hızlanmış ve durduk yere fiyatlar yükselmiştir” (K 2, Erkek, 55).<br />
Toprak üzerinden kazanılan rantlar yoksulluğun derinleşmesinin bir başka boyutu<br />
olmuştur. Ranta neden olan arazinin yüksek vergilerle millileştirilmesi durumunda<br />
(Spiegel, 1971:384-385) tarımsal alanlar tekrar üretime kazandırılabilir ve<br />
yoksulluğun önüne geçilebilir. Yüksek vergi uygulamasının yanında tarım<br />
arazilerinin zaman içerisinde çok satımının önüne de geçilebilir.<br />
534
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Sonuçta TRA2 Bölgesi’nde yoksulluk bakımından pozitif ve negatif olmak üzere iki<br />
yönlü bir gelişmeye açık oldukları görülür. Tüm köylerde sürekli bir gelişme,<br />
kalkınma ve zenginleşme mümkün olmamıştır. Tarımsal üretimle uğraşan yoksul<br />
köylü ve tarımsal üretimle uğraşmayan yoksul köylüile tarımsal üretimle uğraşan<br />
zengin köylü ve tarımsal üretimle uğraşmayan zengin köylü grupları ortaya çıkmıştır.<br />
Bununla birlikte tamamen tarımsal üretimden kopma ya da tamamen tarımsal üretime<br />
yönelme durumu da söz konusu değildir. Tarımsal üretim ile tarım dışı iktisadi<br />
faaliyetler arasında bir geçiş, farklı faaliyetlerin aynı anda yürütülmesi durumu<br />
yaygındır. Bu ilişki Türkiye’nin diğer kırsal bölgelerinde de görülebileceği gibi yeni<br />
sınıfsal yapıların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Ancak bu eskisiyle ilişkili<br />
güncel durumda Bölge’nin kırsal sınıfsal yapısına dair bir haritalandırma ihtiyacı<br />
bulunduğundan, kırsal alanda insanların geçimlerini neye göre sağladıkları ve<br />
Bölge’nin kırsal sınıfsal gelişiminde etkili olan faktörler ortaya konulmaya çalışıldı.<br />
3. KIRSAL SINIFSAL İLİŞKİNİN TEMEL FAKTÖRLERİ<br />
TRA2 Bölgesi’nde köylülerin; sahip oldukları toprakların mülkiyet durumu, sermaye<br />
birikim yolları, iş ve yatırım tercihleri, üretim durumlarına göre başlangıçta farklı<br />
düzeylerde “üç temel ekonomik faaliyetler alanından” (Öztürk, 2008:615) bahsetmek<br />
mümkündür. Bu üç temel ekonomik faaliyet alanı kırsal alandaki nüfusun temelde<br />
tarımsal üretime devam etme ve etmeme tercihi yönünde değişmiştir. Tarımsal<br />
üretime devam edenler; i) kendi emeklerini kullanarak evsel üretimde bulunan küçük<br />
köylülük, ii) yaygın bir şekilde tarımsal üretime kendi emek kullanımlarının yanında<br />
yaygın bir şekilde teknoloji kullanımı, farklı finans kullanımları içine girerek devam<br />
eden orta ve büyük köylülüktür. Tarımsal üretime devam etmeyen diğer kırsal grup<br />
ise iii) ilk dönemler erken ticaret ve pazar ilişkileri içine girerek ya da sermaye<br />
birikimlerini farklı yatırımlara yönlendiren, emek kullanımında değişime başvurarak<br />
yaygın bir şekilde kentsel iş ve yatırımları tercih etmeye başlayan tarıma dayalı<br />
olmayan girişimci köylüdür. Ancak TRA2 Bölgesi’nde özellikle mülkiyet ve tarımsal<br />
üretim durumuna bağlı olarak çalışma ve yatırım tercihlerindeki dönüşüm neticesinde<br />
yalnızca iki yönlü kırsal sınıfsal bir şema ortaya çıktığını ve evsel/geçimlik üretimi<br />
gerçekleştiren köylünün ortadan kalkarak, farklı çalışma koşulları içerisinde yoksul<br />
köylüye dönüştüğü görülür.<br />
Küçük köylü evsel/geçimlik üretime bağımlı durumdan kurtulmuş, elindeki tarımsal<br />
ve hayvan ürününü bir şekilde ticaret ve pazar ilişkileri içerisine sokmaya<br />
çalışmaktadır. “Elde ne birikirse, arpa veya hayvanlar, bunlar pazarda, çarşıda<br />
satılmaya başlanmış” (K 4, Kadın, 42)bu şekilde Türkiye’nin erken döneminde Ege ve<br />
Akdeniz Bölgeleri’nde küçük meta üretimi şeklinde başlayan dönüşüm 1980’lerin<br />
sonlarında TRA2 Bölgesi’ndeki illerde görülmeye başlanmıştır. 1990’ların<br />
sonlarından itibaren evsel/geçimlik üretime dayalı kırsal grup ortadan kalkarak, iki<br />
yönlü yoksul ve zengin köylülük ortaya çıkmaya başlamıştır.<br />
TRA2 Bölgesi’nde başta bu iki yönlü eşitsiz durum yoksullaşmanın<br />
derinleşmesindeki temel etken olmuştur. Tarımdan kopuş iki sınıfta da farklılaşarak<br />
yoksulluk düzeyini de farklılaştırmıştır. Küçük köylü grubunda toprak mülkiyetinin<br />
düşük olması, arazi yapısı uygun olmaması, teknoloji kullanımının yaygın bir<br />
olmaması ve marjinal işlere yönelinmesi ancak buna rağmen gelirin düşük olması,<br />
535
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
kırsal kalkınma politikalarının çoğunlukla büyük köylüden yana olması küçük<br />
köylünün giderek yoksullaşmasına neden olmuştur. Diğer taraftan kırsal üretimi<br />
dışlayan, yerel üretimi dikkate almayan ve çoğunlukla üstten politikalar şeklinde<br />
uygulanması iki grubun da zamanla tarımsal üretimden kopuşuna neden olurken<br />
küçük köylü grubunda kopuşu hızlandırmış, büyük köylüde tarımsal üretimin<br />
sınırlarına varıldığından yeni kentsel yatırımlara yönelinmiştir.<br />
Şekil 2: Köylülükte farklılaşmanın temel faktörleri<br />
Zengin Köylü<br />
Yoksul Köylü<br />
Büyük<br />
ölçekli<br />
üretim<br />
Küçük<br />
ölçekli<br />
üretim<br />
Diğer<br />
tarım<br />
girdileri<br />
Sulama<br />
Teknoloji<br />
kullanımı<br />
Tarım dışı<br />
iktisadi<br />
faaliyetler<br />
Tarımsal<br />
yatırım<br />
Tarım dışı<br />
işçileşme<br />
Hibe ve<br />
diğer finans<br />
kullanımları<br />
Ticari üretim /<br />
Pazara yönelik<br />
üretim<br />
Sermaye<br />
birikimi<br />
Mülkiyet<br />
Durumu<br />
Geçimlik üretim<br />
Geleneksel Köylü<br />
(Tarımsal üretim ve hayvancılık)<br />
Kaynak: Araştırma kapsamında yazar tarafından üretilmiştir.<br />
Ulaşım ve iletişim kanallarının kullanımında rahatlama sonrasında kent ve kır<br />
yakınlaşınca kentsel iş ve yatırımlar daha yoğun bir şekilde tercih edilmiştir. Diğer<br />
taraftan hem altyapı hem de diğer kamusal hizmetler açısından kentlere öncelik<br />
verilmesi de kırsal nüfusun kentsel yatırımları tercihinde etkili olmuştur. Ancak<br />
kalkınma politikaları bakımından kırsalda da büyük köylüye daha fazla sermaye<br />
birikimine yol açıcı kolaylıklar sağlanmıştır. Hibe ve kredi kullanımlarında<br />
çoğunlukla hayvancılık bakımından gelişim göstermiş, besicilik yapabilecek,<br />
toprakları geniş olan köylülerin tercih edilmesi sermaye birikimleri bakımından yine<br />
eşitsiz bir duruma neden olmuştur. Büyük köylü daha sermaye birikimini yeni kentsel<br />
yatırımlar ve kırsal yatırımlarda da çeşitli geliştirici girdiler yönünde kullanmaya<br />
başlayınca zenginleşmiştir. Sermaye birikimlerini önemli tarımsal fırsatlar ve diğer<br />
iktisadi faaliyet fırsatları yönünde kullanmayınca ve toprak satış yoluna başvurunca<br />
küçük köylü grubunda görüldüğü üzere fakirleşmiştir. Merkeze yakın, önemli ulaşım<br />
yolları üzerinde bulunan çoğunlukla düz araziye sahip ve yeni teknolojik gelişme ile<br />
sulama yöntemlerini tercih eden köylü sermaye birikimi bakımından yoğunlaşma söz<br />
konusudur.<br />
536
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Küçük köylü grubunda ise; mülkiyetin sınırlılığı ve uygun olmayan arazi koşulları<br />
nedeniyle gelirin düşük olması nedeniyle tarımsal araziler genişletilememektedir.<br />
“Zengin köylüler taşlık arazileri genişletip destekleme faaliyetlerinden daha fazla<br />
yararlanabilirken, fakir köylüler, arazilerinin tamamını da üretime açamadığından”<br />
(K 6, Erkek, 48) yüksek maliyet ve düşük karlar nedeniyle üretimden çekilmektedir.<br />
Kamusal hizmetlerin götürülmesi ve kullanımında merkeze yakın köylerin tercih<br />
edilmesi bu köylerde yaşayan nüfusun teknolojiye yöneliminde ve yatırımlarında da<br />
etkili olmakta ve nüfusu zenginleşmesine yol açmaktadır. Diğer taraftan kamusal<br />
hizmetlerden yoksun bulunan merkeze uzak ve çoğunlukla geniş tarımsal üretim<br />
gerçekleştirmeyen köylü grubu ise giderek yoksullaşmakta, teknoloji ve girdi<br />
kullanımı olsa da oldukça sınırlıdır. Kamusal hizmetlerin eksik ve kalitesiz bir şekilde<br />
sunulması yoksul kesimin yaşam standardını düşürmekte ve üstlendikleri maliyeti<br />
artırmaktadır. Söz konusu durum kırsal kesimi, bilhassa uzak konumlanmış<br />
köylerdeki kırsal nüfusu dışlayan sosyal politikalarla bütünleştirildiğinde yoksulluğu<br />
daha da derinleştirmektedir (Öztürk, 2008:615). Alt gruptaki köylünün destek ve hibe<br />
kullanımı oldukça sınırlı ve düşüktür. Kamusal eşitsizlik nedeniyle alt gruptaki köylü<br />
aşırı kontrol ve düzenlemeler nedeniyle de üretimden çekilince sınırlı marjinal üretim<br />
veya işe yönelme durumunda kalmaktadır. Başkent ve Verimli gibi merkeze uzak ya<br />
da çoğunlukla dağlık alanda yaşayan köylerde yaşayan bu gruptaki köylüler tarım<br />
dışına yönelerek işçileşmeye başlamaktadır. Diğer tarafta özellikle Kümbetli gibi<br />
önemli ulaşım yolları ve merkeze yakın bir yerde konumlanmış köylerdeki nüfus<br />
yaygın bir şekilde zenginleşmeye başlamıştır. Köy içi ve köyler arasındaki eşitsizlik<br />
durumu karşılaştırıldığında ilk gruptaki köyler (Başkent, Verimli) ile diğer köylerdeki<br />
(Kümbetli, Yazıcı) kırsal nüfus arasındaki yoksullaşma farkı ve eşitsizlik durumu<br />
daha derindir.<br />
Tarımsal makine ve ekipman gibi teknoloji kullanımı da iki grupta farklılaşmaktadır.<br />
Zengin köylü grubu arazi yapısına göre ileri teknoloji kullanımı yaygınken,<br />
küçük/yoksul köylü grubunda ise sınırlıdır. Ticari üretim ve yatırım sistemleri ile<br />
pazarlama ilişkisindeki hacim ve sınırlılık bu ikililiği ve eşitsizliği giderek<br />
derinleştirmiştir.<br />
Tarımsal üretimin boyutunun kırsal yoksullu giderip gidermeyeceği elbette tartışmalı<br />
bir konudur. Ancak tarımsal üretimin boyutundaki farklılaşma, iletişim ve<br />
kanallarının kullanımı ve kamusal hizmetlerdeki sunum kırsal kesim açısında<br />
karşılaştırıldığında daha az kalkınmış bölgelerde sunumun yetersizliği durumu daha<br />
da kötüleştirmektedir. Yoksullukla mücadelede küçük ölçekli tarımsal işletmeye de<br />
önem verildiğinde ve küçük işletmelere dayalı nitelik tarımsal (bitkisel üretim,<br />
sebzecilik, meyvecilik) ile ortak besicilik ve etçilik organizasyonunu geliştirmeye<br />
yönelik politikalar benimsendiğinde, destekleme faaliyetlerine girildiğinde yoksulluk<br />
giderilebilir (McIntosh ve Vaughan, 1996:91-92). Sonuç itibariyle küçük köylünün<br />
ihmal edildiği ve yoksulluğu gidermeye yönelik çalışmalar ile tarım kesiminin<br />
istihdamına yönelik çalışmaların çoğunlukla geniş ölçekli ve dış yatırımlı işletmelere<br />
yönelik olduğu ortaya çıkmaktadır. Geniş çaplı işletme veya zengin köylünün<br />
pazarlama gücü nedeniyle böyle bir yola başvurulduğu da savunulabilir, ancak küçük<br />
köylüyü geliştirici organizasyonların yokluğu da bu durumu teşvik etmekte ve küçük<br />
537
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
köylü gibi var olan bir yapının yok olmasına ya da tamamen dönüşerek kırsal alanı<br />
terk etmesine neden olmaktadır.<br />
4. SONUÇ<br />
Kırsallığın kalkındırılmasına yönelik uygulamalar, Türkiye’nin diğer kırsal<br />
bölgelerinde de görüleceği üzere uluslararası piyasa ve anlaşmalar neticesinde<br />
1990’ların sonlarından özellikle de 2000’lerden itibaren çoğunlukla hükümet ve özel<br />
girişimci politika, destek, dikkat ve yatırımlarının çoğunlukla büyük işletme ve zengin<br />
köylüye kaydırılmasından yana olmuştur. Kırsal alanda refahın kalkındırılması<br />
konusunda olduğu gibi, istihdam yaratılması konusunda büyük işletmelere daha çok<br />
güvenilmesi tercih sebebi olmuştur. Ancak destekleme ve kamusal yatırım<br />
eksikliklerine rağmen küçük ölçekli üretim desteklendiğinde gelişim gösterilebilir.<br />
TRA2 Bölgesi’nde modern hayvancılık ile özdeşleştirilen büyükbaş hayvancılığa<br />
dayalı besicilik yavaş da olsa gelişme gösterirken, küçük köylünün çoğunlukla<br />
başvurduğu küçükbaş hayvancılıkta ise 1999 yılından 2015 yılına kadar % 70’in<br />
üzerinde bir gerileme söz konusudur (SERKA, 2010:11). Diğer taraftan tarımsal<br />
üretim gerçekleştirilen toplam arazi büyüklüğüne bakıldığında; 2000’den sonra % 18-<br />
20 (SERKA, 2010:15) arasında ve çoğunlukla küçük köylünün tarımsal üretimden<br />
çekilmesine karşılık gelen bir daralma söz konusudur.<br />
TRA2 Bölgesi’nde gerçekleştirilen araştırma sonuçlarında genel istatistiki verilerin<br />
çoğunlukla gerçeği yansıtmaktan uzak olduğu da görülmektedir. Esas durumu<br />
anlamak için üretimden ayrılmış ve halen üretime devam eden köylülerle<br />
derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmelidir. Küçük köylünün desteklenmesi ve<br />
işletme organizasyonlarına izin verilmesi, yoğun bir şekilde hünersiz işçi kitlesi<br />
bulunan TRA2 Bölgesi’nin küçük üretimde kullanımının önünün açılmasıyla da<br />
gelişime katkı sağlanabilir. Hünersiz köylü çoğunlukla marjinal işlere yönelse de<br />
toplam gelirler yine düşük kalmaktadır. Tarımsal üretimin çeşitlendirilmesi ve<br />
toplulaştırma organizasyonlarıyla Bölge içinde daha yüksek gelirler sunularak<br />
istihdam sağlanabilir.<br />
TRA2 Bölgesi’ndeki örnekten hareketle, küçük veya büyük köylülerin neredeyse<br />
tamamının toprak sahibi olduğu çok az bir kısmının topraksız olduğu söylenebilir.<br />
Toprak sahibi olmalarına rağmen küçük köylülerin büyük bölümünün üretimden<br />
çekilmesinin temel sebepleri, araştırma sonuçlarından da anlaşılacağı üzere çok<br />
uğraşa rağmen düşük kar ve gelirler, yüksek girdi fiyatları, teknoloji ve sulamadaki<br />
sıkıntılar ile küçük, taşlık ve dağınık arazi yapısı olduğu söylenebilir. Tarımsal<br />
üretimin yaygınlaştırılması toprağın işlenmesi ve teknolojik, nitelikli tarıma<br />
açılmasıyla mümkündür. Dağınık ve parçalı konumdaki arazi varlığı oldukça fazladır.<br />
Bu arazilerin birleştirilmesi ve toplulaştırılmasına izin veren organizasyon ve<br />
uygulamalarla tarımsal gelişim sağlanarak alt gruptaki köylünün daha<br />
yoksullaşmasının önüne geçilebilir. Küçük köylünün yoksullaşmasındaki esas<br />
etkenlerden biri olan tarımsal teknoloji ve girdilere ulaşımdaki sıkıntılar, yüksek<br />
destekleme alımları ve ürün destekleri, zengin köylüye sunulan proje, hibe ve<br />
kredilerdeki sınırların küçük köylü için de uygun duruma dönüştürülmesi<br />
gerekmektedir. Eğer küçük ölçekli tarımsal üretim yıllık olarak % 1-2 gelişme<br />
düzeyinin altında kalırsa yeni kırsal tarımsal iş alanları yaratılamadığından istihdam<br />
538
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ve gelir düşük kalır, yoksullaşma durumunda da iyileşme sağlanmaz. Tarımsal<br />
sektörle ilişkili alanlara yönelik projelerin arttırılması gerekirken, kırsal alanla ilişkili<br />
uygulamaların oldukça sınırlı olduğu görülmektedir. Uygulama sınırlılıkları tarımsal<br />
alan ve ilişkili yakın alanlarda istihdamın önünü açmadığından hünersiz işçiler yine<br />
açıkta kalmaktadır. Çoğunlukla marjinal işlere yönelen hünersiz işçilerin tamamının<br />
tarım ve hayvancılık sektörlerinde istihdamı mümkün olmadığından, tarımsal alanla<br />
ilişkili dolaylı alanlar oluşturulmalıdır.<br />
Kırsal alanda yoksulluğun azaltılması için tarım sektörünün gelişiminin ve özellikle<br />
de küçük köylü desteklemelerinin önünün açılması büyük önem arz etmektedir. Kırsal<br />
alada yoksulluğu giderici çalışmalar yapılmadığında, kırsal kesimdeki yoksul nüfus<br />
kentlere göç etmeye başlayacak ve bu durumda da kentsel yoksulluk durumu baş<br />
gösterecektir. Tarım sektörünün gerilemesi ve küçük köylülükte yaşanan sıkıntıların<br />
artması yoksulluğu artırıcı nitelikler taşıyacaktır. Sonuç olarak araştırma bulguları ve<br />
verilen örneklere bakılarak kırsal alan ve kentsel alanda yoksulluğun azaltılmasında<br />
tarım sektörü önemli rol üstlenebilmektedir. Kır ve kent arasındaki kalkınma<br />
uygulamalarındaki eşitsizlik ve kırsal alanda toprak mülkiyeti eşitsizliklerinin<br />
yanında zengin köylü ile yoksul köylü desteklemeleri arasındaki farklılıkların<br />
giderilememesi durumunda da eşitsizlik ve yoksulluk derinleşecektir. Tarım<br />
sektörünün gelişimi ve kırsal yoksulluğun azaltılması için başta kalkınma ajanlarının<br />
eşitlik ilkesine riayet ederek toplam destek miktarlarını ayırması ve hatta küçük köylü<br />
ile büyük köylü destekleme başvurularını birbirinden ayırması gerekmektedir. Benzer<br />
şekilde IPARD destekleri de eşitlik ilkesiyle 81 ilin tamamına yaygınlaştırılmalıdır.<br />
KAYNAKÇA<br />
Kazgan, G.(1984). İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, Remzi Kitabevi,<br />
İstanbul.<br />
Marks, K. (1986). Kapital, Cilt:1, 3. Baskı, (Çev: Bilgi, A.), Sol Yayınları, İstanbul.<br />
McIntosh, A. and Vaughan, A.(1993). Enhancing Rural Livelihoods in South Africa:<br />
Myths and Realities , in Lipton, Merle, Ellis, Frank and Lipton, Michael<br />
(eds), Land Labour and Livelihoods in Rural South Africa, Vol. 2: Kwazulu-<br />
Natal and Northern Province; A. Vaughan and A. McIntosh, 'State and<br />
Capital in the Regeneration of a South African Peasantry' Canadian Journal<br />
of African Studies, 29, 3.<br />
Öztürk, Ş.(2008). Kırsal Yoksulluk ve Neo-Liberal Ekonomi Politikaları,<br />
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt:1, Sayı: 5, Sinop, s.605-634<br />
Serhat Kalkınma Ajansı (SERKA).(2010). Rakamlarla Serhat İlleri,Çevrimiçi:<br />
http://www.serka.gov.tr/store/file/common/a<br />
72787117d87<br />
d247915ab7ca71b1fdc7.pdf, Erişim Tarihi: 14.06.2016<br />
Topgül, S. (2013). Türkiye’de Yoksulluk ve Yoksulluğun Kadınlaşması, Cumhuriyet<br />
Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt:14, Sayı:1, Sivas, s.277-296<br />
World Bank. (2010). Food Prices and Rural Poverty, Ed: Aksoy, M. Ataman ve<br />
Hoekman, Bernard, Çevrimiçi: http://siteresources.worldbank.org/INTRA<br />
NETTRADE/Resources/Pubs/Food_Prices_Rural_Poverty.pdf, 26.05.2016<br />
539
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kültür, Kadın Kimliği ve Pozitif Ayrımcılık<br />
Dilek DALMIŞ ERDEM 1<br />
Teorik olarak herkes, kanun önünde eşittir. Ancak uygulamada bu eşitlikten herkes<br />
faydalanamamaktadır. Bu nedenle, dezavantajlı grupların toplum içindeki<br />
konumlarını iyileştirmek amacıyla, pozitif ayrımcılık uygulanmaktadır. Kadınlar da<br />
bu dezavantajlı gruplardan biridir. Çünkü kadınlar, toplum içinde erkeklerle aynı<br />
fırsatlara sahip değildir ve ayrımcılığa ve şiddete maruz kalmaktadırlar. Ancak<br />
toplumsal cinsiyet rollerinin direncinden dolayı pozitif ayrımcılık, kadınların toplum<br />
içindeki konumunu iyileştirmede yeterli olmamaktadır. Toplumsal cinsiyet rolleri,<br />
yerleşmiş ataerkil kültürel bakış açılarıdır ve kadının kimliğini erkek bakış açısıyla<br />
tanımlamaktadır. Oysaki kadın kendi kimliğini kendisi belirlemelidir ve bunun için<br />
ona fırsat verilmelidir. Öncelikle kültür içindeki bu cinsiyetçi, ataerkil kodlar<br />
değişmek zorundadır. Namus ve ahlak, kadının varoluşunu engellemek /<br />
sınırlandırmak için araç olarak kullanılmamalıdır. Ne erdemler ne ahlak ve ne de idrak<br />
gücünün cinsiyeti yoktur.<br />
Anahtar Kelimeler: Cinsiyet rolleri, feminizm, kadın kimliği, kadına yönelik şiddet,<br />
kültür, pozitif ayrımcılık<br />
Culture, Female Identity and Positive Discrimination<br />
Abstract<br />
Theoretically everyone has equal rights under the law. However, in practice not<br />
everyone benefits from this equality. Therefore, positive discrimination is applied to<br />
improve the disadvantaged position of these groups. Women are one of these<br />
disadvantaged groups. Because women do not have the same opportunities as men in<br />
society and they are exposed to violence and discrimination. Because of resistance of<br />
gender roles, positive discrimination is not sufficient to improve the position of<br />
women in society. Gender roles are the patriarchal cultural perspectives and<br />
determining the female identity by the male point of view. In fact women should forge<br />
their own identities and this opportunity should be given to women. Primarily the<br />
sexist, patriarchal codes in culture must change. Honor and morality should not be<br />
used as a tool to prevent / to restrict the existence of woman. Neither virtues nor<br />
morality and intellect have gender.<br />
Keywords: Gender roles, feminism, female identity, violence against women, culture,<br />
positive discrimination<br />
1. GİRİŞ<br />
Bir toplumun gelişmesi, ancak tüm bireylerinin etkin katılımı ile mümkündür. Dahası<br />
bir kültürün ayakta kalması, bireylerin tüm potansiyelleriyle kendilerini<br />
gerçekleştirmelerine bağlıdır. Bu nedenle kadınların da toplum içindeki konumunun<br />
1<br />
Araş. Gör., Muş Alparslan Üniversitesi- Felsefe Bölümü, d.erdem@alparslan.edu.tr<br />
540
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
iyileştirilmesi, erkekler kadar varlık göstermesi şarttır. Ancak bunu engelleyici<br />
tutumlar değişmediği sürece bu mümkün olmayacaktır.<br />
Bu bildirinin amacı, yasal düzenlemelerin kadının toplumdaki, her gün şiddet ve<br />
ayrımcılıkla yaşayan dezavantajlı konumunu iyileştirmeye yetmediğini, bunun için<br />
kültürdeki bazı kodların değişmesi gerektiğini göstermektir. Çünkü kadına yönelik<br />
ayrımcılık ve şiddet olgusunda olduğu gibi tüm tutumlar, kültür tarafından<br />
şekillendirilmektedir.<br />
2. KADINLAR İÇİN POZİTİF AYRIMCILIK VE GEREKÇESİ<br />
Geleneklerimiz, tutumlarımız üzerinde ve ilişkileri düzenleme açısından yadsınamaz<br />
biçimde belirleyicidir. Bunun yanı sıra modern devletlerde; ilişkileri belirleyen hukuk<br />
kuralları, çeşitli uluslararası sözleşmeler vardır. Bu yasalar, insan hakları üzerine<br />
temellendirmişlerdir ve toplumların refahı, insan yaşamının çevresiyle bir bütün<br />
halinde gelişiminin gereği olarak görülmektedirler. Demokratik olduğunu iddia etse<br />
dahi bir yönetim, söz konusu haklardan herkesin faydalanmasını sağlamadığı sürece<br />
adil ve mutlu bir yaşamın garantisi değildir. Hatta bu koşulda meşruiyetini<br />
kaybetmektedir.<br />
İnsan haklarının uygulanamadığı durumlar için eşitliği ve adaleti sağlama amacıyla<br />
‘’pozitif ayrımcılık’’ ilkesi ortaya çıkmıştır. Pozitif ayrımcılık, tarihsel olarak<br />
dışlanmış kadınlar ve azınlıkların eğitim, kültür ve istihdam alanlarında temsillerini<br />
arttırmak için atılmış olumlu adımları ifade etmektedir (Fullinwider,2014, paragraf 1).<br />
Kadınlar, cinsiyetlerinden ötürü ayrımcılığa ve şiddete maruz kaldıkları için pozitif<br />
ayrımcılıktan faydalanmaktadırlar. Şiddet, dışarıdan olduğu kadar aile içinde de<br />
yaygın biçimde görülmektedir. Diğer aile bireylerine göre fiziksel güç bakımından<br />
daha zayıf oldukları için yaşlılar, çocuklar ve kadınlar; şiddete en fazla maruz kalan<br />
bireylerdir. Ancak erkeklerle birlikte yaşamı sırtlandığı, doğanın erkekler kadar temel<br />
unsurlarından biri olduğu halde kadının bu şiddet 2 ve ayrımcılığa maruz kalması;<br />
sadece onun değil toplumun bir sorunudur.<br />
Yalnızca gündelik hayatta değil filozoflar arasında bile bu ayrımın yapıldığını görmek<br />
mümkündür. Örneğin Kant, ‘’cinsilâtif’’ olarak gördüğü kadınlara tevazu, zarafet gibi<br />
daha kırılgan erdemleri tavsiye ederken; cesaret erdemini ve gücü erkeklere<br />
yakıştırmaktadır (Kant, 2010, s.38 – 39). Nedir cinsilâtif? Kadın bu sıfatta nasıl bir<br />
kimlik kazanmaktadır?<br />
Hoş bir iltifat gibi görünse de ‘’cinsilâtif’’ dendiğinde aslında kadın; yumuşaklık,<br />
hoşluk ve incelikle özdeşleştirilmektedir. Aslında Tanrı’nın tüm yarattıkları bu<br />
2<br />
Bu şiddetin farklı yüzleri vardır: Kadının ekonomik özgürlüğünü kısıtlamak, isim takarak alay<br />
etmek, baskı kurmak için intiharla veya çocukları göstermemekle tehdit etmek, çevresiyle<br />
ilişkilerini yönetmeye çalışmak, kısıtlamak, taciz etmek, istemediği cinsel davranışlara<br />
zorlamak da diğer şiddet çeşitlerinden bazılarıdır (Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, E –<br />
Bültenler, Şiddet Biçimleri). Gerekçesi, şiddeti uygulayan kişinin kim olduğu (aileden biri ya<br />
da yabancı) fark etmez; şiddet, bir suçtur. Kime uygulanırsa uygulansın ‘’kol kırılır, yen<br />
içinde’’ kalmaz. Çünkü şiddet, tekil olaylarla sınırlı kalmayıp toplumun bütün tabakalarına<br />
yayılan bir virüs gibidir. Toplumsal bir sorun, bir hastalıktır.<br />
541
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ifadeye layıktır; ancak biz bunu yalnızca bir cinse atfettiğimizde, başlangıçta zarif bir<br />
iltifat, bir onurlandırma gibi görünse de, o varlığa kırılganlık atfedilmektedir. 3 Oysa<br />
tarihte de şimdide de bu ‘’kırılgan’’ varlık, erkeklerle birlikte savaşacak kadar dirençli<br />
ve cesur olduğunu defalarca ispatlamıştır. Kadın fizyolojisi daha karmaşıktır, erkeğe<br />
nazaran daha çeşitli ve yoğun duygular taşımasını, daha karmaşık düşünmesini<br />
sağlamaktadır. Aynı zamanda bu, kadınların empati becerisinin gelişmesini<br />
sağlamaktadır. Ancak farklı biyolojik yapılara sahip olsa da kadın ve erkeğin ortak<br />
zemini insan olmaktır. Dolaysıyla akıl, erdemler ve başarılar; sadece erkeklere özgü<br />
bir şey değildir. Erdemler, cinsiyetlere bağlı olarak değişemezler. Bu olsa olsa<br />
kültürün getirdiği bir biçimlendirmedir. Kültür, daha masallardan itibaren erkeğe<br />
atılgan ve cesur olmasını, kadına ise sabırla ve zarafetle kahramanı tarafından<br />
kurtarılmayı beklemesini, erkeğin bütün hatalarına karşı hoşgörülü olmasını<br />
öğütlemektedir 4 .<br />
3. KÜLTÜRDE KULLANILAN İKİYÜZLÜ KADIN İMGESİ<br />
Kültür, insan bilincinin bir ürünüdür, aslında tinsel yaşamın kendini bulduğu bir alan<br />
olarak çok katmanlıdır. Kendi yerel unsurlarının yanı sıra onu çevreleyen daha geniş<br />
katmanlı bir kültürden de pay alır ya da buna maruz kalır. Gelenekler, inançlar, değer<br />
yargıları; bir kültürün asli, en dirençli unsurlarıdır. Hem ayakta kalmaları hem de<br />
değişip gelişmeleri için, bireylerin katılımına ihtiyaçları vardır. Ayrıca yazılı<br />
sözleşmelerde tanınan hakların ve eşitlikçi bir yaşamın uygulanabilmesi için, tutarlılık<br />
ve samimiyetle, kültürün oluşmasına katkıda bulunan tüm bireylerin katılımı şarttır.<br />
Parekh’in (2002) de ifade ettiği gibi ‘’Bir kültürün elindeki tek otorite, üyelerinin<br />
gönüllü bağlılığından kaynaklanan otoritedir ve üyeleri inançlar ve adetler sisteminin<br />
paylaşmamaya başlarsa kültür de ölür…’’ (s.216). Kültürümüzü koruma eğiliminde<br />
olsak da içindeki olumsuz değer yargılarını görmezden gelemeyiz. Bu nedenle kültüre<br />
katılım gibi ondaki olumsuzlukların gelişme yönünde değiştirilmesi için de tüm<br />
bireylerin katılımı şarttır. Kültürü belirleyen gelenekler içinde kısıtlayıcı ya da şiddet<br />
eğilimli bazı tutumlar ve bunları teşvik edici semboller değişmediği sürece, pozitif<br />
ayrımcılık gibi düzenlemeler yetersiz kalacaktır.<br />
Hem kültürün biçimlenmesi hem de kadınların toplum içindeki durumu bakımından<br />
etkili bir unsur da medyadır. Kadının kimliğini teşhis ederken, onun kültür içinde nasıl<br />
konumlandırıldığını anlamanın yolu, medyada kadın figürüne de bakmaktan<br />
geçmektedir. Reklamlarda kadına yönelik şiddeti kınayan ve destek çağrısında<br />
bulunan reklamların yanında alakasız ürünlerde dahi kadın cinselliğinin ön plana<br />
çıkarıldığı reklamların varlığı bir samimiyetsizlik yaratmaktadır. Passerini (2005), bu<br />
ikiyüzlülüğü şöyle tasvir etmektedir. :<br />
3<br />
Erkeklere yakışıklılığın, kadınlara ise güzelliğin atfedilmesi; herkesin malumudur. Ancak<br />
‘’yakışıklılık’’, güzellik kadar belirgin kıstaslara sahip değildir. Güzelliğin daima toplum ya da<br />
belli bir grup tarafından belirlenmiş standartları olmuştur. Ve maalesef bu standartlarda kadının<br />
yeteneklerini gölgeleyerek görünümüyle daha çok ön plana çıkmasını teşvik etmiştir. Böylece<br />
kadın hem bir tüketim, arzu nesnesi hem de kişiliği erkeğe nazaran geri planda kalmaya<br />
zorlanmış bir varlık olmuştur.<br />
4<br />
Ve ne tesadüftür ki (!) bu tip masallar, hep erkekler tarafından yazılmıştır.<br />
542
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
‘’Bir yanda tarihin seyri, özellikle son yüz elli yılın sosyal ve siyasal özgürleşmesiyle<br />
birlikte kadınları gerçek bir ikiyüzlülük durumuna soktu. Diğer yanda tarihsel<br />
belirlenimli değerlerin kitle kültürü (örneğin güçlülüğü ve girişkenliği erkeklere,<br />
tatlılığı ve yumuşaklığı kadınlara veren) tarafından kullanılması, her iki cinsiyeti katı<br />
rollere kilitler ve bu rolleri, topluma daha fazla yayıldıkça ‘demokratikleştirir’. Ayrıca<br />
kitle kültürünün yaydığı erotizm tipinin günlük yaşamdaki ağırlığı, başkahraman<br />
rolünü, çok muğlâk bir biçimde de olsa Batı’nın bizzat cinsellikle özdeşleştirdiği dişi<br />
figürüne vermeden de edemez.’’ (s. 297).<br />
İki tür kadın imgesinden söz etmek mümkün: Birincisi Shakespeare’in ‘’Hırçın Kız’’ 5<br />
oyunundaki gibi ancak evlilik yoluyla ‘’ehlileştirilip’’ itaat etmesi sağlanan,<br />
‘’doğurganlığıyla ön plana çıkan, erkek için soyun devamı olan çocuğa ulaşmada bir<br />
vasıta olan ve ‘savaşçı’ erkeği dış dünyaya karşı yuvasını koruma mücadelesi verirken<br />
erkeğinin dinlendirmekle’’ (Nietzsche, 2008,s.66) yükümlü; ama bunlara rağmen<br />
şiddetle ödüllendirilebilen (!) bir ‘’Havva’’ figürüdür. Bekaretiyle ve anneliğiyle<br />
‘’kutsanmıştır’’. Erkeğin sevgisini ve huzurlu bir yuvayı kazanmak için verdiği<br />
ödünler ve fedakarlıklar, onun giderek silikleşmesine ve nihayetinde<br />
değersizleşmesine de sebep olmaktadır. Kendine bakamadığında, yıprandığında ya da<br />
artık ‘’tazeliği’’ kalmadığında, erkeğin başka bir kadın arayışını ‘’haklı’’ kılmaktadır.<br />
Zaten şöyle bir gerçek var ki insan, kolayca yönetebildiği, kendi güdümünde olan<br />
birine saygı duyamaz. Uzlaşmak, anlaşmak ayrı bir şeydir; itaat ve boyunduruk başka<br />
bir şeydir. Bir ilişkide karşılıklılık ve saygı olmadığı sürece birliktelik sağlıklı<br />
yürüyemez. Yine de bu kadın tipi, özellikle ataerkil toplum tarafından ‘’uygun’’<br />
görülendir. Erkek için, ‘’evlenilecek kadın’’ tipidir. Kırılgan olmaya zorlanmıştır. Bir<br />
varlığı telkinlerle kırılgan olmaya zorlamak, haliyle ona bir himayecinin varlığını<br />
gerektirmektedir. İşte bu durumda, sözleşmelerde ilke olarak yer alan pozitif<br />
ayrımcılık, sosyal hayatta bambaşka bir şekilde yorumlanmaktadır. : Kadını korumak<br />
adına onu toplumsal hayattan sakınmak. Özellikle ataerkil geleneklerin hüküm<br />
sürdüğü, kendi içine kapalı ve değişime direnen kültürlerde, bunu daha belirgin<br />
biçimde gözlemlemek mümkündür. Kadınla tokalaşmamak, selamlaşmada veya<br />
iletişimde göz teması kurmamak, yanında erkek veya ailenin erkek tarafından<br />
onaylanmış başka bir üyesi olmaksızın bir yere gidememek, ne olursa olsun ancak<br />
belli saatlerde sokağa çıkabilmek, ona insan olmasından ziyade cinsiyetini<br />
hissettirecek biçimde yaklaşmak ve onu namusunu korumakla yükümlü kılmak gibi<br />
örnekler verilebilir. Bir varlığı korumak, onun varoluşunu kısıtlamak demek<br />
olmamalıdır. Güven, sevgi ve desteğe dayalı bir ilişki ile mümkündür bireyleri<br />
korumak. Bu ise saygıyı ve eşitliği gerektirmektedir.<br />
Şu var ki uluslararası hukuk veya devletin kabul ettiği sosyal haklar ulaşmadığı sürece<br />
yerel kültür, bir kimliği kendisi belirlemeye devam edecektir. Kadının kimliği yani<br />
kim olduğu ise, ataerkil düşünce yapısında erkek tarafından belirlenmektedir.<br />
Wollstonecraft’a (2012) göre kadın korunmaya muhtaç gösterildiğinde yapılan şey,<br />
aslında onu sürekli bir çocukluk halinde tutmaktır. Amaç ise kadının, erkek tarafından<br />
belirlenen ahlakını garanti altına almaktır. Bunun yerine kadınların da erkekler gibi<br />
5<br />
Okuyanlar ya da izleyenler bilir, aslında ‘’hırçın kız’’ın hırçınlığı, sevgi konusunda erkeklere<br />
duyduğu güvensizlik ve itaat yerine güçlü olmayı seçen dik başlılığından gelmektedir.<br />
543
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
sağlam bir karaktere ulaşmaları, erdemleri kendi başlarına kazanmaları, ‘’bilgelik<br />
pınarından faydalanmaları’’ için fırsat verilmelidir ve kadınlar ‘’rotalarını tek bir<br />
uydunun ışığına yöneltmeye zorlanmamalıdır’’ (Wollstonecraft, 2012,s. 64 – 65).<br />
İkinci kadın figürü, erkeğin ‘’namus’’ zırhıyla sakındığı karısıyla gerçekleştiremediği<br />
fantezilerini süsleyen kadın figürüdür ve böyle olduğu için de tüketimi arttırma<br />
amacıyla reklamlarda sıkça kullanılmaktadır. Burada kadın, yine bir nesnedir; hem<br />
tüketilmekte hem de tüketime teşvik edici bir araç olmaktadır. Kapitalist sistemlerde<br />
en büyük argümanlardan biri cinselliğin ve şiddetin her zaman ‘’sattığıdır’’. Cinsellik<br />
ve şiddet, her zaman para etmektedir. Freud’un meşhur benliğe yönelik iki temel<br />
içgüdü (cinsellik ve saldırganlık) olduğu teziyle temellendirilmektedir. Ayrıca buna<br />
bir de insanın özünün rekabetçi bir varlık olduğu eklenmektedir. Durum böyle olunca<br />
tüketiciye, bu ele avuca gelmez, zevk sembolü, güzel ve çekici kadın imgesi vaat<br />
edilerek daha çok tüketmesi sağlanmaktadır. Kadın tüketiciye vaat edilense, reklamı<br />
yapılan ürünlerden kullandığı takdirde bu kadın tipine benzeyeceği ve onun kadar<br />
güzel ve arzu edilen bir şey olacağıdır. Kadın, bir ikileme sokulmaktadır. Hem bir<br />
yandan ‘’yuva yıkıcı, baştan çıkarıcı’’ kadın firügüyle mücadele etmeli hem de<br />
erkeğini elinde tutmak ve evliliğini korumak için bir miktar bu şeye benzemelidir.<br />
Evet, o, bir şeydir. Kendi kimliği yoktur. İçi en uç fantezilerle doldurulmuş,<br />
değerlerden yalıtılmış bir enstrüman, bir figürdür sadece. İnsan olduğu unutulmuştur,<br />
erkeğin zihninde ‘’eğlenilecek kadın’’dır.<br />
Aynı ikiyüzlülük, şiddet, taciz ve tecavüz haberleri sunulurken de gösterilmektedir.<br />
Oldukça hassas olunması gereken bu tip haberler verilirken seçilen görüntüler, eğer<br />
dikkat edilmezse, şiddete zaten eğilimli olanlara yeni malzemeler, bu yolda hayal<br />
güçlerini geliştirecek yeni doneler vermektedir. Kadınlara ise şunu göstermektedir:<br />
Eğer dikkat etmezsen, bunun gibi davranırsan, gece geç saatte sokağa çıkarsan (hele<br />
de yanında bir erkek yoksa), ne giydiğine dikkat etmezsen, söz dinlemezsen senin de<br />
başına gelebilir. Eğer medya, kadına yönelik şiddetle mücadele etmede samimiyse,<br />
ahlaki olarak kendini eleştirmeli ve yeniden yapılandırmalıdır. Devletin kurumları da,<br />
bireylerinin şiddetten uzak, sağlıklı ve mutlu bireyler olmasını gerçekten istiyorsa<br />
bunların denetimine (ama politik sansür amacı gütmeden; pedagoglar, sosyologlar,<br />
psikologlar ve hatta felsefeciler yoluyla işin ehli kişilerce iyi niyetli denetimine) özen<br />
göstermelidir. Sosyal hayatı geliştirme olanakları sunmalı, kadın ve erkeğin bir arada<br />
birbirinin varlığına alışarak, ortak bir insani kültür edinmelerini sağlamalıdır. Ayrıca<br />
bireylerin de seçici olmasını sağlamalı, eğitim yoluyla her bireyin değerli olduğu,<br />
şiddetin herkese zarar veren bir şey olduğu prensibini kazandırmalıdır. Fuhuşla ve<br />
insan bedeninin sömürüsüyle mücadele edilirken, bir yandan da bu sermayeye yeni<br />
dişliler kazandırılmamalıdır. Her birey değerlidir; çünkü devletin varlık sebebi<br />
bireylerdir. Bu nedenle sosyal devlet olmanın gerektirdiği tüm yükümlülükler, illegal<br />
ya da başka ellerde bireylerin kaybolmasına sebep olmamak için, samimiyetle yerine<br />
getirilmelidir. Zira kadın ya da erkek, gözden çıkarılan her birey, eninde sonunda tüm<br />
topluma dönük potansiyel bir tehlikedir.<br />
544
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
4. KADININ İNSAN OLDUĞUNU HATIRLAMAK VE KÜLTÜRÜ<br />
BUNA GÖRE BİÇİMLENDİRMEK<br />
Kimlik, bir varlığın toplum içinde görünür kılınmasıdır, onun tezahür etme şekli<br />
haline gelmiştir. Bunun için birine yönelik, ‘’tanıma’’ maksadıyla ‘’kim’’ sorusunu<br />
sorarız. Gerçekte hala içinde olduğumuz; ama varlığımızı amansız bir sancıyla saran<br />
yabancılaşma yüzünden artık göremediğimiz doğada ‘’kim’’ sorusu yoktur. ‘’Nedir’’<br />
sorusu vardır. Kimlik, modern toplumlarla birlikte ortaya çıkmış bir şeydir ve yanıtı,<br />
içinde bulunduğumuz toplumun ve onu biçimlendiren kültürün değerlerine ve<br />
eğilimlerine göre şekillenmektedir. Kültür, gelenekleri içinde barındırırken kimliğe<br />
şeklini vermektedir. Erkeğin yani tek bir cinsin merkeze alındığı, eşitliğin<br />
sağlanmadığı bir kültürde kadın kimliği, erkek tarafından yorumlanmaya mahkûmdur.<br />
Bu durumda diğer bireyler, erkeğin talepleri, arzuları ve bakış açısıyla sınırlanarak<br />
yaşamaya zorlanmaktadır. Kişisel nitelikleri ve tercihleri, bireylerin varlığını kuşatan<br />
bu çerçeveye sığmadığında ise, ya bireyin kendi içinde ya da çevresiyle, çatışma<br />
kaçınılmazdır. Bu çatışmalar, kişiyi kendi yaşamına son vermeye itecek kadar<br />
güçlüdür. Bizi bu denli etkileyen değer yargıları ile kültür, içimize işlerken, aslında<br />
değişebilir hatta yeri geldiğinde değişmesi gereken bir şeydir. Ancak gelenekler,<br />
nesilden nesile sorgulanmadan varlığını sürdürürken, bunu gözden kaçırırız. Oysa<br />
kültür ve değerleri de aslında yaşamın gelişmesine hizmet ettikleri sürece değerli ve<br />
anlamlı olabilirler.<br />
Kültürel unsurların, değer yargılarının çoğu öğrenilmiştir ve öğrenilmiş bir şeyi<br />
değiştirmek güçtür. Hâkim, belli bir bakış açısıyla yorumlanan deneyimler, değişimi<br />
engellediği sürece bu güçlük de devam edecektir. Geçmiş ile gelecek yani ata kültürü<br />
ile yeni nesil arasındaki ilişki, kültürün olumlu yönde değişmesi konusunda önemli<br />
bir aktördür. Bu anlamda üniversite öğrencilerine büyük sorumluluk düşmektedir.<br />
Üniversiteler; yeni ufuklara ulaşıp gelişme için en iyi fırsatlardan biridir. Bunun için<br />
kültürün tüm unsurlarıyla olduğu gibi devam etmesine hizmet edemez, çevreyle<br />
bütünleşebilir; ama ona entegre olamaz. Üniversiteler, hâkim kültürü geliştirmek için<br />
dönüştürerek, kendi bilimsel / akademik kültürüyle katkıda bulunmak için vardır.<br />
Varlık sebebi, ürettikleriyle yaşamı daha çok geliştirmektir. Elbette karşılaşmalarda<br />
farklı kültürler, nesiller arasında çatışma olacaktır; bu tür karşılaşmalarda<br />
kaçınılmazdır. Önemli olan, çatışma sonunda, gerçekten yaşamı geliştirici ve değerli<br />
olan değerlerin ayakta tutulmasıdır. Çatışmaları çözmek ya da engellemek için<br />
tarafları birbirinden ayırmak, bir tarafı sözde korumak adına da olsa cinsiyetleri<br />
birbirinden yalıtmak da çözüm değildir; üstelik gelişmeyi sağlamayacağı gibi<br />
yabancılaşmayı arttıracaktır. Kültür içerisinde, sosyal yaşamda kadın ve erkeğin bir<br />
araya gelebileceği, böylelikle gündelik ilişkiler açısından zihnini yeni ufuklara<br />
açabileceği imkânlar yaratılmalıdır. Yeni ve olumlu deneyimlere imkân tanınmalıdır.<br />
Böylece bireyler, sosyal becerilerini geliştirirken, akademik ve kültürel paylaşımların<br />
cinsiyetle sınırlı olmadığını görecektir. Birlikte var olmayı öğrenerek, cinsiyetler<br />
arasındaki ilişkinin yalnızca evlilik veya cinsellikle sınırlı olmadığını; bilimsel ve<br />
sosyal anlamda aslında ne kadar çeşitliliğe ve paylaşıma açık olduğunu fark edecektir.<br />
Çünkü tekrar belirtmek gerekir ki kadın ne zarif, kırılgan ve korunmaya muhtaç bir<br />
obje, ne de sadece doğurganlık becerisiyle sınırlı bir varlıktır. İmkân verildiğinde ve<br />
erkek kadar var olma hakkına saygı duyulup, sosyal hayat içinde yerini korkusuzca<br />
545
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
alması engellenmediğinde o da becerilerini ortaya koyup kendini geliştirerek, sadece<br />
biri için bir şey olmadan, kendini ortaya koyabilir.<br />
Yalnızca doğurganlığıyla ve erkeğin eşi olmakla sınırlandırılan kadının içinde<br />
büyüttüğü uhde, tıpkı bir intikam gibi, doğurganlığını kaybedip ailenin yaşlı bir üyesi<br />
olduğunda ve nispeten saygınlık gördüğünde ortaya çıkacaktır. İşte bu nokta da<br />
gelecek nesillerle ve ailenin diğer üyeleriyle ilişkisi de kendi kısıtlanmışlığına dair<br />
deneyimlerini nasıl anlamlandırdığına göre değişmektedir. Ya halen sahip olduğu<br />
cinselliği erkek üzerinde bir yaptırım aracı olarak kullanacaktır ve gelecek nesillere<br />
de bunu öğretecektir ya da kendi engellenmişliğini çocukları yaşamasın diye onlara<br />
cesaret ve destek veren biri olacaktır. O zaman kadının da fark etmesi gereken şey<br />
şudur ki yaşamını biçimlendirmenin tek yolları bunlar değildir. Kadının kendi<br />
konumunu iyileştirebilmesi için, kendi yaşamına sahip çıkabilmesi için ona dışarıdan<br />
sunulacak fırsatları beklemeden önce kültür içindeki kendi konumuna en başta<br />
kendisinin sahip çıkması gereklidir. Zira her birey, kültürün birer yapıcısıdır.<br />
Bireylerin katkısı ve onayı olmaksızın kültürler ayakta kalamazlar. Bu nedenle<br />
kadınların da kendi durumlarına ilişkin olumlu değişimler konusunda, bir erkeğin<br />
gölgesine ihtiyaç duymaksızın cesur davranması gereklidir. Yavuz’un da belirttiği<br />
gibi kadınlar, hâkim erkek figürünün inşa sürecinde merkezi öneme sahiptir ve bu<br />
değerlerin üretiminde önemli bir role sahiptir (Yavuz, 2015,s.117). Eşit rol ve statü<br />
dağılımında, kadının da talebi gereklidir. Örneğin Yavuz (2015), Trabzon’un kırsal<br />
bölgelerinde yaptığı bir araştırma sonucunda, konuya yönelik şu tespitte<br />
bulunmaktadır.<br />
‘’Kadınlar, elde ettikleri ürünleri pazarlarda satarak evlerini geçindirmelerine rağmen,<br />
aile reisi olarak erkeği tanımlamakta, çocuklarını terbiye ederken onu referans<br />
almakta, evde temel kararları erkek vermekte, erkek çalışıp asgari ücret dahi getirse<br />
bu kazancı değerli, kendilerinin kazancını daha kıymetsiz addetmektedirler.’’ (s.121).<br />
Bir hukukçu olan Prof. Dr. Feride Acar da (2010), bölgesel farklılıkları şu şekilde<br />
ifade etmektedir. :<br />
‘’Kadınların kendilerine tanınan yasal haklar ve mevcut hizmetlere erişimlerinde<br />
ekonomik koşullardan doğan donanım eksiklikleri kadar ayrımcı gelenek ve pratikler<br />
engeller getirmektedir… Kadınların aile – içi şiddete maruz kalmasında ise en belirgin<br />
nedenin toplumda yaygın kabul gören erkeklerin üstünlüğüne dayalı bir iktidar<br />
yapısının varlığı olduğu bilinmektedir.’’ (s.20) .<br />
O halde cinsiyetlere biçilen roller, bu eşitsizlik durumunda esas faktördür ve bunların<br />
belirlenmesinde, kadının kabulü ve rızası da etkili bir unsurdur. Buna karşı kadının,<br />
kendi emeğinin ve değerinin farkında olması, sosyal hayattaki yeri için talepkâr<br />
olması gerekmektedir. Aksi halde kendisini ezen koşullara, istemeden de olsa destek<br />
vermiş olacaktır. Zaten toplumsal cinsiyet rolleri, aslında öğrenilmiş şeylerdir. Üstelik<br />
ekonomik özgürlük, yani kendi başına hayatını idame ettirebilmek, özgüven için de<br />
gerekli bir şeydir. Bu özgürlüğe sahip olmayan kadınlar, erkekler tarafından para<br />
yoluyla ‘’terbiye edilerek’’, ekonomik şiddete maruz kalmaktadırlar. Kadın, erkek<br />
tarafından onaylanmayan bir davranışta bulunduğunda, erkek onu ‘’dize getirmek’’<br />
amacıyla, maddi yoksunluğa terk edebilmektedir. Bu ekonomik özgürlük için, kadına<br />
546
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
miras hakkının verilmesi de anlamlıdır. Ancak kırsal bölgelerde, kadının bu haktan<br />
hala mahrum bırakıldığını görmek mümkündür.<br />
Kadının, erkek gözüyle belirlemeye karşı bağımsız kimliğini savunmak, aslında onun<br />
insan haklarını savunmak demektir. Kadınların haklarından mahrum olmasının yanı<br />
sıra yeryüzünde herkesin bu haklardan eşit biçimde faydalanabildiğini, güven, refah<br />
içinde sağlıklı ve mutlu yaşadığını söylemek mümkün değildir. 6 Ancak, kadınların bu<br />
konudaki konumunu tartışmak ve çözüm üretmek; özellikle önem taşımaktadır.<br />
Çünkü kadınlar da erkekler kadar insandır. Erdemler, beceriler ve akıl konusunda ne<br />
kadar cinsiyetçi ayrım yapılırsa yapılsın; bunlar cinsiyete bağlı olmadan doğuştan<br />
gelebilen ve çoğunlukla da sonradan yaşantılar sonucu geliştirilen niteliklerdir. Buna<br />
rağmen tarihteki bütün başarılar, hep erkeklere atfedilmektedir. İnsanlığın tüm<br />
etkinlikleri (bilim, felsefe, sanat, teknoloji v.d.) her iki cinsin katılımıyla, ortak<br />
emeğiyle ortaya çıkmıştır. Aksini düşünmek gerçekçi olmayacaktır. Eğer insanlık<br />
adına bir gelişmeden ve ilerlemeden söz ediyorsak bunun ancak sorgulayıcı ve yaratıcı<br />
düşünmeyle mümkün olduğu malumumuzdur. Bu düşünme tarzı ise farklılıkları<br />
gerektiren bir özelliğe sahiptir. Tek yönlü, kabulcü bir bakış açısıyla bunları üretmek<br />
imkânsızdır. Tarihsel olarak da kadınların bilim ve düşünce tarihindeki varlıkları ve<br />
katılımları azımsanacak bir olgu değildir. Ancak kimi zaman bu kadınlar, toplumsal<br />
baskıdan ötürü erkek rumuzuyla eser vermek zorunda kalmışlardır. 7 İnsanlık tarihi<br />
boyunca erkeklerin yalnız başına olduğunu, kadının (en azından esin kaynağı olarak)<br />
emeği olmaksızın tek başına eser verdiğini düşünmek; yaşamın realitesine aykırıdır.<br />
Yalnızca kadının kültürle bağlantısı erkek gibi doğrudan değil, dolaylı olmuştur.<br />
Firestone (1993), bu anlamda kadını ‘’kültür makinesini çalıştıran ham yakıt’’ olarak<br />
tanımlamaktadır. Zira tespitine göre kadınlar duygusal enerjilerini erkeklere<br />
harcarken, erkekler duygusal enerjilerini işlerinde yüceltmektedirler. Böylece<br />
kadınlar, hiçbir şey yapmasalar da sevgileri yoluyla destekçi konumundadırlar<br />
(Firestone,1993,s.167) . Buna rağmen kadınların emeği, görünmez haldedir.<br />
Odaklanmamız gereken nokta, fırsat ve destek eşitliği meselesidir. Crampe –<br />
Casnabet (2005), erkekler tarafından on sekizinci yüzyılda yazılmış bir ansiklopedide<br />
kadının ‘’erkeğin dişisi’’ olarak tanımlandığını bildirmektedir. Bu, erkekler tarafından<br />
yazılmış bir ansiklopedidir yani erkekçe tanımlamalardır. Oysa tekrar vurgulamak<br />
gerekir ki kadının kendi kendini tanımlamasına izin verilmezse, varlığı ve bireysel<br />
potansiyeli bu bakış açısıyla sınırlı kalacaktır (Crampe – Casnabet,2005,s. 308) .<br />
Erkek kadar insan olma, kişi olma şansı bulamayıp, sadece bir nesne olacaktır.<br />
Toplum içinde de sadece kendisine izin verildiği kadar yer bulacaktır.<br />
Bir insana, gelişme fırsatı verilmediğinde, terk edildiği yoksunluktan nasıl<br />
kurtulabilir? Aklın, bilginin ve iradenin gelişmesi için etkin olmak, yaşamı<br />
tecrübelerle tanımak gereklidir. Wollstonecraft’a göre aldıkları eğitim aynı olsa bile<br />
6<br />
Özellikle Beyanname’ye öncülük eden kuruluş olarak Birleşmiş Milletler ve gelişmişliği kendiyle<br />
özdeşleştiren Batı’yı bu konuda çifte standartla suçlamak da mümkündür. Zira sömürgecilik, küreselleşme<br />
yeni ekonomik kaynaklarla birlikte biçim değiştirmiş olsa da, devam etmektedir. Ayrıca kapitalist sistemin<br />
maddi kaynak sağlayacak her şeyi ahlaki yönüne bakmaksızın ticari anlamda kullanması, dışarıdan modern<br />
ve gelişmiş ancak içerden yozlaşmış bir tablo ortaya çıkarmaktadır.<br />
7<br />
Örneğin Fransız kadın yazar Amandine Aurore Lucile Dupin, gerçek adı yerine, bir erkek ismi olan<br />
George Sand adıyla bilinmektedir. Eserlerini bu takma isimle vermiştir.<br />
547
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
hayatı tanıma konusunda erkeklere kadınlardan daha fazla özgürlük ve cesaret bir<br />
ayrıcalık olarak verildiği sürece elbette aralarında fark olacaktır (Wollstonecraft,<br />
2012,s. 69). Eğer bir varlık; korunmaya muhtaç, zayıf, eksik akıllı ya da sırf<br />
görünüşten ibaret olarak değerlendirilirse, yaşam deneyimleri zayıf ve eksik, kişiliği<br />
edilgen biri olacaktır. Sadece biri ya da birileri için yaşamış olacaktır. Bu koşullarda<br />
sorunlarla karşılaştığında refleksleri de ona göre şekillenecektir, kendi başına çözüm<br />
becerileri gelişmeyecektir. Ancak diğerleriyle eşit fırsatlar sunulduğunda, toplumun<br />
ve kültürün içinde cesurca yer alarak, hem kendi hem de diğer bireylerin gelişimine<br />
katkıda bulunabilir. Toplumun, kültürün gelişimine katkıda bulunabilir. Kadını<br />
cinsiyetinden dolayı hakir veya zayıf görmek yerine, her insan gibi saygıyla<br />
yaklaşılmalıdır. Erkek çocuğu kadar kız çocuğuna da destek sunulmalıdır. Herkes için<br />
iyi bir yaşam, artık unutmaya başladığımız dayanışma ile mümkündür. Bu<br />
dayanışmanın, cinsiyetleri ayrıştırmayı kırarak yeniden kurulması gerekmektedir.<br />
Gelişmiş ve yüzyıllarca ayakta kalabilecek kadar güçlü bir kültür, ancak cinsiyetler<br />
arası dayanışma ile mümkündür.<br />
Kadın haklarını savunma konusunda bu mücadeleye dışarıdan gelen olumsuzluklar<br />
kadar mücadelenin verilme şekli, seçilen argümanlar da önemlidir. Savunmanın<br />
kendisi de, karşı olduğu o cinsiyetler arası ayrımcılık, ayrıştırma tuzağına<br />
düşmemelidir. Bu konuda bazı feminist 8 bakış açıları da (özellikle radikal olanlar)<br />
eleştirilebilir aslında. Mesele trajik olsa da konuya travmatik yaklaşmak, yanlış<br />
yorumlamalara yol açmaktadır. Kadının insan haklarını elde etme mücadelesi erkek<br />
düşmanlığına dönüştüğünde, savunmaya çalışılan konulara yönelik olumsuz bir karşı<br />
reflekse sebebiyet vermektedir. Bu mücadelenin uç boyutunda kimi kadınlar,<br />
erkekleşerek bir açmaza düşebilmektedir 9 . Bu yönüyle de kadının endüstriyel<br />
emeğine ve tüketici profiline ihtiyaç duyan kapitalist kültür için bir enstrüman haline<br />
gelmektedir. Hatta Butler’ın tespitine göre feminist özne, kadının içinde bulunduğu<br />
durumdan kurtulmak için medet umduğu siyasi sistemin bizzat kendisi tarafından<br />
söylemsel olarak kurulmuştur. Handikaptan kurtulmak için, soruna çözüm bulma<br />
yolunda bir sistemi eleştirisi, sorgulaması şarttır. Hatta çözümün kendisi buradan<br />
geçmektedir (Butler,2008, s. 44- 45). Yakıştırılan olumsuz atıfların aksine aslında<br />
8<br />
Trajik olan bir durum da var ki kadının toplumdaki yeri ile ilgili eleştirel her çalışma ya da tespit<br />
‘’feminist’’ damgasını yemektedir. Elbette ‘’feministçe’’ yani kelimenin gerçek anlamıyla ‘’kadın gözüyle<br />
bakış’’ söz konusudur. Ancak buradaki ‘’feminist’’ damgasına, ‘’erkek düşmanı, erkekleşmiş kadın’’<br />
anlamı yüklenmektedir. Bu da bir yalnızlaştırmadır. Böylece kadınlara yönelik bu tür çalışmalar feminist<br />
bakış açısıyla, önyargı ile yalnızlaşan feminist akvitist hareketlerle sınırlı kalmaktadır. Bu bakış açısı,<br />
karşılaşılan vakalardan ötürü refleksif bir tavır almak için de olsa, çalışmalarında ve söylemlerinde sadece<br />
kadınlara açık kaldığı sürece sonuca ulaşması çok zor olacaktır. Zira bu şekilde esas bilinçlendirilmesi<br />
gereken erkeklere yönelik kapalı kaldığı sürece kendisine yöneltilen ‘’erkek düşmanı’’önyargısını<br />
beslemeye devam edecektir. Üstelik pek çok erkek de aslında benimsemediği halde sosyal baskı sebebiyle<br />
toplumsal cinsiyet rollerini sürdürmektedir. Kadının insan haklarını elde etmesi sadece kadınların sorunu<br />
değildir, toplumsal bir yaradır ve bundan dolayı mücadele için erkeğin de samimi desteği şarttır.<br />
9<br />
Belirtmek gerekir ki geçmişinde taciz veya tecavüze maruz kalmış kadınlarda, travmanın etkisiyle bazı<br />
davranış değişiklikleri görülmektedir. Kimi daha kırılgan ve çekingen bir role bürünürken kimisi de kendini<br />
koruma amacıyla kadınsı görünüşünü bastırarak, daha erkeksi görünmeyi tercih etmektedir. Bu durum<br />
elbette, benzer bir acıyı tekrar yaşama korkusundan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle bazı kadınları sert ve<br />
erkeksi görünümünden dolayı ‘’erkek fatma’’ ya da ‘’feminist’’ sıfatlarıyla espri malzemesi yapmadan önce<br />
hassasiyetle düşünmek de fayda vardır.<br />
548
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
feminizm, erkek bakışın hâkim olduğu her yerde, meseleye kadın gözüyle bakmak<br />
demektir.<br />
Kadim kültürlerde ikilikler, birbirini tamamlayan unsurlar olarak görülürken; modern<br />
sistem, ikilikleri çatışmayı körükleyecek biçimde yaratmaktadır, zıtlaştırmaktadır.<br />
Kadını ve erkeği birbirine zıt varlıklar gibi sunan bir sistem, rekabet ve çatışmaya yol<br />
açmaktadır. Böylece kadınlar hırs içinde kendini ispat etmek için ya erkekleşmekte ya<br />
da erkeklerin elinde bulunan statülere gelmek için ‘’cinsilâtif’’ özelliklerini<br />
kullanmaktadır. Erkekler ise kadınları alt etmek ya da olmazsa ‘’elde etmek’’ için<br />
hırs yaparken hem fiziksel hem de duygusal anlamda daha saldırgan hale gelmektedir.<br />
Giderek ‘’modern yaşamın’’ uğruna ahlakın ve vicdanın tırpanlandığı tüketim<br />
döngüsüne daha çok dâhil olunmaktadır. Bu da insan yaşamını, değerini rekabete<br />
dayalı kazançta bulan bir sermayeye dönüştürmektedir. Aslında olması gereken, insan<br />
olarak kadının varlığını ‘’normalleştirmektir’’. Eve kapatıldığı, koruma adına<br />
dışarıdan sakınıldığı sürece kadın, daha gizemli ve çekici bir şey haline gelecektir.<br />
Varlığının kanıksanması ve böylelikle güvenliğinden endişe etmeden yaşayabilmesi,<br />
ancak hayata karışabildiği sürece mümkündür. Ne kadar yasa çıkarılırsa çıkarılsın, her<br />
insan gibi duyguları, tasavvurları olan kadın; sokakta bir erkek kadar güven içinde<br />
yürüyemiyorsa ya da bunun için yanında bir erkeğin varlığına ihtiyaç duyuyorsa orda<br />
yaşam tehdit altında demektir.<br />
Sorunları çözmek amacıyla getirilen yasa ve kuralların yaşama geçmesinin önündeki<br />
en büyük engellerden biri, kültürün cinsiyetlere yüklediği anlamlar, oluşturduğu<br />
kimliklerdir. Kimliklerden kategoriler oluşturulmaktadır ki Butler’a göre ister baskıcı<br />
isterse baskıdan uzaklaştırıcı niteliği taşısın, bu kimlikler ve kategorize etmeler;<br />
düzenleyici rejimlerin birer aracı olmaya eğilimlidirler (Butler: 2007, 4). Yani<br />
kültürlerin içerisindeki hâkim gelenekler, merkeze aldığı cinsiyetin iktidarını koruma<br />
amacıyla, kimlikleri cinsiyetlere biçtiği rollere bağlı olarak şekillendirmektedir.<br />
Dolaysıyla hâkim gelenekten farklı olanlar, biçilen rollerin de dışına çıktıkları için<br />
olumsuz kategorize edilmekte, daha vahimi töre cinayeti dediğimiz sona layık<br />
görülmektedir.<br />
Doğu bölgesinde ataerkil geleneklerin baskın olması, erkeğin izni olmaksızın evden<br />
çıkarılmayarak sosyal hayattan mahrum bırakılması; batıdaki illere nazaran çözümü<br />
daha elzem bir tablo ortaya koymaktadır. Bu tutumu inançla açıklamak temelsiz<br />
olacaktır. Çünkü dinimiz diğer birçok din ve inançtan ileri biçimde kadınlara haklar<br />
tanımıştır. Üçok’un ifadesiyle, Müslüman kadınlar Avrupalı kadınlardan çok önce bu<br />
haklara sahip olmuştur (Üçok, 1996,s. 128). Buna rağmen inancın ataerkil yorumuyla<br />
beslenen, tek bir cinsin ya da zümrenin güçlendirilmesine dayalı bir sistem kadın<br />
yaşamını tehdit etmektedir. Ve bu kısır sistem içerisinde, insanların tümü aslında<br />
zengin bir sosyal bir hayattan mahrum kalırken, zaten dezavantajlı grup olması<br />
sebebiyle kadınlar üzerinde bu çok daha ezici olmaktadır. Kadın dışarıdan baskı<br />
görürken, kendi kendisini de baskılamaktadır. Böylece kendisine veya başka bir<br />
hemcinsine yönelik şiddet vakalarıyla karşılaştığında bunu kanıksamaktadır ya da<br />
çektiklerinin farkında da olsa sistem içindeki yerini kaybetmeme, dışlanmama adına<br />
sessiz kalmaktadır.<br />
549
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kimlikler, belli bir hakikat temelinde ortaya çıkmaktadırlar. Kadının baskılandığı<br />
kültürlerde hakikat, erkeğin güçlü ve üstün olduğu kabulüyle ortaya çıkmaktadır.<br />
Oysa yaşamın gelişebilmesi, sadece erkeğin gücüne bağlı bir şey değildir. Üstelik<br />
erkek kadar kadının da var olması, onun en temel insan hakkıdır. Ancak<br />
üniversitemizde dahi kadın akademisyenler ve çalışanlar olarak sayımız, erkeklere<br />
oranla azdır. Bu da az sayıdaki kadın çalışanı, akademisyeni; zaten ayrımcı<br />
geleneklerin içinde yaşadığını fark ettiğinde, dikkat çekmemek adına daha ürkek<br />
olmaya ve geri planda kalmaya zorlamaktadır. Ayrıştırarak cinsiyetleri ön plana<br />
çıkarmak yerine bilimi, felsefeyi yani ortak insan zekâsının en üst seviyesi olan<br />
ürünleri ön plana çıkaran, dayanışmaya dayalı çalışmalar teşvik edilmelidir.<br />
Düzenlenen etkinlikler v.b cinsiyetlere göre şekillenmemeli 10 , cinsiyetlerin tüm<br />
sosyal yaşamı paylaşmalarını teşvik edici olmalıdır. Özellikle akademisyenlerin hem<br />
üniversite içindeki hem de aile ve sosyal yaşamdaki tutumlarıyla toplumda öncü ve<br />
örnek olmaları gerekmektedir. Bunun için de en başta bireylerin cinsiyeti ne olursa<br />
olsun insanlara saygıyı bir prensip olarak benimseyip yaşatmaları gerekmektedir.<br />
Ancak bu saygı, korumak maksadıyla da olsa kadının varlığını çeşitli biçimlerde<br />
görmezden gelme şeklinde olmamalıdır.<br />
5. SONUÇ<br />
Gelenekler, geçmiş deneyimlerimizden gelirler ve kültürümüzü biçimlendirirler,<br />
kimliğimizin bir parçası olarak kabul etmek mümkündür. Yine de onlara kutsallık<br />
atfetmek yerine yine eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşmak gerekmektedir. Eğer bir<br />
gelenek, insanın ruhsal ve bedensel sağlığını tehdit ediyor, dahası şiddetin ya da<br />
suistimalin ‘’kol kırılır yen içinde kalır’’ düşüncesiyle meşrulaşmasına, ört bas<br />
edilmesine hizmet ediyorsa terk edilmelidir. Zira kırılan ya da çürüyen bir organ bütün<br />
bedeni, şiddet gören ve suistimale uğrayan bir birey de bütün toplumu tehdit eder.<br />
Konu ile ilgili olarak özellikle bölge bazında bu tür önerileri çoğaltmak mümkündür<br />
ve muhakkak ki yıllardan bu yana yapılan çeşitli çalışmalar ve denenen çözüm yolları<br />
mevcuttur. O halde neden değişim ya hiç ya da çok sınırlı olmaktadır? Soruya yanıt<br />
olarak kültürel değişimlerin zaman aldığı yanıtını vermek mümkündür. Yanı sıra bazı<br />
tespitlerde bulunmak şart olacaktır.<br />
Birincisi kadınlar, cinsiyet rolleri ve şiddet konusunda yeterince bilgi sahibi<br />
değillerdir. Şiddetin türleri, nerede başladığı yeterince bilinmemektedir. Geleneklerin<br />
fazlaca kanıksanması ve sorgulanmaması, olumsuz durumların, güçlenerek sürmesini<br />
sağlamaktadır. Anlamaya çalışmadan, sorgulamadan geleneklerin ve hurafelerle<br />
karışmış inancın korunmasına yönelik güçlenen; ama buna karşın ticarette her şeyi<br />
mubah sayabilen muhafazakârlığın yükselmesi, iktidarı için toplumsal cinsiyet<br />
rollerini pekiştiren bir güce dönüşmektedir. Kimi zaman ilişkilerde baskı ve şiddet<br />
gerekçesi olarak sevgiyi bahane etmek de en kurnazca yollardan biridir ne yazık ki.<br />
Baskıcı bir erkek ‘’ilgili, ailesine düşkün’’ sayılırken, ilgili bir kadın ‘’bunaltıcı, aşırı<br />
meraklı’’ görülmektedir. Sevgi ve saygı kültürünün, bireyin özdeğerini belirleyen<br />
değerler olarak en başta ailede yetişmesi ve öğrenilmesi, bunun için önemlidir. Birini<br />
sevmek; onun hareketlerini denetlemek, ilişkilerini denetleyerek baskı kurmak, özel<br />
10<br />
Örneğin kadınlar için dikiş – nakış kursları açarken, erkekler için futbol etkinlikleri<br />
düzenlemek gibi.<br />
550
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
eşyalarını karıştırmak, ne giyeceğine onun yerine karar vermek, kontrol dışına<br />
çıktığında ona bağırmak, şiddet uygulamak demek değildir. ‘’Kıskanma ve baskı;<br />
sevgi değil, bir şiddet eylemidir. Sevgi, birbirinin haklarına saygı duymayı, güveni ve<br />
eşitliği içerir.’’ (Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı Broşürleri). Ne koşulda olursa olsun,<br />
eş, akraba ya da yabancı, kadının rızası olmaksızın ona dokunmayı, taciz etmeyi<br />
kendine hak görmemelidir. Bu konuda yasalar da mağdurun sonuna kadar<br />
samimiyetle yanında olmalıdır. Cezai uygulamalar, tartışmaya yer bırakmayacak<br />
şekilde caydırıcı olmalıdır. Kadının varlığını evle sınırlı olmamalıdır. Evin dışına<br />
çıkmak onu, ‘’açık hedef’’ haline getiriyor, ona şiddetti meşru kılıyorsa orda bir<br />
yaşamdan söz edilemez. Bunun sorumluluğu bireyler kadar güvenliği sağlayamayan<br />
ve o bireyleri yeterince bilinçlendirmeyen yöneticilere de düşmektedir. Sorumluluğu<br />
almak yerine zaten mağdur olan ve taciz edilmenin travmasını yaşayan kişi, bir de<br />
yaşadıklarından suçlanarak ikinci kez taciz edilemez.<br />
Bireysel de olsa şiddet; yayılan, tekrar eden bir döngüye sahiptir. Üstelik hâkim dünya<br />
anlayışında herkes ezici koşullar altında şiddete bir şekilde maruz kalmaktadır.<br />
Kadınlar ve çocuklar daha zayıf görüldükleri için daha çok maruz kalmaktadır, daha<br />
fazla mağdur olmaktadır. Dolaysıyla sorunun esas kaynaklarından biri de, erkeğin<br />
kadına ya da onun yaratılışına zıt olması değil, bu argümanı üreten sistemin ta<br />
kendisidir. Çünkü gücünü rekabetten ve bencillikten almaktadır. Dayanışma ise onun<br />
yıkımı demektir. Öyle ki bu sistem, yine yalnızca kâr sağladığı sürece feminizme ve<br />
kadın hareketlerine destek vermektedir. Dikkat etmediğimiz sürece her birimiz hem<br />
bir tüketici hem de bir tüketim nesnesine dönüşerek bu döngüde kalmaktayız. Öyleyse<br />
karşı karşıya olduğumuz bir diğer sorun da samimiyet ve bilinç sorunudur. Pozitif<br />
ayrımcılık, kadınların toplum içindeki konumunu iyileştirmede ancak geçici hatta asıl<br />
meseleyi gölgeleyici bir çözüm olmaktadır. Zira kadının geri planda kaldığının<br />
onaylanması ve meşru kılınması haline gelmektedir. Derinde yatan mesele ise insan<br />
haklarının herkes için, her grup, her kesim için uygulanması prensibinin kâğıt<br />
üzerinde kaldığıdır. İnsan olmak, her iki cinsin de ortak zeminidir. Ahlak kuralları<br />
yalnızca tek bir cinsi merkeze alarak kadınlar üzerinde baskılayıcı unsur olarak<br />
kullanılmamalıdır. Böyle olduğu takdirde kadınlar, dış görünüşlerine göre<br />
etiketlenerek, yaygın biçime uymadıkları zaman zarar görmektedirler. Ahlak<br />
konusunda vicdani değerlendirmeler ve kişinin yaşamına, benliğine saygı göz ardı<br />
edilmemelidir.<br />
Küreselleşme ile birlikte yerel kültürlerin üzerinde yükselen yapay bir kültürle karşı<br />
karşıyayız. Maddi üretimin, teknolojinin gündelik ilişkileri, aile, mahremiyet gibi<br />
kavramları hızla değiştirdiği bir çağda yaşıyoruz. Ve bu kaos içerisinde aslında<br />
hepimiz aynı tehditle karşı karşıyayız. : Giderek artan çatışmalar, yaygınlaşan her<br />
türden şiddet ve bunun ortaya çıkardığı güvenlik endişesi. Artık tablo, kimsenin<br />
gözünü kapayamayacağı kadar vahim şekilde ortadadır. Ahlaki değerlerin yeniden<br />
hatırlandığı, insani temellere oturtulduğu prensiplerle cinsiyetler arası dayanışmaya<br />
ve ötekinin sesine açık olumlu diyaloğa dönmek gerekmektedir. Son olarak eşitliği<br />
ve cinsler arası saygıyı prensip edinmek için Âli İmran Suresi’nin 195. Ayetindeki şu<br />
ifadeyi tekrar hatırlamak gerekiyor. :‘’Hep birbirinizdensiniz, din yönünden erkek ve<br />
dişiniz birdir.’’ (Kur’an- ı Kerim ve İzahlı Meâli Âlisi, Sure No: 3, Ayet: 195, s.77) .<br />
551
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Görüleceği gibi şiddete kadar varan ayrımın ve adaletsizliğin, iman yönünden de bir<br />
hükmü yoktur.<br />
KAYNAKÇA<br />
Acar, F. (2010). Türkiye’de Kadınların İnsan Hakları:Uluslararası Standartlar, Hukuk<br />
ve Sivil Toplum, Kadın Hakları Uluslararası Hukuk ve Uygulama, Haz:<br />
Gökçiçek Ayata – Sevinç Eryılmaz Dilek – Bertil Emrah Oder. İstanbul<br />
:Bilgi Üniversitesi. 13-22.<br />
Butler, J. (2008). Cinsiyet Belası – Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi (Çev. :<br />
Başak Ertür). İstanbul: Metis<br />
Butler, J. (2007). Taklit ve Toplumsal Cinsiyete Karşı Durma (Çev. : Osman<br />
Akınhay).İstanbul:Agora<br />
Crampe – Casnabet, M. (2005). On Sekizinci Yüzyıl Felsefesinin Bir Örneği (Çev.<br />
:Ahmet Fethi). Kadınların Tarihi Cilt III – Rönesans ve Aydınlanma Çağı<br />
Paradoksları, Haz: Handan Akdemir. İstanbul: T ürkiye İş Bankası. 303-<br />
332.<br />
Firestone, S. (1993). Cinselliğin Diyalektiği (Çev. Yurdanur Salman). İstanbul: Payel<br />
Fullinwider, R. (2014). Affirmative Action, in The Stanford Encyclopedia of<br />
Philosophy, Editor: Edward N. Zolta, Winter,<br />
http://plato.stanford.edu/archives/win2014/entries/affirmative-action/<br />
Kant, I. (2010). Güzellik ve Yücelik Duyguları Üzerine Gözlemler ( Çev.: Ahmet<br />
Fethi).İstanbul:Hil.<br />
Kur’an – I Kerim Ve İzahlı Meâli Âlisi, Âli İmran Suresi, Sure No. :3; Ayet: 195; s.<br />
77; Hazırlayan: A. Fikri Yavuz ( Müftü ); And Ofset Matbaacılık.<br />
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, E – Bültenler, Şiddet Biçimleri,<br />
https://www.morcati.org.tr/tr/yayinlarimiz/e-bultenler/8-mor-cati-kadin-siginagivakfi/1-siddet-nedir<br />
Nietzsche, F. (2008). Zerdüşt Böyle Diyordu (Çev.: Osman Derinsu). İstanbul: Varlık<br />
Parekh, B. (2002). Çokkültürlülüğü Yeniden Düşünmek Kültürel Çeşitlilik ve Siyasi<br />
Teori (Çev.: Bilge Tanrıseven). Ankara:Phoenix<br />
Passerini, L. (2005). Kitle Kültürünün İkircikli Kadın İmgesi (Çev. Ahmet Fethi).<br />
KadınlarınTarihi Cilt V – Yirminci Yüzyılda Kültürel Bir Kimliğe Doğru,<br />
Haz: Handan Akdemir. İstanbul: Türkiye İş Bankası. 296-311.<br />
Üçok, B. (1996). İnsan Haklarının Gerçekleştirilmesinde Dinin Etkileri, İnsan<br />
Haklarının Felsefi Temelleri, Haz:Ioanna Kuçuradi. Ankara: Türkiye Felsefe<br />
Kurumu. 127-129.<br />
Wollstonecraft, M. (2012). Kadın Haklarının Müdafaası (çev. Kevser Erol). İstanbul:<br />
Doruk<br />
Yavuz, Ş. (2015). Ataerkil Egemen Erkeklik Değerlerinin Üretiminde Kadınların<br />
Rolü: Trabzon Örneği. Fe Dergi 7, No: 1 (2015), 117 – 130. URL:<br />
http://cins.ankara.edu.tr/13_10.pdf<br />
552
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Sosyal Kalkınmada Network Girişimcilik Üzerine Bir<br />
Araştırma<br />
Murat ŞAHİN 1<br />
Ülkemizde bölgesel kalkınma açısından Network Girişimcilik yeni bir kavram olarak<br />
girişimci adayları için büyük önem arz etmektedir. Gerek sosyal kalkınma temalarında<br />
gerekse diğer ekonomik kalkınma unsurlarında birden fazla paydaşın birden fazla<br />
amacı ortak bir amaç çerçevesinde başarıya ulaştırması network ve etkili girişimlerle<br />
mümkündür. Bu amaçla ülkemiz nezdinde Network girişimciliğin Sosyal Kalkınmaya<br />
etkisini değerlendiren bu çalışmamızda 98 Network Girişimcisine Online anket<br />
yöntemi ile anketler uygulanmıştır. Araştırmada elde edilen veriler ülkemiz<br />
ekonomisi çerçevesinde ve girişimcilik alt yapısı içinde değerlendirilerek çalışmada<br />
yer kısmında yer almıştır.<br />
Anahtar Kelimeler: Sosyal Kalkınma, Network Girişimcilik, Kalkınma, Bölgesel<br />
Kalkınma, Girişimcilik.<br />
A Research on Network Entreprenuership in Social<br />
Progress<br />
Abstract<br />
Network Entrepreneurship as a new concept is very significant for young<br />
entrepreneurs in terms of regional development in our country. For more than one<br />
shareholder, to be able to succeed in more than one common goal in themes of social<br />
progress and in other factors of economic development is possible with network and<br />
entrepreneurship. In this regard, an online survey was conducted with ninety-eight<br />
network entrepreneurs in this study which focuses on the evaluation of the effect of<br />
network entrepreneurship on social progress in our country. The data obtained from<br />
the research was evaluated in terms of national economy and infrastructure of<br />
networking, and presented in the conclusion.<br />
Key words: Social Progress, Network Entrepreneurship, Progress, Regional<br />
Development, Entrepreneurship.<br />
1. GİRİŞ<br />
Girişimcilik, insanların kendi ve başkalarının ihtiyaçlarını karşılama güdüsüyle ortaya<br />
koydukları faaliyetlerin bütündür. Ortaya koyulan bu faaliyetler ekonomik bir değer<br />
ifade edebildiği gibi bazen de sosyal sorumluluk gibi soyut kavramlarla da<br />
tanımlanabilmektedir. Girişimcilik temelde arzu edilen hedeflere ulaşmada bir amaç<br />
ve bir araç olarak kurgulanır. Bu kurgu başarılı sonuçlara ulaşırsa önce girişimi<br />
1<br />
Öğr. Gör., Avrasya Üniversitesi MYO, ord.muratsahin@gmail.com, (Sorumlu Yazar/Corresponding<br />
Author).<br />
553
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
gerçekleştiren kişiler sonra girişimciliğin yürütüldüğü organizasyonlar daha sonra ise<br />
toplum kalkınma anlamında zincirleme gelişim gösterir.<br />
Artık yaşadığımız çağda iletişim, ışık hızında gerçekleşmekte ve bu durum ülkelerin,<br />
ekonomilerin ve toplumların birbirine olan entegrasyon süreçlerini de hızlı bir şekilde<br />
etkiler hale gelmiştir. İnsanların birbirleriyle olan iletişimlerin artması aynı zamanda<br />
birbirlerinin ihtiyaçlarını kolayca gözlemleyebilmelerine olanak sağlamıştır. Bu<br />
sayede farklı ülkelerden farklı insanların birbirlerinin ihtiyaçlarını hızla tespit edip bu<br />
tespitlerle ilgili girişimlerde bulunması günümüzde gelişen iletişim teknolojileri ile<br />
bir hayli kolaylaşmıştır.<br />
2016 yılı ocak ayı itibariyle 7.395 Milyar olan Dünya nüfusundan internete bağlanan<br />
insan sayısı %46,23’dır (3.419 Milyar). İnternete bağlanan insanlar içerisinde ise<br />
%67,42’si (2.307 Milyar İnsan) sosyal medyayı aktif kullanmaktadır. Dünya’da mobil<br />
cihaz kullanıcı sayısı 3.790 milyardır. Mobil cihaz üzerinden sosyal medyayı<br />
kullananların oranı ise %51,92(1.968 Milyar İnsan)’dır (Special Reports Digital In,<br />
2016). Dünya nüfusu ölçeğinde değerlendirdiğimizde dünya nüfusunun yarısına<br />
yakını internet gereksinimi ile yaşamakta ve interneti kullanan insanların yarıdan<br />
fazlası ise sosyal medyayı aktif bir şekilde kullanmaktadır. Burada dikkat çeken nokta<br />
sosyal medyayı kullanan her bireyin sosyal networkun bir parçası olduğudur. İşlerlik<br />
kazanan girişimlerle bir girişimcinin sosyal kalkınmadaki rolü oluşturduğu network<br />
ile geniş alana yayması mümkündür.<br />
2. SOSYAL KALKINMA<br />
Genel anlamda kalkınma; temelde ülkenin ekonomik, toplumsal, siyasal yapıları gibi<br />
olguların bireyin yaşam standartlarını yükseltme yönündeki olumlu değişimleri olarak<br />
algılanmaktadır. Sosyal kalkınma, sadece sosyal yaşam konularını ele alarak bu<br />
unsurların insanların yaşam kalitelerinin iyileştirilmesi için gerekli çabaları ele alır.<br />
Ülkede ekonomi ve sosyal faktörler açısından az gelişmiş ile çok gelişmiş arasında<br />
dengenin sağlanmasına yönelik iyileştirmeler de sosyal kalkınmanın çabaları<br />
içerisindedir.<br />
Sosyal kalkınmanın temelinde ekonomi alanındaki gelişmeler yatmaktadır. Ancak<br />
sosyal kalkınmayı ekonomik kalkınmadan ayrı tutmak gerekir. Ekonomik kalkınma,<br />
bir ülkenin üretim kapasitesinin ve bu kapasitenin kalitesinin artması olarak<br />
tanımlanmaktadır. Bu artış yapısal olarak ekonomik olmayan toplumsal unsurlara<br />
yansıdığında işte o zaman sosyal kalkınmadan bahsetmeye başlayabiliriz.<br />
İyi eğitim, sağlıklı ve huzurlu yaşam, cinsiyet eşitliği, toplumda yoksulluğun<br />
giderilmesine yönelik çalışmalar, istihdam, sosyal güvenlik ve duyarlı kurumsal<br />
yapılar sosyal kalkınmanın önemli ayaklarındandır. Bu ayakların iyileştirilmesi veya<br />
geliştirilmesi sosyal kalkınma için her zaman pozitif etki yaratacaktır. Sosyal<br />
kalkınmada, dezavantajlı grupların durumu, kadınlar-yaşlılar-engellilerin mevcut<br />
problemleri, toplumun kültür yapısı ayrıca gözetilmeli ve kitlelerin temel yapı<br />
taşlarına uygun politikalar ise kamusal kurumlar tarafından benimsenerek<br />
uygulanmalıdır. Sosyal kalkınmayı sağlayacak girişim ve girişimcilerin kamusal<br />
yapılarca teşvik edilmesi ve bu bilincin toplumun geneline yayılması sürecinde kamu<br />
kurumlarına önemli rol düşmektedir. Çünkü sosyal kalkınmada kenarda kalan<br />
554
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
öncelikli müdahale gerektiren ve kırılgan sosyal gruplara (Engelliler, gençler, göçle<br />
gelenler, işsizler, kadınlar, yaşlılar, yoksullar vb…) temas ancak devlet kanalları ve<br />
imkanlarıyla mümkündür. Devlet kanalları en organize faaliyetlere hakimdir.<br />
Toplumun geçim kaynaklarının iyileştirilmesi ve sosyal refah artışı, kaynaklara<br />
erişimin kolaylaştırılması, bilginin yayılması ve artması gibi konularda kamu<br />
kurumlarının sorumlulukları sosyal kalkınmanın geldiği nokta için ayrıca büyük değer<br />
ifade etmektedir.<br />
Sosyal kalkınmada her birey kendine özgü maddi kaynaklar keşfetmeli ve bu<br />
kaynaklarla yaşam standartlarını sürdürebilmeli veya yaşam standartlarını<br />
geliştirebilmelidir. Birey için bu ilk aşama sonrasında toplumdaki diğer insanların<br />
tetiklemesi muhtemel bir şeklinde, sürü psikolojisi halinde herkesi etkileyecektir.<br />
Artık yaşadığımız yüzyılda bilgi ve bilgiye dayalı ekonomiler varlığını<br />
sürdürmektedir. Bireyler için beden işçiliğinden beyin işçiliğine dönüşen çalışma<br />
aşamalarında bilgi toplumlarına dönüşüm dünya genelinde tüm hızla yayılmaktadır.<br />
Artık gerek üretimde gerekse kalkınmada ve sürdürülebilir gelişmede bilginin rolü<br />
yadsınamaz boyutlara ulaşmıştır. Bilgiyi en iyi şekilde kullanarak ekonomik değere<br />
dönüştüren toplumlar tarafından bilgi toplumu kavramı bir kimlik gibi taşınmaya<br />
başlanmıştır. Bu kimliğin unsuru olan bilgi, günümüzde internet ağlarında zaman ve<br />
mekân engeli dinlemeden kolayca dolaşabilmekte ve kitleleri toplu bir şekilde<br />
etkileyebilmektedir. İnternet ağlarında hızla akan bilgiler 1980’lerden sonra<br />
yenidünya sistemi oluşturmakla kalmamış yeni mesleklerin ortaya çıkmasına da vesile<br />
olmuştur. Örnek olarak; bugün sosyal medya uzmanlığı, 2004 yılında kurulan<br />
FACEBOOK gibi lider sosyal network sitelerinin ortaya çıkmasından sonra bir<br />
meslek olarak tanımlanmıştır. Aynı zamanda yeni olan bu meslekler eski mesleklere<br />
göre her zaman daha kazançlı ve popüler konumda olmuştur. Artık girişimciler özgür<br />
çalışma saatlerinde ve ortamlarında çeşitli mesleki faaliyetlerini her yerde ve farklı<br />
zaman diliminde kolayca yürütmektedir. Dünyadaki eski mesleklerden daha popüler<br />
olan ve geçmişleri yirmi yılı bulmayan yeni meslek tanımları da gün geçtikçe<br />
teknolojinin gelişmesiyle artabilir bir hal alarak Dünya’da meslekler sözlüğünün<br />
kabarmasında gelecekte büyük rol oynayacaktır. Yeni mesleklerin ortaya çıkması<br />
bireyler için yeni kazanç alanları oluşturacağı gibi toplumlar içinde sosyal kalkınmayı<br />
sağlamada farklı bir saha adına önem arz edecektir.<br />
İnternetteki girişimcilik faaliyetleri sosyal kalkınmayı özel sosyal politika gerektiren<br />
gruplar üzerinde(Yoksullar, işsizler, düşük vasıflı işçiler, kadınlar, yaşlılar, gençler,<br />
çocuklar, göçle gelen nüfus, engelliler, bakıma ve korunmaya muhtaç kişiler)<br />
doğrudan olumlu etkileyebilir. Her bireyin kendi maddi yeterliliklerini sağlaması<br />
adına internet üzerinden yürütebilecekleri iş faaliyetleri uzak noktalardan kazanç<br />
transferi sağlayabileceği gibi kısa zamanda mekân engeli olmadan sürdürülebilir iş<br />
imkânı sağlar. Bu kendine yeten bireyin süreç içinde hayat standartlarını yükseltmesi<br />
için meslekte uzmanlaşma ve artan gelir olanağı sağlayabilir. İnternet girişimlerinde<br />
de mecra alanı büyük olan bir dünyada kaybolmamak adına her birey kendi sosyal<br />
medya hesaplarını ve bu konudaki kitlesini kullanarak küçük bir kişisel ağ üzerinden<br />
girişimlerini değerlendirebilir ve bu durumu ticarileştirerek hayatı için katma değere<br />
dönüştürebilir. Bireyin kendi oluşturduğu kişisel networkün ticari boyutta anlam ifade<br />
etmesi günümüz teknolojileri ve alt yapıları ile gayet mümkündür. Kişisel networkler<br />
555
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
genelde sosyal medya üzerinden oluşturulabilir olsa da bazen kişisel anlamdaki küçük<br />
girişimlerle oluşturulan çeşitli platformlardaki kullanıcı isimleri üzerinden yapılan<br />
satışlarla da mümkün olabilmektedir. Örneğin; Ülkemizde üreticiden-tüketiciye<br />
ve/veya tüketiciden-tüketiciye elektronik ticaret faaliyetlerinin yürütüldüğü alışveriş<br />
sitelerinden biri olan “sahibinden.com” IAB Gemius’in Mart 2015 verilerine göre<br />
33,5 milyon(Yaklaşık Kanada nüfusu kadar) tekil ziyaretçi, 118,6 milyon(Yaklaşık<br />
Meksika nüfusu kadar) ziyaret ve 4 milyar(Yaklaşık Dünya nüfusunun yarısından<br />
fazlası kadar) sayfa görüntülemesine ulaşmıştır. Türkiye’de her iki kişinden birinin en<br />
az 1 kere ziyaret ettiğini gösteren bu veriler bize bu internet ağlarının ticarette ne<br />
derece kabul gördüğünü ortaya koymuştur. Yine “sahbinden.com” 29 Ağustos 2016<br />
verilerine göre, sitede toplamda on milyona yakın ilan yer almaktadır. Bu ilan<br />
başlıklarında en çok ikinci el ve sıfır alışveriş ürünleri ardından emlak, otomotiv ve<br />
bilgisayar kategorileri gelmektedir. Her bireyin internet başında kendi ürünlerini<br />
satmasına olanak sağlayan benzeri siteler ülkemizde yaygınlık göstermekle birlikte bu<br />
siteler toplumda birçok bireyin kazanç kapısı olmuş ve günümüzde daimi işi haline<br />
gelmiştir. Bu açıdan da değerlendirildiğinde bireyin yaşamını idame ettirecek ve<br />
sonraki aşamada yaşam kalitesini iyileştirecek düzeyde kazanç sağlaması özde<br />
bireyde sonrasında toplumda sosyal alanlarda iyileşme sağlayacaktır. Aynı zamanda<br />
bu şekilde elde edilen her bir müşteri sonraki satışlarda da yeni network olarak ayrıca<br />
bir değer taşımaktadır.<br />
3. NETWORK GİRİŞİMCİLİK<br />
İyi bir fikir bilinir ve uygulanabilir olmadığı sürece başarısızlığa mahkûmdur.<br />
Bilinirliliği sağlayan ve uygulanabilirliğin testini yapabilecek unsur ise kişisel<br />
çevredir. Kişisel çevre bizim networkümüzü ifade ettiğinden çevresel algıladıklarımız<br />
iyi fikrin oluşmasını sağlayabildiği gibi fikrin paylaşılarak uygulanabilirliğinin test<br />
sonuçlarını bize verebilecektir. Networkümüz temelde kişisel çevremizdir.<br />
Networkümüz ne kadar genişlerse fırsatlara olan kanallarımız o derece geniş olacaktır.<br />
İnsanlar başka insanlarla iletişim kurmak ve mevcut iletişimlerinin sürekliliğini<br />
sağlamak adına internetin çeşitli bütünleştirici olanaklarından yararlanırlar. Bu<br />
olanaklar insanları network kurmak için bir araya getirdiği gibi girişimcilik<br />
doğrultusunda da farklı amaçlar için birbirine bağlayabilmektedir.<br />
Network girişimcilik kavramının çıkış noktası, insanların bir araya gelme güdüsü ile<br />
amaçları doğrultusunda girişimcilik faaliyetlerine katılmalarıdır. Bu bir ev hanımının<br />
aile ekonomisine katkı sağlamak için evde kendi ürettiği ürünleri Facebook, Twiter<br />
ve Instagram gibi sosyal web sitelerinde oluşturduğu network üzerinden sağlaması<br />
olarak örnek gösterilebilir.<br />
Günümüzde her birey sosyal medyanın bir parçası olarak kendi kişisel networkunun<br />
kurucusudur. Bu doğrultuda Dünyamızda insanların kişisel networkleri üzerinde<br />
sayısız başarılı örnek sergilenebilir bir hal doğrultusunda örnekler zenginleşmiş ve<br />
internet mecrasında literatürlere girmiştir.<br />
Sosyal Medya Fenomenleri gibi bir durumun ortaya çıkmasını tetikleyen temel unsur<br />
sosyal sitelerde kişisel network kurarak bir adım atmış olmalarıdır. Sonraki süreçte<br />
hızla büyüyen bu network Fenomenlerin tanınabilirliğini artırmıştır. Aynı zamanda<br />
556
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Fenomenlere reklam ve birçok mesleki alanda iş fırsatlarının ortaya çıkmasını<br />
sağlamıştır. İyi bir fikir ve toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilen her girişimcilik<br />
faaliyeti internet üzerinden oluşturulacak networkler için amaçlanan hedeflere<br />
ulaşmayı sağlayacaktır.<br />
Network girişimcilik; Girişimcilerin internet ortamında oluşturdukları kişisel<br />
çevrelerini, çeşitli sanal ağlar yordamıyla girişimcilik faaliyetlerini yürütmek için bir<br />
araya getirmesidir. Network girişimcilik, ülkemizde uygulanan ama henüz kavram<br />
olarak bilinmeyen bir unsurdur. Profesyonel bir şekilde yaygınlaşması birçok<br />
girişimci için fırsatları sağlayacaktır ve yeni girişimciler için riskin azaltılmasında<br />
vesile olacaktır. Aynı zamanda ülkemizde atıl olan iş gücünün katılımının sağlanması<br />
gibi fayda ortaya çıkartacaktır. Bazı iş kolları içinse ülkemizde açıkların kapatılmasını<br />
ve üretimin artmasını tetikleyecektir.<br />
4. ARAŞTIRMA VE YÖNTEM<br />
Dünya’da ve ülkemizde henüz tanımlanmamış olan Network Girişimciliğin sosyal<br />
kalkınma üzerindeki etkilerini araştırmak üzere internet üzerinden faaliyet gösteren<br />
Network Girişimci profilindeki 98 kişiye 2016 yılı içinde online yoluyla anketler<br />
cevaplandırılmıştır. Türkiye Ekonomisin de son yıllarda yaşanan gelişmelerin,<br />
Network girişimciler üzerindeki etkileri ve bunun sonuçları hakkında da bilgi<br />
edinilmiştir.<br />
5. BULGULAR<br />
Anketlerde yer alan soruları cevaplandıran girişimcilere ilişkin anket verileri<br />
aşağıdaki tablolarda yer almaktadır.<br />
Tablo 1. Anketi Cevaplandıran Girişimcilerin Cinsiyet Bilgileri<br />
Cinsiyet Frekans Yüzde<br />
Erkek 65 66,33<br />
Bayan 33 33,67<br />
Toplam 98 %100<br />
Yukarıda yer alan Tablo 1’e göre Network Girişimciliği oluşturan hedef kitlemizin<br />
yoğunlukta erkeklerden oluştuğunu gözlemlenmektedir. Yüzde 33,67’lik bir oran ile<br />
bayanlar yarıdan az bir dağılım göstermektedir. Kadın girişimcilerin Network<br />
Girişimciliğe katılımlarının artması için çeşitli bilinçlendirme ve teşvik çalışmaları<br />
yürütülmelidir.<br />
Tablo 2. Anketi Cevaplandıran Girişimcilerin Yaş Bilgileri<br />
Yaş Frekans Yüzde<br />
10 - 18 20 20,41<br />
19 - 26 49 50,00<br />
27 - 34 23 23,47<br />
35 + 6 6,12<br />
Toplam 98 %100<br />
557
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Yukarıda yer alan Tablo 2’ye göre anketi cevaplandıran girişimcilerin yoğunlukta 34<br />
ve 34 yaş altı olduğu görülmektedir. Yüzde 6,12’sini 35 yaş ve üzeri oluşturmaktadır.<br />
Buradan çıkan sonuca göre gençler, Network Girişimcilik konusunda daha aktif rol<br />
oynamaktadır.<br />
Tablo 3. Anketi Cevaplandıran Girişimcilerin Elde Ettikleri Aylık Kazanç Bilgileri<br />
Aylık Kazanç Frekans Yüzde<br />
0 – 5.000 TL 86 87,76<br />
5.001 – 10.000 TL 10 10,20<br />
10.001 + TL 2 2,04<br />
Toplam 98 %100<br />
Yukarıda yer alan Tablo 3’e göre girişimcilerin yüzde 97,96’sından fazlası aylık<br />
10.000 TL’nin altında gelir elde etmektedir. Yüzde 2,04’lük bir kısım ise 10.000<br />
TL’nin üzerinde bir kazanç sağlamaktadır. Özellikle 5 bin TL üzerinde gelir<br />
sağlayanların oranı yüzde 12,24’e karşılık gelmektedir.<br />
Tablo 4. İnternet Üzerinden Faaliyet Gösteren Girişimcilerin Başarısızlık Nedenleri<br />
Soru Frekans Yüzde<br />
İşlerini İyi Yönetmedikleri İçin 12 12,24<br />
Finansman Yetersizlikleri 18 18,37<br />
Seçtikleri ve Uyguladıkları İş Fikrinin Yanlışlığı 15 15,31<br />
Yetersiz Deneyim 26 26,53<br />
Bilgi Eksiklerinden Dolayı 14 14,29<br />
İtibar Görmedikleri İçin 1 1,02<br />
Türkiye Ekonomisindeki Olumsuzluklar 12 12,24<br />
Toplam 98 %100<br />
Yukarıda yer alan Tablo 4’e göre İnternet Üzerinden Faaliyet Gösteren Girişimcilerin<br />
Başarısızlık Nedenleri; Yetersiz Deneyim(%26,53), Finansman Yetersizliği(%18,37),<br />
İşlerin İyi Yönetilememesi(%12,24) ve Türkiye Ekonomisindeki Olumsuzluklar<br />
(%12,24) olarak sıralayabiliriz. Yukarıdaki Tablo 2’de gördüğümüz üzere Network<br />
Girişimcilerin çoğunluğu gençlerden oluşmaktadır. Bu durumda yeterli deneyim<br />
sahibi olmamalarının, erken yaştaki girişimlerinin sonucu olduğunu dile getirebiliriz.<br />
Tablo 5. İnternet Üzerinden Faaliyet Gösteren Girişimcilerin Mevcut İşlerindeki<br />
Deneyim Süresi<br />
Süre (Yıl) Frekans Yüzde<br />
0 -5 79 80,61<br />
6 - 10 17 17,35<br />
11+ 2 2,04<br />
Toplam 98 %100<br />
558
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Yukarıda yer alan Tablo 5’e göre 6 yıl ve üzeri faaliyet gösteren deneyimli<br />
girişimcilerin oranı yüzde %19,39’dur. Henüz deneyim sahibi olmayanların yüzdesi<br />
ise %80,61’dir. Deneyim oranı bu verilerde gayet düşüktür. Bu durum riskler ve<br />
hatalar nezdinde girişimciler için gelecekteki girişimlerini tehdit edebilir.<br />
Tablo 6. İnternet Üzerinden Faaliyet Gösteren Girişimcilerin Mevcut İşlerini Tercih<br />
Etme Sebepleri<br />
Cevap Seçeneği Frekans Yüzde<br />
Çevre Tavsiyesi 10 10,20<br />
Kolay Yürütülebilir Olması 8 8,16<br />
Araştırma Sonucu 16 16,33<br />
Aldığım Eğitimle İlgili Olması 10 10,20<br />
İyi Kazanç 16 16,33<br />
Çalışma Saatlerinin Esnek Olması 13 13,27<br />
Girişimin Düşük Sermaye<br />
12 12,24<br />
Gerektirmesi<br />
İşin Tatmin Etmesi 13 13,27<br />
Toplam 98 %100<br />
Yukarıda yer alan Tablo 6’ya göre girişimciler girişimcilerin mevcut işlerini tercih<br />
etme sebepleri; Birinci sırada İyi Kazanç(%16,33) ve İşi Araştırmaları(%16,33),<br />
ikinci sırada İşin Tatmin Etmesi(%13,27) ve Çalışma Saatlerinin Esnekliği(%13,27),<br />
üçüncü sırada Girişimin Düşük Sermaye Gerektirmesi(%12,24), dördüncü sırada<br />
Girişimcinin İşi, Aldığı Eğitimle İlgili Olması(%10,20) ve Çevre Tavsiyesi(%10,20)<br />
ve son olarak işin Kolay Yürütülebilir Olması(%8,16)’dır. Girişimciler araştırarak ve<br />
iyi kazançlar elde etme güdüsüyle hareket ederek Network Girişimciliği tercih<br />
etmektedir.<br />
Tablo 7. Anketi Cevaplandıran Girişimcilerin Memnuniyet Düzeyleri<br />
Cevap Seçeneği Frekans Yüzde<br />
Memnunum 73 74,49<br />
Memnun Değilim 16 16,33<br />
Kararsızım 9 9,18<br />
Toplam 98 %100<br />
Yukarıda yer alan Tablo 7’ye göre girişimciler yaptıkları iş için %83,67 oranında<br />
memnun olduklarını, %16,33 oranında ise memnun olmadıklarını belirtmişlerdir.<br />
Yüzde 9,18’lik bir oran ise karasızlıklarını ifade etmiştir. Mmnuniyetin yüksek olması<br />
beklentilerin karşılandığı sonucunu girişimciler nezdinde ortaya koymaktadır.<br />
559
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 8. Anketi Cevaplandıran Girişimcilerin Yaşadıkları Problemlerin Kaynağı<br />
Cevap Seçeneği Frekans Yüzde<br />
Yanlış Girişim 15 15,31<br />
Sermaye Yetersizliğinden 19 19,39<br />
Ürün Yetersizliği 3 3,06<br />
Üretim Yetersizliği 2 2,04<br />
Müşteri Şikâyetleri 9 9,18<br />
Yönetim Hataları 12 12,24<br />
Türkiye Ekonomisi 13 13,27<br />
Bilgi Eksikliği 25 25,51<br />
Toplam 98 %100<br />
Yukarıda yer alan Tablo 8’e göre Bilgi Eksikliği (%25,51) girişimcilerin yaşadıkları<br />
problemlerin kaynağını oluşturmaktadır. Üretim Yetersizliği (%2,04) ise yaşadıkları<br />
problemler içinde oran olarak düşük kalmıştır. Aslında bilgi eksikliği yanlış girişime<br />
vesile olacağı gibi müşteri şikâyetlerinin ve yönetim hatalarının ortaya çıkmasına<br />
neden olacaktır. Bu sebeple tetikleyici rolü üstlenen unsur Network Girişimcilerde<br />
bilgi eksikliğidir.<br />
Tablo 9. Anketi Cevaplandıran Girişimcilerin Network Girişimciliğin Sosyal<br />
Kalkınmaya Etkilerinin Değerlendirilmesine İlişkin Görüşleri<br />
Cevap Seçeneği Frekans Yüzde<br />
Olumlu 69 70,41<br />
Olumsuz 17 17,35<br />
Bir Fikrim Yok 12 12,24<br />
Toplam 98 %100<br />
Yukarıda yer alan Tablo 9’a göre Girişimcilerin Network Girişimciliğin, Sosyal<br />
Kalkınmaya etkilerini %70,41 oranında olumlu görmektedir. Bu verilerden<br />
anlaşılacağı üzere Sosyal Kalkınmada Network Girişimciliğin önemli rolü<br />
bulunmaktadır.<br />
Tablo 10. Anketi Cevaplandıran Girişimcilerin Network Girişimciliği Gelecekte de<br />
Benzer İşi Yapma Eğilimlerine İlişkin Değerlendirmeler<br />
Cevap Seçeneği Frekans Yüzde<br />
Düşünüyorum 60 61,22<br />
Düşünmüyorum 13 13,27<br />
Bir Fikrim Yok 25 25,51<br />
Toplam 98 %100<br />
560
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Yukarıda yer alan Tablo 10’a göre Network Girişimciliğin Sosyal Kalkınmaya<br />
Etkilerini olumlu gören Girişimciler gelecekte benzer eğilimler gerçekleştireceklerini<br />
belirtmişlerdir. %61,22’lik bir yüzde bunu ifade etmektedir.<br />
6. SONUÇ<br />
Network Girişimcilik ülkemizde yeni tanımlanan ama girişimciler tarafından<br />
günümüzde henüz uygulanan bir kavramdır. İnsanın sosyal varlık olması ve gelişen<br />
dünyada sosyal çevrelerin sanal ortama taşınması Network Girişimciliğin çıkış<br />
noktasını oluşturmaktadır. Girişimcinin çeşitli girişim faaliyetlerini gerçekleştirmesi<br />
Network Girişimcilik bazında internet ortamında mümkündür. Network Girişimcilik,<br />
Kısa zamanda birden fazla kişi arasında iletişim kurulması ve mekân engeli olmadan<br />
kolay erişilebilir olmasının yanı sıra düşük maliyetle iş kurma/geliştirme imkânı<br />
sağlamaktadır.<br />
Bu çalışmamızda 98 Girişimci üzerinde online anket çalışması yapılmıştır. Anket<br />
verilerine göre girişimcilerimizin birçoğunu erkek, genç, yaptıkları Network<br />
Girişimler ile 5 bin TL altı kazanan, 5 yıl ve altında deneyim sahibi olan, iyi kazanç<br />
elde etme arzusu taşıyarak mevcut fırsatları iyi araştıran, yaptıkları işten memnuniyet<br />
duyan, bilgi ve deneyim eksikliği taşıyan, yaptıkları işin sosyal kalkınmaya etkilerini<br />
olumlu gören ve gelecekte de farklı girişimlerle aynı yol ve yöntemleri uygulamayı<br />
düşünen bireyler oluşturmaktadır. Mevcut Network Girişimcilerimizin profillerinin<br />
bu özet görüntüsünün yanı sıra Türkiye Ekonomisinin mikro düzeyde makro etkideki<br />
önemli çarkları olarak genelde büyük resminde Network Girişimcilerin görüntüsünü<br />
temsil etmektedir.<br />
Artık değişen dünyada farklılaşan ekonomilerde yeni oyunlar yeni kurallara göre<br />
dizayn edilmektedir. Bu yeni oyuna hızlı bir şekilde katılabilen ve kuralları<br />
uygulayabilen toplumlar ekonomik ve sosyal kalkınmayı zaman kaybetmeden<br />
sağlayacaktır. Yeni oyun sahası bu Yeni Dünya da teknoloji olmakla birlikte kuralları<br />
ise toplumların bilgi düzeyleri belirlemektedir. Network Girişimcilik, Yeni Dünya<br />
düzeninde yeni bir oyun alanıdır. Bu oyun alanında Network Girişimcilik, ülkemizin<br />
istihdamı en düşük bölgesinden en yüksek bölgesine kadar internetin olduğu her yerde<br />
Girişimciler için fırsat yaratabilir. Yeter ki bilgi ve deneyimin birleşimiyle etkin roller<br />
yüklensin ve başarı odaklı iş fikirleri kurgulansın. Bu mecrada kadınlar işlerini evden<br />
kontrol ederek iş hayatına dolaylı yoldan katılım sağlayabilirler. Ayrıca Network<br />
Girişimcilik ile işsiz kalan her kesim içinse kendi yaşamlarını idame ettirmede büyük<br />
olanaklar sağlayabilir. Bunlarla birlikte sosyal kalınmanın tüm enstrümanların da<br />
toplumsal iyileşmeler sağlayabilir. Bölgesel farklılıkların giderilerek denge<br />
sağlanabilir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Special Reports Digital In 2016, http://wearesocial.com/uk/special-reports/digital-in-<br />
2016, Erişim Tarihi: 14.11.2016.<br />
561
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Müderrislerin Toplumsal Yaşamdaki Rolü:<br />
Muş İli Örneği<br />
Recep ASLAN 1<br />
Cumhuriyet öncesi ve sonrası dönemde Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde dinî hayatın<br />
sürdürülmesini ve canlılığının korunmasını sağlayan iki önemli kurum vardır:<br />
Birincisi tekke/tarikatlar diğeri de medreselerdir. Bu tekke ve medreselerin<br />
gelişmesinde, dinî hayatın neşvünema bulmasında, en önemli modeller medrese<br />
âlimleri olmuştur. Bu bildiride; Muş il merkezinde yaşayan müderrislerin toplumsal<br />
yaşamdaki rolü üzerinde durulacaktır. Bu amaçla bu müderrislerin/kanaat<br />
önderlerinin bölgenin manevî, sosyal, kültürel kalkınmasına katkıları ve bu katkıların<br />
sosyal barışın tesisinde rolü araştırılacaktır. Bu çerçevede yüz yüze görüşme tekniği<br />
kullanılarak medrese hocası/hocalarıyla mülakat yapılacaktır. Bu görüşmeler<br />
çerçevesinde barış ve arabuluculuk, yardımlaşma, dayanışma, sivil inisiyatifi<br />
geliştirme, bölgenin maddî ve manevî kalkınması gibi konularda sorular<br />
yöneltilecektir. Mülakatlar neticesinde elde edilen bilgiler analiz edilecek ve birtakım<br />
sonuç ve önerilerde bulunulacaktır.<br />
Anahtar Kavramlar: Medrese, Seyda, Manevî Kalkınma, Maddî kalkınma, Muş<br />
The Role of Muderrısın Socıal Lıfe -The Case of Mus-<br />
Abstract<br />
In the period before and after republic, there are two important institutions that provide<br />
the resumption and vitality of religious life in the East and Southeast of Turkey: The<br />
first is lodge/tariqats and the other is madrassas. The most important models in the<br />
development of lodge and madrasas, and the improvement in religious life have been<br />
madrasa scholars. In this paper; the role of the müderris, who live in Mush city center,<br />
in social life will be focused. For this purpose, these müderris’/opinion leaders’<br />
contributions in the region’ spiritual, social and cultural development and the role of<br />
these contributions in the establishment of social peace will be explored. In this<br />
context, interviews will be held with madrasa teacher/teachers by using face to face<br />
interview technique. Within the framework of these interviews questions will be asked<br />
in areas such as peace and negotiation, cooperation, solidarity, developing civil<br />
initiative and the material and spiritual development of the region. The information<br />
obtained during the interview’s result will be analyzed and some conclusions and<br />
recommendations will be given.<br />
Keywords: Madrasa, Seyda, Spiritual Development, Material Development, Mus<br />
1<br />
Doç. Dr., Muş Alparslan Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi, Temel İslam Bilimleri Hadis<br />
Anabilim Dalı, recep_aslan72@hotmail.com<br />
562
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
1. GİRİŞ<br />
Medreseler, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde asırlarca derin izler bırakan, etkin<br />
sosyal roller oynayan, toplumun yönlendirilmesinde esaslı etkiler icra eden, bölgenin,<br />
dinî, ahlâkî, ilmî, kültürel ve toplumsal hayatın diğer alanlarında, toplumsal yapının<br />
şekillenmesinde etkin olan kurumlardır. Medreselerin gelişmesinde, dinî hayatın<br />
neşvünema bulmasında, en önemli modeller olan medrese âlimleri, dinî hayatın<br />
canlılığında ve toplumsal yaşamın birçok alanında önemli roller oynamışlardır. Çünkü<br />
müderris olan bu din âlimleri, çevrelerinde sosyal fonksiyonları ve konumları üst<br />
düzeyde olup fetvalarıyla dini problemleri çözdükleri gibi, barış ve arabuluculuk<br />
çabalarıyla toplumsal barışın tesisinde de önemli görevler üstlenmişlerdir. Doğu ve<br />
Güneydoğu bölgelerindeki medreselerden mezun olan ve aynı zamanda Diyanet işleri<br />
Başkanlığı bünyesinde görev yapan ve kendi camilerinde veya medreselerinde ders<br />
veren bu müderrisler, toplum tarafından “melâ, melle, molla veya seyda” olarak<br />
isimlendirilmişlerdir.<br />
Kürtçede “melâ” şeklinde de kullanılan mele kelimesi, Türkçe ve Farsçada kullanılan<br />
“molla” kelimesinin Kürtçe versiyonudur. Etimolojisine gelince muhtemelen bu,<br />
topluluk anlamındaki Arapça “mele” kelimesinden veya doluluk anlamındaki “mel”<br />
ya da çok dolu anlamına yorumlanabilecek “mellâ” kelimesiyle ilişkilendirilebilir.<br />
Ancak daha tutarlı olan yorum, bunun her üç dilde de din hocası anlamına gelen<br />
bağımsız bir kelime olmasıdır (Yalar: 2013, 464). Aynı şekilde medrese kökenli bir<br />
din hocası, fetvada ve tedrisatta kâmil manada güvenilir bir din âlimi olarak kabul<br />
edildiği zaman, onun için artık sadece “mela/mele” unvanı yeterli görülmez ve bu<br />
unvanın önüne “seyda” unvanı konularak saygınlığına vurgu yapılmış olur (Yalar:<br />
2013, 463).<br />
Sadece Kürtler arasında kullanıldığı anlaşılan “seyda” kelimesinin etimolojisi<br />
hakkında kaynağa dayalı kesin bir malumat bulunmamakla beraber büyük bir<br />
olasılıkla bu, efendi ve büyük manasına gelen Arapça “seyyid” kelimesinin, önce<br />
Farsça münada formunda: “Efendim!” ve “Büyüğüm!” anlamındaki “Seyyida!”<br />
şeklinde kullanıldıktan sonra zamanla Kürtçe telaffuza uyum sağlayarak<br />
günümüzdeki şeklini almıştır. Bugünkü haliyle ise bu kelime, öncelikli olarak<br />
medrese sahibi ve icazetname verebilecek derecede büyük müderris olan din âlimleri<br />
ya da büyük tarikat pirleri için kullanılan en saygın dinî-ilmî-manevî unvandır (Yalar:<br />
2013, 460-461. Ayrıca bkz. Hamidi: 2012, 315; Bala: 2013, 466-467; Pekasil: 2015,<br />
221). Nitekim bu sebepledir ki, “seyda” unvanı, bölgenin kitleler üzerinde en etkili<br />
manevî şahsiyetleri olan tarikat şeyhlerinin şeyhlik unvanlarının dahi önüne konulmak<br />
suretiyle “seyda-ı şeyh” şeklinde kullanılır.<br />
Müderrislerin başta toplumsal barış olmak üzere toplumsal birlik ve beraberliğin<br />
sağlanmasındaki rollerini tespit etmeyi amaçlayan bu çalışma doğrultusunda Muş<br />
Merkez ve köylerinde resmi görev yapan veya emekli olmuş olan ve aynı zamanda<br />
toplum tarafından kanaat önderi kabul edilen müderrislerle yüz yüze görüşülerek nitel<br />
bir araştırma yapılmıştır. “Melâ, melle, molla veya seyda” olarak isimlendirilen bu<br />
müderrislerin toplum içindeki rollerini tespit etmeye yönelik olarak; din, ahlâk, eğitim<br />
ve hukuki sorunların çözülmesi, toplumsal barışın tesisi, sosyal dayanışma ve<br />
563
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
yardımlaşma, sivil inisiyatif alma vb. konularda nasıl çözümler ürettiklerine dair<br />
sorular yöneltilmiştir.<br />
Görüşme yapılan kişilerin seçiminde başta Muş İl Müftülüğü yetkilileri olmak üzere,<br />
toplumun farklı kesimlerinin kanaatlerine başvurularak bu şahıslar tespit edilmiştir.<br />
Muş il merkezinde yaşayan bu müderrislerin toplumsal yaşamdaki rolü üzerinde<br />
durulmuştur. Bu çerçevede yüz yüze görüşme tekniği kullanılarak medrese<br />
hocası/hocalarıyla mülakat yapılmıştır. Bu görüşmeler çerçevesinde barış ve<br />
arabuluculuk, yardımlaşma, dayanışma, sivil inisiyatifi geliştirme, bölgenin maddî ve<br />
manevî kalkınması gibi konularda sorular sorulmuştur. Bu amaçla bu<br />
müderrislerin/kanaat önderlerinin bölgenin manevî, sosyal, kültürel kalkınmasındaki<br />
katkıları ve bu katkıların sosyal barışın tesisindeki rolü ile ilgili sorular yöneltilmiştir.<br />
Bu sorular çerçevesinde çerçeve oluşturma, tematik çerçeveye göre verileri işleme,<br />
bulguları tanımlama ve yorumlama aşamalarından oluşan “betimsel analiz” metodu<br />
kullanılmıştır. Yapılan betimlemelerden yola çıkarak yorum yapılmaya ve bazı<br />
çıkarımlar elde edilmeye çalışılmıştır. Böylece seydaların toplumsal yaşamdaki<br />
rolünün bütüncül bir resminin elde edilmesi hedeflenmiştir.<br />
Katılımcılara ait demografik bilgiler, aşağıdaki tabloda yer almaktadır.<br />
Tablo 1: Katılımcı Guruba İlişkin Demografik Bilgiler Grafiği<br />
Sıra Eğitim Durumu Görevi /Mezun Çalışma<br />
No<br />
Olduğu Medrese yılı<br />
1 Erzurum Yüksek İslam<br />
Enstitüsü/ Medrese<br />
Mezunu<br />
2 Marmara Üniversitesi<br />
İlahiyat<br />
Fakültesi/Medrese<br />
Mezunu<br />
3 Van Yüzüncü Yıl<br />
Üniversitesi İlahiyat<br />
Fakültesi/ Medrese<br />
Mezunu. Aynı<br />
zamanda Tefsir<br />
Anabilim Dalı’nda<br />
yüksek lisans mezunu<br />
4 İlahiyat Ön<br />
lisans/Medrese<br />
Mezunu<br />
Emekli<br />
Müftü/Bitlis (Ohin<br />
Medresesi Şeyh<br />
Asım Türel)<br />
İlçe Müftüsü/Cizre<br />
(Şeyh M. Nurullah<br />
Seyda el-Cezerî)<br />
İl<br />
Müftüsü/Diyarbakır<br />
İmam Nevevî<br />
Medresesi (Molla<br />
Sadullah Ergun)<br />
İmam Hatip/Tillo<br />
Medresesi (Molla<br />
Burhaneddin)<br />
Şu anki Görev<br />
Durumu<br />
41 yıl Emekli Muş<br />
Merkez<br />
Camisinde ve<br />
Diwana Mela<br />
derneğinde<br />
dersler veriyor.<br />
39 yıl Resmi görevi<br />
devam ediyor.<br />
27 yıl Resmi görevi<br />
devam ediyor.<br />
28 yıl Resmi görevi<br />
devam ediyor.<br />
564
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
5 İlahiyat Ön<br />
lisans/Medrese<br />
Mezunu<br />
6 İlahiyat Ön lisans ve<br />
Anadolu<br />
Üniversitesiİktisat<br />
Fakültesi/Medrese<br />
Mezunu<br />
7 İlahiyat Ön lisans ve<br />
Anadolu Üniversitesi<br />
İşletme<br />
Fakültesi/Medrese<br />
Mezunu<br />
8 İmam Hatip<br />
Lisesi/Medrese<br />
Mezunu<br />
9 İmam Hatip Lisesi ve<br />
Açık öğretim<br />
Fakültesi- Sosyal<br />
Bilimler<br />
Programı/Medrese<br />
Mezunu<br />
10 İmam Hatip Lisesi ve<br />
Açık öğretim<br />
Fakültesi- Sosyal<br />
Bilimler Programı<br />
/Medrese Mezunu<br />
İmam-Hatip/Silvan<br />
Bayrampaşa<br />
Medresesi (Molla<br />
Mehmet Aslan)<br />
İmam Hatip/Tillo<br />
Medresesi (Molla<br />
Burhaneddin)<br />
Muş Merkez<br />
Alaettin Bey Camii<br />
(Molla Zübeyir<br />
Demir)<br />
Muş Merkez<br />
Alaettin Bey Camii<br />
(Molla Zübeyir<br />
Demir)<br />
Emekli İmam Hatip<br />
(Bitlis<br />
Güroymak/Norşin<br />
Medresesi Molla<br />
Lütfi Subaşı)<br />
Emekli İmam Hatip<br />
(Muş Bulanık<br />
Gülçimen<br />
medresesi Molla<br />
İbrahim Eğdadi)<br />
30 yıl Resmi görevi<br />
devam ediyor.<br />
30 yıl Resmi görevi<br />
devam ediyor<br />
35 yıl Resmi görevi<br />
devam ediyor<br />
36 yıl Resmi görevi<br />
devam ediyor.<br />
33 yıl Emekli<br />
27 yıl Emekli–Beyza<br />
İlim Kültür ve<br />
Eğitim<br />
Vakfı’nda<br />
müderris<br />
2. BULGULAR VE YORUM:<br />
2.1. Toplumsal Barış:<br />
Seydalara yönelttiğimiz ‘Size toplumsal barışla ilgili ne tür problemler geliyor’<br />
sorusuna karşılık: ‘Kan davaları, ailevi sorunlar, kız kaçırma olayları, boşanma<br />
davaları, miras paylaşımı, arazi kavgaları, ticari konular (zekat, faiz, kredili satış vb.)<br />
gibi hususlarda bize başvuruluyor.’ denildi.<br />
2.1.1. Kan Davalarından örnekler:<br />
Seydaların ortak kanaatine göre bir olay vuku bulduğunda hemen olaya müdahil<br />
oluyorlar. Hatta bazen kolluk kuvvetlerinden önce olaya müdahale edip olayın<br />
büyümesini önlemiş oluyorlar. Bununla ilgili olarak seydalar değişik örnekler<br />
verdiler:<br />
565
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
H.B: “İki köy arasında ciddi bir kavga oldu. Jandarma olaya müdahale etmekten<br />
çekindi. Köyün öğretmeni beni aradı. Ben de seydalara haber vererek olay yerine<br />
gittim. Seydalar olarak iki köyün büyükleriyle görüştük ve olayın büyümesini önledik.<br />
Jandarma bu çabamızı hayranlıkla izledi. Güvenlik güçlerinin teskin edemediği büyük<br />
bir hadiseyi sulh yoluyla neticelendirdik.”<br />
A.E: “2015 seçimlerinde Muş merkez Dilimli (Salorik) köyünde muhtarlık seçiminden<br />
dolayı bir kişi öldürüldü. Mercimekkale jandarma karakolu köyde sükûneti yeterince<br />
sağlayamadı. Köylüler beni bu olaydan haberdar ettiler. Ben ve diğer seydalar köye<br />
gidip sükûneti sağlayıp barışı gerçekleştirdik.”<br />
A.G: “Bitlis Mutki ilçesi Mahbuba köyünde büyük bir kavga oldu. 7-8 ağır yaralı<br />
vardı. Resmi kurumlar olayı çözmede yetersiz kaldı. Seydaların ve bölgenin kanaat<br />
önderlerinin teşebbüsüyle etkili bir rol oynayarak bu davayı çözdük. Güvenlik güçleri<br />
ancak sulh yapıldıktan sonra köye girebilmişlerdi.”<br />
M.Y: “Ben Muş Merkez Kepenek (Arak) köyünde imam iken İstanbul’a çalışmaya<br />
giden köylüler orada kavga ettiler. Kavga İstanbul’dan köye sirayet etti ve köyde<br />
infiale neden oldu. Köylüler birbirlerine silah çektiler. Ben de köyün ileri gelenlerini<br />
toplayıp olayı teskin ettim. Böylelikle büyük bir musibeti/kavgayı önledim. Eğer<br />
zamanında müdahale etmeseydim belki de köyde kan dökülürdü.”<br />
Bu örneklerde görüldüğü gibi seydaların, kavga anlarında resmi kurumların yetersiz<br />
veya geç kaldıkları durumlarda, toplumdaki karmaşayı, kaosu minimize etmede etkin<br />
bir rolleri vardır. Toplum tarafından güvenilen, tarafsız ve adil davranan bu seydalara,<br />
toplum aralarındaki anlaşmazlığın çözümüne yönelik verdikleri kararlara itimat<br />
etmekte, onları bir barış elçisi olarak görmektedir. Seydalar da herhangi bir maddî<br />
karşılık beklemeksizin büyük bir fedakârlık örneği göstererek bu olaylara müdahale<br />
etmektedirler.<br />
Bölgede kan davalarını çözmede, sulhu temin etmede, seydaların rolü büyüktür. Bu<br />
bağlamda kendileriyle görüşme yaptığımız seydalardan A.E. şimdiye kadar onlarca<br />
kan davası barışına katıldığını ve 2015 yılında 5, 2016 yılında 2 kan davasını<br />
çözdüğünü ifade etmiştir. Bu konuda da seydalar farklı örnekler aktarmışlardır.<br />
G.T: “Muş Merkez Eğirmenç (Şixelan) köyünde bir kan davası vardı. Köyün imamı<br />
aracı olmamızı istedi. Ben de o aileleri tanımadığımı ifade ettim. Bunun üzerine aracı<br />
اِنَّمَا الْم Sûresindeki… olmamızı isteyen köyün imamı Hucurât<br />
“Şüphesiz müminler birbiri ile kardeştirler; öyle ise dargın olan kardeşlerinizin<br />
arasını düzeltin…” âyetini okuyarak tanımasam bile aracı olmamı istedi. Ben de<br />
seydalarla birlikte aracı oldum ve uzun çabaların neticesinde aralarında kan davası<br />
olan aileleri barıştırdık.” Diyalogun devamında seyda şu değerlendirmeyi de yaptı:<br />
“Bu olayın çözümünde adliye/savcılık barış çabalarımızı duyunca bizlere teşekkür<br />
etti. Savcının beyanına göre barışlar olduktan sonra aileler davalardan<br />
vazgeçiyorlar. Bu da adliyenin işini kolaylaştırıyor.”<br />
ؤْ مِن ونَ اِخْ وَةٌ فَاَصْلِح وا بَيْنَ اَخَوَيْك ْم<br />
A.G: “Muş şehir merkezinde gençler arasında bir kavga oldu. Bir kişi öldü ve iki genç<br />
de yaralı idi. Maktul tarafı hastaneye baskın yaptı. Emniyet yetkilileri seydaları<br />
566
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
arayarak olaya müdahil olmalarını istediler. Bizlerde hastaneye giderek olayın<br />
büyümesini önledik.”<br />
C.A: “2016 yılının mayıs ayında Muş Merkez Yücetepe (Dırik) köyünde bir kavga<br />
oldu. Köylüler arasındaki bu kavga İstanbul’daki akrabaları arasına da sirayet etti<br />
ve bir kişi öldürüldü. Seydaların ve kanaat önderlerinin aracı olmasıyla aileler<br />
arasında barış sağlandı. İki taraf kendi rızalarıyla şikâyetçi olmaktan vazgeçtiler.”<br />
A.B: “30.07.2016 tarihinde 65 yıldan beri aralarında kan davası olan Xiyan aşiretine<br />
bağlı iki aile arasında Kulp İlçesinde barış sağlandı. Tarafların bir kısmı Muş’ta bir<br />
kısmı da Diyarbakır Kulp ilçesinde ikamet etmekte idiler. Muş’ta yaşayan taraf 65 yıl<br />
önce bu kan davasından dolayı Muş’a göç etmek zorunda kalmışlar. Muş İl<br />
Müftülüğü, Kulp ilçesindeki yetkililer, siyasetçiler ve kanaat önderleri ile beraber<br />
aracı olup çok eskiye dayanan bu hadiseyi barışla sonlandırdık.”<br />
Örnek olaylardan da anlaşılacağı üzere melelerin anlaşmazlıklarda arabulucu rolü<br />
üstlenmeleri güvenlik ve yargı kurumları tarafından da istenilen ve takdir edilen bir<br />
davranıştır. Seydaların olaylara müdahil olmalarıyla sorunlar adlî kurumlara<br />
yansımamış olmakta, böylece olay adeta aile içinde çözülmüş olup, büyüyüp<br />
çözülemez bir hal almasının önüne geçilmiş olmaktadır. Ayrıca seydalara göre, kan<br />
davalarını çözmede, aracılar adil ve tarafsız davrandığı zaman toplum onlara güvenir,<br />
onların tavsiyelerine uyar. Aksi takdirde aracılar taraflı, çıkarcı davrandıklarında<br />
toplum onlara itibar etmez ve barış meclislerine davet etmez.<br />
2.1.2. Ailevi Sorunlarla İlgili Örnekler<br />
Kız kaçırma olayları ve boşanma davaları gibi ailevi sorunlar, toplumun seydalara<br />
başvurup çözmelerini istediği önemli konulardandır. Bu konularda da seydalar<br />
topluma ciddi anlamda manevî danışmanlık yapmaktadırlar. Toplum, güvendikleri bu<br />
mollaları mahrem konular dâhil olmak üzere, bu alandaki her türlü anlaşmazlıklarına<br />
hakem tayin eder. Bu konuda da görüştüğümüz seydalar çok farklı örnekler verdiler.<br />
Bu da gösteriyor ki; toplumun huzurunun tesisinde seydaların rolü büyüktür. Bu<br />
konularla ilgili seydaların bize aktardıkları farklı örnekler vardır.<br />
Z.D: “Boşanma noktasına gelen bir aile, sorunlarını çözmek için bana başvurdu.<br />
Bende iki tarafı dinleme kararı aldım. Önce kadını eve çağırıp şikâyetlerini dinledim.<br />
Sonra küsen kadını eşinin evine götürüp kocasını dinledim. Her iki tarafa karıkocanın<br />
karşılıklı haklarını anlatıp nasihatlerle her iki tarafı teskin edip aralarındaki<br />
anlaşmazlığı çözdüm.”<br />
A.G: “Birçok boşanma olayını diyalog kurarak çözmeye çalışıyoruz. Kız tarafıyla<br />
görüşerek uzlaşma zeminini hazırlıyoruz. Aralarında barış olduktan sonra da o<br />
aileleri takip ediyoruz. Başka arkadaşlarla birlikte, mümkünse ev ziyareti; değilse<br />
telefonla diyalog kurarak ailenin dağılmaması için çaba sarf ediyoruz. Boşanmış<br />
çiftler varsa onlara da yardımcı olmaya çalışıyoruz. Bir daha bir araya gelebilmeleri<br />
için gayret gösteriyoruz.”<br />
A.E: “Onlarca kız kaçırma davasına katıldım. Kimi aileler anlayış göstererek başlık<br />
parası almazken kimisi de başlık parası aldı. Almamaları konusunda telkinlerimiz<br />
oldu. Ama kaçırılan kız aileleri kendi onurları zedelendiği için başlık parasını<br />
567
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
aldıklarını söylüyorlar. Aralarında barış olduktan ve ailenin öfkesi dindikten sonra<br />
parayı iade edenler oldu, kimisi de kızlarına hediyeler alarak telafi yoluna gittiler.”<br />
H.B: “Boşanmalarda hemen karar vermiyoruz. Her iki tarafın düşünmesi için zaman<br />
veriyoruz. Bu zaman aralığında karşılıklı olarak ailelere bir arada kalmaları için<br />
nasihatlerde bulunuyoruz. Ailelerin dağılmamaları için fıkhî konularda da esnek<br />
davranıyoruz. Toplumun, ailenin maslahatına hangisi uygunsa onunla karar<br />
veriyoruz.”<br />
G.T: “Tanıdığım ya da tanımadığım onlarca kız kaçırma davasına katıldım.<br />
Çoğunluğu başlık parasını iade ediyor ya da kızına harcıyor. Bu parayı iade<br />
etmeyenler de vardır. Ben bu davalara katıldığımda veya kırsal kesimde kız isteme<br />
törenlerine katıldığımda kadın haklarından söz ediyorum ve özellikle Hz.<br />
Peygamber’in şu kudsî hadisini hatırlatıyorum: “Hz. Peygamber’den nakledildiğine<br />
göre Allah Teâlâ şöyle buyurdu: Ben kıyamet günü şu üç (grup) insanın düşmanıyım:<br />
Benim adıma ant içtikten sonra sözünden cayan kişi, hür bir insanı köle diye satıp<br />
parasını yiyen kişi, ücretle bir işçi tutup işini gördüren ve işçinin ücretini vermeyen<br />
kişi.”(Buhârî,1980:Büyû 106 (II,106), İcâre 10 (II, 1339);İbn Mâce,t.y.:Ruhûn 4(II,<br />
816).<br />
Boşanma ve kız kaçırma dışındaki başka sorunlar konusunda da toplum<br />
müderrislerden destek alıyor. Bu konularla ilgili olarak M.B.Ç. şöyle ilginç bir olay<br />
aktardı: “Cami cemaatimden bir şahıs bana gelerek, annesinin eşine iyi<br />
davranmadığını ve kendisine bu konuda yardımcı olmamı istedi. Ben de ilgili şahsın<br />
evine gittim. Annesinin bir yandan tesbih çekerken bir yandan da gelinine laf<br />
sokuşturup sövdüğünü gördüm. Ben de kendisinin dindar biri olduğunu ve gelinine iyi<br />
davranmadığı zaman ahiretine zarar verebileceğini söyledim. Konuyla ilgili teyzeye<br />
uzun nasihatlerde bulundum.”<br />
Başka bir seyda (A.E.) da tefecilik, kumar ve işe gitmeme vb. konulardan eşini şikâyet<br />
eden, destek isteyen ve aile huzursuzluğunu gidermede rehberlik isteyen kadınlara<br />
yardımcı olduğunu ifade etti.<br />
Bu örneklerde de görüldüğü gibi seydalar, toplumun her türlü sorunuyla hemhal olup<br />
adeta aileye psikolojik danışmanlık yapmaktadırlar. Toplum bu tip kanaat önderlerine<br />
güvendiği zaman her çeşit problemini onlara sunabilmektedir. Seydalar da özveride<br />
bulunarak ailelerin dağılmaması için ciddi anlamda çaba sarf etmektedirler. Ayrıca<br />
meleler sayesinde, başlık parasından vazgeçme ya da bu parayla kızlara hediye alma<br />
yoluna gidilmektedir.<br />
2.1.3. Miras Paylaşımı, Arazi Kavgaları vb. Örnekler:<br />
Seydalardan Z.D. Kendisinin miras hukukunda çok iyi olduğunu hatta Ferâiz ile ilgili<br />
bir eseri ezber bildiğini ifade etti. Kendisine mirasla ilgili birçok dava geldiğini ve<br />
bunları çözdüğünü ifade etti.<br />
Bölgede kadınlara mirastan pay verilip verilmediği konusundaki sorumuza seydalar:<br />
‘Toplumun genelde kadınlara düşen payın hak olduğunu kabul etmekle beraber,<br />
birçoğunun bu hakkı vermedikleri görülmektedir.’ şeklinde cevapladılar.<br />
568
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Seydalara göre, arazi kavgalarının eskiye nazaran az olduğu görülmektedir. Bu çeşit<br />
kavgalarda da kendilerinin aracı olduğunu ve sulh yoluyla barıştırdıklarını beyanda<br />
bulunuyorlar. Bu konuda Seydalardan Z.D, zaman zaman toplumda bazı kişilerin<br />
çıkarlarına ters düştüğü için, barışı bozduklarını ifade etmiştir. Z.D. Konuyla ilgili<br />
şöyle bir olay aktardı: “Muş Merkez köylerinden Güzeltepe (Ajmanuk) ile Çatbaşı<br />
(Mıxakom) köyleri arasında arazi anlaşmazlığı yaşandı. Tam anlaşma sağlanmak<br />
üzereyken köylülerden biri şahsî menfaatine dokunduğu için barış yapılmasına engel<br />
oldu. Bazen şahıslar toplumda şahsî çıkarlarına uymadığı için hakkı tanımazlar.”<br />
Bu konuyla ilgili Z.E. kanaatini şöyle ifade etmiştir: “Bu ve benzeri davalarda devlet<br />
kurumlarına başvurulursa daha isabetli olur. Bazen aracıların yaptırım gücü yetersiz<br />
oluyor ve isabetli kararlar verilemeyebiliyor.”<br />
A.B: “Müftü olduğum bir ilçede üç kardeş arasında miras konusunda bir ihtilaf<br />
oluştu. İki kardeş aynı anneden idi; diğeri ise üvey idi. Aynı anneden olan iki kardeş<br />
üvey ağabeylerinden miras konusunda hak iddiasında bulundular. Aynı anneden olan<br />
iki kardeşin şer’en herhangi bir hakları olmadığı halde herhangi bir kavgaya<br />
sebebiyet vermesin diye ağabey olan üvey kardeşten fedakârlık yapmasını talep ettik.<br />
Ağabey de bizleri kırmayarak iki kardeşine beşer bin lira vererek sorunun büyümeden<br />
çözülmesini sağladı. Kardeşler ağabeylerinin ellerini öpüp oradan ayrıldılar.”<br />
Bu örnekte görüldüğü gibi; toplum davalara objektif yaklaşan ve bu işlere yalnızca<br />
Allah rızası için aracı olan kişilere itibar etmekte, aracı olan şahısların hatırına<br />
fedakârlıklarda bulunabilmektedir. Seydalar arazi kavgalarında arabulucu<br />
olmalarıyla, arazilerin atıl kalmamasıyla ülke ekonomisine dolayısıyla maddî<br />
kalkınmaya da katkı sağlamış oluyorlar.<br />
2.2. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma:<br />
Bu konularda seydalar, toplum içinde çok aktif rol almaktadırlar. Müderrisler, düğün,<br />
taziye, mevlit, hasta ziyareti vb. bütün konularda toplumun bu davetlerine iştirak<br />
etmektedirler. Bu tip törenlerde seydalar, o günün önemine binaen ya da kişilerden<br />
gelen talepler çerçevesinde sohbetler icra etmektedirler. Düğünlerin meşru bir şekilde<br />
icra edilmesi, gösterişe girmemesi konusunda uyarılarda bulunmaktadırlar. Bu<br />
konuda Z. E: “Düğünlerde meşru bir şekilde eğlence olabilir. Bu çerçevede dinin<br />
maksatlarını doğru anlamak gerekir. Bu alanda dinî anlamda nass ile sabit olmuş bir<br />
yasak konmamışsa bu tip eğlencelere engel olmamak gerekir. Doğru kararlar<br />
vermemiz gerekir. Günümüzün toplumu daha bilgili olduğu için sorguluyor.” dedi.<br />
Seydalar taziyeler konusunda çok fedakârlık yapıyorlar. Toplum, seydaların<br />
taziyelerine katılmasını istiyor. Seydalar, Kur’an-ı Kerim okuyarak, dinî sohbetler<br />
yaparak hem taziye sahibine moral veriyorlar; hem de bu taziyeleri bir fırsata<br />
dönüştürerek dinî ve sosyal konularda toplumun bilinçlenmesine katkıda<br />
bulunuyorlar. Seydaların ortak kanaatine göre, eskiye göre mevlit okumalarında bir<br />
azalma var. Daha çok mübarek gün ve gecelerde mevlitler icra ediliyor. Seydalar<br />
toplumun mevlide yüklediği fonksiyonun doğru anlaşılması konusunda ikazlarda<br />
bulunuyorlar. Örneğin; Z.E.’ye göre: “Toplumda mevlit dinin rüknü olarak<br />
gösterilmiş; hâlbuki mevlit Hz. Peygambere sevgisini göstermeye çalışan<br />
Müslümanların bir icadıdır. Mevlit törenlerine bu şekilde yaklaşmak<br />
569
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
gerekir.”A.G.’nin tespiti ise şu şekildedir: “Ben katıldığım törenlerde mevlidin düğün<br />
günlerinde değil, Hz. Peygamber’in veladetinde okunmasını tavsiye ediyorum.”<br />
Yukarıda görüldüğü gibi seydalar katıldıkları törenin mahiyetine göre, sohbet, vaaz,<br />
Kur’an ve mevlit okuyarak halkı bilinçlendirme ve bir arada tutma görevini icra<br />
etmektedirler.<br />
Seydalar köylerinde veya çevrelerinde yardıma muhtaç kişilerin tespitinde ilgili<br />
yardım kuruluşlarıyla veya zengin kişilerle bağlantı kurarak onların desteklenmesi<br />
konusunda da katkı sunuyorlar.<br />
Seydalardan Z. D: “Bu konuda benden destek isteyen kişilere yardımlarını öncelikle<br />
muhtaç olan yakın akrabalarına yapmalarını tavsiye ediyorum.” dedi.<br />
A.G. yardımların, ihtiyaç sahiplerine dağıtımında şu şekilde hareket ettiğini ifade<br />
etmektedir: “Muşlu olup il dışında yaşayan zenginler bize güvenerek zekât, fitre ve<br />
sadakalarını merkez veya çevre köylerdeki muhtaçlara vermek üzere bize<br />
gönderiyorlar. Bizde cami cemaatimizle birlikte ihtiyaç sahibi olanların listesini<br />
yapıp, ulaştırıyoruz. Yardım yaptığımız kişilerin listesini yardımda bulunan kişiye<br />
gönderiyoruz. Bu şekilde yardımın kimlere ulaştığını hayır sahibi de öğrenmiş<br />
oluyor.”<br />
C.A: “Benden bu şekilde destek isteyen kişileri, doğrudan ihtiyaç sahiplerine<br />
yönlendiriyorum.”<br />
M.B.Ç: “Yardım kuruluşları bazen bize danışıyorlar. Kanaatime göre,<br />
danışmalarının sebebi seydaların toplumla iç içe olmalarından dolayı ihtiyaç<br />
sahiplerini tanımalarıdır.”<br />
M.Y: “Köylerde muhtarlar, şehirlerde ise resmî kurumlar ve muhtarlar toplumla iç<br />
içe olan din görevlilerinden ihtiyaç sahiplerinin tespitinde destek alıyorlar.”<br />
G.T: “Ben meslek hayatımda hiç zekât ve fitre almadım. Çevremde dilencilik<br />
yapmayan ama ihtiyaç sahibi olan fakirlere yardımların gitmesi konusunda hep<br />
gayret sarf ettim.”<br />
Genel olarak seydalar, toplumda zengin ve fakir arasında ilişki kurulması konusunda<br />
köprü görevi görmektedirler. Gerek ihtiyaç sahiplerinin tespitinde, gerekse<br />
yardımların dağıtımı konusunda birey ve kurumlara yardımcı olmuş ve olmaktadırlar.<br />
Bu anlamda toplumsal dayanışmanın artmasında önemli fonksiyonlar icra<br />
etmektedirler. Ancak yardım kuruluşları veya zenginler bu yardımı suistimal eden<br />
kesimlere de (seyda, muhtar vb.) mesafeli davranmaktadırlar.<br />
2.3. Sivil İnisiyatif Alma:<br />
Seydalar, toplumsal olaylarda tepki ve tavırlarını ortaya koymada topluma öncülük<br />
etmişlerdir. Bu çerçevede yukarıda da ifade edildiği gibi herhangi bir hadise<br />
olduğunda olay yerine ilk gidenler seydalar ve diğer kanaat önderleri olmuştur. Bu<br />
konuyla ilgili seydalardan farklı örnekler dinledik.<br />
M.B.Ç: “Ekim 2014 Kobani eylemlerinde kendi mahallelerinde eyleme katılan<br />
gençlerin, taşlarla iş yerlerine zarar vermeleri üzerine tanıdığım gençlere müdahale<br />
570
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ettim. Taşkınlık yapmamaları konusunda ikaz ettim. Gençler, ellerindeki taşları<br />
atarak olay çıkarmaktan vazgeçtiler.”<br />
A.E: “Çarşı pazarda kavga olduğunda beni tanıyanlar arayıp olayları yatıştırmamı<br />
istiyorlar. Ben de olay yerine gidip sükûneti sağlamaya çalışıyorum ve aralarını ıslah<br />
etmeye gayret gösteriyorum.”<br />
G.T: “Herhangi bir kavga olduğunu duyduğumda olay yerine gidip müdahil<br />
oluyorum.”<br />
C.A: “Herhangi bir olay olduğunda müdahale ediyoruz. Bazen uykusuz kalıyoruz.<br />
Hatta bazen bir olayı teskin etmede haftalarca uğraştığımız oluyor.”<br />
Z.D: “Halk bizi arıyor ve bizden olayların yatıştırılması için destek istiyor. Bizde<br />
gücümüz nispetinde olayları çözmeye çalışıyoruz.”<br />
Z.E: “Bu konularda toplum bizi ciddiye alıyor. Tarafsız davranırsak inisiyatif<br />
almamız kolay olur. Sorunların çözümü daha çabuk gerçekleşir.”<br />
