19.02.2013 Views

hüseyin gazi topdemir bilim, bilim tarihi ve felsefe ilişkisi üzerine

hüseyin gazi topdemir bilim, bilim tarihi ve felsefe ilişkisi üzerine

hüseyin gazi topdemir bilim, bilim tarihi ve felsefe ilişkisi üzerine

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

BILIM TARIHI<br />

HÜSEYİN GAZİ TOPDEMİR<br />

BİLİM, BİLİM TARİHİ VE<br />

FELSEFE İLİŞKİSİ ÜZERİNE<br />

He Ler hangi bir konunun tanımlanması, genellikle o konunun anlaşılmasında<br />

gerekli olan temel kavram <strong>ve</strong> düşüncelerin belirlenmesini gerekli kılar.<br />

Bu anlamda bakıldığında "Bilim, Bilim Tarihi <strong>ve</strong> Felsefe" gibi bir belirlemede<br />

benzer şekilde bir kavramsal çerçe<strong>ve</strong>nin oluşturulmasını <strong>ve</strong> bu çerçe<strong>ve</strong>ye bağlı<br />

olarak bilgi yığınının ele alınmasını gerekli kılmaktadır.<br />

Bu bakışla yaklaştığımızda, <strong>bilim</strong>in daha çok "sağlam <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nilir" bir bilgi<br />

olarak tanımlandığım görmekteyiz. Burada dikkatimizi çekmesi gereken kavram<br />

bilgidir. Çünkü burada <strong>bilim</strong>in bir bilgi olduğu vurgulanmaktadır. Öyleyse,<br />

"bilgi" bütün kültür öğeleri içerisinde konumu itibariyle en genel kav-<br />

DUŞUNEN SİYASET I SAYI: 16


BİLİM, BİÜMTARİHİ...<br />

ramsal yapıdır. Öyle ki, <strong>bilim</strong>, <strong>felsefe</strong>, sanat <strong>ve</strong> hatta din bu kavramsal yapının<br />

altında yer alırlar. Bu bakımdan bunların tümü birer bilgi alanıdır.<br />

Bu alanların her biri kendine özgü bir "bilgi yığını" olduğuna göre, bilginin<br />

genel <strong>ve</strong> kapsamlı bir tanımına da gereksinim olacaktır. Bilgi kabul edilen tanımlamalar<br />

içerisinde en yaygın olan anlatımıyla "bir şeyin bir şey olarak kavranması"<br />

şeklinde tanımlanmaktadır. Ancak "bir şey" <strong>ve</strong> bir de "kavranma"<br />

sözcükleri olduğuna göre, öyleyse bir "kavrayan" <strong>ve</strong> bir de "kavranan" ya da<br />

"bilen" <strong>ve</strong> "bilinen" olacaktır. O zaman tanım böyle bir belirlemeyi gerektirdiğine<br />

göre, bilgi genellikle bir "şeyin" bilgisi olmak durumundadır. Bu anlamda<br />

olgu temel birinci adımı oluşturmaktadır. Bu olgu <strong>üzerine</strong> <strong>felsefe</strong>, sanat <strong>ve</strong> <strong>bilim</strong><br />

yapılır. Entelektüel kültürün bütün bu öğeleri aslında bir "anlama" <strong>ve</strong><br />

"açıklama" görevini yerine getirmekle yükümlüdürler. Bu anlamda aralarında<br />

bir farklılık söz konusu değildir. Ancak, anlama <strong>ve</strong> açıklama aşaması bir sonuç<br />

içerir. Bu öğeler arasındaki farklılık da zaten burada ortaya çıkmaktadır.<br />

Çünkü sonuç bir bilgi ortaya koymaktadır <strong>ve</strong> bu bilginin kaynağı, değeri <strong>ve</strong><br />

elde ediliş yöntemi, bu alanlar arasındaki farklılığı belirlemekte <strong>ve</strong> sınırlarını<br />

çizmektedir. Özellikle "yöntem" burada daha ön plana çıkmaktadır. Bunun<br />

nedeni de bilginin sağlamlığına <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nilirliğine <strong>ve</strong>rilen büyük önemdir. Özellikle<br />

bu nitelikleri bakımmdan <strong>bilim</strong>, tarihsel süreçte kendisini ön plana çıkarmış<br />

<strong>ve</strong> haklı bir unvan elde etmiştir. Öyleyse <strong>bilim</strong> nedir?<br />

Toplumların başlangıcından bu yana, en ilkel uygarlığın bile, İnsan, Doğa<br />

<strong>ve</strong> Evren <strong>üzerine</strong> bir söylem ortaya koyduğunu <strong>ve</strong> doğaya yönelik eylemlerini<br />

belirleyen bir bilgi yığını yarattığını, dolayısıyla bilme <strong>ve</strong> anlama kaygısının<br />

daha ilk başta ortaya çıktığını <strong>ve</strong> bu bilgilerin "düşünüş biçimi" bakımından<br />

zamansal olarak bir farklılık taşımadığını görmekteyiz. Çünkü mitoloji bile<br />

dünyayı açıklamaya yönelik bir girişim olarak doğmuştur. Benzer şekilde büyü<br />

de doğal <strong>ve</strong> doğaüstü güçleri egemenlik altına alma kaygısı taşıması bakımından<br />

adeta tekniğin öncüsü gibidir.<br />

Ancak yine de bu durum <strong>bilim</strong>in insanlığın ilk ortaya çıkmasıyla birlikte<br />

kendini gösterdiği <strong>ve</strong> <strong>bilim</strong>sel etkinliğin insan doğasının bir niteliği olduğu <strong>ve</strong><br />

zaten <strong>bilim</strong> hep vardı anlamına gelmez. Çünkü her bilgi sisteminin <strong>bilim</strong>sel<br />

olması zorunluluğu olmadığı gibi, <strong>bilim</strong>sel olma hedef <strong>ve</strong> amacı gütmeyen bilgi<br />

sistemleri de vardır. Bu anlamda <strong>bilim</strong> karşımıza belirli niteliğe sahip bir bilgi<br />

olarak çıkmakta <strong>ve</strong> bu ayrıcalığını da bilgiyi ortaya koyarken dayandığı temel<br />

ilke, teknik <strong>ve</strong> izlediği yöntemden almaktadır.<br />

Gerçekte "<strong>bilim</strong>in doğası/niteliği", yüzyıllarca <strong>bilim</strong> adamları, filozoflar,<br />

tarihçiler <strong>ve</strong> diğer ilgili gruplar tarafından yönlendirilen güçlü bir tartışma konusu<br />

olmuştur. Genel bir konsensüs ortaya çıkmamışsa da, farklı <strong>bilim</strong> kavramları<br />

güçlü destekçiler bulmuştur. Farklı görüşlerden birisine göre <strong>bilim</strong><br />

"kendi çevresi üzerinde kontrol kazanan insanların davranış kalıbı"dır. Bu nedenle<br />

<strong>bilim</strong> geleneksel beceri uğraşları <strong>ve</strong> teknoloji ile ilgilidir; <strong>ve</strong> tarih öncesi<br />

insan, örneğin, metalleri nasıl işleyeceğini ya da tarımda nasıl başarılı olacağını<br />

öğrendiğinde, <strong>bilim</strong>in büyümesine katkıda bulunacak duruma da gelmiştir. Alternatif<br />

bir fikir ise, <strong>bilim</strong>i kuramsal bir bilgi kütlesi, teknolojiyi ise kuramsal<br />

bilginin kılgısal problemlerin çözümüne uygulammı olarak görerek, <strong>bilim</strong> <strong>ve</strong><br />

teknoloji arasında ayrım yapar. Bu görüşte, örneğin, otomobil dizayn <strong>ve</strong> yapım<br />

DÜŞÜNEN SİYASET I 54


HÜSEYİN GAZİ TOPDEMİR<br />

teknolojisi, kuramsal mekanik <strong>ve</strong> aerodinamikten <strong>ve</strong> diğer yardımcı kuramsal<br />

disiplinlerden farklıdır; yalnızca kuramsal disiplinler "<strong>bilim</strong>" olarak sayılır.<br />

İkinci yaklaşımı benimseyenler, <strong>bilim</strong>i kuramsal bir bilgi olarak görürken,<br />

genellikle bütün kuramların (içeriği <strong>ve</strong>ya karakteri ne olursa olsun) <strong>bilim</strong>sel olduğunu<br />

kabul etmek istemezler. Bu durumda belirli tür kuramları dışlamak gerekmiştir.<br />

Dolayısıyla da bir kuramın <strong>bilim</strong>sel olduğuna, diğerinin <strong>bilim</strong>sel olmadığına<br />

karar <strong>ve</strong>rmeyi sağlayacak bir "ölçüt"e gereksinim olmuştur. Bu yüzden<br />

<strong>bilim</strong>i kendi anlatımının formuyla -evrensel, kanun türünde anlatımlar,<br />

matematiksel olarak ifade edilmiş olmak gibi-, tanımlamak çok popüler hale<br />

gelmiştir. 1 Ancak bu, zaman içerisinde oldukça sınırlayıcı bir ölçüt olarak<br />

görülmüş <strong>ve</strong> onun yerine <strong>bilim</strong>i kendi metodolojisiyle tanımlamanın daha uygun<br />

olacağı sonucuna varılmıştır. Günümüzde özellikle <strong>bilim</strong>in doğası <strong>ve</strong> yapısı<br />

