2018-5-1
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
- 1 -
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />
<strong>2018</strong>; Cilt:5 Sayı:1<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />
Bosphorus Medical Journal<br />
İmtiyaz Sahibi<br />
Licence Owner<br />
Kaan GİDEROĞLU<br />
Editör<br />
Editor<br />
Eren GÖZKE<br />
Editör Yardımcıları<br />
Asistant Editor and Secretary<br />
Burak Yağmur ÖZTÜRK, Feyza Ünlü ÖZKAN, Pelin Doğan AK<br />
Tuba Cimilli ÖZTÜRK, Yelda Buyru ÖZKURT<br />
Yabancı Dil Editörü<br />
Foreign Language Editor<br />
Burcu Seher ANIL, Ertunç MEGA<br />
Yayın Kurulu<br />
Editorial Board<br />
Ayhan VERİT, Canan AĞALAR, Dilek Erdoğan ARI<br />
Onur Kurulu<br />
Honor Committee<br />
Abdulvahit SÖZÜER, Kemal MEMİŞOĞLU, Metin ÖZAYDIN, Şuayip BİRİNCİ<br />
Danışma Kurulu / Advisory Committee<br />
Aydın ATAKAN<br />
Ayhan VERİT<br />
Aysu Karatay ARSAN<br />
Ayşe Ferzan AYTUĞ<br />
Ayşe SÖNMEZ<br />
Aytekin KAYMAKCI<br />
Aziz Bora KARİP<br />
Banu AÇIKALIN<br />
Baransel SAYGI<br />
Barış YILMIZ<br />
Bora GÜRER<br />
Burak Yağmur ÖZTÜRK<br />
Burcu Seher ANIL<br />
Bülent KAYA<br />
Canan AĞALAR<br />
Cem NAZİKOĞLU<br />
Ceren KÖKSAL<br />
Cihangir UYAN<br />
Coşkun SAF<br />
Dilber Ayçiçek ÇEÇEN<br />
Dilek Erdoğan ARI<br />
Duygu Geler KÜLCÜ<br />
Elif AKSOY<br />
Ender ONUR<br />
Erdal OKUR<br />
Eren GÖZKE<br />
Erhan ÇELİKOĞLU<br />
Ertunç MEGA<br />
Evrim Karadağ SAYGI<br />
Fatma Alibaz ÖNER<br />
Fatma Nur BOY<br />
Fatma Nur AKGÜN<br />
Feyza Ünlü ÖZKAN<br />
Gül Nihal ÖZDEMİR<br />
Güldem TURAN<br />
Gülseren AKYÜZ<br />
Hacer Kuzu OKUR<br />
Hakan GÜNDÜZ<br />
Hakkı Muammer KARAKAŞ<br />
Hande Senem DEVECİ<br />
Hasan Hilmi MURATLI<br />
Hüseyin ÖZKURT<br />
Işıl Kalyoncu ASLAN<br />
İlker YAĞCI<br />
İlkin ZİNDANCI<br />
İlknur AKTAŞ<br />
İrşadi İstemi Alp YÜCEL<br />
Kemal MEMİŞOĞLU<br />
Kenan AKGÜN<br />
Korhan ÖZKAN<br />
Levent ÖZTÜRK<br />
Mehmet Akif SARGIN<br />
Mehmet Derya ONUK<br />
Mehmet Müfit ORAK<br />
Mehmet Özgür HABEŞOĞLU<br />
Meral KIZILTAN<br />
Merih İŞ<br />
Metin Yılmaz<br />
Nalan ÇAPAN<br />
Nalan OKUROĞLU<br />
Necati ÇAKIR<br />
Niyazi TUĞ<br />
Numan Doğu GÜNER<br />
Nuray OLTAN<br />
Olcay ÜNVER<br />
Ozan ÖZKAYA<br />
Özge Ecmel ONUR<br />
Özgür Haki YÜKSEL<br />
Özgür OKUMUŞ<br />
Pelin Doğan AK<br />
Pınar AKPINAR<br />
Rabia Gönül SEZER<br />
Seda SANCAK<br />
Semra KÜLEKÇİ<br />
Sevda Aydın KURNA<br />
Sinem Eroğlu ÇİLOĞLU<br />
Süheyla ABİTAĞAOĞLU<br />
Tomris ŞENGÖR<br />
Tuba Cimilli ÖZTÜRK<br />
Tülay Erden HABEŞOĞLU<br />
Ümit AKYÜZ<br />
Yaşar SERTBAŞ<br />
Yelda ÖZKURT<br />
Yeşim Aydın ORAL<br />
Her hakkı saklıdır. Bu dergide yer alan yazı, makale, fotoğraf ve illüstrasyonların elektronik ortamlarda dahil olmak üzere kullanma<br />
ve çoğaltılma hakları Boğaziçi Tıp Dergisine aittir. Yazılı ön izin olmaksızın materyallerin tamamının ya da bir bölümünün çoğaltılması<br />
yasaktır. Dergi Basım Meslek İlkeleri’ne uymaktadır.<br />
All rights are reserved. Rights to the use and repraduction, including in the electronic, media, of all communication,<br />
papers, photographs and illustrations appearing in this journal belong to journal of The BOSPHORUS<br />
MEDICAL JOURNAL. Repraduction without prior written permission of part on all of any material is forbidden.<br />
The journal complies with the Professional Principles of the Press.<br />
- 2 -
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />
<strong>2018</strong>; Cilt:5 Sayı:1<br />
DERGİ HAKKINDA<br />
Boğaziçi Tıp Dergisi, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından yayınlanan multidisipliner bilimsel<br />
bir dergidir.<br />
Boğaziçi Tıp Dergisi, tıbbi konular ile ilgili olabilecek retrospektif, prospektif ve deneysel araştırmalar, derlemeler, olgu sunumları, editoryal yorum/<br />
tartışmalar, editöre mektuplar, tıbbi eğitimler, bilimsel mektuplar, tıp gündemini belirleyen güncel konuları yayınlayan, ulusal ve uluslararası tüm tıbbi<br />
kurum ve personele ulaşmayı hedefleyen bilimsel dergidir.<br />
Boğaziçi Tıp Dergisi, yayınladığı makalelerde, konu ile ilgili en yüksek etik ve bilimsel standartlarda olmayı ve ticari kaygılardan uzak olmayı prensip<br />
edinmiştir. Yayınlanmak için gönderilen makalelerin daha önce başka bir yerde yayınlanmamış veya yayınlanmak üzere gönderilmemiş olması gerekir.<br />
Eğer makalede daha önce yayınlanmış; alıntı yazı, tablo, resim vs. mevcut ise makale yazarı, yayın hakkı sahibi ve yazarlarından yazılı izin almak ve<br />
bunu makalede belirtmek zorundadır.Bilimsel toplantılarda sunulan özetler, makalede belirtilmelidir.<br />
Dergiye gönderilen makale biçimsel esaslara uygun ise, editörler kurulu tarafından danışman hakemlere gönderilir. Hakemlerin önerileri doğrultusunda<br />
yazardan, yazı ile ilgili düzeltme istenebilir. Düzeltilmiş yazı, hakemler ve editöryel komite tarafından uygun görülürse yayınlanır.<br />
Makale bilimsel değerlendirme için işleme alındıktan sonra yayın hakları devir formunda belirtilmiş olan yazar isimleri ve sıralaması esas alınır. Bu aşamadan<br />
sonra; makale hiçbir aşamada yayın hakları devir formunda imzası bulunan yazarlar dışında yazar ismi eklenemez ve yazar sırası değiştirilemez.<br />
Makale yazarlarından herhangi birinin isminin makaleden çıkarılması için konuyla ilgili tüm yazarların açıklamalı, yazılı izinleri alınmalı ve yayınevine<br />
bildirilmelidir.<br />
Editörler ve yayınevi, derginin reklam amacı ile kullanılan sayfaları ile ilgili sorumluluk kabul etmez. Bu sayfalarla ilgili tüm sorumluluk reklamı veren<br />
kuruluşa aittir.<br />
Periyodu: Yılda 3 sayı olarak Ocak, Mayıs ve Ekim aylarında yayınlanmaktadır.<br />
Yayına başlama tarihi: 2014<br />
e-Yayına başlama tarihi: 2014<br />
Yayın Dili: Türkçe, İngilizce<br />
Temel Hedef Kitlesi: Tıp alanında tüm branşlardaki hekimler, uzman ve öğretim üyeleri, tıp öğrencileri<br />
Makalelerin ortalama değerlendirme süresi: 4 haftadır<br />
Yayın Hakları: Boğaziçi Tıp Dergisi’nin basılı ve web ortamında yayınlanan yazı, resim, şekil, tablo ve uygulamalar yazılı izin alınmadan kısmen<br />
veya tamamen herhangi bir vasıtayla basılamaz. Bilimsel amaçlarla kaynak göstermek kaydıyla özetleme ve alıntı yapılabilir<br />
Makale takibi - İletişim<br />
Doç. Dr. Eren GÖZKE<br />
egozke@hotmail.com<br />
Boğaziçi Tıp Dergisi<br />
Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />
E5 Karayolu Üzeri İçerenköy Ataşehir, 34752 İSTANBUL<br />
Tel: +90 (216) 578 30 00<br />
Faks: +90 (216) 578 30 00<br />
e-posta: info@bogazicitipdergisi.com<br />
YAZARLARA BİLGİ<br />
Boğaziçi Tıp Dergisi – Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dergisine ilginize teşekkür ederiz.<br />
Derginin elektronik ortamdaki yayınına erişim www.bogazicitipdergisi.com adresinden serbesttir. Boğaziçi Tıp Dergisi tıbbın klinik ve deneysel<br />
alanlarında özgün araştırmalar, olgu sunumları, derlemeler, davet edilmiş derlemeler, mektuplar, ilginç, fotoğraflı soru-cevap yazıları, editöre mektup,<br />
toplantı, haber ve duyuruları, klinik haberleri ve ilginç araştırmaların özetlerini yayınlamaktadır. Yılda 3 sayı olarak Ocak, Mayıs ve Ekim aylarında<br />
yayınlanan Boğaziçi Tıp Dergisi hakemli ve multidisipliner bir dergidir. Gönderilen yazılar Türkçe veya İngilizce olabilir.<br />
Değerlendirme süreci:<br />
Dergiye gönderilen yazılar, ilk olarak dergi standartları açısından incelenir. Derginin istediği forma uymayan yazılar, daha ileri bir incelemeye<br />
gerek görülmeksizin yazarlarına iade edilir. Zaman ve emek kaybına yol açılmaması için, yazarların dergi kurallarını dikkatli incelemeleri önerilir.<br />
Dergi kurallarına uygunluğuna karar verilen yazılar Editörler Kurulu tarafından incelenir ve en az biri başka kurumdan olmak üzere iki ya da daha fazla<br />
hakeme gönderilir. Editör, Kurulu yazıyı reddetme ya da yazara(lara) ek değişiklikler için gönderme veya yazarları bilgilendirerek kısaltma yapmak<br />
hakkına sahiptir. Yazarlardan istenen değişiklik ve düzeltmeler yapılana kadar, yazılar yayın programına alınmamaktadır. Boğaziçi Tıp Dergisi gönderilen<br />
yazıları sadece online olarak http://bogazicitipdergisi.com adresinden kabul etmektedir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlara aittir. Boğaziçi<br />
Tıp Dergisi yazıların bilimsel sorumluluğunu kabul etmez. Makale değerlendirmek için gönderildiği sırada; yayın hakkı devir formu ve çıkar çatışması<br />
formu imzalanıp dergiye iletilmelidir. Gönderilen yazıların dergide yayınlanabilmesi için daha önce başka bir bilimsel yayın organında yayınlanmamış<br />
olması gerekir. Daha önce sözlü ya da poster olarak sunulmuş çalışmalar, yazının başlık sayfasında tarihi ve yeri ile birlikte belirtilmelidir. Yayınlanması<br />
için başvuruda bulunulan makalelerin, adı geçen tüm yazarlar tarafından onaylanmış olması ve çalışmanın başka bir yerde yayınlanmamış olması ya<br />
da yayınlanmak üzere değerlendirmede olmaması gerekmektedir. Çalışma ile ilgili herhangi bir mali ya da diğer çıkar çatışması var ise çıkar çatışması<br />
formunda belirtilmelidir.<br />
- 3 -
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />
<strong>2018</strong>; Cilt:5 Sayı:1<br />
MAKALE YAZIM KURALLARI<br />
GENEL BİLGİLER<br />
Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Boğaziçi Tıp Dergisi; Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin resmi yayın organıdır. Yılda 3 kez yayınlanır.<br />
Yayınlanma zamanları Ocak, Mayıs ve Ekim aylarıdır. Boğaziçi Tıp Dergisi, tıbbi konular ile ilgili olabilecek retrospektif, prospektif ve deneysel<br />
araştırmalar, derlemeler, olgu sunumları, editoryal yorum/tartışmalar, editöre mektuplar, tıbbi eğitimler, bilimsel mektuplar, tıp gündemini belirleyen<br />
güncel konuları yayınlayan, ulusal ve uluslararası tüm tıbbi kurum ve personele ulaşmayı hedefleyen bilimsel dergidir. Boğaziçi Tıp Dergisi, yayınladığı<br />
makalelerde, konu ile ilgili en yüksek etik ve bilimsel standartlarda olmayı ve ticari kaygılardan uzak olmayı prensip edinmiştir. Yayınlanmak için<br />
gönderilen makalelerin daha önce başka bir yerde yayınlanmamış veya yayınlanmak üzere gönderilmemiş olması gerekir. Eğer makalede daha önce<br />
yayınlanmış; alıntı yazı, tablo, resim vs. mevcut ise makale yazarı, yayın hakkı sahibi ve yazarlarından yazılı izin almak ve bunu makalede belirtmek<br />
zorundadır. Bilimsel toplantılarda sunulan özetler, makalede belirtilmelidir. Dergiye gönderilen makale biçimsel esaslara uygun ise, editörler kurulu tarafından<br />
danışman hakemlere gönderilir. Hakemlerin önerileri doğrultusunda yazardan, yazı ile ilgili düzeltme istenebilir. Düzeltilmiş yazı, hakemler<br />
ve editörler kurulu tarafından uygun görülürse yayınlanır. Makale bilimsel değerlendirme için işleme alındıktan sonra yayın hakları devir formunda belirtilmiş<br />
olan yazar isimleri ve sıralaması esas alınır. Bu aşamadan sonra; makale hiçbir aşamada yayın hakları devir formunda imzası bulunan yazarlar<br />
dışında yazar ismi eklenemez ve yazar sırası değiştirilemez. Makale yazarlarından herhangi birinin isminin makaleden çıkarılması için konuyla ilgili<br />
tüm yazarların açıklamalı, yazılı izinleri alınmalı ve yayınevine bildirilmelidir. Editörler ve yayınevi, derginin reklam amacı ile kullanılan sayfaları ile<br />
ilgili sorumluluk kabul etmez. Bu sayfalarla ilgili tüm sorumluluk reklamı veren kuruluşa aittir.<br />
YAYIN KURALLARI<br />
Bilimsel Sorumluluk<br />
Tüm yazarların gönderilen makaleye akademik ve bilimsel olarak doğrudan katkısı olmalıdır. Yazar olarak belirlenen isim aşağıdaki özelliklerin tamamına<br />
sahip olmalıdır: -makaledeki çalışmayı planlamalı veya yapmalı, -makaleyi yazmalı veya revize etmeli, -son halini kabul etmelidir. Makalelerin<br />
bilimsel kurallara uygunluğu yazarların sorumluluğundadır.<br />
Etik Sorumluluk<br />
Dergi, ”insan” öğesinin içinde bulunduğu tüm çalışmalarda Helsinki deklerasyonu prensiplerine uygunluk ilkesini kabul eder. Yazarlar kurumlarının<br />
etik kurulundan aldıkları onay belgesini makale ile birlikte yazı işlerine sunmalıdırlar. Gereç ve yöntemler bölümünde etik kurul onayı aldıklarını ve<br />
‘’bilgilendirilmiş onam formu “ aldıklarını belirtmelidirler. Yazarlar retrospektif çalışmalar için; çalışmanın yapıldığı yer, materyal ve tarihi belirten<br />
yazıyı kurum yetkilisine (Eğitim Planlama Komisyonu, başhekim, bilimsel konsey gibi….) onaylatarak belgelemelidirler. Çalışmada “hayvan” ögesi<br />
kullanılmış ise yazarlar, makalenin YÖNTEM VE GEREÇLER bölümünde hayvan deneyleri etik kurullarından onay aldıklarını belirtmeli ve bu<br />
belgeyi gereği halinde dergi editörler kuruluna sunmalıdırlar. Olgu sunumlarında hastalardan “bilgilendirilmiş olur” alınmalıdır. Eğer makalede direktindirekt<br />
ticari bağlantı veya çalışma için maddi destek veren kurum mevcut ise yazarlar; kullanılan ticari ürün, ilaç, firma … ile ticari hiçbir ilişkisinin<br />
olmadığını ve varsa nasıl bir ilişkisinin olduğunu (konsültan, diğer anlaşmalar), editöre sunum sayfasında bildirmek zorundadır. Makalelerin etik<br />
kurallara uygunluğu yazarların sorumluluğundadır.<br />
İstatistik Değerlendirme<br />
Tüm retrospektif, prospektif ve deneysel araştırma makaleleri biyoistatiksel olarak değerlendirilmeli ve uygun plan, analiz ve raporlama ile belirtilmelidir.<br />
Gerek görülmesi halinde editörler kurulu istatistik yöntemle ilgili önerilerde bulunabilir.<br />
Yazım Dili Yönünden Değerlendirme<br />
Derginin yayın dili Türkçe ve İngilizcedir. Türkçe makalelerde Türk Dil Kurumunun Türkçe sözlüğü veya www.tdk.org.tr adresi, ayrıca Türk tıbbi<br />
derneklerinin kendi branşlarına ait terimler sözlüğü esas alınmalıdır. Ayrıca gönderilmiş olan makalelerdeki yazım ve dilbilgisi hataları için de yazarlardan<br />
düzeltme istenebilir.<br />
Yayın Hakkı<br />
Yayınlanmak üzere kabul edilen yazıların her türlü yayın hakkı dergiyi yayınlayan kuruma aittir. Yazılardaki düşünce ve öneriler tümüyle yazarların sorumluluğundadır.<br />
Yazarlar http://www.bogazicitipdergisi.com, internet adresinden ulaşacakları “yayın hakları devir formu”nu doldurup, online olarak,<br />
http://www.bogazicitipdergisi.com, adresinde yer alan “online makale gönder” linkindeki bölümden, makale ile birlikte göndermelidirler.<br />
Yazı Çeşitleri<br />
Dergiye yayınlanmak üzere gönderilecek yazı çeşitleri şu şekildedir;<br />
Orijinal Araştırma:<br />
Kliniklerde yapılan retrospektif-prospektif ve her türlü deneysel çalışmalar yayınlanabilmektedir.<br />
Yapısı:<br />
-Özet (ortalama 350-400 kelime; amaç, yöntem ve gereçler, bulgular ve sonuç bölümlerinden oluşan, Türkçe ve İngilizce)<br />
-Anahtar kelimeler (İtalik harfte olmalı ve 3 kelimeyi geçmemelidir, Türkçe ve İngilizce)<br />
-Giriş<br />
-Yöntem ve Gereçler<br />
-Bulgular<br />
-Tartışma<br />
-Sonuç<br />
-Teşekkürler (varsa)<br />
-Kaynaklar<br />
Derleme:<br />
Doğrudan veya davet edilen yazarlar tarafından yazılır. Tıbbi özellik gösteren her türlü konu için son tıp literatürü de taranarak hazırlanmalıdır.<br />
Yapısı:<br />
-Özet (ortalama 350-400 kelime, bölümsüz, Türkçe ve İngilizce)<br />
-Anahtar kelimeler (İtalik harfte olmalı ve 3 kelimeyi geçmemelidir, Türkçe ve İngilizce)<br />
-Konu ile ilgili başlıklar<br />
-Kaynaklar<br />
- 4 -
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />
<strong>2018</strong>; Cilt:5 Sayı:1<br />
Olgu Sunumu:<br />
Nadir görülen, tanı ve tedavide farklılıklar gösteren olgularla ilgili makalelerdir. Yeterli sayıda fotoğraflarla ve şemalarla desteklenmiş olmalıdır.<br />
Yapısı:<br />
-Özet (ortalama 250 kelime, bölümsüz, Türkçe ve İngilizce)<br />
-Anahtar kelimeler (İtalik harfte olmalı ve 3 kelimeyi geçmemelidir, Türkçe ve İngilizce)<br />
-Giriş<br />
-Olgu sunumu<br />
-Tartışma<br />
-Kaynaklar<br />
Editoryal Yorum/Tartışma:<br />
Yayınlanan orijinal araştırma makaleleri ile ilgili, araştırmanın yazarları dışında, o konunun uzmanı tarafından değerlendirilmesidir. Konu ile ilgili makalenin<br />
sonunda yayınlanır.<br />
Editöre Mektup:<br />
Son bir yıl içinde dergide yayınlanan makaleler ile ilgili okuyucuların değişik görüş, tecrübe ve sorularını içeren en fazla 500 kelimelik yazılardır. Başlık<br />
ve özet bölümleri yoktur. Kaynak sayısı 5 ile sınırlıdır. Hangi makaleye (sayı, tarih verilerek) ithaf olunduğu belirtilmeli ve sonunda yazarın ismi, kurumu,<br />
adresi bulunmalıdır. Mektuba cevap, editör veya makalenin yazarları tarafından, yine dergide yayınlanarak verilir.<br />
Yazım Kuralları<br />
Dergiye yayınlanması için gönderilen makalelerde aşağıdaki biçimsel esaslara uyulmalıdır:<br />
Kısaltmalar:<br />
Kelimenin ilk geçtiği yerde parantez içinde verilir ve tüm metin boyunca o kısaltma kullanılır. Uluslararası kullanılan kısaltmalar için “bilimsel yazım<br />
kuralları” kaynağına başvurulabilir.<br />
Şekil, Resim, Tablo ve Grafikler:<br />
-Şekil, resim, tablo ve grafiklerin metin içinde geçtiği yerler ilgili cümlenin sonunda belirtilmelidir. Şekil, resim,tablo ve grafiklerin açıklamaları makale<br />
sonuna eklenmelidir.<br />
-Şekil, resim/fotoğraflar ayrı birer .jpg, veya .gif dosyası olarak sisteme eklenmelidir.<br />
-Şekil, resim, tablo ve grafiklerde geçen kısaltmalar; şekil, resim, tablo ve grafiklerin alt satırında açıkça yazılmalıdır.<br />
-Daha önce basılmış şekil, resim, tablo ve grafik kullanılmış ise izin alınmalıdır ve bu izin açıklama olarak şekil, resim, tablo ve grafik açıklamasında<br />
belirtilmelidir.<br />
-Resimler/fotoğraflar renkli, ayrıntıları görülecek derecede kontrast ve net olmalıdır.<br />
Editöre Sunum Sayfası:<br />
Gönderilen makalenin kategorisi, daha önce başka bir dergiye gönderilmemiş olduğu, varsa çalışmayı maddi olarak destekleyen kişi ve kuruluşlar ve varsa<br />
bu kuruluşların yazarlarla olan ilişkileri belirtilmelidir.<br />
Kapak Sayfası:<br />
Makalenin başlığı (Türkçe ve İngilizce), tüm yazarların ad-soyadları, akademik ünvanları, kurumları, iş telefonu-GSM, e-posta ve yazışma adresleri belirtilmelidir.<br />
Makale daha önce tebliğ olarak sunulmuş ise tebliğ yeri ve tarihi belirtilmelidir.<br />
Özetler:<br />
“Yazı Çeşitleri” bölümünde belirtilen şekilde hazırlanarak, makale metni içerisine yerleştirilmelidir.<br />
Anahtar Kelimeler:<br />
En az 3-5 adet, Türkçe ve İngilizce yazılmalıdır. İngilizce anahtar kelimeler “medical subject headings (MESH)”e uygun olarak verilmelidir. Türkçe anahtar<br />
kelimeler MESH terimlerinin aynen çevirisi olmalıdır.<br />
Teşekkür:<br />
Eğer çıkar çatışması, finansal destek, bağış ve diğer bütün editoryal (istatiksel analiz, İngilizce/Türkçe değerlendirme) ve/veya teknik yardım varsa, metnin<br />
sonunda sunulmalıdır.<br />
Kaynaklar:<br />
Orijinal basımı Türkçe olan kaynakların başlığı [] içinde ve İngilizce olarak yazılmalıdır. Kaynaklar makalede geliş sırasına göre yazılmalı ve metinde<br />
cümle sonunda noktalama işaretlerinden hemen önce “parantez içinde ( )” sayı olarak belirtilmelidir. Makalede bulunan yazar sayısı 6 veya daha az ise tüm<br />
yazarlar belirtilmeli, 7 veya daha fazla ise ilk 6 isim yazılıp” ve ark.et al” eklenmelidir. Kaynak yazımı için kullanılan format index medicus’ta belirtilen<br />
şekilde olmalıdır. (bakınız: www.icmje.org). Kongre bildirileri, kişisel deneyimler, basılmamış yayınlar, tezler ve internet adresleri kaynak olarak gösterilemez.<br />
Kaynakların yazımı için örnekler (noktalama işaretlerine dikkat ediniz):<br />
Makale için:<br />
Yazarların soyadları ve isimlerinin baş harfleri, makale ismi, dergi ismi, yıl, cilt, sayı, sayfa numarası belirtilmelidir. (Yee AJ, Bae HW, Friess D, Roth SM,<br />
Whyne C, Robbin M,et al. The use of simvastatin in rabbit posterolateral lumbar intertransverse process spine fusion. Spine J 2006;6:391-6.)<br />
Kitap için:<br />
Yazarların soyadları ve isimlerinin baş harfleri, bölüm başlığı, editörlerin ismi, kitap ismi, kaçıncı baskı olduğu, şehir, yayınevi, yıl ve sayfalar belirtilmelidir.<br />
(Francis XC. Arthrodesis of the spine. In: Canale ST, Beaty JH, editors. Campbell’s operative orthopaedics. Vol. 2. 11th ed.Philadelphia: Mosby;<br />
2008. p. 1851-53).<br />
Yazar ve editörün aynı olduğu kitaplar için:<br />
Yazarların/editörün soyadları ve isimlerinin baş harfleri, bölüm başlığı, editörlerin ismi, kitap ismi, kaçıncı baskı olduğu, şehir, yayınevi, yıl ve sayfalar<br />
belirtilmelidir. (Kumar V, Cotran RS, Robbins SL. Basic pathology. 5th ed.Philadelphia: W.B. Saunders; 1992. Çeviri Editörü: Çevikbaş U. Temel patoloji.<br />
İstanbul: Nobel Tıp Kitabevi ve Yüce Yayınları; 1994. s. 47-60.)<br />
Sadece on-line yayınlar için; DOI tek kabul edilebilir on-line referanstır.<br />
- 5 -
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />
<strong>2018</strong>; Cilt:5 Sayı:1<br />
Editörden;<br />
Sağlık Bilimleri Üniversitesi Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma<br />
Hastanesi bilimsel yayın organı olan Boğaziçi Tıp Dergisi’nin bu sayısını yeni<br />
editoriyal yapımız ile sizlere sunmaktan mutluluk duyuyoruz.<br />
İçeriğimizde beş özgün araştırma makalesi, dört olgu sunumu ve bir derleme<br />
mevcut. Sizlerin de katkısı ile dergimizin bilimsel standartlarını daha da<br />
yükseltmek en önemli amacımız.<br />
Dergimize bilimsel katkılarınızı bekliyor, sağlıklı günler diliyorum.<br />
Doç. Dr. Eren GÖZKE<br />
Editör<br />
- 6 -
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />
<strong>2018</strong>; Cilt:5 Sayı:1<br />
Cilt (Volume) 5 Sayı (Number) 1<br />
<strong>2018</strong> Ocak<br />
İmtiyaz Sahibi<br />
Kaan GİDEROĞLU<br />
Editör<br />
Eren GÖZKE<br />
Editör Yardımcıları<br />
Burak Yağmur ÖZTÜRK<br />
Feyza Ünlü ÖZKAN<br />
Pelin Doğan AK<br />
Tuba Cimilli ÖZTÜRK<br />
Yelda Buyru ÖZKURT<br />
İstatiksel Danışma<br />
EMPİAR<br />
info@empiar.com<br />
Tasarım & Mizanpaj<br />
Yaşar ÖZER<br />
ozer.yasar@gmail.com<br />
ÖZGÜN ARAŞTIRMA (Original Research)<br />
Elektrik Yanıklarında Mortaliteyi Etkileyen Faktörler<br />
Determinant of Mortality in Patients with Electrical Burn Injury<br />
İbrahim UZUN, Elif BOMBACI, Banu ÇEVİK<br />
İÇİNDEKİLER (Contents)<br />
Psödoeksfoliyatif Glokomda Makuler Gangliyon Hücre İç Pleksiform Tabaka Kalınlığının Optik Koherens Tomografi<br />
İle Ölçülmesi<br />
Pseudoexfoliation Glaucoma Macular Ganglion Cell Inner Plexiform Layer Thickness Measurement by Optical Coherence Tomography<br />
Özkan KOCAMIŞ<br />
Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Şiddet Nedeniyle Verilen Beyaz Kodların Analizi<br />
Analysis of White Codes due to Violence in Fatih Sultan Mehmet Education and Research Hospital<br />
Ali ŞAHİNER, Rohat AK, Kemal AYGÜN, Cansu Arslan TURAN, Tuba Cimilli ÖZTÜRK, Eray Serdar YURDAKUL, Oktay SARI<br />
Acil Serviste Fenitoin İnfüzyonu İhtiyacı Olan Hastaların Kardiyak Yan Etki ve EKG Bulgularının Değerlendirilmesi<br />
Evaluation of Cardiac Side Effects and ECG Findings in Patients Who Need İnfusion of Phenytoin in the Emergency Department<br />
Mazlum KILIÇ, Rohat AK, Onur YEŞİL, Tuba Cimilli ÖZTÜRK, Ebru Ünal AKOĞLU, Özge Ecmel ONUR<br />
Yoğun Bakım Hemşirelerinin Bası Yarası Hakkındaki Bilgi Düzeylerinin Belirlenmesi<br />
Determination of Knowledge Levels About Pressure Wounds of Intensive Care Nurses<br />
Gülten ÖZDEMİR, Ayşe EKEN<br />
OLGU SUNUMU (Case Report)<br />
1-6<br />
7-10<br />
11-16<br />
17-22<br />
23-27<br />
Baskı<br />
Arena Dijital<br />
İletişim<br />
E5 Karayolu Üzeri, İçerenköy<br />
Ataşehir, 34752 İSTANBUL<br />
Tel: +90 (216) 578 30 00<br />
Faks: +90 (216) 578 30 00<br />
egozke@hotmail.com<br />
B e d e l s i z d a ğ ı t ı l ı r<br />
Spina Bifidalı Hastada Segmental Spinal Miyoklonus: Bir Olgu Sunumu<br />
Segmental Spinal Myoclonus in a Patient with Spina Bifida: A Case Report<br />
Esra GİRAY, Çağrı Ünal ERTEKİN, Olcay ÜNVER, Adnan DAĞÇINAR, Naime Evrim Karadağ SAYGI<br />
Üretral Divertikülitin Tanısında Manyetik Rezonans Görüntüleme ve Difüzyon Ağırlıklı Sekansların Önemi<br />
The Role of Magnetic Resonance Imaging and Diffusion Weighted Imaging in the Diagnosis of Urethral Diverticulitis: A Case Report<br />
Fatma KULALI, Şafak Fırat KULALI, Aslıhan Semiz OYSU, Yaşar BÜKTE<br />
Dev Skrotal Herniasyon: Olgu Sunumu<br />
Giant Scrotal Herniation: A Case Report<br />
Fatma KULALI, Şafak Fırat KULALI, Aslıhan Semiz OYSU, Yaşar BÜKTE<br />
Subkostal Kesi Fıtığı Onarımında Yama Sabitlemede Sütür Kullanımı: Olgu Sunumu<br />
Mesh Fixation with Sutures in Subcostal Incisional Hernia: A Case Report<br />
Yalın İŞCAN, Birol AĞCA, Aziz Bora KARİP, Ender ONUR, Kemal MEMİŞOĞLU<br />
DERLEME (Review)<br />
Juvenil İdiopatik Artrit<br />
Juvenile Idiopathic Artrhritis<br />
Özge Gülsüm İLLEEZ<br />
28-31<br />
32-34<br />
35-37<br />
38-41<br />
42-46<br />
ISSN: 2149-0287<br />
- 7 -
Elif Bombacı ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):1-6 / Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.881<br />
Özgün Araştırma - Original Research<br />
Elektrik Yanıklarında Mortaliteyi Etkileyen Faktörler<br />
Determinant of Mortality in Patients with Electrical Burn Injury<br />
İbrahim UZUN 1 , Elif BOMBACI 2 , Banu ÇEVİK 2<br />
1. Boyabat 75. Yıl Devlet Hastanesi, Boyabat, Sinop<br />
2. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği, İstanbul<br />
ÖZET<br />
Amaç: Elektrotravmalar vücudun anatomik histolojik yapısını ve<br />
biokimyasını etkiler ve çok kompleks reaksiyonları tetikler. Bu<br />
çalışmanın amacı üçüncü basamak yanık yoğun bakım ünitesinde<br />
izlenen elektrik yanık yaralanmalı hastaların mortalite oranlarını<br />
etkileyen faktörleri incelemektir.<br />
Yöntem ve Gereçler: Bu çalışmada 115 elektrik yanığı olgusunun<br />
verileri hastane veri tabanı ve yanık yoğun bakım ünitesi<br />
hasta kayıtlarından retrospektif olarak incelendi. Yaş, cinsiyet,<br />
voltaj seviyesi,yanıktan etkilenen vücut yüzey alanı, yandıktan<br />
sonra hastaneye varış süresi, ek travma ya da cerrahi girişim<br />
varlığı, yanık yoğun bakım ünitesinde kalış süresi, mekanik ventilasyon<br />
ve renal replasman tedavisi gereksinimleri kaydedildi.<br />
Bulgular: Hastaların çoğunluğu (%95) 15-40 yaş aralığında erkekti.<br />
Mortalite hızı yüksek voltaj yaralanmalarında düşük voltaj<br />
yaralanmalarından anlamlı olarak yüksekti(%13’ e karşı %8).<br />
Etkilenen vücut yüzey alanı istatistiksel olarak anlamlı mortalite<br />
belirteci idi. Vücut yüzey alanı %50’den fazla etkilenen hastalarda<br />
mortalite %54.5’e yükselmişti.En fazla etkilenen vücut bölgesi<br />
üst ekstremiteler ikenen yüksek mortalite gövde yanığı olan<br />
hastalarda idi.Hastaneye ulaşma süresi 24 saatten uzun olan<br />
grupta mortalite hastaneye ulaşma süresi 12-24 saat arası ve 12<br />
saatten kısa olan diğer iki gruba göre daha yüksekti (p>0.05).<br />
Mekanik ventilasyon, renal replasman tedavisi alanlarda ve yoğun<br />
bakım ünitesinde altı günden daha fazla kalan hastalarda<br />
mortalite anlamlı oarak daha yüksekti. Yapılan korelasyon analizine<br />
göre mortalite ile; yanık şekli, yanık genişliği, APACHE<br />
II skor değeri, fasyatomi uygulanması ve genel vücut travması<br />
arasında doğru orantılı, cinsiyet ve GKS değeri ile ters orantılı<br />
korelasyon tespit edildi.<br />
Sonuç: Elektriksel bir yanıktan kaynaklanan hasarın boyutu, cildin<br />
alttaki büyük yaralanmayı gizlemesi nedeniyle olaydan sonra<br />
bir kaç gün içinde ortaya çıkabilir (Buzdağı etkisi). Elektrik<br />
yanıklarına genel vücut travması ve kafa travması eşlik edebilir.<br />
Hastanın komada olması, yanık şekli, yanık genişliği, sepsis<br />
gelişmesi en önemli mortalite nedenleridir. Bu hastalar dikkatle<br />
değerlendirilmeli, multidisipliner yaklaşımla derhal ve etkili müdahale<br />
edilmelidir. Olay anından itibaren yeterli ve devamlı sıvı<br />
resüsitasyonu yapılmalı, erken dönemde kompartman sendromunun<br />
da tedavi edilebileceği bir merkeze ulaştırılmalıdır. Ölümcül<br />
ritm bozuklukları gözden kaçmamalıdır.<br />
Anahtar Kelimeler: elektrik, yanıklar, yoğun bakım, mortalite<br />
ABSTRACT<br />
Aim: Electrotraumas affect the anatomical, histological structureand<br />
biochemistry of body and trigger very complex reactions.<br />
The goal of this study was to analyse the factors affecting the<br />
mortality rate of electrical burn injuries in patients followed in a<br />
tertiary burn intensive care unite.<br />
İletişim Bilgileri:<br />
Sorumlu Yazar: Elif BOMBACI, Uzm. Dr.<br />
Yazışma Adresi: Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Dr. Lütfi Kırdar Eğitim<br />
ve Arş. Hastanesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği, Kartal, İstanbul<br />
Tel: +90 (505)299 10 89<br />
E-Posta: bombaciel@yahoo.com<br />
Makalenin Geliş Tarihi: 28.01.<strong>2018</strong><br />
Makalenin Kabul Tarihi: 19.03.<strong>2018</strong><br />
- 1 -<br />
Materials and Method: In this study we reviewed retrospectively<br />
the hospital database and burn intensive care unit records of 115<br />
electrical burn injury patients during 5years period. Age, gender,<br />
voltage levels, body surface area affected by burns, elapsed time<br />
after burn, additional trauma or surgical interventions, length<br />
of stay in Burn Intensive Care Unit, mechanical ventilation and<br />
renal replacement therapy requirement were recorded.<br />
Results: The majority of patients were men (95%) between 15-<br />
40 years. Mortality rate was significantly higher in high voltage<br />
injuries than low voltage injuries (13.1% vs 8%). Affected body<br />
surface area was statistically significant predictors of mortality.<br />
In patients suffered more than 50% of body surface area, mortality<br />
increased up to 54.5%. The mostly affected body regions<br />
were upper limbs but the highest mortality existed in patients<br />
with trunk exposure. Mortality was higher in the group with longer<br />
than 24 hours of reaching to the hospital compared to the<br />
other two groups that are able to reach to the hospital in between<br />
12-24 hours and less than 12 hours (p>0.05). The mortality was<br />
significantly higher in the patients having renal replacement and<br />
mechanical ventilation treatment and in patients with more than<br />
six days of intensive care unit stay. Accorging to the correlation<br />
analysis, a direct proportional correlation between mortality and<br />
burn type, burn width, APACHE 2 score values, fasciotomy application<br />
and general body trauma; and an inverse proportional<br />
correlation between gender and GCS values have been found.<br />
Conclusion: Extent of a damage from an electrical burn can appear<br />
within several days due to skin hiding the massive injury<br />
beneath (iceberg effect). Electrical burns can be accompanied<br />
with general body trauma and head trauma. The patience’s coma<br />
situation, burn type, burn width, development of sepsis are the<br />
most important reasons for mortality. These patients showed be<br />
carefully assessed and immediate effective interventions must be<br />
managed with skilled multidisciplinary approach. Adequate and<br />
continuous fluid resuscitation must be performed from the beginning<br />
of the incident. It should be delivered to a center where<br />
compartment syndrome can be treated in the early period. Fatal<br />
disrhythmias should not be skipped.<br />
Keywords: electrical, burn, intensive care, mortality<br />
GİRİŞ<br />
Yanık ne tip ve şekilde olursa olsun vücudumuzu<br />
saran ve homeostazisi koruyan deriyi hasarlandırıp<br />
vücudu, her türlü tehlikeye karşı savunmasız hale<br />
getirir. Dolayısıyla erken ve geç dönemde yüksek<br />
mortalite ve morbidite riski taşır.<br />
Elektrik yanıkları diğer yanıklardan farklılık arz<br />
eder. Çünkü elektrik akımının vücut dokularında<br />
belli bir yol kat etmesi, geçtiği dokularda ciddi hasara<br />
yol açar ki; bu hem dışardan anlaşılması güç bir<br />
durumdur hem de başlangıçta sağlam gibi görünen<br />
dokularda ilerleyen günlerde nekroz gelişebilmektedir.<br />
Bu nedenle bir elektrik yanığı sadece deri katlarını<br />
değil aynı zamanda kardiyovasküler sistemi,<br />
iskelet-kas sistemini, hatta sinir sistemini etkileyebilmektedir.
