You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
<strong>TEKERLEME</strong>
Merlyn<br />
SOLAKHAN'IN<br />
FİLMLERİNİN<br />
TÜRKİYE<br />
sİNEMASINDAKİ<br />
YERİ<br />
BURAK ÇEVİK<br />
Bir dostum, bir Youtube linki gönderiyor ve ekliyor: ‘‘Bunu<br />
çok seveceksin’’ Merlyn Solakhan’ın Tekerleme filmiyle böyle<br />
tanışıyorum.<br />
Kötü bir VHS kasetten yansıtılan görüntü, başka bir kamera<br />
aracılığıyla kaydedilmiş ve bu görüntü Youtube’a Selim<br />
Karlıtekin tarafından yüklenmiş.<br />
Filmi izledikten bir buçuk yıl sonra Tekerleme, 30 senenin<br />
ardından ilk defa Türkiye’de 16. !f İstanbul Bağımsız Filmler<br />
Festivali’nde Fol Sinema ve !f İstanbul ortaklığıyla kürate<br />
edilen festivalin ‘Başka Haller’ bölümünde gösteriliyor.<br />
Bölümün ortak küratörü olarak benden bir katalog yazısı<br />
yazmamı rica ediyorlar.<br />
Filmi şöyle anlatıyorum:<br />
1985 yılı. Türkiye'deki askeri darbeden beş yıl kadar sonra bir<br />
kadın, İstanbul sokaklarında dolaşıyor. Tekinsizlik insanları<br />
ve tüm şehri sarmış durumda, eksik olan bir şeyler var.<br />
Arkadaşlıklar, havadan sudan sohbetler, bıkkınlık, arayış,<br />
yitiş ve ardından bir umut adaya gidiş. Tüm bunlardan geriye<br />
kalan ne? Merlyn Solakhan'ın ilk filmi olan, başrollerini<br />
Mustafa Irgat ile Zümrüt Pekin'in paylaştığı Tekerleme, 1986<br />
yılında Berlin Film Festivali'nde gösterilmiş, ardından da<br />
unutulmuş bir yapıt. Belli ki o dönem rağbet gören politik<br />
gerçekçi filmler karşısında bir kaba konulamamış, etiketlenip<br />
rafa kaldırılamamış. Oysa filme bugünden bakmak bize<br />
bambaşka anlamlar sunuyor. Türkiye'de otuz yıl sonra ilk defa<br />
gösterilecek olan film, tekerlemenin teklemeye dönüşümünü<br />
Türkiye sinemasında daha önce hiç karşımıza çıkmayan özgün<br />
bir estetikle sunuyor.<br />
Peki, Türkiye sinemasında daha önce karşımıza hiç çıkmadığını<br />
düşündüğüm bu özgün estetik neydi, nasıl bir şeydi? Ben neden<br />
bu filme bu kadar tutulmuştum? Neden bu filmin özel olduğuna<br />
inanıyordum? Yanılıyor olabilir miydim?<br />
Öncelikle ufak bir seziden bahsedebilirim. İnsanların mimiksiz<br />
ve direkt konuşması, tekerlemenin diyalogun yerini alması ve<br />
bizi filmden yabancılaştıran diyalogların artık enformasyon<br />
verme aracından başkalaşması bana Straub & Huillet çiftinin<br />
sinemasını hatırlatmıştı.<br />
Straub & Huillet çifti filmografileri boyunca marksist<br />
metinleri [ki bu metinler makalelerden piyeslere kadar farklı<br />
çeşitlerdeydi] sinemanın kendine has diline uyarlamaya<br />
çalıştılar. Zaman zaman deneysel bulunan bu çabalarında,<br />
Brechtyen yabancılaşmayı sıklıkla kullandılar. Filmlerindeki<br />
karakterlerin mimiksiz yüz ve duygusuz tonlama ile<br />
konuşmaları, çiftin metni önplana koyan sinema anlayışından<br />
kaynaklanmaktaydı.<br />
Tekerleme filminde Straub & Huillet izini ilk olarak metni<br />
önplana koyan bu anlayışta fark etmiştim. Sonra filmdeki<br />
