14.05.2018 Views

2018-5-1

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

- 1 -


BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

<strong>2018</strong>; Cilt:5 Sayı:1<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

Bosphorus Medical Journal<br />

İmtiyaz Sahibi<br />

Licence Owner<br />

Kaan GİDEROĞLU<br />

Editör<br />

Editor<br />

Eren GÖZKE<br />

Editör Yardımcıları<br />

Asistant Editor and Secretary<br />

Burak Yağmur ÖZTÜRK, Feyza Ünlü ÖZKAN, Pelin Doğan AK<br />

Tuba Cimilli ÖZTÜRK, Yelda Buyru ÖZKURT<br />

Yabancı Dil Editörü<br />

Foreign Language Editor<br />

Burcu Seher ANIL, Ertunç MEGA<br />

Yayın Kurulu<br />

Editorial Board<br />

Ayhan VERİT, Canan AĞALAR, Dilek Erdoğan ARI<br />

Onur Kurulu<br />

Honor Committee<br />

Abdulvahit SÖZÜER, Kemal MEMİŞOĞLU, Metin ÖZAYDIN, Şuayip BİRİNCİ<br />

Danışma Kurulu / Advisory Committee<br />

Aydın ATAKAN<br />

Ayhan VERİT<br />

Aysu Karatay ARSAN<br />

Ayşe Ferzan AYTUĞ<br />

Ayşe SÖNMEZ<br />

Aytekin KAYMAKCI<br />

Aziz Bora KARİP<br />

Banu AÇIKALIN<br />

Baransel SAYGI<br />

Barış YILMIZ<br />

Bora GÜRER<br />

Burak Yağmur ÖZTÜRK<br />

Burcu Seher ANIL<br />

Bülent KAYA<br />

Canan AĞALAR<br />

Cem NAZİKOĞLU<br />

Ceren KÖKSAL<br />

Cihangir UYAN<br />

Coşkun SAF<br />

Dilber Ayçiçek ÇEÇEN<br />

Dilek Erdoğan ARI<br />

Duygu Geler KÜLCÜ<br />

Elif AKSOY<br />

Ender ONUR<br />

Erdal OKUR<br />

Eren GÖZKE<br />

Erhan ÇELİKOĞLU<br />

Ertunç MEGA<br />

Evrim Karadağ SAYGI<br />

Fatma Alibaz ÖNER<br />

Fatma Nur BOY<br />

Fatma Nur AKGÜN<br />

Feyza Ünlü ÖZKAN<br />

Gül Nihal ÖZDEMİR<br />

Güldem TURAN<br />

Gülseren AKYÜZ<br />

Hacer Kuzu OKUR<br />

Hakan GÜNDÜZ<br />

Hakkı Muammer KARAKAŞ<br />

Hande Senem DEVECİ<br />

Hasan Hilmi MURATLI<br />

Hüseyin ÖZKURT<br />

Işıl Kalyoncu ASLAN<br />

İlker YAĞCI<br />

İlkin ZİNDANCI<br />

İlknur AKTAŞ<br />

İrşadi İstemi Alp YÜCEL<br />

Kemal MEMİŞOĞLU<br />

Kenan AKGÜN<br />

Korhan ÖZKAN<br />

Levent ÖZTÜRK<br />

Mehmet Akif SARGIN<br />

Mehmet Derya ONUK<br />

Mehmet Müfit ORAK<br />

Mehmet Özgür HABEŞOĞLU<br />

Meral KIZILTAN<br />

Merih İŞ<br />

Metin Yılmaz<br />

Nalan ÇAPAN<br />

Nalan OKUROĞLU<br />

Necati ÇAKIR<br />

Niyazi TUĞ<br />

Numan Doğu GÜNER<br />

Nuray OLTAN<br />

Olcay ÜNVER<br />

Ozan ÖZKAYA<br />

Özge Ecmel ONUR<br />

Özgür Haki YÜKSEL<br />

Özgür OKUMUŞ<br />

Pelin Doğan AK<br />

Pınar AKPINAR<br />

Rabia Gönül SEZER<br />

Seda SANCAK<br />

Semra KÜLEKÇİ<br />

Sevda Aydın KURNA<br />

Sinem Eroğlu ÇİLOĞLU<br />

Süheyla ABİTAĞAOĞLU<br />

Tomris ŞENGÖR<br />

Tuba Cimilli ÖZTÜRK<br />

Tülay Erden HABEŞOĞLU<br />

Ümit AKYÜZ<br />

Yaşar SERTBAŞ<br />

Yelda ÖZKURT<br />

Yeşim Aydın ORAL<br />

Her hakkı saklıdır. Bu dergide yer alan yazı, makale, fotoğraf ve illüstrasyonların elektronik ortamlarda dahil olmak üzere kullanma<br />

ve çoğaltılma hakları Boğaziçi Tıp Dergisine aittir. Yazılı ön izin olmaksızın materyallerin tamamının ya da bir bölümünün çoğaltılması<br />

yasaktır. Dergi Basım Meslek İlkeleri’ne uymaktadır.<br />

All rights are reserved. Rights to the use and repraduction, including in the electronic, media, of all communication,<br />

papers, photographs and illustrations appearing in this journal belong to journal of The BOSPHORUS<br />

MEDICAL JOURNAL. Repraduction without prior written permission of part on all of any material is forbidden.<br />

The journal complies with the Professional Principles of the Press.<br />

- 2 -


BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

<strong>2018</strong>; Cilt:5 Sayı:1<br />

DERGİ HAKKINDA<br />

Boğaziçi Tıp Dergisi, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından yayınlanan multidisipliner bilimsel<br />

bir dergidir.<br />

Boğaziçi Tıp Dergisi, tıbbi konular ile ilgili olabilecek retrospektif, prospektif ve deneysel araştırmalar, derlemeler, olgu sunumları, editoryal yorum/<br />

tartışmalar, editöre mektuplar, tıbbi eğitimler, bilimsel mektuplar, tıp gündemini belirleyen güncel konuları yayınlayan, ulusal ve uluslararası tüm tıbbi<br />

kurum ve personele ulaşmayı hedefleyen bilimsel dergidir.<br />

Boğaziçi Tıp Dergisi, yayınladığı makalelerde, konu ile ilgili en yüksek etik ve bilimsel standartlarda olmayı ve ticari kaygılardan uzak olmayı prensip<br />

edinmiştir. Yayınlanmak için gönderilen makalelerin daha önce başka bir yerde yayınlanmamış veya yayınlanmak üzere gönderilmemiş olması gerekir.<br />

Eğer makalede daha önce yayınlanmış; alıntı yazı, tablo, resim vs. mevcut ise makale yazarı, yayın hakkı sahibi ve yazarlarından yazılı izin almak ve<br />

bunu makalede belirtmek zorundadır.Bilimsel toplantılarda sunulan özetler, makalede belirtilmelidir.<br />

Dergiye gönderilen makale biçimsel esaslara uygun ise, editörler kurulu tarafından danışman hakemlere gönderilir. Hakemlerin önerileri doğrultusunda<br />

yazardan, yazı ile ilgili düzeltme istenebilir. Düzeltilmiş yazı, hakemler ve editöryel komite tarafından uygun görülürse yayınlanır.<br />

Makale bilimsel değerlendirme için işleme alındıktan sonra yayın hakları devir formunda belirtilmiş olan yazar isimleri ve sıralaması esas alınır. Bu aşamadan<br />

sonra; makale hiçbir aşamada yayın hakları devir formunda imzası bulunan yazarlar dışında yazar ismi eklenemez ve yazar sırası değiştirilemez.<br />

Makale yazarlarından herhangi birinin isminin makaleden çıkarılması için konuyla ilgili tüm yazarların açıklamalı, yazılı izinleri alınmalı ve yayınevine<br />

bildirilmelidir.<br />

Editörler ve yayınevi, derginin reklam amacı ile kullanılan sayfaları ile ilgili sorumluluk kabul etmez. Bu sayfalarla ilgili tüm sorumluluk reklamı veren<br />

kuruluşa aittir.<br />

Periyodu: Yılda 3 sayı olarak Ocak, Mayıs ve Ekim aylarında yayınlanmaktadır.<br />

Yayına başlama tarihi: 2014<br />

e-Yayına başlama tarihi: 2014<br />

Yayın Dili: Türkçe, İngilizce<br />

Temel Hedef Kitlesi: Tıp alanında tüm branşlardaki hekimler, uzman ve öğretim üyeleri, tıp öğrencileri<br />

Makalelerin ortalama değerlendirme süresi: 4 haftadır<br />

Yayın Hakları: Boğaziçi Tıp Dergisi’nin basılı ve web ortamında yayınlanan yazı, resim, şekil, tablo ve uygulamalar yazılı izin alınmadan kısmen<br />

veya tamamen herhangi bir vasıtayla basılamaz. Bilimsel amaçlarla kaynak göstermek kaydıyla özetleme ve alıntı yapılabilir<br />

Makale takibi - İletişim<br />

Doç. Dr. Eren GÖZKE<br />

egozke@hotmail.com<br />

Boğaziçi Tıp Dergisi<br />

Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

E5 Karayolu Üzeri İçerenköy Ataşehir, 34752 İSTANBUL<br />

Tel: +90 (216) 578 30 00<br />

Faks: +90 (216) 578 30 00<br />

e-posta: info@bogazicitipdergisi.com<br />

YAZARLARA BİLGİ<br />

Boğaziçi Tıp Dergisi – Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dergisine ilginize teşekkür ederiz.<br />

Derginin elektronik ortamdaki yayınına erişim www.bogazicitipdergisi.com adresinden serbesttir. Boğaziçi Tıp Dergisi tıbbın klinik ve deneysel<br />

alanlarında özgün araştırmalar, olgu sunumları, derlemeler, davet edilmiş derlemeler, mektuplar, ilginç, fotoğraflı soru-cevap yazıları, editöre mektup,<br />

toplantı, haber ve duyuruları, klinik haberleri ve ilginç araştırmaların özetlerini yayınlamaktadır. Yılda 3 sayı olarak Ocak, Mayıs ve Ekim aylarında<br />

yayınlanan Boğaziçi Tıp Dergisi hakemli ve multidisipliner bir dergidir. Gönderilen yazılar Türkçe veya İngilizce olabilir.<br />

Değerlendirme süreci:<br />

Dergiye gönderilen yazılar, ilk olarak dergi standartları açısından incelenir. Derginin istediği forma uymayan yazılar, daha ileri bir incelemeye<br />

gerek görülmeksizin yazarlarına iade edilir. Zaman ve emek kaybına yol açılmaması için, yazarların dergi kurallarını dikkatli incelemeleri önerilir.<br />

Dergi kurallarına uygunluğuna karar verilen yazılar Editörler Kurulu tarafından incelenir ve en az biri başka kurumdan olmak üzere iki ya da daha fazla<br />

hakeme gönderilir. Editör, Kurulu yazıyı reddetme ya da yazara(lara) ek değişiklikler için gönderme veya yazarları bilgilendirerek kısaltma yapmak<br />

hakkına sahiptir. Yazarlardan istenen değişiklik ve düzeltmeler yapılana kadar, yazılar yayın programına alınmamaktadır. Boğaziçi Tıp Dergisi gönderilen<br />

yazıları sadece online olarak http://bogazicitipdergisi.com adresinden kabul etmektedir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlara aittir. Boğaziçi<br />

Tıp Dergisi yazıların bilimsel sorumluluğunu kabul etmez. Makale değerlendirmek için gönderildiği sırada; yayın hakkı devir formu ve çıkar çatışması<br />

formu imzalanıp dergiye iletilmelidir. Gönderilen yazıların dergide yayınlanabilmesi için daha önce başka bir bilimsel yayın organında yayınlanmamış<br />

olması gerekir. Daha önce sözlü ya da poster olarak sunulmuş çalışmalar, yazının başlık sayfasında tarihi ve yeri ile birlikte belirtilmelidir. Yayınlanması<br />

için başvuruda bulunulan makalelerin, adı geçen tüm yazarlar tarafından onaylanmış olması ve çalışmanın başka bir yerde yayınlanmamış olması ya<br />

da yayınlanmak üzere değerlendirmede olmaması gerekmektedir. Çalışma ile ilgili herhangi bir mali ya da diğer çıkar çatışması var ise çıkar çatışması<br />

formunda belirtilmelidir.<br />

- 3 -


BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

<strong>2018</strong>; Cilt:5 Sayı:1<br />

MAKALE YAZIM KURALLARI<br />

GENEL BİLGİLER<br />

Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Boğaziçi Tıp Dergisi; Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin resmi yayın organıdır. Yılda 3 kez yayınlanır.<br />

Yayınlanma zamanları Ocak, Mayıs ve Ekim aylarıdır. Boğaziçi Tıp Dergisi, tıbbi konular ile ilgili olabilecek retrospektif, prospektif ve deneysel<br />

araştırmalar, derlemeler, olgu sunumları, editoryal yorum/tartışmalar, editöre mektuplar, tıbbi eğitimler, bilimsel mektuplar, tıp gündemini belirleyen<br />

güncel konuları yayınlayan, ulusal ve uluslararası tüm tıbbi kurum ve personele ulaşmayı hedefleyen bilimsel dergidir. Boğaziçi Tıp Dergisi, yayınladığı<br />

makalelerde, konu ile ilgili en yüksek etik ve bilimsel standartlarda olmayı ve ticari kaygılardan uzak olmayı prensip edinmiştir. Yayınlanmak için<br />

gönderilen makalelerin daha önce başka bir yerde yayınlanmamış veya yayınlanmak üzere gönderilmemiş olması gerekir. Eğer makalede daha önce<br />

yayınlanmış; alıntı yazı, tablo, resim vs. mevcut ise makale yazarı, yayın hakkı sahibi ve yazarlarından yazılı izin almak ve bunu makalede belirtmek<br />

zorundadır. Bilimsel toplantılarda sunulan özetler, makalede belirtilmelidir. Dergiye gönderilen makale biçimsel esaslara uygun ise, editörler kurulu tarafından<br />

danışman hakemlere gönderilir. Hakemlerin önerileri doğrultusunda yazardan, yazı ile ilgili düzeltme istenebilir. Düzeltilmiş yazı, hakemler<br />

ve editörler kurulu tarafından uygun görülürse yayınlanır. Makale bilimsel değerlendirme için işleme alındıktan sonra yayın hakları devir formunda belirtilmiş<br />

olan yazar isimleri ve sıralaması esas alınır. Bu aşamadan sonra; makale hiçbir aşamada yayın hakları devir formunda imzası bulunan yazarlar<br />

dışında yazar ismi eklenemez ve yazar sırası değiştirilemez. Makale yazarlarından herhangi birinin isminin makaleden çıkarılması için konuyla ilgili<br />

tüm yazarların açıklamalı, yazılı izinleri alınmalı ve yayınevine bildirilmelidir. Editörler ve yayınevi, derginin reklam amacı ile kullanılan sayfaları ile<br />

ilgili sorumluluk kabul etmez. Bu sayfalarla ilgili tüm sorumluluk reklamı veren kuruluşa aittir.<br />

YAYIN KURALLARI<br />

Bilimsel Sorumluluk<br />

Tüm yazarların gönderilen makaleye akademik ve bilimsel olarak doğrudan katkısı olmalıdır. Yazar olarak belirlenen isim aşağıdaki özelliklerin tamamına<br />

sahip olmalıdır: -makaledeki çalışmayı planlamalı veya yapmalı, -makaleyi yazmalı veya revize etmeli, -son halini kabul etmelidir. Makalelerin<br />

bilimsel kurallara uygunluğu yazarların sorumluluğundadır.<br />

Etik Sorumluluk<br />

Dergi, ”insan” öğesinin içinde bulunduğu tüm çalışmalarda Helsinki deklerasyonu prensiplerine uygunluk ilkesini kabul eder. Yazarlar kurumlarının<br />

etik kurulundan aldıkları onay belgesini makale ile birlikte yazı işlerine sunmalıdırlar. Gereç ve yöntemler bölümünde etik kurul onayı aldıklarını ve<br />

‘’bilgilendirilmiş onam formu “ aldıklarını belirtmelidirler. Yazarlar retrospektif çalışmalar için; çalışmanın yapıldığı yer, materyal ve tarihi belirten<br />

yazıyı kurum yetkilisine (Eğitim Planlama Komisyonu, başhekim, bilimsel konsey gibi….) onaylatarak belgelemelidirler. Çalışmada “hayvan” ögesi<br />

kullanılmış ise yazarlar, makalenin YÖNTEM VE GEREÇLER bölümünde hayvan deneyleri etik kurullarından onay aldıklarını belirtmeli ve bu<br />

belgeyi gereği halinde dergi editörler kuruluna sunmalıdırlar. Olgu sunumlarında hastalardan “bilgilendirilmiş olur” alınmalıdır. Eğer makalede direktindirekt<br />

ticari bağlantı veya çalışma için maddi destek veren kurum mevcut ise yazarlar; kullanılan ticari ürün, ilaç, firma … ile ticari hiçbir ilişkisinin<br />

olmadığını ve varsa nasıl bir ilişkisinin olduğunu (konsültan, diğer anlaşmalar), editöre sunum sayfasında bildirmek zorundadır. Makalelerin etik<br />

kurallara uygunluğu yazarların sorumluluğundadır.<br />

İstatistik Değerlendirme<br />

Tüm retrospektif, prospektif ve deneysel araştırma makaleleri biyoistatiksel olarak değerlendirilmeli ve uygun plan, analiz ve raporlama ile belirtilmelidir.<br />

Gerek görülmesi halinde editörler kurulu istatistik yöntemle ilgili önerilerde bulunabilir.<br />

Yazım Dili Yönünden Değerlendirme<br />

Derginin yayın dili Türkçe ve İngilizcedir. Türkçe makalelerde Türk Dil Kurumunun Türkçe sözlüğü veya www.tdk.org.tr adresi, ayrıca Türk tıbbi<br />

derneklerinin kendi branşlarına ait terimler sözlüğü esas alınmalıdır. Ayrıca gönderilmiş olan makalelerdeki yazım ve dilbilgisi hataları için de yazarlardan<br />

düzeltme istenebilir.<br />

Yayın Hakkı<br />

Yayınlanmak üzere kabul edilen yazıların her türlü yayın hakkı dergiyi yayınlayan kuruma aittir. Yazılardaki düşünce ve öneriler tümüyle yazarların sorumluluğundadır.<br />

Yazarlar http://www.bogazicitipdergisi.com, internet adresinden ulaşacakları “yayın hakları devir formu”nu doldurup, online olarak,<br />

http://www.bogazicitipdergisi.com, adresinde yer alan “online makale gönder” linkindeki bölümden, makale ile birlikte göndermelidirler.<br />

Yazı Çeşitleri<br />

Dergiye yayınlanmak üzere gönderilecek yazı çeşitleri şu şekildedir;<br />

Orijinal Araştırma:<br />

Kliniklerde yapılan retrospektif-prospektif ve her türlü deneysel çalışmalar yayınlanabilmektedir.<br />

Yapısı:<br />

-Özet (ortalama 350-400 kelime; amaç, yöntem ve gereçler, bulgular ve sonuç bölümlerinden oluşan, Türkçe ve İngilizce)<br />

-Anahtar kelimeler (İtalik harfte olmalı ve 3 kelimeyi geçmemelidir, Türkçe ve İngilizce)<br />

-Giriş<br />

-Yöntem ve Gereçler<br />

-Bulgular<br />

-Tartışma<br />

-Sonuç<br />

-Teşekkürler (varsa)<br />

-Kaynaklar<br />

Derleme:<br />

Doğrudan veya davet edilen yazarlar tarafından yazılır. Tıbbi özellik gösteren her türlü konu için son tıp literatürü de taranarak hazırlanmalıdır.<br />

Yapısı:<br />

-Özet (ortalama 350-400 kelime, bölümsüz, Türkçe ve İngilizce)<br />

-Anahtar kelimeler (İtalik harfte olmalı ve 3 kelimeyi geçmemelidir, Türkçe ve İngilizce)<br />

-Konu ile ilgili başlıklar<br />

-Kaynaklar<br />

- 4 -


BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

<strong>2018</strong>; Cilt:5 Sayı:1<br />

Olgu Sunumu:<br />

Nadir görülen, tanı ve tedavide farklılıklar gösteren olgularla ilgili makalelerdir. Yeterli sayıda fotoğraflarla ve şemalarla desteklenmiş olmalıdır.<br />

Yapısı:<br />

-Özet (ortalama 250 kelime, bölümsüz, Türkçe ve İngilizce)<br />

-Anahtar kelimeler (İtalik harfte olmalı ve 3 kelimeyi geçmemelidir, Türkçe ve İngilizce)<br />

-Giriş<br />

-Olgu sunumu<br />

-Tartışma<br />

-Kaynaklar<br />

Editoryal Yorum/Tartışma:<br />

Yayınlanan orijinal araştırma makaleleri ile ilgili, araştırmanın yazarları dışında, o konunun uzmanı tarafından değerlendirilmesidir. Konu ile ilgili makalenin<br />

sonunda yayınlanır.<br />

Editöre Mektup:<br />

Son bir yıl içinde dergide yayınlanan makaleler ile ilgili okuyucuların değişik görüş, tecrübe ve sorularını içeren en fazla 500 kelimelik yazılardır. Başlık<br />

ve özet bölümleri yoktur. Kaynak sayısı 5 ile sınırlıdır. Hangi makaleye (sayı, tarih verilerek) ithaf olunduğu belirtilmeli ve sonunda yazarın ismi, kurumu,<br />

adresi bulunmalıdır. Mektuba cevap, editör veya makalenin yazarları tarafından, yine dergide yayınlanarak verilir.<br />

Yazım Kuralları<br />

Dergiye yayınlanması için gönderilen makalelerde aşağıdaki biçimsel esaslara uyulmalıdır:<br />

Kısaltmalar:<br />

Kelimenin ilk geçtiği yerde parantez içinde verilir ve tüm metin boyunca o kısaltma kullanılır. Uluslararası kullanılan kısaltmalar için “bilimsel yazım<br />

kuralları” kaynağına başvurulabilir.<br />

Şekil, Resim, Tablo ve Grafikler:<br />

-Şekil, resim, tablo ve grafiklerin metin içinde geçtiği yerler ilgili cümlenin sonunda belirtilmelidir. Şekil, resim,tablo ve grafiklerin açıklamaları makale<br />

sonuna eklenmelidir.<br />

-Şekil, resim/fotoğraflar ayrı birer .jpg, veya .gif dosyası olarak sisteme eklenmelidir.<br />

-Şekil, resim, tablo ve grafiklerde geçen kısaltmalar; şekil, resim, tablo ve grafiklerin alt satırında açıkça yazılmalıdır.<br />

-Daha önce basılmış şekil, resim, tablo ve grafik kullanılmış ise izin alınmalıdır ve bu izin açıklama olarak şekil, resim, tablo ve grafik açıklamasında<br />

belirtilmelidir.<br />

-Resimler/fotoğraflar renkli, ayrıntıları görülecek derecede kontrast ve net olmalıdır.<br />

Editöre Sunum Sayfası:<br />

Gönderilen makalenin kategorisi, daha önce başka bir dergiye gönderilmemiş olduğu, varsa çalışmayı maddi olarak destekleyen kişi ve kuruluşlar ve varsa<br />

bu kuruluşların yazarlarla olan ilişkileri belirtilmelidir.<br />

Kapak Sayfası:<br />

Makalenin başlığı (Türkçe ve İngilizce), tüm yazarların ad-soyadları, akademik ünvanları, kurumları, iş telefonu-GSM, e-posta ve yazışma adresleri belirtilmelidir.<br />

Makale daha önce tebliğ olarak sunulmuş ise tebliğ yeri ve tarihi belirtilmelidir.<br />

Özetler:<br />

“Yazı Çeşitleri” bölümünde belirtilen şekilde hazırlanarak, makale metni içerisine yerleştirilmelidir.<br />

Anahtar Kelimeler:<br />

En az 3-5 adet, Türkçe ve İngilizce yazılmalıdır. İngilizce anahtar kelimeler “medical subject headings (MESH)”e uygun olarak verilmelidir. Türkçe anahtar<br />

kelimeler MESH terimlerinin aynen çevirisi olmalıdır.<br />

Teşekkür:<br />

Eğer çıkar çatışması, finansal destek, bağış ve diğer bütün editoryal (istatiksel analiz, İngilizce/Türkçe değerlendirme) ve/veya teknik yardım varsa, metnin<br />

sonunda sunulmalıdır.<br />

Kaynaklar:<br />

Orijinal basımı Türkçe olan kaynakların başlığı [] içinde ve İngilizce olarak yazılmalıdır. Kaynaklar makalede geliş sırasına göre yazılmalı ve metinde<br />

cümle sonunda noktalama işaretlerinden hemen önce “parantez içinde ( )” sayı olarak belirtilmelidir. Makalede bulunan yazar sayısı 6 veya daha az ise tüm<br />

yazarlar belirtilmeli, 7 veya daha fazla ise ilk 6 isim yazılıp” ve ark.et al” eklenmelidir. Kaynak yazımı için kullanılan format index medicus’ta belirtilen<br />

şekilde olmalıdır. (bakınız: www.icmje.org). Kongre bildirileri, kişisel deneyimler, basılmamış yayınlar, tezler ve internet adresleri kaynak olarak gösterilemez.<br />

Kaynakların yazımı için örnekler (noktalama işaretlerine dikkat ediniz):<br />

Makale için:<br />

Yazarların soyadları ve isimlerinin baş harfleri, makale ismi, dergi ismi, yıl, cilt, sayı, sayfa numarası belirtilmelidir. (Yee AJ, Bae HW, Friess D, Roth SM,<br />

Whyne C, Robbin M,et al. The use of simvastatin in rabbit posterolateral lumbar intertransverse process spine fusion. Spine J 2006;6:391-6.)<br />

Kitap için:<br />

Yazarların soyadları ve isimlerinin baş harfleri, bölüm başlığı, editörlerin ismi, kitap ismi, kaçıncı baskı olduğu, şehir, yayınevi, yıl ve sayfalar belirtilmelidir.<br />

(Francis XC. Arthrodesis of the spine. In: Canale ST, Beaty JH, editors. Campbell’s operative orthopaedics. Vol. 2. 11th ed.Philadelphia: Mosby;<br />

2008. p. 1851-53).<br />

Yazar ve editörün aynı olduğu kitaplar için:<br />

Yazarların/editörün soyadları ve isimlerinin baş harfleri, bölüm başlığı, editörlerin ismi, kitap ismi, kaçıncı baskı olduğu, şehir, yayınevi, yıl ve sayfalar<br />

belirtilmelidir. (Kumar V, Cotran RS, Robbins SL. Basic pathology. 5th ed.Philadelphia: W.B. Saunders; 1992. Çeviri Editörü: Çevikbaş U. Temel patoloji.<br />

İstanbul: Nobel Tıp Kitabevi ve Yüce Yayınları; 1994. s. 47-60.)<br />

Sadece on-line yayınlar için; DOI tek kabul edilebilir on-line referanstır.<br />

- 5 -


BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

<strong>2018</strong>; Cilt:5 Sayı:1<br />

Editörden;<br />

Sağlık Bilimleri Üniversitesi Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesi bilimsel yayın organı olan Boğaziçi Tıp Dergisi’nin bu sayısını yeni<br />

editoriyal yapımız ile sizlere sunmaktan mutluluk duyuyoruz.<br />

İçeriğimizde beş özgün araştırma makalesi, dört olgu sunumu ve bir derleme<br />

mevcut. Sizlerin de katkısı ile dergimizin bilimsel standartlarını daha da<br />

yükseltmek en önemli amacımız.<br />

Dergimize bilimsel katkılarınızı bekliyor, sağlıklı günler diliyorum.<br />

Doç. Dr. Eren GÖZKE<br />

Editör<br />

- 6 -


BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

<strong>2018</strong>; Cilt:5 Sayı:1<br />

Cilt (Volume) 5 Sayı (Number) 1<br />

<strong>2018</strong> Ocak<br />

İmtiyaz Sahibi<br />

Kaan GİDEROĞLU<br />

Editör<br />

Eren GÖZKE<br />

Editör Yardımcıları<br />

Burak Yağmur ÖZTÜRK<br />

Feyza Ünlü ÖZKAN<br />

Pelin Doğan AK<br />

Tuba Cimilli ÖZTÜRK<br />

Yelda Buyru ÖZKURT<br />

İstatiksel Danışma<br />

EMPİAR<br />

info@empiar.com<br />

Tasarım & Mizanpaj<br />

Yaşar ÖZER<br />

ozer.yasar@gmail.com<br />

ÖZGÜN ARAŞTIRMA (Original Research)<br />

Elektrik Yanıklarında Mortaliteyi Etkileyen Faktörler<br />

Determinant of Mortality in Patients with Electrical Burn Injury<br />

İbrahim UZUN, Elif BOMBACI, Banu ÇEVİK<br />

İÇİNDEKİLER (Contents)<br />

Psödoeksfoliyatif Glokomda Makuler Gangliyon Hücre İç Pleksiform Tabaka Kalınlığının Optik Koherens Tomografi<br />

İle Ölçülmesi<br />

Pseudoexfoliation Glaucoma Macular Ganglion Cell Inner Plexiform Layer Thickness Measurement by Optical Coherence Tomography<br />

Özkan KOCAMIŞ<br />

Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Şiddet Nedeniyle Verilen Beyaz Kodların Analizi<br />

Analysis of White Codes due to Violence in Fatih Sultan Mehmet Education and Research Hospital<br />

Ali ŞAHİNER, Rohat AK, Kemal AYGÜN, Cansu Arslan TURAN, Tuba Cimilli ÖZTÜRK, Eray Serdar YURDAKUL, Oktay SARI<br />

Acil Serviste Fenitoin İnfüzyonu İhtiyacı Olan Hastaların Kardiyak Yan Etki ve EKG Bulgularının Değerlendirilmesi<br />

Evaluation of Cardiac Side Effects and ECG Findings in Patients Who Need İnfusion of Phenytoin in the Emergency Department<br />

Mazlum KILIÇ, Rohat AK, Onur YEŞİL, Tuba Cimilli ÖZTÜRK, Ebru Ünal AKOĞLU, Özge Ecmel ONUR<br />

Yoğun Bakım Hemşirelerinin Bası Yarası Hakkındaki Bilgi Düzeylerinin Belirlenmesi<br />

Determination of Knowledge Levels About Pressure Wounds of Intensive Care Nurses<br />

Gülten ÖZDEMİR, Ayşe EKEN<br />

OLGU SUNUMU (Case Report)<br />

1-6<br />

7-10<br />

11-16<br />

17-22<br />

23-27<br />

Baskı<br />

Arena Dijital<br />

İletişim<br />

E5 Karayolu Üzeri, İçerenköy<br />

Ataşehir, 34752 İSTANBUL<br />

Tel: +90 (216) 578 30 00<br />

Faks: +90 (216) 578 30 00<br />

egozke@hotmail.com<br />

B e d e l s i z d a ğ ı t ı l ı r<br />

Spina Bifidalı Hastada Segmental Spinal Miyoklonus: Bir Olgu Sunumu<br />

Segmental Spinal Myoclonus in a Patient with Spina Bifida: A Case Report<br />

Esra GİRAY, Çağrı Ünal ERTEKİN, Olcay ÜNVER, Adnan DAĞÇINAR, Naime Evrim Karadağ SAYGI<br />

Üretral Divertikülitin Tanısında Manyetik Rezonans Görüntüleme ve Difüzyon Ağırlıklı Sekansların Önemi<br />

The Role of Magnetic Resonance Imaging and Diffusion Weighted Imaging in the Diagnosis of Urethral Diverticulitis: A Case Report<br />

Fatma KULALI, Şafak Fırat KULALI, Aslıhan Semiz OYSU, Yaşar BÜKTE<br />

Dev Skrotal Herniasyon: Olgu Sunumu<br />

Giant Scrotal Herniation: A Case Report<br />

Fatma KULALI, Şafak Fırat KULALI, Aslıhan Semiz OYSU, Yaşar BÜKTE<br />

Subkostal Kesi Fıtığı Onarımında Yama Sabitlemede Sütür Kullanımı: Olgu Sunumu<br />

Mesh Fixation with Sutures in Subcostal Incisional Hernia: A Case Report<br />

Yalın İŞCAN, Birol AĞCA, Aziz Bora KARİP, Ender ONUR, Kemal MEMİŞOĞLU<br />

DERLEME (Review)<br />

Juvenil İdiopatik Artrit<br />

Juvenile Idiopathic Artrhritis<br />

Özge Gülsüm İLLEEZ<br />

28-31<br />

32-34<br />

35-37<br />

38-41<br />

42-46<br />

ISSN: 2149-0287<br />

- 7 -


Elif Bombacı ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):1-6 / Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.881<br />

Özgün Araştırma - Original Research<br />

Elektrik Yanıklarında Mortaliteyi Etkileyen Faktörler<br />

Determinant of Mortality in Patients with Electrical Burn Injury<br />

İbrahim UZUN 1 , Elif BOMBACI 2 , Banu ÇEVİK 2<br />

1. Boyabat 75. Yıl Devlet Hastanesi, Boyabat, Sinop<br />

2. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği, İstanbul<br />

ÖZET<br />

Amaç: Elektrotravmalar vücudun anatomik histolojik yapısını ve<br />

biokimyasını etkiler ve çok kompleks reaksiyonları tetikler. Bu<br />

çalışmanın amacı üçüncü basamak yanık yoğun bakım ünitesinde<br />

izlenen elektrik yanık yaralanmalı hastaların mortalite oranlarını<br />

etkileyen faktörleri incelemektir.<br />

Yöntem ve Gereçler: Bu çalışmada 115 elektrik yanığı olgusunun<br />

verileri hastane veri tabanı ve yanık yoğun bakım ünitesi<br />

hasta kayıtlarından retrospektif olarak incelendi. Yaş, cinsiyet,<br />

voltaj seviyesi,yanıktan etkilenen vücut yüzey alanı, yandıktan<br />

sonra hastaneye varış süresi, ek travma ya da cerrahi girişim<br />

varlığı, yanık yoğun bakım ünitesinde kalış süresi, mekanik ventilasyon<br />

ve renal replasman tedavisi gereksinimleri kaydedildi.<br />

Bulgular: Hastaların çoğunluğu (%95) 15-40 yaş aralığında erkekti.<br />

Mortalite hızı yüksek voltaj yaralanmalarında düşük voltaj<br />

yaralanmalarından anlamlı olarak yüksekti(%13’ e karşı %8).<br />

Etkilenen vücut yüzey alanı istatistiksel olarak anlamlı mortalite<br />

belirteci idi. Vücut yüzey alanı %50’den fazla etkilenen hastalarda<br />

mortalite %54.5’e yükselmişti.En fazla etkilenen vücut bölgesi<br />

üst ekstremiteler ikenen yüksek mortalite gövde yanığı olan<br />

hastalarda idi.Hastaneye ulaşma süresi 24 saatten uzun olan<br />

grupta mortalite hastaneye ulaşma süresi 12-24 saat arası ve 12<br />

saatten kısa olan diğer iki gruba göre daha yüksekti (p>0.05).<br />

Mekanik ventilasyon, renal replasman tedavisi alanlarda ve yoğun<br />

bakım ünitesinde altı günden daha fazla kalan hastalarda<br />

mortalite anlamlı oarak daha yüksekti. Yapılan korelasyon analizine<br />

göre mortalite ile; yanık şekli, yanık genişliği, APACHE<br />

II skor değeri, fasyatomi uygulanması ve genel vücut travması<br />

arasında doğru orantılı, cinsiyet ve GKS değeri ile ters orantılı<br />

korelasyon tespit edildi.<br />

Sonuç: Elektriksel bir yanıktan kaynaklanan hasarın boyutu, cildin<br />

alttaki büyük yaralanmayı gizlemesi nedeniyle olaydan sonra<br />

bir kaç gün içinde ortaya çıkabilir (Buzdağı etkisi). Elektrik<br />

yanıklarına genel vücut travması ve kafa travması eşlik edebilir.<br />

Hastanın komada olması, yanık şekli, yanık genişliği, sepsis<br />

gelişmesi en önemli mortalite nedenleridir. Bu hastalar dikkatle<br />

değerlendirilmeli, multidisipliner yaklaşımla derhal ve etkili müdahale<br />

edilmelidir. Olay anından itibaren yeterli ve devamlı sıvı<br />

resüsitasyonu yapılmalı, erken dönemde kompartman sendromunun<br />

da tedavi edilebileceği bir merkeze ulaştırılmalıdır. Ölümcül<br />

ritm bozuklukları gözden kaçmamalıdır.<br />

Anahtar Kelimeler: elektrik, yanıklar, yoğun bakım, mortalite<br />

ABSTRACT<br />

Aim: Electrotraumas affect the anatomical, histological structureand<br />

biochemistry of body and trigger very complex reactions.<br />

The goal of this study was to analyse the factors affecting the<br />

mortality rate of electrical burn injuries in patients followed in a<br />

tertiary burn intensive care unite.<br />

İletişim Bilgileri:<br />

Sorumlu Yazar: Elif BOMBACI, Uzm. Dr.<br />

Yazışma Adresi: Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Dr. Lütfi Kırdar Eğitim<br />

ve Arş. Hastanesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği, Kartal, İstanbul<br />

Tel: +90 (505)299 10 89<br />

E-Posta: bombaciel@yahoo.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 28.01.<strong>2018</strong><br />

Makalenin Kabul Tarihi: 19.03.<strong>2018</strong><br />

- 1 -<br />

Materials and Method: In this study we reviewed retrospectively<br />

the hospital database and burn intensive care unit records of 115<br />

electrical burn injury patients during 5years period. Age, gender,<br />

voltage levels, body surface area affected by burns, elapsed time<br />

after burn, additional trauma or surgical interventions, length<br />

of stay in Burn Intensive Care Unit, mechanical ventilation and<br />

renal replacement therapy requirement were recorded.<br />

Results: The majority of patients were men (95%) between 15-<br />

40 years. Mortality rate was significantly higher in high voltage<br />

injuries than low voltage injuries (13.1% vs 8%). Affected body<br />

surface area was statistically significant predictors of mortality.<br />

In patients suffered more than 50% of body surface area, mortality<br />

increased up to 54.5%. The mostly affected body regions<br />

were upper limbs but the highest mortality existed in patients<br />

with trunk exposure. Mortality was higher in the group with longer<br />

than 24 hours of reaching to the hospital compared to the<br />

other two groups that are able to reach to the hospital in between<br />

12-24 hours and less than 12 hours (p>0.05). The mortality was<br />

significantly higher in the patients having renal replacement and<br />

mechanical ventilation treatment and in patients with more than<br />

six days of intensive care unit stay. Accorging to the correlation<br />

analysis, a direct proportional correlation between mortality and<br />

burn type, burn width, APACHE 2 score values, fasciotomy application<br />

and general body trauma; and an inverse proportional<br />

correlation between gender and GCS values have been found.<br />

Conclusion: Extent of a damage from an electrical burn can appear<br />

within several days due to skin hiding the massive injury<br />

beneath (iceberg effect). Electrical burns can be accompanied<br />

with general body trauma and head trauma. The patience’s coma<br />

situation, burn type, burn width, development of sepsis are the<br />

most important reasons for mortality. These patients showed be<br />

carefully assessed and immediate effective interventions must be<br />

managed with skilled multidisciplinary approach. Adequate and<br />

continuous fluid resuscitation must be performed from the beginning<br />

of the incident. It should be delivered to a center where<br />

compartment syndrome can be treated in the early period. Fatal<br />

disrhythmias should not be skipped.<br />

Keywords: electrical, burn, intensive care, mortality<br />

GİRİŞ<br />

Yanık ne tip ve şekilde olursa olsun vücudumuzu<br />

saran ve homeostazisi koruyan deriyi hasarlandırıp<br />

vücudu, her türlü tehlikeye karşı savunmasız hale<br />

getirir. Dolayısıyla erken ve geç dönemde yüksek<br />

mortalite ve morbidite riski taşır.<br />

Elektrik yanıkları diğer yanıklardan farklılık arz<br />

eder. Çünkü elektrik akımının vücut dokularında<br />

belli bir yol kat etmesi, geçtiği dokularda ciddi hasara<br />

yol açar ki; bu hem dışardan anlaşılması güç bir<br />

durumdur hem de başlangıçta sağlam gibi görünen<br />

dokularda ilerleyen günlerde nekroz gelişebilmektedir.<br />

Bu nedenle bir elektrik yanığı sadece deri katlarını<br />

değil aynı zamanda kardiyovasküler sistemi,<br />

iskelet-kas sistemini, hatta sinir sistemini etkileyebilmektedir.


