30.01.2013 Views

Kadir İnanır - Mithat Alam Film Merkezi

Kadir İnanır - Mithat Alam Film Merkezi

Kadir İnanır - Mithat Alam Film Merkezi

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>:<br />

“Bugünün Türkiye’sinde bir insanın<br />

sinemacı olmayı seçmesi kahramanlıktır”<br />

1969 yılında bir yarışmada birinci olarak sinema hayatına başlayan<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>, 20 Ekim’de <strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong>’nin konuğuydu.<br />

200’e yakın sinema filminde ve çeşitli televizyon dizilerinde<br />

rol alan oyuncuyla yapılan söyleşi öncesinde, <strong>İnanır</strong>’ın Üç Arkadaş<br />

(Memduh Ün, 1971), Dila Hanım (Orhan Aksoy, 1977), Ah<br />

Güzel İstanbul (Ömer Kavur, 1981), Katırcılar (Şerif Gören, 1987)<br />

ve 72. Koğuş (Erdoğan Tokatlı, 1987) filmleri Merkez’de öğrencilerle<br />

buluştu. Sinema yazarı Burçak Evren moderatörlüğünde gerçekleşen<br />

söyleşide <strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong> sinemadan siyasete, sosyolojiden<br />

ekonomiye pek çok konuda görüşlerini paylaştı.<br />

Burçak Evren: Sinemayla nasıl tanıştınız? İlk filmi ne zaman<br />

gördünüz? Ne zaman sinemacı olmaya, oyuncu olmaya<br />

karar verdiniz?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Ben Fatsalıyım. Bizim kasabamızda lise yoktu,<br />

ortaokulu bitirdikten sonra lise okumak için ya Trabzon’a gidecektik<br />

ya da Samsun’a. Benden önce ağabeyim -şimdi yaşamıyor-<br />

Haydarpaşa Lisesi’ne yazıldı. Biz çok zengin bir aile değildik<br />

ama çok fakir de değildik. İçinizde kasabalı olanlar vardır.<br />

Kasabanın o hatırı sayılan, güçlü, kalabalık ailesiydi benim<br />

ailem; halen de öyledir. Hiç okuyan insan yoktu, bir tanesi başlamışken<br />

beni de okutmaya karar verdiler, ben de Haydarpaşa<br />

Lisesi’ne yatılı olarak okumaya geldim. Öyle bir okuldu ki -özellikle<br />

fen bölümlerinden bahsediyorum- bugün büyük üniversitelerin<br />

bile öyle büyük laboratuarları olduğunu sanmıyorum.<br />

Bir de o okulun fen bölümünü bitiren herkes, kesin üniversiteye<br />

giriyordu. Ben de fen okuyayım diye karar verdim. İdealim<br />

doktor olmaktı. 1954 yılında benim bir ağabeyim 18 yaşında<br />

elektrik çarpmasından öldü, ben 5 yaşındaydım. Eve getirdiler<br />

bağırış çağırış, göz ucuyla ağabeyimin yarı yanmış cesedini


156 <strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011<br />

gördüm. İki tane doktor var kasabada, ikisi de pratisyen. Bütün<br />

vücudu yanmış bir insana pratisyen doktorlar nasıl müdahale<br />

etsin? Bunu gördükten sonra karar verdim doktor olmaya.<br />

Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi, Fatsa’da da yazlık sinemalar<br />

vardı. Zaman zaman, başka hiçbir şey olmadığı için, biz<br />

de giderdik. Yazlık sinemalarda Türk filmlerine, Amerikan filmlerine<br />

gidiyorduk. Orada sinemaya yönelik bir ilgiden çok, bir etkinliğe<br />

kasabanın bir ferdi olarak katılma isteği vardı. İstisnasız<br />

her filmi izlemeye çalışırdık. Haydarpaşa Lisesi’nde, ikinci<br />

sınıfta edebiyat ve fen bölümlerine ayrılıyorduk. Birinci sınıfta<br />

beni bir matematik hocası iki dersten ikmale bıraktı. Birinden<br />

5 verseydi, fen bölümüne gidip ben de teknik bir adam olacaktım.<br />

Tıp fakültesine gidecektim, şimdi doktor olarak karşınıza<br />

gelecektim.<br />

Ama olmadı, 1968’de Saklambaç Gazetesi’nin yarışmasında<br />

birinci olarak fotoroman yıldızı oldunuz.<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Ben Haydarpaşa Lisesi’ni bitirdiğim zaman üniversite<br />

imtihanlarına girdim. Üç üniversite kazandım ama<br />

doktor olmak istiyordum. Bir sene ara vereyim, biraz daha çalışayım,<br />

tekrar imtihana gireyim derken... Samsun o zaman<br />

Karadeniz’in Paris’i. Sosyal hayatın ve eğlence hayatının yoğun<br />

olduğu, büyük bir şehir. Haftasonları arkadaşlarımızla vakit<br />

geçiriyoruz, artık boş bir yılı dolduracağız. Bir yaz günü, eğlendik<br />

meğlendik, fotoğrafçıda birer de resim çektirelim dedik -o<br />

resim hâlâ durur Samsun’daki fotoğrafçıda. Sonra bir arkadaşım<br />

o resmi almış ve İstanbul’daki bir yarışmaya göndermiş. Yazın<br />

arkadaşlarımla deniz kenarında oturuyorum, bir ağabeyim<br />

var o geldi elinde bir zarfla, başladı “sen utanmıyor musun? Biz<br />

seni okutmaya çalışıyoruz, ailemizden bir tane okuyan çıksın<br />

diye, sen artist mi olacaksın başımıza?” diye arkadaşlarımın<br />

içinde bana hakaret etmeye. Ama o devirde Haydarpaşa Lisesi<br />

mezunlarını çok iyi yetiştirdiler. Toplumsal meselelere son<br />

derece duyarlı gençlerdik biz. ‘68 kuşağının başlangıç dönemi<br />

tam; ben Haydarpaşa Lisesi’nde okurken Beyazıt meydanında<br />

“Ya taksim, ya ölüm!” diye bağıran gençlerden biriydim. Kişilik,<br />

kimlik olarak çok iyi yetiştirdiler. Öyle bir Anadolu çocuğuna<br />

bir ağabeyi bağırır, o da susar ama artık biz öyle bir durumda<br />

değildik. Dedim ki “Niye bağırıyorsun? Ben öyle bir şey<br />

yapmadım.” Zarf elinde, sallıyor. O bağırdı çağırdı ben hâlâ o<br />

terbiyeyi koruyorum, sonuçta benim büyüğüm. Bütün namusumla<br />

doğruyu söylüyorum, o resmi ben göndermedim. Bir ar-


<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong> 157<br />

kadaşım var, kasabanın en zengini, böyle bir şov yapmış kendine.<br />

Aklımın ucunda yoktu bir sinema oyuncusu olmak ama<br />

ağabeyimle tartışırken olay ciddileşti. Mektubu geç vermiş ben<br />

yetişemeyeyim diye. Bunu anlayınca “Peki, ben bu yarışmaya<br />

gidiyorum” dedim. Anneme gittim, Allah rahmet eylesin, “paran<br />

var mı anne?” diye sordum, bir tane mor bin lira verdi bana. O<br />

parayı aldım, Samsun’dan otobüse bindim, gece yolu tamamladım,<br />

sabah Beyoğlu’nda Vakko’ya geldim, bir lacivert elbise<br />

aldım, oradan Divan Oteli’ndeki yarışmaya girdim. Salona bir<br />

girdim, yarışmacı çocukları görünce “Eyvah! Ben buraya niye<br />

geldim?” dedim. Bir fotoroman yarışması sonuçta. Neyse sıram<br />

geldi, girdim içeriye. Tiyatrocuların, edebiyatçıların, sinemacıların<br />

oluşturduğu 15-20 kişilik müthiş bir jüri. Bugün böyle bir<br />

yarışma yapsanız o kadar ünlü ismi bir araya getiremezsiniz.<br />

Günaydın Gazetesi de o zamanlar çok güçlü bir gazete tabii.<br />

Neyse yürüttüler kadınla beni, birkaç soru sordular, sonra çıktım<br />

dışarıya bekliyorum ama çok umutsuzum. O kadar fırtına<br />

gibi çocuklar var ki... İçerden biri çıktı, “<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong> birinci<br />

oldu!” dedi. Sonra araştırdık ki benim boyum, kadın uzun boyluydu<br />

tabii, ona denk gelmiş. Çok yakışıklı çocuklar ama boyları<br />

kısaymış. O gün 10 bin lira aldım yarışmadan. Çok büyük<br />

para 1968 yılında. Feyzi Tuna diye bir arkadaşımız vardı o çok<br />

ilgilendi benimle, onunla 6-7 tane fotoroman çektik. Öyle profesyonelim<br />

ki, hâlâ film setlerinde film kareleri çekerken, resim<br />

çekeni ben yönlendiriyorum. Öyle bir deneyimden geliyorum.<br />

Bir buçuk sene bu fotoroman çekimleri sürdü, sonraki bir buçuk<br />

sene yardımcı roller oynadım.<br />

1968’de Yücel Uçanoğlu’nun Yedi Adım Sonra’sıyla başladınız.<br />

1969’da 3 film, 1970’te 6 film, 1971’de 9 film, 1972’de<br />

14 film... Rekora koştunuz. O zaman sinema okulları da<br />

yoktu. Perdede gördüklerinizle mi oyunculuk yeteneğinizi<br />

geliştirdiniz, yoksa filmlerde oynayarak mı?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: 15 tane star vardı Türk sinemasında. Ben 15<br />