H.B: “15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası darbe karşıtı eylemlere katıldık.<br />
Toplumun birliği, İslam ümmetinin vahdeti vb. konularda sohbet ve nasihatlerde<br />
bulunduk.”<br />
A.B: “15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası imam ve seydalar meydanlarda<br />
toplumu darbelere karşı tavır sergilemeleri konusunda teşvik etti.”<br />
A.G: “15 Temmuz 2016 darbe girişiminden hemen sonra meydanlarda sela, dua ve<br />
sohbetlerle darbeye karşı durarak toplumun içinde yer aldık.”<br />
M.Y: “15 Temmuz 2016 darbe girişimi gecesinde seydalar ve din görevlileri olarak<br />
kurmuş olduğumuz ‘Diwana Mela” derneğinin üyelerini meydanlara davet edip<br />
halkla beraber olmalarını sağladık. Seydalarda Kur’an-ı Kerim tilaveti, ezan, sela,<br />
dua ve sohbetlerle sürece destek verdiler.”<br />
Seydaların beyanında da görüldüğü gibi, bu zatlar toplumda birlik ve huzurun<br />
temininde, sivil inisiyatifin oluşmasında önemli roller üstleniyorlar. Tarafsız, adil<br />
davrandıklarında toplum onlara itibar etmekte ve onları Hz. Peygamber’in varisleri<br />
olarak görmektedir. Bu nedenle bu kişilerin ehl-i ilim olmaları, ağırbaşlı olmaları ve<br />
özellikle bu tür müdahalelerde Allah’ın rızasını ve toplumun maslahatını gözeterek<br />
davranmaları gerekir. Seydalar birey-birey, birey-toplum arası ilişkilerinde etkili<br />
olduğu gibi; birey-devlet ilişkilerinde de ciddi manada görev icra etmektedirler.<br />
2.4. Toplumsal Barışın Tesisi Yöntemi:<br />
Seydalara, yönelttiğimiz ‘Toplumsal barışın tesisinde izlenmesi gereken yol nasıl<br />
olmalıdır?’ sorusuna karşılık farklı tavsiyelerde bulundular. Bu tavsiyelerden çoğu<br />
ortak temenniler şeklinde idi. Bunlardan bazılarını şu şekilde serdedebiliriz.<br />
A.G: “Öncelikle birlik ve beraberliğimizi Kur’an’ın şemsiyesi altında tesis etmeliyiz.<br />
Aşağıdaki ayeti esas alarak koparılan kardeşlik bağlarını yeniden oluşturmak, Ensâr<br />
ve Muhâcir kardeşliği örneğinde olduğu gibi bir toplum meydana getirmek gerekir:<br />
“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.<br />
571
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O,<br />
kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine<br />
siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı…”(Âl-i<br />
İmrân, 3/103)”<br />
A.B: “Toplumsal barışın tesisinde her il ve ilçede seydalardan, kanaat önderlerinden<br />
müteşekkil bir heyet kurulmalı. Toplumun problemlerine heyetçe çözümler<br />
üretilmelidir.”<br />
H.B: “Toplumsal barışın tesisinde devlet yetkilileri ve toplum, ilmiyle amil âlimlere,<br />
toplum tarafından kabul gören kanaat önderlerine danışsın. Çünkü bazen yöneticiler<br />
yörenin örf ve adetlerini bilmeyebilirler. Bu anlamda bu kesimden destek alabilirler.”<br />
M.Y: “Toplumu bir araya getiren manevî duygulardır. Sıkıntılı dönemlerde bu manevî<br />
duygularla toplumu ayakta tutan seyda ve kanaat önderlerine sahip çıkılmalıdır.”<br />
Z.D: “Barışı, kardeşliği tesis etmeliyiz. Kardeşlik hukuku çerçevesinde toplumsal<br />
barışı temin edebiliriz. Devlet yetkilileri bölgede din âlimlerini ciddiye alıp<br />
tavsiyelerini alsın.”<br />
Z.E: “Hukuk ilkelerine riayet edersek toplumsal barışın tesisi olur. Bu çerçevede<br />
yöneticiler toplumun çıkarlarını düşünmeli ve halkına karşı dürüst olmalıdır. Kendi<br />
haklarımızı bilip ve farklı kesimlerin haklarına riayet etmeliyiz.”<br />
C.A: “Toplumun ıslahı, Kur’an öğretileriyle olur. Bilgiye, eğitime önem vermeliyiz.<br />
Bilgili toplumlarda sosyal barışın tesisi daha kolay olur. Bu konuda Yüce Allah: ‘Eğer<br />
bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun’ (Enbiyâ, 21/7) buyuruyor.”<br />
G.T: “Bir yerde huzursuzluk varsa orada bir haksızlıkta vardır. Onun için<br />
yöneticilerin, aile büyüklerinin adil ve herkese eşit davranması gerekir. Barışın<br />
kaybedeni, savaşın kazananı olmamıştır. Toplumda gerçek barışın olması için şu âyeti<br />
düstur edinmeliyiz: “Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın<br />
peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır.” (Bakara, 2/208) Bu âyet<br />
çerçevesinde Kur’an-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’i hakem kılmalıyız. Bu bağlamda<br />
Diyanet İşleri Başkanlığının toplumsal barışın tesisinde önemli sorumluluğu vardır.”<br />
A.E: “İlme ve âlime önem verilirse, bunlara başvurulursa ve toplumda töre<br />
cinayetleri, berdel vb. yanlış adetler kaldırılırsa toplumsal barışın tesisi sağlanmış<br />
olur.”<br />
Seydalar, genel anlamda toplumsal barışın tesisinde hakem olarak Kur’an-ı Kerîm ve<br />
Hz. Peygamber’in öğretilerinin ilke edinilmesini öneriyorlar. Devlet yetkililerinin ve<br />
kanaat önderlerinin barışın tesisinde adil, tarafsız ve her bireye eşit davranmaları<br />
konusunda tavsiyelerde bulunuyorlar. Toplumsal barışı zedeleyen yanlış adetlerden<br />
de halkı uzaklaştırmak ve bu çerçevede eğitici konuşmalar yapmak gerektiğini<br />
söylüyorlar.<br />
3. SONUÇ<br />
Hz. Peygamber’in varisleri olan âlimler, dinî referanslara başvurarak barış ve<br />
arabuluculuk, yardımlaşma, dayanışma, sivil inisiyatifi geliştirme gibi konularda<br />
572
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
toplumsal sorunların çözümünde görevler üstlenerek toplumsal barışa katkı<br />
sağlamışlardır. Bu toplumsal barışa katkı sağlayan seydaların öneri ve tavsiyeleri<br />
neticesinde şu sonuçlara ulaşabiliriz:<br />
1. Toplumsal barışın tesisinde seydalar, toplumsal sorunlara duyarsız kalmıyorlar.<br />
Ciddi anlamda çaba sarf ediyorlar. Bu çerçevede kan davaları, ailevi sorunlar, kız<br />
kaçırma olayları, boşanma davaları, miras paylaşımı, arazi kavgaları, ticari konular<br />
vb. birçok konuda toplum bu kişilerden manevî destek bekliyor ve seydalar da bu<br />
manevî desteği veriyorlar.<br />
2. Olaylara müdahil olan bu kanaat önderleri, olayların çözümünde adil ve objektif<br />
olup hakkaniyet ölçütlerine uyduklarında toplum bunlara itibar eder, birçok hadise<br />
kısa sürede pratik önerilerle çözülmüş olur. Bu anlamda şahıslar, resmî anlamda ilgili<br />
devlet kurumlarına daha az iş götürmüş olup ve devlet yetkililerini daha az meşgul<br />
etmiş olurlar.<br />
3. Seydalar davaların çözümünde dinî nasları esas alıyorlar. Mezheplerin ihtilaf ettiği<br />
konularda toplumun maslahatını göz önünde bulundurarak en uygun mezhep<br />
görüşünü veya nasla çelişmeyen örfe göre hüküm veriyorlar.<br />
4. Bir seyda üstesinden gelemediği bir dava olduğu zaman, davayı müderrislerin<br />
kurmuş olduğu “Diwana Mela” derneğine götürüyor. İşin ehli olan bir komisyon<br />
kurulup uzun araştırma ve müzakereler neticesinde çözüm üretilmeye çalışılıyor.<br />
5. Müderrisler, düğün, taziye, mevlit, hasta ziyareti vb. bütün konularda toplumun<br />
etkinliklerine katılmakta ve bu çerçevede sosyal barışın tesisinde katkı<br />
sunmaktadırlar.<br />
6. Bu zatlar toplumda birlik ve huzurun temininde, sivil inisiyatifin oluşmasında<br />
önemli roller üstleniyorlar. Devlet yetkilileri de bu işin farkında olmalı, bu zatlara<br />
itibar ve saygı göstermelidir. Bölgeye yeni atanan yetkililer toplumun örf ve adetleri<br />
ile kanaat önderlerinin fonksiyonu vb. konularda bilgilendirilmelidir. Böylece<br />
toplumsal barışın sağlanmasında, ülkenin manevî ve maddî kalkınmasında<br />
seydalardan daha çok faydalanılabilir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Bala, Sabahattin. (2013).“Şark Medreselerinin Öğretim Yöntem-Teknikleri ve<br />
Pedagojik Değerlendirmeleri”, Medrese ve İlahiyat Kavşağında İslâmî<br />
İlimler (Uluslararası Sempozyum) I, Bingöl: Bingöl Üniversitesi Yayınları.<br />
Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmâil. (1980). el-Câmiu’s-Sahîh. Kahire: el-<br />
Matbaatu’s-Selefiyye.<br />
Çiçek, M. Halil. (2009). Şark Medreselerinin Serencâmı. İstanbul: Beyan Yayınları.<br />
Hamidi, Muhammet Sadık. (2012). “Doğu ve Güney Doğu Medreseleri’nin Mahiyeti<br />
ve Ders Müfredatı’nın Islah Önerisi”, Medrese Geleneği ve Modernleşme<br />
Sürecinde Medreseler I, Muş: M.Ş.Ü. Yayınları.<br />
İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd. (t.y.). es-Sunen. (Thk. Muhammed<br />
Fuâd Abdülbâkî). Beyrut: Dâru’l-Fikr.<br />
Pekasil, Tahir. (2015). “Barışın Uzanan Eli Olarak Din Görevlisi: Geleneksel Dini<br />
Statülerin Toplumsal Uzlaşıya Katkı İmkanları: Mardin Örneğinde<br />
573
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Seydalar”, V. Ulusal Din Görevlileri Sempozyum Bildirileri (9-10-11 Mayıs<br />
2014-Mardin): Toplumsal Barışa Katkısı Açısından Cami ve Din Görevlileri,<br />
Mardin: Mardin Artuklu Üniversitesi.<br />
Yalar, Mehmet. (2013). “Seyda, Mela ve Feqilerin Bölgenin Dini ve Kültürel<br />
Hayatındaki Yeri”, Medrese Geleneği ve Modernleşme Sürecinde<br />
Medreseler I, Muş: M.Ş.Ü. Yayınları.<br />
SÖZLÜ KAYNAKLAR<br />
Abdullah Güler (Hacı Şeref Camii İmamı) ile Muş’ta 22. 07. 2016’da yapılan görüşme<br />
kayıtları.<br />
Abdulkadir Erten (Hacı Salih Camii İmamı) ile Muş’ta 21. 07. 2016’da yapılan<br />
görüşme kayıtları.<br />
Alattin Bozkurt (Muş İl Müftüsü) ile Muş’ta 25. 07. 2016’da yapılan görüşme<br />
kayıtları.<br />
Celil Aslan (Diwana Mela-Selimiye Camii İmamı) ile Muş’ta 20. 07. 2016’da yapılan<br />
görüşme kayıtları.<br />
Galip Tuğal (Emekli İmam) ile Muş’ta 30. 07. 2016’da yapılan görüşme kayıtları.<br />
Hanifi Ballı (Müftü) ile Muş’ta 24. 07. 2016’da yapılan görüşme kayıtları.<br />
Masum Yıkın (Diwana Mela-Hacı Şeref Camii İmamı) ile Muş’ta 20. 07. 2016’da<br />
yapılan görüşme kayıtları.<br />
Mehmet Baki Çelik (Lale Camii İmamı) ile Muş’ta 25. 07. 2016’da yapılan görüşme<br />
kayıtları.<br />
Zeki Ekinci (Emekli İmam/Seyda) ile Muş’ta 29. 07. 2016’da yapılan görüşme<br />
kayıtları.<br />
Zübeyir Demir (Emekli Müftü) ile Muş’ta 23. 07. 2016’da yapılan görüşme kayıtları.<br />
574
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Sosyal Kalkınmada Sosyal Felsefenin Rolü<br />
Kasım MÜMİNOĞLU <br />
Felsefe çok uçlara ve geniş yönelimlere sahip olmakla birlikte bunların her biri belirli<br />
derecede dünya ve insanın esas gizemliliğini araştırmaya yöneliktir. Sosyal felsefe<br />
çağdaş toplumu ve onu oluşturan bireyleri araştırırken toplum mekanizmalarını sosyal<br />
bağlarıyla birlikte ele alarak insana yaşadığı dünya hakkında bilgi verir. Sosyal felsefe<br />
toplum mekanizmalarını araştırarak yine toplum ve birey için yön verici düşünce<br />
ortaya koyarken birçok felsefi olmayan disiplinlerle; sosyoloji, siyasal ekonomi,<br />
hukuk, medeniyet ve kültürle ilişki kurar. Bu bağlamda sosyal felsefe insanın sadece<br />
dış, toplumsal yönünü değil aynı zamanda insanın iç dünyasına girerek ona yaşamında<br />
bir yön bulmaya yardımcı olur. Sosyal felsefe, bireye kendisinin bir “Ben” oluşundaki<br />
kişiliğini elde etme imkânı sunar. İşte bu çalışmada biz sosyal felsefenin bu yönünü<br />
irdelerken sosyal felsefenin bir yaşam felsefesi olarak sosyal kalkınmadaki en önemli<br />
yanı olan modern bireyin yaşamındaki pratik yansımalarını ele alacağız.<br />
Anahtar Kelimeler: Sosyal kalkınma, sosyal felsefe, birey, kişilik, toplum, insan<br />
The Role of Social Philosophy in Social Development<br />
Abstract<br />
Philosophy has the extreme and broad trends, and each of them intends to research the<br />
basis of the mystery of the world and the people at a certain degree. While social<br />
philosophy researches the mechanisms of community with social ties, by addressing<br />
with the contemporary society and the individuals, gives information about the world<br />
where people lived. When social philosophy investigates the mechanisms of<br />
community, it reveals guiding thought for the individual and society. Social<br />
philosophy establishes a relationship with many non-philosophical disciplines; such<br />
as sociology, political economy, law, civilization and culture. The society itself is<br />
present as a part of the inner world in human and participates in its daily life. In this<br />
context, social philosophy not only concerns with the external and social aspects of<br />
the human life but also, at the same time enters into the inner world of human life<br />
through helping him to find a direction. To have an information about the community,<br />
the social status, the institutes, on one hand, helps individuals to find the right strategy;<br />
on the other hand it determines the majority of his social duties, and it offers the<br />
individual an opportunity to obtain his own personality. Here, as a philosophy of life,<br />
we'll discuss the practical implications of the social philosophy on the life of modern<br />
people.<br />
Keywords: Social development, social philosophy, individual, person, society,<br />
people<br />
<br />
Öğretim Üyesi, Muş Alparslan Üniversitesi FEF, Felsefe Bölümü<br />
k.mominov@alparslan.edu.tr<br />
575
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
1. GİRİŞ<br />
Konumuzun ana başlığını “Sosyal Kalkınmada Sosyal Felsefenin Rolü” olarak<br />
belirlememde yatan en önemli sebeplerden bir tanesi, Sosyal Felsefenin sosyal<br />
kalkınmadaki önemini ortaya koymaktır. Tartışmamıza bir açıklık getirmesi<br />
bakımından önce sosyal kalkınma ve sosyal felsefenin ne olduğunu kısaca belirtmekte<br />
yarar var. Kalkınma bir devletin ekonomik, toplumsal, siyasal yapılarının değişerek<br />
insan yaşamının maddi ve manevi alanda ilerlemesi ve giderek toplumun refahının<br />
artmasıdır. Sosyal kalkınma ekonomik büyümenin yanında hem insani hem de<br />
toplumsal değerlerin gelişimi ve değişimini de içermektedir. Diğer bir ifadeyle sosyal<br />
kalkınma; milli gelir dağılımının iyileştirilmesi ve yoksulluğunun en aza indirilmesi,<br />
toplumun yaşam kalitesini artıran altyapı ve sosyal yatırımların toplumun bütününü<br />
kapsayacak düzeyde sağlanması, bireyin gelir durumu artarken, birey ve toplum<br />
yaşamındaki manevi değerlerin gelişmesini ve kültürün yaygınlaşmasını ve yine<br />
birçok alanda bireyin söz sahibi olmasını hedeflemektedir (Sosyal Kalkınma Raporu,<br />
2010). Bu açıdan bakıldığında sosyal kalkınmanın önemli üç tabakasının olduğundan<br />
söz etmek mümkündür. Bunlar sırasıyla insan, toplum ve ekonomidir. Ancak bu üç<br />
tabaka sosyal kalkınmanın konusu olduğu kadar sosyal felsefenin de konusudur.<br />
Sosyal felsefe, toplumsal gerçekliğin ana hatlarını, kapsamlı ve kesin bir çizgide<br />
görmeye yönelik çabadır (Frank, 1929: 19). Sosyal felsefe, toplumsal eylemlerimizin<br />
ve toplumsal olayların sonuçları üzerinden geliştirilen bir etkinliktir. Sosyal felsefe,<br />
toplumsal değişmenin yarattığı sarsıntı, çalkantı ve çatlakların, kısaca, toplumsal<br />
krizlerin eleştirel bir biçimde değerlendirilmesidir. Sosyal felsefe, insan eylemlerini<br />
ve genel toplumsal değişmeyi ‘anlama’ ve ‘anlamlandırma’ çabasıdır. (Çelebi,<br />
2001:24) . Kısaca yapılmış bu tanımlardan da anlaşıldığı üzere sosyal felsefe; felsefi<br />
bilginin bir bölümü veya felsefe alanında bireyin toplumdaki varoluş biçimini felsefi<br />
açıdan sorgulayan etkinliktir.<br />
2. SOSYAL FELSEFE<br />
Sosyal felsefe ile sosyal kalkınmanın tarihsel gelişimini incelediğimizde kökünün<br />
antik çağlara kadar uzandığını ve orantılı bir biçimde geliştiğini görmemiz mümkün.<br />
Örneğin toplumların medeni gelişimine baktığımızda, bu süreç sosyal kalkınmaya<br />
uygun olan koşulları sağlayan coğrafi yerleşimlere orantılı biçimde geliştiği gibi,<br />
toplumların sosyal kalkınmışlığını temin edecek temel felsefi düşünceler, bir başka<br />
ifade ile toplum veya sosyal felsefe de bu coğrafik koşulların sağladığı imkânlar<br />
dâhilinde gelişmiştir. Hint ve Çin medeniyetlerini gelişmesini sağlayan coğrafi<br />
koşullar ‘Haon-ho ve Yantze-tzyan’ ve ‘İnda ve Ganga’ nehir kıyıları, Asur ve Babil<br />
medeniyetlerinin gelişmesini sağlayan ‘Dicle ve Fırat’ nehirleri olmuştur. Mısır<br />
medeniyetinin gelişmesinde ise ‘Nil’ nehri etkili olmuştur. Akdeniz kıyıları ise Afrika<br />
ve Avrupa medeniyetlerini, Kızıl deniz boğazı ise Basra ve Bağdat medeniyetlerinin<br />
gelişmesine imkân sağlamıştır (Mechnikov, 2008: 122). Aynı şekilde bu<br />
medeniyetlerin gelişmesindeki dini (mitoloji) inanç ve felsefi düşünce temeli insan<br />
yaşamının anlamı üzerine kendisini inşa ederek gelişmiştir. Bunu kavramak için,<br />
Brahmanlar, Upanişatlar, Taoizm ve Konfüçyüs, Antik Yunan, Hristiyan, İslam<br />
öğretilerindeki insan tasavvuruna bakmak yeterli. Sokrates, Platon, Aristoteles’ten<br />
Kant’a ve günümüz birçok filozoflarına kadar insan tanımı nerdeyse hiç<br />
576
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
değişmemiştir; insan duyan, düşünen ve yapan (icat eden) bir varlıktır. Sosyal<br />
felsefenin özelliklerini belirlemede, felsefenin ana çekirdeğini oluşturan, ontoloji,<br />
epistemoloji ve metodolojinin çok önemli bir yeri vardır. Örneğin Kant “Ahlak<br />
Metafiziğinin Temellendirilmesi” adlı çalışmasının önsözünde Antik Yunanda,<br />
özellikle Zenon ve Epiküros’un yaptığı tanımlarda felsefeyi mantık, fizik ve etik<br />
olarak üçe ayırdıklarını dile getirirken bunun konu bakımından felsefenin yapısına<br />
uygun olduğunu belirtmektedir. Mantık doğru düşünmenin kurallarını biçimlendirir.<br />
Fizik ise doğa yasalarını anlamak içindir. Akla, özgürlüğe ilişkin yasaları inceleyen<br />
bilime de ahlak denir. Fizik ve ahlak kendi rasyonel tarafıyla felsefi bilimdir (Kant,<br />
2013: 2). Bundan dolayı Kant onları doğanın ve ahlakın metafiziği olarak adlandırır.<br />
Bu bakımdan sosyal felsefe bir açıdan ahlak metafiziğinin geliştirilmiş şekli olup,<br />
mantığın özgürlük alanına uygulanmasıdır. Bu bağlamda epistemoloji genel olanı<br />
bilgiyi araştırma sürecinde elde eder. Ahlak, iyi ve kötü olanın, estetik ise güzel ve<br />
çirkin olanın kategorilerini araştırmakla varoluşun temel sınırlarını ortaya koyar. Bu<br />
bağlamda sosyal felsefenin ortaya çıkışı toplumun hem içkin hem de aşkın bağlarıyla<br />
ilgilidir.<br />
Sosyal felsefe genel olana toplumu araştırarak ulaşır. Hatta birey için gizemli olan bu<br />
yolla açığa çıkar. Toplumun felsefi anlamı buradan gelmektedir. Çünkü toplum<br />
sayesinde insan, insan olmaktadır. Birey bunun bilgisine ve anlamına toplum<br />
sayesinde varmaktadır.<br />
Dedyulina’ya göre sosyal felsefenin bilimin ayrı bir dalı olarak ortaya çıkışı XIX.<br />
yüzyılın ortalarındadır. Bu dönemde düşünürler sadece düşünceye dayalı ‘spekülatif’<br />
öğretiden uzaklaşarak, insana aktif rol vermişlerdir. Yarım yüzyıl geçmesine rağmen<br />
felsefe literatüründe sosyal felsefenin çizgisi ve nesnesi hakkında tam bir birlik yok.<br />
Bazı düşünürler sosyal felsefeyi sadece sosyolojinin bir bölümü olarak görmektedir.<br />
Oysa sosyal felsefe sosyoloji daha bir bilim dalı olarak ortaya çıkmadan önce de<br />
mevcut idi.<br />
Her şeyden önce sosyal felsefe etkinliğe yöneldiği için, etik, mantık gibi pratik<br />
felsefenin, dallarından biridir. Bu açıdan bakıldığında sosyal felsefenin sosyoloji ile<br />
ilişkisinde normatif ve antitektik olmak üzere iki özellik bakımından ayırır. Bu iki<br />
özellik sosyal felsefenin sosyal kalkınma açısından da önemlidir. a) Sosyal unsur<br />
kendisinde motifler, dürtüler, değerler ve normlar barındırır. Bunları insanlara sahip<br />
olmanın yanında onları harekete geçirir. Sosyal refleksi ilk sırada toplumu, yönleri ve<br />
değişimleriyle birlikte açıklar. İkinci olarak, bu sosyal unsurlar kendisini netleştirerek,<br />
motifler, dürtüler, değerler, beklentiler ve normlar sayesinde toplumu sosyal<br />
bakımdan kalkınmasını sağlar (Dedyulina, vd, 2006: 12). Sosyal felsefe sadece<br />
normları duyurmaya çalışmamakta, aynı zamanda bu normları anlamaya<br />
yönelmektedir. Husserl bu konuda görüşünü anlam konusunda getirdiği en önemli<br />
‘yönelimsellik’ kavramıyla dile getirdi. Öznenin yöneldiği nesne veya tecrübenin<br />
ilişkili olduğu nesneyi dikkate almadan, yalın bir zihinsel edim olarak anlamadan söz<br />
edemeyiz. Anlama, özne ve nesne arasındaki bu ilişkinin kendisi olarak<br />
düşünülmelidir; ilişki içinde olan öğelerden biri veya ötekine göre tek yanlı olarak<br />
anlamadan söz edilemez. Husserl’e göre, Dilthey’da da olduğu gibi, bilginin oluşum<br />
sürecini kavramak için onun tarihsel bağlamına veya öznenin psikolojik bağlamına<br />
başvurmak gerekli değildir. Husserl’e göre anlama psikolojik bir süreç içinde değil;<br />
577
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
aksine, zihin ile nesne arasındaki karşılıklı ilişkide ortaya çıkar (Bilen, 2007: 116). b)<br />
Antitektik özellik bakımından sosyal felsefe, bir tezin sadece formüle ve gelişmesini<br />
değil, aynı zamanda antitezin de durumu tahmin eder. Nitekim antitez teze göre daha<br />
dikkat çekicidir. Bundan dolayıdır ki sosyal felsefe soruları ortaya koyar, fakat onları<br />
kesin olarak çözemez. Bu da sosyal felsefenin olumlu sosyolojiden ayıran özelliktir.<br />
1988 yılında New-York’ta sosyal felsefe ile ilgili iki kitap yayınlandı. C. L. Frank’ın<br />
“Duhovnıye Osnovı Obshestva. Sosyal Felsefeye Girirş” rusça, diğeri G. Grehem’ın<br />
“Contemprorary Social Philosophy” İngilizce olarak yayınlandı. Frank, sosyal felsefe<br />
problemini insanın varoluş temelleri ilişkileri çerçevesinde dini-felsefi olarak<br />
görmektedir. Grehem ise sosyal felsefenin belirgin farkının toplumun ötenazi, kürtaja<br />
izin verilmesi veya yasaklanması, az gelirli ailelere yardım gibi sosyal problemlere<br />
dikkatini yönlendirmesinde ortaya çıktığını ifade etmektedir (Dedyulina, vd, 2006:<br />
15). Sosyal felsefe açısından ele aldığımızda, sosyal kalkınmışlığı, toplumsal<br />
değişime, sosyal dinamikliğe bağlayan düşünürler olmuştur. Compte, Danilevsky,<br />
Sorokin, Toynbee, Nikolay Berdyaev ve Albert Schweitzer bu düşünürlerden bir<br />
kaçıdır.<br />
3. SOSYAL KALKINMA<br />
Sosyal kalkınma, ekonomik büyümenin yanında hem insani hem de toplumsal<br />
değerlerin gelişimi ve değişim dinamiklerini içermektedir. Sosyal kalkınmada ‘sosyal<br />
dinamik’ kavramı toplumların değişim süreçlerine göre çeşitli yorumlara tabi<br />
olmuştur. Bu kavrama ilk olarak bilimsel anlam yükleyen kişi A. Comte olmuştur.<br />
Comte’un sosyal dinamik kavramına yüklediği anlam toplumsal gelişmedeki süreçler<br />
ve istisnai sıçrama ve durgunluklardır. Comte toplumu bir organizma gibi<br />
görmektedir. Ona göre toplumun analizinde de deneysel bilimlerin pozitif metotları<br />
kullanılmalıdır. Toplumsal değişme ise tüm bir organizma olarak düşünülen toplumda<br />
birbiri peşi sıra gelen üç aşamada gerçekleşen bir evrimdir. Comte bu üç aşama<br />
arasında tam bir neden-sonuç ilişkisi bulunduğunu savunur. Bunlar, teolojik,<br />
metafizik ve pozitif aşamalardır. Teolojik aşamada toplum doğaüstüne önem verir.<br />
Toplumun yapısı insanların zihinlerinin yarattığı esaslar üzerine kurulmuştur.<br />
Gerçekler hiçbir şekilde deney veya duyu organlarıyla tahkik edilemezler. Teolojik<br />
aşamayı metafizik aşama izler. Comte’a göre bu aşamada gerçeklerin aranması ve<br />
tartışılması yer almaktadır. Kölelik ortadan kalkmamış ve endüstri de tam anlamıyla<br />
yerleşmemiştir. Geçiş aşaması olarak bilinen bu aşama gerçeğin aranmasıyla ve<br />
mücadelelerle belirlenir. Pozitif aşamayı ise bilim ve endüstri belirler. Gerçekler artık<br />
duyu organlarıyla algılanan gerçeklerdir. Elde edilen gerçeklere artık gözlem yoluyla<br />
erişilebilmektedir. Böylece Comte bütün toplumların, bilginin birikmesi sonucu<br />
olarak, aynı aşamalardan geçip, sonunda bilimsel düşünce şekli ile belirlenen pozitif<br />
aşamaya erişeceğini ve bu aşamanın son aşama olduğunu savunur (Kongar, 1971: 64).<br />
Sosyal felsefe açısından Batı sosyolojinde toplumsal kalkınmayı çalışmalarıyla ortaya<br />
koyan isim P. Sorokin olmuştur. Onun için Sorokin’in sosyolojik kuramında<br />
‘toplumsal değişim’ önemli yer tutmaktadır. Şöyle ki, Sorokin toplumsal değişmeyi<br />
insan bedeninin geçirdiği değişim sürecine benzetir. Tıpkı bu değişim süreçlerinde<br />
olduğu gibi ‘toplumsal yapı’ veya sosyal dinamik, kendi dikkatini, bütün sosyal<br />
grupların yaşam süreçlerindeki sosyal değişime vermelidir (Krapivenskiy, 1996: 266).<br />
578
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Sorokin’nin düşüncesinde toplumsal yapıyı belirleyen kültür yapısıdır. Çünkü kültür<br />
dış gerçekleri tanımadaki en önemli unsurdur. Bu kültür yapısı ‘sensate’, ‘ideational’<br />
ve ‘idealistik’ olmak üzere üç tanedir. İlk yapıda toplum kültürünün temeli duyu<br />
organlarıyla algılandığı ve bunun dışında başka hiçbir gerçek olmadığıdır. İdeational<br />
kültür yapısında gerçek, duyum ve madde dışı bir gerçektir. Buna imanın hakikati da<br />
denebilir. İdealistik kültürde yukarıdaki her iki kültür yapısının akıl yoluyla yapılmış<br />
sentezini oluşturur (Kongar, 1971: 73). Sorokin’nin sosyal felsefe anlayışı<br />
bakımından toplumsal değişimi belirleyen üst yapının sağlıklı oluşması için de bu üç<br />
kültür yapısının bir biri ile diyalektik ilişkide olması gereklidir. Çünkü toplumların<br />
başına bir bunalım geldiğinde, toplumsal değişim açısından bu kültürel yapıların her<br />
birinin gerçekleri önemli rol oynar. Sosyal dinamiğin sıçrama yapabilmesi için bu<br />
kültürel gerçeklerin diyalektik süreçle, toplumsal-kültürel gerçekliğin bütünleyici<br />
olarak anlaşılması ile birlikte daha da sistemli olarak uygulamaya geçerse, o zaman<br />
ulaştığı verimli sonuçlar büyük ölçüde artacaktır. Sorokin’e göre bu, toplumların<br />
sosyal kalkınmışlığı açısından son derece önemlidir. Şöyle ki;<br />
“insanlık tarihinin şimdiki bunalımlı noktası, insan ve insanın toplumsal-kültürel<br />
evreni üstüne bu daha derin ve daha yeterli bütünleyici bilgiyi kesinlikle<br />
gerektirmektedir, yalnızca bu son derece “esrarengiz” olguların daha yeterli bir<br />
biçimde kavranması için değil, aynı zamanda özellikle insanlığın ölümcül bir tehlike<br />
durumunda olan bunalımın önüne geçilmesi ve insanlığın yeni bir yaratıcı ve uyumlu<br />
tarih çağına girmesinin yolunun açılması için.” (Sorokin, 2008: 366).<br />
Sorokin, eğer toplum değişimi, söz konusu kültürel gerçekleri dikkate almaz ve<br />
kültürel üst yapıyı oluşturan, siyasi, ahlaki, estetik ve bilgisel değerler alanındaki<br />
yaratıcılığı tüketir ise, o zaman bu yapı gerçek sosyal dinamikliğini yitirir.<br />
Egemenliğini yaratıcı faziletiyle sürdürecek yerde, hareketsizlik, zorlama, sahtekârlık<br />
ve sahte değerle bunu sağlama yoluna saptığı zaman, verimsiz, çoğu zaman zehirli<br />
hale gelir ve gerek üyelerine gerekse bütün insanlığa bir yarar sağlamaz duruma<br />
düştüğü için çöker (Kongar, 1971: 73; Sorokin, 1964: 79).<br />
Çalışmalarıyla sosyal felsefe alanında, sosyal kalkınma konusunda önemli görüşleri<br />
ifade eden diğer bir düşünür, Nikolay Danilevsky olmuştur. O “Rossiya i Evropa<br />
(1895)” adlı çalışmasında, sosyal gelişmişliğe insanlık tek yönlü bir seyirle değil, çok<br />
çeşitli ilerlemelerle ulaştığını ifade etmektedir. Ona göre her bir uygarlığın, insanlığa<br />
sahip olduğu bir alanda katkısı olmuştur. Danilevsky bu çalışmasında hiçbir<br />
medeniyetin başka bir medeniyete karşı bütün alanlarda bir üstünlüğe sahip<br />
olmadığını belirtmektedir. Danilevsky’nin bu çalışmasında en dikkat çeken husus Rus<br />
Slav medeniyetinin, toplumuna ve de insanlığa, sosyal kalınma açısında katkısı, bilim,<br />
teknoloji, ekonomi ve dini alanlarda olacağı konusudur. Bunların en tepesinde de<br />
adaletli yönetim ve sosyal-ekonomik düzenin olacağını ifade etmektedir (Danilevsky,<br />
1895: 7, 65, 79, 111, 150-151, 144, 141-142, 198-199, 520, 154). Dolaysıyla<br />
Danilevsky’e göre bir toplumu veya insanlığı sosyal gelişmişlik düzeyine tek açıdan<br />
değil, kültür, tarih, coğrafya ve buna bağlı olarak bilim, sanat ve sanayi (üretim)<br />
bakımından ele alıp incelemek önemli meselelerden biridir.<br />
Toynbee’nin görüşlerine baktığımızda ise, “sosyal kalkınmada sosyal dinamikliğe<br />
cevap veremeyen toplum yok olmaya mahkûmdur” düşüncesiyle karşılaşıyoruz.<br />
579
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Önemli olan sosyal dinamikliğin getirdiği bazı sosyal değişimleri hem yönetici hem<br />
de yönetilen kesimlerin bilinçli bir şekilde kabullenmeleri ve ilişkilerini problemleri<br />
çözüme kavuşturacak düzeye yükseltmelidirler. Toynbee’e göre zaten birçok<br />
uygarlıkların sosyal değişime meydan okuyabilmeleri, o uygarlıktaki her iki kesimin<br />
değişim karşısında sergiledikleri duruşları ile mümkün olmuştur. Bu tür değişimlere<br />
karşı meydan okuyamayan uygarlıklar tarihte yok olmuşlardır (Toynbee, 1956: 128).<br />
Toynbee bu yok oluşu toplumlardaki yapısal esnekliklerinin yitirilmesine<br />
bağlamaktadır.<br />
Sosyal kalkınma açısından Berdyayev’in düşüncelerini incelediğimizde, Berdyayev’e<br />
göre kalkınma ve gelişmişlik kavramı hareketlilik kavramıyla doğrudan ilişkilidir.<br />
Dünya’nın, toplumların ve insanın, insanlığın yaşamı her şeyden önce bir harekettir.<br />
Bu hareket zamanda ve mekânda gerçekleşen gerçek bir hareket olup değişimi bildirir.<br />
Yunan kültüründen günümüze kadar bu gelişmişlik veya değişme çeşitli<br />
bağlamlarıyla kendisini ortaya koymuştur. Herakleytos’ta bu “değişme” kavramı<br />
üzerinden, Parmanides ve Platonda bu değişme, “statik ontolojizm” ile Aristoteles’te<br />
ise “potansiyel durumdan fiili duruma geçiş” kavramları üzerinden ele alınabilir. XIX.<br />
Yüzyıl düşünürleri Shelling ve Hegel’de gelişmişlik kavramı büyük ölçüde ruhsal<br />
gelişmeyi ifade etmektedir. Berdyayev “Egzistancialnaya Diyalektika Bojestvennogo<br />
i Chelovecheskogo” adlı çalışmasının üçüncü bölümünde Hegel’in özgürlük<br />
konusundaki görüşünü benimsemekle beraber, özgürlüğün bir kalkınmanın sebebi<br />
değil bir sonucu olduğu kanaatini dile getirmektedir. Yaratılmış dünya imkânlar<br />
dünyasının kendisidir ve bu dünya daha bitmemiş ve statik bir dünya değildir. Bu<br />
dünyada imkânlar devam eden süreçle birlikte açığa çıkabilir ve bu insan üzerinden<br />
olmalıdır. Dünyanın yaratılma süreci sadece insandan Tanrı’ya giden bir süreç<br />
değildir. Tanrı insandan yaratıcı icatlar talep etmekte, insandan özgürce yapılmış işleri<br />
beklemektedir (Berdyayev, 1952: 70,71). Ayrıca Berdyayev toplumsal ve bireysel<br />
bilince önem vermiştir. Çünkü Berdyayev’e göre bireysel bilinç toplumsal varoluşun<br />
yansıması olduğu gibi, toplumsal kalkınma da bireyin yansımasıdır. Birey toplumda<br />
yaşadığı halde toplumdan bağımsız, özgür olamaz. Bireyin bilinci toplumsal karakter<br />
taşır. Bir diğer ifadeyle bireyin gelişmişliği, içeriği ve gerekliliği aynı şekilde bu<br />
sosyal şartlarla belirlendiğini ifade eder. Berdyayev bu konuda Marks’ın görüşlerini<br />
eleştirir. Berdyayev’e göre kapitalizm sadece dünya tasavvuru ve evrensel gelişmişlik<br />
olarak ekonomizmi geliştirmedi. Aynı zamanda ekonomizm tarafından hüsrana da<br />
uğramıştır. Çünkü ekonomizm ekonomik kalkınma ve insanın ev emeği olarak,<br />
insan/insanlık yaşamı için bir gelişmişliğin şartı olamaz. Marks aslında bu konuda<br />
suçlu değil, Marks da sonuçta bunu XIX yüzyılın kapitalist, burjuva toplumunda hazır<br />
buldu ve buna evrensel değer vermekle hata etti. Oysa ortaya çıkan bütün bu<br />
problemlerin temelini ruhsal temelde, Hristiyanlığın krizinde ve dini bilinçte aramak<br />
gerekir. Sadece bu arayışta ulaşılan maneviyat bizi sosyal bakımdan kalkındırabilir.<br />
Bu güç henüz bir özel ve belirleyici bir güç haline gelmemiştir (Berdyayev, 1934:<br />
344,346,351).<br />
4. SOSYAL FELSEFENİN SOSYAL KALKINMADAKİ ROLÜ<br />
Sosyal felsefe her zaman insanın, toplumların ve bireylerin ortak yaşamını yine insana<br />
ve insanın yaşamakta olduğu topluma açıklamaya çaba gösterdiği gibi doğal bir<br />
580
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
biçimde bu yaşamın doğal bir süreç olduğunun sınırlarını çizmeye çalışır. Sosyal<br />
felsefenin sosyal kalkınmadaki rolünü görebilmek için, sosyal felsefenin toplumda<br />
nasıl bir rol oynadığına bakmak gerekir. Dedyulina, Papchenko ve İvliev’in ifade<br />
ettiği gibi bunun için en uygun metot, felsefenin fonksiyonlarına göz atmaktır ki bu<br />
fonksiyonlar aynı zamanda sosyal felsefe için de genel geçerli işlevlerindendir.<br />
Özellikle de 11 fonksiyon içerisinde şu dokuz tanesinin önemli olduğu kanaatindeyim.<br />
1. Dünya görüşü fonksiyonu.<br />
Dünya görüşü-insanın dünyadaki yerini, anlamını ve kendisini çevreleyen hakikatlere<br />
bakış açısı sistemini oluşturur. İnsan karmaşık ruhsal yapıya sahip bir yaratık olduğu<br />
için, kendisinde güven, idealler, amaçlar, davranış motifleri, ilgiler, değerler, bilinç<br />
prensipleri, ahlaki normlar, estetik duruşlar vb. taşır. Bütün bu elementler sadece<br />
bireyin dünya görüşünü belirleyen elementler değil, bunlar aynı zamanda sosyal<br />
toplum, milletler ve sınıfların yaşam pozisyonlarını da belirler.<br />
2. Ontolojik fonksiyon-felsefe bütün ilimlerin vardığı noktayı dünyayı<br />
açıklamak için geniş bir biçimde ele alır. Ontolojik fonksiyon dünyanın felsefi<br />
tablosunu oluşturmaya yönelik bir çabadır. Felsefe dünyanın felsefi tablosunu<br />
oluşturarak dünyanın vardığı noktayı özetler.<br />
3. Sosyal felsefe ve felsefenin sosyokültürel fonksiyonu. Sosyal felsefe, toplumu<br />
bir bütün organizma olarak ele alır. Toplumu bütün bağları; ekonomik, politik, sosyal<br />
yapı, kültür vb. ile ilişkilerini objektif ve sübjektif faktörlerin etkisiyle toplumundaki<br />
değişim dinamiklerini inceler. İşte buradan felsefenin sosyokültürel fonksiyonu<br />
ortaya çıkmaktadır. Sosyokültürel fonksiyon, bireye insanlık tarihinin akışı üzerinde<br />
düşünme fırsatı vermekle birlikte, insana toplumun çağdaş durumunu, kültürlerin ve<br />
bireylerin çok katmanlı karşılıklı ilişkilerini daha derinden anlamasına yardımcı olur.<br />
Toplumdaki yerini tanımaya ve çağdaş olaylar üzerinde analiz etmeyi öğrettiği gibi<br />
kendisini geliştirmesine de yardımcı olur.<br />
4. Felsefenin kültürel-geleneksel yetiştirme fonksiyonu. Felsefe bu yönüyle<br />
insana bir kültürel geleneğe sahip kişilik oluşturma imkânı verir. Bu kişilik, kendini<br />
eleştirebilen, eleştiren ve şüphe edebilen kişiliktir. Felsefe insana güçlü bir<br />
epistemolojik ve metodolojik temel sunmaktadır. İnsan bu temel sayesinde sosyal ve<br />
doğal dünyaya renkli bakışla bakabildiği gibi kendi iç dünyasına da nüfus etme imkânı<br />
bulur.<br />
5. Aksiyolojik fonksiyon. İnsan her şeyin ölçüsüdür. Yaptığı bütün eylemleri<br />
ahlaki bakımından “iyilik” ve “kötülük” kriterleri çerçevesinde değerlendirir.<br />
Aksiyolojik fonksiyon bilimsel teknolojik, sosyal, politik, ekonomik, kültürel,<br />
çevreyle ilgili ve her türlü uygulamalarda insani yaklaşımı sergiler.<br />
6. Epistemolojik fonksiyon. Öğrenmenin genel teorilerini ifade eder. Filozof<br />
felsefenin bu yönüne dayanarak özgün açılımlar yapabilir. Bu açılımlar yeni<br />
paradigmaları ortaya koyar.<br />
7. Metodolojik fonksiyon. Dünyanın gelişmesinde her türlü özel objeleri<br />
öğrenmede ve genel prensiplerin oluşmasında metodolojik fonksiyonun önemli yeri<br />
vardır.<br />
8. Felsefenin bütünleştirici fonksiyonu. Özgür düşünme kültürünün oluşmasını<br />
diyalektik yaklaşımın yardımı ile sağlar. Bu düşünme kültürü bütün bilimsel<br />
disiplinlerde kullanılabilir. Aynı zamanda bu fonksiyonu ile felsefe toplumsal<br />
yaşamdaki çeşitli katmanların uyum sağlayabilme kabiliyetlerini geliştirdiği gibi,<br />
581
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
sosyal kurum ve alanlarda, maddi, bilim, sanat, estetik, manevi ve kültürel<br />
bakımından uyum sağlayabilmesi için çaba gösterir. Bu fonksiyon aynı zamanda<br />
dünya medeniyetlerindeki yeni gelişmeleri öğrenmekle birlikte insanlığın sosyal<br />
kalkınmasına olumlu katkılar sunar.<br />
9. Öngörü fonksiyonu-doğal veya toplumsal gerçekliklerin gelişmesinde<br />
önemli hipotezler ‘eskizler’ ortaya koyar. Felsefe bu bağlamda ‘entelektüel keşif’<br />
yapmaktadır. Bu keşifler sosyal kalkınmada insanlığın elit tabakaya yükselmesinde<br />
önemli yer tutar (Dedyulina, vd, 2006: 17,18).<br />
Genel çerçevede ele aldığımızda sosyal felsefenin sosyal kalkınmada önemi yukarıda<br />
saydığımız fonksiyonları sayesinde bir kez daha vurgulanmış olmaktadır. Çünkü<br />
sosyal felsefenin bu fonksiyonlar sayesinde bireye veya topluma kazandırdığı bu<br />
vizyon, bireye veya topluma çağdaş evrensel yaşam karşısında kendi ontolojisi ve<br />
epistemolojisi üzerinde sarsmadan durabilme imkanı sunar. Bu da, birey ve toplum<br />
için sosyal kalkınmışlığın bütün alanlarında, hem maddi (ekonomi) hem de manevi<br />
bakımından ilerlemesi için önemli bir etkendir. Özellikle de sosyal felsefenin, sosyal<br />
kalkınmaya katkısı bütün disiplinlerde söz konusu fonksiyonlarda değerlendirilebilir.<br />
İnsan veya toplum hayatında hiçbir şey biri birinden kopuk olarak değerlendirilemez.<br />
Hal böyle olunca sosyal kalkınmayı sadece ekonomik (maddi yönden) kalkınmışlık<br />
olarak anlamak da doğru değildir. Sosyal felsefenin fonksiyonları diyalektik bir<br />
biçimde nasıl biri ötekisiyle ilişkili ise, sosyal kalkınmada da birey veya toplumun<br />
gelişmişlik düzeyi, diğer bir ifadeyle, inancı ahlaki davranışıyla ilgili olduğu gibi,<br />
ahlakı davranışın ve inancın bu dünyada yaptığı bütün davranışlarında, ekonomik,<br />
politik, etik ve vs doğrudan ilişkisi vardır. Dolaysıyla, sosyal felsefenin sosyal<br />
kalkınmadaki en önemli rolü, insan, toplum ve ekonomi olmak üzere üç katmanda<br />
sistematik şekilde kendisini gösterirse amacına ulaşmış olur. Çünkü sosyal felsefe bu<br />
fonksiyonları sayesinde insana ben olmanın yanında, çağdaş sosyal felsefede önemli<br />
isimlerden Nancy’nin ifade ettiği gibi ‘biz’ olmayı da öğretir (Nancy, 2004: 63).<br />
“Birlikte” kavramı, kendisiyle baş başa olmayı değil, “biz” kavramının ifade ettiği<br />
anlamda, ben olanın diğerleri ile ortak varlığını bildirir. Bu durum sosyal felsefenin,<br />
sosyal kalkınmada bütünleştirici fonksiyonun önemini göstermektedir. Yine sosyal<br />
felsefede önemli isimler Manuel DeLanda, Jacques Ranciere, Bruno Latour gibi<br />
düşünürlerin çalışmaları sistematik yöntem arayışı açısından sosyal kalkınma için<br />
önemlidir. Bu düşünürlerin hepsi de sosyal kalkınmışlıkta toplumsal bilincin önemini<br />
vurgularken, aynı zamanda sosyal teorilerdeki belirsizlikleri de araştırmışlar ve bunun<br />
temelinde yatan kaynakları incelemişlerdir. Örneğin Latur, sosyal toplumdaki sosyal<br />
gerçekleri araştırırken şu düşünceyi paylaşmaktadır. Ona göre sosyal alanları ve<br />
sosyal bağları olmayan bir toplum yoktur. Hatta toplumun kendisinin bile, toplumsal<br />
gerçekleri ortaya konmaz ise bir anlam ifade etmiyor. Toplumun kendisi anlaşılmaya<br />
muhtaç olan yapıdır. Latur’un en önemli sözü, “bana laboratuvarı verin ben de<br />
dünyayı yerinden oynatayım”dır (Latur: 2002: 211-242). Latur için önemli olan,<br />
toplumsal olanın çerçevesinden çıkarak nesnenin varoluş sebebinin gerçeğini<br />
görebilmektir. Çünkü bu gerçeklerin mikro düzeyde bilinmesi her ne kadar zor olsa<br />
da, makro düzey için bu önemlidir. Toplumun büyük bir laboratuvara dönüşmesi,<br />
aslından metaforik anlamda toplumun problemli tartışılmış olmakla birlikte, mikro ve<br />
makro düzeyde toplum ve birey gerçeklikleri arasındaki ilişkiler açısından son derece<br />
önemli olduğu gibi, toplum ve bireyin bir durumdan başka bir duruma geçmesi ve<br />
582
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
sosyal kalkınmışlık yolunda problemlerin çözümü için önemlidir (T. H. Kerimova,<br />
vd, 2015: 75)<br />
DeLanda “A New Philosophy of Society: Assemblage Theory and Social<br />
Complexity” adlı eserinde, sosyal çeşitlilik üzerinde durur. Sosyal çeşitlilik<br />
konusunda Pierre Bourdieu’un siyasi, ekonomik ve kültürel bağlamlarını inceleyerek,<br />
söz konusu bağlamların toplumun gerçeklerindeki kesişmelerinde eşitsizliğe yol<br />
açtığını, hatta bunun devletin veya özel kurumların da yapılarında birinin diğerinin<br />
yerini alması suretiyle aynı eşitsizliğe sebebiyet verdiğini ve bunun da elitlerin<br />
durumunu korumaya katkı sağladığını ifade etmektedir. Bunun için DeLande hukuk<br />
devletinin oluşum sürecini analiz ederken Michel Foucault’un araştırmalarına<br />
başvurarak, sosyal çeşitliliğin aktif bir şekilde kayıt altına alınmasının toplumsal<br />
bağlılığın artmasındaki rolünden söz etmektedir (DeLande, 2006:<br />
68,72,81,94,102,118). Bu, şu açıdan önemlidir; sosyal çeşitliliğin kayıt altına<br />
alınmasıyla toplumsal bağların birbiri ile olan bağları artar ve bu devlet kontrolünü<br />
güçlendirir. Bu sosyal çeşitliliğin kayıt altına alınması kurumsallaşmayı beraberinde<br />
getirir, bu da toplumsal bilincin güçlenmesi ve sosyal kalkınma açısından son derece<br />
önemlidir. Çünkü sosyal çeşitliliğin kurumsallaşması, yaşam şartlarında karşılıklı<br />
ilişkilerin güçlenmesi açısından, birlikte hareket etme olanaklarını oluşturur. Bu<br />
olanaklar kendisini bütün alanlarda kendisini gösterebilir. Bir başka ifadeyle toplum<br />
sosyal çeşitliliği ne kadar erken mikro ve makro düzeyde kavrar ve bu çeşitliliği kendi<br />
bilincinde bir ayrıştırma, yok etme, vb. aracı değil de, bir zenginlik aracı olarak<br />
görürse anlam kazandığı gibi, gerçek anlamda çeşitliliği kabullenmiş modern üst<br />
toplum, sosyal anlamda kalkınmış toplum olabilir.<br />
5. SONUÇ<br />
Netice olarak kısaca özetler isek, sosyal felsefenin sosyal kalkınmadaki rolü, bireye<br />
veya topluma sadece bir geniş görüşlülük kazandırmak değil, sosyal felsefe,<br />
metodolojik fonksiyonu sayesinde aynı zamanda bireye, topluma, devletin ve özel<br />
kurumların tüm disiplinlerine, problemin kaynaklarını tanıtmak ve daha yakından<br />
problemin çözülme sürecinde genel prensiplerin oluşmasında sistematik rol alır.<br />
Sosyal felsefe bu anlamda bireye ve topluma çok önemli birikim sunmakta, bu birikim<br />
bilgi birikimidir. Bourdieu “siyasetin sosyolojisi” adlı çalışmasında bu durumu şöyle<br />
açıklıyor. “Gündelik yaşam bilgisi, ileri hareket etmek için alettir. Bilginin sosyal<br />
birikimi bireye kendi konumunu ve sınırlarını belirtmekle birlikte, gündelik<br />
problemlerin çözümünde de gerekli reçeteleri sunar. Toplum, sosyal durum, vd bağlar<br />
hakkında bir bilgi, her toplumda doğru hareket etme stratejilerini tespit etmeyi<br />
öğrettiği gibi, bu bilgi insana sosyal kişilik kazanma imkânı verir. Bu kişilik toplumda<br />
kendi kişiliğinin bilincine varan “ben” olma bilincidir. Sosyal felsefe insanın sadece<br />
toplumsal ve dışsal yanını araştırmaz, sosyal felsefe insan yaşamının en derin kişisel<br />
dünyasına girer ve insana kendi benzersizliğinin bilincine varması için katkı sağlar.<br />
Nancy’nin ifade ettiği “biz” olma bilinci buradan gelir. Kişi biz olana, kendisi ile<br />
kendi içindeki kişisel beni ile birleşerek ulaşabilir. Aristoteles’in ifade ettiği anlamda<br />
kişi kendisi için istediğini başkası için istemedikçe doğru olanı yapmış olamaz.<br />
Sosyal felsefenin toplumumuzda şimdilik rolü, yaşamımızın bütün alanlarına etki<br />
eden, çok çeşitliliklerle birlikte var olmayı sürdüren, evrenselliğini tamamlamamış<br />
583
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
modern dünyada, kendi birliğini çok çeşitlilikte bulmaya yardımcı olabilir. Çünkü çok<br />
çeşitlilikte birlik olabilme özelliği sadece insana verilmiştir. Daha doğrusu, insan ile<br />
birlikte olmada; insan tek başına iken bile, bu bilgi sayesinde, bir başka insanla<br />
hareket etmeyi düşünmektedir. Sosyal felsefenin sosyal kalkınmışlığa katkısı, en<br />
temelde birey üzerinde gerçekleşirse diğer disiplinlerde de gerçekleşme hareketi<br />
hızlanır. Çünkü Sosyal felsefenin bireye kazandırmış olduğu bilgi, bireye, bir ben<br />
olma bilinci vermesiyle birlikte, toplumda ve diğer alanlarda var olmasını sağlar.<br />
Akla şöyle bir soru gelebilir; acaba kültürler ve medeniyetler arası etkileşimin çok<br />
olduğu günümüz dünyasında toplumumuzun, arzu edilen kalkınmaya yakın bir<br />
zamanda kavuşması ne kadar imkân dâhilindedir? Salih’in ifade ettiği gibi Batı<br />
Avrupa, Rusya ve Japonya’nın kalkınmalarında ahlak ve davranışlarının oynadığı<br />
rolün etkisi açıkça görülmektedir (Salih,2013: 2). Yukarıda ifade ettiğim gibi,<br />
Berdyayev sosyal kalkınmışlığı sadece iktisadi anlamda ele almıyor. O sosyal<br />
kalkınmışlığı bir bütün olarak ele alır ve hatta en temelinde Ortodoks inancın bireye<br />
vermiş olduğu ahlaki yapıda görür. Bu anlamda toplumumuzun yeniden kalkınma<br />
hamlesi, tıpkı Rönesans ile Batı medeniyeti nasıl yeniden kalkınma hamlesinde kültür<br />
köklerini, kaynağa dönüş fikriyle Roma-Yunan kültür ve medeniyetlerine<br />
dayandırarak gerçekleştirdiyse, sahip olduğumuz İslam değerleri ve prensipleri<br />
üzerine var olan yaşam felsefemizi yeniden kendi ruhunda canlandırmakla, kendi<br />
sistemimizi bütün disiplinlerde yeniden oluşturabiliriz. Nitekim bütün İslam<br />
ülkelerinin tek ihtiyacı bu, kendi İslami değerleri ve prensipleri üzerine insan, toplum,<br />
ekonomi ve devletin bütün disiplinlerinde gerekli sistemleri inşa etmektir. Türkiye<br />
buna örnek olabilecek potansiyeldedir. Yüzyılı aşkın bir süredir din ekonomiden<br />
bağımsız, ilişkisi yokmuş gibi algılandı ve aslında din, yaşamımızın birçok alanından<br />
soyutlandı. Bu problem toplumumuzun sosyal kalkınmışlık düzeyini hiçbir zaman<br />
ileri götürmedi, aksine toplumun yaşamındaki bütün disiplinlerinde negatif etki<br />
yarattı. Bütün bunlara rağmen toplumumuzda birçok geleneklerin yaşamasıyla<br />
birlikte büyük İslam ruhu varlığını bir kez daha gösterdi. Çünkü İslam adalet dinidir<br />
ve devletin kutsal bir değer olduğu bilincini kendisinde barındırır. 15 Temmuz<br />
olayları halkımızdaki bu ruhu güçlü bir şekilde ortaya koydu. Halkımızda yaşayan o<br />
çok çeşitlilik tek bir birlik ruhunda hareket etme bilincinin önemini örnek bir şekilde<br />
gösterdi. Önemli olan şimdi birliktelik ruhunu korumakla birlikte bu çok çeşitliliği<br />
kurumsallaştırmak gerekir. Çünkü kurumsal olan her yapı bütün disiplinlerde diğer<br />
bütün yapılarla ortak hareket etme imkânı bulur. Tarihimizde bunun yaşanmış<br />
örnekleri mevcuttur. Bunların da araştırılması ve metodolojik bakımından yeniden<br />
değerlendirilmesi gereklidir. Bu kaynaklar Selçuklu, Babür ve Osmanlı<br />
medeniyetlerimizdir. Bu bağlamda bizim şiddetle sosyal felsefemizi güçlendirmemize<br />
ihtiyaç vardır. Sosyal bağları sosyal felsefe ile yoğrulmamış toplumlar sosyal<br />
kalkınmış toplumlar olamaz.<br />
KAYNAKÇA<br />
Aykut, Çelebi, (2001). “Risk ve Olumsallık: Sosyal Teori-Sosyal Felsefe İlişkisini<br />
Anlamaya Yönelik İki Anahtar Kavram”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi<br />
56-1, ss.24-52<br />
584
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Arnold, Toynbee. (1956). A Study of History, Oxford University & New York<br />
University Press,<br />
Berdyayev. N. A. (1952). Egzistancialnaya Diyalektika Bojestvennogo i<br />
Chelovecheskogo/ Бердяев Н.А. Экзистенциальная диалектика<br />
божественного и человеческого, YMC Press Paris.<br />
Berdyayev N. A. (1934). Sudba Cheloveka v Sovremennom Mire, K Ponimaniyu<br />
Nashey Epohi,/Судьба Человека В Современном Мире К пониманию<br />
нашей эпохи, YMCA Press Paris.<br />
Dedyulin,. M.A. (2006). İvliyev. V. A, Papchenko. E.V, Socialnaya Filosofiya,<br />
Tagangor; İzdatelstvo TRTU.<br />
Danilevsky, N. Y.(1895). Rossiya i Evropa, Vzglyad na Kulturnaya i Politicheskaya<br />
Otnosheniya Slavyanskogo Mira k Germana-Romanskomu, Tipografya Brat<br />
Pantoleevıh. Vereyskaya, San-Petersburg,/Данилевский Н.Я. Россия и<br />
Европа. С-Петербург Типографя Брат Пантелеевых, Верейская.<br />
DeLande, M. (2006). A New Philosophy of Society: Assemblage Theory and Social<br />
Complexity. N. Y; Continuum.<br />
Ekonomik ve Sosyal Kalkınma Hareketi Sosyal Kalkınma Raporu, Ekonomik<br />
Gelişme Sosyal Kalkınma İle Desteklenmeli, s. 13. n www. kalkinma.org.tr<br />
18.01.2010<br />
Emre, Kongar (1971). “Toplumsal Değişme”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 1,<br />
63-90.<br />
Frank, Semyon, Lyudvigovich. (1930). Duhovnıye Osnovı Obshestva, Vvedeniye v<br />
Socialnuyu Filosofiyu, YMC Press Paris.<br />
Kant. I. (2013). Ahlak Metafiziğinin Temelledirilmesi, (çev. İ. Kuçuradi, Türkiye<br />
Felsefe Kurumu, Ankara.<br />
Kerimova, T, H. (2015). Sovremennaya Socialna Filosofiya, İzdatelstvo Uralskogo<br />
Universiteta, Ural.<br />
Krapivenskiy, C,E. (1996). Socialnaya Filosofya, OCR, Volgograd Komitet Po<br />
Pechati, Ufa.<br />
Latur, B. (2002). “Dayte Mne Labaratoriyu, i Ya Perevernu Mir”, Logos. № 5- 6 (35)<br />
ss. 211-242.<br />
Mechnikov, L, I.(2008). “Civilization and great historical rivers (the geographical<br />
theory of progress and social development)”, Journal Klassicheskoye<br />
Naslediye № 2(7) pp. 122-124. /M. 1924. C. 133-134; 136; 139-143.<br />
Nancy, J. L. (2004). Bıtıye Edinichnoye Mnojestva, Minsk: Logvinov,<br />
2004/Нанси.Ж.Л., Бытие Единичное Множественное, Минск, Логвинов.<br />
Osman, Bilen. (2007). Çağdaş Yorumbilim Kuramları, Şüle Yayınları, İstanbul.<br />
Sorokin, A,P. (2008). Bir Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri, (çev. Mete Tunçay),<br />
Salyangoz Yayınları, İstanbul.<br />
Sorokin, A, P. (1964). Arnold J. Toynbee, Sorokin ve Toynbee, Sosyal Değişim<br />
Üzerine Denemeler, (çev. Erdoğan Güçbilmez) SBF Yayınları, No. 177-159.<br />
Sevinç Matbaası, Ankara.<br />
Salih, C. (2013). Kalkınma felsefesi, http://islamekonomisi.org/kalkinma-felsefesi<br />
23/08/2016/ 12:38<br />
585
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bölgesel Kalkınmada Üniversitelerin Önemi: Doğu<br />
Anadolu Bölgesi’ndeki Üniversiteler Örneği<br />
Ali Yılmaz GÜNDÜZ 1<br />
Bölgesel kalkınmada insan sermayesi önemlidir. Azgelişmiş bölgelerde nüfus artış<br />
hızı yüksek, iş imkânı yetersiz olduğu için bölge dışına göçler fazladır. Bölgede geri<br />
kalan nüfusun niteliksiz olması bölge kalkınmasını olumsuz yönde etkilemektedir.<br />
Üniversiteler bu sorunu çözmede devreye girer. Eğitim yoluyla insan faktörünün<br />
verimliliğini arttırır. Üniversiteler bir taraftan iş imkânı sağlarken diğer taraftan da<br />
eğitim yoluyla ülke geleceğine yön veren en önemli maddi ve manevi yatırımlardır.<br />
Üniversitelerin en önemli fonksiyonu bilim, eğitim-öğretim ve girişimciliktir. Bu<br />
açıdan teknolojik gelişmede ve ekonomik kalkınmada toplumların itici gücüdür. Bu<br />
çalışmada kalkınmada üniversitelerin önemi ve Doğu Anadolu’daki üniversitelerin<br />
bölgedeki rolleri incelenmeye çalışılacaktır.<br />
Anahtar Kelimeler: Kalkınma, Eğitim, Üniversite<br />
Importance of Universities at Regional Development:<br />
Example of Universities at Eastern Anatolian Region<br />
Abstract<br />
Human fund is important at regional development since population increase rate is<br />
high and job opportunities are inaadequate in under developed regions immigration to<br />
outside regions is much. The being unqualified of the remaining population affects<br />
negatively the regional development. Universities become a part of the effect to solve<br />
this problem. They increase the efficiency of human factor. On the one hand<br />
universities contribute to education and the other hand they are investments that give<br />
direction to the future of country. The most important functions of universities are<br />
science, education, training and enterpreneurship. From this point of view,<br />
unıversities are driving force of societies at technology, advancement and economical<br />
development. In this study, importance of universities at economic development and<br />
roles of universities of Eastren Anatolian Region in the field are tried to be examined.<br />
Key words: Development, Education, University<br />
1. GİRİŞ<br />
İnsan faktörünün kalkınmadaki önemi oldukça büyüktür. Azgelişmiş bölgelerde nüfus<br />
artış hızının yüksek ve eğitimsiz olması ekonomik kalkınmayı olumsuz yönde<br />
etkilemektedir. İnsanın verimliliğini önemli ölçüde etkileyen eğitim ve eğitim<br />
kurumları kalkınmanın da baş aktörüdür. Özellikle bilginin ve bilgi teknolojisinin<br />
önem kazandığı günümüzde nitelikli insan gücü yetiştirilmesinin ekonomik<br />
kalkınmaya içerik olarak çok büyük katkılar sunmaktadır. Kalkınma, azgelişmiş<br />
1<br />
Prof.Dr., İnönü Üniversitesi, İİBF, ali.gunduz@inonu.edu.tr<br />
586
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
bölgelerde sosyal, ekonomik ve kültürel bakımdan yaşadığımız çağa uygun eğitim<br />
yolu ile yeni düzenlemeler yapılarak gelişmiş bölgeler seviyesine ulaştırılması<br />
çabasıdır. Bu çabalara milli gelir ve üretimin artırılarak, sosyal ve ekonomik yapının<br />
değiştirilerek bireylerin daha mutlu bir hayat yaşama imkânına kavuşturulmasıdır.<br />
Kalkınma ekonomide halkın yeni teknolojileri benimseyerek tüketim ve davranış<br />
kalıplarındaki değişmeleri içerecek biçimde toplumsal ve kurumsal yapıda dönüşüme<br />
yol açan bir süreçtir. Kısaca kalkınma insan hayatının niteliğindeki iyileşme<br />
sürecidir(Savaş,1979,12).<br />
Azgelişmiş bölgelerde kalkınma bir taraftan kaynakların etkin bir biçimde<br />
kullanılması, üretim ve üretim hayatının geliştirilmesi, sanayileşmenin<br />
gerçekleştirilmesi, teknolojik ilerlemenin hızlandırılması gibi temel ekonomik<br />
konular üzerinde yoğunlaşırken, diğer taraftan tarımsal verimliliğin arttırılması,<br />
altyapı imkânlarının geliştirilmesi, çevrenin güzelleştirilmesi ve ülke insanlarının<br />
eğitim, beslenme ve sağlık sorunlarının çözülmesini gerektirmektedir<br />
(Çeken,2008:296).<br />
2. KALKINMADA EĞİTİMİN ÖNEMİ<br />
Ülkelerin ve bölgelerin gelişmesinde dinamik faktör eğitimdir. Eğitim demokratik<br />
toplum bilincini geliştirme, karmaşık sorunların anlaşılmasını sağlamada, teknolojik<br />
ilerlemeye yardımcı olma ve kültürel yetenekleri keşfetme gibi birçok yönlü etkilere<br />
sahiptir. (http//makfikirsanat.com/.).<br />
Eğitim geçmişten günümüze gelinceye kadar çeşitli düşünürler tarafından farklı<br />
şekillerde tanımlanmıştır. Meselâ; Aristo’ya göre eğitim, bireyin ahlaki davranışlar<br />
kazanma aracı, Çiçero’ya göre, insan zihninin disipline edilmesi, Descartes’e göre,<br />
aklın doğru kullanılmasını öğrenme süreci, Rousseau’ya göre de, doğuştan insanda<br />
bulunmayan ve yetişkinler tarafından kazandırılan her şey olarak<br />
tanımlanmaktadır(Tezel,2010;53).<br />
Eğitimin mikro ve makro amaçları vardır; (Şemin, 1973;9).<br />
1-Mikro amaçları: Fikri hür, vicdanı hür ve bilimsel düşünce gücüne sahip çalışkan,<br />
disiplinli, kendine güvenen, önsezileri yüksek, ülkesine ve insanlara fayda sağlayacak<br />
olan gelişmelere kolayca adapte olabilen bireyler yetiştirmektir.<br />
2-Makro amaçları: Gelir seviyesini yükseltme, ilerleme ve refah devleti olmaktır.<br />
Eğitim, gelecekte verimlilik ve üretim kapasitesini arttırma, daha fazla gelir, daha<br />
fazla mal üretme ve daha fazla hizmetten yararlanma biçiminde faydalar sağladığı için<br />
yatırım özelliği göstermektedir. Eğitimin başladığı dönemden, eğitim<br />
tamamlanıncaya kadar yapılan tüm harcamalar, uzun dönemde kişisel kazanç ve milli<br />
gelir üzerindeki etkileri nedeniyle bir yatırım unsuru olmaktadır. Bu nedenle eğitime<br />
yapılan yatırımlar arttıkça ülke ve bölge kalkınmakta milli gelir<br />
artmaktadır(Gölpek,2012;45).<br />
İnsanların bilgilerini, davranışlarını, ahlaki, fikri yeteneklerini, düşünme, problem<br />
çözme, karar verme ve uygulama güçlerini oluşturmak ve geliştirmek için yapılan<br />
çalışmaların tümü eğitim adını almaktadır. Eğitim geniş anlamda her çeşit öğrenim ve<br />
eğitim şeklini, dar anlamda ise okullarda verilen bilgileri içerir. T. W. Schultz’a<br />
587
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
(1971:3) göre eğitim kurumları bütünüyle bir sanayiden ibarettir. Fransız düşünür ve<br />
iktisatçı Saint Simon eğitimin ülke kalkınmasındaki önemini şu cümlelerle ifade<br />
etmektedir: “Fransa’nın tüm tıbbi araçları bir gece de tahrip edilse aynı düzeye altı ay<br />
içinde yeniden kurabilir ama tüm doktorları bir anda ortadan kaybolursa ancak yüz yıl<br />
sonra bugünkü düzeye ulaşabilir”. Aynı görüş yüz yıl sonra ünlü Amerikalı iş adamı<br />
H. Ford tarafından şöyle dile getirilmektedir: ‘’Fabrikalarımı ve makinelerimi tahrip<br />
edin ama adamlarımı bana bırakın. En kısa sürede eski servetime yeniden sahip<br />
olurum “ (Adem, 1993:39)<br />
Günümüzde gelişmiş ve sanayileşmesini tamamlamış toplumlar ile gelişmekte olan<br />
ülkeler arasındaki en önemli ayrıcalık eğitim ve bilgi olmakta; bilgi, üretim faktörleri<br />
olarak sayılan sermaye, emek, doğal kaynaklar ve teknoloji yanında beşinci faktör<br />
olarak görülmektedir (Tekeli, 1993:209.)<br />
Kalkınma bireyin refah düzeyini artırmak amacıyla siyasal iktidarın belli ekonomik<br />
politikaları izleyerek toplumun yapısını değiştirme girişimidir. Bu yönüyle kalkınma<br />
hem ekonomik hem de toplumsal bir süreçtir. Bir ülkenin kalkınmasında rol oynayan<br />
üç temel unsur; toprak, sermaye ve emektir. Bu üç faktörün içinde kalkınmada rol<br />
oynayan en önemli faktör ise emektir. Bazı ülkeler, bol toprak ve sermayeye sahip<br />
olmalarına karşın kalkınamamışlardır. Bir ülkenin geri kalmasının asıl nedeni de<br />
nüfusun eğitim düzeyinin çok düşük olmasıdır. Ayrıca bu durumun yeterli sermayesi<br />
olan bir ülkenin fabrika kurabileceğini, baraj yaptırabileceğini ancak fabrikayı<br />
çalıştıracak, işletecek ve elde edilen ürünü pazarlayacak olanın insan unsuru olduğunu<br />
belirterek açıklamıştır. Buna örnek olarak okuryazar oranı düşük petrol zengini<br />
ülkeler ve okuryazar oranı yüksek Vietnam gösterilebilir (Hicks, 1994:54). Eğitim<br />
kalkınma ilişkisine anlamlı bir örnekte Japonya’dır. Japonya’da 1960’larda kişi başına<br />
düşen milli gelir dünya ortalamasındayken bugün dünya ortalamasının yaklaşık %120<br />
üstüne çıkmıştır (Mahmut, 1993:36).<br />
3. ÜNİVERSİTELERİN BÖLGESEL KALKINMADAKİ ÖNEMİ<br />
Üniversite, bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip, yüksek düzeyde eğitim–<br />
öğretim, bilimsel araştırma ve yayın yapan; fakülte, enstitü, yüksek okul, bölüm,<br />
anabilim dalı, ana sanat dalı, bilim dalı, sanat dalı, araştırma ve uygulama<br />
merkezlerinden oluşan bir yüksek öğretim kurumudur. Üniversitenin birinci görevi,<br />
bilimin çekirdeğini oluşturmaktır. İkinci görevi, öğrencileri ezberci değil araştırmacı<br />
bir yapıda yetiştirmektir. Bir insanın çok şeyi bilmesi zordur. Esas olan karşılaştığı<br />
sorunlara çözüm getirebilmek için konuya nasıl yaklaşacağını, nasıl çözeceğini ve ne<br />
araştıracağını bilmesidir. (http://www.yok.gov.tr/web/oyp/usul-ve-esaslar).<br />
Üniversitelerin üçüncü görevi, bilimsel ve düşünce özgürlüğünü sağlamaktır. Bunu<br />
önce kendi bünyelerinde gerçekleştirmeleri, sonra da içinde yaşadıkları topluma<br />
yansıtmaları gerekir. Üniversitelerin dördüncü görevi, ülkeyi yönetenlere ışık tutacak<br />
çalışma ve araştırmaları yapmaktır. (http://www.yok.gov.tr/web/oyp/usul-ve-esaslar)<br />
Üniversite bilimsel düşüncenin yeşerdiği, harmanlandığı ve geniş halk kitlelerinin<br />
refahı için yayıldığı yer olarak evrensel bir öneme sahiptir. Üniversiteler fiziksel<br />
altyapısı, öğretim üyesi, kütüphane, laboratuar gibi unsurlar tamamlandıktan sonra<br />
belirli bir plan dâhilinde kurulabilmektedirler. Ülkemizde Üniversite açma işi söz<br />
588
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
konusu olduğunda genel yaklaşım okul binasına salt ‘’ Üniversite’’ tabelası asılması<br />
olarak algılanmaktadır. Yıllardan beri Türkiye’de bu yolla birçok üniversite açılmıştır.<br />
Bu şekilde açılan üniversitelerde hem nitelik sorunlarının yaşanmasına hem de<br />
kaynakların boş yere harcanmasına yol açmaktadır. Bu şekildeki üniversitelerde de<br />
bilimsel ölçütlerle hareket edilmediği anlaşılmaktadır.<br />
(dspace.marmara.edu.tr.handle/11424/1190).<br />
Kalkınmada üniversitelerin önemi çok büyüktür. Kalkınma üretim ve kişi başına milli<br />
gelirin arttırılmasıyla birlikte ekonomik, sosyo-kültürel yapının da değiştirilmesi<br />
anlamına gelmektedir. Bir başka ifade ile kalkınma bir ülkenin yapısal niteliklerinin<br />
olumlu yönde değişimidir. Bölgesel kalkınma ise bir bölgenin veya yörenin,<br />
üretiminde, istihdamında ve refah seviyesindeki artış olarak<br />
tanımlanmaktadır(Tolunay ve Alkol,2006:118).<br />
Üniversitelerin bulundukları bölgelere; ekonomik, sosyal ve fiziksel ve demografik<br />
yapının iyileştirilmesi şeklinde katkılar sağlamaktadır. Ekonomik alanda; bölgesel<br />
gelir, bölge ekonomisi ve işgücü hareketliliği sağlamaktadır.<br />
Sosyal ve fiziksel altyapı alanında; konut, sağlık, iletişim, taşımacılık hizmetlerinin<br />
iyileştirilmesi şeklinde katkılar sağlamaktadır. Yaşam kalitesinin yükseltilmesi;<br />
kültürel etkinliklerin arttırılması, şeklinde de katkılar sağlamaktadır.<br />
Demografik yapının iyileştirilmesi; eğitime katılma oranında artış, doğum ve ölüm<br />
oranlarında değişme, göçün azalması şeklinde katkılar sağlayacağı beklentisi<br />
1960’lardan sonra birçok Avrupa ülkesi tarafından genel kabul görmüştür<br />
(Florax,1987,51-55).<br />
4. SEÇİLMİŞ BAZI ÜLKELERDE VE TÜRKİYE’DE EĞİTİM<br />
POLİTİKASI<br />
Günümüzde eğitim, ülkelerin nitelikli işgücüne sahip olabilmeleri ve bu bakımdan<br />
gelişmeye devam edebilmeleri için önemli bir konuma sahiptir. Öğrencilerin nitelikli<br />
bir eğitim hizmeti alabilmesinin temel şartlarından biri öğretmenin her öğrenciye<br />
yeteri kadar vakit ayırabilmesi ve iyi bir eğitim verebilmesi politikasına bağlıdır. Bu<br />
koşulların gerçekleşmesi ise ancak öğretmenin ideal sayıda öğrenciye öğretim hizmeti<br />
sunması ile mümkündür. Söz konusu etkinin belirlenmesinde temel bir gösterge<br />
olarak kullanılan öğretmen başına öğrenci sayısının ideal oranı 15 olarak<br />
belirtilmektedir(Özoğlu v.d.,2013;126).<br />
Bir öğretmen ne kadar az öğrenci ile ilgilenir ise o kadar verim artmış demektir. Yani<br />
her gün 25 öğrenci ile ilgilenen bir öğretmenle her gün 10 öğrenci ile ilgilenen bir<br />
öğretmenin verimi aynı olması beklenemez. Aşağıdaki tablo:1’de yaklaşık olarak aynı<br />
gelişmişlik düzeyine sahip seçilmiş bazı ülkelerde ve Türkiye’de öğretmen başına<br />
düşen öğrenci sayısı yer almaktadır.<br />
589
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo1: Seçilmiş Ülkelerde ve Türkiye’de Öğretmen Başına Düşen Öğrenci Sayısı<br />
Yıllar Bulgaristan Kazakistan Meksika Peru Macaristan Türkiye<br />
2000 16.8 18.6 27.1 28.7 10.7 30.0<br />
2005 16.2 17.2 28.3 23.0 10.4 26<br />
2007 15.9 16.5 27.9 21.7 10.3 26<br />
2008 16.0 16.6 28.0 20.8 10.3 24<br />
2009 17.3 16.4 28.1 20.1 10.3 24<br />
2010 17.4 16.2 28.1 19.6 10.3 23<br />
2011 17.3 16.2 28.1 19.3 10.2 22<br />
2012 17.2 16.1 28.0 19.1 10.2 21<br />
2013 17.1 16.1 28.0 19.0 10.1 21<br />
2014 17.0 16.0 28.0 18.9 10.1 20.<br />
Kaynak; Worldbank, TÜİK (2014)<br />
Tablo:1’de görüldüğü gibi orta üst düzey gelir grubundan seçilmiş ülkelerin 2000-<br />
2014 yılları arası ilköğretimde öğrenci/ öğretmen yani öğretmen başına düşen öğrenci<br />
sayısını göstermektedir. Orta öğretimde de öğretmen başına düşen öğrenci sayısı 2000<br />
yılında Türkiye’de 30 iken bu oran Bulgaristan’da 16.8, Meksika’da 27.1 ve<br />
Macaristan’da 10.7’dir. Bu oranlar 2014 yılında ise Türkiye’de 20 ve yukarıda ifade<br />
edilen diğer ülkelerde ise sırasıyla Bulgaristan’da 17.0, Meksika’da 28 ve<br />
Macaristan’da da 10.1 olarak gerçekleşmiştir.<br />
5. DOĞU ANADOLU BÖLGESİNDEKİ ÜNİVERSİTELER<br />
Doğu Anadolu Bölgesinde her il’de birer devlet üniversitesi olmak üzere bu sayı vakıf<br />
üniversiteleri ile birlikte 30 yakın bulunmaktadır. Bu üniversiteler içerisinde gelişmiş<br />
ve isimlerinden sıkça bahsedilen 3 tane üniversite Doğu Anadolu Bölgesinde<br />
bulunmaktadır. Adı geçen bu üniversiteler bulundukları illeri sosyo-ekonomik olarak<br />
belli bir seviyeye gelmesinde büyük katkıları olmuştur. Bu 3 büyük üniversitelerin<br />
dışında kalan üniversitelerin kuruluş tarihleri yeni olması nedeniyle bölgeye olacak<br />
katkıları hayli bir zaman alacak gibi gözükmektedir. Aşağıda bahsi geçen 3 büyük<br />
üniversitelerle ilgili kısa bilgiler verildikten sonra diğer üniversitelerin sadece isimleri<br />
zikredilecek ve bölge üniversitelerinin tümüyle ilgili geniş bilgi Tablo:2 aracılığı ile<br />
aktarılacaktır.<br />
5.1. Atatürk Üniversitesi<br />
Doğu’daki üniversiteler içerisinde en köklü olanı Erzurum’da bulunan Atatürk<br />
Üniversitesidir. Atatürk Üniversitesi’nin tarihçesinde Atatürk 1 Kasım 1937’de Doğu<br />
Anadolu’da büyük bir üniversite kurmanın gereğini ifade ederek, bu husustaki<br />
çalışmaları başlatma talimatı vermiştir. Atatürk’ün ölümünün ardından bu<br />
çalışmalara 12 yıl ara verildikten sonra, konu 1950 yılında tekrar gündeme getirildi.<br />
1951 yılında oluşturulan bir komisyon Doğu Üniversitesi’nin Erzurum’da<br />
kurulmasını önerdi. Doğu Üniversitesinin kuruluş kanunu gerekçesinde ‘ Doğu<br />
kalkınmasında önderlik yapacak bir bilgi, yetiştirme ve araştırma merkezi<br />
kurulmasından Doğu illerinde gerçek anlamda bir gelişmenin sağlanacağı ve bu<br />
yörelere ait bilimsel araştırmanın dayanağı olacağı belirtilmiştir(Ertuğrul,1987,2).<br />
1954 yılında çıkarılan 6373 Sayılı Kanunla bu üniversitenin adının Atatürk<br />
Üniversitesi olması kararlaştırıldı. Aynı yıl Amerika Birleşik Devletleri A.I.D<br />
590
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
(USAID) teşkilatı aracılığı sonucu Atatürk Üniversitesi Nebraska Üniversitesi ile<br />
eşleştirilmiştir ve işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Nebraska Üniversitesi Türkiye<br />
delegasyonu tarafından 1 Kasım 1954’te Atatürk Üniversitesi’nin gelişmesi hakkında<br />
rapor hazırlamıştır. Delegasyon ilk olarak Ziraat, Fen Edebiyat, Mühendislik ve<br />
Mimarlık bölümlerinin açılmasında ve gerek duyuldukça ilave bölümlerin<br />
açılmasında hem fikir olmuştur. Bugün Atatürk Üniversitesi Doğu’nun en büyük<br />
üniversitesidir. Atatürk Üniversitesi lisansüstü eğitimde büyük başarılar göstermiş bir<br />
üniversitedir. Diğer üniversitelerin gelişmesinde de çok büyük katkısı olmuştur.<br />
Atatürk Üniversitesinin bünyesinde 20 fakülte, 7 enstitü, 3 yüksek okul, 12 meslek<br />
yüksek okulu, 20 araştırma ve uygulama merkezi, 1 konservatuar bulunmaktadır. 100<br />
binin üzerinde öğrencisiyle hem Türkiye’nin hem de Doğu Anadolu Bölgesinin en<br />
büyük üniversitesi konumundadır. Atatürk Üniversitesi öğretim elemanı sayısı<br />
açısından Türkiye içerisinde %3.4 ve öğrenci sayısı açısından da %3.9’luk bir paya<br />
sahiptir. Öğretim elamanına düşen öğrenci sayısı 41.7 iken bu oran Türkiye genelinde<br />
42.0’dır(YÖK,2015). Üniversitenin bir bütün olarak (kurum, personel ve<br />
öğrencilerinin ) oluşturduğu talebin ildeki toplam talebin %30’unu teşkil etmesi ve<br />
bünyesinde çalıştırdığı işgücünün il kamu işgücü içerisindeki payının %12 civarında<br />
olması, kurumun aynı zamanda bölge ekonomisindeki yerinin önemini ortaya<br />
koymaktadır(Çınar, ve Selçuk,2001;98).<br />
5.2. Fırat Üniversitesi<br />
Doğu’nun ikinci büyük üniversitesi Fırat Üniversitesi’dir. Fırat Üniversitesi 1967<br />
yılında Yüksek Teknik Okul olarak açılmış, aynı yıl içerisinde Ankara Üniversitesi<br />
Senatosu’nun Elazığ Veteriner Fakültesi’nin kurulmasını öngören karara Milli Eğitim<br />
Bakanlığınca onaylanmıştır. Teknik Yüksek Okul, 1184 sayılı kanunla 1969 yılında<br />
Elazığ Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’ne dönüşmüş, Veteriner Fakültesi<br />
de 1970 yılında Ankara Üniversitesi’ne bağlı olarak öğretime açılmıştır. Kuruluşu 11<br />
Nisan 1971 tarih ve 1873 sayılı kanunla gerçekleşen Fırat Üniversitesi’nin çekirdeğini<br />
Veteriner Fakültesi oluşturmuştur. 1975-1976 eğitim öğretim yılında Fen Edebiyat<br />
Fakültesi’nin ilavesiyle üniversite eğitim ve öğretime 3 fakülte ile başlamıştır. Bugün<br />
Fırat Üniversitesi’nde 14 fakülte, 4 enstitü, 3 yüksek okul, 9 meslek yüksek okulu<br />
bulunmaktadır. 30 bine yakın da öğrencisi vardır.<br />
5.3. İnönü Üniversitesi<br />
İnönü Üniversitesi, 28 Ocak 1975 tarihinde TBMM’de 25 Mart 1975 tarihinde<br />
Cumhuriyet Senatosu’nda kabul edilen ve 3 Nisan 1975 tarihli Resmi Gazetede<br />
yayınlanarak yürürlüğe giren 1872 sayılı “İnönü Üniversitesi Kanunu” ile kurulmuş<br />
olup 1976-1977 eğitim-öğretim yılından itibaren eğitim hizmeti vermeye başlamıştır.<br />
Doğu’nun saygın ve köklü üniversiteleri arasında yer alan İnönü Üniversitesi 14<br />
fakülte, 1 devlet konservatuarı, olmak üzere 4 meslek yüksek okulu, 12 meslek yüksek<br />
okulu, 5 enstitü, 1 Tekno-kenti, Turgut Özal Tıp Merkezinin de aralarında bulunduğu<br />
19 araştırma ve uygulama merkeziyle yaklaşık 30.000 öğrencisiyle doğunun ikincisi<br />
büyük üniversitesi haline gelmiştir.<br />
591
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
5.4. Diğer Üniversiteler<br />
Yukarıda bahsedilen üniversitelerin dışında kalan Doğu ve Güneydoğu Anadolu<br />
Bölgesi illerinde bulunan üniversitelerin bir kısmı 1992 tarihinde 3837 sayılı yasayla<br />
kurulmuştur. Örneğin; Kars Kafkas Üniversitesi, Adıyaman Üniversitesi, bir kısmı da<br />
2007 tarih ve 26.536 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5662 sayılı<br />
kanunla kurulmuştur. Bunlar ise; Bingöl Üniversitesi, Ağrı İbrahim Çeçen<br />
Üniversitesi, Iğdır Üniversitesi, Muş Alparslan Üniversitesi, Siirt Üniversitesi v.b.gibi<br />
üniversiteler. Bunların dışında kalan Yüzüncü Yıl Üniversitesi ise, 20 Temmuz 1982<br />
tarih ve 41 sayılı Kanun hükmünde Kararname ile kurulmuştur.<br />
Tablo:2’de Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki Üniversitelerin bağlı olduğu<br />
Fakülte ve diğer birimleri yer almaktadır.<br />
Tablo:2-2015-2016 Yılı İtibariyle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki<br />
Üniversitelerin Fakülte ve Diğer Birimlerinin Sayıları<br />
Üniversite Fakülte Enstitü Yüksekokul Meslek Arş.ve Konservatuar<br />
Y.Okulu Uyg.Mer.<br />
Atatürk 20 7 3 12 20 1<br />
Üni.<br />
Yüzüncü 15 5 4 9 28 1<br />
Yıl Üni.<br />
Fırat Üni. 14 4 3 9 23 1<br />
İnönü Üni. 14 4 3 11 14 1<br />
Adıyaman 11 3 4 5 5 1<br />
Üni.<br />
Kafkas Üni. 10 3 3 8 17 1<br />
Erzincan 9 3 5 11 8<br />
Üni.<br />
Batman 7 3 3 4 6<br />
Üni.<br />
Ağrı 7 2 5 4 4<br />
İbrahim<br />
Çeçen Üni.<br />
Siirt Üni. 7 2 2 4 4<br />
Bingöl Üni. 6 4 3 5 3<br />
Muş 6 2 1 2 7<br />
Alparslan<br />
Üni.<br />
Iğdır Üni. 6 3 1 4 7<br />
Tunceli 6 2 1 3 4 1<br />
Üni.<br />
Erzurum 6 3 1 - -<br />
Teknik Üni.<br />
Hakkari 5 2 1 3 1<br />
Üni.<br />
Bitlis Eren 5 2 3 7 7<br />
Üni.<br />
Ardahan 4 2 1 5 5<br />
Üni.<br />
Şırnak Üni. 3 2 1 3 -<br />
Kaynak: İnternetten ve her üniversitenin kaynağından yararlanılarak hazırlanmıştır.<br />
592
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo:2’de görüldüğü üzere Atatürk Üniversitesi Doğu ve Güneydoğu Anadolu<br />
Bölgesinde bulunan üniversiteler içerisinde gerek fakülte sayısı gerekse diğer birimler<br />
itibariyle en fazla sayıya sahip üniversite iken Şırnak üniversitesi hem fakülte sayısı<br />
hem de diğer birimler itibariyle en az sayıya sahiptir. Aşağıdaki Tablo:3-ise Doğu ve<br />
Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki Üniversitelerin bağlı olduğu Fakülte ve diğer<br />
birimlerindeki öğrenci ve öğretim sayıları yer almaktadır.<br />
Tablo: 3-2012-2013 Yılındaki Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki<br />
Üniversitelerin Öğrenci, Prof., Doç., Yrd Doç., Diğer Öğretim Elemanları<br />
Sayıları<br />
Üniversite Adı Öğren Prof. Doç. Yrd.Doç Okt.,Öğr.Gör., Toplam<br />
ci<br />
Uzm., Arş.Gör.<br />
Atatürk Üni. 78.160 384 280 591 108, 131, 61, 897 2452<br />
Yüzüncü Yıl 19.660 86 65 276 150, 38, 30, 569 1214<br />
Üni.<br />
Gaziantep 25.550 94 73 197 170, 77, 23, 371 1005<br />
Üni.<br />
Dicle Üni. 25.998 173 117 397 119, 80, 39, 363 1270<br />
Fırat Üni. 29.556 260 192 345 110, 79, 21, 571 1578<br />
İnönü Üni. 28.347 187 136 307 122, 79, 52, 501 1385<br />
Adıyaman 14.918 25 19 161 93, 24, 10, 117 449<br />
Üni.<br />
Kafkas Üni. 12.230 58 31 133 97, 42, 15, 238 614<br />
Harran Üni. 17.202 89 80 257 140, 57, 13, 232 868<br />
Erzincan Üni. 14.965 26 30 208 137, 30, 12, 192 615<br />
Batman Üni. 5.007 7 7 62 70, 18, 3, 82 249<br />
Ağrı İbrahim 7.560 6 4 80 56, 19, 8, 114 287<br />
Çeçen Üni.<br />
Siirt Üni. 5.136 3 4 59 66, 20, 2, 83 237<br />
Bingöl Üni. 6.412 16 18 69 53, 17, 1, 121 295<br />
Kilis 7 Aralık 6.519 7 7 66 25, 15, 2, 89 242<br />
Üni.<br />
Muş Alparslan 6.325 7 9 53 89, 20, 19, 141 338<br />
Üni.<br />
Iğdır Üni. 3.074 5 6 48 52, 9, 1, 70 191<br />
Tunceli Üni. 4.966 7 8 63 75, 25, 2, 108 288<br />
Mardin 4.258 7 5 60 67, 27, 3, 115 284<br />
Artuklu Üni.<br />
Erzurum 452 1 3 17 -, 2, -, 30 92<br />
Teknik Üni.<br />
Hakkari Üni. 2.491 3 - 21 94, 44, 11, 111 286<br />
Bitlis Eren 5.519 5 1 42 83, 21, 2, 40 194<br />
Üni.<br />
Ardahan Üni. 3.740 4 3 31 65, 19, 1, 58 181<br />
Şırnak Üni. 2.491 3 4 27 62, 11, 4, 54 165<br />
Kaynak: Personel Daire Başkanlıklarından Alınan Bilgiler ve İnternetten yararlanılarak<br />
hazırlamıştır.<br />
Tablo:3’de de görüldüğü üzere Atatürk Üniversitesi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu<br />
Bölgesindeki Üniversitelerin içerisinde gerek öğretim üyesi, gerekse öğrenci sayıları<br />
itibariyle en büyük üniversitedir. Atatürk Üniversitesini sırasıyla, Fırat Üniversitesi,<br />
İnönü Üniversitesi, Dicle ve Gaziantep Üniversitesi gibi üniversiteler takip<br />
593
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
etmektedir. En az öğretim üyelerine sahip olan üniversiteler ise Siirt, Batman, Ağrı<br />
Çeçen, Bingöl, Hakkâri, Şırnak ve Ardahan Üniversiteleri sıralanmaktadır.<br />
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki üniversitelerin, gelişmiş üniversiteler<br />
seviyesine yükseltilebilmesi için öncelikli olarak yapılması gereken en önemli iş bu<br />
üniversitelerdeki öğretim üyesi açığını gidermektir.<br />
Tablo: 4-2014-2015 Yılındaki Doğu Anadolu Bölgesindeki Üniversitelerin<br />
Sadece İktisat Bölümünde Bulunan Prof.,Doç., Yrd Doç., Diğer Öğretim<br />
Elemanları ve Öğrenci Sayıları<br />
Üniversite Adı Prof. Doç. Yrd.Doç. Öğr. Gör. Arş.Gör. Öğrenci<br />
Sayısı<br />
Fırat Üni. - 2 2 2 9<br />
İnönü Üni. 5 4 4 1 5 4350<br />
Atatürk Üni. 6 7 7 2 11 6500<br />
Bingöl Üni. - - 3 - 4 1200<br />
Muş Üni. - 1 4 - 5 1100<br />
Bitlis Eren 1 - 7 - 16 603<br />
Batman 4 3 10 1 10 830<br />
İğdır 1 - 3 - 6 530<br />
Yüzüncü Yıl - 2 3 - 4 2400<br />
Tunceli 1 - 5 1 6 800<br />
Siirt 1 1 2 - 1 850<br />
Şırnak 1 2 3 2 9 -<br />
Hakkari - - - - 4 -<br />
Mardin - - 3 1 3 440<br />
Kaynak:2015 yılı Öğrenci İşleri Daire Başkanlığından ve İnternetten Yararlanılarak<br />
Hazırlanmıştır<br />
Tablo:4’den de görüldüğü gibi hem öğrenci hem de öğretim elamanı sayısı<br />
bakımından Atatürk üniversitesi Doğu Anadolu Bölgesinde bulunan üniversiteler<br />
içerisine birinci sıradaki yerini korumaktadır. Gerek öğrenci gerekse öğretim elamanı<br />
sayısı bakımından Hakkâri Üniversitesi en son sırada yer almaktadır. Şırnak ve<br />
Hakkâri üniversitelerindeki fakültelerin bazı bölümleri kapatıldığından dolayı<br />
öğrencileri en yakın üniversitelere devredildiğinden öğrencileri yoktur. Van Yüzüncü<br />
Yıl Üniversitesinde de ikinci öğretim kapatılmıştır. Bundan dolayı öğrenci sayıları<br />
gittikçe azalmaktadır.<br />
6. SONUÇ VE ÖNERİLER<br />
Devletin temel amacı azgelişmiş bölgeleri yoksulluktan kurtarmaktır. Bunun yolu da<br />
söz konusu bölgelerde yapılması gereken yatırımları yapmaktan geçer. Yapılacak<br />
yatırım sayesinde işsizlik azalır ve üretilen mal ve hizmet miktarda da artışlar olur.<br />
İktisadi kalkınma da; sermaye eğitilmiş insan gücünden sonra gelmektedir. İnsanların<br />
eğitildikleri kurumun başında ise üniversiteler bulunmaktadır. Eğitim ekonomisinin<br />
öncülerinden olan Schultz, eğitimi tümüyle ‘yatırım’ olarak değerlendirmiştir. Eğitim<br />
yatırımlarının, fiziki sermayeye yapılan yatırımlardan daha yüksek bir getiriye sahip<br />
594
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
olduğunu da ileri sürmüştür. Üniversiteler uzman işgücü yetiştirmenin yanında<br />
ülkenin ihtiyaçlarına uygun yeni teknolojiler üreterek ve yeniliklere öncülük ederek<br />
kalkınmaya katkıda bulunmaktadır. Kalkınmanın gerçekleşmesinde doğal kaynaklar<br />
ve sermaye gibi unsurların kullanılması insan becerisine bağlı olmakta, bu da eğitim<br />
yolu ile üniversitelerden kazanılmaktadır. Bölgede altyapısı tamamlanmış kaliteli<br />
eğitim kurumlarının yani üniversitelerin varlığı teknolojik gelişme ve istihdamın<br />
motoru olmaktadır. Batı toplumlarında, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında beşeri<br />
sermayenin gösterdiği hızlı değişim ve bilginin üretimde giderek daha fazla yer alması<br />
sonucu ekonomik kalkınma ve refah artışı sağlanmıştır. Bilgi toplumuna giden bu<br />
süreç öncelikle, ABD, Batı Avrupa ve Japonya’da bilgiye dayalı teknolojilerin<br />
üretimde giderek daha yoğun kullanılmaya başlamasıyla ortaya çıkmıştır. Bu<br />
çerçevede bilgi toplumundaki gelişmeler de Batı toplumlarında bilginin üretildiği<br />
üniversitelerin önemini bir kat daha arttırmıştır.<br />
Bu bağlamda da Türkiye son yıllarda izlediği eğitim politikasında köklü değişiklikler<br />
yaparak hem okullaşma oranını hem de milli gelirden eğitime ayrılan payı artırmıştır.<br />
Ancak Türkiye’nin yapması gereken en önemli husus ise Doğu Anadolu Bölgesinde<br />
bulunan Üniversitelerdeki öğretim üyesi açığını hızla gidermektir. Bu arada üniversite<br />
yöneticilerine çok büyük iş düşmektedir. Bir fakülteyi ya da bir birimi üç öğretim<br />
üyesi ile yönetmek bir maharet değildir. Böyle bir durumda üniversite gerçek anlamda<br />
fonksiyonlarını yerine getiremediği gibi üniversite olup-olmadığı da tartışma konusu<br />
haline gelir. Böyle üniversiteler söz konusu bölgelerde herkes tarafından tercih<br />
edilmeyen sadece adı üniversite olan bir üniversiteyi tercih edecek olanların<br />
üniversitesi olacaktır. Bu tür üniversitelerinde bölgesel kalkınmaya pek fazla bir<br />
katkısı olmayacaktır. Üniversitelerde kaliteli eğitimlerin verilmeyişi de işgücünün<br />
verimliliğini arttırmayacaktır.<br />
KAYNAKÇA<br />
Çeken,H.,(2008), ‘’Turizmin Bölgesel Kalkınmaya Etkisi Üzerine Teorik Bir<br />
İnceleme, Afyonkocatepe Üni.İİBF Dergisi, Cilt:10,Sayı:2<br />
Çınar,R.,ve Emsan,S,O., (2001), ‘Eğitim ve İktisadi Gelişme:Atatürk Üniversitesinin<br />
Erzurum İl Ekonomisi ve Sosyal Yapısı Üzerindeki Etkileri, Erzurum<br />
dspace.marmara.edu.tr.handle/11424/1190<br />
Ertuğrul,Hurşit.(1987,Atatürk Üniversitesinin 30.Kuruluş ve 25. Mezuniyet Törenleri<br />
Açılış Konuşması, 1957-1987, Erzurm.<br />
Florax,R.J.,(1987), The Regional Economik Role of Üniversities, The Dark Side of<br />
Üniversities, Twente Üniversity Cheps, Netherland<br />
Gölpek,F.(2012), ‘’Eğitim Getirilerinin Özel ve Sosyal Açıdan İncelenmesi’’,<br />
Afyonkocatepe Üni.,İİBF Dergisi, Sayı:1 http//Harran.edu.tr<br />
Özdemir,M.S.,(2011),’’Toplumsal Değişme ve Küreselleşme Bağlamında Eğitim<br />
Programları; Kavramsal Bir Çözümleme’’, Ahi Evran Üni. Eğitim Fakültesi<br />
Dergisi, Sayı:1<br />
Özoğlu,M ve diğ.,(2013), ‘’Ortaöğretimde İzleme ve Değerlendirme Raporu’’, Milli<br />
Eğitim Bakanlığı İzleme ve Değerlendirme Grup Başkanlığı, Ortaöğretim<br />
Genel Müdürlüğü.<br />
595
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Savaş,F.V.,(1979), Kalkınma Ekonomisi, 2.Baskı, Nihat Sayar Yardım Vakfı<br />
Yayınları, No:315/547, İstanbul<br />
Şemin,Refia,(1973);Eğitim ve Öğretim Problemlerimiz, İstanbul<br />
Tezel,T.,(2010), Azgelişmiş Ülkelerde Kalkınmayı Etkileyen Faktörler ve Eğitimin<br />
Kalkınma Üzerine Etkileri, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,<br />
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi<br />
Tolunay,A. ve Aykol,A, (2006), ‘’Kalkınma ve Kırsal Kalkınma Temel Kavramlar ve<br />
Tanımlar’’, Süleyman D. Üni. Orman Fakültesi Dergisi, Seri:A, Sayı:2<br />
Worldbank,TÜBİTAK,2014; www.tubitak.gov.tr<br />
YÖK,(2015),YÖK İstatistikleri ve Atatürk Üniversitesi Kayıtları<br />
http://www.yok.gov.tr/web/oyp/usul-ve-esaslar<br />
596
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bölgesel Kalkınmada Üniversitelerin Sosyal<br />
ve Kültürel Rolü<br />
Yakup YILDIZ 1<br />
Ülkemizin farklı coğrafi bölgeleri farklı kalkınmışlık düzeyine sahiptir. Siyasi<br />
yönetimler ve ilgili kuruluşlar bölgelerarası farklılıkları en aza indirerek kişi başına<br />
düşen milli geliri artırmak üzere çeşitli kalkınma projelerini hayata geçirmektedir.<br />
Kalkınma kavramı ekonomik anlamları yanında bir zihniyet meselesi olarak da<br />
karşımıza çıkar ve ekonomik, sosyal ve kültürel alanlardaki değişimlerin tümünü<br />
içerir. Bölgesel kalkınmada üniversitelerin doğrudan ve dolaylı etkileri vardır.<br />
Üniversitenin kurulduğu bölge ve şehirler bu kurum etrafında ortaya çıkan ekonomik<br />
gelir akışı ve sosyo-kültürel değişimlerden payını almaktadır. Ancak bölgesel<br />
kalkınma açısından üniversitenin asıl rolü, bu kurumlarla birlikte ortaya çıkan<br />
gelişmelerden ziyade, kurucu ilke ve değerler oluşturmak, toplumsal değişim ve<br />
dönüşüme yön vermektir. Bu çerçevede üniversitenin bazı fonksiyonları şöylece<br />
sıralanabilir: eğitim-öğretim faaliyetleri, bilim ve bilgi üretimi, bir bilim siyaseti ve<br />
geleneği oluşturmak, bir gelecek tasavvuru oluşturmak, toplumsal ve kültürel<br />
devamlılığı sağlamak, bölgenin imkân ve problemleri üzerine yoğunlaşmak, ilgili<br />
kurumlarla işbirliği ve eleştiri. Çalışmamızda bölgesel kalkınma açısından<br />
üniversitenin kurucu rolü incelenecektir.<br />
Anahtar Kelimeler: Bölgesel Kalkınma, Üniversite, Kalkınma ve Zihniyet<br />
The Social and Cultural Role of Universities on the<br />
Regional Development<br />
Abstract<br />
Our country's geographic regions have disparities as of development situation.<br />
Political managements and related institutions have realized many development<br />
projects to minimize regional disparities an maximize per capita income. We face to<br />
the concept of development as a matter of mentality besides its economical meaning<br />
and it includes all changes in the social and cultural areas. Universities have some<br />
effects on regional development directly and indirectly. The regions have university,<br />
naturally benefit from it as of socio-cultural and economic dimensions. But as regional<br />
development the main role of university is to form basic principles and values and to<br />
lead to social changes and transformations. In this context some functions of<br />
university can be listed as follows: Educational activities, to produce knowledge and<br />
science, to form strategy and tradition of science, to construct the concept of future,<br />
to supply social and cultural continuity, to focus on regional problems and conditions,<br />
1<br />
Yrd. Doç. Dr., Muş Alparslan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü,<br />
yakupyildiz@hotmail.com<br />
597
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
to cooperate with related instutions, to lead and criticize. In this study, it is examined<br />
the basic role of university on the regional development and social changes.<br />
Keywords: Regional development, University, Development, Mentality.<br />
1. GİRİŞ<br />
Bölgesel kalkınma terimi genel olarak “bölgesel eşitsizlikleri azaltmak için istihdam<br />
ve üretimi destekleyerek ekonomik faaliyetleri canlandırmaya çalışmak” şeklinde<br />
tanımlanmaktadır. 2 Ülkelerin ve coğrafi bölgelerin, ekonomik ve sosyo-kültürel<br />
anlamda farklı bölgesel özelliklere sahip olması bölgesel kalkınma kavramını<br />
gündeme getirmiştir. Batı’sı Doğu’suna göre daha gelişmiş olan ülkemizin coğrafî<br />
bölgeleri arasında da gelişmişlik düzeyi bakımından önemli farklılıklar vardır. Bu<br />
farklılıkları en aza indirmek, bu bölgelerin genel refahtan pay almasını ve üretime<br />
katılımını sağlamak amacıyla ülkemizde resmi ve sivil kurumlar tarafından çeşitli<br />
projeler yürütülmektedir. Bu kurumlar arasında başta Kalkınma Bakanlığı olmak<br />
üzere Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, kalkınma ajansları, üniversiteler, yerel<br />
yönetimler ve sivil toplum kuruluşları yer almaktadır.<br />
Kalkınma çabaları toplumun sosyo-kültürel ve ekonomik açıdan geliştirilmesi<br />
amacıyla gerçekleştirilen faaliyetler bütünü olarak tanımlanmakla birlikte, bu olgu<br />
farklı değişkenleri içermekte, bu değişkenler arasında ekonomik değişkenler öne<br />
çıkmaktadır (Dalğar, Tunç ve Kaya: 2009, 42). Toplumsal kalkınmada şüphesiz<br />
ekonomik iyileşmelerin büyük bir etkisi vardır. Ancak ekonomik refah tek başına<br />
hiçbir zaman gelişmişliğin ve kalkınmışlığın ölçütü olamaz. Kalkınma olgusu bir<br />
toplumun zihniyetiyle, felsefe ve kültürüyle birlikte ele alınabilir. Bu açıdan<br />
ekonomik faaliyetlere yön veren bir dünya görüşü, bir bilgi sistemi ve değerler<br />
manzumesi olmadıkça bu alandaki gelişmeler tek başına kalkınmayı temin edemez.<br />
S. Ülgener’in de işaret ettiği gibi, gerçekte ekonomik yaşam insanlar arasındaki<br />
ilişkilerin yalnızca bir bölümünü oluşturur (Ülgener: 2006, 20). Oysa bütün<br />
toplumlarda ekonomik gelişme, ekonomik olmayan bir takım unsurlarla, dinî, estetik,<br />
kültürel ve sosyal değerlerle örülüdür (Ülgener: 2006, 299). Nitekim kalkınmanın, salt<br />
üretimin ve kişi başına gelirin artışından ibaret olmayıp sosyo-ekonomik ve kültürel<br />
yapıdaki değişim ve gelişimlerle, hatta politik ve psikolojik etkenlerle yakından<br />
ilişkili olduğunu belirten görüşler de vardır (Ildırar: 2004, 5).<br />
İster ekonomik ve sosyal, isterse kültürel alanlarda olsun, bütün ilerlemelerin<br />
merkezinde insan ve onun zihniyeti yer almaktadır. Bu açıdan kalkınma ve değişim<br />
her şeyden önce bir zihniyet meselesidir. Zihniyet “dünyaya, hayata, varlığa ve<br />
insanlara ilişkin bir düşünceler ve inançlar bütünü”dür. Toplumun zihniyeti<br />
değişmedikçe, yani “dünyaya bakışları, algıları, geleceğe ilişkin soruları ve verdikleri<br />
cevaplar” değişmedikçe kalkınma adına farklı bir gelişme olmayacaktır. Çünkü<br />
zihniyetimiz yaşama biçimimizi, ilkelerimizi ve kurumlarımızı belirlemektedir.<br />
(Çalış: 2013, 144-145). Bu nedenle kalkınma, yalnızca ekonomik yönleriyle değil,<br />
2<br />
http://www.oecd.org/regional/regional-policy/regionaldevelopment.htm (Erişim tarihi:<br />
25 Ağustos 2016).<br />
598
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
sosyal, kültürel, dini, siyasi ve entelektüel yönleriyle bir bütün olarak ele alınması<br />
gereken bir olgudur.<br />
2. BÖLGESEL KALKINMA VE ÜNİVERSİTE<br />
Üniversiteler bölgesel kalkınmaya doğrudan veya dolaylı olarak etki eden<br />
kurumlardan biridir. Ülkemizde üniversite sayısı son yıllarda giderek artmış,<br />
hükümetin “her ile bir üniversite” projesi çerçevesinde üniversitesi olmayan şehir<br />
kalmamıştır. Anadolu’nun bütün şehirlerinde kurulan bu yeni üniversitelerin<br />
kuruldukları şehirlerde hızlı bir değişim ve dönüşüm başlattığı bir gerçektir. Yapılan<br />
araştırmalar üniversitelerin kuruldukları illere özellikle ekonomik, sosyal ve kültürel<br />
açıdan önemli katkılar sağladığını göstermektedir. Bu çerçevede “üniversiteler, bir<br />
yandan yarattığı gelir akımı ile kentin gelişmesinin maddi koşulunu oluştururken,<br />
diğer yandan da gelişmenin bilimsel ve sosyal/kültürel koşullarını hazırlamaktadır”<br />
(Öztürk, Torun ve Özkök: 2011, 145). Üniversitelerin kuruluşuyla birlikte demografik<br />
hareketlerden kültürel çeşitliliğe, çeşitli hizmet sektörlerinden kentleşme ve mimariye<br />
kadar birçok unsur bu değişimden etkilenmektedir.<br />
Yükseköğretim kurumlarının bölgesel kalkınmaya etkileri üzerine yapılan<br />
araştırmalarda daha ziyade bu kurumların bölgesel kalkınmaya ekonomik açıdan<br />
yaptığı katkılar ve üniversite-sanayi işbirliği üzerinde durulmaktadır. Bize göre<br />
üniversite etrafında ortaya çıkan bu değişimler üniversitelerin kuruluş amacından<br />
ziyade sonuçlarıyla ilgilidir. Başka bir deyişle üniversiteler bölgesel ekonomilerin<br />
canlanması amacıyla değil, bizzat eğitim-öğretim, bilgi ve bilim amacıyla kurulur. Bu<br />
etkinlikler sonucunda toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel yapısında değişimlerin<br />
yaşanması doğaldır. Buradaki asıl problem bütün bu değişimlerin belli hedefler<br />
çerçevesinde planlı, programlı ve bilinçli bir şekilde yapılıyor olması ve üniversitenin<br />
bu süreçte aktif rol alıp almayacağıdır. Bize göre üniversite bölgesel kalkınma<br />
açısından ekonomik, sosyal ve kültürel üretim/tüketim, değişim, dönüşümün bir aracı<br />
olmaktan öte bütün bu toplumsal değişimleri yöneten bir konumda olmalıdır. Bu<br />
nedenle bu çalışma ideal bir toplumun oluşumunda üniversiteye düşen görevleri ideal<br />
bir düzlemde sunmayı hedeflemektedir.<br />
3. ÜNİVERSİTELERİN SOSYAL VE KÜLTÜREL FONKSİYONLARI<br />
Kalkınma meselesinin her şeyden önce bir zihniyet değişimi, bir gelecek tasavvuru,<br />
ekonomik-sosyal ve kültürel anlamda topyekün bir değişim ve gelişim hareketi<br />
olduğunu belirtmiştik. Bu anlamda üniversiteler değişimin önünü açan, katkıda<br />
bulunan veya belirli bir istikamete yönlendiren kurumların başında gelmektedir.<br />
Gelişme yahut kalkınma kavramının üniversite ile doğrudan ilişkili olduğu<br />
kuşkusuzdur.. Çünkü büyük üniversitelere sahip olan ülkelerin hepsi de gelişmiş ve<br />
kalkınmış ülkelerdir (Çalış: 2013, 140). Avrupa ülkelerinde bölgesel kalkınmada<br />
üniversitenin üstleneceği fonksiyonlar şu şekilde sıralanmaktadır: doğrudan<br />
ekonomik etki, sermaye yatırımı, bölgesel koşullara etki, insan kaynağı ve bilgi<br />
üretimi, mevcut bilginin aktarımı, teknolojik yenilik, bölgesel liderlik ve bilgi<br />
altyapısının oluşturulması (Lindqvist: 2012). Üniversiteye biçilen bu roller<br />
üniversitenin geleneksel eğitim ve araştırma görevinden farklı olarak artık stratejik<br />
599
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
roller üstlendiğini ve bölgesel kalkınmada önemli bir aktör durumuna geldiğini<br />
göstermektedir.<br />
Bölgesel kalkınma açısından üniversitenin fonksiyonlarına bakacak olursak,<br />
üniversitenin bölgesel kalkınmaya doğrudan ve dolaylı olmak üzere bazı roller<br />
üstlendiğini/üstlenmesi gerektiğini görürüz. Bunlar arasında eğitim-öğretim ve<br />
inceleme araştırma başta olmak üzere bilgi ve bilim üretimi, teknolojik yenilikler, bir<br />
bilim geleneği oluşturma ve bir gelecek tasavvuru oluşturarak geleceği inşa etme,<br />
toplumsal ve kültürel devamlılığı sağlama, toplum ve siyasete rehberlik etme,<br />
kurumlar arası eşgüdüm ve işbirliği ve nihayet tenkit görevi sayılabilir. Bu başlıkları<br />
biraz daha açacak olursak üniversitenin bölgesel, ulusal ve evrensel anlamda kalkınma<br />
konusundaki fonksiyonları daha belirgin bir şekilde ortaya çıkacaktır.<br />
3.1. Eğitim-öğretim faaliyetleri<br />
Üniversite TDK’nın resmi sitesinde “bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip,<br />
yüksek düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırma ve yayın yapan fakülte, enstitü,<br />
yüksekokul vb. kuruluş ve birimlerden oluşan öğretim kurumu” olarak<br />
tanımlanmaktadır. Bu tarifte de belirtildiği gibi üniversite genel olarak yüksek<br />
düzeyde eğitim-öğretim faaliyetinde bulunan, bilim ve bilgi üreten bir kurumdur. Bu<br />
çerçevede eğitim-öğretim faaliyetlerinde bulunmak ve ülkenin ihtiyaç duyduğu<br />
alanlarda yüksek nitelikli insan gücü ve yönetici kadrolar yetiştirmek üniversitenin en<br />
aslî görevlerinden biridir.<br />
Üniversite eğitim-öğretim faaliyetleri ile temel olarak bilgilenmiş ve yetişmiş insan<br />
gücüne katkı sağlamaktadır. Ancak üniversite öğrencilere bir mesleği yürütmek için<br />
gerekli bilgileri vermenin yanı sıra, onların bir bütün olarak gelişmesine, kendisine,<br />
çevresine ve ülkesine faydalı birer insan olarak yetişmesine de çalışır. T. Duralı’nın<br />
da ifade ettiği gibi “insanlaşma”nın başlangıcı eğitimdir. Bunun ilerleyen aşaması<br />
okullaşma, okullaşmanın son aşaması ise üniversite öğretimi”dir. Bu bakımdan<br />
üniversiteler, “bir milletin beyin takımını, kurmay takımını yetiştiren” kurumlardır<br />
(Duralı: 2015, 12). Bu anlamda üniversite ülke insanlarına yüksek düzeyde nitelik<br />
kazandıran eğitim-öğretim kurumudur (Adem: 2008, 170).<br />
Eğitimli bireylerden oluşan bir toplumun kalkınma hızı ve düzeyi diğer toplumlara<br />
göre daima daha yüksektir. Üniversite en yüksek entelektüel (bilimsel, felsefî, dinî,<br />
ahlakî ve estetik) değerleri genç araştırmacılara benimsettiği ölçüde (Bolay: 2011,<br />
106) toplumsal hayatın ilerlemesine, bilimsel ve entelektüel düzeyin artmasına<br />
katkıda bulunur. Bilgi ve entelektüel değerlerle donanmış her bir öğretmen, siyasetçibürokrat<br />
ve bilimsel araştırmacı, toplumsal hayatın bir ferdi olarak, toplumsal hayatın<br />
değişimi ve dönüşümünde rol alacak, bilgi toplumunun oluşmasına katkıda<br />
bulunacaktır. Üniversite diğer taraftan hazırlamış olduğu eğitim programlarıyla sosyal<br />
hayatı biçimlendirmeye ve bireylerin aktif olarak katılacağı bir toplumun<br />
oluşturulmasına çalışır. Bu çerçevede demokratik düşünceyi benimseyen, yaratıcı ve<br />
üretici ve çok yönlü düşünebilen, öğrenmeyi öğrenen, problem çözen, insanlara<br />
600
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
saygılı, hoşgörülü, iletişim becerileri gelişmiş bireyler yetiştirmek temel<br />
hedeflerdendir (Çoban: 2016). 3<br />
Bize göre, bölgesel kalkınmanın sürdürülebilirliği açısından üniversiteler önemli bir<br />
kaynağa sahiptir. Bu kaynak gelişmekte olan Türkiye’nin zengin tarihsel ve kültürel<br />
birikimi, farklı demografik ve etnografik yapısı, zengin yaşama tecrübesi ve<br />
hâlihazırda karşımızda bulunan karmaşık problemleridir. Üniversiteye düşen görev bu<br />
problemleri mevcut bilgi birikimi ve tarihsel tecrübe ışığında incelemek, bu tür<br />
problemlere çözümler aramak ve bunların çözümü için yeni ve etkili teknikler<br />
geliştirmektir. Bu açıdan bölge üniversiteleri bölgenin tarihi, kültürel birikimi ve<br />
sosyo-ekonomik problemlerine dayalı bir gelenek oluşturabilirse sürekli etkilerden de<br />
söz edilebilir.<br />
3.2. Bilim ve bilgi üretimi<br />
Üniversiteler bilim ve bilgi üreten kurumların başında gelir. Alanında uzman, nitelikli<br />
eğitimci ve araştırmacıları bünyesinde barındıran üniversite, eğitim-öğretim<br />
faaliyetleri yanında bilimsel araştırmalar yapmak, var olan bilgiyi zenginleştirmek,<br />
bilgiyi güncellemek ve yeniden üretmekle yükümlüdür. Nitekim ekonomik, sosyal ve<br />
kültürel alandaki gelişmelerin tümü bilim ve düşünce üretimi ve buna bağlı olarak<br />
teknolojik buluşlarla yakından ilişkilidir (Bolay: 2011, 107).<br />
Bilgi ve bilim üretimi konusunda üniversitenin öncelikli görevi ülkenin ihtiyacı olan<br />
bilim ve bilgiyi üretmek ve gerektiği ölçüde yaymaktır. Bölge üniversitelerinin<br />
özellikle bulunduğu şehir/bölgenin imkân ve problemlerini tespit ederek bunların<br />
üzerinde yoğunlaşması bölgesel ve ulusal kalkınmaya katkı sağlayacaktır. Nitekim<br />
bölgesel kalkınma stratejileri çerçevesinde siyasi yönetimler bu tür inceleme ve<br />
araştırmalara yüksek düzeyde fonlar ayırmaktadır. Bu anlamda bölgedeki ekonomik<br />
kaynaklar, demografik araştırmalar, yoksulluk, birlikte yaşama kültürü, terör,<br />
ekonomik eşitsizlikler, gençlik problemleri, karmaşık kültür meseleleri üniversitenin<br />
incelemesi ve araştırması gereken konular arasında yer almaktadır.<br />
Üniversitenin gerçekleştirdiği bilgi üretimi ve bilimsel etkinliğin sürdürülebilir olması<br />
için akademisyenlerin soyut konuların dışında, güncel ve ihtiyaçlara cevap<br />
verebilecek nitelikte inceleme ve araştırmalar yapması gerekir. Çünkü bilimin en<br />
önemli niteliklerinden biri kuşkusuz sorun çözmektir. İster ekonomik, ister sosyal<br />
ister kültürel olsun, karşılaşılan bütün meselelerde nesnel, anlaşılır ve toplumsal<br />
karşılığı olan bilgiyi üretmek üniversitelerin temel görevlerinden biri olmalıdır. Bize<br />
göre böylece üniversiteler günümüz sivil toplum kuruluşları ve güncel medyanın<br />
ürettiği hal çarelerinin ötesinde çözüm sunabilme yeteneğine sahip olabilirler.<br />
3.3. Bir bilim siyaseti ve geleneği oluşturma<br />
Üniversite kavramı özel bir ilgi, inceleme merakı, bilgi ihtiyacı, entelektüel bir arayış<br />
ve bunları destekleyecek bir ortamın varlığı anlamına gelir. Ancak bütün bu çabaların<br />
yürütülebilmesi için bu ilgi ve merakı taşıyacak bir “gelenek”, bu “geleneği<br />
aktarabilecek kurumsal bir yapı” ve “organizasyonel bir tecrübe”nin olması gerekir.<br />
3 https://prezi.com/qd8xq1m6kcck/universite-nediruniversiteli-olmak-nedir/ (Erişim tarihi: 20<br />
Ağustos 2016).<br />
601
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Çalış’ın da belirttiği gibi bu yapıların sürdürülebilmesi için akademik özgürlük, belli<br />
ölçüde özerk bir yapı, bilginin aktarılması ve bilgiye erişmek için farklı düşünce<br />
biçimlerinin serbestçe tartışılabileceği bir ortam gerekir (Çalış: 2013, 135-136). Öte<br />
taraftan üniversite sadece bilgiyi aktaran, yorumlayan değil, aynı zamanda üreten bir<br />
kurumdur. Bu bakımdan üniversitenin bir “bilim siyaseti” geliştirmesi gerekir. Bize<br />
göre her üniversite evrensel vizyonuna paralel olarak yerel ve bölgeye has bir “bilim<br />
siyaseti” geliştirmelidir. Ancak üniversitenin bilim siyaseti diğer meslek erbabının,<br />
asker, sanatçı, bürokrat vs. siyasetinden farklıdır. İ. Kara’nın ifadesiyle, “ilmin de bir<br />
siyaseti var”dır. Ancak ilim siyaseti, politikacının siyasetinden farklıdır.<br />
Üniversitenin ilim siyaseti politikacının siyaseti seviyesine inerse orada ilim olmaz.<br />
İlim adamı veya üniversite her şeyden önce ele aldığı problemi felsefî açıdan<br />
kavramsallaştırmak durumundadır (Kara: 2010). 4 Bu anlamda bilim adamının siyaseti<br />
doğrudan pratik ve pragmatik sonuçlara odaklanmaz. Çünkü “bilim bir idealizm”dir<br />
(Duralı: 2015, 13). Bu çerçevede bilim adamı bir menfaat için değil, yalnızca bilimin<br />
kendisi için çalışır. Üniversite bilgi, hikmet ve hakikatin arandığı yerdir. Bilginin<br />
teknolojiye dönüştürülmesi veya ticarileştirilmesi üniversitenin görevlerinden biri<br />
değildir (Çalış: 2013, 133).<br />
Şüphesiz üniversite evrensel bir kurum olarak evrensel bilgiyi hedefler. Ancak bu<br />
bilgiye ulaşmanın yolu da yerel bilgileri bir araya getirmekten, bunları ortaya<br />
çıkarmaktan geçer. Bu bakımdan üniversite öncelikle bulunduğu bölgenin ihtiyaçları<br />
ve imkânları doğrultusunda bilgi üretmeli, bilim siyasetini bulunduğun bölgenin<br />
ekonomik, sosyal ve kültürel problemlerinden hareketle geliştirmelidir. Üniversite<br />
tarihsel, kültürel ve coğrafi mirası devralıp kendi bilim geleneğini oluşturarak bunu<br />
gelecek kuşaklara aktarır. Bilimsel bir gelenek oluşturmanın ilk koşulu “tevarüs<br />
mekanizması”nı işletmektir. Yani bir bilim adamının kendi ilgi alanında gidebildiği<br />
kadar geriye gidip geçmişteki bütün ilmî, fikrî, sanatsal ve kültürel birikimleri<br />
devralması ve bunları geleceğe aktarmasıdır. Üniversite bu mirası devralmakla<br />
kalmaz, bu bilgiyi kendi döneminin ihtiyaçları, zorunlulukları ve ufukları üzerinden<br />
yeniden üretir. Bununla birlikte üniversite yalnızca içinde yer aldığı toplum, ülke veya<br />
komşu ülkelerin problemlerini değil, aynı zamanda tüm insanlığın problemlerini,<br />
evrensel problemleri ele alarak bir üniversite haline gelir (Kara: 2010).<br />
Bir bilim siyaset ve geleneğinin oluşması için bazı koşulların temin edilmesi gerekir.<br />
Öğretim üyesinin bilimsel kimliği, özbilinci ve özgüveni yanında üniversitenin<br />
mekânı, mekânın mimarî özellikleri ve üniversitenin sosyo-kültürel imkânları da bu<br />
koşullar arasında yer alır. Bu bakımdan üniversite yalnızca bilimsel motivasyonu,<br />
hedefleri, meşgaleleri, ufku ve vizyonuyla değil, kütüphane, konferans salonu, sergi<br />
alanları gibi sosyal ve kültürel imkânlarıyla da bilimsel geleneğin temsilcisidir.<br />
Örneğin “dünya literatürünü takip edebilen çok zengin bir kütüphane ve<br />
dokümantasyon merkezi” bölge ve üniversite için büyük bir zenginliktir (Bolay: 2011,<br />
107). Bütün bu niteliklerden dolayı üniversite bir şehrin veya bölgenin bilimsel<br />
otoritesini temsil eder. Üniversite etrafında yaratılan bilimsel ortamla birlikte,<br />
4<br />
Prof. Dr. İsmail Kara’nın 13.05.2010 tarihinde Kırklareli Üniversitesi Söyleşileri kapsamında yaptığı<br />
“Üniversite ve Şehir” başlıklı konuşmasının yayımlanmamış metninden alınmıştır.<br />
602
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
binaların tasarımı, üniversite etrafında yürütülen sosyo-kültürel ve ekonomik<br />
faaliyetler üniversiteyi bölgesel kalkınmanın önemli bir aktörü haline getirir.<br />
3.4. Geleceği kurma ve toplumsal bir gelecek tasavvuru oluşturma<br />
Üniversiteler, B. Komsuoğlu’nun da belirttiği gibi, bilimsel, sosyal ve hatta siyasi<br />
yeniliklerin alanı haline gelmiştir. Çünkü geleceğin kadroları burada hazırlanmakta,<br />
önemli toplumsal değişikliklerin çoğu üniversite ortamında biçimlenmektedir<br />
(Komsuoğlu: 2006, 24). Bütün bu değişimler tesadüflerin dışında, belirli bir ideal ve<br />
bir gelecek tasavvuru etrafında gerçekleşiyorsa anlamlıdır. Böylesi bir gelecek<br />
tasavvurunun oluşmasında ve geleceğin inşa edilmesinde üniversitelerin önemli bir<br />
rolü vardır. Toplumun geleceğini inşa etme görevi ile bilim geleneği oluşturma hedefi<br />
bu noktada birbirini tamamlar. Üniversite toplumun gelecek tasavvurunu tarihsel<br />
birikim ve tecrübelerden hareketle kurar, geçmişten gelen bu canlı kültür değerlerini<br />
bugünkü koşullar ve gelecekteki beklentilerle yoğurarak ideal bir senteze ulaşmaya<br />
çalışır (Bolay: 2011, 106).<br />
Gelecek tasavvurunun oluşturulmasında tarihsel ve kültürel birikime yapılan atıflar<br />
kurucu değerlerin belirlenmesi ve istikametin tayini açısından önemlidir. Bu değerler<br />
ne kadar köklü ve derin ise bilim adamı gelecek fikrini oluşturmada o ölçüde özgüven<br />
sahibi olacaktır. Ancak, geçmişi bugüne taşıyarak sadece bunlarla yaşamanın da<br />
imkânı yoktur. Çünkü dünü oluşturan koşullar bugün artık değişmiştir. Hayat kendi<br />
akışı içinde dinamik bir yapıya sahiptir. Yaşamak için yeni fikirlere, ideallere ve yeni<br />
bir tasavvura ihtiyaç vardır. O halde bilim adamına düşen görev değişen koşullar<br />
içerisinde sürdürülmesi gereken değerleri ayırmak, dünün değerlerini bugünün<br />
ihtiyaçlarına göre yeniden yorumlamak, toplumsal değişimi yönlendirerek, onu belli<br />
istikametlere yöneltmektir.<br />
3.5. Toplumsal ve kültürel devamlılığı sağlama<br />
Şehir ve üniversite arasında iç içe geçmiş bir ilişki biçimi vardır. “Eğitim, bilgi<br />
üretimi, kültür üretimi ve ortamı, demografik etkileşim ve ekonomik” gelişmeler bu<br />
ikisi arasında birbirini ilerleten bir etkileşim sürecini zorunlu kılmaktadır (Günal:<br />
2013, 160). Üniversite eğitim faaliyetleri ve toplum üyelerine kazandırdığı farklı<br />
zihniyetle toplumu etkileyip yönlendirebilir. Ancak bunun öncelikli koşulu, her<br />
konuda olduğu gibi ülkenin tarihini, toplumun inanç, kültür ve geleneklerini tanımak,<br />
daha sonra bunları ortaya çıkarıp dünyaya açarak evrensel kültür ve bilime katkı<br />
sağlamanın yollarını aramaktır (Bolay: 2011, 107-108).<br />
Şüphesiz bütün toplumlar kendilerine özgü kültürel bir doku ve farklı yaşama<br />
tecrübelerine sahiptirler. Toplumu bir arada tutan değerler zamanla değişse de,<br />
değişmeyen/değişmemesi gereken bazı özel değerler vardır. Örneğin bayramlaşma,<br />
yardımlaşma ve dayanışma, misafirperverlik, düğün ve eğlence, cenaze vb. kültürel<br />
olarak toplumu bir arada tutan ve toplumsal devamlılığı sağlayan geleneklerdir.<br />
Üniversite toplumsal ve kültürel devamlılık açısından geleneksel değerler üzerine<br />
incelemeler yapar, geleceğe ilişkin bir takım öngörülerde bulunur, mevcudun<br />
korunması ve geliştirilmesi adına toplumsal yozlaşma ve çözülmelere karşı belli bir<br />
duyarlık geliştirir. Bu bakımdan üniversitenin topluma ait kültürel varlıkların tespiti,<br />
korunması ve aktarılması hususunda öncelikli bir görevi vardır.<br />
603
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Öte taraftan bilim ve düşünce üretimi üniversitenin tekelinde de değildir. Üniversite<br />
dışında çeşitli toplumsal ve kültürel meselelerle iştigal eden, çeşitli sanat dallarıyla<br />
uğraşan kişiler de vardır. Resim, fotoğraf, müzik, folklorik incelemeler vs. Bu kişiler<br />
de o şehrin imkân ve potansiyeline dâhildir. Üniversitenin bu imkânları keşfedip<br />
bunların üretimlerini çeşitli etkinlikler arasında değerlendirmesi gerekir. Yine bu<br />
çerçevede halka açık kurslar ve sertifika programları, çeşitli kültürel ve sanatsal<br />
etkinlikler, toplumsal ve kültürel konularda çeşitli seminer, konferans ve<br />
sempozyumlar üniversitenin şehirle bütünleşmesi açısından faydalı olabilir. Ancak<br />
şunu belirtmemiz gerekir ki, halkla kurulacak temaslarda üniversite belirleyici bir rol<br />
oynamalı ve ilişkiler popüler kültürün cazibesine kurban edilmemelidir.<br />
Ülkemizin doğu bölgesinde yaşanan terör olayları bölgesel toplumsal, kültürel ve<br />
entelektüel kalkınmanın önünde büyük bir engel teşkil etmektedir. Üniversite bu<br />
konuda yapacağı çalışmalarla bölgesel barışın, uzlaşma ve birlikte yaşama kültürünün<br />
oluşmasına katkıda bulunmalıdır. Bize göre bu konu siyasi ve askeri tedbirlerden<br />
ziyade toplumsal bilinçle ve toplumsal iradenin baskın gelmesiyle çözülebilecek bir<br />
sorundur. Ancak toplumsal baskı mekanizmalarının çalışabilmesi için olumsuz<br />
koşulların bölgeye maliyeti konusunda toplum bilinçlendirilmeli, bölgesel koşullar<br />
değişmediği sürece ortaya çıkacak olan maliyetin rasyonel analizi yapılarak objektif<br />
bir biçimde anlatılmalıdır. Bu çerçevede üniversitelerin herhangi bir ideolojik<br />
saplantıya düşmeksizin bilimsel veriler ışığında ortaya koyacakları bakış açsısının<br />
mevcut atmosferin pozitif yönde değişimine katkı sunabilme ihtimali her zaman<br />
vardır. Kısacası üniversite sosyal bilinci ve değerleri yüksek, çevre duyarlılığı<br />
gelişmiş bir toplumun yaratılmasında etkili olabildiği takdirde sürdürülebilir bir<br />
kalkınmanın yolu da açılmış olacaktır.<br />
3.6. Bölgenin imkân ve problemleri üzerinde yoğunlaşma<br />
Üniversitelerin bölgesel kalkınmaya daha fazla katkı sağlayabilmesi için inceleme ve<br />
araştırmalarını bulunduğu bölge/şehrin ekonomik, sosyal ve kültürel varlıklarına,<br />
imkan ve problemlerine yoğunlaştırması gerekir. Şüphesiz her bölgenin, hatta bazı<br />
şehirlerin kendine özgü ekonomik değerleri, farklı sosyo-kültürel, dini ve etnik<br />
altyapısı, bunlara paralel olarak bazı özel problemleri vardır. Bu zengin kültürel<br />
altyapı ve karmaşık problemler yumağı üniversitelerin çalışma alanlarını oldukça<br />
genişletmektedir. Üniversitelerden beklenen bulundukları şehri ve bölgeyi her<br />
bakımdan kalkındırmaları ve geliştirmeleri, daha da önemlisi yerel kültürleri<br />
inceleyerek bunları millî ve evrensel kültüre entegre etmeleridir (Bolay: 2011, 107).<br />
Evrensel bir kurum olan üniversitelerin yerel konular ve problemler üzerine<br />
yoğunlaşması onun evrensel niteliği ile bağdaşır mı? Yahut bu problemler üniversiteyi<br />
yerel ve mahalli bir düzeye düşürür mü? Gerçekte üniversiteler her türlü problemi<br />
evrensel bilgiler ışığında araştırma, inceleme ve çözümleme imkânına sahip<br />
kurumlardır. Bu bakımdan üniversite yerelle evrenselin birlikteliğini temsil eder. İ.<br />
Kara’nın da belirttiği gibi “Büyük üniversiteler sadece ‘insanlığın’ problemleriyle<br />
uğraştıkları için değil kendi devleti-milletinin problemleriyle uğraştıkları için<br />
büyüktürler. Millî olanla evrensel olan arasında üniversite ciddi bir fonksiyon icra<br />
eder, etmelidir (Kara: 2010).” Bu bakımdan yerel/bölgesel/millî imkânlar ve<br />
604
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
problemler özellikle bölge üniversitelerinin kendilerini diğer üniversitelerden<br />
farklılaştırmaları için bir fırsattır.<br />
Ülkemizin coğrafi bölgeleri arasında imkânlar ve problemler açısından farklılıklar<br />
mevcuttur. Bölgenin imkânları dediğimizde tarihi ve kültürel doku, geçmiş yaşama<br />
tecrübesi, enerji kaynakları, verimli araziler, bitki örtüsü, canlı çeşitliliği, coğrafi<br />
özellikler, doğal güzellikler, yemek kültürü, yerel mimari örnekleri vs. gibi bölgelere<br />
has özellikleri kastediyoruz. Bölgeler arasında imkânlar kadar problemler de farklılık<br />
göstermektedir. Örneğin doğu bölgelerinde terör başta olmak üzere iş ve istihdam, dış<br />
göç önemli problemler arasında yer alırken batı bölgelerinde ise konut ihtiyacı, göç<br />
alma, trafik vs. problemlerle karşılaşılabilmektedir. Üniversiteler bölgelerinin imkân<br />
ve problemleri üzerine derinlemesine inceleme ve araştırmalar yaparak hem bölgesel<br />
imkânların daha iyi değerlendirilmesine, hem de problemlerin çözümüne yönelik<br />
çalışmalarda bulunmalıdırlar. Böylece üniversiteler, diğer paydaşlarıyla birlikte,<br />
sosyal ve kültürel dokunun korunmasına, geliştirilmesine ve bölgesel refahın<br />
artmasına katkıda bulunur, aynı zamanda siyasi yönetimlerin işlerini kolaylaştırırlar.<br />
Nitekim “her ile bir üniversite” kuran siyasi iradenin hedefi devlet desteğiyle birlikte<br />
her bölgenin kendi imkânlarını kullanarak kalkınmasının ve ülke ekonomisine katkı<br />
sağlamasının yolunu açmak ve problemlerin yerinde tespit edilerek yine yerel<br />
dinamikler tarafından çözülmesine yardımcı olmaktır. Üniversitelerin araştırmainceleme<br />
fonlarına ayrılan yüksek pay bunu açıkça göstermektedir.<br />
Üniversitelerin bölgesel kalkınmada etkin bir rol üstlenebilmesi için henüz kuruluş<br />
aşamasında bölgenin imkân ve ihtiyaçlarının dikkate alınması, açılacak yeni fakülte<br />
ve bölümlerin bölgesel imkân ve ihtiyaçlara göre düzenlenmesi gerekir. Üniversite<br />
böylece belli alanlarda uzmanlaşarak özgünleşme imkânı bulabilir. Örneğin tarım ve<br />
hayvancılığın yaygın olduğu bölgelerde ziraat ve veterinerlik fakültelerinin<br />
kurulmasından daha doğal bir şey yoktur. Yine, taşın bol bulunduğu ve bu<br />
malzemeden üretilen yerel mimarinin öne çıktığı bir bölgede mimarlık fakültesinin<br />
açılması ve bu birimde geleneksel mimari ile modern mimarinin sentezlenme<br />
imkânlarının aranması, mimari yeniliğimiz için bir fırsat gibi görünmektedir. Yahut<br />
mimari yapısıyla tüm dünyaya adını duyuran bir şehirde, örneğin Mardin’de, bir<br />
mimarlık fakültesinin kurulması hiç de anlamsız görünmüyor.<br />
3.7. İlgili kurumlarla işbirliği ve rehberlik<br />
Üniversitenin eğitim-öğretim, inceleme araştırma fonksiyonları yanında toplumu,<br />
toplumsal kurum ve kurumları ve siyasi yönetimleri bilgilendirme ve onlara rehberlik<br />
etme görevi vardır. Üniversite resmi kurumlardan yarı resmi kurumlara, yerel<br />
yönetimlere ve sivil toplum kuruluşlarına kadar geniş bir yelpazede yayılan kurumlar<br />
ile toplumun değişik katmanları arasında kurumsal etkileşim ve işbirliği sağlamakla<br />
yükümlüdür. Üniversite her ne kadar toplumsal yapıyı oluşturan bu kurumların<br />
faaliyetlerinden kısmen bağımsız olsa da, gerektiği durumlarda bilgi ve bulgularını bu<br />
kurumlarla paylaşarak yahut bunlar arasında eşgüdüm sağlayarak bölgenin ekonomik<br />
sosyal ve kültürel kalkınmasına öncülük etmelidir.<br />
Her ile bir üniversite projesi çerçevesinde kurulan yeni üniversitelerin kurulduğu<br />
şehirlerde hızlı bir değişim ve dönüşümü başlattığında şüphe yoktur. Ancak bu hızlı<br />
605
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
değişim ve dönüşümün bazı problemler doğurduğu da unutulmamalıdır. Alelacele<br />
kotarılmış binalar, aynı hızda oluşturulan akademik ve idari kadrolar, hızla açılan<br />
bölümler, üniversitenin kendi rüştünü ispat sadedinde artırdığı öğrenci sayıları, artan<br />
konut ve sosyal alan ihtiyacı vs. çarpık kentleşme problemini de beraberinde<br />
getirmiştir. Ekonomik gelişmelerle birlikte değişimi ve dönüşümü birlikte yaşayan<br />
kent sakinleri ve yatırımcılar artan ihtiyaçları karşılamak ve değişimden payını almak<br />
üzere harekete geçmiş, örneğin ortaya çıkan konut açığını kapatmak üzere hızlı bir<br />
yapılaşmaya gidilmiştir. Bu hızlı yapılaşmanın doğuracağı bazı altyapı, üstyapı ve<br />
trafik sorunları vs. çarpık kentleşmenin habercisidir. Bu anlamda hızla çehresi değişen<br />
kentler bu değişim ve dönüşüme hazırlıksız yakalanmıştır. Bu çerçevede üniversitenin<br />
kentleşme problemleri üzerine eğilerek yerel yönetimlerle işbirliğine gitmesi ulusal<br />
bir sorumluluktur.<br />
Çeşitli toplumsal tabakalar yanında üniversitenin siyasete de rehberlik etme görevi<br />
olduğunu belirtmiştik. Ancak üniversitenin bu konuda görev alanı dışına çıkarak<br />
bilimi siyasetin oyuncağı haline getirme riski daima mevcuttur. Siyasiler<br />
üniversitelerin imkânlarından faydalanmak isteyebilirler. Akademi bu noktada<br />
bilimsel ağırlığını ortaya koruyarak, ancak siyasi yönetimle herhangi bir sürtüşme<br />
içerisine girmeden, bilimsel gerçekler ışığında siyasetin yanlış uygulamalarına karşı<br />
çıkmalıdır. Nitekim geçmişte, siyasetin haksızlık ve zulüm boyutlarına varan<br />
uygulamaları meşru gösterme çabası bütün ilim adamlarını ve bilim çevrelerini kısa<br />
sürede dejenere etmiştir (Çalış: 2013, 139).<br />
Üniversite kuşkusuz siyasilere yeri geldiğinde görüş bildirmeli, ancak aktif siyasete<br />
girmemelidir (Bolay: 2011, 109). Çünkü siyaset kanalıyla bilimin ağırlığını<br />
kaybetmesi üniversitenin anlamını yitirmesi demektir. Öte taraftan üniversite<br />
yürüttüğü faaliyetlerle “halk ve devlet arasında bir yol gösterici” olduğunu<br />
unutmamalıdır. Geçmiş dönemlere baktığımızda ilim adamlarının (ulemâ), halktan<br />
devlete itaat talebinde bulunduğunu, ancak devletten de halka adalet talebinde<br />
bulunduğunu görüyoruz. Bu bakımdan ilim adamları toplum ve devlet arasında<br />
arabuluculuk rolünü üstlenmiştir (Kara: 2010). Öte taraftan Üniversite toplumsal<br />
problemlerin çözümü konusunda siyasetçilerin işaretini beklemeden harekete<br />
geçmeli, öncelikli problemleri tespit ederek bunların çözüm yolları konusunda<br />
siyasetçileri yönlendirmelidir. Bir özeleştiri olarak belirtelim ki, akademik dünya<br />
bugün siyasetin peşinde sürüklenmektedir. Örneğin toplumsal bir problem olarak<br />
kürtaj meselesi, öğrenci evlerinin durumu, dindar nesil yetiştirme ihtiyacı vs. gibi<br />
konular siyasilerden önce akademinin ilgilenmesi gereken konulardır. Ne var ki<br />
akademi bu konuları siyasiler ortaya attıktan sonra tartışma ihtiyacı duymaktadır.<br />
Oysa bu tür problemler popülerleştikçe ve birer polemik unsuru haline geldikçe<br />
sağlıklı bir çözümün ortaya çıkması mümkün olamamaktadır. Bu sebeple akademi<br />
siyasetin arkasından değil, önünden yürümeli; inceleme, araştırma ve önerileriyle<br />
siyasete ışık tutmalıdır. Böylesi bir tutum akademik açıdan daha tutarlı olduğu için<br />
yönetimin işini de kolaylaştıracaktır.<br />
4. ELEŞTİRİ<br />
Kalkınma kavramına bilimsel, zihinsel, entelektüel bir ilerleme olarak bakacak<br />
olursak yeni fikirlerin, yeni düşüncelerin ve farklı düşünce alternatiflerinin ortaya<br />
606
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
çıkmasının temel koşullarından biri de üniversitenin eleştiri görevidir. “Konuşmayan<br />
ülke, tartışmayan üniversite, sorunlara seyirci kalan yahut yanlış tepkiler geliştiren<br />
kamuyou, hoşgörüsüz ve tahammülsüz fertler sözkonusu olduğu sürece kalkınmanın<br />
imkânı olmayacaktır (Demir: 2008, 158).” Bilim ve düşünce öncelikle üniversitede<br />
üretildiğine göre eleştirel yöntem bilim adamı için bir tercih olmaktan ziyade<br />
zorunluluktur. İ. Kara’nın deyimiyle, üniversite gerektiğinde başkaldırır. Çünkü bu<br />
onun “ilmî ve ahlakî vazife”sidir. Ancak dikkat edilmesi gereken husus “siyasallaşma<br />
tavrının, ilmîliğinin önüne geçmemesi”dir (Kara: 2010). Gerçekte bilim adamının<br />
eleştiriyi gerekli yerde ve gerektiği ölçüde yapmadığı, yahut eleştiriyi kuru bir<br />
ideolojik polemik düzeyine indirdiği, yahut sürekli muhalefete dönüştürdüğü<br />
durumlarda eleştiri anlamını yitirmekte, fikrî ve entelektüel gelişmenin bu en önemli<br />
mekanizmasının önü kapanmaktadır. Oysa eleştiri kurumların doğru işlemesi,<br />
alternatif düşüncelerin, yeni bakış açılarının ortaya çıkması için elzemdir.<br />
Öte taraftan üniversite-siyaset ilişkilerinin dengeli bir şekilde sürdürülememesi<br />
akademiyi ya “ulus devletin idelojik bir aygıtı”na, yahut da “müzmin muhalefet”<br />
konumuna evirebilmektedir. Eleştiri hiç bir zaman ideolojik bir tavır alış, sürekli<br />
muhalefet, kabalık, nezaketsizlik ve hatta kavga etmek değildir. Eleştiri alternatif<br />
bakış açılarıyla yeni fikirler geliştirmek, eksik veya fazlalıklara işaret etmek,<br />
muhataplarının gerçeği görmesine yardımcı olmak demektir. Bugün eleştiri<br />
konusunda yaşanan ve eleştiriyi değersiz kılan şey eleştiriyi bir zırh gibi kullanarak<br />
saldırıda bulunmak alışkanlığıdır. Doğruyu takdir etme, yanlışı düzeltme konusunda<br />
samimi bir eleştiri şüphesiz ilim adamına en çok yakışan ve her türlü fikri gelişmenin<br />
önünü açan bir tutumdur. Eleştiri kültürünün gelişmesi ve bu mekanizmanın çalışır<br />
hale getirilmesi için üniversitenin bir özeleştiri yapma vakti gelmiştir. Bu konuda<br />
geliştireceği tavır kendi yapısı için olduğu kadar yerel ve ulusal problemlerin<br />
çözümüne de katkı sağlayacaktır.<br />
5. SONUÇ<br />
Bölgesel kalkınmada üniversitelere büyük görevler düşmektedir. Kalkınma her<br />
şeyden önce ekonomik, sosyal ve kültürel süreçleri içeren bir zihniyet meselesidir.<br />
Toplumsal değişim ve dönüşüm süreçlerinde üniversitelerin gerek bilgi üretimi,<br />
gerekse bilinç oluşturma bakımından topluma etki etmeleri beklenir. Hayat akışına<br />
devam ettiği sürece değişim ve dönüşümler kaçınılmazdır. Üniversiteye düşen<br />
değişim ve dönüşüm süreçlerini ideal bir düzeye çıkararak yönlendirmek, kalkınma<br />
hedefleri konusunda ilgili kuruluşları bilgilendirmek ve bu kurumlarla işbirliğine<br />
gitmektir. Bulunduğu bölge ve şehirlerde bilimsel otoriteyi temsil eden üniversiteler<br />
yerel ve evrensel bilgiyi buluşturan mekânlardır. Bu açıdan bölge üniversitelerinin<br />
yerel problemlerden hareketle tüm insanlığın problemleri ile ilgilenmeleri gerekir.<br />
Ülkemiz gelişmekte olan bütün ülkeler gibi, iç içe geçmiş, karmaşık problemlerle<br />
boğuşmaktadır. Üniversitelere düşen görev kendi bulundukları bölgenin sosyal,<br />
kültürel, ekonomik ve siyasi problemleri üzerine kafa yormak, bu problemlerin<br />
çözümü için birtakım faaliyetlerde bulunmaktır. Bu uğraş aynı zamanda üniversitenin<br />
kendi rolünü ve etkinliğini artırabileceği önemli bir fırsat olarak önümüzde<br />