Elif Bombacı ve ark.<br />

Bu özelliğinden dolayı elektrik yanığı olgularının<br />

yoğun bakım ünitelerinde takip ve tedavi edilmeleri<br />

gerekmektedir (1).<br />

Yanık yara bakımı ve tedavisi, özel eğitimli personel<br />

malzeme ve ekipmanlar da gerektirdiğinden bu hastaların<br />

bakım ve tedavileri diğer yoğun bakım hastalarından<br />

farklılık gösterir. Ülkemizde geçmiş yıllarda<br />

yanık hastaları genel yoğun bakım ünitelerinde<br />

tedavi edilmekteydi.Günümüzde ise Yanık Yoğun<br />

Bakım Ünitelerinin (YYBÜ) sayısı artmakta olup bu<br />

özellikli ünitelerden biri de hastanemiz bünyesinde<br />

kurulmuş ve hizmet vermektedir.<br />

Bu çalışmada; Yanık Yoğun Bakım Ünitemizde takip<br />

ve tedavi edilen elektrik yanığı olgularının retrospektif<br />

olarak incelenmesiyle mortaliteyi etkileyen<br />

faktörlerin belirlenmesi amaçlanmıştır.<br />

YÖNTEM ve GEREÇLER<br />

Bu çalışmada Ocak 2011 - Aralık 2015 tarihleri<br />

arasında Hastanemiz YYBÜ’nde elektrik yanığı<br />

nedeniyle takip edilen 115 hastaya ait dosya kayıtları<br />

incelendi. Yaş, cinsiyet, voltaj, Glasgow Koma<br />

Skoru (GKS) , APACHE II skoru, yanık şekli, yanık<br />

genişliği, yandıktan sonra YYBÜ’e geliş süresi,<br />

etkilenen vücut bölgeleri, ek travma varlığı, fasyotomi,<br />

greftleme, amputasyon gibi cerrahi müdahale<br />

durumu, YYBÜ yatış süresi, mekanik ventilasyon ve<br />

pozitif inotrop ihtiyacı, sepsis gelişimi, sürekli renal<br />

replasman tedavisi (SRRT) ihtiyacı ve yoğun bakıma<br />

kabuldeki laboratuvar değerleri (Lökosit sayısı,<br />

üre, kreatinin, albumin, AST, ALT, troponin, CKMB,<br />

CK, potasyum, kalsiyum ve sodyum) kaydedildi.<br />

Bu kayıtlarda; olgular yaş aralığı;


Elif Bombacı ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):1-6 / Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.881<br />

Yanık Yüzey Genişliği: En yüksek hasta sayısı yanık<br />

genişliği %15 altı olan grupta olup (57 hasta)<br />

en düşük ölüm oranı %1.8 ile bu gruptaydı. Yanık<br />

genişliği %50 ve üzeri olan grubun hasta sayısı 11<br />

olup %54.5 ölüm oranı diğer gruplara göre belirgin<br />

yüksek bulundu (p


Elif Bombacı ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):1-6 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.881<br />

Mekanik Ventilasyon Tedavisi-Mortalite İlişkisi:<br />

Hastaların %21’i (24 hasta) yoğun bakım tedavi süreçlerinde<br />

mekanik ventilasyon desteği almıştı. Bu<br />

hastaların 18’i yüksek voltajla, 6 hasta ise düşük<br />

voltajla yaralanmıştı. Mekanik ventilasyon tedavisi<br />

alan hastaların 11’i (%46) eksitus olmuştu.<br />

Pozitif İnotrop Tedavisi-Mortalite İlişkisi: Hastaların<br />

14’üne (%12.3 ) yoğun bakım takip süresince<br />

pozitif inotrop uygulanmıştı. On iki hastaya sepsise<br />

sekonder pozitif inotrop başlanmışken, ikisine<br />

kardiyak arrest sonrası kardiyojenik şok nedeniyle<br />

pozitif inotrop verilmişti. Pozitif inotrop tedavisi<br />

alan hastaların 12’si (%85,7) kaybedilmişti.<br />

Sürekli Renal Replasman Tedavisi-Mortalite i-<br />

lişkisi: Hastaların 16’sında (%14) akut böbrek yetmezliği<br />

gelişmiş, bu hastaların 11’i (%62.5) eksitus<br />

olmuştu. Akut böbrek yetmezliği gelişen 16<br />

hastanın altısına hemodinamik açıdan uygun olmaması<br />

nedeniyle SRRT uygulanamamıştı. SRRT<br />

uygulanan hastaların beşi (%50) eksitus olmuştu.<br />

Mortaliteyi etkileyen faktörlerin risk faktörü olup<br />

olmadığını belirlemek içi korelasyon testi yapıldı.<br />

Buna göre mortalite ile; yanık şekli, yanık genişliği,<br />

APACHE II skor değeri, fasyatomi uygulanması<br />

ve genel vücut travması ile doğru orantılı, cinsiyet<br />

ve GKS değeri ile ters orantılı korelasyon tespit<br />

edildi (Tablo 6).<br />

Tablo 6. Mortalite ve etkileyen faktörler arasında korelasyon.<br />

Cinsiyet<br />

Yanık Şekli<br />

Mortalite<br />

Pearson Correlation -,205 *<br />

Sig. (2-tailed) ,029<br />

N 113<br />

Pearson Correlation ,270 **<br />

Sig. (2-tailed) ,004<br />

TARTIŞMA<br />

Elektrik yanığı patofizyolojisi gereği, görünen<br />

bir hasar yapmadan da ekstremitelere, kalbe,<br />

diğer iç organlara ve beyine ciddi zararlar verebilir.<br />

Görünen hasardan başka sağlam cildin derininde,<br />

kemikleri saran kas gruplarında nekroza sebep olabilir.<br />

Bu nedenle hastanın maruz kaldığı elektriğin<br />

şiddetine bakılmaksızın, kardiyak göstergeleri en<br />

az 24 saat monitorize edilmeli, laboratuvar tetkikleri<br />

değerlendirilmelidir.<br />

Elektrik kazaları yüksek voltajlı ve düşük voltajlı<br />

elektrik yaralanmaları olarak sınıflandırılır. Düşük<br />

voltajlı elektrik yanıkları daha çok evlerde görülür<br />

ve çocukları etkiler. Yüksek voltajlı elektrik yanıkları<br />

ise genelde iş kazası olarak, çoğunlukla elektrik<br />

işçilerinde görülür (2). Ancak adolesan çağda çocuklarda<br />

da yüksek voltajlı elektrik yanık insidansı<br />

az değildir. Bizim çalışmamızda yüksek voltajlı<br />

elektriğe maruz kalma sebepleri; sokaklardaki trafolarda<br />

çalışma (15 hasta), sokakta kopuk yüksek<br />

gerilim tellerine temas (4 hasta), iş yerinde elektrik<br />

kaçağı (30 hasta), elektrik direğinde çalışma (9<br />

hasta) ve inşaatlarda kontrolsuz elektrik kullanımı<br />

(4 hasta) olarak bulunmuştur. Bu hastaların büyük<br />

çoğunluğu çalışan işçiler ve elektrikçilerdir. Altmış<br />

iki yüksek voltajlı elektrikle yaralanma olgusunun<br />

sadece beşi, yaşları 9-14 yaş arasındaki çocuklar idi.<br />

Bu bulgular literatürle uyumludur. Aghakhani<br />

ve ark’ın çalışmasında değerlendirilen vakaların<br />

%57.5’inin iş yeri kazası, %19.5’inin ise ev kazası<br />

olduğu saptanmış ve elektrik yanıklarının ev dışında,<br />

genç erkeklerin etkilendiği yüksek voltajlı iş<br />

kazaları olduğu sonucuna varılmıştır (3).<br />

Yanık Genişliği<br />

Sepsis Gelişimi<br />

GKS Skoru<br />

N 111<br />

Pearson Correlation ,477 **<br />

Sig. (2-tailed) ,000<br />

N 113<br />

Pearson Correlation ,321 **<br />

Sig. (2-tailed) ,001<br />

N 113<br />

Pearson Correlation -,662 **<br />

Sig. (2-tailed) ,000<br />

N 113<br />

Pearson Correlation ,834 **<br />

Çalışmamızda 5 yıllık dönemde hastanemiz yanık<br />

yoğun bakım ünitesinde takip edilen 113 hastada<br />

genel mortalite %10.8 bulunmuştur. Luz ve<br />

ark’ın yapmış oldukları çalışmada mortalite %8.1<br />

olarak bulunmuştur (4). Yine Türkiye’de yapılmış<br />

bir çalışma da Al ve ark mortaliteyi benzer şekilde<br />

%9.1 olarak bulmuşlardır (5). Sun ve ark’ın yapmış<br />

oldukları çalışmada ise mortalite %1.6 olarak<br />

verilmiştir (6). Ancak araştırmacılar bu çalışmada<br />

mortalitenin bu kadar düşük olmasını hastanenin<br />

konumu itibariyle bazı hastaların hastaneye ulaşamadan<br />

ölmüş olmasına bağlamışlardır.<br />

APACHE<br />

Fasyotomi<br />

Genel<br />

Vücut Travması<br />

Mortalite<br />

Sig. (2-tailed) ,000<br />

N 113<br />

Pearson Correlation ,266 **<br />

Sig. (2-tailed) ,004<br />

N 113<br />

Pearson Correlation ,288 **<br />

Sig. (2-tailed) ,002<br />

N 113<br />

Pearson Correlation 1<br />

Sig. (2-tailed)<br />

N 113<br />

* : Correlation is significant at the 0.05 level (2-tailed).<br />

** : Correlation is significant at the 0.01 level (2-tailed).<br />

Elektrik yanıklarının değerlendirildiği çalışmaların<br />

neredeyse tamamında ağırlıklı erkek hasta profili<br />

vardır. Aghakhani ve ark.’ın çalışmasında incelenen<br />

284 hastadan sadece dördünün kadın olduğu bildirilmiştir<br />

(3). Luz ve ark. da çalışmalarında erkek<br />

oranını %88.4 olarak bildirmişlerdir (4). Benzer<br />

şekilde Mazzetto ve ark’ın sadece yüksek voltajlı<br />

yaralanmaların değerlendirildiği çalışmasında tüm<br />

hastaların erkek olduğu belirtilmiştir (7). Çalışmamızda<br />

literatüre benzer şekilde 113 olgunun sadece<br />

beşi kadın hastaydı. Bu durumun en geçerli sebebi<br />

elektrik ile ilişkili mesleklerin daha çok erkeklerin<br />

çalıştığı meslek grupları olmasıdır.<br />

- 4 -


Elif Bombacı ve ark.<br />

Yüksek voltajla meydana gelen kazalarda mortalite<br />

oranı (%13.1), tahmin edilebileceği gibi düşük<br />

voltajlı kazalara göre (%8.0) anlamlı olarak yüksek<br />

bulunmuştur. Burada dikkat çekici bir husus, düşük<br />

voltajlı elektrik yaralanmalarının da aslında tedaviye<br />

rağmen ölümcül olabildiğidir.<br />

Elektrik yaralanmalarında total beden yüzey alanına<br />

(TBYA) göre yanık yüzdeleri azımsanmayacak<br />

kadar yüksektir. Birçok olguda ilk değerlendirmede<br />

fark edilmeyen ancak sonradan ortaya çıkan, geniş<br />

ve atlamalı yanık alanları mevcuttur. Çalışmamızda<br />

yüksek voltajla yaralanan hastalarda TBYA yanık<br />

yüzdesi %27, düşük voltajla yaralanan hastalarda<br />

ise %11.8 olup ortalaması %20.2 olarak bulunmuştur.<br />

Aghakhani ve ark. TBYA yanık oranının<br />

% 13.5 olduğunu bildirmişlerdir (3). Luz ve ark<br />

bu oranı % 15.4 olarak bildirmiştir (4). Mazzetto<br />

ve ark ise sadece yüksek voltajlı yaralanmalarda<br />

yanık yüzdesini % 8.6 olarak bildirmişlerdir (7).<br />

Çalışmamızda hayatını kaybeden hastaların yanık<br />

yüzdesi ortalama %45.8 olarak bulunmuştur ki, bu<br />

da yanık genişliğinin mortalite açısından anlamlı<br />

bir risk faktörü olduğunu göstermektedir. Sadece<br />

elektrik çarpmasına bağlı mortalite %7 iken, elektrikle<br />

beraber eşyaların tutuşmasıyla ortaya çıkan<br />

alev yanıklarında mortalite %31.3 bulunmuştur ve<br />

fark ileri derecede anlamlıdır. Dega ve ark çalışmalarında<br />

elektrik yanığına bağlı 15 ölümün, 12’sinde<br />

eşlik eden % 50 ve üzeri yüzey alanında alev yanığı<br />

olduğunu belirtmişlerdir (8).<br />

Elektrik yanıklarında elektriğe bağlı kas kasılmasıyla<br />

beraber, hastanın uzağa fırlatılmasıyla çeşitli<br />

bedensel travmalar meydana gelebilmektedir. Gündüz<br />

ve arkadaşlarının çalışmasında elektrik yaralanmasına<br />

maruz kalan hastaların %21.8 inde düşmeye<br />

bağlı genel beden travması saptanmıştır (9).<br />

Çalışmamızda elektrik çarpmasıyla beraber genel<br />

beden travması geçiren hastaların oranı %13.2 olarak<br />

bulundu. Bu hastalarda mortalite belirgin olarak<br />

yüksekti (%33.3). Benzer şekilde Al ve arkadaşlarının<br />

yapmış olduğu çalışmada 25 hastanın elektrik<br />

çarpmasıyla beraber düşmeye bağlı travma yaşadığı,<br />

bu hastaların 13’ünün öldüğü belirtilmiştir (5).<br />

Bu hastaların bir kısmı elektrik direklerinde çalışan<br />

elektrikçiler veya kaçak elektrik almaya çalışan insanlardan<br />

oluşmaktadır. Bu travmalarda görünen<br />

vücut dışı yaralanmalara, iç organ yaralanmaları da<br />

sıklıkla eşlik etmektedir. Beyin hasarı, göğüs ve abdomende<br />

künt travmaya bağlı organ doku hasarları<br />

ve kanamalar beklenmelidir. Şuuru açık hastalarda<br />

düşme hikayesi sorgulanabilse de konfüze ve şuur<br />

kapalı hastalarda elektrik yaralanmasının yanında<br />

düşmeye bağlı genel beden travması olabileceği<br />

göz önünde bulundurulmalıdır. Hastanın radyografileri<br />

çekilip travma dışlanana kadar asgari travmaya<br />

yaklaşım prosedürleri uygulanmalıdır.<br />

Olay anında oluşan ve kısa zamanda normale dönen<br />

bilinç bozukluğu pek önemli olmayabilir. Ancak<br />

bazen şuur bozuklukları ciddiyet arz eder. Şuur bozukluğunun<br />

sebebi elektriğin veya elektriğe maruz<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):1-6 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.881<br />

kalmayla beraber oluşan travmanın beyinde oluşturduğu<br />

hasara bağlı olabilir. Yeterli sıvı resusitasyonu<br />

yapılmayan veya iç organ yaralanmasına<br />

bağlı kanaması olan hastalarda, yeterli doku oksijenizasyonunun<br />

sağlanamamasından dolayı GKS düşük<br />

olabilir. Ani senkop geçirip normalleşen hastalar<br />

dışında, hastaneye GKS düşük gelen hastalarda<br />

mortalite yüksektir. Çalışmamızda YYBÜ’e girişteki<br />

GKS değeri 9’un altında olan hastalarda mortalitenin<br />

diğer iki gruptan yüksek olması anlamlıdır. Al<br />

ve arkadaşlarının çalışmasında da bilinci kapalı gelen<br />

11 hastanın 6’sı, konfüze gelen 10 hastanın 3’ü<br />

kaybedilmişken, bilinci açık gelen 144 hastanın sadece<br />

6’sının hayatını kaybettiği belirtilmektedir (5).<br />

Elektrik yanıklarında yüksek oranda ek travma varlığı,<br />

görünmeyen yanık alanları nedeniyle sıvı replasmanında<br />

yetersizlikler ve elektrik akımına bağlı<br />

kardiyak problemler en başta gelen mortalite nedenleridir.<br />

Bu nedenlerden dolayı olgunun en kısa<br />

zamanda ileri düzey bir bakım olanağına kavuşması<br />

mortaliteyi etkileyecektir. Yaralanma anından<br />

itibaren hastaneye ulaşma süresine göre mortalite<br />

oranları incelendiğinde ilk 24 saatte ulaşanlara göre<br />

24 saat sonra ulaşan hastalarda mortalite daha yüksekti.<br />

Ancak gruplar arasında istatistiksel açıdan<br />

anlamlı fark yoktu. Aslında hastalarımızın tamamına<br />

yakını olay sonrası ilk bir kaç saat içerisinde<br />

bir hastane acil servisine ulaştırılabilmiş ve ilk acil<br />

müdahaleleri yapılabilmiştir. Dolayısıyla elektrik<br />

çarpmasına bağlı erken dönemde kardiyak komplikasyonlarla<br />

veya genel vücut travmasıyla kaybedilmeyen<br />

hastalarda, genel olarak YYBÜ’e varış<br />

süresi anlamlı bir fark yaratmamaktadır.<br />

Hastalara yapılan cerrahi müdahaleleri incelediğimizde<br />

hastaların %31.5’ine erken dönemde fasyotomi<br />

ameliyatları uygulanmıştır. Bunların %45.9’u<br />

yüksek voltajlı yaralanmalara, %14’ü düşük voltajlı<br />

yaralanmalara uygulanmıştır. Yüksek voltajlı<br />

elektrik yaralanmalarının neredeyse yarısında fasyotomi<br />

gerektirecek kompartman sendromu geliştiği<br />

görülmektedir. Kompartman sendromu gelişmesi<br />

ve hastaya kalıcı zarar vermesi birkaç saat içerisinde<br />

gerçekleşir. Dolayısıyla yüksek voltajlı elektriğe<br />

maruz kalmış bir hastanın özellikli bir yanık yoğun<br />

bakım ünitesine hemen ulaşması mümkün olmasa<br />

da, fasyotomi yapabilecek cerrahi ekibin bulunduğu<br />

bir merkeze acilen ulaştırılması gerekir.<br />

Tarim ve ark. elektrik yanıklarında amputasyon olasılığını<br />

araştırdıkları çalışmalarında yüksek voltaj<br />

yanıklarının amputasyon için bağımsız risk faktörü<br />

olduğunu gözlemlemişler, ayrıca yanık yüzdesiyle<br />

korele olmadığını tespit etmişlerdir (10). Çalışmamızda<br />

bu tespit ile uyumlu olarak, amputasyon uygulama<br />

oranı yüksek voltajlı yaralanmalarda %19.7<br />

düşük voltajlı yaralanmalarda %2 idi.<br />

Aghakhani ve ark. çalışmasında amputasyon oranı<br />

diğer benzer çalışmalardan daha yüksek (%29)<br />

bulunmuş, araştırmacılar bu yüksekliği referans<br />

bir hastane olması nedeniyle hastaların gecikmiş<br />

- 5 -


Elif Bombacı ve ark.<br />

olarak gelmelerine bağlamışlardır (3). Yine Dega<br />

ve ark. çalışmalarında amputasyon oranını %24<br />

olarak belirtmişlerdir (8). Salehi ve ark., üst veya<br />

alt ekstremite amputasyon sıklığı % 23.2 olarak<br />

bulmuşlardır (11). Çalışmamızda amputasyon uygulanan<br />

hasta oranı %11.7 iken benzer çalışmalarda<br />

bu oran daha yüksek olup %25 civarındadır. Ancak<br />

bir çok çalışmada aynı kişilere yapılan farklı uzuv<br />

amputasyonları da hesaba katılmış olup bu farkın<br />

buradan kaynaklandığı düşünülmüştür.<br />

Genellikle elektrik kaynağına temas üst ekstremiteler<br />

yoluyla olduğu için çalışmamızın verilerine<br />

göre de elektrik yaralanmalarından en sık etkilenen<br />

vücut bölgesinin üst ekstremiteler, ikinci sırada ise<br />

alt ekstremiteler olduğu görülmüştür. Benzer şekilde<br />

Gündüz ve ark. %80.4 ile en sık yaralanma<br />

yerinin üst ekstremite olduğunu bildirmişlerdir (9).<br />

Aghakhani ve ark. en sık giriş noktasının sağ üst<br />

ekstremite ve çıkış yerinin sol alt ekstremite olduğunu<br />

tespit etmişlerdir (3). Yine Orak ve ark. elektrik<br />

giriş noktasının %60 civarında üst ekstremiteler,<br />

çıkış noktasının da benzer oranda alt ekstremiteler<br />

olduğunu belirtmişlerdir (12) . Çalışmamızda gövdede<br />

yanık alanı olan hastalarda mortalite %19.6’<br />

ya çıkmaktadır. Bu durum elektrik yanıklarında vücudu<br />

boydan boya geçen akımların daha tehlikeli<br />

ve fatal seyrettiğini göstermektedir. Ayrıca gövde<br />

yanıklarında kalbin doğrudan etkilenmesi de mortalite<br />

sebebi olarak düşünülebilir.<br />

Yoğun bakımda takip ettiğimiz hastaların ortalama<br />

yoğun bakım yatış süresi 9.6 gün idi. Yatış süresi<br />

yüksek voltajlı yaralanmalarda 13.1 gün, düşük voltajlı<br />

yaralanmalarda ortalama 5.2 gündü. Hastaların<br />

yatış süresi ile mortalite arasında bağlantı bimodal<br />

bir dağılım gösterdi. İlk 3 gün mortalite %10, iken<br />

3- 6 gün arasında % 2.7 ve 6 günden uzun takip<br />

edilen hastalarda %17.4 olarak bulundu. İlk günlerdeki<br />

mortalite yüksekliği erken dönemde kardiyak<br />

arrest olan, veya genel beden travması nedeniyle<br />

durumu kritik olan hastalardan kaynaklanmaktadır.<br />

Altı günden uzun takip edilen hastalarda ise<br />

sepsis ve sepsise bağlı komplikasyonlar yüzünden<br />

mortalite artmaktadır. Yüz on üç hastanın 43’ünde<br />

sepsis gelişmiştir. Sepsis gelişen hastalarda mortalite<br />

%23.3 idi. Tüm yanık tiplerinde olduğu gibi<br />

elektrik yanıklarında da, yeni tedavi yaklaşımlarına<br />

rağmen sepsis hala en önemli mortalite nedeni<br />

olarak karşımıza çıkmaktadır. Onaltı hastamızda<br />

yoğun bakım süresince akut böbrek yetmezliği tablosu<br />

gelişmiştir. Hemodiyaliz uygulanan hastalarda<br />

mortalite %50 civarında bulunmuştur. Saraçoğlu ve<br />

arkadaşlarının benzer bir çalışmasında hemodiyaliz<br />

uygulanan hastalarda mortalitenin 12 kat arttığı belirtilmiştir<br />

(13).<br />

Sonuç olarak;<br />

Elektrik yanıkları genellikle mesleki kazalardan<br />

kaynaklı olup morbidite ve mortalitesi yüksek yanıklardır.<br />

Yüksek voltajlı elektrik yaralanmalarında,<br />

beraberinde alev yanığı, genel beden travması<br />

da olabilmektedir. Bu çalışmada gösterilmiştir ki;<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):1-6 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.881<br />

elektrik yanıklarında beraberinde alev yanığının,<br />

genel beden travmasının varlığı, yüksek APACHE<br />

II, düşük GKS değeri, geniş yanık yüzeyi ve fasyatomi<br />

gerektirecek derinlikte yanık olması mortaliteyi<br />

arttıran risk faktörleridir. Bu nedenle elektrik<br />

yanığında hastaya yapılacak acil müdahalede yanık<br />

tedavisinin yanı sıra tüm organ ve sistemlerine ait<br />

kafa travması, kompartman sendromu gibi sorunları<br />

da değerlendirilip bunlara yönelik tedaviler de acilen<br />

başlatılmalıdır. Hastanın bu geniş kapsamlı değerlendirme<br />

ve ilk müdahaleleri yapıldıktan sonra<br />

güvenli bir şekilde en kısa zamanda özelleşmiş bir<br />

yanık merkezine ulaştırılması ideal olacaktır. Ayrıca<br />

elektrik yanıklarında dışarıdan fark edilmese de<br />

ciddi iç organ yaralanmaları, özellikle de kardiyak<br />

yaralanmaya bağlı ölümcül aritmiler olabileceği<br />

unutulmamalı, bu hastalar yoğun bakım şartlarında<br />

takip ve tedavi edilmelidir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Jeschke M, Williams FN, Gauglitz GG, Herndon DN. Burns. In:<br />

Sabiston Textbook of Surgery: The Biological Basis of Modern Surgical<br />

Practice 19th ed. CN: Elseiver Saunders 2012; 21: 521-547.<br />

2. Pricet G, Cooper MA. Electrical and Lightning Injuries. In: Rosen’s<br />

Emergency Medicine - Concepts and Clinical Practice, Volume:2 8th<br />

Edition. CN: Elseiver Saunders 2014; 1906-1914.<br />

3. Aghakhani K, Heidari M, Tabatabaee SM, Abdolkarimi L. Effect of<br />

current pathway on mortality and morbidity in electrical burn patients.<br />

Burns 2015; 41:172–176.<br />

4. Luz DP, Millan LS, Alessi MS, Uguetto WF, Paggiaro A, Gomez DS,<br />

Ferreira MC. Electrical burns: A retrospective analysis across a 5-year<br />

period. Burns 2009; 35:1015–1019.<br />

5. Al B, Aldemir M, Güloğlu C, Kara IH, Girgin S. Epidemiological characteristics<br />

of electrical injuries of patients applied to the emergency department.<br />

Ulus Travma Acil Cerrahi Derg 2006;12(2):135-142.<br />

6. Sun CF , Lv XX , Li YJ , Li WZ, Jiang L, et al. Epidemiological studies<br />

of electrical injuries in Shaanxi Province of China: A retrospective report<br />

of 383 cases. Burns 2012; 38: 568–572.<br />

7. Mazzetto- Betti KC, Amancio AC, Farina JA Jr, Barros ME, Fonseca<br />

MC. High-voltage electrical burn injuries: Functional upper extremity<br />

assessment. Burns 2009; 35: 707–713.<br />

8. Dega S, Gnaneswar SG, Rao PR, Ramani P, Krishna DM. Electrical<br />

burn injuries some unusual clinical situations and management. Burns<br />

2007; 33: 653–665.<br />

9. Gündüz T, Elçioğlu Ö, Çetin C. Ölümcül Olmayan Elektrik<br />

Yaralanmalarında Travmanın Şiddeti Ve Yerleşimi. Ulus Travma Acil<br />

Cerrahi Derg 2010;16 (3):237-240.<br />

10. Tarim A , Ezer A. Electrical burn is still a major risk factor for amputations.<br />

Burns 2013; 39: 354–357.<br />

11. Salehi SH, Fatemi MJ, Asadi K, Shoar S, Ghazarian AD, Samimi R.<br />

Electrical injury in construction workers: A special focus on injury with<br />

electrical power. Burns 2014; 40: 300–304.<br />

12. Orak M, Ustündağ M, Güloğlu C, Gökhan Ş, Alyan O. Relation between<br />

serum Pro-brain natriuretic peptide, myoglobin, CK levels and<br />

morbidity and mortality in high voltage electrical injuries. Intern Med<br />

2010;49: 2439-2443.<br />

13. Saracoglu A, Kuzucuoglu T , Yakupoglu S , Kilavuz O , Tuncay E,<br />

Ersoy B, Demirhan R. Prognostic factors in electrical burns: A review of<br />

101 patients. Burns 2014 ; 40: 702–707.<br />

- 6 -


Özkan Kocamış<br />

Özgün Araştırma - Original Research<br />

Psödoeksfoliyatif Glokomda Makuler Gangliyon Hücre İç Pleksiform Tabaka<br />

Kalınlığının Optik Koherens Tomografi İle Ölçülmesi<br />

ÖZET<br />

Pseudoexfoliation Glaucoma Macular Ganglion Cell Inner Plexiform Layer Thickness Measurement<br />

Amaç: Psödoeksfoliyatif glokomlu(PEG) ve Psödoeksfoliyatif<br />

sendromlu(PES) gözlerde optik koherens tomografi (OKT) kullanarak<br />

makuler gangliyon hücre iç pleksiform tabaka(GHİPT)<br />

kalınlığını değerlendirmek.<br />

Yöntem ve Gereçler: PEG’li 33 hasta ile Psödoeksfoliyatif<br />

sendromlu PES’li 30 hasta çalışma kapsamında değerlendirildi.<br />

Hastaların OKT ile GHİPT ve makuler retinal sinir lifi<br />

tabaka(mRSLT) kalınlıkları OKT ile ölçüldü. Her iki grupta<br />

ölçülen değerler istatistiksel olarak karşılaştırıldı. İstatistiksel<br />

analiz için olarak SPSS 21 V yöntemiprogramı kullanıldı. Elde<br />

edilen İki gruptaki verilerin karşılaştırması için t testi uygulandı.<br />

Sonuçlar p degeri 0,01 ve 0,05’ten küçük olduğunda sırasıyla<br />

istatistiksel olarak çok anlamlıönemli ve anlamlı önemli olarak<br />

kabul edildi.<br />

Bulgular: PEG’li grubunun yaş ortalaması 72,15±8,52 (56-86)<br />

yıl, PES’li grubun yaş ortalaması ise 69,36±9,85 (52-89) yıldı.<br />

PEG’li grupta ortalama makuler GHİPT kalınlığı , PES’li gruba<br />

göre farklılıklar istatistiksel olarak çok anlamlı derecede farklı<br />

önemli bulundu.(p0,05).<br />

Sonuç: PEG’li hastalarda glokomatöz hasarın erken belirteci<br />

olan makuler gangliyon hücre iç pleksiform tabaka kalınlığında<br />

istatistiksel olarak PES’li hastalara göre istatistiksel olarak<br />

anlamlı incelme bulunduması bu hastaların ayırıcı tanısında<br />

OKT’nin yardımcı bir yöntem olabileceğini düşündürmektedir<br />

Anahtar Kelimeler: psödoeksfoliyatif glokom, psödoeksfoyatif<br />

sendrom, makuler ganglion hücre iç pleksiform tabaka, makuler<br />

retina sinir lifi tabaka , optik koherens tomografi<br />

ABSTRACT<br />

Aim: To evaluate the macular ganglion cell plexiform layer<br />

(GHIPT) thickness using optical coherence tomography (OCT)<br />

in eyes with pseudoexfoliation glaucoma (PEG) and pseudoexfoliation<br />

syndrome (PES).<br />

Materials and Method: Thirty-three patients with PEG and 30<br />

patients with PES were included in the study. Patients’ GHIPT<br />

and macular thickness of retinal nerve fiber layer (mRSLT) were<br />

measured by OCT. The values measured in both groups were<br />

compared statistically. SPSS 21 V program was used for statistical<br />

analysis. The t-test was used to compare the data between<br />

the two groups.. The results were accepted as statistically very<br />

significant and significant when p values were less than 0.01 and<br />

0.05, respectively.<br />

by Optical Coherence Tomography<br />

Özkan KOCAMIŞ 1<br />

1. Ahi Evran Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları AD, Kırşehir<br />

İletişim Bilgileri:<br />

Sorumlu Yazar: Özkan KOCAMIŞ, Yrd. Doç. Dr.<br />

Yazışma Adresi: Ahi Evran Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları AD,<br />

Kırşehir, Türkiye<br />

Tel: +90 (530) 552 17 96 Fax: +90 (386) 213 33 98<br />

E-Posta: okocamis@yahoo.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 07.11.2017<br />

Makalenin Kabul Tarihi: 21.12.2017<br />

- 7 -<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):7-10 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.791<br />

Results: The mean age of the PEG group was 72,15 ± 8,52 (56-<br />

86) years and the average age of the PES group was 69,36 ± 9,85<br />

(52-89) years. The mean macular GHIPT thickness in the PEG<br />

group was statistically significantly different from that of the PES<br />

group (p 0,05;t=-0,89).<br />

Conclusion: Statistically significant thinning of macular ganglion<br />

cell plexiform layer thickness, which is an early indicator of<br />

glaucomatous damage in patients with PEG, when compared to<br />

patients with PES suggests that OCT may be an adjunctive method<br />

in the differential diagnosis of these patients.<br />

Keywords: pseudoexfoliation glaucoma, pseudoexfoliation<br />

syndrome, macular ganglion cell inner plexiform layer, macular<br />

thickness of retinal nerve fiber layer, optical coherence tomography<br />

GİRİŞ<br />

Psödoeksfoliyatif sendrom göz içi ve dışı dokularda<br />

anormal fibrinogranuler, extrasellüler materyal<br />

birikimiyle karakterize bir hastalıktırdir. (1). PES’in<br />

teşhisinde altın standart gözün ön segmentinde anormal<br />

fibriler depozitin saptanması varlığına dayalıdır.<br />

(2). Fibriler materyal, lens ön yüzü ve/veya pupilla<br />

kenarında beyaz depozitler olarak görülür.(3). Psödoeksfoliyasyon<br />

materyali varlığı açık açılı glokomun<br />

belirlenebilen en sık sebebidir.(4). Fibrogranüler<br />

depozitlerin pigmentin trabeküler ağı tıkaması ve<br />

buna bağlı gelişen trabeküler hücre disfonksiyonu<br />

sonucu göz içi basınç (GİB) artışı meydana gelir.<br />

(5,6). Psödoeksfolyatif glokom(PEG) prevalansı 6.<br />

dekattan sonra yaygın daha belirgin olmak üzere yaşla<br />

birlikte artar.(2). Bütün glokom alt tiplerinin %25’<br />

inden sorumludur.(7). PES’den PEG’e ilerlemeden<br />

sorumlu mekanizma belli değildir, fakat PEG yüksek<br />

GİB seviyeleri, GİB’ de fluktasyonlar veya azalmış<br />

oküler kan akımından dolayı primer açık açılı glokomdan<br />

daha şiddetli, ilerleyici ve kötü prognozludur.<br />

(2,7,8,9,10). Glokomatöz hasardaki ana patoloji<br />

retina gangliyon hücre kaybıdır. (11-13). Bu sebeple<br />

PES ‘den PEG’e geçiş aşamasında gangliyon hücre<br />

hasarının erken belirlenmesi önemlidir. Bu konuda<br />

OKT ile gangliyon hücre kompleks ve gangliyon<br />

hücre iç pleksiform tabaka (GHİPT)kalınlık ölçümülerinin<br />

özellikle erken glokomatöz hasarın ayırıcı tanısında<br />

çok faydalı iyi olduğu gösterilmiştir. (14-16).<br />

Bu çalışmada PEG’li hastalarda makuler gangliyon<br />

hücre iç pleksiform tabaka (GHİPT) kalınlığında<br />

meydana gelen değişiklikleri PES’li hastalarla karşılaştırmayı<br />

araştırmayı amaçladık.


