12.01.2015 Views

Lale Mansur - Mithat Alam Film Merkezi

Lale Mansur - Mithat Alam Film Merkezi

Lale Mansur - Mithat Alam Film Merkezi

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

<strong>Lale</strong> <strong>Mansur</strong>:<br />

“İnsanın hayatındaki en önemli şey<br />

geçimini çok sevdiği işi yaparak<br />

sağlayabiliyor olması”<br />

1 Mart Perşembe günü <strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong>’nin konuğu<br />

sinemamızın önemli oyuncularından <strong>Lale</strong> <strong>Mansur</strong>’du.<br />

Moderatörlüğünü Yamaç Okur’un yaptığı söyleşiye izleyicilerin<br />

de ilgisi büyüktü. <strong>Lale</strong> <strong>Mansur</strong>’la sinema serüveni, sinemayla<br />

kurduğu ilişki, sinemaya ve gündelik olaylara bakışı<br />

üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.<br />

L<br />

ale <strong>Mansur</strong>: Küçükken her çocuk gibi her şeye meraklıydım.<br />

Folklordan başladım, piyano çalmak derken bir<br />

gün de bale yapmak istedim. Bu da geçer diye başlattılar.<br />

Sonra iş ciddiye bindi. Bunun üzerine babamla bir anlaşma<br />

yaptık. Eğer sınıfta kalmazsam normal lise eğitiminin<br />

yanı sıra konservatuara devam edecektim. Anlaşmayı uyguladık.<br />

Konservatuardan da mezun olunca İstanbul Devlet<br />

Opera ve Balesinde başrol oynamaya başladım. On sekiz<br />

yaşındaydım. Oyunculuk yapmayı hiç düşünmüyordum.<br />

Dansa âşıktım. Derken seneler geçti, Cem <strong>Mansur</strong>’la<br />

evlendim, yirmi beş yıldır evliyiz. Cem’in Londra’ya taşınması<br />

gerekti. Dansçılık da gide gele yapılabilecek bir iş değil.<br />

Sonra kendi kendime nasılsa on sene sonra bu iş artık<br />

bitecek dedim. Daha önce davranıp kendime sevdiğim bir<br />

iş bulmak istedim. Fakat bu hiç de kolay olmadı. Bir sene<br />

psikoterapiye gittim. Ben kimim, bu hayattan neyi istiyorum<br />

ve bekliyorum gibi genellikle insanların emekliliğinde<br />

sordukları soruları, çok önceden sorma fırsatım oldu. Bu<br />

bir senenin sonunda dans gibi büyük bir zevkle, keyifle,


174<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel ve Sunum Yıllığı 2007<br />

âşık olarak yapabileceğim şeyin oyunculuk olduğuna karar<br />

verdim. Yanılmamışım. Çok şanslıyım çünkü insanın<br />

hayatındaki en önemli şey geçimini çok sevdiği işi yaparak<br />

sağlayabiliyor olması.<br />

Gençlik yıllarınızda sinemaya ilginiz var mıydı<br />

L<br />

ale <strong>Mansur</strong>: Evet vardı. <strong>Film</strong> festivallerinde biletler<br />

alıp oradan oraya deli gibi koşanlardan biriydim. Sinema,<br />

tiyatro, sergi… İlgi alanım genişti.<br />

Bir arkadaşım dansı bırakıp çok kötü olduğumda bana,<br />

“Bir sene Carmen 1 , bir sene de Giselle 2 oluyordun.<br />

Şimdi kendinle baş başa kalınca sıkıldın tabii” dedi. Haklıydı.<br />

Şimdiyse gerçekten çok mutluyum. Oyunculuk çok<br />

büyük bir deneyim. Değişik karakterlerin içine girmeye çalışmak,<br />

o değişik karakterleri canlandırırken değişik psikolojileri<br />

tekrar tekrar düşünmek, okumak, irdelemek, araştırmak.<br />

Barış Pirhasan’ın filminde (O Da Beni Seviyor,<br />

2001) iki ay Malatya’da, dağda, Alevilerle bir arada yaşadığımız,<br />

onların sıkıntılarına ve keyiflerine ortak olduğumuz<br />

gibi, zaman zaman başka yerlerde, başka başka insanların<br />

arasında olmak çok önemli bence. Çok değişik yerlere girmek<br />

çıkmak, insanlarla bir arada çok farklı hayatlar yaşamak<br />

kişiyi çok zenginleştiren bir şey.<br />

Baleden sinemaya geçişiniz nasıl oldu<br />

Düş Gezginleri’nin (Yön: Atıf Yılmaz, 1992) çekildiği ve sinemaya<br />

girdiğim sene sekiz tane film çekilmişti. Hatta bana,<br />

“Sinemayı, oyunculuğu moyunculuğu boşver. Genç<br />

değilsin, güzel değilsin! Zaten Türk sinemasının hali malum;<br />

git bale okulu aç” gibi şahane fikirler verenler oldu<br />

ama ok yaydan çıkmıştı. Oyuncu olmaya karar verir vermez,<br />

gidip diksiyon dersine yazıldım. Fakat ben çok iyi bir<br />

talebe değildim, zaman zaman gevşetiyordum işi. Bir yandan<br />

da çok kitap okumaya ve konservatuarlara gidip değişik<br />

hocaların derslerine girmeye başladım. Beni pek ikna<br />

1 Fransız besteci Georges Bizet’nin 4 perdelik opera eseridir.<br />

2 Adolphe Adam’ın iki perdelik bale eseridir.


<strong>Lale</strong> <strong>Mansur</strong> 175<br />

eden bir sınıfa rastlayamadım. Bunun üzerine kitap okumaya<br />

devam ederken Eric Morris 3 ’in kitaplarıyla karşılaştım.<br />

Morris’in kitapları çok ikna etti beni ve kendisiyle yazışmaya<br />

başladım. Düş Gezginleri’ni çekmeden önce de Los<br />

Angeles’a gidip Eric Morris’le çalıştım. Hala da hemen hemen<br />

her sene gitmeye devam ediyorum.<br />

Düş Gezginleri’nden önce Yavuz Özkan’ın Umut Yarına<br />

Kaldı (1988) adlı filminde oynamıştınız. Bu filmden hiç<br />

bahsetmediniz. Duygu Asena’nın olduğu, Yavuz Özkan’ın<br />

kendisini oynadığı, sizin kendi hayatınızı oynadığınız bir<br />

filmdi. Sinema mı yoksa televizyon filmi miydi<br />

Sinema filmiydi. Umut Yarına Kaldı’yı saymıyorum, çünkü<br />

ben konuşmadım onda. Bu film sırasında henüz dansçıydım<br />

ve filmde de bir dansçıyı canlandırıyordum. Oyuncu<br />

olmak niyetinde değildim. Diksiyon dersleri almamıştım.<br />

Oyunculuğa kafa yormamıştım.<br />

Umut Yarına Kaldı’dan sonraki tüm filmlerinizde kendiniz<br />

konuştunuz öyleyse. Türk sinemasının en büyük<br />

sorunlarından bir tanesinin seslendirme sorunu olduğunu<br />

düşünüyorum.<br />

Bence dublaj diye bir sorun yok sadece tembellik diye bir<br />

sorun var.<br />

Düş Gezginleri, konusu itibariyle dönemin en ilginç<br />

filmlerinden biriydi. Halen de konusu itibariyle bu dönem<br />

için bile cesur sayılacak bir film. O filmle Altın<br />

Portakal Ödülü’nü kazandınız. Ayrıca sizin Atıf Yılmaz’la<br />

ilk filminiz olması bakımından çok önemli.<br />

Bu çalışmaları yaparken Atıf Yılmaz’la tanışıyordum. Sahnede<br />

beni seyretmişti. Deniz Türkali arkadaşımdı. Oyuncu<br />

olmaya karar verince kafama göre bir liste yaptım. Atıf<br />

3 Eric Morris, Amerikan tiyatro performansı ve oyunculuk dalında en<br />

tanınan ve aranan hocalardan biridir. Çok satanlar listesinde yer<br />

alan 5 tane oyunculuk üzerine kitabı vardır. Hollywood’da Jack<br />

Nicholson ve Arnold Schwarzenegger gibi ünlü oyuncularının da<br />

içinde olduğu 20.000’den fazla kişiye oyunculuk dersleri vermiştir.


