11.01.2017 Views

Çay Dergi / Ocak Sayısı

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

DERGİ<br />

E D E B İ Y A T D E R G İ S İ<br />

ÇAY<br />

OCAK<br />

2 0 1 7<br />

"Koşuyor altı yaşında bir oğlan,<br />

uçurtması geçiyor ağaçlardan,<br />

siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.<br />

Çocuklara kıymayın efendiler.<br />

Bulutlar adam öldürmesin."


Yazarlar<br />

Güler<br />

Ahmet<br />

Yansıma<br />

Araf<br />

Muhammed Öner<br />

Burak<br />

Silahcı<br />

Deniz<br />

Çınaroğlu<br />

Fatih<br />

Uzun Ferdi<br />

Cengiz Onayman<br />

Fuat<br />

Yıldırım<br />

Hasancan<br />

Gökbüke Büyükkeskin<br />

Merve<br />

Karagöl<br />

Mete<br />

Atakur<br />

Muhammed<br />

Çandır<br />

Murat<br />

Motuğan<br />

Mustafa<br />

Çalhan<br />

Onur<br />

Hanım Tilki<br />

Gökçen<br />

Tolga<br />

Cebe Tuğba<br />

Mengüverdi<br />

Varol<br />

Oktay Yaren<br />

Kerim Arslan<br />

Yiğit


İÇİNDEKİLER<br />

3<br />

TİMUÇİN<br />

AFŞAR<br />

2015 Yılı Şiir Bildirisi<br />

12<br />

METE KARAGÖL<br />

Ölülere yazılan mektuplar,<br />

edebi türler içersin de<br />

mektup olarak mı<br />

değerlendirilir, sohbet<br />

yazısı olarak mı<br />

değerlendirilir?<br />

ÇINAROĞLU<br />

FATİH<br />

SANA SENDEN OLANA<br />

AHMET GÜLER<br />

Son gecem bu gece, bu<br />

gece son benim<br />

karanlıklarda gizli,<br />

özgürlüğüm benim<br />

36<br />

HASAN YILDIRIM<br />

Hayat, bir martının simidi<br />

kapıp uzaklaşması kadar<br />

kısa. Nefes alıp verirken<br />

bile yaşayacaksın. Bile<br />

HANIM<br />

TİLKİ<br />

TARLA SOKAK / BÖLÜM 2


ölüm kalım savaşı verdiği bir dünyada yaşıyoruz. Gerici<br />

"Şiirin<br />

gerçek bilimi gerçek felsefeyi gerçek sanatı boğma yolunda<br />

güçler<br />

çabalarını ortaya koyarken ince bilge kırılgan şiir<br />

bütün<br />

siyasetlerin çıkarların markaların adaletsizliklerin<br />

gökdelenlerin<br />

altında eziliyor. Bir kazanma hırsıyla dünyaya ele geçiren<br />

tankların<br />

herkese ileri teknoloji ürünleri pazarlarken şiiri de bütün<br />

sermaye<br />

değerlerle birlikte yok etmek istiyor. İletişim araçlarının<br />

gerçek<br />

karşın yanlış bilinç üretmeyi görev bilenler yüzyılların<br />

yetkinliğine<br />

değerleri geçersiz kılmaya, parayı tanrı sayan bir uydurma<br />

getirdiği<br />

dizgesini yaşama geçirmeye çalışıyor. Evrensel cahillik<br />

değerler<br />

gün biraz daha yaygınlaşıyor kurumlaşıyor kökleşiyor<br />

her<br />

Hiçbir değer tanımama konusunda kararlı<br />

saldırganlaşıyor.<br />

dünya sermaye güçleri bu amaçlarını gerçekleştirme<br />

görünen<br />

adım adım ilerlerken demokrat görünen demokrasi<br />

yolunda<br />

ahlak değerlerini her şeyin üstünde tutar<br />

düşmanlarından,<br />

ahlak düşkünlerinden, devrimciliği kimseye bırakmayan<br />

görünen<br />

2015 YILI DÜNYA ŞİİR GÜNÜ BİLDİRİSİ<br />

kurulu düzen yardakçılarından alabildiğine destek görüyor.<br />

3


yüzden şiire bugün daha çok gereksinimimiz var. Kurtuluşun<br />

Bu<br />

yanlış tasarılarda, köksüz temelsiz düşlerde, ikiyüzlü ya da<br />

yalan<br />

şiirle, şiiri yaratanlarla ve şiiri özümleyenlerle<br />

ancak<br />

de biliyor. Şiir bize daha da insan olma yolunda<br />

kurtulabileceğini<br />

yapmamız gerektiğinin öngörüsünü sağlıyor. Şiir bize kim<br />

neler<br />

insan için ne yapmamız gerektiğini, insana<br />

olduğumuzu,<br />

nasıl bir şey olduğunu öğretiyor. Şiir kimseyi<br />

adanmanın<br />

kendi için bir şeyler elde etmek istemiyor, insanlığı<br />

öldürmüyor,<br />

dörde beşe bölmeyi düşünmüyor, insana güzelin yüceliğini<br />

üçe<br />

aç yatan çocuklar için işsiz babalar için acılı anneler<br />

duyururken<br />

daha doğru bir dünya kurmaya çalışıyor. Şiir insan olmanın ve<br />

için<br />

adanmanın bilincidir. Şiir ışıktır umuttur savaştır inanıştır<br />

insana<br />

Şiir ün değildir unvan değildir zenginlik değildir, bir<br />

arayıştır.<br />

tutmak bir yeri ele geçirmek ve orada cahilliğin ve<br />

köşeyi<br />

çünkü bugünkü koşullarda şiirden başka hiçbir şey bize<br />

kurtaralım,<br />

yolunu açacak gibi görünmüyor."<br />

aydınlıkların<br />

yüzlü ilişkilerde, basit ve bayağı siyasetlerde olmadığını,<br />

çok<br />

eline bakmanın onursuzluk olduğunu bilenler dünyanın<br />

güçlünün<br />

saltanatını kurmak değildir. Kendilerini şiire adayanlar,<br />

çıkarcılığın<br />

duyguların gerçek savaşçıları, gelin hep birlikte dünyayı şiirle<br />

yüce<br />

AFŞAR TİMUÇİN<br />

4


saatte durur şiir<br />

Hangi<br />

saatte başlar<br />

Hangi<br />

hangi saatte öter<br />

Horozlar<br />

saatte yıkanır ışıkla<br />

Hangi<br />

sen mi geldin sabaha karşı<br />

Böyle<br />

tütün ve yalnızlık içinde<br />

Alkol<br />

sen mi geldin sessiz<br />

Böyle<br />

doğmasından, günün ışımasından<br />

Çocukların<br />

insanların ölmesinden korkarak<br />

Kavgada<br />

sen mi geldin kaça kaça.<br />

Böyle<br />

hangi saatte başlar<br />

Kaygılar<br />

saatte yenik düşer<br />

Hangi<br />

bitimi doğan güne<br />

Gecenin<br />

neden güne başlıyor gibi<br />

Ve<br />

çok sevdiklerimiz bile<br />

Bazen<br />

geceye başlarlar.<br />

Yeniden<br />

saatte susar şiir<br />

Hangi<br />

saatte yazar ölümün yazgısını.<br />

Hangi<br />

Gece Gelenin Türküsü<br />

Gecenin çamuruna batanlar.<br />

AFŞAR TİMUÇİN<br />

5


Herkes gibi. Ben de<br />

Çocuktum.<br />

zamanlar çocuktum. Hafta<br />

bir<br />

derslerden kafasını<br />

içi<br />

beş günde üç<br />

kaldırmayan;<br />

kitabı bitiren, hafta<br />

öykü<br />

ise Sami ile o sokak<br />

sonları<br />

bu sokak benim<br />

senin<br />

sonsuz<br />

bisikletlerimizi<br />

pedal çeviren<br />

özgürlüğe<br />

Kırmızı ışıkta duran<br />

çocuk.<br />

tofaşların arasından<br />

torosların,<br />

bilmediğimiz<br />

geçer,<br />

elma çalar (göz<br />

bahçelerden<br />

beştir o yaşta, altıncıyı<br />

hakkı<br />

hırsızdır) akşam eve<br />

alan<br />

bisikletlerimizi<br />

geldiğimizde<br />

karışık kızartmayı<br />

kilitleyip<br />

birlikte yufkanın<br />

yoğurtla<br />

eline sarılır;<br />

dedemin<br />

parası alırdım.<br />

dondurma<br />

de nasiplenirdi. Yarın<br />

Sami<br />

kurulur, dün hayat<br />

kadrolar<br />

olan Sami<br />

yoldaşım<br />

ben<br />

oynuyorsa<br />

Böyle de<br />

oynamazdım.<br />

bir çocuktum aynı<br />

çirkef<br />

Beni daha sonra<br />

zamanda.<br />

oyunlara da davet<br />

oynanan<br />

için akşama<br />

etmedikleri<br />

Bugs Bunny izlerdim<br />

kadar<br />

televizyonumuzda.<br />

tüplü<br />

olunca Sami<br />

Akşam<br />

yeni aldığı atariyi<br />

babasının<br />

için çağırır, bir<br />

oynamak<br />

oynadıktan sonra<br />

saat<br />

teyze ‘yeter, hadi<br />

Gülsüm<br />

derdi. Pazar banyosunu<br />

eve’<br />

saat on olunca<br />

yapar,<br />

Mete Karagöl-Ben Sen Daha<br />

yazılan<br />

Ölülere<br />

edebi<br />

mektuplar,<br />

içerisinde<br />

türler<br />

olarak mı<br />

mektup<br />

değerlendirilir,<br />

yazısı olarak<br />

sohbet<br />

mı değerlendirilir?<br />

dürüp tekrar dışarı<br />

arasına<br />

Yatsıdan dönen<br />

çıkardık.<br />

6<br />

uyurdum.


öyle güzel geçeceğini tahmin etmiştim. Babam sabah işe diye çıktığı evden tabutuyla gelene<br />

Günlerin<br />

Artık Serkan Gezgin diye biri yoktu hayatta. Ölmüştü babam. On yaşındaydım. Halam o gece kucağına<br />

dek.<br />

‘ağbim kokulu’ diyerek gözyaşlarını dökmüş, amcam ‘kardeşimin emaneti’ diyerek bayılmış, zavallı<br />

alıp<br />

evladının acısına dayanamayıp olduğu yerde ölmüştü. Sen güzel annem; on altında kaçtığın<br />

babaannem<br />

evlat verdiğin kocana adamakıllı doyamamış, küçük kardeşimi; henüz bir yaşındaki kardeşimi<br />

beş<br />

‘Serkan’ın yanına gideceğim, o gecikmezdi eve. Çıkıp arayalım.’ deyip insanların yüreklerini<br />

kucaklayıp<br />

da yakmıştın. Unutmuyorum o günü hiç. Üç gün amcam, iki gün dayım alakadar olmuş sonra o evde<br />

daha<br />

bize kalmıştık. Faruk ağbim evden böyle bir acıyla çıktı. Eve ekmek gelmesi gerekiyordu. Artık babamız<br />

biz<br />

harç param denkleşmeyince sırtındaki iki ceketten daha az giyilmiş olanı satıp üç kuruş parayı<br />

Üniversite<br />

saymış, kalan parayı da ‘ileride evlenirsem düğün masraflarını karşılarım’ diye köşeye attığı beş<br />

avcuma<br />

paradan tamamlamış, “Sen okuyacaksın oğlum.” diyerek üniversiteye kaydettirmişti ağbim. Senden<br />

kuruş<br />

geçen her bir gün benim için azaptı annem. Senin kollarının altından hiç ayrılmamıştım. Bu denli<br />

uzak<br />

benim için tarif edilmesi güç bir acıydı. Bir süre derslere devam etmedim. Devamsızlık dert<br />

uzaklık<br />

Sekiz kişi kaldığımız iki artı birlik bodrum katındaki dairede ağlamak için yalnız kalmayı<br />

edilmiyordu.<br />

Her yalnızlık yeni bir kalabalıkla geliyordu. Bir türlü adamakıllı yalnız kalamıyordum. Aldım<br />

bekliyordum.<br />

çıktım dışarıya, arka sokaklar genelde tenha olurdu, hem yürüdüm hem ağladım. Ben seni<br />

anahtarı<br />

seni istiyordum anne. İnsanız, bir süre sonra buna da alıştık. Dönem sonu sınavlarının<br />

özlüyordum,<br />

çıkıp geldim hemen yanına. Öyle böyle dört yıl daha geçti. Aradan geçen dört yılda çok şey<br />

ardından<br />

İstanbul’da iyi bir işte çalışıyordum. Yanına gelmek için zamanım olmuyordu. Okul bitince beni<br />

değişmişti.<br />

göndereceklerdi. Senin kırışmış yüzünü gözlerinden akan yaşlar ıslatırken havalimanına<br />

Almanya’ya<br />

beni uğurlamıştın. Yanındaki Faruk ağbim babam olsaydı bu kadar sevinebilirdi. Kendi hiç<br />

gelmiş<br />

Zamanı olmamıştı. Kendini bize adamıştı. Onun evlatları bizdik. Her kardeş yapmaz bunu.<br />

evlenmemişti.<br />

alıp eve dönerken yolda geçirdiğiniz kazada öldüğünde otuz beş yaşındaydı. Senin kolun kırılmıştı.<br />