Özkan Kocamış<br />

YÖNTEM ve GEREÇLER<br />

Bu çalışma Ahi Evran Üniversitesi Eğitim ve<br />

Araştırma Hastanesi Göz Kliniğinde muayenesi yapılan<br />

PEG’li 33 hasta ve 30 PES’li 30 hasta üzerinde<br />

yapılmıştır. Hastalarda işlem yapılırken Uluslararası<br />

Helsinki Bildirgesi koşullarına bağlı kalınmıştır.<br />

Yapılan çalışma için Ahi Evran Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Klinik Araştırmalar Etik Kurulu tarafından<br />

gerekli olan izinler alınmıştır.<br />

PEG’li hastalar; slit-lamp biyomikroskopi altında<br />

dilate edilmiş pupilladan pupil kenarında ve/veya<br />

lens ön yüzeyinde eksfoliyasyon materyalinin görülmesi,<br />

gonyoskopide açının açık olması, GİB’ in 21<br />

mmHhg’dan yüksek olması, Cup/disk(C/D) oranının<br />

0.4 ve üzeri olması ve görme alan defektlerinin varlığıylea<br />

belirlendi.<br />

PES’li hastalar; slit-lamp biyomikroskopide dilate<br />

pupilladan pupil kenarında ve/veya lens ön yüzünde<br />

eksfoliyasyon materyalinin görülmesi, gonyoskopide<br />

açının açık olması, GİB’in 21 mmhg’nın altında<br />

olması, C/D oranı 0.3 ve altında olması ve normal<br />

görme alanı varlığı ile belirlendi.<br />

Önceden geçirilmiş oküler cerrahi, oküler ve travma,<br />

optik nöropati, OKT ölçümünü engelleyen katarakt,<br />

lens kesafeti, korneal opasitesileri gibi OKT ölçümünü<br />

engelleyen durumlar, sferik 5 diyoptri, silendirik<br />

3 diyoptriden büyük refraksiyon kusuru sferik 5<br />

diyoptri, silendirik 3 diyoptriden büyük olan hastalar<br />

ile diyabetik retinopati, makuler dejenerasyonu gibi<br />

vitreoretinal patolojileri olan hastalar çalışma dışı<br />

bırakıldı.<br />

Tüm hastalarından tıbbi öyküleri alındı ve ayrıntılı<br />

göz muayeneleri yapılarak kaydedildi. Bu muayeneler<br />

sırasıyla Snellen eşeli ile en iyi düzeltilmiş<br />

görme keskinliği, slit-lamp biyomikroskopi ile ön<br />

segment muayenesi, dilate pupilladan fundus muayenesi,<br />

hava üflemeli air puff tonometre ile GİB<br />

ölçülmesi, optik koherens tomografi (Heidelberg<br />

Engineering,AlmanyaGermany) ile makuler retina<br />

sinir lifi tabakası (mRSLT) ve GHIPT kalınlık ölçülmesinden<br />

oluşmaktaydı.<br />

OKT ölçümleri dilate pupilladan Spectralis Software<br />

Version 4.0; Heidelberg Engineering, Almanya Germany<br />

kullanılarak deneyimli teknisyen tarafından<br />

yapıldı. GHIPTGangliyon hücre iç pleksiform tabaka<br />

kalınlığı vemRSLTmakuler retina sinir lifi tabaka<br />

kalınlığı otomatik olarak ölçüldü ve kaydedildi.<br />

Elde edilen veriler SPSS 21. V programında istatistiksel<br />

olarak analiz edilmişlerdir. Ölçülen değerlerden<br />

elde edilen veriler iki grup üzerinden elde edildiğinden<br />

karşılaştırılmasında iki yönlü t-testi kullanılmıştır.<br />

Bu test sonucunda elde edilen değerler ile tablo<br />

t değerleri karşılaştırılmıştır. Çalışmada öncelikle<br />

karakterler kontrol grupları ile karşılaştırılmışlardır.<br />

Daha sonra ise uygulamaların cinsiyet farklılığı üzerine<br />

etkilerini belirlemek için kadın ve erkeklere ait<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):7-10 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.791<br />

değerler karşılaştırılmıştır. Sonuçta tablo değerinden<br />

büyük çıkanlar için p değerine bağlı olarak iki değişken<br />

arasındaki farkın 0.05 veya 0.01’e göre önemli<br />

oldukları kararına varılmıştır. 0.05’e göre önemli olması<br />

iki değişken arasındaki farkın önemli olduğunu<br />

belirtirken, 0.01’e göre önemli olması iki değişken<br />

arasındaki farkın çok önemli olduğunu ifade eder.<br />

Ayrıca değişkenler karakterler arasında ilişkinin olup<br />

olmadığını belirlemek için ise Ppearson korelasyonu<br />

uygulanmıştır. İkili ilişkilerin önemlilikleri de yine<br />

0.05 ve 0.01’e göre belirlenmiştir.<br />

BULGULAR<br />

PEG grubunun yaş ortalaması 72,15±8,52 (56-<br />

86) yıl, PES’li grubunun yaş ortalaması 69,36±9,85<br />

(52-89) yıldı. Hastalara ait klinik ve demografik<br />

özellikler tablo 1’ de gösterilmiştirdi.<br />

Tablo 1. Hastaların klinik ve demografik özellikleri.<br />

PEG PES t<br />

Yaşort.(yıl) 72,15±8,52 69,36±9,85<br />

Cinsiyet(K/E) 13/20 14/16<br />

GİB(mmHg) 22,2±10.1 15,97±3,56 3,22 **<br />

GİB: Göz içi basıncıç, K/E: Kadın/Erkek, t: t testi **: p


Özkan Kocamış<br />

Tablo 2. Hastaların cup disk oranı, pakimetri, ganliyon hücre iç pleksiform<br />

tabaka kalınlığı, makuler sinir lifi tabaka kalınlığı karşılaştırılması.<br />

mRSLT(µ) 20,4±5,8 19,2±4,53 -0,89<br />

C/D:Cup disk oranı, GHİPT: ganglion hücre iç pleksiform tabaka, mRSLT: makuler<br />

retina sinir lifi tabakası , µ: mikron, t: t testi, **: p


Özkan Kocamış<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):7-10 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.791<br />

Puska ve ark. PES ve glokomda PEG’de pPsödoeksfoliyatif<br />

materyalinin gangliyon hücre hasarı<br />

için GİB’den bağımsız bir risk faktörü olabileceğini<br />

bildirönermişlerdir. (24). Bir başka çalışmada<br />

10 yıllık takipte tek taraflı PES’li gözlerin %38’inin<br />

çift taraflı PES’ena dönüştüğünü ve PEG’e dönüşüm<br />

oranının %32 olduğunu rapor etmişlerdir. (25).<br />

Aydın ve ark ‘nın çalışmasında eksfoliyatif sendromlu<br />

gözlerde ortalama GİB değeri diğer göze<br />

göre 1,63 mmHhg ve sağlıklı gözlere göre ise 2,93<br />

mmHhg daha yüksek bulunmuştur.(20). Bizim çalışmamızda<br />

da PEG’li grupta GİB, PES’li gruba<br />

göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu.<br />

Bunun nedeni olarak PEG’li gözlerde GİB’ in kontrolsüz<br />

olmasından kaynaklandığını düşündük.<br />

Çalışmamızında bazı kısıtlılıkları mevcuttu. Birincisi<br />

PEG’li hastaların glokom meydana gelişmeden<br />

önceki makuler gangliyon hücre iç pleksiform tabaka<br />

kalınlığını bilmiyorduk. İkincisi her iki grubun<br />

dosyalarında da görme alanı parametre değerlerine<br />

ulaşamadık.<br />

Sonuç olarak PES’li hastalarda glokom gelişme<br />

riski nedeni ile gangliyon hücre ve sinir lifi<br />

tabakasındaki kalınlık değişimleri yakından takip<br />

edilmelidir. Bu nedenle makuler gangliyon<br />

hücre iç pleksiform tabaka kalınlık ölçümleri<br />

PEG’in erken teşhisinde önemli bir parametre<br />

olabilir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Schlötzer-Schrehardt U, Naumann GOH. Ocular and systemic<br />

pseudoexfoliation syndrome. Am J Ophthalmol 2006;141(5):921–937.<br />

2. Plateroti P, Plateroti AM, Abdolrahimzadeh S, Scuderi G . Pseudoexfoliation<br />

syndrome and pseudoexfoliation glaucoma: a review of the literature<br />

with updates on surgical management. J Ophthalmol 2015;2015:1–<br />

9.<br />

3. Ritch R. Ocular and systemic manifestations of exfoliation syndrome.<br />

J Glaucoma 2014;23:S1–S8.<br />

4. Schlotzer-Schrehardt U, Kuchle M, Junemann A, Naumann GO. Relevance<br />

of the pseudoexfoliation syndrome for the glaucomas. Ophthalmologe<br />

2002;99:683–690.<br />

5. Gharagozloo NZ, Baker RH, Brubaker RF. Aqueous Dynamics in exfoliation<br />

syndrome. Am J Ophthalmol 1992;114: 473–478.<br />

6. Schlotzer-Schrehardt U, Naumann GOH. Trabecular meshwork in<br />

pseudoexfoliation syndrome with and without open angle glaucoma. Invest<br />

Ophthalmol Vis Sci 1997;38:2435–2446.<br />

7. Ozmen MC, Aktas Z, Yildiz BK, Hasanreisoglu M, Hasanreisoglu B<br />

. Retinal vessel diameters and their correlation with retinal nerve fiber<br />

layer thickness in Patients with pseudoexfoliation syndrome. Int J Ophthalmol<br />

2015;8(2):332.<br />

8.Davanger M, Ringvold A, Blika S. Pseudo-exfoliation, IOP and glaucoma.<br />

Acta Ophthalmol 1991;69(5):569–573.<br />

9. Vesti E, Kivelä T. Exfoliation syndrome and exfoliation glaucoma.<br />

Prog Retin Eye Res 2000;19(3):345–368.<br />

10. Riga F, Georgalas I, Tsikripis P, Papaconstantinou D . Comparison<br />

study of OCT, HRT and VF findings among normal controls and patients<br />

with pseudoexfoliation, with or without increased iOP. Clin Ophthalmol<br />

2014;8:2441.<br />

11. Sommer A, Miller NR, Pollack I, Maumenee AE, George T. The<br />

nerve fiber layer in the diagnosis of glaucoma. Arch Ophthalmol<br />

1977;95:2149–2156.<br />

12.Quigley HA, Dunkelberger GR, Green WR. Retinal ganglion cell atrophy<br />

correlated with automated perimetry in human eyes with glaucoma.<br />

Am J Ophthalmol 1989;107:453–464.<br />

13.Quigley HA, Miller NR, George T. Clinical evaluation of nerve fiber<br />

layer atrophy as an indicator of glaucomatous optic nerve damage. Arch<br />

Ophthalmol 1980;98:1564–1571.<br />

14. Kotowski J, Folio LS, Wollstein G, Ishikawa H, Ling Y, Bilonick RA,<br />

et al. Glaucoma discrimination of segmented cirrus spectral domain optical<br />

coherence tomography (SD OCT) macular scans. Br J Ophthalmol<br />

2012;11:1420-1425.<br />

15. Mwanza JC, Durbin MK, Budenz DL, Sayyad FE, Chang RT, Neelakantan<br />

A, et al. Glaucoma Diagnostic accuracy of ganglion cell-inner<br />

plexiform layer thickness: comparison with nerve fiber layer and optic<br />

nerve head. Ophthalmology 2012;119(6):1151-1158.<br />

16. Mayama C, Saito H, Hirasawa H, Tomidokoro A, Araie M, Iwase A,<br />

et al. Diagnosis of earlystage glaucoma by grid-wise macular inner retinal<br />

layer thickness measurement and effect of compensation of discfovea<br />

inclination. Invest Ophthalmol Vis Sci 2015;56(9):5681-5690.<br />

17. Pazos M, Dyrda AA, Biarnés M, Gómez A, Martín C ,Mora C et al.<br />

Diagnostic Accuracy of Spectralis SD OCT Automated Macular Layers<br />

Segmentationto Discriminate Normal from Early Glaucomatous Eyes.<br />

Ophthalmology. 2017 Aug;124(8):1218-1228.<br />

18.Wollstein G, Schuman JS, Price LL, Aydin A, Beaton SA, Stark PC,<br />

et al. Optical coherence tomography (OCT) macular and peripapillary<br />

retinal nerve fiber layer measurements and automated visual fields. Am J<br />

Ophthalmol 2004;138:218–225.<br />

19.Lederer DE, Schuman JS, Hertzmark E, Heltzer J, Velazques LJ,<br />

Fujimoto JG, et al. Analysis of macular volume in normal and glaucomatous<br />

eyes using optical coherence tomography. Am J Ophthalmol<br />

2003;135:838–843.<br />

20. Aydin D, Kusbeci T, Uzunel UD, Orsel T, Yuksel B. Evaluation of<br />

Retinal Nerve Fiber Layer and Ganglion Cell Complex Thickness in Unilateral<br />

Exfoliation Syndrome Using Optical Coherence Tomography.J<br />

Glaucoma 2016 Jun;25(6):523-7.<br />

21.Korkmaz B, Yigit U, Agachan A, Helvacıoglu F, Bilen H, Tugcu B.<br />

Glokomlu ve normal olgularda optik koherens tomografi ile retina sinir<br />

lifi tabakasi ve ganglion hücre kompleksi ilişkisinin değerlendirilmesi.<br />

TJO 2010;40:338–342.<br />

22.Eltutar K, Acar F, Kayaarası Öztürker Z, Ünsal E, Özdoğan Erkul<br />

S. Structural Changes in Pseudoexfoliation Syndrome Evaluated with<br />

Spectral Domain Optical Coherence Tomography.Curr Eye Res.2016<br />

;41(4):513-20.<br />

23.Tan O, Li G, Lu AT, Varma R, Huang D. Mapping of macular substructures<br />

with optical coherence tomography for glaucoma diagnosis.<br />

Ophthalmology 2008;115:949–956.<br />

24. Puska P, Vesti E, Tomita G, Ishida K, Raitta C. Optic disc changes in<br />

normotensive persons with unilateral exfoliation syndrome: a 3-year follow-up<br />

study. Graefe’s Arch Clin Exp Ophthalmol 1999;237(6):457–462.<br />

25. Puska PM. Unilateral exfoliation syndrome: conversion to bilateral<br />

exfoliation and to glaucoma: a prospective 10-year follow-up study J<br />

Glaucoma. 2002;11(6):517–524.<br />

Bu çalışma 51. TOD ulusal kongresinde poster olarak sunulmuştur.<br />

- 10 -


Rohat Ak ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):11-16 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.785<br />

Özgün Araştırma - Original Research<br />

Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde<br />

Şiddet Nedeniyle Verilen Beyaz Kodların Analizi<br />

Analysis of White Codes due to Violence in Fatih Sultan Mehmet Education and Research Hospital<br />

Ali ŞAHİNER 1 , Rohat AK 2 , Kemal AYGÜN 3 , Cansu Arslan TURAN 2 , Tuba Cimilli ÖZTÜRK<br />

2<br />

, Eray Serdar YURDAKUL 4 , Oktay SARI 5<br />

1. SBÜ, Malatya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Acil Tip Kliniği, Malatya<br />

2. SBÜ, Fatih Sultan Mehmet Eğitim Ve Araştirma Hastanesi, Acil Tıp Kliniği, İstanbul<br />

3. Pendik Devlet Hastanesi, Acil Tıp, İstanbul<br />

4. SBÜ, Gülhane Tıp Fakültesi, Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Başkanlığı, Ankara<br />

5. SBÜ, Gülhane Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı Başkanlığı, Ankara<br />

ÖZET<br />

Amaç: Sağlık çalışanları şiddete maruz kalma riski açısından<br />

diğer meslek grupları arasında farklı ve özel bir yere sahiptir.<br />

Sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin boyutları ve alınabilecek<br />

önlemleri ortaya koymak için Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde<br />

bir komisyon oluşturulmuş ve Başbakanlık ve Sağlık Bakanlığı<br />

tarafından yeni uygulamalar geliştirilmiştir. Bunlardan<br />

biri olan ve 2012 yılında uygulanmaya başlayan “Beyaz Kod”<br />

uygulaması, sağlık kurumlarında meydana gelen şiddet olaylarına<br />

hızlı müdahale ile sağlık çalışanları ve hasta güvenliğinin<br />

sağlanması ve hukuki sürecin işleyişinin kolaylaştırılması için<br />

geliştirilmiştir.<br />

Yöntem ve Gereçler: Beyaz kod uygulamasının sonuçları üzerine<br />

ülkemizde yapılmış kısıtlı sayıda çalışma bulunmaktadır. Resmi<br />

bildirimi yapılmış şiddet olayları üzerine ülkemizde yapılmış en<br />

kapsamlı araştırmalardan biri olan bu tez çalışmasında, 162 beyaz<br />

kod vakası retrospektif olarak incelendi.<br />

ABSTRACT<br />

Aim: Compared with the other professions, healthcare professionals<br />

have a different and special place in terms of risk for being<br />

exposed to violence. The commission has been formed under the<br />

umbrella of the Grand National Assembly of Turkey in order to<br />

determine the aspects of the violence against healthcare professional<br />

and set forth the precautions to be taken. Besides, new<br />

implementations have been developed by the Prime Ministry and<br />

the Ministry of Health. “Code White”, which was put into practice<br />

in 2012 is one these implementations. It is developed with the<br />

purpose of immediate respond to the actual or potential violence<br />

at healthcare centers, ensuring the security and safety of healthcare<br />

professionals and patients and facilitating the law process.<br />

Materials and Method: The number of the studies carried out<br />

on “Code White” is limited in Turkey. 162 cases on Code White<br />

were retrospectively studied in this paper which is one of the most<br />

extensive studies on violence cases officially reported in Turkey.<br />

Bulgular: Tüm olaylarda toplam 248 kişi tarafından 236 sağlık<br />

çalışanına şiddet uygulandığı saptandı. Beyaz kod tutanaklarına<br />

göre sağlık çalışanlarının 162 olayın %98,1’inde sözel şiddete,<br />

%35,2’sinde fiziksel şiddete ve %0,62’sinde cinsel içerikli şiddete<br />

maruz kaldığı belirlendi. Şiddete en sık maruz kalan sağlık çalışanlarının<br />

doktorlar (%60,6), hemşireler (%21,2), güvenlik görevlileri<br />

(%8,9) ve (%5,1) kayıt görevlileri olduğu bulundu. Acil<br />

serviste doktorların, acil servis dışı birimlerde ise hemşirelerin<br />

diğer meslek gruplarına göre şiddete daha sık maruz kaldığı ve<br />

bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulundu (P < 0,05).<br />

Cinsiyete göre farklılıklar incelendiğinde ise acil serviste çalışan<br />

erkek personelin daha sık şiddete maruz kaldığı bulundu (P <<br />

0,05). Sadece fiziksel şiddet özelinde ele alındığında ise acil serviste<br />

erkek doktorların, acil servis dışında da kadın doktorların<br />

fiziksel şiddete uğrama risklerinin daha yüksek olduğu bulundu<br />

(P < 0,05). Beyaz kod bildiriminin tamamı için hukuki süreç<br />

başlatıldığı, ancak bunlardan sadece 23’ünün (%14,2) sonuçlandırıldığı<br />

belirlendi.<br />

Sonuç: Çalışmamızda şiddet olaylarının acil serviste ve acil<br />

servis dışı birimlerde önemli ölçüde farklılıklara sahip olduğu<br />

gösterilmiştir. Bu nedenle şiddeti önlemeye yönelik tedbir ve uygulamaların<br />

acil servisler özelinde ayrıca ele alınması ve değerlendirilmesi<br />

gerektiğini söyleyebiliriz<br />

Anahtar Kelimeler: beyaz kod, sağlıkta şiddet, fiziksel şiddet,<br />

sözel şiddet<br />

İletişim Bilgileri:<br />

Sorumlu Yazar: Rohat AK, Uzm. Dr.<br />

Yazışma Adresi: SBÜ, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi,<br />

İstanbul, Türkiye<br />

Tel: +90 (506) 821 3136<br />

E-Posta: rohatakmd@gmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 25.10.2017<br />

Makalenin Kabul Tarihi: 19.03.<strong>2018</strong><br />

- 11 -<br />

Results: It is determined that 236 healthcare professionals were<br />

exposed to violence by 248 in total. According to the Code White<br />

reports, the healthcare professionals were subjected to verbal<br />

abuse/violence in 98,1% out of 162 cases, to physical violence<br />

in 35,2% and to sexual violence in 0,62%. It is found that the<br />

healthcare professionals exposed to the violence most are doctors<br />

(60,6%), nurses (21,2%), security staff (8,9%) and receptionists<br />

(5,1%) respectively. It is determined that the doctors are the<br />

professionals who are exposed to the violence most at the emergency<br />

department and the nurses are the professionals who are<br />

exposed to the violence most at the units other than emergency<br />

departments compared to the other professions; the difference<br />

is statistically significant (P < 0,05). As the differences on the<br />

basis of the gender are analyzed, it is determined that the males<br />

working at emergency department are exposed to violence more<br />

(P < 0,05). As it is considered on the basis of physical violence it<br />

is found that the male doctors at emergency department and the<br />

female doctors at departments other than emergency have higher<br />

risks to be exposed to physical violence (P < 0,05). It is found<br />

that the it was initiated legal action against all the cases reported<br />

with Code White; however only 23 of them (14,2%) have been<br />

concluded.<br />

Conclusion: In our study, it has been shown that violence has<br />

significant differences in emergency and non-emergency service<br />

units . Therefore, we can say that the measures and practices to<br />

prevent violence must be handled and evaluated separately in the<br />

emergency services.<br />

Keywords: code white, violence in health, physical violence, verbal/abuse<br />

violence


Rohat Ak ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):11-16 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.785<br />

GİRİŞ<br />

Renkli kod uygulamaları sağlık tesislerinde<br />

hasta ve çalışan güvenliği için risk oluşturan durumlara<br />

yönelik önleyici hizmetlerin ve etkin müdahalenin<br />

hızlı ve organize bir şekilde yapılabilmesi<br />

amacıyla geliştirilmiştir. Ülkemizde sağlık hizmeti<br />

sunan merkezler için mavi, pembe, kırmızı ve beyaz<br />

kod olmak üzere dört temel renkli kod uygulaması<br />

tanımlanmıştır. Bunlardan mavi kod “solunum veya<br />

kardiyak arrest durumlarında yapılacak acil müdahalenin<br />

detaylarını”, pembe kod “tedavi için hastanede<br />

bulunan bebek veya çocuk hastalarla ilgili kaçırma<br />

girişimlerine yönelik önlemleri”, kırmızı kod “yangın<br />

tehlikesi durumları için alınacak önlem ve hızlı<br />

müdahale uygulamalarını” ve beyaz kod ise “sağlık<br />

çalışanlarının maruz kaldığı şiddeti önlemeye yönelik<br />

acil durum yönetiminin detaylarını ve olayın<br />

gerçekleşmesi durumunda şiddete maruz kalan çalışanlara<br />

verilecek tıbbi, psikolojik ve hukuki desteğin<br />

sağlanmasına yönelik uygulamaları” kapsamaktadır<br />

(1,2). Yapılan araştırmalar, şiddete maruz kalma oranının<br />

sağlık çalışanlarında diğer bazı meslek gruplarına<br />

göre daha yüksek olduğunu göstermektedir<br />

(3-6). Ülkemizdeki geçmişi beş yıl gibi kısa bir süre<br />

olan beyaz kod uygulaması ile ilgili veriler sunan<br />

sınırlı sayıda bilimsel araştırmanın yayımlanmış<br />

olması bu çalışmanın planlanmasındaki en önemli<br />

etken olmuştur (3,7,8). Bir eğitim ve araştırma hastanesinde<br />

şiddet nedeniyle verilen beyaz kodların<br />

retrospektif olarak incelendiği bu çalışma, sağlık<br />

çalışanlarına yönelik şiddetin hastanemiz özelindeki<br />

temel nedenlerini ortaya koymayı ve şiddet olaylarının<br />

görülme sıklığını azaltabilecek çözüm önerilerini<br />

sunmayı amaçlamaktadır. Ayrıca, şiddet nedeniyle<br />

verilen beyaz kodların analizi ile elde edeceğimiz<br />

veriler ışığında ülkemiz genelinde beyaz kod uygulama<br />

pratiğinin geliştirilmesi gereken yönlerinin tartışılması<br />

amaçlanmıştır. Sağlık çalışanlarına yönelik<br />

şiddet olaylarının yüksek oranda görüldüğü yerlerden<br />

biri de hastanelerin acil servisleridir (3,9,6). Bu<br />

çalışmada ayrıca “acil servisler” ve “acil servis dışı<br />

birimlerde” görülen şiddet olayları arasındaki benzerlikleri<br />

ve farklılıkları ayrıntılı olarak ele almak ve<br />

böylece daha spesifik verilere ulaşmak da hedeflenmektedir.<br />

YÖNTEM ve GEREÇLER<br />

Çalışmamız; İstanbul Anadolu Kuzey Kamu<br />

Hastaneleri Birliği Fatih Sultan Mehmet Eğitim<br />

ve Araştırma Hastanesi Bilimsel Çalışmalar<br />

Komisyonu’ndan izin alınarak gerçekleştirilmiştir.<br />

Hukuki süreç sonuçları ve verilen kararlar için İstanbul<br />

İl Sağlık Müdürlüğü’ne resmi olarak başvuruldu.<br />

Kişisel bilgilerin gizliliği ve korunması nedeniyle<br />

sadece sonuçlanmış davalara ait sayısal verilere ve<br />

kısa bilgilere ulaşılırken, ileri düzeyde detaylı veriler<br />

elde edilememiştir. Bu çalışmaya İstanbul Fatih<br />

Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

Çalışan Hakları Güvenliği Birimi’nden elde edilen<br />

162 “Beyaz Kod” vakası dahil edilmiştir. Çalışmaya<br />

dahil edilen beyaz kod bildirimleri 113 numaralı<br />

telefon bağlantısına ve www.beyazkod.saglik.<br />

- 12 -<br />

gov.tr adresine bildirilen resmi kayıt altına alınmış<br />

belgelerden oluşmaktadır. Tüm tutanaklar için İl<br />

Sağlık Müdürlüğü’nün “Çalışan Hakları ve Güvenliği<br />

Birimi” ve “Hukuk İşleri Şubesi”, www.beyazkod.saglik.gov.tr<br />

yazışma adresi ve Cumhuriyet<br />

Başsavcılığı’ndan olmak üzere üç ayrı resmi kayıt<br />

numarası alınmıştır.<br />

Çalışma 01 Şubat 2014 - 30 Nisan 2016 tarihleri arasındaki<br />

27 aylık süreçte gerçekleşen şiddet olaylarını<br />

kapsamaktadır. Çalışmaya acil servis, poliklinik<br />

hizmeti verilen birimler ve kayıt kabul birimleri de<br />

dâhil olmak üzere hastane bünyesindeki tüm birimlerde<br />

meydana gelen ve raporlanan beyaz kod vakaları<br />

dâhil edilmiştir. Herhangi bir nedenle resmi<br />

olarak raporlanmamış olan şiddet, tehdit ve benzeri<br />

durumlar bu çalışma kapsamı dışındadır. Çalışmanın<br />

ön değerlendirme sonuçları ve bu konu ile ilgili<br />

ülkemizde yapılan önceki çalışmalar incelenerek<br />

karşılaştırmalı analizlerin yapılacağı parametreler<br />

belirlendi ve böylece ilk veri tabanı oluşturuldu. Belirlenen<br />

parametrelere ait veriler çalışma sonunda<br />

yapılacak istatistiksel incelemelere uygun hale getirilerek<br />

Statistical Package for the Social Sciences<br />

(SPSS) yazılım programına ayrıntılı olarak girildi ve<br />

ikinci bir veri tabanı oluşturuldu. Çalışmada; olayın<br />

gerçekleşme zamanı (tarih ve saat), olayın geçtiği<br />

birim (acil servis, poliklinikler, diğer birimler), şiddete<br />

maruz kalan sağlık çalışanının bilgileri (meslek,<br />

cinsiyet, çalıştıkları birim), şiddeti uygulayan kişilerin<br />

bilgileri (hasta, hasta yakını, cinsiyet), saldırı<br />

türü (hakaret ve tehdit içerikli sözel şiddet, fiziksel<br />

şiddet, psikolojik şiddet, cinsel şiddet ve taciz), olayın<br />

temel-kök nedenleri ve hukuki süreç sonuçları<br />

ayrı ayrı incelendi. Şiddet türleri, şiddetin taraflarının<br />

kim olduğuna göre dört seçenekli bir sınıflamaya<br />

göre ele alındı (mağdur-fail):<br />

1) Sağlık çalışanları - sağlık çalışanları,<br />

2) Sağlık çalışanları - hasta/hasta yakınları,<br />

3) Sağlık çalışanları - üçüncü şahıslar,<br />

4) Sağlık çalışanları - hasta/hasta yakınları - üçüncü<br />

şahıslar,<br />

Bu sınıflandırmaya uymayan nadir olaylar ayrıca değerlendirildi.<br />

Genel durum itibariyle beyaz kod uygulaması<br />

dışında olan ve sağlık çalışanlarının kendi<br />

aralarında meydana gelen mobbing (yıldırma/işyerinde<br />

psikolojik şiddet/taciz) kapsamındaki şiddet<br />

türleri bu çalışmanın kapsamı dışında tutulmuştur.<br />

Şiddet türlerinin ve içeriklerinin tanımlanması konusunda<br />

standardize ölçekler bulunmaması nedeniyle<br />

çalışmamızda genel literatür verilerine uygun olarak<br />

şiddet türleri oluş şekline göre üç ana gruba ayrıldı ve<br />

bu gruplamaya göre karşılaştırmalı analizler yapıldı.<br />

Beyaz kod tutanakları üzerinde yaptığımız incelemelere<br />

göre sözlü şiddet olayları ayrıca alt gruplara<br />

ayrıldı ve incelendi ;<br />

1) Fiziksel şiddet<br />

2) Sözlü şiddet (hakaret içerikli olan veya olmayan,<br />

tehdit, psikolojik )<br />

3) Cinsel taciz ve şiddet


Rohat Ak ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):11-16 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.785<br />

Şiddet türlerinin oluş şekline göre gruplandırılmasında<br />

dikkate alınan hususlar:<br />

Doğrudan mağduru hedef almayan, fakat işyerindeki<br />

objelerin (bilgisayar, oda kapısı, masa, evraklar<br />

ve diğer malzemeler) kırılması, mağdura fırlatılması,<br />

etrafa saçılması gibi fiiller fiziksel şiddet kapsamına<br />

dahil edildi. Sağlık çalışanlarına yönelik silah çekme<br />

veya kesici-delici aletlerle yapılan saldırılar güvenlik<br />

güçleri tarafından engellenmiş olanlar da dahil olmak<br />

üzere fiziksel şiddet kapsamına dahil edildi. Cinsel<br />

içerikli taciz eylemleri, laf atma (cinsel içerikli sözler<br />

söyleme), kişinin özel yaşamı, vücudunun bazı<br />

bölgeleri ya da görüntüsü ile ilgili istenmeyen müstehcen<br />

şakalar ve yorumlar cinsel şiddet kapsamında<br />

değerlendirildi. Kişiye veya mesleğine yönelik bireyin<br />

itibar ve değerine saygı duyulmadığını gösteren<br />

aşağılayıcı sözler, kötü konuşma, küfür ve azarlama<br />

yollarıyla yapılan olumsuz sözlü davranışlar “hakaret<br />

içerikli sözlü şiddet” olarak gruplandırılırken, hakaret<br />

içermeyen ancak bireye yüksek sesle öfke ve kinini<br />

bildirme ve suçlayıcı konuşmalar gibi davranışlar<br />

“hakaret içerikli olmayan sözlü şiddet” olarak değerlendirildi.<br />

Küfür içerikli sözel şiddet olaylarında<br />

cinsel içerikli uygunsuz ifadeler bulunmakla beraber,<br />

bu sözler bir üst paragrafta yer alan cinsel içerikli taciz<br />

tanımı kapsamında yer almadığı sürece “hakaret<br />

içerikli sözlü şiddet” olarak kabul edildi. Bunun dışında<br />

fiziksel saldırı tehdidi, ölüm tehdidi, mafya-çete,<br />

siyasi bağlantı, adli bağlantı ve medya üzerinden<br />

karalama yapılacağına dair tehdit içeren sözler tehdit<br />

içerikli sözel şiddet başlığı altına alındı. Genel olarak<br />

tüm şiddet türleri mağdurlar üzerinde psikolojik ve<br />

ruhsal olarak olumsuz etkiler oluşturabilmekle beraber,<br />

beyaz kod tutanaklarında “mağdurun psikolojik<br />

durumunun olumsuz olarak etkilendiği” açıkça ifade<br />

edilenler çalışma verilerine “psikolojik şiddet” olarak<br />

dahil edilmiştir. İlk olarak, kişi, yer, zaman özelliklerine<br />

göre temel bilgiler sunan tanımlayıcı tipte istatistiksel<br />

veriler hesaplandı. Gruplar arası karşılaştırmalar<br />

ve ileri istatistiksel analizler için ise SPSS 15.0<br />

(SPSS, Inc., Chicago, IL, USA) yazılım programı<br />

kullanılarak Pearson ki kare ve Fisher’s exact testleri<br />

gerçekleştirildi. Tüm analizler %95 güven aralığında<br />

ve iki yönlü olarak değerlendirildi.<br />

BULGULAR<br />

Bu çalışmaya 01 Şubat 2014 – 30 Nisan 2016 tarihleri<br />

arasındaki 27 aylık dönemde gerçekleşen toplam<br />

162 beyaz kod olayı dâhil edildi. Şiddet olaylarına<br />

karışan toplam kişi sayısı (bir olaya karışan mağdur<br />

ve faillerin toplam sayısı) olayların büyük çoğunluğunda<br />

(%76,5) 2-3 kişi iken, yaklaşık dörtte birinde<br />

4 veya daha fazla kişinin olaya karıştığı, bir olayda<br />

ise bu sayının 13’e ulaştığı görüldü. Şiddet olaylarına<br />

karışan kişilerin çok sayıda olduğu ve bu olaylarda<br />

bazı kişilerin sözlü, bazılarının da fiziksel şiddete<br />

başvurduğu belirlendi. Bazen de bir kişinin basit bir<br />

sözlü eylemi olarak başlayan bir fiilinin sonradan ileri<br />

düzeyde şiddet içeren eylemlere dönüştüğü ve bu nedenle<br />

mağdurların tek bir olayda farklı şiddet türlerine<br />

maruz kalabildiği belirlendi. Tablo 1’de de ayrıntılı<br />

olarak görüldüğü gibi olayların büyük bir bölümünde<br />

(%80,2) aynı olay içinde birden fazla şiddet türünün<br />

meydana geldiği görülmektedir. 162 beyaz kod bildirimi<br />

için her bir olayda görülen şiddet türleri ayrı ayrı<br />

olacak şekilde Tablo 1’de özetlenmiştir. Tablo 2’de<br />

ise tüm olaylarda gözlemlenen benzer şiddet türleri<br />

görülme sıklıklarına göre özetlenmiştir. Buna göre<br />

hem acil serviste hem de acil servis dışı birimlerde<br />

sağlık çalışanlarının en sık “hakaret içerikli sözel şiddete”<br />

ve en az da “cinsel içerikli şiddete” maruz kaldıkları<br />

belirlenmiştir. Toplam iki cinsel içerikli şiddet<br />

olayından biri hasta yakınları arasında gerçekleşmiş<br />

olup, bu olayın faili aynı zamanda diğer sağlık çalışanlarına<br />

sözel ve fiziksel şiddet eylemlerinde bulunmuştur.<br />

Sağlık çalışanlarına yönelik cinsel içerikli<br />

şiddet olayı sadece bir olayda söz konusu olup sözlü<br />

taciz şeklinde gerçekleşmiştir.<br />

Tablo 1. Beyaz kod olaylarında raporlanan şiddet türleri ve birliktelikleri.<br />

Aynı olayda birlikte meydana<br />

gelen şiddet türleri<br />

Acil<br />

serviste<br />

Acil servis dışındaki<br />

birimlerde<br />

Tümü<br />

Sözel (hakaret) + Tehdit 29 32 61<br />

Sözel (hakaret) + Tehdit +<br />

Fiziksel<br />

23 6 29<br />

Sözel (hakaret) 11 17 28<br />

Sözel (hakaret) + Fiziksel 11 10 21<br />

Sözel (hakaret içermeyen) +<br />

Tehdit<br />

5 5 10<br />

Fiziksel 1 2 3<br />

Sözel (hakaret) + Tehdit +<br />

Psikolojik şiddet<br />

Sözel (hakaret içermeyen) +<br />

Tehdit + Fiziksel<br />

Sözel (hakaret) + Psikolojik<br />

şiddet<br />

1 1 2<br />

1 1<br />

1 1<br />

Sözel (hakaret içermeyen) - 1 1<br />

Sözel (hakaret) + Psikolojik<br />

şiddet<br />

Sözel (hakaret) + Tehdit +<br />

Fiziksel + Psikolojik şiddet<br />

Sözel (hakaret) + Tehdit + Fiziksel<br />

+ Cinsel içerikli şiddet<br />

Sözel (hakaret içermeyen) +<br />

Fiziksel<br />

Sözel (hakaret) + Tehdit +<br />

Cinsel içerikli şiddet<br />

- 1 1<br />

- 1 1<br />

- 1 1<br />

- 1 1<br />

1 - 1<br />

TOPLAM 84 78 162<br />

Tablo 2. Beyaz kod olaylarında raporlanan şiddet türleri ve görülme<br />

sıklıkları.<br />

Beyaz kod olaylarında<br />

raporlanan<br />

şiddet<br />

türleri<br />

Acil<br />

serviste<br />

Acil servis dışındaki<br />

birimlerde<br />

Tümü<br />

Görüldüğü<br />

olay yüzdesi<br />

Sözel şiddet* 83 76 159 %98,1<br />

Fiziksel şiddet 36 21 57 %35,2<br />

Cinsel içerikli<br />

şiddet<br />

Hakaret içerikli<br />

sözel şiddet<br />

Tehdit içerikli<br />

sözel şiddet<br />

Hakaret içerikli<br />

olmayan sözel<br />

şiddet<br />

Psikolojik şiddet<br />

(uzamış sözel<br />

şiddet)<br />

1 ** 1 %0,62<br />

77 69 146 %90,1<br />

60 46 106 %65,4<br />

6 7 13 %8,02<br />

2 3 5 %3,09<br />

* Sözel şiddet gerçekleşme şekline göre dört gruba ayrılarak detaylandırılmıştır.<br />

** Hasta yakınları arasında gerçekleşen bir cinsel şiddet olayı bu<br />

tabloya eklenmemiştir.<br />

- 13 -


Rohat Ak ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):11-16 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.785<br />

