You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
010<br />
Gitmek istediğiniz başlığın<br />
üstüne tıklayarak gidebilirsiniz.<br />
İçindekiler bölümüne dönmek için<br />
sayfa sonlarındaki ok'u tıklayınız.<br />
İzmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni<br />
Revista Digital de los Judios Turkanos de İzmir<br />
<strong>DIYAL</strong> o G<br />
Dürüstlük Adalet<br />
İçindekiler<br />
<br />
Barış<br />
Temmuz-Ağustos<br />
2010<br />
Bülten sayfaları, bir A4 sayfada alt alta iki A5 olarak<br />
düzenlenmiştir. Ekranınızın görünüm yüzdesini bir<br />
A5’e ayarlamanız halinde "PgUp / PgDn" tuşları ile<br />
sayfalar arasında kolaylıkla gezinebilirsiniz.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 2 -<br />
003 - Merhaba<br />
004 - Başkandan<br />
005 - HABERLER<br />
025 - İçimizden<br />
026 - Aramızdan Ayrılanlar<br />
KURUMLARIMIZ<br />
027 - Cemaat Yönetim Kurulu<br />
028 - Azil<br />
029 - Beth Hayim & İyi Niyet<br />
030 - Liga & Sunday School<br />
031 - Karataş Hastanesi I<br />
032 - Karataş Hastanesi II & Talmud Tora<br />
SEKSION EN LADINO<br />
033 - El Kantoniko de Rachel - R.A.Bortnick<br />
035 - Proverbos<br />
036 - Detras del Perde de la Istoria - R.S.Wolf<br />
039 - Yehuda Ke Dize? - Yehuda Hatsvi<br />
042 - Rekuerdos de Roz - Roz Kohen Drohobyczer<br />
044 - eSefarad.com - Rachel Amado Bortnick<br />
048 - El Sentro Salti - Susy Gruss<br />
055 - Proverbos<br />
056 - Un regaliko - Shauna Ruda<br />
İÇİNDEKİLER<br />
KÖŞE YAZILARI<br />
059 - Derinlik - Rafael Algranati<br />
068 - Mi-draş İtzhak - Rav İsak Alaluf<br />
073 - Kronometre - İvo Molinas<br />
076 - Uzak Yakın - Selim Amado<br />
079 - Perspektif - Rafael Algranati<br />
083 - Yansımalar - Raşel Rakella Asal<br />
088 - One Minute - Avram Aji<br />
091 - Çuvaldız - Rafael Algranati<br />
096 - Tarihimizden - Rıfat Bali<br />
102 - Yahudilik Bilinci - Mordo Ovadya<br />
107 - Sabetay Sevi'nin Ardından - Gad Nassi<br />
111 - Çağrışımlar - Avram Ventura<br />
117 - İzmir'e İz Bırakanlar – R.Eliş & E.Cen<br />
122 - Açı I - David Enriquez<br />
126 - Açı II - David Enriquez<br />
129 - Yaşam Koçunuz - Violet Alalof<br />
132 - İzmir - Prof.Dr.Eti Akyüz Levi<br />
141 - Bizden Biri - Sarit Bonfil<br />
148 - Yahudilik Felsefesi - Yisahar Aaron İzak<br />
150 - Biliyor muyuz?<br />
157 - Astroloji - Beki Baron<br />
160 - Psiko-Güncel - Reyan Kanyas Bencuya<br />
165 - Tepe Nokta – Moşe Mişa Hayim<br />
175 - Görüş - Daniel Levi<br />
178 - İzmir'in Büyük Ravları<br />
179 - EKONOMİ<br />
188 - Kadınlarla İlgili Deyişler<br />
189 - ÇOCUKLAR<br />
BİZİM KÜRSÜ<br />
191 - Gila Kalomiti Benhabib<br />
GENÇ GÖRÜŞ<br />
199 - Shauna Ruda<br />
202 - Natan Abulafya<br />
207 - Şoşi Kohen<br />
OKUR İLETİLERİ<br />
209 - İsrael Mermer<br />
214 - İzmir Sanat Etkinlikleri<br />
215 - Bu Sayının Sözü<br />
216 - Yayın Ekibi & İletişim<br />
<strong>DIYAL</strong>oG'un bir yazıcı çıktısını alınız!.<br />
Her istediğinizde okuyabilecek, bitirdiğinizde ise okuyamayan bir dostunuza vererek Cemaatimize katkıda bulunmuş olacaksınız.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 3 -<br />
Merhaba<br />
Değerli Okurlarım,<br />
Yayın Yönetmeni<br />
Yine sıkıntılı bir dönemin içinden geçmekteyiz.<br />
Bizlerin dışında ikide bir gelişen olaylar, yalnızca<br />
Yahudi olmamız nedeni ile bizleri yoğun olarak<br />
etkilemekte. Süreç maalesef bitmiş değil. Siyasi<br />
yumuşamalar için uluslararası platformlarda çok<br />
yönlü yoğun çabalar harcandığı söylenmekte.<br />
Dileğimiz bu gerginliğin bir an evvel sona<br />
erdirilerek barış ve huzurun tekrar sağlanması.<br />
Yaz mevsimine girdik. Kurumlarımızın bir çoğu<br />
faaliyetlerine ara vermiş bulunmakta. Her yıl<br />
olduğu gibi Çeşme Sinagogunun Temmuz başında<br />
hizmete girmesi için tüm çalışmalar tamamlandı.<br />
Karataş Hastanesinin yeni yönetim kurulu,<br />
Cemaatimizin hastanecilikten çıkması aynı<br />
zamanda yaşlılarımızın bakımlarının sağlanması<br />
<br />
için çalışmalarını yoğun olarak sürdürmekte.<br />
Başkanımız Jak Kaya, beklenmedik bir gelişme<br />
olmazsa çözümün çok yakın olduğunu, belki de<br />
Haziran ayının son haftasında anlaşmanın imza<br />
aşamasına gelinmiş olacağı ifade etmekte.<br />
İmza aşamasından önce 28 Haziran Pazartesi<br />
akşamı Cemaat Yönetim Kurulu ile Hastane<br />
yönetiminin müşterek bir bilgilendirme toplantısı<br />
düzenleyerek çözüm şeklini ve şartlarını bütün<br />
detayları ile cemaat üyelerinin bilgisine sunacağı<br />
SMS mesajları ile duyurulmuş bulunmakta.<br />
Bu arada çok değerli gençlerimizin yaz faaliyetleri<br />
için de gerekli bütün hazırlıklar tamamlanmış<br />
bulunmakta.<br />
Gördüğünüz gibi hayat herşeye rağmen devam<br />
etmekte. Hepinize sağlıklı ve mutlu bir yaz sezonu<br />
diler, barış ve huzurun tüm dünyaya hakim<br />
olmasını temenni ederiz.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 4 -<br />
Başkandan<br />
Sevgili Kardeşlerim,<br />
Jak Kaya<br />
İzmir Musevi Cemaati Başkanı<br />
Bir sezonun daha sonuna geldik. Oldukça yoğun<br />
geçen günlerde Sinagoglar dahil Cemaatin bütün<br />
kurumları büyük özveri ile çalışarak hizmetlerini<br />
sürdürdüler. Bütün çalışanlara (isimlerini saymaya<br />
kalksam çok uzun bir liste oluşur, fakat sizler<br />
hepsini tanıyorsunuz) sonsuz şükranlarımı<br />
sunuyorum.<br />
Yaz sezonunda Çeşme Sinagogumuz Cuma ve<br />
Cumartesi günleri her zamanki gibi hizmet<br />
verecek. Tatile gelecek İstanbullu ve yabancı<br />
konuklarımızı da ağırlama fırsatı bulacağız. Tabii<br />
ki sizlerin de yakın ilgisini bekliyoruz.<br />
Bu arada Türkiye Musevi Cemaatinin<br />
yönetimindeki nöbet değişikliği malumunuzdur.<br />
Silvyo Ovadya’nın başkanlığından sonra yeni<br />
başkanımız Sami Herman ile de gayet sıcak ve<br />
dostane ilişkilerimizi sürdürmekteyiz.<br />
<br />
15 Haziran Salı günü Devlet Bakanı ve<br />
Başmüzakereci Sayın Egemen Bağış ile Yönetim<br />
Kurulu olarak çok yararlı bir toplantı yaptık.<br />
Bilgilerini haber sayfalarımızda bulacaksınız. Bu<br />
toplantıda kendilerine sorunlarımızı anlatmak<br />
fırsatı bulduk. İlgilerine çok teşekkür ediyoruz.<br />
Son olarak, biraz erken olmakla beraber, Nisan<br />
ayında Cemaat Yönetim Kurulu seçimleri ile ilgili<br />
varılan kararları hatırlatmak istiyorum:<br />
Seçimler iki dönemdir yapılageldiği gibi liste<br />
sistemi ile Aralık 2010’da yapılacaktır. Arzu<br />
ederim ki bu seçimlerde Cemaatin konularına<br />
duyarlı ve ilgili kardeşlerimiz şimdiden fikri<br />
hazırlığa başlasınlar ve gelecek 3 yıllık dönem için<br />
yeni yeni projeler ve bunları uygulayacak ekipler<br />
oluştursunlar. Sonuçta bütün bu çalışmaların güzel<br />
Cemaatimizin gelişmesine ve sorunlarının<br />
çözümüne hizmet edeceğinden eminim.<br />
Bu vesile ile hepinize barış ve sağlık dolu günler<br />
diler, sevgilerimi teyid ederim.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 5 -<br />
Haberler <br />
Devlet Bakanı<br />
Egemen Bağış'ın<br />
İzmir Musevi Cemaati<br />
Yönetim Kurulu ile Toplantısı<br />
Rafael Algranati - İzmir<br />
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış,<br />
İzmir'de bulunduğu 16 Haziran 2010 Salı günü<br />
İzmir Musevi Cemaati Yönetim Kurulunu Swiss<br />
Otel'de bir sohbet toplantısına davet etti.<br />
Onursal Başkan Moris Bencuya ve yönetim kurulu<br />
üyelerinin büyük bir çoğunlukla katıldıkları<br />
toplantıya, Egemen Bağış'a refakat eden başta<br />
İzmir Valisi olmak üzere birçok üst düzey yetkili<br />
de katıldı.<br />
Egemen Bağış, kısa bir konuşma ile toplantıyı<br />
<br />
açtıktan sonra sözü İzmir Musevi Cemaati<br />
Yönetim Kurulu Başkanı Jak Kaya'ya verdi.<br />
Jak Kaya öncelikle bu davetten duydukları<br />
memnuniyeti ifade ettikten sonra İzmir Cemaatinin<br />
sorunlarını dile getirdi.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 6 -<br />
Öncelikle cemaatin bir tüzel kişiliği olmaması ve<br />
eski ile bağlantılı bir vakıf kurulamaması nedeni<br />
ile çok büyük tarihi değere sahip sinagoglara sahip<br />
çıkamadıklarını dile getirerek bu konuda yaşanan<br />
sıkıntılar hakkında detaylı bilgi sundu. Bu konuda<br />
yapılan çalışmalarla ilgili hazırlanmış olan bir<br />
dosyayı Egemen Bağış'a sunan Başkan Jak Kaya,<br />
İzmir Cemaatinin bugünkü durumu ve kurumları<br />
hakkında da geniş bilgi verdi.<br />
Cevaben yaptığı konuşmada Egemen Bağış, Jak<br />
Kaya'nın hiç değinmemiş olduğu Gazze olayları<br />
nedeni ile Musevi vatandaşların etkilenmemesini<br />
istediklerini, farklı inançlara sahip tüm cemaatlerin<br />
kendileri için çok değerli olduklarını ifade etti.<br />
Bunun yalnız kendi görüşü değil, başta Başbakan<br />
Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere tüm<br />
hükümetin görüşü olduğunu ilave ederek,<br />
İstanbul'daki Musevi Cemaati ile olan yakın<br />
ilişkilerinden bahsetti. Bu ilişkileri İzmir Musevi<br />
Cemaati ile de kurmak istediğini, herhangi bir<br />
ihtiyaç halinde kendisini aramaktan<br />
<br />
çekinmemelerini tüm samimiyeti ile ifade eden<br />
Bakan Bağış konuşmasının devamında, "azınlık"<br />
ve "gayrimüslim" terimlerini beğenmediğini, bu<br />
ülkede kimin köklerinin daha eskiye dayandığının<br />
araştırma konusu olduğunu, dolayısı ile kimin<br />
azınlık kimin çoğunluk olduğunun<br />
tartışılabileceğini söyledi.<br />
Bir kiliseyi ziyaretinde ise "müslim" kelimesinin<br />
"inanan" anlamına geldiğini, kendilerine<br />
"gayrimüslüm" denildiği zaman "inanmayanlar"<br />
anlamına geleceği için bundan rahatsız olduklarını<br />
ifade eden patrik ile söyleşisinden sonra<br />
"gayrimüslim" yerine "farklı inanç grupları"<br />
terimini kullanmayı daha uygun gördüğünü anlattı.<br />
Bundan sonraki İzmir ziyaretinde tekrar bir araya<br />
gelmek ve en azından bir sinagogu ziyaret etmek<br />
istediğini ifade eden Bakan Egemen Bağış,<br />
toplantıya katılan herkese ayrı ayrı teşekkür ederek<br />
iyi dileklerini iletti.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 7 -<br />
İnanılması Zor!..<br />
Manisa Moris Şinasi Hastanesi<br />
Tarihe mi Karışıyor?<br />
Rafael Algranati - İzmir<br />
Geçtiğimiz günlerde İzmir Musevi Cemaati üyelerinden<br />
işadamı Sayın Avram Sarda'ya, dostu Ali Bilge'den bir email<br />
gelir. Avram Sarda'nın İzmir Musevi Cemaati Başkanı<br />
Jak Kaya'ya, Jak Kaya'nın da 16 Haziran'da yapılan sohbet<br />
toplantısında Devlet Bakanı Sayın Egemen Bağış'a ilettiği bu<br />
mail'in içeriğini, hiçbir yorum katmadan aynen yayınlamak<br />
ve yorumu siz değerli okurlara bırakmak istiyoruz.<br />
Avram'cığım,<br />
Sana yakın tarihimizin ilginç bir sayfası hakkında<br />
bilgin var mı diye soracağım. Ben biliyorsun<br />
Manisa Celal Bayar Üniversite Hastanesinde<br />
çalışıyorum. Bizim hastane binası, aslında Moris<br />
Şinasi Hastanesi ismindeki çocuk hastanesine<br />
komşu ve hatta onun arazisi uzerine kurulmuş.<br />
Moris Şinasi hastanesi zamanında Atatürk'ün<br />
Türkiye'yi ziyarete gelen İran Şah'ını getirip<br />
'örnek hastane' diye gösterdiği güzel bir yapı.<br />
<br />
Annemler 1940'larda enstitü öğrencisi iken okul<br />
ile ziyaret etmişler ve hayatlarında ilk asansörü bu<br />
hastanede görmüşler. Ben çocukken de annem hep<br />
anlatırdı bu hastaneyi ve herkesin hala sevip<br />
saydığı Moris Şinasi'yi. Moris Askenazi aslında iz<br />
bırakan, vefa bilir bir Osmanlı. Doğup büyüdüğü<br />
toprakları unutmamış ve servetinin önemli bir<br />
bölümünü harcayarak ölmez bir eser bırakmış.<br />
Ölümünden sonra külleri de hastane inşaatına<br />
nezaret eden karısı tarafından hastanenin duvarına<br />
gomülmüş. Manisa'yı bu kadar çok seviyormuş.<br />
Senin bu aile ya da akrabaları hakkında bilgin var<br />
mı? Maalesef efsanevi kadir bilmezliğimizle<br />
Amerika'dan her sene hala vakıftan 70.000 dolar<br />
gelen bu hastanenin de adını değiştiriyoruz. Ben<br />
bu konuda bilgi toplamaya çalışıyorum. Aslında<br />
bu konuda epey şehir efsanesi var; hatta Philip<br />
Morris'in babası olduğu bile iddia ediliyor. Moris<br />
Askenazi İzmir yangını sırasında İzmir'de imiş.<br />
Amerikan Konsolosluğu kayıtlarında buradan<br />
tekrar Amerika'ya gitmiş görünüyor ama başka<br />
bilgi yok. Acaba Türkiye'de hala akrabaları var mı<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 8 -<br />
sizin cemaatten ögrenebilir misin? Ben bu<br />
hastanenin 70 senelik isminin değiştirilmesine<br />
sonuna kadar karşıyım. Pek çok kişi de aynı<br />
görüşte ama sesimiz çıkmıyor maalesef.<br />
Eski maillere bakarken ücüncü Dünya savaşı ile<br />
ilgili mailini gordüm. İnşallah o yazıda<br />
öngörülenler bu coğrafyadan çıkmaz. Çevremizde<br />
ve dünyada o kadar garip hadiseler oluyor ki<br />
insana artık hiç bir şey imkansız görünmüyor. Çok<br />
yakın zamana kadar en yakın müttefiğimiz olan,<br />
yaşadığımız her ekonomik krizde yanımızda olan<br />
ve bizim de kuruluşundan beri hep yanında<br />
durduğumuz bazı tarihçilere göre Yahudilerin<br />
tarihte kurduğu ikinci devlet (birincisi Türkiye<br />
Cumhuriyeti) olan İsrail ile bugün geldiğimiz<br />
duruma ben hala inanamıyorum.<br />
Morris Şinasi'nin vasiyeti şimdi ne olacak?<br />
Morris Şinasi adını daha önce duymadıysanız, o<br />
halde arkanıza yaslanın ve bu ilginç hikayeyi<br />
okumaya başlayın.<br />
Geçenlerde Manhattan’daki ofisime heyecanla<br />
<br />
giren arkadaşım beni Op.Dr.Fahrettin Er ile<br />
tanıştırdı. Op.Dr. Er, Manisa Merkez Efendi<br />
Devlet Hastanesi’nde üroloji uzmanı olarak çalışan<br />
araştırmacı ruha sahip bir doktor.<br />
Hayatını Manisa tarihini, kültürünü ve geçmişini<br />
araştırmaya adamış desek yeridir. Araştırdığı<br />
konulardan birisi de Moris Şinasi’nin çok ilginç<br />
hayat hikayesi. Nereden çıktı şimdi bu hikaye<br />
diyeceksiniz? Ama eğer yazıyı sonuna kadar<br />
okuma sabrını gösterebilirseniz, bu konuyu neden<br />
yazdığımı anlayacaksınız.<br />
Asıl adı Mouse (Musa) Aşkenazi olan Moris 9-10<br />
yaşlarında kuş palazı hastalığına yakalanır,<br />
Manisa’daki yüzlerce çocuk gibi. Yıl 1864’tür. O<br />
tarihte çocukların gidebileceği tek bir hastane<br />
vardır Manisa’da. O da Kanuni Sultan<br />
Süleyman’ın annesi, Yavuz Sultan Selim’in karısı,<br />
Kırım Hanı Meng’li Giray’ın kızı olan Hafsa<br />
Sultan’ın yaptırdığı Manisa Sultan Camii<br />
Darüşşifası’dır.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 9 -<br />
Küçük Mouse günlerce hastanede kalır. Sonunda<br />
iyileşir ve taburcu olma vakti gelir. Küçük<br />
Mouse’in babası tedirgin ve mahcup bir edayla,<br />
hiç parası olmadığını söyler hastanenin Başhekimi<br />
ve aynı zamanda küçük Mouse’nin de doktoru<br />
olan Şinasi Bey’e. Bunun üzerine Doktor,<br />
‘üzülmeyin, burası vakıf hastanesidir, parası<br />
olmayanlardan para alınmaz’ der.<br />
Bu konuşmayı odasında sessizce dinleyen küçük<br />
Mouse işte orada, o dakikada, bir gün zengin<br />
olursa eğer, doğup büyüdüğü bu beldeye bir<br />
hastane yaptıracağı sözünü verir kendi kendine.<br />
İşte Morris Şinasi’nin inanılmaz öyküsü böyle<br />
başlar.<br />
15 yaşında, önce fakir ailesine destek sağlamak<br />
için Yahudi mezarlığında bekçi olarak işe girer.<br />
Okuma bilmediğinden bir aileye mezar yeri<br />
gösteremeyince işinden olur. 1870 yılında Mısır’da<br />
bir tütün tüccarının yanında çalışmaya başlar.<br />
Kısa zamanda patronunun gözüne girer ve 1892<br />
<br />
yılında patronundan aldığı 25 bin dolarla ABD'ye<br />
gider. Gümrükten geçerken Mouse olan adını<br />
Morris diye, Aşkenaz olan soyadını ise bir vefa<br />
örneği olan hayatına silinmez izler bırakan onu<br />
ücretsiz tedavi eden doktoru Şinasi Bey’in adı ile<br />
değiştirir. Morris Şinasi adıyla yeni hayatına<br />
devam eder.<br />
Yıl 1903’tür. Osmanlı ile ABD arasındaki tütün<br />
anlaşması Morris'in önünü açar. Ege tütününü iyi<br />
tanımaktadır. Erkek kardeşi Solomon'u da<br />
Manisa'dan getirterek işlerini iyice büyütür.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 10 -<br />
Kurduğu fabrikada Türk tütünü kullanılmaktadır.<br />
Kısa zamanda üne kavuşur. Türkiye'den özellikle<br />
Manisa ve Akhisar civarından aldığı tütünleri yine<br />
bu bölgeden götürdüğü usta ve kalifiye işçilerle<br />
işler.<br />
1903 yılında Selanik'te iş arkadaşı olan Jozef Ben<br />
Rubi'nin kızı Laurette ile tanışıp evlenir. Victoria,<br />
Juliette ve Altina isimli üç kızı ile Leon isimli bir<br />
erkek çocuğu olur. Artık çok zengindir. Yunan<br />
Yahudisi eşi için o döneme göre oldukça gösterişli<br />
bir malikane yaptırır.<br />
Morris Şinasi Yunanistan'daki bir basın<br />
<br />
toplantısında kendisine uzatılan kağıdı<br />
yanındakine verir ve ‘Ben okuma bilmem sen oku’<br />
der.<br />
Bir gazetecinin ‘okuma<br />
yazma bilmeden bu<br />
kadar zengin oldunuz, bir<br />
de tahsilli olsanız kim<br />
bilir ne olurdunuz?’ diye<br />
sorunca Morris ‘İyi bir<br />
mezar bekçisi olurdum’<br />
cevabını verir.<br />
Servetinin Dörtte Birini<br />
Hastaneye Bağışlar<br />
1916 yılında şirketinin<br />
tüm haklarını Amerikan<br />
Tabacco Company'e<br />
satar. Ve iş hayatından<br />
çekilir.<br />
Morris Şinasi hayatını 1929 yılında kaybeder.<br />
Şinasi, 9 yaşındayken verdiği sözü tutmuştur.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 11 -<br />
Ölümünün ardından vasiyeti açıklanır. Ve<br />
Amerika’yı kasıp kavuran o büyük buhran<br />
döneminde tüm birikiminin neredeyse dörtte birini<br />
Manisa’da hastane yapılması için bağışladığı<br />
ortaya çıkar.<br />
Vasiyeti doğrultusunda vakfedilen bir milyon<br />
dolarlık bağışın 180 bin doları hastanenin inşaatına<br />
ve gerekli donanımın alınmasına, bakiye 820.000.-<br />
doların ise menkul kıymetlere yatırılıp bu<br />
yatırımdan elde edilecek gelirin, her yıl hastaneye<br />
gönderilmesine karar verilir. Chemical Bank<br />
temsilcisi Huntington Turner, Ankara'ya gidip<br />
Dr.Refik Saydam ve başvekil İsmet İnönü ile<br />
görüşür ve 27 Mayıs 1930 tarihinde Ankara'dan<br />
ayrılır.<br />
Ayrılmasından hemen sonra Dr. Refik Saydam,<br />
Chemical Bank and Trust Co.'nun gönderdiği<br />
yazıda hastanenin inşaası için nakden ödenecek<br />
olan 180 bin dolarlık tutarla kırk yataklık bir<br />
hastanenin inşa edilebileceğini bildirir. Turner'a,<br />
kendisinin teklif ettiği gibi, vakfedilen 820.000.-<br />
<br />
dolarlık kısmın menkul kıymetlere yatırılmasından<br />
elde edilecek yıllık yaklaşık otuzüç bin dolar<br />
gelirin her yıl hastaneye bağışlanmak üzere T.C.<br />
Ziraat Bankası A.Ş.'ye havale edilmesinin uygun<br />
olduğunu söyler.<br />
Ardından Hastane’nin kurulması çalışmalarına<br />
başlanır. 1932 yılında doların Türk lirası karşılığı<br />
ortalama değeri 2,1193 liradır. Dolayısıyla yıllık<br />
toplam 28.560.- lira tutarındaki personel maaşları<br />
yaklaşık 13.500.- dolara tekabül etmekte olup<br />
vakfedilen 820.000.- doların yıllık menkul<br />
sermaye geliri hem personel hem de diğer hastane<br />
giderlerini rahatça karşılayabilmektedir.<br />
Morris Şinasi'nin vakfettiği 820.000.- dolar<br />
yatırıldığı menkul kıymet fonu Chemical Bank<br />
tarafından yönetilmeye devam eder. Chemical<br />
Bank 31 Mart 1996 tarihinde ‘The Chase<br />
Manhattan Bank’ ile birleşir ve fon The Chase<br />
Manhattan tarafından devralınır. Fon banka<br />
tarafından başarılı bir şekilde yönetildiğinden 1933<br />
yılından beri her yıl düzenli bir şekilde yıllık<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 12 -<br />
getirisi Morris Şinasi Hastanesi'ne bağışlanmaya<br />
devam eder.<br />
Bu yardımın devamı da<br />
Moris Şinasi isminin<br />
hastane ismi olarak<br />
muhafaza edilmesi şartına<br />
bağlanmıştır.<br />
Ne var şimdi burada<br />
diyeceksiniz elbette değil<br />
mi?<br />
Şimdi parayı elimizin tersi<br />
ile itiyoruz.<br />
Şimdi sıkı durun.<br />
Dr. Fahrettin Er’den<br />
aldığımız bilgiye göre,<br />
Hastane’nin adı bir süre önce değiştirilmiş.<br />
Hastanenin yeni adı birleştirildiği Manisa Merkez<br />
Efendi Devlet Hastanesi olmuş. Ancak Morris<br />
Şinasi adı hastanenin duvarlarında kalacakmış.<br />
Yani Morris Şinasi Milletlerarası Çocuk Hastanesi<br />
<br />
poliklinik hizmet binaları<br />
olarak kalacak. Ancak<br />
820.000 dolarlık fonu 80<br />
yıldır yöneten ilgili<br />
Amerikan bankasının<br />
yöneticileri bunu kabul<br />
etmek istemiyor<br />
görünüyorlar. Kısacası 80<br />
yıl önce geliri Türkiye<br />
Cumhuriyeti’ndeki bir<br />
hastaneye tahsis edilen bu<br />
fonu ve gelirini Türkiye’ye<br />
yollamak taraftarı değiller.<br />
Peki 1929 yılında<br />
kıymetlendirilmeye başlanan 820.000 doların<br />
bileşik faiziyle birlikte bugün ulaşmış olduğu<br />
meblağı tahmin edebiliyor musunuz?<br />
Sağlık Bakanlığı acaba bu konunun farkında<br />
mı?<br />
Uzman bir arkadaşıma göre inanılmaz büyük bir<br />
rakam bu. Şu an teyit ettiremediğim için
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 13 -<br />
yazamıyorum. Ama çok büyük bir meblağ bu.<br />
Türkiye’nin mutlaka bir adım atmasını gerektiren<br />
bir durum! Ayrıca merak ettiğim bir şey var:<br />
Sağlık Bakanlığı ne kadarını biliyor?<br />
Sağlık Bakanlığı acaba bu uygulamadan ne<br />
boyutta haberdardır? Neden böyle bir şeye ihtiyaç<br />
duyulmuş olabilir?<br />
Hadi, parayı bir kenara bırakalım. Bu kadar<br />
kıymetli bir tarihi hadiseye nasıl bu denli kayıtsız<br />
kalınabilir?<br />
Açılımdan söz edilen bir dönemde, böyle bir<br />
uygulama doğru mudur?<br />
Yahudi asıllı bir Osmanlı Vatandaşı, Osmanlı’yı<br />
vatan bilmiş, tüm birikiminin neredeyse dörtte<br />
birini bu topraklara vakfetmiş!.. Osmanlı’yı<br />
bundan daha güzel ne anlatabilir?<br />
Şu kadarını söyleyeyim, Dr.Fahrettin Er’i<br />
tamamen bir tevafuk sonucu ilgili bankanın fon<br />
yöneticisiyle görüşmeye ben götürdüm ve bu<br />
<br />
inanılmaz hikayeyi öğrenmiş oldum.<br />
Anti siyonist özelliği ile bilinen ikinci<br />
Abdülhamid’in dördüncü dereceden Osmanlı<br />
nişanı ile Morris Şinasi’yi ödüllendirdiğini de<br />
aklımızın bir kenarında tutalım.<br />
Bankanın fon yöneticisi Hastanenin adının<br />
değişmesi nedeniyle söz konusu fonun artık sona<br />
erdiğini ifade ediyor. Aldığım bilgiler, söz konusu<br />
bankanın bu fonu bir süredir devralmak istediği ve<br />
bu konuda da çeşitli girişimlerde bulunmuş<br />
olabileceği yönünde.<br />
Dr.Fahrettin Er, Morris Şinasi’nin torunlarıyla da<br />
görüşebilmeyi umuyordu. Ama bu olmadı.<br />
Bankanın ilgili fon yöneticileri Dr.Er’e ailenin<br />
hayatta olan üyeleri ile ilgili bilgileri vermedi.<br />
Sağlık Bakanlığı’nı bu konuyu enine boyuna<br />
araştırmaya ve Manisalı olması dolayısıyla<br />
Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç’ı da<br />
konuyla ilgilenmeye davet ediyorum.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 14 -<br />
Tüm İzmirlilerin Destek Vermesi Gereken<br />
Önemli Bir Girişim<br />
FOTOĞRAFLAR İLE<br />
İZMİR YAHUDİLERİ TARİHİ<br />
Rafael Algranati - İzmir<br />
İzmir'in değerli fotoğraf sanatçılarından Selim<br />
Bonfil, “FOTOĞRAFLAR İLE İZMİR<br />
YAHUDİLERİ TARİHİ” adlı bir proje başlatmış<br />
bulunmakta. İzmir Yahudi tarihi ve geleneklerini<br />
bütün dünyaya tanıtabilecek olan bu önemli proje<br />
hakkında kendisi ile görüştüğümüz Selim Bonfil'in<br />
karşılaştığı en büyük güçlük, hepimizin evlerinde<br />
var olan, anne babalarımızdan kalma eski<br />
fotoğraflara ulaşmakta çektiği zorluk!..<br />
Selim Bonfil, <strong>DIYAL</strong>oG aracılığı ile yurt içi veya<br />
dışındaki tüm İzmir kökenli okurlarımıza şu mesajı<br />
iletmekte :<br />
Değerli Hemşehrilerim,<br />
“FOTOĞRAFLAR İLE İZMİR YAHUDİLERİ<br />
<br />
TARİHİ” adlı bir proje başlatmış bulunuyoruz.<br />
Bu çerçevede elinizde olan 1860—1990 tarihleri<br />
arası fotoğrafları bize iletmenizi rica ediyoruz.<br />
Teslim ettiğiniz fotoğraflar dijital ortamda<br />
kopyalanacak, orijinalleri aynen size iade<br />
edilecektir.<br />
Gelecek nesillere bir kültür birikimi bırakmak<br />
amacı ile başlatılmış bu projeye yardımlarınızı<br />
esirgemeyeceğinizden eminiz.<br />
Saygı ve Sevgilerimizle,<br />
İletişim adresleri<br />
Selim Bonfil : Ev (232) 422 57 63<br />
İş (236) 213 08 86<br />
Cep (532) 311 58 10<br />
Mail selim@selimbonfil.com<br />
Mişa Hayim : Ev (232) 421 97 40<br />
Cep (532) 322 32 75<br />
Mail mosehayim@gmail.com
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 15 -<br />
İsrail'de Geleneksel<br />
İzmirliler Piknik Günü<br />
Selim Amado - İsrail<br />
İsrail'de yaşayan İzmirliler'in, artık geleneksel hale<br />
getirdikleri, ancak güvenlik problemleri nedeni ile<br />
birkaç yıldır ertelenen "İzmirliler Piknik Günü",<br />
22 Mayıs 2010 Cumartesi sabahı Tel Aviv<br />
Hayarkon Parkının İsrail ve İzmir Belediyesi<br />
bayrakları ile donatılan "Ganei Yeoshua"<br />
bolümünde yapıldı.<br />
<br />
İnternet yoluyla ve kulaktan kulağa çabucak<br />
yayılan haberle, 1948'den bu yana İzmir'den<br />
aliyalarını yapmış 350 İzmirli, coşku ile İsrael'in<br />
değişik yerlerinden gelerek pikniğe katıldılar.<br />
Uzun zamandır görüşmeyenlerin hasret ve sevinçle<br />
kucaklaşmaları görülmeye değerdi. Her gruptaki<br />
sohbetin konusu aynı idi : İzmir!...<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 16 -
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 17 -<br />
O gün tesadüfen İsrail'de bulunan ve toplantıya<br />
katılan İzmirli dostlardan, İzmir, İzmir Yahudileri<br />
ve Türkiye hakkında taze haberler alındı.<br />
Fotoğraflar çekildi, adres ve telefon numaraları<br />
değiş-tokuşu yapıldı, İzmirliler, aileleri, çocukları,<br />
torunları hakkında birbirlerine bilgi aktarımında<br />
bulundular.<br />
Öğle yemek vakti gelince, herkesin İzmir'e has;<br />
boyos, borekas de handrajo, borekas de kezo,<br />
fritadas, guevos haminados vb. ile masaları<br />
<br />
donattıkları ve bir gruptan diğerine kahve,<br />
baklava, kadayıf, künefe, biskoços, reşikas ikram<br />
ettikleri görüldü.<br />
Sohbetler öğleden sonra geç vakitlere kadar devam<br />
etti. Piknikten herkes son derece mutlu ve bu<br />
organizasyonu düzenleyen Moreno Margunato ve<br />
Selim Amado'ya teşekkür ederek, birbirlerine<br />
sevgiyle sarılıp vedalaşarak ve en kısa zamanda<br />
tekrar buluşma dileklerini dile getirerek ayrıldılar.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 18 -<br />
Sanatçı Viki Antebi’nin<br />
İyiniyet Desteği Renin Eliş - İzmir<br />
İzmir Kültür Derneğinde (Liga), değerli<br />
sanatçılarımızdan Viki Antebi'nin resim<br />
çalışmalarını sunduğu bir sergi gerçekleşti.<br />
Gelirinin İyiniyet faaliyetlerine bağışlandığı<br />
sergide Viki Antebi'nin eserleri ziyaretçilerin<br />
büyük beğenisini topladı.<br />
<br />
Sergide aynı zamanda İyiniyet gönüllüsü<br />
hanımlarımız, çeşitli hediyelik objeleri satışa<br />
sunarak çalışmaları için ek gelir sağlamaya<br />
çalıştılar.<br />
Sanatçı Viki Antebi ve İyiniyet meleklerini bu<br />
özverili çalışmalarından dolayı kutluyor,<br />
cemaatimizde bu tür dayanışmaların hep sürmesini<br />
diliyoruz.<br />
Sabi Saltiel<br />
Ester Cen - İzmir<br />
Sima ve Moşe<br />
Saltiel'in oğulları Sabi,<br />
Amerika'da Berklee<br />
College of Music<br />
okulundan double<br />
major yaparak mezun<br />
oldu. Los Angeles'ta free lance çalışmalarına<br />
devam eden Sabi Saltiel şu anda gösterimde olan<br />
"Aşk ve Ceza" ve "Unutulmaz" adlı dizilerin<br />
tanıtım müziklerini yaptı. Sabi'ye başarılarının<br />
devamını diliyoruz.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 19 -<br />
Siret Sadi & Moşe Abulafya<br />
Nişanlandı<br />
Renin Eliş - İzmir<br />
Siret Sadi & Moşe Abulafya çifti nişan<br />
mutluluklarını İzmir Kültür Derneğinde<br />
dostlarıyla paylaştılar.<br />
Betül & Moşe Sadi<br />
çiftinin kızları Siret ile<br />
Oret & David Abulafya<br />
çiftinin oğulları Moşe<br />
yakın zamanda aile içinde<br />
yaptıkları nişan<br />
törenlerinin ardından Liga'da 27 Mayıs Perşembe<br />
günü gerçekleştirdikleri bir davet ile bu özel<br />
günlerini samimi bir ortamda yakınlarıyla<br />
paylaştılar.<br />
Genç çifti ve ailelerini tebrik eder, bir ömür boyu<br />
mutluluklar dileriz.<br />
<br />
Şirince Gezisi Ester Cen - İzmir<br />
Salı Toplantılarının müdavimleri, 1 Haziran Salı<br />
günü 17 kişi Şirince'ye doğru yola çıktık. Saklı<br />
Vadi adlı restoranda çok güzel bir öğle yemeği<br />
yedikten sonra Şirince'ye vardık. Şirince'nin ara<br />
sokaklarını keşfettik. Daha sonra muhteşem dağ<br />
manzarası eşliğinde beş çaylarımızı yudumladık.<br />
Yazın ilk günlerinde gerçekleştirdiğimiz gezimiz<br />
çok keyfli ve neşeli geçti.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 20 -<br />
Genç Amerikalı Konuklar<br />
Renin Eliş - İzmir<br />
İzmir Kültür Derneği, İzmir'i tanımak ve<br />
cemaatimizdeki yaşıtları ile tanışmak amacıyla<br />
şehrimize gelen 50 Amerikalı genci ağırladı.<br />
"Kivunim" adlı organizasyon ile bir yıl süreliğine<br />
Kudüs'te bulunan Amerikalı gençler, kültür ve<br />
kimliklerini daha iyi tanıyabilmek için Kudüs'te<br />
farklı dersler alıyorlar.<br />
<br />
amacıyla ülkemizi de<br />
ziyaret ettiler.<br />
İstanbul'un ardından<br />
İzmir'e gelen gençler,<br />
şehri gezdiler ve<br />
akşamına dernek<br />
Kivunim'in kurucu<br />
direktörü Peter Geffen<br />
liderliğinde, grup<br />
Avrupa ülkelerindeki<br />
Yahudi cemaatlerini<br />
daha yakından tanımak<br />
lokalinde yaşıtları<br />
İzmirli kardeşleri ile<br />
bir araya geldiler.<br />
İzmirli gençlerimiz,<br />
İzmir'deki yaşantılarını<br />
ve Türkiye'yi tanıtan bir sunum gerçekleştirdiler.<br />
Hep birlikte yenen keyifli akşam yemeğinden<br />
sonra, gençler dans ederek kardeşliğin ve gençliğin<br />
tadını çıkardılar.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 21 -<br />
Türkiye Musevi Cemaati<br />
Duyurusu<br />
Değişen dünyanın bir gereği olarak Facebook,<br />
Twitter, Foursquare ve Friendfeed başta olmak<br />
üzere birçok dijital platformu aktif olarak<br />
kullanıyoruz. Toplumumuz için riskler<br />
barındırabilecek bu sosyal ağlarda, normal<br />
yaşamımızda olmamız gerektiği gibi tedbirli<br />
davranmalıyız. Sahte isimler kullanılarak<br />
rahatlıkla yeni kullanıcı açabilmenin mümkün<br />
olduğu açıktır.<br />
Örneğin, facebook platformunda; Verda Kohen<br />
ismi, 1984 doğum tarihi ve birkaç profil resmi<br />
kullanılarak oluşturulan sanal bir kişi 215 kişiyi<br />
hiç tanışmamalarına rağmen!! arkadaş listesine<br />
katmıştır. bu vesile ile belki de bu kişilerin<br />
arkadaşları olan 1000'in üzerinde cemaatimiz<br />
mensubu gencin tüm özel bilgilerini takip<br />
edebilmektedir.<br />
Kimliğinden emin olmadığımız sanal kişilerle<br />
bağlantı kurarken, hem kişisel bilgilerimizi<br />
<br />
paylaşma riskini hem de toplumumuza ilişkin bir<br />
veritabanı oluşturulmasına olanak sağlama<br />
ihtimalini göz önünde bulundurmamız gerekir. Bu<br />
bağlamda birkaç güvenlik ve gizlilik ayarı<br />
yaparak, üzerinize düşenleri gerçekleştirebilirsiniz:<br />
Ø Facebook'un yeni devreye alınan "Gizlilik<br />
ayarları" kullanılarak, profilinizi sadece<br />
arkadaşlarınıza açmak ve sınırlı bilgi paylaşmak.<br />
Ø Twitter ve Friendfeed'de takip edilme<br />
ayarlarınızı "restricted" hale çekmek,<br />
tweet'lerinizin içeriğinde hassas olmak.<br />
Ø Foursquare'de, eviniz, iş yeriniz, okulunuz ve<br />
cemaatimize ait binalara "check-in" yapmamak ya<br />
da en azından açık adresi paylaşmamak.<br />
Ø Bu sistemlerde kullanılan şifrelerin, benzersiz<br />
ve kuvvetli şifreler olmasını sağlamak.<br />
Sanal ağların gerçek hayatın bir uzantısına<br />
dönüştüğü şu günlerde, her türlü güvenlik ve<br />
gizlilik aksiyonunu almanın gerekliliğini<br />
vurgulamak isteriz.<br />
Türkiye Musevi Cemaati<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 22 -<br />
İzmir Musevi Cemaati<br />
Sinagog Ziyaretleri ile ilgili Düzenleme<br />
Güvenlik önlemleri kapsamında, İzmir’deki<br />
sinagoglarımızın yerli ve yabancı turistlerce<br />
ziyaretlerinde aşağıdaki kuralların uygulanmasına<br />
karar verilmiştir:<br />
1. Sinagogları ziyaret etmek isteyen ziyaretçilerin<br />
kimlik fotokopileri en az bir gün öncesinden<br />
cemaat ofisine fakslanacaktır. Ziyaretçilere<br />
refakat eden cemaat üyelerinin olması halinde,<br />
onların da isimleri cemaat ofisine<br />
bildirilecektir.<br />
2. Özel durumlar: VIP konuklar veya diğer<br />
ziyaretçilerin önceden kimlik bildirimi yapacak<br />
zamanları olmadığının tespit edilebildiği<br />
durumlarda, konukları davet eden sorumlu,<br />
öncelikle cemaat ofisine ziyaretin sebebini,<br />
kimliklerin fakslanmamış olması konusundaki<br />
mazeretlerini ve konukların isimlerini<br />
bildirmelidirler. Bu gibi durumlarda cemaat ofis<br />
<br />
yetkilileri, Cemaat Başkanı veya yardımcısının<br />
kişisel onayını isteyecek, bu onay alınmadan<br />
sinagoglar ziyarete açılmayacaktır.<br />
3. Yukarıdaki şekilde yapılan ve kabul gören<br />
başvurularda, cemaat ofisi bir görevli tayin<br />
ederek ziyaret saatinde sinagogların açılmasını<br />
sağlayacaktır.<br />
4. Ziyaretçilerden sinagogların bakımında<br />
kullanılmak üzere kişi başı 10,00 TL ücret talep<br />
edilecektir. (12 yaşından küçük çocuklar, toplu<br />
öğrenci ziyaretleri ve İzmir cemaati üyelerinden<br />
ücret alınmayacaktır.)<br />
