01.04.2018 Views

SARDES-NİSAN 2018(1)

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Sayfa1


Sayfa2


İÇİNDEKİLER<br />

''Görünüşe aldanmak o kadar kolay ki.” ........................................................................................................................... 4<br />

Nefret/ Bülent AKYOL ....................................................................................................................................................... 6<br />

Ah şu Nobel Ödülleri ......................................................................................................................................................... 7<br />

BİZ BİR YAR SEVDİK/M.Ümit GÖRGÜLÜ .......................................................................................................................... 10<br />

Torbası Delik Olanlar / Yunus ER ................................................................................................................................... 11<br />

MAVİNİN TÜRKÜSÜ/ Adnan SUNGUR ............................................................................................................................. 14<br />

SANATA EVET DİYE DİYE!.. / Yrd. Doç.Dr. Rasim Aşın ......................................................................................... 15<br />

CANIM/ Saleh SEBAT ....................................................................................................................................................... 16<br />

UÇUK/ Davut GÜNER ..................................................................................................................................................... 17<br />

Fatma DUMAN SARIGEDİK ............................................................................................................................... 18<br />

ŞİİR İMPARATORUYLA TARİHİ BİR GÜN /Gülgün YALVAÇ .............................................................................................. 19<br />

POYRAZ YELİ/ Demir ZENGİN .......................................................................................................................................... 21<br />

CEMİL’İN MEKTUBU/ Alper KARAZEYBEK ....................................................................................................................... 22<br />

Son Bir Bakış…/ Saadet Demir YALÇIN ............................................................................................................................ 26<br />

Aklımı Yitirip/ Aslıhan Acar .............................................................................................................................................. 27<br />

VİRTUAL AŞKLAR/Zeynep HÜSEYİN ................................................................................................................................. 28<br />

Mihriban/ Türkülerin Hikâyeleri ...................................................................................................................................... 29<br />

Tiyatro Nedir ki…/ Ümit Denizer ..................................................................................................................................... 30<br />

Saklar Mı Bilmem/ Emine UYSAL .................................................................................................................................... 31<br />

RUH YANKISI/ Arife SEVDA ...................................................................................................................................... 32<br />

Kutsal Şehir/ Sevil Dur TÜREDİ ....................................................................................................................................... 34<br />

<strong>SARDES</strong> KÜLTÜR SANAT VE EDEBİYAT DERGİSİ/ Celal ÇALIK .......................................................................................... 35<br />

AFET/ Hasan ULAŞ ........................................................................................................................................................... 37<br />

İsmail BARIN .................................................................................................................................................................... 40<br />

RÖPORTAJ/ Saadet Demir Yalçın/ Gülgün YALVAÇ ......................................................................................................... 41<br />

Son Bahar/ Aynur İrşik .................................................................................................................................................... 45<br />

ÇADIRINI KAP DA GEL ...................................................................................................................................................... 46<br />

Sayfa3


''Görünüşe aldanmak o kadar kolay ki.”<br />

Doğum tarihi:8 Kasım 1954,Nagazaki, Japonya<br />

Eş: Lorna MacDougall(e. 1986)<br />

Filmler:<br />

Beni Asla Bırakma,<br />

Günden Kalanlar,<br />

Kontes,<br />

Dünyanın En Hüzünlü Müziği<br />

Ödüller:<br />

Man Booker Ödülü,<br />

Nobel Edebiyat Ödülü,<br />

Ebeveynler: Shizuo Ishiguro, Shizuko Ishiguro<br />

Kazuo Ishiguro<br />

"Yazarken ne olacağını bilmiyordum,"<br />

diyor ünlü yazar. "Okurlar benim peşimden<br />

gelecekler miydi? Ne yapmaya çalıştığımı<br />

anlayacaklar mıydı, yoksa yüzeysel faktörler<br />

hakkında önyargılı mı davranacaklardı? Bunun<br />

fantezi türünde olduğunu mu söyleyeceklerdi?"<br />

"İki masam var. Birinde yazmak için bir eğim var,<br />

diğerinin üzerinde de bilgisayarım duruyor.<br />

Bilgisayarım 1996'dan kalma ve internet<br />

bağlantısı yok. İlk taslak için eğimli masada,<br />

kalemle yazmayı tercih ediyorum. Benim dışımda<br />

kimse tarafından okunabilir olmasını istemiyorum.<br />

Kaba taslak büyük bir karmaşa. Stil ya da<br />

tutarlılıkla alakalı hiçbir şeye konsantre<br />

olamıyorum. Sadece her şeyi kağıda dökmem<br />

gerekiyor. Aniden daha önce yazdıklarımla<br />

uyuşmayan bir fikre kapılsam bile yine de<br />

yazıyorum. Sonradan geriye dönüp halletmek için<br />

bir not düşüyorum. Ondan sonra her şeyi<br />

planlıyorum. Bölümleri numaralandırıyorum ve<br />

yerlerini değiştiriyorum. Bu sırada ikinci taslağı<br />

yazıyorum, nereye gittiğime dair daha açık bir<br />

fikrim oluyor. Bu süre boyunca daha özenli bir<br />

biçimde yazıyorum."<br />

"Bu keyifli bir iş değil ama bunca zamandır da<br />

yaptığım bu. Her gün yazmam."<br />

"(Eşim) Lorna ve ben bir plan yaptık. Dört hafta<br />

boyunca günlüğümü acımasızca temizleyip biraz<br />

gizemli bir şekilde 'Çarpışma' olarak<br />

adlandırdığımız şeyi sürdürecektim. Çarpışma<br />

boyunca sabah dokuzdan akşam ona kadar<br />

yazmak dışında bir şey yapmıyordum,<br />

pazartesiden cumartesiye dek. Öğlen yemeği için<br />

bir saat, akşam yemeği içinse iki saat boşluğum<br />

vardı. E-postalar da dâhil hiçbir şeyi<br />

yanıtlamıyordum, telefonumu yakınımda<br />

bulundurmuyordum. Eve kimse gelmeyecekti.<br />

Lorna, yoğun programına rağmen, bu süre<br />

boyunca yemek pişirmekle ve evle ilgili<br />

sorumluluklarımı üzerine aldı. Bu sayede,<br />

umduğumuz gibi, sadece niceliksel olarak daha<br />

fazla işi tamamlamakla kalmayıp, kurgusal<br />

dünyamın gerçek dünyadan daha gerçekçi olduğu<br />

zihinsel bir duruma eriştim."<br />

"Her gün yazmıyorum, projede bulunduğum yere<br />

bağlı. Kabataslak üzerinde çok uzun çalışırsam<br />

zarar verici olur. Günde 5-6 sayfa daha fazla<br />

yazarsam sonrasında ortaya koyduğum iş kendi<br />

standartlarımın altında olur. Eğer kendimi<br />

dizginlemezsem kafa karıştırıcı olur. Tıpkı caz<br />

müzisyenlerinin en iyi işlerini çıkarıp sonra<br />

tüymesi gibi."<br />

Sayfa4


2017 nobel edebiyat ödülünü Günden Kalanlar romanıyla<br />

aldı.<br />

Öyle bir roman düşünün ki asıl anlattığı, tek bir satırında<br />

dahi geçmeyen duygular, umutlar, hayal kırıklıkları,<br />

özlemler olsun.<br />

Kazuo Ishiguro’nun benzersiz tarzını en iyi ortaya koyduğu<br />

eserlerinden biri olan Günden Kalanlar böyle bir roman…<br />

Kazuo Ishiguro Beni Asla Bırakma romanında, yıkıma<br />

götüreceğini bile bile kendi kaderini kabullenenlere odaklanır.<br />

2005'te yazdğı Beni Asla Bırakma Time dergisi tarafından,<br />

İngilizce yazılmış en iyi 100 roman listesine alınır.<br />

Beni Asla Bırakma (Never Let Me Go) romanı 2010 yılında<br />

yönetmen Mark Romanek tarafından aynı adla sinemaya<br />

aktarılmıştır.<br />

Çağdaş dünya edebiyatının en önemli isimlerinden Kazuo Ishiguro, Öksüzlüğümüz<br />

romanında dinmek bilmez karmaşadan yorgun bir dünyadan söz eder. Yaklaşan yeni felaketin<br />

işaretlerini okur. Gerçeklerin acılığını yankılayan bir hayaller âlemi…<br />

Unutuş ve anıların gücü üzerine zamanı aşan bir öyküdür Gömülü Dev. Özenle korunmuş bir<br />

aşka, intikama ve savaşa dair bir mesel. Hüzünlü, gizemli, her satırı iz bırakan bir romandır.<br />

''Daha bu yaşta kusursuzluğa eriştiğiniz inancındaysanız, ileride hiç kuşkusuz ulaşabileceğiniz<br />

mertebelere asla ulaşamayacaksınız.''<br />

''Bizim kuşak için şunu söylemeyi doğru buluyorum: Mesleki saygınlık, esasen işverenin ahlaki<br />

değerinde yatıyordu.''<br />

"Neden Bay Stevens, neden, neden hep olduğunuzdan başka türlü<br />

görünmek zorundasınız?"<br />

Sayfa5


Nefret/ Bülent AKYOL<br />

Desen: İsmail BARIN<br />

Sayfa6


Ah şu Nobel Ödülleri<br />

Alfred Nobel'in 1895 tarihli vasiyeti üzerine; fizik, kimya,<br />

tıp-fizyoloji, edebiyat, iktisat alanlarında olmak üzere<br />

beş dalda ödül verilmeye başlanmıştır. Nobel'in<br />

vasiyetinde belirttiği gibi, Edebiyat Ödülü sahibine (İsveç)<br />

Akademisi'nin seçtiği beş üyelik komite tarafından karar<br />

verilir ve ödül Nobel Vakfı tarafından karşılanır.<br />

Nobel Edebiyat Ödülü ilk kez 1901 yılında verilmiş, bu<br />

ödülü (Fransa)'dan Sully Prudhomme kazanmıştır. Her<br />

ödül sahibi, bir madalya, bir diploma ve miktarı yıllara<br />

göre değişen nakit para ile ödüllendirilir. 1901 yılında,<br />

Prudhomme 150 bin (İsveç) kronu almıştır. 2008 yılında,<br />

bu ödüle (Fransa)'dan Jean-Marie Gustave Le Clézio layık<br />

görülmüş ve 10 milyon (İsveç) kronu ile<br />

ödüllendirilmiştir. Ödül töreni; geleneksel olarak<br />

Stokholm'da, Alfred Nobel'in ölüm yıldönümü olan 10<br />

Aralık tarihinde yapılmaktadır. 2011 yılına gelindiğinde<br />

Nobel Edebiyat Ödülü 104 defa verilmiş ve toplamda 108<br />

kişi bu ödülü kazanmıştır.<br />

Nobel Edebiyat Ödülü<br />

• "Fizik", "Kimya", "Fizyoloji veya Tıp" alanlarında en önemli icadı yapan kişilere;<br />

• "Edebiyat" alanında en soylu ve en içten ideali örnek alarak meydana getiren eserin<br />

yazarına,<br />

• "Barış" Halklar arasında kardeşliğin gerçekleştirilmesi, orduların kaldırılması veya sayısının<br />

azaltılması, barış kongrelerinin yapılması ve yaygınlaştırılması için en çok çalışan kişilere<br />

verilir.<br />

• Başlangıçta üç dalda verilen ödüllere 1969 yılında İsveç Merkez Bankası, Alfred Nobel<br />

anısına bir de "İktisat" ödülünü ekledi. Bu ödüllerin dağıtılmaya başlaması 1901 tarihine denk<br />

gelmektedir ve günümüze kadar sürmüştür.<br />

• Fizik ve Kimya ödülleri İsveç Kraliyet Akademisi, Tıp ve Fizyoloji ödülleri Karolinska<br />

Enstitüsü(Stokholm), Edebiyat ödülü İsveç Akademisi, Barış ödülü de Norveç Parlamentosu<br />

(Storting) tarafından seçilen beş kişilik bir komisyon tarafından dağıtılmaktır.<br />

Sayfa7


Nobel Neden Reddedilir Ki!<br />

1958 yılında Rusya-doğumlu Boris Pasternak bu ödüle layık görülmüş, ancak Sovyetler<br />

Birliği hükümetinin baskısı altında bu ödülü reddetmek zorunda kalmıştır.<br />

10 Şubat 1890'da<br />

Moskova'da doğdu.<br />

Moskova'lı sanatçı bir<br />

aileden geliyordu. Ünlü<br />

bir ressamın oğludur.<br />

Bir süre müzik eğitimi<br />

gördü. 1909'da müzik<br />

eğitimini yarım<br />

bırakarak Moskova<br />

Üniversitesi'nde felsefe<br />

okumaya başladı.<br />

1912'de Almanya'ya<br />

giderek Marburg<br />

Üniversitesi'nde bir süre<br />

felsefe derslerini izledi.<br />

İtalya üzerinden<br />

Moskova'ya döndü ve<br />

Moskova<br />

Üniversitesi'ndeki<br />

öğrenimini tamamladı.<br />

30 Mayıs 1960'da<br />

Peredelkino'da öldü.<br />

Boris Pasternak, çağımızın en büyük şairlerinden biri sayılan şair 1958 yılında Nobel Edebiyat<br />

Ödülü'nü kazandı ama ödülü Stokholm'da kabul ederse SSCB vatandaşlığından atılacağı korkusuyla<br />

geri çevirdi. Çağımızın tartışmasız en büyük yazarlarından biri. En tanınmış romanı Doktor Jivago.<br />

(Rus insanının Sovyet devrimi sırasında yaşadığı acıların arka planında yer aldığı büyük bir aşk<br />

romanıdır Doktor Jivago.) Pasternak bir rejim aleyhtarıdır. Kitaplarında da Sovyet Devrimini<br />

eleştirmektedir.<br />

Pasternak, yazarlığı ile bu ödülü çoktan hak etmiş olmasına karşın, ödülün yazarlığı için değil ülkesini<br />

eleştirdiği için verildiğini anlayacak entelektüel bir birikime de sahiptir. Ödülü reddeder.<br />

Boris Pasternak, Nobel ödül komitesine bir mektup yazar: "Romanımın çevresinde gelişen siyasi<br />

kampanyanın kazandığı boyutları görünce ve Nobel ödülünün bana verilmesinin, çok çirkin sonuçlara<br />

varan siyasi amaçlı bir karar olduğu kanısına varınca kimsenin zorlamasıyla değil kendi irademle<br />

ödülü reddettiğimi belirtirim"<br />

Sayfa8


Jean-Paul Sartre<br />

Hayatı boyunca tüm resmi ödülleri almayı reddeden Fransız yazar Jean-Paul Sartre, 1964'te Nobel<br />

Edebiyat Ödülü'nü de geri çevirir.<br />

İsveç basınına yaptığı açıklamada gerekçelerini şu şekilde açıklıyordu:<br />

“Nobel Ödülü’nün, ödülü alacak kişinin fikrine danışılmadan verildiğinden haberim yoktu o<br />

zaman ve bunun gerçekleşmesini engelleyecek zamanımın olduğuna inanıyordum. Ancak<br />

şimdi anlıyorum ki İsveç Akademisi bir karar verdiğinde sonradan bu kararı bozamıyor.<br />

Ödülü reddetme sebeplerim, Akademi’ye yazdığım mektupta da açıkladığım gibi, ne İsveç<br />

Akademisi ile ne de Nobel Ödülü’nün kendisi ile ilgili değil. Mektupta, iki tür sebep zikrettim:<br />

kişisel ve nesnel.<br />

Kişisel sebepler şunlar: reddim fevri bir hareket değil, zira resmi ödülleri hep<br />

reddetmişimdir. 1945’te, savaştan sonra, bana Şeref Nişanı takdim edildiğinde, devlete<br />

yakınlık duyduğum halde nişanı reddettim. Benzer şekilde, birkaç arkadaşım teklif ettiği<br />

halde, Collège de France’a girmek için de uğraşmamıştım.<br />

[…]İmzamı Jean-Paul Sartre olarak atmam, imzamı Jean-Paul Sartre, Nobel Ödülü sahibi<br />