iki karakter konuşurken, biri diğerine ‘‘Straub’un son filmini<br />
gördün mü?’’ diye soruşu, beni biraz daha heyecanlandırdı.<br />
Yine de noktaları birbirine bağlayamıyordum. Tekerleme’nin<br />
jeneriğinde, filmin sesçisi olarak geçen Manfred Blank,<br />
Straublar’ın filmlerinin neredeyse tüm jeneriğinde yer alan bir<br />
isimdi. Bazen asistan, bazen sesçi bazen de filmde yer alan bir<br />
oyuncu olarak.<br />
Tekerleme’yi izledikten 6 ay sonra Merlyn’e ulaşabildim.<br />
Berlin’de yaşadığını söyledi ve mail adresini verdi. Mail<br />
aracılığıyla gerçekleştirdiğimiz ilk irtibattan sonra yakında<br />
İstanbul’a geleceğini ve yüz yüze konuşabileceğimizi söyledi.<br />
18 Ağustos 2015’te Merlyn Solakhan ile Galatasaray’da bir<br />
kafede buluştuk. Karşımda 60 yaşlarında cümlelerini tartarak<br />
konuşan ve yorgun olduğu anlaşılan bir yönetmen vardı. İlk<br />
gizemi kendi hayatını anlatırken araladı.<br />
Baba tarafı Ermeni asıllı, anne tarafı Yunan asıllı kuşaklar<br />
boyu İstanbullu bir ailenin çocuğu olarak 1955 yılında dünyaya<br />
gelen Merlyn, küçüklüğünden itibaren Roma, Osmanlı ve Bizans<br />
kültürü ile büyümüş.<br />
Adaların denize dik inen arnavut kaldırımlı sokaklarından,<br />
boğazda usulca ilerleyen vapurun kesintisiz plan sekans<br />
çekimine kadar Tekerleme’ye dekor olan İstanbul şüphesiz<br />
Merlyn ve sineması için önemli bir unsur.<br />
Daha sonradan İstiklal Caddesi’nde yürüdüğümüzde ‘‘Artık<br />
buraları tanıyamıyorum’’ demesindeki hüzün de böyle<br />
anlaşılabilir.
1990 yılında gerçekleştirdiği ‘‘Berlin’deki Asyalı Kadın<br />
Yönetmenler’’ başlıklı Fumiko Matsuyama imzalı söyleşinde<br />
belirttiği gibi; ‘’Önemli olan nereye gittiğim değil, çocukluğumu<br />
ve gençliğimi nerede geçirdiğim. Benimle ilgili her şey, bu<br />
şehirle bağlantılı. Bu nedenle filmlerimin de mekanı İstanbul.<br />
Bu şehre sürekli dönüp duruyorum çünkü en iyi bildiğim şey<br />
bu; İstanbul.’’<br />
1970’lerin ikinci yarısında daha sonradan evlenip, boşanacağı<br />
Salih Ecer ile birlikte Türkiye İşçi Partisi’nde aktif rol alıyor;<br />
çeşitli film gösterimleri düzenliyor. 1976 yılında Ernst<br />
Alexander Rauter’ın ‘Düzene Uygun Kafalar Nasıl Oluşturulur’<br />
adlı kitabını Türkçeye çeviriyor. 1979 yılında Balkan Filmleri<br />
Şenliği’nin organizasyon ekibinde yer alıyor. Şenliğin ardından<br />
aynı yıl 23 yaşındayken Almanya’daki DFFB’e kabul alıyor ve<br />
sinema öğrenmeye başlıyor.<br />
1983 yılında daha sonradan kendisine hayat arkadaşı olarak<br />
seçeceği Manfred Blank ile [hatırlarsanız Tekerleme filminde<br />
sesçi olarak yer alıyordu] birlikte yaptığı yarı kurmaca yarı<br />
belgesel 60 dakikalık ilk filmi Şehir, beklendiği üzere üçbin<br />
yıl içinde Bizans, Konstantinople ve İstanbul olarak üç ad<br />
taşımış çok eski bir kenti anlatır. Film üç insanı iş başında<br />
gösterir: Yüzlerce balonu şişirip kocaman balon kümelerine<br />
bağlayan balon satıcısı, en az kendi yaşında bir fotoğraf<br />
makinası ile dolaşan yaşlı bir fotoğrafçı ve ellerinde sondaj<br />