5. VIP veya ücret vermeden ziyarette bulunacak<br />
özel davetliler için Cemaat Başkanı’nın veya<br />
yardımcısının onayı alınacaktır.<br />
Cemaat üyelerimizin yukarıdaki kurallara uyum<br />
sağlayarak güvenlik önlemlerine katkıda<br />
bulunmalarını rica ederiz.<br />
İzmir Musevi Cemaati
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 23 -<br />
Haklı Şikayet<br />
Rafael Algranati - İzmir<br />
Mayıs sonlarında Şaar Aşamayim Sinagogunda<br />
kayınpederinin vefatının yıl dönümü nedeni ile<br />
duasını yapmak üzere Şaar Aşamayim Sinagoguna<br />
giden Avram Hasan ve ailesi, yaşadıkları nahoş<br />
olayı Cemaat Yönetimine yazılı olarak şikayet etti.<br />
Avram Hasan şikayet yazısında olayı özetle<br />
aşağıdaki şekilde dile getirdi.<br />
26.05.2010 tarihinde Sayın Hocamız M.M. ile<br />
kayınpederimin midraşı için Alsancak<br />
Sinagogunda "midraş saati" olarak anons edilen<br />
saat 20:00 için anlaştık. Ben ve ailem söz konusu<br />
saatten önce sinagogda hazır bulunduk. Saat tam<br />
20:00'de midraşa başlandı. Baryohay okundu bitti,<br />
idara kitapları dağıtıldı. Okunma sürecinde diğer<br />
hoca R.M.nin müşterileri geldi. Kendileri de geç<br />
geldiklerini itiraf ettiler. R.M. hoca cevaben SEN<br />
KEYFİNE BAK istediğimiz gibi yaparız dedikten<br />
sonra, müşteri memnuniyeti için duayı tekrar<br />
<br />
baştan ve yüksek sesle başlattı. Bizler orada idara<br />
kitapları ile kalakaldık. Zat-ı muhteremin müşteri<br />
memnuniyetini bitirmesini bekledik.<br />
Toplumlar kurallar ile yaşarlar. Özellikle bir<br />
sinagogun dua başlama saatleri hocaların<br />
müşterilerinin teşrif ettiği saatte değil, anons<br />
edilmiş olan saatte başlar. Bu saate toplum uyar,<br />
yetişemeyen ulaştığı yerden devam eder.<br />
Her şeyden önce Sn.R.M.'nin yaptığı davranış<br />
bırakın hocalık kurallarına, insanlık kurallarına<br />
bile uymaz. Bana, aileme ve midraşını yaptığım<br />
kayınpederime saygısızlık edilmiş ve dini<br />
duygularım rencide edilmiştir.<br />
Avram Hasan'ın bu şikayetinin Cemaat Yönetim<br />
kurulunda ele alındığı, son zamanlarda sıklaşan bu<br />
gibi rahatsızlıkların tekrarlanmaması için gerekli<br />
uyarıların yapıldığı öğrenildi.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 24 -<br />
Rena Kaya<br />
Bat- Mitzva<br />
Riva Halegua ve San Kaya'nın kızları Rena, 19<br />
Haziran Cumartesi gecesi Küçük Kulüp Marmite<br />
Restoranda düzenlenen bir parti ile Bat-Mitzva'sını<br />
kutladı.<br />
Marmite restoranın güzel bahçesinde gerçekleşen<br />
törende Rena bu özel gününü ailesi, akrabaları ve<br />
arkadaşları ile birlikte kutladı.<br />
<br />
Cemaat Başkanımız sayın Jak Kaya'nın torunu<br />
olan Rena ile Kaya ve Gabay ailelerini kutlar, genç<br />
kardeşimize sağlık, mutluluk dolu nice yıllar<br />
dileriz.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 25 -<br />
İÇİMİZDEN<br />
DÜĞÜNLER<br />
Işık Yohay & Hayim Hasan<br />
20 Haziran 2010<br />
Beril Çakırer & Selim Mazliah<br />
15 Ağustos 2010<br />
Evlenecek çiftlerimize<br />
ömür boyu mutluluklar diliyoruz!..<br />
Renin Eliş / İzmir<br />
<br />
GEÇMİŞ OLSUN'..<br />
Meir Levi<br />
Sevinç & Selim Levi'nin oğulları Meir,geçirdiği<br />
bir kaza sonucu rahatsızlanarak bir süreliğine<br />
hastanede tedavi görmüştür. Acil şifalar diliyoruz.<br />
İnci Levi<br />
Klodin - Nesim Levi çiftinin kızları İnci Levi<br />
geçirdiği rahatsızlığın ardından evinde dinlenerek<br />
sağlığına kavuşmuştur. Kendisine ve ailesine<br />
geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.<br />
Viktorya Eliş<br />
Yusuf Eliş'in eşi Sayın Viktorya Eliş yaşadığı<br />
sağlık probleminin ardından evinde istirahat<br />
etmektedir. Geçmiş olsun...<br />
Yakup Kanyas<br />
İzmir'in sevilen simalarından Yakup Kanyas<br />
geçirdiği fıtık ameliyatından sonra tekrar sağlığına<br />
kavuşmuştur. Kendisine geçmiş olsun diyoruz.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 26 -<br />
Aramızdan Ayrılanlar<br />
<br />
İzak Araza - İzmir 02 Mayıs 2010<br />
Estreya Levi - İzmir 10 Mayıs 2010<br />
Baruh Dayan Aemet!..
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 27 -<br />
Kurumlarımız <br />
Cemaat Yönetim Kurulu<br />
Değerli Kardeşlerim,<br />
Jak Kaya<br />
Bu sayıda sizlere Karataş Hastanesi hakkında biraz<br />
bilgi aktarmak istiyorum. Bilindiği gibi, Karataş<br />
Hastanesi İdare Derneğinin Olağanüstü Genel<br />
Kurulunda yeni yönetim kuruluna seçilen<br />
kardeşlerimiz Jak Kaya – Avram Sevinti – Rafael<br />
Algranati – Efrahim Kohen ve Hayim Eskinazi ilk<br />
toplantılarında görev bölümü yaparak başkanlık<br />
görevini şahsıma uygun görmüşlerdir.<br />
Genel Kurulda açıklamış olduğumuz gibi yeni<br />
Yönetim Kurulumuz, yaşlılarımızın bakımlarının<br />
mükemmel düzeyde sağlanması öncelikli kaydı ile,<br />
hastane işletmesinin uygun görülecek bir ekibe<br />
devredilerek, hepimize uzun süredir rahatsızlık<br />
veren zarar riskinden korunması hedeflenmiş ve bu<br />
<br />
konuda Genel Kurulun desteğini almıştı.<br />
O günden itibaren başlatılan yoğun çalışmalar<br />
sonucunda, hastanemizde görev yapmakta olan<br />
doktorlardan oluşan bir ekiple, bu yönde bir<br />
anlaşma sağlamanın son aşamalarına gelmiş<br />
bulunuyoruz.<br />
Tabiidir ki, bu anlaşmanın temelini, yönetimimizin<br />
ciddi ve sürekli denetimi oluşturmaktadır. Haziran<br />
ayının son haftasında bir bilgilendirme toplantısı<br />
düzenleyerek sizlere bu konudaki gelişmeleri<br />
aktarmayı planlıyoruz.<br />
Bu süreç içinde hastanemizin faaliyetlerine<br />
kesintisiz devam etmesi sağlanmış ve daha iyi<br />
hizmet sunabilmek için çalışmalarını<br />
sürdürmüştür.<br />
Amacımız bu asırlık kurumumuzun korunması ve<br />
hizmet seviyesinin yükseltilmesidir.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 28 -<br />
Azil<br />
Şavuot Bayramı nedeniyle yaşlılarımıza 20 Mayıs<br />
günü İnciraltı Körfez Restoran’da Bn. Raşel<br />
Eskinazi sponsorluğunda bir öğle yemeği<br />
düzenlendi.<br />
Yaşlılarımızla birlikte yemeğe, Kadınlar Kolu<br />
üyeleri, Amerikalı misafirimiz Bn. Kler Leigh,<br />
hastane pansiyoneri olmayan bazı yaşlılarımız ve<br />
Karataş Hastanesi Halkla İlişkiler müdürü Elanur<br />
Karakoç da katıldı.<br />
Yemek sonrası tatlı ve pasta ikramı yapılan<br />
yaşlılar güzel havadan istifade edip hoşça vakit<br />
geçirdiler.<br />
Hastanenin yeni Yönetim Kurulu Başkanı Jak<br />
Kaya 9 Haziran Çarşamba günü Kadınlar Kolu ile<br />
bir toplantı yaptı. Toplantıda Azil'in yeni yönetim<br />
açısından önemi vurgulandı ve yaşlılarımızın<br />
rahatı için alınacak tedbirler konuşuldu.<br />
<br />
Toplantıda, toplumumuzdaki genç hanımların<br />
Azil'in kadınlar koluna katılmalarını sağlamanın<br />
önemi ve gereği üzerinde duruldu ve bu konuyla<br />
ilgili çalışmaların bir an evvel başlatılmasına karar<br />
verildi.<br />
Karataş Hastanesinin nekahathane bölümündeki<br />
odaların tamamı dolu olup, yaşlılarımızın bakımı<br />
her zaman olduğu gibi, hiçbir fedakarlıktan<br />
kaçınmayarak özenle sürdürülmektedir.<br />
Bizler için son derece önemli olan destekleriniz<br />
için hepinize teşekkür eder, sağlıklı ve mutlu bir<br />
yaz sezonu geçirmenizi dileriz.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 29 -<br />
Beth Hayim<br />
Ruben Benadava<br />
Başkan<br />
Kabristan Derneğimizin Olağan Genel Kurul<br />
toplantısı 25 Nisan 2010 Pazar günü yapıldı.<br />
Divan Başkanlığı seçiminden sonra okunan<br />
Yönetim ve Denetim Kurulu raporları oy birliği ile<br />
kabul edilerek Yönetim ve Denetim Kurulları<br />
oybirliği ile ibra edildiler.<br />
Yenilenen seçimlerde Kabristan Derneğimizin<br />
yönetim kuruluna Ruben Benadava, Moiz Malki,<br />
Selim Bonfil, Moşe Habif, Eli Yüksek, Vitali<br />
Benazuz ve İzak Asael seçildiler.<br />
Denetleme Kuruluna İzak Arditi, Sabi Cimi ve<br />
Moşe Mizrahi'nin seçildiği toplantı sonunda, yeni<br />
dönemde yapılması planlanan çalışmalar<br />
konusunda dilek ve önerilere yer verildi.<br />
<br />
İyi Niyet<br />
Bu kurumumuzdan bültenimize<br />
bilgilendirme yazısı ulaşmamıştır.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 30 -<br />
Liga<br />
Değerli İzmirliler,<br />
Janet Meseri<br />
LİGA olarak çalışmalarımıza Mayıs ayında da tüm<br />
hızıyla devam ettik. Kış aylarında başarı ile<br />
sürdürülen hobi kurslarımıza yaz sezonu nedeni ile<br />
Mayıs sonunda ara verdik. Değerli<br />
kursiyerlerimize güzel bir yaz tatili diliyor ve yeni<br />
sezonda onları tekrar aramızda görmeyi diliyoruz.<br />
Evliliğe ilk adımlarını atan ve davetlerini<br />
derneğimiz lokalinde yapan gençlerimizin<br />
yakınları ile bu mutlu günlerini paylaşmalarına<br />
bizler de katıldık. Birlikte ilk adımlarını attıkları<br />
bu yeni yaşam yolunda sevgi ile yürümelerini<br />
diler, her şeyin gönüllerince olmasını temenni<br />
ederiz.<br />
Ayrıca gençlerimizin yazın yapacakları Macaristan<br />
ve İsrail gezileri için tüm hazırlıklar tamamlandı.<br />
Gençlerimize bol eğlenceli bir tatil ve güzel bir<br />
seyahat diliyoruz.<br />
<br />
Sunday School<br />
Sunday School öğrencileri sene sonu gösterilerini<br />
Ligada anne, baba ve yakınlarına sundular.<br />
Şarkılar, danslar ve küçük bir sunumdan oluşan<br />
gösterileri, çocuklarımızın bütün bir sene<br />
yaptıkları çalışmaların en azından bir kısmını<br />
sergileme fırsatı verdi.<br />
Yazın gelişi ve tatilin cazibesi ile küçük öğrenciler<br />
çok mutluydu.<br />
Yeni sezonda görüşmek ve tekrar hep birlikte<br />
olmak ümidi ile hepinize sağlıklı ve mutlu bir yaz<br />
sezonu diliyoruz.<br />
Hoşçakalın!..
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 31 -<br />
Karataş Hastanesi - I<br />
Karataş Hastanesi'nde Yenilik<br />
Eda Çetintaş<br />
Diyetisyen<br />
Ben diyetisyen Eda Çetintaş. Başkent Üniversitesi<br />
Beslenme ve Diyetetik Bölümü 2009 yılı<br />
mezunuyum.<br />
Eğitimim süresinde çeşitli sağlık kurumlarında<br />
mesleğimle ilgili görevler aldım. Özel bir<br />
zayıflama merkezinde diyetisyen olarak çalıştım.<br />
Ayrıca çalıştığım merkeze bağlı olarak çeşitli<br />
diyaliz merkezlerinin diyetisyenliğini de yaptım.<br />
Mayıs 2010 itibari ile Karataş Hastanesi'nin<br />
Beslenme ve Diyet Kliniği'nde görev almaktayım.<br />
Hastanemizin gerek ayakta gerek yatan hastaların<br />
beslenme hizmetlerinin ve diyet programlarının<br />
hazırlanması ve takibini yapmaktayım.<br />
Hastanemizin Beslenme ve Diyet Kliniği'ne ayakta<br />
<br />
başvuran kişiler ile ilk olarak bir ön görüşme<br />
yapılmaktadır. Bu ön görüşmede kişinin genel<br />
bilgileri, beslenme alışkanlıkları, aile geçmişleri ve<br />
varsa hastalıkları hakkında bilgi alınmaktadır.<br />
Beslenme programının süresine karar verilmekte<br />
ve işleyiş hakkında bilgi verilmektedir.<br />
Ön görüşmenin akabinde kişi zayıflama/kilo alma<br />
programına uygunluk, sağlık koşullarının tespit ve<br />
değerlendirilmesi için dahiliye doktorumuza<br />
yönlendirilmektedir.<br />
Tamamlanan bu aşamalar sonrasında beslenme<br />
programına başlanmaktadır. Görüşmeler en az<br />
birer hafta aralıklar ile yapılmaktadır.<br />
Sağlıklı yarınlara yeterli ve dengeli beslenerek<br />
“merhaba” demek için sizleri de kliniğimize<br />
bekliyoruz...<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 32 -<br />
Karataş Hastanesi - II<br />
Köklü Çınar Esbaş'ta<br />
Ela Nur Karakoç<br />
Halkla İlişkiler<br />
Özel Karataş Hastanesi Mayıs ayında ESBAŞ’ın<br />
ev sahipliği yaptığı "1.Uluslararası İzmir Küresel<br />
Sağlık" konferansında yer aldı.<br />
1.Küresel İnoviz Konferansı (Sağlık için İzmir)<br />
konulu konferans 24-25 Mayıs 2010 tarihlerinde<br />
iki gün boyunca sürdü.<br />
Ege Bölgesinin ilk özel hastanesi niteliğini<br />
kazanmış, tıpkı köklü bir çınar gibi 106 yıldır<br />
hizmet veren "Özel Karataş Hastanesi"<br />
sempozyuma katılan konukları ağırladıktan sonra<br />
Karataş semtiyle özdeşleşmiş tarihi Asansör turu<br />
organize ederek etkinliğe katkıda bulundu.<br />
<br />
Talmud Tora<br />
Bu kurumumuzdan bültenimize<br />
bilgilendirme yazısı ulaşmamıştır.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 33 -<br />
Seksion en Ladino <br />
El kantoniko de Rachel<br />
Rachel Amado Bortnick / U.S.A.<br />
bortnickra@sbcglobal.net<br />
Una Pyesa de Teatro<br />
de Avraham Galante<br />
Espero ke konosesh el nombre del profesor<br />
Abraham Galante, z.l. (1873-1960) si no tambien<br />
sus emportantes ovras istorikas, lo mas sovre los<br />
djudios de Turkia, i tambien sovre lingua, folklor, i<br />
otros aspektos de la kultura sefaradi. El eskrivyo<br />
19 livros en turko, i 34 livros en fransez! Ma<br />
pokos saven ke tiene tambien dos ovras en ladino<br />
(muestro judyo-espanyol), una kurta<br />
novela, "Abandonada por mi padre" i una pyesa de<br />
teatro yamada "Rinyo o El amor salvaje", todas las<br />
dos publikadas en 1906 en Kairo, Ejipto, en letras<br />
ebreas Rashi.<br />
<br />
Ke pekado ke pokos de mozotros podemos meldar<br />
tekstos en el alfabeto Rashi, lo ke mos aze pedrer<br />
de konoser la literatura vieja muestra! En el<br />
Imperio Otomano kuaje todos los livros i jurnales<br />
publikados en ladino eran kon estas letras. Ma<br />
grasias a los akademikos i otros ke agora publikan<br />
las transliterasiones en letras latinas de siertas de<br />
estas ovras, todos podemos konoser un poko de “lo<br />
ke meldavan muestros padres.” (Ansi es el titolo<br />
de un livro maraviyozo publikado de Rifat<br />
Birmizrahi en Estambol, de padasikos tomados de<br />
jurnales viejos, transliterados, i tresladados en<br />
İnglez i Turko. Si no lo konosesh, vo lo<br />
rekomendo de merkarlo de Gözlem Kitabevi<br />
(kitabevi@salom.com.tr)<br />
En Espanya (Barcelona) se topa la kaza editorial<br />
Tirocinio (http://www.tirocinio.com/ ) ke publika<br />
una seria de livros de literatura sefaradi debasho el<br />
nombre "Coleccion Fuente Clara; estudios de<br />
cultura sefardi", dirijida por la Dra. Pilar Romeu.<br />
Ya publikaron 15 livros en esta seria, la mayoria<br />
de ovras en ladino (judeoespanyol), transliteradas<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 34 -<br />
kon komentaryos i aklarasyones en espanyol. El<br />
ultimo de estos es un estudyo del profesor Michael<br />
Studemund-Halevy sovre "Rinyo o El amor<br />
salvaje,” una de las pyesas de Avraham Galante.<br />
Es un livriko chiko maraviyozo ke lo meldi kon un<br />
grande plazer, aun ke la estorya es trajika.<br />
La estorya de la drama tiene lugar en el kazal de<br />
Soroni al oeste de la isla de Rodes (Rodos.) En la<br />
introduksyon Galante da a entender ke:<br />
«El sujeto de el dramo Rinyo no es imajinaryo. Es<br />
un fato verdadero ke se paso antes kuatro anyos<br />
en un kazal de la izla de Rodes. Rinyo es el<br />
nombre verdadero de una ija grega ke amava un<br />
mansevo kazado i ke no pudyendo alkansarlo,<br />
degoyo un ijiko de este ultimo por vengarse de el<br />
padre. Rinyo fue kondenada a muerte por el<br />
tribunal de Rodes».<br />
Rinyo, una ijika de 18 anyos, "degoyo a un<br />
ijiko!.." Este ijiko era una kriatura de solo 4<br />
anyos. Ya vos imajinash la barbaridad de este akto,<br />
<br />
i el efeto emosional de meldar esto para mozotros<br />
ke estamos uzados a sintir el biervo "degoyar" para<br />
geynas i vakas kasher! Ay ke entender ke esto NO<br />
es una estorya djudia, si no ke una trajedia grega<br />
“moderna” (ke a mi kuento paso en 1902) i<br />
personajes kon nombres gregos komo Lefteri,<br />
Kiryako, Marigu, Estergula, etc.<br />
Las pokas linyas de la introduksyon ya mos dan el<br />
resume de la estoria, ma la piesa esta eskrita de<br />
manera ke apanya muestra atansion, i mos aze<br />
kerer meldar mas para ver ke va pasar despues, i<br />
asta la fin. Los personajes ayudan al<br />
desvelopamiento de la estorya de una manera<br />
kaptivante.<br />
Devemos mensionar ke el teksto de la pyesa ya fue<br />
publikada en letras latinas el anyo pasado por<br />
Avner Perez del Instituto Maale Adumim en Israel.<br />
Esto se topa en el Internet en el adreso de :<br />
http://btjerusalem.com/av/Riniolad.pdf<br />
La lavor de Avner Perez es tambien es una seria
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 35 -<br />
kon el titolo “El trezoro de la Poezia i del Teatro<br />
Djudeo-Espanyol” ke da transliterasiones de ovras.<br />
Ma el no tenemos las eksplikasiones ke vemos en<br />
el livriko muevo de Espanya.<br />
El Dr. Studemund-Halevy no solo ke izo la<br />
transkripsion de la ovra en letras latinas, ma<br />
tambien eskrivyo una introduksion en espanyol<br />
muy enformativa sovre la istoria personal, sosial,<br />
politika, akademika, i literaria de Galante.<br />
Tambien el tiene notas de eksplikasion, i a la fin,<br />
un glosario de biervos ke no se uzan en el espanyol<br />
normativo, para ayudar al lektor espanyol o<br />
espanyol-avlante.<br />
Para mi personalmente la kontribusion del profesor<br />
Halevi (introduksion, notas, glosario) fue tambien<br />
una lision de espanyol-castellano. I tambien, aun<br />
ke no tenemos todo el teksto en letras Rashi,<br />
tenemos pedasikos, ke me aze akodrar ke devemos<br />
ambezarmos el alfabeto Rashi I pratikar lo en<br />
meldando las ovras orijinales de muestra literatura.<br />
<br />
Proverbos<br />
A ken el Dyo no le dio ijos,<br />
el diavlo le da suvrinos.<br />
A ken todo le abasta,<br />
no le manka nada.<br />
A la haragana,<br />
la noche le viene gana.<br />
A la mar entra,<br />
seco sale.<br />
A la mar ke vaya,<br />
agua no va topar.<br />
A la papona,<br />
presto le buye la oya<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 36 -<br />
Detras del Perde de la Istoria<br />
Rachel Saba Wolfe / Israel<br />
rachsw@netvision.net.il<br />
Ribi<br />
Eliya'hu 'Ha-Co'hen 'Ha-Itamari<br />
i su lucha kontra los malos espiritos [ruhot]<br />
"En tiempo de landra, todos se azen de guerko"<br />
Joseph Nehama, Diccionner du Judeo-Espagnol, p. 571<br />
En estos tiempos duros de tension i apretadura,<br />
kuando parese ke los guerkos salen de sus burakos<br />
para kavzar mas danyos i estrechura, me akodro de<br />
Ribi Eliya'hu 'Ha-Co'hen (su sovrenombre 'Ha-<br />
Itamari) de İzmir ke lucho kontra los malos<br />
espiritos antes de mas de 300 anyos. Nasido<br />
probavlamente en 1659a su padre Ribi Avra'ham<br />
Shelomo 'Ha-Co'hen, Eliya'hu 'Ha-Co'hen era un<br />
gran Mekubal ke se okupava de la Kabala. El<br />
<br />
mantenia una vida muy modesta i se abastava kon<br />
pokos mezos, ma en el mizmo tiempo demandava<br />
de los miembros del kolel a dar Sedaka<br />
[bienfezensia] para mantener los mensteres de los<br />
proves ke malorozamente konstituiran una grande<br />
partida de la komunidad.<br />
Ribi Eliya'hu 'Ha-Co'hen eskrivio mas de 30 livros<br />
ama no todos fueron emprimados. El livro mas<br />
konosido es 'Shevet Musar' [vara de moral] ke era<br />
el livro de kastigerio el mas popular en el siglo 18,<br />
i fue tresladado del Ebreo al Ladino, Arabo i<br />
Yidish.<br />
No komo munchos Djudios en su tiempo, Ribi<br />
'Ha-Co'hen era konvensido ke las puertas de<br />
Ganeden no estan aviertas para todos. Por entrar<br />
por eyas, el benadam deve de suvir toda su vida en<br />
las eskalones de buen komporto i amijorar sus<br />
manias i kaminos.<br />
Ma si Ganeden es un lugar zor a ayegar, las
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 37 -<br />
puertas del Gennem estan aviertas siempre para los<br />
pekadores i los malazientes. Sigun Ribi Eliya'hu<br />
'Ha-Co'hen, munchos de eyos tenian de tornar a la<br />
tierra para azer "gilgul" – transformar en otras<br />
personas – kriaturas, mujeres i mansevos – i ansi<br />
pagar por sus maldades.<br />
Los demazalados ke entraron en eyos los espiritos<br />
[ruhot], sufrieron muncho i no tenian ningun<br />
kontrol sovre sus komporto. Ama grasias a Ribi<br />
Eliya'hu 'Ha-Co'hen ke savia komo arrondjar los<br />
espiritos de sus kuerpos, tenian la esperansa de<br />
kurarsen kompletamente. El rabino empesava a<br />
avlar kon los espiritos, demandar por sus pekados i<br />
espantarlos kon 'haramot' [ekskomunikasiones] ke<br />
van a salir.<br />
El proseso del arrondjamiento esta eksplikado en<br />
el livro 'Minhat Eliya'hu' [regalo de Eliya'hu], de<br />
Ribi 'Ha-Co'hen, kapitolo 5, ke aparesio en 1824<br />
en Saloniko. El livro fue eskrito en Ebreo, ma sesh<br />
anios mas tadre se publiko en esta sivdad solo el<br />
<br />
sinken kapitolo, tresladado al Ladino, debasho del<br />
titulo: "Maase 'Ha-ruah Me-'harav Eliya'hu 'Ha-<br />
Co'hen Zl'h"'h [zihrono le-hayey 'ha-olam 'ha-ba –<br />
su memoria al mundo el vinien]. Ken era el<br />
tresladador i en ke emprimeria kitaron este chiko<br />
livriko – no savemos. Klaramente, algunos<br />
pensaron ke la informasion i las konsejas ke<br />
kontenia eran bastante interesantes i edukativas, ke<br />
lo emprimieron a la segunda vez en 1840.<br />
Kero trayervos de este livro la deskripsion de un<br />
enkontro de Ribi Eliya'hu 'Ha-Co'hen kon un<br />
espirito:<br />
"Despues de este maase [echa] entraron dos ruhot<br />
[espiritos] en un ermano i una ermana i le fui<br />
gozer [dar sentensia] beherem [ekskomunikasion]<br />
a uno de eyos ke dishera ken es[.] El uno<br />
respondio nada asta 11 mezes i el mansevo esta<br />
hazino kon kefia [epilepsia] b"m [bar minan] i<br />
torni a serlo gozer ke avlara ken era kon<br />
haramot[.] Supito salio a avlar kon boz basha[.]<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 38 -<br />
Ke avlare[?] Le dishi[:] Ken sos tu[?] Disho[:]<br />
Yo se fulano el taukdji [geynero][.] I yo lo konosi<br />
a este taukdji en bivo ke era kaasiento [aksi] i<br />
kara aylan [de echas feyas, sigun el teksto<br />
orijinal][.] Le dishi porke te vino este mal[.]<br />
Disho[:] Tenia munchos devdores i no puedi<br />
sonportar i me entosegi i vini en esto ba"hr<br />
[baavonotay ha-rabim – por mis munchos<br />
pekados]".<br />
La repuesta del espirito eksplika la razon de la<br />
epilepsia. En akeyos dias no savian kualo kavzava<br />
esta mala hazinura. La eksplikasion ke es un<br />
komporto enforsado por espiritos, sin ke la persona<br />
tiene ningun kontrol sovre si, puedia aklarar el<br />
misterio. Tambien, esta eksplikasion responde a la<br />
kestion porke tuvo el espirito azer "gilgul". Asigun<br />
el Djudaizmo, suisidio es defendido. El pekado del<br />
taukdji era, aparte de su negregura i aksilik, ke se<br />
mato kon sus manos. Por medio de la konseja, Ribi<br />
'Ha-cohen da a los meldadores un akavidamiento<br />
fuerte kontra el suisidio.<br />
<br />
Ke pekado ke tenemos oy en dia de pasar estos<br />
tiempos de nisayon [prova] sin la ayuda de Ribi<br />
Eliya'hu 'Ha-Co'hen. Ma, amigos, no me miresh<br />
kusur, ay otros remedios para defendermos de ojo<br />
malo i de poderes danyozos: Un tiesto de ruda en<br />
frente de la kaza i una matika de la mizma planta<br />
en el djep; un ojiko mavi i una kamea kon las<br />
palavras: "Ben Porat Yosef, Ben Porat Aley<br />
Ayin".<br />
O, puede ser afilu mijor, el remedio mas util ke<br />
rekomendava siempre Ribi Eliya'hu 'Ha-Co'hen a<br />
los İzmirlis i a todos İsrael: Azer la Teshuva,<br />
atakanar muestros kaminos en la vida i azer<br />
munchos maasim [echas] tovim. İ el Dio ke va<br />
estar kon mozotros, Amen!<br />
Para Suscribirse al<br />
<strong>DIYAL</strong>oG<br />
members.diyalog@yahoo.com
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 39 -<br />
Yehuda ke dize?<br />
El invento del futuro<br />
Yehuda Hatsvi / İsrael<br />
hatsvi@netvision.net.il<br />
Los paleontologistas, i otros investigadores i<br />
sientistas kon el prefikso de "paleo", mos<br />
ensenyan ke antes de no mas de sesh miliones de<br />
anyos, se separaron de un padre antepasado las dos<br />
famiyas: Los Chimpanzes i los Humanoides, (los<br />
umanos ke mos konosemos oy en dia)..<br />
A mi, personalmente, me viene muy defisil de<br />
admeter o de akseptar esta teoria, o sea este fato.<br />
Komo puedo kontinuar a bivir kon este sekreto<br />
familial, i konfesar ke mis bisnonos eran<br />
maymonas?<br />
Bueno, "en lo ke estamos - bendigamos"...<br />
De todas maneras, es muy evidente ke los<br />
Chimpanzes no trokaron mucho en este "kurto"<br />
<br />
instante de evolusion, mientras ke los Umanos<br />
reusheron azer un sendero muy largo i diverso para<br />
parvenir a el estado lo ke yamaremos desde agora<br />
"Benadam".<br />
Ma, en realidad, ke es el Benadam, i en kualo se<br />
difere de los otros animales del mundo?<br />
Me parese ke fue el filozofo grego Platon el ke dyo<br />
una definision divertida del Benadam, dizendo ke<br />
es "una kriansa sin plumas, i ke kamina en dos<br />
piezes".<br />
Sierto ke una tala definision es un buen egzempio<br />
de una verdad parsial, porke, en el mezmo tiempo<br />
puede ser adaptada a una gayina eskorchada<br />
tambien.<br />
Otro filozofo, yamado Daniel Shabetay Milo, izo<br />
un eksperimento interesante kon sus elevos, i en<br />
un kurto tiempo resivio muchas repuestas a la<br />
demanda de "el Benadam es el uniko animal<br />
ke....."<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 40 -<br />
Ya vos imajinash ke entre las repuestas ke<br />
deskriviyan en kualo semos "unikos", se kontavan<br />
las kapasidades de gizar, dezenyar, riir, avlar, las<br />
kalidades de altroizmo komo tambien la violensia,<br />
i asta el fenomeno de sonrujir (de azerse<br />
kolorado).<br />
Daniel Milo, filozofo i biolojista, es nasido en<br />
Israel en 1953. Desde 1983 bive en Fransia, ma<br />
ayinda pasa una parte de su tiempo en Israel<br />
kuando se eskarinya de su nieta ke bive aki. No me<br />
preguntesh sovre su punta de vista en la politika,<br />
porke no esto de akodro kon el de nada, ma este<br />
fato no tiene de impedir a gozar de su saviduria.<br />
El eskrivyo siete livros en Franses (lengua ke kaje<br />
no konosko), i un livro muevo kon el titolo "El<br />
invento del futuro" (esta vez en ebreo !).<br />
Ya mensioni aki arriva ke Daniel Milo tiene una<br />
nietika ke bive en Israel. En uno de los enkontros<br />
de Daniel kon la chika (no se en ke edad), eya le<br />
disho:<br />
<br />
"Al vermos amaniana". De aki, de este evento tan<br />
simple i trivial, topo el filozofo la repuesta ke<br />
puede eksplikar la partikularidad del benadam en<br />
komparizon a todos loa animales del mundo: la<br />
kapasidad de planear por el avenir, la konosensia<br />
ke egziste ke ay futuro, la kapasidad a dezir el uno<br />
al otro "al vermos amaniana".<br />
Es verdad ke los lonsos, por un egzempio, saven<br />
aprontarsen para pasar el envierno durmiendo en<br />
sus kuevas. Tambien las bezbas (avijones) o las<br />
formigas tienen un senso de planeamiento, ma este<br />
senso no viene del fondo de algun pensamiento<br />
sino de un instinkto, i nada mas.<br />
Agresion i violensia egzisten tambien entre<br />
muestros primos ermanos, los chimpanzes, i tal<br />
vez ay siertos animales ke empesan a riir si les<br />
azemos koskias, pero –komo ya lo dishimos- es<br />
solamente el benadam el ke es kapas de tomar el<br />
avenir en sus manos. (Sierto ke la baza del<br />
entendimiento del termino "futuro" es la lengua, i
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 41 -<br />
naturalmente ke la kondision de aver lingua es<br />
antes de todo el selevro/meoyo umano<br />
dezvelopado).<br />
Aparte del "invento del futuro", Daniel Milo es<br />
konosido en el milyu de la akademia komo el<br />
inventor del termino "trop-iette" ke me parese<br />
traduizirlo komo "tira (arrondja) demaziado". Milo<br />
ve un obstakolo grande en la kondukta del "Homo<br />
sapiens" en los milenios de alkavo. Mos<br />
konvertimos a ser un tipo gastador, ke las mientes<br />
tenemos en konsumir mas i mas kozas de luso,<br />
komidas muevas i mil i una koza de bavajadas, ke<br />
realmente no las nesesitamos.<br />
No es mi intension de entrar aki a los aspektos<br />
pozitivos ke tambien egzisten en esta tendensia.<br />
Ma segun mos konseja el filozofo, devemos –toda<br />
la umanidad- entrar en una "dieta kulturala", un<br />
rejim ke meta frenos a este fenomeno negativo.<br />
Una prezentasion (PowerPoint) interesante yamada<br />
<br />
www.TooMuch.Us vos puede dar un poko mas de<br />
material para pensar sovre este tema.<br />
En konsekuensa del "invento del futuro" kiero yo<br />
anyadir una koza :<br />
Es verdad, ke en diferensia de todos los animales<br />
(ke biven solamente en el "prezente"), savemos<br />
mozotros, las personas, planear el futuro. Ma, no<br />
mos olvidemos ke parvenimos a este estado<br />
solamente kuando reushimos a obtener la<br />
konosensia del "pasado". La persona, la<br />
komunidad, la nasion, o afilu toda la umanidad en<br />
jeneral, no puede reushir en planeando "futuros"<br />
sin ke tenga alguna baza en la kultura i en la sensia<br />
del pasado. Mozotros, komo Judyos, lo tenemos de<br />
save mijor de todos. El sekreto de la vitalidad de<br />
muestro puevlo esta en guadrando i edukando<br />
muestra karga kultural del pasado kolektivo, al<br />
enkontro del avenir.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 42 -<br />
Rekuerdos de Roz<br />
Roz Kohen Drohobyczer<br />
rozkohen@gmail.com<br />
Los Sedakeros del Kal Apollon<br />
En los anyos 50<br />
del siglo pasado,<br />
uzavamos a<br />
vijitar kon mi<br />
madre el entorno<br />
de la Kula. La<br />
Kula era lesho de<br />
sinko puntos de<br />
kamino del apartamento Melek, ande moravamos.<br />
Mi madre me tomava de la mano i mos metiamos<br />
en kamino kon grande entuziazmo.<br />
Syempre era mas o menos lo mizmo: vijitar la<br />
prima de mi padre Jentil, ke morava unos kuantos<br />
apartamentos despues del kal Apollon; merkar<br />
karne kasher ande Dalva; ugradeyar ande la tant<br />
Sarina ke bivia enfrente del Bit Pazari; echar una<br />
boz al rez de chaussée de Dora Adato; i, devezes<br />
<br />
en kuando echar azete al kal.<br />
En akeyos tyempos el kal de Neve Shalom dainda<br />
no era fraguado, i el kal d'Apollon, ke mi madre lo<br />
yamava el kal de los proves, era el kal lo mas<br />
frekuentado.<br />
La Kula, en akeyos anyos era serrada, aparesiya<br />
muy eskayida i pasavamos al deredor de eya komo<br />
si no egzistiya. Me akodro tambien del kunduradji<br />
Musyu Navon, ke teniya una butikita chikitika i<br />
bruska, ande moz echava penches muevas a los<br />
kalsados vyejos por unos kuantos groshes. Una<br />
otra butika ke konosiyamos bueno en la Kula era<br />
la butika de Pardo, kon sus fostanes de novya ke<br />
alkilava. Unos kuantos elektrikchis ke adovavan<br />
lampas vyejas, i mas abasho unas doz butikas ke<br />
vendian livros i defteres para la eskola. Mas i mas<br />
me akodro de los eskirubadjis kon el sako en la<br />
espalda; los vendedores de frutas i de pishkados.<br />
El deredor de la Kula en akeyos anyos teniya un<br />
ayre muy eskayida kon sus apartamentos vyejos,<br />
deskolorados i sus entradas kon golor de mofo i
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 43 -<br />
areskuras, kon unos kuantos borrachones kon las<br />
bochas de ispirto en sus mano, i los butikaryos<br />
baryendo las entradas i echando aguas a las kayes<br />
para espantar a los gatos ke eran numerozos.<br />
La entrada del Kal Apollon no era diferente del<br />
resto de la kaleja. i mas i mas, komo al tinyozo un<br />
graniko mas, eran los sedakeros i sedakeras<br />
asentados en la puerta del kal.<br />
Asentados en las eskalonas de laja en la entrada<br />
del kal de los proves, avlando syempre en Djudyo,<br />
eran yenos de bendisyones i alavasyones:<br />
"Presyada, asi ke te veyga de todo bueno, ke<br />
veygas novya a tu ija, ke tengas el mazal en la<br />
puntal pino, todo bueno ke tengas i ke los dezeyos<br />
de tu alma ke se agan verda."<br />
En mizmo tyempo saviyan todo lo ke se pasava en<br />
la male i eran komo los balabayes del kal, dando<br />
avizos i pruntando kestyones: "El shamas ya vino,<br />
vas a echar azete al kal?"<br />
Me akodro tambien ke kantavan en Djudyo<br />
kantikas alegres, en kontrasto kon sus vistidos<br />
<br />
eskayidos, sus karas flakas i sus bokas sin dyentes.<br />
Paresiyan orozos kon sus karas de riza.<br />
Me akodro tambien ke los grandes mos espantavan<br />
kon avlas sovre zinganos, sedakeros i Sanpavlo.<br />
Moz dizian ke si no mos komportaramos bien, una<br />
zingana o un sedakero i mizmo Sanpavlo el<br />
mizmo, moz puedia arevatarmos. No saviya kualo<br />
Sanpavlo keria dizir, ma este byervo dicho kon<br />
boz alta ya me areventava la fiel.<br />
Kon estos prospektos en mis penseryos, la entrada<br />
al kal de Apollon me dava un sentimyento de<br />
espanto mesklado de una kuryozita.<br />
Las vijitas a los miembros de famiya ke moraron<br />
en el deredor de la Kula, el uzo de echar azete al<br />
kal, sus personajes estranyos kon los sedakeros en<br />
la puerta del Kal Apollon, no egzisten mas. Esto<br />
todo ke desparesio en muestro tiempo aze parte de<br />
mi pasado. Kada ves ke vijto a Estambol, en el<br />
fondo de una Kula i de su entorno, modernizado i<br />
restorado, sus rekuedros se arebiven i me parese<br />