Elif Bombacı ve ark.<br />
Bu özelliğinden dolayı elektrik yanığı olgularının<br />
yoğun bakım ünitelerinde takip ve tedavi edilmeleri<br />
gerekmektedir (1).<br />
Yanık yara bakımı ve tedavisi, özel eğitimli personel<br />
malzeme ve ekipmanlar da gerektirdiğinden bu hastaların<br />
bakım ve tedavileri diğer yoğun bakım hastalarından<br />
farklılık gösterir. Ülkemizde geçmiş yıllarda<br />
yanık hastaları genel yoğun bakım ünitelerinde<br />
tedavi edilmekteydi.Günümüzde ise Yanık Yoğun<br />
Bakım Ünitelerinin (YYBÜ) sayısı artmakta olup bu<br />
özellikli ünitelerden biri de hastanemiz bünyesinde<br />
kurulmuş ve hizmet vermektedir.<br />
Bu çalışmada; Yanık Yoğun Bakım Ünitemizde takip<br />
ve tedavi edilen elektrik yanığı olgularının retrospektif<br />
olarak incelenmesiyle mortaliteyi etkileyen<br />
faktörlerin belirlenmesi amaçlanmıştır.<br />
YÖNTEM ve GEREÇLER<br />
Bu çalışmada Ocak 2011 - Aralık 2015 tarihleri<br />
arasında Hastanemiz YYBÜ’nde elektrik yanığı<br />
nedeniyle takip edilen 115 hastaya ait dosya kayıtları<br />
incelendi. Yaş, cinsiyet, voltaj, Glasgow Koma<br />
Skoru (GKS) , APACHE II skoru, yanık şekli, yanık<br />
genişliği, yandıktan sonra YYBÜ’e geliş süresi,<br />
etkilenen vücut bölgeleri, ek travma varlığı, fasyotomi,<br />
greftleme, amputasyon gibi cerrahi müdahale<br />
durumu, YYBÜ yatış süresi, mekanik ventilasyon ve<br />
pozitif inotrop ihtiyacı, sepsis gelişimi, sürekli renal<br />
replasman tedavisi (SRRT) ihtiyacı ve yoğun bakıma<br />
kabuldeki laboratuvar değerleri (Lökosit sayısı,<br />
üre, kreatinin, albumin, AST, ALT, troponin, CKMB,<br />
CK, potasyum, kalsiyum ve sodyum) kaydedildi.<br />
Bu kayıtlarda; olgular yaş aralığı;
Elif Bombacı ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):1-6 / Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.881<br />
Yanık Yüzey Genişliği: En yüksek hasta sayısı yanık<br />
genişliği %15 altı olan grupta olup (57 hasta)<br />
en düşük ölüm oranı %1.8 ile bu gruptaydı. Yanık<br />
genişliği %50 ve üzeri olan grubun hasta sayısı 11<br />
olup %54.5 ölüm oranı diğer gruplara göre belirgin<br />
yüksek bulundu (p
Elif Bombacı ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):1-6 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.881<br />
Mekanik Ventilasyon Tedavisi-Mortalite İlişkisi:<br />
Hastaların %21’i (24 hasta) yoğun bakım tedavi süreçlerinde<br />
mekanik ventilasyon desteği almıştı. Bu<br />
hastaların 18’i yüksek voltajla, 6 hasta ise düşük<br />
voltajla yaralanmıştı. Mekanik ventilasyon tedavisi<br />
alan hastaların 11’i (%46) eksitus olmuştu.<br />
Pozitif İnotrop Tedavisi-Mortalite İlişkisi: Hastaların<br />
14’üne (%12.3 ) yoğun bakım takip süresince<br />
pozitif inotrop uygulanmıştı. On iki hastaya sepsise<br />
sekonder pozitif inotrop başlanmışken, ikisine<br />
kardiyak arrest sonrası kardiyojenik şok nedeniyle<br />
pozitif inotrop verilmişti. Pozitif inotrop tedavisi<br />
alan hastaların 12’si (%85,7) kaybedilmişti.<br />
Sürekli Renal Replasman Tedavisi-Mortalite i-<br />
lişkisi: Hastaların 16’sında (%14) akut böbrek yetmezliği<br />
gelişmiş, bu hastaların 11’i (%62.5) eksitus<br />
olmuştu. Akut böbrek yetmezliği gelişen 16<br />
hastanın altısına hemodinamik açıdan uygun olmaması<br />
nedeniyle SRRT uygulanamamıştı. SRRT<br />
uygulanan hastaların beşi (%50) eksitus olmuştu.<br />
Mortaliteyi etkileyen faktörlerin risk faktörü olup<br />
olmadığını belirlemek içi korelasyon testi yapıldı.<br />
Buna göre mortalite ile; yanık şekli, yanık genişliği,<br />
APACHE II skor değeri, fasyatomi uygulanması<br />
ve genel vücut travması ile doğru orantılı, cinsiyet<br />
ve GKS değeri ile ters orantılı korelasyon tespit<br />
edildi (Tablo 6).<br />
Tablo 6. Mortalite ve etkileyen faktörler arasında korelasyon.<br />
Cinsiyet<br />
Yanık Şekli<br />
Mortalite<br />
Pearson Correlation -,205 *<br />
Sig. (2-tailed) ,029<br />
N 113<br />
Pearson Correlation ,270 **<br />
Sig. (2-tailed) ,004<br />
TARTIŞMA<br />
Elektrik yanığı patofizyolojisi gereği, görünen<br />
bir hasar yapmadan da ekstremitelere, kalbe,<br />
diğer iç organlara ve beyine ciddi zararlar verebilir.<br />
Görünen hasardan başka sağlam cildin derininde,<br />
kemikleri saran kas gruplarında nekroza sebep olabilir.<br />
Bu nedenle hastanın maruz kaldığı elektriğin<br />
şiddetine bakılmaksızın, kardiyak göstergeleri en<br />
az 24 saat monitorize edilmeli, laboratuvar tetkikleri<br />
değerlendirilmelidir.<br />
Elektrik kazaları yüksek voltajlı ve düşük voltajlı<br />
elektrik yaralanmaları olarak sınıflandırılır. Düşük<br />
voltajlı elektrik yanıkları daha çok evlerde görülür<br />
ve çocukları etkiler. Yüksek voltajlı elektrik yanıkları<br />
ise genelde iş kazası olarak, çoğunlukla elektrik<br />
işçilerinde görülür (2). Ancak adolesan çağda çocuklarda<br />
da yüksek voltajlı elektrik yanık insidansı<br />
az değildir. Bizim çalışmamızda yüksek voltajlı<br />
elektriğe maruz kalma sebepleri; sokaklardaki trafolarda<br />
çalışma (15 hasta), sokakta kopuk yüksek<br />
gerilim tellerine temas (4 hasta), iş yerinde elektrik<br />
kaçağı (30 hasta), elektrik direğinde çalışma (9<br />
hasta) ve inşaatlarda kontrolsuz elektrik kullanımı<br />
(4 hasta) olarak bulunmuştur. Bu hastaların büyük<br />
çoğunluğu çalışan işçiler ve elektrikçilerdir. Altmış<br />
iki yüksek voltajlı elektrikle yaralanma olgusunun<br />
sadece beşi, yaşları 9-14 yaş arasındaki çocuklar idi.<br />
Bu bulgular literatürle uyumludur. Aghakhani<br />
ve ark’ın çalışmasında değerlendirilen vakaların<br />
%57.5’inin iş yeri kazası, %19.5’inin ise ev kazası<br />
olduğu saptanmış ve elektrik yanıklarının ev dışında,<br />
genç erkeklerin etkilendiği yüksek voltajlı iş<br />
kazaları olduğu sonucuna varılmıştır (3).<br />
Yanık Genişliği<br />
Sepsis Gelişimi<br />
GKS Skoru<br />
N 111<br />
Pearson Correlation ,477 **<br />
Sig. (2-tailed) ,000<br />
N 113<br />
Pearson Correlation ,321 **<br />
Sig. (2-tailed) ,001<br />
N 113<br />
Pearson Correlation -,662 **<br />
Sig. (2-tailed) ,000<br />
N 113<br />
Pearson Correlation ,834 **<br />
Çalışmamızda 5 yıllık dönemde hastanemiz yanık<br />
yoğun bakım ünitesinde takip edilen 113 hastada<br />
genel mortalite %10.8 bulunmuştur. Luz ve<br />
ark’ın yapmış oldukları çalışmada mortalite %8.1<br />
olarak bulunmuştur (4). Yine Türkiye’de yapılmış<br />
bir çalışma da Al ve ark mortaliteyi benzer şekilde<br />
%9.1 olarak bulmuşlardır (5). Sun ve ark’ın yapmış<br />
oldukları çalışmada ise mortalite %1.6 olarak<br />
verilmiştir (6). Ancak araştırmacılar bu çalışmada<br />
mortalitenin bu kadar düşük olmasını hastanenin<br />
konumu itibariyle bazı hastaların hastaneye ulaşamadan<br />
ölmüş olmasına bağlamışlardır.<br />
APACHE<br />
Fasyotomi<br />
Genel<br />
Vücut Travması<br />
Mortalite<br />
Sig. (2-tailed) ,000<br />
N 113<br />
Pearson Correlation ,266 **<br />
Sig. (2-tailed) ,004<br />
N 113<br />
Pearson Correlation ,288 **<br />
Sig. (2-tailed) ,002<br />
N 113<br />
Pearson Correlation 1<br />
Sig. (2-tailed)<br />
N 113<br />
* : Correlation is significant at the 0.05 level (2-tailed).<br />
** : Correlation is significant at the 0.01 level (2-tailed).<br />
Elektrik yanıklarının değerlendirildiği çalışmaların<br />
neredeyse tamamında ağırlıklı erkek hasta profili<br />
vardır. Aghakhani ve ark.’ın çalışmasında incelenen<br />
284 hastadan sadece dördünün kadın olduğu bildirilmiştir<br />
(3). Luz ve ark. da çalışmalarında erkek<br />
oranını %88.4 olarak bildirmişlerdir (4). Benzer<br />
şekilde Mazzetto ve ark’ın sadece yüksek voltajlı<br />
yaralanmaların değerlendirildiği çalışmasında tüm<br />
hastaların erkek olduğu belirtilmiştir (7). Çalışmamızda<br />
literatüre benzer şekilde 113 olgunun sadece<br />
beşi kadın hastaydı. Bu durumun en geçerli sebebi<br />
elektrik ile ilişkili mesleklerin daha çok erkeklerin<br />
çalıştığı meslek grupları olmasıdır.<br />
- 4 -
Elif Bombacı ve ark.<br />
Yüksek voltajla meydana gelen kazalarda mortalite<br />
oranı (%13.1), tahmin edilebileceği gibi düşük<br />
voltajlı kazalara göre (%8.0) anlamlı olarak yüksek<br />
bulunmuştur. Burada dikkat çekici bir husus, düşük<br />
voltajlı elektrik yaralanmalarının da aslında tedaviye<br />
rağmen ölümcül olabildiğidir.<br />
Elektrik yaralanmalarında total beden yüzey alanına<br />
(TBYA) göre yanık yüzdeleri azımsanmayacak<br />
kadar yüksektir. Birçok olguda ilk değerlendirmede<br />
fark edilmeyen ancak sonradan ortaya çıkan, geniş<br />
ve atlamalı yanık alanları mevcuttur. Çalışmamızda<br />
yüksek voltajla yaralanan hastalarda TBYA yanık<br />
yüzdesi %27, düşük voltajla yaralanan hastalarda<br />
ise %11.8 olup ortalaması %20.2 olarak bulunmuştur.<br />
Aghakhani ve ark. TBYA yanık oranının<br />
% 13.5 olduğunu bildirmişlerdir (3). Luz ve ark<br />
bu oranı % 15.4 olarak bildirmiştir (4). Mazzetto<br />
ve ark ise sadece yüksek voltajlı yaralanmalarda<br />
yanık yüzdesini % 8.6 olarak bildirmişlerdir (7).<br />
Çalışmamızda hayatını kaybeden hastaların yanık<br />
yüzdesi ortalama %45.8 olarak bulunmuştur ki, bu<br />
da yanık genişliğinin mortalite açısından anlamlı<br />
bir risk faktörü olduğunu göstermektedir. Sadece<br />
elektrik çarpmasına bağlı mortalite %7 iken, elektrikle<br />
beraber eşyaların tutuşmasıyla ortaya çıkan<br />
alev yanıklarında mortalite %31.3 bulunmuştur ve<br />
fark ileri derecede anlamlıdır. Dega ve ark çalışmalarında<br />
elektrik yanığına bağlı 15 ölümün, 12’sinde<br />
eşlik eden % 50 ve üzeri yüzey alanında alev yanığı<br />
olduğunu belirtmişlerdir (8).<br />
Elektrik yanıklarında elektriğe bağlı kas kasılmasıyla<br />
beraber, hastanın uzağa fırlatılmasıyla çeşitli<br />
bedensel travmalar meydana gelebilmektedir. Gündüz<br />
ve arkadaşlarının çalışmasında elektrik yaralanmasına<br />
maruz kalan hastaların %21.8 inde düşmeye<br />
bağlı genel beden travması saptanmıştır (9).<br />
Çalışmamızda elektrik çarpmasıyla beraber genel<br />
beden travması geçiren hastaların oranı %13.2 olarak<br />
bulundu. Bu hastalarda mortalite belirgin olarak<br />
yüksekti (%33.3). Benzer şekilde Al ve arkadaşlarının<br />
yapmış olduğu çalışmada 25 hastanın elektrik<br />
çarpmasıyla beraber düşmeye bağlı travma yaşadığı,<br />
bu hastaların 13’ünün öldüğü belirtilmiştir (5).<br />
Bu hastaların bir kısmı elektrik direklerinde çalışan<br />
elektrikçiler veya kaçak elektrik almaya çalışan insanlardan<br />
oluşmaktadır. Bu travmalarda görünen<br />
vücut dışı yaralanmalara, iç organ yaralanmaları da<br />
sıklıkla eşlik etmektedir. Beyin hasarı, göğüs ve abdomende<br />
künt travmaya bağlı organ doku hasarları<br />
ve kanamalar beklenmelidir. Şuuru açık hastalarda<br />
düşme hikayesi sorgulanabilse de konfüze ve şuur<br />
kapalı hastalarda elektrik yaralanmasının yanında<br />
düşmeye bağlı genel beden travması olabileceği<br />
göz önünde bulundurulmalıdır. Hastanın radyografileri<br />
çekilip travma dışlanana kadar asgari travmaya<br />
yaklaşım prosedürleri uygulanmalıdır.<br />
Olay anında oluşan ve kısa zamanda normale dönen<br />
bilinç bozukluğu pek önemli olmayabilir. Ancak<br />
bazen şuur bozuklukları ciddiyet arz eder. Şuur bozukluğunun<br />
sebebi elektriğin veya elektriğe maruz<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):1-6 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.881<br />
kalmayla beraber oluşan travmanın beyinde oluşturduğu<br />
hasara bağlı olabilir. Yeterli sıvı resusitasyonu<br />
yapılmayan veya iç organ yaralanmasına<br />
bağlı kanaması olan hastalarda, yeterli doku oksijenizasyonunun<br />
sağlanamamasından dolayı GKS düşük<br />
olabilir. Ani senkop geçirip normalleşen hastalar<br />
dışında, hastaneye GKS düşük gelen hastalarda<br />
mortalite yüksektir. Çalışmamızda YYBÜ’e girişteki<br />
GKS değeri 9’un altında olan hastalarda mortalitenin<br />
diğer iki gruptan yüksek olması anlamlıdır. Al<br />
ve arkadaşlarının çalışmasında da bilinci kapalı gelen<br />
11 hastanın 6’sı, konfüze gelen 10 hastanın 3’ü<br />
kaybedilmişken, bilinci açık gelen 144 hastanın sadece<br />
6’sının hayatını kaybettiği belirtilmektedir (5).<br />
Elektrik yanıklarında yüksek oranda ek travma varlığı,<br />
görünmeyen yanık alanları nedeniyle sıvı replasmanında<br />
yetersizlikler ve elektrik akımına bağlı<br />
kardiyak problemler en başta gelen mortalite nedenleridir.<br />
Bu nedenlerden dolayı olgunun en kısa<br />
zamanda ileri düzey bir bakım olanağına kavuşması<br />
mortaliteyi etkileyecektir. Yaralanma anından<br />
itibaren hastaneye ulaşma süresine göre mortalite<br />
oranları incelendiğinde ilk 24 saatte ulaşanlara göre<br />
24 saat sonra ulaşan hastalarda mortalite daha yüksekti.<br />
Ancak gruplar arasında istatistiksel açıdan<br />
anlamlı fark yoktu. Aslında hastalarımızın tamamına<br />
yakını olay sonrası ilk bir kaç saat içerisinde<br />
bir hastane acil servisine ulaştırılabilmiş ve ilk acil<br />
müdahaleleri yapılabilmiştir. Dolayısıyla elektrik<br />
çarpmasına bağlı erken dönemde kardiyak komplikasyonlarla<br />
veya genel vücut travmasıyla kaybedilmeyen<br />
hastalarda, genel olarak YYBÜ’e varış<br />
süresi anlamlı bir fark yaratmamaktadır.<br />
Hastalara yapılan cerrahi müdahaleleri incelediğimizde<br />
hastaların %31.5’ine erken dönemde fasyotomi<br />
ameliyatları uygulanmıştır. Bunların %45.9’u<br />
yüksek voltajlı yaralanmalara, %14’ü düşük voltajlı<br />
yaralanmalara uygulanmıştır. Yüksek voltajlı<br />
elektrik yaralanmalarının neredeyse yarısında fasyotomi<br />
gerektirecek kompartman sendromu geliştiği<br />
görülmektedir. Kompartman sendromu gelişmesi<br />
ve hastaya kalıcı zarar vermesi birkaç saat içerisinde<br />
gerçekleşir. Dolayısıyla yüksek voltajlı elektriğe<br />
maruz kalmış bir hastanın özellikli bir yanık yoğun<br />
bakım ünitesine hemen ulaşması mümkün olmasa<br />
da, fasyotomi yapabilecek cerrahi ekibin bulunduğu<br />
bir merkeze acilen ulaştırılması gerekir.<br />
Tarim ve ark. elektrik yanıklarında amputasyon olasılığını<br />
araştırdıkları çalışmalarında yüksek voltaj<br />
yanıklarının amputasyon için bağımsız risk faktörü<br />
olduğunu gözlemlemişler, ayrıca yanık yüzdesiyle<br />
korele olmadığını tespit etmişlerdir (10). Çalışmamızda<br />
bu tespit ile uyumlu olarak, amputasyon uygulama<br />
oranı yüksek voltajlı yaralanmalarda %19.7<br />
düşük voltajlı yaralanmalarda %2 idi.<br />
Aghakhani ve ark. çalışmasında amputasyon oranı<br />
diğer benzer çalışmalardan daha yüksek (%29)<br />
bulunmuş, araştırmacılar bu yüksekliği referans<br />
bir hastane olması nedeniyle hastaların gecikmiş<br />
- 5 -
Elif Bombacı ve ark.<br />
olarak gelmelerine bağlamışlardır (3). Yine Dega<br />
ve ark. çalışmalarında amputasyon oranını %24<br />
olarak belirtmişlerdir (8). Salehi ve ark., üst veya<br />
alt ekstremite amputasyon sıklığı % 23.2 olarak<br />
bulmuşlardır (11). Çalışmamızda amputasyon uygulanan<br />
hasta oranı %11.7 iken benzer çalışmalarda<br />
bu oran daha yüksek olup %25 civarındadır. Ancak<br />
bir çok çalışmada aynı kişilere yapılan farklı uzuv<br />
amputasyonları da hesaba katılmış olup bu farkın<br />
buradan kaynaklandığı düşünülmüştür.<br />
Genellikle elektrik kaynağına temas üst ekstremiteler<br />
yoluyla olduğu için çalışmamızın verilerine<br />
göre de elektrik yaralanmalarından en sık etkilenen<br />
vücut bölgesinin üst ekstremiteler, ikinci sırada ise<br />
alt ekstremiteler olduğu görülmüştür. Benzer şekilde<br />
Gündüz ve ark. %80.4 ile en sık yaralanma<br />
yerinin üst ekstremite olduğunu bildirmişlerdir (9).<br />
Aghakhani ve ark. en sık giriş noktasının sağ üst<br />
ekstremite ve çıkış yerinin sol alt ekstremite olduğunu<br />
tespit etmişlerdir (3). Yine Orak ve ark. elektrik<br />
giriş noktasının %60 civarında üst ekstremiteler,<br />
çıkış noktasının da benzer oranda alt ekstremiteler<br />
olduğunu belirtmişlerdir (12) . Çalışmamızda gövdede<br />
yanık alanı olan hastalarda mortalite %19.6’<br />
ya çıkmaktadır. Bu durum elektrik yanıklarında vücudu<br />
boydan boya geçen akımların daha tehlikeli<br />
ve fatal seyrettiğini göstermektedir. Ayrıca gövde<br />
yanıklarında kalbin doğrudan etkilenmesi de mortalite<br />
sebebi olarak düşünülebilir.<br />
Yoğun bakımda takip ettiğimiz hastaların ortalama<br />
yoğun bakım yatış süresi 9.6 gün idi. Yatış süresi<br />
yüksek voltajlı yaralanmalarda 13.1 gün, düşük voltajlı<br />
yaralanmalarda ortalama 5.2 gündü. Hastaların<br />
yatış süresi ile mortalite arasında bağlantı bimodal<br />
bir dağılım gösterdi. İlk 3 gün mortalite %10, iken<br />
3- 6 gün arasında % 2.7 ve 6 günden uzun takip<br />
edilen hastalarda %17.4 olarak bulundu. İlk günlerdeki<br />
mortalite yüksekliği erken dönemde kardiyak<br />
arrest olan, veya genel beden travması nedeniyle<br />
durumu kritik olan hastalardan kaynaklanmaktadır.<br />
Altı günden uzun takip edilen hastalarda ise<br />
sepsis ve sepsise bağlı komplikasyonlar yüzünden<br />
mortalite artmaktadır. Yüz on üç hastanın 43’ünde<br />
sepsis gelişmiştir. Sepsis gelişen hastalarda mortalite<br />
%23.3 idi. Tüm yanık tiplerinde olduğu gibi<br />
elektrik yanıklarında da, yeni tedavi yaklaşımlarına<br />
rağmen sepsis hala en önemli mortalite nedeni<br />
olarak karşımıza çıkmaktadır. Onaltı hastamızda<br />
yoğun bakım süresince akut böbrek yetmezliği tablosu<br />
gelişmiştir. Hemodiyaliz uygulanan hastalarda<br />
mortalite %50 civarında bulunmuştur. Saraçoğlu ve<br />
arkadaşlarının benzer bir çalışmasında hemodiyaliz<br />
uygulanan hastalarda mortalitenin 12 kat arttığı belirtilmiştir<br />
(13).<br />
Sonuç olarak;<br />
Elektrik yanıkları genellikle mesleki kazalardan<br />
kaynaklı olup morbidite ve mortalitesi yüksek yanıklardır.<br />
Yüksek voltajlı elektrik yaralanmalarında,<br />
beraberinde alev yanığı, genel beden travması<br />
da olabilmektedir. Bu çalışmada gösterilmiştir ki;<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):1-6 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.881<br />
elektrik yanıklarında beraberinde alev yanığının,<br />
genel beden travmasının varlığı, yüksek APACHE<br />
II, düşük GKS değeri, geniş yanık yüzeyi ve fasyatomi<br />
gerektirecek derinlikte yanık olması mortaliteyi<br />
arttıran risk faktörleridir. Bu nedenle elektrik<br />
yanığında hastaya yapılacak acil müdahalede yanık<br />
tedavisinin yanı sıra tüm organ ve sistemlerine ait<br />
kafa travması, kompartman sendromu gibi sorunları<br />
da değerlendirilip bunlara yönelik tedaviler de acilen<br />
başlatılmalıdır. Hastanın bu geniş kapsamlı değerlendirme<br />
ve ilk müdahaleleri yapıldıktan sonra<br />
güvenli bir şekilde en kısa zamanda özelleşmiş bir<br />
yanık merkezine ulaştırılması ideal olacaktır. Ayrıca<br />
elektrik yanıklarında dışarıdan fark edilmese de<br />
ciddi iç organ yaralanmaları, özellikle de kardiyak<br />
yaralanmaya bağlı ölümcül aritmiler olabileceği<br />
unutulmamalı, bu hastalar yoğun bakım şartlarında<br />
takip ve tedavi edilmelidir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Jeschke M, Williams FN, Gauglitz GG, Herndon DN. Burns. In:<br />
Sabiston Textbook of Surgery: The Biological Basis of Modern Surgical<br />
Practice 19th ed. CN: Elseiver Saunders 2012; 21: 521-547.<br />
2. Pricet G, Cooper MA. Electrical and Lightning Injuries. In: Rosen’s<br />
Emergency Medicine - Concepts and Clinical Practice, Volume:2 8th<br />
Edition. CN: Elseiver Saunders 2014; 1906-1914.<br />
3. Aghakhani K, Heidari M, Tabatabaee SM, Abdolkarimi L. Effect of<br />
current pathway on mortality and morbidity in electrical burn patients.<br />
Burns 2015; 41:172–176.<br />
4. Luz DP, Millan LS, Alessi MS, Uguetto WF, Paggiaro A, Gomez DS,<br />
Ferreira MC. Electrical burns: A retrospective analysis across a 5-year<br />
period. Burns 2009; 35:1015–1019.<br />
5. Al B, Aldemir M, Güloğlu C, Kara IH, Girgin S. Epidemiological characteristics<br />
of electrical injuries of patients applied to the emergency department.<br />
Ulus Travma Acil Cerrahi Derg 2006;12(2):135-142.<br />
6. Sun CF , Lv XX , Li YJ , Li WZ, Jiang L, et al. Epidemiological studies<br />
of electrical injuries in Shaanxi Province of China: A retrospective report<br />
of 383 cases. Burns 2012; 38: 568–572.<br />
7. Mazzetto- Betti KC, Amancio AC, Farina JA Jr, Barros ME, Fonseca<br />
MC. High-voltage electrical burn injuries: Functional upper extremity<br />
assessment. Burns 2009; 35: 707–713.<br />
8. Dega S, Gnaneswar SG, Rao PR, Ramani P, Krishna DM. Electrical<br />
burn injuries some unusual clinical situations and management. Burns<br />
2007; 33: 653–665.<br />
9. Gündüz T, Elçioğlu Ö, Çetin C. Ölümcül Olmayan Elektrik<br />
Yaralanmalarında Travmanın Şiddeti Ve Yerleşimi. Ulus Travma Acil<br />
Cerrahi Derg 2010;16 (3):237-240.<br />
10. Tarim A , Ezer A. Electrical burn is still a major risk factor for amputations.<br />
Burns 2013; 39: 354–357.<br />
11. Salehi SH, Fatemi MJ, Asadi K, Shoar S, Ghazarian AD, Samimi R.<br />
Electrical injury in construction workers: A special focus on injury with<br />
electrical power. Burns 2014; 40: 300–304.<br />
12. Orak M, Ustündağ M, Güloğlu C, Gökhan Ş, Alyan O. Relation between<br />
serum Pro-brain natriuretic peptide, myoglobin, CK levels and<br />
morbidity and mortality in high voltage electrical injuries. Intern Med<br />
2010;49: 2439-2443.<br />
13. Saracoglu A, Kuzucuoglu T , Yakupoglu S , Kilavuz O , Tuncay E,<br />
Ersoy B, Demirhan R. Prognostic factors in electrical burns: A review of<br />
101 patients. Burns 2014 ; 40: 702–707.<br />
- 6 -
Özkan Kocamış<br />
Özgün Araştırma - Original Research<br />
Psödoeksfoliyatif Glokomda Makuler Gangliyon Hücre İç Pleksiform Tabaka<br />
Kalınlığının Optik Koherens Tomografi İle Ölçülmesi<br />
ÖZET<br />
Pseudoexfoliation Glaucoma Macular Ganglion Cell Inner Plexiform Layer Thickness Measurement<br />
Amaç: Psödoeksfoliyatif glokomlu(PEG) ve Psödoeksfoliyatif<br />
sendromlu(PES) gözlerde optik koherens tomografi (OKT) kullanarak<br />
makuler gangliyon hücre iç pleksiform tabaka(GHİPT)<br />
kalınlığını değerlendirmek.<br />
Yöntem ve Gereçler: PEG’li 33 hasta ile Psödoeksfoliyatif<br />
sendromlu PES’li 30 hasta çalışma kapsamında değerlendirildi.<br />
Hastaların OKT ile GHİPT ve makuler retinal sinir lifi<br />
tabaka(mRSLT) kalınlıkları OKT ile ölçüldü. Her iki grupta<br />
ölçülen değerler istatistiksel olarak karşılaştırıldı. İstatistiksel<br />
analiz için olarak SPSS 21 V yöntemiprogramı kullanıldı. Elde<br />
edilen İki gruptaki verilerin karşılaştırması için t testi uygulandı.<br />
Sonuçlar p degeri 0,01 ve 0,05’ten küçük olduğunda sırasıyla<br />
istatistiksel olarak çok anlamlıönemli ve anlamlı önemli olarak<br />
kabul edildi.<br />
Bulgular: PEG’li grubunun yaş ortalaması 72,15±8,52 (56-86)<br />
yıl, PES’li grubun yaş ortalaması ise 69,36±9,85 (52-89) yıldı.<br />
PEG’li grupta ortalama makuler GHİPT kalınlığı , PES’li gruba<br />
göre farklılıklar istatistiksel olarak çok anlamlı derecede farklı<br />
önemli bulundu.(p0,05).<br />
Sonuç: PEG’li hastalarda glokomatöz hasarın erken belirteci<br />
olan makuler gangliyon hücre iç pleksiform tabaka kalınlığında<br />
istatistiksel olarak PES’li hastalara göre istatistiksel olarak<br />
anlamlı incelme bulunduması bu hastaların ayırıcı tanısında<br />
OKT’nin yardımcı bir yöntem olabileceğini düşündürmektedir<br />
Anahtar Kelimeler: psödoeksfoliyatif glokom, psödoeksfoyatif<br />
sendrom, makuler ganglion hücre iç pleksiform tabaka, makuler<br />
retina sinir lifi tabaka , optik koherens tomografi<br />
ABSTRACT<br />
Aim: To evaluate the macular ganglion cell plexiform layer<br />
(GHIPT) thickness using optical coherence tomography (OCT)<br />
in eyes with pseudoexfoliation glaucoma (PEG) and pseudoexfoliation<br />
syndrome (PES).<br />
Materials and Method: Thirty-three patients with PEG and 30<br />
patients with PES were included in the study. Patients’ GHIPT<br />
and macular thickness of retinal nerve fiber layer (mRSLT) were<br />
measured by OCT. The values measured in both groups were<br />
compared statistically. SPSS 21 V program was used for statistical<br />
analysis. The t-test was used to compare the data between<br />
the two groups.. The results were accepted as statistically very<br />
significant and significant when p values were less than 0.01 and<br />
0.05, respectively.<br />
by Optical Coherence Tomography<br />
Özkan KOCAMIŞ 1<br />
1. Ahi Evran Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları AD, Kırşehir<br />
İletişim Bilgileri:<br />
Sorumlu Yazar: Özkan KOCAMIŞ, Yrd. Doç. Dr.<br />
Yazışma Adresi: Ahi Evran Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları AD,<br />
Kırşehir, Türkiye<br />
Tel: +90 (530) 552 17 96 Fax: +90 (386) 213 33 98<br />
E-Posta: okocamis@yahoo.com<br />
Makalenin Geliş Tarihi: 07.11.2017<br />
Makalenin Kabul Tarihi: 21.12.2017<br />
- 7 -<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):7-10 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.791<br />
Results: The mean age of the PEG group was 72,15 ± 8,52 (56-<br />
86) years and the average age of the PES group was 69,36 ± 9,85<br />
(52-89) years. The mean macular GHIPT thickness in the PEG<br />
group was statistically significantly different from that of the PES<br />
group (p 0,05;t=-0,89).<br />
Conclusion: Statistically significant thinning of macular ganglion<br />
cell plexiform layer thickness, which is an early indicator of<br />
glaucomatous damage in patients with PEG, when compared to<br />
patients with PES suggests that OCT may be an adjunctive method<br />
in the differential diagnosis of these patients.<br />
Keywords: pseudoexfoliation glaucoma, pseudoexfoliation<br />
syndrome, macular ganglion cell inner plexiform layer, macular<br />
thickness of retinal nerve fiber layer, optical coherence tomography<br />
GİRİŞ<br />
Psödoeksfoliyatif sendrom göz içi ve dışı dokularda<br />
anormal fibrinogranuler, extrasellüler materyal<br />
birikimiyle karakterize bir hastalıktırdir. (1). PES’in<br />
teşhisinde altın standart gözün ön segmentinde anormal<br />
fibriler depozitin saptanması varlığına dayalıdır.<br />
(2). Fibriler materyal, lens ön yüzü ve/veya pupilla<br />
kenarında beyaz depozitler olarak görülür.(3). Psödoeksfoliyasyon<br />
materyali varlığı açık açılı glokomun<br />
belirlenebilen en sık sebebidir.(4). Fibrogranüler<br />
depozitlerin pigmentin trabeküler ağı tıkaması ve<br />
buna bağlı gelişen trabeküler hücre disfonksiyonu<br />
sonucu göz içi basınç (GİB) artışı meydana gelir.<br />
(5,6). Psödoeksfolyatif glokom(PEG) prevalansı 6.<br />
dekattan sonra yaygın daha belirgin olmak üzere yaşla<br />
birlikte artar.(2). Bütün glokom alt tiplerinin %25’<br />
inden sorumludur.(7). PES’den PEG’e ilerlemeden<br />
sorumlu mekanizma belli değildir, fakat PEG yüksek<br />
GİB seviyeleri, GİB’ de fluktasyonlar veya azalmış<br />
oküler kan akımından dolayı primer açık açılı glokomdan<br />
daha şiddetli, ilerleyici ve kötü prognozludur.<br />
(2,7,8,9,10). Glokomatöz hasardaki ana patoloji<br />
retina gangliyon hücre kaybıdır. (11-13). Bu sebeple<br />
PES ‘den PEG’e geçiş aşamasında gangliyon hücre<br />
hasarının erken belirlenmesi önemlidir. Bu konuda<br />
OKT ile gangliyon hücre kompleks ve gangliyon<br />
hücre iç pleksiform tabaka (GHİPT)kalınlık ölçümülerinin<br />
özellikle erken glokomatöz hasarın ayırıcı tanısında<br />
çok faydalı iyi olduğu gösterilmiştir. (14-16).<br />
Bu çalışmada PEG’li hastalarda makuler gangliyon<br />
hücre iç pleksiform tabaka (GHİPT) kalınlığında<br />
meydana gelen değişiklikleri PES’li hastalarla karşılaştırmayı<br />
araştırmayı amaçladık.