176<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel ve Sunum Yıllığı 2007<br />

Yılmaz’a gidip, “Ben oyuncu oluyorum, diksiyon dersleri de<br />

alıyorum, Amerika’ya da gideceğim. Bana göre bir rol olursa<br />

aklında olsun” dedim. Ömer Kavur’a, Yusuf Kurçenli’ye<br />

de gittim.<br />

Atıf Yılmaz o sırada Bekle Dedim Gölgeye (1990) diye<br />

bir film çekiyordu. Orada çok kısa bir rol vardı. Bana “Gel,<br />

kamera karşısında da sahnedeki kadar rahat mısın bir görelim.”<br />

dedi. Hemen kabul ettim. Bir günlük bir çalışmaydı.<br />

Bunun ardından deli gibi çalıştığımı gördü. Mesela akşam<br />

telefon ediyorlar bir yere çağırıyorlar fakat ben gelemeyeceğimi<br />

söylüyorum. “Şu anda egzersiz yapıyorum” diyorum.<br />

Eric Morris’in kitaplarından artık ne yapabiliyorsam<br />

yapıyordum. Baktı ki deli gibi çalışıyorum, iş ciddi.<br />

Düş Gezginleri’ndeki rolü verdi. Önce bana daha şehirli bir<br />

kadın diye doktor rolünü verdi ama sonra bir cast değişikliği<br />

oldu. Bana da bu orospu rolü düştü. Ben de bana bir<br />

daha böyle bir rolün gelmeyeceğini düşündüm. Bana gelse<br />

gelse sorunlu şehir kadını rolleri gelir diye düşünüyordum.<br />

Atıf Yılmaz kadınları en iyi anlatan yönetmelerden biri<br />

olarak adlandırılır. Atıf Yılmaz’la aranızda nasıl bir<br />

ilişki vardı Size göre nasıl bir yönetmendi<br />

L<br />

ale <strong>Mansur</strong>: Kendime çok güveniyordum. Atıf Yılmaz<br />

çok rahat bırakırdı oyuncuyu. Fazla karışmazdı açıkçası.<br />

Çok deneyimsizdim ve çok şey öğrendim Atıf Yılmaz’dan.<br />

Atıf Yılmaz’ın bana epey yardımı oldu ne yapacağım<br />

konusunda. Hayatımda epey bir yeri vardır onun.<br />

Siz Düş Gezginleri’ni nasıl buluyorsunuz<br />

Bence çok kafası karışık bir film oldu. Ben yönetmen olsaydım<br />

biraz daha kadınların ilişkisi üzerine yoğunlaşırdım.<br />

Küçük kasaba ahlakı çok girdi işin içine.<br />

Ama Düş Gezginleri’yle sinema kariyeriniz başladı.<br />

Her şey çok ani başladığı için şöyle bir dezavantajım vardı:<br />

Zuhal Olcay olsun, Derya Alabora olsun çok iyi oyunculardı<br />

ve onların hepsi tiyatro kökenliydi. Deneyimsiz bir<br />

şekilde aniden göz önüne çıkınca, beş on misli daha fazla<br />

çalışmam gerekti. Çalışıyordum, hala da çalışıyorum ona


<strong>Lale</strong> <strong>Mansur</strong> 177<br />

ara vermiş değilim. “Beni kim tanıyacak da film teklif edecek”<br />

diye inim inim inlerken, bir anda onu yapmayayım<br />

diye çok lüks bir yere geçmiş oldum. Fakat şöyle bir dezavantaj<br />

oldu, hep orospu rolleri yağmaya başladı. Tekliflerden<br />

bir tanesini çok sevdiğim halde reddetmek zorunda<br />

kaldım. Çok iyi bir filmdi gerçekten de. Çekecek kişinin ilk<br />

yönetmenliği olacaktı ama Düş Gezginleri ve Amerikalı’nın<br />

(Yön: Şerif Gören, 1993) ardından yine aynı rolü oynasaydım<br />

bitmiştim. <strong>Film</strong> daha sonra hiç çekilmedi ama çok güzel<br />

bir senaryoydu. Bazen böyle pişman olduğum şeyler<br />

oluyor.<br />

Düş Gezginleri’nden sonra herkes çok cesur olduğumu<br />

söyledi. Niye cesur oluyorum Duşa bornozla girmediğim<br />

için mi ya da sevişirken kürk giymediğim için mi Oyunculukta<br />

cesaret dendiği vakit, kullanılan birçok psikiyatrik<br />

yöntem var. Bunları çalışmam, kendimle yüzleşmem gerekti.<br />

Kendi içimizde çok hoşlandığımız taraflar olduğu gibi,<br />

hiç kendimizden ummadığımız taraflar da var. İşte cesaret<br />

bunlarla yüzleşebilmek. O zaman bunlar üzerine çalıştım<br />

ama kimse ilgilenmedi bu konuyla.<br />

Dinleyici Soruları<br />

Düş Gezginleri iki karakter üzerine yığılmış bir film<br />

dolayısıyla o iki oyuncunun birbirleriyle ilişkisi çok<br />

önemli. Rol arkadaşınız Meral Oğuz’la aranızdaki ilişki<br />

nasıldı<br />

Meral Oğuz’la çok çok iyi bir ilişkim oldu. Cast değişince<br />

Meral Oğuz'un orospu, benim de doktor rolünü oynamamı<br />

istediler. “Olmaz, bu role çok çalıştım hiç kimse bu rolü<br />

elimden alamaz. Zaten bu rol bir daha bana gelmez. Ben<br />

bunu oynayacağım.” dedim. Neyse Meral Oğuz doktor oldu.<br />

Meral, çok gözü kara, oyunculuğa kafayı takmış bir<br />

oyuncu. Bence iyi bir oyuncu ve keyifle çalıştık.<br />

<strong>Film</strong>den önce beraber çalıştınız mı Atıf Yılmaz nasıl<br />

çalıştı<br />

Bergama’ya gittiklerinde onlarla gittim. Onlar mekân seçimiyle<br />

uğraşırlarken, ben de izin alıp oradaki geneleve git-


178<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel ve Sunum Yıllığı 2007<br />