oyir las bozes de los sedakeros de Apollon.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 44 -<br />
eSefarad<br />
Fuente : esefarad.com<br />
El famoso boletin semanal eSefarad, al kual se puede alkansar del adreso<br />
www.esefarad.com viene de publikar el artikolo sigyente de nuestra Rachel<br />
Amado Bortnick. http://www.esefarad.com/?p=11011<br />
Lideres Djudios<br />
en Tiempos Difisiles en Turkia<br />
En los ultimos mezes uvo unos trokamientos en la<br />
komunidad djudia de Turkia, ke meresen ser mijor<br />
entendidos i apresiados. En el 1 Avril 2010, Silvyo<br />
Ovadia termino sus sesh anyos komo presidente de<br />
la komunidad de Estambol, i a su lugar paso Sami<br />
Herman ke fue su amigo, kolaborador i vise<br />
prezidente. En 2 Mayo, 2010, el Rav İsak Haleva<br />
fue re-elejido komo Hahambashi (kapo-haham, o<br />
granrabino) del pais para sirvir siete anyos mas.<br />
Para mijor apresiar la valor de estos lideres ke<br />
lavoran por el bienestar de la komunidad djudiaturka,<br />
desidi de dar en este kurto espasio unas<br />
enformasiones sovre el posto de Hahambashi, de la<br />
administrasion relijioza i sivil de la komunidad, i<br />
<br />
de la situasion de de oy en el pais.<br />
El Hahambashi o Granrabino<br />
El posto de Hahambashi fue establesido por el<br />
sultan otomano Mehmet II, konosido en turko<br />
komo Fatih , “el konkistador”, porke en 1453 avia<br />
konkistado Estambol, o Constantinopolis, de los<br />
Bizantinos. El Hahambashi Otomano representava<br />
a todos los djudios del imperio, tenia grande<br />
otoridad i azia parte del divan (konsilyo<br />
administrativo) del sultan. El primer hahambashi<br />
fue el Rav Moshe Kapsali (1453 – 1496) ke estava<br />
kuando arivaron los egzilados de Espanya en 1492.<br />
Despues ke el Imperio se desparesio, la Republika<br />
Turka ke tomo su lugar en 1923, adopto el sistema<br />
de Hahambashi. En el Imperio Otomano el<br />
Hahambashi kedava en su posto asta su muerte, i<br />
ansi fue tambien kon los grandrabinos en la<br />
Republika – Haim Moshe Becerano (1920 -1931),<br />
Haim Ishak Saki (1931–1940), Rafael David<br />
Saban (1940–1960), i David Asseo (1961–2002).<br />
El Rav Isak Haleva se izo Hahambashi en 2002,<br />
despues de la muerte del Rav David Asseo, d.b.m.,<br />
ke estuvo en este posto por 41 anyos. Poko
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 45 -<br />
despues el governo troko la ley, metio el limito de<br />
7 anyos, i ovligo de tener eleksiones en la<br />
komunidad para este posto.<br />
Rachel i el Chief Rav D.Asseo<br />
Ansi es ke la eleksion del Hahambashi oganyo fue<br />
un evenimiento istoriko. Por primera ves el<br />
publiko djudio, i no el “bet din” (konsilyo<br />
relijiozo) komo antes, deskojo el granrabino. Fue<br />
tambien una eksperiensa de demokrasia verdadera<br />
para la komunidad porke uvo dos kandidados, el<br />
otro siendo El Rav Eli Levi, turkano ke izo aliya a<br />
Israel 15 anyos antes. Las eleksiones tuvieron<br />
lugar en las sivdades de Estambol, Adana, Ankara,<br />
<br />
Antakya, Bursa, Chanakkale, Izmir, i Kirklareli.<br />
Uvo 4631 votos (solo 403 de afuera de Estambol),<br />
4268 para el Rav Haleva, i 343 (serka 8 %) para el<br />
Rav Eli Levi. El haber fue publikado en jurnales i<br />
media turkos ansi ke etranjeros.<br />
Administrasion Relijioza i Sivil<br />
El semanal djudio Shalom de Estambol dio grande<br />
lugar a las eleksiones, a entrevistas kon el Rav<br />
Haleva, kon Silvyo Ovadya i kon Sami Herman, i<br />
a artikolos de alavasiones i felisitasiones para<br />
eyos. No ay duda ke eyos ganaron una admirasion<br />
muy meresida de parte del publiko djudio.<br />
El granrabino es naturalmente el shefe relijiozo de<br />
la komunidad turka entera, i tiene el ayudo del el<br />
konsilyo relijiozo. Ay tambien un konsilyo sivil en<br />
kada sivdad kon komunidad djudia, ke deskoje su<br />
prezidente. (En Izmir, el presidente es el<br />
infatigable Jak Kaya, vizino i amigo de chikes<br />
mio.) La mas grande komunidad de Turkia esta en<br />
Estambol (kon unas 23000 personas, de las 25000<br />
en el pais), i por esto el presidente de la<br />
komunidad tiene un rolo mas emportante i visible<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 46 -<br />
en el pais. Las administrasiones sivil i relijioza en<br />
munchos kavzos tienen ke kolaborar, i tomar<br />
desiziones endjuntos.<br />
En el pais oy<br />
Kuando el Rav Haleva i Silvyo Ovadya vinieron a<br />
sus postos mensionados antes 6-7 anyos, la Turkia<br />
avia entrado en un periodo de trokamientos<br />
politikos, legales i sosiales, despues de la eleksion<br />
en novembre 2002 del El AKP, el partido kon<br />
sempatia al Islam, ke dainda esta en el poder. Ma<br />
el muevo governo estava dainda en buena<br />
relasiones kon Israel, i establesio buenas relasiones<br />
kon los lideres djudios. Si vos akodrash, kuando<br />
akontesio el atako teroristo de 15 Novembre 2003<br />
en Estambol (bombas en las sinagogas Neve<br />
Shalom i Bet Israel mataron 20 personas, 6 de eyas<br />
djudiyas, i firieron unas 300) todas las otoridades<br />
turkas dieron apoyo a la komunidad djudia.<br />
Malorozamente, kon tiempo el pais entro a un<br />
atmosfer de antipatia a Israel, i pujaron las<br />
ekspresiones publikas de sentimientos anti-Israeli i<br />
anti-djudias. En 2005 la version en turko de “Mein<br />
<br />
Rachel i el Rav Haleva ‐ 1989<br />
Kampf” (el livro del maldicho Hitler) i “Los<br />
Protokoles de Sion” estavan entre los mas<br />
vendidos. El antisemitismo en el pais yego a un<br />
grado kritiko durante la gerra de Israel en Gaza en<br />
enero de 2009. Una enkuesta de Mayo 2009<br />
amostro ke 45% del publiko turko no kere tener un<br />
vizino djudio, i ke 90% del puevlo nunka konosio<br />
un djudio! (Los 25,000 djudios konstituen una<br />
minoria miniskula en un pais de mas de 70<br />
milyones muslumanos.)<br />
Durante estos tiempos duros, el rabino Haleva i el<br />
sinyor Ovadya fueron lideres korajozos, aktivos, i
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 47 -<br />
devuados. Sus esforsos para arestar el<br />
antisemitismo, para fomentar un buen imaje de los<br />
sivdadinos djudios, no se pueden kontar. Tuvieron<br />
enkontros kon el prezidente Gul, kon eI primo<br />
ministro Erdogan, kon representantes de las otras<br />
komunidades relijiozas, kon la prensa, TV, i mas.<br />
Sovre todo Silvyo, salia a la television o eskriviya<br />
letras i artikolos en los jurnales imediatamente<br />
despues de algun akto antisemito o<br />
deskriminatorio. (El era el editor del Shalom antes<br />
de ser presidente de la komunidad) Las reaksiones<br />
ke resivio a vezes fueron buenas, ma a vezes<br />
negras, asta ser amenasado.<br />
De otro lado, estos lideres tuvieron ke konfrontar<br />
los problemas de alientro de la komunita tambien,<br />
komo los kazamientos mikstos, i aleshamiento de<br />
djudaismo, ansi ke los desfiyos de mantener<br />
sinagogas, ospitales, eskolas, etc. kon los pokos<br />
manaderos finansiales de la komunidad chika, ke<br />
un tiempo era muncho mas grande. Durante estos<br />
anyos se establesieron programas edukativas i<br />
kulturalas para enteresar a los mansevos, las<br />
kriaturas, i todos, i tambien para dar a konoser el<br />
<br />
djudaismo al publiko ancho. Se dio emportansia a<br />
la erensia sefaradi, sovre todo kon el<br />
establesimiento del Sentro de Kultura Sefaradi,<br />
enkavesado por Karen Gerson Sarhon, i la<br />
publikasion de El Amaneser en djudeo-espanyol.<br />
Se avrio muevas komunikasiones kon otras<br />
komunidades djudias en el mundo, i se avrio sitios<br />
de Internet para dar a konoser la komunidad i su<br />
estorya. (Vos rekomendo, por egzemplo, meldar<br />
en inglez la biografia del Rav Haleva en el sitio de<br />
la komunidad i de ir a meldar los esayos en el sitio<br />
del Sentro Sefaradi.)<br />
En 29 Avril 2010, el enerjetiko muevo presidente<br />
djudio Sami Herman tuvo una vijita formal de una<br />
ora kon el primo ministro Erdogan, i de esta<br />
manera ya establesyo buenas relasiones kon el<br />
governo. Lo felisitamos a el i al Rav Haleva<br />
demuevo, i les oguramos munchos mas anyos de<br />
fuersa, sezudesa, salud i vida, i reushita en sus<br />
lavoros por el djudaismo en Turkia.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 48 -<br />
El Sentro Salti<br />
Susy Gruss<br />
El Sentro Naime i Yehoshua Salti<br />
para los estudios del Ladino<br />
en la Universita de Bar-Ilan<br />
El Sentro Naime i Yehoshua Salti para los estudios<br />
del Ladino, tiene por buto de investigar, difundir i<br />
konservar materiales relativos a la kultura, a la<br />
literatura i a la lingua judeo-espanyola. (Ladino).<br />
El Sentro Salti es parte integral del Departamento<br />
de la Literatura del Pueblo djidio en la Fakulta de<br />
Sensias-djudias de la Universita de Bar-Ilan, ke es<br />
aktualmente, la mas grande fakulta de sensias<br />
djudias en las universitas de Israel. Desde su<br />
fondasion en el anyo 2003, kontene este Sentro un<br />
braso akademiko i kultural ke se okupa de los<br />
investigadores i de los elevos de la erensia kultural<br />
sefardi, en kreando varios ambitos para el estudio,<br />
la investigasion i el kontakto interjenerosial. La<br />
motivasion ke identifica al Sentro es: "Ladino -<br />
lingua de jenerasiones, i para las jenerasiones".<br />
<br />
Las aktividades del Sentro Salti se konsentran,<br />
fundamentalmente, en la investigasion i en el<br />
estudio de la lingua, de la literatura (eskrita y oral),<br />
de la historia, i de la kreasion musikal i artístika<br />
judeo-espanyola, komo parte de la gran impreza de<br />
renforsamiento i de konservasion de la erensia<br />
tradisional i kultural sefardi.<br />
Para este eskopo, se formo un programa multidisiplinario<br />
ke mete endjuntos una ancha eskala de<br />
investigadores i de akademikos relasionados a los<br />
diferentes kampos de la kultura judeo-espanyola.<br />
El Sentro Salti aktua en kontinua i fertila<br />
kolaborasion kon otros Sentros de estudios<br />
sefardíes de Israel i del resto del mundo. Ay ke<br />
apuntar tambien los solidos atadijos i ovras<br />
kondjuntas ke el Sentro realiza kon el Instituto<br />
Servantes de Tel Aviv.<br />
El Sentro Salti akoje, periodikamente, djovenes<br />
investigadores del eksterior ofresiendoles, sigun<br />
sus base de datos i sus kalidades relevantes, i<br />
eksperiensias.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 49 -<br />
El Sentro Salti konfiya en la edukasion i en la<br />
formasion ambezamienta.<br />
Entre sus objetos imediatos, el Sentro determino la<br />
nesesidad de formar a las nuevas jenerasiones en la<br />
lingua judeo-espanyola i en su patrimonio kultural.<br />
Por este eskopo se investieron grandes esfuerzos<br />
de apoyar i de apuntar investigadores<br />
sovresalientes. El Sentro Salti kontribuye kon<br />
bekas para estudiantes, asista publikasiones i<br />
proyektos de investigasión i de difuszion de la<br />
kultura sefardi.<br />
El Sentro Salti es ademas un espasio komun i un<br />
lugar de enkontro para la komunita de los<br />
LadinoLadino-parlantes en Israel. El Sentro ofrese<br />
aktividades ekstra-akademikas para todos akeyos<br />
ke, sin tener una infrastruktura akadémika formal,<br />
estan interesados de estudiar i de profundizar sus<br />
savidura en la kultura sefardí. De esta manera el<br />
Sentro Salti konforma una solida referensia para<br />
todos akeyos, elevos i interesados en jeneral, ke<br />
bushkan una orientasion sovre todas las<br />
<br />
ekspresiones kulturalas del mundo sefardí: la<br />
poesia, la lingua, la literatura, la filosofia, la<br />
musika, la historia, los ritos y los kostumbres. Se<br />
formaron sirkulos en los kuales se han meldados,<br />
komentados i diskutidos tekstos del 'Meam Loez' .<br />
Los partisipantes del sirkulo 'Lo ke dizia mi madre'<br />
rememoraron refranes, ekspresiones, idiomatika, i<br />
dichas, durante los enkontros; Los sirkulos 'Ven<br />
mos embezaremos' i 'Ven avlaremos' djiraron<br />
alrededor de la lingua. El publiko deskuvrio un<br />
mundo nuevo mezo 'El sekreto de los livros'. Este<br />
anyo se konsolido un grupo de 'konversasion en<br />
Ladino' de muy alto nivel leksiko.<br />
Ekipo<br />
Fondadores: Sra. Naime y Sr. Selim Salti<br />
Direktor: Prof. Shmuel Refael<br />
Sekretaria administrativa: Sra. Ester Metzguer<br />
Koordinadora de aktividades: Sra. Liora Haguel<br />
Enkargado de la base de datos y biblioteka:<br />
Dov Hakohen<br />
Lista de maestros i de areas espesializadas:<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 50 -<br />
Prof. Shmuel Refael (literatura sefardi)<br />
Dr. Nivi Gomel (lingua sefardi)<br />
Dr. Rivka Havassi (literatura popular i musika)<br />
Dr. Nina Pinto Abekasis (folklor)<br />
Sra.Marta Gamito (lingua espanyola i portugueza)<br />
Miembros de la komisión direktiva:<br />
Prof. Eliezer Tauber (dekano de la Universita)<br />
Prof. Yehudit Dishon;<br />
Prof. Shifra Baruchson;<br />
Prof. Ora Schwarzwald;<br />
Sr. Moni Salti i<br />
Sr. Besim Kohen.<br />
Proyektos<br />
1- Michael Molho, Usos y kostumbres de los<br />
sefardíes de Salónica, traduksion al hebreo i<br />
estudio analítiko. El simboliko livro de Michael<br />
Molho fue publikado en Madrid 1950 i sigue<br />
siendo hasta oy un testimonio en vigor, i fiel.<br />
Su futura publikasión en hebreo no se remetira<br />
a una simple traduksion sino ke inkluyira un<br />
estudio metikuloso de sus temas segun las<br />
<br />
exijensias akademikas.<br />
2- Del manual a la multimedia: dijtasion de<br />
material de estudio para aprendimiento del<br />
Ladino. En la realidad del mundo teknolojiko<br />
globalizado, el Ladino, komo otras linguas<br />
minoritarias, tiene mijores posibilitas de<br />
subsistir. Las nuevas jenerasiones eksijen (i se<br />
meresen) programas en red para su mijor<br />
formasion en el ensenyamiento de la lingua.<br />
3- Los Ladino-parlantes en Israel: una muestra<br />
representativa de la situasion real i aktual. El<br />
Sentro Salti inisiativo una ovra de investigasion<br />
pioniera en la area de los konosimientos del<br />
Ladino en Israel. La investigasion está dirijida<br />
por el Prof. Refael de akordo a un plan<br />
sistemátiko i sientífiko<br />
El buto de esta ovra es de verifikar o de invalidar<br />
datos sovre el nivel de konosimiento, oral i lektoeskrita,<br />
de los Ladino-parlates en Israel 2010.<br />
Sala de estudios en la biblioteka del Sentro Salti.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 51 -<br />
En el anyo 1985, La biblioteka del Sentro Salti<br />
lokada en Tel-Aviv, fue trasnferada a la universita<br />
de Bar-Ilan. Konstituida ya la biblioteka, fueron<br />
adjuntados exemplares donados por partikulares i<br />
por institusiones, del paiz i del eksterior. La<br />
koleksion del Sr. Samuel Algranate Levy de<br />
Portugal fue personalmente donada por su ijo<br />
Andrée. Todos eyos estableseron el pilar<br />
fundamental, de la aktualizada i multi-linguista<br />
biblioteka del Sentro Salti.<br />
Jornadas spesialas:<br />
Komo es ya de tradision en el Sentro Salti, el<br />
grupo de estudios avansados, komposto por<br />
estudiantes del segundo i del tresero título (M.A. i<br />
Ph.D.) koordinados por el Prof. Refael, yegan al<br />
duro kolmo del anyo akademiko kon un atelie de<br />
estudio. Estas aktividades se yevan a kabo, por lo<br />
jeneral, fuera del ambito universitario i tienen<br />
komo finalidad dar a los elevos mezos presizos<br />
para sus proyektos futuros, i tambien un momento<br />
de ensembramiento. En el enverano del 2009,<br />
<br />
despues rutinas presentasiones a karga de los<br />
elevos, la Sra. Revital Hadad organizo una<br />
aktividad de dinamika grupal. En el atelie<br />
partisiparon tambien aktivistas del Sentro, elevos<br />
ke ya resivieron sus titulos akademikos, i el ekipo<br />
stable de maestros, prezento de su eksperiensia i<br />
kon los kuales, los estudiantes espartiron sus<br />
preokupasiones i sus refleksiones.<br />
Publikasiones:<br />
Hasta oy se han publikado sinko publikasiones de<br />
la revista anual del Sentro Salti LADINAR -<br />
Estudios en la literatura, la musika i la historia de<br />
los sefardies. LADINAR es un instrumento difusor<br />
de los estudios i de los konosimientos, sovre los<br />
sefardies i también un atadijo entre investigadores<br />
i relatores en jeneral. Los mas sovresalientes<br />
investigadores han publikado sus artikolos en<br />
Ladino, en hebreo, en kastilyano i en ingles.<br />
LADINAR V, publikado serka la fin del anyo<br />
2009, aparisio a luz kon la kolaborasion de:<br />
Jacob Bentolila, sobre las reglas de ortografia en la<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 52 -<br />
transkripsion de tekstos en Ladino implanntadas<br />
por Iacob Hassan.<br />
Shmuel Refael, a la memoria del Prof. Iacob M.<br />
Hassan (1936-2006)<br />
Alisa Ginio, sobre los sefardies de Israel antes la<br />
destruksion masiva de las komunitas sefardies<br />
durante el Holokausto.<br />
Michal Held, sobre el rolo i los kodises femeninos<br />
segun las kontaderas de kuentos sefardies.<br />
Nina Pinto-Abekasis, sobre los sobrenombres en la<br />
komunita de los sefardies de Tetuan,<br />
konservadores de la lingua Haketia.<br />
Tracy Harris, eufemizmos, ekspresiones i<br />
perifrazas en Ladino.<br />
Partisipasion en edisiones sientífikas:<br />
El Sentro Salti ha kolaborado en los ultimos anyos<br />
en varias publikasiones akademikas en el kampo<br />
de la kultura sefardí. Los livros vieron luz en<br />
prestijiozas editoriales de Israel i de Espanya:<br />
<br />
Shmuel Refael, 'Asaper Shir', Yerushalayim 2005.<br />
Shmuel Refael - Moshe Behar, 'Hagada de Pesah<br />
en Ladino'<br />
Shmuel Refael, 'Golgota'<br />
Shmuel Refael, 'Un grito en el silensio: la poesia<br />
sefardi sobre el Holokausto - estudio y antolojia',<br />
Barcelona 2008<br />
Edwin Seroussi kon la kolaborasion de Rivka<br />
Havassi, 'Insipitario sefardi: el kansionero judeoespanyol<br />
en fuentes hebreas', Madrid 2009<br />
Michal Held, 'Ven te kontare', Yerushalayim 2009<br />
Ora Schwartzwald, 'Diksionario de la Haggada',<br />
Yerushalayim 2009<br />
El Fondo Yehoshua Salti partisipo en la<br />
publikasion del diksionario bilingue Ladinohebreo,<br />
hebreo-Ladino kompajinado por Matilda<br />
Koen Sarano.<br />
Los estudiantes<br />
En los primeros seis anyos desde su fundasion el
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 53 -<br />
Sentro Salti ha "produsido" sinko tesis doktorales<br />
debasho la tutela i ladireksion de su direktor, Prof.<br />
Shmuel Rafael:<br />
Dr. Nivi Gomel, "Libros en Judeo-espanyol para la<br />
ensenyansa de impresos hebreos en el Imperio<br />
Otomano" (Tesis dirijida por la Prof. Ora<br />
Schwartzwald)<br />
Dr. Nitza Dori, "El Makabeo - un anuario del<br />
movimiento sionista de Salonika" (1914-1933)<br />
(Tesis dirijida por Prof. Shmuel Refael)<br />
Dr. Rivka Havassi, "El repertorio musikal<br />
moderno en Ladino reflektado en dos kuadernosmanuskritos<br />
de dos mujeres sefardies" (Tesis<br />
dirijida por el Prof. Edwin Seroussi)<br />
Dr. Dvora Rot, "El mundo del Ladino reflektado<br />
en la prosa israeli aktual" (Tesis dirijida por Prof.<br />
Shmuel Refael)<br />
Dr. Jacob Haguel, "Shelomo Israel Sherizlí<br />
(Shaish) - su vida, su obra i su kontribusion a la<br />
ovra del livro en Ladino en Yerushalayim en el<br />
prensipio del siglo vente" (Tesis dirijida por Prof.<br />
<br />
Shmuel Refael i Prof. Shifra Baruchson)<br />
La Dra. Eva Belen Rodriguez Ramirez de la<br />
Universita de Granada kompleto su post-doktorado<br />
sovre las leyes de la Suka segun Maimonides.<br />
Propostas de tesis doktorales aprovadas:<br />
1. Dov Hakohen, "En buska de una nueva vizion<br />
panoramika de la literatura publikada en Ladino<br />
sovre las bases del proyekto 'Bibliografia del livro<br />
hebreo'"<br />
2. Susy Gruss, "Juda Haim Perahia de Xanti y su<br />
kreasion literaria en Ladino - una monografia"<br />
3. Tina Rivlin, "La imajen de la mujer segun 'Las<br />
madres djudias en la époka biblika'de Tsemah<br />
Rabiner"<br />
Propostas de tesis doktorales en<br />
preparasion:<br />
1.Sara Tzur: El periódiko "El Djdio" de Salonika<br />
2. Rina Keltsch: "Abraham Kapon de Bulgaria"<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 54 -<br />
Temas lisensiadas en preparasion:<br />
1. Pnina Manor: "Los sefardies de Salonika en Tel<br />
Aviv<br />
2. Viola Sigler: "Libros de jeografia eskritos en<br />
Ladino<br />
Kongresos<br />
Asta oy, se han selebrado diesinueve jornadas<br />
programatikas. Las bien konosidas entre eyas son<br />
los simpozios "Maraton de Ladino".Eyos tomaron<br />
lugar en instalasiones de la Universita de Bar-Ilán i<br />
se arodean al derredor de los ejes tematikos<br />
sigientes:<br />
- La famiya sefardi via los tiempos.<br />
- La praktika medikal entre los sefardies.<br />
- Los sefardies en el Holokausto.<br />
- La gastronomia sefardi, etc.<br />
Dos kongresos fueron dedikados spesialmente a<br />
las komunitas sefardies de los Balkanes: La<br />
Bulgaria i la Turkía, i el ultimo maraton fue<br />
<br />
titulado 'En la korte del Sultan: los djidios de<br />
Turkia i la tradision judeo-espanyola'. Este<br />
maraton fue onorado por el auspisio de la<br />
embasada de Turkia en Israel i kon la partisipasion<br />
de sovresalientes konferensistas lokales i<br />
internasionales.<br />
El Prof. Rafael, direktor del Sentro Salti, djunto<br />
kon el dekano de la universita, el Prof. Eliezer<br />
Tauber, auguraron kon una kayente bienvenida a<br />
los partisipantes:<br />
Dr. Yaron Ben-Nae, Dra. Orly Meron, Dra. Ruth<br />
Barzilay-Lombrozo, Sr. Momo Oz Sini, prezidente<br />
de la federasion de turkanos en Israel, Prof. Rela<br />
Koshlevski, direktora del departamento de<br />
literatura del puevlo djudio en la Universita de<br />
Bar-Ilan, Sra. Sara Pardo de Esmirna, Sr. Rifat<br />
Bali, investigador independiente de Estambul,<br />
Prof. Hanan Eshel, i los Srs. David Angel i Selim<br />
Amado. Onoraron las sesiones, el Sekretario de<br />
Turismo de la Embasada de Turkía en Israel, el<br />
Prof. Moshe Kave, prezidente de la Universita de
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 55 -<br />
Bar-Ilán i el Sr. Yehosua Salti, fundador del Sentro<br />
Salti.<br />
El prof. Refael, la Dra. Nivi Gomel, la Dra. Rivka<br />
Havassi, la Dra. Nina Pinto, la Sra. Susy Gruss i el<br />
rabino Dov Hakohen han representado el Sentro<br />
Salti en kongresos, konferensias y simpozios<br />
nasionales i internasionales. Sus disertasiones han<br />
gozado de muy buenas kritikas i sus artikolos han<br />
sido publikados en revistas sientifikas en Israel,<br />
Espanya, Gran Bretania, Argentina, Gresia i<br />
Estados Unidos.<br />
El '16th British Conference on Judeo-Spanish<br />
Studies' ke se selebrara al proksimo mes de djulio<br />
en Londres ha sido organizado konjuntamente por<br />
Queen Mary, University of London i el Sentro<br />
Salti. En el, presentaran sus ovras de investigasion<br />
el Prof. Refael, el Dr. Jacob Haguel, la Dra. Nivi<br />
Gomel i la Sra. Susy Gruss.<br />
<br />
Proverbos<br />
A la vizina se le inche el pozo,<br />
a mi me keda el ojo<br />
A locas palavras,<br />
Sodras orejas.<br />
A mi maestro se le invhe el fuso,<br />
a mi me keda el uzo.<br />
A mi vizina le nasio,<br />
a mi me se apego.<br />
A la mujer paridera,<br />
del aver se le apega.<br />
A pan duro,<br />
diente agudo.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 56 -<br />
Un Regaliko en Inglez par<br />
Shauna Ruda<br />
Why be Jewish<br />
shauna.ruda@gmail.com<br />
I woke up today imagining the universe being<br />
measured with a metal balance, one side with the<br />
weight of love and the other side the weight of<br />
hate. I tried to think about which way the balance<br />
would tip, also with the thought in mind that life<br />
seems too short and too precious for it to ever tip<br />
to the side of hate.<br />
I thought of all the people in the world who were<br />
probably kissing someone good night, or waking<br />
up to breakfast with a loved one, or holding<br />
someone tightly enough to remind them that they'll<br />
never let them go. And, in my head I saw the love<br />
side of the balance hanging low, just as a bag of<br />
apples at the Sunday pazar would thrust the<br />
balance downward.<br />
<br />
And then I thought about the environment in<br />
Turkey the past week and the scale sprung to a<br />
balance: a generally anti-semitic sentiment that I<br />
encountered in the public internet sphere --<br />
pictures of Hitler or swastikas with jokes about<br />
Jews and the extremism that's sprung from media<br />
and the halt of LIGA’s functioning in fear of<br />
attacks.<br />
I feel like the world rests on this balance - this<br />
ability to either be weighed down by the bad or the<br />
good and for the first time in my experience here I<br />
felt the balance jolt and I swung down with it<br />
collapsing on an unfamiliar negative territory that<br />
hardly ever comes in contact with my normally<br />
positive attitude.<br />
This lack of balance made me come back to the<br />
first question a young Jewish girl living in a world<br />
of ideas should always ask herself: with the<br />
struggle that comes from Jewish identity --- why<br />
be Jewish at all? Why care about marrying Jewish
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 57 -<br />
or practicing Judaism? We feel an inherent need to<br />
tell the youth of this community that Judaism is<br />
important and that we must continue, but why?<br />
You see, without an answer to this question, we<br />
can’t possibly expect the youth to want to continue<br />
Jewish identity, and while everyone should seek to<br />
find their own personal answers, because it is a<br />
deeply personal questions, I want to offer a few<br />
ideas.<br />
Most important in my mind, is the historical view<br />
that we cannot sever the link in a chain of tradition<br />
that goes back 4000 years. The fact that we have<br />
even made it this long and gone so far says<br />
something about this religion –because in my<br />
opinion only incredible beliefs and ideas endure<br />
forever. Our beautiful stories, our Shabbat, our<br />
basic values – these things are precious gifts that<br />
enhance our lives if we seek to learn them and<br />
pursue them. Also, having gone through so much<br />
suffering and still survived urges us all to<br />
<br />
persevere and maintain our Jewish identity.<br />
The late Emil Fackenheim, professor of<br />
Philosophy at Hebrew University puts it as follows<br />
in his book “G-d’s Presence in History” that we<br />
dare not give those who attempted to destroy us a<br />
posthumous victory. We must always be<br />
commanded enternally by a voice that says, “WE<br />
WILL SURVIVE.”<br />
Then there is the argument which focuses on the<br />
Jewish contribution to civilization. A non-Jew<br />
Thomas Cahill talks about this in his book “The<br />
Gifts of the Jews” namely where would the world<br />
be without us. We gave the world the concepts of<br />
equality before the law, peace, human rights,<br />
monotheism etc. We need to continue for the<br />
benefit of humanity.<br />
And of course, there’s a deeply personal side.<br />
Being Jewish gives meaning to life through its<br />
purpose for each individual. In Judaism, we are all<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 58 -<br />
connected, and no one of us can exist without the<br />
other – each one of our breaths pumps the heart of<br />
another. There has been no other time that this has<br />
become so obvious to me as now, when I’ve<br />
received countless e-mails from Jewish friends all<br />
over the world asking if the community here is ok<br />
and if they can do anything to help during this<br />
time.<br />
Perhaps one may believe that by escaping their<br />
Jewish identity they are free to be in this world,<br />
because Judaism can at times seem a burden. In<br />
truth, we can never escape who we are. Even those<br />
completely disassociated from their Jewish<br />
identity suffered at the hands of Nazis, Russian<br />
Communist leaders, Ferdinand and Isabella at the<br />
time of the inquisition and the list goes on.<br />
So instead of attempting to push it away, we<br />
should make it a point to ask ourselves more often<br />
“Why be Jewish?” On a personal level, I choose to<br />
be Jewish because I like to believe that Judaism<br />
<br />
makes me a better person. Judaism says that we<br />
should choose life – to live in this world as much<br />
as we possibly can and so I try to. Judaism says be<br />
kind to your neighbors. Judaism says that we<br />
should give, that we should be aware of those less<br />
fortunate than ourselves, that we should never<br />
envy and always be thankful. I am Jewish, because<br />
it inspires those values in me.<br />
As the world hangs in a balance of love and hate,<br />
we have to ask ourselves why be Jewish… because<br />
if we don’t we could risk losing this religion that<br />
binds us together so deeply.<br />
Para Suscribirse al<br />
<strong>DIYAL</strong>oG<br />
members.diyalog@yahoo.com
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 59 -<br />
Köşe Yazıları <br />
Derinlik<br />
- Ben nerdeyim?<br />
Son Kapı<br />
- Merak etme. Güvenli bir yerdesin.<br />
Kısa bir sessizlikten sonra genç kız tekrar sordu:<br />
- Peki burası neresi?<br />
<strong>DIYAL</strong> o G<br />
- Biraz uyu şimdi. Herşeyi anlatacağım. Merak<br />
etme.<br />
Zaten enerjisi tükenmiş olan genç kız gözlerini<br />
ağır ağır kapattı. Bir sonsuzluğa kapatır gibi. Yeni<br />
bir kapıya açılır gibi. Uzun zamandır hasret<br />
kalmıştı huzurlu bir uykuya. Artık direnme gücü<br />
de tükenmişti zaten. Ne farkederdi ki bundan sonra<br />
ne olacağı. Eninde sonunda ölüm. Daha ötesi yok<br />
işte. Derin bir uykuya daldııktan sonra, onu<br />
<br />
sakinleştirmeye çalışan adam yavaşça oturduğu<br />
yerden kalktı. Odadan çıkmadan önce bir kez daha<br />
yatakta uyuyan genç kıza baktı. Yirmi yirmibeş<br />
yaşında olduğunu tahmin ediyordu. "Zavallı...<br />
Öyle tükenmiş bir durumda ki..." diye geçirdi<br />
içinden.<br />
Adam 45 yaşında, iri yapılı biriydi. Dağlarda<br />
yaşamanın getirdiği zor koşullarla mücadele<br />
etmenin getirdiği bir bilgelik yansıyordu<br />
bakışlarından. Başını iki yana sallayarak odadan<br />
çıktı. "Bir çorba yapayım bari. Kendine geldiğinde<br />
ihtiyacı olacak". Yalnız yaşamanın kaçınılmaz bir<br />
sonucu olarak, pek fazla konuşkan değildi. Yıllar<br />
önce insanlara küsüp geldiği bu dağ başında,<br />
köpeğinden başka dostu yoktu.<br />
Shepherd cinsi köpeği dikkatle sahibinin her<br />
hareketini izliyordu. İşini yaparken bir ara adamın<br />
gözü köpeğe takıldı. Gülümseyerek:<br />
- Sen de merak ettin değil mi? Günün bu saatinde<br />
ne yemeği yapıyorum diye. Al bakalım... diyerek<br />
dolaptan aldığı bir parça eti köpeğin önüne attı,<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 60 -<br />
yemek saatleri dışında dostunu besleme huyu<br />
olmadığı halde. Köpek yere attığı et parçasını bir<br />
hamlede yutup bitirmişti.<br />
- Bugün seni biraz şımartayım. Zaten senden<br />
başka şımartacağım kim var ki?<br />
Bir dostum var diyebiliyorsan<br />
Uzak zirvesinde hayallerinin<br />
En yakınında olan sensin<br />
İçinin en gizli sırlarını barındıran<br />
Çorbayı pişirdikten sonra, piposunu yakıp dağ<br />
evinin verandasına bakan salon camlarının önüne<br />
geldi. İki haftadır devam eden tipi hızını<br />
kesmemişti. Verandadan görünen sadece deli gibi<br />
yağan kar manzarasıydı. Güzel havalarda karşıki<br />
tepelerin zirveleri görülürdü. Bir de alabildiğine<br />
sonsuzluk hissi veren, kar altındaki çam ormanları.<br />
Endişeli bir şekilde tipiye baktı. Bir yandan<br />
köpeğini okşuyordu.<br />
- Bitmeye niyeti yok gibi görünüyor değil mi Dost?<br />
(Ona bu ismi vermişti). Huzurun ortasında<br />
<br />
huzursuzluk yaratmaya çalışıyor ama nafile.<br />
Köpek onaylar gibi inledi. Adam gülümseyerek:<br />
- Sen nereden bileceksin ki huzursuzluğu. Seni<br />
buraya getirdiğimde daha bir aylıktın. Tek<br />
yaptığın ortalığı kirletmekti. Ne kadar şanslı<br />
olduğunun farkında mısın acaba?<br />
Sonra, koltuğa oturdu. Gözlerini kapayarak bir<br />
süre tipiyi dinledi. Aradan beş dakika geçmemişti<br />
ki Dost huzursuzca inlemeye başladı. "Tamam,<br />
anladım..." dedi... "Gidip bakalım kendine gelmiş<br />
mi?.". Gürültü yapmamaya özen göstererek genç<br />
kızın odasının kapısını usulca araladı. O da<br />
uyanmış, nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu.<br />
- Neredeyim ben?<br />
- Merak etme. Şu anda benim evimdesin ve<br />
güvendesin. Benden sana zarar gelmez. Korkma.<br />
Kız endişeli gözlerle adama bakarak:<br />
- Peki benim burada ne işim var?