Aynı kişinin farklı tarihlerde maruz kaldığı şiddet<br />

olaylarının her biri ayrı bir eylem olarak ele alınmak<br />

üzere toplam 236 kişinin şiddete maruz kaldığı belirlendi.<br />

Şiddete maruz kalan sağlık çalışanlarının<br />

143’ü (%60,6) doktor, 50’si (%21,2) hemşire, 21’i<br />

(%8,9) güvenlik görevlisi, 12’si (%5) kayıt görevlisi,<br />

6’sı radyoloji teknisyeni, 2’si laboratuvar çalışanı ve<br />

2’si de temizlik görevlisi idi (Tablo 3). Şiddete maruz<br />

kalan tüm sağlık çalışanları arasında ilk sırada doktorların,<br />

ikinci sırada hemşirelerin ve üçüncü sırada<br />

güvenlik görevlilerinin yer aldığı ve bu üç meslek<br />

grubunun acil serviste ve acil servis dışı birimlerde<br />

de şiddete uğrama sıklıklarının aynı şekilde sıralandığı<br />

belirlendi. Bununla beraber, doktorların acil serviste<br />

çalışan şiddet mağduru sağlık çalışanları arasında<br />

oranı, acil servis dışındaki birimlere göre daha<br />

yüksek olarak bulundu, sırasıyla %71 ve %47,6 (P<br />

= 0,00026). Tam tersi olarak, hemşirelerin acil servis<br />

dışında çalışan şiddet mağduru sağlık çalışanları<br />

arasındaki oranı acil servise göre daha yüksek olarak<br />

bulundu, sırasıyla %29,5 ve %14,5 (P = 0,005026).<br />

En sık şiddete maruz kalan üçüncü meslek grubu<br />

olan güvenlik görevlileri için ise acil serviste veya<br />

acil servis dışında çalışıyor olmanın özel bir riske<br />

neden olmadığı bulundu (P = 1,00).<br />

162 beyaz kod bildiriminin tamamı için hukuki süreç<br />

başlatılmış olup bunlardan Sadece 23’ü (%14,2) sonuçlandırılmıştır,<br />

diğerleri ile ilgili hukuki süreçler<br />

devam etmektedir (Tablo 4). Sadece bir olayda (acil<br />

serviste çalışan bir bayan doktora yönelik fiziksel<br />

şiddete) doğrudan hapis cezası verilmiştir. Bu olayın<br />

dışında altı beyaz kod bildirimine daha hapis cezası<br />

verilmiş olup, bu altı vakada hükmün açıklanması ertelenmiştir.<br />

Bu altı olayın da tamamı doktorlara yönelik<br />

şiddet eylemleri olup, şiddet olaylarının dördü<br />

fiziksel ve ikisi sözel şiddet şeklinde gerçekleşmiştir.<br />

Kişisel verilerin korunması ülkemizde kanunlar çerçevesinde<br />

güvence altına alındığından dolayı hukuki<br />

süreçleri tamamlanan olayların hangileri olduğu ile<br />

ilgili daha fazla detaya ulaşılamamıştır.<br />

TARTIŞMA<br />

Çalışmamızda 162 beyaz kod vakası retrospektif<br />

olarak taranmış olup bu vakaların şiddet türleri<br />

açısından dağılımı incelendiğinde en sık sözel<br />

şiddetin uygulandığı görülmüştür. Şiddete en sık<br />

maruz kalan sağlık çalışanlarının doktorlar olduğu,<br />

ikinci sıklıkta ise hemşireler olduğu bulunmuştur.<br />

Acil serviste doktorların, acil servis dışı diğer birimlerde<br />

hemşirelerin şiddete daha sık maruz kaldığı,<br />

sadece fiziksel şiddet özelinde ise acil serviste<br />

erkek doktorların, diğer birimlerde kadın doktorların<br />

daha yüksek risk altında bulunduğu çalışmamızda<br />

gözlemlenmiştir.<br />

Toplumdaki bütün bireyler üzerinde fiziksel ve<br />

psikolojik travmalara veya ekonomik kayıplara neden<br />

olabilen şiddet türleri giderek günlük yaşamın<br />

bir parçası haline gelmekte ve önemli bir toplum<br />

güvenliği sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün diğer uluslararası<br />

kuruluşlarla birlikte hazırladığı farklı ülkelere<br />

ait verilerin sunulduğu 2002 tarihli ortak rapora<br />

göre genel olarak çalışanların %27-67’sinin sözel,<br />

%10-23’ünün psikolojik, %3-17’sinin fiziksel,<br />

Tablo 3. Meslek gruplarına göre şiddete maruz kalma durumu.<br />

Mesleği<br />

Şiddete maruz kalan kişi<br />

sayısı (acil servis)<br />

Şiddete maruz kalan kişi<br />

sayısı (acil servis dışı)<br />

- 14 -<br />

Şiddete maruz kalan kişi<br />

sayısı (tümü)<br />

Acil servis ve acil servis<br />

dışı karşılaştırma<br />

Doktor 93 50 143 (%60,6) P = 0,00026*<br />

Hemşire 19 31 50 (%21,2) P = 0,005026*<br />

Güvenlik görevlisi 12 9 21 (%8,9) P = 1,000*<br />

Kayıt görevlisi 5 7 12 (%5,1) -<br />

Radyoloji teknisyeni 0 6 6 (%2,5) -<br />

Laboratuvar çalışanı 2 0 2 (%0,8) -<br />

Temizlik görevlisi 0 2 2 (%0,8) -<br />

Toplam sayı 131 105 236 -<br />

* P değeri %95 güven aralığında Pearson ki kare testi ile iki yönlü olarak hesaplanmıştır.<br />

Not: Diğer meslek gruplarında yer alan kişilerin sayısı istatistiksel karşılaştırma yapılabilecek düzeyde olmadığı için değerlendirmeye alınmamıştır.<br />

Tablo 4. Hukuki süreçleri tamamlanan 23 beyaz kod bildiriminin detayları.<br />

Beraat<br />

Para<br />

cezası<br />

Para cezası ve hükmün açıklanmasının<br />

geri bırakılması<br />

Hapis cezası<br />

Hapis cezası ve hükmün açıklanmasının<br />

geri bırakılması<br />

Sözel şiddet 5 1 4 2<br />

Fiziksel şiddet 2 4 1 4<br />

Doktora şiddet 6 1 7 1 6<br />

Hemşireye şiddet 1 1<br />

Kadına şiddet 3 4 1 2<br />

Erkeğe şiddet 4 1 4 4<br />

Acil servis 4 1 5 1 4<br />

Diğer servisler ve poliklinikler 3 3 2<br />

Toplam 23 7 1 8 1 6


Rohat Ak ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):11-16 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.785<br />

%0,7-8’inin cinsel içerikli ve %0,8-2,7’sinin etnik<br />

şiddete maruz kaldıkları bildirilmiştir (10).<br />

Sağlık çalışanlarının diğer kurum çalışanlarına göre<br />

şiddete uğrama yönünden daha yüksek risk altında<br />

olduğu yapılan araştırmalarla ortaya konmuş genel<br />

kabul gören bir durumdur (3,5,6). DSÖ verilerine<br />

göre sağlık çalışanlarının %50’sinden fazlası mesleklerini<br />

uyguladıkları herhangi bir zamanda şiddete<br />

maruz kalmaktadır (5). Türkiye’den yapılan çalışmalar<br />

da bu veriyi destekler nitelikte olup önemli<br />

derecede benzerlikler göstermektedir. Örneğin, Ayrancı<br />

ve ark.nın yaptığı 2001 tarihli bir çalışmada,<br />

1071 sağlık çalışanının 544’ünün (%50,8) çalıştığı<br />

herhangi bir zamanda şiddet türlerinden birine ya<br />

da daha fazlasına maruz kaldığı bildirilmiştir (11).<br />

Ayrancı ve ark. tarafından 2006 yılında yapılan çok<br />

merkezli ve daha kapsamlı bir çalışmanın verileri<br />

ise 34 farklı sağlık kurumunda görev yapan 1209<br />

sağlık çalışanının %49,5’inin sözel, fiziksel veya<br />

psikolojik şiddet türlerinden en az birine maruz kaldığını<br />

göstermektedir (4).<br />

Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet genel olarak<br />

sözel şiddet, psikolojik şiddet, fiziksel saldırı ve<br />

cinsel taciz şeklinde ortaya çıkmaktadır (3). Şiddet<br />

türlerinin görülme sıklığına bakıldığında ise sağlık<br />

çalışanlarının en sık sözel-psikolojik şiddete,<br />

ikinci sıklıkta fiziksel şiddete ve daha az sıklıkta<br />

da cinsel içerikli şiddete maruz kaldıkları görülmektedir<br />

(3-6,12). 2006 yılında Türkiye’de yapılan<br />

ve 1,209 sağlık çalışanının dahil edildiği çok merkezli<br />

bir anket çalışmasında sözel şiddetin %72,4,<br />

fiziksel şiddetin %11,7 sıklığında görüldüğü, cinsel<br />

şiddet oranının ise çok daha düşük oranda olduğu<br />

(%0,025) belirtilmiştir (4). Bu oranlar çalışmamızda<br />

bulduğumuz oranlara büyük ölçüde benzerlik<br />

göstermektedir. Çalışmamızda beyaz kod bildirimi<br />

yapılan olayların %80’inden fazlasında aynı olayda<br />

birden fazla şiddet türü görülürken , 162 beyaz kod<br />

bildiriminin %98,1’inde sözel şiddet, %35,2’sinde<br />

fiziksel şiddet ve %0,62’sinde cinsel şiddet eylemi<br />

gerçekleşmişti.<br />

Çalışmamızda 162 beyaz kod olayının 10’unda<br />

(%8) sağlık çalışanlarının izinsiz olarak elde edilen<br />

ses ve görüntü kayıtlarının; sosyal medya, internet<br />

ortamı, gazete ve dergilerde paylaşılacağı ifade edilerek<br />

baskı kurulmaya çalışıldığı belirlendi. İlginç<br />

olarak şiddet uygulayan kişilerle yapılan bir çalışmada<br />

medyada yer alan tahrik edici haber, yayın ve<br />

filmlerin etkisinde kaldıkları için şiddete başvurma<br />

düşüncelerinin ve eğilimlerinin arttığını belirtenlerin<br />

oranı %13,6 olarak bildirilmiştir (9).<br />

Sağlıkta şiddet üzerine yapılan çalışmalarda sözel,<br />

psikolojik, fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalan<br />

sağlık çalışanlarında saldırı sonrası stres, korku,<br />

üzüntü, öfke, hayal kırıklığı, anksiyete, suçluluk,<br />

utanç gibi duygusal ve uyku bozukluğu, iştah değişiklikleri,<br />

baş ağrısı, yorgunluk gibi fizyolojik<br />

değişikliklerin ortaya çıktığı bildirilmektedir (5).<br />

Bunların dışında şiddet mağdurlarının motivasyon<br />

kaybı, işten ayrılmayı düşünme, hata yapmada artış,<br />

aile ve arkadaş ilişkilerinde bozulması ve psikiyatrik<br />

sorunların gelişmesi gibi sorunlarla başa çıkmak<br />

zorunda kaldıkları bildirilmektedir (5). Bizim çalışmamızda<br />

59 (%36,4) olayda şiddeti uygulayan kişilerin<br />

muayene-tanı-tedavi hizmetlerinin işleyişini<br />

ve diğer hasta ve hasta yakınlarının huzurunu bozduğu,<br />

31 (%19,1) olayda çalışanların motivasyonlarının<br />

bozulduğu, beş (%3,1) olayda çalışanların<br />

psikolojik olarak etkilendiği ve iki (%1,2) olayda<br />

şiddete maruz kalan sağlık çalışanlarının darp raporu<br />

almak zorunda kaldığı belirlendi. Şiddet olaylarına<br />

karışan kişi sayısının daha yüksek olduğu acil<br />

servislerde muayene-tanı-tedavi hizmetlerinin işleyişini<br />

engelleyen olay sayısının daha yüksek oranda<br />

olması ayrıca dikkat çekicidir, sırasıyla 35 olay<br />

(%41,7) ve 24 olay (%30,8). Çalışmamızda ayrıca,<br />

fiziksel saldırı olaylarının birinde saldırganın doğrudan<br />

silah ile ve beşinde ise bıçak ve şiş gibi kesici-delici<br />

alet ile saldırı eyleminde bulunduğu ve<br />

olası daha ciddi sonuçların güvenlik görevlilerinin<br />

zamanında müdahalesi ile önlendiği belirlendi.<br />

Sağlıkta şiddetin araştırıldığı çalışmalarda kişisel<br />

özelliklerin, sağlık çalışanlarının tutumlarının, sosyo-kültürel<br />

ve ekonomik koşulların, eğitim düzeyi<br />

yetersizliğinin ve tanı-tedavi hizmetlerinin verildiği<br />

kurumun olanaklarının şiddet olaylarının ortaya<br />

çıkışında önemli etkisi olduğu gösterilmiştir<br />

(3,5,6,9). Bunların dışında, hasta ve yakınlarının<br />

aşırı veya görev kapsamı dışında isteklerde bulunmaları,<br />

tedavi süresinin uzunluğu, alkol-madde kullanan<br />

veya kişilik bozukluğu olan hastaların davranış<br />

bozuklukları ve sağlık çalışanları ve hasta-hasta<br />

yakınları arasındaki iletişim güçlükleri diğer nedenler<br />

olarak öne çıkmaktadır (3,5,9). İlhan ve ark.<br />

nın (13) yaptığı 2013 tarihli bir çalışmada sağlıkta<br />

şiddetin en sık nedeni olarak muayene bekleme<br />

süresinin uzunluğu (%62,7) belirtilmiştir. Bizim<br />

çalışmamızda da olayların %37,7’sinde karşımıza<br />

çıkan “muayene sırası önceliği ile ilgili problemler”<br />

şiddetin en sık nedeni olarak belirlenmiştir.<br />

Ülkemizde yapılan 2003 tarihli bir çalışmada ise<br />

şiddetin en sık nedenin alkol ve madde bağımlılığı<br />

olduğu (%36), ikinci sık nedeninin ise uzun bekleme<br />

süresi olduğu bildirilmiştir (14). Bizim çalışmamızda<br />

alkollü hasta veya hasta yakınlarının<br />

uyguladığı şiddet %2,5 gibi çok düşük düzeylerde<br />

bulundu. Bunun bir nedeni sağlık çalışanlarının bu<br />

tip hastalara daha temkinli yaklaşması ve karşılıklı<br />

münakaşa ve diyaloğa girmemeleri olabileceğini<br />

düşünmekteyiz.<br />

Sağlık çalışanlarının maruz kaldığı şiddete ilişkin<br />

yapılan çalışmalarda araştırmacıların dikkat çektiği<br />

en önemli noktalardan biri de sağlık alanında şiddetin<br />

çok sık karşılaşılan bir durum olduğu halde<br />

bu olayların gerçekte olduğundan daha az sıklıkta<br />

resmi bildiriminin yapıldığıdır (5,9). Kanada’da<br />

yapılan bir çalışmada acil servislerde şiddet olaylarının<br />

rapor edilme oranının %67 olduğu bildirilmiştir<br />

(15). Ülkemizde ise bu oranın çok daha düşük<br />

olduğu bildirilmektedir.<br />

- 15 -


Rohat Ak ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):11-16 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.785<br />

Örneğin, bir devlet hastanesinde acil servis çalışanlarına<br />

yönelik şiddetin araştırıldığı bir çalışmada<br />

şiddetle karşılaşma oranı %82 olmasına rağmen,<br />

şiddetin resmi bildirim oranının %26,8 olduğu bildirilmiştir<br />

(3). Söz konusu çalışmada şiddetin resmi<br />

bildiriminin adli makamlara müracaat etme %19,5<br />

(8/41) ve beyaz kod olay bildirimi şeklinde %7,3<br />

(3/41) yapıldığı belirtilmiştir. Bu çalışmada beyaz<br />

kod bildiriminde bulunmamanın en sık nedeni olarak<br />

yasal sürecin uzun olması belirtilirken, katılımcıların<br />

bir bölümü de beyaz kod sistemini ve işleyişini<br />

bilmediklerini belirtmişlerdir. Şiddeti uygulayan<br />

kişiler ile yapılan bir anket çalışmasında ise şiddete<br />

maruz kalan sağlık çalışanlarının sadece %2,8’inin<br />

failler hakkında şikâyetçi olduğu ortaya konmuştur<br />

(9). Toplumsal bir sorun haline gelen bu konuyla<br />

ilgili güçlü kanıtların elde edilebilmesi ancak yaşanan<br />

olayların bildirilmesi ile mümkündür (5).<br />

Bu çalışmada sadece resmi bildirim yapılan olayların<br />

dahil edilmesi ve küçük bir örneklem büyüklüğünün<br />

kullanılması çalışmanın kısıtlılıklarını oluşturmaktadır.<br />

Bu nedenle prospektif, çok merkezli<br />

ve daha geniş örneklem büyüklüklerinin kullanılması<br />

ileride yapılacak benzer çalışmalar için daha<br />

uygun olacaktır.<br />

SONUÇ<br />

Çalışmamızda şiddete en sık maruz kalan sağlık<br />

çalışanlarının acil servis özelinde doktorlar, acil<br />

servis dışı diğer birimlerde ise hemşireler olduğu bulunmuştur.<br />

Sadece fiziksel şiddet özelinde acil serviste<br />

erkek doktorların, acil servis dışında da kadın<br />

doktorların fiziksel şiddete uğrama risklerinin daha<br />

yüksek olduğu bulunmuştur.<br />

Bu çalışmadaki en önemli çıkarımlardan birisi de<br />

şiddet olaylarının acil servisler ile acil servis dışı birimler<br />

arasında birçok açıdan farklı özelliklere sahip<br />

olduğunun açıkça ortaya konmuş olmasıdır. Şöyle<br />

ki, şiddet eylemlerinin türü, kimler tarafından uygulandığı,<br />

sık görüldüğü zaman aralıkları, hangi meslek<br />

grubuna ve hangi cinsiyete daha sık uygulandığı,<br />

olayların temel nedenleri ve seyrinin (olaya karışan<br />

kişi sayısının yüksekliği ve şiddetin boyutu gibi) acil<br />

serviste ve acil servis dışı birimlerde önemli ölçüde<br />

farklılıklara sahip olduğu gösterilmiştir. Bu nedenle<br />

şiddeti önlemeye yönelik tedbir ve uygulamaların<br />

acil servisler özelinde ayrıca ele alınması ve değerlendirilmesi<br />

gerektiğini söyleyebiliriz.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Sağlıkta Ulusal Renkli Kodlara (URK) İlişkin Yeni Düzenleme!<br />

[internet]. TC Sağlık Bakanlığı (Erişim tarihi 09.11.2016).<br />

https://kalite.saglik.gov.tr/content/files/duyurular_2011/2011/07_<br />

aralik_2011/0912kalite.pdf<br />

2. TC Sağlık Bakanlığı, Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü Sağlıkta<br />

Kalite ve Akreditasyon Daire Başkanlığı. Sağlıkta Kalite Standartları-<br />

Hastane (Versiyon-5; Revizyon-00), 1.Baskı: Ankara, Temmuz 2015.<br />

3. Vural F, Çiftçi S, Fil Ş, Dura A, Vural B. Violence towards healthcare<br />

staff at emergency departmant of a public hospital: the rate of reported<br />

events of violence. Türk Aile Hek Derg 2013;17(4):147-52.<br />

4. Ayranci U, Yenilmez C, Balci Y, Kaptanoglu C. Identification of violence<br />

in Turkish health care settings. J Interpers Violence 2006;21(2):276-96.<br />

5. Keser Özcan N, Bilgin H. Türkiye’de sağlık çalışanlarına yönelik<br />

şiddet: Sistematik derleme. Turkiye Klinikleri J Med Sci 2011;31(6):1442-<br />

56.<br />

6. Annagür B. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet: Risk faktörleri, etkileri,<br />

değerlendirilmesi ve önlenmesi. Current Approaches in Psychiatry<br />

2010;2(2):161 73.<br />

7. Çelebi Yavaş B. Sağlık tesislerinde renkli kod uygulamaları: Manisa<br />

ili kamu hastaneleri birliği genel sekreterliğine bağlı sağlık tesislerinde<br />

beyaz kod uygulaması örneği (tez). İstanbul: Beykent Üniversitesi Sosyal<br />

Bilimler Enstitüsü; 2014.<br />

8. Avcı N, Kabadayı Arslan M, Timlioğlu Sİ, Tay S, Meriç K, Ertenü M, et<br />

al. 2012-2015 Yılları arasında Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesi’ndeki BEYAZ kod bildirimleri. Health Care Acad J 2015;2<br />

(4):211-4.<br />

9. Sarcan E. Toplumun Sağlık Çalışanlarına Uygulanan Şiddete Bakış<br />

Açısı (tez). Gaziantep: Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi; 2013.<br />

10. Chen WC, Hwu HG, Kung SM, Chiu HJ, Wang JD. Prevalence and<br />

determinants of workplace violence of health care workers in a psychiatric<br />

hospital in Taiwan. J Occup Health 2008;50(3):288-93.<br />

11. Ayrancı U, Yenilmez C, Günay Y, Kaptanoğlu C. Çeşitli sağlık<br />

kurumlarında ve sağlık meslek gruplarında şiddete uğrama sıklığı. Anadolu<br />

Psikiyatri Dergisi 2002;3:147-54.<br />

12. Bilgin H, Buzlu S. A study of psychiatric nurses’ beliefs and attitudes<br />

about work safety and assaults in Turkey. Issues Ment Health Nurs<br />

2006;27(1):75-90.<br />

13. İlhan N, Çakır M, Tunca M, Avcı E, Çetin E, Aydemir Ö, et al. Toplum<br />

Gözüyle Sağlık Çalışanlarına Şiddet: Nedenler, Tutumlar, Davranışlar.<br />

Gazi Medical Journal;24(1):5-10.<br />

14. Boz B, Hancı H, Demirkan Ö, Kılıççıoğlu B, Yağmur F. Medical personal<br />

subjected to the violence in emergency department-Enquiry study.<br />

Turkish Journal of Emergency Medicine 2003;3(2):16-20.<br />

15. Fernandes CM, Bouthillette F, Raboud JM, Bullock L, Moore CF,<br />

Christenson JM, et al. Violence in the emergency department: A survey of<br />

health care workers. CMAJ 1999;161(10):1245-8.<br />

- 16 -


Rohat Ak ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):17-22 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.779<br />

Özgün Araştırma - Original Research<br />

Acil Serviste Fenitoin İnfüzyonu İhtiyacı Olan Hastaların Kardiyak Yan Etki ve<br />

EKG Bulgularının Değerlendirilmesi<br />

Evaluation of Cardiac Side Effects and ECG Findings in Patients Who Need Infusion of Phenytoin<br />

in Emergency Department<br />

Mazlum KILIÇ 1 , Rohat AK 2 , Onur YEŞİL 2 , Tuba Cimilli ÖZTÜRK 2<br />

Ebru Ünal AKOĞLU 2 , Özge Ecmel ONUR 2<br />

1. Balıklıgöl Devlet Hastanesi, Şanlıurfa<br />

2. Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />

ÖZET<br />

Amaç: Fenitoin epilepsi tedavisinde kullanılan antikonvülzan<br />

bir ilaç olup aynı zamanda sınıf olarak Grup 1B antiaritmiktir.<br />

Fenitoin infüzyon tedavisi acil serviste sık kullanılan bir tedavi<br />

yöntemi olup hastalarda ciddi kardiyak yan etkiler görülebildiği<br />

literatürde belirtilmektedir. Çalışmamızda acil servise başvurup<br />

rehberlerde önerilen dozlarda fenitoin infüzyonu alan hastalarda,<br />

ne tür kardiyak yan etkiler görüldüğü, görülen bu yan etkilerin<br />

hangi hastalarda özellikle ortaya çıktığının saptanması,<br />

görülen kardiyak yan etkilerin ciddiyetinin saptanması amaçlanmıştır.<br />

Yöntem ve Gereçler: Çalışmamız, İstanbul Fatih Sultan Mehmet<br />

Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil servisinde status epileptikus<br />

tanısı alan ve fenitoin infüzyonu alması planlanan hastalar üzerinde<br />

gözlemsel olarak yapılmıştır. Çalışmamıza etik kurul onamı<br />

alındıktan sonra başlanmış ve hastaların gözlemsel olarak<br />

kayıtları tutulmuştur. Çalışmaya dahil edilme kriterlerine uyan<br />

hastaların onamı alındıktan sonra tüm hastalar monitorize takip<br />

edilmiş olup ilaç infüzyon tedavisine başlamadan, tedavinin<br />

ortasında ve tedavi sonlandığında EKG’leri çekilerek kayıt altına<br />

alınmış; vital bulguları da takip edilmiştir. 01.05.2016 ile<br />

01.08.2016 tarihleri arasında toplam 82 hasta üzerinde gözlemsel<br />

olarak takip edilmiş, hasta verileri IBM SPSS Statistics 22<br />

(IBM SPSS, Türkiye) programna kaydedilmiş; istatistiksel değerlendirmesi<br />

p


Rohat Ak ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):17-22 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.779<br />

Bizim bu çalışmadaki primer amacımız acil serviste<br />

sık kullanılan bir ilaç olan fenitoinin status epileptikus<br />

tedavisi için şu an önerilen dozlarda ve uygun<br />

kullanımını sırasında, hastalarda meydana gelebileceği<br />

öngörülen yan etkilerinin tipi ve sıklığını belirlemek,<br />

oluşan EKG değişikliklerinin saptanması, bu<br />

yan etkilerin hangi hastalarda özellikle ortaya çıktığının<br />

belirlenmesi ve sık izlem ile aktif kardiyak<br />

monitörizasyon gerektiren hasta grubunu belirleyebilmektir.<br />

YÖNTEM ve GEREÇLER<br />

Çalışmamız Fatih Sultan Mehmet Eğitim<br />

Araştırma Hastanesi Acil Servisinde 01.05.2016 /<br />

01.08.2016 tarihleri arasında gözlemsel olarak yapılmıştır.<br />

Acil servise başvuran ve fenitoin infüzyonu<br />

ihtiyacı olan tüm hastalar çalışmanın evrenidir. Bu<br />

hastalardan gebeler, çalışmaya katılma onamı kendilerinden<br />

ya da yakınlarından alınamayan hastalar,<br />

18 yaş altındakiler, önceden rutin olarak doz atlamadan<br />

fenitoin içerikli oral ilaç kullanan hastalar,<br />

bilinen fenitoin allerjisi olan ya da kullanılan Epitoin®<br />

(250/5ml-VEM ilaç) ampul içindeki maddelere<br />

allerjisi olan hastalar, son dönem karaciğer yetmezliği<br />

olduğu bilinen hastalar, ilk çekilen EKG’sinde<br />

bradikardik ritimler, 2. ve 3. AV blok, sinoatriyal<br />

blok saptanan hastalar, fenitoin infüzyonu tamamlanamayanlar<br />

ve verileri eksik toplananlar çalışmaya<br />

dahil edilmemiştir. Çalışmamıza acil servise başvurup;<br />

acil serviste muayene eden hekimi tarafından<br />

nöbet tedavisi ya da profilaksisi için Fenitoin<br />

infüzyonu alması planlanan hastalardan çalışmadan<br />

çıkarılma kriterlerine sahip olmayan hastalar dahil<br />

edilmiştir. Acil servisimizde Fenitoin, Status epileptikusta<br />

terapötik ve intrakranial kitle veya kanama<br />

gibi durumlarda profilaktik olarak kullanılmaktadır.<br />

Acil servisimizde Amerika Epilepsi Cemiyeti Tedavi<br />

rehberine (4) göre status epileptikus kabul edilen<br />

hastalar son rehbere uygun olarak tedavi verilmektedir.<br />

Bu tedavi şemasına göre acil servisimizde tedavi<br />

edilen hastalara hastane eczanemizde mevcut olan<br />

diazepam içeren bir ilaç olan Diazem® 10 mg/2ml<br />

ampül-Deva İlaç, Türkiye benzodiazepin olarak damar<br />

yolu açılabilmişse uygulanmaktadır. Hastane<br />

eczanemizde fosfenitoin içeren bir ampül bulunmadığından<br />

benzodiazepine ek olarak da endikasyonu<br />

olan hastalarda fenitoin içerikli Epitoin® 250/5ml<br />

ampül-VEM ilaç, Türkiye, ile infüzyon tedavisi başlanmaktadır.<br />

Acil servisimizde fenitoin infüzyonu<br />

başlanması karar verilen hastalara rutin olarak, son<br />

Amerika Epilepsi Cemiyeti tedavi rehberinde (4)<br />

önerilen 20 mg/kg Fenitoin, 25mg/dk infüzyon hızında<br />

verilmektedir. Araştırmacı hekim bu hastaların<br />

tedavi ya da doz uygulama sürecine hiç müdahil<br />

olmadan, çalışmaya hasta alınma-çıkarılma kriterlerine<br />

göre hastaları değerlendirmiş ve çalışmaya alınması<br />

karar verilen her hastanın ilaç infüzyon tedavisi<br />

başlanmadan önceki EKG sini çekip kayıt altına<br />

almıştır. Yine bu hastaların demografik bilgileri, ilk<br />

muayeneleri, altta yatan hastalıkları da kayıt altına<br />

alınmıştır. Hastalar monitörize olarak takip edilmiş<br />

olup bu sırada sinus aritmisi, herhangi bir bradikardi,<br />

prematur atrial vuru ve atrial fibrilasyon ya da<br />

ventriküler aritmiler gibi bir aritmi izlenmişse not<br />

edilmiştir. Yine bu hastalara rutin olarak fenitoin infüzyonun<br />

tam ortasında ve infüzyon bittikten hemen<br />

sonra EKG çekilmiş; bu EKG lerdeki bulgular da<br />

kayıt altına alınmıştır. Tüm hastaların vital bulguları<br />

ilaç infüzyonu boyunca 5 dakikada bir ölçülmüştür.<br />

Hastaların takip edildikleri monitörlerdeki apne alarmı<br />

etkinleştirilerek infüzyon süresince apne gelişip<br />

gelişmediği takip edilmiştir. Aynı zamanda hastaların<br />

gönderilen kan parametrelerinden patolojik olanlar,<br />

nöbet tetikleyici sebepleri ve tedavi yanıtlılıkları<br />

değerlendirilmiştir. İnfüzyon sonrasında hastaların<br />

fizik muayeneleri tekrarlanmış ve kaydedilmiştir.<br />

Hastaların EKG’lerindeki ritm, patolojik değişiklikler,<br />

PR-QRS-QTC mesafeleri çalışma hastalarına<br />

kör olan bir acil tıp uzmanı tarafından karışık bir<br />

düzende değerlendirilmiş ve araştırmacı hekim bu<br />

EKG bulgularını çalışma verisi olarak kullanmıştır.<br />

Çalışmada hastanemiz Acil Tıp Kliniği’nde kullanılan<br />

Schiller Cardiovit AT-102 Plus 12 derivasyonlu<br />

EKG cihazı kullanılmıştır. Çalışmamız süresince<br />

Fenitoin ilaç infüzyonu için hastanemiz eczanesinde<br />

bulunan Epitoin® (250/5ml-VEM ilaç, Türkiye)<br />

adlı ampül kullanılmıştır. Acil servisimizde çalışan<br />

sağlık memurları veya hemşireler tarafından 500 cc<br />

izotonik içinde 20 mg/kg dozunda fenitoin infüzyonu<br />

hazırlanıp, hastalara Volumed 7000 isimli infüzyon<br />

pompası ile 25mg/dk infüzyon hızında fenitoin<br />

infüzyonu verilmiştir.<br />

Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken,<br />

istatistiksel analizler için IBM SPSS Statistics 22<br />

(IBM SPSS, Türkiye) programı kullanılmıştır. Çalışma<br />

verileri değerlendirilirken parametrelerin<br />

normal dağılıma uygunluğu Shapiro Wilks testi ile<br />

değerlendirilmiştir. Çalışma verileri değerlendirilirken<br />

tanımlayıcı istatistiksel metodların (Ortalama,<br />

Standart sapma, frekans) yanı sıra niceliksel verilerin<br />

karşılaştırılmasında normal dağılım gösteren parametrelerin<br />

0.dk, 20.dk ve 45.dk ölçümlerinin kendi<br />

içlerindeki değişimlerin tespitinde Paired samples t<br />

test kullanılmıştır. Anlamlılık p


Rohat Ak ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):17-22 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.779<br />

Olguların %43.9’u kadınken, %56.1’i erkektir. Olguların<br />

gözlemleri sırasındaki vital parametre ölçümleri<br />

Tablo 1’deki gibidir.<br />

Olguların fenitoin infüzyon miktarları 1000 ile 1500<br />

arasında değişmekte olup ortalaması 1347.56±103.2<br />

mg ve medyanı 1250mg’dır. İlaç başlanan hastaların<br />

altta yatan sebepleri Tablo 2’deki gibidir.<br />

Olguların hiçbirinde aritmi ve mor eldiven sendromu<br />

izlenmemiştir. Aritmi, nistagmus, bulantı, kusma,<br />

ataksi, hipotansiyon ve apne gibi yan etkiler değerlendirilmiştir<br />

(Tablo 3).<br />

Hastalarda gelişen hipotansiyon geçici olmuş ve infüzyon<br />

sonrası takip sürecinde kendiliğinden düzelmiştir.<br />

Olguların 0.dk PR ölçümüne göre 20.dk ve 45. dk<br />

PR ölçümlerinde istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.<br />

(p0.05).<br />

Olguların 0.dk QTC ölçümüne göre 20.dk ve 40. dk<br />

QTC ölçümlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir değişim<br />

görülmemiştir (p>0.05). 20.dk QTC ölçümüne<br />

göre 45.dk’da istatistiksel olarak anlamlı bir değişim<br />

görülmemiştir (p>0.05) (Tablo 4).<br />

Olguların 0.dk nabız ölçümüne göre 20.dk ve 45.dk<br />

nabız ölçümünde görülen düşüşler istatistiksel olarak<br />

anlamlı bulunmuştur (p0.05).<br />

Olguların 0.dk SAB ölçümüne göre 20.dk ve 45.dk<br />

SAB ölçümünde görülen düşüşler istatistiksel olarak<br />

anlamlı bulunmuştur (p


Rohat Ak ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):17-22 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.779<br />

Tablo 4. PR, QRS ve QTC parametrelerinin 0.dk, 20.dk ve 45.dk min-max<br />

ve ortalamalarının değerlendirilmesi.<br />

TARTIŞMA<br />

Min-Max<br />

Ort±SS<br />

PR 0.dk 124-186 ms 153,63±21,72<br />

PR 20.dk 137-212 ms 157,92±13,11<br />

PR 45.dk 152-232 ms 166,76±12,71<br />

QRS 0.dk 72-112ms 92,12±9,61<br />

QRS 20.dk 71-114 ms 91,31±10,13<br />

QRS 45.dk 70-111 ms 90,32±17,16<br />

QTC 0.dk 372-413ms 390,57±12,18<br />

QTC 20.dk 381-419ms 395,72±7,68<br />

QTC 45.dk 376-421 ms 403,74±12,57<br />

ms: milisaniye.<br />

Bu çalışmada acil serviste fenitoin infüzyonu<br />

alan hasta grubunda ilacın uluslararası nöbet tedavisi<br />

dozlarında hasta uygulamalarında gelişen yan<br />

etki profili, EKG parametreleri üzerinde etkileri<br />

araştırılmıştır. Çalışmaya alınan hasta grubunda<br />

yapılan gözlemsel çalışma sonucunda 20 mg/kg<br />

dozunda 25 mg/dk infüzyon hızında fenitoin infüzyonu<br />

alan hastalarda bulantı, kusma, nistagmus gibi<br />

yan etkilerin sık gözlemlendiği; hastaların EKG parametreleri<br />

üzerinde PR aralığında uzama yaptığı<br />

ama herhangi bir ölümcül aritmi ya da müdahale<br />

gerektirecek kardiyak yan etki oluşturmadığı saptanmıştır.<br />

Çalışmamız 01.05.2016 ile 01.08.2016 tarihleri<br />

arasında acil servise başvuran 89 hastada yapılmıştır.<br />

4 hastanın bilgileri toplanamadığı için ve 3<br />

hastanın infüzyonu tamamlanamadığı için 7 hasta<br />

çalışmaya dahil edilememiştir. Çalışmamıza yaşları<br />

18 ile 90 arasında değişmekte olan, 36’sı (%43.9)<br />

kadın ve 46’sı (%56.1) erkek olmak üzere toplam<br />

82 olgu ile yapılmıştır. Bu bulgular literatürdeki<br />

SE ile ilgili diğer çalışmalarla uyumlu bulunmuştur<br />

(5,6). Fenitoin kullanımına bağlı nadir de olsa<br />

apne görülebilmesine rağmen çalışmamızdaki hastaların<br />

hiçbirinde son rehberlerde önerilen doz ve<br />

infüzyon hızında apne izlenmemiştir. Wallis ve<br />

ark.’nın status epileptikusu olan 44 hasta üzerinde<br />

yapmış oldukları çalışmada hastalara 15 mg/kg<br />

dozundan maksimum 100 mg/dk infüzyon hızında<br />

fenitoin verdikleri hastaların % 1’inde apne görülmüştür<br />

(7), Agarwal ve ark.’nın status epileptikusu<br />

olan 50 hasta üzerinde yapmış oldukları çalışmada<br />

hastalara 20 mg/kg dozunda ve maksimum 50 mg/<br />

dk infüzyon dozunda fenitoin verdikleri hastaların<br />

ikisinde (%4) apne izlense de (8) diğer birçok çalışmada<br />

fenitoin infüzyonuna apne görülmediği belirtilmiştir<br />

(9-11).<br />

Çalışmamızda hasta sayımızın daha çok olmasına<br />

rağmen apne yan etkisi görülmemesinin sebebi infüzyon<br />

hızının daha yavaş olması olabilir. Nitekim<br />

bu yan etkinin hız bağımlı olduğunu belirten yazılar<br />

vardır (9-11). Fenitoin terapötik aralığı dar olan<br />

bir ilaçtır (10-20 mcg/ml). Fenitoin kullanımına<br />

bağlı nörolojik bulgular daha çok ilacın terapötik<br />

konstantrasyonlarının üzerinde görülür. Nistagmus,<br />

terapötik düzeydeki fenitoin konsantrasyonların da<br />

bile görülebilirken ataksi ise daha çok fenitoin düzeyinin<br />

30 mcg/ml’nin üzerindeki konsantrasyonlarında<br />

görülür (12).<br />

Bizim çalışmamızda fenitoin infüzyonu sonrası 15<br />

(%19,4) hastada nistagmus, 10 (%15,9) hastada ise<br />

ataksi izlenmiştir. Semptomatik tedavi ve istirahat<br />

ile birkaç saat içinde bu bulguların tamamen düzeldiği<br />

görülmüştür. Ancak çalışmamızda fenitoin<br />

düzeyi çalışılmadığından bu nörolojik bulguları<br />

fenitoin konsantrasyonu ile ilişkilendiremedik. Fenitoin<br />

kullanımına bağlı hipotansiyon sık görülen<br />

yan etkilerden biridir. Bizim çalışmamızda her ne<br />

kadar ilaç infüzyonu sırasında kan basınçlarında<br />

düşme görülmüş olup, bu düşmeler için zaman içinde<br />

istatistiksel bir anlam saptansa da hiçbir hastada<br />

semptomatik müdahale gerektirecek hipotansiyon<br />

gelişmemiştir. Literatürdeki birçok çalışmada IV<br />

fenitoin infüzyonuna bağlı hipotansiyonun görülmediği<br />

bildirilmiştir (13-15). Cranford ve ark.’nın<br />

akut nöbet proflaksisi ve subakraknoid hemoraji<br />

olan 139 hasta üzerinde yapmış oldukları bir çalışmada<br />

ise hastalar totalde 11-25 mg/kg miktarında<br />

ve 50mg/dk infüzyon hızında fenitoin almış ve bu<br />

hastaların % 24,1’inde hipotansiyon görüldüğü ve<br />

en sık görülen yan etkinin hipotansiyon olduğu,<br />

özellikle 60 yaş üzerindeki hastalarda bu yan etkinin<br />

izlendiği belirtilmiştir. İnfüzyon hızını azaltıp<br />

32 mg/dk ortalamasından verdiklerinde hipotansiyon<br />

ve diğer yan etkilerin (atrial fibrilasyon, sinus<br />

taşikardisi) kendiliğinden düzeldiği görülmüştür<br />

(16). Bizim hastalarımız 25 mg/dk olarak ilaç infüzyonu<br />

aldığından bu yan etki gelişmemiş olabilir.<br />

Bizim çalışmamızda hastalara kılavuzlarda önerilen<br />

doz ve hızda fenitoin infüzyonu yapıldığından<br />

ve hastaların yaş ortalamasının düşük olmasından<br />

dolayı çalışmamızda hipotansiyonun az görüldügünü<br />

düşünüyoruz. Propilen glikol vazoaktif bir<br />

madde olup piyasadaki fenitoin ampuller içerisinde<br />

bulunabilen bir yardımcı maddedir. Propilen glikol<br />

içeren fenitoin ampulün kullanımına bağlı hipotansiyon<br />

görülebilmektedir (17). Çalışmamızda<br />

kullanılan fenitoin ampul içerisinde propilen glikol<br />

bulunmadığından hipotansiyonu daha az görmüş<br />

olmamızın sebeplerinden birinin de bu olabilecegini<br />

düşünüyoruz.<br />

Mor el sendromu IV fenitoin verilmesi sonucu<br />

nadir görülen bir komplikasyondur. Klinik olarak<br />

hastalarda ağrı, ödem ve IV fenitoin infüzyonu<br />

verilen cilt dokusunda mavi-mor renk değişikliği<br />

izlenir. Tedavisinde analjezi, etkilenen ekstremitenin<br />

elevasyonu ve soğuk uygulama önerilmektedir.<br />

Nadiren de olsa bu hastalarda nekroz, iskemi ve<br />

kompartman sendromu izlenebilir. Olgularımızın<br />

hiçbirinde mor el sendromu izlenmemiştir. Tarihsel<br />

olarak başlangıçta digital intoksikasyonu ve kardiyak<br />

aritmilerin tedavisinde kullanılan fenitoinin<br />

IV kullanımına bağlı aritmiler görülebilmektedir.<br />

Ancak bu yan etki daha çok yüksek dozlarda IV in-<br />

- 20 -


Rohat Ak ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):17-22 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.779<br />