tim. Genelevdeki kadınlar çok yardımcı oldular. “Sen<br />

okumuş yazmış kadınsın. Niye doktoru oynamıyorsun”<br />

dediler. Ben de “Havva daha yumuşak bir karakter ve bana<br />

daha yakın. Zordan başlamayayım diye bu rolü seçtim”<br />

dedim ki doğru bir tespit. Kalplerini fethetmişim farkında<br />

değilim. Çok inanılmaz hikâyeler dinledim. İnanılmaz bir<br />

yerdi. Çok yardımcı oldular. Zaten gidip orayı gördüğümde<br />

kafama birçok soru düştü. O sırada ekiple de çok kaynaştım.<br />

Sadece Atıf Yılmaz’ı ve Kezban Arca Batıbeki’yi 4 tanıyordum.<br />

Tüm set ekibiyle öyle iyi bir bağ kurmak çok<br />

önemli, şanslıydım.<br />

Amerikalı da hem konusu, hem de Türk sinemasında<br />

durduğu nokta itibariyle enteresan bir film. Seyircinin<br />

Türk sinemasına küstüğü bir dönemde seyircileri salona<br />

çeken bir Şerif Gören filmiydi. Bu projeye nasıl dâhil<br />

oldunuz<br />

L<br />

ale <strong>Mansur</strong>: Büyük gişe hâsılatı yapan bir filmdi. Fakat<br />

bana anlatılan Amerikalı olağanüstü bir filmdi.<br />

Şener Şen kabul etmiş, Şerif Gören film çekiyor. Rol aldığım<br />

bir tek Düş Gezginleri var ve bunun dışında ortada<br />

hiçbir şey yok. Gelen teklife hayır diyecek halim yoktu.<br />

Şener Şen gibi seçici bir adam kabul etmiş, bu adamın bir<br />

bildiği vardır diye düşünüyorum. Ortada senaryo yoktu.<br />

Tek bildiğim, Amerikan kültürünün bizim gibi ülkelerin<br />

kültürünü, değişik açılardan nasıl ezip geçtiğiyle dalga geçilecek<br />

olduğu ve birtakım filmlerden kolaj yapılacağıydı.<br />

Şahane bir film diye anlatılıyordu fakat Şerif Gören kendini<br />

kovalamaca sahnelerine öyle bir kaptırdı ki bence biraz<br />

suyu çıktı. Çok daha iyi bir film olabilirdi. Bir de tuhaf bir<br />

şey yapıldı. O zaman komiklik olsun diye olmayan şeyleri<br />

de filme eklemiştik; mesela Beyoğlu’nda biri bıçaklanıyor.<br />

Biri gelip, yaralının ağzına mikrofon tutup ne hissediyorsunuz<br />

diye soruyor. Bunlar iki sene sonra gerçek oldu.<br />

Komiklik olsun diyeydi, yoktu böyle bir şey. Bunlar sahiden<br />

olunca filmin de hiçbir anlamı kalmadı.<br />

4 Ressam, grafiker Kezban Arca Batıbeki, Atıf Yılmaz’ın kızıdır.


<strong>Lale</strong> <strong>Mansur</strong> 179<br />

Şerif Gören’le ilişkiniz nasıldı sette Genelde Şerif Gören’in<br />

oyuncularıyla ilişkisinde çok sert bir yönetmen<br />

olduğunu söylerler.<br />

Amerikalı’da Şener Şen faktörü vardı. Şener Şen insanı<br />

gülmekten kırar geçirir. Şener Şen’in olduğu sette gerilim<br />

olacağını hiç zannetmiyorum. Şerif Gören daha çok set arkasıyla<br />

ilişkilidir. Amerikalı filmi çekildikten beş altı sene<br />

sonra Tunus Festivali oldu. Tunus’a bir gezimiz oldu. O<br />

dört gün süresince Şerif Gören’i tanıdım. Meğerse Şerif<br />

Gören sekiz dokuz yaşında, utangaç bir oğlan çocuğuymuş.<br />

Kalp, his olarak oymuş. Müthiş sinema duygusu<br />

olan bir adam. Bence Amerikalı’da banyonun içinde başlayıp<br />

kavga ederek biten sahne onun en güzel sahnelerinden<br />

biri. Konu ilerliyor, büyük bir hareket ve komedi unsuru<br />

var. Hiçbir şey atlanmadan her şeyin bir arada olduğu güzel<br />

bir sahneydi bence.<br />

Sizin Şener Şen’le ilişkiniz nasıldı<br />

Çok iyiydi. Çok yardımcı oldu. Çok şey öğrendim. Julia<br />

Roberts ve Richard Gere’ın oynadığı Pretty Woman’dan<br />

(Gary Marshall, 1990) bir sahneyi canlandırıyoruz. Şener<br />

Şen’le birlikte kral dairesine gireceğiz. Şerif Gören “aynı<br />

kadrajda balkona kadar yürüyeceksiniz.”diyor. Ben de “Bu<br />

kadın ömründe ilk defa böyle bir yere geliyor. Nasıl gideyim<br />

Adam burada yaşıyor, gidebilir de ben öyle yapamam”<br />

dedim. Şerif Gören “Hayır, öyle olacak” diyor. Şener<br />

Şen “Bak şimdi o kadrajdan görüyor. Böyle birlikte geliyoruz<br />

oraya. Bu bitti. Bunu tartışma. Şimdi sen şunu düşünmelisin:<br />

Ben nasıl bir oyun bulurum ki o kadrajda o<br />

adamla birlikte yürürüm” dedi. Böyle söyleyince ne güzel.<br />

Ben de birlikte yürürüm o vakit, ama oyunculuktan anlayan<br />

çok az yönetmen var. Barış Pirhasan bunlardan biri,<br />

Ömer Kavur da bunlardan biriydi. Mahinur Ergun zaten<br />

kendi yazıp yönettiği için çok çok iyiydi. Ama oyuncu yöneten<br />

yönetmen çok az. Genellikle pek karışmıyorlar. Mesela<br />

filmler için okuma provaları yapılıyor. Herkes elinde senaryoyla<br />

geliyor, bir kere okunuyor ve adı okuma provası<br />

oluyor. Tiyatroda bir ay prova yapılır. Önce bilmem kaç kere<br />

okunur. O denenir, bu denenir, öteki denenir, sonra


180<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel ve Sunum Yıllığı 2007<br />