Özkan Kocamış<br />
YÖNTEM ve GEREÇLER<br />
Bu çalışma Ahi Evran Üniversitesi Eğitim ve<br />
Araştırma Hastanesi Göz Kliniğinde muayenesi yapılan<br />
PEG’li 33 hasta ve 30 PES’li 30 hasta üzerinde<br />
yapılmıştır. Hastalarda işlem yapılırken Uluslararası<br />
Helsinki Bildirgesi koşullarına bağlı kalınmıştır.<br />
Yapılan çalışma için Ahi Evran Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Klinik Araştırmalar Etik Kurulu tarafından<br />
gerekli olan izinler alınmıştır.<br />
PEG’li hastalar; slit-lamp biyomikroskopi altında<br />
dilate edilmiş pupilladan pupil kenarında ve/veya<br />
lens ön yüzeyinde eksfoliyasyon materyalinin görülmesi,<br />
gonyoskopide açının açık olması, GİB’ in 21<br />
mmHhg’dan yüksek olması, Cup/disk(C/D) oranının<br />
0.4 ve üzeri olması ve görme alan defektlerinin varlığıylea<br />
belirlendi.<br />
PES’li hastalar; slit-lamp biyomikroskopide dilate<br />
pupilladan pupil kenarında ve/veya lens ön yüzünde<br />
eksfoliyasyon materyalinin görülmesi, gonyoskopide<br />
açının açık olması, GİB’in 21 mmhg’nın altında<br />
olması, C/D oranı 0.3 ve altında olması ve normal<br />
görme alanı varlığı ile belirlendi.<br />
Önceden geçirilmiş oküler cerrahi, oküler ve travma,<br />
optik nöropati, OKT ölçümünü engelleyen katarakt,<br />
lens kesafeti, korneal opasitesileri gibi OKT ölçümünü<br />
engelleyen durumlar, sferik 5 diyoptri, silendirik<br />
3 diyoptriden büyük refraksiyon kusuru sferik 5<br />
diyoptri, silendirik 3 diyoptriden büyük olan hastalar<br />
ile diyabetik retinopati, makuler dejenerasyonu gibi<br />
vitreoretinal patolojileri olan hastalar çalışma dışı<br />
bırakıldı.<br />
Tüm hastalarından tıbbi öyküleri alındı ve ayrıntılı<br />
göz muayeneleri yapılarak kaydedildi. Bu muayeneler<br />
sırasıyla Snellen eşeli ile en iyi düzeltilmiş<br />
görme keskinliği, slit-lamp biyomikroskopi ile ön<br />
segment muayenesi, dilate pupilladan fundus muayenesi,<br />
hava üflemeli air puff tonometre ile GİB<br />
ölçülmesi, optik koherens tomografi (Heidelberg<br />
Engineering,AlmanyaGermany) ile makuler retina<br />
sinir lifi tabakası (mRSLT) ve GHIPT kalınlık ölçülmesinden<br />
oluşmaktaydı.<br />
OKT ölçümleri dilate pupilladan Spectralis Software<br />
Version 4.0; Heidelberg Engineering, Almanya Germany<br />
kullanılarak deneyimli teknisyen tarafından<br />
yapıldı. GHIPTGangliyon hücre iç pleksiform tabaka<br />
kalınlığı vemRSLTmakuler retina sinir lifi tabaka<br />
kalınlığı otomatik olarak ölçüldü ve kaydedildi.<br />
Elde edilen veriler SPSS 21. V programında istatistiksel<br />
olarak analiz edilmişlerdir. Ölçülen değerlerden<br />
elde edilen veriler iki grup üzerinden elde edildiğinden<br />
karşılaştırılmasında iki yönlü t-testi kullanılmıştır.<br />
Bu test sonucunda elde edilen değerler ile tablo<br />
t değerleri karşılaştırılmıştır. Çalışmada öncelikle<br />
karakterler kontrol grupları ile karşılaştırılmışlardır.<br />
Daha sonra ise uygulamaların cinsiyet farklılığı üzerine<br />
etkilerini belirlemek için kadın ve erkeklere ait<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):7-10 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.791<br />
değerler karşılaştırılmıştır. Sonuçta tablo değerinden<br />
büyük çıkanlar için p değerine bağlı olarak iki değişken<br />
arasındaki farkın 0.05 veya 0.01’e göre önemli<br />
oldukları kararına varılmıştır. 0.05’e göre önemli olması<br />
iki değişken arasındaki farkın önemli olduğunu<br />
belirtirken, 0.01’e göre önemli olması iki değişken<br />
arasındaki farkın çok önemli olduğunu ifade eder.<br />
Ayrıca değişkenler karakterler arasında ilişkinin olup<br />
olmadığını belirlemek için ise Ppearson korelasyonu<br />
uygulanmıştır. İkili ilişkilerin önemlilikleri de yine<br />
0.05 ve 0.01’e göre belirlenmiştir.<br />
BULGULAR<br />
PEG grubunun yaş ortalaması 72,15±8,52 (56-<br />
86) yıl, PES’li grubunun yaş ortalaması 69,36±9,85<br />
(52-89) yıldı. Hastalara ait klinik ve demografik<br />
özellikler tablo 1’ de gösterilmiştirdi.<br />
Tablo 1. Hastaların klinik ve demografik özellikleri.<br />
PEG PES t<br />
Yaşort.(yıl) 72,15±8,52 69,36±9,85<br />
Cinsiyet(K/E) 13/20 14/16<br />
GİB(mmHg) 22,2±10.1 15,97±3,56 3,22 **<br />
GİB: Göz içi basıncıç, K/E: Kadın/Erkek, t: t testi **: p
Özkan Kocamış<br />
Tablo 2. Hastaların cup disk oranı, pakimetri, ganliyon hücre iç pleksiform<br />
tabaka kalınlığı, makuler sinir lifi tabaka kalınlığı karşılaştırılması.<br />
mRSLT(µ) 20,4±5,8 19,2±4,53 -0,89<br />
C/D:Cup disk oranı, GHİPT: ganglion hücre iç pleksiform tabaka, mRSLT: makuler<br />
retina sinir lifi tabakası , µ: mikron, t: t testi, **: p
Özkan Kocamış<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):7-10 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.791<br />
Puska ve ark. PES ve glokomda PEG’de pPsödoeksfoliyatif<br />
materyalinin gangliyon hücre hasarı<br />
için GİB’den bağımsız bir risk faktörü olabileceğini<br />
bildirönermişlerdir. (24). Bir başka çalışmada<br />
10 yıllık takipte tek taraflı PES’li gözlerin %38’inin<br />
çift taraflı PES’ena dönüştüğünü ve PEG’e dönüşüm<br />
oranının %32 olduğunu rapor etmişlerdir. (25).<br />
Aydın ve ark ‘nın çalışmasında eksfoliyatif sendromlu<br />
gözlerde ortalama GİB değeri diğer göze<br />
göre 1,63 mmHhg ve sağlıklı gözlere göre ise 2,93<br />
mmHhg daha yüksek bulunmuştur.(20). Bizim çalışmamızda<br />
da PEG’li grupta GİB, PES’li gruba<br />
göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu.<br />
Bunun nedeni olarak PEG’li gözlerde GİB’ in kontrolsüz<br />
olmasından kaynaklandığını düşündük.<br />
Çalışmamızında bazı kısıtlılıkları mevcuttu. Birincisi<br />
PEG’li hastaların glokom meydana gelişmeden<br />
önceki makuler gangliyon hücre iç pleksiform tabaka<br />
kalınlığını bilmiyorduk. İkincisi her iki grubun<br />
dosyalarında da görme alanı parametre değerlerine<br />
ulaşamadık.<br />
Sonuç olarak PES’li hastalarda glokom gelişme<br />
riski nedeni ile gangliyon hücre ve sinir lifi<br />
tabakasındaki kalınlık değişimleri yakından takip<br />
edilmelidir. Bu nedenle makuler gangliyon<br />
hücre iç pleksiform tabaka kalınlık ölçümleri<br />
PEG’in erken teşhisinde önemli bir parametre<br />
olabilir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Schlötzer-Schrehardt U, Naumann GOH. Ocular and systemic<br />
pseudoexfoliation syndrome. Am J Ophthalmol 2006;141(5):921–937.<br />
2. Plateroti P, Plateroti AM, Abdolrahimzadeh S, Scuderi G . Pseudoexfoliation<br />
syndrome and pseudoexfoliation glaucoma: a review of the literature<br />
with updates on surgical management. J Ophthalmol 2015;2015:1–<br />
9.<br />
3. Ritch R. Ocular and systemic manifestations of exfoliation syndrome.<br />
J Glaucoma 2014;23:S1–S8.<br />
4. Schlotzer-Schrehardt U, Kuchle M, Junemann A, Naumann GO. Relevance<br />
of the pseudoexfoliation syndrome for the glaucomas. Ophthalmologe<br />
2002;99:683–690.<br />
5. Gharagozloo NZ, Baker RH, Brubaker RF. Aqueous Dynamics in exfoliation<br />
syndrome. Am J Ophthalmol 1992;114: 473–478.<br />
6. Schlotzer-Schrehardt U, Naumann GOH. Trabecular meshwork in<br />
pseudoexfoliation syndrome with and without open angle glaucoma. Invest<br />
Ophthalmol Vis Sci 1997;38:2435–2446.<br />
7. Ozmen MC, Aktas Z, Yildiz BK, Hasanreisoglu M, Hasanreisoglu B<br />
. Retinal vessel diameters and their correlation with retinal nerve fiber<br />
layer thickness in Patients with pseudoexfoliation syndrome. Int J Ophthalmol<br />
2015;8(2):332.<br />
8.Davanger M, Ringvold A, Blika S. Pseudo-exfoliation, IOP and glaucoma.<br />
Acta Ophthalmol 1991;69(5):569–573.<br />
9. Vesti E, Kivelä T. Exfoliation syndrome and exfoliation glaucoma.<br />
Prog Retin Eye Res 2000;19(3):345–368.<br />
10. Riga F, Georgalas I, Tsikripis P, Papaconstantinou D . Comparison<br />
study of OCT, HRT and VF findings among normal controls and patients<br />
with pseudoexfoliation, with or without increased iOP. Clin Ophthalmol<br />
2014;8:2441.<br />
11. Sommer A, Miller NR, Pollack I, Maumenee AE, George T. The<br />
nerve fiber layer in the diagnosis of glaucoma. Arch Ophthalmol<br />
1977;95:2149–2156.<br />
12.Quigley HA, Dunkelberger GR, Green WR. Retinal ganglion cell atrophy<br />
correlated with automated perimetry in human eyes with glaucoma.<br />
Am J Ophthalmol 1989;107:453–464.<br />
13.Quigley HA, Miller NR, George T. Clinical evaluation of nerve fiber<br />
layer atrophy as an indicator of glaucomatous optic nerve damage. Arch<br />
Ophthalmol 1980;98:1564–1571.<br />
14. Kotowski J, Folio LS, Wollstein G, Ishikawa H, Ling Y, Bilonick RA,<br />
et al. Glaucoma discrimination of segmented cirrus spectral domain optical<br />
coherence tomography (SD OCT) macular scans. Br J Ophthalmol<br />
2012;11:1420-1425.<br />
15. Mwanza JC, Durbin MK, Budenz DL, Sayyad FE, Chang RT, Neelakantan<br />
A, et al. Glaucoma Diagnostic accuracy of ganglion cell-inner<br />
plexiform layer thickness: comparison with nerve fiber layer and optic<br />
nerve head. Ophthalmology 2012;119(6):1151-1158.<br />
16. Mayama C, Saito H, Hirasawa H, Tomidokoro A, Araie M, Iwase A,<br />
et al. Diagnosis of earlystage glaucoma by grid-wise macular inner retinal<br />
layer thickness measurement and effect of compensation of discfovea<br />
inclination. Invest Ophthalmol Vis Sci 2015;56(9):5681-5690.<br />
17. Pazos M, Dyrda AA, Biarnés M, Gómez A, Martín C ,Mora C et al.<br />
Diagnostic Accuracy of Spectralis SD OCT Automated Macular Layers<br />
Segmentationto Discriminate Normal from Early Glaucomatous Eyes.<br />
Ophthalmology. 2017 Aug;124(8):1218-1228.<br />
18.Wollstein G, Schuman JS, Price LL, Aydin A, Beaton SA, Stark PC,<br />
et al. Optical coherence tomography (OCT) macular and peripapillary<br />
retinal nerve fiber layer measurements and automated visual fields. Am J<br />
Ophthalmol 2004;138:218–225.<br />
19.Lederer DE, Schuman JS, Hertzmark E, Heltzer J, Velazques LJ,<br />
Fujimoto JG, et al. Analysis of macular volume in normal and glaucomatous<br />
eyes using optical coherence tomography. Am J Ophthalmol<br />
2003;135:838–843.<br />
20. Aydin D, Kusbeci T, Uzunel UD, Orsel T, Yuksel B. Evaluation of<br />
Retinal Nerve Fiber Layer and Ganglion Cell Complex Thickness in Unilateral<br />
Exfoliation Syndrome Using Optical Coherence Tomography.J<br />
Glaucoma 2016 Jun;25(6):523-7.<br />
21.Korkmaz B, Yigit U, Agachan A, Helvacıoglu F, Bilen H, Tugcu B.<br />
Glokomlu ve normal olgularda optik koherens tomografi ile retina sinir<br />
lifi tabakasi ve ganglion hücre kompleksi ilişkisinin değerlendirilmesi.<br />
TJO 2010;40:338–342.<br />
22.Eltutar K, Acar F, Kayaarası Öztürker Z, Ünsal E, Özdoğan Erkul<br />
S. Structural Changes in Pseudoexfoliation Syndrome Evaluated with<br />
Spectral Domain Optical Coherence Tomography.Curr Eye Res.2016<br />
;41(4):513-20.<br />
23.Tan O, Li G, Lu AT, Varma R, Huang D. Mapping of macular substructures<br />
with optical coherence tomography for glaucoma diagnosis.<br />
Ophthalmology 2008;115:949–956.<br />
24. Puska P, Vesti E, Tomita G, Ishida K, Raitta C. Optic disc changes in<br />
normotensive persons with unilateral exfoliation syndrome: a 3-year follow-up<br />
study. Graefe’s Arch Clin Exp Ophthalmol 1999;237(6):457–462.<br />
25. Puska PM. Unilateral exfoliation syndrome: conversion to bilateral<br />
exfoliation and to glaucoma: a prospective 10-year follow-up study J<br />
Glaucoma. 2002;11(6):517–524.<br />
Bu çalışma 51. TOD ulusal kongresinde poster olarak sunulmuştur.<br />
- 10 -
Rohat Ak ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):11-16 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.785<br />
Özgün Araştırma - Original Research<br />
Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde<br />
Şiddet Nedeniyle Verilen Beyaz Kodların Analizi<br />
Analysis of White Codes due to Violence in Fatih Sultan Mehmet Education and Research Hospital<br />
Ali ŞAHİNER 1 , Rohat AK 2 , Kemal AYGÜN 3 , Cansu Arslan TURAN 2 , Tuba Cimilli ÖZTÜRK<br />
2<br />
, Eray Serdar YURDAKUL 4 , Oktay SARI 5<br />
1. SBÜ, Malatya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Acil Tip Kliniği, Malatya<br />
2. SBÜ, Fatih Sultan Mehmet Eğitim Ve Araştirma Hastanesi, Acil Tıp Kliniği, İstanbul<br />
3. Pendik Devlet Hastanesi, Acil Tıp, İstanbul<br />
4. SBÜ, Gülhane Tıp Fakültesi, Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Başkanlığı, Ankara<br />
5. SBÜ, Gülhane Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı Başkanlığı, Ankara<br />
ÖZET<br />
Amaç: Sağlık çalışanları şiddete maruz kalma riski açısından<br />
diğer meslek grupları arasında farklı ve özel bir yere sahiptir.<br />
Sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin boyutları ve alınabilecek<br />
önlemleri ortaya koymak için Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde<br />
bir komisyon oluşturulmuş ve Başbakanlık ve Sağlık Bakanlığı<br />
tarafından yeni uygulamalar geliştirilmiştir. Bunlardan<br />
biri olan ve 2012 yılında uygulanmaya başlayan “Beyaz Kod”<br />
uygulaması, sağlık kurumlarında meydana gelen şiddet olaylarına<br />
hızlı müdahale ile sağlık çalışanları ve hasta güvenliğinin<br />
sağlanması ve hukuki sürecin işleyişinin kolaylaştırılması için<br />
geliştirilmiştir.<br />
Yöntem ve Gereçler: Beyaz kod uygulamasının sonuçları üzerine<br />
ülkemizde yapılmış kısıtlı sayıda çalışma bulunmaktadır. Resmi<br />
bildirimi yapılmış şiddet olayları üzerine ülkemizde yapılmış en<br />
kapsamlı araştırmalardan biri olan bu tez çalışmasında, 162 beyaz<br />
kod vakası retrospektif olarak incelendi.<br />
ABSTRACT<br />
Aim: Compared with the other professions, healthcare professionals<br />
have a different and special place in terms of risk for being<br />
exposed to violence. The commission has been formed under the<br />
umbrella of the Grand National Assembly of Turkey in order to<br />
determine the aspects of the violence against healthcare professional<br />
and set forth the precautions to be taken. Besides, new<br />
implementations have been developed by the Prime Ministry and<br />
the Ministry of Health. “Code White”, which was put into practice<br />
in 2012 is one these implementations. It is developed with the<br />
purpose of immediate respond to the actual or potential violence<br />
at healthcare centers, ensuring the security and safety of healthcare<br />
professionals and patients and facilitating the law process.<br />
Materials and Method: The number of the studies carried out<br />
on “Code White” is limited in Turkey. 162 cases on Code White<br />
were retrospectively studied in this paper which is one of the most<br />
extensive studies on violence cases officially reported in Turkey.<br />
Bulgular: Tüm olaylarda toplam 248 kişi tarafından 236 sağlık<br />
çalışanına şiddet uygulandığı saptandı. Beyaz kod tutanaklarına<br />
göre sağlık çalışanlarının 162 olayın %98,1’inde sözel şiddete,<br />
%35,2’sinde fiziksel şiddete ve %0,62’sinde cinsel içerikli şiddete<br />
maruz kaldığı belirlendi. Şiddete en sık maruz kalan sağlık çalışanlarının<br />
doktorlar (%60,6), hemşireler (%21,2), güvenlik görevlileri<br />
(%8,9) ve (%5,1) kayıt görevlileri olduğu bulundu. Acil<br />
serviste doktorların, acil servis dışı birimlerde ise hemşirelerin<br />
diğer meslek gruplarına göre şiddete daha sık maruz kaldığı ve<br />
bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulundu (P < 0,05).<br />
Cinsiyete göre farklılıklar incelendiğinde ise acil serviste çalışan<br />
erkek personelin daha sık şiddete maruz kaldığı bulundu (P <<br />
0,05). Sadece fiziksel şiddet özelinde ele alındığında ise acil serviste<br />
erkek doktorların, acil servis dışında da kadın doktorların<br />
fiziksel şiddete uğrama risklerinin daha yüksek olduğu bulundu<br />
(P < 0,05). Beyaz kod bildiriminin tamamı için hukuki süreç<br />
başlatıldığı, ancak bunlardan sadece 23’ünün (%14,2) sonuçlandırıldığı<br />
belirlendi.<br />
Sonuç: Çalışmamızda şiddet olaylarının acil serviste ve acil<br />
servis dışı birimlerde önemli ölçüde farklılıklara sahip olduğu<br />
gösterilmiştir. Bu nedenle şiddeti önlemeye yönelik tedbir ve uygulamaların<br />
acil servisler özelinde ayrıca ele alınması ve değerlendirilmesi<br />
gerektiğini söyleyebiliriz<br />
Anahtar Kelimeler: beyaz kod, sağlıkta şiddet, fiziksel şiddet,<br />
sözel şiddet<br />
İletişim Bilgileri:<br />
Sorumlu Yazar: Rohat AK, Uzm. Dr.<br />
Yazışma Adresi: SBÜ, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi,<br />
İstanbul, Türkiye<br />
Tel: +90 (506) 821 3136<br />
E-Posta: rohatakmd@gmail.com<br />
Makalenin Geliş Tarihi: 25.10.2017<br />
Makalenin Kabul Tarihi: 19.03.<strong>2018</strong><br />
- 11 -<br />
Results: It is determined that 236 healthcare professionals were<br />
exposed to violence by 248 in total. According to the Code White<br />
reports, the healthcare professionals were subjected to verbal<br />
abuse/violence in 98,1% out of 162 cases, to physical violence<br />
in 35,2% and to sexual violence in 0,62%. It is found that the<br />
healthcare professionals exposed to the violence most are doctors<br />
(60,6%), nurses (21,2%), security staff (8,9%) and receptionists<br />
(5,1%) respectively. It is determined that the doctors are the<br />
professionals who are exposed to the violence most at the emergency<br />
department and the nurses are the professionals who are<br />
exposed to the violence most at the units other than emergency<br />
departments compared to the other professions; the difference<br />
is statistically significant (P < 0,05). As the differences on the<br />
basis of the gender are analyzed, it is determined that the males<br />
working at emergency department are exposed to violence more<br />
(P < 0,05). As it is considered on the basis of physical violence it<br />
is found that the male doctors at emergency department and the<br />
female doctors at departments other than emergency have higher<br />
risks to be exposed to physical violence (P < 0,05). It is found<br />
that the it was initiated legal action against all the cases reported<br />
with Code White; however only 23 of them (14,2%) have been<br />
concluded.<br />
Conclusion: In our study, it has been shown that violence has<br />
significant differences in emergency and non-emergency service<br />
units . Therefore, we can say that the measures and practices to<br />
prevent violence must be handled and evaluated separately in the<br />
emergency services.<br />
Keywords: code white, violence in health, physical violence, verbal/abuse<br />
violence
Rohat Ak ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):11-16 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.785<br />
GİRİŞ<br />
Renkli kod uygulamaları sağlık tesislerinde<br />
hasta ve çalışan güvenliği için risk oluşturan durumlara<br />
yönelik önleyici hizmetlerin ve etkin müdahalenin<br />
hızlı ve organize bir şekilde yapılabilmesi<br />
amacıyla geliştirilmiştir. Ülkemizde sağlık hizmeti<br />
sunan merkezler için mavi, pembe, kırmızı ve beyaz<br />
kod olmak üzere dört temel renkli kod uygulaması<br />
tanımlanmıştır. Bunlardan mavi kod “solunum veya<br />
kardiyak arrest durumlarında yapılacak acil müdahalenin<br />
detaylarını”, pembe kod “tedavi için hastanede<br />
bulunan bebek veya çocuk hastalarla ilgili kaçırma<br />
girişimlerine yönelik önlemleri”, kırmızı kod “yangın<br />
tehlikesi durumları için alınacak önlem ve hızlı<br />
müdahale uygulamalarını” ve beyaz kod ise “sağlık<br />
çalışanlarının maruz kaldığı şiddeti önlemeye yönelik<br />
acil durum yönetiminin detaylarını ve olayın<br />
gerçekleşmesi durumunda şiddete maruz kalan çalışanlara<br />
verilecek tıbbi, psikolojik ve hukuki desteğin<br />
sağlanmasına yönelik uygulamaları” kapsamaktadır<br />
(1,2). Yapılan araştırmalar, şiddete maruz kalma oranının<br />
sağlık çalışanlarında diğer bazı meslek gruplarına<br />
göre daha yüksek olduğunu göstermektedir<br />
(3-6). Ülkemizdeki geçmişi beş yıl gibi kısa bir süre<br />
olan beyaz kod uygulaması ile ilgili veriler sunan<br />
sınırlı sayıda bilimsel araştırmanın yayımlanmış<br />
olması bu çalışmanın planlanmasındaki en önemli<br />
etken olmuştur (3,7,8). Bir eğitim ve araştırma hastanesinde<br />
şiddet nedeniyle verilen beyaz kodların<br />
retrospektif olarak incelendiği bu çalışma, sağlık<br />
çalışanlarına yönelik şiddetin hastanemiz özelindeki<br />
temel nedenlerini ortaya koymayı ve şiddet olaylarının<br />
görülme sıklığını azaltabilecek çözüm önerilerini<br />
sunmayı amaçlamaktadır. Ayrıca, şiddet nedeniyle<br />
verilen beyaz kodların analizi ile elde edeceğimiz<br />
veriler ışığında ülkemiz genelinde beyaz kod uygulama<br />
pratiğinin geliştirilmesi gereken yönlerinin tartışılması<br />
amaçlanmıştır. Sağlık çalışanlarına yönelik<br />
şiddet olaylarının yüksek oranda görüldüğü yerlerden<br />
biri de hastanelerin acil servisleridir (3,9,6). Bu<br />
çalışmada ayrıca “acil servisler” ve “acil servis dışı<br />
birimlerde” görülen şiddet olayları arasındaki benzerlikleri<br />
ve farklılıkları ayrıntılı olarak ele almak ve<br />
böylece daha spesifik verilere ulaşmak da hedeflenmektedir.<br />
YÖNTEM ve GEREÇLER<br />
Çalışmamız; İstanbul Anadolu Kuzey Kamu<br />
Hastaneleri Birliği Fatih Sultan Mehmet Eğitim<br />
ve Araştırma Hastanesi Bilimsel Çalışmalar<br />
Komisyonu’ndan izin alınarak gerçekleştirilmiştir.<br />
Hukuki süreç sonuçları ve verilen kararlar için İstanbul<br />
İl Sağlık Müdürlüğü’ne resmi olarak başvuruldu.<br />
Kişisel bilgilerin gizliliği ve korunması nedeniyle<br />
sadece sonuçlanmış davalara ait sayısal verilere ve<br />
kısa bilgilere ulaşılırken, ileri düzeyde detaylı veriler<br />
elde edilememiştir. Bu çalışmaya İstanbul Fatih<br />
Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />
Çalışan Hakları Güvenliği Birimi’nden elde edilen<br />
162 “Beyaz Kod” vakası dahil edilmiştir. Çalışmaya<br />
dahil edilen beyaz kod bildirimleri 113 numaralı<br />
telefon bağlantısına ve www.beyazkod.saglik.<br />
- 12 -<br />
gov.tr adresine bildirilen resmi kayıt altına alınmış<br />
belgelerden oluşmaktadır. Tüm tutanaklar için İl<br />
Sağlık Müdürlüğü’nün “Çalışan Hakları ve Güvenliği<br />
Birimi” ve “Hukuk İşleri Şubesi”, www.beyazkod.saglik.gov.tr<br />
yazışma adresi ve Cumhuriyet<br />
Başsavcılığı’ndan olmak üzere üç ayrı resmi kayıt<br />
numarası alınmıştır.<br />
Çalışma 01 Şubat 2014 - 30 Nisan 2016 tarihleri arasındaki<br />
27 aylık süreçte gerçekleşen şiddet olaylarını<br />
kapsamaktadır. Çalışmaya acil servis, poliklinik<br />
hizmeti verilen birimler ve kayıt kabul birimleri de<br />
dâhil olmak üzere hastane bünyesindeki tüm birimlerde<br />
meydana gelen ve raporlanan beyaz kod vakaları<br />
dâhil edilmiştir. Herhangi bir nedenle resmi<br />
olarak raporlanmamış olan şiddet, tehdit ve benzeri<br />
durumlar bu çalışma kapsamı dışındadır. Çalışmanın<br />
ön değerlendirme sonuçları ve bu konu ile ilgili<br />
ülkemizde yapılan önceki çalışmalar incelenerek<br />
karşılaştırmalı analizlerin yapılacağı parametreler<br />
belirlendi ve böylece ilk veri tabanı oluşturuldu. Belirlenen<br />
parametrelere ait veriler çalışma sonunda<br />
yapılacak istatistiksel incelemelere uygun hale getirilerek<br />
Statistical Package for the Social Sciences<br />
(SPSS) yazılım programına ayrıntılı olarak girildi ve<br />
ikinci bir veri tabanı oluşturuldu. Çalışmada; olayın<br />
gerçekleşme zamanı (tarih ve saat), olayın geçtiği<br />
birim (acil servis, poliklinikler, diğer birimler), şiddete<br />
maruz kalan sağlık çalışanının bilgileri (meslek,<br />
cinsiyet, çalıştıkları birim), şiddeti uygulayan kişilerin<br />
bilgileri (hasta, hasta yakını, cinsiyet), saldırı<br />
türü (hakaret ve tehdit içerikli sözel şiddet, fiziksel<br />
şiddet, psikolojik şiddet, cinsel şiddet ve taciz), olayın<br />
temel-kök nedenleri ve hukuki süreç sonuçları<br />
ayrı ayrı incelendi. Şiddet türleri, şiddetin taraflarının<br />
kim olduğuna göre dört seçenekli bir sınıflamaya<br />
göre ele alındı (mağdur-fail):<br />
1) Sağlık çalışanları - sağlık çalışanları,<br />
2) Sağlık çalışanları - hasta/hasta yakınları,<br />
3) Sağlık çalışanları - üçüncü şahıslar,<br />
4) Sağlık çalışanları - hasta/hasta yakınları - üçüncü<br />
şahıslar,<br />
Bu sınıflandırmaya uymayan nadir olaylar ayrıca değerlendirildi.<br />
Genel durum itibariyle beyaz kod uygulaması<br />
dışında olan ve sağlık çalışanlarının kendi<br />
aralarında meydana gelen mobbing (yıldırma/işyerinde<br />
psikolojik şiddet/taciz) kapsamındaki şiddet<br />
türleri bu çalışmanın kapsamı dışında tutulmuştur.<br />
Şiddet türlerinin ve içeriklerinin tanımlanması konusunda<br />
standardize ölçekler bulunmaması nedeniyle<br />
çalışmamızda genel literatür verilerine uygun olarak<br />
şiddet türleri oluş şekline göre üç ana gruba ayrıldı ve<br />
bu gruplamaya göre karşılaştırmalı analizler yapıldı.<br />
Beyaz kod tutanakları üzerinde yaptığımız incelemelere<br />
göre sözlü şiddet olayları ayrıca alt gruplara<br />
ayrıldı ve incelendi ;<br />
1) Fiziksel şiddet<br />
2) Sözlü şiddet (hakaret içerikli olan veya olmayan,<br />
tehdit, psikolojik )<br />
3) Cinsel taciz ve şiddet
Rohat Ak ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):11-16 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.785<br />
Şiddet türlerinin oluş şekline göre gruplandırılmasında<br />
dikkate alınan hususlar:<br />
Doğrudan mağduru hedef almayan, fakat işyerindeki<br />
objelerin (bilgisayar, oda kapısı, masa, evraklar<br />
ve diğer malzemeler) kırılması, mağdura fırlatılması,<br />
etrafa saçılması gibi fiiller fiziksel şiddet kapsamına<br />
dahil edildi. Sağlık çalışanlarına yönelik silah çekme<br />
veya kesici-delici aletlerle yapılan saldırılar güvenlik<br />
güçleri tarafından engellenmiş olanlar da dahil olmak<br />
üzere fiziksel şiddet kapsamına dahil edildi. Cinsel<br />
içerikli taciz eylemleri, laf atma (cinsel içerikli sözler<br />
söyleme), kişinin özel yaşamı, vücudunun bazı<br />
bölgeleri ya da görüntüsü ile ilgili istenmeyen müstehcen<br />
şakalar ve yorumlar cinsel şiddet kapsamında<br />
değerlendirildi. Kişiye veya mesleğine yönelik bireyin<br />
itibar ve değerine saygı duyulmadığını gösteren<br />
aşağılayıcı sözler, kötü konuşma, küfür ve azarlama<br />
yollarıyla yapılan olumsuz sözlü davranışlar “hakaret<br />
içerikli sözlü şiddet” olarak gruplandırılırken, hakaret<br />
içermeyen ancak bireye yüksek sesle öfke ve kinini<br />
bildirme ve suçlayıcı konuşmalar gibi davranışlar<br />
“hakaret içerikli olmayan sözlü şiddet” olarak değerlendirildi.<br />
Küfür içerikli sözel şiddet olaylarında<br />
cinsel içerikli uygunsuz ifadeler bulunmakla beraber,<br />
bu sözler bir üst paragrafta yer alan cinsel içerikli taciz<br />
tanımı kapsamında yer almadığı sürece “hakaret<br />
içerikli sözlü şiddet” olarak kabul edildi. Bunun dışında<br />
fiziksel saldırı tehdidi, ölüm tehdidi, mafya-çete,<br />
siyasi bağlantı, adli bağlantı ve medya üzerinden<br />
karalama yapılacağına dair tehdit içeren sözler tehdit<br />
içerikli sözel şiddet başlığı altına alındı. Genel olarak<br />
tüm şiddet türleri mağdurlar üzerinde psikolojik ve<br />
ruhsal olarak olumsuz etkiler oluşturabilmekle beraber,<br />
beyaz kod tutanaklarında “mağdurun psikolojik<br />
durumunun olumsuz olarak etkilendiği” açıkça ifade<br />
edilenler çalışma verilerine “psikolojik şiddet” olarak<br />
dahil edilmiştir. İlk olarak, kişi, yer, zaman özelliklerine<br />
göre temel bilgiler sunan tanımlayıcı tipte istatistiksel<br />
veriler hesaplandı. Gruplar arası karşılaştırmalar<br />
ve ileri istatistiksel analizler için ise SPSS 15.0<br />
(SPSS, Inc., Chicago, IL, USA) yazılım programı<br />
kullanılarak Pearson ki kare ve Fisher’s exact testleri<br />
gerçekleştirildi. Tüm analizler %95 güven aralığında<br />
ve iki yönlü olarak değerlendirildi.<br />
BULGULAR<br />
Bu çalışmaya 01 Şubat 2014 – 30 Nisan 2016 tarihleri<br />
arasındaki 27 aylık dönemde gerçekleşen toplam<br />
162 beyaz kod olayı dâhil edildi. Şiddet olaylarına<br />
karışan toplam kişi sayısı (bir olaya karışan mağdur<br />
ve faillerin toplam sayısı) olayların büyük çoğunluğunda<br />
(%76,5) 2-3 kişi iken, yaklaşık dörtte birinde<br />
4 veya daha fazla kişinin olaya karıştığı, bir olayda<br />
ise bu sayının 13’e ulaştığı görüldü. Şiddet olaylarına<br />
karışan kişilerin çok sayıda olduğu ve bu olaylarda<br />
bazı kişilerin sözlü, bazılarının da fiziksel şiddete<br />
başvurduğu belirlendi. Bazen de bir kişinin basit bir<br />
sözlü eylemi olarak başlayan bir fiilinin sonradan ileri<br />
düzeyde şiddet içeren eylemlere dönüştüğü ve bu nedenle<br />
mağdurların tek bir olayda farklı şiddet türlerine<br />
maruz kalabildiği belirlendi. Tablo 1’de de ayrıntılı<br />
olarak görüldüğü gibi olayların büyük bir bölümünde<br />
(%80,2) aynı olay içinde birden fazla şiddet türünün<br />
meydana geldiği görülmektedir. 162 beyaz kod bildirimi<br />
için her bir olayda görülen şiddet türleri ayrı ayrı<br />
olacak şekilde Tablo 1’de özetlenmiştir. Tablo 2’de<br />
ise tüm olaylarda gözlemlenen benzer şiddet türleri<br />
görülme sıklıklarına göre özetlenmiştir. Buna göre<br />
hem acil serviste hem de acil servis dışı birimlerde<br />
sağlık çalışanlarının en sık “hakaret içerikli sözel şiddete”<br />
