18.03.2013 Views

InsanVeEkmek

InsanVeEkmek

InsanVeEkmek

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

İnsan ve Ekmek


İNSAN<br />

EKMEK<br />

ve<br />

Dr.Murat Kuter


İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek<br />

İNSAN VE EKMEK<br />

Yazan:<br />

Dr.Murat Kuter<br />

2011 Bursa<br />

I.Baskı<br />

Yayına Hazırlayan:<br />

KUTER Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti.<br />

BUTTİM C-4 1207 Osmangazi / BURSA<br />

Tel: 0.224 211 11 62 Faks: 0.224.211 11 82<br />

www.kuterpr.com www.kuter-tr.com<br />

Fotoğraflar<br />

Op.Dr. Ceyhun İrgil<br />

Duygu Özbekçi<br />

Besaş Arşivi<br />

Baskı:<br />

Akmat Akınoğlu Matbaacılık A.Ş.<br />

Organize Sanayi Bölgesi Ali Osman Sönmez Bulvarı<br />

2.Sokak No:1 PK.16159 Nilüfer / BURSA<br />

Tel: 0.224 243 29 29 Faks:0.224.242 51 00<br />

www.akmat.com.tr<br />

ISBN:<br />

978-975-6664-04-9<br />

Bu kitap Bursa Büyükşehir Belediyesi iştiraki olan<br />

BESAŞ, Bursa Ekmek ve Besin Sanayi Tic. A.Ş. tarafından yayınlanmıştır.<br />

Her türlü yayın hakkı BESAŞ’a aittir.<br />

Kaynak gösterilerek içindeki bilgilerden alıntı yapılabilir.


İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek<br />

‹Ç‹NDEK‹LER<br />

Önsöz<br />

1. Bölüm<br />

2. Bölüm<br />

3. Bölüm<br />

4. Bölüm<br />

5. Bölüm<br />

6. Bölüm<br />

7. Bölüm<br />

8. Bölüm<br />

9. Bölüm<br />

10. Bölüm<br />

11. Bölüm<br />

12. Bölüm<br />

13. Bölüm<br />

14. Bölüm<br />

15. Bölüm<br />

16. Bölüm<br />

17. Bölüm<br />

18. Bölüm<br />

19. Bölüm<br />

20. Bölüm<br />

21. Bölüm<br />

22. Bölüm<br />

23. Bölüm<br />

....................................................................................................................... 05<br />

İnsan ve Ekmek ............................................................................................. 07<br />

Ekmek Yapımı ............................................................................................... 25<br />

Ekmek ve Sağlık ............................................................................................ 35<br />

Ekmeğin Besin Değeri .................................................................................. 43<br />

Ekmeğin Tarihi ............................................................................................. 47<br />

Osmanlı Mutfağı’nda Ekmek ........................................................................ 55<br />

Tarih, Mitoloji ve Efsanelerde Ekmek ........................................................... 61<br />

Somuncu Baba ............................................................................................... 71<br />

Kutsal Kitaplarda Ekmek .............................................................................. 79<br />

Mevlana ve Ekmek ........................................................................................ 87<br />

Batıl İnanışlar, Dualar ve Beddualarda Ekmek .............................................. 93<br />

Ekmek Karnesi .............................................................................................. 99<br />

Ekmek Ağacı ............................................................................................... 105<br />

Ekmek İle İlgili Sivil Toplum Kuruluşları ................................................... 109<br />

Bursa Ekmek ve Besin Sanayi ve Ticaret A.Ş. ............................................. 115<br />

Avrupa’dan Ekmek Tarifleri ......................................................................... 119<br />

Ülkemizden Ekmekli Yemek ve Tatlı Tarifleri ............................................. 125<br />

Özlü Sözlerde Ekmek ................................................................................. 137<br />

Deyimlerde Ekmek...................................................................................... 141<br />

Folklorumuzda Ekmek ................................................................................ 145<br />

Şarkılarda Ekmek ........................................................................................ 151<br />

Edebiyatta Ekmek ....................................................................................... 157<br />

Kaynaklar..................................................................................................... 169<br />

Yazar Hakkında ........................................................................................... 173


“Ekmek üretimi çok büyük emeklerle yapılmaktadır.<br />

Bundan dolayı tüketirken israf etmekten kaçınalım.”<br />

Recep Altepe


İnsan ve Ekmek 01<br />

BURSA VE EKMEK<br />

Dünyanın en güzel kentlerinden birinde yaşamak ve o kentin Büyükşehir Belediye Başkanlığını<br />

yapma onuruna sahip oldum. Binlerce yıllık tarihi ve özellikle son 600 yıllık Osmanlı ve Cumhuriyet<br />

döneminde Bursa içinde yaşadığı coğrafyada kurucu, girişimci ve öncü roller üstlenmiştir.<br />

Bu güzel kentin üstlendiği roller, onun ülkemiz ve insan uygarlığı içindeki yerini güçlendirmiş<br />

ve pekiştirmiştir. İnsan uygarlığı ile birlikte ortaya çıkan ekmek, tüm boyutları ile insanın bir vazgeçilmezi<br />

haline gelmiştir. Özellikle toplumumuzda ekmeksiz geçen bir öğün adeta yenmemiş gibi<br />

algılanmaktadır. Ve doymak ile ekmek birbirinin tamamlayıcısı görünümündedir.<br />

İşte insanımızın binlerce yıldır vazgeçemediği bu temel ihtiyacına en sağlıklı, en kolay ve en<br />

ekonomik biçimde ulaşması noktasında Bursa Büyükşehir Belediyesi ülkemizde öncülük yapan<br />

belediyeler arasındaki yerini almıştır. 1979 yılında meclisinin aldığı karar ile yola çıkarak BESAŞ’ı<br />

kurmuştur. BESAŞ Halk Ekmek Fabrikası, Bursa’nın en büyük ekmek fabrikasıdır. Ülkemizdeki<br />

ilk üç büyük ekmek fabrikasından biridir. Dünya standartlarındaki teknolojisi ile Bursalılar’a layık<br />

oldukları sağlıklı ekmeği ulaştırmaktadır.<br />

Elinizdeki bu kitapta da ekmeğin öyküsüne bir bakışı bulacaksınız.<br />

Bu arada BESAŞ’ın kurulmasında ve hizmete açılmasında büyük katkıları bulunan dönemin<br />

belediye başkanı Sayın Mustafa Eroğlu, tüm geçmiş belediye başkanlarımıza ve çalışma arkadaşları<br />

ile geçmiş dönem yönetim kurulu başkanları ve üyelerine teşekkür eder, ebediyete intikal etmiş<br />

olanlara Allah’tan rahmet diler, emanet aldığımız bu güzide kuruluşu daha iyi yerlere getirmek için<br />

tüm çabamızla çalışmalara devam ettiğimizi belirtirim.<br />

Recep Altepe<br />

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı


İnsan ve Ekmek 03<br />

EKMEK ve EKMEK SEPETİ<br />

Bursa Büyükşehir Belediyesi şirketlerinden BESAŞ kurulduğu günden bu yana ekonomik ve<br />

kaliteli ekmek üretimi ile Bursalılar’a hizmet etmeye çalışıyor. 1979 yılında Bursa Belediyesi önderliğinde<br />

kurulan ve resmi üretime 1982 yılında geçen BESAŞ Halk Ekmek Fabrikası yıllık toplam 95<br />

milyon adet ekmek üretme kapasitesi ile Bursa kentinin ekmek ihtiyacının %20’sini karşılamaktadır.<br />

BESAŞ’ın temel amacı Bursa halkına kaliteli, sağlıklı ve ekonomik ekmek ve unlu mamuller üreterek,<br />

piyasada denge unsuru olmaktır. Türkiye’nin üçüncü, Bursa’nın ise en büyük ekmek fabrikası<br />

BESAŞ, uyguladığı modern ve çağdaş üretim teknikleri ve modern makinaları ile hijyenik koşullarda<br />

ürettiği ekmeğin, dağıtım noktaları ile de halka en kolay bir biçimde ulaşmasını sağlıyor.<br />

BESAŞ olarak Bursalılar’a ve ihtiyaç sahiplerine yönelik uyguladığımız çeşitli sosyal sorumluluk<br />

projeleri ile de hizmet etmeye devam ediyoruz.<br />

BESAŞ, Yönetim Kurulumuzun akılcı ve doğru yönetimiyle Türkiye’de Belediye şirketleri arasında<br />

kuruluş sermayesi dışında hiç bir kamu kaynağı kullanmadan tüm yatırımlarını kendi yarattığı<br />

katma değerle karşılamış ve aynı yöntemle 500.000 TL olan, sermayesini 12.000.000 TL ye çıkarmış<br />

ülkemizdeki ender Belediye şirketlerinden biridir.<br />

Yönetim kurulumuz, çalışanlarımız, bayilerimiz, tedarikçilerimiz ve müşterilerimizle Bursa’da her<br />

yıl 250 büyük firma ve kurumlar vergisinde ilk 50 firma arasında bulunarak , ülke ekonomisine katkı<br />

sağlamanın onurunu yaşamaktayız.<br />

Özellikle son olarak uyguladığımız Ekmek Sepeti Kampanyası, Bursalılar’dan büyük ilgi gördü.<br />

Ağustos 2010’dan itibaren Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Recep Altepe tarafından tanıtımı<br />

yapılan Ekmek Sepeti kampanyası, yardımlaşmanın sadece ramazan ayında veya özel günlerde değil<br />

her zaman yapılması gerektiğini hatırlatması bakımından önemlidir.<br />

Elinizdeki gazeteci yazar Dr.Murat Kuter’in bu kitabı ile de ekmeğin insanlık tarihi içindeki<br />

serüvenini sizlerle paylaşmak istedik. Bu paylaşımla umarım, ekmek konusunda oluşmuş bilgi okyanusuna<br />

bir damla da bizler eklemiş oluruz.<br />

BESAŞ’a Bursalılar’ın göstermiş olduğu ilgi ve güvene bir kez daha teşekkür ediyorum. Onların<br />

bu desteklerinin yaratmış olduğu motivasyon ile Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin kuruluşu olan<br />

BESAŞ’ın hizmetleri ve kampanyaları daha büyük bir şevk ile devam edecektir.<br />

Saygılarımla,<br />

Tüm BESAŞ çalışanları adına;<br />

Can Aydoğan<br />

BESAŞ Genel Müdür Yardımcısı


İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 05<br />

Önsöz<br />

Sizlere kısaca bu kitabın doğuş öyküsünden söz etmek istiyorum. Ekmek ile ilgili bir kitap önerisi<br />

karşıma çıktığında önce şaşırdım. Kendim ile bağdaştıramadım. Beslenme uzmanı değildim.<br />

Ziraatçı değildim. Ekmek ile ilintili bir iş yapmıyordum. Sonra konuyu biraz araştırmaya başlayıp,<br />

bu alanda bulunan eserlere göz atıp, konuyu çevreme açtıkça ailemin bilmediğim veya belleğimin<br />

derinliklerinde kalmış bir gerçeği ile karşılaştım.<br />

Annemin de bulunduğu bir mekanda ekmek ile ilgili projeden söz edince annem “Oğlum senin<br />

büyük deden, benim dedem (Annemin babasının, babası) Sarayın Ekmekçibaşı’sıymış. Üsküdar’da<br />

da iki tane fırını varmış.” deyiverdi.<br />

Önce şaşırdım, sonra biraz daha araştırınca 27 Ekim 1934’de vefat eden Büyük dedem Ekmekçibaşı<br />

Ali Suphi (Uzun Ali lakaplı. Boyu 2 metrenin üzerindeymiş) ile karşılaştım. Kendisi Veznedarbaşı<br />

İzzet Efendi’nin oğluymuş.<br />

Bu bilgilerle yola çıkınca “ekmek konusunda kitap yazsa, yazsa senin yazman gerekir” esprisi<br />

ile karşılaştım. Ve elinizde bulunan kitap formatını oluşturup, ülkemizde ekmek ile ilgili yazılmış<br />

yayınlara bir yenisini daha katmaya çalıştık. Temel amacımız çeşitli eserlerde olan ekmek ile ilgili<br />

bilgi dağarcığına küçük de olsa bir katkıda bulunmaktı.<br />

Ekmeğin insan uygarlığındaki binlerce yıllık serüveni, bir besin olarak değeri, mitoloji, efsane<br />

ve tarih içindeki ekmekten anekdotlar, kutsal kitaplardaki ekmeğe yönelik metinler, şiir, özlü sözler,<br />

deyimlerdeki ve batıl inançlardaki ekmeği bir biçimde elinizde bulunan bu kitapta toplamaya çalıştık.<br />

Ekmek ile ilgili kuşkusuz her şeyi bir araya getirdiğimizi söylemek yanlış olacaktır. Biz sadece<br />

formatımız içinde bize göre ekmeği harmanlamaya çalıştık.<br />

Bu harmanı başarıp başaramadığımızın takdiri siz değerli okuyuculara ait. Burada bu kitabın<br />

oluşmasında katkıları olanları anmak istiyorum. Öncelikle kitabın hayata geçmesini sağlayan Bursa<br />

Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’ye, BESAŞ Genel Müdür Yardımcısı Can Aydoğan’a,<br />

güzel fotoğrafları ile kitabın renklenmesini sağlayan Op.Dr.Ceyhun İrgil’e, bu çalışmada büyük<br />

desteklerini gördüğüm sevgili eşim Prof.Dr. Füsun Öztürk Kuter’e teşekkürü bir borç biliyorum.<br />

Dr. Murat Kuter


1. Bölüm<br />

İnsan ve Ekmek<br />

“Ekmek olmazsa sofra bezenmez.”<br />

Hz. Mevlana


08<br />

İçinde yaşadığımız dünyada var olan tüm canlılar doğadan beslenirler. Kimi canlı, et ile beslenir<br />

yani etoburdur, kimi canlı otlar ile beslenir, otoburdur. Bu arada hem otobur, hem de etobur olan<br />

canlılar da vardır. Gözle göremediğimiz mikroskobik canlılardan, en büyük etoburlara ve otoburlara<br />

kadar canlılar bir beslenme döngüsü (zinciri/çemberi) içindedir. Özetle canlılar, birbirlerinin<br />

besin kaynağı konumundadır. Bu o kadar önemli bir döngüdür ki, içinden en basit veya size göre en<br />

önemsizi veya hiç gözle göremediğimiz bir canlıyı çıkardığımızda zincirin bozulduğunu , bazı canlıların<br />

ortadan kalktığını ve bunun bir domino etkisi(domino effect) gibi devam ettiğini görürüz.<br />

Bu temel özellikten ötürü doğanın dengesi ve onun korunması nesillerin sürdürülebilirliği açısından<br />

büyük önem taşır.<br />

Yukarıda sözünü ettiğimiz bu döngünün dışında olan veya döngüyü kıran tek canlı ise insanoğludur.<br />

İnsan ve onun beslenme ile olan ilişkisine şöyle bir göz atalım. İnsan vücudu yaşamını sürdürebilmek<br />

için enerjiye ihtiyaç duyar. İnsanın bu enerji ihtiyacı üç temel noktaya odaklanır. Bazal<br />

metabolizma diye adlandırdığımız vücudumuzun dinlenik durumdaki enerji ihtiyacı, fiziksel ve<br />

zihinsel etkinlikler için gerek duyduğumuz enerji ve de son olarak besinlerin vücudumuzda yakılması<br />

sırasında ortaya çıkan ısının tolere edilmesi için gerekli olan enerji.<br />

İşte bu üç temel enerji ihtiyacını insanoğlu beslenerek karşılar. Bilindiği gibi enerji veren üç<br />

temel besin grubu vardır. Bunlar karbonhidratlar, yağlar ve proteinlerdir. Ağırlıklı olarak karbonhidratlar<br />

ve sonrasında yağlar insan vücudunun enerji ihtiyacını karşılarken, proteinler organizmanın<br />

yapıtaşı olarak görev görürler. Karbonhidratlar ve yağlar insan vücudunda depo edilebilirken,<br />

proteinler vücudun ihtiyacı kadar emilir, gerisi atılır.<br />

İnsanların beslenmesinde, geniş besin yelpazesi içinde çeşitli gıda hammaddeleri önem taşır.<br />

Bunlardan biri de tahıl veya hububat adını verdiğimiz taneleri unlu olan bitkilerdir. Tahıl veya hububat<br />

olarak adlandırdığımız bitkilerin bileşimlerinde ağırlıklı olarak bulunan karbonhidrat insan<br />

vücudunun enerji ihtiyacını karşılarken, proteinler yapıtaşı olarak hücre yenilenmesinde etkinlik<br />

gösterir. Yine bu bitkilerin içinde bulunan B1 ve B2 vitamini ile niasin beslenmede önemli rol oynarken,<br />

lifli maddeler sindirime önemli katkı koyar.<br />

İnsanlık tarihine göz attığınızda bulunduğu ve kullanılmaya başlandığı tarihten bugüne insanoğlu<br />

ekmekten asla vazgeçmemiştir. İçinde bulunan besin öğeleri, doyurucu özelliği ve en ucuz<br />

enerji kaynağı oluşu ekmeği adeta bir vazgeçilmez yapar.<br />

EKMEK<br />

Türkçe “ekmek” diye adlandırdığımız vazgeçilmez yiyeceğimiz Türkçe kökenli bir kelime olup,<br />

aslı “etmek”tir. Ekmeğe Alman dilinde brot, Fransız dilinde pain (m), İngiliz dilinde de bread adı<br />

verilir. Ekmek ülkemizde ayrıca çeşitli yörelerde değişik isimlerle de anılır.<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 09<br />

Ekmek, Çorum’da ‘pıtpıt’, Artvin’de ‘kakala’, Kastamonu’da ‘göbüt’, Kars’ta ‘kalın’, Konya’da ‘gömeç’<br />

gibi mahallî olarak da değişik isimler almıştır.<br />

Besim Atalay’ın Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları’ndan<br />

çıkan Kaşgarlı Mahmut’un Divanü Lugat-it-Türk’ün tercümesinde “etmek” olarak geçer ve “yenilecek<br />

ekmek” anlamında kullanıldığı görülür. Ayrıca sözlükte ekmek ve onunla ilintili 8 ayrı sözcük<br />

daha geçer. Bunlar şunlardır:<br />

Awzurı: Buğday ve arpa unu karıştırılarak yapılan ekmek, karışık ekmek.<br />

Çiğir çiğir: Ekmek içindeki taş kırıntıları yüzünden dişin çıkardığı sesler.<br />

Kakurgan: Yağla yoğurulan bir ekmek hamuru, tandır veya fırında pişirilir.<br />

Katma: Katma yuga/ufalanmış ekmek, yağda pişirilir.<br />

Kuyma: Bir çeşit yağlı ekmek, hamur kadayıf hamuru gibi ince ince kesilir, kaynamakta olan<br />

yağa atılır, karıştırılır, üzerine şeker dökülür.<br />

Püşkel: Yufka pide gibi Hakan dilinde ince ekmeğe verilen ad.<br />

Sinçü: Somunla yufka arası bir çeşit ekmek, pide.<br />

Tiküç: Ekmekçilerin ekmek üzerine nakış yapmak için kullandıkları nesne.<br />

Özünde içerik olarak ekmek; unlara su, tuz, maya ve istendiğinde başka maddeler katılmasıyla<br />

hazırlanan kitlenin, yoğurularak uygun bir şekilde mayalandıktan sonra pişirilmesiyle yapılan maddeye<br />

denir.<br />

Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nın Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü’nce yayınlanan Türk<br />

Gıda Kodeksi’nde Ekmek ve Ekmek Çeşitleri Tebliği bölümünde ekmek şöyle tarif ediliyor:<br />

Ekmeklik buğday ununa içilebilir nitelikte su, tuz, maya (Saccharomyces cerevisiae), gerektiğinde<br />

“Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği”nde izin verilen katkı maddeleri ile Tarım ve Köyişleri<br />

Bakanlığı’ndan üretim izni almış şeker, enzim ve benzeri maddeleri içeren ekmek katkı karışımları<br />

katılarak hazırlanan hamurun, tekniğine uygun bir şekilde yoğurulup, çeşitli şekillerde hazırlanıp<br />

fermantasyona bırakılması ve pişirilmesi ile yapılan üründür.<br />

Aynı kodekste ekmek çeşitleri ise yukarıda tanımlanan karışıma, “çavdar unu, diğer tahıl unları,<br />

soya unu, patates unu, süt tozu, peynir altı suyu, bitkisel yağ, buğday kepeği, susam, tahin, ceviz,<br />

zeytin ve benzeri maddeler katılarak tekniğine uygun ve çeşitli şekillerde yapılan ürünlerdir” olarak<br />

geçer.<br />

Yine Türk Gıda Kodeksi’nin 5 Mart 2008 tarihinde yayınlanan Resmi Gazetede Ekmek ve Ekmek<br />

Çeşitleri konusundaki değişiklik yapılan maddede ekmek çeşitleri şöyle sınıflandırılıyor:<br />

Buğday unundan veya buğday ununa, tanımında belirtilen miktarlarda diğer tahıl unları ve gerektiğinde<br />

çeşni maddeleri ilave edilerek tekniğine uygun olarak üretilen ekmeklerdir. Bunlar;<br />

1) Tam Buğday Ekmeği: Tam buğday unundan tekniğine uygun olarak üretilen ekmektir. Tam<br />

tahıl; buğday, pirinç mısır, çavdar, yulaf gibi tahıl tanelerinin kabuğundan ve özünden ayrılmamış ,


İnsan ve Ekmek 11<br />

halidir. Genellikle tahıllar, çeşitli işlemlere tabi tutularak esmerden beyaza çevrilirler. Beyaz un, beyaz<br />

pirinç gibi. Tahılların işlenmesi, besin değerini düşürür. Çünkü içeriklerindeki vitamin, mineral<br />

ve lifler önemli oranda kaybolur. Tam tahıl ürünlerinin faydalarını şöyle sıralayabiliriz:<br />

Tam tahıl ürünleri, işlenmiş tahıl ürünlerine göre daha yüksek oranda posa içerdiği için daha<br />

doyurucudur. Bu nedenle kilo almayı önleyerek şişmanlığa bağlı gelişen kanserlerden korur.<br />

Tam tahılların içindeki antioksidan maddeler çeşitli kanser türlerine karşı kalkan oluşturur. Tam<br />

tahıl ürünleri, gırtlak, yemek borusu, pankeras, meme, mesane yumurtalık, prostat ve böbrek kanseri<br />

gibi kanser türlerine karşı koruyucu etki gösterir. Tam tahılların içerdiği yüksek posa miktarı, kolon<br />

kanserini engeller. Tam tahıllar vücudun insülin ihtiyacını ve diyabet riskini azaltır.<br />

2) Kepekli Ekmek: Buğday ununa en az % 10 en fazla % 30 oranında kepek ilave edilip tekniğine<br />

uygun olarak üretilen ekmektir. Piyasada “kepek ekmeği” adıyla satılan ekmek, kepeği alınmış<br />

buğday ununa kepek eklenerek yapılır. Bu ekmek de çavdar ekmeğine benzer. Aynı şekilde barsak<br />

hareketlerinin azlığından oluşan kabızlıklarda, şeker hastalığında, kolesterol yüksekliğinde beyaz<br />

ekmek yerine kullanılması yararlı olur.<br />

3) Çavdarlı Ekmek: Buğday ununa en az % 30 en fazla % 50 oranında çavdar unu, istendiğinde<br />

çavdar kırması veya çavdar ezmesi ilave edilip tekniğine uygun olarak üretilen ekmektir. Çavdar<br />

dağlık yörelerimizde yetiştirilir. Çavdar taneleri buğdaya göre daha koyu renktedir. Çavdar taneleri<br />

köy değirmenlerinde öğütülerek un elde edilir. Tanenin kepek kısmı ayrılmadığından B vitaminleri<br />

ve madenler yönünden zengindir. Ancak, kepeğin çok olması, ekmeğin kabarma yeteneğini azalttığından<br />

iç kısmı pişmemiş görünümündedir ve nem oranı fazla olduğundan çabuk küflenebilir.<br />

Ayrıca, kepeğin çok oluşu, insan sağlığı için önemli olan kalsiyum, demir ve çinkonun kullanım<br />

oranını azaltır.<br />

Piyasada satılan çavdar ekmeği genellikle üçte iki çavdar unu, üçte bir buğday unu katılarak<br />

yapılır. Böylece, ekmekte kepek biraz azaltılmış ve kabarma daha iyi olduğundan kalsiyum, demir<br />

ve çinkoya olan olumsuz etkisi azalır. Bu ekmekler, özellikle, kabızlıktan yakınanlar için yararlıdır.<br />

Ayrıca, yetişkin şeker hastalarına, kan şekerini hızlı yükseltmediği için önerilir. Yine kanlarında<br />

kolesterol yüksek olanlar için uygun bir ekmek türüdür.<br />

4) Yulaflı Ekmek: Buğday ununa en az % 15 oranında yulaf unu veya yulaf ezmesi veya yulaf<br />

kepeği veya yulaf kırığı veya bunların karışımı ilave edilip tekniğine uygun olarak üretilen ekmektir.<br />

Yulaf sağlıklı miktarda E vitamini, birkaç B vitamini, kalsiyum, magnezyum ve potasyum gibi<br />

mineraller ve az miktarda selenyum, bakır, çinko, demir ve manganez gibi mineraller içermektedir.<br />

Foto kimyasallar l, beta glikon 3 ve avenanthramides bakımından zenginlerdir. Yulaflar hem çözünebilir<br />

hem de çözünemez liflere katkıda bulunmaktadır. Çözünemez lifler sindirim sistemine<br />

yararlıdır. Yulafın içinde bulunan çözünebilen lif kolesterolün arkasından giden sünger gibi iş görmektedir<br />

ve arterleri tıkayıp kalp hastalıklarına neden olmadan önce onu yok etmektedir.


İnsan ve Ekmek 13<br />

5) Mısırlı Ekmek: Buğday ununa en az % 20 en fazla % 50 mısır unu, istendiğinde mısır irmiği<br />

ilave edilip tekniğine uygun olarak üretilen ekmektir. Kolesterolün düzenlenmesine yardımcı olur,<br />

kalp ve damar sağlığına faydalıdır. Damar sertliğini önler. A vitamini deposudur. Gözlere ve dişlere<br />

iyi gelir. İdrar yollarını temizleyici ve idrar sökücü etkisi vardır.<br />

6) Karışık Tahıllı Ekmek: Buğday ununa her birinden en az % 5 oranında olmak üzere; mısır,<br />

arpa, yulaf, çavdar, pirinç, triticale unları, kırmaları veya ezmelerinden en az üçü ilave edilip tekniğine<br />

uygun olarak üretilen ekmektir.<br />

7) Vakfıkebir/Trabzon Ekmeği: Normal mayalı hamurun bekletilmesiyle asitliği yükselen ekşimiş<br />

hamurun, 4-8 saatlik fermantasyon süresi ile kabartılarak, 180-200°C de pişirilmesi sonucu<br />

elde edilen en az 2 kg ağırlığındaki ekmektir<br />

8) Diğer Ekmek Çeşitleri: Bir veya birden fazla tahıl unu, tahıl ezmesi, tahıl kırması, tahıl irmiği,<br />

buğday, arpadan elde edilen malt unu, soya unu, bitkisel yağ, süt ve süt türevleri, bitkisel lif veya<br />

diğer çeşni maddelerinden bir veya birkaçının ilave edilmesi ile tekniğine uygun olarak üretilen<br />

ekmek çeşitleridir.<br />

Ünlü ansiklopedi Meydan Larousse ise ekmeği şöyle tanımlıyor:<br />

Çeşitli tahıl unundan yapılmış hamurun ateşte, saç üzerinde, tandırda, fırında veya tepside pişirilmesiyle<br />

hazırlanan yiyecek.<br />

Türkiye’de ekmek genel olarak buğdaydan yapılır. Buğdayın kıt ve pahalı olduğu yerlerde sırf<br />

arpa, mısır ve çavdar ekmek yapılabildiği gibi bu tahılların unu belli bir oranda buğday ununa katılarak<br />

karışık ekmek de yapılır.<br />

Pişirme tarzına göre ekmekler ikiye ayrılır; ev ekmeği, fırın ekmeği.<br />

Ev ekmeği hamuru evlerde elle veya ayakla yoğurulan, saçta, tandırda veya ilkel fırınlarda pişirilen<br />

ekmeklerdir. Saçta pişirilen ekmeğe bazlama ve yufka denir. Tandır ekmeğinin en yaygın şekli<br />

pidedir.Ev fırınlarında ise daha çok somun yapılır.<br />

Fırın ekmeği şehir ve kasabalarda, ordu birliklerinde, klasik odun fırınlarında veya ekmek fabrikalarında<br />

yapılan ekmektir. Fırın ekmeğinin en yaygın şekli, altı düz, üstü bombeli, değirmi (yuvarlak)<br />

bir ekmek olan somundur. Somun, francala biçiminde uzun olarak da yapılır.<br />

AKDENİZ ÜLKELERİ VE EKMEK<br />

Türkiye yılda 18 Akdeniz ülkesi arasında kişi basına 218,42 kg tahıl tüketimi ile Fas, Mısır ve<br />

Cezayir’den sonra 4. sırada bulunmaktadır. Dünyada tahılların ortalama tüketimi 155,3 kg/kişi/<br />

yıl’dır. 6 Akdeniz ülkesi bu değerin altında kalırken 12 Akdeniz ülkesinin toplam tahıl tüketimi<br />

dünya ortalamasının üzerindedir. Türkiye’de tahıllar diyetin %26,38’ini oluşturmaktadır.


14<br />

18 Akdeniz ülkesinde tahıl kullanımı şu şekildedir:<br />

Akdeniz ülkelerinde kişi basına yıllık ortalama tahıl tüketimi (kg/kişi/yıl)<br />

Ülke Buğday Mısır Pirinç Arpa Diger1 Toplam2<br />

Arnavutluk 160,89 4,33 6,78 0,20 0,78 173,10<br />

Bosna Hersek 86,48 83,56 0,74 1,97 1,47 174,23<br />

Cezayir 196,88 8,73 1,58 17,36 0,45 224,99<br />

Fas 174,71 28,00 0,82 45,83 1,13 250,50<br />

Fransa 95,86 12,68 4,54 0,20 1,00 114,29<br />

Hırvatistan 95,57 10,80 1,90 0,02 0,65 108,92<br />

İspanya 88,61 1,59 7,85 0,07 1,12 99,24<br />

İsrail 119,70 16,47 10,66 0,50 1,86 149,20<br />

İtalya 149,67 3,67 5,85 0,58 0,76 160,04<br />

Kıbrıs 98,76 2,21 4,95 0,05 0,49 106,57<br />

Libya 168,69 0,93 16,18 13,00 0,45 199,20<br />

Lübnan 121,92 0,04 8,32 0,57 0,16 131,01<br />

Malta 154,89 4,03 4,68 0,55 1,21 165,38<br />

Mısır 129,15 57,93 47,11 0,37 4,92 244,90<br />

Suriye 159,40 3,59 9,60 0,01 0,01 172,60<br />

Tunus 204,70 0,00 1,45 6,70 0,54 213,40<br />

Türkiye 193,37 15,08 7,46 0,00 2,51 218,42<br />

Yunanistan 137,74 1,64 7,72 0,25 3,52 150,87<br />

Akdeniz Ort 140,94 14,18 8,23 4,90 1,28 169,83<br />

Dünya 69,16 18,11 57,71 1,21 10,11 155,30<br />

Sonuçlar 1995- 2003 yılları ortalamasıdır<br />

Akdeniz ülkelerinde tahılların tüketim şekilleri ve miktarları ülke halkının geleneksel yeme alışkanlıklarına<br />

göre değişmekle birlikte en fazla tüketilen tahıl ürünü buğdaydan elde edilen ekmektir.<br />

21-23 Mayıs 2008 tarihleri arasında Erzurum’da 10. Gıda Kongresi’nde “Akdeniz Diyetinde<br />

Tahılların Rolü” isimli çalışmalarında Celal Bayar Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği<br />

Bölümü ‘nden Nazlı Yeyinli ve Ergun Köse, Akdeniz ülkelerinde tüketilen geleneksel ekmek<br />

çeşitlerini şöyle sıralamaktalar:<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 15<br />

Arnavutluk: Buke misri, Buke thekre, Buke me qiqre, Buke zize<br />

Cezayir: Matlowa, Khobz El-daar, Fransız ekmegi, Avrupa ekmegi<br />

Fas: Khobz El-daar, Fransız ekmekleri<br />

Fransa: Baguette, Pain parisien, Pain du gruau, Viennese, Biscottes<br />

İsrail: Sadj, Tarboon, Kimaj (Arap), Avrupa ekmegi<br />

Lübnan: Lebanese, Suaj, Avrupa ekmekleri<br />

Libya: Arap ve Fransız ekmekleri<br />

Mısır: Baladi, Shami, Samoon, French, Fatier, Shamsi, Batawa<br />

Suriye: Mafrood (Arap), Armani, Samoon, Suaj, Avrupa ekmekleri<br />

Tunus: Trabilsi, Fransız ekmeği<br />

Türkiye: Bazlama, yufka, Fransız ve Avrupa ekmekleri<br />

Ayrıca bu çalışmada Akdeniz ülkelerinde yıllık kişi basına ekmek tüketim miktarları genel olarak<br />

55- 75 kg arasında değişirken, Türkiye ve Fas’ta ekmek tüketimi diğer Akdeniz ülkelerinin oldukça<br />

üstündedir. Fas’ta kişi basına yıllık ekmek tüketimi 210,44 kg olarak bildirilmektedir. Türkiye<br />

yıllık kişi basına ortalama 210 kg ekmek tüketimi ile dünya ve Akdeniz ülkelerinde en fazla ekmek<br />

tüketen ülkeler arasındadır .<br />

EKMEK İSRAFI VE TÜRKİYE<br />

Buğday & Ekmek İsrafı isimli çalışmasında TMO Genel Müdür Yardımcısı Türkiye Un Sanayicileri<br />

Federasyonu (USAF)’ın 7 Kasım 2008 ‘de yapmış olduğu Buğday ve Ekmek Kongresi’nde<br />

Ayhan Karayama şunlara dikkati çekmektedir.<br />

“Dünya nüfusu 100 yılda 4 kat artarak 6,5 milyar olmuştur. Dünya nüfusundaki yıllık artış<br />

oranı %1,2 artış miktarı 75-80 milyon. Dünya tahıl üretimindeki yıllık artış % 0,3. Yıllık kişi başı<br />

tahıl ihtiyacı 250 kg. Küresel iklim değişikliği tartışmaları, önümüzdeki dönemde su ve buğdayın<br />

en önemli unsur olduğunu göstermekte. Kuraklık ve artan nüfus dünyayı tehdit etmekte. 862 milyon<br />

insan açlık ve yetersiz beslenme tehdidi ile karşı karşıya kalmakta. Açlık ve yetersiz beslenme<br />

yüzünden her yıl 6 milyon çoçuk ölmektedir.<br />

Ülkemizde günde 200 gramlık 123 milyon adet ekmek üretilmekte ve 116,9 milyon adette tüketilmektedir.<br />

Kişi başı ekmek tüketimi yılda ortalama 121 kg’dır. Günde 6,14 milyon adet ekmek<br />

israf edilmektedir (1.228 ton). Yıllık 445,3 bin ton ekmek israf edilmektedir. Yani ürettiğimizin %<br />

5’ini israf ediyoruz. İsrafın buğday karşılığı ise yıllık yaklaşık 245 milyon YTL. Ekmek imalatında<br />

oluşan katma değer ile birlikte israfın yıllık tutarı yaklaşık 962 milyon YTL olmaktadır.”<br />

Yine aynı kongrede Tüketim Kültürü isimiyle sunduğu bildiride Ayşegül Dağdeviren, toplumumuzdaki<br />

ekmek israfına dikkat çekerek şunları söylemektedir


16<br />

“Türkiye’de üretilen 10 ekmekten 1’i israf olmaktadır. Sağlık Bakanlığı’nca hazırlanan “Sağlıklı<br />

Beslenme ve Gıda İsrafı” konulu raporda; Türkiye’de her gün üretilen 120 milyon ekmeğin, yaklaşık<br />

12 milyonunun israf edildiğine işaret edilmektedir. İsraf; İstanbul’da 2 milyonu, İzmir ve Ankara da<br />

600 bini buluyor.”<br />

Düşük gelir gruplarında ekmek tüketimi fazla, ancak israf az olmaktadır. Gelir düzeyi arttıkça,<br />

ekmek tüketimi azalmakta, ancak israf artmaktadır. Ekmek israfının en önemli nedeni; tüketicinin<br />

ihtiyacından fazlasını satın almasıdır. Ekmek israfını en aza indirebilmek için, uzmanlarca şunlar<br />

önermektedir:<br />

1. Üretimin talebe göre planlanması.<br />

2. Raf ömrü uzun kaliteli ekmek üretimi.<br />

3. Ekmeğin fırında veya satış yerinde uygun koşullarda<br />

muhafazası.<br />

5. Ekmeğin poşetlenmesi.<br />

6. Küçük gramajlarda ekmek üretiminin yapılması.<br />

7. Toplu yemek tüketim yerlerinde, ekmeğin dilimlenmiş<br />

olarak verilmesi.<br />

8. Self servis tezgâhlarında; ekmeğin baş tarafta<br />

değil, yemeklerden sonra yer alması.<br />

9. Toplu yemek tüketim yerlerinde, mönüye göre<br />

ekmek siparişi verilmesi; artan ekmeklerin daha<br />

sonraki günlerde kullanılmasını sağlayacak mönü<br />

düzenlemesi.<br />

10. Satılamayan ekmeklerin fırınlar tarafından,<br />

galeta unu, kurutulmuş ekmek içi gibi başka gıda<br />

maddelerinin üretiminde kullanılması.<br />

11. Ekmeğin pişirilmesi ile satışı arasındaki sürenin en aza indirilmesi.<br />

12. Toplu yemek tüketim yerlerinde ekmeğin dilimlenmiş olarak verilmesi.<br />

13. Orta derecede bayatlamış ekmeklerin düşük fiyattan satılması.<br />

14. Tüketicinin, soğumuş ekmeği bayatlamış saymaması.<br />

15. Evlere ihtiyaçtan fazla ekmek alınmaması.<br />

16. Evlerde ekmeğin oda sıcaklığında veya buzdolabında değil, derin dondurucuda saklanması.<br />

17. Ev hanımlarının bayatlamış ekmeği değerlendirme konusunda bilgilendirilmesi ve teşvik<br />

edilmesi.<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 17<br />

Türkiye Un Sanayicileri Federasyonu (USAF)’ın 2008 yılında yapmış olduğu Buğday ve Ekmek<br />

Kongresi’nde Toprak Mahsülleri Ofisi tarafından planlanan ve yürütülen Ekmek İsrafı ve Tüketici<br />

Alışkanlıkları adlı çalışmanın sonuçları da sunulmuştur. TMO’nun bu projesine Prof.Dr. S.Sezgin<br />

Ünal (Ege Üniversitesi), Prof.Dr. Adem Elgün (Selçuk Üniversitesi), Prof.Dr. Hikmet Boyacıoğlu<br />

(İstanbul Teknik Üniversitesi) ve Prof.Dr. Hamit Köksel (Hacettepe Üniversitesi) teknik destek<br />

sağlamıştır.<br />

Ekmek İsrafı ve Tüketici Alışkanlıkları adlı çalışmanın sonuçlarını bu kongrede sunan Hacettepe<br />

Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü ‘nden Prof. Dr. Hamit Köksel, “Ekmek Tüketimleri ile<br />

İlgili Tutum ve Davranışlar, Ekmek İsrafı ve İsraf Üzerinde Etkili Olan Faktörler” isimli bölümde<br />

12 ilde, 242 fırın, 75 otel, 526 lokanta, 39 kamu kuruluşu, 13 hastane ve 1540 haneden elde ettikleri<br />

şu verileri paylaşmıştır:


18<br />

Bu çalışmaya göre, fırınlarda üretilen ekmeklerin yüzde 1.7’si satılmayarak, yüzde 1.72’si ise iade<br />

olarak geri dönerken, toplamda yüzde 3.4 israf potansiyeli oluşturmaktadır. Bu ekmeklerin yüzde<br />

1.98’i çöpe atılarak ve hayvan yemi olarak israf edilmektedir. Yani günlük üretilen ekmeğin 2.44<br />

milyon adedi daha satılmadan dükkanlarda israf edilmektedir. Bu konu ile ilgili grafik aşağıdadır.<br />

Ülke genelindeki ekmek israfı değerlendirildiğinde ise 2008 rakamlarına göre standartize<br />

edilmiş 200 gramlık ekmekte lokanta, otel, büfe, kantin gibi yerler toplam 27.245.530 ekmek<br />

alıp, bunun 843.304’nü israf etmekte ve israf oranı kendi içinde yüzde 3.11’i bulmaktadır.İşyeri<br />

yemekhaneleri 8.173.463 ekmek alıp, 201.876 ekmeği israf etmekte yani aldığı ekmeğin yüzde<br />

2.47’sini israf etmektedir. Öğrenci yemekhaneleri ise 2.431.524 ekmek alıp, yüzde 8.62’lik bir israf<br />

ile 209.620 ekmeği israf ederken; haneler de 82.906.670 ekmek alımı, buna karşılık 2.540.170<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 19<br />

ekmek israfı ile kendi içinde yüzde 3.6’lık bir israfa neden olmaktadır. Fırınlarda ise 118.206.047<br />

adet ekmek üretilirken, bu ekmeklerin yüzde 1.98’lik bölümünü oluşturan 2.344.819 ekmek elde<br />

kalmaktadır.<br />

Konu ile ilgili tablo aşağıdadır:<br />

Verilerde, fırınlarda üretilen, satılan ve satılmayan ekmek tip ve türleri ile ilgili bölümde de,<br />

normal somun, francala tipi ekmeğin satışta toplam yüzde 74.7 ‘lik bir oran ile ilk sırada olduğu ve<br />

bu ekmek türünün yüzde 1.9’luk bölümünü satılmayan kısmın oluşturduğu ortaya çıkmıştır. Bu<br />

ekmekten sonra ençok satılan ekmek tipi yüzde 9.9 oranıyla ikili ekmek olmaktadır. İkili ekmeğin<br />

de yüzde 0.9’luk bölümü satılmayan ekmekleri oluşturmaktadır. Ekmek tiplerinden hamburger<br />

ekmeği ise yüzde 0.1 oranı ile en az satılan ekmek tipi olmakta ve bu tipin yüzde 8 gibi büyük bir<br />

bölümü satılmamaktadır.<br />

Ekmek türlerinde ise beyaz ekmek haricinde en çok yüzde 1.3 oranında kepekli ekmek üretilmekte<br />

ve bunun yüzde 0.8’lik bölümü elde kalmaktadır. Diğer ekmek türleri olan tam buğday<br />

ekmeği yüzde 01, çavdar ekmeği yüzde 0.3, mısır ekmeği yüzde 0.1 ve tuzsuz ekmek üzde 0.1 gibi<br />

küçük oranlarda tercih edilmektedir.