Seni<br />

Almanya hükümetinin bazı kurallarından ötürü altı ay gecikmeli gelebilmiştim. Faruk ağbim babamın<br />

Ben<br />

mezar yanında yatıyordu. Beni okutabilmek için ceketini satmış güzel ağbim; üniversitede katıldığım<br />

üç<br />

tarafından beynim yıkanıp dinden çıkarılmasaydım bir dua okurdum sana.<br />

topluluk<br />

sana sık sık mektup yazıyordum. O zamanlar telefonla görüşmek imkansızdı. Hem çok<br />

Almanya’da<br />

İki sene sonra, bir hafta geldiğim ziyarette iki ay önce evlendiğim Ailna’yı beğenmemiş ve<br />

yazıyordu.<br />

ileri sürmüştün. Nitekim döndükten iki hafta sonra ayrılmıştık. Nafaka derdim<br />

anlaşamayacağımızı<br />

için sevinmiştin benim güzel annem.<br />

olmadığı<br />

yıl sonra ziyaretine gelmiştim. Artık hasretine alışmıştım. Türkiye’de olduğum günler benim için sıkıcı<br />

Üç<br />

Faruk ağbim ve babama iyi birer mezarlık yaptırmıştık o yaz; sana da güzel bir yer almıştık<br />

geçiyordu.<br />

yanından. Kardeşim lisenin ilk sınıfında tekrar yaptığı için uzun uzun kızmış; evi terk etmesine<br />

kocanın<br />

olmuştum. Bana belli etmesen de artık gelmemi istemiyor gibiydin. Seni götürmek için başvuru<br />

sebep<br />

beş sene daha gelmedim. Altıncıda da gelmeyecektim ama senin cenazen sebep oldu. Seni yaşlanırken<br />

Bir<br />

ne demekti? Kokunu duyamamak… O sene uzun izin alıp gelmiştim. Kardeşimi evlendirdik<br />

görememek<br />

çıkınca. Mustafa ağbim ve Meryem ablam senin evinde kalmama müsaade etmedikleri için<br />

kırkın<br />

kaldım. Sana da sağlam bir mezar taşı yaptırdık. Mezarlık için erken dediler. Tüm birikintimle<br />

pansiyonda<br />

sanayiden bir iş açmış, içine makineler almıştık. Bana borçlu olduğunu söylediğinde ise uzun<br />

kardeşime<br />

azarlamıştım. Faruk ağbim mi olmuştum ne? Beni havalimanına geçirdi kardeşlerim. Dönüşte Mustafa<br />

uzun<br />

ve Meryem ablam kazada öldüler. Kardeşim ise ufak bir sıyrıkla kurtuldu. Onların cenazelerine<br />

ağbim<br />

Mezarları nerede hiç bilgi almadım.<br />

gelmedim.<br />

oydu.<br />

yaptığımızda konsolosluğa; kabul edilmesine rağmen sen vazgeçirmiştin ya, oradan anladım.<br />

7


aramızdan ayrılışının onuncu yılı annem. Kardeşim, kardeşimin eşi ve yeğenim kabrini ziyarete<br />

Bugün<br />

Mezarına on yıl sonra çok uzaklardan gelip bir çiçek koyup bir kova su döküyorum diye; dua<br />

geldik.<br />

diye kızma. Biliyorsun üniversitedeki topluluktan sonra dinden çıkmıştım. Bir daha<br />

okumuyorum<br />

Bir ara bizi terk edip dağınık bir aile (kimimiz yeraltında, kimimiz yer üstünde) olmamızın<br />

dönemem.<br />

babamı, yanından kaldırıp başka yere yatırmak geldi ya içimden; babamı hiç hatırlamayan<br />

suçlusu<br />

hüznüne saygılı davranıp yapmadım.<br />

kardeşimin<br />

küçükken öğrettiğin gibi mi gerçekten anne? Ölüler… Sen şimdi ölüsün ya benim güzel, canım annem,<br />

Bize<br />

yukarılardan bir yerlerden izliyor musun? İzliyorsan eğer yeryüzündeki kendi dertlerini bile göremeyen<br />

bizi<br />

kulları gibi fiziksel mi görüyorsun? İçimizde kopan fırtınaları, dertler karşısında eriyişimizi,<br />

tanrı<br />

saçın aksine kararan ciğerlerimizi görebiliyor musun? Faruk ağbim yanındaysa selam söyle.<br />

kafamızdaki<br />

Almanya’ya gitmek için uçağa bindirmeye geldi kardeşim ve ailesi. Uçaktayım şimdi. Biliyorsun<br />

Beni<br />

başladığım ilk andan itibaren yazıyorum. Şimdi de yeğenimin defterinden koparttığım, bir<br />

yazmaya<br />

evladına duyduğu sevgi kadar temiz olan üç kağıda bu mektubu yazıyorum. Eline ulaşmayacak bir<br />

annenin<br />

‘nasılsın, iyi misin’ yazılmaz herhâlde? Ya anne. Sen de ilkokul beşe kadar okumuşsun. Bilirsin.<br />

mektuba<br />

yazılan mektuplar, edebi türler içerisinde mektup olarak mı değerlendirilir, sohbet yazısı olarak mı<br />

Ölülere<br />

Neyse boş verelim bu boş edebiyat laflarını.<br />

değerlendirilir?<br />

anne. Dün geldim. Ama acı haber şimdi geldi. Benim uçağım kalktıktan sonra eve dönmek<br />

Almanya’dayım<br />

yola çıkan kardeşim ve ailesi kaza yapmışlar. Kardeşim ve karısı ölmüş. Yeğenimi yanıma alacağım.<br />

üzere<br />

Çok özledim onu. Seni de. Babamı da. Babaannemi de. Diğer kardeşlerimi de. Atatürk’ü de…<br />

Seni Seven Oğlun.<br />

***<br />

Oğlun.<br />

8


esim çiziyorum gecenin karanlığında<br />

Bir<br />

her türlü rengini kullanıyorum<br />

Dünyanın<br />

barış fırçasını sürüyorum kağıda<br />

Sonra<br />

ama olmuyor<br />

Sürüyorum<br />

deniyorum büyük bir ümitle<br />

Yılmadan<br />

yıpranıyor kağıdım<br />

Denedikçe<br />

sefer kardeşlik fırçasını alıyorum elime<br />

Bu<br />

ama olmuyor<br />

Sürüyorum<br />

olarak umut fırçası kaldı masamda<br />

Son<br />

denemek istemiyorum<br />

Önce<br />

aynı sondan korkuyorum aslında.<br />

Yine<br />

alıyorum elime fırçayı, kağıda götürüyorum<br />

Sonra<br />

kalıyorum resmin başında<br />

Oturup<br />

kalakalıyorum<br />

Öylece<br />

anda bir çocuk geliyor yanıma, elinde sevgi fırçasıyla<br />

O<br />

kağıda bir değdiriyor ki<br />

Fırçayı<br />

o anda diyorum ki<br />

İşte<br />

bir güç varken elimizde,<br />

Böyle<br />

ihtiyaç duyuyoruz ki paraya, madene?<br />

Neden<br />

sevgi bedavaydı ve hiç bitmiyordu şarjı...<br />

Oysa<br />

BURAK MUHAMMED ÖNER<br />

"SEVGİ FIRÇASI"<br />

Her sürdüğümde gözyaşı dökülüyor fırçama.<br />

Her sürdüğümde kan damlaları dökülüyor fırçama.<br />

Yarı yolda kırılıyor fırça.<br />

Görmeliydiniz sevginin gücünü!<br />

9


ilk ışığı yüzüne vurunca<br />

Günün<br />

Yeniden uyanabildiği için<br />

uyandı.<br />

küfretti. Yüzünü<br />

kendine<br />

o bir türlü sevemediği<br />

yıkayınca<br />

tekrar karşı karşıya geldi.<br />

yüzle<br />

nefretle baktı. Çekyatın<br />

Kendine<br />

oturdu ki, ondan bile nefret<br />

üstüne<br />

çünkü yıllardır onu<br />

ediyordu;<br />

rağmen hâlâ ne<br />

kullanmasına<br />

kanaat getirememişti.<br />

olduğuna<br />

kara kutuya sinirlendi ve<br />

Küçük<br />

odanın bir köşesine fırlattı.<br />

onu<br />

hissetti. Önünde duran<br />

Susadığını<br />

kalma tadı kaçmış<br />

akşamdan<br />

çayı kafasına dikti ve<br />

bayat<br />

da fırlattı. Bardak,<br />

bardağı<br />

tıpkı çayı gibi<br />

Farkındaydı,<br />

da tadı kaçmıştı.<br />

hayatının<br />

sıkılmıştı, yorulmuştu ve<br />

Bıkmıştı,<br />

tükenmişti. Yolun sonu<br />

artık<br />

Ayağa kalktı, tavana bir<br />

gelmişti.<br />

bağladı. İpin hemen altına<br />

ip<br />

yerleştirdi. Kafasını ipe<br />

iskemleyi<br />

geçirdi.<br />

Evet artık bitiyordu,<br />

kesiliyordu.<br />

dünyadan gidiyordu.<br />

bu<br />

kapanmasına kısa bir<br />

Bilincinin<br />

kala bir cızırtı geldi kulağına<br />

süre<br />

uzaklardan, odanın bir<br />

çok<br />

fırlattığı küçük kara<br />

köşesine<br />

ve ardından o sözler:<br />

radyodan<br />

bir gün buluşacağız, bu<br />

"Elbet<br />

DİRİLİŞ<br />

MUHAMMED ATAKUR<br />

"ELBET BİR GÜN<br />

BULUŞACAĞIZ, BU BÖYLE<br />

YARIM KALMAYACAK."<br />

mı? Koltuk mu? İki<br />

Yatak<br />

işte insanlar gibi, gündüz<br />

yüzlüydü<br />

gece başkaydı. Radyoyu<br />

başka<br />

Cızırtıdan başka bir ses yoktu.<br />

açtı.<br />

kapattı, artık kurtulduğu<br />

Gözünü<br />

tebessüm etti ve iskemleyi<br />

için<br />

geriye itti.<br />

usulca<br />

nefesi yavaş yavaş<br />

Boşluktaydı,<br />

paramparça olmuştu.<br />

böyle yarım kalmayacak."<br />

10


açtı. Bu dünyadan gitmesi için sadece birkaç saniye daha öyle durması gerekliyken o durmadı,<br />

Gözünü<br />

Çünkü yaşamalıydı. Yeniden denemeliydi. Daha güzel yenilgileri olmalıydı. Evet, belki de sırf<br />

duramadı.<br />

güzel yenilgileri olması için yaşamalıydı. En önemlisi de tam uçurumun kenarındayken içinde<br />

daha<br />

olan umut için yaşamalıydı.<br />

yeşermiş<br />

boğazını saran ipe götürdü ve yaşamak için çabalamaya başladı. O çabaladıkça ip onu daha çok<br />

Ellerini,<br />

Tıpkı elinden oyuncağı alınmaya çalışılan bir çocuk gibi ısrarla daha çok sarıyordu boğazını.<br />

sıkıyordu.<br />

lâkin başaramıyordu; kendi bağladığı ip ona ihanet ediyordu. Hayata dönmesine izin<br />

Direniyordu<br />

Yaşama dönmek istiyordu ama yapamıyordu. O an kendi bağladığı ipin onu bırakmayacağını<br />

vermiyordu.<br />

hayata dönemeyeceğini anladı. İçinde yeni yeşermiş umut, kulağında çalan müzik, gözünden gelen iki<br />

ve<br />

yaş ile kendini bıraktı.Tam vazgeçmişken, ruhu bedeninden çekilirken ip koptu ve yere düştü.<br />

damla<br />

şaşkınlıkla düştüğü yerde kalakalmış, ipin koptuğu yere bakıyordu. Hayatın ona ikinci bir şansı<br />

Yaşadığı<br />

tavana bakıyordu. Yüzünde tebessüm, kafasında ise onu hayata döndüren şu sözler vardı:<br />

tanıdığı<br />

sigara yaktım, durup düşündüm<br />

Bir<br />

var, neyim yok döküverdim önüme<br />

Neyim<br />

gözden geçirdim kendimi<br />

Yeniden<br />

yabancı düştüm gene<br />

Kendime<br />

da sert davranmıştım kendime<br />

Nasıl<br />

daha iyi anlıyorum<br />

Şimdi<br />

sokakların kural bilmez çocuğu<br />

Ben<br />

başkası olabilir miydim hiç<br />

Bir<br />

yerime<br />

Kendi<br />

da anılarla oyalansam<br />

Biraz<br />

ve bitirilmiş olanı<br />

Yaşanmış<br />

bir türlü sevemiyorum<br />

Nedense<br />

yaşamayı düşünmüyorum<br />

Yeniden<br />

güzel sevinçlerimi bile<br />

En<br />

zaman kendime dar geliyorum<br />

Her<br />

zaman derinlerime dönsem<br />

Ne<br />

bir sayfa açılıyor önüme<br />

Yeni<br />

zaman yeni bir şeyleri özlesem<br />

Ne<br />

bilmem<br />

Neden<br />

bir karanlık yerleşiyor içime.<br />

Kaskatı<br />

Kafasını ipe geçirdikten yaklaşık bir buçuk dakika sonra sırtüstü yerdeydi. Hayat ona ikinci şansı vermişti.<br />