durmaktadır. Üniversite eğitim-öğretim faaliyetleri ve bilimsel araştırmalar dışında<br />
ekonomik, sosyal ve kültürel hayatın problemleri üzerinde derinlemesine incelemeler<br />
607
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
yapar ve bunların çözümü için bazı teknikler geliştirir. Ayrıca toplumsal ve kültürel<br />
devamlılığı sağlayabilmek için topluma ait geçmiş değerleri ortaya çıkarmaya çalışır.<br />
Ancak bu faaliyetlerin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için üniversitenin öncelikle<br />
bir bilim siyaseti geliştirmesi ve ideal bir tasavvur etrafında toplumun geleceğini inşa<br />
etmesi gerekir. Bu hedeflerin gerçekleştirilmesinde üniversite resmi ve sivil<br />
kurumlarla birlikte hareket eder, gerektiğinde bu kurumlarla işbirliği yaparak onlara<br />
rehberlik etmekten geri kalmaz. Bütün bu faaliyetler sırasında üniversitenin eleştiri<br />
görevinden kaçınmaması gerekir. Çünkü olumlu ve yapıcı eleştiri işlerin doğru ve<br />
sağlıklı bir şekilde yapılmasını temin eder, yanlışlıklardan da vazgeçilmesini sağlar.<br />
KAYNAKÇA<br />
Adem, M. (2008). Çağdaş üniversite mi medrese mi?, Ankara: Phoenik.<br />
Bolay, S. H. (2011), Çağdaş üniversitede neler önem kazanmaktadır?. Yükseköğretim<br />
ve Bilim Dergisi, 3(I), 105-112.<br />
Çalış, H. Ş. (2013). Üniversite üzerine (mülakat). Muhafazakâr Düşünce, 35(9), 133-<br />
166.<br />
Çoban, G. İ. (2016, 27 Şubat). Üniversite nedir? Üniversiteli olmak nedir?. Erişim<br />
tarihi: 20 Ağustos 2016, https://prezi.com/qd8xq1m6kcck/universitenediruniversiteli-olmak-nedir/<br />
Dalğar, H., TUNÇ H. ve KAYA, M. (2009). Bölgesel kalkınmada yükseköğretim<br />
kurumlarının rolü ve bucak örneği. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi SBE<br />
Dergisi, 1, 39-50.<br />
Demir, R. (2008). Üniversitelerin dünü bugünü, Ankara: Palme.<br />
Duralı, Ş. T. (2015). Bir üniversite tasavvurundan bahsetmek. Dergâh Dergisi, 308,<br />
12-17.<br />
http://www.oecd.org/regional/regional-policy/regionaldevelopment.htm (Erişim<br />
tarihi: 25 Ağustos 2016).<br />
Ildırar, M. (2004). Bölgesel kalkınma ve gelişme stratejileri, Ankara: Nobel.<br />
Günal, İ. (2013). 50 soruda üniversite, İstanbul: Kayhan.<br />
Kara, İ. (2010). Üniversite ve şehir. Kırklareli Üniversitesi Söyleşileri, (13.05.2010).<br />
Komsuoğlu, B. (2006). Üniversiteler, sorunlar, öneriler. Kocaeli: Kocaeli Üniv. Yay.<br />
Linqvist, M. (2012), The Roles of universities in regional development. Nordregıo<br />
News Publıcatıon. Erişim tarihi: 20 Ağustos 2016,<br />
http://www.nordregio.se/en/Metameny/Nordregio-News<br />
Öztürk, S., Torun, İ. ve Özkök, Y. (2011). Anadolu’da kurulan üniversitelerin illerin<br />
sosyo-ekonomik yapılarına katkıları. Mustafa Kemal Üniversitesi SBE<br />
Dergisi, 16, 145-158.<br />
Ülgener, S. F., (2006). Makaleler. İstanbul: Derin.<br />
608
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
“Kültürce Kalkınmanın Sosyal Şartları”<br />
Perspektifinden Doğu Anadolu Bölgesine Bir Bakış<br />
Emin ÇELEBİ 1<br />
Önde gelen eğitimci ve sosyologlarımızdan olan Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu'nun 1966<br />
yılında yayımladığı Kültürce Kalkınmanın Sosyal Şartları isimli çalışmasının ana<br />
teması kalkınmadır. Baltacıoğlu kitabına “Kalkınamadık” diye başlar.<br />
Baltacıoğlu’nun bu haykırışı ve buna karşın sunduğu çözüm önerilerinin günümüzde<br />
bir karşılığının olup olmadığı tartışmaya değer bir konudur. Baltacıoğlu bu<br />
çalışmasında nüfus, bilim, teknik, sanat, değer, eğitim, din, dil, kültür, çevre<br />
konusunda hem kavramsal hem deskriptif bir çerçevede irdelemeler yaparak<br />
kalkınmanın sosyal ve kültürel temellerini saptamaya çalışır. Bu bildiride Baltacıoğlu<br />
tarafından ulusal düzeyde kültürel kalkınmanın şartlarına dair tespit edilen sorun ve<br />
ortaya konan çözüm önerilerinin hem ulusal hem de bölgesel düzeyde geçerli olup<br />
olmadığı yaklaşık yarım yüz yıllık deneyim ışığında değerlendirilmeye çalışılacaktır.<br />
Anahtar Sözcükler: Kültürel kalkınma, sosyal kalkınma, I. H. Baltacıoğlu, Doğu<br />
Anadolu Bölgesi<br />
Abstract<br />
An Overview of Eastern Anatolia Region From<br />
Perspective of "Social Conditions of Cultural<br />
Development”<br />
The main theme of "Kültürce Kalkınmanın Sosyal Şartları" (Social Conditions of<br />
Cultural Development) published in1966, which is important work of Turkish preeminent<br />
sociologist and educationist Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, is development.<br />
Baltacıoğlu wrote down at the beginning of his book as "we have not been developed."<br />
Baltacıoğlu's this evaluation is worth emphasizing in terms of whether it correspond<br />
to this time or not. In this work Baltacıoğlu conceptually and descriptively scrutinize<br />
the matter of population, science, art, values, eduaction, language, culture,<br />
environment and trie to determine the basic foundation of social and cultural<br />
development. In this presentation, it will be tried to evaluate whether Baltacıoğlu's<br />
determinations of problems and solution offers regarding cultural development at the<br />
national level can apply to regional situation or not in the light of cemicentennial<br />
experience.<br />
Keywords: Cultural development, social development, I. H. Baltacioğlu, Eastern<br />
Anatolia Region<br />
1<br />
Doç. Dr., İnönü Üniversitesi FEF, emin.celebi@inonu.edu.tr (Sorumlu Yazar/Corresponding Author)<br />
609
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
1. GİRİŞ<br />
“Kültürce Kalkınmanın Sosyal Şartları” isimli çalışma Baltacıoğlu’nun yaşlılık<br />
dönemi eseridir. Bu itibarla bu çalışmada ortaya konan düşüncelerin Baltacıoğlu’nun<br />
olgunlaşmış düşünceleri olduğu söylenebilir. Öte yandan bu çalışmanın, 1966 yılında<br />
yayımlandığı göz önünde bulundurulursa, Cumhuriyet’in ilanından sonra geçen<br />
yaklaşık kırk yıllık süre içinde gerçekleştirilen hamlelere şahitlik yapan bir<br />
sosyologun tespitlerini muhtevi olması ve bugün için bize bir mukayese imkânı<br />
vermesi itibarıyla da son derece önemli olduğunu düşünüyoruz.<br />
I.Abdülhamit, İttihat ve Terakki Cemiyeti, Atatürk, tek partili rejim sonrası<br />
demokratik dönem içinde gerçekleştirilen hamlelerin hiçbiri Baltacıoğlu’na göre<br />
kalkınmayı gerçekleştirememiştir. Ancak bu dönemlerde okul, hastane, yol vb. birçok<br />
alanda önemli faaliyetlerin yapıldığı da yadsınamaz. Buna rağmen kalkınma<br />
gerçekleşmediyse Baltacıoğlu’na (1967) göre mutlaka bunun bir sebebi olmalıdır. Bu<br />
sebepleri belirleyebilecek olanlar, ona göre politikacılar, hukukçular, eğitimciler<br />
olamaz. Sorunun doğru tespitini ancak bilim ve yöntem sahibi sosyologlar yapabilir.<br />
Dolayısıyla Baltacıoğlu’nun birinci tespiti, tespiti yapabilecek kimselere ilişkindir, ki<br />
bunlar da toplum-sal konularda bilimsel veriler ışığında çözümlemeler yapan<br />
sosyologlar olmaktadır. Aslında bu bakış açısı genelleştirilebilir. Bilimci anlayışın<br />
tezahürü olarak değerlendirilebilecek bu yaklaşımın hala geçerliliğini koruduğunu<br />
söyleyebiliriz.<br />
Baltacıoğlu’nun (1967) kalkınmadan ne anladığı ve önerdiği çözüm önerilerine giriş<br />
olması itibarıyla aşağıdaki ifadeler dikkat çekicidir:<br />
Biz Henüz Ankara’nın elektriklerini düzgün olarak yakamayan, devlet merkezinde<br />
sivrisinekle savaşmasını beceremeyen bir teknik kesiminde bulunuyoruz. Bütün<br />
bunları düşünelim ve beceriksizliklerimizi örtmek için geçmiş zamanlarla övünmekten<br />
vazgeçelim. Geçmiş zaman övünme konusu olacağına ilham konusu, yaratma kaynağı<br />
olsa daha iyi olmaz mı? Üstü sıçan resimli Amerikan gömleklerini giymesini bildik de<br />
cepkenden, şalvardan yepyeni modalar çıkarmasını bilemedik. Batı modası diye<br />
giydiğimiz o terlikler, o mokasenler yerine Maraş’ın yumuşak derili, gül burunlu o<br />
eşsiz papuçlarını giymeyi akıl edemedik.<br />
Yirmibeş otuz yıl içinde nüfusu kırk milyona varmış, bataklıklarını kurutmuş, bulaşıcı<br />
hastalıklardan kurtulmuş, yollarını, okullarını, hastanelerini yapmış, Batı anlayışıyla<br />
endüstrileşmiş zengin modern bir Türkiye bir olur mudur, yoksa bir olmaz mıdır?<br />
Eğer bu bir olur ise nasıl gerçekleşebilir? İşte her şeyden önce düşünülecek şey budur.<br />
Baltacıoğlu'nun dile getirdiği eleştirilerin bugün için de geçerlenebilir olduğunu<br />
söylemek mümkündür. Gelişmişlik ve kültürel yabancılaşma paradoksunu aşmaya<br />
dönük olan bu tekliflerin, ‘Batının bilimini alalım, kültürünü ve ahlakını değil’<br />
biçiminde dile getirilen söylemin tercümesi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.<br />
Baltacıoğlu bu girizgahtan sonra kendi perspektifinden sosyoloji temelli çözüm<br />
önerilerini ilgili kitabında başlıklar halinde ortaya koyar. Şimdi bu sıralamaya uygun<br />
olarak Baltacıoğlu'nun değerlendirmelerini ve önerilerini konumuz bağlamında tahlil<br />
etmeye çalışalım.<br />
610
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
2. KALKINMANIN TEMEL UNSURLARI<br />
2a. Nüfus<br />
Baltacıoğlu’na (1967) göre kalkınmanın ilk şartı bir toplumu meydana getiren<br />
bireyler, bireyler arası sıkı ilişki ve işbölümüdür. Dolayısıyla bu doğrudan nüfus ile<br />
ilgili bir durumdur. Ona göre Küçük Asya adını alan Anadolu’daki otuz milyonluk<br />
nüfus bir serpintiden başka bir şey değildir. Bu nüfus yetmiş-seksen milyona<br />
çıkmadıkça bu küçük Asya kalkınamayacaktır. Türk kadınının doğurmaya teşvik<br />
edilmesine gerek duyulmayacak derecede doğurgan olduğunu ifade eden Baltacıoğlu,<br />
yaşadığı dönem istatistiklerine göre her kadına ortalama altı çocuk düştüğünü<br />
söyleyerek nüfus artışının buna paralel olmadığını, bunun nedeninin de çocuk<br />
ölümlerinin çokluğuna bağlı olduğunu şu ifadelerle dile getirir: Türk kadını sekiz-on<br />
çocuk doğuruyor, ancak bu çocukların bir iki tanesi yaşayabiliyor. Amerika kadını<br />
Türk kadını kadar doğurmuyor, ancak doğanların çoğu yaşıyor. Temel fark budur.<br />
Baltacıoğluna göre bir topluluğun kadınlarının çok çocuk doğurması kültürünün<br />
kuvvetli olduğunu gösterir. Kültürü kuvvetli olmayan, yaşama isteği kuvvetli olmayan<br />
bir ulusun kadınlarının doğurma isteklerinin olmayacağını ifade eden Baltacıoğlu<br />
(1967), Türkiye’de doğan çocukların çok ölmesinin de medeniyetsizlikten yani<br />
bilgisizlikten, tekniksizlikten, tedbirsizlikten, teşkilatsızlıktan ileri geldiğini söyler.<br />
Bu itibarla nüfus planlamasına da şiddetle karşı çıkar:<br />
Nüfus azlığından daha büyük tehlikeli olan da nüfus düşmanlığıdır.Türkiye otuz<br />
milyonluk nüfusu besleyemediği için şu bu düşünce ile Türkiye’de doğumları<br />
sınırlamak isteyenler vardır. Bu anlayış yanlıştır. Türkiye’nin yeraltı yerüstü<br />
kaynakları yetmiş, seksen milyonu beslemeye yeticidir. Türkiye’nin nüfusunu yetmiş,<br />
seksen milyona çıkarmalıdır. Bu iş kader işi değil teknik işidir. Amerikalılara bakın,<br />
son otuz yıl içinde insanın ömrünü ortalama yirmi yıl daha uzattılar. Bu iş bilim işidir,<br />
teknik işidir. Çene işi değil.<br />
Aslında çok nüfus ve kalkınma ilişkisini, salt nüfus çokluğu olarak anlamamak<br />
gerekir. Baltacıoğlu'nun kastettiği, yaşanılan coğrafyanın büyüklüğü ile üzerinde<br />
yaşayan nüfusun orantısızlığıdır. 1960'lı yılların Türkiye'si için düşünüldüğünde bize<br />
göre son derece önemli ve doğru tespitlerdir. Bugün Avrupa'nın yaşlanmış nüfusunun<br />
oluşturduğu açığın yabancı uyrukluların giderdiğini ve Avrupa'nın bundan mustarip<br />
olduğunu bilmekteyiz. Ayrıca günümüzde Baltacıoğlu'nun hayal ettiği yetmiş-seksen<br />
milyonluk Türkiye'nin kalkınma ve dinamizminin 1960'lı yıllar ile kıyaslanmayacak<br />
derecede oluşu da önemli bir göstergedir. Tabii ki mevcut durum sadece nüfus<br />
çokluğu ile açıklanamaz. Ancak otuz milyonluk bir Türkiye'nin de bu geniş<br />
coğrafya'yı istenilen ölçüde imar edebilmesinin zorluğu ortadadır.<br />
Şimdi Doğu Anadolu Bölgesindeki illerin nüfus verilerine bakalım.<br />
611
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo1: 2015 Yılı Doğurganlık Hızının En Yüksek ve En Düşük Olduğu 10 il<br />
Görüldüğü üzere doğum oranlarının en yüksek olduğu iller Doğu ve Güneydoğu<br />
Anadolu illeridir.<br />
Tablo2: 2014-2015 Yılı Kaba Ölüm Hızının En Yüksek ve En Düşük Olduğu İlk<br />
5 İl<br />
Kaba ölüm hızı, bin kişi başına düşen ölüm sayısını ifade etmektedir. Kaba ölüm hızı,<br />
2014 yılında binde 5,1 iken 2015 yılında binde 5,2’ye yükselmiş, diğer bir ifade ile<br />
2014 yılında bin kişi başına 5,1 ölüm düşerken, 2015 yılında bin kişi başına 5,2 ölüm<br />
düşmüştür.<br />
612
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo3: 2014- 2015 Yılı Bebek Ölüm Hızının En Yüksek ve En Düşük Olduğu<br />
İlk 5 İl<br />
Yukarıdaki tablolar dikkatli bir biçimde incelendiğinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu<br />
bölgesindeki illerde doğum oranlarının en yüksek, kaba ölüm oranlarının en düşük,<br />
bebek ölümlerinin de en yüksek iller sıralamasında olduğu görülmektedir. Ancak<br />
nüfus artış hızının da en az olduğu iller buralardır. Dolayısıyla aradaki farkı oluşturan<br />
en önemli faktörün iç göç olduğu söylenebilir. Bu itibarla bölgenin kalkınması için<br />
önemli bir potansiyel olan nüfusun, bölgede kalmasına yönelik cazip tedbirlerin<br />
alınması, bölgenin cazip hale gelmesine de katkı sunacaktır.<br />
Baltacıoğlu’nun kalkınma için zikrettiği diğer öğeler ise ayrı başlıklar halinde<br />
zikrettiği bilim, milliyet, din, sanattır. Ancak biz bunları bir başlık altında<br />
birleştireceğiz.<br />
2b. Bilim, Milliyet, Din, Sanat ve Değer<br />
Baltacıoğlu’na (1967) göre bir ulusun ulus olabilmesi için tek başına dil, din, devlet<br />
ve kültür birliği yetmez. Bu ölçütlerin hepsi eksiklikle maluldür. Ulusu ‘psikolojik bir<br />
birli’ olarak tanımlayan Baltacıoğlu’na göre bir ulusun ulus olmasında değişmeyen<br />
yegane ölçüt gelenektir. Geleneklerin kötüsü olmaz. Gelenek bir ulusun özüdür.<br />
Kültürün bir anlamı da sosyal tipten sosyal tipe değişmeyen değer yargılarıdır.<br />
Kültürün bu tipine gelenek adını veren Baltacıoğlu’nun gelenek tanımı da bilindik<br />
tanımdan farklıdır. Adeta her ulusun mevcut ortak noktalarını gelenek olarak<br />
tanımlayan Baltacıoğlu’nun, var olan durumu muhafaza etmeye yönelik bir çaba<br />
içerisinde girdiğini ve söz konusu duruma gelenek kisvesini giydirdiğini<br />
söyleyebiliriz. Ortak bir coğrafyada yaşayan farklı kimliklerin ortaklıklarını gelenek<br />
adı altında toplamasını ve bunu ulus birliğinin ölçütü haline getirmesini sosyolojik bir<br />
keşif olarak görmek doğru olmasa gerektir. Kalkınma için gelenek vurgusunu,<br />
yukarıda zikrettiğimiz muhafazakar bir tutumun yansıması olarak değerlendirebiliriz:<br />
Gelenekler, mitler, mimikler, motifler, melodiler, dilin ekleri, dilin sentaksı gibi sosyal<br />
tipten sosyal tipe değişmeyen, sosyal evrim boyunca yaşayan kamu kalıtlarıdır.<br />
613
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bitkilerdeki gövde biçimi, hayvanlardaki belkemiği, insan bireyleri için mizaç hatta<br />
karakter ne ise toplumlar için gelenek odur. Ulusların doğmaları gibi ölmeleri de<br />
gelenekleri ile olur. Ulusların kalkınması geleneklerine kavuşmaları ile başlar.<br />
Türkiye’nin birdenbire kalkınamamasının nedeni de geleneklerinden kopma olayıdır.<br />
Türkiye gelenek birliğini bütünlüğünü sağlamadıkça kalkınma işini<br />
sağlayamayacaktır. Dolayısıyla milliyet bir gelenek birliğidir. Milliyet aralarında<br />
gelenek birliği olan bireylerin meydana getirdiği tinsel birliktir (Baltacıoğlu, 1967).<br />
Ulusların doğmasında, yaşamasında, kalkınmasında ilk faktör, Baltacıoğlu’na (1967)<br />
yaratıcı etken rolünü oynayan varlıklar, akılla ilintili olan bilinçüstü varlıklar değildir,<br />
bilinçaltının kendisidir. Bu bilinçaltını var eden akıl, mantık, bilim, felsefe değil iç<br />
oluşlarıdır. Bunlar da din, dil sanattır. Bir toplumun endüstri çağına girebilmesi için<br />
endüstrinin yararlarını düşünmesi yetmez. Her şeyden önce bir ulus olması gerekir.<br />
Sosyal olguların temelinde kuvvet olguları olan din, dil ve sanat bulunur. Bunlar<br />
olmasa diğerleri (ahlak, hukuk, bilgi, ekonomi, aile, vs.) olmaz.<br />
Kısmen özgün, kısmen eskinin tekrarı görüntüsü veren ve eklektik sayılabilecek bu<br />
yaklaşımın, Marksist paradigmanın alt yapı-üst yapı diyalektiğine karşıt<br />
sayılabileceğini ve günümüz Türkiye'si için özelde ise Doğu Anadolu bölgesi için bir<br />
takım tahliller yapmaya imkân verdiğini söyleyebiliriz. Özellikle 1960'ların<br />
Türkiye’si için din, dil ve sanat üçlemesini varoluşun değişmez koşulları olarak<br />
varsayan Baltacıoğlu'nun kalkınmayı da bu üç temel üzerinden inşa etmeye çalışması<br />
orijinal sayılabilir. Salt maddi kalkınmanın gündemde olduğu bir zamanda oluşan bu<br />
farkındalık kıymetlidir. Ve bize göre bu tespitler hala geçerliliğini korumaktadır.<br />
Toplumu bir bünye gibi düşündüğümüzde, ekonomi bedensel bir boyut ise özellikle<br />
sanat ve dinin ruhsal boyuta tekabül ettiğini söyleyebiliriz. Bölgesel ölçekte de bu üç<br />
ayağın birlikte var olmasının kültürel kalkınma için elzem olduğu söylenebilir.<br />
Baltacıoğlu'nun (1967) kültürel kalkınma için üzerinde önemle durduğu diğer bir öğe<br />
ise dindir. Ona göre din bir insan gerçekliğidir. Bu yadsınamaz. Dinsiz bir kişiliğin<br />
olamayacağını ifade eden Baltacıoğlu (1967), Meşrutiyetin din kişiliğini bir yana<br />
bırakarak onun yerine ikame etmeye çalıştığı milliyet merkezli dil kişiliğini yanlış<br />
bulur ve bu sorunlu halin kendi döneminde de devam ettiğini ifade eder: Dinsiz<br />
cemiyet, cemiyetsiz din yoktur. Din var idi, vardır ve var olacaktır. “Dinin lüzumu<br />
inkar edilse bile hissi ifna edilemez. Ben dinsizim diyenler, dinini, Allah’ını<br />
tanımayanlar bile dinsizliklerinde samimi olamazlar. Nasıl samimi olabilirler ki,<br />
aklın, mantığın bütün isyanlarına reğmen dinin şuur altında yaşayan kökleri vardır.<br />
“Bütün dünya ulusları gibi biz Türkler de milliyetsiz kalkınmanın olamayacağını<br />
biliyoruz, ancak dinsiz kalkınmanın olamayacağını bilmiyoruz.” diyen Baltacıoğlu'na<br />
göre, din kalkınması olmadıkça toplum kalkınması da olamaz. Tarih elde ettiğimiz bu<br />
sonucun doğruluğunu göstermektedir. Bir din reforması ister. Öte yandan<br />
Baltacıoğlu(1967) bir din, dil ve sanat reformu ister. Bu çerçevede şunları ifade eder:<br />
Sosyal kalkınmanın hareket noktası şu üç şeydir: din reformasıi dil reforması, sanat<br />
reforması. Bu memleketin aydınlarının din anlayışı hastadır. Çünkü bizde aydın ya<br />
dinsizdir ya da onun din diye bildiği dinin kendisi değildir. Bu memleket kalkınamıyor,<br />
çünkü aydınlarının din anlayışı hastadır, dil hastadır, zevki hastadır. Böyle hasta<br />
614
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
aydınların kendileri kalkınamazlar ki, aydın olmayan halk kitlelerini<br />
kalkındırabilsinler.<br />
Bu ifadelerden Baltacıoğlu’nun muhafazakar yaklaşımı açıkça görülmektedir.<br />
Aydınlanma sonrası oluşan din ve gelenek karşıtı paradigmayı sorunlu bulan<br />
Baltacıoğlu’nun tespitlerinin hala geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Müzmin bir<br />
hastalık olan aydın hastalığından ülkenin ve bölgenin hala kurtulamadığını ve<br />
bölgenin yerel olandan uzak bir “çağdaşlık vasatı” içinde bir kimlik krizine doğru<br />
evrildiğini ifade etmek gerekir<br />
Baltacıoğlu'nun (1967) kültürel kalkınma için önem atfettiği diğer bir alan ise sanattır.<br />
Sanat anlayışında toplumcu olan düşünüre göre sanat, tekçi olduğu zaman değil,<br />
toplumcu olduğu zaman kuvvetli olmuştur. Cemiyetten, maşeri değerlerden kopan,<br />
ayrılan bir sanat kendine hayvansı kaynaklar arar. Halbuki halka giden halkla<br />
halleşen, fena filhalk olan sanat insanı, ulusu, Tanrıyı bulur, yaratıcılığın sırrına,<br />
mutlaka erişir. Diri, sağ olan sanat ister istemez iyimserdir. Tekçi olan sanat ise<br />
kötümserdir.<br />
Baltacıoğlu'na göre din ve sanat arasında kopmaz bir ilişki vardır. Din duyuncunun<br />
Müslümanlık değerlerinin yayılması, kökleşmesi için Türk plastik sanatlarından, bu<br />
sanatların sürrealsit karakterlerinden yararlanılması gerekir. Camilerimizi,<br />
türbelerimizi, sebillerimizi, mihraplarımızı, minberlerimizi bütün güzellikleri ile<br />
ortaya koymalıyız. Kataloglar, prospektüsler, monografiler yayınlamalıyız. Böylece<br />
din duygusunun masivadan mücerret, münezzeh her yerde hazır ve nazır bir Allah<br />
inancının bütün güzelliklerinin yaratılması için tükenmez bir esin kaynağı olduğunu<br />
göstermeliyiz. Bunu için resimli yayınlar, radyo yayınlarından yararlanmak<br />
gerektiğini söyler.<br />
Balacıoğlu'nun dikkat çektiği diğer bir kavram ise değerdir. Değer kavramını bugünün<br />
çağrışımından farklı kullanan Baltacıoğlu’nun değerden kastettiği değer(li)<br />
insanlardır. Ona göre değerlere (kişiler) sahip çıkmak için bir değer ölçümüzün<br />
olması gerekir. Bu bağlamda sözü yine Baltacıoğlu’na (1967) bırakalım:<br />
Topluluk içinde öyle insanlar vardır ki, belli başlı bir değere sahip olmamakla birlikte<br />
yüksek değer sahibi insanlar gibi ün salmışlardır. Kendilerini büyük şair, büyük aktör,<br />
büyük rejisör olarak tanıtmışlardır. Bunlar telkin, propaganda, reklam nedir çok iyi<br />
bilen kimselerdir. Her fırsattan yararlanıp gazetelere demeç vermesini, basın<br />
toplantısı yapmasını, makale yazmasını, radyoda konuşmasını törenlerde fotoğraf<br />
klişesine girmesini çok iyi bilirler. Bu insanlar değer piyasasına kalp akçe süren değer<br />
kalpazanlarıdır… Bazı değerler de vardır ki kendilerini hiç tanıtmamışlardır. Normal<br />
olan hem topluluğun kendi değerlerini tanıması, hem de değerlerin kendini<br />
tanıtmasıdır. Bu ne zaman olur? Ne zaman topluluk gerçek değerlerini tanıyabilecek<br />
bir anlayış kesimine gelirse, ne zaman gerçek değerler de kendilerini tanıtmanın bir<br />
borç olduğunu anlayacak olurlarsa. Bunlar olmayınca değer anarşisi bugüne dek<br />
olduğu gibi, bundan sonra da sürüp gidecektir.<br />
Günümüzde sıkça gündeme gelen ve birçok sorunun kaynağı olan liyakat ve ehliyet<br />
sorunun başka bir veçhesini dile getiren Baltacıoğlu'nun söz konusu eleştirilerini hala<br />
geçerliliğini koruduğunu söylemek gerekir. Hatta popüler kültürün ve reklam<br />
615
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
sektörünün olağanca hızıyla yayılmasına paralel olarak büyüyen bir sorun olan değer<br />
tespit sorunun, her alanda artarak devam ettiğini ve etik standartları alt üst ettiğini<br />
söylemek mümkündür. Doğru olanın, doğru işi ve işi doğru yapabilmesinin yitimi<br />
olan değer yitiminin mevzubahis kalkınmayı hem ulusal hem de bölgesel düzeyde ne<br />
denli etkilediği de açıktır. Baltacıoğlu'nun (1967) da ifade ettiği gibi, kalkınma işi<br />
yalnız mantık işi, görgü işi, iyi niyet işi değil; doğrudan doğruya pozitif bilgi işi, teknik<br />
işi, bilimli politika işidir. Bu politikayı bulmak için de bilime başvurmak gerekir. Bilim<br />
ise bilim adamlarındadır. Eğer biz bu işte bu uzmanlar yerine uzman olamayanlara<br />
başvuruyorsak, ahlak dışı davranıyoruz demektir. Oysa ki toplum işi bir ahlak işidir.<br />
Kalkınma için en önemli öğelerden biri ise kuşkusuz eğitimdir.<br />
2c. Eğitim<br />
Baltacıoğlu (1967) 1950'li yılların Türkiye'sinde, 1980’li yıllarda H. Gardner<br />
tarafından sistematik bir biçimde ortaya atılan (Talu, 1999) çoklu zeka kuramını<br />
savunur. Doğal olarak düşünürümüz, zekayı Gardner gibi dokuz kısma ayırmıyor,<br />
ancak Türkiye’de 2000'li yılların başından itibaren öğretim müfredatların yeniden<br />
yapılandırılmasında dikkate alınan söz konusu kuramın, temel karakterinin o<br />
dönemde Baltacıoğlu tarafından dile getirilmesi, bize göre son derece önemlidir. Tek<br />
tipçi eğitim-öğretim modeline karşı çıkan Balacıoğlu, aynı yaşta olan öğrencilerin<br />
zeka, gelişmişlik ve öğrenme kabiliyetlerinin aynı olduğu savına dayanan, öğretmenin<br />
aktarıcı, öğrencilerin pasif dinleyici oldukları mevcut modelin, biyoloji biliminin<br />
verilerine göre doğru olmadığını düşünür. Ona göre zeka yok, zekalar vardır.<br />
Baltacıoğlu'na (1967) göre eğitim işi bahçıvan işine benzer. Bahçıvanın yapacağı iş,<br />
elma ağacına armut verdirmek değildir. Elma ağacına elma vermeyi öğretmek de<br />
değildir. Bahçıvanın yapacağı iş, elma ağacının elma vermesi için gerekli olan dış<br />
şartları sağlamaktır. Toprak, hava, su, güneş, gübre gibi şartları sağlanınca ağaç<br />
yemişini kendi kendine verecektir. İnsan dışarıdan yetiştirilemez. Yetişme şartları var<br />
olunca insan kendi kendini yetiştirir. Terbiye etmek yoktur, terbiye olmak vardır.<br />
Bilgimizin gelişimi malumdan meçhule değil, meçhulden maluma doğru olur.<br />
Ezberci sistemi o günden eleştiren Baltacıoğlu (1967) ezbere değil, deneyime dayalı<br />
yaparak yaşayarak öğrenmenin gerekliliğini, özellikle dil ve sanat gibi alanlarda,<br />
önemini ifade eder. Bilgi deneme ile başlar, deneme ile biter. Sınıfların morfolojisinin<br />
yaparak yaşayarak öğrenmeye göre kurgulanmadığını belirten Baltacıoğluna göre bu<br />
sınıf biçimi, kilise morfolojisinin kopyasıdır. Okullardaki sıralar, kürsüler durmadan<br />
konuşan öğretmenler, kımıldamadan dinleyen öğrenciler, kiliselerde olan bitenleri<br />
andırmaktadır. Baltacıoğlu’na (1967) göre bizdeki ezberci eğitim sistemi Avrupa<br />
eğitim sisteminin yansımasıdır. Sanayide ve bilimde ileri olan Avrupa pedagojide<br />
sanıldığı gibi ileride değildir. “Avrupa maarifi kilise göreneklerinin eseridir.<br />
Baltacıoğlu’nun (1967) bu başlık altında vurguladığı diğer bir husus ise meslek<br />
eğitiminin gerekliliğidir. Ona göre genel eğitim olarak anılan düz eğitim yararlı<br />
değildir. Bu çerçevedeki şu ifadeleri o dönem için oldukça özgün sayılabilir:<br />
“Hiç kimse gençlerin lisede okudukları fizik, şimi, tabiat derslerinden dolayı tıp<br />
fakültesinde iyi yetişeceğini savunamaz. Artık açıkça anlaşılmalıdır ki, her çevre<br />
616
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
kendine, her çalışma kendine hazırlar, o kadar. Genel eğitim anlayışı açıkça söylemek<br />
gerekirse meslek eğitiminin soysuzlaşmış şeklinden başka bir şey değildir. Genel<br />
eğitim olarak okutulan bir sanat tarihi dersi insanı sanat işinde daha güçlü, daha<br />
yaratıcı yapabilir mi? Süleymaniye camisinin Sinan’ın şaheseri olduğunu söylemek,<br />
onun güzelliğini duyurmak mıdır?...Okul pedagoglarının genel eğitimden<br />
beklediklerini verecek olan eğitim, yine meslek eğitiminin, teknik eğitiminin<br />
kendisidir. Her meslek eğitiminin bir genel eğitim randımanı vardır. Bu randımanı<br />
kendinden başkası vermez... Kaldı ki yapan bilir de.<br />
Baltacıoğlu'nun eğitim ile ilgili görüşlerinin son derece önemli ve özgün olduğunu<br />
söylemek gerekir. Yaklaşık altmış yıl önce yapılan bu tespitlerin günümüzde hala<br />
geçerliliğini koruduğu bir yana yeni yeni uygulanmaya konulduğuna bakılırsa, söz<br />
konusu düşüncelerin ne denli önemli olduğu ortaya çıkar. Yaşantı temelli öğrenme,<br />
çoklu zeka, meslek ve din eğitimi gibi alanların bir kısmı için günümüzde bir takım<br />
düzenlemelerin yapıldığını söyleyebiliriz. Ancak özellikle meslek eğitiminin hala<br />
sorun olarak ortada durduğunu nitelikli ara eleman ihtiyacını giderecek<br />
mekanizmaların işletilmediğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla hem ulusal hem de<br />
bölgesel düzeyde söz konusu sorunlar devam etmektedir. Ancak Doğu ve güneydoğu<br />
illerinde bu sorunların başka etmenlere de bağlı olarak daha şiddetli bir biçimde<br />
varlıklarını sürdüğünü de söylemek mümkündür.<br />
Cumhuriyetin ilk yıllarında da Doğu ve Güney doğu Anadolu Bölgelerinde eğitim<br />
düzeyinin Türkiye ortalamasının gerisinde olduğu gerçeğini (Demirtaş, 2008;<br />
Üçeçam, 2000) de göz önünde bulundurursak yapılması gerekenler daha da<br />
netleşecektir.Baltacıoğlu'nun kalkınma için gerekli gördüğü diğer bir unsur ise<br />
çevredir.<br />
2d. Çevre<br />
Baltacıoğlu (1967) bunu kaktüs bitkisi üzerinden anlatmaya çalışır: Kaktüs dediğimiz<br />
çöl bitkileri, Ankara’da ufacık kalırlar. Çöl güneşinin altında yanmaya<br />
doyamayanlar, Ankara güneşinin altında kalacak olurlarsa pek sevinmezler. Bütün<br />
bu olaylar neyi gösteriyor? Dış çevre canlı varlığının kendini değiştiremiyor, ancak<br />
yaşama şeklini değiştirebiliyor. Kaktüs örneğini bir de insana uygulayalım. İnsan<br />
anatomi, fizyoloji, psikoloji sahibi olarak her yerde ayrıdır. Bu ayrılıkların sebebi,<br />
sosyal şartlardan başka ne olabilir? Besbelli ki tezgah devrinde kalmış olan bir ulusla<br />
endüstri devrine girmiş olan bir ulusun insanlarının da kişiliği bir olamaz. Rönesans<br />
sanatçılarının arasında hem ressam, hem heykelci, hem taşçı hem edebiyatçı olanlar<br />
vardı. Çünkü içinde yetiştikleri sosyal çevre, onların yalnız bir şey değil, birçok şey<br />
olmalarını istiyordu.<br />
Baltacıoğlu'na (1967) göre çevre bir anlamda potansiyelin kendini gerçekleştirme<br />
koşuludur. Muhayyilesi zengin olarak yaratılmış olan bir insanın ne olacağına önemli<br />
ölçüde çevre karar verir. İstidatlar, şekiller, kalıplar değil yalnız genel imkânlardır.<br />
İşletilmeye bakarlar, ona göre de randıman verirler. Fiziksel çevre ve sosyal çevre<br />
arasında bir analoji kuran düşünür şu tespitleri yapar:<br />
Bütün gördüklerim, çabalamalarım bana bitkiler gibi insanların da ancak kendi tabiî<br />
ve normal çevresinde gelişebileceğini gösteriyordu. Ancak insan kişiliğini yaratacak<br />
617
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
olan çevreleri doğru olarak bilmek, tanımak gerekti. Herkes çocuğun adam olmasını<br />
ister...Oysaki çocuğun adam olması için adamların içinde yaşadığı sosyal bir çevre<br />
ister. Çocuk yetiştiricileri bu çevreyi var etmeyi hiç düşünmezler. Aile hayatı diye<br />
yaşattıkları bir toplum yaşayışından daha çok bir yığın, bir sürü yaşayışıdır.” “Aile,<br />
okul çevrelerinin içinde yaşadıkları toplumun tabiatına uygun olması gerekir.<br />
İnsanın kendini gerçekleştirmesinde kuşkusuz uygun muhitin önemi büyüktür. Ancak<br />
paradoksal bir biçimde muhitini oluşumu da aslında yukarıdaki unsurların<br />
gerçekleşmesi neticesinde olacaktır. Ancak bunun farkında olma da önemli<br />
sayılabilecek bir durumdur. Dolayısıyla bu kriter itibarıyla da bölgenin önemli bir<br />
eksikliği olduğu izahtan varestedir. Uygun sosyal çevrenin oluşumuna dönük kafa<br />
yormalı ve etkili projeler üretilmelidir.<br />
3. SONUÇ<br />
İ. H. Baltacıoğlu tarafından kültürel kalkınmanın koşulları olarak ortaya konan nüfus,<br />
bilim, sanat,din, dil, eğitim, çevre faktörlerinin günümüzde de geçerliliklerini<br />
muhafaza ettiklerini söyleyebiliriz. Anılan ölçütlerin, bir toplumun sadece kültürel ve<br />
sosyal kalkınmasında değil, ekonomik kalkınmasında da önemli oldukları<br />
kuşkusuzdur. Baltacıoğlu'nun kitabında geçen kimi tespit ve tanımların doğruluğu<br />
tartışılır. Özellikle o dönemin konjonktürü, siyasal ve ideolojik atmosferinin etkisi<br />
altında olduğu hissini veren dil ve milliyet ile ilgili çözümlemelerinin birçoğuna<br />
katılmadığımızı ifade etmek isteriz. Konumuz, yapılan tanımlama ve kavramsal<br />
çözümlemeler olmadığından onlara değinme ihtiyacı duymadık. Ancak kalkınma için<br />
zikredilen temel unsurların neredeyse evrensel unsurlar odluğunu söyleyebiliriz.<br />
Bilim, eğitim, nüfus, din, sanat, eğitim ve çevre gibi konulardaki tespitlerin yaşadığı<br />
dönem itibarıyla özgün olduğunu söylemek gerekir. O günün koşullarında ulusal<br />
düzeyde görülen sorunların bugün anılan hususlarda Türkiye ortalamasının altında<br />
olan Doğu Anadolu Bölgesi için daha da önemsenmesi gerektiği kanaatindeyiz. En<br />
avantajlı olduğu nüfus konusunda bile bölgenin iç göç ile Batı bölgelerine gitmesinin<br />
dezavantajnı yaşayan bölgeye özel tedbirler alınması gerekir. Eğitim, sanat ve sosyal<br />
çevre imkanlarının da iyileştirilmesi bölgesel kalkınmaya katkı sağlayacaktır.<br />
Ekonomik gelişmenin olması ile kültürel ve sosyal gelişmenin olması birbirine paralel<br />
gitmektedir. Bu nedenle yerel düzeyde üniversite, belediye ve sivil toplumun çeşitli<br />
çalışma projeler ortaya koyması ve öncü rol oynamaları kaçınılmaz olmaktadır.<br />
Çünkü günümüz Türkiye'sinin sadece merkezden müdahale etmek ile her sorunu<br />
çözemeyecek büyüklüğü ulaştığı kanısındayız.<br />
KAYNAKÇA<br />
Baltacıoğlu, I. H. (1967). Kültürce Kalkınmanın Sosyal Şartlar. İstanbul: MEB.<br />
Demirtaş, B. (2008). Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde Eğitim ve Öğretim<br />
(1923-1938). Ankara Üniversitesi Türk inkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu<br />
Dergisi, Mayıs, 63-87.<br />
Üçeçam K.D. (2009). "Doğu Anadolu Bölgesi Kırsalında Kadın Nüfusun<br />
Okur-Yazarlığı (2000). Döndü Doğu Anadolu Bölgesi Araştırmaları.VIII/I, 14-23.<br />
Talu, N. (1999). Çoklu Zeka Kuramı ve Egitime Yansımaları. Hacettepe Üniversitesi<br />
Eğitim Fakültesi Dergisi. (15), 164-172 http://www.tuik.gov.tr<br />
618
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Türkiye’de Gelir Ve Tüketim Eşitsizliği: Ampirik Bir<br />
Çalışma<br />
İsa SAĞBAŞ 1 , Nurten DAŞKAYA 2<br />
Gelir ile tüketim arasındaki ilişki bir çok çalışmaya konu olmuş ve önemini<br />
korumuştur. Çalışmada tüketim, tüketim ve gelir ilişkisini ölçen tüketim teorileri<br />
hakkında bilgi verilmiştir. Ayrıca literatür taraması yapılmıştır. Çalışmada 2002 ve<br />
2013 yılında Afyonkarahisar il merkezi için gelir ve tüketim dağılımı dengesizliği<br />
Gini katsayısı yöntemiyle ölçülmüştür. Diğer şeyler sabit varsayımı altında tüketim<br />
eşitsizliğinin gelir eşitsizliğinden daha az olması beklenir. Amprik bulgulara göre<br />
tüketim eşitsizliği gelir eşitsizliğinden azdır. Sonuç olarak ise gelir dağılımı<br />
dengesizliği ve tüketim eşitsizliği artmıştır.<br />
Anahtar Kelimler: Gelir, Tüketim, Tüketim Teorileri, Lorenz, Gini Katsayısı<br />
Income and Consumption Inequality in Turkey: An<br />
Empirical Study<br />
Abstract<br />
The relationship between income and consumption is one of the most important<br />
subjects of economics that became the subjects of many study consumption theories<br />
measures relationship between income and consumption. Its has been improved firstly<br />
by J. Maynard Keynes and the other scientists. In this study, İncome and consumption<br />
inequality for Afyonkarahisar is predicted by using the data in period 2002 – 2013.<br />
Before the econometric analysis, the function of consumption, consumption theories<br />
and literature research were examined. It is expected that the consumption inequality<br />
is less than income inequality. The empiricial findings which came out in our research,<br />
confirm this theorem. Consequently, income inequalities and consumption inequality<br />
increased.<br />
Key Words: İncome, Consumption, Consumption Theory, Lorenz, Gini Cofficient<br />
1. TÜKETİM VE GELİR İLİŞKİSİ<br />
Tüketim, mal ve hizmetlerin insan ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde kullanılmasıdır.<br />
Tüketim fonksiyonu tüketicilerin harcama eğilimini göstermektedir ve gelirin bir<br />
fonksiyonudur. Milli gelir artıkça tüketim artar ama ortalama tüketim azalır.<br />
Keynes'in mutlak gelir hipotezini ileriye sürerken dikkate aldığı gelir düzeyi cari<br />
kullanılabilir gelirdir. Keynes'e göre bireyin geliri artıkça tüketimi de artar. Ancak<br />
tüketim artışı gelir artışının gerisinde kalır. Keynes'e göre marjinal tüketim eğilimi ve<br />
marjinal tasarruf eğilimi sabit değer taşır (Altunöz, 2014).<br />
1<br />
Prof. Dr. , Afyon Kocatepe Üniversitesi İİBF Maliye Bölümü, isagbas@hotmail.com,<br />
(Sorumlu Yazar/ Corresponding Author)<br />
2 Arş.gör, Hakkari Üniversitesi İİBF Maliye Bölümü, nurtendaskaya@hotmail.com<br />
619
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Gelir ile Tüketim arasındaki ilişkiyi açıklamaya yönelik çeşitli hipotezler mevcuttur.<br />
Keynes’in klasik tüketim teorilerinden çıkarılan Ömür Boyu Gelir Hipotezi bireylerin<br />
tüketim ve tasarruflarını oldukça uzun dönemler için planladıklarını varsaymaktadır.<br />
Bireyler bütün ömürleri boyunca yaptıkları tüketimden en büyük toplam faydayı elde<br />
etmeye çalışırlar. Ömür boyu gelir hipotezi tasarrufların yaşlılıktaki tüketimi<br />
karşılamak üzere yapıldığını varsaymaktadır (Miller, 2000: 5-8, akt. Altunöz, 2014).<br />
Keynes’in Mutlak Gelir Teorisine göre nispi gelir düzeyleri bakımından aileler,<br />
örneğin alt, orta ve üst gelir gruplarına ayrılmışlardır. Her gelir grubunun kendine<br />
özgü bir harcama modeli bulunmaktadır. Aynı gelir diliminde olan ailelerin harcama<br />
yapıları birbirlerinden bağımsız olmamaktadır. Duesenberry’e göre ailelerin tüketim<br />
harcamaları, cari gelirlerine değil, içinde yer aldıkları nispi gelir gruplarına bağlıdır.<br />
Yani kişilerin tüketim davranışları birbirine bağlıdır. (Seyidoğlu, 1992: 619 akt. Okçu,<br />
2008). Geliri düşen aileler, tüketim seviyesinin düşmesine tepki gösterirler, yani<br />
tüketim gelirden daha az oranda düşer. Gelir seviyesi yükseldiği zaman aileler varlıklı<br />
ailelerin tüketim standardına kavuşmak sabırsızlığı ile tüketim harcamalarını üst<br />
derecedeki standartlardan birine çıkarttırmak isteğindedirler. Tüketim standartları,<br />
taklit, gösteriş yolları ile sosyal normları ve davranışları meydana getirir. Duesenberry<br />
buna “gösteriş etkisi” adını vermiştir (Ü lgener,1986, 176).<br />
Bir diğer hipotezde Milton Friedman tarafından ortaya atılan Sürekli Gelir<br />
Hipotezidir. Sürekli gelir hipotezinde gelirle tüketim arasındaki ilişki aynı oranda<br />
değişiklik göstermez. Tüketimin temel belirleyicisi cari gelir değildir cari gelirin yanı<br />
sıra diğer değişkenlerde mevcuttur. Buradaki ilişki, gelirle sürekli tüketim arasındaki<br />
ilişkidir. Sürekli geliri daha açık bir ifade ile servetten belirli bir dönemde elde<br />
edilmesi beklenen gelirlerin ağırlıklı ortalamasının bugünkü değeri olarak ifade<br />
etmiştir (Okçu, 2008: 26).<br />
Modigliani ve Ando (1963) tarafından geliştirilen teoriye göre, tüketim sadece cari<br />
gelire değil, beklenen ortalama gelir ve cari servete bağlı olup ortalama beklenen<br />
gelirde bir değişme olmadığı durumda tüketim cari gelirdeki değişmelere bir tepkide<br />
bulunmayacaktır. Bu teori bireylerin gelirlerini tüketim ve tasarruf arasında tüm<br />
yaşam boyu refah düzeylerini en yüksek düzeye çıkaracak biçimde kullanacakları<br />
görüşünden hareket etmektedir. Bu durumda tüketim cari gelirin değil kümülatif<br />
sürekli gelirin bir fonksiyonudur (Demiral, 2005).<br />
2. GELİR VE TÜKETİM EŞİTSİZLİĞİ ARASINDAKİ İLİŞKİ<br />
Ekonomik eşitsizlik bir gruptaki bireylerin, ya da ülkelerin arasındaki ekonomik refah<br />
seviyesindeki farklılıkların bulunması durumudur. Genellikle ekonomik eşitsizlik<br />
servet, gelir ve tüketim eşitsizliği olarak algılanmaktadır. Gelir eşitsizliği, bir ülkedeki<br />
gelir dağılımının o ülkedeki bireyler arasında eşit ve adil olarak dağılmadığının bir<br />
göstergesidir. Şekil1 de görüldüğü gibi tüketim eşitsizliği gelir eşitsizliğinden daha<br />
azdır. Gelir eşitsizliği de servet eşitsizliğinden azdır. Bu durumu Gini katsayıları<br />
cinsinden sıralarsak 0 < Gtüketim < Ggelir < Gservet < 1 bulunur. Bu durum (Şekil:l)<br />
de Lorenz eğrileri aracılığıyla anlatılmaktadır (Akalın, 2000: 319).<br />
Gelir eşitsizliği sadece hane halkının yıllık maaş ve ücret gelirinin kullanımını<br />
ölçtüğünden ekonomik eşitsizliğin genel çerçevesi hakkında tam bilgi<br />
620
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
verememektedir. Gelir eşitsizliğinin birçok nedeninden biri de tüketim eşitsizliğidir.<br />
Tüketimi etkileyen servet yaş cinsiyet gibi unsurlar olsa da tüketimi belirleyen en<br />
önemli unsurlardan biri gelirdir.<br />
Şekil 1: Tüketim, Gelir, Servet Lorenz Eğrileri<br />
Kaynak: Akalın, 2000: 319.<br />
Gelir tüketimden daha geniştir ve tüketimdeki değişim gelirdeki değişim kadar hızlı<br />
değildir. Tüketiciler harcama yapmak için bir gelire sahip olmaları gerekmeyebilir.<br />
Tüketiciler harcamalarını karşılayabilmek için borç alabilir, aile bireylerinden ve<br />
hükümetten destek alabilir ve tasarruflarını kullanabilirler (Attasanio ve Pistaferri,<br />
2016: 2). Tüketim eşitsizliği gelir eşitsizliğini büyük ölçüde takip eden tasarruf<br />
davranışları tarafından belirlenmektedir. Bir ekonomideki tasarruf düzeyinin temel<br />
belirleyicisi olan gelir ile tüketim arasındaki ilişki, İktisat politikası yapıcıları, karar<br />
verme ve politika belirleme aşamalarında önem arz etmektedir. Gelir ile tüketim<br />
arasındaki fonksiyonel ilişki yanında; tüketim bütçesi içinde yer alan çeşitli harcama<br />
gruplarının toplam harcamalar içindeki paylarının ortaya konulması, bir toplumdaki<br />
tüketicilerin refah düzeyinin tespiti açısından oldukça önemlidir (Tarı, Şadan ve<br />
Bayraktar, 2004).<br />
Tüketim kalıplarına baktığımızda tüketimi, hane halkının önemli gördüğü elektrikli<br />
ev aletlerinin kullanımı, nesillerin tüketim alışkanlıkları ve boş zaman tercihleri<br />
etkilemektedir. Gelir ve tüketim eşitsizliğinin etkileri toplumun farklı kesimleri<br />
üzerinde farklı etkilere sahiptir. Örneğin zengin ve fakir hane halkı üzerinde<br />
eşitsizliğin etkileri mal fiyatlarından dolayı tüketim tercihleri farklı olacaktır. Zengin<br />
hane halkının mal tüketimine göre boş zaman tüketimi daha fazla olabilecektir. Ancak<br />
gelir ve tüketim eşitsizliği incelenirken refah eşitsizliği göz ardı edilmemelidir<br />
(Attasanio ve Pistaferri, 2016: 2).<br />
3. LİTERATÜR ÖZETİ<br />
Pistaferri ve Attanasio (2016) tüketim eşitsizliğini ölçmenin gelir eşitsizliğini<br />
ölçmeden daha zor olduğunu belirtmişlerdir. Tüketiciler tüketimlerini<br />
gerçekleştirmek için çeşitli kaynaklara başvurarak gerçekleştirebilmektedir. Toplum<br />
yapısına bağlı olarak tüketim ve gelir yapısı değişiklik gösterebilmektedir. Bu nedenle<br />
fakir ve zengin hane halkının tüketimi farklı olmaktadır. Gelir ve tüketim eşitsizlikleri<br />
621
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
uzun dönemde büyümeyi olumsuz etkileyebileceğine değinilmiştir. Vergi politikaları<br />
vergi sonrası gelirin dağılımını daha az eşitsiz bir hale getirmede önemli rol<br />
oynamaktadır.<br />
Amit ve Deepankar(2015) çalışmalarında tüketim eşitsizliklerinde gıda ve gıda dışı<br />
harcamalarının eğilimlerinin farklı etkilerini incelemişlerdir. Bu eşitsizlikleri ölçerken<br />
Gini katsayısı ve yüzdelik oranları gibi ölçme yöntemleri kullanılmıştır. Toplam<br />
harcamalar içinde son yıllarda gıda dışı harcamalarında artış olduğu tespit edilmiştir.<br />
Ortalama gıda harcamaları kırsal ve kentsel alanlarda reel olarak neredeyse durgun<br />
olduğu sonucuna ulaşılmıştır.<br />
Altunöz (2014), Türkiye ekonomisinin 1987-2012 yılları için verilerini kullanarak<br />
ekonometri teknikleri ile gelir tüketim ilişkisi analiz etmiştir. Sonuçta gelir<br />
değişkeninin tüketim değişkenini açıklamada tek başına yetersiz olduğu ortaya<br />
çıkmıştır.<br />
Mian ve Sufi (2014) 1980 sonrası için yaptıkları analizde ABD’de gelir ve servet<br />
eşitsizliği artmakta olduğunu gözlemlemişlerdir. Bu çalışmada gelir eşitsizliğindeki<br />
artışın tüketim eşitsizliğinde artışa yol açtığı sonucuna varılmıştır. Ayrıca, bu<br />
çalışmada yoksullara yapılan yardım miktarı artırılırsa, tüketim eşitsizliği gelir<br />
eşitsizliğini azaltabilir sonucuna varılmıştır.<br />
Okçu’nun (2008) çalışmasında Türkiye’de gelir düzeyinde meydana gelen<br />
değişmelerin tüketimi etkilemediği sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca Granger nedensellik<br />
testi sonuçlarına göre uzun dönem ilişkisi ve kısa dönem dinamikler incelendiğinde<br />
iki değişkeninde birlikte hareket etmediği ve birbirlerinden etkilenmedikleri<br />
gözlemlenmiştir.<br />
Tarı, Çalışkan ve Bayraktar (2006), Kocaeli Üniversitesi öğrencilerine uygulanan<br />
anketten elde edilen verileri kullanarak, öğrencilerin tüketim fonksiyonlarını tahmin<br />
etmişlerdir. Cinsiyet faktörü ile öğrencilerin devam ettikleri programların tüketim<br />
davranışları üzerinde etkili olup olmadığı araştırılmıştır. Sonuçta öğrencilerin tüketim<br />
bütçesi içinde en büyük payı, tüm öğrenciler için sırasıyla barınma ve beslenme<br />
harcamaları almaktadır. Tüketim bütçesi içinde en büyük üçüncü grup haberleşmeulaşım<br />
harcamalarıdır. Cinsiyet faktörünün, harcama gruplarının tüketim bütçesi<br />
içindeki payları üzerinde özellikle dört harcama grubunda ciddi bir farklılaşmaya<br />
neden olduğu görülmektedir. Bu dört harcama grubu; kültür-eğlence, kişisel bakım,<br />
giyim ile tütün ve alkollü içki harcamalarıdır.<br />
Krueger ve Perri (2005) çalışmalarında ekonometrik analiz ile ABD’de gelir<br />
eşitsizliğinin artması ile tüketim eşitsizliğindeki artışın aynı oranda artış eğiliminde<br />
olmadığını hesaplamışlardır.<br />
4. AMPİRİK ÇALIŞMA<br />
Kişisel gelir dağılımı eşitsizliği ölçümünde nüfus beş eşit gruba ayrılır. Nüfusun %<br />
20’sini temsil eden her bir gruba düşen ulusal gelir hesaplanarak hane halkının yüzde<br />
dağılımı ile gelirin yüzde dağılımı karşılaştırılır.<br />
622
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kişisel gelir dağılımında eşitsizliğin saptanması için başvurulan Lorenz eğrilerinin<br />
oluşturulmasında, kümülatif yüzde değerlerin yer aldığı bir diyagram kullanılır.<br />
Diyagramın dikey ekseninde toplam gelirin, yatay ekseninde ülke nüfusunun<br />
kümülatif yüzdeleri yer alır. Dikey eksende gelirin % 100’ü, yatay eksende ise<br />
nüfusun % 100’ü gösterildiği için diyagram kutu şeklindedir. Gelirler bireyler<br />
arasında eşit olarak dağılmışsa, Lorenz eğrisi 45 derecelik bir doğru biçimindedir.<br />
Orijinle karşı köşeyi birleştiren bu doğru mutlak eşitlik doğrusudur. Bir ülkedeki<br />
kişisel gelirdeki mutlak bir eşit dağılımı ifade eden bu doğru üzerindeki her noktada,<br />
nüfusun belirli bir yüzdesi, gelirin belirli bir yüzdesini almaktadır. Örneğin, nüfusun<br />
%25’inin gelirin %25’ini aldığını göstermesi gibi.<br />
Eğer bir ülkede gelir dağılımında eşitsizlik varsa, mutlak eşitlik dağılımını gösteren<br />
doğru yanında, fiili dağılımı gösteren ikinci bir eğri çizilir. Kişisel gelir dağılımı<br />
eşitlikten ne kadar uzaksa, fiili gelir dağılımını gösteren eğri bir pelikanın alt<br />
gagasının sarkmasına benzer şekilde, mutlak dağılım doğrusundan uzaklaşır. O halde<br />
fiili gelir dağılımı eğrisi ne kadar köşeye doğru sarkmışsa, gelir dağılımı o denli<br />
adaletsiz hale gelmiş demektir.<br />
Bir ülkedeki gelir dağılımındaki eşitliğin ya da eşitsizliğin derecesini gösteren Lorenz<br />
eğrileri, geometrik bir yöntemdir. Fakat bu eşitsizliklerin yıllar itibariyle değişimini<br />
izleyebilmek için bu yöntemin yetersiz olduğu anlaşılmıştır ve bu eşitsizliklerin bir<br />
katsayı ile ifade edilmesi daha doğru bulunmuştur.<br />
Gini katsayısı, eşitsizliği bir oranla gösteren ve eşitsizliğin derecesini ölçen bir<br />
katsayıdır. Lorenz eğrisi aşağı doğru sarktıkça, bir başka deyişle kişisel gelir<br />
dağılımındaki adaletsizlik arttıkça Gini katsayısı büyüyecektir. Katsayının büyümesi<br />
adaletsizliğin arttığını ifade etmektedir. Katsayı, mutlak eşitlik doğrusu ile Lorenz<br />
eğrisi arasında kalan alanın, mutlak eşitlik doğrusu altında kalan üçgenin alanına<br />
oranıdır. Katsayının bir olması, mutlak eşitsizliğin olması halini; sıfır olması mutlak<br />
eşitlik halini göstermektedir. Gini katsayısı sıfır ile bir arasında değişmekte, bire<br />
yaklaştıkça adaletsizliğin arttığını, sıfıra yaklaştıkça adaletsizliğin azaldığını<br />
göstermektedir.<br />
623
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bu çalışmada 2002 ve 2013 yılında Afyonkarahisar il merkezi için gelir ve tüketim<br />
dağılımı dengesizliği gini katsayısı yöntemiyle ölçülmüştür. Bulgular aşağıdaki<br />
tabloda sunulmuştur.<br />
Tablo 1: Afyonkarahisar Gelir ve Tüketim Eşitsizlik Göstergeleri, 2002 ve 2013<br />
2002 2013<br />
Eşitsizlik ölçüm<br />
Gelir Tüketim Gelir Tüketim<br />
göstergeleri<br />
Entropy 6.60 6.75 6.61 6.64<br />
Maximum Entropy 6.86 6.86 6.91 6.91<br />
NormalizedEntropy 0.96 0.98 0.95 0.96<br />
Exponential Index 0.0013 0.0011 0.0013 0.0013<br />
Herfindahl 0.0018 0.0012 0.0017 0.0020<br />
NormalizedHerfindahl 0.00076 0.00020 0.00080 0.0010<br />
GiniCoefficient 0.36 0.22 0.40 0.36<br />
ConcentrationCoefficient 0.36 0.22 0.40 0.36<br />
Categories 962 962 1006 1006<br />
Afyonkarahisar il merkezinde yaşayan 2002’de 962 hane halkı ve 2013’de 1006 hane<br />
halkından anket yoluyla elde edilen veriler kullanılmıştır. 3 Ankette örnekleme<br />
yöntemi olarak kolayda örnekleme kullanılmıştır. Afyonkarahisar merkez, merkeze<br />
yakın, merkezden uzak bölgeler olarak üç bölgeye ayrılmıştır. Bu üç bölgeden eşit<br />
sayıda hane halkı ankete dahil edilmiştir. Bulgulara göre Afyonkarahisar il<br />
merkezinde çalışma döneminde (2002 ve 2013) gelir ve tüketim eşitsizliğinin<br />
göstergesi olan gini katsayısı artmıştır. Diğer bir anlatımla gelir dağılımı dengesizliği<br />
ve tüketim eşitsizliği artmıştır. Afyonkarahisar il merkezinde 2002’den 2013’e gelir<br />
ve tüketim grupları arasındaki ‘aralık’ azalmıştır. Bulgular Afyonkarahisar il<br />
merkezinde gelir ve tüketim grupları arasında yakınsamanın gerçekleştiğini<br />
göstermektedir.<br />
Tablo 2: Afyonkarahisar Gelir ve Tüketim Eşitsizliği Göstergeleri, 2009, 2012<br />
2009 2012<br />
Eşitsizlik ölçüm gelir tüketim gelir tüketim<br />
göstergeleri<br />
Gini Katsayısı 0.39 0.32 0.38 0.37<br />
Katılımcı Sayısı 1000 1000 1000 1000<br />
Yukarıdaki tabloda TÜİK tarafından hazırlanan 2009 ve 2012 yılları hanehalkı bütçe<br />
anketi (HBA) verileri kullanılmıştır Verilere göre gelir eşitsizliğinin göstergesi olan<br />
Gini katsayısında bir azalış görülmektedir. Tüketim eşitsizliğinin ölçümünün<br />
göstergesi olan Gini katsayısında ise bir artış söz konusudur. Diğer şeyler sabit<br />
varsayımı altında tüketim eşitsizliğinin gelir eşitsizliğinden daha az olması beklenir.<br />
Tablo 1 ve Tablo 2 den elde edilen bulgularda da tüketim eşitsizliğinin katsayısı olan<br />
Gini katsayısı gelir eşitsizliğinin katsayısından daha düşüktür. Yani gelir eşitsizliği<br />
3 Verilerin temin edilmesinde katkılarından dolayı Afyon Kocatepe Üniversitesi İİBF İşletme Bölümünden<br />
Prof.Dr. Şuayip Özdemir’e teşekkür ederiz.<br />
624
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
tüketim eşitsizliğinden fazladır. Tüketim eşitsizliğinin gelir eşitsizliğinden az olması<br />
bazı malların özellikle dayanıklı malların tüketiminin bütün gelir gurupları tarafından<br />
tüketilmesidir.<br />
5.SONUÇ<br />
Ekonomik eşitsizlik bir gruptaki bireylerin, ya da ülkelerin arasındaki ekonomik refah<br />
seviyesindeki farklılıkların bulunması durumudur. Genellikle ekonomik eşitsizlik<br />
servet, gelir ve tüketim eşitsizliği olarak algılanmaktadır. Gelir eşitsizliği sadece hane<br />
halkının yıllık maaş ve ücret gelirinin kullanımını ölçtüğünden ekonomik eşitsizliğin<br />
genel çerçevesi hakkında tam bilgi verememektedir. Gelir eşitsizliğinin birçok<br />
nedeninden biri de tüketim eşitsizliğidir. Çalışmada 2002 ve 2013 yılında<br />
Afyonkarahisar il merkezi için gelir ve tüketim dağılımı dengesizliği Gini katsayısı<br />
yöntemiyle ölçülmüştür. Ayrıca TÜİK tarafından hazırlanan 2009 ve 2012 yılları hane<br />
halkı bütçe anketi (HBA) verileri kullanılmıştır. Elde edilen veriler sonucunda<br />
tüketim eşitsizliğinin ve gelir eşitsizliği artış olduğu görülmektedir. Diğer şeyler sabit<br />
varsayımı altında tüketim eşitsizliğinin gelir eşitsizliğinden daha az olması beklenir.<br />
Sonuç olarak elde edilen amprik bulgulara göre tüketim eşitsizliği gelir eşitsizliğinden<br />
azdır.<br />
KAYNAKÇA<br />
Akalın, G.(2000). Kamu Ekonomisi, Ankara- Akçağ Yayınları,<br />
Altunöz, U. (2014). Tüketim Fonksiyonu ve Türkiye için Gelir-Tüketim İlişkisinin<br />
Ampirik Analizi, Internatıonal Conference On Eurasıan Economıes, s.1-7.<br />
Aguiar, M. A. ve Bils, M. (2011). Has Consumption İnequality Mirrored İncome<br />
İnequality?, National Bureau of Economic Research.<br />
Basole, A. ve Basu, D. (2015). Non-Food Expenditures and Consumption Inequality<br />
in India. Ecoonomic and Political Weekly, 50(36).<br />
Demiral, M.(2007). Türkiye ekonomisi için tüketim fonksiyonu tahmini (1980-<br />
2005).<br />
Krueger, D., & Perri, F. (2006). Does İncome İnequality Lead To Consumption<br />
İnequality? Evidence And Theory. The Review of Economic Studies, 73(1),<br />
163-193.<br />
Okçu, A. (2008). Türkiye için Gelir -Tüketim İlişkisinin Eş Bütünleşme Analizi ile<br />
İncelenmesi, (Yüksek Lisans Tezi), Çukurova Sosyal Bilimler Enstitüsü.<br />
Özdemir, Ş., Torlak, Ö. ve Vatandaş, C. (2013). Aile Yaşam Döngüsü Ve Tüketim,<br />
Ankara: Nadir Kitapevi.<br />
P. Attanasio., O. ve Pistaferri, L. (2016), Consumption Inequality, Journal of<br />
Economic Perspectives, 30 (2), 1–27.<br />
Tarı, R., Çalışkan, Ş. ve Bayraktar Y. (2006). Kocaeli Üniversitesi Öğrencilerinin<br />
Gelir ve Tüketim İlişkisi Üzerine Ekonometrik Bir İnceleme. Kocaeli<br />
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı.11, 168-179.<br />
Ü lgener, S. (1986). Milli Gelir İ stihdam Ve İ ktisadi Bü yü me, İ stanbul:Filiz Kitapevi.<br />
625
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
İktisadi Kalkınma ve Dünya Görüşü İlişkisi<br />
Aykut KÜÇÜKPARMAK 1<br />
Medeniyetlerin kurucu ilkesi olarak dünya görüşü, bir taraftan varlık ve hayatın<br />
anlamını belirleyen bir taraftan da zaman-mekân, insan-varlık ilişkisinin mahiyetini<br />
tayin eden kapsamlı ve bütüncül bir tasavvura işaret eder. Bu haliyle dünya görüşü,<br />
birey ve toplumların ilişkili oldukları siyasi, ekonomik ve kültürel tüm alanları<br />
kuşatan ve bunları belirleyen bir etkiye sahiptir. Bu durumda ekonomik, sosyal ve<br />
kültürel alanların tümünde daha iyiye doğru bir gelişmeyi ve değişimi ifade eden<br />
iktisadi kalkınma süreçlerinin de söz konusu olduğu medeniyetin dünya görüşü<br />
tarafından büyük ölçüde etkilenip, belirleneceği hususu açıktır. Bu çerçevede<br />
kalkınmanın mahiyeti başta olmak üzere, kalkınma kriterleri ve kalkınma için sunulan<br />
çözüm önerilerinin tümünün doğrudan ya da örtük olarak ait olduğu dünya görüşünün<br />
varlık, bilgi ve değer anlayışıyla yakından ilişkili olduğu ifade edilebilir. O halde<br />
kalkınma olgusu ve bunun nasıl gerçekleşeceği problemi yalnızca ekonomik<br />
göstergeler ve iktisadi formüller üzerinden ele alınarak çözüme kavuşturulamaz.<br />
Bunların ötesinde söz konusu medeniyetin dünya görüşü ve sahip olduğu değerler ve<br />
bunların iktisadi unsurlarla ilişkisi dikkate alınarak çözüme ulaşılabilir. Bu çerçevede<br />
çalışmamız boyunca iktisadi kalkınma süreçlerinin başarıya ulaşmasının, toplumların<br />
mensup olduğu dünya görüşüne uygunluğu ile doğrudan ilişkili olduğunu göstermeye<br />
çalışacağız.<br />
Anahtar Kelimeler: Kalkınma, Dünya görüşü, Avrupa-merkezcilik, Sömürge,<br />
İlerlemeci Paradigma.<br />
The Relationship Between Economic Development and<br />
Worldview<br />
Abstract<br />
Worldview, as the founding principles of civilizations, refers to a comprehensive and<br />
holistic imagination which determines on the one hand the meaning of existence and<br />
life on the other hand the nature of relationship between space-time and humanexistence.<br />
Having these characteristics, worldview has an influence that encompasses<br />
and determines political, economic and cultural areas which are related to the<br />
individual and society. In this case it is clear that economic development which means<br />
development and change for a better process in all of economic, social and cultural<br />
areas will be determined by worldview of civilization which it belongs. In this context<br />
it can be expressed that the nature of the development, the criteria of development and<br />
suggestions offered for development are closely related with understanding of<br />
existence, knowledge and values of the worldview to which it belongs. Then<br />
development concept and the problem of how it will occur can not be solved just by<br />
considering economic indicators and economic formulas. Instead of these a solution<br />
1<br />
Yrd. Doç. Dr., Muş Alparslan Üniversitesi, a.kucukparmak@gmail.com<br />
626
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
can be gainned by the worldview of the civilization that mentioned and the values that<br />
it posesses and the relationship between these and the economic factors. In this context<br />
throughout our work, we will try to show that the success of the economic<br />
development process depends on suitability of the worldview to which it belongs.<br />
Keyword: Development, Worldview, Eurocentrism, Colonial, Progressive Paradigm.<br />
1.GİRİŞ<br />
II. Dünya savaşı sonrası dönemde, doğrudan sömürgeciliğin tasfiyesi ile<br />
bağımsızlığını kazanan ülkelerin yoksulluk ve ekonomik geri kalmışlıkları iktisat<br />
alanındaki araştırmaların odağı haline geldi. Bu doğrultuda ortaya çıkan kalkınma<br />
teorileri ve daha genelde kalkınma iktisadının, esas olarak bağımsızlığını yeni<br />
kazanmış bu ülkelerin gelişmiş ülkeler düzeyine nasıl geleceği problemiyle ilgili<br />
olduğu ifade edilebilir. Kalkınma, azgelişmiş olarak kategorize edilen ülkelerde<br />
otomatik olarak olumlu, arzulanır ve elde edilmesi mümkün bir şey olarak görülür.<br />
Aslında bu ön kabul kalkınma kavramının mahiyeti ve kalkınma olgusunu ortaya<br />
çıkaran daha derin yapıları tartışmaya açmayı engellemektedir. Oysa insan ve onunla<br />
ilişkili her şeyde olduğu gibi ekonomi ve bununla ilişkili tüm olgular da, ait olduğu<br />
medeniyetin kurucu paradigmaları ya da dünya görüşüyle çok yönlü bir etkileşim<br />
içinde ortaya çıkar. Dolayısıyla kalkınmanın mahiyeti, kriterleri ve nasıl<br />
gerçekleşeceği üzerine öne sürülen tüm yaklaşımlar da, içinde üretildikleri dünya<br />
görüşüyle doğrudan ilişkilidir ve bu yönleri de dikkate alınarak eleştirel bir bakışla<br />
incelenmelidir. Bu çerçevede çalışmamızın amacı kalkınma olgusunun<br />
Avrupamerkezli-ilerlemeci yaklaşım ile bunların varlık, bilgi, değer alanlarındaki<br />
temel paradigmalarına doğrudan bağlı olduğunu göstererek, bu temelde öne sürülen<br />
kalkınma teorilerinin azgelişmiş ülkelerin gerçek anlamda kalkınmasına imkân<br />
vermeyeceğini göstermektir. Bu amaçlar doğrultusunda öncelikle “dünya görüşü”<br />
kavramı üzerinde durarak Avrupamerkezli-ilerlemeci yaklaşımlar ve bunların varlık,<br />
bilgi, değer anlayışlarının kalkınma düşüncesini nasıl biçimlendirdiğini incelemeye<br />
çalışacağız.<br />
“Dünya görüşü” kavramının ilk kullanımı Kant’la başlatılabilirse de (Naugle: 2002,<br />
58), günümüzdeki anlamına uygun şekilde kapsamlı tarifini yapan kişi Sigmund Freud<br />
olarak kabul edilebilir. O dünya görüşünü, “kapsamlı bir hipotez temelinde<br />
varlığımızla ilgili tüm problemlere çözüm üreten, hiçbir soruyu cevapsız bırakmayan<br />
ve bizimle ilgili her şeyin yerli yerine konduğu düşünsel bir yapı” olarak tanımlar<br />
(Freud: 1976, 158). Bu tanımın da işaret ettiği gibi, dünya görüşü hemen her konu<br />
hakkında bireyin düşüncelerinin mahiyetini belirleyip biçimlendiren kuşatıcı bir<br />
muhayyileye atıfta bulunur. Buna göre en geniş dairede evrenin nasıl var olduğu<br />
probleminden, insanın fiziki ve sosyal çevresine, en dar dairede kendisine karşı hak<br />
ve sorumluluklarının neler olduğuna varıncaya kadar hemen her tür konu ve bunlara<br />
karşı benimsenen yaklaşımların, bireyin ait olduğu dünya görüşü tarafından<br />
biçimlendirildiği ifade edilebilir (Chapra: 2000, 11). Dünya görüşünün bu kuşatıcı<br />
mahiyeti dikkate alındığında, bir medeniyet içerisindeki sosyal, siyasal ve ekonomik<br />
kurumları belirleyen teorik ve pratik ilkelerin de büyük ölçüde bu kurucu<br />
paradigmalar tarafından belirleneceği açıktır. Bu hususlar dikkate alındığında,<br />
“ihtiyaçları temin etme doğrultusunda insanla madde, çevre ve zaman arasında çok<br />
627
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
yönlü ilişkiler toplamı” (Ülgener: 1981, 30) olarak tanımlanabilecek iktisadi<br />
faaliyetler de, içinde tezahür ettiği dünya görüşü tarafından belirlenir ve bunlara dair<br />
sağlıklı bir değerlendirme ancak altlarında yatan kurucu ilkelerle ilişkilerinin ortaya<br />
konmasıyla mümkündür. Bu doğrultuda birçok alanda olduğu gibi kalkınma teorileri<br />
ve kalkınma iktisadı alanındaki çalışmaların da batılılar tarafından ortaya konduğu<br />
göz önüne bulundurulduğunda, dikkate alınması gereken ilk hususun<br />
Avrupamerkezli-ilerlemeci yaklaşım olduğu ifade edilebilir.<br />
2. AVRUPA MERKEZLİ PARADİGMA-KALKINMA<br />
STRATEJİLERİ İLİŞKİSİ<br />
Genel olarak uygarlığın, gelişmişliğin Antik Yunanla başlayıp modern döneme ulaşan<br />
seviye ile sürekli Batı’ya ait bir husus olduğunu ve bu gelişmenin doğrusal bir ilerleme<br />
şeklinde gerçekleştiğini ifade eden Avrupamerkezli-ilerlemeci yaklaşım, on<br />
dokuzuncu yüzyıldan beri kabul edilegelen (Gulbenikan: 2003, 29) ve sosyal bilim<br />
alanlarında büyük ölçüde etkili olan bir tutumu ifade eder. Batı merkezli-ilerlemeci<br />
yaklaşımların en temel karakteristiği, merkez-çevre ilişkisi içerisinde kendilerini<br />
merkeze koyarak, diğer medeniyet havzalarını edilgen bir pozisyonda çevreye<br />
konumlandırmaktır. Bu sayede özne olarak görülen medeniyetin öne sürdüğü tüm<br />
paradigmalar mutlak, değişmez ve objektif bir veri olarak alınarak, diğer medeniyet<br />
havzalarını tarihin edilgen nesneleri olarak görüp anlamaya ve yorumlamaya çalışan<br />
(Davutoğlu: 1999, 3) yaklaşımların ortaya çıkması mümkün olmuştur. Bu yaklaşımın<br />
bir diğer karakteristiği de tarihin tek özneli, tek merkezli ilerleyen bir akış halinde<br />
olduğu varsayımını evrensel ve mutlak bir hakikat olarak görmesidir. Bu bağlamda<br />
iktisat tarihi de dâhil tüm bilim alanlarının tarihine dair yapılan çalışmaların Antik<br />
Yunan’dan başlatılıp, Roma ile süren, Hıristiyan Ortaçağdan geçerek Modern döneme<br />
ulaşan bir çizgi halinde incelenmesi Avrupamerkezli-ilerlemeci yaklaşımın tipik bir<br />
yansıması olarak görülebilir. Benzer şekilde Weber’in İslam ve Uzak doğu üzerine<br />
incelemelerinde de bu yaklaşımın derin izlerini görebiliriz. Weber’in temel amacı Batı<br />
medeniyetini açıklamaktır, bu çerçevede İslam’a ve Uzak doğu dinlerine onları öz<br />
varlığıyla oldukları gibi tanımak için değil, daima zıtlık üzerinden Batı’yı daha iyi<br />
açıklayabilmek için yönelir (Ülgener: 1981, 50). Bu açıdan da Avrupamerkezliilerlemeci<br />
yaklaşımların bir diğer örneği olarak görülebilir.<br />
Şüphesiz Avrupamerkezli-ilerlemeci yaklaşım tüm alanlarda etkili olduğu gibi,<br />
kalkınmanın mahiyeti, kriterleri, nasıl gerçekleşeceği gibi hususların belirlenmesi ve<br />
öne sürülen kalkınma teorileri üzerinde de önemli ölçüde etkili olmuştur. “Kalkınma”<br />
kavramı en temelde evrim ve modernleşme gibi Batı merkezli doğrusal ilerleme ve<br />
sınırsız büyüme paradigmasına dayanan ‘uygarlaştırma’ misyonunun, II. Dünya<br />
savaşı sonrası koşullarında aldığı yeni biçim olarak görülebilir (Başkaya: 2000, 15).<br />
Buna göre ‘kalkınmışlık’, ‘gelişmişlik’ terimleriyle kast edilen şey, bazı Batılı<br />
ülkelerin ulaştığı sanayileşmişlik düzeyi, enerji tüketimi ve kişi başına düşen<br />
GSMH’nin seviyesidir. Batı ülkelerinin ulaştığı bu düzey evrensel geçerli ve ilerleyen<br />
tarihin ulaştığı son nokta olarak görüldüğünden, geri kalan ülkelerin yapması gereken<br />
tek şey bu seviyeye ulaşmaya çalışmaktır.<br />
Bu çerçevede Rostow’un İktisadi Gelişmenin Merhaleleri isimli eserinde öne sürdüğü<br />
görüşler, kalkınma olgusunun Batı eksenli-ilerlemeci yaklaşımlar tarafından ne<br />
628
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ölçüde etkilendiğini gösteren çarpıcı bir örnek olarak alınabilir. Rostow’a göre bütün<br />
toplumlar iktisadi bakımdan şu beş aşamadan geçmek zorundadır: Geleneksel toplum,<br />
kalkış öncesi toplum, kalkış toplumu, ekonomik olgunluk aşamasındaki toplum ve<br />
kitle tüketim çağı toplumu (Rostow: 1980, ss. 18-35). Bu aşamalar tarihi seyir<br />
içerisinde bir birini takip eden gelişme merhaleleri olarak ele alınır ve bu ilerleyen<br />
seyrin en temel karakteristiği büyük ölçüde Batı tarihinin esas alınarak<br />
tanımlanmasıdır. Yine kalkınma ve ekonomik gelişmede İngiliz modelinin sonrakiler<br />
tarafından kopyalanması gerektiği şeklindeki paradigmanın genel kabul görmesi<br />
(Keyder: 2013, 13) olgusu da bu yaklaşımın tipik bir yansıması olarak görülebilir.<br />
Batı merkezli-ilerlemeci yaklaşıma dayanan bu kalkınma anlayışının en önemli<br />
sonuçlarından biri sömürgeciliğin rasyonalize edilmesidir. Gerçekten de bu çerçevede<br />
öne sürülen kalkınma teorilerinin en temel varsayımlarından biri, geri kalmış olarak<br />
kategorize edilen ülkelerin mutlak manada Batılı ülkelerin yardımına ve müdahalesine<br />
muhtaç olduğu ön savıdır. Buna göre azgelişmiş ülkeler kendi doğal kaynaklarını<br />
kullanma ve yoksulluktan kurtulma imkânlarına kendi başlarına sahip<br />
olmadıklarından, gelişmiş konumdaki Batılı ülkelerin müdahalesine ve yol<br />
göstericiliğine muhtaçtırlar. Rostow’un bir toplumun iktisadi gelişmenin temel<br />
aşamalarından ilerleyen aşamalarına geçmesini ancak gelişmiş toplumların<br />
müdahalesiyle mümkün gören (Rostow: 1980, 21) ya da yoksul toplumların yaşam<br />
standartlarını yükseltecek sermaye birikimini kendi başlarına hiçbir zaman temin<br />
edemeyeceğini ve dolayısıyla da gelişmiş ülkelerin müdahalesine muhtaç olduğunu<br />
dile getiren ‘kısırdöngü tezi’ (Başkaya: 2000, 51-56) vb. yaklaşımlar, bu varsayıma<br />
dayanan somut örnekler olarak görülebilir. Merkezci ve hegemonik karakterdeki bu<br />
tutum, Batılı ülkelerin diğerlerini daima gelişme süreçlerinin alt basamaklarında<br />
kalmış, medenileştirilmesi gereken ve dolayısıyla da sömürülmeyi hak eden toplumlar<br />
olarak görmesine (Kalın: 2007, 18) imkân vererek sömürgeciliğe rasyonel bir temel<br />
sağlamıştır. Bu doğrultuda belli dönemlerde geçerli olan doğrudan sömürgecilikle, II.<br />
Dünya savaşı sonrası oluşan yeni dünya düzeninde ortaya çıkan kalkınma<br />
stratejilerinin aynı kaynaktan beslenip, aynı sonuca vardıkları ifade edilebilir.<br />
Avrupamerkezli-ilerlemeci yaklaşıma dayanan kalkınma stratejilerinin en önemli<br />
problemlerinden bir diğeri de, azgelişmişliğin diyalektik bir süreç içerisinde<br />
gelişmişlik tarafından üretildiği olgusunu göz ardı etmesi ve Batı tarzı kalkınmışlık<br />
modelinin geri kalan toplumlar için nicel açıdan bile mümkün olmadığı gerçeğinin<br />
üstünü örtmesidir. Öncelikle “azgelişmişlik” kavramı göreli bir kavramdır ve ancak<br />
sözde gelişmiş ülkelere atıfla anlamlı olabilir. Dolayısıyla kavramsal düzeyde bile<br />
kendini gelişmiş olarak tanımlayan ülkeler tarafından üretildiği ifade edilebilir. Öte<br />
yandan azgelişmiş ülkelerin mevcut durumlarının büyük ölçüde sözde gelişmiş<br />
ülkelerin dolaylı ya da doğrudan sömürülerinin bir sonucu olarak ortaya çıktığı hususu<br />
da, geri kalmışlığın sözde kalkınmış ülkelerin kalkınma biçimlerinin bir sonucu olarak<br />
ortaya çıktığını gösteren önemli bir noktadır. Gerçekten de bazı Batılı ülkelerin<br />
Amerika, Afrika, Avustralya ve Asya kıtalarının doğal kaynaklarını kendi ülkelerine<br />
aktarmaları ya da sermayenin Batı ülkelerinde toplanmasını sağlayan ekonomik<br />
kurumlar, azgelişmiş toplumların içinde bulunduğu durumda olmasının en temel<br />
nedenleridir. Bu bağlamda Afrikalı bir yaşlının “Biz yoksuluz çünkü siz zenginsiniz.”<br />
(Cirhinlioğlu: 2000, 9) sözü bu durumun çarpıcı bir ifadesi olarak görülebilir.<br />
629
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Dolayısıyla azgelişmişlik ancak, gelişmişlikle tarihi bir diyalektik içerisinde<br />
incelenerek anlaşılabilir (Keyder: 2013, 100). Oysa Batı eksenli-ilerlemeci kalkınma<br />
teorileri sömürgeyi tabi bir olgu olarak gördüklerinden, kendi kalkınma biçimlerinin<br />
azgelişmişliğe nasıl neden olduğunu görmeyerek, kalkınma problemine gerçekçi<br />
çözümler üretememektedir. Öte yandan bu kalkınma stratejileri Batı tarzı kalkınmanın<br />
evrensel ve gerçekleştirilebilir bir model olduğunu varsayar. Oysa dünyanın dörtte<br />
birlik kısmını oluşturan Batının mevcut tüketimiyle ortaya çıkan çevresel sorunlar ve<br />
kaynak tüketimleri dikkate alındığında, bu düzeyde bir tüketimin ya da kalkınmışlık<br />
seviyesinin dünyanın geri kalanı için de mümkün olması nicel olarak imkânsızdır<br />
(Başkaya: 2000, 200). Dolayısıyla Batı merkezli kalkınmacı retorik, Batı kalkınma<br />
modelini evrensel ve zorunlu bir süreç kabul etmekle, geri kalmış ülkelere gerçek dışı<br />
bir hedef göstererek onların kalkınma problemlerine gerçekçi çözüm üretmelerini<br />
engellemeye hizmet etmektedir.<br />
3. VARLIK, BİLGİ, DEĞER TASAVVURU-KALKINMA<br />
STRATEJİLERİ İLİŞKİSİ<br />
Şüphesiz mevcut iktisadi faaliyetleri ve kalkınma stratejilerini belirleyen tek<br />
paradigma Avrupamerkezli-ilerlemeci yaklaşımdan ibaret değildir. İnsanın madde,<br />
çevre, mekân ve diğer insanlarla çok yönlü ilişkilerinin bir toplamı olarak iktisadi<br />
faaliyet, daha derinde bireylerin mensup olduğu dünya görüşünün varlık, bilgi ve<br />
değer anlayışıyla çok yönlü bir etkileşim sonucu tezahür eder. Dolayısıyla iktisadi<br />
faaliyetlerin altında yatan ve herhangi bir ideoloji ya da ekonomi teorisinden kolayca<br />
ayrılabilen daha derin bir yapı olarak ‘ekonomik zihniyetten’ (Ülgener: 1984, 9) söz<br />
edilebilir. Mensubu olunan medeniyet dünya görüşünün varlık, bilgi, değer<br />
tasavvuruna dayanan bu ekonomik zihniyet iktisadi faaliyetlerin tüm biçimleri,<br />
ekonomik değerler ve bunların nasıl üretileceği gibi konuların tümü üzerinde<br />
biçimlendirici bir etkiye sahiptir. Bu nedenle mevcut kalkınma stratejilerinin büyük<br />
ölçüde mensup olduğu Batı medeniyeti dünya görüşü tarafından biçimlendirildiğini<br />
ve bu hususlar dikkate alınmadan azgelişmiş ülkelerin kalkınma süreçlerine ne ölçüde<br />
katkıda bulunabileceklerini doğru bir şekilde değerlendirmenin mümkün olmadığını<br />
ifade edebiliriz. Çünkü kalkınma politikaları ile ekonomik zihniyet arasındaki<br />
örtüşmeme durumu kalkınmada önemli olan faktörlerin fonksiyonlarını yerine<br />
getirmemesine ya da kısmi olarak işlev görmesine neden olabilir (Orman: 2014, 167).<br />
Bu husus belli bir ekonomik zihniyet içerisinde üretilen kalkınma teorilerinin başka<br />
toplumlarda neden başarılı olmadığı ya da ne ölçüde başarılı olma ihtimalinin<br />
bulunduğu gibi meselelerin, daha doğru bir şekilde değerlendirilmesi noktasında<br />
hayati bir öneme sahiptir. Dolayısıyla Batı dünya görüşü ile İslam dünya görüşünün<br />
varlık, bilgi, değer tasavvurlarının ekonomik zihniyet üzerindeki etkilerine dair bir<br />
mukayese, kalkınma teorileri üzerinde daha sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek<br />
için gerekli görünmektedir. Bu amaç doğrultusunda Davutoğlu’nun ortaya koyduğu<br />
kavramsal çerçevenin yararlı bir zemin temin ettiğine dair kanaatimizden dolayı,<br />
mukayeseyi bu kavramsal çerçeve üzerinden yapmaya çalışacağız.<br />
Batı dünya görüşünün varlık tasavvurunu ifade etmek üzere kullanılabilecek<br />
“ontolojik yakınlık” (ontological proximity) kavramı Tanrı, insan ve tabiat arasında<br />
mutlak hiyerarşik ayrımı reddedip, bunlar arasında yakınlık, geçişkenlik ve özdeşlik<br />
630
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ilişkisini mümkün gören varlık anlayışını dile getirir. Bu ontolojik tasavvur Batı<br />
medeniyeti tarihinde antik mitolojiden antik felsefeye, orta çağdan modern döneme<br />
farklı formlarda da olsa süreklilik içerisinde değişmeden devam edegelmektedir<br />
(Davutoğlu: 1994, 11-34). Bu varlık tasavvuru Tanrı, insan ve tabiat arasında<br />
kuruduğu yakınlık ilişkisi üzerinden, kimi zaman Tanrı’nın doğayla veya doğanın<br />
Tanrı’yla özdeşleşmesi, kimi zaman da Tanrı’nın insanlaşması ya da insanın<br />
Tanrılaşması formunda kendini gösterir. Batı dünya görüşünün bu varlık anlayışı Batı<br />
medeniyetini oluşturan tüm unsurlarla birlikte sosyal, siyasal ve ekonomik üst<br />
yapılarını da derinden etkileyerek biçimlendirir.<br />
Bu varlık bilincinin iktisadi zihniyet üzerindeki en belirgin etkisi Tanrı, insan ve tabiat<br />
arasındaki ilişkide merkezin insan ya da tabiat lehine değişebilmesi olgusu üzerinden<br />
kendini gösterir. Zira ontolojik yakınlık temeline dayanan bu varlık tasavvurunda<br />
insanı bağımsız bir yarı-Tanrı varlık olarak görmek mümkün olduğundan, bu insanın<br />
amacı yalnızca tüketim ve zenginliğin maksimizasyonu aracılığıyla kendi çıkarlarını<br />
tatmin etmek olarak, yine kendisi tarafından belirlenebilmektedir. Bunun sonucu<br />
olarak da, bu varlık tasavvuruna sahip olan toplumların eşya ile araçsal, faydacı<br />
olmayan ve tahakküme dayanmayan bir ilişki kurmaları imkânsız hale gelmektedir<br />
(Kalın: 2012, 53). Çünkü eşya ya da tabiat Tanrı’dan bağımsız ontolojik bir statüye<br />
sahip olabildiğinden insanla baş başa kalır. Bu durumda da eşyanın insan karşısında<br />
hiçbir hak iddiası olamaz, eşya sahipsiz bir kitle bir hacimden ibaret kalır (Karakoç:<br />
2015, 30). Dolayısıyla tüm üretim-tüketim kalıpları ve iktisadi faaliyetler<br />
nesneleştirilmiş bu eşya tasavvuru tarafından biçimlendirilir. Burada üretim<br />
biçimlerinin doğal kaynakları nasıl tükettiği ya da tüketim kalıplarının çevreye ne<br />
ölçüde zarar verdiği gerçek manada dikkate alınmaz. Gerçekten de günümüzde<br />
karşılaştığımız yenilenemeyen doğal kaynakların geniş ölçüde tüketimi, geniş<br />
alanların ormansızlaşması, çevre kirliliği ve ekolojik dengesizlik gibi geniş çaplı çevre<br />
problemleri, tabiatı nesneleştiren insan merkezli varlık tasavvuruna dayanan<br />
ekonomik faaliyetlerin bir sonucu olarak görülebilir.<br />
Öte yandan aynı varlık tasavvuru bazen de eşyayı merkeze koyarak insanı<br />
nesneleştiren ekonomik yaklaşımların ortaya çıkmasına da imkân vermektedir.<br />
Örneğin mülkiyet hakkını reddederek insanı nesneleştiren komünist ideoloji bunun<br />
çarpıcı bir örneği olarak görülebilir. Gerçekten de komünizm sözde mülkiyeti<br />
reddederken aslında mülkiyeti, eşyayı o kadar yüceltir ki, tek bir insanı ona sahip<br />
olmaya layık ve ehil görmez. Böylece eşyayı Tanrılaştırarak insanı ona sahip olma<br />
hakkı olmayan bir köle haline getirir (Karakoç: 2015, 31). Dolayısıyla Tanrı, insan ve<br />
tabiat arasında ontolojik yakınlığı mümkün gören bu varlık tasavvuru kimi zaman<br />
insanı, kimi zaman da eşyayı Tanrılaştırarak merkeze alan ekonomik yapıların ortaya<br />
çıkmasını mümkün kılmıştır denilebilir.<br />
Buna karşılık İslam dünya görüşünün ‘ontolojik ayrılık’ (ontological differentiation)<br />
olarak ifade edilebilecek varlık tasavvuru Allah, insan ve tabiat arasında herhangi bir<br />
geçişkenlik, özdeşlik ya da yakınlık ilişkisini kökten reddederek, yerine bunlar<br />
arasında hiyerarşik bir farklılık ilişkisi vaz eder (Davutoğlu: 1994, 47-56). Bu varlık<br />
tasavvurunda Allah ile insan ya da tabiat arasında herhangi bir geçişkenlik veya<br />
özdeşlik ilişkisi mümkün olmadığından, varlık Allah’ın mutlak aşkınlığı temelinde<br />
631
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
hiyerarşik bir yapıda konumlanır. Bu nedenle de insan ya da tabiatın Tanrılaşması ya<br />
da Tanrısal bir özelliğe sahip olması söz konusu olamaz.<br />
Hiyerarşiyi esas alan bu varlık tasavvurunda insan mutlak bir bağımsızlığa sahip<br />
olmadığından insanın nihai amacı, kendi çıkarlarını merkeze alan ve tamamen kendisi<br />
tarafından tayin edilen bir süreçle belirlenemez. Bu varlık tasavvurunda tabiat ya da<br />
eşya tamamen bağımsız, sahibi olmayan bir alan olarak görülemediğinden onunla<br />
kurulan ilişkinin nasıl olacağı, nihai olarak ne insan ne de eşyanın kendisi tarafından<br />
belirlenemez. Öte yandan eşyanın merkeze konarak karşısında insanın nesneleştiği bir<br />
yaklaşım da söz konusu olamaz. Bunun sonucunda İslam dünya görüşü tüm meşru<br />
mülkiyet haklarını tanımakla birlikte, bir taraftan da bütün eşyanın yaratıcısının Allah<br />
olduğunu kabul ettiğinden, yeryüzü kaynaklarının tüm insanlara ve nesillere verilmiş<br />
olduğunu ve adil bir şekilde istifade edilmesi gerektiğini vaz eder. Dolayısıyla bu<br />
kaynaklar üzerindeki tüm insanların ve gelecek nesillerin hakları kutsaldır ve dikkate<br />
alınmalıdır (Askari: 2015, 19). Sonuç olarak varlığı Allah’ın mutlak aşkınlığı lehine<br />
hiyerarşik bir yapıda konumlandıran bu tasavvur, insan ya da eşyanın Tanrılaştırılması<br />
temeline dayalı ekonomik yapıların ortaya çıkmasına imkân vermemiştir. Dahası<br />
böyle bir varlık tasavvuruna ait ekonomik kurum, teori ve faaliyetlerin İslam dünya<br />
görüşüne mensup toplumlar arasında doğrudan kabul edilmesinin ya da başarılı<br />
olmasının mümkün olmadığı da ifade edilebilir.<br />
İkinci olarak bir medeniyet dünya görüşünün bilgi anlayışı ile ekonomik zihniyet<br />
arasındaki etkileşime dair bir değerlendirme de amaçlarımız açısından oldukça yararlı<br />
olacaktır. Bu doğrultuda Batı dünya görüşünün bilgi tasavvurunu ifade eden “bilginin<br />
parçalanması” (particularization of knowledge) kavramı bilginin kaynağı, değeri ve<br />
haklılığı bağlamında akıl, deney ve vahiy olarak bir birinden ayrı üç alanın ortaya<br />
çıkmasını ifade eder (Davutoğlu: 1994, 34-39). Bu ayrım bu bilgi alanlarının bir<br />
birinden bağımsız olması yanı sıra, vahyin periferide konumlanması nedeniyle<br />
bilginin kaynağı olarak akıl ve deney üzerine yoğunlaşılmasını netice vermiştir. İnsani<br />
kaynaklara dayandırılan bilgi, bu haliyle tamamen yatay seviyede ele alınarak<br />
sekülarize edilmiştir. Bu durumun en temel sonuçlarından biri bilginin doğruluğu ve<br />
değerinin tamamen insan tarafından belirlendiği antroposentrik bir epistemolojinin<br />
ortaya çıkması olmuştur. Bu bilgi tasavvuru tıpkı varlık anlayışı gibi sosyal, siyasal<br />
ve ekonomik yapıları belirleyip biçimlendirici bir etkiye sahip olmuştur.<br />
Bu bilgi tasavvurunun ekonomik zihniyet üzerindeki en temel etkisi, bilginin<br />
ekonomik değerle ilişkisi üzerinden ölçülmesi şeklinde ortaya çıkar. Çünkü insanı<br />
merkeze koyan varlık tasavvuruyla ilişkili olan antroposentrik bilgi anlayışı, bilgiyi<br />
insanın tüketim, zenginlik ve tabiat üzerindeki tahakkümüne hizmet ettiği ölçüde<br />
değerli görmeye imkân vermiştir. Bunun en tipik örneği Bacon’un “Bilgi güçtür.”<br />
şeklinde formüle ettiği anlayıştır. Bu anlayış bir taraftan bilgiyi güç elde etmek için<br />
bir araç haline getirirken, ekonomik alanda da gelir dağılımındaki uçurumun<br />
artmasına, zengin ile fakirin ayrılmasına neden olarak gelişmiş ülkelerin geri kalanları<br />
sömürmesini mümkün kılmıştır. Bu çerçevede Lyotard’ın “Bilgi merkantalizmi”<br />
kavramsallaştırması oldukça çarpıcı bir örnek olarak görülebilir. Buna göre bilgi, veri<br />
olarak paketlenen, alınıp-satılan bir meta haline gelerek çok uluslu şirketlerin dünya<br />
üzerindeki ekonomik hâkimiyetlerini pekiştiren (Cevizci: 2014, 1276) bir araç haline<br />
gelmiş ve buna imkân veren ekonomik yapılara temel teşkil etmiştir. Sonuç olarak<br />
632
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Batı dünya görüşünün insan merkezli seküler bilgi anlayışı bir taraftan bilgiyi<br />
ekonomik değeri üzerinden ölçen yatay bir epistemolojiye neden olurken, bir taraftan<br />
da ekonomik gücün tekelleşmesine hizmet eden modellerin geliştirilmesine hizmet<br />
etmiştir denilebilir.<br />
Öte yandan ‘bilginin harmonizasyonu’ şeklinde ifade edilebilecek İslam dünya görüşü<br />
bilgi tasavvurunun en temel karakteristiği, hakikatin birliği lehinde bilginin<br />
kaynakları arasında uyumluluğu esas alması ve farklı epistemik katmanların kabul<br />
edilmesidir (Davutoğlu:1994, 78-82). Bu sayede İslam bilgi tasavvurunda Allah’ın<br />
bilgisi ile insanın bilgisinin, beşeri olan lehine aynılaşması ya da ortak bir kritere<br />
bağlanması engellenerek bilginin sekülarizasyonuna giden süreç daha baştan<br />
engellenmiştir. Öte yandan vahyi bilginin merkeze konması vasıtasıyla da hakikatin<br />
birliği temelinde saf akıl ve vahiy arasında gerçek bir çatışkının imkânı reddedilerek,<br />
bilgi kaynakları arasında tam bir uyum fikri benimsenmiştir. Açıktır ki bu bilgi<br />
anlayışı ne bilgiyi ekonomik değeri ve güç kazanımına hizmeti üzerinden ölçen yatay<br />
epistemolojilerin gelişmesine ne de böyle bir anlayışa dayalı hegemonik ekonomik<br />
modellerin üretilmesine imkân vermeyecektir.<br />
Son olarak farklı dünya görüşü değer tasavvurlarının ekonomik zihniyet üzerindeki<br />
etkisini inceleyerek mukayesemizi tamamlayabiliriz. Batı dünya görüşündeki<br />
ontolojik ve epistemolojik parçalanmanın bir neticesi olarak değerler alanında da dini<br />
ve dünyevi ayrımı ortaya çıkmış ve bu durum değerlerin de sekülarizasyonu sonucunu<br />
doğurmuştur. Bu da değerlerin teolojik anlamda mutlak iyiden çok, insan merkezli<br />
epistemik tutum tarafından belirlenmesini netice vermiştir (Davutoğlu: 1994, 39-45).<br />
Bu değer tasavvurunun ekonomik zihniyet üzerindeki etkisi ise, ekonomik değerin<br />
nihai kriter alınarak diğer tüm değer alanlarının ihmal edilmesi şeklinde kendini<br />
gösterir. Bu doğrultuda klasik iktisat anlayışına baktığımızda, insanı sadece ekonomik<br />
değerlerden hareket eden bir ‘homoeconomicus’ olarak ele aldığını görürüz. Bu<br />
çerçevede iktisat insani diğer bütün özellikleri soyutlayıp sermaye, emtia ve bunların<br />
akışı ile ilgili rasyonel kuralları inceleyerek, pozitif bir bilim olmayı hedefleyen<br />
mekanik bir anlayışa sahiptir (Ülgener: 1984, 3). Bu haliyle iktisat biliminin<br />
ekonomik değeri mutlaklaştıran bir değer tasavvuru tarafından biçimlendirildiği<br />
açıktır. Benzer şekilde kalkınmışlığın yalnızca GSMH, sanayileşmişlik düzeyi ve<br />
tüketim miktarı gibi ekonomik değerler üzerinden ölçülmesi de doğrudan bu değer<br />
tasavvuruna dayanan ekonomik zihniyetin bir ürünü olarak görülebilir. 2 Yine<br />
ekonomik değere sahip olduktan sonra etrafa zehir saçan, çevreyi zehirleyen, suyu,<br />
havayı, toprağı kirleten ve kitle ölümlerine neden olan tüm şeylerin aynı değere sahip<br />
görülmesi (Başkaya: 2000, 33) de bu ekonomi merkezli değer tasavvurunun bir<br />
sonucu olarak değerlendirilebilir.<br />
Buna karşılık İslam dünya görüşünün varlık ve bilgi tasavvurunun hiyerarşi ve uyumu<br />
temel alan karakteristiği, değerler alanında da dini ve dünyevi olan arasında ayrım<br />
yerine tamamlayıcılık ve uyumun esas alınmasını sağlamış, böylece de insan merkezli<br />
seküler bir değerler sisteminin ortaya çıkmasına imkân vermemiştir (Davutoğlu:<br />
1994, 82-86). İslam dünya görüşündeki bu özellikler, Batı dünya görüşünün neden<br />
2<br />
Kalkınmanın yalnızca ekonomik değerler üzerinden ölçülmesi olgusu ve bunun bir eleştirisi<br />
için bakın, Başkaya, Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, ss. 34-35<br />
633
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
olduğunun aksine, insan merkezli epistemik tutumun değerlerin nihai belirleyicisi<br />
olarak kabul edildiği tamamen seküler bir değerler sisteminin ortaya çıkmasına imkân<br />
vermemiştir.<br />
Bu değer tasavvuru, iktisadi faaliyetleri bile yalnızca maddi değerden ibaret görmeyen<br />
bir ekonomik zihniyetin oluşmasını sağlamıştır. Meşru sınırlar içerisinde yapılan tüm<br />
ekonomik faaliyetlerin manevi değere sahip bir ibadet olarak görülmesi bunun açık<br />
bir göstergesi olarak alınabilir. Öte yandan bu değer tasavvuru, Batının ekonomik<br />
değeri merkeze alan kalkınma anlayışına karşılık, İslamın kalkınmayı insan ve<br />
toplumun maddi ve manevi tüm alanlarda başarılı olması ve gelişmesi olarak ele<br />
almasının (Askari: 2015, 19) da yaslandığı temel olarak görülmelidir. Benzer şekilde<br />
bu değer tasavvuruna dayanan bir ekonomik zihniyetin tüm olumsuzluklara rağmen<br />
ekonomik değere sahip her şeyi aynı olarak görmesi de düşünülemez. Çünkü insan ve<br />
ekonomi nihai değerler olarak alınmadığından diğer insanların ve çevrenin hakkına<br />
riayet etmeyen ekonomik getiriler sırf bu özelliğinden dolayı değerli olarak<br />
görülemeyecektir. Sonuç olarak bu farklı değerler sistemine dayanan ekonomik<br />
sistem ve teorilerin bir birinden oldukça farklı olacağını, bir değer sisteminde geçerli<br />
olan ekonomik faaliyetlerin diğer toplumlar tarafından bütün olarak kabul<br />
edilmeyeceği ve aynı sonuçları vermeyeceğini ön görebiliriz.<br />
4. SONUÇ<br />
Tüm bu değerlendirmeler dikkate alındığında, iktisat ve bununla ilişkili tüm olguların<br />
yalnızca sermaye, emtia, üretim-tüketim vb. ekonomik unsurlara ait süreçlerin<br />
rasyonel biçimde incelenmesinden ibaret olmadığı, aksine tarih, varlık, bilgi ve değer<br />
tasavvurlarıyla çok yönlü etkileşim sonucu tezahür eden bir üst yapı olarak<br />
değerlendirilmesi gerektiği açıkça görülür. Tüm iktisadi faaliyetler ve bunları<br />
belirleyen teorik ve pratik ilkeler, dünya görüşü tarafından belirlenen ‘ekonomik<br />
zihniyetin’ yansıması olarak ortaya çıkarlar. Dolayısıyla bütün yönleriyle kalkınma<br />
olgusu da mensubu olduğu ekonomik zihniyetin yoğun belirleyici etkisi altında<br />
biçimlenir ve bu zihniyete ait paradigmalara atıfta bulunmadan yapılacak tüm<br />
değerlendirmeler daha başlangıçtan eksik kalmaya mahkûmdur.<br />
Bu doğrultuda Batıyı merkeze koyan ilerlemeci yaklaşımların, kalkınma stratejilerini<br />
belirleyen en temel varsayımlardan biri olduğunu gördük. Bu durum bir taraftan<br />
Batının doğrudan ya da dolaylı sömürge faaliyetlerini rasyonalize ederken, bir taraftan<br />
da azgelişmişlikle bu sömürge faaliyeti arasındaki ilişkinin üstünü örterek mevcut<br />
durumun gerçek nedenlerinin anlaşılmasını engellemektedir. Öte yandan da<br />
azgelişmiş olarak kategorize edilen toplumların kendilerini, Batılıların ürettiği<br />
kavramsal araçlar üzerinden anlamaya mecbur ederek, kalkınma olgusuna dair<br />
içerden çözümler üretilmesini engellemektedir. Bu hususlar dikkate alındığında batı<br />
eksenli-ilerlemeci yaklaşımlara dayanan kalkınma teorilerinin, geri kalmış olarak<br />
kategorize edilen ülkelerin tarihin öznesi olarak var olma ve gerçek anlamda kalkınma<br />
imkânlarını ortadan kaldırdığı iddia edilebilir. Çünkü kalkınmanın ne olduğu, amacı<br />
ve nasıl olması gerektiği gibi sorulara verilen, Batı paradigmasına dayalı cevaplar<br />
mutlak verili doğrular olarak kabul edilmekle, bunların yeniden sorgulanması ve<br />
bunlara yeni cevaplar üretilmesi engellenmektedir. Oysa Batı dünya görüşünün tarihi,<br />
kültürel ve konjonktürel özelliklerinin evrenselleştirilmesi anlamına gelen bu durum,<br />
634
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
diğer dünya görüşüne mensup medeniyetlerin tekâmül etmesine ne imkân vermekte<br />
ne de anlamaya yardımcı olmaktadır.<br />
Diğer taraftan Batı medeniyetinin varlık, bilgi ve değer tasavvurlarının, oluşturduğu<br />
ekonomik zihniyet üzerinden kalkınma stratejilerini derin bir biçimde etkilediğini<br />
gördük. Kalkınmanın ne olduğu, kalkınma süreçlerinde insanın insanla, çevreyle nasıl<br />
bir ilişki içerisinde olacağı ve kalkınmanın nasıl ölçüleceği gibi hususlar büyük ölçüde<br />
bu tasavvurlar tarafından biçimlendirilmektedir. Bu durum insanı ya da eşyayı<br />
nesneleştiren ekonomik yaklaşımların, doğal kaynakların tükenmesi, kirlilik vb.<br />
büyük çaplı çevre problemlerinin ve değerlerin ekonomik getiriden ibaret görülmesi<br />
gibi hususların yüzeysel nedenlerden çok, daha derinlerde varlık, bilgi ve değer<br />
tasavvurlarından kaynaklandığını ve bu hususlar dikkate alınmadan kalkınma<br />
stratejileri hakkında sağlıklı bir değerlendirme yapılamayacağını göstermektedir.<br />
Tüm bu değerlendirmeler dikkate alındığında, Batı merkezli-ilerlemeci yaklaşımla<br />
bunların varlık, bilgi, değer anlayışına dayanan tüm kalkınma teorilerinin, ismi ne<br />
kadar farklı olursa olsun, aynı sonuçları vereceğini, diğer bir ifadeyle dünyanın geri<br />
kalanının kalkınma problemlerine gerçekçi çözümler üretemeyeceğini ifade<br />
edebiliriz. Dolayısıyla kalkınma problemlerine gerçekçi bir çözümün ancak köklü bir<br />
paradigma değişimiyle gerçekleştirilebileceğini ifade edebiliriz.<br />
KAYNAKÇA<br />
Askari, H., Iqbal, Z., Mirakhor, A., (2015). An Introduction To Islamic Economics:<br />
Theory And Application. Singapore: John Wiley & Sons.<br />
Başkaya, F., (2000). Kalkınma İktisadının Yükselişi Ve Düşüşü. Ankara: İmge<br />
Yayınları.<br />
Cevizci, A., (2014). Felsefe Tarihi: Thales’ten Baudrillard’a. İstanbul: Say Yayınları.<br />
Chapra, M. U., (2000). The Future Of Economics: An Islamic Perspective. Leicester:<br />
The Islamic Foundation.<br />
Cirhinlioğlu, Z., (2000). Azgelişmişliğin Toplumsal Boyutu. İstanbul: İmge Yayınları.<br />
Davutoğlu, A., (1999). Tarih İdraki Oluşumunda Metodolojinin Rolü: Medeniyetler<br />
Arası Etkileşim Açısından Dünya Tarihi Ve Osmanlı. Divan Disiplinler<br />
Arası Araştırmalar Dergisi. Sayı: 2, S. 1-63.<br />
Davutoğlu, A., (1994), Alternative Paradigms: The Impact Of Islamic And Western<br />
Weltanschauungs On Political Theory. New York: University Press Of<br />
America.<br />
Freud, S., (1976). The Question Of Weltanschauung. New Introductory Lectures On<br />
Psyco-Analysis. Vol. 22, S. 158-182.<br />
Gubenikan K., (2003). Sosyal Bilimleri Açın: Sosyal Bilimlerin Yeniden Yapılanması<br />
Üzerine Rapor. İstanbul: Metis Yayınları.<br />
Keyder, Ç., (2013). Toplumsal Tarih Çalışmaları. İstanbul: İletişim Yayınları.<br />
Kalın, İ., (2012). Dünya Görüşü, Varlık Tasavvuru Ve Düzen Fikri: Medeniyet<br />
Kavramına Giriş. Divan Disiplinler Arası Araştırmalar Dergisi. Cilt: 15,<br />
Sayı: 29, S. 1-61.<br />
Kalın, İ., (2007). İslam Ve Batı. İstanbul: İsam Yayınları.<br />
Karakoç, S., (2015). İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü. İstanbul: Diriliş<br />
Yayınları.<br />
635
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Naugle, D. K., (2002). Worldview: The History Of A Concept. Cambridge: William<br />
B. Eerdmans Publishing Company.<br />
Orman, S., (2014). İslami İktisat, Değerler Ve Modernleşme Üzerine. İstanbul: İnsan<br />
Yayınları.<br />
Rostow, R. W., (1980). İktisadi Gelişmenin Merhaleleri. (Çev. Erol Güngör).<br />
İstanbul: Kalem Yayınları.<br />
Ülgener, S., (1981). Zihniyet Ve Din: İslam, Tasavvuf Ve Çözülme Devri İktisat<br />
Ahlakı. İstanbul: Der Yayınları.<br />
Ülgener, S., (1984). Darlık Buhranları Ve İslam İktisat Siyaseti. Ankara: Mayaş<br />
Yayınları.<br />
636
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Doğu Anadolu Bölgesinde Bulunan Katılım<br />
Bankalarının Bölge Kalkınmasına Etkisi<br />
Ömer Fazıl EMEK 1 , Mehmet Celal GÜLTEKİN 2 ,<br />
Hatice GENÇ KAVAS 3<br />
Kalkınmayı etkileyen katılım bankaları, ülkemizde ne derece etkin bir rol<br />
oynamaktadır? Ülkemizde ne kadar mevduat toplayıp ne kadarını krediye<br />
dönüştürmekte ve bu oluşumdan hangi bölgeler ne kadar pay alabilmektedir?<br />
Çalışmamızın konusu bu sorulara cevap aramaktadır. Toplanan mevduat ve<br />
kullandırılan kredi tutarları, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun resmi<br />
sitesine ait FİNTÜRK raporlarından elde edilmiştir. Ayrıca, çalışmamızda şuan<br />
ülkemizde faaliyet gösteren 5 katılım bankasının ülke bazında kaç şubeye sahip<br />
olduğu, bunların içinden kaç tanesinin Doğu Anadolu bölgesinde bulunduğu, toplanan<br />
mevduat ve kredilerin ülke toplamına nispetinin ne olduğu gösterilmeye çalışılmış ve<br />
bölge içinde etkinliği analiz edilmiştir.<br />
Anahtar kelimeler: Banka, Katılım Bankaları, Kalkınma, Bölgesel Kalkınma<br />
The Effect of the Participation Banks in the East Anatolia<br />
Region on the Region Development<br />
Abstract<br />
What is the effectiveness of participation banks on the development of our country?<br />
How much deposit do they collect in our country, how much of it do they turn into<br />
the credit and which regions can get a share from this formation & what is the portion<br />
of their share? In study we aim to look for answers to these questions. The amounts<br />
of the collected deposit and used credits were obtained from FİNTÜRK reports that<br />
belong to the official site of The Banking Regulation and Supervision Agency.<br />
Additionally, in our study, we analyze the five participation banks operating in Turkey<br />
in terms of their branches in Turkey and how many branches they have in the East<br />
Anatolia Region, and also the proportion of the collected deposit and credits to the<br />
country total are shown and the efficiency within the region is analyzed.<br />
Key words: Bank, Participation Banks, Development, Regional Development<br />
1. GİRİŞ<br />
Bankalar, finansal piyasalarda fon arz eden ve fon talep edenleri birleştiren, bunlar<br />
arasında aracılık vazifesi gören en güçlü ve dinamik kurumlardır. Paranın<br />
akışkanlığına yön verme etkisi, bu kurumları ekonominin belirleyicisi olma yönünde<br />
etkin bir faktör haline getirmiştir. Bu bağlamda bankacılık sektörü: Ticari Bankalar,<br />
1<br />
Öğr.Gör. Mardin Artuklu Üniversitesi, ofemek@gmail.com (sorumlu yazar)<br />
2<br />
Öğr.Gör. Mardin Artuklu Üniversitesi, mehmetcelal@outlook.com<br />
3<br />
Öğr.Gör. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, hkavas@cumhuriyet.edu.tr<br />
637
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kalkınma ve Yatırım Bankaları ile Katılım Bankaları olarak üç ana türde faaliyet<br />
göstermektedir. Farklı bir bankacılık türünü oluşturan katılım bankaları, gerek<br />
ülkemizde gerekse dünya piyasalarında giderek yükselen bir alan haline gelmiştir.<br />
Aktif varlıklarının artmasıyla pazar payında önemli bir yer edinen katılım bankaları,<br />
ülkemizde son dönemlerde kamu sermayeli olarak kurulan “Ziraat Katılım Bankası<br />
ve Vakıf Katılım Bankası” ile birlikte bankacılık sektöründe ağırlığını giderek<br />
hissettirmeye başlamıştır. Kalkınma ve yatırımların temelini oluşturan tasarrufların<br />
yani mevduatların, bankaların elinden geçtiği düşünülürse bu tasarrufların bir miktarı<br />
katılım bankaları tarafından yönlendirilecektir. Bu nedenle katılım bankalarının<br />
kalkınmayı etkileyen itici bir güç haline geldiği söylenebilir.<br />
2. ARAŞTIRMANIN AMAÇ VE ÖNEMİ<br />
Kalkınmayı tetikleyen faktörlerden biri olan yatırım, etkin kredi kullanımıyla<br />
genişlemekte ve gelişmektedir. Son dönemlerde, gerek ülkemiz gerekse global<br />
düzeyde yükselen bir değer haline gelen katılım bankaları, ticari mal ve hizmet<br />
alımlarını finanse etmesinden dolayı kalkınma için önemli kurumlar haline gelmiştir.<br />
Bu çalışma, farklı bir bankacılık türü olan katılım bankalarının özelde Doğu Anadolu<br />
Bölgesinde kalkınmayı etkileyecek kredi ve mevduat tutarlarının ne düzeyde<br />
olduğunu ortaya koymak ve kalkınmaya ne ölçüde etki ettiğini açıklamaya yönelik<br />
betimsel bir değerlendirme niteliği taşımaktadır.<br />
Araştırmada yöntem olarak, BDDK’ya ait FİNTÜRK raporlarından elde edilen güncel<br />
sayısal verilerden faydalanılmıştır. Özellikle Doğu Anadolu Bölgesinin kredi ve<br />
mevduat tutarları ülke ortalaması ile karşılaştırılmış olup nüfus yapısına bağlı olarak<br />
kişi başına düşen mevduat ve kredi durumları analiz edilmiştir. Ayrıca, bölge illeri<br />
arasında toplam kredilerin sektör bazında tutarları gösterilmiştir.<br />
3. KATILIM BANKACILIĞI VE ÖZELLİKLERİ<br />
Katılım bankacılığı, finansal piyasalarda tasarruf sahibi birimlerden toplamış olduğu<br />
mevduatı mal ve hizmet talep edenlere bu mevduatı aktaran, mevduat toplama ve bu<br />
mevduatı kullandırma sürecinde kârla birlikte zarara da ortak olmayı gerektiren ve<br />
bankacılık faaliyetlerini faizsizlik ilkesine göre yürüten bir finansal kuruluş türüdür.<br />
Katılım bankaları, tasarruf sahiplerine ve bu tasarrufları talep edenlere aracılık<br />
etmektedir. Fakat yürütülen bankacılık faaliyetinde “faiz” ayırt edici bir rol<br />
oynamaktadır. Klasik bankalar, aracılık görevini yaparken fon sahiplerinin<br />
tasarruflarını fon talep eden birimlere satarak faiz geliri elde etmektedir. Oysa katılım<br />
bankaları, bu aracılığı herhangi bir ticari mal ve hizmet karşılığı yaparak kâr geliri<br />
elde etmekle diğer bankacılık türlerinden ayrılmaktadır (Ayub, 2007).<br />
Katılım bankalarının kendilerine özgü bir takım özellikleri bulunmaktadır (TKBB,<br />
2012):<br />
Risk Paylaşımı Esası: Katılım bankalarına mevduat yatıran tasarruf sahiplerinin<br />
vadeli olarak yatırmış olduğu paradan sabit bir gelir almaları söz konusu değildir.<br />
Hatta vadenin bitimi ile anaparanın dahi geri alınamama olasılığı vardır. Bu karşılıklı<br />
olarak “risklilik” esasına dayanan bir uygulamadır.<br />
638
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Reel Sektöre Destek: Katılım bankaları, mevduat kullandırma sürecini kâr ve zarar<br />
ortaklığı esasına dayandırdığından yapılan bu işlemden sorumludur. Bu nedenle<br />
mevduat kullandırma sürecini denetlemek ve takip etmek zorundadır. Böylelikle reel<br />
piyasanın içinde aktif rol alarak yatırım projeleri desteği ile ülkelerin kalkınmasında<br />
önemli bir yere sahip olmaktadır.<br />
Ekonomik İstikrara Katkı: Bankacılık sisteminde mevduat olarak yatırılan paraya<br />
uygulanan faizin ödenmesi garanti kapsamında olduğundan kriz dönemlerinde<br />
bunların geri dönüşümü sıklıkla sorun olabilmektedir. Zira faiz geri ödenmediği<br />
takdirde bu ödemeyi devlet yapmaktadır. Bu durumda devlet, garantör olarak devreye<br />
girse de ortaya çıkan zarar bütçe yapısını bozmaktadır. 2001 yılında yaşanan<br />
bankacılık krizi, buna örnek olarak gösterilebilir. O dönemde bankalara el konulmuş,<br />
ödenmeyen anapara ve faiz borçları devletin üzerine kalmıştı. Oysa katılım<br />
bankacılığı sisteminde yatırılan mevduata, sabit bir getiri garantisi verilmemiştir. Bu<br />
da devletin ilerde böyle bir borçluluk ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. Böyle bir<br />
uygulama aynı zamanda ekonomik güven ve istikrara katkı sunmaktadır. Ayrıca kredi<br />
kullandırma, ticari mal ve hizmet karşılığı esasına dayandığından piyasalarda üretim<br />
ve ticaretin gelişmesine, bu da yeni istihdam alanlarının oluşmasını sağlamaktadır.<br />
3.1. Katılım Bankalarının Mevduat Toplama Yöntemleri<br />
Katılım bankaları, özel cari hesaplar ve katılma hesaplar olmak üzere mevduat kabul<br />
etmede iki ayrı hesap yöntemi kullanmaktadır. 2005 yılında kabul edilen 5411 sayılı<br />
Bankacılık Kanunu’na göre, “Katılım bankalarında açılabilen ve istenildiğinde<br />
kısmen veya tamamen her an geri çekilebilme özelliği taşıyan ve karşılığında hesap<br />
sahibine herhangi bir getiri ödenmeyen fonların oluşturduğu hesaplara özel cari hesap<br />
denir.” Özel cari hesaplar, klasik bankacılıkta vadesiz mevduat ile aynı hesap türünü<br />
ifade etmektedir.<br />
2005 yılında kabul edilen 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’na göre, “Katılım<br />
bankalarına yatırılan fonların bu kurumlarca kullandırılmasından doğacak kâr veya<br />
zarara katılma sonucunu veren, karşılığında hesap sahibine önceden belirlenmiş<br />
herhangi bir getiri ödenmeyen ve anaparanın aynen geri ödenmesi garanti edilmeyen<br />
fonların oluşturduğu hesaplara katılma hesabı denir.” Bu hesapların birtakım<br />
özellikleri bulunmaktadır (Aktepe, 2012):<br />
<br />
<br />
<br />
Mevduat sahibi, tasarrufunu yani birikimini değerlendirmek amacıyla<br />
bankaya teslim eder. Banka ile bu paranın işletilmesi ve bu paradan doğacak<br />
kâr veya zarar için ortaklık anlaşması yapar.<br />
Banka ile hesap sahibi arasında yatırılan mevduatın ne kadar bir süre için<br />
vadeye bağlanması konusunda anlaşma yapılır. Anlaşılan süre öncesi, vadeli<br />
hesaptan paranın çekilmek istenmesi durumunda hesap sahibine kâr payı<br />
yansıtılmaz. Fakat bu vade süresi içerisinde zarar edilmişse oluşan zarara<br />
hesap sahibi de ortak olur.<br />
Kâr getiri garantili bir hesap türü değildir. Zarar etme ihtimalide<br />
bulunmaktadır. Kâr getirisi olsa da ne kadar bir kârın olacağı önceden belli<br />
değildir. Vade bitiminde belli olan kârlılık banka ve hesap sahibi arasında<br />
önceden anlaşılan bir oran üzerinden paylaştırılır.<br />
639
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Banka, mevduat sahibinden aldığı fonları para birimi ve vadelerine göre TL,<br />
USD ve EURO gibi farklı havuzlarda toplar. Havuzlarda biriken bu fonlar,<br />
talep eden birimlere kullandırılır. Bu yöntem, ticari bir mal veya hizmetin<br />
alım satımı ile olmaktadır. Bu yöntemden doğan kâr ve zarar haftalık olarak<br />
ilan edilir.<br />
3.2. Katılım Bankalarının Fon Kullandırma Yöntemleri<br />
Bireysel Finansman Desteği: BDDK tarafından 2006 yılında yayınlanan<br />
yönetmelikteki tanıma göre, “Bireysel ihtiyaçlar için, gerçek kişi alıcıların doğrudan<br />
satıcılardan aldıkları mal veya hizmet bedelinin, katılım bankası tarafından satıcıya<br />
ödenmesi koşuluyla alıcının borçlandırılması işlemidir.”<br />
Bu yöntem, klasik bankalarda kullandırılan bireysel kredilerle benzerlik gösterse de<br />
temel olarak finansmanın gerçekleşme biçimi farklıdır. Katılım bankaları, kredi<br />
kullandırma sürecinde mutlaka reel bir alıma aracılık etmektedir. Bu durumda banka<br />
tarafından kullandırılacak para, bireysel finansman desteğini talep eden kişiye değil,<br />
alım satıma konu olan mal sahibinin hesabına gönderilmektedir (Bulut ve Er, 2012).<br />
Kurumsal Finansman Desteği: BDDK tarafından 2006 yılında yayınlanan<br />
yönetmelikteki tanıma göre, “Katılım bankası ile fonu kullanacak işletme arasında<br />
akdedilecek sözleşme dahilinde, işletmenin ihtiyaç duyduğu her türlü emtia, menkul<br />
kıymet, gayrimenkul, hak ve hizmet bedelinin satıcıya ödenmesi koşuluyla işletmenin<br />
borçlandırılması işlemidir.”<br />
Kurumsal finansman desteği yani murabaha, esasında finansal bir işlemden ziyade<br />
İslami satış türünü ifade etmektedir. Klasik olarak, bir mal veya hizmetin satıcı<br />
tarafından alıcıya vadeli olarak satılması işlemidir. Murabahayı gerçekleştiren katılım<br />
bankası, bu satış sürecinde araya girerek ticari bir malın alım veya satımına aracılık<br />
etmektedir.<br />
Katılım bankacılığı, bireysel finansman desteği ve murabaha olarak isimlendirilen<br />
kurumsal finansman desteği yöntemleri ile mevduat kullandırmanın ağırlıklı kısmını<br />
oluşturmaktadır. Faizsiz bankacılığın kuruluş aşamasında uygulanmak istenen kâr ve<br />
zarar ortaklığı temeline dayanan mudaraba ve muşaraka yöntemleri ise neredeyse<br />
kullanılmamaktadır. Esasında karşılıklı risklilik esasına dayanan uzun vadeli projeler<br />
için uygulanmak istenen mudaraba ve muşaraka yöntemlerinin yeterince<br />
kullanılmama nedenleri hakkında öne sürülen görüşler aşağıda özetlenmiştir (Bulut<br />
ve Er, 2012):<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Katılım bankalarının mevcut organizasyon yapıları yatırım bankacılığı türü<br />
hizmet vermesine uygun değildir.<br />
Genellikle kısa vadeli olarak toplanan fonlar uzun vadeli projelere<br />
dönüştürülmektedir. Bu da likidite sorunlarını ortaya çıkarır.<br />
Fon sahiplerince yatırılan fonlar kısa vadeli olduğu için büyük projeleri uzun<br />
vadeli ve belirli bir dönem kâr getirmeyecek şekilde finanse etmek; vade<br />
uyumsuzluğuna neden olur. Bu da katılım bankalarının mevduat temin etme<br />
kapasitesini düşürür.<br />
Yönetime katılımın olmayışı, kontrol yetersizliği, tarafların pasif ortaklık<br />
yapısı gibi durumlar yönetim yapısında dengesizlik oluşturur.<br />
Diğer klasik bankalarla mevcut piyasa şartlarında rekabet edebilmek için<br />
uygulanacak kâr payı oranlarının faiz oranlarına yakın seviyelerde olması<br />
640
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
gerekliliği katılım bankalarında baskı unsuru oluşturmaktadır. Bu baskıya<br />
direnç gösterebilecek en iyi yöntem murabahadır.<br />
4. KATILIM BANKALARININ GELİŞİMİ<br />
Katılım bankalarının ortaya çıkışı nedeni ve bundan doğan kanuni sorumluluk alanları<br />
açısından bakıldığında Türkiye, kendine özgü bir takım farklılıklar göstermektedir.<br />
Dünya üzerinde bu sektörün gelişim çizgisinden bazen uzak bazen de aynı noktada<br />
olmuştur. Farklı altyapısal alanlar gereği katılım bankalarının gelişimi, Türkiye’de ve<br />
dünyada ayrı ayrı ele alınmıştır.<br />
4.1. Dünyada Katılım Bankalarının Gelişimi<br />
Tablo 1: Dünyada Katılım Bankacılığının Gelişimi<br />
Dönem Tarih Özellik<br />
Kuruluş dönemi 1965 - 1976<br />
Müslümanların kendi<br />
aralarındaki desteği<br />
artırmanın amaçlandığı<br />
dönemdir.<br />
Genişleme dönemi 1977 - 2002<br />
Ortadoğu’da petrol<br />
fiyatlarının artmasıyla<br />
birlikte birçok ülkede<br />
katılım bankalarının<br />
açıldığı ve yaygınlaştığı<br />
dönemdir.<br />
Amerika, Avrupa ve<br />
Uluslar arası piyasalarda<br />
Japonya gibi ülkelerde<br />
2003 - 2009<br />
tanınma dönemi<br />
uygulamasının başlandığı<br />
dönemdir.<br />
2009 yılı sonrası gelişme<br />
dönemi<br />
Kaynak: El Tiby, A. M. (2011)<br />
2009 -<br />
2008 krizinden sonra<br />
katılım bankalarının diğer<br />
geleneksel bankalarla<br />
rekabet edebilecek<br />
seviyeye ulaştığı<br />
dönemdir.<br />
Tablo 1’de katılım bankalarının gelişimini, Müslümanların kendi aralarında işbirlik<br />
ve desteği artırmak amacıyla bazı ülkelerde faizsiz bankacılık temelinde oluşumunun<br />
gerçekleştiği 1965-1976 yılları arası kuruluş dönemi, Ortadoğu’da petrol fiyatlarının<br />
artmasıyla birlikte dünyadaki bir çok ülkede İslami bankaların açıldığı ve genişlediği<br />
dönem olan 1977-2002 yılları arası genişleme dönemi, İslami bankacılığın global<br />
piyasalarda tanınmaya başlandığı özellikle Amerika, Avrupa ve Japonya gibi<br />
ülkelerde uygulanmasının da yaygınlaştığı 2003-2009 yılları arası Uluslar arası<br />
piyasalarda tanınma dönemi, 2008 krizinden sonra İslami bankaların diğer geleneksel<br />
bankalarla rekabet edebilecek noktaya ulaştığı 2009 yılı sonrası gelişme dönemi<br />
olarak özetlemek mümkündür (Tiby, 2011).<br />
641
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
2015 yılında ise, gelişme seviyeleri bakımından ülkeler değişiklik göstermiş olsa da<br />
genel itibari ile büyümeye davam etmiştir. Fakat finansal piyasaların kırılgan yapısı<br />
ve petrol fiyatlarında yaşanan aşırı belirsizlik, katılım bankacılığı sektörünü de<br />
olumsuz etkilemiştir. Bu da sektörün aktif kalitesini ve kârlılığını düşürmektedir.<br />
Ayrıca faizsiz bankacılıkta önde gelen Suudi Arabistan, Bahreyn, Malezya, Birleşik<br />
Arap Emirlikleri, Türkiye, Kuveyt, Katar, Endonezya, Pakistan gibi ülkelerin faizsiz<br />
varlıkları 2015 yılı itibariyle 950 milyar dolar seviyesine yaklaşmıştır. Yine bu<br />
ülkelerin kârı 12 milyar doları geçmiştir (TKBB, 2015).<br />
4.2. Türkiye’de Katılım Bankalarının Gelişimi<br />
TKBB (2012)’ye göre, “Katılım bankacılığının ülkemizdeki gelişimi 1985 yılı<br />
sonrasında olmuştur. 16.12.1983 tarih 83/7506 sayılı kararname ile özel finans<br />
kurumlarının (ÖFK) ilk temeli atılmıştır. İsimde yer alan ‘özel’ kelimesi, kurulmuş<br />
olan şirketlerin kamusal değil özel olduğunu ifade etmek için seçilmiştir. 1999 yılında<br />
Bankalar Kanunu kapsamına giren ÖFK’lar konvansiyonel bankacılık yanında Türk<br />
mali sisteminin bir tamamlayıcısı olarak sisteme dahil olmuş, 2001 yılında yapılan<br />
değişikliklerle Güvence fonu oluşturulmuş, 2005 yılında kabul edilen 5411 sayılı<br />
Bankacılık Kanunu kapsamında bu kurumlar katılım bankası ismi ile faaliyetlerini<br />
sürdürmeye devam etmişlerdir.”<br />
2014 yılı itibariyle Türkiye, katılım bankacılığı pazar payının dünya üzerinde<br />
%5.1’ini, ülkesinde ise %5.5’ini oluşturmaktadır. 45 milyar dolarlık bankacılık<br />
aktifleri, 33 milyar dolarlık finansal aktifler ve 28 milyar dolarlık mevduat ile faizsiz<br />
bankacılık sektöründe toplam 106 milyar dolarlık bir değere sahiptir. Katılım<br />
bankacılığı, toplam aktiflerinin son 4 yılında ortalama %9.4’lük bir büyüme<br />
gerçekleştirmiştir (ERNST & YOUNG, 2016). Ayrıca, Albaraka Türk Katılım<br />
Bankası A.Ş, Kuveyt Türk Katılım Bankası A.Ş, Türkiye Finans Katılım Bankası A.Ş,<br />
2015 ve 2016 yıllarında kamu sermayeli olarak kurulan Ziraat Katılım Bankası A.Ş<br />
ve Vakıf Katılım Bankası A.Ş. olmak üzere Türkiye’de faaliyet gösteren 5 katılım<br />
bankası bulunmaktadır.<br />
5. KATILIM BANKALARININ EKONOMİ VE KALKINMAYA KATKISI<br />
Tarihsel olarak ekonomik faaliyet ve ilişkilerin toplumsal yaşam içerisindeki<br />
konumuyla, kalkınma kavramının kullanım biçimi arasında yakın bir ilişki vardır.<br />
İktisadi eylemlerin toplumsal yaşamın bir parçası olarak değerlendirildiği dönemlerde<br />
kalkınma kavramı iktisadi olandan daha geniş bir içerikte kullanılmış ve iktisadi<br />
ilişkilerin toplumsal yaşamdan soyutlanarak incelenmesiyle birlikte kavramın içeriği<br />
ekonomiyle sınırlandırılmıştır (Yavilioğlu, 2002). Bununla birlikte kalkınmayı<br />
ekonomik olay ve olgularla ilişkilendirebiliriz. Bu olay ve olgular, kalkınmanın bir<br />
nevi alt yapısını oluşturmaktadır.<br />
Temel faaliyeti sermayeye ihtiyacı olan kesime fon sağlamak olan katılım bankaları,<br />
sermaye ihtiyacının finanse edilmesi ile genel olarak üretimin canlanmasını ve<br />
maliyetlerin düşmesini sağlamaktadır. Bu yönüyle katılım bankalarının, maliyet<br />
enflasyonu azaltan bir özelliğe sahip olduğu söylenebilir. Diğer bir özelliği ise, faiz<br />
oranlarında düşüşe etki yapmasıdır. Klasik bankalarla olan rekabetin doğal sonucu<br />
642
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
olarak faizleri aşağı yönlü çekme etkisi beraberinde yatırımları da artırmaktadır.<br />
Üretim ve yatırımların artması sonucu, ülkelerin en büyük ve en zorlu konusu olan<br />
istihdama da olumlu katkı sunmaktadır.<br />
Ekonomik ve finansal süreçlerde yaşanan iyileşmeler, üretim ve istihdamın artması<br />
beraberinde kalkınmayı da hızlandıracaktır. Katılım bankalarının ekonomi ve<br />
kalkınmaya olan etkisini gerek dünya gerekse ülkemizde yaşanan büyüme ile aynı<br />
seviyede olup olmadığını ortaya çıkarmak için mikro çalışmalar faydalı olacaktır. Bu<br />
nedenle yapılan çalışmamızda, katılım bankalarının Doğu Anadolu Bölgesindeki<br />
faaliyetleri analiz edilmiştir.<br />
6. DOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE BULUNAN KATILIM<br />
BANKALARININ FAALİYETLERİ<br />
Tablo 2: Doğu Anadolu Bölgesinde Bulunan Katılım Bankalarının Mevduat ve<br />
Kredi Yapısı<br />
ŞEHİRLER<br />
YURTİÇİ<br />
ŞUBE<br />
SAYISI<br />
NAKDİ<br />
KREDİLER<br />
GAYRİ<br />
NAKDİ<br />
KREDİLER<br />
TOPLAM<br />
MEVDUAT<br />
Ağrı 2 63.810 27.516 66.670<br />
Ardahan 0 4.164 117 4.079<br />
Bitlis 3 55.061 127.058 99.723<br />
Bingöl 2 35.360 41.567 89.932<br />
Elazığ 6 229.060 116.436 363.556<br />
Erzincan 3 124.083 22.388 172.652<br />
Erzurum 6 205.292 83.136 320.804<br />
Hakkari 0 11.427 2.094 9.143<br />
Iğdır 0 8.021 474 5.120<br />
Kars 1 31.402 5.021 31.384<br />
Malatya 6 288.592 123.276 409.779<br />
Muş 2 28.463 39.298 26.779<br />
Tunceli 0 3.818 109 4.387<br />
Van 5 202.329 143.019 305.468<br />
Kaynak: FİNTÜRK (2015)<br />
Tablo 2’de Doğu Anadolu Bölgesinde bulunan 14 şehrimizin kaç adet katılım<br />
bankasına ait şubeye sahip olduğu, bu şubelerin toplam mevduatları, toplam nakdi ve<br />
gayri nakdi kredi tutarları verilmiştir. Ardahan, Hakkari, Iğdır ve Tunceli’de herhangi<br />
bir katılım bankasına ait şube bulunmazken; Elazığ, Erzurum ve Malatya 6’şar şube<br />
ile en fazla bu banka şubelerine sahip illerdir. Muş’ta ise 2 adet bulunmaktadır.<br />
2015 verilerine göre, Türkiye’de 1078 adet katılım bankalarına ait şube olduğu<br />
düşünülürse; Doğu Anadolu Bölgesi 36 adet şube ile ülke ortalamasının bir hayli<br />
gerisinde kalmıştır. Bu anlamda ülkenin kalkınmasına büyük katkı sağlayan katılım<br />
bankaları, Doğu Anadolu Bölgesindeki mevcut sayısı ile bu oluşumdan yeterince pay<br />
alamamıştır.<br />
643
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Katılım bankalarının toplamış olduğu fonları, herhangi bir mal veya hizmet karşılığı<br />
kullandırdığı kısım olan nakdi kredilerde; Ardahan, Hakkari, Iğdır ve Tunceli en<br />
düşük seviyeli illerdir. Bu illerde, katılım bankasına ait şube bulunmazken ortaya<br />
çıkan rakamlar bu kredilerin başka illerden alındığını göstermektedir. En fazla nakdi<br />
kredi kullanımı yapan ilimiz, 288.592 milyon TL ile Malatya olmuştur. Bunu<br />
sırasıyla; Elazığ, Erzurum ve Van takip etmektedir. Muş’taki kullanım ise 28. 463<br />
milyon TL’dir. 2015 verilerine göre, Türkiye’de katılım bankalarının 76.372.909<br />
milyar TL nakdi kredi kullandırdığı düşünülürse; Doğu Anadolu Bölgesi toplam<br />
1.290.882 milyar TL ile ülke ortalamasının bir hayli gerisinde kalmıştır. Yani nakdi<br />
kredilerde, Doğu Anadolu Bölgesinin ülke toplamına nispeti % 1.6’dır. Özellikle<br />
kalkınmayı ciddi bir şekilde etkileyen ve inşaat sektöründe büyük oranda kullanılan<br />
gayri nakdi kredilerde; Ardahan, Hakkari, Iğdır ve Tunceli yine en düşük seviyeli iller<br />
olmuştur. Bu illerde, katılım bankasına ait şube bulunmazken ortaya çıkan rakamlar<br />
bu kredilerin başka illerden alındığını göstermektedir. En fazla gayri nakdi kredi<br />
kullanımı yapılan ilimiz, 143.019 milyon TL ile Van olmuştur. Bu rakamın, deprem<br />
sonrası yeniden yapılandırma ile olan ilgisi açıkça gözükmektedir. Bunu sırasıyla;<br />
Bitlis, Malatya ve Elazığ takip etmektedir. Muş’taki kullanım ise 26. 779 milyon<br />
TL’dir. 2015 verilerine göre, Türkiye’de katılım bankalarının 72.037.650 milyar TL<br />
gayri nakdi kredi kullandırdığı düşünülürse; Doğu Anadolu Bölgesi toplam 731.509<br />
milyon TL ile ülke ortalamasının bir hayli gerisinde kalmıştır. Yani nakdi kredilerde,<br />
Doğu Anadolu Bölgesinin ülke toplamına nispeti % 1’dir.<br />
Tablo 3: Doğu Anadolu Bölgesinde Bulunan Katılım Bankalarının Müşteri Yapısı<br />
ŞEHİRLER<br />
YURTİÇİ<br />
ŞUBE<br />
SAYISI<br />
ŞUBEYE<br />
DÜŞEN<br />
NÜFUS<br />
644<br />
KİŞİ BAŞI<br />
NAKDİ<br />
KREDİ<br />
KİŞİ BAŞI<br />
TOPLAM<br />
MEVDUAT<br />
Ağrı 2 274.717 116,14 121,34<br />
Ardahan 0 - - -<br />
Bitlis 3 112.674 162,89 295,02<br />
Bingöl 2 133.009 132,92 338,07<br />
Elazığ 6 94.792 402,74 639,22<br />
Erzincan 3 74.544 554,85 772,03<br />
Erzurum 6 127.220 268,95 420,27<br />
Hakkari 0 - - -<br />
Iğdır 0 - - -<br />
Kars 1 296.466 105,92 105,86<br />
Malatya 6 128.257 375,02 532,50<br />
Muş 2 205.608 69,22 65,12<br />
Tunceli 0 - - -<br />
Van 5 217.108 186,39 281,40<br />
Kaynak: FİNTÜRK (2015)<br />
Tablo 3’de Doğu Anadolu Bölgesinde bulunan 10 şehrimizin şubeye düşen nüfus<br />
sayısı, kişi başı nakdi kredi ve kişi başı toplam mevduat tutarları hakkında bilgi<br />
verilmiştir. Ardahan, Hakkari, Iğdır ve Tunceli şubelerinde katılım bankasına ait
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
herhangi bir şube bulunmadığından bu bilgiler oluşmamıştır. Doğu Anadolu<br />
Bölgesinde diğer faktörlerin ayrı bir incelemeye tabi tutulması varsayımı ile tek<br />
şubeye düşen nüfus sayısına göre yeni şube açma önerisi getirilebilir. Bu sayılara<br />
bakıldığında, tek şubeye düşen ortalama 296.466 nüfus ile Kars, 274.717 nüfus ile<br />
Iğdır, 217.108 nüfus ile Van, 205.608 nüfus ile Muş illerinde yeni şubeler açılabilir.<br />
Kişi başına düşen nakdi krediler ve kişi başına düşen mevduat açısından en yüksek<br />
tutar oluşturan iller; Erzincan, Elazığ ve Malatya olmuştur.<br />
Tablo 4: Doğu Anadolu Bölgesinde Bulunan Katılım Bankalarının Sektörel Kredi<br />
Yapısı<br />
ŞEHİRLER<br />
GIDA MEŞRUBAT VE<br />
TÜTÜN<br />
İNŞAAT<br />
METAL VE İŞLENMİŞ<br />
MADEN<br />
FİNANSAL<br />
KURULUŞLAR<br />
TEKSTİL VE TEKSTİL<br />
ÜRÜNLERİ<br />
TOPTAN TİCARET VE<br />
KOMİSYONCULUK<br />
TURİZM<br />
ZİRAAT VE<br />
BALIKÇILIK<br />
Ağrı - 8.536 212 - - 1.974 96 1.531 164<br />
Ardahan 398 - - - - 1 856 - -<br />
Bitlis 847 12.33 752 - - 3.839 246 94 392<br />
Bingöl 164 3.952 - - 230 2.385 4 472 97<br />
Elazığ 6.275 34.11 3.17 2.78 775 20.98 18.21 1.411 8.48<br />
Erzincan 4.599 2.662 69 2 - 13.73 1.526 832 638<br />
Erzurum 11.33 31.53 2.68 54 968 22.52 1.493 3.239 875<br />
Hakkari - - - - - 576 - - -<br />
Iğdır - - - - - 641 - - -<br />
Kars 801 2.794 - - 54 1.879 1.314 38 533<br />
Malatya 28.31 45.17 9.13 160 737 13.72 78 21.45 9.42<br />
Muş 1.816 3.172 721 - - 624 54 48 -<br />
Tunceli 302 - - - - - - - -<br />
Van 9.802 37.17 1.98 - 935 40.85 1.547 1.655 2.72<br />
Kaynak: FİNTÜRK (2015)<br />
Tablo 4’de Doğu Anadolu Bölgesinde bulunan katılım bankalarının hangi sektörlere<br />
ne kadar nakdi kredi kullandırdığı görülmektedir. Hemen hemen tüm illerin ağırlığını<br />
inşaat ve toptan ticaret sektörleri oluşturmaktadır.<br />
7. SONUÇ<br />
Türk bankacılık sektörü, 2000’li yıllara kadar kârlılığının büyük bir kısmını bütçe<br />
açığı veren kamuya, yüksek faiz oranlı krediler kullandırarak elde etmekteydi.<br />
Günümüzde ise, daha çok müşteri odaklı ve tabana yaygın faaliyet yürüterek<br />
kârlılığını oluşturmaktadır. Bu nedenle bankaların müşteri hinterlandı dönemsel<br />
olarak değişiklik göstermiştir.<br />
ENERJİ<br />
645
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Müşterisi genellikle devletin kamu kurum ve kuruluşları olan bankacılık sistemi,<br />
zaman içerisinde düşük faiz oranları fakat sirkülasyonu fazla olan firma ve bireylere<br />
kaydırmıştır. Bu nedenle piyasa algısı ciddi anlamda farklılık göstermektedir.<br />
Günümüzde tabana yaygın müşteri yapısı, piyasa algısını da farklılaştırmaktadır.<br />
Bankalar, devlete artık kolay yoldan kredi kullandıramadığı için firma ve bireylerden<br />
oluşan işler bir piyasaya ihtiyaç duymaktadır. Özel bir banka türü olan katılım<br />
bankaları da aynı anlayışla faaliyetlerini yürütmektedir. Devlete, faiz borçlarının<br />
ödenmesi için borç veren bir finansal kuruluş yerine mal ve hizmet alımına aracılık<br />
eden bir banka yapısı ile yalnızca finansal bir aracılık yapmakla kalmayıp firma ve<br />
bireyler üzerinden dolaylı olarak kalkınmaya etki oluşturmaktadır.<br />
Bu etkiyi oluşturacak rakamlara Doğu Anadolu Bölgesi özelinde baktığımızda,<br />
özellikle mevduat, nakdi ve gayri nakdi krediler bakımından ülke ortalamasının<br />
gerisinde kaldığı gözlemlenmiştir. Sektörel ağırlık açısından dikkat çekici bir atılım<br />
yapıldığı da görülmemektedir. Kalkınmayı gerçekleştirecek olan başlıca unsur<br />
yatırımlardır. Yatırımlara destek ve teşvik için kredi ihtiyacı gerçeği, bize bankaların<br />
doğrudan adresini vermektedir. Bu adreste oluşan rakamlar, katılım bankalarının<br />
Doğu Anadolu Bölgesinde ileriye yönelik atması gereken birçok adımın olduğunu<br />
göstermektedir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Aktepe, İ. E. (2012). İslam Hukuku Çerçevesinde Finansman Ve Bankacılık. İstanbul:<br />
Erkam Matbaası.<br />