aletleri ile şehrin eski sokaklarında yeraltındaki patlamış su<br />
borularını arayan “sızan suyu duyan” erkekler. Kamera seyirciyi<br />
tanımadığı bir şehirde bir turist gibi gezdirir.<br />
2004 yılında Almanya’nın Karlsruhe kentindeki sinematekte,<br />
İstanbul’a dair filmlerin gösterildiği bir seçkide yer alan Şehir<br />
için, aynı festivalin kitapçığında şu cümleler yer alıyor:<br />
Zamanla bu film artık varolmayan bir İstanbul'un dökümanı<br />
haline geldi: Şehir, surların restorasyonu sonrası Hollywood<br />
kulislerine benzedi; Galata Köprüsü yerini trafiği rahatlatan<br />
yeni bir köprüye bıraktı; Hipodrom “Lütfen basmayınız”<br />
çimenleri ile yeşillendirildi; 40'lı yıllardan kalma Amerikan<br />
arabaları ile yolcu taşıyan dolmuşlar tek tek kaybolup yolları<br />
metroya, eski vapurlar suları gürültülü deniz otobüslerine<br />
terkettiler; ve mükemmel ışıklama tekniği fotoğrafçı Nafız ile<br />
birlikte hayatını kaybetti.<br />
Bunun muhteşem bir karamsarlık ve melankoli hissi<br />
barındırdığına inanıyorum. Tekerleme filminde de yer alan bir<br />
his.<br />
1985 yılında yani Şehir’den tam 2 yıl sonra DFFB’deki sinema<br />
eğitimini bitirme projesi olarak gerçekleştirdiği Tekerleme’de<br />
değişen sokak isimleri de benzer bir his bırakmıyor muydu?<br />
Merlyn, 2015’in Ağustos ayında Galatasaray’da yürürken<br />
‘‘Artık buraları tanıyamıyorum’’ derken benzer bir histen mi<br />
bahsediyordu?<br />
Merlyn Solakhan, DFFB ‘yi bitirme projesi olarak Tekerleme<br />
filmini yaparken filmlerini akademide gösterip, öğrencilerle<br />
sohbete gelen Jean-Marie Straub’un sinemaya bakışından<br />
etkilenmişti. Ancak yönetmen, yine de onu asıl etkileyen ismin<br />
Straub değil, belgesel sinemacı Peter Nestler ve de Fransız<br />
sinemacı Jacques Rivette’in serbest çalışma biçimi olduğunu<br />
ısrarla söyleyecekti.<br />
Tekerleme, 1986 yılında Berlin Film Festivali’nde<br />
gösterildiğinde Merlyn’in söylediğine göre hiçbir tepkiyle<br />
karşılaşmadı. Bu konuyu açtığımda, yüzünde ufak bir ekşimeyle<br />
‘‘Keşke iyi ya da kötü bir tepki alsaydı. Ancak yok sayıldı.’’ dedi.<br />
Bu durum sadece Almanya’daki festivalde değil, Türkiye’de de<br />
benzerdi.<br />
Dönemin kültür sanat dergilerinden ‘Hürriyet Gösteri’nin Nisan<br />
1986’da yayınlanan sayısındaki İbrahim Altınsay’ın kaleme<br />
aldığı ‘Berlin Kinoplatz’da 12 Gün – 12 İzlenim’ başlıklı yazıda,<br />
Altınsay, festival süresince izlediği kırkı aşkın uzun metraj ve<br />
yirmi kadar kısa filme dair izlenimlerini ayrıntılı bir biçimde<br />
ortaya koyarken ne Merlyn Solakhan’dan ne de Tekerleme’den<br />
bahseder.<br />
Dönemin bir diğer önemli kültür sanat dergisi olan Milliyet<br />
Sanat Dergisi’nin 15 Mart 1986 tarihli 140. sayısındaki 36.<br />
Berlin Film Festivali’ni inceleyen ayrıntılı yazıda Türkiye’den<br />
Yusuf Kurçenli’nin ‘Ölmez Ağacı’ ve Muammer Özer’in ‘Bir<br />
Avuç Cennet’ filmlerinden kısa da olsa bahsedilirken yine<br />
Tekerleme’den bahsedilmez.
