You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
2018 | SAYI <strong>11</strong><br />
ÜCRETSİZDİR<br />
CVSAIR BÜLTENİ<br />
3 AYDA BİR YAYINLANIR<br />
LİKYA YOLU<br />
GEZI: JAPONYA<br />
ATTİLA<br />
İLHAN<br />
ARA GÜLER<br />
HOLOGRAM
VENTILATION<br />
TECHNIC<br />
Kaliteli Mühendislik, Uzman Teknik Yapı,<br />
Üretici Firma, Global Satış Ağı, Son Teknoloji Üretim,<br />
Genç ve Dinamik Profesyonel Ekip<br />
www.cvsair.com.tr<br />
216<br />
417 12 48<br />
/cvsairtr
1<br />
Cvsair Bülteni Vecihi<br />
Türkiye’nin Adaları 10<br />
İçindekiler<br />
SAYI <strong>11</strong> - 2018<br />
SAHİBİ<br />
CVS HAVALANDIRMA SİSTEMLERİ<br />
SAN. TİC. A.Ş ADINA<br />
Tolga YOLCU<br />
YAYIN KURULU<br />
Ahmet KESKİN<br />
Erol BERK<br />
SORUMLU YAZI İŞLERİ<br />
DEKO MEDYA A.Ş.<br />
info@dekomedya.com<br />
YÖNETİM YERİ<br />
Ördekçioğlu Binası,<br />
Orta Mahalle Tevfik İleri Caddesi<br />
No:32/1 Pendik İstanbul<br />
Hologram<br />
42<br />
Likya Yolu<br />
14<br />
Seyahat:<br />
Japonya<br />
18<br />
YAYINA HAZIRLIK<br />
DEKO MEDYA A.Ş.<br />
Cihannuma Mah. İsmailiye Sok.<br />
No:7 D:7 34353 Beşiktaş, İstanbul<br />
Tel: 0212 327 50 40<br />
Orhan Kemal: Cemile<br />
38<br />
BASKI YERİ<br />
BKN GRAFİK<br />
Yüzyıl Mah. Mas-Sit Matbaacılar Sitesi<br />
5. Cad. A Blok No: 303<br />
Bağcılar, İSTANBUL<br />
0212 430 60 30<br />
Dergide yer alan makalelerdeki fikirler<br />
yazarlarına aittir.<br />
Yazılar kaynak gösterilerek yayınlanabilir.<br />
Ara Güler<br />
22<br />
Vecihi Cvsair’in şirket içi bültenidir.<br />
Ücretsizdir, para ile satılmaz.<br />
34<br />
İbrahim Çallı<br />
Fotoğraf:<br />
Tarık Kara<br />
28
Cvsair Ventilation Technic / linkedin
3<br />
Kış geldi.<br />
Suya acıkmış toprağın özlemi dinmek üzere. Bitkiler görevlerini tamamlayıp,<br />
yavrularını toprağın kucağına yatırdı. Hayvanlar inlerine<br />
çekildi. Tabiat, iç sesini dinlemek, tazelenmek için sessizliğe büründü.<br />
Kış geldi.<br />
İnsan üşüdü. İçine çekilip ısınmaya, orada bir şeyler bulmaya çalıştı.<br />
Üşüyen bedeni miydi yoksa ruhu mu? Bunu sordu, şair oldu, yoruldu.<br />
“İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur<br />
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan…”<br />
dedi Attilâ İlhan. Bütün bu şaşaanın, debdebenin içinde kayboldu<br />
insan. Asıl soruyu sormayı unuttu. Yorulan bedeni miydi yoksa ruhu<br />
mu? Şair sordu, şiir oldu.<br />
Bu güzel şair mevsiminde sizlere Attilâ İlhan’ı anlattık. Yaşamı, fikirleri,<br />
yazın alanındaki başarılarıyla yaşadığı döneme damgasını vuran,<br />
değerli şairimiz içinizi ısıtsın istedik. Şimdi battaniyenin altına girip<br />
okuma ve ısınma zamanı. Vecihi, sizi içinize doğru bir yolculuğa çıkarmaya<br />
hazırlanıyor, kemerlerinizi çözün, hevesinize sarılın yeter.<br />
Hevessiz hayat neye yarar...
ATTİLA İLHAN<br />
Attila<br />
İlhan
5<br />
ŞAIR, ROMANCI, GAZETECI, SENARIST, DENEME<br />
YAZARI, DÜŞÜNÜR, ELEŞTIRMEN ATTILA HAMDI<br />
İLHAN 15 HAZIRAN 1925’TE İZMIR’IN MENEMEN<br />
ILÇESINDE DOĞDU. BABASI BEDRETTIN BEY<br />
OSMANLI’NIN SON DÖNEMINDE YETIŞEN BIR<br />
SAVCI, ANNESI MEMNUNE HANIM, RÜŞTIYE<br />
TAHSILLI BIR KADINDI. BABASININ MESLEĞI<br />
GEREĞI KÜÇÜK YAŞTA PEK ÇOK ŞEHIR GEZDI.<br />
ERGENLİK çağını İkinci Dünya Savaşı’nın baskı ve zorlukları<br />
altında geçirdi. O dönemler yasaklı olan Nazım<br />
Hikmet’in şiirleri kulaktan kulağa yayılıyor, Attila İlhan<br />
da bunlara kayıtsız kalmayıp okuyordu. 16 yaşında lise<br />
birinci sınıf öğrencisiyken, hoşlandığı kıza yazdığı bir<br />
mektubunda Nazım Hikmet şiirlerinden birini yazınca<br />
sıkıntılar peş peşe geldi. Okulun disiplin kurulunda<br />
başlayan takibat mahkemeye kadar taşındı. 1941<br />
Şubat’ında komünizm propagandası yapmak suçuyla<br />
tutuklandı. Üç hafta gözaltında kaldı, iki ay hapiste<br />
yattı. Okulla ilişiği kesilen İlhan’a, Türkiye’de herhangi<br />
başka bir okulda da okuyamayacağı tebliğ edildi. Babasının<br />
uzun süren hukuk mücadelesi sonucunda bu<br />
karar 1944 yılında, Danıştay tarafından bozuldu. Hemen<br />
akabinde İstanbul Işık Lisesi’nde eğitim hayatına<br />
tekrar başladı.<br />
Attila İlhan bu dönemde toplumcu şiir denemeleri<br />
An gelir<br />
Paldır küldür yıkılır bulutlar<br />
Gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet<br />
O eski heyecan ölür<br />
An gelir biter muhabbet<br />
Çalgılar susar heves kalmaz<br />
şatârâbân ölür<br />
Şarabın gazabından kork<br />
Çünkü fena kırmızıdır<br />
Kan tutar / tutan ölür<br />
Sokaklar kuşatılmış<br />
Karakollar taranır<br />
Yağmurda bir militan ölür<br />
An gelir<br />
Ömrünün hırsızıdır<br />
Her ölen pişman ölür<br />
Hep yanlış anlaşılmıştır<br />
Hayalleri yasaklanmış<br />
An gelir şimşek yalar<br />
Masmavi dehşetiyle siyaset meydanını<br />
Direkler çatırdar yalnızlıktan<br />
Sehpada Pir Sultan ölür<br />
Son umut kırılmıştır<br />
Kaf Dağı’nın ardındaki<br />
Ne selam artık ne sabah<br />
Kimseler bilmez neredeler<br />
Namlı masal sevdalıları<br />
Evvel zaman içinde<br />
Kalbur saman ölür<br />
Kubbelerde uğuldar bâkî<br />
Çeşmelerden akar Sinan<br />
An gelir<br />
-Lâ ilâhe illallah-<br />
Kanunî Süleyman ölür<br />
Görünmez bir mezarlıktır zaman<br />
Şairler dolaşır saf saf<br />
Tenhalarında şiir söyleyerek<br />
Kim duysa / korkudan ölür<br />
-tahrip gücü yüksek-<br />
Saatli bir bombadır patlar<br />
An gelir<br />
Attila ölür
ATTİLA İLHAN<br />
ve romanlar yazıyordu. Amcası, yazdığı şiirlerin ustaca<br />
olduğunu düşünüyor ve kendisinin bunları yayınlamaktan<br />
kaçınmasına anlam veremiyordu. 1946 yılında<br />
Cebbaroğlu Mehemmed şiiri amcası tarafından CHP<br />
Şiir Armağanı’na gönderildi ve bu yarışmada pek çok<br />
şairi geride bırakarak ikinci oldu. Yarışmada birinci Cahit<br />
Sıtkı Tarancı, üçüncü ise Fazıl Hüsnü Dağlarca oldu.<br />
Bir anda edebiyat çevrelerinde konuşulmaya başlayan<br />
İlhan, 21 yaşında olmasına rağmen bilgi birikimiyle<br />
tanıştığı herkesi kendisine hayran bırakıyordu. İlk şiir<br />
kitabı Duvar 1948’de kendi imkânlarıyla yayınlandı.<br />
Lise hayatının ardından İstanbul Üniversitesi Hukuk<br />
Fakültesi’ne kaydoldu. Bu yıllarda toplumcu kesimlerin<br />
en büyük mücadelesi Nazım Hikmet’i özgürlüğüne<br />
kavuşturmaktı. Sadece yurt içinde değil yurt dışında<br />
da faaliyetler yapılarak bu amaç gerçekleştirilmeye<br />
çalışılıyordu. O sıralar üniversite öğrencisi olan İlhan,<br />
1950 yılında Nazım’ı Kurtarma Hareketi çerçevesinde<br />
Paris’e gitti. Paris’te kaldığı sürede Fransız toplumuna<br />
ve çevresindeki insanlara dair gözlem yapma imkânı<br />
buldu. Bu gözlemler daha sonraki eserlerinde yer alan<br />
karakter ve olaylara temel oluşturdu. Türkiye’ye döndükten<br />
sonra polisle başı sık sık derde girdi. Dönemin<br />
polis merkezi Sansaryan Han’a sık sık uğruyor, burada<br />
ölüm, tehlike, gerilim temalarını işlediği eserlerinin<br />
malzemelerini çıkarıyordu.<br />
1951’de Gerçek gazetesinde yayınlanan bir yazısından<br />
dolayı tekrar soruşturmaya uğrayınca Paris’e gitti.<br />
Bu seyahatte Fransızca, Marksizm ve sinema gibi konularda<br />
kendisini geliştirerek döndü. 1953 yılında Vatan<br />
Gazetesi’nde sinema eleştirileri yazmaya başladı. Aynı<br />
yıl ilk romanı Sokaktaki Adam’ı yayınladı. Kitapta, Türkiye’deki<br />
batılılaşma uğruna toplumdan kopan kişilerin<br />
bocalamalarını işledi.<br />
Fikirlerini berrak bir şekilde dolaysız ifade etmesi,<br />
kararlılığı ve alışılmışın dışındaki düşünceleriyle,<br />
karşılaştığı insanları kısa sürede etkisi altına alıyordu.<br />
Beyoğlu Baylan Pastanesi’ndeki sohbetlerde konuşulanlar<br />
artık aydın çevrelerinin gündemini belirlemeye<br />
başlamıştı. Toplumun sorunlarını merkez alan,<br />
Atatürk’ün şekillendirdiği modern cumhuriyete sahip<br />
çıkan, sosyal realizm dediği bir ideolojiye sahipti.<br />
Romanlarının çoğunluğunu bu ideoloji çerçevesinde<br />
ortaya çıkardı. 1950’li yıllarda toplumcu sinemayı şekillendirmek<br />
üzerine düşündü ve Ali Kaptanoğlu imzasıyla<br />
birçok senaryoya imza attı.<br />
1957 yılında Erzincan’da askerlik görevini tamamladıktan<br />
sonra 1960’da Paris’e döndü. Bu dönemde Sosyalizm<br />
ve televizyonculuğu inceledi. Babasının vefatı<br />
ile İzmir’e annesinin yanına yerleşen İlhan, Demokrat<br />
İzmir Gazetesi başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini<br />
yaptı. Yine bu dönemde Bıçağın Ucu şiir kitabı<br />
yayımlandı. 1968 yılında Biket İlhan ile evlendi.<br />
1970’lere gelindiğinde tekrar yollara düştü ve Ankara’ya<br />
geldi. Gelişmekte olan televizyonculuğa da el<br />
atan Attila İlhan Türkiye’nin ilk söyleşi programı olan<br />
Çalar Saat’i hazırlayıp sundu. Ankara televizyonu drama<br />
ekibiyle de burada tanıştı ve Kartallar Yüksek Uçar,<br />
Sekiz Sütuna Manşet, Yarın Artık Bugündür ve Yıldızlar<br />
Gece Büyür dizilerinin senaryolarını yazdı. Bu dizilerde
7<br />
yapmakla ülkenin geçirdiği bir demokratik devrimi<br />
hiçe saydığını, böyle toplumsal bir olayı hiçe sayarak<br />
sosyalist bir dönüşümü hiçbir toplumsal kökene<br />
oturtamayacağını unutur.<br />
burjuvazinin gelişimini, bu gelişimden kaynaklı çıkar<br />
çatışmalarını ele aldı. Bu dönemde Bıçağın Ucu, Yaraya<br />