füzyon alan hastalarda görülmüştür. Bizim çalışmamızda<br />

fenitoin hastalara 20 mg/kg total dozundan<br />

25mg/dk infüzyon hızında ortalama 45 dk’da IV<br />

infüzyon şeklinde verilmiş olup hiçbir hastada aritmi<br />

izlenmemiştir. Conn ve ark.’nın kardiyak hastalıkların<br />

tedavisinde 100-250 mg/dk IV infüzyon<br />

dozunda fenitoin kullandıkları ve 24 hasta üzerinde<br />

yapmış oldukları çalışmada hastaların % 2’sinde<br />

yan etki olarak kardiyak aritmiler görülmüştür (18).<br />

Earnest ve ark.’nın acil serviste nöbet profilaksisi<br />

için 25-50 mg/dk infüzyon hızında totalde 500-1500<br />

mg fenitoin yükledikleri 200 hasta üzerinde yapmış<br />

oldukları çalışmada hastaların sadece % 0,5’inde<br />

yan etki olarak kardiyak aritmiler görülmüştür. Bu<br />

çalışmada 26 yaşındaki bir hastada bradikardi gelişmiş<br />

olup infüzyon kesilince kendiliğinden düzelmiştir.<br />

Ayrıca 2 hastada prematür atrial vuru ve bir<br />

hastada sinoatrial nod arresti izlenmiştir. Çalışmada<br />

kardiyak yan etkiler izlenen tüm hastaların aslında<br />

800 mg dan fazla ve 40 mg/dk dan daha hızlı fenitoin<br />

aldıkları belirtilmiştir (19).<br />

Literatür gözden geçirildiğinde fenitoine bağlı kardiyak<br />

yan etkilerin genellikle önerilen infüzyon<br />

dozunun üzerinde fenitoin alan hastalarda geliştiği<br />

saptanmıştır. Ayrıca hastalarda eşlik eden kardiyovasküler<br />

bir hastalığın olmasının bu duruma<br />

katkıda bulunduğu belirtilmektedir. Fenitoinin vücuttaki<br />

dağılımı yaklaşık 2 saat olduğundan yüksek<br />

infüzyon hızı vücutta geçici bir yüksek fenitoin kan<br />

seviyesi oluşturur (19). Fenitoinin kardiyak yan etkilerini<br />

önlemek için maksimum 50 mg/dk infüzyon<br />

hızı önerilmektedir. Komorbit kardiyovasküler<br />

hastalığı olan 50-60 yaş üzerindeki hastalara ise 25<br />

mg/dk infüzyon hızının daha güvenli olduğu söylenmektedir<br />

(19) .<br />

Birçok insan ve hayvan çalışması fenitoinin atrium,<br />

ventrikül ve AV nod üzerine etkili olduğunu göstermiştir.<br />

Fenitoin kardiyak sodyum kanallarını inhibe<br />

eder ve faz 0 inhibisyonu sonucu intrasellüler<br />

sodyum miktarını arttırarak AV nodal iletide geçikmeye<br />

yol açarak PR mesafesinde uzamaya sebep<br />

olur. (20). İnfüzyon öncesi, infüzyon ortasında ve<br />

infüzyon sonrası hastalara EKG çekip PR, QRS ve<br />

QTC parametreleri incelenmiş olup sadece 8 hastanın<br />

PR mesafesinin 200 ms üzerine çıktığı izlenmiş<br />

olup hastaların hiçbirinde QRS ve QTC sürelerinde<br />

anlamlı bir değişim izlenmemiştir. Hastaların<br />

izlemleri sonucunda zaman içinde PR mesafesinin<br />

ilk geliş ölçümlerine geri döndüğü, kendiliğinden<br />

düzeldiği saptanmıştır. Cranford ve ark.’nın yapmış<br />

olduğu çalışmada da fenitoin infüzyonuna bağlı<br />

bazı hastalarda PR mesafesinde uzama tespit edilmiş<br />

olup fenitoin infüzyon miktarı azaltılarak bu<br />

etkinin kendiliğinden düzeldiği görülmüştür (16).<br />

Fenitoin infüzyonu sırasında kardiyak monitorizasyon<br />

gerekliliği ile ilgili birbirinden farklı çalışmalar<br />

mevcuttur. Siebert ve ark.’nın çalışmasında<br />

fenitoinin tarihsel olarak kardiyak aritmilerin tedavisinde<br />

kullanıldığı ve bu alışkanlığa bağlı kardiyak<br />

monitorizasyon yapıldığı, ancak günümüzdeki<br />

kılavuzlarda önerilen dozlarda verildiğinde böyle<br />

bir ihtiyaca gerek olmayacağı vurgulanmıştır (21).<br />

EFNS (Avrupa Nörolojik Cemiyetler Fedarasyonu)<br />

kılavuzunda status epileptikus tedavisinde kardiyak<br />

monitorizasyona gerek duyulmadığı söylenmektedir<br />

(22).<br />

Epilepsi hastalarının tedavisi ile ilgili birkaç çalışmada<br />

ise fenitoin infüzyonu sırasında kardiyak<br />

monitorizasyonun mutlaka yapılması gerektiği söylenmektedir<br />

(5,19). Bizim çalışmamızda incelediğimiz<br />

hasta grubunda da önerilen doz ile intravenöz<br />

yavaş infüzyon verildiğinde hastalarda önemli kardiyak<br />

aritmi gelişimine neden olmadığı, bu nedenle<br />

aktif monitörizasyona gerek olmadığı sonucuna<br />

varılmıştır. Çalışmamız acil servise başvurup status<br />

epileptikus kabul edilen veya nöbet profilaksisi<br />

için fenitoin infüzyonu ihtiyacı olan hastalar üzerinde<br />

yapılmıştır. İlaç infüzyonu alan bu gruptaki<br />

hastalara infüzyon sonrasında kan fenitoin seviyesi<br />

ölçümü çalışma öncesi planlanmış; ama etik kurul<br />

onayı bu konuda alınamadığından ilaç seviyesi bakılamamıştır.<br />

Bu nedenle özellikle PR uzaması olan<br />

grupta ilaç seviyesinin önerilen bu dozda toksik seviyeye<br />

gelip gelmediği konusunda inceleme yapılamamıştır.<br />

Yine fenitoin infüzyonu sonrası hastaların<br />

yeterli kan fenitoin düzeyine ulaşıp ulaşmadığı<br />

da tespit edilememiştir.<br />

Çalışmamız gözlemsel olup, hastalar randomize<br />

edilmemiş ve hastanede uygulanan standart doz<br />

miktarı ve hızında ilaç infüzyonu alan hastalar incelendiğinden<br />

farklı hız ve dozdaki sonuçları yansıtmamaktadır.<br />

Yine hastanemizde tek fenitoin içeriği<br />

olan ampül olduğundan farklı şirketlerin ürettiği,<br />

içeriği farklı olan fenitoin içerikli ampüllerin hasta<br />

sonuçlarını yansıtmamaktadır. Çalışmamızda<br />

EKG yorumlayan uzman hekim hastalara kördür;<br />

ama semptom ve muayeneleri tekrarlayan hekim<br />

çalışmanın primer yürütücüsü olup; kör değildir.<br />

Çalışma grubumuzdaki hastalarda solunumsal parametre<br />

olarak apne alarmı kullanılmıştır. Bu hastaların<br />

başka solunum parametreleri hakkında bilgi<br />

vermemektedir.<br />

Çalışmamıza dahil edilen bazı hastalar multitravma<br />

hastası, SAK veya intraserebral hemoraji hastalıklarına<br />

sahip olduklarından bu hastaların altta yatan<br />

patolojisinden mi yoksa ilacın yan etkisinden mi<br />

bulantı, kusma geliştiği ayırt edilememiştir.Yine<br />

bazı hastalar status epileptikus tedavi rehberine<br />

göre önce benzodiazepin almış olup gelişen semptom<br />

yan etkilerinin bu almış oldukları tedaviye<br />

bağlı olup olmadığı net değildir. Çalışmamıza dahil<br />

edilen bazı hastalarda GKS düşüklüğü ya da altta<br />

yatan patolojilerinin hareket etmeye uygun olmaması<br />

nedeniyle ataksi ve nistagmus muayeneleri yapılamamıştır.<br />

Çalışmamız tek merkezli ve 82 hasta<br />

üzerinden yapılmış olup, herhangi bir hastada kardiyak<br />

ritm bozukluğu gelişmediğinden hangi hasta<br />

grubunun daha riskli olduğu incelenememiştir. Bu<br />

nedenle daha çok sayıda hasta içeren çalışmalarla<br />

daha iyi sonuçların alınacağını düşünmekteyiz.<br />

- 21 -


Rohat Ak ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):17-22 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.779<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Rosen, Michael, Robert Lisak, and Ira L. Rubin. Diphenylhydantoin<br />

in cardiac arrhythmias. The American journal of Cardiology 1967;<br />

20(5),:674-678.<br />

2. Chang, Bernard S. and Daniel H. Lowenstein. Practice parameter:<br />

Antiepileptic drug prophylaxis in severe traumatic brain injury. Report<br />

of the Quality Standards Subcommittee of the American Academy of<br />

Neurology. Neurology 2003; 60(1): 10-16.<br />

3. Evers, Martin L, Amir Izhar, and Arshad Aqil. Cardiac monitoring<br />

after phenytoin overdose. Heart & Lung: The Journal of Acute and Critical<br />

Care 1997; 26(4): 325-328.<br />

4. Glauser, Tracy, et al. Evidence-based guideline: Treatment of convulsive<br />

status epilepticus in children and adults: Report of the guideline<br />

committee of the American epilepsy society. Epilepsy Currents 2016;<br />

16(1): 48-61.<br />

5. Donovan PJ, Cline D. Phenytoin administration by constant intravenous<br />

infusion: selective rates of administration. Ann Emerg Med<br />

1991; 20: 139–142<br />

6. Tiamkao S, Sawanyawisuth K, Chancharoen A The efficacy of intravenous<br />

sodium valproate and phenytoin as the first-line treatment in<br />

status epilepticus: a comparison study. BMC Neurol 2013;13: 98<br />

7. Wallis W, Kutt H, McDowell F Intravenous diphenylhydantoin in<br />

treatment of acute repetitive seizures. 1968. Neurology 2001; 57: 49-61<br />

8. Agarwal P, Kumar N, Chandra R, Gupta G, Antony AR, Garg N.<br />

Randomized study of intravenous valproate and phenytoin in status epilepticus.<br />

Seizure 2007; 16: 527–532<br />

9. Chitsaz A, Mehvari J, Salari M, Gholami F, Najafi M-R. A comparative<br />

assessment the efficacy of intravenous infusion of sodium valproate<br />

and phenytoin in the treatment of status epilepticus. Int J Prev<br />

Med 2013; 4:216–221<br />

10. Rosen M, Lisak R, Rubin IL. Diphenylhydantoin in cardiac arrhythmias.<br />

Am J Cardiol 1967; 20: 674–678<br />

11. McWilliam PK. Intravenous phenytoin sodium in continuous convulsions<br />

in children. 1958; 2: 1147–1149<br />

12. Murphy JM, Motiwala R, Devinsky O. Phenytoin intoxication.<br />

South Med J 2013;1199: 204<br />

13. Rai A, Aggarwal A, Mittal H, Sharma S. Comparative efficacy and<br />

safety of intravenous valproate and phenytoin in children. Pediatr Neurol<br />

2011; 45:300–304<br />

14. Hawcutt DB, Sampath S, Timmis A, Newland V, Newland P, Appleton<br />

R. Serum phenytoin concentrations in paediatric patients following<br />

intravenous loading. Arch Dis Child 2011; 96: 883–884<br />

15. Rudis MI, Touchette DR, Swadron SP, Chiu AP, Orlinsky M. Costeffectiveness<br />

of oral phenytoin, intravenous phenytoin, and intravenous<br />

fosphenytoin in the emergency department. Ann Emerg Med 2004; 43:<br />

386–387<br />

16. Cranford RE, Leppik IE, Patrick B, Anderson CB, Kostick B. Intravenous<br />

phenytoin: clinical and pharmacokinetic aspects. Neurology<br />

1978; 28: 874–880<br />

17. Louis, S., Kutt, H., and McDowell, F. The cardiocirculatory<br />

changes caused by intravenous dilantin and its solvent. Amer. Heart J.<br />

1967; 74: 523<br />

18. Conn RD. Diphenylhydantoin sodium in cardiac arrythmias. N<br />

Engl J Med 1965; 272: 277–282<br />

19. Earnest MP, Marx JA, Drury LR. Complications of intravenous<br />

phenytoin for acute treatment of seizures. Recommendations for usage.<br />

JAMA 1983; 249: 762–765<br />

20. Caracta R.,. Damato A. N, Josephson M. E.,. Ricciutti M. A,. Gallagher<br />

J. J, Lau S. H, Electrophysiologic properties of diphenylhydantoin.<br />

Circulation, 1973; 47( 6):1234–1241<br />

21. Siebert WJ, McGavigan AD. Requirement for cardiac telemetry<br />

during intravenous phenytoin infusion: guideline fact or guideline fiction?<br />

Intern Med J 2013;43: 7–17<br />

22. Meierkord H, Boon P, Engelsen B, Göcke K, Shorvon S, Tinuper<br />

P, Holtkamp M. EFNS guideline on the management of status epilepticus<br />

in adults. Eur J Neurol 2010; 17: 348–355.<br />

- 22 -


Gülten Özdemir ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):23-27 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.772<br />

Özgün Araştırma - Original Research<br />

Yoğun Bakım Hemşirelerinin Bası Yarası Hakkındaki Bilgi Düzeylerinin Belirlenmesi<br />

Determination of Knowledge Levels About Pressure Wounds of Intensive Care Nurses<br />

1. Fatih Sultan Mehmet Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />

Gülten ÖZDEMİR 1 , Ayşe EKEN 1<br />

ÖZET<br />

Amaç: Sağlık bakım hizmetlerinde etkin rol alan hemşirelerin<br />

profesyonel olarak sağlık uygulamalarını gerçekleştirirken, kaliteli<br />

ve etkili bakımı sunabilmeleri için yeterli bilgi, beceriye<br />

ve eleştirel düşünme yeteneğine sahip olmaları gerekmektedir.<br />

Yoğun bakım hemşirelerinin bası yaraları hakkındaki bilgi düzeyleri<br />

ve bası yaraları ile ilgili hangi konularda beceri eksikliği<br />

olduğunun saptanması oldukça önemlidir. Bu düşünceden yola<br />

çıkarak yapılan bu çalışma ile “Yoğun Bakım Hemşirelerinin<br />

Bası Yarası Hakkındaki Bilgi Düzeylerinin Belirlenmesi” amaçlanmıştır.<br />

Yöntem ve Gereçler: Bu araştırma, Kasım 2016’da Fatih Sultan<br />

Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yapılmıştır. Yoğun<br />

bakım ünitesinde çalışmakta olan ve araştırmaya katılmayı kabul<br />

eden 38 kişi çalışmanın evrenini oluşturmuştur. Elde edilen veriler<br />

SPSS (Statistical Packagefor SocialSciences) programında<br />

analiz edilmiştir.<br />

Bulgular: Sağlık çalışanlarının çoğunluğu hem bası yarası ile<br />

eş anlamlı kullanılan terimleri bilmekte hem de bası yarasını,<br />

basınca bağlı oluşan yaradır şeklinde tanımlamaktadır. %96,9’u<br />

bası yarası risk faktörünün temas bölgelerindeki sürekli basınca<br />

bağlı olduğunu fakat %96,7’si sık pozisyon değişikliği yapılarak<br />

bası yarasının önlenebileceğini ifade etmiştir. Araştırmaya katılanların<br />

tamamı yara bakım ürününün tedaviye katkı sağladığını<br />

belirtmiştir. Sağlık çalışanlarının %54,5’i bası yarası olan hasta<br />

takibinde bilgi ve beceri eksikliği olduğunu ifade etmiş olup, bası<br />

yarası ile ilgilenenlerin tamamının temel bir eğitime ihtiyacı olduğunu,<br />

%75,8’i bu eğitimin herkese zorunlu olması gerektiğini<br />

belirtmiştir. Sağlık çalışanlarının %72,7’si riskli grubu değerlendirme<br />

de en uygun yöntemin ölçek olduğunu ifade etmiştir.<br />

Sonuç: Bası yarası, hemşirelik bakımının kalite göstergesidir. Bu<br />

nedenle önleyici hemşirelik bakım protokollerinin geliştirilmesi<br />

ve uygulamaya geçirilmesi çok büyük önem taşımaktadır. Hastanın<br />

durumu göz önünde bulundurularak hemşirelik bakımının<br />

planlanması gerekmektedir. Bası yarası gelişme riski yüksek olan<br />

yatağa bağımlı hastalarla çalışan hemşirelerin, ölçek kullanarak<br />

düzenli olarak risk değerlendirmesi yapmaları önerilir. Hemşireler<br />

için bası yarası konusunda hizmet içi eğitim programları ve<br />

sempozyumların düzenlenmesi önerilebilir.<br />

ABSTRACT<br />

Aim: Nurses who have an active role in health care services need<br />

to have sufficient knowledge, skills and critical thinking skills<br />

to offer quality and effective care while practicing health care<br />

professionally. It is very important that the ICU nurses determine<br />

the level of knowledge about the pressure wounds and the lack of<br />

information on which issues are related to the pressure wounds.<br />

With this study, it was aimed to determine the “Knowledge Levels<br />

About the Injury of Intensive Care Nurses”.<br />

Materials and Method: This research was done in Fatih Sultan<br />

Mehmet Education and Research Hospital in November 2016.<br />

38 people who work in the intensive care unit and agree to participate<br />

in the research have formed the universe of working. The<br />

obtained data were analyzed in SPSS (Statistical Package for Social<br />

Sciences) program.<br />

Results: The majority of health workers are aware of the terms<br />

used synonymously with the print scar, and also describe the<br />

print scar as a connected scar. 96.9% stated that the pressure<br />

risk factor was due to continuous pressure in the contact area,<br />

but 96.7% stated that frequent positional changes could prevent<br />

pressure ulcers. All of the participants in the survey stated that<br />

the wound care product contributed to the treatment. 54.5% of<br />

the health workers stated that they had lack of knowledge and<br />

skills following the patient who was a pressure scar, 75.8% of<br />

those who are interested in pressure scar were in need of a basic<br />

education and 75.8% stated that this education should be compulsory<br />

for everyone. 72.7% of the health workers stated that the<br />

most appropriate method was the scale for risk group evaluation.<br />

Conclusion: Pressure scar is a quality indicator of nursing care.<br />

For this reason, the development and implementation of preventive<br />

nursing care protocols are of great importance. It is necessary<br />

to plan nursing care considering the situation of the patient. It is<br />

recommended that nurses working with bed-dependent patients,<br />

who have a particularly high risk of developing scarring, regularly<br />

perform risk assessments using a scale. In-service training<br />

programs and symposiums may be proposed on the subject of<br />

pressure scars for nurses.<br />

Keywords: pressure scar, nursing care, intensive care nurses<br />

Anahtar Kelimeler: bası yarası, hemşirelik bakımı, yoğun bakım<br />

hemşiresi<br />

İletişim Bilgileri:<br />

Sorumlu Yazar: Gülten Özdemir<br />

Yazışma Adresi: SBÜ, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi,<br />

İstanbul, Türkiye<br />

Tel: +90 (544) 742 0856<br />

E-Posta: gultenbostanci.ozdemir@gmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 25.09.2017<br />

Makalenin Kabul Tarihi: 03.12.2017<br />

- 23 -


Gülten Özdemir ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):23-27 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.772<br />

GİRİŞ<br />

Yoğun bakım, herhangi bir nedenle yaşamölüm<br />

sınırına gelmiş hastanın kabul edildiği birimdir.<br />

Bu birime kabul edilen hastanın özelliği şok,<br />

koma, felç ya da diğer nedenlerle korunma refleksinden<br />

yoksun olmasıdır. Yoğun bakım ünitelerindeki<br />

riskler göz önünde bulundurulduğunda kateter<br />

komplikasyonları, beslenme yetersizliği, ilaç yan<br />

etkileri, bası yaraları ve diğer nedenler akla gelmektedir<br />

(1).<br />

Bası yaraları, vücudun özellikle kemik çıkıntılarının<br />

bulunduğu bölgelerde uzun sureli ya da tekrarlayan<br />

basılara bağlı olarak o bölgede dolaşımın<br />

bozulması sonucu ortaya çıkan nekroz ve ülserasyonlardır<br />

(2). Bası yaralarının, gelişmesindeki en<br />

önemli faktör basınç olmakla birlikte katkıda bulunan<br />

başka etkenler de vardır; paralizi, ileri yaş,<br />

uzamış immobilizasyon, dolaşım bozukluğu, nekroz,<br />

şiddetli malnutrisyon, duyusal bozukluk, enfeksiyon,<br />

inkontinans, albumin ve hemoglobin değerlerinin<br />

normalin altında olması yara gelişimini<br />

kolaylaştırır (3). Basıncın yol açtığı doku bütünlüğündeki<br />

bozulmayı tanımlamak için yıllarca pek<br />

çok kavram kullanılmıştır. Zamanla, oluşan yarayı<br />

en iyi tanımlayan terimin bası yarası olduğunda<br />

hemfikir olunmuştur (4). Bası yarası, hastanın hastanede<br />

kalış süresini arttırarak mortalite ve morbidite<br />

oranını etkilemekte ve sonuç olarak bakım<br />

maliyetini attırmaktadır (5).<br />

Ülkemizde, yoğun bakıma alınan hasta sayısının<br />

ve buna bağlı olarak bası yarası oluşan hasta sayısının<br />

hiç de az olmadığı açıktır. Dolayısıyla bası<br />

yaralarının önlenmesi hem ülkemizin sağlık harcamalarında<br />

önemli bir düşüşe, hem de insanların<br />

refah düzeyinde ciddi artışa yol açacaktır. Sağlık<br />

ve bakım hizmetlerinde etkin rol alan hemşirelerin<br />

profesyonel olarak sağlık uygulamalarını gerçekleştirirken,<br />

kaliteli ve etkili bakımı sunabilmeleri<br />

için yeterli bilgi, beceriye ve eleştirel düşünme yeteneğine<br />

sahip olmaları gerekmektedir. Yoğun bakım<br />

hemşirelerinin bası yaraları hakkındaki bilgi<br />

düzeyleri ve bası yaraları ile ilgili hangi konularda<br />

bilgi eksikliği olduğunun saptanması oldukça<br />

önemlidir. Bu düşünceden yola çıkarak yapılan bu<br />

çalışma ile, “Yoğun Bakim Hemşirelerinin Bası<br />

Yarası Hakkındaki Bilgi Düzeyleri”nin belirlenmesi<br />

amaçlanmıştır.<br />

Anket, araştırmacılar tarafından ilgili literatür bilgisi<br />

ile oluşturulmuştur. Fatih Sultan Mehmet Eğitim<br />

ve Araştırma Hastanesi yoğun bakım ünitesinde<br />

çalışmakta olan ve araştırmaya katılmayı kabul<br />

eden tüm hemşire, ebe, sağlık memurlarının çalışmanın<br />

evrenini oluşturması planlanmıştır. Yoğun<br />

bakım ünitesinde 38 kişi görev yapmaktadır, fakat<br />

5 kişiye kurum dışında (yıllık izin, rapor, sertifika<br />

eğitim) olduklarından ulaşılamamıştır.<br />

Elde edilen veriler SPSS (Statistical PackageforSocialSciences)<br />

programında analiz edilmiş ve anket<br />

soruları yüz yüze görüşme yöntemi ile uygulanmıştır.<br />

BULGULAR<br />

Araştırmaya katılan sağlık çalışanlarının çoğunluğunun<br />

(%94) bası yarası ile eş anlamlı kullanılan<br />

terimleri bildiği ve bası yarası tanımını<br />

çoğunluğun (%75,8) basınca bağlı oluşan yaradır<br />

şeklinde tanımladığı belirlenmiştir.<br />

Sağlık çalışanlarının %63,6’sı bası yarasının yatağa<br />

bağımlı hastalarda daha çok görüldüğünü belirtirken,<br />

çoğunluğu (%96,9) bası yarası risk faktörünün<br />

temas bölgelerindeki sürekli basınca bağlı olduğunu<br />

ifade etmiştir. %96,9’u bası yarasının önlenebilir<br />

olduğunu, %96,7’si sık pozisyon değişikliği<br />

yapılarak bası yarasının önlenebileceğini, çalışmaya<br />

katılanların tamamı bası yarasının tedavi edilebileceğini<br />

ve %91’i basınçtan korumanın bası yarası<br />

tedavisinin temel ilkesi olduğunu söylemiştir.<br />

%96,9’u bası yarası tedavisinde yara bakım ürünü<br />

kullandığını, %91’i ürün seçiminde ürünün yaraya<br />

yapışmamasına ve tahriş edici olmamasına dikkat<br />

ettiğini ve tamamı yara bakım ürününün tedaviye<br />

katkı sağladığını belirtmiştir.<br />

Bası yarası ile ilgilenenlerin tamamı temel bir eğitime<br />

ihtiyaç olduğunu, %75,8’i bu eğitimin herkese<br />

zorunlu olması gerektiğini ve %78,8’i daha önce<br />

bası yarası ile ilgili bir eğitim programına katıldığını<br />

belirtmiştir.<br />

Araştırmaya katılanların tamamı bası yarası olan<br />

hasta takip ettiğini, %54,5’i bası yarası olan hasta<br />

takibinde bilgi ve beceri eksikliği olduğunu ve<br />

%78,8’i bası yarası olan hastayı takip ederken kilolu,<br />

yatağa bağımlı hastada pozisyon değiştirme<br />

sırasında zorlandığını belirtmiştir.<br />

YÖNTEM ve GEREÇLER<br />

Bu araştırma, Fatih Sultan Mehmet Eğitim<br />

Araştırma Hastanesi’nde çalışan yoğun bakım<br />

hemşirelerinin bası yarası hakkındaki bilgi düzeylerininin<br />

belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Kasım<br />

2016’da Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesi Klinik Araştırmalar Etik Kurul izni<br />

(2016/49) alındıktan sonra, toplam 20 sorudan oluşan<br />

anket aracılığı ile veriler toplanmıştır.<br />

- 24 -<br />

Çalışanların tamamı bası yarasında, uygun yara<br />

bakımının infeksiyonu önleme girişimleri arasında<br />

öncelikli olduğunu belirtmiş olup, yara bakımında<br />

dikkat edilecek kriterler sorulduğunda; %94’ü yara<br />

çevresi sağlıklı olmalı ve yara idrar ve dışkı temasından<br />

korunmalı şeklinde yanıt vermiştir.<br />

Sağlık çalışanlarının %72,7’si riskli grubu değerlendirme<br />

de en uygun yöntemin ölçek olduğunu<br />

ifade etmiştir.


Gülten Özdemir ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):23-27 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.772<br />

Bası Yarası Bilgi Düzeyi Ölçme Soruları Frekans %<br />

1.Hangisi bası yarası ile eş anlamlı kullanılmaktadır?<br />

(birden fazla cevap verebilirsiniz)<br />

Dekübit ülseri 30 91<br />

Yatak yarası 31 94<br />

Basınç ülseri 30 91<br />

2.Bası yarası nedir? (birden fazla cevap verebilirsiniz)<br />

Basınca bağlı oluşan yara 25 75,8<br />

Kemik çıkıntıları üzerinde oluşan yara 10 30,3<br />

Uzun süre yatakta yatmaya bağlı oluşan yara 20 60,6<br />

3.Bası yarası daha çok kimlerde görülür? (birden fazla<br />

cevap verebilirsiniz)<br />

Genel vücut temizliği iyi olmayan kronik hastalarda 15 45,4<br />

Yoğun bakımda uzun süre kalanlarda 19 57,6<br />

Yatağa bağımlı hastalarda 21 63,6<br />

4.Bası yarası için risk faktörleri nelerdir? (birden fazla<br />

cevap verebilirsiniz)<br />

Temas bölgelerinde sürekli basınç 32 96,9<br />

Sürtünme 26 78,8<br />

Hareketsizlik 28 84,9<br />

Beslenme bozukluğu 29 87,9<br />

Kronik hastalıklar 26 78,8<br />

Diğer (yatış süresinin uzaması /kilo, inkontinans, ilaçlar) 2 6<br />

5.Bası yarası önlenebilir mi?<br />

Evet 32 96,9<br />

Hayır - -<br />

Fikrim yok 1 3,1<br />

6.Bası yarası nasıl önlenir? (birden fazla cevap verebilirsiniz)<br />

Sık pozisyon değişikliği yapılarak 32 96,7<br />

Beslenme ve temizliğine özen gösterilerek 30 91<br />

Destek yüzey (havalı yatak, jel vb.) kullanarak 31 94<br />

Diğer 2 6,06<br />

7.Bası yarası tedavi edilebilir mi?<br />

Evet 33 100<br />

Hayır - -<br />

Fikrim yok - -<br />

8.Bası yarası ile ilgilenenlerin temel bir eğitime ihtiyacı<br />

var mıdır?<br />

Evet 33 100<br />

Hayır - -<br />

Fikrim yok - -<br />

9.Planlanacak eğitim nasıl olmalıdır?<br />

Herkese zorunlu 25 75,8<br />

Sadece yoğun bakım çalışanlarına zorunlu 2 6,06<br />

İsteğe bağlı 6 18.1<br />

10.Bası yarası ile ilgili daha önce bir eğitim programına<br />

katıldınız mı?<br />

Evet 26 78,8<br />

Hayır 7 21,2<br />

11.Bası yarası olan hasta takip ettiniz mi?<br />

Evet 33 100<br />

Hayır - -<br />

12.Bası yarası olan hasta takibinde bilgi ve beceri<br />

eksikliğiniz olduğunu düşündünüz mü?<br />

Evet 18 54,5<br />

Hayır 15 45,5<br />

Tablo 1. Bası Yarası Bilgi Düzeyi Frekans Dağılım Tablosu.<br />

- 25 -<br />

Bası Yarası Bilgi Düzeyi Ölçme Soruları Frekans %<br />

13.Bası yarası olan hastanın takibinde sizi zorlayan en<br />

önemli problemler nelerdir? (birden fazla cevap verebilirsiniz)<br />

İnfeksiyonla mücadele 18 54,5<br />

Kilolu, yatağa bağımlı hastada pozisyon değiştirme 26 78,8<br />

Sık kirlenen çarşaflar 13 39,4<br />

Kötü koku 16 48,5<br />

Destek yüzeylerin (havalı yatak, jel vb.) olmaması 16 48,5<br />

Kullanılan destek yüzey materyallerinin sık bozulması 16 48,5<br />

Diğer (yara bakım ürünlerinin sık değişmesi/eleman<br />

eksikliği 2 6,06<br />

14.Bası yarası tedavisinde yara bakımı ürünü kullanıyor<br />

musunuz?<br />

Evet 32 96,9<br />

Hayır 1 3,1<br />

15.Yara bakım ürünü seçiminde nelere dikkat edersiniz?<br />

(birden fazla cevap verebilirsiniz)<br />

Antiseptik içeriği olmasına 22 66,6<br />

Ekonomik olmasına 13 39,4<br />

Pansuman sıklığını azaltmasına 22 66,6<br />

Yaraya yapışmamasına ve tahriş edici olmamasına 30 91<br />

Kullanım kolaylığına 22 66,6<br />

Hastada ağrıyı azaltmasına 16 48,5<br />

Kolay ulaşılabilmesine 20 60,6<br />

Diğer (ürünün şeffaf olup yaranın görülebilir olması) 1 3,1<br />

16.Kullandığınız yara bakım ürünlerinin tedaviye katkısı<br />

oldu mu?<br />

Evet 33 100<br />

Hayır - -<br />

17.Bası yarasında infeksiyonu önlemek için hangileri<br />

yapılmalıdır? (birden fazla cevap verebilirsiniz)<br />

Uygun yara bakımı 33 100<br />

Eşlik eden kronik hastalıklarla mücadele 25 75,7<br />

Yeterli ve dengeli beslenme 28 84,8<br />

Bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi 24 72,7<br />

Hastanın temizliğine özen gösterilmesi 30 91<br />

Diğer (uygun ortam ısısı/aseptik tekniklere uygun<br />

davranma, 2 6,06<br />

18.Bası yarası bakımında hangilerine dikkat edilmelidir?<br />

(birden fazla cevap verebilirsiniz)<br />

Yarada nekrotik doku bulunmamalı 28 84,8<br />

Nemli ortam sağlanmalı 26 78,8<br />

Akıntılı olmamalı 28 84,8<br />

Yara çevresi sağlıklı olmalı 31 94<br />

İdrar ve dışkı temasından korunmalı 31 94<br />

19.Bası yarası tedavisinin temel ilkeleri nelerdir? (birden<br />

fazla cevap verebilirsiniz)<br />

Basınçtan koruma 30 91<br />

Cerrahi debritman 21 63,6<br />

Ölü boşlukların doldurulması 25 75,7<br />

Akıntının uzaklaştırılması 28 84,8<br />

Nemli yara oluşturulması 25 75,7<br />

İnfeksiyon tedavisi 23 69,7<br />

20.Bası yarasını önlemede riskli grubu belirlerken<br />

kullanılacak en uygun yöntem hangisi olmalıdır? (birden<br />

fazla cevap verebilirsiniz)<br />

Tüm hastaları risk grubu olarak değerlendirmek 17 51,5<br />

Mesleki bilgi ve deneyimlere dayanarak risk grubu<br />

belirlemek 8 24,2<br />

Risk grubu değerlendirme ölçeği kullanmak 24 72,7


Gülten Özdemir ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):23-27 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.772<br />