20<br />

Konu ile ilgili tablo aşağıdadır:<br />

TİSVA’DAN ÇAĞRI<br />

Ülkemizde her alanda israf had safhadadır. İsrafın önlenmesi, mikrokredi ve gıda bankacılığı<br />

alanlarında faaliyet yürüten Türkiye İsrafı Önleme Vakfı, kısa adıyla TİSVA 1998 yılında kuruldu.<br />

Vakıf, Türkiye’de şu ana kadar 37 binden fazla mikro girişimciye 50 milyon TL’nin üzerinde kredi<br />

verilmesine aracılık etti. Toplam 31 bin kişinin yararlandığı bu kredinin 46.5 milyon TL’si TİSVA<br />

eliyle kullandırıldı. Vakıf, 2023 yılında 13 milyon yoksulun tamamını mikro krediyle buluşturmayı<br />

hedefliyor. TİSVA, halen 43 olan hizmet noktasını 81 ile yaymayı da planlıyor.<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 21<br />

Türkiye İsrafı Önleme Vakfı ‘nın kuruluş amacı vakıf senetlerinde şöyle belirleniyor:<br />

“Türkiye’nin sahip olduğu bütün kaynakların verimli ve etkin kullanılmasının sağlanmasına ve<br />

toplumda israfın önlenmesi bilincinin geliştirilmesine katkıda bulunmaktır. Kamu, özel sektör ve<br />

gönüllü kuruluşlar ile işbirliği yapılarak; hizmet içi eğitim, konferans ve seminer ile diğer eğitici<br />

programlar yoluyla, toplumun tasarruf ilkelerine uygun ve israf önleyici hayat tarzı içinde yaşayabilmelerini<br />

sağlamaktır.”<br />

Türkiye İsrafı Önleme Vakfı her alanda olduğu gibi ekmek alanında<br />

da israfın önlenmesi için ortak bir çağrıda bulunmuştur.Bu<br />

çağrı şöyledir:<br />

“Herkese çağrımızdır:<br />

Ekmek bir semboldür. Ekmek nan-ı azizdir. Yani aziz ekmek...<br />

Türkiye’de Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre açlık sınırında<br />

1 milyondan fazla insan varken, ekmeği veya diğer gıdaları<br />

lütfen israf etmeden ihtiyacınız kadar alınız.<br />

Fazla kalan ve artık olmayan bütün gıdaları israf etmemek için, Türkiye’de ilk defa Diyarbakır’da<br />

olmak üzere çeşitli illerde kurulan ve yapacağınız gıda, giyecek, temizlik malzemesi ve yakacak bağışlarınızı<br />

maliyet bedeli üzerinden gider olarak gösterebileceğiniz en yakınınızdaki gıda bankalarına<br />

açlık sınırında olan insanlara dağıtılmak üzere hibe ediniz.”


2. Bölüm<br />

Ekmek Yap›m›<br />

“Suların ve dağların aydınlığında Ekmek yapmak isterim başaktan”<br />

Fazıl Hüsnü Dağlarca


26<br />

Özü fırıncılık olan uğraş uygulama çeşitliliği açısından büyük bir yelpazeye sahiptir. Araştırmalarda<br />

Babil, Hitit ve Mısır’daki arkeolojik kazılarda çok sayıda fırına rastlanmıştır. Fırıncılık temelinde<br />

ekmek türleri, tatlı unlu mamüller, gofretler, hamur işleri, kruvasanlar, bisküviler ve erişteler<br />

gibi birçok çeşitlilik içerir. Yuvarlak ekmekçikler, yassı ekmekler, ekmek somunları, tava ekmekleri,<br />

tam tahıllı ve kepekli çeşitleri gibi.<br />

Tüm bu ekmek çeşitlerinin temelinde karşılaştıkları ortak sorunların başında raf ömrünün<br />

uzatılması, hacım verme ve kabukların gevrekliği söz konusudur. Ve çeşide bağlı her grupta değişik<br />

zorluklar söz konusudur. Örneğin somun ekmeklerde dayanıklılık, su emilimi ve lif ekleme gibi.<br />

Olaya ekmek yapımı olarak göz attığımızda başlıca üç işlem görülür. Bunlar yoğurma, mayalama ve<br />

pişirme işlemleridir.<br />

Yoğurma işlemi özünde unu hamura çevirir. Mayalama hamuru ekşitip kabartır, pişirme ise<br />

ekmek haline getirir.<br />

Yoğurma işleminde un, su, tuz ve maya bir kazan veya teknede birbirine karıştırılarak yoğurulur,<br />

una su karışınca eriyen kısımlar (glikoz,tuz v.b.) dışında, erimeyen kısımlar (gluten, nişasta) su emerek<br />

şişer. Yoğurma şekli ne olursa olsun, ekmeklik hamur, su ve un oranına göre üç çeşide ayrılır:<br />

Lüks ekmek hamuru (% 65 su)<br />

Ekmeklik hamur (% 60 su)<br />

Çöreklik hamur (% 40 - % 45 su)<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 27<br />

Burada unun ekmeklik kalitesinin belirlenmesinde protein miktar ve kalitesi yanında<br />

proteolitik(Proteinlerin amino asitlerine kadar parçalanması işlemi) ve amilolitik(Nişastayı enzimatik<br />

olarak hidrolize edebilme yeteneğinde olan) aktivitesi de büyük öneme sahiptir. “Un kalitesi ve<br />

kaliteyi belirleyen faktörler” isimli çalışmasında Selman Türker ve Nilgün Ertaş şunları söylüyor:<br />

“Bir çok ülkede ekmeklik una katılan soyanın onun besin değerini artırması yönünden faydalı olduğuna<br />

inanılmaktadır. Buğday ununa %12 oranında katılan soya ununun, unun lisin miktarını 2 kat,<br />

protein oranını da %35’den daha fazla artırdığı bildirilmektedir. Buğday ruşeymi una katıldığında,<br />

unun teknolojik özellikleri önemli ölçüde bozulmaktadır. Ayrıca buğday ruşeymi proteinlerinin vücuttaki<br />

kullanımını engelleyen anti tripsin ve bunu yanında hemaglutinasyon aktivitesine de sahiptir.<br />

Unun kalitesini belirlemek amacıyla günümüze kadar geçen sürede birçok yöntem geliştirilmiştir.<br />

Hamur özelliklerini ve unun ekmekçilik değerini ortaya koymak için alveograf(Buğday ve unlarının<br />

nem miktarı, plastik kalitesini belirlemeğe yarayan cihaz), farinograf (unun su absorpsiyonunu ve bu<br />

undan hazırlanan belirli kıvamdaki hamurun yoğrulmaya karşı direncini ölçer), ekstensograf (hamurun<br />

uzamaya karşı gösterdiği direnci ölçer) ve miksograf gibi reololik (malzemenin şekil değiştirmesi,<br />

akması) özellikleri belirleyen cihazlardan yararlanılmaktadır. Söz konusu cihazların ağırlıklı olarak<br />

kullanımı ve kabul görmesi laboratuvarlara göre değişmektedir. Bu farklılıklar cihazların kullanıldığı<br />

ülkelerden, alınan eğitimlerin farklılığından gibi benzeri faktörlerden kaynaklanmaktadır.”<br />

Tuz ekmeğin lezzetini arttırıcı bir malzemedir. Yoğurma eskiden teknelerde elle ve ayakla yapılırdı.<br />

Şimdi köylerde ve küçük kasabalarda gene böyle olmakla beraber şehirlerde makineyle yoğrulmaktadır.<br />

Yoğurma şekli ne olursa olsun, ekmeklik hamur, su ve un oranına göre üç çeşide ayrılır:<br />

lüks ekmek hamuru (%65 su);ekmeklik hamur (%60 su);çöreklik hamur (%40-45 su)<br />

Ekmeğin en önemli süreci mayalama ile ilgili süreçtir. Günümüzde 250 yıllık maya bile bulunmaktadır.<br />

ABD’nin Kaliforniya eyaletindeki fırınlarda muhafaza edilen eski mayalar buradan dünyaya<br />

ihraç ediliyordu. Türkiye Newsweek’in 19.04.2010 tarihli 78. Sayısında “Ekmek Çarpsın” isimli<br />

makalesinde Ayçin Noyan bu konuya değiniyor. Noyan özetle maya konusunda şunları yazıyor:<br />

“Dünyanın en eski mayalarının köklü bir ekmek kültürüne sahip olmayan bir ülkeden dünyaya<br />

yayılması tuhaf görünebilir. Ancak hemen söyleyeyim, bu mayaların çoğu Avrupa menşeli. 1500’lerden<br />

sonra Amerika’ya göç eden Avrupalılar mayalarını da beraberinde getirmiş. Bu yolculuklar<br />

sırasında mayayı korumak resmen hayat memat meselesiymiş. Hatta o yolculuklarda çalınmasını ya<br />

da donmasını önlemek için mayalarıyla beraber uyuyanlar olduğu bile söyleniyor.<br />

Bu yüzden göç ettikleri yeni kıtada neyle karşılaşacaklarını bilmeyen Avrupalılar’ın hayatta<br />

kalma gayretlerine şaşmamalı. Bugün bölgede Avrupa kökenli pek çok fırın var. Mesela Fransa’dan<br />

gelen Boudin ailesinin San Francisco’da açtığı Boudin Bakery’de 1849’dan beri aynı maya kullanılıyor.<br />

Hatta “ana hamur” denen bu maya, fırının sahiplerinden Louise Boudin sayesinde büyük San<br />

Francisco depreminden bile sağ çıkmayı başarmış.


28<br />

ABD’nin kuzeyindeki Vermont eyaletinin Norwich kentine yolunuz düşerse King Arthur Flour<br />

Baker’s Store’a uğrayıp 250 yıllık mayanın 30 gramına 7 dolar verip, bir hazineye sahip olabilirsiniz.<br />

21. yüzyılın kestirme yolu, internet sitesinden sipariş de verebilirsiniz. Bu mayanın soyu 1700’lerde<br />

New England’da üretilen bir mayaya dayanıyor. Her bölgenin iklimine kolayca adapte olabilen bu<br />

maya için tek yapmanız gereken şey her gün beslemek. Ne de olsa canlı bir organizmadan bahsediyoruz.”<br />

Mayalamada yoğurma sırasında hamura bir miktar maya katılır. Bu maya bir parça ekşi hamur<br />

olabileceği gibi fennî hamur mayası da olabilir. Birinci şekilde pişirici, ekmek hamurundan bir parçayı<br />

bir kenara ayırır, ertesi gün yoğuracağı hamura katar. Fennî mayalarsa sıvı olarak hamur suyuna<br />

katılır. Sıcak bir yere konan hamurun içindeki mayalar şekerlerle karşılaşınca alkol ve karbon gazı<br />

oluşturur. Gaz kabarcıkları hamuru kabartır; kabarcıklar arada bir patlar, gaz salıverir. Ekşime teknede<br />

başlar, hamur parçalara ayrılıncaya kadar sürer. Elverişli büyüklükte parçalara ayrılan hamur,<br />

istenilen şekil verilerek fırına atılır ve pişirilir. Ekmeğin ortalama birleşimi: su yüzde 30-40, proteinler<br />

yüzde 6-8, glüsitler yüzde 50-55, lipitler yüzde 0,4-0,8, madeni tuzlar yüzde1,5-2.<br />

Bu arada mayalama ile ilgili ilginç bir not 1859’da Edirne Mevlevi Dergahı Postnişin’lerinden<br />

Ali Eşref Dede Efendi’nin yazmış olduğu ve Feyzi Halıcı’nın hazırladığı “Ali Eşref Dede ‘nin Yemek<br />

Risalesi” kitabında bulunmakta. O kitapta Ali Eşref Dede “Amel-i San’at-ı Maye” bölümünde<br />

şöyle diyor:<br />

“Eğer hamir(hamur) mayesi(mayası) bulunmaz ise cüz’i(az) yoğurdu beş on dirhem asel(bal)<br />

ve şir-i rugan(kaymak süt yağı) ve birkaç kaşık dakik(un) ve bir fincan su ile mecz adüp(karıştırıp)<br />

dört saat kadar ter ideler (mayanın üremesi için bekleteler). Pak maye olur (temiz maya). Maye<br />

lazım olduğu halde izafe oluna(kullanıla).”<br />

Eski Yunan’da hamura şekil verme işi kadın ustalara aitti, onlara flüt çalan erkeklerse çalışma<br />

ahenginden sorumluydu. Bugün böyle bir manzara arz eden bir fırın meraklı müşteriler sayesinde<br />

satış rekorları kırabilirdi.<br />

Fırınların ortalama pişirme derecesi 250 derecedir; fakat su oranı yüksek olduğu için ekmeğin<br />

sıcaklığı 100 dereceyi aşmaz. Fırında mayalı hamurun içindeki alkol, karbon gazı ve suyun bir kısmı<br />

çıkar, ekmek hafifleyerek gevşek ve gözenekli bir yapı kazanır. Ekmeğin kalitesi kullanılan una ve<br />

pişirme süresine bağlıdır. 74-76 randımanlı unlardan francala, 78-80 randımanlı unlardan beyaz<br />

ekmek, daha yüksek randımanlı (kepekli) unlardan kara ekmek elde edilir. Taze ekmeğin sindirimi<br />

zordur. Ekmek fırından çıktıktan sonra en az 6 saat sonra yenmelidir. Ekmek durdukça kendiliğinden<br />

değişikliğe uğrayarak sertleşir ve bayatlar. Bayatlama sadece su kaybından değil, ekmekteki<br />

maddelerin de değişikliğe uğramasından ileri gelir. Ekmekleri karıştırmak için içerisine baklagillerden<br />

çeşitli tohumların unları, patates unu, yemek sodası, ağırlaşsın diye barit sülfat gibi maddeler<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 29<br />

katılır. Bu gibi hile ve karıştırmalara ve eksik ağırlıkta ekmek çıkarılmasına karşı belediyelerce sıkı<br />

mücadele yürütülmektedir. Belediye nizamlarınca ekmek hamuruna ağırlaştırıcı (alçı, kil, kemik<br />

unu v.b.) kabartıcı, bozuk unlar ıslah edici (bakır ve çinko sülfat, şap v.b.) maddelerin katılması, iyi<br />

pişmemiş hamur ekmeklerin satışa çıkarılması yasaktır ve cezayı gerektirmektedir.<br />

EKMEK HATALARI<br />

Buğdayın üretim aşamasından depolama, öğütme ve fırın aşamasına kadar olan tüm süreçte<br />

yaşanan bazı olumsuzluklar ekmeğin hatalı üretimine neden olmaktadır. Bu hataların neler olduğu<br />

ve bunların nedenleri aşağıda özetlenmiştir.


30<br />

EKMEĞİN DIŞ GÖRÜNÜŞÜNDEKİ HATALAR<br />

I. Ekmek hacminin yetersiz olması:<br />

Olgunlaşmamış un kullanılması, ekmek tipine uygun olmayan un kullanılması, yerersiz su kullanılması,<br />

mayanın yetersiz olması, mayanın soğuk veya sıcak suda çözünmesi, aşırı tuz kullanılması,<br />

unun alfa amilaz aktivitesinin yüksek olması, yoğurmanın hatalı yapılması, fermentasyonun hatalı<br />

yapılması, hamur sıcaklığının düşük olması, fermentasyon sıcaklığının düşük olması, pruf (son fermentasyon)<br />

süresinin yetersiz olması, pruf veya pişirme sırasındaki rutubetin uygun olmaması, tava<br />

ekmeği yapımında kutuya az hamur konulması, fırın sıcaklığının aşırı olması,<br />

II. Ekmek hacminin aşırı olması:<br />

Yetersiz tuz kullanılması, hamurun uzun süre bekletilmesi, pruf süresinin uzun olması, tava ekmeklerinde<br />

kutuya fazla hamur konması, fırın sıcaklığının düşük olması,<br />

III. Kabuk renginin soluk olması:<br />

Yetersiz şeker kullanılması, unun alfa amilaz aktivitesinin düşük olması, fermentasyon sıcaklığının<br />

yüksek olması, pruf sırasında hamurun kabuk bağlaması, pruf sırasında rutubetin düşük olması,<br />

hamurun fazla bekletilmesi, fırın sıcaklığının düşük olması, pişirme süresinin kısa olması,<br />

IV. Ekmek kabuğunun koyu renkli olması:<br />

Formülde aşırı şeker bulunması, hamur gelişmesinin yetersiz olması, fırın sıcaklığının yüksek<br />

olması, pişirmenin uzun olması, fırın rutubetinin düşük olması,<br />

V. Ekmek kabuğunun kabarcıklı olması:<br />

Yoğurmanın hatalı yapılması, taze hamur kullanılması, şekil vermenin hatalı yapılması, prufta<br />

rutubetin yüksek olması, fırında rutubetin yüksek olması,<br />

VI. Ekmek kabuğunun kaim olması:<br />

Yetersiz şeker kullanılması, yetersiz süt kullanılması, unun alfa amilaz aktivitesinin düşük olması,<br />

pruf sırasında hamurun kabuk bağlaması, hamurun fazla bekletilmesi, fırın sıcaklığının düşük<br />

olması, pişirme süresinin uzun olması,<br />

VII. Ekmek kabuğunun kalkması:<br />

Olgunlaşmamış un kullanılması, unun alfa amilaz aktivitesinin düşük olması, hamurun sert hazırlanmış<br />

olması, hamurun olgunlaşmamış olması, pruf süresinin yetersiz olması, fırın rutubetinin<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 31<br />

düşük olması, pruf sırasında hamurun kabuk bağlaması,<br />

VII. Şeklin bozuk olması:<br />

Zayıf un kullanılması, hamurun yapışkan olması, unun alfa amilaz aktivitesinin düşük olması,<br />

hamur bekleme süresinin iyi ayarlanamaması, pruf süresinin yetersiz olması, fırın sıcaklığının aşırı<br />

olması,<br />

EKMEK İÇ YAPISINDA GÖRÜLEN HATALAR<br />

I. Ekmek içinin gri renkte olması:<br />

Aşırı malt unu kullanılması, pruf süresinin uzun olması, unun fazla bekletilmiş olması, fermentasyon<br />

sıcaklığının yüksek olması, fırın sıcaklığının düşük olması,<br />

II. Ekmek içinin damarlı ve çizgili bir görünüşte olması :<br />

Unun iyi karıştırılmamış olması, yoğurmanın uygun olmaması, aşırı serpme un kullanılması,<br />

ara fermentasyonda hamurun kabuk bağlaması, şekil verme ve kesme makinelerinin aşırı yağlanmış<br />

olması, hamura kırıntı karışmış olması, spanc (sponge) yönteminde, spancın kabuk bağlamış olması,<br />

tavaların aşırı yağlanmış olması,<br />

III. Ekmek içi gözeneklerinin kaba olması :<br />

Zayıf un kullanılması, hamurun çok katı hazırlanmış olması, hamurun yapışkan olması, yoğurmanın<br />

aşırı yapılması, hamur bekleme süresinin yetersiz olması, şekil verme işleminin uygun yapılmaması,<br />

tava ekmeklerinde tavaya yetersiz hamur konması, fırın sıcaklığının düşük olması,<br />

IV. Ekmek iç yapısının (tekstürünün) zayıf olması:<br />

Hamurun çok katı hazırlanmış olması, yoğurma süresinin uygun yapılmaması, unun alfa amilaz<br />

aktivitesinin aşırı olması, hamurun fazla bekletilmesi, spanc veya hamurun kabuk bağlamış olması,<br />

ara prufta hamurun kabuk bağlaması, pruf sıcaklığının yüksek olması, tava ekmeklerinde tavaya az<br />

hamur konulması, fırın sıcaklığının düşük olması,<br />

V. Şavor ve aromanın yetersiz olması:<br />

İngredientlerin (ekmek bileşenlerinin) kalitesiz olması, yetersiz tuz kullanılması, depolama koşullarının<br />

uygun olmaması, ekmek formülünün iyi ayarlanamaması, fermentasyonun aşırı olması,<br />

fermentasyonun yetersiz olması, pişirmenin yetersiz olması, sanitasyon koşullarının uygun olmaması,<br />

tavaların eski ve bozulmuş yağ ile yağlanması, etrafta kokulu yabancı maddelerin bulunması,


İnsan ve Ekmek 33<br />

VI. Ekmeğin çabuk bayatlaması:<br />

Ekmek formulünün iyi ayarlanamaması, şeker ve süt tozunun yetersiz oranda kullanılması,<br />

kullanılan ingredientlerin kalitesiz olması, yoğurmanın hatalı yapılması, fermentasyonun aşırı yapılması,<br />

hamur sıcaklığının yüksek olması, son fermentasyon süresinin uzun olması, Fırın sıcaklığının<br />

düşük olması,<br />

VII. Ekmek içinde oyukların olması :<br />

Olgunlaşmamış un kullanılması, zayıf un kullanılması, yetersiz tuz kullanılması, yoğurmanın<br />

hatalı yapılması, hamurun sert hazırlanmış olması, hamurun fazla bekletilmesi, hamurun çok taze<br />

olması, hamurun kabuk bağlamış olması, şekil vermenin hatalı yapılması, ara fermentasyonun hatalı<br />

yapılması, fazla serpme un kullanılması, kesme makinelerinin fazla yağlanması, son fermentasyonda<br />

sıcaklığın yüksek olması, fırın rutubetinin yetersiz olması, fırının doğrudan ısıtmalı olması.<br />

EKMEKÇİLİK SEMİNERİ<br />

Ülkemizde ekmekçiliğin masaya yatırıldığı ilk etkinlik 5-7 Mayıs 1966’da gerçekleştirilmiştir.<br />

Türkiye Ticaret Odalar, Sanayi Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği, artan tahıl tüketimi ve bunun<br />

beraberinde getirdiği sorunları tartışmak için konuyu Ekmekçilik Semineri’nde masaya yatırmıştır.<br />

Türkiye özellikle tahıl tarımına dayalı tarımın ekonomisi üzerine yapılacaklar bu toplantıda tartışılmıştır.<br />

Başta buğday olmak üzere tahıllardan üretilen bütün unlu mamuller toplantıda tartışılan konular<br />

arasında yer almıştır.<br />

Toplantının ağırlığı buğday ekmeği ve ekmek üretimi özelinde bütünleşmiştir. Ekmek üretimi,<br />

ekmek hamuru üretimi, bunun mekanizasyonu o günün popüler ve yeni konuları devletin, bilim<br />

insanları ve üreticilerin bir araya gelmesiyle tartışılmış ve sorunlara çözüm yolları aranmıştır.<br />

Daha sonra bu Ekmekçilik Semineri’nde sunulan tüm bildiri ve tartışmalar Türkiye Ticaret<br />

Odalar, Sanayi Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği Yayınları olarak 1966 yılında yayınlanmıştır. Bu<br />

çalışma 252 sayfalık bir çalışmadır.


3. Bölüm<br />

Ekmek ve Sağl›k<br />

“Ekmeğini yalnız yiyen, yükünü kendi dişiyle kaldırır.”


36<br />

Ekmeğin insan sağlığı üzerine çeşitli olumlu etkileri vardır. Bunun yanı sıra ekmekten kaynaklanan<br />

bazı olumsuzluklar da söz konusudur. Ekmeğin olumlu ve olumsuz etkileri konusu literatürde<br />

tarandığında, çeşitli bilgilere ulaşılır.<br />

Öncelikle ekmeğin içindeki mayanın önemine değinelim. Ekmek yapımında kullanılan mayanın<br />

da vücudumuz için hayati önem taşıdığı noktalar vardır. Bağışıklık sistemimizin ilk savunmasını<br />

yapan makrofajlar (beyaz kan hücreleri) üzerindeki özel yüzeylere bağlanarak, bağışıklık sistemini<br />

aktif hale getirmesinden dolayı güçlü bir immun sistem destekleyicisi olan Beta-Glukan, ekmek<br />

mayasında bulunan tamamen doğal bir besin kaynağıdır.<br />

Bu madde enfeksiyonlara karşı savunma görevi yapan hücreleri aktif hale getiren, vücuda girenyabancı<br />

hücreleri sarıp yok eden ve vücudun savunma mekanizmasını harekete geçiren etkiyi başlatır.<br />

Bunun sonucunda da güçlü bir bağışıklık sistemi oluşur. Sağlıklı bireyler kullandığında hastalıklara<br />

karşı dayanıklılık ve direnç geliştirir. Beta-glukan yani ekmek mayası; aynı zamanda, kolesterol<br />

ve kan şekeri düzeylerinin azalmasına katkıda bulunur, vücutta yıpranmış, hasar görmüş dokuların<br />

iyileşmesine yardım eder ve antioksidan özellik gösterir.<br />

Şeker hastaları için posası yüksek kepekli ekmek ve kuru baklagillerin, yetişkinlerde yarar sağladığı<br />

bilinir. Birçok görüşe göre, özellikle şeker hastalarının diyetinde ekmek sınırlandırılmamakta,<br />

kepekli ekmeğin, yulaf ekmeğinin istenilen miktarda yenmesi önerilmektedir. Posanın, buğday kepeğinin,<br />

kan yağlarının yükselmesini de önlediği gözlenir.<br />

Kan yağlarının yüksekliği koroner kalp hastalıkları için önemli bir risk faktörü sayıldığından<br />

bu gibi durumu olanlara kepekli ekmek, yulaf ve çavdar ekmeği yemeleri önerilir. Kepekli ekmeğin<br />

enerji değeri düşüktür ve insana doygunluk verir. Bu nedenle de kilo almak istemeyenlerin, zayıflamak<br />

isteyenlerin beyaz ekmek yerine kepekli ekmek ve çavdar ekmeği yemesi önerilir. Kepekli<br />

ekmek aynı zamanda peklikten yakınanlar için de önerilen bir ekmek türüdür.<br />

Literatürde yapılan araştırmalar bitkilerin destek dokusunu oluşturan posanın, insan sağlığı için<br />

büyük önemi olduğunu gösterir. Ana yapısı selüloz, hemiselüloz ve pektin gibi polisakkaritler ile<br />

lignin gibi fenilpropan olan posa; sindirim sisteminde enzimler tarafından sindirilmez ve bağırsaklarda<br />

belirli hacim oluşturarak hareketi sağlar. Bu beraberinde, besinlerden ve vücudun kendi salgılarından<br />

oluşan artık maddelerin, zararlı maddelere dönüşmeden vücuttan atılmasını sağlar.<br />

Posası yüksek diyetlerle beslenen toplumlarda kalın bağırsak hastalıkları (kanser, divertikül<br />

yani kalın bağırsakların çeperinde yıllar içinde oluşan küçük baloncuklar, vb.) ender görülürken, bu<br />

hastalıklar, posası düşük diyetlerle beslenen batı toplumlarında önemli bir sağlık sorunu oluşturur.<br />

Posanın en iyi kaynağı tahılların kepek kısımları ile kuru baklagillerdir. Bu nedenle özellikle batı<br />

ülkelerinde kepekli ekmek tüketimi önerilir ve de özendirilir.<br />

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi İç hastalıkları Ana bilim Dalı Öğretim Üyesi Nefroloji<br />

Uzmanı Prof. Dr. Süleyman Türk’ün bir söyleşisinde vurguladığı gibi; 11 Şubat 2008’de<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 37<br />

‘American Journal of Clinical Nutrition ve daha sonra ‘Nutrition, Metabolism & Cardiovascular<br />

Diseases’ dergilerinde yayınlanan bir çalışma da kepekli ekmek üzerinedir. Bu çalışma Amerikan<br />

Sağlık Enstitüsü tarafından desteklenen ve Penn State Üniversitesi’nden Prof. Dr. Kris-Etherton<br />

ile Wake Forest University School of Medicine’den Philip Mellen M.D. önderliğinde yapılmış.<br />

Burada düzenli ve devamlı kepekli ekmek tüketen grupla, francala ekmek denilen kepeksiz rafine<br />

ekmek tüketen iki grup karşılaştırılır. Sonuçlarda kepekli ekmek tüketen gruptakilerin 3 ayda 5 kg<br />

verdiği ve ayrıca kandaki CRP (Serum reaktif protein) düzeylerinin de ortalama yüzde 38 oranında<br />

düştüğü görülür. CRP düzeyinin yüksek olması diyabet, hipertansiyon ve kalp hastalıklarının ortaya<br />

çıkması ve hızlı ilerlemesi açısından risk faktörü olarak değerlendirilir. Bu çalışmada kepekli ekmek<br />

tüketenlerde kalp damar hastalığının yüzde 21 oranında azaldığı belirlenir.<br />

Tüm bu olumlu özelliklerine rağmen kepeğin, vücut için gerekli olan çinko, demir ve kalsiyum<br />

gibi mineralleri bağlayarak biyo-yararlılıklarını azalttığı bilinir. Yapılan bilimsel çalışmalarda mayalanma<br />

sırasında kepeğin içindeki fitatlar (fitik asit) parçalandığından, mineralleri bağlayıcı etkisinin<br />

azaldığı görülür. Nitekim kepeğin, yaş ağırlık üzerinden 100 gramında 422 mg. fitat bulunurken,<br />

kepekli mayalı ekmekte bu 54 mg. düzeyine düşer. “Ekmek, Beslenme ve Sağlık Yönünden Önemi”<br />

isimli çalışmada Prof. Dr. Ayşe Baysal ve Uz. Dyt. Nuriye Över, günde üç kez bu ekmeklerden yiyen<br />

kişilerin kan minerallerinin normal bulunduğunu göstermekte, başka bir araştırma da kepekli<br />

mayalı ekmekteki minerallerden vücudun yeterince yararlandığını söyler. Ayrıca, mayalandırılmamış<br />

hamurdan yapılan yufka ekmeğindeki minerallerin de biyo-yararlılığının az olduğu bilinir.<br />

Mayalanmanın, ekmeğin vitamin değerini yükselttiği, sindirimini kolaylaştırdığı da düşünülürse<br />

ekmeğin ve diğer fırın ürünlerinin mayalandırılarak yapılması konusuna önem vermek gerekir.<br />

Hülya Gül ve Halef Dizlek , Türkiye 10. Gıda Kongresi’nde sundukları “Kepekli Ekmek Üretiminde<br />

Karşılaşılan Sorunlar” isimli bildiride kepekli ekmek için şunları söylüyorlar:<br />

“Ekmek formüllerine ilave edilen farklı kepek çesitleri ekmeğe alışılmışın dışında bir tat ve<br />

koku kazandırır. Bununla birlikte kepekli ekmek üretiminde kullanılan kepek miktarı belirli bir düzeyin<br />

(genellikle %10) üzerine çıktığı zaman, duyusal özellikler, görünüm, ağızda hissedilen algılar,<br />

lezzet ve çiğneme gibi özellikler olumsuz yönde etkilenir. Bu etkilerin bir sonucu olarak da bilinçli<br />

ve özel tüketici gruplarının dışında kalan kitleler tarafından kepekli ekmeklerin tüketimi düsük<br />

düzeylerde kalmaktadır. Çünkü tüketiciler, genellikle besin değeri yüksek fakat tadı kötü olan bir<br />

ürün yerine tadı ve tekstürü (yapısı) güzel olan ürünleri tercih ederler.”<br />

İnsanoğlunun vazgeçemediği temel besini olarak kabul edilen ekmek gerek geçmişte, gerekse<br />

günümüzde sağlık alanında da yerini alır. Burada ekmek geçmişte bazı hastalıkların tedavisinde bir<br />

araç olarak kullanılırken, ekmekten kaynaklanan bazı hastalıklar da söz konusudur Eskiden ekmek<br />

tedavide çeşitli alanlarda kullanılırdı. Özellikle çeşitli travmalarda ekmek bir ilaç gibi travmanın


İnsan ve Ekmek 39<br />

olduğu bölgeye sarılır, morarmaların üzerine çiğnenmiş ekmek bağlanırdı.<br />

Gluten ekmeği ise suda eriyen kısımlarından ve nişastasından ayrılmış unla yapılır. Taze soya<br />

ekmeği, soya unuyla yapılır. Şeker hastalarının beslenmesinde bu tip ekmek kullanılır. Az azotlu<br />

ekmekler, tuzsuz ekmekler gibi azotemi ve damar sertliği hastalıklarının rejimlerinde verilir.<br />