starın 12 tanesiyle yardımcı rol oynadım. Serüven ikinci yılına<br />

geldiği zaman, o 12 starın hepsini de ikinci rollerde oynattım.<br />

Sorduğun soru çok önemli. Ben film setlerinde bir şeyi yakaladım.<br />

Hangi meslek olursa olsun, herkese öneriyorum; o mesleği<br />

çok seveceksin. İyi bir lise eğitimi almış, sorumluluk duygusu<br />

yüksek, o yaşta bile toplumsal hareketlere duyarlı, kasabalı bir<br />

çocuktum. O dönemde, birkaç isim hariç, sanatçıların bu işi<br />

çok ciddiye almadıklarını gördüm. Senede 350 tane film çekili-


158 <strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011<br />

yor. O 15 kişiye ortalama 20’şer tane film düşüyor. Şimdi, o bilinçle<br />

ben bütün olumsuzluklara rağmen -bunu anılarımda da<br />

yazıyorum- bu işin son derece ciddi bir iş olduğunun, çok büyük<br />

sorumluluklar taşıdığının bilincine vardım. Biz bu filmleri<br />

kime yapıyoruz? Kalabalıklara yapıyoruz. O kalabalıklar kim?<br />

Onların sosyo-ekonomik, kültürel yapıları ne? Ülkedeki siyasi<br />

durum nasıl? Ülkenin dünya yapısı içindeki gücü ne? Bunun<br />

bilincine vardıktan sonra, sinema sanatının en güçlü iletişim<br />

aracı olduğuna karar verdim. Hiçbir gün setleri aksatmadan,<br />

hiç geç kalmadan, ilk başladığım filmden itibaren her filme son<br />

derece yoğun emek koyarak, kendimi sadece sinema oyunculuğu<br />

üzerinde geliştirmeye başladım. <strong>Film</strong>ler oluşturulurken,<br />

çalıştığım arkadaşların katkılarının ne kadar olduğunu çok çabuk<br />

analiz ettim. Sinema gerçekten çok önemli bir sanat dalıydı.<br />

Bizim bu kalabalıklara söyleyeceğimiz her olumlu sözün mutlaka<br />

olumlu yansıyacağının, etkili olacağının bilincine varmıştım<br />

o yaşlarda. Ondan sonra teknik öğrenmeye başlıyorsun.<br />

Meslek hayatına girdikten üç yıl sonra başrol oynamaya başladım.<br />

Ertem Göreç ustamızın kulakları çınlasın, Anadolu<br />

Kavağı’nda film çekiyoruz; millet toplanmış, artık ben de tanınıyorum.<br />

O sahnede elimde tüfekle, meydanı koşarak geçmem<br />

lazım. İnsanlar toplanmış büyük bir daire halinde. Çok güzel<br />

bir filmdir o, Sahipsizler (1974) diye bir film. Tam kameranın yanından<br />

geçiyorum, bitiyor, millet başlıyor gülmeye, olmadı diye<br />

tekrar istiyorlar. 5-6 defa tekrar koşturdular beni. Ben sadece<br />

koşuyorum, bilmiyorum ki niye tekrar çekiyorlar. Tabii bizim<br />

bölgenin getirdiği, karakterime iyice yerleşmiş bir tepki doğuyor<br />

bende. “Niye alay ettiriyorsunuz benimle? Bende bir hata var<br />

mı?” diye sordum. “Hayır, yok” dediler. Yakın plan çekiyorlarmış,<br />

tüfeğin ucu da azcık gözükmeliymiş. Benim objektif kültürüm<br />

yok o zaman. Bu olay bana çok iyi bir ders oldu. Mustafa<br />

Yılmaz diye o dönemin çok başarılı bir kameramanı vardı, iyi<br />

de arkadaş olmuştuk, onu aldım. Bakın bu söylediğimi hiçbir<br />

oyuncu hâlâ yapmadı, herkese önerdiğim halde yine yapmıyorlar<br />

ve başlarına gelen bütün belalar bu yüzden geliyor. Bir<br />

film çekerken oyuncu prodüksiyona, sete yardım edecek. Bizim<br />

film üretirken kullandığımız ürünün kendisi çok pahalı bir<br />

şey. Negatifi var, pozitifi var... Yapımcıdan ya da ekipten övgü<br />

veya alkış almak istiyorsanız o seti kolaylaştıracaksınız oyuncu<br />

olarak. İki kutu film aldım, benim eve gittik, iki tane de<br />

lamba getirdi Mustafa. Mevcut ne kadar objektif silsilesi varsa<br />

o objektiflerle tek tek mizansen kurup objektif tanımı öğrendim.<br />

Buraya bizim kullandığımız kameralardan birini koyun,


<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong> 159<br />

ona bir objektif koyun, ben size kaç objektif olduğunu söylerim.<br />

Hatta arkam dönükken, o kamera buradan çalışsın, onun bana<br />

ne kadar yakınlaşıp, uzaklaştığını hiç görmeden söyleyebilirim,<br />

şuraya geçti diye. Ben bunu o kadar çabuk yakaladım ki, bütün<br />

filmcilere kolaylık sağlayan bir adam durumuna geldim. Negatif<br />

yakmayan oyuncuyu da ayrıca severler. İşin ne kadar önemli<br />

olduğunu kavramak ve yavaş yavaş profesyonelliğe geçişin en<br />

önemli unsuru olan objektif bilgisine sahip olmak. Bunun üzerine<br />

iş ahlakını, zamanla edinilen beceri ve yeteneği koyunca,<br />

setlerde hiç zorluk çıkarmayan, çalışması kolay, film üretenlerin<br />

çok sevdiği bir sinema oyuncusu olarak altı çizildi benim<br />

adımın. Bu ne kadar sürdü? Kendi başrol oynadığım filmlerden<br />

beş yıl sonraya, 1975 yılına kadar sürdü.<br />

Kırılma noktası nerede oldu? Ne zaman “ben oyuncu oldum”<br />

dediniz? Sinemada her oyuncunun bir kırılma noktası, özel<br />

bir filmi vardır. Ne zaman <strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong> ‘<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>’ oldu?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Kırılma noktası diye bir şey yok. İstanbul’da bir<br />

filmin üretiminin gerçek kaynağı bölge işletmecileriydi. Bunca<br />

yıl boyunca birkaç film dışında, hiçbir yapımcının cebinden bir<br />

lirayla film çektiğini görmedim. “O filmlerin sahibi biziz” diyorlar<br />

ama öyle bir hakları yok, olamaz da. Onlar birer aracı, birer<br />

tefecidir. “Aracı tamam da, tefeci ne demek?” diye sorabilirsiniz.<br />

Çünkü 350 tane film çekiliyor, 2000-2500 tane de sinema var<br />

Türkiye’de. Onlardan bir tanesi de benim kasabam Fatsa’daydı.<br />

1500 kişi alan, balkonlu, localı, bir sinema. Hâlâ onu yıktırmıyorum,<br />

arkadaşım çünkü. Bu sinemalar o şehirlerin en güzel<br />

yerlerinde inşa edilmişti. Türkiye sinemaya gitmenin dışında<br />

hiçbir eğlencenin, hiçbir kültürel etkinliğin olmadığı bir ülkeydi,<br />

halkevlerini saymazsak. Ben de henüz bilinen tabirle “star”<br />

durumunda değilken -kendi adıma filmler çeksem de, pazarlaması<br />

benden daha yüksek oyunculara erişmediğim dönemden<br />

bahsediyoruz- tabii ki ne teklif ediliyorsa onu yapmak durumundaydım.<br />

“Ben bunda oynamıyorum” deme şansım yoktu.<br />

Sistemin nasıl işlediğini çabuk görünce bu yapıyı kırmanın zamanını<br />

bekledim.<br />

Peki hangi dönemde oldu bu? Hangi filmle oldu?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Hayır, ben filmle ilgili söylemiyorum. Biz 30 yıl<br />

içinde öyle çok film yaptık ki, bazılarını bugün bile çekmek zordur.<br />

Toplumsal meseleleri irdeleyen filmler oynadım ama ilk<br />

dönemlerde oynadıklarım benim tercihimle çekilmiş filmler de-


160 <strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011<br />

ğildi. Yönetmenler beni seçmişler, bugün olduğu gibi, bir yönetmen<br />

bir film çekmek istiyor ona katkıda bulunmak gibi, ücret<br />

almaksızın. Ben bölge işletmecilerin gözünde, bu filmde “<strong>Kadir</strong><br />

<strong>İnanır</strong> oynayacak” gerçeğini buluncaya kadar sabrettim. İşte<br />

kırılma noktası dediğimiz orası. Bir düzeni beğenmeyebilirsiniz<br />

ama “Bunu yıkalım!” diye bas bas bağırmayı yeğlemiyorum<br />

ben. O düzenin içine girip onu içeriden patlatmayı tercih eden<br />

bir düşünce yapısına sahibim. Beğenmiyor musun bu derneği,<br />

cemiyeti, gir içine, al yönetimi eline, olduğu gibi değiştir. Beğenmiyorsak<br />

birlik olacağız, içine gireceğiz, yönetimi ele geçireceğiz<br />

ve isteklerimizi öyle elde edeceğiz. Ben hayata hep öyle baktım.<br />

Artık işletmecilerin gözünde filmleri çalışan bir oyuncuydum.<br />

İçlerinde tamamen ticari, avantür filmler de vardır, aynı dönemde<br />

Yılmaz Güney de aynı şeyi yapıyordu. Toplumsal içerikli,<br />

büyük filmleri yapabilmesi için, o da o yoldan geçerek gelmiştir.<br />

Hikâyeyi beğenmiyorsunuz, bakıyorsunuz ki bundan önemli<br />

film olmaz ama sistem bunu istiyor. İşletmecilerin gözünde onlara<br />

para kazandıran bir lokomotif olduğunuz zaman, bir süre<br />

sonra kozlar sizin elinize geçecektir. Aynen de öyle oldu.<br />

Türk sinemasında yapımcı parayı veren ve bulan kişiydi<br />

ama Anadolu tıpkı coğrafi bölgeler gibi işletmelere ayrılmıştı.<br />

İşletmeci İstanbul’daki yapımcıyı idare edebiliyordu.<br />

Şöyle diyordu: “Ben <strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>’ı istiyorum. Bu filmi<br />

yapın, maliyetinin yarısını ben size veririm” diyordu. Yani<br />

Anadolu’da halkın seçtiği kişiyi bu işletmeciler zaten biliyordu<br />

ve işletmeciler filmin maliyetinin yarısını, bazen tümünü<br />

veriyordu. Böylece yapımcı ne parayı veren kişi oluyordu,<br />

ne de bulan kişi. Anadolu’da halkın hangi oyuncuyu<br />

sevdiğini, tuttuğunu bilen işletmeci, yapımcıyı da yönlendiriyordu.<br />

Değil mi?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Aynen. Hiçbir işletmeci bizim kara kaşımıza, kara<br />

gözümüze meraklı değil, ticaret yapan adamlar. Hemen hemen<br />

hiçbirinin “böyle bir film çekelim de bu ülke sorunları ortadan<br />

kalksın, biraz azalsın” gibi bir düşünce içinde olduklarını sanmıyorum.<br />

Bu durumu aynı zamanda yapımcılık yapan gerçek<br />

sinemacılar, şirketler kurtarabilirdi. Ama ortada bir sorun vardı,<br />

artık biz de her hikâyeyi kabul ettirecek durumdaydık. Ben<br />

film seçme hakkına sahiptim; yönetmeni ve oyuncusu dahil.<br />

<strong>Film</strong>ografimin çok önemli filmlerinin kadrosunu ben tayin ettim,<br />

yani yapımcıya onu şart koştum. “Bu filmi çekersen sana<br />

öbür filmi çekerim” dedim. Bir yılda on film çekiyoruz ya, bun-


<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong> 161<br />

ların beş tanesi ticari, kötü filmlerdir. Diyeceksiniz ki “bu filmleri<br />

niye yapıyorsun, güçlendin artık?” Daha ileriye gitmek için,<br />

onun istediğini de yapacaksın. Biz oyuncular birliği de kurduk<br />

ama film üretenler bir örgüt olup da yapımcılara direnecek bir<br />

pozisyona asla gelmedi. Gençlerin heyecanını kırmak istemem<br />

ama hiçbir zaman geleceğimizi de düşünmüyorum çünkü kapitalizm<br />

işine yaramayan her şeyi patlatır, bozar. Ta ki, film üretenler<br />

işin tam gerçeğini anlayıncaya kadar. Ama yine işimiz zor<br />

çünkü bu sefer de üretim kaynağı yok. 350 tane film çekilirken<br />

bugün 50 tane filmi nasıl çektiğimizi biliyoruz.<br />

Bakın, göz göre göre kötü bir filmde oynarken ben şunun hesabını<br />

yapıyordum: Bir arkadaşımda süper bir hikâye var ama<br />

ağır sansür altında yasaklanacak. Şunu da söyleyeyim; eski<br />

filmlerimiz içinde beğendiklerinizin tamamı mutlaka sansüre<br />

uğramıştır. Neredeyse tamamı Danıştay kararıyla vizyona girmiştir.<br />

Suya sabuna dokunmayan ticari filmlerin hiçbirine ses<br />

çıkarmazlar. Kombinlere ayrılıyordu sinemalar; birinci kombin,<br />

ikinci kombin diye. İşletmeci baskı yapıyor, “<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>’ın filmini<br />

istiyorum” diyor. Ben de o güce geldiğim zaman diyorum ki<br />

“bu filmi çekersen, ben de senin kombinine film çekerim.” Benim<br />

beğendiğiniz filmlerimin neredeyse tamamı bu güçle çekilmiştir.<br />

Oyuncu parasını nasıl alıyordu peki?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Bono sistemi vardı. Hani “aracı, tefeci” dedim ya;<br />

adamlar tefeci değil tabii, o zamanlar aracıydı. Bölge işletmecilerinden<br />

gelen senetlerin on gün sonrasına bize kendi senetlerini<br />

veriyordu. Neden? Bize o senetlerden aktarıyorlardı. Ben hayatım<br />

boyunca aldığım senetlerin hiçbirini tefecilere kırdırmadım.<br />

Çünkü tefecilik denilen düzene bugün olduğu gibi o zaman<br />

da son derece tepkiliydim. Yani adam hiçbir emek koymadan,<br />

onun bunun emeğini sivri zekâsıyla kullanıp büyük paraların<br />

sahibi olacak. Yaşamım boyunca benim en büyük düşmanlarım<br />

olmuşlardır. Faiz başka bir şey, tefeci başka bir şey; tefeci<br />

kan emen demek. Şimdi bankalarda faizle para veriyor, diyelim;<br />

% 6’ya; ama tefeci %12’den aşağı para vermez. Bugün de yaşıyoruz<br />

bunları. Bugün bu ülkenin birçok zengininin arkasında tefecilik<br />

mutlaka çıkar. İnsan emeğini kıran, nefret uyandıran bir<br />

yapılanmadır bu. Oyuncunun paraya ihtiyacı var, gidiyor onu<br />

tefeciye kırdırıyor. <strong>Film</strong>cilerin çoğu kırdırdılar zaten, prodüksiyona<br />

para harcamamak için. Manukyan diye bir adam vardı,<br />

Manukyan’ın peşinde koşardı herkes. Öyle bir zaman oldu ki<br />

“artık kırmıyorum” demeye başladı adam.