Tuz Basmak, Fena Halde Leman ve Dersaadet’te Sabah<br />
Ezanları eserleriyle Türk siyasal ve toplumsal tarihini<br />
toplumcu bir bakışla irdeledi. 70’lerde yayınladığı<br />
‘Hangi’ başlıklı deneme dizisiyle siyasi ve sosyal birçok<br />
konuyu kuralların dışına çıkarak eleştirip açıklamıştır.<br />
1981 yılında İstanbul’a dönen İlhan günlük gazetelerde<br />
yazılar yazdı ve televizyon programlarını devam<br />
ettirdi. Attila İlhan ilk kalp krizini 1985 yılında geçirdi<br />
ve bundan sonra kardiyolojik problemlerle uğraştı. 10<br />
Ekim 2005’te İstanbul’daki evinde ikinci kalp krizini<br />
geçirerek hayata gözlerini yumdu. Arkasında sayısız<br />
şiir, roman, deneme bırakan İlhan aldığı ödüllerle ve<br />
adına kurulan Attila İlhan Bilim Sanat Kültür Vakfı ile<br />
varlığını sürdürmektedir.<br />
ATTİLA İLHAN’IN GÖZÜNDEN<br />
ATATÜRK VE ATATÜRKÇÜLÜK<br />
Attila İlhan Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü doğru anlamak<br />
için çok çabaladı. Çünkü kendisine göre Türkiye’de<br />
Atatürk anlatılmıyordu. Bunun da ötesinde bile isteye<br />
yanlış anlatılıyordu. Bu konuyla ilgili Mustafa ve Ahmet<br />
karakterleri üzerinden verdiği örnekle insanların nasıl<br />
yanlış anlamaya sevk edildiğini anlatır:<br />
- “Söz gelişi Mustafa, bıçak gibi keskin bir toplumcu<br />
olduğunu söyler. Mustafa Kemal’i tanımaz, bunu<br />
Sözgelişi Ahmet, açıkça söylemez ama biliyorum gizliden<br />
gizliye şeriatçıdır, en azından tutucu, Türkiye’nin<br />
keferenin tasallutundan kurtarılmasını diler de, bu işi<br />
savaşarak yapan Mustafa Kemal’i hesaba katmaz, buna<br />
karşın Alman emperyalizmini memleketin harim-i ismetine<br />
sokan Abdülhamid’i ve önemini abartır. Neden<br />
hep aynı neden, sağcısı da solcusu da, gerçekte şu son<br />
otuz yıllık iktidarların muhalifidirler, oysa şu son otuz<br />
yıllık iktidarlar, Mustafa Kemal’in devrimini yozlaştıra<br />
yozlaştıra sistemin denetiminde Filipin demokrasisi<br />
kılığına sokmuş ama bunu Atatürkçülük etiketi altında<br />
yapmışlardır. Bu da giderek Atatürk’e karşı olunmasını<br />
olağanlaştırır.”<br />
İlhan aslında hiçbir siyasi düşünceye kızmamaktadır.<br />
Onun eleştirileri toplum içindir. Ona göre Atatürk’ü çekiştirenler<br />
sağcı veya solcular değil, Atatürk’e düşmanlığı<br />
olan kimselerdir.<br />
- “Türkiye’de sağın da solun da Mustafa Kemal’e bakışı<br />
nesnel gerçeklere, tarihsel verilere değil kuyruk<br />
acısına dayanıyor”<br />
Günümüzde Mustafa Kemal’i batı yandaşı olarak gösterenlerin<br />
kendi amaçları doğrultusunda onu kullanmak<br />
istediklerini söyleyen İlhan, bunu şöyle anlatıyor:<br />
- “Mustafa Kemal paşa batıcıları ne yaptı biliyor musunuz,<br />
bir güzel astı! Batı yandaşlığı Mustafa Kemal’in<br />
yoluymuş, halt etmişler.”<br />
- “Atatürkçülük dendi mi, herkes aslan kesiliyor ama
ATTİLA İLHAN<br />
Mustafa Kemal’in ekonomik bağımsızlık, sanayileşme,<br />
bağımsızlık ve özgürlük konularında söylemiş<br />
oldukları kimsenin kafasını kurcalamıyor”<br />
- “Mustafa Kemal Paşa’nın istiklalden neyi anladığını<br />
da hatırlamalıyız, hatırlamalısınız. Tam istiklal denildiği<br />
zaman, tabii, siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri,<br />
kültürel, vs. her hususta tam istiklal, tam serbestlik<br />
denilmektedir. Bu saydıklarımın herhangi birinde<br />
istiklalden mahrumiyet, millet ve memleketin hakiki<br />
manasıyla bütün istiklalinden mahrumiyeti demektir.’”<br />
- “Çok sahip çıkar göründükleri Atatürkçülük, gerçek<br />
anlamda ele alınır, yozlaştırılmazsa, hiç şaka kaldırmıyor.<br />
Tam bağımsızlıktan yanadır, tam bağımsızlığın<br />
bölünmez bir bütün olduğuna inanmaktadır.”<br />
- “Hangisi Atatürkçüyüm diye bangır bangır bağırarak,<br />
topraklarımızda yabancılara üs verdi? Hangisi<br />
ikili anlaşmalar yaparak, bölünmez bir bütün olan<br />
bağımsızlığımızı, parçalara bölüp zedeledi? Hangisi<br />
milli ordumuzu yabancıların iradesine bağlı kıldı?<br />
Hangisi ekonomimizi, yabancı ekonomilerin ve güçlerin<br />
arzu ve iradesine uygun bir gelişmeye sürükledi?<br />
Hangisi hala bu ödünleri Atatürkçülük adına<br />
utanmadan savunuyor, sürdüreceğini ilan ediyor?<br />
Hangisi son vereceğini, gerçek anlamda bir Kuva-yı<br />
Milliye ve Müdafaa-i Hukuk Mustafa Kemalciliğine<br />
döneceğini söyleyebiliyor?”<br />
İlhan, Atatürkçülüğü unutturmak, çizgisini değiştirmek<br />
isteyenlerin yeni buluşunun Kemalizm olduğunu<br />
söylüyor. Bu Kemalist deyişinin ortaya çıkmasını da<br />
anlatıyor:<br />
- “Çünkü o, Atatürkçü’den farklıdır. Adını 20’li yılların<br />
(ateş, barut ve kan) emperyalist öfkesinden almıştı;<br />
o Müdafa-i Hukuk mücahididir ki aynı zamanda<br />
Türkçü ve antiemperyalist, Bolşeviklerle de dosttur,<br />
onlara ecnebi ajanslar, Kemalist diyor, ‘Kemal’in<br />
adamları’ anlamına. Atatürkçü deyimi, bir kere Gazi<br />
Mustafa Kemal Paşa, Atatürk olduktan, daha ilginci<br />
ebediyete intikal ettikten sonra ortaya atılmıştır.”<br />
Attila İlhan’a göre Mustafa Kemal, emperyalizme başkaldırıyor.<br />
Tam bağımsız bir ülke hayal ediyor ve bunun<br />
için çabalıyor. Sadece kendi ülkesi için de değil, ezilen<br />
ve sömürgeleştirilen bütün ülkelerin umudu oluyor.<br />
Atatürk’ün, “Şark’tan şimdi doğacak olan güneşe bakınız.<br />
Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan<br />
bütün Şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum.<br />
İstiklal ve hürriyetlerine kavuşacak olan çok kardeş<br />
millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki<br />
terakkiye ve refaha müteveccih olacaktır. Bu milletler<br />
bütün güçlüklere ve bütün manilere rağmen muzaffer<br />
olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbale ulaşacaklardır.<br />
Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok<br />
olacak ve yerlerinde milletler arasında hiçbir renk, din<br />
ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı<br />
hâkim olacaktır.” sözü, bize bu konuda referans oluyor.<br />
Bunun kolay bir şey olmadığını biliyoruz. İlhan bunu<br />
şöyle anlatıyor:
9<br />
- “Siz Osmanlı ülkesinde, milli kararlara dayanmak,<br />
meşruluğu bunda aramak ne demektir bilir misiniz?<br />
Padişahı ve halifeyi silmek, hiçe saymak demektir!<br />
Mustafa Kemal, Amasya Tamimi’nden itibaren, Osmanlı<br />
meşruluğunu reddetmiş, tarihsel meşruluğu<br />
önemsemiştir. Buysa, ihtilalin ta kendisidir”<br />
Her fırsatta doğru bildiğini anlatan, araştıran Atilla İlhan,<br />
Atatürk konusundaki araştırmalarının başlangıcını<br />
da yaşadığı bir olayla anlatıyor:<br />
- “Beni bu işe sardıran, bilir misiniz ki, FKP üyesi bir<br />
Fransız arkadaşımdır. Bir akşam, St-Michel Bulvarı’nda<br />
otobüslerin fren lambaları kırmızı kırmızı parıldarken,<br />
sizin diyor, devrimci bir lideriniz olacak, adı neydi<br />
onun, Mustafa Kemal mi, nedir tutumu, Sun Yat-sen’e<br />
göre nereye koyabilirsin, sağa mı sola mı? Ana ilkeleri<br />
nelerdir? Donakaldığımı hatırlıyorum. Söyleyebileceğim<br />
son derece genel, handiyse anlamsız şeyler. 19<br />
Mayıs 1919’da Samsun’a ayakbastı, memleketi düşmanlardan<br />
kurtardı, falan filan. Bir anda, bu delikanlıyla<br />
‘Gotha Programı’nın Eleştirisi’ ya da ‘Tarihsel Şiddetin<br />
Rolü’ üzerinde takır takır tartışabildiğimi, oysa<br />
onun bana ülkem, ülkemin devrimci lideri konusunda<br />
sorduklarını cevaplamakta aciz ve çaresiz kaldığımı<br />
görüp utanıyorum.”<br />
Attila İlhan öğrenmemizi söylüyor. Ondan bundan değil,<br />
Atatürk’ün kendisinden öğrenmemizi istiyor. Sağdan<br />
veya soldan değil de gerçekten ne yapıldığına bakılması<br />
gerektiğini söylüyor. Sevelim veya sevmeyelim gerçekleri<br />
öğrenmezsek her hâlükârda yanılacağımızı görüyor<br />
ve ekliyor:<br />
- “Mustafa Kemal’in en büyük talihsizliği, onu savunmaya<br />
kalkışanların yanlış adamlar olmasıdır.”<br />
ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ<br />
Gözlerin gözlerime değince<br />
Felâketim olurdu ağlardım<br />
Beni sevmiyordun bilirdim<br />
Bir sevdiğin vardı duyardım<br />
Çöp gibi bir oğlan ipince<br />
Hayırsızın biriydi fikrimce<br />
Ne vakit karşımda görsem<br />
Öldüreceğimden korkardım<br />
Felâketim olurdu ağlardım<br />
Ne vakit maçka’dan geçsem<br />
Limanda hep gemiler olurdu<br />
Ağaçlar kuş gibi gülerdi<br />
Bir rüzgâr aklımı alırdı<br />
Sessizce bir cıgara yakardın<br />
Parmaklarımın ucunu yakardın<br />
Kirpiklerini eğerdin bakardın<br />
Üşürdüm içim ürperirdi<br />
Felâketim olurdu ağlardım<br />
Akşamlar bir roman gibi biterdi<br />
Jezabel kan içinde yatardı<br />
Limandan bir gemi giderdi<br />
Sen kalkıp ona giderdin<br />
Benzin mum gibi giderdin<br />
Sabaha kadar kalırdın<br />
Hayırsızın biriydi fikrimce<br />
Güldü mü cenazeye benzerdi<br />
Hele seni kollarına aldı mı<br />
Felâketim olurdu ağlardım<br />
Attila İlhan
TÜRKİYE’NİN BİLİNMEYEN ADALARI<br />
TÜRKİYE’NİN ADALARI<br />
Üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkemizin, her tarafı<br />
küçük adalarla doludur... Türkiye’de <strong>11</strong> ilin sınırları<br />
içinde toplamda 500 ada bulunuyor. Pek azını bildiğimiz<br />
bu adaların, hiç bilmediğimiz yönleri ve ilginç<br />
hikayeleri de bir o kadar fazla.