Ayub, M. (2007). İslamic Banking How To Manage Risk And İmprove Profitability.<br />
Chichester: John Wiley & Sons Inc.<br />
BDDK, Bankaların Kredi İşlemlerine İlişkin Yönetmelik, 2006,<br />
Http://Www.Bddk.Org.Tr/Websitesi/Turkce/Mevzuat/Bankacilik_Kanunun<br />
a_İliskin_Duzenlemeler/1701kredi_İslemleri_31_12_2013.Pdf<br />
BDDK, 5411 Nolu Kanun, 2005,<br />
Https://Www.Bddk.Org.Tr/Websitesi/Turkce/Mevzuat/Bankacilik_Kanunu/<br />
1540bankacilik_Kanunu_13.9.2013.Pdf<br />
Bulut, H. İ. Ve Er, B. (2012). Katılım Bankacılığı Ve Girişim Sermayesi. İstanbul:<br />
Türkiye Katılım Bankaları Birliği.<br />
ERNST & YOUNG, World Islamic Banking Competitiveness Report 2016.<br />
Http://Www.Ey.Com/Publication/Vwluassets/Ey-World-İslamic-Banking<br />
Competitiveness-Report-2016/$FILE/Ey-World-İslamic-Banking-<br />
Competitiveness-Report-2016.Pdf<br />
FİNTÜRK, 2015, Http://Ebulten.Bddk.Org.Tr/Finturk/# TKBB, Katılım Bankaları<br />
2013 Raporu, 2015,<br />
Http://Www.Tkbb.Org.Tr/İmages/Documents/TKBB.Pdf<br />
El Tiby, A. M. (2011). İslamic Banking How To Manage Risk And İmprove<br />
Profitability. New Jersey: Wıley Finance.<br />
TKBB (2012). Finansal Yenilik Ve Açılımları İle Katılım Bankacılığı. İstanbul:<br />
Türkiye Katılım Bankaları Birliği.<br />
Yavilioğlu, C. (2002). “Kalkınmanın Anabilimsel Tarihi Ve Kavramsal Kökenleri”.<br />
Cumhuriyet Üniversitesi İ.İ.B.F Dergisi, 3 (1), S. 59-77.<br />
646
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
2023 Hedefine Doğru Bölgesel Kalkınma Sürecinde<br />
Türkiye ve Kürtler<br />
Âdem PALABIYIK 1<br />
Kadim bir medeniyet geleneğine sahip olan Türkiye Cumhuriyeti de, sınır komşusu<br />
olduğu bütün devletlerin yaşadığı güncel gelişmelere, geçmişinden aldığı güç<br />
sayesinde bir bakıma ortak olmuş, yaşananlara hem şahitlik etmiş hem de tarihsel<br />
sürecin, güncel an’larla olan ilişkisini yeniden inşa etmek gerekliliğini hissetmiştir.<br />
Böylece Türkiye, birçok bölgelerarası dengesizlikleri gidermek, dengeli kalkınmayı<br />
sağlayabilmek ve yatırımları geri kalmış bölgelere yönlendirmek için teşvik ve<br />
özendirme gibi çeşitli araç ve mekanizmalarını aktif hale getirmiştir. İşte biz bu<br />
çalışmada, ülkemizin 2023 vizyonu için sahip olduğu kalkınma ve demokratikleşme<br />
vizyonunu güçlü bir şekilde devam ettirebilmesinin önemli adımlarından birinin yeni<br />
bir Türk-Kürt ittifakı olduğunu tartışacağız. Geçmişten günümüze kadar Türk-Kürt<br />
ittifakları sonrası açısından büyük başarılar getirmiştir. Malazgirt zaferi ile başlayan<br />
süreç, Çaldıran savaşıyla devam etmiş ve Birinci Dünya savaşıyla en büyük zaferine<br />
ulaşmıştır. Anadolu medeniyetinin devamı için oldukça önemli olan bu üç ittifak,<br />
bugün Suriye-Irak, İran ve Türkiye Kürtleri ile dördüncü bir ittifakla devam edecek<br />
gibi görünmektedir.<br />
Anahtar Kelimeler: Türkiye Cumhuriyeti, Medeniyet, Türkler-Kürtler, Bölgesel<br />
Kalkınma 2023 Vizyonu, Diplomasi, Ortadoğu.<br />
Abstract<br />
Turkey and Kurds in the Process of Regional<br />
Development Towards the 2023 Target<br />
With its ancient civilization tradition, the Turkish Republic, due to the strength it takes<br />
from its past, has been in a way combined to the current developments regarding all<br />
the countries which are its bordering neighbors, witnessed the events and also felt the<br />
need to rebuild the historic process’ relationship with the current moment. Thus,<br />
Turkey has activated various tools and mechanisms such as eliminating interregional<br />
disparity, ensuring balanced development and providing incentives and promoting the<br />
transfer investments to under-developed regions. In this study, we will argue that a<br />
new Turkish-Kurdish alliance is one of the most important steps in the strong<br />
continuation of the development and democratization vision which our country has<br />
for its 2023 vision. From past to present, Turkish-Kurdish alliances have brought great<br />
successes in terms of its aftermath. The process which started with the Malazgirt<br />
victory, continued with the Çaldıran victory and reached its greatest victory with the<br />
First World War. These three alliances which are extremely important for the<br />
1<br />
Yrd. Doç. Dr. Muş Alparslan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü.<br />
adem.palabiyik@hotmail.com<br />
647
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
continuation of the Anatolian civilization, today seems to be carried on with a fourth<br />
alliance including Kurds of Syria-Iraq, Iran and Turkey.<br />
Key Words: Turkish Republic, Civilization, Turks-Kurds, Regional Development,<br />
2023 Vision, Diplomacy, Middle East.<br />
1. GİRİŞ<br />
Kalkınmanın tek boyutlu olmadığı ve birden fazla boyutu olduğu özellikle sosyal<br />
bilimler için kabul edilen genel bir ifadedir. Çünkü sosyal bilimler, toplumların<br />
yaşadıkları yerlerde sadece ekonomik bir bağlamı ele almaz, ekonomik bağlamla<br />
birlikte bu bağlamı oluşturan diğer öğeleri de analiz etmeyi tercih eder. Bu tercih, tabi<br />
ki toplumların sahip olduğu tarihsel, siyasal ve sosyolojik özelliklere göre değişir.<br />
Ülkemiz için bu özellikler, özellikle Doğu ve G. Doğu bölgelerinde kendine has bir<br />
özellik barındırmaktadır. Bu özellikler daha çok “ötekleştirme” ile başlayan ve<br />
yaklaşık kırk yıldır önemli bir sorun olan Kürt sorununu, süreç içerisinde daha da<br />
derinleştirmiş lakin sorun yavaş da olsa bir çözüm sürecine girmiş ve bölgenin her<br />
anlamda rahat nefes almasını sağlamıştır. Kürt sorununun önemli bir boyutu olan<br />
PKK, çözüm sürecinde çatışmazlığı kabul etmiş ve böylece şiddet sarmalı ve korkusu<br />
azalmaya başlamıştır. Tabi ki bu olay ve olgular, beraberinde çeşitli olumluluklar da<br />
getirmiştir. Bunların başında bölgenin ekonomik sorunlarının çözümü, daha çok<br />
yaşanabilir bir hayat anlayışı, geleceğe yönelik kurulabilen hayaller ve insanların<br />
yeniden yaşadıkları yerlere dönebilme ümidi bunların başında gelmektedir. Bu<br />
ilerlemelerle birlikte bölgeye yapılan yatırımlar, beraberinde sürdürülebilir bir<br />
kalkınma anlayışı geliştirmiş ve böylece çeşitli kalkınma ajansları, AR-GE şirketleri<br />
ve benzeri kurumlar yavaş yavaş bölgede faaliyet göstermeye başlamıştır. Yıllardır,<br />
şiddet içerisinde hayatını sürdüren vatandaşlar, bu gelişmelerle birlikte artık<br />
sürdürülebilir bir refaha kavuşmuş ve bu refahı korumak için kendileri de çaba<br />
göstermeye başlamıştır. Her şey yolunda giderken, PKK’nın yeniden süreci bozmaya<br />
yönelik sergilediği tavırlar, yukarıda bahsedilen kazanımları ciddi oranda tehlikeye<br />
sokmuş ve süreç artık PKK’ya ait değil, toplumun bizzat kendisine geçmiştir. Toplum<br />
ise, her türden sermaye ilişkilerini kendi dinamikleri içinde yeniden inşa etmeye<br />
başlamış ve süreç sonunda inşa edilen toplumsal ilişkiler, yeni bir neo-sürece<br />
dönüşmüştür. Tabi ki bu çabalar sevindirici bir sonuca gebe olacaktır ama önemli olan<br />
bölge insanlarına kazandırılan bu güveni kaybettirmemektir. İşte bu bağlamda inşacı<br />
bir mekanizma haline gelen toplumsal ilişkiler artık bütün mekanizmalar, olgular ya<br />
da dinamikleri yerine bu rolü üstlenmeli ve gelecek nesiller bu güveni daha da arttırıcı<br />
patriklerde bulunmalıdır. Böylece refahı koruma nesilden nesile aktarılabilecek ve<br />
sürdürülebilir kalkınma ile birlikte bölge, daha da yaşanabilir konuma kavuşacaktır.<br />
2. KALKINMA NEDİR<br />
Daha çok II. Dünya Savaşı sonrası kullanılan kalkınma kavramı (Uymuş, 2011: 9)<br />
için birden fazla tanım yapılmaktadır fakat bütüncül bir tanımda karşımıza şöyle bir<br />
ifade çıkacaktır: “Kalkınma, herkesin temel hak ve temel sağlık, adalet, güvenlik,<br />
istihdam ve eğitim hizmetlerine ve bilgi kaynaklarına kolayca ulaşabildiği, piyasa<br />
koşullarının adil bir şekilde işlediği, katılımcı, cinsiyet dengeli, demokratik ve kültürel<br />
dönüşümlere açık, saydam/hesap verebilir yönetim yapılarına sahip, toplumsal<br />
648
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
anlamıyla tüm dezavantajlı grup ve tabakaların ortadan kalktığı, sorun çözme yeteneği<br />
gelişmiş, doğal kaynakları koruyan ve geliştiren, insanların geleceğe güvenle baktığı<br />
toplum ya da topluluklar yaratma eylemidir” (Açıkalın-saltık, 2007: 8). O halde<br />
kalkınma denince sosyo-politik anlamda ilk akla gelen ekonomik çağrışım olmamalı,<br />
diğer önemli boyutları olan insani, sosyal, siyasal ve kültürel aşamalar da akla<br />
gelmelidir. Bu durum için okur-yazarlığın yükseltilmesi, eğitilmiş ve uzmanlaşmış iş<br />
gücünün artması, tüm nüfusun sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınabilmiş olması ve<br />
işsizliğin azaltılmış olması gerekmektedir (Kongar, 2015). Sonuç açısından<br />
tamamlayıcı olan bu unsurlar, başlangıç aşamasında ise temel belirleyiciler olarak<br />
göze çarparlar. Çünkü her pratiğin altında bir düşünme ve eyleme biçimi yatmaktadır.<br />
Bu düşünme biçiminin önemli bir alanı olan toplumsal ilişkiler de, kalkınmanın<br />
sürdürülebilir olmasında önemli roller üstlenmiştir. Gelecek nesillerin yetişme tarzı,<br />
bölgesel kalkınma yaklaşımlarının şekillenmesini de belirleyecektir. Toplumsal<br />
ilişkilerin, bölgesel kalkınmayı nasıl etkileyeceği ve bu etkinin nasıl uygulanacağı,<br />
belli pratiklerden sonra meydana gelebilecektir. Toplumsal ilişkiler, sonraki nesiller<br />
için devam ettirdiği ilişki türlerini yeniden inşa etme olanağına sahiptirler ve böylece<br />
gelecek nesillere çeşitli pratik imkânlar sunar ve gelecek nesiller de bu pratikleri nasıl<br />
değerlendirebileceğinin yollarını öğrenir. Bu öğrenme yönteminin ise belli aşamaları<br />
mevcuttur, bir sonraki kuşağın sosyo-politik konulara bakışı, değerlendirişi ve bunu<br />
tanımlayışı, ileride gerçekleşecek olan kalkınma adımlarının sürdürülebilir olmasını<br />
sağlayacaktır. Bu açıdan toplumun inşa ettiği ilişki türleri ekonomik bağlamda<br />
belirleyici ve toplumun kültürel kod açısından bir nevi destekleyicisidir, istikrarın<br />
önemli bir kalesidir, kültürel kaynakların temelini oluşturur, bölgenin yerel ve<br />
uluslararası işbirliği açısından belirleyicisidir, mobil sermayelerin nasıl hareket<br />
edebileceğine dair öngörü sunar ve ayrıca girişimciliğin kaynağıdır (Çetin, 2007:<br />
219). Ayrıca bu ilişki biçimleri, diğer olguların toplumsal anlamda kullanımına da<br />
öncülük edebilir. Örneğin birçok çalışmada toplumun ahlaki, ekonomik ve diğer<br />
alanlardaki öncülerine öncelik verilmektedir, çünkü bu kişiler bölge üzerinde<br />
yaptıkları araştırmalarda sorunlu olan hususlara ışık tutabilecek birikime sahiptirler.<br />
Böylece teknik sorunların çözülmesine katkı sağlayarak, bunu entelektüel çabalarıyla<br />
birleştirip istikrara katkı sağlayabilirler. Bu adımlarla birlikte belli başlı kurumlarda<br />
birer girişimci haline dönüşebilirler (Aalerud, 2004: 23).<br />
Bu girişimcilerin içinde bulunduğu ve açıklandığı temel kavram ise bölge’dir. Bölge<br />
kavramında bir devamlılık, ayrım, benzerlik ve bütünlük ve de genelleştirme içerikleri<br />
mevcuttur (Tekeli, 2008: 174). Dolayısıyla bölge, kentten geniş, ülkeden oldukça<br />
küçük, “yönetsel sınırları ulus yönetsel birim sınırlarıyla çakışan, ama etkileşim<br />
açısından o sınırları aşabilen, yerinden yönetilebilen, demokratik, katılımcı bir<br />
yönetime ve bütçeye sahip bir yönetim birimi olarak tanımlanabilir” (DPT, 2000: 7-<br />
8). Kalkınma ise yukarıda ifade ettiklerimizin yanında büyüme, sanayileşme veya<br />
modernleşme olarak da tanımlanabilir (Yavilioğlu, 2002: 59). Kısaca değindiğimiz bu<br />
iki kavramın arasındaki diyalektik ise bizim metin boyunca vurgulayacağımız ve<br />
bölgesel kalkınmanın belki de en önemli boyutu olan uygarlaşma veya medeniyet<br />
kavramlarını ortaya çıkaracaktır. Kalkınmanın yukarıda vurgulandığı gibi önemli bir<br />
sacayağı olan medeniyet kavramının kökeni ise Medine kavramından gelmekte ve<br />
şehirleşme anlamında kullanılmaktadır (Özon, 1979: 3). Medeniyet kavramı en genel<br />
bağlamda, insanların bir nesilden diğer nesile ilettiği maddi ve manevi kültürlerden<br />
649
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
meydana gelir (Nakiboğlu, 2014: 840) . Tabi ki bu kültürleri oluşturan toplumsal<br />
dinamiklerden de söz edilmelidir, çünkü bu dinamikler kültürü hem oluşturur, hem<br />
ayakta tutar hem de sonraki nesillere taşır. Bu açıdan bakıldığı takdirde, farklı<br />
düşünürlerin medeniyet tanımlamaları ortaya çıkacaktır çünkü her toplumun kendine<br />
has dinamikleri, o toplumun düşünürlerinde farklı bir teori oluşturacaktır. Örneğin<br />
Marx, medeniyeti oluşturan bütün öğeleri alt yapının bir parçası olarak ifade ettiği ve<br />
alt yapıyı da ekonomi olarak kabul ettiği için, her şeyin, sermaye ve üretim ilişkileri<br />
tarafından belirlendiğini öne sürmüştür (Füredi, 2001). Huntington ise medeniyeti din<br />
ekseninde tanımlanabilecek objektif bir varlık olduğunu (Palabıyık, 2012), Freud<br />
doğa ve başka insanlarla kurduğumuz ve bizi hayvanlardan ayıran düzenlemelerin<br />
bütünü olarak açıklarken, Foucault, akıl sağlığımızı oluşturan ve bizi delilikten ayıran<br />
her şeyin medeniyet olduğunu ifade etmiştir (Nakiboğlu, 2014: 842). Lakin bizim esas<br />
noktamız Fernand Braudel’in medeniyet anlayışı olacaktır, çünkü Braudel,<br />
medeniyeti bir kültür biçimi olarak kavramaktadır ve kültürün bu biçimi sürekli olarak<br />
akışkanlık göstermektedir. Bu açıdan Braudel’in medeniyet tanımlaması hem daha<br />
geniş hem de reel karşılığı olan bir tanımlama biçimidir. Üzerinde durmamız gereken<br />
diğer düşünür ise yukarıda adı geçen Huntington’dur. Huntington, medeniyetin<br />
kökeni dini yerleştirdiği için din kaynaklı çatışmaların, medeniyet çatışmaları olarak<br />
yorumlanabileceği üzerinde durmuştur. Medeniyet ve Batılı olmayı farklı ele alan<br />
Huntington, medeniyetleri en geniş anlamda kimlik tanımlaması olarak kabul etmiştir<br />
(Huntington, 2015). Böylece medeniyet açısından kimse Avrupalı olamayacak ve her<br />
medeniyet kendi çevresi ve sınırları içinde kalacaktır.<br />
Huntington bu analizleri yaparken iki önemli olguyu es geçmiştir. Bunlar ekonomi ve<br />
akrabalık ilişkileridir. Kapitalist sistem, medeniyetleri herhangi bir açıdan ele almaz<br />
ve onun kapitalizmin işlevselliğini sağlayıp sağlamadığına bakar. Sınır ülkeleri olan<br />
diğer devletler için ise bir de akrabalık ilişkileri söz konusudur. Kan bağına dayanan<br />
bu ilişkilerin, medeniyet çatışmasında yeri yoktur ve herhangi bir teorik düzleme de<br />
oturtulamaz. Bu açıdan medeniyetler tek bir kavramsallaştırma ile tanımlanamaz ve<br />
çatışmanın temeline dini öğeleri bırakmak, belli durumlarda bir ittifakın kapısını bile<br />
aralayabilir. (Altıntaş, 2008: 8; Şahin, 2011: 74-75). Ayrıca Batı aklının sanayi üretimi<br />
ile birlikte teori üretiminden çok materyal üretimine dayalı bir yol izlemesi, Batı’nın<br />
kısa sürede medeniyet anlamında yaşayacakları krizin habercisi sayılabilir. Batı,<br />
kendini kurtarmak adına insanlığı hiçe sayarak Suriye’de yaşanan krize kapısını<br />
kapattığı günden beri medeniyet inşasındaki rolünü yitirmiştir. İşte bu yüzden<br />
ülkemizin, medeniyet inşası ile birlikte bölgesel kalkınmaya sağlayacağı katkı ancak<br />
ittifaklar ile kalıcı olabilecektir. Bu ittifakın günümüzdeki karşılığı ise ülkemizi<br />
yakından ilgilendiren özellikle 15 Temmuz hainlik girişimi sonrası olacak Türk-Kürt<br />
ittifakıdır.<br />
650
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
2. SENTEZMİLLET 2 (TEK MİLLET) VE NEO-ÇÖZÜM SÜRECİ 3<br />
Millet kavramı ile ifade edilecek olan tartışmalar artık modern tanımlamaları içinde<br />
barındırmamaktadır. Anderson’un (Anderson, 1995-52-54), Gellner’in (Gellner,<br />
2008: 94) ve Hobsbawm (1993: 29) ünlü ulus veya millet tanımlarını bir kenara<br />
bırakıp, sentezmillet yani Tek Millet olarak ifade edeceğimiz bu yeni tanımlama<br />
birçok olguyu içinde barındıracaktır. Nasıl ki Jaspers’in Avrupa ile tanımlaması<br />
“Avrupa Homer’dir, Aeschylus’tur, Sofokles’tir, Eurupides’tir; Fidias, Eflatun, Aristo<br />
ve Plotinus’tur; Virgil’dir, Horace’dır; Dante, Shakespeare, Goethe’dir; Cervantes,<br />
Racine ve Molier’dir; Leonardo, Raphael, Michelangeo, Rembrand, Velasques’dir;<br />
Bach’tır, Mozart’tır, Beethoven’dır; Aziz Augustine, Anselm, Thomas, Nicolas<br />
Cusanus, Spinoza, Pascal, Kant, Hegel’dir; Cicero’dur; Erasmus, Voltaire’dir. Avrupa<br />
kubbelerdedir, saraylardadır, harabelerdedir; Kudüs’tür, Atina’dır, Roma, Paris,<br />
Oxford, Cenevre, Weimar’dır. Avrupa, Atina demokrasisidir; cumhuriyetçi roma’dır;<br />
İsviçrelidir, Hollandalıdır; Anglosakson’dur. Kalbimize sıcak gelen her şeyi sayacak<br />
olsak, bunun sonu gelmez” (Kalın, 2016: 29). Jaspers’in bu ifade biçimi ile<br />
vurgulamak istediği, Avrupa kavramının olabildiğince geniş ve her kavramı<br />
barındırabilecek güçte olmasıdır. Kavramların yeniden tanımlanması bu bağlamda<br />
oldukça önemlidir. İşte bu yüzden millet kavramının yeniden inşasını modern<br />
dönemin ifade biçimleriyle doldurmak bir fayda vermeyecektir. Sentezmillet’in, tek<br />
bir noktaya yaptığı vurgu bu bağlamda Türkiyeliliktir. Kapitalizm, sermaye,<br />
sanayileşme gibi vurguları da içinde barındıran modern dönem millet kavramı,<br />
kendisini en çok Latince ve kapitalizmin gelişmesinde bulmuştur (Anderson, 1995).<br />
Ortak vatan, geçmiş, dil birlikteliği gibi olguları da içinde barındıran millet<br />
kavramının, modern dönemde sadece “ırk” kökenine indirilmesi de bu açıdan sorun<br />
teşkil etmektedir. Bunun yerine İbn-i Haldun’un “asabiyet” kavramının kullanılması<br />
ve sonraki söyleyeceklerimize daha uygun bir çerçeve çizmesi daha uygun<br />
görünmektedir. Çünkü asabiyet, modern dönemin kurucu unsurlarından ziyade<br />
akrabalık unsurunu ön plana çıkarır; sosyal sistemdeki merkeziliğini ve siyasal<br />
örgütlenmelerdeki hayati rolün daha iyi anlaşılmasını sağlar (Kayapınar, 2006: 86-<br />
88). Bu yüzden tek millet vurgusu, Türkiye’nin sınır komşuları ve onlarla olan<br />
akrabalık ilişkilerine bakıldığında asabiyet’in oluşturduğu sentezmillet ile daha net<br />
anlaşılacaktır. Bu bağlamda Kürtlerin, Arapların yada diğer etnik kesimlerin, sınır<br />
sosyolojisi içerisinde birbirleriyle kurdukları asabiyet ilişkisi gün yüzüne çıkacaktır.<br />
Lakin Kürtlerin, özellikle bölge coğrafyasının dört önemli ülkesinde yerleşik ve etkin<br />
olduğu göz önüne alındığında ve Türkiye’nin bu süreçte daha dikkatli davranması<br />
gerektiğinin farkına varıldığında, bahsettiğimiz Türk-Kürt ittifakının asabiyet<br />
bağlamında önemi daha açık ortaya koyulabilecektir.<br />
2<br />
Bu kavram Ali Kemal Özcan tarafından, Ortak Vatan’ın Sentezmillet’i İçin Öcalan’a Mektuplar adlı<br />
çalışmasından esinlenilerek ifade edilmiştir.<br />
3<br />
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir konuşmasında, Bu işe illa biri isim aranıyorsa, bunun ismi<br />
'Milli Birlik ve Kardeşlik Süreci'dir, cümlesini sarf etmiştir. Çözüm sürecinin adı artık 'Milli Birlik ve<br />
Kardeşlik Süreci'dir. Bkz: http://www.msn.com/tr-tr/haber/turkiye/%C3%A7%C3 %B6z %C3%BCms%C3%BCrecinin-yeni-ad%C4%B1n%C4%B1-koydu/ar-BB<br />
mOI6e?li=AAatXwc&ocid=mailsignoutmd, erişim: 04.11.2015.<br />
651
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Türk-Kürt ittifakının gerçekleşmesi şimdilere değil geçmiş tarihlere dayanmaktadır.<br />
İlk ittifakın Malazgirt zafer ile başladığı kabul edersek, bu ittifakın yaklaşık bin yıllık<br />
bir tarihi olduğunu vurgulayabiliriz (Afyoncu, 2011). Bu zafer, Türklere Anadolu’nun<br />
kapılarını açmış ve böylece Anadolu hem İslam’la tanışmış hem de Türkleşmiştir.<br />
İkinci ittifak ise Çaldıran savaşında Yavuz Sultan Selim ile birlikte Şah’a karşı<br />
savaşan Kürtlerle yapılan ittifaktır (Ciwan, 2014). Bu ittifak sayesinde Yavuz Selim,<br />
Mekke’ye kadar gidebilmiş ve Osmanlı Devleti’ne, Halifeliği getirmiştir. Böylece<br />
Osmanlı devleti, İslam dünyasının yıldızı haline gelmiştir. Üçüncü ittifak ise Kurtuluş<br />
Savaşı sırasında Kürtler ile yapılan ittifaktır (Özdemir, 2011). Bu savaş sonucunda şu<br />
an üzerinde yaşadığımız topraklarımızı güvence altına almış ve böylece Kürtler ile<br />
yapılan ittifakla bir arada kalmayı başarabilmişsizdir. Şu an ise dördüncü ittifakın<br />
eşiğinde bulunmaktayız, bu eşik ise yeniden tanımlanan ve içeriği değiştirilen bir neoçözüm<br />
süreci olarak adlandırılmaktadır. Bu sürecin başarıya ulaşması demek,<br />
Türkiye’nin büyük bir güç olarak sadece Ortadoğu’da değil bütün dünyada önemli bir<br />
konuma gelmesi demektir. PKK’nın saldırıları sebebiyle bozulan ama buzdolabına<br />
atılan çözüm süreci bir an evvel hayata yeniden geçirilmelidir. Hayata geçirilen<br />
çözüm süreciyle birlikte sentezmillet (Tek Millet) kavramına daha da yaklaşmış<br />
olacağız, çünkü sentez millet demek Türk-Kürt ittifakının önemli bir sonucudur ve<br />
hiç kimse 1983 Anayasası’nın dayattığı kimlik ile yaşamak zorunda kalmayacaktır.<br />
Sosyo-politik ve sosyo-kültürel açıdan akrabalık ve dostluk ilişkilerimiz olan ülkeler<br />
ve bu ülkelerde yaşayan Kürt vatandaşlar ile sentez bir millet olacağız ama bu sentez<br />
millet kavramı Tek Millet başlığı altında ifade edilecek düzeye gelecektir. Çünkü Tek<br />
Millet, bir milletin üstünlüğünden ziyade ortak kültürün ve yaşam biçiminin yeniden<br />
inşası üzerine tanımlanmaktadır. Bu tanımlanma biçimi aynı zamanda İslami öğeleri<br />
de içinde barındırmakta ve böylece, ulus-devlet zihniyetinden farklı bir çağrışımı<br />
ifade etmektedir 4 .<br />
Kalkınmanın barış ve huzur ile birlikte geleceğini iddia eden bu çalışmanın temel<br />
amaçlarından biri olan şiddeti bitirme çabasının özellikle terör odaklı faaliyetlerin<br />
sona ermesi için nelerin yapılması gerektiğidir. Terörün olduğu yerlerde bölgesel<br />
kalkınmanın oldukça fazla zaman aldığı ve geçen bu süre için atılacak bir çok adımın<br />
atılamadığı ortadadır. Birçok çalışma, şiddetin/terörün olduğu yerde ekonomik<br />
anlamda adımların atılmasının zor olduğunu ya da daralma ve genişlemenin çeşitli<br />
sebepleri olduğunu belirtmiştir (Larobina-Pate, 2009: 153). Bazı düşünürler bu<br />
adımların atılamamasının şiddetle ilişkisini politik ve psikolojik sebeplere bağlamış<br />
(Cragin-Chlak, 2003: 2-3), bazıları ise (Enders ve Sandler,) terör olaylarının azalması<br />
ile ekonomik gelişimin artacağını belirtmiştir (Enders-Sandler, 2008: 18; Gries ve<br />
diğ., 2009). Bütün bunlara rağmen PKK’nın benimsenmesindeki tutumların halkın<br />
tümünü temsil etmediği bilinmelidir. Evet, PKK artık eskiden durduğunu savunduğu<br />
yerde durmamaktadır. PKK’ya karşı olan araftaki destek de nefret de artık nettir.<br />
PKK’ya sempati duyanlar artık PKK’yı tamamen özümsemiştir, araftaki nefret<br />
takipçileri ise tamamen nefret etmektedirler. PKK’nın, sürece katılma ihtimalinin<br />
olduğunu düşünen ve PKK’nın da süreçte rolü olduğuna inananlar gitgide<br />
azalmaktadır, çözüm artık siyasete entegre edilmeye çalışılmaktadır. Sözün sadece<br />
4<br />
Ulus-devlet dönemi milliyetçilik yaklaşımı için bkz: Alakel, 2011: 2-4; Kocaoğlu, 1998:<br />
352.<br />
652
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
silah bırakmaya getirildiği zaman diliminde PKK’nın silah bırakmayacağı artık<br />
kesindir. Sürecin arafta olduğunu ve neo-çözüm sürecini yukarıda ifade ettiğimiz için<br />
burada değinmek yeniden tekrar olacaktır, bu açıdan çözüm sürecinin nasıl yeniden<br />
canlandırabileceğine ilişkin güncel önerilimiz ise şunlardır;<br />
–Öncelikle neo-çözüm sürecinin net ve şeffaf bir tanımı yeniden yapılmalıdır ve bu<br />
tanım şu olguları içermelidir; Çözüm sürecinin tanımlanmasıyla birlikte sürecin<br />
taraflarını yeniden belirlemeli; Muhatapların belirlenmesiyle birlikte sonrasında<br />
atılacak adım, takvimin belirlenmeli; Muhataplık bağlamında devam edecek süreç,<br />
AK Parti ile sağlanmalı; Muhatapları belirlenen bir sürecin tabi ki temsilcilerini de<br />
bölge halkı yakınında görmek istemeyecektir. Bu temsilcilerin en güçlüsü olarak<br />
kabul edilen devlet görevlileri, sık sık bölgeyi ziyaret etmeyi ihmal etmemeli; Güven<br />
ortamıyla birlikte gelen yatırımlar ise bölge için oldukça önemli konumlara ulaşmalı;<br />
Bu adımlar, muhakkak devletin samimi ve sahip çıkan yönünü temin edecektir lakin<br />
önemli bir işlev daha mevcuttur k, o da devlet erkânının söylemlerindeki kullandıkları<br />
üslup ve dile daha dikkat etmeleri; Bütün bunların sonucunda ise geriye yapılacak tek<br />
bir eylem kalmaktadır; Anayasal güvence. Geriye PKK ile yapılacak anlaşma veya<br />
başka etkileşimler kalacaktır. Bu süreçte devlet, PKK için çeşitli tedbirler tabi ki<br />
alacaktır lakin hiçbir zaman bu tercihler, Kürtlere yansıyacak olasılıkları için<br />
barındırmamalıdır. PKK, ayrı bir olgudur, Kürtler ayrı bir olgudur. Eskiden beri<br />
aralarında bağ bulunsa da, artık Kürtler PKK’nın nasıl bir yapı olduğunu<br />
anlamlandırmakta güçlük çekmektedirler. Evli olan ve çocukları için gelecek isteyen<br />
Kürt ailelerin tek arzusu, plan kurabilecek umut dolu bir gelecektir. Bu geleceği kim<br />
ortadan kaldırırsa, Kürt ailelerin nefretini üstüne çekecektir. PKK’nın, süreç yeniden<br />
devam ettikten sonra bunu göze alması mümkün görünmemektedir, çünkü halk<br />
çatışma ortamından artık bezmiştir. Devlet ise sabırla, Kürtlere yönelik atılacak<br />
adımları refah ve huzur ölçüsünde devam ettirdikçe, PKK’nın süreç sonunda<br />
başarısızlığına şahit olacaktır. Tabi ki her ne olursa olsun PKK, mutlak anlamda<br />
varlığını koruyacaktır lakin halk, devletinin yanında olduğunu hissettiği sürece<br />
tavrından taviz vermeyecektir.<br />
Tabi ki bütün bu süreçler içerisinde Ayn El-Arap/Kobanê’ni ve Kuzey Irak’ın da<br />
önemli bir yeri vardır, çünkü Türkiye’deki Kürtler için Kobané/Ayn El-Arap bir diriliş<br />
destanı olarak tanımlanmıştır. Aynı zamanda Mesut Barzani’de, bu tarihsel süreç<br />
içerisinde geçmişi itibariyle kabul görmüş önemli bir Kürt liderdir. Kobané/Ayn El-<br />
Arap’ta Kürtler, kendilerini dünyaya tanıtma şansını elde etmişlerdir ve Gılgamış ya<br />
da Yaratılış destanları neyse Kobané/Ayn El-Arap da aynı görevi görmektedir. Bu<br />
süreç bir tarih inşa sürecidir, tarih inşa sürecinde oluşturulan ve kabul edilen bir tarih<br />
anlayışı söz konusudur. Bu oluş süreci Türkiye’deki Kürtler içinde efsane olarak ifade<br />
edilmiş ve dolayısıyla Kürtler, kendilerini bu sürecin önemli bir parçası olarak kabul<br />
etmişlerdir. Bu perspektiften bakılınca Kürtlerin Kobané/Ayn El-Arap özlemi ve<br />
bütünleşme arzusu, çözüm sürecinin önemli bir parçası olarak karşımıza mutlak<br />
suretle çıkacaktır. Kuzey Irak ise yine neo sürecin önemli bir parçası olarak<br />
karşımızda durmaktadır. Barzani’nin devam ettirdiği gelenek Türkiye Kürtleri ile<br />
benzerlik göstermekte ve bazı noktalarda ortak tarihe kadar gidebilmektedir. Osmanlı<br />
devletinin önemli bir toprak parçası olan Musul ve Kerkük’ü kendi sınırları içerisinde<br />
barındıran Kuzey Irak ve Suriye’nin kuzeyi ile birlikte, dünya ekonomisine ve kültürel<br />
653
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
hayatına bağlanmak için Türkiye’den başka bir şanslarının olmadığının da<br />
farkındadırlar. İşte bu dinamik, Türkiye’nin bölgesel kalkınması açısından büyük bir<br />
önem arz etmektedir. Sınır ticaretinin ileri safhalara çıkarılması ve her iki yerin<br />
inşaattan gıdaya kadar mevcut ihtiyaçlarının Türkiye tarafından karşılanması,<br />
Türkiye’yi hem Ortadoğu’da hem bölgesel anlamda büyük bir güç haline getirecektir.<br />
Çünkü geçmiş yıllarda sınır ticareti ile 1054 kişi ailesini geçindirirken, bugün oran<br />
150 kişiye kadar inmiştir (Karabağ, 2015: 80).<br />
Tablo 1: TÜİK Dış Ticaret Verileri<br />
Yıllar IRAK İRAN 5 (Bin SURİYE<br />
(Bin dolar) dolar) (Bin dolar)<br />
2001 - 360 536 281 141<br />
2002 - 333 962 266 772<br />
2003 533 786 829 058 410 755<br />
2004<br />
813 0311 820 802 394 783<br />
2005 2 750 080 912 940 551 627<br />
2006 2 589 352 1 066 902 609 417<br />
2007 2 844 767 1 441 190 797 766<br />
2008 3 916 685 2 029 760 1 115 013<br />
2009 5 123 406 2 024 546 1 421 637<br />
2010 6 036 362 2 597 800 642 365<br />
2011 8 310 130 3 589 635 1 609 861<br />
2012 10 822 144 9 921 602 497 960<br />
2013 11 948 905 4 192 511 1 024 473<br />
2014 10 887 826 3 886 190 1 800 962<br />
2015 8 549 967 3 663 760 1 522 032<br />
2016 3 564 695 3 044 177 1 844 605<br />
Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1046, erişim: 20.08.2016.<br />
Yukarıdaki tabloya bakıldığı takdirde, İran, Irak ve Suriye ile yaklaşık yirmi yıllık bir<br />
ticaret sürekliliği görmekteyiz. Bu ticaret oranlarına bakıldığı takdirde, Türkiye’nin<br />
metin boyunca vurguladığımız gibi akrabalarının olduğu ülkeler ile neden bir tavır<br />
bozukluğu yaşaması gerektiğini anlamak zor görünmektedir. Çünkü dostluk ve<br />
akrabalık ilişkisi kurduğumuz ve devam ettirdiğimiz her üç ülkede büyük bir Kürt<br />
oranı mevcuttur, Türkiye’deki Kürtler, Araplar ve diğer etnik kimlikler bu ülkelerdeki<br />
akrabalarıyla yıllarca yan yana yaşadıkları için, Türkiye’nin gelecek yıllarda buradaki<br />
aktif siyaseti daha güçlü hale gelecektir. İran’a ambargoların kalkması ile açılan Pazar<br />
payı sayesinde Türkiye yaklaşık 30 milyar dolar bir ticaret hacmi yakalamıştır, bu<br />
ticaret hacminin, siyasi ama aşılabilir sorunlar yüzünden heba edilmesine gerek<br />
yoktur. Hem Türkiye Kürtleri hem de bu ülkelerde yaşayan Kürtlerin yüzlerinin<br />
Türkiye’ye, özellikle de İstanbul’a dönük olması, ülkemize ciddi bir şans ve getiri<br />
sağlamaktadır. İşte bu yüzden Türkiye, hem kendi ülkesindeki hem de bu ülkelerdeki<br />
Kürtler ile geniş bir alanda siyaset ve kalkınma sosyolojisi geliştirebilir.<br />
5<br />
Ayrıca İran için bzk: KUDAKA, 2011: 18.<br />
654
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
3. TÜRKİYE CUMHURİYETİ BÖLGESEL KALKINMA VE DİĞER<br />
TARTIŞMALAR<br />
Bir ulus devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti, özellikle postmodern dönem ile<br />
birlikte, kimlik tanımlamalarında ciddi sıkıntılarla karşılaşmaktadır. Çünkü<br />
postmodernizm hakikat, akıl, kimlik ve nesnellikten; evrensel ilerleme ya da kurtuluş<br />
düşüncesinden, meşruiyet kaynağı açısından kuşku duyan bir düşünce tarzıdır<br />
(Eaglaton, 1999: 9). Bu açıdan bir Ortakvatan’dan (Tek Vatan) bahsetmek daha doğru<br />
olacaktır. Böyle bir yaklaşım, hem Kürtleri hem de Türkleri etkileyebilir ama birleşik<br />
bir Türkiye, her şeyden daha önemlidir. Örneğin bugün Kobané/Ayn El-Arap yada K.<br />
Irak’ın durumuna bakıldığında, Türkiye her iki toplumsal yapı için hem coğrafi hem<br />
ekonomik hem geçmiş hem de yaşanabilirlik açısından önemli bir konuma sahiptir.<br />
Harita 1: PYD ve Suriye Toprakları<br />
Kaynak: http://www.internethaber.com/kobani-son-dakika-abdden-pydve-pkk-bombasi-730899h.htm,<br />
erişim: 17.10.2015.<br />
Yukarıdaki harita, Suriye’nin kuzeyi ve Türkiye sınırını göstermektedir. Bu haritaya<br />
bakıldığı takdirde Kobané/Ayn El-Arap diye isimlendirilen bölgenin, güney ve batı<br />
tarafına doğru bir gelişme olamayacağı açıktır. Doğu’da bulunan İran ise Kürtler için<br />
tehlikedir, çünkü Kürtler ve Araplar siyaset sosyolojisi açısından hasmane tutumun<br />
içindedirler (Kaymaz, 2015). Bu kadim tutum bugün bile geçerli sayılabilir, çünkü<br />
Suriye’de yaşananlara baktığımda, Kobané/Ayn El-Arap denilen bölgede ki Kürtlerin,<br />
Esad rejimi ve aşağı coğrafyadaki Araplardan uzak durduğunu görebilmekteyiz 6 .<br />
Harita 2: Kuzey Irak ve Irak Toprakları<br />
Kaynak: http://www.uyghurnet.org/cin-kuzey-iraka-el-atiyor/, erişim:<br />
19.09.2015.<br />
6<br />
Hatta son gelişmelere bakıldığında rejim güçlerinin PYD’nin hakşm olduğu bölgeleri<br />
bombaladığı haberleri gelmektedir. bkz: http://www.yenisafak.com/dunya/rejim-ordusu-pydyivurdu-2513799,<br />
erişim: 19.08.2016.<br />
655
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Harita 2’ye bakıldığında ise Kuzey Irak’taki önemli ticari maden alanlarını<br />
görmekteyiz. Barzani yönetiminin sahip olduğu bu sermaye, batılı güçlerin oldukça<br />
dikkatini çekmektedir. Lakin yine burada Türkiye’nin önemli bir rol oynayabileceği<br />
açıktır. Kürt kontrolünde olan yerler, Iran sınırı ile komşudur ve yukarıda belirttiğimiz<br />
gibi Şii nüfusun Kürtler ile arası iyi değildir. Güney taraftaki Şii merkezli Irak<br />
yönetimi ile yıldızı pek barışık olmayan Kürtlerin, dünya ticaretine açılabileceği tek<br />
yer Türkiye’dir. Bu açıdan Türkiye, Kuzey Irak ile Osmanlı bağlarını kurarak,<br />
yeniden bir birleşme yoluna gidebilir. Çünkü bugün Irak kalkınma süreci ve<br />
örgütlenme biçimi ve gelişmişliği anlamında birbirinden önemli bir biçimde ayrılan<br />
iki bölge söz konusudur: Kuzey Irak ve Irak’ın geri kalanı. Kuzey Irak’ın dışındaki<br />
bölgede kalkınma her şeyden önce yasal ve kurumsal yapının uzun süren savaşlar/iç<br />
çatışmalar ile önemli ölçüde tahrip edilmiş olması nedeniyle sekteye uğramaktadır.<br />
İşte bu yüzden Türkiye ile Kuzey Irak arasındaki tarihsel bağlar, temel ekonomik alt<br />
yapının büyük ölçüde şekillenmesini sağlayacaktır (Öztürkler, 2015: 80).<br />
Önemli olan bu birleşmenin devam etmesi halinde Türkiye’nin ortakvatan (Tek<br />
Vatan) ve sentezmillet (Tek Millet) olarak nasıl bir isim ile devlet olmaya devam<br />
edeceğidir. Burada Türkiye’nin nasıl tanımlanacağı bu bağlamda önemlidir. Türkiye<br />
batılı bir devlet midir yoksa Türkiye geçmişine sahip çıkan Osmanlı devletinin<br />
mirasçısı mıdır sorusuna verilecek cevap yeniden tanımlamanın önemli unsurlarıdır.<br />
Görüştüğüm akil insanlar heyetinden bazı isimler, özellikle K.Irak ve bölge<br />
Kürtlerinin, yüzlerinin Türkiye’ye dönük olduğunu ama bu yüzlerin Ankara’ya değil<br />
İstanbul’a baktıklarını ifade etmişlerdi 7 . Ankara’nın İslam faktörünü rendelemek için<br />
önemli bir merkez olduğu yönündeki vurgular, bizim de yaptığımız alan çalışmasında<br />
karşımıza çıkmıştı. Ş.urfa, Hakkari, Van, Muş ve Diyarbakır’da yaptığımız<br />
görüşmeler bunu doğrular nitelikteydi. Çünkü Kürt milliyetçiliğinin Şeyh Ubeydullah<br />
ile başladığını kabul edersek (Palabıyık, 2015), din faktörünün her iki milletinden<br />
habitusunda önemli bir yere sahip olduğunu da ileri sürebiliriz. Geçmişten günümüze<br />
kadar gelen tarihsel bağlar bize Ankara’yı değil İstanbul’u göstermektedir. İstanbul,<br />
İslam dini için oldukça önemli bir başkenttir ve Osmanlı Devleti bu kenti, neredeyse<br />
bütün dünyayı yönetmek için kullanmıştır. Yani İstanbul, bütün dünya<br />
Müslümanlarının başkenti olarak tarihteki yerini yaklaşık bin yıldır almıştır. Ama<br />
Ankara, ulus devletlerin kurulmasından sonra sekülerliğin yönetim mevkisi olarak<br />
bilinmekte, Şeyh Said, Said Nursi gibi isimlere ceza veren makam olarak<br />
hatırlanmakta ve bir üst kimliğin yansıması olarak kabul edilmektedir. Bu açıdan<br />
İstanbul’u elinde bulunduran bir Türkiye, Birleşik Devletler statüsündeki yerini<br />
tarihsel bağları çerçevesinde yeniden kazanabilir.<br />
Hem sayın Cumhurbaşkanımızın hem de sayın başbakanımızın yapmış olduğu<br />
vurgular da buna çok yakındır. Sayın Cumhurbaşkanının, başkanlık sistemi ile alakalı<br />
yaptığı vurguda 8 , tek millet ve tek devlet vurgusu ön plana çıksa da, bu söylemin<br />
devlet bütünlüğü ile alakalı olduğu, yoksa bütün olan devlet içinde diğer ırkları yok<br />
sayacak bir ifade içermediği de açıktır. Tek millet vurgusunun da ülke sınırları<br />
içerisinde yaşayan ve sentez haline gelen bütün milleti kapsayacak bir söylem olduğu<br />
7<br />
Fazıl Hüsnü Erdem ile görüşme. 20.06.2014/Muş.<br />
8 http://www.sabah.com.tr/yazarlar/guzel/2013/03/05/tek-millet-tek-bayrak-tek-vatan-tekdevlet,<br />
erişim: 23.12.2015.<br />
656
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
unutulmamalıdır. İşte bu bağlamda bizim temel iddiamız, bu kadar dostluk ve<br />
akrabalık ilişkisi mevcutken, sosyo-ekonomik anlamda ciddi bir Pazar payı varken ve<br />
belki de en önemlisi medeniyet anlamında Ortadoğu şekillenirken, Türkiye’nin<br />
bölgesel anlamdaki gücü ve kalkınma süreci sekteye uğramamalıdır. Krizleri fırsata<br />
dönüştürme konusunda önemli tecrübeleri olan ülkemizin, güncel durumu yeniden<br />
insani ve ekonomik bir fırsata dönüştürmesi sahip olunan komşuluk geçmişi açısından<br />
zor bir durum değildir. Ekonominin yanında bilgi üretimi ve medeniyet düzeyindeki<br />
gelişmeler ve bu gelişmelerin diğer ülkelere yansıması, ülkemizin bölgesel kalkınma<br />
alanında vereceği en büyük sınavdır. Savaşın bir getirisinin olmadığının süreç<br />
içerisinde fark edilmesi ve bununla birlikte Kürt vatandaşların yerine batılı güçlerin<br />
güçlerin ideolojik kırıntılarından beslenen PKK’nın, bölgesel kalkınma açısından<br />
süreçten dışlanması da ancak böylelikle sağlanabilir. Oluşturulacak serbest Pazar<br />
bölgeleri ya da sınır ticaret hacminin geliştirilmesi ile birlikte, Kuzey Irak, Suriye’nin<br />
bütünlüğü ve özel olarak Kuzey Suriye ve tüm bunlarla birlikte İran ekonomik pazarı,<br />
Türkiye’nin batılı olan ama medeniyet ve hümanist anlamda geri kalmış söylemlerini<br />
ortadan kaldırabilecek güce erişecektir.<br />
5. SONUÇ<br />
Süleyman Seyfi Öğün’ün ifade ettiği gibi “bize yakın taraflarıyla dünyâ haritasını<br />
hızlıca gözden geçirelim: Batı'da paramparça edilmiş Balkanlar, ciddî manâda krize<br />
gömülmüş Güney Avrupa ; daha içeriye doğru ırkçılık ve sağcılığın tırmandığı bir<br />
Doğu,Orta ve Batı Avrupa; Kuzey'de ikiye parçalanmış Ukrayna; Doğu'da<br />
Ermenistan-Azerbeycan gerilim hattı, patlamaya hazır barut fıçısını andıran<br />
Kafkaslar, ayağının altındaki halı ikide bir çekiştirilen İran, Güney'de ise sorunlar<br />
yumağı Kıbrıs , darmadağın edilmiş Suriye ve Irak… Ötesini; yâni Afganistan ve<br />
Pakistan'ın hal-i pür melâlini zikretmeyi bile gereksiz buluyorum. Ortada ise onca<br />
bâdireye rağmen halâ ayakta duran Türkiye…” (Öğün, 2016). Öğün’ün de belirttiği<br />
gibi şu an bölge ekonomisini ayakta tutabilen tek ülke Türkiye’dir. Türkiye’nin bu<br />
süreçte alabileceği sosyal, ekonomik yada siyasi bir darbe, bütün bölgenin geleceğini<br />
önemli oranda etkileyecektir. Bölgesel kalkınma bağlamında Türkiye, bölge için<br />
lokomotif durumundadır. Hem uygarlık ve medeniyet açısından hem de ekonomi ve<br />
siyaset açısından Türkiye’nin atacağı adımlar, bütün bölge devletlerinin de kaderini<br />
belirleyecektir. Suriye ve Irak’taki siyasi ve ekonomik istikrarsızlığı yeniden<br />
toparlayabilecek tek ülke yine Türkiye’dir, çünkü Avrupa ile diyalog kurabilmenin<br />
yolu hem stratejik hem de bölgesel ilişkiler açısından Türkiye’den geçmektedir.<br />
Çevresi ateşlerle dolu olmasına rağmen ayakta durmayı becerebilen tek ülke olan<br />
Türkiye’nin, özellikle bölge ve Ortadoğu’nun siyasi, ekonomik ve kültürel bağlamda<br />
yeniden şekillenmesinde Türkiye kilit roldedir. Türkiye’siz hesap yapabilmek olası<br />
görünse de bölgenin kadim geleneği karşısında bu fırsatçı tutumlar silinip gidecektir.<br />
Bu yüzden kalkınmanın önemli bir yönü olan medeniyetler ittifakı yeniden hayata<br />
geçirilmelidir.<br />
Medeniyetler İttifakı ve bölgesel/küresel kalkınma ile alakalı söylemlerimiz bugüne<br />
gelindiği takdirde her ne kadar uç görünse dahi asabiyet ilişkisi ile birlikte Kürtlerle<br />
kurulacak dördüncü ittifak, Türkiye Cumhuriyeti’ni daha ileriye taşıyacaktır. Kadim<br />
bir geçmişi olan iki milletin, tek bir devlet içinde yer alması biz dahil herkesin istediği<br />
olgu olarak karşımızda belirmektedir. Lakin Kürtler içinde kendi hesaplarında olan<br />
657
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
bazı çevrelerin bu sürece vereceği zarar da ortadadır. İşte bu yüzden devlet, Kürtler<br />
ile alakalı hususları daha minimize etmeli ve anayasal güvence ile teminat altına<br />
almalıdır.<br />
KAYNAKÇA<br />
Aalerud, K. (2004). From Research University to Business Enterprise? The<br />
Significance of Intellectual Property Protection Strategies When Science<br />
becomes Commerce, Master of Philosophy in Higher Education, University<br />
of Oslo, September.<br />
Anderson, B. (1995). Hayali Cemaatler (İkinci baskı), (Çev. İskender Savaşır), Metis<br />
Yayınları. İstanbul.<br />
Açıkalın, O. ve Saltık, A. (2007). Kalkınmada Yeni Kavram ve Stratejiler. Sosyoloji<br />
Araştırmaları Dergisi, 10(1): 5-27.<br />
Afyoncu, E. (2011) “Malazgirt’te Kürt Faktörü”, web: https://trtr.facebook.com/notes/t%C3%BCrk/malazgirtte-k%C3%BCrtfakt%C3%B6r%C3%BC-erhan-afyoncu/10150319998773938,<br />
erişim:<br />
11.09.2011.<br />
Alakel, M. (2011) İlk dönem cumhuriyet türkiye’si ulus inşası sürecinde milliyetçilik<br />
ve sivil-etnik ikilemine dair teorik tartışmalar. Akademik Bakış, 5(9), Kış:1-<br />
30.<br />
Altıntaş, R. (2008). Diyalogta yeni konsept değişikliği: Medeniyetler ittifakı. Kelam<br />
Araştırmaları, 6(2): 1-10.<br />
Ciwan, M. (2014). “Çaldıran Savaşı ve sonrasındaki gelişmelerde<br />
Kürtlerin rolü”, I.Uluslararası Bitlis Sempozyumu’nda sunulan bildiri,<br />
Bitlis. Web: / https://muradciwan.wordpress.com/2014/12/14/caldiransavasi-ve-sonraki-gelismelerde-kurtlerin-rolu,<br />
erişim: 11.10.2015.<br />
Cragin, K. ve Chalk, P. (2003). Terorism and Development. RAND Published,<br />
Santa Monica.<br />
Çetin, M. (2007). Bölgesel Kalkınma ve Girişimci Üniversiteler. Ege Akademik Bakış<br />
Dergisi, 7(1): 217-238.<br />
DPT, (2008). “Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013)”, Bölgesel Gelişmede Temel<br />
Araçlar ve Koordinasyon Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara,<br />
(http://ekutup.dpt.gov.tr/bolgesel/öik702.pdf). Erişim: 10.08.2016.<br />
Eagleton, T. (1999). Postmodernizm Yansımaları, Ayrıntı Yay., Çev: Mehmet Küçük,<br />
İstanbul.<br />
Enders, W. ve Sandler, T. (2008). Economic consequences of terrorism in developed<br />
and developing countries: an overview. Terorism, Economics Development<br />
and Political Opennes, ed: Philip Keefer-Norman Loayza, Cambridge<br />
University Press: 17-47.<br />
Füredi, F. (2001). Tarihsel materyalizmde ideoloji ve üstyapı’da önsöz. Praksis, Sayı:<br />
1, Kış: 224-246.<br />
Gellner, E. (2008). Ulus ve Ulusçuluk (İkinci Baskı), (Çev. Büşra Ersanlı, Günay<br />
Göksu Özdoğan), Hil Yayın, İstanbul.<br />
Gries, Thomas,ve diğ., Causal Linkages Between Domestic Terrorism and Economic<br />
Growth, web: http://groups.uni-<br />
658
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
paderborn.de/fiwi/RePEc/Working%20Paper%20neutral/WP20%20-%20 2<br />
0 09-02.pdf, erişim: 21.06.2015.<br />
Hobsbawm, E. J. (1993). 1780’den Günümüze Milletler ve Milliyetçilik: Program,<br />
Mit, Gerçeklik. (Birinci basım), (Çev.Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları,<br />
İstanbul.<br />
Huntington, S. P. (2015) Medeniyetler Çatışması, çev: Cem Soydemir-Mehmet<br />
Turhan, Okuyan Us Yayınları. İstanbul.<br />
Kalın, İ. (2016). Ben, Öteki ve Ötesi, İnsan Yayınları. İstanbul.<br />
Kayapınar, A. (2006). İbn Haldûn’un asabiyet kavramı: Siyaset teorisinde yeni bir<br />
açılım. İslâm Araştırmaları Dergisi, 15: 83-114.<br />
Kaymaz, İ. Ş. (2015). Arap – Kürt Karşıtlığı Temelinde Irak’ın Parçalanmasına Giden<br />
Yol ve Türkiye, web:<br />
http://dergipark.ulakbim.gov.tr/guvenlikstrtj/article/viewFile /5000098961<br />
/5000092218, erişim: 21.10.2015.<br />
Karabağ, S. (2015). “Sınır Ticaretinin Bölgesel Kalkınmadaki Etkileri”, web:<br />
http://tucaum.ankara.edu.tr/wpcontent/uploads/sites/280/2015/08/semp4_22.pdf,<br />
erişim: 16.08.2016.<br />
Kocaoğlu, A. M. (1998). Anayasa Hukuku, Ankara.<br />
Kongar, E. (2015). “Ekonomik Büyüme ve Kültürel Kalkınma”, web:<br />
http://www.kongar.org/makaleler/mak_mi.php, erişim: 20.07.2015.<br />
KUDAKA, (2011). Tra1 Düzey 2 Bölgesi İçin İran Pazar Araştırma Raporu.<br />
Kuzey doğu Anadolu Kalkınma Ajansı Yayınları.<br />
Larobina, M., Pate, R. (2009) The İmpact Of Terrorism On Business. The Journal of<br />
Global Business Issues, 3(1): 147-155.<br />
Nakiboğlu, A. (2014). Uygarlıkların gramerine karşılaştırmalı iktisadi perspektiften<br />
bakış. Turkish Studies, 9(4), Spring: 839-857.<br />
Öğün, S. S. (2016). Objektif ve Subjektif Koşullar, Yeni Şafak, 11.08.2016.<br />
Özcan, A. K. (2012). Ortak Vatan’ın Sentezmilleti İçin Öcalan’a Mektuplar. Orion<br />
Yayınları. İstanbul.<br />
Özdemir, A. R. (2011). Kurtuluş Savaşında Etnik Unsurlar, web:<br />
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/politik-sosyal-kulturel-arastirmalarmerkezi/2011/10<br />
/ 2 4 /6342/kurtulus-savasinda-etnik-unsurlar, erişim:<br />
24.09.2015.<br />
Öztürkler, H. (2015). Kuzey Irak Kürt Bölgesinde Ekonomik Durum. Ortadoğu<br />
Analiz, 7(69): 80-81.<br />
Özon, M. N. (1979). Osmanlıca/Türkçe Sözlük, İstanbul.<br />
Palabıyık, Â. (2012). Medeniyetler çatışması mı medeniyetler ittifakı mı. Köprü, Sayı:<br />
118, Bahar,: 153-177.<br />
Palabıyık, Â. (2015). Toplumsal hareketler bağlamında PKK üzerine sosyolojik bir<br />
değerlendirme. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 8(39): 511-528.<br />
Şahin, M. (2011). “Medeniyetler İttifakı”, İdarecinin Sesi, Ocak-Şubat. Web:<br />
http://www.tid.web.tr/ortak_icerik/tid.web/143/30-<br />
%20mehmet%20%C5%9Fahin.pdf, erişim: 25.12.2015.<br />
Tekeli, İ. (2008). Türkiye’de Bölgesel Eşitsizlik ve Bölge Planlama Yazıları. Tarih<br />
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.<br />
659
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Uymuş, A. (2011). Kalkınma Planları Çerçevesinde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği<br />
Anlayışının Ekonomik, Toplumsal ve Siyasal Boyutları. T.C. Başbakanlık<br />
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Yayınları. Ankara.<br />
Yavilioğlu, C. (2002). Kalkınmanın anlambilimsel tarihi ve kavramsal kökenleri. C.Ü.<br />
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 3(1).<br />
660
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bölgesel Kalkınma Politika Aracı Olarak Teşvik<br />
Politikaları: TRC3 Bölgesi Üzerine Bir Değerlendirme<br />
Öz<br />
Efdal POLAT 1<br />
Teşvikler, uygulanan bölgelerde yatırımları arttırarak refahın yükselmesini amaçlayan<br />
ve kamu tarafından verilen maddi veya gayri maddi destek ve yardımlardır. Hem<br />
gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler tarafından bölgesel kalkınmanın sağlanması<br />
için uygulanan ve önemli politika araçlarından biri olan teşvikler, Türkiye’de de uzun<br />
yıllardan beridir bölgeler arası gelişmişlik farkının en aza indirilmesi için<br />
uygulanmaktadır. Çalışmaya konu olan TRC3 bölgesi, Türkiye’de bulunan 26 Düzey-<br />
2 bölgesi içinde sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralamasına göre en alt sıralarda yer<br />
alırken, yeni teşvik sistemine göre ise altıncı sırada bulunmaktadır. Dolayısıyla<br />
bölgesel teşvik uygulamaları ile birlikte, altıncı sırada yer alan TRC3 bölge illerine<br />
daha çok teşvik desteği sağlanmıştır. Bu kapsamda çalışmada, Türkiye’de 2012<br />
yılında uygulamaya konan teşvik politikasının incelenmesi, TRC3 bölge illerinin<br />
ekonomik yapısı hakkında bilgi verilmesi ve TRC3 bölgesine yapılan teşvik<br />
yatırımlarının bölgenin gelişmesine ne kadar faydalı olduğu/olacağı konusunda bir<br />
değerlendirme yapılması amaçlanmıştır.<br />
Anahtar Kelimeler: Bölgesel Kalkınma Politikaları, Yatırım Teşvikleri, TRC3<br />
Bölgesi<br />
Abstract<br />
Incentives Policies As A Tool For Regional<br />
Development: An Evaluation On Region TRC3<br />
Incentives, which aims to increase prosperity increasing investments in areas applied<br />
are tangible or intangible support and assistances provided by the public. Incentives<br />
applying in order to ensure regional development by developed and developing<br />
countries are one of the important policy tools, are applied for many years to minimize<br />
inter-regional disparities in Turkey. TRC3 region ,which is subject to study, it is on<br />
the sixth rank according to new incentive system while it is placed in the bottom row<br />
in 26 NUTS-2 regions according to the socio-economic development ranking.<br />
Therefore, together with the regional incentive practices, it has been provided more<br />
incentive support to the provinces of TRC3 region. In this context, it is intended in the<br />
study to examine of the incentive policies implemented in 2012 in Turkey, to give<br />
information about economic structure of provinces of TRC3 region and to make an<br />
assessment about how incentive investments applied to TRC3 Region are/will be<br />
beneficial for development of the region.<br />
Key Words: Regional Development Policies, Investment Incentives, TRC3 Region<br />
1<br />
Yrd. Doç. Dr. Siirt Üniversitesi, İİBF, Maliye Bölümü, efdalpolat@siirt.edu.tr<br />
661
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
1. GİRİŞ<br />
Bölgeler arası dengesizlik, ülkeler arasında ya da belirli bir ülkenin bazı bölgelerinde<br />
gelişmişlik farklılıkları olarak kendini göstermektedir. Böylesi bölgesel farklılıkların<br />
oluşması bölgede dengesizliklere veya istikrarsızlığa yol açmaktadır. Bu<br />
dengesizliklerin nedenleri ekonomik kaynaklı olduğu gibi, sosyal, kültürel ve coğrafi<br />
nedenler de olabilmektedir. Bölgesel dengesizliklerin olduğu bölgelerde temelde,<br />
işsizlik, yoksulluk, sağlık ve eğitim gibi alanlarda sorunlar oluşmaktadır (Mete vd.,<br />
2014: 1). Hükümetler söz konusu bu dengesizlikleri gidermek için bir takım bölgesel<br />
kalkınma politika araçları yardımıyla bu dengesizlikleri gidermeye veya azaltmaya<br />
çalışmaktadır. Örneğin, kalkınma ajansları yardımıyla bölgenin sahip olduğu<br />
potansiyeller ortaya çıkarılmaya çalışılmaktadır (Polat, 2012: 22). Keza teşvik<br />
yardımlarıyla bölgede üretimin ve istihdamın artması, yine bölgelerde organize sanayi<br />
bölgeleri kurularak bölgenin kalkınması amaçlanmaktadır. Görüldüğü üzere bölgesel<br />
kalkınma politikalarının ve politika araçlarının amacı, az gelişmiş bölgelerde<br />
yatırımın çekiciliğini arttırmak (McCann, 2001: 257), yoksul bölgelerin gelişmesini<br />
sağlamak, bölgesel eşitsizliği azaltmak veya ortadan kaldırmak (Fuente and Vives,<br />
1995: 15; Armstrong and Taylor, 2000: 206), sosyal adaleti teşvik etmek, işsizliği<br />
azaltmak, geleneksel yöntemlerle üretim yapan sektörlere teşvik sağlamak ve sosyal<br />
sermaye yardımıyla kalkınmaktır (Aydın, 2012: 13; Aydın, 2016; Hansen vd., 1990:<br />
280).<br />
Bölgesel kalkınma politika araçlarından biri de yatırım teşvikleridir. Yatırım<br />
teşviklerinin amacı yatırımların etkinliğini arttırarak, bölgesel kalkınmaya yardımcı<br />
olmaktır. Birçok nedenden dolayı teşviklerin araştırılması gerekliliği ortaya çıkmıştır.<br />
Birincisi, bu politika aracının neden ve nasıl kullanıldığının belirlenmesi<br />
gerekliliğidir. İkincisi, teşvikler kaynak dağılımını, gelir dağılımını, harcamaların<br />
verimliliğini etkilemesinin yanı sıra ekonominin esnekliğini azaltarak yapısal ve<br />
sektörel uyumu etkilediğinden dolayı araştırılması zorunluluk haline gelmiştir.<br />
Üçüncüsü, ekonomide yaşanan dalgalanmalardır. Çünkü kriz dönemlerinde krizden<br />
etkilenen sektörlere verilen teşvikler artmakta, genişleme dönemlerinde ise bu<br />
destekler azalmaktadır. Dördüncüsü, gelişmekte olan ülkelerde kalkınma ve<br />
sanayileşme stratejilerinde teşvik politikalarından oldukça faydalanılmıştır. Bu durum<br />
yüksek kaynak maliyeti doğurduğu için konunun etkinlik açısından değerlendirilmesi<br />
önem kazanmıştır (Küçüker, 2000: 133-135).<br />
Türkiye’de planlı döneme geçilmesiyle birlikte teşvik politikaları uygulanmaya<br />
başlanmış, hatta bu politikaların içeriği sürekli değiştirilmiştir. 2012 yılı teşvik<br />
politikaları bu uygulamalardan biridir ve en kapsamlı teşvik politikasıdır. Bu teşvik<br />
politikası kapsamında bölgelerin gelişmişlik düzeyine göre, 6 bölge oluşturulmuştur.<br />
SEGE (2011) raporuna göre 26 bölge arasından 24. Sırada bulunan TRC3 bölgesi 6.<br />
bölge illeri arasında yer almaktadır. Dolayısıyla bu bölgede bulunan illere diğer<br />
bölgelerdeki illere nazaran daha fazla teşvik desteği sağlanmıştır.<br />
Bu çalışmanın amacı TRC3 Bölgesinde bulunan illere verilen teşvik desteklerini<br />
değerlendirmektir. Bu kapsamda öncelikli olarak teşvik kavramı açıklanmaya<br />
çalışılmış ve teşviklerin özellikleri verilmiştir. Daha sonra ise 2012 yılı teşvik<br />
politikası açıklanmıştır. Son olarak ise TRC3 bölgesinde yer alan illerin ekonomik<br />
662
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
durumları açıklandıktan sonra TRC3 bölgesine verilen teşvik destekleri<br />
değerlendirilmiştir.<br />
2. TEŞVİK KAVRAMI<br />
Teşvik kavramı, kullanılış amacına göre farklı biçimlerde tanımlanabilmektedir.<br />
Teşvik kavramı özendirme, destekleme ve girişim (teşebbüs) terimlerinin yerine veya<br />
bu terimlerle eş anlamlı olarak kullanılmıştır (Ginevicius and Simelyte, 2011: 437).<br />
Günümüzde ise teşvik kavramı yerine, sübvansiyon, mali yardım, vergisel teşvikler,<br />
üreticiye yapılan transfer harcamaları, uygun koşullu krediler ve devlet yardımları<br />
olarak kullanılmaktadır (Duran, 2003: 6; Yavan, 2011: 29). Görüldüğü üzere teşvik<br />
kavramını karşılayan net bir terim bulunmamaktadır. Bu durum kavramın net bir<br />
tanımının olmadığını göstermektedir.<br />
En basit anlamda teşvik, yatırımların etkinliğini arttırmak üzere verilen devlet<br />
yardımları veya sübvansiyonlar olarak tanımlanmaktadır (Thomas, 2007: vii).<br />
Ekonomik yazında ise teşvik kavramı, “belirli ekonomik faaliyetlerin diğerlerine<br />
oranla daha fazla ve hızlı gelişmesini sağlamak amacıyla, kamu tarafından çeşitli<br />
yöntemlerle verilen maddi veya gayri maddi destek, yardım ve özendirmeler olarak<br />
tanımlanmaktadır” (İncekara, 1995: 9; Çiloğlu, 1997: 1; Serdengeçti, 2000: 93).<br />
Milnes ve Hiskamp (1977: 20)’a göre teşvik, yeni yatırım alanları oluşturmak<br />
amacıyla, yatırım kararı öncesi yatırımcının kar olasılığını arttıran, aynı zamanda<br />
yatırımın maliyetini düşürerek ileriye dönük net bir vergi getirisi artışı sağlamak için<br />
tasarlanan önlemler olarak tanımlanmaktadır. Schwartz ve Clement (1999: 120)’e<br />
göre ise teşvik, tam rekabetçi özel sektör tarafından daha düşük fiyatlardan sunulan<br />
mal ve hizmetlerin tüketiciler tarafından alınmasına imkân sağlayan veya üreticilerin<br />
gelirlerini yükselten devlet destekleri olarak tanımlamaktadır. OECD tarafından<br />
yapılan tanımlamaya göre ise yatırım teşviki, bir yatırımın maliyetini ya da potansiyel<br />
karını etkileyerek veya yatırımla ilgili riskleri değiştirerek yatırımın büyüklüğünü,<br />
bölgesini ve endüstrisini etkilemek için hazırlanan hükümet önlemleridir (UNCTD,<br />
1994: 290).<br />
Görüldüğü üzere teşvik kavramıyla ilgili farklı tanımlamalar yapılsa da, teşvik<br />
uygulamalarıyla esas olarak, kaynakların ülke ya da bölge ekonomisi açısından daha<br />
verimli ve faydalı olduğu kabul edilen alanlara yönlendirilmesi amaçlanmaktadır<br />
(Gülmez ve Yalman, 2010: 236).<br />
2.1. Teşviklerin Amaçları, Nedenleri ve Özellikleri<br />
Teşviklerin amaçları ülkelerin uygulayacağı ekonomi politikalarına ve gelişmişlik<br />
düzeylerine göre değişiklik gösterebilmektedir. Gelişmiş ülkelerde uygulanan<br />
teşviklerin amaçları, geri kalmış bölgeleri kalkındırmak, teknolojik gelişmeyi<br />
sürdürmek, bazı faaliyetlerde prodüktiviteyi arttırmak ve işsizliği azaltmaktır.<br />
Gelişmekte olan ülkelerde ise teşviklerin amaçları, ekonomik kalkınmayı sağlamak<br />
ve sanayileşmek, bölgesel kalkınmayı sağlamak, bazı alanlarda dünya piyasalarında<br />
rekabet gücü elde etmek ve kıt kaynakları etkin bir şekilde kullanmaktır (Duran, 1998:<br />
12-14). Her ne kadar teşviklerin uygulama konuları ekonomik konjonktüre ve piyasa<br />
aksaklıklarına göre değişse de teşviklerin uzun vadedeki temel amacı iktisadi<br />
663
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
kalkınmanın sağlanması dolayısıyla halkın refah seviyesinin yükseltilmesidir (Eser,<br />
2011: 11).<br />
Bir ülkede yatırım teşviklerinin verilme nedenleri ise aşağıdaki gibi sıralanabilir<br />
(Yavan, 2011: 31-32 ; OECD, 2001: 7 ; OECD, 2004: 86 ; Karakurt, 2010: 149):<br />
Öncelikli sektörler: Ekonomik çeşitliliği veya sanayi politikalarını teşvik etmek.<br />
Bu kapsamda bir sanayi dalının gerilemesini yavaşlatmak (Örneğin, kömür-çelik<br />
sanayinin korunması gibi) ya da doğal faktörlerden etkilenen sektörlerdeki<br />
(örneğin tarım) dalgalanmaları dengelemek.<br />
Makro ekonomi: Diğer ülkelerde bulunan yerli firmaları sübvanse ederek pazar<br />
payını genişletmek ve üreticilerin gelirlerini korumak.<br />
İhracat-İthalat: Dış piyasalara erişimi arttırmak ve ihracata dayalı kalkınmayı<br />
teşvik etmek. Bunun yanı sıra cari açığın azaltılması amacıyla, yüksek oranda<br />
ithalata konu olan malların ülke içinde üretilmesini sağlamak.<br />
İstihdam: Emek-yoğun endüstrileri destekleyerek bu alanda istihdamı arttırmak.<br />
Eğitim: Beşeri sermayenin geliştirilmesi ve bu yolla genç, kadın ve engelli<br />
insanlar için işsizliği önlemek.<br />
Bölgesel kalkınma: Evrensel hizmet ilkesi çerçevesinde, geri kalmış<br />
bölgelerdeki ekonomik faaliyetleri desteklemek veya spesifik bir bölge içinde yer<br />
alan ve özel sektör açısından karlı olmayan alanlarda özel sektörün bu hizmeti<br />
sunması karşılığında teşvik etmek.<br />
Piyasa başarısızlıklarını düzeltme: Piyasa mekanizması ile sağlanamayan belli<br />
mal ve hizmetlerin üretimini sağlamak (iletişim, ulaşım ve altyapı hizmetlerinin<br />
sağlanması gibi).<br />
İnovasyon ve Teknoloji: Ar-Ge çalışmalarını desteklemek ve teknoloji<br />
transferiyle birlikte know-how sağlamak.<br />
Çevreyi Koruma: Yeşil üretim tekniklerini desteklemek, kirliliği azaltan<br />
ekipmanları sağlayan yada atık yönetimi alanında faaliyet gösteren sanayi dallarını<br />
geliştirmek ve kaynakların korunmasını sağlamak.<br />
Teşvik kavramının daha iyi anlaşılabilmesi için temel özelliklerine değinilmesi yararlı<br />
olacaktır. Teşviklerin özellikleri aşağıdaki gibi sıralanabilir (Duran, 2003: 7 ; Ay,<br />
2005: 178);<br />
Teşvikler devlet tarafından verilmektedir.<br />
Teşviklerin asıl amacı özel kesimi desteklemektir, dolayısıyla genellikle özel<br />
kesime verilmektedir ancak kamu kesimine de teşvik yardımları yapılmaktadır.<br />
Teşvikler ayni ve nakdi olabileceği gibi, uygulamaya dönük kolaylıklar da<br />
(örneğin vergisel teşvikler) olabilmektedir.<br />
Teşvikler devletin giderlerinin artmasına yol açarken, özel kesimin gelirlerinin<br />
artmasına veya azalmasına engel olmaktadır.<br />
Teşvikler, yatırımın mahiyetini, bölgesini, sektörünü, büyüklüğünü ve<br />
zamanlamasını etkilemektedir.<br />
Teşvikler, dolaylı ve dolaysız verilebildiği gibi açık veya gizli de olabilmektedir.<br />
664
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
3. YENİ TEŞVİK SİSTEMİ<br />
Yeni Yatırım Teşvik Programı, 15 Haziran 2012 tarih ve 2012/3305 sayılı<br />
“Yatırımlarda Devlet Yardımları Hakkında Karar” ile yürürlüğe girmiş, Kararın<br />
uygulanmasına ilişin usul ve esaslar ise 2012/1 sayılı tebliğ ile belirlenmiştir<br />
(www.ekonomi.gov.tr).<br />
Yatırım teşvik siteminin amaçları aşağıdaki gibi belirtilmiştir (T.C. Ekonomi<br />
Bakanlığı, 2016: 4; T.C. Ekonomi Bakanlığı, 2013: 1):<br />
Cari açığın azaltılması amacıyla ithalat bağımlılığı yüksek olan ara malı ve<br />
ürünlerin üretiminin artırılması,<br />
Teknolojik gelişmeyi sağlayacak yüksek ve orta-yüksek teknoloji içeren<br />
yatırımların desteklenmesi,<br />
Gelişmişlik düzeyi en az olan bölgelere sağlanan yatırım desteklerinin<br />
arttırılması,<br />
Bölgesel gelişmişlik farklarının azaltılması,<br />
Destek unsurlarının etkinliğinin arttırılması,<br />
Kümelenme faaliyetlerinin desteklenmesi.<br />
Teşvik sistemi; genel, bölgesel, öncelikli, büyük ölçekli ve stratejik yatırımların<br />
teşviki uygulamalarından oluşmaktadır. Bu uygulamalar kapsamında sağlanacak<br />
destek unsurları Tablo 1’de gösterilmiştir. Buna göre destek unsurları arasında; KDV<br />
İstisnası, Gümrük Vergisi Muafiyeti, Vergi İndirimi, Sigorta Primi İşveren Hissesi<br />
Desteği, Gelir Vergisi Stopajı Desteği, Sigorta Primi İşçi Hisse Desteği, Faiz Desteği,<br />
Yatırım Yeri Tahsisi, KDV İadesi yer almaktadır. Bu desteklerin neredeyse<br />
tamamından sadece 6. Bölgede yer alan iller yararlanabilmektedir.<br />
Tablo 1. Yatırım Teşvik Sistemi ve Destek Unsurları<br />
Destek Unsurları<br />
Genel Teşvik<br />
Uygulamaları<br />
Bölgesel<br />
Teşvik<br />
Uygulamaları<br />
Öncelikli<br />
Yatırımların<br />
Teşviki<br />
Büyük<br />
Ölçekli<br />
Yatırımların<br />
Teşviki<br />
Stratejik<br />
Yatırımların<br />
Teşviki<br />
KDV İstisnası <br />
Gümrük Vergisi<br />
Muafiyeti<br />
<br />
Vergi İndirimi <br />
Sigorta Primi<br />
İşveren Hissesi<br />
<br />
Desteği<br />
Gelir Vergisi<br />
Stopajı Desteği*<br />
<br />
Sigorta Primi İşçi<br />
Hisse Desteği*<br />
<br />
Faiz Desteği ** <br />
Yatırım Yeri<br />
Tahsisi<br />
<br />
KDV İadesi*** <br />
Kaynak: www.ekonomi.gov.tr. * Yatırımın 6. bölgede gerçekleştirilmesi halinde sağlanır.<br />
** Bölgesel teşvik uygulamalarında, yatırımın 3., 4., 5. veya 6. bölgelerde gerçekleştirilmesi<br />
665
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
halinde sağlanır. *** Sabit yatırım tutarı 500 Milyon TL üzerinde olan stratejik yatırımlara<br />
sağlanır.<br />
Yatırım teşviklerinde uygulanacak destek unsurları aşağıdaki gibi açıklanabilir<br />
(www.ekonomi.gov.tr):<br />
1) Katma Değer Vergisi İstisnası: Teşvik belgesi kapsamında yurt içinden ve yurt<br />
dışından temin edilecek yatırım malı makine ve teçhizat için katma değer<br />
vergisinin ödenmemesi şeklinde uygulanmaktadır.<br />
2) Gümrük Vergisi Muafiyeti: Teşvik belgesi kapsamında yurt dışından temin<br />
edilecek yatırım malı makine ve teçhizat için gümrük vergisinin ödenmemesi<br />
biçiminde uygulanmaktadır.<br />
3) Vergi İndirimi: Gelir veya kurumlar vergisinin, yatırım için öngörülen katkı<br />
tutarına ulaşıncaya kadar, indirimli olarak uygulanmasıdır.<br />
4) Sigorta Primi İşveren Hisse Desteği: Teşvik belgesi kapsamında yatırımla<br />
sağlanan ilave istihdam için ödenmesi gereken sigorta primi işveren hissesinin<br />
asgari ücrete tekabül eden kısmının Bakanlıkça karşılanmasıdır.<br />
5) Gelir Vergisi Stopajı Desteği: Teşvik belgesi kapsamında yatırımla sağlanan<br />
ilave istihdam için belirlenen gelir vergisi stopajının terkin edilmesidir. Sadece 6.<br />
bölgede gerçekleştirilecek yatırımlar için düzenlenen teşvik belgeleri için<br />
geçerlidir.<br />
6) Sigorta Primi İşçi Hisse Desteği: Teşvik belgesi kapsamında yatırımla sağlanan<br />
ilave istihdam için ödenmesi gereken sigorta primi işçi hissesinin asgari ücrete<br />
tekabül eden kısmının Bakanlıkça karşılanmasıdır. Sadece 6. bölgede<br />
gerçekleştirilecek bölgesel, büyük ölçekli ve stratejik yatırımlar için düzenlenen<br />
teşvik belgeleri için geçerlidir.<br />
7) Faiz Desteği: Faiz Desteği, teşvik belgesi kapsamında kullanılan en az bir yıl<br />
vadeli yatırım kredileri için sağlanan bir finansman desteği olup, teşvik belgesinde<br />
kayıtlı sabit yatırım tutarının %70’ine kadar kullanılan krediye ilişkin ödenecek<br />
faizin veya kâr payının belli bir kısmının Bakanlık tarafından karşılanmasıdır.<br />
8) Yatırım Yeri Tahsisi: Teşvik Belgesi düzenlenmiş yatırımlar için Maliye<br />
Bakanlığı tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde yatırım yeri tahsis<br />
edilmesidir.<br />
9) Katma Değer Vergisi İadesi: Sabit yatırım tutarı 500 milyon Türk Lirasının<br />
üzerindeki Stratejik Yatırımlar kapsamında gerçekleştirilen bina-inşaat<br />
harcamaları için tahsil edilen KDV’nin iade edilmesidir.<br />
3.1. Yatırım Teşvik Sistemi<br />
Daha öncede değinildiği üzere yatırım teşvik sisteminin genel, bölgesel, öncelikli,<br />
büyük ölçekli ve stratejik yatırımların teşviki uygulamalarından oluştuğu ifade<br />
edilmişti. Dolayısıyla bu başlık altında bahsi geçen teşvik sistemleri incelenecektir.<br />
3.1.1. Bölgesel Teşvik Uygulamaları<br />
Bölgesel Teşvik Uygulamalarında her ilde desteklenecek sektörler, illerin<br />
potansiyelleri ve ekonomik ölçek büyüklükleri dikkate alınarak belirlenmiştir. Ayrıca<br />
bölgelere yapılan yardım yoğunlukları, bölgelerin gelişmişlik seviyelerine göre<br />
farklılaştırılmıştır. Bölgeler SEGE 2011 çalışması esas alınarak 6 bölgeye ayrılmıştır<br />
666
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
(T.C. Ekonomi Bakanlığı, 2016: 22). Bu bölgelerde bulunan iller Tablo 2’de yer<br />
almaktadır.<br />
Tablo 2. Bölgesel Teşvik Uygulamaları Kapsamında Bulunan İller<br />
BÖLGELER<br />
1.Bölge<br />
2.Bölge<br />
3.Bölge<br />
4.Bölge<br />
5.Bölge<br />
İLLER<br />
Ankara, Antalya, Bursa, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Kocaeli, Muğla<br />
Adana, Aydın, Bolu, Çanakkale, Denizli, Edirne, Isparta, Kayseri, Kırklareli,<br />
Konya, Sakarya, Tekirdağ, Yalova<br />
Balıkesir, Bilecik, Burdur, Gaziantep, Karabük, Karaman, Manisa, Mersin,<br />
Samsun, Trabzon, Uşak, Zonguldak<br />
Afyonkarahisar, Amasya, Artvin, Bartın, Çorum, Düzce, Elazığ, Erzincan, Hatay,<br />
Kastamonu, Kırıkkale, Kırşehir, Kütahya, Malatya, Nevşehir, Rize, Sivas<br />
Adıyaman, Aksaray, Bayburt, Çankırı, Erzurum, Giresun, Gümüşhane,<br />
Kahramanmaraş, Kilis, Niğde, Ordu, Osmaniye, Sinop, Tokat, Tunceli, Yozgat<br />
6. Bölge Ağrı, Ardahan, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Hakkari, Iğdır, Kars, Mardin,<br />
Muş, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak, Van<br />
Kaynak: www.ekonomi.gov.tr<br />
Tablo 2’ye göre iller 6 bölgeye ayrılmıştır. Çalışmada bahsi geçen TRC3 bölge illeri<br />
(Siirt, Şırnak, Batman, Mardin) 6. Bölge içerisinde yer almaktadır.<br />
Tablo 3. Bölgesel Teşvik Uygulamalarında Sağlanan Destek Unsurları<br />
DESTEK UNSURLARI<br />
BÖLGELER<br />
I II III IV V VI<br />
KDV İstisnası VAR VAR VAR VAR VAR VAR<br />
Gümrük Vergisi Muafiyeti VAR VAR VAR VAR VAR VAR<br />
Vergi İndirimi<br />
Sigorta<br />
İşveren<br />
Desteği<br />
Primi<br />
Hissesi<br />
Yatırıma<br />
Katkı<br />
Oranı(%)<br />
Destek<br />
Süresi<br />
OSB<br />
Dışı<br />
OSB<br />
İçi<br />
OSB<br />
Dışı<br />
OSB<br />
İçi<br />
15 20 25 30 40 50<br />
20 25 30 40 50 55<br />
2 yıl 3 yıl 5 yıl 6 yıl 7 yıl 10 yıl<br />
3 yıl 5 yıl 6 yıl 7 yıl 10 yıl 12 yıl<br />
Yatırım Yeri Tahsisi VAR VAR VAR VAR VAR VAR<br />
Faiz Desteği İç Kredi YOK YOK 3 Puan 4 Puan 5 Puan 7 Puan<br />
Döviz / Dövize<br />
Endeksli Kredi<br />
1 Puan 1 Puan 2 Puan 2 Puan<br />
Sigorta Primi Desteği YOK YOK YOK YOK YOK 10 yıl<br />
Gelir Vergisi Stopajı Desteği YOK YOK YOK YOK YOK 10 yıl<br />
Kaynak: (T.C. Ekonomi Bakanlığı, 2016: 26)<br />
667
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bölgesel teşvik uygulamaları kapsamında verilen destekler Tablo 3.’de gösterilmiştir.<br />
Tablo incelendiğinde, en fazla desteğin 6. bölgeye verildiği görülmektedir. Örneğin<br />
sigorta prim desteği ve gelir vergisi stopajı desteği diğer 5 bölgede yok iken 6. bölgede<br />
mevcuttur.<br />
3.1.2. Büyük Ölçekli Yatırımların Teşviki<br />
Büyük ölçekli yatırım teşvikiyle teknoloji ve Ar-Ge kapasitesini arttıracak, uluslar<br />
arası arenada rekabet üstünlüğü sağlayacak yatırımların desteklenmesi<br />
hedeflenmektedir (T.C. Ekonomi Bakanlığı, 2016: 40). Bu teşvik sisteminde en fazla<br />
destekler 6. bölge illerine sağlanmaktadır. Örneğin, sigorta primi desteği ve gelir<br />
vergisi stopaj desteği 6 bölge içerisinden sadece 6. Bölgedeki illere sağlanmaktadır<br />
(www.ekonomi.gov.tr).<br />
3.1.3. Öncelikli Yatırımlara Yönelik Teşvik Uygulamaları<br />
“Öncelikli Yatırımlar”, yatırım yerine bakılmaksızın “Bölgesel Teşvik Uygulamaları”<br />
kapsamında Beşinci Bölge’ye sağlanan bölgesel desteklerden yararlanabilmektedir.<br />
Öncelikli Yatırımlar, altıncı bölgede gerçekleştirilir ise bu bölgede geçerli olan<br />
desteklerden yararlandırılır. Öncelikli yatırımlar, birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve<br />
beşinci bölgelerde teşvik araçlarından aynı süre ve oranlarda yaralanmaktadır. Beşinci<br />
bölgede organize sanayi bölgesinde yapılan öncelikli yatırımlar ile altıncı bölgede<br />
yapılan yatırımlar için daha avantajlı destekler sağlanmaktadır. Öncelikli Yatırımlara<br />
Yönelik Teşvik Uygulaması kapsamında sağlanan desteklere bakıldığında, en fazla<br />
faiz desteği 900 bin TL ile 6. Bölge illerine sağlanmaktadır. (www.ekonomi.gov.tr).<br />
3.1.4. Stratejik Yatırımların Teşviki<br />
İthalat bağımlılığı yüksek olan ara malı veya ürünlerin üretimine yönelik yapılacak<br />
yatırımlar stratejik yatırımların teşviki uygulamaları kapsamında desteklenmektedir.<br />
Bu kapsamda desteklenecek olan yatırımların aşağıdaki şartların tamamını<br />
sağlamaları gerekmektedir (www.ekonomi.gov.tr) :<br />
Asgari sabit yatırım tutarının 50 milyon TL olması,<br />
Yatırım konusu ürünle ilgili yurtiçi toplam üretim kapasitesinin ithalattan az<br />
olması,<br />
Yatırımla sağlanacak asgari katma değerin % 40 olması (rafineri ve petro-kimya<br />
yatırımlarında bu şart aranmayacaktır),<br />
Üretilecek ürünle ilgili toplam ithalat değeri son 1 yıl itibariyle en az 50 milyon<br />
$ olması (yurt içi üretimi olmayan mallarda bu şart aranmamaktadır).<br />
4. TRC3 BÖLGE İLLERİNİN EKONOMİK YAPISI<br />
Türkiye yüzölçümünün % 3,39’u ve nüfusun % 2,71’ini oluşturan TRC3 bölgesi Siirt,<br />
Şırnak, Batman ve Mardin illerinden oluşmaktadır. Bölge, bölgeler arası ve bölge içi<br />
gelişmişlik farkları yönünden 26 Düzey-2 bölgesi içerisinde son sıralarda yer<br />
almaktadır. Bölgede bulunan iller stratejik konum açısından Ortadoğu pazarına yakın<br />
konumdadır, ancak “Arap Baharı”ndan sonra bu avantajlı konum, bölge için<br />
dezavantaj oluşturmuştur. Kendine has doğa, mimari ve yapıya sahip olan bölgede<br />
İnanç ve kültür turizmi, aynı zamanda sahip olunan yer altı kaynakları ve farklı<br />
668
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
tarımsal ürünler bölgenin kalkınmasına katkı sunacaktır (www.dika.org.tr). Bölgeye<br />
ilişkin sosyo-ekonomik göstergeler diğer bölgelerle karşılaştırmalı olarak Tablo 4’de<br />
gösterilmiştir.<br />
Tablo 4. TRC3 Bölgesi İle İlgili Çeşitli Göstergeler<br />
TRC3 Bölge İlleri<br />
Göstergeler<br />
(Batman, Mardin, Siirt,<br />
Şırnak)<br />
669<br />
Türkiye<br />
Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik<br />
Sırası (2011)<br />
24 -<br />
Nüfusun Payı (2014) (Yüzde) 2,8 100<br />
2013-2014 Yıllık Nüfus Artış<br />
Hızı (Yüzde)<br />
1,7 1,3<br />
2007-2014 Yıllık Ortalama<br />
Nüfus Artış Hızı<br />
1,6 1,4<br />
Şehirleşme Oranı (2014)<br />
(Yüzde)<br />
80,2 91,8<br />
Bölgelerin GSKD'ye Katkısı<br />
(2011) (Yüzde)<br />
1,38 100<br />
Kişi Başına GSKD (2011)<br />
Endeks TR=100<br />
51 100<br />
İşsizlik Oranı (2014) (Yüzde) 24,0 9,9<br />
Kaynak: (T.C. Ekonomi Bakanlığı, 2015: 305)<br />
Tablo 4. incelendiğinde Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Endeksine göre TRC3 bölgesi<br />
26 bölge içerisinde 24. sırada bulunmaktadır. İşsizlik oranı diğer bölgelerle<br />
karşılaştırıldığında ise yine % 24’lük oranla bölge en üst sırada yer almaktadır.<br />
Bölgede üretim yapılmadığı için, bölgenin gayri safi katma değere katkısı ise % 1,38<br />
olarak saptanmıştır. Bu alanda en fazla katkıyı % 27,16 ile TR10 (İstanbul) bölgesi<br />
sağlamaktadır. TRC3 bölgesinin Türkiye’deki nüfus içerisindeki payı % 2,8 iken yine<br />
bu bölgenin 2007-2014 yılları arasındaki ortalama nüfus artış hızı % 1,6 ile<br />
Türkiye’nin bu dönemler arasındaki nüfus artış hızının üzerinde (% 1,4)<br />
seyretmektedir. Zaten bölgenin nüfus yapısına bakıldığında genç nüfusun büyük<br />
çoğunlukta olduğunu ve bu durumun da işsizlik sorunu doğurduğu ifade edilebilir.<br />
Bölgenin şehirleşme oranına bakıldığında, bu oranın da % 80,2 seviyesinde olduğu<br />
görülmektedir. Bu durum bölgedeki halkın büyük çoğunluğunun şehirlerde ikamet<br />
ettiğini göstermektedir.<br />
TRC3 bölgesinin kişi başı gayri safi katma değer hesaplamasına bakıldığında, 2011<br />
yılı için Kişi başına GSKD 7.862 TL olarak hesaplanmıştır. TRC3 bölgesi için toplam<br />
GSKD içinde tarım sektörünün payı % 17,3, sanayi sektörünün payı %28,8 ve<br />
hizmetler sektörünün payı % 53,9 olarak hesaplanmıştır (TÜİK, 2014: 47).<br />
5. TRC3 BÖLGE İLLERİNE VERİLEN TEŞVİKLER VE<br />
TEŞVİKLERİN SEKTÖREL DAĞILIMI<br />
TRC3 bölge illeri bölgesel teşvik uygulaması kapsamında 6. bölge illeri arasında yer<br />
almaktadır. Yani bölge illeri diğer gurupta yer alan illere nazaran bu tedbirlerin<br />
tamamından faydalanabilmektedir. Aşağıda tablo 5’de 2001-2016 yılları arasında<br />
TRC3 bölgesine verilen teşviklerin adedi, yatırım tutarı ve sağladığı istihdam<br />
gösterilmiştir.
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 5. TRC3 Bölge İllerine 2001-2016 Yılları Arasında Verilen Teşvikler (Belge<br />
Adedi, Sabit Yatırım (Milyon TL), İstihdam)<br />
Bölgeler<br />
Batman<br />
Mardin<br />
Siirt<br />
Şırnak<br />
2001-<br />
2005<br />
2006-<br />
2010<br />
2011 2012 2013 2014 2015 2016<br />
Belge<br />
Adedi<br />
28 53 24 36 97 62 79 33<br />
Sabit<br />
Yatırım<br />
(Milyon<br />
104 264 52 92 276 182 240 76<br />
TL)<br />
İstihdam 901 1424 486 3107 8155 4327 5451 2167<br />
Belge<br />
Adedi<br />
62 134 35 44 69 51 58 16<br />
Sabit<br />
Yatırım<br />
(Milyon<br />
155 245 159 1142 1590 1413 263 41<br />
TL)<br />
İstihdam 951 3009 829 2950 3333 3406 2704 1151<br />
Belge<br />
Adedi<br />
21 27 10 6 27 10 11 8<br />
Sabit<br />
Yatırım<br />
(Milyon<br />
65 613 199 120 151 875 34 50<br />
TL)<br />
İstihdam 1254 572 246 706 2088 197 469 193<br />
Belge<br />
Adedi<br />
37 25 11 11 16 19 17 0<br />
Sabit<br />
Yatırım<br />
(Milyon<br />
147 87 38 30 623 83 59 0<br />
TL)<br />
İstihdam 665 366 145 272 808 610 460 0<br />
Kaynak: Teşvik Uygulama ve Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü, www.ekonomi.gov.tr.<br />
(Erişim Tarihi: 16.07.2016). *2016 yılı verileri 30.04.2016 tarihine kadar olan verileri<br />
kapsamaktadır<br />
Tablo 5 incelendiğinde TRC3 bölgesinde bulunan Siirt, Şırnak, Batman ve Mardin<br />
illerine 2001-2016 yılları arasında verilen teşvik adedi, teşvikin tutarı ve yarattığı<br />
istihdam adedi görülmektedir. 2001 yılında en fazla belge adedi (11 adet) Batman<br />
iline aittir. Ancak verilen teşvikle yapılan sabit yatırımlar, Siirt ilinde en fazla<br />
istihdam (242 kişi) sağlamıştır. 2001-2010 yılları arasına bakıldığında 4 ilde de belge<br />
adedinde, sabit yatırım miktarında ve istihdam sayısında inişler çıkışlar olmuştur.<br />
2010 yılından sonra her üç değişkende artış gözlenmektedir. Özellikle 2013 yılında 4<br />
ilde de 3 değişkende önemli artışlar yaşanmıştır. 2013 yılında Siirt ilinde belge adedi<br />
27, istihdam edilen kişi sayısı 2088, Şırnak’ta belge adedi 16, istihdam edilen kişi<br />
sayısı 808, Mardin’de belge adedi 69, istihdam edilen kişi sayısı 3333 ve Batman’da<br />
belge adedi 97, istihdam edilen kişi sayısı 8115 kişi olarak gerçekleşmiştir. 2013<br />
yılında bölgede yatırımların artması ve teşviklerin bu denli kullanılması aslında o<br />
yıllarda başlayan “çözüm süreci”ne bağlanabilir. Çünkü çözüm sürecine girilmesiyle<br />
terör olayları azalmıştır. Dolayısıyla güvenli liman arayan yatırımcı, bu dönemde<br />
bölgede yatırımlarını arttırmıştır.<br />
670
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 6. Şırnak İline Sektörel Bazda Verilen Yatırım Teşvikleri<br />
Sektörler<br />
Enerji<br />
Hizmetler<br />
İmalat<br />
Madencilik<br />
Tarım<br />
2001-<br />
2005<br />
2006-<br />
2010<br />
2011 2012 2013 2014 2015 2016<br />
Belge<br />
Adedi<br />
3 1 0 0 1 0 1 0<br />
Sabit<br />
Yatırım<br />
(Milyon<br />
109 18 0 0 593 0 2 0<br />
TL)<br />
İstihdam 240 20 0 0 400 0 3 0<br />
Belge<br />
Adedi<br />
30 10 5 4 5 8 7 0<br />
Sabit<br />
Yatırım<br />
(Milyon<br />
36 38 14 12 12 61 31 0<br />
TL)<br />
İstihdam 285 111 20 106 72 273 37 0<br />
Belge<br />
Adedi<br />
2 10 3 5 9 11 7 0<br />
Sabit<br />
Yatırım<br />
(Milyon<br />
1 22 20 12 13 22 19 0<br />
TL)<br />
İstihdam 45 181 72 129 321 337 385 0<br />
Belge<br />
Adedi<br />
2 3 1 2 1 0 1 0<br />
Sabit<br />
Yatırım<br />
(Milyon<br />
0 8 3 5 5 0 4 0<br />
TL)<br />
İstihdam 95 41 28 37 15 0 20 0<br />
Belge<br />
Adedi<br />
0 1 2 0 0 0 1 0<br />
Sabit<br />
Yatırım<br />
(Milyon<br />
0 1 1 0 0 0 3 0<br />
TL)<br />
İstihdam 0 13 25 0 0 0 15 0<br />
Kaynak: Teşvik Uygulama ve Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü, www.ekonomi.gov.tr.<br />
(Erişim Tarihi: 16.07.2016). *2016 yılı verileri 30.04.2016 tarihine kadar olan verileri<br />
kapsamaktadır.<br />
Tablo 6’da Şırnak iline sektörler itibariyle verilen yatırım teşvikleri görülmektedir.<br />
2001-2016 yılları arası incelendiğinde yatırım teşvikleri imalat ve hizmetler<br />
sektöründe yoğunlaşmaktadır. Tarım ve enerji sektörleri ise teşvik bazında en az<br />
yararlanılan sektörlerdir. 2016 yılının ilk çeyreğinde ise yatırım teşviklerinden<br />
faydalanılmadığı görülmektedir.2006-2010 yılları arası ile 2015 yılında ise bütün<br />
sektörler yatırım teşvikinden faydalanmıştır.<br />
671
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 7. Siirt İline Sektörel Bazda Verilen Yatırım Teşvikleri<br />
Sektörler<br />
Enerji<br />
Hizme<br />
tler<br />
İmalat<br />
Madencil<br />
ik<br />
Tarım<br />
2001- 2006-<br />
2005 2010<br />
2011 2012 2013 2014 2015 2016<br />
Belge Adedi 1 1 2 0 2 2 1 0<br />
Sabit Yatırım (Milyon<br />
TL)<br />
11 566 175 0 45 854 1 0<br />
İstihdam 36 40 70 0 20 42 3 0<br />
Belge Adedi 8 4 4 1 9 3 5 7<br />
Sabit Yatırım (Milyon<br />
TL)<br />
7 10 12 2 24 10 7 48<br />
İstihdam 133 160 110 38 1087 64 69 185<br />
Belge Adedi 10 13 1 3 11 4 4 0<br />
Sabit Yatırım (Milyon<br />
TL)<br />
19 15 1 13 68 9 21 0<br />
İstihdam 685 207 5 603 887 77 372 0<br />
Belge Adedi 2 4 2 1 5 1 1 0<br />
Sabit Yatırım (Milyon<br />
TL)<br />
28 4 6 101 14 2 5 0<br />
İstihdam<br />
400 57 28 50 94 14 25 0<br />
Belge Adedi 0 5 1 1 0 0 0 1<br />
Sabit Yatırım (Milyon<br />
TL)<br />
0 18 5 3 0 0 0 3<br />
İstihdam 0 108 33 15 0 0 0 8<br />
Kaynak: Teşvik Uygulama ve Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü, www.ekonomi.gov.tr.<br />
(Erişim Tarihi: 16.07.2016). *2016 yılı verileri 30.04.2016 tarihine kadar olan verileri<br />
kapsamaktadır.<br />
Tablo 7’de Siirt iline sektörel bazda verilen teşvikler görülmektedir. Tabloya göre en<br />
fazla teşvik verilen sektör hizmetler sektörü olmuştur. Hizmetler sektörünü imalat ve<br />
enerji sektörü takip etmiştir. En az teşvik alan sektör ise tarım sektörü olmuştur. 2006-<br />
2010 yılları arası ile 2011 yılında bütün sektörler teşviklerden faydalanmıştır. Yıllar<br />
itibariyle en fazla istihdam sağlayan sektörler sırasıyla imalat ve hizmetler sektörü<br />
olmuştur. Siirt iline en yüksek tutarlı sabit yatırım ise 2014 yılında enerji sektörüne<br />
yapılmıştır.<br />
Tablo 8. Mardin İline Sektörel Bazda Verilen Yatırım Teşvikleri<br />
Sektörler<br />
Enerji<br />
Hizmetler<br />
İmalat<br />
2001- 2006-<br />
2005 2010<br />
2011 2012 2013 2014 2015 2016<br />
Belge 1 0 0 2 3 1 1 0<br />
Adedi<br />
Sabit 15 0 0 810 1358 208 3 0<br />
Yatırım<br />
(Milyon<br />
TL)<br />
İstihdam 36 0 0 135 92 15 3 0<br />
Belge 53 36 14 19 20 8 24 4<br />
Adedi<br />
Sabit 59 104 84 215 106 26 147 11<br />
Yatırım<br />
(Milyon<br />
TL)<br />
İstihdam 515 933 238 1070 813 97 585 185<br />
Belge 8 58 15 18 41 37 28 12<br />
Adedi<br />
Sabit 81 109 53 77 105 1162 93 30<br />
Yatırım<br />
672
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
(Milyon<br />
TL)<br />
İstihdam 400 1594 492 1610 2311 3215 2049 966<br />
Belge 0 7 4 3 0 1 0 0<br />
Adedi<br />
Sabit 0 14 11 27 0 4 0 0<br />
Yatırım<br />
(Milyon<br />
TL)<br />
İstihdam 0 175 68 100 0 12 0 0<br />
Belge 0 33 2 2 5 4 5 0<br />
Adedi<br />
Sabit 0 19 10 13 22 13 19 0<br />
Yatırım<br />
(Milyon<br />
TL)<br />
İstihdam 0 307 31 35 117 67 67 0<br />
Kaynak: Teşvik Uygulama ve Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü, www.ekonomi.gov.tr.<br />
(Erişim Tarihi: 16.07.2016). *2016 yılı verileri 30.04.2016 tarihine kadar olan verileri<br />
kapsamaktadır.<br />
Madencilik<br />
Tarım<br />
Tablo 8 Mardin iline sektörel bazda verilen yatırım teşviklerini göstermektedir.<br />
Tabloya göre en fazla teşviklerden faydalanan sektör imalat sektörü olmuştur.<br />
Dolayısıyla bu sektörün istihdama katkısı diğer sektörlere göre fazla olmuştur.<br />
Teşviklerden yararlanan en az sektör ise madencilik sektörü olmuştur. Diğer illerle<br />
karşılaştırıldığında Mardin ilinin tarım sektörüne verilen teşviklerden daha fazla<br />
yararlandığı görülmektedir. 2001-2005 yılları arasında tarım ve madencilik<br />
alanlarında teşviklerden faydalanılmamıştır. 2011 ve 2014 yıllarında bütün sektörler,<br />
teşvik desteklerinden faydalanmıştır. 2014 yılı teşviklerden en fazla yararlanılan ve<br />
istihdama en fazla katkı sunan yıl olmuştur.<br />
Tablo 9. Batman İline Sektörel Bazda Verilen Yatırım Teşvikleri<br />
Sektörler<br />
2001- 2006-<br />
2005 2010<br />
2011 2012 2013 2014 2015 2016<br />
Belge<br />
Adedi<br />
1 1 0 0 0 0 2 1<br />
Sabit<br />
Yatırım<br />
(Milyon<br />
64 168 0 0 0 0 8 4<br />
TL)<br />
İstihdam 24 25 0 0 0 0 9 2<br />
Belge<br />
Adedi<br />
14 11 5 8 21 11 21 9<br />
Sabit<br />
Yatırım<br />
(Milyon<br />
16 25 7 23 124 33 116 34<br />
TL)<br />
İstihdam 457 528 16 269 2039 1068 741 489<br />
Belge<br />
Adedi<br />
11 33 16 26 74 49 54 23<br />
Sabit<br />
Yatırım<br />
(Milyon<br />
23 61 42 54 146 137 112 38<br />
TL)<br />
İstihdam 325 748 447 2761 6036 3237 4676 1676<br />
Enerji<br />
Hizmetler<br />
İmalat<br />
673
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Belge<br />
Adedi<br />
0 8 3 1 2 2 2 0<br />
Sabit<br />
Yatırım<br />
(Milyon<br />
0 11 3 1 6 12 4 0<br />
TL)<br />
İstihdam 0 123 23 27 40 22 25 0<br />
Belge<br />
Adedi<br />
2 0 0 1 0 0 0 0<br />
Sabit<br />
Yatırım<br />
(Milyon<br />
0 0 0 15 0 0 0 0<br />
TL)<br />
İstihdam 95 0 0 50 0 0 0 0<br />
Kaynak: Teşvik Uygulama ve Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü, www.ekonomi.gov.tr.<br />
(Erişim Tarihi: 16.07.2016). *2016 yılı verileri 30.04.2016 tarihine kadar olan verileri<br />
kapsamaktadır<br />
Madencilik<br />
Tarım<br />
Tablo 9 Batman iline sektörel bazda verilen yatırım teşviklerini göstermektedir.<br />
Tabloya göre teşviklerden en fazla faydalanan sektörler imalat ve hizmetler sektörü<br />
olmuştur. Dolayısıyla bu sektörlerin istihdama katkısı diğer sektörlere göre fazla<br />
olmuştur. Tarım sektörü ise teşviklerden neredeyse faydalanamamıştır. 2013 ve 2015<br />
yılları teşviklerden en fazla yararlanılan yıllar olmuştur. Dolayısıyla bu yıllarda<br />
teşviklerin istihdama katkısı fazla olmuştur.<br />
6. SONUÇ<br />
Bölgeler arası dengesizlikler birçok ülkede olduğu gibi ülkemizin de kayda değer<br />
problemleri arasında yerini almıştır. Bu dengesizliklerin giderilmesi için planlı<br />
dönemle birlikte, özellikle 2001 yılından sonra eğitim, sağlık, altyapı, enerji, gibi<br />
birçok alanda yeni politikalar uygulanmaya başlanmış, geri kalmış bölgelere bu<br />
alanda birçok destek sunulmuştur. Bu bölgelere sunulan desteklerden biri de yatırım<br />
teşvikleridir. Yatırım teşvikleriyle az gelişmiş bölgelerde yatırım niteliğinin<br />
değiştirilerek rekabet gücü yüksek yatırımların arttırılması, istihdam alanlarının<br />
oluşturulması, bölgelerin kalkınması amaçlanmıştır. Ancak genel bir değerlendirme<br />
yapıldığında bölgesel farklılıkların azalmadığı görülmektedir. Özellikle Doğu ve<br />
Güneydoğu Anadolu bölgelerinde bulunan illere diğer bölgelere nazaran birçok<br />
destek sunulmasına karşın bu desteklerin istenilen düzeyde katkı sunmadığı ifade<br />
edilebilir. Bunun en önemli nedenlerinden biri bölge için sorun teşkil eden terör<br />
olaylarıdır.<br />
TRC3 bölgesi ülkemizde az gelişmiş bölgeler arasında yer almaktadır. Dolayısıyla bu<br />
bölgeye birçok destek sunulmaktadır. Yatırım teşvikleri de bunlardan biridir. Bu<br />
kapsamda bölgede bulunan illerin 2001-2016 yılları arasındaki teşviklerden<br />
faydalanma düzeyleri sırasıyla Mardin (469 belge adedi), Batman (412 belge adedi),<br />
Şırnak (136 belge adedi) ve Siirt (120 belge adedi) olarak ifade edilebilir. Bütün<br />
illerde teşviklerden en fazla faydalanılan yıl 2013 yılı olmuştur. Teşviklerin bu yılda<br />
fazla olması “çözüm süreci”ne bağlanabilir. Çünkü çözüm süreci döneminde terör<br />
olaylarının az olmasıyla yatırımcılar yatırımlarını arttırmışlardır. Teşvikler sektörel<br />
bazda değerlendirildiğinde 4 ilde de ağırlıklı olarak hizmetler ve imalat sektörüne<br />
verilen teşviklerden faydalanıldığı ifade edilebilir. Dikkat çeken diğer bir husus tarım<br />
674
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
sektörüne verilen teşviklerden en fazla Mardin ilinin faydalanmasıdır. Teşviklerin<br />
ilgili yıllarda istihdama katkı sunduğu söylenebilir. Ancak işsizlik oranının yaklaşık<br />
olarak % 24 seviyelerinde olduğu bölge için bu istihdamın yetersiz olduğu aşikardır.<br />
Yukarıda değinildiği gibi bölgenin kalkınması için bir takım politikalar uygulanmıştır<br />
ve halen uygulanmaktadır. Ancak bölgenin en önemli problemi terör olaylarıdır.<br />
Terörden dolayı yatırımcılar bırakın bölgeye yatırım yapmayı, aksine bölgeyi terk<br />
etmektedir. Dolayısıyla öncelikli olarak bu sorunun giderilmesi gerekmektedir.<br />
Ayrıca bölgede nitelikli işgücünün sağlanması ve girişimci ruhun ortaya çıkarılması<br />
diğer önemli unsurlardır.<br />
KAYNAKÇA<br />
Armstrong, H., and Taylor J. (2000). Regional Economics and Policy. Third Edition,<br />
USA: Blackwell Publishing.<br />
Ay, H. M. (2005). Yatırım Teşviklerinin Sabit Sermaye Yatırımları Üzerindeki Etkisi.<br />
Selçuk Üniversitesi Karaman İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,<br />
2(5), 176-184.<br />
Aydın, H. İ. (2012). Bölgelerarası Farklılıkların Giderilmesinde Bölgesel Kalkınma<br />
Ajanslarının Rolü. Yüksek Lisans Tezi. Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi.<br />
Aydın, H. İ. (2016). Sosyal Sermaye ve Kalkınma. Ankara: Efil Yayınevi.<br />
Çiloğlu, İ. (1997). Teşvik Sisteminin Değerlendirilmesi. Hazine Dergisi, 8, 1-15.<br />
De La Fuente, A. and Vives, X. (1995). Infrastructure and Education as Instruments<br />
of Regional Policy: Evidence from Spain. Economic Policy, 10(20), 13-53.<br />
Duran, S. M. (1998). Türkiye’de Uygulanan Yatırım Teşvik Politikaları 1968-1998.<br />
Araştırma-İnceleme Dizisi No: 19, Ankara: Hazine ve Dış Ticaret<br />
Müsteşarlığı.<br />
Duran, M. (2003). Teşvik Politikaları ve Doğrudan Sermaye Yatırımları, Araştırma-<br />
İnceleme Dizisi No: 25, Ankara: Hazine Müsteşarlığı Matbaası.<br />
Eser, E. (2011). Türkiye’de Uygulanan Yatırım Teşvik Sistemleri ve Mevcut Sistemin<br />
Yapısına Yönelik Öneriler. Uzmanlık Tezi, Yayın No: 2822, Ankara: T.C.<br />
Başbakanlık Devlet Planlama Müsteşarlığı, İktisadi Sektörler ve<br />
Koordinasyon Genel Müdürlüğü.<br />
Gınevıcıus, R. and Sımelyte, A. (2011). Goverment Incentives Directed Towards<br />
Foreign Direct Investment: A Case of Central and Eastern Europe. Journal<br />
of Business Economics and Management, 12(3), 435-450.<br />
Gülmez, M. ve Noyan Yalman, İ. (2010) Yatırım Teşviklerinin Bölgesel Kalkınmaya<br />
Etkileri: Sivas İli Örneği. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler<br />
Dergisi, 24(2), 235-257.<br />
Hansen, N., Benjamin, H. and Savıo, D. J. (1990). Regional Policy in Changing<br />
World. New York: Plenum Press.<br />
İncekara, A. (1995). Türkiye’de Teşvik Sistemi. Yayın No: 1995-10, İstanbul: İstanbul<br />
Ticaret Odası.<br />
Karakurt, A. (2010). Küresel Kriz Ortamında Yatırım Teşvikleri. Ankara Üniversitesi<br />
SBF Dergisi, 65(2), 143-164.<br />
Mccann, P. (2001). Urban and Regional Economics, New York: Oxford University<br />
Press.<br />
675
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Mete, M., Çevik, F. S. Ve Eren, M. V. (2014). Regional İnstability in Terms of<br />
Economy: Border Trade and Habur Border Gate. International Journal of<br />
Economics and Research, 5(4), 1-11.<br />
Mılnes-Bracewell, B. and Huıskamp, J.C.L (1977). Investment Incentives A<br />
Comparative Analysis of the Systems in the EEC, the USA and Sweden,<br />
Netherlands: Springer Science.<br />
OECD (2001). Competition Policy in Subsidies and State Aid.<br />
https://www.oecd.org/competition/abuse/2731940.pdf , (Erişim Tarihi: 10.<br />
07. 2016).<br />
OECD (2004). International Investment Perspectives.<br />
http://www.keepeek.com/Digital-Asset-Management/oecd/finance-and-<br />
investment/international-investment-perspectives-2004_iip-2004-<br />
en#page84 , (Erişim Tarihi: 10. 07. 2016).<br />
Polat, E. (2012). Bölgesel Kalkınma Ajansları: Dicle Kalkınma Ajansı (DİKA)<br />
Örneği. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,<br />
9(1), 21-37.<br />
Schwartz, G. and Clements, B. (1999). Goverment Subsides. Journal of Economic<br />
Surveys, 13(2), 119-147.<br />
Serdengeçti, T. (2000). 1999 Yılı Yatırım Teşvik Uygulamaları. Ekonomik Gelişme,<br />
Teşvikler ve Sivas, Haz. Erdinç TELATAR, Ankara: Türkiye Ekonomi<br />
Kurumu Vakfı.<br />
Thomas, K. P. (2007). İnvestment İncentives: Growing Use, Uncertain Benefits,<br />
Uneven Controls. Geneva: International Institute for Sustainable<br />
Development.<br />
Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı (2013). Yatırım Teşvik Sistemi Yıllık<br />
Değerlendirme Rapor. Ankara: Teşvik Uygulama ve Yabancı Sermaye<br />
Genel Müdürlüğü.<br />
Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı (2016). Yatırım Teşvik Sistemi,<br />
Yatırımlarda Devlet Yardımları.<br />
http://www.ekonomi.gov.tr/portal/content/conn/UCM/uuid/dDocName:EK-<br />
216015, (Erişim Tarihi: 10.07.2016).<br />
Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı, Yeni Teşvik Sistemi.<br />
http://www.ekonomi.gov.tr/portal/content/conn/UCM/uuid/dDocName:EK-<br />
215979, (Erişim Tarihi: 10.07.2016).<br />
Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı, www.ekonomi.gov.tr.<br />
Türkiye Cumhuriyeti Kalkınma Bakanlığı (2015). Onuncu Kalkınma Planı (2014-<br />
2018) 2016 Yılı Programı. Ankara.<br />
Türkiye İstatistik Kurumu-TÜİK (2014). Gayrisafi Katma Değer Bölgesel Sonuçlar<br />
2004-2011. Ulusal Hesaplar Daire Başkanlığı Yıllık Hesaplar Grubu.<br />
UNCTD (1994). World İnvestment Report 1994, Transnational Corporations,<br />
Employment and the Workplac., New York.<br />
Yavan, N. (2011). Teşviklerin Sektörel ve Bölgesel Analizi Türkiye Örneği. , Yayın<br />
No: 27, Ankara: Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Yayınları.<br />
www.dika.org.tr.<br />
676
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Fakirlik Kısır Döngüsünün Kırılmasında Kalkınma<br />
Ajanslarının Rolü: DAKA Örneği<br />
Ömer Faruk ALTUNÇ 1 , Vedat ALMALI 2<br />
Gelişmekte olan ülkelerin en önemli özelliklerinden biri düşük gelir düzeyine sahip<br />
olmalarıdır. Düşük gelir, tasarrufların düşük olmasına, bu da yatırımların ve<br />
beraberinde üretimin düşük olmasına yol açmaktadır. Nurkse “fakir ülkeler, fakir<br />
oldukları için fakirdir” ifadesi ile bu durumu açıklamaktadır. Bu durum kalkınma<br />
yazınında “Fakirlik kısır döngüsü” olarak bilinmektedir. Nurkse bu döngünün<br />
kırılması için, dış kaynağın önemine vurgu yapmıştır. Bu bağlamda günümüzde yerel<br />
kalkınmanın temel dinamiğini oluşturan Kalkınma Ajansları dış kaynak çekme<br />
konusunda önemli bir rol üstlenmektedirler. Tabandan tavana kalkınma yaklaşımının<br />
bir ürünü olarak ortaya çıkan bu ajansların, yerel kaynakların harekete geçirilmesi ve<br />
etkin şekilde kullanılması ile birlikte fakirlik kısır döngüsünün kırılmasına katkı<br />
sağlayacağı düşünülmektedir. Özellikle AB fonlarının ve diğer dış kaynakların<br />
bölgeye çekilmesi aktif ajanslar ile mümkün olabilmektedir. Bu çalışmada DAKA<br />
(Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı)’nın kuruluş yılı olan 2008 yılından bu yana<br />
yurtdışından edindiği yabancı fonların sektörel dağılımı ve yıllara göre değişimi<br />
dikkate alınarak kalkınma ajanslarının fakirlik kısır döngüsünü kırmasındaki rolü<br />
tartışılacaktır.<br />
Anahtar Kelimler: Fakirlik, Kısır döngü, Yerel kalkınma, DAKA<br />
The Role of Development Agencies in Breaking Poverty<br />
Vicious Cycle<br />
Abstract<br />
One of the most important characteristics of developing countries is that they have a<br />
low income. Low income leads to low savings, which leads to low investment and<br />
low output. Nurkse's statement "a country is poor because it is poor" explains this<br />
situation. In development literature, this condition is known as vicious cycle of<br />
poverty. Nurkse emphasized the importance of outsourcing to break vicious circle of<br />
poverty. In this regard, the development agencies which constitute the basic dynamics<br />
of local development undertake a fundamental role in drawing foreign sources. The<br />
development agencies which emerged as a product of bottom-up development<br />
approach is considered to contribute to breaking the vicious circle of poverty by<br />
mobilization and effective use of local resources. In particular, it can be possible to<br />
withdrawal of EU funds and foreign sources to the regions by effective development<br />
agencies. In this study, the role of development agencies in breaking the poverty<br />
1<br />
Doç. Dr. Muş Alparslan Üniversitesi İ.İ.B.F İktisat Bölümü,<br />
e-posta:o.altunc@alparslan.edu.tr, (Sorumlu Yazar/Corresponding Author)<br />
2<br />
Arş. Gör. Muş Alparslan Üniversitesi İ.İ.B.F Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, e-<br />
posta:v.almali@alparslan.edu.tr<br />
677
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
vicious circle will be discussed by considering sectoral distribution of foreign funds<br />
obtained by EECA (Eastern Anatolia Development Agency) since 2008 -the<br />
establishment year of EECA- and its evolution over time.<br />
Keywords: Poverty, Vicious circle, Loca Development<br />
1. GİRİŞ<br />
Yoksulluğun önlenmesinde iktisadi kalkınma kuramlarının öne sürdüğü temel<br />
varsayım, yoksul ülkelerin gelişmiş ülkelerin takip ettiği yolu izleyerek<br />
kalkınabileceği ve fakirlikten kurtulabileceğidir. Bu varsayıma göre, ekonomik<br />
büyümeyi engelleyen kısıtlar ortadan kaldırıldığında yoksul ülkeler sürdürülebilir bir<br />
büyüme yoluna girecek ve yoksulluktan kurtulabileceklerdir. Buna göre; toplumsal,<br />
siyasal, kültürel yapıların ekonomik büyüme üzerindeki etkilerinin göz ardı edilmiş<br />
olması, kalkınma süreçlerinin karmaşıklığının salt ekonomik büyüme olarak<br />
görülmesi önemli bir eksik olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
Yoksulluk bütün ülkelerde önemli bir sorun teşkil etmekle birlikte Gelişmekte Olan<br />
Ülkelerde (GOÜ) ve özelde Türkiye’de daha ciddi bir problem olarak ortaya<br />
çıkmaktadır. Çünkü bu ülkeler büyümeyi hızlandırıp yoksulluğu azaltan reformları<br />
gerçekleştirememektedirler. Dolayısıyla bu ülkelerde kalkınma ekonomisinin temel<br />
ilgi alanları arasında yoksulluk ve onunla mücadele yer almaktadır. GOÜ’ler “fakirlik<br />
kısır döngüsü” adı verilen bir süreç yaşamaktadırlar. Bu ülkeler düşük gelir düzeyine<br />
sahip olduklarından, yatırım ve tasarruflar da yeterli düzeyde gerçekleşememektedir.<br />
Düşük yatırım ise ülkenin sermaye birikimine katkı sağlayamamaktadır. Bu noktada<br />
dış yardım, finansman açığını azaltabilmek için önemli bir araç olarak karşımıza<br />
çıkmaktadır.<br />
Gelişmiş ülkelerde başarılı bir örnek olarak ortaya çıkan Kalkınma Ajansları,<br />
uluslararası fonların ülkeye çekilmesi, dış yardımların ülke içerisinde etkin<br />
kullanılması açısından önemli kurumlardır. Türkiye’de AB’ye üyelik süreci, bölgesel<br />
gelişme politikaları ve uygulamalarında köklü değişiklik yapılabilmesine imkân<br />
tanımaktadır. AB’ye üye ülkelerin yararlanabildiği yapısal fonların etkin<br />
kullanılabilmesi için yerelde bu amaçla kurulmuş, yetişmiş nitelikli insan gücüne<br />
sahip teşkilatlara ihtiyaç vardır. Kalkınma Ajansları da bu doğrultuda kurulmuş<br />
teşkilatlardandır. Özellikle AB yapısal fonlarının kullanılmaya başlanması ile beraber<br />
ajansların sayıları, faaliyet alanları ve yetkinlikleri artmaya başlamıştır. Kalkınma<br />
ajanslarının amaçları arasında bölgenin sosyo-ekonomik gelişmesini sağlamak ve<br />
sosyo-ekonomik kalkınmaya yönelik stratejileri belirlemektir. Bu stratejilerden biri<br />
de yoksulluğu azaltıcı reformları hızlandırmaktır.<br />
Bu amaçtan hareketle çalışmada, fakirlik kısır döngüsünün kırılmasında kalkınma<br />
ajanslarının rolü üzerinde durulmuştur. Çalışmanın birinci bölümünde fakirlik kısır<br />
döngüsü yaklaşımına yönelik kuramsal açıklamalara yer verilmiştir. İkinci bölümde<br />
bu kısır döngünün kırılmasında bir kalkınma ajansı örneği olarak DAKA’nın<br />
üstlendiği role ilişkin analitik bir inceleme yapılmaya çalışılmıştır. Son olarak<br />
değerlendirme bölümünde DAKA’nın bu rolü yerine getirmedeki etkinliği<br />
tartışılmıştır.<br />
678
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
2. FAKİRLİK KISIR DÖNGÜSÜ<br />
Yoksul ülkelerin en önemli özelliği, fakirlik kısır döngüsü olarak da bilinen düşük<br />
gelir tuzağında olmalarıdır. Buna bağlı olarak tasarruflar ve talep yetersiz olmakta,<br />
istihdam ve üretim için gerekli olan yatırımlar da yetersiz kalmaktadır. Yatırımların<br />
düşük seviyede olması ise sermaye birikiminin az olmasına yol açmaktadır. Sermaye<br />
birikiminin azlığı da mevcut fiziki ve beşeri sermaye kaynaklarının etkin olarak<br />
kullanılmasını ve geliştirilmesini engellemektedir. Bunun sonucunda toplumun<br />
sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal olarak yeterli düzeyde gelişimi<br />
gerçekleşememektedir. Böylece ekonomi, düşük verim ve gelir düzeyinde kapalı bir<br />
çemberde kalmaktadır. (Savaş, 1986: 47)<br />
Gelişmiş ülkelerin GOÜ'lere yardımını belirleyen kuramsal “çerçeve İkinci Dünya<br />
Savaşı sonrası canlanan kalkınma iktisadı üzerine uzmanlaşan akademisyenlerden<br />
gelmiştir. Ragnar Nurkse, 1953 yılında yayımladığı Az Gelişmiş Ülkelerde Sermaye<br />
Oluşumu Sorunu (Problems of Capital Formation in Underdeveloped Countries)<br />
isimli kitabında az gelişmiş ülkelerin geri kalmışlığının sebebi olarak bu ülkelerin<br />
yoksulluğun kısır döngüsünde sıkışmış olmalarını göstermektedir” (Öztürk ve Öztürk,<br />
2012:43). Nurkse, “Kapalı Çember Kuramında” dış yardım almalarına rağmen fakir<br />
ülkelerin içinden çıkamadığı ve harekete geçemediği durumları ele almaktadır.<br />
Nurkse’nin Kapalı Çember Kuramına göre, bahsi geçen bu fakir ülkeler yoksulluk<br />
tuzağında oldukları için fakirdirler yani yoksulluk döngüsü içerisindedirler (Nurkse<br />
1952: 571-583). Nurkse’nin “kısır döngü” kuramına göre tasarruflar gelirin, gelir de<br />
yatırımların fonksiyonudur. Gelirlerin düştüğü, tasarrufların düştüğü, yatırımların<br />
düştüğü ve tekrar döngü halinde gelir seviyesinin düşerek ortaya çıkardığı duruma<br />
“yoksulluk kısır döngüsü” denilmektedir (Karagül, 2010: 80). Kuramda kısır döngüyü<br />
kırmak için bir çözüm yolu olarak dış kaynakların gelişmekte olan ülkelere<br />
yönlendirilmesinden bahsedilmiştir.<br />
Şekil 1: Fakirlik Kısır Döngüsü<br />
Şekil 1, Nurkse tarafından ortaya atılan fakirlik kısır döngüsü ya da kapalı çember<br />
kuramı olarak ifade edilmektedir. Nurkse’nin kuramsal yaklaşımına göre, döngü<br />
679
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
belirli bir noktadan başlar ve yine o noktaya zorunlu dönüş yaparak kapanır.<br />
Değişkenler arasındaki etkileşim tek yönlüdür. Bir değişken sadece kendinden sonra<br />
gelen değişkeni etkiler. Yani bir değişken sadece bir değişken tarafından etkilenir.<br />
Yoksulluk, kapalı çember kuramlarında kendini sürekli olarak yineleyen, ancak her<br />
defasında yine başlangıç noktasına dönen hareketlerin sonucu olarak ortaya konulur.<br />
Yoksulluktan kurtulma sürecinin önünün devamlı tıkanmasının nedeni, her<br />
başlangıcın gelişmeyi önleyici faktörler nedeniyle dairesel bir yol izleyip tekrar aynı<br />
noktaya gelmesidir. Ekonomik olarak geri kalmış ülkelerin, tasarruf yapamamalarının<br />
en önemli nedeni milli gelirlerindeki düşüklükten kaynaklanmaktadır. Tasarruf<br />
yapamayan ülke ise, sermaye birikimi sağlayamayacak, milli gelir düzeyini<br />
arttıramayacaktır. Böylece başlangıç noktasına geri dönerek ve bir kısır döngü<br />
oluşacaktır.<br />
İktisadi kalkınmanın temel dinamiği birçok iktisatçı tarafından, “sermaye birikimi”<br />
olarak kabul edilir. Sermaye birikiminde yetersizlik bazı ülkelerin ekonomik anlamda<br />
geri kalmasının en önemli nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada GOÜ’ler,<br />
gelişmiş ülkeler seviyesine çıkabilmek için ekonomik yapılarında bazı dönüşümler<br />
yapmak zorundadırlar. Bu dönüşüm için de fazla miktarda sermaye birikimine ihtiyaç<br />
duyacakları açıktır. Bu ülkeler fakirlik kısır döngüsü içinde sermaye birikimi<br />
yaratacak tasarruf hacmine ulaşmaları için yurt içi kaynakların yanında yurt dışı<br />
kaynaklara da ihtiyaç duyarlar. Bu ülkelerde kalkınmaya giden yol devletin desteği<br />
ve öncülüğünde olur. Tabandan tavana kalkınma yaklaşımında yerel politika için<br />
sorumluluk genellikle yerel aktörlere devredilir ve böylece sorumluluk yarı özerk<br />
kamu kurumlarına geçer (Halkier, 2006:4). Çalışmanın alt bölümünde bu yarı özerk<br />
kurumlar olan kalkınma ajanslarına değinilecektir.<br />
3. BÖLGESEL KALKINMANIN YENİ AKTÖRLERİ: KALKINMA<br />
AJANSLARI<br />
Bölgelerarası farklılıklar, II. dünya savaşından sonra tartışılmaya başlanmış ve<br />
günümüzde kalkınma ekonomisinin en çok ilgi çeken konularından biri haline<br />
gelmiştir. Günümüzde yoksulluğun azaltılması için bölgelerarası gelişmişlik<br />
farklarının giderilmesi önemli bir strateji haline gelmiştir. Bölgesel farklılıkları<br />
ortadan kaldırmak için farklı politika araçları ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunlardan<br />
en önemlisi geleneksel politikalarda benimsenen tavandan tabana örgütlenme<br />
biçiminin yerine tabandan tavana örgütlenme biçiminin benimsenmesidir. Geleneksel<br />
politikalardaki dönüşümün yanı sıra kurumsal dönüşüm de yaşanmış ve merkezi karar<br />
alma yetkileri yerel aktörlere devredilmiştir. Kalkınma Ajansları (KA)’da<br />
bulundukları bölgelerin, sosyo-ekonomik kalkınmasını teşvik etmek üzere kurulmuş<br />
yarı özerk kurumlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Kalkınma ajanslarının ilk örneği<br />
1933 yılında, bölgesel teşvik politikalarını uygulamak üzere ABD’de kurulan<br />
“Tenesse Valley Agency” dir. KA’lar Batı Avrupa’da ise 1950’li yıllarda, Orta ve<br />
Doğu Avrupa Ülkelerinde ise Avrupa Birliği(AB)’nin etkisiyle 1990’lı yıllardan<br />
itibaren kurulmaya başlamıştır (Uzay, 2013: 5).<br />
Türkiye’de bölgelerarası dengesizliklerin azaltılmasına yardımcı olması beklenen<br />
ajansların oluşturulması önerisi 1962 yılında Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü<br />
(OECD) tarafından yapılmıştır. İlk beş yıllık kalkınma planında (1963-1967) bölgesel<br />
680
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
farklılıkların azaltılması düşüncesine çokça yer verilmesine rağmen, daha sonra bu<br />
husus gündemdeki yerini koruyamamış ve Ajansların kurulması 2000’li yılların<br />
başlarına rastlamıştır. AB’ye üyelik sürecinin de getirdiği yükümlülükler ile beraber<br />
Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) öncülüğünde bölgelerarası farkların giderilmesine<br />
yönelik çalışmalar başlatılmıştır (Keleş, 2010: 26). Bununla birlikte Türkiye’de<br />
bölgesel kalkınma alanında en önemli gelişme, sekizinci beş yıllık kalkınma planı ile<br />
dokuzuncu beş yıllık kalkınma planı dönemleri arasında, 08/02/2006 tarihinde Resmi<br />
Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5449 sayılı Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu,<br />
Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanunu’dur. Özellikle AB yapısal fonlarının<br />
kullanılmaya başlanması ile beraber ajansların sayıları, faaliyet alanları ve<br />
yetkinlikleri yıllara göre artmaya başlamıştır (Dinler, 2010: 60). Türkiye’de 81 ili<br />
kapsayan Kalkınma Ajanslarının kurulması 2009 yılı itibari ile tamamlanmıştır.<br />
(Türkiye’de kurulan ajanslara ilişkin tanımlayıcı bilgiler Ek-1’de verilmiştir.)<br />
KA’ların temel gelirleri, kamu fonları, faaliyet gelirleri, özel sektör kaynaklı fonlar ve<br />
uluslararası fonlar/projeler olarak bilinmektedir. Bu gelirlerin en önemlisi dış kaynak<br />
olarak niteleyebileceğimiz uluslararası fonlar veya projelerdir. Tasarruf yetersizliği<br />
ve ekonomideki açıklar gibi birçok yapısal sorunla mücadele eden bu ülkeler,<br />
ekonomik kalkınma hedeflerini gerçekleştirmek için dış kaynağa ihtiyaç duyarlar. Bu<br />
sebeple GOÜ’ler kalkınma ve büyüme hedeflerine ulaşıp gelişmiş ülkeler seviyelerine<br />
gelebilmek için gerekli finansmanı dış kaynaklardan sağlamaları gerekmektedir. Dış<br />
kaynaklar da, elde ediliş şekilleri, ekonomiye katkıları, kullanış gayeleri ve şekilleri<br />
yönünden farklılık gösterebilmektedirler. En çok karşılaşılan bu dış kaynaklar türleri,<br />
doğrudan yabancı sermaye yatırımları, portföy yatırımları ve dış krediler şeklinde<br />
ülkelere gelmektedir (Kavcıoğlu, 2013, 141-143).<br />
J. M. Keynes, GOÜ’lerin kalkınma süreçlerinde ekonomik yapılarına ilişkin<br />
eksikliklerin olduğunu ve dış kaynakların, iktisadi kalkınma noktasında önemli<br />
katkıları olacağını ifade etmiştir. Keynes’ den sonra bu konuyu araştıran Horrad-<br />
Domar’ın dinamik büyüme modeli, Keynesyen teorinin uzun dönemli analizi<br />
niteliğindedir. Horrad-Domar büyüme modeli, bir ekonomide yatırım-tasarruf düzeyi<br />
ve büyüme oranı arasında yakın bir ilişki olduğunu kabul etmektedir. Model, kaynak<br />
yetersizliği nedeniyle büyüme için yeterli sermaye birikimini sağlayamayan GOÜ’ler<br />
için dış kaynakların, yurtiçi tasarruflara ek kaynak oluşturacağı ve yatırımları<br />
artıracağını ortaya koymaktadır. (Kara, 2001: 96-97). Rosentein-Rodan tarafından II.<br />
Dünya Savaşı sonrası ortaya konulan Büyük İtiş Modeli de üretim ve talep yetersizliği<br />
ile sermaye birikiminin azlığından hareket eden bir model geliştirilmiştir. Bu modele<br />
göre kalkınma yolunda etkili bir atılım yapabilmesi için GOÜ’lerin sanayileşmesi<br />
gerektiği ve ortaya çıkacak pozitif dışsallıkla dünya ekonomisinin de olumlu<br />
etkileneceği sonucu ortaya çıkmıştır. Bu sonuca göre söz konusu ülkelerin<br />
kalkınabilmesi için sermayenin bu bölgelere gelmesinin sağlanması gerekmektedir.<br />
Bu şekilde gerçekleştirilen yatırımların ekonominin gelişme aşamasında önemli<br />
olacağı ifade edilmiştir. Sonuç itibariyle, sermaye birikim sürecini<br />
gerçekleştiremeyen ülkeler için dış kaynak gerekli bir faktör olarak ele alınmaktadır<br />
(Üçkuş ve Kendirci, 2012: 58).<br />
Dolayısıyla dış yardımın mantıksal çerçevesini ortaya koyan Rosenstein-Rodan'ın<br />
büyük itiş yaklaşımı, Nurkse'nin fakirlik kısır döngüsü ya da Harrod-Domar büyüme<br />
681
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
modeli gibi geleneksel kalkınma kuramları, dış yardımın gerekliliği üzerinde<br />
durmaktadırlar.<br />
GOÜ’lerde Sermaye birikiminin arttırılmasında en önemli kaynaklardan biri de dış<br />
kaynaklardır. Bu kaynaklar ülkelerin alt yapı yatırımlarını arttırabilmektedir. Yatırım<br />
artışı milli gelir, üretim ve ihracatın da çarpan mekanizması ile artmasını<br />
sağlayabilecektir. Bu döngüde kalkınma ve ekonomik büyüme sağlamak için<br />
finansman açığını dışarıdan sağlayan ülkeler, bu kaynakları verimli yatırımlarda<br />
kullandıklarında çarpan katsayısı büyüklüğünde amaçlarına ulaşmış olacaklardır.<br />
Böylelikle ülkenin döviz ihtiyacının da sağlanması kalkınma ve ekonomik büyümeye<br />
ayrı bir katkı sağlayabilecektir (Altın, 2003: 71-72).<br />
AB fonları ve proje gelirleri, kalkınmanın finansmanı ve sermaye birikimi<br />
yetersizliğinden doğan açığı kapatmak amacıyla ihtiyaç duyulan dış kaynakların<br />
önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Avrupa Yatırım Fonu ve AB yapısal fonları<br />
(Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu ve Avrupa Sosyal Fonu), AB kaynaklı fonları<br />
oluşturmaktadır. Avrupa Yatırım Fonunun en önemli fonksiyonu, Küçük ve Orta<br />
Büyüklükteki İşletmelere (KOBİ) finans sağlayan kurumlara portföy garantisi<br />
sağlaması ve KOBİ’lere destek olan risk sermayesi fonlarına yatırım yapmasıdır. AB<br />
yapısal fonlarının genel amacı, AB’nin farklı bölgeler ve farklı sosyal topluluklar<br />
arasındaki eşitsizlikleri azaltmaya yönelik faaliyetlere mali destek sağlamak,<br />
ekonomik ve sosyal uyumu teşvik etmektir (Özen, 2011: 181-182).<br />
Dış kaynaklı fonlar, bölgelerarası gelişmişlik farklarını kapatabilmek için coğrafi<br />
olarak dezavantajlı olan bölgeleri, nüfus yoğunluğu düşük bölgeleri, kentsel ve kırsal<br />
olarak az gelişmiş bölgeleri ve sanayisi geri kalmış bölgeleri desteklemek için önemli<br />
kaynaklardandır. (Williams, 1996: 70).<br />
4. DIŞ YARDIMLAR BAĞLAMINDA DAKA’NIN ETKİNLİĞİNİN<br />
DEĞERLENDİRİLMESİ<br />
DAKA kurulduğu günden bu yana herhangi bir dış yardım ve fon almamıştır. Bunun<br />
en büyük sebebi; Kalkınma Ajanslarının ülkemizde oluşumunun henüz yeni olması<br />
ve bölgenin (TRB2) proje hazırlama ve sunma konusunda kişisel ekonomik kazanç<br />
amaçlı bir eğilim göstermesidir. DAKA kurulduğu günden bu yana 310 civarında<br />
projeye destek sağlamıştır. Bu projeler Tarım, Sanayi, Turizm ve KOBİ'ler olmak<br />
üzere çeşitlilik göstermektedir. Toplam proje destek miktarı ise yaklaşık 95 Milyon<br />
TL düzeyinde gerçekleşmiştir. Bu projelerin birçoğu tamamlanmıştır.<br />
Aşağıdaki şekillerde ve grafiklerde TRB2 bölgesinin sektörel bazda istatistikleri yer<br />
almaktadır. Tablolar DAKA’nın sadece yurt içi kaynakları kullandığı<br />
düşünüldüğünde olumlu bir gelişme kaydettiğini göstermektedir. İBBS 3 Düzey 1'de<br />
3<br />
“Bölgesel istatistiklerin toplanması, geliştirilmesi, bölgelerin sosyo-ekonomik analizlerinin<br />
yapılması, bölgesel politikaların çerçevesinin belirlenmesi ve Avrupa Birliği Bölgesel İstatistik<br />
Sistemine uygun, karşılaştırılabilir istatistiki veri tabanı oluşturulması amacıyla ülke çapında<br />
istatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması tanımlanmıştır. İstatistiki Bölge Birimleri<br />
Sınıflandırmasında iller 3. düzey olarak tanımlanmış; ekonomik, sosyal ve coğrafi yönden<br />
benzerlik gösteren komşu iller ise bölgesel kalkınma planları ve nüfus büyüklükleri de dikkate<br />
682
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Ortadoğu Anadolu Bölgesi içinde yer alan TRB2 bölgesi Van, Muş, Bitlis ve Hakkâri<br />
illerinden oluşmaktadır. TRB2 bölgesi 4 2011 yılında toplam Gayri Safi Katma<br />
Değer'den (GSKD) %1 pay alarak 26 bölge içinde 23. sırada yerini almıştır. 2011 yılı<br />
için TRB2 bölgesinin toplam GSKD içinde tarım sektörünün payı %23, sanayinin<br />
payı %22,8 ve hizmetler sektörünün payı ise %61,8’dir. DAKA'nın sadece yurtiçi<br />
kaynaklarla proje desteklerine başladığı 2009 yılı öncesi ve sonrası için tarım,<br />
hizmetler ve sanayi sektörünün GSKD içindeki payları sırasıyla aşağıda Şekil 2, 3 ve<br />
4'te verilmiştir.<br />
Şekil 2: Tarım Sektörünün GSKD İçindeki Payı<br />
25<br />
TRB2<br />
TRB2<br />
TRB2<br />
TRB2<br />
TRB2<br />
20<br />
15<br />
10<br />
TR TR TR TR TR<br />
5<br />
0<br />
2007 2008 2009 2010 2011<br />
Şekil 3: Hizmetler Sektörünün GSKD İçindeki Payı<br />
66<br />
TR<br />
65<br />
64<br />
63<br />
62<br />
TR<br />
TRB2<br />
TR<br />
TRB2<br />
TRB2<br />
TR<br />
TRB2<br />
TR<br />
TRB2<br />
61<br />
60<br />
59<br />
2007 2008 2009 2010 2011<br />
alınarak 1. düzey ve 2. düzey olarak gruplandırılmak suretiyle hiyerarşik istatistiki Bölge<br />
Birimleri Sınıflandırması yapılmıştır”.<br />
4<br />
“TRB2 Bölgesi (Bitlis, Hakkâri, Muş ve Van) bahsi geçen 26 Düzey 2 Bölgesinden biri olup<br />
SEGE 2011 yılı illerin gelişmişlik sıralamasına göre Türkiye’nin en geri kalmış illerinden<br />
oluşmaktadır”.<br />
683
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Şekil 4: Sanayi Sektörünün GSKD İçindeki Payı<br />
30 TR TR<br />
TR<br />
TR<br />
25<br />
TR<br />
20<br />
15<br />
TRB2<br />
TRB2<br />
TRB2 TRB2 TRB2<br />
10<br />
5<br />
0<br />
2007 2008 2009 2010 2011<br />
Tarım sektörünün GSKD içindeki payı 2007 yılında %22,3 iken 2011 yılında bu pay<br />
%23'e yükselmiştir. Sanayi sektörünün payında ise bir değişme olmamıştır. Hizmetler<br />
sektörünün payı ise aynı yıllar itibariyle düşüş göstererek %62,4’ten %61,8’e<br />
gerilemiştir. Tarım sektörünün GSKD'den aldığı pay Türkiye ortalamasının üzerinde<br />
iken, sanayi ve hizmetler ise Türkiye ortalamasının altında kalmıştır. 2011 yılında<br />
meydana gelen Van depreminin proje sahiplerini olumsuz etkilemesi ve bölgedeki<br />
üretim ve satışları durma noktasına getirmesi, tarım ve sanayi sektörlerinin GSKD<br />
içindeki payının önemli ölçüde değişmemesinde etkili olmuştur.<br />
Sektörlerarası büyüme hızlarını karşılaştırmak amacıyla aşağıda grafik 1 ve 2’de tarım<br />
ve sanayi için Türkiye ve TRB2 bölgelerinin büyüme hızları verilmiştir. 2004 yılının<br />
100 olduğu kabul edilerek çizilen grafiklerde tarım sektöründe, 2011 yılı endeksi<br />
TRB2 bölgesi için 224,1 olarak hesaplanmıştır. TRB2 bölgesi için sektörel büyüme<br />
hızı Türkiye büyümesinin üzerinde gerçekleşmiş ve yıllar itibariyle fark büyüyerek<br />
devam etmiştir. Sanayi sektörü için TRB2 bölgesi 2009 yılına kadar Türkiye<br />
ortalamasına göre küçük bir hızla büyümüş, bu yıldan sonra bölge Türkiye<br />
büyümesinin gerisinde kalmıştır.<br />
Grafik 1: Tarım Sektörü GSKD Endeksi (2004=100)<br />
250<br />
200<br />
150<br />
100<br />
50<br />
TRB2<br />
TR<br />
0<br />
2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011<br />
Kaynak: www.tuik.gov.tr<br />
684
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Grafik 2: Sanayi Sektörü GSKD Endeksi (2004=100)<br />
250<br />
200<br />
TR<br />
TRB2<br />
150<br />
100<br />
50<br />
0<br />
2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011<br />
Kaynak: www.tuik.gov.tr<br />
5. SONUÇ<br />
Gelişmekte olan ülkelerin kalkınabilmeleri için ulusal gelirlerinin büyük bir kısmını<br />
yatırımlara aktarmaları gerekmektedir. Bu yatırımların ana kaynağını tasarruflar<br />
oluşturmaktadır. Bu sebeple söz konusu ülkeler tasarruflarını arttırma yoluna<br />
gitmelidirler. Fakat gelişmekte olan ülkelerin çoğunda iç tasarruflar hedeflenen<br />
kalkınmayı finanse edebilecek düzeyde olamamaktadır. Kişi başına düşen gelir<br />
seviyesinin düşük olması bu sorunun temel nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
Gelişmekte olan ülkeler Nurkse’nin ifadesiyle bir “kısır döngü” içinde<br />
bulunmaktadırlar. Şöyleki bu ülkelerde milli gelir düzeyinin düşük olması,<br />
tasarrufların da düşük düzeyde gerçekleşmesine yol açacak, düşük tasarruf sonucunda<br />
yatırımlar arttırılamayacak ve milli gelir yine düşük düzeyde kalacaktır. Bu noktada<br />
yoksulluk zincirini kırmanın bir yolu dış kaynak sağlamak olacaktır. Bu nedenle dış<br />
yardımların kalkınma açısından önemi çok büyük olacaktır. Elde edilen yardımların<br />
verimli yatırımlara dönüştürülmesiyle, çarpan etkisi içerisinde yeni yatırım<br />
oranlarında bir yükselme yaratacak ve bu yatırımlarla ilgili olarak çarpan katsayısı<br />
kadar bir artış ortaya çıkacaktır.<br />
Türkiye’de proje hazırlama ve yönetme kapasitesi yeterince gelişmediğinden, mali<br />
yardımlardan verimli bir şekilde yararlanılamamaktadır. Bunun temel nedeni<br />
teknoloji ve insan kaynakları yönünden sıkıntıların yaşanması olarak görülmektedir.<br />
Türkiye’de özellikle Avrupa Birliği mali yardımlarıyla ilgili birimlerinin teknoloji ve<br />
insan kaynakları yönüyle desteklenmesi gerekmektedir. Fonların etkinliğinin<br />
arttırılması için bu fonlarla ilgili gerekli yasal düzenlemelerin yapılması, kurumlar<br />
arasındaki işbirliğinin sağlanması, denetimin etkin ve düzenli bir şekilde yapılması<br />
gerekmektedir.<br />
DAKA özelinde “Avrupa Birliği Proje Çalışmaları” kapsamında çeşitli programlar<br />
düzenlenerek, AB projelerinin bölgeye çekilmesi konusunda eğitimler düzenlenmesi<br />
planlanmaktadır. Bu eğitimler ile AB destekli projelerin arttırılması düşünülmektedir.<br />
Fakat bu konuda herhangi bir proje desteği veya hibe alımı söz konusu olmamıştır.<br />
685
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
İlerleyen yıllarda bu alanda yapılacak etkin çalışmalar ile yurt dışı fonların, projelerin<br />
ve yatırımcıların bölgeye çekilmesi, bölgesel kalkınma bağlamında önemli olacaktır.<br />
Kalkınma Ajanslarının yurt dışı kaynak çekme noktasındaki en önemli sorunlarının<br />
başında, proje hazırlayıcılarının yabancı dil konusunda sıkıntı çekmeleridir. Bu<br />
konuda ajanslar hazırlanacak projelere destek olma noktasında daha aktif hareket<br />
etmelidirler. Özellikle gelişen teknoloji ile gerek web sitesi gerekse sosyal medya<br />
daha aktif kullanılarak ilgililere ulaşma sağlanmalıdır. Bu sayede proje çeşitliliği<br />
arttırılabilecektir.<br />
Bölge için karşılaştırmalı üstünlüğün olduğu sektörlerin belirlenip bu alanlara<br />
yoğunluk verilmesi imalat sanayinin GSKD’deki payının artmasını sağlayacaktır.<br />
Bunun için kümelenme politikaları benimsenmesi faydalı olacaktır. Bu yöntem ile<br />
ortak maliyetler azaltılıp rekabet gücünü yükseltebilecektir. Bu bağlamda OSB ve<br />
KSS’lerin eksikliklerinin giderilmesi, bürokratik engellerin azaltılması yatırım ve<br />
üretimin sıçramasına katkı sağlayacaktır.<br />
TRB2 Bölgesi tarım ve hayvancılık bölgesi olarak bilinmektedir. Fakat bu sektörde<br />
modern yöntemler kullanılmadığından verimlilik olması gerekenin altında<br />
kalmaktadır. Bunun yanında tarım ve hayvancılık ile sanayi arasındaki etkileşim<br />
sağlanamadığından tarıma dayalı sanayi gelişememektedir. Bu noktada bölge<br />
üniversitelerinin düzenleyeceği konferanslar ve vereceği eğitimler ile bu işbirliği daha<br />
ileri düzeylere çıkarılabilecektir. Özellikle Genç nüfusun yüksek olması dolayısıyla<br />
emek-yoğun sektörlerde TRB2 Bölgesi avantajlı olduğu düşünüldüğünde, verilecek<br />
eğitimler ile nitelikli çalışan açığıda kapatılabilecektir.<br />
TRB2 Bölgesi ekonomisinin geri kalmasının en önemli sebebi tarım ve hayvancılık<br />
alanındaki düşük verimli uygulamalardır. Bu sektörlerin katma değerinin az olması<br />
ve çalışan verimliliğinin düşük olması, sektörün sadece geçimlik faaliyet olarak<br />
kalmasına sebep olmuştur. Bunun sonucunda sanayi yatırımına dönüşecek sermaye<br />