Mısır ekmeğinin dışında dış kepeği ayrılmış, ancak embriyo ve iç kepeği ayrılmamış undan elde<br />

edilen kepek ekmeği önemli bir B1 vitamini kaynağıdır. Çok kahve içenler de, düşük kalorili diyet<br />

yapanlar, diyabet, kabızlık, spastik kolon hastaları ve doğum kontrol hapı kullananlar da tercih edilir.<br />

Çavdar ekmeği ise genel olarak düşük tansiyon ve kalsiyum eksikliği olanlarda bolca tercih edilir.<br />

Sporcular da çavdar ekmeği tüketmelidir.<br />

Ülkemizde ekmek, temel besin maddelerinden biri olmasına rağmen ekmeğin düşük randımanlı<br />

unlardan yapılması birçok beslenme ve sağlık sorununa zemin oluşturabilir. Bu özellikle vitamin<br />

ve mineral yetersizliğinin daha sık görüldüğü ve ekmek tüketiminin fazla olduğu sosyo-ekonomik<br />

gruplarda daha da önemlidir.<br />

Tam buğday unundan yapılan ekmeğin besin değeri yüksektir. Bu ekmeğin özellikleri şunlardır:<br />

“İçerdiği biyoaktif bileşenler nedeni ile besleyici değeri daha yüksektir. Bazı B grubu vitaminler,<br />

mineraller ve posa için iyi bir kaynaktır. Bağırsak fonksiyonlarının düzenlenmesinde, kan lipitlerinin<br />

kontrolünde, diyabette kan şekerinin kontrolünde önemli katkılar sağlamaktadır. Daha az<br />

enerji verirken daha fazla tokluk sağlarlar, böylece günlük alınan enerji miktarını ve obezite oluşma<br />

riskini azaltırlar. Bazı kanser türleri, kalp-damar hastalıkları, yüksek tansiyon ve diyabet gibi kronik<br />

hastalıkların riskini azaltmaya yardımcıdır. Lif içeriklerinden dolayı kan şekeri dalgalanmalarını<br />

ve insülin düzeylerindeki yükselmeyi önleyerek, açlık duygusunun azalmasında etkili olabilmektedir.<br />

Ayrıca tam tahıl ürünleriyle alınan magnezyum glikoz kullanımını olumlu yönde etkilemekte,<br />

bunlarda bulunan E vitamini ve diğer antioksidanlar metabolik sendromun önlenmesine katkıda<br />

bulunmaktadırlar.”<br />

Bu olumlu etkilerinin yanında ekmekten kaynaklanan bazı sağlık problemleri de söz konusudur.<br />

Bunlardan bir tanesi ülkemizde taze ekmeğin mideye oturacağı düşüncesi ile bayat ekmek kullanımının<br />

çok yaygın olmasıdır. Burada karşımıza bir tehlike çıkar. Çünkü bayat ekmek “aflatoksin”<br />

kaynağıdır. Aflatoksin de, kansere neden olduğu kanıtlanmış maddelerden biridir. İnsan gıdalarında,<br />

tahıllarda, yemlerde ve her türlü kuru yiyeceklerde rutubetin artmasına ve sıcaklığa bağlı olarak,<br />

mantar türleri hızla üreyerek mikotoksin (küf zehiri) denilen zararlı bir toksin (zehir) üretir. Bunların<br />

en önemlisi “Aflatoksin”dir. Aflatoksinler, kuvvetli zehir ve kanserojen maddelerdir. Hem toksin<br />

olanı, hem de gen yapısını değiştirerek kanser yapabilen Aflatoksin B1’dir.<br />

Bir diğer sağlık sorunu da Çölyak hastalığıdır. Bu hastalığın ortalama her yüz kişiden birinde<br />

görülen ve Türkiye’de 700 bine yakın kişide olduğu tahmin edilir. Yaşam boyu devam eden bir gıda


İnsan ve Ekmek 41<br />

alerjisi olan bu hastalık, genellikle kalıtsal olarak ortaya çıkar ve tedavi edilmediği, özenli davranılmadığı<br />

takdirde de hayatı çekilmez hale getirir. Çölyak hastalığı bağırsaklarda besin maddelerinin<br />

sindiriminin ve emiliminin bozulmasına yol açan bir hastalıktır. Çölyak hastalığı olan insanlar,<br />

buğday, arpa, çavdar ve bir dereceye kadar da yulafta da bulunan bir protein olan glutene karşı<br />

hassasiyet gösterir. Bu kişiler gluten içeren gıdalarla beslendiklerinde ince bağırsaklarında oluşan<br />

immunolojik reaksiyonlar sonucu hücrelerde iltihap ve hasar oluşur. Oluşan bu hasar sonrasında<br />

besin maddelerinin sindirimi ve emilimi bozulacağından, ishal ve zamanla vücutta bazı maddelerin<br />

eksikliği ortaya çıkar.<br />

Çölyak hastalığı tahılların alınmasıyla gelişir. İnce bağırsaklarda ortaya çıkan bu hastalık nedeniyle<br />

bağırsak duvarları düzleşir ve besin emilimini tam anlamıyla yapamaz. Normalde bağırsak<br />

duvarları bir havlunun yüzeyi gibi pütürlüdür. Bu pütürler sayesinde ince bağırsak sindirilmiş besinleri<br />

emerek kana karıştırır. Çölyak hastalığı nedeniyle pütürlü yapısını kaybeden ince bağırsak<br />

hızla düzleşir ve insanda hastalık etkileri görülmeye başlar.<br />

Bu hastalığın tedavisinde ekmek olarak genelde mısır ekmeği kullanılır. Mısır ekmeğini tutturmak<br />

güçtür; çabuk dağılır. Piyasada mısır ekmeğini tutturmak için genellikle içine buğday unu<br />

eklenir. Buna dikkat edilmelidir. Ayrıca 2000 yılından beri ülkemizde glutensiz ekmek de üretilir.<br />

Bu arada ekmek saklanırken, buzdolabında ençok 2 hafta, derin dondurucu da ise en çok 3 ay<br />

saklanmalıdır.<br />

Günlük enerji gereksiniminin karşılanmasında büyük önem taşıyan ekmek tüketimi, çeşidi ve<br />

miktarına dikkat edilmediği takdirde; obezite, şeker hastalığı, kanser, kalp hastalıkları gibi kronik<br />

hastalık oluşma riskini de artırır.<br />

Ekmek tüketimi ile ilgili yapılan yanlışlardan ilki, tek başına ekmek ağırlıklı beslenmektir. Bu<br />

tarz diyet vitamin-mineral ve diğer besin gruplarının yeterli alınmasını engeller. Özellikle ekmek<br />

ağırlıklı beslenen kişilerde hayvansal protein alımının, meyve ve sebze tüketiminin yetersiz olması<br />

sonucunda başta anemi olmak üzere birçok sağlık problemi ortaya çıkabilir.<br />

Günlük enerji ihtiyacı düşük olan, hareketsiz kişilerde ekmek miktarının fazla alınması, kalori<br />

alımının artmasına sebep olacağından obezite oluşma riskini de artırır. Hareket ve egzersiz seviyesi<br />

düşük olan kişilerde, öğünlerde ekmek miktarı tüketimi, 1-2 dilim ile sınırlandırılmalıdır. Ekmek<br />

yerine geçen pilav, makarna v.b gıdalar tüketilirken yanında ekmek yenmesi tercih edilmemelidir.


4. Bölüm<br />

Ekmeğin Besin Değeri<br />

“Geceyi hemen hemen uykusuz geçirdik, gündüzü de hiç şüphe yok ekmeksiz geçirecektik”<br />

Cenab Şahabeddin


44<br />

Euromonitor International’ın 2006’da Türkiye dâhil 40 ülkede yaptığı anket çalışması en popüler<br />

fonksiyonel gıdaların tam tane ya da yüksek-lifli ürünler (buğday ekmeği, yulaf gibi) olduğunu<br />

gösterir. Bu ilgide kuşkusuz tahıllı ekmeğin beyaz ekmeğe göre daha sağlıklı olmasının büyük payı<br />

var.<br />

İnsanın günlük enerji ihtiyacı doğal olarak yaşı, sağlık durumu, fiziksel etkinliği, cinsiyeti ve<br />

kilosu gibi çeşitli faktörlerle değişiklik gösterir. Bunlara bağlı olarak bir kişinin günlük ekmek ihtiyacı<br />

da yaşı, sağlık durumu, fiziksel etkinliği, cinsiyeti, ekonomik düzeyi ve kilosu gibi çeşitli faktörlerden<br />

etkilenir.<br />

Prof. Dr. Sezgin Ünal, “Yediğimiz Ekmek” isimli kitabının Ekmek ve Ekmekçilik Bölümü’nde<br />

beden çalışması az erkeklerin günlük 150-300 gram, kadınların ise 100-200 gram ekmeğe ihtiyaç<br />

duyduğunu belirtiyor. Ünal, bununla birlikte ulusal besin tüketimi verilerine göre kişi başına düşen<br />

günlük ekmek tüketiminin 402 gram olduğunu; kişilerin günlük aldıkları ortalama enerjinin (2291<br />

kalori) enerjinin yüzde 45’ini ve aldıkları ortalama proteinin (68 gram) yüzde 47’sini ekmekten sağladığını<br />

söylüyor.<br />

“Ekmek, Beslenme ve Sağlık Yönünden Önemi” isimli çalışmada ülkemizdeki ekmek kullanımı<br />

ile ilgili Prof. Dr. Ayşe Baysal ve Uz. Dyt. Nuriye Över ise şunları söylüyor:<br />

“Günlük birey başına ekmek tüketimi, değişik yöre ve gruplara göre 100 ile 800 gr. arasında<br />

değişmektedir. Ulusal besin tüketimi verilerine göre ortalama birey başına günlük 402 gr. ekmek<br />

tüketilmektedir.<br />

Bu değer 1984 yılı araştırmasında ortalama birey başına 360 gr. olarak bulunmuştur. Köylerde<br />

ve kentlerin sosyo-ekonomik düzeyi düşük olan ailelerinde ekmek tüketimi, kentlerde oturan ve<br />

sosyo-ekonomik düzeyi iyi olan ailelerden daha yüksektir.<br />

Üç öğün ve öğle, akşam 3’er kap, sabah çay, peynir (zeytin), yağ reçel şeklinde menü uygulanan<br />

orta üstü düzeyde beden çalışması olan erkek işçilerde, günlük ekmek tüketimi ortalama 450 gr.<br />

olarak bulunmuştur. Bunun yanında yemek servisi olmayan inşaat işçileri günde 768 gr. küçük sanayide<br />

çalışan çıraklar 663 gr. ekmek tüketmektedirler. Kasabada yaşayan ailelerden %14’ünde birey<br />

başına ekmek tüketimi günlük 507 gr. ve üstündeyken, %51’inde 364 gr. ve daha azdır.<br />

Öğrenim düzeyi düşük olan ailelerde ekmek tüketimi daha yüksektir. Meslek grupları arasında<br />

ekmek tüketimi yönünden bir farklılık bulunmazken, kalabalık ailelerde birey başına düşen ekmek<br />

miktarı daha yüksektir. Ankara kentinde ise ailelerde günlük birey başına tüketilen ekmek miktarının<br />

107 ile 576 gr arasında değiştiği, ortalama 327 gr. olduğu belirtilmiştir. Bu değer 1974 yılı<br />

araştırmasındaki büyük kentler için bulunan 374 gram ve 1984 yılı araştırmasında Ankara kentsel<br />

kesimi için bulunan 340 gramın biraz altındadır.<br />

Gerek ulusal, gerekse yöresel düzeydeki araştırma verilerinden bir tahmin yapılırsa ülkemizde<br />

genel olarak birey başına yaklaşık günde 400 gr. civarında ekmek tüketildiği söylenebilir. Buna göre,<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 45<br />

ülke genelinde ortalama birey başına düşen 2291 kalorilik enerjinin yaklaşık %45’i, 68 gr. proteinden<br />

%47’si ekmekten sağlanmaktadır.”<br />

Ekmeğin hammaddesi buğday unudur. Buğdayda bulunan bütün besin ögeleri ekmekte de vardır.<br />

Ancak, yeterli ve dengeli beslenme için gerekli olan vitaminler ve mineraller daha çok buğdayın<br />

özünde (embriyosu) ve dış kabuğunda bulunduğundan, öğütülürken saflaştırma durumuna göre<br />

undaki miktarları azalır. Bunun yanında, mayalanma ile bazı vitaminlerin miktarlarında artış olup,<br />

minerallerin yararlılıkları artar.<br />

Ekmek yapıldığı malzemeye ve içeriğine göre farklı besin değerleri taşımaktadır. Temelde ana<br />

besin maddeleri olarak karbonhidrat, protein ve yağ içeren 100 gramlık buğday ekmeği 260 kalori<br />

verirken, 50.1 gram karbonhidrat, 8.2 gram protein ve 1.2 gram yağ içerir. Ayrıca mineral olarak<br />

385 mg sodyum, 130 mg kalsiyum, 60 mg potasyum, 90 mg fosfor, 0.9 mg demir içerirken; 86 mikrogram<br />

B1, 60 mikrogram B2 ve 1 mikrogram Niasin bulundurur.<br />

100 gramlık tam tane buğday ekmeği 240 kalori verirken, bu ekmek 47.4 gram karbonhidrat,<br />

7.5 gram protein ve 0.9 gram yağ içerir. Ayrıca mineral olarak 370 mg sodyum, 210 mg kalsiyum,<br />

95 mg potasyum, 265 mg fosfor, 2 mg demir içerirken; 250 mikrogram B1, 150 mikrogram B2 ve<br />

3.3 mikrogram Niasin bulundurur.<br />

100 gramlık çavdar ekmeği 250 kalori verirken, bu ekmek 51.2 gram karbonhidrat, 6.4 gram<br />

protein ve 1 gram yağ içerir. Ayrıca mineral olarak 520 mg sodyum, 230 mg kalsiyum, 35 mg potasyum,<br />

130 mg fosfor, 1.9 mg demir içerirken; 160 mikrogram B1, 120 mikrogram B2 ve 0.5 mikrogram<br />

Niasin bulundurur.<br />

100 gramlık tam tane çavdar ekmeği 240 kalori verirken, 46.4 gram karbonhidrat, 7.3 gram<br />

protein ve 1.2 gram yağ içerir. Ayrıca mineral olarak 420 mg sodyum, 290 mg kalsiyum, 43 mg<br />

potasyum, 220 mg fosfor, 3.3 mg demir içerirken; 180 mikrogram B1, 150 mikrogram B2 ve 0.6<br />

mikrogram Niasin bulundurur.


5. Bölüm<br />

Ekmeğin Tarihi<br />

“Okumuşun ekmeği koynundadır”


48<br />

Ekmeğin tarihine göz attığımızda medeniyetlerin tarihi kadar eski olduğunu görürüz. Ekmek,<br />

insanoğlunun bilinen en eski, en temel ve önemli gıda maddesidir . Kabul gören en eski hikayeye<br />

göre, ateşin bulunuşunun ardından ilk insanlar su ile ıslatılmış ve kendi haline bırakılmış buğday<br />

kırmasında gözeneklerin meydana geldiğini görmüşler ve gözenekli kütleyi sıcak taşlar üzerinde<br />

pişirdikleri zaman lezzetinin iyi olduğu ortaya çıkmıştır.<br />

Ekmeğin tarihi kuşkusuz yabani buğday ve arpanın tarihi ile başlar. Buğday günümüzde dünya<br />

nüfusunun yüzde 35’nin geçim kaynağıdır. Kenneth F.Kıple’nin Gezgin Şöleni Yapı Kredi<br />

Yayınları’ndan çıkmış olan Gezgin Şöleni kitabında buğdayın kökeninin yabani ataları kızıl buğday<br />

ve gemik olduğundan söz ediyor ve insanlarca ilk kez güneybatı Asya’da kullanıldığını söylüyor. Burada<br />

yabani tahıl hasat eden Natufi yani Neolitik dönem öncesi yiyecek arayıcılarına ait alanlarda,<br />

ocaklar, öğütme taşları ve hatta yiyecek depolama çukurları olduğunu sözlerine ekliyor.<br />

Günümüzden yaklaşık 2.5 milyon yıl öncesine doğru bir yolculuğa çıktığımızda Prehistorik/<br />

tarih öncesi çağlara ulaşırız. Bu çağların sınıflandırılmasında Taş Devri adını verdiğimiz dönem 2.5<br />

milyon yıl öncesinden, M.Ö. 5500 yılına kadar sürer. Taş Devri, Eski Taş Çağı genel adı ile anılan<br />

Yontma Taş devri diye isimlendirilmiş Paleolitik Çağ’dır. İşte bu dönem 2.5 milyon yıl öncesinden<br />

M.Ö.12000 yıl öncesine kadar uzanır. İnsanoğlu bu uzun süreçte doğanın güç koşulları içinde<br />

gelişimini sürdürürken önce etobur bir yaşam sürdü. Yabani hayvan avcılığından sağladığı besinler<br />

temel besin kaynaklarıydı. Avcılık konusunda çaresiz kaldığı dönemlerde ise besin kaynakları<br />

meyveler ve bitki kökleri oldu. Paleolitik çağın son dönemlerinde, dünya iklimi yumuşamaya baladı.<br />

Buzullar eridi. Yine avcılık devam ediyor, balıkçılıkla da çeşitleniyordu. Bu iklim koşullarının iyileşmesi<br />

bazı bölgelerde yabani buğday ve arpa oluşumu için ortam<br />

yaratmıştı. Afrika’nın doğusu, Yukarı Mezopotamya, İran ve Batı<br />

Asya ‘da böyle bir ılıman koşul vardı.<br />

Havanın ılıman bir hal alması ile birlikte temel besin olan<br />

av hayvanlarının yakalanıp, pişirilip yenmesi ve sonra yine aynı<br />

çarkın dönmesi sıkıntılar yaratmaya başladı. Bu da beraberinde<br />

hayvan yetiştiriciliğinin ilk adımlarının atılmasını getirdi. Artık o<br />

dönemlerde hayvanlar yakalanmaya, çitlerle çevrili bölgelerde tutulmaya<br />

başladı. Bu süreçte hayvanları çiftleşmesi ve yavrulaması<br />

yeni et stoklarının doğmasını getirdi. Böylece çoban toplulukları<br />

adı verilen gruplar doğdu.<br />

Süreç böyle devam ederken hayvancılık beraberinde M.Ö. 9000-5500 yıllarını kapsayan Neolitik<br />

Çağ adını da verdiğimiz Cilalı Taş Devri, tarımın ilk adımlarının atıldığı dönemi kapsar. Yabani<br />

buğday M.Ö. 9000 yılları öncesinde küçük kızıl buğday ve gemik(bir çeşit buğday), bir biçimde<br />

ehlileşirken, Şeria vadisinde Ceriko’da ve Şam’ın hemen güneydoğusuna düşen Tell Esved’de ekilip<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 49<br />

biçilmeye başlandı. Bu beraberinde tarım ekonomisinin doğmasının temelini oluşturdu. Ve buğday<br />

birkaç kuşak içinde ehlileşti. Bu süreçte tek bir avcı toplayıcının geçimi için 2000 dönümlük<br />

tarlaya gerek vardı. Halbuki günümüzde böyle bir alandan 5000 kişinin ihtiyacı karşılanabiliyor.<br />

Artun Ünsal, Nimet Geldi Ekine kitabında özellikle Anadolu’da Diyarbakır Çayırönü(M.Ö.7000),<br />

Konya Çatalhöyük (M.Ö. 6800-5700), Burdur Hacılar (M.Ö. 6750-6500) kazılarında ortaya çıkan<br />

kömürleşmiş buğday taneleri, hayvan boynuzuna çakmak taşı kaktırılmış oraklar, öğütme taşları ve<br />

hububat saklama çukurlarına dikkat çeker.<br />

Cilalı Taş Devrinde Kestane, Meşe Palamudu gibi bazı bitkisel ürünlerin ezilip suyla karıştırdıktan<br />

sonra elde edilen hamurun, kızgın taşlar üzerinde ya da kül içerisinde pişirilerek yendiği de<br />

bilinmektedir.<br />

Yapılan araştırmalardan elde edilen bilgiye göre MÖ.<br />

4000 yıllarında Babilliler özel fırınlarda ekmek pişirmeyi<br />

biliyorlardı. Yine MÖ. 4300 yıllarında değirmencilik ve<br />

fırıncılık sanatının icra edildiği, yapılan kazılarla elde edilen<br />

bulgulardan anlaşılmaktadır.<br />

MÖ. 2600 yıllarında Eski Mısırlılar, buğday unu ve su<br />

karışımından elde edilen hamura maya kattıklarında ekmeğin<br />

daha yumuşak, daha kabarık olduğunun farkına vardılar.<br />

Çeşitli sınıflardan oluşan Mısır halkı ekmeği uzun zamandan<br />

beri bilmekteydi. Ancak mayanın tesadüfen bulunmasının<br />

ardından beyaz ekmek soyluların ve sarayın simgesi<br />

haline geldi. Zenginlerin ve soyluların rağbet ettiği bu mayalı ekmekler o kadar değer kazandı ki,<br />

Eski Mısır’da bu ekmekler para yerine bile kullanılmaya başlandı. Ekmek Beslenme ve Sağlık Yönünden<br />

Önemi isimli çalışmada Prof. Dr. Ayşe Baysal ve Uz. Dyt. Nuriye Över’in belirttiğine göre;<br />

Mısır’da bulunan fosillerin diş yapıları, bu insanların kepekli, kalın kabuklu ekmek çiğnediklerini<br />

işaretlemektedir. 1991 yılında Mısır’da yapılan Giza Piramidi kazılarında M.Ö. 2575-2134<br />

yılları ararsında tarihlendirilen piramidin yapımında çalışan işçilerin ekmek yapımı için kullandıkları<br />

fırınlar bulunmuştur. Bunun dışında Mısırlılar’ın mezar hediyelerinden biri olarak ekmek<br />

görülmektedir.<br />

Sümerlerin beslenmesinde arpa ekmeğinin önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir. Mısır’lılardan<br />

ve Yahudi’lerden fırıncılık sanatını öğrenen Yunanlılar, Doğuluları’nkine benzer ekmekler yapmağa<br />

başlamışlardır. Romalılar “pişmiş buğday” sistemini uzun süre koruduktan sonra M.Ö. 600 yılında<br />

Yunanlılardan ekmek yapmayı öğrenmişlerdir. Yunanlılar ve Romalılar tarafından çok önceden beri<br />

bilinmekte olan bira mayasının geleneksel ekmek mayasına katılması ile daha yumuşak ve lezzetli<br />

ekmek elde edilmiştir. Mısır’dan Roma’ya ve ardından Batı Avrupa’ya yayılan mayalı ekmek, son


50<br />

asırlarda hemen bütün dünyada sofralarda yerini almıştır.<br />

Ticari fırınların yapılmaya başlandığı M.Ö. 500 yılından sonra ekmeğin kabarması için bazı<br />

karışımlardan istifa edilmeye başlandığı anlaşılmaktadır. Bunlardan bir tanesi şıraya karıştırılmış<br />

darıdan yapılan ve uzun zaman saklanabilen bir karışımdı. Bir diğeri buğday kırması ile beyaz şıradan<br />

yoğurulan ve üç gün kadar bekletilen bir hamur maya olarak kullanılmaktaydı. Fırıncılar yıllar<br />

boyu ekmeği kabartmak için fermantasyona bağlı kaldılar ve bir önceki hamurdan alınan hamurla<br />

aşı yapılarak kullanılan ekşi hamur metodu , gün geçtikçe özelliğini yitirmekle birlikte bazı bölgelerde<br />

halen uygulanmaktadır.<br />

M.Ö. 312 yılında Roma’da 254 fırın vardı ve ürün gramajı ve fiyat kanunlarla belirlenmekteydi.<br />

Kentlere olan göç nedeniyle buralarda yoğunlaşan nüfus ile birlikte ev ekmeği de yerini giderek<br />

fırın ekmeğine bıraktı.<br />

Türkler’de genelde ekmek yerleşik düzene geçmeden önceki göçebe dönemde altında ekmek<br />

yanan saçta mayasız ekmek olarak yapılır ve buna yufka veya lavaş denirdi. Bunlar uzun süre dayanan<br />

ekmeklerdi. Çünkü, 7, 8 kat yufka üst üstte konulup, dürüm haline getirildiğinde sadece dışarıda<br />

kalan kısım kurur diğerleri taze kalırdı.<br />

Türkler’de ekmek konusu Bahaeddin Ögel ‘in Kültür Bakanlığı Yayını olan Türk Kültür<br />

Tarihi’ne Giriş isimli kitabında şöyle özetleniyor:<br />

“Bir ekmeğin dürüm yapılabilmesi için kalın bile olsa onun hiç olmazsa yufka biçiminde olması<br />

gerekmektedir. Böyle bir dürüm yapılabilmesi için ekmeğin ince veya kalın pide olması gereklidir.<br />

Türkler’in bazlama, büskeç, sinçü, pide gibi adlar verdikleri ekmek çeşitleri, böyle yufka şeklindeki<br />

ekmeklerdendi.”<br />

Sula Bozis’in Tarih Vakfı Yurt Yayınları’ndan çıkan, İstanbul Lezzeti, isimli kitabında tarihçi<br />

Cyril Mango’nun Bizans isimli kitabına dayanarak Bizans dönemindeki İstanbul’da ekmeği şöyle<br />

alıntılamaktadır:<br />

“Trakya’dan gelen buğdayın Konstantinopolis’in ihtiyacını karşılayamadığını, İmparator Büyük<br />

Konstantinos (306-337) devrinden beri, başkent halkının Mısır’dan gelen buğdayla beslendiğini<br />

belirtir. Mı sır’ın yıllık buğday üretimi İskenderiye buğday ambarlarında depolanır, “mutlu-bereketli<br />

yük” deniz yoluyla Tenedos’a (Bozca ada) getirilir ve oradaki depolara boşaltılırdı. Mı sır’dan gelen<br />

buğdayın yetersiz olduğu dö nemlerde, yönetim halkın aç kalma ması için önlem almak zorun daydı.<br />

Un kıtlı ğı kimi zaman kanlı ayaklanmalara zemin hazırladığın dan, imparatorlar halkın “günlük<br />

ekmeği ni” karşılamaya öncelik tanırdı.”<br />

Sula Bozis, İstanbul Lezzeti’nde ayrıca şunları da söylüyor:<br />

“Ekmek Bizans halkının temel gıdasıydı. Başkent fırınlarında çeşitli ekmekler üreti lirdi. 12. ile<br />

13. yüzyıllar arasında yaşayan Konstantinopolisli ünlü halk şairi Fakir Prodromos’un şiirlerinde belirtildiği<br />

gibi, has buğday unundan imal edilen katharos artos (temiz ekmek) zenginler tarafından<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 51<br />

tüketilirdi. Geniş halk yığınlarını besleyen ikinci sınıf tis ptohias (yoksulların ekmeği) buğday, arpa,<br />

çavdar unlarının karışımın dan yapılırdı. Bizans ekmek fırınları toplu ca “Altın Milion” bölgesinde<br />

bulunuyor du.<br />

Buğday, Osmanlı döneminde de devlet tekelinde olmaya devam etti. İstanbul’un günlük ekmek<br />

ihtiyacı için ge rekli buğday, un vs. temi ni, devletin en önemli işlerindendi. Buğday dev lete ait ambarlarda<br />

depo lanır, satış fiyatı devlet tarafından saptanırdı. Un emini Un Kapanı’ndaydı. İmaretler,<br />

ulema, kışlalar ve kent fırınları için gerekli olan un buradan temin edilirdi.”<br />

Eremya Çelebi Kömürciyan ise , 17. yüzyıl da İstanbul Tarihi adlı kitabında şu bilgile ri vermektedir:<br />

...Kırım, Kefe, Varna, Köstence, Burgaz’dan buğday yüklü gemiler, yüklerini Un Kapanı rıhtımında<br />

boşaltırlar ... İskele darı, arpa ve buğday yığınlanyla doludur ... 110 kadar fırında halkın ekmeği<br />

pişirilir. Hepsi de Ermeni olan ekmekçi ustaları pazar ve cumadan başka, her gün erken den


52<br />

loncada hazır bulunurlar. Çörek, kata, kada yıf, baklava, simit, gevrek, peksimet, Halep ve Şam böreği,<br />

gözleme, francala için gerekli un bu radan alınır ... Binlik konaklar, eski ve yeni padi şah sarayları için<br />

yapılan has ekmeğin buğdayı dı şında ekmek buğdayı buradan temin edilir.<br />

Evliya Çelebi, dönemindeki ekmekçi esnafını 999 dükkân ve 10.000 nefer ola rak kaydeder ve<br />

en has francala ekmeğinin Galata ile Tophane fırınlarında yapıldığını aktarır. Yeniçerilerin ekmeği<br />

Şehzade Ca mii karşısında, yeniçeri kışlası ile acemioğlanları kışlası arasında bulunan büyük fırında<br />

pişerdi ve bu ekmeğe “tavın” denirdi. Siyah renkli ve lezzetli olan bu ekmeğe halk arasında “fodla”<br />

denirdi. Evliya Çelebi’ye göre bu fırında 300 nefer çalışırdı. Askere ekmek temin edenlere 1863 yılına<br />

kadar Ekmekçibaşı denirdi.”<br />

Ayrıca İsmail Tokalak da, Bizans Osmanlı Sentezi isimli önemli çalışmasında Bizans ve<br />

Osmanlı’da ortak yemek kültürü bölümünde, Bizans’ın ekmek temel klasik gıdası olduğunu belirtiyor<br />

ve şöyle devam ediyor:<br />

“ Ekmek kelimesi Yunanca anlamı alfabesinin ilk harfi olan a ile başlayan ‘artos’ kelimesidir.<br />

Bizans’ta ekmek şehrin valisi ve belediye başkanı görevindeki Eparkh’ın (Epaharkos) nizamnamesi<br />

doğrultusunda üretilir. Bir dönem orada insanlara ücretsiz ekmek dağıtılırdı.<br />

Ayrıca yine Bizans’ta ekmek almaya gücü yetmeyenler için halka biçimindeki boukellaton ve<br />

kalınca dilimlenmiş arpa ekmeği paximad (peksimet) kullanılırdı. İmparator I.Iustinianos (527-<br />

565) sırt çantasında paximadia taşırmış. Buna Venedik’te pasimata, Arapça başmat veya baksimat,<br />

Hırvatça peksimet ve Romence pesmetten denirdi.Türkler peksimeti iki kere pişirerek suyunu<br />

almış galeta ve peksimet şekline dönüştürerek daha uzun süre dayanmasını sağlamıştır. I.Dünya<br />

Savaşı’nda ve Kurtuluş Savaşı’nda Türk askerlerinin temel gıdası, peksimet olmuş, suya batırılarak<br />

yumuşatılmış ve öyle yenmiştir.<br />

Pide ise 15. ve 16. Yüzyılda İstanbul’da yaygın biçimde tüketilen yassı biçimdeki ekmek anlamına<br />

gelen pide ve foduladan gelmektedir. Bu sözcüklerin ortaçağ Yunancası’ndaki karşılıkları pitta<br />

ve küçük hali olan pitulladan gelir. Daha sonra Ramazan ayının vazgeçilmesi olan pidemize dönüşmüştür.”<br />

Osmanlı sarayında ise saray ekmeği has ekmek diye anılır ve has fırın adı verilen fırınlarda pişirilirdi.<br />

Halkın kullandığı ekmeğe ise harcı denirdi.<br />

19. yy. da Hollanda’da buğday temeline dayanan maya bulunmuş ve kullanılmaya başlanılmıştır.<br />

Orta ve diğer Avrupa ülkelerine ekmek daha sonraları güneyden yayılmıştır. Avrupalılar buğdaydan<br />

önce çavdar gibi diğer tahıl ürünlerini kullanmışlar, ancak 15. yüzyılda buğdaydan beyaz ekmek<br />

yapımına başlamışlardır. Mikroorganizmaların ve mayanın aktif olarak bilinmesinden (19. yüzyıl)<br />

sonra ekmek üretimi sanayi dalı haline gelmiştir. Yüzyılımızın ikinci yarısına yaklaşırken artık ekmek<br />

yapımında modern tekniklerin ortaya çıktığı ve makineleşmenin başladığı görülmektedir. Bir<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 53<br />

anlamda bu süre içerisinde ekmek sektörünün hızla sanayileştiği söylenebilir.<br />

Özellikle A.B.D.’de başlayan makineleşme giderek gelişmiş ve diğer ülkeler de bunu izlemişlerdir.<br />

Bir yandan da ekmek tadının ayrıntılarına girildiği, böylece tüketiciye bol çeşit sunulmağa<br />

başlandığı görülmektedir.<br />

Ülkemizde de dünyadaki bu gelişime 1975 yılından sonra büyük önem verilmiş ve İstanbul başta<br />

olmak üzere Ankara, Eskişehir, İzmir, Bursa ve Antalya gibi illerde çeşitli tipte ekmek üretimine<br />

başlanmıştır. Bugün artık makineleşmiş işletmelerin giderek arttığı ve modern teknikler kullanılarak<br />

ekmek imalâtı yapıldığı görülmektedir.