<strong>11</strong><br />
GÖKÇEADA<br />
ÇANAKKALE’NIN ilçesi olan, hemen her coğrafi özellikten<br />
birini barındıran bir ada, Gökçeada. Vadi, orman, kumsal, tuz<br />
gölü, gölet, baraj, şelale, zeytinlikler, bağlar içinde bulundurduğu<br />
oluşumlardan birkaçı.<br />
Homeros, İlyada Destanı’nda deniz tanrısı Poseidon’un ülkesi<br />
İmroz’u Güney Ege’de tarif eder. Tarif edilen yer Gökçeada<br />
ve Semendirek Adası’nın arası olarak biliniyor. Bu coğrafya<br />
mitolojideki çoğu efsanenin geçtiği yerdir. 1. Dünya Savaşı<br />
sırasında Yavuz zırhlısının iki İngiliz gemisini batırdığı yer<br />
olan Kuzu Limanı da İmroz’un kuzeyinde yer alıyor.<br />
<strong>11</strong> ay sessizliğin esir aldığı ada ağustos ayında canlanıyor.<br />
Her yıl aynı zamanda düzenlenen Meryem Ana Şenliği, İstanbul<br />
ve Atina’dan gelenlerin yanı sıra Avusturalya, Brezilya,<br />
Amerika, Kanada ve diğer uzak ülkelerde yaşayan İmrozlu’ları<br />
buluşturuyor.<br />
Gökçeada’da tarım arazilerinin kontrolünün kolay olmasından<br />
ve yıllardır kimyasal ilaç ve gübrelerin kullanılmamış<br />
olmasından kaynaklı, organik tarıma geçiş kolay olmuş. Adada<br />
süt, biber salçası, peynir, kekik balı, yoğurt, sebze, meyve,<br />
reçel ve nar ekşisi organik olarak üretiliyor.<br />
Gökçeada’da bulunan Tepeköy, adanın su gereksinimini<br />
karşılayan Zeytinli Barajı’nın yanında bulunuyor. Barbaros<br />
Hayrettin Paşa 1538 Preveze Savaşı’ndan dönerken fırtınadan<br />
dolayı Tepeköy’ün altındaki bir koya sığınır. Barbaros’un<br />
gözdelerinden Kalyopi bu sığınma esnasında ölür. Cenaze<br />
kendi gelenekleriyle gömülmek için Tepeköy’e getirilir ve<br />
köy halkı da büyük bir coşkuyla bu törene katılır. Köylünün<br />
göstermiş olduğu ilgiden çok memnun olan Barbaros İstanbul’a<br />
döndüğünde, Kanuni Sultan Süleyman’dan İmroz halkını<br />
ödüllendirmesini ister. Kanuni de adayı vergiden muaf ilan<br />
eder. Vergiden muaf olan ada halkı çok sevinir ve Kalyopi’yi<br />
aziz mertebesine yükseltir. Tepeköy’deki Aya Kalyopi Manastırı<br />
da onun adına halk tarafından inşa edilir. Yazar Azra Erhat<br />
1962 yılında Tepeköy’ü ‘O akşam tek başıma Tepeköy’e çıktım,<br />
gün batışını görmeye. Evet, bir köy ama bizde eşine rastlanmayan<br />
bir köy; düzenli, temiz, topaç gibi çocukları, pembe<br />
beyaz tavukları besili... Kolunda bir mandolinle bir delikanlı,<br />
yanındaki kızla şakalaşarak tırmanıyor yokuşu. Kadınlar oturmuş<br />
nakış işliyorlar, örgü örüyorlar, şarkı söylüyorlardı. Rumca<br />
da Türkçe de ne güzel türkü okuyordu bu kadınlar... Gökçeada<br />
mutlu bir ada, ilkokul metinlerinde boyuna övülen ama<br />
dünyanın neresinde bulunduğu pek belli olmayan Mutlular<br />
Adası’ diye anlatıyor.<br />
Gökçeada, dünyanın ilk ve tek sakin (Cittaslow) adası olma<br />
özelliğine sahiptir. Cittaslow (Sakin şehir) organizasyonu,<br />
küreselleşmenin şehirlerin dokusunu, sakinlerini ve yaşam<br />
biçimini standartlaştırmasını ve yerel özelliklerini ortadan<br />
kaldırmasını engellemek için ortaya çıkmış bir kentler birliğidir.<br />
20<strong>11</strong> yılında Cittaslow unvanı kazanan İmroz’un Aydıncık<br />
Plajı sörf tutkunlarının vazgeçilmez adresi. Çünkü plaj,<br />
güney kıyısında olmasına rağmen kuzeyden esen rüzgârları<br />
hiçbir engel olmadan alıyor. Kefaloz körfezinden esen kuzey<br />
rüzgârları, Tuz Gölü’nün yüksek olmaması nedeniyle, burada<br />
oluşan koridor etkisiyle de kuvvetlenerek güneye esiyor. Bu<br />
da sörf için ideal, rüzgârlı ama dalgasız bir deniz oluşturuyor.<br />
Tarihi M.Ö. 2000’lere dayanan, her yıl farklı ülkelerden gelen<br />
birçok Hristiyan’ı ağırlayan, yabancı ve yerli sörfçülere<br />
yılda 300 gün sörf yapma imkânı sunan, Türkiye’nin en büyük<br />
ve dünyanın en sakin adası Gökçeada, size de saklı güzelliklerini<br />
açmakta imtina etmeyecektir.<br />
‘Denizin diplerinde, uçurumlarda,<br />
Tenedos’la kayalık İmroz arasında,<br />
Bir mağara vardır; geniş, kocaman.<br />
Dinlendirirdi orada atlarını Poseidon; yeri sarsan’
TÜRKİYE’NİN BİLİNMEYEN ADALARI<br />
SEDİR ADASI<br />
Sedir Adası Muğla’nın Ula ilçesine bağlı bir müze<br />
ada. Adaya girmek ve yüzmek için müze giriş ücreti<br />
ödemek gerekiyor. Yüzdükten sonra da görevliler eşliğinde<br />
çıkmanıza izin veriliyor. Bu kadar korunan şey<br />
ise adanın altın sarısı, ince kumları.<br />
Kumların hikâyesi plaja ismini veren Kleopatra’dan<br />
geliyor. Rivayete göre Mısır Kraliçesi Kleopatra ve sevgilisi<br />
Roma’lı Komutan Antonius adada sık sık buluşup<br />
yüzmektedir. Adada bulunan bu parlak kumların,<br />
Mısır’dan Kleopatra için getirildiği söylenir. Adanın<br />
kuzey kıyısında bulunan kumlar, özel biçimde oluşan<br />
kalker damlacıklarıdır. Ege ve Akdeniz’de Sedir Adası<br />
dışında sadece Girit Adası’nda görülür. Ada ve özel jeolojik<br />
oluşumlar sonucu var olan ve giderek azalan bu<br />
kumlar, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma<br />
Kanunu gereği koruma altına alınmıştır.<br />
Sedir Adası’nın ismi, ilk çağlarda Cedrae olarak<br />
bilinmektedir. Kelimenin kökü Cedrus kelimesine<br />
dayanmaktadır. Cedrus, büyük boylara ulaşan bir ağaç<br />
türü olan sedir ağacıdır. Asırlar önce adanın çevresini<br />
bu ağaçların çevirdiği düşünülüyor.<br />
Adada düzgün kesme taştan kuleler ve sur duvarları,<br />
Apollon tapınağı ve onun üzerine sonradan yapılan<br />
bir kilise ve iyi korunmuş bir tiyatro mevcut. Ayrıca bir<br />
de agora mevcut ve burada Apollon onuruna atletizm<br />
festivallerinin düzenlendiği biliniyor. Boncuk Koyu ve<br />
Karaburun arasındaki bölge kum köpekbalıklarının<br />
üreme ve izleme bölgesi. Sedir Adası, tarihi kalıntıları<br />
ve doğasıyla başınızı döndürecek bir durak olarak<br />
görülmeyi bekliyor.