birikimi oluşamamakta, sanayi sektöründe istihdam edilecek çalışan sayısı düşük<br />
düzeyde kalmaktadır. Bu durumda TRB2 Bölgesi’nde tarım ve hayvancılığa dayalı<br />
sanayinin gelişmesini sağlayacak politikaların benimsenmesi bir çözüm önerisi<br />
olabilecektir.<br />
Bütün bunlar değerlendirildiğinde Kalkınma ajanslarının faaliyetlerinin gerek ulusal<br />
gerekse bölgesel anlamda ülke kalkınmasına önemli katkılar sağladığı ve bölgesel<br />
gayri safi katma değerin artmasında doğrudan ya da dolaylı olarak etkili oldukları<br />
ifade edilebilir. Bu etkilerin sadece yurtiçi kaynaklarla sağlandığı düşünüldüğünde,<br />
yabancı fonların da bölgeye çekilmeye başlanması ile kalkınma ajanslarının<br />
kalkınmaya olan etkilerinin daha da artacağı düşünülmektedir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Altın, S. (2003). Türkiye Ekonomisinin Gelişimi Açısından Dış Kaynakların<br />
Değerlendirilmesi. Yüksek Lisans Tezi. Isparta: Süleyman Demirel<br />
Üniversitesi.<br />
686
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Dinler, Z. (2010). Cumhuriyetimizin Kuruluşundan Günümüze İzlenen Bölgesel<br />
Kalkınma Politikaları ve Kalkınma Ajansları. (Editörler: Birol Akgül, Nısfet<br />
Uzay), Bursa: Ekin Kitabevi.<br />
Halkier, H. (2006). Bölgesel Kalkınma ajansları ve çok düzlemli yönetişim: Avrupa<br />
Perspektifi. Bölgesel Kalkınma ve Yönetişim Sempozyumu. Ankara: 7-8<br />
Eylül ODTÜ Mimarlık Amfisi.<br />
Kara, M. (2001). Türkiye’nin Ekonomik Büyüme Sürecinde Dış Borç Çıkmazı.<br />
Süleyman Demirel Üniversitesi İİBF Dergisi, 6 (1), 95-110.<br />
Karagül, M. (2010). Tehdit ve Fırsatlarıyla Dünya Ekonomisi, İstanbul: Nobel<br />
Akademik Yayıncılık.<br />
Kavcıoğlu, Ş. (2013). Yurt Dışı Kaynaklı Krediler ve Türkiye Ekonomisi Üzerine<br />
Etkileri. Marmara Avrupa Araştırmaları Dergisi, 21(1), 139-166.<br />
Keleş, R. (2010). Kalkınma Ajansları Üzerine Gözlemler. (Editörler: Birol Akgül,<br />
Nısfet Uzay). Bursa: Ekin Kitabevi.<br />
Nurkse, R. (1952). Some International Aspects of the Problem of Economic<br />
Development, The American Economic Review. 42(2), Papers and<br />
Proceedings of the Sixty-fourth Annual Meeting of the American Economic<br />
Association (May).<br />
Özen, H. (2011). KOBİ’lerin Kaynak İhtiyaçları ve Uluslararası Finansal<br />
Piyasalardan Yararlanma İmkânları. Doktora Tezi. Ankara: Gazi<br />
Üniversitesi.<br />
Öztürk, H., & Öztürk, S. (2012). Türkiye'nin Dış Yardım Stratejisi Sorunlar ve<br />
Öneriler. Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi. İstanbul: Rapor No:<br />
54.<br />
Savaş, V. (1986). Kalkınma Ekonomisi. 4.baskı. İstanbul: Beta Basım dağıtım A.Ş.<br />
Uzay, N. (2010). Kalkınma Ajanslarına Genel Bir Bakış. (Editörler: Birol Akgül,<br />
Nısfet Uzay). Bursa: Ekin Kitabevi.<br />
Üçkuş, Ö., & Kendirci B. (2012). Teoriden Uygulamaya Dış Yardımlar. Sayıştay<br />
Dergisi. Sayı:86, Temmuz-Eylül 2012.<br />
Williams, R. H. (1996), European Union Spatial Policy And Planning, Paul Chapman<br />
Publishing, London.<br />
www.tuik.gov.tr (Erişim: 10.08.2016)<br />
http://www3.kalkinma.gov.tr/DocObjects/View/13604/Kalk%C4%B1nma_Ajanslar<br />
%C4%B1_2010_Y%C4%B1l%C4%B1_Genel_Faaliyet_Raporu.pdf<br />
(Erişim:25.07.2016)<br />
687
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kuruluş<br />
Yılı<br />
2006<br />
2008<br />
Ek 1: Türkiye’de Kurulan Kalkınma Ajansları ve Kapsadığı İller<br />
Kodu Kalkınma Ajansı (Düzey-2) Kısaltma Kapsadığı İller (Düzey-3)<br />
TR31 İzmir Kalkınma Ajansı İZKA İzmir<br />
TR62 Çukurova Kalkınma Ajansı ÇKA Mersin, Adana<br />
TR10 İstanbul Kalkınma Ajansı İSTKA İstanbul<br />
TR52 Mevlana Kalkınma Ajansı MEVKA Konya, Karaman<br />
TR83 Orta Karadeniz Kalkınma OKA<br />
Amasya, çorum, samsun, tokat<br />
Ajansı<br />
TRA1 Kuzeydoğu Anadolu<br />
KUDAKA Bayburt, Erzincan, Erzurum<br />
Kalkınma Ajansı<br />
TRB2 Doğu Anadolu Kalkınma DAKA<br />
Bitlis, Hakkâri, Muş, Van<br />
Ajansı<br />
TRC1 İpekyolu Kalkınma Ajansı İKA Adıyaman, Gaziantep, Kilis<br />
TRC2 Karacadağ Kalkınma Ajansı KARACADAĞ Diyarbakır, Şanlıurfa<br />
TRC3 Dicle Kalkınma Ajansı DİKA Batman, Mardin, Şırnak, Siirt<br />
TR21 Trakya Kalkınma Ajansı TRAKYAKA Edirne, Kırklareli, Tekirdağ<br />
2009<br />
TR22 Güney Marmara Kalkınma GMKA Balıkesir, Çanakkale<br />
Ajansı<br />
TR32 Güney Ege Kalkınma Ajansı GEKA Aydın, Denizli, Muğla<br />
TR33 Zafer Kalkınma Ajansı ZEKÂ Afyonkarahisar, Kütahya, Manisa,<br />
Uşak<br />
TR41 Bursa Eskişehir Bilecik BEBKA Bilecik, Bursa, Eskişehir<br />
Kalkınma Ajansı<br />
TR42 Doğu Marmara Kalkınma MARKA Bolu, Düzce, Kocaeli, Sakarya, Yalova<br />
Ajansı<br />
TR51 Ankara Kalkınma Ajansı ANKARAKA Ankara<br />
TR61 Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı BAKA Antalya, Burdur, Isparta<br />
TR63 Doğu Akdeniz Kalkınma DOĞAKA Hatay, Kahramanmaraş, Osmaniye<br />
Ajansı<br />
TR71 Ahiler Kalkınma Ajansı AHİKA Aksaray, Kırıkkale, Kırşehir, Nevşehir,<br />
Niğde<br />
TR72 Orta Anadolu Kalkınma ORAN<br />
Kayseri, Sivas, Yozgat<br />
Ajansı<br />
TR81 Batı Karadeniz Kalkınma BAKKA Bartın, Karabük, Zonguldak<br />
Ajansı<br />
TR82 Kuzey Anadolu Kalkınma KUZKA Çankırı, Kastamonu, Sinop<br />
Ajansı<br />
TR90 Doğu Karadeniz Kalkınma<br />
Ajansı<br />
DOKA<br />
Artvin, Giresun, Gümüşhane, Ordu,<br />
Rize, Trabzon<br />
TRA2 Serhat Kalkınma Ajansı SERKA Ağrı, Ardahan, Iğdır, Kars<br />
TRB1 Fırat Kalkınma Ajansı FKA Bingöl, Elazığ, Malatya, Tunceli<br />
Kaynak: Kalkınma Ajansları 2010 Yılı Faaliyet Raporu<br />
688
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Uluslararası Öğrencinin Kalkınmadaki Rolü ve<br />
Türkiye’ye Potansiyel Etkileri<br />
Ahmet Ayhan KOYUNCU 1<br />
Uluslararası öğrenci, en genel tanımı ile eğitim almak üzere vatandaşı olduğu ülkenin<br />
dışına çıkan öğrencileri tanımlayan bir kavramdır. Uluslararası öğrenciler, eğitim<br />
amacıyla bulundukları ülkelerin sosyal, ekonomik ve beşeri sermayesine oldukça<br />
önemli katkılar sağlamaktadır. Türkiye’ye eğitim almak için gelen öğrencilerin<br />
durumu açısından ise son beş yıla kadar yetersiz bir konumdayken 2015-2016 yılı<br />
itibariyle oldukça önemli bir artış göstermiş ve 110 bin seviyesine çıkmıştır.<br />
Uluslararası öğrenciler, eğitim amacıyla bulundukları ülkelere hem ekonomik hem de<br />
sosyal ve beşeri alanda önemli katkılar sağlamakta ve kalkınmaya ciddi katkılar<br />
sunmaktadır. Örneğin 2010-2011 dönemi için uluslararası öğrencilerini ABD<br />
ekonomisine katkıları 20 milyar doların biraz üzerindedir. Ayrıca ülkeler için yetişmiş<br />
ve kalifiye eleman sağlama imkânı da sunmaktadır. Bu sebeple ülkeler, hem<br />
uluslararası öğrencilerin ülkeye gelmeleri için bir politika geliştiriyorlar hem de<br />
eğitim sonrası başarılı öğrencilerin ülkede kalmasını sağlamaya dönük bir çaba<br />
içerisine giriyorlar. Bu çalışma, Türkiye’nin bu süreçte bulunduğu yeri tespit ederek,<br />
bu konumunu daha geliştirmeye dönük neler yapabileceğini, potansiyelinin ne<br />
olduğunu ve uluslararası öğrenci meselesini kalkınmaya dönük bir fırsat olarak<br />
kullanabilme yeteneğini ortaya koymayı amaçlamaktadır.<br />
Anahtar Kelimeler: Eğitim, Uluslararası Öğrenci, Kalkınma, Eğitim Politikası,<br />
Eğitimin Küreselleşmesi<br />
The Role of International Students in Development and<br />
Its Potential Effects to Turkey<br />
Abstract<br />
International student is a concept that describes the students to study outside the<br />
country of his nationality with the most general terms. International student is to<br />
ensure important contribution of social, economic and human capital to the countries<br />
what is come for education. In terms of the situation of students coming to study in<br />
Turkey was poor position. But in 2015-2016 academic year showed a significant<br />
increase and reached about 110 thousand international students. International Students<br />
provide important contributions for the country that came for education in the fields<br />
of economics, social and human source and serve the country for development. For<br />
instance, international students contributed to the US economy above $ 20 billion in<br />
2010-2011 academic years. Beside this, it offers trained and qualified personnel for<br />
the countries. For this reason, countries have been developed policies for coming<br />
international students. Also, they are trying to ensure the successful students in the<br />
1 Yrd.Doç.Dr., Muş Alparaslan Üniversitesi, Fen-Edeb. Fak. Sosyoloji Bölümü,<br />
ahmetakoyuncu@hotmail.com<br />
689
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
country. This study aims to detect Turkey's location in this process, and so to show<br />
how it develop its position, what it is potential, and asks whether international students<br />
is opportunity for development.<br />
Key Words: Education, International Student, Development, Education Policy,<br />
Globalization of Education.<br />
1. GİRİŞ<br />
Ülkeler bazında gittikçe etkisini arttıran küreselleşme süreci, eğitim alanını<br />
uluslararası temelde önemli bir sektör haline getirmiştir. 1960’lı yıllarda<br />
yaygınlaşmaya başlayan uluslararası öğrenci hareketliliği çok önemli bir gelişme<br />
göstermiş ve 1975 yılında 0,8 milyon civarındayken bugün yaklaşım 4,5 milyon<br />
seviyesine ulaşmıştır. 2020 tahminleri ise 8 milyona ulaşacağı yönündedir.<br />
Uluslararası öğrenci hareketliliği hem hedef ülkeler hem de kaynak ülkeler açısından<br />
büyük önem arz etmektedir. Bu önemin çeşitli boyutları söz konusudur. Hem<br />
ekonomik açıdan hem beşeri sermaye açısından hem diplomatik açıdan hem de<br />
kültürel açıdan iki ülke arasında önemli bağlar kurulmaktadır.<br />
Bu çerçevede özellikle gelişmiş ülkeler, uluslararası öğrencilerin eğitim almak<br />
amacıyla gittikleri duraklardır. Türkiye de Orta Asya Türki Cumhuriyetlerine yönelik<br />
olarak 1992 yılında başlamış olduğu ve bir politika alanı olarak görmeye başladığı<br />
uluslararası öğrenci sektöründe önemli mesafeler kat etmiştir. Ancak Türkiye mevcut<br />
potansiyeli ciddi bir konuma taşımaktan uzaktır. Bu bağlamda ülke kalkınmasına<br />
önemli etkileri olan bu konu, daha ciddi bir şekilde ele alınmalıdır.<br />
Çalışma, üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde dünyada ve Türkiye’de<br />
uluslararası öğrenci konusu ele alınmıştır. İkinci bölüm uluslararası öğrencilerin<br />
geldikleri ülkeye katkılarını özetlemektedir. Üçüncü bölümde ise Türkiye’deki<br />
uluslararası öğrenci meselesine değinilmiş ve bu konudaki potansiyel irdelenmeye<br />
çalışılmıştır. Ayrıca Doğu Anadolu bölgesinin potansiyeli de ele alınmış ve bu konuda<br />
mevcut durum ortaya konmuştur. Bölgenin kalkınması açısından uluslararası öğrenci<br />
meselesi ele alınmıştır. Sonuç kısmında ise gerek ülke gerekse bölge kalkınmasına<br />
dönük olarak uluslararası öğrencilerin önemi ortaya konmuş ve bu konuda eksiklik<br />
olarak görülen konular ve öneriler belirtilmiştir.<br />
2. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE ULUSLARARASI ÖĞRENCİLER<br />
Küreselleşmenin etkileri günümüzde oldukça ciddi bir şekilde hissedilmektedir.<br />
Birçok farklı bakış açısından farklı tanımları olan küreselleşme genel olarak,<br />
Giddens’ın (2004: 69) ifadesiyle “uzak yerleşimleri birbirlerine, yerel oluşumların<br />
millerce ötedeki olaylarla biçimlendirildiği ya da bunun tam tersinin söz konusu<br />
olduğu yollarla bağlayan dünya çapındaki toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması”<br />
biçiminde tanımlanır. Küreselleşme yerel unsurları küreselleştirmekte ve küresel<br />
unsurları ise yerelleştirmektedir. Dolayısıyla ekonomiden siyasete, gündelik<br />
yaşamdan siyasete kadar yaşamın tüm alanlarında görünür hale gelmektedir.<br />
Bu görünürlüğün önemi gittikçe artan bir boyutu da eğitimdir. Az gelişmiş ve<br />
gelişmekte olan ülkeler 60’lı yıllardan bu yana öğrencilerini gelişmiş ülkelere<br />
göndererek bilgi ve teknoloji transferini hedeflemişlerdir (Tekelioğlu vd., 2012: 192).<br />
690
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bu nedenle küreselleşmenin etkilerinin hızlandığı 1980’lerden bu yana eğitimin<br />
uluslararası bir boyut kazanması yaygın bir olgu haline gelmiştir. Bu bağlamda<br />
eğitimin küreselleşmesi, eğitim faaliyetlerinin ulusal sınırları aşarak dünya çapında<br />
yayılması ve standartlaştırılması anlamlarını taşımaktadır (Güngör, 2010: 1). Bu<br />
süreçte yeni bir kavram gündeme gelmiştir: Uluslararası öğrenci. Uluslararası öğrenci<br />
genel olarak eğitim için yurtdışına çıkan kişiyi ifade eder. Daha önce “yabancı<br />
öğrenci” olarak tanımlansa da sonraki süreçte yabancı öğrenci ile uluslararası/mobil<br />
öğrenci tanımları birbirinden ayrılmış ve yabancı öğrenci, o ülkede eğitim gören ve<br />
ilgili ülkenin vatandaşı olmayan ancak o ülkede ikamet iznine sahip olan kişiyi ifade<br />
eder. Uluslararası öğrenci ise eğitim amacıyla kendi ülkesini terk edip bir başka<br />
ülkeye giden öğrencileri ifade eder (OECD, 2013: 314-315). Bununla birlikte<br />
uluslararası öğrenciler çeşitli ülkeler ve kuruluşlar tarafında farklı şekillerde<br />
tanımlanmaktadır. 2<br />
Yükseköğretim alanında oldukça eski bir tarihe sahip olan uluslararası eğitim, Paris<br />
üniversitesinin 13.yy.da Fransa dışındaki öğrencileri kabulüne dek uzanmaktadır.<br />
(Levent ve Karaevli, 2013: 99). Ancak modern dönemlerde 1960’lı ve 70’li yıllarda<br />
gelişmeye başlar ve özellikle 1980 sonrasında ciddi rakamlara ulaşmıştır.1975 yılında<br />
800 bin uluslararası öğrenci mevcutken bu rakam 2012 yılında 4,5 milyondan daha<br />
fazla bir rakama yükselmiştir (OECD, 2014: 342). Bu rakamın 2020 yılında 8 milyona<br />
ulaşacağı tahmin edilmektedir (KAM, 2015: 2). Bu rakamlar da göstermektedir ki<br />
uluslararası öğrenci olgusu hem gelişmiş ülkeler açısından hem de gelişmekte olan<br />
ülkeler açısından oldukça önemli bir konuma sahiptir.<br />
Dünyada uluslararası öğrenci hareketliliğine bakıldığında kaynak ülkeler Asya’dan<br />
hedef ülkeler ise ABD, İngiltere, Fransa, Avustralya ve Almanya gibi ülkelerden<br />
oluşmaktadır. Asya toplam uluslararası öğrencilerin % 53’ünü teşkil etmektedir.<br />
Ayrıca tüm uluslararası öğrencilerin % 82’si G20 ülkelerinde eğitim görmektedirler.<br />
(OECD, 2014: 342). Kaynak ülkelere baktığımızda 2008 verilerine göre dünyadaki<br />
toplam uluslararası öğrencilerin % 15,3ünü Çin Halk Cumhuriyeti göndermektedir.<br />
Bu ülkeyi sırasıyla Hindistan (% 5), Güney Kore (% 3,5), Almanya (% 2,8) ve Türkiye<br />
(% 2) takip etmektedir (Özoğlu, Gür, Coşkun, 2012). Oranlar açısından bakıldığında<br />
2012 verilerine göre ABD dünyadaki tüm uluslararası öğrencilerin % 16’sını almıştır.<br />
ABD’yi İngiltere (% 13), Almanya (% 6), Fransa (% 6) Avustralya (% 6) ve Kanada<br />
(% 5) takip etmektedir. Bu da göstermektedir ki her iki uluslararası öğrenciden birisi<br />
bu 6 ülkede toplanmaktadır (OECD, 2014: 344).<br />
Uluslararası öğrenci alanında Türkiye 2011 yılına kadar istikrarsız bir çizgi<br />
sürdürmüştür. Ancak 2011 sonrasında Türkiye önemli bir sıçrama gerçekleştirmiştir.<br />
Uluslararası öğrenci konusunda ilk yasal düzenleme 14/10/1983 tarihinde ve 2922<br />
sayılı Türkiye’de Öğrenim Gören Yabancı Uyruklu Öğrencilere İlişkin Yönetmelik<br />
ile yapılmıştır (KAM, 2015: 18). Fakat bu konudaki asıl ciddi çalışma, 1992 yılında<br />
gerçekleştirilen Büyük Öğrenci Projesi (BÖP) olmuştur. BÖP, Sovyetler Birliği’nden<br />
ayrılan ve bağımsızlık ilan eden Orta Asya’daki Türki Cumhuriyetlerdeki öğrencilere<br />
dönük bir çalışmadır. Türkiye, bu ülkelerle ikili anlaşma veya protokollerle devlet<br />
2<br />
Tanımlara ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. KAM, 2015: 18-19.<br />
691
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
bursu sağlayarak 10.000 öğrenci getirilmesini hedeflemiştir (Kavak ve Baskan, 2001:<br />
96). Bu çalışma günümüze kadar devam etmiştir. Yakın zamanlara kadar Türkiye’nin<br />
misafir ettiği Uluslararası öğrencilerin yaklaşık ¼’ü BÖP kapsamında eğitim gören<br />
öğrencilerdir (Özoğlu, Gür, Coşkun, 2012: 58).<br />
Uluslararası öğrencilerin eğitim için tercih ettiği ülkeler genel olarak bir eğitim<br />
politikası belirlemekte ve Uluslararası öğrencilerin kendi ülkelerini tercih etmeleri<br />
için çeşitli uygulamalar yapmaktalar. Bu ülkeler, başvuru ve eğitim sürecinden<br />
mezuniyet sonrası istihdam sürecine kadar birçok süreçte kolaylık ve esneklik<br />
sağlayan politikalar sağlamaktadır. Örneğin ABD, vize başvuru işlemleriyle ilgili<br />
olarak, Çin ve Hindistan gibi çok sayıda öğrenci gönderen ülkelerden başvuru yapan<br />
öğrencilerin zaman farkından dolayı sorun yaşamamaları için danışma ofislerinin<br />
çalışma saatlerini uzatmış ve çalışan sayısını arttırmıştır (Özoğlu, Gür, Coşkun, 2012:<br />
37-38). Uluslararası öğrenci sayısı fazla olan ülkeler benzer uygulamalarla başvuru<br />
sürecini kolaylaştırıp, böylece uluslararası öğrencilerin kendi ülkelerini tercih<br />
etmelerini sağlamaya çalışmaktadırlar.<br />
Türkiye’de bu süreç 2010 yılı sonrasında önem kazanmış, Yurtdışı Türkler ve Akraba<br />
Topluluklar Başkanlığı (YTB) 6 Nisan 2010 tarihinde Başbakanlığa bağlı bir<br />
müsteşarlık olarak kurulmuştur. Bu kuruluş, Türkiye’nin Uluslararası Öğrenci<br />
konusundaki çalışmalarını üzerine almıştır. YTB uluslararası öğrencilerle ilgili olarak<br />
çalışma yapan Kamu kurum ve kuruluşları ile Kamu Kurumu niteliğinde meslek<br />
kuruluşlarının katılımıyla oluşturulan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Kurulu<br />
(UÖDK) sekretaryasını ve ilgili kurumlar arasında koordinasyon sağlama görevini<br />
üstlenmiştir. YTB dışında Türkiye’deki üniversiteler yurtdışında çeşitli eğitim<br />
fuarlarına katılarak üniversitelerin tanıtılmasını sağlamıştır. 2012 yılında devlet<br />
tarafından çıkartılan, Döviz Kazandırıcı Hizmet Ticaretinin Desteklenmesi Hakkında<br />
Tebliğ Ve Tebliğ’in Uygulama Usul ve Esasları Genelgesi çerçevesinde<br />
üniversitelerin yurtdışı fuarlara katılımına 15.000 dolara kadar destek verilmiş ve<br />
yılda 10 defaya kadar destekleme verilmektedir (KAM, 2015: 58).<br />
Bu ve benzeri çalışmalar çerçevesinde Türkiye, Uluslararası öğrenci sayısında 2011<br />
yılından itibaren önemli bir sıçrama göstermiş ve 2010-2011 Eğitim-Öğretim yılında<br />
26.228 uluslararası öğrenciye sahipken bu sayı 2014-2015 Eğitim Öğretim yılında<br />
72.178, 2015-2016 Eğitim Öğretim yılında 87.903 öğrenciye ulaşmıştır (ÖSYM,<br />
2015-ÖSYM, 2016).<br />
3. BÖLÜM: ULUSLARARASI ÖĞRENCİLERİN BULUNDUKLARI<br />
ÜLKEYE KATKILARI<br />
Uluslararası öğrencilerin bulundukları ülkeye ciddi katkıları söz konusudur. Bu<br />
katkılar ekonomik katkı, beşeri katkı (insan kaynağı), akademik katkı, diplomatik<br />
katkı ve kültürel katkı olarak beş başlık altında toplanabilir. En önemli katkı olarak<br />
ekonomik katkılar ifade edilebilir. Uluslararası öğrenciler hem bulundukları ülkeye<br />
ödedikleri katkı payı sebebiyle hem de seyahat ve gündelik yaşam giderlerini<br />
karşılamak için aileleri ile birlikte harcamalar yapmaktadırlar. Bu ise o ülkeye<br />
doğrudan ekonomik girdi sağlamaktadır. ABD, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda ve<br />
İngiltere gibi uluslararası öğrencilerin yoğun olduğu ülkelerde eğitim sektörü ihracat<br />
692
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
kapsamında en fazla ekonomik getiri sağlayan ilk beş sektör içerisindedir (Özoğlu,<br />
Gür, Coşkun, 2012: 21). Örnek olarak ABD, uluslararası öğrencilerden yılda 26<br />
milyar dolardan fazla para kazanmaktadır. Tablo X de ABD’nin uluslararası<br />
öğrenciden elde ettiği ekonomik katkı açıkça görülecektir. Bu tabloya göre 2013-2014<br />
yılında ABD uluslararası öğrencilerden net olarak 26,8 milyar dolar kazanç<br />
sağlamıştır. Ayrıca NAFSA’nın (2014) raporunda belirttiğine göre 7 uluslararası<br />
öğrencinin ülkeye gelmesi 3 kişiye iş imkânı yaratmaktadır. Toplam olarak<br />
bakıldığında 886 bin öğrenci 340 bin kişiye iş imkânı sağlamaktadır. Aynı şekilde<br />
uluslararası öğrenci etkisiyle Kanada’da 80 bin, Yeni Zelanda’da 32 bin kişi iş sahibi<br />
olmuştur (Özoğlu, Gür, Coşkun, 2012: 22).<br />
Benzer şekilde İngiltere de uluslararası öğrenciden 2008 yılında 8,5 milyar Sterlin<br />
gelir elde etmiştir (British Council, 2008: 6). 2011 yılında ise yükseköğretim ihracının<br />
10,7 milyar sterline ulaştığı belirtilmiştir (Universities UK, 2014: 38). Avustralya<br />
2010-211 eğitim-öğretim yılında 16,3 milyar dolar, Kanada 6,5 milyar dolar, Yeni<br />
Zelanda ise 2,1 milyar dolar gelir elde etmiştir.<br />
Uluslararası öğrencilerin ekonomik katkılarına ek olarak çok önemli akademik ve<br />
kültürel değerlere ilişkin katkıları da söz konusudur. Bu anlamda iki ülke arasında bir<br />
köprü vazifesi görmektedir,eğitim alanına küresel bir perspektif getirmektedir,<br />
akademik alanda yeniliklerin destekçisi olmaktadır (NAFSA, 2014). Özellikle başarılı<br />
öğrencilere verdikleri iş ve araştırma imkânlarıyla gelişmiş ülkeler akademik anlamda<br />
personel açığını kapatmaktadırlar. Uluslararası öğrenciler araştırma asistanlığı,<br />
okutmanlık ve laboratuvar teknisyenliği gibi üniversitelerin ihtiyaç duyduğu<br />
personelleri karşılamada önemli bir rolü bulunmaktadır. Hatta ABD’de post-doktora<br />
öğrencilerinin ülkede kalması bir gereklilik olarak görülmekte ve ABD’li işverenler<br />
doktorasını bitirmiş uluslararası öğrencilerin otomatik olarak kalıcı ikamet hakkı<br />
kazanması için kongre çapında lobi yapmaktadırlar. Çünkü uluslararası öğrenciler<br />
daha elit bir programın kalıcı hale getirilmesinde etkili olabilirler ve yeni bilgi ve<br />
araştırmanın önemli bir kaynağı oldukları için ABD’nin bilgi, hizmet ve mal<br />
üretiminde rekabetine önemli katkı sunabilirler (Hawthorne, 2010: 105-106).<br />
Dolayısıyla ABD, özellikle doktorasını bitirmiş uluslararası öğrencileri ülkesinde<br />
tutabilmek için onlara ciddi imkânlar sunmaktadır. Bu bağlamda uluslararası<br />
öğrenciler gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için önemli bir beşeri sermaye<br />
kaynağıdır.<br />
Tablo 1: Uluslararası Öğrencilerin 2013-2014 Eğitim-Öğretim yılında ABD<br />
Ekonomisine Katkısı<br />
Harçların ABD Ekonomisine Katkısı $ 19,754,000,00<br />
Yaşam Giderleri Katkısı $ 16,265,000,00<br />
Uluslararası Öğrenci Toplam Katkı Payı $ 36,019,000,00<br />
ABD Burs Desteği % 26,8 $ 9,669,000,00<br />
Bakmakla Yükümlü Olduklarının Yaşam Giderleri $ 442,000,00<br />
Uluslararası Öğrencilerin ve Ailelerinin ABD Ekonomisine Net Katkısı $ 26,792,000,00<br />
Kaynak: “TheEconomicBenefit of International Students, NAFSA, 2014.<br />
693
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Uluslararası öğrencilerin bir başka önemli katkısı ise siyaset ve diplomasi<br />
çerçevesinde kendisini göstermektedir. Uluslararası öğrenci dolaşımı ülkeler ve<br />
kültürler arası anlayışı, işbirliğini ve dayanışmayı arttırdığından aynı zamanda önemli<br />
bir dış politika ve kamu diplomasisi aracıdır. Kamu diplomasisi dış kamuyu veya<br />
diğer ülkelerdeki insanları etkilemek üzere yapılan etkinlikleri ifade etmektedir<br />
(Özoğlu, Gür, Coşkun, 2012: 22-23). Kamu diplomasisinin ne kadar önemli olduğu<br />
15 Temmuz darbe girişiminden sonra bir kez daha ortaya çıkmıştır. Darbe<br />
girişiminden sonra Türkiye’nin o zamana kadar yurtdışında en etkin güçlerinden birisi<br />
olan FETÖ, darbenin sulandırılmasında ve uluslararası camiada destek görmemesinde<br />
yaptığı lobi faaliyetleri ile maalesef etkili olmuştur. Fakat Türkiye’nin bu tehlikenin<br />
farkına vararak aldığı tedbirler, bu olumsuz tablonun daha da kötü neticelenmesini<br />
engellemiştir. Bu açıdan bakıldığında kamu diplomasisinin ne kadar önemli olduğu<br />
tartışmaya mahal bırakmayacak derecede açıktır.<br />
Uluslararası öğrenci hareketliliğinin önemli bir başka boyutu da kültürel katkılarıdır.<br />
İki ülke arasında kültürel bir köprü vazifesi gören uluslararası öğrenciler (NAFSA,<br />
2014), ülkelerin birbirlerinin kültürlerini tanımaları için birer kültür elçisi<br />
konumundadır. Özellikle küreselleşen dünyada farklı kültürlerin birbirini tanıması,<br />
başka birçok alan için de önemli bir işleve sahiptir.<br />
Görülmektedir ki uluslararası öğrenci hareketliliği hem hedef ülke hem de kaynak<br />
ülke için oldukça önemli katkılar ortaya çıkarmaktadır. Fakat veriler incelendiğinde<br />
bu katkıların gelişmiş ülkeler lehinde olduğu da tartışma götürmez bir gerçektir.<br />
Özellikle ekonomik, beşeri sermaye ve diplomatik alanda gelişmiş ülkeler bu<br />
öğrencilerden faydalanmaktadır. Türkiye de bu alana geç olsa da ciddi bir şekilde<br />
yönelmeye başlamıştır. Ancak Türkiye henüz potansiyeli yeterince<br />
kullanamamaktadır.<br />
4. BÖLÜM: ULUSLARARASI ÖĞRENCİLERİN TÜRKİYE’NİN VE<br />
BÖLGENİN KALKINMASINA POTANSİYEL ETKİLERİ<br />
Türkiye’nin uluslararası öğrenci politikası ciddi anlamda 1992’de BÖP ile<br />
başlamıştır. O tarihten günümüze kadar istikrarsız bir seyir izleyen uluslararası<br />
öğrenci sayısı 2011 sonrasında ciddi bir artış göstermiştir. Bu süreçte önemli olan bazı<br />
gelişmeler vardır. Bu gelişmeler öncelikle 1990’lı yıllarla beraber uluslararası öğrenci<br />
meselesinin bir politika alanı olarak ele alınmasıdır (Özer, 2012: 11). Bu politikanın<br />
ilk çıktısı ise BÖP olmuştur. Daha sonra Türkiye, 2006 yılında yükseköğretim<br />
alanında önemli bir sıçrama yaşamıştır. Her ile bir üniversite politikası ile hem devlet<br />
üniversitesi sayısı artmış hem de vakıf üniversitelerinin kurulması kolaylaşmış ve<br />
akabinde birçok vakıf üniversitesi kurulmuştur. 2015-2016 eğitim-öğretim yılı sonu<br />
itibariyle Türkiye’de 109 devlet üniversitesi, 76 vakıf üniversitesi ve 8 adet de vakıf<br />
meslek yüksekokulu olmak üzere toplam 193 yükseköğretim birimi bulunmaktadır<br />
(YÖK, 2016). Bu üniversitelerin 118 tanesi 2006 yılı sonrasında kurulmuştur.<br />
Üniversite sayısındaki bu artış, üniversitelerin doğal olarak uluslararası öğrenciye<br />
dönük çalışmalarını da beraberinde getirmiştir. Ancak bu sadece üniversitelerin<br />
çalışmaları ile şekillenmemiş, devlet de bu alandaki politikasını genişletme<br />
çalışmaları yapmıştır. Daha önce bahsedilen YTB’nin kurulması ve üniversitelerin<br />
694
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
yurtdışındaki faaliyetlerine devlet desteği gelmesi, bu süreçteki etkili başka<br />
noktalardır. Bu çalışmaların karşılığı da kısa sürede alınmış ve 2000-2001 eğitimöğretim<br />
yılında 15,805 olan öğrenci sayısı, 2009-2010 yılına kadar ancak 21,361<br />
rakamına ulaşmışken, 2010-2011 eğitim-öğretim yılı itibariyle sıçrama yapmış ve<br />
26,228’e yükselmiştir (Özoğlu, Gür, Coşkun, 2012: 54). 2013-2014 eğitim-öğretim<br />
yılında 48,183 uluslararası öğrenci, 2014-2015 eğitim-öğretim yılında 72,178<br />
uluslararası öğrenci Türkiye üniversitelerine kayıtlı öğrenci olmuşlardır (YÖK, 2016).<br />
Ayrıca üniversite öncesi eğitim de dâhil edilirse bu sayı 110 bin civarına ulaşmıştır.<br />
Türkiye’nin uluslararası öğrenci sektöründeki bu canlanması ülkenin kalkınmasına<br />
önemli etkilerde bulunmaktadır. Bir eğitim kurumu başkanlığını yürüten Enver<br />
Yücel’e göre bir uluslararası öğrencinin ülkeye yıllık getirisi 40 bin dolardır (URL-<br />
1). ABD’nin yıllık Uluslararası öğrenciden kazandığı, burslardan arındırılmış net<br />
miktar öğrenci sayısına bölündüğünde 30 bin dolardan biraz fazla bir miktar ortaya<br />
çıkmaktadır. Türkiye için 40 bin dolar rakamı biraz abartılı olsa da, bu rakamlar<br />
Türkiye ekonomisini canlandırıcı bir etki yapmaktadır. Özellikle NAFSA’nın (2014)<br />
belirttiği istihdam oranları ise bir başka önemli katkıya işaret etmektedir. NAFSA’ya<br />
göre her 7 uluslararası öğrenci 3 kişiye istihdam imkânı sağlamaktadır. Bu istihdam<br />
imkânı oluşan sektörler arasında ilk akla gelenler barınma ve yurt hizmetleri, seyahat<br />
hizmetleri, gıda sektörü gibi önemli sektörlerdir.<br />
Bir başka önemli katkı ise insan kaynağı alanında mümkün olmaktadır. Ülkemizin de<br />
dâhil olduğu gelişmekte olan ülkeler, yetişmiş insan kaynağı noktasında sorun<br />
yaşamaktadırlar. Türkiye, bir taraftan vasıflı eleman açığı, diğer taraftan vasıfsız<br />
eleman fazlalığı sorunu yaşayan bir ülkedir. Bu açıdan iyi yetişmiş uluslararası<br />
öğrencilerin istihdamına ilişkin düzenlemeler yapıldığı takdirde bu sorun önemli bir<br />
çerçevede aşılabilecektir. Özoğlu, Gür ve Coşkun’un (2012: 115-116) yaptığı<br />
çalışmada “Mezuniyet sonrası Türkiye’de çalışmayı düşünür müsünüz?” sorusuna<br />
birçok kişi “imkân sağlanırsa evet” cevabını vermiştir. Mevzuata göre mezun<br />
olduktan sonra Türkiye’de kalma izni 15 gündür. Vatandaşlığa geçme süresi de<br />
uzundur. Dolayısıyla yani mevzuattaki sorunların çözülmesi halinde kalmak<br />
istemektedirler.<br />
Kongrenin ana konusu olan Doğu Anadolu özelinde düşünüldüğünde yukarıda sayılan<br />
problemler daha da önem arz etmektedir. Bölgeler temel alındığında Doğu Anadolu<br />
bölgesinde yer alan 14 ilden 9’u Türkiye’nin en az gelişmiş illeri arasında yer<br />
almaktadır (URL-2). Bunun elbette birçok sebebi mevcuttur. Ancak bu sorunun<br />
aşılmasında uluslararası öğrenci sektörü önemli yer tutma potansiyeline sahiptir. Bu<br />
hem ekonomik anlamda bir canlılık katacak hem yetişmiş eleman ihtiyacını giderecek<br />
hem de uluslararası öğrencilerin geldiği ülkelerle ekonomik, kültürel ve siyasi<br />
bağların artmasına imkân tanıyacaktır. Bölgede eğitim alan uluslararası öğrenci<br />
profiline bakıldığında görülmektedir ki bu öğrenciler yakın civardaki ülkelerden<br />
gelmektedirler. Örnek olarak ele alındığında Kafkas üniversitesinin 616 uluslararası<br />
öğrenciden 221’i Azerbaycan’dan ve 357’si Türkmenistan’dan gelmektedir. Yine<br />
Ardahan Üniversitesinin 200 uluslararası öğrencisinden 80’i Azerbaycan’dan, 84’ü<br />
ise Türkmenistan’dan gelmiştir. Yüzüncü yıl Üniversitesinin 631 öğrencisinden 295’i<br />
Irak’tan, 35’i İran’dan ve 26’sı Azerbaycan’dan gelmiştir (YÖK, 2016). Bu da<br />
göstermektedir ki bu üniversiteler bölgede yer alan komşu ülkelerin öğrencileri<br />
695
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
tarafından daha fazla tercih edilmektedir. Uluslararası öğrencilerin ülke tercihinde<br />
etkili olan faktörlerden birisi de gidilecek hedef ülke ile öğrencinin geldiği ülke<br />
arasındaki bağlardır (Özoğlu, Gür, Coşkun, 2012: 24). Bu anlamda bölgeyle sınırı<br />
olan ülkelerle uzun yıllara dayanan sıcak ilişkiler, bu potansiyelin imkânını açıkça<br />
ortaya koymaktadır.<br />
Böylece bölgede yer alan üniversitelerin öncülüğünde ilgili ülkelerle ekonomik,<br />
kültürel, siyasi vs. birçok bağ imkânı gelişecek ve bu ticari hayata ve kalkınmaya<br />
önemli bir destek sunacaktır.<br />
5. SONUÇ<br />
Uluslararası öğrenciler, son 50 yıldır küresel çapta hareketliliğin artmasıyla birlikte<br />
eğitim sektöründe çok önemli bir konuma gelmiştir. Uluslararası öğrenci hareketliliği<br />
ülkelerin ekonomik, diplomatik, kültürel, sınai vs. birçok alanda gelişmesine katkı<br />
sağlamıştır. Özellikle uluslararası öğrencileri barındıran hedef ülkeler bu açıdan<br />
önemli gelirler elde etmişlerdir.<br />
Türkiye, geç kaldığı bu alanda son yıllarda yaptığı çalışmalarla önemli mesafeler kat<br />
etmiştir. 1992 yılında dağılan Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığını elde eden Türki<br />
Cumhuriyetlere yönelik olarak başlattığı BÖP ile başlayan uluslararası öğrenci<br />
politikası 2011 yılından itibaren önemli bir sıçrama yapmış ve böylece Türkiye daha<br />
yurtdışına gönderdiği 65 bin öğrenci ile kaynak ülkeler arasında beşinci sıradayken<br />
gönderdiğinden daha fazla öğrenciyi misafir etmeye başlamıştır. Ancak Türkiye bu<br />
konuda henüz yeterince potansiyelini değerlendirememektedir.<br />
Bu bağlamda çalışma bazı önerileri içermektedir.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Bölge ülkeler içerisinde lider ülke olma potansiyelini her geçen gün<br />
güçlendiren Türkiye, hem ekonomik, hem beşeri sermaye hem de<br />
diplomatik bağlamda önemli konumu olan uluslararası öğrenci<br />
meselesine daha fazla eğilmeli ve öğrenciler açısından ülkeyi tercih<br />
konusunda yaşanan sorunları tespit etmeli ve bu sorunları<br />
gidermelidir.<br />
Bunun için bu öğrencilerle ilgili çok sayıda bilimsel çalışma<br />
yapılmalıdır. Ülkemizde bu konu üzerine yapılan çalışmalar<br />
oldukça azdır. Bunların ilk yapılanları da BÖP kapsamında<br />
yapılmıştır.<br />
Bu çalışmaların ışığında önce mevzuata ilişkin düzenlemeler<br />
yapılmalı ve öğrencilerin ülkeye gelmesi ve mezuniyet sonrası<br />
kalabilmesi için tespit edilen sorun alanlarında iyileştirmeler<br />
yapılmalıdır.<br />
Üniversitelerin uluslararası öğrencilere dönük tanıtım faaliyetleri<br />
teşvik edilmeli ve hatta bu mesele ihracat teşviki kapsamında<br />
değerlendirilmelidir.<br />
Yurtdışında bulunan elçilikler ile üniversiteler işbirliği içerisinde<br />
çalışmalı ve tanıtım faaliyetleri daha kapsamlı ve düzenli bir hale<br />
getirilmelidir.<br />
696
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
<br />
Uluslararası öğrencilerin başarılı olanlarının ülkede çalışması için<br />
teşvik edici tedbirler alınmalıdır.<br />
Bu genel çalışmalar yanında Doğu Anadolu gibi kalkınma problemi yaşayan bölgelere<br />
dönük çeşitli tedbirler de alınmalıdır. Bu tedbirler içerisinde sayılabilecekler şunlar<br />
olabilir:<br />
KAYNAKÇA<br />
Nitelikli yabancı öğretim üyelerinin bu üniversitelerde<br />
çalışmalarının önünü açılmalıdır.<br />
Akademik çalışmalar için uygun altyapı hizmetleri sağlanmalıdır.<br />
Özellikle lisans öğrencisi olmayan bölümler proje tabanlı çalışmaya<br />
yönlendirilmeli ve altyapı maliyetleri yüksek olmasından dolayı her<br />
üniversiteye tam donanımlı laboratuvarlar –en azından ilk etaptakurulamayacağı<br />
için bölgesel laboratuvarlar kurulmalı ve<br />
üniversiteler arası işbirliği teşvik edilmelidir. Bu belki de bu<br />
alanlarda yaşanan krizi fırsata çevirip yüksek lisans ve doktora<br />
alanlarında uzmanlaşmaya imkân sağlayacaktır.<br />
Üniversitelerin bölgelerin potansiyelleri üzerine çalışmaları teşvik<br />
edilmeli ve böylece akademik çalışmalarca tespit edilecek bölge<br />
potansiyelinin başka kurumlarca aktüele dönüştürülmesini<br />
sağlayacak imkânlar üzerine kafa yorulmalıdır.<br />
Brıtısh Councıl, (2008), Annual Report 2007-2008,<br />
Https://Www.Britishcouncil.Org/Sites/Default/Files/2007-<br />
08_Annual_Report.Pdf Erişim Tarihi: 05.06.2016.<br />
Gıddens, A. 2004, Modernliğin Sonuçları, (Çev. Ersin Kuşdil), Ayrıntı Yayınları,<br />
İstanbul.<br />
Güngör, N.D., (2010), Eğitim, Küreselleşme Ve Beyin Göçü,<br />
Http://Docplayer.Biz.Tr/5311518-Egitim-Kuresellesme-Ve-Beyin-<br />
Gocu.Html (1-5) Erişim Tarihi: 20.08.2016.<br />
Hawthorne, L, (2010), Demography, Migration And Demand For International<br />
Students,<br />
Http://Wiki.Epfl.Ch/Smp-<br />
He/Documents/Hawthorne/C%20%20studentapecmarch2010.Pdf Erişim<br />
Tarihi: 15.08.2016.<br />
Kam, (2015), Yükseköğretimin Uluslararasılaşması Çerçevesinde Türk<br />
Üniversitelerinin Uluslararası Öğrenciler İçin Çekim Merkezi Haline<br />
Getirilmesi, Araştırma Projesi Raporu, Kalkınma Araştırmaları Merkezi,<br />
Ankara.<br />
Kavak, Y., Baskan, G. A., (2001), Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleri, Türk Akraba Ve<br />
Topluluklarına Yönelik Eğitim Politika Ve Uygulamaları, Hacettepe<br />
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 20, Ss. 92-103.<br />
Levent, F., Karaevli, Ö., (2013), “Uluslararası Öğrencilerin Eğitimine Yönelik<br />
Politikalar Ve Türkiye İçin Öneriler”, Eğitim Bilimleri Dergisi, S. 38,<br />
İstanbul, S.97-117.<br />
697
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Nafsa, (2014), The Economic Benefit Of International Students $26.8 Billion<br />
Contributed; 340.000 U.S. Jobs Supported,<br />
Http://Www.Nafsa.Org/_/File/_/Eis2014/Usa.Pdf Erişim Tarihi:<br />
01.08.2016.<br />
Oecd, (2013), Education At A Glance 2013: Oecd Indicators, Oecd Publishing.<br />
Oecd, (2014), Education At A Glance 2014: Oecd Indicators, Oecd Publishing.<br />
Özer, M., (2012), “Türkiye’de Uluslararası Öğrenciler”, Yükseköğretim Ve Bilim<br />
Dergisi, C.2, S.1, S.10-13.<br />
Özoğlu, M., Gür, B.S., Coşkun, İ., (2012), Küresel Eğilimler Işığında Türkiye’de<br />
Uluslararası Öğrenciler, Seta Yayınları, Ankara.<br />
Tekelioğlu, S. Vd., (2012), “Uluslararası Öğrencilerin Ülke Ve Üniversite Seçiminde<br />
Etkili Faktörler: Vakıf Üniversitesi Örneği”, Organizasyon Ve Yönetim<br />
Bilimleri Dergisi, C.4, S. 2, S.191-200.<br />
Unıversıtıes Uk, (2014), International Students İn Higher Education: The Uk And Its<br />
Competition,<br />
Http://Www.Universitiesuk.Ac.Uk/Policy-And-<br />
Analysis/Reports/Documents/2014/İnternational-Students-İn-Higher-<br />
Education.Pdf Erişim Tarihi: 16.08.2016.<br />
Yök, (2016), Uyruğa Göre Öğrenci İstatistikleri, Https://İstatistik.Yok.Gov.Tr/ Erişim<br />
Tarihi: 01.08.2016.<br />
Url-1http://Www.Haberturk.Com/Ekonomi/İs-Yasam/Haber/1233472-Yabanci-<br />
Ogrenci-İcin-İhracat-Tesviki-Onerisi 02/05/2016<br />
Url-2 Https://Ekonomi.İsbank.Com.Tr/Userfiles/Pdf/Ar_07_2015.Pdf 21.08.2016.<br />
698
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Sürdürülebilir Kalkınma İçin Turizm: Şanlıurfa’da<br />
Bulunan Sivil Toplum Kuruluşlarının Görüşleri<br />
Gül ERKOL BAYRAM 1, Ali Turan BAYRAM 2 , Özlem SÜRÜCÜ 3<br />
Türkiye’de ve dünyada inanç turizmi ile bilinirliğini sağlayan Şanlıurfa şehrinde<br />
bulunan yerel halk turizm aktivitelerinden ekonomik bir kazanç elde etmektedir. Yerel<br />
halk sadece kazanç elde etmekle kalmayıp sosyal ve kültürel olarak gelişmekte,<br />
ilerlemektedir. Ancak plansız ve sistemsiz bir turizm gelişimi kısa vadede kazanç<br />
sağlasa da; uzun vadede ciddi olumsuzluklara zemin oluşturmaktadır. Bu açıdan, etkin<br />
bir turizm planlanması için tüm birimlere büyük sorumluluklar düşmektedir. Bu<br />
aktörlerden biri olan Sivil Toplum Kuruluşları; işletmelerin, yerel halkın, kamu<br />
birimlerinin fikirlerini yansıtması ve ortak bir fikir birliğine varılması açısından<br />
önemli bir konumdadır. Destinasyon bazında kalkınma ve gelişim için<br />
sürdürülebilirlik ve önündeki engellerin Sivil toplum kuruluşları tarafından dile<br />
getirilmesi çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Bu amaçla Sivil toplum kuruluşları<br />
ile derinlemesine mülakat yapılmış, Şanlıurfa turizminin bölgesel kalkınmadaki<br />
rolüne ilişkin sivil toplum kuruluşlarının rolü tespit edilmeye çalışılmıştır.<br />
Araştırmadan elde edilen bulgular neticesinde; turizmin bölgesel kalkınmaya etkisinin<br />
arttırılmasına yönelik, kamuya, özel sektöre ve sivil toplum kuruluşlarına birtakım<br />
önerilerde bulunulmuştur.<br />
Anahtar Kelimeler: Turizm, Şanlıurfa, Sivil Toplum Kuruluşları, Sürdürülebilir<br />
Kalkınma.<br />
Tourism For Sustainable Development: The View of<br />
Nongovernmental Organizations<br />
Abstract<br />
Şanlıurfa is known as a religious tourism destination Turkey and World and Local<br />
community in Şanlıurfa gains to income from tourism activities. Local people are not<br />
only gaining but also developing and progressing socially, culturally. However,<br />
Unplanned and unsystematic tourism development derives also profit in a short term,<br />
This situation constitutes to grounds for serious negative drawbacks in a long term. In<br />
this respect, For an effective tourism plan; All units has great responsibilitiy.<br />
Nongovenmental Organizations, Being One of these actors, are an important position<br />
for reflecting opinions of local people, public units and reaching concensus. The aims<br />
of this study is to reflect by nongovernmental organizations from sustainabilty for<br />
destination development and improvement, the obstacles about to sustainability.<br />
With this aim; In depth interviews were conducted with nongovernmental<br />
organizations, The role of nongovernmental organizations to regional development<br />
1 Yrd.Doç.Dr., Sinop Üniversitesi, gulerkol@windowslive.com (Sorumlu Yazar/ Corresponding Author)<br />
2 Yrd.Doç.Dr., Sinop Üniversitesi, alituran_bayram@hotmail.com<br />
3 Yrd.Doç.Dr. Sinop Üniversitesi, ozlemaltunoz@hotmail.com<br />
699
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
of Şanlıurfa tourism was tried to determine. As a results; Some recommendations are<br />
presented to public and private sector, nongovenrmental organizations for increasing<br />
the impact of tourism to regional development.<br />
Keywords: Tourism, Şanlıurfa, Nongovernmental Organizations, Sustainable<br />
Development.<br />
1. GİRİŞ<br />
Gelecek nesillerin kaynaklarına zarar vermeksizin kaynakların verimli ve etkin<br />
kullanımına dayanan kalkınma modeline sürdürülebilir kalkınma denilmektedir.<br />
Sürdürülebilirlik kavramının ortaya çıkışı ile birlikte farklı bilim dallarına ve<br />
uygulama alanlarına konu olmuş, önemi ve ciddiyeti küresel açıdan pek çok otorite<br />
tarafından kabul edilmiştir. Tek bir sektör yada tek bir alan kalkınmanın<br />
gerçekleşebilmesi için yeterli olmamakta, farklı alanların birleşmesi ile oluşan<br />
harmonizasyon kalkınmanın sürdürülebilirliğini sağlamaktadır.<br />
Günümüzde turizmin ülkelere, bölgelere ve hatta köylere bile pek çok olumlu<br />
etkisinin olduğu şüphesiz bilinen bir gerçektir. Özellikle 1980 sonrası beş yıllık<br />
kalkınma planları ile her dönem farklı bir boyut kazanan turizm bacasız sanayi<br />
tanımlamasının fazlasıyla anlaşıldığı ve kıymet verildiği alanlardan biri haline<br />
gelmiştir. Bu özelliği ile gelişmiş ve gelişen ülkelerin ekonomik ve sosyal kalkınması<br />
için vazgeçilmez bir unsur olmuştur. Türkiye gibi turizm potansiyeli oldukça yüksek<br />
ve farklı turizm türlerinin yapılabileceği bir ülke için turizm bölgesel kalkınmanın en<br />
önemli araçlarından biri olarak görülmektedir. Özellikle gelişmemiş yada gelişmekte<br />
olan kentler için turizmin öneminin farkına varılması ve farklı turizm türleri ile pek<br />
çok turistin destinasyonlara çekilmesi; ekonomik ve sosyal kalkınma, refah<br />
seviyesinin yükselmesi, istihdam oranı ve kişi başına düşen milli gelirin artması,<br />
eğitim ve yaşam kalitesindeki gözle görülür artış gibi hususlarda ciddi bir ivme<br />
kazanacak, bölgesel kalkınmanın gerçekleşmiş olacaktır.<br />
Bölgesel kalkınmanın etkin ve sürdürülebilir bir şekilde yürütülmesi için kalkınmayı<br />
doğrudan ve dolaylı yollardan etkileyen kurum ve kuruluşların varlığı yadsınamaz bir<br />
gerçektir. Bu paydaşların içinde belki de en büyük lobi faaliyeti sağlayan, kitleleri<br />
peşinden sürükleyen ve önemli işletmeler adına karar ve uygulamalarda bulunan Sivil<br />
Toplum Kuruluşlarıdır denilebilir. Özellikle bölgesel kalkınmanın daha etkili şekilde<br />
gerçekleşmesi adına pek çok platform kurulmuş, toplantılar gerçekleşmiş ve bölgesel<br />
kalkınmanın en verimli nasıl yapılabileceği tartışılmıştır. Yıllar itibariyle farklı<br />
yönetim tarzları ile yürütülen bölgesel kalkınma süreci günümüzde uluslararası<br />
katılımdan yerel katılıma kadar yüzlerce paydaşın katılımı ile gerçekleşmektedir.<br />
Kalkınma yaklaşımları incelendiğinde; etkili ve sürdürülebilir kalkınmanın kamu ve<br />
özel sektör, sivil toplum kuruluşları gibi farklı birimlerin koordinasyonu ile<br />
gerçekleşebileceği görülmektedir. Bu işbirliği sadece fiziksel değil aynı zamanda;<br />
ekonomik, sosyal, kültürel bir beraberliği kapsamakta şehir ve bölge adına<br />
geliştirilecek tüm faaliyetlerde bütünlüğü kapsamaktadır. Öyle ki; bir kurumun plan<br />
haricinde bir faaliyette bulunması bile tüm kalkınma sürecini etkileyebilmekte, hatta<br />
sekteye uğratabilmektedir. Hassas bir çerçevede değerlendirilmesi gereken kalkınma<br />
süreci daimi bir kontrol ve değerlendirme aşamalarını da içermektedir. Berberlik<br />
700
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ilkesi önemsenirken; kurumların çıkar ve memnuniyetleri de önemsenmelidir ki; her<br />
kurumun sorumluluk duyduğu bir takım kişi ve kurumlar vardır. O sebeple yapılan<br />
her bir faaliyetin tüm kesimleri mutlu ve huzurlu kılacak şekilde oluşturulması ve<br />
yürütülmesi de oldukça zor ve önemli bir husustur (Küçük ve Güneş, 2013: 23).<br />
Bölgesel kalkınma da kurumların birlik ve beraberliğinin sağlanması, farklı konu ve<br />
olaylara yönelik etkin bir koordinasyon sağlamaları kalkınmanın sürdürülebilirliği<br />
açısından oldukça önemli bir husustur. Bu çalışmanın amacı; “Turizmin<br />
Sürdürülebilir Kalkınmadaki Rolü” konusunda Şanlıurfa’da yer alan ve turizmle ilgili<br />
kurulan Sivil Toplum Kuruluşlarının görüşlerinin alınması ve bölgenin turizm<br />
potansiyelinin arttırılması, sivil toplum kuruluşlarının bölgesel kalkınmaya olan<br />
etkilerini arttırmak adına yapılabilecek önerileri ortaya koymaktır.<br />
2. LİTERATÜR TARAMASI<br />
18. ve 19. Yüzyıllarda ortaya çıkan Sanayi devrimi ile birlikte hızla artan nüfus ve<br />
beraberindeki pek çok ihtiyaç, daha fazla üretim yapılması için daha fazla kaynak<br />
kullanılmasına, çevrenin ve doğanın daha çok kullanılmasına sebep olmuştur. Bu<br />
durum ise kaynakların hızla tükenmesi sorununu doğurmuş ve ne yazık ki uzun süre<br />
verdiği büyük zararları düşünmek yerine küçük faydaları üzerinde durulmuştur.<br />
Ekonomik büyüme hızla artarken, doğal kaynaklarda aynı hızla tükenmekteydi.<br />
İkinci dünya savaşından sonra ise; savaşın verdiği huzursuzluk, işsizlik, açlık ve<br />
ekonomik kaynakların yok olması gibi durumları düşünen ekonomistler bu durumdan<br />
kurtulmak ve hali hazırda oluşan ekonomik boşluğu kendi lehlerine çevirmek adına<br />
çok daha fazla üretim yapmış, doğal kaynakları çok daha büyük bir oranda<br />
tüketmişlerdir (Dulupçu, 2001). 1970’li yıllarda çevreye ve doğal kaynaklara verilen<br />
bu zararları önlemek amacıyla Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası gibi uluslararası<br />
kuruluşlar önderliğinde çeşitli toplantılar düzenlenerek “Sürdürülebilirlik” ve<br />
“Sürdürülebilir Gelişme” kavramları ortaya çıkarılmıştır. Dünya Çevre ve Kalkınma<br />
Komisyonu’nun 1987 yılında yayımladığı “Ortak Geleceğimiz” adlı bir raporda da<br />
“Sürdürülebilir Kalkınma” kavramı ortaya çıkmıştır (Sarkım, 2007: 50).<br />
TDK’ya göre kalkınma kavramı, “bir ekonomide halkın değer yargıları, dünya görüşü,<br />
tüketim ve davranış kalıplarındaki değişimleri içeren toplumsal ve kuramsal yapıda<br />
dönüşüme yol açan büyüme” şeklinde tanımlanmaktadır. Kalkınma kavramı,<br />
değişme, ilerleme, büyüme, gelişme, gibi kavramlarla yakından ilişkili bir kavramdır.<br />
Uzun süreli ve yapısal bir değişimi ifaden eden bir kavram olarak kalkınma, daha geri<br />
bir yapıdan daha ileri ve daha refah bir yapıya geçişi amaçlamaktadır (Kaypak, 2012:<br />
14). Bu bağlamda kalkınma bünyesinde; kişi başına düşen milli gelirin artırılması,<br />
üretim faktörlerinin etkinlik ve miktarlarının değişmesi, sanayi ve hizmet kesiminin<br />
milli gelir ve ihracat içerisindeki payının artırılmasına yönelik temel öğeleri<br />
bulundurmaktadır (Han ve Kaya; 2008:2) Bölgesel anlamda ele alındığında ise<br />
kalkınma, yerel alanda ekonomik değişime yol açan yerel faaliyetlere vurgu<br />
yapmaktadır (Eceral ve Özmen, 2009: 49). Kalkınmanın sürekliliğini ifade eden bir<br />
kavram olarak sürdürülebilir kalkınma, endüstrileşmenin doğal çevreye verdiği zararı<br />
engelleme temelini içermektedir (Emeksiz, 2007: 147). Bu bağlamda sürdürülebilir<br />
kalkınma, ekonomik kalkınmanın çevreye zarar vermeden sağlanması gerektiğine<br />
dikkat çeken bir kavram olarak tanımlanabilmektedir (Çubuk, 1996: 5). Başarılı bir<br />
701
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
şekilde uygulanması bütünleşik politika, planlama ve öğrenme sürecine bağlı olarak<br />
görülen sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştirilmesi tüm paydaşların tam desteğine<br />
bağlıdır (Tosun, 2001: 290). Temel strateji, politika ve plan belgelerinde<br />
sürdürülebilir kalkınma kavramı “sürdürülebilir büyüme” ve “sürdürülebilir<br />
ekonomi” kavramları ile birlikte yer almaktadır. Bunun bir yansıması olarak tarım,<br />
enerji, doğal kaynakların kullanımı, kırsal kalkınma, kentleşme ve ulaşım gibi<br />
sektörlerde de sürdürülebilirlik yaklaşımı benimsenmiştir (Yıkmaz, 2011: 5).<br />
Diğer sektörlerde olduğu gibi sürdürülebilirlik ilkeleri turizm sektörü için de<br />
uyarlanmış ve Dünya Turizm Örgütü ve Birleşmiş Milletler önderliğinde<br />
“Sürdürülebilir Turizm” kavramı ve bu kavrama yönelik ilkeler<br />
geliştirilmiştir.(Sarkım, 2008: 3). Sürdürülebilir turizm kavramı, turizm sektöründe<br />
uzun süreli yararlar sağlayarak sosyal ve ekonomik hedefleri dengeli bir biçimde<br />
geliştirmek adına yeni ve farklı yaklaşımlar sunan (Unıted Natıons, 1999: 6) bir<br />
turizm çeşidi olarak tanımlanmakla birlikte, ekonomik olarak geçerliliğini<br />
sürdürürken gelecek yıllarda turizmi destekleyecek fiziki çevre ve yerel halkın sosyal<br />
yapısı gibi kaynaklara zarar verilmemesi gerektiğini savunan bir turizm çeşidi olarak<br />
da tanımlanabilmektedir (Kastenholz, 2004: 389). Sürdürülebilir turizm, kalkınmadan<br />
ekonomi ve yerel halkın pay almasının yanı sıra kaynakların ve çevrenin<br />
sürdürülebilir kullanımı ilkesini savunmaktadır (Liu, 2003: 462). Bu bağlamda ana<br />
amacı; çevre, toplum, tarihi, doğal ve kültürel varlıklara zarar vermeden, bölge ve ülke<br />
ekonomisine ve toplumsal yaşama katkı sağlayacak biçimde gelişme (Çakılcıoğlu,<br />
2002: 3) olan sürdürülebilir turizm; yerel halkın refah seviyesini arttırmak, mevcut<br />
nesil ve nesiller arasında eşitliği sağlamak, çevre kalitesini korumak, sosyo-kültürel<br />
bütünleşmeyi sağlamak gibi daha geniş amaçlara da sahiptir (Sarkım, 2007: 93).<br />
Sürdürülebilir kalkınmanın turizm boyutunu ifade eden sürdürülebilir turizm;<br />
bölgenin sahip olduğu turizm kaynaklarının belirli ilkeler kapsamında turizm amaçlı<br />
olarak kullanılmasına, çevre temizliği açısından bölgede bilincin oluşmasına,<br />
bölgenin çevresel kaynakları tüketmeden bilinçli olarak turistik anlamda gelişmesine,<br />
bölgesel kültürün bir turizm ürünü haline getirilerek bozulmadan devamlılığın<br />
sağlanmasına katkı sağlamaktadır.<br />
Turizmin sürdürülebilir kalkınma ve bölgesel kalkınmaya katkıları üzerine alan<br />
yazında birçok çalışma mevcuttur. Bu çalışmalardan bazılarına aşağıda yer<br />
verilmiştir.<br />
Artun ve Akbulut (2015), Fethiye bölgesindeki yerel yönetim ve sivil toplum<br />
kuruşların sürdürülebilir turizme yönelik görüşlerini araştırdıkları çalışmalarında, 12<br />
maddelik yarı yapılandırılmış bir mülakat formu kullanmışlardır. Yazarlar, çalışma<br />
katılımcılarının sürdürülebilir turizmi bir turizm çeşidinden ziyade bir bütün olarak<br />
ele aldıkları, bu konuda bir master planına ihtiyaç duyulduğunu belirttiklerini ve alt<br />
yapı çalışmalarının bu kapsamda ele alınmasına vurgu yaptıklarını aktarmışlardır.<br />
Yerle halkın geniş kesiminin turizmden pay aldığını belirten katılımcıları, çalışan<br />
kalitesinin yükseltilmesi konusunda da görüş birliği içinde oldukları görülmektedir.<br />
Bunlara ek olarak yerel yönetim ve STK’lar arasında bir koordinasyonun sağlanması<br />
gerektiği de çalışma kapsamında belirtilmektedir.<br />
702
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Keskin ve Kızılırmak’ın (2015), bölge kalkınma ajanslarının hazırladığı bölge<br />
planlarına yönelik çalışmalarında içerik analizi yöntemi ile Doğu Karadeniz Kalkınma<br />
Ajansının planında sürdürülebilir turizmi incelemişlerdir. Çalışma kapsamında<br />
kalkınma ajansı planında sürdürülebilir turizme yönelik, alternatif turizm<br />
faaliyetlerinin, “Yeşil Yol Projesi‟nin, müşteri odaklı tanıtım faaliyetlerinin, insan<br />
kaynağını güçlendirmeye yönelik stratejilerin ve turizm alt yapısına yönelik<br />
stratejilerin yer aldığını tespit etmişlerdir.<br />
Künü ve Hopoğlu (2015), çalışmalarında turizmde sürdürülebilir büyüme konusuna<br />
eleştirisel bir bakış açısıyla yaklaşmışlar ve turizme dayalı bölgesel kalkınma<br />
stratejisinin doğru bir yöntem olup olmadığını tartışmışlardır. Turizmin bölge<br />
büyümesindeki etkisinin tartışılmaz bir olgu olduğunu savunan yazarlar, bölgesel<br />
değerlerin özelliklerinin tam anlamıyla çözülmeden aşırı olarak değerlendirilmesinin<br />
bölgesel turizm sektörünü köreltebileceğini belirtmektedirler. Ayrıca yazarlar her<br />
bölgenini turizm bölgesi olmayacağının ve turizme aşırı önem vererek diğer<br />
sektörlerin dışlanmasının bölgesel gelişimi olumsuz yönde etkileyebileceğine dikkat<br />
çekmektedirler. Bölge için hızlı bir istihdam aracı olarak görülen turizm sektörünün<br />
gerekli alt yapı yatırımları ve destekleyici kümelenmeler olmadan başarı<br />
olamayacağını belirten yazarlar, turizme dayalı bölgesel kalkınma stratejilerinin<br />
başarılı olması için, kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının ortak çaba<br />
göstermesi gerektiğini önermektedirler.<br />
Küçük ve Güneş (2013), Kızılcahamam’da turizm ve yerel kalkınma üzerine<br />
yaptıkları çalışmalarında otel yöneticileri ve yerel halka yönelik bir mülakat<br />
gerçekleştirmişlerdir. Çalışma kapsamında, Kızılcahamam’da kaynakların korunması<br />
ve sürdürülebilir kullanım anlayışına uyulmasının yerel kalkınma için önemli bir<br />
unsur olacağını belirtmişlerdir. Çalışma kapsamında yazarlar, Kızılcahamam’da<br />
turizmin yerel kalkınmaya olumlu etkilerinin artması adına; tanıtım faaliyetlerinin<br />
geliştirilmesi, yakın cazibe merkezlerine ulaşım imkanın sağlanması, sürdürülebilir<br />
turizme yönelik eğitimlerin verilmesi, işletmelerde yöresel ürünlerin kullanılmasının<br />
arttırılması, sürdürlebilir turizm master planın hazırlanması vb öneriler sunmuşlardır.<br />
Bahar (2007), bölgesel kalkınmada turizm sektörünün ekonomik olarak yeri ve<br />
önemini araştırdığı çalışmasında, az gelişmiş ve geri kalmış bölgelerin gelişmesinde<br />
ve ekonominin yeniden yapılandırılmasında turizmin ekonomik büyüme ve<br />
kalkınmaya katkı sağladığını tespit etmiştir. Yazar, turizmin bölgeler arası ekonomik<br />
gelişmişlik farklılığının azaltılmasında ve dengeli büyüme ve kalkınma<br />
sağlanmasında önemli görevleri olduğunu, gelen turist sayısındaki artış ile bölgede<br />
istihdam, gelir ve katma değerin artacağını ve bu bağlamda sürdürülebilir kalkınmanın<br />
gerçekleşebileceğini belirtmektedir.<br />
3. ARAŞTIRMANIN AMACI<br />
Şanlıurfa şehrinin büyük bir kısmı geçimini turizmden sağlamaktadır. 1980 yılından<br />
sonra turizm teşvikleri ile öncelikle kıyı bölgelerde ve ardından tüm ülkede hız<br />
kazanan turizm faaliyetleri Şanlıurfa’nın yapısını da etkilemiş, halk turizmi<br />
benimseyerek, turizmde aktif olarak çalışmayı tercih etmiştir. Şanlıurfa şehrinde<br />
turizm adına farklı mercilerin söz sahibi olduğu, aktif olarak turizm için çaba sarf<br />
703
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ettiği görülmektedir ki bunların arasında turizm adına kurulan Sivil Toplum<br />
Kuruluşları ilk sıralarda yer almaktadır. Konuyla ilgili literatür incelendiğinde<br />
Şanlıurfa ilinin turizm ile kalkınmasını irdeleyen herhangi bir çalışmaya<br />
rastlanmamıştır. Ayrıca kentlerde fikirleri ve faaliyetleri gayet önemli olan sivil<br />
toplum kuruluşlarının konuya ilişkin görüşlerinin alınması turizmin devamlılığı<br />
açısından oldukça önemli görülmektedir.<br />
4. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ<br />
Araştırmada Şanlıurfa ilinde yer alan turizmle ilgili olan Sivil Toplum kuruluşları yer<br />
almaktadır. Araştırma kapsamında, Turistik Otelciler, İşletmeciler ve Yatırımcılar<br />
Derneği (TUROB), Şanlıurfa Turizmi Geliştirme Derneği (ŞUTADER), Şanlıurfa<br />
Bölgesel Turist Rehberleri Odası (ŞURO), Şanlıurfa İli Kültür Eğitim Sanat ve<br />
Araştırma Vakfı (ŞURKAV), ile mülakatlar gerçekleştirilerek, katılımcıların<br />
turizmin kalkınmaya olan etkisine yönelik görüşleri elde edilmeye çalışılmış, elde<br />
edilen veriler nitel araştırma yöntemine uygun analiz edilmiştir. Şanlıurfa’nın turizm<br />
ile kalkınmasına yönelik mevcut durumu, geliştirilebilir önerileri belirlemek amacıyla<br />
aşağıda belirtilen sorular sorulmuştur. Soru formu Küçük ve Güneş (2013) ‘in “ Yerel<br />
Kalkınmada Bir Etken Olarak Turizm: Yerel Sivil Toplum Kuruluşlarının Görüşler”<br />
isimli çalışmasından alınarak oluşturulmuştur. Bu sorular aşağıdaki gibidir;<br />
1. Turizmin yerel kalkınmaya etkileri hakkında neler düşünüyorsunuz?<br />
2. Şanlıurfa’yı ziyaret eden turistler ilçe esnafına ekonomik katkı sağlıyor mu?<br />
3. Şanlıurfa turistlerin beklentilerine cevap verebilecek yeterliliğe sahip midir?<br />
4. Turizm tesisleri tüketim noktasında ilçe esnafına ekonomik yarar sağlıyor<br />
mu? ve sizce ne yapılsa daha iyi bir sonuç alınırdı?<br />
5. Şanlıurfa’da turizmin daha iyi bir yere gelebilmesi için neler yapılmalıdır?<br />
6. Şanlıurfa’da turizmin gelişmesi açısından sahip olduğu avantajları<br />
değerlendirebilir misiniz?<br />
5. ARAŞTIRMA BULGULARI<br />
Turizmle İlgili Sivil Toplum Kuruluşları ile yapılan derinlemesine mülakat<br />
neticesinde alınan cevaplar aşağıdaki başlıklar çerçevesince incelenmiştir;<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Bölgesel Kalkınmanın Turizme Etkisi<br />
Yerel Halkın turistlerle etkileşimi<br />
Şanlıurfa’nın turistlerin istediklerine cevap verebilme imkanı<br />
Şanlıurfa’da bulunan işletmelerin turizme sağladığı ekonomik katkı<br />
Şanlıurfa’nın turizmde daha iyi bir yere gelmesi adına gereklilikler, mevcut<br />
durum ve çözüm önerilerinin şehrin önde gelen sivil toplum kuruluşları<br />
tarafından dile getirilmesi<br />
Araştırma verileri katılımcıların ifadeleri gruplandırılarak aktarılmaya çalışılmış ve<br />
ifadelere yönelik birebir katılımcıların düşüncelerine yer verilmiştir. Ayrıca nitel<br />
araştırmanın gerekliliklerinden biri olan yorumlama ve analiz etme yönteminden de<br />
faydalanılmıştır. Mülakat yapılan Sivil Toplum Kuruluşları Aşağıdaki gibidir;<br />
704
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 1. Mülakat Yapılan Sivil Toplum Kuruluşlarının Bilgileri<br />
Sivil Toplum Kuruluşu Adı<br />
Şanlıurfa Turistik Otelciler ve Yatırımcılar<br />
Derneği<br />
Şanlıurfa Turizmi Geliştirme Derneği<br />
Şanlıurfa Bölgesel Turist Rehberleri Odası<br />
Şanlıurfa İli Kültür Eğitim Sanat ve<br />
Araştırma Vakfı<br />
Urfa Medeniyet Turizm Araştırma Merkezi<br />
Sivil Toplum Kuruluşu Kimliği<br />
Meslek Odası<br />
Meslek Odası<br />
Meslek Odası<br />
Hizmet Kuruluşu<br />
Meslek Odası<br />
Tablo 2. Katılımcıların Turizmin Bölgesel Kalkınmaya Etkilerine<br />
Yönelik Görüşleri<br />
Cevaplar<br />
Katılan Kişi<br />
Sayısı<br />
Ekonomik olarak olumlu katkıları vardır 5<br />
Alt ve üst yapının gelişiminde büyük rol oynar 4<br />
Tarım ve Sanayi gibi alt sektörlerin de gelişimini sağlar 3<br />
Kültürlerin birbiriyle olan etkileşimini sağlayarak sosyal<br />
kalkınmaya katkı sağlar<br />
İdari birimler turizmin gelişmesi adına katkı sağlar 2<br />
Çevre bilincini arttırır. 4<br />
Turizmle ilgili sivil toplum kuruluşlarının turizmin bölgesel kalkınmaya etkisine<br />
yönelik görüşleri Tablo 2’de verilmiştir. Tablo 1’de görüldüğü üzere katılımcıların<br />
görüşleri benzerlik göstermektedir. Özellikle turizmin bölgesel kalkınmaya ekonomik<br />
açıdan katkı sağlaması görüşü tüm katılımcılar tarafından dile getirildiği<br />
gözlenmektedir. Turizmin alt ve üst yapının gelişimine katkı sağladığı konusunda<br />
katılımcılar fikir birliğine varmış olsa da bir katılımcı olması gereken bir gelişimin<br />
gerçekleşmediğini dile getirmektedir. Alt sektörlerinde turizmle beraber gelişim<br />
gösterdiğini ve turizmin çevre bilincini arttırdığı konusunda büyük bir kısmı olumlu<br />
görüşlerini dile getirmişlerdir. Ancak; idari birimleri turizmin gelişimine katkı<br />
sağlama aşamasında yetersiz kaldığını, inisiyatif kullanma konusunda bir takım<br />
eksikliklerinin olduğunu getirmişlerdir. Konuya ilişkin bazı katılımcıların görüşleri<br />
aşağıdaki gibidir;<br />
“ Şanlıurfa’nın benimsediği ve önem verdiği en büyük kalkınma unsuru ekonomik<br />
açıdandır aslında. Özellikle ilkbahar ve sonbahar dönemleri halk için turizmin en<br />
verimli olduğu dönemdir. Belirtilen dönemlerde Şanlıurfa’yı ziyaret eden turistlere<br />
gerek konaklamaları, gerek rekreasyonel faaliyetleri gerekse hediyelik eşya satın<br />
4<br />
705
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
almaları gibi turistik harcamalarından Şanlıurfa büyük bir kazanç sağlamakta;<br />
özellikle şehir halkının önemli bir kısmı turizmi ciddi bir kazanç sahası olarak<br />
görmektedir” (Katılımcı 2).<br />
“Turizmin belki de en büyük faydası alt ve üst yapı imkanlarında görüldüğü<br />
söylenebilir. Özellikle son beş yılda turistik merkezlere yapılan fizibilite çalışmaları,<br />
şehrin özgün mimari dokusunu koruyarak restore edilen evler, yeni yapılan turistik<br />
işletmelerin kültürel dokuya ve şehrin kimliğine uygun yapılması epey bir artış<br />
göstermiştir. Ayrıca alt ve üst yapı çalışmaları yerel idarelere itici bir güç olmaktadır.<br />
İmaj tanıtım çalışması sırasında şehrin turistlere bakan yüzünün oldukça çekici<br />
olması gerekmektedir. Şanlıurfa bunu tam olarak yerine getirmemekle birlikte turizm<br />
bilincini şehrin imkanları ile bütünleştirmeye çalışmaktadır. Özellikle taşıma<br />
kapasitesi konusunda Balıklıgöl kompleksi yeterince özen gösterilmemekte; gelen<br />
ziyaretçilerin bir kısmı kirliliğinden, çevresel düzenlemelerin yetersizliğinden<br />
yakınmaktadır” (Katılımcı 3).<br />
“ Turizmin kültürel yapı üzerinde elbette pek çok etkisi bulunmaktadır ve bunların bir<br />
kısmı olumsuz şekildedir. Örneğin; Şanlıurfa’nın tanıtımında en önemli<br />
unsurlarından biri olan Sıra Geceleri yıllar içinde turizm hareketliliği arttıkça<br />
değişmiştir. Daha çok müzikle ve çiğköfteyle anılan bir etkinlik olarak turistlere<br />
tanıtılmakta ve bu eşsiz kültürel değerin maddi olarak değeri biçilmekte hatta pazarlık<br />
yapılarak çok ucuz rakamlara tüketimi gerçekleştirilmektedir. Özü sosyal amaçlı<br />
toplanmaya dayanan ve geçmişi incelendiğinde bazı durumlarda müzik bile<br />
bulundurmayan sıra geceleri; günümüzde bir piyasa ürününe çevrilmiştir. Kültürlerin<br />
etkileşimi ancak doğru metotlarla gerçekleşebilir “( Katılımcı 1).<br />
Tablo 3. Katılımcıların Turizmin Bölge Esnafına Sağladığı Katkılara Yönelik<br />
Görüşleri<br />
Cevaplar<br />
706<br />
Katılan Kişi Sayısı<br />
Büyük bir oranda katkı sağlıyor 4<br />
Kısmen Katkı Sağlıyor 1<br />
Hiçbir katkı sağlamıyor -<br />
Şanlıurfa ilini ziyaret eden turistlerin yerel esnafa sağladığı ekonomik faydalara<br />
yönelik Sivil Toplum Kuruluşlarının Görüşleri Tablo 3’de yer almaktadır.<br />
Katılımcıların büyük bir kısmı turizmin bölge esnafına ekonomik açıdan katkı<br />
sağladığı yönünde görüşlerini dile getirmiştir. Katılımcıların konuya yönelik görüşleri<br />
aşağıdaki gibidir;<br />
“Kesinlikle katkı sağlamaktadır. Turistlere sadece Göbeklitepe’yi veya Harran’ı<br />
görüp gitmiyor ya da kısa süreliğine burada kalmıyor. Bu bölgeye gelen misafir<br />
burada en az 1-2 gece konaklamaktadır. Hatta önceleri GAP Turu kapsamında<br />
bölgemize gelen turistler günümüzde eş dost ve akrabaları ile butik turlar düzenleyip<br />
1-2 gece Adıyaman, Mardin, Diyarbakır’da 2 yada 3 gece de Şanlıurfa’da<br />
konaklamakta, bölgede bulunan yiyecek-içecek işletmeleri, eğlence mekanları ve<br />
hediyelik eşya satan dükkanları ziyaret etmekte, buralardan alışveriş yapmaktadır.
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bu da direkt ve uzun süreli bir katkısının olduğunun açık göstergesidir” ( Katılımcı<br />
5).<br />
“ Turistler Harran’ı ziyaret ettiklerinde orada bir şeyler içmekte, deveye binip,<br />
yöresel kıyafetleri ile fotoğraf çektirmektedir. Göbekli Tepe’ye geldiklerinde Klaus<br />
Schmidt’in Göbekli Tepe ile ilgili yazdığı eserlerini satın almakta, tarihe tanıklık eden<br />
en eski tapınağın anısına yöre halkının kendi elleri ile yaptığı hediyelik eşyaları satın<br />
almaktadır. Balıklı Göl’ü ziyaret ettiklerinde ise; İsot, Fıstık, biber reçeli gibi<br />
hediyelik ürünleri muhakkak almakta, gitmeden mutlaka kebap yemektedirler. Bu<br />
durum direkt olarak bölge esnafına yansımaktadır. Dolaylı olarak ise bir çok sektöre<br />
katkı sağlamakta, pek çok insan bu harcamalardan gelir sağlamaktadır (Katılımcı 1).<br />
Tablo 4. Katılımcıların Şanlıurfa’nın Turistlerin Beklentilerini Karşılayabilme<br />
Durumuna Yönelik Görüşleri<br />
Cevaplar<br />
Katılan Kişi Sayısı<br />
Alt ve üst yapı imkânları yetersiz 2<br />
Turistik hizmet kalitesi yetersiz 2<br />
Sosyo-kültürel imkânların yetersiz 1<br />
Alternatif turizm türleri mevcut değil 1<br />
Yeterli 3<br />
Şanlıurfa kentinin turistlerin beklentilerini karşılamasına ilişkin katılımcıların<br />
görüşleri Tablo 4’teki gibidir. Katılımcılar bu konuda farklı görüşleri savunmakta; bir<br />
kısmı yeterli olduğunu düşünürken bir kısmı da; birtakım eksikliklerinin hala mevcut<br />
olduğunu düşünmektedir. Ancak katılımcıların dile getirdiği bir konu da; eksikliklerin<br />
vurgulanması yerine çözümlerinin dile getirilmesidir. Bu konuda iyimser yaklaşan<br />
sivil toplum kuruluşu yöneticileri mevcut eksikliklerin zamanla giderildiğini ve yavaş<br />
yavaş Şanlıurfa’nın ismine ve sahip olduğu değerlere yakışır bir hizmet ile geliştiğini<br />
ifade etmektedirler. Genel olarak katılımcıların ifadeleri incelendiğinde; alt ve üst<br />
yapı imkanlarının yetersiz oluşu, hizmet kalitesinin yetersiz oluşu, sosyo-kültürel<br />
imkanların yetersiz oluşu gibi başlıklarla dile getirilmektedir. Katılımcıların konuya<br />
ilişkin görüşleri aşağıdaki gibidir;<br />
“Şanlıurfa’ya gelen ziyaretçiler diğer ziyaretlerine nazaran oldukça farklı<br />
motivasyonlara sahiptir. Şanlıurfa 12000 yıllık geçmişi ile tarihin en eski tapınağına<br />
sahip bir alanı. Şanlıurfa tarihi, kültürü, yöresel yiyecekleri, sanatı ile pek çok turistin<br />
ilgisini çekmekte, sadece sahip olduğu varlıkları ile önemli bir destinasyon olarak<br />
dünya turizminde yer almaktadır. Ancak; turistler Şanlıurfa’ya geldiğinde genel<br />
olarak yeterince gelişmemiş, eksiklikleri olan bir bölge olarak görülmektedir. Bu<br />
eksiklikleri görmezden gelen turistler olumlu yönlerini ele almaktadır. Yine de dile<br />
getirmeliyim ki; alt yapı eksikliği, otel işletmelerinde, yiyecek-içecek işletmelerinde<br />
başta hijyen olmak üzere temel gerekliliklerin bulunmayışı, turizm eğitimi almış<br />
kişilerin sektörde yer almayışı ve bu sebeple işi bilmeyen insanların turizmle<br />
ilgilenmesi sebebiyle turistlerin özellikle konaklama hususunda gecelemeleri oldukça<br />
707
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
nadirdir. Turist daha kaliteli işletmeleri bulacağı hemen yanımızdaki Gaziantep’i<br />
ziyaret etmektedir” (Katılımcı 3).<br />
“ Şanlıurfa’da turizmin pek çok çeşidi bulunmaktadır. Şanlıurfa şu durumda; kültürel<br />
açıdan turistlerin beklentilerine cevap verecek niteliktedir. Belki de beklentilerinin<br />
çok daha üzerindedir denilebilir. Bugün Göbekli Tepe Türkiye’nin en büyük müze<br />
kompleksi ve Neolitik Çağların sergilenmesi açısından en büyük müzeye sahibiz.<br />
Mozaik Müzemiz bulunmaktadır. Bununla birlikte; Harran, Şuayip, Soğmatar ki bu<br />
turistik merkezlerin altyapısı tamamlanmaktadır. Bakıldığında; turistler iki üç gün<br />
gezip rahatlıkla pek çok yeri görmektedir. Bununla birlikte; alternatif alanların ve<br />
turizm türlerinin belirlenmesinde birtakım sıkıntılar mevcuttur. Bunun en büyük<br />
sebebi de; biz hala turistik ürün satışını kültür turizminden yola çıkarak<br />
gerçekleştirmekteyiz. Gelecek dönemlerde bu yeterliliklerin tamamlanacağı<br />
kanaatindeyim” (Katılımcı 2).<br />
Tablo 5. Katılımcıların Turizm Tesislerinin Bölge Esnafına Sağladığı Katkılara<br />
Yönelik Görüşleri<br />
Cevaplar ve Katılanlar<br />
Büyük oranda ekonomik katkı<br />
sağlıyor (3)<br />
Kısmen ekonomik katkı sağlıyor (1)<br />
Çok az ekonomik katkı sağlıyor ya<br />
da hiç sağlamıyor (1)<br />
Öneriler ve Cevaplayan Sayısı<br />
-Esnafı Eğitmeliyiz.<br />
-Bölge esnafı ile ücretlendirme vb.<br />
konularda ortak bir akıl oluşturmalıyız.<br />
-Otel işletmeleri için farklı ürün yelpazesi<br />
oluşturulmalı<br />
-Esnaf farklı beklentilere uyum sağlamalı,<br />
farklı turizm türlerini geliştirmede öncü<br />
olmalı.<br />
Tablo 5’te turizm tesislerinin bölge esnafına sağladığı katkılara yönelik katılımcıların<br />
dile getirdiği görüşler ve mevcut eksikliklerin giderilmesi için öneriler yer almaktadır.<br />
Katılımcılar turizm tesislerinin esnafa büyük oranda katkı sağladığını düşünmekte<br />
iken, kısmen katkı sağladığını yada hç katkı sağlamadığını düşünen katılımcılarda<br />
mevcuttur. Tesislerin esnaftan ürün satın alması ve esnaf ile işbirliği yapmasının<br />
önündeki temel engellerin; fiyatlarda anlaşamama olarak belirtilmektedir. Tesislerin<br />
bölge esnafına katkı sağladığı yönündeki görüşler çoğunluktadır. Özellikle tesislerin<br />
esnafla birlikte hareket ettiği ve tek bir vücut olduğunu belirten katılımcılar, esnafın<br />
turizmden kar sağlayabilmesi için günümüz eğilimlerini ve beklentilerini tespit etmesi<br />
gerektiğini savunmuşlardır. Konuya ilişkin katılımcıların görüşleri aşağıdaki gibidir;<br />
“ Turizm tesisleri elbette esnafa katkı sağlamaktadır. Ürünlerinin büyük bir kısmını<br />
esnaftan karşılamaktadır. Ancak bu katkı Şanlıurfa’nın bazı ilçelerinden<br />
yoğunlaşırken bazılarında epey bir az görülmektedir. Örneğin Siverek ilçesine hiç<br />
turist gitmezken, Halfeti’ye çok yoğun bir turist akımı gerçekleşmektedir. Siverek’te<br />
bulunan bir esnaf bu durumda, Şanlıurfa’nın turistik açıdan talep gören ilçelerinden<br />
birine yerleşmek ve orada bir çalışma sahası kurmak isteyebilir. Bu durumun bir<br />
şekilde engellenmesi adına bir birlik kurulmalı, Şanlıurfa’nın tüm halkının bu<br />
pastadan pay alması sağlanmalıdır. Ya da turizm tesisleri dönüşümlü olarak<br />
708
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ürünlerini, personelini ve otelin ihtiyaçlarını temin etmeli, bu kazancın tüm<br />
katmanlara yayılması sağlanmalıdır” (Katılımcı 4).<br />
“Turizmden bölge esnafının yeterli payı aldığını düşünmüyorum. Özellikle bugün<br />
turizmde ilçe bazında düşündüğümüz zaman en fazla turist kabul eden Şanlıurfa<br />
turistik merkezi; Harran ve Halfeti’dir. Ayrıca tesisleşme oranı da Halfeti’nin<br />
oldukça yüksektir. Harran ve Şanlıurfa’nın bazı ilçeleri sit alanı olarak geçtiği için<br />
yeni yapıların yani tesislerin oluşturulmasına hem de mevcut yapıların aslı korunarak<br />
restore edilmesine izin verilmiyor. Bu sebeple tesislerin artması ve esnafın bu<br />
tesislerden katkı sağlaması öncelikle tesislerin arttırılması ile ilgilidir. Konaklama<br />
işletmelerinin sayısının arttırılması için öncelikle yöresel mimariye uygun tescilli<br />
yapıların turizme açılması ile gerçekleşebilir. Yerel halk ya da esnaf bu yapıları ev<br />
pansiyonculuğu ya da yöresel ürünler ve mekanlar konseptli yiyecek-içecek<br />
işletmeleri ve kafeler açarak kullanmalı ve kendisi de doğrudan turizmden gelir elde<br />
etmelidir. Halfeti’ye bakıldığında göl kenarındaki yiyecek-içecek işletmelerinin<br />
yeterli geliri sağladığını düşünüyorum. O yörenin hatta belki de bölgenin temel<br />
sorunu güvenlik zafiyetinin sağlanamamasıdır. Bu sorunların aşılması sadece<br />
bölgeye turist değil yatırımcı da getirecektir. Yatırımcıların gelmesi demek, nitelikli<br />
işletmelerin, bilinirliği ve marka değeri yüksek işletmelerin bölgemizin tanıtımını<br />
sağlaması demektir. Bu şekilde Şanlıurfa şehrinde doğrudan ve dolaylı olarak<br />
kazanım sağlayan tüm turizm paydaşları kazanç sağlamış olacaktır (Katılımcı 3).<br />
Tablo 6. Katılımcıların Turizmin Daha İyi Bir Yere Gelebilmesi İçin Yapılması<br />
Gerekenlere Yönelik Görüşleri<br />
Sivil Toplum Kuruluşları<br />
Şanlıurfa Turistik Otelciler ve<br />
Yatırımcılar Derneği<br />
Şanlıurfa Turizmi Geliştirme<br />
Derneği<br />
Şanlıurfa Bölgesel Turist<br />
Rehberleri Odası<br />
Şanlıurfa İli Kültür Eğitim Sanat ve<br />
Araştırma Vakfı<br />
Urfa Medeniyet Turizm Araştırma<br />
Merkezi<br />
Yapılması Gerekenler<br />
Göbeklitepe yönelik tanıtımın arttırılması<br />
ve ilçe esnafının turizme yönelik eğitilmesi<br />
Hizmet kalitesinin arttırılması adına<br />
eğitimli personel çalıştırılması zorunluluğu<br />
İdari birimlerin turizm konusunda<br />
çalışmalarına önem vermesi<br />
Şanlıurfa’ya yönelik güvenlik algısının<br />
değiştirilmesi adına medya kurumları ve<br />
tanıtım araçları kullanılmalı<br />
Nitelikli konaklama işletmelerinin<br />
arttırılması ile geceleme sayısının<br />
arttırılması sağlanmalıdır. Turistlerin istek<br />
ve ihtiyaçları dinlenmeli ve ona uygun bir<br />
hizmet anlayışı belirlenmelidir. Bölgeye<br />
eğlence olanakları sağlanmalı, alternatif<br />
turizm imkanları geliştirilmelidir.<br />
Tablo 6’da Şanlıurfa şehrinin daha iyi bir yere gelebilmesi adına yapılması gerekenler<br />
yer almaktadır. Katılımcılar Göbeli Tepe’nin önemli bir tanıtım unsuru ve Şanlıurfa<br />
için büyük bir değer olduğunu düşünürken; eğitimli personelin Şanlıurfa turizminin<br />
geleceği adına oldukça önemli bir husus olduğunu da düşünmektedir. İdari birimlerin<br />
turizmi her zaman öncelikli çalışılması gereken alan olarak görmeleri gerektiğini<br />
709
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
vurgulayan katılımcılar, turizmin gelişimini ancak tüm paydaşların etkin katılımı ve<br />
ilgisine bağlı kılmaktadır. Katılımcıların konuya ilişki düşüncesi aşağıdaki gibidir;<br />
“ Şanlıurfa’nın belki de en büyük sorunu güvenlik algısıdır. Özellikle komşu ülkelerin<br />
yaşadığı terör olayları ve iç savaşlar bizlere de yansımakta, Güneydoğu Anadolu<br />
Bölgelerini son yıllarda çok az turist tercih etmektedir. Şanlıurfa turizm istatistikleri<br />
incelendiğinde; 2007 yılında 300.000 iken, 2016 yılında 806.000 ‘e yükselmiştir. Bu<br />
durum turizmin canlılığını göstermiş olsa da; ziyaret eden turistlerin büyük bir kısmı<br />
iş, dini ziyaretler, eş dost akraba ziyaretleri gibi amaçlarla ziyaret eden yerli<br />
turistlerden oluşmaktadır. Şanlıurfa’da terör aktif olarak görülmektedir algısı<br />
yabancı turistlerin bölgemizi ziyaretini engellemektedir. Bu durumun gerilmesi adına,<br />
gerekli tanıtım araçlarının kullanması ihtiyaç niteliğinde biri husustur” (Katılımcı 1).<br />
“En büyük sorumluluk idari birimlere düşmektedir. Öncelikle Büyükşehir Belediyesi<br />
alt yapı çalışmalarını tamamen bitirip ve özellikle eski Urfa denilen Sur içi bölgeyi<br />
tarihi dokuya uygun bir şekilde bazı restorasyonlarını yapması, peyzaj çalışmalarının<br />
kültürel dokuyu bozmayacak şekilde yapması gerekmektedir. Nitelikli bir turizm için<br />
öncelikle nitelikli bir belediyecilik ile gerçekleşmektedir” (Katılımcı 4).<br />
“Bununla ilgili en temel nokta tanıtımdır denilebilir. Sürekli tanıtım yapılmalı<br />
özellikle Şanlıurfa’nın tarih ve kültür ile harmanlanan dokusu dünyaya<br />
yansıtılmalıdır. Göbekli Tepe bulunduktan sonra Urfa’nın ne kadar köklü bir<br />
medeniyete sahip olduğu görülmektedir. Şanlıurfa’yı pek çok sebeple ziyaret eden<br />
turistler, bölgeye geldikten sonra Şanlıurfa esnafının, seyahat acentasının ve turizm<br />
sistemi içinde yer alan tüm paydaşların güler yüzü, samimi ve güven veren tavrı ile<br />
karşılanmalıdır. Bu mantıkla hareket eden turizmciler için turistler sadece o anda<br />
kazanç sağlamayacak, sonrasında da ağızdan ağıza pazarlama ile kendisi ve yakınları<br />
Şanlıurfa’yı tekrar ziyaret etme isteğinde olacaktır” ( Katılımcı 3).<br />
Tablo 7. Şanlıurfa’nın Turizmin Gelişmesi Açısından Sahip Olduğu<br />
Avantajlara Yönelik Görüşleri<br />
Sivil Toplum Kuruluşları<br />
Şanlıurfa Turistik Otelciler ve<br />
Yatırımcılar Derneği<br />
Şanlıurfa Turizmi Geliştirme Derneği<br />
Şanlıurfa Bölgesel Turist Rehberleri<br />
Odası<br />
Şanlıurfa İli Kültür Eğitim Sanat ve<br />
Araştırma Vakfı<br />
Urfa Medeniyet Turizm Araştırma<br />
Merkezi<br />
Avantajlar<br />
Tarih ve Kültür açısından dünyanın en önemli<br />
çekiciliklerinin bulunması<br />
Zengin kültürel miras ve bu mirası korumaya<br />
çalışan halk<br />
Dünyanın en eski tapınağının bulunması<br />
Peygamberler şehri olması<br />
Farklı kültürlerin hoşgörü ile birarada yaşamadı<br />
Hz Eyyub, Dünyanın ilk üniversitesi gibi farklı<br />
değerlerin bulunması<br />
Sadece kültür ve inanç turizmi değil farklı turizm<br />
türlerinin de yapılabilecek potansiyelde olması<br />
GAP Turlarının merkezinde yer alması,<br />
Gaziantep, Adıyaman, Mardin, Diyarbakır gibi<br />
şehirlerin ortasında bulunması<br />
Tablo 7’de katılımcıların Şanlıurfa’nın avantajlarına yönelik görüşleri yer almaktadır.<br />
Katılımcıların dile getirdiği en büyük avantajlardan biri tarihi ve kültürel dokunun<br />
710
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
özgünlüğüdür. Günümüzde pek çok ülke ve destinasyon tek bir çekiciliğini bile sıra<br />
dışı tanıtımlar ve reklam unsurları ile dünyanın en tercih edilen destinasyonu haline<br />
getirirken, her bir karışından tarih fışkıran Şanlıurfa’nın nitelikli tanıtımlar ile çok<br />
daha iyi yerlere geleceği herkesin fikir birliği içinde olduğu bir tutum olarak<br />
görülmektedir. Ayrıca farklı turizm türlerine imkan tanıyan Şanlıurfa için bu turizm<br />
türlerinin kullanılması da önemli avantajları arasında yer almaktadır. Katılımcıların<br />
konuya ilişkin görüşler aşağıdaki gibidir;<br />
“Ulaşım bu noktada çok önemli bir kriter. Özellikle paket tur ile seyahat eden turistler<br />
için turistik şehirlerin ortasında yer alması, oldukça önemli hem geceleme sayısının<br />
artış göstermesi açısından hem de tatilin en keyifli anlarına denk gelmesi açısından.<br />
Ayrıca Şanlıurfa havaalanı artık yurtdışı uçuşları da dahil olmak üzere pek çok uçuş<br />
ağına sahiptir ve bu durum bireysel olarak seyahat eden turistler için vazgeçilmez<br />
niteliktedir. Ayrıca nüfusu oldukça fazla olan, Gaziantep, Diyarbakır, Mardin gibi<br />
şehirlerden hafta sonu için sıra gecesi, Halfeti gezisi gibi beklentiler ile Şanlıurfa’yı<br />
ziyaret etmektedir. Bunlar Şanlıurfa için önemli avantajlardan biridir denilebilir”<br />
(Katılımcı 5).<br />
“Şanlıurfa şehrinin pek çok avantajı mevcut ancak bunların çok az bir kısmı<br />
değerlendirilebiliyor. Bunun için de zaman ve çaba gerekiyor. Tarih ve kültür<br />
noktasında dünyanın en eski şehri olmasına rağmen çok az insan bunu bilmektedir.<br />
Hatta ülkemizde bile dünyanın en eski tapınağının Şanlıurfa’da olduğunu bilen kişi<br />
sayısı oldukça az. Belki de bir Urfalı vatandaşa sorsanız o bile bilmeyebilir. Ancak<br />
Yabancılar bu konuda çok duyarlı, özellikle bazı ülkelerin vatandaşları çok hassas.<br />
Bir Alman vatandaşa Göbekli Tepe’yi sorsanız kendisi sizi etraflıca bilgilendirecektir.<br />
Bu bile bizim büyük bir eksiğimiz. Hem sivil toplum kuruluşlarının hem de idari<br />
kurumların ve özel sektörün temel amacı şehri kalkındırmak. Son beş yıldır bu<br />
anlamda büyük yatırımlar bulunmakta ve Türkiye’nin çok önemli kurumları<br />
Şanlıurfa’nın tanıtımına katkı sağlamaktadır. Ancak bu tanıtımların bıkmadan<br />
usanmadan devam ettirilmesi gerekmektedir “ (Katılımcı 2).<br />
6. SONUÇ VE ÖNERİLER<br />
Konuya ilişkin araştırmalar incelendiğinde görülmektedir ki; Türkiye’de gelişim tüm<br />
bölgelerde eşit ve benzer nitelikte olduğu görülmemektedir. Her ne kadar konuya<br />
ilişkin pek çok faaliyet gerçekleştiriliyor olsa da; doğal ve sonradan oluşturulmuş<br />
kaynakların dağılımındaki eşitsizlik kalkınma faaliyetlerinde büyük engeller<br />
oluşturmaktadır. Bu durum ise ister istemez bazı farklılıkları oluşturmaktadır.<br />
Günümüz kalkınma planlarında benimsenen görüş ise bu durumun tamamıyla ortadan<br />
kaldırılması yönündedir. Bu amaca istinaden; mevcut kaynakların maksimum<br />
düzeyde kullanılması ve bu kaynakların sürdürülebilirliği temel faaliyet unsuru olarak<br />
belirlenmiştir.<br />
Pek çok farklı kurumun beraber çalışması ile gerçekleşen bölgesel kalkınma süreci,<br />
kalkınma sürecinden fayda sağlayan tüm kurumların çıkarlarını gözeterek hedef ve<br />
amaçların tespit edilmesini sağlayarak, beraber tartışılması ve irdelenmesi, mevcut<br />
sorunların beraberce çözülmesini sağlamakta bu şekilde, ortak bir akıl birliği<br />
oluşturmaktadır. Bu şekilde kalkınma süreci hızlanacak ve yere halkın ekonomik ve<br />
711
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
sosyal refahı artacak, kalkınma bilinci güçlenecek ve kendini geliştirmekten mutlu<br />
olan bir toplum zihniyeti oluşacaktır.<br />
Ayrıca Turizm ülkeler ve bölgeler için; sahip oldukları kaynakların verimli ve nitelikli<br />
bir şekilde kullanılarak bölgeler arası dengesiz gelişimin minimuma indirilmesi ve<br />
bölgesel kalkınmanın sağlanmasında en etkili araçlardan biri olarak görülmektedir.<br />
Genel perspektiften bakacak olursak; turizm ve bölgesel kalkınma arasında güçlü bir<br />
ilişki bulunmaktadır. Bu ilişkinin en önemli ayaklarından biri olan ekonomik kazanç<br />
ise beklenen ve istenen düzeyde gerçekleşmemekle birlikte; dünyanın pek çok<br />
ülkesinde ve bölgesinde ekonomik kalkınmanın başat gücü olarak turizm<br />
görülmektedir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde turizm gibi birbiriyle bağlantılı<br />
olan pek çok sektörün gelişimini sağlayan ana sektörlerin varlığına ihtiyaç<br />
duyulmaktadır.<br />
Sivil toplum kuruluşları bölgesel kalkınmada; şehrin en önemli aktörleri arasındadır.<br />
Çünkü sivil toplum kuruluşları, halkın yararını gözeten, toplumun haklarını,<br />
fikirlerini savunan ve onlar adına çabalayan ve bir kamuoyu oluşturan önemli<br />
kurumlardır. Bu çalışmada sivil toplum kuruluşlarının; bölgesel kalkınmada turizmin<br />
etkisine ilişkin görüşleri tespit edilmeye çalışılmıştır.<br />
Araştırmanın sonuçlarına göre; Sivil toplum kuruluşları turizmin bölgesel kalkınmaya<br />
etkisi olduğunu düşünmekle birlikte, birtakım yetersiz uygulamaların da olduğunu<br />
ifade etmişlerdir. Özellikle belediyenin temel görevleri arasında yer alan alt ve üst<br />
yapının sağlanması hususunda sivil toplum kuruluşları belediyeleri yeterli<br />
görmemektedir. Bununla ilgili belediyelere turizm bilincinin daha yoğun bir şekilde<br />
aktarılması ve turizmin en önemli paydaşlarından biri olduklarının fikrinin aktarılması<br />
gerekmektedir. Konuya ilişkin bir diğer alternatif ise, Sivil toplum kuruluşları<br />
toplantılarına belediye idari sorumlularını davet edebilir ve sorunlardan onların da<br />
haberleri olması sağlanabilir. Bu öneri aynı zamanda sivil toplum kuruluşlarının dile<br />
getirdiği “ İdari birimler turizmin gelişmesi adına katkı sağlar” ifadesini de<br />
destekleyici niteliktedir.<br />
Sivil toplum kuruluşları turizmin bölge esnafına katkı sağladığını düşünmektedir.<br />
Ancak katılımcıların görüşleri arasında; bölgenin farklı alt turistik bölgelerden<br />
oluştuğunu ifade etmekte; turistin bölgeye geldiğinde sadece şehir merkezindeki<br />
esnaftan alışveriş yaptığını belirtmektedir. Bu durumda; Şanlıurfa’da Harran’ı ya da<br />
Göbekli Tepe’yi ziyaret eden bir turist oradan hediyelik bir eşya almak ya da yemek<br />
yemek yerine şehir merkezini tercih etmektedir. Bu husus ise bölge esnafının<br />
tamamının kalkınmasını engellemektedir. Bu durumun giderilmesi adına şehir<br />
merkezinde alt turistik bölgelerden esnaf standları oluşturulabilir ve seyahat<br />
acentalarının alışveriş güzergahlarına eklenebilir.<br />
STK’lara Şanlıurfa’nın turistlerin beklentilerini karşılayıp karşılamadığı<br />
sorulduğunda; tamamıyla karşılıyor diyenlerin sayısı çoğunlukta olmasa da; bir kısmı<br />
karşılıyor demekte, bir kısmı ise; bir takım sıkıntıların varlığından bahsetmektedir.<br />
Özellikle mevcut hizmetin kalitesindeki yetersizliğe değinen kurumlar için; eğitimsiz<br />
personel ve esnaf ilk sırada yer almaktadır. Bu sorunların giderilmesi adına; uzman<br />
kişi ve kurumların ve akademisyenlerin personeli eğitmesi ve denetlemesi üzerinde<br />
712
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
önemle durulması gereken bir husustur. Ayrıca katılımcıların dile getirdiği bir diğer<br />
sorun olan; alt ve üst yapı imkanlarının yetersizliğinde ise; belediye ve valilik dışında;<br />
turizmle direkt ilgilenen resmi bir kurumun denetimi ve kontrolü soruna ilişkin bir<br />
çözüm olarak ifade edilebilir.<br />
Katılımcılar turizm tesislerinin bölge esnafına katkı sağladığı yönündedir. Ancak bir<br />
takım eksiklikler de mevcuttur. Örneğin; turizm tesislerinin ürün temini konusunda<br />
Şanlıurfa’dan temin etmeyip komşusuz Gaziantep’ten temin etmesi katılımcıların<br />
önemle üzerinde durduğu bir sorundur. Bu durumun giderilmesi adına; turizme yön<br />
veren kurum ve kuruluşların; tesislerin ürünlerinin bir kısmını yada tamamını<br />
Şanlıurfa’da yer alan esnaftan temin etmeleri zorunluluğu getirilmelidir. Bu durumun<br />
sağlanması beraberinde pek çok sorunu da çözecektir. Bununla birlikte; turistik<br />
işletmelerin özellikle dört ve beş yıldızlı otel işletmelerinin birtakım ihtiyaçlarını<br />
Şanlıurfa’da yer alan esnaf karşılayamamaktadır. Bu durumun giderilmesi adına;<br />
esnaf sektörü takip etmeli ve yeniliklere ayak uydurmalıdır.<br />
Katılımcılara sorulan; Şanlıurfa turizminin daha iyi bir yere gelebilmesi adına<br />
yapılması gerekenlere verilen cevaplar doğrultusunda ifade edilebilir ki; Katılımcılar<br />
Şanlıurfa turizminin eğitimli ve nitelikli personele ihtiyaç duyduğunu; özellikle çok<br />
büyük bir öneme sahip Göbeklitepe için bölge halkındaki farkındalığın arttırılması<br />
gerektiğini; yerel idari birimlerin turizmi daha çok önemsemesi gerektiğini; Şanlıurfa<br />
turizmini büyük bir oranda sekteye uğratan güvenlik algısının değiştirilmesi adına<br />
tanıtım ve halkla ilişkiler çalışması yapılması gerektiğini, nitelikli konaklama<br />
işletmelerinin sayıca artması gerektiğini ifade etmişlerdir. Katılımcıların bu beklenti<br />
ve önerilerinin yerine getirilmesindeki en önemli husus belki de kendileridir.<br />
Kalkınmada önemli bir güç olan STK’ların farklı birimlerde bu önerilerinin dile<br />
getirilmesi turizm adına oldukça önemli bir adım olarak ifade edilebilir.<br />
STK’lar ayrıca Şanlıurfa’nın komşulardan çok farklı ve benzersiz bir konumda ve<br />
önemde olduğunu da ifade etmektedirler. Bu oldukça doğrudur, çünkü Şanlıurfa üç<br />
dinin izlerini taşıyan, medeniyetlerin beşiği, üç ilahi dinin açıkça hissedildiği, tarihin<br />
en eski tapınağının bulunduğu bir konumdadır. Ayrıca GAP turlarının ortasında yer<br />
aldığı için konaklama içinde oldukça elverişli bir pozisyondadır. Ancak Şanlıurfa’nı<br />
bu ciddi önemine rağmen; seyahat acentalarının tur sırasındaki konaklamalarını veya<br />
münferit turistlerin konaklamalarını neden Gaziantep’te yaptığı hala bir muammadır.<br />
Bu durumun giderilmesi öncelikle bölgesel kalkınmanın aktörlerine düşmektedir. Bu<br />
aktörler turizmin işleyişine yön verecek, bu eksikliklerin giderilmesi için gerekirse<br />
büyük çaba harcayacaktır.<br />
Belirtilmek gerekir ki; bölgesel kalkınmada en büyük sorumluluk yerel birimlere<br />
düşmektedir. Bölgesel kalkınma yaklaşımı bölgenin sahip olduğu doğal, kültürel,<br />
ekonomik kaynakların kullanılması ve bu kaynaklardan maksimum yarar sağlanması<br />
fikrine sıkı sıkıya bağlıdır. Şanlıurfa’nın turizm faaliyetlerinde yerel birimlerin, özel<br />
sektörün, sivil toplum kuruluşlarının işbirliği ve beraberlik içinde olması, farklı<br />
kanallar işe beraber çalışmalar yapması ve daha da güçlü olması bölgesel kalkınma<br />
için turizm anlayışına hizmet edebilecek en büyük çabalar arasında yer almaktadır.<br />
713
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Turizmin sahip olduğu pek çok kaynağın korunması, gelecek nesillere aktarılması ve<br />
sürdürülebilir olması yerel kalkınmasının önemli unsurları arasında bulunmaktadır.<br />
Kalkınma insani boyutunu önemseyen bir yaklaşım kaynakların gelecek nesillere<br />
aktarılmasını ve korunmasını önemseyecek, kazanmaktan daha çok korumak fikrini<br />
benimseyecektir. Bu sebeple Kalkınmada söz sahibi olan kurum ve kuruluşların bu<br />
hususu özellikle benimsemesi ve benimsettirmesi belki de tartışılması gereken temel<br />
husustur. Çünkü günümüzde değin turizmle direk ve dolaylı olarak ilgili olan plan ve<br />
projelerde görülmektedir ki; ne kadar kazanmaya önem verilirse, o kadar doğal ve<br />
beşeri kaynaklar tükenecek ve çok kısa zamanda kaynakların geleceğe aktarımından<br />
söz bile edilemeyecektir. O sebeple; baştan sona tüm aktörlerin bu hususu göz önünde<br />
bulundurması; kalkınmaların sürdürülebilirliğinde unutulmaması gereken bir<br />
husustur.<br />
KAYNAKÇA<br />
Artun, C.ve Akbulut, O. (2015). Yönetsel bir olgu olarak sürdürülebilir turizm:<br />
fethiye’deki yerel yönetim ve sivil toplum kuruluşlarının görüşleri. Doğu<br />
Karadeniz Bölgesi Sürdürülebilir Turizm Kongresi, Gümüşhane, 136-144.<br />
Bahar, O. (2007). Bölgesel kalkınmada turizm sektörünün ekonomik açıdan yeri ve<br />
önemi. Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (İLKE), Güz,<br />
19: 1-19.<br />
Çakılcıoğlu, M. (2002). Sürdürülebilir Turizm. 10. Ulusal Bölge Bilimi/Bölge<br />
Planlama Kongresi, İstanbul.<br />
Çubuk, M. (1996). Sürdürülebilir turizm, turizm planlamasına ekolojik yaklaşım.<br />
Türkiye’de 19. Dünya Şehircilik Günü Kolokyumu. MSÜ. İstanbul<br />
Dulupçu, M. A. (2001). Sürdürülebilir kalkınma politikasına yönelik gelişmeler. Dış<br />
Ticaret Dergisi, http://www.econturk.org/dtm2.htm., 15.07.2016.<br />
Eceral Özelçi, T. ve Özmen Altınkaya, C. (2009). Beypazarı’nda turizm gelişimi ve<br />
yerel ekonomik kalkınma. Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 5(2):<br />
46-74.<br />
Emeksiz, M. (2007). Küçük otel işletmeleri ve çevre yönetimi. Balıkesir Üniversitesi<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10(18): 141-156.<br />
Han, E. Kaya, A. A. (2008). Kalkınma Ekonomisi Teori ve Politika. (6. Baskı), Nobel<br />
Yayınları: Ankara.<br />
Kastenholz, E. (2004). Management of demand’ as a tool in sustainable tourist<br />
destination development. Journal of Sustainable Tourism, 12 (5): 388-408.<br />
Kaypak, Ş. (2012). Ekolojik turizm ve sürdürülebilir kırsal kalkınma. KMÜ Sosyal ve<br />
Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 14(22): 11-29.<br />
Keskin, M. ve Kızılırmak, İ. (2015). Sürdürülebilir turizm çerçevesinde bölge<br />
kalkınma ajanslarınca hazırlanan bölge planlarına yönelik bir inceleme: doka<br />
örneği. Doğu Karadeniz Bölgesi Sürdürülebilir Turizm Kongresi,<br />
Gümüşhane, 166-176.<br />
Küçük, M. ve Güneş, G. (2013). Kızılcahamam’da Turizm ve Yerel Kalkınma. 14.<br />
Ulusal Turizm Kongresi, Kayseri, 196-215.<br />
Künü, S. ve Hopoğlu, S. (2015). Turizm ve sürdürülebilir büyüme: eleştirel bir<br />
yaklaşım. Doğu Karadeniz Bölgesi Sürdürülebilir Turizm Kongresi,<br />
Gümüşhane, 103-111.<br />
714
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Liu, Z. (2003). Sustainable tourism development: a critique. Journal of Sustainable<br />
Tourism, 11(6): 459-475.<br />
Sarkım, M. (2007). Sürdürülebilir turizm kapsamında turistik ürün çeşitlendirme<br />
politikaları ve Antalya örneği. Yayımlanmamış Doktora Tezi, Dokuz Eylül<br />
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir.<br />
Sarkım, M. (2008). Değişen seyahat eğilimleri kapsamında sürdürülebilir turizm<br />
anlayışının turizm politikaları üzerine etkileri. 2.Ulusal İktisat Kongresi,<br />
İzmir. 1-11.<br />
Tosun, C. (2001). Challenges of sustainable tourism development in the developing<br />
world: the case of Turkey. Tourism Management, 22: 289-303.<br />
United Nations, (1999). Guidelines on ıntegred plannig for sustainable tourism<br />
development, economic and social commission for Asia and the Pacific”.<br />
https://documents-ddsny.un.org/doc/UNDOC/GEN/B99/302/49/PDF/B9930249.pdf?OpenEleme<br />
nt. 15.08.2016<br />
Yıkmaz, R. F. (2011). Sürdürülebilir kalkınmanın ölçülmesi ve Türkiye için yöntem<br />
geliştirilmesi. Uzmanlık Tezi. TC Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı<br />
Müsteşarlığı Sosyal Sektörler ve Koordinasyon Genel Müdürlüğü, Ankara.<br />
715
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Fırat Kalkınma Ajansı’nın TRB 1 Bölgesi’ndeki<br />
Yenilikçi Girişimcilik Ekosistemine Etkisi<br />
Abdulvahap YOĞUNLU 1<br />
Biriken bilgi ile gelişen teknolojik imkanlar bilginin daha hızlı, zamandan ve<br />
mekandan görece daha bağımsız şekilde insanlara ulaşmasına neden olmuştur. Bu<br />
durum mevcut her şeyin kısa zamanda eskimesine neden olduğu ve yerini yeniye<br />
bırakmaya mahkûm etmekte olduğu söylenebilir. Her anlamda eskiyi yeniye eviren<br />
ve dönüştüren, toplumların gelişmesini sağlayan en önemli unsur girişimciliktir. Bu<br />
noktada, yenilikçi girişimcilik faaliyetlerini etkin yürütemeyen ülke ekonomilerinin<br />
diğer ülkelerden geri kalacağına yönelik yaygın bir görüş oluşmuştur. Bu nedenle<br />
ülkeler, farklı politikalar geliştirerek yenilikçi girişimcilik faaliyetlerinin yollarını<br />
aramakta ve bu amaca yönelik oluşumlar organize etmektedir. 2010-2016 yılları<br />
arasında Fırat Kalkınma Ajansı’nın TRB1 Bölgesinde (Bingöl, Elazığ, Malatya ve<br />
Tunceli) yürüttüğü faaliyetler ve uyguladığı mali destek programlarının bölgedeki<br />
yenilikçi girişimcilik ekosistemini etkileri çalışmada tahlil edilmiştir.<br />
Anahtar Kelimeler: Fırat Kalkınma Ajansı, Destekler, Girişimcilik, Yenilikçilik,<br />
Yenilikçi Girişimcilik<br />
The Effects of Fırat Development Agency on the<br />
Innovative Entrepreneurship Ecosystem in the TRB1<br />
Region<br />
Abstract<br />
The accumulating knowledge and developing technological facilities have led to<br />
human beings reaching knowledge faster and relatively independently time and space<br />
and time. This situation seems to compel everting relating present to become worn out<br />
and leave its place to new ones. The most important element of development countries<br />
and societies and inverting old things to new in every sense, is entrepreneurship. At<br />
this point, it arise a broadly accepted opinion that the economy of countries unable to<br />
perform efficiently their innovative entrepreneurial activity fall behind the other<br />
countries. In this study, it is analysed the effects of the activities performed and<br />
financial support programs applied by Fırat Development Agency in the TRB1<br />
Region (Bingöl, Elazığ, Malatya and Tunceli) on the innovative entrepreneurship<br />
ecosystem of region between the years 2010-2016.<br />
Keywords: Regional Development, Firat Development Agency, Support,<br />
Entrepreneurship, Innovation, Innovative Entrepreneurship<br />
1<br />
Fırat Kalkınma Ajansı Elazığ Yatırım Destek Ofisi Koordinatörü<br />
716
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
1. GİRİŞ<br />
İnsanoğlunun hayatta kalmak için doğa ile girdiği mücadele farklı üretim tarzları,<br />
yönetim şekilleri ve uygulamaları, örgütlenmeler ile günümüze kadar devam etmiştir.<br />
Bu süreçte insanoğlu tarafından geliştirilen her araç ve yürütülen her türlü<br />
organizasyon bir önceki nesillerden aktarılan bilgi üzerine kurulduğu söylenebilir.<br />
Biriken bilgi ile gelişen teknolojik imkanlar bilginin daha hızlı, zamandan ve<br />
mekandan görece daha bağımsız şekilde insanlara ulaşmasına neden olmuştur. Bu<br />
durum mevcut her şeyin kısa zamanda eskimesine, mevcuttun yerini yeniye<br />
bırakmaya mahkûm etmiş görünmektedir. Her anlamda eskiye yeniye eviren ve<br />
dönüştüren, toplumların ve ülkelerin bu süreçte bir adım öne geçmesine neden olan<br />
bu sürecin en önemli taşıyıcı unsuru girişimciliktir.<br />
Söz konusu kavram küreselleşme ile birlikte sosyal ve ekonomik gelişmenin en<br />
önemli unsuru olamaya devam etmiş anacak girişimciliğin içeriği ve kapsamı<br />
değişmiştir. Zira küreselleşme ile birlikte bilgi ve teknolojide baş döndürücü<br />
gelişmeler, üretim, ticaret ve hizmet alanlarında rekabetçiliğin kapsam ve şiddetini<br />
değiştirmiştir. Rekabetçilik artık bilgiye dayalı ekonomilerin gelişmesi ve de<br />
varlıklarını sürdürmesi için ayakta kalma mücadelesine dönüşmüştür. Bu şekilde<br />
küresel bir ortamda ülkelerin, firmaların ve girişicilerin rekabetçi olarak yer<br />
tutabilmeleri yenilikçi faaliyetlerde bulunmaksızın mümkün olamamaktadır. Bu<br />
durum, yeni ekonomik ortam içerisinde, yenilikçi girişimcilik aktivitelerini teşvik<br />
hükümetleri için kaçınılmaz bir politika vasıtası haline gelmiş bulunmaktadır (Aslan,<br />
2009).<br />
Tüm bunların ışığında, 2010-2016 yılları arasında Fırat Kalkınma Ajansının TRB1<br />
Bölgesinde (Bingöl, Elazığ, Malatya ve Tunceli) yürüttüğü faaliyetler ve uyguladığı<br />
mali destek programlarının bölgedeki yenilikçi girişimcilik ekosistemini etkileri<br />
çalışmada tahlil edilmiştir. Çalışmada girişimcilik, yenilikçi girişimcilik, yenilikçi<br />
girişimcilik kalkınma ajansları ile ilgili kavramlar ve uygulamalar dünya ve ülkemiz<br />
örneklerinde değerlendirildikten sonra, Bingöl, Elazığ, Malatya ve Tunceli illerinde<br />
faaliyetleri yürüten Fırat Kalkınma Ajansının (FKA) kurulumundan günümüze<br />
gerçekleştirdiği faaliyetler analiz edilecektir. Çalışmanın ikinci değişkeni olan<br />
yenilikçi girişimcilik kavramı teorik olarak değerlendirildikten sonra FKA’nın TRB1<br />
Bölgesinde uyguladığı politika ve araçlarının yenilikçi girişimcilik ekosistemine<br />
etkisi tahlil edilecektir.<br />
1. TEMEL KAVRAMLAR<br />
1.1. Girişimcilik<br />
Tarih boyunca insanoğlunun bilgiyi biriktirmesi ile birlikte egemen olduğu alanı<br />
genişletmesinin ve görece insan hayatını kolaylaştırmasının en önemli faktörleri<br />
insanoğlunun risk alması ve daima yaratıcılığını kullanarak yeniyi aramasından<br />
kaynakladığı söylenebilir. Bu nedenle insanoğlu edindiği bilgi ışığında aldığı riskler<br />
ile yeni birtakım işlere girişmesi her zaman insanoğlunu önünü açmış ve zorlukları<br />
aşmasına destek olmuştur. Bu anlamda birçok bilim adamının belirtiği gibi, zorluklar<br />
içinde doğan gereksinimleri karşılamaya yönelik faaliyetler ve bu faaliyetleri yürüten<br />
girişimci söz konusu gelişmenin en önemli dinamiği olmuştur.<br />
717
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Girişimcilik kavramı ile ilgili literatürde birçok tanım yapılmıştır. Nitekim sosyal,<br />
ekonomik, kültürel birçok boyutu olan bu kavramı tek bir tanım ile tarif etmek<br />
kavramın bir boyutunu eksik bırakacaktır (Wennekers ve Thurik, 1999). Girişimcilik,<br />
en geniş tanımıyla serbest meslek, yeni bir iş organizasyonu kurma veya var olan işi<br />
büyütmek gibi risk içeren tüm girişimler olarak ele alınmaktadır (Aslan,2009).<br />
Gartner ve Carter’e (2003) girişimcilik kavramını; organizasyon ile ilgili<br />
ilişkilendirerek, söz konusu kavramı daha çok organizasyon süreci olarak açıklar.<br />
Hindle ve Rushworth (2002) girişimciliği fırsatı algılama, kullanabilme ve<br />
dönüştürebilme temeline dayandırır.<br />
Hisrich ve Peters’e (2001) göre girişimcilik, yeterli emek ve zaman ayırarak, mali,<br />
fiziksel ve sosyal riskleri göze alarak, parasal ödüller elde ederek yeni bir değer<br />
yaratma süreci olarak tanımlar. Bu tanım girişimciliği fırsatı algılama ve<br />
kullanabilmenin yanında, fırsatı kullanabilmek için girişimci tarafından alınan risk<br />
faktörü de hesaba katılmıştır. Jonathan (2003) girişimciliği, gelecekteki mal ve<br />
hizmetlerin keşfi, gelişimi ve işletilmesi; Sahlman ve Stevenson (1991) mevcut<br />
kaynaklara bakılmaksızın fırsatların peşinde olmak olarak tanımlamaktadır. Bu<br />
noktada, girişimciliğin bireyler tarafından gerçekleştirilen bir faaliyet ve bireylerin<br />
farkına vardıkları yeni fırsatları eyleme geçirme süreci olduğu Shane ve Jonathan<br />
(2003) tarafından ifade edilmektedir.<br />
Hindle ve Rushworth (2002) girişimciliği fırsatı algılama, kullanabilme ve<br />
dönüştürebilme temeline dayandırarak, girişimciliğin risk almanın yanında fırsatları<br />
dönüştürme özelliğini vurglar. Carree ve Thurik (2003: ) kavramı tarif ederken, insan<br />
karakterinin önemden söz eder ve bireylerin karakteristik davranışlarının<br />
girişimcilikte belirleyici olduğu savunur. Girişimciliği insanların karakteristik<br />
davranışı olarak ele almaktadır.<br />
Küreselleşme ile birlikte ekonomik ve sosyal gelişmenin dinamosu konumuna gelen<br />
girişimcilik, ekonomik büyümede, rekabetçiliğin artmasında, yeni teknoloji<br />
üretiminde, işsizliğin ve yoksulluğun azaltılmasında, refah düzeyinin yükseltilerek<br />
geniş bir toplumsal tabana yaygınlaştırılmasında, bölgesel gelişmişlik farklarının<br />
azaltılmasında, beşeri ve sosyal sermaye düzeyinin arttırılmasında ve sosyal yapının<br />
değişiminde önemli etkileri bulunmaktadır (Jack, 1999). Girişimciliğin günümüzde<br />
artan önemi ve küresel rekabette belirleyiciliği, sürekli yeniyi arayan yaratıcı<br />
girişimcilere olan ihtiyacı ve söz konusu minvalde girişimcinin önemini her geçen gün<br />
artırmaktadır.<br />
Girişimcinin tanımı temel olarak risk alma, yeniliğe öncü olma, hırslı ve çalışkan<br />
olma, bağımsız olma, sorumluluk alma, kendine güven, iletişim becerisi, liderlik<br />
yeteneği, yenilikçilik, enerjik olma, özerklik, öz güven gibi kavramlar çerçevesinde<br />
yapılmaktadır (Kirzner 1997), (Mc Clelland 1961, 1976), (Hisrich ve Peters, 2001),<br />
(Schumpeter 1975, 2000), (Drucker, 1993), (Dönmezer, 1998), (Ertübey, 1992,<br />
Cansız, 2012).<br />
Sosyal ve ekonomik kalkınmanın en önemli unsuru olduğu genel olarak kabul gören<br />
girişimciliğin, zaman içinde değiştiği ve günümüzde eskiye oranla önemli bir<br />
dönüşüm geçirdiği belirtmek gerekir. Küresel rekabetin her an hissedildiği yeni<br />
718
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
dönemde, temel olarak cesareti ile risk alan bir girişimcilik yerine bilgiye dayalı<br />
hareket eden, sürekli yeniyi kovalayan ve eskiyi yok eden bir girişimcilik ön plana<br />
çıkmaktadır. Söz konusu dönüşüm yenilikçi girişimcilik kavramı ile açıklanmakta ve<br />
küresel rekabette öne geçmek isteyen ülkelerin en önemli gündemi olmaktadır.<br />
1.2. Yenilikçi Girişimcilik<br />
Girişimcilik kavramının ekonomik, sosyal ve kültürel boyutlara göre değişen<br />
tanımlarının ve tariflerinin olmasının yanında, daha önce bahsedildiği gibi dünyadaki<br />
ekonomik ve sosyal yapıya ve mevut duruma göre tarihsel olarak dönüştüğünü<br />
görmekteyiz. Bu dönüşümün temel nedeni değişen ihtiyaçlar, rekabet ve diğer<br />
ekonomik ve sosyal yapılarda meydana gelen değişimlerdir. 16. Yüzyıldan itibaren<br />
Batı Avrupa’da başlayan teknolojik gelişmeler, iletişim olanaklarının artması,<br />
insanların uzak mekanlara daha kolay ve kısa zamanda ulaşabilmesi, insanoğlunun<br />
yüzyıllardır değişmeyen ihtiyaçlarını çeşitlendirerek artırmış ve neredeyse<br />
insanoğlunun yaşadığı her alan mal ve hizmetlerin pazarlandığı mekanlara<br />
dönüşmüştür. Sürekli değişim isteyen yeni talep yapısı, girişimciliğe sürekli kendini<br />
yenileyen ve dinamik bir bilgi biriktirme, bilgi takip etme süreci içerisinde olma<br />
zorunluğu getirmiştir. Bu zorunluluk girişimciliği yenilikçilik ile birlikte<br />
kavramsallaştırmıştır.<br />
Yenilikçi girişimciliğin anlaşılması için öncelikle yenilikçilik veya diğer bir ifade ile<br />
inovasyon kavramlarının tanımlanması gerekir. Yenilik (inovasyon), "yeni ve değişik<br />
bir şey yapmak" anlamındaki Latince bir kelime olan “innovatus”tan türemiştir<br />
(Drucker, 1998). Yenilik gerek teknolojide yeni gelişmeler gerekse de işleri daha iyi<br />
yapan yeni metotlar ya da yollar sağlamaktır ve ürün değişimleriyle, süreç<br />
değişimleriyle, yeni pazarlama ve yeni dağıtım şekilleriyle açıklanabilir (Porter, 1995:<br />
45).<br />
Karagöz ve Albeni’ye (2003) göre yenilik, piyasaya yeni giriş yapan ürün ve<br />
süreçlerdir ve yenilikler teknolojik değişim sonucu ortaya çıkmaktadırlar. Akyos’a<br />
(2004) göre yenilik; düşünce geliştirme, teknoloji geliştirme yeni veya geliştirilmiş<br />
ürün veya üretim yöntemi veya ekipmanı üretme ve pazarlama faaliyetlerinin<br />
yönetimidir. Fisher (2000) yeniliği, yeni düşünme biçimleri, şeyleri yapmanın yeni<br />
yollarını üretme, üretileni deneme ve insanla ilgili ekonomik ve sosyal aktivitelerde<br />
kullanma ve benimseme eylemlerinin olarak tanımlarken; Dosi (1988) yeni bir ürünü<br />
veya yöntemi araştırmak, keşfetmek, denemek, geliştirmek ya da taklit etmek<br />
suretiyle benimsemek ve ticarileştirmek olarak tanımlamaktadır. Akyos’a (2004) göre<br />
yenilik; düşünce geliştirme, teknoloji geliştirme yeni veya geliştirilmiş ürün veya<br />
üretim yöntemi veya ekipmanı üretme ve pazarlama faaliyetlerinin yönetimidir.<br />
Tanımlarda anlaşılacağı gibi yenilikçilik bir süreci kapsayan ve sonucunda eskinin<br />
yerine yenisini koyan bir yöntem ve anlayış bütünüdür. Bu anlamda çalışmamızın ana<br />
kavramlarından olan Yenilikçi Girişimcilik, teknolojik gelişmeler sürecinde bilgi<br />
temelli yeni ürün ve hizmetler oluşturan ya da üretim veya pazarlama anlamında yeni<br />
bir yöntem ile zaman ve mekan bakımından avantaj sağlayan, eskinin yerine yeni<br />
algısı oluşturan yöntemlerin ve uygulamaların bütünü olarak ifade edilebilir. Bu<br />
719
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
anlamda bu girişimciliğin yenilikçilik bağlamında açıklayan ilk düşünürlerin başında<br />
Ekonomist John Baptiste Say gelir (ER, 2013).<br />
John Baptiste Say, iktisadi gelişmeyi girişimci faaliyetinin sonucu olarak görür ve<br />
girişimciyi kendi sermayesini yatırdığı için risk alıcı olarak ele alır. Say, ayrıca<br />
girişimciyi yenilik ile ilişkilendirir ve girişimciyi değişimin öznesi olarak nitelendirir.<br />
Say’in kendisinin de bir girişimci olası onun modern anlamda girişimcinin sınırlarının<br />
ne olduğunu açıklayan ilk kişi olmasında önemli katkıları olmuştur (Filion, 1997).<br />
Yenilikçi Girişimcilik kavramının bir başka önemli kuramcısı da Schumpeter’dir.<br />
Schumpeter göre girişimci, yeni bilinmeyen ürünler yaratarak üretim yapılarını<br />
değiştirir, yani üretimi yeni bilinmeyen üretim metotları bularak değiştirir. Bu durum<br />
Yenilikçi Girişimcinin rekabet ortamında piyasada var olan bağlantıları değiştirdiği<br />
ve daha önce avantajlı olan rakiplerin kaynaklarını yok ettiği anlamına gelir (Sciascia<br />
ve De Vita,2004 ). Yenilikçi Girişimcinin bu tür uygulamaları bir yeniliğin başka<br />
piyasa ya da piyasaları ikame etmesi nedeniyle yok etmesi ya da önemli ölçüde<br />
daraltmasına ve bu arada yeni piyasanın büyüyüp farklı firmaları bünyesine<br />
çekmesine ve Schumpeter’in tabiri ile “yaratıcı yıkım” etkisinin oluşmasına neden<br />
olur. “Yaratıcı Yıkım” bir alanda var olan bir sektörü veya işleyişi yok ederken,<br />
diğerinin doğup gelişmesi sonucunu doğurmaktadır (Chen ve Chen, 2001 ). Dijital<br />
uyduların icadı ile Analog uyduların piyasadan silinmesi bu duruma örnek<br />
gösterilebilir. Yaratıcı yıkım süreci asla bitmeyen, sürekli olarak devam eden bir<br />
süreçtir (İraz, 2005).<br />
Günümüzde ekonominin en önemli dinamikleri olan yenilikçi girişimlerin ve<br />
girişimcilerin yeni yöntem ve uygulamalarının sosyal, ekonomik ve kültürel uygun<br />
koşullarının olduğu ve söz konusu koşulların sağlanmadığı taktirde yenilikçi<br />
girişimciliğin gelişmeyebileceği söylenmektedir. Yenilikçi girişimcilerin faaliyetleri<br />
için uygun ortam ve imkanların tümü yenilikçi girişimcilik ekosistemi olarak tabir<br />
edilen sosyal, ekonomik ve kültürel ortamda geçekleşmektedir.<br />
1.3. Yenilikçi Girişimcilik Ekosistemi<br />
Günümüz ekonomisinde yeniklik yapmanın ve yenilik yapacak girişimcilerin önemini<br />
bütün ülkeler, ülkelerin yöneticileri, vatandaşları, Sivil Toplum Örgütleri ve<br />
neredeyse ülkenin kalkınması ile doğudan veya dolaylı ilgili bütün paydaşlar anlamış<br />
durumdadır. Bu durum ülkeler ve firmalar nezdinde yenilikçilik mücadelesine<br />
dönüşmüş durumdadır. Gerek ülkeler, gerek firma ve girişimciler yenilik yapabilmek<br />
adına birbirleri ile yarışmakta ve yenilik yapabilme kapasitelerini artırmaya yönelik<br />
farklı yöntemler ve politikalar geliştirmektedirler. Sarf edilen tüm bu çabanın nedeni,<br />
yenilikçi uygulamaların ve yeniliği ortaya çıkaracak girişimcilerin ancak uygun<br />
sosyal, kültürel, politik, bürokratik bir ortamda ve çeşitli imkanlar vesilesi ile ortaya<br />
çıkıyor olmalarıdır. Söz konusu bu ortam ve imkanların tümü Yenilikçi Girişimcilik<br />
Ekosistemi olarak adlandırılmaktadır.<br />
Girişimciliğin oldukça geniş bir politika alanı olması, girişimcilik ekosisteminin<br />
kalitesini ve girişimcilik performansının ölçümlenmesini zorlaştırmaktadır. 2000’li<br />
yılların ortalarından itibaren ise OECD/EUROSTAT Girişimcilik Göstergeleri<br />
Programı (GGP), Küresel Girişimcilik Monitörü (GEM) Projesi ve Küresel<br />
720
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Girişimciliği Geliştirme Endeksi (GEDI) gibi, uluslararası çalışmalar, girişimcilik<br />
performansını ve girişimcilik ekosisteminin kalitesini karşılaştırılabilir bir şekilde<br />
ölçmeye başlamıştır (Girişimciliğin Geliştirilmesi Özel İhtisas Komisyon Raporu,<br />
2014 ).<br />
OECD, genel olarak girişimciliğin çerçevesini belirleyen unsurları girişimcilik<br />
ekosistemi olarak tanımlamakta olup bunları; (1) düzenleyici çerçeve, (2) pazar<br />
koşulları, (3) finansa erişim, (4) bilginin oluşumu ve yayılımı, (5) girişimcilik<br />
kabiliyetleri ve (6) kültür şeklinde altı eksen altında gruplandırmıştır (Cansız, 2012)<br />
Ülkemizde yenilikçi girişimcilik ekosisteminin geliştirilmesine yönelik birçok kurum<br />
tarafından çeşitli faaliyetler yürütülmektedir. Bu faaliyetler, girişimcilere yönelik<br />
sağlanan mali desteklerin yanı sıra, girişimcilerin bilgi düzeyini desteklemeyi<br />
hedefleyen danışmanlık destekleri, bürokratik işlerin kolaylaştırılması yönelik<br />
desteklerden oluşmaktadır. Kalkınma Ajansları da kamu tarafından yerelde, yerel<br />
paydaşlar ile birlikte yenilikçi girişimci ekosisteminin geliştirilmesine yönelik<br />
faaliyetler yürütmektedir.<br />
1.4. Kalkınma Ajansları<br />
Son yüzyılda özelikle 1929 Ekonomik Bunalımında sonra, bölgesel gelişmişlik<br />
farklarının gündeme gelmesi, istihdam politikalarının ve diğer sosyal ve ekonomik<br />
gelişme ile ilgili unsurların yerel aktörler ile birlikte değerlendirilmesi temayülleri<br />
Kalkınma Ajansları uygulamalarını dünya gündemine getirmiştir. İkinci Dünya<br />
Savaşı sonrasında Kıta Avrupa’sında meydana gelen yıkım, ekonomik ve sosyal<br />
sorunlar kalkınma ajansları uygulamaları ile ilgili gelişmeleri hızlandırdığı<br />
söylenebilir.<br />
En genel tanımıyla kalınma ajansları “merkezi hükümetler tarafından belirlenen ulusal<br />
kalkınma hedefleri ve vizyonu paralelinde çalışan, bağımsız bir idari yapıya sahip,<br />
belirli sınırlara bir bölgenin sosyo-ekonomik koşullarını geliştirip canlandırmak<br />
amacıyla kurulmuş ve faaliyetlerini tamamen veya kısmen kamunun finansa ettiği<br />
kurumlar” olarak tanımlanmaktadır (Kumral, 1994). Kalkınma Ajansları, Postfordizm<br />
ile birlikte kamu yönetiminde yoğun bir şekilde tartışılmaya başlayan<br />
yönetişim anlayışının bölgesel uygulamadaki bir devamı olarak ifade edilebilir.<br />
Özelikle 1990’lı yıllar yönetişim kavramının bürokraside yoğun bir şekilde<br />
uygulandığı yıllar olmuştur. Bu model ile yerel aktörlerin küresel alanda<br />
rekabetçiliğinin sağlanması hedeflenmiştir. Ayrıca bu model ile bölgesel karar alma<br />
mercilerinin mümkün olduğunca merkeze olan bağımlılığı azaltılmalıdır (Cameron,<br />
2000).<br />
Türkiye’de yukarıda bahsi geçen dönüşümlerin ve Avrupa Birliği (AB) süreci<br />
kalkınma ajansları ile ilgili politikaların gelişmesine etkisi olduğu söylenebilir.<br />
Türkiye’nin AB’ye tam üyelik hedefi doğrultusunda yönetim yapısını katılmayı<br />
hedeflediği topluluk standartlarına kavuşturma çabası, kamu yönetiminde yeniden<br />
yapılanma önemli bir değişim faktörü olarak gündeme gelmekte ve öte yandan<br />
küreselleşme süreci beraberinde getirdiği yapısal uyum politikaları ile birçok konuda<br />
özgün süreçler ve araçlar geliştirilmesini gerekli kılmaktadır (Çelepçi, 2011).<br />
721
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Türkiye’de kalkınma ajansları bölgeler arası eşitsizliklerin azaltılması ve bölgesel<br />
kalkınmanın sağlanması için Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) koordinasyonunda<br />
kurulmuş özerk kamu kuruluşlarıdır. Kalkınma Ajansları doğrudan yatırım yapan<br />
uygulayıcı kuruluşlar değildir. Kalkınma Ajanslarının asıl görevi kamu, özel sektör<br />
ve Sivil Toplum Kuruluşları arasında işbirliğini destekleyerek yerel potansiyelin açığa<br />
çıkmasını sağlamaktır. Türkiye genelinde her biri Düzey 2 Bölgelerinde kurulan<br />
toplam 26 adet Kalkınma Ajansı mevcuttur.<br />
Dünyanın hemen hemen tüm bölgelerinde ve Türkiye’de bölgeler arası gelişmişlik<br />
farklarının dengeli bir yapıya kavuşturulması, bölgesel ve yerel kalkınmanın<br />
hızlandırılması ve sürdürülebilir dengeli bir gelişmenin sağlanması açısından çeşitli<br />
politikalar ve araçlar kullanılmaktadır. Mali destek programları kalkınma planlarının<br />
amaç ve stratejileri doğrultusunda bölgeler arası gelişmişlik farklarının azaltılması,<br />
geri kalmış yörelerde yaşayan nüfusun refah düzeyinin yükseltilmesi, metropollerle<br />
büyük yük getiren göç eğilimlerine istikrarlı bir yapı kazandırılmasını çözüme<br />
kavuşturmada en etkili yöntemlerden birisidir.<br />
2. TRB 1 BÖLGESİNİN SOSYO-EKONOMİK DURUMU<br />
TRB1 Bölgesi Malatya, Elazığ, Bingöl ve Tunceli illerinden oluşmaktadır ve Doğu<br />
Anadolu Bölgesinin en batı ucunda, Yukarı Fırat havzasını kapsamaktadır. 2015<br />
ADNKS verilerine göre bölgenin toplam nüfusu 1,700468 kişidir. Kalkınma<br />
Bakanlığı tarafından yayımlanan 2011 Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik 26 Düzey-2<br />
bölge sırlamasında 20.sırada yer alan bölge 2008 yılı verilerine göre Türkiye’nin tüm<br />
ulusal katma değerinin %1,3’ünü üretmekte ve ülkemiz katma değeri içindeki payına<br />
göre 26 Düzey 2 bölgesi arasında 20. sırada yer almaktadır (TRB1 Bölge Planı (2014-<br />
2023):23-23).<br />
Bölgenin sosyal ve ekonomik dinamikleri bakımından en önemli ili olan Malatya<br />
772.904 (ADNKS 2015) olan nüfusu ile büyükşehir statüsü kazanacak iller arasına<br />
girmiş olup, başta 250 milyon USD dolayındaki kayısı ve türevleri ve 90 milyon USD<br />
dolayındaki tekstil ürünleri ihracatı ile bir tarım ve sanayi şehridir. 574.304 nüfuslu<br />
Elazığ ise enerji, madencilik ve tarım alanlarındaki kamu ve özel sektör yatırımlarının<br />
yanı sıra, eğitim ve kültür alanlarında bölgesinde öne çıkan bir cazibe merkezi olduğu<br />
söylenebilir. Ayrıca sağlık hizmetleri bakımdan gerek Malatya ve gerekse Elazığ<br />
bölgede önemli bir potansiyele sahiptir. Doğu-Batı ve Kuzey-Güney bağlantıları<br />
yollarında bulunan Bingöl’de, bitkisel üretim, hayvancılık ve madencilik, zengin<br />
kültürel yapısını turizm fırsatına dönüştürme potansiyeli barındıran Tunceli’de ise,<br />
dağ doğa ve inanç turizmi ve hayvancılık temelli bir ekonomi hakimdir (TRB1 Bölge<br />
Planı (2014-2023): 22--23)<br />
TRB1 Bölgesinin gelişmişlik düzeyi, gerekse öne çıkan sektör ve potansiyeller<br />
bakımından oldukça heterojen bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. 2011 yılı<br />
Sosyo-ekonomik Gelişmişlik Endeksi sıralamasına göre bölge illerinden Bingöl 72,<br />
Elazığ 39, Malatya 42 ve Tunceli 58 şeklinde sıralanmıştır.<br />
Bölgede gerek kamuya ve gerekse özel sektöre yönelik bilgi üreten üniversiteler aynı<br />
zamanda nitelikli insan kaynağı bakımından bölgedeki istihdamını desteklemektedir.<br />
TRB1 20011 verilerine göre TRB1 Bölgesi, Düzey-2 26 Bölge arasında 20.sırada yer<br />
722
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
alarak, sahip olduğu bu potansiyel ile Türkiye’de üretilen katma değerin yaklaşık<br />
%1,4’ünü üretmektedir. Son yıllarda artış eğiliminde olmasına rağmen, kişi başı<br />
katma değer halen Türkiye ortalamasının yaklaşık %60’ı kadar olduğu söylenebilir.<br />
Son 5 yıla ait veriler incelendiğinde bölgesel katma değer içerisinde tarım ve sanayi<br />
sektörlerinin payı son yıllarsa azda olsa artarken, hizmetler sektörünün payı % 60<br />
oranı ile bölgenin en önemli sektörü olma özeliğini devam ettirmektedir.<br />
Bölgenin istihdam verileri incelendiğinde bölgenin istihdama katılım oranın artığı<br />
görülür. Ancak bölgenin söz konusu değerlerinin Türkiye ortalamasının altında<br />
olduğu, özelikle kadınların istihdama katılım oranlarının ülke ortalamasının altında<br />
olduğu gözlemlenmektedir. 2015 TUİK verilerine göre bölgenin işsizlik oranı 8.3’tür.<br />
Bölgede işsizlik kadınlar arasında 9.4 oranında iken, erkeklerde bu oran 7.4’tür.<br />
Tablo 1. TRB1 Bölgesi İlleri Sınai Mülkiyet Başvuru Rakamları, 2010-2015<br />
İLLER MARKA PATENT FAYDALI<br />
MODEL<br />
723<br />
TASARIM<br />
BİNGÖL 154 8 3 0 165<br />
ELAZIĞ 1704 74 18 25 1821<br />
MALATYA 1984 78 40 42 2144<br />
TUNCELİ 77 4 0 0 81<br />
TRB1 3919 164 61 67 4211<br />
Kaynak: TPE<br />
TOPLAM<br />
Tablo görüleceği gibi 2010-2015 yılları arasında TRB1 Bölgesinden toplam 4211 söz<br />
konusu tescil alanlarına başvuru yapılmıştır. Rakamlar incelendiğinde Elazığ ve<br />
Malatya illerinde yapılan başvuruların toplam başvuruların % 95’ine tekabül ettiği<br />
görülmektedir. Bingöl ve Tunceli illerinde yapılan başvurulara bakıldığında, söz<br />
konusu illerden yapılan başvuruların büyük bir kısmının marka müracaatı olduğu<br />
görülür. 2010-2015 yılları arasında Bingöl’de sadece 8 patent, 3 faydalı model<br />
başvurusu yapılmışken, tasarım alanında hiçbir başvuru yapılmamıştır. Tunceli’de<br />
belirtilen yılar arasında sadece 4 adet patent başvurusu yapılmıştır.<br />
Girişimcilik bakımından Elazığ, Malatya illerinin yanında Bingöl ilinin girişimcilik<br />
sırası dikkat çekicidir. Küresel rekabet endeksi sıralamasında 67, inovasyonda 79,<br />
yüksek öğretim endeks değerinde 68, teknolojik altyapı endeks değerinde 69. Sırada<br />
olan Bingöl, girişimcilik endeksinde 16.25 değeri ile ülkede 29. sırada yer almıştır.<br />
Yine Elazığ küresel rekabet endeksi ve inovasyon değerlerinde ülkede orta sıralarda<br />
yer alırken; girişimcilik endeksi sıralamasında 23. sırada yer almıştır.<br />
TRB1 Bölgesinde yer alan dört il için en dikkat çeken değerler yükseköğretim<br />
endeksinde görülmektedir. Söz konusu değerde Elazığ ülke genelinde 7.sırada yer<br />
almaktadır. 1975 yılından beri özelikle teknik alanda önemli bir akademisyen<br />
kadrosuna sahip Fırat Üniversitesi, bu anlamda Elazığ’ın yükseköğretim değerinin<br />
yukarılarda çıkmasının en önemli nedenidir. Yine İn önü Üniversitesi Malatya’nın<br />
bahsi geçen endekste 16. sırada yer almasını sağlamıştır.