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 61 -<br />
- Bir kaza geçirmişsin. Seni bulduğumda oldukça<br />
kötü durumdaydın. Doğrusunu söylemem gerekirse<br />
bizi epey korkuttun.<br />
- Biz?<br />
- Ah, evet. Seni Dost'la tanıştırmadım diyerek<br />
köpeğini gösterdi.<br />
- Bu gördüğün azmanın adı Dost. Dost, bu hanım<br />
da... Pardon adınız neydi? İki haftadır buradasınız<br />
ama üzerinizde herhangi bir kimlik olmadığı için<br />
adınızı öğrenemedim.<br />
- İki hafta mı? İki haftadır burada mıyım ben?<br />
- Evet dedim ya, sizi bulduğumuzda çok kötü<br />
durumdaydınız. Şanslı olduğunuzu söyleyebilirim.<br />
Hay Allah... Size adınızla hitap etmek isterdim<br />
ama...<br />
- Adım? Ben... adımı hatırlamıyorum... diyerek<br />
şaşkın gözlerle adama baktı.<br />
- Peki, zorlamayın. Daha erken. Kısa süreli bir<br />
hafıza kaybı olmalı. Durumunuz düzeldikçe<br />
<br />
kimliğinizi ve olanları hatırlarsınız nasıl olsa. Ve<br />
bu mevsimde neden yalnız başınıza dağa<br />
çıktığınızı da tabi...<br />
"Bu hiç hesapta yoktu" diye geçirdi içinden,<br />
"Tahminimden kötü durumdaymış. Ama dayanıklı<br />
olmasaydı, o durumdan kurtulması da mümkün<br />
olamazdı."<br />
- Bir şeyler yemek ister misin? Çorba yaptım.<br />
Olur anlamında başını salladı genç kız. Adam<br />
çorbayı odaya getirdiğinde kızın odada olmadığını<br />
görünce şaşırdı. Salondaki koltukta uyur vaziyette<br />
bulunca, "hem de inatçıyız ha?" diye söylendi...<br />
"Sana biraz daha dinlenmen gerektiğini<br />
söylemiştim." Kızı kucaklayarak tekrar yatağına<br />
yatırdı.<br />
- Eh, ne yapalım, çorbayı da biz içeriz o zaman...<br />
diyerek salondaki masaya oturdu. Onu bulduğu yer<br />
eve iki günlük mesafedeydi. Eve ulaştıktan bir-iki<br />
saat sonra aniden tipi bastırmıştı. Ve bu havada ne<br />
telsiz çalışıyordu, ne de radyo. Sıkıntıyla tekrar<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 62 -<br />
telsizin başına geçti. Denemekte fayda var diye<br />
düşündü... Belki birilerini bulabilirdi. Yarım<br />
saatlik bir uğraştan sonra vazgeçti.<br />
- Zaten gerektiği zaman bulunabilseniz şaşardım...<br />
diye söylendi.<br />
Kalkıp şöminenin ateşini canlandırdı. Köpek<br />
mutlulukla şöminenin yanında ona ayrılan yere<br />
uzanmış, uyuklamaya başlamıştı.<br />
- Üç kağıtçı seni... diye takıldı... Kulaklarına<br />
baksan fıldır fıldır, bir de gözlerini kapatmış<br />
sımsıkı. Dost! Kalk odanın önünde nöbet tut.<br />
Komutu duyan köpek, ikiletmeden odanın<br />
kapısının önüne gidip uzandı.<br />
- Aferin oğlum. Dikkatli ol. Misafirimiz çok özel ve<br />
henüz çok kırılgan. Bir zarar gelsin istemeyiz değil<br />
mi?<br />
Dışarıdaki fırtınanın hızı gece geç saatlerde biraz<br />
dinmişti ama sabah tekrar hızını arttırarak devam<br />
etti. Erkenden kalkan adam, şömineyi yaktı,<br />
<br />
kahveyi ocağa koydu ve kızı kontrol etmek için<br />
kapıyı araladı. Hala uyuyordu. Hafta sonuna doğru<br />
ara ara kendine gelen genç kızın durumu oldukça<br />
düzelmişti ancak hala kendisiyle ve başından<br />
geçen kazayla ilgi hiçbir şey hatırlamıyordu.<br />
- Ya ben kötü biriysem? diye sordu adama.<br />
- Şu anda kötülük yapmak istiyor musun?<br />
- Hayır, ama...<br />
- O zaman değilsindir. İçinde bir yerlerde kötü<br />
tohumlar olmuş olmalı. Geçmişini hatırladığında,<br />
kötüysen eğer, şu andaki düşünce yapını bırakacak<br />
mısın?<br />
- Bilmiyorum, bilemiyorum.<br />
- Bu o kadar kolay değil. İçinde dışarı çıkmaya<br />
can atan bir sen vardı belki de ve bunu fırsat bildi.<br />
Olamaz mı?<br />
- Tabi... tabi...<br />
Genç kız günler geçtikçe kendini daha iyi
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 63 -<br />
hissetmeye başlamıştı ve hafta sonu tipinin hızının<br />
düşmesini öne sürerek kısa bir yürüyüş yapmayı<br />
teklif etti. Üç haftadır evde tıkılı kalmanın da iyi<br />
gelmeyebileceğini düşünen adam, bu teklifi kabul<br />
etti.<br />
- Tamam biraz yürüyüşe çıkalım.<br />
Adamın söylediklerini duyan kızın yüzü birden<br />
aydınlanmıştı:<br />
- Harika.<br />
- Peki o zaman. Üzerine şu montu al. Henüz tam<br />
iyileşmedin, üşütmemen lazım. Ayrıca hava da<br />
göründüğünden soğuktur, dikkatli olmak lazım.<br />
Gökyüzü, maviliğinin tüm kışkırtıcılığıyla<br />
parlıyordu. Bir gün önce azgın tipi, sanki hiç<br />
olmamış gibiydi. Güneşin göz kamaştıran<br />
aydınlığıyla hafif bir çığlık atan kıza;<br />
- Yavaş. Acelemiz yok nasılsa. Gözlerinin ışığa<br />
alışması için bir süre verandada oturalım istersen.<br />
Verandadaki banka oturarak gözleri kapalı bir<br />
<br />
şekilde temiz havayı derin derin içlerine çektiler.<br />
On beş dakika sonra;<br />
- Alıştı mı artık gözlerin?<br />
- Evet şimdi daha iyiyim.<br />
Yavaş yavaş verandanın merdivenlerinden inerek<br />
göle doğru yürümeye başladılar.<br />
- Burada yalnız mı yaşıyorsun?<br />
- Evet<br />
- Ne zamandır?<br />
- Çok uzun bir süredir.<br />
Zaman değil mi bize yalnızlık kapılarını açan<br />
Gözünün gördüğü ve elinin değdiği<br />
Geceyi söndürdüğün sabahlar değil mi<br />
Kapılarını kapattığın geçmişin<br />
- Niye?<br />
- Ne niye?<br />
- Ne bileyim. İnsanlardan mı kaçıyorsun?<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 64 -<br />
- Öyle de sayılabilir. Ayrıntılar ise artık önemsiz.<br />
Geçmişte kaldı. Üzücü bir hikaye.<br />
"Geçmiş..." diye mırıldandı kız. "Ben şu anda ona<br />
bile sahip değilim".<br />
- Abartma o kadar. Hatırlayacaksın. Hayatta<br />
kaldığın için şanslısın, bunu unutma.<br />
- Geçmişi hatırlamadan yarına ne kadar sağlıklı<br />
bakabilirim ki?<br />
- Biliyorum, rahatsiz edici bir durum ama. Ola ki<br />
geçmişini hatırlayamadın diyelim, bu durumda<br />
yarınından vaz mı geçeceksin?<br />
- Hayır ama.. bilemiyorum... kafam çok karışık...<br />
- Bir süre sonra kendini çok daha iyi hissedeceksin<br />
ve şu andaki rahatsızlığın geçecek.<br />
O sırada köpek neşeyle bir adamın üzerine bir<br />
kadının üzerine sıçrayarak çevrelerinde koşuyordu.<br />
Gölün kıyısındaki küçük iskelenin üzerinde<br />
birikmiş karlara doğru koşarken adam köpeğin<br />
arkasından bağırdı:<br />
<br />
- Dost! Hayır! Gel buraya!<br />
Ancak köpek uzun süre kapalı kaldıktan sonra<br />
dışarıda dolaşmaya çıkmanın heyecanıyla adamın<br />
emrini dinlememiş ve iskelenin üzerine<br />
çıkıvermişti. İskelenin ucuna kadar koşup geri<br />
dönecekken birden ayağı kayıp göle düştü. Aynı<br />
anda adam da koşarak iskelenin ucuna gitti ve<br />
uzanıp köpeği çıkarmaya çalıştı. Ancak su o kadar<br />
soğuktu ki, köpek suyun soğukluğundan dolayı<br />
şok olmuş, yüzemiyordu. Köpeğin boğulmak üzere<br />
olduğunu anlayan adam hiç tereddüt etmeden suya<br />
atladı.<br />
Bu arada kız bu ani olay karşısında taş kesilmiş,<br />
bakakalmıştı. Ancak zihninde geçmişi ile ilgili,<br />
gidip gelen görüntüler oluşuyordu... Adamın<br />
bağırması... Köpeğin ardından hiç düşünmeden<br />
suya atlaması... Su... su... Nedense suya düşme<br />
olayına takılmıştı. Bu arada adam köpeği<br />
kucaklamış, sudan çıkarmış ve hızla eve doğru<br />
koşmaya başlamıştı. Kız ise olayın başladığı andan<br />
beri yerinden bir milim bile kıpırdamamıştı.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 65 -<br />
Zihninde sürekli boğulan küçük bir kız çocuğu<br />
sahnesi canlanıyordu. Boğulmak... Bir anda herşey<br />
çorap söküğü gibi aydınlanıverdi zihninde. Evet.<br />
Buraya bunun için gelmişti. Kendine gelmek için<br />
kafasını iki yana salladı ve adamın arkasından eve<br />
koştu. Adam içeride telaşla hem üzerindeki soğuk<br />
ve ıslak giyisilerden kurtulmaya çalışıyor hem de<br />
baygın durumdaki köpeği bataniyeye sarmış,<br />
kurulamaya çalışıyordu. Gözlerinden akan yaşlara<br />
engel olamıyordu. Hıçkırarak:<br />
- Hayır, hayır dostum. Sen de bırakma beni.<br />
Olmaz, buna izin veremem.<br />
Kız, kapının önünde donmuş bir şekilde, adamın<br />
köpeği kurtarmak için çırpınmasını gözlerinden<br />
süzülen yaşlarla seyrediyordu. Adam, çevresiyle<br />
olan bağını tamamen kopartmış, sadece köpekle<br />
ilgileniyordu. Neden sonra kız silkinerek kendisine<br />
geldi ve mutfaktan bulduğu bir tencereye su<br />
koyarak ısınması için şömineye yerleştırdi.<br />
Ardından odaya koşarak şifonyerden bulabildiği<br />
kadar havlu getirerek, köpeği kurulamaya başladı.<br />
<br />
Adam, sanki hayal dünyasında yaşıyor, sadece<br />
"gitme, sen de gidersen yaşayamam artık" diyerek<br />
ağlıyordu.<br />
"Tamam, artık sakin ol" diyerek adama ecza<br />
dolabından bulduğu bir sakinleştiriciyi uzattı.<br />
Adam hiç bir şey söylemeden ilacı içti ve gözlerini<br />
kıza çevirerek;<br />
- Geçmiş, kendisiyle barışmamışsan eğer, peşini<br />
bırakmıyor.. dedi<br />
Ölüm sadece bir adım<br />
Geride kaldığını sandığında<br />
Hiç bir yerde olamadığın<br />
Kız, "istersen biraz uzan ve kendine gel" diyerek<br />
adamı kaldırmaya çalıştı ve koluna girerek<br />
yatağına yatırdı. Ardından şöminenin başında<br />
baygın bir şekilde yatmakta olan köpekle ilgilendi.<br />
Neyse ki durumu kötü değildi. Sadece soğuk su<br />
ani bir şok etkisi yapmış ve bayıltmıştı. Adam,<br />
zamanında kurtarmasaydı, ölmesi işten bile<br />
değildi. Bir saat sonra kendine gelen hayvan önüne<br />
konan yemeği yedi. Kızın her bakışına kuyruğunu<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 66 -<br />
sallayarak minnettarlığını göstermek istiyordu.<br />
Ayağa kalkacak hale gelir gelmez sahibinin yattığı<br />
odaya girerek yatağın kenarına ufak iniltiler<br />
çıkararak uzandı. Kız, "merak etme Dost. Bir iki<br />
saat sonra uyanacak. Bir şeyi yok..." diyerek<br />
köpeği okşadı ve kendisi de salondaki kanapeye<br />
uzandı. Yaşadıklarından sonra yorgun düşmüş ve<br />
hemen uykuya dalmıştı. Bir süre sonra üzerindeki<br />
battaniyeyi düzeltmeye çalışan adamı farkederek<br />
uyandı. Adam sadece tek bir kelime söyledi:<br />
- Teşekkür ederim.<br />
Bunu söylerken ruhundan gelen tüm minnettarlık<br />
gözlerinden yansıyordu.<br />
- Benim de sana yardım etme vaktim gelmişti zaten<br />
baba.<br />
Adam kulaklarına inanmaz bir şekilde irkildi.<br />
Kızın yine şoka girdiğini düşünerek tam bir şey<br />
söyleyecekti ki, kız;<br />
- Hayır, iyiyim ve her şeyi hatırlıyorum. Son beş<br />
yıldır seni bulmak için araştırma yapıyordum ve<br />
<br />
nihayet izini bulmuştum. Ancak yetkililerin tipi ve<br />
tek başıma yola çıkmamam gerektiği konusundaki<br />
tüm uyarılarına rağmen buraya gelmek için yola<br />
çıktım.<br />
- Fakat... sen... seni kurtaramamıştım?<br />
Kız gülümseyerek;<br />
- Annem anlattı. O gün ben iskeleden düştükten<br />
sonra, hemen suya atlayıp beni çıkarmışsın. Ama<br />
yapmaya çalıştığın suni solunuma cevap<br />
vermemişim. Hastaneye götürülürken o sırada<br />
ölmüş olduğum için sen kendini suçlayarak<br />
ortadan kaybolmuşsun. Ancak yolda yapılan<br />
müdahalelerle beni tekrar hayata<br />
döndürebilmişler. Sonrasında ise haftalarca<br />
hastanede yattım.<br />
- Annen? Annen nerede?<br />
- Annem artık yok. Onu geçen yıl kaybettik. Ama<br />
seni bulursam bir not iletmemi istedi. Seni<br />
affettiğini ve geçmişte ne olursa olsun hep<br />
sevdiğini ve bundan sonra da sonsuza dek
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 67 -<br />
seveceğini söylememi istedi.<br />
Olaylar öyle üstüste gelmişti ki adam bütün<br />
olanların ağırlığına dayanamayarak olduğu yere<br />
çöktü ve hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Kız da<br />
yılların taşıdığı bir özlemle adamı, babasını<br />
kucaklamış ağlıyordu. Uzun bir süre sessizce,<br />
birbirlerine sarılarak oturdular. Sakinleştikten<br />
sonra adam;<br />
- Mucizelere inanmazdım. Ama buraya geldikten<br />
sonra hergün doğanın bir mucizesine tanık oldum.<br />
Şu an olduğu gibi. Evet, kendimi hiç affedemedim<br />
ama kendime küsmem, annenin hayatına maloldu.<br />
- Geçmiş, yaşanmış ve artık geri getiremeyiz.<br />
Yapılması gereken yarına bakmak. Ayrıca annem<br />
ne seni sevmekten vazgeçti ne de sana herhangi bir<br />
kızgınlık besledi. Aksine çevresindeki herkes seni<br />
sorumsuzlukla suçlarken, o bütün gücüyle seni<br />
savundu. Çünkü seni tek ve en iyi anlayan oydu.<br />
Yoksa ben burada olamazdım baba. Ve seni<br />
sevmekten hiç pişman olmadığını her fırsatta<br />
gururla söyledi.<br />
<br />
Adam gözlerindeki yaşları silerek kızına baktı;<br />
- Annene o kadar çok benziyorsun ki... Aynı onun<br />
gibi net ve duru bir görüşe sahipsin. Onun gibi<br />
inatçı... Şu anda onun da burada olmasını çok<br />
isterdim.<br />
- Annem hiç bir yere gitmedi. Her an yanımızda<br />
artık. Nasıl ki senin ona olan sevginden ve onun<br />
da sana olan sevgisinden bir an bile kuşku<br />
duymadıysa, sen de onun her an yanımızda<br />
olmasından kuşku duymamalısın.<br />
Evet, yaşanılan her an bize bir hediye. Ya<br />
kaybettiklerimiz? Gerçekten kayıp mı ettik<br />
onları, yoksa ayıp mı ediyoruz kendimize eziyet<br />
çektirerek? "Sevgi" dediğimiz şey, küçücük bir<br />
hayata sığacak kadar küçük mü ki bunu bir<br />
alışkanlık haline getiriyoruz. "Ölüm" sadece<br />
bir kapı belki de; sevginin alışkanlık olmasına<br />
inat. Bir çok kapı var açılmayı bekleyen<br />
içimizde, ölüm ise sadece son kapı bu hayatta.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 68 -<br />
Mi-draş Yitshak<br />
Yargı, Gerçek ve Barış<br />
Rav İsak Alaluf<br />
isakalaluf@superonline.com<br />
Pirke Avot hepimizin bildiği gibi Yahudiliğin<br />
etiklerini içeren bir ahlak kitabıdır. Eğer Pirke<br />
Avot bir ahlak kitabı ise, neden ilk Mişna “Moşe<br />
kibel Tora MiSinay" diye başlamaktadır? Onun<br />
yerine ahlaki değerlerden biri ile başlamak kitabın<br />
amacına daha iyi bir şekilde hizmet edecektir. Rabi<br />
Yeuda Leon Sevilla’nın anlatımı ile bu sorumuzu<br />
yanıtlayalım: Yahudilikteki bütün değerlerde<br />
olduğu gibi ahlaki değerlerde de orijin hep aynı<br />
noktayı Sinay dağını işaret eder. Çünkü ahlaki<br />
değerlerin de kaynağı Tora’dır ve Tora da<br />
Tanrısaldır. Şimdi Mişna’mızı okuyarak<br />
incelemeye başlayalım.<br />
“Raban Şimon ben Gamliel omer: Al şeloşa<br />
devarim aolam kayam. Al adin veal aemet veal<br />
aşalom. Şeneemar (Zeharya : 8/16) Emet umişpat<br />
şalom şiftu beşaarehem – Raban Şimon ben<br />
<br />
Gamliel şöyle der: Dünya üç şey üzerinde daimi<br />
olur. Yargı, gerçek ve barış. Zeharya<br />
peygamber’de söylendiği gibi: Gerçeğe hükmedin<br />
ve karar verin kapılarınızda barış olacaktır.”<br />
Burada yer alan Mişna aslında Pirke Avot’un<br />
ikinci Mişna’sının bir tekrarı gibi görülebilir.<br />
Bilgeler dünyanın ayakta durmasını sağlayan<br />
erdem ve özellikleri sıralamaktadırlar. Bunlar aynı<br />
zamanda toplumun sosyal yapısının oluşturulması<br />
için elzem olan öğelerdir.<br />
Bilgeler bu Mişna ile aslında günümüze<br />
göndermeler yapmaktadırlar. Çünkü günümüzde<br />
sosyal anlamda bir bozulmanın tehdidi altında<br />
bulunmaktayız. Suç kavramı sınır tanımayan<br />
boyutlara erişmeye başlamıştır. Suçlular öyle bir<br />
hızla artmaktadır ki onlar için inşa edilen<br />
hapishaneler artık yeterli gelmemeye başlamıştır.<br />
Skandallar ve yolsuzluklar günlük yaşamın bir<br />
parçası olmuş durumdadır. Gazetelerin üçüncü<br />
sayfalarındaki haberler günden düne daha korkunç<br />
bir hal almakta, televizyonlarda dehşet görüntüleri<br />
artık alışılagelmiş olmaktadır. Sokaklar gün
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 69 -<br />
geçtikçe daha güvensiz olmakta, gençliğimiz ise<br />
kötü alışkanlıkların gölgesine sığınmaktadırlar.<br />
İşte böyle bir ortamda Raban Şimon ben<br />
Gamliel’in sözleri daha da dikkate değer<br />
olmaktadır. “Yargı, gerçek ve barış.”<br />
Günümüzde elbette ki bir yargı sistemi vardır.<br />
Ancak bu yargı sistemi ne yazık ki gerektiği gibi<br />
işlememektedir. Çünkü gerçek ile el ele gitmeyen<br />
bir yargı sistemi asla işlemez. Yargının ön koşulu<br />
mutlaka gerçek olmalıdır. Örneğin, suçlu<br />
avukatlarının yaptıklarına bir bakalım. Onların<br />
görevi müşterilerini beraat ettirmek veya en az<br />
ceza ile kurtulmasını sağlamaktır. Belki de<br />
kendileri müşterisinin suçlu olduğunu bilmekte,<br />
ancak bunun aksini kanıtlamak için çaba<br />
göstermektedir.<br />
Mevzuat günün koşullarına göre belirlenmiş de<br />
olsa aslında itimat etmekten uzaktır. Sedom<br />
şehrinin kendine göre belirlenmiş koşulları vardır<br />
ve o zamanın insanları tarafından legal kabul<br />
edilmiştir. Ancak sistem tamamen insanın keyfi<br />
kararlarına göre hazırlanmıştır. Midraş’ın anlattığı<br />
<br />
Sedom ve Amora’daki akıl almaz uygulamalar hep<br />
o sistemin bir sonucu olarak karşımıza çıkmıştır.<br />
Noah zamanında tufan ile sonuçlanacak olayların<br />
başlangıcı on nesil ötesine kadar uzansa bile, asıl<br />
son evreye Noah zamanındaki “hırsızlık” suçu ile<br />
girilmiştir. Midraş bu suçun, suç olmaktan o kadar<br />
çıktığını ve doğal göründüğünü belirtir ki, insanlar<br />
bu konuda hırsızları cezalandırmaya veya<br />
caydırmaya yönelik tedbirler almaya gerek<br />
görmemişlerdir. Bu da kaçınılmaz sondan onları<br />
koruyamamıştır.<br />
Nazi Almanya’sı akla hayale gelmeyecek dehşetli<br />
uygulamaları legalize etmiştir. Hatta Dr. Mengele<br />
ve onun gibi Nazi suçluları savaş sonrasında bazı<br />
ülkeler tarafından korunmuştur. Yargı<br />
değiştirilemez temel prensiplere bağlanmadığı<br />
sürece her zaman diliminde böylesi uygun<br />
olmayan, hatta kabul edilemez davranış biçimleri<br />
veya politikaları görülebilecektir.<br />
Rabi Mendy Chitrick, geçtiğimiz hafta Şalom<br />
gazetesinde yayınlanan yazısında bir Holocaust<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 70 -<br />
kurtulanı olan Elie Weissel’in Lubawitch’lerin<br />
Rebbe’si ile olan diyaloğuna yer verir. Yazar<br />
Rebbe’ye “Holocaust sırasında Tanrı neredeydi?”<br />
şeklinde bir soru sormakta, Rebbe de soruyu bir<br />
başka soruyla yanıtlamaktaydı: “Holocaust<br />
sırasında insan neredeydi?” Nazi suçluları olarak<br />
kısaca tanımladığımız kişilerin birkaç diploma,<br />
yüksek lisans veya doktora sahibi oldukları bir<br />
gerçektir. Böyle “medeni” insanların böylesine bir<br />
vahşeti “legal” kılmalarının sebep ve sonuç<br />
ilişkisini araştırmak, yıllardır bu konu ile<br />
ilgilenenleri meşgul etmektedir. Ancak sonunda<br />
Dr. Twerski’nin kitabında okuduğumuz basit<br />
anlatıma dönmekteyiz. O zamanlarda değer<br />
yargıları, sistem bu yöndeydi. Yahudiler önce<br />
insan olmaktan çıkarılmış, aşağılanmış ve ondan<br />
sonra bu akıl almaz dehşet plan devreye<br />
sokulmuştur. Yakalanan Nazi liderlerinden<br />
Eichmann’ın olayları sanki bir gazete okurcasına<br />
sakince anlatmasının nedenlerinden biri de budur.<br />
Aslında gerçek dediğimiz şey göreceli değildir. İki<br />
ve ikinin dört ettiği binyıllardır bilinir ve<br />
<br />
bilinmeye devam edecektir. Gerçek yargının<br />
temeli olmalı ve buna göre yargı işlemelidir. Yargı<br />
değiştirilemez temel değerlerle işletilmelidir.<br />
Yargının yaşadığı bir başka sorun da gerçeğin<br />
araştırılmasının esas hedef olarak görülmemesidir.<br />
Nasıl ki iki farklı takım arasında futbol veya<br />
basketbol oynanıyorsa sanki mahkeme salonları da<br />
yargıcın hakemliğinde savcı ile avukatların<br />
mücadele ettikleri sahalara dönüşmüştür. Burada<br />
gerçeği aramak esas amaç olmaktan uzaklaşmıştır.<br />
Avukat, en korkunç bir suçu işlemiş bile olsa<br />
müvekkilini ne olursa olsun beraat ettirmek için<br />
yeri göğü birbirine katmaktadır.<br />
Dr. Twerski kliniğine gelen evsiz ve çok yaşlı bir<br />
kadından söz eder. Bunama derecesinde<br />
olduğundan kimse ona isteyerek bir yaklaşımda<br />
bulunmamaktadır. Havanın çok soğuk olduğu<br />
günlerde ancak otobüs duraklarında yatmakta ve<br />
otobüslerin arkasından gelen sıcaklıkla<br />
ısınabilmektedir. Hastaneye haklı nedenlerle bile<br />
gelmiş olsa hastane yetkilileri ondan orayı terk<br />
etmesini istemektedirler. Olay adalete intikal eder.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 71 -<br />
Hastayı savunmakla görevli olan avukat öyle bir<br />
durum yaratır ki sonunda hastanın hastaneden<br />
atılması karara bağlanır. Daha sonra avukat Dr.<br />
Twerski’ye hastayı neden attıklarını sorar. Doktor<br />
bu kararın mahkeme tarafından alındığını<br />
söyleyince avukat kadının dışarıda soğuktan<br />
ölebileceğini ima eder. Bunun üzerine doktor<br />
avukata yaptığı konuşmayı ve oyunları hatırlatır ve<br />
kadını soğuğa mahkum edenin asıl kendisi<br />
olduğunu söyler. Avukatın verdiği cevap<br />
inanılması güç bir cevaptır: Doğru olabilir ama<br />
ben işimi yapıyorum!..<br />
Yargı sistemi bir tarafın kazanması veya<br />
kaybetmesi üzerine kurulduğu zaman<br />
insanoğlunun gerçek anlamda adil yargı ile<br />
karşılaşması günden güne daha olanaksız hale<br />
gelir. Kohelet’te yer alan “yeş tsadik oved betsidko<br />
– dürüstlüğü ile kaybolan dürüst adam” kavramını<br />
İdara Zuta sorgular. Sonunda şuna hükmeder:<br />
“Mişum demişpat itrahak mitsedek – çünkü yargı<br />
adaletten uzaklaşmıştır.”<br />
<br />
İşte bu noktada bir kez daha Raban Şimon Ben<br />
Gamliel’in sözlerini anımsamak gerekir.<br />
Toplumda barış olmasının en önemli<br />
gerekliliklerinden biri yargının gerçeği araştırması<br />
ve sonunda mutlaka gerçeğe ulaşmasıdır.<br />
Barış hiç kuşkusuz bir toplumun varlığı için en<br />
gerekli öğelerden bir tanesidir. Talmud Uktsin adlı<br />
bölümünde (3/12) Tanrı’nın kendisine işaret olarak<br />
“barış”tan daha iyi bir şey bulmadığını iletir.<br />
Ancak ne yazık ki barış kavramı bile<br />
sınıflandırılmaktadır. Bilelim ki yargı ve gerçek ile<br />
bağdaşmayan barış gerçek anlamda barış değildir.<br />
Demirperde ülkelerinden birini ziyaret eden bir<br />
turiste Maşiah zamanın burada yaşatıldığından söz<br />
edilir. Turist bunu merak edince de ertesi gün bunu<br />
göstermek için hayvanat bahçesine götürülür.<br />
Orada ilginç bir görüntü vardır. Aynı kafeste bir<br />
aslan ile bir kuzu bulunmaktadır. Bu ilginç<br />
görüntü turistin hoşuna gider ancak yerli<br />
kadınlardan bir tanesi kulağına fısıldar. Tabii ki<br />
aslan ile kuzu aynı kafestedir. Çünkü aslana<br />
yemesi için her gün bir kuzu verilmektedir. Açıkça<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 72 -<br />
görüldüğü gibi bu, Maşiah zamanının barış<br />
anlayışı değildir.<br />
"Şalom bayit" sözcüğü toplumlarda fazlaca<br />
kullanılan bir terimdir. Ancak bu kavramın ne<br />
olduğuna da dikkat çekmek gerekir. Suistimal,<br />
bencillik ve sadece tek taraflı olan evlilik asla bir<br />
Şalom Bayit kavramını barındıramaz. Evlilik barış<br />
içinde olacaksa, kişinin kendini düşündüğü gibi<br />
eşini ve ailesini de düşünmesi gerekir. Psikolog<br />
Esin Aciman bu konuda şöyle bir örnek verir:<br />
Eşlerden bir tanesi hafta içi bir filme gider. Filmi o<br />
kadar beğenir ki film arasında çıkar ve eşine<br />
telefon eder. Filmi çok beğendiğini ve onunla<br />
birlikte tekrar gitmek istediğini ifade eder. Hafta<br />
sonu o filme birlikte gidilir. İşte bu noktada gerçek<br />
bir paylaşım ve birliktelik vardır. Biz kavramı ben<br />
kavramının önüne geçmiştir. "Şalom bayit"<br />
olabilmesi için öncelikle kişinin kendi içinde<br />
barışık olması gerekir. Bu da evdeki barış ve<br />
huzura yardımcı olur. Bunun aksi ne yazık ki<br />
günümüz cemaatlerinin en önemli sorunlarından<br />
bir tanesidir.<br />
<br />
Midraş Bereşit Raba 8.bölümde şunu kaydeder:<br />
Tanrı insanı yaratmadan önce meleklere danışır.<br />
Yargı ve hesed yani iyilik melekleri insanın<br />
yaratılmasına destek verirler. Çünkü insan<br />
yaratılınca iyi olacak, hesed yapacak ve tsedaka<br />
içeren davranışlarda bulunacaktır. Ancak<br />
gerçeğin ve barışın melekleri buna karşı gelirler.<br />
Çünkü insan tartışmacı ve yalancı da olabilir.<br />
Bunun üzerine Tanrı emet yani gerçeği dünyaya<br />
atar ve insan yaratılır.<br />
Peki bu arada "barış" ne yapmıştır? Bunun cevabı<br />
aslında oldukça kolaydır. Gerçeğin olmadığı<br />
yerlerde barış görünüşte daha kolay tesis edilir.<br />
Bilelim ve anlayalım ki bir toplumun en önemli<br />
öğelerinden biri olan barış ancak sağlıklı ve<br />
gerçeğe endeksli bir yargının varlığında etkili<br />
olabilir. Burada gizlere, yanlış anlamalara, üstü<br />
kapalı anlatımlara yer yoktur. Gerçek bütün<br />
çıplaklığı ile görünmeli, kişiler de gerçeği<br />
olgunlukla kabul etmelidir. Bu Şalom ancak bu<br />
şekilde Tanrı’nın kutsadığı Şalom olacaktır.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 73 -<br />
Kronometre<br />
Irene Némirovsky<br />
İvo Molinas<br />
iimolinas@salom.com.tr<br />
Yıl 1940. Fransa’nın Alman Nazileriyle işbirliği<br />
yapan Vichy Hükümeti’nin Başkanı Mareşal<br />
Pétain’e ilginç bir mektup gelir. Yazarı, kendisini<br />
tanıttıktan sonra şöyle der: “Hasbelkader doğuştan<br />
Yahudi olmama rağmen, hayatım boyunca<br />
Yahudileri sevmedim. Bu nedenle bana özel statü<br />
uygulanmasını rica ediyorum...”Özel statüden”<br />
istenilen amaç, aynı yıl Vichy Hükümeti’nin<br />
çıkardığı, tüm Yahudilerin devletin düşmanları<br />
olduğuna dair kanunun, mektubun yazarına<br />
uygulanmaması talebiydi...<br />
Mektubun sahibi gençlik yıllarını yaşadığı<br />
Ukrayna’da iken hatıra defterine ise şu cümleyi<br />
düşmüştü: “Hayatımın amacı Troçki’nin, sürekli<br />