6. Bölüm<br />

Osmanlı Mutfağı’nda Ekmek<br />

“Tuz ekmek hakkını bilmiyen kör olur”


56<br />

Osmanlı mutfağı ve oradaki ekmek konusuna göz attığımızda, Osmanlı Devleti’ nde Saray<br />

Mutfağı’nın Matbah-ı Amire veya Matbah-ı Hümayun olarak anıldığını görmekteyiz. İstanbul’un<br />

fethinin ardından Fatih Sultan Mehmet Dönemi’ nde inşa edilen Topkapı Sarayı’ nda yemekler<br />

Matbah-ı Amire’de pişirilirdi. Saray mutfağı padişahın yemeklerinin yapıldığı özel bölüm ile saray<br />

halkının yemeklerinin yapıldığı küçük bölüm olarak ikiye ayrılmıştı. Sarayda mutfak işlerine bakan<br />

kişiye Matbah-ı Amire Emini denir ve bu kişi Hacegan rütbesini taşırdı.<br />

Matbah-ı Amire’ de her gün 4-5 bin kişi için yemek hazırlanır,<br />

resmi günlerde ise bu sayı 15 bine kadar çıkardı. Topkapı<br />

Sarayı’ ndaki mutfak İkinci Avlu’ nun sağ tarafını boydan<br />

boya kaplardı. 20 büyük bacaya sahip bu mutfak sarayın<br />

5.250 m2’lik bölümünü oluştururdu. Asıl mutfağın dışında<br />

kilerler, görevli koğuşları, çeşme , cami ve hamamdan oluşan<br />

bu komplekse avludan açılan 3 kapıdan girilirdi : Aşağı Mutfak<br />

Kapısı, Has Mutfak Kapısı ve Helvahane Kapısı.<br />

Aşağı Mutfak Kapısı’ ndan öncelikle Matbah-ı Amire<br />

Emini’ nin, Kilercibaşı’ nın, katiplerin odalarının bulunduğu<br />

İdari Bölüme girilirdi. Burada ayrıca erzakın saklandığı<br />

Kilar-ı Amire de bulunurdu.<br />

Has Mutfak Kapısı’ ndan ise asıl mutfak bölümüne girilirdi.<br />

Mutfak 8 bölümden oluşurdu. 16. yüzyılda Saray mutfağında,<br />

hamurculardan, simitçilerden, pilavcılardan, kebapçılardan,<br />

kuşhanecilerden, sebzecilerden ve tatlıcılardan oluşan<br />

60 kişilik bir usta aşçılar grubu ve 200 yamak çalışırdı. Başlarında<br />

da üst rütbeli bir görevli olan Aşçıbaşı bulunurdu. Has<br />

Mutfak ayrıca Padişahın yemeklerinin pişirildiği bölümdür.<br />

Padişahın annesine, baş haremine, kız kardeşlerine ve kızlarına<br />

hizmet veren mutfağa Valide Sultan Mutfağı denirdi.<br />

Mutfakların son bölümü, dört kubbeli bir bina olan Helvahane’ydi. Helvaların, reçellerin, şerbetlerin,<br />

turşuların ve dillere destan macunların yapıldığı bu mekan, Osmanlı Sarayının hem tatlı<br />

imalathanesi, hem de eczanesiydi. Kayıtlara göre, 16. yüzyılda Helvahane’de, Helvacıbaşı’nın denetiminde<br />

812 kişi çalışırdı. Bugün Topkapı Sarayı Müzesinde, eski mutfak özelliklerini koruyan tek<br />

mekan Helvahaene’dir.<br />

İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed İstanbul belediye başkanlığına tayin ettiği<br />

Hızır Bey Çelebinin ilk icraatı; ekmekçi esnafı temizliğe son derce riayet edecek , hamura asla hile<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 57<br />

karıştırılmayacak, çıkarılan ekmekten hiç kimsenin şikayetçi olmamasını temin etmek olmuştu.<br />

Ayrıca bugünkü anlamıyla dünyadaki ilk standart 1502 yılında Bursa’da II.Beyazıt tarafından yürürlüğe<br />

sokulan Kanunname-i İhtisab-ı Bursa olduğu sanılmaktadır. Standardın bugünkü anlamında<br />

algılandığını gösteren yazılı en eski belge olarak Dünya tarihinde geçen “Kanunname-i İhtisab-ı<br />

Bursa” Sultan II. Bayezit Han tarafından ferman olarak hazırlanmıştır. Bu belgede kalite, boyut,<br />

ambalaj gibi konularda standartlar tespit edilmiş, narh ve ceza hükümlerine de yer verilmiştir. Bugünkü<br />

standardizasyon sistemine benzeyen bir sistem tesis edilmiş, tuz, ekmek, sebzeler, et, yumurta,<br />

süt, yoğurt, peynir, tekstil ürünleri, mücevherat, mutfak eşyaları, deri ve deri mamulleri, kükürtler ve<br />

ayakkabılar gibi çeşitli maddelerin özellikleri ayrı ayrı belirtilerek standardize edilmiştir. Orijinal<br />

metni İstanbul Topkapı Müzesi’nin Revan Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Bu standartlar içinde<br />

ekmeğin ağırlığı ve üzerine konulacak susam miktarı bile bulunmaktaydı. Buna uymayanlar da ciddi


58<br />

cezalar alırdı.<br />

“Kanunname-i ihtisabı Bursa” fermanıyla halkın ekmeğine karşı verilen devlet güvencesi sadece<br />

Bursa’da değil bütün Osmanlı ülkesinde uygulanacaktı. Sultan Beyazıt’ın fermanından sonra Karadenizlilerden<br />

büyük hamur ustaları çıkmıştır. Evliya Çelebi “Seyahatname”sinde “tam üç ay bayatlamadan<br />

kalabilen ekmekler yapar , bunları deve sırtında İran sarayına bile gönderirler” diye yazmıştı.<br />

İstanbul Kadısı’nın hazırladığı 1680 ta rihli esnaf nizamnamesinde, çiğ, kara, ekşi ve noksan ekmek<br />

ve çörek üretenlerin 1 akçe ceza ödemekle yükümlü oldukları be lirtilir. Ayrıca, fırıncıların elekleri<br />

sık olmalı, ekmek kepekli olmama lı, börekçiler etli börek yapımında koyun eti kullanmalıydı;<br />

böreğin soğanının çok ve etinin az veya içinin boş olması yasaktı. 1703 tarihli bir fermanla ekmek<br />

fırınla rında ekmekten başka herhangi bir şey üretmek yasaklanmıştı. 1768 tarihli bir ka rara göre<br />

ekmekçiler ve uncular, altı aylık zahireyi ambarlarında bulundurmaya, her gün halis beyaz ekmek yo-<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 59<br />

ğurup kararında pişirmeye ve tespit edilmiş narh üzerinden tartısı tam olarak satmaya mecburdular.<br />

Ekmekçi esnafı isim ve unvanıyla tespit edilirdi. Ekmekçilik yapmak için mutlaka bir kefil bulması<br />

gerekirdi. Kefılsiz ekmekçilik yapılamazdı. Ortaya ekmek ile ilgili bir suç çıktığında kefil leri<br />

de sorumlu sayılırdı. Canı isteyen, istediği zaman bu mesleği bırakamazdı. Ancak sahibi bu lunduğu<br />

ekmekçi ve fırın gediğini kadı hu zurunda bir başkasına satabilirdi. Fırıncı, fırınını hiçbir sebeple<br />

kapayamazdı. Cezalar ise ağırdı. Eksik ekmek çıkaranlar, para cezasının yanı sıra, fırının önün de<br />

kulağından duvara mıhlanır veya halkın önünde, sokakta yere yatırılıp falakayla ce zalandırılırdı.<br />

İstanbul’da uzun yıllar yaşamış olan düşünür Skarlatos Bizantios (1798-1878) üç ciltlik Konstantinopolis<br />

(1851-1867) isimli eserinde Fethiye Camii civarında, yolun her iki tarafında un değirmenleri<br />

bulunduğunu ve Un Kapanı etrafındaki un ambarlarının günlük ihtiyacı karşılamak için İstanbul<br />

fırınlarına her gün 10.000 kilo un yolladıklarını belirtir. Yazara göre, fırıncıların en az bir aylık ekmek<br />

üretimi için gerekli unu bulundurmaları zorunluydu.<br />

İstanbul’daki ekmek fırınlarının sayısını tam olarak saptayan herhangi bir belgeye rastlayamadık.<br />

Reşat Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi’’nde, 1756 Cibali yangını sonucu İstanbul’un dörtte birinin<br />

kül ol duğunu, bu arada 580 fırının da yandığını, buna göre tahminen İstanbul’daki ekmek fırını sayısının<br />

2.000 civarında olduğunu belirtmektedir.<br />

Bu bilgiler ışığında tahıl, tahıl ürünleri ve bakliyat sarayda tüketilen yiyeceklerin içinde önemli bir<br />

yer tutmaktadır. En başta ekmek ve buğdaydan elde edilen un saray mutfaklarına büyük miktarlarda<br />

tedarik edilmekteydi. Eski dilde “nan” olarak adlandırılan ekmek saray fırınlarında yapıldığı gibi hazır<br />

olarak da alınırdı. Tüketilen ekmekler değişik cins ve kalitedeki unlardan üretilirdi. Saf ve beyaz<br />

ekmek “nan-ı hass” sultanın ve sarayın önde gelenlerin sofrasını süslerken, daha düşük kalite undan<br />

üretilen beyaz veya siyah ekmekler “nan-ı aziz”, “nan-ı adi” veya “somun” diğer saray halkına verilirdi.<br />

Ekmekler gibi değişik cins ve kalitedeki unlar saray mutfaklarında tüketilirdi: has un “dakik-i hass”,<br />

İstanbul unu “dakik-i Asitane”, Beykoz unu “dakik-i Beykoz”, Rusya unu “dakik-i Rusya”, kadayıf<br />

unu “dakik-i kadayıf ” olarak adlandırılırdı.<br />

Saray ekmekçilerine Habbazin-i Hassa denilirdi. Ekmekçibaşı’nın yönetiminde çalışırlar ve pişirici,<br />

hamurkâr ve elekçilerden oluşurlardı. Fodlacılar (pideciler) ayrıydı.<br />

Padişaha verilen ekmekler has ekmek, Beç ekmeği, yeni börek, yağlı halka, simit, pide, mirahor<br />

ekmeği, imam ekmeği, yuka ekmeği, beç poğaçası, nohut ekmeği ve şekerli ekmek idi. Sarayda değişik<br />

türlerde ekmek pişirilirdi.


7. Bölüm<br />

Tarih, Mitoloji ve Efsanelerde Ekmek<br />

“Tuz ekmek yediğim kavim kardeşler<br />

Nedir bu feleğin ettiği işler<br />

Gözümden akıttım kan ile yaşlar<br />

Gelin helallaşın ben gider oldum”<br />

Âşık Kerem


62<br />

Tarih insan toplumlarının, zaman ve yer gösterilerek ve objektif olarak kültür ve uygarlıklarını<br />

inceleyen, yaşamlarını, çeşitli ilişkilerini anlatan bilim dalıdır. Burada insan topluluklarının yaşayışları<br />

(klan, site, devlet, imparatorluk), savaşları (yapılan çeşitli savaşlar, barışlar, antlaşmalar) meydana<br />

getirdikleri uygarlıklar (hükümet ve idare, askerlik, hukuk, din, güzel sanatlar, tarım, ticaret v.b.)<br />

tarihî olaylar arasında yer alır ve tarih biliminin konusunu meydana getirir.<br />

Mitoloji kelimesi, yunanca mythos ( masal - hikaye ) ve logos ( söz ) kelimesinden yapılmıştır.<br />

Mitoloji; çok eski zamanlarda gelmiş ve yaşamış olan ulusların inandıkları tanrıların, kahramanların,<br />

devlerin ve perilerin hayatından bahseden hikayelerdir.<br />

Söylence ya da Efsane yıllarca gerçekten olmuş gibi kuşaktan kuşağa aktarılan öyküler. Söylencelerde<br />

anlatılan olaylar bazen gerçeküstü olabilir; ama çoğunlukla gerçek olaylara ve gerçekten<br />

yaşamış kişilere dayanır. Bu öykülerin çoğu kahramanca işler yapmış kişilerle ilgilidir.<br />

Tarih, Mitoloji, Efsaneler içinde ekmek çeşitli noktalarda yer almaktadır. Bunlara kısa bir göz<br />

attığımızda içinde yaşadığımız coğrafyada şu notlarla karşılaşırız:<br />

Mithra ve Başak<br />

Tanrı Mithra Asya’da doğan ve Roma’da<br />

yüceltilen bir Tanrıdır. Güneş Tanrısı’nın<br />

verdiği görevle dünyada yaşamı yaratma<br />

misyonunu üstlenmiştir. Campbell, Batı Mitolojisi<br />

isimli kitabında insanlığın ve başağın<br />

doğuşunu şöyle anlatır:<br />

“Mithra’nın yaşamı yaratması için Tanrılar<br />

huzuruna bir kozmik boğa gönderirler.<br />

Mithra bu boğayı tuttuğu gibi yere çalar ve<br />

bir eli ile burun deliklerini kavrayıp boğazını<br />

biçakla keser. İşte dünyadaki tüm yaşam bu<br />

boğadan meydana gelir. Boğanın toprağa<br />

dökülen kanlarından asma dalları yeşerir ve<br />

üzüm verir. Kemiklerinin içindeki iliğin yere<br />

düşmesi sonucunda da topraktan başak ve<br />

buğday çıkar. Mithra’nın doğumu 1000 yıl öncesine kadar bazı inananlarınca Noel olarak kutlanıp,<br />

boğa kurban edilir ve kanının temsili olarak şarap içilip, ekmek yenilirdi.”<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 63<br />

Bir Sümer Atasözünde Ekmek.<br />

Tarihin yazı ile başladığını kabul ederiz. İlk yazı da günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce Sümerliler<br />

tarafından bulunduğu söylenir. Günümüzde bulunmuş en eski tabletlerde Sümerliler’e aittir.<br />

Dolayısıyla birçok ilki Sümerliler ile başlatırız. Dünyadaki bilinen ilk atasözleri de Sümerce’di.<br />

İşte bunlardan biri Sümer’de sıkıntı içinde yaşayan yoksullara yönelik sözlerdir. Samuel Noah Kramer,<br />

Tarih Sümer’de Başlar isimli kitabında ekmek ile ilgili sözleri şöyle vermektedir:<br />

“Yoksul iç.in ölmek yaşamaya yeğdir;<br />

Ekmeği varsa, tuzu yoktur,<br />

Tuzu varsa, ekmeği yoktur<br />

Eti varsa, kuzusu yoktur,<br />

Kuzusu varsa, eti yoktur.”<br />

Bir Sümer Fablı<br />

Ayrıca küçük öykü diyebileceğimiz, yaşamdan alınan dersleri bitki ve hayvanlarla ifade eden<br />

fabllara ilk kez Sümerce rastlarız. Bunlardan birinde bir maymunun ağzından annesine yazılan<br />

eğlenceli bir mektupta yine ekmekten söz edilmektedir.<br />

“Ana”m Lusalusa’ya<br />

Ur tanrı Nanna’nın güzel kantidir,<br />

Eridu tanrı Enki’nin gönençli kentidir,<br />

Ama ben buradayım. Çalgılı Büyük Eğlence Yeri’nin kapıları ardında oturuyorum. Çöplerle<br />

karnımı doyurmak zorundayım, o da ölmeyecek kadar!<br />

Ekmeğin tadını bile bilmem; biranın tadını bilmem.<br />

Bana özel bir kurye gönder-Acilen!”<br />

Gilusi hayvanı ve vergi<br />

Orta Hitit döneminde bir edebi metinde(Hem Hittitce, Hem de Hurrice yazılmıştır) şunlar yer<br />

almaktadır:<br />

Bu hikayeyi bir kenara bırak, size başka bir hikaye anlatacağım. Bu hikayeyi iyi dinle keza size<br />

kıssalı bir hikaye anlatacağım. Birgün gilusi hayvanı fırından bir ekmek çaldı. Onu fırından dışarı<br />

taşıdı. Ekmeği yağa ve pisliğe bandırdı, oturdu ve yemeğe başladı. Söz konusu olan bir gilusi hayvanı<br />

değil, bir insandır. Efendisi onu ülke beyi yaptı. Ama o kentte vergileri arttırdı ve çok kibirlendi.<br />

O kenti bir daha göremedi. Beyin huzurunda foyasını meydana çıkardılar ve haksız yere yemiş olduğu<br />

vergileri beyinin huzurunda tek tek kusmaya başladı.


64<br />

An.Tah.Sum(Sar) Bayramı ve ekmek<br />

Hittit tabletlerindeki metinlerden biri de An.Tah.Sur bayramı içi düzenlenen şölendir. Bu bir<br />

çeşit ilkbahar bayramıdır. Karlar eriyip kırlarda çiğdem çiçekleri açmaya başlayınca kutlanır. Metindeki<br />

ekmek ile ilgili bölüm şöyledir:<br />

Tanrı için sunağın önündeki aynı yere çiğ boğa, inek, koyun ve keçi eti koyarlar. İki adet gümüşten<br />

içki dökme kabı sağ ve sol tarafa konmuştur. Talisa diye bağırırlar. Haliyami adamları Saramna<br />

ekmeğini dizerler. Aşçılar pişmiş yağı Saramna ekmeğinin içine koyar…….<br />

....<br />

Kral ve kraliçe ellerini yıkarlar. Baş mabeyinci kral ve kraliçeye havlu uzatır ve ellerini kutularlar.<br />

Dışarı çıkarlar muhafız kıtası komutanı çıkar gider. Tahta gider ve altın kargıyı kralın sağ tarafına<br />

koyar ve geri gelir. Baş mabeyinci Saramna ekmeğinin üst tarafında dikilir…….<br />

…<br />

Baş mabeyinci ve mabeyinciler koşarlar. Masanın sağında yürürler. Baş garson krala masayı<br />

verir. Baş mabeyinci gider Saramna ekmeğinin yanına dikilir. Tüm mabeyinciler diz çökerler ve<br />

Saramna ekmeği üzerinde sürünürler.<br />

Gılgamış Destanı’nda ekmek.<br />

M.Ö. 1500 yıllarında yazıldığı bilinen Sümerliler’in efsanevi<br />

kahramanı Gılgamış’ı anlatan Gılgamış Destanı’nda da ekmek<br />

ile ilgili dizeler vardır. Orhan Suda’nın çevirdiği Yapı Kredi<br />

Yayınları’ndan II. Baskısı 2006’da çıkan Jean Bottero ‘nun Gılgamış<br />

Destanı-Ölmek İstemeyen Büyük İnsan adlı kitabında daha<br />

sonradan Gılgamış’ın dostu olan bir üst düzey yönetici yabani<br />

Endiku’nun davranışlarını şöyle anlatıyordu:<br />

“Reddetti Endiku<br />

Çobanların kendisine sunduğu ekmeği;<br />

İçmek istemedi<br />

Sundukları birayı;<br />

Endiku çekinerek bakıyordu,<br />

Yemediği ekmeğe<br />

Çekinerek bakıyordu<br />

İçmediği biraya”<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 65<br />

18 Ekmeğe, 1 ev<br />

Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde araştırma görevlisi Gürkan<br />

Gökçek’in Kültepe-Kanis’ten çıkarılan tabletler üzerinde yaptığı araştırmalar ilginç bilgileri ortaya<br />

çıkmıştır. Asurlular’ın gümüşe büyük önem verdiklerini ve fiyatları gümüş üzerinden belirledikleri<br />

görülmüştür. Kültepe-Kaniş kazılarında çıkan tabletlerde, 4 bin yıl öncesine ait köle, hayvan, gayrimenkul,<br />

kumaş, maden, içecek ve yiyecek ile ilgili bazı fiyatlar görülmektedir.<br />

Anadolu’daki Asur Ticaret Kolonilerinde, 1-1.5 segel gümüşe (1 segel; 8 gram) bir adet ekmek<br />

alırken, ev fiyatları 18-668, tarla fiyatları, 60-180 segel gümüş arasında değişiyormuş. Buna göre<br />

bundan 4000 yıl önce dört ekmeğe bir köle, 18 ekmeğe bir ev satın alınabiliyormuş.<br />

Demeter ve kıtlık<br />

Kronos ve Rheia’nın kızı, Zeus’un kız kardeşi Demeter, mevsim ve bereket tanrıçasıdır.<br />

Tanrı Zeus 4. evliliğini Demeter’le yapmış ve bu evlilikten Persephone adlı bir kızları olmuştur.<br />

Demeter, sarı uzun saçlı oldukça güzel bir tanrıçadır. Simgesi bir elinde buğday başağı diğer<br />

elinde ise meşale tutan bir kadındır.<br />

Yunan mitolojisine göre Demeter mevsimlerin de simgesidir. Kızı Persephone’ye oldukça bağlı<br />

olan Demeter, yeraltı tanrısı Hades kızını kaçırıp yeraltı ülkesinin tanrıçası yapınca çok üzülür.<br />

Olimpos’u terk eder ve yeryüzüne buğday ekmeyi, toprağı verimli kılmayı bırakır. Zamanla insanlar<br />

büyük bir kıtlığın içine savrulur. Buğdaysızlık ekmeksizliği getirir. Açlık had safhaya çıkar.<br />

Zeus kardeşi Hades’e haber gönderip durumu anlatır ve kızlarını geri ister. Hades, Persephone’yi<br />

tekrar geri dönmesi şartı ile geri gönderir. Anne kız kavuştuklarında çiçekler açar, ağaçlar yeşillenir<br />

ve toprak bereketlenir. Demeter eskisi gibi toprağı verimli kılmıştır.<br />

Zeus, Demeter ve Hades’i Persephone’nin yılın bir bölümünü annesiyle bir bölümünü ise yeraltında<br />

geçirmesine ikna eder. Demeter kızına kavuşunca bahar ve yaz, Persephone yeraltına indiğindeyse<br />

sonbahar ve kış gelir. Bu nedenle Demeter mevsim tanrıçası olarak da anılmaktadır.<br />

Baal ve Mot<br />

Kenan mitolojisine göre temel iki güç olan Baal (bereket) ve Mot(ölüm) sürekli bir savaş içindedir.<br />

Mot dünyaya ölümü getirmeye çalışırken, Baal dünyadaki yaşamı sürdürmeye çalışmaktadır.<br />

Baal’ın bir anlık gafletini değerlendiren Mot, onu öldürür ve ölüler ülkesine gönderir, yalnız acı<br />

çeksin diye cesedini gömmez. Ve ondan sonra tüm ülkede kuraklık oluşur. Baal’ın kızkardeşi Anat,<br />

bıkıp usanmadan kardeşini arar. Hem onu bulup gömmek ve hem de ülkedeki kuraklığı ortadan<br />

kaldırmak istemektedir. Anat sonunda kardeşi Baal’ın cesedini bulur ve uygun biçimde gömer.<br />

Sonra da Mot’u arar. Onu bulur ve “ölüm, sen öleceksin” diyerek kılıcıyla başını gövdesinden ayırır.<br />

Mot’un başını alan, Anat onu değirmende öğütür. Elde ettiği tohumları toprağa savurur. Tohumla-


66<br />

rın düştüğü yerden, buğday fışkırır ve dünya berekete kavuşur. Bu bir biçimde Baal’ın yaşama döndüğünün<br />

göstergesi olarak algılanır.<br />

Oğlak Kebabı ve Homeros(İliada 9, 202-17)<br />

Homeros, İliada destanında şöyle diyordu:<br />

“Daha büyük bir kase al, Menoitios’un oğlu, şarabı daha koyu kar<br />

ve onlara birer tas ver. Çatının altına bu gelenler çok sevdiklerimdir.”<br />

Akhilleus ve Patroklas dostunun dediğini yaptı, ocaktaki ateşe büyük<br />

bir kütük koydu. Üzerine bir koyun sırtı ile semiz bir keçi ve bir de<br />

yağlı domuz yerleştirdi. Automedon etleri tuttu, Akhilleus parçaladı.<br />

Etleri doğrayıp, şişe geçirdi. Bu arada Tanrısal Patroklos ateşi canlandırdı,<br />

ateş geçip alevler söndüğü zaman korları yaydı, desteklerine<br />

oturttuğu şişleri ateşe dizdi ve etlere kutsal tuz ekti. Etleri kızartıp,<br />

tepsilere yığınca, Patroklos ekmeği aldı ve güzel sepetler içine yerleştirerek<br />

bir masaya koydu, Akhilleus etleri dağıttı.<br />

Archestratus ve Ekmek<br />

Archestratus , Sicilyalı bir gezgin ve bilgindir. Bu arada yemeğe de çok düşkündür. Bakın 2400<br />

yıl önce dizelerinde ekmek ile ilgili neler diyor:<br />

Elle iyice yoğrulmuş, kıvrılmış bir hamur halkası olan Teselya somununu al. Buna Teselya’da<br />

gevrek, başka yerlerde Emmer ekmeği derler. Durum buğdayı ürünü külde pişmiş Tegea ekmeğini<br />

de tavsiye ederim. Ünlü Atina’nın Pazar yerinde ölümlülere sattığı somun güzeldir. Bağlık<br />

Erythare’in kil fırınlarından çıkan, hafif çeşnilerle güzelleşen bu beyaz ekmekler, akşam yemeğinin<br />

neşesidir.<br />

Rabia-tül Adevviye ve 18 Ekmek<br />

Bir gün iki kişi Râbia-tül Adeviyye’yi ziyârete gelir. İkisi de açtı “Yemeği helâldir” diye içlerinden<br />

yemek yemek geçirir. O anda kapıya biri gelerek “Allah rızâsı için bir şeyler” ister. Râbia hazretleri<br />

evdeki iki ekmeğini ona verir. Gelen sevinerek gider. Bir saat kadar sonra bir kişi kucağında<br />

bir yığın ekmekle gelir. Râbia hazretleri ekmekleri sayar. On sekiz ekmek vardır. Der ki:<br />

-Ekmekler yirmi olmalı.<br />

Ekmeği getiren ikisini saklamıştır. Çıkarıp iki ekmeği de verir. Oradakiler hayretle sorar:<br />

-Bu ne sırdır? Biz senin ekmeğini yemeye gelmiştik. Önümüze koyacağın ekmekleri kapıya<br />

gelene verdin Ardından ekmek geldi Eksik olduğunu söyledin<br />

Cevap şöyledir:<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 67<br />

-Siz ikiniz gelince karnınızın aç olduğunu anladım. Önünüze koyacağım o iki ekmeği kapıya<br />

gelene verdim. Allahü teâlâdan bu ekmeklerin misâfirlerin karnını doyuramayacağını bunun için<br />

bir yerine on vermesini istedim. Çünkü Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde (En’âm sûresi 160 ayet-i<br />

kerîmesinde) bire on vereceğini bildiriyor. Ben O’nun bu vaadine güvendim. İki ekmek yerine yirmi<br />

ekmek geleceğini bildiğim için de ekmeklerin noksan olduğunu söyledim.<br />

Yoksul, Ekmek ve Şükür.<br />

Bir dönemler Bağdat’ı kıtlık kasıp kavuruyordu. Günlerdir eli ekmek görmeyen bir hamal, durumunu<br />

anlattığı bir evden verilen ekmeği alınca sevinçle evine doğru hızlanır. O sırada karşıdan<br />

gelen bir adamın ‘Bu ekmekleri hangi evden adın?’ sorusu ile karşılaşır ve geriye dönüp parmağıyla<br />

ekmek aldığı evi işaret eder.<br />

Bunun üzerine hızla yürüyen adam, öfkeyle geldiği evinde, ‘Ekmeği kim verdi hamala?’ diye


68<br />

bağırır. Hanım korkudan kızını gösterir. Güya acıyacağı kızına tepki göstermeyeceğini düşünür.<br />

Ancak elindeki sopayla kızının ekmek veren eline öyle bir darbe indirir ki, cimri baba, bilek kemiğinin<br />

çat diye kırılmasına bile aldırmayarak söylenir: “Ben her isteyene ekmek verseydim bu evde<br />

ekmek kalır mıydı şimdiye kadar?”<br />

Aradan bir süre geçer. Kısa zamanda babanın işleri bozulur. Çarşının en işlek yerindeki<br />

dükkânını satar, işleri çok kötüdür. Bir ara o hale gelir ki, evine ekmek bile alamaz duruma düşer.<br />

Nitekim bir akşam eve gelir, kızcağıza da acı haberi verir: “Bugün ekmek alacak kadar da para kazanamadım.<br />

Çarşıya in, tanıdığımız birinden ekmek parası iste!”<br />

Kız çarşıya iner, sattıkları dükkânın karşısında bir köşeye utana sıkıla büzülerek para isteyeceği<br />

bir tanıdık beklemeye başlar. Bu sırada karşıdaki dükkândan kendini seyreden bir genç yaklaşır.<br />

“Sen masum birine benziyorsun, ne bekliyorsun burada?” diye ısrarla sorar. O da durumu anlatır.<br />

-’Hiç paramız kalmadı, bir tanıdıktan ekmek parası istemek için bekliyorum burada!’ deyince<br />

elini cebine sokan genç hatırı sayılır miktarda bir parayı uzatır. Ancak, kızcağız elinin birini arkasına<br />

saklayarak tek elle parayı almak isteyince gencin dikkatini çeker. “Elini neden saklıyorsun,<br />

bir yara bere varsa tedavi ettireyim, saklama. Allah bana imkân ihsan etti, şükrünü yapmalı, iyilik<br />

etmeliyim. Yoksa verdiği nimetini alır elimden.” diye ısrar edince kızcağız durumunu açıklamaya<br />

mecbur kalır: “ Ben, der, bir yoksula ekmek vermiştim, yolda rastladığı babam sormuş, yoksul da<br />

ekmek aldığı evimizi gösterip bizi haber vermiş. Babam eve gelince elindeki sopayı ekmek veren<br />

elime öylesine bir indirdi ki, elim çarpık kaldı, kimseye göstermekten utanır oldum. Onun için saklıyorum<br />

elimi”<br />

Bu açıklamayı dinleyen genç bağırmaya başladı:<br />

-”Komşular! Çabuk buraya gelin, ben hayalimdeki altın kalpli kızı buldum, işte karşımda, siz de<br />

şahit olun..” diyerek toplananlara başlar gerçeği anlatmaya:<br />

- Ekmeği isteyen yoksul genç bendim. Demek ki elinin çarpık kalmasına ben sebep olmuşum.<br />

Hem sebep olayım, hem de seni bu halle baş başa bırakayım, buna Allah razı olmaz. Seni görünce<br />

içimden bir sevgi selinin koptuğunu hissettim, bana ekmek veren kızcağıza ne kadar da benziyor,<br />

diye düşündüm. Yanılmamışım. Baban şükürsüzlük ettiğinden Allah onun dükkânını elinden alıp<br />

bana nasip etti. Şimdi ise imtihan sırası bana geldi. Ben de aynı şükürsüzlüğe düşersem benden de<br />

alır bir başka şükredene verir. Haydi gel, nikâhımızı yaptırıp ekmek götürelim şükürsüz babana.<br />

Daha sonra iki genç birlikte yürürler, ekmek veren eli kıran şükürsüz babaya.<br />

Ekmek Bulamıyorsa, Pasta yesinler.<br />

Fransız Devrimi dendiğinde aklımıza bir bağlamda ekmek gelir. 1789’da Devrim arifesinde çok<br />

sayıda “ekmek isteriz” yürüyüşü yapılmıştır. Ekmek fiyatının ulaşılamaz hale gelmesi karşısında,<br />

Parisliler 14 Temmuz’da Bastille’e yürümüşlerdir. Bunun temel gerekçesi orada buğday stokları<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 69<br />

olduğuna dair dolaşan bir söylentiydi. Bilinen devrim süreci bunun arkasından başlar. 5 Ağustosta<br />

bu kez kadınlar, Versailles’a ekmek fiyatının düşürülmesini talep etmek için yürürler. Bu yürüyüşün<br />

üzerine Fransa Kraliçesi Marie Antoinette’in “ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” dediği rivayeti<br />

yaygınlaşır. Günümüze kadar bu böyle gelir. Ama kraliçenin söylediği söz aslında “s’ils n’ont plus de<br />

pain, qu’ils mangent de la brioche/eğer ekmekleri yoksa yağlı yumurtalı çörek yesinler” şeklindedir.<br />

Buradaki Brioche, bolca yumurta ve tereyağı kullanılarak yapılan zengin işi bir tür ekmektir. Bu<br />

yürüyüş esnasında Kral 15. Louis’in halk arasındaki adı “Fırıncı”, kraliçeninki “Kadın Fırıncı” ve<br />

veliahtınki de “Fırıncı Çırağı’ idi.<br />

18 Ekmek. Zekohto ve Zekanya.<br />

Hasan Yüregir, “Tarsus-Girit Folklorundan Derlemeler,” isimli Atatürk Üniversitesi Türk Dili<br />

ve Edebiyatı Bölümü bitirme tezinde şunları yazıyordu:<br />

Bir kaynana ve bir gelin varmış. Bir gün kaynana on dokuz tane ekmek yapmış, gelini de yardım<br />

etmiş. Ancak kaynanasından gizli<br />

bir ekmek yemiş. Kaynanası saymış<br />

ekmekleri on sekiz tane; “ne<br />

yaptın ekmeği” demiş. Gelin on<br />

sekizdi demiş kaynana on dokuz,<br />

gelin on sekiz derken gelin Allah<br />

tarafından bir kumruya dönüştürülmüş<br />

ve uçup gitmiş. Böylece<br />

kaynanasından kurtulmuş olur.<br />

(Girit’ten gelen Türkler ilk geldikleri<br />

zamanlarda Rumca konuşuyorlardı.<br />

On sekizin Rumcası “zekohto”, on<br />

dokuzun Rumcası ise “zekanya”dır.<br />

Bu nedenle Girit Türkleri kumrunun<br />

çıkardığı sesi on sekiz anlamına gelen “zekohto”ya benzetirler. Kumru ne zaman “zekanya” derse o<br />

vakit kıyametin kopacağına inanırlar.)


8. Bölüm<br />

Somuncu Baba<br />

“Ekmek nimettir”


72<br />

Asıl adı Hamid Hamidüddin olan “Somuncu Baba” olarak da bilinen Şeyh Hamid-i Veli,<br />

Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid Han zamanında yaşamıştır. Miladi 1349(H.750) tarihinde<br />

Kayseri’nin Akçakaya köyünde doğmuştur. 1412 (H.815) tarihinde Aksaray’da vefat etmiştir.<br />

Babasının adı Şemseddin Musa’dır. İlk tahsilini babasından almıştır. Babasının vefatından sonra<br />

Şam’a giderek, Hankah-ı Bayezidiyye’de ilim öğrenmiştir. Tasavvuf yoluna girmiştir. Orada pek çok<br />

velinin sohbetlerine katılmıştır. Burada Üveysi olarak, manevi yol ile Bayezid-i Bistami’den feyz<br />

almıştır. Şam’da bir müddet ilim tahsilinde bulunduktan sonra, Tebriz yakınlarında Hoy kasabasında<br />

bulunan Hace Alaeddin-i Erdebili’ nin yanına gitmiştir. Orada yoğun bir eğitim alarak tasavvuf<br />

yolunda üstün derecelere kavuşmuştur.<br />

Hocası Alaeddin-i Erdebili, bir gün Hamid-i Veli’ye; “Artık bizden öğrendiğin ilmi, Allahü tealanın<br />

dinini, insanlara öğretmek üzere Anadolu’ya git!” demiştir. Böylece ona, insanları yetiştirmek<br />

için icazet vermiştir. Hocasının bu sözleri, bazı kişileri kıskandırmış ve içten içe Hamid-i Veli’den<br />

hoşlanmamalarına yol açmıştır Hace Alaeddin, Hamid-i Veli’yi bütün öğrencileriyle birlikte,<br />

“Şemseddin-i Tebrizi Makamı.” denilen yere kadar uğurlamıştır. Veda edip yanlarından ayrılınca,<br />

haset edenlerin de bulunduğu topluluğa dönerek; “Hamidüddin’in arkasından, gözden kayboluncaya<br />

kadar bakınız. Eğer dönüp bizden tarafa bakarsa, Anadolu’da onun ilminden istifade ederler.<br />

Şayet bakmazsa, onun ilminden hiç kimse istifade edemez.” demiştir. Orada bulunanlar merakla<br />

Hamidüddin’in arkasından bakmaya başlamışlar ve Hamid-i Veli, gözden kaybolmadan önce iki<br />

defa arkasına bakmıştır. Ardından büyük bir alim ve kamil bir insan olarak Kayseri’ye dönmüştür.<br />

Türkiye gazetesinin 1993 yılında yayınladığı Evliyalar Ansiklopedisi’nin 11. cildinde Somuncu<br />

Baba için şu detaylı bilgiler bulunmakta:<br />

“Hamidüddin Hazretleri, Kayseri’de insanlara Allahü tealanın emir ve yasaklarını öğretmeye<br />

başladı. Talebeleri, ondan feyz almaya, hasta kalplerine şifa olan nasihatleriyle, sohbetleriyle şereflenmeye<br />

başladılar. Hamidüddin, bir gün çok sevdiği talebelerinden Şüca-i Karamani’yi huzuruna<br />

çağırarak; “Ankara’da Nûman isminde bir müderris vardır. Onu bulup buraya davet ediniz!” buyurdu.<br />

Şüca-i Karamani de hocasının emrini yerine getirmek için Ankara’ya gidip, durumu bildirdi.<br />

Müderris Nûman; “Bu davete icabet lazımdır.” diyerek, Kayseri’ye geldi. Kurban bayramı günü<br />

buluştukları için, hocası ona “Bayram” lakabını verdi. Müderris Nûman, Hamidüddin hazretlerini<br />

görüp sohbetlerini dinleyince, onun büyük bir alim ve veli olduğunu anladı. Kısa zamanda pek çok<br />

kerametlerini de görünce, daha çok bağlandı. Onun teveccühleri altında yetişmeye başladı. Hocasından<br />

zahiri ve batıni ilimleri öğrenerek kısa zamanda büyük mesafeler aldı. Bir gün hocası; “Hacı<br />

Bayram! Zahiri ilimleri ve bu ilimlerde yetişmiş alimleri ve derecelerini gördün. Batıni ilimleri ve<br />

bu ilimlerde yükselmiş velileri ve derecelerini de gördün. Hangisini murad edersen onu seç!” buyurdu.<br />

Hacı Bayram da, velilerin yüksek hallerini görerek, kendisini tasavvufa verdi ve bu yolda daha<br />

yüksek derecelere kavuşmak için çalıştı. Zamanının büyük velilerinden oldu.<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 73<br />

Hamidüddin hazretleri, manevi bir emir üzerine Tebriz’e gitti. Tebriz’den de Anadolu’ya gelip,<br />

Bursa’ya yerleşti. Hacı Bayram-ı Veli, sık sık Bursa’ya gelip hocasını ziyaret ederdi. Hamidüddin<br />

hazretleri, Bursa’da bir ümmi gibi hareket edip, ilminin varlığını kimseye söylemedi.<br />

Hamidüddin, Bursa’da bir fırın yaptırdı. Fırınına merkebiyle dağdan odun getirir, onunla ekmekleri<br />

pişirirdi. Ekmek küfesini sırtına alarak; “Somun! Müminler somun!” diye söyler, geçimini<br />

bu yolla sağlardı. Halk, bu fırıncıya “Somuncu Baba” der ve pişirdiği ekmeğin lezzetine doyamazlardı.<br />

Somuncu Baba ekmek satmaya başlayınca, herkes peşinden koşar, ekmeğini kapışırlardı.<br />

Somuncu Baba’nın fırını, Molla Fenari Mahallesinde, Ali Paşa Çınarı civarında olup, iki gözlü idi.<br />

Fırının bitişiğinde de, ibadet ettiği bir odası vardı. Odanın kıble cihetinde de, nefsini terbiye etmek<br />

için kullandığı bir Çilehanesi mevcut idi. Hamidüddin hazretleri durumunu Bursa’da kimseye bildirmedi.<br />

Hep halk içinde Hak ile olmaya gayret etti.<br />

Yıldırım Bayezid Han, Niğbolu zaferinden sonra Bursa’da Ulu Camiyi yaptırmaya başladı. Ca-


74<br />

minin inşası sırasında, çalışan işçilerin ekmek ihtiyacını Somuncu Baba temin etti. Cami yapımı<br />

bittikten sonra, bir Cuma günü açılış merasimi yapılacağı ilan edildi. O gün başta Padişah Yıldırım<br />

Bayezid Han, damadı büyük alim ve veli Seyyid Emir Sultan, Molla Fenari hazretleri, ulemadan<br />

pek çok kimse ve Bursalılar Ulu Camiyi doldurdular. Yıldırım Bayezid Han, caminin açılış hutbesini<br />

okumak üzere Emir Sultan’a vazife verdiğinde,<br />

Emir Sultan; “Sultanım! Zamanın büyük alimi<br />

burada iken, bizim hutbe okumamız uygun değildir.<br />

Bu cami-i şerifin açılış hutbesini okumaya layık zat<br />

şu kimsedir.” diyerek, Somuncu Baba’yı gösterdi.<br />

“Şöhret afettir.” hadis-i şerifini bildiği için, bundan<br />

titizlikle kaçınan Somuncu Baba, Padişahın emri<br />

üzerine minbere doğru yürüdü. Emir Sultan’ın yanına<br />

gelince; “Ey Emir’im, niçin böyle yapıp beni<br />

ele verdiniz?” dedi. O da; “Senden ileride bir kimse<br />

göremediğim için öyle yaptım.” cevabını verdi.<br />

Cemaat hayret ederek bu konuşmaları dinliyor,<br />

Somuncu Baba’nın hutbesini merakla bekliyordu.<br />

Minbere çıkan Somuncu Baba, öyle bir hutbe irad<br />

etti ki, o zamana kadar Bursalılar öyle bir hutbeyi<br />

hiç işitmemişlerdi. Bursalılar, bundan sonra Somuncu<br />

Baba’nın büyüklüğünü anladılar. Somuncu<br />

Baba, hutbede; “Bazı alimlerin, Fatiha-i şerifenin<br />

tefsirinde müşkilatı, anlayamadığı kısımlar vardır.<br />

Onun için bu sûrenin tefsirini yapalım.” buyurarak,<br />

Fatiha sûresinin, yirmi ana ilim üzerine yedi türlü tefsirini yaptı. Nice hikmetli sözler beyan eyledi.<br />