162 <strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011<br />

Türk sinemasının en büyük yapımcılarından biri oldu<br />

Manukyan; tefeciye parayı ödeyemeyenler ona filmlerini<br />

verdiler, o da yapımcı oldu.<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Sokakta Manukyan’ın peşinde prodüktörlerin<br />

yalvardığını gördüm, “bu senetleri kır” diye. Ama yalvardıkça o<br />

da rakam arttırıyordu, “faizi şu kadar alırım” diye. Bizim 100<br />

yıla yaklaşan sinema tarihimizin en yoğun emeği tefecilere, kaçakçılara<br />

gitmiştir.<br />

Hepimizin aklına şu geliyor; çok ünlüsünüz, bu kadar film<br />

çektiniz, büyük bir servet sahibi olmanız gerekir. Fakat nakit<br />

para verilmiyordu, uzun vadeli bonolar veriliyordu. Hiçbir<br />

oyuncu da buna dayanamadığı için bu bonoları % 50’ye<br />

varan faizle kırdırıyorlardı. Piyasada para değil bono dolaşıyordu.<br />

Türk sinemasında çoğu star para kazanmamıştır, bu<br />

bonoları % 50, % 60 gibi fahiş oranlarla kırdırdıkları için.<br />

Manukyan’ı söylediniz, gerçekten Türk sinemasında yapımcı<br />

sanıldı bu kişi.<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Yapımcılar, tefecilerin kazandığı parayı gördü ya,<br />

“Biz niye yapmıyoruz?” demeye başladılar. Esas mesele burada.<br />

Dışardan adamlar film şirketi kurup film yapmaya başladılar<br />

ama esas amaçları tefecilik yapmaktı. 30-35 yıl evvel yaşadığım<br />

bu olayları bugün yaşamıyor muyuz zannediyorsunuz? Bugün<br />

Türkiye’deki tefeciliğin boyutlarını biliyor musunuz? Neredeyse<br />

tüm kasabalarda mal mübadelesi vardır. Tarım yok, sanayi yok,<br />

tefecilik var. O ondan para alır, o ondan para alır, topraklarla<br />

değiştirilir ve göç başlar. Göçün ana sebebi tefeciliktir. Maalesef<br />

bu tefecilik olayı, bu ülkenin kanını emen en büyük zehir.<br />

Tipoloji ve filmlerde yorumladığınız karakterler açısından,<br />

sizden önceki Ayhan Işık, Turan Seyfioğlu, Eşref Kolçak,<br />

İzzet Günay, Orhan Günşıray gibi oyuncularla örtüşen veya<br />

örtüşmeyen yanlarınız nelerdi? Sizi onların arasından birdenbire<br />

öne çıkaran neydi?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Bir defa siyasi görüşümdü. Dedim ya Fatsalıyım<br />

diye, Türkiye’nin ilk toplu yürüyüşü olan Fatsa-Fındıklı yürüyüşüne<br />

katılanlardan birisiydim. O yürüyüşü organize edenlerin<br />

önemli bir kısmı bizim dönemdendi. Benim edindiğim siyasi<br />

görüşle bu meslekte beraber düşüneceğimiz çok az arkadaşım<br />

oldu. Özellikle yönetmenler içinde aynı görüşü paylaştığımız<br />

çok az insan vardı. Kimi oyuncular da oldu ama onlarda da


<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong> 163<br />

daha sonra sapmalar oldu. Bir düşünceyle örtüştüğümüz oyuncu<br />

arkadaşlarımla, bu yol ayrımından sonra ilişkilerim zayıfladı.<br />

Ama yaşayanlarla hâlâ devam ediyor, ölenlerle ölünceye<br />

kadar sürdü. İş ahlakını bir aktörün sosyal hayat içinde hal ve<br />

davranışlarını dünya starlarını bile imrendirecek biçimde uygulayan<br />

az sayıdaki aktörlerdik Türkiye’de. Bunlardan biri de<br />

Ayhan Işık’tır. Ben çok kısa sürede o dev sanatçıların çok yakın<br />

arkadaşı oldum. Çok dürüst ve saygılı bir insandım. Hâlâ nerede<br />

benden büyük bir sanatçı görsem, saygımı gösteririm. Fikret<br />

Hakan, Sadri Alışık, Ayhan Işık, Ekrem Bora, ben, beraber<br />

yemeğe giderdik. Ülkenin en büyük beş sinema oyuncusu bir<br />

masada yemek yiyor. Başka bir masada isterse Vehbi Koç olsun,<br />

Sabancı sülalesi olsun, hepsi havasını alır. Biz bunu yıllarca<br />

sürdürdük. Elimden geldiği kadar, hâlâ sürdürmeye çalışıyorum.<br />

Bu arkadaşlarımın çok önemli bir kısmıyla görüş olarak<br />

farklıydık ama aynı mesleğin insanları olarak aramıza koyduğumuz<br />

iş ahlakı, iş saygısı sonuna kadar sürdü.<br />

Politik olarak, dünya görüşü olarak, ideolojik olarak nerede<br />

duruyorsunuz? Bu duruşunuzun izdüşümü olan hangi filmler<br />

var? Hangi filmlerde bu duruşunuzu sergileme olanağı<br />

buldunuz?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Gençlik yıllarımda çok ateşli bir insandım, sola<br />

daha yakındım ama giderek saf bir sosyal demokrat oldum,<br />

bunu hâlâ her yerde söylüyorum. Hiç kimse de benim sosyal demokrat<br />

kişiliğimle ilgili en ufak bir eleştiride bulunamaz. Geçen<br />

gün bir davetiye aldım, ilk yüz Türk filmini seçmişler, bizi davet<br />

ediyorlar. Dedim ki “kardeşim burada kaç tane filmim var benim?”<br />

Dört taneymiş. “Gelmiyorum o zaman” dedim. Yani sen<br />

dört tane filmi seçtin, ben sana otuz tane daha film sayayım.<br />

Sen bir Katırcılar’ı ilk yüz film içine koymayacaksın; kimsin ki<br />

sen? Sana kim verdi bu yetkiyi? Ben bugün iddia ediyorum, tek<br />

bir hatası olmayan çok önemli bir filmdir Katırcılar. Doğanın<br />

çok güçlü olduğu şartlarda 38 gün, terörün en yoğun olduğu<br />

bölgede 38 gün, 38 gece, hiç hatası olmayan bir Türk filmidir.<br />

Yani siz bu listeye Bir Yudum Sevgi’yi, Yılanların Öcü’nü koymazsanız,<br />

İsyan’ı koymazsanız olmaz.<br />

Dönüş, Utanç, Kambur, Askerin Dönüşü, Özlem, Ah Güzel<br />

İstanbul, Kırık Bir Aşk Hikâyesi, Amansız Yol -ki bu son<br />

üçünü Ömer Kavur’la yaptınız. Onun arkasından geliyor Bir<br />

Yudum Sevgi, Yılanların Öcü, 72. Koğuş, Tatar Ramazan...


164 <strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011<br />

Bunlar o dönemin Türk sinemasında önemli filmler arasında<br />

yer aldı. Zaman zaman politikaya atılacağınız söyleniyor,<br />

niye atılmıyorsunuz? Ya da atılmak istiyor musunuz?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Ben gireyim meclise, muhtemelen muhalefet partisinin<br />

milletvekili olacağım, orada bağırıp çağıracağım, sinir<br />

sistemim bozulacak. Bugünkü meclisi gözünüzün önüne getirin,<br />

550 tane milletvekili, tabii ki içinde saygı duyulacak, bilgi<br />

birikimi yüksek bir sürü insan vardır ama bence yarısından<br />

fazlası kurşun asker. Ben onlarla hangi yasayı tartışacağım?<br />

O zaman şöyle olsun, hangi siyasi partiden olursa olsun, eli<br />

temiz, namuslu, Türkiye’nin ileri gitmesi için her şeyini ortaya<br />

koyacak, dürüst, güçlü insanlar, benle beraber gelsinler, orada<br />

en az 100 kişi olalım. Muhalefette de olsak 100 kişi oluşturalım,<br />

meclisi her gün herkesin kafasına geçirelim. Yok ki öyle bir<br />

yapılanma.<br />

Ola ki politikaya atıldınız, nereye kadar yükselirdiniz, neler<br />

yapardınız?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: İş yapabilme meselesi parlamentoya gitmek. Yoksa<br />

salt milletvekili olmak için olmaz. Kaldı ki bir milletvekili<br />

kariyerini, kendi sanatçı kişiliğimin yanına yaklaştırmam. Rozet<br />

takmadan dolaşan milletvekili olur mu? Tanımıyor ki kimse,<br />

rozet takıyorlar da öyle tanınıyorlar. Hiçbir şey yaptıkları da<br />

yok. Bizdeki siyasi yapı, siyasi partiler yasası baştan ters. Tut<br />

ki partimde bir yanlışlık gördüm “Hayır, onunla ilgili laf söyleyemezsin”<br />

diye yasa var, böyle bir şey olabilir mi yahu? Partimin<br />

milletvekili göz göre göre cinayet işleyecek, ben ona, “sen ne<br />

yapıyorsun?” demeyeceğim, partinin disiplinine aykırıymış. Bu<br />

yapının bozulması lazım önce. Oranların kalkması lazım. Bir<br />

oy bir Mark’tır Almanya’da; her parti aldığı oy kadar devletten<br />

yardım alıyor. Barajı koydunuz, adam % 9 oy almış, bir lira gelir<br />

alamıyor, böyle bir siyasi anlayış olabilir mi?<br />

Ama biraz önce “ben bir işi eleştirdiğim vakit içine girer,<br />

onu düzeltirim” dediniz.<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Politika tek başına olmaz. Demokratik toplumlar<br />