"ELBET BİR GÜN BULUŞACAĞIZ, BU BÖYLE YARIM KALMAYACAK."<br />

Derinleşen Akşamlar<br />

AFŞAR TİMUÇİN<br />

11


Bilsen,<br />

militan bir başkaldırıştır, saçının teline değende yüreğim.<br />

Ne<br />

hançer yarası gibi durur sözlerin<br />

Alnımda<br />

öyle hoyrat bakmışımdır gözlerine ki,<br />

Sonra,<br />

urganlara çekilmiştir de yüreğim,<br />

Hangi<br />

meydan korkutmamıştır öfkemi<br />

Hiçbir<br />

vuruşmam, yeni bir dirilişidir yiğit yüreğimin<br />

Her<br />

sen düşersin aklımın sanıklı eylül umutlarına<br />

Sonra,<br />

düşer omuzlarım,<br />

Öylece<br />

civan mertliğim,<br />

Düşer<br />

kahrolası cesaretim<br />

Düşer<br />

“Sana öyle yanmak var ya…” diye sıraladığımda sözcükleri,<br />

Ve,<br />

her bakışın,<br />

Senin<br />

bir kardelen bitirir bu toprakların.<br />

Bağrında<br />

bir de öyle yılgın,<br />

Sana<br />

mahzun, öyle çilekeş,<br />

Öyle<br />

yağmur sonrası, öyle kırılgan,<br />

Öyle<br />

mahcup bir Ferhat hüznüyle baktığımda,<br />

Öyle<br />

yağar saçlarımın diplerine gözlerinden<br />

Alev<br />

bekler şimdi sana yazılmış her mısram<br />

Ölümü<br />

şimdi, Ve<br />

sürgün edilmiştir yüreğim<br />

Ellerine<br />

öyle korkaktır sana yazılmış şiirlerim<br />

İşte,<br />

değerken, işte ondan titrer nefesim<br />

Sesine<br />

yüzdendir öyle yanık duruşum karşında<br />

Bu<br />

acımtırak, öyle ürkek susuşum...<br />

Öyle<br />

FATİH ÇINAROĞLU<br />

"SANA SENDEN OLANA"<br />

Bir ihtilal sonrası mahpusluğudur bileklerimde sevdan<br />

Her biri bir kurşun olur, yıkar beni uluorta kaldırımlara<br />

Sevda, ağır bir kurşundur şimdi sırtımda!..<br />

Bütün kelimeler yoksul, bütün cümleler kesik şimdi sana akarken<br />

12


her şeyin başı bilgidir.<br />

Bence<br />

filan pek bilmem, çok<br />

Filozofları<br />

okumuşluğum da yoktur.<br />

kitap<br />

ederim ben; ne öğrendiysem,<br />

Hayal<br />

hissettiysem hep bu hayallerim<br />

ne<br />

olmuştur; bilgilerimse<br />

sayesinde<br />

dünyamın en harika<br />

hayal<br />

meyveleridir.<br />

hayal dünyanız var<br />

Sizin<br />

Yani bir dizi takip<br />

mı?<br />

gibi dışarıdan bir<br />

ettiğiniz<br />

olarak izlediğiniz ya da<br />

göz<br />

ayrı yaşayan, sizin<br />

sizden<br />

başka bir ruhunuz<br />

içinizde<br />

hissettiğiniz<br />

olduğunu<br />

mu? Aslında bu bir<br />

oluyor<br />

yani<br />

hastalıkmış;<br />

multipal<br />

psikolojideki<br />

bizdeki adı<br />

personality,<br />

bütün psikolojik<br />

diğer<br />

Murat Çandır<br />

Fikirler Hayallerden Gelir<br />

ek olarak; ölüm<br />

Ve<br />

büyük deliliktir,<br />

en<br />

adamakıllı<br />

yaşayamayana!<br />

gibi:<br />

rahatsızlıklarınki<br />

delilik!<br />

13


inersin minibüse -ki yol uzun sürecekse daha iyidir- kulaklığını takarsın (kulaklığın anlamı; beni<br />

Bazen<br />

etmeyin demektir esasında) hayal etmeye başlarsın. Hangi şarkının çaldığının farkında bile<br />

rahatsız<br />

o an var ya, işte o anı uzun uzadıya yaşamak lazımdır. Çünkü seni bu korkunç fani âlemden alıp<br />

olmadığın<br />

bile bir değerinin olduğu, onun güzel yavru cennetine bırakıverir seni. Orada en can yakan acılar<br />

acılarının<br />

tatlıdır. Çünkü acı, insanın kendisindense tatlıdır. Canımızı en çok yakan acılarımız hep bizim<br />

bile<br />

bize emrivaki yapılanlardır. İşte o yavru cennete gidince uzun uzun gezmek, tanımak ve en<br />

dışımızda,<br />

anlamak istersin o güzel yeri. Ancak dikkat etmelisin, orası çok katlı bir apartman gibidir; gittiğin<br />

önemlisi<br />

apartmanın en lüks ve üst katıdır. Her indiğin kat aslında cehennemine götürür seni. Orada dostların<br />

yer,<br />

orada seni gerçekten üzenler var ve daha kötüsü orada sana dost görünen hainler var. Emin olmalısın ki<br />

var,<br />

gerçek yüzlerini görmek istemezsin; hele, daha da seni yaralayacak olan en güvendiklerin dost<br />

dostlarının<br />

tavsiyem; kolay olanı yapmalısın, apartmanın en üst katında lüks içinde yaşayarak ölümü<br />

Sana<br />

beklemelisin.<br />

beklerken orada öğreneceğin çok şey, okuyacağın bir sürü kitap ve tanışacağın harika insanlar<br />

Ölümü<br />

Hissettiğin her duyguya önem ver çünkü onlar senin gerçeklerin. Ve orada yaşamaya alıştıkça o<br />

olacak.<br />

bir zaman yenilmedi geceye<br />

Hiç<br />

de, inancım da<br />

Sevincim<br />

diye bildiğim güzellikler<br />

Doğru<br />

bir gün kendinden uzak bir şeye değişmedi.<br />

Hiç<br />

bir gün yolda koymadı beni<br />

Hiç<br />

ve direncim...<br />

Güvencim<br />

sandılar, dönüp baktılar<br />

Düşerim<br />

geçip gittim.<br />

Gülerek<br />

ben tek başımaydım<br />

Evet,<br />

çok yalnızdılar!<br />

Onlarsa<br />

görünen hainler, onları orada gördükten sonra yaşamak istemeyebilirsin.<br />

andan çıkmak istemeyeceksin, ta ki ineceğin durağın adını bağıran kaptanın sesiyle ölünceye kadar...<br />

Ve ek olarak; ölüm en büyük deliliktir, adamakıllı yaşayamayana!<br />

BİR SERÜVEN TANIMI<br />

AFŞAR TİMUÇİN<br />

14


u başka bir şey Figen...<br />

Sus<br />

Alışık filmlerinden gaza gelmiş yazıyorum sana,<br />

Sadri<br />

de ayna ile konuşurdu.<br />

Kendisi<br />

adamdı be Figen,<br />

İyi<br />

severdin onun filmlerini<br />

Sen<br />

bilmiyorum, öyle hatırlıyorum.<br />

Tam<br />

seni de çok tanıyamadım Figen,<br />

Ben<br />

Alışık seviyor musun? Bilmem.<br />

Sadri<br />

okur musun? Bilmem.<br />

Şiirlerimi<br />

içer misin, onu dahi bilmem.<br />

<strong>Çay</strong><br />

içmeyen Figen mi olur?<br />

<strong>Çay</strong><br />

Alışık filmi ile iyi gider çay,<br />

Sadri<br />

de bayat çerez.<br />

Bir<br />

iyi anlatır abim,<br />

Yalnızlığı<br />

miydim, o da ayna ile konuşurdu.<br />

Demiş<br />

değilim ben Figen,<br />

Şizofren<br />

gaza gelmişim yazıyorum.<br />

Sadece<br />

musun bilmem, bugün Sadri abime seni anlattım<br />

Biliyor<br />

de mi sevdin?" dedi.<br />

"Sen<br />

de sevdim be Figen,<br />

Ben<br />

etkilendim en çok<br />

Yürüyüşünden<br />

de her sabah 07.45 dolmuşuna yetişmeye çalışmandan.<br />

Bir<br />

insanlar, sürekli hayalden insanların yanımda olduğunu sonra<br />

Figen,<br />

bir anda gittiğini söyler<br />

da<br />

inanma, deli miyim ben?<br />

Onlara<br />

benimle işte. Figen,<br />

Uğraşıyorlar<br />

pazar Sadri Alışık izleyelim mi beraber?<br />

Bir<br />

şarkı söylersin.<br />

Bana<br />

Olur mu Figen?<br />

Ha?<br />

Figen?<br />

çıkarsana Figen...<br />

Ses<br />

Figen...<br />

Gitme<br />

ONUR ÇALHAN<br />

"SADRI ALIŞIK VE FİGEN"<br />

Sende mi hayalsin?<br />

Neredesin Figen?<br />

15


alfabeyi kullanmama rağmen, üç sessiz harfin art arda tek kelimede kullanıldığı bir memleketteyim ve<br />

Aynı<br />

boğazımı onlar gibi kullanıp sesleri onlar gibi çıkarmamı istiyorlar. Anlaşılmazlıklar silsilesi ilk round:<br />

benden<br />

1- Gurbetçi 0. Cümle nerede başlar mesela bizde? Özneyi nereye koyarsın? En az 25 yaşındasın. Şimdi<br />

Gurbet<br />

özneyi olmasa bile nesneyi farklı yere koymanı istiyorlar. Şaşırıyorsun. Sudan çıkmış balık hikâyesi:<br />

senden<br />

2-Gurbetçi 0. Çok güzel bir eve misafirliğe gidersin. Ev sahibi çok iyi davranır. Güzel şeyler sunar önüne.<br />

Gurbet<br />

bağışlar. Seni olduğu gibi kabul eder. "Aaa ne candan" dersin. Candanları cana kaldırmışlar; bakma,<br />

Hatalarını<br />

Yanlış anlama hatası: Gurbet 3-Gurbetçi 0. Evden bahsetmiştik hani çok güzeldi. Hiç düşündün<br />

göremezsin.<br />

kendi evin ne kadar kırık dökük olsa da; "Ama evim bir başka" dediğini. Yaşanmışlıklar güzelliği: Gurbet 4-<br />

mü,<br />

0. Üç sessiz harfi yan yana getirdiğinde nesneyi de yer değiştirdin hadi, nasıl değiştirebilirsin 25 yıllık<br />

Gurbetçi<br />

şeklini? Özünü düşündüğünde 25, genlerini düşündüğünde en az 1500 yıllık alışılmışlık var. Anlarlar<br />

anlatma<br />

sanıyorsun? Anlasalar da anladık derler mi? Frekans meselesi: Gurbet 5-Gurbetçi 0. Bu zamanlar belki belki<br />

mı<br />

hissettin acizliğini. Gurbettekilere sor. Onların bir tarafı kırık, bir tarafı hep yaralı. Gülüşleri mazlum.<br />

yeni<br />

garipliği: Gurbet 6-Gurbetçi 0. Öyle bir dalsın işte, kolu kırık kanadı kırık. Köklerinden kopmuşsun. Sor<br />