olarak atmam ile aynı şey değil“<br />

Sayfa9


BİZ BİR YAR SEVDİK/M.Ümit GÖRGÜLÜ<br />

Biz bir yar sevdik<br />

Sinemize koyduk<br />

Gün geçti yar olduk<br />

Kendimizden geçtik<br />

Biz biz yol seçtik<br />

Kıblemize koyduk<br />

Gün oldu yol olduk<br />

Menzilden geçtik<br />

Biz bir gül olduk<br />

Koklandık solduk<br />

Bülbül olduk<br />

Gülden sorulduk<br />

Biz bir dağ idik<br />

Aşılıp bilindik<br />

Kar buz olduk<br />

Baharla eridik<br />

Biz bir su olduk<br />

Akınıp durulduk<br />

Suda balık olduk<br />

Çekilip tutulduk<br />

Biz bir el idik<br />

Tutulup sevildik<br />

Biz bir ayak idik<br />

Direnip dikildik<br />

Biz bir toprak idik<br />

Eşilip dikildik<br />

Yerden bitik<br />

Göğe dizildik<br />

Biz bir çınar idik<br />

Gölgemizden sevildik<br />

Gövdemiz geniş idi<br />

Ortamızdan oyulduk<br />

Biz bir yapı idik<br />

Topraktan yapıldık<br />

O yapıda kilit idik<br />

Açıldıkça bilindik<br />

Biz bir halı idik<br />

Dövülünce bilindik<br />

Bir sefa'mışız<br />

Sürülünce bildik<br />

Biz bir nefes idik<br />

Çekilince bilindik<br />

Bir muammaydık<br />

musallada<br />

Uzanınca anladık<br />

Biz bir söz idik<br />

Söylenince bilindik<br />

Öldük sandıktı<br />

Bir sözle dirildik<br />

Bir vazifeydik<br />

Bitmeyince anladık<br />

Meğer bir dua'mışız<br />

Edilince anladık<br />

Bir dil'mişiz meğerim<br />

Kesince anladık<br />

Kurşunmuşuz<br />

Vurunca anladık<br />

Biz bir soru'ymuşsuz<br />

Bilince anladık<br />

Meğerim yanıtmışız<br />

Verilince anladık<br />

Biz bir ün'müşüz<br />

Ünlenince uyandık<br />

Bir ah'mışız<br />

Çekilince sayıldık<br />

Biz bir ser'mişiz<br />

Verilince anladık<br />

Çekilmez dertmişiz<br />

Atılınca gördük<br />

Meğer bir sır'mışız<br />

Duyunca bilindik<br />

Bir yâr' mışız dostta<br />

Sevilince anladık<br />

Biz bir narmışız<br />

Yarılınca gördük<br />

Meğer bin'mişiz<br />

Saçılınca anladık<br />

Biz bir aşk'mışız<br />

Aranınca anladık<br />

Meğer aş'mışız<br />

Doyurunca anladık<br />

Biz bir otmuşuz<br />

Yolunca anladık<br />

Meğer bir odmuşuz<br />

Yakınca anladık<br />

Biz bir cehennemmişiz<br />

Düşülünce anladık<br />

Meğerim cennetmişiz<br />

Serilince anladık<br />

Biz bir yıldızmışız<br />

Kayınca anladık<br />

Bir izmişiz meğer<br />

Çıkılınca anladık<br />

Bir sofraymışız<br />

Toplanınca anladık<br />

Meğer ak kefenmişiz<br />

Bürününce anladık<br />

Bir yazıymışız<br />

Su üstünde<br />

Bir tınmışız meğer<br />

Tel üstünde<br />

Meğer ten bir süs imiş<br />

Düşürünce bildik<br />

Bu kalıp emanetmiş<br />

Tabutta anladık<br />

Meğer dünya yalan imiş<br />

Giderken anladık<br />

Kara servili parkta<br />

Toplanınca anladık<br />

Ettik bulduk<br />

Bulduk ettik<br />

Kalsın diye ünümüz<br />

Bu sözleri kelam ettik<br />

Kül olup gitmişiz<br />

Kainatta bir bit mişiz<br />

Meğer Ademden bitmiş<br />

Alemde bitmişiz.<br />

Yunus'tan aldık feyzimizi<br />

Sıra ettik tasamızı<br />

Meğer bir soran olurusa<br />

Ümit ettik adımızı<br />

Sayfa10


Torbası Delik Olanlar / Yunus ER<br />

“Uzun ve sağlıklı yaşamanın sırları”<br />

Zeus, oğlu Dionysos’i doğar doğmaz Nysa(1) dağlarına göndermiş. Bu dağların perilerine emanet etmiş<br />

bebeği. Çocuğu tehlikeli birisinin hışmından korumak için böyle yapması gerekirmiş. Dağ perilerinin elinde,<br />

doğanın kucağında büyüyen Dionysos, bonkör, cömert, civanmert, gani gönüllü bir delikanlı olmuş. Gittiği<br />

her yere asma dalını götürmüş, bu topraklarda bağ yetiştirmeyi, üzümcülüğü, şarap yapmayı öğretmiş.<br />

Sefaletin, acıların yumağında, sevinci, umudu, mutluluğu yaşamış, anlatmış, yaşatmış.<br />

Sığırcık kuşları, yedikleri zeytinlerin çekirdeklerini bırakmışlar dağlara.<br />

O çekirdekler toprakta, kurumuş, çürümüş yaprakların, otların arasında rüzgârla savrulmuşlar; baharda<br />

patlamışlar; köklerini yerin dibindeki karanlık toprağa, çimlerini güneşe, yeryüzüne yollamışlar. Doğada<br />

kendi kendine gelişen büyüyen delice zeytin filizleri, çöğür olmuşlar, kendilerini korumuşlar, ağaç olmuşlar.<br />

Ancak o toprakta, yanlarındaki başkaca, bitkilerin, ağaçların, gelişmesini, büyümesini, güneşe doğru<br />

gitmesini hiç engellememişler.<br />

Günün birinde, kendilerine güvenemeyenler, kendi kendilerini yönetemeyenler, kardeşçe yaşamayı<br />

beceremeyenler zeytin ağacına, ormanların kralı olmasını önermişler. Krallığı kabul etmemiş zeytin ağacı.<br />

Herkesin içinde, herkes gibi özgürce yaşamayı yeğlemiş.<br />

İnsankızı, insanoğlu, budamış, aşılamış bu deliceleri. Emek vermişler, yorulmamışlar, yürek vermişler. Her<br />

bir deliceyi kültür zeytinine çevirmek için, vahşi bir aslanı evcilleştirir gibi emek vermişler. Dağlar zeytin<br />

ormanı olmuş. Bu yörenin zeytinlerini, üzümlerini, incirlerini anlatırken, Evliya Çelebi: “Dağlarından yağ;<br />

ovalarından bal akar.”<br />

deyivermiş.<br />

Zeytinlerinin cinsi memeciktir, yağ oranı oldukça iyidir. Yağları biraz koyu, tadı yoğun meyvemsi, hoş<br />

kokuludur, içildiğinde boğaza dokunur. Romalılar zamanında kralların saraylarında, aroma zenginliğinden<br />

olsa gerek, bu yöre zeytinyağları tüketilirmiş. Günümüz Avrupa ülkelerinde de aromaca zengin zeytinyağları<br />

en tutulan, en pahalı yağlardır. Bölge dışındaki yurdum insanları, alışamamışlar bu zeytinyağına. Ağır<br />

gelmiş, zengin aroma onlara. Yöre zeytinyağları “tuka kaka“(!) sayılmış, satılamamış.<br />

Sayfa11


Gel zaman git zaman, iki binli yıllarda ülkemizde, resmi yetkililerin, resmi verileriyle, insanların sağlıklı ve<br />

en uzun yaşadıkları yer olarak bu yöre -Nazilli- belirlenmiş. Her köyde, yüz yaşının üstünde ve oldukça<br />

sağlıklı birçok insan tespit edilmiş. Görsel ve yazılı medya mensupları yöreye üşüşmüşler. Yüz yaşının<br />

üstündeki sağlıklı insanlara, hep aynı soruları yöneltmişler: “Ne yediniz, içtiniz? Ne yaptınız? Alınan<br />

cevaplar da aynı olmuş: “Ne bulduysak yedik. Bizim burada bulunan; zeytin, üzüm, incir. Pınarlardan su,<br />

yayıklardan ayran içtik. Az yedik, çok yürüdük.”<br />

Bu üne şana rağmen, doğal meyve aroması yönünden oldukça zengin zeytinyağlarını yöre üreticileri yine<br />

satamamışlar. Bir belediyenin düzenlediği zeytinyağı konulu toplantıya konuşmacı olarak Mülkiyeli bir<br />

zeytinciyi de çağırmışlar. Dert aynı: Zengin aromalı memecik zeytinyağına talep yaratmak.<br />

Mülkiyeli zeytinci, yörenin ‘uzun ve sağlıklı yaşam diyarı’ seçildiğini hatırlatarak başlamış konuşmasına.<br />

Bu güzel durumun yöre zeytinyağlarıyla ilintisinin belirlenmesi için bilimsel bir çalışma yapılmasını,<br />

sonuçlarının paylaşılmasını anlatmaya yoğunlaşacakmış ama bir türlü kürsüde konuya ve konuşmaya<br />

odaklanamamış. Kürsünün etrafında, herkesten ayrı, herkese aykırı; aykırılığı, göze mertek gibi batan bir<br />

adam: “Onların torbası delik. Onların torbası” delik diye eşek arısı hızıyla vızıldayıp dururmuş. Zabıtalar<br />

uzaklaştırsalar da, bu adam yine gelir ‘musallat’ olurmuş. Adam, hep aynı cümleyi tekrarlayıp dururmuş.<br />

“Onların torbası delik.”<br />

Kürsüdeki Mülkiyeli zeytincinin gözlerinin bu adama kilitlendiğini fark eden Belediye Başkanı, fısıltıyla:<br />

‘delidir’ demiş. Merakı iyice artmış Mülkiyelinin. “Başkan, hepimiz biraz deliyizdir. Öyle anlar olur ki,<br />

hepimiz deliririz.” diyecekmiş, konu dağılacak. diye söylememiş. Musallat adam daha gür seslenmiş:<br />

“Onların torbası delik. Onların torbası delik” Bu sefer kürsüdeki O’na bağırmış: “Kimlerin torbası delik?”<br />

“Yüz yaşını aşanların, torbası delik” sözü bir şeyler anımsatmış bizimkine. Dal gömlek, yarım pantolonla<br />

dolaşan, uzun saçları sakalları keçeleşmiş ‘deli’ yi yanına çağırmış; “Gel buraya sen, Ağabeyciğim” demiş.<br />

Mikrofonu eline tutuşturmuş. “Şimdi sen anlat, biz dinleyelim.” Ortalık sus pus olmuş; şaşkınlıkla kimse de<br />

karşı çıkamamış ‘deli’ mikrofondan birilerine, resmi yetkililere sövüp saydırabilirmiş. Öyle yapmamış.<br />

Dinleyelim ne anlatmış.<br />

“Heeeeer… Her insanın… Doğuştan bir torbası vardır boynunda. Her gün… Heeeer gün yaşanan dertler<br />

girer torbaya. Torbası sağlam olanlar, torbadaki dertleri atamaaaazlar… Dert yükünün altında çökeeeeeer<br />

kalırlar. Beniiiim gibi. Yetmiş yaşında, yedi yaşından beri torbaya girmiş dertlerle, tasalarla, acılarla,<br />

kinlerle uğraşırlar. Bazılarının da torbaları deliktir. O günün derdi o gün düşer, torbanın deliğinden. Burada<br />

herkes zeytinyağı tüketiyor. Ancak bazıları yüz yaşını aşıyooor. Onların torbası delik. Onların, torbası delik.<br />

Sayfa12


Beydağı ilçesinden dağ yolunu kullanarak Nazilli’ye geçeceğim. Dağın zirvesine yakın yerlerde, zeytin,<br />

incir bahçeleri öyle perese yamaçlarda ki; toprak ancak atların çektiği pulluklarla işlenebilmiş veya hiç<br />

işlenmemiş. Traktör gezecek yerler değil. Bir atlı gidiyor önümden. Atın üstündeki de yaşlı bir çınar. Zeytin<br />

dalları var heybenin iki gözünde de. Belli ki zeytinlikten geliyor. Tam yanından geçerken yavaşladım ve<br />

takıldım, malum, zeytin sezonu.<br />

- Dayı zeytinlerde kurt var mı? Soruya soruyla karşılık verdi.<br />

- Sen bizim zeytinliği biliyor musun?<br />

- Yok, bilmiyorum. Ben bu yoldan ilk defa geçiyorum.<br />

- Dedemin dedesi dikmiş o bahçedeki zeytinleri. Dikerken de demiş ki: “Üçte biri kuşa, üçte biri kurda,<br />

kalanı da çocuklara, eşe, dosta.”<br />

Dağın bayırında, çalıların arasına dağılmış koyun sürüsü görkemli bir tablo gibi duruyordu. Koyunların<br />

boynunda takılı çıngırakların sesi ile bozulan, doğanın sessizliği dinlendirici bir konserdi. Zaman zaman<br />

rüzgâr, bu sese ahenk veriyor, dağlara özgü, bahar çiçeklerinin kokularını içimize dolduruyordu. Mart<br />

ayında hava biraz soğuk olsa da, insanı sarhoş eden bu dağlarda, vücut üşüdüğünü duyumsamıyordu.<br />

Dionysos’un, büyüdüğü; Yörük Ali Efe’nin çete kurduğu dağlardayım. Yörük Ali, Haziran 1919’da ovadaki<br />

yabancı işgalcilere, ilk baskını, bu dağlardan düzenleyerek; bölgede milli mücadeleyi başlatmıştı. “İyidir bu<br />

yörenin halkı. Toprağı sever. Toprağı seven, insanı sever” Yerli halk için, efenin sözleri bunlar.<br />

Çoban, uzun boyu, iri yarı, yüzündeki çizgiler: “Ben gün görmüş, günler görmüş bir ademim” dese de;<br />

iskeleti bir çınar ağacı gibi sağlamdı. Yaşını sordum; sıradan bir sayı söylercesine; “yüz sekiz” deyiverdi.<br />

Ne yaptın dayı sen? Nasıl genç kaldın böyle?<br />

Ben iyi aşı yaparım. Bu dağlardaki bütün yabanileri meyve ağaçlarına aşıladım. Meyve verdi o ağaçlar. Kuş,<br />

kurt o meyveleri yediler. Belki dua da etmişlerdir, benim için. Bana yaş vermişlerdir. Sırtındaki azık torbası,<br />

halı desenli, nakışlı, güneşte, yağmurda iyice solmuş, herhalde çoban kadar dağlara tanık olmalı.<br />

Torbada azık ne var? Açtı torbayı, bir parça köy ekmeği, peynir, yumurta, kuru soğan. O güzel el emeği<br />

tarihi torbanın tabanı, kendi dokumasından fileli, yani torba delik, dışarıdan belli olmuyor.<br />

- Dayı, senin torba delik.<br />

- Ufalanan yiyecekler akıyor deliklerden. Toprağa düşen ufak yiyecekleri, karıncalar, böcekler yiyorlar. Bir<br />

de köyde hastalanan olursa dağın uzundaki kar çukurundan kar götürüyorum bu torbayla, hastaya. Torbanın<br />

altının delik olması işimi kolaylaştırıyor.<br />

(1) Nysa: Aydın Nazilli arasında antik kent.<br />

( Yazar Yunus ER’in izni ile Ceride-i Mülkiye’den alınmıştır.)<br />

Sayfa13


MAVİNİN TÜRKÜSÜ/ Adnan SUNGUR<br />

hiç bir şey bilmiyorsan<br />

gökyüzünün türküsünü söyle<br />

söyle ve bir daha söyle ki...<br />

dilin mavinin tadını alsın<br />

Sayfa14


SANATA EVET DİYE DİYE!.. / Yrd. Doç.Dr. Rasim Aşın<br />

Sanat yapan ve yapmak için mücadelesinde yalnız bırakılanlara kendi içimizde sırtımızı dönmesek<br />

de SANATA EVETİ daha da anlamlı kılabilsek .. Anadolu’nun her bir köşesindeki yönetimdekiler de<br />

anlayıp uygulayabilse.<br />

Biz SANAT yapanlar kendi içimizde SANAT yapma aşkı-gayreti içinde YALNIZ bırakılmasak,<br />

görmezden gelinmesek," sen yoluna bildiğin tarafdan devam et, kimseye ihtiyacın yok" denilmesek..<br />

Halbuki ne para ne iş ne de kariyer beklentisi yok sanat AŞKI ile çabalayanların.. Tek istedikleri<br />

SANAT camiasında yaptıklarına ve yapacaklarına ÖNERİ VE EĞİTİMLERİNİ SÜRDÜRME de MANEVİ<br />

destek peşindeler..<br />

ŞAN ŞÖHRET PEŞİNDE olsa idi gider büyükşehirlere, örneğin İstanbul-Ankara - gibi büyük<br />

şehirlerde “Yayınevleri, Sergi Salonları, Galeri Sahiplerine, Cast Ajansı ve Yapımcıların” Kapısında Nöbet<br />

Tutardılar..<br />

Ama Anadolu’nun dört köşesinde SANAT yapma derdi ile CİDDİ ve AKADEMİK çapta mücadele<br />

verenleri GÖRMEMEZLİKDEN gelmek acıtıyor kalplerini..<br />

Kendi içimizdeki sanat yapanlara “biz sanatçılar” da kayıtsız kalınca devlet de sanata kayıtsız<br />

kalmaya devam ediyor.. Biz birbirimize sahip çıkalım ki; sanatın yaygınlaştırılması konusunda işbirliğielbirliği-güç<br />

birliği yapmayı sürdürebilelim..<br />

ANADOLU’nun dört bir yerinde SANAT yapma gayreti içinde olanları Öncelikle yerel devlet -ve<br />

sivil toplum grupları sahiplenmeli ama onların da dertleri SANAT’tan önce şehrin rant getiren tarafları ile<br />

meşgul olmak.. SANAT ve SANATÇIYA göstermelik ve KENDİNDEN OLANLARA yönelik olunca...<br />

Ya Ustalar!?... Sanat fedaileri.. Hoca bildiğimiz bizleri çocukluk-gençlik yıllarımızda SANAT ile<br />

zehirleyip de ortada kalmamıza sessiz kalanlar… Ya da yakın çevresinde, elinin-ayağının yakındakileri<br />

görüp de uzak olanlara anca yılda bir iki etkinlikte karşılaştığında nezaketen görüşüp AMATÖR muamelesi<br />

yapanlar ,SANATA EVET derken bizleri kaderimizle baş başa bırakmış olmuyor mu?… İğne ve çuvaldız<br />

hatırlatması.. Lütfen…<br />

ANADOLU’nun dört bir tarafında özellikle ÇOCUKLARA, GENÇLERE, Sanat-Estetik-<br />

PEDAGOJİK ve PSİKOLOJİK açıdan DİSİPLİNLER ARASI koordinasyon ile sanatsal üretimlerimizi<br />

YEREL imkansızlıklara rağmen özveri ile sürdürme telaşında olanları yaptığınız, organize ettiğiniz Edebiyat,<br />

Sergi, Festival- Seminer-Eğitim Etkinliklerinize de DAVET ediniz ki; Yaptıklarımızı gösterme ve artıeksilerini<br />

ustalara anlatma ,öğrenme çabamıza destek de verseniz!.. Kitaplarınızı okuyup uyguluyoruz, sonra<br />

da yakınınızda olamadığımız için Sizlerin görüşlerini alamıyoruz..<br />

Dikkatlerinizi çekmek için illa ki POPÜLER kültürün bir neferi mi olmaları gerek?!.. Bu gidişle<br />

büyük şehirlere gidip popüler OLUNCA mı bu şaşkın sanatçı evlatlarınızı da “biz zehirledik de bize böyle<br />

saygı sınırlarını zorlayarak sesleniyor bu VİRTUAL ortamından” deyip de DÖVMEYE başlarsanız elbette<br />

yine de boyunları kıldan ince oluverir…<br />

SANAT kavramını savunan tüm arkadaşların öncelikle okullarda SANATIN önemini konuşmaya,<br />

genç kuşakla buluşmaya davet ediyoruz. Tanıtımını yapmadığımız bir kavrama talep eksiliyor mu diye<br />