örgütlü toplumlardır. Buluşacağız, kalabalık olarak gireceğiz.<br />

Akıllı insanlar oraya gitmek istemiyorlar, bu yapının değişmesi<br />

lazım. Meclise gidebilme yolundaki engellerin kalkması lazım.<br />

Kalkmadığı sürece asla ilerleme şansımız yok. Sinema sanatçılığı<br />

filmlerde rol almakla olmuyor. Toplumun bütün sorun-


<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong> 165<br />

larına duyarlı kişiliğiniz, kimliğiniz yoksa, hiçbir yerde saygı<br />

göremezsiniz. Niye seviliyor bizim filmlerimiz? Niye yasaklandı?<br />

En son çektiğim Son Cellat filmine vizyondayken 18 yaş yasağı<br />

getirdiler. Niye? Orada Erdal Eren’in hayatını anlatıyorduk diye.<br />

Böyle bir şey olabilir mi? Böyle bir ülke olabilir mi? İsyan filmini<br />

on gün yasakladılar. Onu mutlaka görmenizi isterim. Ağanın<br />

emrinde bütün köy kaçakçılık yapıyor, hepsi sakat kalmış. Kiminin<br />

kolu kopmuş, kiminin gözü yok... En ünlü kaçakçı da<br />

benim babam, o da yaşlanmış. Ağa kafasına koymuş, beni kaçakçılığa<br />

götürecek. Çocuk da o saf köylü bilinciyle bu gerçeği<br />

görüp, direniyor ama bunu döverek kaçağa gönderiyorlar. 1-2<br />

kaçak yapıyor, gidip gelirken arkadaşlarını örgütlüyor. En sonunda<br />

da ağayı tuzağa düşürüp sınır bölgesinde mayınla patlatıyor.<br />

Sonra da köylüleri alıp dağlara çıkartıyor. <strong>Film</strong>deki adım<br />

da ‘Apo’. O zaman Türkiye’de Apo (Abdullah Öcalan) yok. <strong>Film</strong><br />

vizyona girerken Apo olayı çıktı. “Vay, sen Apo’nun filmini mi?”<br />

diyorlar. Böyle bir mantık olabilir mi?<br />

Politikayla ilgili son bir soru soracağım: Sinemada star olmakla<br />

politikada lider olmak az çok birbirine benzer. Her ikisi<br />

de bir bakıma umut, düş veya yaşanılabilir gerçekleri satmak.<br />

Sizce toplum nezdinde hangisi daha kalıcı ve etkili olur?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Tabii etkili olan politikacılar da var. Dünyada da,<br />

Türkiye’de de. Mesela Türkiye’de ithalat rejimini, durup dururken<br />

Türkiye’nin tarımını yok eden bir adam da tarihe geçmiştir.<br />

Adı da Turgut Özal’dır. Yani Anamur’un muzu dururken, Çikita<br />

muzunu ithal ettirmiştir. Arkadaşlar sizden rica ediyorum, nerede<br />

yaşadığımızın farkında olalım, lütfen. Nehirlerimizi bir gözünüzün<br />

önüne getirsenize. Kaç tane ovamız var bakın: Harran,<br />

Mezopotamya, Çukurova, Menderes, Trakya, Antalya, Çarşamba<br />

ovası, Iğdır ovası, Konya ovası... İsviçre dağlık, küçücük bir<br />

devlettir ama yıllık tarım ürünleri ihracatı 50 milyar dolar. Biz<br />

bütün tarım ürünlerini ithal ediyoruz bugün. Bunu yapan siyasetçi<br />

de tarihe geçer işte, böyle geçer ama. Tabii, siyasetçi bedel<br />

öder. Ama işte bizim toplumumuzun çok önemli bir kısmı küçücük<br />

menfaatlerinin peşinde çok sıkıca bağlı olduğu için, bu<br />

karakter maalesef toplumumuzda var. Biz bunun bilincindeyiz<br />

ama bu böyle diye de geleceğe güzel bakma umudumuzu kırmıyoruz.<br />

Sinema sanatçısına gelince, ürettiği filmler bu ülkenin<br />

gerçeklerini su üzerine çıkarmıyor, tartıştırmıyor, çözüm önerisinde<br />

bulunmuyor ise bu filmlerin oyuncusu ya da yönetmeni<br />

ya da çalışanı değilse asla saygınlık kazanamaz. Şöyle bir şey


166 <strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011<br />

var; belki politikayla ilgilenenler başarılı siyasetçileri kendilerine<br />

örnek alıp yol kat edecekler ama iyi bir sanatçının yarattığı<br />

eserlerin yanında, asla başarılı değildirler.<br />

Biraz politikadan uzaklaşalım. Sizinle örtüşen, bütünleşen bir<br />

sözcük var. ‘<strong>Kadir</strong>izm’. Nedir bu? Nereden doğdu bu sözcük?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Ben bunların hepsini yazıyorum. Çok fazla emek<br />

verdim, artık sonuna geldim. Bunları okumak daha zevkli olur<br />

diye düşünüyorum ama bu ‘<strong>Kadir</strong>izm’ meselesini açmamızda<br />

fayda var. Bugünkü televizyon dünyasının bu bozuk yapısını<br />

sağlayan, onu kapitalizmin en kötü örneklerinin uygulandığı<br />

bir iş kolu durumuna getiren adam bana göre Cem Uzan’dır. Bir<br />

televizyonun yıllık geliri var, yıllık gideri var, maliyeti var yani.<br />

Türkiye’deki reklam pastasından daha büyük pay almak için<br />

televizyon kanallarının mesleğe saygı, kişiye saygı unsurlarını<br />

hiçe sayarak, vahşileşerek uyguladıkları metodun yaratıcısıdır<br />

Cem Uzan. Ticari kafa taşıyan şeytani bir adam olsam ben de<br />

yapar mıydım bilmiyorum ama hayatı boyunca salt parayı, o<br />

gücü kendine ideal edinmiş adamlar arasında normal saymak<br />

doğal. Özel televizyonlar kuruldu biliyorsunuz yasadışı olarak,<br />

yasalarımıza göre böyle televizyonlar kurulamazdı ama bir formülünü<br />

bulup Ahmet Özal’la beraber şimdiki Star televizyonunu<br />

kurdular. Türkiye’de dizi falan çekilmiyordu. Benim bir<br />

gazeteci ağabeyim onlara yönetici oldu, bir iş adamı arkadaşım<br />

da, onunla ilişkiye girip “bize bir dizi çeksin” dediler. Devlet kanallarının<br />

dışındaki ilk dizi, Savcı’dır. Onun da yönetmenliğini<br />

ben yaptım. Hiçbir deneyimimiz yoktu ama girdik bir kere işin<br />

içine, çektik 1-2 bölüm, gösterime girecek, sabah bana telefon<br />

geliyor, diyor ki “Sokakları gördün mü?” Afişlerde ne yazıyor?<br />

“Ne kapitalizm, ne komünizm, <strong>Kadir</strong>izm.” Dehşete düştüm, ne<br />

alakası var? Bu konularla son derece ilgili olan, ne olduklarının<br />

ayrımını çok iyi yapan, o felsefe ve düşünceler için kıyametleri<br />

koparmış bir adam, altında “<strong>Kadir</strong>izm” yazıyor, bu ne demek?<br />

Açtım telefonu “Kardeşim, niye Ahmetizm, Mehmetizm değil de<br />

<strong>Kadir</strong>izm?” dedim. “Onu da sen düşün, ben bastım afişleri” dedi<br />

bana. Ne yapayım şimdi, tek tek afişleri toplayacak halim yok<br />

ya. Sonra, alaycı bir üslupla sürekli eleştiriler başladı. Ben inkar<br />

ettikçe, tepki gösterdikçe halk sevmeye başladı. Ne yapacağız<br />

şimdi? Biz bu işi kimin için yapıyoruz? Kitleleri baz alıp onların<br />

sorunlarını ortadan kaldırmak için, sosyal içeriği sağlam,<br />

konuları son derece tartışmalı, bütün olumsuzlukları ortadan<br />

kaldıran işleri kimin için yapıyorduk? Halk için yapmıyor muyduk?<br />

Seviyor adam, ben şimdi ne yapayım? Ben bunlara kömür


<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong> 167<br />

mü verdim, buğday mı verdim de kendimi sevdirdim? Öyle kaldı.<br />

Ben inkar ettikçe, onlar da hâlâ yazıyorlar, ne yapayım?<br />

Bir yanda sert, buyurgan, her daim sevginin öznesi olan ya<br />

da sevgiyi kendi istekleri doğrultusunda yönlendiren, Anadolu<br />

delikanlısıyla maçoluk arasında dolaşan birisi... Öbür<br />

yanda da âşık olmaktan çok âşık olunan, yakışıklı, sevecen,<br />

güven veren başka birisi. Sizi tanımlamaya çalışan bu sözcüklerden<br />

hangisi fazla ya da hangisi eksik?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Anadolu’dan bir genç gelmiş, hem de en sert iklimden<br />

bir çocuk gelmiş, o beldenin en kalabalık ailesinin son<br />

ferdi, büyük bir şehre gelmiş, öyle bir iş koluna girmiş ki, orada<br />

var olmanın ne demek olduğunu kelimelerle anlatmak çok zor.<br />

Diyorum ya size, binlerce oyuncu içinde 15 tane star var sadece;<br />

bir adam gelmiş oradan yol almak için çırpınıyor. Gençliğin<br />

verdiği bir korunma güdüsüyle, hayata karşı tepkilerin sert olduğunu<br />

inkâr etmiyorum. Ama özellikle “maço” dediğimiz kavramı<br />

asla kabul etmiyorum. Çünkü erkek egemen bir toplumu<br />

ve yapıyı reddediyorum ben. Kadının olmadığı, ona saygının<br />

sevginin olmadığı, onunla bir hayatın paylaşılmadığı bir düşünceyi<br />

kimseye yakıştıramıyorum. Kabadayıyı oynadığım bazı<br />

filmlerdeki karakter öyle diye benim kimliğime yakıştırmanın<br />

bir anlamı yok. Ben o kabadayıların çoğunu yakından tanıdım<br />

Türkiye’de. Adamların kültürel yapılarını, geldikleri coğrafyaları,<br />

tavır ve davranışlarını o kadar yakından biliyorum ki o<br />

nedenle başarılı oldu filmlerim. Şöyle bir şey söyleyeyim, bu ülkenin<br />

bütün kabadayılarına giyinmeyi bile ben öğrettim. Taklit<br />

etmeye başladılar beni. Yeni bir format buldum mesela, beyaz<br />

atkıyı taktım, sokaktaki gençler de taktı. Ne yapacağız şimdi?<br />

Kırmızı takayım bir tane, bunu kırayım dedim, kırmızı taktılar<br />

bu sefer. Ama bu “maço” lafını kabul etmiyorum.<br />

Bir de ben topluma son derece saygılı bir insanım. Mesela benim<br />

gözümün önünde cinayet işleyemezsiniz; ben sizi mutlaka<br />

yakalar ve ihbar ederim. Başıma bir bela gelecekmiş, asla düşünmem.<br />

Bugün kapıdan çıktığımda, beni sevmeyen bir grup<br />

beni hırpalayabilir ama yaşam şansları bir hafta sürmez. Çünkü<br />

çok güçlü bir ailenin çocuğuyum ben. 128 tane yeğenim var.<br />

Çok sevdikleri <strong>Kadir</strong> dayıları ve amcalarına kimse dokunamaz.<br />