Film Türkiye’de sadece bir kere, Büyükada’da Seferoğlu adlı<br />
eski bir Rum konağında, İzzet Yasar, Seçkin Yasar, Mustafa<br />
Irgat, Ayşe Şiir Öke ve Zümrüt Pekin’in katılımıyla halka kapalı<br />
olarak gösterildi. İzzet Yasar bu vesileyle Merlyn Solakhan’a<br />
ithaf etmiş olduğu ‘Seferoğlu’nda Mucize’ adlı şiirini kaleme<br />
aldı.<br />
2 yıl sonra Onat Kutlar, Milliyet Sanat Dergisi’nin 15 Mart 1988<br />
tarihli 188. sayısında ‘Berlin’de Üç Türk Sinema Sanatçısı’<br />
başlıklı yazısında İzzet Akay ve Sema Poyraz ile birlikte Merlin<br />
Ecer ile bir söyleşi gerçekleştirir.<br />
Bu söyleşide Onat Kutlar, Merlyn’i tanıtmaya şöyle başlar:<br />
‘‘İstanbullu aydınların bir bölümü onu, 1970’li yıllarda henüz<br />
çok genç bir öğrenciyken Türkiye İşçi Partisi’nde Salih Ecer ile<br />
birlikte yürüttükleri kültürel etkinliklerden tanır. Sinemaverler<br />
de, 1979’da üllemizdeki ilk gerçek uluslararası sinema şenliği<br />
olan ‘Balkan Film Şenliği’ kadrosundan.<br />
Merlyn Ecer, genç Türk sinemacıları arasında çok özel bir yere<br />
sahip. Sinema dilinin yenilenmesi, yeni anlatım olanaklarının<br />
keşfi denince akla bir sürü isim gelir; Melies, Griffith,<br />
Eisenstein, Kuleşov, Franju, Clair, Resnais, Godard, Warhol,<br />
Straub ve niceleri. Belki geniş kitlelerin ilgisini çekmeyen ama<br />
öncü değerleri tartışılmaz olan bu gözüpek deneyler, yeryüzüne<br />
bakışımızı, sinemayı kavrayışımızı değiştiriyor, yeni ufuklar<br />
açıyor.’’<br />
Merlyn ilk eşi Salih Ecer’den ayrılmış, Almanya’ya giderek<br />
Manfred Blank ile birlikte ‘blankfilm’ adında bir film şirketi<br />
kurmuştu. Bu film şirketinde başta Alman televizyon kanalı<br />
ZDF olmak üzere çeşitli televizyon kanalları ve bölgesel<br />
kültür destekleriyle bir dizi belgesel yapmaya başladı. Bu<br />
belgesellerin ilki, Onat Kutlar’ın hem ortak yapımcısı hem de<br />
belgeselin anlatıcısı olduğu Hayal adlı belgeseldi.<br />
Onat Kutlar, Merlyn’e ne hakkında çalışmak istediğini<br />
sorduğunda, Merlyn’in ilk aklına gelen ve çalışmak istediği<br />
konu Karagöz Hacivat olur ve ortaya bu gölge oyunu hakkında<br />
bir belgesel çıkar.<br />
16mm’ye çekilen 81 dakikalık Hayal adlı belgesel, 1991 yılında<br />