TARTIŞMA<br />

Dekibüt ülseri, dekübit ve basınç ülserleri “bası<br />

yarası” ile aynı anlamda kullanılan kavramlardan<br />

bazılarıdır. Araştırmaya katılan sağlık çalışanlarının<br />

çoğunluğunun (%94) bası yarası ile aynı anlama gelen<br />

bu terimleri bildiği görülmüştür. Bu durum hemşirelikte,<br />

kavram birliği ve ortak bir dil kullanmak<br />

açısından önemlidir.<br />

Yapılan çalışmalar sonucunda, bası yaraları ile ilgili<br />

olarak, cilt ve cilt altı dokularının uzun süre basınç<br />

altında kalmasına bağlı olarak meydana geldiği ve<br />

basınç sonucu vücudun özellikle “kemik çıkıntıları<br />

üzerinde yaradır“ şeklinde tanımı yapılmıştır (1,6).<br />

Yapılan araştırmada sağlık çalışanlarının bası yarası<br />

tanımına verdikleri cevaplar incelendiğinde; çoğunluğu<br />

bası yarasını, basınca bağlı oluşan yaradır<br />

(%75,8) şeklinde tanımlarken, %30,3’ü kemik çıkıntıları<br />

üzerinde oluşan yaradır şeklinde tanımlamıştır.<br />

Bu da sağlık çalışanlarının önemli bir bölümünün<br />

bası yarasının tanımı ile ilgili bilgi eksikliğinin olduğunu<br />

göstermektedir. Yoğun bakımda tedavi edilen<br />

olgularda bası yarası gelişme riski diğer hasta gruplarına<br />

göre daha yüksektir. Yoğun bakım hastalarında<br />

bası yarası risk faktörleri arasında fiziksel aktivite<br />

ve mobilizasyonun sınırlı olması, uzun sureli yatağa<br />

bağımlılık gerektiren hastalıkların bulunması sayılabilir<br />

(7,8,9,10). Çünkü hareketsizlik basıncın olumsuz<br />

etkilerini artırmaktadır. Bası yarasının daha çok<br />

kimlerde görüldüğü, risk faktörleri ve bası yarası<br />

tedavisinin temel ilkelerinin neler olduğu sorusuna<br />

verilen yanıtlar incelendiğinde; %63,6 ile yatağa<br />

bağımlı hastalarda görüldüğü, çoğunluğun (%96,9)<br />

temas bölgelerindeki sürekli basıncın bası yarasında<br />

önemli risk faktörü olduğu ve %91’inin basınçtan<br />

korumanın tedavide temel ilke olduğu şeklinde cevap<br />

vermeleri, yara oluşmasında en önemli faktörün<br />

bası olması şeklinde farkındalık göstermeleri sevindirici<br />

bir sonuçtur.<br />

Bası yarası sağlık bakım sisteminin kalite göstergelerinden<br />

biri olarak ele alınmakta olup, önlenmesi ve<br />

tedavisi multidisipliner ekip yaklaşımını gerektirmektedir.<br />

Bası yarasının tedavisi zor olmakla birlikte<br />

alınacak önlemlerle gelişimini önlemek mümkündür.<br />

Korunma ve önlemenin en kolay ve ucuz tedavi<br />

olduğu bir gerçektir. Bası yarası oluşumunun önlenmesi,<br />

erken dönem tanılanması ve doğru-etkin bakım<br />

ürünleri kullanılabilmesi için uygulayıcıların bu<br />

konuda bilgili olması gerekir. Bu doğrultuda sağlık<br />

çalışanlarının bası yarasının önlenebilme durumuna<br />

verdikleri yanıtları incelendiğinde; çoğunluğun bası<br />

yarasının önlenebileceğini ve tedavi edilebileceğini<br />

bilmesi, hemşirelerin bası yarasının önlenebilir bir<br />

hemşirelik bakımı olduğunu bildikleri görülmüştür.<br />

Bası yaralarının en iyi tedavi yönteminin hem hasta,<br />

hem bakım vericiler, hem de ülke ekonomisi açısından<br />

yaranın oluşumunun önlenmesi olduğu unutulmamalı,<br />

özellikle yoğun bakımda yatan hastalar için<br />

sağlık problemlerinin özelliği gereği yaygın sistemik<br />

etkilenmelere açık olmaları, uyaranı algılama<br />

ve hareket yeteneğini kaybetmiş olmaları, kullanılan<br />

tedavi seçenekleri ve yoğun bakım ortamının özellikleri<br />

nedeniyle bası yarası riski yüksek olan bireyler<br />

olarak tanımlanmakta; hemşirelerin konu ile ilgili<br />

eğitim almasını sağlamak, hastaları sık mobilize<br />

etmek, mobilize olamayan hastalarda sık pozisyon<br />

değişiminde bulunmak ve her gün hastaların vücuduna<br />

bakarak yara olup olmadığını kontrol etmek<br />

gerekmektedir Yapılan çalışmada sağlık çalışanlarının<br />

%90’nından fazlası sık pozisyon değişikliği yapılması,<br />

beslenme ve temizliğine özen gösterilmesi<br />

ve destek yüzey (havalı yatak, jel vb.) kullanılması<br />

ile bası yarasının önlenebileceğine yönelik girişimleri<br />

bildikleri görüldü. Gunningberg ve ark’nın (11)<br />

yaptığı çalışmada; hemşirelerin en fazla yaptıkları<br />

bası yarasını önleyici uygulamaların pozisyon değişikliği,<br />

destekleyici materyallerin kullanımı (hava<br />

yatağı, topuk destekleri gibi) olduğunu, en az yaptıkları<br />

uygulamaların ise sürtünme ve tahrişi azaltma,<br />

besin desteği sağlama, hijyen, cildi nemlendirme ve<br />

hasta öğretimi olduğunu saptamışlardır.<br />

Hemşirenin bası yaralarını önleyebilmesi için bası<br />

yarasının gelişmesine yol açan faktörler hakkında<br />

eğitim almış olması gerekmektedir (12). Ayrıca bu<br />

işin multidisipliner bir ekibin takibinde yapılmasının<br />

başarılı sonuçları beraberinde getireceğini düşünürsek<br />

sadece bir disiplinin sorumluluğunda olmadığı,<br />

bakım vericilerin ekip olarak konuya eğilmeleri gerektiği<br />

konusunda farkındalık oluşturulmalıdır. Yapılan<br />

çalışmada sağlık çalışanlarının tamamı bası yarası<br />

olan hasta takip etmiş olup, çoğunluğu (%78,8)<br />

daha önce bası yarası ile ilgili bir eğitim programına<br />

katılmıştır. Fakat %54,5’i bası yarası olan hasta takibinde<br />

bilgi ve beceri eksikliği olduğunu belirtmiş,<br />

tamamı bu konu ile ilgili temel bir eğitime ihtiyacı<br />

olduğunu ifade etmiştir. Özellikle katılımcıların<br />

2/3’si bu eğitimi bakım veren herkesin alması gerektiğini<br />

belirtmiştir. Bu veriler gösteriyor ki, sağlık çalışanlarının<br />

bası yarasının önlenmesi ve tedavisinde<br />

eğitimin öneminin farkında olmaları ve eksikliklerinin<br />

yine eğitim ile giderilebileceğini düşünmeleri<br />

son derece sevindiricidir.<br />

Bası yarasının önlenmesi ve iyileştirilmesindeki en<br />

önemli faktörün basının en aza indirilmesi olduğundan<br />

yola çıkarak sık poziyon vermenin, kurumdaki<br />

sağlık çalışanlarının büyük bir oranda (%96,7)<br />

bası yarasını önlemede etkili olduğunu düşündüğü<br />

fakat bası yarası olan hastayı takip ederken<br />

%78,8’inin kilolu, yatağa bağımlı hastada pozisyon<br />

değiştirme sırasında zorlandığı yanıtını verdiği<br />

görüldü. Bu sonuçlar dikkate alındığında sağlık<br />

çalışanlarının bu konuda desteklenmesi (materyal<br />

sağlanması, personel desteği vb.) gerekmektedir.<br />

Yapılan çalışmada, sağlık çalışanlarının tamamı yara<br />

bakım ürününün tedaviye katkı sağladığını, %96,9’u<br />

bası yarası tedavisinde yara bakımı ürünü kullandığını<br />

ve %91’i yara bakım ürünü seçiminde ürünün<br />

yaraya yapışmamasına ve tahriş edici olmamasına<br />

dikkat ettiğini ifade etmiştir. Çalışma sonucunda yara<br />

bakım ürünlerinin çalışanlar tarafından tercih edildiği<br />

ve aktif olarak kullanıldığı sonucuna ulaşılmıştır.<br />

- 26 -


Gülten Özdemir ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):23-27 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.772<br />

Bası yarası ve gelişimini etkileyen risk faktörleri,<br />

morbidite ve mortalite oranlarının yüksek olmasına<br />

ve enfeksiyon gibi komplikasyonların gelişmesine<br />

yol açabilir. Enfeksiyon en önemli komplikasyon<br />

olup, özellikle yaşlı, beslenmesi bozulmuş ve immün<br />

yetersizliği olan hastalarda sepsis gelişmesi ile yaşamı<br />

tehdit edebilir. Bası yarası ve enfeksiyon durumu<br />

hastanın iyileşme sürecini uzatarak, verdiği fiziksel<br />

ve psikolojik travmanın yanı sıra sorumluluklarını<br />

üstlenmede gecikmesine, ekonomik açıdan bakım<br />

masraflarının yükselmesine neden olan bir sağlık<br />

sorunudur (13). Bu doğrultuda sağlık çalışanlarının<br />

yara bakımında dikkat edilecek kriterler sorulduğunda;<br />

%94’ü yara çevresi sağlıklı olmalı ve yara idrar<br />

ve dışkı temasından korunmalı şeklinde yanıt vermiş<br />

olup, tamamı bası yarasında, uygun yara bakımının<br />

infeksiyonu önleme girişimleri arasında öncelikli olduğunu<br />

belirttiği görüldü. Bu sonuçların, kurumdaki<br />

enfeksiyon oran ve bakım maliyetine olumlu katkı<br />

sağlayacağı düşünülmektedir.<br />

Bası yarası değerlendirmesi hasta güvenliği içinde<br />

yer alan değerlendirmelerden biridir. Hastanın servise<br />

kabul edildiğinde yapılması gereken bası yarası<br />

risk değerlendirmesi; verilecek olan bakımın planlanmasını,<br />

takibini ve sürekliliğini sağlamaktadır.<br />

Güvenilir, geçerli ve hastanın içinde bulunduğu durumu<br />

tam olarak ortaya koyan risk değerlendirme<br />

ölçeklerinin özellikle hastanın bakım kalitesini arttırması<br />

ve çalışanlar arasında bakım standardı oluşturması<br />

acısından önemi çok büyüktür (5). Sağlık<br />

çalışanlarının bası yarasını önlemede riskli grubu belirlerken<br />

%72,7 ile çoğunluk risk grubu değerlendirme<br />

ölçeğinin en uygun yöntem olduğunu düşünmektedir.<br />

Çalışmanın yapıldığı kurumda Braden Ölçeği<br />

kullanılmaktadır. Yapılan çalışmalarda da; Braden<br />

risk değerlendirme ölçeğine göre yüksek risk kategorisinde<br />

olan hastalarda bası yarası gelişimi daha<br />

fazla olmuştur (14, 15). Yoğun bakıma yatışından<br />

sonra yeni bası yarası gelişen hastalarda Braden ölçeği<br />

%85,7 oranında yüksek risk kategorisindeydi.<br />

Braden skorunun yüksek risk kategorisinde olması<br />

bası yarası gelişimi riski için anlamlı bulunmuştur.<br />

Bu sonuçlardan yola çıkarak sağlık çalışanlarının<br />

riskli grubu belirlemede ölçek kullanımının önemini<br />

vurgulamaları ve farkındalıklarının yüksek oranda<br />

olması kalite göstergesi olan bası yarasının oluşumunun<br />

engellemesine katkı sağlayacağı düşünülmektedir.<br />

SONUÇ<br />

Bası yarası, sunulan hemşirelik bakımının kalite<br />

göstergesi olarak değerlendirildiğinden önleyici<br />

hemşirelik bakımı protokollerinin geliştirilerek uygulamaya<br />

geçirilmesi çok büyük önem taşımaktadır.<br />

Bu doğrultuda; öncelikle bası yarası risk faktörlerinin<br />

bilinmesi, buna yönelik bakım girişimlerinin<br />

uygulanması, bası yarası risk değerlendirmesinin<br />

doğru bir şekilde yapılabilmesi, bası yarası gelişmesi<br />

halinde yaranın evrelendirilebilmesi, bası yarasının<br />

ve hasta bireyin durumu göz önünde bulundurularak<br />

hemşirelik bakımının planlanması gerekmektedir.<br />

Araştırmamızdan elde edilen bulgular doğrultusunda:<br />

● Bası yarası gelişme riski yüksek olan yatağa bağımlı<br />

hastalarla çalışan hemşirelerin, bası yarası riskini<br />

değerlendiren ölçekleri kullana¬rak düzenli olarak<br />

risk değerlendirmesi yap¬maları ve bası yarasını<br />

önleyici uygulamaları erken dönemde başlatmaları,<br />

● Hemşirelere belirtilen niteliklerde bakım sunabilmeleri<br />

için; konuyla ilgili hizmet içi eğitim programları<br />

düzenlenerek, sempozyumlara katılımlarının<br />

sağlanması önerilebilir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Beğer T. Yoğun Bakımda Dekübit Ülserleri: Risk Faktörleri ve<br />

Önlenmesi. Yoğun Bakım Dergisi 2004; 4: 244-53.<br />

2. Ersoy E., Öcal S., Öz A., Yılmaz, P., Arsaya B., Topeli, A. Yoğun<br />

Bakım Hastalarında Bası Yarası Gelişiminde Rol Oynayabilecek Risk<br />

Faktörlerinin Değerlendirilmesi. Yoğun Bakım Dergisi 2013; 4: 9-12.<br />

3. Esen O., Öncül S., Yılmaz, M. Retrospective Evaluation of Pressure<br />

Sores of Patients in Intensive Care. South. Clin. Ist. Euras 2016;<br />

27(2):111-115.<br />

4. Bryant R., Shannon M., Pieper B., et al. Pressure Ulcers: Acute<br />

and Chronic Wounds. In: Bryant Ra (ed). St. Louis: Mosby-Year Book<br />

1992; 105-47.<br />

5. Sönmez D., Terzi B., Yakut T., Kızıl N. Basınç Yarasında Ne<br />

Durumdayız?: Pediatri Yoğun Bakım Ünitemizdeki Son Bir Yıllık Veri.<br />

Anadolu Hemşirelik ve Sağlık Bilimleri Dergisi 2014; 17:4.<br />

6. Doğu Ö. Yoğun Bakım Hemşirelerinin Bası Yarası, Bakımı<br />

ve Bakım Ürünleri Kullanımına İlişkin Bilgi ve Uygulamalarının<br />

Değerlendirilmesi. Journal of Human Rhythm 2015; 1(3):95-100.<br />

7. De Laat EH., Pickers P., Schoonhoven L., et al. Guideline implementation<br />

results in a decrease of pressure ulcer incidance in critically ill<br />

patients. Crit Care Med 2007; 35:815-20.<br />

8. Keller BP., Wile J., Vanramshorst B., et al. Pressure ulcers in intensive<br />

care patients: a review of risks and prevention. Intensive Care<br />

Med 2002; 28:1379-88.<br />

9. Wolerton CL., Hobbs LA., Beeson T., et al. Nosocomial pressure<br />

ulcer rates in critical care:perfomance improvement Project. J Nurs Care<br />

Qual 2005; 20:56-62.<br />

10. Eachempati SR., HydoL J., Barie PS. Factors influencing the development<br />

of decubitus ulcers in critically ill surgical patients. Critical<br />

Care Medicine 2001; 29:1678-82.<br />

11. Gunningberg L., Lindholm C., Carlsson M., Sjödén PO. Risk, Prevention<br />

and Treatment of Pressure Ulcers-Nursing Staff Knowledge and<br />

Documentation. Scand J Caring Science 2001; 15(3):257-63.<br />

12. Hommel A., Ulander K., Thorngren KG. Improvements in pain<br />

relief, handling time and pressure ulcers through internal audits of hipfracture<br />

patients. Scand J Caring Sci 2003; 17: 78-83.<br />

13. Hampton S., Collins F. Reducing pressure ulcer incidence in a<br />

long-term setting. British Journal of Nursing 2005; 14: 6-12.<br />

14. Magnan MA., Maklebust J. Braden Scale risk assessments and<br />

pressure ulcer prevention planning: what’s the connection? J Wound Ostomy<br />

Continence Nurs 2009; 36:622-34.<br />

15. Serpa FL., Gouveia Santos VLC., Goncelvas TC., et al. Predictive<br />

validity of Braden Scale for pressuer ulcers risk in critical care patients.<br />

rev. latino-am. Enfermagem 2011; 19:50-7.<br />

- 27 -


Esra Giray ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):28-31 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.793<br />

Olgu Sunumu - Case Report<br />

Spina Bifidalı Hastada Segmental Spinal Miyoklonus: Bir Olgu Sunumu<br />

Segmental Spinal Myoclonus in a Patient with Spina Bifida: A Case Report<br />

Esra GİRAY 1 , Çağrı Ünal ERTEKİN 1 ,<br />

Olcay ÜNVER 2 , Adnan DAĞÇINAR 3 , Naime Evrim Karadağ SAYGI 1<br />

1. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı, İstanbul<br />

2. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı, İstanbul<br />

3. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim Dalı, İstanbul<br />

ÖZET<br />

GİRİŞ<br />

Segmental spinal miyoklonus enfeksiyon, demiyelinizasyon,<br />

spinal kord infarktı, postoperatif yapışıklık, spinal kordun<br />

tümör travma gibi nedenlerle bütünlüğünün bozulması gibi pek<br />

çok sebepten kaynaklanmaktadır. Bu yazıda nadir görülen bir<br />

segmental spinal miyoklonus nedeni olarak spina bifida olgusu<br />

sunulmuştur. Hidrosefali, şant disfonksiyonu gibi ikincil nedenler<br />

dışlandıktan sonra gergin omurilik sendromunun spinal miyoklonusa<br />

sebep olduğu düşünüldü. Hem gergin omurilik sendromu<br />

nedeniyle gelişen spastisiteye hem de miyoklonusa yönelik başlanan<br />

oral baklofen ile miyoklonusun sıklığında azalma görüldü.<br />

Şant disfonksiyonu habercisi olabilen miyoklonusun epileptik<br />

bozuklukların sık görüldüğü bir merkezi sinir sistemi patolojisi<br />

olan spina bifidada erken tanısı ve epileptik nöbetlerden ayrımı<br />

gereksiz antiepileptik tedavinin önlenmesi açısından önemlidir.<br />

Anahtar Kelimeler: nöbet, segmental spinal myoklonus, spina<br />

bifida<br />

ABSTRACT<br />

Aim: Segmental spinal myoclonus can occur due to underlying<br />

pathology of spinal cord such as infection, demyelination, infarction,<br />

postoperative adhesions, distruption of spinal cord by<br />

trauma and tumor. Spina bifida as a rare cause of spinal segmental<br />

myoclonus is presented. Myoclonus can be a sign of shunt<br />

dysfunction in patients with spina bifida. Tethered cord syndrome<br />

was found to be associated with spinal segmental myoclonus<br />

after exclusion of secondary causes of myoclonus such as<br />

shunt dysfunction and hydrocephaly. Oral baclofen therapy was<br />

started. Spasticity and frequency of myoclonic jerks were both<br />

diminished. Since seizures and epilepsy commonly occur in spina<br />

bifida which is a central nervous system pathology, recognition<br />

of spinal segmental myoclonus and differentiation from epileptic<br />

seizures are essential for avoiding unneccessery use of antiepileptic<br />

drugs.<br />

Keywords: segmental spinal myoclonus, seizure, spina bifida<br />

İletişim Bilgileri:<br />

Sorumlu Yazar: Uzm. Dr. Esra GİRAY<br />

Yazışma Adresi: Pendik Eğt. ve Arş. Hast., Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon<br />

A.B.D., Fevzi Çakmak Mah. Tepe Sok. No: 41, Üst Kaynarca, Pendik, İstanbul<br />

Tel: +90 (555) 813 43 94<br />

E-Posta: girayesra@hotmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 13.11.2017<br />

Makalenin Kabul Tarihi: 16.01.<strong>2018</strong><br />

- 28 -<br />

Miyoklonus, Çocukluk Çağı Hareket Bozuklukları<br />

Komisyonu tarafından “bir ya da birden çok<br />

sayıda kasın, tekrarlayan, genellikle ritmik olmayan<br />

kısa süreli şok tarzında sıçramalar şeklinde aniden<br />

istemsiz kasılması ya da gevşemesi” olarak tanımlanmıştır<br />

(1). Miyoklonus etiyolojiye göre semptomatik<br />

(sekonder), epileptik ve esansiyel (primer,<br />

non-progresif) miyoklonus olarak sınıflandırılır. En<br />

sık semptomatik (sekonder) miyoklonus (%72) gözlenirken<br />

bunu sırasıyla epileptik (%17) ve esansiyel<br />

(primer, non-progresif) miyoklonus (%11) izler (2).<br />

Miyoklonus; epileptik olarak korteksten kaynaklanabilir<br />

ya da nonepileptik olarak kortikal, subkortikal<br />

ya da spinal (segmental veya propriospinal) olabilir<br />

(3). Segmental spinal miyoklonus; enfeksiyon,<br />

demyelinizasyon, spinal kord infarktı, postoperatif<br />

yapışıklık, spinal kordun tümör travma gibi spinal<br />

kord bütünlüğünün bozulduğu pek çok durumdan<br />

kaynaklanabilmektedir (4). Sekonder bir miyoklonus<br />

sebebi olarak spina bifida ile ilişkili segmental<br />

spinal miyoklonus olgusu oldukça az sayıda bildirilmiştir<br />

(3-5). Bu olgu sunumunun amacı spina bifidada<br />

nadir görülen bir hareket bozukluğu olan segmental<br />

spinal miyoklonusa dikkat çekmek ve farkındalık<br />

sağlamaktır. Biz burada segmental spinal miyoklonus<br />

gelişen spina bifida olgusunu sunuyoruz.<br />

OLGU SUNUMU<br />

Dört yaşında spina bifida tanılı kız çocuğunun<br />

annesi çocuğunun bacaklarında kasılma ve istemsiz<br />

sıçrama olması şikayeti ile kliniğimize başvurdu.<br />

Beyin ve Sinir Cerrahisi tarafından takipli hastaya<br />

mevcut gergin omurilik sendromu nedeniyle operasyon<br />

önerilmeyip Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon<br />

Pediatrik Rehabilitasyon Polikliniği’mize yönlendirildi.<br />

Hastanın yapılan nörolojik muayenesinde,<br />

bilinci açık koopere ve oryante idi. Kraniyal sinir<br />

muayenesinde özellik saptanmadı. Kas gücü üst ekstremitelerde<br />

tam (5/5) iken her iki alt ekstremitede<br />

0/5’ti. Duyu muayenesinde; T12 dermatomuna kadar<br />

olan tüm dermatomlarda hipoestezi mevcuttu.<br />

T12 dermatomu ve üzeri dermatomların duyu muayenesi<br />

normaldi. Uluslararası Miyelodisplazi Çalışma<br />

Grubu ölçütlerine göre motor seviyesi T12 idi<br />

(6). Her iki ayak bileği plantar fleksörlerinde ve diz<br />

fleksörlerinde Modifiye Ashworth skalasına göre iki<br />

değerinde spastisite mevcuttu.


Esra Giray ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):28-31 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.793<br />

Derin tendon refleksleri üst ekstremitelerde normoaktif,<br />

alt ekstremitelerde hiperaktifti. Plantar yanıtlar<br />

iki yanlı ekstansördü. Klonus her iki tarafta altı atım<br />

alındı. Serebellar muayenesinde dismetri, disdiyadokokinezisi<br />

yoktu. Hastada hidrosefali yoktu ve spina<br />

bifida veya şant operasyonu geçirmemişti. Gergin<br />

omurilik sendromu tanısından üç ay sonra hastanın<br />

alt ekstremite kaslarında simetrik, ritmik, segmenter<br />

sıçramalar başlamıştı. Bu sıçrama hareketleri, uykuda<br />

ve istirahat halinde kaybolmuyordu. Sıçrama<br />

hareketlerinin şiddeti ve sıklığı özellikle heyecanlı,<br />

stresli durumlarda veya pozisyonel olarak (supin<br />

pozisyonda, kalçalar fleksiyona getirildiğinde veya<br />

ayak-ayak bileği ortezi (ankle foot orthosis-AFO)<br />

kullanırken) artış gösteriyordu. İstirahat halindeyken<br />

her iki alt ekstremitede gastroknemius, hamstring ve<br />

kalça kaslarını içeren ritmik, dakikada ortalama 60<br />

atımlık sıçrayıcı hareketler miyoklonus ile uyumluydu.<br />

Bu sıçrama hareketleri sırasında hastanın bilinci<br />

açıktı ve hasta koopereydi. Bu hareketlerin sıklığı<br />

ya da şiddeti dış uyaran (dokunma veya işitsel)<br />

veya pasif eklem hareket açıklığı hareketleriyle değişmemekteydi.<br />

Yeni başlayan miyoklonusun sebebi<br />

olarak ilk planda düşünülmesi gereken hidrosefali,<br />

siringomyeli gibi spinal kord patolojileri için hasta<br />

Beyin ve Sinir Cerrahisi’ne konsülte edildi. Hastanın<br />

yapılan laboratuvar bulguları normal olup, kranial<br />

bilgisayar tomografisinde (BT) ventrikül çaplarında<br />

artış bulunmadı. Tüm spinal manyetik rezonans<br />

görüntülemesinde (MRG) torakolomber bölgede<br />

T12 vertebra ile eklem yapan kemik fragman bulunup,<br />

bu düzeyden itibaren spinal kanal kesintiye<br />

uğramıştı. L1, L2, L3 düzeylerinde normal vertebra<br />

yapısı bulunmamakla beraber fokal segmental displazi,<br />

gergin omurilik sendromu ile uyumlu bulgular<br />

mevcuttu (Resim 1).<br />

Resim 1. Hastanın torakolomber T2 ağırlıklı MRG sagital kesit görüntüsü.<br />

Tablo 1. Nörofizyolojik kökene göre miyoklonus sınıflandırılması ve olguda görülen miyoklonusun karakteristikleri.<br />

Kortikal Miyoklonus Subkortikal Miyoklonus Segmental Spinal Miyoklonus Propriospinal Miyoklonus Olgu<br />

Fokal/segmental Multifokal Hayır Evet Evet Evet<br />

Jeneralize Hayır Sıklıkla Hayır Hayır Hayır<br />

Aksiyel Hayır Sıklıkla Hayır Çoğunlukla Hayır<br />

Ritmik Evet Periyodik Evet Ritmik/aritmik Evet<br />

Eksternal stimulusa yanıt Sıklıkla Evet Evet/Hayır Hayır Evet<br />

Harekete yanıt Evet Evet Hayır Hayır Hayır<br />

Uyku sırasında kaybolması Evet/hayır Evet Evet/hayır Hayır Hayır<br />

- 29 -


Esra Giray ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):28-31 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.793<br />

Resim 2. Hastanın elektroensefalografi (EEG) bulguları.<br />

Hareket bozukluğu sebebiyle Çocuk Nörolojisi ile<br />

konsülte edilen hastanın çekilen elektroansefalografisinde<br />

(EEG) anormal hareketler ve uyku sırasında<br />

kortekste epileptiform aktivite ya da yavaş dalgaya<br />

rastlanmadı (Resim 2). Olguda görülen hareket bozukluğu<br />

segmental spinal miyoklonus ile uyumluydu<br />

(Tablo 1) ve gergin omurilik sendromunun spinal<br />

miyoklonusa sebep olduğu düşünüldü. Hastaya hem<br />

spastisite hem de miyoklonusa yönelik oral baklofen<br />

başlandı. Baklofen tedavisiyle son zamanlarda artmış<br />

olan miyoklonusun sıklığında azalma görüldü.<br />

Hastanın Çocuk Nörolojisi ve Pediatrik Rehabilitasyon<br />

Klinikleri’nde takibi devam etmektedir. Olgunun<br />

klinik bulguları ve laboratuvar test sonuçlarının<br />

yayın haline getirilmesi konusunda annesinden sözlü<br />

ve yazılı onam alınmıştır.<br />

TARTIŞMA<br />

Miyoklonus istemsiz kas aktivitesi tarafından<br />

oluşturulan ani kısa sıçramalardır (2). Miyoklonus<br />

anatomik ve fizyolojik olarak kortikal, kortikalsubkortikal,<br />

subkortikal-nonsegmental, segmental<br />

ve periferik; klinik ve etiyolojik olarak ise fizyolojik,<br />

esansiyel, epileptik ve sekonder (semptomatik)<br />

olarak sınıflandırılır (7). Miyoklonusların çoğunu<br />

semptomatik (sekonder) miyoklonuslar oluşturmaktadır;<br />

esansiyel miyoklonus miyoklonusların<br />

çok küçük bir bölümününü oluşturmaktadır (3).<br />

Semptomatik miyoklonus nedenleri posthipoksi,<br />

toksik metabolik bozukluklar, depo hastalıkları ve<br />

nörodejenaratif bozukluklardır (2).<br />

Spinal miyoklonus spinal kord patolojileri sonucu<br />

gelişen, tek bir kas ya da kas gruplarında aniden,<br />

kısa sürelerle fokal ya da segmental olarak kasılmalarla<br />

giden nöromüsküler bir disfonksiyondur.<br />

Genellikle spinal kordu etkileyen ve spinal kordun<br />

bütünlüğünü bozan travma, dejenerasyon, vaskülopati<br />

ya da neoplazm gibi durumlarda gelişir (8).<br />

Nöral tüp defektleri, embriyogenezisin dört haftası<br />

boyunca nöral tüpün kapanamaması sonucu ortaya<br />

çıkan tüm doğuştan anomalileri içerir. Nöral tüp<br />

defektleri kranial ve spinal disrafizm olmak üzere<br />

beyinden sakruma kadar tüm merkezi sinir sisteminin<br />

herhangi bir yerinde oluşabilir. Spinal nöral<br />

tüp defektleri spina bifida aperta ve okülta olmak<br />

üzere iki şekilde görülebilir. Spina bifida apertada<br />

(sistika) orta hatta oluşan kapanma defekti lamina,<br />

fasya ve adele dokusu düzeyinde olup, defektten<br />

geçerek oluşmuş bir meningeal ya da nöral doku<br />

herniasyonu varken; spina bifida okültada spinoz<br />

proses yokluğu ve lamina defekti mevcut olup,<br />

görülen meningeal ya da nöral doku herniasyonu<br />

bulunmamaktadır. Gergin omurilik sendromu kısa<br />

ve kalın filum, lipomatöz filum terminale, dermal<br />

sinus traktı, lipomiyelomeningosel, ayrık omurilik<br />

malformasyonu, miyelosistosel ve cerrahi girişim<br />

uygulanmış miyelomeningoseller gibi bir grup disrafik<br />

patolojiyi içerir. Bu durumlarda, konus medullaris<br />

anormal düşük bir durumda yerleşiktir ve<br />

rölatif olarak hareketsiz durumda sabitlenmiştir.<br />

Kronik olarak gergin omurilik üzerine ek olarak ani<br />

bir gerilme eklenirse geri dönüşümsüz nöronal hasar<br />

gelişebilir. Semptomlar hafif ya da orta derecede<br />

olduğunda erken cerrahi girişimle serbestleştirme<br />

gergin omurilik sendromunun tedavisinin temelini<br />

oluşturur (9). Warren ve ark. (4) 5 ve 18 yaşlarında<br />

torakalomber seviyeli iki spinal disrafizm olgusunda<br />

segmental spinal miyoklonus tanımlamışlardır.<br />

Bu olgulardan birinde sıçrayıcı hareketlerin tekrarlayan<br />

bilek radial ekstansiyonuna ve el bilek<br />

- 30 -


Esra Giray ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):28-31 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.793<br />

eklemi subluksasyonuna yol açtığı bildirilmiştir.<br />

Spina bifidalı çocukların önemli bir kısmında kalçalarda<br />

eklem çevresindeki kasların dengesizliği<br />

nedeniyle kalça çıkığı gelişebilmektedir. Myoklonus<br />

Warren ve ark. (4) olgusunda olduğu gibi olgumuzda<br />

görülen spinal miyoklonus kalça çıkığını<br />

gelişmesini tetikleyebileceğinden tanısı ve tedavisi<br />

önemlidir. Gouider-Khouja ve ark.(5) ise sol bacağında<br />

atma ve sol bacağında kalınlaşma yakınması<br />

ile başvuran 21 yaşındaki bir erkek hastanın yapılan<br />

muayenesinde pes kavus ve dermal sinüs tespiti<br />

sonrasında çekilen lomber grafi, myelogram ve<br />

MRG’de spinal disrafizm saptamışlardır. Gorman<br />

ve ark. (3) da mevcut olgu ile benzer şekilde prenatal<br />

tanılı torakalomber seviyeli meningomeyoloseli<br />

iki günlükken tamir edilen ve sonrasında uykuda da<br />

devam eden, bazı postürlerle (sırt üstü yatarken ya<br />

da kalçalar ekstansiyondayken) artan, bilinç kaybı<br />

olmadan gelişen her iki alt ekstremitede sıçrayıcı<br />

hareketler gösteren beş aylık erkek çocukta spinal<br />

miyoklonus tanımlamışlardır.<br />

Segmental spinal ve proprioseptif miyoklonusun<br />

tedavisinde klonazepam ilk tercih ilaçtır (2). Baklofen,<br />

levetirasetam, diazepam, karbamezepin ve<br />

tetrabenazin tedavileri de birkaç olguda faydalı<br />

bulunmuştur. Botulinium toksin enjeksiyonu ile<br />

segmental spinal miyoklonus olgularında ağrıda<br />

ve hareket sıklığında azalma olduğu bildirilmiştir<br />

(2, 3). Sunulan olguda hem gergin omurilik sendromu<br />

nedeniyle gelişen spastisite hem de miyoklonusa<br />

yönelik olarak oral baklofen tedavisi ile hem<br />

spastisitede hem de miyoklonus sıklığında azalma<br />

saptanmıştır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Sanger TD, Chen D, Fehlings DL, Hallett M, Lang AE, Mink JW,<br />

et al. Definition and classification of hyperkinetic movements in childhood.<br />

Movement Disorders 2010; 25: 1538-49.<br />

2. Caviness JN, Brown P. Myoclonus: current concepts and recent<br />

advances. The Lancet Neurology 2004; 3: 598-607.<br />

3. Gorman KM, King MD. Footloose: Spinal Myoclonus after Myelomeningocele<br />

Repair. The Journal of pediatrics 2016; 173: 261-. e1.<br />

4. Warren JE, Vidailhet M, Kneebone CS, Quinn NP, Thompson PD.<br />

Myoclonus in spinal dysraphism. Movement disorders 2003; 18: 961-4.<br />

5. Gouider-Khouja N, Gabsi-Gherairi S. Peripheral myoclonus and<br />

muscle hypertrophy of quadriceps revealing a spinal dysraphism. Parkinsonism<br />

& related disorders 2009; 15: 716-7.<br />

6. Palisano RJ, Campbell SK, Orlin M. Physical Therapy for Children-E-Book.<br />

Elsevier Health Sciences; 2014.<br />

7. Caviness JN. Classification and evaluation of myoclonus. In: Up-<br />

ToDate 2015.<br />

8. Akelci K, Atici S. [Transient spinal myoclonus due to epidural levobupivacaine<br />

infusion: case report]. Agri : Agri (Algoloji) Dernegi’nin<br />

Yayin organidir = The journal of the Turkish Society of Algology 2015;<br />

27: 58-60.<br />

9. Kazan S, Turgut VU. Acil Nöroşirürjikal Müdahale Yönüyle Spinal<br />

Disrafizmler. Turkiye Klinikleri Journal of Surgical Medical Sciences<br />

2007; 3: 77-82.<br />

10. Işik U. Seizures in children with myelomeningocele. In: Özek M<br />

CG, Maixner W editor. Spina Bifida: Management and outcome Milan:<br />

Springer-Verlag; 2008. p.297-301.<br />

Spinal disrafizmde spinal miyoklonus görülme mekanizması<br />

tam olarak aydınlatılamamış olmakla<br />

birlikte nöronal devrelerde bölgesel bir bozulma<br />

sonucu spinal kord devrelerinin işlevini kaybedip<br />

alfa motor nöronların hasar görmesi ve spinal ara<br />

nöronların ve inen yolların hasarlanmasıdır (4).<br />

Suprasegmental inen yollarda ve lokal arka boynuz<br />

internöranlarında inhibisyon kaybı ile gelişen<br />

ön boynuz nöronlarının hiperaktivitesi ve bu bölgedeki<br />

aksonların anormal uyarılarla uyarılmaları<br />

sonucunda bu hastalarda miyoklonus geliştiği öne<br />

sürülmektedir (8).<br />

Spina bifidalı çocuklarda nöbet sıklığı %14,7-29<br />

arasında değişmektedir ve bu çocuklarda epilepsi<br />

gelişimi diğer şant disfonksiyonu ve enfeksiyon<br />

gibi önemli müdahale gerektiren patolojilerle ilişkili<br />

olabileceğinden tanınması önemlidir (10).<br />

Sonuç olarak; segmental spinal myoklonus spina<br />

bifidada nadir gözlenen bir hareket bozukluğu olup<br />

tanınması, spina bifidanın epileptik ve nonepileptik<br />

paroksismal bozuklukların sık görüldüğü bir merkezi<br />

sinir sistemi patolojisi olması nedeniyle önemlidir.<br />

Yazılı hasta onamı bu çalışmaya katılan hastadan alınmıştır.<br />

Yazarlar, bu olgu sunumunda kullanılmak üzere, verilerinin<br />

kullanılmasına izin veren hastaya ve ailesine teşekkür<br />

ederler.<br />

- 31 -


Fatma Kulalı ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):32-34 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.744<br />

Olgu Sunumu - Case Report<br />

Üretral Divertikülitin Tanısında Manyetik Rezonans Görüntüleme ve Difüzyon<br />

Ağırlıklı Sekansların Önemi: Olgu Sunumu<br />

The Role of Magnetic Resonance Imaging and Diffusion Weighted Imaging in the Diagnosis of<br />

Urethral Diverticulitis: A Case Report<br />

Fatma KULALI 1 , Şafak Fırat KULALI 2 , Aslıhan Semiz OYSU 1 , Yaşar BÜKTE 1<br />

1. Radyoloji Kliniği, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />

2. Üroloji Kliniği, Üsküdar Devlet Hastanesi, İstanbul<br />

ÖZET<br />

GİRİŞ<br />

Üretral divertikül nadir görülen bir hastalıktır. Kadınlarda<br />

daha sık görülmektedir. Çoğunlukla asemptomatiktir. Ancak,<br />

hastalar dizüri, üretrada ağrı, üriner inkontinans gibi nonspesifik<br />

üriner sistem şikayetleri ile de karşımıza çıkabilir. Nonspesifik<br />

semptomlar nedeniyle tanısı zordur. Divertikülit, divertikül içerisinde<br />

kalkül veya daha nadiren tümör gelişimi gibi komplikasyonlara<br />

neden olabilmektedir. Manyetik rezonans görüntüleme<br />

(MRG), yüksek doku kontrast rezolüsyonuna sahip olması nedeniyle<br />

üretra değerlendirmesinde önemli bir role sahiptir. Bu sebeple,<br />

özellikle tedaviye dirençli veya tekrarlayan üriner sistem<br />

şikayetleri olan hastaların, ayırıcı tanısında üretral divertikül<br />

ve komplikasyonlarını da düşünülerek, MRG ile ayrıntılı değerlendirilmesi<br />

gerekmektedir. Bu bildiride, nadir görülen üretral<br />

divertikülitin kontrastlı alt batın MRG ve difüzyon ağırlıklı görüntüleme<br />

(DAG) bulgularını sunmayı amaçladık.<br />

Anahtar Kelimeler: difüzyon ağırlıklı görüntüleme, manyetik rezonans<br />

görüntüleme, üretral divertikül<br />

ABSTRACT<br />

Aim: Urethral diverticulum is a rare disorder. It is more common<br />

in women and usually asymptomatic. But, urethral diverticulum<br />

can cause non-specific symptoms such as dysuria, urethral pain<br />

and urinary incontinence. Some complications such as diverticulitis,<br />

stone or tumor development inside the diverticulum can be<br />

developed. The diagnosis of urethral diverticulum and its complications<br />

is very difficult. Because of extremely high contrast resolution,<br />

magnetic resonance imaging (MRI) has an important role<br />

in the evaluation of urethra. MRI can be problem solving modality<br />

especially in the patients with treatment resistant or recurrent<br />

symptoms of urinary system and in the suspicion of diagnosis of<br />

urethral diverticulum and complications. We aimed to present the<br />

features of MRI and diffusion weighted imaging (DWI) of urethral<br />

diverticulitis.<br />

Keywords: magnetic resonance imaging, diffusion weighted imaging,<br />

urethral diverticulum<br />

İletişim Bilgileri:<br />

Sorumlu Yazar: Uzm. Dr. Fatma KULALI<br />

Yazışma Adresi: Adem Yavuz Cad. No:1, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Eğitim<br />

ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Ümraniye, 34764, İstanbul<br />

Tel: +90 (216) 632 18 18 DH:1462 Fax: +90 (216) 632 71 24<br />

E-Posta: ftkulali@gmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 26.07.2017<br />

Makalenin Kabul Tarihi: 19.03.<strong>2018</strong><br />

- 32 -<br />

Üretral divertikül nadir görülmektedir. Çoğunlukla<br />

periüretral glandların tekrarlayan enfeksiyonu<br />

sonucunda oluştukları düşünülmektedir (1, 2). Sıklıkla<br />

üretra orta kısmında gelişirler. Üriner sisteme<br />

ait nonspesifik semptomlara neden olması sebebiyle<br />

tanısı oldukça zordur. Bu bildiride, nadir görülen<br />

üretral divertikülitin manyetik rezonans görüntüleme<br />

(MRG) ve difüzyon ağırlıklı görüntüleme (DAG)<br />

özellikleri sunulmuştur.<br />

OLGU SUNUMU<br />

Kırk iki yaşında kadın hasta, uzun süredir olan<br />

ve zaman zaman şiddetlenen karın ağrısı şikayeti ile<br />

hastanemize başvurdu. Üriner sistem ile ilgili şikayeti<br />

bulunmamaktaydı. Fizik muayenesinde özellik<br />

yoktu. Laboratuvar bulgularında özellik saptanmadı.<br />

Hastaya çekilen tüm batın ultrasonografi (USG)<br />

tetkikinde hepatosteatoz ve kolelithiasis saptandı.<br />

Üriner sisteme ait sonopatoloji izlenmedi. Hastanın<br />

uzun süredir olan kronik karın ağrısı nedeniyle<br />

daha ayrıntılı inceleme için intravenöz (iv) kontrastlı<br />

tüm batın MRG ve DAG tetkiki yapıldı. MRG tetkikinde,<br />

üretra orta kesimde posteriora uzanan 10 x<br />

11 mm boyutlarında T1 ağırlıklı sekanslarda hipointens,<br />

T2 ağırlıklı sekanslarda hiperintens, içerisinde<br />

seviyelenme izlenen, üretra ile ilişkili divertikül ile<br />

uyumlu görünüm saptandı (Resim 1). Divertikül,<br />

periferal kontrastlanma göstermekteydi (Resim 2).<br />

DAG kesitlerinde, divertikülde difüzyon kısıtlanması<br />

mevcuttu (Resim 3). Bu sebeple, ön tanı üretral<br />

divertikülit lehine düşünüldü. MRG ve DAG raporu<br />

üzerine yapılan üretraya yönelik ürolojik fizik muayenede<br />

üretral divertiküliti destekleyecek bulgular<br />

saptandı. Üretral divertikülit tanısı konularak antibiyotik<br />

tedavi başlandı. Takiplerinde, hastanın şikayetlerinin<br />

düzeldiği saptandı. Retrospektif hazırlanmış<br />

olan bu olgu sunumu için, hastadan bilgilendirilmiş<br />

onam formu alındı.<br />

TARTIŞMA<br />

Üretral divertikül, gerçek üretra lümeninden<br />

dışarıya doğru olan sakküler tarzdaki genişlemeye<br />

verilen isimdir (1,2). Üretral divertikül, kadınlarda<br />

daha sık görülmekte olup görülme sıklığı %1-6 arasında<br />

değişmektedir.