Bunu biraz kullanıyorum tabii. Benim için kimse “bana saygısızlık<br />

yaptı” diyemez, yapmam çünkü. Farkında olmadan kırdığım<br />

insanlar olmuştur mutlaka ama en büyük özelliklerimden<br />

biri, mutlaka özür dilememdir. Kendimi de seviyorum çünkü


168 <strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011<br />

çok dürüst, çok namuslu bir insanım. Bunun karşılığını da<br />

görüyorum. “Abi” diyorlardı, şimdi yavaş yavaş “Baba” demeye<br />

başladılar. Herkesten çok büyük bir sevgi görüyorum. Bir insanın<br />

bu kısacık yaşamda, herkesten böyle bir sevgi görmesinin<br />

karşısında hiçbir servetin barınamayacağını söylüyorum. Sık<br />

sık duyarsınız, “ben bu ülkenin en zengin adamıyım!” derim.<br />

Bir gün bir gazeteci arkadaşa söylediğim gibi, “Bir gün ölürsem<br />

Türkiye’deki bütün evlerden cenazem çıkacak.”<br />

Gerçekten zengin olmanız gerekiyor çünkü onca film çevirdiniz<br />

ve her film gösterilişinde telif ücreti alıyorsunuz.<br />

Feridun Çölgeçen biliyorsunuz, Amerika’da bir film çevirdi,<br />

zengin oldu. Siz yüzlerce film çevirdiniz. Her oynayan<br />

filminizden telif ücreti alıyor musunuz? Feridun Çölgeçen<br />

kadar zengin misiniz?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Türkiye’de ve dünyanın her yerinde telif hakları<br />

vardır. Özellikle bizim sinemacıları sevemedi bu devlet. Siz bulutlar<br />

üzerinde dolaşın, iki atlı koşturun, arasından silahları<br />

çekip oradan boşluğa ateş edip boyuna adam öldürün, hiç ciddi<br />

bir şey söylemeyin, toplumdaki yapılanmayı sakın zedelemeyin,<br />

o zaman seviyor sizi. “İnsanları niye uyarıyorsunuz, siz kimsiniz<br />

yahu!” diye hep düşman bellediler. Tanıdığım bakanların<br />

tamamı için söylüyorum, tanıdığım siyasetçilerin tamamı için<br />

söylüyorum, sevmediler bizi. Gerçek sanatçılar asla uyuşmazlar<br />

kimseyle, sürekli muhalefette kalırlar. İnsan yaşamı en iyisini<br />

buluncaya kadar muhalefette kalmaktır. “En iyisini buldum”<br />

dediğiniz zaman yaşamın anlamı kalmaz. Bunları tercih<br />

eden insanlar olduğumuz için bir de gelen projelerde bu halkın<br />

temel sorunlarıyla ilgili bir yapılanma yoksa, ben onlarda oynamıyordum.<br />

Ama şimdi, oraya koyuyorlar olmuyor, bakıyorlar<br />

ki bu toplumun her kesiminde çok seviliyor çünkü ben onların<br />

ya abisiyim, ya kardeşiyim, ya akrabasıyım, ya babasına benziyorum,<br />

ya annesine benziyorum. Ben onların değer yargılarını<br />

bir gün bile heder etmedim. Koca bir ömrümü bu disiplin<br />

içinde geçirdim. Bu bir tercih meselesidir. Ben bir sevgilimle<br />

el ele Boğaz’da dolaşamadım. Çünkü o sevgilimle hayatı paylaşacağıma<br />

henüz karar vermemişim; anlaşamayınca başka bir<br />

sevgili bulacaktım, adım “o sevgiliden o sevgiliye koşan adam”a<br />

çıkacaktı. Bizim toplum kendi değer yargılarına saygılı olmayan<br />

sanatçıyı çok fena yapar. Siyasetçiyi yapamıyor çünkü siyasetçinin<br />

gücü çok, çünkü siyasetçiler ülkemizde siyaset yapmıyorlar,<br />

büyük güçlerin siyasetini de uygulayan insan onlar aynı


<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong> 169<br />

zamanda. Sanatçı adayı genç arkadaşlarıma söylüyorum; bu<br />

toplumu var eden, bu toplumu diğer toplumlardan ayıran kendine<br />

has birtakım değer yargıları var, onları zedeleme. “Ben öyle<br />

bakmıyorum sanata; istediğim gibi yaşarım, sen benim filmlerime<br />

bak, benim işime bak” lafını çok fena ödetirler.<br />

Star olmak bir bakıma kalabalıklar içinde yalnızlığı yaşamaktır.<br />

Kabullenilebilir bir yalnızlık mıdır bu?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Ben 42 yıl kendi hayatımı asla yaşamadım. Böyle<br />

bir adam varsa, ki olacağını sanmıyorum, mutlaka çözülür<br />

bir yerde.<br />

Star olmanın bedeli bu mu?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Starlığı devam ettirmenin bedeli bu. Kimse bize<br />

silah tutmuyor ki “sen böyle yaşa!” diye. Ben enayi miyim, ömrümün<br />

35 yılını vermişim, hiçbir şey yaşamamışım, bundan<br />

sonra onu rezil kepaze edeyim. Öyle bir şey yok, tercihi yaptık,<br />

Tanrı’ya diyoruz ki -inançlı da bir insanım- ölünceye kadar beni<br />

kimse değiştiremez. Çok anlamsız bir şey yaşam, o kadar kısa<br />

ki. Yıllar boyunca oluşturduğun bu güzel değeri parçalamaya<br />

değer mi?<br />

Star olmak zor ama onu yıllar yılı korumak daha zor. Hep<br />

aynı yerde sevgiyi azaltarak değil çoğaltarak kalmak nasıl<br />

bir şey? Formülü, bir sırrı, bir yöntemi var mı?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Ben boş durmuyorum ki; çalışmadığım zamanlar<br />

hep sorunlarımızla ilgileniyorum. “Neden siyaset yapmıyorsunuz?”<br />

dediniz ya, aslında ben siyasetin dik âlâsını yapıyorum.<br />

Öyle ağır laflar söylüyorum ki röportajlarda, kıyametler<br />

kopuyor, özel internet siteleri açılıyor. Bireysel olarak çok sert<br />

tepki gösterme şansım var. Parlamentoda parti olsan yapamazsın<br />

bunu. En iyisi biz kendi siyasetimizi işimizle yapalım, özel<br />

hayatımızla yapalım. Benim günümün % 60’ı ülke sorunlarını<br />

tartışmakla geçer. Zaten iki saati okumakla geçer, iki saat de<br />

yazıyorum, geri kalan saatlerde de tartışıyoruz, ondan sonra da<br />

uykuya dalıyoruz. Böyle bir yaşam sürüyorum ben.<br />

Sinemamız belki 20 yıldır star yaratmıyor ya da yaratamıyor.<br />

Sizce bunun nedeni ne?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Üretim kaynağı diyoruz ya... Ben 100 tane film<br />

çeviriyorum, birinden olmazsa birinden yakalıyorum. Genç si-


170 <strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011<br />

nemacılar var, fırtına gibi çocuklar; güzel de eğitim alıyorlar<br />

ama uygulamalı eğitim almıyorlar, teorik eğitim de yetmiyor.<br />

Bakın, ben Eskişehir Anadolu Üniversitesi’ne gittim, o kameralar<br />

var ya, artık öyle bir kamera kalmadı yeryüzünde. Bir üniversite<br />

de sinema bölümü açmış, 20 milyar lira alıyor talebeden,<br />

uygulamalı ders altyapısını sağlamıyor. Böyle bir şey olmaz. Bu<br />

şartlara rağmen içlerinden yıldızlar çıkıyor. Zımba gibi filmler<br />

çekiyorlar, oyuncular da muhteşem oynamışlar. Öyle veya böyle,<br />

girdikleri festivallerde büyük alkış alıyorlar. Bugünün Türkiye’sinde<br />

bir insanın üniversite okuyup da sinemacı olmayı seçmesi<br />

benim gözümde kahramanlıktır. Sinemacılık öyle pahalı<br />

bir olay ki!<br />

Bugün gençlerin yaptığı filmlerin ne kadar ucuza çekildikleri<br />

belli oluyor. Diyorum ki, üçünüz beşiniz bir araya gelin, sizler<br />

birer kahramansınız, benim üstüme ne görev düşüyorsa yapacağım,<br />

gücünüzü birleştirip bir filme yansıtın. Şu elektronik<br />

kameralarla film çekmeyin. Öbürü çok pahalı, çekemiyorlar.<br />

İşte devletin yaptığı katkı ortada. Çocuklar ticari filmlere yanaşmadıkları<br />

için, yapacakları filmlerin de gişe getirisi olmadığı<br />

için, bir filmle kalıyorlar. Ünlü olmuş, sanat camiasında<br />

alkışı almış, festivalde ödül bile almış bir sinemacı arkadaşımın<br />

film çekmeye devam etmesi lazım. Bence acı olan bu; bu kadar<br />

heyecanlı, bu kadar yetenekli insanlar üretim kaynağı olmadığı<br />

sürece hep mutsuz olacaklardır. Bunlara kim sahip çıkacak?<br />

Özellikle televizyondan gelen tanınmış oyuncular var ya, bugün<br />

dünya sinemasında her filmde oynar, biliyor musunuz, öyle<br />

yetenekli çocuklar. Kadınlı erkekli, hepsi gerçekten başarılılar,<br />

aralarında sıralama yapmak da istemem.<br />

Günümüz sinemasında yönetmenler, oyuncular, konular,<br />

anlatımlar, filmler arasında sizin sinema anlayışınıza en<br />

yakın olanlar hangileri?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Dünyada her tür film çekiliyor. Ben çok gişe yapan<br />

komedi filmlerini sevmiyorum. Avare (Awaara, 1951) filmi<br />

geldi zamanında Türkiye’ye, 15 milyon kişi izledi. Onlar ticari<br />

filmler, bizler de yaptık. Ben ticari filmleri iyi filmlerin altyapısı<br />

olsun diye yaptım, yoksa çekemezdik diğer filmleri. Mesela<br />

Kemal Tahir’in Karılar Koğuşu filmini hazırladık. 30 bin lira eksik<br />

kaldı, çekemiyoruz. Bir prodüktörle kavgalıydım çünkü filmlerin<br />

başına -video dönemi başlamıştı- ANAP’ın tanıtım filmlerini<br />

koymuş. Düşünebiliyor musunuz? Siz bir film seyretmek için<br />

bir video alıyorsunuz, alete sokuyorsunuz, Turgut Özal konuş-


<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong> 171<br />

maya başlıyor. Rahmetli Zeki Ökten’le birlikte örgütlendik, bu<br />

adama film çekmeyeceğiz dedik. Cezalandırdık onu. Şu anda<br />

Türkiye’nin en güçlü yapımcısı, adı da Türker İnanoğlu. Kombin<br />

var, bir de şart koşuyorum, sana film çekerim ama Türker<br />

İnanoğlu’nun kombinine vermemek kaydıyla. 2 tane kombin var,<br />

içinde <strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong> filmleri yok. İki sene sürdü bu, ben kararlıyım<br />

devam ettirmeye. Bir gün Ankara’ya sorunlarımızla ilgili<br />

görüşmeye gittik birlikte. O işleri çok iyi becerir, dönüşte “hâlâ<br />

kızgın mısın bana?” dedi. “Evet, hiçbir zaman bundan dönmeyeceğim”<br />

dedim. “Ama arkadaşların bana Ankara’da film çekiyorlar”<br />

dedi. Kemal Sunal’la Düttürü Dünya’yı (1988) çekiyordu<br />

Zeki Ökten. “Bunlar bana bu kalleşliği yaptı, ben de sana film<br />

çekiyorum, hem de filmlerin Allahını çekeceğim sana” dedim.<br />

Beni rahmetli Halit Abi’yle (Refiğ) tanıştırdı, Kemal Tahir’in hayatını<br />

anlatan Karılar Koğuşu’nu yaptık. Zaten “Kemal Tahir’e<br />

çok yakışıyorsun” diye yıllardır söylüyordu. “Tamam, hem de<br />

en çok sevdiğin adam çekecek” dedim. <strong>Film</strong> başladı, bitmiyor.<br />

Bana diyor ki: Yaktın beni. “Siz zaten öyleydiniz ama beni nasıl<br />

soktunuz bu işe, karşı siyasetin adamları bunlar” diyor. Tözey<br />

diye bir karakter vardı, ona oyuncu bulamıyorlardı, Hülya<br />

Koçyiğit’i aradım, “gel oyna şu rolü” dedim. O başladı çalışmaya.<br />

Tuncer Necmioğlu kaçıyor oradan, ben kovalıyorum, yapımcı<br />

oradan “Beni batırdın” diye bağırıyor. En sonunda filmi bitirdik.<br />

<strong>Film</strong> Antalya’da festivale bir girdi, 11 ödül. Tabii bana yok, 127<br />

dakikalık filmde, otobiyografi ya, adamın hayatını oynuyorum<br />

yani. ‘En İyi Kadın Oyuncu’: Hülya Koçyiğit, ‘En İyi Yapımcı’:<br />

Türker İnanoğlu, ‘En İyi Yönetmen’: Halit Refiğ. Bir projeyi sıfırdan<br />

alıp adamlara getiriyorum, yönetmenini de ben tayin<br />

ediyorum, yapımcısını da ben buluyorum, oyuncuları ben getiriyorum.<br />

Şimdi o arkadaşın 450 tane filmi var, bir tek ödülü<br />

var arkada, ona yaslanmış resim çektiriyor. Biz bu davranışları,<br />

bu tavırları göstermeseydik film çekemezdik, onun için söylüyorum.<br />

Yani bana biri “sen aradan o kötü filmleri çıkar” dediğinde<br />

alacağı cevap budur.<br />

Sinemayla bir de ödeşme içine girdiniz, çok güzel bir şey<br />

bu. Siz oyunculuğun, starlığın dışında da sinemaya kafa<br />

yoran, filmlerin senaryolarını denetleme gücünü kendinde<br />

bulan birisiniz. Senaryolar size göre yazılıyor. Peki<br />

1991’de Ah Gardaşım’la başlayan, Savcı ve Büyük İskender<br />

gibi televizyon dizileriyle süren yönetmenliğe niye sinemada<br />

devam etmediniz?