Herkes hayretinden şaşırıp kaldı. Başta Molla Fenari hazretleri; “Somuncu Baba, önce bizim Fatiha<br />

sûresinin tefsirindeki müşkilimizi keramet göstererek halletti. Onun büyüklüğüne, bu yedi çeşit<br />

tefsir, adil bir şahiddir. Fatiha’nın ilk tefsirini cemaatin hepsi anladı. İkinci tefsirini bir kısmı anladı,<br />

üçüncü tefsiri anlayanlar çok az idi. Dördüncü ve sonrakileri anlayanlar içimizde yok idi.” demekten<br />

kendini alamadı. Cuma namazından sonra bütün cemaat, Somuncu Baba’nın elini öpmek, duasını<br />

almak istedi. Cemaatin bu arzusunu kıramayan Somuncu Baba hazretleri, kapıda durdu. Ulu Caminin<br />

üç kapısından çıkan herkes; “Ben Somuncu Baba’nın elini öpmekle şereflendim.” diyordu.<br />

Somuncu Baba, yine keramet göstererek, Allahü tealanın izniyle her üç kapıda da aynı anda bulunarak<br />

cemaate elini öptürmüştü.<br />

Namazdan sonra evine giden Hamid-i Veli’ye, Molla Fenari; “Efendim! Bu günlerde Fati-<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 75<br />

ha sûresinin tefsirini yapmak istiyordum. Fakat bazı anlayamadığım yerler vardı. Bu hutbenizle,<br />

bilemediğimiz yerleri izah etmiş oldunuz. Medresede hizmetimiz karşılığında kazandığımız beş<br />

bin akçe paramız vardır. Şüphesiz helaldir. Kabul buyurursanız bunları size hediye etmek istiyorum.”<br />

dedi. O, kabul etmedi. Bunun üzerine Molla Fenari, Somuncu Baba’ya; “Talebeniz olmakla<br />

şereflenmek istiyorum.” deyince, Somuncu Baba ona teveccüh ederek dualarda bulundu. Molla<br />

Fenari’nin, Somuncu Baba’dan aldığı feyz ile yazdığı tefsirini bütün alimler çok beğenmiş, asırlarca<br />

mûteber bir tefsir olduğunu söylemişlerdir.<br />

Somuncu Baba, durumunun anlaşılması üzerine; “Sırrımız faş olup, herkes tarafından anlaşıldı.”<br />

diyerek, Bursa’dan gitmek istedi. Bir sabah erkenden, Gavas Paşa Medresesinden birkaç talebeyi<br />

yanına alarak yola çıktı. Somuncu Baba’nın Bursa’yı terketmekte olduğunu işiten Molla Fenari,<br />

koşarak bir çınarın yanında arkasından yetişti. Gitmeyip Bursa’da kalması için çok yalvardı, ricalarda<br />

bulundu. Fakat kabul ettiremedi. Sonunda, Bursalılara dua etmesini istedi. Somuncu Baba, bu


76<br />

çınarın yanında Bursa’ya yönünü dönerek, feyizli, bereketli bir şehir olması ve yeşil olarak kalması<br />

için dua etti ve vedalaşarak ayrıldılar. Bursa’da bu çınarın bulunduğu bölgeye “Dua çınarı” denildi.<br />

Bursa’dan ayrılan Somuncu Baba, Aksaray’a geldi. Burada ömrünün sonuna kadar İslamiyeti<br />

yaymak, Allahü tealanın emir ve yasaklarını bildirmek için uğraştı. Hem zahiri, hem de batıni ilmi<br />

ile Aksaraylıların gönüllerinde erişilmesi güç olan mümtaz bir mevkiye erişti. Artık ona Hamid-i<br />

Aksarayi denilmeye başlandı. Hacı Bayram’ı Veli ile hacca gittiler. Dönüşlerinde, Hacı Bayram’ı<br />

kendisine halife, vekil tayin etti. İnsanları irşad etmekle vazifelendirdi.<br />

Bir gün yaşlı bir kadın huzuruna gelip; “Efendim! Benim bir ineğim vardı. Sabahleyin sığırtmaca<br />

teslim ettim, fakat akşam dönmedi. Çok aradım, bulamadım. Ne olur derdime çare olunuz”<br />

diye yalvardı. Kadının bu üzüntüsüne dayanamayan Hamid-iVeli; “Sen burada bekle. Biz etrafı bir<br />

araştıralım, bulursak getiririz” buyurdu. Dışarı çıkıp, sağa sola araştırma yapmadan, hep bir istikamette<br />

gitti. Kadın da onu gizliden takibe başladı. Hamid-i Veli, bugünkü türbesinin bulunduğu<br />

yere geldi ve ineğin otladığını görerek; “Ey mübarek hayvan! Niçin diğer hayvanlardan geri kaldın<br />

da bizi buraya kadar yordun?” deyince, inek lisana gelip; “Bugün yavruma süt verecek kadar karnımı<br />

doyuramamıştım. Onun için burada otluyordum.” dedi. Bu konuşmaları işiten kadın, Hamid-i<br />

Aksarayi’nin derecesinin üstünlüğünü anladı. Onu en çok sevenler arasında oldu.<br />

Hamid-i Aksarayi hazretleri, 1412 (H.815) senesinde, bir gün dostları ve talebeleriyle helalleşti.<br />

İki rekat namaz kıldıktan sonra, uzun uzun dua etti. Sonra Kelime-i şehadet getirerek vefat etti.<br />

Cenaze namazını Hacı Bayram-ı Veli kıldırdı. Geriye iki erkek çocuk bırakarak, bugünkü türbesinin<br />

olduğu yere defnedildi. Türbesi Aksaray kabristanının ortalarındadır. 1980 (H.1400) senesinden<br />

itibaren, Aksaraylı Şahin Başer Beyin gayretleriyle türbesi yeniden onarılarak bugünkü hale<br />

gelmiştir. Somuncu Baba’nın çilehanesini ve türbesini ziyaret edenler, ruhaniyetinden fevkalade<br />

feyz ve bereketlere kavuştuklarını, dünyayı unuttuklarını söylemişlerdir. Onu vesile ederek Allahü<br />

tealaya yapılan duaların kabul olduğunu da bildirmişlerdir. Somuncu Baba’nın kabrinin Darende’de<br />

olduğu da rivayet edilmektedir.<br />

Hamid-i Veli hazretlerini çok sevenlerden biri şöyle anlattı: “Aksaray’da memur olarak vazife<br />

yapıyordum. Bir üst makama terfim ihtilaflı idi. Şeyh Hamid-i Veli hazretlerine gittim. Türbesini<br />

ziyaret ederek, durumumu anlattım. Çilehanesinde iki rekat namaz kıldıktan sonra eve geldim.<br />

Gece rüyamda Hamid-i Veli’yi gördüm. Bana; “Evladım, hiç üzülme, üst makama geçeceksin. Biz<br />

veliler, senin o makama geçtikten sonra, istifa edip, serbestçe İslamiyete hizmet etmeni, Allahü tealanın<br />

emir ve yasaklarını insanlara bildirmeni arzu ediyoruz” buyurdu. Hakikaten, kısa zaman sonra<br />

bir üst makama geçme emri geldi ve istifamı vererek İslamiyete hizmet etmeye çalıştım.”<br />

Somuncu Baba ile ilgili anlatılan iki öyküde ilginçtir. Bu öyküler şunlardır:<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 77<br />

ATEŞSİZ FIRIN<br />

Somuncu Baba, bir gün fırına ekmeklerini sürdü. Pişmesini beklerken, yanına Padişah Yıldırım<br />

Bayezid Han’ın damadı Seyyid Emir Sultan geldi. Elinde bir çömlek vardı. “Selamün aleyküm<br />

baba!” dedi. O da; “Ve aleyküm selam” dedi ve bakıştılar. Başka hiçbir kelime konuşmadan tanıştılar.<br />

Emir Sultan, elindeki yemek çömleğini Somuncu Baba’ya verip, içindekinin pişirilmesini rica etti.<br />

Somuncu Baba, kabı alıp fırının ağzından içeri sürmek istediyse de, çömleği fırına sokamadı. Bir<br />

daha denedi, yine olmayınca, Emir Sultan’a döndü ve; “Anladım ki, bu çömleği fırına sen süreceksin!”<br />

dedi. Emir Sultan; “Peki” diyerek çömleği aldı ve fırının gözünden içeri rahatlıkla sürdü. Fakat<br />

fırında hiç ateş yoktu. Somuncu Baba fırının ağzını kapattıktan sonra; “Birazdan pişer bekleyiniz.”<br />

dedi. Bir müddet bekledikten sonra kapak açıldı. Fırında hiç ateş olmadığı halde yemeğin piştiğini<br />

gören Emir Sultan, Somuncu Baba’nın büyük velilerden olduğunu anladı. Orada tasavvuf üzerinde<br />

bir miktar sohbet ederek dost oldular.<br />

AHİRET İÇİN ÇALIŞIYORDUK<br />

Hamid-i Aksarayi hazretleri, bir gün ziraatla uğraşan talebelerinden birine bir miktar tohum<br />

verdi ve “Bu tohumların yarısını, kendiniz için, diğer yarısını da bizim için ekiniz.” buyurdular.<br />

Talebe tohumları ekti. Ekinlerin yetiştiği mevsimde tarlaya gittiler. Talebenin tarlasında fevkalade<br />

güzel yetişmiş bir ekin vardı. Diğerinde hiç ekin bitmemişti. Hamid-i Veli, talebesine dönerek; “Bu<br />

tarlalardan hangisi bizim, hangisi sizindir?” buyurunca, talebe son derece utandı ve kendi tarlasını<br />

göstererek; “Bu tarla sizindir efendim” dedi. O da, ekinlere bakarak; “Biz ahiret için çalışıyorduk.<br />

Acaba hangi günahımızdan dolayı dünyamız mamur(imar) olmaya başladı?” deyip, üzüntüsünü dile<br />

getirdi. Hocasının müteessir olduğunu gören talebe, hakikati söyleyerek üzüntüsünü giderdi.


9. Bölüm<br />

Kutsal Kitaplarda Ekmek<br />

“Mukaddes insan olan,<br />

yerin ve göğün bereket işareti olan ekmeğe hürmet ediniz”<br />

Hz. Muhammed (S.A.V.)


80<br />

Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam Kültüründe de ekmeğin özel bir yeri vardır. Kutsal kitaplarda<br />

ekmekten söz edilmektedir. Museviliğin kutsal kitabı Tevrat’ta Göç bölümü anlatılırken (12:8-9 ve<br />

12:34’te) ekmekten söz edilir. Metine göre Tanrı(Yahve/Yehova) İsrailoğulları’nı yurtlarından edip,<br />

kovdukları için Mısırlılar’a kızar ve her Mısırlı ailenin ilk çocuğuna felaket yağdırır. Burada Museviler<br />

atlanır, onların çocuklarına bir şey olmaz. Bu nedenle Museviler buna şükran göstermek için<br />

Museviler’in en büyük erkek çocukları kelime anlamı “üzerinden geçme, atlama” olan Pesah bayramı<br />

arifesinde oruç tutar. Bayramda ise özel olarak hazırlanan hamursuz “matsa/matzoh ekmeği”<br />

yenir. Bunun nedeni Museviler’in yeniden çıkıp, anayurtlarına dönerken vakitleri olmadıkları için<br />

yolda pişirdikleri ekmekler mayasızdır. Buradaki hamursuz kelimesi mayasız anlamında kullanılır.<br />

Bu ekmek bir bağlamda özgürlük ve kurtuluşun<br />

simgesi olarak da Musevilik inancında yer<br />

bulmaktadır. Bazı yorumlar da ise ekmeğin<br />

mayasız olmasının temelinde Tanrı’ya olan<br />

inancın “saflığı” simgelenmektedir.<br />

Yine Tevrat’ta Levitikus (2:11’de)<br />

Museviler’in hem Fısıh bayramı, hem yılbaşısında,<br />

hem de Tanrı’yı düşündükleri diğer<br />

kutsal günlerde sadece mayasız, yatsı ekmek<br />

yenilir.<br />

Tevrat’ta, Çıkış Bölümü, 16/1-6’da şöyle<br />

demektedir:<br />

Ve İsrailoğulları’nın bütün cemaati, çölde<br />

Musa’ya karşı ve Harun’a karşı söylendiler ve<br />

İsrailoğulları onlara dediler ki: Keşke Mısır<br />

diyarında et kazanları başında oturduğumuz<br />

zaman, doyuncaya kadar ekmek yerken Rabbin eli ile ölseydik, çünkü bütün bu cemaati açlıkla<br />

öldürmek için bizi bu çöle çıkardınız…Ve Musa dedi: Rab size akşamleyin yemek için et ve sabahleyin<br />

doyuncaya kadar ekmek verdiği zaman, bileceksiniz. Çünkü kendisine karşı söylenmelerinizi<br />

Rab işitiyor ve biz neyiz? Söylenmeleriniz bize karşı değil, fakat Rabbe karşıdır. (Çıkış Bölümü,<br />

16/1-6)<br />

Adak ekmekleri eski zamanlarda Kudüs’teki tapınakta her Sept günü Tanrı’ya adanan, İsrail’in<br />

on iki oymağını simgeleyen on iki kutsal ekmektir.<br />

Hıristiyanlık inancında ise ekmek önce İsa’nın doğduğu yer ile gündeme gelir. İsa’nın doğduğu<br />

Beytüllahm İbrani dilinde “ekmek evi” anlamındadır. Ayrıca ise bir samanlıkta doğduğu için de<br />

buğday ve ekmek ile ilişkilendirilir. İsa’da ekmeği sıkça kullanır. O dönemdeki en büyük sorunlar-<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 81<br />

dan biri açlıktır. Ve o bölge Roma denetimi altındadır. Ve çiftçiler ürettikleri ürünün dörtte birini<br />

Romalılar’a vermek zorundadır. İsa önce bu konuyu gündeme getirir ve günlük ekmeğini (psanis<br />

quotidianus) Tanrı’dan ister:<br />

“Tanrım bize günlük ekmeğimizi veriniz”<br />

Artun Ünsal, “Nimet Geldi Ekine” isimli kitabında Massimo Montanari’nin “Avrupa’da Yemeğin<br />

Tarih”i kitabında İsa’yı ekmekle özleştirdiğini, Montanari’nin kitabından şu alıntı ile belirtir:<br />

“İsa ekmeğin asıl özüdür. Bakire Meryem’in rahmine ekilmiş, onun etinde mayalanmış, çektiği<br />

eziyetlerle yoğurulmuş, mayasını oluşturan fırında pişmiş ve kutsal ev sahibinin inananlara hergün<br />

sunulduğu kiliselerde olgunlaşmıştır.<br />

İncil’in Krallar bölümünde İsa’nın mucizelerinden<br />

söz edilirken Tanrı’nın sözcüsü<br />

birgün çölde beş ekmek ve 2 balıkla tam<br />

5000 kişiyi doyurdu ve 12 küfe ekmekte<br />

arttı, der.<br />

Ayrıca İsa konuşmalarında “Ben yaşamın<br />

ekmeğiyim. Ben cennetten inen ekmeğim.<br />

Her kim bu ekmeği yerse sonsuza<br />

kadar yaşayacaktır.” demektedir. İsa’nın son<br />

yemeğinde de ekmek yerini alıur, ekmeği<br />

bölüp havarilerine dağıtır “alın, yiyin bu<br />

benim bedenimdir” der.<br />

Hıristiyanlarca vaftizden sonraki ikinci<br />

önemli sakrament (kutsal işaret, ayin yada<br />

sır) ise Efkaristiya yada ‘ekmek ve şarap<br />

ayini’dir. Efkaristiya da vaftizle aynı içeriğe<br />

sahiptir; İsa’nın mistik bedeniyle ve kiliseyle bütünleşme anlamı taşır. İsa’nın bedeni ekmekle, kanı<br />

da şarapla özdeşleştirilir. Son yemekte olduğu gibi:<br />

“Sonra eline ekmek aldı; şükredip ekmeği böldü ve onlara verdi. “Bu sizin uğrunuza feda edilen<br />

bedenimdir. Beni anmak için böyle yapın..” dedi. Aynı şekilde yemekten sonra kâseyi alıp şöyle<br />

dedi: “Bu kâse sizin uğrunuza akıtılan kanımla gerçekleşen yeni antlaşmadır.” (Luka, 22:19-20)<br />

Pavlus da İsa’nın bedeninden yemeyi ve kanını içmeyi sadece bir anma olarak düşünmez. Buna<br />

mistik bir içerik verir. Bu ayinde ekmek yiyip şarap içerek tanrı ile birleşilmiş olur. Pavlus buna<br />

dayanarak “Mesih içimizdedir” der.<br />

“Tanrıya şükrettiğimiz şükran kâsesiyle Mesih’in kanına paydaş olmuyor muyuz? Bölüp yediğimiz<br />

ekmekle Mesih’in bedenine paydaş olmuyor muyuz? Ekmek bir olduğu gibi biz de çok olduğu-


82<br />

muz halde bir bedeniz. Çünkü hepimiz bir ekmeği paylaşıyoruz…” (1. Korintliler, 10:16-17)<br />

İncil’de Eski Antlaşmada, Kâhinliğe Atanma bölümünde ekmek ile ilgili şu metinler geçmektedir:<br />

(Lev. 8:1-36)<br />

“2-İnce buğday unundan mayasız ekmek, zeytinyağıyla yoğrulmuş mayasız pideler, üzerine<br />

yağ sürülmüş mayasız yufkalar yap. 23 Huzurumdaki mayasız ekmek sepetinden bir somun, yağlı<br />

pide ve yufka al. 31-32 “Harun’la oğulları göreve atanırken kesilen koçun etini kutsal bir yerde<br />

haşlayacaksın. Haşlanan eti ve sepetteki ekmeği Buluşma Çadırı’nın giriş bölümünde yiyecekler. 34<br />

Atanmaları için kesilen kurbanın etinden ya da ekmekten sabaha artan olursa, yakacaksın. Bunlar<br />

yenmeyecek, çünkü kutsaldır.”<br />

Bu arada Bizans kilisesindeki Kutsal Akşam Yemeği’nde mayalı, Roma kilisesinde ise mayasız<br />

ekmek kullanılıyordu. Ortodokslar için maya, Kutsal Ruh’u simgeler. Ortodokslar Katolikleri bu<br />

nedenle “Rahmetten nasibini almayanlar” olarak nitelediler.<br />

Kur’an-ı Kerim’de de ekmekten sözedilmektedir. Yusuf suresi, 111 (yüzonbir) âyet olup<br />

1,2 ve 3. âyetler Medine’de, diğerleri Mekke’de inmiştir. Sûrenin başından sonuna kadar Yusuf<br />

Peygamber’den bahsedildiği için bu adı almıştır. Kuran-ı Kerim’de Yusuf suresinin 36’.ncı ayeti<br />

içinde ekmek geçmektedir. Ayet şöyledir:<br />

“Ve dehale meahüs sicne feteyan kale ehadühüma innı eranı a’sıru hamra ve kalel aharu innı eranı<br />

ahmilü fevka ra’sı hubzen te’külüt tayru minh nebbi’na bi te’vılih inna nerake minel muhsinın”<br />

Günümüz Türkçesi ile ise şu anlama gelmektedir:<br />

“Zindana onunla<br />

birlikte iki delikanlı<br />

daha girdi. Birisi dedi<br />

ki: “Rüyada kendimi<br />

şarap sıkarken gördüm”.<br />

Öteki de dedi<br />

ki: “Ben de başımın<br />

üstünde ekmek taşıdığımı,<br />

kuşların da ondan<br />

yediğini gördüm.<br />

Bize bunun yorumunu<br />

haber ver. Çünkü biz<br />

seni iyilik edenlerden<br />

görüyoruz.”<br />

Medine’de inen<br />

Maide (Ziyafet, Sofra)<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 83<br />

Suresi 112. ve 114. Ayetlerinde de ekmekten ve yemekten söz edilmektedir:<br />

112. Ayet şöyledir:<br />

“İz kalel havariyyune ya ıysebne meryeme hel yestetıy’u rabbüke ey yünezzile aleyna maidetem mines<br />

sema’ kalettekullahe in küntüm mü’minın”<br />

Anlamı şöyledir:<br />

“Hani havârîler “Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten, donatılmış bir sofra indirebilir mi?”<br />

demişlerdi. O, “İman etmiş kimseler iseniz Allah’tan korkun” cevabını vermişti.”<br />

114.Ayet te ise şöyle denir:<br />

“Kale ıysebnü meryemellahümme rabbena enzil aleyna maidetem mines semai tekunü lena ıydel li<br />

evvelina ve ahırina ve ayetem mink verzukna ve ente hayrır razikıyn”<br />

Şu anlama gelmektedir:


84<br />

“Meryem oğlu İsa, “Ey Allah (c.c) ’ım! Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki; önce gelenlerimize<br />

(zamanımızdaki dindaşlarımıza) ve sonradan geleceklerimize bir bayram ve senden (gelen)<br />

bir mucize olsun. Bizi rızıklandır. Sen rızıklandıranların en hayırlısısın”<br />

İslam’da Hz. Muhammed “Mukaddes insan olan, yerin ve göğün bereket işareti olan ekmeğe<br />

hürmet ediniz” demektedir. Ekmeğin özel bir yer tuttuğu kültürlerde fırıncılık da önemli bir yer<br />

tutmaktadır. İslam dininde Cebrail (AS) Adem(AS)’e unu öğüterek ekmek yapmayı öğretmiştir:<br />

Bu nedenle de fırıncılar Adem(AS)’ı “Pir” olarak kabul ederler. İslam Peygamberi Hz.Muhammed<br />

(SAV) devrinde Medine’de yaşayan Amr Bin Ümran’ı da ikinci “Pir” olarak sayarlar.<br />

EKMEK İLE İLGİLİ HADİSLER<br />

Veysel Karaköse’nin yayına hazırladığı Diyanet İşleri Başkanlığı İstanbul Haseki İhtisas Eğitim<br />

Merkezi’nce hazırlanan ve 1986 ‘da yayınlanan “Hadislerde İslam” kitabında ekmek ile ilgili şu hadislere<br />

yer verilmektedir:<br />

“Ebu Hazim der ki; Allah’ın nebisi(S.A.V.) dünyadan ayrılıncaya kadar üst üstte üç gün doyasıya<br />

buğday ekmeği yemedi.”<br />

“İbn Abbas (R.A.) der ki; Resulullah<br />

(S.A.V.) vefatına kadar elenmiş halis undan<br />

ekmek yemedi. ve ailesi birçok geceler<br />

akşam yemeği yemeden yatarlardı. Çoğu<br />

zaman arpa ekmeği yerlerdi.”<br />

“Sad oğlu Sehl(R.A.) şöyle der; Resulullah<br />

(S.A.V.) pegamber oluşundan<br />

vefatına kadar elenmiş halis undan ekmek<br />

yemedi”<br />

“Ümmü Eymen (R.A.) şöyle der;<br />

Unun kepeğini çıkartarak Hz.Pegambere<br />

ekmek yaptım. Beyaz ekmeği görünce ‘Bu<br />

nedir?’. Sana Habeşistan’da yaptığımız<br />

ekmek gibi elenmiş undan ekmek yapmak<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 85<br />

istedim, dedim. Bunun üzerine ‘Çıkardığın kepekleri tekrar una karıştırdıktan sonra hamur yoğur, ekmek<br />

yap’ buyurdu.”<br />

“Aişe r.a. anlatıyor; “Resulullah s.a.v. hücreme (odama) girmişlerdi. Düşmüş bir ekmek parçası gördüler.<br />

Hemen onu alıp silerek yediler ve ‘Ey Aişe! Kerim olana ikram et! (Yani kıymetli olan ekmeğe hürmet<br />

et!) Zira şu ekmek, bir kavme nefret edip kaçmışsa bir daha dönmemiştir’ buyurdular.”<br />

“Abdullah bin Ümmü Haram’dan (r.a.) rivayetle; Ekmeğe saygı duyun. Çünkü o göğün ve yerin bereketlerindendir.<br />

Kim sofradaki ekmek kırıntılarını yerse günahları bağışlanır.”<br />

“Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivayetle; Allah’ım, günahımı bağışla, evimi genişlet, rızkıma bereket ver.”<br />

“Ebû Sekine rivayet ediyor; Ekmeğe saygı gösterin. Çünkü Allah onu değerli kılmıştır. Kim ekmeğe<br />

değer verirse Allah da ona değer verir.”


10. Bölüm<br />

Mevlana ve Ekmek<br />

“Dilencinin ibâdeti ALLAH için değil, ekmek içindir!<br />

ALLAH rızası derse de riyadır!”<br />

Hz.Mevlana


88<br />

Mevlana’nın asıl adı Muhammed Celaleddin’dir. Mevlana ve Rumi de, kendisine sonradan<br />

verilen isimlerdir. Efendimiz, manasına gelen Mevlana ismi, ona, daha pek genç iken Konya’da<br />

ders okutmaya basladığı tarihlerde verilir. Bu isim Şems-i Tebrizi ve Sultan Veled’den itibaren<br />

Mevlana’yı sevenlerce kullanılmıştır. Rumi, Anadolu demektir.<br />

Mevlana’nın, Rumi diye tanınması, geçmiş yüzyıllarda Diyari Rum denilen Anadolu ülkesinin<br />

vilayeti olan Konya’da uzun müddet oturması, ömrünün büyük bir kısmının orada geçmesi ve nihayet<br />

türbesinin orada olmasındandır. Mevlana’nın doğum yeri, bugünkü Afganistan’da bulunan, eski<br />

büyük Türk kültür beldesi Belh’tir. 1207-1273 yılları arasında yaşamıştır.<br />

Bu önemli eserler bırakan değerli insanın Mesnevisi ve Divan-ı Kebir’i çok bilinir. Divan-ı Kebir<br />

(Büyük Divan) Mevlana Celaleddin Rumi’nin söylediği ilahi aşk şiirlerinden oluşan, 44 bin 834<br />

beyitlik (rubai beyitleri ile birlikte yaklaşık 50 bin beyit) nazım bir eserdir.<br />

Divan-ı Kebir’de ekmek şöyle geçmektedir:<br />

Divan-ı Kebir I.Cilt:<br />

123. Gel de çorak yerler<br />

yeşersin mezarlar bahçe haline<br />

gelsin, kovuklar üzüm dolsun,<br />

ekmeğimiz pişsin.<br />

2659. Yüzünün ilkbaharı<br />

olmadıkça şu ağacım nasıl güler,<br />

hamurunu sen yoğurmazsan,<br />

mayam nasıl tutar?<br />

2671. Erler gibi soğuk<br />

kişilerin tandırını ateşler, kızdırırım;<br />

sıcakların tandırıysa<br />

en fazla pişmiş ekmekten de<br />

pişkinim.<br />

2790. Ey batıl ümmet ekmek<br />

için savaşın, ekmeğe koşun.Ey<br />

devlete, ikbale erişen ümmetsiz de cana yürüyün, can elde etmeye çalışın.<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 89<br />

Divan-ı Kebir II.Cilt:<br />

3260-3261. Fakat ateşten kaçamazsan tam pişersin, olgunlaşırsın, pişmiş somun gibi sofranın<br />

baş köşesine geçersin, aziz olursun, ağırlaşırsın. Sofra kuruldu mu kardeşler, benimserler seni, ekmek<br />

gibi cana yardımcı olursun, derken can kesilirsin.<br />

Mevlana’nın en büyük eseri Mesnevî’nin dili Farsça’dır. Halen Mevlâna Müzesi’nde teşhirde<br />

bulunan 1278 tarihli, elde bulunan en eski Mesnevî nüshasına göre, beyit sayısı 25618’dir.<br />

Aşağıda Mevlana’nın ölümsüz eseri Mesnevi’de yer alan ve içinde ekmek geçen beyitlerden örnekler<br />

yer almaktadır:<br />

Mesnevi I.Ciltten Beyitler:<br />

1474-1475. Ekmek sofrada durduğu müddetçe cansızdır. Fakat insanın vücudunda neşeli ruh<br />

kesilir. Sofranın ortasında duran o ekmeğin can olması imkansızdır. Fakat can selsebil suyuyla o<br />

olmayacak şeyi yapar, ekmeği ruh haline getirir.<br />

2276-2278. Gökyüzünün ekmeğinden sofrasından nasipsizdir. Hak önüne bir kemik bile atmamıştır.<br />

3878. Beyaz ekmek için yüzsuyu döktüğünden dolayı söğüt ağacı gibi meyven yok.<br />

Mesnevi IV.Ciltten Beyitler:<br />

3454. Sen sığıyor musun ki ekmek yemektesin? Yılan zehri ömür törpüsü yiyorsun sen. Ekmek<br />

sevgilinin buyruğunu terk eden kişiye nasıl yarar.<br />

Mesnevi VI. Ciltten beyitler:<br />

2344-2346. Kardeş, elini duadan ayırma Kabul edilmiş, edilmemiş, bununla ne işin var senin?<br />

Ekmek bile bu gözyaşına mani olursa elini ekmekten yumak gerek Kendine çekidüzen ver,<br />

çevikleş, yan yakıl da ekmeğini gözyaşlarınla pişir!<br />

4210. Adamın elindeki para da gitti, kumaş da gitti, evler de gitti. Yıkık yerlerde baykuşlar gibi<br />

kalakaldı.<br />

Dedi ki: Yarabbi mal, mülk ekmek azık verdin, hepsi gitti. Ya lütfet bir geçim ver, yahut da ölümümü<br />

yolla.<br />

4230. Güzel seven bir ekmekçinin yanına iki kişi gelse, bir tanesi ihtiyar, bir tanesi de güzel bir


90<br />

delikanlı olsa. İkisi de ekmek isteseler ekmekçi hemen bir somun kapıp al der, ihtiyara verir. Öbür<br />

boyu boyu güzel olana hemencecik ekmek verir mi? Onu geciktirir. Der ki: bir zamancağız bekle<br />

hele. Evde taze ekmek pişiriyorlar.<br />

O sıcak ekmek bir müddet sonra gelse bile yine hele otur der, helva da gelecek şimdi.<br />

4290. Mescit de namaz kılana tanıklık verir, ta uzak yollardan bana gelirdi der.<br />

Ateş, Halil’e gül ve reyhan kesilir, Nemrud ’a uyanlaraysa ölümdür derttir.<br />

A güzelim, bunu defalarca söyledim, fakat söylemeye doyamıyorum ki.<br />

Solup sararmamak için defalarca ekmek yedin; işte bu hep ekmek … Nasıl olur da usanmazsın?<br />

Mizacındaki itidal yüzünden yine acıkırsın. Bu açlıkla da senin hazımsızlığın yanar gider.<br />

4650. Topraktan biten güller,<br />

mahvolur gider. Gönülde biten güller<br />

daimîdir ve ne hoştur!<br />

Bizim öğrendiğimiz o tatlı bilgiler,<br />

bil ki o gül bahçesinden bir, iki,<br />

üç demetten ibarettir.<br />

Gül bahçesinin kapısını kendimize<br />

kapatmışızdır da onun için bu<br />

iki üç demete zebun olmuşuzdur.<br />

Yazıklar olsun, öyle bir bahçenin<br />

anahtarları, ekmek yüzünden elimizden<br />

düşüp gidiyor.<br />

Bir an olsa da seni ekmek derdinden<br />

kurtarsalar, o vakit de çarşafların<br />

etrafında dönüp dolaşmaya<br />

başlar, kadın sevdasına düşersin.<br />

4715. Doğruların güzel yüzlerindeki nur, bedenleri yok olsa da kıyamet gününe kadar kalır.<br />

İşte ancak güzel o güzeldir, çirkin o çirkin. Daima o günler durur, buysa somurtur kalır.<br />

Tanrı, toprağa bir renk, bir parlaklık verir, onu mücevher haline getirir. Çocuk tabiatlı olanları<br />

da onlara düşürür, savaşa sokar. Hamurdan deve ve aslan şekillerinde çörekler pişirirler. Çocuklar,<br />

onları görünce hırslarından ellerini dişlerler. Fakat ağızda aslan da ekmek olur, deve de. Fakat çocuklara<br />

bu söz, tesir etmez ki.<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 91<br />

4725. Şükret ki mazlumsun, zâlim değilsin. Firavunluktan ve sınanmadan eminsin.<br />

Boş karın, Allahlık lâfına giremez. Onun ateşine odun yardım edemez.<br />

Boş karın, şeytanın zindanıdır. Çünkü ekmek derdi, onun hilesine, düzenine mânidir.<br />

Dolu karın, bil ki şeytanın pazarıdır. Şeytan tacirleri orada gürültü eder dururlar.<br />

Hiçbir şey satmayan büyücü tacirler, gürültüyle akılları bulandırır, berbat ederler.<br />

Bu beyitlerin dışında da içinde ekmek geçen Mevlana’nın sözleri vardır. İşte onlardan birkaçı:<br />

“Bizim cinsimiz HAKK’ın cinsinden olmadığından ekmek nasıl bizde fâni oluyorsa biz de onda<br />

fâni olmalıyız.!”<br />

“Dilencinin ibâdeti ALLAH için değil, ekmek içindir.!<br />

ALLAH rızası derse de riyadır.!”<br />

“Ekmek olmazsa sofra bezenmez.”


11. Bölüm<br />

Batıl İnanışlar, Dualar ve<br />

Beddualarda Ekmek<br />

“Ekmekle oynayanın ekmeğiyle oynanır”


94<br />

BATIL İNANÇLAR<br />

Batıl inançlar bilimsel anlamda açıklık getirilemeyen konular hakkında üretilmiş ve günümüze<br />

kadar gelmiş inançlar bütünüdür. İlk çağlardan beri her toplumdan insanlar gerçeklik payı olmayan,<br />

korkuları, çaresizlikleri, eski gelenekleri gereği genellikle doğa üstü olan olaylara inanır. Bu inançlar<br />

batıl inançlar olarak isimlendirilir. Çoğu psikolojik olarak bu tür inanışların negatif etkisine maruz<br />

kaldığı için doğruluğuna ve bu tür batıl inançlara daha içten bir şekilde inanırlar.<br />

Ülkemizde ekmek ve ekin ile ilgili batıl inançlardan bazıları şunlardır:<br />

-Değirmenden ilk gelen unla yapılan ilk ekmeği yiyen kişinin karısı ölür.<br />

-Ekmek kırıntılarını yere atmak, ayakla çiğnemek evin bereketini götürür.<br />

-Gurbete giden kişinin azığından bir parça ekmek çalınır.<br />

-Buğday çok olan evde ölüm az olur.<br />

- Ekin ekili tarlada işenmez, cinsel ilişkide bulunulmaz.<br />

- Ekin savrulurken harmanın içerisinden geçilmez, geçilirse harmanın bereketi azalır.<br />

- Ekin ekmeye, ekin biçmeye giden kimselerin önceden yıkanması, abdest alması uğur getirir.<br />

- Hamur yoğururken dışarı hamur sıçrarsa misafir gelir.<br />

- Kırkı çıkmamış kadının bulunduğu eve değirmenden un getirilmez.<br />

- Ekmek aktaracağı, evden eve verilmez.<br />

- Dışarıya maya verilirse evin bereketi gider.<br />

- Yatakta ekmek yeme kıtlık olur.<br />

- Gelin oturacağı eve geldiğinde, sağ koltuk altına Kur-an, sol koltuk altına ise ekmek konur.<br />

Sonra bunlar alınır ve ekmekten birer lokma koparılarak “darısı sizin başınıza” diyerek kızlara dağıtılır,<br />

kızlar da sözde utanarak, sıkılarak ekmek parçalarını yerler.<br />

- Gelin, damat evine geldikten sonra üzerine halka ekmekler takılmış bir oklavayı, kaynanayla<br />

birlikte tutarak oynar. Sonra bu ekmekler oradaki bekarlara dağıtılır ve yiyenlerin kısmetlerinin<br />

açılacağına inanılır.<br />

-Ekmek kırıntıları atılmaz, toplanıp yenirse evin bereketi olur.<br />

-Ezandan sonra komşuya ekmek mayası verilmez.<br />

- Köpeğin ulumasını önlemek için de köpek kovalanır, taşlanır, önüne ekmek doğranır, ‘başını<br />

ye’ denir.<br />

- Tırmata (ekmek kırıntısı) yiyenin çocuğu güzel olur, yemeyenin erkek çocuğu olmaz.<br />

- Bir genç kız ilk kez misafir gittiği evden gizlice aldığı bir ekmek parçasını okuyup yediğinde, o<br />

gece kısmetini görür.<br />

Büyü Tesbiti için Ekmek Yapma Yöntemi<br />

Batıl inanışlarımız arasında bir ev veya işyerinde büyü olup olmadığını anlamak için ekmek<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 95<br />

yapmak da vardır. Şüphelenilen yerde malzemeler alınarak ekmek yapılır. Eğer ekmek yapılan yerde<br />

büyü var ise ekmeğin kabarmayacağına inanılır. Bunun da ekmeğin kutsal bir şey olmasından kaynaklandığına<br />

inanılır. Ekmek kutsaldır ve büyü ile kirletilmiş ortamlarda kabarmaz denilir.<br />

DUALAR<br />

Dualar ve Beddualar adlı makalesinde Dr. Doğan Kaya şunları yazmaktadır:<br />

“Dualar; iyi dilekleri ihtiva eden kalıplaşmış sözlerdir. Duaların en belirgin vasfı teslimiyeti,<br />

inanmışlığı ve bir ümidi ihtiva etmeleridir. Genellikle, görülen bir iyiliğe karşılık söylenir. Karşıdaki<br />

kişi güzel ve hayırlı sözlerle kutlanır, hakkında iyi dileklerde bulunulur. Bugün yaygın kullanımıyla<br />

dua olarak bilinen bu söz, Eski Türkçe’de alkış kelimesiyle karşılanmıştır. Alkış, alkışlamak “hayır<br />

duada bulunmak, beğenmek, övmek” fiilinden elde edilmiş bir isimdir.”<br />

Ekmek ve ekinle ilgili kültürümüzde aşağıdakilere benzer dualar bulunmaktadır:<br />

“Allah oğul ekmeği yedirsin.”<br />

“Torun ekmeği yiyesin.”<br />

BEDDUALAR<br />

Bilindiği gibi dinimizde bir kimsenin aleyhine yapılan duâya, beddua denir. Beddua birinin<br />

kötü duruma düşmesini gönülden isteme, ilenme, ilenç, kargış anlamındadır. Beddualar, çaresiz<br />

olan, acı çeken, kötülüğe maruz kalan bir insanın rahatlamak, teskin olmak gayesiyle söylediği, kötü<br />

düşünce ve dilekleri kapsayan, söze orijinallik veren, ifadeyi güçlendiren kalıplaşmış sözlerdir.<br />

Kısaca “kötü dilek “ olarak niteleyebileceğimiz beddua, Farsça bed “kötü” ile Arapça dua sözlerinden<br />

meydana gelmiştir. Anadolu’nun muhtelif yörelerinde; “ah, bedat, ilenç, inkisar, kargış, karış,<br />

lanet “ gibi adlarla da anılırlar. İçinde ekmeğin veya unlu ürünlerin geçtiği beddular şöyle sıralanabilir:<br />

“Ekmeği aşı olsun da yiyecek hali olmasın.”<br />

“Yediği ekmek haram olsun.”<br />

“Düşük ekmek gibi tandırda yanasın.”<br />

“Ekmeğini it, yakasını bir yesin.”<br />

“Devedikeni aşı ekmeği olsun.”<br />

“Ekmek atlı olsun, sen yaya.”<br />

“Karnın ekmek görmeye.”<br />

“Yediğin ekmek dizine gire.”