Fatma Kulalı ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):32-34 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.744<br />

Resim 1. Sagital T2 ağırlıklı incelemede, üretra orta kesimde posteriorda üretra ile ilşkili içerisinde hafif hipointens seviyelenme izlenen T2 hiperintens<br />

divertikül ile uyumlu kistik görünüm.<br />

Resim 2. Kontrastsız (a) ve kontrastlı (b) aksiyel yağ baskılı T1 ağırlıklı incelemelerde üretral divertikülit ile uyumlu periferal kontrastlanma (oklar).<br />

Resim 3. Üretral divertikülitin aksiyel ADC haritasında (a) hipointens (uzun ok) ve DAG’de (b) hiperintens (kısa ok) izlenen difüzyon kısıtlanması.<br />

- 33 -


Fatma Kulalı ve ark.<br />

En sık 30 – 50 yaş arasında görülmekle birlikte<br />

tüm yaş gruplarında saptanabilir (2, 3). Üretral divertiküller,<br />

konjenital veya edinsel olabilir. Daha<br />

çok edinsel (%67-%90) üretral divertiküller görülmektedir<br />

(4). Çoğunlukla asemptomatiktir. Komplikasyonlarına<br />

bağlı semptomlar daha sık görülür.<br />

Klasik semptomları, dizüri, pollaküri, disparoni ve<br />

üriner inkontinans olarak tanımlanmaktadır. Divertikül,<br />

enfeksiyon, taş, fistül ve adenokarsinom<br />

gelişimine yatkınlık oluşturmaktadır (1,4). En sık<br />

komplikasyonu enfeksiyondur. Üretral divertikülit<br />

tanısı oldukça zordur. USG, voiding sistoüretrografi<br />

(VCUG), pozitif basınç üretrografi ve MRG<br />

gibi görüntüleme tetkikleri, tanı için kullanılabilir.<br />

Ancak, USG’ nin diğer tetkiklere göre duyarlılığı<br />

daha azdır. Tanı için ilk tercih edilen görüntüleme<br />

tetkikleri, VCUG veya pozitif basınçlı üretrografi<br />

olabilir. Doğruluk oranları VCUG için yaklaşık %<br />

85 iken pozitif basınçlı üretrografi için %90’dır (2).<br />

Her iki yöntem de girişimsel işlem gerektirdiği için<br />

hasta açısından zor işlemlerdir. MRG, üretral divertikül<br />

tanısında üretrografi veya fiber optik üretroskopiden<br />

daha duyarlı bulunmuş olup non-invaziv<br />

bir tetkiktir (2). Yüksek doku kontrast rezolüsyonu<br />

nedeniyle MRG, üretral patolojileri değerlendirmede<br />

oldukça etkilidir (5, 6). Koronal, sagital ve<br />

aksiyel kesitlerde inceleme imkanı sağlar. MRG’de<br />

üretral divertikül, üretra ile ilişkili, T1 ağırlıklı incelemelerde<br />

hipointens, T2 ağırlıklı incelemelerde<br />

hiperintens, kontrastlanma göstermeyen kistik lezyonlar<br />

şeklinde izlenir (6). Divertikülitte periferal<br />

kontrastlanma izlenirken divertikül içerisinde tümör<br />

varlığında divertikül içinde nodüler veya papiller<br />

tarzda kontrastlanma görülebilir (5,6). Fistül<br />

traktı mevcut ise lineer kontrastlanma göstererek<br />

uzanımları değerlendirilebilir. Ayrıca, MRG ile<br />

birlikte DAG’ nin kullanılması, komplikasyonların<br />

ayırıcı tanısında oldukça faydalıdır. DAG, hücreler<br />

arası su hareketini göstermektedir. Artmış hücre sayısı<br />

veya yapısal bozukluk sonucu, hücre dışı sıvı<br />

hareketini kısıtlayan örneğin iskemik değişiklikler,<br />

kitle veya apse gibi patolojilerde doku içinde difüzyon<br />

kısıtlanması izlenir (3). ‘Apparent diffusion coefficient’<br />

(ADC) haritası, difüzyon kısıtlanmasının<br />

varlığını doğrulamayı sağlar. DAG’de hiperintens<br />

ve ADC haritasında hipointens sinyal değişikliği<br />

difüzyon kısıtlanmasını gösterir. DAG ile divertikülit<br />

veya divertikül içi kitle tanısı daha kolay konulabilir.<br />

Üretral divertikülün ayırıcı tanısında, skene kanal<br />

kisti ve apsesi, vajinal duvar kisti gibi periüretral<br />

kistik lezyonlar, ektopik üreterosel ve üretral adenokarsinom<br />

gibi lezyonlar düşünülebilir (7). Skene<br />

kanal kisti, paraüretral kanalların inflamatuar<br />

tıkanması sonucu gelişir ve eksternal üretral meatus<br />

lateralinde, simfizis pubis inferioru seviyesinde<br />

izlenir. Gardner kanal kisti, vajina posterolateralinden<br />

kaynaklanır. Tariflenen kistler, MRG’de, T1<br />

ağırlıklı incelemede hipointens, T2 ağırlıklı incelemede<br />

hiperintens izlenirler. Kontrast tutulumu veya<br />

difüzyon kısıtlanması göstermezler. Komplikasyon<br />

varlığında değişik sinyaller sergileyebilirler. Skene<br />

kanal kistinin enfekte olması ile skene kanal apsesi<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):32-34 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.744<br />

- 34 -<br />

gelişir. MRG’de apse, periferal kontrastlanma ve<br />

DAG’de difüzyon kısıtlanması ile karakterizedir.<br />

Lokalizasyonları ve üretra lümeni ile ilişkilerinin<br />

olmaması ayırıcı tanıda önemlidir. Ektopik üretrosel,<br />

çoğunlukla böbreğin çift toplayıcı sistem<br />

anomalisi ile birliktelik gösterir. Ektopik üretrosel,<br />

ektopik açılım gösteren distal üreterin açıldığı<br />

lümen içindeki basit kistik dilate kısmıdır. Üreter<br />

ile ilişkisinin gösterilmesi ve çift toplayıcı sistem<br />

varlığı tanıda yardımcıdır. Üretral karsinom oldukça<br />

nadir olup daha çok post-menopozal dönemde<br />

saptanır. MRG’de, T1 ağırlıklı incelemelerde hipointens,<br />

T2 ağırlıklı incelemelerde hiperintens, düzensiz<br />

konturlu kitle şeklinde izlenir ve heterojen<br />

yoğun kontrastlanma gösterir. DAG’de, kısıtlanma<br />

gösterir. Komşu organ invazyonunu ve eşlik eden<br />

lenfadenopatileri saptamada MRG ve DAG, oldukça<br />

faydalıdır (7). Üretral divertikül tedavisi hastaya<br />

göre değişmektedir. Konservatif yaklaşım veya<br />

cerrahi uygulanabilir (4). Tedavide ana seçenekler<br />

konservatif tedavi, endoskopik unroofing, üretral<br />

divertikülektomi ve rekonstrüksiyon, üriner diversiyondur<br />

(1). Başarılı bir cerrahi ile hastaların çoğu<br />

fayda görmektedir. Ancak, özellikle edinsel divertiküllerde,<br />

enfeksiyon ve fistül gibi komplikasyonlar<br />

daha sık görülmektedir. Rekürrens de sık görülebilmektedir<br />

(1). Üretral divertikül, sıklıkla çok küçük<br />

boyutlarda olması nedeniyle MRG sekanslarında<br />

gözden kaçabilmektedir. Özellikle tekrarlayan veya<br />

tedaviye dirençli üriner sistem şikayetleri olan hastalarda,<br />

üretral divertikül ve komplikasyonları açısından<br />

da ayrıntılı değerlendirme yapmamız gerekmektedir.<br />

Sonuç olarak, üretral divertikülit, rutin görüntüleme<br />

tektiklerinde gözden kaçabilir. Özellikle klinik<br />

şüphe olan hastalarda bu alan daha dikkatli değerlendirilmelidir.<br />

Non-invazif bir yöntem olan MRG<br />

ve DAG’ nin üretral divertikül tanısında ve komplikasyonlarının<br />

değerlendirilmesinde önemli bir rolü<br />

vardır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Pradhan MR, Ranjan P, Kapoor R. Female urethral diverticulum<br />

presenting with acute urinary retention; Indian J Urol. 2012; 28(2): 216–<br />

218.<br />

2. Patel AK, Chapple CR. Female urethral diverticula. Curr Opin<br />

Urol. 2006;16 (4): 248-54.<br />

3. El-Nashar SA, Singh R, Bacon MM, Kim-Fine S, Occhino JA,<br />

Gebhart JB, et al. Female Urethral Diverticulum: Presentation, Diagnosis,<br />

and Predictors of Outcomes After Surgery. Female Pelvic Med<br />

Reconstr Surg. 2016;22(6):447-452.<br />

4. Ömer Gökhan Doluoğlu, Emre Huri. [Urethral Diverticula] J<br />

Female Funct Urol 2014;1:35-8.<br />

5. Whittaker CS, Coady A, Culver L, Rustin G, Padwick M, Padhani<br />

AR. Diffusion-weighted MR imaging of female pelvic tumors: a pictorial<br />

review. Radiographics. 2009 May-Jun;29(3):759-74.<br />

6. Chou CP, Levenson RB, Elsayes KM, Lin YH, Fu TY, Chiu YS, et<br />

al. Imaging of Female Urethral Diverticulum: An Update. RadioGraphics<br />

2008;28(7):1917-30.<br />

7. Chaudhari VV, Patel MK, Douek M, Raman SS. MR imaging<br />

and US of female urethral and periurethral disease. Radiographics.<br />

2010;30(7):1857-74.


Fatma Kulalı ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):35-37 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.750<br />

Olgu Sunumu - Case Report<br />

ÖZET<br />

Skrotal herniasyon, sıklıkla karşılaştığımız bir sağlık<br />

soru¬nudur. Tek tedavi seçeneği, operasyondur. Opere edilmeyen<br />

olgular, inkarserasyon, strangülasyon veya perforasyon<br />

gibi majör komplikasyonlara neden olabilir ve acil koşullarda<br />

operasyon gerektirebilir. Skrotal herniasyonun tanısı, genellikle<br />

fizik muayene ile konulmaktadır. Ancak, özellikle büyük herniasyonlarda,<br />

kese içeriğinin değerlendirilmesi için görüntüleme<br />

gereklidir. Dev inguinoskrotal herniasyon tanımı, femur orta kesim<br />

inferioruna uzanan herniasyonlar için kullanılmaktadır. Dev<br />

inguinoskrotal herniasyon oldukça nadir görülmektedir. İnce<br />

bağırsakların tamamına yakın kısmını, sigmoid, inen kolon ve<br />

transvers kolonun tamamını içeren ve femur distal kesimi seviyesine<br />

kadar uzanan skrotal herniasyon oldukça nadir¬dir. Bu<br />

bildiride, mezenterik vasküler yapıları da içine alan dev skrotal<br />

herniasyo¬nu olan oldukça nadir görülen olgumuzun bilgisayarlı<br />

tomografi görüntüleri sunuldu.<br />

Anahtar Kelimeler: bilgisayarlı tomografi, herniasyon, skrotum<br />

ABSTRACT<br />

Aim: Scrotal herniation is a common disease. Patients with scrotal<br />

herniation can be asymptomatic or symptomatic. Surgery is<br />

the only treatment. If patients avoid surgery for scrotal herniation,<br />

major complications (e.g., incarceration, strangulation, perforation)<br />

can occur. In these situations, emergency surgery must<br />

be performed. The physical examination is generally sufficient<br />

to make diagnosis of scrotal herniation. But, imaging modalities<br />

are needed to evaluate the content of herniation, especially for<br />

giant inguinoscrotal herniation. Giant inguinoscrotal herniation<br />

is defined as herniation extending beyond midportion of femur.<br />

Giant inguinoscrotal herniation is extremely rare. We present a<br />

rare case of computed tomography findings of giant scrotal herniation<br />

containing near total small bowell, sigmoid, descending<br />

and transverse colons, and mesenteric vasculature.<br />

Keywords: computed tomography, herniation, scrotum<br />

GİRİŞ<br />

Skrotal herniasyon, fizik muayene ile kolaylıkla<br />

tanı konulabilen, sık gördüğümüz bir hastalıktır.<br />

Operasyon, tek tedavi yöntemidir (1,2). Bazı olgularda,<br />

operasyon öncesi, herniasyon içeriğinin ve<br />

ilişkili olduğu anatomik yapıların değerlendirilmesi<br />

için görüntüleme gereklidir. Özellikle dev herniasyonlarda,<br />

operasyon öncesinde kontrastlı bilgisayarlı<br />

tomografi (BT) tetkiki, operasyon planlamasında<br />

oldukça önemlidir (3).<br />

Dev Skrotal Herniasyon: Olgu Sunumu<br />

Giant Scrotal Herniation: A Case Report<br />

Fatma KULALI 1 , Şafak Fırat KULALI 2 , Aslıhan Semiz OYSU 1 , Yaşar BÜKTE 1<br />

1. Radyoloji Kliniği, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />

2. Üroloji Kliniği, Üsküdar Devlet Hastanesi, İstanbul<br />

İletişim Bilgileri:<br />

Sorumlu Yazar: Uzm. Dr. Fatma KULALI<br />

Yazışma Adresi: Adem Yavuz Cad. No:1, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Eğitim<br />

ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Ümraniye, 34764, İstanbul<br />

Tel: +90 (216) 632 18 18 DH:1462 Fax: +90 (216) 632 71 24<br />

E-Posta: ftkulali@gmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 28.07.2017<br />

Makalenin Kabul Tarihi: 27.09.2017<br />

- 35 -<br />

Dev inguinoskrotal herniasyon, oldukça nadir görülmekte<br />

olup uyluk orta kesimi inferioruna uzanım<br />

gösteren herniasyon olarak tanımlanmaktadır (1). Bu<br />

bildiride, ince bağırsakların tamamına yakın kısmını,<br />

sigmoid, inen kolon ve transvers kolonun tamamını<br />

ve mezenterik vasküler yapıları içeren, femur distal<br />

kesimi seviyesine kadar uzanan dev skrotal herniasyonu<br />

olan nadir görülen bu olgunun BT görüntülerini<br />

sunmayı amaçladık.<br />

OLGU SUNUMU<br />

Elli beş yaşında erkek hasta, sol kasıktan bacak<br />

iç kısmı boyunca uzanan şişlik şikayeti ile hastanemize<br />

başvurdu. Fizik muayenede, sol inguinal bölgede<br />

ve skrotumda diz seviyesine doğru uzanan herniasyon<br />

tespit edildi. Laboratuvar tetkiklerinde özellik<br />

yoktu. Yapılan intravenöz ve oral kontrastlı tüm batın<br />

BT tetkikinde sol inguinal ve skrotal bölgede, femur<br />

distal diafiz komşuluğuna kadar uzanan herniasyon<br />

izlendi. İnce bağırsak anslarının tamamına yakın kısmı,<br />

mezenterik vasküler yapılar, sigmoid, inen kolon<br />

ve transvers kolonun tamamı herniasyon kesesi<br />

içerisindeydi. Sagital (Resim 1) ve koronal (Resim<br />

2) kontrastlı BT kesitlerinde herniasyon kesesinin<br />

uzanımı ve içeriği ayrıntılı bir şekilde izlenmekteydi.<br />

Bağırsak anslarının duvar kalınlığı ve kontrastlanması<br />

normaldi. Obstrüksiyon bulgusu saptanmadı. Çekilen<br />

posteroanterior akciğer grafisi ve elektrokardiogramı<br />

normaldi. Hastanın herhangi bir kardiyak veya<br />

pulmoner hastalık hikayesi yoktu. Hastaya, mesh<br />

hernioplasti yapıldı. Postoperatif dönemde takiplerinde<br />

herhangi bir kardiyopulmoner sistem problemi<br />

tespit edilmedi. Operasyon lojunda nüks saptanmadı.<br />

Bu retrospektif hazırlanan olgu sunumu için hastadan<br />

bilgilendirilmiş onam formu alındı.<br />

TARTIŞMA<br />

Skrotal herniasyon tanısı, çoğunlukla fizik muayene<br />

ile konulmaktadır. Ancak, bazı olgularda, özellikle<br />

dev skrotal herniasyonlarda, operasyon esnasında<br />

gelişebilecek komplikasyonları önlemek için,<br />

herniasyon kesesinin içeriğinin, obstrüksiyon bulgusu<br />

varlığının, bağırsak anslarının perfüzyonunun görüntüleme<br />

modaliteleri ile değerlendirilmesi önemlidir<br />

(3). Özellikle pre-operatif kontrastlı ince kesit BT<br />

tetkiki operasyona yaklaşımda yol göstericidir (3).<br />

Çok kesitli BT’de, ince kesit aksiyal görüntülerden<br />

sagital ve koronal rekonstrüksiyonlar yapılarak multiplanar<br />

görüntüler oluşturulabilir ve daha ayrıntılı değerlendirme<br />

yapılabilir. Dev skrotal herniasyon, hastaların<br />

oturma ve yürüme gibi normal aktivitelerini<br />

zorlaştırmakta ve yaşam kalitesi düşürmektedir (2,3).


Fatma Kulalı ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):35-37 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.750<br />

Sıklıkla üriner sistem semptomları görülmekte<br />

olup bağırsak anslarının inkarserasyonu ve strangülasyonu<br />

gibi ciddi komplikasyonlara da neden<br />

olabilmektedir (2, 4). Herniasyon içeriğine bağlı<br />

olarak, apandisit, mide perforasyonu, duodenal<br />

perforasyon veya volvulus gibi başka ciddi<br />

komplikasyonlara da neden olabilir (5-7). Ayrıca,<br />

operasyon sonrası ani batın içi basınç artışı,<br />

venöz dönüşün azalması ve azalmış diyafram hareketine<br />

bağlı kardiyopulmoner problemler ciddi komplikasyonlara<br />

neden olabilir, morbidite ve mortaliteyi<br />

arttırabilir (8). Abdominal kompartman sendromu<br />

olarak bilinen ani yüksek intraabdominal basınç,<br />

intratorasik basınç artışına, santral venöz basınçta<br />

artışa ve buna bağlı intrakranial basınç artışına neden<br />

olabilir. Çoklu organ yetmezliklerine sebep olabilir.<br />

Abdominal kompartman sendromunda yaklaşık %40<br />

oranında mortalite görülebilmektedir (9). Bu açılardan<br />

da, preoperatif dönemde hastalar ayrıntılı değerlendirilmeli<br />

ve postoperatif dönemde yakın takip<br />

edilmelidir (7-10).<br />

Sonuç: Sonuç olarak, dev skrotal herniasyonların<br />

operasyon öncesi değerlendirilmesinde kontrastlı<br />

tüm batın BT’nin önemli bir rolü vardır. Preoperatif<br />

BT, operasyonun planlanmasında, intraoperatif ve<br />

postoperatif dönemde gelişebilecek komplikasyonların<br />

önlenmesinde yol göstericidir.<br />

Resim 1. İntravenöz ve oral kontrastlı BT ’de, rekonstrüksiyonla elde edilmiş<br />

sagital kesitte, dev skrotal herniasyon içerisindeki ince bağırsak ansları ve<br />

kolonik anslar ve mezenterik yağlı planların uzanımı izlenmektedir.<br />

- 36 -<br />

Resim 2. İntravenöz ve oral kontrastlı BT’ de, rekonstrüksiyonla elde<br />

edilmiş koronal kesitte, dev herniasyon kesesi içerisindeki süperior<br />

mezenterik vasküler yapılar net olarak izlenmekte olup açıktır.


Fatma Kulalı ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):35-37 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.750<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Hodgkinson DJ, McIlrath DC. Scrotal reconstruction for<br />

giant inguinal hernias. Surg Clin North Am.1984;64(2):307–<br />

313.<br />

2. Coetzee E, Price C, Boutall A. Simple repair of a giant<br />

inguinoscrotal hernia. Int J Surg Case Rep.2011;2(3):32–35.<br />

3. Andaç N, Baltacioğlu F, Tüney D, Cimşit NC, Ekinci G,<br />

Biren T. Inguinoscrotal bladder herniation: is CT a useful tool in<br />

diagnosis? Clin Imaging. 2002;26(5):347-8.<br />

4. Chernev I. A giant inguinoscrotal hernia. ScientificWorld-<br />

Journal. 2010;10:72–73.<br />

5. Lajevardi SS, Gundara JS, Collins SA, Samra JS. Acute<br />

Gastric Rupture in a Giant Inguinoscrotal Hernia. J Gastrointest<br />

Surg. 2015;19(12):2283-5.<br />

6. Martin-Smith JD, Garvin JT, Knox M, Boyle T. A case of<br />

duodenal rupture secondary to massive inguino-scrotal hernia.<br />

Hernia. 2013;17(4):541-3.<br />

7. Mongardini M, Maturo A, De Anna L, Livadoti G, D’Orazi<br />

V, Urciuoli P,et al. Appendiceal abscess in a giant left-sided inguinoscrotal<br />

hernia: a rare case of Amyand hernia. Springerplus.<br />

2015;26(4):378.<br />

8. Karthikeyan VS, Sistla SC, Ram D, Ali SM, Rajkumar N.<br />

Giant inguinoscrotal hernia-report of a rare case with literature<br />

review. Int Surg. 2014;99(5):560-4.<br />

9. Zeyneloglu P. [Abdominal compartment syndrome] Türk<br />

Yoğun Bakım Derneği Dergisi 2015;13:5-15.<br />

10. Cavalli M, Biondi A, Bruni PG, Campanelli G. Giant<br />

inguinal hernia: the challenging hug technique. Hernia.<br />

2015;19(5):775-83.<br />

- 37 -


Yalın İşcan ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):38-41 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.882<br />

Olgu Sunumu - Case Report<br />

Subkostal Kesi Fıtığı Onarımında Yama Sabitlemede Sütür Kullanımı: Olgu Sunumu<br />

Mesh Fixation with Sutures in Subcostal Incisional Hernia: A Case Report<br />

Yalın İŞCAN 1 , Birol AĞCA 1 , Aziz Bora KARİP 1 , Ender ONUR 1 , Kemal MEMİŞOĞLU 1<br />

1. Fatih Sultan Mehmet Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Ünitesi, İstanbul<br />

ÖZET<br />

Kesi fıtıklarında laparoskopi sıklıkla kullanılmaktadır.<br />

Zımba atıcılar sayesinde yama sabitleme oldukça kolaylaşmıştır<br />

fakat bu aletlerin subkostal bölgede etkinliği azalmaktadır.<br />

Transfasyal dikişler, zımba atıcılar için açısı zor ve riskli bölgelerde<br />

alternatif olarak kullanılabilirler.<br />

Anahtar Kelimeler: transfasyal sütür, kesi fıtığı, laparoskopik<br />

fıtık tamiri<br />

ABSTRACT<br />

Aim: Laparoscopy is often performed in incisional hernia. Mesh<br />

fixation became easier with staples but the effectiveness of these<br />

instruments reduced in subcostal region. Transfacial sutures are<br />

alternatives for staples in difficult and risky places.<br />

Keywords: transfacial sutures, incisional hernia, laparoscopic<br />

hernia repair<br />

GİRİŞ<br />

Her on laparotominin birinden kesi fıtığı gelişmektedir<br />

(1). Kesi fıtığı onarımı tüm dünyada<br />

oldukça sık uygulanan ameliyatlardan biridir (2).<br />

Onarım, hem açık hem de laparoskopik olarak yapılabilir.<br />

Laparoskopik ameliyatın güvenilirliği,<br />

açık yöntemler ile eştir (3-6). Laparoskopide yama<br />

sabitleme zımba atıcılar ve transfasyal dikişler ile<br />

yapılmaktadır (5). Yama sabitleyiciler ameliyat süresini<br />

oldukça kısaltmakla beraber, sinir zedelenmesine<br />

bağlı kronik ağrılara sebep olabilmektedirler.<br />

Bu çalışmada, yama sabitleyiciye alternatif olarak,<br />

transfasyal dikiş tekniğinin, torakoabdominal bölge<br />

kesi fıtığı onarımında, etkin olduğunu gösteren bir<br />

olguyu sunmayı amaçladık.<br />

OLGU SUNUMU<br />

Safra kesesi taşı tanısı ile iki yıl önce açık kolesistektomi<br />

yapılan 52 yaşında kadın hastada, ameliyattan<br />

2 ay sonra kesi fıtığı saptanmış. Hikayesinde,<br />

daha önce iki defa önden yaklaşımla prolen yama<br />

onarımı olan hastada, fizik muayenede sağ üst kadranda<br />

yaklaşık 25x10 cm fasya defekti palpe edilmekteydi,<br />

muayenede ele fasyadan ayrılmış prolen<br />

mesh gelmekteydi. Bilgisayarlı tomografide sağ üst<br />

kadranda fasya defekti, bu defektten protrüze olmuş<br />

ve sağda toraks duvarı ile cilt arasında uzanan bağırsak<br />

ansları saptanmıştı (Resim 1).<br />

İletişim Bilgileri:<br />

Sorumlu Yazar: Yalın İŞCAN<br />

Yazışma Adresi: Fatih Sultan Mehmet Eğitim Ve Araştırma Hastanesi<br />

Genel Cerrahi, İstanbul<br />

Tel: +90 (216) 578 30 00<br />

E-Posta: yaliniscan@gmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 29.01.<strong>2018</strong><br />

Makalenin Kabul Tarihi: 19.02.<strong>2018</strong><br />

- 38 -<br />

Ameliyatta sol üst kadrandan açık yöntemle girilen<br />

10 mm port ile pnömoperiton oluşturuldu. Sağ alt<br />

kadrana 5 mm ve sol alt kadrana 10 mm çalışma<br />

portu yerleştirildi. Fıtık içeriği keskin diseksiyonla<br />

batına iade edildi. Fıtık defekti net olarak izlenip<br />

karından alınan izdüşümüyle yamanın ölçüleri hesaplandı<br />

(Resim 2).Yapışıklık önleyici yama uygun<br />

ölçüde kesilip dört köşesine 2/0 polipropilen tespit<br />

sütürleri atıldı ve karın içine gönderildi. Sütür tutucu<br />

yardımıyla yama karın duvarına asıldı ve kot<br />

kavsine uzak tarafı emilebilir sabitleyicilerle, karın<br />

duvarına sabitlendi. Suprahepatik-alt torakal<br />

bölgede, uygun zımbalama açısı sağlanamaması<br />

ve ameliyat sonrası olası kronik ağrıyı engellemek<br />

için, zımba ile tespit yapılmadı. 15 cm uzunluğunda<br />

kesilmiş 2-0 poliprolen 8 adet sütür parçası karın<br />

içerisine alındı ve karaciğer üstüne konuldu.


Yalın İşcan ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):38-41 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.882<br />

Resim 1. Fıtığın bilgisayarlı tomografi görünümü.<br />

Resim 2. Trokar girişleri ve fıtık defektinin cilde izdüşümü.<br />

- 39 -


Yalın İşcan ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):38-41 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.882<br />

Resim 3. Serbest prolen ile fiksasyon dikişleri.<br />

İpler buraya bir defada konularak gereksiz alet giriş<br />

ve çıkışı önlendi. Sütür tutucu ile önce cilt, daha<br />

sonra sırasıyla, eski operasyona ait yerinden ayrılmış<br />

yama, sağlam faysa ve yeni yama delindi. İplik<br />

tek ucu tutularak karın dışına çıkarıldı ve işlem<br />

tekrar edilerek diğer uç ta karın dışına alındı ve cilt<br />

altında kalacak şekilde tespit dikişleri bağlandı (Resim<br />

3). Tespit sütürleri 3’er cm arayla atıldı.Güvenli<br />

yama sabitliği sağlayacak kadar sütür atılmasını takiben<br />

ameliyat sonlandırıldı. Ameliyat sonrası dönemi<br />

sorunsuz seyreden hasta, 3. gününde taburcu<br />

edildi.<br />

TARTIŞMA<br />

Karın ameliyatları sonrası, %10 oranda kesi<br />

fıtığı gelişmektedir (1). Kesi fıtıklarında primer<br />

dikiş ile tamirden sonra fıtık tekrarlama oranı her<br />

girişim sonrası artmaktadır. Prostetik yama kullanımının<br />

bu riski azalttığının (%32-%63) ortaya<br />

konmasından bu yana, yamalar fıtık cerrahisinde<br />

standart olarak kullanılmaya başlanmıştır (7).<br />

1990’ların başında karın duvarı fıtıklarında, laparoskopik<br />

intraperitoneal yama kullanımı tarif edilmiştir<br />

(8). Laparoskopik yama sabitlemede ana<br />

prensipler, organların yamanın üzerine fıtıklaşmasının<br />

engellenmesi, yamanın kendi üzerine katlanmasının<br />

önlenmesi ve yamanın kenarlarının fıtık<br />

halkasından belirli ve eş uzaklıklara sabitlemektir.<br />

Fıtık halkasından en az 4 cm (obez hastalarda en<br />

az 5 cm) uzaklık hesaplanarak yamanın ölçüleri<br />

alınmalıdır (9). Bu uzaklık bizim olgumuzda olduğu<br />

gibi palpasyonla karındaki izdüşümü çizilerek<br />

hesaplanabilir ya da steril cetvel kullanılarak<br />

laparoskopi yardımıyla fıtık halkasının boyutları<br />

ölçülebilir.<br />

Tanımlandığı tarihten itibaren yamanın karın duvarına<br />

sabitlenmesi zımba atıcılar ve transfasyal<br />

dikişler ile yapılmıştır. Her iki yöntem de yaygın<br />

olarak kullanılmasına karşın fıtık cerrahisinde<br />

hangisinin ideal olduğu halen tartışmalıdır. Bu<br />

konu hakkında yapılan tek prospektif randomize<br />

çalışmada transfasyal dikişin ameliyat sonrası<br />

ilk altı haftada daha ağrılı olduğu izlenilmiş fakat<br />

yama katlanmasının zımba atıcılara kıyasla daha<br />

az olduğu gösterilmiştir (10). Ağrının etiyolojisinin<br />

yamaya bağlı peritonit ve fiksasyon materyalleri<br />

olduğu düşünülmektedir fakat ameliyat sonrası<br />

kronik ağrının asıl nedeni açıklanamamıştır (9).<br />

Bazı çalışmalarda nöral hasara bağlı kronik ağrı<br />

oluştuğu düşünülmüş ve sınırlı hasta grubunda<br />

fiksasyon materyalleri çıkarılıp ağrının gerilediği<br />

görülmüştür (11). Bazı yazarlar da zımbaların peritonu<br />

sıkıştırdığı için kronik ağrının oluştuğunu<br />

savunmuşlardır (12). Bu sebeplerle üretilen, emilebilir<br />

zımbaların, kronik ağrıda anlamlı olarak<br />

avantajlı olduğu görülmüş ve yaygın olarak kullanılmaya<br />

başlanmıştır. Ayrıca literatürde, yama<br />

sabitlemede yapıştırıcı kullanımının tartışıldığı<br />

birkaç çalışma mevcuttur fakat henüz uzun dönem<br />

hiçbir sonuç yayınlanmamıştır (13-15).<br />

Laparoskopik fıtık cerrahisi zımba atıcılar sayesinde<br />

oldukça kolaylaşmıştır. Uygulamada zımba<br />

atıcı ile karın içinden ve elle ters istikamette<br />

karın dışından uygulanan baskı, yamayı sıkıştırıp<br />

güvenle dokuya zımbalama imkanı vermektedir.<br />

Fakat bizim vakamızda olduğu gibi subkostal bölgede<br />

bu manüplasyon kotlar nedeni ile mümkün<br />

olmamaktadır.<br />

Karın dışından el ile manüplasyonu mümkün olmayan<br />

alanlar için açılı sabitleyiciler üretilmiştir.<br />

Yapılan deneysel bir çalışmada standart zımba atıcı<br />

ve açılı zımba atıcı karşılaştırılmıştır, açılı aletin<br />

yamayı karın duvarına daha güçlü tespit ettiği<br />

gösterilmiştir. Fakat artiküle aletlerle henüz yeterli<br />

klinik çalışma yayınlanmamıştır (16).<br />

- 40 -


Yalın İşcan ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):38-41 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.882<br />

Bu bölge için bir diğer önemli sorun ise interkostal<br />

sinir hasarı, olası periost reaksiyonu ve beraberlerinde<br />

getirdikleri kronik ağrı riskidir. Bu bölgede<br />

transfasyal dikişler oldukça faydalıdır ve birkaç<br />

farklı teknik ile atılabilir.<br />

Bizim tarif ettiğimiz yöntemde 15 cm uzunluğunda<br />

serbest prolen iplikler karın içine tek seferde<br />

alınır ve karaciğer üstüne bırakılır. Sütür tutucu<br />

yardımıyla cilt, cilt altı dokular ve yama delinerek<br />

ipliğin bir ucu karın dışına alınır ve işlem tekrar<br />

edilerek diğer uç ta karın dışına çıkarılarak tespit<br />

dikişi oluşturulur.<br />

SONUÇ<br />

Tekrar eden karın duvarı kesi fıtıklarında laparoskopik<br />

fıtık tamiri güvenle uygulanmaktadır.<br />

Yama sabitlemede zımba atıcılar kullanımı basit<br />

ve ameliyat süresini kısaltan aletlerdir. Fakat açısı<br />

zor ve kronik ağrı riski taşıyan bölgelerde tercih<br />

edilmemelidir. Sütür tutucular yardımı ile laparoskopik<br />

transfasyal yama sabitleme, torakoabdominal<br />

bölge fıtıklarında uygulanabilen ucuz, güvenli<br />

bir alternatif yöntemdir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Mudge M, Hughes LE. Incisional hernia: a 10-year prospective<br />

study of incidence and attitudes. Br J Surg 1985;72:70—1.<br />

2. Hawn MT, Snyder CW, Graham LA, Gray SH, Finan KR, Vick CC<br />

(2010) Long-term follow-up of technical outcomes for incisional hernia<br />

repair. J Am Coll Surg 210:648–657<br />

3. Beldi G, Ipaktchi R, Wagner M, Gloor B, Candinas D (2006) Laparoscopic<br />

ventral hernia repair is safe and cost effective. Surg Endosc<br />

20:92–95<br />

4. Bingener J, Buck L, Richards M, Michalek J, Schwesinger W,<br />

Sirinek K (2007) Long-term outcomes in laparoscopic vs open ventral<br />

hernia repair. Arch Surg 142:562–567<br />

5. Chelala E, Thoma M, Tatete B, Lemye AC, Dessily M, Alle JL<br />

(2007) The suturing concept for laparoscopic mesh fixation in ventral<br />

and incisional hernia repair: mid-term analysis of 400 cases. Surg Endosc<br />

21:391–395<br />

6. Heniford BT, Park A, Ramshaw BJ, Voeller G (2003) Laparoscopic<br />

repair of ventral hernias: nine years’ experience with 850 consecutive<br />

hernias. Ann Surg 238:391–399; discussion 399–400<br />

7. Burger JWA, Luijendijk RW, Hop WCJ, et al. Long-term followup<br />

of a randomized controlled trial of suture versus mesh repairof incisional<br />

hernia. Ann Surg 2004;240:578—83.<br />

8. LeBlanc KA, Booth WV. Laparoscopic repair of incisional abdominal<br />

hernias using expanded polytetrafluoroethylene: preliminary<br />

findings. Surg Laparosc Endosc 1993;3:39—41.<br />

9. P.-E. Moreau, N. Helmy, C. Vons. Laparoscopic treatment of incisional<br />

hernia. State of the art in 2012. Journal of Visceral Surgery (2012)<br />

149, e40—e48<br />

10. Beldi G, Wagner M, Bruegger LE, Kurmann A, Candinas D. Mesh<br />

shrinkage and pain in laparoscopic ventral hernia repair: a randomized<br />

clinical trial comparing suture versus tack mesh fixation. Surg Endosc.<br />

2011 Mar;25(3):749-55. doi: 10.1007/s00464-010-1246-0. Epub 2010<br />

Jul 23.<br />

11. Perrone JM, Soper NJ, Eagon JC, et al. Perioperative outcomes<br />

and complications of laparoscopic ventral hernia repair. Surgery<br />

2005;138:708—15<br />

12. Sauerland S, Walgenbach M, Habermalz B, Seiler CM, Miserez<br />

M. Laparoscopic versus open surgical techniques for ventral or incisional<br />

hernia repair. Cochrane Database Syst Rev 2011;(3) [CD007781].<br />

13. Dilege E, Deveci U, Erbil Y, et al. N-butyl cyanoacrylate versus<br />

conventional suturing for fixation of meshes in an incisional hernia model.<br />