13<br />
AXIAL FANS<br />
AXIAL FAN ART
LİKYA YOLU
15<br />
LİKYA YOLU<br />
YAKLAŞIK 535 KM’LIK YÜRÜYÜŞ YOLUYLA DÜNYANIN EN POPÜLER 10 YOLUNDAN<br />
BIRISI LIKYA YOLU. PEKI, BU YOLU OLUŞTURAN VE ONA ADINI VEREN, DÜNYANIN<br />
ILK BIRLEŞIK CUMHURIYETI OLMA UNVANINA SAHIP LIKYALILAR KIMDIR?<br />
YAKLAŞIK 7 bin yıl önce oluşan, göçebelerin, azizlerin,<br />
kadim insanların, yarı tanrıların, korsanların yaşadığı medeniyettir<br />
Likya. Bu dağlık coğrafyada, deniz ile yaylalar<br />
arasındaki yaşamlarından önce nerede olduklarına dair<br />
en yüksek ihtimal; antik çağdan önce Anadolu’ya yerleşen<br />
ve bir Hint-Avrupa toplumu olan Luvi kökenli olduklarıdır.<br />
M.Ö. 2 binli yıllarda Hititler’in himayesindeyken<br />
Lukka olarak anılmaya başlamışlar. Lukka, kelime kökeni<br />
olarak; ışık, aydınlık, gündoğumu gibi anlamlara geliyor.<br />
Aydınlık ülke Likya’nın bağımsızlık günleri M.Ö. 545’teki<br />
büyük Pers istilası ile sona eriyor.<br />
Mitolojiye göre, Zeus ve Laodamia’nın oğlu Sarpedon,<br />
kardeşi Girit kralı Minos’a yenildikten sonra güç toplamak<br />
için bugün Fethiye olarak bilinen Telmessos’a sığınıyor.<br />
M.Ö 4 bininci yıllara dayanan Likya Medeniyetinin<br />
başlangıcı olarak, Sarpedon’un buraya ayak basması kabul<br />
ediliyor.<br />
1988’de çalışmak için Türkiye’ye gelen Kate Clow’un<br />
aklında hep Likya vardı. Birkaç sene İstanbul ve Ankara’da<br />
çalışan Clow 1993 yılında Antalya’ya yerleşti. Sırtında<br />
çanta dağları tepeleri dolaşan bu kadını köylüler<br />
ilk başta garipsedi, sonraları yardımcı oldular. Clow Likya<br />
Yolu güzergâhının yaratıcılarından ve bu fikri şöyle<br />
anlatıyor: ‘O zamanlar sadece eski patikaları düzenlemeyi<br />
düşünüyordum. İngiltere, Fransa ve İspanya’da<br />
daha önce yürümüştüm. Oralarda burası kadar antik yol<br />
yok. Belki bütün İngiltere’de 5 tane antik yol vardır. Burada<br />
ise her dağın arkasında, her vadide var. Türkiye’de<br />
bu işi ilk başlarda kendim için, keşfetmek için yapıyordum<br />
ama sonra karar verdim belki başkaları bu bilgileri<br />
kullanmak ister diye. İlk önce kitap notları yazmaya<br />
başladım. Ondan sonra yavaş yavaş çoğaldı. Bu noktada<br />
harita eksikliğimiz vardı. Askeri haritalara ulaşmak zordu.<br />
Daha sonra Garanti Bankası bir yarışma başlattı. Bir
LİKYA YOLU<br />
gün bankaya gittim bir fatura ödemek için orada gördüm<br />
yarışma ilanını ve ilginç olabileceğini düşündüm.<br />
Müracaat ettim, on sayfalık bir dosya hazırladım ve<br />
beni İstanbul’a çağırdılar. İstanbul’da bir iki görüşme<br />
yaptıktan sonra tamam dediler. Projeyi beğendiler ama<br />
aynı zamanda biliyordum ki bu bana bir fırsat olacak<br />
çünkü Garanti Bankası harita sorunlarını çözebilir. Sonrasında<br />
Garanti Bankası gerekli haritaları temin etti.<br />
Gerçekten benim için çok güzel bir şeydi. Bu sayede<br />
kullandığım yol, Likya yolu çıkmaya başladı. Haritalarla<br />
tekrar çıktım yollara. Keşfe çıktım kısım kısım gezdim,<br />
işaretledim. O dönemde bu işleri Türk arkadaşlarımdan<br />
oluşan bir ekiple yaptım. Sonuçta yolu açtık fakat kim<br />
yürüyecek? İngiltere’den bir gazeteci beni aradı Likya<br />
yolu konusunda yazı yazmak için. Buraya geldi beraber<br />
bir hafta yürüdük. İyi bir haber yazdı gazetede. Ondan<br />
sonra İngiltere’den insanlar gelmeye başladı. Zamanla<br />
Hollanda’dan ve diğer ülkelerden gelmeye başladılar.’<br />
Fethiye’den Antalya’ya uzanan Likya yolu Ölüdeniz<br />
manzarasıyla başlıyor. Dünyaca ünlü Kelebekler Vadisi’ndeki<br />
konaklamanın ardından Kabak, Cennet ve<br />
Korsan koyları geliyor. Bir sonraki adımda Seydikemer<br />
İlçesi içinde bulunan, Likya bölgesinin dini başkenti<br />
olarak bilinen ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde<br />
yer alan Letoon Antik Kenti karşınıza çıkıyor. Bu noktadan<br />
yaklaşık 2 saat yürüyerek Kaş sınırları içinde<br />
bulunan Xanthos Antik Kenti’ne geçerek, tarihte hep<br />
savaşlar ve işgallerle anılan bu büyük kentin izlerini<br />
yakından görme şansı buluyorsunuz. Yol boyunca<br />
Sdyma, Pyndai, Phellos, Apelia, Theimussa, İdyros,<br />
Antiphellos, Apollonia, Simena gibi antik kentleri<br />
gördükten sonra Likya bölgesinin başkenti Patara’ya<br />
ulaşılıyor. Likya demokrasisinin simgesi olan ve dün-
17<br />
yanın ilk meclis binası olması özelliğine sahip Likya<br />
Meclis Binası Patara’da bulunuyor. Antik tiyatrosu ve<br />
her yerde karşınıza çıkan kalıntılarla bir an bile olsa<br />
binlerce yıl geçmişe gidip, o zamanlarda bir nefes almanızı<br />
sağlıyor. Patara’nın ardından gelen Habessos,<br />
günümüzde Kaş olarak biliniyor. Dünyanın en iyi plajları<br />
arasında gösterilen Kaputaş, Apollania, Aperlai<br />
gibi tarihi alanların ardından Demre’de bulunan Myra<br />
Antik Kenti’ne ulaşılıyor. Myra Kenti’nin <strong>11</strong> bin 500<br />
kişi kapasiteli, bölgenin en büyük tiyatrosunu ve yanındaki<br />
büyüleyici kaya mezarlarını gezebiliyorsunuz.<br />
Aziz Nikolas’ın, yani Noel Baba, yaşadığı kent olan<br />
Myra’da kendisi adına Bizans döneminde yapılmış<br />
olan kilise de görülmeye değer. Bu büyüleyici kentin<br />
ardından sizi Olympos karşılıyor. Likya’nın en önemli<br />
limanlarından biri olan Olympos’taki Çakaltepe’nin<br />
güney yamacında sürekli alev çıkan Yanartaş’ı izlerken<br />
bir yerlerden Chimaira’nın çıkmasından ürkebilirsiniz.<br />
Endişe edilecek bir durum yok çünkü Bellerophontes,<br />
Likya kralı Lobates tarafından, işlemediği bir<br />
suçun cezası olarak verilen üç başlı, alev atan canavar<br />
Chimaira’yı öldürüyor. Yanartaş’ın üzerindeki alevler<br />
de Chimaira’nın ölmeden önce, Bellerophontes’in kanatlı<br />
atı Pegasus’un ayaklarına attığı son alevleri. Bu<br />
macerayı atlattıktan sonra Likya bölgesinin doğu sınırında<br />
bulunan, antik dönemde ticari liman şehri olarak<br />
bilinen Phaselis Antik Kenti’ne varılıyor. Yolculuk<br />
Hisarçandır Mahallesi çıkışında sona eriyor.<br />
Likya Yolu, üzerinde 19 antik kent bulunan her sene<br />
30 bin ziyaretçinin gezdiği mistik bir güzergâh. Ülkemizde<br />
böyle inanılmaz bir macera bulunmasından<br />
istifade edip, ‘ilk fırsatta ziyaret edeceğimiz yerler’<br />
listesine eklemeliyiz.
JAPONYA<br />
UZAK DOĞU’NUN EN ÇEKICI<br />
VE EN KALABALIK ÜLKESİ ...<br />
JAPONYA
19<br />
ATILAN IKI ATOM BOMBASIYLA KÜL<br />
OLAN, ÇOĞUNLUĞU AHŞAP OLAN<br />
YAPILARIN BÜYÜK YANGINLARLA<br />
YOK OLMASI SARSINTISINI YAŞAYAN,<br />
SIFIRDAN BAŞLAYIP HIZLI BIR ŞEKILDE<br />
DÜNYANIN EN ZENGIN ÜLKELERINDEN<br />
BIRI OLAN ÜLKE; JAPONYA.<br />
TARİHİ savaş sonrası ve öncesi olarak ikiye ayrılan<br />
ülke anayasal değişiklikler, toprak ve eğitim reformları<br />
ile 1952 yılına kadar kendisini toparlamaya çalıştı. ABD<br />
ile imzaladığı bir savunma birliği anlaşması ile Amerika’nın<br />
nükleer savaş ve uzay teknolojileri dışındaki bütün<br />
ileri teknolojisini kendisine transfer etti. ABD, Kore<br />
Savaşı için Japonya’da silah üretimine başladı. Getirilen<br />
teknoloji sadece silah üretimi için kullanılıyordu. Japonya<br />
bu sayede 1960’lı yıllarda 30’ların teknolojisine geldi.<br />
Sadece silah sanayisine yönelen ülkede işsizlik arttı.<br />
Ömür boyu istihdam politikasıyla, düşük ücretli çok işçi<br />
çalıştırarak işsizlik oranlarını düşürecek bir hamle yapıldı.<br />
Savaştan sonra Amerika pazarını Japonya’ya açtı.<br />
Bu büyük pazarı doyurmak için 24 saat vardiyalı çalışan<br />
halk üretimi ve gelişimi hızlandırdı.<br />
Japonya’nın asıl başarısı aile gibi şirket mantığının<br />
oturmasıyla başladı. İşçiler, mühendisler ve yöneticiler<br />
üretimlerini geliştirmek için ortaklaşarak çözüm yolları<br />
aradılar. Sadece yöneticilerin değil kendi çözümlerinin<br />
de mantıklı bulunması halinde uygulamaya alındığını<br />
gören çalışanlar daha özveriyle işlerine sarıldılar. Şirketlerini<br />
aile olarak gören çalışanları şirketleri de karşılıksız<br />
bırakmayıp sosyal ve hukuki olarak destekledikleri için<br />
gelişim süresi çok kısaldı.<br />
Japonya, teknolojik açıdan sürekli ilerlerken geleneklerini<br />
de kaybetmiyor. Halkın çok büyük bir kısmı iş<br />
çıkışlarında bir salonda toplanıp geleneksel kıyafetlerini<br />
giyiyorlar ve Kendo başta olmak üzere birçok geleneksel<br />
sporu yapıp stresten arınmaya çalışıyorlar. Bir<br />
diğer geleneksel objeleri olan samuray kılıçları da hala<br />
Japonya’da ve dünyada etkileyiciliğini sürdürüyor. Katana,<br />
10. yüzyılda Japon savaşçıların feodallere verdiği<br />
hizmet sonucunda ortaya çıkarılmış, sadece samuraylara<br />
verilen, canlı atfedilen bir kılıçtır. Tabanca mermisini<br />
ortadan ikiye bölebilen dayanımda ve saç telini ikiye<br />
bölecek hassaslıkta olan bu kılıcın, çeşitli denemelerde<br />
uçaksavar mermisini de kestiği söylenmekte.<br />
Japonya çizgi roman kültürünün de çok geliştiği bir<br />
ülke. İlk olarak inançlarının işaret ettiği mitolojik kavramları<br />
resmederek başlayan Japonlar ne kadar fakir<br />
de olsalar bu resimleri ediniyorlar. Manga, yani çiz-
JAPONYA<br />
gi romanın bu kadar yaygınlaşmasının sebebi olarak<br />
da bu alışkanlıkları gösteriliyor. Japonlar 2003 yılında,<br />
mangalar için yaklaşık 500 milyar yen harcayıp 2<br />
milyara yakın dergi sattılar. Yalnızca manga okumak<br />
için ayrılmış salonlara giriş ücreti ödeyerek istedikleri<br />
kadar okuma yapabiliyorlar. Günümüzde büyükler<br />
için animasyon dizi ve filmler de çeken yönetmenler,<br />
Amerikan işgalinin getirdiği gerçekçilikle mücadele<br />
etmek ve kendi hayal güçlerini taze tutmak için bunu<br />
önemsediklerini belirtiyorlar.<br />
Japonya, bir ada ülkesi olması ve tarıma ayrılan alanın<br />
az olmasından kaynaklı, sebze ve meyve fiyatları<br />
oldukça yüksek bir ülke. Balık Japon yemek kültürünün<br />
en önemli parçası. Dünyanın en büyük deniz ürünleri<br />
marketi Tokyo’da bulunuyor. Her gün 2300 ton, 450<br />
çeşit balık ve deniz ürünü Japonya pazarına giriyor.<br />
Balık hazırlama konusunda da kendilerini geliştiren<br />
Japonlar onları kendi haline ölüme terk etmiyor. Özel<br />
bir teknikle bunu gerçekleştirip balığın ölürken salgıladığı<br />
hormonları engelleyerek etinin daha yumuşak<br />
olmasını sağlıyorlar.<br />
Varken yok olmak ve yoktan var olmak terimlerinin<br />
can bulduğu ülke, Batının yenilikçiliğini kendi gelenekleriyle<br />
sentezleyip hoş bir kültür çıkarıyor karşımıza.<br />
Gelişimlerini gıpta ile izlediğimiz bu ülke, keşfedilmeyi<br />
bekleyen daha pek çok gizemiyle ziyaretçilerini<br />
bekliyor.