ve en az da “cinsel içerikli şiddete” maruz kaldıkları<br />
belirlenmiştir. Toplam iki cinsel içerikli şiddet<br />
olayından biri hasta yakınları arasında gerçekleşmiş<br />
olup, bu olayın faili aynı zamanda diğer sağlık çalışanlarına<br />
sözel ve fiziksel şiddet eylemlerinde bulunmuştur.<br />
Sağlık çalışanlarına yönelik cinsel içerikli<br />
şiddet olayı sadece bir olayda söz konusu olup sözlü<br />
taciz şeklinde gerçekleşmiştir.<br />
Tablo 1. Beyaz kod olaylarında raporlanan şiddet türleri ve birliktelikleri.<br />
Aynı olayda birlikte meydana<br />
gelen şiddet türleri<br />
Acil<br />
serviste<br />
Acil servis dışındaki<br />
birimlerde<br />
Tümü<br />
Sözel (hakaret) + Tehdit 29 32 61<br />
Sözel (hakaret) + Tehdit +<br />
Fiziksel<br />
23 6 29<br />
Sözel (hakaret) 11 17 28<br />
Sözel (hakaret) + Fiziksel 11 10 21<br />
Sözel (hakaret içermeyen) +<br />
Tehdit<br />
5 5 10<br />
Fiziksel 1 2 3<br />
Sözel (hakaret) + Tehdit +<br />
Psikolojik şiddet<br />
Sözel (hakaret içermeyen) +<br />
Tehdit + Fiziksel<br />
Sözel (hakaret) + Psikolojik<br />
şiddet<br />
1 1 2<br />
1 1<br />
1 1<br />
Sözel (hakaret içermeyen) - 1 1<br />
Sözel (hakaret) + Psikolojik<br />
şiddet<br />
Sözel (hakaret) + Tehdit +<br />
Fiziksel + Psikolojik şiddet<br />
Sözel (hakaret) + Tehdit + Fiziksel<br />
+ Cinsel içerikli şiddet<br />
Sözel (hakaret içermeyen) +<br />
Fiziksel<br />
Sözel (hakaret) + Tehdit +<br />
Cinsel içerikli şiddet<br />
- 1 1<br />
- 1 1<br />
- 1 1<br />
- 1 1<br />
1 - 1<br />
TOPLAM 84 78 162<br />
Tablo 2. Beyaz kod olaylarında raporlanan şiddet türleri ve görülme<br />
sıklıkları.<br />
Beyaz kod olaylarında<br />
raporlanan<br />
şiddet<br />
türleri<br />
Acil<br />
serviste<br />
Acil servis dışındaki<br />
birimlerde<br />
Tümü<br />
Görüldüğü<br />
olay yüzdesi<br />
Sözel şiddet* 83 76 159 %98,1<br />
Fiziksel şiddet 36 21 57 %35,2<br />
Cinsel içerikli<br />
şiddet<br />
Hakaret içerikli<br />
sözel şiddet<br />
Tehdit içerikli<br />
sözel şiddet<br />
Hakaret içerikli<br />
olmayan sözel<br />
şiddet<br />
Psikolojik şiddet<br />
(uzamış sözel<br />
şiddet)<br />
1 ** 1 %0,62<br />
77 69 146 %90,1<br />
60 46 106 %65,4<br />
6 7 13 %8,02<br />
2 3 5 %3,09<br />
* Sözel şiddet gerçekleşme şekline göre dört gruba ayrılarak detaylandırılmıştır.<br />
** Hasta yakınları arasında gerçekleşen bir cinsel şiddet olayı bu<br />
tabloya eklenmemiştir.<br />
- 13 -
Rohat Ak ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):11-16 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.785<br />
Aynı kişinin farklı tarihlerde maruz kaldığı şiddet<br />
olaylarının her biri ayrı bir eylem olarak ele alınmak<br />
üzere toplam 236 kişinin şiddete maruz kaldığı belirlendi.<br />
Şiddete maruz kalan sağlık çalışanlarının<br />
143’ü (%60,6) doktor, 50’si (%21,2) hemşire, 21’i<br />
(%8,9) güvenlik görevlisi, 12’si (%5) kayıt görevlisi,<br />
6’sı radyoloji teknisyeni, 2’si laboratuvar çalışanı ve<br />
2’si de temizlik görevlisi idi (Tablo 3). Şiddete maruz<br />
kalan tüm sağlık çalışanları arasında ilk sırada doktorların,<br />
ikinci sırada hemşirelerin ve üçüncü sırada<br />
güvenlik görevlilerinin yer aldığı ve bu üç meslek<br />
grubunun acil serviste ve acil servis dışı birimlerde<br />
de şiddete uğrama sıklıklarının aynı şekilde sıralandığı<br />
belirlendi. Bununla beraber, doktorların acil serviste<br />
çalışan şiddet mağduru sağlık çalışanları arasında<br />
oranı, acil servis dışındaki birimlere göre daha<br />
yüksek olarak bulundu, sırasıyla %71 ve %47,6 (P<br />
= 0,00026). Tam tersi olarak, hemşirelerin acil servis<br />
dışında çalışan şiddet mağduru sağlık çalışanları<br />
arasındaki oranı acil servise göre daha yüksek olarak<br />
bulundu, sırasıyla %29,5 ve %14,5 (P = 0,005026).<br />
En sık şiddete maruz kalan üçüncü meslek grubu<br />
olan güvenlik görevlileri için ise acil serviste veya<br />
acil servis dışında çalışıyor olmanın özel bir riske<br />
neden olmadığı bulundu (P = 1,00).<br />
162 beyaz kod bildiriminin tamamı için hukuki süreç<br />
başlatılmış olup bunlardan Sadece 23’ü (%14,2) sonuçlandırılmıştır,<br />
diğerleri ile ilgili hukuki süreçler<br />
devam etmektedir (Tablo 4). Sadece bir olayda (acil<br />
serviste çalışan bir bayan doktora yönelik fiziksel<br />
şiddete) doğrudan hapis cezası verilmiştir. Bu olayın<br />
dışında altı beyaz kod bildirimine daha hapis cezası<br />
verilmiş olup, bu altı vakada hükmün açıklanması ertelenmiştir.<br />
Bu altı olayın da tamamı doktorlara yönelik<br />
şiddet eylemleri olup, şiddet olaylarının dördü<br />
fiziksel ve ikisi sözel şiddet şeklinde gerçekleşmiştir.<br />
Kişisel verilerin korunması ülkemizde kanunlar çerçevesinde<br />
güvence altına alındığından dolayı hukuki<br />
süreçleri tamamlanan olayların hangileri olduğu ile<br />
ilgili daha fazla detaya ulaşılamamıştır.<br />
TARTIŞMA<br />
Çalışmamızda 162 beyaz kod vakası retrospektif<br />
olarak taranmış olup bu vakaların şiddet türleri<br />
açısından dağılımı incelendiğinde en sık sözel<br />
şiddetin uygulandığı görülmüştür. Şiddete en sık<br />
maruz kalan sağlık çalışanlarının doktorlar olduğu,<br />
ikinci sıklıkta ise hemşireler olduğu bulunmuştur.<br />
Acil serviste doktorların, acil servis dışı diğer birimlerde<br />
hemşirelerin şiddete daha sık maruz kaldığı,<br />
sadece fiziksel şiddet özelinde ise acil serviste<br />
erkek doktorların, diğer birimlerde kadın doktorların<br />
daha yüksek risk altında bulunduğu çalışmamızda<br />
gözlemlenmiştir.<br />
Toplumdaki bütün bireyler üzerinde fiziksel ve<br />
psikolojik travmalara veya ekonomik kayıplara neden<br />
olabilen şiddet türleri giderek günlük yaşamın<br />
bir parçası haline gelmekte ve önemli bir toplum<br />
güvenliği sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün diğer uluslararası<br />
kuruluşlarla birlikte hazırladığı farklı ülkelere<br />
ait verilerin sunulduğu 2002 tarihli ortak rapora<br />
göre genel olarak çalışanların %27-67’sinin sözel,<br />
%10-23’ünün psikolojik, %3-17’sinin fiziksel,<br />
Tablo 3. Meslek gruplarına göre şiddete maruz kalma durumu.<br />
Mesleği<br />
Şiddete maruz kalan kişi<br />
sayısı (acil servis)<br />
Şiddete maruz kalan kişi<br />
sayısı (acil servis dışı)<br />
- 14 -<br />
Şiddete maruz kalan kişi<br />
sayısı (tümü)<br />
Acil servis ve acil servis<br />
dışı karşılaştırma<br />
Doktor 93 50 143 (%60,6) P = 0,00026*<br />
Hemşire 19 31 50 (%21,2) P = 0,005026*<br />
Güvenlik görevlisi 12 9 21 (%8,9) P = 1,000*<br />
Kayıt görevlisi 5 7 12 (%5,1) -<br />
Radyoloji teknisyeni 0 6 6 (%2,5) -<br />
Laboratuvar çalışanı 2 0 2 (%0,8) -<br />
Temizlik görevlisi 0 2 2 (%0,8) -<br />
Toplam sayı 131 105 236 -<br />
* P değeri %95 güven aralığında Pearson ki kare testi ile iki yönlü olarak hesaplanmıştır.<br />
Not: Diğer meslek gruplarında yer alan kişilerin sayısı istatistiksel karşılaştırma yapılabilecek düzeyde olmadığı için değerlendirmeye alınmamıştır.<br />
Tablo 4. Hukuki süreçleri tamamlanan 23 beyaz kod bildiriminin detayları.<br />
Beraat<br />
Para<br />
cezası<br />
Para cezası ve hükmün açıklanmasının<br />
geri bırakılması<br />
Hapis cezası<br />
Hapis cezası ve hükmün açıklanmasının<br />
geri bırakılması<br />
Sözel şiddet 5 1 4 2<br />
Fiziksel şiddet 2 4 1 4<br />
Doktora şiddet 6 1 7 1 6<br />
Hemşireye şiddet 1 1<br />
Kadına şiddet 3 4 1 2<br />
Erkeğe şiddet 4 1 4 4<br />
Acil servis 4 1 5 1 4<br />
Diğer servisler ve poliklinikler 3 3 2<br />
Toplam 23 7 1 8 1 6
Rohat Ak ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):11-16 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.785<br />
%0,7-8’inin cinsel içerikli ve %0,8-2,7’sinin etnik<br />
şiddete maruz kaldıkları bildirilmiştir (10).<br />
Sağlık çalışanlarının diğer kurum çalışanlarına göre<br />
şiddete uğrama yönünden daha yüksek risk altında<br />
olduğu yapılan araştırmalarla ortaya konmuş genel<br />
kabul gören bir durumdur (3,5,6). DSÖ verilerine<br />
göre sağlık çalışanlarının %50’sinden fazlası mesleklerini<br />
uyguladıkları herhangi bir zamanda şiddete<br />
maruz kalmaktadır (5). Türkiye’den yapılan çalışmalar<br />
da bu veriyi destekler nitelikte olup önemli<br />
derecede benzerlikler göstermektedir. Örneğin, Ayrancı<br />
ve ark.nın yaptığı 2001 tarihli bir çalışmada,<br />
1071 sağlık çalışanının 544’ünün (%50,8) çalıştığı<br />
herhangi bir zamanda şiddet türlerinden birine ya<br />
da daha fazlasına maruz kaldığı bildirilmiştir (11).<br />
Ayrancı ve ark. tarafından 2006 yılında yapılan çok<br />
merkezli ve daha kapsamlı bir çalışmanın verileri<br />
ise 34 farklı sağlık kurumunda görev yapan 1209<br />
sağlık çalışanının %49,5’inin sözel, fiziksel veya<br />
psikolojik şiddet türlerinden en az birine maruz kaldığını<br />
göstermektedir (4).<br />
Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet genel olarak<br />
sözel şiddet, psikolojik şiddet, fiziksel saldırı ve<br />
cinsel taciz şeklinde ortaya çıkmaktadır (3). Şiddet<br />
türlerinin görülme sıklığına bakıldığında ise sağlık<br />
çalışanlarının en sık sözel-psikolojik şiddete,<br />
ikinci sıklıkta fiziksel şiddete ve daha az sıklıkta<br />
da cinsel içerikli şiddete maruz kaldıkları görülmektedir<br />
(3-6,12). 2006 yılında Türkiye’de yapılan<br />
ve 1,209 sağlık çalışanının dahil edildiği çok merkezli<br />
bir anket çalışmasında sözel şiddetin %72,4,<br />
fiziksel şiddetin %11,7 sıklığında görüldüğü, cinsel<br />
şiddet oranının ise çok daha düşük oranda olduğu<br />
(%0,025) belirtilmiştir (4). Bu oranlar çalışmamızda<br />
bulduğumuz oranlara büyük ölçüde benzerlik<br />
göstermektedir. Çalışmamızda beyaz kod bildirimi<br />
yapılan olayların %80’inden fazlasında aynı olayda<br />
birden fazla şiddet türü görülürken , 162 beyaz kod<br />
bildiriminin %98,1’inde sözel şiddet, %35,2’sinde<br />
fiziksel şiddet ve %0,62’sinde cinsel şiddet eylemi<br />
gerçekleşmişti.<br />
Çalışmamızda 162 beyaz kod olayının 10’unda<br />
(%8) sağlık çalışanlarının izinsiz olarak elde edilen<br />
ses ve görüntü kayıtlarının; sosyal medya, internet<br />
ortamı, gazete ve dergilerde paylaşılacağı ifade edilerek<br />
baskı kurulmaya çalışıldığı belirlendi. İlginç<br />
olarak şiddet uygulayan kişilerle yapılan bir çalışmada<br />
medyada yer alan tahrik edici haber, yayın ve<br />
filmlerin etkisinde kaldıkları için şiddete başvurma<br />
düşüncelerinin ve eğilimlerinin arttığını belirtenlerin<br />
oranı %13,6 olarak bildirilmiştir (9).<br />
Sağlıkta şiddet üzerine yapılan çalışmalarda sözel,<br />
psikolojik, fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalan<br />
sağlık çalışanlarında saldırı sonrası stres, korku,<br />
üzüntü, öfke, hayal kırıklığı, anksiyete, suçluluk,<br />
utanç gibi duygusal ve uyku bozukluğu, iştah değişiklikleri,<br />
baş ağrısı, yorgunluk gibi fizyolojik<br />
değişikliklerin ortaya çıktığı bildirilmektedir (5).<br />
Bunların dışında şiddet mağdurlarının motivasyon<br />
kaybı, işten ayrılmayı düşünme, hata yapmada artış,<br />
aile ve arkadaş ilişkilerinde bozulması ve psikiyatrik<br />
sorunların gelişmesi gibi sorunlarla başa çıkmak<br />
zorunda kaldıkları bildirilmektedir (5). Bizim çalışmamızda<br />
59 (%36,4) olayda şiddeti uygulayan kişilerin<br />
muayene-tanı-tedavi hizmetlerinin işleyişini<br />
ve diğer hasta ve hasta yakınlarının huzurunu bozduğu,<br />
31 (%19,1) olayda çalışanların motivasyonlarının<br />
bozulduğu, beş (%3,1) olayda çalışanların<br />
psikolojik olarak etkilendiği ve iki (%1,2) olayda<br />
şiddete maruz kalan sağlık çalışanlarının darp raporu<br />
almak zorunda kaldığı belirlendi. Şiddet olaylarına<br />
karışan kişi sayısının daha yüksek olduğu acil<br />
servislerde muayene-tanı-tedavi hizmetlerinin işleyişini<br />
engelleyen olay sayısının daha yüksek oranda<br />
olması ayrıca dikkat çekicidir, sırasıyla 35 olay<br />
(%41,7) ve 24 olay (%30,8). Çalışmamızda ayrıca,<br />
fiziksel saldırı olaylarının birinde saldırganın doğrudan<br />
silah ile ve beşinde ise bıçak ve şiş gibi kesici-delici<br />
alet ile saldırı eyleminde bulunduğu ve<br />
olası daha ciddi sonuçların güvenlik görevlilerinin<br />
zamanında müdahalesi ile önlendiği belirlendi.<br />
Sağlıkta şiddetin araştırıldığı çalışmalarda kişisel<br />
özelliklerin, sağlık çalışanlarının tutumlarının, sosyo-kültürel<br />
ve ekonomik koşulların, eğitim düzeyi<br />
yetersizliğinin ve tanı-tedavi hizmetlerinin verildiği<br />
kurumun olanaklarının şiddet olaylarının ortaya<br />
çıkışında önemli etkisi olduğu gösterilmiştir<br />
(3,5,6,9). Bunların dışında, hasta ve yakınlarının<br />
aşırı veya görev kapsamı dışında isteklerde bulunmaları,<br />
tedavi süresinin uzunluğu, alkol-madde kullanan<br />
veya kişilik bozukluğu olan hastaların davranış<br />
bozuklukları ve sağlık çalışanları ve hasta-hasta<br />
yakınları arasındaki iletişim güçlükleri diğer nedenler<br />
olarak öne çıkmaktadır (3,5,9). İlhan ve ark.<br />
nın (13) yaptığı 2013 tarihli bir çalışmada sağlıkta<br />
şiddetin en sık nedeni olarak muayene bekleme<br />
süresinin uzunluğu (%62,7) belirtilmiştir. Bizim<br />
çalışmamızda da olayların %37,7’sinde karşımıza<br />
çıkan “muayene sırası önceliği ile ilgili problemler”<br />
şiddetin en sık nedeni olarak belirlenmiştir.<br />
Ülkemizde yapılan 2003 tarihli bir çalışmada ise<br />
şiddetin en sık nedenin alkol ve madde bağımlılığı<br />
olduğu (%36), ikinci sık nedeninin ise uzun bekleme<br />
süresi olduğu bildirilmiştir (14). Bizim çalışmamızda<br />
alkollü hasta veya hasta yakınlarının<br />
uyguladığı şiddet %2,5 gibi çok düşük düzeylerde<br />
bulundu. Bunun bir nedeni sağlık çalışanlarının bu<br />
tip hastalara daha temkinli yaklaşması ve karşılıklı<br />
münakaşa ve diyaloğa girmemeleri olabileceğini<br />
düşünmekteyiz.<br />
Sağlık çalışanlarının maruz kaldığı şiddete ilişkin<br />
yapılan çalışmalarda araştırmacıların dikkat çektiği<br />
en önemli noktalardan biri de sağlık alanında şiddetin<br />
çok sık karşılaşılan bir durum olduğu halde<br />
bu olayların gerçekte olduğundan daha az sıklıkta<br />
resmi bildiriminin yapıldığıdır (5,9). Kanada’da<br />
yapılan bir çalışmada acil servislerde şiddet olaylarının<br />
rapor edilme oranının %67 olduğu bildirilmiştir<br />
(15). Ülkemizde ise bu oranın çok daha düşük<br />
olduğu bildirilmektedir.<br />
- 15 -
Rohat Ak ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):11-16 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.785<br />
Örneğin, bir devlet hastanesinde acil servis çalışanlarına<br />
yönelik şiddetin araştırıldığı bir çalışmada<br />
şiddetle karşılaşma oranı %82 olmasına rağmen,<br />
şiddetin resmi bildirim oranının %26,8 olduğu bildirilmiştir<br />
(3). Söz konusu çalışmada şiddetin resmi<br />
bildiriminin adli makamlara müracaat etme %19,5<br />
(8/41) ve beyaz kod olay bildirimi şeklinde %7,3<br />
(3/41) yapıldığı belirtilmiştir. Bu çalışmada beyaz<br />
kod bildiriminde bulunmamanın en sık nedeni olarak<br />
yasal sürecin uzun olması belirtilirken, katılımcıların<br />
bir bölümü de beyaz kod sistemini ve işleyişini<br />
bilmediklerini belirtmişlerdir. Şiddeti uygulayan<br />
kişiler ile yapılan bir anket çalışmasında ise şiddete<br />
maruz kalan sağlık çalışanlarının sadece %2,8’inin<br />
failler hakkında şikâyetçi olduğu ortaya konmuştur<br />
(9). Toplumsal bir sorun haline gelen bu konuyla<br />
ilgili güçlü kanıtların elde edilebilmesi ancak yaşanan<br />
olayların bildirilmesi ile mümkündür (5).<br />
Bu çalışmada sadece resmi bildirim yapılan olayların<br />
dahil edilmesi ve küçük bir örneklem büyüklüğünün<br />
kullanılması çalışmanın kısıtlılıklarını oluşturmaktadır.<br />
Bu nedenle prospektif, çok merkezli<br />
ve daha geniş örneklem büyüklüklerinin kullanılması<br />
ileride yapılacak benzer çalışmalar için daha<br />
uygun olacaktır.<br />
SONUÇ<br />
Çalışmamızda şiddete en sık maruz kalan sağlık<br />
çalışanlarının acil servis özelinde doktorlar, acil<br />
servis dışı diğer birimlerde ise hemşireler olduğu bulunmuştur.<br />
Sadece fiziksel şiddet özelinde acil serviste<br />
erkek doktorların, acil servis dışında da kadın<br />
doktorların fiziksel şiddete uğrama risklerinin daha<br />
yüksek olduğu bulunmuştur.<br />
Bu çalışmadaki en önemli çıkarımlardan birisi de<br />
şiddet olaylarının acil servisler ile acil servis dışı birimler<br />
arasında birçok açıdan farklı özelliklere sahip<br />
olduğunun açıkça ortaya konmuş olmasıdır. Şöyle<br />
ki, şiddet eylemlerinin türü, kimler tarafından uygulandığı,<br />
sık görüldüğü zaman aralıkları, hangi meslek<br />
grubuna ve hangi cinsiyete daha sık uygulandığı,<br />
olayların temel nedenleri ve seyrinin (olaya karışan<br />
kişi sayısının yüksekliği ve şiddetin boyutu gibi) acil<br />
serviste ve acil servis dışı birimlerde önemli ölçüde<br />
farklılıklara sahip olduğu gösterilmiştir. Bu nedenle<br />
şiddeti önlemeye yönelik tedbir ve uygulamaların<br />
acil servisler özelinde ayrıca ele alınması ve değerlendirilmesi<br />
gerektiğini söyleyebiliriz.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Sağlıkta Ulusal Renkli Kodlara (URK) İlişkin Yeni Düzenleme!<br />
[internet]. TC Sağlık Bakanlığı (Erişim tarihi 09.11.2016).<br />
https://kalite.saglik.gov.tr/content/files/duyurular_2011/2011/07_<br />
aralik_2011/0912kalite.pdf<br />
2. TC Sağlık Bakanlığı, Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü Sağlıkta<br />
Kalite ve Akreditasyon Daire Başkanlığı. Sağlıkta Kalite Standartları-<br />
Hastane (Versiyon-5; Revizyon-00), 1.Baskı: Ankara, Temmuz 2015.<br />
3. Vural F, Çiftçi S, Fil Ş, Dura A, Vural B. Violence towards healthcare<br />
staff at emergency departmant of a public hospital: the rate of reported<br />
events of violence. Türk Aile Hek Derg 2013;17(4):147-52.<br />
4. Ayranci U, Yenilmez C, Balci Y, Kaptanoglu C. Identification of violence<br />
in Turkish health care settings. J Interpers Violence 2006;21(2):276-96.<br />
5. Keser Özcan N, Bilgin H. Türkiye’de sağlık çalışanlarına yönelik<br />
şiddet: Sistematik derleme. Turkiye Klinikleri J Med Sci 2011;31(6):1442-<br />
56.<br />
6. Annagür B. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet: Risk faktörleri, etkileri,<br />
değerlendirilmesi ve önlenmesi. Current Approaches in Psychiatry<br />
2010;2(2):161 73.<br />
7. Çelebi Yavaş B. Sağlık tesislerinde renkli kod uygulamaları: Manisa<br />
ili kamu hastaneleri birliği genel sekreterliğine bağlı sağlık tesislerinde<br />
beyaz kod uygulaması örneği (tez). İstanbul: Beykent Üniversitesi Sosyal<br />
Bilimler Enstitüsü; 2014.<br />
8. Avcı N, Kabadayı Arslan M, Timlioğlu Sİ, Tay S, Meriç K, Ertenü M, et<br />
al. 2012-2015 Yılları arasında Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma<br />
Hastanesi’ndeki BEYAZ kod bildirimleri. Health Care Acad J 2015;2<br />
(4):211-4.<br />
9. Sarcan E. Toplumun Sağlık Çalışanlarına Uygulanan Şiddete Bakış<br />
Açısı (tez). Gaziantep: Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi; 2013.<br />
10. Chen WC, Hwu HG, Kung SM, Chiu HJ, Wang JD. Prevalence and<br />
determinants of workplace violence of health care workers in a psychiatric<br />
hospital in Taiwan. J Occup Health 2008;50(3):288-93.<br />
11. Ayrancı U, Yenilmez C, Günay Y, Kaptanoğlu C. Çeşitli sağlık<br />
kurumlarında ve sağlık meslek gruplarında şiddete uğrama sıklığı. Anadolu<br />
Psikiyatri Dergisi 2002;3:147-54.<br />
12. Bilgin H, Buzlu S. A study of psychiatric nurses’ beliefs and attitudes<br />
about work safety and assaults in Turkey. Issues Ment Health Nurs<br />
2006;27(1):75-90.<br />
13. İlhan N, Çakır M, Tunca M, Avcı E, Çetin E, Aydemir Ö, et al. Toplum<br />
Gözüyle Sağlık Çalışanlarına Şiddet: Nedenler, Tutumlar, Davranışlar.<br />
Gazi Medical Journal;24(1):5-10.<br />
14. Boz B, Hancı H, Demirkan Ö, Kılıççıoğlu B, Yağmur F. Medical personal<br />
subjected to the violence in emergency department-Enquiry study.<br />
Turkish Journal of Emergency Medicine 2003;3(2):16-20.<br />
15. Fernandes CM, Bouthillette F, Raboud JM, Bullock L, Moore CF,<br />
Christenson JM, et al. Violence in the emergency department: A survey of<br />
health care workers. CMAJ 1999;161(10):1245-8.<br />
- 16 -
Rohat Ak ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):17-22 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.779<br />
Özgün Araştırma - Original Research<br />
Acil Serviste Fenitoin İnfüzyonu İhtiyacı Olan Hastaların Kardiyak Yan Etki ve<br />
EKG Bulgularının Değerlendirilmesi<br />
Evaluation of Cardiac Side Effects and ECG Findings in Patients Who Need Infusion of Phenytoin<br />
in Emergency Department<br />
Mazlum KILIÇ 1 , Rohat AK 2 , Onur YEŞİL 2 , Tuba Cimilli ÖZTÜRK 2<br />
Ebru Ünal AKOĞLU 2 , Özge Ecmel ONUR 2<br />
1. Balıklıgöl Devlet Hastanesi, Şanlıurfa<br />
2. Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />
ÖZET<br />
Amaç: Fenitoin epilepsi tedavisinde kullanılan antikonvülzan<br />
bir ilaç olup aynı zamanda sınıf olarak Grup 1B antiaritmiktir.<br />
Fenitoin infüzyon tedavisi acil serviste sık kullanılan bir tedavi<br />
yöntemi olup hastalarda ciddi kardiyak yan etkiler görülebildiği<br />
literatürde belirtilmektedir. Çalışmamızda acil servise başvurup<br />
rehberlerde önerilen dozlarda fenitoin infüzyonu alan hastalarda,<br />
ne tür kardiyak yan etkiler görüldüğü, görülen bu yan etkilerin<br />
hangi hastalarda özellikle ortaya çıktığının saptanması,<br />
görülen kardiyak yan etkilerin ciddiyetinin saptanması amaçlanmıştır.<br />
Yöntem ve Gereçler: Çalışmamız, İstanbul Fatih Sultan Mehmet<br />
Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil servisinde status epileptikus<br />
tanısı alan ve fenitoin infüzyonu alması planlanan hastalar üzerinde<br />
gözlemsel olarak yapılmıştır. Çalışmamıza etik kurul onamı<br />
alındıktan sonra başlanmış ve hastaların gözlemsel olarak<br />
kayıtları tutulmuştur. Çalışmaya dahil edilme kriterlerine uyan<br />
hastaların onamı alındıktan sonra tüm hastalar monitorize takip<br />
edilmiş olup ilaç infüzyon tedavisine başlamadan, tedavinin<br />
ortasında ve tedavi sonlandığında EKG’leri çekilerek kayıt altına<br />
alınmış; vital bulguları da takip edilmiştir. 01.05.2016 ile<br />
01.08.2016 tarihleri arasında toplam 82 hasta üzerinde gözlemsel<br />
olarak takip edilmiş, hasta verileri IBM SPSS Statistics 22<br />
(IBM SPSS, Türkiye) programna kaydedilmiş; istatistiksel değerlendirmesi<br />
p
Rohat Ak ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):17-22 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.779<br />
Bizim bu çalışmadaki primer amacımız acil serviste<br />
sık kullanılan bir ilaç olan fenitoinin status epileptikus<br />
tedavisi için şu an önerilen dozlarda ve uygun<br />
kullanımını sırasında, hastalarda meydana gelebileceği<br />
öngörülen yan etkilerinin tipi ve sıklığını belirlemek,<br />
oluşan EKG değişikliklerinin saptanması, bu<br />
yan etkilerin hangi hastalarda özellikle ortaya çıktığının<br />
belirlenmesi ve sık izlem ile aktif kardiyak<br />
monitörizasyon gerektiren hasta grubunu belirleyebilmektir.<br />
YÖNTEM ve GEREÇLER<br />
Çalışmamız Fatih Sultan Mehmet Eğitim<br />
Araştırma Hastanesi Acil Servisinde 01.05.2016 /<br />
01.08.2016 tarihleri arasında gözlemsel olarak yapılmıştır.<br />
Acil servise başvuran ve fenitoin infüzyonu<br />
ihtiyacı olan tüm hastalar çalışmanın evrenidir. Bu<br />
hastalardan gebeler, çalışmaya katılma onamı kendilerinden<br />
ya da yakınlarından alınamayan hastalar,<br />
18 yaş altındakiler, önceden rutin olarak doz atlamadan<br />
fenitoin içerikli oral ilaç kullanan hastalar,<br />
bilinen fenitoin allerjisi olan ya da kullanılan Epitoin®<br />
(250/5ml-VEM ilaç) ampul içindeki maddelere<br />
allerjisi olan hastalar, son dönem karaciğer yetmezliği<br />
olduğu bilinen hastalar, ilk çekilen EKG’sinde<br />
bradikardik ritimler, 2. ve 3. AV blok, sinoatriyal<br />
blok saptanan hastalar, fenitoin infüzyonu tamamlanamayanlar<br />
ve verileri eksik toplananlar çalışmaya<br />
dahil edilmemiştir. Çalışmamıza acil servise başvurup;<br />
acil serviste muayene eden hekimi tarafından<br />
nöbet tedavisi ya da profilaksisi için Fenitoin<br />
infüzyonu alması planlanan hastalardan çalışmadan<br />
çıkarılma kriterlerine sahip olmayan hastalar dahil<br />
edilmiştir. Acil servisimizde Fenitoin, Status epileptikusta<br />
terapötik ve intrakranial kitle veya kanama<br />
gibi durumlarda profilaktik olarak kullanılmaktadır.<br />
Acil servisimizde Amerika Epilepsi Cemiyeti Tedavi<br />
rehberine (4) göre status epileptikus kabul edilen<br />
hastalar son rehbere uygun olarak tedavi verilmektedir.<br />
Bu tedavi şemasına göre acil servisimizde tedavi<br />
edilen hastalara hastane eczanemizde mevcut olan<br />
diazepam içeren bir ilaç olan Diazem® 10 mg/2ml<br />
ampül-Deva İlaç, Türkiye benzodiazepin olarak damar<br />
yolu açılabilmişse uygulanmaktadır. Hastane<br />
eczanemizde fosfenitoin içeren bir ampül bulunmadığından<br />
benzodiazepine ek olarak da endikasyonu<br />
olan hastalarda fenitoin içerikli Epitoin® 250/5ml<br />
ampül-VEM ilaç, Türkiye, ile infüzyon tedavisi başlanmaktadır.<br />
Acil servisimizde fenitoin infüzyonu<br />
başlanması karar verilen hastalara rutin olarak, son<br />
Amerika Epilepsi Cemiyeti tedavi rehberinde (4)<br />
önerilen 20 mg/kg Fenitoin, 25mg/dk infüzyon hızında<br />
verilmektedir. Araştırmacı hekim bu hastaların<br />
tedavi ya da doz uygulama sürecine hiç müdahil<br />
olmadan, çalışmaya hasta alınma-çıkarılma kriterlerine<br />
göre hastaları değerlendirmiş ve çalışmaya alınması<br />
karar verilen her hastanın ilaç infüzyon tedavisi<br />
başlanmadan önceki EKG sini çekip kayıt altına<br />
almıştır. Yine bu hastaların demografik bilgileri, ilk<br />
muayeneleri, altta yatan hastalıkları da kayıt altına<br />
alınmıştır. Hastalar monitörize olarak takip edilmiş<br />
olup bu sırada sinus aritmisi, herhangi bir bradikardi,<br />
prematur atrial vuru ve atrial fibrilasyon ya da<br />
ventriküler aritmiler gibi bir aritmi izlenmişse not<br />
edilmiştir. Yine bu hastalara rutin olarak fenitoin infüzyonun<br />
tam ortasında ve infüzyon bittikten hemen<br />
sonra EKG çekilmiş; bu EKG lerdeki bulgular da<br />
kayıt altına alınmıştır. Tüm hastaların vital bulguları<br />
ilaç infüzyonu boyunca 5 dakikada bir ölçülmüştür.<br />
Hastaların takip edildikleri monitörlerdeki apne alarmı<br />
etkinleştirilerek infüzyon süresince apne gelişip<br />
gelişmediği takip edilmiştir. Aynı zamanda hastaların<br />
gönderilen kan parametrelerinden patolojik olanlar,<br />
nöbet tetikleyici sebepleri ve tedavi yanıtlılıkları<br />
değerlendirilmiştir. İnfüzyon sonrasında hastaların<br />
fizik muayeneleri tekrarlanmış ve kaydedilmiştir.<br />
Hastaların EKG’lerindeki ritm, patolojik değişiklikler,<br />
PR-QRS-QTC mesafeleri çalışma hastalarına<br />
kör olan bir acil tıp uzmanı tarafından karışık bir<br />
düzende değerlendirilmiş ve araştırmacı hekim bu<br />
EKG bulgularını çalışma verisi olarak kullanmıştır.<br />
Çalışmada hastanemiz Acil Tıp Kliniği’nde kullanılan<br />
Schiller Cardiovit AT-102 Plus 12 derivasyonlu<br />
EKG cihazı kullanılmıştır. Çalışmamız süresince<br />
Fenitoin ilaç infüzyonu için hastanemiz eczanesinde<br />
bulunan Epitoin® (250/5ml-VEM ilaç, Türkiye)<br />
adlı ampül kullanılmıştır. Acil servisimizde çalışan<br />
sağlık memurları veya hemşireler tarafından 500 cc<br />
izotonik içinde 20 mg/kg dozunda fenitoin infüzyonu<br />
hazırlanıp, hastalara Volumed 7000 isimli infüzyon<br />
pompası ile 25mg/dk infüzyon hızında fenitoin<br />
infüzyonu verilmiştir.<br />
Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken,<br />
istatistiksel analizler için IBM SPSS Statistics 22<br />
(IBM SPSS, Türkiye) programı kullanılmıştır. Çalışma<br />
verileri değerlendirilirken parametrelerin<br />
normal dağılıma uygunluğu Shapiro Wilks testi ile<br />
değerlendirilmiştir. Çalışma verileri değerlendirilirken<br />
tanımlayıcı istatistiksel metodların (Ortalama,<br />
Standart sapma, frekans) yanı sıra niceliksel verilerin<br />
karşılaştırılmasında normal dağılım gösteren parametrelerin<br />
0.dk, 20.dk ve 45.dk ölçümlerinin kendi<br />
içlerindeki değişimlerin tespitinde Paired samples t<br />
test kullanılmıştır. Anlamlılık p
Rohat Ak ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):17-22 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.779<br />
Olguların %43.9’u kadınken, %56.1’i erkektir. Olguların<br />
gözlemleri sırasındaki vital parametre ölçümleri<br />
Tablo 1’deki gibidir.<br />
Olguların fenitoin infüzyon miktarları 1000 ile 1500<br />
arasında değişmekte olup ortalaması 1347.56±103.2<br />
mg ve medyanı 1250mg’dır. İlaç başlanan hastaların<br />
altta yatan sebepleri Tablo 2’deki gibidir.<br />
Olguların hiçbirinde aritmi ve mor eldiven sendromu<br />
izlenmemiştir. Aritmi, nistagmus, bulantı, kusma,<br />
ataksi, hipotansiyon ve apne gibi yan etkiler değerlendirilmiştir<br />
(Tablo 3).<br />
Hastalarda gelişen hipotansiyon geçici olmuş ve infüzyon<br />
sonrası takip sürecinde kendiliğinden düzelmiştir.<br />
Olguların 0.dk PR ölçümüne göre 20.dk ve 45. dk<br />
PR ölçümlerinde istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.<br />
(p0.05).<br />
Olguların 0.dk QTC ölçümüne göre 20.dk ve 40. dk<br />