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
TRB1 Bölgesinin ihracat rakamları incelendiğinde 2015 yılında toplam 498 milyon<br />
850 bin Dolar ihracatın yapıldığı görülür. Bölgede gerçekleşen ihracatın yaklaşık<br />
%99’u Elazığ ve Malatya illerinde gerçekleşmektedir. Malatya tek başına bölge<br />
yapılan ihracatın % 64’ünü gerçekleştirmektedir.<br />
2. FIRAT KALKINMA AJANSININ TRB1 BÖLGESİNDEKİ<br />
YENİLİKÇİ GİRİŞİMCİLİĞE ETKİSİ<br />
Bu bölümde Fırat Kalkınma Ajansının (FKA) kurulduğu günden bugüne uyguladığı<br />
mali destek programlarının TRB1 Bölgesi’ndeki yenilikçi girişimci ekosistemine olan<br />
etkisi değerlendirilecektir. Bu çatı amaca uygun olarak hazırlanan desteklerin<br />
bölgenin girişimcilik ekosistemine yaptığı katkıları ölçmek için birçok parametre<br />
üzerinde, müstakil bir değerlendirme yapmak gerekir. Çalışmada FKA tarafından<br />
verilen mali destekler neticesinde yenilikçi girişimcilik ekosistemini etkileyen alanlar<br />
ve mali destek alan yenilikçi girişimci örnekleri değerlendirilecektir.<br />
2.1. FKA’nın Mali Destek Programlarının Yenilikçi Girişimciliğe Etkisi<br />
2010-2016 yılları arasında FKA tarafından uygulanan 10 MDP’nin değerlendirilmesi,<br />
her MDP çağrısı özelinde yapılmıştır. Yapılan değerlendirmelerde çağrı özelinde<br />
FKA’nın kullandığı destek miktarı, desteklenen proje sayıları ve yenilikçi girişici<br />
olarak değerlendirilebilecek proje örnekleri irdelenmiştir. Ayrıca ajansın kamu kurum<br />
ve kuruluşlarına sağladığı desteklerin, yenilikçi girişimcilik ekosistemine sağladığı<br />
olası göre katkılar değerlendirilmiştir.<br />
2.1.1. FKA 2010 Ekonomik Gelişime Mali Destek Programı<br />
2010 Ekonomik Gelişme Mali Destek Programı (EGMDP), FKA’nın TRB1<br />
Bölgesi’nde ilk uyguladığı programdır. Programın amacı, TRB1 Bölgesi (Bingöl,<br />
Elazığ, Malatya, Tunceli) illerinde istihdamın ve refah seviyesinin artırılması için<br />
girişimciliği ve yatırımları teşvik ederek; işletmelerin rekabet edebilirliğinin<br />
artırılması için, yenilikçilik ve teknoloji kullanımına destek vererek bölge<br />
ekonomisinin lokomotif sektörleri olan İmalat, Tarıma Dayalı Sanayi ve Hizmet<br />
Sektörlerinin Katma Değerinin artırılması’dır (http://www.fka.org.tr/Ekonomik-<br />
Gelisme-Mali-Destek-Programi.asp ).<br />
Program kapsamında TRB1 Bölgesi’nde toplam 42 projeye 10,3 milyon TL destek<br />
sağlanmıştır. Bu desteklerin illere dağılım oranlarına bakıldığında, kaynağın yaklaşık<br />
% 75’inin Elazığ ve Malatya illerine verildiği görülmektedir. Bunun en önemli nedeni<br />
söz konusu illerde özel sektörün Bingöl ve Tunceli illerine göre görece daha gelişmiş<br />
olması olduğu söylenebilir.<br />
2010 EGMDP kapsamında yenilikçi girişimcilik örneği olarak birtakım iyi<br />
uygulamalar çıkmıştır. Bunlardan bir tanesi Elazığ İŞGEM’de genç bir girişimci<br />
tarafından sunulan ve destek almaya hak kazanan “ Yeni Nesil Uzun Ömürlü<br />
Tasarruflu Led’li Ampul Üretimi” projesidir. Proje kapsamında makine-ekipmanla<br />
ülkemizde üretimi olmayan ve ithal edilen led ampulün Elazığ’da üretilmesine<br />
başlanmıştır. Malatya’da Alima Su Ürünleri Firmasının projesi ayrıca bu kapsamda<br />
değerlendirilebilir. Proje kapsamında, Bölge için son derece önemli olan alabalık<br />
üretimi, işlenmesi ve pazara sunulmasında kalite problemlerini düzeltmek, üretimde<br />
724
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
AB normlarında kalite ve standardizasyonu sağlamak, verimliliği üst düzeye taşımak<br />
ve üretimde teknik alt yapıyı oluşturmak amacıyla IQF sistemi alınmıştır.<br />
4.1.2. FKA 2011 Tarımda Modern İşletmeler Mali Destek Programı<br />
2011 Tarımda Model İşletmeler Mali Destek Programı ( TMİMDP) ile bölgenin<br />
önemli sektörlerinden olan tarım alanında model olabilecek işletmelerin<br />
desteklenmesi hedeflenmiştir.<br />
TMİMDP kapsamında bölgede toplam 24 projeye 4.2 milyon TL destek sağlanmıştır.<br />
Programda desteklenen proje sayısında Elazığ dikkat çekmektedir. Program<br />
kapsamında sağlanan maili desteğin %41 Elazığ’daki tarım işletmelerine verilmiştir.<br />
Özelikle hayvancılık alanındaki işletmelerin modern ekipman alımına teşvik edilmesi<br />
ve kalite unsuru gözetilerek üretim yapılmasının özendirilmesi açısından program<br />
önem arz etmektedir.Program tarım alanında yenilikçi girişimciliğin gelişmesine ve<br />
özelikle yurtdışında yaşayan insanların tarım sektörüne yönelik yaşadıkları ülkede<br />
edindikleri bilgileri bölge taşımaları anlamında önemli girişimlere vesile olmuştur.<br />
Söz konusu girişimlere verilecek en önemli örnek Elazığ’da BİNAP Tarım firması<br />
tarafından kurulan modern seradır. BİNAP Tarım firması Biyogaz Enerjili ve<br />
Kojenerasyon Sistemli Sera Projesi ile kurdukların seranın enerji ihtiyacının<br />
biyogazdan elde etmeye yönelik bir proje yürütmüşlerdir.<br />
4.1.3. FKA 2011 Turizm Ve Sanayi Altyapısının Geliştirilmesi Programı<br />
Programın genel amacı, TRB1 Bölgesinde, turizm ve sanayi sektörünün gelişimine<br />
etkin biçimde katkı sağlayacak altyapı yatırımlarının gerçekleştirilmesini sağlamak,<br />
olarak belirlenmiştir. Programın öncelikleri ise; Turizm potansiyeline sahip alanlarda<br />
altyapının geliştirilmesi, Turizmin çeşitlendirilmesine yönelik altyapının<br />
iyileştirilmesi, OSB ve KSS altyapılarının iyileştirilmesi, Gıda sanayisine yönelik<br />
modern tarımsal ürün toplama, depolama, akreditasyon ve Ar-Ge altyapılarının<br />
kurulması, olarak belirlenmişti<br />
Programın amacı sanayi ve turizm alanında özel sektörün ihtiyaç duyduğu altyapı<br />
yatırımlarının gerçekleşmesidir. Bu amaca yönelik özel sektörün bölgedeki gelişimine<br />
yönelik örnek projeler gerçekleşmiştir. Elazığ Organize Sanayi Bölgesi tarafından<br />
uygulanan Elazığ OSB’de Lojistik Merkezi Kurulması projesi bahsi geçen örnek<br />
projelerden biridir. Proje kapsamında Elazığ Organize Sanayi Bölgesi içerisinde;<br />
sanayicinin navlun (taşıma) masraflarının olumsuzluğunu gidermek için; yükleme,<br />
boşaltma, nakliye ile ilgili tüm faaliyetlerin yürütüldüğü lojistik merkezi kurulmuştur.<br />
4.1.4. FKA 2011 Turizm Sektörünün Geliştirilmesi Programı<br />
2011 Yılı Turizm Sektörünün Geliştirilmesi Mali Destek Programının genel amacı,<br />
TRB1 Bölgesinde mevcut turizm ürünlerinin geliştirilmesi, alternatif turizm<br />
olanaklarının oluşturulması, hizmet kalitesinin artırılması, turizm faaliyetlerinin<br />
yaygınlaştırılması, doğal ve kültürel varlıkların turizme kazandırılması sağlanarak<br />
bölgenin turizm potansiyelinin harekete geçirilmesine katkı sağlamak olarak<br />
belirlenmiştir.<br />
725
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Program kapsamında Pertek Kaymakamlığı Köylere Hizmet Götürme Birliği<br />
tarafından Güneş Tarihi Aydınlatıyor projesi ile Pertek Kalesi güneş enerjisi<br />
kullanılarak aydınlatılmıştır. Söz konusu kamu projeleri ile bölgenin girişimcilik<br />
ekosistemi düzenleyici çevre unsurun geliştirilmesi bakımından önemlidir. Turizm<br />
alanında kamunu altyapıyı tamamlaması söz konusu alanda girişimcilerin yatırım<br />
yapmasını kolaylaştırmaktadır. Ayrıca belirtilen altyapı yatırımlarının tamamlanması<br />
turizm alanlarının imkanlarının artmasına, alanlarının görünür, erişilebilir ve<br />
pazarlanabilir imkanlarını artırmaktadır.<br />
4.1.5. FKA 2012 İhracat ve Yenılıkçılık Malı Destek Programı<br />
2012 Yılı İhracat ve Yenilikçilik Mali Destek Programının (İYMDP) amacı<br />
Programın genel amacı, işletmelerin yenilikçilik ve ihracat yeteneklerini geliştirerek<br />
TRB1 Bölgesinin rekabet gücünün artırılmasına katkı sağlamaktır. Programın özel<br />
amacı, TRB1 Bölgesinde ihracat kapasitesini artırmak ve yenilikçilik kültürünü<br />
geliştirmektir.Program kapsamında toplam 25 adet proje için destek sözleşmesi<br />
imzalanmıştır.<br />
Doğrudan İndirgenmesi projesi program kapsamında destek alan iyi uygulamalardan<br />
biridir. Malatya’da bulunan Tetra Telekom firmasının Fotovoltaik Solar Panel<br />
Üretimi projesi programın amacına uygun olarak yenilikçi bir proje niteliği taşıdığı<br />
görülmektedir. FKA bu program çağrısı ile doğrudan yenilikçi firmaları desteklemeyi<br />
amaç edinerek sadece kapasite artırmayı hedefleyen firmaları program dışında<br />
bırakmıştır. Daha önceki programlarda yenilikçilik öncelikli iken bu programda<br />
zorunlu hale gelmiştir.<br />
4.1.6. FKA 2012 Yerelde Ekonomik Gelişme Mali Destek Programı<br />
Yerelde Ekonomik Gelişme Mali Destek Programı (YGMDP) ile TRB1 Bölgesinde<br />
görece az gelişmiş yörelerde ve kırsal alanda üretimde kapasite artışı, ürün<br />
çeşitlendirme ve modernizasyonu destekleyerek bölge içi gelişmişlik farklarının<br />
azaltılmasına katkı sağlamaktır.<br />
Bu program İhracat ve Yenilikçilik Mali Destek Programı ile aynı dönemde<br />
uygulanmış ve bölge içi gelişmişlik farklarını önlemeye yönelik daha çok Bingöl ve<br />
Tunceli illerini hedef alan bir program olmuştur. Bu nedenle programda hibe alan<br />
firmalar Bingöl ve Tunceli illerinde yoğunlaşmıştır. Tunceli ilinde genel olarak turizm<br />
işletmeleri destek alırken Bingöl’de tarımsal sanayi alanında faaliyetlerini yürüten<br />
firmalar destek almıştır.<br />
4.1.7. FKA 2013 Üretimde Odak Alanlar Mali Destek Programı<br />
Programın amacı, TRB1 Bölgesinde mal ve hizmet üretiminde ekonomik değer artışı<br />
sağlayacak odak alanlarda işletme niteliklerinin iyileştirilmesini ve kapasitenin<br />
artırılmasını sağlamak olarak belirlenmiştir.<br />
Program kapsamında 32 projeye toplam yaklaşık 7.8 milyon TL destek sağlanmıştır.<br />
Program kapsamında destek alan Somay Plastik Sanayi firması doğada çözülebilen<br />
market çantası üretimi yaparak, bölgede olmayan bir üretimi gerçekleştirmiştir. Yine<br />
Elazığ’dan Aktaş firması bombeli cam temperleme seri üretim hattını kurarak<br />
726
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
yenilikçi bir üretim gerçekleştirmiştir. Malatya’dan UBEKFARM firması Digital<br />
Elektronik İçin Teknolojik Önemi Olan İleri Teknoloji Krem Lehim Üretimi projesi<br />
ile programın en yenilikçi faaliyetini yürüttüğü söylenebilir.Malatya Teknoparkta<br />
Kurulu firma proje kapsamında alınan makinelerle digital elektronik için teknolojik<br />
önemi olan ileri teknoloji krem lehim üretmeyi amaçlamaktadır.<br />
4.1.8. FKA 2013 Güçlü Altyapı Güçlü Ekonomi Mali Destek (GAGE)<br />
Programı<br />
Programın amacı Bingöl, Elazığ, Malatya ve Tunceli illerinde sanayi ve turizm<br />
alanlarında gelişmeye ivme kazandıracak, üretim ve istihdamı doğrudan etkileyecek<br />
stratejik altyapı yatırımlarının gerçekleştirilmesini sağlamaya yönelik kamu<br />
projelerini desteklemektir.<br />
Program kapsamında 17 projeye toplam 8.9 milyon TL destek sağlanmıştır. Program<br />
belirlediği 2. Öncelik alanı ile bölgenin yenilikçi ekosistemini geliştirmeyi<br />
hedeflemiştir. Bu hedefe uygun olarak bölgede OSB ve KSS’lerin altyapılarının<br />
desteklenmesi hedeflenmiştir. Ancak program kapsamında daha çok turizm<br />
altyapısına yönelik projelerin desteklendiği görülmektedir.<br />
4.1.9. FKA 2014 Malatya-Elazığ Odak Alanlar Mali Destek Programı<br />
2014 yılında Elazığ ve Malatya illerinde gelen projeler ile Bingöl ve Tunceli illerinde<br />
gelen projelerin içerik ve hedeflerinin bir birinden farklı olmasından dolayı, TRB1<br />
Bölgesinde Elazığ ve Malatya illerine farklı, Bingöl ve Tunceli illerine farklı mali<br />
destek programları uygulanmıştır. Bunun en önemli nedeni, Malatya ve Elazığ<br />
illerinde FKA’nın yenilikçi projeleri desteklemek istemesi ve görece dar sektörlere<br />
destek vermeyi planlamasıdır.<br />
Program kapsamında her iki ilde 11 projeye toplam 3.1 milyon TL kaynak<br />
sağlanmıştır. Elazığ’da programdan destek alan firmalara incelendiğinde, Asilgaz<br />
firmasının Laboratuvar Kurulumu Ürün Depolama ve Tüp Takip Sistemi<br />
(Barkodlama) projesi yenilikçilik bakımından değerlendirilebilir. Proje kapsamında,<br />
Elazığ OSB de medikal gaz üretimi ve dolumu yapan yararlanıcı firmaya,<br />
hastanelerde anestezide kullanılan narkoz gazının saflaştırılmasını yüksek düzeyde<br />
yapması, kurulan labaratuvar ile analizleri işletme bünyesinde yapabilmesi, depolama<br />
kapasitesinin artırılması ve pazarlama ve satış ağını izleyebilmesi amacıyla destek<br />
sağlanmıştır.<br />
4.1.10. FKA 2015 Bingöl-Tunceli Öncelikli Alanlar Mali Destek Programı<br />
TRB 1 bölgesinde görece daha az gelişmiş Tunceli ve Bingöl illerinde mal ve hizmet<br />
üretiminde ekonomik değer artışı sağlayacak öncelikli alanlarda işletme niteliklerinin<br />
iyileştirilmesi ve kapasitenin artırılması program kapsamında amaçlanmıştır.<br />
Program kapsamında 18 projeye toplam 4.6 milyon TL destek sağlanmıştır.<br />
Bingöl’de proje kapsamında desteklenen projelerin genellikle Bingöl’de dışında<br />
tedarik edilen ürünlerin ilde üretilebilmesini sağlamaya yönelik girişimler olduğu<br />
görülür. Bu bakımdan il için yeni ürünlerin üretilmesi program kapsamında<br />
sağlanmıştır. Program kapsamında Karlıova ilçesinde PVC üretimi, metal profil boru<br />
727
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
üretimi, kağıt peçete ürünleri üretilmiştir. Tunceli’de desteklenen 8 projenin 5’i<br />
turizm projesidir.<br />
4.2. FKA’NIN Diğer Faaliyetlerinin Yenilikçi Girişimciliğe Etkisi<br />
Fırat Kalkınma Ajansı yerel sosyal ve ekonomik gelişmenin sağlanmasına yönelik<br />
yürüttüğü üç temel faaliyetlerinden biri olan mali destek programlarının yanında<br />
planlama ve yatırım destek faaliyetleri ile ayrıca TRB1 Bölgesinin yenilikçi<br />
girişimcilik ekosistemine katkı verecek faaliyetler yürütmüştür. Bu faaliyetler<br />
özelikle Yatırım Destek Ofisleri (YDO) marifeti ile bölgenin her ilinde uygulanmış<br />
ve girişimcilere ulaşılmıştır.<br />
Söz konusu bu faaliyetlerin başında Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve<br />
Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB) il müdürlükleri ile birlikte yürütülen<br />
Uygulamalı Girişimcilik Eğitimleri (UGE) gelmektedir. Fırat Kalkınma Ajansı 2010<br />
yılından itibaren Bingöl, Elazığ, Malatya ve Tunceli illerinde toplam 12 adet eğitim<br />
düzenlenmiş ve yaklaşık 400 girişimciye UGE sertifikası verilmiştir.<br />
Boğaziçi Üniversitesi Yaşam Boyu Eğitim Merkezi ve FKA işbirliğiyle Anadolu<br />
Grubu sponsorluğunda; tarihleri arasında Malatya ve Elazığ’da “Turizm Elçisi<br />
Sertifika Programı” düzenlenmiş ve eğitim kapsamında bölgede turizm sektöründe<br />
çalışan yöneticilerin yenilikçi uygulamalar ile ilgili bilgiler verilmiştir. Kapanış töreni<br />
23 Haziran 2011 tarihinde Malatya Kültür ve Kongre Merkezi’nde düzenlenmiştir. Bu<br />
program kapsamında Ajansımızın yönlendirmesiyle 36 kursiyer tarafından “Malatya<br />
Turizm Elçileri Derneği” kurulmuş ve üyeleri için Ajansımız hizmet binasında<br />
Boğaziçi Üniversitesi Yaşam Boyu Eğitim Merkezi tarafından “Turizm Elçileri İş<br />
Başında” eğitim programı 9 – 22 Haziran tarihleri arasında düzenlenmiştir.<br />
Fırat Kalkınma Ajansı ve Boğaziçi Üniversitesi Yaşamboyu Eğitim Merkezi<br />
işbirliğiyle düzenlenen Kurumsal Kobi Yöneticiliği Sertifika Programı 05 Mart-03<br />
Mayıs 2012 tarihleri arasında düzenlenmiştir. Söz konusu etkinlik kapsamında<br />
Malatya’dan 121 kişi, Elazığ’dan ise 124 kişi eğitimlere devam ederek katılım veya<br />
yeterlilik belgesi almaya hak kazanmıştır. Eğitimde KOBİ yöneticilerinin üretim,<br />
pazarlama, dış ticaret ve müşteri memnuniyeti, yenilikçi yönetim uygulamaları<br />
konusunda katılımcılar bilgilendirilmiştir.<br />
5. SONUÇ<br />
2006 yılından itibaren ulusal plan ve politikaların yerel paydaşlar ile birlikte<br />
gerçekleştirilmesine yönelik faaliyetler yürüten kalkınma ajansları, bölgelerinde<br />
planlama ve koordinasyon, mali destek programları uygulama ve yatırım destek<br />
faaliyetleri gibi üç temel işlev üstlenmektedirler. Çalışmada Bölge kalkınma<br />
ajansları, girişimcilik, yenilikçi girişimcilik ve yenilikçi girişimcilik ile ilgili<br />
kavramlar ve uygulamalar dünya ve ülkemiz örneklerinde değerlendirildikten sonra,<br />
Bingöl, Elazığ, Malatya ve Tunceli illerinde faaliyetleri yürüten Fırat Kalkınma<br />
Ajansının (FKA) kurulumundan günümüze gerçekleştirdiği faaliyetler analiz<br />
edilmiştir<br />
Çalışmanın genel amacı, bir yerel kalkınma modeli olarak uygulanan kalkınma<br />
ajanslarının ülkenin yenilikçi girişimcilik ekosistemine olan katkısını TRB1 Bölgesi<br />
728
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
örneğinde FKA’nın verileri tahlil edilerek değerlendirilmiştir. Çalışma kapsamında<br />
FKA’nın 2010-2016 yılları arasında Mali Destek Programları irdelenmiş ve verilen<br />
desteklerin yenilikçi girişimcilik ekosistemine katkıları değerlendirilmiştir.<br />
2010-2016 yılları arasında FKA TRB1 Bölgesine 471 proje ile toplam 76 milyon TL<br />
kaynak sağlamıştır. Söz konusu rakama çağrı kapsamında uygulanan mali destek<br />
programlarının yanında, yıl boyunca açık olan Doğrudan Faaliyet Destekleri ve<br />
Teknik Destek programları kapsamında sağlanan kaynak da dahil edilmiştir. Bu<br />
destekler neticesinde TRB1 Bölgesinde 3 bin dolayında yeni istihdam sağlanmış ve<br />
yeni iş kolları bölgede faaliyete başlamıştır. Yine mali destekler neticesinde 18 adet<br />
patent, faydalı model, endüstriyel tescil belgesi firmalar tarafından alınmış olup,<br />
yenilikçi ürünler geliştirilmiştir. Söz konusu yıllar arasında toplam 14 firma ihracata<br />
başlamış ve bölgenin ihracat kapasitesi gelişmiştir. Destek alan firmaların mali<br />
kapasiteleri ile ilgili yapılan değerlendirmede, firmaların destek sonrası ortalama %<br />
20 oranında cirolarının yükseldiği ve proje yürütmenin gerekliklerini yerine getirme<br />
sürecinde firmaların kurumsallaşma kapasitelerinin artığı görülmüştür. Söz konusu<br />
mali destekler sonucunda 449 yeni tip/model/marka ürün firmalar tarafından<br />
geliştirilmiş ve bölgenin yenilikçi girişimcilik ekosisteminde önemli etkiler<br />
oluşturduğu gözlemlenmiştir.<br />
OECD’nin genel olarak girişimciliğin çerçevesini belirlediği girişimcilik<br />
ekosisteminin unsurları; bakımından FKA’nın yürüttüğü faaliyetler incelendiğinde,<br />
ajansın uyguladığı mali destek programlarının ve faaliyetlerin belirlenen 6 unsuru ayrı<br />
ayrı etkilediği görülmektedir. FKA’nın yürüttüğü yatırım destek faaliyetlerinin<br />
girişimcilerin işlerini kurma ve büyütme sürecinde etkililiği olduğu görülmektedir.<br />
Bu noktada ajanların yatırım destek faaliyetlerinin girişimcilik ekosistemi için<br />
belirlenen ilk unsur olan “ düzenleyici çerçeve” içeriğine yönelik olduğu söylenebilir.<br />
Ayrıca FKA tarafından sağlanan kurumsallaşma, dış ticaret, pazarlama gibi eğitmeler<br />
eğitimler ikinci unsur olan “pazar koşulları” alanını geliştirmeye yöneliktir. FKA’nın<br />
bu anlamda düzenlediği eğitimlerde toplam 15 bin dolayında girişimciye eğitimler<br />
verilmiştir.<br />
Ajansın uyguladığı mali destekler girişimci ekosistemi unsurlarından olan “finansa<br />
erişim” noktasında önemli işlevleri olmuştur. Bu kapsamda FKA’nın 2010-2016<br />
tarihleri arasında girişimlere 471 proje ile toplam 76 milyon TL kaynak sağlamış<br />
olması girişimcilik ekosistemine önemli bir katkıdır. Ayrıca YDO’ların diğer devlet<br />
destekleri ile ilgili girişimcilere verdiği bilgi ve destekler bu anlamda ajansın<br />
katkılarını artırmaktadır.<br />
Tüm bunların ışığında kalkınma ajansları yerel kalkınma ve bölgeler arası gelişmişlik<br />
farklarının giderilmesi ve küresel rekabetçiliğin geliştirilmesi için yereldeki paydaş<br />
ve yapılar ile bölgesel sosyal ve ekonomik gelişmeye yönelik faaliyetler<br />
gerçekleştirmek üzere kurulmuşlardır. Ülkemizde yeni bir uygulama olarak<br />
gördüğümüz kalkınma ajansları tecrübesinin, yerelde daha önce yürütülmeyen<br />
faaliyetlere el atması ve özelikle girişimciliğin yerelde geliştirilmesi ve desteklenmesi<br />
için koordinasyon faaliyetleri yürütmesi, ülkemizdeki girişimcilik ekosisteminin<br />
gelişmesi adına önemli işlevler gerçekleştirmiştir. Söz konusu bu işlevlerin önemi<br />
yerelde bu konuyu birincil olarak üstlenecek bir kurumun daha önce olmaması ve<br />
729
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ajansların yerelde nitelikli insan kaynağı ve esnek çalışma anlayışı ile girişimcilere<br />
teknik ve mali olarak bilgi sağlamakta olduğu söylenebilir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Akyos, M. (2004). Firma Düzeyinde Yenilikçilik (Yenilik) ve Bilgi Yönetimi,<br />
http://www.sistems.org/know_info_ozet.htm (E: 29.05.2016).<br />
Aslan, Y. (2009). “Türkiye’de Büyüme-Odaklı ve Yenilikçi Bir Girişimcilik Politika<br />
Çerçevesi Geliştirme ve Politika Açıklarının Belirlenmesi” Yayımlanmamış<br />
Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler<br />
Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı, Isparta.<br />
Cameron, G., Danson M, The European Partnership Model and the Changing Role of<br />
Regional Development Agencies: A Regional Development and<br />
Organisation Perspective. (USA: Ashgate, 2000)14-15.<br />
Cansız, M. (2012). Türkiye’de Yenilikçi Girişimcilerin Sosyo-Ekonomġk Durumları<br />
Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma (Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Örneği),<br />
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler<br />
Enstitüsü Sosyoloj Anabilim Dalı, Ankara, 2012.<br />
Chen, T. Chen, S. H.(2001). “Global Production Networks and Local Capabilities”,<br />
East-West Center Working Papers, Economic Series, No:15, February, 2001.<br />
Çelepçi, E. (2006). “ Bölgesel Dengesizliklerin Giderilmesinde Kalkınma<br />
Ajanslarının Rolü ve Türkiye Uygulamaları”. Yüksek Lisans Tezi. Trabzon.<br />
DPT. Bölgesel Gelişme Özel İhtisas Komisyonu Raporu. Ankara: Sekizinci Beş Yıllık<br />
Kalkınma Planı, Yayın No: DPT: 2502-ÖİK: 523, 2000.<br />
Dönmezer, S. (1998). Sosyolojiye Giriş, Beta Yayınları, 11. Baskı, İstanbul.<br />
Ertübey, N.Ö. (1192) “Ege Bölgesi Girişimci Profili Ön Çalışması (Modernleşmeci<br />
Ölçütlerle Girişimci Kavramı)” Ege Üni. Sosyoloji Dergisi, Sayı 2., ss.22-<br />
27, İzmir.<br />
Eurada, Creation, Development and Management of RDA: Does it have to be so<br />
difficult?, çev. Erol Çakmak, (Ankara: İmaj Yayınevi 2006) 65.<br />
Filion, L. J., From Entrepreneurship to Entreprenology,<br />
http://web.hec.ca/creationdentreprise/CERB_Backup-12-mai-<br />
2008/pdf/1997 05EPIEntreprenology.pdf ,(E:28.05.2016)<br />
Er, H. (2013). “Girişimcilik ve Yenilikçilik Kavramlarının İktisadi Düşüncedeki<br />
Yeri: Joseph A. Schumpeter”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />
Dergisi, 29, (s.75-85).<br />
Hındle, K., Rushworth S. (2002). “Entrepreneurship-A Policy Primer”,<br />
Commissioned by the Queensland Innovation Council and Department of<br />
Innovation and the Information Economy, Melbourne: Australian Graduate<br />
School of Enterprise, Swinburne University of Technology, Australian,<br />
March.<br />
Hısrich, R. ve Peters M. (2001). “Entrepreneurship”, 5 th Ed., McGraw Hill Higher.<br />
İlhan, S.(2005). “Bazı Değişkenler Açısından Elazığ’da Girişimci Profili”, Fırat<br />
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cilt: 15, sayı: 1, sayfa: 217-248, Elazığ.<br />
İraz, R. (2005. Yaratıcılık ve Yenilik Bağlamında Girişimcilik ve KOBİ’ler, Çizgi<br />
Kitabevi, Konya.<br />
730
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
JACK, S., Anderson, L., Alistair R., (1999). “Entrepreneurship Education within the<br />
Enterprise Culture: Producing Reflective Practitioners ”, International<br />
Journal of Entrepreneurial Behaviour and Research, V:5, No: 3, pp. 110-125.<br />
Karadağ, Ç. (2001). Bölgesel Dengesizliklerin Giderilmesinde Yerel Yönetimlerin<br />
Rolü: Isparta Uygulaması, Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel<br />
Üniversitesi: Isparta.<br />
Koçberber S. (2014), Kalkınma Ajansları ve Sayıştay Denetimi, Sayıştay Dergisi,<br />
Sayı: 61<br />
Kumral, N. (2006). ‘Bölgesel Rekabet Gücünü Artırmaya Yönelik<br />
Politikalar’Bölgesel Kalkınma ve Yönetişim Sempozyumu. ODTÜ.<br />
Sciascia S. ve De Vita R., (2004). “The Development of Entrepreneurship Research”,<br />
Liuc Papers n.146.<br />
Sahlman, W. A. ve Stevenson, H. (1991). “The Entrepreneurial Venture”, Harvard<br />
Business School Press,<br />
Wennekers, S. ve Thurık, (1991). “Linking Entrepreneurship and Economic<br />
Growth”, Small Business Economics, Cilt No 13, Sayı 1 (Ağustos), s. 27- 55.<br />
http://info.worldbank.org/etools/docs/library/166856/UCMP/UCMP/7_leda<br />
.html Erişim: 19.05.201<br />
731
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Belediyelerde Teknoloji Yönetimi Uygulamalarının<br />
Örgütsel Bağlılık Üzerindeki Etkisine Yönelik Bir<br />
Araştırma<br />
Fuat KORKMAZER 1 , Ali AKSOY 2<br />
Günümüzde baş döndürücü bir hızla yaşanan değişimlerle teknolojinin önemi her<br />
geçen gün daha fazla hissedilmektedir. Yaşanan bu değişimle, teknoloji yönetimine<br />
ilişkin gelişmeler, tüm dünyada yakından takip edilmesi gereken stratejik unsur<br />
olmaktadır. Hizmet sektörü ülkemizde en hızlı büyüyen sektörler arasındadır. Bu<br />
nedenle, hizmet sektöründe bulunan birçok işletme gibi belediyelerin de, yenilikleri<br />
ve gelişmeleri yakından takip etmesi gerekmektedir. Vatandaşların iyi ve kaliteli<br />
hizmet beklentisi, belediyelerin gelişen teknolojik yenilikleri, kurumsal yapılarına<br />
uygulamasını gerekli kılmaktadır. Bu nedenle belediyeler, iyi ve kaliteli hizmet almak<br />
isteyen vatandaşların beklentilerini önceden algılayabilmeli ve buna yönelik gerekli<br />
değişiklikleri yaparak üstün bir hizmet anlayışı ile faaliyetlerini yürütmelidir. Bu<br />
çalışmanın amacın teknoloji yönetimi ile ilgili gelişmelerin belediyelerdeki<br />
kullanımının incelenmesi ve bunun çalışanların örgütsel bağlılığına etkisini<br />
araştırmadır. Bu amaçla Muş belediyesinde çalışan 99 kişinin görüşleri<br />
değerlendirilmiştir. Araştırma sonucunda teknoloji yönetimi ile çalışanların örgütsel<br />
bağlılığı arasında pozitif yönlü anlamlı bir ilişki olduğu görülmüştür.<br />
A Study on The Organizational Commitment for The<br />
Impact of Technology Management Practices In<br />
Municipalities<br />
Abstract<br />
Today, the importance of technology is felt more day by day because of dizzying and<br />
fast changes. Along with this change, developments in technology management have<br />
become a strategic factor that must be followed closely in the whole world. Service<br />
industry is one of the fastest growing sectors. So, municipalities as many other<br />
business firms in service industry must follow innovations and developments closely.<br />
Citizen’s expectation of good and qualified service requires municipalities to apply<br />
developing technological innovations to their institutional structures. Therefore,<br />
municipalities must perceive the expectations of citizens willing to have good and<br />
qualified service beforehand and perform their activities with superior service<br />
philosophy by making necessary changes accordingly. The aim of this study is to<br />
investigate the utilization of developments about technology management in<br />
1<br />
Öğr. Gör. Muş Alparslan Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu Sağlık Yönetimi,<br />
f.korkmazer@alparslan.edu.tr<br />
2<br />
Doç. Dr. İnönü Üniversitesi, İİBF, İşletme Bölümü, ali.aksoy@inonu.edu.tr<br />
732
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
municipalities and to find out the effect of this on employees’ organizational<br />
commitment. For this purpose ideas of 99 employees working in the municipality of<br />
Mus have been evaluated. At the end of the study, it’s been found out that there is a<br />
positive and meaningful relationship between technology management and<br />
employees’ organizational commitment.<br />
1. GİRİŞ<br />
Teknoloji kavramı genel anlamda yenilikleri ifade etmesi yönüyle her zaman<br />
insanlığın gündeminde kalmıştır. Hayatın tüm alanlarında gücün bir sembolü kabul<br />
edilen teknolojiyi; üretebilen, geliştirebilen ve pazarlayabilen kişi, kurum ya da<br />
ülkeler bunu gelişmişlik düzeylerinin de göstergesi olarak kullanmışlardır.<br />
Günümüzde teknoloji ve teknolojik yenilikler sürekli bir şekilde gelişmekte ve baş<br />
döndürücü bir hızla ilerleme göstermektedir. İşletmeler, gerek rekabetin artması ve<br />
gerekse taleplerdeki hızlı farklılaşmalar yönünden teknolojik değişimlerden en çok<br />
etkilenen kurumlardır. Her geçen gün yeni üretim ve yönetim teknolojilerinin ortaya<br />
çıkması, işletmeleri rakipleri karşısında zayıf duruma düşürebilmektedir. Bununla<br />
birlikte hızla değişen çevreye uyum ve müşteri taleplerine yeterli ölçüde cevap<br />
verilmesi zorunluluğu, değişiklikleri önceden tahmin etmeyi ve bu değişikliklere<br />
uyum sağlamayı gerektirmektedir.<br />
Yeni ve yüksek teknolojilerin kullanıldığı günümüzde, mevcut teknolojileri geliştirme<br />
ve kullanma yeteneğinin arttırılması ile ilgili zorlukların aşılabilmesi, ancak teknoloji<br />
yönetimi anlayışı ile mümkün olabilmektedir. Teknoloji yönetimi sadece üretim<br />
stratejilerinin yenilenmesi ve geliştirilmesi konularını içermeyip; pazarlama ve insan<br />
kaynaklarının değerlendirilmesi gibi konuları da içine almaktadır. Ayrıca yeni<br />
teknolojilerin kullanılması ve geliştirilmesi hususunda hızlı olabilmek de teknoloji<br />
yönetiminin olumlu yönlerindendir.<br />
Teknoloji yönetimi, işletmeler açısından önemle dikkate alınması gereken bir<br />
konudur. İşletmelerin stratejik teknoloji yönetimi konusuna eğilmeleri gelecekte<br />
ortaya çıkabilecek fırsatları değerlendirmelerini sağladığı gibi, tehlikelerden<br />
korunmalarına da yardımcı olacaktır.<br />
Bunlara karşılık organizasyonların çalışanlarından beklentileri ise; teknolojik<br />
değişikliklere uyum, müşteri için değer yaratma, yenilikçi fikirler üretme, risk<br />
alabilme, ürün ve süreçleri sürekli geliştirme ve stratejik rekabet politikaları oluşturma<br />
biçiminde sıralanabilir. Kurumsal etkinliğin verimli gerçekleşmesi hem çalışanın hem<br />
de işverenin verimliliği ile sağlanabilmektedir.<br />
Örgütlerin en değerli varlıkları diğer örgütsel faktörleri de yönlendiren çalışanlardır.<br />
Bireyler kendilerini örgütlerine bağlı hissettikleri ölçüde, kurumlarına sadık, verimli,<br />
motive olmuş, iş tatmini sağlamış ve yenilik yapma düzeylerini arttırmış olarak<br />
kurumlarına katkıda bulunacaktır. Aksi takdirde; işe devamsızlık, performans<br />
düşüklüğü ve işgücü devrinin yüksek olması ile her an o işletmeden uzaklaşmanın<br />
yollarını arayacaklar ve kendilerinden bekleneni veremeyeceklerdir.<br />
Çalışanların örgüte bağlılık hissetmesi, kendi iş verimlerini arttırarak örgüt açısından<br />
olumlu sonuçlar doğurmaktadır. Örgütsel bağlılık bireylerin algılamalarına dayanan<br />
733
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
göreceli bir konudur. Bu nedenle insanın ilişki içinde olduğu her şey onun örgütsel<br />
bağlılığını etkileme potansiyeline sahip olası bir faktördür. Örgütsel bağlılık kavramı<br />
ve örgüte bağlı personelin kurumuna sağladığı katkılar üzerinde 1950’li yıllarda<br />
çalışmalar yapılmaya başlanmış ve günümüzde de halen yapılmaktadır.<br />
1.1. Teknoloji Kavramı<br />
Teknoloji, insanın bilimi kullanarak doğaya üstünlük kurmak için tasarladığı rasyonel<br />
bir disiplindir. Teknoloji insan, malzeme, kavramsal olarak fiziksel süreç ve donanımı<br />
içermektedir. Teknoloji, makine kullanımının yanı sıra sistemler, işlemler, yönetim<br />
ve kontrol mekanizmalarıyla hem insandan hem de eşyadan kaynaklanan sorunlara,<br />
bu sorunların zorluk derecesine, teknik çözüm olasılıklarına ve ekonomik değerlerine<br />
uygun çözüm üretebilmek için bir bakış açısıdır (Gökçek, 2007: 15).<br />
Teknoloji, sadece üretilen ürünün yapısına giren bir araç değildir. Üretimin miktarını<br />
artıran, üretimin kalitesini yükselten, üretimin biçim ve niteliğini değiştiren, kısaca<br />
insan ihtiyaçlarının en iyi biçimde gerçekleştirilmesine yardım eden bilgi<br />
topluluğudur. Bir başka deyişle, teknoloji insan bilgisinden ortaya çıkan ve beşeri<br />
amaçlar için kullanılan çevremizdeki parçaları dönüştürdüğümüz araçlar veya araçlar<br />
sistemidir (Durna, 2002: 11).<br />
Teknolojiyi üretenler hemen her zaman teknoloji sayesinde daha az işgücü ile daha<br />
fazla üretim yapmanın mümkün olacağını söylemektedirler. Ancak, bu teknolojiyi<br />
kullanacak işgücünün de yeni niteliklere sahip olması gerekmektedir. Bu nitelikler,<br />
daha fazla eğitim, teknik bilgi ve vizyon gerektirmektedir. Yaratılan her yeni<br />
teknoloji, ilave yetkinlikleri dayatmakta, insanla makinenin rekabetini<br />
yoğunlaştırmaktadır (Kavrakoğlu, 2006: 113).<br />
Teknoloji, birçok alandaki değişme ve gelişmenin temel uyarıcısı olmaktadır<br />
(Barutçugil, 2009: 6). Diğer bir ifade ile teknoloji, pratik amaçlı bilgilerin<br />
organizasyonudur. Teknoloji belli bir olayı tarafsız olarak kıyas eden sistemler<br />
bütünüdür. Bu tanım içinde şu önemli noktalar bulunmaktadır (Feenberg, 1991: 483):<br />
1- Teknoloji, bilgilerin başarıya ulaşmak için yorumlanmasıdır.<br />
2- Teknoloji modern toplumlarda politik yapılara göre farklı yöntemler ile ortaya<br />
çıkmaktadır. Diğer bir ifade ile politik yapıları farklı olan toplumlar teknolojileri farklı<br />
bir biçimde geliştirmekte ve toplumun hizmetine değişik yöntemlerle sunmaktadırlar.<br />
3- Teknolojinin sosyo-politik tarafsızlığı genel olarak doğru kabul edilen, evrensel<br />
bilgilere bağlıdır. Diğer bir ifade ile teknoloji gerçekliği ispat edilebilir doğrular<br />
üzerinde geliştirilmiştir.<br />
1.1.1. Teknolojik Yeniliğin Amacı ve Önemi<br />
Teknolojik yenilik, teknolojik ürün ve süreç yeniliğini kapsar. Burada ürün, hem<br />
fiziksel bir ürünü hem de hizmeti ifade etmektedir. Teknolojik olarak yeni bir ürünün<br />
veya sürecin geliştirilmesinin yanı sıra, mevcut ürün ve süreçlerde önemli teknolojik<br />
değişikliklerin yapılması da bu kapsamda değerlendirilir. Ürünün pazara sunulması<br />
ve sürecin üretimde kullanılması ile yenilik gerçekleştirilmiş olur. Teknolojik ürün<br />
yeniliği, tüketiciye yeni veya iyileştirilmiş hizmetler sunmak amacıyla başarım<br />
734
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
özellikleri artırılmış bir ürünün geliştirilmesini/ticarileştirilmesini ifade eder.<br />
Teknolojik süreç yeniliğinde ise, yeni veya önemli ölçüde gelişmiş bir üretim ya da<br />
dağıtım yönteminin uygulanması söz konusudur (İslamoğlu, 2007: 27).<br />
Bir firmanın değer yaratan zincirde faaliyet gerçekleştirebilmesine yetenek<br />
denilmektedir. Yetenekler firmaya özeldir ve firmaların nasıl farklılaşacağını<br />
açıklamaya yardımcı olmaktadır. Burada üzerinde durulan konu teknolojik yetenekler<br />
ve bunların strateji belirlemede nasıl kullanılacağıdır. Teknoloji bir firmaya,<br />
ürünlerini ve hizmetlerini rakiplerinden daha iyi yapmasını sağlayacak ayırt edici<br />
yeterliliği sağlayabilir. Ancak teknoloji hiçbir zaman tekelleştirilemez. Devamlı<br />
yenilenmediği sürece bilgi her zaman sızabilir ve üstünlükler her zaman taklit<br />
edilebilir. Ayırt edici bir üstünlük uzun süreli sürdürülebilir olmalıdır. Bu ancak<br />
firmanın rakiplerini ve pazar koşullarını dikkatli bir şekilde analiz etmesi ile<br />
mümkündür (Gökcek, 2007: 66).<br />
Tutarlı bir teknolojik yenilik stratejisi, firmanın mevcut rekabetçi konumu yükseltir<br />
ve firmanın gelecekteki gelişimine yön vermektedir. Teknolojik yenilik stratejisi<br />
geliştirmek öncelikle firmanın mevcut konumunu tam olarak değerlendirmeyi<br />
gerektirmekte: daha sonra da, başarma tutkusuyla dolu stratejik bir yaklaşım – şirketin<br />
mevcut kaynakları ve yeterlikleri ile bu yaklaşımını gerçekleştirmek için gerekli<br />
olanlar arasında boşluk yaratan bir yaklaşım. Firmanın, bütün kaynaklarını ortak bir<br />
görüş etrafında uyumlu bir biçimde toplayarak manivela etkisi yaratması, rakipleri<br />
için taklit etmesi çok zor bir avantaj yaratabilmektedir (Öztürk, 2006: 43).<br />
Teknolojik yenilik iki farklı şekilde oluşabilir. Bunlar ürün yenilikleri ve yöntem<br />
(Süreç) yenilikleridir (Alçın, 2006: 14).<br />
Ürün yenilikleri; yeni veya daha iyi ürünlerin geliştirilmesidir. Ürün yeniliği<br />
tamamıyla yeni pazarlar yaratılıp ve müşterilere çok büyük faydalar sağlamaktadır.<br />
Ürün yeniliğinin ilk akla gelen örnekleri; kişisel bilgisayarlar, ATM makineleri ve<br />
tüm farmakolojik ürünlerdir.<br />
Yöntem (süreç) yenilikleri; Daha verimli ve daha düşük maliyetli üretim tekniklerinin<br />
geliştirilmesidir. Yöntem yeniliğine örnek olarak işletme yönetimindeki yenilikler<br />
verilebilir.<br />
1.2. Teknoloji Yönetimi<br />
Teknoloji yönetimi, bir organizasyonun stratejik ve taktik amaçlarının<br />
şekillendirilmesinde ve bunlara ulaşılmasında ihtiyaç duyulan teknolojik kapasitenin<br />
planlanması, geliştirilmesi ve uygulanmasıdır. Teknoloji yönetimi, belirlenen<br />
amaçların, stratejilerin ve faaliyetlerin işletme fonksiyon birimleri arasında hem<br />
yapısal olarak hem de kaynak yönünden bütünleştirme sürecidir (Aydoğan ve Semiz,<br />
2004:116).<br />
Başka bir ifadeyle, teknoloji yönetimi, yöneticilik ile teknik uzmanlık arasında<br />
bağlantı kurmak ve teknoloji teminine ve teknoloji geliştirilmesine yönelik<br />
faaliyetlerin planlanması, örgütlenmesi, yürütülmesi, koordinasyonu ve kontrolüyle<br />
ilgili faaliyetlerin tümüdür.<br />
735
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Teknoloji yönetiminde mikro yaklaşım ve makro yaklaşım olmak üzere iki yaklaşım<br />
bulunmaktadır. Mikro yaklaşım, teknolojiyi firma bazında planlama, koordine etme<br />
ve yönlendirmeyi içermektedir. Makro yaklaşımda, ülke genelinde teknolojik tahmin,<br />
teknolojik planlama, bilim ve teknoloji politikasının tespiti, uygulanması ve<br />
kontrolüyle ilgili faaliyetlerin tümünü kapsamaktadır (Sarıhan, 1998: 49).<br />
Bilgi ve yönetim teknolojileri yönetimindeki karşılaşılan sorunların temel nedenleri<br />
şunlardır (Öğüt, 2003: 234) :<br />
Motivasyon Eksikliği: Teknolojik gelişmelerdeki hızlı değişim de motivasyon<br />
eksikliğini tetiklemiştir. Etkin ve tutarlı olmayan girişimlerin fazla olması<br />
organizasyonlarda çalışanlar açısından isteksizliğin oluşmasını sağlamaktadır.<br />
Teknolojiyi Yorumlamada Köktenci Tutumlar: Teknolojik gelişmelerin<br />
algılanmasında yöneticiler, teknolojik ayrıntılara gereğinden çok daha fazla önem<br />
vermişlerdir. Teknolojinin temelde kavranması yerine, süreç sonunda elde edilen<br />
ürünlere odaklanılması ve teknolojinin mutlak anlamda yeni yönetim biçim ve<br />
yöntemlerinin olacağını düşünmüşlerdir.<br />
Teknoloji Uzmanlarının “De Facto” Yönetimi: Teknolojiyi sihirli bir güç gibi gören<br />
ve teknik ayrıntıların yönetim sürecinin özünü oluşturduğunu savunanlar, yönetimde<br />
insan ilişkilerinin önemini göz ardı etmektedir. Böylece organizasyonlar sosyo-teknik<br />
yapılardan çok teknik yapılar olarak algılanmaktadır.<br />
1.3. Teknoloji Yönetim Süreci<br />
Teknoloji Yönetim Süreci literatürde genellikle beş adımda ele alınmıştır. Burada<br />
teknoloji yönetim sürecinin aşamaları üzerinde kısaca durulacaktır.<br />
1.3.1. Teknoloji Belirleme<br />
Teknoloji belirleme, teknoloji istihbarat çalışmalarını içermektedir. Bir işletmede<br />
teknoloji yönetiminin işletme dışındaki gelişmelerden kayıtsız kalarak yapılması<br />
düşünülemez. Teknoloji seçme ve edinme süreçlerinin sağlıklı yapılması, halen<br />
mevcut ve gelişmekte olan yeni teknolojiler konusunda sağlıklı bilgi toplanmasını<br />
gerektirmektedir. Teknoloji istihbaratı olarak adlandırılan bu faaliyetler kuskusuz her<br />
işletme tarafından belirli ölçülerde yapılmaktadır. Ancak, rekabetin giderek<br />
keskinleştiği günümüzde teknolojik istihbarat faaliyetlerinden beklenen yararı<br />
sağlayabilmek için işletmelerin, bu faaliyetleri belirli amaçlara yönelik, planlı, örgütlü<br />
ve sürekli olarak yapması gerekmektedir (Lang&Müller, 1997, 218).<br />
1.3.2. Teknoloji Seçimi<br />
Teknoloji seçimi, alternatif teknolojiler arasından firma tarafından desteklenmesi<br />
gereken teknolojinin belirlenmesidir. Varılacak olan karar, kaynakların aktarılacağı<br />
teknolojiyi belirleyeceğinden büyük önem taşımaktadır. Alternatif teknolojilerin<br />
değerlendirilmesi firmanın amaçlarına ve seçilecek teknolojiden beklentilerine göre<br />
yapılmalıdır. Bu adımın sonuçları teknoloji edinimi surecine girdi olarak alınır.<br />
Teknoloji seçiminin dört bileşeni olduğu kabul edilmektedir. Bunlar, teknoloji<br />
stratejisi, urun ve pazar özellikleri, firma altyapısı ve çevre faktörlerinin teknoloji<br />
seçiminin ana bileşenleri oldukları görülmektedir. Öte yandan, firmanın genel<br />
736
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
organizasyonundan bağımsız olarak Teknoloji Seçme Organizasyonunun da bu<br />
surecin önemli bir parçası sayılması gerekir (TÜSİAD, 1998: 107).<br />
1.3.3. Teknoloji Edinimi<br />
İşletmeler teknoloji stratejilerini hayata geçirirken hangi teknolojileri, nasıl<br />
edineceklerine karar verirler. Bu bağlamda teknoloji transferi, teknolojik karar alma<br />
aşamasında bir teknolojinin bir yerden başka bir yere taşınması veya aktarılması için<br />
başvurulan bir yöntemdir. Bu transfer, yeni geliştirilen bir teknolojinin bu teknolojiyi<br />
kullanmak isteyen başka bir işletmeye uluslararası veya işletmeler arası transferi<br />
seklinde gerçekleşmektedir.<br />
1.3.4. Teknoloji Kullanımı<br />
Bir işletme, satın almak veya geliştirmek yoluyla edindiği bir teknolojiyi genellikle<br />
rekabet avantajı sağlamak amacıyla, kendi ürün ve üretim süreçlerinde kullanır.<br />
İşletme söz konusu teknolojiyi zaten bu amaç için edinmiştir. Diğer taraftan, işletme,<br />
elindeki teknolojileri başka işletmelere açarak da gelir sağlayabilir. İşletmeler, lisans<br />
vermek veya ortak girişim kurmak yoluyla, doğrudan satışa kapalı pazarlara<br />
girebilirler (TÜSİAD, 1998:108).<br />
1.3.5. Teknolojiyi Koruma ve Sonlandırma<br />
İşletmelerin ürün ve üretim süreçleri ile ilgili olarak kullandıkları teknolojilerin bir<br />
bölümü herkes tarafından bilinen kamuya acık bilgi niteliğindedir. Bu teknolojilerin<br />
bir bölümü ise firmaya özel bilgi niteliğinde olup firmanın rekabet gücünün önemli<br />
bir parçasını oluşturmaktadır. Bu bağlamda teknoloji korunumu, işletmenin sahiplik<br />
haklarının ve ticari avantajının korunması gerekliliğinden doğmuştur. İşletmenin veri<br />
tabanının, sahiplik haklarının güvenliğini sağlamak ve firma teknolojilerinin, firma<br />
dışında kullanılmasını önlemek amacıyla birtakım tedbirler alınmalıdır. Genel olarak<br />
bu tedbirlerin basında patent ve tasarım tescili gibi tedbirler gelmektedir.<br />
Teknoloji sonlandırma, teknoloji yönetiminin en son aşamasıdır. Teknoloji<br />
sonlandırılması yeni teknolojilerin zamanında edinilmesi ve teknolojik değişimlere<br />
zamanında tepki verilebilmesini amaçlamaktadır. İşletmeyi teknoloji sonlandırmasına<br />
iten iki neden vardır. Bunlar; pazarın çekme ve teknolojinin itme etkisidir (TÜSİAD,<br />
1998.108).<br />
1.4. Örgütsel Bağlılık<br />
Bireylerin çalıştıkları kurum ile uyumlu davranışlar geliştirmeleri ve sürdürmeleri,<br />
kurumun performansını artıran en önemli unsurdur. Birey-örgüt uyumu, çalışan ile<br />
işveren arasındaki bağın oluşmasına neden olmakta, oluşan bağ çalışanın örgüt için<br />
beklenenden daha fazla çaba harcamasına neden olmaktadır. Başka bir ifadeyle, örgüt<br />
ile çalışan arasında oluşan olumlu duygusal bağlar, faaliyetlerin etkin ve verimli bir<br />
içimde yürütülmesine, sonuç olarak örgüt performansının ve verimliliğinin artmasına<br />
neden olmaktadır. Bu anlamda, birey-örgüt uyumunun oluşturduğu duygusal bağ<br />
işletmelerin en önemli rekabet ve verimlilik unsuru olmaktadır.<br />
737
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Örgütsel amaçlara bağlılık, sadece belli bir rolün başarı derecesini nitelik ve nicelik<br />
yönünden yükselterek devamsızlığın ve işgücü devrinin azalmasına katkıda<br />
bulunmakla kalmayıp; aynı zamanda bireyi, örgütsel yaşam ve en üst düzeyde sistem<br />
başarısı için gerekli birçok gönüllü eyleme yöneltmektedir (Katz ve Kahn, 1977: 436).<br />
Örgütsel bağlılık, çalışanların örgütle ilişkisi ile şekillenen ve örgütün sürekli bir üyesi<br />
olma kararı almalarını sağlayan bir davranıştır (Meyer ve Allen, 1996: 255).<br />
Başka bir tanıma göre bağlılık, örgütün hedef ve değerlerini benimsemek, örgütün bir<br />
parçası olmak için çaba göstermek ve güçlü bir aile üyesi gibi hissetmek olarak<br />
tanımlanmıştır. Örgütsel bağlılığı karakterize eden özellikler şunlardır (Özdevecioğlu<br />
ve Aktaş 2007: 18):<br />
•Örgütün amaçlarını ve değerlerini kabul etmek ve sıkı sıkıya bağlı olmak,<br />
•Örgüt için gönüllü ve istekli bir çalışma gayreti içinde bulunmak,<br />
•Örgüte üyeliğin devam etmesi konusunda güçlü bir isteğe sahip olmaktır.<br />
Buradan hareketle bağlılık, örgütün üyesi olarak kalma arzusu, örgüt için yüksek çaba<br />
harcama arzusu ve örgütün amaç ve değerlerine inanç unsurlarından oluşan bir<br />
bütündür. Örgüte bağlanmanın, çalışanın davranışını etkilemesiyle ilgili dört çıktıdan<br />
söz edilmektedir. Bunlar (Balcı, 2003: 28):<br />
1- Örgütün amaç ve değerlerine tam olarak kendini adayanlar, örgütsel etkinliklere<br />
aktif olarak katılmaktadır.<br />
2- Kendilerini örgüte adayan çalışanlar, genelde örgütte kalmaya ve örgütün<br />
amaçlarına ulaşmasına katkıda bulunmaya güçlü istek duymaktadır.<br />
3- Örgüte bağlılık ile işten ayrılma arasında tutarlı ters bir ilişki bulunmaktadır.<br />
4- İşten doyum, işten ayrılmanın başlangıç döneminde önemli kestiricisi iken, zaman<br />
geçtikçe bağlılık, işten ayrılmanın doyumdan daha güçlü bir kestiricisi olmaktadır.<br />
1.4.1. Örgütsel Bağlılığın Boyutları<br />
Örgütsel bağlılıkla ilgili yapılan çalışmalarda, örgütsel bağlılık üç boyutta ele<br />
alınmıştır. Bunlar (Meyer ve Allen, 1997: 11; Wasti, 2000: 201–202):<br />
• Duygusal bağlılık<br />
• Devamlılık bağlılığı<br />
• Normatif bağlılık<br />
Duygusal Bağlılık: Çalışanların örgütlerinin değerlerini, hedeflerini ve amaçlarını<br />
benimsedikleri oranda hissettikleri bağlılıktır. Bu durumda çalışan, örgütün<br />
değerlerini güçlü bir şekilde kabul eder ve örgütün bir parçası olarak kalmayı ister.<br />
Bu durum, çalışanın örgüte bağlılığının en iyi şeklidir. Aslında bu kişiler, her<br />
işverenin hayalini kurduğu, gerçekten kendini örgüte adamış ve sadık çalışanlardır.<br />
Böyle çalışanlar, işe karşı olumlu tutum sergilerler ve gerektiğinde ek çaba<br />
göstermeye hazırdırlar (Bayram,2006;132).<br />
Duygusal bağlılığı yüksek olan çalışanda örgüte karşı duyulan güçlü sevgi ve<br />
bağlılık, örgüt hedeflerini ve değerlerini kendi değerleri gibi benimseme ve<br />
özdeşleşme gibi psikolojik durumların yanı sıra, örgütün çıkarları için yüksek çaba<br />
gösterme ve iş ile ilgili aktivitelere daha çok katılma isteği de söz konusudur<br />
(Korkmazer, 2011: 45).<br />
738
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Örgüt içerisinde birbirine kenetlenen çalışanlar, bu sosyal sistemden kopmak<br />
istemeyecek ve örgüt üyeliğini devam ettirmek isteyeceklerdir. Sosyal içerikli<br />
toplantılar, yemekler ve iş birliğini arttırıcı faaliyetler bireylere “ben” yerine “biz”<br />
anlayışını getirecek ve bireyler birbirine kenetlenecek, diğer bir ifade ile kenetlenme<br />
bağlılıkları artacaktır (Yıldırım, 2003: 85).<br />
Örgüt açısından duygusal bağla bağlı kişiler çok önemlidir. Çünkü örgüte duygusal<br />
yönden bağlanan çalışanların örgüt başarısına katkıda bulunmak için yüksek<br />
performans gösterecekleri düşünülmektedir. Duygusal açıdan örgüte bağlı kişilerde<br />
başlıca şu davranışlar gözlenmektedir (Uyguç ve Çımrın, 2004):<br />
• Bu bağla örgüte bağlı olan çalışanlar örgütle özdeşleşirler,<br />
• Örgüt üyeliklerini sürdürmekten mutluluk duyarlar,<br />
• Güçlü duygusal bağlarla örgüte bağlanırlar.<br />
Devamlı Bağlılık: Devamlı bağlılık, Çalışanların örgütlerine yaptıkları yatırımların<br />
sonucunda gelişen bağlılıktır. Bu durumda çalışan, örgüte fazlasıyla zaman ve çaba<br />
harcadığını, yatırım yaptığını ve bunun sonucu olarak da örgütte kalmasının bir<br />
zorunluluk olduğunu düşünmektedir. Örgüte devamlı bağlılık duyan bir kişi, örgütten<br />
ayrılması halinde daha az seçeneği olacağı fikrine sahiptir. Bu kişilerden bazıları,<br />
başka iş bulamadıklarından dolayı örgütte kalırlar. Bazılarının ise işi sevmekten çok<br />
sağlık, aile meseleleri ya da emekliliğe yakın olma durumları gibi zorlayıcı sebepleri<br />
vardır. Kötü iş alışkanlıkları yanında olumsuz tavır sergilerler ve yöneticiler için bir<br />
sorun kaynağı oluştururlar (Bayram,2006;133).<br />
Bağlılığın devam boyutu çalışanların örgütlerinden ayrılacakları takdirde<br />
kaybedeceklerinin bilincinde olmaları ile ilgilidir. Bu aşamada çalışan, çalıştığı süre<br />
içerisinde harcadığı emek ve zaman ile statü, para gibi kazanımlarını kurumdan<br />
ayrılması ile beraber kaybedeceğini düşündüğünden örgütsel bağlılık sergiler<br />
(Özdemir, 2007: 77-78).<br />
Devamlılık bağlılığı, bireyin örgüt için yapmış olduğu yatırımlar ve fedakârlıklarla<br />
artmaktadır. Çünkü bu durum çalışan için örgütten ayrılmayı maliyetli hale<br />
getirmektedir. Örgüte yönelik bir takım yatırımlar yapan çalışan bunun karşılığında<br />
gelecek için bir takım beklentiler içerisine girecek ve yaptığı yatırımların birer kayba<br />
dönüşmemesi için örgütten ayrılmak istemeyecektir. Bu bakış açısına göre örgütsel<br />
bağlılık bireyin zaman, çaba, ödüller gibi yatırımların sonucu olarak örgüt üyeliğini<br />
devam ettirme isteğinin yani örgüte bağlılığın derecesini ifade etmektedir. Yapılan<br />
yatırımlar örgütsel bağlılığı arttırmaktadır. Çünkü birey için değerli olan bu<br />
yatırımlarla birlikte örgütten ayrılmanın maliyeti de artmaktadır ve bunun sonucunda<br />
birey kendisini örgüte bağlı ve kilitlenmiş hissetmektedir (Korkmazer, 2011: 47).<br />
Normatif Bağlılık: Normatif bağımlılık, çalışanların ahlaki bir görev duygusuyla ve<br />
işletmeden ayrılmama gerektiğine inandıkları için kendilerini örgüte bağlı<br />
hissetmeleridir. Diğer bir deyişle kişinin örgütte çalışmayı kendisi için bir görev<br />
olarak görmesi ve örgütüne bağlılık göstermenin doğru olduğunu hissetmesi olup,<br />
örgütten ayrılma sonucunda ortaya çıkacak kayıpların hesaplanmasından<br />
etkilenmemektedir.<br />
739
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kişiler, bir minnettarlık duygusu sonucu örgütte kalırlar. Bunun sebebi, işverenlerin<br />
onları gerçekten çok ihtiyaçları olduğu bir zamanda işe alması ya da işverenleriyle<br />
kalmalarının en doğru şey olacağı yolunda değer yargılarına sahip olmalarıdır. Böyle<br />
kişiler, örgütün kendilerine iyi davrandığını ve bundan dolayı da kendilerinin örgütte<br />
bir süre çalışmalarının örgüte karşı borçları olduğu kanısındadırlar<br />
(Bayram,2006;133).<br />
Neticede her bağlılık türü, bireyi bir şekilde örgüte bağlamaktadır. Özellikle yoğun<br />
duygusal bağlılığı olan çalışanlar istedikleri için, güçlü normatif bağlılığa sahip olan<br />
çalışanlar zorunlu oldukları için, daimi bağlılığı güçlü olan çalışanlar ise ihtiyaç<br />
duydukları için işlerinde kalırlar. Nedenleri farklı olduğundan her bağlılığın farklı<br />
etkisi ve sonucu ortaya çıkmaktadır (Çetin, 2004: 91–92).<br />
2. METODOLOJİ<br />
2.1. Araştırmanın Amacı<br />
Araştırmanın amacı, teknoloji yönetimi uygulamalarının örgütsel bağlılık üzerinde<br />
etkisinin olup olmadığını ortaya koymaktır. Bu araştırmada teknoloji yönetimi<br />
uygulamalarının iş görenlerin örgütsel bağlılığı üzerindeki etkisi incelenmiştir. Bu<br />
amaçla Muş Belediyesinde çalışan 99 kişinin görüşleri değerlendirilmiştir. Örgütsel<br />
bağlılığa yönelik yapılan çalışmalar fazla olmakla birlikte, araştırmanın Muş<br />
Belediyesinde çalışanlar üzerinde yapılmış olması farklılığı oluşturmaktadır.<br />
2.2 Veri Toplama Araç ve Teknikleri<br />
Teknoloji Yönetimi Uygulama Ölçeği; Ceyhun Çağlar KILINÇ’ın “Küreselleşme<br />
Sürecinde Teknoloji Yönetiminin Ve Bilişim Teknolojilerinin Hizmet Kalitesini<br />
Artırmaya Etkisi Ve Sağlık Sektöründe Bulunan Hastanelere Uygulanması” isimli<br />
doktora tezinde kullandığı ölçekten yararlanılmıştır. Teknoloji Yönetimi Uygulama<br />
Anketindeki tüm ifadeler 5’li likert ölçeği şeklinde yanıtlanmaktadır.<br />
Örgütsel Bağlılık Ölçeği; Konuyla ilgili olarak çeşitli araştırmacılar tarafından,<br />
değişik zaman ve değişik yerlerde gerçekleştirilip, geçerlilik ve güvenilirlik analizleri<br />
yapılarak ölçek haline getirilmiş çeşitli ölçekler bulunmaktadır. Çalışanların örgütsel<br />
bağlılıklarını ölçümlemek amacıyla Meyer ve Allen (1991) tarafından geliştirilen<br />
örgütsel bağlılık ölçeği kullanılırken, Örgütsel Bağlılık Anketindeki tüm ifadeler 5’li<br />
likert ölçeği şeklinde yanıtlanmaktadır.<br />
Örneklemden elde edilen veriler SPSS-20.0 aracılığıyla analiz edilerek<br />
yorumlanmıştır. Kişisel bilgiler bölümünde katılımcıların sosyo-demografik<br />
bilgilerini içeren 6 soru bulunmaktadır. Anketler toplandıktan sonra elde edilen veriler<br />
(SPSS 20.0) veri tabanına aktarılmış ve aktarıldıktan sonra “SPSS 20.0” programında<br />
gerekli istatistiksel analizlerle değerlendirilmiştir. Analiz sonucunda elde edilen<br />
bilgiler değerlendirilerek yoruma tabi tutulmuştur.<br />
2.3. Araştırmanın Evreni ve Örneklem Seçimi<br />
Araştırmanın çalışma evrenini Muş Belediyesinde çalışanlar oluşturmaktadır.<br />
Araştırmada veri toplamak için ilgili Belediye yönetiminden gerekli izin alınmıştır.<br />
740
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Araştırma kapsamında Muş Belediyesinde çalışanlarına anket uygulanmıştır.<br />
Araştırma kapsamında çalışanlara dağıtılan anket sayısı 130, dönen anket sayısı 108<br />
olurken, 9 adet anket değerlendirmeye uygun olmadığı için değerlendirme dışı<br />
bırakıldığından değerlendirilen anket sayısı 99 olup örneklemin % 76,15’ine<br />
ulaşılmıştır.<br />
2.4. Güvenilirlik Analizi<br />
Araştırmanın amacına ulaşabilmesi için ölçeklerin, geçerlik ve güvenirlik<br />
analizlerinin daha önceden yapılan birçok çalışmada ortaya konulmuş olmasına<br />
rağmen, bu araştırmada da, daha sağlıklı sonuçlar alabilmek açısından tekrarlanmıştır.<br />
Teknoloji Yönetimi ölçeğindeki 20 sorunun güvenirliğini hesaplamak iç tutarlılık<br />
katsayısı olan “Cronbach Alpha” hesaplanmıştır. Ölçeğin genel güvenirliği alpha =<br />
0.861 olarak bulunmuştur. Ölçeğin yapı geçerliliğinin ortaya koymak için açıklayıcı<br />
faktör analizi yöntemi uygulanmıştır. Yapılan Barlett testi sonucunda (p=0.000
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 2. 1. Araştırma Kapsamındaki Çalışanların Sosyo- Demografik Özellikleri<br />
Katılımcıların Yaş’a Göre<br />
Dağılımı<br />
Katılımcıların Cinsiyete Göre<br />
Dağılımı<br />
Katılımcıların Medeni<br />
Durumuna Göre Dağılımı<br />
Katılımcıların İşyerindeki<br />
Çalışma Sürelerine Göre<br />
Dağılımı<br />
Katılımcıların Eğitim<br />
Durumuna Göre Dağılımı<br />
Katılımcıların Unvan<br />
Durumuna Göre Dağılımı<br />
Sayı Yüzde (%)<br />
18- 25 arası 4 4,0<br />
26-30 arası 24 24,2<br />
31-40 arası 53 53,5<br />
41 ve üstü 18 18,2<br />
Toplam 99 100<br />
Kadın 35 35,4<br />
Erkek 64 64,6<br />
Toplam 99 100<br />
Evli 69 69,7<br />
Bekâr 30 30,3<br />
Toplam 99 100<br />
0-1Yıl 15 15,2<br />
2-5 yıl 31 31,3<br />
6-10 31 31,3<br />
11yıl ve üstü 22 22,2<br />
Toplam 99 100<br />
Lise 28 28,3<br />
Ön lisans 36 36,4<br />
Lisans 33 33,3<br />
Lisansüstü 2 2,0<br />
Toplam 99 100<br />
Çalışan 86 86,9<br />
Yönetici 13 13,1<br />
Toplam 99 100<br />
Tablo 2. 2. Örgütsel Bağlılık ve Teknoloji Yönetiminin Güvenirliği.<br />
N of Items<br />
Cronbach's Alpha<br />
Örgütsel Bağlılık Ölçeği 12 ,794<br />
Teknoloji Yönetimi Ölçeği 20 ,861<br />
Gerçekleştirilen güvenilirlik analizi sonucunda, Teknoloji Yönetimi Ölçeğini<br />
incelendiğinde anketin güvenilirliğinin (=.861) olduğu gözlemlenmiştir. Örgütsel<br />
Bağlılık Ölçeği güvenirlik katsayısı ise (=.794) olarak saptanarak, anketin oldukça<br />
güvenilir olduğu tespit edilmiştir.<br />
742
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 2. 3. Teknoloji Yönetimi İle Örgütsel Bağlılık Arasındaki İlişki<br />
ÖB Ortalama<br />
TY Ortalama<br />
TY Ortalama PearsonCorrelation 1 ,308 **<br />
Sig. (2-tailed) ,002<br />
N 99 99<br />
ÖB Ortalama PearsonCorrelation ,308 ** 1<br />
Sig. (2-tailed) ,002<br />
N 99 99<br />
**. Correlation is significant at the 0.01 level (2-tailed).<br />
Yapılan Korelâsyon Analizinde Teknoloji Yönetimi ve Örgütsel Bağlılık ölçeği<br />
arasında pozitif yönlü ve istatiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu görülmektedir. Bir<br />
başka deyişle; Teknoloji Yönetimindeki olumlu bir artış sonucunda çalışanların<br />
Örgütsel Bağlılıklarında da bir artış olduğu görülmektedir.<br />
Tablo 2. 4. Demografik Faktörlerin Teknoloji Yönetimi Ve Örgütsel Bağlılık İle<br />
İlişkisi<br />
TY Sig. (2-tailed)<br />
ÖB Sig. (2-tailed)<br />
Cinsiyet ,651 ,579<br />
Medeni Durum ,689 ,181<br />
Çalışanın Pozisyonu ,910 ,032<br />
Yapılan T- Testinde (İndependent Sample Test) Araştırmaya katılan katılımcıların<br />
Teknoloji Yönetimine ilişkin algıları cinsiyet (s= ,651), medeni durum (s= ,689) ve<br />
çalışılan pozisyonu(s= ,910) açısından anlamlı bir farklılık görülmemiştir. Örgütsel<br />
Bağlılığa ilişkin algıları ise cinsiyet (s= ,579), medeni durum (s= ,181) ve çalışılan<br />
pozisyonu(s= ,032) açısından anlamlı bir farklılık görülmemiştir (s>0,05). Bu tabloda<br />
Sig. (2-tailed) değeri gruplar arasında fark olup olmadığını gösteren değerdir. Bu<br />
değer 0,05’ten küçükse gruplar arasında fark olduğuna karar verilir. Eğer bu değer<br />
0,05’ten büyükse karşılaştırılan gruplar arasında anlamlı fark olmadığına karar verilir.<br />
Eğer fark olduğu kararı verilirse hangi grubun ortalaması büyükse o grubun daha diğer<br />
gruptan daha yüksek ortalamaya sahip olduğu söylenir (http://istatistik.gen.tr).<br />
Tablo 2. 5. Demografik Faktörlerin Teknoloji Yönetimi Ve Örgütsel Bağlılık İle<br />
İlişkisi<br />
TY Sig.<br />
ÖB Sig.<br />
Yaş ,046 ,023<br />
Çalışma Süresi ,322 ,754<br />
Eğitim Durumu ,365 ,162<br />
743
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Yapılan Anova Testinde Araştırmaya katılan katılımcıların Teknoloji Yönetimine<br />
ilişkin algıları Yaş(s= ,046), çalışma süresi (s= ,322) ve eğitim durumu(s= ,365)<br />
açısından anlamlı bir farklılık göstermiştir. Örgütsel Bağlılığa ilişkin algıları ise Yaş<br />
(s= ,023), çalışma süresi (s= ,754) ve eğitim durumu (s= ,162) açısından anlamlı bir<br />
farklılık göstermiştir.<br />
Tablo 2. 6. Teknoloji Yönetimine Algılarının Örgütsel Bağlılığa Etkisi<br />
Beta T Sig. Vıf<br />
Teknoloji Yönetimi ,308 3,188 ,002 2,325<br />
Durbin- Watson katsayısının (1.725) olması ve Varyans Şişme Faktör (Variance<br />
Inflation Factor-VIF) katsayılarının 10’dan az olması (Bu modelde bulunan VIF<br />
değeri 2,325 tir) bağımsız değişkenler arasında çoklu bağlantının olmadığını<br />
göstermektedir. Kurulan regresyon modeli doğrusaldır ve model istatiksel olarak<br />
anlamlı bulunmuştur (F=10,162; p
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
teknolojik gelişmeleri takip ederek, işletmenin geleceğe dönük stratejilerini belirleyip<br />
bu konuda yönetimi bilgilendiren teknoloji yöneticilerinin, yönetim kademelerinde<br />
yer almalarına olan ihtiyaç daha artmıştır ve gelecekte de artmaya devam edecektir.<br />
Küresel pazarda başarılı olmak isteyen işletmeler yeni teknolojilerin keşfedilip,<br />
uygulamaya konulmasında rakiplerinden daha hızlı olmak zorundadırlar. Çünkü<br />
gelecekte endüstriler, teknoloji temelli bir rekabetle karşı karşıya kalacaktır. Bu<br />
rekabet ortamına önce uyum sağlayan işletmeler yarışı kazanacak, diğerleri ise<br />
kaybedecektir. Yani rekabet üstünlüğünü, teknolojiyi iyi yöneten işletmeler elde<br />
edecektir.<br />
Yapılan Çalışmada Teknoloji Yönetimi ve Örgütsel Bağlılık arasında pozitif yönlü ve<br />
istatiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu görülmektedir. Bir başka deyişle; Teknoloji<br />
Yönetimindeki olumlu bir artış sonucunda çalışanların Örgütsel Bağlılıklarında da bir<br />
artış olduğu görülmektedir. Bu da çalışanlarından; teknolojik değişikliklere uyum,<br />
müşteri için değer yaratma, yenilikçi fikirler üretme, risk alabilme, ürün ve süreçleri<br />
sürekli geliştirme ve stratejik rekabet politikaları oluşturma gibi beklentileri olan<br />
işletmeleri teknoloji yönetimi konusunda daha hassas davranmaya itecektir.<br />
Yapılan araştırma küçük bir örneklem grubuna işaret ettiğinden dolayı sonuçların tüm<br />
meslek gruplarına genelleme yapmak uygun olmayacaktır. Bundan sonra yapılacak<br />
benzer çalışmalarda tüm meslek gruplarının özelliklerini yansıtabilecek örneklemlere<br />
ihtiyaç vardır. Böylelikle hizmet sektörüne yönelik önemli öngörüler ortaya<br />
konabilecektir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Alçın, Kerim Sinan (2006), Teknolojik Yenilik-Emek İlişkisi Ve Emeğin Teknoloji<br />
Algısı, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Ana Bilim<br />
Dalı, Doktora Tezi, İstanbul.<br />
Aydoğan, E., Semiz, S., (2004) “İşletmelerde Teknoloji Yönetimi Bağlamında İleri<br />
Üretim Teknolojileri Ve Otomotiv Sektöründe Bir Uygulama”, Selçuk<br />
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 116.<br />
Balcı, A. (2003). Örgütsel Sosyalleşme Kuram Strateji Ve Taktikler, Ankara: Pegem<br />
A Yayıncılık.<br />
Barutçugil, İ. (2009), Arge Yönetimi, Kariyer Yayıncılık, İstanbul.<br />
Bayram, L. 2006, “Yönetimde Yeni Bir Paradigma: Örgütsel Bağlılık”, Sayıştay<br />
Dergisi, Sayı 59, Ankara.<br />
Birdal, İ. Ve Aydemir N. (1992), Yönetim Teorileri, Sistem Yayıncılık, İstanbul.<br />
Cetron, Marvinand Owen Davıes(2001), “Trends Now Changingthe World:<br />
Technology, The Workplace, Management, And Institutions”, The Futurist;<br />
Mar/Apr 2001; 35, 2.<br />
Çetin, M.Ö. (2004). Örgüt Kültürü Ve Örgütsel Bağlılık, Nobel Yayın Dağıtım,<br />
Ankara.<br />
Çetindamar, D.(2003), Http://Www.Mmoistanbul.Org,(Erişim Tarihi: 7 Ocak 2016)<br />
Çetindamar, D.,Phaal, R., Probert, D., (2013). Teknoloji Yönetimi - Faaliyetleri Ve<br />
Araçları, Efil Yayınevi, İstanbul.<br />
745
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Dpt (1994), Bilim Ve Teknoloji, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Plan Özel İhtisas<br />
Komisyonu Raporu, Ankara.<br />
Drucker, Peter F. (2010), Büyük Değişimler Çağında Yönetim, (Çev. Zülfü Dicleli),<br />
Optimist Kitap, İstanbul.<br />
Durmuş, B., Yurtkoru, Es.Ve Çinko, M. (2013) Sosyal Bilimlerde Spss’le Veri Analizi,<br />
(5.Baskı). Beta Yayınları, İstanbul<br />
Durna, Ufuk (2002), Yenilik Yönetimi, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara:<br />
Feenberg, Andrew (1991), Critical Theory Of Technology, Oxford University Press,<br />
Oxford.<br />
Gökcek, O. (2007), Yenilik Yönetimi Süreci Ve Yenilik Stratejileri: Otomotiv<br />
Sektöründe Bir Alan Çalışması, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler<br />
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.<br />
İslamoğlu, A.E. (2007), Yenilik Yönetimi Açısından Kobi’lerin Modern Yönetim<br />
Tekniklerinden Yararlanma Düzeyi: Konya Organize Sanayi Bölgelerine<br />
Yönelik Bir Araştırma, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,<br />
İşletme Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Konya.<br />
Kalaycı, Ş. (2010). Spss Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistik Teknikleri (5. Baskı).<br />
Ankara: Asil Yayın Dağıtım.<br />
Karadal, F.,Türk M., İşletmelerde Teknoloji Yönetiminin Geleceği, Niğde Üniversitesi<br />
İibf Dergisi, Haziran 2008, Cilt:1, Sayı: 1, 59-71.<br />
Katz, D.,Kahn, R.L. (1977). Örgütlerin Toplumsal Psikolojisi, (Çev: H.Can, Y.<br />
Bayar) Todaie 167,Ankara.<br />
Kavrakoğlu, İbrahim (2006), Yönetimde Devrimin Rehberi: İnovasyon, 2. Basım<br />
Alteo Yayımcılık, İstanbul.<br />
Kılınç, C.Ç., (2009) Küreselleşme Sürecinde Teknoloji Yönetiminin Ve Bilişim<br />
Teknolojilerinin Hizmet Kalitesini Artırmaya Etkisi Ve Sağlık Sektöründe<br />
Bulunan Hastanelere Uygulanması, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya<br />
Koçel, T., (2010), İşletme Yöneticiliği, Beta Basın Yayın Dağıtım, İstanbul.<br />
Korkmazer, F., Kurum İtibarının Çalışanların Örgütsel Bağlılığı Üzerindeki Etkisi:<br />
Van Eğitim Ve Araştırma Hastanesinde Bir Uygulama, Yüzüncü Yıl<br />
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.<br />
Lang, H.C.,Mueller M. (1997), Technology Intelligence Identifying And Evaluating<br />
New Technologies, Proceedings Of The Portland International Conference<br />
Of Engineering And Technology, 218, Pıcmet, Portland.<br />
Meyer, John P.,Natalie J. Allen, 1991 “The Three –Component Conceptualization Of<br />
Organizational Commitment”, Human Resource Management Review,<br />
Volume 1, Number 1,<br />
Öğüt, A. (2003). Bilgi Çağında Yönetim, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara.<br />
Özdevecioğlu M. Ve Aktaş, A.(2007) " Kariyer Bağlılığı, Mesleki Bağlılık Ve<br />
Örgütsel Bağlılığın Yaşam Tatmini Üzerindeki Etkisi: İş-Aile Çatışmasının<br />
Rolü ", Erciyes Üniversitesi İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,<br />
Sayı: 28,1-20<br />
Öztürk, E. (2006), Teknolojik Yenilik Süreci Ve Teknolojik Yenilik Yeterliliklerinin<br />
Firma Performansı Üzerine Etkisi, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü,<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.<br />
746
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Sarıhan, H.İ.(1998), Rekabette Başarının Yolu: Teknoloji Yönetimi, Desnet Yayınları,<br />
İstanbul, 56-57.<br />
Steers, Richard M., 1977, Organizational Effectiveness, A Behavioral View,<br />
Goodyear Publishing Company ,Inc, Santa Monica, California,<br />
Tekin, M. Güleş H.K. Ve Öğüt A. (2003), Değişim Çağında Teknoloji Yönetimi,<br />
Nobel Yayın Dağıtım, Ankara.<br />
Tusiad (1998), Rekabet Stratejileri Ve En İyi Uygulamalar: Taşıt Araçları Yan<br />
Sanayinde Teknoloji Ve Yeni Ürün Geliştirme Yönetimi Araştırması.<br />
Wasti, A.S. (2000). Liderlik Ve İnsan Kaynakları Uygulamaları, Türk Psikologlar<br />
Derneği Yayınları, Ankara.<br />
Http://Enm.Blogcu.Com/ İşletmelerde Teknoloji Yönetiminin Geleceği- (Erişim<br />
Tarihi: 7 Ocak 2016)<br />
Http://Www.İstatistikanaliz.Com (Erişim Tarihi: 12 Ocak 2016)<br />
Http:// Www.İstatistik.Gen.Tr (Erişim Tarihi: 12 Ocak 2016)<br />
747
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Klasik Liberal Teori Açısından Belediyeciliğin Yerel<br />
Kalkınmaya Etkisinin Değerlendirilmesi<br />
Mahmut ÖZDEMİRKOL 1<br />
Liberaller uzun bir süredir devletin yetkilerinin sınırlandırılmasını savunmuştur.<br />
Sınırsız devletin verimliliği ve etkinliği bozduğunu ifade etmişlerdir. Aynı zamanda<br />
sınırsız devletin bireysel özgürlerin aleyhine olacağına inanılmıştır. Temel de refah<br />
devleti anlayışının başarısız olması özelde ise fordist iktisadi yönetim anlayışının<br />
değişmesi, bilgi ve teknolojilerde ki hızlı değişim ve küreselleşme gibi sebepler ile<br />
son yıllarda liberal teorilere geri dönülmesini getirmiştir. Merkezi yönetim anlayışları<br />
yerine yerel yönetim anlayışları önem kazanmıştır. Bu temelde yerel yönetimlerin<br />
özgürlükleri ve özerklikleri daha fazla savunulmaya başlanmıştır. Kalkınma<br />
küreselleşmenin de etkisiyle yerel düzeyde değerlendirilmeye başlanmıştır. Kalkınma<br />
bir bütün olarak bireysel özgürlüklerin gelişimi ile ilgilidir. Nitekim bireysel<br />
özgürlüklerin teminat altına alınmadığı durumda ekonomik, sosyal ya da siyasal<br />
herhangi bir gelişimin gerçekleşmesi zordur. Kalkınmanın bu temelde bireysel<br />
özgürlükler ile doğrudan bir bağlantısı vardır. Liberal teori ise gerek felsefi açıdan<br />
gerekse savunduğu değerleri açısından bireysel özgürlüklerin teminat altına<br />
alınmasını öneren bir doktrindir.<br />
Anahtar Kelimeler: Kalkınma, Liberalizm, Yerel Yönetimler<br />
Abstract<br />
In Terms of Classical Liberal Municipalism<br />
Evaluation of the Effect of Local Development<br />
The liberals have defended limitation on powers of the state for a long time. They<br />
have emphasized that unlimited state undermines efficiency and activity. At the same<br />
time, it was believed that the State would be against individual free. Principially the<br />
failure of the welfare state, in particularly shift of the fordist economic management<br />
approach in line with rapid change in information communication technologies hence<br />
globalization brought a reversion to liberal theoriesUnderstanding of local<br />
governance has gained importance instead of the central gevernment understanding.<br />
This is basically, it has started defending local governments of freedoms and<br />
autonomies. With the development of globalization, the improvoment has been<br />
evaluated at the local level. The improvoment as a whole is related to the development<br />
of individual freedoms. Indeed, any economic, social or political development is<br />
difficult to happen when we have not the guarantee of individual liberty. On this basis,<br />
development has a connection directly with individual freedoms. Liberal theory is a<br />
doctrine about individual freedoms both philosophically and in terms of the values.<br />
Key Words: Imporvement, Liberalism, Local Goverment<br />
1<br />
Memur, Muş Alparslan Üniversitesi İİBF, m.ozdemirkol@gmail.com<br />
748
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
1.GİRİŞ<br />
Bu çalışmada kalkınmanın iktisadi, sosyal veya kültürel olarak bölünemeyeceği<br />
kalkınmanın iktisadi boyutu kadar aynı zamanda sosyal ve kültürel boyutunun da<br />
önemli olduğu yaklaşımı üzerinden liberal teorinin yerel yönetim ve kalkınma ile<br />
ilişkisi incelenmiştir. Çalışma literatür taraması yöntemine dayanarak iki bölümden<br />
oluşmaktadır. Birinci bölümde kavramsal çerçeve çizilmiş çalışmanın sınırları<br />
belirlenmiştir. İkinci bölümde ise liberal değerlerin kalkınma ile ilişkisi<br />
değerlendirilirken aynı zamanda yerel yönetimler ile de ilişkisi incelenmiştir.<br />
Çalışmamızda yerel yönetimler açısından ayırıcı özelliği olan unsurlar üzerinden<br />
gidilmiş ve çalışmamız liberal teori içindeki tartışmalara ve farklı liberal anlayışlara<br />
girmemiş olup asıl olarak liberalizmden bahsettiği şey: Klasik liberalizm olduğudur.<br />
2. KAVRAMSAL VE TEORİK ÇERÇEVE<br />
2.1 Klasik Liberalizm<br />
Liberalizm tarihsel olarak ortaya çıkışı ve dayandığı ilkeler açısından bireyi<br />
merkezine alır. Liberalizm bireyin özerkliği ve özgürlüğü temelinde sosyal, siyasal ve<br />
ekonomik konularda bir yaklaşım sergileyerek doğal hukuk, sözleşme teorileri ve<br />
kendiliğinden doğan düzen gibi felsefi bir köken üzerinde gelişir. Kendine özgün bir<br />
takım ilkeleri olan siyasal bir doktrindir. Liberalizm, temel olarak bireye bağlılığı<br />
ifade eder ve esas olarak barışçı bir toplumsal düzen içinde bireysel özgürlüğü inşa<br />
etmek (Erdoğan, 2009:7) gibi bir amaca sahiptir. Mises’e göre, liberalizm bir ideal ve<br />
kamu politikasının bir amacı olarak, ayrımcılık ve kayırmacılığa karşı olan hukuk<br />
devleti altında bütün insanların bireysel haklarının eşitliğini savunur (Ebeling,<br />
2006:142). Ralph Raico ise klasik liberalizmi özel mülkiyeti, engelsiz bir piyasa<br />
ekonomisini, hukukun hâkimiyetini, anayasal koruma altına alınmış din ve basın<br />
özgürlüğü ile serbest ticarete dayanan uluslararası barışı savunan ideolojiyi anlatmak<br />
olarak tanımlamaktadır (Raico, 2013:125).<br />
Liberalizmin tarihi izlerine bakıldığında bireyin özgürlüğünün savunulduğu görülür.<br />
Bir bakıma bireycilik ile anlatılan aslında liberalizmdir. Liberalizm, sosyal, siyasal ya<br />
da ekonomik herhangi bir gerekçeye başvurularak bireylerin sosyal, siyasal, kültürel<br />
ve ekonomik alanının müdahaleye açık hale getirilmemesinin mücadelesidir.<br />
Liberaller, bireylerin özgür ve özerk alanının herhangi bir gerekçe ile özellikle devlet<br />
otoritesi tarafından kısıtlanmaması gerekliliğini ifade eder. Nitekim Liberalizm, Batı<br />
Avrupa’da uhrevi ve hemen hemen dünyevi alanlarda kilisece tanımlanmış nüfuz<br />
etrafında şekillenen bir otorite olarak tanımlanan ortaçağ düzeninin çözülmesiyle<br />
doğmuş (Çetin, 2002:80) ve gücü herhangi bir politik bünyeye sıkıştıranlar karşısında<br />
gelişmiştir (Brennan, 2010:82). Liberalizm, çoğu araştırmacının söylediği gibi<br />
Avrupa’daki bazı köklü değişimlere sebep olan gelişmelerin sağladığı bir ortamda<br />
gelişmiştir. Bu gelişmeler Feodalitenin ve tanrı merkezli kilisenin egemenliğini sarsan<br />
Reform, Ronesans ve Fransız İhtilali’dir. Bu gelişmeler sosyal, siyasal ve ekonomik<br />
olarak ciddi gelişmeler ve değişimler yaşatmıştır. Liberalizmi ortaya çıkaran düşünce<br />
ortamı da bu gelişmelerdir (Çetin, 200: 83).<br />
Anlaşılacağı üzere bireyi merkezine alan liberalizm, şüphesiz diğer modern ideolojiler<br />
gibi ortaçağ düzeninin çözüldüğü ve “akıl çağı” diye tanımlanan aydınlanma<br />
749
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
döneminin ortamında doğmuştur. Ancak hemen belirtmek gerekir ki liberalizm<br />
aydınlanmanın getirdiği akıl vurgusuna da şüpheyle yaklaşmış ve aynı zamanda<br />
önemli eleştiriler getirerek onu red etmiştir. Bu nedenle liberalizm, aydınlanma<br />
döneminin koşullarında ortaya çıkmışsa da rasyonalistlere getirdiği eleştiri ile de<br />
gelişmiştir. Bu eleştiriler temel de toplumda ki bilgilerin toplumun her üyesi<br />
tarafından ancak bir kısmının bilinebileceği ve diğer kısmından habersiz olacağını<br />
rasyonalistlerin görmediği üzerinden şekillenir (Yayla, 2000:79). Bu eleştiriler ise<br />
kaynağını Hume ve Hayek’ten alır. İkisi de rasyonalistlere şüpheyle yaklaşır.<br />
Liberalizmin felsefi temellerine bakıldığında üç ana gelenek görülür. Bunlar<br />
sözleşmeci, doğal hukukçu ve evrimci-gelenekçi liberalizmdir. Sözleşmeci<br />
Liberalizm, toplum ile politik yönetim arasındaki hak ve görevler ilişkisinin<br />
düzenlendiği bir sözleşme var sayımına dayanır. Doğal hukukçu Liberalizm, doğal<br />
hukuk veya doğal haklar üzerinden yükselir. Son olarak evrimci gelenekçi liberalizm<br />
ise toplumların tarihi bir akış sürecinde ilerlediğini ancak bu evrim sürecinin<br />
keşfedilemeyeceği düşüncesine dayanır (Gül, 2006:20-21). Liberalizmin bu felsefi<br />
geçmişinden yola çıkarak liberalizmi var eden, onu diğer ideolojilerden ayıran ve ona<br />
özgü birtakım ilkelerden bahs edilebilir.<br />
Liberalizmin ilkelerine bakınca hangi gelenekten olursa olsun liberallerin iktidar<br />
sahibi kişiler ya da gruplar tarafından bireyler üzerinde oluşturulacak tahakküme karşı<br />
olduğunu ifade eder (Yayla, 2008:44). Yayla liberalizmin ilkelerini Bireycilik,<br />
Özgürlük, Kendiliğinden doğan düzen/piyasa ekonomisi ve hukukun hâkimiyeti<br />
olarak tanımlar (Yayla, 2008:149-204). Bireycilik, liberal teoride o kadar önemli bir<br />
yere sahiptir ki liberalizmin diğer unsurları bireye verilen değerin mecburi ya da<br />
mantıki sonuçları olarak tanımlanabilir. Nitekim liberal düşüncenin önemli<br />
isimlerinden olan Hayek, klasik liberalizmi isimlendirmek için bireycilik ile<br />
liberalizmi eş anlamlı olarak kullanır (Yayla, 2000:95). Özgürlük, Liberalizm için<br />
önemli olan bir diğer unsurdur. Kendi tercihlerini gerçekleştirmek için bireylerin<br />
devlet ya da başka bir kurum tarafından engellenmemesidir. Bireylerin bir şeyleri<br />
yapabilme önünde bir engelin olmamasını ifade eder. Bu temelde liberalizm özellikle<br />
devletin müdahalesi olmadan bireylerin serbestçe bir şeyler yapabilme önünde engel<br />
olmaması anlamında negatif özgürlükçüdür. Özgürlük hem sosyal hem siyasal hem<br />
de ekonomik olarak var olmasıdır. Siyasi bir özgürlüğün olduğu ama ekonomik<br />
özgürlüklerin olmadığı bir özgürlük liberallerin kabul edebileceği bir özgürlük<br />
değildir. Çünkü bir bütün olarak var olması anlamlı ve önemlidir. Kendiliğinden<br />
doğan düzen ve piyasa ekonomisi, rasyonel yaklaşımlara bir eleştiri ve reddiye olarak<br />
ortaya çıkmıştır; insan ilişkilerini anlamada başvurulan rasyonelliğin yetersiz kaldığı<br />
ve sırf insan aklına dayanarak bir sosyal düzen oluşturulamayacağı gibi bir düşünceyi<br />
içerir (Yayla, 2000:188). David Hume toplumda barışçı düzeni ve adaleti sağlayan<br />
şeyin soyut akıl olmayıp tecrübe sonucu yararlılığı ortaya çıkmış pratikler olduğunu<br />
ifade etmiştir ve bu kendiliğinden doğan düzen yaklaşımı için alt yapı oluşturmuştur<br />
(Erdoğan, 2009:10). Liberal düşüncede kendiliğinden doğan düzen ve piyasa<br />
ekonomisinin hemen hemen aynı anlama geldiği ifade edilebilinir (Yayla, 2012:193).<br />
Hukukun hâkimiyeti ve sınırlı devlet diğer liberal değerlerin zaruri bir sonucu ya da<br />
gerekliliğidir. Liberaller bireylerin iktidarlar tarafından keyfi bir yaptırıma<br />
750
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
uğramamaları ve özgürlük alanlarının budanmaması için devletin insan hakları<br />
temeline dayanan bir hukuk ile sınırlandırılmasını ister.<br />
2.2 Yerel Kalkınma<br />
Kalkınma daha çok ekonomi ile ilgili bir yaklaşım çağrıştırsa da aynı zamanda sosyal,<br />
siyasal ve kültürel alanlarla da ilgili bir kavramdır. Ekonomik göstergeler önemli<br />
olmak ile beraber bunun yanında siyasal ve toplumsal özgürlüklerin de genişletilmesi<br />
ile ilgilidir. (Sen, 199:17). Bu temel de kalkınma, sadece üretimin ve kişi başına düşen<br />
gelirin artışı demek değildir; sosyo-ekonomik ve kültürel yapının da değiştirilmesi,<br />
geliştirilmesi anlamına gelmektedir. Bu nedenle kalkınma yalnızca ekonomik<br />
faktörlerle değil, bunun ile birlikte sosyal, kültürel, politik ve psikolojik etkenler ile<br />
de ilişkili olmak zorundadır (Ildırar, 2004:5). Yerel kalkınma, günümüzde hem<br />
ekonomik hem sosyal hem de mekânsal gelişmeyi ulusal ve uluslararası sermaye ile<br />
bütünleşme başarısının düzeyine bağlayan anlayışa işaret eden bir kavramdır (Doğan,<br />
2009:17).<br />
Yerel kalkınma, anlayışının dayandığı kuramsal yaklaşım Fordizmden Post-Fordizme<br />
ve merkeziyetçi yapıdan adem-i merkeziyetçi yapıya geçişte aranabilir (Yılmaz,<br />
2010:182). Fordizmin ekonomik felsefesi standartlaşma – tek biçimlik, montaj bandı<br />
ile eş zamanlı üretim ve kitlesel üretim ve kitlesel tüketimdir (Aydınlı,2004:14).<br />
Fordizm zaman kaybını engellemek ve üretimi artırmak için aşırı iş bölümü,<br />
hiyerarşik ve merkeziyetçi bir yapıyı anlatır. Fordist üretimde üretim sürecinin tüm<br />
aşamalarını kapsayacak bir plan etrafında iş, sistematik olarak alt bölümlere ayrılmış,<br />
bu bölümler de ayrıntılı şekilde tanımlanmıştır. Belirli katı bir işbölümüne tabi tutulan<br />
işgücü, verimliliği en üst düzeye çıkaracak biçimde sınırlanmış ve zamanlaması<br />
yapılarak en ince ayrıntılarına kadar hesaplanmıştır (Çakmak, 2004:238). 1920’lerde<br />
başlayıp 1970’lere kadar egemen olan fordist anlayışın aşırı iş bölümü ve<br />
uzmanlaşmanın getirdiği işe yabancılaşma, verimliliğin düşmesi gibi hem<br />
kendisinden kaynaklı sebepler hem de o dönem ki petrol krizi ve sosyal devlet<br />
anlayışının başarısızlığa uğrayıp düşüşe geçmesi gibi dış faktörlerden dolayı<br />
1970’lerde fordist anlayış krize girmiştir. 1970’lerden itibaren gelişmiş kapitalist<br />
ekonomilerin, ekonomideki yapısal krizlere karşı geliştirdikleri temel üretim modeli,<br />
adına çoğunlukla “esnek üretim” de denen “Post-Fordist” üretim modeli<br />
olmuştur(Yılmaz, 2010:178). Fordizmin krize girmesinin sebebi olan katılığın yerine<br />
hem üretim teknikleri anlamında hem de emeğin kullanımı anlamında uygulamaya<br />
sokulan esneklik anlayışı getirilmiştir; bu anlayışa göre üretim biçiminde üretilen<br />
mallara talep en önemli belirleyici unsur olmuş, stok üretimi yerine farklı ve değişen<br />
talebe anında cevap veren, bireysel seçiciliğin ön planda olduğu esnek bir yapı ortaya<br />
çıkmıştır (Yılmaz, 2010:179).<br />
Fordist anlayışın uyguladığı merkeziyetçilik kendi doğasından dolayı bireylerin<br />
tercihlerine zevklerine göre hızlı şekil alamıyordu. Çünkü üretim modeli önceden<br />
belirlenmiş planlanmış ve toplu üretim anlayışına dayanıyordu. Merkezi devlet<br />
yapılanmaları da fordist anlayış gibi etkin, verimli olmayıp hantal bir yapılanma arz<br />
ediyordu. Doğal olan bir süreç olarak ekonomi, teknoloji, sosyal ve yönetim<br />
anlayışlarında ki gelişmeler birbirini etkilemiş ve 1970’ler de ki değişim-dönüşüm<br />
751
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
doğal olarak birçok alanda his edilmiştir. Sonuçta ekonomide ki bu değişimlere<br />
paralel olarak devlet yönetim anlayışlarında da yeni arayışlar başlamıştır.<br />
Küreselleşmenin de etkisiyle bölgesel planlama ve gelişmede yerel dinamiklere odaklı<br />
kalkınma modelleri güncellik kazanmış, temel kavramların bölgesel/yöresel<br />
niteliklere göre irdelendiği bir yaklaşımın gerekliliği ortaya çıkmıştır (Ildırar,2004:5).<br />
Bu süreçte devletin işlevleri azaltılarak merkezi yönetim anlayışlarının yerine yerel<br />
ölçekteki karar mekanizmalarının almasının önerildiği yerelleşme kavramı önem<br />
kazanmıştır (Kaya, 2009:28). Gerçekten de yerel yönetimler bulundukları bölgeyi<br />
merkezi yönetimin tek elden yönetiminden daha verimli, daha doğru ve daha etkin<br />
yönetir. Çünkü ilgili yerin sahip olduğu sosyal, kültürel, ekonomik ve coğrafi<br />
özelliklerine göre yatırım yapmak ve yatırımları teşvik etmek konusunda merkezi<br />
yönetime göre daha etkin olabilmektedir (Kaya, 2009:29). Yerel kalkınma anlayışı<br />
çerçevesinde yerellikler denilen kent ve bölgelerin yapmaları gereken, kendilerini<br />
farklı kılan bir takım fiziksel ve sosyal özellikleri diğerleriyle arasında fark yaratan<br />
birer avantaj biçiminde kullanıp dünyada dolaşan sermayeyi kendilerine çekmek,<br />
mallarını küresel pazarda satmaktır (Doğan, 2009:21). Aynı zamanda yerel<br />
yönetimlerin yapacağı yatırımlar o bölgede istihdamı sağlayacağı için nüfusun başka<br />
şehirlere göç etmesini orada yoğunlaşmasını önlemekte ve bunun getireceği trafik,<br />
çevre kirliliği, çarpık kentleşme, geçim maliyetlerindeki artış gibi sorunların önüne<br />
geçilmektedir (Kaya, 2009:31). Yerel kalkınma anlayışından beklenen bölgenin<br />
ekonomik, sosyal ve kültürel olarak gelişimini sağlayacak olan kendi potansiyelini,<br />
imkanlarını hem kullanmak hem de geliştirmek ve merkezi yönetim anlayışından<br />
kaçınarak mümkün olduğu kadar yetkilerini yerellere bırakmaktır.<br />
2.3 Liberal Belediyecilik<br />
1970’lerde ki Post-fordist anlayışında ki gelişmeler sosyal ve merkeziyetçi devlet<br />
anlayışına şüphe ile yaklaşma eğilimlerini getirmiştir. Bu süreçte liberal düşünür ve<br />
kurumların çalışmalarına dönülmüş ve onlara daha fazla başvurulmuştur. Temel<br />
anlayış, devletin merkeziyetçi yaklaşımlarının kriz ürettiğini ve sürdürülebilirliğinin<br />
olmadığının anlaşılması üzerine şekil almıştır. Bu anlayışa göre devlet, liberallerin<br />
ifade ettiği gibi mümkün olduğu kadar küçültülmeli, sınırlandırılmalıdır; devletin<br />
kendisinde topladığı yetkileri özgürlükleri, çoğulculuğu ve serbest piyasayı<br />
koruyacak şekilde dağıtılmalıdır. Bu temel de bir yerel yönetim birimi olarak<br />
belediyeler merkezi devlet yapılanmasında ki benzerlikleri tekrar etmemelidir. Yani<br />
belediyeler bireyin sosyal, siyasal ve ekonomik özgürlüklerinin önünde engel teşkil<br />
etmemeli ve özgürlükleri koruyacak ve bunları geliştirecek bir yapılanmaya<br />
gitmelidir. 1970’lerden başlayarak belediyeler liberal anlayış temelinde yeniden<br />
yapılandırılmalara gidilmiş ve gidilmektedir. İlk liberaller doğrudan yerel yönetimler<br />
ile ilgilenmedikleri doğru olsa da onların savunularının temelinde bireyin sosyal,<br />
siyasal ve ekonomik özgürlüklerini sınırlandıracak yapılanmalara karşı olma anlayışı<br />
vardır. Bu nedenle önemli olan şey özgürlüklerin korunmasıdır, bunun nasıl yapıldığı<br />
amaçtan daha fazla önemli değildir.<br />
Liberal perspektiften belediyelere bakıldığında onun mali ve idari açıdan yetkilerinin<br />
genişletilmesi gerekliliği savunulur; ancak bu yetkiler ilgili yerel de bireylerin<br />
ekonomik ve siyasi özgürlüklerini kısıtlama şekline dönüşmemelidir. Çünkü öyle bir<br />
752
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
durumda sadece devletin bireyler üzerinde ki kısıtlayıcılığı tek elden çıkarılıp birçok<br />
alana dağıtılmış olacaktır. Bu nedenle liberalizm yerel birimler tarafından bireylerin<br />
özgürlüklerinin kısıtlanmasına karşı çıkar. Toplumsal faydanın maksimize<br />
edilebilinmesi için belediyeler merkeze karşı mali ve idari açıdan korunduğu gibi aynı<br />
zamanda bireyler de yerelde ki otoriteye karşı korunmalıdır. Bu temel de yerel<br />
kuruluşların özgürlükçü, çoğulcu, sınırlı ve piyasalara müdahale etmemesi<br />
anlayışında olması gerekliliği savunulur.<br />
3. LİBERAL ANLAYIŞ ÇERÇEVESİNDE YEREL YÖNETİMLERE<br />
BAKIŞ<br />
Yerel yönetimler yerel halkın ihtiyaçlarına yönelik faaliyetlerde bulunurlar (Koçak,<br />
2008:15). Yerel yönetimler özelikle 20. Yüzyılda bir gelişme kaydetmiş; anlamı ve<br />
yapılanması ciddi bir değişime uğramıştır. İlk örnekleri ile yerel yönetimler yerel<br />
anlamda bir takım faaliyetler göstermeleri ile birlikte bu birimler bugünkü anlamıyla<br />
birer yerel yönetim birimi değildirler (Koçak, 2008:15). Çünkü yerel yönetimlerin<br />
hem yapılanması hem de ondan beklentiler değişmiştir. Öncelikle yerel yönetimlerin<br />
yapılanması halk tarafından seçilen yönetimin yanında kendi idari personelini ve mali<br />
bütçesini kendisi yöneten bir yapılanma şeklinde değişmiştir. Bunun yanında<br />
merkezin yapması gereken kimi hizmetleri onun emir ve isteği doğrultusunda yerine<br />
getiren birer hiyerarşik birim anlayışı, halka karşı sorumlu olan bir anlayış ile<br />
değişmiştir. Yapısal olarak merkezi yönetime karşı özgür ve özerk olmaları<br />
gerekliliği savunulmaktadır. Özerklik ile anlatılmak istenen mali ve idari açıdan kendi<br />
kendini yönetebiliyor olmasıyken özgürlük ile de anlatılan şey ise bunları yaparken<br />
bu karar sürecinde bir üst otoritenin talimatları ya da baskısı altında olmamalarıdır.<br />
Yerel yönetimlerin daha verimli ve etkin bir şekilde hizmetleri yerine getireceği<br />
savunulmaktadır. Yerel yönetimlerin önem kazanmasının arkasında merkezi<br />
yönetimlerin başarısızlıkları vardır. Bu başarısızlık hem iktisadi hem idari hem de<br />
sosyaldir. 20. yüzyılın ortalarından itibaren refah devleti anlayışının özellikle merkezi<br />
yönetim üzerindeki hizmet yüklerinin çoğalması ile ilgili merkezi yönetim<br />
kuruluşlarının temel rollerini zayıflatmış ve hizmetteki verimliliği olumsuz yönde<br />
etkilemiştir. Bu durum merkezi yönetim karşısında yerel yönetimlerin önemini<br />
artırmıştır (Aydınlı, 2004:72). Liberal kuramlar, John Stuart Mill, A.De Toucquevelli<br />
ve F. A. Hayek gibi önemli isimleriyle yerel alanın özgürlük alanı olduğunu;<br />
yurttaşları eğitme olanaklarını barındırdığını, halkın ortak gereksinimlerinin eşit ve<br />
etkin bir biçimde karşılanabileceği alan olarak tanımlamışlardır. Bu kuramcılar genel<br />
olarak, yerel kalkınmayı yerel özgürlüklerle birlikte ele almışlardır, piyasa<br />
mekanizması içinde yerel yönetimin güçlü olmasının hem halka daha iyi hizmet<br />
sunma olanakları hazırlayacağını hem de halkın birlikte yaşama alışkanlıklarını yani<br />
demokratik yaşamı güçlendireceğini belirtmiştir. (Çukurçayır, 2013:9).<br />
3.1 Bireycilik ve Yerel Kalkınma<br />
Birey klasik liberallerde önemli ve merkezi bir yer tutar. Liberalizmin bireyciliği<br />
savunmasının doğal sonucu aileyi, toplumu reddetmek değildir. Liberalizmin birey<br />
tanımı dünyada tek başına yaşayan, her şeyden soyutlanmış bir varlığa atıf olmayıp<br />
onun diğer bireyler ile birlikte oluşturduğu aile, toplum gibi birlik içinde yaşadığına;<br />
753
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ama ontolojik olarak temel varlığın ise birey olduğuna olan vurgudur (Yayla,<br />
2000:100). Toplum ve aile bireylerin oluşturduğu birer kurumdur. Bu nedenle<br />
bireylerden oluşan ve bireylerin oluşturduğu bir kurum bireyden daha önemli ya da<br />
değerli olmayıp bir şekilde muhtemelen zamanla deneyip faydasını gördüğü ve devam<br />
ettiği birer araçtırlar. Liberal akılcılık toplumsal dünyanın insan aklıyla<br />
kavranabileceğini, analiz edilip, insan amaçları ve gereksinimleri doğrultusunda<br />
değiştirilebileceğini öngörür(Gül, 2006:25). Bu temelde bireylerin kurduğu kurumlar<br />
birer araçtır ve devlet ya da toplum da öyledir.<br />
Temel ontolojik gerçek klasik liberallerde birey olduğuna göre “toplumun çıkarı”,<br />
“halkın yararı”, “ortak yarar” gibi kavramların bir anlam ve önem ifade etmediği<br />
sonucuna varabiliriz(Yayla, 2000:107). Bu kavramlara dayanarak bireyin hakları<br />
üzerinde birer budama yapılmamalıdır. Klasik liberalizmin birey anlayışı başka<br />
bireylerin ya da kurumların onun adına daha iyisini bilemeyeceğine, onun kendisi<br />
adına faydalı olanı yapacağına, devlet ve benzeri oluşumların kendi bireysel<br />
özgürlüğünü genişletmek için kurdukları ve bu nedenle kendisinden daha önemli<br />
olmadığına, bireylerin kendi çıkarları peşinde koşarken bunun doğal olarak toplumsal<br />
bir fayda üreteceğine dayanır. Smith, bireylerin kamu çıkarını gözetme amacında<br />
olmadığını ancak kamu çıkarını gözetme amacında olanlardan ise “görünmez el”<br />
aracılığı ile daha fazla fayda sağladığını ifade eder. Kendi çıkarlarının peşinden<br />
koşmak ile bireyler amaçlamamalarına rağmen başkalarının da çıkarlarına hizmet eder<br />
(Smith,2011: 30).<br />
Liberal bireycilik anlayışı anlaşılacağı üzere öncelikle toplumun merkezinde yer alır.<br />
Otoritelere yüklediği sorumluluk insanlar üstünde baskıcı ve onlar adına karar<br />
almaması olmak ile birlikte insanlara kendi belirledikleri amaçlar peşinde yürüme<br />
olanağı vermektir. Nitekim liberal teoriye göre kurumlar bireyin kendisini<br />
gerçekleştirebilmesi için birer araçtırlar. Bu temelde bir yerel yönetim birimi olarak<br />
belediyeler, asıl olanın bireyler olduğunu ve kendi varlık gerekçelerinin onların daha<br />
iyi bir yaşam için birer araç oldukları gerçekliğini unutmamalıdırlar. Birer araç olarak<br />
belediye kurumları tanımlandığında doğal olarak onun sınırlandırılması gerekir.<br />
Buradaki sınırdan kastımız onun merkezi yönetime karşı sınırlı olması değil; aksine<br />
merkezi yönetim belediye kurumlarına karşı sınırlı olmalıdır. Buradaki belediyelerin<br />
ilgili yereldeki insanlardan daha önemli olmadığı gerçekliğini unutmaması ve<br />
bireylerin kendi amaçlarını gerçekleştirme önünde engel olmamasıdır. Bu şekilde aynı<br />
zamanda yerel kalkınmayada katkısı olacaktır. Çünkü bireylerin kendisini sosyal,<br />
siyasal, kültürel ve ekonomik olarak gerçekleştirebilmesi beraberinde kalkınmayı da<br />
getirecektir. Küreselleşen dünyada kalkınmayı başarabilmek, sınırların olmadığı bir<br />
ortamda rekabet edebilmek için belediyelerin tek tek insanların kendisini<br />
gerçekleştirebileceği bir zihniyet ve yapısal dönüşüm sağlamak zorundadır.<br />
3.2 Özgürlük, Özerklik ve Yerel Kalkınma<br />
Özgürlük, insan özünün bir parçası olan temel bir değer olarak görüldüğü gibi, kişisel<br />
çıkarları maksimize etmeye çalışan bireyin amacına ulaşmasını sağlayacak en önemli<br />
araçlardan biridir (Gül, 2006: 27). Hayek, özgürlüğü bir insanın başkalarının<br />
zorlaması altında kalmaksızın davranabilmesi, hareket edebilmesi olarak tanımlar<br />
(Yayla, 2000: 22-23). Özgürlük bireylerin kendi amaçları peşinde herhangi bir<br />
754
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
baskıya uğramadan yürüyebilmesi olarak tanımlandığında onun aynı zamanda<br />
düşünme, ifade, din ve vicdan özgürlüğünün de kapsadığını unutmamak gerekir.<br />
Özgürlüğün sadece bireycilik ile değil aynı zamanda özerklik ile de yakın bir ilişkisi<br />
vardır. Nitekim özgür olmayan bir bireyin kendi kararlarını yerine getirme anlamında<br />
nasıl ki özerk olamayacaksa aynı şekilde özgür olmayan bir yönetim biriminin de<br />
gerçek anlamda özerk olduğu ifade edilemez. Özgürlük kavramı bireyler açısından<br />
taşıdığı önem aynı gerekçeler ile yerel yönetimler için de taşımaktadır. Bireyler nasıl<br />
ki otoritelere karşı özgür olmaları gerekliyse yerel yönetimler de merkezi otoriteye<br />
karşı özgür olmalıdır. Burada belirtmek gerekir ki yerel yönetimlerin dayandığı temel<br />
değerlerden biri olan özgürlük ile kast edilen, gerçekte bireysel özgürlükler değil,<br />
yerel topluluğun bir bütün olarak özgürlüğüdür(Aydınlı,2004: 73). Özgürlük<br />
bireylerin kendi belirledikleri yollar ile kendi amaçları peşinde gidebilmesi için<br />
olması gereken bir durumdur. Yerel yönetimlerin de kendisinden beklenen hizmetleri<br />
yerine getirebilmesi için merkezi otoriteye karşı özgür olmaları gerekir. Yerel<br />
yönetimlerin özerkliğinin bir anlam bulabilmesi için onun özgür olması gerekir;<br />
çünkü yerel özerklik anlayışı ve devlet müdahalelerinin önlenmesi, yerel yönetimlerin<br />
dayandığı temel değerlerden olan özgürlük düşüncesinden önemli derecede<br />
etkilenmiştir (Aydınlı,2004:73). Ama aynı zamanda yerel yönetimler de özgürlükçü<br />
olmalıdır. Çünkü yerel birimler ilgili olduğu yerde yaşayan bireyler karşısındaki<br />
özgürlükçü tutumu tıpkı bireysel özgürlüklerin olmasında oluşacak faydalar ya da<br />
olmamasında oluşacak sakıncaları barındırır.<br />
Özerklik liberal teoride bireye verilen değerin bir parçasıdır. Özerk birey ile<br />
anlatılmak istenen onun kendi başına karar alması ve uygulaması sürecinde dış<br />
müdahalelerin bireye zarar vereceği ile ilgilidir. Yerel yönetim temelinde özerklik ise<br />
benzer bir mantık ile yerel birimin hem mali hem de idari olarak kendi kararlarını alıp<br />
uygulayabilme onun merkezi müdahaleye karşı korunması gerekliliğidir. Özerklik bu<br />
temelde yerel birime teknolojik ve toplumsal gelişmeye bağlı olarak artan yerel<br />
hizmet taleplerini karşılayabilmek için yetki ve esneklik kazandırmakta; yerel<br />
yönetimin kendi öz koşullarına ve gereksinmelerine en uygun yönetim yapısı ve<br />
müdahalelere karşı korunma sağlarken aynı zamanda özerklik sayesinde yerel<br />
kuruluşlar serbestçe kararlar alabilmekte, bu kararları uygulayabilmek için kendi<br />
örgütlenmesini kurmakta, kaynaklar bulup, bu kaynakları kullanabilmektedir<br />
(Aydınlı,2004: 81-82).<br />
Özgürlük ile kalkınma arasında doğrudan bir bağ vardır. Özgürlükleri sadece iktisadi<br />
olarak ele almak kalkınmayı eksik bıraktırır. Ekonomik özgürlükler siyasal özgürlük<br />
gibi geniş ölçüde özgürlüklerin tamamlayıcısıdır (Friedman, 2008:9). İktisadi<br />
özgürlüğün eksikliği sosyal özgürlüğü etkileyeceği gibi sosyal ve siyasal özgürlük<br />
eksikliği ise iktisadi özgürlüğü etkiler (Sen, 2004:23). Bu temelde ifade etmek gerekir<br />
ki bir bütün olarak özgürlükleri güvence altına almanın sonucunda kalkınma<br />
gerçekleşebilir. Bu temelde kalkınma değerlendirildiğinde liberallerin önemle<br />
üzerinde durduğu özgürlük önem kazanmaktadır. Otoritelerin birey adına ne yapması<br />
gerektiğine karar vermesi sadece bireyin gelişimini değil; aynı zamanda toplumsal<br />
olarak da kalkınmaya zarar verecektir. Kalkınmanın ulusal ölçekte merkezi<br />
müdahaleler ile yerine getirilmesine yönelik nafile çabalar yerine, yerel birimlere<br />
bırakılması anlamlı olmak ile beraber yerel birimlerin de bunu yereldeki insanlar ile<br />
755
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
yine yerel halkın özgürlüklerine müdahale etmeden katılımcı bir anlayış ile yerine<br />
getirmesi gerekmektir. Çünkü yerel dinamikler ile birlikte insani kalkınmanın<br />
mümkün olabilmesi insanların kapsayıcı katılımını gerektirmektedir (Erkek,<br />
2013:18). Katılımcılığın anlamlı olabilmesi için yerel yönetimlerin çalışmamız<br />
açısından belediyelerin yapısal bir takım değişikliklere gitmesi gerekir. Öncelikle<br />
katılımcılık önünde engel teşkil eden gizlilik yerine şeffaflığın getirilmesi gerekir.<br />
İnsanların özgür bir şekilde karar süreçlerine katılabildiği ve aynı zamanda özgürce<br />
kendi amaçları peşinde koşabildiği bir durumda sadece ekonomik kalkınma değil aynı<br />
zamanda bireylerin siyasal ve sosyal yetkinlilikleri de gelişebilecektir.<br />
3.3 Sınırlı Devlet ve Yerel Kalkınma<br />
Bir bütün olarak liberalizm otoriteye ve özelikle devlet otoritesine temelden karşı<br />
çıkar onun insanların sosyal, siyasal, toplumsal ve ekonomik hayatına müdahale<br />
etmemesini ve bu nedenle onun sınırlandırılmasını ister. Çünkü liberaller otoritelerin<br />
ister iktisadi olsun ister siyasi olsun herhangi bir sebep ile bireylere müdahale<br />
etmesinin verimlilik, etkinlik, özgürlük gibi gerekçeler ile faydalı olamayacağını asıl<br />
önemli olanın ise bireyler olduğunu ve devlet gibi kurumların ise bireylerin özgürlüğü<br />
için birer araçtan öteye bir şey ifade etmediğini ifade ederler. Liberalizm bu nedenle<br />
bireylerin ekonomik ve sosyal refah gibi haklarını korumak için devleti<br />
sınırlandırmaya ve küçültmeye çalışır. Hukuk, bireyin bilgisini ve yeteneklerini<br />
kendisine uygun görünen her hangi bir tarzda kendi maksatlarının takibinde<br />
kullanmak için birey özgürlüğünü sağlaması gerekir (Hayek, 2013:30) Nitekim<br />
iktidara güvenmeme üzerinde şekillenen anayasacılık, iktidarı bölmek suretiyle<br />
hükümetin faaliyetlerini sınırlayarak otoritenin despotik kullanımı karşısında bireyin<br />
ve azınlıkların korunması (Frıedrich, 1999:29-36) düşüncesine dayanır.<br />
Yerel dinamiklerin harekete geçirilerek, yerel toplulukların fiziki, ekonomik, sosyal,<br />
kültürel ve siyasal alanda sürdürülebilir kalkınma ilkelerine uygun olarak gelişimini<br />
sağlamayı hedefleyen bir kavram olarak tanımlanan yerel kalkınma (Aktaş, 2013:196)<br />
bireylerin eylemlerini yerine getirmesi önünde keyfi tutumların engellenmesi<br />
temelinde sınırlı devlet önem arz etmektedir. Sınırlandırılmış devletin kalkınma ile<br />
ilişkisi sadece ekonomik anlamda değildir; aynı zamanda sınırlandırılmış devlet<br />
bireylerin kişisel gelişimi için de önemlidir. Liberalizme özgürlük konusunda önemli<br />
katkıları olan Mill hükümet müdahalelerine üç sebepten dolayı karşı çıkar. Belirtmek<br />
gerekir ki bu üç sebepte bireylerin kişisel gelişimi doğrudan ilgilidir. Birincisi<br />
yapılacak işlerin bireyler tarafından daha iyi yapılacağıdır. Çünkü herhangi bir işin<br />
nasıl ve kim tarafından yapılacağını en iyi bilenler ilgili kişilerdir. İkincisi hükümet<br />
yerine bireylerin kendisi tarafından yapılması bireylerin yeteneklerini artıracak<br />
onların kişisel eğitimlerini ve deneyimlerini artıracaktır. Üçüncü sebep ise hükümetin<br />
gücünün artırılmasının sakıncalarıdır. Bu yetkilerin artırılması hükümetten beklenti<br />
içinde olanlar üzerine nüfuzu da artacaktır. Hemen her yere nüfuz eden, her işin<br />
hükümetten beklendiği bir yerde basın özgürlüğü olsa bile özgürlükten bahs edilemez<br />
(Mill, 2004:177-179). Devletin kamu yararı adına müdahalelerde bulunması iktisadi<br />
ve sosyal kalkınma üzerinde ciddi bir tehdit oluşturur. Kamu tercihi okuluna göre<br />
politikacıların kendi çıkarlarını korumak ve artırmak için hareket ettiklerine, bundan<br />
dolayı serbest piyasada kişisel zenginlik ve faydanın maksimizasyonu peşinde<br />
756
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
koşulması, piyasanın devlet eliyle düzenlenmesinden çok güvenilir bir yoldur.<br />
Devletin en önemli işlevinin toplumsal ve ekonomik düzenin korunmak olduğunu<br />
ifade eden kamu tercih teorisyenlerinin devletin toplum ve piyasalardaki rolüne karşı<br />
sınırlayıcı olmalarının altında yatan düşünce ise devlete tanınan yetkilerin bireysel<br />
hak ve özgürlükleri azaltacağını ve devlet yöneticilerinin ise bu yetkileri kendi siyasi<br />
veya özel çıkarlarından dolayı kötüye kullanacağına olan inanç vardır (Gül, 2006:38-<br />
45).<br />
Yerel yönetimler devletin sınırlandırılması için en iyi yollardan biridir. Bu temelde<br />
işlerin merkezi bir hükümet tarafından yürütülmesinden ziyade yerel birimler<br />
tarafından yürütülmesi iktisadi, idari ve sosyal sebeplerden dolayı önem arz eder.<br />
Devletin sınırlandırılması aynı zamanda yerel birimlerin özgürlüklerini ve<br />
özerkliklerini de geliştirmektedir. Bu nedenle yerel kalkınma ve öncelikle merkezi<br />
yapıların sınırlandırılması ikinci aşamada ise yerel birimlerin bireylerin özgürlükleri<br />
lehine sınırlandırılmasının kalkınma ile doğrudan ilişkisi vardır. Liberaller devlete<br />
tanınan her yetkinin aynı zamanda bireyin hak ve özgürlüklerini de alıp götürdüğüne<br />
inanırlar. Dolayısıyla insanlar kendi faydalarını maksimize etmeyi istedikleri için,<br />
aynen Smith’ın piyasa için ifade ettiği “görünmez el” mekanizması gibi, kurumlar da<br />
insanların bu bencil isteklerini yönlendirerek, toplumsal faydayı ortaya çıkaracak<br />
şekilde tasarlanmalıdır (Gül, 2006:42).<br />
3.4 Kendiliğinden Doğan Düzen/Serbest Piyasa<br />
Kendiliğinden doğan düzen yaklaşımı kaynağını akılcılığa olan şüphe üzerinden<br />
toplumun bir mühendislik eseri olmadığı yaklaşımından tecrübe ve geleneğe olan<br />
atıfta bulur. Kendiliğinden doğan düzenin felsefi temeli insanın rasyonel aklına dayalı<br />
bir oluşum olmasının aksine insanların birikimlerinin ve tecrübelerinin sonucu<br />
olduğuna dayanır. Uygarlık; geçmiş birikim, çabalar, tecrübeler, denemeler<br />
sonucunda nesilden nesile aktarılan kendi üstünlükleri kanıtlanmış kurumlar ve<br />
araçlar ile var olmuş tecrübe ürünü olduğunu ifade ederler (Hayek,2013:106). Hume<br />
göre toplumda barışçıl düzenin ve adaletin sağlanmasının arkasında ne soyut akılla<br />
yapılan bir tasarım vardır ne de tanrının bir vergisidir. “Kendiliğinden doğan düzen”in<br />
arkasında yatan şey: tecrübe ve deneyimlerdir. Kendiliğinden doğan düzenin<br />
yararlılığına tecrübeyle varılmış, uzlaşmaya dayalı pratikler olduğu düşüncesini<br />
ortaya atmış ve bu görüş zaman ile toplumsal kurumların evrim yoluyla gelişmesi gibi<br />
düşüncelere de temel oluşturmuştur (Erdoğan, 2011: 54). Hayek, modern ve karmaşık<br />
bir toplumda planlamanın mümkün olmadığını ve bütün bu karmaşıklığı organize<br />
edecek bir aklın bulunmadığını söylemektedir. Bu nedenle meydana gelen karışıklık<br />
karşısında yapılması gerekenin, her şeyin doğal akışı içerisinde “özgür<br />
bırakılmasından ibaret olduğunu vurgulamaktadır (Çelik ve Usta, 2011: 92-93).<br />
Kendiliğinden doğan düzene katkısı olan önemli bir diğer liberal düşünür ise Adam<br />
Smith’dir. Smith, “görünmez el” metaforu üzerinden insanların kendi amaçları<br />
peşinde koşarken amaçlamasa bile başkalarına faydası olduğunu ifade eder.<br />
Kendiliğinden doğan düzenin doğal sonucu serbest piyasadır. Devlet müdahalesi<br />
olmaksızın kişisel çıkarlarının ve faydalarının peşinde koşan bireylerden oluşan<br />
serbest piyasa konusunda da liberaller kendiliğinden doğan düzen anlayışına benzer<br />
bir şekilde bir anlayışa sahiptirler. Piyasa düzeninin işleyişinde zorlamanın yeri<br />
757
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
yoktur. Bir icbar ve zorlama aracı olarak devletin görevi de piyasaya ve bireylerin<br />
piyasa tarafından yönlendirilen faaliyetlerine müdahalede bulunmak değildir. Aksine,<br />
bireylerin, piyasa ekonomisinin korunmasına ve düzgün işlemesinde zararlı<br />
eylemlerini önlemektir (Yayla, 2000:197). Smith devletin piyasalara müdahale<br />
etmesinin bir yararının olmadığını ve kendi çıkarları peşinde koşan bireylerin, amacı<br />
toplumun faydası için çalışmak olanlardan daha fazla olduğunu ifade eder. Hükümetin<br />
piyasalara müdahalesinin anlamsız olduğunu söyleyen Smith, sermayesini nereye<br />
yatırması gerektiğini bireylerin devlet adamlarından daha iyi bildiğini söyler. Böyle<br />
bir yetkinin bir tek kişinin değil bir senato ya da meclise bile verilmesini aptallık<br />
olarak görür ve bu yetkinin devlet adamlarına bir yük getirmesinin yanında onların<br />
elinde bir tehlikeye döneceğini ifade eder. Smith, devletin milli sermayeyi korumak<br />
ya da hükümete gelir getirmesi açısından yurt içi veya yurt dışı mallara müdahalede<br />
bulunmasının iyi sonuçlar getirmeyeceğine inanır (Smith, 2011:27-48).<br />
4. SONUÇ<br />
Liberalizm, Avrupa’da gelişen reform hareketlerinin oluşturduğu bir ortamda, hemen<br />
her şeyi etkileyen ilahi argümanlar ile şekillenen kilisenin otoritesinin zedelendiği ve<br />
sosyal, kültürel, ekonomik vb gibi birçok alanda köklü değişimlerin olduğu<br />
özgürlükçü bir ortamda gelişir. Liberalizm ile ilgili literatür, liberalizmin felsefi<br />
temellerini; doğal hukukçu, sözleşmeci ve evrimci üç gelenek üzerinden açıklarken<br />
liberalizmin ilkelerini ise bireycilik, özgürlük, serbest piyasa, çoğulculuk, sınırlı<br />
devlet ve hukukun hâkimiyeti gibi kavramlar üzerinden açıklar. Liberalizmin<br />
bireycilik, özgürlük, sınırlı devlet, serbest piyasa gibi ilkeleri kalkınma ve yerel<br />
kalkınma ile doğrudan bir ilişkisi vardır. Diğer taraftan liberalizmin üzerinde geliştiği<br />
sözleşmeci teori, doğal hukuk ve kendiliğinden doğan düzen gibi felsefi temelleri hem<br />
yerel yönetimlere, bizim çalışmamızın konusu itibari ile belediyelere, hem de yerel<br />
kalkınmaya felsefi bir zemin sunmaktadır. Her şeyden önce liberallerin felsefi<br />
temelleri bireyin hakları lehine otoritelerin sınırlandırılması gerekliliği üzerinde<br />
şekillenir. Bu temelde yerel yönetimlerin özerkliği ve özgürlüğüne de felsefi bir temel<br />
sunmaktadır.<br />
Liberalizm bireyi merkezine alan bireycilik ile özdeşen bir doktrindir. Diğer bütün<br />
ilkeleri bireyin hak ve özgürlüklerini korumak için doğal gerekliliklerdir. Bireyin<br />
özgürlükleri ekonomik, sosyal ve siyasal bir bütünlük içinde olması gerekliliğini ifade<br />
eder liberaller. Çünkü özgürlüklerin ekonomik ve siyasal olarak bölünemeyeceği bir<br />
tarafa bu özgürlükler birbirlerini destekler ve geliştirir. İnsanların özgürce seyahat<br />
edemediği kendisini ifade edemediği bir yerde ekonomik özgürlüklerin gelişmesini<br />
beklemek yanlış olur. Yerel yönetimler ve kalkınma açısından bireysel özgürlükler<br />
önemli bir yer işgal eder. Bu noktada bireylerin özgürlüklerini merkezine alan liberal<br />
anlayış doğal olarak yerel yönetimler ve kalkınma temelinde önem arz eder. Nitekim<br />
bireyi merkezine alan liberalizm yerel yönetimleri ve kalkınmayı da bu eksende<br />
değerlendirir. Yerel kalkınma, bireyin ekonomik, sosyal ve siyasal özgürlüklerini<br />
teminat altına almak ve aynı zamanda yerel yönetimlerin yapısı ile anlayışını bu<br />
temelde değiştirmeyi gerekli kılar. Gerçek anlamda kalkınmanın gerçekleşmesinin en<br />
önemli göstergesi toplumun kendisine dayandığı bireyin haklarının ve refahının<br />
gelişim düzeyi ile ilgilidir. Bu yönü ile bireyin iktisadi, sosyal ve siyasal haklarının<br />
758
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ve refahının gelişebildiği en uygun ortam özgürlükçü ve sınırlı bir yerel yönetimdir.<br />
Bu nedenle merkezi yönetimlerin sınırlandırılması ile yetkileri çoğalan yerel<br />
yönetimler bireylerin özgürce eylemde bulunabileceği, serbest piyasanın teminat<br />
altına alındığı bir anlayış ile kurulması veya dönüştürülmesi gerekir. Dolayısıyla<br />
liberalizme göre yerel yönetim anlayışının temelinde bireysel hakların geliştirilmesi<br />
yatmaktadır. Bireyin haklarının gelişmesinin doğal sonucu kalkınmanın da<br />
gerçekleşecek olmasıdır. Merkezi otoritelerin sınırlandırılması gerekliliği liberallerin<br />
her zaman gündemindeydi. Liberal teoriyesyenler doğrudan yerel yönetimler ile<br />
ilgilenmemiş olsa da liberallerin geliştirdiği argümanlar yerel yönetimler için ciddi bir<br />
zemin oluşturmaktadır. Liberaller merkezi yönetimlerin sınırlandırılmasını öteden<br />
beri ifade etseler de onların görüşlerine 1970’lerin iktisadi gelişmeleri, teknoloji ve<br />
bilginin gelişimi, küreselleşme ve merkeziyetçi refah devletinin başarısızları sonucu<br />
başvurulmuştur.<br />
1970’lerin dünyası liberal teorilere başvurulduğu bir dönüm noktasını temsil<br />
etmektedir. Taylor’a dayanan fordist üretim yönetimi anlayışı hem merkeziyetçi ve<br />
bireysel tercihler karşısında esnek olamayan kendi doğası hem de kendisinin kontrol<br />
edemeyeceği petrol krizi ve merkeziyetçi refah devleti anlayışlarının sürdürülemez<br />
olması gibi dış faktörlerden dolayı iflasa girmiş ve değişen şartlara ayak<br />
uyduramamıştır. Fordist anlayış sadece iktisadi anlamda değil idari açıdan da<br />
merkeziyetçi ve katı bir yapılanma arz etmektedir. Onun iflası aynı zamanda<br />
merkeziyetçi devlet anlayışının da değişimini beraberinde getirmiştir. Bu değişim<br />
merkeziyetçi anlayışlara karşı yerel anlayışların geliştirilmesi, kapalı ve katı olan<br />
anlayış yerine şeffaflık ve esnekliğin gelişimi, hiyerarşi yerine katılımcı bir anlayış<br />
geliştirmiştir.<br />
Teknoloji ve bilgi çağı ile 1980’lerde baş göstermeye başlayan küreselleşme, ulus<br />
devletlerin iç meselesi olarak görülen konuların küreselleşmesini getirmiştir. Çünkü<br />
küreselleşme ile ulusların sınırlarının bir anlamı kalmamıştır. Küreselleşmenin<br />
sınırları anlamsızlaştırması sadece iktisadi alanda değil; sosyal, siyasal, kültürel<br />
hemen her alanda ciddi bir değişim getirmiştir. Ulusal sınırların ortadan kalkmış<br />
olması ile beraber yerel yönetimlere yeni bir perspektif getirilmiştir. Bu perspektif<br />
yerel yönetimlerin hem yapısal hem de anlayış olarak değişmesi gerekliliğini<br />
önermektedir. Klasik anlayış belediyelerin görevlerini park ve bahçe işleri gibi yerel<br />
nitelikli hizmetler ile ilgilenmesi olarak tanımlamaktaydı. Bu anlayışa göre<br />
belediyenin görevleri mikro düzeyde çevre düzenlemesi, su, kanalizasyon ve halkın<br />
sağlığını koruyacak önlemlerin alınması gibi işler ile sınırlandırmaktaydı. Yeni<br />
perspektif belediyelerin görev alanlarını genişletmiş yerel ve merkezi ayrımı ortadan<br />
kaldırarak ekonomik, sosyal ve siyasal olarak kalkınmanın gerçekleşebilmesi için<br />
görev üstlenmek gibi makro işler ile de görevlendirmiştir. Kalkınma artık sadece ulus<br />
devletlerin üstesinden gelebileceği bir konu olmaktan çıkmış daha çok yerel düzeyde<br />
gerçekleşmesi gereken bir anlayış temelinde gelişmiştir.<br />
Küreselleşmenin de etkisiyle sınırlar anlamını yitirmiş, merkezi hükümetlerin<br />
yetkilerini yerellere doğru dağıtma anlayışları gelişmiştir. Şüphesiz ki bütün bu<br />
gelişmeler liberallerin memnun olacağı ve aslında refah devleti anlayışının<br />
başarısızlığından sonra onların teori ve önerileri ile gelişen bir süreç arz etmektedir.<br />
Çünkü liberaller merkezi yönetimlerin tek tek bireylerin kendi amaçları peşinde<br />
759
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
koşmasından elde edilecek toplumsal faydayı yerine getiremeyeceği gibi aynı<br />
zamanda serbest piyasa koşulları kadar da toplumsal bir fayda getiremeyeceğini ifade<br />
ederler. Kamu yöneticilerinin tıpkı bireyler gibi ancak kendi çıkarları peşinde<br />
koşabileceğini sınırsız yetkileri olması durumunda bunun yolsuzluk, hantallık,<br />
verimsizlik, etkisizlik ve genellikle toplumsal refahı düşürücü sonuçlar yaratacağını<br />
ifade ederler. Bu nedenle merkezi yönetimler yeniden yapılandırılmalıdır. Yetkilerini<br />
yerellere bırakmalı ve yereller ise ekonomik, siyasal, sosyal olarak bireylerin<br />
özgürlüklerini teminat altına alan bir anlayışta olmalıdır.<br />
Kalkınma iktisadi, sosyal, siyasal ve kültürel olarak bir bütünlük arz eder. Yerel<br />
yönetimler ise bir bütün olarak bu kalkınmayı merkezi hükümetlere göre daha etkin<br />
ve verimli bir şekilde yerine getirir. Bireylere daha yakın olduğundan ilgili<br />
vatandaşlar açısından yerel yönetimler bir siyasi eğitim okuluna dönüşür. Kendi<br />
kentinin sorunları ile uğraşan bireyler Mill’e göre yetenek ve muhakeme gibi<br />
becerilerini geliştirir. Yerel yönetimler ilgili yerelin ihtiyaçlarını avantajlarını ve<br />
dezavantajlarını merkezi hükümetlere göre daha iyi bilir ve iktisadi anlamda kendi<br />
yereli için en uygun olanı tercih eder ve küresel rekabette daha iyi sonuçlar elde<br />
edebilir. Yerel yönetimlerin iktisadi, siyasi ve sosyal olarak kendisinden beklenen bir<br />
misyonu yerine getirebilmesi için ilgili birimlerin yapısal olarak şeffaf ve katılımcı<br />
anlayış olarak özgürlükçü ve çoğulcu olmalıdır. Serbest piyasada bireylerin kendi<br />
amaçları peşinde koşarken bunun aynı zamanda toplumsal faydasının ise kendilerinin<br />
başarabileceğinden daha iyi başarılacağına inanmaları gerekmektedir; bu temelde<br />
yerel yönetim birimleri bireylerin yerine karar almamalı onlar üzerinde doğrudan ya<br />
da dolaylı bir şekilde bir dayatma içinde olmamalıdır.<br />
Sonuç olarak kalkınmayı sadece iktisadi veriler ekseninde değerlendirmek eksik<br />
bırakır. Kalkınma iktisadi, sosyal, siyasal, kültürel vb gibi birçok alan ile birlikte<br />
değerlendirilmelidir. Toplumun en küçük ve en önemli yapı taşı olan bireylerin her<br />
düzeyde gelişimini sağlayabileceği olanakları özgürlükleri ve özerklikleri teminat<br />
altına alınmış yerel nitelikli birimler daha iyi sunar. Yerel birimler kaynakların daha<br />
etkin daha verimli daha zamanında sunabilmesinin yanında küreselleşme ile<br />
anlamsızlaşan sınırların gerçekliği ile de yüzleşmek ve küreselleşen dünyada rekabet<br />
edebilecek birimler anlayışı ile yapısal dönüşümleri sağlaması gerekir. Artık kalkınma<br />
yerel nitelikli bir kavramdır ve buna uygun yapısal dönüşümlerin yapılması<br />
gerekmektedir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Aktaş, Murat, 2013, “Küreselleşme Sürecinde Yerel Kalkınma Devlet Ve<br />
Demokrasi”, Yerel Ve Bölgesel Kalkınma: Küresel Ve Yerel Bakış Açıları,<br />
İçinde, Editörler: Buğra Özer, Güven Şeker), Celal Bayar Üniversitesi<br />
Matbaa Birimi, Manisa, S.185-199.<br />
Aydınlı, Halil İbrahim, 2004, Sosyo-Ekonomik Dönüşüm Sürecinde Belediyeler,<br />
Nobel Yayınları, Ankara.<br />
Brennan, Jason, 2010, “Liberal Olmayan Liberaller: Yüksek Liberalizm Niçin Liberal<br />
Bir Görüş Değildir?” (Çev. Hasan Yücel Başdemir), Liberal Düşünce<br />
Dergisi, C:14,S:56-57, S.61-90.<br />
760
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Çakmak, Umut. 2004, “Esnek Üretim Sistemi: İstihdama Etkisi Ve Toyota Örneği.”<br />
Ekonomik Yaklaşım, C. 15, S. 52-53, S. 235-253.<br />
Çelik, Fikret, Sefa Usta, 2011, “Liberal Düşünür Hayek’in Özgürlük Düşüncesi Ve<br />
Bu Perspektiften Yerel Yönetimlere Bakışı”, Sdü Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />
Dergisi, Y. 2011/2, S:14, S.91-104.<br />
Çetin, Halis, 2002, “ Liberalizmin Tarihsel Kökenleri”, C.Ü. İktisadi Ve İdari Bilimler<br />
Dergisi, Cilt 3, Sayı 1, S.79-96.<br />
Çukurçayır, M. Akif, 2013, Yerel Yönetimler: Kuram, Kurum Ve Yeni Yaklaşımlar,<br />
Çizgi Kitabevi Yayınları, Ankara.<br />
Doğan, Ali Ekber, 2009, “Ulusaldan Yerele Kalkınma Söylemi Ve Yerel<br />
Yönetimlerin Disipline Edilmesi”, Ulusal Kalkınma Ve Yerel Yönetimler-1<br />
İçinde, (Yayına Hazırlayanlar: Kamil Ufuk Bilgin, Aslı Akay, Kıvılcım<br />
Ertan ) , Todaie Yayınları, Ankara.<br />
Ebeling, Richard M., “Ludwing Von Mises: Özgürlüğün Ekonomi Politikçisi”, (Çev.<br />
Seval Yaman), Liberal Düşünce Dergisi, Cilt 12,No:45-46. S. 127-143.<br />
Erdoğan, Mustafa, 2009, “Liberalizme Yeniden Bakış Tarihi Ve Felsefi Temelleri”,<br />
Liberal Düşünce, Yıl 14, Sayı.56, S.7-31.<br />
Erkek, Seyida, 2013, “Undp (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) Tarafından<br />
Yürütülen Yerel Ve Bölgesel Kalkınma Çalışmaları Ve Bu Kapsamda Ön<br />
Plana Çıkan Demokratik Yönetişim İlkeleri”, Yerel Ve Bölgesel Kalkınma:<br />
Küresel Ve Yerel Bakış Açıları, İçinde, Editörler: Buğra Özer, Güven Şeker),<br />
Celal Bayar Üniversitesi Matbaa Birimi, Manisa, S. 9-24.<br />
Friedman, Milton, 2008, Kapitalizm Ve Özgürlük, (Çev. Doğan Erberk Ve Nilgün<br />
Himmetoğlu), Plato Yayınları, İstanbul.<br />
Friedrich Carl. J. , 2000, Sınırlı Devlet, (Çev. Mehmet Turhan), Gündoğan Yay. ,<br />