üzülmemek için SANATA EVET..<br />

Saygı.. Sevgi Ve Selamlarımızla "SANATA EVET" demeye devam ediyoruz kendi küçük<br />

sahilimizde bir Deniz Yıldızı olarak...<br />

Sayfa15


CANIM/ Saleh SEBAT<br />

Canim konuş<br />

Bırak sesinin güzelliği yüreğimi açsın biraz<br />

Keder benden kaçsın bir bir<br />

Canım sakit,<br />

Sakit oku bu şiirimi, bilmesinler bunu sene yazdığımı<br />

Gözlerinde kaybolduğumu.<br />

Canım yeter,<br />

Yeter susdun çok söv beni, yeter ki konuş, ben küsmüyorum<br />

Bekliyorum, acele etmiyorum...<br />

Canım bakma,<br />

Canım bakma uzakda geziyorum, kalbim senin yanındadır<br />

Sensen her bir anın tadı.<br />

Canım gitme<br />

Çekip gitme yıkar sensizliğin ben ölürüm<br />

Kalkıp arkanca gelirim<br />

Canım ağla,<br />

Ağla, beni günahlarımdan göz yaşınla temizle, yıka,<br />

Safdı gözlerinin suyu.<br />

Canım seni,<br />

Canim seni bir kadını sever gibi hiç sevmedim şimdiye kadar<br />

Seni sevdim doğma ananın çocuğunu sevdiği gibi...<br />

Sayfa16


UÇUK/ Davut GÜNER<br />

Bulvar kahvelerinin birine bir sandalye çekip oturdum. Kendime bir çay söyledim. Amacım bir<br />

çay içip, çantamdaki dergileri karıştırmak, biraz da dinlenmekti. Hayat ne hızlı akıyordu. 25 yıl<br />

mühendis olarak çalıştıktan sonra emekli olmuştum. Emekli olalı 10 yılı geçmiş. Vay be! Seneler ne<br />

hızlı geçiyor. Tam böyle düşüncelere dalıyorken, sarışın bir kadın masama oturdu.<br />

-Merhaba Oktay, ben Zerrin tanıyamadın mı?<br />

-Özür dilerim. Pek çıkaramadım.<br />

-Beni nasıl tanımazsın Oktay. Lise arkadaşın Zerrin’i. 1978’i. O hiç unutulmayacak yılı. Biz; Lise<br />

öğrencileri: hayatı bir sinema filmi gibi görürken, tarihin yıkıntıları arasında mı kalacaktık?<br />

-Adım Orhan. Ama ben hâlâ sizi çıkaramadım.<br />

-Yuh be! Sen 1978’de Atatürk lisesine başlamadın mı?<br />

-Evet, 1978’de Atatürk lisesine başladım. Ama sizi bir türlü hatırlayamıyorum.<br />

-Oktay, hafızan ne kadar zayıflamış. Sen okulun en başarılı öğrencileri arasında sayılıyordun. Herkes seni<br />

parmakla gösteriyordu. Takdirler, üstün başarı belgeleri…<br />

-Doğru, başarılı bir öğrenciydim. Fakültede de başarılıydım. Ama hiç mutlu olamadım.<br />

-Evet, ben de çok mutsuzum. Bütün bir şehir gibi mutsuzum. Sen 1978’de bir sinir nöbeti geçirmiş hepimiz<br />

çok mutsuz olmuştuk. Sonra makine mühendisliği okudun. Elektrik Mühendisi Leyla’yla evlendin. Hiç<br />

çocuğunuz olmadı. Leyla’yla evliliğiniz mekanik bir evlilikti. Öğrencilik yıllarında tuttuğun tek odalı evde 7<br />

yıl yaşadın. Daha sonra bir apartman dairesine taşındın. Şimdi de triplex bir evde oturuyorsun. Doğru mu?<br />

-Evet doğru. Şaşkınlığımı bağışlayın. Siz bütün hayatımı nereden biliyorsunuz?<br />

-Eh işte… Haydi, bana müsaade. Kendine iyi bak Oktay!<br />

-Ama siz… Siz gerçekten kimsiniz?<br />

Kadın uzaklaştı.<br />

UÇUK ZERRİN<br />

UÇUK BERRİN<br />

UÇUK ŞERMİN<br />

UÇUK SERMİN<br />

Diye tekrarlayarak, Eskişehir’in caddelerinde yürümeye devam ettim. Çok tedirgin olmuştum.<br />

Sarsıntılar içindeydim. Ne Zerrin, Ne Berrin, Ne Şermin, Ne de Sermin . Ben de en ufak bir çağrışım<br />

yapmıyor. Bu esrarengiz kadın da kimdi? Benim hayatımı nereden biliyordu. Rüyalarımda gördüğüm<br />

kâbuslar sonrası bir uçuk mu? Ah! Bu nasıl bir uçuk? Bu nasıl bir yara? Bu nasıl bir mutsuzluk?<br />

Eve geldim. Leyla’ya Zerrin’den hiç bahsetmedim. Zerrin yıllardır bu şehirde yaşadığımız bir<br />

hezeyan mıydı acaba? Bir serap mı? Ey… Şehrin bütün kederleri… Bir Aralık akşamıdır. Şehrin kaybolan<br />