QTC ölçümlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir değişim<br />
görülmemiştir (p>0.05). 20.dk QTC ölçümüne<br />
göre 45.dk’da istatistiksel olarak anlamlı bir değişim<br />
görülmemiştir (p>0.05) (Tablo 4).<br />
Olguların 0.dk nabız ölçümüne göre 20.dk ve 45.dk<br />
nabız ölçümünde görülen düşüşler istatistiksel olarak<br />
anlamlı bulunmuştur (p0.05).<br />
Olguların 0.dk SAB ölçümüne göre 20.dk ve 45.dk<br />
SAB ölçümünde görülen düşüşler istatistiksel olarak<br />
anlamlı bulunmuştur (p
Rohat Ak ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):17-22 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.779<br />
Tablo 4. PR, QRS ve QTC parametrelerinin 0.dk, 20.dk ve 45.dk min-max<br />
ve ortalamalarının değerlendirilmesi.<br />
TARTIŞMA<br />
Min-Max<br />
Ort±SS<br />
PR 0.dk 124-186 ms 153,63±21,72<br />
PR 20.dk 137-212 ms 157,92±13,11<br />
PR 45.dk 152-232 ms 166,76±12,71<br />
QRS 0.dk 72-112ms 92,12±9,61<br />
QRS 20.dk 71-114 ms 91,31±10,13<br />
QRS 45.dk 70-111 ms 90,32±17,16<br />
QTC 0.dk 372-413ms 390,57±12,18<br />
QTC 20.dk 381-419ms 395,72±7,68<br />
QTC 45.dk 376-421 ms 403,74±12,57<br />
ms: milisaniye.<br />
Bu çalışmada acil serviste fenitoin infüzyonu<br />
alan hasta grubunda ilacın uluslararası nöbet tedavisi<br />
dozlarında hasta uygulamalarında gelişen yan<br />
etki profili, EKG parametreleri üzerinde etkileri<br />
araştırılmıştır. Çalışmaya alınan hasta grubunda<br />
yapılan gözlemsel çalışma sonucunda 20 mg/kg<br />
dozunda 25 mg/dk infüzyon hızında fenitoin infüzyonu<br />
alan hastalarda bulantı, kusma, nistagmus gibi<br />
yan etkilerin sık gözlemlendiği; hastaların EKG parametreleri<br />
üzerinde PR aralığında uzama yaptığı<br />
ama herhangi bir ölümcül aritmi ya da müdahale<br />
gerektirecek kardiyak yan etki oluşturmadığı saptanmıştır.<br />
Çalışmamız 01.05.2016 ile 01.08.2016 tarihleri<br />
arasında acil servise başvuran 89 hastada yapılmıştır.<br />
4 hastanın bilgileri toplanamadığı için ve 3<br />
hastanın infüzyonu tamamlanamadığı için 7 hasta<br />
çalışmaya dahil edilememiştir. Çalışmamıza yaşları<br />
18 ile 90 arasında değişmekte olan, 36’sı (%43.9)<br />
kadın ve 46’sı (%56.1) erkek olmak üzere toplam<br />
82 olgu ile yapılmıştır. Bu bulgular literatürdeki<br />
SE ile ilgili diğer çalışmalarla uyumlu bulunmuştur<br />
(5,6). Fenitoin kullanımına bağlı nadir de olsa<br />
apne görülebilmesine rağmen çalışmamızdaki hastaların<br />
hiçbirinde son rehberlerde önerilen doz ve<br />
infüzyon hızında apne izlenmemiştir. Wallis ve<br />
ark.’nın status epileptikusu olan 44 hasta üzerinde<br />
yapmış oldukları çalışmada hastalara 15 mg/kg<br />
dozundan maksimum 100 mg/dk infüzyon hızında<br />
fenitoin verdikleri hastaların % 1’inde apne görülmüştür<br />
(7), Agarwal ve ark.’nın status epileptikusu<br />
olan 50 hasta üzerinde yapmış oldukları çalışmada<br />
hastalara 20 mg/kg dozunda ve maksimum 50 mg/<br />
dk infüzyon dozunda fenitoin verdikleri hastaların<br />
ikisinde (%4) apne izlense de (8) diğer birçok çalışmada<br />
fenitoin infüzyonuna apne görülmediği belirtilmiştir<br />
(9-11).<br />
Çalışmamızda hasta sayımızın daha çok olmasına<br />
rağmen apne yan etkisi görülmemesinin sebebi infüzyon<br />
hızının daha yavaş olması olabilir. Nitekim<br />
bu yan etkinin hız bağımlı olduğunu belirten yazılar<br />
vardır (9-11). Fenitoin terapötik aralığı dar olan<br />
bir ilaçtır (10-20 mcg/ml). Fenitoin kullanımına<br />
bağlı nörolojik bulgular daha çok ilacın terapötik<br />
konstantrasyonlarının üzerinde görülür. Nistagmus,<br />
terapötik düzeydeki fenitoin konsantrasyonların da<br />
bile görülebilirken ataksi ise daha çok fenitoin düzeyinin<br />
30 mcg/ml’nin üzerindeki konsantrasyonlarında<br />
görülür (12).<br />
Bizim çalışmamızda fenitoin infüzyonu sonrası 15<br />
(%19,4) hastada nistagmus, 10 (%15,9) hastada ise<br />
ataksi izlenmiştir. Semptomatik tedavi ve istirahat<br />
ile birkaç saat içinde bu bulguların tamamen düzeldiği<br />
görülmüştür. Ancak çalışmamızda fenitoin<br />
düzeyi çalışılmadığından bu nörolojik bulguları<br />
fenitoin konsantrasyonu ile ilişkilendiremedik. Fenitoin<br />
kullanımına bağlı hipotansiyon sık görülen<br />
yan etkilerden biridir. Bizim çalışmamızda her ne<br />
kadar ilaç infüzyonu sırasında kan basınçlarında<br />
düşme görülmüş olup, bu düşmeler için zaman içinde<br />
istatistiksel bir anlam saptansa da hiçbir hastada<br />
semptomatik müdahale gerektirecek hipotansiyon<br />
gelişmemiştir. Literatürdeki birçok çalışmada IV<br />
fenitoin infüzyonuna bağlı hipotansiyonun görülmediği<br />
bildirilmiştir (13-15). Cranford ve ark.’nın<br />
akut nöbet proflaksisi ve subakraknoid hemoraji<br />
olan 139 hasta üzerinde yapmış oldukları bir çalışmada<br />
ise hastalar totalde 11-25 mg/kg miktarında<br />
ve 50mg/dk infüzyon hızında fenitoin almış ve bu<br />
hastaların % 24,1’inde hipotansiyon görüldüğü ve<br />
en sık görülen yan etkinin hipotansiyon olduğu,<br />
özellikle 60 yaş üzerindeki hastalarda bu yan etkinin<br />
izlendiği belirtilmiştir. İnfüzyon hızını azaltıp<br />
32 mg/dk ortalamasından verdiklerinde hipotansiyon<br />
ve diğer yan etkilerin (atrial fibrilasyon, sinus<br />
taşikardisi) kendiliğinden düzeldiği görülmüştür<br />
(16). Bizim hastalarımız 25 mg/dk olarak ilaç infüzyonu<br />
aldığından bu yan etki gelişmemiş olabilir.<br />
Bizim çalışmamızda hastalara kılavuzlarda önerilen<br />
doz ve hızda fenitoin infüzyonu yapıldığından<br />
ve hastaların yaş ortalamasının düşük olmasından<br />
dolayı çalışmamızda hipotansiyonun az görüldügünü<br />
düşünüyoruz. Propilen glikol vazoaktif bir<br />
madde olup piyasadaki fenitoin ampuller içerisinde<br />
bulunabilen bir yardımcı maddedir. Propilen glikol<br />
içeren fenitoin ampulün kullanımına bağlı hipotansiyon<br />
görülebilmektedir (17). Çalışmamızda<br />
kullanılan fenitoin ampul içerisinde propilen glikol<br />
bulunmadığından hipotansiyonu daha az görmüş<br />
olmamızın sebeplerinden birinin de bu olabilecegini<br />
düşünüyoruz.<br />
Mor el sendromu IV fenitoin verilmesi sonucu<br />
nadir görülen bir komplikasyondur. Klinik olarak<br />
hastalarda ağrı, ödem ve IV fenitoin infüzyonu<br />
verilen cilt dokusunda mavi-mor renk değişikliği<br />
izlenir. Tedavisinde analjezi, etkilenen ekstremitenin<br />
elevasyonu ve soğuk uygulama önerilmektedir.<br />
Nadiren de olsa bu hastalarda nekroz, iskemi ve<br />
kompartman sendromu izlenebilir. Olgularımızın<br />
hiçbirinde mor el sendromu izlenmemiştir. Tarihsel<br />
olarak başlangıçta digital intoksikasyonu ve kardiyak<br />
aritmilerin tedavisinde kullanılan fenitoinin<br />
IV kullanımına bağlı aritmiler görülebilmektedir.<br />
Ancak bu yan etki daha çok yüksek dozlarda IV in-<br />
- 20 -
Rohat Ak ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):17-22 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.779<br />
füzyon alan hastalarda görülmüştür. Bizim çalışmamızda<br />
fenitoin hastalara 20 mg/kg total dozundan<br />
25mg/dk infüzyon hızında ortalama 45 dk’da IV<br />
infüzyon şeklinde verilmiş olup hiçbir hastada aritmi<br />
izlenmemiştir. Conn ve ark.’nın kardiyak hastalıkların<br />
tedavisinde 100-250 mg/dk IV infüzyon<br />
dozunda fenitoin kullandıkları ve 24 hasta üzerinde<br />
yapmış oldukları çalışmada hastaların % 2’sinde<br />
yan etki olarak kardiyak aritmiler görülmüştür (18).<br />
Earnest ve ark.’nın acil serviste nöbet profilaksisi<br />
için 25-50 mg/dk infüzyon hızında totalde 500-1500<br />
mg fenitoin yükledikleri 200 hasta üzerinde yapmış<br />
oldukları çalışmada hastaların sadece % 0,5’inde<br />
yan etki olarak kardiyak aritmiler görülmüştür. Bu<br />
çalışmada 26 yaşındaki bir hastada bradikardi gelişmiş<br />
olup infüzyon kesilince kendiliğinden düzelmiştir.<br />
Ayrıca 2 hastada prematür atrial vuru ve bir<br />
hastada sinoatrial nod arresti izlenmiştir. Çalışmada<br />
kardiyak yan etkiler izlenen tüm hastaların aslında<br />
800 mg dan fazla ve 40 mg/dk dan daha hızlı fenitoin<br />
aldıkları belirtilmiştir (19).<br />
Literatür gözden geçirildiğinde fenitoine bağlı kardiyak<br />
yan etkilerin genellikle önerilen infüzyon<br />
dozunun üzerinde fenitoin alan hastalarda geliştiği<br />
saptanmıştır. Ayrıca hastalarda eşlik eden kardiyovasküler<br />
bir hastalığın olmasının bu duruma<br />
katkıda bulunduğu belirtilmektedir. Fenitoinin vücuttaki<br />
dağılımı yaklaşık 2 saat olduğundan yüksek<br />
infüzyon hızı vücutta geçici bir yüksek fenitoin kan<br />
seviyesi oluşturur (19). Fenitoinin kardiyak yan etkilerini<br />
önlemek için maksimum 50 mg/dk infüzyon<br />
hızı önerilmektedir. Komorbit kardiyovasküler<br />
hastalığı olan 50-60 yaş üzerindeki hastalara ise 25<br />
mg/dk infüzyon hızının daha güvenli olduğu söylenmektedir<br />
(19) .<br />
Birçok insan ve hayvan çalışması fenitoinin atrium,<br />
ventrikül ve AV nod üzerine etkili olduğunu göstermiştir.<br />
Fenitoin kardiyak sodyum kanallarını inhibe<br />
eder ve faz 0 inhibisyonu sonucu intrasellüler<br />
sodyum miktarını arttırarak AV nodal iletide geçikmeye<br />
yol açarak PR mesafesinde uzamaya sebep<br />
olur. (20). İnfüzyon öncesi, infüzyon ortasında ve<br />
infüzyon sonrası hastalara EKG çekip PR, QRS ve<br />
QTC parametreleri incelenmiş olup sadece 8 hastanın<br />
PR mesafesinin 200 ms üzerine çıktığı izlenmiş<br />
olup hastaların hiçbirinde QRS ve QTC sürelerinde<br />
anlamlı bir değişim izlenmemiştir. Hastaların<br />
izlemleri sonucunda zaman içinde PR mesafesinin<br />
ilk geliş ölçümlerine geri döndüğü, kendiliğinden<br />
düzeldiği saptanmıştır. Cranford ve ark.’nın yapmış<br />
olduğu çalışmada da fenitoin infüzyonuna bağlı<br />
bazı hastalarda PR mesafesinde uzama tespit edilmiş<br />
olup fenitoin infüzyon miktarı azaltılarak bu<br />
etkinin kendiliğinden düzeldiği görülmüştür (16).<br />
Fenitoin infüzyonu sırasında kardiyak monitorizasyon<br />
gerekliliği ile ilgili birbirinden farklı çalışmalar<br />
mevcuttur. Siebert ve ark.’nın çalışmasında<br />
fenitoinin tarihsel olarak kardiyak aritmilerin tedavisinde<br />
kullanıldığı ve bu alışkanlığa bağlı kardiyak<br />
monitorizasyon yapıldığı, ancak günümüzdeki<br />
kılavuzlarda önerilen dozlarda verildiğinde böyle<br />
bir ihtiyaca gerek olmayacağı vurgulanmıştır (21).<br />
EFNS (Avrupa Nörolojik Cemiyetler Fedarasyonu)<br />
kılavuzunda status epileptikus tedavisinde kardiyak<br />
monitorizasyona gerek duyulmadığı söylenmektedir<br />
(22).<br />
Epilepsi hastalarının tedavisi ile ilgili birkaç çalışmada<br />
ise fenitoin infüzyonu sırasında kardiyak<br />
monitorizasyonun mutlaka yapılması gerektiği söylenmektedir<br />
(5,19). Bizim çalışmamızda incelediğimiz<br />
hasta grubunda da önerilen doz ile intravenöz<br />
yavaş infüzyon verildiğinde hastalarda önemli kardiyak<br />
aritmi gelişimine neden olmadığı, bu nedenle<br />
aktif monitörizasyona gerek olmadığı sonucuna<br />
varılmıştır. Çalışmamız acil servise başvurup status<br />
epileptikus kabul edilen veya nöbet profilaksisi<br />
için fenitoin infüzyonu ihtiyacı olan hastalar üzerinde<br />
yapılmıştır. İlaç infüzyonu alan bu gruptaki<br />
hastalara infüzyon sonrasında kan fenitoin seviyesi<br />
ölçümü çalışma öncesi planlanmış; ama etik kurul<br />
onayı bu konuda alınamadığından ilaç seviyesi bakılamamıştır.<br />
Bu nedenle özellikle PR uzaması olan<br />
grupta ilaç seviyesinin önerilen bu dozda toksik seviyeye<br />
gelip gelmediği konusunda inceleme yapılamamıştır.<br />
Yine fenitoin infüzyonu sonrası hastaların<br />
yeterli kan fenitoin düzeyine ulaşıp ulaşmadığı<br />
da tespit edilememiştir.<br />
Çalışmamız gözlemsel olup, hastalar randomize<br />
edilmemiş ve hastanede uygulanan standart doz<br />
miktarı ve hızında ilaç infüzyonu alan hastalar incelendiğinden<br />
farklı hız ve dozdaki sonuçları yansıtmamaktadır.<br />
Yine hastanemizde tek fenitoin içeriği<br />
olan ampül olduğundan farklı şirketlerin ürettiği,<br />
içeriği farklı olan fenitoin içerikli ampüllerin hasta<br />
sonuçlarını yansıtmamaktadır. Çalışmamızda<br />
EKG yorumlayan uzman hekim hastalara kördür;<br />
ama semptom ve muayeneleri tekrarlayan hekim<br />
çalışmanın primer yürütücüsü olup; kör değildir.<br />
Çalışma grubumuzdaki hastalarda solunumsal parametre<br />
olarak apne alarmı kullanılmıştır. Bu hastaların<br />
başka solunum parametreleri hakkında bilgi<br />
vermemektedir.<br />
Çalışmamıza dahil edilen bazı hastalar multitravma<br />
hastası, SAK veya intraserebral hemoraji hastalıklarına<br />
sahip olduklarından bu hastaların altta yatan<br />
patolojisinden mi yoksa ilacın yan etkisinden mi<br />
bulantı, kusma geliştiği ayırt edilememiştir.Yine<br />
bazı hastalar status epileptikus tedavi rehberine<br />
göre önce benzodiazepin almış olup gelişen semptom<br />
yan etkilerinin bu almış oldukları tedaviye<br />
bağlı olup olmadığı net değildir. Çalışmamıza dahil<br />
edilen bazı hastalarda GKS düşüklüğü ya da altta<br />
yatan patolojilerinin hareket etmeye uygun olmaması<br />
nedeniyle ataksi ve nistagmus muayeneleri yapılamamıştır.<br />
Çalışmamız tek merkezli ve 82 hasta<br />
üzerinden yapılmış olup, herhangi bir hastada kardiyak<br />
ritm bozukluğu gelişmediğinden hangi hasta<br />
grubunun daha riskli olduğu incelenememiştir. Bu<br />
nedenle daha çok sayıda hasta içeren çalışmalarla<br />
daha iyi sonuçların alınacağını düşünmekteyiz.<br />
- 21 -
Rohat Ak ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):17-22 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.779<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Rosen, Michael, Robert Lisak, and Ira L. Rubin. Diphenylhydantoin<br />
in cardiac arrhythmias. The American journal of Cardiology 1967;<br />
20(5),:674-678.<br />
2. Chang, Bernard S. and Daniel H. Lowenstein. Practice parameter:<br />
Antiepileptic drug prophylaxis in severe traumatic brain injury. Report<br />
of the Quality Standards Subcommittee of the American Academy of<br />
Neurology. Neurology 2003; 60(1): 10-16.<br />
3. Evers, Martin L, Amir Izhar, and Arshad Aqil. Cardiac monitoring<br />
after phenytoin overdose. Heart & Lung: The Journal of Acute and Critical<br />
Care 1997; 26(4): 325-328.<br />
4. Glauser, Tracy, et al. Evidence-based guideline: Treatment of convulsive<br />
status epilepticus in children and adults: Report of the guideline<br />
committee of the American epilepsy society. Epilepsy Currents 2016;<br />
16(1): 48-61.<br />
5. Donovan PJ, Cline D. Phenytoin administration by constant intravenous<br />
infusion: selective rates of administration. Ann Emerg Med<br />
1991; 20: 139–142<br />
6. Tiamkao S, Sawanyawisuth K, Chancharoen A The efficacy of intravenous<br />
sodium valproate and phenytoin as the first-line treatment in<br />
status epilepticus: a comparison study. BMC Neurol 2013;13: 98<br />
7. Wallis W, Kutt H, McDowell F Intravenous diphenylhydantoin in<br />
treatment of acute repetitive seizures. 1968. Neurology 2001; 57: 49-61<br />
8. Agarwal P, Kumar N, Chandra R, Gupta G, Antony AR, Garg N.<br />
Randomized study of intravenous valproate and phenytoin in status epilepticus.<br />
Seizure 2007; 16: 527–532<br />
9. Chitsaz A, Mehvari J, Salari M, Gholami F, Najafi M-R. A comparative<br />
assessment the efficacy of intravenous infusion of sodium valproate<br />
and phenytoin in the treatment of status epilepticus. Int J Prev<br />
Med 2013; 4:216–221<br />
10. Rosen M, Lisak R, Rubin IL. Diphenylhydantoin in cardiac arrhythmias.<br />
Am J Cardiol 1967; 20: 674–678<br />
11. McWilliam PK. Intravenous phenytoin sodium in continuous convulsions<br />
in children. 1958; 2: 1147–1149<br />
12. Murphy JM, Motiwala R, Devinsky O. Phenytoin intoxication.<br />
South Med J 2013;1199: 204<br />
13. Rai A, Aggarwal A, Mittal H, Sharma S. Comparative efficacy and<br />
safety of intravenous valproate and phenytoin in children. Pediatr Neurol<br />
2011; 45:300–304<br />
14. Hawcutt DB, Sampath S, Timmis A, Newland V, Newland P, Appleton<br />
R. Serum phenytoin concentrations in paediatric patients following<br />
intravenous loading. Arch Dis Child 2011; 96: 883–884<br />
15. Rudis MI, Touchette DR, Swadron SP, Chiu AP, Orlinsky M. Costeffectiveness<br />
of oral phenytoin, intravenous phenytoin, and intravenous<br />
fosphenytoin in the emergency department. Ann Emerg Med 2004; 43:<br />
386–387<br />
16. Cranford RE, Leppik IE, Patrick B, Anderson CB, Kostick B. Intravenous<br />
phenytoin: clinical and pharmacokinetic aspects. Neurology<br />
1978; 28: 874–880<br />
17. Louis, S., Kutt, H., and McDowell, F. The cardiocirculatory<br />
changes caused by intravenous dilantin and its solvent. Amer. Heart J.<br />
1967; 74: 523<br />
18. Conn RD. Diphenylhydantoin sodium in cardiac arrythmias. N<br />
Engl J Med 1965; 272: 277–282<br />
19. Earnest MP, Marx JA, Drury LR. Complications of intravenous<br />
phenytoin for acute treatment of seizures. Recommendations for usage.<br />
JAMA 1983; 249: 762–765<br />
20. Caracta R.,. Damato A. N, Josephson M. E.,. Ricciutti M. A,. Gallagher<br />
J. J, Lau S. H, Electrophysiologic properties of diphenylhydantoin.<br />
Circulation, 1973; 47( 6):1234–1241<br />
21. Siebert WJ, McGavigan AD. Requirement for cardiac telemetry<br />
during intravenous phenytoin infusion: guideline fact or guideline fiction?<br />
Intern Med J 2013;43: 7–17<br />
22. Meierkord H, Boon P, Engelsen B, Göcke K, Shorvon S, Tinuper<br />
P, Holtkamp M. EFNS guideline on the management of status epilepticus<br />
in adults. Eur J Neurol 2010; 17: 348–355.<br />
- 22 -
Gülten Özdemir ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):23-27 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.772<br />
Özgün Araştırma - Original Research<br />
Yoğun Bakım Hemşirelerinin Bası Yarası Hakkındaki Bilgi Düzeylerinin Belirlenmesi<br />
Determination of Knowledge Levels About Pressure Wounds of Intensive Care Nurses<br />
1. Fatih Sultan Mehmet Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />
Gülten ÖZDEMİR 1 , Ayşe EKEN 1<br />
ÖZET<br />
Amaç: Sağlık bakım hizmetlerinde etkin rol alan hemşirelerin<br />
profesyonel olarak sağlık uygulamalarını gerçekleştirirken, kaliteli<br />
ve etkili bakımı sunabilmeleri için yeterli bilgi, beceriye<br />
ve eleştirel düşünme yeteneğine sahip olmaları gerekmektedir.<br />
Yoğun bakım hemşirelerinin bası yaraları hakkındaki bilgi düzeyleri<br />
ve bası yaraları ile ilgili hangi konularda beceri eksikliği<br />
olduğunun saptanması oldukça önemlidir. Bu düşünceden yola<br />
çıkarak yapılan bu çalışma ile “Yoğun Bakım Hemşirelerinin<br />
Bası Yarası Hakkındaki Bilgi Düzeylerinin Belirlenmesi” amaçlanmıştır.<br />
Yöntem ve Gereçler: Bu araştırma, Kasım 2016’da Fatih Sultan<br />
Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yapılmıştır. Yoğun<br />
bakım ünitesinde çalışmakta olan ve araştırmaya katılmayı kabul<br />
eden 38 kişi çalışmanın evrenini oluşturmuştur. Elde edilen veriler<br />
SPSS (Statistical Packagefor SocialSciences) programında<br />
analiz edilmiştir.<br />
Bulgular: Sağlık çalışanlarının çoğunluğu hem bası yarası ile<br />
eş anlamlı kullanılan terimleri bilmekte hem de bası yarasını,<br />
basınca bağlı oluşan yaradır şeklinde tanımlamaktadır. %96,9’u<br />
bası yarası risk faktörünün temas bölgelerindeki sürekli basınca<br />
bağlı olduğunu fakat %96,7’si sık pozisyon değişikliği yapılarak<br />
bası yarasının önlenebileceğini ifade etmiştir. Araştırmaya katılanların<br />
tamamı yara bakım ürününün tedaviye katkı sağladığını<br />
belirtmiştir. Sağlık çalışanlarının %54,5’i bası yarası olan hasta<br />
takibinde bilgi ve beceri eksikliği olduğunu ifade etmiş olup, bası<br />
yarası ile ilgilenenlerin tamamının temel bir eğitime ihtiyacı olduğunu,<br />
%75,8’i bu eğitimin herkese zorunlu olması gerektiğini<br />
belirtmiştir. Sağlık çalışanlarının %72,7’si riskli grubu değerlendirme<br />
de en uygun yöntemin ölçek olduğunu ifade etmiştir.<br />
Sonuç: Bası yarası, hemşirelik bakımının kalite göstergesidir. Bu<br />
nedenle önleyici hemşirelik bakım protokollerinin geliştirilmesi<br />
ve uygulamaya geçirilmesi çok büyük önem taşımaktadır. Hastanın<br />
durumu göz önünde bulundurularak hemşirelik bakımının<br />
planlanması gerekmektedir. Bası yarası gelişme riski yüksek olan<br />
yatağa bağımlı hastalarla çalışan hemşirelerin, ölçek kullanarak<br />
düzenli olarak risk değerlendirmesi yapmaları önerilir. Hemşireler<br />
için bası yarası konusunda hizmet içi eğitim programları ve<br />
sempozyumların düzenlenmesi önerilebilir.<br />
ABSTRACT<br />
Aim: Nurses who have an active role in health care services need<br />
to have sufficient knowledge, skills and critical thinking skills<br />
to offer quality and effective care while practicing health care<br />
professionally. It is very important that the ICU nurses determine<br />
the level of knowledge about the pressure wounds and the lack of<br />
information on which issues are related to the pressure wounds.<br />
With this study, it was aimed to determine the “Knowledge Levels<br />
About the Injury of Intensive Care Nurses”.<br />
Materials and Method: This research was done in Fatih Sultan<br />
Mehmet Education and Research Hospital in November 2016.<br />
38 people who work in the intensive care unit and agree to participate<br />
in the research have formed the universe of working. The<br />
obtained data were analyzed in SPSS (Statistical Package for Social<br />
Sciences) program.<br />
Results: The majority of health workers are aware of the terms<br />
used synonymously with the print scar, and also describe the<br />
print scar as a connected scar. 96.9% stated that the pressure<br />
risk factor was due to continuous pressure in the contact area,<br />
but 96.7% stated that frequent positional changes could prevent<br />
pressure ulcers. All of the participants in the survey stated that<br />
the wound care product contributed to the treatment. 54.5% of<br />
the health workers stated that they had lack of knowledge and<br />
skills following the patient who was a pressure scar, 75.8% of<br />
those who are interested in pressure scar were in need of a basic<br />
education and 75.8% stated that this education should be compulsory<br />
for everyone. 72.7% of the health workers stated that the<br />
most appropriate method was the scale for risk group evaluation.<br />
Conclusion: Pressure scar is a quality indicator of nursing care.<br />
For this reason, the development and implementation of preventive<br />
nursing care protocols are of great importance. It is necessary<br />
to plan nursing care considering the situation of the patient. It is<br />
recommended that nurses working with bed-dependent patients,<br />
who have a particularly high risk of developing scarring, regularly<br />
perform risk assessments using a scale. In-service training<br />
programs and symposiums may be proposed on the subject of<br />
pressure scars for nurses.<br />
Keywords: pressure scar, nursing care, intensive care nurses<br />
Anahtar Kelimeler: bası yarası, hemşirelik bakımı, yoğun bakım<br />
hemşiresi<br />
İletişim Bilgileri:<br />
Sorumlu Yazar: Gülten Özdemir<br />
Yazışma Adresi: SBÜ, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi,<br />
İstanbul, Türkiye<br />
Tel: +90 (544) 742 0856<br />
E-Posta: gultenbostanci.ozdemir@gmail.com<br />
Makalenin Geliş Tarihi: 25.09.2017<br />
Makalenin Kabul Tarihi: 03.12.2017<br />
- 23 -
Gülten Özdemir ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):23-27 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.772<br />
GİRİŞ<br />
Yoğun bakım, herhangi bir nedenle yaşamölüm<br />
sınırına gelmiş hastanın kabul edildiği birimdir.<br />
Bu birime kabul edilen hastanın özelliği şok,<br />
koma, felç ya da diğer nedenlerle korunma refleksinden<br />
yoksun olmasıdır. Yoğun bakım ünitelerindeki<br />
riskler göz önünde bulundurulduğunda kateter<br />
komplikasyonları, beslenme yetersizliği, ilaç yan<br />
etkileri, bası yaraları ve diğer nedenler akla gelmektedir<br />
(1).<br />
Bası yaraları, vücudun özellikle kemik çıkıntılarının<br />
bulunduğu bölgelerde uzun sureli ya da tekrarlayan<br />
basılara bağlı olarak o bölgede dolaşımın<br />
bozulması sonucu ortaya çıkan nekroz ve ülserasyonlardır<br />
(2). Bası yaralarının, gelişmesindeki en<br />
önemli faktör basınç olmakla birlikte katkıda bulunan<br />
başka etkenler de vardır; paralizi, ileri yaş,<br />
uzamış immobilizasyon, dolaşım bozukluğu, nekroz,<br />
şiddetli malnutrisyon, duyusal bozukluk, enfeksiyon,<br />
inkontinans, albumin ve hemoglobin değerlerinin<br />
normalin altında olması yara gelişimini<br />
kolaylaştırır (3). Basıncın yol açtığı doku bütünlüğündeki<br />
bozulmayı tanımlamak için yıllarca pek<br />
çok kavram kullanılmıştır. Zamanla, oluşan yarayı<br />
en iyi tanımlayan terimin bası yarası olduğunda<br />
hemfikir olunmuştur (4). Bası yarası, hastanın hastanede<br />
kalış süresini arttırarak mortalite ve morbidite<br />
oranını etkilemekte ve sonuç olarak bakım<br />
maliyetini attırmaktadır (5).<br />
Ülkemizde, yoğun bakıma alınan hasta sayısının<br />
ve buna bağlı olarak bası yarası oluşan hasta sayısının<br />
hiç de az olmadığı açıktır. Dolayısıyla bası<br />
yaralarının önlenmesi hem ülkemizin sağlık harcamalarında<br />
önemli bir düşüşe, hem de insanların<br />
refah düzeyinde ciddi artışa yol açacaktır. Sağlık<br />
ve bakım hizmetlerinde etkin rol alan hemşirelerin<br />
profesyonel olarak sağlık uygulamalarını gerçekleştirirken,<br />
kaliteli ve etkili bakımı sunabilmeleri<br />
için yeterli bilgi, beceriye ve eleştirel düşünme yeteneğine<br />
sahip olmaları gerekmektedir. Yoğun bakım<br />
hemşirelerinin bası yaraları hakkındaki bilgi<br />
düzeyleri ve bası yaraları ile ilgili hangi konularda<br />
bilgi eksikliği olduğunun saptanması oldukça<br />
önemlidir. Bu düşünceden yola çıkarak yapılan bu<br />
çalışma ile, “Yoğun Bakim Hemşirelerinin Bası<br />
Yarası Hakkındaki Bilgi Düzeyleri”nin belirlenmesi<br />
amaçlanmıştır.<br />
Anket, araştırmacılar tarafından ilgili literatür bilgisi<br />
ile oluşturulmuştur. Fatih Sultan Mehmet Eğitim<br />
ve Araştırma Hastanesi yoğun bakım ünitesinde<br />
çalışmakta olan ve araştırmaya katılmayı kabul<br />
eden tüm hemşire, ebe, sağlık memurlarının çalışmanın<br />
evrenini oluşturması planlanmıştır. Yoğun<br />
bakım ünitesinde 38 kişi görev yapmaktadır, fakat<br />
5 kişiye kurum dışında (yıllık izin, rapor, sertifika<br />
eğitim) olduklarından ulaşılamamıştır.<br />
Elde edilen veriler SPSS (Statistical PackageforSocialSciences)<br />
programında analiz edilmiş ve anket<br />
soruları yüz yüze görüşme yöntemi ile uygulanmıştır.<br />
BULGULAR<br />
Araştırmaya katılan sağlık çalışanlarının çoğunluğunun<br />
(%94) bası yarası ile eş anlamlı kullanılan<br />
terimleri bildiği ve bası yarası tanımını<br />
çoğunluğun (%75,8) basınca bağlı oluşan yaradır<br />
şeklinde tanımladığı belirlenmiştir.<br />
Sağlık çalışanlarının %63,6’sı bası yarasının yatağa<br />
bağımlı hastalarda daha çok görüldüğünü belirtirken,<br />
çoğunluğu (%96,9) bası yarası risk faktörünün<br />
temas bölgelerindeki sürekli basınca bağlı olduğunu<br />
ifade etmiştir. %96,9’u bası yarasının önlenebilir<br />
olduğunu, %96,7’si sık pozisyon değişikliği<br />
yapılarak bası yarasının önlenebileceğini, çalışmaya<br />
katılanların tamamı bası yarasının tedavi edilebileceğini<br />
ve %91’i basınçtan korumanın bası yarası<br />
tedavisinin temel ilkesi olduğunu söylemiştir.<br />
%96,9’u bası yarası tedavisinde yara bakım ürünü<br />
kullandığını, %91’i ürün seçiminde ürünün yaraya<br />
yapışmamasına ve tahriş edici olmamasına dikkat<br />
ettiğini ve tamamı yara bakım ürününün tedaviye<br />
katkı sağladığını belirtmiştir.<br />
Bası yarası ile ilgilenenlerin tamamı temel bir eğitime<br />
ihtiyaç olduğunu, %75,8’i bu eğitimin herkese<br />
zorunlu olması gerektiğini ve %78,8’i daha önce<br />
bası yarası ile ilgili bir eğitim programına katıldığını<br />
belirtmiştir.<br />
Araştırmaya katılanların tamamı bası yarası olan<br />
hasta takip ettiğini, %54,5’i bası yarası olan hasta<br />
takibinde bilgi ve beceri eksikliği olduğunu ve<br />
%78,8’i bası yarası olan hastayı takip ederken kilolu,<br />
yatağa bağımlı hastada pozisyon değiştirme<br />
sırasında zorlandığını belirtmiştir.<br />
YÖNTEM ve GEREÇLER<br />
Bu araştırma, Fatih Sultan Mehmet Eğitim<br />
Araştırma Hastanesi’nde çalışan yoğun bakım<br />
hemşirelerinin bası yarası hakkındaki bilgi düzeylerininin<br />
belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Kasım<br />
2016’da Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma<br />
Hastanesi Klinik Araştırmalar Etik Kurul izni<br />
(2016/49) alındıktan sonra, toplam 20 sorudan oluşan<br />
anket aracılığı ile veriler toplanmıştır.<br />
- 24 -<br />
Çalışanların tamamı bası yarasında, uygun yara<br />
bakımının infeksiyonu önleme girişimleri arasında<br />
öncelikli olduğunu belirtmiş olup, yara bakımında<br />
dikkat edilecek kriterler sorulduğunda; %94’ü yara<br />
çevresi sağlıklı olmalı ve yara idrar ve dışkı temasından<br />
korunmalı şeklinde yanıt vermiştir.<br />
Sağlık çalışanlarının %72,7’si riskli grubu değerlendirme<br />
de en uygun yöntemin ölçek olduğunu<br />
ifade etmiştir.