İnsan ve Ekmek 97<br />

“Ekmek vura seni.”<br />

“Ekmeğim seni kör ede.”<br />

“Ekmeğin dağınık yetişmeye.”<br />

“Gün ekmeğine muhtaç olasın.”<br />

“Karnın doyasıya ekmek yiyeme.”<br />

“Karnın doymasın, ekme bulama.”<br />

“Yediğin ekmek gözüne, dizine dursun.”<br />

“Yediğin ekmek haram olsun.”<br />

“Ekmeğin aşın olsun da<br />

Yiyecek hâlin olmasın.”<br />

“Ekmek aş bulamayasın.”<br />

“Ekmeğin kuru,<br />

Ayranın duru ola.”<br />

“Çörek kanim olsun”,<br />

“Çörek gözünü tutsun.”<br />

“Çörek tapmayasan.”<br />

“Çörek tutsun.”<br />

“Çörek üzüne hasret galasan.”<br />

“Çöreyin atlı özün piyada olasan.”<br />

“Çöreğin boğazında galsın.”<br />

“Çöreğin kesilsin.”<br />

“Çöreyin urvatsız olsun.”<br />

“Çöreyinin bereketi olmasın.”<br />

“Tuz çörek tutsun seni.”<br />

“Elin çöreye çatmasın.”


12. Bölüm<br />

Ekmek Karnesi<br />

“Helal edin tuz ekmeğin hakkını<br />

Varamıyom beni burda eyler var”<br />

Karacaoğlan


100<br />

Kağıt paralar dünya tarihinde ilk olarak MÖ 140 yılında Çin’de kullanılmaya başlar. Kağıt paranın<br />

icadının bu kadar eski olmasına rağmen Avrupa’da ilk kullanım ise 1660’lı yıllarda İsveç’te<br />

olmuştur. Bunu 1600’lü yılların sonu ve 1700 lü yılların başında İngiltere ve Fransa izlemiştir.<br />

Osmanlı İmparatorluğunda ilk kağıt para tedavülü ise 1840 yılında Abdülmecid dönemine rastlar.<br />

Devletin reformlar, ayaklanmalar ve savaşlardan doğan finansal ihtiyaçlarına fon oluşturabilmek<br />

amacıyla ilk olarak tahvil niteliğinde çıkartmış olduğu kağıt paralar, son padişah Vahdettin’e kadar<br />

her sultanın döneminde çeşitli karşılıklarla basılmış ve kullanılmıştır.<br />

Osmanlı döneminde kağıt paraların çıkması ile birlikte çeşitli sorunlar yaşanmıştır. Başarısız mali<br />

politikalarla tedavül eden kağıt paraların yarattığı sıkıntıları en çok halk hissetmiştir. O dönemler<br />

ödemeler dengesinin bozulması, memur maaşlarının ödenememesi, hayat pahalılığı ve enflasyon en<br />

alt seviye kadar tüm kesimleri ciddi biçimde vurmuştur.<br />

Yanlış finansal uygulamaların bir diğeri de kağıt paraların çoğunlukla yüksek küpürlerde basılması,<br />

halkın ihtiyacı olan ve günlük alış verişlerde kullandığı küçük küpürlerin ihmal edilmesidir. Zaten<br />

I.Dünya<br />

Savaşı’nda 1916<br />

yılında kullanılan<br />

ekmek<br />

karnesi (solda)<br />

ve yine Osmanlı<br />

dönemi ekmek<br />

karnesi(sağda)<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 101<br />

az sayıda basılan gümüş ve bakır sikkeler, karşılığı eriyen kağıt paraların yanında bir tasarruf aracı<br />

olarak kullanılmış ve tedavülden kaçırılmıştır. Bu konuda devletin yeteri kadar duyarlı davranmaması<br />

yada başka bir değişle geçerli ve kalıcı bir çözüm üretememesi sonucunda, alış verişlerde kilitlenme<br />

noktasına gelmiştir. Çözüm ise mağdur olanlar tarafından geliştirilmiştir. Esnaf, fırıncılar, pazarcılar<br />

ve yapılan bağışlarla ayakta duran ibadet yerleri ve dernekler gibi bazı kurumlar yaşamlarını devam<br />

ettirebilmek için kendi çarelerini geliştirmek durumda kalmışlar ve ufak değerli kağıt paralar (kağıt<br />

jetonlar, para biletler diye de adlandırılmaktadırlar) tedavüle sürmüşlerdir.<br />

Daha sonra valilikler ve belediyeler devreye girmiştir. 1319 / 1902 senesinde İzmir’de valilik, 1<br />

ve 2 kuruşluk vesikalar bastırarak halkın ekmek alımını kolaylaştırmaya çalışmıştır. Aynı uygulamayı<br />

Aydın, Tire, Manisa, Adana Belediyeleri de gerçekleştirmişlerdir. Bu yöntem halkın hayatında bir<br />

kolaylık sağlamakla birlikte belediyeye ve belediyeden un temin eden fırıncılara da oldukça rahatlık<br />

sağlayabilmiştir. İşte o dönemlerde ortaya çıkan ekmek vesikaları/karneleri ülkemizin ilk ekmek<br />

karnesidir.<br />

II.Dünya Savaşı<br />

sırasında 1946<br />

yılında ülkemizde<br />

kullanılan<br />

ekmek karnesi<br />

(solda) .


İnsan ve Ekmek 103<br />

Bu dönemin ardından 1914-1918 yılları arasındaki I.Dünya Savaşı döneminde buğday sıkıntısı<br />

ekmek darlığına yol açmış ve ekmek karneleri yeniden gündeme gelmiştir.<br />

Yine aynı dönemde küçük para sıkışıklıklarına yönelik son uygulamalar, damga ve posta pullarının<br />

arkalarına karton yapıştırılarak bozuk para haline getirilmesi ve tedavüle çıkarılması olmuştur. Bu<br />

da günlük yaşantımızdaki ‘para pul oldu’ deyiminin doğmasına neden olmuştur.<br />

Daha sonraki dönemde savaş, kıtlık gibi olağanüstü dönemlerde halkın günlük ekmek istihkakının<br />

bağlandığı belgeler ekmek karnesi adıyla anılmıştır. Bu karne II. Dünya Savaşı döneminde de<br />

ülkemizde kullanılmıştır. Ayrıca, birçok ülkede de kullanılmıştır.<br />

Ülkemizde 01 Haziran 1939’da II. Dünya Savaşı’nın ayak sesleri duyulmaya başladığında<br />

önce Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu çıkarıldı. Bu durum üretim gücünü zayıflattı. 01 Eylül<br />

1939’da Alman birlikleri Polonya’yı işgal ettiler ve II. Dünya savaşı fiilen başladı. Müttefikler safında<br />

54, Mihver<br />

devletler<br />

safında 19<br />

olmak üzere<br />

73 devlet savaşa<br />

girdi. 6 yıl<br />

süren savaşın<br />

sonunda 71<br />

milyon insan<br />

öldü. Savaş<br />

nedeniyle üretim durdu. Sadece açlıktan ölen insan sayısının 20 milyon civarında olduğu kabul<br />

edilir. Ülkemiz bu uyguladığı dış politika ile bu savaşa girmemiştir.<br />

22 Mayıs 1940’da Türkiye genelinde olağanüstü hal ilan edildi. Ticareti ellerinde bulunduran<br />

çevreler savaşan ülkelere yüksek fiyatlarla gıda malzemesi satmaya başlayınca fiyatlar 1 yıl öncesine<br />

göre % 100 arttı. Enflasyonun yanı sıra ülkede yokluk başladı. Gıda ürünleri karaborsaya düştü.<br />

24 Şubat 1941’da ülkenin iaşe (yedirip, içirme, besleme) işlerini düzenlemek, yönetmek ve kontrol<br />

amacıyla, Ticaret Bakanlığı”na bağlı olarak çalışacak ‘İaşe Müsteşarlığı’ kuruldu. 17 Aralık 1941’da<br />

Türkiye genelinde, ekmeğin “karne” ile dağıtılmasına karar verildi. Karne ile ekmek dağıtımına<br />

Ocak ayında başlanırken; aile reislerinden alınan beyannamelere göre herkese, adına düzenlenmiş<br />

bir “ekmek karnesi” verildi.<br />

Böylece ülkemizde II.Dünya Savaşı sırasında da ekmek karneleri kullanılmaya başlandı.<br />

Ekmek karneleri sadece bizim ülkemizde değil, savaştaki birçok ülkede de kullanılmıştır. Bunlardan<br />

biri de Almanya’dır.


13. Bölüm<br />

Ekmek Ağacı<br />

“Artocarpus Communis”<br />

Dutgiller


106<br />

Bitkiler dünyası içinde adı ekmek ile anılan bir de bitki bulunmaktadır. Bu bitki latince adı Artocarpus<br />

olan dutgiller cinsinden bir ağaç türüdür.<br />

17. yüzyılda Büyük Okyanus’un güneyindeki adalardan İngiltere’ye dönmekte olan araştırmacı<br />

gezginler, ağaçta yetişen ve kavuna benzeyen bir meyvenin adalarda ekmek yerine yendiğini anlatırlar.<br />

Ayrıca o anlatımlar içinde şunlar da vardır:<br />

“Çiğ meyvenin tadının patatesi andırdığı bu ağaca ogünden beri ekmek ağacı veya latince<br />

adıyla Artocarpus communis denmektedir. Ekmek ağacının meyvesi o yörelerde yaşayan yerlilerin<br />

temel gıdalarından biridir. Ayrıca yerliler o ağacın iç kabuğunun ilflerinden çok sağlam kumaşlar<br />

dokumakta ve gövdesinden de ev eşyası ve kano<br />

yaparlar. Dış yüzünden çıkan sıvıyı da kanolardaki<br />

delikleri kapatmakta kullanılırlar.<br />

Yılda iki yada üç kez ürün veren bu ağacın meyvesi<br />

öncelikle yeşil olur. Sonraki sreçte kahverengi ve<br />

de sarıya dönüşür.<br />

Meyveler gövdenin her yerinden çıkar. Meyvesi<br />

bir kavun iriliğinde, dış rengi sarı-yeşil, ağırlığı ortalama<br />

1-3 kg. kadar ve üzerinde düzensiz serpili pullar<br />

vardır. Meyvenin eti açık sarı olup içeriğinde % 25<br />

kadar nişastalı maddeler içerdiğinden çeşitli şekillerde<br />

pişirildiği gibi nişastanın fermentasyonu ile biraya<br />

benzer içkiler de yapılır.<br />

Ekmek ağacının bu meyvesi aynı zamanda yenilebilir.<br />

Meyve iyice olgunlaşmadan önce beyaz etli<br />

ve biraz unludur. Ekmek gibi fırında pişirilerek yenilebildiği<br />

gibi haşlanarak veya değişik şekillerde pişirilerek<br />

de yenir. Ayrıca çiğken dilimlenip, güneşte<br />

kurutularak öğütülür ve bu undan ekmek ya da muhallebiye<br />

benzer bir besin de yapılır.”<br />

Dilimizde de ekmek ağacı adı verilen bu ağaç, genellikle tropik bölgelerde daha yoğun biçimde<br />

görülür. Ekmek ağacı, kalın gövdeli, büyük meyveli bir ağaçtır. Bu ağacın anayurdu tam olarak bilinmemekle<br />

beraber pasifik adalarında ekmek ağacına sıkça rastlanılır.<br />

Boyu cinslerine göre 10-20 m’yi bulur. Çevresi bazen 3 m. ye kadar çıkabilir. Dalları yatay ve<br />

kabukları kurşuni renktedir. Yaprakları yıldız şeklinde, 25-50 cm. boyunda ve en genç dalların<br />

ucundadır.<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 107<br />

Çiçekleri bir eşeyli ve birevciklidir; erkek çiçekler kalın, yuvarlak, dişi çiçekler ise süngerimsi<br />

yuvarlak ve dikenli topraklar halinde aynı bitkide bulunur.<br />

Yetişmesi için tropik bir iklime ihtiyacı olan ekmek ağacı<br />

özellikle kuvvetli toprakları sever. İyi bakılırsa 700 m. yüksekliğe<br />

kadar iyi meyve verebilir. Üretilmesi köklerinden yayılan filizler<br />

aracılığı ile yapılır ve altı yaşına geldiği zaman 6 m. yüksekliğini<br />

bularak, bütün sene ürün verir.<br />

Ekmek ağacının bir diğer özelliği de gövdesinden akıttığı sıvılarıdır.<br />

Ekmek ağacının gövdesinde açılan yaralardan latekse benzer<br />

bir sıvı akar ve bundan da kuş tutmak üzere ökse yapılır. Adeta<br />

bitkinin her yerinde zamk yapmaya yarayan sütlü bir sıvı vardır.<br />

Ekmek ağacının odunu kağıt yapımında kullanılır. Ekmek ağacı, Malezya, Hindistan ve Antiller’de<br />

yetiştirilir.<br />

Bu meyvenin özellikle A.non seminifera, A. apyrena, A. aravei, A. puern, A. Roru ve A. rorotoma<br />

cinsleri önemlidir.


14. Bölüm<br />

Ekmek ile İlgili Sivil Toplum Kuruluşları<br />

“Er ekmeği, er kursağında kalmaz!”


110<br />

Ahilik felsefesi, temelleri 12’nci yüzyılda Kırşehir’de atılmış, daha sonra tüm Anadolu’ya yayılmış,<br />

izleri bugüne kadar süregelmiş kültürel, sosyal ve ekonomik bir oluşumdur. Ahilik kurumu mistik<br />

bir yol, bir tarikat olmaktan ziyade sosyal ve ekonomik yönden işleyen ve siyasal, askeri ve kültürel<br />

yönleri de bulunan bir toplum düzenidir. Ahilik, aynı zamanda sosyal hayat kadar ekonomik hayatı<br />

da yönlendiren ve günümüz koşullarında bile birçok ülkede gerçekleştirilememiş, adaletli, verimli ve<br />

son derece güzel bir sistemi Türk toplumuna kazandırmış bir kültürdür.<br />

Ahilik, 13-19’uncu yüzyıllar arasında Anadolu’da yaşayan halkın sanat ve meslek alanında yetişmelerini<br />

sağlayan, onları ahlaki yönden geliştiren, çalışma yaşamını iyi insan meziyetlerini esas<br />

alarak düzenleyen bir örgütlenmedir. Ahilik, iyi ahlakın,<br />

doğruluğun, kardeşliğin, yardımseverliğin kısacası<br />

bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyo-ekonomik<br />

düzendir. Deri işçilerinin ve Ahiliğin piri olan Ahi<br />

Evran’ın Anadolu’ya gelişi de bu tarihlere rastlamaktadır.<br />

Ahlakla sanatın uyumlu birleşiminden oluşan ahilik,<br />

örgüt olarak Anadolu’da 13’ncü yüzyılda Ahi Evran<br />

tarafından kurulmuştur.<br />

Ahi kelimesi de Arapça’dır ve “kardeş/ kardeşim”<br />

demektir. Ancak bazı araştırmacılar, Ahi sözcüğünün<br />

Türkçe’de cömert, eliaçık, yiğit anlamına gelen “akı”<br />

sözcüğünden geldiğini ileri sürmektedirler. Anadolu’da<br />

Türk kurum ve terimlerinin fazlalaştığı bir dönemde<br />

“akı”nın, Arapça “kardeşim” anlamına gelen “ahi”ye<br />

dönüştüğü sanılmaktadır. Ahi Evran tarafından<br />

Anadolu’da 13’ncü yüzyılda kurulan Ahilik, belli kurallara<br />

bağlı olarak faaliyet gösteren esnaf ve sanatkârlar<br />

birliğini ifade etmektedir.<br />

Nurettin Öztürk, Ahilik Teşkilatı ve Günümüz<br />

Ekonomisi, Çalışma Hayatı ve İş Ahlakı Açısından<br />

Değerlendirilmesi, isimli çalışmasında Ahiliğin temelde dört alanda fonksiyonunu yerine getirdiğini<br />

belirtip bu alanları “Ahlaki, Ekonomik, Sosyal, Siyasi ve Askeri sahalar” olarak işaret etmektedir.<br />

Osmanlı döneminde bazı malların üretim miktarları ve şekilleri devlet tarafından kararlaştırılır<br />

ve bunun dışında imalata izin verilmezdi. Örneğin, fırıncıların çıkardığı ekmek cinsleri belirlenmişti.<br />

Öncelikle savaş yıllarında normal ekmek dışında lüks sayılan ekmek cinslerinin çıkarılmasına<br />

izin verilmezdi. Bu sınırlamalara rağmen kuralları bozan olursa divana kadar varan şikayetler yapılırdı.<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 111<br />

Nitekim bunun bir örneğini İhsan Cora, Ahilik Örgütünün Osmanlı Toplumundaki Yeri ve<br />

Ahilik Örgütü İlkelerinin Günümüz Esnaf ve Zanaatkarlarına Uyarlanabilirliği isimli yüksek lisans<br />

tezinde yer alan“1665 yılında İstanbul fırıncıları tarafından yapılmış bir müracaatta” görüyoruz.<br />

Özetle esnaf, kendi kendini kontrol ediyor ve şikayette bulunabiliyordu.<br />

Ahiler Birliğinin Müslümanlara özgü yapısı 17’nci yüzyıla kadar sürmüştür. Osmanlı Devletinin<br />

Müslüman olmayan egemenlik alanı genişledikçe, çeşitli dindeki kişilerin birlikte çalışma zorunluluğu<br />

doğmuştur. Bu şekilde din ayrımı yapılmadan kurulan, eski niteliğinden bir şey kaybetmeyen yeni<br />

organizasyona “gedik” denilmiştir. Gedik kelimesi Türkçe’dir. Tekel ve imtiyaz anlamına gelir. Resmi<br />

terim olarak gedik kelimesine 1927 yılında rastlanır. Ama gediğin tekelci karakteri çok daha eskilere<br />

uzanmaktadır.<br />

GEDİK TEŞKİLATI<br />

Gedik sistemi, 1860 yılına kadar sürmüştür. O zamanlar, bir kişi çıraklıktan ve kalfalıktan yetişip<br />

de açık bulunan bir ustalık makamına geçmedikçe, yani gedik sahibi olmadıkça, dükkân açarak sanat<br />

ve ticaret yapamazdı. Ancak, ellerinde imtiyaz fermanları olan kişiler, sanat ve ticaret yapabilirdi.<br />

Bu fermanlar, esnafın sayılarının artırılıp eksiltilmesi, mülk<br />

sahiplerinin kiralarını artırmaması, gediği olmayanların sanat<br />

ve ticaret yapamaması, açık olan gediklerin esnafın çırak ve<br />

kalfalarına verilmesi, dışardan esnaflığa kimsenin kabul edilmemesi<br />

gibi hükümleri kapsıyordu.<br />

Gedikler, sabit veya seyyar olmak üzere iki türlüdür. Seyyar<br />

veya havzi gedikler, kişiye özgü olup, sahibinin istediği<br />

yerde sanatını ve ticaretini yapmasını sağlıyordu. Sabit gedikler<br />

ise dükkân, mağaza, atölye gibi yerlere ait olduğundan,<br />

sahipleri başka bir yerde sanat ve ticaret yapamazlardı.<br />

Tanzimat’ın ilanından ve yabancı devletlerle ticaret anlaşmaları yapılmaya başlandıktan sonra,<br />

öteden beri sürüp gelen tekelci uygulamaların sanat ve ticaretin gelişmesinde zararlı olduğu anlaşılmış,<br />

ticaret ve sanayiinin gelişmesi gerektiğinden ve istendiğinden, artık gedik düzeni ile tekelci<br />

uygulamalar kuralının sürdürülmesinde hükümetçe yarar görülmeyerek kaldırılmıştır.<br />

Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarlık, 18’inci yüzyıla kadar altın çağını yaşamıştır. Ahilik gelenekleri<br />

ve daha sonra kurulan lonca teşkilatları bu sınıfı gerek nicelik ve gerekse nitelik yönünden<br />

geliştirmiştir. Bu gelişmeye devlet de katkı vermiş, derbendci denilen memurlar vasıtasıyla ticaret<br />

yollarının bakım ve güvenliğini sağlamıştır. Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünden Ahilik de payına<br />

düşeni almış, giderek yozlaşmıştır. Sonuçta giderek, loncalar bozulmuş, gediklere töreye göre değil,


112<br />

iltimasa göre atamalar yapılmaya başlanmıştır. Esnaf ürettiği malı satamaz olmuştur. Bu dönemde<br />

devlet tam bir çöküş yaşamıştır. Nihayet 1912 yılında loncalar tamamen ortadan kaldırılmıştır.<br />

CUMHURİYET DÖNEMİ VE TESK<br />

Cumhuriyetin kurulması ile birlikte esnaf-sanatkârlar kesiminin günümüz modern örgütlenmesinin<br />

başlangıcı olan 5373 sayılı Esnaf Dernekleri ve Esnaf Birlikleri Kanunu<br />

çıkarılmış, 1964 yılında yürürlüğe konulan 507 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar<br />

Kanunu ile de esnaf-sanatkârlar teşkilatı bugünkü yapısına kavuşmuştur.<br />

1991 yılında 507 sayılı Kanunda değişiklik yapan 3741 sayılı Kanun ile<br />

Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu(TESK) ve tüm alt teşkilatı,<br />

ülkemizde uygulanmakta olan ve kökeni Ahiliğe dayanan ve Almanya’ dan<br />

örnek alınan ikili meslek eğitimi sisteminin, işyerlerinde uygulanan pratik<br />

kısmı ile ilgili birtakım hak ve sorumluluklar üstlenmiştir. Bu kanun hükümlerine<br />

dayanılarak da, ayrıntıları düzenleyen 5 eğitim yönetmeliği çıkarılmıştır.<br />

1964 yılında beri çeşitli meslek odaları illerde kurulmuş, daha sonraki süreçte federasyonlar ve<br />

konfederasyon doğmuştur.<br />

Bursa özelinde de 60’lı yıllarda Fırın İşverenleri Sendikası, Mecit Kasaroğlu tarafından kurulmuştur.<br />

Daha sonra 1999 yılında Fırıncılar Odası’na dönüşmüştür. 2010 verilerine göre Fırıncılar<br />

Odası’na bağlı 230 işletme bulunmaktadır. Bunların dışında da 150 limited şirket formatında BTSO<br />

üyesi ekmek üretmektedir.<br />

ENDÜSTRİYEL FIRINCILAR BİRLİĞİ<br />

(EFB)<br />

Ekmek üretiminin endüstriye dönüşmesi sürecinin<br />

ardından, tünel sistemine göre üretim yapan<br />

kuruluşlar, doğan bir ihtiyaç sonucu Endüstriyel<br />

Fırıncılar Birliği’ni kurmuşlardır.<br />

Birliğin Kurucu Başkanı İstanbul Halk Ekmek<br />

Genel Müdürü Ömer Bilgiseven olmuştur. 6 Mayıs<br />

2006’da ilk genel kurulunu yapan birlikte şu isimler<br />

yönetime seçilmiştir:<br />

“Ömer Bilgiseven (İstanbul Halk Ekmek AŞ.),<br />

Hikmet Boyacıoğlu (İTÜ Gıda Mühendisliği),<br />

Barbaros Ceylen (EXİM GROUP), Cevat Tulga-<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 113<br />

rer (Bursa Halk Ekmek AŞ.), Burhan Metin, Hasip<br />

Gençer (UNO), Nurettin Topçu(Avukat)”<br />

Şu anda bu birliğin yönetim kurulu başkanlığını<br />

Ankara Ekmek genel Müdürü Ali İlkbahar yapmaktadır.<br />

Bursa’dan da BESAŞ Genel MüdürYardımcısı<br />

Can Aydoğan birliğin üyesidir.<br />

Endüstriyel Fırıncılar Birliği yola çıkarken vizyonunu<br />

ve misyonunu belirlemiş ve bu çerçevede<br />

Endüstriyel Fırıncılar Birliği’nin Yayın Organı olan<br />

Endüstriyel Fırıncılar Dergisi’nde birliğin temel felsefesi<br />

şöyle özetlenmiştir:<br />

“Türkiye’nin unlu mamuller ve ekmek üretim,<br />

kullanım ve tüketim kültürünün gelişimine çalışmak,<br />

bu alandaki zengin kültür birikimini değerlendirmek,<br />

sektörel deneyim ve bilgi paylaşımı adına uygulamalara<br />

katılmak, sektörün ve Türk ekmekçiliğinin ulusal<br />

ve uluslar arası tanıtımına katkı sağlamak”<br />

Endüstriyel Fırıncılar Birliği’nin amaçlarını ise<br />

Yönetim Kurulu Başkanı Ali İlkbahar şu cümlelerle<br />

özetlemektedir:<br />

“Unlu mamuller, ekmekçilik sektörünü çağdaş teknoloji, üretim, personel, hizmet altyapısı ve<br />

düzenine kavuşturmak için gerekli görülen çalışma ve organizasyonları yapmak. İlişki ve işbirliği<br />

içinde olmak. Yurt içinde ve yurtdışında sektöre temsilcilik ve öncülük yapmak. Sektöre yönelik<br />

eğitim ve AR-GE çalışmalarını desteklemek. Sektörde teknoloji ve bilgi kullanımını yaygınlaştırıp,<br />

etkinleştirmek. Bu bağlamda gerekli gördüğü her tür kurumu kurmak ve işletmek. Türk halkının<br />

sağlıklı, doğru ve yeterli beslenmesini sağlamak amacıyla unlu mamuller ve ekmekçilik sektörünün<br />

hammadde, ürün, işletme, dağıtım, servis kalitesini standartlaştırmak. Sektörde markalaşmayı teşvik<br />

etmek. Rekabet kurallarını yasalar çerçevesinde işlemek ve faaliyete geçirmek.Türkiye’nin sektörde<br />

uluslar arası rekabet gücünü arttırmaya çalışmak.”


1983<br />

2009


15. Bölüm<br />

Bursa Ekmek ve Besin Sanayi ve<br />

Ticaret A.Ş.<br />

“Ekmeğini katığına denk eden aç kalmaz”


116<br />

Ekmeğin ülkemizdeki endüstrileşme sürecinde halka ekonomik ve sağlıklı ekmek sağlamak<br />

amacıyla yerel yönetimler konuyu ele almışlardır. Bu çerçevede 1979 yılında Bursa Belediyesi önderliğinde<br />

kurulan ve 1982 yılında resmi üretime geçen Bursa Ekmek ve Besin Sanayi ve Ticaret<br />

A.Ş. (BESAŞ) yıllık toplam 95 milyon adet ekmek üretme kapasitesiyle kentin ekmek ihtiyacının<br />

%20 sini karşılamaktadır. Temel amacı Bursa halkına kaliteli, sağlıklı ve ekonomik ekmek ve unlu<br />

mamuller üreterek, piyasada denge unsuru olmaktır.<br />

BESAŞ Halk Ekmek Fabrikası, Bursa’nın en büyük, Türkiye’nin ise üçüncü büyük ekmek üretim<br />

tesisidir. Bursa Organize Sanayi Bölgesinde 13.500 metrekarelik alanda kurulu olan fabrikada<br />

toplam 6.400 metrekarelik kapalı alanda, 5 adet tünel tipi fırınla, el değmeden tam otomatik makinelerle<br />

günde 320.000 adet (400 gr.) ekmek üretme kapasitesine sahiptir.<br />

BESAŞ tesislerinde, francalı, kepekli, ayçekirdekli, çavdarlı ve tam buğday olmak üzere toplam<br />

beş çeşit ekmek üretilmektedir. Ramazan ayı içerisinde de ramazan pidesi üretimi gerçekleştirilmektedir.<br />

Toplam üretimin %4’ünü oluşturan kepekli, tam buğday, ayçekirdekli ve çavdarlı ekmekler,<br />

Türk Gıda Kodeksine uygun, ambalajlı olarak satışa sunulmaktadır.<br />

Tüm alımların şeffaf bir ortamda ihale yoluyla yapıldığı BESAŞ’ ta girdi olarak kullanılan hammaddelerin<br />

kontrolleri, teknolojik cihazlarla (Farinograf, Ekstensograf vb.) donatmış olduğu laboratuarında,<br />

kendi elemanları olan gıda mühendisleri ve gıda teknikerleri tarafından yapılmaktadır.<br />

Aynı zamanda TS EN ISO 9001:2008 Kalite Yönetim Sistem belgesine de sahip olan BESAŞ,<br />

yönetim ve hizmet anlayışını belgenin getirmiş olduğu yükümlülükler doğrultusunda yürütmektedir.<br />

BESAŞ hiçbir kamu kaynağı kullanmadan tüm yatırımlarını kendi öz kaynakları ile yapmakta<br />

olup, her yıl ortaklarına kar dağıtımı yapmaktadır. Ayrıca Bursa şehrinin eğitim, kültür ve sanat<br />

etkinliklerine sponsorluk yapmaktadır. Her yıl Bursa Ticaret ve Sanayi Odası tarafından belirlenen<br />

250 büyük firma arasında yer almaktadır.<br />

Bursa halkının markaya olan güveninden yola çıkarak farklı damak tatları da sunan BESAŞ,<br />

kendi markası olan fırınlanmış mantı, yufka, Kemalpaşa tatlısı, galeta, makarna ile 2, 5 ve 10 kg lık<br />

Şehrim marka un, çölyak hastaları için İHE ürünü olan glutensiz ekmek, glutensiz un karışımı ve<br />

Şehrim yumurtayı da ürün portföylerine ekleyerek ürün çeşitliliğini arttırmıştır.<br />

Üretim sonrası ekmeğin taşınması konusunda da hijyenden ödün vermeyen BESAŞ, ekmek<br />

taşıma kasalarının hijyenik bir şekilde kullanımını sağlamak için, yurtdışından getirttiği, sıcak yıkama,<br />

durulama ve kurutma yapabilen 300/saat kapasiteli kasa yıkama makinesiyle Bursa’da bir ilki<br />

gerçekleştirmiştir.<br />

Bursa ili merkez ilçeleri Osmangazi, Yıldırım, Nilüfer, Demirtaş, Mudanya, Güzelyalı, Gemlik,<br />

Gürsu, Görükle’ de toplam 475 adet satış noktasına özel dizayn edilmiş 15 yeni aracıyla hizmet veren<br />

BESAŞ bu sayede ürünlerini tüketicilerine daha sağlıklı ve hızlı bir şekilde ulaştırabilmektedir.<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 117<br />

BESAŞ Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe yapmaktadır.<br />

EKMEK SEPETİ KAMPANYASI<br />

Alanında Türkiye’nin en büyük kuruluşlarından birisi olan BESAŞ, benzer kuruluşlar ile kıyaslandığında<br />

yatırımlarını kendi öz kaynakları ile yapabilen ve katma değer yaratan bir kuruluş olarak<br />

zaman zaman çeşitli sosyal sorumluluk projeleri de geliştirmektedir. Bunlardan biri de Ekmek<br />

Sepeti Kampanyası’dır. Ağustos 2010 tarihinde Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’<br />

nin tanıtımı ile hayata geçirilmeye başlayan<br />

ve büyük ilgi gören kampanyanın<br />

sloganı “Ekmek sepeti ile ekmeğimizi<br />

paylaşalım”dır.<br />

Projede verilen temel mesajlar şunlardır:<br />

“Sevgili Bursa’lılar pek çoğumuz sofralarımızdan<br />

hiç eksik olmayan ekmeğin<br />

yokluğunu hissetmiyoruz. Ancak şehrimizde<br />

bir ekmeğe ihtiyaç duyan vatandaşlarımız<br />

olduğu gerçeğini hatırlatmak<br />

istiyoruz.<br />

Belki de hepimiz, ihtiyaç sahibi vatandaşlarımıza<br />

yardımcı olmak istiyor, ancak<br />

bu kimselere yardımlarımızı nasıl ulaştırabileceğimizi<br />

bilemiyoruz.<br />

Bu amaçla, ihtiyaç sahibi kimselere<br />

yardımcı olabilmeniz için bir havuz<br />

oluşturduk. Oluşturduğumuz bu havuzu<br />

“Ekmek Sepeti” olarak adlandırıyoruz.<br />

Sizin gibi hayırseverler ekmek sepetine<br />

yardımda bulundukça sepette ekmek birikiyor ve biriken bu ekmekler Bursa Büyükşehir Belediyesi<br />

Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı’nın tespit etmiş olduğu ihtiyaç sahiplerine ulaştırılıyor.<br />

Ya da “Benim tanıdığım ihtiyaçlı kimseler var, ben tanıdığım bu kişilere yardım etmek istiyorum”<br />

diyorsanız, BESAŞ’tan temin edebileceğiniz “Ekmek Kuponları”nı ihtiyaç sahibi tanıdığınız<br />

kimselere verebilirsiniz.”