172 <strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Onu da yapacağım ama şu anda mevcut kapitalizm<br />

beni sömürmekten vazgeçmedi. Oyuncu olarak görmek<br />

istiyorlar. Oyunculuk bittiği zaman, biz de mecburen yönetmenlik<br />

yapmaya başlayacağız. Çok büyük projelerim var, hepsi<br />

hazır duruyor. Sağlığım müsade ederse, yönetmenliği mutlaka<br />

devam ettireceğim. Çocuklar, eğer bu mesleğe duyduğunuz ilgiyi<br />

biraz daha geliştirmek istiyorsanız, eliniz de kalem tutuyorsa<br />

bunu geliştirmeye başlayıp senaryo yazmak için uğraşın. Bu<br />

mesleğin temel sorunu senaryo eksikliğidir. İyi bir senaryo olmadan<br />

bir filmin iyi olma olasılığı sıfırdır.<br />

Türk sinemasında bazı çiftler vardır: Ayhan Işık-Belgin Doruk,<br />

Muhterem Nur-Efgan Efekan, Göksel Arsoy-Belgin Doruk<br />

gibi... Ama bir çift vardır ki halkın sevgisini kazanmıştır;<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong> ve Türkan Şoray. Türk sinemasında belki<br />

de birbirine en çok yakışan çiftsiniz. Bu birliktelik nasıl<br />

başladı? Bu çiftin arası nasıldı? Sinemada nasıl bir mucize<br />

yarattı bu çift?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Kara Gözlüm filmiyle başladık biz. Sonra 1-2 film<br />

daha yaptık. Bu işin mucidi İrfan Ünal, Akün <strong>Film</strong>’in sahibidir.<br />

İkimiz de o şirketin oyuncusuyduk. Türkan Hanım bazen başka<br />

firmalara gidiyordu ama özellikle ben, Akün <strong>Film</strong>’in oyuncusuydum.<br />

Şimdi İrfan Ünal filmi hazırlarken, filmi üretecek<br />

insanları sık sık yan yana getirirdi. Daha ilk filmde bu ikilinin<br />

çok sevileceğini hissettik. Türkan Hanım beni çok sevdi,<br />

ben de onu çok sevdim. Beraber filmlerimizde asla sahtekârlık<br />

barındırmayan bir atmosfer yaratıyorduk. On yılda aramızda<br />

hiç pürüz olmadı. Hikâyeler de çok iyiydi. Mesela Dönüş filmi,<br />

yurtdışına göçle ilgili bir filmdir. Sonra filmler peş peşe geldi.<br />

Bir Cevriyem filminde biraz darıldık, çünkü o filmde benim oynadığım<br />

karakter çok devrimci bir karakterdi. Yaralanıp pavyon<br />

şarkıcısının evine sığınıyordu. Yapımcı bunun sansürden<br />

geçmeyeceğini anladığında filmi kurtarmak için ilave sahneler<br />

çekmeye karar verdi. Yönetmeni de Memduh Ün’dü, o da yapımcı<br />

olduğu için, kabul etti. Türkan Hanım benden yana olmayınca<br />

biraz gerginlik çıktı aramızda. Adam bankayı soyuyor, ideali<br />

uğruna örgütüne yardım etmek için, izlerken nasıl oluyorsunuz<br />

biliyor musunuz, o bankadaki çocuk kız kardeşine sarkıntılık<br />

yapmış da, adam gitmiş hem onu öldürmüş hem bankayı soymuş.<br />

Bunu ben yapar mıyım! Bir süre darıldık ama Gönderilmemiş<br />

Mektuplar’la (2002) tekrar barıştık. Arkadaşlığımız, dostluğumuz<br />

hâlâ devam ediyor.


İzleyici sorularına geçelim dilerseniz şimdi.<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong> 173<br />

İzleyici: Telif hakları konusunu merak ettim, neden filmlerden<br />

para alamıyorsunuz?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Yasa gereği alamıyoruz, “filmin gerçek sahibi<br />

yapımcıdır” diyor. Biz o filmleri çekerken Türkiye’de televizyon<br />

yoktu. O madde sayesinde yapımcılar trilyoner oldular. Başka<br />

ülkelerin oyuncuları böyle bir dramla karşılaşmadılar çünkü<br />

oralarda oyuncu sendikaları var, bu işleri onlar takip ediyorlar.<br />

<strong>Film</strong>leri yaratanların güçlerine göre paylaştırmayı onlar yapıyorlar<br />

ve asla kaçak olmuyor çünkü oralarda cezası çok ağır<br />

bunun. Bu arada Feridun Çölgeçen diye bir ağabeyimiz vardı,<br />

bizim filmlerde karakter rolleri oynardı, Avrupa’ya gitmiş, “hello”<br />

diye kısa bir laf etmiş -telif hakkı almak için diyalog kullanmanız<br />

lazım- bizim sette çalışırken zarf gelirdi “beyler, bakın<br />

bakın” diye sallardı bize 100 dolar, 120 dolar, film bir yerde<br />

oynadıkça o da rolü karşılığı yıllarca para aldı.<br />

İzleyici: Sinemamızın belki de çağdaş düzeye erişememesinin,<br />

kendi kısır döngüsü içinde kalmasının bir nedeni de yapımcının<br />

kazandığı artı değerlerin hep başka alanlara gitmesi. Sinema<br />

dışındaki alanlardan da sinemaya sermaye akışı olmuyor.<br />

Bunun sebebi sinemaya güvensizlik mi?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Bizdeki kapitalist risk sevmez. Nerede pratik para<br />

yapacaksa oraya döner. Bizim dönemin sinemacısıyla kapitalistin<br />

uyuşması mümkün değil. Sadece menfaatleri var diye bu<br />

mesleği yapıyorlar. Zaten yaşlandıklarında çekildiler. Aslında<br />

sinema ticari bir olay ve ticari kafası iyi çalışan adamların bu<br />

mesleğe devam etmesi gerekirdi. Parası olan adamların iyi bir<br />

filmi kovalayıp, başarıyı yakalamak için bu mesleği seçmemelerine<br />

hayret ediyorum doğrusu. Aslında hiçbir film zarar etmez,<br />

eninde sonunda koyulan parayı bulur. Bana çıkıp da bir tanesi<br />

“ben bu filmden zarar ettim” demesin. Belki yeni jenerasyondan<br />

söyleyen olabilir çünkü çok güçsüz çalışıyorlar. Ama mesela<br />

eski jenerasyondan “<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>’la çektiğim filmden zarar ettim”<br />

diyeni duymadım, öyle bir şey yoktur.<br />

İzleyici: Sıralama yapmak istemediğinizi söylediniz ama yine<br />

de şunu merak ediyorum; geçmişteki yönetmenlerden, şimdiki<br />

yönetmenlerden beğendiğiniz, takip ettiğiniz kimler var?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Geçmişteki yönetmenlerin hepsiyle çalıştım. Bi-


174 <strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011<br />

zim düşünce tarzımızla uyuşan yönetmenlerle çok heyecanlı<br />

çalıştık ve çok güzel filmler yaptık. Onların da sayıları fazla, o<br />

yüzden ‘en’ lafını kullanamıyorum. Zeki Ökten desem, Şerif Abi<br />

(Gören) kızacak. <strong>Film</strong>leri de sıralayamıyorum çünkü kendim<br />

tercih etmişim, oluşumuna, bütün aşamalarına katkıda bulunmuşum.<br />

Gençleri de takip ediyorum tabii. Ben onları niye<br />

eleştirmiyorum biliyor musunuz? Bu ülkede bu mesleği seçmiş<br />

insanları ben kahraman ilan ediyorum. Bir de ben onların büyüğü<br />

ağabeyleri olarak onları sıralamaya kalkarsam, kırıcı olurum<br />

diye yapmıyorum. Hepsini çok seviyorum.<br />

İzleyici: Oyuncu yönetimleri hakkında ne söyleyebilirsiniz birlikte<br />

çalıştığınız yönetmenlerin?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: İki tür yönetmen var. Biri tekniği çok iyi bilen,<br />

biri de çok iyi oyuncu yöneten. İkisi bir araya geldiği zaman<br />

büyük yönetmen oluyor zaten. Bizim yönetmenlerin bir kısmı<br />

çok iyi oyuncu yönetir, bir kısmı da tekniği çok iyi bilir. Büyük<br />

yönetmen olan da var tabii. Yönetmenleri eleştirdiğim bir<br />

konu var: Bizim filmlerin hikâyesi sınıf çatışmasından doğuyor.<br />

Kırsal kesimle burjuvayı karıştıracaksın; alttakiler, üsttekiler.<br />

Amerika da farklı bir şey yapılmıyor. Zaten edebiyatta kaç tane<br />

temel konu var ki? Yani yeniden bir şey yaratmanız mümkün<br />

değil, var olanı yeni bir teknolojiyle birleştirerek yeni bir sunum<br />

oluşturuyorlar. Eleştirdiğim konu şu: Yönetmenler kırsal<br />

kesimi çok iyi biliyor, burjuvayı bilmiyor. 42 yıldır uğraşıyorum,<br />

zengin mutfağını kurduramadım Türk sinemasında. Herkes<br />

çok şık giyinmiştir, onları beceriyorlar, ama masayı kurduramadım.<br />

Gidiyorlar marketten ne kadar konserve varsa on çeşit<br />

tabağa koyuyorlar, al sana zengin mutfağı. Zenginler öyle yemek<br />

yemiyor, diyorum. Önce birinci yemeği yiyor, o bitiyor sonra<br />

ikincisini getiriyor. Anlatamadım, hâlâ aynı kuruyorlar.<br />

Bir filmi harekete geçirecek adamın donanımı, bilgi birikimi<br />

çok yüksek olacak. Kurduğu dünyanın gerçek yapısını çok iyi<br />

biliyor olacak. Eğer her şeyi bilmiyorsa kuracağı dünyada aksaklıklar<br />

oluyor, inandırıcılığı eksiliyor. İyi sinemacılar bu konuda<br />

kendilerini geliştiriyorlar. Ötekiler kurdukları dünyadaki<br />

karakterleri uzun uzun araştırmadan “senaryoyu çok sevdim”<br />

diyip başlıyorlar çalışmaya. Ben bu toplumda “kalabalık” olmayan<br />

hiçbir karakteri oynamıyorum. Ne mesela? İşçi, memur,<br />

köylü, şoför, mutlaka kalabalık olacak ki çok insana hitap edilsin.<br />

Adamın birinin kafası uçmuş, senaryoda da uçmuş kafalı<br />

bir adamı anlatıyor, adamın marjinal dünyasını anlatıyor. Say-


<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong> 175<br />

gı duyarım, çek kardeşim. Evrensel sinema değerlerini korudun,<br />

böyle bir konuyu seçtin, kutlarım seni. Dünyanın her yerinde<br />

var, bizde de olsun. Ama bana gelme, kusura bakma, ben öyle<br />

filmlerde oynamıyorum. Benim görevim var, bu meslekte aktör<br />

olarak benim topluma karşı sorumluluğum var. Bir projeyi<br />

kabul etmek için bu şeyleri söylemesini şart koydum, hâlâ da<br />

koyuyorum, bundan da çok mutluyum. Bugün eski filmlerimi<br />

koyalım şuraya, heyecanla izlersiniz. Teknik olarak beğenmezsiniz,<br />

oyunculuk olarak eleştirirsiniz, reji olarak eleştirebilirsiniz<br />

ama konu olarak, oraya koyduğum temel sorun bugün bile<br />

dimdik ayakta duruyor. Bu sorunlar bu ülkeden kalkmadığı<br />

müddetçe o film beş yaşındaki çocuk için de, elli yıl sonra gelecek<br />

adam için de hâlâ güçlü bir filmdir.<br />

İzleyici: Cannes’da, Berlin’de, Venedik’te adını duyurmuş yönetmenlerimizden<br />