Gülten Özdemir ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):23-27 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.772<br />
Bası Yarası Bilgi Düzeyi Ölçme Soruları Frekans %<br />
1.Hangisi bası yarası ile eş anlamlı kullanılmaktadır?<br />
(birden fazla cevap verebilirsiniz)<br />
Dekübit ülseri 30 91<br />
Yatak yarası 31 94<br />
Basınç ülseri 30 91<br />
2.Bası yarası nedir? (birden fazla cevap verebilirsiniz)<br />
Basınca bağlı oluşan yara 25 75,8<br />
Kemik çıkıntıları üzerinde oluşan yara 10 30,3<br />
Uzun süre yatakta yatmaya bağlı oluşan yara 20 60,6<br />
3.Bası yarası daha çok kimlerde görülür? (birden fazla<br />
cevap verebilirsiniz)<br />
Genel vücut temizliği iyi olmayan kronik hastalarda 15 45,4<br />
Yoğun bakımda uzun süre kalanlarda 19 57,6<br />
Yatağa bağımlı hastalarda 21 63,6<br />
4.Bası yarası için risk faktörleri nelerdir? (birden fazla<br />
cevap verebilirsiniz)<br />
Temas bölgelerinde sürekli basınç 32 96,9<br />
Sürtünme 26 78,8<br />
Hareketsizlik 28 84,9<br />
Beslenme bozukluğu 29 87,9<br />
Kronik hastalıklar 26 78,8<br />
Diğer (yatış süresinin uzaması /kilo, inkontinans, ilaçlar) 2 6<br />
5.Bası yarası önlenebilir mi?<br />
Evet 32 96,9<br />
Hayır - -<br />
Fikrim yok 1 3,1<br />
6.Bası yarası nasıl önlenir? (birden fazla cevap verebilirsiniz)<br />
Sık pozisyon değişikliği yapılarak 32 96,7<br />
Beslenme ve temizliğine özen gösterilerek 30 91<br />
Destek yüzey (havalı yatak, jel vb.) kullanarak 31 94<br />
Diğer 2 6,06<br />
7.Bası yarası tedavi edilebilir mi?<br />
Evet 33 100<br />
Hayır - -<br />
Fikrim yok - -<br />
8.Bası yarası ile ilgilenenlerin temel bir eğitime ihtiyacı<br />
var mıdır?<br />
Evet 33 100<br />
Hayır - -<br />
Fikrim yok - -<br />
9.Planlanacak eğitim nasıl olmalıdır?<br />
Herkese zorunlu 25 75,8<br />
Sadece yoğun bakım çalışanlarına zorunlu 2 6,06<br />
İsteğe bağlı 6 18.1<br />
10.Bası yarası ile ilgili daha önce bir eğitim programına<br />
katıldınız mı?<br />
Evet 26 78,8<br />
Hayır 7 21,2<br />
11.Bası yarası olan hasta takip ettiniz mi?<br />
Evet 33 100<br />
Hayır - -<br />
12.Bası yarası olan hasta takibinde bilgi ve beceri<br />
eksikliğiniz olduğunu düşündünüz mü?<br />
Evet 18 54,5<br />
Hayır 15 45,5<br />
Tablo 1. Bası Yarası Bilgi Düzeyi Frekans Dağılım Tablosu.<br />
- 25 -<br />
Bası Yarası Bilgi Düzeyi Ölçme Soruları Frekans %<br />
13.Bası yarası olan hastanın takibinde sizi zorlayan en<br />
önemli problemler nelerdir? (birden fazla cevap verebilirsiniz)<br />
İnfeksiyonla mücadele 18 54,5<br />
Kilolu, yatağa bağımlı hastada pozisyon değiştirme 26 78,8<br />
Sık kirlenen çarşaflar 13 39,4<br />
Kötü koku 16 48,5<br />
Destek yüzeylerin (havalı yatak, jel vb.) olmaması 16 48,5<br />
Kullanılan destek yüzey materyallerinin sık bozulması 16 48,5<br />
Diğer (yara bakım ürünlerinin sık değişmesi/eleman<br />
eksikliği 2 6,06<br />
14.Bası yarası tedavisinde yara bakımı ürünü kullanıyor<br />
musunuz?<br />
Evet 32 96,9<br />
Hayır 1 3,1<br />
15.Yara bakım ürünü seçiminde nelere dikkat edersiniz?<br />
(birden fazla cevap verebilirsiniz)<br />
Antiseptik içeriği olmasına 22 66,6<br />
Ekonomik olmasına 13 39,4<br />
Pansuman sıklığını azaltmasına 22 66,6<br />
Yaraya yapışmamasına ve tahriş edici olmamasına 30 91<br />
Kullanım kolaylığına 22 66,6<br />
Hastada ağrıyı azaltmasına 16 48,5<br />
Kolay ulaşılabilmesine 20 60,6<br />
Diğer (ürünün şeffaf olup yaranın görülebilir olması) 1 3,1<br />
16.Kullandığınız yara bakım ürünlerinin tedaviye katkısı<br />
oldu mu?<br />
Evet 33 100<br />
Hayır - -<br />
17.Bası yarasında infeksiyonu önlemek için hangileri<br />
yapılmalıdır? (birden fazla cevap verebilirsiniz)<br />
Uygun yara bakımı 33 100<br />
Eşlik eden kronik hastalıklarla mücadele 25 75,7<br />
Yeterli ve dengeli beslenme 28 84,8<br />
Bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi 24 72,7<br />
Hastanın temizliğine özen gösterilmesi 30 91<br />
Diğer (uygun ortam ısısı/aseptik tekniklere uygun<br />
davranma, 2 6,06<br />
18.Bası yarası bakımında hangilerine dikkat edilmelidir?<br />
(birden fazla cevap verebilirsiniz)<br />
Yarada nekrotik doku bulunmamalı 28 84,8<br />
Nemli ortam sağlanmalı 26 78,8<br />
Akıntılı olmamalı 28 84,8<br />
Yara çevresi sağlıklı olmalı 31 94<br />
İdrar ve dışkı temasından korunmalı 31 94<br />
19.Bası yarası tedavisinin temel ilkeleri nelerdir? (birden<br />
fazla cevap verebilirsiniz)<br />
Basınçtan koruma 30 91<br />
Cerrahi debritman 21 63,6<br />
Ölü boşlukların doldurulması 25 75,7<br />
Akıntının uzaklaştırılması 28 84,8<br />
Nemli yara oluşturulması 25 75,7<br />
İnfeksiyon tedavisi 23 69,7<br />
20.Bası yarasını önlemede riskli grubu belirlerken<br />
kullanılacak en uygun yöntem hangisi olmalıdır? (birden<br />
fazla cevap verebilirsiniz)<br />
Tüm hastaları risk grubu olarak değerlendirmek 17 51,5<br />
Mesleki bilgi ve deneyimlere dayanarak risk grubu<br />
belirlemek 8 24,2<br />
Risk grubu değerlendirme ölçeği kullanmak 24 72,7
Gülten Özdemir ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):23-27 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.772<br />
TARTIŞMA<br />
Dekibüt ülseri, dekübit ve basınç ülserleri “bası<br />
yarası” ile aynı anlamda kullanılan kavramlardan<br />
bazılarıdır. Araştırmaya katılan sağlık çalışanlarının<br />
çoğunluğunun (%94) bası yarası ile aynı anlama gelen<br />
bu terimleri bildiği görülmüştür. Bu durum hemşirelikte,<br />
kavram birliği ve ortak bir dil kullanmak<br />
açısından önemlidir.<br />
Yapılan çalışmalar sonucunda, bası yaraları ile ilgili<br />
olarak, cilt ve cilt altı dokularının uzun süre basınç<br />
altında kalmasına bağlı olarak meydana geldiği ve<br />
basınç sonucu vücudun özellikle “kemik çıkıntıları<br />
üzerinde yaradır“ şeklinde tanımı yapılmıştır (1,6).<br />
Yapılan araştırmada sağlık çalışanlarının bası yarası<br />
tanımına verdikleri cevaplar incelendiğinde; çoğunluğu<br />
bası yarasını, basınca bağlı oluşan yaradır<br />
(%75,8) şeklinde tanımlarken, %30,3’ü kemik çıkıntıları<br />
üzerinde oluşan yaradır şeklinde tanımlamıştır.<br />
Bu da sağlık çalışanlarının önemli bir bölümünün<br />
bası yarasının tanımı ile ilgili bilgi eksikliğinin olduğunu<br />
göstermektedir. Yoğun bakımda tedavi edilen<br />
olgularda bası yarası gelişme riski diğer hasta gruplarına<br />
göre daha yüksektir. Yoğun bakım hastalarında<br />
bası yarası risk faktörleri arasında fiziksel aktivite<br />
ve mobilizasyonun sınırlı olması, uzun sureli yatağa<br />
bağımlılık gerektiren hastalıkların bulunması sayılabilir<br />
(7,8,9,10). Çünkü hareketsizlik basıncın olumsuz<br />
etkilerini artırmaktadır. Bası yarasının daha çok<br />
kimlerde görüldüğü, risk faktörleri ve bası yarası<br />
tedavisinin temel ilkelerinin neler olduğu sorusuna<br />
verilen yanıtlar incelendiğinde; %63,6 ile yatağa<br />
bağımlı hastalarda görüldüğü, çoğunluğun (%96,9)<br />
temas bölgelerindeki sürekli basıncın bası yarasında<br />
önemli risk faktörü olduğu ve %91’inin basınçtan<br />
korumanın tedavide temel ilke olduğu şeklinde cevap<br />
vermeleri, yara oluşmasında en önemli faktörün<br />
bası olması şeklinde farkındalık göstermeleri sevindirici<br />
bir sonuçtur.<br />
Bası yarası sağlık bakım sisteminin kalite göstergelerinden<br />
biri olarak ele alınmakta olup, önlenmesi ve<br />
tedavisi multidisipliner ekip yaklaşımını gerektirmektedir.<br />
Bası yarasının tedavisi zor olmakla birlikte<br />
alınacak önlemlerle gelişimini önlemek mümkündür.<br />
Korunma ve önlemenin en kolay ve ucuz tedavi<br />
olduğu bir gerçektir. Bası yarası oluşumunun önlenmesi,<br />
erken dönem tanılanması ve doğru-etkin bakım<br />
ürünleri kullanılabilmesi için uygulayıcıların bu<br />
konuda bilgili olması gerekir. Bu doğrultuda sağlık<br />
çalışanlarının bası yarasının önlenebilme durumuna<br />
verdikleri yanıtları incelendiğinde; çoğunluğun bası<br />
yarasının önlenebileceğini ve tedavi edilebileceğini<br />
bilmesi, hemşirelerin bası yarasının önlenebilir bir<br />
hemşirelik bakımı olduğunu bildikleri görülmüştür.<br />
Bası yaralarının en iyi tedavi yönteminin hem hasta,<br />
hem bakım vericiler, hem de ülke ekonomisi açısından<br />
yaranın oluşumunun önlenmesi olduğu unutulmamalı,<br />
özellikle yoğun bakımda yatan hastalar için<br />
sağlık problemlerinin özelliği gereği yaygın sistemik<br />
etkilenmelere açık olmaları, uyaranı algılama<br />
ve hareket yeteneğini kaybetmiş olmaları, kullanılan<br />
tedavi seçenekleri ve yoğun bakım ortamının özellikleri<br />
nedeniyle bası yarası riski yüksek olan bireyler<br />
olarak tanımlanmakta; hemşirelerin konu ile ilgili<br />
eğitim almasını sağlamak, hastaları sık mobilize<br />
etmek, mobilize olamayan hastalarda sık pozisyon<br />
değişiminde bulunmak ve her gün hastaların vücuduna<br />
bakarak yara olup olmadığını kontrol etmek<br />
gerekmektedir Yapılan çalışmada sağlık çalışanlarının<br />
%90’nından fazlası sık pozisyon değişikliği yapılması,<br />
beslenme ve temizliğine özen gösterilmesi<br />
ve destek yüzey (havalı yatak, jel vb.) kullanılması<br />
ile bası yarasının önlenebileceğine yönelik girişimleri<br />
bildikleri görüldü. Gunningberg ve ark’nın (11)<br />
yaptığı çalışmada; hemşirelerin en fazla yaptıkları<br />
bası yarasını önleyici uygulamaların pozisyon değişikliği,<br />
destekleyici materyallerin kullanımı (hava<br />
yatağı, topuk destekleri gibi) olduğunu, en az yaptıkları<br />
uygulamaların ise sürtünme ve tahrişi azaltma,<br />
besin desteği sağlama, hijyen, cildi nemlendirme ve<br />
hasta öğretimi olduğunu saptamışlardır.<br />
Hemşirenin bası yaralarını önleyebilmesi için bası<br />
yarasının gelişmesine yol açan faktörler hakkında<br />
eğitim almış olması gerekmektedir (12). Ayrıca bu<br />
işin multidisipliner bir ekibin takibinde yapılmasının<br />
başarılı sonuçları beraberinde getireceğini düşünürsek<br />
sadece bir disiplinin sorumluluğunda olmadığı,<br />
bakım vericilerin ekip olarak konuya eğilmeleri gerektiği<br />
konusunda farkındalık oluşturulmalıdır. Yapılan<br />
çalışmada sağlık çalışanlarının tamamı bası yarası<br />
olan hasta takip etmiş olup, çoğunluğu (%78,8)<br />
daha önce bası yarası ile ilgili bir eğitim programına<br />
katılmıştır. Fakat %54,5’i bası yarası olan hasta takibinde<br />
bilgi ve beceri eksikliği olduğunu belirtmiş,<br />
tamamı bu konu ile ilgili temel bir eğitime ihtiyacı<br />
olduğunu ifade etmiştir. Özellikle katılımcıların<br />
2/3’si bu eğitimi bakım veren herkesin alması gerektiğini<br />
belirtmiştir. Bu veriler gösteriyor ki, sağlık çalışanlarının<br />
bası yarasının önlenmesi ve tedavisinde<br />
eğitimin öneminin farkında olmaları ve eksikliklerinin<br />
yine eğitim ile giderilebileceğini düşünmeleri<br />
son derece sevindiricidir.<br />
Bası yarasının önlenmesi ve iyileştirilmesindeki en<br />
önemli faktörün basının en aza indirilmesi olduğundan<br />
yola çıkarak sık poziyon vermenin, kurumdaki<br />
sağlık çalışanlarının büyük bir oranda (%96,7)<br />
bası yarasını önlemede etkili olduğunu düşündüğü<br />
fakat bası yarası olan hastayı takip ederken<br />
%78,8’inin kilolu, yatağa bağımlı hastada pozisyon<br />
değiştirme sırasında zorlandığı yanıtını verdiği<br />
görüldü. Bu sonuçlar dikkate alındığında sağlık<br />
çalışanlarının bu konuda desteklenmesi (materyal<br />
sağlanması, personel desteği vb.) gerekmektedir.<br />
Yapılan çalışmada, sağlık çalışanlarının tamamı yara<br />
bakım ürününün tedaviye katkı sağladığını, %96,9’u<br />
bası yarası tedavisinde yara bakımı ürünü kullandığını<br />
ve %91’i yara bakım ürünü seçiminde ürünün<br />
yaraya yapışmamasına ve tahriş edici olmamasına<br />
dikkat ettiğini ifade etmiştir. Çalışma sonucunda yara<br />
bakım ürünlerinin çalışanlar tarafından tercih edildiği<br />
ve aktif olarak kullanıldığı sonucuna ulaşılmıştır.<br />
- 26 -
Gülten Özdemir ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):23-27 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.772<br />
Bası yarası ve gelişimini etkileyen risk faktörleri,<br />
morbidite ve mortalite oranlarının yüksek olmasına<br />
ve enfeksiyon gibi komplikasyonların gelişmesine<br />
yol açabilir. Enfeksiyon en önemli komplikasyon<br />
olup, özellikle yaşlı, beslenmesi bozulmuş ve immün<br />
yetersizliği olan hastalarda sepsis gelişmesi ile yaşamı<br />
tehdit edebilir. Bası yarası ve enfeksiyon durumu<br />
hastanın iyileşme sürecini uzatarak, verdiği fiziksel<br />
ve psikolojik travmanın yanı sıra sorumluluklarını<br />
üstlenmede gecikmesine, ekonomik açıdan bakım<br />
masraflarının yükselmesine neden olan bir sağlık<br />
sorunudur (13). Bu doğrultuda sağlık çalışanlarının<br />
yara bakımında dikkat edilecek kriterler sorulduğunda;<br />
%94’ü yara çevresi sağlıklı olmalı ve yara idrar<br />
ve dışkı temasından korunmalı şeklinde yanıt vermiş<br />
olup, tamamı bası yarasında, uygun yara bakımının<br />
infeksiyonu önleme girişimleri arasında öncelikli olduğunu<br />
belirttiği görüldü. Bu sonuçların, kurumdaki<br />
enfeksiyon oran ve bakım maliyetine olumlu katkı<br />
sağlayacağı düşünülmektedir.<br />
Bası yarası değerlendirmesi hasta güvenliği içinde<br />
yer alan değerlendirmelerden biridir. Hastanın servise<br />
kabul edildiğinde yapılması gereken bası yarası<br />
risk değerlendirmesi; verilecek olan bakımın planlanmasını,<br />
takibini ve sürekliliğini sağlamaktadır.<br />
Güvenilir, geçerli ve hastanın içinde bulunduğu durumu<br />
tam olarak ortaya koyan risk değerlendirme<br />
ölçeklerinin özellikle hastanın bakım kalitesini arttırması<br />
ve çalışanlar arasında bakım standardı oluşturması<br />
acısından önemi çok büyüktür (5). Sağlık<br />
çalışanlarının bası yarasını önlemede riskli grubu belirlerken<br />
%72,7 ile çoğunluk risk grubu değerlendirme<br />
ölçeğinin en uygun yöntem olduğunu düşünmektedir.<br />
Çalışmanın yapıldığı kurumda Braden Ölçeği<br />
kullanılmaktadır. Yapılan çalışmalarda da; Braden<br />
risk değerlendirme ölçeğine göre yüksek risk kategorisinde<br />
olan hastalarda bası yarası gelişimi daha<br />
fazla olmuştur (14, 15). Yoğun bakıma yatışından<br />
sonra yeni bası yarası gelişen hastalarda Braden ölçeği<br />
%85,7 oranında yüksek risk kategorisindeydi.<br />
Braden skorunun yüksek risk kategorisinde olması<br />
bası yarası gelişimi riski için anlamlı bulunmuştur.<br />
Bu sonuçlardan yola çıkarak sağlık çalışanlarının<br />
riskli grubu belirlemede ölçek kullanımının önemini<br />
vurgulamaları ve farkındalıklarının yüksek oranda<br />
olması kalite göstergesi olan bası yarasının oluşumunun<br />
engellemesine katkı sağlayacağı düşünülmektedir.<br />
SONUÇ<br />
Bası yarası, sunulan hemşirelik bakımının kalite<br />
göstergesi olarak değerlendirildiğinden önleyici<br />
hemşirelik bakımı protokollerinin geliştirilerek uygulamaya<br />
geçirilmesi çok büyük önem taşımaktadır.<br />
Bu doğrultuda; öncelikle bası yarası risk faktörlerinin<br />
bilinmesi, buna yönelik bakım girişimlerinin<br />
uygulanması, bası yarası risk değerlendirmesinin<br />
doğru bir şekilde yapılabilmesi, bası yarası gelişmesi<br />
halinde yaranın evrelendirilebilmesi, bası yarasının<br />
ve hasta bireyin durumu göz önünde bulundurularak<br />
hemşirelik bakımının planlanması gerekmektedir.<br />
Araştırmamızdan elde edilen bulgular doğrultusunda:<br />
● Bası yarası gelişme riski yüksek olan yatağa bağımlı<br />
hastalarla çalışan hemşirelerin, bası yarası riskini<br />
değerlendiren ölçekleri kullana¬rak düzenli olarak<br />
risk değerlendirmesi yap¬maları ve bası yarasını<br />
önleyici uygulamaları erken dönemde başlatmaları,<br />
● Hemşirelere belirtilen niteliklerde bakım sunabilmeleri<br />
için; konuyla ilgili hizmet içi eğitim programları<br />
düzenlenerek, sempozyumlara katılımlarının<br />
sağlanması önerilebilir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Beğer T. Yoğun Bakımda Dekübit Ülserleri: Risk Faktörleri ve<br />
Önlenmesi. Yoğun Bakım Dergisi 2004; 4: 244-53.<br />
2. Ersoy E., Öcal S., Öz A., Yılmaz, P., Arsaya B., Topeli, A. Yoğun<br />
Bakım Hastalarında Bası Yarası Gelişiminde Rol Oynayabilecek Risk<br />
Faktörlerinin Değerlendirilmesi. Yoğun Bakım Dergisi 2013; 4: 9-12.<br />
3. Esen O., Öncül S., Yılmaz, M. Retrospective Evaluation of Pressure<br />
Sores of Patients in Intensive Care. South. Clin. Ist. Euras 2016;<br />
27(2):111-115.<br />
4. Bryant R., Shannon M., Pieper B., et al. Pressure Ulcers: Acute<br />
and Chronic Wounds. In: Bryant Ra (ed). St. Louis: Mosby-Year Book<br />
1992; 105-47.<br />
5. Sönmez D., Terzi B., Yakut T., Kızıl N. Basınç Yarasında Ne<br />
Durumdayız?: Pediatri Yoğun Bakım Ünitemizdeki Son Bir Yıllık Veri.<br />
Anadolu Hemşirelik ve Sağlık Bilimleri Dergisi 2014; 17:4.<br />
6. Doğu Ö. Yoğun Bakım Hemşirelerinin Bası Yarası, Bakımı<br />
ve Bakım Ürünleri Kullanımına İlişkin Bilgi ve Uygulamalarının<br />
Değerlendirilmesi. Journal of Human Rhythm 2015; 1(3):95-100.<br />
7. De Laat EH., Pickers P., Schoonhoven L., et al. Guideline implementation<br />
results in a decrease of pressure ulcer incidance in critically ill<br />
patients. Crit Care Med 2007; 35:815-20.<br />
8. Keller BP., Wile J., Vanramshorst B., et al. Pressure ulcers in intensive<br />
care patients: a review of risks and prevention. Intensive Care<br />
Med 2002; 28:1379-88.<br />
9. Wolerton CL., Hobbs LA., Beeson T., et al. Nosocomial pressure<br />
ulcer rates in critical care:perfomance improvement Project. J Nurs Care<br />
Qual 2005; 20:56-62.<br />
10. Eachempati SR., HydoL J., Barie PS. Factors influencing the development<br />
of decubitus ulcers in critically ill surgical patients. Critical<br />
Care Medicine 2001; 29:1678-82.<br />
11. Gunningberg L., Lindholm C., Carlsson M., Sjödén PO. Risk, Prevention<br />
and Treatment of Pressure Ulcers-Nursing Staff Knowledge and<br />
Documentation. Scand J Caring Science 2001; 15(3):257-63.<br />
12. Hommel A., Ulander K., Thorngren KG. Improvements in pain<br />
relief, handling time and pressure ulcers through internal audits of hipfracture<br />
patients. Scand J Caring Sci 2003; 17: 78-83.<br />
13. Hampton S., Collins F. Reducing pressure ulcer incidence in a<br />
long-term setting. British Journal of Nursing 2005; 14: 6-12.<br />
14. Magnan MA., Maklebust J. Braden Scale risk assessments and<br />
pressure ulcer prevention planning: what’s the connection? J Wound Ostomy<br />
Continence Nurs 2009; 36:622-34.<br />
15. Serpa FL., Gouveia Santos VLC., Goncelvas TC., et al. Predictive<br />
validity of Braden Scale for pressuer ulcers risk in critical care patients.<br />
rev. latino-am. Enfermagem 2011; 19:50-7.<br />
- 27 -
Esra Giray ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):28-31 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.793<br />
Olgu Sunumu - Case Report<br />
Spina Bifidalı Hastada Segmental Spinal Miyoklonus: Bir Olgu Sunumu<br />
Segmental Spinal Myoclonus in a Patient with Spina Bifida: A Case Report<br />
Esra GİRAY 1 , Çağrı Ünal ERTEKİN 1 ,<br />
Olcay ÜNVER 2 , Adnan DAĞÇINAR 3 , Naime Evrim Karadağ SAYGI 1<br />
1. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı, İstanbul<br />
2. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı, İstanbul<br />
3. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim Dalı, İstanbul<br />
ÖZET<br />
GİRİŞ<br />
Segmental spinal miyoklonus enfeksiyon, demiyelinizasyon,<br />
spinal kord infarktı, postoperatif yapışıklık, spinal kordun<br />
tümör travma gibi nedenlerle bütünlüğünün bozulması gibi pek<br />
çok sebepten kaynaklanmaktadır. Bu yazıda nadir görülen bir<br />
segmental spinal miyoklonus nedeni olarak spina bifida olgusu<br />
sunulmuştur. Hidrosefali, şant disfonksiyonu gibi ikincil nedenler<br />
dışlandıktan sonra gergin omurilik sendromunun spinal miyoklonusa<br />
sebep olduğu düşünüldü. Hem gergin omurilik sendromu<br />
nedeniyle gelişen spastisiteye hem de miyoklonusa yönelik başlanan<br />
oral baklofen ile miyoklonusun sıklığında azalma görüldü.<br />
Şant disfonksiyonu habercisi olabilen miyoklonusun epileptik<br />
bozuklukların sık görüldüğü bir merkezi sinir sistemi patolojisi<br />
olan spina bifidada erken tanısı ve epileptik nöbetlerden ayrımı<br />
gereksiz antiepileptik tedavinin önlenmesi açısından önemlidir.<br />
Anahtar Kelimeler: nöbet, segmental spinal myoklonus, spina<br />
bifida<br />
ABSTRACT<br />
Aim: Segmental spinal myoclonus can occur due to underlying<br />
pathology of spinal cord such as infection, demyelination, infarction,<br />
postoperative adhesions, distruption of spinal cord by<br />
trauma and tumor. Spina bifida as a rare cause of spinal segmental<br />
myoclonus is presented. Myoclonus can be a sign of shunt<br />
dysfunction in patients with spina bifida. Tethered cord syndrome<br />
was found to be associated with spinal segmental myoclonus<br />
after exclusion of secondary causes of myoclonus such as<br />
shunt dysfunction and hydrocephaly. Oral baclofen therapy was<br />
started. Spasticity and frequency of myoclonic jerks were both<br />
diminished. Since seizures and epilepsy commonly occur in spina<br />
bifida which is a central nervous system pathology, recognition<br />
of spinal segmental myoclonus and differentiation from epileptic<br />
seizures are essential for avoiding unneccessery use of antiepileptic<br />
drugs.<br />
Keywords: segmental spinal myoclonus, seizure, spina bifida<br />
İletişim Bilgileri:<br />
Sorumlu Yazar: Uzm. Dr. Esra GİRAY<br />
Yazışma Adresi: Pendik Eğt. ve Arş. Hast., Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon<br />
A.B.D., Fevzi Çakmak Mah. Tepe Sok. No: 41, Üst Kaynarca, Pendik, İstanbul<br />
Tel: +90 (555) 813 43 94<br />
E-Posta: girayesra@hotmail.com<br />
Makalenin Geliş Tarihi: 13.11.2017<br />
Makalenin Kabul Tarihi: 16.01.<strong>2018</strong><br />
- 28 -<br />
Miyoklonus, Çocukluk Çağı Hareket Bozuklukları<br />
Komisyonu tarafından “bir ya da birden çok<br />
sayıda kasın, tekrarlayan, genellikle ritmik olmayan<br />
kısa süreli şok tarzında sıçramalar şeklinde aniden<br />
istemsiz kasılması ya da gevşemesi” olarak tanımlanmıştır<br />
(1). Miyoklonus etiyolojiye göre semptomatik<br />
(sekonder), epileptik ve esansiyel (primer,<br />
non-progresif) miyoklonus olarak sınıflandırılır. En<br />
sık semptomatik (sekonder) miyoklonus (%72) gözlenirken<br />
bunu sırasıyla epileptik (%17) ve esansiyel<br />
(primer, non-progresif) miyoklonus (%11) izler (2).<br />
Miyoklonus; epileptik olarak korteksten kaynaklanabilir<br />
ya da nonepileptik olarak kortikal, subkortikal<br />
ya da spinal (segmental veya propriospinal) olabilir<br />
(3). Segmental spinal miyoklonus; enfeksiyon,<br />
demyelinizasyon, spinal kord infarktı, postoperatif<br />
yapışıklık, spinal kordun tümör travma gibi spinal<br />
kord bütünlüğünün bozulduğu pek çok durumdan<br />
kaynaklanabilmektedir (4). Sekonder bir miyoklonus<br />
sebebi olarak spina bifida ile ilişkili segmental<br />
spinal miyoklonus olgusu oldukça az sayıda bildirilmiştir<br />
(3-5). Bu olgu sunumunun amacı spina bifidada<br />
nadir görülen bir hareket bozukluğu olan segmental<br />
spinal miyoklonusa dikkat çekmek ve farkındalık<br />
sağlamaktır. Biz burada segmental spinal miyoklonus<br />
gelişen spina bifida olgusunu sunuyoruz.<br />
OLGU SUNUMU<br />
Dört yaşında spina bifida tanılı kız çocuğunun<br />
annesi çocuğunun bacaklarında kasılma ve istemsiz<br />
sıçrama olması şikayeti ile kliniğimize başvurdu.<br />
Beyin ve Sinir Cerrahisi tarafından takipli hastaya<br />
mevcut gergin omurilik sendromu nedeniyle operasyon<br />
önerilmeyip Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon<br />
Pediatrik Rehabilitasyon Polikliniği’mize yönlendirildi.<br />
Hastanın yapılan nörolojik muayenesinde,<br />
bilinci açık koopere ve oryante idi. Kraniyal sinir<br />
muayenesinde özellik saptanmadı. Kas gücü üst ekstremitelerde<br />
tam (5/5) iken her iki alt ekstremitede<br />
0/5’ti. Duyu muayenesinde; T12 dermatomuna kadar<br />
olan tüm dermatomlarda hipoestezi mevcuttu.<br />
T12 dermatomu ve üzeri dermatomların duyu muayenesi<br />
normaldi. Uluslararası Miyelodisplazi Çalışma<br />
Grubu ölçütlerine göre motor seviyesi T12 idi<br />
(6). Her iki ayak bileği plantar fleksörlerinde ve diz<br />
fleksörlerinde Modifiye Ashworth skalasına göre iki<br />
değerinde spastisite mevcuttu.
Esra Giray ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):28-31 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.793<br />
Derin tendon refleksleri üst ekstremitelerde normoaktif,<br />
alt ekstremitelerde hiperaktifti. Plantar yanıtlar<br />
iki yanlı ekstansördü. Klonus her iki tarafta altı atım<br />
alındı. Serebellar muayenesinde dismetri, disdiyadokokinezisi<br />
yoktu. Hastada hidrosefali yoktu ve spina<br />
bifida veya şant operasyonu geçirmemişti. Gergin<br />
omurilik sendromu tanısından üç ay sonra hastanın<br />
alt ekstremite kaslarında simetrik, ritmik, segmenter<br />
sıçramalar başlamıştı. Bu sıçrama hareketleri, uykuda<br />
ve istirahat halinde kaybolmuyordu. Sıçrama<br />
hareketlerinin şiddeti ve sıklığı özellikle heyecanlı,<br />
stresli durumlarda veya pozisyonel olarak (supin<br />
pozisyonda, kalçalar fleksiyona getirildiğinde veya<br />
ayak-ayak bileği ortezi (ankle foot orthosis-AFO)<br />
kullanırken) artış gösteriyordu. İstirahat halindeyken<br />
her iki alt ekstremitede gastroknemius, hamstring ve<br />
kalça kaslarını içeren ritmik, dakikada ortalama 60<br />
atımlık sıçrayıcı hareketler miyoklonus ile uyumluydu.<br />
Bu sıçrama hareketleri sırasında hastanın bilinci<br />
açıktı ve hasta koopereydi. Bu hareketlerin sıklığı<br />
ya da şiddeti dış uyaran (dokunma veya işitsel)<br />
veya pasif eklem hareket açıklığı hareketleriyle değişmemekteydi.<br />
Yeni başlayan miyoklonusun sebebi<br />
olarak ilk planda düşünülmesi gereken hidrosefali,<br />
siringomyeli gibi spinal kord patolojileri için hasta<br />
Beyin ve Sinir Cerrahisi’ne konsülte edildi. Hastanın<br />
yapılan laboratuvar bulguları normal olup, kranial<br />
bilgisayar tomografisinde (BT) ventrikül çaplarında<br />
artış bulunmadı. Tüm spinal manyetik rezonans<br />
görüntülemesinde (MRG) torakolomber bölgede<br />
T12 vertebra ile eklem yapan kemik fragman bulunup,<br />
bu düzeyden itibaren spinal kanal kesintiye<br />
uğramıştı. L1, L2, L3 düzeylerinde normal vertebra<br />
yapısı bulunmamakla beraber fokal segmental displazi,<br />
gergin omurilik sendromu ile uyumlu bulgular<br />
mevcuttu (Resim 1).<br />
Resim 1. Hastanın torakolomber T2 ağırlıklı MRG sagital kesit görüntüsü.<br />
Tablo 1. Nörofizyolojik kökene göre miyoklonus sınıflandırılması ve olguda görülen miyoklonusun karakteristikleri.<br />
Kortikal Miyoklonus Subkortikal Miyoklonus Segmental Spinal Miyoklonus Propriospinal Miyoklonus Olgu<br />
Fokal/segmental Multifokal Hayır Evet Evet Evet<br />
Jeneralize Hayır Sıklıkla Hayır Hayır Hayır<br />
Aksiyel Hayır Sıklıkla Hayır Çoğunlukla Hayır<br />
Ritmik Evet Periyodik Evet Ritmik/aritmik Evet<br />
Eksternal stimulusa yanıt Sıklıkla Evet Evet/Hayır Hayır Evet<br />
Harekete yanıt Evet Evet Hayır Hayır Hayır<br />
Uyku sırasında kaybolması Evet/hayır Evet Evet/hayır Hayır Hayır<br />
- 29 -
Esra Giray ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):28-31 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.793<br />
Resim 2. Hastanın elektroensefalografi (EEG) bulguları.<br />
Hareket bozukluğu sebebiyle Çocuk Nörolojisi ile<br />
konsülte edilen hastanın çekilen elektroansefalografisinde<br />
(EEG) anormal hareketler ve uyku sırasında<br />
kortekste epileptiform aktivite ya da yavaş dalgaya<br />
rastlanmadı (Resim 2). Olguda görülen hareket bozukluğu<br />
segmental spinal miyoklonus ile uyumluydu<br />
(Tablo 1) ve gergin omurilik sendromunun spinal<br />
miyoklonusa sebep olduğu düşünüldü. Hastaya hem<br />
spastisite hem de miyoklonusa yönelik oral baklofen<br />
başlandı. Baklofen tedavisiyle son zamanlarda artmış<br />
olan miyoklonusun sıklığında azalma görüldü.<br />
Hastanın Çocuk Nörolojisi ve Pediatrik Rehabilitasyon<br />
Klinikleri’nde takibi devam etmektedir. Olgunun<br />
klinik bulguları ve laboratuvar test sonuçlarının<br />
yayın haline getirilmesi konusunda annesinden sözlü<br />
ve yazılı onam alınmıştır.<br />
TARTIŞMA<br />
Miyoklonus istemsiz kas aktivitesi tarafından<br />
oluşturulan ani kısa sıçramalardır (2). Miyoklonus<br />
anatomik ve fizyolojik olarak kortikal, kortikalsubkortikal,<br />
subkortikal-nonsegmental, segmental<br />
ve periferik; klinik ve etiyolojik olarak ise fizyolojik,<br />
esansiyel, epileptik ve sekonder (semptomatik)<br />
olarak sınıflandırılır (7). Miyoklonusların çoğunu<br />
semptomatik (sekonder) miyoklonuslar oluşturmaktadır;<br />
esansiyel miyoklonus miyoklonusların<br />
çok küçük bir bölümününü oluşturmaktadır (3).<br />
Semptomatik miyoklonus nedenleri posthipoksi,<br />
toksik metabolik bozukluklar, depo hastalıkları ve<br />
nörodejenaratif bozukluklardır (2).<br />
Spinal miyoklonus spinal kord patolojileri sonucu<br />
gelişen, tek bir kas ya da kas gruplarında aniden,<br />
kısa sürelerle fokal ya da segmental olarak kasılmalarla<br />
giden nöromüsküler bir disfonksiyondur.<br />
Genellikle spinal kordu etkileyen ve spinal kordun<br />
bütünlüğünü bozan travma, dejenerasyon, vaskülopati<br />
ya da neoplazm gibi durumlarda gelişir (8).<br />
Nöral tüp defektleri, embriyogenezisin dört haftası<br />
boyunca nöral tüpün kapanamaması sonucu ortaya<br />
çıkan tüm doğuştan anomalileri içerir. Nöral tüp<br />
defektleri kranial ve spinal disrafizm olmak üzere<br />
beyinden sakruma kadar tüm merkezi sinir sisteminin<br />
herhangi bir yerinde oluşabilir. Spinal nöral<br />
tüp defektleri spina bifida aperta ve okülta olmak<br />
üzere iki şekilde görülebilir. Spina bifida apertada<br />
(sistika) orta hatta oluşan kapanma defekti lamina,<br />
fasya ve adele dokusu düzeyinde olup, defektten<br />
geçerek oluşmuş bir meningeal ya da nöral doku<br />
herniasyonu varken; spina bifida okültada spinoz<br />
proses yokluğu ve lamina defekti mevcut olup,<br />
görülen meningeal ya da nöral doku herniasyonu<br />
bulunmamaktadır. Gergin omurilik sendromu kısa<br />
ve kalın filum, lipomatöz filum terminale, dermal<br />
sinus traktı, lipomiyelomeningosel, ayrık omurilik<br />
malformasyonu, miyelosistosel ve cerrahi girişim<br />
uygulanmış miyelomeningoseller gibi bir grup disrafik<br />
patolojiyi içerir. Bu durumlarda, konus medullaris<br />
anormal düşük bir durumda yerleşiktir ve<br />
rölatif olarak hareketsiz durumda sabitlenmiştir.<br />
Kronik olarak gergin omurilik üzerine ek olarak ani<br />
bir gerilme eklenirse geri dönüşümsüz nöronal hasar<br />
gelişebilir. Semptomlar hafif ya da orta derecede<br />
olduğunda erken cerrahi girişimle serbestleştirme<br />
gergin omurilik sendromunun tedavisinin temelini<br />
oluşturur (9). Warren ve ark. (4) 5 ve 18 yaşlarında<br />
torakalomber seviyeli iki spinal disrafizm olgusunda<br />
segmental spinal miyoklonus tanımlamışlardır.<br />
Bu olgulardan birinde sıçrayıcı hareketlerin tekrarlayan<br />
bilek radial ekstansiyonuna ve el bilek<br />
- 30 -
Esra Giray ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):28-31 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.793<br />
eklemi subluksasyonuna yol açtığı bildirilmiştir.<br />
Spina bifidalı çocukların önemli bir kısmında kalçalarda<br />
eklem çevresindeki kasların dengesizliği<br />
nedeniyle kalça çıkığı gelişebilmektedir. Myoklonus<br />
Warren ve ark. (4) olgusunda olduğu gibi olgumuzda<br />
görülen spinal miyoklonus kalça çıkığını<br />
gelişmesini tetikleyebileceğinden tanısı ve tedavisi<br />
önemlidir. Gouider-Khouja ve ark.(5) ise sol bacağında<br />
atma ve sol bacağında kalınlaşma yakınması<br />
ile başvuran 21 yaşındaki bir erkek hastanın yapılan<br />
muayenesinde pes kavus ve dermal sinüs tespiti<br />
sonrasında çekilen lomber grafi, myelogram ve<br />
MRG’de spinal disrafizm saptamışlardır. Gorman<br />
ve ark. (3) da mevcut olgu ile benzer şekilde prenatal<br />
tanılı torakalomber seviyeli meningomeyoloseli<br />
iki günlükken tamir edilen ve sonrasında uykuda da<br />
devam eden, bazı postürlerle (sırt üstü yatarken ya<br />
da kalçalar ekstansiyondayken) artan, bilinç kaybı<br />
olmadan gelişen her iki alt ekstremitede sıçrayıcı<br />
hareketler gösteren beş aylık erkek çocukta spinal<br />
miyoklonus tanımlamışlardır.<br />
Segmental spinal ve proprioseptif miyoklonusun<br />
tedavisinde klonazepam ilk tercih ilaçtır (2). Baklofen,<br />
levetirasetam, diazepam, karbamezepin ve<br />
tetrabenazin tedavileri de birkaç olguda faydalı<br />
bulunmuştur. Botulinium toksin enjeksiyonu ile<br />
segmental spinal miyoklonus olgularında ağrıda<br />
ve hareket sıklığında azalma olduğu bildirilmiştir<br />
(2, 3). Sunulan olguda hem gergin omurilik sendromu<br />
nedeniyle gelişen spastisite hem de miyoklonusa<br />
yönelik olarak oral baklofen tedavisi ile hem<br />
spastisitede hem de miyoklonus sıklığında azalma<br />
saptanmıştır.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Sanger TD, Chen D, Fehlings DL, Hallett M, Lang AE, Mink JW,<br />
et al. Definition and classification of hyperkinetic movements in childhood.<br />
Movement Disorders 2010; 25: 1538-49.<br />
2. Caviness JN, Brown P. Myoclonus: current concepts and recent<br />
advances. The Lancet Neurology 2004; 3: 598-607.<br />
3. Gorman KM, King MD. Footloose: Spinal Myoclonus after Myelomeningocele<br />
Repair. The Journal of pediatrics 2016; 173: 261-. e1.<br />
4. Warren JE, Vidailhet M, Kneebone CS, Quinn NP, Thompson PD.<br />
Myoclonus in spinal dysraphism. Movement disorders 2003; 18: 961-4.<br />
5. Gouider-Khouja N, Gabsi-Gherairi S. Peripheral myoclonus and<br />
muscle hypertrophy of quadriceps revealing a spinal dysraphism. Parkinsonism<br />
& related disorders 2009; 15: 716-7.<br />
6. Palisano RJ, Campbell SK, Orlin M. Physical Therapy for Children-E-Book.<br />
Elsevier Health Sciences; 2014.<br />
7. Caviness JN. Classification and evaluation of myoclonus. In: Up-<br />
ToDate 2015.<br />
8. Akelci K, Atici S. [Transient spinal myoclonus due to epidural levobupivacaine<br />
infusion: case report]. Agri : Agri (Algoloji) Dernegi’nin<br />
Yayin organidir = The journal of the Turkish Society of Algology 2015;<br />
27: 58-60.<br />
9. Kazan S, Turgut VU. Acil Nöroşirürjikal Müdahale Yönüyle Spinal<br />
Disrafizmler. Turkiye Klinikleri Journal of Surgical Medical Sciences<br />
2007; 3: 77-82.<br />
10. Işik U. Seizures in children with myelomeningocele. In: Özek M<br />
CG, Maixner W editor. Spina Bifida: Management and outcome Milan:<br />
Springer-Verlag; 2008. p.297-301.<br />
Spinal disrafizmde spinal miyoklonus görülme mekanizması<br />
tam olarak aydınlatılamamış olmakla<br />
birlikte nöronal devrelerde bölgesel bir bozulma<br />
sonucu spinal kord devrelerinin işlevini kaybedip<br />
alfa motor nöronların hasar görmesi ve spinal ara<br />
nöronların ve inen yolların hasarlanmasıdır (4).<br />
Suprasegmental inen yollarda ve lokal arka boynuz<br />
internöranlarında inhibisyon kaybı ile gelişen<br />
ön boynuz nöronlarının hiperaktivitesi ve bu bölgedeki<br />
aksonların anormal uyarılarla uyarılmaları<br />
sonucunda bu hastalarda miyoklonus geliştiği öne<br />
sürülmektedir (8).<br />
Spina bifidalı çocuklarda nöbet sıklığı %14,7-29<br />
arasında değişmektedir ve bu çocuklarda epilepsi<br />
gelişimi diğer şant disfonksiyonu ve enfeksiyon<br />
gibi önemli müdahale gerektiren patolojilerle ilişkili<br />
olabileceğinden tanınması önemlidir (10).<br />
Sonuç olarak; segmental spinal myoklonus spina<br />
bifidada nadir gözlenen bir hareket bozukluğu olup<br />
tanınması, spina bifidanın epileptik ve nonepileptik<br />
paroksismal bozuklukların sık görüldüğü bir merkezi<br />
sinir sistemi patolojisi olması nedeniyle önemlidir.<br />
Yazılı hasta onamı bu çalışmaya katılan hastadan alınmıştır.<br />
Yazarlar, bu olgu sunumunda kullanılmak üzere, verilerinin<br />
kullanılmasına izin veren hastaya ve ailesine teşekkür<br />
ederler.<br />
- 31 -
Fatma Kulalı ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):32-34 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.744<br />
Olgu Sunumu - Case Report<br />
Üretral Divertikülitin Tanısında Manyetik Rezonans Görüntüleme ve Difüzyon<br />
Ağırlıklı Sekansların Önemi: Olgu Sunumu<br />
The Role of Magnetic Resonance Imaging and Diffusion Weighted Imaging in the Diagnosis of<br />
Urethral Diverticulitis: A Case Report<br />
Fatma KULALI 1 , Şafak Fırat KULALI 2 , Aslıhan Semiz OYSU 1 , Yaşar BÜKTE 1<br />
1. Radyoloji Kliniği, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />
2. Üroloji Kliniği, Üsküdar Devlet Hastanesi, İstanbul<br />
ÖZET<br />
GİRİŞ<br />
Üretral divertikül nadir görülen bir hastalıktır. Kadınlarda<br />
daha sık görülmektedir. Çoğunlukla asemptomatiktir. Ancak,<br />
hastalar dizüri, üretrada ağrı, üriner inkontinans gibi nonspesifik<br />
üriner sistem şikayetleri ile de karşımıza çıkabilir. Nonspesifik<br />
semptomlar nedeniyle tanısı zordur. Divertikülit, divertikül içerisinde<br />
kalkül veya daha nadiren tümör gelişimi gibi komplikasyonlara<br />
neden olabilmektedir. Manyetik rezonans görüntüleme<br />
(MRG), yüksek doku kontrast rezolüsyonuna sahip olması nedeniyle<br />
üretra değerlendirmesinde önemli bir role sahiptir. Bu sebeple,<br />
özellikle tedaviye dirençli veya tekrarlayan üriner sistem<br />
şikayetleri olan hastaların, ayırıcı tanısında üretral divertikül<br />
ve komplikasyonlarını da düşünülerek, MRG ile ayrıntılı değerlendirilmesi<br />
gerekmektedir. Bu bildiride, nadir görülen üretral<br />
divertikülitin kontrastlı alt batın MRG ve difüzyon ağırlıklı görüntüleme<br />
(DAG) bulgularını sunmayı amaçladık.<br />
Anahtar Kelimeler: difüzyon ağırlıklı görüntüleme, manyetik rezonans<br />
görüntüleme, üretral divertikül<br />
ABSTRACT<br />
Aim: Urethral diverticulum is a rare disorder. It is more common<br />
in women and usually asymptomatic. But, urethral diverticulum<br />
can cause non-specific symptoms such as dysuria, urethral pain<br />
and urinary incontinence. Some complications such as diverticulitis,<br />
stone or tumor development inside the diverticulum can be<br />
developed. The diagnosis of urethral diverticulum and its complications<br />
is very difficult. Because of extremely high contrast resolution,<br />
magnetic resonance imaging (MRI) has an important role<br />
in the evaluation of urethra. MRI can be problem solving modality<br />
especially in the patients with treatment resistant or recurrent<br />
symptoms of urinary system and in the suspicion of diagnosis of<br />
urethral diverticulum and complications. We aimed to present the<br />
features of MRI and diffusion weighted imaging (DWI) of urethral<br />
diverticulitis.<br />
Keywords: magnetic resonance imaging, diffusion weighted imaging,<br />
urethral diverticulum<br />
İletişim Bilgileri:<br />
Sorumlu Yazar: Uzm. Dr. Fatma KULALI<br />
Yazışma Adresi: Adem Yavuz Cad. No:1, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Eğitim<br />
ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Ümraniye, 34764, İstanbul<br />
Tel: +90 (216) 632 18 18 DH:1462 Fax: +90 (216) 632 71 24<br />
E-Posta: ftkulali@gmail.com<br />
Makalenin Geliş Tarihi: 26.07.2017<br />
Makalenin Kabul Tarihi: 19.03.<strong>2018</strong><br />
- 32 -<br />
Üretral divertikül nadir görülmektedir. Çoğunlukla<br />
periüretral glandların tekrarlayan enfeksiyonu<br />
sonucunda oluştukları düşünülmektedir (1, 2). Sıklıkla<br />
üretra orta kısmında gelişirler. Üriner sisteme<br />
ait nonspesifik semptomlara neden olması sebebiyle<br />
tanısı oldukça zordur. Bu bildiride, nadir görülen<br />
üretral divertikülitin manyetik rezonans görüntüleme<br />
(MRG) ve difüzyon ağırlıklı görüntüleme (DAG)<br />
özellikleri sunulmuştur.<br />
OLGU SUNUMU<br />
Kırk iki yaşında kadın hasta, uzun süredir olan<br />
ve zaman zaman şiddetlenen karın ağrısı şikayeti ile<br />
hastanemize başvurdu. Üriner sistem ile ilgili şikayeti<br />
bulunmamaktaydı. Fizik muayenesinde özellik<br />
yoktu. Laboratuvar bulgularında özellik saptanmadı.<br />
Hastaya çekilen tüm batın ultrasonografi (USG)<br />
tetkikinde hepatosteatoz ve kolelithiasis saptandı.<br />
Üriner sisteme ait sonopatoloji izlenmedi. Hastanın<br />
uzun süredir olan kronik karın ağrısı nedeniyle<br />
daha ayrıntılı inceleme için intravenöz (iv) kontrastlı<br />
tüm batın MRG ve DAG tetkiki yapıldı. MRG tetkikinde,<br />
üretra orta kesimde posteriora uzanan 10 x<br />
11 mm boyutlarında T1 ağırlıklı sekanslarda hipointens,<br />
T2 ağırlıklı sekanslarda hiperintens, içerisinde<br />
seviyelenme izlenen, üretra ile ilişkili divertikül ile<br />
uyumlu görünüm saptandı (Resim 1). Divertikül,<br />
periferal kontrastlanma göstermekteydi (Resim 2).<br />
DAG kesitlerinde, divertikülde difüzyon kısıtlanması<br />
mevcuttu (Resim 3). Bu sebeple, ön tanı üretral<br />
divertikülit lehine düşünüldü. MRG ve DAG raporu<br />
üzerine yapılan üretraya yönelik ürolojik fizik muayenede<br />
üretral divertiküliti destekleyecek bulgular<br />
saptandı. Üretral divertikülit tanısı konularak antibiyotik<br />
tedavi başlandı. Takiplerinde, hastanın şikayetlerinin<br />
düzeldiği saptandı. Retrospektif hazırlanmış<br />
olan bu olgu sunumu için, hastadan bilgilendirilmiş<br />
onam formu alındı.<br />
TARTIŞMA<br />
Üretral divertikül, gerçek üretra lümeninden<br />
dışarıya doğru olan sakküler tarzdaki genişlemeye<br />
verilen isimdir (1,2). Üretral divertikül, kadınlarda<br />
daha sık görülmekte olup görülme sıklığı %1-6 arasında<br />
değişmektedir.