isyanda olan, hain ve serseri bu Yahudinin<br />
<br />
hayatını deşifre etmek olacak.” Zengin bir bankacı<br />
olan babasının, 1918 Rus Devrimi’nden sonra her<br />
şeyini yitirip ülkeden eşi ve onunla Fransa’ya<br />
sürgüne gitmelerini hep Yahudilere bağlamış ve<br />
‘zengin düşmanı’ komünizmin Yahudilerin eseri<br />
olduğunu söylemişti daha sonra anılarında.<br />
Bugünkü şartlarda tipik bir ‘antisemit’<br />
diyeceğimiz bu insan, 1930’larda ve tarihin garip<br />
bir cilvesi olarak 2000’lerde meşhur olan Ukrayna<br />
doğumlu Yahudi kadın yazar İrène<br />
Némirovsky’den başkası değildi.<br />
Némirovsky, belki de, ‘yahudi sorunu’ noktasında<br />
tarih tezlerine kaynak sağlayacak bir karakter<br />
analizine muhtaç bir kahraman veya antikahraman.<br />
2004’te Fransa’da ve geçtiğimiz<br />
aylarda ABD ve İngiltere’de edebiyat ve<br />
entelektüel çevrelerde ‘Fransız Süiti’ adlı<br />
eseriyle, ‘yahudileri sevmeyen bir yahudi’<br />
tartışmalarına konu olan yazar aslında evrensel ve<br />
tarihi yahudi trajedisinin en tipik kurbanı mıydı<br />
yoksa?<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 74 -<br />
Rus devrimiyle beraber kaçtıkları Paris’e yerleşip<br />
tekrar eski görkemli günlere banker babasının<br />
ticari zekâsıyla döner 18 yaşlarında. Annesi<br />
kendisine yaşlandığını hatırlattığı için onunla hiç<br />
ilgilenmez. Kiev’deki dadısının öğrettiği<br />
Fransızcayla birkaç yıl içinde mükemmel bir frenk<br />
diline sahip olur. Sorbonne’da okuduktan sonra<br />
1926’da Michel Epstein adlı bir başka Yahudi<br />
bankacıyla evlenir; Fransız burjuvazisi ile tanışır<br />
ve sevimsiz bir Yahudi zengin işadamını anlattığı<br />
ilk romanı ‘David Golder’ ile Fransız sağının,<br />
hatta aşırı sağının sevdiği bir yazar olur, 26<br />
yaşında. Roman o kadar beğenilir ki, filme bile<br />
çekilir. İrène artık Avrupa’nın yaşayan en ünlü<br />
yazarı olur ve önde gelen sağcı ve antisemit yazar<br />
ve siyasiler ile arkadaş olur. ‘Gringoire’ adlı<br />
yahudi karşıtı dergide bile yazıları çıkar. Ünü<br />
arttıkça, yeni romanları basılır ve başarılarına<br />
yenilerini ekler.<br />
Lakin Avrupa artık ‘şeytanın’ saldırılarına maruz<br />
kalmaya başladığı bir döneme girer.<br />
<br />
Gelecek tehlikeyi çok iyi sezer İrène. İlk önce<br />
Fransız vatandaşlığına alınması için arkadaşlarına<br />
başvurur. Ama Yahudi kökleri onu hiç bırakmak<br />
istemez bir türlü. Vatandaşlık talebi reddedilince<br />
kimi tarihçilere göre iki kızının geleceğini<br />
kurtarmak adına Hıristiyanlığa geçer. Lakin, ok<br />
yaydan fırlamış, Avrupa’nın ortasındaki Yahudi<br />
nefreti, Némirovsky’nin tüm ilişkilerine ve<br />
çabalarına karşın galip gelir; hem de<br />
Yahudiliğinden hoşlanmayan, hatta sevmeyen ve<br />
hatta kimilerine göre nefret eden bir Yahudi’ye<br />
karşı da.<br />
Fransız ‘Les Nouvelles Littéraires’ dergisine<br />
günah çıkartırcasına, “Hitler’in iktidara geldiğini<br />
gördükten sonra herhalde ‘David Golder’i bir<br />
daha yazsam bu kadar sevimsiz bir Yahudi<br />
karakteri yaratmazdım.” dedikten birkaç ay sonra<br />
yaşadıkları ücra bir yer olan Issy - l’Evéque’de<br />
kendisinin ve aile bireylerinin göğüslerine sarı<br />
yıldız takılır.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 75 -<br />
Primo Levi dememiş miydi, “bu yıldız takıldığı<br />
gün Yahudi olduğumu anladım, ancak!”...<br />
Ve bir yıl sonra 1941’de 39 yaşındayken evine<br />
gelen iki Fransız jandarması İrène’den valizini<br />
toplamasını ister; çocuklarına; ‘bir yolculuğa<br />
çıkıyorum’ der ve ilk önce Pithiviers denilen<br />
getto’ya, oradan da Auschwitz’e yollanır.<br />
Mareşal Pétain mektubuna cevap bile<br />
vermemişti zira...<br />
Kampa geldikten bir ay sonra resmi kayıtlara göre<br />
tifüsten ölür. Kocası ise gaz odasını boylar. İki<br />
kızını ise bir Fransız Hıristiyan kadın savaş bitene<br />
kadar saklar ve onları ölümden kurtarır.<br />
Büyük kızı Denise Epstein, 60 yıl sakladığı,<br />
annesinin beş bölümlük ‘Fransız Süiti’ romanına<br />
ait yazabildiği ilk iki bölümünün notlarını basınca,<br />
2004’te prestijli Renaudot Ödülü’nü alır çoktan<br />
ölmüş olan Némirovsky. O yıl Fransa’da iki yıl<br />
<br />
sona ise İngiltere ve ABD’de yine meşhur olur...<br />
İrène Némirovsky’nin ironik ve trajik hayatında<br />
tartışılacak çok nokta var.<br />
Lakin bugün bunların çok da değeri yok belki de.<br />
Geriye kalan ise, annesini yeniden ünlendiren<br />
kızının dedikleri:<br />
“Nazilere inat, hem annemi tekrar hayata getirdim<br />
hem de üç Yahudi çocuk yaptım. Bu intikam değil,<br />
olsa olsa nihai zaferdir”...<br />
Ne dersiniz?..<br />
İnsanlar birbirine yardımdan<br />
vazgeçtikleri gün insanlık yok olur.<br />
Karşılıklı dayanışma olmazsa<br />
toplumlar olmaz.<br />
Walter SCOTT<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 76 -<br />
Uzak Yakın<br />
İzmir Nostaljisi<br />
Selim Amado / Israel<br />
pharmki2@zahav.net.il<br />
İzmir'de yaşamakta olan bir çocukluk<br />
arkadaşımdan Bet İsrael civarında sadece 3<br />
Musevi ailenin yaşamakta olduğunu, sadece Cuma<br />
akşamı ve Cumartesi sabah dualarıyla açık olan<br />
sinagoga Alsancaktan minibüsle ''minyan''<br />
geldiğini duyunca içim bir tuhaf oldu.<br />
Hayır, İzmir Yahudi nüfusunun çok azaldığını<br />
bilmediğimden, olanların yoğunlukla Alsancak<br />
tarafında yaşadıklarından haberim olmadığından<br />
değil; Karataş, Asansör, Salhane semtlerinin,<br />
Mithatpaşa caddesinin tamamen değiştiğinden, o<br />
cumbalı iki katlı evlerin artık olmadığını<br />
bilmediğimden de değil; 40 ve 50'li yıllarda, hatta<br />
60'larda çocukluk ve gençlik yıllarını o mahalleler<br />
ve Bet İsrael etrafında geçiren benimki gibi<br />
<br />
nesillerin hatıralarının artık birer hayale dönüşmüş<br />
olmasından!..<br />
Bet İsrael'deki dualara katılmak, oraya gelen<br />
gidenleri pencereden seyredebilmek, hemen her<br />
Pazar olan düğünler, arka sokaklarında bilyelerle,<br />
cevizlerle oynamak veya karşıdaki Bnei Brit<br />
okulunun avlusunda bazen futbol, bazen voleybol<br />
oynamak, hepsi bir sonraki neslin dahi inanmakta<br />
zorlanacakları hatıralar. Belki bazılarımızda o<br />
günlerin fotoğrafları vardır ve albümlerde<br />
sararmaktalar.<br />
Komşularımız arasında olan, okulda yanyana<br />
oturduğumuz Müslüman Türk veya Levanten<br />
katolik arkadaşlarla sadece okul avlusunda olan<br />
arkadaşlık, anne-babamızdan bu yönde bir<br />
sınırlama olmamasına rağmen okul dışında devam<br />
etmez, mahalle oyunları, sinemaya gittiğimiz 5.15<br />
seansları sadece Bet İsrael'den kaynaklanan<br />
arkadaşlıklarla ve aynı yaştaki Yahudi arkadaşlarla<br />
olurdu. Kızlar derseniz, arkadaşlıklarını sağlayan
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 77 -<br />
etken ya komşuluk, yaşıtlık veya sınıf<br />
arkadaşlığıydı. Yahudi olmayanlarla okul dışında<br />
buluşup eğlenmeler bahis mevzuu olmazdı.<br />
Peki biz neden böyleydik, neden cemaat dışı<br />
ilişkilere kapalı bir toplumduk? Cevap herhalde<br />
köklü bir farklılık hissiyle yaşadığımız yüzlerce<br />
yıl. Bu farklılık gereğini bize İspanya sürgünü<br />
öğretmiş. Bununla birlikte Türkiye Yahudileri<br />
hiçbir zaman kapalı getto tipi mahallelerde<br />
oturmamışlar. Salhanede Kohenler, Barkiler,<br />
Sabanlar, Manav Bohor, Bakkal İsrael'in yanında<br />
sigara bayii İbrahim, Hasan Bey, Udi Mehmet<br />
Kasabalı, Havva hanım, diş hekimi Ekrem Berk<br />
gayet iyi komşuşuk ilişkilerindeydi.<br />
Cumartesi için boyos ve fritadaslar, adını<br />
hatırlamadığım ve peksimetiyle meşhur Salhane<br />
fırını olmadan olmazdı. O fırına tavaları götürmek<br />
ve oradan almak biz çocuklara en antipatik<br />
gözüken bir işti. Belki birimizde o günlerden<br />
görüntüler vardır.<br />
<br />
Bütün bunlar artık geçen günlere ait. Hatırlanması<br />
çağrışımlar uyandıran çok eski hatıralar. Salhane<br />
için söylediklerim elbet başka semtler için de<br />
geçerli.<br />
İsrael'de yaşayan eski İzmirliler 22 Mayıs 2010<br />
günü bu yıl da geleneksel pikniklerini Hayarkon<br />
Parkında yaptılar. 350 kadar İzmirli birbirleriyle<br />
buluşup hasret gidermek, ve eski hatıraları,<br />
tanışıklıkları ve dostlukları tazelemek üzere<br />
buluştular. 350 kişi, bugün İzmir'de yaşamakta<br />
olan 1400 Yahudi sayısının dörtte biri. Son 60<br />
yılda inanılmaz oranda azalan, ayakta<br />
kalabilmenin mücadelesini veren ve çok şeyin<br />
kaybolmamasını sağlayan bir cemaat.<br />
İzmir'de yaşayan dostlarımdan Selim (Moni)<br />
Bonfil fotoğraf meraklısı. Eski İzmir Yahudilerinin<br />
yaşam, aile ve toplum hayatlarını belgelendiren<br />
fotoğrafları bulmak, onları tarayarak<br />
değerlendirmek ve güzel bir sergi hazırlama<br />
projesi için kolları sıvamış. Nerede yaşarsa yaşasın<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 78 -<br />
her İzmirli Yahudinin evinde eski fotoğraflar<br />
vardır. Hatta çok kere onları ne yapacağımızı<br />
bilmeyiz. Nasıl bir küçüklük hayatımız olmuş,<br />
dedemiz nasıl giyinmiş, nasıl evlenmişiz , nerede<br />
oturmuşuz, nasıl eğlenmişiz? Bunları Selim Bonfil<br />
ile (selim@selimbonfil.com) temasa geçerek tarihi<br />
birer belge haline getirebilirsiniz. İnternet bu<br />
projenin gerçekleşmesinde elbet kolaylık<br />
yaratacak.<br />
Geçen yıllara ''mazi'' demekten ve unutmaya<br />
terketmektense, hatırlamak, belgelemek suretiyle<br />
biz İzmirli Yahudilerin benliğini oluşturan ve artık<br />
mevcut olmayan bir geçmişi yaşatmak belki bir<br />
ölçüde başarılabilir.<br />
Verdiğini hatırlamayan ve<br />
aldığını unutmayanlar<br />
kutsal insanlardır.<br />
<br />
Fıkra<br />
Bot Kaç Para?<br />
Temel abimiz koyu kahverengi deri, yarım botu<br />
alıp kasaya yanaşıyor.<br />
Kasadaki kız botları poşete koyarken, sayın abimiz<br />
de soruyor;<br />
- 43 lira değil mi?...<br />
Kız, "Ne münasebet" der gibi bakıyor ve "Bunlar<br />
orijinal deri...İndirimli fiyatı 180 lira." diyor.<br />
Abimizin bitiş cümleleri, kızcağızın kopuş anına<br />
denk geliyor;<br />
- Olur mu hanımefendi, altında "Size 43"<br />
yazıyor...
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 79 -<br />
Perspektif<br />
Rafael Algranati<br />
r.algranati@yahoo.com<br />
Haydi İzmirliler Çeşme'ye!..<br />
Yalnızca iki ay kalır, on iki ay dolu dolu yaşarız<br />
biz İzmirliler Çeşme'yi... Ömür boyu süren gizli<br />
bir aşk, zaman zaman acı veren bir tutku, hiç<br />
bitmeyen bir özlemdir Çeşme bizler için. Bahar<br />
öncesi yere, suya, havaya düşerken, yüreklerimize<br />
de düşen cemre ile başlar o dayanılmaz Çeşme<br />
özlemi. Günler geçtikçe gitgide yükselir. Bir Pazar<br />
sabahı yatağımızda gerinerek uyandığımızda bir<br />
bakarız ki kalbimizin sol karıncığı "çeşş", sağ<br />
karıncığı ise "şme" diye pompalamaktadır kanı<br />
damarlarımıza. Nabzımız artar... Tansiyonumuz<br />
yükselir. Kulaklarımızda zonklar kalp atışlarımız...<br />
Çeşş-şme çeşş-şme çeşş-şme... Dayanılmaz hale<br />
gelince de herkesten gizlenen bir günah dönemi<br />
başlar İzmirlilerde. Hafta sonu kaçamakları!..<br />
Kimsecikler yoktur etrafta!.. Yalnızca biz ve o!..<br />
Birbirimize sımsıkı sarılır, bizi özlediğini<br />
<br />
fısıldayan havası, çıldırtıcı kokusu, renk renk<br />
zakkumları, baş kaldıran ortancaları, yeni<br />
sürgünler veren limon selvileri ile tahrik olur, arzu<br />
ile titreyen bedenimizi sevdiğimizin kollarına<br />
bırakıveririz... Ailenin her ferdi sımsıkı el ele verir<br />
birbirimizin gözünün ta içine baka baka Çeşme ile<br />
ihanet ederiz birbirimize!.. Sevişiriz... Bir daha...<br />
Bir daha... Hiç bitmesin isteriz sevişmelerimiz.<br />
Denizin kokusunu önüne katan esinti, yelesine<br />
tutunan bir melodinin son nağmelerini taşır<br />
kulaklarımıza. İçimizden geldiği gibi mırıldanırız<br />
derinden gelen güfteyi :<br />
Bir günah gibi gizlerim seni<br />
Kimse görmesin seninle beni<br />
Özlerken içim güler gözlerim<br />
Bir günah gibi gizlerim!..<br />
İzmirliler bilir Çeşme'nin herkese göstermediği<br />
gerçek yüzünü!.. Her defasında ilk defa<br />
anlatılıyormuş gibi kış boyunca aile meclislerinde<br />
ballandırıla ballandırıla anlatılanları o kadar iyi<br />
özümsemişlerdir ki, yaşı yetmeyip aklı<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 80 -<br />
yetenlerimiz bile o dönemleri yaşamışçasına<br />
bilirler gerçek Çeşme'yi.<br />
Bildim bileli hiçbir şey alıkoyamadı İzmirliyi<br />
Çeşme'den. Hiçbir zorluktan yılmadı. Hatırlarım,<br />
burunlu otobüslerle üç saatte gidilirdi eskiden<br />
Çeşme'ye... Tepe Kahve yokuşunu homurdana<br />
homurdana kazasız belasız tırmanabilen otobüsün<br />
yolu bitmiş sayılırdı. Bazılarımız yokuşun başında<br />
iner otobüsün yanında yürürdük, yükü hafiflesin,<br />
rahat çıksın diye. Yolun bir yerlerinde "U"<br />
şeklinde 5-6 metre derinliğinde bir göçük vardı.<br />
Herkes iner, şoförün, göçüğün bir kenarından<br />
diğerine uzatılmış olan iki kalası kontrol etmesi<br />
beklenirdi. Herşey yolunda ise önce yolcular<br />
geçirilirdi karşıya. Her geçmeye başlayanın duası,<br />
geçenin sevinç çığlıklarına karışırdı. Sonra da<br />
muavin karşıya geçer şöföre yön verirdi. O<br />
kocaman hantal otobüs, direksiyonundaki bir<br />
turluk boşluğa rağmen bir akrobat gibi geçerdi o<br />
iki kalasın üzerinden... Nefesimiz tutulur, aklımız<br />
dibe vururdu seyrederken!.. Arka lastikler de<br />
kalastan kurtulup toprağa değince, devasa bir alkış<br />
<br />
kopardı hepimizden.<br />
Manzara kahvesinin yokuşundan aşağıya<br />
sallanmaya başladığımızda ise, otobüsün sabit<br />
pencerelerinin üstündeki sürgülü havalandırma<br />
pencerelerinden kekik, anason, lavanta karışımı<br />
tarifsiz bir koku girmeye başlardı!... Çeşme<br />
kokusu!.. Anlatılamaz... Tarif edilemez...<br />
Unutulamaz da!.. Ciğerlerine tek bir nefes bile<br />
çeken kişi, müptelası olur, ömrünün son saatine<br />
kadar unutamaz o kokuyu!..<br />
Ya şimdi korumaya alınmış olan sakız ağaçlarını<br />
bilir misiniz Çeşme'nin?.. Kiralanan eşeklerle<br />
gruplar halinde gidilirdi sakız toplamaya... O<br />
zamanlar eşeğe tek başımıza binmek, uçak<br />
kullamak gibi birşeydi bizim için. Ağaçların<br />
gövdelerinden dikkatle ayırdığımız sakız<br />
damlalarını annelerimizin hazırladığı bembeyaz<br />
kolalı mendillerin içine koyardık. Parmaklarımız<br />
yapış yapış olur, günlerce çıkmazdı...<br />
Topladığımız sakızlardan bir iki damlayı bir parça<br />
balmumu ile birlikte ağzımıza atar, mis gibi kokan<br />
"sakız" çiğnerdik. Türkiye'de ciklete işte bunun
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 81 -<br />
için "sakız" denir. Çeşme'nin damla sakızlı<br />
dondurması bütün dünyada ün salmıştır. Meşhur<br />
"sakızlı muhallebiyi" de Çeşmeliler keşfetmiştir.<br />
Sakız reçelini de öyle!.. İncir tatlısını da yalnız<br />
Çeşme'de bulurdunuz. Çeşme'den dönüşte asırlık<br />
Rumeli Pastanesi'nden dostlara getirilen en değerli<br />
hediyelerdi bunlar.<br />
İncir dedim de kulaklarımda yankılandı ezgisi :<br />
Baar-dacık,<br />
soğuk soğuk baar-dacık,<br />
balları akıyor baar-dacık!..<br />
Sakın yanlış anlamayın, kimseyi küçümsemek<br />
aklımızdan bile geçmez ammaa bir tek biz biliriz<br />
bardacık ile incirin farkını!.. Gayrıİzmirli<br />
dostlarımız, manavın façaya dizdiği yeşil altın<br />
sarısı iri iri incirleri kapış kapış götürürken, onları<br />
gülümseyerek seyreden torunlarımız bile manavın<br />
bir köşesinde bizleri bekleyen el yapımı eski bir<br />
sepeti ararlar gözleri ile... Büyük olanını değil,<br />
bardacığın balları akanını, yumuşağını, dibi<br />
çatlayanını seçmeyi öğretiriz biz torunlarımıza.<br />
<br />
Birer mücevher gibi itina ile dizerler her birini<br />
hazırladıkları kesekağıdına. Alacaklarını aldıktan<br />
sonra da örterler yine incir yaprakları ile sepetin<br />
dibinde kalanlarını. Küçücük bir düşünce farkı<br />
ile... Babalarımız serinde kalsınlar diye örterlerdi,<br />
torunlarımız ise ortalıkta görünmesinler,<br />
keşfedilmesinler, bizlere kalsınlar diye!..<br />
"Hadi kumru almaya gidelim" deyince etrafta<br />
kafes arayanları da biliriz biz!.. Sabah<br />
kahvaltısında peynirlisini, öğle yemeğinde sucukpeynirlisini,<br />
akşamına da -ayıptır söylemesi-<br />
yengeni yeriz biz!.. Çıtır çıtır yengeni öyle bir<br />
yiyişimiz vardır ki, aşk dolu küçük ısırıklarımız<br />
altında bedeninin çıtırdadığını duyar, eriyen<br />
yağlarının sızdığını görürsünüz. Hele hele, her<br />
lokmasını zevkten inleye inleye ağzımıza teslim<br />
edişine şahit olursanız, delirirsiniz maazallah<br />
hasetinizden. Her önümüze gelen kumruyu da<br />
yemeyiz biz... Bu işi bileninden yeriz yengeni!..<br />
Şaşıracaksınız ama öyle sandığınız gibi taze, çıtır<br />
olanı ile işimiz yoktur bizim. Kumru dediğin bir<br />
iki gün kenarda durup rüştünü ispat etmeli,<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 82 -<br />
olgunlaşmalı, eti sertleşmeli ki, kendine has<br />
kıvamını bulsun ateşle başbaşa kaldığında... Ya<br />
çay eşlik eder kumruya, ya da ayran!.. Arkasından<br />
bir de "Lokma" ile cila çekerseniz var ya!..<br />
Kıpırdayacak haliniz bile kalmaz!..<br />
Temmuz ayı çıkar çıkmaz bir koku daha karışır<br />
Çeşme'nin kokularına!.. İzmirlinin gözünü<br />
bağlayıp havayı koklatsanız bile yeter!... Hemen<br />
mutfağa gidip hazırlığa başlar. Üç dakika bile<br />
sürmez dünyanın en keyifli masasının hazırlığı...<br />
Buzdolabından hiç eksik etmediği o mis gibi İzmir<br />
tulumunu alıp dilimler, bir tabağa iki domates ile<br />
bir acur doğrar, üstüne etraf köylerin taş sıkma<br />
filtrelenmemiş yemyeşil zeytinyağını gezdirir,<br />
biraz tuz, biraz kekik, biraz da karabiber ekler, buz<br />
gibi yetmişliği de koyduktan sonra masaya buyur<br />
eder sizi!.. Bilir ki etrafta eşi benzeri olmayan<br />
Çeşme Kavunu vardır.<br />
O kadar çok güzellikleri var ki anlatılacak!..<br />
Tırnak boyunda kınalı (manikürlü) bamyası,<br />
dünyada eşi olmayan bembeyaz acı kuru soğanı,<br />
uçsuz bucaksız plajı, kumu, denizi, balık avlamaya<br />
<br />
çıkmak için branda bezine kat kat beziryağı sürüp<br />
güneşte kurutarak kendi ellerimizle yaptığımız<br />
botlar, avladığımız mercanlar, lidakiler, kupesler,<br />
dönüşte yapılan boklu kebaplar, Şifne'de çamur<br />
banyosu sefalarımız, Temmuz Ağustos aylarında<br />
bile her akşam üşümemek için giydiğimiz<br />
kazaklar, plajda geceleri yapılan mangal sefaları,<br />
Rasim Palas, Yeni Karabina, Alakuş... saymakla<br />
bitmez ki aşklarımız!..<br />
Ve biz her Çeşme'ye gittiğimizde ne yapar eder<br />
hala bunları yaşarız!.. Elimizden geldiğince!..<br />
Haydi İzmirliler!.. Çeşme'ye!..<br />
Şimdi aşk zamanıdır<br />
Aşk ömrün baharıdır...<br />
Aşk gönüle dolunca<br />
Sevenler kavuşunca,<br />
Yaşamak ne güzel!...<br />
Siz de buyrun!.. Başımızın üstünde yeriniz var!..<br />
___________________________________________________________<br />
30.06.2010 Şalom Gazetesinde yayınlanmıştır.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 83 -<br />
Yansımalar<br />
Sahi, Neydi Geçmiş!<br />
Raşel Rakella Asal<br />
rakelasal@gmail.com<br />
Eminim sizin de benim gibi düşüncelere daldığınız<br />
anlar vardır. İnsan birdenbire hayattan kopar gibi<br />
olur. Küçüklü büyüklü kopuşlarla geçer zaman.<br />
Bir kentten, bir dosttan, bir sevgiliden, bir anıdan.<br />
Sarsıldığınız anlar olur. Bu kopuk parçalar<br />
çoğunlukla yeniden bitiştirilemez. Yaşanan<br />
yaşanmıştır. Geçmiş geçmiştir. Ya da tersine<br />
birleşir. Başka kopuşlara neden olmak üzere.<br />
Artık, onlar, kırılan, durmadan kırılan, kırılması<br />
bitmeyen bulanık zaman parçacıklarına dönüşür.<br />
Bilemeyiz, nerden koptuğumuzu, ne zaman, niçin<br />
koptuğumuzu. Fark etmeyiz bile.<br />
Anılar da böyledir. Onlara dalınca insan hayattan<br />
kopar gibi olur. O ana bağlanırsınız. Bir şeyleri<br />
bitiştirirsiniz. Yolları, evleri, yüzleri. Sürü sürü.<br />
Boy boy. Yaşlısı, genci. Sevdikleriniz.<br />
<br />
Sevmedikleriniz. Sizi sevenler, sevmeyenler.<br />
Sevmek istedikleriniz, sevemedikleriniz. Bağlı<br />
olduklarınız, bağı koparmak istedikleriniz. Kimi<br />
anılardan büsbütün koparsınız. Kimi ile kopuk<br />
kopuk bağlanmışsınızdır.<br />
Bu kış İzmirli fotoğraf sanatçısı Birol Üzmez’in<br />
sergisini izlerken bir an o andan kopup,<br />
çağrışımlarla uzaklarda kalmış çocukluk günlerime<br />
çekip gittim. Anımsadığım, küçücük bir çocukken,<br />
beş altı yaşlarında olmalıydım, anneannemle çok<br />
sık ziyaret ettiğimiz mekanlardan biriydi Karataş<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 84 -<br />
semtindeki aile evi. Aklımda kalan, belleğimde yer<br />
edinmiş, gözüme ilişen onca görüntü gerçek<br />
boyutuna geldi. Bir an için solgunlukla<br />
canlandırılmış bir dizi fotoğraf karesi gibi kısa,<br />
incecik ve yarı saydam görüntüler belleğimde<br />
canlandı. Özellikle insanlar belirsizdi. Aslında<br />
şekil o kadar silik ve biçimsiz ki ona ne ad<br />
vereceğimi bilmiyordum, yalnızca insan karaltıları<br />
vardı. Avluda asılı çamaşırlar, oyun oynayan<br />
çocuklar. Bir de anneannemin telaşı vardı.<br />
Birilerine bir şeyler anlatıyor. Hep o konuşuyor,<br />
karşısındakiler de onu can kulağıyla dinliyorlar.<br />
Anılar her neyse, nerede gizlendilerse, bir şekilde<br />
dışarı çıkmak için hep tetikte ve uyanık görünseler<br />
de bulanık kareler canlandı gözümde. Ama kesin<br />
olarak bildiğim bir şey vardı. Biz oraya gitmişsek,<br />
mutlaka çözülmesi gereken bir sorun vardı. Bana<br />
da kapı önündeki divanda oturup avluyu izlemek<br />
düşerdi. Oradaki insanların yaşantıları ile benim<br />
yaşantımın iç gerçeği farklıydı. Bunu çocuk<br />
aklımla anlayabiliyordum. O çocuklara<br />
yaklaşamadan yalnızca onları seyretmek düşerdi<br />
<br />
bana. Oysa çocuk halimle can atardım onlara<br />
katılmaya.<br />
Birol Üzmez, İzmir kortejoları ve içlerinde<br />
yaşayan hayatları fotoğraflayarak unutulmuş bir<br />
geleneği belgelemek istemiş. Yok olmaya yüz<br />
tutmuş bu yaşamlardan insanları haberdar etmek,<br />
İzmirliler’in hafızasını tazelemek, insanlara bu<br />
komşuluğu, bu dayanışmayı hatırlatmak istemiş. O<br />
küçücük odalara sığan kocaman yaşamları<br />
anlatmak istemiş.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 85 -<br />
Kortejolar, bir zamanlar Sefarad Yahudileri için<br />
bir sığınma yeriydi. Aynı dili konuşup, aynı<br />
gelenek ve töreleri paylaşan bu insanlar birlikte<br />
yemek pişirirler, ortak tuvaletleri kullanırlar,<br />
tulumbadan su çekerlerdi. Kadınlar beraberce<br />
çamaşır yıkarlardı. Zamanla İzmir’in Yahudi ruhu<br />
sindi kortejolara. Sonra sonra, İsrail devletinin<br />
kurulmasıyla, buradan ayrılıp, İsrail’e göç edince<br />
yerlerini her milletten kentli yeni yoksullara<br />
bıraktılar.<br />
<br />
İzmirli yazar Tarık Dursun K kortejolardaki<br />
hayatları kaleme alır “Rızabey Aile Evi” adlı<br />
romanında. Tarık Dursun K’nın gençlik yıllarında<br />
Joya adında bir sevgilisi varmış. Joya’nın ailesi de<br />
İzmir’i terk edence aşkları da yarım kalmış. O<br />
günleri şöyle anlatıyor Tarık Dursun K:<br />
“Yahudiler İzmir’i terk edecekleri gün, bütün<br />
kentin iç organlarının bir çengele asıldığını ve<br />
içinin boşaldığını hissettim, sessizleşti şehir, önce<br />
onlar, sonra boyozlar, sonra sübyeler gitti”.<br />
Zamanla aile evleri bir bir yıkılıp, yerlerine<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 86 -<br />
apartmanlar dikildi. Günümüzde çoğu yıkılmak<br />
üzere olan son kalan aile evleri yine kentin en<br />
yoksullarını barındırıyor. İşte Birol Üzmez<br />
fotoğraflarıyla bu yaşamı belgeliyor.<br />
Şu anda İzmir kent kültürü üzerine yapmakta<br />
olduğum bir çalışma beni Henri Nahum’un “İzmir<br />
Yahudileri” adlı kitabına götürdü. O kitaptan<br />
okuduklarım ile bugünkü İzmir Yahudi cemaatini<br />
karşılaştırınca, İzmir Yahudileri olarak ne kadar<br />
yol kat ettiğimiz anlaşılıyor. Sizlerle okuduklarımı<br />
paylaşmak istiyorum. Bakın Henri Nahum neler<br />
yazmış:<br />
“19. yüzyılın ortasında, Osmanlı Yahudileri’nin<br />
tümü acınacak durumdadır. Avrupalı<br />
gözlemcilerin hepsi, Yahudi mahallesindeki<br />
sefaleti, yıkık döküklü, evlerin pisliğini, nüfus<br />
fazlasını, aynı şekilde tarif etme konusunda<br />
hemfikirdir. Yahudi gözlemciler de aşağı kalmaz<br />
(…) On-on iki kişilik aileler, bir çeşit hava<br />
deliğinin aydınlattığı sağlıksız mekanlarda<br />
yaşamaktadır. Ebeveyn ve çocuklar yerde<br />
<br />
yatmakta, aynı tabaktan yemekte, aynı bardaktan<br />
içmektedir. Haftada bir kez çamaşır<br />
değiştirilmektedir.”<br />
Yahudi ve Yahudi olmayan gözlemcilere göre, bu<br />
dramatik yoksulluk ve yıkık dökük yaşam<br />
koşulları, beraberinde sağlık ve fiziki görüntünün<br />
bozulmasını da getirmiş. “Erkeklerin yüzleri<br />
çökmüş” diye kayıt düşmüş biri; “Kadınlar kısa<br />
boylu, sıska ve solgun” diye yazmış bir başkası.<br />
Henri Nahum’a göre 19. yüzyılın ortalarını<br />
yansıtan bu görüntü, 20. yüzyılın başlarında da çok<br />
fazla değişmez. Zamanla onlara bir yük daha<br />
biner, Cumhuriyet’in kurulmasından sonra<br />
başlatılan Türkleştirme kampanyası nedeniyle,<br />
Ladino dilini konuşamaz olurlar.<br />
Geçmişten günümüze bakınca böyle yoksul insan<br />
manzaralarına artık Yahudi toplumunda<br />
rastlanmadığına seviniyor insan. Elimizdeki<br />
değerlerin farkında mıyız? Yeterince sahipleniyor<br />
muyuz kültürümüzü?