teklif gelse, onlara karşı da aynı tavrı gösterip<br />

aynı koşulları öne sürer misiniz?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Ben kendi toplumum için söylüyorum. Adam orada<br />

dünyaya film çekiyor, bu başka bir şey. Ben tekrarlıyorum,<br />

o filmde kalabalıklara söyleyeceğim lafım olmalı diyorum. Bir<br />

Fransız gelmiş, kendine orada bir dünya kurmuş, bir aktör olarak<br />

bana da başvurmuş, bunu neden kabul etmeyeyim ki? Ben<br />

Fransız’a “Türk halkının dertleri var” diye baskı yapamam ki.<br />

İzleyici: Sizin deneyiminiz ve starlığınızla genç bir yönetmenin<br />

yaratıcılığı ve başarısı bir araya gelirse çok farklı şeyler ortaya<br />

konamaz mı?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Hangi genç arkadaşım bir proje getirdi de ona<br />

yardım etmedim? Yardım derken, işine, prodüksiyonuna katkıda<br />

bulunmaktan bahsediyorum. Kaldı ki zorluk da çıkarmıyorum<br />

hiçbir zaman, asla para falan da almıyorum.<br />

İzleyici: Peki bir duayen olarak genç yönetmenlerden birine siz<br />

proje götürmeyi düşünür müsünüz?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: O projeleri çekemiyoruz maalesef, maliyetleri çok<br />

yüksek. Bugün Tomruk gibi bir filmi çekmek için Dalaman çayına<br />

gitmeye kalksak 3 milyon liradan ucuza çekemeyiz. Bakın<br />

arkadaşların yaptığı filmlere, çok ucuz filmler. Genç yönetmenlerin<br />

hepsini çok beğeniyorum, zevk duyarım onlarla çalışmaktan.<br />

Ama böyle bir proje gelmedi bana. Ürküyorlar mı acaba,<br />

para isteyeceğimi mi sanıyorlar? Kaç tane film çektim, hepsine


176 <strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011<br />

ortak oldum, iş kolaylaşsın diye. O filme katkı payı olarak benim<br />

koyacağım değerin parasal karşılığını ben de isterim, eğer<br />

salt ticari olarak yapıyorsa. Ama görüyorum ki verme şansı yok,<br />

verirse prodüksiyonu zayıflayacak, biz ona katkıda bulunuyoruz,<br />

film çalışırsa ondan bana pay verirsin diye.<br />

İzleyici: Peki payınızı almayıp Cannes’da bir Altın Palmiye,<br />

Berlin’de bir Altın Ayı ya da Venedik’te bir Altın Aslan çok daha<br />

iyi değil mi?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Tabii ki. Oraya projelerle gideceksiniz, biliyorsunuz<br />

o da ilişkiler meselesi; festivallere her giden film ödül<br />

alacak diye bir şey yok. O uzun ilişkilerin karşılığı olan şeyler.<br />

İmkânsız değil tabii.<br />

İzleyici: Daha çok hangi oyuncularla çalışmak sizi sette iyi<br />

hissettiriyor? Oyuncuların iyi ya da kötü olması anlamında değil,<br />

hangileriyle daha samimi hissediyorsunuz?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Benimle çalışan genç arkadaşlarımı bir araştırın,<br />

ben film setinde o kadar dikkatli davranırım ki. Bir kere<br />

herkesten önce setteyimdir ben, ışıkçı bile gelmeden. Bizim işimizin<br />

kutsallığını zedeleyecek hiçbir şeye şans bırakmam. O<br />

çocuklar da görüyorlar, 62 yaşında bir adam olarak ben orada<br />

çırpınıyorken onun da dalga geçme şansı yok. Ben sinemadan<br />

kazandığım paranın yarısını setlerde yedim. Gün bitti, çalışma<br />

bitti, hadi herkes yemeğe. Bütün gün çalışmışız, yemekte de<br />

o günkü işi konuşuruz. Ama çalışırken de müthiş bir disiplin<br />

görürsünüz, sanki dersiniz; bu filmde askerlik yapılıyor. Çalışırken<br />

öyle. Bu, genç arkadaşlar için de bir kazanç. Benimle<br />

çalışanlar bu işte çok mutlular ama bir tehlike var; genç oyuncular<br />

yaşantılarına özen göstermiyorlar ve toplumumuzun karşılaştığı<br />

çok kötü sosyal yaşam öğeleri maalesef bizim mesleğimize<br />

de sıçradı. Hiç yakışmayacak biçimde gece hayatı sürdürüyorlar.<br />

Bir sanatçı, bir sporcu gibi beynini, fiziğini, dikkatini<br />

film bitinceye kadar tamamen o işe aktarmak zorunda. Çünkü<br />

hangi meslek olursa olsun, disiplin ve mesleğe sevgi, başarının<br />

tek kaynağıdır. O heyecanla, o disiplinle yapmadığın müddetçe<br />

başarılı olamazsın.<br />

İzleyici: Demek istediğim, çektiğiniz birçok film içinde size en<br />

çok yakıştırılan insanlar hangileriydi? Hangileriyle daha rahat<br />

çalışıyordunuz?


<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong> 177<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Dört büyük film yıldızı dışında sinemaya giren<br />

bütün genç kızları ben getirdim sinemaya. İlk filmlerini benimle<br />

oynadılar. Çok büyük katkım var onlara, hiçbiri de inkâr<br />

edemez. Soruyorlar “kimle oynayacaksınız?” diye. Ben o filmin<br />

tüm yükünü üzerime almış bir insan olarak, kimle oynayacağımı<br />

tercih etme hakkına sahibim. Herkesi takip ediyoruz, kim o<br />

projeye uygun, kim işine dikkatli, onu öneriyorum.<br />

Bence bir film yeri geldiği zaman atom bombası kadar etkili<br />

bir silahtır. Bir film çekersiniz, bütün bir toplumu sarsarsınız.<br />

Yapmadılar mı? Mesela Geceyarısı Ekspresi’nin (Midnight<br />

Express, 1978) etkisini hâlâ atamıyoruz üzerimizden. Adam<br />

hapishanede olanları çıkardı ortaya. Biz de şimdi mesela fail-i<br />

meçhul cinayetlerle ilgili, doğuda hapishanelerde yapılan işkencelerle<br />

ilgili bir film çeksek, fena mı olur? Gün gelecek, çekilecek<br />

tabii bunlar.<br />

İzleyici: Son zamanlarda Türk sineması çok büyük bir gelişim<br />

gösterdi. Bu gelişime katkıda bulunanlardan biri olan Nuri Bilge<br />

Ceylan’ın filmlerini nasıl buluyorsunuz?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Bağımsız sinemacı diye bir şey var. Ben daha çok<br />

evrensel değerleri içinde barındıran filmlere ilgi gösteriyorum.<br />

Bağımsız sinemacının yaptığı filmleri seyretmekten de kendimi<br />

mahrum etmiyorum. O çıkmış, öyle bir dünya kurmuş, öyle bir<br />

film çekmiş. Sinema neyle başladı? Fotoğrafın hareketiyle başladı.<br />

Hareketlenmeyle sinema oldu. Nuri Bilge Ceylan’ı filmlerindeki<br />

şaheser fotoğraf sayısı için kutlamamak mümkün değil.<br />

O onu tercih etmiş, benim bunu eleştirme hakkım yok. Ama<br />

ben isterim ki filmler biraz çabuk olsun, derdini çabuk anlatsın.<br />

Asla eleştirmiyorum, çok da başarılı buluyorum.<br />

İzleyici: Ama artık birçok yönetmen “durum sineması” yapıyor<br />

ve uluslararası festivallerde de ödül alıyor. Bal (2010) Berlin’de<br />

Altın Ayı, Bir Zamanlar Anadolu’da (2011) Cannes’da Jüri Büyük<br />

Ödülü aldı.<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Mesele sadece uluslararası festivallerde ödül almaksa<br />

sorun yok. Benim bütün derdim, sinema pahalı bir iş<br />

kolu, çok parayla yapılan bir iş, istiyorum ki o filmleri daha güçlü<br />

kılsınlar. Başka bir derdim yok. Ama yapılan işler güzel. Geçen<br />

yıl Antalya <strong>Film</strong> Festivali’nde jüri üyesiydim, orada 14 tane<br />

film seyrettim. Açıkça söyledim, bir başka jüri, bu filmlerden<br />

herhangi birini seçebilirdi, hepsi kaliteliydi, zorlandık seçerken.


178 <strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011<br />

İzleyici: Bir film ya gişe toplayacak, ya ödül alacak ya da uzmanların,<br />

eleştirmenlerin övgüsünü alacak. Bu üçünden ikisini<br />

başaran filmler başarılıdır bence. Peki sizce nedir başarılı<br />

filmin kriteri? Mesela “10 milyon kişinin seyrettiği film” veya<br />

“Berlin’de, Cannes’da ödül” gibi bir kriter koyar mısınız?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Zaten Berlin ve Cannes’da ödül alınca onun<br />

DVD’sinin kapağına basıyorlar. Ben de filmleri öyle alıyorum,<br />

niye ödül almış diye merak ediyorum. Zaten o filmin şansı kendiliğinden<br />

açılıyor. Keşke herkes ödül alıp da o amblemi koydurabilse.<br />

Üçü bir araya geldiği zaman gerdanlık oluyor. Herkes<br />

bunun için uğraşıyor ama bu hevesle yola çıkmak için çok güçlü<br />

olmak lazım. Nuri Bilge Ceylan aynı zamanda yapımcı, değil<br />

mi? Ben kendisiyle tanışmadım ama bütün filmlerini izledim.<br />

Kendisi yapımcı, hatta zaman zaman kızınca, oynuyor da. Prodüksiyonu<br />

da kendisi yapıyor, başlı başına bir fenomen. Alıp<br />

Nuri Bilge Ceylan’ı, şurada üç kuruş devletten alıp, üç kuruş<br />

evini ipotek ettirip çırpınan çocuklarla aynı yere koyamazsınız,<br />

onlar Nuri Bilge Ceylan kadar güçlü değiller sinemada. Ben film<br />

çekenler “hadi illa bir film çekelim” diye koşturmasınlar istiyorum.<br />

İzleyici: Şu an sizi taklit etmek isteyenler sizin daha çok maço<br />

yönünüzü göstererek sizi taklit ediyorlar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Benim de taklit ettiğim oyuncu var. Ben iddia<br />

ediyorum, dünyanın gelmiş geçmiş bütün drama oyuncuları<br />

Marlon Brando’yu taklit eder. Tabii ki kimsenin yadsıyamayacağı<br />

biridir Brando. Taklit diye bir şey yok da, benzeşme olabilir,<br />

etkilenme olabilir. Bir kitabı alıp da içeriğini çalmak gibi değil<br />

ki, sonuçta toplumdaki bir karakteri canlandırıyoruz. Karakteri<br />

yaratırken o karakteri çok iyi araştırmak gerekiyor. Bizim<br />

arkadaşlarımıza tavsiyemiz; film bitinceye kadar o adam olmaya<br />

çalışın. Eğer inandırıcı oynamaya kalkarsanız, film bittikten<br />

sonra da o karakterden uzun süre kurtulamazsınız zaten.<br />

İzleyici: Türkiye’de sanat sineması ve anaakım sinema diye,<br />

benim anlayamadığım bir kategorizasyon yapmışız, sanki bunlar<br />

birbiriyle yarışıyormuş gibi. Halbuki bunların yarışmasına<br />

gerek yok, ikisinin de ayrı ayrı olması bence daha güzel bir şey.<br />

Bu bağlamda Türkiye sinemasının geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?