J Invest Surg 2010;23:262—6<br />

14. Morales-Conde S, Barranco A, Socas M, et al. Systematic review<br />

of the use of fibrin sealant in abdominal-wall repair surgery. Hernia<br />

2011;15:361—9.<br />

15. Eriksen JR, Bisgaard T, Assaadzadeh S, Jorgensen LN, Rosenberg<br />

J. Randomized clinical trial of fibrin sealant versus titanium tacks<br />

for mesh fixation in laparoscopic umbilical hernia repair. Br J Surg<br />

2011;98:1537—45<br />

16. Elazary R, Kedar A, Abu-Gazala M, Mintz Y. Comparing laparoscopic<br />

mesh fixation strength between articulated and non articulated<br />

tack devices. Minim Invasive Ther Allied Technol. 2013 Feb 4.<br />

- 41 -


Özge Gülsüm İlleez<br />

Derleme - Review<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):42-46 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.739<br />

Juvenil İdiopatik Artrit<br />

Juvenile Idiopathic Artrhritis<br />

Özge Gülsüm İLLEEZ 1<br />

1. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Eğitim-Araştırma Hast., Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Kliniği, İstanbul<br />

ÖZET<br />

Juvenil idiopatik artrit çocukluk çağında en sık görülen romatizmal<br />

hastalıktır. Hastalık eklemlerde ağrı, şişlik, deformite,<br />

büyüme – gelişme ve seksüel gerilik gibi bulgulara neden olabilir.<br />

Aktif hastalık uygun şekilde tedavi edilmezse erişkin döneme<br />

taşınabilir. Bu nedenle tedavide temel amacımız inflamasyonu<br />

hızlı bir şekilde kontrol altına almaktır. Biyolojik tedavilerin bu<br />

hastalık grubunda kullanılmaya başlaması ile birlikte tedavi seçenekleri<br />

artmıştır.<br />

Anahtar Kelimeler: juvenil; idiopatik; artrit<br />

ABSTRACT<br />

Juvenile idiopathic arthritis is the most common rheumatic<br />

disease in childhood. It may cause pain, joint swelling, deformity<br />

and growth impairment, with probable continue active disease<br />

into adulthood if not properly treated. Therefore our main goal<br />

in treatment is to try to control of inflammation as quickly as<br />

possible. Treatment options have increased with introduction of<br />

biological treatment.<br />

Keywords: juvenile; idiopathic; artrhritis<br />

GİRİŞ<br />

Juvenil idiopatik artrit (JİA); Etyolojisi bilinmeyen,<br />

16 yaşından önce başlayan, en az 6 haftadır<br />

devam eden ve inflamatuar artritlerin tüm formlarını<br />

kapsayan heterojen hastalıklar grubudur. Çocukluk<br />

çağının en sık görülen kronik, romatizmal hastalığıdır<br />

(1). Etiyopatogenezi halen tam olarak açıklanamamakla<br />

birlikte hem genetik hem de çevresel<br />

faktörlerin etkisi olduğuna inanılır (2). HLAB27 ve<br />

diğer HLA tipleri sorumlu genetik faktörler arasında;<br />

infeksiyonlar, stres ve travmanın ise sorumlu<br />

çevresel faktörler arasında olduğu düşünülmektedir.<br />

Enterik enfeksiyonlar ve parvovirus b19, rubella,<br />

hepatit, Epistein-Barr, mycoplasma, clamidya gibi<br />

enfeksiyöz ajanlar patogenezde şüpheliler arasında<br />

yer alır (3-5). JİA’nın dünya çapındaki prevalansı<br />

16-150/100.000 olup ırksal bir yatkınlık bulunmamaktadır<br />

(6). Görülme sıklığı ve tiplere göre dağılımı<br />

ülkeden ülkeye değişmektedir. Ülkemizde görülme<br />

sıklığı 64/100.000’ dir (7). Gelişmiş ülkelerde en<br />

çok görülen tip oligoartiküler JİA olup kız çocuklarda<br />

sıkken, gelişmekte olan ülkelerde en çok görülen<br />

tipler sistemik, entezitle ilişkili artrit ve poliartiküler<br />

JİA olup erkek çocuklarda sıktır (8).<br />

İletişim Bilgileri:<br />

Sorumlu Yazar: Dr. Özge Gülsüm İLLEEZ<br />

Yazışma Adresi: Fatih Sultan Mehmet Eğitim-Araştırma Hastanesi, E-5<br />

karayolu üzeri, 34752, İçerenköy-Ataşehir, İstanbul, Türkiye<br />

Tel: +90 (532) 625 56 84 Fax: +90 (216) 575 04 06<br />

E-Posta: ozgeilleez@hotmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 18.07.2017<br />

Makalenin Kabul Tarihi: 28.09.2017<br />

- 42 -<br />

Günümüzde JİA sınıflandırması International League<br />

of Associations for Rheumatology (ILAR) tarafından<br />

belirlenen, hastalığın ilk 6 ayındaki klinik ve<br />

laboratuar özelliklere göre yapılmakta ve buna göre<br />

hastalık 7 kategoriye ayrılmaktadır (9).<br />

* Sistemik JİA<br />

* Oligoartiküler JİA<br />

– Sürekli (persistent) oligoartrit<br />

– Uzamış (extended) oligoartrit<br />

* Seronegatif poliartiküler JİA<br />

* Seropozitif poliartiküler JİA<br />

* Jüvenil psoriatik artrit<br />

* Entezit ile ilişkili artrit<br />

* Sınıflandırılamayan artritler<br />

JİA-Sistemik tutulum: JİA’lı olguların %5-15’sini<br />

oluşturur (10).16 yaşından önce herhangi bir yaşta<br />

gelişebilmekle birlikte, 1-6 yaş arasında pik yapar,<br />

her iki cinste eşit sıklıkta görülür. En az 1 eklemde<br />

artritle birlikte en az iki haftadır devam eden ve<br />

bunun en az 3 günü quatidien (günde en az bir kez<br />

≥39˚C tekrarlayan ateş ve gün içinde 37˚C ve altına<br />

geri dönüş) tipte olan ateş ve aşağıdakilerden en az<br />

1’nin varlığı;<br />

-Eritematöz, sınırları belirgin olmayan, basmakla solan,<br />

soluk pembe renkli makülopapuler döküntü<br />

- Yaygın LAP<br />

- Hepatomegali ve/veya splenomegali<br />

- Serozit (plevral, perikardiyal ve peritoneal) ile tanı<br />

düşünülür (11).<br />

Artrit genellikle simetrik, poliartiküler ve destrüktif<br />

karakterdedir. Başlangıçta artrit görülmeyebilir, ancak<br />

artrit olmazsa tanı konulması artit görülünceye<br />

kadar gecikir. Destrüktif karakterli artrit nedeniyle<br />

sistemik JİA’lı hastaların yaklaşık %40’ı DMARD<br />

ve biyolojik tedavilere ihtiyaç duyar (3). Laboratuar<br />

analizinde; sedimentasyon, crp, ferritin, C3-C4<br />

düzeylerinde yükseklik, lökositoz, hipokrom mikrositer<br />

anemi, trombositoz, romatoid faktör (RF) ve<br />

antinükleer antikor (ANA) negatifliği görülür. Sistemik<br />

JİA olası komplikasyonlar arasında; osteoporoz,<br />

büyüme-gelişme geriliği, eroziv artrit ve amiloidoz<br />

sayılabilir. Bu tipte üveit görülmez. Ayırıcı tanıda;<br />

enfeksiyonlar, maligniteler, otoimmün hastalıklar,<br />

akut romatizmal ateş, bağ dokusu hastalıkları, Kawasaki<br />

hastalığı ve inflamatuar barsak hastalıkları akla<br />

gelmelidir (12). Sistemik JİA’lı hastalarda mortalite<br />

%0.3 oranında olup, makrofaj aktivasyon sendromu,<br />

enfeksiyon veya kardiyak komplikasyonlara sekonder<br />

meydana gelmektedir (1).


Özge Gülsüm İlleez<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):42-46 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.739<br />

Makrofaj Aktivasyon Sendromu (MAS): Sık görülmeyen<br />

ama sistemik JİA’da hayatı tehdit eden<br />

bir komplikasyondur. MAS yüksek düzeyde proinflamatuvar<br />

sitokinlerin üretimine neden olan yoğun<br />

makrofaj ve T hücre artışının olduğu, ancak etkili<br />

olmayan bir bağışıklık cevabının görüldüğü sistemik<br />

bir hastalıktır (13).<br />

Viral enfeksiyonlar veya ilaç tedavisinin değiştirilmesinin<br />

tetikleyici olabileceği düşünülmektedir.<br />

Klinik özellikleri arasında; genel durumda bozulma,<br />

dirençli ateş, mukozal kanama, nörolojik anormallikler<br />

(baş ağrısı, iritabilite, letarji, nöbet, koma),<br />

pulmoner fonksiyonlarda bozulma, kardiyak ve renal<br />

yetmezlik, jeneralize lenfadenopati, hepatosplenomegali,<br />

laboratuar bulguları arasında; eritrosit<br />

sedimentasyon hızında ani düşme, pansitopeni, karaciğer<br />

fonksiyonlarında bozulma, kan lipidlerinde<br />

ani yükselme, uzamış PT-PTT süreleri, fibrin yıkım<br />

ürünlerinde artma, ferritin düzeyinde yükselme yer<br />

almaktadır. Hastaların %22’si ölüm riski ile karşı<br />

karşıya gelmektedir (3). European League Against<br />

Rheumatism/ American College of Rheumatology/<br />

Paediatric Rheumatology International Trials Organisation<br />

MAS için yakın zamanlı kriterler yayınlamıştır.<br />

Buna göre; ferritin değeri >684 ng/mL olansistemik<br />

JİA’dan şüphelenilen veya tanı konmuş<br />

ateşli hasta ve takip eden parametrelerden ikisinin<br />

pozitifliği trombosit sayısı ≤181x109/L, aspartat<br />

aminotransferaz >48 unite/L, trigliserid >156 mg/<br />

dL, fibrinojen ≤360 mg/dL tanı koydurucudur (14).<br />

Hastaların çoğunda hemodinamik instabilitenin,<br />

kanamanın ve nöbetlerin kontrolü için yüksek doz<br />

pulse steroid ve siklosporin A, etoposide, talidomid,<br />

siklofosfamid gibi diğer immunsupresif ajanlarla tedavi<br />

gerekir (1).<br />

JİA-Oligoartrit: JİA hastalarının yaklaşık %60’ını<br />

içeren tiptir (1). Sürekli ve uzamış olmak üzere 2<br />

alt tipe ayrılır. Sürekli formunda hastalık süresince<br />

tutulan eklem sayısı 4’ü geçmezken, uzamış formda<br />

hastalığın ilk 6 ayından sonra tutulan eklem sayısı<br />

5 ve üzerine çıkmaktadır. Hastalık sıklıkla 6 yaş altında<br />

başlar ve kızlarda daha sık görülür. Asimetrik<br />

artrit, üveit varlığı (hastaların %20-30’u) ve yüksek<br />

pozitif ANA düzeyleri (hastaların %70-80’i) ile birliktedir<br />

(11). Çoğunlukla diz ve ayak bilekleri tutulur.<br />

Ciddi fonksiyon kaybı görülmez. Kalça tutulumu<br />

nadirdir. Bu hastalarda en önemli sorun üveit olup<br />

ANA (+) hastaların %50’sinde üveit gelişir. Böyle<br />

hastalara 3 ayda bir göz (yarık lamba) muayenesi<br />

önerilir. Çoğu hastanın şikayetleri topikal NSAİİ’ye<br />

cevap verir. Nadiren dirençli olup glokom, katarakt,<br />

şineşi, band keratopati ve körlüğe kadar ilerleyebilir.<br />

Bu hastalarda sistemik tedavi gerekir (15). JİA-<br />

Oligoartit tipinin uzamış formu; oligoartiküler tipin<br />

poliartiküler tipe dönüşmesidir. Erkeklerde daha sık<br />

görülür. Başlangıçta el ve ayak bileklerinin tutulumu<br />

ve yüksek eritrosit sedimentasyon hızı uzamış oligoartrit<br />

tipi için öncül bulgulardır (16).<br />

Erişkin dönemde düşük remisyon oranı bu form için<br />

tipiktir (1).<br />

JİA-Poliartrit: JİA’nın %25-40’ını içeren gruptur.<br />

Hastalığın ilk 6 ayı içinde 5 ve üstü eklem tutulumu<br />

mevcuttur. RF (+) ve (-) olmasına göre 2 alt gruba<br />

ayrılır. RF (+)’liği tedavi almayan hastalarda kötü<br />

prognoz göstergesidir. Ateş, halsizlik, kilo kaybı gibi<br />

konstitüsyonel semtomlar görülebilir. RF (+)’liği<br />

tüm JİA olgularında % 10’dan azdır (6). Hastalık<br />

başlangıcı tipik olarak 8 yaş üstüdür ve %90 kız çocuklarda<br />

görülür. Klinik erişkin RA tablosunu hatırlatır.<br />

El küçük eklemleri ve el bileklerinin simetrik<br />

tutulumu tipiktir. Temporomandibuler eklem ve servikal<br />

omurga tutulabilir. Kalça tutulumu nedeniyle<br />

sıklıkla 20 yaşından önce artroplasti gerekebilir (17).<br />

RF pozitifliğinin anti-CCP pozitifliği ile birlikte olması<br />

eklem hasarını arttırır (18). ANA pozitifliği düşük<br />

orandadır. Nadiren üveit görülebilir (1). RF (-)<br />

alt tipinde; RF’nin IgM yokluğunda; hastalığın ilk 6<br />

ayı içinde 5 veya daha fazla sayıda eklemde artrit ile<br />

seyreden tiptir. JİA hastalarının %30’unu oluşturur.<br />

Her yaşta görülebilmesine rağmen sıklıkla 1-3 yaş<br />

arası pik yapar. Kızlarda daha sık görülür. En az 3<br />

fenotipi mevcut;<br />

1. Erken başlangıçlı oligoartikuler tipe benzer<br />

2. Erişkinlerdeki RF (-) RA’ya benzer<br />

3. Dry sinovit olarak isimlendirilir: şişlik az, katılık<br />

ve fleksiyon kontraktüleri yoğun (bu tipin tedaviye<br />

yanıtı az-destrüktif seyirli) (11).<br />

Poliartritli tüm hastalar DMARD veya biyolojk ajan<br />

ile tedavi gereksinimi içindedir (1).<br />

Entezit İlişkili Artrit: Esas olarak 6 yaş üzeri erkek<br />

çocukların etkilendiği artrit ve entezitle seyreden<br />

tiptir. Spondilartropatilerin öncül tipidir. ANA<br />

ve RF pozitifliği görülmez. Varlığı bu tanıyı ortadan<br />

kaldırır. HLA B27 % 65-80 olguda pozitiftir (19).<br />

Üveit % 30 olguda pozitiftir. Asimetrik alt ekstremite<br />

artriti ile gözlenir. Oligoartiküler JİA’dan farkı<br />

kalça tutulumunun daha sık görülmesidir. Hastalığın<br />

en önemli bulgusu aşil tendon, plantar fasya ve tarsal<br />

bölgede ağrı ile karakterize entesopatidir. Daha<br />

nadiren sakroiliit ve inflamatuar bel ağrısı görülür.<br />

Bu grupta yer alan çocukların birçoğu zamanında ve<br />

yeterli tedavi almazsa erişkin dönemde klasik ankilozan<br />

spondilite dönüşürler (12).<br />

Juvenil Psöriatik Artrit: 16 yaştan önce psöriazisle<br />

birliktelik gösteren artrittir. %10 olguda artrit ve<br />

psöriatik döküntü eş zamanlıdır, %33-67’sinde önce<br />

döküntü, sonra artrit gelişir. Geri kalanında ise önce<br />

artrit, sonra döküntü gelişir. Her yaşta ortaya çıkabilir<br />

ve cinsiyet farkı gözetmez. En önemli klinik<br />

bulgu daktilit ve tırnak değişiklikleridir. Artiküler<br />

tutulum; simetrik küçük eklem tutulumundan asimetrik<br />

alt extremite eklemlerinin tutulumuna ve nihayetinde<br />

seropozitif RA benzeri eklem tutulumuna<br />

kadar gidebilen bir spektrumda değişebilir. Nadiren<br />

ANA pozitifliği ve ön üveit görülebilir (20). Erişkin<br />

psöriatik artritten farkı artroplasti gerektiren kalça<br />

tutulumunun çocuklarda daha fazla olmasıdır. Kesin<br />

juvenil psöriatik artrit tanısı için;<br />

- 43 -


Özge Gülsüm İlleez<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):42-46 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.739<br />

– Tipik psöriatik cilt döküntüsü ile birlikte artrit ya da<br />

– Artrit ve aşağıdaki 4 maddeden 3’ü<br />

• Daktilit<br />

• Tırnaklarda noktalanma veya onikoliz<br />

• Birinci ve ikinci dereceden akrabalarda psöriazis<br />

• Psöriazis benzeri cilt döküntüsü gerekir (6).<br />

TANI<br />

JİA tanısı klinik kriterlere göre konur, bir dışlama<br />

tanısıdır. Ayrıntılı öykü, vücudun tüm eklemlerini<br />

kapsayan ayrıntılı bir fizik muayene gerektirir. Tanı<br />

koydurucu bir laboratuar bulgusu bulunmamaktadır.<br />

Ancak laboratuar parametreleri ayırıcı tanı ve alt<br />

grup tespitinde önemlidir. Hastalardan tam kan, akut<br />

faz reaktanları, karaciğer- böbrek fonksiyon testleri,<br />

Rf, ANA, HLA B27 istenmeli, üveit değerlendirimi<br />

için göz doktoruna konsülte edilmelidir. Konvansiyonel<br />

radyografiler strukturel eklem hasarının, eklemlerin<br />

büyüme ve maturasyon bozukluklarının<br />

tespitinde altın standarttır (21). Ancak aktif sinoviti<br />

belirlemedeki düşük sensitivitesi, erken eroziv değişiklikleri<br />

tespit etmedeki kısıtlılıkları yeni yöntem<br />

arayışlarına neden olmuştur. Magnetik rezonans görüntüleme<br />

(MRG)’nin konvansiyonel grafilere en<br />

önemli üstünlüğü sinoviti, erken eroziv değişiklikleri<br />

ve kartilajı değerlendirebilmesidir. Ultrasonografi<br />

de sinovitin değerlendirilmesinde oldukça yararlı bir<br />

yöntemdir (22, 23).<br />

TEDAVİ<br />

Tedavideki birincil amaç inflamasyonun baskılanmasıdır.<br />

Beraberinde ağrı kontrolu, eklemlerin<br />

fonksiyonlarının korunup deformitelerin önlenmesi,<br />

normal büyüme gelişmenin sağlanması ve bu süreçte<br />

hastanın psikolojik sağlığının korunmasıdır (24).<br />

Nonsteroidal antiinflamatuar ilaçlar (NSAİİ): JİA<br />

tedavisinde en sık kulanılan ilaçlar NSAİİ’lerdir. Bu<br />

ilaçlar hastalık modifiye edici değil semptom gidericidir.<br />

En sık kullanılanları; ibuprofen, indometazin<br />

ve naproksen sodyumdur. Düşük dozlarda analjezik<br />

yüksek dozlarda antiinflamatuar etkilidirler. Artrit<br />

aktif olarak devam ediyorsa 2 aydan daha fazla monoterapi<br />

olarak kullanılmaları önerilmez. Bu ilaçlar<br />

erişkinlere göre çocuklarda daha iyi tolere edilir.<br />

İlaçların gastrointestinal yan etkileri nedeniyle kullanılan<br />

proton pompa inhibitörü ve antiasitlerinse<br />

çocuklardaki işlevi belirsizdir (24,25).<br />

Sülfasalazin: Oligoartrit ve entezitle ilişkili artritli<br />

hastalarda sıklıkla kullanılmaktadır. Oligo ve poliartritli<br />

çocuklarda yapılan bir randomize kontrollü<br />

çalışmada sülfasalazinin plaseboya üstünlüğü gösterilmiştir<br />

(26). Başlangıç dozu 10-20 mg/kg/gün<br />

olup haftalar içinde doz 30-50 mg/kg/güne çıkılır.<br />

Yan etkileri; alerjik reaksiyonlar, kemik iliği baskılanması,<br />

gastrointestinal şikayetler, geriye dönüşlü<br />

sperm sayısında azalma, karaciğer ve böbrek yan<br />

etkileridir (24, 25). JİA tedavisinde metotreksatla<br />

(MTX) karşılaştırıldığı bir çalışma bulunmamakla<br />

birlikte indirekt çalışmalar MTX ‘in sülfasalazine<br />

göre daha iyi tolere edildiği ve entezitle ilişkili artrit<br />

dışındaki diğer subgruplarda daha etkili olabildiğini<br />

göstermektedir (27). Bu nedenle mevcut guidelinelar<br />

sulfasalazinin JİA subgrupları arasında entezit ilişkili<br />

tipte kullanılmasını önermektedir (25).<br />

Metotreksat (MTX): JİA tedavisinde en yaygın<br />

kullanılan konvansiyonel DMARD’dır. JİA’nın tüm<br />

subtiplerinde NSAİİ ve oligoartritli hastalarda intraartiküler<br />

kortikosteroid enjeksiyonlarını takiben başlangıç<br />

tedavisi olarak düşünülmesi gereken ilk ilaçtır<br />

(25). Tedavi dozu 0,5-1 mg/kg/hafta’dır. MTX oral<br />

ya da subkutan olarak kullanılabilir. Yakın zamanlı<br />

bir çalışmada etkinlik açısından veriliş şekilleri<br />

arasında fark olmadığı söylenirken, farklı çalışmalarda<br />

yüksek dozlarda subkutan formun biyoyararlanımının<br />

orale göre üstün olduğu bildirilmiştir. En<br />

önemli yan etkileri karaciğer ve kemik iliği üzerinedir.<br />

2-3 aylık aralarla karaciğer enzimleri ve tam<br />

kan sayımı ile yan etkilerin izlenmesi gerekmektedir.<br />

Kemik iliği üzerindeki etkilerini azaltmak, bulantı,<br />

ağız ülseri, orta derecede saç dökülmesi gibi<br />

yan etkileri kontrol altına almak için tedaviye folik<br />

veya folinik asit eklenmesi önerilmektedir (11).<br />

Leflunomid: MTX ile benzer etkinlik ve güvenilirliğe<br />

sahip olup MTX intoleransı olan hastalarda<br />

alternatif bir seçenek olarak düşünülebilir. Ancak<br />

ilaç ile ilgili deneyimler sınırlıdır (28).<br />

Kortikosteroidler: JİA’da özellikle oligoartiküler<br />

tipte eklem içi steroid kullanımı oldukça yaygındır.<br />

Hem eklem şikayetini hızlı bir biçimde azaltmak<br />

hem de sistemik tedavi gereksinimini azaltmak<br />

veya ortadan kaldırmak amaçlı kullanılır. Bu amaçla<br />

metilprednizolon asetat, triamsinolon heksasetonid<br />

kullanılabilmekle birlikte en sık tercih edilen<br />

preparat triamnisolon heksasetoniddir (29). Ayrıca<br />

sistemik hastalık kontrol altına alınsa bile temporomandibuler<br />

eklem gibi bazı eklemlerde semptomlar<br />

sürebilir. Bu nedenle sistemik tedavi yanında intraartiküler<br />

kortikosteroid uygulaması da hastalığın<br />

mikrognati ya da fasial dismorfizm gibi sonuçlara<br />

sebebiyet vermemesi için uygulanmalıdır (27). Sistemik<br />

kortikosteroid tedavisi ise sadece sistemik<br />

hastalığın myokardit, perikardit, MAS gibi ekstraartiküler<br />

bulgularının tedavisinde kullanılır.<br />

Biolojik DMARD’lar: Etanercept; insan TNF<br />

reseptörüne karşı üretilmiş olan dimerik bir füzyon<br />

proteinidir. JİA’da kullanılan ilk biyolojik<br />

DMARD’dır. JİA’lı hastalarda hayat kalitesini iyileştirdiği,<br />

radyografik eklem hasarının ilerlemesini<br />

azalttığı gösterilmiştir (30). Poliartiküler JİA’lı olgularda<br />

en etkin tedavi seçeneğidir. 0,8mg/kg/hafta<br />

dozunda etkin ve güvenilir olduğu gösterilmiştir<br />

(31).<br />

İnfliximab; Kimerik insan/fare anti-TNF etkili monoklonal<br />

antikordur. Diğer ilaçlardan farkı 3–6 mg/<br />

kg, 4-8 haftada bir olmak üzere intravenöz uygulanımıdır.<br />

- 44 -


Özge Gülsüm İlleez<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):42-46 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.739<br />

Özellikle aksiyel tutulumlu spondiloartrit, inflamatuar<br />

barsak hastalığı, psöriatik artrit ve üveitte etkili<br />

bulunmuştur. MTX ile kullanımı etkinliğini artırmaktadır<br />

(12,32).<br />

Adalimumab; TNF-alfa’ya karşı üretilmiş bir insan<br />

monoklonal antikorudur. Çocuklardaki kullanım<br />

dozu 24 mg/m2/15 gündür. İlacın MTX ile birlikte<br />

kullanılması etkinliğini belirgin olarak arttırmaktadır<br />

(24, 33).<br />

İnterlökin -1 Karşıtları:<br />

Anakinra: İnsan rekombinan IL-1 reseptör antagonistidir.<br />

2-10 mg/kg/gün dozundan, cilt altı enjeksiyon<br />

yolu ile kullanılır. Yarılanma ömrü 4-6 saat<br />

olması nedeniyle günlük enjeksiyon yapılması gerekmektedir.<br />

Patogenezinde IL-1’in önemli bir rolü olması<br />

nedeniyle sistemik başlangıçlı JİA tedavisinde<br />

tercih edilmektedir. Genellikle iyi tolere edilir, ciddi<br />

yan etki nadiren görülür (12,34).<br />

Kanakinumab: Monoklonal IgG1 antikoru olup; interlökin-1<br />

betanın izoformu gibi davranarak molekülün<br />

etkinliğini azaltır. Sistemik JİA’da etkinliği gösterilmiştir.<br />

Kullanım dozu 40 kg’ın altındaki çocuklar<br />

için 4 mg/kg/4-8 hafta, 40 kg’ın üstündekiler içinse<br />

150 mg/doz/8 hafta olarak önerilmektedir (12,35).<br />

IL-6 Karşıtları:<br />

Tosilizumab: Monoklonal IL-6 reseptör antikorudur.<br />

Aktif sistemik JİA’da önceki tedavilere yanıt<br />

alınamayan durumlarda, inatçı artrit ve poliartiküler<br />

JİA’da kullanılmaktadır. Tek başına veya metotreksatla<br />

birlikte kullanılabilir. Kullanım dozu 30 kg’ın<br />

altına 12, üstüne 8 mg/kg/2-4 haftadır (12,32)<br />

T hücre ve B hücreleri hedef alan tedaviler:<br />

Abatasept: İmmünglobulin G1’in Fc kısmı ile sitotoksik<br />

T lenfosit ilişkili antijen 4’ün ekstraselüler<br />

kısmının birleştirilmesiyle oluşturulmuş bir füzyon<br />

proteinidir. 10mg/kg dozunda, aylık enjeksiyonlar<br />

şeklinde kullanılır. Anti-TNF cevapsız hastalarda tercih<br />

edilir (12, 36)<br />

Rituximab: B hücre apopitozunu arttıran ve CD20<br />

taşıyan olgun B hücrelerini azaltan insan monoklonal<br />

antikorudur. JİA hastalarında kullanımı ile ilgili<br />

bilgiler oldukça sınırlıdır. 375 mg/m2’lik dozlar ile<br />

haftada bir dört infüzyon halinde kullanılması önerilir<br />

(12).<br />

Tofasitinib/CP-690,550: Selektif bir JAK inhibitörüdür.<br />

JİA tedavisinde kullanımı için çalışmalar devam<br />

etmektedir (24).<br />

Nonfarmakolojik Tedaviler: JİA tanılı çocukların<br />

normal fiziksel ve psikososyal gelişimleri desteklenmelidir.<br />

Okula düzenli gitmesi, grup aktivitelerine<br />

katılması, yüzme ve bisiklete binme benzeri sportif<br />

faaliyetlerle uğrasması için çaba sarfedilmelidir.<br />

Psikososyal sorunlarda pediatrik psikolog desteği<br />

alınmalıdır (11). Eklem hareket açıklıklarının korunması<br />

için çocuğa özel egzersiz programları düzenlenmelidir.<br />

Hastalığın aktif olduğu dönemde; pasif egzersizler,<br />

izometrik egzersizler, kronik dönemde ise; aktif asistif<br />

-aktif egzersizler-germe-güçlendirme egzersizleri<br />

önerilmelidir. Kısıtlılık gelişen eklem için ortez uygulaması<br />

yapılabilir. Geri dönüşümsüz eklem problemlerinde<br />

ortopedist görüşü alınmalıdır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Kahn P. J, Juvenile Idiopathic Arthritis What the Clinician Needs<br />

to Know. Bulletin of the Hospital for Joint Diseases 2013;71(3):194-9<br />

2. Glass DN, Giannini EH. Juvenile rheumatoid arthritis as a complex<br />

genetic trait. Arthritis Rheum. 1999; 42:2261–2268.<br />

3. Weiss JE, Ilowite NT. Juvenile idiopathic arthritis. Rheum Dis Clin<br />

North Am. 2007 Aug; 33(3):441-70.<br />

4. Aslan M, Kasapcopur O, Yasar H, Polat E, Saribas S, Cakan H,<br />

et al. Do infections trigger juvenile idiopathic arthritis? Rheumatol Int<br />

2011;31:215-20.<br />

5. Gonzalez B, Larrañaga C, León O, Díaz P, Miranda M, Barría<br />

M, et al. Parvovirus B19 may have a role in the pathogenesis of juvenile<br />

idiopathic arthritis. J Rheumatol 2007;34:1336-40.<br />

6. Ravelli A, Martini A. Juvenile idiopathic arthritis. Lancet. 2007<br />

Mar 3;369(9563):767-78.<br />

7. Ozen S, Karaaslan Y, Ozdemir O, Saatci U, Bakkaloglu A, Koroglu<br />

E, Tezcan S. Prevalence of juvenile chronic arthritis and familial Mediterranean<br />

fever in Turkey: a field study.J Rheumatol. 1998 Dec;25(12):2445-<br />

9.<br />

8. Kasapcopur O. Uveitis and Anti Nuclear antibody Positivity<br />

in Children with Juvenile Idiopathic Arthritis. Indian Pediatrics<br />

2004;41:1035-1039.<br />

9. Colebatch-Bourn AN, Edwards CJ, Collado P, D’Agostino MA,<br />

Hemke R, Jousse-Joulin S. et al. EULAR-PReS points to consider for the<br />

use of imaging in the diagnosis and management of juvenile idiopathic<br />

arthritis in clinical practice.Ann Rheum Dis. 2015 Nov;74(11):1946-57.<br />

10. Martini A. Systemic juvenile idiopathic arthritis. Autoimmun Rev.<br />

2012;12:56–59.<br />

11. Giancane G, Consolaro A, Lanni S, Davì S, Schiappapietra B,<br />

Ravelli A .Benedetta Schiappapietra. Angelo Ravelli. Juvenile Idiopathic<br />

Arthritis: Diagnosis and Treatment. Rheumatol Ther (2016) 3:187–207<br />

12. Barut K, Adrovic A, Şahin S, Kasapçopur Ö. Juvenile Idiopathic<br />

Arthritis. Balkan Med J. 2017 Apr 5;34(2):90-101.<br />

13. Atteritano M, David A, Bagnato G, Beninati C, Frisina A, Laria<br />

C. et al. Haemophagocytic syndrome in rheumatic patients. A systematic<br />

review. Eur Rev Med Pharmacol Sci. 2012;16:1414-24.<br />

14. Ravelli A, Minoia F, Davi S, Horne A, Bovis F, Pistorio A, et al.<br />

2016 Classification Criteria for Macrophage Activation Syndrome Complicating<br />

Systemic Juvenile Idiopathic Arthritis: A European League<br />

Against Rheumatism/American College of Rheumatology/Paediatric<br />

Rheumatology International Trials Organisation Collaborative Initiative.<br />

Ann Rheum Dis 2016;75:481-9.<br />

15. Saurenmann RK, Levin AV, Feldman BM, Laxer RM, Schneider R,<br />

Silverman ED, et al. Risk factors for development of uveitis differ between<br />

girls and boys with juvenile idiopathic arthritis. Arthritis Rheum. 2010<br />

Jun;62(6):1824-8.<br />

- 45 -


Özge Gülsüm İlleez<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):42-46 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.739<br />

16. Felici E, Novarini C, Magni-Manzoni S, Pistorio A, Magnani<br />

A, Bozzola E, et al. Course of joint disease in patients with antinuclear<br />

antibody-positive juvenile idiopathic arthritis. J Rheumatol.<br />

2005;32:1805–10.<br />

17. Gurcay E, Eksioglu E, Yuzer S, Bal A, Cakci A. Articular damage<br />

in adults with juvenile idiopathic arthritis. Rheumatol Int 2009;29:635-<br />

40.<br />

18. Kasapçopur O, Altun S, Aslan M, Karaarslan S, Kamburoglu-<br />

Göksel A, Saribas S, et al. Diagnostic accuracy of anti-cyclic citrullinated<br />

peptide antibodies in juvenile idiopathic arthritis. Ann Rheum Dis<br />

2004;63:1687-9.<br />

19. Aggarwal A, Misra DP. Enthesitis-related arthritis. Clin Rheumatol<br />

2015;34:1839-46<br />

20. Ravelli A, Consolaro A, Schiappapietra B, Martini A. The<br />

conundrum of juvenile psoriatic arthritis. Clin Exp Rheumatol<br />

2015;33:40-3.<br />

21. Ravelli A. The time has come to include assessment of radiographic<br />

progression in juvenile idiopathic arthritis clinical trials. J<br />

Rheumatol. 2008;35:553–7.<br />

22. Malattia C, Damasio MB, Basso C,Verri A, Magnaguagno F,<br />

Viola S, et al. Dynamic contrast-enhanced magnetic resonance imaging<br />

in the assessment of disease activity in patients with juvenile idiopathic<br />

arthritis. Rheumatology (Oxford). 2010;49:178–85.<br />

23. Albrecht K, Mu¨ller-Ladner U, Strunk J. Quantification of the<br />

synovial perfusion inrheumatoid arthritis using Doppler ultrasonography.<br />

Clin Exp Rheumatol. 2006;25:630–8.<br />

24. KasapçopurÖ, BarutK.Treatment in juvenile rheumatoid arthritis<br />

and new treatment options.Turk Pediatri Ars. 2015 Mar 1;50(1):1-10.<br />

25. Beukelman T, Patkar NM, Saag KG, Tolleson-Rinehart S, Cron<br />

RQ, DeWitt EM, Ilowite NT, Kimura Y, Laxer RM, Lovell DJ: 2011<br />

American College of Rheumatology recommendations for the treatment<br />

of juvenile idiopathic arthritis: initiation and safety monitoring of therapeutic<br />

agents for the treatment of arthritis and systemic features. Arthritis<br />

Care Res (Hoboken) 2011, 63(4):465–482.<br />

26. Van Rossum MA, Fiselier TJ, Franssen MJ, Zwinderman AH, ten<br />

Cate R, van Suijlekom-Smit LW. et al. Sulfasalazine in the treatment of juvenile<br />

chronic arthritis: a randomized, double-blind, placebo-controlled,<br />

multicenter study. Dutch Juvenile Chronic Arthritis Study Group. Arthritis<br />

Rheum 1998, 41(5):808–816.<br />

27. Stoll ML, Cron RQ. Treatment of juvenile idiopathic arthritis: a<br />

revolution in care. Pediatr Rheumatol Online J. 2014 Apr 23;12:13.<br />

28. Silverman E, Mouy R, Spiegel L, Jung LK, Saurenmann RK, Lahdenne<br />

P, et al. Leflunomide or methotrexate for juvenile rheumatoid arthritis.<br />

N Engl J Med. 2005;352:1655–66.<br />

29. Scott C, Meiorin S, Filocamo G, Lanni S, Valle M, Martinoli C, et<br />

al. A reappraisal of intra-articular corticosteroid therapy in juvenile idiopathic<br />

arthritis. Clin Exp Rheumatol. 2010;28:774–81.<br />

30. Nielsen S, Ruperto N, Gerloni V, Simonini G, Cortis E, Lepore<br />

L, et al. Preliminary evidence that etanercept may reduce radiographic<br />

progression in juvenile idiopathic arthritis. Clin Exp Rheumatol.<br />

2008;26:688–92.<br />

31. Lovell DJ, Giannini EH, Reiff A, Schneider R, Nocton<br />

J, Stein LD, et al. Etanercept in children with polyarticular<br />

juvenile rheumatoid arthritis. N Engl J Med. 2000;342:763-9.<br />

32. Katsicas MM, Russo R. Biologic agents in juvenile spondyloarthropathies.<br />

Pediatr Rheumatol Online J 2016;14:17.<br />

33. Lovell DJ, Ruperto N, Goodman S, Reiff A, Jung L, Jarosova K,<br />

et al. Adalimumab with or without methotrexate in juvenile rheumatoid<br />

arthritis. N Engl J Med 2008; 359: 810-20.<br />

34. Quartier P, Allantaz F, Cimaz R, Pillet P, Messiaen C, Bardin C,<br />

et al. A multicentre, randomised, double-blind, placebo-controlled trial<br />

with the interleukin-1 receptor antagonist anakinra in patients with systemic-onset<br />

juvenile idiopathic arthritis (ANAJIS trial). Ann Rheum Dis<br />

2011;70:747-54.<br />

35. Ruperto N, Brunner HI, Quartier P, Constantin T, Wulffraat N,<br />

Horneff G, et al. Two randomized trials of canakinumab in systemic juvenile<br />

idiopathic arthritis. N Engl J Med 2012; 367: 2396-406.<br />

36. Ruperto N, Lovell DJ, Quartier P, Paz E, Rubio-Pérez N, Silva CA,<br />

et al. Long-term safety and efficacy of abatacept in children with juvenile<br />

idiopathic arthritis. Arthritis Rheum 2010;62:1792-802.<br />

- 46 -

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!