oyun başlar. Oyun başladıktan bir ay sonra da oyun oturur.<br />

Neyi yöneteceklerini bilmiyor oldukları için nasıl prova<br />

yaptırılacağını da bilmiyorlar. Kimse zahmet edip bir tiyatro<br />

oyunu ortaya konurken, bunlar nasıl çalışır diye gelip<br />

bakmıyor.<br />

O dönemde set koşulları nasıldı Düş Gezginleri ve<br />

Amerikalı için durum nasıldı<br />

L<br />

ale <strong>Mansur</strong>: İkisinde de set koşulları çok iyiydi. Bir<br />

kere İstanbul’dan uzakta, günlük hayatınızın dışına<br />

çıkıp bir yerde çekmek her zaman çok daha iyi bir şey. Sadece<br />

yaptığınız işe konsantre olmak çok avantajlı, mesela<br />

Amerikalı’da Conrad Oteli’nde kamp kurmuştuk. <strong>Film</strong>in<br />

yapımcısı Mine Vargı’ydı. Çok çok iyi bir yapımcıydı.<br />

Amerikalı filminin, tam bir senaryosu olmadan çekildiğini<br />

söylediniz. Şimdi yönetmen olarak Şerif Gören’i<br />

düşündüğümüzde pek olağan değilmiş gibi geliyor.<br />

Hep öyleymiş ve olsa da o sonradan değiştirirmiş. Bizde de<br />

son günlere doğru bir senaryo ortaya çıktı. Ama yine de,<br />

her sabah baştan yazılırdı sahneler. Fotokopi makinesinden<br />

yeni çıkmış, sıcacık gelirdi kâğıtlar. Biz de Şener<br />

Şen’le mümkün olduğu kadar karşılıklı ezber yapıyorduk.<br />

Zaten sesli çekilmiyordu ama yine de ezber oynuyorduk.<br />

Senaryosuzluğu kaldıramayacak bazı filmler var. Şerif<br />

Gören’in bazı filmlerinin bunu kaldırması mümkün değil.<br />

Acaba Amerikalı’da Şerif Gören, filmi tamamen<br />

Şener Şen’in ve onun esprilerinin üstüne mi yıkmayı<br />

düşündü<br />

Yok, ama Şener Şen’in oyunculuğunun sadece onda birini<br />

görüyoruz biz filmlerde. O provalar sırasında yönetmene<br />

sunduğu imkânlar olağanüstü.<br />

Yine de Amerikalı’nın sinemamızda seyirciyi çekmesi<br />

açısından çok önemli bir yeri var. Eşkıya (Yön: Yavuz<br />

Turgul, 1992), İstanbul Kanatlarımın Altında (Yön:<br />

Mustafa Altıoklar, 1996) gibi filmlerin ilk temsilcisiydi<br />

yani en azından seyircisiyle barışık bir filmdi.


<strong>Lale</strong> <strong>Mansur</strong> 181<br />

Öyle. Reklâmını çok iyi yaptılar.<br />

Aynı yıl Ersin Pertan’ın senaryosunu yazıp yönettiği<br />

bir Orhan Kemal uyarlaması olan, Tersine Dünya’da<br />

(1993) oynadınız. <strong>Film</strong>e nasıl dâhil oldunuz<br />

Altın Portakal 5 kazanmadan önce aldığım bir teklifti. Başka<br />

bir Orhan Kemal uyarlaması daha vardı, bu da teklif<br />

edilmişti. O vakit deneyime çok ihtiyaç duyduğum için kabul<br />

etmiştim. Sonra Kültür Bakanlığı’ndan öteki filme değil<br />

de Tersine Dünya’ya destek çıktı. Rolü sevmediğim halde,<br />

ihtiyacım olduğunu düşündüğümden ve burnu büyüklük<br />

olmasın diye kabul ettim. Büyük bir ders aldım. Hiç sevmeden<br />

oynadım. Bence berbattım. <strong>Film</strong> de iyi değil zaten.<br />

Bir daha sevmediğim bir rolü oynamamayı, ‘o günün koşulları<br />

oydu, bugünün koşulları buydu’ diye daha profesyonelce<br />

davranmayı biraz öğrendiysem bu tecrübenin sayesinde<br />

oldu.<br />

Bu yıllar aynı zamanda televizyonda dizi furyasının<br />

başladığı yıllar. TRT’nin yanı sıra yavaş yavaş özel televizyon<br />

kanalları da kurulmaya başlıyor. Siz de bu dönemde<br />

Yorgun Savaşçı (Yön: Tunca Yönder, 1993), Artist<br />

Palas (Yön: Mahinur Ergun- Ali Taygun, 1994) gibi<br />

dizilerde oynadınız. Özellikle Artist Palas’ın rağbet gören<br />

bir dizi olduğunu hatırlıyorum. Baştan beri kafanızda<br />

televizyon yapımlarında da oynamak var mıydı<br />

Televizyonla hiçbir zaman barışık olmadım. Ama Yorgun<br />

Savaşçı önemli bir deneyimdi.<br />

O yıllar sinemada film üretiminin az olduğu yıllar. Bu<br />

nedenle ve seçici olduğunuz için de daha az filmde oynadınız.<br />

Yine enteresan bir proje var o dönemde. Aşk<br />

Üzerine Söylenmemiş Her şey (Yön: Zeki Ökten, Yusuf<br />

Kurçenli, Ömer Kavur, İrfan Tözüm, Erden Kıral, 1995)<br />

beş ayrı yönetmenin, beş kısa filminden oluşan bir ya-<br />

5 29. Antalya <strong>Film</strong> Şenliği’nde Düş Gezginleri filmindeki rolüyle En İyi<br />

Kadın Oyuncu Ödülünü almıştır.


182<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel ve Sunum Yıllığı 2007<br />

pımdı. Bu film sayesinde ilk defa Ömer Kavur’la çalışma<br />

fırsatınız oldu.<br />

L<br />

ale <strong>Mansur</strong>: Elime çok kötü senaryolar geliyordu. Bazılarını<br />