Ankara.<br />
Gül, Songül Sallan, 2006, Sosyal Devlet Bitti Yaşasın Piyasa, Ebabil Yayınları,<br />
Ankara.<br />
Hayek, Friedrich A. , 2013, Liberalizm, Liberalizmin El Kitabı İçinde, (Edit: Cennet<br />
Uslu, Çev.: Ünsal Çetin), Kadim Yayınları, Ankara.<br />
Hayek, Friedrich A., 2013, Özgürlüğün Anayasası, (Çev. Yusuf Ziya Çelikkaya),<br />
Bigbang Yayınları, Ankara.<br />
Hayek, Friedrich A., 2014, Kölelik Yolu, (Çev. Turhan Feyzioglu, Yıldıray Arsan,<br />
Atilla Yayla), Liberte Yayınları, Ankara.<br />
Heywood, Andrew, 2011, Siyasetin Temel Kavramları, (Çev. Hayrettin Özler), Adres<br />
Yayınları, Ankara.<br />
Ildırar, Mustafa, 2004, Bölgesel Kalkınma Ve Gelişme Stratejileri, Nobel Yayınları,<br />
Ankara.<br />
Kaya, Zekayı, 2009, “Bölgesel Ve Kırsal Kalkınmada Yerel Yönetimlerin Rolü”,<br />
İçinde Ulusal Kalkınma Ve Yerel Yönetimler-1, (Hazırlayanlar: Kamil Üfuk<br />
Bilgin, Aslı Akay, Kıvılcım Ertan), Todaie Yayınları, Yayın No:351,<br />
Ankara.<br />
Koçak, Yüksel, 2008, Karşılaştırmalı Yerel Yönetimler, Orion Yayınları, Ankara.<br />
Krishnamurti, Juddi, 2013, Birey Ve Toplum, (Çev. Mihriban Doğan), Omega<br />
Yayınları, İstanbul.<br />
761
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Mıll, John Stuart, 2012, Hürriyet Üstüne, (Çev. Mehmet Osman Dostel ) Liberte<br />
Yayınları, Ankara.<br />
Sen, Amartya, 2004, Özgürlükle Kalkınma, (Çev. Yavuz Alogan), Ayrıntı Yayınları,<br />
İstanbul.<br />
Smıth, Adam, Ulusların Zenginliği 2, 2011, (Çev. Metin Saltoğlu), Palme Yayınları,<br />
Ankara.<br />
Raico, Ralph, 2013, “Klasik Liberalizm Nedir?”, Hangi Liberalizm İçinde, (Edit.<br />
Atilla Yayla, Çev. Atilla Yayla) ,Liberte Yayınları, Ankara, S. 125-132.<br />
Yayla, Atilla, 2000, Özgürlük Yolu: Hayek’in Sosyal Teorisi, Liberte Yayınları,<br />
Ankara.<br />
Yayla, Atilla, 2008, Liberalizm, Liberte Yayınları, Ankara.<br />
Yayla, Atilla, 2012, Siyaset Teorisine Giriş, 5. Baskı, Kcsit Yayınları, İstanbul.<br />
Yılmaz, Ali, 2010, “Kalkınma Ajansları Ve Yerel Yönetişim”, Türk İdare Dergisi, S.<br />
466, Ankara, S.175-195.<br />
762
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Mutluluğun Resmini Çizmek: Sosyo-Ekonomik<br />
Belirleyicilere İlişkin Bir Yatay Kesit Analizi<br />
Haktan SEVİNÇ 1 , Merter AKINCI 2 , Ömer YILMAZ 3<br />
Bu çalışmada, Türkiye’de 81il bazında mutluluk düzeyinin sosyo-ekonomik<br />
belirleyicileri 2013 yılı için yatay kesit analizleri kullanılarak incelenmiştir. Mutluluk<br />
düzeyi ile gelir ve demokrasi arasında lineer-olmayan ilişkilerin varlığını kanıtlayan<br />
analiz bulguları, Türkiye’de mutluluğun temel sosyo-ekonomik kökenlerinin çeşitli<br />
etkenlerden kaynaklandığını göstermiştir. Genel olarak; gelir, ticaret, demokrasi,<br />
evlenme hızı, eğitim, tüketim, umut düzeyi, kıyı kesimine yakınlık ve kentleşme<br />
seviyesinin mutluluk düzeyi üzerinde pozitif yönlü bir etkiye sahip olduğu<br />
gözlenmesine karşın; yoksulluk, nüfus, gelir eşitsizliği, etnik ayrımcılık, yerleşik<br />
istikrarsızlığı, suç oranı, enflasyon, işsizlik, boşanma hızı, terörizm, coğrafik faktörler<br />
ve askeri müdahale düzeyinin ise negatif yönlü bir etkiye sahip olduğu ortaya<br />
konmuştur.<br />
Anahtar Kelimeler: Mutluluk, Sosyo-Ekonomik Belirleyiciler, Yatay Kesit Analizi,<br />
Türkiye Ekonomisi<br />
Drawing A Picture of Happiness: A Cross-Sectional<br />
Analysis Related to Socio-Economic Determinants<br />
Abstract<br />
In this study, the socio-economic determinants of happiness level are examined using<br />
cross-sectional analysis in the context of 81 provinces in Turkey in the year of 2013.<br />
The findings of the analysis providing the non-linear linkages between happiness<br />
level, income and democracy show that the socio-economic roots of happiness level<br />
are stem from several factors in Turkey. In general, it is observed that income level,<br />
foreign trade, democracy, speed of marriage, education, consumption, hopefulness,<br />
being closer to coastal region and level of urbanization have a positive impact on<br />
happiness level while poverty, population, income inequality, ethnic heterogeneity,<br />
residential instability, crime rate, inflation, unemployment, speed of divorcement,<br />
terrorism, geographic location and military intervention have a negative effect on<br />
happiness level.<br />
Key Words: Happiness, Socio-economic, Determinants, Cross-Section Analysis,<br />
Turkish Economy.<br />
1 Yrd. Doç. Dr., Iğdır Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü,<br />
haktansevinc@hotmail.com (Sorumlu yazar/Corresponding author)<br />
2 Yrd. Doç. Dr., Ordu Üniversitesi, Ünye İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü,<br />
makinci86@gmail.com<br />
3 Prof. Dr., Atatürk Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Ekonometri Bölümü,<br />
omeryilmaz@atauni.edu.tr<br />
763
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
1. GİRİŞ<br />
İnsanoğlunun sosyal, siyasal, etnik, kültürel, dini ve ekonomik yaşantısı içerisinde<br />
birçok farklı amacı bulunmaktadır. Bununla birlikte farklı birçok kültürde yapılan<br />
çeşitli araştırmalara ve birçok araştırmacıya göre bireylere hayatta en çok istedikleri<br />
şeylerin neler olduğuna yönelik sorulara cevaben insanların hemen hepsi “mutluluk”<br />
cevabını vermektedir (Doğan ve Eryılmaz, 2012; 383: Guo ve Hu, 2011; 2). Ayrıca<br />
sosyo-ekonomik birçok araştırmada da insanların en büyük isteklerinin bireysel veya<br />
toplumsal mutluluk olduğu açık bir şekilde ortaya koyulmaktadır.<br />
Dünya üzerinde insanın mutlu olmasına yönelik sorular ve buna ait çözüm önerileri<br />
genellikle felsefi görüşler tarafından sıklıkla dile getirilmiştir. İlk filozoflar “yaşam<br />
için mutluluk ve küçük şeylerle mutluluk” gibi bazı önermelerle mutluluğun insanlar<br />
için önemini sürekli bir şekilde vurgulamışlardır. Bununla birlikte özellikle ekonomik<br />
sitemlerin ve görüşlerin de insan mutluluğuna yönelik bir takım çıkarımları ve<br />
önermeleri olmuştur. Bu görüşler arasında en önemlisi insanı homo-economicus<br />
olarak var sayan; yani, insanın ekonomik bir varlık olarak hayatını idame edeceğine<br />
yönelik olandır. Böylece insanın ekonomik bir varlık olarak mutluluğa erişebileceğini<br />
varsaymaktadır. Bu bağlamında gelir düzeyi en fazla olan ülkelerin insani gelişmişlik<br />
seviyesinin de en üst düzeyde olduğu aşikârdır. Diğer taraftan en alt gelirli ülkelerinde<br />
insani gelişmişlik seviyesinin en alt düzeyde olduğu da bilinmektedir. Bilinen bu<br />
gerçekten hareketle insani gelişmişlik seviyesi ile ülke vatandaşlarının mutluluk<br />
düzeylerinin de aynı doğrultuda olduğunu ortaya koyan birçok düşünce olmasına<br />
rağmen, gelişmiş ülkelerdeki birçok araştırma da bu düşünceleri yalanlar niteliktedir.<br />
Söz konusu araştırmalar gelişmiş ülkelerdeki refah seviyesinin sürekli olarak<br />
artmasına rağmen mutluluk seviyesinin bir aşamadan daha yukarıya çıkamadığını ve<br />
özellikle sosyolojik olarak gelişmiş ülkelerde artan refahın birey mutluluğunu belirli<br />
bir seviyeden ileriye götüremediğini ortaya koymaktadır.<br />
Teorik veya uygulamalı yapılan birçok çalışmada mutluluk kavramının temel<br />
faktörleri ve mutluluğa etki eden faktörler gibi kavramlar irdelenmiş ve mutluluk<br />
kavramı öznel iyi oluş kavramıyla bir tutulmuştur. Öznel iyi oluş kavramı genellikle<br />
psikoloji bilimi dolayısıyla ele alınmış ve mutluluğun ekonomik boyutu genellikle son<br />
dönemdeki çalışmalarla araştırılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda mutluluk ve<br />
ekonomi arasındaki ilişkileri irdeleyen görüşlerden ilki mutluluk krallığı olarak<br />
adlandırılan ve “Gayrisafi Mutluluk Endeksi” hesaplamasında bulunan Butan<br />
Krallığı’dır. Bir Güney Asya ülkesi olan Butan’da hesaplanan mutluluk endeksi;<br />
iktisadi büyümenin yanı sıra ulusal kültürün korunarak geliştirilmesini, çevreyi<br />
koruyan sürdürülebilir kalkınmayı ve şeffaf ve sorumlu bir yönetim düzeniyle<br />
mutluluğun ekonomisini tanımlamakta ve ortaya koymaktadır.<br />
Diğer taraftan mutluluk ekonomisini literatüre kazandıran en önemli çalışma 1974<br />
yılında Richard A. Easterlin tarafından yapılan ve daha sonra “Easterlin Paradoksu”<br />
olarak adlandırılan çalışmadır. Easterlin tarafından ortaya atılan mutluluk<br />
ekonomisine dayalı görüşe göre toplumların iktisadi anlamdaki gelişimleri ve yüksek<br />
gelirleri ile ortalama mutluluk seviyeleri arasında pozitif yönlü bir korelasyon<br />
bulunmaktadır. Fakat bu çalışma, uzun dönemdeki gelir artışlarının söz konusu<br />
toplumlarda bir mutluluk artışına neden olmadığını da ortaya koymaktadır. Easterlin<br />
paradoksu daha sonra yapılan çeşitli çalışmalarla da ortaya konmuş ve bu paradoksun<br />
764
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
gücü ispatlanmıştır. Özellikle ileri derecede gelişmiş ülkelerde öznel iyi oluş<br />
derecesinin ve mutluluk düzeyinin gittikçe azaldığı kanaati kuvvetlenmektedir. Bu<br />
eksenden hareketle ekonomik büyümenin ilerlemesi ile mutluluk düzeyi arasında<br />
doğru yönlü ve orantılı bir ilişki bulunmaktayken, ekonomik ilerlemenin belirli bir<br />
seviyenin (eşik değerin) üstüne çıkmasından sonra daha fazla artmadığı ve dolayısıyla<br />
mutluluk düzeyinin de artmadığı şeklinde yorumlanabilmektedir (Kaya, 2012; 23).<br />
Ekonomik faaliyetlerin mutluluk düzeyini doğrudan etkilediği önermesinden<br />
hareketle ülkelerin gelir düzeylerini arttırıcı yöndeki ekonomi politikalarının doğal<br />
sonucu vatandaşların mutluluk seviyesindeki artıştır. Bu bağlamda söz konusu<br />
çalışmanın amacı gerek ulusal gerekse bölgesel anlamda gelir düzeyini arttırıcı yönde<br />
ekonomi politikaları uygulayan Türkiye’nin 81 ili bazında mutluluk düzeyinin sosyoekonomik<br />
belirleyicilerini yatay kesit analizleri yardımıyla incelemektir. Bu kapsam<br />
dâhilinde çalışma beş bölümden oluşmaktadır. Literatürde yer alan çalışmaların kısa<br />
bir özetinin sunulduğu ikinci bölümü takiben, çalışmanın uygulama kısmına ait olan<br />
veri seti ve metodolojik altyapı üçüncü bölümde ele alınacaktır. Dördüncü bölümde<br />
uygulama bulguları tanıtılacak, beşinci ve son bölümde ise çalışma genel bir<br />
değerlendirme yardımıyla sonlandırılacaktır.<br />
2. LİTERATÜR ÖZETİ<br />
Kişi başına düşen gelir farklılıkları ülkeleri gelişmiş, gelişme olan ve azgelişmiş<br />
şeklinde bir sınıflandırmaya tabi tutarken, ülkeler içerisinde bölgeler arasındaki gelir<br />
farklılıkları da bölgeleri benzer bir şekilde sınıflandırmaya itmiştir. Bu durum<br />
ülkelerin veya bölgelerin gelir düzeylerini arttırıcı çeşitli politika tedbir<br />
uygulamalarını da beraberinde getirmiştir. Böylece ülkelerin veya bölgelerin gelir<br />
düzeyini artırmaya yönelik politikalar sonucunda ülke vatandaşlarının mutluluk<br />
düzeyleri artma eğilimindedir. Gelir artışları ile mutluluk düzeyi arasındaki çalışmalar<br />
Easterlin öncülüğünde ortaya konulmuştur. Easterlin tarafından savunulan gelir<br />
artışları ile mutluluk düzeyi arasındaki doğru yönlü ilişkinin belirli bir eşik değerden<br />
sonra geçerli olmaması veya ters yönlü olması farklı araştırmacılar tarafından da<br />
araştırılmıştır. Söz konusu araştırmalar içerisinde Inglehart ve Klingemann (2000),<br />
Graham ve Pettinato (2002), Hagerty ve Veenhoven (2003), Castriota (2006), Clark<br />
vd. (2008), Inglehart vd. (2008), Stevenson ve Wolfers (2008), Tella ve Macculloch<br />
(2008), Easterlin vd. (2010), Perovic ve Golem (2010), Clark (2011),Clark ve Senik<br />
(2011), Lee vd. (2013), Beja (2014) ve Crespo ve Mesurado (2015) tarafından yapılan<br />
çalışmalar gelir düzeyinin mutluluk seviyesini artırmada etkili olduğunu veya<br />
Easterlin paradoksu oluşturduğunu göstermiştir. Diğer taraftan Knight ve Gunatilaka<br />
(2009), Angeles (2011), Guo ve Hu (2011) ve Çirkin ve Göksel (2016) gibi yazarlar<br />
tarafından yapılan bazı çalışmalarda ise refah seviyesi veya gelir düzeyinin mutluluk<br />
düzeyi üzerinde istatistiki olarak anlamlı bir etkisinin olmadığı görülmüştür.<br />
3. VERİ SETİ VE METODOLOJİ<br />
Bu çalışmada, mutluluğun sosyo-ekonomik belirleyicileri Türkiye ekonomisinde 81<br />
il bazında 2013 yılı için yatay kesit analizleri yardımıyla incelenmiştir. İlgili zaman<br />
ve analiz tekniğinin dikkate alınmasının temel nedeni, verilere ulaşabilme imkânından<br />
kaynaklanmıştır. Yatay kesit sistemini oluşturan veriler Global Terrorism Database,<br />
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Yüksek Seçim Kurulu (YSK), Yüksek Öğretim<br />
765
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Kurumu (YÖK) ve Karayolları Genel Müdürlüğü (KGM) resmi internet sitelerinden<br />
elde edilmiştir.<br />
Mutluluğun sosyo-ekonomik belirleyicilerinin saptanmasının yanı sıra, mutluluk<br />
düzeyi ile gelir arasında lineer olmayan bir ilişkinin olup olmadığı da tartışılmaktadır.<br />
Bu bağlamda, bir bağımlı değişken ile 11’i ekonomik temelli ve 14’ü ise sosyal temelli<br />
olmak üzere toplam 25 bağımsız değişkenden oluşacak analizler için hazırlanan Tablo<br />
1, çalışmaya konu olan değişkenlere ilişkin temel bilgileri yansıtmaktadır.<br />
Analizler için geçerli olan ekonometrik metodolojinin tanıtılmasından önce bazı<br />
değişkenler ile ilgili olarak gerekli olan açıklamaların yapılması büyük bir önem arz<br />
etmektedir. İlerleyen eğitim sürecinin mutluluk düzeyi üzerindeki etkilerini<br />
irdeleyebilmek adına analizlerde kullanılan bir diğer değişken yükseköğretimde net<br />
okullaşma oranıdır. TÜİK veri tabanında bulunmayan bu değişkenin değerinin<br />
hesaplanabilmesi için,<br />
Teorik Yaş Grubundaki Toplam Öğrenci Sayısı<br />
Yüksek Öğretimde Net Okullaşma Oranı <br />
Teorik Yaş Grubundaki Toplam Nüfus<br />
formülünden yararlanılmıştır. Yükseköğretim kurumlarında okuyan öğrenciler için<br />
teorik yaş grubu olarak 20-24 yaş aralığının dikkate alındığı (1) numaralı formülün<br />
hesaplanabilmesi için YÖK ile TÜİK veri tabanından elde edilen verilerden<br />
yararlanılmış ve her il için hesaplamalar yapılmıştır.<br />
Mutluluğun, kıyı ve iç bölgeler itibariyle yoğunlaşıp yoğunlaşmadığını ölçebilmek<br />
adına Kıyı olarak adlandırılan kukla değişkenlerden yararlanılmıştır. Bu kapsamda,<br />
denize kıyısı olan iller için 0 ve diğerleri için 1 değerleri kullanılarak ilgili veri seti<br />
nicel forma dönüştürülmüştür.<br />
Toplumda etnik ayrışmanın boyutlarını anlayabilmek ve bu değişkenin mutluluk<br />
düzeyi üzerindeki etkilerini sınayabilmek için Blau (1977) ve Blau vd. (1982)<br />
tarafından geliştirilen nüfus farklılaşma metodolojisinden yararlanılmış ve (2)<br />
numaralı eşitlik yardımıyla hesaplanmıştır:<br />
H<br />
2<br />
1 p<br />
(2)<br />
(2) numaralı eşitlikte yer alan H, nüfus farklılaşma düzeyini ve p ise belirli bir grup<br />
itibariyle nüfustaki kırılma potansiyelini yansıtmaktadır. Etnik ayrışma düzeyini<br />
saptayabilmek için 1 Kasım 2015 seçimlerinde HDP’nin aldığı oyların geçerli toplam<br />
oy sayısı içindeki oranından hareket edilmiştir. Bu değişken itibariyle dikkate<br />
alınması gereken temel nokta, H değeri düştükçe etnik ayrışma seviyesinin artma<br />
eğilimi içinde olduğudur. Dolayısıyla, etnik ayrışma değişkeni bakımından<br />
ekonometrik analizlerde elde edilebilecek olan negatif işaretli bir katsayı, etnik<br />
ayrışma seviyesinin mutluluk düzeyini olumsuz etkilediği şeklinde yorumlanmalıdır.<br />
Sosyal bir organizasyon ağı olan toplumsal yaşamın istikrarı, ülkenin refah düzeyi<br />
hakkında önemli bilgiler sunabilen bir faktör konumundadır. Dahası, yerel ağ ve<br />
bağlantıların devamlı olarak değişebilirliğinden dolayı ülke içerisindeki yüksek<br />
dereceli yerleşim mobilitesinin sosyal kontrol yapısı üzerinde olumsuz etkileri<br />
olabilmektedir. Bu bağlamda, yerleşik istikrarsızlığının, bir diğer deyişle ülke<br />
içerisindeki sürekli göç dalgasının mutluluk üzerindeki etkilerini saptayabilmek adına<br />
(1)<br />
766
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Akyüz ve Armstrong (2011) tarafından geliştirilen ölçüm tekniğinden yararlanılmış<br />
ve (3) numaralı eşitlik kullanılarak il bazında yerleşik istikrarsızlığı hesaplanmıştır:<br />
İlin Net Göç Düzeyi <br />
Yerleşik İstikrarsızlığı <br />
x 100<br />
İlin Toplam Nüfusu <br />
İllerin gelir düzeylerinin belirlenmesinde TÜİK’den elde edilen kişi başına düşen<br />
gayrisafi katma değer rakamları kullanılmıştır. İl bazındaki bu veri seti yalnızca 2004-<br />
2011 dönemi için mevcuttur. 2015 yılı değerlerinin saptanabilmesi amacıyla,<br />
<br />
<br />
Y<br />
<br />
1g Y<br />
t n<br />
n<br />
t<br />
olarak ifade edilen öngörü formülünden yararlanılmıştır. (4) numaralı eşitlikte yer<br />
alan , tahmin edilecek olan dönemdeki kişi başına düşen gayrisafi katma değeri;<br />
Y t<br />
Yt n<br />
, cari dönem kişi başına düşen gayrisafi katma değeri; g, kişi başına düşen gayrisafi<br />
katma değerin büyüme oranını; n, dönem sayısını ve t ise zaman dilimini ifade<br />
etmektedir. g değerini hesaplayabilmek için,<br />
Dönem Sonu Kişi Başına Düşen Reel GSYİH<br />
g <br />
<br />
1<br />
Dönem Başı Kişi Başına Düşen Reel GSYİH <br />
olarak gösterilen uzun dönemli büyüme oranı formülünden yararlanılmıştır. (4) ve (5)<br />
numaralı eşitliklerin eşanlı olarak kullanılması neticesinde her il için 2015 yılı kişi<br />
başına düşen gayrisafi katma değer rakamları elde edilmiştir.<br />
Analizlerde kullanılacak olan Gelir 2 ve Demokrasi 2 değişkenleri ise, gelir ve<br />
demokrasi ile mutluluk arasındaki kuadratik (lineer-olmayan) ilişkilerin geçerli olup<br />
olmadığını saptayabilmek amacıyla kullanılmıştır. Bu değişkenlerin regresyon<br />
modellerine dahil edilmesinin temel nedeni, uluslararası literatür kapsamında da<br />
kullanılmış olmalarından ileri gelmiş ve benzer bir durumun Türkiye’nin sosyoekonomik<br />
yapısı için de var olup olmadığının saptanabilmesi arzusundan<br />
kaynaklanmıştır.<br />
Askeri kuvvetler ile terör örgütleri arasındaki çatışma düzeyinin belirlenebilmesi ve<br />
askeri müdahalelere bağlı olarak mutluluk düzeyinin azalıp azalmadığının<br />
saptanabilmesi için bir kukla değişken veri setinden yararlanılmıştır. Terör<br />
eylemlerinin yoğun olarak gerçekleştiği illerde askeri müdahaleler yoğun olduğu için<br />
ilgili illere 1 değeri atanmış ve diğer iller ise 0 değerini alarak sayısallaştırılmıştır.<br />
Türkiye’de terör eylemleri en yoğun olarak Hakkâri, Diyarbakır, Şırnak, Bingöl,<br />
Mardin, Tunceli, Ağrı, Van, Siirt, Batman, Bitlis ve Gaziantep şehirlerinde<br />
kümelenmektedir. Adı geçen illere sınır komşusu olan iller için de terör eylemleri<br />
büyük bir risk unsuru olarak görülebilmektedir. Bu kapsamda ifade edilen illere sınır<br />
komşusu olan iller için 1 ve diğerleri içinse 0 değeri verilerek oluşturulan kukla<br />
değişkenlerinin temel amacı, terör eylemlerinin kendi çevresinden başlayarak<br />
bulaşma etkisine sahip olup olmadığını ve bu durumun mutluluk düzeyi üzerindeki<br />
etkisini ölçebilmektir. Bu kapsamda dikkate alınan bir diğer değişken olan Uzaklık<br />
değişkeni ise Coğrafya değişkenini teyit edebilmek amacıyla modelleme sürecine<br />
dâhil edilmiştir. Hakkâri, Türkiye terörizmin en yoğun olarak yaşandığı il<br />
konumundadır. Bu bağlamda, Hakkâri’ye olan uzaklık arttıkça terörizmin bulaşma<br />
etkisinin de azalacağı beklenmektedir. Dolayısıyla, her il için Hakkâri’ye olan<br />
767<br />
1<br />
n<br />
(3)<br />
(4)<br />
(5)
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
karayolu uzaklığı km cinsinden belirlenmiş ve Uzaklık değişkeni adı altında<br />
sayısallaştırılmıştır. Bu çalışmada, mutluluğun sosyo-ekonomik belirleyicileri<br />
Türkiye ekonomisinde 81 il bazında 2013 yılı için yatay kesit analizleri yardımıyla<br />
incelenmiştir. Ekonometri biliminde farklı karar birimleri hakkındaki tek bir zaman<br />
noktasına ait veriler, yatay kesit veriler olarak adlandırılmaktadır. Bu veriler<br />
kullanılarak belirli bir zaman anında ekonomik birimler arasındaki farklılıklar<br />
incelenmekte ve değişkenler arasındaki ilişkiler araştırılmaktadır (Stock ve Watson,<br />
2011: 10-11). Söz konusu bu karar birimleri bireyler, hane halkları, firmalar,<br />
endüstriler, şehirler ya da ülkeler olabilmektedir. Hane halklarının 2003 yılı gelir<br />
düzeyleri, firmaların 2004 yılı ilk çeyreğine ait kâr oranları veya şehirlerin 2000 yılı<br />
nüfus düzeyleri gibi bilgiler yatay kesit verilere örnek olarak verilebilmektedir.<br />
Bununla birlikte, değişkenlere ait veriler farklı dönemleri de kapsayabilmektedir.<br />
Örneğin, şehirlerin nüfus bilgilerine ait yatay kesit verileri pop1970, pop1980,<br />
pop1990 ve pop2000 gibi on yıllık periyodlar halinde de izlenebilmektedir. Ancak<br />
zaman serisi verilerinin aksine, bir yatay kesit veri setine ait gözlemler i indisi<br />
yardımıyla gösterilmektedir, zamanı ifade eden t indisi kullanılmaz (Baum, 2006: 43).<br />
Genel bir formda belirtmek gerekirse iki değişkenden oluşan yatay kesit regresyon<br />
denklemi,<br />
Y<br />
X <br />
(6)<br />
i i i i i<br />
olarak yazılabilmektedir. (6) numaralı denklemde yer alan Yi<br />
ve<br />
ve bağımsız değişkenleri;<br />
kesit birimlerini ve<br />
i<br />
i<br />
, sabit terim parametresini;<br />
i<br />
X i<br />
, sırasıyla bağımlı<br />
, eğim katsayısını; i, yatay<br />
ise hata terimini yansıtmaktadır. (6) numaralı regresyon<br />
denklemi, En Küçük Kareler (OLS) yöntemi kullanılarak tahmin edilmekte ve<br />
değişkenler arasındaki ilişkiler saptanabilmektedir.<br />
Türkiye ekonomisinde mutluluk düzeyinin sosyo-ekonomik belirleyicilerinin<br />
saptanabilmesi amacıyla ekonomik ve sosyal belirleyiciler ayrı ayrı dikkate alınarak,<br />
ekonomik belirleyiciler için (7) ve sosyal belirleyiciler içinse (8) numaralı regresyon<br />
denklemlerinden yararlanılacaktır:<br />
Mutluluk Gelir Gelir Nüfus Eğitim + İşsizlik<br />
2<br />
i 0 1 i 2 i 3 i 4 i 5 i<br />
İstihdam Enflasyon Yoksulluk <br />
Eşitsizlik<br />
6 i 7 i 8 i 9<br />
i<br />
Tüketim Girişim Ticaret <br />
10 i 11 i 12 i i<br />
(7)<br />
2<br />
Mutluluki 0 1Umut i<br />
2Demokrasii 3Demokrasii 4Yerleşiki<br />
Evlenme Boşanma Yaşam Kent Kıyı Etnik (8)<br />
5 i 6 i 7 i 8 i 9 i 10 i<br />
11Teröri 12Uzaklıki 13Çatışmai 14Coğrafyai<br />
1<br />
5<br />
Suç i<br />
i<br />
(7) ve (8) numaralı regresyon denklemlerinde yer alan<br />
0<br />
ve<br />
0<br />
, sabit terimi ve<br />
; eğim parametrelerini ve i<br />
ise beyaz gürültü hata terimini yansıtmaktadır.<br />
768
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 1: Değişkenler İle İlgili Temel Bilgiler<br />
Veri Tanımı Kısaltma Veri Kapsamı Birim Yıl Kaynak<br />
Bağımlı Değişken<br />
Mutluluk Düzeyi Mutluluk Yaşam Düzeyine Olan Memnuniyet % 2013 Yılı TÜİK<br />
Bağımsız Değişkenler: Makroekonomik Belirleyiciler<br />
Gelir Düzeyi Gelir (+) Kişi Başına Düşen Gayrisafi Katma Değer Türk Lirası 2015 Yılı TÜİK<br />
Gelir<br />
Düzeyi<br />
Gelir 2<br />
(-)<br />
Kişi Başına Düşen Gayrisafi<br />
Katma Değerin Karesi<br />
Türk Lirası 2015 Yılı TÜİK Verilerinden<br />
Hareketle Kendi<br />
Hesaplamalarımız<br />
Nüfus Düzeyi Nüfus (+/-) İl’de Yaşayan Toplam Kişi Sayısı İl Toplam 2015 Yılı TÜİK<br />
Nüfusu<br />
Eğitim Düzeyi Eğitim (+) İlköğretim, Ortaokul, Lise ve Yükseköğretimde Net % 2013 Yılı TÜİK, YÖK<br />
Okullaşma Oranı<br />
İşsizlik Oranı İşsizlik (-) Çalışmayan Kişi Sayısının Kurumsal Olmayan Nüfus % 2013 Yılı TÜİK<br />
İçindeki Oranı<br />
İstihdam Oranı İstihdam (+) Çalışan Kişi Sayısının Kurumsal Olmayan Nüfus<br />
% 2013 Yılı TÜİK<br />
İçindeki Oranı,<br />
Enflasyon Oranı Enflasyon (-) Tüketim Harcamalarına İlişkin Fiyat Düzeyi Endeksi Endeks 2014 Yılı TÜİK<br />
Yoksulluk Düzeyi Yoksulluk (-) Medyan Gelirin %50’sine Göre Yoksulluk Oranı % 2014 Yılı TÜİK<br />
Gelir Dağılımı Eşitsizlik (-) Gini Katsayısı Değer 2014 Yılı TÜİK<br />
Tüketim<br />
Düzeyi<br />
Tüketim<br />
(+)<br />
Gıda, Giyim, Sağlık, Haberleşme ve Eğitim<br />
Alanlarına Yapılan Harcamaların Toplam Harcama<br />
Düzeyi İçindeki Oranı<br />
% 2014 Yılı TÜİK<br />
Girişimcilik Girişim (+) İş kayıtlarına Göre Girişim Sayıları Sayı 2015 Yılı TÜİK<br />
Ticari<br />
Ticaret<br />
% 2014 Yılı TÜİK<br />
Açıklık<br />
(+)<br />
Kişi Başına Dışa Açıklık Oranı<br />
(Kişi Başına İhracat + Kişi Başına İthalat)/Kişi Başına<br />
Gelir<br />
769
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 1’in Devamı<br />
Bağımsız Değişkenler: Sosyal Belirleyiciler<br />
Umut Düzeyi Umut (+) Gelecek İle İlgili Beklenen Umut Algısı, Kadınlarda % 2013 Yılı TÜİK<br />
Umut Düzeyi<br />
Demokrasi Seviyesi Demokrasi (+) 1 Kasım 2015 Genel Seçimlerine Katılım Oranı % 2015 Yılı TÜİK<br />
Yerleşik<br />
İstikrarsızlığı<br />
Yerleşik<br />
(-)<br />
Yerleşiklerin<br />
Göç Hareketleri<br />
% 2015 Yılı TÜİK Verilerinden<br />
Hareketle Kendi<br />
Hesaplamalarımız<br />
Evlenme Düzeyi Evlenme (+) Kaba Evlenme Hızı ‰ 2015 Yılı TÜİK<br />
Boşanma Düzeyi Boşanma (-) Kaba Boşanma Hızı ‰ 2015 Yılı TÜİK<br />
Yaşam Beklentisi Yaşam (+) Doğumda Yaşam Beklentisi Değer 2013 TÜİK<br />
Kentleşme Düzeyi Kent (+) İl ve İlçe Merkezleri Nüfusunun Toplam Nüfus<br />
İçindeki Oranı<br />
Kıyı<br />
Kıyı<br />
İlin Kıyı Kesimlerine Olan<br />
Kesimi<br />
(+/-)<br />
Uzaklık Durumu<br />
Etnik<br />
Etnik<br />
İl İçerisindeki Etnik<br />
Ayrışma<br />
(-)<br />
Ayrışma Düzeyi<br />
Terörizm<br />
Düzeyi<br />
Terör<br />
(-)<br />
Terör Eylemleri Dolayısıyla Hayatını<br />
Kaybedenler ve Yaralananlar<br />
% 2014 Yılı TÜİK<br />
Kukla<br />
Değişken<br />
- -<br />
Değer 2015 Yılı YSK Verilerinden<br />
Hareketle Kendi<br />
Hesaplamalarımız<br />
Ölü ve Yaralı 1971-2014 Global Terrorism<br />
Toplam Kişi Ortalama<br />
Database<br />
Sayısı<br />
Km - KGM<br />
İller Arası Mesafe Uzaklık (+) Terör Eylemlerinin En Yoğun Olarak Gerçekleştiği<br />
İle Olan Uzaklık<br />
Çatışma Düzeyi Çatışma (-) Askeri Kuvvetler ile Terör Örgütleri Arasındaki Kukla Değişken - -<br />
Çatışma Durumu<br />
Coğrafi Konum Coğrafya (-) Terör Eylemlerinin Yoğun Olarak Gerçekleştiği İllere Kukla Değişken - -<br />
Yakınlık<br />
Suç Seviyesi Suç (-) İl’de Suç İşleyen Toplam Kişi Sayısı Toplam Kişi 2014 Yılı TÜİK<br />
Sayısı<br />
Not: Değişkenlere ait kısaltmaların yanında bulunan parantez içindeki işaretler, ekonometrik analizler için beklenen katsayı işaretlerini yansıtmaktadır.<br />
770
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
4. UYGULAMA BULGULARI<br />
Türkiye ekonomisi 81 il bazında mutluluk düzeyinin sosyo-ekonomik belirleyicilerine<br />
ilişkin uygulama bulguları sunulmadan önce ilgili değişkenler arasındaki korelasyon<br />
ilişkileri ve bu ilişkilere ait anlamlılık durumları sınanmaya çalışılmıştır 1 .<br />
Mutluluk düzeyi ile makroekonomik değişkenler arasındaki korelasyon bağlantıları<br />
beklentilerle uyumlu bir şekilde mutluluk ile gelir, eğitim, istihdam, tüketim, girişim<br />
ve ticaret arasında pozitif yönlü; mutluluk düzeyi ile nüfus, işsizlik, enflasyon,<br />
yoksulluk ve eşitsizlik arasında ise negatif yönlü ilişkilerin geçerli olduğunu<br />
göstermektedir. Bu sonuçlar, ekonomik canlanma dönemlerinde ya da konjonktürün<br />
pozitif yönlü olarak ivmelendiği periyodlarda mutluluk düzeyinin yükselebildiğini,<br />
buna karşın durgunluk ya da konjonktürel daralma dönemlerinde ise mutluluk<br />
seviyesinin tersine dönebildiğini yansıtmaktadır.<br />
Potansiyel sosyal belirleyicilerin mutluluk düzeyi ile olan korelasyon ilişkileri<br />
mutluluk ile umut, demokratik toplum düzeni, uzun yaşam süreleri ve kıyı<br />
kesimlerinde ikamet edilmesi arasında pozitif yönlü bağlantıların varlığını<br />
kanıtlamaktadır. Mutlu bir hayat için evliliklerin yetersiz kaldığı, artan boşanmaların<br />
ise temel bir mutsuzluk kaynağı olduğu da analizlerde ortaya konulmaktadır. Todaro<br />
paradoksunu 2 hatırlatırcasına, artan kentleşme seviyelerinin toplumsal yapıyı tahrip<br />
edebileceğini ve dolayısıyla da mutluluk düzeyine ket vurabileceği<br />
savunulabilmektedir. Yerleşik istikrarsızlığı ya da bir diğer ifadeyle göç ile mutluluk<br />
arasındaki korelasyon katsayının negatif olması da bu hususu doğrular niteliktedir.<br />
Diğer taraftan, toplumsal bağların kuvvetlendirilmesine engel olan etnik ayrımcılığın<br />
mutluluğu azalttığı, terör eylemlerinin de benzer bir etkiye sahip olduğu<br />
vurgulanmaktadır. Terör eylemlerinin yoğun olarak gerçekleştiği illere yakınlığın<br />
mutluluğu azalttığı, buna karşın ilgili illere uzak olunmasına bağlı olarak mutluluğun<br />
perçinlenebileceği söylenebilir. Suç işleme düzeyinin artmasına bağlı olarak<br />
mutluluğun azaldığının söylenebildiği ülkemizde, toplumsal karmaşaya neden olan iç<br />
çatışmaların da mutluluk üzerinde negatif etkileri olabileceği vurgulanabilir.<br />
Çalışmanın bu kısmında, mutluluk düzeyinin sosyo-ekonomik belirleyicileri yatay<br />
kesit analizleri yardımıyla tahmin edilmeye çalışılmıştır. Bu amaç dâhilinde<br />
hazırlanan Tablo 2, mutluluğun düzeyinin makroekonomik ve sosyal belirleyicileri<br />
tahmin sonuçlarını yatay kesit analizleri kapsamında ayrı ayrı göstermektedir.<br />
1<br />
Sayfa kısıtından dolayı korelasyon tabloları çalışmada sunulamamıştır. Arzu<br />
edildiği takdirde mutluluk düzeyinin sosyo-ekonomik belirleyicilerine ilişkin<br />
korelasyon katsayıları okuyuculara yazarlar tarafından temin edilebilir.<br />
2<br />
Kentlerde gerçekleştirilen sosyal ve altyapı yatırımlarının kentlere olan göçü<br />
hızlandıracağı, istihdamı azaltacağı, işsizlik oranlarını yükselteceği, enformel sektörü<br />
genişleteceği, hayat pahalılığı ile gelir eşitsizliğini ve böylece yoksulluğu artıracağı,<br />
trafik sıkışıklıklarına neden olacağı, hastane ve köprülere daha fazla ihtiyaç<br />
duyulacağı ve sağlıksız hava koşullarına yol açacağını savunan paradoks.<br />
771
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 2. Yatay Kesit Analiz Sonuçları<br />
Bağımlı Değişken: Mutluluk<br />
Makroekonomik Belirleyiciler<br />
Sosyal Belirleyiciler<br />
Değişken Katsayı (t-<br />
İst.)<br />
Olasılık Değişken Katsayı (t-<br />
İst.)<br />
Sabit (C) 71.406 0.000 Sabit (C) 41.116<br />
(5.150) ***<br />
(4.225) ***<br />
Mutluluk(-1) -0.161 (- 0.162 Mutluluk(-1) -0.143 (-<br />
1.410)<br />
1.398)<br />
Mutluluk(-2) -0.090 (- 0.430 Mutluluk(-2) -0.096 (-<br />
0.792)<br />
0.776)<br />
Mutluluk(-3) 0.082 0.467 Mutluluk(-3) 0.077<br />
(0.729)<br />
(0.715)<br />
Gelir 0.215 0.000 Umut 0.944<br />
(3.930) ***<br />
(6.575) ***<br />
Gelir 2 0.004 0.090 Demokrasi 0.582<br />
(1.722) *<br />
(2.171) **<br />
Nüfus -7.13E-07 (- 0.072 Demokrasi 2 0.003<br />
1.775) *<br />
(2.198) **<br />
İlkokul 0.039 0.934 Yerleşik -1.146 (-<br />
(0.082)<br />
1.768) *<br />
Ortaokul -0.050 (- 0.835 Evlenme -0.641 (-<br />
0.208)<br />
0.636)<br />
Lise 0.082 0.298 Boşanma -2.031 (-<br />
(1.045)<br />
1.744) *<br />
Üniversite 0.071 0.094 Yaşam 1.749<br />
(1.711) *<br />
(1.991) **<br />
İşsizlik -0.462 (- 0.032 Kent -0.115 (-<br />
2.176) **<br />
2.771) ***<br />
İstihdam 0.101 0.092 Kıyı 0.026<br />
(1.719) *<br />
(1.725) *<br />
Enflasyon -0.161 (- 0.009 Etnik -4.421 (-<br />
2.698) ***<br />
1.878) *<br />
Yoksulluk -0.603 (- 0.090 Terör -0.105 (-<br />
1.713) *<br />
1.872) *<br />
Eşitsizlik -2.688 (- 0.027 Uzaklık 0.001<br />
2.211) **<br />
(1.816) *<br />
Tüketim 0.270 0.081 Çatışma -2.519 (-<br />
(1.748) *<br />
2.325) **<br />
Girişim<br />
9.04E-06 0.074 Coğrafya -4.103 (-<br />
Eğitim<br />
(1.772) *<br />
Ticaret 6.695<br />
(1.802) *<br />
2.321) **<br />
0.064 Suç -0.001 (-<br />
1.939) *<br />
772<br />
Olasılık<br />
0.000<br />
0.166<br />
0.441<br />
0.481<br />
0.000<br />
0.032<br />
0.030<br />
0.074<br />
0.526<br />
0.083<br />
0.049<br />
0.006<br />
0.088<br />
0.053<br />
0.055<br />
0.061<br />
0.022<br />
0.024<br />
0.056<br />
Modele İlişkin İstatistikler<br />
Modele İlişkin İstatistikler<br />
R 2 :0.511 F(Prob):2.241<br />
R 2 :0.576 F(Prob):2.336<br />
(0.026) ** DW:1.957<br />
(0.021) ** DW:2.006<br />
Not: * , ** ve *** işaretleri ilgili katsayının sırasıyla %10, %5 ve %1 önem düzeyinde anlamlı olduğunu<br />
yansıtmaktadır. Mutluluk değişkenine ait olan ve parantez içinde gösterilen değerler, maksimum sekiz<br />
gecikme uzunluğu üzerinden hesaplanan ve Schwarz kriterine göre belirlenen optimum gecikme<br />
uzunluklarını yansıtmaktadır.<br />
Korelasyon bulgularını teyit eden yatay kesit analiz sonuçları, beklentileri karşılar<br />
nitelikteki bulguları ortaya koymuştur. Cari dönem mutluluk düzeyi üzerinde geçmiş<br />
dönem mutluluk düzeylerinin anlamlı bir etkiye sahip olup olmadığının da sınandığı<br />
Tablo 2, mutluluğun temel kaynağının içinde bulunulan andan etkilendiğini<br />
yansıtmaktadır. Diğer taraftan, artan gelir düzeylerinin bireysel mutluluk için büyük
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
bir önem taşıdığını yansıtan analiz bulguları, belirli bir eşik gelir düzeyinin aşılmasını<br />
takiben mutluluğun daha da artacağını yansıtmaktadır. Günümüz dünyasının olmazsa<br />
olmazlarından biri olarak kabul edilen eğitim düzeyinin (analiz bulgularına göre<br />
sadece üniversite eğitiminin) mutlu olmak için gereken bir faktör olduğunun altını<br />
çizen bulgular, istihdam artışlarına bağlı olarak mutluluğun yükseleceğini<br />
göstermektedir. Ayrıca, bireysel faydayı yükselten tüketim düzeyinin de mutluluk<br />
kaynağı olduğu gözden kaçırılmaması gereken bir noktayı işaret etmektedir. İlaveten,<br />
iş koşullarını artıran girişim ve girişimcilik seviyesi ile genişleyen ticaret<br />
kapasitesinin mutluluk düzeyini pozitif yönlü ve anlamlı bir şekilde etkilediği<br />
görülmektedir. Diğer taraftan, artan nüfus baskısının mutluluğu azaltma eğiliminde<br />
olduğu, işsizlik ve enflasyonun ise temelde satın alma gücü ile kâr oranlarını<br />
düşürerek belirsizliği artırmak vasıtasıyla mutluluk üzerinde daha baskın negatif<br />
etkiler yarattığı izlenmektedir. Ayrıca analiz sonuçları, mutsuzluğun nedeni olarak<br />
yoksulluk ve gelir dağılımında adaletsizin başat faktörlerden olduğunu da teyit eder<br />
niteliktedir.<br />
Mutluluk düzeyinin temel belirleyicilerinden biri olarak geleceğe yönelik umut<br />
algısının önemli bir rol oynadığını gösteren analiz bulguları, demokratik toplum<br />
düzeninin mutluluğa giden yolda önemli faktör olduğunu, dahası demokrasi önündeki<br />
tüm engellerin aşılmasına paralel olarak (eşik demokrasi düzeyinin aşılması) mutluluk<br />
düzeyinin ivme kazanacağını yansıtmaktadır. Dünyevi zevkleri artırma olanağı<br />
sağlayan uzun hayat süreleri ile denize kıyısı olan lokasyonlarda yaşama imkânlarının<br />
mutluluk düzeyi üzerinde pozitif yönlü etkiler yarattığı da gözlenmektedir. Diğer<br />
taraftan, boşanma oranları ile kentleşme düzeylerindeki artışların mutsuzluğu da<br />
beraberinde getirdiğinin gözlendiği analiz bulguları, terörizmi besleyebilen bir<br />
kaynak olan etnik ayrımcılık ile her türlü terör eylemlerinin ve terör eylemlerine<br />
yoğun olarak sahne olan illere yakınlığın mutluluk düzeyini düşürdüğünü<br />
göstermektedir. Söz konusu bu bulgu, terör eylemlerinin yoğun olarak gerçekleştiği<br />
illere olan uzaklığın mutluluğu artırdığını gösteren Uzaklık değişkeninin iktisadi<br />
bakımdan anlamlı pozitif bir katsayı alması ile de teyit edilmektedir. Son olarak,<br />
terörizme paralel biçimde mutluluğa sekte vuran en temel değişkenlerden bir diğerinin<br />
de artan suç düzeyi olduğu söylenebilmektedir.<br />
Analiz bulgularının bir bütün olarak anlamlı bulunmaları, nispeten yüksek<br />
sayılabilecek bir belirlilik katsayısına sahip olmaları ve analizlerin otokorelasyon<br />
problemini bünyesinde barınmamaları dolayısıyla tutarlı sonuçlar elde edildiği de<br />
savunulabilmektedir.<br />
5. SONUÇ<br />
Bu çalışmada, mutluluk düzeyinin sosyo-ekonomik belirleyicileri Türkiye<br />
ekonomisinde 81 il bazında 2013 yılı için yatay kesit analizleri yardımıyla<br />
incelenmiştir. Bu kapsam doğrultusunda ilk olarak belirlenen değişkenler itibariyle<br />
korelasyon katsayıları ile bu katsayılara ait anlamlılık düzeyleri saptanmaya çalışılmış<br />
ve beklentilerle uyumlu olan bulguların varlığı gözlenmiştir. Korelasyon<br />
katsayılarının elde edilme sürecini takiben mutluluğun sosyo-ekonomik belirleyicileri<br />
yatay kesit analizleri kapsamında tahmin edilmiştir. İçinde bulunan dönemdeki<br />
mutluluk düzeyinin geçmiş dönemlerde yakalanan mutluluk seviyesinden bağımsız<br />
773
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
olduğunu gösteren analiz bulguları, istikrarlı bir ekonomik sistemde mutluluk<br />
düzeyinin arttığını yansıtmıştır. Bir diğer ifadeyle, kötü büyüme süreçleriolarak<br />
adlandırılan işsiz, sessiz, acımasız, köksüz ve geleceksiz büyüme türlerinden kesinkes<br />
etkilendiği anlaşılan mutluluk düzeyinin, iktisadi perspektif itibariyle parayla satın<br />
alınabilen bir meta olarak görüldüğü (Gelir ve Gelir 2 değişkenlerinin pozitif değer<br />
alması dolayısıyla) söylenebilir. Diğer taraftan, gelecek ile ilgili olumlu beklentilerin<br />
mutluluğu artırdığı, buna karşın her türlü terör ve suç işleme düzeylerinin ise mutluluk<br />
düzeyi üzerinde negatif yönlü baskılar oluşturduğu gözlenmiştir. Artan yaşam<br />
düzeyinden olumlu bir biçimde etkilenen mutluluk düzeyinin, “deniz havasından”<br />
büyük bir haz aldığı, buna karşın etnik ayrımcılıktan ise nefret ettiği belirtilebilir.<br />
İfade edilmeye çalışılan analiz bulguları itibariyle ekonomik büyümeye ivme<br />
kazandıran ve büyüme sürecini toplumda nispeten adil dağıtan, istihdam imkânı<br />
yaratan, demokratik toplum düzeninin oluşmasını sağlayan, gelecek kuşakların<br />
gereksinimlerini tüketmeyen, yoksulluğu azaltmayı hedefleyen ve toplumda<br />
ayrımcılık yaratmayan kamusal politikaların mutlu bir toplumsal yaşamın inşası için<br />
olmazsa olmaz iktisadi koşullar olduğu belirtilebilir. Ayrıca, terörizmi ve toplumsal<br />
karmaşaya yol açan suç düzeyini engelleyen ve bu doğrultuda bireylerin geleceğe<br />
umutla bakmasını sağlayan bir refah devletinin hayati önem taşıdığı da gözden<br />
kaçırılmaması gereken bir noktaya işaret etmektedir. Söz konusu bulgular temelinde<br />
uygulanacak olan her iktisat politikasının gerek ekonomik sistemin iyileştirilmesi ve<br />
gerekse toplumsal huzurun kapılarını açması bakımından kaçınılmaz olacağını ve<br />
böylesi bir sürecin ise mutlu ve müreffeh bir sosyal kalkınma yönünde büyük bir adım<br />
olarak değerlendirilebileceğini söylemek olasıdır.<br />
KAYNAKÇA<br />
Akyüz, K. and Armstrong, T. (2011), “Understanding the Socio-structural Correlates<br />
of Terrorism in Turkey”, International Criminal Justice Review, 21(2), 134-<br />
155.<br />
Angels, Luis (2011), “A closer Look at the Easterlin Paradox”, The Journal of Socio-<br />
Economics, 40(1), pp. 67–73.<br />
Baum, C. F. (2006), An Introduction to Modern Econometrics Using Stata, USA:<br />
Stata Press.<br />
Beja, E.L. (2014), “Income Growth and Happiness: Reassessment of the Easterlin<br />
Paradox”, International Review of Economics, 61(4), pp 329–346.<br />
Blau, P. M. (1977), Inequality and Heterogeneity, New York: Free Press.<br />
Blau, P. M., Blum, T. C. and Schwartz, J. E. (1982), “Heterogeneity and<br />
Intermarriage”, American Sociological Review, 47(1), 45-62.<br />
Castriota, S. (2007), “Education and Happiness: a Further Explanation to the Easterlin<br />
Paradox”, CEIS Working Paper No. 246<br />
Clark, A.E., (2011), “Income and Happiness: Getting the Debate Straight“, Applied<br />
Research in Quality of Life, Springer Verlag, 6 (3), pp.253-263.<br />
Clark, Andrew E., Frijters, Paul, Shields, Michael A. (2008), “Relative Income,<br />
Happiness, and Utility: An Explanation for the Easterlin Paradox and Other<br />
Puzzles” Journal of Economic Literature, 46(1), pp. 95-144.<br />
Clark, A.E. and Senik, C. (2011), “Will GDP Growth Increase Happiness in<br />
Developing Countries”, IZA DP No.5595.<br />
774
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Crespo, R.F. and Mesurado, B. (2015), “Happiness Economics, Eudaimonia and<br />
Positive Psychology: From Happiness Economics to Flourishing<br />
Economics”, Journal of Happiness Studies, 16(4), pp 931–946.<br />
Çirkin, Z. ve Göksel, T.(2016), “Mutluluk ve Gelir”, Ankara Üniversitesi SBF<br />
Dergisi, Cilt 71, No. 2, s. 375-400.<br />
Doğan, Tayfun ve Eryılmaz, Ali (2012), “Akademisyenlerde İşle İlgili Temel İhtiyaç<br />
Doyumu ve Öznel İyi Oluş”, Ege Akademik Bakış, 12(3), ss. 383-389.<br />
Easterlin, R.A. (1974), “Does economic growth improve the human lot? Some<br />
empirical evidence, Nations and Households in Economic Growth 89, 89-<br />
125.<br />
Easterlin, R.A., Mcvey, L.A., Switek, M., Sawangfa, O. and Zweig, J.S. (2010), “The<br />
Happiness–Income Paradox Revisited”,<br />
http://www.pnas.org/content/107/52/22463.<br />
Graham, C., and Pettinato, S. (2002). Happiness and Hardship. Opportunity and<br />
Insecurity in New Market Economies. Washington D.C.: Brookings<br />
Institution Press.<br />
Gu Teng and Hu Lingyi (2011), “Economic Determinants of Happiness: Evidence<br />
from the US General Social Survey”, https://arxiv.org/pdf/1112.5802.<br />
Hagerty, Michael R. and Veenhoven, Ruut (2003), “Wealth and Happiness Revisited-<br />
Growing National Income Does Go with Greater Happiness”, Social<br />
Indicators Research, 64(1), pp 1–27.<br />
Inglehart, R. and Klingemann H.D. (2000), “Genes, Culture, Democracy and<br />
Happiness”, https://www.wzb.eu/www2000/alt/iw/pdf/genecult.pdf.<br />
Inglehart, R., Foa, R., Peterson, C. and Welzel, C. (2008), “Development, Freedom,<br />
and Rising Happiness: A Global Perspective (1981–2007)”, Perspectives on<br />
Psychological Science July 2008 3: 264-285.<br />
Kaya, C.T. (2012), “Etik Değerlerden Sapmanın Muhasebesi”, Organizasyon ve<br />
Yönetim Bilimleri Dergisi, Cilt 4, Sayı 2, ISSN: 1309 -8039.<br />
Knight, J. and Gunatilaka, R. (2009), “The Rural–Urban Divide in China: Income but<br />
Not Happiness”, Journal of Development Studies, Vol. 46, No. 3, 506–534.<br />
Lee, C.G., Ng, P.K. and Lee, C. (2013), “Short-run and Long-run Causalities Between<br />
Happiness, Income and Unemployment in Japan”, Applied Economics<br />
Letters, Vol. 20, No. 18, 1636–1639.<br />
Perovic, L.M. and Golem, S. (2010), “Investigating Macroeconomic Determinants of<br />
Happiness in Transition Countries”, Eastern European Economics, 48(4), pp.<br />
59–75.<br />
Stevenson, B. and Wolfers, J. (2008), “Economic Growth and Subjective Well-Being:<br />
Reassessıng The Easterlın Paradox”, Working Paper 14282.<br />
Stock, J. H. And Watson, M. W. (2011), Ekonometriye Giriş, Çev.: Bedriye<br />
Saraçoğlu, Ankara: Efil Yayınevi.<br />
Tella, R.D. and Macculloch, R. (2008), “Gross National Happiness As an Answer to<br />
the Easterlin Paradox”, Journal of Development Economics, 86(1), pp. 22–<br />
42.<br />
775
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Zafer Kalkınma Ajansı Örneğinde Kalkınma<br />
Ajanslarının Bölgesel Sosyal Kalkınmanın Sağlanmasına<br />
Yönelik Katkıları<br />
Öz<br />
Ethem Kadri PEKTAŞ 1 , Atahan DEMİRKOL 2*<br />
Bölgeler arası gelişmişlik farklılıklarının giderilmesi, bölgelerin gelişme süreçlerinde<br />
etkinlik ve verimliliğinin artırılması, bölgelerin rekabet gücünün geliştirilmesi ve<br />
refahın ülke coğrafyasına dengeli bir şekilde dağılımının sağlanması özellikle<br />
gelişmekte olan ülkelerin temel sorun alanlarındandır. Bölgesel kalkınma<br />
politikalarının uygulama araçlarından biri olarak görülen bölgesel kalkınma ajansları,<br />
bu sorunların çözümü bakımından son birkaç on yılın en fazla tartışılan konuları<br />
arasında yer almaktadır. Bu çalışmada; yerel sosyal kalkınmaya yönelik girişimleri<br />
desteklemek ve bölgelerinin rekabet gücünü artırarak sürdürülebilir bölgesel sosyal<br />
kalkınmayı gerçekleştirmek gibi amaçlarla faaliyetler yürüten bölgesel kalkınma<br />
ajansları ve bölgesel sosyal kalkınma sürecindeki rol ve etkileri gözden<br />
geçirilmektedir. Bu bağlamda çalışmada; kalkınma ajanslarının yürüttükleri<br />
faaliyetler ve bölgesel sosyal kalkınma sürecine olan katkıları; İBBS TR33 Düzey 2<br />
bölgesinde kurulan Zafer Kalkınma Ajansı örneğinde son yıllarda özellikle<br />
destekledikleri sosyal projeler ve uygulamaları üzerinden değerlendirilmektedir.<br />
Anahtar Kelimeler: Bölge, Bölgesel Kalkınma, Sosyal Kalkınma, Kalkınma<br />
Ajansları, Zafer Kalkınma Ajansı.<br />
Contributions of Development Agencies on the Purpose<br />
of Providing Regional Social Development in the Case of<br />
Zafer Development Agency<br />
Abstract<br />
Eliminating interregional development differences and inequalities, increasing<br />
efficiency and effectiveness at development processes of similar regions, advancing<br />
competition power of regions are main issues of developing/underdeveloped<br />
countries. Regional development agencies as the tools of these policies are among the<br />
most discussed subjects upon solving those problems in the last decades. In this study,<br />
regional development agencies that act on the purpose of promoting local social<br />
development initiatives, achieving sustainable regional social development through<br />
increasing competition power of regions and the effects and roles of them upon<br />
regional social development processes are under consideration. In this regard,<br />
activities of development agencies and their contribution to regional development<br />
1<br />
Doç. Dr., Afyon Kocatepe Üniversitesi, İİBF, pektas@aku.edu.tr (Sorumlu Yazar/Corresponding Author)<br />
2<br />
Arş. Gör., Afyon Kocatepe Üniversitesi, İİBF, ademirkol@aku.edu.tr<br />
*<br />
Bu çalışma Afyon Kocatepe Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Komisyonunca Desteklenmiştir. Proje<br />
No:16.KARİYER.14<br />
776
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
process are evaluating in the case of Zafer Development Agency that founded at<br />
NUTS2 Level TR33 region, through its recent promotions upon social projects and<br />
practises.<br />
Keywords: Region, Regional Development, Social Development, Development<br />
Agencies, Zafer Development Agency.<br />
1. GİRİŞ<br />
“Bölge” kavramı ile çoğunlukla coğrafi bir alan ve özellikle de bir ülke sınırları<br />
içindeki iklimsel, coğrafi, ekonomik, kültürel, sosyal vb. bakımlardan benzerlik<br />
gösteren alanların oluşturduğu ve genellikle de birden fazla ili kapsayan kümeler<br />
anlaşılmaktadır. Söz konusu kümeleri (bölgeleri) diğerlerinden ayıran özelliklerin,<br />
aynı zamanda aralarındaki gelişmişlik farklarının da temel belirleyicileri olduğu ifade<br />
edilebilir. Uygun ve yeterli doğal kaynağa, nakdi sermayeye, bunları yüksek verimde<br />
ve kalitede üretime dönüştürecek nitelikli insan gücüne, ürünlerin pazarlanması ve<br />
dağıtılması için elverişli coğrafi konuma sahip olmak gibi avantajlar kimi bölgeleri<br />
diğerlerine göre çok daha yüksek bir gelişmişlik seviyesine taşıyabilmektedir. Az<br />
gelişmiş bölgelerde yaşanan durgunluk ve görece gelişmiş bölgelere doğru<br />
gerçekleşen göç eğilimleri mevcut gelişmişlik farkını daha da derinleştirmektedir.<br />
Ayrıca ülke nüfusunun çekim merkezi olarak görülen gelişmiş bölgelerde yığılma<br />
göstermesi, hem bu bölgelerin büyük kentlerinde çeşitli kentleşme sorunlarına yol<br />
açmakta, hem de dengesiz bir şekilde artan nüfus sebebiyle sağlık, istihdam, eğitim,<br />
güvenlik gibi kamusal hizmetlere erişimde aksaklıkların yaşanmasına sebep<br />
olabilmektedir. Bu durum da başta yerel yönetimler olmak üzere kamu yönetimi<br />
örgütlerini planlananın üzerinde bir yükle karşı karşıya bırakmaktadır.<br />
Bir bölgedeki fiziksel, sosyal, kültürel, demokratik, demografik vb. özelliklerin ve<br />
değişimlerin göz ardı edildiği bir ortamda, ekonomik göstergeler gelişmişlik<br />
farklarının izahında yetersiz kalmaktadır. Kadının toplumdaki yeri, eğitim, yaşam<br />
kalitesi gibi değişkenler bölgeler arası gelişmişlik farklarının belirlenmesinde<br />
yararlanılan unsurlardan birkaçını oluşturur (Sümer ve Özcan, 2011:103). Kadınlar<br />
dışında diğer dezavantajlı kesimler olarak; dar gelirliler (yoksullar), engelliler,<br />
yaşlılar, gençler, çocuklar, göçmenler vb. sosyal kesimlerin mevcut yaşam<br />
standartlarına ilişkin veriler de söz konusu unsurlara dâhil edilebilir.<br />
Bir ülkede başta siyasal iktidar olmak üzere, kamu yönetiminin çeşitli seviyelerindeki<br />
politika belirleme ve uygulama yetkisine sahip birimlerinin ve bölgesel aktörlerin<br />
bölgeler arası gelişmişlik farklılıklarının giderilmesi çabasına katkı vermedikleri bir<br />
vasatta, bu farklılığın azgelişmiş bölgeler aleyhine artış göstereceği ortadadır. Süreç<br />
kendi haline bırakıldığında, hâlihazırda ekonomik ve sosyal gelişmişliği yüksek olan<br />
bölgeler daha çok nüfus için cazibe merkezi olmaya devam edecek, artan nüfus ve<br />
buna bağlı hizmet talebi özel sektör kuruluşlarını bu bölgelerde daha da fazla yatırım<br />
yapmaya yönlendirecektir. Bu döngü içinde nüfus gelişmiş bölgelere yığılmaya<br />
devam ettiğinden, göç veren bölgeler ile cazibe merkezi olarak görülen bölgeler<br />
arasındaki uçurum iyice artacak ve durum telafisi güç bir noktaya gelecektir. İşte bu<br />
noktada bölgesel kalkınma ajanslarının; faaliyet gösterdikleri bölge içindeki ve diğer<br />
bölgeler arasındaki başta ekonomik ve sosyal olmak üzere tüm gelişmişlik<br />
777
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
farklılıkların azaltılması ve mümkünse ortadan kaldırılması, böylece bölgesel<br />
ölçekten başlanarak ülkesel/ulusal refahın sağlanması bakımlarından önemi ve işlevi<br />
öne çıkmaktadır.<br />
2. BÖLGESEL KALKINMAYA İLİŞKİN TEMEL KAVRAMLAR VE<br />
BÖLGESEL SOSYAL KALKINMA<br />
2.1. Bölge, Kalkınma ve Kalkınmanın Farklı Boyutları<br />
Bölge kavramının coğrafi anlamda bir ülke sınırları içindeki farklı coğrafi özelliklerin<br />
sınır kabul edilmesiyle oluşturulan alanları, idari anlamda ise bir ara yönetim<br />
kademesini ya da bir yerel yönetim birimini tanımladığı söylenebilir. Bir tanıma göre<br />
“planlama amaçlı bölge (plan bölge) kentten daha geniş, ülkeden daha küçük, yönetsel<br />
sınırları ulus yönetsel birim sınırlarıyla çakışan, ama etkileşim açısından o sınırları<br />
aşabilen, yerinden yönetilen, demokratik-katılımcı bir yönetime ve bütçeye sahip bir<br />
planlama ve yönetim birimi”dir (DPT, 2000:8).<br />
Kalkınma başlangıçta daha çok ekonomik göstergelerden hareketle, gayri safi yurt içi<br />
hasılanın önceki yıllara göre artış göstermesi, kişi başına düşen milli gelirin sürekli ve<br />
dengeli olarak yükselmesi vb. biçimlerde anlaşılır ve tanımlanırken, zaman içinde<br />
daha çağdaş bir anlamla, bir ülkenin ekonomik, sosyal ve kültürel alanda ilerlemesini,<br />
kurumsal kapasitesinin güçlenmesini, insan kaynakları niteliğinin artmasını, çevreye<br />
duyarlılığın gelişmesini ve bireysel refahın yükselmesini ifade eden çok boyutlu ve<br />
kapsamlı bir kavram niteliğini kazanmıştır (Kalkınma Bakanlığı, 2013a:1). Gerçekten<br />
de kalkınma kavramı, gelişmişlik seviyelerinin ölçülmesinde göz önünde<br />
bulundurulan değişkenlerin zaman içinde çeşitlenmesiyle birlikte ekonomik<br />
göstergelerle açıklanamayacak geniş bir anlamı ifade eder hale gelmiştir.<br />
Kalkınmaya ilişkin sınıflandırmalar yapılırken gözetilen ölçütlerden biri kalkınma<br />
sürecinin inceleme konusu yapıldığı coğrafi alanın büyüklüğü/genişliği ile ilgilidir.<br />
Bu bakımdan kalkınma “yerel kalkınma”, “bölgesel kalkınma”, “ulusal kalkınma” ve<br />
“küresel kalkınma” gibi biçimlerde kategorize edilir. Diğer bir ölçüt ise bu alanlarda<br />
gerçekleşen değişimin ya da gelişimin niteliğine dayanır. Örneğin; nüfusun<br />
bileşenlerinde, istihdam-işsizlik oranı, gayrisafi gelir ve kişi başına gelir gibi<br />
ekonomik göstergelerde, alt ve üst yapı yatırımlarının miktarında, konut ihtiyacının<br />
karşılanma oranında, güvenlik, sağlık, kültür, sanat ve eğitim hizmetlerinin<br />
miktarında ve kalitesinde, iletişim ve haberleşme imkânlarında, halkın yönetime<br />
katılma eğilimlerinde meydana gelen değişme ve gelişmeler bu tür bir kalkınma<br />
kategorisine temel oluştururlar. “Fiziksel kalkınma”, “ekonomik kalkınma”, “kültürel<br />
kalkınma”, “siyasal/demokratik kalkınma” ve “sosyal kalkınma” gibi sınıflandırmalar<br />
(Kaya, 2007:4) söz konusu ölçütten hareketle geliştirilmişlerdir.<br />
Fiziksel kalkınma kısaca altyapı, planlama ve denetim faaliyetlerini ifade eder. Buna<br />
göre fiziksel kalkınmada temel faaliyet alanları; planlama, imar, altyapı (yol, su,<br />
kanalizasyon vb.), ulaşım, trafik, kentsel dönüşüm-yenileme, çeşitli donatılar (park,<br />
bahçe, oyun alanı, spor alanı vb.), çevresel dengenin korunması vb. konuları içerir<br />
(Kaya, 2007:38). Ekonomik kalkınmada ise esas olan, ihtiyaçların karşılanması<br />
amacına yönelik olarak üretilen mal ve hizmet miktarında ve elde edilen gelirde<br />
meydana gelen değişimdir. Bu çerçevede katma değeri yüksek mal ve hizmet<br />
778
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
üretiminin gerçekleştirilmesi, üretim faktörlerinin etkin ve verimli kullanılması, tam<br />
istihdamın sağlanması ve istihdamın nitelikli işgücüne dayanan hizmet sektöründe<br />
yoğunlaşması ve kişi başına gelirin artış göstermesi gibi göstergeler ekonomik<br />
kalkınmanın varlığını işaret ederler.<br />
Kültürel kalkınma; genel olarak halkın eğitim ve kültür düzeyinin yükseltilmesini,<br />
kültürel etkinliklerin ve bireylerin bunlara katılımının artırılmasını ve kültür ve tarih<br />
varlıklarının korunmasını anlatır. Kültürel kalkınmada eğitim, kültür ve sanat<br />
merkezleri gibi tesislerin kurulması, bilimsel ve kültürel etkinliklerin (festival,<br />
kongre, panel vb.) düzenlenmesi, bilimsel ve kültürel yayınların artırılması, halkın<br />
bilgi ve yeteneklerinin geliştirilmesine yönelik eğitimler verilmesi, kültürel ve tarihsel<br />
değerlerin korunması ve geliştirilmesi gibi temel faaliyetler söz konusudur.<br />
Siyasal/demokratik kalkınma ise büyük ölçüde katılımla ilgilidir. Yerel ya da bölgesel<br />
alanlar söz konusu seviyenin yükseltilmesinde daha geniş coğrafyalara oranla son<br />
derece elverişli görünmektedirler. Yerel meclislerde (belediye meclisi, il genel meclisi<br />
gibi) üye olarak görev almak, bu meclislere izleyici olarak katılmak, yerel<br />
yönetimlerin karar ve yürütme organları ile (meclis üyeleri, belediye başkan ve<br />
idarecileri gibi) yüz yüze görüşüp problem ve beklentilerini paylaşmak, bilgi ve<br />
iletişim teknolojisi ürünleri yoluyla bilgi edinmek, dilek ve şikâyette bulunmak,<br />
anketlere katılmak ve hatta oy kullanmak, kent konseylerinin farklı meclislerinde<br />
(kadın, çocuk, yaşlı, engelli meclisleri gibi) ve/veya çalışma gruplarında (çevre,<br />
turizm, eğitim, sağlık, kültür çalışma grupları gibi) görev almak, belediye ve il özel<br />
idaresinin bazı hizmetlerine (çevre, trafik, turizm, sağlık, eğitim gibi) gönüllü katılım<br />
yollarını kullanmak gibi imkânlar halkın yönetimde söz sahibi olmasını<br />
kolaylaştırmaktadır. Bunlara ilaveten, sivil toplum kuruluşlarının da kamuoyu<br />
oluşturma, yönetimi etkileme ve kamu yararını gözetme bakımlarından<br />
siyasal/demokratik kalkınmaya önemli katkıları söz konusudur.<br />
Sosyal kalkınma kısaca insan odaklı kalkınmayı ifade eder. Gelir dağılımındaki<br />
adaletsizliğin giderilmesi, halkın konut, sağlık, güvenlik gibi zorunlu ihtiyaçlarının<br />
asgari seviyede karşılanması, yoksulluğun önlenmesi, sosyal dayanışmanın ve iyi<br />
ilişkilerin geliştirilmesi sosyal kalkınma çabalarının temel amaçları arasında yer<br />
almaktadır. Başta yoksullar, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, engelliler ve göçmenler<br />
olmak üzere “dezavantajlı kesimler” olarak bilinen sosyal gruplar, sosyal kalkınmada<br />
öncelikli olarak gözetilen/gözetilmesi gereken kesimleri oluştururlar. Özellikle İkinci<br />
Dünya Savaşı’ndan sonra bozulan ekonomik ve sosyal dengenin kurulması amacıyla<br />
dünyada yeniden önem kazanan sosyal devlet anlayışı ve bu anlayışın yerel alandaki<br />
yansıması olarak “sosyal belediyecilik” uygulamaları son yıllarda Türk yerel yönetim<br />
sisteminde de en çok tartışılan hizmet alanlarından biri haline gelmiştir.<br />
2.2. Bölgesel Sosyal Kalkınma<br />
Bölgesel kalkınma; bir bölgenin, öncelikle kendi içinde, sonrasında ise bölgeler<br />
arasında rekabet ortamının oluşturulmasıyla, mevcut potansiyelini ve yerel/bölgesel<br />
dinamiklerini kullanarak mevcut ekonomik ve sosyal gelişmişlik seviyesinden daha<br />
iyi bir seviyeye taşınması şeklinde tanımlanabilir. Türkiye özelinde<br />
değerlendirildiğinde bölgesel kalkınma kavramının anlamının, 2000’li yıllarla birlikte<br />
779
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
bölgesel gelişmişlik farklarını azaltmayı hedefleyen sınırlı politikalardan, ekonomik<br />
ve sosyal bütünleşmeyi de esas alan politikalara doğru genişlediği (Kalkınma<br />
Bakanlığı, 2013:119) görülür.<br />
Bölgesel kalkınmanın sosyal boyutu ya da bir başka ifade ile bölgesel sosyal kalkınma<br />
ise, bölgede gelir dağılımı, kamu hizmetlerine erişim, refahın dengeli dağıtımı,<br />
dezavantajlı grupların desteklenmesi, kadın istihdamı gibi hususlarda mevcut<br />
durumun bir bütün içinde adalet ve eşitlik ilkelerine de referansta bulunularak daha<br />
iyi bir seviyeye getirilmesini amaçlar. Bu vesileyle sosyal kalkınmanın içeriğinde<br />
sosyal değerler ve adalet kavramı büyük önem arz eder. Başta dar gelirliler<br />
(yoksullar), kadınlar, çocuklar, engelliler ve yaşlılar olmak üzere toplumun çeşitli<br />
dezavantajlı kesimlerinin ekonomik ve sosyal hayatta daha fazla yer almalarını<br />
sağlamak ve onların yaşam kalitelerinin yükseltilmesi bölgesel sosyal kalkınma<br />
politikalarının temel amacını oluşturmaktadır.<br />
3. TÜRKİYE’DE BÖLGESEL KALKINMA POLİTİKALARI VE<br />
BÖLGESEL KALKINMA AJANSLARI<br />
Türkiye’de bölgesel kalkınma politikalarına ilişkin yasal temelin 1961 Anayasası’nda<br />
atıldığı söylenebilir. Anayasanın 41. maddesi ile devlete “iktisadî, sosyal ve kültürel<br />
kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleştirmek; bu maksatla, milli tasarrufu<br />
arttırmak, yatırımları toplum yararının gerektirdiği önceliklere yöneltmek ve<br />
kalkınma plânlarını yapmak” görevi verilmiştir. Anayasanın bu hükmünden hareketle<br />
Devlet Planlama Teşkilatı 3 (DPT) tarafından ulusal kalkınma planları hazırlanmış ve<br />
bu planlar 1963 yılından itibaren ilki “Kalkınma Planı (Birinci Beş Yıl) 1963-1967”<br />
(Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı) olmak üzere uygulamaya konulmuştur. Kalkınma<br />
planları ile birlikte planlı kalkınma dönemi başlamış, ulusal çapta hedefler, kararlar<br />
ve politikalar belirlenmiş ve merkezden belirlenen ölçütlerle aşağıdan yukarıya değil,<br />
yukarıdan aşağıya doğru şekillenen bir kalkınma anlayışı benimsenmiştir.<br />
Bölgesel kalkınma ajanslarının kuruluşuna kadarki süreçte, Türkiye’de bölgesel<br />
kalkınma politikalarının ilk uygulama araçlarından olan kalkınma planlarında<br />
benimsenen ekonomik kalkınma hedef ve ilkeleri, genellikle ekonomik gelişme,<br />
yatırım verimliliği, bölgesel potansiyele göre kamu yatırımı sağlama ve yatırımlarda<br />
en yüksek ekonomik ve sosyal yararın sağlanması olarak belirlenmiştir. Sosyal<br />
kalkınma hedef ve ilkeleri ise daha çok, gelir dağılımında ve kamu hizmetlerinde<br />
denge sağlanması ve refahın dengeli arttırılması gibi konulara odaklanmıştır. Çevresel<br />
hedef ve ilkelere ilk dört kalkınma planında değinilmemiş; beşinci, altıncı ve yedinci<br />
beş yıllık kalkınma planlarında çevre konusuyla ilgili olarak; çevre etki irdelemesi,<br />
politikalarda ve mekân planlarında çevre hususunun gözetilmesi ve sürdürülebilir<br />
kalkınma konularına yer verilmiştir (DPT, 2000:25).<br />
Türkiye’de diğer ulusal kalkınma hedeflerinin yanında; bölgelerarası gelişmişlik<br />
farklılıklarının giderilmesi ve bölgesel kalkınmanın sağlanması amacıyla, sonuncusu<br />
Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018) olmak üzere çok sayıda kalkınma planı ile bu<br />
planların öngördüğü eylem planları ve projeler hazırlanmıştır. Ayrıca bu kapsamda<br />
3<br />
Devlet Planlama Teşkilatı 1960 yılında kurulmuş, 2011 yılında 641 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname<br />
ile Kalkınma Bakanlığı’na dönüştürülmüştür.<br />
780
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
çeşitli dönemlerde hazırlanan bölge planlarıyla, bölgeler arası gelişmişlik<br />
farklılıklarının azaltılması, cazibe merkezi olarak görülen bölgelere veya şehirlere<br />
göçlerin sebeplerini ortadan kaldırmaya çalışmak ve bu göçler sebebiyle oluşan<br />
kentleşme sorunlarını çözmek amaçlanmıştır.<br />
Kalkınma Bakanlığı’nca hazırlanan orta vadeli Bölgesel Gelişme Ulusal Stratejisi’nde<br />
(2014-2023) ise iç göçlerin kentler üzerindeki sosyal etkisi bir inceleme alanı olarak<br />
vurgulanmıştır. Buna göre bu göçler sebebiyle kentlerde oluşan sosyo-kültürel<br />
sorunlar sosyal uyum programlarıyla çözümlenecektir. Bu süreç, yoksullukla<br />
mücadele ve dezavantajlı kesimlerin kent yaşamına sosyal ve ekonomik anlamda<br />
katılımlarının sağlanması gibi yöntemler ile bölgesel sosyal gelişmeye katkı<br />
sağlamayı amaçlamıştır (Kalkınma Bakanlığı, 2014:106). Tüm bunların ötesinde<br />
ilerleyen süreçte bölgesel kalkınma ve bölgesel sosyal kalkınma alanında bir diğer<br />
aktör olarak bölgesel kalkınma ajansları da sisteme dâhil edilmiştir. Bölgesel<br />
kalkınma politikalarının yeni kamu yönetimi ve küreselleşme kavramlarından<br />
etkilenmesiyle, daha yerel ve daha dinamik, daha katılımcı ve yönetişime imkân veren<br />
bir model ihtiyacı doğmuş ve bu ihtiyaç doğrultusunda Türkiye’de bölgesel kalkınma<br />
ajansları 2006 yılından itibaren kurulmaya başlanmıştır.<br />
3.1. Bölgesel Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu<br />
Bölgesel kalkınma ajansları, bir bölge içindeki kalkınma sorunlarını belirleyen ve<br />
buna yönelik olarak çözüm önerileri ve politikalar geliştiren, merkezle yerel arasında<br />
bir bağ kuran icracı örgütsel yapılardır (EURADA, 1999:16). Dünyada ilk örneği<br />
1933’de Amerika’da kurulan Tennessee Vadisi Yönetimi (Tennessee Valley<br />
Authority) olan (Tamer, 2008:6) bölgesel kalkınma ajanslarının Avrupa’daki ilk<br />
örnekleri ise, 1950’li yıllarda Batı Avrupa’da bölge içi ekonomiyi canlandırmak ve<br />
sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak amacıyla kurulmuştur. Avrupa Birliği Yapısal<br />
Fonları’nın kullanılmaya başlaması ile kalkınma ajanslarının sayıları, faaliyet alanları<br />
ve yetkileri artış göstermiştir. Avrupa Birliği’nde kalkınma ajansları ilk olarak<br />
Belçika, Fransa ve İtalya’da faaliyete başlamışlardır. 1970’li yıllarda İngiltere ve<br />
Hollanda, 1980’li yıllarda ise İspanya, Almanya ve İrlanda bölgesel kalkınma<br />
ajanslarının kurulduğu ülkeler olmuşlardır (Türkoğlu, 2015:218).<br />
Ajansların Türkiye’deki kuruluş süreci 2006 yılında çıkarılan 5449 sayılı “Kalkınma<br />
Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun”a<br />
dayanmaktadır. Kanunun kurulmalarını ve kaldırılmalarını Bakanlar Kurulu kararına<br />
bağladığı ve tüzel kişiliği haiz kalkınma ajansları Türkiye’de hem bir ihtiyacın, hem<br />
de Avrupa Birliği uyum şartlarının gereği olarak oluşturulmuşlardır. Konu ile ilgili<br />
olarak 5449 sayılı kanunun genel gerekçesinde “kaynakların hem yerinde ve daha<br />
etkin kullanılması, hem de iller ve bölgeler arası gelişmişlik farklılıklarının azaltılması<br />
ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi amacıyla İstatistiki Bölge Birimleri<br />
Sınıflandırması (NUTS 4 -İBBS) dikkate alınarak alt bölge düzeyinde; planlama,<br />
koordinasyon, uygulama, izleme ve değerlendirme fonksiyonları olan yeni hizmet<br />
bölgeleri ve birimlerinin oluşturulması hedeflenmektedir” ifadesi yer almaktadır.<br />
4<br />
NUTS, İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması’nın (İBBS) orijinal Fransızca karşılığı olan<br />
“Nomenclature des unités territoriales statistiques”in ilk harflerinden oluşan kısaltmasıdır.<br />
781
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bölgesel kalkınma ajanslarının kuruluş amacı “kamu kesimi, özel kesim ve sivil<br />
toplum kuruluşları arasındaki işbirliğini geliştirmek, kaynakların yerinde ve etkin<br />
kullanımını sağlamak ve yerel potansiyeli harekete geçirmek suretiyle, ulusal<br />
kalkınma plânı ve programlarda öngörülen ilke ve politikalarla uyumlu olarak<br />
bölgesel gelişmeyi hızlandırmak, sürdürülebilirliğini sağlamak, bölgeler arası ve<br />
bölge içi gelişmişlik farklarını azaltmak 5 ” olarak belirlenmiştir.<br />
2001 ve 2003 yıllarındaki Avrupa Birliği Katılım Ortaklığı Belgeleri’nde 6 Türkiye<br />
için bölgesel politikalar anlamında bazı şartlar belirtilmiştir. Bölgeler arası ekonomik<br />
ve sosyal uyumun gerçekleştirilmesi amacıyla yasal ve idari düzenlemelerin yapılması<br />
bu belgelerde şarta bağlanmış, bu doğrultuda da Avrupa Birliği ile uyumlu bir sistem<br />
oluşturulması amacıyla İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması (İBBS)<br />
oluşturulmuştur 7 (Işık vd., 2010:12). Söz konusu sınıflandırmada; Türkiye’deki tüm<br />
iller “Düzey 3” olarak (81 adet il) tanımlanmıştır. Ekonomik, sosyal ve coğrafi yönden<br />
benzerlik gösteren komşu iller de, bölgesel kalkınma planları ve nüfus büyüklükleri<br />
de dikkate alınarak “Düzey 2” bölgeleri olarak (26 adet alt bölge) tanımlanmıştır.<br />
Komşu “Düzey 2” bölgelerinin oluşturduğu gruplar da “Düzey 1” bölgeleri olarak (12<br />
adet bölge) tanımlanmıştır. Bu sınıflandırmanın yapılması sonrasında 2006 yılında<br />
iki, 2008 yılında sekiz ve 2009 yılında 16 adet olmak üzere İBBS Düzey 2<br />
bölgelerinde toplamda 26 adet bölgesel kalkınma ajansı kurulmuştur.<br />
4. ZAFER KALKINMA AJANSI VE BÖLGESEL SOSYAL<br />
KALKINMANIN SAĞLANMASINA YÖNELİK KATKILARI<br />
Zafer Kalkınma Ajansı 8 , 14.07.2009 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı 9 ile TR33 İBBS<br />
Düzey 2 bölgesinde kurulmuştur ve Kütahya ili merkezli olarak Afyonkarahisar,<br />
Kütahya, Manisa ve Uşak illerini kapsamaktadır. Yaklaşık 44.000 km 2’ lik bir alanı<br />
kapsayan TR33 bölgesi içinde toplam nüfus 3 milyonun üzerindedir 10 (ZEKA,<br />
2016a:11). Ajans; kalkınma kurulu, yönetim kurulu, genel sekreterlik ve bölge<br />
illerindeki yatırım destek ofislerinden oluşmaktadır. Genel sekreterliğe bağlı olarak<br />
hukuk müşavirliği, iç denetim birimi, planlama ve bölgesel koordinasyon birimi,<br />
program yönetimi birimi, proje geliştirme ve uygulama birimi, izleme ve<br />
değerlendirme birimi ile idari ve mali işler birimi kurulmuştur (ZEKA, 2016a:15).<br />
5<br />
25.01.2006 tarihli ve 5449 sayılı Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri<br />
Hakkında Kanun, Madde 1, RG: 26074.<br />
6<br />
Katılım Ortaklığı Belgeleri, adaylığı resmen kabul edilen her ülke için Avrupa Komisyonu tarafından<br />
hazırlanan ve Konsey tarafından onaylandıktan sonra, AB Resmi Gazetesi’nde yayımlanan belgelerdir<br />
(Avrupa Birliği Bakanlığı, http://www.ab.gov.tr/index.php?p=46226, Erişim: 30.08.2016).<br />
7<br />
28 Ağustos 2002 tarih ve 2002/4720 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile.<br />
8<br />
Başlangıçta Ege Kalkınma Ajansı (EKA) adıyla kurulan ajans 27.10.2009 tarihli yönetim kurulu<br />
toplantısında Kuzey Ege Kalkınma Ajansı (KEKA) adını, 21.10.2010 tarihinde düzenlenen yönetim<br />
kurulu toplantısında ise Zafer Kalkınma Ajansı adını almıştır. Ajans adının kısaltması, 27.11.2010<br />
tarihinde yapılan yönetim kurulu toplantısında “ZEKA” olarak belirlenmiştir (ZEKA, 2011:9-10).<br />
9<br />
2009/15236 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı.<br />
10<br />
TÜİK verilerine göre 2015 yılı sonu itibariyle toplam il nüfusları olarak Afyonkarahisar’ın nüfusu<br />
709.015, Kütahya’nın nüfusu 571.463, Manisa’nın nüfusu 1.380.366 ve Uşak’ın nüfusu 353.048’dir<br />
(Toplam TR33 bölge nüfusu: 3.013.892) (Türkiye İstatistik Kurumu, http://www.<br />
tuik.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=2305, Erişim: 29.08.2016).<br />
782
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Zafer Kalkınma Ajansı’nın bölgesel kalkınma adına yaptığı destekler mali ve teknik<br />
niteliktedir. Mali desteklerden doğrudan finansman desteği; doğrudan faaliyet desteği,<br />
proje teklif çağrısı ve güdümlü proje desteği olarak üçe ayrılır. Doğrudan faaliyet<br />
desteği; bölgesel kalkınma konusunda yapılan acil çalışmalarda desteğin sağlanması<br />
ve aktarılması sürecini kısaltmak ve kolaylaştırmak adına ajans tarafından<br />
yararlanıcılara karşılıksız ve doğrudan o çalışmayla ilgili destek sağlanmasıdır. Proje<br />
teklif çağrısı ise doğrudan faaliyet desteğinin aksine daha planlı ve uzun bir süreci<br />
kapsar. Bu süreçte ajans tarafından yükümlülükleri ve gereklilikleri belirlenmiş olan<br />
belirli konularda yararlanıcı olmak isteyenlerin proje teklifi sunması beklenir.<br />
Sunulan teklifler ajans tarafından incelenip değerlendirilerek kendilerine finansman<br />
desteği sağlanır (Kalkınma Bakanlığı, 2011:74). Güdümlü proje desteği diğer iki mali<br />
destekten farklı olarak bölgesel kalkınma amacıyla stratejik önemdeki projelerin,<br />
yararlanıcıların teklifleri veyahut mevcut projeleri doğrultusunda değil; ajansın<br />
öncülüğünde ve koordinasyonunda desteklenmesidir. Teknik destekler ise ajansın<br />
doğrudan bir finansman desteğinde bulunmadan, bölgedeki kurum ve kuruluşlara<br />
bölgesel kalkınma ile ilgili konularda kendi personeli aracılığıyla veya hizmet alımı<br />
yoluyla istihdam edeceği personel ile teknik destek sağlamasıdır (Kalkınma<br />
Bakanlığı, 2011:79).<br />
Zafer Kalkınma Ajansı mali ve teknik destekler yoluyla genel anlamda bölgesel<br />
kalkınmaya ve bu çalışma özelinde bölgesel sosyal kalkınmaya çeşitli boyutlarda<br />
katkılar sağlamaktadır. 2010 yılı ajans faaliyet raporunda, TR33 Düzey 2 bölgesinde<br />
ekonomik ve sosyal kalkınma alanında çalışmalar yapmanın Zafer Kalkınma<br />
Ajansı’nın temel politikaları ve öncelikleri arasında yer aldığı belirtilmektedir<br />
(ZEKA, 2011:30). Faaliyetlerine 2009 yılının ikinci yarısından itibaren başlayan<br />
Zafer Kalkınma Ajansı, ilk olarak kurumsallaşma adımlarını atmış, yönetişim ağını<br />
oluşturmuş, personel ihtiyacını karşılamaya yönelmiştir. Bu sebeplerle 2009 yılı<br />
içinde yararlanıcılara herhangi bir mali destek sağlayamamıştır (KEKA, 2010:13).<br />
4.1. Proje Teklif Çağrıları<br />
Kurulduğu günden itibaren toplam 11 proje teklif çağrısı yapmış olan Zafer Kalkınma<br />
Ajansı, 2010 yılında Bölgesel Potansiyelin Harekete Geçirilmesi Mali Destek<br />
Programı (BPHGMDP) proje teklif çağrısı ile yararlanıcılara ilk mali desteğinin<br />
startını vermiştir (ZEKA, 2011:50 11 ). Ajans tarafından güncel olarak devam eden iki<br />
adet proje teklif çağrısı daha bulunmaktadır. Bunlar; Yenilikçi KOBİ Mali Destek<br />
11<br />
Ajansın süreci tamamlanmış diğer proje teklif çağrıları ise; Sosyal Kalkınma ve Beşeri Gelişme Altyapı<br />
Mali Destek Programı (SOBEP-2015), Sanayide Rekabetçiliğin Geliştirilmesi Mali Destek Programı<br />
(SAREP-2015), Rekabetçi KOBİ Mali Destek Programı (RKMDP-2013), Turizm, Enerji ve Çevre<br />
Altyapı Mali Destek Programı (TEÇDP-2013), Sosyal Altyapı Mali Destek Programı (SAMDP-2012),<br />
Sosyal Kalkınma Mali Destek Programı (SKMDP-2012), Sürdürülebilir Kırsal & Kentsel Altyapı Mali<br />
Destek Programı (SÜKAP-2011) ve Odak Sektörler Mali Destek Programı (ODAK-2011) başlıkları<br />
altında yapılmıştır. T.C. Zafer Kalkınma Ajansı, http://www.zafer.org.tr/destekler-tesvikler/ajans-destekprogramlari/gecmis-destek-programlari/113-gecmis-proje-teklif-cagrisi-hibe-programlari.html,<br />
(Erişim:<br />
28.08.2016).<br />
783
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Programı (YKMDP) ve Sürdürülebilir Çevre Altyapı Mali Destek Programı’dır<br />
(SÜÇEP) 12 .<br />
4.1.1. Sosyal Kalkınma Mali Destek Programı (SKMDP) ve Sosyal Altyapı<br />
Mali Destek Programı (SAMDP) Proje Teklif Çağrıları<br />
2010 yılından itibaren açılan toplam 11 proje teklif çağrısı içinde, özellikle bölgesel<br />
sosyal kalkınma hedefini temel aldığı söylenebilecek üç çağrı bulunmaktadır.<br />
Bunlardan ilk ikisi Sosyal Kalkınma Mali Destek Programı (SKMDP) ve Sosyal<br />
Altyapı Mali Destek Programı’dır (SAMDP). İki proje teklif çağrısının da genel amacı<br />
“TR33 Bölgesi’nin sürdürülebilir ve dengeli sosyal kalkınması ile toplumsal<br />
gelişimine katkı sağlanması” olarak ifade edilmiş, ikisi de 12.11.2012 tarihinde ilana<br />
çıkmıştır (ZEKA, 2013a:78). SKMDP proje teklif çağrısının öncelikleri “sosyal<br />
yaşam olanaklarının yenilikçi yöntem ve uygulamalarla geliştirilmesi, dezavantajlı<br />
grupların sosyal içermelerinin ve hizmetlere eşit erişiminin sağlanması, gelişmekte<br />
olan hizmet/üretim yapısında ihtiyaç duyulacak beşeri ve sosyal sermayenin<br />
oluşturulması, kırsal kesimde beşeri kaynakların geliştirilmesi ve yaşam kalitesinin<br />
arttırılması” olarak belirlenmiştir. SAMDP proje teklif çağrısında ise SKMDP’deki<br />
önceliklerin altyapılarının hazırlanması öncelikler olarak tespit edilmiştir 13 .<br />
SKMDP proje teklif çağrısına toplam 195 başvuru yapılmış, bunlardan 69’u ajans<br />
tarafından başarılı bulunmuştur. Değerlendirme süreci sonunda sözleşmeye bağlanan<br />
proje teklifi sayısı ise 66’dır. Sözleşmeye bağlanan 66 projenin toplam bütçesi<br />
9.247.872 TL’dir ve bütçenin 7.410.872 TL’si ajans tarafından destek olarak<br />
karşılanmıştır. Bu doğrultuda ajansın ilgili projelerin bütçelerine ortalama mali destek<br />
oranı yaklaşık %80 olmuştur.<br />
SAMDP proje teklif çağrısına ise toplam 67 başvuru yapılmış, bunlardan ancak 28’i<br />
ajans tarafından başarılı bulunmuştur. Başarılı bulunan 28 proje teklifinden 21’i ajans<br />
tarafından mali açıdan desteklenmiştir. SAMDP kapsamında desteklenen proje<br />
tekliflerinin toplam bütçesi 17.627.300 TL, bütçelere ajansın desteği 6.332.095<br />
TL’dir. Bu rakamlar göstermektedir ki, ajans SAMDP kapsamındaki proje<br />
tekliflerinin bütçelerine yaklaşık %35 oranında mali destek sağlamıştır (ZEKA,<br />
2016a:34).<br />
Proje teklif çağrıları sonunda sözleşmeye bağlanan proje teklifleri incelendiğinde<br />
Sosyal Kalkınma Mali Destek Programı’nda (SKMDP) ağırlıklı olarak kadınlara,<br />
yaşlılara ve engellilere yönelik projelerin olduğu görülmektedir. Bununla birlikte<br />
çocuklar, gençler ve çalışanlara yönelik projeler ile çeşitli sağlık ve eğitim projeleri<br />
de desteklenen projeler arasındadır. SKMDP kapsamında sözleşmeye bağlanan ve<br />
12<br />
T.C. Zafer Kalkınma Ajansı, http://www.zafer.org.tr/destekler-tesvikler/ajans-destek-program<br />
lari/guncel-destek-programlari/136-guncel-proje-teklif-cagrisi-hibe-programlari.html, (Erişim:<br />
28.08.2016).<br />
13<br />
T.C. Zafer Kalkınma Ajansı, http://www.zafer.org.tr/destekler-tesvikler/ajans-destekprogramlari/gecmis-destek-programlari/113-gecmis-proje-teklif-cagrisi-hibe-programlari/2169-sosyal-kal<br />
kinma-mali-destek-programi-skmdp.html#amaç-ve-öncelikler ile http://www.zafer.org.tr/destek lertesvikler/ajans-destek-programlari/gecmis-destek-programlari/113-gecmis-proje-teklif-cagrisi<br />
-hibeprogramlari/1917-sosyal-altyapi-mali-destek-programi-samdp.html#amaç-ve-öncelikler,<br />
(Erişim:<br />
28.08.2016).<br />
784
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
mali destek kapsamına alınan proje başlıklarından bazılarını şöyle sıralamak<br />
mümkündür: “Sosyal Altyapıyı Güçlendirme Eğitim Merkezi Projesi”, “Engellilere<br />
ve Yaşlılara Özel Sağlık Hizmeti”, “Şuhut’ta Yöresel Kültür Kadınlarla Canlanıyor<br />
Projesi”, “Halıcılık Kümesinde Beşeri Sermayenin Güçlendirilmesi ve Kadın<br />
İstihdamı”, “Engelliler ve Kadınlar İstihdam Ediliyor”, “Okulumda ve Sıramda Engel<br />
Yok”, “Güvenli Mesken Tedbirli İnsan”, “Sosyoekonomik Açıdan Dezavantajlı<br />
Çocuklar İçin Bahar Geldi!”, “Şefkat Evi”, “Mobil Kanser ve Tüberküloz Tarama<br />
Aracı”, “Yeşeren Sonbahar”, “Engelsiz Engelliler”, “Uşak’ta Halk Sağlığı ve Gezici<br />
Sağlık Hizmetlerinin Geliştirilmesi”, “Yaşlılara Hayat Verelim”, “Gençlerle<br />
Geleceğe Güvenle”, “Sürdürülebilir Çevre Sağlıklı Yaşam”, “Kırsal Alanda Kadın ve<br />
Eğitim” 14 .<br />
Sözleşmeye bağlanmış olan ve Sosyal Altyapı Mali Destek Programı (SAMDP)<br />
kapsamında ajansça desteklenen projeler arasında ise belirli bir kesime ağırlık<br />
verilmemekle birlikte, genellikle çocuklar, kadınlar ve sosyal altyapı konularında<br />
projeler göze çarpmaktadır. Bu projelerin birkaçı şu şekilde sayılabilir: “Gediz,<br />
Gençlik Merkezine Kavuşuyor”, “Kimsesiz ve Düşkünler Bakım Evi”, “Kırsal<br />
Kalkınmada Gençliğe Dokunuş”, “Karaahmetli Köyünde Yaşam Kalitesi Artıyor”,<br />
“Kütahya Belediyesi Kadın İş Geliştirme Merkezi Ek Bina Projesi”, “Turgutlu Sosyal<br />
Hizmetler Merkezi ve Aşevi Projesi”, “Köyümüzün Gençleri Geleceğimizin<br />
Yıldızları”, “Sosyal Etki İçin Sosyal Etkinlik”, “Çobanlar Belediyesi Kadın İş ve<br />
Kültür Merkezi Projesi”, “Beyaz Kelebekler Anaokulu”, “UTSO Mesleki Eğitim<br />
Kompleksi”, “Gediz Murat Dağı’nda Çocuklarımız Kayak Öğreniyor” 15 .<br />
4.1.2. Sosyal Kalkınma ve Beşeri Gelişme Altyapı Mali Destek Programı<br />
(SOBEP) Proje Teklif Çağrısı<br />
Zafer Kalkınma Ajansı tarafından 2015 yılı sonu itibariyle açılmış olan proje teklif<br />
çağrılarında sosyal kalkınma ile ilgili olan son çağrı, Sosyal Kalkınma ve Beşeri<br />
Gelişme Altyapı Mali Destek Programı’dır (SOBEP).“TR33 Bölgesi’nin<br />
yaşanabilirlik düzeyini ve beşeri sermayesini artırmak suretiyle Bölge’nin<br />
sosyoekonomik dönüşümüne katkı sağlayacak altyapıların oluşturulması” amacıyla<br />
19.02.2015 tarihinde ajans tarafından Sosyal Kalkınma ve Beşeri Gelişme Altyapı<br />
Mali Destek Programı (SOBEP) ilan edilmiş, proje teklif çağrısına çıkılmıştır. Proje<br />
tekliflerinin öncelikleri “kent merkezlerinde sosyal ve kültürel yaşamın<br />
canlandırılması ve kent cazibesinin artırılması amacıyla kent dokusu ile uyumlu<br />
olacak şekilde donatıların tesis edilmesi, dezavantajlı grupların sosyal hizmetlere<br />
erişimini ve sosyoekonomik yaşama entegrasyonunu kolaylaştırıcı altyapıların tesis<br />
edilmesi, yerelde önem arz eden sektörlerde nitelikli işgücü yetiştirilmesi amacıyla<br />
uygulamalı mesleki ve teknik eğitime yönelik altyapıların tesis edilmesi” olarak<br />
belirtilmiştir 16 . SOBEP için ajansın öngördüğü destek bütçesi başlangıçta 10.000.000<br />
14<br />
T.C. Zafer Kalkınma Ajansı, http://www.zafer.org.tr/kaynaklar/dokumanlar/viewdownload/91/<br />
600.html, (Erişim: 28.08.2016).<br />
15<br />
T.C. Zafer Kalkınma Ajansı, http://www.zafer.org.tr/kaynaklar/dokumanlar/viewdownload/90/<br />
545.html, (Erişim: 28.08.2016).<br />
16<br />
T.C. Zafer Kalkınma Ajansı, http://www.zafer.org.tr/destekler-tesvikler/ajans-destek-program<br />
lari/gecmis-destek-programlari/113-gecmis-proje-teklif-cagrisi-hibe-programlari/4227-sosyal-kalkinmave-beseri-gelisme-altyapi-mali-destek-programi-sobep.html,<br />
(Erişim: 28.08.2016).<br />
785
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
TL olarak belirlenmiştir (ZEKA, 2016b:55). İlan edilen proje teklif çağrısına toplam<br />
98 başvuru yapılmış, bu başvurulardan 40’ı değerlendirme sonucunda başarılı<br />
bulunmuştur. Başarılı bulunan 40 proje teklifinden 18’i 2015 yılı içinde bir tanesi ise<br />
2016 yılında sözleşmeye bağlanmış ve projelerin toplam bütçesi 28.840.415 TL<br />
olarak belirlenmiştir. Bütçenin 13.958.437 TL’si yani yaklaşık yarısı ajans tarafından<br />
mali destek olarak aktarılmıştır (ZEKA, 2016a:34).<br />
SOBEP ile ilgili olarak ZEKA tarafından başarılı olarak değerlendirilmiş 40 proje<br />
teklifi incelendiğinde ağırlıklı olarak eğitim konusunda, sonrasında ise engelliler ve<br />
çocuklara yönelik konularda proje teklifleri bulunduğu görülmektedir. Bunlardan<br />
birkaç örnek başlık olarak “Kütahya Belediyesi Kadın Çalışmaları Merkezi”,<br />
“Dezavantajlı Grupların Sosyoekonomik Yaşama Entegrasyonunu Sağlayıcı Altyapı<br />
Kurulumu Projesi”, “Engelsiz Hastane Engelsiz Hizmet Projesi”, “Endüstriyel<br />
Kalıpçılık Uygulamalı Teknik Eğitim, Tasarım ve Ar-Ge Merkezi”,“Şuhut<br />
Gençlerinin Merkezi Projesi” ve “Seramik Hediyelik Eşya Eğitim ve Üretim<br />
Atölyesi” 17 sayılabilir.<br />
Ajansın tüm proje teklif çağrıları göz önüne alındığında, bu proje teklifleri içinde<br />
sosyal kalkınma amaçlı olanların farklı boyutlara göre ağırlığı aşağıdaki tabloda<br />
verilmiştir:<br />
Tablo 1. Zafer Kalkınma Ajansı’nın Proje Teklif Çağrıları Aracılığıyla Sosyal<br />
Kalkınmaya Desteği 18<br />
Kıyaslama Ölçütleri<br />
Sayı<br />
Toplam Proje Teklif Çağrısı 9<br />
Sosyal Kalkınma Alanında Proje Teklif Çağrısı 3<br />
Toplam Proje Teklif Çağrısı Başvuruları 1379<br />
Sosyal Kalkınma Alanındaki Proje Teklif<br />
Çağrılarına Başvurular<br />
384<br />
Toplam Desteklenen Proje Teklifi 332<br />
Sosyal Kalkınma Alanında Desteklenen Proje<br />
Teklifi<br />
98<br />
Kaynak: ZEKA, 2016a:34.<br />
Sosyal Kalkınmanın Bütün İçindeki<br />
Oranı<br />
%33,3<br />
%27,8<br />
%29,5<br />
4.1.3. Zafer Kalkınma Ajansı’nın Proje Teklif Çağrıları Yoluyla Destek<br />
Verdiği Sosyal Kalkınma Uygulamaları<br />
SKMDP ve SAMDP kapsamındaki projelerle sosyal yaşamın geliştirilmesi,<br />
dezavantajlı grupların hizmetlere erişiminin sağlanması, sosyal altyapının<br />
oluşturulması konularına ajans aracılığıyla destek verilmiş, her iki proje teklif çağrısı<br />
kapsamında TR33 Düzey 2 Bölgesi’nde 8.400 engelli, 51.000 kadın, 75.000 genç ve<br />
38.000 yaşlıya ulaşılması amaçlanmıştır (ZEKA, 2013b:6). Birkaç örnekle SKMDP<br />
17<br />
T.C. Zafer Kalkınma Ajansı, http://www.zafer.org.tr/destekler-tesvikler/ajans-destek-program<br />
lari/gecmis-destek-programlari/113-gecmis-proje-teklif-cagrisi-hibe-programlari/4227-sosyal-kalkinmave-beseri-gelisme-altyapi-mali-destek-programi-sobep.html#değerlendirme-sonuçları,<br />
(Erişim:<br />
28.08.2016).<br />
18<br />
Kıyaslama yapılırken ajansın 2009-2015 arası proje teklif çağrıları temel alınmıştır. 2016 yılında güncel<br />
olarak devam eden iki proje teklif çağrısı hakkında süreçler tamamlanmamış olduğundan bu veriler<br />
hesaplamaya dâhil edilmemiştir.<br />
786
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ve SAMDP kapsamındaki projelerle ajansın sosyal kalkınmaya destekleri şu şekilde<br />
açıklanabilir: “Bilinçli Bilişim Temiz Toplum” projesi ile hem rütbeli emniyet<br />
personeline, hem de 45 okuldaki 10.000 çocuğa verilen eğitimlerle güvenli internet<br />
kullanımının yaygınlaşması amaçlanmıştır (ZEKA, 2013c:30). Afyonkarahisar’ın<br />
Çobanlar ilçesinde kurulan Kadın İş ve Kültür Merkezi ile kadınların hem<br />
çalışmalarını yapacağı, hem de üretimini yaptıkları ürünleri satacağı bir alan<br />
oluşturulmuş; ayrıca kadınlara sağlanan eğitimlerle el sanatları, iş kurma, hijyen gibi<br />
konularda bilgilendirilmeleri sağlanmıştır (ZEKA, 2013d:19). Manisa ili Saruhanlı<br />
ilçesinde kurulan Saruhanlı Sosyal Altyapı Güçlendirme Eğitim Merkezi ile<br />
dezavantajlı gruplara sosyal ve sportif alanlarda kurslar verilmiş, bu kapsamda 2.613<br />
genç ve çocuğa, 150 kadına ve 48 engelliye ulaşılmıştır (ZEKA, 2013d:20). Kütahya<br />
ilinde Türkiye Sakatlar Derneği tarafından yürütülen projede ise engelli bireylerin<br />
sosyal hayata katılımları desteklenmiş ve engelliler hakkında sosyal farkındalık<br />
oluşturulması amaçlanmıştır. Bu doğrultuda 100 engelli ve birer yakınlarına olmak<br />
üzere toplamda 200 kişiye engelli hakları ve engellilerin sağlık sorunlarına yönelik<br />
eğitimler verilmiştir (ZEKA, 2013d:21). Ajansın bir diğer proje teklif çağrısı olan<br />
SOBEP kapsamında desteklenmiş olan “Bir Solukta Afyonkarahisar” projesiyle<br />
Afyonkarahisar’ın kent cazibesinin arttırılması suretiyle sosyal ve kültürel altyapının<br />
güçlendirilmesi amaçlanmıştır (ZEKA, 2015:10).<br />
4.2. Doğrudan Faaliyet Destekleri<br />
Zafer Kalkınma Ajansı, 2011 yılından itibaren mali destekler kapsamında doğrudan<br />
faaliyet desteğine başlamıştır. Ajansın ilk doğrudan faaliyet desteği ilanı 31.05.2011<br />
tarihinde yapılmış, destek programının öncelikleri arasında “bölgenin yaşam<br />
kalitesinin artırılması” da yer almıştır. Bu çerçevede ajans, doğrudan faaliyet desteği<br />
kapsamındaki projelere sağlayacağı mali destek ile bölgedeki yaşam kalitesini<br />
artırarak sosyal kalkınma yönünde katkı sağlamayı amaçlamıştır. 2011 doğrudan<br />
faaliyet desteği kapsamında 16 başvuru başarılı bulunarak sözleşmeye bağlanmıştır<br />
(ZEKA, 2012a:52). Söz konusu projelerin toplam bütçesi 1.018.679 TL, ajansın bu<br />
bütçeye mali desteği ise 916.648 TL (toplam bütçenin yaklaşık %90’ı) olmuştur.<br />
(ZEKA, 2012a:53).<br />
Ajans 2012 yılındaki doğrudan faaliyet desteği ilanının (29.06.2012) amaçları ve<br />
öncelikleri arasında sosyal kalkınmaya ilişkin olarak bölgedeki illerin yaşanabilirlik<br />
düzeylerini arttırılması ve “kentsel ve kırsal kesimlerde yaşam kalitesinin<br />
yükseltilmesi, temel sosyal hizmetlere erişim olanaklarının arttırılması, dezavantajlı<br />
grupların sosyo-ekonomik entegrasyonunun sağlanması” yer almıştır (ZEKA,<br />
2014:62). Bu doğrultuda program kapsamında 28 başvurudan 22’si başarılı bulunmuş<br />
ve bunlardan ilk aşamada 12 tanesinin sözleşmeye bağlanması kararlaştırılmıştır.<br />
Ancak sonradan program bütçesinin fazla vermiş olmasıyla bir projeye daha destek<br />
sağlanmış ve toplamda 13 proje sözleşmeye bağlanmıştır. Sözleşmeye bağlanan<br />
projelerin toplam bütçeleri 704.648 TL olmuş, bu bütçenin yaklaşık %85’i olan<br />
593.698 TL ajans tarafından mali destek olarak karşılanmıştır (ZEKA, 2013a:73-74).<br />
2013 yılı doğrudan faaliyet desteği ilanının (17.06.2013) genel amaç ve önceliklerinde<br />
sosyal kalkınma adına TR33 Bölgesi’nin yaşanabilirlik düzeyinin arttırılması ve<br />
istihdamın arttırılması yer almıştır (ZEKA, 2014:64-65). Yıl içinde beş dönem olarak<br />
787
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
açılan ilanlarda toplam 28 proje sunulmuş ve 21 tanesi sözleşmeye bağlanmıştır.<br />
Sözleşmeye bağlanan projelerden dört tanesi feshedilmiş ve ajansın 2013 yılı faaliyet<br />
raporuna göre 17 projeye destek sağlanmıştır (ZEKA, 2014:69). Destek sağlanan<br />
projelerin toplam bütçesi 952.019 TL, ajans desteği ise 801.689 TL olarak<br />
belirtilmiştir (ZEKA, 2016a:34). Buna göre ajansın toplam proje bütçelerine desteği<br />
yaklaşık %85’tir. 2014 yılında doğrudan faaliyet desteği 03.03.2014 tarihinde ilan<br />
edilmiş ve yıl içerisinde dokuz dönem olarak sürdürülmüştür. Destek programının<br />
öncelikleri ve amaçları arasında doğrudan sosyal kalkınmayı temel alan hususlar<br />
bulunmamaktadır. Program kapsamında yapılan 49 başvurudan 27’si başarılı<br />
bulunmuş, bunlardan 22 tanesi ile sözleşme imzalanmıştır (ZEKA, 2016b:59-60).<br />
Diğer ilanlardan farklı olarak 2015 yılı doğrudan faaliyet desteği ilanının (01.09.2015)<br />
önceliklerinde, detaylı olarak sosyal kalkınma ile ilgili hususlara yer verilmiştir. İlana<br />
göre, bölge içi ve kır-kent arası gelişmişlik farklarının azaltılması, bölgenin sosyal<br />
sorunlarının tespiti ve çözümü, istihdamın arttırılması öncelikler arasındadır 19 .<br />
Program kapsamında toplam 34 başvuru yapılmış, 16 proje başarılı bulunmuş ve<br />
bunlardan iki tanesi ile 2015 yılı içinde sözleşmeler imzalanmıştır. İmzalanmış iki<br />
sözleşmedeki projelerin toplam bütçesi 100.890 TL, ajansın desteği ise 98.900 TL’dir<br />
(yaklaşık %98) (ZEKA, 2016b:60).<br />
5. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ<br />
Bölgesel kalkınma politikalarının uygulama araçlarından birisi olarak ortaya çıkan ve<br />
bölgesel gelişmişlik farklarının azaltılarak bölgelerin ve onları oluşturan illerin<br />
birbiriyle rekabet edebilir düzeye getirilmesini kendisine amaç edinen bölgesel<br />
kalkınma ajansları, 2006 yılından itibaren Türkiye’de faaliyete başlamıştır. 2009<br />
yılında TR33 Düzey 2 bölgesinde kurulan Zafer Kalkınma Ajansı (ZEKA) da bu<br />
doğrultuda bölgeye mali ve teknik desteklerde bulunmuş, bölgesel kalkınmaya önemli<br />
katkılar sağlamıştır. Bu kapsamda ajans tarafından desteklenen birçok proje ile<br />
toplumdaki dezavantajlı kesimlere ulaşılmış, bu kesimlerin sosyal hayata<br />
katılımlarına yönelik çalışmalar yapılmış ve bu kesimlere yönelik eğitim faaliyetleri<br />
düzenlenmiştir.<br />
Bölgesel kalkınma çabalarına; merkezi yönetim ve onun taşradaki temsilcilerinden<br />
başta belediyeler olmak üzere yerel yönetim örgütlerine, özel sektör kuruluşlarından<br />
sivil toplum örgütlerine ve hatta bireylere kadar çok sayıda aktör farklı yöntemlerle<br />
ve farklı platformlarda destek vermektedir. Böyle bir süreçte, kalkınma ajanslarının<br />
bölgesel sosyal kalkınma sürecine etkilerini ve katkılarını diğer aktörleri göz ardı<br />
ederek yalın bir şekilde ve tüm yönleriyle ölçmek kolay görünmemektedir. Ancak<br />
kurulduğu 2009 yılından bu tarafa geçen yaklaşık yedi yıllık süre içinde Zafer<br />
Kalkınma Ajansı’nın bölgesel sosyal kalkınmanın sağlanması amacıyla yürüttüğü<br />
faaliyetler mevcut veriler ışığında değerlendirildiğinde; ajansın, sosyal hizmetlerin<br />
öncelikli muhataplarını oluşturan dar gelirli, hasta, yaşlı, engelli, çocuk, genç, kadın<br />
ve göçmen gibi dezavantajlı kesimlerin temel sorunlarının çözülmesi, sosyal ve<br />
19<br />
T.C. Zafer Kalkınma Ajansı, http://www.zafer.org.tr/genel/2015-yili-dogrudan-faaliyet-destekprogrami.html#amaç-ve-öncelikler,<br />
(Erişim: 28.08.2016).<br />
788
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ekonomik hayata katılabilmeleri ve mesleki eğitim yoluyla istihdam edilebilmeleri<br />
bakımından önemli katkılar sunduğunu ifade etmek yerinde olacaktır.<br />
KAYNAKÇA<br />
Devlet Planlama Teşkilatı (DPT). (2000). Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Bölgesel Gelişme<br />
Özel İhtisas Komisyon Raporu. Ankara.<br />
EURADA The European Association of Development Agencies. (1999). Creation,<br />
Development and Management of RDAs (4 th Edition). Bruxelles.<br />
http://www.eurada.org/files/RDA/Creation%20developmen<br />
t%20and%20management%20of%20RDA.pdf, (Erişim: 19.08.2016).<br />
Işık, N., Baysal, D., Ceylan, O. (2010). Bölgesel Kalkınma Farklılıklarının Giderilmesinde Bir<br />
Politika Aracı Olarak Kalkınma Ajansları. Niğde Üniversitesi İİBF Dergisi, 3(11), 1-<br />
18.<br />
Kalkınma Bakanlığı. (2011). Kalkınma Ajansları 2011 Yılı Genel Faaliyet Raporu. Ankara.<br />
Kalkınma Bakanlığı. (2013). Onuncu Kalkınma Planı. Ankara.<br />
Kalkınma Bakanlığı. (2014). Bölgesel Gelişme Ulusal Stratejisi 2014-2023. Ankara.<br />
http://www.bgus.gov.tr/dokuman/BolgeselGelismeUlusalStrat ejisi(2014-2023).pdf,<br />
(Erişim: 28.08.2016).<br />
Kaya, E. (2007). Kent Yönetiminde Yeni Yaklaşım Yerel Kalkınma Yönetimi. İstanbul: Okutan.<br />
KEKA Kuzey Ege Kalkınma Ajansı. (2010). 2009 Yılı Faaliyet Raporu.<br />
http://www.zafer.org.tr/jdownloads/Kurumsal%20Dokmanlar/Faaliyet%20RaporlarA<br />
e/keka_faaliyet_raporu_2009.pdf, (Erişim: 26.08.2016).<br />
Sümer, Ç. G., Özcan A. (2011). Türkiye’de Kalkınmada Öncelikli Yöreler Politikası ve<br />
Kentleşme Üzerine Etkileri. Fırat Kalkınma Ajansı, (Malatya 22-23 Eylül 2011). 1.<br />
Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı, Malatya, 101-112.<br />
Tamer, A. (2008). Kalkınma Ajanslarının Türk Hukuk Sistemindeki Yeri. Ankara: DPT Yayın<br />
No: 2757.<br />
Türkoğlu, M. (2015). Kalkınma Ajanslarının Bölgesel Kalkınma Açısından Önemi: BAKA<br />
Örneği. Uluslararası Alanya İşletme Fakültesi Dergisi, 7(3), 215-230.<br />
ZEKA Zafer Kalkınma Ajansı. (2011). 2010 Yılı Faaliyet Raporu. http://www.<br />
zafer.org.tr/jdownloads/Kurumsal%20Dokmanlar/Faaliyet%20RaporlarAe/zeka_faali<br />
yet_raporu_2010.pdf, (Erişim: 26.08.2016).<br />
ZEKA Zafer Kalkınma Ajansı. (2012a). 2011 Yılı Faaliyet Raporu. http://ww<br />
w.zafer.org.tr/jdownloads/Kurumsal%20Dokmanlar/Faaliyet%20RaporlarAe/zeka_fa<br />
aliyet_raporu_2011.pdf, (Erişim: 26.08.2016).<br />
ZEKA Zafer Kalkınma Ajansı. (2013a). 2012 Faaliyet Raporu. http://www.zaf<br />
er.org.tr/jdownloads/Kurumsal%20Dokmanlar/Faaliyet%20RaporlarAe/zeka_faaliyet<br />
_raporu_2012.pdf, (Erişim: 26.08.2016).<br />
ZEKA Zafer Kalkınma Ajansı. (2013b). Martı Dergisi. 5, Nisan, İstanbul.<br />
ZEKA Zafer Kalkınma Ajansı. (2013c). Martı Dergisi. 6, Temmuz, İstanbul.<br />
ZEKA Zafer Kalkınma Ajansı. (2013d.) Martı Dergisi. (3)7, Ekim, İstanbul.<br />
ZEKA Zafer Kalkınma Ajansı. (2014). 2013 Faaliyet Raporu. http://www.zaf<br />
er.org.tr/jdownloads/Kurumsal%20Dokmanlar/Faaliyet%20RaporlarAe/zeka_faaliyet<br />
_raporu_2013.pdf, (Erişim: 26.08.2016).<br />
ZEKA Zafer Kalkınma Ajansı. (2015). Martı Dergisi. (5)16, Aralık.<br />
ZEKA Zafer Kalkınma Ajansı. (2016a). Kurumsal Stratejik Plan 2016-2020.<br />
ZEKA Zafer Kalkınma Ajansı. (2016b). 2015 Yılı Faaliyet Raporu, http://<br />
www.zafer.org.tr/jdownloads/Kurumsal%20Dokmanlar/Faaliyet%20RaporlarAe/2015<br />
_yili_faaliyet_raporu.pdf, (Erişim: 26.08.2016).<br />
789
Öz<br />
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Türkiye’de Çocuk Refah Hizmetleri Üzerine Bir<br />
Değerlendirme 1<br />
Rıfat BİLGİN 2 , Ümran CİHAN 3<br />
Korunmaya muhtaç çocuklara yönelik refah hizmetleri, kendi özünde hem kavramsal<br />
hem de yapısal bir soruna işaret etmektedir. Türkiye’de çocuk refah hizmetleri<br />
alanındaki sosyal politikalarda - kavramsal ve yapısal sorunlardan hareketle- son on<br />
beş yılda ciddi yenilikler ve gelişmeler gerçekleştirilmiştir. Bu değişim ve gelişimin<br />
mihenk taşı, çocukların ailelerinin yanında yetiştirilmesine önem verilmesi ve devlet<br />
himayesinde hizmet verilen çocukların gelişimlerine uygun şekilde sosyal<br />
politikaların dönüştürülmesidir. Bu dönüşümün toplumsal ve kurumsal sonucu ile<br />
binlerce çocuk ailesi yanında desteklenmiş ve aile desteğinden mahrum olan<br />
çocukların ise çocuğun gelişimine daha uygun yeniden dönüştürülmüş bakım<br />
kurumlarda koruma altına alınması sağlanmıştır. Bu çalışmada ise, öncelikle<br />
korunmaya muhtaç çocuklar tanımlamasının kavramsal olarak anlamı, çocuk ve<br />
çocukluk dönemi ile ilintili olarak tartışılmıştır. Sonrasında ise, çocuk refah<br />
hizmetlerine yönelik sosyal politikalarımız tarihsel bir perspektif ile değerlendirilerek<br />
hizmetlerin “dünü” ve “bugünü” karşılaştırılmıştır. Diğer taraftan ise bu alandaki<br />
mevcut sosyal politikalarımız, bakım hizmetlerimiz ve gerçekleştirilen değişimler<br />
tartışılmıştır.<br />
Anahtar Kelime: Korunmaya Muhtaç Çocuk, Refah Hizmetleri, Sosyal Politika.<br />
An Evaluation on Child Welfare Services in Turkey<br />
Abstract<br />
Welfare services aimed at children in need of protection signify conceptual and<br />
structural problems within themselves. These conceptual and structural problems in<br />
children’s welfare services have caused significant innovations and developments in<br />
relevant social policies in our country for the last fifteen years. Touchstone of this<br />
change and development is that a particular attention is paid to raising children in<br />
cooperation with their families and transforming social policies in accordance with<br />
the development of children that are given service under the protection of government.<br />
Social and institutional outcomes of this transformation involve supporting thousands<br />
of children in cooperation with their families and causing a significant structural<br />
change in institutional care in accordance with children’s development. This study<br />
primarily discusses the conceptual “meaning” of children in need of protection in<br />
association with child and childhood. And then the study evaluates our social policies<br />
aimed at children’s welfare services from a historical perspective and compares the<br />
1<br />
Bu çalışma TUBİTAK 2211 Lisansüstü Burs Programı tarafından desteklenmektedir.<br />
2<br />
Yrd. Doç.Dr. Fırat Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü,rifatbilgin@firat.edu.tr<br />
3<br />
Araş.Gör. Fırat Üniversitesi, Sosyal Hizmet Bölümü, ucihan@firat.edu.tr (Sorumlu<br />
yazar/Corresponding Author)<br />
790
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
“past” and “present” of services. The study also discusses our present social policies,<br />
care services and changes in this area.<br />
Keywords: Child in need of protection ,Welfare Services, Social Policy.<br />
1.GİRİŞ<br />
Çocukluk döneminde çocukların biyolojik, fiziksel, duygusal ve psikolojik açıdan<br />
iyilik halleri için aile yanında yetiştirilmesi gerektiğine vurgu yapılmaktadır. Fakat<br />
çocuğun ailesi yanında yetiştirilmesini engelleyen pek çok faktör de bulunmaktadır.<br />
Bunlar; ebeveynlerin ayrılması, yoksulluk, ebeveynlerin birinin ya da her ikisinin<br />
kaybedilmesi, doğal afetler, savaş ve çatışmalar gibi pek çok neden çocukların<br />
korunmaya muhtaç hale gelmesine sebebiyet verebilmektedir. Kamusal sorumluluk<br />
olarak nitelendirilen korunmaya muhtaç çocuklar sorununa yönelik çocuk refahı<br />
alanının geliştirilmesi, tüm ülkelerin olduğu gibi ülkemizin de ilgilendiği önemli<br />
sosyal hizmet alanı sorunlarından biridir. Korunmaya muhtaç çocuklara yönelik<br />
sunulan sosyal hizmetlerin hem çocuğun gelişimine uygunluğu hem de personelin<br />
niteliği açısından geliştirilmesi gerektiği bilinen bir gerçektir. Korunmaya muhtaç<br />
çocuklara yönelik refah hizmetlerinin “dünü” ve “bugünü” değerlendirildiğinde; bu<br />
soruna ilişkin algının değişmesi ile birlikte alandaki sosyal politikaların da değişim ve<br />
gelişime uğradığı görülmektedir. Çocuğun korunmaya muhtaç hale gelmesinden<br />
sonra sadece ailenin görevi olarak görülen çocuk bakımı, bu süreçten sonra toplumun<br />
ve devletin de sorumluluk alanları içinde tanımlanmaya başlamıştır.<br />
Bu çalışmanın temel amacı ise, Türkiye’de korunmaya muhtaç çocuklara yönelik<br />
sunulan refah hizmetlerini ve bu alandaki sosyal politikaları tarihsel bir perspektifle<br />
değerlendirerek bakım veren kurumları korunmaya muhtaç çocuğun gelişimine<br />
uygunluğu açısından incelemektir. Diğer taraftan tarihsel gelişim sürecinde sosyal<br />
refah politikalarının geçmişten günümüze “nasıl” ve “ne” tür bir değişim ve gelişime<br />
uğradığı ve bunun bakım tipleri üzerindeki etkisi de tartışılarak; korunmaya muhtaç<br />
çocuklara verilen hizmetlerin uğradığı yapısal değişim ve dönüşümün kurumsal<br />
yansımalarına değinilecektir. Nihayetinde korunmaya muhtaç çocuklara sunulan<br />
hizmetlerin sosyal kalkınma ile olan ilişkiselliği ve kalkınmayı sağlayacak sosyal<br />
politikaların hangi niteliklere sahip olması gerektiği de bu çalışma içerisinde<br />
tartışılacaktır.<br />
2. ÇOCUK, ÇOCUKLUK VE KORUNMAYA MUHTAÇ ÇOCUKLAR<br />
Çocuğun tanımı konusunda disiplinler, algılayışlar, düşünme tarzları ve bakış açıları<br />
arasında farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılığın sebebi, çocukluk döneminin<br />
başlangıcı ile bitişi arasındaki çizginin tam olarak belirlenememesi, ayrımının<br />
yapılamaması ve farklı toplumlarda farklı değerlendirmelerin yapılmasından<br />
kaynaklanmaktadır. Bu nedenle çocukluğu herhangi sabit döneme ait evrensel bir<br />
deneyim olarak tanımlamak yerine daha çok tarihsel olarak değişen bir kültürel yapı<br />
olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır (Polat:2001, 61). Korunmaya muhtaç<br />
çocuklara sunulan refah hizmetleri hem yapısal hem de kavramsal olarak insanın<br />
gelişimsel dönemlerinden olan çocukluk dönemine işaret etmektedir. Bu nedenle<br />
refah politikaları üzerine değerlendirme yapabilmek için çocuğun ve çocukluk<br />
791
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
döneminin bu politikaların ve hizmetlerin tam olarak neresinde konumlandığını<br />
anlamak gerekmektedir.<br />
Çocukluk dönemi aynı zamanda hem bir düşünceler takımı hem de bir yaşam evresi<br />
olarak ekonomik ve siyasi etkilerine açıktır. Örneğin Batı’daki ekonomik gelişmeler<br />
çocukluk deneyimini işten uzaklaştırarak okula yönlendirmiş ve böylece çocukluk<br />
döneminin bir bağımlılık dönemi olarak belirlenilmesine neden olmuştur (Onur:2007,<br />
20). Çocukluğun bir zayıflık olarak algılanmasından sonra artık toplumlarda ve<br />
kültürlerde çocuğun korunması gerektiği düşüncesi daha yaygın bir şekilde<br />
yerleşmiştir.<br />
Çocukların haklarının yasalarca tanınması ve çocukluğun tanımlanmasına yönelik<br />
tarihte en geniş kabul gören-hemen hemen tüm ülkelerin imzaladığı- insan hakları<br />
belgesi, 20 Kasım 1989 tarihinde onaylanan Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair<br />
Sözleşmesi (ÇHS)’dir. Bu sözleşmeye göre; on sekiz yaşına kadar bütün bireyler<br />
“çocuk“ olarak tanımlanmaktadır 4 . Bu tanımlamanın referans alınması ile birlikte<br />
ülkemizde korunmaya muhtaç çocuklara yönelik hizmetler, belli şartlar dışında,<br />
çocuklar on sekiz yaşına girene kadar verilmektedir. Fakat çocuk ve çocukluğa dair<br />
algılar, toplumdan topluma, zamandan zamana, sosyo-politik ve ekonomik alandaki<br />
değişim ve gelişime paralel olarak sürekli değişim ve dönüşüme uğramaktadır. Çocuk,<br />
kuşkusuz yaşamının ilk anlarından başlayarak yardım ve korunmaya muhtaç bir<br />
varlıktır. Fakat bu koruma ve yardımın ne kadar süre devam edeceğine dair tam bir<br />
kesinlik yoktur. Çünkü korumanın devam edeceği süre, çocuğun psikolojik, biyolojik<br />
ve toplumsal gelişimiyle sıkı sıkıya ilişkilidir (Akyüz:2000, 67). Nitekim yaş<br />
faktörüne bağlı olarak bir toplumda çocuk sayılacak bir yaşın, başka bir toplum<br />
tarafından yetişkin olarak kabul edildiğini görmek muhtemeldir. Bu durum, bir ülke<br />
içerisinde, kır/kent ve cinsiyet ayrımına göre de oluşabilir (Bilgin:2008, 10).<br />
Türkiye, gelişmekte olan ülke olma yapısı ve hızla artan genç nüfusa paralel olarak<br />
korunmaya muhtaç çocukların sayısı da hızla artış göstermiştir. Bu artış, sosyal<br />
hizmetlerde daha yoğun bir çalışmayı zorunlu kılmıştır. Buradan hareketle sosyal<br />
hizmet kurumları toplum ihtiyaçları doğrultusunda sorunlu alanlardaki eksiklerin<br />
giderilmesi gerektiği düşüncesine sahiptir (Yaşar ve Dağdelen:2013, 201).<br />
3.TARİHSEL BİR DEĞERLENDİRME İLE OSMANLI’DAN<br />
GÜNÜMÜZE: ÇOCUK ALANINDA REFAH HİZMETLERİ<br />
Türkiye’deki mevcut kurumsal yapılarımızın pek çoğunun tarihsel köklerine<br />
baktığımızda, birçok boyutu ile Osmanlı dönemine dayandığını kolaylıkla<br />
görebilmekteyiz. Bu nedenle çocuk refah hizmetlerine dair sosyal politikanın<br />
temellerini Osmanlı’nın çocuk koruma sistemi yapısında görmek mümkün olacaktır.<br />
Osmanlı toplum hayatında çocuklara ilişkin kamunun ilgisi, 19. yüzyıldaki<br />
modernleşme süreci ile başlamıştır. 19. yüzyılda modernleşme sürecinin başlangıcı<br />
olarak görülen Tanzimat dönemi öncesinde çocuklara dair konuların ve sorunların<br />
kamusal hayatta belirgin bir şekilde yer aldığı pek görülmezdi. Korunması gereken<br />
çocuklar ise esas olarak aileleri, yerel vakıflar ya da geleneksel toplumda görüldüğü<br />
4<br />
Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, 1989, Birinci Kısım, Madde 1.<br />
792
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
gibi ‘besleme’ olarak başka aileler tarafından çalışma şartıyla korunmaktaydı<br />
(Atalay:2007, 99). Osmanlı döneminde korunmaya muhtaç çocuklara yönelik<br />
kamusal anlamda sosyal hizmetin ilk temelleri ise, Avarız ve Müessesatı Hayriye<br />
ismini taşıyan vakıflar kanalıyla, dul ve yetimlere yönelik sosyal yardım çalışmaları<br />
ile gerçekleştirilmekteydi (Çavuşoğlu:2010, 209).<br />
Osmanlıda sosyal hizmetlerin ilk temelleri olan vakıflar dini, toplumsal, siyasi,<br />
kültürel ve ekonomik anlamda bütün toplumda etkili olan yapılardır. Bu kurumlar,<br />
korunmaya muhtaç çocuklara, kadınlara, yaşlılara, engellilere yönelik çeşitli<br />
hizmetler yürütmekteydiler (Karataş:2015, 16). Tanzimat’ın ilan edilmesiyle birlikte<br />
ise, yetimlerin haklarının korunması amacıyla kurumsal çalışmalar başlatılmıştır. Bu<br />
amaçla 1851’de çocukların mallarının korunmasını hedefleyen Eytam Nazırlığı<br />
(Çavuşoğlu:2010, 209) kurulmuştur. Bu kurum, Tanzimat döneminde çocukların<br />
mallarını ve diğer haklarını korumak amacıyla oluşturulan ilk kurumdur<br />
(Karataş:2015, 22). Böylece yetim çocukların her türlü haklarının yasal<br />
düzenlemelerle korunması sağlanmıştır.<br />
Osmanlı’da korunmaya muhtaç çocuklara yönelik faaliyet gösteren bir diğer kurum,<br />
1868 yılında Mithat Paşa tarafından kurulan Islahanelerdir. Bunlar aynı zamanda Türk<br />
sosyal hizmet tarihinde kurum bakımının temelini oluşturan kurumlardır<br />
(Çavuşoğlu:2010, 9). Islahhaneler de 5-13 yaş aralığında olup ebeveyni olmayan ya<br />
da bunlardan biri olsa dahi geçimini sağlayamayacak durumda bulunan çocuklara<br />
hizmet verilmekteydi. Osmanlı’da kimsesiz ve korunmaya muhtaç çocuklara yönelik<br />
ilk yatılı kurum deneyimi olan ıslahhanelerin yetim çocukları koruma ve bakımlarını<br />
sağlama sorumlulukları bakımından yetiştirme yurtlarına benzetilebilir<br />
(Karataş:2015, 18). Bu sebeple Islahanelerin kendinden sonra kurulan yetiştirme<br />
yurtlarının da temelini oluşturduğu söylenebilir.<br />
Osmanlı Devleti İkinci Meşrutiyet devrinde arka arkaya çıkan Trablusgarp ve Balkan<br />
savaşları ile sarsıntıya uğramış ve kayıplar vermişti. Netice itibariyle Osmanlı<br />
Devleti’nin son dönemlerde yaptığı savaşlarda çok sayıda şehit verip, düşmanın<br />
girdiği yerlerde öksüz ve yetim sayısını artırıp, Birinci Dünya Savaşı’nda açlık ve<br />
sefalete maruz kalınması, bu konularda hizmet veren Darülaceze’nin yetersiz kalması,<br />
özellikle şehit eş ve çocuklarının barındırılması için devlet yeni çareler aranmasına<br />
sebebiyet vermiştir. Sadece Bulgaristan’da Balkan Savaşı neticesinde 26.523 aileye<br />
mensup 71.505 yetim kaldığı belirtilmiştir (Okur, 1996:4). Bu yüzünden savaşlar<br />
nedeniyle ana babalarını kaybeden bakılmaya muhtaç ya da yoksul çocukların<br />
korunmaları ve eğitilmeleri için 1914 yılında “yetimler yurdu” olarak bilinen<br />
Darüleytamlar kurulmuştur (Çavuşoğlu:2010, 209).<br />
Darüleytamlar ilk kurulduğunda sayısı 20 idi. Ancak bu sayının yetimleri<br />
barındırmaya kafi gelmemesi üzerine bu rakam 1916’da 2,5 kat artarak 69’a ulaşmıştır.<br />
Bu dönemde, Darüleytamlarda barınan yetim sayısı 5.000’i kız, 15.000’i erkek<br />
olmak üzere 20.000’i bulmuştur (Özkan:2009, 216).<br />
Darüleytamlar, korunmaya muhtaç çocukların bakımı ve korunması konusunda<br />
yaşadıkları yetersizlikler sebebiyle kapatılmıştır. Nihayetinde devlet çocuklara<br />
yönelik kurum ve bakım yöntemleri konusunda yeni arayışlara girmiştir. Bunun<br />
793
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
üzerine 6 Mart 1917 dönemin önemli isimleri Himaye-i Etfal Cemiyetinin<br />
kurulabilmesi için başvuruda bulunmuştur (Karataş:2015, 20). Günümüzdeki çocuk<br />
koruma sistemine benzer uygulamalarının görüldüğü Osmanlı Devleti’nin bu alandaki<br />
çalışmaları, dönemin mevcut sosyo-politik ve ekonomik durumuna göre farklılık<br />
gösterse bile döneminin şartları göz önünde bulundurulduğunda kurumsal bir çocuk<br />
koruma sisteminden bahsetmek mümkündür. Birçok yönden de çocukları koruma ve<br />
meslek edindirme çabaları kurumsal bir kimlikle öne çıkmaktadır.<br />
4.TÜRKİYE’DE KORUNMAYA MUHTAÇ ÇOCUKLARA YÖNELİK<br />
HİZMET MODELLERİ<br />
Ülkemizde korunmaya muhtaç çocuklara yönelik sunulan hizmet modelleri, esas<br />
itibariyle çocuğun ailesi yanında desteklenmesi ve korunması, koruyucu aile, evlat<br />
edindirme ve kurum bakımını içermektedir. Sosyal politikamız öncelikli olarak<br />
korunmaya muhtaç çocuğun ailesi ya da yakın akrabaları yanında desteklenmesi<br />
yönünde adımlar atmaya yöneliktir. Eğer çocuğun ailesi yanında desteklenmesi<br />
mümkün olmuyorsa, koruyucu aile ya da evlat edindirme hizmetlerinden<br />
faydalandırılması sağlanır. Tüm bu modellerden faydalandırılamayan çocuklar ancak<br />
kurum bakımına alınmaktadır. Son on yılda kurum bakımında da önemli değişiklikler<br />
gerçekleştirilmiş ve az sayıda çocuğun kaldığı ev tipi kurum bakımı modeli<br />
benimsenmeye başlanmıştır.<br />
4.1.Çocuğun Ailesi Yanında Bakımı<br />
Birey ve toplum arasındaki olumlu ilişkilerin sağlıklı bir şekilde kurulmasının ancak<br />
aile ile sağlanabilmesi, aileyi en temel toplumsal kurum haline getirmektedir.<br />
Çocuğun yaşamında ailesinin önemi, sadece kalıtım ya da biyoloji ile sınırlı değildir,<br />
aynı zamanda psikolojik, zihinsel, duygusal ve sosyal olarak da pek çok bakımdan<br />
aile çocuğun yaşamında önemlidir (Tutar, 2014:47).<br />
Ekonomik nedenlerle kuruluş bakımına alınan çocukların ailesi veya yakınları<br />
yanında ekonomik destek sağlanarak bakılması ve Aile ve Sosyal Politikalar<br />
bakanlığınca periyodik olarak izlenmesi amacıyla 2005 yılında “Aileye Dönüş”<br />
uygulaması başlatılmıştır. Böylece çocukların maliyeti yüksek kurum bakımının<br />
olumsuzluklarından uzak kalması ve aile sevgisi içinde daha az maliyetle ailesi<br />
yanında bakımları sağlanmaktadır. 2002 yılında 268 çocuk, ailesi yanına döndürülmüş<br />
iken bu sayı Eylül 2015 itibariyle toplamda 10 bin 935 çocuğa ulaşmıştır. Çocukların<br />
ailesine döndürülme çalışmaları devam etmekte olup halen Eylül 2015 itibariyle 2616<br />
çocuğun ailesi yanında desteklenmesine devam edilmektedir.<br />
Türkiye’de ayni ve nakdi yardımlar yapılarak çocuğun kendi ailesi ya da akrabası<br />
yanında korunması ilk olarak 2828 sayılı SHÇEK kanunda öngörülmüştür<br />
(Yazıcı:2012, 503). Bu öngörü, 3 Mart 2015 yılında 29284 sayılı ile Resmi Gazetede<br />
yayımlanan “Sosyal ve Ekonomik Destek Hizmetleri Hakkında Yönetmelik”le yasal<br />
olarak çerçevelendirilmiştir. Bu Yönetmelik, “yoksulluk içinde olup temel<br />
ihtiyaçlarını karşılayamayan ve hayatını sürdürmekte güçlük çeken çocuk ve<br />
gençlerin bakımı konusunda ailelerin desteklenmesi amacıyla verilecek sosyal ve<br />
ekonomik destek hizmetine ilişkin esas ve usullerin düzenlenmesi amacıyla”<br />
hazırlanmıştır (Md.1). Ayrıca bu yönetmelik ile ailesi yanında desteklenmesi<br />
794
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
öngörülen çocuğa ve ailesine yönelik hem maddi hem de sosyal anlamda mesleki<br />
çalışmalar ile destek sağlanmaktadır.<br />
4.2.Koruyucu Aile Bakımı<br />
Koruyucu aile bakımı, çeşitli nedenlerle gerçek/biyolojik ailesinin yanında<br />
bakılamayan çocuğun ebeveynlik rollerinin tamamını üstlenen bireyler tarafından<br />
gerçekleştirildiği gönüllülük esasına dayalı bir hizmet türüdür (Yazıcı:2012, 504).<br />
Koruyucu aile bakımı, 14 Şubat 2012 tarihinde Resmi Gazetede 28497 sayı ile<br />
yayımlanan yönetmelik aracılığıyla düzenlenmiştir. Koruyucu Aile Yönetmeliğine<br />
göre koruyucu aile: “Korunmayı gerektiren duruma göre belirlenen sürede, il<br />
müdürlükleri denetiminde ödeme karşılığı ya da karşılıksız olarak çocuğun bakımını<br />
ve yetiştirilmesini üstlenen, aile ortamında yaşamını sürdüren aile ya da kişi olarak”<br />
tanımlanmıştır (Md. 4).<br />
Koruyucu aile bakımı, koruyucu ailenin atanması, sahip olunması gereken şartları ve<br />
kapsamı yönünden evlat edindirme hizmetlerinin aynısıdır. Fakat belli ücret<br />
ödemesinin yapılabilmesi ve çocuğun resmi vasisi olamaması yönünden<br />
ayrılmaktadır. Çocuğun yasal vasisi olunmamasından dolayı çocukla ilgili alınacak<br />
her kararın bağlı olunan sosyal hizmetler il müdürlüğünde sorumlu sosyal hizmet<br />
uzmanı ile birlikte hareket edilmesi gerekmektedir. Koruyucu aile bakımı, batı<br />
ülkelerinde kurum bakımına oranla daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Zira Batı<br />
ülkelerinde korunmaya muhtaç çocukların neredeyse %75’i koruyucu aile yanında<br />
bakımı sağlanırken; ülkemizde bu oran sadece %4’tür (Yazıcı, 2012:505). Türkiye’de<br />
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın 2015 Aralık verilerine göre koruyucu aile<br />
yanında yerleştirilmiş olan çocuk sayısı, 4615’dir.<br />
4.3.Evlat Edindirme<br />
Evlat edindirme diğer bakım yöntemleri gibi korunmaya muhtaç çocuğun ihtiyaçlarını<br />
karşılamayı hedefleyen hem sosyal hizmetin hem de çocuk refah alanının önemli<br />
düzenlemelerinden birisidir (Yazıcı:2012, 505). Evlat edindirme karşılıklı iki taraf<br />
arasında kan bağına dayanmayan yasal ve sosyal olarak anne-baba ve çocuk ilişkisinin<br />
kurulması esasına dayanmaktadır.<br />
Evlat edindirme, Türk Medeni Kanunumuzun 305’den 320’ye kadar olan<br />
maddelerinde düzenlenmiştir. Söz konusu kanuna göre evlat edindirme, mahkeme<br />
kararı ile kurulabilen bir hısımlık ilişkisi olarak tanımlanmıştır.<br />
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın verilerine göre 2015 Aralık itibariyle evlat<br />
edindirilen çocuk sayısı 11085’dir. Bir önceki yıla göre düşüş olduğu gözlenmektedir.<br />
Zira 2014 verilerine göre evlat edindirilen çocuk sayısı 13646 idi. Evlat edindirme<br />
hizmetlerinden faydalanan çocuk sayısında düşüşün yaşanması, ülkemizde kurum<br />
bakımının ev tipi bakım modeline dönüşmesinden kaynaklanmış olabilir.<br />
Ülkemizde Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun yerine 2011 yılında<br />
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ilgili yönetmelik gereğince kurulmuştur. Tablo<br />
1’de ilgili bakanlığın korunmaya muhtaç çocuğa sunduğu hizmetler gösterilmektedir<br />
795
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo 1:Yıllara Göre ASPB’nin Korunmaya Muhtaç Çocuklara Sunduğu<br />
Hizmetlerden Yararlanan Çocuk Sayıları<br />
Çocuklara Sunulan<br />
Hizmetler<br />
Kuruluş Altında<br />
Bakılan<br />
2011 2012 2013 2014 2015<br />
14320 13771 11605 1271 12667<br />
Aileye Döndürülen 8099 8861 9937<br />
796<br />
10526 11085<br />
Aile Yanında<br />
Desteklenen<br />
34982 33344 42970 56018 71845<br />
Evlat Edindirilen 11444 12057 12822 13646 11085<br />
Koruyucu Aile<br />
Yanında Desteklenen<br />
1282 1492 3351 4008 4615<br />
Ücretsiz Kreş ve<br />
Gündüz Bakımı<br />
1639 1966 1673 1955 1831<br />
Sağlanan<br />
Kaynak: (www.aile.gov.tr, Erişim Tarihi: 10.08.2016)<br />
Tabloya bakıldığında korunmaya muhtaç çocuğa yönelik gerçekleşen hizmetler esas<br />
itibariyle çocuğun ailesi yanında desteklenmesi yönündeki koruma modeli gereğinin<br />
titizlikle uygulandığı görülmektedir. Bu hizmet modelinin yansıması olarak<br />
kurum/kuruluş bakımı altında olan çocuk sayısından yıllara göre azalma ve aile<br />
yanında desteklenen çocuk sayısında ise belirgin bir artış görülmektedir.<br />
4.4.Kurum Bakımı<br />
Kurum bakımı, sosyoekonomik yönden az gelişmiş toplumlarda korunmaya muhtaç<br />
çocuklara sunulan çocuğun kendi biyolojik ailesinden uzakta 24 saat tam zamanlı<br />
bakım yapan en yaygın hizmet türü olarak tanımlanmaktadır (Yolcuoğlu, 2009:11).<br />
Korunmaya muhtaç çocuklara sunulan en eski bakım yöntemlerinden biri olan kurum<br />
bakımı, çocuğun ailesi yanında bakımının ve korunmasının sağlanamadığı<br />
durumlarda hayata geçirilecek bir seçenek şeklinde ortaya çıkmıştır (Karataş:2008,<br />
41).<br />
Kurum bakımı, kurumun işleyişi, yapısı, kurum tipi, personelin çalışma biçimi,<br />
bakılan çocuk sayısı, çocukların yaşantı şekilleri gibi özellikleri bakımından da<br />
tasniflendirilebilmektedir. Bu tasniflendirme, daha çok bakılan çocuk sayısı ve kurum<br />
tipi ile ilişkilidir. Bu çalışmada kurum bakımı kışla tipi ve ev tipi kurum bakımı<br />
şeklinde tanımlanmıştır.<br />
4.4.1. Kışla Tipi Kurum Bakımı<br />
Kışla tipi kurum bakımı, cinsiyet yönünden benzer özelliklere sahip çok sayıda<br />
çocuğun aynı fiziksel ortamı paylaştığı, aktiviteleri birlikte gerçekleştirdiği,<br />
merkeziyetçi bir yapıya sahip çoğunlukla disiplinli bir yönetim anlayışının<br />
benimsendiği toplu bakım olarak nitelendirilmektedir. Kışla tipi kurum bakımının<br />
hem çocuğun fiziksel, toplumsal ve psikolojik gelişimine uygun olmaması hem de<br />
maliyetli oluşu, kurum bakımı denilince ilk akla gelen kışla tipi bakımın yapısal olarak<br />
değişmesini sağlamıştır. Bu durum, toplu bakım yerine butik tarzda bakım sağlanan<br />
daha az çocuk ile ev tipi kurum bakımına doğru gerçekleşen bir dönüşüm ve değişime<br />
neden olmuştur.