<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong> 179<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Sinema yapmak çok pahalı bir iş. Bugünkü ekonomik<br />

şartlarda güçlü bir film yapmak istiyorsanız, nakit olarak<br />

en az 1 milyon dolar koyacaksınız ortaya. 1 milyon dolar<br />

da borçlanacaksınız. 2 milyon dolarla güçlü bir film yapmak<br />

için yola çıkacaksınız. Bugün 2 milyon doları olan adam bankalarla<br />

dans eder, oturur köşesinde hayatını yaşamaya bakar.<br />

Bizim sinemamız nereden örnek aldı ki zaten, Batı sinemasını<br />

taklit ede ede günümüze kadar geldi. Koruma yasaları çıkmadıkça,<br />

bugün Fransa’da, İspanya’da olduğu gibi devlet sinemaya<br />

sahip çıkmadıkça, bu işler zor. Ben para vermelerinden yana<br />

da değilim, korusunlar yeter. Türk Tanıtma Fonu diye bir fon<br />

vardır. Çok büyük paraların döndüğü bir kuruluştur, bir sürü<br />

şeyden kesinti yapılıp oralara para aktarılır, o yıl içinde harcanmazsa<br />

hazineye gider. Bir ülkeyi ya da bir toplumu filmden<br />

başka neyle tanıtabilirsiniz? Gidiyorsun New York’un göbeğine<br />

bir tane afiş koyuyorsun “Türkiye turizm cennetidir” diye,<br />

ben şaşkınlık içindeyim. Bunun filmini çekin bakalım, ortak<br />

yapım ilişkilerine girin, gelsinler Türkiye’de çeksinler, film de<br />

görsünler. Bence pasif bir direnişle, Türk sinemasının gelişmesi<br />

engelleniyor. Eğer istenseydi, Türkiye’deki sinemaların hepsine<br />

Fransa’da olduğu gibi % 33 yerli film oynatma şartı getirirlerdi.<br />

Bir sürü sinemanın sahibi olup büyük şirketler haline geldiler,<br />

onlar da o zaman Türk filmlerinin üretimine katkıda bulunacaklardı.<br />

Mecbur çünkü, % 33’ü oynatacak. 100 filmden<br />

33 tanesinin yerli oynadığını düşünün sinemalarda. Sinemacı<br />

bu şarta girdiği zaman gençlere katkıda bulunmayacak mı?<br />

Eğer parayı bulamazsak, maliyeti çok yüksek filmler çekemeyiz,<br />

iyi filmler çekemeyiz anlamına gelir. Sinema ticari bir olaydır,<br />

bunu yok sayamayız, düşük bütçeyle çekilen filmlerin bile bir<br />

maliyeti var. Eğer böyle devam ederse Türk sinemasının geleceğinden<br />

çok büyük endişelerim var.<br />

İzleyici: Günümüzde, dağıtım, gösterim, işletme tekeli dev<br />

Amerikan şirketlerinde. Onların izni olmadan Türkiye’de herhangi<br />

bir Türk filmi gösterilemez. Peki buna karşı ne yapıldı?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Dışardan gelen güç buradaki o potansiyeli görmüşse,<br />

hiç kimse bu gücün karşısında dayanamaz. Şu anda<br />

Amerikalılar Çin’e, Türkiye’ye, Orta Asya’ya, Orta Doğu’ya büyük<br />

yatırım halindeler. Bütün projeler buralarda ortak prodüksiyon<br />

bulup çekilmek üzere düzenleniyor. Dev bir Amerikan dağıtım<br />

şirketi Türkiye’ye girmişse, onu engelleyemeyiz. Türk sineması<br />

hiçbir zaman endüstri olamadı. Yarı endüstri bile olamadı.


180 <strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011<br />

Hasbelkader yıllar gelip geçti. 75 milyon insan var Türkiye’de,<br />

çevremizde de etkileyebileceğimiz komşularımız var; böyle bir<br />

potansiyelini Türk iş dünyası göremedi. Tekrarlıyorum, bizim<br />

yapımcıların çoğu sinemacı değildir zaten, ticaret yapıyorlar.<br />

İzleyici: Türk sinemasında sansürle ilgili uzun bir tarihi var.<br />

Sizin de mutlaka sansürle ilgili anekdotlarınız vardır. İlginç<br />

olanları neler?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Benim filmlerim kadar sansüre uğrayan yoktur<br />

herhalde. Dokuz kişilik bir ekipti bunlar. Devletin dokuz ayrı<br />

biriminin bir araya geldiği bir denetleme ekibiydi. O adamlardan<br />

film geçirmek için beni ne kadar kullandı yapımcılar; yemeğe<br />

çıkarmalar, şirin gözükmeler... Hepsi de saf Anadolu insanı,<br />

devleti onlara teslim etmişler. İçlerinde asla burjuvaların<br />

olmadığı insanlar. Hakimler, savcılar, kaymakamlar... Zengin<br />

çocuklarını bu mesleklerde göremezsiniz. Onlar sanki devlet elden<br />

gidiyormuş gibi “Aman böyle filmler çekmeyin” diyorlardı.<br />

Bir de o yetki onlara verildi diye, Allah ne kasırgalar estiriyorlardı.<br />

Bu filmciler sansür kuruluyla ilişkiye girmek için neler<br />

yapıyorlardı. En son size bir örnek vereyim; biz Tatar Ramazan’ı<br />

1990 yılında çektik ama aslında ondan 15 yıl evvel göndermiştik<br />

sansüre. Önce senaryoyu gönderiyorsunuz, oradan onay geliyor,<br />

sonra senaryoyu birebir çekip tekrar gönderiyorsunuz; iki<br />

defa yani. Toptan reddettiler senaryoyu. 15 yıl sonra bir daha<br />

rahmetli Kerim Korcan ağabeyimiz “ne olur şu filmi çekelim”<br />

dedi, bir arkadaşla gönderdik, yine reddettiler. Dedim ki ben<br />

“bir daha gönderelim, şu senaryonun üstüne 1942 yazın.” Sonra<br />

Ankara’ya gittim, orada bir tanıdığım vardı. Sansür heyetinin<br />

başkanına “yeni film çekiyorlar, reddetme” dedi. <strong>Film</strong>i çektik,<br />

hatta 90 bin lira filan da yardım aldık. Neler neler çektik biz.<br />

Şimdi sansür kalktı mı? Arkadaşlar, vali vesayeti diye bir<br />

şey var, o kalkmadığı sürece sansür kalkmaz. Bir vali isterse,<br />

bir etkinliğin toplumda infial yaratacağı kanaatine vardığı<br />

anda o etkinliği yasaklar. Sinema da bunun dışında bir olay<br />

değil, o yasa hâlâ duruyor çünkü. Şimdi fazla üstüne gitmiyorlar<br />

çünkü üretim yok, az film çekiliyor. En son çektiğim Son<br />

Cellat filmine vizyondayken 18 yaş sınırı getirdiler. Gazeteciler<br />

sorduğunda “ben bir bakanla konuşayım sonra sorun, benim<br />

tanıdığım Ertuğrul Günay bu yasağı kaldırır” dedim. Sonra o<br />

aradı beni, iyi arkadaşımdır, eski dava arkadaşımızdır. “Sakın<br />

bağırma” dedi. “Burada kurullar var” dedi. Bakanlıkta denetleme<br />

kurulları varmış, eski profesörlerden falan oluşan, hâlâ<br />

da varmış. “Bunlardan biz kurtulamadık” dedi. Bir de yasa ge-


<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong> 181<br />

reği uzun süre kalıyorlarmış. “12 Eylül’ün anlatılmasına, bu<br />

tip şeylere karşı bunlar” dedi. <strong>Film</strong> de ticari film değil ki zaten!<br />

Ama allem ettik kallem ettik, altıncı günde yaş sınırını 13’e düşürdüler.<br />

İzleyici: Sansüre gönderdiğiniz senaryonun başka, filme çektiğiniz<br />

senaryonun başka olduğu oldu mu? Ya da sansür için ayrı<br />

senaryolar yazıldı mı?<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong>: Biz yaptığımız filmlere sansürden ret geleceğini<br />

bilerek yapıyorduk zaten. Ama bir güvencemiz vardı, Danıştay<br />

kararıyla çıkarıyorduk. Yani bu sezon oynayacak film, bir sezon<br />

sonra oynuyordu, öyle çok film yaptık. Onlar da zaten çok<br />

büyük ilgi gördüler, hem yurt içinde hem yurtdışında.


182 <strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong> kimdir?<br />

1949’da Ordu’da doğdu. İlk ve ortaokulu Fatsa’da, liseyi<br />

İstanbul’da, Haydarpaşa Lisesi’nde okudu. Marmara Üniversitesi<br />

İletişim Fakültesi Radyo-TV ve Sinema Bölümü’nü bitirdi.<br />

1969 yılında Saklambaç gazetesinin yarışmasında ‘Fotoroman<br />

Kralı’ seçilen <strong>İnanır</strong>, böylece oyunculuğa başladı. Türkan<br />

Şoray’la birlikte rol aldığı Selvi Boylum Al Yazmalım’daki İlyas<br />

rolüyle hafızalara kazındı. Atıf Yılmaz, Orhan Aksoy, Halit Refiğ,<br />

Erdoğan Tokatlı, Zeki Ökten, Şerif Gören ve Ömer Kavur<br />

gibi çok sayıda usta yönetmenle çalıştı. Ah Gardaşım (1990) ve<br />

Savcı (1992) ile yönetmenliği de denedi.<br />

Başlıca <strong>Film</strong>leri<br />

Yedi Adım Sonra 1968<br />

Dönüş, 1972<br />

Utanç, 1972<br />

Bitirim Kardeşler, 1973<br />

Askerin Dönüşü, 1974<br />

Pisi Pisi, 1975<br />

Dila Hanım, 1977<br />

Selvi Boylum Al Yazmalım, 1977<br />

Cevriyem, 1978<br />

İsyan, 1979<br />

Ah Güzel İstanbul, 1981<br />

Kırık Bir Aşk Hikayesi, 1981<br />

Bir Yudum Sevgi, 1984<br />

Yılanların Öcü, 1985<br />

Amansız Yol, 1985<br />

Katırcılar, 1987<br />

72. Koğuş, 1987<br />

Medcezir Manzaraları, 1989<br />

Karılar Koğuşu, 1989<br />

Tatar Ramazan, 1990<br />

Ah Gardaşım, 1991<br />

Komser Şekspir, 2000<br />

Gönderilmemiş Mektuplar, 2002<br />

Son Cellat, 2008


Başlıca Ödülleri<br />

<strong>Kadir</strong> <strong>İnanır</strong> 183<br />

1973 Adana <strong>Film</strong> Şenliği En İyi Erkek Oyuncu Ödülü (Utanç)<br />

1986 Antalya <strong>Film</strong> Şenliği En İyi Erkek Oyuncu Ödülü<br />

(Yılanların Öcü)<br />

1990 Ankara <strong>Film</strong> Festivali En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü<br />

(Medcezir Manzaraları)<br />

2000 Antalya Altın Portakal <strong>Film</strong> Festivali Yaşam Boyu Onur<br />

Ödülü<br />

2007 SİYAD Onur Ödülü<br />

2011 Adana Altın Koza <strong>Film</strong> Festivali Yaşam Boyu Onur Ödülü

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!