16. Bölüm<br />

Avrupadan Ekmek Tarifleri<br />

“Zekiydi. Aç kalmaz,<br />

her yerden ekmeğini çıkarabilirdi!”<br />

Sait Faik Abasıyanık


120<br />

Avrupa mutfağına göz attığımızda binlerce ekmek tarifi ile karşılaşırız. Bunlardan birkaç örnek<br />

aşağıda yer almaktadır:<br />

GELENEKSEL CADILAR BAYRAMI EKMEĞİ(BARM BRACK) (İRLANDA)<br />

Malzemeler:<br />

500 gram un<br />

1 tutam tuz<br />

50 gram tereyağ<br />

175 gram kuru üzüm (30 dakika soğuk suda bekletin)<br />

50 gram rendelenmiş limon ve portakal kabuğu<br />

50 gram şeker<br />

20 gram maya<br />

300 ml oda sıcaklığında su<br />

2 adet çırpılmış yumurta<br />

Hazırlanışı:<br />

1. Un, tuz ve tereyağı yoğurun.<br />

2. Kuru üzümleri sudan çıkarın ve şekerle karıştırın. Ardından un karışımına ekleyin.<br />

3. Mayayı da sıcaklığındaki suda eritin.<br />

4. Un ve meyve karışımının ortasında bir çukur oluşturun ve çırpılmış yumurtayı suda çözülen<br />

mayayı dökün.<br />

5. Tezgahın üzerine un serpip hamuru 10 dakika kadar yoğurun ve ardından hamurun üstünü<br />

kapatıp ılık bir ortamda iki katı büyüklüğe erişinceye kadar bekleyin.<br />

6. Hamur istenilen büyüklüğe gelince iki parçaya bölün ve böldüğünüz parçayı birkaç dakika<br />

daha yoğurun. Çapı 20cm olan bir kek kalıbına yerleştirin ve ardından 1 saat daha sıcak bir yerde<br />

bekletin.<br />

7. Fırını 200 C dereceye getirin ve hamuru 30 dakika pişirin.<br />

8. 2 çorba kaşığı şekeri 2 çorba kaşığı suyun içinde eritin. Ekmek fırından çıkar çıkmaz üzerine<br />

dökün ve nemini alması için fırının ısısını düşürerek 2-3 dakika fırında bekletin.<br />

SODALI EKMEK (İRLANDA)<br />

Malzemeler:<br />

500 gram tam tahıllı buğday unu<br />

1.5 çorba kaşığı tuz<br />

1.5 çorba kaşığı soda<br />

500 ml kaymak<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 121<br />

Hazırlanışı:<br />

1. Un, tuz ve sodayı bir kabın içinde karıştırın ardından kaymağı da ekleyip iyice karıştırın. Tezgahın<br />

üzerine un serperek hamuru yavaşça yoğurun.<br />

2. Hamurun üzerine elinizle bastırarak 5cm kalınlığında açın ve bir bıçak yardımı ile düzgün bir<br />

şekilde kesin.<br />

3. 200 C ısıtılmış fırında 30-35 dakika pişirin. Hamur yeterince kabardığında ve kahverengi<br />

olduğunda fırından çıkarın ve soğuması için bekleyip servisini yapın.<br />

VETELANGD (İSVEÇ)<br />

Malzemeler:<br />

500 gram un<br />

25 gram maya<br />

40 gram şeker<br />

250 ml oda sıcaklığında süt<br />

1 tutam tuz<br />

60 gram tereyağ (oda sıcaklığında yumuşamış)<br />

1 adet yumurta<br />

1 adet yumurta sarısı<br />

dilimlenmiş badem<br />

Hazırlanışı:<br />

1. Unu bir kaba eleyin ve ortasına bir çukur açın.<br />

2. Mayayı bir çorba kaşığı şeker ve 4 çorba kaşığı süt ile karıştırın ardından bu karışımı unun<br />

ortasında açtığınız çukura dökün. Çok az miktarda unla karıştırarak küçük bir hamur elde edin ve<br />

kabın üstünü bir bezle örtün.<br />

3. Küçük hamurdan kabarcıklar çıkmaya başladığında tuz, tereyağ, yumurta ve sütün yarısını<br />

ekleyin. Bütün malzemeleri karıştırdıktan sonra sütün geri kalanını da ekleyin. Oluşan hamurdan 1<br />

çorba kaşığı ayırın ve yine hamurun üstünü kapatarak iki katı büyüyene kadar bekleyin.<br />

4. Hamuru kısa bir süre daha yoğurun ardından 3 eşit parçaya ayırın. Parçaları 50 cm uzunluğunda<br />

olacak şekilde uzatın. 3 parçayı saç örgüsü görüntüsünde olacak şekilde birbirinin üzerine<br />

koyun. Ardından yağlanmış fırın tepsisinde 10-15 dakika daha bekletin.<br />

5. Yumurta sarısını bir çorba kaşığı süt ile çırpın. Oluşan karışımı hamurun üzerini kaplayacak<br />

şekilde sürün ve ardından dilimlenmiş bademleri de ekleyin.<br />

6. Fırını 200 C dereceye getirin ve 40-45 dakika pişirin. Fırından çıkardıktan sonra krema ile<br />

süsleyerek servis edin.


122<br />

OHRALEİPA (BARLEY BREAD) (FİNLANDİYA)<br />

Malzemeler:<br />

50 gram maya<br />

500ml oda sıcaklığında süt<br />

1 çorba kaşığı tuz<br />

300 gram arpa unu<br />

250 gram buğday unu<br />

Hazırlanışı:<br />

1.Geniş bir kabın içinde mayayı süte ekleyerek<br />

çözdürün. Ardından arpa unu ve tuzu karıştırıp<br />

ekleyin. Üstünü örtüp 1 saat kadar sıcak bir yerde<br />

bekletin.<br />

2.Buğday ununu ekleyip yaklaşık 10 dakika<br />

yumuşak bir kıvam alana kadar yoğurun ve yine<br />

kabarmasını bekleyin ardından bir çatal yardımı ile<br />

kabaran hamuru delin.<br />

3.250 C dereceye getirilmiş fırında 25 dakika<br />

kadar pişirin.<br />

BRUSCHETTA (İTALYA)<br />

Malzemeler:<br />

4 kalın parça dilimlenmiş İtalyan ekmeği<br />

2 diş ezilmiş sarımsak<br />

4 çorba kaşığı sızma zeytin yağı<br />

tuz ve karabiber<br />

Hazırlanışı:<br />

Ekmeklerin iki tarafını da kızartın ve ardından<br />

zeytin yağı, tuz, karabiber ve sarımsağı<br />

karıştırarak ekmeğe sürün ve servis edin. Servis<br />

sıcakken yapılmalıdır.<br />

Not: bu tarifin çok çeşidi bulunmaktadır. En yaygın olanı tarifteki karışımın domatesli olanıdır.<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 123<br />

PİDE (TÜRKİYE)<br />

Malzemeler:<br />

30 gram maya<br />

şeker<br />

250ml oda sıcaklığında su<br />

500 gram un<br />

1 adet yumurta sarısı<br />

1 çorba kaşığı zeytin yağı<br />

30 gram susam<br />

Hazırlanışı:<br />

1. Mayayı bir tutam şekerle suyun içinde eritin. Unu bir kaba koyun üzerine tuzu ve ardından<br />

mayayı ekleyin ve iyice karıştırın.<br />

2. Suyu da ekleyerek yumuşak ve elastiki bir kıvam alıncaya kadar yoğurun ve kabarması için<br />

üzerini örterek sıcak bir yerde 20 dakika kadar bekletin.<br />

3. Hamur kabardıktan sonra bir parça alarak elinizle açın ve parmaklarınızla şekil verin. Bütün<br />

hamur parçalarına aynı şekli (daire) verdikten sonra üzerlerine yumurta sarısı, zeytinyağı, 1 çorba<br />

kaşığı şekerden oluşan karışımı sürün ve susam serperek 200 C dereceye getirilmiş fırında 20 dakika<br />

kadar pişirin.


17. Bölüm<br />

Ülkemizden Ekmekli Yemek ve<br />

Tatlı Tarifleri<br />

“Görgüsünü, bilgisini orada arttıracak,<br />

ekmeğini orada kazanacaktır!”<br />

Yusuf Ziya Ortaç


126<br />

Ülkemizin yemek kültürü ve Türk mutfağının yeri başta Avrupa olmak üzere, dünya mutfak<br />

kültüründe de önemli bir yer tutmaktadır. Bu yemek kültürünün içinde ekmeğe verilen önem ve<br />

ağırlık bilinen bir gerçektir. Toplum olarak ekmeksiz doyamayız. Bu da toplumumuzun yemek<br />

kültürüne adında ekmek bulunan yemek ve tatlıların eklenmesini sağlamıştır. Türk mutfağında çok<br />

sayıda içinde ekmek kullanılan yemek ve tatlı çeşitleri bulunmaktadır. Bunlardan bazılarının ve<br />

tarifleri aşağıdaki gibir:<br />

EKMEKLİ BÖREK<br />

Malzemeler:<br />

5 adet yuvarlak Japon ekmeği<br />

2-3 adet sosis<br />

1-2 adet kornişon turşu<br />

1 adet soğan<br />

1 kaşık yağ<br />

¼ adet maydanoz<br />

Arzu halinde 1-2 dal dereotu<br />

HAZIRLANIŞI<br />

1. Ekmekleri tam ortadan enine kesiniz<br />

2. Ortalarını hafif oyunuz<br />

3. Sosisleri küçük kare biçiminde doğrayınız<br />

4. Bir kaba yağa soğanları küçük doğranmış biçimde koyup, kavurunuz<br />

5. Sonra sosisleri ilave edip, kavurunuz<br />

6. Ateşten alıp içine küçük doğranmış kornişon, maydanoz ve dereotunu ilave edip karıştırınız.<br />

7. Bu içi oyulan ekmeklerin içine koyunuz<br />

8. Hazırladığınız bu ekmekleri servis yapmanıza 10-15 dakika kala fırına koyup hafif kızartınız<br />

9. Fırından alıp sıcak servis yapınız<br />

EKMEK DOLMASI<br />

Malzemeler:<br />

1adet bayat somun kepek veya çavdar ekmeği<br />

3 adet kemer patlıcanı<br />

4 çay bardağı kızartma yağı<br />

1 çay bardağı un<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 127<br />

Domates sosu malzemeleri:<br />

3 adet domates<br />

3 adet yeşil sivri biber<br />

1 yemek kaşığı sirke<br />

1/2 demet maydanoz veya fesleğen<br />

1 tatlı kaşığı şeker tuz<br />

Köfte harcı malzemeleri:<br />

200 gram kıyma<br />

1 adet rendelenmiş soğan<br />

1 çay bardağı rendelenmiş kaşar<br />

1 adet yumurta<br />

1 tatlı kaşığı karabiber<br />

1 tatlı kaşığı kimyon<br />

1 tatlı kaşığı tuz<br />

Zeytinyağı sosu malzemeleri:<br />

1 kahve fincanı zeytinyağı<br />

1 yemek kaşığı kekik<br />

1 tatlı kaşığı kırmızı pul biber<br />

1 diş sarımsak<br />

Üst malzemeleri:<br />

2 çay bardağı yoğurt<br />

1 diş sarımsak<br />

1 yemek kaşığı zeytinyağı<br />

1/2 tatlı kaşığı tuz<br />

1/2 tatlı kaşığı kırmızı pul biber<br />

Hazırlanışı:<br />

1. Patlıcanı alacalı soyup küp küp doğrayın, tuzlu suda 25-30 dakika bekletin.<br />

2. Bayat somun ekmeğinin üst tarafından kapak kaldırın. İçini çeperlerde bir miktar kala cak şekilde<br />

boşaltın. Çukur bir kaba koyun.<br />

3. Çıkardığınız ekmek içlerini iki avuç arasında iyice ovalayın ya da blendırdan geçirin.


128<br />

4. Ekmek içlerine listede verilmiş köfte harcı malzemelerini katıp iyice yoğurun. Bilye şeklinde<br />

köfteler yapın.<br />

5. Kızartma yağını tavaya koyun. Orta ateşte yakmadan kızdırın.<br />

6. Kızgın yağda, tuzlu suda beklemiş ve kurulanmış patlıcanları kızartın. Kızaranların ya ğını süzdürerek<br />

bir kaba çıkartın.<br />

7. Patlıcanlardan sonra unlanmış ve fazla unları silkelenmiş köfteleri parti parti kızartın. Kızaranları<br />

yağını süzdürerek patlıcanların yanına çıkartın.<br />

8. İçi boşaltılmış ekmeği önceden 180°C kızdırılmış fırında kızartın.<br />

9. Çukur bir kapta zeytinyağını, ezilmiş sarımsak dişini, kekik ve kırmızı pul biberi karıştı rın.<br />

Fırça ile kızartılmış somun ekmeğinin içine sürün.<br />

10. Geniş yüzeyli bir tavada rendelenmiş domatesleri kıyılmış yeşil biberler ile karıştıra rak sulu<br />

kalacak şekilde pişirin. Sirkeyi, şekeri ve tuzu katıp kızarmış köftelerle patlıcan ları ekleyin. Birkaç<br />

taşım kaynattıktan sonra kıyılmış maydanoz veya fesleğeni ekleyip karıştırın.<br />

11. Domatesli, patlıcanlı ve köfteli harcı içi boşaltılmış ekmeğin aldığı kadar doldurun. Ek meğin<br />

kapağını kapatın. Buğu tenceresinde pişirin. Buğu tencereniz yoksa bir tencerenin içine kalınca defne<br />

dallarından bir kafes yapıp ekmeği üstüne oturtun. Hiçbir zaman ek meğin seviyesine gelmeyecek<br />

kadar azar azar su ekleyerek yumuşayıncaya kadar pişirin ve servis tabağına çıkartın.<br />

12. Üzerine ezilmiş sarımsak dişi, tuz ve zeytinyağı ile çırpılmış yoğurdu gezdirin. Kırmı zı pul<br />

biberi serpin. Artan iç malzemesi varsa ekmeğin yanlarına koyun. Sıcak sıcak sof raya getirin.<br />

PİLİÇLİ EKMEK<br />

Malzemeler:<br />

5 parça piliç göğüs<br />

1 adet yuvarlak ekmek veya tost ekmeği<br />

1 adet ufak doğranmış yeşil elma<br />

60 gram kıyılmış ceviz içi<br />

3 adet ince doğranmış yeşil soğan<br />

2 çorba kaşığı kıyılmış maydanoz<br />

125 gram mayonez<br />

dövülmüş karabiber<br />

sapları ayrılmış ıspanak veya marul yaprakları<br />

4 adet dilimlenmiş domates<br />

Hazırlanışı:<br />

1.Dilimlediğiniz göğüs etlerini kaynayıncaya kadar suda yaklaşık 25 dakika üzeri kapalı olarak<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 129<br />

haşlayın. Kendi suyunda soğumaya bırakın.<br />

2.Ekmeği, tepesinden düzgün bir şekilde keserek içini oyun.<br />

3.Elma, ceviz, soğan, maydanoz. mayonez ve arzuya göre karabiberi bir kapta karıştırın.<br />

4.Ekmeğin içine sırasıyla yeşil yaprakları, piliç iç etlerini, elmalı harcı ve domates dilimlerini<br />

yayın. Bu işlemi ekmeğin içi dolana kadar tekrarlayın. En üste tekrar yeşil yaprakları yayıp, kapağı<br />

yerleştirdikten sonra alüminyum folyoya sararak bir gece buzdolabında tutun.<br />

5.Pasta dilimi halinde keserek servis yapın.<br />

MAYONEZLİ TAVUKLU EKMEK<br />

Malzemeler:<br />

1 adet esmer ekmek<br />

1 adet portakal<br />

2 adet tavuk göğüs fileto<br />

1 çay kaşığı kişniş<br />

1 çay bardağı tat mayonez<br />

1 tatlı kaşığı köri<br />

3 sap nane<br />

Hazırlanışı:<br />

1. Ekmeğin üzerini keserek kapak şeklinde çıkartın. İçini boşaltın.<br />

2. Tavuk göğüsünü haşlayıp, soğuduktan sonra iri parçalara ayırın.<br />

3. Portakalın kabuğunu beyaz kısmıyla birlikte keserek soyun. Dilimledikten sonra zarlarını<br />

çıkarın.<br />

4. Mayonez, köri, kişniş ve tavuk parçalarını karıştırın. Hazırladığınız tavuklu karışımı ekmeğin<br />

içine doldurduktan sonra, portakal dilimleri ve taze nane yapraklarıyla süsleyin.<br />

5. Üzerini kapak gibi çıkardığınız ekmekle kapatın, alüminyum folyoya sarın. Buzdolabında 2<br />

saat beklettikten sonra servis yapın.<br />

EKMEK KADAYIFI<br />

Malzemeler<br />

1 adet ekmek kadayıfı<br />

2 bardak su<br />

600 gram toz şeker<br />

Hazırlanışı:<br />

1.Ekmek kadayıfını yuvarlak bir tepsiye koya-


130<br />

rak, hafif ateşte biraz su ile pişirin.<br />

2.Kadayıf bu sırada hem yumuşar hem de gittikçe genişler. Parmak ile üzerine basıldığı zaman<br />

yumuşamış olduğunu görünce ateşten indirerek suyunu süzün.<br />

3.Temiz bir bez üzerine koyarak her tarafını bezle sarın ve üzerine hafif bastırarak fazla sularını<br />

alın.<br />

4.Bu defa tekrar tepsiye koyarak üzerine yarım kilo su ve 600 gram şeker ile yapılmış şurubu<br />

kadayıfın üzerine bir kepçe ile yavaş yavaş dökün ve hafif ateşte kaynatın.<br />

5.Şurup kaynadıkça kadayıf da kıvama gelmiş olur. O zaman kadayıfı tabağa alın.<br />

6.Soğuduktan sonra servis yapın.<br />

EKMEK TATLISI<br />

Malzemeler:<br />

1 tane bayat ekmek<br />

3 yumurta<br />

yağ<br />

500 gram toz şeker<br />

Nar tanesi<br />

Hazırlanışı:<br />

Ekmeği 12 dilime ayırıp kenarındaki kabukları çıkarın,<br />

her dilimi çırpılmış yumurtaya buladıktan sonra kızgın<br />

yağda kızartın. Yağını iyice süzdürdükten sonra yarım<br />

kilo şeker ve 2,5 bardak su ile yapıp soğuttuğunuz şuruba<br />

atın. Hepsi tamamlanınca servis tabağına alıp sofraya<br />

getirin, arzu edilirse üzerlerine nar taneleri eklenir.<br />

BALKABAKLI EKMEK<br />

Malzemeler:<br />

1 çorba kaşığı toz şeker<br />

3.5 su bardağı un, tuz<br />

1 paket kabartma tozu<br />

1 su bardağı süt<br />

250 gram balkabağı<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 131<br />

Hazırlanışı:<br />

Derin bir kaba toz şekeri, unu, kabartma tozu ve 1 su bardağı sütü alın. Kabağı haşlayıp, ezin.<br />

Malzemeye ilave edin.Yoğurarak hamur yapın. 1 parmak kalınlığında açın. Yuvarlak kalıplarla kesin.<br />

Yağlanmış fırın tepsisine dizin. Önceden ısıtılmış 180 derecelik fırında üzeri kızarana dek pişirin.<br />

Üzerine un eleyip servis yapın<br />

Aşçının Notu: Adapazarı yöresine ait bu ekmekler krema, reçel, tereyağı gibi kahvaltılık malzemelerle<br />

ikram edilir.<br />

EKMEKLİ PUDİNG<br />

Malzemeler:<br />

1 küçük margarin<br />

125 gram pudra şekeri<br />

150 gram bayat ekmek içi<br />

100 gram badem<br />

6 yumurta<br />

Vanilya<br />

Hazırlanışı<br />

1. Küçük sana yağı ile 125 gram pudra şekerini porselen kasede tahta kaşıkla karıştırarak beyazlatınız<br />

2. 6 yumurta sarısını birer birer kırıp karışıma yediriniz<br />

3. 6 yumurta akını da yarı bir yerde çarparak katı kar haline getiriniz<br />

4. Porselen kasedeki karışıma kabukları soyulmuş ve makineden geçirilmiş bademi, seyrek elek<br />

veya süzgeçten geçirilmiş bayat ekmek içini ve yumurta akını koyup 1-2 defa süratle karıştırınız<br />

5. Bu karışımı yağlanmış ve galeta unu serpilmiş puding kalıbına veya küçük bir tencereye yarıyı<br />

biraz geçecek kadar doldurunuz<br />

6.Üzerine kapak kapatıp benmari usulüyle fırında veya ateş üzerinde 1 saat pişiriniz<br />

7. Bir saat sonra ateşten alıp hafif ılık hale gelince servis tabağına ters çeviriniz<br />

8. Ilık halde servis ediniz<br />

ÇİKOLATALI EKMEK RULOSU<br />

Malzemeler:<br />

2 bardak un<br />

30 gram kıyılmış yaş maya<br />

1,5 çay bardağı ılık süt


132<br />

3 adet kesme şeker<br />

100 gram margarin<br />

1 adet yumurta sarısı<br />

1 tutam tuz<br />

İç malzemeleri:<br />

1 su bardağı kırılmış fındık<br />

1 kahve fincanı şeker<br />

2 çay kaşığı tarçın<br />

100 gram kıyılmış çikolata<br />

2 tatlı kaşığı nescafe<br />

2 adet yumurta sarısı (beyazını ayırın)<br />

1,5 fincan süt<br />

Üzeri için:<br />

1 adet yumurta sarısı<br />

yeteri kadar pudra şekeri<br />

Hazırlanışı:<br />

1.Bir kabın içerisine un koyun. Unun ortasına az maya, şeker, ılık süt, yumurta ve tuz koyarak<br />

orta sertlikte hamur yoğurun. Yoğurmuş olduğunuz hamurun üzerine nemli bez örterek 15 dakika<br />

dinlendirin.<br />

2.Fındık içi, şeker, tarçın, kıyılmış çikolata, nescafe ve sütü karıştırın. Yumurta akını mikserle<br />

kar haline getirin. Unlanmış zeminde merdane ile hamuru yarım santimetre kalınlığında açın.<br />

3.Ortasının her bir tarafına iç malzemesini eşit olarak yerleştirin. Kar haline getirmiş olduğunuz<br />

yumurta akını kaşıkla üzerine sürün.<br />

4.Yavaşça uç kısımdan başlayarak rulo yapın. Üzerine yumurta sarısını sürün. 170 derece fırında<br />

pişirin. Fırından çıkarıp dilimleyerek üzerine pudra şekeri serpin.<br />

Not: Açılan hamur folyo kağıt sererek yapılırsa daha kolay döndürülür.<br />

VİŞNELİ EKMEK TATLISI<br />

Malzemeler:<br />

½ kg vişne veya 1kg dondurulmuş vişne<br />

3 su bardağı şeker<br />

3 su bardağı su<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 133<br />

1.5 paket tuzsuz etimek<br />

½ paket krem şanti<br />

½ su bardağı süt<br />

1 adet muz<br />

Süslemek için:<br />

Antep fıstığı<br />

Hazırlanışı:<br />

1. Vişnelerin çekirdeklerini çıkarıp,<br />

tencereye alalım. Şeker ve su ilavesi ile<br />

kaynatalım.<br />

2. Etimeklerin ilk katını tepsiye dizelim.<br />

Üzerine sıcak vişne şerbetini vişne taneleriyle birlikte dökelim. Diğer etimekleri üzerine dizelim.<br />

Tekrar vişne şerbetinden dökelim. Şerbetini emene dek bekletelim.<br />

3. Krem şanti ile sütü karıştıralım. Koyulaştırdığımız krem şanti ile süsleyelim. İnce kesilmiş<br />

muz dilimlerini her bir etimek diliminin üzerine dizelim. Üzerine (arzuya göre) dövülmüş antepfıstığı<br />

serperek servis yapalım.<br />

BAYAT EKMEK İLE İLGİLİ YEMEK TARİFLERİ<br />

Toplumumuzun ekmeğe karşı göstermiş olduğu tutum, hem inançsal sistemimizin hem de<br />

ekonomik koşulların bir gereği olarak farklılaşır. Türk toplumu bayat ekmeği bile değerlendiren bir<br />

toplumdur. Yemek kültürümüzün içine yerleşmiş olan ve bayat ekmek ile yapılan yemeklerdin bazılarının<br />

tarifleri aşağıdaki gibidir.<br />

DÖVMEÇ<br />

Dövmeç bildiğimiz bayat ekmeklerden yapılır. Evlerde olan bayat ekmekler, ziyan olmaması<br />

için, elimizin içinde köftelik ekmeği şeklinde ufalanır. Bayat ekmek olduğu için daha rahat ufalanır.<br />

Onu, bir teflon yada çelik tencerede tereyağı ile bildiğimiz margarin yada sıvıyağ ilave ederek, bir<br />

iki kaşık da ılık suyu onun üstünde gezdirerek, karıştırılır. Kavrulur o ekmekler kıpkırmızı olur.<br />

Onun üzerine peynir ilave edilir. Ve yenecek hake gelir


134<br />

EKMEK PAPARASI<br />

Ekmek paparası için 1- 2 baş soğan, piyaz soğanı şeklinde kesilir. Onlar hafif kavurulur. Diğer<br />

tarafta da ,yine bayatlamış ekmekler çukur kaba konur. Onun üzerine ekmek paparası için hazırlanan<br />

soğanları (tereyağ ile kavurulan soğanlar) üzerine sıcak su ilave edilerek konur. Kaynadıktan<br />

sonra içine çırpılarak (portuk olmasın diye) yumurta<br />

konur. Onun içine de hazırlanan bayat ekmekler<br />

üzerine dökülür. Onlara da ekmek paparası<br />

denir Arzu eden peynir kullanabilir.<br />

EKMEK KIZARTMASI<br />

Ekmek kızartması için yumurtaya bir çukur<br />

kapta 2-3 kaşık un konulur .Yumurta kırılır hamur<br />

haline getirilir. Un kullanılmasa da olur, ama<br />

un kullanılsa daha lezzetli olur. Yumurtalar sütle<br />

sulandırılır. Koyu ayran şekline getirilir. Yine bayatlamış<br />

ekmekler ince dilimler halinde kesilir.<br />

Bu karışıma banılarak; kızgın yağda teflon tavada<br />

kızartılır. Burada sıvıyağ da çevirerek kızartılır.<br />

EKMEK MAHANASI<br />

Bayat ekmekler ziyan olmasın diye çukur<br />

kaba doğranır. Aralarına peynir doğranır. Diğer<br />

taraftan 1 baş soğan piyaz şeklinde kesilir. O<br />

soğanı kavurduktan sonra içine su ilave edilir. Su<br />

kaynayınca üzerine yumurta kırılır. Ekmeklerin<br />

üzerine dökülür. Yenilecek hale gelir.<br />

EKMEK AŞI<br />

Bir kaba orta büyüklükte bir baş soğan doğranır.<br />

Tereyağıyla bir çukur tencerede kavurulur. Üzerine de salça konulur (domates salçası-biber<br />

salçası). Patatesleri küçük küçük kesip üzerine de, çok az bulgur ilave edilir. Su konulur, kaynayarak<br />

pişer. Piştikten sonra da tabaklara yel kurusu ekmeklerini ya da fırın kurularını koyup üzerine bu<br />

yapılan ekmek aşı dökülür. Baharat ilave edilebilir.<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 135<br />

BURSA’NIN CEVİZLİ LOKUMU<br />

Malzemeler:<br />

Hamuru için:<br />

4 su bardağı un<br />

1 paket kuru maya instant<br />

1 tatlı kaşığı şeker<br />

1 tatlı kaşığı tuz<br />

ve de aldığı kadar ılık süt<br />

İçi için :<br />

1 su bardağı çekilmiş ceviz<br />

1 çay bardağı sıvıyağ<br />

1 tatlı kaşığı yenibahar<br />

1 tatlı kaşığı tarçın<br />

Üzeri için:<br />

1 yumurta sarısı ;1 yemek kaşığından az yoğurt:susam<br />

Hazırlanışı:<br />

1.Unu, kuru mayayı, şekeri, tuzu ve sütü ilave edip hamuru karıştırıp 40 dakika mayalanmaya<br />

bırakın.<br />

2.Hamuru bol yağ yardımıyla yuvarlak açılıp inceltin.<br />

3.Üzerine çok az iri çekilmiş ceviz tarçın ve yenibaharı karıştırıp serpiştirin.<br />

4.Rulo şeklinde sarılıp dilimlenir, tepsiye dizerken yuvarlak içleri yukarı gelecek şekilde olmalıdır.<br />

5.Hamuru 10-15 dakika mayalanması için bekletin.<br />

6.Üzerine yumurta sarısını yoğurt karışımı sürülür susamı da serpip 170-180 derecelik önceden<br />

ısıtılmış fırında üzeri hafif kızarana kadar pişirin.


18. Bölüm<br />

Özlü Sözlerde Ekmek<br />

“Buğdaydan öğrendim şiiri,<br />

canım kara buğdaylar”<br />

Necati Cumalı


138<br />

Günlük yaşantımız ve konuşma dilimiz içinde zaman zaman eskilere gidip, büyüklerimizden öğrendiğimiz<br />

özlü sözleri kullanırız. Bunlar adeta savunduğumuz, anlatmaya çalıştığımız konu veya sav<br />

için referans teşkil eder. Yılların içinde adeta damıtılarak günümüze gelmiş bu sözlerden bazıları da<br />

ekmek ile ilgilidir. Yaşantımıza yerleşmiş ekmek ile ilgili özlü sözlerden bazıları ve anlamları şöyledir:<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 139<br />

-Açın gözü ekmek teknesindedir:<br />

İnsanın tek amacı, öncelikle kendisi için gerekli, yaşaması için zorunlu olan, yokluğunu çektiği<br />

şeyi elde etmektir.<br />

-Ekmek elden su gölden:<br />

Kendisi kazanmayıp başkalarının kazancı ile geçinen kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır.<br />

-Er ekmeği er kursağında kalmaz:<br />

Yiğidin, erin ekmeği yani boğaızından geçen helaldir, onun kursağına takılmaz.<br />

-Er olan ekmeğini taştan çıkarır:<br />

Yiğit olan, er olan en zor işlerin bile altından kalkarak geçimini sağlayabilir.<br />

-Gâvurun ekmeğini yiyen, gâvurun kılıcını çalar :<br />

Kişi geçimini kimden sağlıyorsa, kimin hizmetinde ise, ne kadar merhametsiz ve acımasız olursa<br />

olsun, ne kadar fikirleri uyuşmazsa uyuşmasın onun yanında olur; onun istediklerini yerine getirir.<br />

-Tuz ekmek hakkını bilmeyen kör olur:<br />

Birinin ekmek yedirip iyilik ettiği kimse, bütün bunlara karşılık üzerinde hakkı bulunan insana<br />

karşı nankörlük edip hıyanet içinde olursa başına türlü felâketler gelir<br />

-Umut, fakirin ekmeğidir:<br />

Sıkıntı içinde bulunan, yokluk çeken yoksul kişi, içinde bulunduğu durumdan bir gün kurtulacağını,<br />

bolluğa ve rahata kavuşacağını umar ve bu umuşdan doğan güven duygusuyla yaşamaya çalışır.<br />

- Ekmek Bedir’in, su Hıdır’ın, yiyin kudurun, için kudurun:<br />

Başkaları çalışırken, siz yiyorsunuz diye sitemi ifade eder.<br />

-On kişiye bir yufka bayıldık, tıka tıka:<br />

Cimri insanların davranışlarına adeta ironi yapan bir deyiş.<br />

-Okumuşun ekmeği koynundadır:<br />

Eğitim görmüş kişi ekmek bulmakta zorluk çekmez anlamına kullanılır.<br />

-Ekmeğini yalnız yiyen, yükünü kendi dişiyle kaldırır:<br />

Ekmeğini, yiyeceğini paylaşmayan, kimseden yardım beklemesin.<br />

-Köpeğin duası kabul olsa gökten ekmek yağar:<br />

Emek harcanmadan beklenerek, karın doymaz.<br />

-Aça arpa ekmeği, etten lezzetlidir:<br />

Aç kalmış yoksul için ekmeğin cinsinin önemi yoktur. Ona ekmeğin lezzeti en iyi et gibi gelir.<br />

-Ekmekle oynayanın, Ekmeği ile oynanır:<br />

Bir başka kişinin işini elinden almaya veya onu işsiz bırakmaya çalışan işini kaybeder.<br />

-Ekmeğini katığına denk eden aç kalmaz:<br />

Sahip oldukları oranında harcayan aç kalmaz.


19. Bölüm<br />

Deyimlerde Ekmek<br />

“Allah oğul ekmeği yedirsin”


142<br />

Tarihimize göz attığımızda dilimize yerleşmiş ekmek ile ilgili şu deyimlerle de karşılarız. Bunlardan<br />

bazıları ve anlamlar şöyledir.<br />

-Ekmeği ile oynamak:<br />

Bir kişinin işini kaybetmesi için çalışmak.<br />

-Ekmek aslanın ağzında:<br />

İş bulmak çok zor anlamında bir deyiş.<br />

-Ekmek kavgası:<br />

İş bulabilmek veya mevcut işi kaybetmemek için verilen mücadele.<br />

-Ekmek çarpsın:<br />

Bir çeşit yemin.<br />

-Ekmeğinden etmek:<br />

İşinden çıkarmak veya atmak.<br />

-Ekmeğine yağ sürmek:<br />

Birinin yararına göre eylemde bulunmak, istemese de birinin işine yarayacak biçimde hareket<br />

etmek.<br />

-Ekmeğini kazanmak:<br />

Geçimini temin edecek, ihtiyaçlarını karşılayacak parayı kazanmak.”<br />

-Ekmeğini taştan çıkarmak:<br />

En zor işleri bile yapıp geçimini sağlayacak beceriklikte olmak, her türlü işi yapmak.<br />

-Ekmek kapısı:<br />

Çalışıp para kazanılan, geçim sağlayan iş yeri.<br />

-Ekmek parası:<br />

Kazanç, geçinmek için kazanılan para.<br />

-Ne kadar ekmek o kadar köfte:<br />

Bir iş için harcanan emeğin oranındaki karşılığı<br />

- Tuz ekmek hakkı :<br />

Birinin ekmek yedirip iyilik ettiği kimse üzerindeki hakkı ya da söz konusu kişinin ona duyduğu<br />

gönül borcu.<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 143<br />

Tuz ekmek hakkını Karacaoğlan ve Aşık Kerem dizelerinde şöyle dile getirmiştir:<br />

Yeni geldi Arap atın sökünü<br />

Seyir eyle sağa sola bükeni<br />

Helal edin tuz ekmeğin hakkını<br />

Varamıyom beni burda eyler var<br />

Karacaoğlan<br />

Tuz ekmek yediğim kavim kardeşler<br />

Nedir bu feleğin ettiği işler<br />

Gözümden akıttım kan ile yaşlar<br />

Gelin helallaşın ben gider oldum<br />

Âşık Kerem


20. Bölüm<br />

Folklorumuzda Ekmek<br />

“Torun ekmeği yiyesin”


146<br />

Ülkemizin zengin folklorunda ekmek ile ilgili çeşitli fıkra, tekerleme ve bilmeceler bulunmaktadır.<br />

Bunlardan bazı örnekler yer almaktadır.<br />

FIKRALAR<br />

Fıkra belli bir amacı, savunulan bir düşünceyi ele alan ve bunu en kısa yoldan anlatan, mizah ve<br />

hiciv unsurlarını da içinde barındıran sözlü ya da yazılı hikâyelerdir.<br />

Bu özlü hikâyeler tek başına olabildiği gibi, sözün gelişine uygun her hangi bir yazı içinde de<br />

düşünceyi daha çekici hâlde ifade etmek amacıyla kullanılır.<br />

Fıkraların başlıca özellikleri; hareketli, ilgi çekici olması, savunulan bir düşünceyi içine almasından<br />

başka bir devrin, bir insanın, belli bir zamanın ya da sınıfın özelliklerini, siyasî, sosyal vb. günlük<br />

her türlü olay ve sorunları canlandırmasıdır.<br />

Ördek çorbası<br />

Bir gün Nasrettin Hoca pınar başında bir sürü yabani ördek görür. Hoca yakalamak için koştuğunda<br />

ördekler ondan önce davranıp kaçarlar. Ördeklerin peşinde koşmaktan yorulan Nasrettin<br />

Hoca eline bir parça ekmek alarak suya batırıp yemeye başlamış. Oradan geçen bir adam Hoca’nın<br />

bu şekilde ekmek yemesini görünce şaşkın bir şekilde:<br />

-Hocam, burada ne yapıyorsunuz, der. Hoca gayet doğal bir şekilde elindeki ekmeği gösterip:<br />

-Ördek çorbası yiyorum, der.<br />

Allah biliyor<br />

Nasreddin Hoca bir cimri tanıdığının evine gittiğinde tanıdığı ona bayat ekmek ile bir tabak bal<br />

ikram etmiş. Nasreddin Hoca bayat ekmeği dişi kesmeyince sinirinden balı kaşıkla yemeye başlamış.<br />

Ev sahibinin gözü yerinden oynamış:<br />

-Aman efendim, bal ekmekle yenmez ise, insanın içini sıyırır, demiş.<br />

Nasreddin Hoca hiç ses çıkarmadan balı bitirmiş ve:<br />

-Kimin içinin sıyrıldığını Allah biliyor, demiş.<br />

Ekmek var mı?<br />

Ördek bara girer ve barmene :<br />

- Ekmek var mı?<br />

- Yok...<br />

- Ekmek var mı?<br />

- Yok...<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 147<br />

- Ekmek var mı?<br />

- Yok...<br />

- Ekmek var mı?<br />

- Yok dedik ya...<br />

- Ekmek var mı?<br />

- Eğer bir daha sorarsan seni duvara çivilerim...<br />

- Çivi var mı?<br />

- Yok...<br />

- Ekmek var mı?<br />

BİLMECELER<br />

Bilmeceler eşya, insan, hayvan, bitki, doğa ve inanışla ilgili bilgilerin üstü kapalı olarak anlatılması<br />

ve onun ne olduğunun düşünülerek bulunmasını hedefleyen çoğu kalıplaşmış sözlerdir. Genelde<br />

“bilmece” olarak söylenmesine karşın Anadolu’da asal, elçim, masal, mat, metal, tapmaca, bulmaca,<br />

hikaye, söz, bilmeli, metal, tanımaca, fıcık, dele, gazelleme gibi adlar da verilmektedir. Türkiye<br />

dışındaki Türklerde ise başvatkıç, bilmece, jumbak, mat, sir, tabışka, tabışmak, tabuşturmak, tapkış,<br />

tapmaca, tapişmak, tepişmak, yomak gibi adlarla ifade edilmektedir.<br />

Folklorumuzda ekmek ile ilgili bilmecelerden şu örnekleri verebiliriz:<br />

Dam üstünde yar.Kat kat ekmek içi dolu bal ekmek: Kitap<br />

Kara arap, beyaz yamalık yamar.: Ekmek sacı<br />

Dört ayaklı, bir kulaklı: Ekmek tahtası<br />

Yassı yatar, sivri sürter, ikisinin arasında iş biter: Ekmek tahtası oklava.<br />

Yerden biter, hergün ister: Ekmek<br />

Bir dam dolusu sarı öküz: Ekmek<br />

TEKERLEMELER<br />

Tekerleme anlam olarak, sözlüklerde “ağızda yuvarlanan söz, saçma sapan söz, eşsesli kelimelerle<br />

kurulu konuşma” anlamlarına gelen; masal, öykü, bilmece, halk tiyatrosu gibi bazı edebi türler<br />

içinde veya bağımsız olarak söylenen ölçülü ve kafiyeli sözlerdir.<br />

Çokluk çocuk folklorunda hoşça vakit geçirmek, konuşma kabiliyeti kazanmak, oyunlarda eş<br />

ve ebe seçmek için bu yola başvurulur. Masal tekerlemesi, oyun tekerlemesi gibi adlar alırlar. En<br />

çok çocuk oyunlarında, masalların baş, orta ve sonunda söylenirler. Yöreye göre değişik isimle de<br />

söylenirler. Doğu Anadolu’da döşeme, Güney Anadolu’da sayışma denir. Karagöz ve ortaoyununda<br />

muhavere, çocuk oyununda ebe, çıkarmada ise sayışma diyebiliriz. Türk edebiyatında ilk tekerleme<br />

örneklerine XI. yüzyıldan itibaren rastlanır. Divanü Lügat-it Türk’te bazı tekerlemeler yer alır.