Fatma Kulalı ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):32-34 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.744<br />
Resim 1. Sagital T2 ağırlıklı incelemede, üretra orta kesimde posteriorda üretra ile ilşkili içerisinde hafif hipointens seviyelenme izlenen T2 hiperintens<br />
divertikül ile uyumlu kistik görünüm.<br />
Resim 2. Kontrastsız (a) ve kontrastlı (b) aksiyel yağ baskılı T1 ağırlıklı incelemelerde üretral divertikülit ile uyumlu periferal kontrastlanma (oklar).<br />
Resim 3. Üretral divertikülitin aksiyel ADC haritasında (a) hipointens (uzun ok) ve DAG’de (b) hiperintens (kısa ok) izlenen difüzyon kısıtlanması.<br />
- 33 -
Fatma Kulalı ve ark.<br />
En sık 30 – 50 yaş arasında görülmekle birlikte<br />
tüm yaş gruplarında saptanabilir (2, 3). Üretral divertiküller,<br />
konjenital veya edinsel olabilir. Daha<br />
çok edinsel (%67-%90) üretral divertiküller görülmektedir<br />
(4). Çoğunlukla asemptomatiktir. Komplikasyonlarına<br />
bağlı semptomlar daha sık görülür.<br />
Klasik semptomları, dizüri, pollaküri, disparoni ve<br />
üriner inkontinans olarak tanımlanmaktadır. Divertikül,<br />
enfeksiyon, taş, fistül ve adenokarsinom<br />
gelişimine yatkınlık oluşturmaktadır (1,4). En sık<br />
komplikasyonu enfeksiyondur. Üretral divertikülit<br />
tanısı oldukça zordur. USG, voiding sistoüretrografi<br />
(VCUG), pozitif basınç üretrografi ve MRG<br />
gibi görüntüleme tetkikleri, tanı için kullanılabilir.<br />
Ancak, USG’ nin diğer tetkiklere göre duyarlılığı<br />
daha azdır. Tanı için ilk tercih edilen görüntüleme<br />
tetkikleri, VCUG veya pozitif basınçlı üretrografi<br />
olabilir. Doğruluk oranları VCUG için yaklaşık %<br />
85 iken pozitif basınçlı üretrografi için %90’dır (2).<br />
Her iki yöntem de girişimsel işlem gerektirdiği için<br />
hasta açısından zor işlemlerdir. MRG, üretral divertikül<br />
tanısında üretrografi veya fiber optik üretroskopiden<br />
daha duyarlı bulunmuş olup non-invaziv<br />
bir tetkiktir (2). Yüksek doku kontrast rezolüsyonu<br />
nedeniyle MRG, üretral patolojileri değerlendirmede<br />
oldukça etkilidir (5, 6). Koronal, sagital ve<br />
aksiyel kesitlerde inceleme imkanı sağlar. MRG’de<br />
üretral divertikül, üretra ile ilişkili, T1 ağırlıklı incelemelerde<br />
hipointens, T2 ağırlıklı incelemelerde<br />
hiperintens, kontrastlanma göstermeyen kistik lezyonlar<br />
şeklinde izlenir (6). Divertikülitte periferal<br />
kontrastlanma izlenirken divertikül içerisinde tümör<br />
varlığında divertikül içinde nodüler veya papiller<br />
tarzda kontrastlanma görülebilir (5,6). Fistül<br />
traktı mevcut ise lineer kontrastlanma göstererek<br />
uzanımları değerlendirilebilir. Ayrıca, MRG ile<br />
birlikte DAG’ nin kullanılması, komplikasyonların<br />
ayırıcı tanısında oldukça faydalıdır. DAG, hücreler<br />
arası su hareketini göstermektedir. Artmış hücre sayısı<br />
veya yapısal bozukluk sonucu, hücre dışı sıvı<br />
hareketini kısıtlayan örneğin iskemik değişiklikler,<br />
kitle veya apse gibi patolojilerde doku içinde difüzyon<br />
kısıtlanması izlenir (3). ‘Apparent diffusion coefficient’<br />
(ADC) haritası, difüzyon kısıtlanmasının<br />
varlığını doğrulamayı sağlar. DAG’de hiperintens<br />
ve ADC haritasında hipointens sinyal değişikliği<br />
difüzyon kısıtlanmasını gösterir. DAG ile divertikülit<br />
veya divertikül içi kitle tanısı daha kolay konulabilir.<br />
Üretral divertikülün ayırıcı tanısında, skene kanal<br />
kisti ve apsesi, vajinal duvar kisti gibi periüretral<br />
kistik lezyonlar, ektopik üreterosel ve üretral adenokarsinom<br />
gibi lezyonlar düşünülebilir (7). Skene<br />
kanal kisti, paraüretral kanalların inflamatuar<br />
tıkanması sonucu gelişir ve eksternal üretral meatus<br />
lateralinde, simfizis pubis inferioru seviyesinde<br />
izlenir. Gardner kanal kisti, vajina posterolateralinden<br />
kaynaklanır. Tariflenen kistler, MRG’de, T1<br />
ağırlıklı incelemede hipointens, T2 ağırlıklı incelemede<br />
hiperintens izlenirler. Kontrast tutulumu veya<br />
difüzyon kısıtlanması göstermezler. Komplikasyon<br />
varlığında değişik sinyaller sergileyebilirler. Skene<br />
kanal kistinin enfekte olması ile skene kanal apsesi<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):32-34 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.744<br />
- 34 -<br />
gelişir. MRG’de apse, periferal kontrastlanma ve<br />
DAG’de difüzyon kısıtlanması ile karakterizedir.<br />
Lokalizasyonları ve üretra lümeni ile ilişkilerinin<br />
olmaması ayırıcı tanıda önemlidir. Ektopik üretrosel,<br />
çoğunlukla böbreğin çift toplayıcı sistem<br />
anomalisi ile birliktelik gösterir. Ektopik üretrosel,<br />
ektopik açılım gösteren distal üreterin açıldığı<br />
lümen içindeki basit kistik dilate kısmıdır. Üreter<br />
ile ilişkisinin gösterilmesi ve çift toplayıcı sistem<br />
varlığı tanıda yardımcıdır. Üretral karsinom oldukça<br />
nadir olup daha çok post-menopozal dönemde<br />
saptanır. MRG’de, T1 ağırlıklı incelemelerde hipointens,<br />
T2 ağırlıklı incelemelerde hiperintens, düzensiz<br />
konturlu kitle şeklinde izlenir ve heterojen<br />
yoğun kontrastlanma gösterir. DAG’de, kısıtlanma<br />
gösterir. Komşu organ invazyonunu ve eşlik eden<br />
lenfadenopatileri saptamada MRG ve DAG, oldukça<br />
faydalıdır (7). Üretral divertikül tedavisi hastaya<br />
göre değişmektedir. Konservatif yaklaşım veya<br />
cerrahi uygulanabilir (4). Tedavide ana seçenekler<br />
konservatif tedavi, endoskopik unroofing, üretral<br />
divertikülektomi ve rekonstrüksiyon, üriner diversiyondur<br />
(1). Başarılı bir cerrahi ile hastaların çoğu<br />
fayda görmektedir. Ancak, özellikle edinsel divertiküllerde,<br />
enfeksiyon ve fistül gibi komplikasyonlar<br />
daha sık görülmektedir. Rekürrens de sık görülebilmektedir<br />
(1). Üretral divertikül, sıklıkla çok küçük<br />
boyutlarda olması nedeniyle MRG sekanslarında<br />
gözden kaçabilmektedir. Özellikle tekrarlayan veya<br />
tedaviye dirençli üriner sistem şikayetleri olan hastalarda,<br />
üretral divertikül ve komplikasyonları açısından<br />
da ayrıntılı değerlendirme yapmamız gerekmektedir.<br />
Sonuç olarak, üretral divertikülit, rutin görüntüleme<br />
tektiklerinde gözden kaçabilir. Özellikle klinik<br />
şüphe olan hastalarda bu alan daha dikkatli değerlendirilmelidir.<br />
Non-invazif bir yöntem olan MRG<br />
ve DAG’ nin üretral divertikül tanısında ve komplikasyonlarının<br />
değerlendirilmesinde önemli bir rolü<br />
vardır.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Pradhan MR, Ranjan P, Kapoor R. Female urethral diverticulum<br />
presenting with acute urinary retention; Indian J Urol. 2012; 28(2): 216–<br />
218.<br />
2. Patel AK, Chapple CR. Female urethral diverticula. Curr Opin<br />
Urol. 2006;16 (4): 248-54.<br />
3. El-Nashar SA, Singh R, Bacon MM, Kim-Fine S, Occhino JA,<br />
Gebhart JB, et al. Female Urethral Diverticulum: Presentation, Diagnosis,<br />
and Predictors of Outcomes After Surgery. Female Pelvic Med<br />
Reconstr Surg. 2016;22(6):447-452.<br />
4. Ömer Gökhan Doluoğlu, Emre Huri. [Urethral Diverticula] J<br />
Female Funct Urol 2014;1:35-8.<br />
5. Whittaker CS, Coady A, Culver L, Rustin G, Padwick M, Padhani<br />
AR. Diffusion-weighted MR imaging of female pelvic tumors: a pictorial<br />
review. Radiographics. 2009 May-Jun;29(3):759-74.<br />
6. Chou CP, Levenson RB, Elsayes KM, Lin YH, Fu TY, Chiu YS, et<br />
al. Imaging of Female Urethral Diverticulum: An Update. RadioGraphics<br />
2008;28(7):1917-30.<br />
7. Chaudhari VV, Patel MK, Douek M, Raman SS. MR imaging<br />
and US of female urethral and periurethral disease. Radiographics.<br />
2010;30(7):1857-74.
Fatma Kulalı ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):35-37 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.750<br />
Olgu Sunumu - Case Report<br />
ÖZET<br />
Skrotal herniasyon, sıklıkla karşılaştığımız bir sağlık<br />
soru¬nudur. Tek tedavi seçeneği, operasyondur. Opere edilmeyen<br />
olgular, inkarserasyon, strangülasyon veya perforasyon<br />
gibi majör komplikasyonlara neden olabilir ve acil koşullarda<br />
operasyon gerektirebilir. Skrotal herniasyonun tanısı, genellikle<br />
fizik muayene ile konulmaktadır. Ancak, özellikle büyük herniasyonlarda,<br />
kese içeriğinin değerlendirilmesi için görüntüleme<br />
gereklidir. Dev inguinoskrotal herniasyon tanımı, femur orta kesim<br />
inferioruna uzanan herniasyonlar için kullanılmaktadır. Dev<br />
inguinoskrotal herniasyon oldukça nadir görülmektedir. İnce<br />
bağırsakların tamamına yakın kısmını, sigmoid, inen kolon ve<br />
transvers kolonun tamamını içeren ve femur distal kesimi seviyesine<br />
kadar uzanan skrotal herniasyon oldukça nadir¬dir. Bu<br />
bildiride, mezenterik vasküler yapıları da içine alan dev skrotal<br />
herniasyo¬nu olan oldukça nadir görülen olgumuzun bilgisayarlı<br />
tomografi görüntüleri sunuldu.<br />
Anahtar Kelimeler: bilgisayarlı tomografi, herniasyon, skrotum<br />
ABSTRACT<br />
Aim: Scrotal herniation is a common disease. Patients with scrotal<br />
herniation can be asymptomatic or symptomatic. Surgery is<br />
the only treatment. If patients avoid surgery for scrotal herniation,<br />
major complications (e.g., incarceration, strangulation, perforation)<br />
can occur. In these situations, emergency surgery must<br />
be performed. The physical examination is generally sufficient<br />
to make diagnosis of scrotal herniation. But, imaging modalities<br />
are needed to evaluate the content of herniation, especially for<br />
giant inguinoscrotal herniation. Giant inguinoscrotal herniation<br />
is defined as herniation extending beyond midportion of femur.<br />
Giant inguinoscrotal herniation is extremely rare. We present a<br />
rare case of computed tomography findings of giant scrotal herniation<br />
containing near total small bowell, sigmoid, descending<br />
and transverse colons, and mesenteric vasculature.<br />
Keywords: computed tomography, herniation, scrotum<br />
GİRİŞ<br />
Skrotal herniasyon, fizik muayene ile kolaylıkla<br />
tanı konulabilen, sık gördüğümüz bir hastalıktır.<br />
Operasyon, tek tedavi yöntemidir (1,2). Bazı olgularda,<br />
operasyon öncesi, herniasyon içeriğinin ve<br />
ilişkili olduğu anatomik yapıların değerlendirilmesi<br />
için görüntüleme gereklidir. Özellikle dev herniasyonlarda,<br />
operasyon öncesinde kontrastlı bilgisayarlı<br />
tomografi (BT) tetkiki, operasyon planlamasında<br />
oldukça önemlidir (3).<br />
Dev Skrotal Herniasyon: Olgu Sunumu<br />
Giant Scrotal Herniation: A Case Report<br />
Fatma KULALI 1 , Şafak Fırat KULALI 2 , Aslıhan Semiz OYSU 1 , Yaşar BÜKTE 1<br />
1. Radyoloji Kliniği, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />
2. Üroloji Kliniği, Üsküdar Devlet Hastanesi, İstanbul<br />
İletişim Bilgileri:<br />
Sorumlu Yazar: Uzm. Dr. Fatma KULALI<br />
Yazışma Adresi: Adem Yavuz Cad. No:1, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Eğitim<br />
ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Ümraniye, 34764, İstanbul<br />
Tel: +90 (216) 632 18 18 DH:1462 Fax: +90 (216) 632 71 24<br />
E-Posta: ftkulali@gmail.com<br />
Makalenin Geliş Tarihi: 28.07.2017<br />
Makalenin Kabul Tarihi: 27.09.2017<br />
- 35 -<br />
Dev inguinoskrotal herniasyon, oldukça nadir görülmekte<br />
olup uyluk orta kesimi inferioruna uzanım<br />
gösteren herniasyon olarak tanımlanmaktadır (1). Bu<br />
bildiride, ince bağırsakların tamamına yakın kısmını,<br />
sigmoid, inen kolon ve transvers kolonun tamamını<br />
ve mezenterik vasküler yapıları içeren, femur distal<br />
kesimi seviyesine kadar uzanan dev skrotal herniasyonu<br />
olan nadir görülen bu olgunun BT görüntülerini<br />
sunmayı amaçladık.<br />
OLGU SUNUMU<br />
Elli beş yaşında erkek hasta, sol kasıktan bacak<br />
iç kısmı boyunca uzanan şişlik şikayeti ile hastanemize<br />
başvurdu. Fizik muayenede, sol inguinal bölgede<br />
ve skrotumda diz seviyesine doğru uzanan herniasyon<br />
tespit edildi. Laboratuvar tetkiklerinde özellik<br />
yoktu. Yapılan intravenöz ve oral kontrastlı tüm batın<br />
BT tetkikinde sol inguinal ve skrotal bölgede, femur<br />
distal diafiz komşuluğuna kadar uzanan herniasyon<br />
izlendi. İnce bağırsak anslarının tamamına yakın kısmı,<br />
mezenterik vasküler yapılar, sigmoid, inen kolon<br />
ve transvers kolonun tamamı herniasyon kesesi<br />
içerisindeydi. Sagital (Resim 1) ve koronal (Resim<br />
2) kontrastlı BT kesitlerinde herniasyon kesesinin<br />
uzanımı ve içeriği ayrıntılı bir şekilde izlenmekteydi.<br />
Bağırsak anslarının duvar kalınlığı ve kontrastlanması<br />
normaldi. Obstrüksiyon bulgusu saptanmadı. Çekilen<br />
posteroanterior akciğer grafisi ve elektrokardiogramı<br />
normaldi. Hastanın herhangi bir kardiyak veya<br />
pulmoner hastalık hikayesi yoktu. Hastaya, mesh<br />
hernioplasti yapıldı. Postoperatif dönemde takiplerinde<br />
herhangi bir kardiyopulmoner sistem problemi<br />
tespit edilmedi. Operasyon lojunda nüks saptanmadı.<br />
Bu retrospektif hazırlanan olgu sunumu için hastadan<br />
bilgilendirilmiş onam formu alındı.<br />
TARTIŞMA<br />
Skrotal herniasyon tanısı, çoğunlukla fizik muayene<br />
ile konulmaktadır. Ancak, bazı olgularda, özellikle<br />
dev skrotal herniasyonlarda, operasyon esnasında<br />
gelişebilecek komplikasyonları önlemek için,<br />
herniasyon kesesinin içeriğinin, obstrüksiyon bulgusu<br />
varlığının, bağırsak anslarının perfüzyonunun görüntüleme<br />
modaliteleri ile değerlendirilmesi önemlidir<br />
(3). Özellikle pre-operatif kontrastlı ince kesit BT<br />
tetkiki operasyona yaklaşımda yol göstericidir (3).<br />
Çok kesitli BT’de, ince kesit aksiyal görüntülerden<br />
sagital ve koronal rekonstrüksiyonlar yapılarak multiplanar<br />
görüntüler oluşturulabilir ve daha ayrıntılı değerlendirme<br />
yapılabilir. Dev skrotal herniasyon, hastaların<br />
oturma ve yürüme gibi normal aktivitelerini<br />
zorlaştırmakta ve yaşam kalitesi düşürmektedir (2,3).
Fatma Kulalı ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):35-37 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.750<br />
Sıklıkla üriner sistem semptomları görülmekte<br />
olup bağırsak anslarının inkarserasyonu ve strangülasyonu<br />
gibi ciddi komplikasyonlara da neden<br />
olabilmektedir (2, 4). Herniasyon içeriğine bağlı<br />
olarak, apandisit, mide perforasyonu, duodenal<br />
perforasyon veya volvulus gibi başka ciddi<br />
komplikasyonlara da neden olabilir (5-7). Ayrıca,<br />
operasyon sonrası ani batın içi basınç artışı,<br />
venöz dönüşün azalması ve azalmış diyafram hareketine<br />
bağlı kardiyopulmoner problemler ciddi komplikasyonlara<br />
neden olabilir, morbidite ve mortaliteyi<br />
arttırabilir (8). Abdominal kompartman sendromu<br />
olarak bilinen ani yüksek intraabdominal basınç,<br />
intratorasik basınç artışına, santral venöz basınçta<br />
artışa ve buna bağlı intrakranial basınç artışına neden<br />
olabilir. Çoklu organ yetmezliklerine sebep olabilir.<br />
Abdominal kompartman sendromunda yaklaşık %40<br />
oranında mortalite görülebilmektedir (9). Bu açılardan<br />
da, preoperatif dönemde hastalar ayrıntılı değerlendirilmeli<br />
ve postoperatif dönemde yakın takip<br />
edilmelidir (7-10).<br />
Sonuç: Sonuç olarak, dev skrotal herniasyonların<br />
operasyon öncesi değerlendirilmesinde kontrastlı<br />
tüm batın BT’nin önemli bir rolü vardır. Preoperatif<br />
BT, operasyonun planlanmasında, intraoperatif ve<br />
postoperatif dönemde gelişebilecek komplikasyonların<br />
önlenmesinde yol göstericidir.<br />
Resim 1. İntravenöz ve oral kontrastlı BT ’de, rekonstrüksiyonla elde edilmiş<br />
sagital kesitte, dev skrotal herniasyon içerisindeki ince bağırsak ansları ve<br />
kolonik anslar ve mezenterik yağlı planların uzanımı izlenmektedir.<br />
- 36 -<br />
Resim 2. İntravenöz ve oral kontrastlı BT’ de, rekonstrüksiyonla elde<br />
edilmiş koronal kesitte, dev herniasyon kesesi içerisindeki süperior<br />
mezenterik vasküler yapılar net olarak izlenmekte olup açıktır.
Fatma Kulalı ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):35-37 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.750<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Hodgkinson DJ, McIlrath DC. Scrotal reconstruction for<br />
giant inguinal hernias. Surg Clin North Am.1984;64(2):307–<br />
313.<br />
2. Coetzee E, Price C, Boutall A. Simple repair of a giant<br />
inguinoscrotal hernia. Int J Surg Case Rep.2011;2(3):32–35.<br />
3. Andaç N, Baltacioğlu F, Tüney D, Cimşit NC, Ekinci G,<br />
Biren T. Inguinoscrotal bladder herniation: is CT a useful tool in<br />
diagnosis? Clin Imaging. 2002;26(5):347-8.<br />
4. Chernev I. A giant inguinoscrotal hernia. ScientificWorld-<br />
Journal. 2010;10:72–73.<br />
5. Lajevardi SS, Gundara JS, Collins SA, Samra JS. Acute<br />
Gastric Rupture in a Giant Inguinoscrotal Hernia. J Gastrointest<br />
Surg. 2015;19(12):2283-5.<br />
6. Martin-Smith JD, Garvin JT, Knox M, Boyle T. A case of<br />
duodenal rupture secondary to massive inguino-scrotal hernia.<br />
Hernia. 2013;17(4):541-3.<br />
7. Mongardini M, Maturo A, De Anna L, Livadoti G, D’Orazi<br />
V, Urciuoli P,et al. Appendiceal abscess in a giant left-sided inguinoscrotal<br />
hernia: a rare case of Amyand hernia. Springerplus.<br />
2015;26(4):378.<br />
8. Karthikeyan VS, Sistla SC, Ram D, Ali SM, Rajkumar N.<br />
Giant inguinoscrotal hernia-report of a rare case with literature<br />
review. Int Surg. 2014;99(5):560-4.<br />
9. Zeyneloglu P. [Abdominal compartment syndrome] Türk<br />
Yoğun Bakım Derneği Dergisi 2015;13:5-15.<br />
10. Cavalli M, Biondi A, Bruni PG, Campanelli G. Giant<br />
inguinal hernia: the challenging hug technique. Hernia.<br />
2015;19(5):775-83.<br />
- 37 -
Yalın İşcan ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):38-41 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.882<br />
Olgu Sunumu - Case Report<br />
Subkostal Kesi Fıtığı Onarımında Yama Sabitlemede Sütür Kullanımı: Olgu Sunumu<br />
Mesh Fixation with Sutures in Subcostal Incisional Hernia: A Case Report<br />
Yalın İŞCAN 1 , Birol AĞCA 1 , Aziz Bora KARİP 1 , Ender ONUR 1 , Kemal MEMİŞOĞLU 1<br />
1. Fatih Sultan Mehmet Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Ünitesi, İstanbul<br />
ÖZET<br />
Kesi fıtıklarında laparoskopi sıklıkla kullanılmaktadır.<br />
Zımba atıcılar sayesinde yama sabitleme oldukça kolaylaşmıştır<br />
fakat bu aletlerin subkostal bölgede etkinliği azalmaktadır.<br />
Transfasyal dikişler, zımba atıcılar için açısı zor ve riskli bölgelerde<br />
alternatif olarak kullanılabilirler.<br />
Anahtar Kelimeler: transfasyal sütür, kesi fıtığı, laparoskopik<br />
fıtık tamiri<br />
ABSTRACT<br />
Aim: Laparoscopy is often performed in incisional hernia. Mesh<br />
fixation became easier with staples but the effectiveness of these<br />
instruments reduced in subcostal region. Transfacial sutures are<br />
alternatives for staples in difficult and risky places.<br />
Keywords: transfacial sutures, incisional hernia, laparoscopic<br />
hernia repair<br />
GİRİŞ<br />
Her on laparotominin birinden kesi fıtığı gelişmektedir<br />
(1). Kesi fıtığı onarımı tüm dünyada<br />
oldukça sık uygulanan ameliyatlardan biridir (2).<br />
Onarım, hem açık hem de laparoskopik olarak yapılabilir.<br />
Laparoskopik ameliyatın güvenilirliği,<br />
açık yöntemler ile eştir (3-6). Laparoskopide yama<br />
sabitleme zımba atıcılar ve transfasyal dikişler ile<br />
yapılmaktadır (5). Yama sabitleyiciler ameliyat süresini<br />
oldukça kısaltmakla beraber, sinir zedelenmesine<br />
bağlı kronik ağrılara sebep olabilmektedirler.<br />
Bu çalışmada, yama sabitleyiciye alternatif olarak,<br />
transfasyal dikiş tekniğinin, torakoabdominal bölge<br />
kesi fıtığı onarımında, etkin olduğunu gösteren bir<br />
olguyu sunmayı amaçladık.<br />
OLGU SUNUMU<br />
Safra kesesi taşı tanısı ile iki yıl önce açık kolesistektomi<br />
yapılan 52 yaşında kadın hastada, ameliyattan<br />
2 ay sonra kesi fıtığı saptanmış. Hikayesinde,<br />
daha önce iki defa önden yaklaşımla prolen yama<br />
onarımı olan hastada, fizik muayenede sağ üst kadranda<br />
yaklaşık 25x10 cm fasya defekti palpe edilmekteydi,<br />
muayenede ele fasyadan ayrılmış prolen<br />
mesh gelmekteydi. Bilgisayarlı tomografide sağ üst<br />
kadranda fasya defekti, bu defektten protrüze olmuş<br />
ve sağda toraks duvarı ile cilt arasında uzanan bağırsak<br />
ansları saptanmıştı (Resim 1).<br />
İletişim Bilgileri:<br />
Sorumlu Yazar: Yalın İŞCAN<br />
Yazışma Adresi: Fatih Sultan Mehmet Eğitim Ve Araştırma Hastanesi<br />
Genel Cerrahi, İstanbul<br />
Tel: +90 (216) 578 30 00<br />
E-Posta: yaliniscan@gmail.com<br />
Makalenin Geliş Tarihi: 29.01.<strong>2018</strong><br />
Makalenin Kabul Tarihi: 19.02.<strong>2018</strong><br />
- 38 -<br />
Ameliyatta sol üst kadrandan açık yöntemle girilen<br />
10 mm port ile pnömoperiton oluşturuldu. Sağ alt<br />
kadrana 5 mm ve sol alt kadrana 10 mm çalışma<br />
portu yerleştirildi. Fıtık içeriği keskin diseksiyonla<br />
batına iade edildi. Fıtık defekti net olarak izlenip<br />
karından alınan izdüşümüyle yamanın ölçüleri hesaplandı<br />
(Resim 2).Yapışıklık önleyici yama uygun<br />
ölçüde kesilip dört köşesine 2/0 polipropilen tespit<br />
sütürleri atıldı ve karın içine gönderildi. Sütür tutucu<br />
yardımıyla yama karın duvarına asıldı ve kot<br />
kavsine uzak tarafı emilebilir sabitleyicilerle, karın<br />
duvarına sabitlendi. Suprahepatik-alt torakal<br />
bölgede, uygun zımbalama açısı sağlanamaması<br />
ve ameliyat sonrası olası kronik ağrıyı engellemek<br />
için, zımba ile tespit yapılmadı. 15 cm uzunluğunda<br />
kesilmiş 2-0 poliprolen 8 adet sütür parçası karın<br />
içerisine alındı ve karaciğer üstüne konuldu.
Yalın İşcan ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):38-41 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.882<br />
Resim 1. Fıtığın bilgisayarlı tomografi görünümü.<br />
Resim 2. Trokar girişleri ve fıtık defektinin cilde izdüşümü.<br />
- 39 -
Yalın İşcan ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):38-41 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.882<br />
Resim 3. Serbest prolen ile fiksasyon dikişleri.<br />
İpler buraya bir defada konularak gereksiz alet giriş<br />
ve çıkışı önlendi. Sütür tutucu ile önce cilt, daha<br />
sonra sırasıyla, eski operasyona ait yerinden ayrılmış<br />
yama, sağlam faysa ve yeni yama delindi. İplik<br />
tek ucu tutularak karın dışına çıkarıldı ve işlem<br />
tekrar edilerek diğer uç ta karın dışına alındı ve cilt<br />
altında kalacak şekilde tespit dikişleri bağlandı (Resim<br />
3). Tespit sütürleri 3’er cm arayla atıldı.Güvenli<br />
yama sabitliği sağlayacak kadar sütür atılmasını takiben<br />
ameliyat sonlandırıldı. Ameliyat sonrası dönemi<br />
sorunsuz seyreden hasta, 3. gününde taburcu<br />
edildi.<br />
TARTIŞMA<br />
Karın ameliyatları sonrası, %10 oranda kesi<br />
fıtığı gelişmektedir (1). Kesi fıtıklarında primer<br />
dikiş ile tamirden sonra fıtık tekrarlama oranı her<br />
girişim sonrası artmaktadır. Prostetik yama kullanımının<br />
bu riski azalttığının (%32-%63) ortaya<br />
konmasından bu yana, yamalar fıtık cerrahisinde<br />
standart olarak kullanılmaya başlanmıştır (7).<br />
1990’ların başında karın duvarı fıtıklarında, laparoskopik<br />
intraperitoneal yama kullanımı tarif edilmiştir<br />
(8). Laparoskopik yama sabitlemede ana<br />
prensipler, organların yamanın üzerine fıtıklaşmasının<br />
engellenmesi, yamanın kendi üzerine katlanmasının<br />
önlenmesi ve yamanın kenarlarının fıtık<br />
halkasından belirli ve eş uzaklıklara sabitlemektir.<br />
Fıtık halkasından en az 4 cm (obez hastalarda en<br />
az 5 cm) uzaklık hesaplanarak yamanın ölçüleri<br />
alınmalıdır (9). Bu uzaklık bizim olgumuzda olduğu<br />
gibi palpasyonla karındaki izdüşümü çizilerek<br />
hesaplanabilir ya da steril cetvel kullanılarak<br />
laparoskopi yardımıyla fıtık halkasının boyutları<br />
ölçülebilir.<br />
Tanımlandığı tarihten itibaren yamanın karın duvarına<br />
sabitlenmesi zımba atıcılar ve transfasyal<br />
dikişler ile yapılmıştır. Her iki yöntem de yaygın<br />
olarak kullanılmasına karşın fıtık cerrahisinde<br />
hangisinin ideal olduğu halen tartışmalıdır. Bu<br />
konu hakkında yapılan tek prospektif randomize<br />
çalışmada transfasyal dikişin ameliyat sonrası<br />
ilk altı haftada daha ağrılı olduğu izlenilmiş fakat<br />
yama katlanmasının zımba atıcılara kıyasla daha<br />
az olduğu gösterilmiştir (10). Ağrının etiyolojisinin<br />
yamaya bağlı peritonit ve fiksasyon materyalleri<br />
olduğu düşünülmektedir fakat ameliyat sonrası<br />
kronik ağrının asıl nedeni açıklanamamıştır (9).<br />
Bazı çalışmalarda nöral hasara bağlı kronik ağrı<br />
oluştuğu düşünülmüş ve sınırlı hasta grubunda<br />
fiksasyon materyalleri çıkarılıp ağrının gerilediği<br />
görülmüştür (11). Bazı yazarlar da zımbaların peritonu<br />
sıkıştırdığı için kronik ağrının oluştuğunu<br />
savunmuşlardır (12). Bu sebeplerle üretilen, emilebilir<br />
zımbaların, kronik ağrıda anlamlı olarak<br />
avantajlı olduğu görülmüş ve yaygın olarak kullanılmaya<br />
başlanmıştır. Ayrıca literatürde, yama<br />
sabitlemede yapıştırıcı kullanımının tartışıldığı<br />
birkaç çalışma mevcuttur fakat henüz uzun dönem<br />
hiçbir sonuç yayınlanmamıştır (13-15).<br />
Laparoskopik fıtık cerrahisi zımba atıcılar sayesinde<br />
oldukça kolaylaşmıştır. Uygulamada zımba<br />
atıcı ile karın içinden ve elle ters istikamette<br />
karın dışından uygulanan baskı, yamayı sıkıştırıp<br />
güvenle dokuya zımbalama imkanı vermektedir.<br />
Fakat bizim vakamızda olduğu gibi subkostal bölgede<br />
bu manüplasyon kotlar nedeni ile mümkün<br />
olmamaktadır.<br />
Karın dışından el ile manüplasyonu mümkün olmayan<br />
alanlar için açılı sabitleyiciler üretilmiştir.<br />
Yapılan deneysel bir çalışmada standart zımba atıcı<br />
ve açılı zımba atıcı karşılaştırılmıştır, açılı aletin<br />
yamayı karın duvarına daha güçlü tespit ettiği<br />
gösterilmiştir. Fakat artiküle aletlerle henüz yeterli<br />
klinik çalışma yayınlanmamıştır (16).<br />
- 40 -
Yalın İşcan ve ark.<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):38-41 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.882<br />
Bu bölge için bir diğer önemli sorun ise interkostal<br />
sinir hasarı, olası periost reaksiyonu ve beraberlerinde<br />
getirdikleri kronik ağrı riskidir. Bu bölgede<br />
transfasyal dikişler oldukça faydalıdır ve birkaç<br />
farklı teknik ile atılabilir.<br />
Bizim tarif ettiğimiz yöntemde 15 cm uzunluğunda<br />
serbest prolen iplikler karın içine tek seferde<br />
alınır ve karaciğer üstüne bırakılır. Sütür tutucu<br />
yardımıyla cilt, cilt altı dokular ve yama delinerek<br />
ipliğin bir ucu karın dışına alınır ve işlem tekrar<br />
edilerek diğer uç ta karın dışına çıkarılarak tespit<br />
dikişi oluşturulur.<br />
SONUÇ<br />
Tekrar eden karın duvarı kesi fıtıklarında laparoskopik<br />
fıtık tamiri güvenle uygulanmaktadır.<br />
Yama sabitlemede zımba atıcılar kullanımı basit<br />
ve ameliyat süresini kısaltan aletlerdir. Fakat açısı<br />
zor ve kronik ağrı riski taşıyan bölgelerde tercih<br />
edilmemelidir. Sütür tutucular yardımı ile laparoskopik<br />
transfasyal yama sabitleme, torakoabdominal<br />
bölge fıtıklarında uygulanabilen ucuz, güvenli<br />
bir alternatif yöntemdir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Mudge M, Hughes LE. Incisional hernia: a 10-year prospective<br />
study of incidence and attitudes. Br J Surg 1985;72:70—1.<br />
2. Hawn MT, Snyder CW, Graham LA, Gray SH, Finan KR, Vick CC<br />
(2010) Long-term follow-up of technical outcomes for incisional hernia<br />
repair. J Am Coll Surg 210:648–657<br />
3. Beldi G, Ipaktchi R, Wagner M, Gloor B, Candinas D (2006) Laparoscopic<br />
ventral hernia repair is safe and cost effective. Surg Endosc<br />
20:92–95<br />
4. Bingener J, Buck L, Richards M, Michalek J, Schwesinger W,<br />
Sirinek K (2007) Long-term outcomes in laparoscopic vs open ventral<br />
hernia repair. Arch Surg 142:562–567<br />
5. Chelala E, Thoma M, Tatete B, Lemye AC, Dessily M, Alle JL<br />
(2007) The suturing concept for laparoscopic mesh fixation in ventral<br />
and incisional hernia repair: mid-term analysis of 400 cases. Surg Endosc<br />
21:391–395<br />
6. Heniford BT, Park A, Ramshaw BJ, Voeller G (2003) Laparoscopic<br />
repair of ventral hernias: nine years’ experience with 850 consecutive<br />
hernias. Ann Surg 238:391–399; discussion 399–400<br />
7. Burger JWA, Luijendijk RW, Hop WCJ, et al. Long-term followup<br />
of a randomized controlled trial of suture versus mesh repairof incisional<br />
hernia. Ann Surg 2004;240:578—83.<br />
8. LeBlanc KA, Booth WV. Laparoscopic repair of incisional abdominal<br />
hernias using expanded polytetrafluoroethylene: preliminary<br />
findings. Surg Laparosc Endosc 1993;3:39—41.<br />
9. P.-E. Moreau, N. Helmy, C. Vons. Laparoscopic treatment of incisional<br />
hernia. State of the art in 2012. Journal of Visceral Surgery (2012)<br />
149, e40—e48<br />
10. Beldi G, Wagner M, Bruegger LE, Kurmann A, Candinas D. Mesh<br />
shrinkage and pain in laparoscopic ventral hernia repair: a randomized<br />
clinical trial comparing suture versus tack mesh fixation. Surg Endosc.<br />
2011 Mar;25(3):749-55. doi: 10.1007/s00464-010-1246-0. Epub 2010<br />
Jul 23.<br />
11. Perrone JM, Soper NJ, Eagon JC, et al. Perioperative outcomes<br />
and complications of laparoscopic ventral hernia repair. Surgery<br />
2005;138:708—15<br />
12. Sauerland S, Walgenbach M, Habermalz B, Seiler CM, Miserez<br />
M. Laparoscopic versus open surgical techniques for ventral or incisional<br />
hernia repair. Cochrane Database Syst Rev 2011;(3) [CD007781].<br />
13. Dilege E, Deveci U, Erbil Y, et al. N-butyl cyanoacrylate versus<br />
conventional suturing for fixation of meshes in an incisional hernia model.<br />
J Invest Surg 2010;23:262—6<br />
14. Morales-Conde S, Barranco A, Socas M, et al. Systematic review<br />
of the use of fibrin sealant in abdominal-wall repair surgery. Hernia<br />
2011;15:361—9.<br />
15. Eriksen JR, Bisgaard T, Assaadzadeh S, Jorgensen LN, Rosenberg<br />
J. Randomized clinical trial of fibrin sealant versus titanium tacks<br />
for mesh fixation in laparoscopic umbilical hernia repair. Br J Surg<br />
2011;98:1537—45<br />
16. Elazary R, Kedar A, Abu-Gazala M, Mintz Y. Comparing laparoscopic<br />
mesh fixation strength between articulated and non articulated<br />
tack devices. Minim Invasive Ther Allied Technol. 2013 Feb 4.<br />
- 41 -
Özge Gülsüm İlleez<br />
Derleme - Review<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):42-46 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.739<br />
Juvenil İdiopatik Artrit<br />
Juvenile Idiopathic Artrhritis<br />
Özge Gülsüm İLLEEZ 1<br />
1. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Eğitim-Araştırma Hast., Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Kliniği, İstanbul<br />
ÖZET<br />
Juvenil idiopatik artrit çocukluk çağında en sık görülen romatizmal<br />
hastalıktır. Hastalık eklemlerde ağrı, şişlik, deformite,<br />
büyüme – gelişme ve seksüel gerilik gibi bulgulara neden olabilir.<br />
Aktif hastalık uygun şekilde tedavi edilmezse erişkin döneme<br />
taşınabilir. Bu nedenle tedavide temel amacımız inflamasyonu<br />
hızlı bir şekilde kontrol altına almaktır. Biyolojik tedavilerin bu<br />
hastalık grubunda kullanılmaya başlaması ile birlikte tedavi seçenekleri<br />
artmıştır.<br />
Anahtar Kelimeler: juvenil; idiopatik; artrit<br />
ABSTRACT<br />
Juvenile idiopathic arthritis is the most common rheumatic<br />
disease in childhood. It may cause pain, joint swelling, deformity<br />
and growth impairment, with probable continue active disease<br />
into adulthood if not properly treated. Therefore our main goal<br />
in treatment is to try to control of inflammation as quickly as<br />
possible. Treatment options have increased with introduction of<br />
biological treatment.<br />
Keywords: juvenile; idiopathic; artrhritis<br />
GİRİŞ<br />
Juvenil idiopatik artrit (JİA); Etyolojisi bilinmeyen,<br />
16 yaşından önce başlayan, en az 6 haftadır<br />
devam eden ve inflamatuar artritlerin tüm formlarını<br />
kapsayan heterojen hastalıklar grubudur. Çocukluk<br />
çağının en sık görülen kronik, romatizmal hastalığıdır<br />
(1). Etiyopatogenezi halen tam olarak açıklanamamakla<br />
birlikte hem genetik hem de çevresel<br />
faktörlerin etkisi olduğuna inanılır (2). HLAB27 ve<br />
diğer HLA tipleri sorumlu genetik faktörler arasında;<br />
infeksiyonlar, stres ve travmanın ise sorumlu<br />
çevresel faktörler arasında olduğu düşünülmektedir.<br />
Enterik enfeksiyonlar ve parvovirus b19, rubella,<br />
hepatit, Epistein-Barr, mycoplasma, clamidya gibi<br />
enfeksiyöz ajanlar patogenezde şüpheliler arasında<br />
yer alır (3-5). JİA’nın dünya çapındaki prevalansı<br />
16-150/100.000 olup ırksal bir yatkınlık bulunmamaktadır<br />
(6). Görülme sıklığı ve tiplere göre dağılımı<br />
ülkeden ülkeye değişmektedir. Ülkemizde görülme<br />
sıklığı 64/100.000’ dir (7). Gelişmiş ülkelerde en<br />
çok görülen tip oligoartiküler JİA olup kız çocuklarda<br />
sıkken, gelişmekte olan ülkelerde en çok görülen<br />
tipler sistemik, entezitle ilişkili artrit ve poliartiküler<br />
JİA olup erkek çocuklarda sıktır (8).<br />
İletişim Bilgileri:<br />
Sorumlu Yazar: Dr. Özge Gülsüm İLLEEZ<br />
Yazışma Adresi: Fatih Sultan Mehmet Eğitim-Araştırma Hastanesi, E-5<br />
karayolu üzeri, 34752, İçerenköy-Ataşehir, İstanbul, Türkiye<br />
Tel: +90 (532) 625 56 84 Fax: +90 (216) 575 04 06<br />
E-Posta: ozgeilleez@hotmail.com<br />
Makalenin Geliş Tarihi: 18.07.2017<br />
Makalenin Kabul Tarihi: 28.09.2017<br />
- 42 -<br />
Günümüzde JİA sınıflandırması International League<br />
of Associations for Rheumatology (ILAR) tarafından<br />
belirlenen, hastalığın ilk 6 ayındaki klinik ve<br />
laboratuar özelliklere göre yapılmakta ve buna göre<br />
hastalık 7 kategoriye ayrılmaktadır (9).<br />
* Sistemik JİA<br />
* Oligoartiküler JİA<br />
– Sürekli (persistent) oligoartrit<br />
– Uzamış (extended) oligoartrit<br />
* Seronegatif poliartiküler JİA<br />
* Seropozitif poliartiküler JİA<br />
* Jüvenil psoriatik artrit<br />
* Entezit ile ilişkili artrit<br />
* Sınıflandırılamayan artritler<br />
JİA-Sistemik tutulum: JİA’lı olguların %5-15’sini<br />
oluşturur (10).16 yaşından önce herhangi bir yaşta<br />
gelişebilmekle birlikte, 1-6 yaş arasında pik yapar,<br />
her iki cinste eşit sıklıkta görülür. En az 1 eklemde<br />
artritle birlikte en az iki haftadır devam eden ve<br />
bunun en az 3 günü quatidien (günde en az bir kez<br />
≥39˚C tekrarlayan ateş ve gün içinde 37˚C ve altına<br />
geri dönüş) tipte olan ateş ve aşağıdakilerden en az<br />
1’nin varlığı;<br />
-Eritematöz, sınırları belirgin olmayan, basmakla solan,<br />
soluk pembe renkli makülopapuler döküntü<br />
- Yaygın LAP<br />
- Hepatomegali ve/veya splenomegali<br />
- Serozit (plevral, perikardiyal ve peritoneal) ile tanı<br />
düşünülür (11).<br />
Artrit genellikle simetrik, poliartiküler ve destrüktif<br />
karakterdedir. Başlangıçta artrit görülmeyebilir, ancak<br />
artrit olmazsa tanı konulması artit görülünceye<br />
kadar gecikir. Destrüktif karakterli artrit nedeniyle<br />
sistemik JİA’lı hastaların yaklaşık %40’ı DMARD<br />
ve biyolojik tedavilere ihtiyaç duyar (3). Laboratuar<br />
analizinde; sedimentasyon, crp, ferritin, C3-C4<br />
düzeylerinde yükseklik, lökositoz, hipokrom mikrositer<br />
anemi, trombositoz, romatoid faktör (RF) ve<br />
antinükleer antikor (ANA) negatifliği görülür. Sistemik<br />
JİA olası komplikasyonlar arasında; osteoporoz,<br />
büyüme-gelişme geriliği, eroziv artrit ve amiloidoz<br />
sayılabilir. Bu tipte üveit görülmez. Ayırıcı tanıda;<br />
enfeksiyonlar, maligniteler, otoimmün hastalıklar,<br />
akut romatizmal ateş, bağ dokusu hastalıkları, Kawasaki<br />
hastalığı ve inflamatuar barsak hastalıkları akla<br />
gelmelidir (12). Sistemik JİA’lı hastalarda mortalite<br />
%0.3 oranında olup, makrofaj aktivasyon sendromu,<br />
enfeksiyon veya kardiyak komplikasyonlara sekonder<br />
meydana gelmektedir (1).