Berlin Film Festivali’nin Forum bölümünde gösterilir. Merlyn, 6<br />
yıl sonra bu sefer bir belgesel ile Berlin Film Festivali’nde yer<br />
almıştır. Beklendiği gibi Hayal seyirci tarafından pek bir yere<br />
konulamaz. Merlyn bu konuda şöyle diyor:<br />
‘‘Nasıl bugünlerde mülteci sorunu ön plandaysa o yıllarda da<br />
Türk göçmen işçi sorunu vardı ve özellikle Türkiye’den gelen<br />
bir sinemacı tarafından onların sorunları ve çıkmazlarıyla<br />
ilgili konular bekleniyordu. Benim unuttuğum ancak Manfred’ın<br />
hatırladığı bir anektod var; Gösterimde Manfred’in dostu olarak<br />
Jean-Marie Straub da vardı ve bir yerde o kendine özgü yüksek<br />
sesiyle seyircileri azarladı. Seyircilerden biri: "Bu çok eliter,<br />
seçkin bir çevrenin konusu" demişti, ya da ona benzer bir şey.<br />
Jean-Marie de "Görmüyor musunuz, bunlar elleriyle çalışan<br />
zanaatkar insanlar!" diye bağırmıştı.<br />
Kendisine 22 Şubat 2016 tarihindeki Mithat Alam Film<br />
Merkezi’ndeki moderatörlüğünü yaptığım söyleşide neden<br />
belgesele döndüğünü sorduğumda; ‘‘Ben belgesel ile kurmaca<br />
ayrımı yapmıyorum. Her çekilen görüntü bir yorumdur. Yorumun<br />
dışında bir şey değildir’’ diyecekti.<br />
Festivalin kataloğunda, Manfred Blank’in kaleme almış olduğu<br />
filmin uzun sinopsisinde ise şöyle yazılacaktı:<br />
Bu uzun metrajlı kurmaca bir film mi ya da belgesel mi? Bu, bir<br />
tiyatro filmi, komik anları yakalayan bir film, farklı nesneler<br />
üzerinde bir belgesel, bir çeşit biyografi, aynı zamanda bir<br />
müzikal.<br />
Merlyn, sinemayı ve sinemasını türlere ayırmamaya çalışırken<br />
çözümü yaptığı filmi tüm türlere dahil ederek bulmuştu.<br />
Hayal’in ardından Merlyn kurmacadan ayırmadığı<br />
belgesellerine devam eder; 1995 yılında Yaşar Kemal ve<br />
Doğası adlı 30 dakikalık bir film yapar. Bu filmde Yaşar<br />
Kemal ile birlikte yazarın ‘Ortadirek’ romanının güzergahı olan<br />
Toroslar’dan Çukurova’ya pamuk toplamaya inerek edebi bir<br />
seyahate çıkar.<br />
Yaşar Kemal belgeselin bir yerinde şöyle der: ‘‘Bütün insanlar<br />
göçebe benim için, bana göre bütün insanlar göçebe. Göçebe<br />
olmayan yok. Yerleşme zaten çok az bir zamandır, şehirlerin<br />
kurulması insan tarihinde, küçücük bir zaman dilimi içindedir.’’