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 87 -<br />
Şu anda hepinizi Çeşme’de o doyumsuz Pazar<br />
kahvaltı sofralarında, veya Alaçatı plajlarından<br />
birinden denize girerken, Ayagorgi’de<br />
güneşlenirken veya Kumrucu Şevki’de Çeşme’ye<br />
özgü, lezzetli kumrularınızı keyifle yerken<br />
düşlüyorum. Ya geceler? Artık deniz de başkadır,<br />
mehtapta…Terasta, bahçede denizin esintisini, buz<br />
gibi biranın serinliğini solursınız.<br />
Sayfiye demek ‘dingin’, ‘asude’, ‘sakin’ ve<br />
‘huzur’ lu bir ortam demek. Huzurlu bir mavi<br />
dünya demek. Sayfiye yerlerini derin sessizlik<br />
adaları olarak düşünürüm. Düş kurulan,<br />
fısıldanılarak konuşulan, en kızgınlıklarımızın bile<br />
asla bağırmadan söylendiği bir başka dünyadır,<br />
sayfiye mekanları. Kış yorgunluklarının atıldığı,<br />
insanların rahatlamaya gittikleri dinlence<br />
yerleridir. Dinlencenin verdiği rahatlıkla yeni yeni<br />
düşünceler filizlenir içinizde, canlanır,<br />
yenilenirsiniz. Ben sizden bir ricada bulunmak<br />
istiyorum. Tatile giderken, kendinize şöyle bir<br />
soruyu yöneltmenizi istiyorum. Ben kendi<br />
kültürüm için ne yapabilirim? Ne yazık ki cemiyet<br />
<br />
içinde yapılan faaliyetlere bir ilgisizlik, bir<br />
kayıtsızlık izliyorum. Aynı kaygıların İstanbul<br />
Yahudileri için de geçerli olduğunu Şalom<br />
gazetesinden okumak beni derinden üzüyor. Ve<br />
inanın sizler için, çocuklarımız için, torunlarımız<br />
için kaygılanıyorum. Ayrıca size bir müjdem de<br />
var! Önceki yıllar İstanbul dahil olmak üzere<br />
Avrupa başkentlerinde kutlanan Yahudi Kültür<br />
Günü, önümüzdeki Eylül ayında ilk kez İzmir’de<br />
gerçekleştirilecek. Bu günü tüm kentle, İzmirli’yle,<br />
hep birlikte kutlayacağız. Yahudi’si, Müslüman’ı,<br />
Hıristiyan’ı, akademisyeni, bilim adamı, fotoğraf<br />
sanatçılarımız ile kültürümüzü, mutfağımızı,<br />
müziğimizi tanıtacağız. Siz de eminim, benim<br />
kadar bu günü tanıtmaktan gurur duyacaksınız.<br />
Katılımlarınızla anlam kazanacak bu günde<br />
hepinizi görmek umuduyla.<br />
Sevgi ile kalın.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 88 -<br />
One Minute<br />
Kuzuların Sessizliği<br />
Avram Aji / İzmir<br />
ajiavram@gmail.com<br />
Benim çocukluğumda yani ellili yıllarda YAHUDİ<br />
kelimesi küfür gibi bir şeydi. “Pis Yahudi” ya da<br />
“Korkak Yahudi” sözcüklerini etrafımızdan sıkça<br />
duyar, gürültülü bir yer oldu mu “Havraya<br />
çevirdiniz burayı” deyiverirlerdi.<br />
Bize adımızın neden değişik olduğunu<br />
sorduklarında gözlerimizi indirir MUSEVİYİM<br />
derdik kendimizi tanımlamak için; o meşum<br />
kelimeyi kullanmamak için. Bugün biraz da olsa<br />
bir şeyler değişti. Bunda gerek İstanbul'daki<br />
yöneticilerimizin, gerek Hahambaşılık, gerek<br />
Cemaat Bakanlığı olsun, 500.Yıl Vakfı’nın ve<br />
onlara ilave bir çok Yahudi iş adamımızın,<br />
düşünürlerimizin inanılmaz gayretleri ve<br />
mücadeleleri var. İzmir’de de elimizden geleni<br />
yaptık sanıyorum. Elli yılda bir karınca boyu<br />
<br />
ilerledik. “Kan” da döküldü tabi. İstanbul’daki<br />
Sinagoglarımıza yapılan hain saldırılar, öldürülen<br />
işadamlarımızı nasıl unutabiliriz ki? Bir<br />
kısmımızın Yurt bildiğimiz yerden kalkıp göç<br />
etmelerinin bir nedeni de bunlar değil midir?<br />
Ancak dikkate alınmayan veya hafızalardan<br />
kaydının silinmesi arzu edilen devasa bir Sabetay<br />
Zvi müritleri var. Biz her ne kadar onları şahsen<br />
tanıyamıyorsak da, onlar da kendilerini bize<br />
tanıtamıyorlarsa da onlar da kendilerini Yahudi<br />
olarak tanımlıyorlar. Bizlere de hangi gözle<br />
baktıkları meçhul.<br />
Kendileri için sarf edilen muhtelif isimlerden<br />
Sabetaycı gibi, Selanikli gibi adların çoğunu haz<br />
etmediklerini bir vesile ile öğrendim. “Dönme”<br />
gibi daha çirkin ve hatta aşağılayıcı adlandırmalara<br />
da çok içerlediklerini tahmin ediyorum. Ama üç<br />
yüzyıldır kendilerini neden ikinci sınıf vatandaş<br />
gibi görmekte ısrar ettiklerini anlamakta çok<br />
güçlük çekiyorum.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 89 -<br />
1950’li yıllardan bu yana Türkiye'de hızla<br />
yükselen “antisemitik” söylemler ve nefret<br />
ifadeleri hepimizi ziyadesiyle üzüyor. Ancak bu<br />
bizim yüz yıllardır ezik büzük, horlanmış,<br />
aşağılanmış yaşamaya razı olmamızın sonucu.<br />
Amele taburlarını oluştururlarken de, varlık<br />
vergisini zorla alırlarken de sesimizi çok<br />
yükseltememişiz. Vergilerini ödeyemeyenlerin<br />
Aşkale'ye zorla çalışmaya gönderilmelerini de<br />
durduramamışız. 6-7 Eylül 1955 de yağmalanan -<br />
üstelik devlet eliyle organize edilmiş- yüzlerce<br />
işyeri karşılığında hakkımızı arayamamışız.<br />
Verilen sözler tutulmamış. Tazmin edilmemişiz.<br />
Aynen Çingenelerin durumu gibi… Geçenlerde<br />
Manisa/Selendi'den tüm Çingenleri kovaladılar,<br />
ancak tüm devlet erkanı, yazılı ve görsel basın<br />
herkes Çingene kelimesinin yerine Roman<br />
kelimesini kullanmaya çok çok dikkat etti.<br />
Soner Yalçın’ın EFENDİ kitabının ana temasını<br />
oluşturan tanınmış Sabetaycılar hakkında<br />
yazılanların ne kadarının doğru olduğunu<br />
<br />
bilemiyor, ancak çok abartılı olduğunu tahmin<br />
ediyorum. Ilgaz Zorlu'nun kitabı yayınlanmadan<br />
önce makalelerini okumuş idim. Ama yine de bir<br />
dönüşümü tetikleyemedi. Sanki utanılacak bir şey<br />
varmış gibi.<br />
Bu insanlar anladığım kadarı ile tebdil yaşamaya<br />
çok fazla alışmışlar. Bizler daha doğar doğmaz<br />
nüfus cüzdanımıza "musevi" damgasını yiyince<br />
artık onunla beraber yaşamaya alışıyoruz. Askerde<br />
binlerce defa avazım çıktığı kadar “azteğmen!<br />
AVRAM AJİ emir ve görüşlerinize hazırdır<br />
komutanım" diye bağırdım içtimalarda...<br />
Mecburen!... Alışık olmayanların da kulakları<br />
alışıyor zamanla. Bazıları hayatında ilk defa<br />
karşılarında bir Yahudi görüyor.. Ve de hayret<br />
ediyorlar! Aynen onlar gibiyiz; iki elli, iki ayaklı.<br />
Şaşırıyorlar tabi.<br />
Geçenlerde bölük komutanım 35 sene sonra beni<br />
araştırmış bulmuş. Ziyaretime geldi. Askerlik<br />
günlerinde bana mesafeli ve kıskanç bir tutum<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 90 -<br />
içerisinde idi. Geldiğinde sarıldık öpüştük. Beni<br />
unutamadığından bahsetti. Ne kadar saygılı ve<br />
görgülü olduğumuzdan etkilendiğini itiraf etti.<br />
Sabetay müritlerinin de artık daha fazla bu<br />
tiyatroyu sürdürme zorunda olmadıklarını<br />
düşünüyorum. Kendilerini Yahudi hissedenlerin<br />
dinimizi dolu dolu –kendi ritüellerince–<br />
yaşamamaları için bir neden yok.<br />
Kaç kişi olduklarını bilemiyorum. Ama okuduğum<br />
yerlerde zikredilen sayılar inanılmaz yüksek. En<br />
çok üzüldüğüm konu ise Sabetay Zvi'ye ait olan<br />
Mezarlıkbaşı'ndaki evi olduğu gibi terk edilmiş bir<br />
vaziyette duruyormuş… Çok acıklı. İnşallah en<br />
kısa zamanda restore edilir.<br />
Peygamberlerin hayat hikayeleri ve başarıları ile<br />
gurur duyma isteği vardır insanın doğasında. Ama<br />
yaşanan gerçekler hiç böyle değil. Hz. Musa vaat<br />
edilmiş topraklara giremedi. Hz. İsa çarmıha<br />
gerildi. Turan Dursun'un "Din Bu" adlı kitaplar<br />
<br />
serisini okursanız Hz. Muhammed'in yaşamı<br />
konusunda ne kadar da yanlış bilgilendiğimiz de<br />
ortaya çıkıyor.<br />
Küba isyanını gerçekleştiren Fidel Castro milli<br />
kahraman. Ama Bolivya isyanında yenik düşen<br />
Che Guevera hiç bir şey. Atatürk padişahlığa karşı<br />
başlattığı isyanda başarılı olmasaydı -Patrona Halil<br />
isyanı gibi- tarih dersinde kısa bir paragrafta adı<br />
geçecekti belki. Ama başarılı olunca milli<br />
kahraman oldu. Aynı şekilde Gandi, aynı şekilde<br />
Mandela, aynı şekilde Lech Walessa başarılı<br />
isyancılar listesinde.<br />
Ve buna karşın adı unutulmuş milyonlarca<br />
başarısız isyancı...<br />
Hoşgörü edebiyatı ile bizleri avutmaya kalkanlar,<br />
canları pahasına dinlerini değiştirmek zorunda<br />
kalan “dönmeleri” göz ardı ediyorlar.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 91 -<br />
Çuvaldız<br />
Sorular.. Sorular!..<br />
Rafael Algranati<br />
r.algranati@yahoo.com<br />
Her sabah bir tiyatro sahnesinin içine uyanıyoruz<br />
sanki... Gazetelere göz atmaya başlar başlamaz,<br />
rolümüz başlıyor... Başlığı okuyor, işimize<br />
gelmediği için içeriğini es geçiyoruz.<br />
Okuduğumuz diğeri canımızı çok sıkıyor ama,<br />
kendimize bile belli etmiyoruz. Saatler yavaşça<br />
geçmeye başlıyor!.. İçimiz kan ağlıyor ama,<br />
gülüyoruz... Sancımız var kıvranıyoruz ama, hiç<br />
açık vermiyoruz... Hiç aklımızdan çıkmıyor ama,<br />
hatırlamıyor gibiyiz.. Bakıyor ama, görmüyoruz...<br />
Dinliyor ama, duymuyoruz... Var ama, yok!..<br />
İçimizde bir güç, akşama kadar yaşayacağımız<br />
bilinmezlerle dolu koca bir gün için korumaya<br />
alıyor sanki bizi...<br />
Akşam eve döndüğümde ise durum değişiyor...<br />
Koruyucu kalkanlarım iniyor. İniyor ama<br />
<br />
farketmiyor!.. Günün olayları ve evvelki günlerin<br />
izlerinin geçit töreni başlıyor. Sorular... Sorular...<br />
Sorular... Dizi dizi sıralanıyorlar, zor bela birini<br />
def edince, diğeri sinsice alıveriyor bir öncekinin<br />
yerini. Onlarla cebelleşirken TV'ye bakıyor ama,<br />
ne görüyor ne de duyuyorum.<br />
Kader dedikleri bu mudur acaba?<br />
İkide bir, birilerinin ortalığı birbirine katması ile<br />
sürekli canımız sıkkın, yüreğimiz kırgın, beynimiz<br />
düşünmekten bıkkın mı olmalı?<br />
Gülümsemeyi unutmalı mı artık dudaklarımız?<br />
Kaygılarımız karartmalı mı hep yaşamımızı?<br />
Gelecek için endişeler mi sarmalı artık<br />
düşüncelerimizi? Tedirginliğimiz, içimizden taşan<br />
cümlelerde yerlerini bulamamaları için<br />
kelimelerimizin kanatlarını mı kırmalı? Söylemek<br />
hatta haykırmak istediklerimiz kursağımızda mı<br />
kalmalı? İstemimiz dışı gelişen ya da geliştirilen<br />
'akıllara zarar' olaylarda ille de taraf mı olmalıyız?<br />
Siyah ya da beyaz mı olmalı artık bütün renkler?<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 92 -<br />
Gökkuşağının ustaca birbirine harmanladığı huzur<br />
veren renkleri yeğliyor olamaz mıyız? Alev ile<br />
barut arasında mı sürdürmeliyiz artık sürekli<br />
yaşamımızı? Bu mu isteniyor bizden?<br />
Güneş, ağaçların yaprakları arasından süzülen<br />
hüzmeleri ile ısıtabilecek ve hayat verebilecekken<br />
evrene, söyler misiniz bana, bu yangınlar bu<br />
kavurucu çöl sıcakları niye? En acımasız tarafını<br />
mı gösterecek güneş bundan sonra bekleyenlerine?<br />
İlkokula giden çocuklarımızın gülen bir yüz ile<br />
resmettikleri suluboya resimlerdeki güneş, artık<br />
asık bir suratla mı çizilecek? Yağmur, berekete<br />
dönüşebilecekken Tanrı'nın insanoğluna bahşettiği<br />
verimli topraklarda, evlerimizin çatılarına kadar<br />
ulaşan, bizleri birbirimizden ayıran, bütün<br />
değerlerimizi silip süpüren bu seller, bu afet niye?<br />
Çoğunuz bilirsiniz anekdotu...<br />
“Bir gün insan virgülü kaybetmiş... Cümlelerden<br />
korkar olmuş ve anlatımları basitleşmiş. Cümleleri<br />
basitleşince düşünceleri de basitleşmiş. Bir başka<br />
<br />
gün ünlem işaretini kaybetmiş. Alçak bir sesle ve<br />
sesinin tonunu değiştirmeden konuşmaya<br />
başlamış. Artık ne bir şeye kızıyor ne de bir şeye<br />
seviniyormuş. Üstelik hiçbir şey onda en ufak bir<br />
heyecan dahi uyandırmıyormuş. Bir süre sonra<br />
soru işaretini kaybetmiş. Soru sormaz, sorgulamaz<br />
olmuş. Hiçbir şey, ama hiçbir şey onu artık<br />
ilgilendirmiyormuş. Ne kainat ne dünya ne de<br />
kendisi umurundaymış. Birkaç sene sonra iki nokta<br />
işaretini kaybetmiş. Davranış ve nedenlerini<br />
başkalarına açıklamaktan vazgeçmiş. Ömrünün<br />
sonuna doğru ise elinde yalnız tırnak işareti<br />
kalmış. Kendisine ait tek bir düşünce bile yokmuş.<br />
Yalnız başkalarının düşüncelerini tekrarlayıp<br />
duruyormuş. Yaşamının sonuna geldiğinde...<br />
düşünmeyi de, okumayı da unutmuştu artık.”<br />
Bizler de her şeyimizi böyle tek tek kaybetmeli<br />
miyiz? Karşılıklı restleşerek oynanan blöflü kumar<br />
masalarındaki pey, neden bizlerin kardeşlikleri,<br />
dostlukları veya değerleri olmalı?<br />
Neler oluyor insanoğluna? Tanrının verdiği bu
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 93 -<br />
dünya üzerindeki yaşam günlerimizi kardeşçe<br />
yaşamak varken bu kavgalar, bu didişmeler, bu<br />
çekememezlikler niye? Onca anlamsız<br />
davranışlarla neler kaybettiriliyor biz insanlara<br />
farkında mısınız? Sevgiyi unutup nefretle mi<br />
büyümeli artık çocuklarımız? "Sevgi" denilen<br />
doğuştan sahip olduğumuz en değerli temel<br />
duygumuzu da diğerleri gibi dondurup dipfrize mi<br />
kaldıracağız?<br />
Sevmeyecek miyiz artık bir diğerimizi?<br />
Etrafımızdakilerin bizim gibi yaşamaları için artık<br />
gayret sarfetmeyecek miyiz? Karşılığında, onların<br />
gözlerindeki pırıltılarda bizlere tüm içtenlikleri ile<br />
sundukları dünyanın en değerli ödüllerini artık<br />
yakalayamayacak mıyız?<br />
Kör mü bunlar? Göremiyorlar mı? Yetmiyor<br />
sadece birimizin sıcakta ve güvende olabilmesi!..<br />
Farkında değiller mi? Yetmiyor sadece birimizin<br />
gülüp eğlenebilmesi!.. Sağlanamayacak mı insan<br />
gibi yaşamak her birimize tüm sevdiklerimiz ile?<br />
Kapımızı çalan hep "hüzün" mü olacak zaman<br />
<br />
zaman gördüklerimiz ve yaşadıklarımız sayesinde?<br />
İnsanoğlu ele ele veremeyecek ve cennete<br />
çeviremeyecek mi cehenneme dönüşmekte olan bu<br />
dünyayı? İnsan olduğumuzu bilemeyecek miyiz<br />
artık?<br />
"İnsan olduğumuzu bilemeyecek miyiz?.." Bu<br />
cümle, kendini insanlığın gelişmesine adamış<br />
İzmirli Can Arpaç üstadın ibret verici dizelerini<br />
anımsattı bana.<br />
Böyle Yazılmış... Böyle Yapılacak<br />
1.- Beşiktaş nüfusunda kayıtlı biri..<br />
Yani Ben…<br />
Cilt 22<br />
Sahife 48<br />
55 numaralı haneden.<br />
Tâ… 1931 den<br />
Dünya’ya bırakılmış.<br />
Uyruğu : Türk<br />
Dini : İslam<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 94 -<br />
Cinsi : Erkek.<br />
Ben hiçbir şey demeden<br />
Böyle yazılmış…<br />
Tek değişikliğe yetmiş gücüm<br />
Kara kaplı kütükte,<br />
Onlar bekâr demiş<br />
Ben evlenmişim!..<br />
2.- Berlin nüfusunda kayıtlı biri<br />
Belki Sen…<br />
Bizimki gibiyse kütükleriniz?<br />
Cilt : X<br />
Sahife : Y<br />
Bilmem kaç numaralı haneden.<br />
Tâ… 1931 den<br />
Dünya’ya bırakılmış.<br />
Uyruğun Alman<br />
Dinin Hristiyan<br />
Cinsin erkek yazılmış.<br />
Sana da benim gibi<br />
Hiçbir şey sorulmamış!..<br />
3.- Afrika ortasında biri<br />
<br />
Tut ki O…<br />
Kütüksüz<br />
Ciltsiz<br />
Hanesiz.<br />
Tâ… 1931 den<br />
Dünya’ya bırakılmış.<br />
Uyruğu : Yok<br />
Dini : Çok<br />
Cinsi erkek ama<br />
Bir yere yazılmamış.<br />
4.- Üç erkek,<br />
Yani biz<br />
Tâ… 1931 den<br />
Dünya’ya bırakılmış.<br />
Ya da onlar<br />
Üç ayrı yerde - Üç aynı doğumlu kız…<br />
Altımız<br />
Altmışımız<br />
Hepimiz…<br />
Kimseye sorulmadan<br />
Dünya’ya bırakılmış!…
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 95 -<br />
5.- Tanrı katında kayıtlı biri<br />
Belki Sen<br />
Veya Ben<br />
Ya da O…<br />
Bilinmez<br />
Hangi cilt – hangi yaprakta yeri?<br />
Ve herkes için aynı şey yazılmış<br />
Adından gayrı…<br />
Uyruğu : Dünya<br />
Cinsi : İnsan<br />
Dini : Önemsiz.<br />
6.- Bize hiç sorulmadan<br />
Böyle yazılmış kardeşliğimiz,<br />
Böyle yapılmamalıydı bunca yıl.<br />
Ne denir...<br />
İnsan olduğumuzu bilememişiz!..<br />
<br />
Güzel Sözler<br />
Eğer bile bile gücünüz yettiğinden daha<br />
azını olmayı planlıyorsanız;<br />
sizi uyarırım,<br />
hayatınızın geri kalan kısmında mutsuz<br />
olacaksınız.<br />
Kendi yetenek ve olanaklarınızdan<br />
kaçıyor olacaksınız.<br />
ABRAHAM MASLOW<br />
<br />
Hayatı işe yarar bir şekilde kullanmak,<br />
onu kendisinden daha uzun ömürlü<br />
bir şey için harcamaktır.<br />
WİLLIAM JAMES<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 96 -<br />
Tarihimizden<br />
Rıfat Bali<br />
rifat.bali@gmail.com<br />
I.Dünya Savaşı’nda<br />
(Haziran-Ağustos 1915)<br />
İzmir Fransız Tebaalı Musevilerin<br />
Tehciri<br />
Osmanlı ve Ermeni tarihyazımında 1915, Osmanlı<br />
Ermeni nüfusunun tehcir edildiği ve kitlesel<br />
katliama maruz kaldığı yıl olarak bilinmektedir.<br />
Ancak 1915 Haziranı’nın ortalarında, Tehcir<br />
Kanunu*’ndan iki ay sonra, Osmanlı<br />
tarihyazımında pek bilinmeyen, Tehcir Kanunu’na<br />
benzeyen ancak çok daha az şiddetli ve az sayıda<br />
insanı etkileyen bir başka tehcir vakası cereyan<br />
edecekti. Bu vakada, hedef kitle Osmanlı<br />
topraklarındaki Fransız, İngiliz ve Rus<br />
uyruklulardı. Tehcir edilenler arasında<br />
Bayonne**’dan gelip İzmir’e yerleşen Fransız<br />
uyruklu Yahudiler de yer alacaktı.<br />
<br />
Son Osmanlı Hahambaşısı Haim Nahum’a göre 1<br />
1915 yılında Bayonne’lu yaklaşık 50 Musevi aile -<br />
her bir ailede yaklaşık beş fert- İzmir’de<br />
yaşamaktaydı. 2 Fransız Dışişleri Bakanlığı’na göre<br />
bu insanlar “yaklaşık bir yüz yıl önce,” yani 1815<br />
yılında, İzmir’e göç etmişlerdi. 3<br />
Tehcirin İlk Adımları<br />
İzmir’deki Amerikan Başkonsolosu George<br />
Horton, anılarında “Britanya, Fransa, İtalya,<br />
Rusya, Belçika ve tabii ki Amerikan<br />
menfaatlerinden” sorumlu olduğunu yazmakta. 4<br />
Almanlar, İzmir’de yaşayan İttifak Devletleri’ne<br />
mensup yabancı uyrukluların Osmanlı tabiiyetine<br />
geçmeleri için baskı yapmaya başladıklarında<br />
Başkonsolos Horton oldukça zor zamanlar<br />
geçirecekti. Horton hatıralarında bu konudan şöyle<br />
bahsetmekte:<br />
Vali Rahmi Bey, 5 Şark ve Avrupa zekâsının -ki bu<br />
şüphesiz Musevi atalarından miras kalmıştı- eşit<br />
karışımından oluşan bir zekâya sahip son derece
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 97 -<br />
dirayetli, despotik bir kişi idi. Uzun boylu ve son<br />
derece dik duruşlu idi, keskin bakışları ve yüksek,<br />
ince delikli Turan tarzı bir burnu vardı. Türklerde<br />
oldukça nadir bir vasıf olan keskin bir mizah<br />
anlayışına sahipti. Rahmi Bey’le dostane<br />
münasebetlerim vardı zira himayem altındaki<br />
kişiler problemlerle karşı karşıya kaldıklarında bu<br />
problemleri halletme hususunda sahip olduğum tek<br />
kaynaktı.<br />
Kısa bir zaman sonra valinin Alman-Osmanlı<br />
kuvvetlerinin nihai olarak zafere ulaşacaklarına<br />
<br />
inanmadığını ve fırtınada dümeni sağlam tutma<br />
konusunda son derece endişeli olduğunu keşfettim.<br />
İkili bir oyun oynuyordu: bir taraftan hem<br />
Konstantiniye’deki yetkililerle arasını iyi tutuyor,<br />
diğer taraftan İzmir’in önde gelen İngiliz, Fransız<br />
ve İtalyanlarıyla iyi ilişkiler sürdürüyordu.<br />
Gerçekte, kendisine sık sık sert ve haşin davranan<br />
Alman subaylarından nefret ediyordu.<br />
Özellikle ihtişamlı evlerinde kendisini cömertçe<br />
eğlendiren İzmir’in önde gelen İngiliz vatandaşları<br />
ile dostluğu vardı. İştahı yerinde biriydi ve aklî ve<br />
yürüme melekelerini kaybetmeden Avrupa veya<br />
Şark içkilerinden epey fazla miktarda tüketebilirdi.<br />
Konstantiniye’deki Almanlar, Enver’e ve Talat’a<br />
İzmir’de yaşayan Müttefik Devletler’in<br />
tabiiyetindeki kolonilere karşı daha sert<br />
davranmaları için sürekli baskı yapmaktaydılar.<br />
Rahmi sık sık hiç hoş olmayan emirler almaktaydı,<br />
ancak yetkisi elverdiği ölçüde bunları tatbik<br />
etmekten kaçınıyordu. Bana samimiyetle<br />
siyasetinin bu olduğunu söyledi ve benimle<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 98 -<br />
teşrikimesaide bulunmayı kabul etti.<br />
Ne yazık ki Konstantiniye bu durumu fark edecek<br />
ve İzmir’deki ajanları aracılığıyla resmi Türk<br />
tatillerinde ve valinin konağında bulunmadığı veya<br />
bulunmasının zor olduğu zamanlarda harekete<br />
geçecekti. Alınan emirler açık bir şekilde kasıt ve<br />
kin doluydu ve tek hedefi kurbanları rahatsız<br />
etmekti. En çok tercih edilen usul ani bir şekilde<br />
kolonileri bir araya toplayarak insanları yirmi dört<br />
ila otuz altı saat boyunca ayakta durmaya<br />
zorlandıkları karanlık mahzenlere atmaktı. Böyle<br />
hallerde bu insanları hürriyetlerine kavuşturmak<br />
için bir at arabası veya araba bularak gece vakti<br />
Rahmi’yi aramam şart oluyordu. Nihayet bütün<br />
gece boyu süren bir kovalamacadan sonra onları<br />
hapishaneden çıkarmayı başardığımda bu<br />
muameleye tabi tutulan kişiler hiç de iyi bir<br />
haletiruhiye içinde değillerdi.<br />
1915 yılının Mayıs ayında, Rahmi’nin başa<br />
çıkmakta zorlandığı ciddi bir durum ortaya çıktı.<br />
Erkek, kadın ve çocuk bütün İttifak Devletleri<br />
<br />
tabiiyetindeki kolonilerin demiryolundan uzak bir<br />
mesafede bulunan bir yerde enterne edilmeleri için<br />
genel bir emir geldi. Vali, bana bu insanların<br />
korkunç bir ıstıraba maruz kalacaklarını ve açlık<br />
çekeceklerini söyledi.<br />
“Önce serseriler, namussuzlar ve zavallılar ile<br />
başlayacağım, daha sonra diğerlerine ulaşana<br />
kadar kararda bir değişiklik olabileceği umuduyla<br />
sıradaki diğer kişilere yavaş yavaş ilerleyeceğim.<br />
Bu arada sen Konstantiniye’deki Birleşik Amerika<br />
sefirine bir telgraf gönder ve alınan tedbirlerin<br />
insanlık dışı olduğu yönünde beyanda bulunarak<br />
müdahale etmesini talep et. ‘Tehcir başladı’ de.<br />
Bu, Almanların gözlerine toprak atacaktır” dedi.<br />
Rahmi hiç yorumda bulunmayacağım aşağıdaki<br />
sıra dışı beyanı da ekledi:<br />
[Amerikan Sefiri Henry] “Morgenthau önce<br />
Enver’e kapitülasyonların kaldırılması teklifinde<br />
bulundu ve bu yönde hareket etmeye ikna etti.<br />
Dolayısıyla İngilizlerin, Fransızların ve<br />
diğerlerinin Anadolu’nun iç kesimlerine
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 99 -<br />
gönderilmeleri emrini iptal etmesi için Enver’i<br />
ikna etmeye kâfi derecede tesiri olacaktır.”<br />
Bana denildiği gibi sefire telgraf gönderdim, ancak<br />
şöyle cevap verdi: “Yarın Cuma ve Harp Nazırı’nı<br />
göremem.”<br />
Emir tabii ki tam da Cuma gününe rastlaması için<br />
kasten verilmişti. Cumartesi günü, Rahmi’nin fikri<br />
üzerine, Amerikan hükümetinin insanlık adına<br />
müdahalede bulunması için yalvaran bir telgrafı,<br />
Washington’a iletilmek üzere, Atina’daki Ortaelçi<br />
Droppers’e gönderdim. Vali telgrafın Atina’ya<br />
ulaştırılması işini üstlendi.<br />
Bu adımların hiçbirinden bir netice çıkmadı, vali<br />
daha da asabileşti ve kötüleşti. Haziranın on<br />
sekizinci günü hali vakti kötü sınıfların tehciri<br />
başladı. Önce hapse atıldılar ve kendilerine hiçbir<br />
yiyecek verilmedi. Valiye gıda konusunda ne<br />
yapabileceğini sorduğumda “satın alabilirler” dedi.<br />
Hiç paraları olmadığı itirazında bulunduğumda<br />
“birbirlerinden borç alabilirler” diye cevap verdi.<br />
<br />
Cesur ve takdire şayan İngiliz din işleri zabiti<br />
Mister Brett‘i mahpuslara para ve gıda izninin<br />
verilmesini talep etmesi için Cemal Paşa’ya<br />
gönderdim, ancak Cemal Paşa “Üç dört gün<br />
bekleyeceğiz ve ne yapacağımıza karar vereceğiz”<br />
sözleriyle onu reddetti.<br />
Yoksul sınıflardan yaklaşık yüz kişi, İzmir’den<br />
sekiz saatlik mesafede bulunan Kemalpaşa’ya<br />
yayan gönderildi. Bunlar arasında yaşlılar vardı ve<br />
aralarından seksen yaşındaki birisi yol kenarına<br />
düşerek öldü. Bazılarının evlerine sabah beşte<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 100 -<br />
baskın yapıldı ve elbiselerini giymelerine bile<br />
fırsat tanınmadı.<br />
Bu zavallılara ekmek, peynir ve para ulaştırmak<br />
üzere derhal konsolosluğun iki memurunu<br />
Kemalpaşa’ya gönderdim. Vali tarafından bu<br />
şekilde acımasız muameleye tabi tutulan İttifak<br />
Ülkeleri tebaasının büyük bir kısmının Musevi<br />
olduğu kaydedilmelidir. Bu insanlar kirli<br />
hapishanelere kilitlendi, kendilerine yiyecek<br />
verilmedi, dövüldü ve fazla miktarda para<br />
toplamadıkları takdirde Sivas’a yaya olarak<br />
gönderilecekleri tehdidinde bulunuldu – bu, can<br />
çekişerek acı içinde ölmeye denk bir ceza idi.<br />
Vali, Morgenthau’nun konuyu ciddi bir şekilde<br />
Enver’e aktararak İzmirlilerin tehciri konusundaki<br />
baskıyı durdurabileceğine kani idi ve bana şöyle<br />
dedi:<br />
“Bana her seferinde neden tehcire devam<br />
etmediğim sorulduğunda Yahudileri tehcir<br />
edeceğim. Kendisi de [Morgenthau] Yahudi<br />
olduğu için bu belki onu uyandıracaktır.”<br />
<br />
Genel olarak himayem altındaki İzmir’deki İngiliz,<br />
Fransız, İtalyan kolonileri ve diğerleri, şiddet veya<br />
açlık nedeniyle ölümle neticelenebilen aşırı bir<br />
işkenceye maruz kalmamışlardı. Sayıları kırk-kırk<br />
beş bin civarında olan ve “Helen Rumları” olarak<br />
bilinen Kral Konstantin’in tebaası Rumlar da bu<br />
işkencelere maruz kalmamışlardı. Rumlar<br />
konusunda vali sık sık bana Kral Konstantin’i<br />
Türkiye ve Almanya’nın bir müttefiki olarak<br />
gördüğü için onlara iyi davranmaya niyetli<br />
olduğunu söyledi.<br />
Türk ve Alman zulmünün en dehşetli kurbanları,<br />
Osmanlı hâkimiyeti altında bulunan altmış bin<br />
reaya veya Rumlar idi. Bunlar katledildi, soyuldu,<br />
evlerinden çıkartıldı, tecavüze uğradı veya orduya<br />
alındı ve hendek kazma veya benzer işlere verildi,<br />
bunların çoğuna gıda veya kıyafet verilmedi.<br />
Çoğunluğu açlık veya açıkta kalma nedeniyle<br />
öldü.<br />
Britanya donanması sürekli olarak kıyıyı<br />
bombaladığı için, bunların çoğunluğu tepelerde,
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 101 -<br />
denizden açık bir şekilde görülecek bir alanda<br />
hendek kazma görevine tayin edilmişti.<br />
Britanya’nın “Hendek kazan birçok işçi<br />
bombalandı, birçoğu öldürüldü ve diğerleri<br />
kaçmaya zorlandı” şeklindeki beyannameleri,<br />
Türkleri oldukça eğlendirdi. Reayaların bazısı<br />
kuyularda ve bahçelerde kazılan deliklerde aylarca<br />
gizlenmeyi başarmıştı. Bunların birçoğunun<br />
yerlerini biliyordum.<br />
Sayıları az olmayan bu insanlar en şanslıları idi.<br />
Kayık ve sandallarla Yunan adalarına kaçtılar.<br />
Sayıları on iki bin kadar olan Ermenilere bu sefer<br />
reayalara zulmedildiği gibi zulmedilmedi.<br />
Türklerin siyaseti “milli müdafaa” için<br />
Ermenilerden mümkün olduğu kadar çok para<br />
sızdırmaktı.<br />
Ermeniler çoğunlukla hali vakti yerinde varlıklı<br />
kişilerdi ve sıklıkla listeleri hazırlanıyordu. Bu<br />
listelerde yer alanlar isimlerinin karşısında yazılı<br />
<br />
olan meblağı Türk altını olarak ödemek zorunda<br />
idiler. 6<br />
_____________________________________________________________<br />
Dipnotlar :<br />
* Resmî adıyla “Vakt-i Seferde Icraat-i Hükümete Karşı Gelenler İçin<br />
Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-ı Muvakkat”.<br />
** Bayonne Fransa’nın en güneydoğusunda Basses – Pyrénées bölgesinde<br />
yer alan muhkem bir şehirdir. Bayonne’daki ilk Musevi yerleşimi, İspanyol<br />
ve Portekiz kökenli Marrano’lardan oluşuyordu. Bkz. George Levitte,<br />
“Bayonne”, Encyclopaedia Judaica, (Kudüs: Keter Publishing), cilt 4, s.350-<br />
351.<br />
1<br />
Haim Nahum konusunda bkz. Esther Benbassa, Son Osmanlı<br />
Hahambaşısının Mektupları Alyans’tan Lozan’a, çeviren İrfan Yalçın,<br />
Milliyet Yayınları, 1998.<br />
2<br />
Henry Morgenthau, United States Diplomacy on the Bosphorous: The<br />
Diaries of Ambassador Morgenthau, 1913-1916, Ara Sarafian’ın “Giriş”i<br />
ile, (London, New Jersey: Gomidas Institute), 2004, s. 289.<br />
3<br />
National Archives and Records Administration, College Park, Maryland,<br />
(kısaca NARA), RG 59, 867.4016/113 sayılı, 14 Ağustos 1915 tarihli<br />
mektup.<br />
4<br />
George Horton, Recollections Grave and Gay, The Bobbs-Merrill<br />
Company, Indianapolis, 1927, s. 219.<br />
5<br />
Rahmi Bey Mayıs 1919’da İngilizler tarafından Malta’ya sürülecek ve<br />
1922’de serbest bırakılacaktır.<br />
6<br />
George Horton, a.g.e., s. 220-225.<br />
Toplumsal Tarih Şubat 2010 sayısında yayınlanmıştır.<br />
Devamı Gelecek Sayıda..<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 102 -<br />
Yahudilik Bilinci<br />
İşleyen Güç<br />
A'KOAH A'POEL<br />
Ondan Başkası Yoktur<br />
Eyn Od Milvado<br />
Mordo Ovadya / Israel<br />
shiyaya@netvision.net.il<br />
Bu söz açıkça evrenin tümünde Yaradan'ın<br />
gücünden başka güç olmadığını söylemektedir.<br />
Yaradılışı kapsayan en ufak atomlardan en büyük<br />
galaksilere kadar her şeyin O'nun hakimiyetinde<br />
olduğunu ''Eyn Od Milvado'' sözünde görüyoruz.<br />
Bu sözün içeriğini incelediğimizde, daha derin bir<br />
gerçekle karşılaşıyoruz. Her şey onun hakimiyeti<br />
altında olmakla kalmayıp, yukarıda belirtildiği gibi<br />
en ufak atomdan en büyük galaksiye kadar var<br />
olan her şeyde gördüğümüz değişiklikleri yapan<br />
tek güç Yaradan'ın gücüdür. Rav Aşlag onun<br />
<br />
gücünden başka değişiklik yapmaya muktedir hiç<br />
bir gücün olmadığını öne sürmektedir .<br />
Bu açıklamalara rağmen neden bu gerçeklerin<br />
tersini görmekteyiz. Yaradan'ın özelliklerini ve<br />
yeryüzündeki hakimiyetini inkar eden güçlerin<br />
varlığını neden görüyoruz?<br />
Bu sorunun yanıtını anlamak için, insanların<br />
doğasında var olan bencillik duygusuyla ilgili bazı<br />
saptamalarda bulunmak gerekir .<br />
İnsanın doğasında var olan bencillik duygusu,<br />
insana sanki her şeyi biliyormuş, her şeye hakim<br />
olabiliyormuş hissini verir. Oysa durumun böyle<br />
olmadığını, aslında hakimiyetin insanda<br />
olmadığını, insanın kendi doğal öz yapısında en<br />
ufak bir değişikliği yapmasının, Yaradan'ın<br />
yardımıyla gerçekleştiğini anlamamızı sağlamak<br />
içindir. Yaradan kendi isteğiyle bencilliğimizde<br />
baş gösteren bozuk alışkanlıkları onarmak için,<br />
insanları onarmak için böyle davranmaktadır .