attığıma çok üzülüyorum. Aşk Üzerine Söylenmemiş<br />

Her şey için o kadar heyecanlıydım ki yine en kötü<br />

oynadığım filmlerden biri oldu. O kadar iyi oynamak istiyordum<br />

ki, berbat ettim bir çuval inciri.<br />

Kariyerinizde iki kere çalıştığınız iki yönetmen var. Biri<br />

Ömer Kavur, diğeri de Atıf Yılmaz. Atıf Yılmaz’ın<br />

Düş Gezginleri filminden sonra Nihavent Mucize (1997)<br />

filminde de yer aldınız. Bu projeye nasıl dâhil oldunuz<br />

Nihavent Mucize başta çok güzel bir projeydi. İpek Çalışlar’ın<br />

yazdığı “İstanbul’u Hatırlıyorum” adında güzel bir<br />

senaryoydu. Öteki dünyadan gelen bir kadın İstanbul’da<br />

bir gün geçiriyor. Geçmişinde piyanist olan bu kadın, İstanbul’un<br />

nasıl değiştiğini ve geçmişini araştırıyor. Aslında<br />

Nihavent Mucize bir İstanbul filmi olacaktı. Başrolünde de<br />

ben oynayacaktım. <strong>Film</strong> için bir sene kadar piyano dersi<br />

aldım. Sonra başka bir film yapmaya karar verdiler. Bu<br />

senaryo bir kenara atıldı. Ara sıra senaryo üstünde Atıf<br />

Yılmaz çalışıyor, olmuyor, başka birine veriyor, bir şeyler<br />

yazdırıyor. En nihayetinde tamamlandı ve başka bir film<br />

ortaya çıktı. Fakat çok güzel oldu. Ben de filme başlanacağı<br />

tarihlerde Londra’daydım. Atıf Yılmaz, “Hemen gel başlıyoruz,<br />

başrol kalmadı.” dedi. “Önemli değil, film iyi olsun<br />

da başrol filan mühim değil o kadar” dedim. Senaryoyu<br />

okudum ve açıkçası beğenmedim. <strong>Film</strong>de batıl inançları<br />

olan nefis bir hizmetçi rolü vardı. Çok sempatik bir roldü.<br />

Ona talip oldum ama vermediler. Sonra rol kesildi. Atıf<br />

Yılmaz İris rolünü oynamamda ısrar etti. Benim de ona<br />

karşı boynum bükük, karşımdaki Atıf Yılmaz diye kabul<br />

ettim. Açıkçası çok sevdiğim bir film değil. Düş Gezginleri<br />

biraz daha iyi. Çok eski olmasına karşın ele aldığı konuyu<br />

sonuna kadar götürmesi ve böyle bir konuyu ele almış olması<br />

bakımlarından Düş Gezginleri’ni daha çok önemsiyorum.<br />

Atıf Yılmaz’la başka projeler de var mıydı


<strong>Lale</strong> <strong>Mansur</strong> 183<br />

Atıf Yılmaz’la bir sürü projemiz vardı. Çekilemeyen filmler...<br />

Bir film projemiz vardı. Bir karı koca ve başrolde bir<br />

araba. Hiçbir araba firmasından para bulamadılar. Evlilikle<br />

dalga geçen nefis bir filmdi. Çok güzel bir komediydi.<br />

Olmadı.<br />

Nihavent Mucize’de Haluk Bilginer ve Türkan Şoray gibi<br />

çok önemli iki oyuncuyla oynadınız. Onlarla ilgili ne<br />

düşünüyorsunuz<br />

Haluk Bilginer çok iyi bir oyuncu ve birlikte çalışmak da<br />

çok keyifliydi. Son derece neşeli ve disiplinli biri. Haluk<br />

Bilginer, ‘sette bir profesyonel nasıl olmalıdır’ın sözlük<br />

karşılığıdır. Türkan Şoray’la ortak birçok dostumuz var.<br />

Benim ona saygım sonsuz. Çünkü Yeşilçam’dan gelip Berdel<br />

(Yön: Atıf Yılmaz, 1990) ya da On Kadın (Yön: Şerif Gören,<br />

1987) gibi filmlerde yaptığı gibi, eski tip oyunculuğu<br />

bırakıp bugün anladığımız anlamda oyuncu olmak çok zor.<br />

O eski tarz Yeşilçam oyunculuğunu açar mısınız<br />

Bakıp, göz süzmek falan. Bir sürü deformasyon. Bunları<br />

yüzünden, vücudundan atmak kolay bir şey değil ama<br />

özellikle On Kadın’da çok iyiydi ve de Berdel’de, bambaşka.<br />

Abartmadan, gerektiğinde kamerayı unutabilerek bambaşka<br />

bir oyunculuğa geçmiş. Benim için çok saygıdeğer bir<br />

oyuncuydu.<br />

Starlık sistemi artık kalmamış olsa bile, hala seyircilerin<br />

ana ilgisi oyuncular üzerinde. Bu alanda sizin kuşaktan<br />

olan Zuhal Olcay ya da Müjde Ar gibi oyuncuları<br />

nasıl buluyorsunuz<br />

Zuhal Olcay çok iyi bir oyuncu. Çatısız Kadınlar’da (Yön:<br />

Mahinur Ergun, 1999) Zuhal Olcay’la keyifle oynamıştım.<br />

Bence dizinin senaryosu da çok iyiydi. Müjde Ar’la hiç çalışmadım.<br />

Atıf Yılmaz’ın en müthiş filmlerinde oynamış biri<br />

kendisi. O dönemde Müjde Ar’ı takip ettim tabii.<br />

Şaşı Felek Çıkmazı’nda da (Yön: Mahinur Ergun – Çağan<br />

Irmak, 2000) yaklaşık on bölüm oynadınız. O rolü<br />

Derya Alabora’dan mı devraldınız yoksa ilk başta sizi<br />

mi düşünmüşlerdi


184<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel ve Sunum Yıllığı 2007<br />

Ona çok kısa bir süre girdim çıktım ben. Esas Derya Alabora<br />

oynuyordu.<br />

O Da Beni Seviyor’a nasıl dâhil oldunuz<br />

L<br />

ale <strong>Mansur</strong>: Barış Pirhasan’la Atıf Yılmaz beraber karar<br />

vermişler. Ben de çok severek oynadım. İki ay boyunca<br />

Malatya’ya gidip geldim. Burada bir hoca buldum<br />

yöre ağzını konuşabilmek için. Bir gün arabayı Cem (<strong>Mansur</strong>)<br />

kullanıyor, konuşuyorduk. “Ne dedin sen” dedi. “Ne<br />

dedim” dedim. “Dur gırmızı” demişim, farkında değilim.<br />

Ömer Kavur’un son filmi Karşılaşma hakkındanasıl<br />

dâhil oldunuz<br />

Proje şöyle başlıyor. Ömer Kavur Bozcaada’ya gidiyor ve o<br />

yel değirmenlerini görüyor ve “Burada şahane bir film çekilir”<br />

diyor. Müthiş bir görüntü... Bu sefer işe görüntüyle<br />

başlıyor. Bazı filmleri böyleydi zaten. Mekândan yola çıkarak<br />

yaptığı filmleri de oluyordu. Bu da onlardan biriydi.<br />

Hangi filmleri böyle çekildi<br />

Gece Yolcuğu’nu da (1987) mekândan yola çıkarak yaptığını<br />

söylemişti. Ömer Kavur’ un hayata dair irdelemek istediği<br />

şeyler vardı. Zaman mesela. Bunları öne çıkarıyordu<br />

daha çok.<br />

Ömer Kavur’la nasıl çalışmaya başladınız Size önce<br />

senaryoyu mu verdi<br />

Evet, senaryoyu verdi. Senaryo bitmişti ben aldığımda.<br />

Mekânlar belliydi. Mekânların tüm fotoğrafları ve videoları<br />

çekilmişti.<br />

Doğaçlamaya ne kadar yer bırakan bir yönetmendi<br />

Yoksa o da Barış Pirhasan gibi kafasında filmi bitirip<br />

çekmeye öyle mi başlıyordu<br />

Barış Pirhasan oyuncuyu kendi istediğinin dışında olmadığı<br />

müddetçe rahat bırakır, zaten başarısı da orada. Çünkü<br />

onun istediği sizin istediğiniz haline geliyor bir süre<br />

sonra. İnanarak onu yapmaya çalışıyorsunuz. Gerçekten<br />

yönetmen istediği için değil, o karakterin onu yapması ge-


<strong>Lale</strong> <strong>Mansur</strong> 185<br />

rektiğine inandığınız için. Ömer Kavur da öyleydi. Çok sakindi.<br />

Barış Pirhasan da öyleydi. Aslında birçok açıdan<br />

birbirlerine çok benziyorlar. Sette gürültü, patırtı, bağırış<br />

çağırış olmaz. İstediklerini mırıl mırıl, sakin bir halde anlatırlar.<br />

Rahat rahat, keyifli keyifli... İçinize sinmediği anda<br />

tekrar imkânı verirler. Genellikle bizde bir kere yapınca<br />

“Tamam tamam, çok güzel oldu. Bir daha tekrarlarsan,<br />

bozacaksın” derler. Oysaki daha ortada hiçbir şey yoktur.<br />

Çok nadiren Ömer Kavur, Barış Pirhasan ya da Atıf Yılmaz<br />

gibi yönetmenler bir imkân tanırdılar size.<br />

Kurgu aşamasına hiç katıldığınız oldu mu<br />

Hayır, hiç katılmadım.<br />

Karşılaşma’yı hem oyuncuları, hem filmi nasıl değerlendiriyorsunuz<br />

<strong>Film</strong>de oğlumu oynayan İsmail Hacıoğlu ilk rolü olmasına<br />

rağmen çok başarılıydı. Eski kocamı canlandıran Çetin<br />

Tekindor ve Uğur Polat çok başarılıydı. Benimki de orta<br />

karar bir performanstı. <strong>Film</strong>de çok güzel bir sahnem vardı.<br />

Sonra çok uzayınca o atıldı. Üzerine inşa ettiğiniz kısımlar<br />

kesilip atılınca, geri kalan oyunculuklar çürük diş gibi kalıyor.<br />

Dolayısıyla biten bir filmde bazı sahnelerin kesilmesi<br />

filmin bütünlüğü açısından rahatsızlık veriyor.<br />

Hayır filmin bütünlüğü açısından değil benim oyunculuğumun<br />

bütünlüğü açısından çok kötü oldu. Belki film için<br />

daha iyi oldu.<br />

Hangi sahne kesilmişti<br />

Otelde, gece çekilen, kendi geçmişimle ilgili Uğur Polat’la<br />

konuştuğum bir sahneydi. Ömer Kavur’un filmleri arasında<br />

en çok Anayurt Oteli’ni (1987) seviyorum. Yatık Emine’yi<br />

(1974) ve Yusuf ile Kenan’ı (1979) da çok seviyorum. O dönem<br />

öyle bir film yoktu. İki tane çocuk başrolü oynuyor. O<br />

kadar sade, o kadar bambaşka bir şeydi ki bir ilk aşk filmi<br />

gibiydi ve zaten bir Ömer Kavur filmiydi.