148<br />

İçinde ekmek geçen tekerlemelere Artun Ünsal, “Nimet Geldi Ekine” isimli kitabında şu birkaç<br />

örneği vermektedir.<br />

Musahipzade Celal’den eski bir İstanbul tekerlemesi şöyledir:<br />

“Değirmene girdi köpek / Değirmenci vurdu kötek / Hem kepek yedi köpek / Hem kötek yedi<br />

köpek.”<br />

Halit Bayrı’dan bir başka İstanbul tekerlemesi:<br />

”Ay dede / Evin nerede? / Su başında / Ekmek getir / Yağa batır / Yağ yemezsen / Bala batır /<br />

Sen yemezsen / Bana getir.”<br />

İrfan Ünver Nasrattinoğlu’ndan da Afyon tekerlemesi ise şöyle:<br />

“Tıngır elek, tıngır saç, elim hamur, karnım aç.”<br />

Çocuk oyunlarında eş veya ebe seçmek için söylenen bir tekerleme:<br />

“Açlıktan hep bayıldık.<br />

Susuzluktan kırıldık.<br />

Bir dikene koyulduk.<br />

Âmin âmin âmin! Âmin âmin âmin!<br />

Ayağımızı yer yaktı.<br />

Başımızı gün yaktı.<br />

Ver Allah’ım ver; Ver Allah’ım ver;<br />

Selli sulu yağmur. Selli sulu yağmur.<br />

Yer yer yer olsun.<br />

Gök gök gök olsun.<br />

Arpa buğday bol olsun.<br />

Yerden bereket,<br />

Gökten rahmet,<br />

Ver Allah’ım ver; Ver Allah’ım ver;<br />

Selli sulu yağmur. Selli sulu yağmur. “<br />

Hamur yoğuran kadının, hamurunun kabarması için söylediği tekerleme:<br />

Adım Eşe,<br />

Hamurum coşa.<br />

Ben gelmeden,<br />

(İ)leğenden aşa.<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 149<br />

Bir başka tekerleme de şöyle:<br />

“Er urbası giyesin,<br />

Er ekmeği yiyesin.”<br />

Gevrek ekmek pekmezsemiş<br />

pekmezde gevrek ekmezsemiş<br />

gevrek ekmek pekmezsemeseydi<br />

pekmez gevrek ekmeksermiydi....


21. Bölüm<br />

Şarkılarda Ekmek<br />

“Aça arpa ekmeği etten lezzetlidir.”


İnsan ve Ekmek 153<br />

Müziğimizin çeşitli alanlarında ekmek şarkı sözleri içindede yer almıştır. Bunlara göz attığımızda<br />

yüzlerce içinde ekmek geçen şarkı sözü ile karşılaşırız. Popüler olan birkaç örnek aşağıda yer<br />

almaktadır.<br />

Müslüm Gürses- “Bir Lokma Ekmek”<br />

Söz - müzik: Sait Ergenç- Mustafa Diker<br />

Bir lokma bir hırka aşık olana yeter<br />

Sevgilim sonu yoktur dünyanın malı biter<br />

Benim olursun yani kölen olur bakarım<br />

Aldatırsam hem seni hem kendimi yakarım<br />

Bir lokma ekmek için değer mi inat etmek<br />

Olur mu para için sevdiğini terketmek<br />

Benim olursun yani kölen olur bakarım<br />

Aldatırsam hem seni hem kendimi yakarım<br />

Dünya malı sevgilim bir gün gelir biter<br />

Sevenlere bir hırka bir lokma ekmek yeter<br />

Benim olursun yani kölen olur bakarım<br />

Aldatırsam hem seni hem kendimi yakarım<br />

Ege-“Sıcak Ekmek”<br />

Söz: Ege<br />

Müzik: Tatos Panagis<br />

Sen uyurken tenin<br />

sıcak ekmek gibi yeni çıkmış fırından<br />

Saçın çiçek kokar, yüzün bebek gibi<br />

masal geçer aklımdan<br />

Sen uyurken tenin<br />

şefkatini saçar, sarılırım ardından<br />

Geceler örter bizi, hevesimi saçar


154<br />

Öpmek gelir koynundan<br />

Sensiz olmuyor, uyku tutmuyor<br />

Sensiz gece bitmiyor<br />

Yatak sakin ben bezgin<br />

Sensiz kalınca rüya döner kabusa gece boyunca<br />

Beni özler tenini uykum kaçınca<br />

Sıcak ekmek kokusu beni sarınca<br />

Teoman- “Ne Ekmek Ne de Su”<br />

Söz:Barlas-Teoman<br />

Müzik:Barlas<br />

Uyanıver gökyüzüyle sonsuzluğa<br />

Unutuver<br />

Hatırlarsa ellerin<br />

Süzülsün dudaklarından<br />

Yıllar boyunca<br />

Son bir nefes, acın katlanınca bana yoksun<br />

Biliyorum<br />

Usul usul eriyorum<br />

Kararıyor gözlerim hep<br />

Yorgunum<br />

Yığılır kalır<br />

Yüreğim<br />

Donuk gözlerinde<br />

Ter atar deniz geceler indiğinde bana yoksun<br />

biliyorum usul<br />

Usul eriyorum kararıyor gözlerim hep yorgunum<br />

Ne ekmek, ne de su<br />

Sensizlik korkusu<br />

Istemem yeter ki sen<br />

Yanımda ol.<br />

Yeter<br />

Deniz Arcak- “Eve Ekmek Getir”<br />

Söz-Müzik: Kenan Doğulu<br />

Neden kaşındım bilmiyorum<br />

Keyfimi bozdum sana vardım<br />

Sana kandım aldandım<br />

Bak sözümü tutamıyorum<br />

Ah anneciğime uysaydım<br />

Bulacaktım bir zengin<br />

Çoluk çocuk yorgan yiyor<br />

Kendini topla adam<br />

Çok şansım vardı<br />

Yazık ben seni seçtim<br />

Değerini bil sevgilim<br />

Boş verme hiç<br />

Sürecek ömür boyu<br />

Yemin ettik<br />

Aynı yastıkta yaşlanacaktık ya biz<br />

Eve ekmek getir de işe yara bari<br />

Sabrım taştı aman<br />

Patlarım ben dayanamam artık<br />

Sinirimi bozdun adam<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 155<br />

Murat Boz- “Hayat Sana Güzel”<br />

Söz-Müzik: Soner Sarıkabadayı<br />

Dokunmayın tuz basmayın yarasına<br />

Sevmeyeni hadi bırakın doğasına<br />

Hayat sana güzel ama asıl soru<br />

Gönül razi mı yarım ekmek arasına<br />

Bana bir şey deme lütfen boşu boşuna<br />

Teselli edilmek gitmiyor hoşuma<br />

Bundan sonrası benimle ilgili<br />

Sanki vazifemi üstüne başına<br />

Zamanından önce girdi her yaşına<br />

Bir çoğuna göre yine görgülü ilgili<br />

Beğenmediysen (sevmediysen) sözlerimi<br />

Topla git hadi her şeyini<br />

Bilemiyorum ne kadar sürecek<br />

Toparlanması alması demini<br />

Dokunmayın tuz basmayın yarasına<br />

Sevmeyeni hadi bırakın doğasına<br />

Hayat sana güzel ama asıl soru<br />

Gönül razı mı yarım ekmek arasına<br />

Onur Akın -”Seviyorum Seni”<br />

(Kolaj. Sözleri İlhan Berk’e ait olan ‘Ne<br />

böyle sevdalar gördüm ne böyle ayrılıklar’ ve<br />

sözleri Nazım Hikmet Ran’a ait olan ‘Seviyorum<br />

Seni’ )<br />

Seviyorum seni ekmeği tuza banıp<br />

Banıp yer gibi<br />

Geceleri ateşler içinde uyanarak<br />

Ağzımı dayayıp musluğa<br />

Su içer gibi<br />

Ne zaman seni düşünsem<br />

Bir ceylan su içmeye iner çayırları<br />

Büyürken büyürken görürüm gülüm<br />

Her sabah her akşam seninle<br />

Yeşil bir zeytin tanesi<br />

Bir parça mavi deniz alır beni<br />

Seni düşündükçe gül dikiyorum<br />

Ellerimin değdiği yere<br />

Atlara su veriyorum<br />

Daha bir seviyorum dağları gülüm<br />

Her akşam seninle<br />

Yeşil bir zeytin tanesi<br />

Bır parça mavi deniz alır beni


22. Bölüm<br />

Edebiyatta Ekmek<br />

“Karşısında duran;<br />

ekmeğini yediğin büyük bir zatın kardeşi.<br />

Zevcenin de amcasıdır!”<br />

Hüseyin Rahmi Gürpınar


158<br />

İnsanoğlu’nun vazgeçilmez temel besin kaynağı ekmeğin, tarih, mitoloji, efsanelerde olduğu<br />

gibi, edebiyatta da yerini alması kaçınılmaz olmuş; gerek dünya ve gerekse ülkemiz edebiyatında<br />

ekmek temalı birçok öykü, roman, şiir baş köşeye kurulmuştur. Yazımızda ise ekmek, kiminin adında,<br />

kiminin konusunda, kiminin ise tadındadır.<br />

ROMANLAR<br />

Dünya edebiyatındaki ekmek ile ilgili çarpıcı ve halen popüler eserlerden biri, ünlü Rus yazar<br />

Maksim Gorki’nin 1916’da yazdığı “Ekmeğimi Kazanırken”dir. Gorki’nin, edebi olgunluk çağı<br />

ürünlerinden Ekmeğimi Kazanırken; diğerleri Çocukluğum ve Benim Üniversitelerim olan otobiyografik<br />

üçlemesinden biridir.<br />

Yine Emile Zola’nın, madencilerin ayaklanmasını, binlerce emekçinin “ekmek, ekmek” çığlıklarıyla<br />

isyan başlatışını anlattığı “Germinal” beyaz perdeye de esin kaynağı olmuş, okuyucuyla olduğu<br />

kadar, izleyicisiyle de buluşmuştur.<br />

Nobelli ünlü Alman yazar Heinrich Böll’ün “İlk Yılların Ekmeği” adlı sıradışı yapıtı, ikinci<br />

dünya savaşı sonrası yaşanan açlık sınırına çarpıcı bir üslupla gönderme yapar. Romanın başkişisi,<br />

Almanya’nın en bunalımlı dönemleriyle özdeşleşir ve verdiği mücadele vurucu bir dille aktarılır.<br />

Yine Xavier de Montepin 1884’de Fransız edebiyatının en ünlü klasiklerinden Ekmekçi Kadın<br />

adlı romanını okurlara kazandırmış, yayınlandığı yıllarda önemli yankılar uyandıran eser, hemen<br />

tüm dillere çevrilmiş, içerdiği toplumsal sorunlarla ve küçük insanların dramlarını anlatmadaki<br />

başarısıyla haklı bir üne kavuşmuştur.<br />

Victor Hugo’nun Sefiller’i de konusunu ekmekten alır. 1861’de yazılmış bu önemli eser; ekmek<br />

çaldığı için beş yıl kürek cezası ile hüküm giyen kürek mahkumu Jan Valjean ile polis müfettişi<br />

Javert arasında sürüp giden bir kovalamacanın hazin hikayesi üzerine kuruludur.<br />

Refik Halit Karay 1985 yılında “Ekmek Elden Su Gölden” isimli romanında; geçmişte<br />

soylu, varsıl bir ailenin torunu olan Ferhan’ın alıştığı zenginliğe yeniden kavuşmak umuduyla<br />

Duranbeyliler’in ablak oğlu Saim ile evlenmesini ve sonradan yaşayacağı pişmanlığı anlatmaktadır.<br />

Orhan Kemal’in ilk öykü kitabı 1949 yılında yazdığı “Ekmek Kavgası”dır. Fabrikada çalışan<br />

emekçiler, kenar mahalle insanları, cezaevlerindeki mahpusların yaşamlarından kesitler aktaran<br />

kitap adını, bir asker ile alayın dökülen yemek artıklarını kapışan yoksullar arasındaki çekişmeden<br />

almıştır.<br />

Orhan Kemal´in 1968’de yazıp 1969 yılında hem Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü, hem de Sait<br />

Faik Hikâye Armağanı kazanan öykü kitabı “Önce Ekmek”, kent yaşamına ve onun keşmekeşine<br />

ayak uydurma savaşı verirken, bir yandan da hayata tutunma uğraşı içinde bocalayan insan manzaralarını<br />

aktaran öyküleri içerir.<br />

Fakir Baykurt’un 1972’de yazıp aynı yıl Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü kazanan “Yarım<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 159<br />

Ekmek”, Almanya’ya göç sürecinin insanımız ve Alman toplumuna çok yönlü etkilerini anlatan<br />

bir eserdir. Birçok yazara ilham kaynağı oluşturan bu çetrefilli konunun, genellikle Almanya’nın<br />

Duisburg kenti eksen alınarak işlendiği roman, eşinin ölümünden sonra üç çocuğu ile Almanya’ya<br />

gelip Duisburg’taki bir yaşlılar yurdunda bulaşıkçı olarak çalıştığı 12 yıl boyunca sıla hasreti çeken<br />

Burdurlu Kezik’in hikayesidir.<br />

Haydar Işık’ın 2006’da kaleme aldığı tarihi romanı “Bitlis Beyi Haydar Han’a Gönderilen Kanlı<br />

Ekmek”, 1650’li yıllarda etkin olan Bitlis Beyliği’nin sosyoekonomik durumu ve Osmanlı ile savaşımını,<br />

Evliya Çelebi’nin seyahatnamesine sadık kalarak anlatır.<br />

“Önce Ekmekler Bozuldu”, Oktay Akbal’ın 1946'da yayınlanan ilk kitabıdır. ‘40'lı yılların bir<br />

belgesel anısı’ olarak, yazarın İkinci Dünya Savaşı'na girme kuşkuları içinde çırpınan 18-20 yaşlarındaki<br />

bir gencin düşleri, aşkları, umutlarını kaleme aldığı otobiyografik eseridir.<br />

Ünlü çocuk kitapları yazarı Gülten Dayıoğlu’nun 1984’de yazdığı “Sıcak Ekmek” küçük okuyucuları,<br />

ekmek kavramına yoğunlaştırması bakımından önemli bulunmuş bir çalışmadır.<br />

ŞİİRLER<br />

Şiir dilinde de ekmek önemli bir esin kaynağı olarak, içeriğinde ekmek geçen sayısız şiire malzeme<br />

oluşturmuştur. Aşağıda bunlardan bazı örnekler yer almaktadır.<br />

Felsefe<br />

Köle sahipleri ekmek kaygısı çekmedikleri için felsefe yapıyorlardı,<br />

Çünkü<br />

Ekmeklerini köleler veriyordu onlara;<br />

Köleler ekmek kaygısı çekmedikleri için<br />

Felsefe yapmıyorlardı,<br />

Çünkü<br />

Ekmeklerini köle sahipleri veriyordu onlara.<br />

Ve yıkıldı gitti Likya.<br />

Köleler felsefe kaygısı çekmedikleri için ekmek yapıyorlardı,<br />

Çünkü<br />

Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara;<br />

Felsefe sahipleri köle kaygısı çekmedikleri için ekmek yapmıyorlardı,<br />

Çünkü<br />

Kölelerini<br />

Felsefe veriyordu onlara.<br />

Ve yıkıldı gitti Likya<br />

Melih Cevdet ANDAY


İnsan ve Ekmek 161<br />

Barış<br />

Ekmek kırıntıları<br />

serpiyorum cephede<br />

kumtorbaları üstüne<br />

su verirken<br />

evinde generalim<br />

kuşkonmaz çiçeğine<br />

Sunay AKIN<br />

Ekmek ve Yıldızlar<br />

Ekmek dizimde<br />

Yıldızlar uzakta, ta uzakta.<br />

Ekmek yiyorum yıldızlara bakarak.<br />

Öyle dalmışım ki sormayın,<br />

Bazan şaşırıp, ekmek yerine<br />

Yıldız yiyorum.<br />

Oktay RIFAT (Horozcu)<br />

Soru<br />

Kuru ekmek gibi ufalanan hayatımdan<br />

Ne öğrendim seninle sorma bana<br />

Ey aşk, dirilişin sonu musun sen<br />

Başlangıcı mı yoksa?<br />

Ayşenur YAZICI<br />

Derd-İ Firakın İle<br />

Düşeli Sevdaya<br />

Derd-i firakın ile düşeli sevdaya mey’e<br />

Müptelayım, deliyim, düşmüşüm esrarı-ney’e<br />

Feleğin kahpe başında paralansın parası<br />

Ben güzel sevmeye geldim, değil ekmek yemeye<br />

Neyzen TEVFİK<br />

Seviyorum Seni<br />

Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi<br />

Geceleyin ateşler içinde uyanarak<br />

Ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,<br />

Ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz,<br />

Telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi.<br />

Seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi.<br />

İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık<br />

İçimde kımıldanan birşeyler gibi<br />

Seviyorum seni ‘yaşıyoruz çok şükür’ der gibi.<br />

Nazım Hikmet RAN


162<br />

Buğdaydan Öğrendim Şiiri<br />

Buğdaydan öğrendim şiiri<br />

Canım kara buğdaydan<br />

Tadı tat binlerce yıldır<br />

İyilik cömertlikle alır<br />

Sofralarda yerini.<br />

Akan sulardan öğrendim<br />

Kimsesiz çeşmelerden kırda<br />

Duru pınarlardan dağların beleninde<br />

Denizden ya da, yazlar kışlar geçer<br />

Tükenmez bize anlattıkları.<br />

Kır çiçeklerinden öğrendim<br />

Ürerler dağ bayır kendiliğinden<br />

Renkleriyle kurumlanmadan<br />

Ayırmadan çobanı beyi<br />

Sunarlar güzelliklerini.<br />

Köy kahvelerinde öğrendim<br />

Yağmur, toprak, kadınlar, severek<br />

Bir ömür sözünü ettikleri<br />

Ne kıtlıklar kırar umutlarını<br />

Ne istekleri biter tükenir.<br />

Çarşıda pazarda öğrendim şiiri<br />

Küfürlerinden balıkçıların şoförlerin<br />

Saysam ustalarım hep böyle gider<br />

Adsız ağaçlar, göğün değişimleri<br />

İçgüdüleri kuşların böceklerin...<br />

Nasıl renk renk açarsa kır çiçekleri<br />

Kayanın dibinden patlarsa kaynak<br />

Sevince sarhoş olunca bizlerden biri<br />

İndirir yumruğunu yırtarsa gömleğini<br />

Şiir yazarım ben de kanımı akıtarak...<br />

Necati CUMALI<br />

O ve Ben<br />

Sana koşuyorum bir vapurun içinde<br />

Ölmemek, delirmemek için.<br />

Yaşamak; bütün adetlerden uzak<br />

Yaşamak....<br />

Hayır değil, değil sıcak<br />

Dudakların hatırası;<br />

Değil saçlarının kokusu<br />

Hiçbiri değil.<br />

Dünyada büyük fırtınaların koptuğu böyle günlerde<br />

Ben onsuz edemem.<br />

Eli elimin içinde olmalı,<br />

Gözlerine bakmalıyım,<br />

Sesini işitmeliyim.<br />

Beraber yemek yemeliyiz<br />

Ara sıra gülmeliyiz.<br />

Yapamam onsuz edemem.<br />

Bana su, bana ekmek, bana zehir;<br />

Bana tad, bana uyku<br />

Gibi gelen çirkin kızım.<br />

Sensiz edemem.<br />

Sait Faik ABASIYANIK<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 163<br />

Ekmek Gibi Mübarek<br />

Susadım<br />

Üç tane elma soydular, üç tane portakal<br />

Nafile<br />

Bir bardak suyun yerini tutmadı.<br />

Acıktım,<br />

Kuş sütü, kuru üzüm getirdiler,<br />

Nafile<br />

Bir çimdik somunun yerini tutmadı.<br />

Seni düşündüm sevgilim şükrederek,<br />

Su gibi aziz olasın her daim,<br />

Ekmek gibi mübarek...<br />

Bedri Rahmi EYÜBOĞLU<br />

Desem Ki<br />

desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır<br />

rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor<br />

sende seyrediyorum denizlerin en mavisini<br />

ormanların en kuytusunu sende görmekteyim<br />

senden kopardım çiçeklerin en solmazını<br />

toprakların en bereketlisini sende sürdüm<br />

sende tattım yemişlerin cümlesini<br />

desem ki sen benim icin,<br />

hava kadar lazım,<br />

ekmek kadar mübarek,<br />

su gibi aziz bir şeysin;<br />

nimettensin, nimettensin.<br />

desem ki...<br />

inan bana sevgilim inan<br />

evimde şenliksin bahçemde bahar<br />

ve soframda en eski şarap<br />

bırak ben söyleyeyim güzelliğini,<br />

rüzgarla nehirlerle, kuşlarla beraber.<br />

günlerden sonra bir gün,<br />

şayet sesimi farkedemezsen<br />

rüzgarların, nehirlerin, kuşların sesinden,<br />

bil ki ölmüşüm.<br />

fakat yine üzülme müsterih ol<br />

kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini<br />

ve neden sonra<br />

tekrar duyduğun gün sesimi gök kubbede<br />

hatırla ki mahşer günüdür<br />

ortalığa düşmüşüm seni arıyorum<br />

Cahit Sıtkı TARANCI<br />

Halkın Ekmeği<br />

Bilin: Halkın ekmeğidir adalet.<br />

Bakarsınız bol olur bu ekmek,<br />

Bakarsınız kıt,<br />

Bakarsınız doyum olmaz tadına,<br />

Bakarsınız berbat.<br />

Azaldı mı ekmek,başlar açlık,<br />

Bozuldumu tadı,başlar hoşnutsuzluk boy atmaya...<br />

Bertolt BRECHT


İnsan ve Ekmek 165<br />

Kadınlar III<br />

Sade bunlar mı Cahit Külebi!<br />

Doğup büyüdüğün Niksarda<br />

Kadınlar görmedin mi?<br />

Kablolur gider sanırdın<br />

Tarla çapalarken güneş altında;<br />

Karanlık odalarda tütün dizerken<br />

Yanıp sönerdi ıslak ıslak<br />

Yeşil tütün renginde gözleri.<br />

Sade bunlar mı Cahit Külebi!<br />

Kayseride, Adanada, İzmirde<br />

Kadınlar görmedin mi?<br />

Bir yırtık mendile benzerdiler,<br />

Öyle kadınlar ki ekmek uğruna<br />

Daha önce kızlıklarından<br />

Renklerini verdiler.<br />

Sade bunlar mı Cahit Külebi!<br />

Sivasın Yıldızeli taraflarında<br />

Ya o gördüğün genç kadın<br />

-Öyle sabırlı öyle sessiz..-<br />

Yüzüne ağlıyarak bakardın.<br />

Otuzuna bile basmadan, dostlar!<br />

Ölüp gidersem<br />

Peşimden ağlamayın!<br />

Yalnız kadınlar için,<br />

Yalnız onlar için ağlayın!<br />

Cahit KÜLEBİ<br />

Ekmek<br />

Dilimin ucunda bir eski arkadaş adı.<br />

Unutulmuş şekilleri taşıyan bulutlar;<br />

Bir gökyüzü genişliğiyle ruhuma dolar<br />

Otların içine sırtüstü yatmanın tadı.<br />

Avucumda sıcaklığını duyduğum ekmek;<br />

Üstümde hâtırası kadar güzel sonbahar;<br />

O bembeyaz, o tertemiz bulutlara dalar<br />

Düşünürüm bir çocuk türküsü söyleyerek.<br />

Orhan Veli KANIK<br />

Buğdayın Türküsü<br />

Halkım ben, parmakla sayılmayan<br />

Sesimde pırıl pırıl bir güç var<br />

Karanlıkta boy atmaya<br />

Sessizliği aşmaya yarayan<br />

Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa<br />

Tohuma dururlar yeniden<br />

Ve halk, toprağa gömülü<br />

Tohuma durur bir yerde<br />

Buğday nasıl filizini sürer de<br />

Çıkarsa toprağın üstüne<br />

Güzelim kızıl elleriyle<br />

Sessizliği burgu gibi deler de<br />

Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.<br />

Pablo NERUDA


166<br />

Bir Kıyı Kahvesinde<br />

Gün ağmıştı. Adaçaylarımızı söylemiş miydik?<br />

Üç kişi bir köşede oturmuş ağ yamıyordu<br />

Kimimiz aznif oynuyor, cıgara üstüne cıgara<br />

yakıyordu kimimiz. Sanki dünya durmuştu<br />

öyle dalmış gitmiştik. Kendi kendimizdik.<br />

Bir sürü kırlangıç dışarda camlara vuruyordu.<br />

Birden bir ses, yüzüne karışmış bıyıkları<br />

- Deniz çekildi, dedi. Hepimize tutup<br />

denizde gezdirdiği gözlerini. Büyük<br />

bir boşluk bırakıp sonra da arkasında<br />

Kalktı.<br />

Biz işte o zaman gördük onu<br />

ve çekilen denizi.<br />

O zaman çıktık kendimizden<br />

Dışarda bir dilim ekmek gibiydi gök.<br />

İlhan BERK<br />

Kara Toprak<br />

Dost dost diye nicesine sarıldım<br />

Benim sadık yarim kara topraktır<br />

Beyhude dolandım, boşa yoruldum<br />

Benim sadık yarim kara topraktır!<br />

Nice güzellere, bağlandım kaldım<br />

Ne bir vefa gördüm, ne faydalandım<br />

Her türlü isteğim topraktan aldım<br />

Benim sadık yarim kara topraktır<br />

Havaya bakarsam, hava alırım<br />

Toprağa bakarsam dua alırım<br />

Topraktan ayrılsam nerde kalırım<br />

Benim sadık yarim..kara topraktır<br />

Koyun verdi kuzu verdi süt verdi<br />

Yemek verdi ekmek verdi et verdi<br />

Kazma ile döğmeyince kıt verdi<br />

Benim sadık yarim kara topraktır<br />

Her kim olursa bu sırra mazhar<br />

Dünyaya bırakır ölmez bir eser<br />

Gün gelir veysel`i bağrına basar<br />

Benim sadık yarim kara topraktır<br />

Aşık VEYSEL<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 167<br />

Aşk...<br />

Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.<br />

Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.<br />

Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin<br />

Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık<br />

Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı<br />

Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü<br />

Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti<br />

Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki yoksulluğumuz<br />

Sanki hiç olmamıştı<br />

Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu<br />

Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı İstanbullar<br />

Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların<br />

Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek<br />

Ki Karakoy köprüsüne yağmur yağarken<br />

Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti<br />

Çünkü iki kişiydik<br />

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya<br />

Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız<br />

Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu<br />

İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük<br />

Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde<br />

Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra<br />

Sonrası iyilik güzellik.<br />

Cemal SÜREYA


23. Bölüm<br />

Kaynaklar<br />

“Bilgi Paylaştıkça Çoğalır”


170<br />

Adar Gökçen: Mutfakta Dört Mevsim. İlkbahar-Yaz. Epsilon Yayınları. I.Baskı. 2004. s.222-226<br />

Ali Eşref Dede: Yemek Risalesi.(Hazırlayan: Feyzi Halıcı). Atatürk Kültür Merkezi Yayını. Ankara. 1972<br />

Baysal Ayşe ve Över Nuriye: Ekmek Beslenme ve Sağlık Yönünden Önemi. Türk Mutfak Kültürü Üzerine<br />

Araştırmalar, Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma Vakfı Yayınları. No: 14, s. 40- 49, Ankara,1994<br />

Bottero Jean: Gılgamış Destanı.Ölmek İstemeyen Büyük İnsan. Çeviren:Orhan Suda. Yapı Kredi Yayınları:2211.<br />

II.Baskı. İstanbul. 2006. s.83-84<br />

Bozis Sula: İstanbul Lezzeti. Tarih Vakfı Yurt Yayınları. II.Basım.2002. s.3-6<br />

Cargill: Thoughts For Food.2008<br />

Champell, J: Batı Mitolojisi. Çeviren:Kudret Emiroğlu. İmge Ktabevi Yayınları. 1992. s.219-220.<br />

Ceylan Ayla(Editör): Yediğimiz Ekmek. Metro Kültür Yayınları. Gastro Dizisi. 2010.s.6-7;<br />

Dağdeviren, Ayşegül: Tüketim Kültürü. Türkiye Un Sanayicileri Federasyonu (USAF) Buğday ve Ekmek<br />

Kongresi. 2008<br />

Dalbby Andrew; Grainger Sally: Antik Çağ Yemekleri ve Yemek Kültürü. Çeviren: Betül Avunç. Homer<br />

Yayınları. I.Basım.2001.s.4;13;54;63<br />

Divanü Lügat-it-Türk Tercümesi: (Çev:Besim Atalay) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk<br />

Dil Kurumu Yayınları:521. 4.Baskı.1998 .c.I / c.II / c.III.<br />

Ekmekçilik Semineri: Türkiye Ticaret Odalar, Sanayi Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği Yayınları. Ankara.<br />

1966<br />

Endüstriyel Fırıncılar Dergisi: Endüstriyel Fırıncılar Birliği’nin Yayın Organı. Ağustos 2010. Sayı:1.<br />

S.4-5<br />

Eryılmaz Cılızoğlu Leman: Pasta Bisküvi. Temel Metod ve uygulamaları. Doğuş Matbaası. II.baskı.<br />

Ankara.s.270;286-287<br />

Evliyalar Ansiklopedisi: Türkiye Gazetesi Yayınları. Cilt.11, s.3-14. 1993<br />

Gül, Hülya; Dizlek Halef: Kepekli Ekmek Üretiminde Karşılaşılan Sorunlar. Türkiye 10. Gıda Kongresi;<br />

21-23 Mayıs 2008, Erzurum s.379<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 171<br />

Hasan Yüregir: “Tarsus-Girit Folklorundan Derlemeler,” (Bitirme Tezi, Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve<br />

Edebiyatı Bölümü, 1977)<br />

Karaköse Veysel: Hadislerde İslam. Diyanet İşleri Başkanlığı İstanbul Haseki İhtisas Eğitim Merkezi. İstanbul.<br />

1986. S.253;262.<br />

Karayama, Ayhan: Buğday & Ekmek İsrafı. Buğday ve Ekmek Kongresi. Türkiye Un Sanayicileri Federasyonu<br />

(USAF). 2008<br />

Kaya Doğan: Dualar ve Beddualar. Türklük Bilimi Araştırmaları, S. 4, Sivas, 1997, s. 99-121.<br />

Kıple F. Kenneth: Gezgin Şöleni. Çeviren: Nurettin Elhüseyni. Yapı Kredi Yayınları. S.49-50<br />

Köksel, Hamit : “Ekmek Tüketimleri ile İlgili Tutum ve Davranışlar, Ekmek İsrafı ve İsraf Üzerinde<br />

Etkili Olan Faktörler.” Türkiye Un Sanayicileri Federasyonu (USAF). Buğday ve Ekmek Kongresi. 2008<br />

Kramer Noah Samuel: Tarih Sümer’de Başlar. Kabalcı Yayınları. I.Baskı. 1999. S.152-153;166-167<br />

Meydan Larousse: Cilt 6. S.142-143<br />

Noyan Ayçin: Ekmek Çarpsın. Türkiye Newsweek. Sayı:78 14.09.2010<br />

Ögel Bahaeddin: Türk Kültür Tarihine Giriş-4/ Türklerde Yemek Kültürü. Kültür Bakanlığı Yayınları.<br />

İstanbul.1978.s.37<br />

Römer Joachim-Ditter Micheal: Culinaria. European Specialties. Könemann. Tandem Verlag GmbH.<br />

2005. Pp.62;7 3; 110; 125; 237; 518; 612<br />

Türker Selman; Ertaş Nilgün: Un Kalitesi ve Kaliteyi Belirleyen Faktörler. Selçuk Üniversitesi Ziraat<br />

Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü.<br />

Tokalak İsmail: Bizans Osmanlı Sentezi. Gülerboy Yayınları. II.Baskı. 2010. s.538-540<br />

Türk Gıda Kodeksi: Tarım Köy İşleri Bakanlığı. Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü. Ekmek ve Ekmek<br />

Çeşitleri Tebliği (Tebliği No : 2002/13)<br />

Ünal Ahmet: Hittitler Devrinde Anadolu. Arkeoloji ve Sanat Yayınları. Eski Anadolu Uygarlıkları Dizisi:7.<br />

Cilt I ve Cilt II. İstanbul. 2002. s.105(C.I) s.95-97(C.II)<br />

Ünsal Artun: Nimet Geldi Ekine. Yapı Kredi Bankası Yayınları(YKB) 1561. İstanbul. I.Baskı. 2001.<br />

s.14-15; 92-96;97-98;104;106;142<br />

www.kingarthurflour.com<br />

www.tarim.gen.tr


172<br />

Yazır Muhammed Hamdi(Elmalılı): Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali. Sadeleştirenler Prof.Dr.Yakup Çicek<br />

ve Necat Kahraman. Temel Neşriyat. İstanbul.2000 s.127-128;240.<br />

Yeyinli Nazlı; Köse Ergun: Akdeniz Diyetinde Tahılların Rolü. 10. Gıda Kongresi. ( Celal Bayar Üniversitesi<br />

Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü).Erzurum. 21-23 Mayıs 2008. S.53-56<br />

Zubaıda Sami; Tapper Richard: Ortadoğu Mutfak Kültürleri.Türk Tarih Vakfı Yurt Yayınları. II.Basım.<br />

2003. s.87; 99-100; 165; 168; 172; 178-179; 187-189; 191; 206; 215; 262-265; 276-277.<br />

İnsan ve Ekmek


İnsan ve Ekmek 173<br />

YAZAR HAKKINDA<br />

Dr.Murat Kuter, 1957 yılında İstanbul’da doğdu. İlk ve ortaokulu İstanbul’da bitirdi. 1972 yılında<br />

babasının işi nedeniyle Bursa’ya yerleşti. Bursa Erkek Lisesi’ni bitirdi. Ardından Anadoluhisarı Spor<br />

Akademisi’nden mezun oldu.<br />

Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nde Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri üzerine ”Isınmanın<br />

anaerobik ölçümler üzerine etkisi” teziyle master ve “Farklı yoğunluktaki karbonhidratlı sıvı<br />

alımının kan şeker düzeyi, insülin ve aerobik güce etkisi” konulu teziyle de doktora yaptı.<br />

17 bilimsel makalesi bulunan Dr.Murat Kuter’in yayınlanmış 10’u bilimsel, 15 kitabı bulunmaktadır.<br />

1975 yılında Bursa’da öğrencilik yaptığı dönemde gazeteciliğe başlayan Dr.Murat Kuter, sırasıyla,<br />

Haber, Doğru Hakimiyet, Bursa hakimiyet, Bursa Haber, Olay ve Bursa hakimiyet gazetelerinde<br />

çalıştı.<br />

Şu anda Bursa hakimiyet gazetesi köşe yazarlığı yapan Dr.Murat Kuter, aynı zamanda eşi Prof.<br />

Dr.Füsun Öztürk Kuter ile birlikte kurduğu KUTER Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd.Şti’nin<br />

Genel Müdürlüğü’nü yapmaktadır. Kuter, BUSİAD ve BUTTİM’in iletişim danışmanlığını da yapmaktadır.<br />

Dr.Murat Kuter, aynı zamanda Yalın Enstitü Derneği Bursa Temsilcisi’dir.


İnsan ve Ekmek<br />

“İnsanoğlunun uygarlık serüveni içinde binlerce yıldır, ekmek vazgeçemediği bir temel<br />

besin kaynağı olarak yer alıyor. Ekmek süreçte değişik toplumlarda oluşturduğu<br />

kültürle yaşantımızda varolmaya devam ediyor.<br />

Temel besin kaynağı olma özelliği dışında folklorumuzdan, edebiyatımıza; batıl inanışlarımızdan,<br />

kutsal kitaplardaki metinlere; şarkılardan, türkülere kadar insanoğlunun<br />

oluşturduğu tüm kültürlerin nerede ise her noktasında ekmek var.<br />

Günümüzde en ekonomik besin kaynağı olarak algıladığımız ekmek, binlerce yıl<br />

önce Mezopotamya’da 18 tanesiyle bir ev satın alınacak kadar değerli bir üründü.<br />

Elinizdeki bu kitapta ekmeğin tarih içindeki yolculuğuna kısa bir göz atmak istedik.<br />

Burada ekmeğin besin değerinden, sağlıktaki önemine; atasözlerimizdeki, fıkralarımızdaki<br />

ekmekten, ekmek israfına kadar değişik alanlarda ekmek ile ilgili derlenmiş<br />

bilgileri bulacaksınız.<br />

Derlerken büyük keyif aldığım bu çalışma umarım sizlere de keyif verir.<br />

Sağlıklı kalın.”<br />

Dr. Murat Kuter

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!