Mazlum<br />

ağaca kök mü kolay kopar, dal mı? Kök dal alegorisi: Gurbet 7-Gurbetçi 0. Hadi diyelim geçtin bütün<br />

bakalım<br />

bütün kasisler dümdüz şimdi. Tek mi getirdin kalbini? Koymadın mı oraya kimseyi? Gurbetçinin<br />

sınavları,<br />

aynı anda iki kere atar. Biri kendi, diğeri memleketteki sevdikleri için. Gurbet memleket olmasın.<br />

kalbi<br />

GURBET MEMLEKET OLMASIN<br />

TUĞBA CEBE<br />

Gitmeyin. N'olur bekleyin dönüşlerimizi.<br />

16


hazırım<br />

Şimdiden<br />

şiirler yazmaya<br />

Gidişine<br />

suretini karalıyorum<br />

Gözlerimle<br />

her boşluğa<br />

Bulduğum<br />

anıları<br />

Bütün<br />

biriktiriyorum.<br />

İtinayla<br />

türküleri, yemekleri, şiirleri<br />

Sevdiğin<br />

her sessizlikte<br />

Bulduğum<br />

söylediğin<br />

Bana<br />

güzel sözü<br />

Birkaç<br />

bağıra tekrarlıyorum<br />

Bağıra<br />

kuytu bir yerlerde.<br />

İçimde<br />

Fakat<br />

yumruğum<br />

Benim<br />

sadece başparmağın<br />

Seninse<br />

olan kalbim,<br />

Kadar<br />

gibi biliyor<br />

Adı<br />

gün bu şehirden<br />

Bir<br />

renkler silinecek<br />

Bütün<br />

şey beyaza ve siyaha dönecek<br />

Her<br />

ve benden geriye sadece<br />

Senden<br />

bakışlarımıza şahit<br />

Kaçamak<br />

kitap<br />

Birkaç<br />

vurulmuş bir teras<br />

Kilit<br />

Ve<br />

birlikte silinip giden<br />

Karlarla<br />

MERVE GÖKBÜKE BÜYÜKKESKİN<br />

"GİDİŞİNE ŞİİRLER YAZMAK"<br />

Ayak izlerimiz kalacak.<br />

17


gecem bu gece, bu gece son<br />

Son<br />

/ Karanlıklarda gizli,<br />

benim<br />

benim”<br />

özgürlüğüm<br />

bir melodi hâline<br />

Uyumsuz<br />

sözleri yüksek sesle<br />

getirdiği<br />

her seferde içi içine<br />

dillendirdiği<br />

uyuyan oda arkadaşını<br />

sığmamış,<br />

uyandırmıştı. Buradaki<br />

dahi<br />

koşulları başka bir yerde<br />

fiziksel<br />

biliyordu. Şehrin<br />

bulamayacağını<br />

güzel muhiti bir ilçede, bahçeli<br />

en<br />

korunaklı klinikte kendi<br />

ve<br />

tedaviye yatıyorken, son<br />

isteğiyle<br />

gündür hapishanede mahpus<br />

iki<br />

hissetmeye başlamıştı.<br />

olduğunu<br />

olmak için doktoruna iyi<br />

Taburcu<br />

ispatını bile<br />

oluşunun<br />

Klinik şefinin vizitinde,<br />

yapmıştı.<br />

hatırlayınca dahi üşümüş<br />

geceyi<br />

hissetti.<br />

bir gecede, bedeninde ve<br />

Soğuk<br />

hissettiği ayazın tüm<br />

ruhunda<br />

üzerine geldiğinde,<br />

zerrecikleri<br />

sıcak bir yatağı hayal<br />

yalnızca<br />

benzer bir tebessüm önce<br />

etmiş;<br />

sonra ruhunu<br />

bedenini<br />

Çok değil üç hafta<br />

rahatlatmıştı.<br />

hayallerinin sıcacık<br />

önceki<br />

yarın terk etmek, canını<br />

yatağını<br />

duvar ve hudutların dışına<br />

sıkan<br />

düşündüğü tek sonuçtu.<br />

çıkmak<br />

ve sorularla ilgilenmez,<br />

Detaylar<br />

ne olursa olsun özgür<br />

pahası<br />

başka bir yol bilmezdi<br />

olmaktan<br />

durumlarda. Yanlışlarla<br />

böyle<br />

kararlı adımlar, dediğim<br />

dolu<br />

gergin tutumlar<br />

dedikler,<br />

çoğunda<br />

davranışlarının<br />

Ahmet Güler-Son Gece<br />

gecem bu gece,<br />

Son<br />

gece son benim<br />

bu<br />

gizli,<br />

Karanlıklarda<br />

benim<br />

özgürlüğüm<br />

salıverilmeyi hayal ediyordu.<br />

yarın<br />

yatmadan önceki<br />

Hastaneye<br />

18<br />

bulunurdu.


köründe nöbetçi hemşirelerce uyandırılmış, yapılan kahvaltı ve tıbbi uygulama sonrası klinik şefinin<br />

Sabahın<br />

duyu organlarının tüm alıcılarıyla beklemişti. Yetkin büyük doktorun gelişi kapıyı anahtarla açmasıyla<br />

gelişini<br />

iki kez uzun uzun zile basmasıyla duyulurdu. Zamanı geldiğinde beklediği kapı zilini güzel bir<br />

değil,<br />

dinlemiş, görüşme sırası kendisine gelince ilgili kutsal odaya heyecanla ve söylemek<br />

besteymişçesine<br />

ezberinden defalarca tekrarlamış olarak girmişti.<br />

istediklerini<br />

vizitlerde değerlendirilmiş, haftaya kadar klinik durumunun daha iyice olması için bekletilmişti. Bu<br />

Önceki<br />

ise ayak tabanlarındaki yaralar kapanmaya başlamış, duygularını kontrol edebilir hâle gelmiş, uykuları<br />

hafta<br />

girmişti. Üstelik, bakımsız zamanlarında huzursuzluk yaratan ve suçlayıcı ifadeler kullanan seslerin<br />

düzene<br />

tarafından dışlandığını, hasta bir yetişkinle ilgilenmek istememekte haklı olduklarını, iki yıldır nasıl<br />

Ailesi<br />

olmamayı başardıysa pekâlâ böyle devam edebileceğini klinik şefine açıkça ifade etmiş, dışarıdaki<br />

muhtaç<br />

ilaç kullanma ve kontrollere gelme sözünü vermişti. Bir barınma evine alınması için vizit ekibi<br />

yaşamında<br />

yöneticilerle görüşmüşse de olumlu bir sonuç alınamamıştı. Ancak, hastane elinden geleni yapmış,<br />

yerel<br />

salah hâlde salıvermeyi uygun görmüştü. Yetkililer yetkilerini koca bir sağlık merdiveninin belli<br />

Salim’i<br />

kadar kullanabiliyordu. Nihayetinde o kadar kusur hoş görülmeliydi, onlar da insandı... Salim’in<br />

basamaklarına<br />

sorunu on dakika sonra unutulunca kliniğin sorunu olmaktan da çıkmıştı. Profesyonel yaşama devam<br />

barınma<br />

gerekliydi, mutlu olmanın koşulu bazen unutmaktı.<br />

etmek<br />

hanımın çalışanlardan topladığı harçlığı Salim ısrarla almamış, ihtiyacı olan başka bir hastaya<br />

Hemşire<br />

önermişti. Koca hastanenin klinikler bölgesinden özgürlüğe açılan Salim düşünmeden,<br />

aktarılmasını<br />

dışarının soğuğuna aldırmadan, ilkbahar coşkusuyla uzaklaşmış, gökkuşağı kadar rengârenk bir<br />

uçarcasına,<br />

içine karışmıştı.<br />

hayatın<br />

bir zaman sonra takvimler zar zor ilerlemeye başlamış, kış bitmezcesine devam etmişti.<br />

Taburculuğundan<br />

dozu, aile fertlerinin gözünden düştüğü, evden dışlandığı zamanlardan bu yana arttıkça artıyordu.<br />

Hastalığın<br />

üç yıldır hudutsuz sokaklarda yaşar, gündüz uyur, normal insanlar evlerine çekilince uyanır, geceyle barışık<br />

İki<br />

güven içinde kağıt toplayıcılığı yapardı. Aralıksız, gün ışıyana ve normaller sokağa dökülene dek çıplak<br />

ve<br />

yolların çıkmazını aşmış, hızlandıkça dertlerini unutmuş, insan artıklarından kağıt biriktirmiş,<br />

tabanlarıyla<br />

yük taşımıştı. Son zamanlarda sokaklara ve soğuğa direnememiş, vücudunun uyumu bozulmaya<br />

arabasına<br />

Salim’in öncelikleri değişmiş, tedavisinin devamı için verdiği sözü yerine getiremez olmuş; üstü<br />

başlamıştı.<br />

kir pas, sokakların saçaklarında, kuytu karanlıklarda eski hayatına bulaşmıştı. Üstelik yalnızlıktan<br />

başı<br />

çok sevdiği geceye ve sokaklara olan güveni zedelenmişti. Doktorların beyninin ürettiği hayal dediği<br />

usanmış,<br />

yıllık, en iyi arkadaşını da yanına alarak, çıplak ayaklarıyla soğuk geceye inerek karanlığa sıcak bir melodi<br />

üç<br />

beynini terk ettiğini iddia etmişti.<br />

katmaya başlamıştı:<br />

“Son gecem bu gece, bu gece son benim / Karanlıklarda gizli, özgürlüğüm benim”<br />

19


yazılı bir çıkmaz sokaktan geçip<br />

Adımıza<br />

papatya tohumlarıyla<br />

Elimde<br />

bütün şehirlerinden çıkıp kapına geldim<br />

Dünyanın<br />

kokan papatyalarla sevgilim<br />

Şiir<br />

alıp karşıma<br />

Rüzgarları<br />

topladım sana<br />

Sonbahar<br />

sürmek için saçlarına<br />

Yağmur<br />

bir zamanlar saçlarını toplayınca sen<br />

Ki<br />

dolunay çıkardı<br />

Ay,<br />

yarenlik ederdim ben<br />

Geceye<br />

ve yaren<br />

Gece<br />

ve yaren<br />

Gece<br />

bir adam olarak geçtim bu şehrin ışıklarından<br />

Karanlık<br />

papatya tohumları<br />

Elimde<br />

ölü bir mezar taşı<br />

Elimde<br />

yorgun bir adam...<br />

Heybemde<br />

yollardan adımlarını toplayarak geldim kapına<br />

Geçtiğin<br />

Buradayım<br />

başlayan bir sokakta<br />

Adınla<br />

yorgunluğu düştü saçlarıma<br />

Beklemenin<br />

ki, Uhud'dan beri yazgımızdır.-<br />

-Beklemek<br />

bir emre kadar<br />

İkinci<br />

Buradayım<br />

Burada<br />

FUAT CENGİZ ONAYMAN<br />

"LEYLA SOKAĞI"<br />

Yâren'e<br />

Gece...<br />

Leyla Sokağı'nda...<br />

20


cinayetim diğerlerinden biraz<br />

seferki<br />

Nasıl söylenir bilmiyorum ama<br />

farklıydı.<br />

aşık olduğum kadını öldürdüm.<br />

galiba<br />

süreli bir aşk diyelim. Kentin<br />

Kısa<br />

göz göze geldiğimizde beni<br />

ormanında<br />

etkilemişti ama işimin içine<br />

gerçekten<br />

karışmasına izin<br />

duygularımın<br />

Ama sana şöyle diyebilirim ki<br />

vermedim.<br />

mı yaptım? Aah! Biliyorum ki bana<br />

olanı<br />

öldürmenin yanlış olduğunu<br />

yine<br />

Hayır. Yanlış falan<br />

söyleyeceksin!<br />

ki bazı insanların ölmesi<br />

değil.Bilmelisin<br />

O kadın da ölümü hak ediyordu.<br />

gerekir.<br />

merak ediyorsundur; ne yaptı bu<br />

Belki<br />

neden onu öldürdüm? Hiç merak<br />

kadın,<br />

gerek yok; sana her şeyi<br />

etmene<br />

Sadece biraz sabırlı olman<br />

anlatacağım.<br />

Çünkü dünyada beni sorgusuz<br />

lazım.<br />

Yaşı hakkında bir bilgim<br />

Alexander'dı.<br />

ama 30'lu yaşlarında olmalı.<br />

yok<br />

dört yıl öncesine kadar her<br />

Bundan<br />

kadar kahpe olsa da, son dört yıl<br />

insan<br />

bunu iyice meslek hâline<br />

içinde<br />

başarmış. Nasıl mı?<br />

getirmeyi<br />

Kendisi bir organ mafyası<br />

Anlatayım.<br />

çalışıyordu. Organ mafyası için<br />

için<br />

bir diş perisini andırsa da, iç<br />

güzelliği<br />

için aynı şeyi<br />

güzelliği<br />

Bu yüzden<br />

söyleyemeyeceğim.<br />

ya; insanlara asla<br />

diyorum<br />

Bana bile! Konuyu<br />

güvenmeyeceksin.<br />

istemiyorum. Bu kadın tam<br />

saptırmak<br />

12 çocuğun ölümüne sebep<br />

olarak<br />

Eğer ben onu<br />

olmuştu.<br />

belki de bugün 13.<br />

öldürmeseydim<br />

ölümüne sebep olacaktı.<br />

çocuğun<br />

PERDE GÜNAHKAR SEVGİLİLER<br />

İÇİN KAPANIYOR<br />

TOLGA GÖKÇEN<br />

sayın günlük,<br />

Merhaba<br />

sekizinci cinayetimi işledim. Bu<br />

Bugün<br />

seni fazla<br />

Neyse<br />

Kadının adı<br />

meraklandırmayacağım.<br />

"Aynen öyle bayan. Merak<br />

etmeyin, sizin koruyucu<br />

meleğiniz olacağım."<br />

müzik tadında bir güzelliği vardı.<br />

klasik<br />

baktıkça sanki ruhum hoş oluyordu;<br />

Ona<br />

dedim ya onu öldürmeliydim ve<br />

ama<br />

de yaptım. Ne dersin? Sence doğru<br />

öyle<br />

çıkar ve de kimsesiz çocukları<br />

sokağa<br />

benim küçüklüğüm gibi günlük-<br />

-aynı<br />

İnsanlara bu yüzden<br />

kandırırdı.<br />

Alexander'ın dış<br />

güvenmiyorum.<br />

sualsiz dinleyen tek sen varsın.<br />

21


varken sana ne oluyor?" diye sorabilirsin canım dostum. Polisler sadece hükûmeti ve onun<br />

"Polisler<br />

korur. Halkı koruduklarını sanmıyorum. Öyle olsaydı bu kadın şu an hücrenin tekinde ölümünü<br />

yandaşlarını<br />

çekiyor olurdu. Bu güzel kadını neden öldürdüğümü sana detaylı şekilde anlattığımı farz ediyorum. Hım...<br />

iple<br />

ne kalıyor? Ha! Doğru. İyi akıl ettin. Nasıl öldürdüm? Hemen anlatayım tek dostum. Onu takip ettim.<br />