<strong>üzerine</strong> yapılan çalışmalar bu yaklaşıma dayanırken, <strong>tarihi</strong>n değişik dönemlerinde<br />

de <strong>bilim</strong>e <strong>ve</strong> <strong>bilim</strong>sel bilgiye ilgi duyan <strong>bilim</strong> <strong>ve</strong> düşün adamları da, çıkmıştır:<br />

Aristoteles (M.Ö. 384-322), Roger Bacon (1214-1292), Francis Bacon<br />

(1565-1626), Rene Descartes (1596-1650), David Hume, (1711-1776) Immanuel<br />

Kant (1724 -1804) <strong>ve</strong> John Stuart Mili (1806-1873) bu alanda çalışanların önemlilerinden<br />

bazısıdır. 19. yüzyıldan itibaren ise bu bireysel çalışmalar aynı zamanda<br />

ekol düzeyindeki çalışmalara kaynaklık etmiştir. Bu durum özellikle<br />

August Comte (1798-1857)'un pozitivizm <strong>üzerine</strong> yaptığı ayrıntılı çalışmalarla<br />

ivme kazanmış <strong>ve</strong> "Viyana Çevresi"yle çağdaş formuna ulaşmıştır.<br />

Bütün bu tartışmalar mutlak bir uzlaşmaya varılmasını sağlamamış olsa da,<br />

<strong>bilim</strong>in doğası hakkındaki bilgi birikiminin artmasın yol açmıştır. Bu birikimin<br />

özellikle 17. yüzyıldan itibaren yoğunlaştığını görmekteyiz. Bunun nedeni bu<br />

dönemin özelliğinde yatmaktadır. Nedir bu dönemin özelliği?<br />

Aslında <strong>bilim</strong>i anlama çabalarının yoğun olarak ortaya çıkışı, Modern Çağ<br />

ile başlar. Ancak bu süreçte özellikle Rönesans'ın <strong>ve</strong> ona bağlı olarak ortaya çıkan<br />

Aydınlanmanın özel bir önemi vardır. Çünkü Rönesans Ortaçağ yaşamında<br />

büyük değişimlerin oluştuğu <strong>ve</strong> evrensel Ortaçağ devletinin ulus devletlere<br />

bölünmeye başladığı bir dönemdir. Bu dönemde orta sınıfın gelişen girişimciliği<br />

sonucu ekonomide yeni gelişmeler ortaya çıkmış, böylece kilisenin<br />

maddi gücü sarsılmış <strong>ve</strong> derebeyliğin dayanakları ortadan kalkmıştır. Bu yeni<br />

durum şehirli orta sınıfın alışkanlıklarını da değişime uğratmış <strong>ve</strong> başta eğitim<br />

olmak üzere artık kiliseden kopuk davranma ön plana çıkmaya başlamıştır. 2 Bu<br />

değişim <strong>felsefe</strong> <strong>ve</strong> <strong>bilim</strong>de de yerini bulmuştur. Geleneğe <strong>ve</strong> onun getirdiği değer<br />

<strong>ve</strong> anlayışa baş kaldırmak düşüncesi yaygınlaşmış <strong>ve</strong> sonuçta birliğe <strong>ve</strong> bütünselliğe<br />

dayanan Ortaçağ anlayışının yerine artık doğruya varmak için birden<br />

çok yolun olduğu kabul edilmeye başlanmıştır. Ancak ortaya çıkan bu pek çok<br />

çığırın birleştiği bir ortak nokta bulunuyordu: Skolastiği reddetme. 3<br />

Böylece,<br />

gerçekleştirilen Aristoteles <strong>ve</strong> onun yoğunlaşmış büyük otoritesinin kırılmasına<br />

yönelik çalışmalar bu çağın en büyük başarısı olmuştur. 4<br />

1<br />

1<br />

3<br />

4<br />

David C. Lindberg, The Beginnings of Western Science, Chicago 1992, s. 1-2.<br />

Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, İstanbul, 1980, ss. 182-183.<br />

Gökberk, s. 185.<br />

Alexandre Koyre, Yeniçağ Biliminin Doğuşu, İstanbul, 1989, ss. 38-39..<br />

55 I DÜŞÜNEN SİYASET


BİLİM. BİLİMTARİHİ...<br />

Böylece Batı Dünyası, Rönesans düşüncesiyle, toplumsal, ekonomik <strong>ve</strong> kültürel<br />

alanlarda, özellikle de <strong>bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>felsefe</strong> alanında, <strong>tarihi</strong>nin hemen hiçbir<br />

döneminde rastlanmayan büyük bir atılımı gerçekleştirmiştir. Ortaya çıkmış<br />

olan bu temel atılım, bir yandan doğaya ilişkin yeni <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nilir bilgiler üretmeyi<br />

sağlarken, diğer taraftan matbaanın yaşama geçirilmesiyle birlikte de, bu<br />

bilgilerin, doğru <strong>ve</strong> hızlı bir biçimde geniş halk kitlelerine ulaştırılması olanaklı<br />

hale gelmiştir. Bu dönemde aynı zamanda, Colombos'un yeni bir kıta bulmasıyla<br />

birlikte büyük keşif yolculuklarına aşın merak duyulmaya başlanmış, bunun<br />

sonucunda edinilen coğrafi bilgilerle de dünyanın o dönemdeki çehresi bir<br />

hayli değişmiştir. Ayrıca teleskopun bulunması da hem gemicilikte hem de <strong>bilim</strong>de<br />

büyük bir olgu bilgisi birikimi sağlamıştır <strong>ve</strong> dünya hızla bir "bilgi çağına"<br />

doğru gitmeye başlamıştır. Böylece Batı kültür dünyasında önemli <strong>ve</strong> çığır<br />

açıcı gelişmeler kaydedilebilmiştir. Bunun sonucunda yeni bir döneme girmiş<br />

olan Batı düşüncesi, kısa sürede <strong>bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>felsefe</strong> gibi üst entelektüel alanlarda<br />

dev adımlar atmayı başarmış <strong>ve</strong> sonuçta 18. yüzyıl <strong>bilim</strong>sel devrimini gerçekleştirmiştir.<br />

Bilgi çağma doğru bu hızlı gidiş, ister istemez, <strong>bilim</strong>sel bilginin elde edilme<br />

sürecine duyulan ilgi yi de artırmıştır. Artan bu ilgi sonucu <strong>bilim</strong>sel yöntem<br />

konusu çok sık tartışılmaya başlamış <strong>ve</strong> <strong>bilim</strong>sel bilginin nitelikleri üzerinde<br />

ciddi değerlendirilmelere gidilmiştir. Çünkü Kopernik (1473-1543), Kepler<br />

(1571-1630) <strong>ve</strong> Galileo'nun (1564-1642) doğa olaylarına dayanan araştırmaları<br />

sonucunda elde ettikleri keşiflerle Aristotelesçi <strong>felsefe</strong>nin yanlışları aşılmıştı.<br />

Ancak, geriye ana çizgileriyle <strong>ve</strong> genel ilkeleriyle Aristoteles'in niçin <strong>ve</strong> nasıl<br />

yanlışa düştüğünü göstermek, yönteminin kendine özgü zayıflığını ortaya<br />

koymak, <strong>ve</strong> onun yerine daha iyi <strong>ve</strong> daha güçlü bir yöntem getirmek kalmıştı.<br />

Bu önemli işi gerçekleştiren ise Francis Bacon (1565-1626) olmuştur. Çünkü<br />

Aristotelesçi yöntem ilk kez bu denli ayrıntılı <strong>ve</strong> yıkıcı eleştriyle karşı karşıya<br />

bırakılmıştır. Elbetteki Bacon'ın böyle bir çalışmaya girmesinin altında yatan<br />

özel nedenler vardır. Her şeyden önce Bacon'ın amacı doğaya ilişkin doğru <strong>ve</strong><br />

gü<strong>ve</strong>nilir bilgiler elde etmektir. Ona göre <strong>bilim</strong>de ilerleme olmalı <strong>ve</strong> kesin bilgiye<br />

ulaşılabilmelidir. Bu insanlığın kurtuluşu için önemlidir. Çünkü <strong>bilim</strong>le<br />

insanlığa yararlı bir çok yeni buluş sağlamak olanaklıdır. 5 Bu bağlamda konuyu<br />

değerlendirdiğimizde, Bacon'a göre <strong>bilim</strong>in, <strong>bilim</strong> için değerli olmadığını, aksine<br />

<strong>bilim</strong>in insanlara yararlı olduğu ölçüde önemli olduğu düşüncesinin ön<br />

planda yer aldığım görmekteyiz. Bunu anlamak aslında zor değildir. Çünkü o<br />

dönemde büyük insan kitleleri çok kötü koşullarda yaşamaktadırlar. Bundan<br />

dolayı sihir, büyü <strong>ve</strong> astrolojiden yardım bekliyorlar. Oysa Bacon'a göre onların<br />

bu koşullarda kurtulmaları ancak doğaya egemen olmalarıyla olanaklıdır.<br />

Doğa bir takım doğaüstü marifetlerle, sihir <strong>ve</strong> büyüyle egemenlik altına alınamaz.<br />