bütün hayalleri.<br />

Sayfa17


Fatma DUMAN SARIGEDİK<br />

Sayfa18


ŞİİR İMPARATORUYLA TARİHİ BİR GÜN /Gülgün YALVAÇ<br />

Yıllar sonra benim için tarihi önemi olan,<br />

sayısız anılarımın baş tacı iki güzel adamla<br />

MUHTEŞEM bir gün yaşadık. İçmeden anılar<br />

denizindeki duygu ve anılardan adeta sarhoş olduk<br />

bir avuç insan.<br />

10.Mart <strong>2018</strong> Günlerden Şadan<br />

GÖKOVALI… Şadan hocanın belgeselinin<br />

çekildiğini duyduğumda “Ah abi görmeyi ne<br />

kadar isterim” dediğim de “biz de geliriz”<br />

demesiyle Sardes Sanat merkezi olarak harekete<br />

geçtik. Tarih belirlenir, belirlenmez Zafer<br />

Keskiner Tiyatro salonunun tahsisi yapıldı<br />

belediyemizce. Bir heyecandır aldı bizi. İlk<br />

çaldığımız kapı STSO. Başkanımız İbrahim<br />

YÜKSEL oldu. Heyecanla Şadan hocayı getirmek<br />

istediğimizi, bize oda olarak destek olmalarını<br />

istedik. Başkanımızın benimle aynı heyecanı<br />

duyduğunu hissettim. Salihli Şiir ikindilerini oda<br />

bizler gibi yıllarca takip etmiş, bense birebir<br />

yaşamıştım Şadan hocayla. Destek sözünü<br />

aldıktan sonra hazırlıklara başladık. Afişler,<br />

davetiye dağıtımı derken 10 Mart geliverdi.<br />

Bendeki heyecan 1500…<br />

Şadan (Gökovalı) sözlüğe<br />

baktığımda keyifli, neşeli, sevinçli demek ya.<br />

Adının aynısı bir insan. Benim Karaadamım<br />

rahmetli Zafer babamın da yıllarca en yakınındaki<br />

nadir insanlardan biri.<br />

“O kadarda önemli değildir bırakıp<br />

gitmeler. Arkalarında doldurulması mümkün<br />

olmayan boşluklar bırakmasaydı eğer,<br />

Dayanılması o kadar zor değildir büyük ayrılıklar<br />

bile.<br />

En güzel yerde başlatılsaydı” demişti rahmetli Can<br />

YÜCEL…<br />

Ve biz ayrıldık… İstemeden, Yüreğimizde<br />

yüzlerce şiir, yüreğimizde Bozdağları aşan bir<br />

özlem, geriye baktığımızda yüzlerce anlatılası<br />

anı…Karaadamım dönülmez bir yola gitti, benibizi<br />

öksüz ve yetim bırakarak. Geride onun<br />

sayesinde sanatın taaa dibine vurmuş çocuklar,<br />

gençler , bizleri bırakarak.”Karaadam öldü”<br />

…Öyle diyorlar, bana sorarsanız O; ben ölünceye<br />

kadar bende asla ölmeyecek. Dünden bugünlere<br />

var olmamdaki en büyük destekçimdi o. İkinci<br />

babam, hayat üniversitesinde ki en değerli<br />

rektörüm, usta öğreticim, bana kelimelerle dans<br />

etmeyi öğreten adam, düşünce ve konuşma<br />

profesörüm, güzel ve yürekli insan: Ben yaşarken,<br />

yaşadıkça ölür mü? Dersiniz. Ö-le-mez…<br />

Bir elmanın yarısı gibiydi Zafer Keskiner-<br />

Şadan GÖKOVALI ikilisi<br />

“Delikızım” derdi Karaadamım.”Salihli<br />

Gülü” der Şadan Gökovalı. Biter mi bu iki dev<br />

adamın efsane ortaklığı… Bitmez, bitmedi.”Baban<br />

öldü” öyle diyorlar. Hâlbuki yalan, o yaşıyor.<br />

Baktım Prof. Dr. Şadan GÖKOVALI oradaydı.<br />

Fikret Alan’da. Rasim Aşın, Tehmine Özer ,ve<br />

onu tanıyan seven, gerçek Şadan GÖKOVALI<br />

hayranları da.İnsanların bedeni ölür. Fikirleri,<br />

geride bıraktıkları yaşar ve onu yaşatırlar.<br />

Şadan GÖKOVALI’nın belgeselini Ali<br />

Murat GÜNEY çekmişti. Evet,çok merak<br />

ediyordum 55 dakikaya Şadan GÖKOVALI gibi<br />

bir dev nasıl sığacaktı.<br />

Benim için Prof. Dr. Şadan GÖKOVALI :<br />

Şiirlerin efendisi, rehberlerin imparatoru,<br />

inanılmaz bir hafızaya sahip, bizleri şuan<br />

yaşayan -yaşamayan sayısız şairle<br />

buluşturan becerikli bir elçi, benim için gerçek bir<br />

dost , gerçek bir bir yol gösterici ,daha ne denir<br />

ki Hoş gelmişti Prof.Dr.Şadan<br />

GÖKOVALI.Kendisini yıllar sonra Salihli’de<br />

Zafer Keskinerde sahnede görmek anlatılmazdı.O<br />

dönemdeki genç nesil olarak bizler için; O’nu<br />

tanımak dünyanın en güzel kitaplarından birisine<br />

sahip olmak gibi bir şeydi.O kitaplarıyla yaşadı,<br />

bizler onun kitaplarıyla, yazdıklarıyla, şiire doğru<br />

yol bulduk ,ışık bulduk. Rehber oldu, güneş oldu<br />

şiir dünyamıza.Veee bizler onun<br />

sayesinde hepimiz şiir akrabaları olmuştuk.<br />

Onun belgeseldeki seside aramızdaydı.<br />

Onu ilk Salihli şiir İkindilerinde tanıdım. İyi ki<br />

tanıdım.,Şiir ikindilerinde bizler; efsane ikiliden<br />

“şiir nasıl okunur , düzgün nasıl konuşuluru” o<br />

ikiliden öğrendik. Misket DİKMEN mazereti<br />

nedeniyle aramızda değildi .Ama o bizlere<br />

koşarak gelmişti.Ve ben mikrofonu TRT.nin en<br />

deneyimli baş spikerlerinden usta gazeteci Fikret<br />

ALAN ‘a ustasına bırakıp koltuğuma gömüldüm.<br />

Sayfa19


Belgesel güzeldi.Orada Salihli şiir<br />

ikindileri karaadamda vardı .Ama böyle 10<br />

belgesel yapılsa Şadan GÖKOVALIYI anlatmaya<br />

yetmezdi.O anlatılmaz yaşanırdı.Bizler<br />

şanslıydık.Şadan GÖKOVALı ile sayısız şiir<br />

ikindilerinde çok güzel şiir dolu günler<br />

yaşamıştık.<br />

Belgesel bitiminde Alaşehirli karikatür<br />

sanatçımız Saadet Demir YALÇIN Şadan<br />

hocanın bir karikatür’ünü, ardından onu 31 yıl<br />

önceden tanıyan bir Salihli kızı Tehmine ÖZER k<br />

tuval üzerinde akrilik boya ile yaptığı portresini<br />

armağan etti.Ve ticaret odası başkanımız İbrahim<br />

YÜKSEL o günün anısına plaketini sundu Şadan<br />

hocamıza.<br />

Salihli Kaymakamımız Sn:Turgut<br />

ÇELENKOĞLU,STS.başkanı İbrahim<br />

YÜKSEL,Zafer KESKİNER’in eşi ,oğlu,gelini<br />

yeğeni ,eski Milletvekili Sakine ÖZ ile yıllar<br />

öncesinden Şadan GÖKOVALI şiir ikindilerinden<br />

hayranı olan, onu çok sevip, saygı duyan,<br />

özleyenlerin varlığı ile Salihli belediyesinde<br />

basılmış kitaplarını imzaladı Şadan hoca<br />

konuklara tek tek hiç üşenmeden.<br />

Rasim AŞIN tiyatro evinde Sardes Kültür<br />

Sanat merkezi üyeleriyle karşılıklı sohbetler<br />

devam etti.Şadan hocamız rahatsızlığı<br />

nedeniyle konuşamasa da Fikret ALAN her<br />

zamanki gibi o tok sesiyle izleyenleri konuşmaları<br />

ile yine yine yeniden büyüledi gün boyu.<br />

Tarihi bir gün yaşadık hepimiz. Ve tarihe<br />

güzel anılar bıraktık elbirliği ile…<br />

Kendimi çok ama çok şanslı bir insan<br />

olarak hissediyorum. Şadan GÖKOVALI’yı<br />

Fikret ALAN’ı ve sayesinde nice şairi yakından<br />

tanımak, sohbet etmek fırsatını bulan ben;<br />

kendimi bu konuda çok zengin hissediyorum.<br />

Şadan Gökovalı,Fikret ALAN gibi adam gibi<br />

kültürlü aydın adamlar, hep yaşasın ve var<br />

olsunlar.<br />

Teşekkürler Şadan abi, güzel dost Fikret<br />

Alan<br />

Teşekkürler STSO.ekibi ve Salihli<br />

belediyesi.<br />

Teşekkürler Sardes Kültür sanat merkezi<br />

üyeleri. Sizlerle yeniden unutulmaz anılar<br />

paylaşıyoruz ya çok ama çok güzel. Sizleri<br />

gerçekten çok seviyorum.<br />

Sayfa20


POYRAZ YELİ/ Demir ZENGİN<br />

Eli kanlı bir yalnızlık;<br />

İlk seferde yollara atıyoruz kendimizi...<br />

Yağmur Lodostan eser;<br />

Sen ise Poyraz yeli...<br />

İçim soğuk, içim kırık bir cam parçası,<br />

Sensizim üşüyorum...<br />

Bir gülücük eksik sanki, ne bileyim...<br />

Bir şeyler eksik gibi...<br />

Arıyorum ve sığ bir tonla sesleniyorum,<br />

Sesim, yağmur yağdırmıyor bu şehre...<br />

Ilık bir yel arıyoruz,<br />

Yağmura mektup yazdıracak bir neden...<br />

Daha geceye varmadan,<br />

Yalnız kentlerde donuyoruz...<br />

Ayaz oluyor,<br />

Damla damla atıyor kalbimizin ritmi...<br />

Yağmur Lodostan eser,<br />

Sen ise Poyraz yeli...<br />

Sayfa21


CEMİL’İN MEKTUBU/ Alper KARAZEYBEK<br />

Sevgili Aslı,<br />

Bu mektup sana yazılmaya niyetlenmişti. Bazı<br />

şeyleri tutamazsın. Gönül gibi, kalem gibi, otobüs<br />

yolculuğunda içilen su ve gelen tuvalet gibi.<br />

Nitekim ben de birçoğunu tutamadım. Sana bu<br />

sonuncuyu yazmaya karar vermemle mektubu<br />

göndermeye karar vermem arasında epey süre<br />

geçti. Korkularım ve kararsızlıklarım bazen başa<br />

bela. Nihayet elindeyim işte!<br />

Aslında klasik bir mektup gibi başlayıp halini<br />

hatırını sormam gerekirdi. Sorayım da, nasılsın?<br />

İyisin inşallah. İş güç nasıl? Çoluk çocuğa karıştın<br />

mı? Karışmadıysan da karışırsın. Hele<br />

İstanbul’daysan kesin karışırsın. Hayat burada<br />

hızlı çekim gibi yaşanıyor. Ben de zamanında<br />

biraz hızlı çekim yaşamış bulundum. Şimdilerde<br />

ağır çekimin daha keyifli olduğuna dair bir his<br />

uyanıyor içimde. Çoktan ağır çekime geçtim belki<br />

de!<br />

Geçen sabah uyandığımda seni görüp önce hayal<br />

olduğunu düşünerek evin çeşitli yerlerini dolaştım.<br />

İki karış yol zaten. Volta atar dururken kendimi en<br />

son Amerikan mutfaklı salonumun dikdörtgenden<br />

çok kareye yakın penceresinin demirlerinin<br />

ardından bakarken buldum. Pencereyi de<br />

açıverdim, ohh! Tertemiz bir hava çektim,<br />

“Nimet! “ dedim. Arka arka park etmek isteyen<br />

genç kadına yardım ettim sonra ellerimle, o<br />

görmeden ve biraz alçaktan. O pencerenin önünde<br />

– ki evim bahçelidir – ve bahçe katı demenin<br />

zengincesidir, bahçeli ev sahibi olmak. Bahçeme<br />

döndüm sonra… Hayalmişsin ayrıca.<br />

Sahi daire demişken… Bu oturduğum dairenin<br />

ilanında bahçesi vardır yazıyordu. Betonarme<br />

bahçe mi olur ulan dedim ama içimden dedim.<br />

Tutmuş bulundum. Karşı dairemde öğrenciler<br />

kalıyor. Ben tutmamış olsam onların arkadaşları<br />

da bu fırsat gibi daireyi tutacaklarmış. Nadiren de<br />

olsa şansım yaver gidiyor! Sonra bahçeden<br />

yazdım sana. Mektubun gitmesi önemli değildir<br />

sence de, öyle değil mi? Mektup yazılmak ister.<br />

Kalemin işi bitince mektup mektupluğunu anlar.<br />

Gönderilmek de neymiş! Kimin eline geçse biraz<br />

dedikodu, biraz ter kokusu, biraz aşağılanma işler.<br />

Öyle değilse değil de! Olduğu yerde kalmalı bir<br />

mektup! Mürekkebi ağlamamalı, kupkuru olmalı.<br />

İçinde ne varsa öyle kalmalı. Sonra dedim işte<br />

betonarme zeminli bahçe mi olur dedim öyle,<br />

içimden dedim.<br />

Konuyla bir alakasını elbet bulursun ama<br />

söylemeden edemeyeceğim ben seni biraz içimden<br />

sevdim. Ki seksen sonları doksan başlarında<br />

Karadenizli bir müteahhidin üçüncü sınıf<br />

çimentoyu sevdiği kadar sevdim, İstanbul’da<br />

kardeşinden ödünç aldığı indirimli kartla otobüse<br />

binen bir işçinin ortalara güvenle ilerleme sevinci<br />

kadar sevdim, kör Zeynep’in Yavuzu gördüğü<br />

kadar sevdim. Esnafın veresiye defterini çöpe<br />

attığı an içindeki huzur kadar sevdim.<br />

Hep paradan mı bahsediyor gibiyiz? Yok canım!<br />

Öyle gelmesin sana. Bütün ümitler bir his arar.<br />

Bütün sevgiler ayrılık… Aradıklarını<br />

bulamadığında insan arar da arar. Bulduğunda<br />

nankördür kimi. Para nankörleri sever çünkü<br />

nankördür kendisi de.<br />

Sonra ne kadar mı sevdim? Babasının ölümüne<br />

ağlayan çocuk kadar sevdim. Şaban’ın güldüğü,<br />

Türkan’ın baktığı, Kadir’in kükrediği, Cüneyt’in<br />

dövdüğü, Süheyl’in kürekle dayak yediği kadar<br />

sevdim. Süheyl Süheyl, evet. Tarif etsem ne<br />

yaptığını hatırlarsın elbette.<br />

Bazı insanlar vardır. Ne yaptıkları tarif edilince<br />

hatırlanırlar. İsimlerinin pek bir önemi yoktur.<br />

Kaç kişi için öylesindir? Kaç kişi için öyleyimdir.<br />

Benimle ilgili andıkları hiçbir vasıf, hiçbir unvan<br />

aslında hoşuma gitmiyor. Sadece senin aşığın<br />

Sayfa22


desinler. Yeterli diyorum. İçimden diyorum yani.<br />

Aslında ismin yerine yaptığın şeyin anılması hoş<br />

değil mi? İnsanın gururu okşansa da ismini<br />

görmeyle ne boş bir aldanıştır imza atmak biraz<br />

düşününce. Sence de öyle değil mi?<br />

Kendimi sevmeye yahut sevilmeye – burasına<br />

henüz karar veremedim – layık görmediğim<br />

anlarda bahçemi bırakıp sokağa bakan tarafına<br />

geçtim iki göz odamın. O aralar arabasını park<br />

etmeye çalışan birilerine yardım ettim işte.<br />

Yardımın azı çoğu, reklamlısı reklamsızı olmaz.<br />

Yardım yardımdır. İstenilmeden ve habersizce de<br />

yapılır. Yapılmalıdır da! Laf lafı açıyor,<br />

biliyorum. Sıkılmadın değil mi? Geçen Cuma,<br />

mahalleye yeni yapılan caminin çiçeği burnunda<br />

cemaatine teşekkür edildi namaz sonrası.<br />

Toplanan paralarla klima alınmış camiye. Cami<br />

cemaati olarak sevindik. Bir şeylere toplu<br />

sevinmek ve üzülmek yahut sinirlenmek<br />

genlerimizde var. Çıkarken ayakkabımın ters<br />

döndüğünü fark edip ben de bir adım atıp kendi<br />

eksenim etrafında dönerken ayakkabımın tekini<br />

geçiriverdim. İki elimin parmakları ve avurduyla<br />

beraber içiyle neden yaptığımı tam bilmediğim bir<br />

içgüdüsel hareketmişçesine aşağı doğru inerek<br />

burnumun iki yanını, ağzımı, yanaklarımı ve<br />

çenemi sıvazlar gibi yapmadan birazcık önceydi.<br />

Sağ ayakkabıma ayağımı tam sokmuştum ki<br />

karşımda branda bir afiş gördüm hem de caminin<br />

tam giriş kapısında. Yaptıran bilmemkim<br />

bilmemkim cemaate ve etraflıca alıp mahalleliye<br />

“de” şükranlarını bildiriyordu. Hızlıca ayaklarımı<br />

giydim, çıktım. Şadırvan –Allah için- yeniyle<br />

eskiyi birleştiren bir yapıydı. Avluda kara küçük<br />

kalpağıyla boz sakalına uyum katan bir köylüye<br />

benzer giyimli bir dede gördüm. Gülümseyerek<br />

geldi, ellerini iki elimin arasına sarıp azıcık<br />

salladı, yüzüne götürdü. Allah kabul etsin dedi.<br />

Ben bir şey diyemedim. Yaptığının aynısını<br />

yaptım sadece. Sense hala sabahları bir hayalsin<br />

karşılıksız ve habersiz yardımlarımdan önce!<br />

Geçenlerde bakkala uğradım postaneden<br />

dönerken. Çoğu zaman postaneye giden insanlarla<br />

aynı yerde bulunmak için gidiyorum. Bu mektup<br />

eline geçtiyse bil ki evde değilimdir. Ne garip<br />

canlıyız değil mi? Evimize, mahremimize girilmiş<br />

gibiyiz hislerimiz ortaya çıkınca. Kabuğu<br />

soyulmuş, yenilmeye hazır bir mandalina gibiyiz.<br />

Kendimi deniz kenarına atmışımdır o zaman.<br />

Bahçeli de neymiş! Topuk hizasından yardım<br />

edileni belirsiz park yardımı da nedir! Rutubet<br />

kokusunun mobilya kokusuyla karışması kime<br />

huzur vermiş ki deyip bir kaçmak isterim işte. Bu<br />

mektup elindeyse ve şurasına kadar geldiysen ben<br />

ya Zeytinburnu’ndayımdır ya Florya’da yahut pek<br />

çaresiz hissetmişsem Kadıköy’e bile inmiş<br />

olabilirim. Denizin rüzgarla karışmasından ya sen<br />

çıkarsan?!<br />

Bahtımın pek açık olmadığını çevremdeki birçok<br />

kişiden duymuşumdur. Şaşırmayacaksın. Ben bu<br />

daireyi tuttuktan daha altı ay dahi geçmeden daire<br />

sahibi şehirce yaşanılan değişime sessiz<br />

kalamayacağını ve kentinin sokaklarının daha<br />

düzenli, binalarının daha güvenli olmasını arzu<br />

ettiğini söyledi bana. Betonarme bahçesinde çay<br />

içerken söyledi. O yüzden kentsel dönüşüme<br />

girecek binasını istersem ileride beş yüz altı yüz<br />

lira fazlaya kiralayabileceğimi gülümsedi<br />

gamzesi. İyi adam! Hemen çık da diyebilirdi. Ev<br />

bulmak dahi zor bu zamanda! Öyle değil mi?<br />

Yıkılacakmış bu bina da.. Bakalım yakın bir<br />

vakitte mi? Nasip, artık bir plan yapmıyorum.<br />

Yaptığım planlardan bir hayır görmeyince böyle<br />

bir karar aldım. Sana da tavsiye ederim.<br />

Eskiden insanlar binalarının, gecekondularının<br />

yıkılmasına üzülürlerdi. Şimdilerde çok<br />

seviniyorlar. Dünya kiracılıkları kademe atlıyor,<br />

onlar sahipmişçesine seviniyorlar. Sözü<br />

edilmişken ben de seni bir gecekonducunun evine<br />

gelen yıkım ekibinin topuklayıp gitmek zorunda<br />

kaldığında çirkefçe kızgın gecekonanın<br />

çocuklarının yüzündeki tebessüm kadar sevdim.<br />

Konuyu bu kadar dağıtmam seni de sıkmış<br />

olabilir. Neler yaptığımdan bahsetsem daha iyi<br />

değil mi? En son söyleyeceklerimi de en başta<br />

söylemişken mektubun merak uyandırıcılığı da<br />

kalmamış olabilir. Yazılması gerekiyordu, o<br />

yüzden yazıldı dedim ya!<br />

Sabahları bir Türk kahvesi içiyorum daima.<br />

Yürüyüşe çıkıyorum sonra. Güne zinde<br />

başlamakla ilgili çok anlamlı ve motive edici<br />

Sayfa23


şeyler okuyorum. Vakit öğleni bulmadan arabesk<br />

bir şarkıya kulaklarım yine çalınıyor. Melankoli<br />

ruhumda mı var ne? İşim çok kazandırmıyor hala.<br />

Allahtan evden kotarabileceğim bir iş. Akşamları<br />

ise dua ediyorum. Mutlu ve huzurlu bir yaşamı<br />

bana bahşettiği için Yaratana şükrediyorum.<br />

Alacağım ödemeler gecikiyor, birkaç<br />

arkadaşımdan da alacağım var. Yok, yani aslında<br />

çok küçük ödemeler değil ama şükretmek iyi. Üç<br />

gün önce bindiğim metrobüste de el tutma<br />

yerlerinde, ha işte o tutamaçlarda güzel sözler<br />

yazıyordu. Bir tanesinde şöyle diyordu:<br />

“Müslüman elinden ve dilinden herkesin güven<br />

içinde olduğu kimsedir.” Turistlerden bazıları<br />

bakıp anlamını sordular yanlarındakilere. Bir<br />

yaşlı teyze temizlikle ilgili sözün geçtiği tutamacı<br />

çıkardığı selpakla tutunmuştu. O sözle ilgili de<br />

okulda öğrencilerine kompozisyon konusu veren<br />

genç, dinamik, yenilikçi bir öğretmen tanımıştım.<br />

Öyle bir izlenim uyandırdığı kesin. Birkaç<br />

seminer de vermiş okullarda. Çok sıkıcı bir<br />

adamdı ne yalan söyleyeyim! Sonu belli bir<br />

kompozisyon bana gereğinden fazla düzenli<br />

geliyor! Sana da öyle değil mi?<br />

Konuyu yine mi dağıttım. Demem o ki şükretmeli<br />

insan. Her durum ve şartta. Seni tanıdığıma, sana<br />

bu mektubu yazıyor olabilmeme de şükrediyorum<br />

mesela. Sen de şükrediyor musun benim gibi?<br />

Benim gibi olmasa da benimkine benzer şeylere<br />

de olabilir. Ben buna da şükrederim. Geceleri hala<br />

az uyuyorum. Kitap okumak bazen sıkıcı gelse de<br />

çeviri işleriyle birleşince bana hep sana mektup<br />

yazmayı hatırlatıyor.<br />

Bu tercüme işi insanı sözcüklere boğuyor, sonra da<br />

gözleri yoruyor herhalde. İki numara daha ileri artık<br />

gözlük numaram. Mektup yazmayı hatırlatıyor<br />

demiştim öyle ya! Yazmıyorum çoğu zaman.<br />

Yazdığım zaman da göndermiyorum. Bu mektup eline<br />

ulaştıysa sırayla Florya, Zeytinburnu ve Kadıköy<br />

sahillerine gel. Gece geç vakit gel. Sen de bana hala<br />

mektup yazıyorsan, mutlaka gel. Konuşamasak da<br />

denize beraber el sallarız.<br />

Hasretle öperim,<br />

Cemil<br />

Sayfa24


AĞLASAM MI / Ahmet DEMİ R<br />

Salına salına giden dilber<br />

Bahtın yere düşer mi<br />

Yüreğimde yaktın ateşi<br />

Ah edip söylesem mi ?<br />

Güzelim, selvi boylum<br />

Keşke gitmeseydin<br />

Buralardan<br />

Bekledim durdum obanızda<br />

Ah edip ağlasam mı?<br />

Sayfa25


Son Bir Bakış…/ Saadet Demir YALÇIN<br />

apartmanlarla çevriliydi, her bir katında onlarca<br />

insanın yaşama sıkışıp çok şeye geç kaldığı. Nine,<br />

evine ve ağaçlarına son bir veda bakışı bıraktı<br />

yorgun gözleriyle, kimse görmedi konu<br />

komşusundan çünkü onlar çok yüksekteydiler…<br />