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Korunmaya muhtaç çocuklara sağlanan kışla tipi kurum bakımı hizmetlerinin öncü<br />
örnekleri arasında Osmanlı devletinde temellerin Himaye-i Etfal ile atılmıştır.<br />
Günümüze kadar varlığını sürdüren yetiştirme yurtları Himaye-i Etfal’in devamı<br />
olarak kabul edilebilir. Türk Dil Kurumu’nun tanımına göre yetiştirme yurdu; “Anne<br />
ve babası olmayan veya anne ve babası tarafından bırakılan, haklarında koruma kararı<br />
alınan, 7-18 yaşlarındaki çocukların barındırılıp yetiştirildiği eğitim kurumu, çocuk<br />
yuvası” olarak tanımlanmaktadır. Korunmaya muhtaç çocuklarla ilgili yasal<br />
düzenlemeler 24.05.1983 tarihli 2828 sayılı SHÇEK yasası ile düzenlenmiştir.<br />
Sonrasında 13.11.1995 yılında 22462 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan “Yetiştirme<br />
Yurtlarının Kuruluş ve İşleyişine Dair Yönetmelik” ile yetiştirme yurtlarının amacı,<br />
kapsamı, işleyişi, personel görev ve yetkileri net olarak ortaya konmuştur.<br />
Tablo 2. Yıllara Göre Yetiştirme Yurdu Verileri<br />
Çocuklara Sunulan Hizmetler 2011 2012 2013 2014 2015<br />
Kuruluş Sayısı 89 65 42 27 16<br />
Bakılan Çocuk Sayısı 4342 2955 1339 017 720<br />
Kaynak: (www.aile.gov.tr, Erişim Tarihi: 10.08.2016)<br />
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kuruluşundan itibaren elde edilen veriler,<br />
çocuğun bakımında alternatif yöntemlerin benimsenmesi ve sosyal refah<br />
politikalarının çocukların ailesi yanında yetiştirilmesi ve daha çok ev tipi kurumlarda<br />
bakım sağlanmasına yönelik olduğunu göstermektedir.<br />
Bir diğer kışla tipi kurum bakımı modeli olan çocuk yuvaları, SHÇEK kanunun<br />
3.maddesinin f bendine göre “0-12 yaş arası korunmaya muhtaç çocuklarla<br />
gerektiğinde 12 yaşını dolduran kız çocuklarının bedensel, eğitsel, psiko-sosyal<br />
gelişimlerini, sağlıklı bir kişilik veya iyi alışkanlıklar kazanmalarını sağlamakla<br />
görevli ve yükümlü yatılı sosyal hizmet kuruluşları” olarak tanımlanmıştır.<br />
Tablo 3’de 2011 yılından bu yana çocuk yuvaları sayısı ve buralarda bakılan çocuk<br />
sayısı verileri gösterilmektedir.<br />
Tablo 3. Yıllara Göre Çocuk Yuvaları (0-12) Verileri<br />
Çocuklara Sunulan Hizmetler 2011 2012 2013 2014 2015<br />
Kuruluş Sayısı 68 45 21 10 7<br />
Bakılan Çocuk Sayısı 3724 2665 901 490 390<br />
Kaynak: (www.aile.gov.tr, Erişim Tarihi: 10.08.2016)<br />
Kışla tipi kurum bakımı, ülkemizde giderek en son tercih edilecek bakım yöntemi<br />
haline gelmiştir. Bu bakım modelinin yani kurum veya kurumda bakılan çocuk<br />
sayılarının yıllara göre giderek azalmasının nedeni, hizmet modeline ilişkin<br />
yaklaşımın ve sosyal politikaların çocuğun gelişimine göre yeniden şekillenmesinden<br />
kaynaklanmaktadır.<br />
4.4.2. Ev Tipi Kurum Bakımı<br />
Türkiye’de uzun yıllar boyunca çocuğun korunmasına yönelik politikalar, “kurum<br />
bakımı” üzerine yoğunlaşmış ve bu yönde çalışmalar yapılagelmiştir. Son zamanlarda<br />
ise öncelik çocuğun ailesi yanındaki imkânlarının geliştirilerek aile ortamından<br />
ayrılmadan bakılmasına yöneliktir. Kurum bakımı gerekli olduğu durumlarda ise kışla<br />
tipi kurum bakımının dönüştürüldüğü bunun yerine ev tipi bakım modelinin<br />
797
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
uygulandığı görülmektedir. İşte bu nedenledir ki, bir kışla tipi kurum bakımı olan<br />
yetiştirme yurtları sayısı giderek azaltılarak yerine ev tipi kurum bakımı olan çocuk<br />
evi modeli yeni bir yaklaşım politikası olarak yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır.<br />
Butik tarzda oluşturulmuş olan çocuk evi, her ilin sosyo-kültürel ve fiziksel yapısı,<br />
çocuk yetiştirmeye uygun bölgelerinde, tercihen il merkezinde, okullara ve<br />
hastanelere yakın apartman dairesi veya müstakil evlerde 0-18 yaş grubunda 5-8<br />
çocuğun yaşadığı yeni hizmet modelidir. Çocuk evleri arkadaşlık komşuluk ve<br />
mahalle gibi kavramları doyasıya yaşayarak öğrenilebilecek, toplumla iç içe ve<br />
toplumun değerlerini, kültürünü bilerek ayakları üstüne basabilen bir gençlik<br />
yetiştirmek amacıyla yeni bir bakım modeli olarak yaygınlaştırılmaya devam<br />
edilmektedir.<br />
Çocuk evlerinde çocukların; toplumsal hayata uyum sağlamaları, kalabalık kuruluş<br />
bakımından kaynaklı olumsuzlukların azaltılması, kendine güvenen ve geleceğe<br />
umutla bakabilen çocukların yetiştirilmesi, arkadaşlık, komşuluk, mahalle gibi<br />
kavramlar ile örf-adetleri, toplumsal değerleri yaşayarak öğrenmeleri<br />
hedeflenmektedir (Başer:2013, 50).<br />
Tablo 4’de Çocuk Evi’nin kuruluşundan 2015 Aralık ayına kadar olan sürede çocuk<br />
evleri ve burada bakılan çocukların sayısı verilmektedir.<br />
Tablo 4. Yıllara Göre Çocuk Evi Verileri<br />
Çocuklara Sunulan Hizmetler 2011 2012 2013 2014 2015<br />
Kuruluş Sayısı 448 649 906 1015 1057<br />
Bakılan Çocuk Sayısı 2494 3581 4953 5068 5366<br />
Kaynak: (www.aile.gov.tr, Erişim Tarihi: 10.08.2016)<br />
Tabloya bakıldığında Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın 2011 yılında<br />
kuruluşundan bu yana çocuk evleri ve burada bakılan çocuk sayısının iki katına çıktığı<br />
görülmektedir. Bu artışın sebebi, kapatılan yetiştirme yurtlarında kalan çocukların<br />
çocuk evlerine yerleştirilmesinden kaynaklanmaktadır.<br />
5.TARTIŞMA VE SONUÇ<br />
İnsana yönelik gerçekleştirilen sosyo-ekonomik destek, sosyal kalkınmanın temel<br />
yapısını oluşturmaktadır. Sosyal kalkınmanın sosyal bütünleşmeye vurgu yapan yönü,<br />
toplumda dezavantajlı konumda olan bireylerin iyilik hallerini yükseltmeyi<br />
amaçlamaktadır. Toplumda dezavantajlı konumda bulunan korunmaya muhtaç<br />
çocuklara yönelik sosyal bütünleşme faaliyetleri, sosyal kalkınmanın önemli ve<br />
vazgeçilmez parçalarından biridir. Çünkü çocuklarına hak ettikleri muameleyi<br />
gösteremeyen toplumlar, dünya mirasını taşıyan medeniyetler inşa etmekten<br />
uzaktırlar.<br />
Bu çalışmada öncelikle çocuğa yönelik refah hizmetleri, sosyal politikalar bağlamında<br />
değerlendirilerek çocuk ve çocukluğa yönelik uluslararası, toplumsal ve kültürel<br />
algıların nasıl olduğunu açıklanmaya çalışılmıştır. Sosyal politikalardan bahsedilirken<br />
çocuk ve çocukluk dönemine dair yapılan vurgunun sebebi, Türkiye’deki çocuk refah<br />
hizmetlerinin belli şartlar dışında yaş sınırlamasına tabi olmasından<br />
kaynaklanmaktadır.<br />
798
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tarihsel bir perspektif ile Osmanlı’dan bu yana çocuk alanında refah hizmetlerinin<br />
anlaşılması, günümüzdeki kurumsal yapıya işaret etmesi ve bu yapının temelini<br />
oluşturması bakımından önemlidir. Osmanlı’da tüm alanlarda olduğu gibi korunmaya<br />
muhtaç çocuklara yönelik sunulan hizmetlerin de dönemin ihtiyaçlarına ve sosyoekonomik<br />
ve politik şartlarına göre şekillendiği görülmektedir. Özellikle Cumhuriyet<br />
döneminde korunmaya muhtaç çocuklar için gerçekleştirilen hizmetlerin ve açılan ya<br />
da devam ettirilen kurumların Osmanlı’dan miras alındığı anlaşılmaktadır. Fakat<br />
günümüzde evrensel değişim ve dönüşüm sayesinde yarım asır öncesinde benimsenen<br />
politikaların değiştiğine şahit olunmaktadır. Bu değişimlerin önemli kısmı, çocukların<br />
biyolojik ailesi ya da yakın aile ortamı içerisinde desteklenerek bakılmasına<br />
yöneliktir. Bu amaçla ülkemizde çeşitli nedenlerle korunmaya muhtaç hale gelen<br />
çocuklar, aile ortamından ayrılmadan gerekli koşulların oluşturulması yoluyla<br />
gelişimlerine uygun şekilde yetiştirilemeye çalışılmaktadır. Bu yeni yaklaşım daha<br />
önceden uygulanan kurum ya da kuruluş bakımının çocuklar için taşıdığı risklerin ve<br />
tehlikelerin (bireysel ve bencil bir şekilde yaşama, cinsel istismara uğrama, sağlıklı<br />
bir ortamda yaşamama, sorumluluk duygusunun gelişmemesi, aile içindeki görev ve<br />
sorumlukları öğrenmeme, akran veya bakım personeli şiddetine maruz kalma,<br />
başkasının kendi adına karar vermesine alışma veya kendisi karar verme konusunda<br />
sürekli tereddütler yaşama gibi) bir kısmını bertaraf ettiği söylenebilir.<br />
Yapısal olarak korunmaya muhtaç çocukların aile ortamında desteklenmesi ile<br />
gerçekleştirilen değişimler, kurumsal anlamda da dönüşümü beraberinde getirmiştir.<br />
Önceden büyük çoğunlukla tek çözüm olarak görülen “kışla tipi kurum bakımı”<br />
temelli hizmetler yerine “ev tipi bakım” temelli hizmetlerin yaygınlaştırıldığı<br />
görülmektedir. Bu kurumsal dönüşümün önemli yansıması, yetiştirme yurtları yerine<br />
az çocuğa aile ortamı sunan çocuk evleri modeline geçiştir.<br />
Sosyal bir varlık olan çocukların doğru sosyalleşmesinin ve değerleri öğrenmesinin<br />
en temel kurumu ailelerdir. Ailelerin çocuğun yetiştirilmesindeki yadsınamaz<br />
rolünden dolayı korunmaya muhtaç çocuğa yönelik sosyal refah politikamızın da bu<br />
yönde yeniden geliştirilmesi kayda değer bir gelişim olarak görülmelidir. Çocuğun<br />
ailesi yanında yetiştirilmesinin desteklenmesi, dezavantajlı konumda bulunan bu<br />
grubun iyilik halinin geliştirilmesi ve sürdürülmesi konusunda elzem bir konuyu<br />
oluşturmaktadır. Çocuğa ve ailesine sunulan hem sosyal hem de ekonomik desteğin<br />
toplumsal eşitsizliği önleyerek sosyal kalkınmaya da katkı sağlayacağı yadsınamaz<br />
bir gerçektir. Bu nedenle toplumların özellikle çocuklarına yönelik yatırımları önemli<br />
sosyal kalkınma yatırımları arasında görmeleri gerekmektedir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Aktaş, Aliye Mavili, 2004, “Türkiye’de Korunmaya Muhtaç Çocuklar ve Çalışan Personel.<br />
Koruma Altındaki Çocuklar Prof. Dr. Mualla Öztürk Anısına XVII. Sempozyum<br />
Sunumları”, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları<br />
Ana Bilim Dalı Yayınları, s.159-193.<br />
Akyüz, Emine, 2002, Çocuğun Haklarının ve Güvenliğinin Korunması, MEB Yayınları,<br />
Ankara.<br />
Balcıoğlu, İbrahim (2013) Geleceğin Türk Ailesi, içinde Uluslararası Aile Konferansı 11-15<br />
Temmuz 2012, Saraybosna/Bosna-Hersek, Editör: İlhan Yıldız, Muhder Yayınları,<br />
Ankara.<br />
799
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Başer, Hacer, 2013, “Çocuk Refahı Alanında Yeni Hizmet Modeli “Çocuk Evi Modeli”, Selçuk<br />
Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.<br />
Bilgin, Rıfat, 2008, “Sokakta Çalışan Çocuklar Sorununa Sosyolojik Bir Yaklaşım: Diyarbakır<br />
Örneği”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı<br />
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Elazığ.<br />
Çavuşoğlu, Turgay, 2010, Sosyal Hizmetler Tarihinde Kilometre Taşları, Hilal Mabaacılık,<br />
Ankara.<br />
Franklin, Bob, 1993, Çocuk Hakları, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.<br />
Karataş, Zeki, 2015, “Osmanlı Devleti’nde Korunmaya Muhtaç Çocuklara Yönelik Sosyal<br />
Hizmet Uygulamaları”, Manevi Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi, s.107-129.<br />
Karataş, K. İl, Sunay, 2012, Sosyal Hizmet Eğitiminde Yeniden Yapılanma, Ankara.<br />
Karataş, Kasım, 2008, “Türkiye’de Çocuk Koruma Sistemi ve Koruyucu Aile Uygulamaları<br />
Üzerine Bir Değerlendirme”, Koruyucu Aile, Evlat Edinme Hizmetleri ve Ruh<br />
Sağlığı, Prof. Dr. Mualla Öztürk Anısına XX. Sempozyum Sunumları”, 15-16 Şubat<br />
2007, (Ed.: Neşe Erol), Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Yayınları, s. 41- 54.<br />
Karatay, Abdullah, 2007, “Cumhuriyet Dönemi Korunmaya Muhtaç Çocuklara İlişkin<br />
Politikanın Oluşumu, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış<br />
Doktora Tezi, İstanbul<br />
Kocacık, F, 1984, “Korunmaya Muhtaç Çocuklar Sivas Kız ve Erkek Yetiştirme Yurtları”,<br />
Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, s.141-158.<br />
Okur, Y, 1996, Darüleytamlar, On Dokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,<br />
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Samsun.<br />
Özdemir N., Sefer N., Türkdoğan, D, 2008, “Bir Sosyal Sorumluluk Projesi Örneği:<br />
Korunmaya Muhtaç Çocuklar”, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler<br />
Dergisi,;32(2), s.283-305.<br />
Özkan, S.,2009, “Türkiye’de Darüleytamların Gelişimi ve Niğde Darüleytamı”, Türkiyat<br />
Araştırmaları Dergisi, ss.211-229.<br />
Şenocak, Hasan, (2005), “Korunmaya Muhtaç Çocuklar: İstanbul Yetiştirme Yurtları Üzerine<br />
Bir Alan Araştırması”, İÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi,<br />
İstanbul.<br />
Polat, Oğuz, 2001, Çocuk ve Şiddet, Der Yayınları:İstanbul.<br />
Tutar, Hasan (2014) Sosyal Psikoloji, Genişletilmiş 2. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara.<br />
Uluğtekin, Sevda, (2001),“Yirminci Yüzyılda Türkiye’nin Çocukları: Sorunlar ve Beklentiler,”<br />
Prof. Dr. Nihal Turan’a Armağan – Sosyal Hizmette Yani yaklaşımlar ve Sorun<br />
Alanları içinde, Veli Duyan ve Aliye Mavili Aktaş (edt.), Ankara: H.Ü. Sosyal<br />
Hizmetler Yüksekokulu Yayınları, s. 7-19.<br />
Wyness, Micheal, (2006), Childhood And Society-An İntroduction To The Sociology Of<br />
Childhood, Palgrave Macmillan, Hamshire.<br />
Yaşar Ö., Dağdelen, N., (2013), “Korunmaya Muhtaç Çocukların Yetiştirilmesinde Çocuk<br />
Yurtlarından Çocuk Evlerine Geçişin, Çocukların Sosyo-Kültürel ve Psikolojik<br />
Gelişimlerine Etkisi Üzerine Bir Çalışma: Isparta Örneği”, Süleyman Demirel<br />
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, s.199-221.<br />
Yavuzer, Haluk. (2001) Çocuk ve Suç, Remzi Kitapevi, 10.Basım, İstanbul.<br />
Yazıcı, Erhan, (2012), “Korunmaya Muhtaç Çocuklar ve Çocuk Evleri”, Mustafa Kemal<br />
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Mustafa Kemal, s. 499-525.<br />
Yolcuoğlu, Galip İsmet, 2015, Türkiye’de Tüm Çocuklarımızı İyi Yetiştirebilmek, Nar<br />
Yayınevi:İstanbul.<br />
800
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Yerel Kalkınmanın Önündeki Engel: Kadın Yoksulluğu<br />
Öz<br />
Maide GÖK 1<br />
Bu çalışmada yerel düzeyde yaşanan kadın yoksulluğunun nedenlerinin tespit<br />
edilmesi amaçlanmaktadır. Lin yapısal dezavantajların kaynaklara ve fırsatlara<br />
erişimi zorlaştırdığını ifade etmektir. Bu nedenle bu çalışmada çalışma alanları Bingöl<br />
ve Elazığ olarak belirlenmiştir. Kırsal alanda yaşayan otuz kadınla görüşme<br />
yapılmıştır. Kadınların yoksunluk temelli yoksulluğu yaşadıkları halde gizledikleri ve<br />
yoksul olmadığı düşünülen kadınların da gizli bir yoksulluk içerisinde oldukları tespit<br />
edilmiştir. Özellikle engelli ve ekonomik şiddete maruz kalan kadınların daha fazla<br />
yoksunluk içinde oldukları ve ekonomik kaynaklar üzerinde kontrol etme güçlerinin<br />
bulunmayışının bu duruma yol açtığı görülmüştür. Hane reisinin kadın olduğu<br />
ailelerde yoksulluk sadece kadının deneyimlediği bir sorun olmaktan çıkmış ve kız<br />
çocuklarının küçük yaşta evlendirilmelerine neden olan önemli bir sorun haline<br />
dönüşmüştür.<br />
Anahtar Kelimeler: Kadın, yoksulluk, yerel kalkınma,<br />
eşitsizlikleri.<br />
toplumsal cinsiyet<br />
The Barrier on Local Development:Woman Poverty<br />
Abstract<br />
This study aims to reveal the causes of women experiencing poverty at the<br />
local level. According to Lin, the source of the structural disadvantages that make it<br />
harder to express and access to opportunity. Therefore, in this study it is defined as<br />
work areas Bingöl and Elazığ. Interviews were conducted with thirty women who<br />
were living in the rural area. This work has resulted in the selection of in-depth<br />
interviews. Women's deprivation based poverty that they live and hide, even though<br />
that is considered to be poor women were found to be in a hidden poverty. In<br />
particular, they are disabled and battered women's exposure to economic deprivation<br />
in more violence and the lack of control over economic resources and power have<br />
been shown to lead to this situation. Poverty in families where the head of household<br />
is a woman no longer just a problem that is experienced by women and girls and<br />
became an important problem for girls who got married at a young age.<br />
Key words: Woman, poverty, local development, gender inequities.<br />
1. GİRİŞ<br />
Toplumda “yoksul” ya da “yoksun” olarak tanımlananların toplumda mevcut<br />
kaynaklardan ve fırsatlardan eşit bir biçimde yararlanamayan ve eşitsizlikleri en fazla<br />
yaşayanlar olduğu bilinmektedir. Bu bağlamda toplumsal cinsiyet eşitliği, yasalar<br />
önünde kadın ve erkeğe eşit muamele edilmesi, özelde ailede ve daha genel olarak<br />
1 Yrd.Doç.Dr. Bingöl Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü, mgok@bingol.edu.tr<br />
801
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
toplumda kadın ve erkeğin kaynaklardan, fırsatlardan ve hizmetlerden eşit olarak<br />
yararlanmaları olarak tanımlanmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması<br />
birçok ülkenin temel politikaları arasında yer almasına rağmen, dünya nüfusunun<br />
yarıdan fazlasını ve çalışan nüfusun üçte birini oluşturan kadınların; dünya gelirinin<br />
onda birine, yeryüzü malvarlığının ise sadece yüzde birine sahip oldukları<br />
görülmektedir (Akın ve Demirel, 2003). Özellikle, küreselleşmenin etkisiyle gelişmiş<br />
ülkelerin refah seviyelerini kaybetmeleri yoksulluğa maruz kalan kadın ve çocuk<br />
oranını her geçen gün artırmaktadır (Oktik, 2008:25).<br />
Toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin sürdürülmesine ve yeniden üretilmesine neden<br />
olan kadının statüsü sorunu ise kalkınmanın insani boyutlarının gündeme geldiği<br />
1970’li yıllarda başta Boserup olmak üzere birçok bilim insanı tarafından daha fazla<br />
tartışılmaya başlanmıştır. Kadının ikincil konumunun iyileştirilmesine katkı sağlayan<br />
bu tartışmalar, gerek ulusal gerek uluslar arası birçok kuruluşun toplumsal cinsiyet<br />
eşitsizliklerinin azaltılmasına yönelik çalışmalarına hız kazandırmıştır. Özellikle sivil<br />
toplum kuruluşlarının hem faaliyetlerini hem de projelerini kadın bakış açısıyla<br />
hazırladıklarını ve çok sayıda kadının yararlanmasını planladıklarını belirten<br />
Kümbetoğlu (2002:160-3) 1990’lı yıllarda kadının eğitim seviyesinin yükseltilmesi<br />
ve ekonomik durumunun iyileştirilmesi için; okuma yazma, el becerileri geliştirme ve<br />
meslek edindirme gibi birçok faaliyetin bu bağlamda yaygınlaştığını ifade etmektedir.<br />
Söz konusu çalışmalar kadının beşeri sermayesinin yanı sıra ekonomik sermayelerini<br />
geliştirmelerine katkı sağlamıştır. Zira kız çocuklarının eğitimsiz kalması, onların<br />
ekonomiye katılımlarını kısıtlamakta “ev kadınlığı” ya da diğer bir ifadeyle “ev içi<br />
hizmet işçiliği” dışında kadınların farklı rolleri üstlenmelerine imkân tanımamaktadır.<br />
Bu durum kadının yoksullaşmasını ve farklı alanlarda birçok yoksunluğu<br />
yaşamalarına neden olmaktadır (Aydemir,2011:4). Son yıllarda kadın yoksulluğunun<br />
sadece kadınları etkileyen bir sorun olmaktan çıktığı, özellikle kadınların üretimin ve<br />
çalışma hayatının dışına itilmesi ile hem yerel hem de ulusal düzeyde kalkınma hızını<br />
da yavaşlatan bir soruna dönüştüğü tartışılmaktadır.<br />
2. KADIN YOKSULLUĞU VE KALKINMA<br />
Yoksulluk kavramı kişilerin yaşamlarını idame ettirecek gelirden yoksun olma<br />
durumlarını tanımlamak için kullanılmakla birlikte, yoksulluk tanımlamalarının ve<br />
göstergelerinin çeşitlilik gösterdiği görülmektedir. Örneğin, Friedmann yoksulluğu<br />
birey ve devlet bağlamında tanımlamak yerine, yoksullukla mücadelede hangi<br />
hususların dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Friedmann (1996)’a göre,<br />
doğumun sağlıklı koşullarda gerçekleştirilmesi, güvenli bir yaşam alanına ve<br />
beslenme imkânına sahip olmak, sağlık giderlerini karşılayabilmek, siyasi yaşama<br />
katılmak, üretici olmak, emekliliğin getirdiği haklara sahip olmak ve saygın bir<br />
şekilde defnedilmek yoksullukla mücadelede önem taşımaktadır. Bununla birlikte,<br />
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) yoksulluğun tespit edilmesinde<br />
belirli yoksulluk göstergeleri kullanmaktadır. Program, İnsani Yoksulluk İndeksi<br />
sayesinde yaşam süresi, eğitim, ekonomik ve sosyal imkânlar gibi temel kriterlere<br />
odaklanarak yoksulluğun boyutlarını tespit etmeye çalışmaktadır. UNDP beklenen<br />
yaşam süresini 40 yaş olarak belirlemiş ve bu yaşın altındaki yaşam süresini insani<br />
yoksulluğun göstergesi olarak değerlendirmiştir. Ayrıca, kuruluş okuma-yazma<br />
802
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
bilmeme oranını eğitim açısından önemli bir ölçüt olarak ele almış, ekonomik ve<br />
sosyal olanaklara erişim için sağlıklı içme suyuna sahip olmayı ve kişi başına düşen<br />
milli geliri yoksulluk için önemli göstergeler olarak kabul etmiştir (Şener, 2009).<br />
İnsani yoksullukla aynı anlamda kullanılan mutlak yoksulluk ise insanların beslenme,<br />
barınma, giyinme, tedavi olma gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayamama durumudur<br />
(Öztürk ve Çetin, 2009: 2665; Şenses, 2001: 62).Yoksunluk temelli yoksulluk 2 olarak<br />
da tanımlanan mutlak yoksulluk bir ülkede kalkınmanın gerçekleştirilebilmesi ve<br />
kalkınmanın bir bütün olarak sağlanması için ortadan kaldırılması gereken önemli bir<br />
sorundur. Zira toplumdaki bazı sosyal grupların mutlak yoksulluk içinde bulunmaları<br />
eşitsizlik temelli yoksulluğun yaşanmasına neden olmaktadır.<br />
Eşitsizlik temelli yoksulluk, ekonomik anlamda kişi başına düşen gelirin düşüklüğüne<br />
ve bu nedenle ekonomik güçten mahrum olma nedeniyle ortaya çıkan yoksunluklara<br />
işaret etmektedir. Söz konusu yoksulluk türü farklı sosyal grupları farklı şekillerde<br />
etkileyen önemli bir toplumsal sorun olmakla birlikte, çocukluk döneminde yaşanan<br />
yoksulluk başta kadınlar olmak üzere bireylerin bütün yaşamlarını etkileyen önemli<br />
bir olgudur (Durgun, 2011:143-4). Gelir dağılımındaki eşitsizliklerin ortadan<br />
kaldırılmaması ve yerel düzeyde sahip olunan ekonomik kaynakların etkin ve verimli<br />
bir şekilde kullanılmaması ekonomik kalkınmayı olumsuz etkilerken, kadınlar ve<br />
erkekler arasındaki eşit olmayan kaynak ve fırsat paylaşımı toplumsal kalkınmayı da<br />
olumsuz etkilemektedir.<br />
Kültürel yoksulluk, cinsiyet farklılaşmaları sonucunda ortaya çıkan toplumsal cinsiyet<br />
eşitsizliklerini dikkate almadan, yoksulluğun nedenini mikro düzeyde açıklamaya<br />
çalışan bir yoksulluk türüdür. Zira kültürel yoksulluk, yoksulluğun bireyin gayret<br />
göstermemesi, isteksizliği ve başarısızlığı nedeniyle ortaya çıktığını savunmaktadır<br />
(Gül ve Sallan,2008:60). Özellikle miskinlik, özgüven eksikliği, girişimci ruhtan<br />
mahrumiyet gibi kişisel özellikler yoksulluğa neden olmaktadır. “Sömürü temelli<br />
yoksulluk” ise sosyolojide yapısal işlevselci bakış açısının aksine aileyi eleştirel bakış<br />
açısı ile ele alan çatışmacı kuramın vurguladığı bir yoksulluk türüdür. Zira çatışmacı<br />
kuramcılara göre kadının özel alana mahkûm edilmesi ve ev içi emeğinin erkekler<br />
tarafında sömürülmesi kadının yoksullaşmasına neden olmaktadır. Bu nedenle,<br />
kadının ev içi iş yüküne karşı bir ücret almaması kadın yoksulluğunun en önemli<br />
nedenlerinden biri olarak kabul edilmiş, kadının ev içi emeğinin ücretlendirilmesi<br />
başta feminist gruplarca bir çözüm olarak sunulmuştur.<br />
Bununla birlikte, Engels kadın yoksulluğunun önemli bir diğer nedeninin ise miras<br />
paylaşımı olduğunu belirtmektedir. Engels’e göre kadınların yüzyıllardır mülkiyetsiz<br />
kalmalarının altında adaletsiz bir biçimde sürdürülen miras paylaşımı gelmektedir.<br />
Kadın yoksulluğunu açıklamaya çalışan yapısal yoksulluğa örnek teşkil eden bu<br />
sorun, sömürü temelli yoksullukla benzerlik göstermektedir. “Yapısal yoksulluk”,<br />
kadını ikincileştiren ve dışlayan toplumsal yapının kadını güçsüz kıldığı ve farklı<br />
alanlarda karar verme yetkisine sahip olmayan kadınların yoksulluğa mahkûm<br />
edildikleri savunmaktadır. Günümüzde toplumsal yapının kadın yoksulluğunun<br />
yeniden üretiminde yer aldığını fark eden toplumların yapıyı değiştirmeye yönelik<br />
2<br />
Yoksunluk türleri için Gül ve Sallan Gül (2008)’e bakınız.<br />
803
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
çalışmalara yer verdikleri gözlemlenmektedir. Zira kadınların yaptıkları işlerin daha<br />
çok değersiz olarak kabul edilmesi ve eşit bir gelir getirmemesi birçok ülkede yankı<br />
bulmuş ve bu durumun düzeltilmesi için toplumsal cinsiyet bağlamında eşitlik<br />
savunucuları “karşılaştırılabilir değer yasası” teklifinde bulunmuşlardır. Bu yasanın<br />
amacı tarihsel olarak uzun deneyimlere sahip olanlara farklı maaş ödemelerini ortadan<br />
kaldırıp, üstlenilen sorumluluk ve yetenekler açısından eşit ödemenin yapılmasını<br />
sağlamaktır (Macionis, 2007: 343-6). Böylece toplumsal yapının neredeyse bütün<br />
eylemlerini belirlediği kadınların yoksulluğu deneyimlemesinin önüne geçilmeye<br />
çalışılmaktadır.<br />
3. TOPLUMSAL CİNSİYET PERSPEKTİFİNDEN KADIN<br />
YOKSULLUĞU<br />
Toplumsal cinsiyet kadına veya erkeğe toplum tarafından atfedilen nitelikleri, rolleri<br />
ve sosyal pozisyonları ifade eden kültürel bir kategorilendirmedir (Adaçay, 2014:10).<br />
Farklı toplumlarda toplumsal cinsiyet kimliklerinin inşa sürecinin farklılaşması,<br />
toplumsal cinsiyet rollerinde görülen farklılıkların biyolojinin bir ürünü olmadığını ve<br />
bu rollerin zamana ve yere göre değişebildiğini göstermektedir (Schaefer, 2007: 261).<br />
Diğer bir ifadeyle toplumsal cinsiyet kimliksel bir kategoridir ve kişinin<br />
etkileşimlerinin ve sosyal yaşamının dışında mevcuttur. Sosyal yapının ve düzenin bir<br />
sonucu olan toplumsal cinsiyet, kişiler sosyalleşmeye devam ettikçe yeniden<br />
üretilmektedir (West ve Zimmerman, 1987).<br />
Toplumsal cinsiyet kavramının yeniden üretiminde kadına ve erkeğe toplum<br />
tarafından atfedilen özellikler önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle söz konusu<br />
nitelikler çoğunlukla toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini desteklemekte ve<br />
pekiştirmektedir. Örneğin, kadınların daha çok pasif, duygusal ve işbirlikçi olarak<br />
nitelendirilmeleri, erkeklerin ise daha akılcı, aktif ve rekabetçi olarak tanımlanmaları<br />
kadınların yüksek gelir elde edebilecekleri pozisyonlara gelmelerini olumsuz<br />
etkilemektedir. Uluocak ve Arslan (2011:21)’a göre dilin bu şekilde kullanımı<br />
kadınların eylemlerinin ve düşünce sistemlerinin inşasında önemli bir yer edinmekte<br />
ve kadın sosyo-kültürel yapının dayattığı bu niteliklere bağlı olarak ev içi iş yükü ile<br />
kendini tanımlamaktadır.<br />
Kültürel yoksulluk kavramı ile yoksulluğu kadının suçu gibi algılamak ve yukarıda<br />
ifade edilen niteliklerine bağlı olarak kadını tanımlamak erkekler tarafından daha<br />
fazla kabul gören bir yaklaşım olmakla birlikte, Bucra (2010:11)’ya göre yoksulluk<br />
kadınların kişisel özellikleri ile açıklanmayacak kadar genel bir sorundur ve sosyal<br />
yapının yol açtığı eşitsizliklerle ilişkilidir. Benzer bir biçimde, feminist gruplar da<br />
kadının erkeğe göre konumunu belirleyen söylemlere ve kadın kimliğine iliştirilen<br />
niteliklere karşı eleştirel olmuşlar ve “kadının yeri evidir” gibi kalıp yargılara karşı<br />
farkındalık oluşturmaya çalışmışlardır. Toplumsal kalkınmanın bir bütün olarak<br />
gerçekleştirilmesi için dezavantajlı grupların durumlarının iyileştirilme isteği ise<br />
kadınların yaşadıkları sorunların daha fazla görünürlük kazanmasına katkı sağlamış<br />
ve toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine olan ilgiyi artırmıştır. Bu süreçte toplumsal<br />
cinsiyet tabakalaşması, kadınlar ve erkekler arasındaki iş bölümü dağılımının ve<br />
kaynaklar üzerindeki kontrol etme gücünün farklı ölçülerde olmasının bir sonucu<br />
804
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
olarak tanımlanmış (Mason, 1986: 291) ve farklı alanlarda yaşanan toplumsal cinsiyet<br />
eşitsizlikleri ile analiz edilmiştir.<br />
Toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini bütün boyutlarıyla tespit etmek çok zor olsa da, en<br />
fazla görüldüğü temel alanların herhangi birindeki iyileştirmeler diğer alanlardaki<br />
eşitsizlikleri azaltabilmekte hatta tamamen ortadan kaldırabilmektedir. Bu nedenle<br />
Bucra (2010:242) kadın nüfusunun nitelikli eğitim imkânlarına kavuşarak yoksulluk<br />
ve sosyal dışlanmadan kurtulabileceklerini ifade etmektedir. Benzer bir biçimde<br />
başka bilim insanlarının da eğitim seviyesi ile gelecekteki kazanımlar ve yaşam<br />
standartları arasında nedensel bir ilişki bulunduğunu belirttikleri görülmektedir<br />
(Ferreira ve Gignoux, 2010). Özellikle kadınların işgücüne ve istihdama katılımlarının<br />
artması için gerekli olan beşerî sermaye eğitim faaliyetlerinin yaygınlaştırılması ile<br />
artırılabilmektedir. Buna rağmen, Uluocak ve Arslan (2010:56)’ın yaptıkları<br />
çalışmaya göre kadınların %28’i toplumsal cinsiyet rolleri nedeniyle eğitim<br />
programlarına katılamamaktadırlar.<br />
Diğer taraftan, ekonominin geleneksel değerlerin ortadan kaldırılmasında, doğum<br />
oranlarının azaltılmasında, eğitim ve istihdam alanındaki kadın oranlarının<br />
artmasında ve kadınlara uygun görülen rollere karşı davranış ve tutum<br />
değişikliklerinde etkisi bulunmaktadır (Matland, 1998: 114). Bu nedenle, ekonomik<br />
alandaki toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin azaltılmasını toplumsal kalkınma için<br />
önemli bir aşama olarak gören ülkelerde, siyasi alanda bu eşitsizlikleri azaltmayı<br />
hedefleyen siyasetçilerin seçilmesine önem verilmektedir (Kentworty ve Malami,<br />
1999). Bununla birlikte, özellikle kadının ekonomik kaynaklar üzerindeki<br />
kontrolünün artması ve kadına yönelik şiddetin azaltılması için boşanmanın, miras<br />
almanın, aile içi yasal paylaşımların ve evlenme yaşının hukuki alanda tekrar<br />
düzenlenmesi gerekmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin azaltılmasının<br />
toplumsal birçok sorunun ortadan kalkmasına ve sürdürülebilir kalkınma, nüfus artışı<br />
ve yeni neslin sahip olacağı beşerî sermaye gibi toplumsal konular üzerinde olumlu<br />
gelişmelere katkı sağlayacağı dikkate alındığında, sosyal politika önerilerinde ve<br />
yasal düzenlemelerde öncelikli konu olarak ele alınması gerekmektedir.<br />
4. METODOLOJİ<br />
Araştırmada “görüşme” tekniği kullanılmıştır. Postmodern araştırmanın tüm<br />
sorunların yerel dinamikleri içerisinde ele alınmasına ilişkin yaklaşımı ve her kadının<br />
yaşadığı sorunların kişiye özgü olabileceği temel savı, bu çalışmada derinlemesine<br />
görüşme tekniğinin seçilmesinde etkili olmuştur. Nitel araştırmada, tamamı keşfedici<br />
ve açık uçlu sorulardan oluşan iki tür görüşme formu kullanılmıştır. İlk formla,<br />
katılımcıların sosyo-demografik özellikleri, ikinci formla kadın yoksulluğun boyutları<br />
tespit edilmeye çalışılmıştır.<br />
Araştırma, illerin sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralamasında 39. sırada yer alan Elazığ<br />
ve 72. sırada yer alan Bingöl’de gerçekleştirilmiştir. Görüşmeler Ocak-Mayıs 2016<br />
tarihleri arasında toplam 30 kişi ile yapılmıştır. Katılımcıların tamamı alt sınıfta yer<br />
alan kadınlardan oluşmaktadır. Ayrıca görüşme yapılan kadınların demografik<br />
profilleri incelendiğinde, çoğunun ilkokul mezunu olduğu ve aylık hane gelirlerinin<br />
asgari tutarın altında olduğu görülmüştür. Çoğu çok çocuklu aile yapısına sahip olan<br />
805
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
katılımcıların üçü çok eşli ailelerde yer almaktadır. Çalışmada etik kuralları ihmal<br />
etmemek için katılımcılara kod isim verilmiştir.<br />
Bu çalışmada sosyal bilimlerdeki yaklaşımlar yoksulluk türleri aracılığıyla<br />
kullanılmıştır. Pozitivist yaklaşıma göre “yapısal yoksulluk” kadının<br />
yoksullaşmasına neden olduğu gibi kadının yoksulluktan kurtulmak için mücadele<br />
etmesini de engellemektedir. Hermeneutik yaklaşım ise “kültürel yoksulluk kavramı”<br />
ile kadın yoksulluğunun mikro düzeyde kadının anlam dünyası ile ilişkili olduğunu<br />
ve eğer kadın kendi potansiyelinin farkına varıp kendi yeteneklerini keşfedebilirse<br />
yoksulluktan kurtulabileceğini ifade etmektedir. Eleştirel yaklaşım ise “eşitsizlik ve<br />
sömürü temelli” kadın yoksulluğunun altında yatan eşitsizliklere dikkati çekmektedir.<br />
5. BULGULARIN DEĞERLENDİRİLMESİ<br />
Bu çalışmada yoksulluk türleri bir analiz aracı olarak kullanılarak, toplumsal cinsiyet<br />
perspektifinden kadın yoksulluğunun nedenleri tespit edilmeye çalışılmıştır. Zira<br />
Şener’e (2009) göre toplumsal cinsiyet gelirle birlikte bazı farklılaşmalara yol<br />
açmaktadır. Örneğin, hane gelirinin yüksek olduğu durumlarda gelirin erkek<br />
tarafından kontrol edildiği, diğer taraftan hane gelirinin az olduğu ailelerde ise<br />
kadınların geliri kontrol ettiği belirtilmektedir.<br />
5.1. Katılımcıların Yoksulluk Tanımlamaları<br />
Bu çalışmada, cinsiyet açısından yoksulluğun nasıl tanımlandığı ve farklılaştığı tespit<br />
edilmeye çalışılmıştır. Çalışmada bazı kadınların kendilerini yoksul olarak<br />
tanımlamaktan kaçınmadıkları ve yaşadıkları yoksulluğun boyutlarını kolayca dile<br />
getirdikleri gözlemlenmiştir. 3 Katılımcılardan biri yoksulluğun ne olduğu sorusuna<br />
“altı gündür evde yiyecek ekmeğim yok” diyerek cevap vermiştir. Başka bir katılımcı<br />
ise sağlık güvencesinin olmayışı nedeniyle doktora gidememe durumunu yoksulluk<br />
olarak ifade etmiştir. Çalışmada katılımcıların bazılarının hane gelirleri çok düşük<br />
olmasına rağmen, kendilerini orta gelirli tanımladıkları dikkati çekmiştir.<br />
Bu durumun katılımcıların dünyaya bakış açıları, yaşam tatmin düzeyleri ve<br />
farkındalık durumları ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. 45 yaş üstü olan kadınların<br />
yoksulluk tanımlamalarının 25-44 yaş aralığındaki kadınların tanımlamalarından<br />
farklılık gösterdiği gözlemlenmiştir. Orta yaşlı kadınların yoksulluğu daha fazla<br />
kabullendikleri ve yoksulluğa karşı duyarsızlaştıkları, fakat genç kadınların<br />
yoksulluktan daha fazla şikâyetçi oldukları görülmüştür. Katılımcıların yoksulluk<br />
tanımlamaları ayrıca yoksulluğun kadınların ruh ve beden sağlıklarını olumsuz<br />
etkilediğini gösteren ifadeler içermektedir. Aşağıda genç bir katılımcının yoksullukla<br />
ilgili ifadelerine yer verilmiştir:<br />
On iki yıllık evliyim. Eşimle yatacak bir yatağımız olmadı. Çocuğuma<br />
istediğini veremiyorum. Başka çocuk istemedim bu yüzden. Buna bile<br />
istediğini veremiyorum. Hayatta istediğim hiçbir şey olmadı, sürekli<br />
3<br />
Araştırmanın sosyal yardımlaşma faaliyetlerini yürüten kuruluşlar tarafından yapıldığının sanılması ve<br />
kendilerine yardım edileceğinin düşünülmesi kadınların sorulara ayrıntılı cevaplar vermelerine katkı<br />
sağlamıştır.<br />
806
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ağlıyorum, çocuk görmesin diye banyoya giriyorum kendime<br />
vuruyorum 4 (Rojda, ev kadını, 35, 2016).<br />
Diğer taraftan, bazı katılımcıların çok ciddi boyutlarda yoksulluğu deneyimledikleri<br />
halde kendilerini yoksul olarak tanımlamadıkları gözlemlenmiştir. Kadınların aile<br />
içinde karar alma süreçlerine daha fazla katıldıkları ailelerde, kadınların yaşam tatmin<br />
düzeylerinin daha yüksek olduğu görülmüştür. Söz konusu kadınlar ekonomik<br />
gelirleri az olmalarına rağmen, kendilerini mutlu hissettiklerini belirtmişlerdir. İnsani<br />
yoksulluğun birçok göstergesinin mevcut olduğu ailelerde, kadınların neden<br />
kendilerini mutlu hissettikleri sorusuna ise kadınların geçmiş yaşamlarına<br />
bakıldığında cevap bulunabilmiştir. Araştırmada katılımcılara yöneltilen aile geçmişi<br />
ile ilgili sorulardan kadınların geçmiş yaşamlarında daha fazla yoksulluğu<br />
deneyimledikleri, bu nedenle mevcut durumlarını geçmişle kıyasladıkları için mutlu<br />
olduklarını belirttikleri anlaşılmıştır.<br />
Bu çalışmada, görüşülen kadınların çoğunun eğitimsiz olması, okur-yazar olmalarına<br />
rağmen, herhangi bir mesleki eğitime tabii tutulmamış olmaları kadınları pasif<br />
tüketiciler konuma getirmektedir. Oysa kırsal alanda ihtiyaç duyulan birçok temel<br />
hizmetin mesleki eğitime sahip kişilerin olmayışı dolayısıyla karşılanamadığı dikkati<br />
çekmektedir. Diğer taraftan, bazı katılımcıların başkalarına muhtaç olmaktan<br />
rahatsızlık duydukları gözlemlenirken, bazı katılımcıların başkalarının merhametine<br />
ihtiyaç duydukları için rahatsız olmadıkları gözlemlenmiştir.<br />
5.2. Hane İçi Karar Alma Gücü ve Kadın Yoksulluğu<br />
Bireysel mutlulukların insanların yerine getirmesi gereken yükümlülüklere ve<br />
başarılara bağlı olduğunu dile getiren Nussbaum ve Sen (1993:39), bu<br />
yükümlülüklerin yerine getirilmesinin ve başarıların ortaya çıkmasının, iyi beslenme,<br />
özgür bir ortam ve yeterli sağlık koşullarına kadar birçok faktörden bağımsız<br />
olmadığını belirtmektedirler. Oysa Uluocak ve Aslan (2011:60) yaptıkları çalışmada<br />
kadınların itaatkâr bir rol model benimsemeleri gerektiğini düşünen ve kadını<br />
toplumsal cinsiyet rollerine bağlı olarak tanımlamaya çalışan bir bakış açısının<br />
kadınlar tarafından da desteklendiğini ve kadınların eylemlerini gerçekleştirirken<br />
özgür olmadıklarını ifade etmişlerdir. Bu çalışmada katılımcıların imkânlara ve<br />
hizmetlere erişimde ne ölçüde özgür oldukları hane içi karar verme gücü analizi ile<br />
tespit edilmeye çalışılmıştır.<br />
4<br />
Katılımcı görüşme sırasında göğsünü açıp kendisine nasıl zarar verdiğini göstermiştir.<br />
807
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo–1. Katılımcıların Ailede Karar Verme Durumları<br />
Karar Verilen Konular<br />
Satın alınacak eşyanın,<br />
arabanın seçimi<br />
Kimin Karar Vereceği<br />
Ben Eşim Birlikte Diğer<br />
(Kuma<br />
vs.)<br />
%7 (2) %60<br />
(18)<br />
Ailece<br />
Aile<br />
büyükleri<br />
%10 (3) %13(4) %7 (2) %3 (1)<br />
Boş zamanların<br />
%10 (3) %44 %17 (5) %13(4) %13 (4) %3 (1)<br />
değerlendirilmesi<br />
(13)<br />
Seçimde oy verilecek %49 %38 %3 (1) %7 (2) %3 (1)<br />
partinin belirlenmesi<br />
(14) (11)<br />
Şahsınıza ait tasarrufların %54 %27 (8) %10 (3) %3 (1) %3 (1) %3 (1)<br />
değerlendirilmesi<br />
(16)<br />
Yerleşim yerinin ve evin %13 (4) %33 %17 (5) %13(4) %17 (5) %7 (2)<br />
seçimi<br />
(10)<br />
İletişim kurulacak kişilerin %40 %27 (8) %23 (7) %10(3)<br />
kimler olacağı<br />
(12)<br />
Katılacak sosyal aktiviteler %17 (5) %46 %23 (7) %7 (2) %3 (1) %3 (1)<br />
(14)<br />
Çocukların eğitim hayatına %7 (2) %50 %20 (6) %20 (6) %3 (1)<br />
devam edip edemeyecekleri<br />
(15)<br />
Kendi öğrenim hayatınıza<br />
devam edip<br />
%13 (4) %40 %17 (5) %3 (1) %27 (8)<br />
edemeyeceğiniz<br />
(12)<br />
İhtiyaç duyduğunuzda<br />
doktora gidip<br />
%50 %23 (7) %13 (4) %7 (2) %3 (1) %3 (1)<br />
gidemeyeceğiniz<br />
(15)<br />
Ailenizi ziyaret edip<br />
%37 %27 (8) %23 (7) %10(3) %3 (1)<br />
edemeyeceğiniz<br />
(11)<br />
Çalışıp çalışmayacağınız %23 (7) %60<br />
(17)<br />
%7 (2) %10(3) %3 (1)<br />
Tablo-1’de görüldüğü üzere katılımcıların %54’ü kendilerine ait tasarrufları kendi<br />
isteklerine göre değerlendirebildiklerini ifade ederken, katılımcıların %27’sinin<br />
tasarrufları üzerinde değerlendirme haklarının olmadığını ifade ettikleri<br />
gözlemlenmektedir. Ev, eşya, gezilecek ve gidilecek yer seçimlerinde de çoğunlukla<br />
erkeklerin karar aldıkları görülmektedir. Satın alınacak eşyanın ve arabanın seçiminde<br />
%60 oranında erkeklerin karar verici oldukları ve boş zamanların<br />
değerlendirilmesinde ise %44 oranında erkeklerin karar verici durumda oldukları<br />
saptanmıştır. Kadınların çalışıp çalışmayacağı konusuna da %60 ile erkeklerin karar<br />
verdikleri görülmektedir. Çalışmaya katılan kadınların yalnızca %13’ü kendi öğrenim<br />
hayatına devam etme konusunda ve %7’si çocukların eğitim hayatına devam etmeleri<br />
konusunda kendilerinin karar verici olduklarını ifade etmişlerdir. Diğer taraftan,<br />
seçimlerde oy verilecek partinin belirlenmesinde katılımcıların %49’u ve doktora<br />
gitme konusunda kadınların %50’si kendi başlarına karar verdiklerini ifade<br />
etmişlerdir. Kadının temel haklardan ve sosyal hizmetlere erişim şansından<br />
alıkonulduğunu gösteren veriler, aynı zamanda kadın yoksunluluğunun neden<br />
sürdürüldüğünü de göstermektedir.<br />
Bu çalışmada ekonomik kaynaklara sahip olma ile yoksulluk oranı arasında ters bir<br />
ilişki olduğu varsayılmıştır. Oysa çalışmada ekonomik kaynaklara sahip olan<br />
808
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
kadınların da gizli bir yoksulluk içinde oldukları gözlemlenmiştir. Zira kadınların<br />
hane içi karar alma süreçlerine dâhil olamamaları, ekonomik kaynaklar üzerinde<br />
kontrol etme gücüne sahip olamamalarına neden olmaktadır. Bu nedenle tüm<br />
katılımcılara kişisel ve hane gelirleri sorulmuş ve ekonomik kaynaklar üzerinde<br />
kontrol etme güçlerinin olup olmadığı anlaşılmaya çalışılmıştır. Engelli kadınlar<br />
devlet desteği ile her ne kadar düzenli bir gelire sahip olsalar da gelir üzerinde denetim<br />
kuracak güçlerinin olmayışı söz konusu kadınları gizli bir yoksulluğa hapsetmektedir.<br />
Aşağıda görme engelli bir katılımcının görüşlerine yer verilmektedir:<br />
Kimse bakmıyor bana. Devletten aldığım maaşı oğlum çekiyor.<br />
Yanlarında kalıyorum. Yemek verirlerse yiyorum yoksa aç<br />
kalıyorum. Vallah bakmıyorlar. Ne yapayım yine de veriyorum. O<br />
para da olmazsa gelin oturmaz benle. Ne yapayım gidecek yerim<br />
yok (Berfin, ev kadını, 65, 2016).<br />
Engelli kadınların kaynaklar üzerindeki kontrol etme güçlerinin olmayışının yanı sıra,<br />
kadının tarım sektöründe çalıştığı ailelerde, gelirin erkek tarafından kontrol edilmesi<br />
ve paranın tasarruf hakkının tamamen erkekte olması kadının birçok yoksunluğu<br />
deneyimlemesine neden olmaktadır. Bazı katılımcılar “ellerine hiç para geçmediğini”<br />
bu nedenle temel ihtiyaçlarını bile karşılayamadıklarını dile getirmişlerdir.<br />
5.3. Kadın Yoksulluğunun Nedenleri ve Sonuçları<br />
Çalışmada, kadın yoksulluğunun nedenleri ve kadınların en fazla yoksunluk<br />
yaşadıkları alanlar tespit edilmeye çalışılmıştır. Gül ve Sallan Gül (2008)’ün<br />
yaptıkları çalışmada da yoksulluğun nedenin kültürel yoksulluk olmadığı tespit<br />
edilmiş, kadınların aile içi iş yükleri nedeni ile çalışamadıkları saptanmıştır. Söz<br />
konusu çalışmada kadınların çalışma hayatına geçici nitelikli enformel sektör ya da<br />
ev eksenli işler yoluyla katıldıkları bu nedenle iş güvenliği olmayan, yeterli ve sürekli<br />
gelir sağlamayan işlerde çalıştıkları görülmüştür. Bu çalışmada da kadınların<br />
yoksullukla mücadele etmek için çeşitli stratejiler geliştirmeye çalıştıkları, fakat<br />
çalışma hayatına katılmalarının onları çalışan yoksullar olmaktan kurtaramadığı<br />
gözlemlenmiştir. Benzer bir biçimde Bucra (2010:245)’da sağlıksız çalışma<br />
şartlarında düşük ücretle çalışan kadınların yoksulluktan kurtulamadıklarını<br />
belirtmektedir.<br />
Diğer taraftan beslenme, barınma ve güvenlik ihtiyaçlarını yerine getirmesi beklenen<br />
aile kurumunun işlevlerini yerine getirmemesi yoksulluğun çocukluktan itibaren<br />
deneyimlenen bir soruna dönüşmesine neden olmuştur. Söz konusu durumdan<br />
kurtulmaya çalışan çok çocuklu ve yoksul aileler için başlık parası bir kurtuluş kapısı<br />
olarak algılanmış ve küçük yaşta kız çocuklarının evlendirilmeleri<br />
gelenekselleştirilmiştir. Bu çalışmada, katılımcıların büyük çoğunluğu ailelerinin<br />
nikâh akdi olarak para, eşya ya da altın gibi şeyler istediklerini belirtmişlerdir.<br />
Bununla birlikte, belirli bir eğitim imkânına sahip olmayan kadınların yoksulluğu<br />
deneyimlemeleri kaçınılmaz olmakla birlikte, yoksulluğun nedenleri çeşitlilik<br />
göstermektedir. Aşağıda kız çocuklarının neden eğitim alma hakkından mahrum<br />
bırakıldıklarına ilişkin bazı tespitlere yer verilmektedir:<br />
809
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
- Toplumsal cinsiyet rollerine koşullandırma nedeniyle kız çocuklarının<br />
çalışma hayatına karşı isteksiz hale getirilmesi,<br />
- Erken evliliklerin ve sık gebeliklerin yaygın olması,<br />
- Güvenlik kaygısı,<br />
- Ekonomik sermaye yetersizliği dolayısıyla okul masraflarını karşılayamama<br />
endişesi,<br />
- Kız çocuklarının okula gönderilse bile ilerde faydasının olmayacağı<br />
düşüncesi,<br />
- Çok çocuklu ailelerde kız çocuğuna ilerde kocasının bakacağı düşüncesi ile<br />
sadece erkek çocuklarının okutulması,<br />
- Kızın fiziksel olarak akranlarına göre gelişmiş olması dolayısıyla evlilik<br />
yaşının gelmiş olduğunun düşünülmesi,<br />
- Erkeklerle aynı ortamlarda yer aldıkları için kız çocuğunun hata yapabileceği<br />
ve namuslarına leke getirebileceği düşüncesi.<br />
Kadın yoksulluğuna neden olan diğer bir sorun ise kadının uğramış olduğu cinsiyet<br />
ayrımcılığından kaynaklanmaktadır. Erkek çocuğuna verilen değerdeki farklılık, kız<br />
çocuğunun yaşı gelince evlenip gideceği düşüncesinden ve erkek çocuğunun yaşlılık<br />
teminatı gibi görülmesinden kaynaklanabilmektedir. Dünya Bankası (2010: 4)’nın<br />
Türkiye’de yaptığı “Eğitimde Fırsat Eşitliği Araştırması” bu durumu kanıtlamaktadır.<br />
Araştırmaya göre ailenin yoksul olması durumunda sadece erkek çocuk okula<br />
gönderilmektedir ve kız çocuklarının okula kayıt oranlarındaki genel düşüşte<br />
toplumsal cinsiyet en önemli faktörlerden biridir. Örneklem ortalamasında kız<br />
çocuklarının okula kayıt olma ihtimali erkek çocuklarından % 50 daha azdır. Cinsiyet<br />
ayrımcılığının bu göstergesi daha sonra mesleki dağılımı da etkilemektedir. Kamusal<br />
alanının erkek alanı gibi algılanması ve belirli yüksek prestijli işlerde kadın<br />
oranlarının erkeklere kıyasla düşük olması cinsiyet ayrımcılığının ekonomik yaşam<br />
üzerindeki etkilerini göstermektedir (Tabipler Birliği Raporu, 2008). Eğitim<br />
olanaklarının sınırlanmasına hatta ortadan kalkmasına neden olan cinsiyet<br />
ayrımcılığının yanı sıra kadınların yoksulluktan kurtulamamalarının diğer nedenleri<br />
aşağıda sıralanmaktadır:<br />
- Kırsal alanda kadınların tarım sektöründe ücretsiz çalışmaları ve tarımdan<br />
elde edilen gelirin az olması,<br />
- Kadınların hane içindeki ekonomik kaynaklar üzerinde tasarruf hakkının<br />
olmaması,<br />
- Ailenin yoksul ve çok çocuklu olduğu durumlarda kız çocuklarının erkenden<br />
evlendirilmeleri,<br />
- Geleneksel ailelerde gelirin bölünmesi,<br />
- Kocanın madde bağımlısı olması, evi terk etmesi ya da evin<br />
sorumluluklarından kaçınması,<br />
- Kocanın sağlık sorunlarından ve yaşlılıktan dolayı çalışamaması, 5<br />
5<br />
Özellikle çok eşli evliliklerde kocanın yaşlı olması bakıma muhtaç birçok kişinin<br />
sorumluluğunu yerine getirememesine neden olmaktadır.<br />
810
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
- Kadının mirastan pay talep etmesinin toplumda hoş karşılanmaması ve<br />
kadınların ötekileştirilmelerine neden olması,<br />
- Kadınların toplulukçu (sürekli başkalarına bağımlı) 6 , modele göre<br />
yetiştirilmeleri,<br />
- Kadınların erkeklerle aynı ortamlarda çalışmasının uygun görülmemesi,<br />
- Kadınların beşeri ve ekonomik sermaye yoksunluğu nedeniyle, çoğunlukla<br />
iş güvencesi olmayan geleneksel kadın işlerinde yoğunlaşmaları ya da emek<br />
piyasasına hiç katılamamaları nedeniyle emeklilik haklarından<br />
yararlanamamaları,<br />
- Coğrafik engeller ve iklim şartları,<br />
- Ailede erkeklerin çalışmaması nedeniyle kadınının sırtından geçinmenin<br />
yaşam biçimi haline getirilmesi,<br />
- Kadınların toplumda çok iyi yerlere geleceğine ilişkin inancın zayıf olması.<br />
- Kocanın ölümü durumunda dul ve yetim aylığında kesintiye gidilmesi,<br />
- Hiç evlenmemiş ya eşi tarafından terk edilmiş çocuklu kadınlara da aylık<br />
bağlanması.<br />
Kadınların dini ritüellerle gerçekleştirdikleri evlilikler, yasal anlamda kadınların<br />
haklarını talep etmelerini engellemektedir. Bu nedenle, yaşanan sorunların siyasi<br />
alanda gündeme taşınması, yasal düzenlemeler aracılığıyla cinsiyetler arası eşitlik<br />
sağlanması ve kadınların yasal haklarından haberdar olmaları önem taşımaktadır.<br />
Özellikle şiddet gören ve en temel hakları elinden alınan kadınların yasal haklarından<br />
haberdar olmamaları yaşadıkları yoksunlukları artırmaktadır.<br />
Bu çalışmada yoksulluktan kadınların ve çocukların daha fazla etkilendiği<br />
gözlemlenmektedir. Yaşam tatmin düzeyi düşük olan kadınların çocuklarına şiddet<br />
uyguladıkları ve bu durumun ebeveynler ve çocuklar arasındaki duygusal bağların<br />
daha fazla kopmasına neden olduğu görülmüştür. Yaşamı idame ettirecek ihtiyaçların<br />
karşılanmaması, çocukların hızlı zengin olabilmenin yollarını aramalarına, suça<br />
eğilim göstermelerine ve madde bağımlısı olmalarına neden olduğu katılımcıların<br />
görüşlerinden anlaşılmaktadır. Bu tür ailelerde ebeveynler ve çocuklar arasında sevgi<br />
boşluklarının oluştuğu ve ailenin çocukların davranışları üzerinde kontrol sağlama<br />
gücünün zayıf olduğu gözlemlenmiştir.<br />
Kadın yoksulluğu sağlık alanında, aile planlaması ve doğum kontrol uygulamalarına<br />
ilişkin çalışmaların artırılması gerektiğini göstermektedir. Katılımcıların birçoğu ilk<br />
doğumlarını sağlıksız koşullarda gerçekleştirdiklerini ifade etmişlerdir. Gerek<br />
katılımcıların kendilerinde gerekse çocuklarında birçok soruna yol açan bu durum,<br />
özellikle sınırlı sağlık hizmetlerine erişime sahip olan yerleşim yerlerine taşınabilir<br />
sağlık hizmetlerinin götürülmesini, hastalıklara karşı ön tanı koyma ve bilgilendirme<br />
çalışmalarının artırılmasını ve çok eşli ailelerde resmi nikâhı olmayan kadınların<br />
sağlık güvencelerinin olmayışı ile birlikte ortaya çıkan sorunların ortadan<br />
kaldırılmasını gerektirmektedir. Ayrıca erken yaşta evlendirilen kız çocuklarının da<br />
resmi nikâhları olmadığı için benzer sorunları yaşadıkları görülmektedir.<br />
6<br />
Toplulukçu model için Gök ve Başak (2016)’ya bakınız.<br />
811
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
5.4. Yoksullukla Etkili Mücadele Yöntemleri<br />
Bu çalışmada görüşülen kadınların yoksulluğu azaltmak için belirli çalışmalar içine<br />
girdikleri gözlemlenmiştir. Kadın dayanışması yoluyla kadınlar gerek el becerilerini,<br />
gerekse de tarım ve hayvancılık yaparak elde ettikleri ürünü piyasaya sunma yollarını<br />
öğrendikleri saptanmıştır. Kadının aktif bir biçimde katılımını sağlayan kadın<br />
dayanışması aynı zamanda tüketimi azaltacak stratejilerin öğrenilmesini de<br />
sağlamaktadır.<br />
Sosyal sermayenin kadınlar arasında bilgi ve haber kanalları oluşturarak, kadın<br />
emeğinin karşılık bulmasına katkı sağlayan bu olumlu yanına rağmen, kadınların<br />
birbirleri üzerinde sosyal kontrol aracılığıyla baskı kurdukları bazı katılımcıların<br />
ifadelerinden anlaşılmaktadır. Özellikle eşi olmayan kadınların şehir merkezine<br />
yanlarında erkek bulunmaksızın gitmeleri eleştiri konusu olabilmektedir. Kadının<br />
erkeksiz her ortama girmemesi gerektiğine ilişkin kalıp yargılar, kadınların eleştirilme<br />
korkusuna kapılmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle kadının ürettiği artı değerin<br />
piyasaya çıkışını kolaylaştıracak aracılara ihtiyaç duyulmakta, çoğunlukla kadınlar<br />
erkekler aracılığıyla ellerindeki ürünü piyasaya sunmaktadırlar.<br />
Ataerkil düzenin sonucu olan bu sorunlar, aile içinde daha büyük sorunlara yol<br />
açabilmektedir. Yoksullukla mücadele etmek için herhangi bir işte çalışabileceğini<br />
söyleyen kadınların, aile büyükleri ve eşlerinden izin alamamaları kadını çocukları ile<br />
birlikte yoksulluğa mahkûm etmektedir. Çalışmak istediğinde eşinin baskısı ile<br />
karşılaştığını söyleyen katılımcılardan biri, son iki yıldır kirasını bile ödeyemediğini<br />
ifade etmiştir. Kadının çalıştırılmasını erkek kimliğine zarar geleceği endişesi ile<br />
istemeyen erkekler toplumdan dışlanmamak ve değersizleştirilmemek için kadının<br />
çalışmasını engelleyebilmektedirler.<br />
6. SONUÇ<br />
Bu çalışmada kadın yoksulluğunun nedenleri yoksulluk türleri dikkate alınarak tespit<br />
edilmeye çalışılmıştır. Toplumsal yapı sonucunda ortaya çıkan sömürü ve eşitsizlik<br />
temelli yoksulluk türlerinin kadın yoksulluğunu açıklamak için kullanılabildiği<br />
gözlemlenirken, kültürel yoksulluğun yetersiz kaldığı gözlemlenmiştir. Zira görüşme<br />
yapılan kadınların ev içi ve dışı iş yüklerinin çokluğu kadın yoksulluğunun tembellik,<br />
isteksizlik ya da başarıyı önemseme gibi bireysel niteliklerle açıklanamayacağını<br />
göstermiştir. Çalışmada kadın yoksulluğunun en önemli nedenleri arasında; ataerkil<br />
toplum yapısı, kadının hane içi karar alma gücünün olmayışı, kadının tarım<br />
sektöründe ücretsiz çalışması, zamanın çoğunu ev içi hizmet işlerine ayırması, kadının<br />
çalışmasının kültürel gelenekler ve değerler bağlamında kabul görmemesi, kadınların<br />
başkalarına bağımlı bireyler olarak yetiştirilmeleri ve yatırımcı modele dayalı cinsiyet<br />
ayrımcılığı dolayısıyla kaynaklardan ve fırsatlardan eşit istifade edememeleri<br />
sayılabilmektedir.<br />
Buna rağmen, kadın erkek eşitsizliklerini tetikleyen cinsiyet temelli ayrımcılıkların,<br />
erkeği üstün kılan kültürel kodların, kadınların eylemlerini sınırlayan ve kısıtlayan<br />
sosyal yapının kadının yoksullaşmasına neden olduğunun katılımcılar tarafından<br />
bilinmediği görülmektedir. Çalışmada bazı kadınların yaşadıkları yoksulluğu<br />
gizledikleri ve yoksul olmadığı düşünülen kadınların da gizli bir yoksulluk içerisinde<br />
812
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
oldukları tespit edilmiştir. Özellikle engelli ve ekonomik şiddete maruz kalan<br />
kadınların daha fazla yoksunluk içinde oldukları ve ekonomik kaynaklar üzerinde<br />
kontrol etme güçlerinin bulunmayışının bu duruma yol açtığı görülmüştür. Hane<br />
reisinin kadın olduğu ailelerde yoksulluk sadece kadının deneyimlediği bir sorun<br />
olmaktan çıkmış ve kız çocuklarının küçük yaşta evlendirilmelerine neden olan<br />
önemli bir sorun haline gelmiştir. Bu durum ise kadın yoksulluğunun yeniden bir<br />
toplumsal gerçeklik olarak üretilmesine yol açmaktadır. Bugün Türkiye’de kadın<br />
yoksulluğu ile ilgili etkili bir mücadele yürütülebilmesi için kadınların bireysel olarak<br />
sorunlarının çözümünü içeren sosyal politikaların hayata geçirilmesi önem<br />
taşımaktadır.<br />
Sonuç olarak, bugün Türkiye’de çalışma hayatına katılan kadınların sorunlarının<br />
çözümlenmesi için birçok düzenlemeye gidilmiş, fakat bu çalışmalarda çoğunlukla<br />
anneliğe bağlı talepler karşılanmaya çalışılmıştır. Bu nedenle kadının bir vatandaş<br />
olarak korunması ve konumunun iyileştirilmesine ilişkin politikalara acilen ihtiyaç<br />
duyulmaktadır. Kadının ortalama yaşam süresinin erkeğin yaşam süresinden uzun<br />
olduğu düşünüldüğünde, kadınların emeklilik durumlarının yeniden gözden<br />
geçirilmesi, kocanın ölümü durumunda dul ve yetim aylığında kesintiye gidilmemesi,<br />
hiç evlenmemiş ya eşi tarafından terk edilmiş çocuklu kadınlara da aylık bağlanması,<br />
kadınlara yaşlılık kapsamında verilen aylık için belirlenen yaş sınırının aşağıya<br />
çekilmesi, özel sektörde çalışan kadınlarında ücretli hamilelik ve doğum izinlerinin<br />
yasal güvenceye alınması, miras paylaşımında ve eğitim almada toplumsal cinsiyet<br />
eşitsizliklerinin ortadan kaldırılması kadın yoksulluğunun azaltılması için önem<br />
taşımaktadır. Günümüzde her ne kadar kadın yoksulluğunu azaltmak için hayata<br />
geçirilmiş olsa da mikro kredi uygulamasından kadınların çok fazla yararlanmadıkları<br />
hatta haberdar bile olmadıkları tespit edilmiştir. Bu nedenle, işsizlikle mücadelede<br />
daha etkin uygulamalara gidilmesi, mikro kredi uygulamalarının kırsal alanlarda da<br />
yaygınlaştırılması, küçük ölçekli projelerin uygulama aşamalarında karşılaşılan<br />
engellerin azaltılması, kadınların çalışabileceği istihdam alanlarının ve yetişkin<br />
meslek edindirme programlarının çoğaltılması ve desteklenmesi yerel düzeyde kadın<br />
yoksulluğu ile mücadelede önem arz etmektedir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Akın, A. ve Demirel, S. (2003). Toplumsal cinsiyet kavramı ve sağlığa etkileri. C. Ü. Tıp<br />
Fakültesi Dergisi, 25 (4), Özel Eki, 73-83.<br />
Alptekin, D. Topçuoğlu, A., Aksan, G. (2014). Yoksulluk ve Kadın. İstanbul: Ayrıntı<br />
Yayınları.<br />
Aydemir, E. (2011). Evlilik mi Evcilik mi? Erken ve Zorla Evlilikler: Çocuk Gelinler. Ankara:<br />
Uşak Yayınları.<br />
Bora, A. (2010). Kadınların Sınıfı: Ücretli Ev Emeği ve Kadın Öznelliğinin İnşası. İstanbul:<br />
İletişim Yayıncılık.<br />
Boserup, E. (1970). Woman’s Role in Economic Development. New York: St. Martin’s Press.<br />
Bucra, A. (2010). Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika. İstanbul: İletişim<br />
Yayıncılık.<br />
Connelly, P. M. (2000). Feminism and development: Theoretical Perspectives, içinde<br />
Theoretical Perspectives on Gender and<br />
Development, ed. Jane L. Parpart, M. Patricia Connelly and V. Eudine Barriteau, 51-159.<br />
Ottawa, Canada: International Development Research Centre.<br />
813
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Durgun, Ö. (2011). Türkiye’de yoksulluk ve çocuk yoksulluğu üzerine bir inceleme. The<br />
Journal of Knowledge Economy & Knowledge Management, VI Bahar, s. 143-154.<br />
Gök, M. ve Başak, S. (2016). Kadının İş-Aile Yaşam Döngüsünün Bilinmeyen Boyutu.<br />
Ankara: Karınca Yayınları.<br />
Gül, H. ve Sallan Gül, S. (2008). Yoksulluk ve Yoksulluk Kültürü Çalışmaları. Türkiye’de<br />
Yoksulluk Çalışmaları içinde, Ed. Ayça Duru Salıcı, 57-96. İzmir: Etki Matbaacılık.<br />
Ferreira, F. H. G. ve Gignoux, J., (2010). Eğitimde fırsat eşitsizliği: Türkiye örneği. Türkiye<br />
Cumhuriyeti Devlet Planlama Teşkilatı ve Dünya Bankası Refah ve Sosyal Politika<br />
Analitik Çalışma Programı Çalışma Raporu içinde (Sayı:4). Ankara: Dünya<br />
Bankası Yayınları.<br />
Friedmann, J. (1996). Rethinking poverty: Empowerment and citizen rights. International<br />
Social Science Journal, Cilt 48, sayı:2, 161-172.<br />
Kentworty ve Malami, (1999). Gender inequality in political representation: A worldwide<br />
comparative analysis. Social Forces,78(1), 235-69.<br />
Kümbetoğlu, B. (2002). Afet sonrası kadınlar ve yoksulluk, Yoksulluk, Şiddet ve İnsan<br />
Hakları (içinde), Ed: Yasemin Özdek, TODAİE Yayınları, Ankara, 129–142.<br />
Macionis, J. (2007). Sociology (11.Baskı). Singapore: Pearson Education.<br />
Mason, K. O. (1986). The status of women: Conceptual and methodological issues in<br />
demographic studies. Sociological Forum, 1(2), 284-300.<br />
Mason, K. (2013). Social stratification and the body: Gender, race and class. Sociology<br />
Compass, 7(8), 686-698.<br />
Matland, R. E. (1998). Women's representation in national legislatures: Developed and<br />
developing countries. Legislative Studies Quarterly,23(1), 109-25.<br />
Oktik, N. (2008). Yoksulluk olgusuna kavramsal ve kuramsal yakalşımlar. Türkiye’de<br />
Yoksulluk Çalışmaları içinde, Ed. Ayça Duru Salıcı, 21-56. İzmir: Etki Matbaacılık.<br />
Öztürk, M. ve Çetin, B. I. (2009). Dünya’da ve Türkiye’de yoksulluk ve kadınlar. Journal of<br />
Yaşar University, 3 (11). 2661-2698.<br />
Sallan Gül, S. (2005). Türkiye’de yoksulluğun kadınsılaşması. Amme İdaresi Dergisi, Cilt 38,<br />
Mart, 25-45.<br />
Schaefer, R.T. (2007). Sociology. New York: McGraw- Hill Company.<br />
Salıcı, A.D. (2008). Türkiye’de Yoksulluk Çalışmaları. İzmir: Etki Yayıncılık.<br />
Şener, Ü. (2009). Kadın Yoksulluğu, TEPAV (Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma<br />
Vakfı) Yayınları.<br />
Şenses. F. (2001). Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk. İstanbul: İletişim Yayınları.<br />
Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Kadın ve Sağlık (2008, Mart, 7). Türk Tabipler<br />
Birliği Raporu, November 12, 2012, http://www.ttb.org.tr.<br />
Uluocak, Ş. ve Aslan, C. (2011). Kadın Bakış Açısından Toplumsal Cinsiyet Rolleri. İstanbul:<br />
Oktay Matbaacılık.<br />
West, C. ve Zimmerman, D. (1987). Doing gender. Gender and Society, 1(2): 125-151.<br />
814
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Antagonizma Üzerine İnşa Edilen Sosyal Yapı: Doğu<br />
Anadolu Bölgesi’nde “Ekonomik Ve Sosyal Yoksulluk”<br />
Öz<br />
İsmail KIRAN 1<br />
Doğu Anadolu Bölgesi toprak yapısı dağlık ve iklimi itibariyle de soğuktur. Reel<br />
manada eğitim almayan toplulukların varlığını sürdürmesi de bölgenin kalkınma<br />
sürecini uzun süre geciktiren başka bir neden olmuştur. Bu insanlar, sonuçta<br />
tamamıyla işlerini kendi aralarında halletmek için “kapalı topluluk”lar olarak<br />
teşkilatlanmış, kendilerine ait örfler meydana getirmiş ve bunu kurumsallaştıran<br />
şeyhler, ağalar ve aşiret reisleri çıkarmışlardır. Yıllardan beri bölgeyi geriye götüren,<br />
kalkınmasını engelleyen “fatalist yaklaşım” ve buna dayalı zihniyet değişmemiş ve<br />
bölge insanı “girişimcilik kültürü”nü yaşam kalitesi olarak algılamadığı için de bölge<br />
ekonomik ve sosyal açıdan kalkınamamıştır. Duverger’in ifade etmeye çalıştığı<br />
“devletsiz toplum” modeli ise cumhuriyetin ilanından sonra adeta bölge insanlarına<br />
benimsetilmiştir. Sistemden kaynaklanan bu antagonizma evvela “Kürt<br />
uluslaşması”na diğer taraftan da “ekonomik ve sosyal yoksulluğ”un katlanarak<br />
büyümesine neden olmuştur. Aynı tarihlerde “Türk uluslaşma” süreci ise “monolitik<br />
kültür” üzerine inşa edildiğinden Kürt-Türk ayrımı filizlenmeye başlamıştır.<br />
Anahtar Kelimeler: Ekonomik ve sosyal yoksulluk, kapalı topluluk, devletsiz<br />
toplum, monolotik kültür, girişimcilik kültürü.<br />
Antagonism Built on Social Structure : in Eastern<br />
Anatolia “Economic And Social Poverty”<br />
Summary<br />
Eastern Anatolia region as soil structure and mountainous climate is cold. Reading in<br />
the real sense and persistence of these communities in the development process<br />
without writing has been delayed for a long time.These people work among<br />
themselves to get it done eventually completely “closed community” sas an active,<br />
they have brought their own traditions are formed and institutionalized sheikhs that<br />
have interests warlords and tribal leaders.It takes you back to the area for years,<br />
preventing the development of “a fatalist approach” and based on it, and changed the<br />
mentality of people “entrepreneurial culture” is perceived as the quality of life for the<br />
region in terms of economic and social development could not. Duverger is trying to<br />
express the “stateless society”the model has been adopted in almost region’s people<br />
after the proclamation of the republic. The system firstly due to antagonism “of the<br />
Kurdish nation” that has led to exponential growth in economic and social poverty on<br />
1 Ecole Des Hautes Etudes En Sciences Sociales(EHESS), ismayilkiran@yahoo.com<br />
815
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
the other. Around the same time “the Turkish nation” is the process of “monolithic<br />
culture” is built on the distinction between Kurds and Turks have started to sprout.<br />
Keywords: Economic and social poverty, closed communities, stateless society,<br />
monolithic culture, entrepreneurial culture .<br />
1.GİRİŞ<br />
Doğu Anadolu, coğrafi yapısı gereği Türkiye’nin en dağlık ve iklimi itibariyle de en<br />
soğuk bölgesidir. Bu nedenle bölge için tarım ve hayvancılık temel geçim kaynakları<br />
olmuştur. Daha öncede burada yaşayan topluluklar geniş otlaklar üzerinde ve bir<br />
kısmı da konar göçer vaziyette yaşam mücadelesi verirken son elli yıldan beri aynı<br />
topluluklar yerleşik hayatı tercih etmiş ve nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan<br />
bu kesimler üzerinden sosyal ve ekonomik yapı inşa edilmiştir. Yaşamı bu şekilde<br />
seçen bu topluluklara yıllarcahizmet götürmek zor olmuştur.Bu nedenle de bunlar için<br />
gerekli olan insani hizmetler bir şekilde götürülememiş ve onların çağın<br />
imkanlarından istifade etmeleri sağlanamamıştır. Bölgede zihniyet değişimine bilinçli<br />
bir şekilde gidilemediği için de “antagonizma”yani bu “ikilik” üzerine inşa edilen<br />
sosyal yapıdan kaynaklı sorunlar katlanarak büyümüştür. Buna mukabil dünya,<br />
Sanayi Devrimi’nden beri kesintisiz bir biçimde zenginleşmiş, artan üretim ve<br />
teknolojideki gelişmeler de bu zenginliği göstermektedir. Bu bağlamda<br />
düşünüldüğünde de Malthus’un yanıldığı görülmektedir. Çünkü dünya, hiç kimsenin<br />
hayal edemeyeceği kadar ekonomik ve sosyal açıdan kalkınmış ve aynı oranda da<br />
nüfusu artmıştır. Diğer taraftan bakıldığında ise Bauman’ın dediği gibi tüketim<br />
toplumundaki seri imalat, yoksulları “defolu tüketiciler”e dönüştürmüştür. Bu durum,<br />
onları toplumsal açıdan yararlı bir işlevden yoksun duruma sokmuşve toplumsal<br />
konumlarıile iyileşme imkanlarını geniş ölçüde etkileyen sonuçlar doğurmuştur. Bu<br />
açıdan düşünüldüğü zaman yoksul olmak, “işsiz olmak” ve “yeterince tüketememek<br />
durumu” bir gerçeklik olarak kendini göstermektedir(Bauman, 1999: 10). Bugün<br />
başta Asya ve Afrika kıtaları olmak üzere dünyanın birçok bölgelerinde olduğu gibi<br />
geri bırakılan bölgelerde bulunan şehirlerin sosyal açıdan “açık cezaevi” ve<br />
insanlarının da kültürel açıdan “hür köle” oldukları bir dönemde ekonomik açıdan<br />
“birey” olamamanın verdiği savaş söz konusudur.<br />
2.ANTAGONİZMA ÜZERİNE İNŞA EDİLEN SOSYAL YAPI: DOĞU<br />
ANADOLU BÖLGESİ’NDE “EKONOMİK VE SOSYAL<br />
YOKSULLUK”<br />
2.1.Sosyal Yapı<br />
Sosyal yapı, modern sosyolojinin önemli kavramlarından birisidir. Bu kavram, durgun<br />
bir toplum düzeninden ziyade devamlı bir şekilde değişen bir sosyal bünyeyi,<br />
kategoriler halinde göstermek işlevi olabileceği gibi bir toplum içindeki çeşitli<br />
gurupların birbirlerine vaziyet alışlarını, bağlılıklarını ve çekişmelerini ifade etmek<br />
için de kullanılmıştır(Ergün, 1987: 185). Gurvitch ise sosyal yapıyı, sosyal<br />
fenomenler arasındaki bir dinamizm olarak düşünmüştür. Ona göre fenomenler<br />
arasında da her zaman bir dengeleşme ve farklılaşma zinciri vardır. Toplumun<br />
normları, değerleri, düşünceleri ve zihniyet kalıpları gibi kültürel unsurlar bu zincirin<br />
816
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
halkalarındandır(Celkan, 1993: 67). İnsan hayatının devamı için belirli sistemlere<br />
ihtiyaç vardır. Bunlar; siyasal, ekonomik ve dini sistemlerdir. Bu sistemler içinde bir<br />
takım kurumlar ortaya çıkmış ve toplumdaki mevcut tabakalaşma sistemi de bu<br />
kurumları ve buna dayalı sosyal yapıyı etkilemiştir. Sosyal yapıda “homostais” yani<br />
denge vardır. Bunun sayesinde çeşitli zümreler, gruplar, kurumlar yan yana ve iç içe<br />
bulunmuştur. Sonuçta da etkileşimin olduğu dinamik bir bütün ve buna dayalı bir<br />
denge ortaya çıkmıştır. Yani “sosyal yapı” deyimi oldukça geniş ilişkiler ağını, toplum<br />
sistemindeki kurumlaşmayı ve değişmeyi içeren bir anlam taşımaktadır.<br />
Doğu Anadolu Bölgelesi’nin sosyal yapısını etkileyen unsurlara bakıldığında ise<br />
etkileyici faktörün “kültüralizm” olduğu görülmektedir. Bu da kökleri geçmişe<br />
dayanan, etkileri günümüze kadar uzanan ve kişilere bağımlı olmayan, toplumun<br />
öznel düşünce totalidir. Bölgenin düşünce totalini oluşturan kültürün çok iyi<br />
irdelenmesi, buna dayalı toplumsal değişimin beraberinde getirdiği her türlü olumlu<br />
ve de olumsuz farklılaşmaların da çok iyi hesaplanması gerekir. Yüzyılların birikimi<br />
olan kültüralizmden beslenen bölgenin sosyal yapısı, bölgede yaşayan insanlarda<br />
“girişimcilik ruhu”nu zayıflatmıştır. Bölge insanı, yüzyıllardan beri kalkınmamışlığı<br />
bir kader sublimasyonu olarak kabul etmiştir. Diğer yönüyle de burada yaşayanlar etki<br />
alanı büyük oranda azalmakla beraber “aşiretler otarsi”sine çok bağlı, siyasi partilerin<br />
söylemlerini eleştiri süzgecine tabi kılmadan kabul eden ve kendilerini de sistem<br />
tarafından ihmal edilmiş insanlar olarak da görmüşlerdir. Bunun da nedeni, yüzyıllara<br />
dayanan bölgenin kadim kültürüdür. Bu nedenle devlet, toplum ve insanın kendisi,<br />
her seferinde bireyin yaratıcılığını engelleyen unsurlar olmuştur. Tarihi süreç boyunca<br />
Maine’nın “statüler ve sözleşme”, Tönnies’in “cemaat ve cemiyet”, Weber’in “statü<br />
ve sınıf”, Simon’un “üç aşama”, Spencer’in “askeri ve sanayi”, Pareto’nun “seçkinler<br />
dolaşımı”, Cooley’in “birincil ve ikincil gruplar”, Durkheim’in “mekansal ve organik<br />
dayanışma”, Redfield’in “folk ve urban” ikilemi, Becker’in “kutsal ve laik” vurgusu,<br />
Laswell’in “pazarlık toplumu” ve “garnizon devleti” gibi kavramlar genelleştirilmiş<br />
olmalarına rağmen tamamı dasosyal yapı ile alakalı ve tarihten kaynaklı<br />
kavramlardır(Mills, 1978: 237). Teorik düzeyde var olan bu ikilemlerin her birini<br />
diğer toplumlara uygulamak mümkündür.<br />
2.2.Ekonomik ve Sosyal Yoksulluk<br />
Yoksulluk çok yönlü ve karmaşık bir yapıya sahip olduğu için tanımlanması güç olan<br />
bir kavramdır. Buna rağmen yoksulluk, insanların temel gereksinimlerini<br />
karşılayamama durumudur. Yoksulluğu iki türlü tanımlamak mümkndür. Bunlardan<br />
dar anlamda yoksulluk; açlıktan ölmek ve barınacak yeri olmama durumu iken, geniş<br />
anlamda yoksulluk; gıda, giyim ve barınma gibi imkanların yaşamlarını devam<br />
ettirmeye yettiği halde toplumun genel düzeyinin gerisinde kalmayı ifade etmektedir.<br />
Yoksulluk en genel anlamda herhangi bir bireyin yaşamını sürdürebilmesi için gerekli<br />
olan asgari geçim şartlarına erişememesidir(Kesici, 2007: 121). Yapılan tanımlar<br />
genel olarak “mutlak yoksulluk” “göreli yoksulluk” ve “insani yoksulluk” olmak<br />
üzere üç kategoride ele alınmaktadır. Mutlak yoksulluk, bir kişinin veya aile<br />
bireylerinin yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan asgari temel ihtiyaçlarının<br />
karşılayamamasıdır. Genellikle beslenme, barınma, giyinme gibi temel insani<br />
817
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
ihtiyaçların kişinin kendi imkanlarıyla karşılayamaması durumudur. Bu durumda<br />
açlık sınırının altında sürdürülen bir yaşam söz konusudur(Seyyar, 2004: 189).<br />
Göreli yoksulluk, ülke içindeki ortalama gelirin belli bir oranı altında geliri ifade<br />
etmektedir. Bu gün Avrupa Birliği üyesi ülkelerde, göreli yoksulluk seviyesi, kişi başı<br />
milli gelirin yüzde ellisinin altındaki geliri kapsamaktadır. Burada somut kişi değil,<br />
tüketici birim hesabına dayanarak hane halkı ele alınmaktadır. Hane halkı üyesi başına<br />
eşdeğer kullanılabilir gelirin hesaplanmasında amaç hane halkı üyelerinin bir arada<br />
yaşamaktan elde ettikleri ölçek ekonomilerini çözümlemeye dâhil etmektir. Ayrıca<br />
göreceli yoksullukta toplumun yarattığı ortalama gelirin yarısı yoksulluk düzeyi<br />
olarak ele alınmakta ve sonuçta bu düzeyin altına düşen hane halkı yoksul olarak<br />
kabul edilmektedir(Kılıç, 2012: 94-95). İnsani yoksulluk ise yoksul insanlar maddi<br />
imkânların yanı sıra fırsatlardan da yoksun kalmaktadırlar. Gıda yetersizliği, yaşam<br />
sürelerinin kısalığı, sağlık hizmetlerinden faydalanamamaları, anne sağlığının<br />
yetersizliği gibi olumsuzluklar da söz konusu olmaktadır. Ayrıca bu kesimlerin enerji,<br />
iletişim, alt yapı hizmetleri, içme suyu gibi temel insani ihtiyaçlara ulaşabilme<br />
imkanları da sınırlıdır(Yücel, 2011: 387). Yoksulluk, özellikle 1990’lı yıllardan<br />
itibaren üzerinde önemle durulan bir olgu olarak görülse de tarihsel arka planına<br />
bakıldığında kapitalizme özgü ve yüzyıllardan beri süregelen “toplumsal sorunların”<br />
en başında gelmektedir. Yoksulluğun uzun yıllardan beri bir sorun olarak var olması<br />
ve çok boyutlu bir yapıya sahip olması yoksulluğun tanımlanmasına, türlerine,<br />
nedenlerine ve ona karşı verilecek olan mücadele politikalarını güçleştirmiştir. Farklı<br />
dünya görüşlerinin olması yoksulluğa bakış açısının değişik olmasına neden olmuştur.<br />
Yoksulluk literatürü de genellikle yoksulluğun ne kadar tartışmalı bir konu<br />
olduğundan bahseder. Yapılan tanımlar yoksullara bakış açılarına göre farklı değerler<br />
sistemine sahip bir toplumsal yapıdan diğerine zaman faktörünün de etkisiyle<br />
değişkenlik gösterdiğini ortaya koymaktadır(Aksan, 2012: 11). Türkiye’de<br />
1980’den bu yana yaşanan hadiseler toplumda ekonomik, kültürel ve siyasal<br />
dönüşümlerin yaşanmasına neden olmuştur. Bu da beraberinde çok katmanlı, iç içe<br />
geçmiş, karmaşık dinamikleri olan ve kaygan bir toplumsal sistem üretmiştir. Bu<br />
yapısal dönüşüm, toplumun bir kesimi için yeni iş ve toplumsal bütünleşme imkanları<br />
yaratırken toplumun diğer kesimleri için ise toplumsal dışlanma ve kalıcı yoksulluk<br />
oluşturmuştur. Sonuçta toplumsal kesimler arasında “ayrışma” ve “kutuplaşma”<br />
belirginleşmiş ve “yeni yoksulluk” olarak adlandırılan bir yoksulluk tipi de ortaya<br />
çıkmıştır. Yoksulluğa götüren sürecin kalıcı nitelik taşımasıise yoksul bireyler için<br />
toplumdan dışlanma tehdidi içermesi gibi bir sonucu doğurmuştur. O gün insanların<br />
yoksulluktan kurtulma konusunda çözüm üretememeleri ile belirginleşen yeni<br />
yoksulluk özellikle büyük kentlere 1990 sonrasında göç eden geçici ve güvencesiz<br />
işlerde çalışan aileleri ve onların çocuklarını derinden etkilemiştir.<br />
Geçmişte daha etkili olan aile içi dayanışma ve yardım mekanizmalarının bu göç<br />
süreçleriyle beraber zayıflamış olması yeni yoksulluğun daha derinden yaşanmasına<br />
ve kalıcı izler bırakmasına yol açmıştır. Bu şekilde yaşanan yapısal dönüşümlerle<br />
ortaya çıkan ayrıştırıcı dinamikler kentlere yeni göç etmiş ve oralarda tutunmaya<br />
çalışan kesimlerle kentte daha uzun süredir yaşamakta olan eski göçmenler arasındaki<br />
ilişkilerin niteliğinideğiştirmiştir. Ayrıca ithal ikameci ekonomiye dayalı politika<br />
818
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
uygulamalarının bitmesi ile birlikte o döneme özgü geniş tabanlı sınıfsal dayanışmalar<br />
da sona ermiştir. Bu da çalışan kesimlerin dışlanmasına ve sınıflar arası gerilime<br />
dayalı daha dar tabanlı yeni bir denge oluşmuştur. Sonuç olarak buna dayalı gelir<br />
dağılımı ise eşitsizliğinin artmasına ve toplumsal kesimler arasında ayrışma ve<br />
kutuplaşmanın derinleşmesine dair yeni bir toplumsal ortam oluşmuştur. Bu şekilde<br />
ortaya çıkan yoksulluğu “nöbetleşe yoksulluk” olarak tanımlayanlarda<br />
olmuştur(Gürses, 2013: 372-373). Bu değişim, kırsal kesimde ise “Çok Uluslu<br />
Şirketler”(ÇUŞ) aracılığıyla kendini göstermiştir. Sonuçta “tarımsal yapılar” kontrol<br />
altına alınmış ve tarımsal üretim mekanizmaları üzerinde “gizli bir el” baskı<br />
kurmuştur. Tarımsal üretimin ve buna bağlı olarak tarımsal faaliyetler küçük üreticiler<br />
aleyhine giderek azalmaya başlamıştır. Kırsal alanda tarımsal faaliyetler ile<br />
hayatlarını idame ettiren insanlar refah seviyesi ve gelir dağılımı noktasında<br />
güçlüklerle karşı karşıya kalmıştır. Bu unsurların da etkisiyle kırsal alanda yaşayan<br />
nüfus, buralarda tutunamamış ve kentlere göç etmeye başlamıştır. Özellikle 1980<br />
sonrası Türkiye’de uygulanmaya başlanan neo-liberal ekonomik ve siyasal<br />
politikaların da etkisiyle tarım sektörü yapısal değişimler yaşamış bu nedenle kırsal<br />
kesimde yoksulluk daha da sert hissedilmeye başlanmıştır. Bu süreçte gelir<br />
dağılımında yaşanan adaletsizlikler yoksulluğu tetiklemiş diğer yandan tarım<br />
sektöründe uygulanan “liberalizasyon çalışmaları”nın etkisiyle kırsal emeğin de<br />
dönüşmesine neden olmuştur(Yılmaz, 2013: 436).<br />
Kırsal kesimde yaşanan bu açmazın en açık örneğini Doğu Anadolu Bölgesi’nde<br />
1980’li yıllardan itibaren çok net bir şekilde görmek mükündür. Bu değişimin Batı<br />
toplumlarındaki yansımalarına bakıldığında ise kapitalist sanayileşme süreciyle<br />
beraber tarımsal yapı çözülmüş ve bunun sonucunda kentlerde sanayi işçisi durumuna<br />
geçilmiştir. Aynı tarihlerde Osmanlı İmparatorluğu’nda aynı süreç yaşanmadığı için<br />
de köylülüğü çözecek politikalara ihtiyaç duyulmamıştır. Köyler, artan yoksul nüfusu<br />
ile beraber tarıma dayalı üretimin yaygın olarak yapıldığı yerler olurken; kentler, elit<br />
bürokratların ve büyük tüccarların yaşadığı yerler olarak görülmüştür. Bu nedenle<br />
kentlerde görülmeyen yoksulluk köylerde bir yaşam biçimi olarak var olmuştur.<br />
Örneğin kırsal bölgelerde yoksulluk daha yaygın bir sorundur. Nitekim kırsal yerleşim<br />
yerlerinde yaşayanlarda yoksulluk oranı yüzde 31,98 iken, kent yaşamında görülen<br />
yoksulluk oranı ise yüzde 9,31’dir(Gündoğan, 2008. 46). Sosyal yoksulluğa gelince<br />
yoksulların toplumun değer ve amaçları doğrultusunda başarıya ulaşmalarının<br />
imkansızlığını fark etmelerinin verdiği ümitsizlik duygusu ile başa çıkmalarda<br />
yaşadıkları güçlüklerdir. Sosyal devlet olgusunun giderek zayıflaması ve gelir<br />
seviyelerinin düşüklüğü, alt gelir gruplarını akrabalık, hemşerilik ilişkilerine sıkı<br />
sıkıya bağlamaya itmiştir. Bu da bu toplumsal kesimlerin kendilerini toplumdan<br />
soyutlamalarına ve kentin çeşitli bölgelerinde “klik”ler oluşturmalarına neden<br />
olmuştur. Örneğin Ankara’da bulunan Yenidoğan semtinin Erzurumlular,<br />
Bentderesi’nin Konyalılar ve Köstence’nin ise Kırşehirliler tarafından yerleşim alanı<br />
olarak tercih edilmesi bu nedenledir(Ak vd., 2002: 81). Sosyal yoksulluk, ekonomik<br />
yoksulluğun içselleştirilmesi halidir. Diğer yandan ekonomik yoksulluk neden iken<br />
sosyal yoksulluk sonuçtur. Kişilerin içinde bulundukları ekonomik ve sosyal<br />
yoksulluk düzeyleri onların toplum içinde sosyal dışlanmalarına vesile olmuştur. Bu<br />
şekilde zorla formel ekonomik sistemin dışında bırakılma beraberinde ortaya çıkacak<br />
olan fırsatlardan yararlanmayı engellediği için bu kişileri bir takım davranış<br />
819
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
bozukluklarının yanı sıra toplum içinde tecrit olmalarına da neden olmuştur. Bu<br />
olgunun kendini ifade etme şekli ise “sınıf altı grupların” ortaya çıkması gerçeğidir.<br />
Terör ve şiddet olgusu bu sınıf altı gruplar tarafından Doğu Anadolu Bölgesi’nde<br />
olduğu gibi dünyanın her tarafında geri bırakılan bölgelerde de yaşanmaktadır.<br />
Ekonomik ve sosyal yoksulluk, insanlık tarihi kadar eski bir konudur. Bir bakıma<br />
insanlık tarihi yoksullukla mücadele tarihidir. Bu nedenle yoksulluğu ortadan<br />
kaldırmak her zaman toplumu yönetme istidadında olanların temel politikası<br />
olmuştur.<br />
3. DOĞU ANADOLU BÖLGESİ’NDE EKONOMİK VE SOSYAL<br />
YOKSULLUK<br />
Doğu Anadolu Bölgesi’nde 14 il, 19 Ticaret ve Sanayi Odası ve 6 Ticaret Borsası<br />
bulunmaktadır. Ülke nüfusunun yüzde 8’ini barından bölgenin, üretimde meydana<br />
getirdiği katma değer payı yüzde 4, toplam ihracattaki payı ise yüzde 1’dir.<br />
Türkiye’de bulunan en büyük 1000 sanayi kuruluşunun da yüzde 1’i bu bölgede yer<br />
almaktadır. Bölgede yer alan oda ve borsaların dile getirdiği sorunların önemli bir<br />
kısmını yatırım teşvik sistemleri, kamu destekleri, gümrük ve dış ticaret, yaşam<br />
kalitesi, ulaştırma ve sanayi arazisine erişim alanlarında olmaktadır(Takva, 2014: 27).<br />
Bu veriler ışığında bölgede var olan ekonomik ve sosyal yoksulluğun nedenleri<br />
arasında şu faktörler sıralamak mümkündür:<br />
3.1.Kapalı Topluluklar<br />
Doğu Anadolu Bölgesi, arazi yapısı olarak dağlık ve iklimi itibariyle de çok<br />
serttir.Eskiden buralarda yaşayan topluluklar geniş otlaklar üzerinde ve bir kısmı da<br />
konar göçer vaziyette yaşam mücadelesi vermişlerdir. Bu konar göçer aşiretler,<br />
genellikle yılın birkaç ayını dağlarda ve yaylalarda hayvanları ile birlikte geçirir soğuk<br />
kış aylarında ise sıcak yerleşim yerlerine göç eder ve buralarda takriben sekiz veya<br />
dokuz ay toprak damlı evlerde yaşamlarını sürdürürlerdi(Beşikçi, 1992: 16). Bu<br />
aşiretler son 40-50 yıldan beri yerleşik hayatı tercih etmişler ve Kürt nüfusunun büyük<br />
bir çoğunluğunu oluşturmaktadırlar. 1950 yılından itibaren köyden kentlere göçlerin<br />
başladığı tarih dilimidir. Bu göç sürecini hızlı bir şeklide yaşayan bölgelerden biri de<br />
Doğu Anadolu Bölgesi’dir. Göçün yaşandığı tarih, yoksul seçmenlerin önem<br />
kazandığı bir dönem olmasına rağmen özgür bir dünyada ve refah devleti<br />
uygulamalarının vermiş olduğu vatandaşlık haklarının pratikte icra edilemediği<br />
zamanlar da olmuştur. Çünkü köylerden şehirlerin gecekondularına göç eden bu<br />
insanlar hiçbir zaman formel işlerde çalıştırılamadıkları için de uzun bir süre<br />
sanayileşme sürecinin içinde “küçük köylü” olarak kalmışlardır(Buğra, 2013: 158).<br />
Köyden kente göç olgusundan önce kapalı toplum olmanın versiyonu olan aşiretler<br />
arasında sınır kavgaları eksik olmamış çünkü aralarında açık ve gizli rekabet her<br />
zaman var olmuştur. Bunun sonucunda da bölgede bulunan otlaklar ve yaylaklar<br />
aşiretler arasında paylaşılmıştır. Aşiret üyelerinin hayvanları ile dolaştıkları belli<br />
sahalar olmuş ve bu belirlenmiş sahaların ihlali ise aşiretler arasında sınır kavgalarına<br />
neden olmuştur. Yıllar önce bu şekilde yaşayan ama kentlere göç etmelerine rağmen<br />
bu topluluklara hizmet götürmek uzun yıllar çok zor olmuştur.<br />
820
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
1950’li yıllarda Türkiye’de bu şekilde yaşanan hareketlilik girişimciler için de<br />
tamamen yeni bir anlam ifade etmiştir. Bugünkü Türkiye’nin en nüfuzlu<br />
sanayicilerinin çoğunun iş hayatına atıldıkları ya da asıl birikimlerini sağladıkları<br />
dönem 1950’li yıllardır. Yerli sanayi burjuvazisinin gerçekten gelişmesine imkan<br />
veren 1950’li yıllarınimkanları olmuştur. Diğer taraftan bugünkü sanayi burjuvazisi<br />
içinde yer alanların bazıları da köyden kentlere göç edenlerin izini takip etmiş ve<br />
tarımdaki dönüşüm sayesinde birikim yapabilmişlerdir. Bunun en açık örneği ise<br />
Çukurova Bölgesi’nde yaşanmıştır. Yerleşim yerlerinin çoğunun 19. yüzyılda<br />
kurulduğu verimli topraklara sahip Çukurova’da Amerikan İç Savaşı sırasında pamuk<br />
tarımı hızla gelişmiştir. Bölge, zengin Ermenilerin ticari tarım amacıyla toprak satın<br />
almalarıyla beraber 20. yüzyıl başlarında yeniden önem kazanmıştır. 1915<br />
Ermenilerin tehcirinden sonra topraklar, yerel ve Anadolu’nun diğer yörelerinden<br />
gelen girişimcilerin elinde toplanmıştır(Keyder, 2001: 1919). Çukurova’da olduğu<br />
gibi Türkiye’nin Ege ve Marmara Bölgeleri’nde de Ermenilerin göç ettirilmeleri ve<br />
Rumlarla da yaşanan mübadele süreci, sonuçta ortaya çıkan yerli burjuvazi Doğu<br />
Anadolu Bölgesi’nde fazlaca yaşatılamamıştır. Bunun sonucunda da bölge ihtiyaç<br />
duyduğu “yerli burjuvazi”yikendi içinde inşa edemedeiği içinde kalkınma sürecini<br />
tamamlayamamıştır. Yerli burjuvazi inşa edilemediği gibi 1980’li yıllara kadar Doğu<br />
Anadolu Bölgesi’nde reel manada okuması ve yazması olmayan ve kendilerini büyük<br />
oranda aşiretsel yapı üzerinden tanımlayan bu toplulukların varlıklarını sürdürmeleri<br />
de bölgenin kalkınma sürecini uzun süre geciktirmiştir. Bu insanlar, sonuçta<br />
tamamıyla işlerini kendi aralarında halletmek için “kapalı topluluk”lar olarak<br />
teşkilatlanmış, kendilerine ait örfler meydana getirmiş ve bunu uzun yıllar<br />
kurumsallaştıran şeyhler, ağalar ve aşiret reisleri çıkarmışlardır. Bölgede bu şekilde<br />
kendini var eden sosyal yapı, sanayi toplumu öncesi Batı toplumunda görülen feodal<br />
yapıya ise benzememektedir. Buna da evvela İslam dini engel olduğu gibi Kürtlerin<br />
geleneksel yapısı da Batı’nın sosyal yapısının göstergelerinden biri olan “senyörlerin”<br />
ve “serflerin” oluşumuna müsaade etmemiştir. Doğu Anadolu Bölgesi’nde kendini<br />
bu şekilde var eden kapalı topluluklara dair sosyal yapı birazda kendini ekonomi<br />
üzerinden J.H.Boeke tarafından ifade edilen dualizme benzemektedir. Buna göre<br />
özellikle Doğu toplumları, bir yandan belirli bir şekilde açık toplumlara benzerken<br />
diğer yandan da pazar için olmasa bile diğer bireysel tüketimleri için üretim yapan bir<br />
yapıya benzemektedirler. Böyle bir toplum içinde rekabet ve gelişme sınırlıdır. Yine<br />
bu türden bir toplum, toplumsal hareketliliğin sınırlı olduğu ve yapısal değişmenin<br />
yavaş olduğu bir toplumdur(Hoselitz, 1968:181). Frank ise bu görüşe Latin Amerika<br />
örneğinden yola çıkarak karşı çıkmakta ve ona göre bu türden ülkeler öteden beri ve<br />
tümüyle pazara açılmışlardır(Frank, 1972: 15) demektedir.<br />
3.2. Girişimcilik Kültürü<br />
Üretim faktörleri olarak doğal kaynaklar, iş gücü, sermaye ve girişimcilikten söz<br />
edilir. Girişimci, üretim faktörlerini bir araya getiren mal ve hizmet üretimi için<br />
gerekli olan girişimi başlatan ayrıca üretim için gerekli olan finansman kaynaklarını<br />
ve üretilen malları değerlendirerek gerekli olan pazarı bulan kişidir. Girişimci; vizyon<br />
sahibidir, profesyonel düzeyde riske girer ve değişimi yapar. Üretim faktörlerini bir<br />
araya getirir ve işletmeyi inşa eder. Girişimcilik, kültürel değerlerle yakından<br />
ilişkilidir. Bu kavram, Fransız iktisatçısı J.B. Say’ın geliştirdiği ekonomik sistem ile<br />
821
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
birlikte dördüncü üretim faktörü olmuştur. Böylece klasik üretim faktörü olan toprak,<br />
emek ve sermayeye girişimcilik de eklenmiştir(Müftüoğlu, 2001:2). “Girişimcilik<br />
kültürü” ise kişilerin içinde bulundukları ekonomik, siyasal ve sosyal sistemde kendi<br />
becerilerini bir araya getirerek bunu kazançlı duruma getirme hadisesidir. Ya da<br />
bireyin, teorideki hayal gücünü pratiğe yansıtması, girişimcilik olgusunun altında<br />
yatan sosyo-kültürel alt yapının izlerine dayalı kalkınmanın gerekliliğine inanması ve<br />
bunu bir “kültür” olarak algılamasıdır. 21. yüzyılın en önemli konusu girişimcilik<br />
kültürüne dayalı “bireyin üstünlüğü” olgusu olmuştur. Girişimcilik kültürünün<br />
algılayıcısı olan birey; 1.Zengin olma istemini vurgular, 2.Merkeze insanı oturtur ve<br />
yenilikçi olur, 3.Daha iyiye gitmeyi hayal eder ve günlük hayatta bunun pratiğini<br />
icra eder, 4.Global normları yakalar ve dünyada geçerli olan bir markanın üretimini<br />
ve pazarlamasını yapar, 5.Özgür olur ve kararlarını kendisi verir, 6.Daha fazla üretim<br />
yaparak “global norm”lara dayalı pazarın daha karlı olacağını bunun sonucunda<br />
işsizliğin azalacağını ve bu şekilde gelir dağılımının da adaletli olacağına inanır.<br />
İkinci önemli husus, “global norm” dünyada geçerli norm olmasına rağmen Doğu<br />
Anadolu Bölgesi’nde düşünsel arenada olduğu gibi; ekonomik, siyasal, eğitim,<br />
yönetim ve sağlık gibi tüm alanlarda bu global norm inşa edilememiştir. Bugün<br />
dünyada kabul gören normlar; üretim, verimlilik ve kalitedir. Bunun için “girişimcilik<br />
kültürü”nü ve global normu benimseyen birey, sadece Türkiye için değil bütün<br />
dünyada geçerli olan kalite standartlarına uygun üretim yapmalıdır. Bunun için<br />
bireyler; 1.Aktif ve yenilikçiliğe yatkın olmalı, 2.Kendini aşma istidadında olmalı ve<br />
öğrenmeyi sınırlandırmamalı, 3.Düşünce esnekliğine sahip olmalı ve imkânsızlıklara<br />
karşı direnmeli, 4.Özgür düşünceye sahip olmalıdırlar(Akdemir, 1996: 32-35). Bunlar<br />
yapılmadığı zaman Türkiye’de olduğu gibi “kutsal devlet” anlayışı egemen olmaktave<br />
“birey” yok edilmektedir. Aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi bu şartlar yaşatılamadığı<br />
için Doğu Anadolu Bölgesi kalkınamamıştır. Örneğin Gaziantep ilinde gelişen sanayi;<br />
Van, Diyarbakır, Kars, Muş ve bölgenin diğer illerinde de “global norm”lara uygun<br />
bir şekilde geliştirilememiştir. Bu gelişim sağlanamadığı için de para transferi Doğu<br />
Anadalu Bölgesi’nden Türkiye’nin batı bölgelerine; teknoloji ve ürün transferi ise<br />
sözü edilen bu bölgelerden Doğu Anadolu Bölgeleri’ne olmuştur. Bu da Doğu<br />
Anadolu Bölgesi’ni ekonomik açıdan tamamen diğer bölgelere bağımlı kılmıştır.<br />
Gelişen süreç cumhuriyetin ilanından beri hep böyle olmuştur. Sonuçta Doğu Anadolu<br />
Bölgesi’nde kalkınmaya dair “pozitif psikoloji” yok olmuştur.<br />
822
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Tablo:2013 yılı Türkiye’deki İllerin Gelişmişlik Derecesine Göre Sınıflandırılması:<br />
1.Derecede<br />
Gel. İller<br />
2.Derecede<br />
Gel. İller<br />
3.Derecede Gel. İller 4.Derecede Gel.<br />
İller<br />
5.Derecede Gel. İller<br />
1.İstanbul<br />
7.Muğla<br />
24. Yalova<br />
51.Kastamonu<br />
65. Batman<br />
2.Ankara<br />
8.Konya<br />
25. Isparta<br />
52. Kırşehir<br />
66Gümüşhane<br />
3.İzmir<br />
9.Adana<br />
26. Edirne<br />
53. Ordu<br />
67.Bayburt<br />
4.Antalya<br />
10.Eskişehir<br />
27.Zonguldak<br />
54. Aksaray<br />
68.Adıyaman<br />
5.Bursa<br />
11.Gaziantep<br />
28. Bolu<br />
55. Giresun<br />
69.Yozgat<br />
6.Kocaeli<br />
12.Denizli<br />
29. Kütahya<br />
56. Erzincan<br />
70.Kilis<br />
13.Kayseri<br />
30. Kırklareli<br />
57. Artvin<br />
71.Van<br />
14.Mersin<br />
31. Malatya<br />
58.Osmaniye<br />
72.Bingöl<br />
15.Tekirdağ<br />
32. Elazığ<br />
59. Mardin<br />
73.Kars<br />
16.Trabzon<br />
33. Karabük<br />
60. Tokat<br />
74.Iğdır<br />
17.Balıkesir<br />
34. Nevşehir<br />
61. Çankırı<br />
75.Şırnak<br />
18.Aydın<br />
35. Karaman<br />
62. Sinop<br />
76.Ağrı<br />
19.Samsun<br />
36. Sivas<br />
63. Niğde<br />
77.Ardahan<br />
20. Sakarya<br />
37.K. Maraş<br />
64. Tunceli<br />
78.Siirt<br />
21. Manisa<br />
38.Diyarbakır<br />
79.Bitlis<br />
22. Hatay<br />
39. Uşak<br />
80.Muş<br />
23.Çanakkale<br />
40. Düzce<br />
81.Hakkari<br />
41. Kırıkkale<br />
42.Afyon<br />
43. Rize<br />
44. Burdur<br />
45. Erzurum<br />
46. Şanlıurfa<br />
47. Amasya<br />
48. Bilecik<br />
49. Bartın<br />
50. Çorum<br />
Kaynak: 2013 Verileriyle Türkiye’de İllerin Gelişmişlik Düzeyi Araştırması Nisan<br />
2015 s.10<br />
“Girişimcilik kültürü”nü ve “global norm”u benimseyen insanlar bunun kadar önemli<br />
olan “toplam kalite”yi de önemsemişlerdir. “Toplam kalite,” insana saygıyı esas kabul<br />
eder ve bilgiyi eylemle birleştiren bir disiplindir. Toplam kalite anlayışı beraberinde;<br />
1.Pozitif psikoloji yaratır, 2.Yüksek kalite ve düşük maliyet parolasıdır, 3.Sorun<br />
çıkmadan çözümü öngörür ve sıfır hatayı tasarlar, 4.Müşteri tatminine öncelik<br />
verir, 5.İşe yatkın olan ile çalışma gibi esasları içerir. Bu ilkeler ışığında artık her<br />
ne şekilde olursa olsun para kazanmalıyım ve vergi kaçırsamda olur zihniyeti değiştiği<br />
gibi tüketiciyi aldatabilir ve kaliteyi de düşürebilirim algısı da yok olmuştur. Çünkü<br />
“girişimcilik kültürü”,“global norm”ve “toplam kalite” anlayışından beslenen<br />
823
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
“psikometrik değerler” ile “iş ahlak”ı evrensel ölçekte değerler erezyonuna müsade<br />
etmemektedir. Bunun dışındaki anlayışlar ise sadece “glokalleşme”nin ürünü olarak<br />
kalmıştır. Doğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayan insanlar kalkınmak için girişimcilik<br />
kültürünü ve onu besleyen normları değerlendiremedikleri için tabloda görüldüğü gibi<br />
“pozitif psikoloj”iyi de geliştirememişlerdir. Bu sağlamadığı içinde bölgede sanayi<br />
üretimi gelişememiştir. Gelişemeyen sanayileşme sonuçta Türkiye’nin batısında<br />
bulunan bütün tarım ve sanayi ürünlerini bölgeye getirmeyi zorunlu kılmıştır. Doğu<br />
Anadolu Bölgesi’nde ihtiyaç duyulan sanayinin gelişmesi için; 1.Teknoloji bölgede<br />
üretilmeli, 2.Eğer bölgede teknoloji üretilemiyorsa onun transferi yoluna gidilmelidir.<br />
Bunun için Doğu Anadolu Bölgesi’nde; 1.İşbirliğine dayalı “joint venture” yani ortak<br />
girişimler kurulmalıdır, 2.Teknoparklar oluşturulmalıdır. Bununla da lokal<br />
ekonominin yeniden yapılanması, bölgesel yenilik için alt yapının oluşturulması,<br />
modernizasyonun teşvik edilmesinin yanı sıra diğer bölgelerden de yüksek teknolojiyi<br />
çekmek gerekmektedir(Akdemir, 1996: 57-58). Doğu Anadolu Bölgesi’ne ekonomik<br />
ve sosyal yoksulluk açısından bakıldığı zaman kapalı toplum sürecinin devam ettiği<br />
ve global normla beraber girişimcilik kültürünün yaşatılamaması gibi zorunlu olan bu<br />
üç şartın bile gerçekleştirilemediği görülmektedir. Tabloda görüldüğü gibi Türkiye’de<br />
toplam 81 il,bunlar içinde de birinci ve ikinci dereceden gelişmiş iller kategorinde ise<br />
toplam 29 il bulunmaktadır. Ama birinci ve ikinci dereceden gelişmiş illerin hiç birisi<br />
Doğu Anadolu Bölgesi’nde bulunmamaktadır. Bölgeyi temsil eden iki il, Malatya ve<br />
Elazığ ise üçüncü derecede gelişmiş iller kategorisinde bulunmakta ve bu iller de 31<br />
ve 32.ci sıralarda yer almaktadırlar. Bölgenin sadece iki ili, Erzincan ve Tunceli 4.<br />
derecede gelişmiş iller kategorisinde yer almaktadır. Bölgenin geriye kalan bütün<br />
illeri ise 5. derecede gelişmiş iller kategorisnde yer almaktadır. Bu tablonun<br />
cumhuriyetin kuruluşundan beri böyle olduğu ve yakın vadede de değişeceğine dair<br />
hiç bir belirti bulunmamaktadır. Bölgede yaşanan sürecin özeti “yeni yoksulluk” veya<br />
kapitalizme özgü “modern yoksulluk” dönemidir(Buğra, 2013: 24). Modern<br />
yoksulluk, değişmeyen zihniyetin fatalizmle beraber kendini yaşattığı alandır.<br />
Türkiye’de gerçekleştirilen diğer çalışmalarda da yoksulluğun özellikle Doğu ve<br />
Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde yoğunlaştığını ve sözü edilen bu iki bölgede<br />
yaşayanların %43,8’inin yoksul olduğunu göstermektedir. Bu bölgeleri Orta Anadolu<br />
Bölgesi, %26,3 oranı ile izlemektedir. İnsani gelişme yaklaşımı tüm ülkeye<br />
uyarlandığında düşük insani gelişmenin özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu<br />
Bölgeleri’nde yoğunlaştığı görülmektedir. Dünya Bankası Raporu’nda da Türkiye<br />
yaygın eşitsizlikler ülkesi olarak tanımlanmış bölgeler ve toplumsal kesimler<br />
arasındaki gelir dağılımı eşitsizliğinin derin ve kalıcı olduğu vurgulanmıştır(Gürses,<br />
2013: 373). Yoksulluktan kurtulma ideali evrenseldir. Bu nedenle toplumsal adaletin<br />
ilk şartı “yoksulluktan kurtulmak” ikinci şartı ise “tam istihdam”ı temin etmektir(Carr,<br />
1993: 90).<br />
3.3. Devletsiz Toplum<br />
Türkiye’de ve dünyada büyük değişmeler ve gelişmeler olmasına rağmen bu süreç<br />
Doğu Anadolu Bölgelesi’ni 1980’li yıllara kadar fazlaca etkileyememiştir. Çünkü<br />
ağalar, şeyhler ve aşiret reisleri bölgede kurumlaşarak varlıklarını devam<br />
ettirebilmişlerdir. Fakat Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki bu yapı, sanayi toplumu öncesi<br />
Batı dünyasında görülen feodal yapıya fazlaca benzememektedir. Doğu Anadolu<br />
824
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Bölgesi’nde “modern manada devlet otoritesi” oluşmadığı ve “birey”de yaşadığına<br />
inanamadığı için de ağaların, şeyhlerin ve aşiret reislerinin bölge insanlarına çıkardığı<br />
sıkıntılar da düzeyli olarak azalmamıştır. Bu nedenle “modern devlet,” tam teşekküllü<br />
bir şekilde bölgede var olamamıştır. Toplumların devletsiz yaşayamayacakları gerçeği<br />
bu boşluğun doldurulmasını gerekli kılmaktadır. Çünkü Doğu Anadolu Bölgesi’nde<br />
Türkiye genelinden farklı bir sosyal yapı söz konusu olmuş ve Duverger’in ifade<br />
etmeye çalıştığı “devletsiz toplum” modeli yöre insanlarına adeta benimsetilmiştir.<br />
Çünkü “devlet”in yapamadığını resmi statüsü olmayan ve bölge insanları tarafından<br />
kurulan ağalık ve şeyhlik gibi kurumlar uzun yıllar bu boşluğu doldurma yoluna<br />
gitmiştir. Bu yapının bir benzeri de daha önce 18. yüzyılın sonlarına kadar Avrupa’da<br />
da yaşanmış ve hatta Fransa Kralı XIV. Louis’in, Fransız ulusunun tümüyle kralın<br />
kişiliğinde yaşadığına inandığı her zaman ifade edilmiştir. Diğer taraftan örneğin<br />
Amerika, Avrupa ve özellikle de Fransa’da 1789 İhtilali’nden sonra mutlak<br />
krallıkların son bulduğu bir dönemde halkın krallıklara olan sadakatının sarsıldığı ve<br />
bunun yerine toprağa bağlılığın anlamlı olduğu bir döneme geçilmiştir. Duverger’in<br />
anlatımıyla yurt kavramı bu şekilde doğmuş ve toplum, bir kralın sahip olduğu<br />
hakimiyet sahasından ziyade kendisi için çizilen bir çerçeve etrafında bir araya<br />
gelerek bir bütün oluşturmak için düşünülmüştür(Duverger, 1973: 68). Aynı tarihlerde<br />
aşiretsel yapının egemen olduğu toplumlarda ise yönetim mekanizmasında kargaşaya<br />
ve alışık olunmayan bir zihniyete egemen olmuştur. Diğer taraftan “devletsiz toplum”<br />
saçayağının diğer bir adımını “aşiret reisliği” olgusu oluşturmuştur. Çünkü aşiret<br />
üyeleri de bir aşirete mensup olmayı erdemlilik olarak görmüşlerdir. Bölge<br />
insanlarının sosyal yapısı bununla iç içe olmuş ve sözü edilen bu kurumlar, insanları<br />
“aşiretçilik” şemsiyesi altında uzun yıllar idare etmeye devam etmişlerdir. Bu<br />
şemsiye, “Kürt uluslaşması”nın da önünde bulunan en büyük engel ve gayri resmi<br />
düzeyde inşa edilen aynı kurumun gayri resmi düzeydeki dayanağı olmuştur. Oysa<br />
Fransız Devrimi’nden sonra parlamenter sisteme geçilmiş ve ulus devletlerin<br />
kurulması süreci bu tarihten itibaren başlamıştır. Bu parlamenter yapının ilk örneği<br />
İngiltere’de olmakla beraber bunu daha da görünür kılan faktör ise Fransız Devrim’i<br />
olmuştur. Fakat bu devrimin beraberinde getirdiği en büyük handikap ise herkesin<br />
yönetime aktif bir şekilde katılamaması olgusu olmuştur. Bu nedenle yeni bir<br />
demokrasi şekli ortaya çıkmıştır. Bu şekilde herkesin yönetime aktif bir şekilde<br />
katılamaması süreci, sorunun çözümü için toplumun bütün katmanlarının aralarında<br />
seçecekleri temsilcileri ulusal meclislere göndermeleri süreciyle “temsili demokrasi”<br />
sürecini başlatmiştır(Duverger1986: 17). Cumhuriyetin ilanı ile beraber Batı’da<br />
alınan bu sistemin de Türkiye’de fazlaca işlemediği görülmüştür. Çünkü uzun yıllar<br />
boyunca ve özellikle de Doğu Anadolu Bölgesi’nde temsili demokrasi adına hareket<br />
eden ağalar, şeyhler ve aşiret reisleri her zaman sistemin ve bütün siyasal partilerin<br />
gözdesi olmuş, meclis bunlar tarafından doldurulmuş ve devletsiz toplum bunlar<br />
sayesinde yaşamaya devam etmiştir.<br />
3.4. Monolitik Kültür<br />
Cumhuriyeti ilan eden kadronun, Osmanlı’dan miras aldığı değerlerin başında<br />
“milliyetçilik” gelmektedir. Bunu tamamlayıcı mahiyette topluma, “Ne Mutlu<br />
Türküm Diyene” sözüyle aşılanmak istenen milliyetçiliğin her ne şekilde olursa olsun<br />
“bir soya,” “bir ırka” ve “bir kan grubu”na bağlılığı yoktur denilse dahi bu,Kürtler<br />
825
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
başta olmak üzere toplumun bazı etnik kesimler tarafından kabul<br />
görmemiştir.Sistemin o gün yapmak istediğini İsmet İnönü şöyle özetlemiştir:<br />
“Görevimiz, bu yurt içinde bulunanları ne yapıp edip Türk yapmaktır”(Alp, 2001: 1).<br />
Yani asıl yapılmak istenen Türkleştirme politikalrı olmuştur. Türkleştirme çabaları ise<br />
huzursuzluk yaratmış, kelimeden de anlaşıldığı gibi Kürtler, Türk’e dönüştürülmek<br />
istenmiştir. Hiç şüphe yok ki bu, bir Kürtten kendisi olmaktan vazgeçmesini ve yeni<br />
bir kimliği benimsemesini istemekti(Jwaideh, 1999: 406). Cumhuriyetin ilanı ile<br />
beraber başlayan ve kendini bu şekilde formüle eden “Türk uluslaşma” süreci,<br />
“monolitik kültür”(Bruinessen, 2002: 129) üzerine inşa edildiğinden Kürt-Türk<br />
ayrımı filizlenmeye başlamıştır. Kürtlerin bu uluslaşma sürecine ilk tepkisi “Şeyh<br />
Said Hadisesi” ile başlamıştır. Sistemin mimarlarının buna tepkisi ise sert olmuştur.<br />
Böylece Türk tarih yazımında “Kürt isyanı”olarak adlandırılan 1924-25 olayları<br />
Ankara Hükümeti’nin karşılaştığı en önemli tehdit olmuştur. Bu, aşiret oligarşisini ve<br />
onunla örtük bir ittifak içinde olan merkezi otoriteyi hedef alan ve içinde dini ve<br />
ayrılıkçı renkler barındıran tam teşekküllü bir ayaklanma olarak kabul görmüştür. Bu<br />
işe girişenlerin toprak talepleri açıkça belli olmasa bile bu hadise,o güne kadar ülkenin<br />
arzulanan ulusal homojenliğe ulaşamadığını bürokrasiye hatırlatmıştır. Bu<br />
ayaklanmayla hükümet, savaş durumuna geri dönmüş ve Doğu Anadolu<br />
Bölgesi’ndeki Kürt taleplerini bastırmak amacıyla olağanüstü yetkiler taşıyan İstiklâl<br />
Mahkemeleri’ni yeniden faaliyete geçirmiş ve bütün ülkede sıkıyönetim ilan<br />
edilmiştir. Sonra da Takrir-i Sükun Kanunu çıkartılmış ve bu kanun, hükümete<br />
otoriter bir yönetim için gereken kurumsal çerçeveyi sağladığı gibi aynı zamanda<br />
potansiyel muhalefet kanallarının da ortadan kaldırılmasına hizmet etmiştir(Keyder,<br />
2001: 118). Hadise, kanlı bir şekilde bastırılmış ve 28 Haziran 1925 tarihinde<br />
açıklanan karara göre başta Şeyh Said olmak üzere 48 kişi Diyarbakır’da idam<br />
edilmiştir(Mumcu, 1993: 156). Ama bu idamlar bile sorunu geçici bir süre için<br />
ertelemenin dışında anlam ifade edememiştir. Bundan sonrada Doğu Anadolu<br />
Bölgesi’nde 1938 yılına kadar onlarca benzeri hadise yaşanmıştır. En son 1984<br />
yılından itibaren yükselme trendine geçirilen terör ise binlerce insanın hayatını<br />
kaybetmesine neden olmuştur. Oysa terörün neden olduğu ve bunun için dökülen göz<br />
yaşlarının rengi yoktur. Bunun sonucunda da her seferinde ertelenen “Kürt sorunu”<br />
ile bu “bölgenin geri kalmışlığı” gibi sorunlar ciddi manada “anomi” ve bunu<br />
tamamlayıcı mahiyette “yabancılaşma” gibi sorunlara neden olmuştur. Büyük bir<br />
gecikme dönemi geçirse bile bugün kendinden söz eden bir Kürt uluslaşma süreci<br />
doğmuştur. Bölgenin cumhuriyetin ilanndan beri “monolitik kültür”den kaynaklı<br />
yaşadığı terör süreci,ekonomik ve sosyal kalkınmanın önünde bulunan en büyük<br />
bariyer olmuş ve bu bariyer bugün de Türkiye’de büyük bir yıkımla devam<br />
etmektedir.<br />
4. SONUÇ<br />
Yoksulluk; “açlıktır”, “eğitimsizliktir”, “barınacak bir evinin olmamasıdır”, “hasta<br />
olmak ve tedavi olamamaktır”, “hiçbir işinin olmaması ya da iyi bir işe sahip<br />
olamamaktır”, “kirli suyun sebep olduğu hastalık nedeniyle çocuğunu kaybetmektir”,<br />
“gelecek korkusuyla yaşamak ve çocuklarının geleceğinden endişe duymaktır”.<br />
Yoksulluk; “umutsuzluktur”, “eşitsizliktir”, “özgür olamamak” ve “siyasal yaşama<br />
katılamamaktır”(Gündoğan, 2008: 42-43). Bu şekilde oluşan yoksulluğu birçok<br />
826
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
donesi ile beraber Doğu Anadolu Bölgesi yaşamıştır. Türkiye, yoksulluğa karşı<br />
izlediğ politikalarda başarısız olmuştur. Çünkü yapılanların özeti “bağış”tır. Oysa<br />
yoksullara, bağımlılık kültürünün oluşturulmasına neden olan bağış yapmak yerine<br />
onların işgücüne dahil edilerek topluma entegre edilmeleri ihmal edilmiştir(Aslan,<br />
2013: 468). Bunun sonucunda kutsal devlet sayesinde “kutsal yoksulluk” hergün<br />
artmaya devam etmiştir. Doğu Anadolu Bölgesi’nde yaşatılan süreç sistemden<br />
kaynaklı kutsal yoksulluk sürecidir ve bu da bireyin oluşumuna her zaman engel<br />
olmuştur. Doğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayan insanlar kalkınmak için pozitif<br />
psikolojiye yitirdikleri için sanayi üretimini gerçekleştirilememiştir. Bölgede egemen<br />
olan fakirlik, bölge illerinde sanayinin gelişememesi nedeniyle giderilememiş ve<br />
“girişimcilik kültürü”, “global norm” ve “toplam kalite”den oluşan “psikometrik<br />
değerler” içselleştirilmemiştir. Sosyal yapı, “kapalı toplum” olmaktan<br />
kurtulmamamış ve bölge, terör sorunundan arındırılamamıştır. Yüzyılların birikimi<br />
olan ve sosyal kopuşlara vesile olan terör can almaya devam ettiği gibi bölgenin<br />
ekonomik, sosyal ve kültürel alanda gelişmesini de engellemeye devam etmektedir.<br />
Bu bölgede yaşayan insanlarda “toprak sevgisi” üzerinden gelişen “vatan duygusu”<br />
da geliştirilemediği için insanların buradan sahip olacakları “aidiyet duygusu”<br />
gecikmiştir. Yapılanların özeti bu ikili yapıdan kaynaklı antagonizma üzerinde her<br />
zaman inşa edilen sosyal yapının devamını isteme temayülüdür.<br />
KAYNAKÇA<br />
Ak, B. & Melike, K. &Kılıçoğlu, E. (2002). “Kentsel Yoksulluk”, Planlama, 77-84. Alp, T.<br />
(2001). Türkleştirme. Ankara: Kültür Bak. Yayınları.<br />
Aslan, A. (2013). “Yoksullukla Mücadelede Kalkınma Politikalarının Rolü”, VII. Ulusal<br />
Sosyoloji Bildiri Kitabı II, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Yay., ss.463-470.<br />
Akdemir, A. (1996). Global Normlu İşletme Yönetimi. Kütahya.<br />
Aksan, G. (2012). “Yoksulluk ve Yoksulluk Kültürünün Toplumsal Görünümleri”. Selçuk<br />
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:12, s: 9-19.<br />
Bauman, Z. (1999). Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksullar. (çev: Ümit Öktem). İstanbul:<br />
Sarmal Yayınevi.<br />
Beşikçi, İ. (1992). Doğu Anadolu’da Göçebe Kürt Aşiretleri. Ankara: Yurt Yayınları.<br />
Buğra, A. (2013), Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika. İstanbul: İletişim<br />
Bruinessen V. M. (2002). Kürtlük, Türklük, Alevilik. İstanbul: İletişim Yayınları. Carr E. H.<br />
(1993). Milliyetçilik ve Sonrası. (çev:Osman Akınhay). İstanbul: İletişim Yayınlar<br />
Celkan H. Y. (1993). Eğitim Sosyolojisi. Erzurum: Atatürk Ün. Yay., No: 664, Eğitim Fak.<br />
Basımevi.<br />
Ergun M. (1987). Eğitim ve Toplum, Malatya: İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınları.<br />
Duverger M. (1986). Les Partis Politiques. Paris:Librairie Armond Colin. Duverger M. (1973).<br />
Sociologie de la Politique. Paris:Presses Universitaires de France. Frank<br />
A. G. (1972). Lumpenbourgeoisie: Lumpendevelopment. Monthly Review.<br />
Gündoğan N. (2008). “Türkiye’de Yoksulluk ve Yoksullukla Mücadele”. Ankara Sanayi<br />
Odası, Ocak/Şubat.<br />
Gürses D. (2013). “Yoksulluğu Yaşamak: Çocukların Gözünden Yoksulluk, Yoksunluk ve<br />
Sosyal Dışlanma” VII. Ulusal Sosyoloji Bildiri Kitabı II,. Muğla Sıtkı Koçman<br />
Üniversitesi Yay., ss.371-385.<br />
Hoselitz B.F. (1968). İnteraction Between İndustrial and Pre-İndustrial Stratification Systems,<br />
Smelster.<br />
Kesici M. R. (2007). “Yoksulluk Şiddet Döngüsünün Sosyal Politika Açısından Analizi”.<br />
Çalışma ve Toplum, Sayı 13, Şubat 2007, s.121-158. Keyder, Ç. (2001). Türkiye’de<br />
827
[ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016)<br />
UNIDAP International Regional Development Conference (Mus-2016)]<br />
Devlet ve Sınıflar. İstanbul: İletişim Yayınları. Kılıç, R. & Çetinkaya Ş. (2012).<br />
“Türkiye’de Yoksullukla Mücadelede Sosyal Yardım Stratejileri ve Bir Model<br />
Önerisi”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi ,Sayı 34, Aralık 2012,<br />
ss.93-114.<br />
Mills C. W. (1978). Toplumbilimsel Düşün. Ankara:Kültür Bakanlığı. Mumcu U. (1993).<br />
Kürt-İslam Ayaklanması 1919-1925. İstanbul:Tekin Yayınevi.<br />
Müftüoğlu T. (2001). Girişimcilik. Eskişehir:Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi<br />
Yayınları.<br />
Seyyar A. (2004). “Türkiye’de Yoksullukla Mücadelede STK’lerin Rolleri ve Önemleri”,<br />
Deniz Feneri Derneği Örneği, I. Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Kongresi, 4-6<br />
Haziran 2004, Çanakkale, s. 187-195.<br />
Takva N. (2014). VII. Türkiye Ticaret ve Sanayi Şurası, Ankara.<br />
Yılmaz T. (2013). Kırsal Yoksulluk ve Kırsal Emeğin Proleterleşmesi: Gökçe ve Bakırça<br />
Köylerinin Karşılaştırmalı İncelemesi, VII. Ulusal Sosyoloji Bildiri Kitabı II, Muğla<br />
Sıtkı Koçman Üniversitesi Yay., ss.435-449.<br />
Yücel D. (2011). “Türkiye'de Yoksulluk Sorunu ve Kamu Sosyal Transfer Harcamalarının<br />
Yoksulluğa Etkileri Üzerine Bir Araştırma”, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler<br />
Dergisi, Aralık 2011 Cilt 13 Sayı 2, s.383-402.<br />
828