Ancak onun kanunlarım bilmekle kontrol altına alabiliriz. Çünkü bilgi<br />

güç demektir. 6<br />

3<br />

Bacon, Novum Orgunum, Çeviren: Sema Önal AKKAŞ, Ankara, 1999, s. 197-200; Bacon'ın<br />

yöntem çalışmasının ayrıntılı bir incelemesi için bkz. Hüseyin Gazi Topdemir, "Francis<br />

Bacon'ın Bilim Anlayışı", Felsefe Dünyası, 30, 1999, ss. 51-68.<br />

6<br />

Bacon, New Organon, Ed. Fulton H. Anderson, New York, 1960, s. 8<br />

DÜŞÜNEN SİYASET II 56


HÜSEYİN GAZİ TOPDEMİR<br />

Böylece modern <strong>bilim</strong>in yapılanmasının temelini hazırlayan çabaların yoğunlaştığı<br />

bir döneme dönüşmüş olan Aydınlanmayla, Kopernik (1473-1543) ile<br />

başlayan yeni dönem Kepler (1571-1630), Galileo <strong>ve</strong> "Newton (1642-1727) ile<br />

dönemin gerçek anlayışını yansıtan bir olgunluğa ulaşmıştır. Buna bağlı olarak,<br />

matematikte, astronomide <strong>ve</strong> fizikte bilinen <strong>ve</strong> egemen olan kuramların yerine<br />

yeni kuramlar önerilebilmiş <strong>ve</strong> etkin olmasını sağlayacak adımların atılabilmesi<br />

sağlanmıştır. Bu adımın atılmasında özellikle klasik dönem yapıtlarına başvuran<br />

çalışmaların yoğunlaşması 7 da etkili olmuştur. Özellikle Galileo'nun<br />

matematiksel fizik çalışmasını ön plana çıkarmasında bu etki açık olarak görülmektedir.<br />

Doğa <strong>bilim</strong>lerinde ortaya çıkan bu büyük atılıma bağlı olarak, geleneksel<br />

anlamda etkinliğini sürdüren matematik, fizik <strong>ve</strong> astronominin yamnda, bu<br />

dönemden itibaren tarik, biyoloji, psikoloji, sosyoloji, matematiksel mantık,<br />

mekaniksel biyoloji kısaca davranışsal <strong>ve</strong> sosyal <strong>bilim</strong>ler gibi gittikçe farklılaşan<br />

<strong>ve</strong> çeşitlenen çok sayıda <strong>bilim</strong> dalı da ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunların hiçbiri<br />

diğerine benzememekte, ancak hepsi de <strong>bilim</strong> diye adlandırılmaktadır. O<br />

zaman bütün <strong>bilim</strong>leri kapsayacak bir <strong>bilim</strong> tanımının yapılması gerekecektir.<br />

Ya da niçin birbirinden çok farklı olmasına rağmen bu uğraşlara <strong>bilim</strong> denildiğinin<br />

ele alınıp incelenmesine gereksinim vardır. Çünkü <strong>bilim</strong> bir bilgi türüdür.<br />

Ancak diğer bilgi türlerinden kendisini ayıran özelliklere sahiptir. Bu özellik<br />

daha işin çok başında tanım aşamasında karşımıza çıkmaktadır. Genel <strong>ve</strong><br />

yaygın bir kanı açısından ele alınırsa <strong>bilim</strong> "sağlam <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nilir 8 " bir bilgidir.<br />

Böyle bir tanım kabul edilecek olsa bile, o zaman da bu sağlam <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nilirliği<br />

sağlayanın ne olduğu <strong>ve</strong>ya böyle bir niteliğin garantisini neyin <strong>ve</strong>rdiğinin de<br />

apaçık olarak ortaya konulması gerekir. Bu anlamda <strong>bilim</strong>i kendisine konu<br />

edinen, onun yapısını, doğasını, kavramlarının gerçeklikle <strong>ilişkisi</strong>ni, yöntemini<br />

<strong>ve</strong> kuramlarının niteliğini araştıran, dolayısıyla da <strong>bilim</strong>i felsefî açıdan anlamaya<br />

çalışan bir ilgi alanına bu dönemde her şeyden daha çok gereksinim olmuştur.<br />

Bilimi anlama çabasını besleyen diğer bir neden de, <strong>bilim</strong>e yaklaşık iki yüzyıl<br />

boyunca duyulan gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong> bağlanmanın,' 18. yüzyılda doruğa çıkması <strong>ve</strong> ardından<br />

da çok büyük bir krize dönüşmesidir. Çünkü 19. yüzyılın sonu <strong>ve</strong> 20.<br />

yüzyılın başlarına doğru fizik <strong>ve</strong> matematikte oluşan devrimci gelişmelere bağlı<br />

olarak Newton'ün fizik kuramı çökmüş <strong>ve</strong> yenisiyle yer değiştirmek zorunda<br />

kalmıştır. Yüzyılımızın başlarında Einstein'ın (1879-1955) varolan geometri sistemlerini<br />

<strong>ve</strong> fizik kanunlarım, zaman <strong>ve</strong> mekan arasında yeni kurulan bağıntılar<br />

bakımından ele alan görelilik kuramı <strong>ve</strong> bundan kısa bir süre önce geliştirilmiş<br />

olan kuantum fiziği Eukleides <strong>ve</strong> Newton sistemlerini ağır problemlerle<br />

karşı karşıya koyunca, hem <strong>bilim</strong> adamlarını hem de filozofları <strong>bilim</strong> üzerinde<br />

daha ayrıntılı düşünmeye <strong>ve</strong> sorgulamaya yöneltmiştir.<br />

Böylece yoğunlaşan <strong>bilim</strong>i anlama çabaları, bu dönemde biri tarihsel <strong>ve</strong> diğeri<br />

de felsefî yönden olmak üzere iki boyutta gelişmeye başlamıştır. Bilimi ta-<br />

7<br />

Rupert A. Hali, The Revolution in Science 1500-1750, London, 1985, s. 74.<br />

8<br />

Aydın Sayılı, "Bilim Tarihi Perspektifi İçinde Bilgi <strong>ve</strong> Bilim", Bilim Kavramı Sempozyumu<br />

Bildirileri, Ankara 1984, s. 5.<br />

57 I DÜŞÜNEN SİYASET


BİLİM, BİLİMTARİHİ...<br />

rihsel süreç içerisinde onaya konulmuş ürünlerini inceleyerek anlama çabası <strong>bilim</strong><br />

<strong>tarihi</strong>nin, <strong>bilim</strong>sel etkinliği yapısı, yöntemi <strong>ve</strong> kavramları açısından ele alıp<br />

değerlendirme ise <strong>bilim</strong> <strong>felsefe</strong>sinin doğuşuna yol açmıştır.<br />

Bu iki etkinlikten <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong>ni bir akademik disiplin haline getiren George<br />

Sarton'dır (1884-1956). Bilim <strong>tarihi</strong>ni insanlığın manevi <strong>tarihi</strong>nin en önemli bölümlerinden<br />

biri olarak değerlendiren Sarton, <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong>nin bilginin birikmesi<br />

<strong>ve</strong> gelişmesi bakımından diğer entelektüel etkinliklerden farklılık taşıdığını <strong>ve</strong><br />

eğer insanlığın ilerlemesi açıklanacaksa, <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong>nin bu konuda en yararlı<br />

araç olacağını belirtmektedir.<br />

Bu anlamda Bilim Tarihi, kültürün, özellikle de entelektüel kültürün en<br />

temel bileşenidir <strong>ve</strong> başta <strong>bilim</strong>sel düşünüş olmak üzere, insanın bütün zihinsel<br />

etkinliklerinin tarihsel serü<strong>ve</strong>nini içermesi bakımından ayrıcalıklı bir önem taşımaktadır.<br />

Bu bakımdan <strong>bilim</strong>sel, kültürel <strong>ve</strong> siyasi boyutlar içermektedir.<br />

Çünkü bir ulusun kendi <strong>tarihi</strong>nin görkemini görmek <strong>ve</strong> göstermek için baş vuracağı<br />

en iyi alanlardan birisi <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong>dir. Bu bakımdan uluslar hem genel<br />

hem de kendi <strong>bilim</strong> tarihlerini <strong>ve</strong> dolayısıyla da tarihte yakalamış oldukları başarıları<br />

gün ışığına çıkarabilmek için bu alanda önemli <strong>ve</strong> köklü çalışmalar<br />

yapmak zorundadırlar.<br />

Bu yüzden <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong> çok geniş bir bilgi alanını kapsar. İlgi alanı geçmiştedir<br />

<strong>ve</strong> bu nedenle yönelimi de tarihsel olmak durumundadır. Diğer taraftan<br />

bir bütün olarak geçmişin bilinmesinin hem bugün <strong>ve</strong> hem de geleceğin anlaşılmasında<br />

önemli rolü olduğundan, insanlar çok sık olarak geçmişe, yani tarihe<br />

yönelirler. Ancak tarih denildikçe daima <strong>ve</strong> ilk önce akla siyasi tarih gelmektedir<br />

<strong>ve</strong> konu genellikle krallar, padişahlar <strong>ve</strong> kahramanlarla sınırlanmıştır. Bu<br />

nedenle de insanın diğer önemli ya da önemsiz etkinlikleri göz ardı edilmektedir.<br />