Şimdi tüm bu bilgiler eşliğinde izlerken Merlyn’in Yaşar Kemal<br />
ve edebiyatına olan ilgisini daha iyi anlamlandırabiliyorum.<br />
1996 yılında Sipan-Komitas adlı bir Ermeni korosunun<br />
belgeselini yapar. 1997’de Pera çevresindeki pasajları ve<br />
burada yaşayan azınlıkların yaşamını konu alan Cite de Pera<br />
belgeselini gerçekleştirir. 1998’de Harem: Kadınlar Okulu<br />
adlı belgeseli yapar. 2002’de ise son filmi Boğaz’a Sürgün’ü<br />
gerçekleştirir.<br />
Boğaz’a Sürgün, Hitler’den kaçıp Türkiye’ye gelen ve Manyas<br />
Kuş Cenneti’ni keşfeden zoolog Curt Kosswig’in yaşamını<br />
anlatır.<br />
Merlyn’in belgesellerini mekan, söyleşi yaptığı kişiler,<br />
kullandığı alıntılar ve tarihsel olaylar alt başlığında datasal<br />
parçalara ayırırsak ortaya bir grafik çıkıyor.<br />
Merlyn bu grafiğe baktığında bana şöyle dedi:<br />
‘‘Bu şemaya baktığımda, yaptığım sinema ekseninde hep ‘bir<br />
arada yaşamanın’ olduğunu görüyorum. Nedenler ve özlemler<br />
ise karışık.’’<br />
Bence bu grafiğin bize söylediği en bariz şey; Merlyn’in<br />
azınlıkların hikayesini anlatmayı tercih etmiş olmasıdır.<br />
Azınlıklar ve yaşadıkları tarihsel olaylar; Koro’da Ermeni<br />
Soykırımı, Hayal’de İstanbul’un göç alması ve azınlıkların<br />
ayrılması meselesi, derici olan eski hayal oyuncularının yani<br />
karagöz hacivatcıların Rum kökenli olması, Pera’nın sakinleri<br />
ve 6-7 Eylül Olayları sırasında yaşadıkları, Hitler’den kaçarak<br />
Türkiye’ye gelmiş olan Robert Anhegger'ın eşi olan ve Topkapı<br />
Sarayı’nın Harem Dairesi dahil Anadolu’da önemli eski eserleri<br />
tamir eden Mualla Anhegger-Eyüboğlu, Robert Anhegger ile<br />
benzer kaderi paylaşan zoolog Curt Kosswig.<br />
Bir göç hali; bir dışlanmışlık, ötede kalmışlık, hayata devam<br />
etme çabası ve bu çabanın yarattığı hikayelerin çevresinde<br />
dönmüştür Merlyn. Tekerleme’de değişen sokak isimleri, artık<br />
yeri ve yurdu tanıyamama, bilindik coğrafyalarda kaybolma<br />
hali değil midir?<br />
Tekerleme filminin diyaloglarını kaleme alan şair İzzet Yasar<br />
ile yaptığım söyleşide şöyle diyor:<br />
Bir şey olmuş, bir çok şey değişmiş, sokak adlarına kadar.<br />
Türkiye'ye yıllar sonra gelen kadın eski arkadaşlarının çoğunu<br />
bulamıyor. Nerede oldukları belli değil. Kürklü adamları denize<br />
atan öfkeli solcular kendileri kürk giyer olmuş. Ama beyin<br />
fırtınasında Allah'a bile slogan üretebilen modern kapitalistler<br />
olarak gene de devletle çelişkileri var: reklam kampanyasına<br />
zorluk çıkaran bürokrasiyle mesela. Ve artık içki sofralarında<br />
siyaset konuşulmuyor, üretim tarzı tartışmaları yapılmıyor.<br />
Sokak isimleri üzerinden aklımı kurcalayan resmi tarihin<br />
masal olmasını Gündüz Vassaf ile yaptığım söyleşide Gündüz<br />