Kim bilir nereye götürüldü o nine, eviyle,<br />

kendi elleriyle diktiği ağaçlarıyla vedalaşırken bir<br />

daha geri dönmeyeceğini, bunun o değerlerine son<br />

bakışı olduğunu da çok iyi biliyordu...<br />

Geçen günlerin birinde epeydir geçmediğim<br />

bir sokaktan geçerken eski, enikonu duvarları<br />

yıkılmaya yüz tutmuş evinin önündeki küçücük<br />

toprak alanda dikili ağaçlarıyla vedalaşan,<br />

muhtemelen o güne değin hali ve hatırı pek<br />

sorulmayan, iki büklüm bir nine dikkatimi<br />

çekmişti... Yorgundu, solgundu, üzgündü...<br />

Yılların yaşanmışlığı alnındaki çizgilerin arasında<br />

kaybolmuş, bugüne değin belki de binlerce çiçek<br />

ekmiş ellerindeki fesleğen kokuları havanın kirine,<br />

pusuna karışmıştı. Sonra yolun karşısındaki bir<br />

kadın, arabadan başını uzatıp "Hadi anne geç<br />

kalıyoruz!" diye seslendi... Çok geçmeden<br />

duvardaki müteahhit firmasının tabelasına gözüm<br />

ilişti, evet o ev yıkılacak yerine apartman<br />

dikilecekti. Zaten o sokakta da sadece ninenin evi<br />

kalmıştı yıkık dökük. Evin dört bir yanı devasa<br />

Pek çok şehirde kentsel dönüşüm ya da<br />

modern şehirleşme adı altında yıkılan bahçeli, eski<br />

mimariyle özenle yapılmış pek çok ev tarihe<br />

karışıyor birbiri ardı sıra… Bir zamanlar<br />

bahçesindeki ağaçların gölgesinde oturulup demli<br />

çaylar içilen o güzelim alanlardaki ferahlığı bir<br />

karışlık balkonlarda arıyor insanlar… Kuşlar bile<br />

kafeslere hapsolmuş o balkonların demir<br />

parmaklığı ardında, ötüşleri cılız, kırgın, yorgun<br />

adeta… Ağaçların meyvesini en doğalından elini<br />

uzatıp dalından kopartırken bir zamanlar; pazarda<br />

hormonlu, pahalı, tatsız tuzsuz meyvelere,<br />

sebzelere talim ediyor şimdilerde… Ve insanlar<br />

elleriyle yerle bir ederken değerlerini,<br />

yaşanmışlıklarını, tarihlerini yine en derininden<br />

sitemini de etmekten geri durmuyor. Son bakışları<br />

hiç gelmeyecek gibi hep daha modern olalım<br />

istiyor.<br />

Yıkılacak evine ve evinin önündeki<br />

ağaçlarına veda eden ninenin hüznünü bilmiyoruz,<br />

hiç bilmeyeceğiz büyük olasılık. Bir fidanı dikip<br />

büyüdüğünü an be an izlemenin, meyve<br />

vermesinin hazzını unutup gideceğiz…<br />

Ninelerimizden, dedelerimizden emanet<br />

aldığımız bu dünyayı bir beton yığını olarak<br />

çocuklarımıza bırakıp ardımıza bile bakmadan<br />

kaçacağız, son bakışı atmaktan çekinerek…<br />

Fesleğen kokuları ise çoktan karışmış olacak<br />

havanın kirine ve pusuna...<br />

Sayfa26


Aklımı Yitirip/ Aslıhan Acar<br />

Kalbimi bulduğum evden çıktım<br />

Unutanların bahçelerinden geçip<br />

Duvarlarından aştım<br />

Dün müydü yoksa bin yıl evvel mi?<br />

Omzundan düşerdi güneş<br />

Göğsüne batardı<br />

Kan kızıl günlerden<br />

Sığınırdık geceye<br />

Tenimiz kül kokardı<br />

Unutanların şehrinden geliyorum<br />

Karanlık caddelerinden<br />

Önce aklımı sonra kalbimi kaçırdım ben<br />

Bu yangın yerinden...<br />

<strong>2018</strong><br />

Sayfa27


VİRTUAL AŞKLAR/Zeynep HÜSEYİN<br />

Virtual alemde gerçeküstü sevişmeler, hızlı<br />

başlayıp kısa süren beraberlikler. Duygu,<br />

hissiyattan mahrum zaman geçirmeler, dünyanın<br />

bir ucundan başka bir ucuna uçuşup gezintiler, dar<br />

bir mekânda dünyaları içine sığdırmalar, vakit<br />

öldürerek, kendini harcamalar. Farkına varmadan<br />

virtuel âleme tesadüf dalanlar, dev dalgalara<br />

kendini verip, yok olanlar, gerçekle bağlantısını<br />

kaybedip, hayal selinde boğulanlar, pencereden<br />

bakıyor gerçeğe özlem duyan gözler.<br />

Çağdaşlık uğruna iki medeni insan<br />

birbirine yakın bir o kadar uzak virtual dünyada<br />

beraber, el ele, göz göze her sabah ve akşam.<br />

Bedenler uzak, fiziki ayrı iki olgunca insan<br />

birbirine bağlı koca bir gövdeye gönül kökler<br />

salmış. Müzikli davetlere raks ediyor yabancı<br />

duygu ve temenniler, ikram edilen leziz muhabbet<br />

sofrasından mest olmuş açlık çeken sefiller, aşk<br />

çağırışımı seher vakti nirengi buluşmalar,<br />

labirentlerde saklı gizemli yaşantılar.<br />

İki farklı cinsten birbirinden uzak insan<br />

virtual tuzağın ağında tutsak. Birbirine esir<br />

birbirine bağlı bir noktada iki insan, masumca<br />

heyecan ve aşkla hayata kanat çarpar bolca. Kadın<br />

ve erkek iki cinsten arkadaş büyük bir aşk<br />

serüvenine yelken açarak, engin denizlere dalarak,<br />

mucitler gibi yenilikler keşfetmeye meyiller,<br />

eğilimler, ihtiraslar, hayal kırıklığı durağında<br />

feryat yakarışlarla uyanmalar. Farklı açıdan hayata<br />

yaklaşan iki zıt cins arkadaş virtual salıncakta baş<br />

döndürücü hızda sallandı uzunca.<br />

Mutluluğu dorukta cinsi kadın arkadaş,<br />

sabahtan akşama rahatı kovalar, gecenin koynunda<br />

hayalleriyle baş başa sabahlar. Saadetin tadını<br />

duyumsar gönülden gelen çığlıkta, duaya ve<br />

şükrana davettir, onu uyandıran sedalar. Aşınadır,<br />

delidir, geceye vurgun mecali, karanlıkla<br />

aydınlığın birleştiği an, vuslata erişircesine kalbi<br />

varlığıyla çarpar. Secdeye değen alnında kaderinin<br />

yazgısı, aralanır perdesi, görünmeyen gerçekler<br />

sicil sicil akar, selamet vaat eden rükû ve<br />

senalarda, gözyaşına boğulur tatlı yaşanmamış<br />

belalar.<br />

İki medeni ve olgun arkadaştan, tek<br />

bedende ruhsatsız sevgiler tutsak, gıpta eden<br />

nazardan şimşek çakar ikazlar, ikilemden<br />

bükülmüş, sakat kalan aşklar. Anlaşılmayan<br />

dostluklara düşman kesilmiş oklar, masum,<br />

kirlenmemiş ilahi aşk tohumuna saplanır, yaralar<br />

ve parçalar. Şüphe ve önyargılarla yargılanır<br />

sevdalar, ölüme ve yokluğa mahkûm edilir devasa<br />

duygular. Virtual âlemde yekpare, canpare şimdi<br />

yıldızlar âleminde ışıldar solgun halde, gönlünde<br />

sevgi meşalesi yanıyor alev alev.<br />

Sayfa28


Mihriban/ Türkülerin Hikâyeleri<br />

1960 yılında yaşadığı ölümsüz aşkı kelimelerle ebedi kılan Abdürrahim Karakoç’un gerçek adını gizleyip, Mihriban<br />

diye seslendiği Anadolu kızının hikâyesi bu...<br />

Köyde düğün olacaktır, civardan misafirler gelmeye başlamıştır. Genç Abdürrahim köyünde bir genç kız görür,<br />

ailesiyle komşunun düğününe gelen misafir kızdır. Tanışmak nasip olur, Şefkatli, merhametli, muhabbetli, güler<br />

yüzlü, yumuşak huylu manasında ki Mihriban’dır bu. Misafirlikleri ilerledikçe aşk da ilerler.<br />

Bir sabah Abdürrahim kalkar ve Mihriban adını koyduğu sevdalısını görmeye gider, gider ki misafirler gitmiştir.<br />

Abdürrahim’in dünyası değişmiştir hayat manasızlaşmıştır, aşk acısı yüreğini yakmıştır. Bu halini gören ailesi kızı<br />

bulmak için Maraş’a gider, uzun aramadan sonra kızın ailesini bulur ve kızı isterler. Önce kız küçük derler, bahane<br />

bulurlar bakarlar ki Abdürrahim’in ailesi ısrarcıdır gerçeği söylerler: “kız nişanlıdır.”<br />

Ailesinin halinden olumsuzluğu sezen Abdürrahim kızın nişanlı olduğunu duyunca da, “ Bir daha bu evde ismi<br />

anılmayacak ve konusu geçmeyecek.” der. 7 yıl sonra aşk ateşinin sönmediği anlaşılmıştır.<br />

Sarı saçlarını deli gönlüme/ Bağlamışım çözülmüyor Mihriban<br />

Ayrılıktan zor belleme ölümü/ Görmeyince sezilmiyor Mihriban<br />

Yar deyince kalem elden düşüyor/ Gözleim görmüyor aklım şaşıyor<br />

Lambada titreyen alev üşüyor/ Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban<br />

Tabiplerde ilaç yoktur yarama/ Aşk deyince ötesini arama<br />

Her nesnenin bir bitimi var ama/ Aşka hudut çizilmiyor Mihriban<br />

Sayfa29


Tiyatro Nedir ki…/ Ümit Denizer<br />

AÇOK 2: Muhsin Ertuğrul, Handan Ertuğrul,<br />

Haldun Taner AÇOK söz konusu olunca, bizi<br />

çocuk tiyatrosu yapmaya yönlendiren değerli<br />

Hocalarımızı anmadan olmayacak... Muhsin<br />

Ertuğrul, Handan Uran Ertuğrul ve Haldun Taner<br />

hakkında ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Burada<br />

bizimle olan bağlarını özetleyeceğim o kadar…<br />

Biliyorsunuz AÇOK “Anadolu Çocuk Oyunları<br />

Kolu” adının kısa söylenişidir... İstanbul'un<br />

“Anadolu” yakasında, “gezginci bir grup” olarak<br />

“çocukların ayağına” gittiği için bu isim<br />

seçilmiştir... Güzel bir rastlantıyla unutmadığımız<br />

Hocalarımız da Anadolu yakalı idiler…<br />

Muhsin Ertuğrul ve Handan Uran Ertuğrul,<br />

Harem’de, bizim evlerimize çok yakın bir evde<br />

oturuyorlardı. Handan Hanım, kendi üretimi olan<br />

“Üryani Likörü” ikramı ile ziyaretlerimizi<br />

unutulmaz kılıyordu... Haldun Taner Hocamızı da<br />

Moda Mühürdar’daki evinde ziyaret ediyorduk.<br />

Her ikisi de sözleşmişler gibi, çocuklara<br />

yönelmemizi öğütlediler: “Çocuklara gitmelisiniz<br />

ve Türk Tiyatrosuna yeni seyirciler<br />

yetiştirmelisiniz…” dediler.<br />

Biz de onların sözlerini talimat kabul ettik. Ve<br />

henüz 20’li yaşlarımızın başında olduğumuz 1973<br />

yılında, AÇOK kuruluş bildirgemizi şöyle yazdık:<br />

“Çocuk tiyatrosunu, ‘ilaveten renkli miki’<br />

olmaktan kurtaracağız… Çocuk ruhunu umut<br />

ve sevinçle besleyeceğiz… Yarının büyüklerine,<br />

yarını kurmanın hazzını taşıyacağız… Kaderci<br />

ve savaşçı olmayan özlerle yaklaşacağız<br />

Onlara... Kendimizi, insan sever, yurtsever,<br />

barışsever, çalışkan ve ilerici kuşakların<br />

yetişmesine adıyoruz… Asla bu kuşakların<br />

gerisinde kalmayacak bir sanat üretiminin<br />

içinde olacağız… Karşılıklı konuşmaların en<br />

aza indirildiği, dans, aksiyon, şarkı ağırlıklı<br />

sahne biçimlerini tercih edeceğiz… 7 yaşından<br />

büyükler seyircimiz olacak ve koca koca<br />

oyunculara, pembe pelüşten ‘tavşan kardeş’<br />

kostümü giydirmeyeceğiz…”<br />

Bu manifestodan bir milim bile şaşmadan:<br />

“Eğitim üretim içindir” değerlendirmesine<br />

inandık. Bu nedenle her oyun çalışmamız mutlaka<br />

eğitimle başladı. Eğitim dediğimiz, LCC Tiyatro<br />

Okulunda değerli hocalarımızdan gördüğümüz<br />

“her şeydir”. Sadece sahneye yönelik bilgiler<br />

yoktur bu “her şey” içinde: Saygı, sevgi, görgü,<br />

nezaket, farkındalık, kişisel bakım, temizlik de<br />

vardır. Tüm bu hayat bilgisi ayrıntıları, AÇOK<br />

oyunlarında görev almış her genç tiyatrocu için<br />

yol gösterici oldu. AÇOK’ta yetiştikten sonra<br />

başka başka tiyatrolarda, televizyon ve sinema<br />

projelerinde başarılı olan o sanatçılarla gurur<br />

duyuyoruz. Tabii hayata veda edip aramızdan<br />

ayrılan arkadaşlarımız da oldu. Onları da her<br />

zaman saygı ve sevgiyle anıyoruz…<br />

Kuruluşumuzun 45. Yılı geride kaldı. Bu süre<br />

içerisinde on binlerce çocukla buluştuk. Bu<br />

yetmedi gençlere de oyunlar hazırladık. Bu da<br />

yetmedi yetişkinlere de oyunlar hazırladık.<br />

Oyunlarımız, değerli eleştirmenlerce övüldü.<br />

Seçkin ödüllere layık görüldü. Avrupa’daki<br />

festivallerde ülkemiz tiyatrosunu başarıyla temsil<br />

etti. Uzun süreli turnelere davet edildi… Hiçbir<br />

oyunumuz Türk televizyonlarında görülmedi<br />

maalesef. Ancak Hollanda Devlet Televizyonu<br />

Hamburg Festivalinde kaydettiği “Keloğlan”<br />

oyunumuzun tümünü yayınladı…<br />

Sayfa30


Saklar Mı Bilmem/ Emine UYSAL<br />

Bağrımda açıyor hasret gülleri<br />

Nazlı yar gurbette koklar mı bilmem<br />

Gitti de gelmiyor yaban ellere<br />

Aklına gelir de yoklar mı bilmem<br />

Aşkımı kıskanan kem<br />

gözle baksa<br />

Can evimden vurup fitneyle yaksa<br />

Dillere düşürüp bin bir kulp taksa<br />

Yar bana güvenip aklar mı bilmem<br />

Unutup gurbette mutlu dünleri<br />

Yaşayıp gider mi bensiz günleri<br />

Beklemem yine de ondan bunları<br />

Derdime yeni dert ekler mi bilmem<br />

Yürekten severken ellerin olsa<br />

Kalbim kırılarak hicranla dolsa<br />

Mutlu günlerimiz mazide kalsa<br />

Benden bir hatıra saklar mı bilmem<br />

27.09.2011<br />

Henri Cartier-Bresson<br />

Sayfa31


RUH YANKISI/ Arife SEVDA<br />

hiç unutmayacağım. Bu pakettekiler de size, beni<br />

unutturmayacak” dedi.<br />

Yine bir hazan mevsiminde haftanın ilk<br />

günüydü. Dışarıdaki yağmuru gören kuşlar bile<br />

başlarını deliklerinden çıkaramazken, hayatın<br />

ritmini yakalamakta takatsiz kalmış bir yürek,<br />

elindeki paketi bırakacak güvenli bir liman<br />

aramaktan yorulmuşken, yakınındaki banka<br />

oturup, bir süre yağmur altında denizin rüzgârla<br />

dansını seyretti. Havada kesif bir yalnızlık kokusu<br />

vardı. Toprağın suyla teması bile bastıramıyordu<br />

bu kokuyu. Hiçbir güzellik ilgisini çekmiyor,<br />

aslında her sabah uyanmış olmak bile, yaşarken<br />

öldürüyordu. Kadının bu derbeder halini görenler<br />

farklı yorumlar yapıp yanından uzaklaşıyordu.<br />

Sabırla bekleyişi yılgınlığa ve tükenmişliğe<br />

dönüşüyordu. Tam ümidini kesmişti ki; bahçenin<br />

köşesindeki ofisinden dışarıyı seyretmekte olan<br />

Ali, yorgun görünen ve yağmur altında ıslanmakta<br />

olan kadını fark etti.<br />

Ali, ofisinden şemsiyesini kaptığı gibi<br />

dışarıya fırladı. Kadının yanına oturup şemsiyesini<br />

kadının başına tuttu.<br />

Ali, “hanım efendi hava çok soğuk, içeriye<br />

gelmek ister misiniz?” diye sorunca kadın, şaşkın<br />

bir o kadar da üşümüş halde elindeki paketi<br />

gösterip; “Ben bunu emanet edebileceğim birini<br />

arıyorum fakat verebileceğim kimsem yok” dedi.<br />

Ali de, “ siz içeriye gelin, söz veriyorum ben sizin<br />

için bu emaneti saklarım” dedi.<br />

Ali, kadını ofise alıp odanın sıcaklığının<br />

yeterli olup olmadığını sordu. Kadın yeterli<br />

olduğunu söyleyince, kadına peçete verip<br />

kurulanmasını bekledi. Kadın, beyaz deri koltuğun<br />

ıslandığını düşünüp ayağa kalktı. Ali ise “lütfen<br />

oturun” dedi. Kadın ise saatine baktı. Bir yere<br />

yetişmeye çalışan biri gibi aceleyle “ gitmem<br />

gerekiyor” dedi. Ali'ye ıslanmış hediye paketini<br />

uzatıp “ bu sizin, benim için acı tatlı anısı var.<br />

Fakat bende kalması beni çok yordu, bu hatıraları<br />

benden alabilecek iyi birisine benziyorsunuz. O<br />

kadar insan geçti yanımdan halin nedir diyen<br />

olmadı. Bir siz geldiniz. Çok teşekkür ederim. Sizi<br />

Ali, “rica ederim. İnsanlık görevimiz.<br />

Hayat hepimize farklı planlar sunuyor. Emin<br />

olabilirsiniz ki ben de sizi unutmayacağım. Lütfen<br />

kendinize iyi davranın. Bu hayatta size en yakın<br />

kişi yine sizsiniz. Üzüntüler, kederler misafir<br />

gibidir. Gelir giderler. Önemli olan misafiri<br />

gönderenin hatırına, misafiri en iyi şekilde<br />

ağırlamaktır” dedi. Kadına kartvizitini veren Ali, “<br />

bir ihtiyacınız olursa bana buradan ulaşabilirsiniz”<br />

dedi. Kadın ile vedalaşırken buruk bir gülümseme<br />

belirdi yüzlerinde. Çok erken kalkmıştı, hâlbuki<br />

konuşacakları daha çok şey vardı...<br />

Ali, kadın gidince pakette bu kadar değerli<br />

ne olduğunu merak edip pakete usulca yaklaştı.<br />

Paket ıslanmış ve yıpranmış görünüyordu. Uzun<br />

bir yoldan geldiği ve mecalinin kalmadığı belliydi.<br />

Bütün olasılıkları tecrübeleriyle değerlendirip<br />

harekete geçti. Paketin sağına soluna baktı.<br />

Üzerinde yazı var mı, özel bir işaret ya da marka<br />

görmeye çalıştı. Biraz daha yaklaşınca paketin<br />

diğer tarafında parşömen kâğıtlarından yapılmış<br />

gökkuşağı renklerinde zarif bir kurdele gördü.<br />

Pakete yaklaştıkça farklı boyutlar çıkıyor ve içini<br />

daha çok merak ediyordu. Paketin üzerindeki<br />

yazılar dikkatini çekti, şifreler, tüyolar vardı ve<br />

kim bıraktı, neler gördü, içinde neler olabileceğine<br />

dair birçok şey içeriyordu.<br />

Paketin kapağının bir kanadını kaldırıp,<br />

içindeki gizemi görmeye çalıştı. Pakette bir ayna,<br />

bir yer küre ve bir de kendisine yazılmış bir not:<br />

“Baktığın ayna sana seni anlatır ve yerküre de şu<br />

koskoca dünyada nerede olduğunu hatırlatır,<br />

yaptığın özel şeylerle dünya üzerindeki izin büyür<br />

ve birilerinin seni anımsamasını sağlarsın.”<br />

Ali, aynayı eline aldı ve tarifsiz bir<br />

mutluluk duydu. Mutluluğu aynaya yansıyınca<br />

gülümseyen dudaklarına eşlik eden gamzesi<br />

parladı yanağında. Sandalyesinde öne doğru<br />

eğilerek baktı bir de aynaya. Aynadaki siluet<br />

değişti bir anda. Parlak ve açık bir alın, birbiriyle<br />

uyumlu yüz hatları, aynaya diktiği farkındalık<br />

bakışları, düşünen bir beynin ve mücadeleci bir<br />

kişiliğin eseri dökülen saçlarıyla, kendisiyle<br />

barışık bir kişilik. Ortalama bir uzunluğa sahip<br />

parmak ve elleriyle üretmeye ve rahatından ödün<br />

verebilecek kadar başarmaya yatkın bir kişiliği<br />

Sayfa32


olduğunu gösteriyordu. Parmağında bağlılık<br />

halkasının yokluğu ya iradeli bir bekleyiş ya da<br />

kötü bir deneyimin boşluğuydu. Temiz, bakımlı,<br />

renk uyumuyla yaşını yansıtan giyimi dengeli bir<br />

kişiliği ve görünümüne dikkat ettiğini, kolundan<br />

hiç çıkarmadığı siyah kordonlu saati zamana ve<br />

saatine verdiği değeri gösteriyordu.<br />

Entelektüel görünümü onu kibirli yapmadı<br />

çoğu zaman çünkü hayatın ona kattığı deneyimler<br />

doldurdu belleğini. Okuma azmi getirdi belki de<br />

onu bu seviyeye. Artık birçok kişinin can, beden<br />

ve ruh sağlığını korumak gibi bir görevi vardı.<br />

Aynaya bakmak ve kendine olan<br />

hayranlığını görmek yanağını kızartınca, utangaç<br />

mizaç belirdi dik ve cesur duruşunun ardında.<br />

Kalbiyle ve insanlığıyla yaklaştı aynaya ve yarım<br />

kalmışlığı gördü.<br />

Aynaya bir şeyler anlatıyor sakin,<br />

donanımlı ve kendinden emin bir edayla. Gözleri<br />

aynanın çerçevesine takılıyor, arkasında ne<br />

olduğunu merak ediyor birden. Ayna da onu<br />

bulunduğu paketten çıkaran kahramanı daha fazla<br />

tanımak istiyor fakat ikisi de susuyor. Ayna,<br />

duyduğu güveni ve kabulü kaybetmekten korkuyor<br />

çünkü sahibi onu dikkatsizce kavramıştı acıtmıştı,<br />

kırmıştı benliğini birçok kez…<br />

Ali ise insanların benliklerini<br />

koruyabilmek için işinin başına dönüyor ve biraz<br />

dalgın biraz ümitli masasındaki yerküreyi<br />

çeviriyor...<br />

Resim: Şevket DAĞ<br />

Sayfa33


Kutsal Şehir/ Sevil Dur TÜREDİ<br />

Bütün sokakları gezilesi bir şehirsin ama yorgunum<br />

Bütün meyhanelerinde oturup bir güzel içilmeli senin<br />

En güzel aşk şarkılarıyla<br />

Bütün sokak lambaları altında bir güzel öpüşülmeli önce<br />

Sonra düşünülmeli mesela<br />

Nasıl zapt edilmeli bu şehir<br />

Kaç asker dikilmeli burçlarına<br />

Ve bu şehrin toprağında açmaya meylettiyse bir çiçek<br />

Buranın yağmurunu, karını göze alıp ilk kendinden geçecek<br />

Fotoğraf: Willy Ronis, Pont Charles,<br />

Sayfa34


<strong>SARDES</strong> KÜLTÜR SANAT VE EDEBİYAT DERGİSİ/ Celal ÇALIK<br />

Sardes Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisinin Şubat/<strong>2018</strong> tarihli ikinci sayısının kapağında bir ibare<br />