Dolayısıyla da, <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong> çok önemli bir boşluğu doldurmakta <strong>ve</strong> <strong>bilim</strong>sel<br />

etkinliğin doğasının anlaşılması <strong>ve</strong> etkin konuma getirilmesi bakımından rol<br />

oynamaktadır. Bilim <strong>tarihi</strong>nin bu önemli işlevinin anlaşılması ise ancak onun<br />

başlı başına bir konu olarak ele alınması <strong>ve</strong> işlenmesine bağlıdır. Yakın zamanlara<br />

kadar genellikle <strong>felsefe</strong>, tarih ya da <strong>bilim</strong> gibi bir konu içerisinde ele alındığı<br />

için <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong>ne ilişkin açık <strong>ve</strong> bağımsız bir düşüncenin oluşması kolay<br />

olmamıştır. Şimdilerde geleneksel yapılanmanın yanı sıra çoğunlukla bağımsız<br />

<strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong> bölümlerinin kurulması <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong> hakkmdaki düşüncelerin daha<br />

rahat anlaşılmasını sağlamıştır.<br />

Felsefe, tarih <strong>ve</strong> <strong>bilim</strong> gibi diğer disiplinlerle, ilişkili olması, <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong>ni<br />

disiplinler arası bir çalışma haline getirmekte, buna bağlı olarak diğerlerinden<br />

farklı <strong>ve</strong> bu anlamda zorlu bir disiplin yapmaktadır. Bu yönünün bulunması da<br />

konunun yeterince yaygınlaşıp, gelişmesini engelleyen bir etmen olmaktadır.<br />

Buna bir de <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong> metinlerinin yazılmış olduğu Latince, Yunanca,<br />

Arapça, Farsça <strong>ve</strong> Osmanlıca gibi bir klasik dilin öğrenilmesinin zorluğu da eklendiğinde,<br />

<strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong> araştırmalarının güçlüğü daha da net olarak ortaya<br />

çıkmaktadır.<br />

Ancak her şeye karşın <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong> insanın entelektüel etkinliğinin bir serü<strong>ve</strong>nidir<br />

<strong>ve</strong> gelinen son noktanın ne olduğunun anlaşılması için, tarihsel sürecin<br />

tam olarak anlaşılmasına gereksinim vardır. Bu yapılmaz ise tarihteki her parlak<br />

başarı ya da bir dönemde ortaya çıkan büyük atılımı doğru olarak anlam-<br />

DÜŞÜNEN SİYASET I 58


HÜSEYİN GAZİ TOPDEMİR<br />

landırmak olanaklı olmaz. Bu durumda, Newton ya da Einstein birer "mucize"<br />

olarak nitelendirilebilirler. Benzer şekilde başlangıçta "mucize" olarak nitelenmiş<br />

olan Antik Yunan'da sergilenen <strong>bilim</strong>sel başarı da ancak, Mısır, Mezopotamya,<br />

Babil, Hint <strong>ve</strong> Çin'in sergilediği başarıların gün ışığına çıkarılmasıyla<br />

anlaşılmış <strong>ve</strong> anlamlı hale gelmiştir. Ancak, bu bağlamda <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong>ni modern<br />

kuramların ön bilgisinin geçmişin soluk gölgelerinde aranması olarak da görmemek<br />

gerekir. Çünkü böyle bir durumda Einstein'ı eski Mısır'da, Kant'ı Mezopotamya'da<br />

ortaya çıkarmak yanlışına düşülebilir. Oysa ki, her çağ kendi<br />

içinde değerlidir. Bu anlamda yine <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong> gerçek bir yol gösterici olabilir.<br />

Benzer şekilde <strong>bilim</strong> tarihçisi örneğin, Ptolemaios'un (M.S. 150'lerde yaşamış)<br />

gezegen hareketlerine ilişkin açıklamalarını Newton'ın gök mekaniği açısından<br />

düzeltmekle de görevli değildir. O yalnızca her kuramı kendi dönemi <strong>ve</strong> koşulları<br />

içerisinde değerlendirmekle yükümlüdür.<br />

Diğer taraftan, <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong> geçmişte ortaya konulmuş olan <strong>ve</strong> bugünün düşünce,<br />

kavrayış <strong>ve</strong> bakış açısıyla değerlendirildiğinde "aptalcaymış" gibi gelen<br />

açıklamaların doğru bir bakışla anlamlandırılmasında da tek çaredir. Çünkü<br />

eğer geçmiş kuramlar birer "boş inanç" <strong>ve</strong> "aptalca" açıklamalar olarak görülecekse,<br />

o zaman bugün bizim savunduğumuz görüşler de gelecekte aynı biçimde<br />

değerlendirilebilecektir. Bu ise insanlığın uzun soluklu deneyimlerinin <strong>ve</strong><br />

kazanmalarının acımasızca değerlendirilmesinden başka bir şey değildir. Aslında<br />

buradaki temel zorluk <strong>bilim</strong>sel etkinliğin sonu olmayan bir bina gibi olmasıdır.<br />

Her katta biraz daha yükselirsiniz, ancak bina asla tamamlanmaz. Her<br />

aşamada doğa daha ayrıntılı kavranır, ancak oluşturulan her kuramı daha yetkin<br />

hale getirmek olasıdır. Bilim <strong>tarihi</strong> perspektifi içerisinde bilgi <strong>ve</strong> <strong>bilim</strong>in gelişmesini<br />

incelediğimizde de bu durumu açıkça görmemiz olanaklı olacaktır.<br />

Bilimsel bilginin gelişmesini açıklamaya yönelik anlatımların <strong>tarihi</strong>ne yöneldiğimizde,<br />

genellikle <strong>bilim</strong>sel bilgi için bazı nitelemeler yüklendiğini görmekteyiz<br />

Örneğin <strong>bilim</strong>sel bilgi insanlığın üzerinde birleştiği bir bilgidir gibi.<br />

Böyle bir bilgi doğal olarak, insanlar arasında din, dil, milliyet <strong>ve</strong> ırk ayrımı söz<br />

konusu olmaksızın geçerli bilgi olacaktır. Bu özelliği taşıyabilmesi için de bir<br />

tür tartışmazlık statüsünü kazanmış olması gerekir. Bu nedenle <strong>bilim</strong>sel bilgi<br />

doğmakta olan bilgiden çok, belirli ölçülerde klasikleşmiş bir bilgidir. Bilimsel<br />

bilginin tarihsel gelişimini izlediğimizde bu durumu açıkça görebilmekteyiz.<br />

Örneğin Eski Yunanlılar, bu türden nitelik kazanmış Mısır <strong>ve</strong> Mezopotamya<br />

<strong>bilim</strong>inde yeterince yararlanmışlardır. Benzer durum İslâm Dünyası için de geçerlidir.<br />

Onlar da Eski Yunanın klasikleşmiş bütün bilgilerini almaktan çekinmemişlerdir.<br />

Daha sonraki dönemler için de bu durum örneklenebilir. Öte<br />

yandan bu yüksek düzeyli kültürel ilişkiler <strong>bilim</strong>in uluslararası niteliğini kanıtlayan<br />

örnekler olması bakımında da dikkat çekicidir. 9<br />

Bilimsel bilgi aynı zamanda genel geçer bir bilgidir. Ancak bu genel geçerliği<br />

mutlak anlamda anlamamak gerekir. Çünkü ne denli sağlam olursa olsun,<br />

bir bilgi belirli koşullar içerisinde incelenmiş, sınanmış <strong>ve</strong> geçerliliği saptanmış<br />

bilgidir. Böyle olunca da bu bilginin o koşullar değiştiğinde, yeniden revizyon<br />

edilmesinin, bir anlamda yeni duruma, eğer uyarlanabiliyorsa, uygun hale geti-<br />

9<br />

Sayılı, s. 6.<br />

59 I DÜŞÜNEN SİYASET


BİLİM, BİÜMTARİHl...<br />

rilmesinin gerekliliği de açıktır. 10<br />

Bilimin genellik niteliğini elde etmesi de aslında<br />

bu yoldan olur. Çünkü her düzenleme <strong>ve</strong>ya iyileştirme sonucunda bilgiyle<br />

doğa arasında daha rasyonel <strong>ve</strong> daha reel bir yakınlaşma olmaktadır. Doğa<br />

biraz daha ayrıntılı kavranabilmektedir.<br />

Bu durum ise <strong>bilim</strong>in ilerleyen <strong>ve</strong> yığılan yönlerinin bulunduğunu göstermektedir.<br />

Ancak, buradaki yığılganlığın kesintisiz, aralıksız bilgi yığılması yerine,<br />

bir süre yığılan bilginin zaman zaman yeniden elden geçirilerek temelden<br />

değişme <strong>ve</strong> dönüşmelere yerini bırakabilmesi biçiminde bir süreli yığılma olarak<br />

düşünülmesi doğru olur. 11 Bilim <strong>tarihi</strong> bunun pek çok örneğini bize sağlamaktadır.<br />

Aristoteles'in hareket kuramı bütün Ortaçağ boyunca -doğu <strong>ve</strong> batı<br />

dünyasında- <strong>ve</strong> daha sonra modern dönemin başlarında Galileo tarafından<br />