21<br />
YOU’VE TO<br />
GO AND<br />
SEE<br />
WHAT IS COOKING<br />
KITCHEN EXHAUST FANS
ARA GÜLER<br />
TÜRKİYE’NİN GÖRSEL HAFIZASI<br />
ARA GÜLER
23<br />
1928’DE BEYOĞLU, İSTANBUL’DA DOĞAN<br />
ARA GÜLER, ÇOCUKKEN SINEMADAN ÇOK<br />
ETKILENDI. LISEDEYKEN FILM STÜDYOLARINDA<br />
SINEMACILIĞIN HER DALINDA ÇALIŞTI.<br />
MUHSIN ERTUĞRUL’UN YANINDA TIYATRO<br />
VE OYUNCULUK EĞITIMI DE ALAN GÜLER’İN<br />
AMACI REJISÖR VEYA OYUN YAZARI OLMAKTI.<br />
YENI İSTANBUL GAZETESINDE GAZETECILIĞE<br />
BAŞLADI VE BÖYLECE FOTOĞRAFLA OLAN<br />
MACERASI BAŞLAMIŞ OLDU.<br />
- İstanbul’da doğdu. (16 Ağustos 1928)<br />
- Yeni İstanbul Gazetesi’nde gazeteciliğe başladı.<br />
(1950)<br />
- Hayat Dergisi fotoğraf bölüm şefi oldu. (1954)<br />
- Time-Life, Paris-Match, Der Stern dergileri yakın<br />
doğu foto-muhabiri. (1958)<br />
- Photography Annual Antolojisi’nin işaret ettiği,<br />
dünyanın en iyi 7 fotoğrafçısından biri. (1953)<br />
- Amerikan Dergi Fotoğrafçıları Derneği tek Türk<br />
üyesi oldu. (1953)<br />
- Almanya’da çok az fotoğrafçının aldığı, Master of<br />
Lecia ünvanı sahibi. (1962)<br />
- İsviçre’nin Camera dergisi kendisine, özel sayı ayırdı.<br />
(1962)<br />
- Mariana Noris’in ABD’de basılan Young Turkey yapıtında<br />
fotoğrafları kullanıldı. (1964)<br />
- Photography of the World antolojisinde fotoğrafları<br />
yayınlandı. (1967)<br />
- Kanada’da açılan İnsanların Dünyasına Bakışlar<br />
sergisinde (1967) New York Modern Sanatlar Galerisi’nde<br />
düzenlenen Renkli Fotoğrafın On Ustası<br />
sergisinde (1968) ve Köln Fotokina Fuarı’nda<br />
(1968) yapıtları sergilendi.<br />
- Türkei albümü Almanya’da yayımlandı. (1970)<br />
- Lord Kinross’un Hagia Sophia kitabının fotoğraflarını<br />
çekti. (1971)<br />
- Paris Ulusal Kitaplık’ta sergisi açıldı. (1972)<br />
- Birçok ünlü Amerikalının fotoğraflarını çekti ve çok<br />
sayıda ülkede sergilendi. (1975)<br />
- Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Foto Muhabirliği dalı<br />
birincisi oldu. (1979)<br />
- Abdullah Kuran’ın Mimar Sinan kitabını fotoğrafladı.<br />
(1989)<br />
İsmet Inönü, Winston Churchill, Indira Gandi, Sophia<br />
Loren, John Berger, Bertrand Russel, Bill Brandt,<br />
Alfred Hitchcock, Ansel Adams, Imogen Cunningham,<br />
Salvador Dali, Picasso, Orhan Kemal ve daha birçok<br />
ünlünün fotoğrafını çekti. Birçok ödül aldı, kitap yayınladı,<br />
sergi açtı. Öldüğünde değil, ismini bilen son<br />
insan öldüğünde yok olursun önermesine binaen,<br />
Ara Güler çok zaman daha aramızda dolaşacak.
ARA GÜLER’İN<br />
OBJEKTİFİNDEN<br />
ESKİ İSTANBUL
25
29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI
27<br />
FORBES DERGİSİ İSTANBUL’UN<br />
GETİRİ POTANSİYELİ EN<br />
YÜKSEK PROJESİNİ SEÇTİ<br />
SİNPAŞ<br />
FİNANS ŞEHİR<br />
Forbes dergisinin İstanbul’da satışı devam<br />
eden konut projelerini incelediği bağımsız<br />
araştırmasında yatırımcısına en yüksek getiriyi<br />
sağlama potansiyeli bulunan ve yaşam kalitesi en<br />
yüksek proje olarak Sinpaş Finans Şehir seçildi.<br />
444 1974
FOTOĞRAF<br />
SONBAHAR<br />
TARIK KARA<br />
FOTOĞRAF SANATÇISI<br />
tarikkaratr<br />
tarik.kara.14<br />
Sonbahar, Sonbahar üzerine ne şiirler,<br />
ne şarkılar yazıldı ve söylendi. Sonbahar<br />
denince insanın içini hüzün kaplar derler;<br />
baharın bittiğini kışın başladığını belirleyen<br />
bir mevsim sonbahar. Birçok yazı okudum<br />
sonbahar üzerine. Günümüz teknolojisinde<br />
Sonbahar artık bir hüznü değil<br />
coşkuyu, sevinci, sevgiyi simgeler oldu.<br />
Neden mi? Cep telefonlarıyla fotoğraflar<br />
çekilirken, her bir karede hüzün değil sevinç<br />
yaşandığını görmekteyiz. Sonbahar<br />
gelince herkes renk coşkusunu yaşamak,<br />
bu coşkunun içinde yer almak ve arşivinde<br />
fotoğrafı olsun diye uğraşır. Renkli<br />
kostümler, şapkalar, eldivenler çıkar ve<br />
bir yarış başlar en güzel sevinç duygusunu<br />
fotoğraflamak için. Bazen hüzünlü<br />
pozlar versek de bir sevinç kaplar yüzümüzü,<br />
dostluklar pekişir, şehir hayatından<br />
uzaklaşıp renklerin içine atarız kendimizi.<br />
Dökülen yapraklar içeresinde yürürken<br />
çıkan sesle neşeleniriz, kendimizi içine<br />
atıp yaprakları havaya savururuz.<br />
Peki, sonbaharda fotoğraf çekerken neler<br />
yapmalıyız, neler kullanmalıyız? Artık<br />
fotoğraf çekmek için profesyonel fotoğraf<br />
makinalarına ihtiyaç yok demiyorum, aslında<br />
var. Bence en güzel fotoğraf, insanın<br />
kendisini çekmesidir.<br />
Sonbahar fotoğrafı çekmekte en rahat<br />
olduğumuz konulardan birisi kompozisyonun<br />
oldukça zengin olmasıdır. Dökülen<br />
yapraklar ve renklilik, ağaçlar, renkli<br />
kıyafetli insanlar. Sonbahar fotoğraf<br />
kompozisyonları içerisinde sıkça yer alan<br />
unsurdur. Sonbahar, biz fotoğrafçılar için<br />
vazgeçilmez bir mevsimdir. Düşen yapraklardan<br />
kalan izlerin, pastel tonlarının<br />
mevsimidir Sonbahar. Sonbaharın n güzel<br />
yanı da bir dinginlik, bir sakinlik sunmasıdır.<br />
Yazıyı okurken “E ne yapmalıyız?” der<br />
gibi olabilirsiniz ama aslında çok bir şey<br />
bilmeniz gerekmiyor. Elinizdeki fotoğraf<br />
makinasını veya cep telefonunu iyi tanıyorsanız<br />
işte mükemmel fotoğraf orada<br />
sizi bekliyor olacak. Fotoğraf çekmek için<br />
sonbaharın coşkusunun olduğu bölgelere<br />
gidiniz. Size sunulmuş olan renk coşkusu<br />
içinde kaybolun. İşte o zaman iyi fotoğrafı<br />
çeken hep siz olursunuz.<br />
Biraz teknik bilgi verelim. Romantik ve<br />
sanat yönü bir tarafa bazı pratik tavsiyeler<br />
de sonbaharda fotoğraf çekerken işinize<br />
yarayacaktır. Öncelikle sonbaharda çektiğiniz<br />
fotoğraflarda mutlaka mevsimin<br />
etkilerini gösteren nesneler kullanmaya<br />
dikkat edin. Yani bir ağaç, yapraklar, şemsiyeli<br />
biri, yağmur, sis vs. gibi sonbaharı<br />
çağrıştıran nesneleri fotoğraflarınızda bol<br />
bol kullanmaya çalışın. Araziye çıktığınızda<br />
ise mutlaka ama mutlaka rahat ve sizi<br />
hasta etmeyecek kıyafetler giyin. Yağmuru<br />
göz önünde bulundurun, ona göre hazırlıklı<br />
gidin. Sonbahar fotoğraf teknikleri<br />
üzerine birçok yazı var. Oku oku bitmez.<br />
Ben çok tekniğe girip kafanızı karıştırmak<br />
istemem. O zaman ne yapıyorsunuz?<br />
Bu yazımı okur okumaz hemen kendinizi<br />
şehrin gürültüsünden ve stresinden<br />
uzaklaştıracak yerlere gidip, kendinizi<br />
sarı yaprakların içine atıyorsun. Stres çekmeyin<br />
fotoğraf çekin.<br />
Sonbahar yılın son sevgi dolu gülümsemesidir.<br />
GÜLÜMSEYİN :)
29<br />
HVAC<br />
Equipment<br />
Suppilers
FOTOĞRAF<br />
Sonbahar coşkusunu insanlara yaşatmak adına yerinde sergi<br />
projesi olarak Belemedik’de yaptığım kapsamlı sergi de benim<br />
için önemli. Bir plaket alırken insanlara sonbahar coşkusunu<br />
yaşatmanın mutluğunu anlamlı kılan bir hediye oldu.<br />
Genelde Tren Fotoğrafı çektiğim için yine sizlere sonbahar<br />
ve tren üzerine örnekler sunuyorum. Bu fotoğrafımda Güneş<br />
yoktu ve renk tonunu güzel yansıtmak için pastel renkler<br />
tercih ettim. Aslında biz profesyonel fotoğrafçılar genelde<br />
raw çekip bilgisayar ortamında renk kontrast vererek görmek<br />
istediğimiz şekle getiririz fotoğrafı.<br />
F 5,6 Diyagram – Enstantane 1/200 İso 200
www.cvsair.com.tr<br />
31<br />
newairbender<br />
VENTILATION FAN UNITS
FOTOĞRAF<br />
Tren yolculukları sonbaharın içinden geçerken sanki sizi zamanda bir yolculuğa götürür gibi. Çukurova mavi treninde, sabahın henüz<br />