186<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel ve Sunum Yıllığı 2007<br />

Akrebin Yolculuğu’nu (1997) beğeniyor musunuz<br />

Ömer Kavur zamanla ilgili çok fazla film yaptı ve bu da<br />

onlardan biriydi.<br />

L<br />

ale <strong>Mansur</strong>: Ben o rol için monologlarını tercüme edip<br />

Los Angeles’da çalışmıştım. Sonra olmadı. Zuhal Olcay’ı<br />

seçti, o da olmadı Şahika Tekand’ı seçti. O sıralarda<br />

Tansu Çiller hükümetinin aldığı 5 Nisan (1994) kararlarıyla<br />

felaket bir şey olmuştu. Dolar inmişti ve filmin parasının<br />

yarısı bir anda yok olmuştu. <strong>Film</strong>, o sene çekilecekti ve çekilseydi<br />

ben oynayacaktım. Sonradan fikir değiştirdi Ömer<br />

Kavur. Ne olduysa Şahika’ya karar verdi. Bence casting<br />

hatası var. O kadına şeffafmış gibi o kadar inanmamız gerekiyor<br />

ki sonunda katil çıktığında şaşırmamız gerekiyor.<br />

Şahika Tekand’ın ifadesi ise o kadın her şeyi yapabilirmiş<br />

gibi bir his veriyor. O rol için bu kadının yanındayız ve onu<br />

hep birlikte korumamız gerekiyor hissi yaratılması gerekiyor.<br />

Bu gerçekleşmeyince zaten bekliyorsunuz kadından<br />

her şeyi. <strong>Film</strong> şaşırtıcı bir şey olmaktan çıkıyor.<br />

Yakında da sizi Mutluluk’ta (Yön: Abdullah Oğuz, 2007)<br />

göreceğiz.<br />

Evet, çok kısa bir rolde oynadım ilk defa. Çok memnun oldum<br />

misafir oyuncu olarak.<br />

Tiyatroda da sizi çok sık görmüyoruz. O da seçiciliğinizden<br />

mi<br />

Özel tiyatrolardan bana genelde bulvar komedileri teklifleri<br />

geliyor. Ben de onları yapmak istemiyorum. Bana ilk gelen<br />

teklif Devlet Tiyatroları’ndandı ve onu severek oynamıştım.<br />

Daha sonra bu nedenle bir tiyatro kurdum Kubilay<br />

Tunçer’le Açık Tiyatro. Oyunumuzun adı Olağan Mucizeler.<br />

Edinburgh Festivali’ne gitmek hayalimizdi ve bir hafta boyunca<br />

Edinburgh’da İngilizce olarak oynadık. Çok iyi bir<br />

deneyimdi. İngilizce olarak oynayabileceğimi gördüm. Sonra<br />

ertesi yıl Londra’da bir ay sahne aldık İngilizce olarak<br />

yine. Cumartesileri Türk seyirciler için de bir matine oynadık.<br />

Kapalı gişe oynamadık ama çok iyi bir iş çıktı.<br />

Bazen şöyle şeyler oluyordu. Kitap fuarı, televizyon<br />

fuarı hepsi aynı anda oluyordu. Oradaki insanlar nereye


<strong>Lale</strong> <strong>Mansur</strong> 187<br />

gitsin Bir delilik haliydi ama biz çok şanslıydık çünkü<br />

Scotsmen bir röportaj yaptı benimle, onu saklıyorum kimseye<br />

göstermemek üzere. Kadın gelip oyunu seyretti. İki<br />

saat oyundan konuştuk. Türkiye’de o tarihte ölüm cezası<br />

kalkmamıştı. Konuşmamızın son beş dakikasında düşünce<br />

suçuna dair davalarımdan bahsetmemi istedi. DGM diye<br />

bir şeyin olduğundan ve kalksın diye uğraştığımızdan bahsettim.<br />

“Durum ne” dedi. “On bir yıl hapisle yargılanıyorum<br />

ama bir şey olacağı yok. Bu kadar insanı içeri tıkamayacaklarına<br />

göre.. Topu da taca atıyorlar açıkçası. Bir<br />

şey değiştirmeye de pek niyetleri yok.” dedim. Bunları konuştuk.<br />

Kapakta şöyle bir şey: Oyundan sonra on bir yıl<br />

hapsi istenen oyuncu. Zannedersiniz ki ben Türkiye’ye gelince<br />

sınır kapısında tutuklanacağım. Nasıl sinirlendim..<br />

Hani ‘yurtdışına gidiyorlar, ağlıyorlar’ diyorlar ya yalan! İki<br />

saat oyunu konuştuk. Beş dakika bu düşünce suçuyla ilgili<br />

geçti geçmedi. Tabii çok ilgilerini çektiği için onlar da<br />

onu başa koydular. Sonra Independent geldi. Onlara “Eğer<br />

bundan bahsederseniz, katiyen tek kelime söylemem. Sizinle<br />

röportaj yapmamayı göze alıyorum” dedim. Kabul ettiler<br />

ve çok doğru dürüst bir röportaj yaptık oyunla ilgili.<br />

İngiltere’de oynayan başka Türk oyuncusu var mı<br />

Haluk Bilginer oynamıştı. Ama buradan oyun götürüp oynayan<br />

olmamıştı. İlk defa oldu böyle bir şey. İnşallah sonuncu<br />

olmaz.<br />

Tiyatronuz devam ediyor mu peki<br />

Hayır, Açık Tiyatro’dan ayrıldım çünkü KDV, ekonomi, para<br />

meseleleriyle aram çok kötüdür. Arkadaşlarım çok sıkı<br />

dalga geçerler. Bunlar da çok ciddi bir sorumluluk istiyor.<br />

Ben de böyle bir şeyle uğraşmak istemiyorum. Kubilay<br />

Tuçer’le birlikte yine projelerimiz var. Gerekirse yine para<br />

bulup istediği projeyi gerçekleştirmeye çalışacağım.<br />

Senaryoların çok geldiğinden bahsettiniz. Şu anda durum<br />

nasıl<br />

Şu anda Temmuz’da çekimleri başlayacak bir ilk film kabul<br />

ettim, adı Misafir. Bunun dışında yine bir iki tane bu-


188<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel ve Sunum Yıllığı 2007<br />