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 103 -<br />
Biz insanlar, maneviyat alanında henüz taş<br />
devrindeymişiz gibi gelişmemiş ilkel bir dönemde<br />
yaşıyoruz.<br />
Bir benzetme yapmak gerekirse, henüz üç aylık<br />
bebekler gibi kendi ayaklarımız üstünde<br />
duramıyor, yürümeyi bir kenara bırakın kendi<br />
gücümüzle ayakta durmayı bile beceremiyoruz.<br />
Bir tarafta gözle göremediğimiz manevi dünya,<br />
diğer tarafta hayatın dünyevi zevkleri!.. Bu ikili<br />
mücadelenin sonunda her zaman alışkın<br />
olduğumuz dünyevi yaşantımıza döner ve bu<br />
döngünün sürekli tekrarlandığını görürüz. Manevi<br />
alanda kısa bir süre kaldıktan sonra tekrar dünyevi<br />
zevklere doğru yönlendiğimizi farkedince, manevi<br />
bilinç alanına doğru ilerleme kaydedemediğimizi<br />
anlar ve kendi iç dünyamızın dışında kalan manevi<br />
üst dünyalara varmak ve Yaradana yaklaşmak<br />
yerine gerilediğimizi ve dünyevi zevklere olan<br />
düşkünlüğümüzün geçmişe kıyasla daha güçlü<br />
olduğunu farkederiz.<br />
<br />
İnsanların manevi alanın dışına itilmelerinin<br />
yararlı ve faydalı bir amacı olduğu muhakkaktır.<br />
İnsanlar bu dışa itilmelerin ardından bu ikili<br />
mücadeleyi tamamen kaybettikleri hissine<br />
kapılarak, Yaradan'a, Yaradan'ın yüceliğine<br />
yaklaşmanın kendi gücüyle ve kendi imkanlarıyla<br />
mümkün olamayacağını anlar.<br />
İnsan, devamlı olarak manevi alanın dışında<br />
kalmanın korkusuyla, kendisine yardımcı<br />
olabilecek tek gücün Yaradan'ın gücü olduğuna<br />
karar verir. İnsan verdiği bu karar sayesinde,<br />
Yaradan'a karşı yürekten bir talepte bulunur ve<br />
ondan, gözlerini ve kalbini açmasını, kendisini<br />
gerçek bir şekilde maneviyata yaklaştırmasını<br />
talep eder. Bu aşamaya varan insanların bencillik<br />
ölçülerinde bir değişime uğradıklarını görüyoruz.<br />
İnsanın bundan önce manevi alanda hissettiği dışa<br />
itilmelerin onu bu değişik duruma getirmek için<br />
Yaradan tarafından yapılmış olduklarını<br />
görmekteyiz.<br />
Manevi alandan dışa doğru itilmeler, insana<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 104 -<br />
manevi yönden ilerlemediğini ve yerinde saydığı<br />
hissini vermesine rağmen, aslında amaç, insanın<br />
bulunduğu seviyede kalmasını önlemek, bu seviye<br />
için yetinmemesi ve manevi yönden gelişmesini<br />
temin etmektir. Bu sadece insanın manevi yönden<br />
gelişmesini sağlamak için aşabilmesi gereken bir<br />
süreçtir. Bu süreçte Yaradan kendisine<br />
yaklaştırmak istediği insanlara, manevi dünya<br />
bilincinden dışa itmeler aracılığı ile tamamen<br />
kendi insiyatifi ile karar verebilmesi için o insana<br />
yüce kattan yardım gönderir. Yaradan bu yardımı<br />
yalnızca dünyamızın bilinç seviyesinden daha<br />
yüksek bir bilinç seviyesine içtenlikle yükselmek<br />
isteyenlere gönderir.<br />
Daha yüksek bir bilinç seviyesine yükselmek<br />
isteyen insanlara yapılan yardımların, bizim<br />
mantığımızın aksine çalıştığını da belirtmek<br />
gerekir. Şöyle ki yükselmeye adaylığını koyan<br />
insana, tüm yaptıklarının yanlış olduğunu ve<br />
maneviyata yaklaşamadığını göstererek,<br />
Yaradan'ın özellikleri hakkında yanlış düşünce ve<br />
fikirler ileri sürmesini sağlar. Tüm bunlar insana<br />
<br />
Yaradan'la özdeşleşmemiş olduğunu görmesini<br />
sağlamak içindir. Bu durumda insan hissettiği tüm<br />
bozguncu olgulara karşı ne kadar direnç gösterirse<br />
göstersin ve maneviyat yolunda ne kadar ilerlemek<br />
isterse istesin, kutsiyetten adım adım uzaklaştığını<br />
görür. Bu durumda insan, devamlı bir şekilde<br />
Yaradan'a karşı çeşitli taleplerlede bulunarak<br />
halinden şikayet eder ve Yaradan'ın kendisine<br />
karşı göstermiş olduğu bu davranışlarını ve<br />
kendisini neden her zaman redettiğini anlamaz.<br />
Böylece insan, manevi alanda bir yer<br />
tutamayacağına hatta böyle bir ümit bile<br />
olmadığına kanaat getirir. İşte insan ancak bu<br />
safhalardan geçtikten sonra, ben maneviyat alanına<br />
sadece Yaradan'ın yardımı ile yaklaşabilirim<br />
kanaatine varır.<br />
Burada açıkça görülüyor ki, insana gönderilen<br />
düşünceler ne olurlarsa olsunlar, tek bir yerden<br />
kaynaklanmaktadırlar. Göklerin ve yeryüzünün tek<br />
hakimi O'dur ve ''Ondan başkası yoktur!..''<br />
Hepimizin bildiği gibi yaşadığımız bu dünyevi
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 105 -<br />
ortamda, çocuklar düşe kalka yürümesini<br />
öğrenirler. Biz yetişkinler de aynen çocuklar<br />
gibiyiz. Manevi alandaki düşüşlerimiz,<br />
kalkışlarımızdan daha fazla olmasına rağmen,<br />
manevi alana her giriş ve çıkış bizi ileri bir<br />
basamağa doğru itmektedir.<br />
Kendisine gönderilen tüm bozuk (rahatsız edici)<br />
işaretlere rağmen insan, devamlı bir şekilde bütün<br />
varlığıyla ve tüm düşünceleriyle Yaradan'a bağlı<br />
kalmalıdır. İnsan bu bağlılığını, kendini en kötü<br />
şartların etkisi altında bulduğu zamanlarda bile<br />
korumalı ve Yaradan'dan başka hiç bir gücün<br />
hüküm sürmediğini, tek hükümdarın Yaradan<br />
olduğunu, onun gücünden başka hiç bir gücün bizi<br />
iyi veya kötü yönde etkilemediğini bilmek<br />
zorunluluğundadır.<br />
İnsanlar bazen yeryüzünde Yaradan'dan başka<br />
güçlerin var olduğu düşüncesine kapılarak, sadece<br />
kendi iradesiyle hareket ettiğini düşünür. Şöyle ki<br />
daha dün maneviyat hakkında fikir sahibi olmak<br />
istemediğini düşünerek, Yaradan'ın evreni<br />
<br />
yönettiğine inanmadığını gösterir ve başka ilahlara<br />
inananlardan biri haline gelir. İnsan her şeyin<br />
Yaradan tarafından yapıldığını düşünmeli ve<br />
bunun tersini düşünüyorsa pişmanlık ve hüzün<br />
duymalıdır.<br />
Tam bu aşamada insan, pişmanlık ve hüzünü<br />
nelere karşı duyduğunu çözmek durumundadır.<br />
Yaradan onu manevi alandan, dünyevi düşüncelere<br />
ittiği için mi üzülmeli, yoksa geçmişte değersiz<br />
bulduğu şeylerle tekrar uğraşmaya başlamak için<br />
heveslendiği için mi pişmanlık duymalıdır?<br />
İnsan maneviyata istekli olduğu zaman, manevi<br />
alana yükselmekte olduğunu sezmeye başlayınca,<br />
maneviyatın tadını algıladığı zaman bile,<br />
maneviyata varmak için Yaradan'ın beğenisini<br />
kazanmış olduğunu bilmelidir.<br />
Sonuçta anlamamız gereken şudur ki, Yaradan'ın<br />
beğenisini kazanmak veya kaybetmek, biz<br />
insanların elinde olan bir şey değildir. Bu işler<br />
sadece Yaradan'ın elindedir.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 106 -<br />
Bu aşamada aklımıza gelen bir soruya yer verelim.<br />
Neden bir insan Yaradanın beğenisini kazanıyor ve<br />
neden Yaradan onu kendisine yaklaştırıyor, sonra<br />
da bırakıveriyor? Alışık olduğumuz dünyevi bilinç<br />
sınırları içinde bu sorunun cevabını anlamaya<br />
gücümüz yetmez. Manevi bilinç sahibi olmayan<br />
bir kişi bunları anlayamaz, ancak manevi alana<br />
girdikten sonra insan bunları anlamaya başlarlar.<br />
Onarım (Tikun), insanın sadece "kendine almak"<br />
arzusunu tamir ederek, "vermek" arzusuna çeviren<br />
bir olgudur. Böylece insan kendi bencilliğinin<br />
dışına çıkarak ve kendisinde bir değişikliğe yer<br />
vererek, özgeci bir duruma dönüşerek başkalarının<br />
iyiliği için elinden geleni karşılık beklemeden<br />
yapar.<br />
Tikun'un amacı biz insanların bu değişikliği<br />
yapmasını sağlamaktır. Bu aşamada dikkat<br />
edilmesi gereken, KARŞILIK BEKLEMEDEN<br />
konusu olmalıdır. İbranice bu hususa A'avat<br />
Hinam adını veriyoruz. İnsanı kendi bencil<br />
düşüncelerinden arındıran işte bu<br />
<br />
hesaplaşmalardır.<br />
Bencillik insanın özündedir. İnsanda bencillikten<br />
başka bir özyapısal değer yoktur. Çünkü bencilliği<br />
ve almak arzusunu Yaradan yaratmış ve yaradılışı<br />
ve dünyayı bu iki arzu ile doldurmuştur.<br />
Yaradan'ın insanı yaratmasındaki amaç insanı<br />
kendisi ile bütünleştirmek ve insanı ebedi<br />
kılmaktır. Ancak bu şekilde insan Yaradan ile<br />
özdeşleşebilecektir. İnsan Yaradan ile<br />
bütünleşebilmek için bencilliği reddetmek<br />
mecburiyetindedir. İnsan bencilliğinden<br />
kurtulduğunda sadece bir tek şey için, Yaradanın<br />
amacı yerine geldiği için sevinmelidir. Yaradanın<br />
amacı insanların durumunu iyileştirmektir. Bu<br />
amacın yerine geldiğini gören insan Yaradanla<br />
bütünleşerek onunla ebediyen birleşir .
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 107 -<br />
Sabetay Sevi'nin<br />
Ardından<br />
Gad Nassi / Israel<br />
Bir kalıntının yorumu:<br />
Sabetaycı Kabala'da Yaratılış ve Mesih<br />
Geçen sayımızda,<br />
Selanik kökenli<br />
Sabetaycı bir ailede<br />
Kuzu Bayramı<br />
sırasında kullanılmış<br />
bir şölen tepsisini<br />
takdim ederek, bu<br />
ürünün Pesah tepsisi<br />
ile olası benzerliğine<br />
dikkati çekmiştik.<br />
<br />
Pesah Bayramı, Yahudi ulusunun esaretten<br />
kurtuluşunun öyküsünü simgelediğinden, ayni<br />
zamanda da, Mesih'in gelmesi ile gerçekleşecek<br />
kurtuluşu ve Yahudi Ulusu'nun yeniden ihya<br />
edilmesi kavramı ile de örtüşür. Diğer taraftan,<br />
Mesih'in gelmesi ile, Yaratılış inancında olduğu<br />
gibi bir karmaşanın açığa çıkacağı ve bunu takiben<br />
karanlığın ışığa dönüşeceği, selamet günlerinin<br />
başlayacağına inanılmıştır. Daha önce bu<br />
sütunlarda da belirttiğimiz gibi, Pesah gibi<br />
İlkbahar'da kutlanan Kuzu Bayramı, Mesih'in<br />
gelmesini ve Evren'in yaratılışını simgeler. Büyük<br />
bir olasılıkla da Pesah Bayramının temel anlamı<br />
üzerinde yapılanmıştır. (bkz. "La Dulse"den "Kuzu<br />
Bayramı"na, <strong>DIYAL</strong>oG Sayı 7, Sayfa 80)<br />
Kanımıza göre, bahsi geçen tepsi, Sabetaycı<br />
inancın temellerini oluşturan, Yaratılış ve<br />
Mesih'in gelişi kavramlarını ve bu iki kavram<br />
arasındaki ortak bağlantıyı temsil eden<br />
sembollerden oluşmuştur.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 108 -<br />
Davud Kalkanı<br />
Tepsinin ortasında,<br />
ışınların saçıldığı altı<br />
adet çiçek tablası ile<br />
çevrili bir Davud<br />
Kalkanı – Yıldızı –<br />
gorülmekte. Sabetaycı<br />
düşüncede temel bir konumu olan, Luria<br />
kabalasına göre evren, Tanrı'dan saçılan ilahi<br />
kıvılcımlar tarafından yaratılmıştır. Tepsinin<br />
merkezindeki görüntü, büyük bir olasılıkla, bu<br />
olayı temsil etmektedir.<br />
İki yılan<br />
Sol-üst ve sağ-alt<br />
tarafta, iki yılan başı<br />
gözükmekte. Bu iki baş,<br />
Davud kalkanının<br />
etrafındaki çiçek<br />
tablaları ile özdeş olan<br />
iki çiçek tablasının<br />
<br />
girişinde, karşı karşıya yer almakta.<br />
Sabetaycı inancın temelini oluşturan Zohar<br />
kabalasına göre, Yaratan'ın, iyi ve kötü olan iki<br />
yüzü vardır. Sabetaycı kabalaya göre bu yüzler,<br />
birbirleri ile mücadele halinde olan iki yılan<br />
tarafından temsil edilmektedirler. Mesih'in<br />
peydahlanacağı Ahiret Günlerinde, bu iki yılandan<br />
kötü olanı bu mücadeleyi kazanacak ve iyi yılana<br />
dönüştükten sonra, Yahudi Ulusuna kurtuluşun<br />
kapılarını açacaktır.<br />
İbranice yılan anlamına<br />
gelen nahaş sözcüğünün<br />
ebcet hesabına göre<br />
sayısal değeri, maşiah<br />
sözcüğü ile<br />
eşdeğerdedir. Ayrıca<br />
Sabetay Sevi, imzasını<br />
yılan şeklinde atmış ve<br />
bir iddiaya göre,<br />
kendisini Mesih günlerinin yılanı olarak görmüştü.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 109 -<br />
Ayrıca Zohar Kitabında geyik imgesi ile,<br />
İbranilerin Mısır esaretinden kurtulmaları<br />
aralarındaki ilişki işlenmiştir. Talmud Kitabına<br />
göre dişi geyiğin rahmi dar olduğundan, doğal bir<br />
doğum yapması mümkün olamamaktadır. Bu<br />
yüzden, Yaratan geyiğin rahminin ağzını ısırıp<br />
doğumu sağlaması için bir yılanı göndermiştir.<br />
Bununla ilgili olarak Zohar'da şöyle yazılıdır:<br />
"Bu konuyu fazla kurcalama,<br />
ve Tanrı'yı kızdırma."<br />
Bundan başka, Sevi sözcüğünün İbranice karşılığı<br />
olan Tzvi sözcüğü "geyik" anlamına gelmektedir.<br />
Bütün bu izahatlardan<br />
çıkarabileceğimiz<br />
sonuç, Mısır<br />
esaretinden kurtuluşu<br />
simgeleyen geyiğin<br />
doğumu, aynı zamanda,<br />
Mesihin gelmesi ile<br />
gerçekleşecek kurtuluşu<br />
<br />
da simgelemektedir. Buna göre, çiçek tablasının<br />
girişindeki iki yılanın varlığını, Mesih günlerinde<br />
birbirleri ile mücadele edecek olan iki yılanı temsil<br />
ettiği şeklinde yorumlayabilmekteyiz.<br />
Tepsinin üst-merkezindeki altı yılan figürü de<br />
herhalde, yılan alegorisi ile ilgili Sabetaycı inancı<br />
vurgulama amacı ile işlenmiştir.<br />
Tepsinin alt-orta bölümünde, yılan figürleri<br />
arasında, eski Türkçe harflerle, tepsiyi yapan<br />
kişinin ismi, Abdülcenap, yazılıdır.<br />
Rozet<br />
Tepsinin iki<br />
tarafındaki gül<br />
rozetlerinin de<br />
Musevi mistik<br />
düşüncesi<br />
bağlamında<br />
yorumlanması<br />
mümkündür.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 110 -<br />
Tevrat'ın lirik yapıtlarından Şiirlerin Şiiri'nde şu<br />
satırlara rastlamaktayız:<br />
"Dikenlerin arasında bir gül gibi seni farkettim..."<br />
Lurya Kabalasında ise, Mesih gelmeden "Yahudi<br />
Ulusu'nun gözyaşları vadisi'nden geçeceği ve<br />
yolunda, dikenler arasında güller gibi dağılmış,<br />
uluslar arasındaki kutsal ruhları seçeceği,"<br />
yazılıdır.<br />
Ayrıca çiçek veya gül rozeti, Pesah Bayramı<br />
tepsilerinde sık rastlanan bir figür olup, Sabetaycı<br />
inanca göre de Sevi'nin mesihliği de bir Pesah<br />
günü ilan edilecekti.<br />
En büyük insan,<br />
kendini en çok sayıda insanın<br />
yerine koyabilendir.<br />
<br />
Atasözlerinde Tezatlar<br />
Damlaya damlaya göl olur!..<br />
Taşıma suyla değirmen dönmez.<br />
İyi insan lafın üstüne gelir!..<br />
İti an çomağı hazırla.<br />
Bir elin nesi var, iki elin sesi var!..<br />
Nerde çokluk orda bokluk.<br />
Fazla mal göz çıkarmaz!..<br />
Azıcık aşım, ağrısız başım.<br />
Kervan yolda düzelir!..<br />
Balık baştan kokar.<br />
Söz gümüşse, sükut altındır!..<br />
Sükut ikrardan gelir.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 111 -<br />
Çağrışımlar<br />
Avram Ventura<br />
avramventura@superonline.com<br />
Bir Sis Perdesinin Ardında<br />
Belleğin Tozlu Sayfalarında<br />
Bölüm VI (Son Bölüm)<br />
Judeo-Espanyol Dilinin<br />
Anımsattıkları<br />
Yahudi İspanyolcası<br />
Birçok araştırmacının buluştuğu ortak kanı,<br />
günümüze yakın bir dönem sayılabilecek bin<br />
dokuz yüz elliye kadar olan yıllar araştırıldığında,<br />
İzmir’deki birkaç yüzyıllık Yahudi sosyal<br />
yaşamının incelenebileceğidir. Bunun nedeni, bu<br />
yüzyıllar içerisinde, günlük yaşantıda büyük bir<br />
değişikliğin görülmemesi, gelenek, töre, dil ve<br />
kültürün aynı düzeyde korunmuş olmasıdır.<br />
<br />
Benden bir kuşak öncesine kadar, ilköğrenimin<br />
temeli genelde Fransızcaydı. Türkçe okullarda,<br />
nerdeyse bir yabancı dil gibi okutulurdu. Bu<br />
yüzden anneannem ve onun yaşıtlarının, zaten çok<br />
sınırlı olan eğitimlerinde Türkçeye yer<br />
verilmemesi, evde ve çevresinde Judeo-Espanyol<br />
ya da Türkçe deyişiyle Yahudi İspanyolcasıyla<br />
konuşulmasının temel nedeni olmuştur. (Günlük<br />
konuşmalarda yalnızca İspanyolca ya da Ladino<br />
olarak da kullanılıyor.) Bilindiği gibi bu dilin, en<br />
az beş yüz yıllık bir geçmişi var. İspanya’dan<br />
gelen atalarımız tüm gelenekleriyle birlikte<br />
dillerini de bu güne kadar korumuşlar. Bu arada<br />
Fransızca, İtalyanca, Rumca ve Türkçe sözcükler,<br />
kimi zaman değişime uğrayarak günlük<br />
konuşmalara yerleşmiş ve yeni bir dil olarak,<br />
Judeo-Espanyol oluşmuş. Bir süre önce katıldığım<br />
bir İspanya gezisinde, bana ilginç gelen şu oldu:<br />
Konuşurken İspanyollar beni anlıyorlardı, ben de<br />
onları; oysa kullandığımız dil oldukça farklıydı.<br />
Sözcüklerimizden birçoğu Cervantes döneminden<br />
kalmaydı.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 112 -<br />
Yine bin dokuz yüz ellili yıllara dönüyorum. Eve<br />
bir gazete ya da dergi alındığını, herhangi bir<br />
kitabın okunduğunu hiç anımsamıyorum. Babam,<br />
maddi olanaksızlıklar yüzünden ilkokulu üçüncü<br />
sınıfta bırakmak zorunda kalmış. Gece gündüz<br />
çalışmanın dışında uzun süre yaşamlarında bir<br />
farklılık olmamış. Yalnız onlar mı? Yakın<br />
çevremden tanıdıklarım, uzun yıllar toplumdan<br />
uzak kalmışlar, kendi dar çevreleri içinde<br />
yaşamlarını sürdürmüşler.<br />
Müslüman Türklerle komşulukları, dostlukları yok<br />
muydu? Elbette, vardı. Hem de en iyisinden.<br />
Yaşadıkları çevrenin sınırları içinde, herkes<br />
nerdeyse birbirinin geleneğine, yazgısına ortak<br />
olmuştu. Müslüman, Musevi komşusunun inanç ve<br />
geleneklerini bilir, onun hassas olduğu konulardan<br />
uzak kalmaya çalışırdı. Erkekler, iş ilişkileri<br />
nedeniyle Türkçeye daha yatkındılar; oysa günlük<br />
konuşmaların dışında bu dili kullanmayan<br />
kadınların, gerekli olduğu zamanlarda<br />
zorlandıklarını anımsarım. Benim ve yaşıtlarımın<br />
<br />
Judeo-Espanyola olan kulak dolgunluğu, sınırlı<br />
sözcüklerle de olsa anlaşabilmemiz,<br />
anneannelerimizin bize sürekli olarak bu dille<br />
konuşmalarından kaynaklanmaktadır. Bu<br />
sözcüklerle, bu şarkılarla doldu kulaklarımız, bu<br />
dilin gelenekleriyle büyüdük. Aradan geçen bu<br />
kadar yıl sonra, yaşı daha genç olan yengemin<br />
dışında, evde derslerime hiçbir yardım<br />
alamayışımı hüzünle anımsarım.<br />
Bugün kesin olarak şunu söyleyebiliriz: Bizler,<br />
sınırlı da olsa, bu dili tanıyan son bireyleriz!<br />
Çocuklarımızın birçoğu, bu dile tümüyle yabancı<br />
kalmış; torunlarımızın ise hiçbir şekilde ilgi<br />
göstermeyeceği kesindir. Okullarda alınan Türkçe<br />
eğitimin yanında, Batı dillerinden en az birini<br />
öğrenmek için harcanan çaba, Judeo-Espanyol’u<br />
önemsiz kılmakta, gençlere bu konudaki<br />
çalışmalar hiç çekici gelmemektedir. Bu dilin<br />
yitirilmesinde bir sorumlu aranacaksa, bunun yine<br />
biz olacağımızı açıklıkla itiraf etmek gerekir.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 113 -<br />
Judeo-Espanyol Şarkılar<br />
Yıllardır Los Paşaros Sefaradis, Janet-Jak Esim ve<br />
Erensya Sefaradi, Judeo-Espanyol şarkı geleneğini<br />
canlı tutmaya çalıştı. Her birini büyük bir<br />
beğeniyle izledim, çalışmalarını alkışladım.<br />
Onlarla birlikte, şimdi de bu geleneği çağdaş bir<br />
yorumla sürdüren ve bunu da etkili olarak ülke<br />
çapında yaymakta başarılı olan Sefarad’ı her<br />
dinlediğimde, belleğim beni 1968–70 yıllarına<br />
götürüyor.<br />
O yıllarda, Şalom Gazetesi’nin sürekli yazarı ve<br />
şair Madam Ester Morguez Algranti’yi sıkça<br />
görmeye giderdim. O ziyaretlerimden birinde, beni<br />
bir Amerikalı doktora öğrencisiyle tanıştırdı.<br />
Doktora konusu Judeo-Espanyol ezgilerdi. Adını<br />
anımsamaya çalıştım, boşuna. İyi ki bana<br />
gönderilen tüm mektupları saklama alışkanlığım<br />
var. Eski dosyaları karıştırdım, baktım bana<br />
yazdıklarının herbiri tarih sırasıyla duruyorlar.<br />
Michigan State University başlıklı, William John<br />
Mathieson imzalı. 1969–70 yılları arasında<br />
<br />
yazışmışız. İzmir’i zengin bir kaynak görmüş<br />
olmalı ki, kentte bir süre kalarak belleği sağlam<br />
yaşlıları aramış, onların seslerini teybe kaydederek<br />
bunları değerlendirmeye çalışmıştı. Anımsadığım<br />
kadarıyla, yeterince şarkı toplamasına karşın, daha<br />
görüşemediği onca insanı geride bırakarak<br />
ülkesine dönmeyi içine sindirememiş, benden<br />
yardım istemişti. Hiç bilmediğim bu konuda ne<br />
yapabilirdim? Kolay, demişti. Bana pille çalışan<br />
teybini bırakacak, ben de zamanım oldukça yaşlı<br />
insanları ziyaret ederek söyleyecekleri şarkıları<br />
kaydedecektim. Doğrusu yeni bir konuyla ilgili bir<br />
çalışma yapmak o günlerde bana ilginç gelmişti.<br />
Daha o ülkesine doğru yola çıkarken, ben elimde<br />
teyp, çalışmaya başlamıştım bile.<br />
Günlerce yaşlıların eşref saatlerini bularak<br />
belleklerini zorlamaya, unuttukları şarkıları<br />
anımsatmaya çalıştım. Daha sonra evde, bu teybe<br />
okudukları şarkıları çözümleyerek kağıda<br />
aktardım. Aynı şarkı kimi zaman farklı kişilerden,<br />
farklı sözlerle dile geliyor, onları doğru olarak<br />
çözümlemek, benim gibi bu dili çok sınırlı bilen<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 114 -<br />
biri için gerçekten güç oluyordu. William<br />
açısından önemli olan, ezgiler kadar içerdiği<br />
sözlerdi. Bu yüzden topladıklarımı daktiloya<br />
çekiyor, belli bir süre sonra ona postalıyordum.<br />
Her mektubunda ne denli önemli bir iş yaptığımı<br />
vurguladıktan sonra, bunu sürdürmemi, hatta<br />
yalnız şarkı değil, bu dilde yazılmış ne varsa<br />
toplamamı öneriyordu. Ayrıca profesörünün benim<br />
için söylemiş olduğu övgü dolu sözleri ekleyerek,<br />
beni onurlandırmaya çalışıyordu. Bir süre sonra,<br />
Madam Ester’de William’ın ona yolladığı doktora<br />
tezinin bir örneğini gördüm. Oldukça kapsamlı bir<br />
çalışma yapmıştı. O gün, o tezin bir fotokopisini<br />
almadığıma yanarım.<br />
Bu konuları, William gittikten sonra da zaman<br />
zaman Madam Esterle görüştük. Kendisi bu<br />
şarkıları çok severdi. Öyle ki, uzun bir süre<br />
İzmir’de hazanlık yapan ve bir Türk sanat müziği<br />
üstadı olduğu kadar, Judeo-Espanyol folkloru<br />
konusunda da çok ünlü olan İsak Algazi’den ders<br />
aldığını söylerdi.<br />
<br />
Bu ezgileri toplarken, genelde iki tür olduklarını<br />
saptamıştım: Beş yüz yıl öncesinden gelen<br />
romanslar ve bu beş yüz yıl içinde ülkemizde<br />
yazılanlar, bestelenenler. Bu romansları, atalarımız<br />
İspanya’dan gelirken, dilleriyle birlikte taşımışlar.<br />
Her biri, bir öyküyü anlatıyor. Aşkı, ayrılığı,<br />
gurbeti, özlemi... Genelde dörtlüklerle yazılan bu<br />
romansların ikinci ve dördüncü dizeleri, başından<br />
sonuna kadar, yarım uyak aynı sesi sürdürüyor.<br />
İlginç olanı, yüzyıllardır kulaktan kulağa<br />
günümüze kadar gelmiş olması. Onlardan bir<br />
örneğini, elimdeki metin eksik ya da yanlış da<br />
olabilir, yine de anlamına sadık kalarak çevirmeye<br />
çalıştım:<br />
Fransa kralının / Üç kızı vardı<br />
Biri kesim yaparken / Öteki dikiş dikerdi<br />
İçlerinden küçükleri / Kasnakta nakış işlerdi<br />
Çalışmaya dalmışken / Birden uykusu gelirdi<br />
Ansızın annesi görür / Onu dövmek isterdi<br />
Kız, sakın dövme anne / Hiç dövme beni derdi<br />
Bir rüya görüyordum / Hem güzel hem sevinçli<br />
Bir kuyuya eğilmiştim / Altın bir kolye göründü
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 115 -<br />
Bu altını gagalayan / Çevresinde üç kuş vardı<br />
Baktığım pencereden / Bir ışıyan yıldız gördüm<br />
Bu kez baktım bahçeye / Dolunayı orda gördüm<br />
Kuyudaki altın kolye / Kralın oğlu, nişanlın<br />
Gördüğün o üç kuş / Üç kayınbiraderin<br />
Işıyan yıldız ise / Kralın kızı, görümcen<br />
Bahçedeki dolunay / Kralın karısı, kaynanan<br />
Ve nasıl söylediyse annesi / unuttu öylecene<br />
Bu romansların dışında, daha önce de söylediğimiz<br />
gibi, ülkemizde yazılmış, bestelenmiş olanlar var.<br />
Bu şarkıların temaları, romanslardan çok daha<br />
zengindir. Kuşkusuz aşk, ayrılık, şarap, acı, coşku<br />
onların temel temaları arasında yer alıyor. Evlerde<br />
düzenlenen yemekli toplantılarda söylenen Judeo-<br />
Espanyol ezgilerin sesleri, bu kadar yıl sonra hâla<br />
kulaklarımdadır. Kimi zaman bu toplantılarda,<br />
masanın bir ucunda biri, öteki ucunda bir başkası,<br />
atışma şeklinde bu şarkıları söylerlerdi.<br />
Yüzyıl öncesinin bir örneğini, hem anlam hem de<br />
imge zenginliğini göstermek için çevirmeye<br />
çalıştım:<br />
<br />
Yasemin fidanım benim / Kollarımda büyüttüm<br />
seni / Büyüttüm, güzelleştirdim / Başkalarının<br />
mutluluğu için<br />
Çık kapıya göreyim seni / İstersen pencereye /<br />
Konuş benimle, dök içini / Aç sırlarını kalbinin<br />
Ben başlasam anlatmaya / Hayatımın sırlarını /<br />
Kâğıt diye isterim göğü / Denizi mürekkep diye<br />
Göğü kâğıt diye isterim / Mürekkep diye denizi /<br />
Birer kalem olsun ağaçlar / Dertlerimi<br />
yazabileyim.<br />
Çocuktum. Bir gün genç yaştaki karşı<br />
komşumuzun öldüğünü öğrendim. Bağırtılar,<br />
çığlıklar arasında, ölenin kayınvalidesinin yanık<br />
sesiyle söylediği ağıdı hiç unutamam. Bu şarkının<br />
ilk dizesini şöyle çevirebiliriz:<br />
“Elveda, elveda, canım sevdiğim benim.”<br />
O dönemin müziğinden söz ederken Dario<br />
Moreno’yu unutmamak gerekir. Çanakkale’de<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 116 -<br />
şehit olan Yahudilerin yetim çocuklarının<br />
barındığı, Agora civarındaki Yetimler Yuvası,<br />
küçük yaşta Dario’ya da kucak açmıştı. Daha o<br />
yaşlarda farkedilen ses güzelliği, küçük Dario’yu<br />
müzikli toplantıların gözdesi yapmıştı. Daha ileri<br />
yıllarda, gösterdiği inanılmaz çabayla ünü ülke<br />
sınırlarını aşmış, uluslararası ödüller kazanmıştı.<br />
Beş yüz yıldır söylenen Judeo-Espanyol ezgiler,<br />
ülkemizin birer zenginliği. Her birinin sözü ve<br />
sesiyle verdiği iletiyi her dönemde beğeniyle<br />
izleyebiliyorum. Ben kendi payıma, William’ın<br />
dürtüsüyle de olsa, başlattığım bu çalışmayı<br />
geliştirebilir, geleceğe kimi belge ve bilgiler<br />
bırakabilirdim. Bu konuda kendimi eksik ve<br />
kusurlu sayıyorum. Los Paşaros Sefaradis, Janet-<br />
Jak Esim, Erensya Sefaradi ve Sefarad gruplarının<br />
çalışmalarını, bu nedenle hem bir burukluk hem de<br />
gururla izliyorum.<br />
Ünlem Dergisi Sayı:6, 2004 yılında yayınlandı.<br />
<br />
Atasözlerinde Tezatlar<br />
Harama uçkur çözülmez!..<br />
Güzele bakmak sevaptır.<br />
İki gönül bir olunca, samanlık seyran olur!.<br />
İki çıplak bir hamama yakışır.<br />
Bülbülün çektiği dili belası!..<br />
Bilmemek ayıp değil sormamak ayıp.<br />
Eşeğe altın semer vursan da<br />
eşek yine eşektir!.<br />
Ye kürküm ye.<br />
Eğri otur doğru söyle!..<br />
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.<br />
Düşenin dostu olmaz!..<br />
Dost kara günde belli olur.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 117 -<br />
İzmir'e İz Bırakanlar Renin Eliş & Ester Cen<br />
Avram Mizrahi<br />
(1916 - 1992)<br />
Biyografi<br />
Yahudilik ile olan bağlarımızın kurulması ve<br />
sürdürülmesinde önemli roller üstlenmiş nice din<br />
<br />
adamları gelip geçmiştir cemaatimizden. Ravlar,<br />
hahamlar, hazanlar, şohetler, moeller... Doğumdan<br />
ölüme kadar, yaşamımızın her döneminde,<br />
dinimizin gereklerini yerine getirebilmemiz için<br />
görevlerini en iyi şekilde yapan bu değerlerimizi<br />
aramızdan ayrıldıktan yıllar sonra bile unutmuyor<br />
ve her fırsatta onları saygı ile anıyoruz.<br />
Örneğin, yeni doğan bir erkek çocuğun, dünyaya<br />
gelişinin sekizinci günü gerçekleştirilen Britmila’nın<br />
Yahudi yaşamı için ne kadar kutsal, ne<br />
kadar vazgeçilmez olduğunu bir düşünelim.<br />