ilk saatlerinde güneşin etkisiyle renk coşkusu görmeye başlıyoruz. Bu fotoğrafımı çekerken manzara beni etkilemişti. Çekim için uygun<br />
zamanda deklanşöre bastım ve sonuç sevindirici oldu benim için. Diyagram F.5.6 – Enstantane 1/150 iso 400<br />
Bu Fotoğrafımı çekmeden önce ne çekeceğimi kafamda belirlemiştim.<br />
Bölgeyi iyi bildiğim için gittim ve açıyı ayarladım, birkaç<br />
test yaptım. Çünkü hareketli bir nesne çekiyorum. Işığı ölçmek<br />
adına test çekimleri yaptım ve beklemeye koyuldum. Güneşin<br />
yardımıyla güzel bir etki oldu ve fotoğrafı çektim. Sonuçtan gayet<br />
memnun kaldım.<br />
Diyagram F.8 – Enstantane 1/250 iso 200<br />
Sonbahar coşkusu sevgiyi barındırır yüreklerde. Gözlerde güneş<br />
olur. İşte öyle bir coşku vardı renklerin içerisinde. İnsan Sevdiği<br />
birini fotoğraflarken, onu en iyi şekilde çekmek için uğraşmasına<br />
gerek kalmıyor. Çünkü kalben çekilen her fotoğraf güzelliği,<br />
doğayı da renklendiriyor. Burada makinayı sağa sola yönlendirerek<br />
perspektif bir etki verilebiliyor. Sonuç; sevgi kazanır her<br />
zaman :) Diyagram F.5 – Enstantane 1/400 iso 500<br />
Güzel renklerin etkisinden mi bilinmez, sonbahar hep coşkuyu<br />
yansıtır bizlere.<br />
Diyagram F.5.6 – Enstantane 1/100 iso 800
33<br />
Sonbahar gelince yaprak dökümü zamanının geldiğini anlarız. Biz de<br />
bunu fırsata çevirip güzel fotoğraflar çekmek isteriz. Burada güneş ışığını<br />
kullanarak yapraklardaki renk etkisini yansıtmak için çabaladıktan sonra<br />
bize gerekli olan trenin gelmesini beklemekti. Trenimiz geldi ve çektim<br />
fotoğrafı. Sonuç tabii memnun edici oldu. Sonbaharın coşkusunu fotoğraflayıp<br />
içimizde sevinci hissetmek çok güzel.<br />
Diyagram F.5.6 – Enstantane 1/80 iso 350<br />
Sonbaharda da manzara ve obje çekerken güzel sonuçlar elde etmek<br />
mümkün. Sonbahar mevsiminin insanın üzerinde karamsarlık, stres gibi<br />
etkileri olabiliyor. Lakin doğaya çıkınca ve güzelliğe bakınca insan coşkuya<br />
kapılıyor. Böyle bir manzara karşısında kim stres yapar ki? Fotoğrafı<br />
çekmeden önce oturup manzarayı izler sonra deklanşöre basarım. Çekim<br />
yaparken güzellikleri kaçırmamak gerek.<br />
Diyagram F.7.1 – Enstantane 1/200 iso 400<br />
Bu fotoğrafın hikâyesi de beni çok güldürür. Bu ağacın<br />
yanından belki binlerce fotoğrafçı geçmiştir. Bu şekilde<br />
görmek mümkün olmamıştı. Ben de sabahın ilk ışıklarında<br />
geçerken gördüm ve durdum. Birkaç deneme çektim ve o an<br />
dedim ki burada bir model olmalı. Tek olduğum için kimse<br />
yoktu. Ne yapayım derken makinayı otomatik moda aldım<br />
ve deklanşöre bastım, koştum pozumu verdim. İşte oldu<br />
dedim. Bazen insan kendine model olmalı. Işık süsmesi ve<br />
kırılmalardan dolayı sarı kırmızı yaprak görmek mümkün.<br />
Diyagram F.10 – Enstantane 1/500 iso 400<br />
Bu fotoğrafıma bakınca tarihin izlerini görmek<br />
mümkün. Eskiyen raylar ve renkli bir mevsim<br />
çektiğimizle kalıyoruz ve bunu bir daha görmek<br />
mümkün olmuyor. O yüzden fotoğraflamak ve onu<br />
yaşatmak dijital ortamlarda mümkün oluyor.<br />
Diyagram F.9 – Enstantane 1/200 iso 200<br />
Yazılarımı burada bitirtirken Sonbahar coşkusunu<br />
asla kaybetmeyin. Her mevsimde görüşmek üzere<br />
Sevgilerimle.
İBRAHİM ÇALLI<br />
TÜRK<br />
RESMİNİN<br />
İZİNDE<br />
SERİSİ -3-<br />
İBRAHİM<br />
ÇALLI<br />
1914 kuşağına adını veren, iğneleyici<br />
sözleri, hicivleri ve yaşantısıyla<br />
ünlenen, Türk Resmini doğaya çıkaran<br />
ressam, İbrahim Çallı.
35<br />
1882 yılında Denizli’nin Çal ilçesinde doğan Çallı,<br />
Rüştiyeyi Çal’da, Mülki İdadisini İzmir’de bitirdi.<br />
Ailesi tarafından askeri okulda okuması için İstanbul’a<br />
gönderildi. Çocukluğundan beri resme meraklı<br />
bir insan olduğu için, konakladığı handa resim dersi<br />
alan Vefa İdadisi öğrencilerinin arasına katılıp ders<br />
almaya başladı. Arzuhalcilik, kâtiplik gibi işlerde çalıştı.<br />
Ermeni bir ressam olan Roben Efendi ile tanışıp<br />
ders alan Çallı, bu esnada Şeker Ahmet Paşa’nın oğlu<br />
İzzet Bey ile tanıştı. Ahmet Paşa’nın önerisiyle, şimdiki<br />
adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi<br />
olan, Sanayi-i Nefise Mektebi’ne girdi. Öğretim süresi<br />
altı yıl olan okulu üç senede bitirdi. İkinci Meşrutiyet’in<br />
ilanı ile değişen kanunlarla desteklenen<br />
teşkilatlanmanın sonucunda, çoğunluğu Sanayi-i<br />
Nefise Mektebi mezunu genç ressamlardan oluşan,<br />
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin üyesi oldu.<br />
MAARIF VEKALETI’NIN AÇMIŞ OLDUĞU<br />
YARIŞMAYI KAZANARAK YARIŞMA<br />
SONUCUNDA FRANSA’YA GÖNDERILDI<br />
1910 yılına gelindiğinde tutkusunun somut karşılıklarını<br />
almaya başladı. Boş bir hayalin peşinden<br />
koştuğu iddia edilen fakat hiçbir suretle bunu kabul<br />
etmeyen İbrahim Çallı, Çıplak Adam ve Harekât<br />
Ordusunun Muhafız Alayı’ndan Maksut Çavuş adlı<br />
çalışmalarıyla, Maarif Vekaleti’nin açmış olduğu yarışmayı<br />
kazandı. Yarışma sonucunda Fransa’ya gönderildi.<br />
1910 ile 1914 yılları arasında Paris’te Fernand<br />
Cormon’dan eğitim aldı.<br />
MAARIF VEKALETI’NIN AÇMIŞ OLDUĞU<br />
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla memlekete<br />
dönen Çallı, Sanayi-i Nefise Mektebi’nin mimarlık<br />
bölümü kurucusu ve ilk mimarlık hocası olan<br />
Alexandre Vallaury’nin yardımcısı olarak atandı. Ünlü<br />
ressam Paris’te tanıdığı özgürlükçü ruhu öğrencilerine<br />
aktarmaya çalıştı. Atölyelerde ve fotoğraflara bakılarak<br />
yapılan resimlerden, yaşamın içinde, sokak-
İBRAHİM ÇALLI<br />
ta, deniz kıyısında yapılan resimlere geçişi sağladı.<br />
1914 kuşağı olarak da anılan Çallı Kuşağı Türk resim<br />
sanatında kökten bir değişime sahne oldu. Çallı, bu<br />
dönemde; Şeref Akdik, Refik Epikman, Saim Özeren,<br />
Elif Naci, Mahmut Cuda, Muhittin Sebati, Ali Avni Çelebi,<br />
Zeki Kocamemi ve Bedri Rahmi Eyüpoğlu gibi<br />
birçok öğrenci yetiştirdi.<br />
1947 yılında istemediği halde akademiden emekli<br />
edilen Çallı, akdeminin resim bölümü başkanı olan<br />
Leopold Levy’ye yönelttiği eleştirilerin buna sebep<br />
olduğunu düşünüyordu. 22 Mayıs 1960 yılında hayata<br />
veda eden Çallı’yı en son Hasan Ali Yücel gördü.<br />
Yücel, ‘Dostum Çallı’ yazısında ‘Onu son defa Taksim<br />
civarında görmüştüm. O şakacı Çallı, benimle uzun<br />
bir seyahate çıkacakmış gibi içli içli konuştu. Sesi,<br />
kederli bir inilti kadar ihtiyar ve bitkin, titriyordu.<br />
Ayrılırken öpüştük, aksi yönlere yürüdük. Garip iç<br />
dürtüsüyle arkama döndüm, ne göreyim, o da bana<br />
bakıyordu. Birbirimizi bir kere daha selamladık.’ diyerek<br />
ünlü ressamın son anlarını anlattı.<br />
Atatürk’ün isteği üzerine Etnoğrafya Müzesi’nde<br />
bir sergi açan İbrahim Çallı’nın Zeybekler tablosunu<br />
gören Atatürk ‘Biz Kurtuluş Savaşı’nda yemeye<br />
ekmek bulamıyorduk, senin resmindeki atlar nasıl<br />
semirmiş böyle?’ der. Bunun üzerine İbrahim Çallı<br />
malzemelerini alır ve tablodaki semirmiş görünen<br />
atı bir deri bir kemik hale getirir.
İSTANBUL<br />
NEW AIRPORT<br />
3rd Biggest In The World<br />
37<br />
VENTILATION FAN UNITS<br />
www.cvsair.com.tr
EDEBİYAT<br />
ORHAN KEMAL<br />
CEMİLE<br />
MILLI MÜCADELE, SÜRGÜN,<br />
CEZAEVI, NAZIM HIKMET,<br />
YOKSULLUK, ŞIIRLER VE ÖYKÜLER…<br />
GERÇEKLERLE YOĞRULMUŞ BIR<br />
HAYATIN MEYVESI OLARAK<br />
ORTAYA ÇIKAN, TÜRK EDEBIYATININ<br />
EN BÜYÜK ÖYKÜCÜLERINDEN BIRISI;<br />
‘ÜÇ KEMALLER’DEN ORHAN KEMAL.