Bey şöyle dile getirdi:<br />
Filmde sokakları görürken önce 'Hikaye Sokağı'nı görüyoruz<br />
ardından da 'Sağlam Fikir' sokağını. Bu bize resmi tarih ile<br />
resmi tarihin masal olmasını çok çarpıcı bir şekilde gösteriyor.<br />
Üstelik inanır mısınız, bunlar gerçek sokak isimleri!<br />
Ben tam bu noktada, Gündüz Bey’in söylediklerini aklımızda<br />
tutarken bir parantez açmak ve size 15 saniyelik bir filmi<br />
hatırlatmak istiyorum.<br />
Yer Makedonya, sene 1905. Çekenler Manaki Kardeşler, sonra<br />
bizim Sultanları da çekecekler. Despina nine örüyor, o örmeye<br />
başlarken bizde de sinema tarihi başlıyor. Bizim tarihin, eski<br />
Osmanlının ilk filmi.<br />
Oysa Türkiye’nin resmi tarihi bunu böyle kabul etmiyor.<br />
2014 yılında Türkiye Sineması’nın 100. yılını kutladığımıza<br />
göre, kabul edilen ilk film bir Osmanlı Subayı olan Fuat Bey<br />
tarafından 14 Kasım 1914'te çekilen şimdilerde Yeşilköy olarak<br />
bildiğimiz Ayastefanos yakınlarındaki 93 Harbi'nin anısına<br />
Ruslar tarafından inşa edilen Ayastefanos Rus Abidesi'nin<br />
yıkılışının konu edildiği film.<br />
1953 yılında Nurullah Tilgen tarafından ilk Türk filmi olduğu<br />
ortaya atılmış, filmin hiçbir kopyasının bulunamaması ve<br />
varlığına dair somut bir delilin olmaması nedenleriyle bu<br />
iddiaya karşılık ilk şüphe de 1970 yılında Nijat Özön tarafından<br />
dile getirilmiştir. Günümüzde bu filmin gerçekten var olduğuna<br />
dair tek bir somut kanıt olmamasına rağmen resmi tarih<br />
nedense Despina Nine’yi ve esasen Manaki Kardeşler’i pek<br />
sevmemektedir.
Tarihini böyle kuran Türkiye Sineması, Merlyn Solakhan’ın<br />
elinden çıkan ve azınlığı anlatan sinemasını görmezden gelmiş<br />
olabilir mi?<br />
‘‘Hiçbir şey işlemiyor… En çok emek verdiğim şeyler beni en çok<br />
hayal kırıklığına uğrattı.’ cümleleriyle biten Boğaz’a Sürgün,<br />
Merlyn’in bize söylemek istediği cümlelerden biri olabilir mi?<br />
2002’den sonra neden üretmeye devam etmediniz soruma,<br />
‘‘Yoruldum’’ diye tek kelimeyle cevap vermesinin sebeplerinden<br />
biri bu olabilir mi?<br />
Yerelin dilini yani bi anlamda minör edebiyatını, evrensele<br />
yaklaştırabilen ve göçebe insanı anlatan Yaşar Kemal’in<br />
edebiyatı ile Merlyn’in Sineması arasında bir izlek oluşturabilir<br />
miyiz?<br />
Onat Kutlar’ın Merlyn Solakhan ile gerçekleştirdiği ve daha<br />
önce alıntılarda bulunduğum söyleşisinde Merlyn şöyle diyor:<br />
Birçok sanatçı çoktan yurdunu kaybetmiş durumda. Çağımızın<br />
bir sorunu; yurdumuzun nerede olduğu. Yaşadığımız yerde mi?<br />
Doğduğumuz yerde mi? Çalışmak zorunda bırakıldığımız yerde<br />
mi? Ya da çalışabileceğimiz yerde mi? Yoksa kendimize bilerek<br />
seçtiğimiz bir yurt mu var?<br />
Onat Kutlar, bu yerin Almanya olup olmadığını sorduğunda ise<br />