Özge Gülsüm İlleez<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):42-46 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.739<br />
Makrofaj Aktivasyon Sendromu (MAS): Sık görülmeyen<br />
ama sistemik JİA’da hayatı tehdit eden<br />
bir komplikasyondur. MAS yüksek düzeyde proinflamatuvar<br />
sitokinlerin üretimine neden olan yoğun<br />
makrofaj ve T hücre artışının olduğu, ancak etkili<br />
olmayan bir bağışıklık cevabının görüldüğü sistemik<br />
bir hastalıktır (13).<br />
Viral enfeksiyonlar veya ilaç tedavisinin değiştirilmesinin<br />
tetikleyici olabileceği düşünülmektedir.<br />
Klinik özellikleri arasında; genel durumda bozulma,<br />
dirençli ateş, mukozal kanama, nörolojik anormallikler<br />
(baş ağrısı, iritabilite, letarji, nöbet, koma),<br />
pulmoner fonksiyonlarda bozulma, kardiyak ve renal<br />
yetmezlik, jeneralize lenfadenopati, hepatosplenomegali,<br />
laboratuar bulguları arasında; eritrosit<br />
sedimentasyon hızında ani düşme, pansitopeni, karaciğer<br />
fonksiyonlarında bozulma, kan lipidlerinde<br />
ani yükselme, uzamış PT-PTT süreleri, fibrin yıkım<br />
ürünlerinde artma, ferritin düzeyinde yükselme yer<br />
almaktadır. Hastaların %22’si ölüm riski ile karşı<br />
karşıya gelmektedir (3). European League Against<br />
Rheumatism/ American College of Rheumatology/<br />
Paediatric Rheumatology International Trials Organisation<br />
MAS için yakın zamanlı kriterler yayınlamıştır.<br />
Buna göre; ferritin değeri >684 ng/mL olansistemik<br />
JİA’dan şüphelenilen veya tanı konmuş<br />
ateşli hasta ve takip eden parametrelerden ikisinin<br />
pozitifliği trombosit sayısı ≤181x109/L, aspartat<br />
aminotransferaz >48 unite/L, trigliserid >156 mg/<br />
dL, fibrinojen ≤360 mg/dL tanı koydurucudur (14).<br />
Hastaların çoğunda hemodinamik instabilitenin,<br />
kanamanın ve nöbetlerin kontrolü için yüksek doz<br />
pulse steroid ve siklosporin A, etoposide, talidomid,<br />
siklofosfamid gibi diğer immunsupresif ajanlarla tedavi<br />
gerekir (1).<br />
JİA-Oligoartrit: JİA hastalarının yaklaşık %60’ını<br />
içeren tiptir (1). Sürekli ve uzamış olmak üzere 2<br />
alt tipe ayrılır. Sürekli formunda hastalık süresince<br />
tutulan eklem sayısı 4’ü geçmezken, uzamış formda<br />
hastalığın ilk 6 ayından sonra tutulan eklem sayısı<br />
5 ve üzerine çıkmaktadır. Hastalık sıklıkla 6 yaş altında<br />
başlar ve kızlarda daha sık görülür. Asimetrik<br />
artrit, üveit varlığı (hastaların %20-30’u) ve yüksek<br />
pozitif ANA düzeyleri (hastaların %70-80’i) ile birliktedir<br />
(11). Çoğunlukla diz ve ayak bilekleri tutulur.<br />
Ciddi fonksiyon kaybı görülmez. Kalça tutulumu<br />
nadirdir. Bu hastalarda en önemli sorun üveit olup<br />
ANA (+) hastaların %50’sinde üveit gelişir. Böyle<br />
hastalara 3 ayda bir göz (yarık lamba) muayenesi<br />
önerilir. Çoğu hastanın şikayetleri topikal NSAİİ’ye<br />
cevap verir. Nadiren dirençli olup glokom, katarakt,<br />
şineşi, band keratopati ve körlüğe kadar ilerleyebilir.<br />
Bu hastalarda sistemik tedavi gerekir (15). JİA-<br />
Oligoartit tipinin uzamış formu; oligoartiküler tipin<br />
poliartiküler tipe dönüşmesidir. Erkeklerde daha sık<br />
görülür. Başlangıçta el ve ayak bileklerinin tutulumu<br />
ve yüksek eritrosit sedimentasyon hızı uzamış oligoartrit<br />
tipi için öncül bulgulardır (16).<br />
Erişkin dönemde düşük remisyon oranı bu form için<br />
tipiktir (1).<br />
JİA-Poliartrit: JİA’nın %25-40’ını içeren gruptur.<br />
Hastalığın ilk 6 ayı içinde 5 ve üstü eklem tutulumu<br />
mevcuttur. RF (+) ve (-) olmasına göre 2 alt gruba<br />
ayrılır. RF (+)’liği tedavi almayan hastalarda kötü<br />
prognoz göstergesidir. Ateş, halsizlik, kilo kaybı gibi<br />
konstitüsyonel semtomlar görülebilir. RF (+)’liği<br />
tüm JİA olgularında % 10’dan azdır (6). Hastalık<br />
başlangıcı tipik olarak 8 yaş üstüdür ve %90 kız çocuklarda<br />
görülür. Klinik erişkin RA tablosunu hatırlatır.<br />
El küçük eklemleri ve el bileklerinin simetrik<br />
tutulumu tipiktir. Temporomandibuler eklem ve servikal<br />
omurga tutulabilir. Kalça tutulumu nedeniyle<br />
sıklıkla 20 yaşından önce artroplasti gerekebilir (17).<br />
RF pozitifliğinin anti-CCP pozitifliği ile birlikte olması<br />
eklem hasarını arttırır (18). ANA pozitifliği düşük<br />
orandadır. Nadiren üveit görülebilir (1). RF (-)<br />
alt tipinde; RF’nin IgM yokluğunda; hastalığın ilk 6<br />
ayı içinde 5 veya daha fazla sayıda eklemde artrit ile<br />
seyreden tiptir. JİA hastalarının %30’unu oluşturur.<br />
Her yaşta görülebilmesine rağmen sıklıkla 1-3 yaş<br />
arası pik yapar. Kızlarda daha sık görülür. En az 3<br />
fenotipi mevcut;<br />
1. Erken başlangıçlı oligoartikuler tipe benzer<br />
2. Erişkinlerdeki RF (-) RA’ya benzer<br />
3. Dry sinovit olarak isimlendirilir: şişlik az, katılık<br />
ve fleksiyon kontraktüleri yoğun (bu tipin tedaviye<br />
yanıtı az-destrüktif seyirli) (11).<br />
Poliartritli tüm hastalar DMARD veya biyolojk ajan<br />
ile tedavi gereksinimi içindedir (1).<br />
Entezit İlişkili Artrit: Esas olarak 6 yaş üzeri erkek<br />
çocukların etkilendiği artrit ve entezitle seyreden<br />
tiptir. Spondilartropatilerin öncül tipidir. ANA<br />
ve RF pozitifliği görülmez. Varlığı bu tanıyı ortadan<br />
kaldırır. HLA B27 % 65-80 olguda pozitiftir (19).<br />
Üveit % 30 olguda pozitiftir. Asimetrik alt ekstremite<br />
artriti ile gözlenir. Oligoartiküler JİA’dan farkı<br />
kalça tutulumunun daha sık görülmesidir. Hastalığın<br />
en önemli bulgusu aşil tendon, plantar fasya ve tarsal<br />
bölgede ağrı ile karakterize entesopatidir. Daha<br />
nadiren sakroiliit ve inflamatuar bel ağrısı görülür.<br />
Bu grupta yer alan çocukların birçoğu zamanında ve<br />
yeterli tedavi almazsa erişkin dönemde klasik ankilozan<br />
spondilite dönüşürler (12).<br />
Juvenil Psöriatik Artrit: 16 yaştan önce psöriazisle<br />
birliktelik gösteren artrittir. %10 olguda artrit ve<br />
psöriatik döküntü eş zamanlıdır, %33-67’sinde önce<br />
döküntü, sonra artrit gelişir. Geri kalanında ise önce<br />
artrit, sonra döküntü gelişir. Her yaşta ortaya çıkabilir<br />
ve cinsiyet farkı gözetmez. En önemli klinik<br />
bulgu daktilit ve tırnak değişiklikleridir. Artiküler<br />
tutulum; simetrik küçük eklem tutulumundan asimetrik<br />
alt extremite eklemlerinin tutulumuna ve nihayetinde<br />
seropozitif RA benzeri eklem tutulumuna<br />
kadar gidebilen bir spektrumda değişebilir. Nadiren<br />
ANA pozitifliği ve ön üveit görülebilir (20). Erişkin<br />
psöriatik artritten farkı artroplasti gerektiren kalça<br />
tutulumunun çocuklarda daha fazla olmasıdır. Kesin<br />
juvenil psöriatik artrit tanısı için;<br />
- 43 -
Özge Gülsüm İlleez<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):42-46 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.739<br />
– Tipik psöriatik cilt döküntüsü ile birlikte artrit ya da<br />
– Artrit ve aşağıdaki 4 maddeden 3’ü<br />
• Daktilit<br />
• Tırnaklarda noktalanma veya onikoliz<br />
• Birinci ve ikinci dereceden akrabalarda psöriazis<br />
• Psöriazis benzeri cilt döküntüsü gerekir (6).<br />
TANI<br />
JİA tanısı klinik kriterlere göre konur, bir dışlama<br />
tanısıdır. Ayrıntılı öykü, vücudun tüm eklemlerini<br />
kapsayan ayrıntılı bir fizik muayene gerektirir. Tanı<br />
koydurucu bir laboratuar bulgusu bulunmamaktadır.<br />
Ancak laboratuar parametreleri ayırıcı tanı ve alt<br />
grup tespitinde önemlidir. Hastalardan tam kan, akut<br />
faz reaktanları, karaciğer- böbrek fonksiyon testleri,<br />
Rf, ANA, HLA B27 istenmeli, üveit değerlendirimi<br />
için göz doktoruna konsülte edilmelidir. Konvansiyonel<br />
radyografiler strukturel eklem hasarının, eklemlerin<br />
büyüme ve maturasyon bozukluklarının<br />
tespitinde altın standarttır (21). Ancak aktif sinoviti<br />
belirlemedeki düşük sensitivitesi, erken eroziv değişiklikleri<br />
tespit etmedeki kısıtlılıkları yeni yöntem<br />
arayışlarına neden olmuştur. Magnetik rezonans görüntüleme<br />
(MRG)’nin konvansiyonel grafilere en<br />
önemli üstünlüğü sinoviti, erken eroziv değişiklikleri<br />
ve kartilajı değerlendirebilmesidir. Ultrasonografi<br />
de sinovitin değerlendirilmesinde oldukça yararlı bir<br />
yöntemdir (22, 23).<br />
TEDAVİ<br />
Tedavideki birincil amaç inflamasyonun baskılanmasıdır.<br />
Beraberinde ağrı kontrolu, eklemlerin<br />
fonksiyonlarının korunup deformitelerin önlenmesi,<br />
normal büyüme gelişmenin sağlanması ve bu süreçte<br />
hastanın psikolojik sağlığının korunmasıdır (24).<br />
Nonsteroidal antiinflamatuar ilaçlar (NSAİİ): JİA<br />
tedavisinde en sık kulanılan ilaçlar NSAİİ’lerdir. Bu<br />
ilaçlar hastalık modifiye edici değil semptom gidericidir.<br />
En sık kullanılanları; ibuprofen, indometazin<br />
ve naproksen sodyumdur. Düşük dozlarda analjezik<br />
yüksek dozlarda antiinflamatuar etkilidirler. Artrit<br />
aktif olarak devam ediyorsa 2 aydan daha fazla monoterapi<br />
olarak kullanılmaları önerilmez. Bu ilaçlar<br />
erişkinlere göre çocuklarda daha iyi tolere edilir.<br />
İlaçların gastrointestinal yan etkileri nedeniyle kullanılan<br />
proton pompa inhibitörü ve antiasitlerinse<br />
çocuklardaki işlevi belirsizdir (24,25).<br />
Sülfasalazin: Oligoartrit ve entezitle ilişkili artritli<br />
hastalarda sıklıkla kullanılmaktadır. Oligo ve poliartritli<br />
çocuklarda yapılan bir randomize kontrollü<br />
çalışmada sülfasalazinin plaseboya üstünlüğü gösterilmiştir<br />
(26). Başlangıç dozu 10-20 mg/kg/gün<br />
olup haftalar içinde doz 30-50 mg/kg/güne çıkılır.<br />
Yan etkileri; alerjik reaksiyonlar, kemik iliği baskılanması,<br />
gastrointestinal şikayetler, geriye dönüşlü<br />
sperm sayısında azalma, karaciğer ve böbrek yan<br />
etkileridir (24, 25). JİA tedavisinde metotreksatla<br />
(MTX) karşılaştırıldığı bir çalışma bulunmamakla<br />
birlikte indirekt çalışmalar MTX ‘in sülfasalazine<br />
göre daha iyi tolere edildiği ve entezitle ilişkili artrit<br />
dışındaki diğer subgruplarda daha etkili olabildiğini<br />
göstermektedir (27). Bu nedenle mevcut guidelinelar<br />
sulfasalazinin JİA subgrupları arasında entezit ilişkili<br />
tipte kullanılmasını önermektedir (25).<br />
Metotreksat (MTX): JİA tedavisinde en yaygın<br />
kullanılan konvansiyonel DMARD’dır. JİA’nın tüm<br />
subtiplerinde NSAİİ ve oligoartritli hastalarda intraartiküler<br />
kortikosteroid enjeksiyonlarını takiben başlangıç<br />
tedavisi olarak düşünülmesi gereken ilk ilaçtır<br />
(25). Tedavi dozu 0,5-1 mg/kg/hafta’dır. MTX oral<br />
ya da subkutan olarak kullanılabilir. Yakın zamanlı<br />
bir çalışmada etkinlik açısından veriliş şekilleri<br />
arasında fark olmadığı söylenirken, farklı çalışmalarda<br />
yüksek dozlarda subkutan formun biyoyararlanımının<br />
orale göre üstün olduğu bildirilmiştir. En<br />
önemli yan etkileri karaciğer ve kemik iliği üzerinedir.<br />
2-3 aylık aralarla karaciğer enzimleri ve tam<br />
kan sayımı ile yan etkilerin izlenmesi gerekmektedir.<br />
Kemik iliği üzerindeki etkilerini azaltmak, bulantı,<br />
ağız ülseri, orta derecede saç dökülmesi gibi<br />
yan etkileri kontrol altına almak için tedaviye folik<br />
veya folinik asit eklenmesi önerilmektedir (11).<br />
Leflunomid: MTX ile benzer etkinlik ve güvenilirliğe<br />
sahip olup MTX intoleransı olan hastalarda<br />
alternatif bir seçenek olarak düşünülebilir. Ancak<br />
ilaç ile ilgili deneyimler sınırlıdır (28).<br />
Kortikosteroidler: JİA’da özellikle oligoartiküler<br />
tipte eklem içi steroid kullanımı oldukça yaygındır.<br />
Hem eklem şikayetini hızlı bir biçimde azaltmak<br />
hem de sistemik tedavi gereksinimini azaltmak<br />
veya ortadan kaldırmak amaçlı kullanılır. Bu amaçla<br />
metilprednizolon asetat, triamsinolon heksasetonid<br />
kullanılabilmekle birlikte en sık tercih edilen<br />
preparat triamnisolon heksasetoniddir (29). Ayrıca<br />
sistemik hastalık kontrol altına alınsa bile temporomandibuler<br />
eklem gibi bazı eklemlerde semptomlar<br />
sürebilir. Bu nedenle sistemik tedavi yanında intraartiküler<br />
kortikosteroid uygulaması da hastalığın<br />
mikrognati ya da fasial dismorfizm gibi sonuçlara<br />
sebebiyet vermemesi için uygulanmalıdır (27). Sistemik<br />
kortikosteroid tedavisi ise sadece sistemik<br />
hastalığın myokardit, perikardit, MAS gibi ekstraartiküler<br />
bulgularının tedavisinde kullanılır.<br />
Biolojik DMARD’lar: Etanercept; insan TNF<br />
reseptörüne karşı üretilmiş olan dimerik bir füzyon<br />
proteinidir. JİA’da kullanılan ilk biyolojik<br />
DMARD’dır. JİA’lı hastalarda hayat kalitesini iyileştirdiği,<br />
radyografik eklem hasarının ilerlemesini<br />
azalttığı gösterilmiştir (30). Poliartiküler JİA’lı olgularda<br />
en etkin tedavi seçeneğidir. 0,8mg/kg/hafta<br />
dozunda etkin ve güvenilir olduğu gösterilmiştir<br />
(31).<br />
İnfliximab; Kimerik insan/fare anti-TNF etkili monoklonal<br />
antikordur. Diğer ilaçlardan farkı 3–6 mg/<br />
kg, 4-8 haftada bir olmak üzere intravenöz uygulanımıdır.<br />
- 44 -
Özge Gülsüm İlleez<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):42-46 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.739<br />
Özellikle aksiyel tutulumlu spondiloartrit, inflamatuar<br />
barsak hastalığı, psöriatik artrit ve üveitte etkili<br />
bulunmuştur. MTX ile kullanımı etkinliğini artırmaktadır<br />
(12,32).<br />
Adalimumab; TNF-alfa’ya karşı üretilmiş bir insan<br />
monoklonal antikorudur. Çocuklardaki kullanım<br />
dozu 24 mg/m2/15 gündür. İlacın MTX ile birlikte<br />
kullanılması etkinliğini belirgin olarak arttırmaktadır<br />
(24, 33).<br />
İnterlökin -1 Karşıtları:<br />
Anakinra: İnsan rekombinan IL-1 reseptör antagonistidir.<br />
2-10 mg/kg/gün dozundan, cilt altı enjeksiyon<br />
yolu ile kullanılır. Yarılanma ömrü 4-6 saat<br />
olması nedeniyle günlük enjeksiyon yapılması gerekmektedir.<br />
Patogenezinde IL-1’in önemli bir rolü olması<br />
nedeniyle sistemik başlangıçlı JİA tedavisinde<br />
tercih edilmektedir. Genellikle iyi tolere edilir, ciddi<br />
yan etki nadiren görülür (12,34).<br />
Kanakinumab: Monoklonal IgG1 antikoru olup; interlökin-1<br />
betanın izoformu gibi davranarak molekülün<br />
etkinliğini azaltır. Sistemik JİA’da etkinliği gösterilmiştir.<br />
Kullanım dozu 40 kg’ın altındaki çocuklar<br />
için 4 mg/kg/4-8 hafta, 40 kg’ın üstündekiler içinse<br />
150 mg/doz/8 hafta olarak önerilmektedir (12,35).<br />
IL-6 Karşıtları:<br />
Tosilizumab: Monoklonal IL-6 reseptör antikorudur.<br />
Aktif sistemik JİA’da önceki tedavilere yanıt<br />
alınamayan durumlarda, inatçı artrit ve poliartiküler<br />
JİA’da kullanılmaktadır. Tek başına veya metotreksatla<br />
birlikte kullanılabilir. Kullanım dozu 30 kg’ın<br />
altına 12, üstüne 8 mg/kg/2-4 haftadır (12,32)<br />
T hücre ve B hücreleri hedef alan tedaviler:<br />
Abatasept: İmmünglobulin G1’in Fc kısmı ile sitotoksik<br />
T lenfosit ilişkili antijen 4’ün ekstraselüler<br />
kısmının birleştirilmesiyle oluşturulmuş bir füzyon<br />
proteinidir. 10mg/kg dozunda, aylık enjeksiyonlar<br />
şeklinde kullanılır. Anti-TNF cevapsız hastalarda tercih<br />
edilir (12, 36)<br />
Rituximab: B hücre apopitozunu arttıran ve CD20<br />
taşıyan olgun B hücrelerini azaltan insan monoklonal<br />
antikorudur. JİA hastalarında kullanımı ile ilgili<br />
bilgiler oldukça sınırlıdır. 375 mg/m2’lik dozlar ile<br />
haftada bir dört infüzyon halinde kullanılması önerilir<br />
(12).<br />
Tofasitinib/CP-690,550: Selektif bir JAK inhibitörüdür.<br />
JİA tedavisinde kullanımı için çalışmalar devam<br />
etmektedir (24).<br />
Nonfarmakolojik Tedaviler: JİA tanılı çocukların<br />
normal fiziksel ve psikososyal gelişimleri desteklenmelidir.<br />
Okula düzenli gitmesi, grup aktivitelerine<br />
katılması, yüzme ve bisiklete binme benzeri sportif<br />
faaliyetlerle uğrasması için çaba sarfedilmelidir.<br />
Psikososyal sorunlarda pediatrik psikolog desteği<br />
alınmalıdır (11). Eklem hareket açıklıklarının korunması<br />
için çocuğa özel egzersiz programları düzenlenmelidir.<br />
Hastalığın aktif olduğu dönemde; pasif egzersizler,<br />
izometrik egzersizler, kronik dönemde ise; aktif asistif<br />
-aktif egzersizler-germe-güçlendirme egzersizleri<br />
önerilmelidir. Kısıtlılık gelişen eklem için ortez uygulaması<br />
yapılabilir. Geri dönüşümsüz eklem problemlerinde<br />
ortopedist görüşü alınmalıdır.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Kahn P. J, Juvenile Idiopathic Arthritis What the Clinician Needs<br />
to Know. Bulletin of the Hospital for Joint Diseases 2013;71(3):194-9<br />
2. Glass DN, Giannini EH. Juvenile rheumatoid arthritis as a complex<br />
genetic trait. Arthritis Rheum. 1999; 42:2261–2268.<br />
3. Weiss JE, Ilowite NT. Juvenile idiopathic arthritis. Rheum Dis Clin<br />
North Am. 2007 Aug; 33(3):441-70.<br />
4. Aslan M, Kasapcopur O, Yasar H, Polat E, Saribas S, Cakan H,<br />
et al. Do infections trigger juvenile idiopathic arthritis? Rheumatol Int<br />
2011;31:215-20.<br />
5. Gonzalez B, Larrañaga C, León O, Díaz P, Miranda M, Barría<br />
M, et al. Parvovirus B19 may have a role in the pathogenesis of juvenile<br />
idiopathic arthritis. J Rheumatol 2007;34:1336-40.<br />
6. Ravelli A, Martini A. Juvenile idiopathic arthritis. Lancet. 2007<br />
Mar 3;369(9563):767-78.<br />
7. Ozen S, Karaaslan Y, Ozdemir O, Saatci U, Bakkaloglu A, Koroglu<br />
E, Tezcan S. Prevalence of juvenile chronic arthritis and familial Mediterranean<br />
fever in Turkey: a field study.J Rheumatol. 1998 Dec;25(12):2445-<br />
9.<br />
8. Kasapcopur O. Uveitis and Anti Nuclear antibody Positivity<br />
in Children with Juvenile Idiopathic Arthritis. Indian Pediatrics<br />
2004;41:1035-1039.<br />
9. Colebatch-Bourn AN, Edwards CJ, Collado P, D’Agostino MA,<br />
Hemke R, Jousse-Joulin S. et al. EULAR-PReS points to consider for the<br />
use of imaging in the diagnosis and management of juvenile idiopathic<br />
arthritis in clinical practice.Ann Rheum Dis. 2015 Nov;74(11):1946-57.<br />
10. Martini A. Systemic juvenile idiopathic arthritis. Autoimmun Rev.<br />
2012;12:56–59.<br />
11. Giancane G, Consolaro A, Lanni S, Davì S, Schiappapietra B,<br />
Ravelli A .Benedetta Schiappapietra. Angelo Ravelli. Juvenile Idiopathic<br />
Arthritis: Diagnosis and Treatment. Rheumatol Ther (2016) 3:187–207<br />
12. Barut K, Adrovic A, Şahin S, Kasapçopur Ö. Juvenile Idiopathic<br />
Arthritis. Balkan Med J. 2017 Apr 5;34(2):90-101.<br />
13. Atteritano M, David A, Bagnato G, Beninati C, Frisina A, Laria<br />
C. et al. Haemophagocytic syndrome in rheumatic patients. A systematic<br />
review. Eur Rev Med Pharmacol Sci. 2012;16:1414-24.<br />
14. Ravelli A, Minoia F, Davi S, Horne A, Bovis F, Pistorio A, et al.<br />
2016 Classification Criteria for Macrophage Activation Syndrome Complicating<br />
Systemic Juvenile Idiopathic Arthritis: A European League<br />
Against Rheumatism/American College of Rheumatology/Paediatric<br />
Rheumatology International Trials Organisation Collaborative Initiative.<br />
Ann Rheum Dis 2016;75:481-9.<br />
15. Saurenmann RK, Levin AV, Feldman BM, Laxer RM, Schneider R,<br />
Silverman ED, et al. Risk factors for development of uveitis differ between<br />
girls and boys with juvenile idiopathic arthritis. Arthritis Rheum. 2010<br />
Jun;62(6):1824-8.<br />
- 45 -
Özge Gülsüm İlleez<br />
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2018</strong>; 5 (1):42-46 - Doi:10.15659/bogazicitip.18.04.739<br />
16. Felici E, Novarini C, Magni-Manzoni S, Pistorio A, Magnani<br />
A, Bozzola E, et al. Course of joint disease in patients with antinuclear<br />
antibody-positive juvenile idiopathic arthritis. J Rheumatol.<br />
2005;32:1805–10.<br />
17. Gurcay E, Eksioglu E, Yuzer S, Bal A, Cakci A. Articular damage<br />
in adults with juvenile idiopathic arthritis. Rheumatol Int 2009;29:635-<br />
40.<br />
18. Kasapçopur O, Altun S, Aslan M, Karaarslan S, Kamburoglu-<br />
Göksel A, Saribas S, et al. Diagnostic accuracy of anti-cyclic citrullinated<br />
peptide antibodies in juvenile idiopathic arthritis. Ann Rheum Dis<br />
2004;63:1687-9.<br />
19. Aggarwal A, Misra DP. Enthesitis-related arthritis. Clin Rheumatol<br />
2015;34:1839-46<br />
20. Ravelli A, Consolaro A, Schiappapietra B, Martini A. The<br />
conundrum of juvenile psoriatic arthritis. Clin Exp Rheumatol<br />
2015;33:40-3.<br />
21. Ravelli A. The time has come to include assessment of radiographic<br />
progression in juvenile idiopathic arthritis clinical trials. J<br />
Rheumatol. 2008;35:553–7.<br />
22. Malattia C, Damasio MB, Basso C,Verri A, Magnaguagno F,<br />
Viola S, et al. Dynamic contrast-enhanced magnetic resonance imaging<br />
in the assessment of disease activity in patients with juvenile idiopathic<br />
arthritis. Rheumatology (Oxford). 2010;49:178–85.<br />
23. Albrecht K, Mu¨ller-Ladner U, Strunk J. Quantification of the<br />
synovial perfusion inrheumatoid arthritis using Doppler ultrasonography.<br />
Clin Exp Rheumatol. 2006;25:630–8.<br />
24. KasapçopurÖ, BarutK.Treatment in juvenile rheumatoid arthritis<br />
and new treatment options.Turk Pediatri Ars. 2015 Mar 1;50(1):1-10.<br />
25. Beukelman T, Patkar NM, Saag KG, Tolleson-Rinehart S, Cron<br />
RQ, DeWitt EM, Ilowite NT, Kimura Y, Laxer RM, Lovell DJ: 2011<br />
American College of Rheumatology recommendations for the treatment<br />
of juvenile idiopathic arthritis: initiation and safety monitoring of therapeutic<br />
agents for the treatment of arthritis and systemic features. Arthritis<br />
Care Res (Hoboken) 2011, 63(4):465–482.<br />
26. Van Rossum MA, Fiselier TJ, Franssen MJ, Zwinderman AH, ten<br />
Cate R, van Suijlekom-Smit LW. et al. Sulfasalazine in the treatment of juvenile<br />
chronic arthritis: a randomized, double-blind, placebo-controlled,<br />
multicenter study. Dutch Juvenile Chronic Arthritis Study Group. Arthritis<br />
Rheum 1998, 41(5):808–816.<br />
27. Stoll ML, Cron RQ. Treatment of juvenile idiopathic arthritis: a<br />
revolution in care. Pediatr Rheumatol Online J. 2014 Apr 23;12:13.<br />
28. Silverman E, Mouy R, Spiegel L, Jung LK, Saurenmann RK, Lahdenne<br />
P, et al. Leflunomide or methotrexate for juvenile rheumatoid arthritis.<br />
N Engl J Med. 2005;352:1655–66.<br />
29. Scott C, Meiorin S, Filocamo G, Lanni S, Valle M, Martinoli C, et<br />
al. A reappraisal of intra-articular corticosteroid therapy in juvenile idiopathic<br />
arthritis. Clin Exp Rheumatol. 2010;28:774–81.<br />
30. Nielsen S, Ruperto N, Gerloni V, Simonini G, Cortis E, Lepore<br />
L, et al. Preliminary evidence that etanercept may reduce radiographic<br />
progression in juvenile idiopathic arthritis. Clin Exp Rheumatol.<br />
2008;26:688–92.<br />
31. Lovell DJ, Giannini EH, Reiff A, Schneider R, Nocton<br />
J, Stein LD, et al. Etanercept in children with polyarticular<br />
juvenile rheumatoid arthritis. N Engl J Med. 2000;342:763-9.<br />
32. Katsicas MM, Russo R. Biologic agents in juvenile spondyloarthropathies.<br />
Pediatr Rheumatol Online J 2016;14:17.<br />
33. Lovell DJ, Ruperto N, Goodman S, Reiff A, Jung L, Jarosova K,<br />
et al. Adalimumab with or without methotrexate in juvenile rheumatoid<br />
arthritis. N Engl J Med 2008; 359: 810-20.<br />
34. Quartier P, Allantaz F, Cimaz R, Pillet P, Messiaen C, Bardin C,<br />
et al. A multicentre, randomised, double-blind, placebo-controlled trial<br />
with the interleukin-1 receptor antagonist anakinra in patients with systemic-onset<br />
juvenile idiopathic arthritis (ANAJIS trial). Ann Rheum Dis<br />
2011;70:747-54.<br />
35. Ruperto N, Brunner HI, Quartier P, Constantin T, Wulffraat N,<br />
Horneff G, et al. Two randomized trials of canakinumab in systemic juvenile<br />
idiopathic arthritis. N Engl J Med 2012; 367: 2396-406.<br />
36. Ruperto N, Lovell DJ, Quartier P, Paz E, Rubio-Pérez N, Silva CA,<br />
et al. Long-term safety and efficacy of abatacept in children with juvenile<br />
idiopathic arthritis. Arthritis Rheum 2010;62:1792-802.<br />
- 46 -