39<br />
‘EŞE DOSTA SELAM… İNANDIĞIM DOĞRULARIN<br />
ADAMI OLDUM, BÖYLE YAŞADIM, KARINCA<br />
KARARINCA BU DOĞRULARIN SAVAŞINI<br />
DAHA ÇOK SANATIMDA YAPMAYA ÇALIŞTIM,<br />
KURSAĞIMA HAKKIM OLMAYAN BIR TEK<br />
KURUŞ DAHI GIRMEMIŞTIR…’ ORHAN KEMAL<br />
GERÇEK adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal,<br />
15 Eylül 1914 tarihinde Adana’da doğar. Babası Avukat<br />
Abdülkadir Kemali Bey o sıralar Çanakkale cephesinde<br />
topçu teğmenidir. Annesi rüştiye mezunu, iki yıl ilkokul<br />
öğretmenliği yapmış olan Azime Hanım’dır. Aile, Adana’nın<br />
Fransız işgaline uğramasıyla önce Niğde’ye, sonra<br />
da Konya’ya taşınır. Babası burada Kuvay-ı Milliye güçlerine<br />
katılır ve sonradan TBMM’ye Kastamonu milletvekili<br />
olarak girer. Üç gün kadar Adalet Bakanlığı yapar ve<br />
görevinden istifa edip Adana’ya döner. Babası Abdülkadir<br />
Kemali Bey’in yaptığı siyasal eleştiriler sonucunda,<br />
ölümle tehdit edilmesi üzerine, aile Suriye’ye göçer.<br />
Orhan Kemal, burada garsonluk ve bulaşıkçılık yaparak<br />
geçinir. Daha sonra Adana’ya dönüp babaannesinin yanına<br />
yerleşir. Çırçır fabrikasında işçilik ve kâtiplik yapar.<br />
1937 yılında aynı fabrikada işçi olan Nuriye Hanım ile<br />
evlenir. 1938’de askerliğini yapmak için Niğde’ye gider.<br />
Askerde ‘Maksim Gorki, Nazım Hikmet kitapları okumak<br />
ve yabancı rejimler lehinde propaganda ile isyana<br />
teşvik’ suçundan 5 yıl hapis cezasına çarptırılır. İlk şiiri<br />
‘Duvar’ı Kayseri Hapishanesi’nde yazar ve şiir Yedigün<br />
dergisinde Reşat Kemal adıyla yayınlanır. Bu yıllarda eşine<br />
gönderdiği bir mektupta ‘Çok gençsin, zaten hiçbir<br />
şey veremedim sana, şimdi de beş yıllık mahkûmiyet<br />
girdi araya. İstersen ayrıl benden, kendine yeni bir yol<br />
çiz, beklemekle geçirme en güzel yıllarını. Çünkü karıcığım,<br />
biliyorum ki buradan çıktıktan sonra hayatımız<br />
daha da zor ve yoksulluk içinde geçecek.’ der. Eşi Nuriye<br />
Hanım ise ‘Razıyım, başımıza ne gelmişse ve ne gelecekse…’<br />
diye cevap verir. Sürgünden dönen babası tarafın-
EDEBİYAT<br />
dan önce Adana Cezaevi’ne ardından Bursa Cezaevi’ne<br />
nakledilir. Burada hayatına yön verecek olan Nazım Hikmet<br />
ile tanışır. Nazım Hikmet kendisiyle çok ilgilenir. Üç<br />
buçuk sene koğuş arkadaşlığı yaparlar. Nazım Hikmet<br />
bir gün Orhan Kemal’e ‘Bırak şiiri, miiri birader, hikaye<br />
yaz roman yaz sen’ der ve bu tavsiye Orhan Kemal için<br />
dönüm noktası olur. 1943’te tahliye olan Orhan Kemal<br />
Adana’ya döner. Hikaye yazmaya devam eder ve bu hikayeler<br />
çeşitli dergilerde yayınlanır. 1945 yılında Varlık<br />
dergisi tarafından yapılan ankette en beğenilen hikayeci<br />
seçilir. 1949 yılında önce ilk romanı Baba Evi, ardından<br />
ilk hikaye kitabı Ekmek Kavgası yayınlanır. 1950 yılında<br />
eşi ve çocuklarıyla birlikte İstanbul’a yerleşirler. Burada<br />
yazarlıkla geçimini sağlamaya çalışır. Yoksulluk çektiği<br />
bu İstanbul yıllarında yoğun çalışır. Bereketli Toraklar<br />
Üzerinde, Dünya Evi, Hanımın Çiftliği, Arka Sokak gibi<br />
kitapları, bu yıllarda yazılır. Arka Sokak kitabı, hep yoksul<br />
insanları, işçileri, kötü yaşamları anlatması nedeniyle<br />
kovuşturmaya uğrar. Yargılama esnasında yargıç iddia<br />
makamına uyarak ‘Konularını neden hep fakir fukaradan,<br />
işçilerden aldığını; Türkiye’de varlıklı insanların, iyi<br />
yaşayanların olup olmadığını’ sorar. Orhan Kemal ‘Ben<br />
gerçekçi bir yazarım. En iyi bildiğim konuları alırım. Varlıklı<br />
yurttaşların yaşayışlarını bilmiyorum, nasıl yaşadıklarından<br />
haberim yok.’ diye cevap verir ve beraat eder. 2<br />
Haziran 1970’te tedavi olmak için gittiği Sofya’da beyin<br />
kanaması geçirerek hayata gözlerini yumar. 5 Haziran’da<br />
Türkiye’de toprağa verilir. Anısına İstanbul’un Cihangir<br />
semtinde Orhan Kemal Müzesi açılır ve 1972’den bu<br />
zamana kadar adına bir roman yarışması (Orhan Kemal<br />
Roman Armağanı) düzenlenmektedir.<br />
1958 yılında basılan eski bir roman olmasına rağmen<br />
hala bilinirliğini koruyan Cemile birçok yabancı dile çevrilip,<br />
yurtdışında yayınlanmıştır. Roman, Boşnak kızı Cemile<br />
ve çalıştığı fabrikada Kâtip olan Necati Bey’in zorluklara<br />
karşı gelerek savundukları masumane aşklarını<br />
anlatır. Cemile 1934 yılında Adana’da geçer. Orhan Kemal,<br />
Cemile’de ön planda tuttuğu Cemile ve Necati’nin<br />
aşkına ilaveten arka planda, geçimini emeğiyle sağlayan<br />
işçilerin yaşadıkları geçim zorluklarını etkili betimlemelerle<br />
anlatır.<br />
Romanın ana karakteri olan ve küçük yaşlarda annesini<br />
kaybeden Cemile, Bosna dağlarının eski eşkıyalarından<br />
babası Malik ve ağabeyi Sadri ile birlikte Adana’ya yerleşmiştir.<br />
Ağabeyi ve Cemile dokuma fabrikasında çalışırken<br />
yaşlı babaları Malik de ev işlerini üstlenir. Çukurova’nın<br />
zenginlerinden olan Çopur Halil’in arkadaşlarıyla Cemile’ye<br />
evlenme teklif etmesiyle olaylar başlar. Cemile’nin<br />
gönlü ise fabrikanın kâtibi Necati’de olduğu için teklifi hiç<br />
düşünmeden reddeder. Ama Çopur Halil işin peşini bırakmaz.<br />
Bu sırada fabrikada da işler yolunda gitmemektedir.<br />
Fabrikanın başına getirilen İtalyan tekstil mühendisini,<br />
fabrikanın diğer ortağı istememektedir ve işçiler üzerinden<br />
yaptığı bir takım dalaverelerle İtalyan mühendisi<br />
işinden etmeyi amaçlamaktadır. Fabrikada bir ayaklanma<br />
çıkar, bu esnada Çopur Halil boş durmaz ve Cemile’yi kaçırmayı<br />
planlar. Kaçırma planı işçilerin araya girmesiyle<br />
suya düşer. Necati babaannesiyle geldiği Malik Bey’in<br />
evinde Cemile’yi ister ve evlilik hazırlıklarına başlarlar.
inovatif<br />
41
TEKNOLOJİ<br />
HOLOGRAM<br />
TEKNOLOJISI<br />
ÇİZGİ FILM-BILIMKURGU FILMI-GERÇEK<br />
DÖNGÜSÜNDEN KURTULAMAYAN HOLOGRAM<br />
TEKNOLOJISI, YAVAŞ YAVAŞ KARŞIMIZA<br />
ÇIKMAYA BAŞLADI. ARABANIZIN YAN<br />
KOLTUĞUNA OTURUP SIZE YOL TARIF EDEN,<br />
PARK ETMENIZE YARDIM EDEN, OYUN<br />
OYNARKEN ÜZERINIZE KOŞARAK GELEN VEYA<br />
SALONUNUZDA OTURURKEN SIZE GÜNDELIK<br />
HABERLERI ANLATAN HOLOGRAMLARI ÇOK<br />
UZAK OLMAYAN BIR ZAMANDA GÖRECEĞIZ.
43<br />
TÜRKİYE’DEN de Jeff Deleon ve Sibel Stanz isimli iki<br />
girişimci, hologram teknolojisini kullanan video oyunu<br />
tasarlamak amacıyla Holovit’i kurdular. Bu girişimle<br />
dünya medyasında da geniş yer bulan ekip, bekledikleri<br />
yatırımı alamadıkları için işi değiştirip, reklam amaçlı<br />
bir proje tasarladılar. Salonumuzda, arabamızda yanımızdaki<br />
koltuğa oturmaya aday bu teknolojiden biraz<br />
bahsetmek istiyoruz.<br />
Hologram elde edilmesini sağlayan işlemler dizisine<br />
holografi denmektedir (Boehm, 1969:1). Özellikle ışık,<br />
ses, elektronlar ve lazer üzerine yapılan araştırmalar<br />
sonucu geliştirilen holografi; fizik, kimya, mühendislik<br />
gibi pek çok alanı içinde barındıran bir tekniktir (Yılmaz,<br />
2002:79). Bu teknik ile ortamdaki sesin ya da ışığın tüm<br />
fiziksel özelliklerinin kaydedilmesi, depolanması ve yeniden<br />
yapımı yani başka bir zamanda veya yerde tıpatıp<br />
tekrar oluşturulması amaçlanmaktadır (Onural, 2008).<br />
Holografi, ışık ve ses dalgalarının girişim ve kırınım<br />
özelliklerini kullanmaktadır. Uzayda bir cismin varlığına<br />
ait bilgi, bize genellikle ışık ya da ses dalgaları halinde<br />
ulaşmaktadır. Dalga, cisimlerden gelen enerjinin taşınmasına<br />
yol açan titreşimdir ve birbirleriyle kesiştiklerinde<br />
biri diğerini zayıflatabilir, kuvvetlendirebilir veya her<br />
iki durum da görülebilir. Dalgaların en önemli özelliği,<br />
iki dalganın birbirinin içinden geçerken etkilerinin birleşmesidir.<br />
Bu olaya girişim denir. Holografide dalgalar,<br />
kesiştiklerinde girişim desenlerini ve aydınlık-karanlık<br />
(ışık-gölge) alanlardan oluşan girişim saçaklarını oluşmaktadır<br />
(Pietsch, 1982:<strong>11</strong>). Bu, holografi tekniğinin<br />
özüdür. Bu teknikle dalganın tüm özellikleri; dalganın<br />
şiddeti (dalganın yüksekliği), dalganın rengi (dalgaboyu<br />
uzunluğu) ve dalganın doğrultusu (dalganın titreşim açısı)<br />
kaydedilmekte, depolanmakta ve yeniden yapımı sağlanmaktadır<br />
(Onural, 2008).<br />
Hologram, köken olarak Yunanca holos (bütün, tam) ve<br />
gramma (harf, yazı) kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş,<br />
tam kayıt, tam haber ya da eksiksiz mesaj anlamlarına<br />
gelen bir sözcüktür.<br />
Hologramın farklı tanımlarına rastlamak mümkündür.<br />
Bunlardan biri şöyledir: Hologram, bir film veya ince bir<br />
cam levha tabaka ile ışığa duyarlı bir emülsiyondan meydana<br />
gelen iki boyutlu (2D) bir depolama malzemesidir.<br />
Lazer yardımı ile alınan bu kayıtta yer alan girişim desenleri,<br />
yeniden üç boyutlu (3D) olarak renkli ve saydam<br />
bir ışık görüntüsüne dönüştürülebilmektedir (Leonardo,<br />
2001:370). Holograma yönelik diğer tanımlardan bazıları<br />
ise şöyledir:<br />
- Biri etkilenmiş ve diğeri tabii olan iki lazer ışınının çarpıştırılması<br />
sonucu meydana gelen ve üç boyutlu resim<br />
verebilen negatif (Redhouse, 1997:464),<br />
- Holografi tekniği ile meydana gelen resimler (Boehm,<br />
1969:1),<br />
- Eş evreli lazer ışınlarının kullanılmasıyla elde edilen<br />