Geriye<br />

insanların, daha doğrusu paranın kölesi olan insanların takıldığı bir kafeye girdi. Ee, tabii onun<br />

Zengin<br />

bende girdim. Neyse ki üstümde güzel bir takım elbise vardı. İnsanlar tarafından garip<br />

ardından<br />

Çünkü bilirsin ya, onlar kendi gibi olmayanlara canavar gözüyle bakıyorlar. Kafeye girdiğim<br />

karşılanmadım.<br />

arka masalardan birine oturdu ve bir içeçek istedi. Garson sipariş için uzaklaştıktan sonra yanına<br />

sırada<br />

düşündüm, zaten öyle yapmak zorundaydım; fakat içimde ona karşı hoş duygular besliyordum. Bu<br />

oturmayı<br />

duygular yüzünden bütün işleri berbat etmekten de korkuyordum. Sonra aklıma öldürdüğü çocuklar<br />

lanet<br />

Haykırışları, yalvarışları, çığlıkları birer birer gözümün önüne geldi! Anlıyor musun günlük?! Birer birer<br />

geldi.<br />

gördüm! Hemen toparlandım ve masasına oturdum. İlk etapta; "Ne oluyor?" gibisinden bir bakış atmış<br />

onları<br />

da sanıyorum o da benden hoşlanmıştı. O yüzden hiçbir şey demedi. Klasik tanışma faslına girdim ve<br />

olsa<br />

başladık. Saat bayağı geç olmaya başlamıştı ve ben evime, kahve içmeye davet ettim. Hemen<br />

konuşmaya<br />

etti; çünkü kendime aşık etmeyi başarmıştım dostum. Eğer bir katil olmasaydım kesinlikle playboy<br />

kabul<br />

Ha ha ha! Neyse arabama bindi ve yola çıktık. Tabii ki de onu evime götürmüyordum. Kadın da senin<br />

olurdum.<br />

...<br />

Acaba tam olarak eviniz nerede?<br />

-Şey...<br />

mi? Hemen ilerideki sokağın çıkışındaki ormanda.<br />

-Evim<br />

yani? Ormanda mı yaşıyorsun?<br />

-Nasıl<br />

çok seviyorum. Kendimi daha huzurlu hissediyorum ama merak etmeyin eve çok az kaldı.<br />

-Doğayı<br />

Yanımda sizin gibi yakışıklı ve güçlü bir erkek olduğu sürece korkmama lüzum yok zaten.<br />

-Tamam.<br />

öyle bayan. Merak etmeyin, sizin koruyucu meleğiniz olacağım.<br />

-Aynen<br />

...<br />

gibi günlük, kadının tüm şüphesini yok etmeyi başarmıştım. Benim yanımda kendini güvende<br />

Anladığın<br />

Bu durum da benim işime çok yaramış olacak ki, ormanda evim olmasını hiç sorgulamadı bile...<br />

hissediyordu.<br />

dakika sonra ormanın içinde terk edilmiş bir evin yanında durdum. Işıkları yanmıyordu. Kimsenin<br />

10-15<br />

anladıktan sonra evimin bu olduğunu ima ederek; "Hadi bakalım, iniyoruz küçük prenses." dedim.<br />

olmadığını<br />

indik ve kadına dönerek; "Sen evin kapısına git, ben geliyorum." dedim. Kafasıyla onaylayarak oraya<br />

Arabadan<br />

gitmeye başladı. Evin kapısı ormana baktığı için araba kapının oradan gözükmüyordu. Yani<br />

doğru<br />

yol evin arkasında kalıyordu. Kadın gözden kaybolunca ben arabamın bagajından iş için<br />

durduğumuz<br />

aletleri çıkardım. Ha bu arada, ilk defa bir iş aleti olarak neşter kullandım. Bu aleti kullanmamın<br />

hazırladığım<br />

o çocukların organlarını neşter ile söküp almalarıydı! Neşteri avuç içime sakladım ve kadının yanına<br />

sebebi<br />

ilerledim. Kadın üşümüş olacak ki kollarını ovuşturuyordu. Ben de artık bu işi bitirmek için bir konu<br />

doğru<br />

çalıştım. Kadının dikkatini dağıtmam gerekiyordu ve aramızda şöyle bir konuşma geçti:<br />

açmaya<br />

...<br />

mü?<br />

-Üşüdünüz<br />

Evet. Burası bayağı soğukmuş. Hemen içeriye girelim yoksa soğuktan dolayı hasta olacağım.<br />

-Hım...<br />

etmeyin. Sizi ısıtacak bir şey biliyorum.<br />

-Merak<br />

o? -Neymiş<br />

soruya cevap vermedim. Elimdeki neşterle ani bir hareket yaparak kadının boğazını kestim. 2-3 saniye<br />

Bu<br />

donuk donuk baktıktan sonra dizlerinin üstüne düştü. Ben de neşteri ceketimin cebine koydum ve<br />

gözlerime<br />

yanına oturdum. Kadın bir şeyler demeye çalışıyordu ama ben hiçbirini anlamadım. Elimle dudağına<br />

kadının<br />

ve; "Sus... Sadece kalplerimiz konuşsun, tabii yaşayabildiği kadar!" dedim. Biliyor musun günlük, çok<br />

bastırdım<br />

biri olmasına rağmen gerçekten söz dinliyordu. O cümleden sonra susmuştu. Gözlerime bakıyordu.<br />

kötü<br />

buse kondurduktan birkaç saniye sonra düzgünce onu balkona yatırdım. Gerisini biliyorsun zaten.<br />

Dudağına<br />

dair hiçbir iz bırakmamak için gerekli işlemleri yaptım. Ha! Söylemeyi unutuyordum. Ölmeden önce<br />

Cinayete<br />

şeyler söylüyordu ve ben anlamıyordum dedim ya, o sadece bir yalandı. Ölürken bana; "Bu ilk ölüşüm<br />

bir<br />

demişti. Sanıyorum ki Alexander'a aşık olmamın en büyük nedeni de bu söylediği sözdü. Neyse günlük,<br />

değil."<br />

fazla konuştum. Diğer cinayetlerde görüşmek üzere. En kısa zamanda uğrayacağım. Yalnız<br />

bugün<br />

gibi merak edip nereye gittiğimizi sordu ve aramızda şöyle bir konuşma geçti:<br />

...<br />

hissetmemen için dokuzuncu cinayetimi en hızlı şekilde gerçekleştireceğim. Beklemede kal...<br />

22


inanmıyorum<br />

Büyüdüğüme<br />

bunu doktorlar söylemeli<br />

Bana<br />

incelensin ruhum<br />

Laboratuvarlarda<br />

konulsun, anneme sorulsun<br />

Teşhisler<br />

hâlâ seviyorum<br />

Oyuncakları<br />

da söylensin<br />

Bu<br />

destek alınsın,<br />

Kelimelerden<br />

kitaplarıma bakılsın<br />

Boyalarıma,<br />

uçurtmama zorla anlattırılsın.<br />

Kaybolan<br />

Anlattırılsın.<br />

büyüdüğüme inanmıyorum<br />

Ben<br />

bunu sokaklar söylesin<br />

Bana<br />

ne denli kıskanırım hep görürler de ne diye susarlar?<br />

Çocukları<br />

kez top geldi kafama da saçım bozuldu diye bükmedim<br />

Kaç<br />

dudaklarımı<br />

söylesinler hiç değilse.<br />

Bunu<br />

büyüdüğüme falan inanmıyorum<br />

Ben<br />

içim, sana bile,<br />

Can<br />

bile inanmıyorum.<br />

Dünyaya<br />

bunu balıklar söylemeli<br />

Bana<br />

ya Peki<br />

altında,<br />

Güneş<br />

YAREN OKTAY<br />

"ON SEKİZİN ONU YİTİK"<br />

Tuz kokan denizlerde büyüyecek mi ruhum?<br />

23


kaç tane kitap buldum şu ana<br />

“Çöplerde<br />

sence?” dedi.<br />

kadar<br />

tane anca bulmuşsundur.”<br />

“20-30<br />

121 tane.”<br />

“Tam<br />

bu kadar da değer<br />

“Kitaplara<br />

bilmiyordum.”<br />

verilmediğini<br />

apartmanın önündeki<br />

Bizim<br />

oturmuş, sigaralarımızdan<br />

kaldırımlarda<br />

ama tesirli yudumlar alıyorduk.<br />

küçük<br />

günler sadece, Müco ile akşamları şu<br />

Bazı<br />

oturup sohbet etmeyi<br />

kaldırımlarda<br />

Yine o akşamlardan biriydi.<br />

beklerim.<br />

ile onun iş yeri olan sokaklarda<br />

Müco<br />

Bi’ gün mahallenin çakalları beni<br />

tanıştık.<br />

Nedeni de; onlara bakmışım.<br />

sıkıştırmıştı.<br />

birini dövüp güç gösterisi yapmak<br />

Kısaca<br />

O sırada Müco, Türk filmi jönü<br />

istiyorlardı.<br />

atıldı beni kurtarmak için. Sonra<br />

gibi<br />

de dövdüler işte. Bi’ köşeye çekilip<br />

ikimizi<br />

Onun kaşından kan akarken,<br />

oturduk.<br />

“Eyvallah,<br />

Gülümsedim.<br />

ettin. Sana<br />

mahcup<br />

Ben senin için ne<br />

borçlandım.<br />

dedim.<br />

yapabilirim?”<br />

bu dünyada<br />

“Gülümsemek,<br />

satın alınamayacak en<br />

parayla<br />

şeydir.” O günden beri<br />

pahalı<br />

yakın arkadaşım, hatta<br />

en<br />

Müco, çöplerden<br />

kardeşimdir.<br />

dönüşümü olan şeyleri<br />

geri<br />

Simsiyah saçlı, beyaz<br />

topluyor.<br />

benden bir iki yaş büyük<br />

tenli,<br />

Ve onun kadar çok<br />

sanırım.<br />

biriyle daha<br />

okuyan<br />

Ailem onunla<br />

karşılaşmadım.<br />

yapmamı istemez.<br />

arkadaşlık<br />

görünüşünden, yaptığı<br />

Dış<br />

dolayı falan. Bilirsiniz<br />

işten<br />

Ama Müco, bu dünyada<br />

işte.<br />

tek arkadaşımdır.<br />

benim<br />

söndürdüm. Kafamı<br />

Sigaramı<br />

çevirip, göz ucuyla ona<br />

hafif<br />

Hasan Yıldırım-Müco<br />

bir martının<br />

Hayat,<br />

kapıp simidi<br />

“Onu bile kitaplardan öğrenebilirsin.”<br />

kadar<br />

uzaklaşması<br />

Nefes alıp<br />

kısa.<br />

bile verirken<br />

Bile.<br />

yaşayacaksın.<br />

dudağım patlamıştı. Bi’ süre sessiz<br />

benim<br />

sonra birbirimize baktık.<br />

kaldıktan<br />

Yüzünde boş bir<br />

baktım.<br />

vardı.<br />

gülümseme<br />

24


dedim, “Neden bu kadar iyimsersin?”<br />

“Müco.”<br />

biraz, iç çekti.<br />

Durdu<br />

dedi, “Hayat, bir martının simidi kapıp uzaklaşması kadar kısa. Nefes alıp verirken bile yaşayacaksın.<br />

“Hayat.”<br />

Bile.”<br />

dedin.”<br />

“Doğru<br />

bana eyvallah, yarın görüşürüz.”<br />

“Hadi<br />

annesiyle birlikte derme çatma bir evde yaşıyordu. Babası o çok küçükken vefat etmiş. Durumları<br />

Müco,<br />

kötüymüş. Öyle sokaklarda büyümüş. Şimdi annesiyle birlikte geçinmeye çalışıyor.<br />

oldukça<br />

çıkıp yatağa attım kendimi. Yazın bunaltıcı sıcağı terletiyordu. Pencereden mahalleye baktım. Ne kadar it<br />

Eve<br />

dolu olsa da seviyordum burayı. Bu arada mahallede mafya olduğuna dair söylentiler olan Mehmet abi,<br />

kopuk<br />

kahvaltı ettim. Sokağa çıktım. Müco’ya bakındım. Bu saatte çalışıyordur diye düşündüm. Akşamüstüne<br />

Sabah<br />

çardakta telefonla oynadım. Sokağın köşesinden Müco göründü. Ayaklarını kaydırarak sırtında<br />

kadar<br />

durdu. Yüzü siyahlaşmıştı. Bütün gün sokak sokak gezmiş yine diye düşündüm.<br />

arabasıyla<br />

yanıma.<br />

Oturdu<br />

yine.” dedim.<br />

“Gezmişsin<br />

dünya turu yaptım.”<br />

“Tabii,<br />

sırada Mehmet Abi dedikleri adamın adamları bize bakıyorlardı köşede. Sonra bize doğru yürümeye<br />

O<br />

başladılar.<br />

bak lan buraya.” dedi uzun olanı.<br />

“Çöpçü<br />

tam davranacakken tuttum kolundan.<br />

Müco<br />

kardeşim sırası değil.” dedim.<br />

“Yapma,<br />

Abi seni görmek istiyor. Bizimle geliyorsunuz.” dedi yine uzun olan.<br />

“Mehmet<br />

arkadaşlar ben sizi buraya çağırdım, neden biliyor musunuz?”<br />

“Şimdi<br />

mekânındaki deri koltuklar kıçımı terletirken adamın dediklerine konsantre olamıyordum. Mehmet<br />