önemli değişimlere uğratıldıktan sonra, elde edilen bilgi yığını Newton tarafından<br />

köklü bir değişim <strong>ve</strong> dönüşüme uğratılmıştır. Elbette bu noktada ulaşıla/ı<br />

bilgi düzeyi, doğayı daha ayrıntılı tanımlamayı <strong>ve</strong> anlamlandırmayı olanaklı<br />

kılmaktadır. Eylemsizlik ilkesi aracılığıyla Dünyanın yani ağır bir nesnenin hareket<br />

edebileceği anlaşılabilmiştir.<br />

Bilim aynı zamanda ele aldığı konuları bir bütünlük içinde <strong>ve</strong> geniş kapsamlı<br />

bir yaklaşımla ele alır. Bundan dolayı da sistemli <strong>ve</strong> tutarlı bir bilgidir <strong>ve</strong><br />

bu nedenle doğru çıkarımlara <strong>ve</strong> akıl yürütmelere olanak tanır. 12 Bu yönü<br />

<strong>bilim</strong>sel bilginin kuramsal boyutuna dikkat çekmektedir. Newton programının<br />

yaklaşık iki yüz yıllık bir dönem boyunca kendine üstünlük sağlamasının temel<br />

nedeni de onun sağlam <strong>ve</strong> tutarlı bir kuramsal yapıya oturtulmuş olmasındandır.<br />

Bilime bunu sağlayan ise, onun doğada birçok düzenliliğin olduğu<br />

sayıntısmdan hareket etmesidir. Homo Sapiens türünün ortaya çıkmasından<br />

beri insanoğlu hayatta kalabilmek için bu düzenliliklerden yararlanmıştır. Güneş<br />

<strong>ve</strong> Ay periyodik olarak hareketlerini tekrar ederler. Gece <strong>ve</strong> gündüz insanın<br />

temel ritmini oluşturmaktadır. Mevsimler de hayvanların göçlerini belirleyen<br />

bir düzenliliği içermektedir. Bu düzenlilikler olgu bilgisinin birikmesine<br />

yardımcı olmuştur. Bu nedenle <strong>bilim</strong>in basit anlamda doğa dünyasının bilgisi<br />

olarak tanımlanması yaygın bir kanaat olmuştur. Ancak elbette ki <strong>bilim</strong> yalnızca<br />

bu düzenlilikten oluşmamaktadır. Aynı zamanda çağlar boyunca izlenmesi<br />

gereken etkin bir süreçtir.<br />

Yaklaşık 4000 yıl önce ilk <strong>bilim</strong>sel etkinliklerin yer aldığı bilinen Mısır <strong>ve</strong><br />

Mezopotamya'da bu etkinliği bütünüyle pratik amaçlar yönlendirmekteydi. Bu<br />

temel tutuma bağlı olarak en önemli gelişme de uygulamalı astronomi <strong>ve</strong> arazi<br />

ölçümlerinde kullanılan temel geometri alanlarında gerçekleşti. Babil'de ise ticari<br />

aritmetik daha fazla ilerlemişti. Bu durum bütünüyle toplumsal yapıya koşutluk<br />

göstermekteydi <strong>ve</strong> yapılan çalışmalar öylesine iyi düzenlenmiş <strong>ve</strong> kaydedilmişti<br />

ki, bu uygarlıklar yoğunluklarını kaybettikten uzun yıllar sonra bile<br />

etkinliklerini sürdürebildiler.<br />

Bugün Mısırlıların mühendislik alanındaki en görkemli başarılarının dev<br />

piramitler <strong>ve</strong> sfenksler olduğunu biliyoruz. Bu yapıtlar temelde geometri bilgi-<br />

!0<br />

11<br />

12<br />

Sayılı, s. 6.<br />

Sayılı, s. 7.<br />

Sayılı, s. 11.<br />

DÜŞÜNEN SİYASET I 60


HÜSEYİN GAZI TOPDEMİR<br />

sini gerektirirler. Nitekim Mısırlılar da kenarları 3, 4 <strong>ve</strong> 5 birim olan bir üçgende<br />

en uzun kenarın karşısındaki açının dik açı olacağını biliyorlardı. Bu son<br />

derece yararlı bir bilgidir <strong>ve</strong> özellikle Mısırlılar bu bilgiyi çok sık kullanmak<br />

durumundaydılar. Çünkü Nil nehri her yıl taşıyordu. Bu taşma sonucu büyük<br />

bir alan sular altında kalmakta <strong>ve</strong> önceden sınırları çizilmiş araziler tahrip olmaktaydı.<br />

Arazilerin yeniden sınırlarının çizilmesi için geometriye gereksinim<br />

olmaktaydı. Mısır <strong>ve</strong> Mezopotamya'da geometrinin en çok gelişen <strong>bilim</strong> dalı<br />

olmasını bu olgu bir ölçüde de olsa açıklamaktadır. 13<br />

Nil nehri aynı zamanda Mısır astronomisinin gelişiminde de önemli rol<br />

oynamıştır. Çünkü Mısırlılar bu taşmanın Güneşin görünen hareketiyle <strong>ve</strong> konumuyla<br />

da yakından ilgili olduğunu anlamışlardır. Dolayısıyla Güneşin hareketlerini<br />

izlemek gereksinimi duymuşlardır. Aynı zamanda göksel nesnelerin<br />

dinsel bir anlamının olması da insanların bu nesnelerin hareketlerini <strong>ve</strong> konumlarım<br />

izlemeye yöneltmiştir. Bu nedenle Mısırlılar <strong>ve</strong> Babilliler Güneş, Ay<br />

<strong>ve</strong> yıldızların hareketlerini düzenli olarak kaydetmişlerdir. Özellikle<br />

Babillilerin kayıtları çok uzun dönemleri kapsamaktaydı <strong>ve</strong> çok sistematikti.<br />

Bu yüzden gelecekte ne zaman Güneş <strong>ve</strong> Ay tutulması olacağını kestirebilmişlerdir.<br />

14 Bu çaba insanların çok eskiden beri doğada bir düzenliliğin olduğu<br />

inancına dayanmaktadır. Nitekim uzun süre göksel nesnelerin görünen hareketleri<br />

gözlenmiş <strong>ve</strong> kaydedilmiş, sonuçta doğadaki düzenlilik keşfedilmiş <strong>ve</strong><br />

bu nesnelerin gelecekteki konumları kestirilebilmiştir. 15<br />

Bilim <strong>tarihi</strong>nin açığa çıkardığı diğer bir husus da, <strong>bilim</strong>sel bilginin belli bir<br />

alanı, uygun bir araştırma <strong>ve</strong> doğrulama yönteminin bulunduğudur. Gerçekte<br />

bugün bizim <strong>bilim</strong>den kastımız da amacı insan, doğa <strong>ve</strong> evrene ilişkin olayların<br />

nedenlerini, birbirleriyle olan bağıntılarını bulan, geneîleştiren, kuramsallaştıran<br />

<strong>ve</strong> bu kuramsal bilgi yardımıyla sonradan oluşacak olayların nasıl <strong>ve</strong> ne<br />

zaman ortaya çıkacağını saptayan bir etkinliktir. Böylece betimleme <strong>ve</strong> açıklama<br />

gibi iki temel aşaması bulunduğu anlaşılan <strong>bilim</strong>, aynı zamanda bütün<br />

bunları gerçekleştirmek için de nitelikleri belli bir yöntem dahilinde hareket<br />

eder. Bilimsel yöntem adı <strong>ve</strong>rilen bu yöntemin özü de betimleme <strong>ve</strong> açıklamanın<br />

nasıl <strong>ve</strong> hangi yollarla yapılacağını belirleyen <strong>ve</strong> <strong>bilim</strong>sel bilgiye temel karakteristiğini<br />

<strong>ve</strong>ren bir dizge olmasıdır. 16<br />

13<br />

Charles Singer, Scientificldeas, London, 1960, ss. 2-5.<br />

14<br />

W.E. Knowles Middleton, The Scientific Revolution, Cambridge, 1963, s. 4.<br />

15<br />

Öyle ki diğer bir uygarlık olan Çin'de de dinle yakın <strong>ilişkisi</strong> olması dolayısıyla, her<br />

uygarlıkta olduğu gibi, ilk ortaya çıkan <strong>bilim</strong> astronomi olmuştur. Onlara göre de<br />

gökyüzünde oluşan değişimler, dünyadaki değişimlerin belirtisidir. Çünkü Çinliler evreni tüm<br />

öğeleri birbirine bağlı olan geniş bir organizma olarak kabul etmektedirler. Benzer şekilde<br />

Hindistan'da da zamanın pratik gereksinimlerini karşılamak <strong>ve</strong> dinsel görevlerini düzenlemek<br />

amacıyla astronomiye yönelinilmiştir. Ay'ın, Güneş'in <strong>ve</strong> belirli yıldızların hareketlerini<br />

önemsemişlerdir. Çinlilerde olduğu gibi onlar için de evren bir takım düzenliliklerin olduğu<br />

bir evrendir. Bu düzeni bulup tanımlamak <strong>ve</strong> kendine göre yararlar sağlamak insanın<br />

görevidir. Bkz. L.P.W. "The History of Science", International Encydopedia of the Social<br />

Sciences, s. 33.<br />

16<br />

Kelime anlamı bakımından izlenen yol izleme, peşinden gitme; teknik kullanımı açısından<br />

ise bir amacı elde etme gayreti, çabası anlamına gelen yöntem sözcüğü aynı zamanda değişik<br />