önce gözüme çarptı sonra özüme kazındı.<br />

“Bir hayalin altına imza atmak”<br />

Ne güzel bir söylemdir bu. İlk bakışta hiçbir şey yok gibi. Ancak düşününce sanat adına her şeyi<br />

kapsayan bir edebiyat cennetinin müjdesi gibi. Merhum babannem medrese mezunu bir muallimdi. Dini<br />

bilgiler yanında, yemek, koruyucu sağlık, biçki, dikiş nakış üzerine, köyümüzün ve tüm civar köylülerin sık<br />

sık kapısını çaldığı bir uzmandı. Yeni Türk harfleriyle okumayı yazmayı bana henüz beş yaşında iken<br />

öğretmişti. Osmanlı tarihini ve Eflatun Cem Güneyin tüm masallarını ezbere bilirdi. Onun sahip olduğu<br />

edebiyat kültüründen olsa gerek Çiftçi babam, kerpiç evimizin gömme dolaplarını dönemin yazarlarına dair<br />

kitaplarla doldurmuştu ve her akşam yatmadan önce bir kitap okurdu. Bende o sıralarda daha okula<br />

gitmeden önce Anderson’un öykülerini okumaya başlamıştım.<br />

Bu babaanne faslı biraz uzun sürdü ama altı yaşımdan yedi yaşına kadar bana ayrıca pratik Fransızca<br />

öğretmişti. Piyano bildiğini de söylerdi ama nerede bulacaksınız köyde piyanoyu da çalsın. Babaannemden<br />

öğrendiğim Fransızca ile lise sona kadar yata yata Fransızcadan hep on almayı başardım. Namazlık duaları<br />

ondan öğrendim. Sahip olduğum terbiyeyi ondan öğrendim. Nasıl içeri girilir, nasıl çıkılır? İnsanlarla nasıl<br />

iletişim kurulur. Ah keşke daha iki üç yıl yaşasaydı. Kim bilir ne çok şey kaçırdım. Ancak babaannemden<br />

söz açmamın sebebini şimdi açıklıyorum. Bana hep şöyle derdi:<br />

- Bak evladım, cennetin sekiz kapısı vardır. Güzel sanatlar da sekiz tanedir. Bu da demek olur ki;<br />

cenneti âlânın kapılarından sanatçılar girecek. İşte bu yüzdendir, bir hayalin altına imza atmayı cennet<br />

müjdesi olarak algılamam.<br />

İnternet ortamının zorluğuna rağmen dergiyi<br />

baştan sona okudum inceledim. Salihli’de bir araya<br />

gelen bir avuç sanatseverin yaşadığı zorlukları, acıları<br />

içimde hissettim. Ancak bir şeyler başardıkları<br />

zamanlarda da hissettikleri sevinçleri paylaştım. Bu<br />

coşkuların bir paydası oldum. Cennetin kapıları hazır<br />

beklese de yönetimlerin kapıları çoğu zaman kapalıdır<br />

yüzümüze. Kırk dereden su getirip bir yöneticiye<br />

derdimizi anlatmak zordur. Onları fikirlerimize,<br />

sanatseverliğimize paydaş kılmanın zorluğunu iyi<br />

bilirim. Ancak başarılamayacak bir olay henüz<br />

yaşanmamış olaydır. Salihli sanatsever aydınlarının<br />

bunu başardığını görmek beni bir yandan mutlu<br />

ederken bir yandan da daha ümitkâr kılıyor.<br />

Dergi yazarlarından Yusuf Çağlar, Emine<br />

Uysal, Tuğra Erkan; ikinci sayıda bu sanat hareketine<br />

dair güzel yazılar yazmışlar. Her birini okudum.<br />

Fikirlerini ve dileklerini paylaşıyorum. Derginin ilk<br />

sayfalarını, ödül olan 13 yaşında bir çocuğa vermeleri<br />

büyük bir incelik. Gülgün Yalvaç, 17 – 21 Ocak <strong>2018</strong><br />

tarihleri arasında Salihli’de gerçekleştirilen sanat<br />

olaylarını kaleme almış. Anladığım kadarıyla<br />

Salihli’de insiyatifi ele alan sanatseverler fikri<br />

Sayfa35


anlamda Kültür ve Sanat Merkezinin üst yapısını oluşturmuşlar bile. Cemaat hazır ama cami yok gibi bir<br />

tespit değil de teşbihde bulunacağım. Teşbihte hata olmaz, hatasız da teşbih olmaz denir. Ancak tüm<br />

içtenliğimle dilerim ki; en kısa zamanda Salihli’de ikamet eden sanatsever dostlarım fiziki olarak da güzel<br />

bir Kültür ve Sanat Merkezine kavuşurlar. Her şeye rağmen hâlâ iyi adamlar olduğuna inanan biri olarak.<br />

Yerel yönetimlerden, valilik birimlerinden ve gerekse hayırsever yurttaşlarımızdan ses geleceğine<br />

inanıyorum. Bu topluluk daha şimdiden kendi güçleriyle iki adet dergiyi birden çıkarmayı başarması<br />

övünülesi bir olaydır. Ülkemizde en fazla 160–170 civarında kültür ve sanat dergisi olduğuna inanıyorum.<br />

Bu oldukça küçük bir rakamdır. Sardes dergisi için bu yazıyı kaleme alırken Kırklareli ilindeki sanatsever<br />

dostlarımın “Kırkses” adlı bir kültür sanat ve edebiyat dergisi çıkardıklarını duydum. Şu anda gönlüm bir<br />

festival alanı gibi oldu.<br />

Derginin ilk sayfalarında yakınlarda kaybettiğimiz büyük tiyatro sanatçımız Münir Özkul’a yer<br />

verilmiş. İlerleyen sayfalarında ünlü yazarlarımızdan Ayşe Kulin’in, Gülten Dayıoğlu ve Buket Uzuner’in<br />

edebiyat maceralarına ve onları üne taşıyacak zorlu yollarından söz edilmiş. Zordur edebiyat. Uzun ve<br />

dikenli bir yoldur. Aslında kimse bir şöhret beklememelidir. Benim için bir yaşam biçimidir edebiyat.<br />

Televizyon ekranlarında gördüğümüz büyük sanatçılar genellikle saçı sakalı uzamış, paspal, bakımsız<br />

adamlardır. Acaba bunlar berbere gitmez mi diyenler çok olur. Ben de pek seyrek giderim berber dükkânına.<br />

İki ayda bir defa. Saçım uzar, sakalım uzar, tırnaklarım uzar ha uzar. Lakin her sabah akşam egomu<br />

törpülemeyi ihmal etmem.<br />

Dergide yer alan şiirlerden beğenmediğim hiç olmadı. Hepsine birer tane gönül işareti bıraktım.<br />

Öyküler, makaleler iyiydi. Nereden bakarsan 62 sayfalık dergi, bir dergi gibi duruyordu.<br />

Asıl önemli olan sanatçıların duruşudur. Ve ben gerçekten Salihlili sanat dostlarımın duruşunu<br />

yürekten kutluyor ve daha nice güzel başarılara, hayallere imza atmalarını diliyorum.<br />