Adamın<br />

devam etti konuşmalarına:<br />

abi<br />

tabii. Nereden bileceksiniz.”<br />

“Bilmiyorsunuz,<br />

çok gıcık bir şivesi vardı. Konuşurken elleri arkasında bağlı, ileri geri yürüyordu.<br />

Adamın<br />

bugün size bi’ koruma paketi yapacağız. Aslında sen, çöpçünün yanındaki, seninle bi’ işimiz yoktu lâkin<br />

“Biz<br />

bulundun artık. Sana da bir şeyler ayarlayacağız.” dedi gözlerime bakarken. Arada bir durup masanın<br />

gelmiş<br />

sigarasından bir yudum alıyordu. Mafyadan çok mafyacılık oynayan bir tipi vardı ama belindeki<br />

üstündeki<br />

oyuncak olmadığından emindim.<br />

tabancanın<br />

arkadaşlar, bu arkadaşımız bundan sonra haftada 200 getirecek.” dedi Müco’yu işaret ederek. Sonra<br />

“Şimdi<br />

adamına bakıp: “Anlaşıldı mı Tayyar?”<br />

uzun<br />

abi.” dedi bir şeyler not ederken.<br />

“Anlaşıldı<br />

mı sorusu olan? Yok galiba. Tayyar çocukları dışarı alalım.” dedi muzipçe gülümseyerek.<br />

“Var<br />

sırada Müco ayağa kalktı:<br />

O<br />

200’ü lan? Dalga mı geçiyorsunuz. Ben nasıl geçinmeye çalışıyorum, nasıl kazanıyorum bu parayı biliyor<br />

“Ne<br />

musunuz?”<br />

biraz dövüp aldıkları yere fırlattılar.<br />

Bizi<br />

yapacağız?” dedim Müco’ya.<br />

“Ne<br />

akşam evlerimize dağıldık. Annemleri birkaç yalanla savuşturdum. Uyumaya çalıştım ama bütün gece<br />

O<br />

Ertesi gün sokağa çıkıp Müco’yu buldum.<br />

uyuyamadım.<br />

sabah yine geldiler.” dedi.<br />

“Bu<br />

“Nasıl?!”<br />

vereceksin, biz de seni koruyacağız diyorlar, yani bildiğin haraç.”<br />

“Parayı<br />

ne dedin?”<br />

“Sen<br />

Kalktı ayağa. Bez arabasını sırtladı. Giderken birkaç çöpe göz attı. Arkasından baktım bi’ süre.<br />

birkaç tane adamla geçiyordu. Kafamı yastığa koydum. Sıcakla birlikte uyuyakalmışım.<br />

“Ben de geleceğim.” diye atıldım. Müco gelme der gibi baktı ama iş işten geçmişti.<br />

“Bizi pek ilgilendirdiğini sanmıyorum. Tayyar ilgilen çocuklarla.”<br />

“Bilmiyorum. Veremem tabii ki o kadar parayı her hafta.”<br />

“Vermem dedim.”<br />

25


düşünceli şekilde gözleri daldı. Her şey hep kötü gidiyordu da bu kadarını beklemiyorduk. Çaresizlik<br />

Sonra<br />

sanki. Sonra Müco işine koyuldu. Ben de eve gittim. Normalde her akşam kaldırımda oturur,<br />

kaderimizdi<br />

yudumlar alırdık. Bu akşam bekledim bekledim gelmedi. Tam kalktım ayağa, gidecekken;<br />

sigaralarımızdan<br />

bi’ araba durdu köşede. Birini fırlattılar arabadan sonra da tam gaz gittiler. Koştum hemen o tarafa.<br />

siyah<br />

gözden kaybolmuştu bile. Adam yüzüstü düşmüştü. Yüzünü çevirdiğim anda kaskatı kesildim. Ellerim<br />

Araba<br />

oldu sanki o yaz akşamı. Dizlerim kopmak üzere, yüreğim ise parçalanmaktaydı. Yüzüne birkaç tokat<br />

buz<br />

Sonra karnındaki bıçağı fark ettim. Üstü başı kan olmuştu. Bağırmak istiyordum ama boğazım<br />

attım.<br />

sanki.<br />

düğümlenmişti<br />

sakın kardeşim, ölme!” dedim ambulansı ararken.<br />

“Ölme<br />

İniltiyle bir şeyler demeye çalışıyordu. Kafasını kaldırıp dizime koydum.<br />

Öksürdü.<br />

dedi.<br />

“Kardeşim.”<br />

bırak şimdi kardeşimi falan, yorma kendini. Sakın ölme Müco!”<br />

“Lan<br />

çekişirken bile yüzünde gülümsemesi vardı.<br />

Can<br />

şimdiki zamanda gerçekleşen bir eylemdir. Fakat ölürken geleceğe perde çeker, geçmişi sorgularsın.”<br />

“Ölmek<br />

ne diyorsun, edebiyatın zamanı mı şimdi? Sus.”<br />

“Lan<br />

bazen sadece dünden ibarettir. Küçük insan olarak doğdum, küçük insan olarak ölüyorum. Kendine iyi<br />

“Hayat<br />

gün bunlar Müco’nun son sözleri oldu. Dizlerimde, kanlı bir bıçak yarasıyla kapadı gözlerini. Çok ağladım.<br />

O<br />

memleketine geri döndü. Biz mahalleden taşındık. Ama hep ziyaret ettim Müco’yu. Onu hep yaşattım.<br />

Annesi<br />

yıl sonra bi’ kitap yazdım. Onun mezarına da bıraktım. Kitabın adı “Müco”...<br />

10<br />

Eyvallah.<br />

nisan yağmurları bir panayır türküsüdür<br />

Baba,<br />

güneş açınca verecekler oyuncaklarımızı<br />

Birazdan<br />

savaş olmasın; savaş çıkarsa<br />

Baba,<br />

göklerimizi, yırtarlar uçurtmalarımızı<br />

Kirletirler<br />

savaş patlarsa en çok bize kızacaklar<br />

Baba,<br />

kıracak, çelimsiz bacaklarımızı<br />

Ağabeylerimiz<br />

ezecek tanklar, düşlerimizi dövecek toplar<br />

Bilyalarımızı<br />

bulayacaklar nisan yağmurlarımızı<br />

Çamurlara<br />

ve aylarımızı söndürecekler<br />

Güneşlerimizi<br />

çocuklarına götürecekler belki de portakallarımızı<br />

Kendi<br />

onlar da çocuktur, onlar da kuş dili bilir<br />

Baba<br />

dalı gözünden anlar; dal, kuşu tüyünden tanır<br />

Kuş,<br />

rüzgârlara yıkım gelmez hiçbir zaman<br />

Rüzgârlardan<br />

çocuklar o portakalları ölür de yemez.<br />

O<br />

bak kardeşim.”<br />

Bir Akşamda Çocukların Türküsü<br />

AFŞAR TİMUÇİN<br />

26


çok şey geride kaldı<br />

Ne<br />

gün açıyor mu diye<br />

Oturup<br />

bile<br />

artık<br />

Bakmıyoruz<br />

rüzgarda savrulan yapraklar gibi<br />

Hoyrattık<br />

sandık ölüme uçuşu.<br />

Özgürlük<br />

gömüldük<br />

Mağrura<br />

aciz vücut<br />

Karanlığa<br />

beyinlerimizde.<br />

Yarasalasan<br />

haberimiz yok<br />

Hiç<br />

uçtuğundan<br />

Kuşların<br />

mavisinden<br />

Göğün<br />

hatıraların hissiyatını<br />

Kaybettik<br />

kelebeğin kanat çırpışı dahi hayat üflemiyor<br />

Bir<br />

Tükendik<br />

Gazze kadar bile umudumuz yok artık<br />

Bir<br />

MUSTAFA MOTUĞAN<br />

"AZABIN İÇİNDEN"<br />

<strong>Çay</strong>ın kırmızısından<br />

Varsa yoksa yağmur.<br />

Kabuklu derimize<br />

27


olasın 2016. Öyle bir delip<br />

Şen<br />

ki beni... Senden sonra çayı<br />

geçtin<br />

içer oldum. Hiç sorma<br />

şekersiz<br />

zahmet etme sorgusuz<br />

ahvalimi,<br />

Ben, umutsuz. Gece<br />

söylerim.<br />

Hayat devinimine tutsak bir<br />

dipsiz.<br />

“o” da yok. “Ne yapsam, ne<br />

arada<br />

nereye gitsem/Ben sana<br />

tutsam,<br />

sen yoksun.” İki dizeye<br />

mecburum<br />

mı ömürlerin uğultusu?<br />

sığar<br />

çay ocağı buğusuna dalmış da<br />

Bir<br />

gözlerimiz, geleni geçeni<br />

yorgun<br />

Payımıza bakmak<br />

seyreyliyor...<br />

azizim; yanı başımızdaki<br />

düşmüş<br />

dokunamamak, “hadi sen<br />

yüreğe<br />

iyisin” (çok iyi bir insansın<br />

de<br />

sarılıp; bir umuttur<br />

Telkinlere<br />

Bu suskunluk<br />

susuveriyoruz...<br />

Biz bitiyoruz, suskunluk<br />

bitmiyor...<br />

bitmiyor.<br />

"BEN SANA MECBURUM” DEMİŞTİ ZARİF ŞAİR<br />

ATTİLÂ İLHAN<br />

FERDİ UZUN<br />

Sevgili 2017, sen de<br />

kursağımızda kalma olur mu?<br />

Senden sonra çayıma şeker<br />

atmak istiyorum.<br />

hüzünlü bir melodi... Arada<br />

örgü,<br />

es verip yüzümüzü<br />

bir<br />

de olmasa çekilecek<br />

güldürmeleri<br />

yanı da yok hani. Deliye<br />

bir<br />

safa yatmasak bu işin<br />

vurmasak,<br />

tarafı yok. Ha bu<br />

götürülecek<br />

denip kandırılmak, aval<br />

klişesi)<br />

bakakalmak arkasından... -<br />

aval<br />

deli oğlan; o yoktu ki hiç,<br />

Takma<br />

ki hiç. Sen var sandın,<br />

olmadı<br />

ıslatan bir yağmura<br />

ahmak<br />

da dünyanı boyadın.-<br />

yakalanıp<br />

Bilmem, ben dizelere sığınıyorum.<br />

28


da bitiyor; tazeliyorum fakat insan bir demlikten doldururcasına tazelenmez ki. Olmuyor. Yapamıyorum.<br />

<strong>Çay</strong><br />

eski ben değilim. “O” eski insan değil. Dünya eski dünya değil. Elimde bir demet çiçek, süslü püslü bir<br />

Ben<br />

ve pek tabii benim çirkin el yazım... Gözlerindeki şaşkınlığa inat Attilâ abimden söz alıp “Sana<br />

mektup<br />

bir gök getirsem” diyecektim, gökyüzümü çekip aldılar gözlerimden.<br />

kullanılmamış<br />

böyle olmamalıydı. Kötüye gidiyoruz. Adımlarımız birbirine karışıyor. Böyle bir sene olmamalıydı. Hem<br />

Hayır,<br />

hem ülkem... Yıkıldık, ciğerimiz yandı, yüreğimizin başkentinde bombalar patladı. Büyüdük azizim, çok<br />

ben<br />

Tarih bize bir gecede birkaç yaş büyünürmüş öğretti. Temmuzun ortasında çalan telefonlarla, palet<br />

büyüdük...<br />

bölündü uykumuz; elhamdülillah uyuyamadık sabahlara kadar, bin şükür susmadı selalar. Bir kez<br />

sesleriyle<br />

analım şehitlerimizi. Kızılay’da, Vezneciler’de, Sultanahmet’te, Atatürk Havalimanı’nda, Kayseri’de,<br />

daha<br />

Şehitler Tepesi’nde, Silopi’de, Cizre’de, Sur’da defalarca dağlandı yüreğimiz. Bunca acının üstüne<br />

Beşiktaş’ta,<br />

da olurdu be 2016. O eski zamanların zarifliğini alıp götürdün bizden. Şimdilerde hepimizin kalbinde<br />

Olmasan<br />

bir şarkı çalıyor. Hüzün misafirliği uzun tuttu bu kez.<br />

ağlamaklı<br />

günler işyerimde öyle uğultulu bir rüzgar çıkıyor ki dalıp gidiyorum; Attilâ abim geliyor aklıma. “Kötü<br />

Bazı<br />

saçlarını götürüyor” Çünkü onun zamanında sevmek, sevdiğinin saçlarını rüzgarın okşamasından bile<br />

rüzgar<br />

bilmesin istiyorum; böylesi mümkün değil. Böyle yaşamak... “Kimi zaman rezilce korkulu...” Gururuna<br />

Kimseler<br />

insan. Ah şu deli zamanım... İzlerini bıraktı genç yüzümde... Artık bir değil, birkaç yaş büyüğüm.<br />

yediremiyor<br />

bakmaya korkar oldum. Neredesin özgüvenim, kendimden bile korkar oldum. Böyle yaşanmaz, böyle<br />