<strong>bilim</strong> adamı <strong>ve</strong> filozoflar tarafından değişik anlamlarda da kullanılmıştır. Örneğin Platon<br />

61 I DÜŞÜNEN SİYASET


BİLİM, BİÜMTARİHİ...<br />

Bilimsel yöntem kavramı hem <strong>bilim</strong>sel düşünme, hem de <strong>bilim</strong>sel araştırma<br />

yöntemini içermektedir. Bilimsel düşünme yöntemi olarak <strong>bilim</strong>sel yöntem,<br />

akıl yürütme şekillerini içeren zihinsel bir etkinlik, <strong>bilim</strong>sel araştırma yöntemi<br />

olarak <strong>bilim</strong>sel yöntem ise, bir araştırmada izlenecek aşamaları <strong>ve</strong> düzeyleri içeren<br />

bir süreçtir. 17<br />

Ancak <strong>bilim</strong>sel yöntemin <strong>tarihi</strong>ne baktığımızda, bu anlamda bir yöntemin<br />

ortaya konulmasının hiç de kolay olmadığım <strong>ve</strong> uzun bir süreç sonucu gerçekleştirildiğini<br />

görmekteyiz. Nitekim pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da<br />

ilk olma şerefini elinde barındıran Aristoteles'ten başlamak üzere, Roger<br />

Bacon, Francis Bacon, Rene Descartes, john Stuart Mili gibi pek çok kimse<br />

doğrudan doğruya <strong>bilim</strong>sel yöntem konusunda çalışmışlardır. Ancak bunun<br />

yanında Galileo ye Newton gibi <strong>bilim</strong> adamları ise çalışmalarıyla dolaylı olarak<br />

katkılarda bulunmuşlardır.<br />

Bilimin yöntemine gösterilen ilgi, aynı zamanda <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong>nin, bilginin<br />

hangi aşamalardan geçerek, bugün <strong>bilim</strong> dediğimiz bilgi türünün oluştuğunu,<br />

<strong>bilim</strong>e ne zaman <strong>ve</strong> ne gibi katkılar yapıldığı, elde edilen <strong>bilim</strong>sel sonuçların<br />

uygulamaya nasıl geçirildiklerini <strong>ve</strong> bunların insan yaşamında ne gibi değişikliklere<br />

neden olduğu konularım da <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong>nin ele alması gerektiğini göstermektedir.<br />

Ayrıca <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong>, bir toplumun <strong>bilim</strong>e katkı yapacak bir düzeye getirilebilmesi<br />

için neler yapılması gerektiğini somut örneklere dayanarak göstermeye<br />

çalışır. Bu anlamda bakıldığında <strong>tarihi</strong>n çeşitli dönemlerinde, bazı bölgelerde,<br />

gerçekten bir altın çağ yaşandığı, bazen karanlık bir döneme girildiği, bir çöküşün<br />

yaşandığı görülmektedir. Bilim <strong>tarihi</strong>, bilgi birikiminin artışı <strong>ve</strong> azalışı ile,<br />

toplumun ilerleyişi <strong>ve</strong> gerileyişi arasında tam bir paralelliğin olduğunu göstermiştir.<br />

Farklı dönemlerin siyasi <strong>ve</strong> ekonomik durumlarını, <strong>felsefe</strong>lerini, dünya<br />

görüşlerini inceleyerek <strong>bilim</strong>in gelişme <strong>ve</strong>ya gerilemesine neden olan düşünce<br />

<strong>ve</strong> davranışları saptamak <strong>ve</strong> bu yolla geleceğe ışık tutmak mümkündür. 18<br />

Bu anlamda örneğin Türklerin düşünülenin aksine yüksek düzeyli kültür<br />

yaratan bir ulus olduğunu kanıtlamanın tek yolu geçmişte ölümsüz yapıtlar<br />

<strong>ve</strong>rdiklerini <strong>ve</strong> bugün de <strong>ve</strong>rmeye devam ettiklerini göstermekten geçer. Bu<br />

nedenle <strong>tarihi</strong>mizin en az bilinen alanlarından biri olan Türk Bilim etkinliğinin<br />

ayrıntılı bir şekilde <strong>ve</strong> tarihe mâl olmuş yapıtlarını gün ışığına çıkaracak ciddi<br />

çalışmalar yapılarak incelenmesi bugün bir zorunluluk haline gelmiştir. Bunun<br />

için özellikle de uluslararası niteliği olan <strong>ve</strong> bu bakımdan dünya <strong>bilim</strong> <strong>ve</strong> kültür<br />

doktrin, Aristoteles ise araştırma anlamında kullanmıştır. Bugün de yöntem sözcüğünün çok<br />

farklı anlamlarda kullanıldığını görmekteyiz.<br />

* Felsefesel olarak, gerçeklere ulaşabilmek için kullanılan zihinsel faaliyet;<br />

* Bilimsel olarak, olguların incelenmesi yoluyla elde edilen bilgilerin sistematik olarak<br />

açıklanması;<br />

* Araştırma tekniği olarak, her <strong>bilim</strong> daimin kendine özgü araştırma teknikleri;<br />

* Bir olay karşısında alman tutum olarak yöntem, olayın incelenmesi <strong>ve</strong> anlaşılması için<br />

gereken yaklaşımın organizasyonu. Bkz. ibrahim Armağan, Bilimsel Yöntem, İzmir, 1983, s.<br />

21-22; Fındıkoğlu, Metodoloji, İstanbul, 1945, s. 9.<br />

17<br />

Armağan, s. 23.<br />

18<br />

S. Tekeli-E. Kahya-M. Dosay-R. Demir -H.G. Topdemir-Y. Unat, Bilim Tarihi, Ankara,<br />

1997, ss. 4-5.<br />

DÜŞÜNEN SİYASET I 62


HÜSEYİN GAZİ TOPDEMİR<br />

topluluklarını etkileyip, yönlendiren büyük kültür merkezlerini <strong>ve</strong> bu niteliklere<br />

sahip <strong>bilim</strong> adamlarını kendi <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong>miz açısından niteliği yüksek çalışmalarla<br />

aydınlatıp, yönlendirmemiz gerekir.<br />

Bu anlamda Bilim Tarihi, kültürün, özellikle de entelektüel kültürün<br />

en temel bileşenidir <strong>ve</strong> başta <strong>bilim</strong>sel düşünüş olmak üzere, insanın bütün<br />

zihinsel etkinliklerinin tarihsel serü<strong>ve</strong>nini içermesi bakımından ayrıcalıklı<br />

bir önem taşımaktadır. Bu bakımdan <strong>bilim</strong>sel, kültürel <strong>ve</strong> siyasi boyutlar<br />

içermektedir. Çünkü bir ulusun kendi <strong>tarihi</strong>nin görkemini görmek <strong>ve</strong> göstermek<br />

için baş vuracağı en iyi alanlardan birisi <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong>dir. Bu bakımdan<br />

uluslar hem genel hem de kendi <strong>bilim</strong> tarihlerini <strong>ve</strong> dolayısıyla da tarihte<br />

yakalamış oldukları başarıları gün ışığına çıkarabilmek için bu alanda<br />

önemli <strong>ve</strong> köklü çalışmalar yapmak zorundadırlar. Ancak kuşkusuz ki, bir<br />

ulusun entelektüel anlamda başarılarını <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong> yoluyla ortaya koymak,<br />

en iyi yollardan biridir, fakat tek yol değildir. Hem <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong>nin<br />

düşünsel temellerinin kurulmasında, hem de <strong>bilim</strong>sel etkinliğin anlaşılıp,<br />

açıklanmasında felsefi etkinliğin tarihsel boyutunun sağladığı <strong>ve</strong>rilere dayanmak<br />

da gerekmektedir.<br />

Bilim <strong>ve</strong> <strong>felsefe</strong>nin teknik olamayan tanımlarına baktığımızda, bu durumu<br />

daha iyi görmemiz olanaklıdır. Bilim, kısaca insanı, doğayı <strong>ve</strong> evreni anlamak<br />

<strong>ve</strong> açıklamak çabası olarak tanımlayabileceğimiz üst entelektüel bir uğraştır. Bu<br />

durum <strong>felsefe</strong> için de aynen geçerlidir. Bundan dolayı bu iki disiplin, zaman<br />

zaman iç içe geçmiş olarak, zaman zaman da birbirlerini etkileyerek ancak iki<br />

bağımsız disiplin olarak var olagelmişlerdir. Nitekim tarihsel sürece bakıldığında,<br />

özellikle Antikçağ'da bu iki disiplini birbirinden ayırmak neredeyse olanaksızdır.<br />

Çünkü bu dönemde filozof olan aynı zamanda <strong>bilim</strong> adamıdır da; ya<br />

da tersi. Ancak modern çağda uzmanlaşma kavramının ön plana çıkması <strong>ve</strong> sorudan<br />

çok yanıtın önemsenmesiyle birlikte <strong>bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>felsefe</strong> arasındaki birliktelik<br />