na benzer teklif var. Sinema o kadar acayip bir şey ki...<br />

Mesela Sinan Çetin’in prodoktürlüğünü yapacağı, Ferhan<br />

Şensoy’un yöneteceği bir film olacaktı. Bir komediydi çok<br />

sempatik bir şeydi. Güzel ve ciddi okuma provaları yaptık.<br />

Kostümler falan hazırdı. Röportajlar verildi ama beş gün<br />

kala kalktı film. Bu yüzden oynayacağım filmleri hiçbir<br />

zaman dillendirmiyorum. Olmayan filmlerden uyduruyormuş<br />

gibi bir duruma düşüyor insan. Bu yüzden insanın<br />

dilini tutmasında sonsuz yarar var.<br />

Nasıl görüyorsunuz son dönemdeki Türk sinemasının<br />

durumunu<br />

L<br />

ale <strong>Mansur</strong>: Dün mesela Polis (Yön: Onur Ünlü, 2007)<br />

diye bir film gördüm çok ilginçti. Bunların yanında,<br />

zaman zaman kısa film jürilerinde de bulunuyorum. İnanılmaz<br />

filmler var. Özellikle Eskişehir Üniversitesi’nde gördüklerim<br />

çok iyiydi. Herhalde çok iyi hocaları var. İnanılmaz<br />

talebeler çıkıyor oradan. En son Adana’da kısa film<br />

jürisindeydim. Müthiş şeyler seyrettim. Çok heyecanlandım.<br />

Çok küçük filmler, underground dediğimiz türde filmler<br />

çıkmaya başladı. Bence çok iyi bir durumda Türk sineması.<br />

Çünkü ben sinemaya girdiğimde senede sekiz film<br />

çekiliyordu<br />

Kendi sinemasını yapmaya çalışan Zeki Demirkubuz,<br />

Nuri Bilge Ceylan gibi yönetmenleri nasıl buluyorsunuz<br />

Nuri Bilge Ceylan’ın bir filminde oynayabilmek için aileye<br />

dâhil olmak gerekiyor. Çok beğeniyorum filmlerini ve tabiî<br />

ki çok isterdim oynamayı da. Zeki Demirkurbuz’la da çalışmayı<br />

çok isterdim çalışmayı. Henüz çalışmadım ama<br />

belki ileride çalışırım.<br />

Genel olarak hangi yönetmenlerden, hangi ülke sinemasından<br />

daha çok hoşlanıyorsunuz Sinemada sizi<br />

besleyen kaynaklar var mı Dünya sinemasından hangi<br />

oyuncuları takip ediyorsunuz<br />

Hal Hartly, Abbas Kiarostami, Ken Loach ve bir de Jim<br />

Jarmush çok sevdiklerimden. Hollywood sinemasını pek<br />

hazzetmiyordum ve hatta hiçbir şey anlamıyordum. Ama


<strong>Lale</strong> <strong>Mansur</strong> 189<br />

bir gün çok kötüydüm, çok mutsuzdum ve bir aksiyon filmine<br />

gittim. <strong>Film</strong>in adını söylemeyeceğim ama aksiyon film<br />

seyircileri muhakkak bilir. Bir binada Bruce Willis vardı.<br />

Oturdum, ağzım açık izledim. Ara verildi, aptala döndüm.<br />

Çıktım bir şey aldım, oturdum yine hiçbir şey düşünemedim.<br />

Çıktığımda yine hafif sersemlemiş ve bütün dertlerimi<br />

unutmuş vaziyetteydim. O zaman insanların niye böyle<br />

filmlere gittiğini anladım. Hiçbir şey düşünemedim. Ne<br />

derdim kaldı ne de tasam. Oyunculardan çok beğendiklerimi<br />

de hemen sayayım: Kate Blanchet ve Helen Mirren’a<br />

bayılıyorum zaten. Robin Wright Penn, She Is So Lovely ( O<br />

Çok Sevimli, Yön: Nick Cassavetes, 1997) diye bir filmde<br />

oynuyordu ve orada olağanüstüydü. Edward Norton ve tabii<br />

Anthony Hopkins var ama bunları saymaya gerek yok.<br />

Hepinizin çok iyi bildiği insanlar.<br />

Bu bahsettiğiniz insanları oyuncu gözüyle mi seyrediyorsunuz<br />

Evet ve maalesef kendi kendime “Bunlar oyuncuysa biz ne<br />

yapıyoruz buralarda” diyorum. Hoş bir düşünce değil tabii<br />

ama oyuncu olarak hiç değilse bir kere Avrupa sinemasında<br />

yer almak isterdim.<br />

Türk sinemasında amatör oyuncuların sıkça kullanıldığını<br />

görüyoruz. Amatör oyuncu kullanımını nasıl buluyorsunuz<br />

Mesela O Da Beni Seviyor’da (Yön: Barış<br />

Pirhasan, 2001) amatör oyuncularla da çalıştınız.<br />

O çok başarılıydı ve genelde çocuklar çok daha başarılı<br />

oluyorlar. Çünkü bir maske edinmemiş oluyorlar. Çocukken<br />

oynadığımız oyunları düşünürsek, o zamanlar çok daha<br />

fazla kavga çıkardı. Hayır, o öyle söylemedi, o gerçek<br />

değil diye. Çok ciddiye alırdık o sıralarda oyunu. Onlar biraz<br />

öyle yaklaşıyor. 13–14 yaşına kadar çok daha rahatlar.<br />

Sonradan maskeler edinildikçe onları kırmak zorlaşıyor.<br />

Oyunculuk için konservatuarlar mı doğru adres yoksa<br />

tiyatrolar mı<br />

Oyunculuk yapmak isteyenlerin bence tiyatronun içinde<br />

olması gerekiyor bir şekilde. Bunun dışında maalesef dışarıda<br />

doğru dürüst hocaları bulup çalışmak gerekiyor.


190<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel ve Sunum Yıllığı 2007<br />