Aynaya<br />

olmaz.<br />

hayat<br />

vakit bir yaşamak düşünsem/ Sus deyip adınla başlıyorum”<br />

“Ne<br />

ki adın hangi dudaklara yar oldu da kursağımda kaldın. Canımdan öte canım.<br />

Kaldı<br />

kulaklarımda sesi<br />

Sevdiğimin<br />

bir gül demeti<br />

Bembeyaz<br />

gibi kalınlaşırken bekleyişler<br />

Duvar<br />

bütün katılığın dağılması<br />

Birden<br />

sesini duyuşum bir yerlerden<br />

Ve<br />

bilir kaç yüzyılın gülşeninden.<br />

Kim<br />

bir duyguyla bir arada<br />

Ağır<br />

da olunur gibi gelirken bana<br />

Onsuz<br />

basan sis artan duman<br />

Gittikçe<br />

kilitlenmesi zaman zaman<br />

Ve<br />

nereden çıktın<br />

Nasılsın<br />

bana mı geldin<br />

Gerçekten<br />

miydin o olmasa da olur gibi görünen<br />

Sen<br />

yosun gözlerin gözlerimde<br />

Şimdi<br />

bir türlü rüzgarla rüzgarlanır<br />

Bin<br />

bilir kaç dünyanın denizinden.<br />

Kim<br />

ben ne diye çaya şeker atayım. <strong>Çay</strong> da acı olsun biz alıştık. Lanet olsun ki alıştık!<br />

kıskanmaktı.<br />

Sevgili 2017, sen de kursağımızda kalma olur mu? Senden sonra çayıma şeker atmak istiyorum.<br />

Beklerken<br />

Kim bilir kaç yüzyılın gülşeninden.<br />

İçimde bir ağırlığın aşk adına.<br />

AFŞAR TİMUÇİN<br />

29


ir otobüsle on beş saat<br />

Bazen<br />

meblağı ikiye katlayıp<br />

gitmektense,<br />

uçağa atlamak ve büyük bir<br />

bir<br />

cebe atmak. Ya da trafiğin<br />

zamanı<br />

bir zamanda, kestirme bir<br />

sıkıştığı<br />

bulup toplantıya yetişmek.<br />

yol<br />

çoğu zaman yaptığının adını<br />

İnsan,<br />

bilmez -ben de bilmem-<br />

koymayı<br />

hariç elbette. Zamanı<br />

bazılarımız<br />

almak güzel hikâyedir, bunu<br />

satın<br />

yapabildiyseniz.Atatürk<br />

gerçekten<br />

merkeze doğru<br />

Bulvarı’ndan<br />

hava yağmurlu<br />

sallanmaktaydım,<br />

şemsiyelerle aram bozuk<br />

ve<br />

yağmuru hissedip<br />

olduğundan,<br />

çıkarmaya devam<br />

tadını<br />

Başım hafif öne eğik ve<br />

ediyordum.<br />

olmuş vaziyette evin<br />

sırılsıklam<br />

mı abi?”. İnsan bazen ne<br />

“Tartayım<br />

bilmeden, çaresiz<br />

düşüneceğini<br />

bir müddet. Durdum,<br />

duraksıyor<br />

sola çevirdim ve çocuğu<br />

başımı<br />

başladım. Bir çocuğun<br />

süzmeye<br />

gereken çizgiyi çoktan<br />

ıslanması<br />

soğuk iliklerine vardığından<br />

aşmış,<br />

ayaklarının arasına almış.<br />

ellerini<br />

başlamadan önce mi<br />

Yağmur<br />

yanındaki eski havuzun<br />

caminin<br />

gelip oturmuş bilemiyorum,<br />

taşına<br />

koyacak bir karton parçası<br />

altına<br />

hiç değilse. Neden bu<br />

bulmuş<br />

burada olduğunu sordum.<br />

havada<br />

çeşitli cevaplar dönüp<br />

Kafamda<br />

ıskalamasını istediklerim<br />

dururken<br />

Araf Yansıma<br />

Zamanı Satın Alabilirsiniz; bazen...<br />

dışında<br />

Kendimizin<br />

ve gökte<br />

yerde<br />

olduğunu<br />

yaşamlar<br />

unutmamak<br />

dileğiyle<br />

vardı, cevap vermedi.<br />

tutmuşken, merkez<br />

yolunu<br />

önündeki bir çocuğun<br />

camiinin<br />

30<br />

sesiyle irkildim:


akıma hepsini ıskalamıştı, her şeyin fazlası zarar klişesinin ortasındayım. Bir iki soru daha<br />

Bir<br />

gene almayı beklediğim cevaplar dökülmemişti, hafifçe titreyen dudaklarından.<br />

sorduğumda,<br />

zamana kadar burada oturman gerekiyor?” dedim, gece yarısından bir saat önceye kuruyormuş saatini:<br />

“Ne<br />

abi.’ dedi. Fakirliğimize aldırmadan: “Ne kazanıyorsun? dedim, “Belli olmuyor, bazen üç, bazen beş lira ya<br />

‘11<br />

biraz daha fazla.” Cebimde sadece beş liram vardı. Yeşilay pasaportumuzu her daim cebimizde<br />

da<br />

nereye lazım olacağını düşünmek için vakit harcamamıza gerek yoktu. Doğruldum:<br />

taşıdığımızdan,<br />

bir anlaşma yapalım.”, “Nasıl abi?” dedi. Devam ettim: “Şimdi ben tartılıyorum ve sana beş lira<br />

“Seninle<br />

Sen de buradan kalkıp doğruca eve gidiyorsun, anlaştık mı?”. Mahcup bir edayla kafasını evet<br />

veriyorum.<br />

öne bıraktı. Yetmiş olmuşuz, indim, uzattım beşliği, kalktı. Dokundum omzuna: “Böyle havalarda<br />

tonunda<br />

çalış. Görüşürüz.”. Yürüdü ve gitti. Bazen balık tutmayı öğretmek yerine, balık verip ortamdan<br />

çıkmamaya<br />

bir an hayatınızdaki çoğu şeyden kıymetli olabilir. O akşamki 5-10 dakika, yazmaya çalıştığım<br />

Yaşadığınız<br />

şiirleri ilk rauntta nakavt ederdi. Caddede bir iki dönüp onu bulduğum yere geldim, gitmişti. Yürüdüğü<br />

tüm<br />

bir noktada da yoktu. Bu dünyada en fazla çocuklara güvenmelisiniz sevgili dinleyenler. Evet, şu<br />

kısımda<br />

kendinizi dinlemektesiniz.<br />

an<br />

aldım voltayı, eve doğru yollandım. Beş liraya bir akşam satın almıştım, belki de hasta olmak<br />

Usuldan<br />

olan bir çocuğun üç beş gününü, kim bilir... Hayatımdaki en kârlı alışveriş. Fakirin saltanatı. Adına ne<br />

üzere<br />

tepesinde, parmaklılarda yuva yapan güvercinlerin varlığına şaşıran herkese muhabbetle.<br />

Camiinin<br />

dışında yerde ve gökte yaşamlar olduğunu unutmamak dileğiyle. Eksilmeyin...<br />

Kendimizin<br />

her yaşta<br />

Herkesin,<br />

ağlanacak bir annesi olmalı<br />

Dizinde<br />

bilinmedik uzaklara doludizgin<br />

Oradan<br />

da çocuk tahta atlarla<br />

Çocuklardan<br />

kapıların arkasında<br />

Kapalı<br />

ölü gözlü adamlar<br />

Bekleşir<br />

çarmıha germek için<br />

Çocukluğu<br />

bilen her çocuk annesinin dizinde<br />

Bunu<br />

o adamlara inat olsun diye<br />

Tek<br />

sevinçlere uyumalı.<br />

Bitmeyen<br />

sıvışmanız gereken durumlar olabilir.<br />

derseniz deyin. Zamanı gerçekten satın alabildiğiniz anlar olur; bazen.<br />

Çocuklara Düşen<br />

Aşılmaz dağları geçip ulaşmalı.<br />

AFŞAR TİMUÇİN<br />

31


kaldırım, şarap, kumar,<br />

Merdiven,<br />

bağımlısı şairlerden içip<br />

Marks<br />

geldim. Şu an, sokak<br />

buraya<br />

vurduğu ve perdenin<br />

lambasının<br />

çıktığı bir evdeyim. Burası<br />

duvarda<br />

ne kadar merkeze yakın olsa<br />

her<br />

bilmiyorum. Sonuçta<br />

yapacağımı<br />

tek başarısı tanrıya<br />

hayattaki<br />

olan biri ne yapabilir?<br />

inanmamak<br />

bu! Apartmanın en üst<br />

İşte<br />

herkesten uzak yaşamak!<br />

katında,<br />

çıkıyorum tabii. Bir kasa<br />

Arada<br />

ağrısı olduğunda,<br />

Başımın<br />

annesine küfür edip<br />

muhafızların<br />

arkadaşımla beraber<br />

oyalarken<br />

araklardan içiyorum.<br />

çaldığımız<br />

saklıyorum içimde o<br />

Hepsini<br />

ve acıların. Peşimden<br />

anıların<br />

liberal yazarları okumak<br />

Burada<br />

mı? Bilmiyorum, ama bir<br />

yasak<br />

aynı evde bile kalmıştık.<br />

tanesiyle<br />

bunu duyarlarsa başımın<br />

Eğer<br />

TEBRİZ YAKINLARINDA TZARA<br />

YİĞİT KERİM ARSLAN<br />

"Altan Ağbi geldi. Cemil<br />

Meriç’in ona fakirlik<br />

dönemlerinde sattığı<br />

gözlüğünü gözünden çıkardı."<br />

kimseyle tanışıklığım yok.<br />

da<br />

Meşhed’den kopup geldim.<br />

Buraya<br />

mekânda ferahlık vardır.”<br />

“Tebdil-i<br />

bir iki amcayı dikkate<br />

diyen<br />

söylemek pek normal<br />

aldığımı<br />

Şimdi buralarda ne<br />

olur.<br />

geldiler hatta yolda<br />

benimle<br />

yanımdaydı, bazıları<br />

bazıları<br />

Vardığımızda onların<br />

kucağımda.<br />

kimlikleri kontrol edildi.<br />

da<br />

kaldı, muhafızlar<br />

Günahlarım<br />

içeri tıktı ve işkence...<br />

onları<br />

yanacağını biliyorum.<br />

bira alsam yeter, yiyecek falan da.<br />

32


Ağbi’yi aradım. “Gelirken bir iki tane kitap getir.” dedim. “Okunur.” Sonra bize gelmesini beklerken<br />

Altan<br />

Altan Ağbi’nin tozların takıldığı ilk mekân olmuş bir sahafı vardı. Orada, bazen Sezen Aksu bazen<br />

daldım.<br />

Aslım çalar. Gelenler bu dili bilmedikleri için anlayamazlar. Çok normal! Bakın, dilimizi bilmezler ama<br />

Aylin<br />

zaman Aylin Aslım’ın sesine kapılır giderler. Bu sahaf yerin altındadır, o yüzden kadın sesi var diye<br />

çoğu<br />

Altan Ağbi geldi. Cemil Meriç’in ona fakirlik dönemlerinde sattığı gözlüğünü gözünden<br />

kurşunlayamazlar.<br />

Burada, Cemil Meriç’in gözlüğü olduğunu bilseler hapse girer. Ama kimse bilmiyor, her neyse.<br />

çıkardı.<br />

biraz ovuşturup elime üç tane kitap koydu. Bense biraz tozlarını sildim, elimi yıkadım, kuruladım,<br />

Gözlerini<br />

döndüm ve biraz okuyabildim kitapların adını, yazarlarını. “Zenginlikten bıkıp fahişelerle anılarını<br />

geri<br />

döken hurinsonların kağıt israflarını getirme bana, rica ediyorum Altan Ağbi!” dediğimden beri<br />

kitaplara<br />

Bukowski getirmemişti. Ben yakın zamanlarda bu düşünceden vazgeçtim. Bukowski, adam gibi<br />

bana<br />

Amerika’dan Hasan Hüseyin çıkmasını beklemek ahmakça olurdu zaten. Bukowski, "Ekmek<br />

adamdı!<br />

yazarken büyük ihtimal Amerika’ya küfür ediyordu. Ben de Amerika’ya küfür ediyorum.<br />

Arası"nı<br />

okumaya karar verdiğim gün bunu düşünüp Altan Ağbi’ye “Bukowski de olur.” demiştim.<br />

Bukowski’yi<br />

o kadar sövdükten sonra “Ben Bukowski okuyacağım ya.” diyemezdim istekli bir şekilde.<br />

Herife<br />

gibi gözüktüm Altan Ağbi’ye. O gidince kitabın tamamını tek nefeste okuyacağımı<br />

İstemiyormuşum<br />

tabii. Onunla biraz konuştuk, burada ne yapacağız diye düşündük. Her gün aynı şeyleri<br />

bilmiyordu<br />

Rüşvetler, ölü kadınlar, yanmış kadınlar, muhafızlar, şeyhler. Altan Ağbi sahaf, ben<br />

görüyorduk.<br />

Şeyhlerin masallarını çeviren gizli bir tanrıtanımaz olmanın verdiği büyük hazzı yaşıyordum.<br />