Celal ÇALIK<br />

Eski TEKSAD Başkanı<br />

Yeni TEŞYAD yön. Kur. Üyesi<br />

Tekirdağ ADD Edebiyat Kültür ve Sanat Merkezi Sorumlusu<br />

Sayfa36


AFET/ Hasan ULAŞ<br />

Göğü bıçakladılar gecenin karanlığında!<br />

Ak'tı kanı<br />

Ben gördüm!<br />

Sonra bir vaveyla<br />

Sonra bir ağlamak<br />

Sonra davudi bir sessizlik<br />

Sonra toprak kokusu<br />

Sonra güneş<br />

Sonra kan damlayan yerden kalkan bir gelincik...<br />

Avni ARBAŞ<br />

Sayfa37


Kadın/Şadan GÖKOVALI<br />

“Kadın<br />

Her tarafıyla kavun<br />

Kavunun içinde binlerce mahkum<br />

Sıfır sıfır ikiye ekliyorum sen oluyorsun<br />

Sen kesir bilir misin ellerini saklasam ?<br />

Ellerini çarpamam<br />

Ellerini bölemem<br />

Topluyorum ellerini kadının !”<br />

(Arif Karakoç , “Sarı Yasemin” ,<br />

Üniversitelerde dönem başlarındaki<br />

derslerde söylediğim bir söz vardır :<br />

“Bilmem , Sezar’ın , İskender’in<br />

kazandığı savaşlar , daha mı çetin<br />

olmuştur , genç ve güzel bir kadının<br />

durmadan azgın saldırılara uğrayan bir<br />

kadının iffetini savunmasından ?”<br />

Benim aklım, Montaigne’den Lady Godiva’ya<br />

sıçradı. Hani o soylu kadın; kocasının ,<br />

halkın vergi yükünü hafifletmesi karşılığında ,<br />

çırılçıplak at sırtında, koca şehri bir uçtan bir<br />

uca kat etmişti ; ama - helal olsun - hiç bir<br />

erkek bu soylu davranışı gösteren , adı<br />

“Tanrı’nın verdiği” anlamına Lady<br />

Godiva’ya …<br />

“Burası , okuma – yazma öğrenilen bir yer<br />

değildir.Burada , bilginin nerede nasıl<br />

bulunup , namusluca nasıl kullanılacağının<br />

öğrenileceği son yüksek eğitim kurumudur.<br />

Şeykerin doğası gereği ; her insan öncelikle ;<br />

yaşadığımız coğrafyanın tarihini ve kendi adının<br />

anlamını öğrenmeli. Olabildiği kadar , tanımını<br />

yapamadığı sözcüğü kullanmalı.<br />

“Söz gelimi Kadın’ı nasıl tanımlarsanız ve<br />

/veya kökü nereye dayanır bu kutsal sözcüğün ?<br />

Belleğimin belgeliğine baş vuruyorum ; şu bilgiler<br />

geliyor gözümün önüne :<br />

“kadın .a.Erişkin dişi insan , hatun , hanım<br />

kişi .”<br />

Tarihçeyi merak etmeyecek kadar meraksız<br />

mıyız?<br />

Kadın sözcüğü , Soğd’ca , “kraliçe”<br />

anlamındaki “waten” sözcüğünden sürüp<br />

geliyor. İlk olarak , Orhun Yazıtlarında (735)<br />

“xatun” ve “katun” olarak geçiyor.<br />

”Tekmil Türk Edebiyatına eşdeğer” sayılan<br />

“Dede Korkut”ta (k400 yılından önce ) ,<br />

“kadun” diye anılıyor :<br />

“Ak südün emdüğüm kadınım Anam. ”<br />

Aslında insanlık tarihi, kadının insan sayılma<br />

savaşının öyküsüdür. “Deneme” nin babası<br />

Michel de Montaigne ‘den ( 1533- 1592) bir<br />

cümle :<br />

…. Mağara devrinden itibaren erkeklerin<br />

“güreşsek yener, dövüşsek döveriz” kaba<br />

zihniyetiyle ikinci plana attığı kadınların, zinciri<br />

kırma çabası , 8 Mart 1857’de doruğa ulaştı.<br />

Erkeklere kıyasla çok az ücret alıp, günde 16<br />

saat çalıştırılan tekstil işçisi 40 bin kadın, 8<br />

Mart 1857’de iş bırakma eylemi yaptı. Çoğu<br />

zaman görüldüğü gibi, bu grev girişiminde<br />

polisle çıkan çatışmada 129 işçi kadın hayatını<br />

kaybetti.<br />

26-27 Ağustos 1910’da Kopenhag’da toplanan<br />

II. Enternasyonal’da, Alman Sosyal Demokrat<br />

Parti önderlerinden Clara Zetkin’in önerisiyle<br />

8 Mart “Dünya Emekçi Kadınlar Günü”<br />

olarak kabul edildi.Ülkemizde bu gün ,<br />

1921’den itibaren kutlanılır oldu.<br />

Bu kutsal topraklarda ışık saçarak toprak<br />

olmuş birkaç kadını, birkaç satırla yad<br />

eyleyeyim :<br />

Amazon Torunları<br />

PUDUHEPA : “Sallugalgal” Büyük Hitit<br />

İmparatoriçesi Puduhepa’yı ben “tek geçerim.”<br />

Bu kadın 34 yüzyıl önce Anadolu platosunda<br />

yaşamış. İştar rahibinin kızı olan Puduhepa,<br />

önce kocası , sonra oğlu ile koca<br />

İmparatorluğun yönetimine katkı koymuş; daha<br />

önemlisi, çağının iki süper gücü kendi<br />

ülkesiyle komşu Mısır arasındaki İlkçağ’ın<br />

“Dünya Savaşı” sonundaki Kadeş Barış<br />

Antlaşmasına mühür basmış .Puduhepa , bir<br />

adım daha ilerlemiş ve Anadolu’da ilk etnik<br />

birliği kurmuş olan memleketinin en yüksek<br />

Sayfa38


yargıcı olmuş.Tüm mahkemelerin çözemediği<br />

hukuki sorunları Puduhepa çözmüş !<br />

ASPASİA: Antik çağın güzel ve aydın kadın<br />

tipine adını vermiş olan bu Hatun, İonia’nın<br />

merkezi olan Miletos’ta (Aydın’ın Söke<br />

ilçesinde) yaşamış. Grek Mucizesinin mimarı<br />

Perikles’in gözdesi olmuş , ona , yöneticiliği<br />

öğretmesi için Klazomenai’den (Urla-İskele)<br />

Anaxagoras’ı , modern Atinayı kurdurması<br />

için Söke’den Hippodamos’u getirtmiştir. Koca<br />

Perikles Atina yasaları hilafına , bir yabancı<br />

olan Aspasia ile evlenmesine izin verilmesi için<br />

Senatoda hıçkıra hıçkıra ağlamış! ..<br />

ARKASİYANNASE : Bir afet-i suz-i cihandı.<br />

Kolophon’lu (İzmir’in Menderes ilçesi<br />

Değirmendere ) kadın . 40’lı yaşlarda Atina ‘ya<br />

gittiğinde kelli felli Akademia filozoflarının;<br />

işte Sokrates, Platos, Aristo Tales gibi akıllarını<br />

başlarından uğratmış. Koskoca Platon , “ Bu<br />

güzel , yüzündeki kırışıklıklara rağmen bizi<br />

büyüledi ; ah onu bir de 20’li yaşlardayken<br />

görmeliydi. Kim bilir ne yürekler yakmıştır ?<br />

diye hayıflandı.<br />

ARTEMİSİA : Anadolu’da Ay İffet ve Bereket<br />

Tanrıçası Artemis’in hüküm sürmesinden<br />

sonraki adları onunkine benzer iki kadın<br />

yaşamıştır. İlk Artemisia, Hallikarnassos<br />

(Karia/Bodrum ) Kraliçesi idi.<br />

Salamis Deniz savaşında ustaca manevralarıyla<br />

düşmanı saf dışı bırakan bu kadın , tarihin ilk<br />

kadın Amirali idi. Salamis savaşı sonrası<br />

bağlaşığı (müttefiki) mağrur Pers İmparatoru /<br />

Xerxses’e ( Serhas’a) şu altı çizilesi sözü<br />

söyletti :<br />

“Bugün kadınlarımız erkek gibi, erkeklerimiz<br />

kadın gibi savaştı.”<br />

AZRA ERHAT : Okumakta olduğunuz<br />

gecikmiş Emekçi Kadınlar Günü yazısında<br />

manevi anam Azra Erhat ‘ı unutmak , oğla<br />

yakışmaz.Kendisinden 2 bin 500 yıl önce<br />

yaşamış Homeros , Hesiodos , Aristophanes gibi<br />

şair ve yazarları Türkçe konuşturmuş bu<br />

polyglot (çok dil bilen ) kadın anlatmak yerine ,<br />

onun vasiyetinin ilk iki cümlesini anımsatayım :<br />

“Ben Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı Azra<br />

Erhat .Anamdan babamdan çok şey aldım,<br />

fakat mayam Atatürk’tür.Her birini canımdan<br />

sevdiğim Türk Gençleri arasından şu üçünü<br />

kendime evlat seçtim : Cengiz Bektaş , Şadan<br />

Gökovalı , Ayça Abakan .”<br />

Bu yazıyı , Türk şiirinin “Abla”sı Gülten<br />

Akın’ın -kendi cenaze töreninde okunan<br />

şiiriyle bitirmeyi münasip gördüm :<br />

KADIN OLANIN TÜRKÜSÜ<br />

Git oldu can, sürgün geldi dayandı<br />

Sürgün yine geldi dayandı<br />

Kitapları topladım, çocukları giydirdim<br />

Hadi de doğrulalım Dranazın karnına<br />

Biz nereye düşeriz halk fakir fıkara<br />

Her bahar, her yaz gurbette<br />

Sılaya dönmesi olur velakin<br />

Ne sılamız belli, ne gurbetimiz<br />

Çiğdemi Ardahan yaylalarında<br />

Nergisi Sinop’ta<br />

Van’da koparmışsak, sarı gülü<br />

Portakal kokusu Kumluca’dan gelir<br />

Karıştırdık Sıla nere, gurbet hangisi<br />

Bizim gibi gurbetçi görülmemiştir<br />

Git oldu can, sürgün geldi dayandı<br />

Diktiğin fidanlar sen olmayanda<br />

Yel vura ırgalana, gün vura dul dalana<br />

büyüyecek<br />

Yasa şu ki ekinler yürüyecek<br />

Bebek dillenecek, güçsüz hallanacak<br />

Sis kalkacak İsfendiyar başından<br />

Selam olsun bizden önce geçene<br />

Selam olsun dosta; hasa , çile çekene<br />

Selam olsun dayanana, düşene<br />

Yüreğim yürektir, bakma gözüm yaşına<br />

Git oldu can sürgün geldi dayandı<br />

Sorulmasın vatanımız ilimiz<br />

Sayfa39


İsmail BARİN<br />

Zordu yollar sana varan<br />

Kurudu tüm sonbaharlar<br />

Az ötede yeşeren ümitler var<br />

Ne taşlı yollar ne kuru dallar<br />

Ayıramaz beni senden yar!<br />

Arife SEVDA<br />

Sayfa40


RÖPORTAJ/ Saadet Demir Yalçın/ Gülgün YALVAÇ<br />

Karikatürist Saadet Demir Yalçın’ı Tanıyabilir miyiz?<br />

1971 Manisa/ Alaşehir doğumluyum. Alaşehir<br />

Lisesi mezunuyum. Yaklaşık 35 yıldır karikatür<br />

çiziyorum. Lise yıllarında resim, kompozisyon<br />

yarışmalarında ilçe, il ve bölge birinciliklerim ve<br />

çeşitli derecelerim bulunmaktadır (Toplam 24<br />

ödül). Özellikle karikatür, resim ve güzel sanatlar<br />

yaşamımın önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.<br />

1996 yılından bugüne grafik tasarımcı olarak<br />

çalışıyorum. İlk karikatürlerim 1984 yılından<br />

itibaren Çarşaf, Yeni Asır Gazetesi Gıcık Mizah<br />

Eki, Limon, Hıbır, Gırgır, Balyoz gibi dergilerde<br />

ve çeşitli gazetelerin mizah eklerinde yayınlandı.<br />

Uzun yıllardır yerel, ulusal ve dış basın olmak<br />

üzere birçok mizah dergisinde ve gazetelerde<br />

karikatürlerim, mizah yazılarım yayınlandı. 1997<br />

yılında Karikatürcüler Derneği üyesi oldum.<br />

Çeşitli karikatür, öykü, resim ve şiir<br />

yarışmalarında derecelerim oldu, karikatürlerim<br />

yarışma albümlerinde ve sergilerde yer aldı.<br />

Karma resim sergilerine katıldım. 1995-97 yılları<br />

arasında İzmir'de yayınlanan Demokrat Söylem<br />

gazetesinde siyasi karikatür köşesi hazırladım.<br />

Haftalık Delidolu ve aylık Şarlo, Maydanoz,<br />

Bayraklı mizah, Eurocanlar (Almanya), Gülen<br />

Karabağlar dergilerinde kadına yönelik karikatür<br />

köşelerini, sayfalarını ve zaman zaman kapaklarını<br />

çizdim, radyo programcılığı (mizah ve söyleşi<br />

üzerine), reklam metin yazarlığı yaptım. 1996 –<br />

2004 yılları arasında İzmir'de Ege'nin en büyük<br />

kooperatif kuruluşu Tariş'in Ayma Matbaa<br />

işletmesi grafik servisinde grafiker olarak çalıştım,<br />

Tariş'in Sesi, Ege'de Tarım gazetelerini, üretici ve<br />

tüketiciye yönelik karikatür destekli broşürler<br />

hazırladım. Bunun yanı sıra kooperatifin çeşitli<br />

kitaplarının ve sınavlara hazırlık matematik kitap<br />

dizgilerini yaptım, 6 yıl aralıksız olarak aylık<br />

çocuk dergisi hazırladım. Çeşitli kitaplar için<br />

illüstrasyonlar, kapaklar ve vinyetler hazırladım.<br />

Karikatür üzerine özellikle çocuklarla çeşitli<br />

dönemlerde atölye çalışmalarımız oldu. Karikatür<br />

çalışmalarımda son dönemler özellikle portre<br />

çizimlerine de ağırlık verdim ve portreler üzerine<br />

bir albüm hazırlığı içerisindeyim. Aylık olarak<br />

Almanya genelinde yayınlanan Welt Heimat<br />

gazetesinin grafik tasarım çalışmalarını ve köşe<br />

yazarlığı yapmaktayım.<br />

8 Mart 2013 tarihinde TRT Belgesel kanalında<br />

yayınlanan Buluşma Noktası programına taşradan<br />

dünyaya açılmış başarılı kadın karikatür sanatçısı<br />

olarak davet edildim. Ayrıca 11 Şubat 2016<br />

tarihinde ressam Ömer Muz'un hazırlayıp sunduğu<br />

KRTv'de yayınlanan Çizgide Yürüyenler<br />

programına tek kadın çizer olarak katıldım.<br />

Çeşitli web siteleri için ülkemizden ve<br />

yurtdışından çeşitli sanatçılarla söyleşiler<br />

hazırladım. Karikatürlerim Toonpool,<br />

Syriacartoon, İrancartoon, Cartooncenter, Toons<br />

Mag, BrazilCartoon, Bostoonsmag, Don<br />

Sayfa41


Quichotte gibi uluslararası web sitelerinde ve<br />

günlük olarak sosyal medyada ve kendi kişisel<br />

blogumda yayınlanmaktadır.<br />

Kaç yaşından beri çiziyorsunuz ve nasıl<br />

başladınız?<br />

Resime 3, karikatür çizmeye 10 yaşlarında<br />

başladım. Küçük yaşlarda ilgi duyduğum resim,<br />

mizah dergileriyle tanışmamla yerini karikatür<br />

çizmeye bıraktı yavaş yavaş. Bulunduğum şehir<br />

küçüktü, ailemde bu anlamda bir yetenek de<br />

yoktu. Bu nedenle benim 9-10 yaşlarında Gırgır<br />

dergisini takip ediyor olmama, kısıtlı harçlığımla<br />

çizim malzemeleri almama pek çok kimse bir<br />

anlam veremiyordu. Küçük yaşlarda karikatürle<br />

yoğrulmak aslına bakarsanız bugün benim için bir<br />

avantaj oldu. Çünkü bu uzun süreçte ülkemizdeki<br />

mizahın, mizah dergiciliğinin, ustaların,<br />

amatörlerin, yarışmaların gidişatını birebir izleme,<br />

bilgi alma ve içinde bulunma şansım oldu. O<br />

günlerde şimdiki gibi internet olmamasına rağmen<br />

kurduğumuz iletişimler daha sağlıklıydı ve bu işe<br />

daha hevesliydik. Ustalar daha iyisini yapmamız<br />

için en ince detayına kadar çizdiklerimizle<br />

ilgileniyor ve bize yol gösteriyordu.<br />

Bir kadın olarak karikatürist olmak nasıl bir<br />

şey?<br />

Bir kadın karikatürist olmayı ayrıcalık olarak<br />

görüyorum. Çünkü karikatür dünyaya ve olaylara<br />

farklı bir bakış açısı getirmeyi gerektiriyor,<br />

sıradan düşüncelerden sıyrıldığınızı hatta bir adım<br />

daha öteye geçip sıradan olmadığınızı<br />

farkediyorsunuz. Öyle bir noktaya geliyorsunuz ki<br />

artık her şeyi mizah ve karikatür penceresinden<br />

görüyor ve öyle ele almaya başlıyorsunuz. Çoğu<br />

kişinin umursamadığı detaylar benim için<br />

bambaşka bir boyutta şekillenip çizgilerimle<br />

hayata geçiriliyor. Karikatür çizdiğim ve bu<br />

sayede yaşamı her detayıyla yakalayabildiğimi<br />

düşündüğüm için kendimi şanslı hissediyorum.<br />

Kadın çizer olmak bir avantaj mı sizce?<br />

Kadın çizer olduğum için daha avantajlı olduğum<br />

söylenirdi ama aslında madalyanonun diğer yüzü<br />

öyle değil benim açımdan. Aksine daha çok emek<br />

verdiğimi, daha fazla çalıştığımı söyleyebilirim.<br />

Bir yaygın kanı da kadın çizerin sadece kadın<br />

sorunları üzerine çizebileceğiydi. Oysa okuyan,<br />

araştıran, gündemi takip eden ve bir dünya görüşü<br />

olan bir kadın çizer pekala siyasetten, günlük<br />

yaşama, yerelden evrensele pek çok konuda<br />

çizebilir. Ben karikatür alanında her konuda<br />

çizebileceğime inandım en başta ve bu doğrultuda<br />

var olmaya çalıştım. 1995-1997 yılları arasında<br />

İzmir Demokrat Söylem gazetesinde haftalık<br />

politik karikatürler çizdim. O dönemlerde ülkede<br />

siyasi gündem daha derin konulara dayanıyordu<br />

ve biraz daha farklı açılardan gündemi yakalayıp<br />

çizmek gerekiyordu. 2 yıl boyunca bunu başarmış<br />

olmak benim için önemli kilometre taşlarından<br />

biri olmuştur. Toplumumuzun büyük bir kesimi<br />

hâlâ kadına elinin hamuruyla erkek işine karışma<br />

zihniyetiyle yaklaşıyor. Bu nedenle kadın çizerlere<br />

bu açıdan baktıklarını da biliyorum. Hatta 2009<br />

yılında aylık olarak yayınlanan yine politik<br />

mizaha ağırlık veren Şarlo dergisindeki köşeme<br />

Elimin Hamuruyla ismini vermiştim ironi olarak.<br />

Kadın, profesör de olsa evde öncelikle kadınlık<br />

görevlerini yerine getirmesi isteniyor. Yemek,<br />

bulaşık, çocuk, ev işleri derken o profesör kimliği<br />

akşamları bir nevi rafa kalkıyor. Kadın<br />

karikatüristlerin işi daha zor. Çünkü onların<br />

çizmek için yeri ve zamanı yoktur. Her an<br />

kafasında bir şimşek çakabilir, her an çizecek bir<br />

ortam yaratabilir. Gece ve gündüzü yoktur. Kamu<br />

kuruluşunda çalışıyor olsa bile emek vermesi<br />

gereken bir karikatürü çizmek için ev işlerinden<br />

arta kalan zamanında sabahlamayı göze alarak<br />

bitirir. Çok yemek yakmıştır bayan karikatüristler,<br />

ütüyü prizde unutmuştur. Ama çizim aşkına hiçbir<br />

şey engel olamamıştır.<br />

Nerelerde eserleriniz yayınlandı. Bu yolda<br />

örnek aldığınız ustalar kimler?<br />

1995-97 yılları arasında İzmir'de yayınlanan<br />

Demokrat Söylem gazetesinde siyasi karikatür<br />

köşesi hazırladım. Haftalık Delidolu ve aylık<br />

Şarlo, Maydanoz, Bayraklı mizah, Eurocanlar<br />

(Almanya), Gülen Karabağlar dergilerinde kadına<br />

yönelik karikatür köşelerini, sayfalarını ve zaman<br />

zaman kapaklarını çizdim, radyo programcılığı<br />

(mizah ve söyleşi üzerine), reklam metin yazarlığı<br />

yaptım. 1996 – 2004 yılları arasında İzmir'de<br />

Ege'nin en büyük kooperatif kuruluşu Tariş'in<br />

Ayma Matbaa işletmesi grafik servisinde grafiker<br />

olarak çalıştım, Tariş'in Sesi, Ege'de Tarım<br />

gazetelerini, üretici ve tüketiciye yönelik karikatür<br />

destekli broşürler hazırladım. Bunun yanı sıra<br />