Merlyn, ‘‘Bunu zaman gösterecek’’ diyor.<br />
Tekerleme filminin girişinde, boğazı geçen vapurda birbirini<br />
uzun süredir görmeyen iki insan karşılaşır. Biri diğerine ‘‘Hiç<br />
değişmemişsin’’ der, diğeri ise karşılık verir; ‘‘Her şey değişti’’.<br />
Tekerleme filminde değişime direnen tek karakter olan İzzet<br />
Yasar’ın karakteri ölür.<br />
Darbeler olur, sokak isimleri değişir, şehirler değişir hatta<br />
sinema yapım pratikleri bile değişir ancak diğer yandan hiçbir<br />
şey değişmez.<br />
Araştırmam boyunca, Merlyn Solakhan’ın Türkiye<br />
Sinemasındaki yerine bakarken, aslında olmayan yerine<br />
bakıyordum. Gözden kaçmış, gözden kaçırılmış. Bilerek ya<br />
da bilmeyerek. Bu halen devam eden bir araştırmadır. Şu<br />
ana kadar olan kısım; İzzet Yasar, Gündüz Vassaf ve Merlyn<br />
Solakhan ile yapılmış sözlü tarihe odaklı ayrıntı söyleşi<br />
ve Merlyn Solakhan’ın filmografisinin toplu bir analizini,<br />
belgesellerde yer alan toplumsal olayların, kişilerin ve<br />
mekanların dökümü kapsamaktadır.<br />
Araştırmanın devamında, halen söyleşi yapamadığım Seçkin<br />
Yasar ve Thomas Balkenhol ile söyleşi gerçekleştirmeyi ve<br />
araştırma sürecinde elde ettiğim tüm belgeleri ve söyleşilerin<br />
not dökümlerini tek bir belge haline getirmeyi planlıyorum.<br />
Bu süreçte destekleri için başta SALT Araştırma Fonu olmak<br />
üzere Öykü Canlı, Hasan Cem Çal, Deniz Tortum, Bengü Özakıncı<br />
ve Naci Emre Boran’a teşekkür ederim.<br />
Zaman bazı şeyleri bize gösterebilir ve hatta değiştirebilir mi?<br />
Gündüz Bey, konuşmamızın bir yerinde filmde en çok ilgisini<br />
çeken noktayı vurgulamak için şöyle demişti:<br />
Luchino Visconti'nin 1963 yapımı Leopar filmi İtalyan<br />
aristokrasisinin burjuvalaşan köylü önünde nasıl ezilip yer<br />
değiştirdiğini anlatır. Sermaye ve siyasi güç değişse de<br />
iktidar el değiştirse de hayatın değişmemesi bakımından<br />
filmin en önemli cümlesi şudur; her şey değişti, ama hiçbir<br />
şey değişmedi. Tekerleme'deki ilk diyalog da tam olarak bu;<br />
birisi ‘‘Hiçbir şey değişmedi’’ diyor, ötekisi ise ‘‘Her şey değişti’’<br />
cevabını veriyor.
Bu kİtapçık, Fol<br />
Sİnema TARAFINDAN 25<br />
Şubat 2017 tarİHİNde<br />
GERÇEKLEŞTİRİLEN MERLYN<br />
SOLAKHAN'IN <strong>TEKERLEME</strong><br />
FİLMİNİN GÖSTERİMİ İÇİN<br />
HAZIRLANMIŞTIR.<br />
KİTAPÇIKTA BURAK ÇEVİK'İN<br />
SALT ARAŞTIRMA FONU<br />
TARAFINDAN DESTEKLENEN<br />
MERLYN SOLAKHAN'IN<br />
FİLMLERİNİN TÜRKİYE<br />
SİNEMASINDAKİ YERİ<br />
BAŞLIKLI SUNUMUNUN NOT<br />
DÖKÜMÜ YER ALMAKTADIR.<br />
ETKİNLİĞİN GÖRSEL<br />
TASARIMLARI BURAK<br />
BİRİNCİ'YE AİTTİR.
<strong>TEKERLEME</strong><br />
25 ŞUBAT CUMaRTESİ, 18:00<br />
MEKaN: AYNALIGEÇİT<br />
(MEŞRUTİYET CADDESİ AVRUPA PASAJI KAT 2 • BEYOĞLU)