Tiyatro oyunculuğu ile sinema oyunculuğu arasında<br />

fark var mı sizce Televizyonda oynamak hakkında ne<br />

düşünüyorsunuz<br />

L<br />

ale <strong>Mansur</strong>: Tiyatro ve sinema arasında ayrım yapmıyorum.<br />

Mesela şu anda televizyonda Hatırla Sevgili<br />

(Yön: Ümmü Burhan ve Faruk Teber, 2006) diye bir dizide<br />

oynuyorum. Oyunculuk olarak özellikle inandığım bir proje.<br />

Özellikle genç kuşağın merak etmesi ve ne olmuş o dönemde<br />

diye bir kitap alıp okuması için yararlı olur belki.<br />

Mesela yarın dizinin çekimlerine tekrar devam edeceğiz,<br />

beş sene atlayacağız ve 68 kuşağı, grevler, öğrenci olayları,<br />

konularını ele almaya başlayacağız. Bunlar için önemli olduğunu<br />

düşünüyorum.<br />

Dizide siz bir DP milletvekilinin eşini canlandırıyorsunuz<br />

ve aslında gerçek hayatta politik duruşunuz çok<br />

farklı.<br />

Kendim zorla aldım o rolü. Aslında CHP’nin o dönem yaptığı<br />

rezillikler ve ordunun yaptığı felaketler kadar Türkiye’ye<br />

zarar vermiş başka bir şey bilmiyorum. Arkadaşımın<br />

yedi yaşındaki oğlu sordu. Diziyi izliyormuş. “Burada Adnan<br />

Menderes’i asıyorlar ama şimdi niye orada kocaman<br />

kabri var” diye soruyor. Çok çok acı ve bence korkunç bir<br />

haksızlık yapılmış. Orada da pek fazla politik bir bilinci<br />

olmayan bir kadını canlandırıyorum.<br />

Sizin çok belirgin bir politik duruşunuz var. Bir projeyi<br />

bir oyuncunun geliştirmesi çok zordur. Fakat Türkiye’de<br />

hiç anlatılmamış, sizin inandığınız politik duruşları<br />

aksettirebilecek bir proje yapabilecek yönetmen<br />

yok mu<br />

Ben size geçen bir iki seneyi hatırlatayım. Uğur Yücel<br />

Vietnam sendromu ile ilgili bir film yaptı. 6 Adamın homoseksüel<br />

olup olmadığı olup olmadığı bile tartışıldı. 1980<br />

darbesiyle ilgili Babam ve Oğlum (Yön: Çağan Irmak, 2005)<br />

diye bir film yapıldı. Konuşulan tek konu: “Sen ağladın<br />

6 Burada bahsedilen film, 2003 yapımı Yazı Tura’dır.


<strong>Lale</strong> <strong>Mansur</strong> 191<br />

mı Ay ben çok ağladım”. Bir darbeyle ilgili bir film yapılıyor<br />

ve konuşulan tek konu ağlamak!<br />

Ben daha çok Ken Loach’un The Wind That Shakes<br />

the Barley’de (Özgürlük Rüzgarı, 2006) yaptığı gibi bir<br />

filmin yapılıp yapılamayacağını merak etmiştim. <strong>Film</strong>lerimizde<br />

devlete, askere, polise hibir şey söyleyemiyoruz.<br />

Ama söyleyecek sözlerimiz var.<br />

Ama söyleyenler de var ama çok nadir. Handan İpekçi’nin<br />

Büyük Adam Küçük Aşk’ı (2001) var mesela.<br />

Size böyle teklifler gelmese bile sizin örnek olabileceğiniz<br />

bir proje yok mu<br />

Bir ara bunu denedim. Tansu Çiller’le ilgili bir film yapmayı<br />

denedim. Yıldırım Türker yazacaktı senaryoyu ama sonra<br />

o kadar protest bir şey ortaya çıkmaya başladı ki, kimsenin<br />

inanmayacağını düşündük. Çok kötü bir film olabilirdi.<br />

İşin içinden çıkamadık. Sonra bir zamanlar çok meşhur<br />

bir albayın karısı vardı. Albay öldürülünce, kadın “Kocamı<br />

ordu öldürdü” demişti ve kıyamet kopmuştu. Çok enteresan<br />

bir hayat hikâyesi vardı ve onu oynamayı çok istemiştim.<br />

Ama gerçekleşemedi, para bulunamadı.<br />

Hiçbir şeye dokunamıyorsunuz ki! Orduya dokunamıyorsunuz,<br />

devlete dokunamıyorsunuz. Buyurun dokunun,<br />

tutmayalım. Bakalım ne oluyor Yasaklıyorlar ve daha da<br />

kötüsü artık bizde otosansür oluştu ve bu, bence en tehlikelisi.<br />

Başımıza kim bilir ne gelir korkusuyla girilmiyor buralara.<br />

Bu daha tehlikelidir.<br />

DGM’lerle bitirelim. Dava ne durumda<br />

Davalar düştü. Kimse bir şey yapmıyor. Hrant Dink’in cenazesine<br />

bilmem kaç yüz bin kişi geldi ama neredeler Bir<br />

şey yapmamaya çok kararlı insanlar. Birazcık ümidimi<br />

kaybetmediğim bir yer varsa o da açıkçası Açık Radyo. Sabahları<br />

özellikle saat 8.00’de Açık Gazete programını kaçırmıyorum,<br />

geceleri 01’de tekrarı oluyor. Kaçırmamaya<br />

çalışıyorum çünkü hiçbir yerden alamadığım haberleri<br />

oradan alıyorum. O bana bir ümit kaynağı.<br />

Yani sinemada böyle bir ümit kaynağı görmüyorsunuz.


192<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel ve Sunum Yıllığı 2007<br />

Hayır hayır, çok iyi yönetmenler geldiğine inanıyorum.<br />

Güven Kıraç’ la oynadığınız kısa filmi İp’i (Yön: Cemil<br />

Ağacıkoğlu, 2006) izledim. <strong>Film</strong>i nasıl seçtiğinizi çok<br />

merak ediyorum.<br />

L<br />

ale <strong>Mansur</strong>: Bir kere yönetmen çok iyi bir fotoğrafçıydı.<br />

Daha önce çektiği bir iki kısa film vardı onları izledim.<br />

Yaptığımız şeyle hiçbir alakası yoktu ama bunu yapmayı<br />

gerçekten çok istiyordu ve ben de kabul ettim. Fotoğraflardan<br />

oluşmuş çok nefis bir filmi vardı I am Ivan (2004)<br />

adında. Bu vesileyle tanıştık. Ben de kendimi değişik bir<br />

rolde denemek istedim.<br />

Polis filminde Özgü Namal’ı nasıl buldunuz<br />

Çok beğendim. Telefon açıp tebrik ettim onu. O da “Ben<br />

hiçbir şey yapmamış gibi görünüyorum. Çok rahatsız oldum<br />

filmi seyrettiğimde” dedi. Bence çok iyiydi. Haluk<br />

Bilginer de çok iyiydi. Çok ilginçti. Hiçbir Türk <strong>Film</strong>inde<br />

olmayan bir şey vardı. Hiçbir yargılama yoktu. Bizde pek<br />

bulunmayan bir şeydir. <strong>Film</strong>de bir dans sahnesi vardı. Biraz<br />

absürdümsü bir şeydi, fakat çok ilginç çekimler, çok<br />

ilginç bir deneme, çok ilginç bir film. Merakla bekleyeceğim<br />

ikinci filmi. Hiç pişman değilim gördüğüme.<br />

Arkanızdan geldiğini düşündüğünüz genç oyuncular<br />

var mı Özgü Namal dışında<br />

Tabii, var. Şu anda dizide birlikte oynadığım Beren Saat<br />

var, çok yetenekli bence. Yönetmenler, “Bizde oyuncu yok”;<br />

oyuncular da “Bizde yönetmen yok” diyorlar. Aslında her<br />

şey var, bir tek yapımcı yok.


<strong>Lale</strong> <strong>Mansur</strong> 193<br />

<strong>Lale</strong> <strong>Mansur</strong> Kimdir<br />

İstanbul Devlet Konservatuarı Bale Bölümü'nden mezun<br />

oldu. Aktif bale yaşamını bitirdikten sonra 1992 yılında Atıf<br />

Yılmaz’ın yönettiği Düş Gezginleri filmiyle sinemaya geçti.<br />

Sinemanın yanı sıra tiyatro ve televizyonda da çeşitli<br />

projelerde yer aldı. Son olarak Atv kanalında yer alan Hatırla<br />

Sevgili isimli dizide rol aldı.<br />

Başlıca <strong>Film</strong>leri<br />

Mutluluk (Abdullah Oğuz, 2007)<br />

Karşılaşma (Ömer Kavur, 2002)<br />

O da Beni Seviyor (Barış Pirhasan, 2001)<br />

Nihavent Mucize (Atıf Yılmaz, 1997 )<br />

Amerikalı (Şerif Gören, 1993)<br />

Tersine Dünya (Ersin Pertan, 1993 )<br />

Düş Gezginleri (Atıf Yılmaz, 1992)

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!