<strong>bilim</strong> lehine bozuldu. Ancak <strong>felsefe</strong> de amacı <strong>bilim</strong>sel bilgi <strong>ve</strong>rmek olmayan,<br />

fakat <strong>bilim</strong>in yöntem <strong>ve</strong> kavramları <strong>üzerine</strong> mantıksal <strong>ve</strong> felsefi açıklamalar<br />

yapmak olan bir entelektüel uğraş olarak kendisini adeta yeniden kurdu <strong>ve</strong><br />

bu kez daha sınırlı bir ad altında, "<strong>bilim</strong> <strong>felsefe</strong>si" olarak varlığını sürdürmeye<br />

devam etti. Öyle ki bu uğraş günümüzde yoğun olarak sürmektedir.<br />

Buna karşılık <strong>bilim</strong>in zaman içerisindeki gelişiminin sistemli bir biçimde<br />

ortaya konulmasını amaçlayan <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong> ise konu, kavram <strong>ve</strong> yaklaşım bakımından<br />

daha çok <strong>felsefe</strong>ye yaklaşmaktadır <strong>ve</strong> bu bakımdan o felsefi boyutları<br />

gerektiren ancak yöntem açısından <strong>bilim</strong>e yaklaşan <strong>ve</strong> bundan dolayı disiplinler<br />

arası bir çalışmayı zorunlu kılan bir <strong>bilim</strong> dalıdır. Bu yapısı gereği doğal olarak<br />

<strong>felsefe</strong>yle etkileşimi en fazla olan disiplindir de. Öyle ki günümüzde adeta<br />

<strong>felsefe</strong> olmadan yapılan <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong>nin kör, <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong> olmadan yapılan <strong>felsefe</strong>nin<br />

ise boş bir girişim olduğu düşüncesi ön plana çıkmıştır. Böylece başlangıçta<br />

<strong>bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>felsefe</strong> arasında kurulan birliktelik günümüzde <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong> <strong>ve</strong> <strong>felsefe</strong><br />

arasında <strong>ve</strong> daha da yoğun bir biçimde yeniden kurulmaktadır, 19<br />

19 Geleneksel yapılanmaya ek olarak günümüzde pek çok üni<strong>ve</strong>rsitede Bilim Tarihi <strong>ve</strong><br />

Felsefesi adı altında bölümler kurulmaktadır. Uni<strong>ve</strong>rsity of Cambridge,<br />

http://www.hps.cam.ac.uk/dept; Indiana Uni<strong>ve</strong>rsity, http://www.indiana.edu/ ~ hpscdept;<br />

Eötvös Uni<strong>ve</strong>rsity, Budapest, http://hps.elte.hu; Uni<strong>ve</strong>rsity of Melbourne,<br />

63 I DÜŞÜNEN SİYASET


BİLİM. BİLİMTARİHİ...<br />

Bilim <strong>felsefe</strong>si, tarihsel süreç içerisinde <strong>bilim</strong>in ne şekilde geliştiğini izlemek<br />

yoluyla <strong>bilim</strong>i <strong>ve</strong> <strong>bilim</strong>sel bilginin temel niteliklerini kavramayı hedefleyen <strong>bilim</strong><br />

<strong>tarihi</strong>nin yaklaşımından farklı olarak, <strong>bilim</strong>i kavram, yöntem <strong>ve</strong> ürettiği<br />

bilginin niteliği açısından ele alarak da incelemeyi hedefleyen bir uğraştır. Bilimde<br />

yöntem ya da <strong>bilim</strong>sel yöntem kavramaları da bu bağlamda daha çok <strong>bilim</strong><br />

<strong>felsefe</strong>sine yönelik çalışmaların adlandırılmasında kullanılan kavramlardır.<br />

Bilimde yöntem çalışmaları doğrudan doğruya <strong>bilim</strong>sel bilginin temel ayırt<br />

edici karakteristiklerini belirleyerek <strong>bilim</strong>sel bilginin diğere bilgi türlerinden<br />

olan farklılığını ortaya koymaya çalışan bir uğraştır. Bu bakımdan bu uğraşın<br />

da tarihsel süreç içerisinde geçirdiği aşamaları incelemek gerekmektedir. Çünkü<br />

bugünkü anlamıyla <strong>bilim</strong> ya da <strong>bilim</strong>sel bilgi anlayışının ortaya çıkmasının da<br />

bir geçmişi söz konusudur.<br />

Bilim <strong>felsefe</strong>si, diğer <strong>felsefe</strong> dalları arasında nispeten geç gelişmiş olmasına<br />

karşın, hem <strong>felsefe</strong> hem de <strong>bilim</strong>sel çalışmalar üzerinde en fazla etki bırakmış<br />

olanıdır. Bunu <strong>felsefe</strong>den çok <strong>bilim</strong>e <strong>ve</strong> onun tarihsel süreç boyunca üstlendiği<br />

ya da ona yüklenen niteliklere bağlamak yanlış olmasa gerek. Çünkü <strong>bilim</strong> bütün<br />

eleştirilere karşın, aynı zamanda standardı koyan, başka bir deyişle başlı<br />

başına bir ölçüttür. "Bilimsel olmak" ya da "<strong>bilim</strong>sel <strong>ve</strong>rilere göre..." gibi nitelemelere<br />

dayanan belirlemeler bu gerçeği dile getiren açık kanıtlardır. Bilim <strong>felsefe</strong>sinde<br />

<strong>ve</strong>rilen pek çok başarılı yapıt da bunun diğer bir açık delilidir.<br />

Ülkemizde de problemin ortaya konulması <strong>ve</strong> güncel konuma sokulması<br />

tamamen doğal koşullardan kaynaklanmamakla birlikte, yoğun ilgi çekmesi de<br />

yine <strong>bilim</strong>in yapısı <strong>ve</strong> standart koyucu özelliğinden kaynaklanmaktadır.<br />

Çünkü <strong>bilim</strong>sel olmak, deyim yerindeyse, başlı başına bir marifet kabul edilmektedir.<br />

Oysa ki çok gü<strong>ve</strong>nilir bir bilgi olarak kabul edilen <strong>bilim</strong>in de, kuram,<br />

olgu <strong>ve</strong> yöntem bakımından pek çok gü<strong>ve</strong>nilir olmayan boyutları, başka<br />

bir deyişle karanlık <strong>ve</strong> tartışmalı noktaları bulunmaktadır.<br />

Bilim <strong>felsefe</strong>sinin günümüzdeki gelişimini <strong>ve</strong> yaygınlığını besleyen diğer bir<br />

etmen de çağdaş dünyanın <strong>bilim</strong> tasarımının değişmiş olmasıdır. 19. yüzyılda <strong>ve</strong><br />

20. yüzyılın başlarında <strong>bilim</strong>e yönelik geliştirilmiş olumlu tavır, günümüzde<br />

daha çok <strong>bilim</strong>i olumsuzlamaya yönelik bir kampanyaya dönüşmüştür. Bunun<br />

elbette çeşitli nedenleri vardır. Bu nedenleri, <strong>bilim</strong>in doğasında barındırdığı dinamizm,<br />

sağladığı gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong> kriter koyucu yapısının, diğer entelektüel uğraş taraftarlarınca<br />

kendi alanlarına uygulamak kaygısı yanında <strong>bilim</strong>sel zihniyete<br />

karşılık geri kalmış düşünce anlayışlarını savunulur yapabilmek çabası olarak<br />

sıralayabiliriz.<br />

Tarihsel süreç içerisinde <strong>bilim</strong> <strong>felsefe</strong>sinin gelişimine baktığımızda, bu etkinliğin<br />

yapılan tanıma göre farklılaştığını görmekteyiz. Bugün için filozoflar<br />

<strong>ve</strong> <strong>bilim</strong> adamları <strong>bilim</strong> <strong>felsefe</strong>sinin niteliği, kapsamı <strong>ve</strong> yöntemi konusunda anlaşamamaktadırlar.<br />

Ancak yine de kaba bir sınıflandırmaya gitmek olanaklıdır.<br />

Buna göre <strong>bilim</strong>le ilgilenen filozoflar üç gruba ayrılırlar; birincisi, <strong>bilim</strong>in tanımladığı<br />

dünyanın, gerçek dünyayla bir <strong>ilişkisi</strong>nin olup olmadığının net bir<br />

http://www.hps.unimelb.edu.au; Uni<strong>ve</strong>rsity of Pittsburgh, http://www.pitt.edu/ ~ hpsdept;<br />

Uni<strong>ve</strong>rsity of Florida, http://www.history.ufl.edu; Uni<strong>ve</strong>rsity of Oklahoma,<br />

http://www.ou.edu/cas/hsci; (hps:history and philosophy of science)<br />

DÜŞÜNEN SİYASET 1 64


HÜSEYİN GAZİ TOPDEMİR<br />

belirlenimini <strong>ve</strong>rmeye çalışanlardır. Bu türün en güzel örneği 17. yüzyılda ortaya<br />

konulan <strong>ve</strong> dünyanın büyük bir makine ya da benzeri bir şey olduğu<br />

saymtısıdır. Filozoflar bu sayımının bir sınırının olup olamayacağını sorgulamaya<br />

başladılar. Çünkü böyle bir saymtı kabul edildiğinde, bütün varlık alanlarının<br />

da bu sayıntıya uygun olarak açıklanabilmesi bir zorunluluktur. Aksi<br />

halde sayıntı nesnelliği olmayan basit bir fanteziden ileri geçemez. 17. yüzyılın<br />