kooperatifin çeşitli kitaplarının ve sınavlara<br />

hazırlık matematik kitap dizgilerini yaptım, 6 yıl<br />

aralıksız olarak aylık çocuk dergisi hazırladım.<br />

Çeşitli kitaplar için illüstrasyonlar, kapaklar ve<br />

vinyetler hazırladım. Bu yolda örnek aldığım<br />

ustalarım Oğuz Aral, Semih Balcıoğlu, Turhan<br />

Selçuk ve Galip Tekin’dir.<br />

Bu çalışmalarınızda size destek olan kimlerdi?<br />

Sayfa42


Doğrusunu söylemek gerekirse bu yolda çok<br />

sıkıntılı dönemler yaşadım ve gerçek anlamda bir<br />

destek göremedim; ailemden olsun, çevremden<br />

olsun… Çünkü kısıtlı imkanlar dahilinde inatla bu<br />

işi sürdürüyorsanız yanınızda destekçi bulmanız<br />

da o derecede zorlaşıyor ne yazık ki… Bazen<br />

anlaşılmadığımı bile düşünmüşümdür. Yine de<br />

tüm olumsuzluklara rağmen çizgi ve sanat aşkım<br />

içimde hiç sönmedi ve daha güçlenerek yoluma<br />

devam ettim.<br />

Bu çalışmalarınız da size köstek olmaya<br />

çalışanlar yolunuza çıkanlar oldu mu?..<br />

Elbette oldu… Her meslekte ya da sanat dalında<br />

bu tür insanlar mutlaka vardır. İyiye ve güzele<br />

tahammülü olmayan, kendileri üretimden yoksun<br />

olup üreten, çok çalışan kişilere acımasız eleştiri<br />

yöneltmekten çekinmeyenler, kendine rakip<br />

görenler, enerjinizi tüketenler… İlginçtir bu<br />

konuda en büyük sıkıntıyı hemcinslerim<br />

yaşatmıştır. Onlara tek cevabım da çok çalışarak<br />

başarılı olmayı düstur edinmek olmuştur. Çok<br />

çalışıp emek verdiğinizde başarı da kendiliğinden<br />

geliyor ve köstek olmaya çalışanların sesleri de<br />

kesilmiş oluyor. Çünkü bu tür insanlar genellikle<br />

çalışıp üretmekten aciz, sorumsuz ve amaçsız bir<br />

güruh arasından çıkıyor.<br />

Bu alanda bir eğitim aldınız mı?<br />

Bu konuda bir eğitim almadım. Karikatürün bir<br />

okulu yok. En büyük avantajım bu işe çok küçük<br />

yaşlarda başlayıp dönemin ustalarından eleştiri,<br />

yorum ve övgü alarak bugünlere gelebilmemdir.<br />

En büyük kazancım ustaların desteğidir.<br />

Türkiye’de karikatür sanatı hak ettiği yere<br />

ulaştı mı?<br />

Türkiye karikatür konusunda dünya çapında hatırı<br />

sayılır bir yere sahip. Yıllardır süre gelen büyük<br />

karikatür yarışması organizasyonlarına ev<br />

sahipliği yapıyor. Dünyanın dört bir yanından<br />

katılımlar artarak devam ediyor. Uluslararası<br />

alanda başarılı pek çok karikatürist mevcut. Ben<br />

de uluslararası karikatür arenasında yarışmacı ve<br />

jüri üyesi olarak sıklıkla yer alıyorum. Türkiye’de<br />

ve dünyada kadın çizerler arasında ilk akla gelen<br />

ve bilinen isimlerden olmak benim için büyük bir<br />

gurur kaynağıdır. Ulusal bazda ele almak<br />

gerekirse de karikatürün hak ettiği yere ulaştığını<br />

söylemem çok zor. Çünkü baskılarla ve yasaklarla<br />

özgürce fikirlerimizi kağıda ve çizgiye<br />

dökmemize izin verilmiyor. Ancak etliye sütlüye<br />

dokunmadığınız sürece var olabilirsiniz bir<br />

karikatürist olarak…<br />

Aldığınız ödüller nelerdir?<br />

Bugüne kadar ulusal ve uluslararası pek çok<br />

yarışmaya katıldım.<br />

Karikatür Yarışmalarında Derecelerim:<br />

1994 - Sinop Diyojen Karikatür Yarışması<br />

Cumhuriyet Gazetesi Ödülü<br />

1995 - Sinop Diyojen Karikatür Yarışması<br />

Karikatür Dergisi Ödülü<br />

1999 - Hümanist Sanatçıların Sesi Dergisi Özel<br />

Ödül<br />

2001 - Yeni Asır Gazetesi Karikatür Yarışması<br />

Mansiyon<br />

2002 - Tariş'in Sesi Karikatür Yarışması 2.lik<br />

Ödülü<br />

2010 - İzmir Buca Belediyesi Karikatür Yarışması<br />

Başarı Ödülü<br />

2011 - 4. Kıbrıs Aysergi Pulya Karikatür Festivali<br />

Digital Work Cartoonist Ödülü<br />

2017 - Turhan Selçuk Uluslararası Karikatür<br />

Yarışması Özel Ödül<br />

Yarışmalardan aldığım ödüller kadar ulusal ve<br />

uluslararası alanlarda bir kadın çizer olarak yer<br />

aldığım jüri üyelikleri de en güzel ödüllerim<br />

arasındadır.<br />

Jüri Üyeliklerim:<br />

2011 - Syria Cartoon Uluslararası Karikatür<br />

Yarışması<br />

2012 - Sinop Gerze Ulusal Karikatür Yarışması<br />

2013 - Sinop Ulusal Kütüphane Yarışması<br />

2014 - Aşkın Ayrancıoğlu / Seyit Saatçi<br />

Uluslararası Portre Karikatür Yarışması<br />

2015 - İzmir Bayraklı Belediyesi 1. Ulusal<br />

Karikatür Yarışması<br />

2016 - Norveç Toons Mag 1. Uluslararası<br />

Karikatür Yarışması<br />

2016 - Turhan Selçuk 6. Uluslararası Karikatür<br />

Yarışması<br />

2016 - İzmir Kuş Cennetini Koruma ve Geliştirme<br />

Birliği 7. Ulusal Karikatür Yarışması<br />

2017 - Kıbrıs 6. Uluslararası Zeytin Karikatürleri<br />

Yarışması<br />

2017 - Cartoon and Caricature Contest Women<br />

Education for Peace/syria2017<br />

<strong>2018</strong> - Don Quichotte 11. Uluslararası Çocuk<br />

Gelinler Karikatür Yarışması<br />

<strong>2018</strong> - Uluslararası Kocaeli Karikatür Yarışması<br />

Karikatür denince aklınıza ne geliyor<br />

Karikatür denince aklıma yaşamın ince detayları,<br />

ince çizgileri ve nüansları geliyor. Karikatür<br />

benim için bir yaşam biçimi, dünyaya açıldığım<br />

pencere, kendimi bulduğum bambaşka bir dünya.<br />

Sayfa43


İyi ki çiziyorum diyebildiğim en güzel uğraşım…<br />

Kendimi geliştirmeme ve yetiştirmeme vesile<br />

olmuş ayrıcalıklı bir sanat…<br />

Karikatür dışında bir başka sanat dalında<br />

yeteneğiniz çalışmalarınız var mı?..<br />

Edebiyatı çok seviyorum. Hikâye, şiir ve<br />

denemeler yazıyorum. Bugüne kadar pek çok<br />

dergi ve gazetede yayınlanan çalışmalarım oldu.<br />

Okul yıllarında resim yarışmalarının yanında<br />

özellikle kompozisyon yarışmalarında da hatırı<br />

sayılır derecelerim vardı. Seramik ve heykele de<br />

ilgi duyuyorum. Bir dönem heykel ve seramik<br />

çalışmalarına da ciddi şekilde zaman ayırıyordum,<br />

özellikle küçük objeler yapmayı seviyorum.<br />

Çeşitli malzemelerden yeni figürler ortaya<br />

çıkarmak da bana iyi bir terapi gibi geliyor. 1993-<br />

95 yılları arasında çalıştığım radyoda mizah<br />

programı için mizah öyküleri yazıp skeç tadında<br />

sunumlar yapıyordum.<br />

Sizin çalışmalarınızı nerelerde görebilir size<br />

nasıl ulaşabiliriz?<br />

Internetin ve teknolojinin nimetlerinden en çok bu<br />

konuda faydalandığımız bir gerçek. Sosyal<br />

medyada ve blogumda çalışmalarıma<br />

ulaşabilirsiniz.<br />

Son olarak neler eklemek istersiniz?<br />

Karikatüre yıllarını vermiş bir kadın çizer olarak<br />

ülkemizde sanatın ve sanatçının hak ettiği yerlerde<br />

olması en büyük temennilerim arasındadır. Ve<br />

kadın toplumda cinsiyetçi söylemler arasında<br />

ötelenmemeli, her işin üstesinden gelebileceği göz<br />

ardı edilmemelidir. Uzun yıllardır bunun<br />

mücadelesini veriyorum. Belki bu işte istikrarlı<br />

olabilmemin en büyük etkeni de buydu, hırslı ve<br />

üretim konusunda sınır tanımıyor oluşum…<br />

Ve sizlere bana bu imkânı verdiğinizi için çok<br />

teşekkür ediyor, çalışmalarınızda başarılar<br />

diliyorum.<br />

Sayfa44


Son Bahar/ Aynur İrşik<br />

Bir yaprak gibi düştü ömrüm takvimden<br />

Bugün de akşam oldu<br />

Ve gece her gün gelen yüzsüz misafirim<br />

Şimdi sabahı vaat ediyor<br />

Karşılığında yüzümde çizgiler<br />

Saçlarımda beyaz teller istiyor<br />

Olsun değmez mi?<br />

Kuşların ötüştüğü<br />

Tomurcukların çiçek açtığı<br />

Sehere uyanmaya<br />

Biliyorum kaybedeceğim sonunda<br />

Ah! İşte tam burasında tıkanıyorum yaşamın<br />

Kelimeler karmaşık, anlatamıyorum<br />

Siz anlayın!<br />

Belki de budur adım adım sona yaklaşmak<br />

Ve bir gün toprakla bütünleşmek için<br />

Bile isteye yaşamak…<br />

Sayfa45


ÇADIRINI KAP DA GEL<br />

SIFIR BÜTÇELİ<br />

3. SALİHLİ - <strong>SARDES</strong><br />

ULUSLARARASI DİONYSOS TİYATRO ŞENLİĞİ<br />

VE TİYATRO EĞİTİM KAMPI<br />

Birincisi 1-7 Haziran 2016 tarihinde Manisa ili, Salihli İlçesi Sardes Köyünde yapılan Dionysos Tiyatro<br />

Şenliği ve Eğitim Kampının İkincisi 1 - 9 Temmuz 2017 tarihlerinde yapıldı. Şenliğimizin Üçüncüsü 18 - 28<br />

Haziran <strong>2018</strong> tarihlerinde yapılacak.<br />

Gönüllülük esasında ücretsiz tiyatro atölyeleri yapabilecek akademik eğitim almış ve usta<br />

sanatdaslarimizin yapabilecekleri öneri ve katkı - katılımlarını bekliyoruz!<br />

Tiyatro sanatının doğduğu, Tiyatro kelimesinin ilk kullanıldığı, Tiyatro Tanrısı Dionysos’un yaşadığı<br />

mekanlara, Salihli Sardes’e, Dionysos Tiyatro Köyümüze davet ediyoruz” Şenliklerde eğitim ve tiyatro gösterileri<br />

yanı<br />

sıra,<br />

Salihli ve Sart Köyünü tiyatro etkinlikleri merkezi haline getirmek arzusu ile yıl içersinde 6 Tiyatro Şenliği ve<br />

etkinlikleri planlayarak en çok tiyatro etkinliği düzenleyen KÖY olmaya aday…<br />

Türkiye’nin 7 bölgesinden Belediye, Halk Eğitim, Dernek, Vakıf, Özel Tiyatrolarda Temel tiyatro eğitimi<br />

almış, sanatçı adayı olan herkesi<br />

Anket, katılım formu ve otobiyografiler gönderdikten sonra Sanat komisyonumuzun uygun göreceği en az 1 en<br />

fazla 10 kişi tiyatrosunu, Şehrini, Kurumunu temsilen seçilmeye devam edilmektedir.<br />

Sanatçı dayanışması sayesinde “Sıfır Bütçe” ile gerçekleştirilen olan şenlik süresince, Hiçbir Devlet<br />

kurumundan ve şahıslardan Maddi destek istenmiyor Ve vermek isteselerde kabul edilmiyor.<br />

Sayfa46


Tiyatro sanatçıları arasında birlik, beraberlik ve dayanışma örneğinin sergileneceği; Manisa’nın Salihli<br />

ilçesindeki Lidya Devletinin Başkenti olan Antik Sart-Sardes köyünde, Modern Tiyatro Sanatının doğduğu ve tüm<br />

dillerde söylenen tiyatro sözünün Etimolojik kökeni olan THEATRON kelimesinin ilk kullanıldığı yer;<br />

Neşe, Eğlence, Sanat - TİYATRO TANRISI ve antik dönemlerde tiyatro hamisi, Bitkilerin, Hayvanların,<br />

Öldükden sonra yeniden dirilişin tanrısı<br />

olarak da kabul edilen DİONYSOS’UN yaşadığı, Dionysos Ritüellerinin – Şenliklerin yapıldığı, topraklarda,<br />

Tumolos (Bozdağ) Dağı yamaçlarındaki Paktolos Çayı (Sartçayı) kenarında-mekanlarda 3. Salihli Sardes<br />

Uluslararası Dionysos Tiyatro Şenliği ve Tiyatro Eğitim Kampı 18-28 Haziran <strong>2018</strong> tarihinde yapılıyor.<br />

EĞİTİM TAKVİMİ Ön Başvurular Esasında 1 Haziran <strong>2018</strong> tarihinde bildiriliyor<br />

.<br />

Şenlik süresince masraflar dayanışma ile karşılayacaktır. Duyuru afiş, pankart, ulaşım, katılım belgeleri;<br />

kamp alanında çay-kahve-su, temizlik malzemeleri, atölye verecek hocaların atölye günlerinin kısmi yemek<br />

masraflarını karşılamak üzere katılımcılar günde 10 tl verecekler.<br />

Şenliğin destekçileri arasında olan Salihli Tiyatro Gönüllülük Hareketi, Ra Dionysos Tiyatro Evi, Saturder<br />

(Salihli Turizm Derneği), Sksm Sardes Kültür Sanat Merkezi, Salihli Fotoğraf Klubu, Sahoyder (Salihli Halk<br />

Oyunları Derneği), Salihli Sivil Toplum Kuruluşları, KETİB (Kıyı Ege ve Ege Tiyatrolar Birliği), Tiyatro<br />

Gazetesi, OYÇED (Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği), SANATAEVET Grubu, Türkiye Bağımsız<br />

Tiyatrolar Birliği..<br />

Sayfa47


TİYATRO GENEL SANAT YÖNETMENLERİ – USTALARA YÖNELİK<br />

HİZMET İÇİ EĞİTİM ATÖLYELERİ<br />

1. YÖNETMENLİK ATÖLYESİ – Saat : 10.00 - 13.00<br />

Eğitmen : FAİK ERTENER ( İst. Doğuş Üniversitesi Tiyatro Blm Başkanı)<br />

“Tiyatro Genel Sanat Yönetmenlerine” 3 Gün -Katılımcı Sayısı 15 kişi<br />

2. YAZARLIK ATÖLYESİ Saat : 16.00 - 19.00<br />

Eğitmen: Dramaturg FUSUN ATAMAN ( İzmir Dev. Tiyatro Dramaturgu-<br />

KIBRIS GAÜ GSF Tiyatro Bölümü Öğr.Grv ) - 2 Gün<br />

Katılımcı Sayısı 15 kişi<br />

3. ÇOCUK TİYATROSU YAZARLIĞI ATÖLYESİ - Saat : 16.00 - 19.00<br />

Eğitmen : Pedagog Dramaturg NURDAN ÖZGÜR<br />

1 Gün Katılımcı Sayısı en fazla 20 kişi<br />

4. CLOWN ATÖLYESİ - Saat : 10.00 – 13.00 - 16.00-19.00<br />

Eğitmen : HAKAN YAVAŞ (İstanbul Clown Okulu Kurucusu)<br />

İçimizdeki Clown- 6 Gün Eğitim - 1 Gün Uygulama - Performans Gösteri<br />

(TÜM GÜN) Katılımcı Sayısı en fazla 15 kişi -<br />

Eğitmen Katılım Ücreti 6 Gün İçin : 150 TL<br />

5. ÇOCUK TİYATROSU YÖNETMENLİĞİ ATÖLYESİ - 16.00 - 19.00<br />

“Tiyatro Genel Sanat Yönetmenlerine” - 2 Gün<br />

Eğitmen : Yrd. Doç. Dr. RASİM AŞIN - Katılımcı Sayısı en fazla 10 kişi<br />

6. RİTİM ATÖLYESİ : DİONYSOS RİTÜELLERİ - RİTİMDEN OYUNA<br />

Eğitmen : HAMİT DEMİR -<br />

16.00 - 19.00 Katılımcı 20 kişi<br />

OYUNCU VE OYUNCU ADAYI GENÇLERE YÖNELİK<br />

ÜCRETSİZ EĞİTİM ATÖLYELERİ<br />

7. SAHNE KOSTÜMÜ ATÖLYESİ - Saat 10.00 – 13.00 - 16.00 - 19.00<br />

Katılımcı Sayısı En Fazla 15 Kişi - 1 Gün Sabah - Akşam 6 Saat<br />

Eğitmen : Prof. Dr. SELDA KULLUK YELDELEN<br />

(İzmir 9 Eylül Ünv. GSF Öğretim Üyesi –Bölüm Bşk.)<br />

Sayfa48


8. YAZARLIK ATÖLYESİ - 10.00 – 13.00 - 16.00- 19.00 - 2 GÜN<br />

Eğitmen : DENİZ TURHAN HOTİC - Katılımcı Sayısı 20 Kişi<br />

9. OYUNCULUK ATÖLYELERİ 4 Farklı Eğitmen.- 4 farklı Ekip<br />

Saat : 10.00 - 13.00 - 16.00 – 19.00 - Katılımcı Sayısı en fazla 20 kişi<br />

3 Gün - Sabah -Akşam<br />

NAZİF USLU–TEMEL OYUNCULUK - Mask-Kara Tiyatrosu<br />

MEHMET TAMER UYAR - DOĞAÇLAMA OYUNCULUK<br />

Bursa Mudanya Tiyatrosu<br />

OYUNCULUK ve BEDEN İLİŞKİSİ ATÖLYESİ<br />

Eğitmen : CENGİZHAN SÜRÜCÜ – ( İstanbul Mimar Sinan Ünv.)<br />

10.00 - 13.00 - Katılımcı Sayısı En Fazla 20 Kişi<br />

YILMAZ ARIKAN İLE DENEYSEL OYUNCULUK ATÖLYESİ –<br />

Almanya Teatr 8 - Katılımcı Sayısı 20 kişi -<br />

Saat : 10.00 - 13.00 5 Gün Atölye 1 Gün Performans<br />

10. SOKAK TİYATROSU OYUNCULUĞU ATÖLYESİ<br />

Eğitmen : METİN GÜLER ( Tiyatro Eylül )<br />

2 Gün - Katılımcı Sayısı En Fazla 20 Kişi - Saat : 10.00 - 13.00<br />

11.. MASAL CANLANDIRMA ATÖLYESİ - Saat 16.00 -19.00<br />

Eğitmen : BİRCAN KUNAN GÜLER (Tiyatro Eylül – Yaratıcı Drama Lideri)<br />

12. YARATICI DRAMA YÖNTEMİ İLE ETKİLİ İLETİŞİM<br />

VE TAKIM ÇALIŞMASI ATÖLYESİ<br />

Eğitmen : M. SERDAR YAŞAR – Sosyolog / Yaratıcı Drama Eğitmeni<br />

Hedef kitle : 18 yaş üstü iletişimi ve takım çalışmasını önemseyen her birey.<br />

13. ÇOCUK TİYATROSU FELSEFESİ ATÖLYESİ<br />

Çocuk Tiyatrosu Ekiplerine – 1 gün- Saat 16.00 - 19.00<br />

Eğitmen : Yrd. Doç. Dr. RASİM AŞIN Katılımcı Sayısı en fazla 20 kişi<br />

14. DOĞAÇLAMA ATÖLYESİ Saat 16.00 - 19.00 -<br />

2 Gün Eğitmen : HAMİT DEMİR<br />

Katılımcı Sayısı en fazla 15 kişi<br />

15. YARATICI DRAMA ATÖLYESİ - Saat 17.00 - 19.00 KÖY ÇOCUKLARI İLE<br />

Drama lideri : SERAP DENİZLİ 1 Gün - 10-12 Yaş Grubuna<br />

Katılımcı Sayısı en fazla 15 Çocuk<br />

16. KÖY SEYİRLİK TİYATROSU ATÖLYESİ<br />

Kamp Katılımcıları ile Saat 16.00 - 19.00 - 1 Gün<br />

Sayfa49


Köylülerle Birlikte Forum Tiyatro Akşam Saat : 18.00 – 20.00 – 3 Gün<br />

Tema : Köy Hayatını Kolaylaştırmada Tiyatro Sanatından Faydalanma<br />

Atölye Lideri : KIMIZ BOZKIR ( Oyuncu – Yönetmen )<br />

( Ankara DTCF Tiyatro Bölüm Mezunu )<br />

17. SOKAK ve PERFORMANS SANATLARI ATÖLYESİ – 16.00 - 19.00<br />

1 Gün Eğitim – 1 Gün Uygulama-<br />

Atölye Eğitmeni : Pedagog ERDAL ÇOBAN- ( İzmir Kaldırım Kump. Gn. Sn. Yn. )<br />

18. ORTAOYUNU TİPLEMELERİ CANLANDIRMA ATÖLYESİ<br />

Eğitmen : ŞEKİP NOYANALPAN<br />

Kamp Katılımcıları ile Saat 16.00 - 19.00 - 1 Gün<br />

19- TAKIM ÇALIŞMASI VE MOTİVASYON ATÖLYESİ<br />

Eğitmen : ONUR AYAN (Balıkesir Sanat Merkezi )<br />

2 GÜN – SAAT 16.00 - 19.00 Katılımcı Sayısı : 15<br />

Farklı Adlarla Yeni Atölye Önermelerine Açığız…<br />

TİYATRO EĞİTİMLERİ 18-28 HAZİRAN <strong>2018</strong> tarihleri içinde<br />

Saat 10.00 - 13.00 – ve 16.00 - 19.00 arası yapılacaktır.<br />

Kahvaltı saatleri 08.00 - 09.45 arası - Öğle yemekleri : 13.15 – 14.15<br />

Akşam yemekleri : 19.30 – 20.30 arası<br />

Öğlen 14.00 - 15.45 arasında yemek sonrası dinlenme-öğlen uykusu yapılabilir.<br />

Akşamları saat 21.30 dan itibaren Kamp alanı taş sahnede, her gün şiir, müzik, doğaçlama<br />

performans gösterileri yapılacak ..<br />

Aynı saatlerde köy içi mahallelerinde - Sart köy meydanlarında gece gösterileri –<br />

performansları yapılacaktır...<br />

ŞENLİK KOORDİNATÖRÜ : Yrd.Doç. Dr. RASİM AŞIN<br />

İLETİŞİM : 0551 407 15 25 oyunrasimasin@hotmailcom<br />

Sayfa50


Sayfa51


Sayfa52


Sayfa53

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!