resme verilen ad (Yılmaz, 2002:79).<br />
Hologramın tanımlarında, üç boyutlu fotoğraf, üç boyutlu<br />
resim, ışıktan heykel, üç boyutlu lazer fotoğrafı, üç<br />
boyutlu resim verebilen negatif, ışıktan üç boyutlu resim<br />
gibi pek çok ifadeye rastlamak mümkündür. Bu ifadelerden<br />
de anlaşılacağı üzere tanım ve tasnifte henüz tam<br />
bir uzlaşım sağlanamadığını söylemek mümkündür. Holografik<br />
araştırma ve uygulamaların önemli isimlerinden<br />
biri olan fizikçi Graham Saxby hologramın tanımı üzerine<br />
şunları söylemektedir (Saxby, 2004:3): ‘Fizikçi için bir hologram;<br />
karşılıklı iki uyumlu ışık ışınları arasındaki etkileşimden<br />
oluşan girişim saçaklarının mikroskopik bir model<br />
formundaki kaydıdır. İyi bilgilendirilmiş bir kişi için<br />
hologram; lazer ışığına maruz kalan ve uygun ışık kullanıldığında<br />
üç boyutlu bir görüntü oluşturan bir fotoğrafik<br />
film veya plakadır. Daha az bilgilendirilmiş kişi için ise<br />
hologram; üç boyutlu fotoğrafın sadece bir türüdür.’<br />
Hologramın ne olduğuna ilişkin tanımların pek çoğunda<br />
‘lazer ışınları ile elde edildiği’ yazmaktadır. Hologram<br />
elde etmede ve görüntülemede lazer son derece<br />
önemli bir yere sahip olmakla birlikte kullanılan tek<br />
ışık kaynağı değildir. Günümüzde farklı ışık kaynakları<br />
örneğin X-ışını, UV ışını ya da uyumsuz ışık gibi farklı<br />
ışık kaynakları kullanılarak da hologramlar üretilmekte<br />
ve araştırmalara halen devam edilmektedir. Öte yandan<br />
depolanan bilgi sadece bir nesnenin değil bazen bir<br />
elektronun bazen bir atom altı parçacığının bazen de<br />
bir ses frekansının hologramıdır. Diğer önemli bir nokta<br />
ise bir hologramın, holografik film ya da plaka olabilmesinin<br />
yanı sıra sayısal yüksek çözünürlüklü kameralarla<br />
kaydedilmiş ve bu yolla yeniden yapılanmış sayısal bir<br />
veri de olabilmesidir. Tüm bunlara ek olarak belirtilmesi<br />
gereken son derece önemli bir konu da tanımlarda sıkça<br />
rastlanan ‘hologram üç boyutlu resimdir’ ifadesidir. Çünkü<br />
hologram bir boyutlu, iki boyutlu, iki/üç boyutlu ve<br />
üç boyutlu olabilmektedir. Hatta günümüzde dört boyutlu<br />
hologramlar üzerine de çalışılmaktadır. Hologram,<br />
‘bir nesnenin lazerle elde edilmiş üç boyutlu görüntüsü’<br />
ifadesine sığmayacak kadar geniş kapsamlıdır.<br />
KAYNAK: Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi Güz-2013 Cilt:12
SERGİ<br />
BORUSAN CONTEMPORARY YENİ SEZONU İKİ SERGİYLE AÇIYOR<br />
AKIŞKAN BEDENLER VE ÜVERCİNKA<br />
BORUSAN Contemporary yeni sezona 15 Eylül’de açılacak<br />
iki sergiyle merhaba diyecek. Akışkan Bedenler sergisi,<br />
sanatçı, tasarımcı, animasyoncu, müzisyen ve yazılımcılardan<br />
oluşan küresel kolektif Universal Everything’in insan<br />
biçimine duyduğu ilgiyi, bireyin karakteristik özellikleri<br />
ve davranışları üzerinden inceliyor. Üvercinka sergisi ise<br />
Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan eserleri Cemal<br />
Süreya’nın izinde yeniden yorumluyor.<br />
Yeni sezonda Borusan Contemporary’de görülebilecek<br />
sergilerden ilki, yaratıcı direktör Matt Pyke’ın liderliğinde<br />
sanatçı, tasarımcı, animasyoncu, müzisyen ve yazılımcılardan<br />
oluşan küresel kolektif Universal Everything’in Akışkan<br />
Bedenler sergisi.<br />
Küratörlüğünü uluslararası alanda öncü film ve medya<br />
sanatları küratörlerinden Conrad Bodman’ın üstlendiği<br />
sergide Universal Everything’in insan biçimine duyduğu<br />
ilgi, bireyin karakteristik özellikleri ve davranışları üzerinden<br />
inceleniyor. İşbirlikçileri arasında Radiohead, Apple,<br />
Zaha Hadid Mimari ve Samsung olan kolektifin erken<br />
dönem işleri Borusan Contemporary’nin yer aldığı Perili<br />
Köşk’ün ikinci katında gösteriliyor: Portre II, Yüce İnananlar<br />
II ve Yürüyen Şehir. Buradaki çalışmalar bireyin bedenine<br />
ve bu bedenin yeniden şekil alma, dönüşme ve uyum<br />
sağlama kapasitesine odaklanıyor. Aynı katta sergilenecek<br />
olan Kabileler ve Oluşum, büyük bir grubun içerisinde bireyin<br />
doğası üzerine yoğunlaşıyor.<br />
Serginin ilk bölümü içinde bulunulan mekân ve an ile ilgilenirken,<br />
dördüncü kattaki işler ise geleceğin nasıl görünebileceğine<br />
dikkat çekiyor. Bu katta sergilenecek Hype Döngüsü<br />
serisinin ilk filmi Akıllı Malzeme, performans ve yeni<br />
teknolojiler üzerinden insan-makine işbirliklerini inceliyor.<br />
Makine Öğrenişi, tahmin edilemeyen hareket biçimleri yaratan<br />
otonom makinelerin olduğu yeni bir dünya gösterirken,<br />
Geleceğin Ekranları serisi ise yeni teknolojilerle gittikçe<br />
daha fazla entegre olmuş prototiplerden oluşuyor.<br />
CEMAL SÜREYA’YA SELAMLA: ÜVERCINKA<br />
İkinci sergi ise, küratörlüğünü Dr. Necmi Sönmez’in üstlendiği,<br />
edebiyat ve çağdaş sanat arasında diyalog kuran<br />
koleksiyon sergilerinden bir yenisi Borusan Çağdaş Sanat<br />
Koleksiyonu’ndan eserleri ortak bir başlık etrafında<br />
bir araya getiren sergi, ünlü şair Cemal Süreya’ya selam<br />
gönderiyor. Serginin ana başlığı da şairin toplu yapıtlarını<br />
içeren Üvercinka’dan ödünç. Bu sergide, başka bir dile çevirilemeyecek<br />
kadar şiir evrenine gömülü olan Üvercinka,<br />
uluslararası sanatın çarpıcı örneklerine sahip koleksiyondaki<br />
eserler için yeni bir yorumlama noktası oluyor.<br />
Şiirsel ve görsel algıyı ön plana çıkaran Üvercinka sergisinin<br />
içeriği “yeniden düşünmek”, “yeni sorular üretmek”<br />
üzerine. Günümüzün ekonomik, politik ve sosyal oluşumları<br />
arasında şiir ve çağdaş sanat nasıl konumlanır? Şiirsel, sanatsal<br />
ifade biçimleriyle hangi noktalardan yola çıkarak eser<br />
yorumlaması yapabiliriz? 1958’de yayımlanan Üvercinka,<br />
2018’de, 60 yıl sonra, bizi neden bu denli etkiliyor? Sergi bu<br />
ve buna benzer sorulara ağırlıklı olarak neon, video, fotoğraf<br />
teknikleriyle üretilmiş çalışmalarla yanıt arıyor.<br />
Her iki sergi de 17 Şubat 2019 Pazar akşamına kadar<br />
yalnızca hafta sonları ziyaret edilebilir.
45<br />
75.000 pcs *<br />
*<br />
Cvsair’in 10. yılında<br />
bugüne kadar<br />
üretip sevk ettiği<br />
toplam ürün sayısı.
NARDİS JAZZ CLUB//ARALIK 2018 ETKNİLİK TAKVİMİ<br />
cmt<br />
1<br />
ARALIK<br />
pzt<br />
3<br />
ARALIK<br />
sal<br />
4<br />
ARALIK<br />
çar<br />
5<br />
ARALIK<br />
per<br />
6<br />
ARALIK<br />
cum<br />
7<br />
ARALIK<br />
cmt<br />
8<br />
ARALIK<br />
SU İDİL QUINTET<br />
TOLGA BEDİR TRIO<br />
“PERCHANCE”<br />
BARIŞ ARSLAN<br />
TRIO<br />
PAOLO PERUZZİ<br />
TRIO<br />
FLAPPER SWING<br />
CEM TUNCER &<br />
ENGİN<br />
RECEPOĞULLARI<br />
SİBEL KÖSE<br />
QUINTET<br />
Nardis Jazz Club<br />
pzt<br />
10<br />
ARALIK<br />
LENA SEIKALY<br />
BAND<br />
sal<br />
<strong>11</strong><br />
ARALIK<br />
NİHAN KIR<br />
QUARTET<br />
çar<br />
12<br />
ARALIK<br />
per<br />
13<br />
ARALIK<br />
UĞUR GÜNEŞ TRIO FUNKBOOK D.O.V.E. “WHERE<br />
ARE YOU?”<br />
cum<br />
14<br />
ARALIK<br />
cmt<br />
15<br />
ARALIK<br />
ISTANBUL<br />
FUNK UNIT<br />
pzt<br />
17<br />
ARALIK<br />
İMGE MINGIROĞLU<br />
“SOUL PROJECT”<br />
MÜZIĞI ve müzisyeni ön plana çıkarmak hedefiyle yola<br />
çıkmış bir mekan; Nardis Jazz Club. Mainstream caz, modern<br />
caz, fusion, etnik caz türlerini sıklıkla çalan Nardis Jazz Club,<br />
caz dışı türlere de haftanın bazı günlerinde şans veriyor.<br />
Tek kişi yerine birbirinden yetenekli sanatçıları karşımıza<br />
çıkaran mekan, yurt dışından gelen yabancı bir solisti de<br />
ayda bir kez ağırlıyor. Her performans bir konser havasında<br />
geçiyor ve kulüp olmasının rahatlığını hissettiriyor. 20:00’da<br />
başlayan yemek servisiyle birbirinden güzel lezzetlerini<br />
deneyebileceğiniz, caz severler için unutulmaz performanslar<br />
sunan Nardis Jazz Club bu ay da; birbirinden değerli isimlerle<br />
sizleri ağırlamayı bekliyor.<br />
Kuledibi Sok. No:8 Galata İstanbul<br />
Tel: 0212 244 63 27 / 0532 244 57 78<br />
Fax: 0212 244 63 28<br />
focan@nardisjazz.com<br />
sal<br />
18<br />
ARALIK<br />
VOLKAN POLAT<br />
QUARTET<br />
çar<br />
26<br />
ARALIK<br />
HAKAN KAMALI<br />
QUINTET<br />
çar<br />
19<br />
ARALIK<br />
SANAT<br />
DELİORMAN &<br />
CAZ KARDEŞLERİ<br />
per<br />
27<br />
ARALIK<br />
ESRA KAYIKÇI<br />
BAND<br />
per<br />
20<br />
ARALIK<br />
YÜRÜYEN<br />
MERDİVEN<br />
“YOK MU VAR”<br />
cum<br />
28<br />
ARALIK<br />
CANSU NİHAL<br />
AKARSU BAND<br />
cum<br />
21<br />
ARALIK<br />
PELİN GÜNEŞ<br />
QUARTET<br />
cmt<br />
29<br />
ARALIK<br />
İPEK DİNÇ<br />
YÜCE BAND<br />
cmt<br />
22<br />
ARALIK<br />
ECE GÖKSU<br />
QUINTET<br />
pzt<br />
31<br />
ARALIK<br />
YENİ YIL KONSERİ<br />
pzt<br />
24<br />
ARALIK<br />
CAN ÇANKAYA<br />
TRIO<br />
sal<br />
25<br />
ARALIK<br />
GAGARIN BAND
dinamik<br />
47
*Samurayların etik felsefesi Buşido’nun 7 erdemi // CVSair 10.yıl değerleri<br />
jin: hayırseverlik ve şefkat, gi: doğruluk ve adillik, rei: saygı, yuu: cesaret,<br />
makoto: dürüstlük ve içtenlik, meiyou: onur, chuugi: sadakat ve görev bilinci<br />
jingi<br />
yuurei<br />
makoto<br />
meiyou<br />
chuugi
Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler;<br />
evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.
devriâlem