ünlü filozofu Descartes (1596-1650) böyle bir sayımının temsilcisidir <strong>ve</strong> kendisi<br />

mekanik <strong>felsefe</strong>nin dünya tasarımının her hangi bir sınırlamaya tâbi tutulamayacağını<br />

savunmaktadır. Çünkü ona göre, başta her türlü duyum olmak üzere,<br />

bütün insan davranışlarının, ısının, mekaniğin <strong>ve</strong> özellikle de devinimin, ışığın,<br />

renklerin vb. bütün <strong>bilim</strong> konularının mekanik <strong>felsefe</strong>yle açıklanabilmesi olanaklıdır.<br />

ikincisi ise <strong>bilim</strong>e <strong>ve</strong> <strong>bilim</strong>sel uğraşlara felsefî ilgi duyanlardır. Burada söz<br />

konusu olan farklı <strong>bilim</strong>lerin ya da <strong>bilim</strong>sel konuların bireysel analiziyle ilgili<br />

özel kavramların keşfedilmesine yönelik çalışmalardır. Bunun <strong>bilim</strong> <strong>tarihi</strong>ndeki<br />

en güzel örneği George Berkeley'in Newton'un devinim kuramıyla ilgili sorgulamasıdır.<br />

Berkeley'e göre, Newton'un devinim kuramı genel anlamda açıklayıcılıktan<br />

uzaktır <strong>ve</strong> onun mutlak uzay <strong>ve</strong> mutlak zaman kavramlarım ampirik<br />

olarak temellendirmek olanaklı değildir. Berkeley'in belirlemesinin tamamen<br />

doğru olduğu açıktır. Çünkü mutlak uzay <strong>ve</strong> zaman zaten metafizik kavramlardır<br />

<strong>ve</strong> Newton'un kendisi de bu konulan temellendirememiştir.<br />

Üçüncüsü ise, <strong>bilim</strong>sel etkinliği, onun genel özelliklerinden <strong>ve</strong> karakteristik<br />

formlarından soyutlayarak, kendi başına betimlenmesiyle uğraşan filozoflardır.<br />

Bu üçüncü ilgi türü, <strong>bilim</strong> adamlarının kendi çalışmalarında kullanmadıkları,<br />

ancak filozoflarca <strong>bilim</strong> adamının ne yaptığını betimlemek için kullandığı kavramların<br />

analizini gerektirmektedir. Çünkü bu yaklaşımı benimseyenlere göre<br />

<strong>bilim</strong> adamları fenomenlerin oluşumunu açıklamaya <strong>ve</strong> kuramlarını doğrulamaya,<br />

filozoflar ise açıklama, doğrulama <strong>ve</strong> kuram kavramlarını açıklamaya<br />

dayanırlar. Felsefenin genel niteliğine dayanarak yaklaşımlarını<br />

temellendirdikleri anlaşılan bu grubun asıl belirleyici özelliği, çağdaş <strong>bilim</strong> <strong>felsefe</strong>sinin<br />

de temel dayanaklarını oluşturuyor olmasıdır.<br />

Bu nedenle <strong>bilim</strong> <strong>felsefe</strong>cisinin temel görevlerinden biri, <strong>bilim</strong>in genç anlamlarının<br />

ayrıntılandırılmasım sağlamaya çalışmaktır. Yani gerçekte <strong>bilim</strong><br />

olanla <strong>bilim</strong> olmayanın ayırdedilebilmesi için konuyla ilgi temel kavramların<br />

net olarak belirlenmesi gerekir. Bu anlamda <strong>bilim</strong> <strong>felsefe</strong>si, <strong>bilim</strong>in kendisinden<br />

sonra ikinci bir kıstas oluşturacaktır. Buna göre <strong>bilim</strong> <strong>felsefe</strong>cisinin yanıtlaması<br />

gereken sorular şunlardır:<br />

1. Bilimsel araştırmayı diğer araştırma türlerinden ayıran karakteristikler<br />

nelerdir ?<br />

2. Bilim adamları araştırdıkları konularda nasıl bir prosedür izleyeceklerdir<br />

}<br />

3. Bir <strong>bilim</strong>sel açıklamanın doğru olması için hangi koşullar yerine getirilmelidir<br />

?<br />

4. Bilimsel kanunların <strong>ve</strong> ilkelerin bilişsel (cognitif) durumu nedir ?<br />

Gerçekte <strong>bilim</strong> <strong>felsefe</strong>si çok büyük oranda düşünsel (reflecti<strong>ve</strong>) bir etkinliktir.<br />

Öncelikle somut <strong>bilim</strong>sel başarılarla başlar <strong>ve</strong> daha sonra bu başarıları kap-<br />

65 I DÜŞÜNEN SİYASET


BİLİM, BİLİMTARİHİ...<br />

•sayan anlatımlar, kavramlar <strong>ve</strong> yöntemleri inceleyerek iler. Bu belirleme filozofların<br />

çalışmalarının <strong>bilim</strong>sel gelişmeler <strong>üzerine</strong> hiçbir katkısının olmadığı<br />

anlamına gelmez. Çünkü bazen felsefi spekülasyonların da yeni kavramların <strong>ve</strong><br />

yöntemlerin yaratılmasına yol açtığı olmuştur. Gerçekte, <strong>bilim</strong>lerdeki devrimci<br />

oluşum dönemleri boyunca, <strong>bilim</strong>sel <strong>ve</strong> felsefi etkinlikler arasındaki farkı belirlemek<br />

kolay değildir. Örneğin, Einstein'm eş zamanlılık kuramının analizinde<br />

olduğu gibi, böyle durumlarda <strong>bilim</strong> adamı da filozof kadar kavramsal analizle<br />

<strong>ve</strong> temel problemlerin değerlendirilmesiyle meşgul olmuştur. Felsefenin bir düşünsel<br />

etkinlik olduğu gerçeği göz ardı edilmemek koşuluyla, modern <strong>felsefe</strong>nin<br />

büyük döneminin -Descanes'tan Kant'a (1724 -1804) kadar- 16. <strong>ve</strong> 17. yüzyıllar<br />

<strong>bilim</strong>sel devrimi <strong>ve</strong> özellikle de Isaac Newton tarafından oluşturulan sentez<br />

uzun uzadıya düşünceye bağlıdır.<br />

Yirminci yüzyılın başlarında bu çabayı yoğun olarak gösteren <strong>bilim</strong> adamı<br />

<strong>ve</strong> düşünürler daha sonra Viyana Çevresi adıyla bir okul haline gelmiş <strong>ve</strong> yukarıda<br />

belirtilen yeni <strong>bilim</strong>sel gelişmeleri de kapsayacak şekilde, mantıkçı pozitivizm<br />

adı <strong>ve</strong>rilen bir yaklaşım gerçekleştirmişlerdir. Bu akımın ilk temsilcisi<br />

fizikçi <strong>ve</strong> filozof olan Ernest Mach'tır. Daha sonra bu yüzyılın ilk yarısında<br />

Rudolf Carnap, Herbert Feigl, Cari Hempel, Ernest Nagel <strong>ve</strong> Hans<br />

Reichenbach tarafından geliştirilmiştir.<br />

Böylece özellikle 16. <strong>ve</strong> 17. yüzyıllarda ortaya çıkan gelişmelerin filozoflara<br />

sağladığı <strong>bilim</strong>sel bilginin temellerini, <strong>bilim</strong>sel açıklamanın niteliğini <strong>ve</strong> dünyanın<br />

<strong>bilim</strong>sel görünümünün yeterliliğini sorgulama gücü asıl anlamlı çıkışını, 19.<br />

yüzyılın sonları <strong>ve</strong> 20. yüzyılın başlarında gerçekleştirmiş <strong>ve</strong> artık <strong>bilim</strong> <strong>felsefe</strong>si<br />

adı <strong>ve</strong>rilen bir <strong>felsefe</strong> dalı herkesçe kabul edilmeye başlanmıştır.<br />

KAYNAKLAR<br />

Armağan, ibrahim, Bilimsel Yöntem, İzmir, 1983.<br />

Bacon, Nem Organon, Ed. Fulton H. Anderson, New York, 1960.<br />

Bacon, Novum Orgunum, Çeviren: Sema Önal AKKAŞ, Ankara, 1999.<br />

Fındıkoğlu, Metodoloji, İstanbul, 1945.<br />

Gökberk, Macit Felsefe Tarihi, İstanbul, 1980.<br />

Hail, Rupert A., The Revolution in Science 1500-1750, London, 1985.<br />

Knowles, W.E., Middleton, The ScientifıcRevolution, Cambridge, 1963.<br />

Koyre, Alexandre, Yeniçağ Biliminin Doğuşu, İstanbul, 1989.<br />

Lindberg, David C. The Beginnings ofWestern Science, Chicago 1992.<br />

Sayılı, Aydın, "Bilim Tarihi Perspektifi içinde Bilgi <strong>ve</strong> Bilim", Bilim Kavramı Sempozyumu<br />

Bildirileri, Ankara 1984.<br />

Singer, Charles, Scientifıc Ideas, London, 1960.<br />

Tekeli, S.-Kahya, E.-Dosay, M.-Demir, R.-Topdemir, H.G.-Unat, Y., Bilim Tarihi, Ankara,<br />

1997.<br />

Topdemir, Hüseyin Gazi, "Francis Bacon'ın Bilim Anlayışı", Felsefe Dünyası, 30, 1999.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!