çevirmendim.<br />

robot ürettiğini görüp de “Bizim de robotlarımız var; kadın.” diyen İran’dayım. Tebriz güzel,<br />

Japonların<br />

Hatayi geçmiş. Hatayi hakkında konuşacağım ileride… Tzara’ya gelmedik daha!<br />

buradan<br />

şarkı, Aylin Aslım Severler Derneği ve onun üyelerine gelsin.” Radyomuzu açıp, yola çıktık. Yolumuzu<br />

“Bu<br />

hâlâ. Yol bizi nereye götürecek merak ediyorum Tzara. Bilirsin buradaki cuma konferansından<br />

çevirmediler<br />

amca beni geçerken<br />

Kaptan<br />

kıyılara bırakır mısın?<br />

Karşı<br />

ne mi var? Her şey<br />

Oralarda<br />

sesler, ışıklar var<br />

Çocuklar,<br />

amca beni bırakır mısın<br />

Kaptan<br />

kıyıların ötesine?<br />

Gittiğin<br />

ne mi var? Her şey<br />

Oralarda<br />

çalgı var, sevinç var.<br />

Oralarda<br />

amca beni götürmez misin<br />

Kaptan<br />

güzel yerlere şimdi?<br />

Gittiğin<br />

tutkusu nicedir<br />

Uzakların<br />

gibi yakıyor içimi.<br />

Çöller<br />

çıkan dedeler “Tebdil-i mekânda ferahlık vardır.” derler…<br />

DEVAM EDECEK TEBRİZLİLER VE AYLİN ASLIM DİNLEYENLER<br />

Çocuğun ve Kaptanın Türküsü<br />

Bayramlar ve her türlü uzaklar.<br />

AFŞAR TİMUÇİN<br />

33


anlamadığını biliyorum. Konuştuğum dil kulağına garip geliyor ve bu gariplik<br />

Beni<br />

da seni ürkütüyor. Bunu da biliyorum. Ama ne yapayım? Dilinizi öğrenmek<br />

biraz<br />

zor. Karmaşık bir dil olduğundan değil, konuşarak öğretecek kimse<br />

çok<br />

İnsanlarınızın bir mülteci gördüğünde mideleri bulandığından.<br />

olmadığından.<br />

benim burada, bu ülkede, hatta bu dünyada bulunurken hangi sıfata sahip<br />

Fakat<br />

ne önemi var? Mülteci sıfatını ben vermedim kendime. Bu sıfatı bana<br />

olduğumun<br />

verdi. Ve biliyorsun ki, savaşlar pek acımasızdır. Ya bir ölü sıfatı verir insana<br />

savaş<br />

da bir mülteci. İki şekilde de bulandırırsın çevrendeki mideleri. Ya bir çürümüş<br />

ya<br />

kokusuyla ya da pislik içindeki elbiselerine ölen aile fertlerinden sıçramış<br />

ceset<br />

kokusuyla. Kustun sanırım. Gidiyorum o zaman. Selametle!"<br />

kanların<br />

kaçıp bu ülkeye geleli henüz bir ay olmamış ve burada karşılaştığım<br />

Savaştan<br />

bir kadına aşık olduktan yarım saat sonra onunla konuşmaya karar<br />

genç<br />

Aceleci davranmıştım. Sokaklardan kurtulup kalacak bir yer<br />

vermiştim.<br />

sonra, daha temiz bir kokuyla karşısına çıkabilirdim. Ya da en azından<br />

bulduktan<br />

biliyor olsaydım, kokumu ve kirli elbiselerimi unutturup sözlerimle<br />

Rusça<br />

onu. Her açıdan ivedi bir karardı verdiğim. Ancak onu daha sonra<br />

cezbedebilirdim<br />

şekilde bulamayacağımı bildiğimden, her şeyi bok etmeyi göze aldım. Ve<br />

hiçbir<br />

de. Bir ay evvel taşındığım Moskova sokaklarında, onunla daha düzgün bir<br />

ettim<br />

karşılaşmayı umarak yürümeye başladım. Neredeyse bir mucize!<br />

vaziyetteyken<br />

bir kez daha karşılaşmak... Hem de düzgün bir vaziyetteyken...<br />

Onunla<br />

Mülteci - Varol Mengüverdi<br />

sıfatı bana savaş<br />

Bu<br />

Ve biliyorsun<br />

verdi.<br />

savaşlar pek<br />

ki,<br />

acımasızdır<br />

34


yine deliler gibi hüzünlendim. Pencereyi açtım, güneş tükürdü suratıma. Annemi aradım. ‘’Biz<br />

Bak<br />

at mı olacağız hep?’’ dedim. Bunu ona ilk defa dedim. ‘’Takma kafana’’ dedi. Bir süre<br />

kaybeden<br />

Bir başkası deseydi bunu, ''o bir süre daha'' olmayacaktı ya, neyse dedim. Gördüğüm bütün<br />

takmadım.<br />

toprağı üzerimdeydi o sabah. Uzaktan ya da yakından fark etmiyor artık. Döndüğüm tüm<br />

ölülerin<br />

yalnızlığında uyuyakalıyorum. Ekmek satmayan bakkala ben nasıl kızayım şimdi? Mendili<br />

köşelerin<br />

almadım diye bana küfreden çocuğa nasıl kızayım? Diğer sekiz gezegenin hapishanesinde<br />

ondan<br />

bir gerçek varsa o da bu. Mutluluğum dünyanın acısına yenik düşüyor her seferde bu<br />

yaşıyoruz,<br />

Mutluluk dediğin birine omzunu verip ağlayabilmektir zaten. Kendini tutamayan insanın<br />

evrende.<br />

bırakalım öyleyse kendimizi hep beraber. Bir bira daha içelim. Bir rakı daha tokuşturalım.<br />

samimiyetine<br />

olan katlanılmazdır çocuk! Bunu herkese anlatalım. Bir Nazım Hikmet şiiri daha okuyup vatan<br />

Gerçek<br />

olalım. Sokaklarından geçelim ölmüş tüm gazetecilerin. Manşetlere yazılacak bir gün her ölümün<br />

haini<br />

ne de olsa. Ertesi gün tepsinin altına koyulacak sofrada.<br />

adı<br />

vakit varken, bağıralım öyleyse ‘’özgürlük!’’ diye, sıkıyönetimli zamanlarda. Umudumuzu<br />

Henüz<br />

kör vicdanlarına. Sen mi özgürsün bir kibrin gölgesinde, ben miyim yoksa halkın<br />

hapsetsinler<br />

Ölülerimiz toplanacak, ölülerimiz! Yaşamak akıl alır iş değil, bak yine deliler gibi<br />

bağrında?<br />

geldi. Bir kez daha çaldı telefon: ‘’Biz hep ağlayanı mı olacağız bu dünyanın oğlum?’’<br />

yaşamayasım<br />

KAYBEDEN ATLAR<br />

DENİZ SİLAHCI<br />

35


kendine bile söylemek<br />

İnsanın<br />

şeyler var; işte benim<br />

istemediği<br />

kahrolduklarımın tamamı<br />

tutunup<br />

bilir, bundan ibaret. Bu<br />

kim<br />

işinin manuel bir ayarı<br />

düşünmek<br />

olsaydı şayet; vaktini, tadını,<br />

falan<br />

dağılan kıvamda<br />

dokununca<br />

ama sen de biliyorsun ki<br />

olmazdım,<br />

bizi kanser edeceklerden<br />

bizler,<br />

katiyen geri<br />

beslenmekten<br />

aksine ateşe baruttan<br />

duramıyor,<br />

yürüyoruz. Patik önemli;<br />

patiklerle<br />

sağlığını 25 liraya satın alanlar<br />

Akıl<br />

gerçektir.<br />

hepinizden<br />

tırmanarak çıkanlar değil,<br />

Yokuşları<br />

inenler hepinizden<br />

yuvarlanarak<br />

gerçektir.<br />

de bir adabı vardır.<br />

Kötülüğün<br />

için kendimi zor zapt<br />

yememek<br />

ediyorum.<br />

Tarla Sokak/Bölüm 2 - Tilki Hanım<br />

beni<br />

Biliyorum,<br />

önemsemiyorlar,<br />

attığım her iş<br />

elimi<br />

bayatlıyor.<br />

soğuyor,<br />

biz ayarlasaydık, inan<br />

ağırlığını<br />

ben de kestane şekeri gibi<br />

bana,<br />

damarlarımın içi<br />

Mutluyken<br />

-bağışla- bir boklar<br />

kaşınıyor<br />

soğukluğuyla<br />

"Ölüm<br />

diyor Pısırık<br />

gelir"<br />

Bey<br />

sıcak tutar.<br />

36


Mekere 20'li yaşlarının başında filinta gibi bir oğlandı. Onu gördüğüm vakit tanrının şaheserine<br />

Kekere<br />

nefeslerimi adımlarına uydururdum. Gözlerinin hemen altında, elmacık kemiklerinin hemen<br />

saygımdan,<br />

yağmış, bir arının ayak izlerine benzeyen turuncu puantiye çilleriyle, aynı anda hem mahrur hem<br />

üstüne<br />

Kekere Mekere 20'li yaşlarının başında tanrıça gibi bir oğlandı. Onun oturduğu banklarda,<br />

mağrur...<br />

basittir. Kediler sarmandır, tekirdir, pek köpek bulunmaz; akşamları loş sokak lambaları yanar,<br />

Sokağımız<br />

yakın kumrular öter, yaşlanınca insanlar ölür. Kumrular güzeldir, insanlar ölü, sokağımız basit.<br />

sabaha<br />

komşumuz Pısırık Pırlak doğalgazın pahalı olduğunu söylüyor. Bu yalnız bizim sokağa mahsusmuş.<br />

Karşı<br />

sobasında beş liralık banknotları yakarak ısınıyor. Şöminede de yakarmış fakat şömine evlere<br />

Kömür<br />

bu da bizim sokağa hasmış, öyle söylüyor. O zaman yaşadığımız galaksiyi soruyorum,<br />

yakışmazmış,<br />

diyor. Kekere bu galaksiye yakışmıyor diyorum, sıkılıyor. Bana "saçmalama" diyor. Tamam<br />

"Samanyolu"<br />

önemsemiyorlar. Ben büsbütün önemsiz işlere vermekten kendimi alamıyorum. Sıcak ekmek<br />

Beni<br />

eve varmadan soğuyor. Kendimi Kekere'ye tanıtacak oluyorum, ağzımı açmadan benden<br />

alıyorum,<br />

yaşıyorum. Biliyorum, beni önemsemiyorlar, elimi attığım her iş soğuyor, bayatlıyor. "Ölüm<br />

soğuyacağını<br />

gelir" diyor Pısırık Bey. "Gelsin, banknotlarınız var" diyemiyorum. Ne vakit çiçek diksem daha<br />

soğukluğuyla<br />

gününde soluyor. Ben onlara sevgiyle, merhamet dilenmekle yürüyorum, onlar benden bize<br />

üçüncü<br />

koşuyor; biliyorum, beni önemsemiyorlar.<br />

müsaadelerle<br />

defasında ona dedim ki "Ben varım." O da bana dedi ki...<br />

Bir<br />

bana bir şey demedi. Çünkü biliyorum ki mutluyken ölünüyormuş. Ben pek denemedim ama Pısırık<br />

O<br />

anlattığı bir hikâyeden öğrenmiştim: Günlerce, belki aylarca, sultanın kızını bir defa olsun sarayın<br />

Bey'in<br />

görebilmek adına sarayın yakınında ara vermeksizin ayakta bekleyen bir divane köylü, sonunda,<br />

camından<br />

sokağımız kadar basit olan soylu kızcağızı yakından görünce, bir seferde canını teslim edivermiş.<br />

esasen<br />

aylarca ilk kez ayakta durmaktan men etmiş kendisini istemeyerek.<br />

Böylece,<br />

durmadım, kaçtım. Çünkü sen de biliyorsun ki, küçük dozda bir mutluluk ile dahi damarlarımın içi<br />

Ben,<br />

-bağışla- bir boklar yememek için kendimi zor zapt ediyorum. Pısırık Bey'in anlattıkları ve kendi<br />

kaşınıyor<br />

de bir araya getirince böyle bir riski göze alamadım, Kekere'nin dudaklarının aralandığını<br />

tecrübelerimi<br />

eder etmez kaçtım. Akıllıyım, insanlar beni yeterince önemsemiyor, Kekere beni sevmiyor, Kekere ben<br />

fark<br />

cephaneler yakılır, siperler yıkılır, tapınaklar inşa edilirdi; ben onu yalnız izlerdim.<br />

diyorum, ama tamam olmuyor. Sobaya bir beşlik de benim atmama bu sebepten izin yok.<br />

Şimdi Kekere'ye gitsem, desem ki: "Kekere ben seni..." Biliyorum, beni önemsemez.<br />

seni...<br />

37


KAHRAMANLAR KÖŞESİ<br />

Kahramanlar Can Verir Yurdu Yaşatmak İçin..."<br />

Şehit Polis Memuru<br />

Fethi SEKİN<br />

"Şehitler vurulduğunda değil,<br />

unutulduğunda ölürler!"<br />

38


"Ben dünyada bu kadar güzel gülen,<br />

güldüğü zaman bu kadar güzel olan<br />

bir insan görmedim."<br />

ÇAY DERGİ OCAK SAYISI

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!