Bebeğin Yahudilikle oluşturduğu bu ilk ve kalıcı<br />
bağın kurulmasını sağlayan moel’dir. İzmirli moel<br />
Avram Mizrahi de, Tanrı'mızın atamız Avraam<br />
Avinu ile yaptığı anlaşmaya uygun olarak, uzun<br />
yıllar boyunca çok önemli bir mitsvayı yerine<br />
getirmiş ve İzmir Cemaatinin "sünnet" geleneğini<br />
en iyi şekilde sürdürebilmesine büyük katkılarda<br />
bulunmuştur.<br />
Nesiller boyu İzmirli aileler “venga el novyo”<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 118 -<br />
çağrısıyla yürekleri heyecan ve gururla çarparak<br />
minicik yavrularını ona teslim ettiler. İzmir<br />
cemaatine uzun yıllar yalnız moel olarak değil, bir<br />
sağlık uzmanı olarak da hizmet etmiş olan Avram<br />
Mizrahi’nin yaşam öyküsünü oğlu Moşe Mizrahi<br />
ile yaptığımız söyleşiden aktarıyoruz.<br />
Avram Mizrahi, Yosef ve Estreya Mizrahi’nin<br />
oğlu olarak 1916 yılında İzmir'de dünyaya geldi.<br />
Ablaları Matilda ve Viktorya, babasının ilk<br />
evliliğindendi. Daha sonra iki kız kardeş İsrael'e<br />
taşındılar.<br />
Mesleği terzilik olan babası, o henüz on iki<br />
yaşındayken hayata veda etti. Annesi bu mesleği<br />
sürdürerek ailenin geçimini sağlamaya çalıştı.<br />
Babasının kaybı, erken yaşta çalışma hayatına<br />
atılmasına neden oldu. Çocuk yaşlarda Karataş<br />
Hastanesinde çalışırken sağlık alanında edindiği<br />
bilgi ve deneyim hayatına yön verecek olan önemli<br />
bir basamaktı.<br />
Bir yandan çalışırken bir yandan da Talmud<br />
<br />
Tora ve Yeşivalarda din eğitimi almaya başladı.<br />
Yeşivada Rav Yosef Eskinazi, Rav Gabriel de<br />
Boton gibi dönemin önde gelen din adamlarıyla<br />
birlikte eğitim gördü. 1945 yılında o zamanki<br />
İzmir Hahambaşısı Rav Moşe Melamed'in kızı,<br />
Lea Lusi ile evlendi. Yosef ve Moşe Mizrahi<br />
evlatlarıdır.<br />
Sağlık konularına yatkınlığı, aldığı din eğitimi ve<br />
yaşam tarzıyla bütünleşince, on yedi yaşından<br />
yetmiş yaşına kadar sürdüreceği moellik yolu ona<br />
açılmış oldu. Moelliğin yanı sıra cemaatimizde
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 119 -<br />
adeta seyyar bir hastane gibi çalıştı, ihtiyacı olan<br />
bir çok kişinin yardımına koştu. İğne yapmak,<br />
serum bağlamak, yatalak hastaların yaralarını<br />
temizlemek, bakımlarını yapmak gibi konularda<br />
üstüne yoktu. Cemaate bu katkılarının yanı sıra<br />
Avram Mizrahi, İlsan İlaç Sanayi firmasında yirmi<br />
yıl çalıştı ve aynı firmadan emekli oldu.<br />
Onun zamanında Rabi Nesim Barbaymon, Eliya<br />
Moron, Rafael Moron da moellik yapıyorlardı.<br />
Rafael Moron'a meolliği Avram Mizrahi<br />
<br />
öğretmiştir. İyi bir dini eğitim almış olan Avram<br />
Mizrahi dini seremonilerde sinagoglarda hahamlık<br />
da yapardı.<br />
Gerek aldığı eğitim, gerek hahambaşının kızıyla<br />
evlenmiş olması nedeni ile evinde dini gelenekleri<br />
yaşatır ve uygulardı. Karataş'ta oturdukları yıllarda<br />
evinin üst katında suka yapar, tüm öğünlerini<br />
orada yerdi. Evde kaşerut kurallarına uyulur,<br />
Şabat'a bakılırdı. Oğlu Moşe, Şabat başlamadan<br />
müslüman bir komşularının eve gelip tüm<br />
lambaları kapattığını anımsıyor. İnsan hayatına<br />
verdiği önem her zaman öncelik taşırdı. Sağlık<br />
konusunda acil bir ihtiyaç olduğunda bu kuralları<br />
ihlal etmekten çekinmezdi. Sağlığı elverdiği sürece<br />
yaptığı hizmetler nedeni ile cemaatte girmediği ev<br />
yok gibiydi.<br />
Avram Mizrahi “Her baba evladına bildiklerini<br />
öğretmeli” sözüne uygun davranarak oğullarına<br />
bilgilerini aktardı. Ayrıca Mahazike Tora’da<br />
eğitim almalarını sağladı. Oğlu Moşe Mizrahi,<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 120 -<br />
babasının ona verdiği değerli eğitim sayesinde<br />
bugün sinagogda hazanlık yapmaktadır.<br />
İnsanlara yardım etmeyi seven biri olarak, verdiği<br />
sağlık hizmetlerini ve büyük sorumluluk<br />
gerektiren moellik misyonunu her zaman çok<br />
severek yapan Avram Mizrahi 1992 yılında hayata<br />
veda etti. Bugün sayıları iyice azalmış olan Britmila<br />
törenlerine İstanbul’dan moel çağırmak<br />
durumunda kaldığımız düşünülürse, arkasında<br />
bıraktığı boşluk daha iyi anlaşılır.<br />
<br />
Yakınları ve tanıdıklarından elde ettiğimiz<br />
anekdotlar o döneme ışık tutması açısından ilginç<br />
bilgiler içeriyor:<br />
MOŞE MİZRAHİ (Oğlu)<br />
Babamın kayınbiraderi Bohor Melamed, o<br />
zamanlar Bet-İsrael Sinagogu başhahamıydı.<br />
Melamed, çok heyecanlı ve evhamlı bir insandı.<br />
Sünnet törenlerinde çok heyecanlanırdı. Babama<br />
şöyle demişti: “Avram, sen sünnet işlemini<br />
bitirince, bebek iyi mi, her şey yolunda mı bana<br />
haber ver; ben de rahatça törene devam edeyim.”<br />
Babam da bunun üzerine, her sünnet bitiminde<br />
kollarını havaya kaldırarak, “her şey yolunda”<br />
mesajını yollardı. O günden beri İzmir'de Brit-mila<br />
törenlerinde bu hareket bir sembol olarak<br />
kalmıştır.<br />
Bir defasında bir eczacıdan bulunması güç bir ilaç<br />
istemiştim. Eczacı bana ilacı temin etti ve bana<br />
babamın hatırı için yaptığını ifade etti. "Baban<br />
benim hayatımı kurtarmıştı." dedi. Bugün
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 121 -<br />
hala, babamın saygın bir isim bırakmış olması,<br />
insanlarımızın onu minnetle anması bizleri mutlu<br />
ediyor<br />
YUSUF MİZRAHİ (Oğlu)<br />
Babam İlsan İlaç Sanayiinde çalıştığı yıllarda<br />
seminerler için İstanbul’a gelirdi. Ben de o sırada<br />
İstanbul’da üniversitede okuyordum. Baba oğul bir<br />
hafta boyunca birlikte vakit geçirirdik. Benim için<br />
çok özel anlardı onlar. Dini konular söz konusu<br />
olunca tartıştığımız çok olurdu. Çünkü benim<br />
daha liberal bir yaklaşımım vardı.<br />
Beni babam sünnet etmiştir. O günü hiç<br />
unutamam!!! İlginç olan, ben babamın sünnet<br />
ettiği ilk bebeklerden biriydim, yeğenim Avi ise<br />
sonuncusuydu. Kısacası babam jübilesini kendi<br />
adını taşıyan torunu Avi Mizrahi ile yaptı.<br />
Babam duygularını göstermeyi pek bilemezdi ama<br />
temelde duygusal ve sevecen bir insandı.<br />
<br />
EMİLİ ŞEN:<br />
Kendisi teyzemin eşiydi. İğne yaptığı için<br />
küçükken ondan biraz çekinirdim. Ama onu çok<br />
severdim. Çok fedakar, iyi bir insandı. Sağlık<br />
konusunda herkesin yardımına koşardı. Bence,<br />
halen moellik konusunda İzmirliler onunun<br />
eksikliğini fazlasıyla hissediyorlar.<br />
RAFAEL MORON :<br />
Avram Mizrahi çok iyi niyetli, yardımsever bir<br />
insandı. Bana moelliği kendisi öğretmiştir. Son<br />
zamanlarda rahatsızlığından dolayı sünnet işlemini<br />
yapamadığında ben onun namına sünneti yapar,<br />
aldığım ücreti kendisine teslim ederdim. Kendisine<br />
büyük saygım vardı.<br />
İnsanlar<br />
anıldıkları sürece<br />
yaşarlar.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 122 -<br />
Açı - I<br />
David Enriquez<br />
davit.enriquez@maseksport.com<br />
Yahudilik - Açık Toplum ve Aykırılık<br />
<strong>DIYAL</strong>oG'un 8. sayısında “Gelenekler ve<br />
Değişim” başlıklı yazımın bir paragrafında kısaca<br />
değindiğim “açık toplum” kavramını, özellikle<br />
Diaspora Yahudiliği ile olan yakın ilişkisi<br />
dolayısıyla, bana ayrılmış bu köşede biraz daha<br />
etraflıca irdelemeye çalışacağım.<br />
Sürgünlerinin bir döneminde ayak bastıkları<br />
Avrupa kıta’sında, Diaspora Yahudileri içinde<br />
yaşadıkları geniş toplumlarca dışlanmış ve onların<br />
dışında, onlardan kopuk bir şekilde, zorunlu olarak<br />
toplandıkları getolarda, kendi içlerine dönük,<br />
‘kapalı toplumlar’ halinde yaşamlarını sürdürmek<br />
zorunda bırakılmışlardır. Bu süreç içerisinde,<br />
Diaspora Yahudileri, ‘kapalı toplum’ olmanın<br />
getirdiği zor yaşam koşulları altında, bir yandan<br />
dinlerine ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı<br />
kalırken, çelişkili de görünse, diğer yandan,<br />
<br />
yaşanılan koşulların güçlüğüne rağmen, nerede ve<br />
hangi şartlar altında olurlarsa olsunlar, sürekli<br />
olarak “kapalı toplum” kabuğunu kırmak ve “açık<br />
toplum” konumuna geçmek gayreti ve arayışı<br />
içerisinde olmuşlardır.<br />
‘Açık toplum’ tabiri, aslında özünde düşünce<br />
özgürlüğünü içeren bir kavramı ifade eder. Bu<br />
kavram, gelişime ‘açık’ olmayı, akıl ve hikmet ile<br />
mantığın süzgecinde, doktriner, dogmatik ve<br />
statükocu yaklaşımları sorgulamayı gerektirir.<br />
‘Açık toplum’, durağan kalıpların dışına çıkılan,<br />
eskimiş ve alışılmışın tekrarının olmadığı, yeni<br />
düşüncelerin yaratılabildiği, bağımsız bir düşünce<br />
ortamına işaret eder. Daha basit bir ifade ile,<br />
toplumsal, psikolojik, sosyolojik, biyolojik ve<br />
çevresel olayların yarattığı kalıplara farklı bir<br />
düzlemde bakabilen bir toplum yapısıdır. Bu<br />
saptama sonrası, vurgulanması gereken önemli bir<br />
husus vardır: ‘açık toplum’ kavramının asla ve<br />
asla ‘modern toplum’, veya ‘modernite’ ile<br />
karıştırılmaması gerektiğidir. Modern giyinmek,<br />
modern iletişim araçları, modern binek araçları
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 123 -<br />
kullanmak, modern evlerde oturmak, modern<br />
müzik dinlemek, bireyleri ve bu tür bireylerin<br />
oluşturdukları toplumları asla ‘açık toplum’<br />
statüsüne sokamaz.<br />
‘Açık toplum’ kavramında, etik ve moral<br />
değerlerde, düşün ve bilim alanlarında, kişisel ve<br />
toplumsal boyutlarda, düşünce özgürlüğüne dayalı<br />
gelişim çok önemli bir yer tutar. ‘Açık toplum’u<br />
oluşturan ‘açık birey’, yapısı gereği, gelişime açık<br />
olduğundan, yeni olguları aklının süzgecinden<br />
geçirerek, bunların bir kısmını alma, benimseme<br />
ve içselleştirme sürecine girer. Bu süreç, bir<br />
anlamda, yeni şartlar yaratmayı veya yeni şartlara<br />
‘entegre’ olmayı gerektirir. Burada sözü edilen<br />
‘yeni değerler’in fiziksel veya maddî değerler<br />
olmayıp, bunların düşün, etik, moral, sosyal v.s..<br />
gibi soyut değerler olduklarını, yanlış<br />
anlaşılmalara mahal vermemek için tekrar<br />
vurgulayalım. ‘Kapalı’ ve modern ‘kapalı<br />
toplumlar’ın temel eksikliği, sözünü ettiğimiz bu<br />
soyut değerleri geliştirebilme, benimseme, onlarla<br />
bütünleşebilme, içselleştirme yetisi ve arzusunun<br />
<br />
bulunmayışıdır. Oysa, Diaspora Yahudileri,<br />
şartlar ne olursa olsun, içinde yaşadıkları geniş<br />
toplum içerisinde ve hatta onun sınırları ötesinde<br />
gelişen yeni değerler ile bütünleşme içgüdüsünü,<br />
sorgulamacı yapıları ve doğaları gereği sürekli<br />
canlı tutabilmişlerdir.<br />
Dünya insanlık tarihine baktığımızda, değişmeyen<br />
tek gerçeğin “gelişimci değişim”in olduğunu<br />
söyleyebiliriz. Dünyamız, değerler açısından<br />
aslında sürekli hareket halinde olup, her an, bir<br />
önceki andan bir adım daha ileri gitmiştir bile.. Bu<br />
bütünlük içerisinde, mevcut durum, yani statüko<br />
ne kadar dirense değişmek ve dönüşmek zorunda<br />
kalmaktadır. Bu yolu da mevcuda uyanlar veya<br />
ılımlılar değil, uyumsuzlar açar. İşte, özellikle<br />
Diaspora Yahudileri, bilinen tarihleri boyunca,<br />
bireysel ve toplumsal ölçekte bu kurala uymuşlar<br />
ve hemen her alanda dünya değerlerini değiştiren<br />
bu öncü “uyumsuzlar” grubunun içerisinde yer<br />
almışlardır. Bu gerçeğin geçerliliğini, tarihsel<br />
gelişimi içerisinde, Yahudi yaşamının hemen her<br />
kesiminde görebiliriz.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 124 -<br />
Musa Peygamber ve hatta daha geriye giderek<br />
Abraham zamanından ele alındığında; insanların<br />
muhtelif tanrılara ve onları temsil eden putlara<br />
taptıkları bir dönemde, atalarımız bu inanç ve<br />
düşünce yapısını kırarak ‘Tek Tanrı’ kavramını<br />
ortaya atmışlar ve bu yeni anlayış ile, o güne kadar<br />
gelmiş geçmiş dinî inanışlar içerisinde, tüm<br />
kavramların ötesinde, yepyeni, devrimci ve aykırı<br />
olarak tanımlayabileceğimiz bir Tanrı ve teokratik<br />
düşüncenin ortaya çıkmasına zemin<br />
hazırlamışlardır. Yahudiler, daha önceki<br />
yazılarımda da sıkça belirttiğim gibi, sadece yeni<br />
bir kavram yaratmakla kalmamışlar, zaman<br />
içerisinde bu kavramın içini doldurarak, içinde<br />
bulundukları dönem şartlarının çok üstünde,<br />
gelişmiş sosyal yaşam kuralları, yasaları ve<br />
standartları oluşturmanın yanısıra, Yahudi dini ile<br />
önemli bir felsefe kaynağı ve sistematiğini de<br />
beraberinde oluşturmuşlardır. ‘Yahudi dini’ o<br />
dönemlerin şartları içerisinde öylesine devrimci,<br />
etkili ve çağdaş olmuştur ki, kendinden 1500 ve<br />
2100 yıl sonra gelen diğer iki önemli Semavî din –<br />
<br />
Hiristiyanlık ve İslam - tarafından da ilham<br />
kaynağı ve temel öğreti olarak alınmıştır.<br />
Büyük Sürgün sonrası dönemine baktığımızda ise,<br />
Yahudilerin, sürekli olarak felsefe, ideoloji, bilim,<br />
ekonomi, ticaret gibi çok farklı seküler alan ve<br />
dallarda, bir çok yeni akımın başını çektikleri<br />
görülür. Özellikle, Avrupa kıta’sına ayak bastıktan<br />
bu yana Yahudiler, yerleşik kalıp ve klasik<br />
söylemlerin dışına taşan düşünceleri ile düşün ve<br />
bilim dünyasında her zaman ön plana çıkmışlar ve<br />
bu yapıları ile dünyada bir çok yeni akımın<br />
oluşmasında öncülük etmişlerdir. Bu<br />
özelliklerinden dolayı da Yahudiler, Yahudi dinîne<br />
duyulan nefretin oluşturduğu Yahudi<br />
düşmanlılığının yanısıra, bu başarılarından ve<br />
öncülüklerinden dolayı da Yahudi olmayanların<br />
ayrıca hedefi olmuşlardır. Bu olumsuz tutum<br />
öylesi boyutlara ulaşmıştır ki, neredeyse her taşın<br />
altında Yahudiler ve Yahudilik aranır<br />
olunmuştur. O kadar ki, birbirlerine zıt iki ayrı<br />
ideolojik kutup olan ‘Kapitalizm’ ve<br />
‘Komünizm’in temel teorisyenleri arasında
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 125 -<br />
özellikle ve en ön sıralarda çokça yer almaları<br />
sonucu, Yahudilik ve Yahudi, sağ görüşlüler için<br />
‘komünist’ veya ‘bolşevik’ olarak yaftalanmış, sol<br />
görüşlüler için ise Yahudilik ve Yahudi ‘kapitalist’<br />
ve ‘sermaye’ olarak kabul edilmişlerdir. Öte<br />
yandan, Yahudiliğe kendi iç penceresinden<br />
bakıldığında ise, yüzümüzü 1650 yıllarında<br />
Amsterdam’a çevirdiğimiz zaman, dinî eğitim<br />
almış olmasına rağmen, o günler geçerli ve hakim<br />
olan Yahudilikteki Tanrı kavramına aykırı bir<br />
anlayış ve bakış açısı getirmiş ve bu nedenle<br />
Yahudilikten aforoz edilmiş, dünya felsefe<br />
tarihinde çığır açmış bir Baruh Spinoza görürüz.<br />
Yahudilik, Spinoza gibi, dinî ortamda yetişmiş<br />
olmalarına rağmen, nice (Emile Durkheim, Moses<br />
Hess v.s..) seküler aykırı filozofları kendi<br />
bünyesinden çıkartabilmiştir. Yahudilik bununla<br />
da kalmamış, din konusunda, Maimonides, Luria,<br />
Rashi ve daha bir çokları gibi Yahudi dininin<br />
kendi bünyesinde yeni yorumlar getirebilmiş<br />
düşünürler, din bilginleri yetiştirebilmiştir. Bu tür<br />
örnekleri çoğaltmak mümkündür. Sonuç itibariyle,<br />
<br />
“görünen köy kılavuz istemez” misali, çok açık ve<br />
net bir şekilde, Yahudiler en “kapalı” oldukları<br />
dönemlerinde bile, düşünsel ve entelektüel<br />
gelişime açık, anti-konformist bir ‘açık toplum’<br />
özelliği sergilemişler ve bu özelliklerini günümüze<br />
dek koruyabilmişlerdir. İşte, değişim ve gelişime<br />
“açık” bu özellikleri dolayısıyla, Diaspora<br />
Yahudileri, bir çok azınlık toplumuna kıyasla,<br />
içinde yaşadıkları geniş toplumla, ve onun<br />
ötesinde gelişmiş dünya ile, bilim, düşün ve sanat<br />
alanlarında çok daha hızlı bir entegrasyon süreci<br />
yaşamışlardır. Böylece, bir çok alanda, nüfuslarına<br />
kıyasla, nitelik ve nicelik olarak hep ön saflarda<br />
yer tutabilmişlerdir. Bu nedenle, Diaspora<br />
Yahudiliğinde Yahudi kimliğinin korunması<br />
çabalarında takip edilecek yol ve uygulamalarda,<br />
toplumun bu ‘aykırı’ ve ‘açık’ özel yapısının<br />
mutlaka göz önünde tutulması gerekmektedir. Aksi<br />
halde, bu özelliği göz ardı edecek girişim ve<br />
çabalar gerçek koşullarla çelişkiye düşerek<br />
çatışacağından sonuçsuz kalmaya mahkûm<br />
olabilirler.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 126 -<br />
Açı - II<br />
Neden ?<br />
David Enriquez<br />
davit.enriquez@maseksport.com<br />
Bir Ortadoğu uzmanı veya siyaset bilimcisi<br />
değilim ama Haziran 2010 başında meydana gelen<br />
“Mavi Marmara” gemisi olayı sonrası gelişen<br />
üzücü olaylar zinciri üzerine, sıradan bir izleyici,<br />
basit bir gözlemci sıfatıyla objektif ve tarafsız<br />
olmaya çalışarak söz konusu olaya ilişkin aklıma<br />
takılan bazı soruları sizlerle paylaşmak ihtiyacını<br />
hissetmiş bulunmaktayım:<br />
Neden, Filistin ile ilgili olarak her “abluka” ve<br />
“ambargo” sözü geçtiğinde, insanî yardımların<br />
ağırlıklı olarak İsrail’den geçmesine rağmen<br />
hep İsrail’den olumsuz söz edilirken, bu<br />
konularda Mısır’dan hemen hemen hiç veya<br />
pek az söz edilmekte, sessiz kalınmaktadır?.<br />
Neden, sürekli Gazze’deki yaşam koşulları<br />
gündemde tutulurken, F.K.Ö.’nün (Filistin<br />
<br />
Kurtuluş Örgütü) kontrolü altında bulunan Batı<br />
Şeria’daki yaşam koşullarının gündeme<br />
gelmemesinin ardındaki gerçekler üzerinde<br />
durulmamaktadır.?<br />
Neden, İsrail tarafından 3 yıldan bu yana<br />
Gazze’ye ambargo uygulanırken Batı Şeria’da<br />
böylesi bir ambargo uygulanmamaktadır ve<br />
neden bu konu gündeme getirilmemekte ve<br />
dikkate alınmamaktadır ?.<br />
Neden, Filistin’in Batı Şeria kesimi, Mısır ve<br />
Ürdün ile İsrail arasında, Hamas kontrolündeki<br />
Gazze ve Lübnan’da Hizbullah örgütü<br />
kontrolündeki bölgelerde görülen türde<br />
sürtüşme ve gerilimler yaşanmamaktadır ?.<br />
Filistin devleti ve onun meşru temsilcisi FKÖ<br />
mevcut iken, Gazze bölümü sanki ayrı bir<br />
siyasal kimliğe sahipmiş gibi sunulmaktadır ?.<br />
Neden, tüzüğünün giriş bölümünde Yahudilere<br />
karşı olduğunu ve İsrail devletini ortadan<br />
kaldıracağını açıkça ifade eden, FKÖ’nün<br />
İsrail ile yapmış olduğu anlaşmaları
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 127 -<br />
saymayacağını alenen ilan etmiş ve ABD ile<br />
Batı tarafından terörist örgüt olarak kabul<br />
görmüş bir Hamas’a (bir açıdan da<br />
Hizbullah’a) arka çıkılırken, Filistin’in meşru<br />
otoritesi olan FKÖ arka planda bırakılmakta ve<br />
hatta pek ciddiye alınmamaktadır ?.<br />
Neden, Filistin’in meşru temsilcisi olan seküler<br />
FKÖ’ye destek verilmez ve muhatap<br />
alınmazken, radikal ve bağnaz İran’ın uzantısı<br />
olan ve Filistin’in Gazze bölümünü, FKÖ ile<br />
savaşarak, bir anlamda silah zoru ile ele<br />
geçirerek, diğer bölümünden koparan ve bu<br />
bölgeyi İran’ın Akdeniz’e açılan kapısı haline<br />
sokmak isteyen radikal Hamas’a arka ve sahip<br />
çıkılmaktadır?.<br />
Neden Türkiye, gayri resmî ve dolaylı yönden<br />
ambargoyu delme girişimine destek olmak<br />
yerine, öncelikli olarak, iyi ilişkiler içerisinde<br />
olduğunu gösterdiği Hamas’ı, barış yolunda<br />
güven artırıcı bir adım olarak, İsrail’i devlet<br />
olarak tanıması yönünde çaba<br />
sarfetmemektedir ?.<br />
<br />
Neden, “Goldstone” raporunun İsrail ile ilgili<br />
bölümleri sık sık gündeme getirilirken, bu aynı<br />
raporun Hamas örgütüne ilişkin ağır suçlamalar<br />
ve olumsuz görüşler içeren bölümleri hiç<br />
gündeme getirilmemektedir ?.<br />
Politika’nın, siyasetin özünde, ikiyüzlülük, çıkar,<br />
çifte standart ve çelişki gibi olumsuz davranış ve<br />
tutumlar muhakkak ki önemli yer tutar.<br />
Dolayısıyla, devletler, zaman zaman, kendi<br />
gerçekleri doğrultusundaki uygulama ve<br />
söylemlerinde çelişkiye düşmekten beis ve sıkıntı<br />
duymazlar. Böylesi tutumlar siyasette neredeyse<br />
doğal, sıradan bir hal almıştır.<br />
İsrail’in, “Mavi Marmara” olayında üzücü<br />
sonuçlar doğuran müdahalesinin, gerekçesi ne<br />
olursa olsun, teknik açıdan bazı hatalar içerdiği bir<br />
gerçektir. Konu, büyük olasılıkla raporlarda<br />
açıklığa kavuşacaktır. “Mavi Marmara” olayı ile<br />
ilgili, yukarıda sıraladığım, aklıma ilk gelen bu<br />
birkaç soru ile üzerinde durmak istediğim husus<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 128 -<br />
ise, tipik bir popülist “politika”nın doğurabileceği<br />
çelişki ve “çifte standart” olgularına vurgu ve bu<br />
olguların “anti-semit” algı üzerindeki rolüdür.<br />
Sorduğum sorulara kişisel olarak verdiğim<br />
cevaplar sonucu, bu olay karşısında Türkiye’de<br />
sergilenen resmî tavır ve söylemlerin, siyasî<br />
karakteristiklerinden öte, içerdikleri “çifte<br />
standart” ve çelişkiler dolayısıyla, en basit şekli<br />
ile, Yahudiliğe ve Yahudiye duyulan<br />
“antipati”nin, bunun ötesinde ise “antisemitizm”in<br />
bir dışa vurumu gibi bir algılama ile<br />
kendimi karşı karşıya bulmaktayım.<br />
Kişiler, örgütler, kurumlar ve devletler, kendilerine<br />
göre geliştirdikleri gerekçelere dayanarak İsrail<br />
karşıtı görüşlere sahip olabilirler. Bunu doğal<br />
karşılamak gerektiği gibi, buna karşı çıkmak ve<br />
düzeltmek çabası da oldukça güç ve çetin bir uğraş<br />
gerektirir. Bu uğraşta dikkat edilecek en önemli<br />
husus, bu kişi, örgüt, kurum veya devletlerin, İsrail<br />
karşıtı duruşlarını dayandırdıkları argümanlarını,<br />
aynı samimiyetle, “çifte standart”tan ve çelişkiden<br />
<br />
uzak biçimde, benzer başka örneklerde de<br />
sergileyip sergilemedikleridir. Sergilemeleri<br />
halinde, görüşlerinde samimi oldukları<br />
varsayılabilir. Bu durumda, söylemlerindeki<br />
tutarlılıkları dolayısıyla, argümanlarında bariz<br />
“ırkçı” ve Yahudi karşıtı ifadeler bulunmadığı<br />
sürece bu görüşleri “anti-semit” olarak nitelemek<br />
yanlış olur.<br />
Bu açıklamalar ışığında, “Mavi Marmara” olayına<br />
ilişkin, yazımın başında sorduğum soruları,<br />
sizlerin de kendi kriterlerinize göre, kişisellikten<br />
uzak, objektif bir şekilde cevaplandırarak, son<br />
söylemlerin anti-semit kapsam içerisine alınıp<br />
alınamıyacağı değerlendirmesini kişisel<br />
takdirlerinize bırakmak istiyorum.<br />
İyi insan olmak istersek,<br />
önce kötü insan olduğumuzu<br />
anlamalıyız.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 129 -<br />
Yaşam Koçunuz<br />
İçimdeki Güç<br />
Violet Alalof<br />
violetm@superonline.com<br />
Yaptığım mesleği seviyorum. Bana hep kendi<br />
gücümü hatırlatıyor. Dışarıdan gelecek hiçbir<br />
cevaba, bilgiye, fikre, tavsiyeye ihtiyacım<br />
olmadığını bütün cevapların bende olduğunu<br />
hatırlatıyor. Ne istersem isteyeyim, eğer bir şeyi<br />
gönülden istiyorsam ona ulaşabilme gücünün<br />
bende olduğunu hatırlatıyor. İçimdeki güce bağlı<br />
yaşadıkça, hep o güçle bağlantıda oldukça<br />
hayatıma ışık dolduğunu hatırlatıyor. O güçle<br />
bağlantıda oldukça hayatın daha anlamlı<br />
kılındığını, mucizelerin gerçekleştiğini hatırlatıyor.<br />
Ve o mucize anlarında ben gözlerimden akan<br />
mutluluk ve şükran gözyaşlarıyla bu hayatı ve<br />
yaşamayı daha çok seviyorum.<br />
Yaptığım mesleği seviyorum. Başkalarına kendi<br />
güçlerini bulmalarında, hayal ettikleri hayatlara<br />
<br />
ulaşmalarında, ışığı hayatlarına çekmelerinde ve<br />
mucizeleri yaratmalarında hatırlatıcı oluyor.<br />
Siz içinizdeki o muhteşem güçle bağlantıda<br />
mısınız? Onunla konuşup ona soru sorar mısınız?<br />
Ben yalnızken hiç sıkılmam. Kendimle öyle<br />
muhteşem sohbetler yaparım ki, kimse onun yerini<br />
dolduramaz. Bana benimle ilgili öyle şeyler<br />
gösterir, öyle cevaplar verir ki dışarıdan hiçbir<br />
yerden alamayacağım doyumda bilgiler olur<br />
bunlar. Ve her zaman benim en yüksek<br />
hayrımadır.<br />
Diyelim ki şu anda içinden bir türlü çıkamadığınız,<br />
içinde debelenip durduğunuz bir probleminiz var.<br />
Ne yaparsanız yapın çözüme ulaşamıyorsunuz.<br />
Başkalarının verdiği fikirler, tavsiyeler size uygun<br />
değil veya aklınıza yatmıyor. Bu durumda kendi<br />
içinizdeki bilgeden yardım almaya ne dersiniz?<br />
Her şeyden önce eğer böyle bir durumda iseniz<br />
size tavsiyem hemen bu konuyu düşünmeyi<br />
bırakıp sizi en çok eğlendirecek bir ortamın içine<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 130 -<br />
girmek. Bu ister arkadaşlarınızla geçireceğiniz hoş<br />
saatler olsun, ister bir komedi filmi seyretmek<br />
olsun, ister bir hobinizi gerçekleştirmek olsun sizi<br />
o anda problemin içinden tamamı ile çıkaracak ve<br />
eğlendirecek bir ortam olmalıdır.<br />
Eğlenceden geri döndüğünüzde o yeni ruh haliyle<br />
şimdi olaya el atabilirsiniz. Önce sorun kendinize<br />
bu sorunun içinde görmem gereken nedir? Sonra<br />
ne yaparsam, nasıl bir adım atarsam bu sorunu<br />
istediğim şekle dönüştürebilirim diye sorun.<br />
Lütfen bu soruların şekline bakın. İkisi de tamamı<br />
ile sizle ve sizin eylemlerinizle ilgilidir. Hiçbir<br />
şekilde size bu sorunu yaşatan kişi veya durum<br />
üzerinde değildir odak. Tek odak her olayda<br />
kendimiz olmalıyız. Eğer gücümüzü elimize alır<br />
ve ne istediğimizi bulursak çözemeyeceğimiz<br />
hiçbir sorun yoktur.<br />
Bu sorulara cevabınızı o anda yazarak da<br />
bulabilirsiniz. Eğer o anda bulmaz iseniz<br />
cevapların geleceğine güvenin. Mutlaka size cevap<br />
gelecektir. Bazen bir anda içinizden gelir, bazen<br />
<br />
konuştuğunuz biri size cevabınızı verir, bazen<br />
rüyanızda gelir, bazen okuduğunuz kitabın içinden<br />
veya seyrettiğiniz filmdeki oyuncuların<br />
sözlerinden gelir. Ama mutlaka gelir. Ancak bu<br />
cevabı duyabilmek için siz her an cevabınızın size<br />
verileceğine inanarak ve etrafınızda bulunan her<br />
kişiyi dinleyerek veya olan her olayın farkında<br />
olarak yaşamalısınız. Ve cevap geldiğinde onun<br />
size gönderilmiş olduğunu bilirsiniz. Sizin için en<br />
uygunudur ve en hayırlısıdır. O bilişle içinizdeki<br />
şükran duygusu, yaşam isteği, gücünüz öyle artar<br />
ki… İşte bu o güçle bağlantıda yaşamaktır. O<br />
güçle bağımız arttıkça endişelerimiz, korkularımız<br />
gittikçe azalır. Çünkü biliriz ki başımıza gelen her<br />
neyse bizi bizden daha çok bilen ve seven bir güç<br />
tarafından ayarlanıyor ve biz hayata ve olana daha<br />
çok güvenmeye başlarız.<br />
Bazen kararsız kaldığımız anlar vardır. İki seçenek<br />
arasında kalırız ve bu durum bizi çok rahatsız eder.<br />
Böyle durumlarda yine sorun kendinize, hangisi<br />
benim ve varsa bu olayla bağlantılı diğer kişiler<br />
için en hayırlısıdır diye. Diyelim ki tatile
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 131 -<br />
çıkacaksınız fakat dağ kenarı mı deniz kıyısı mı<br />
olsun bir türlü karar veremiyorsunuz. Kapatın<br />
gözlerinizi ve derin derin birkaç nefes alın. Sonra<br />
kendinizi dağdaki tatilde iken hayal edin. Bu arada<br />
bedeninizin verdiği tepkilere, içinizde oluşan hisse<br />
dikkat edin. Daha sonra aynı eylemi deniz kıyısı<br />
için de yapın ve tekrar bedeninizin tepkilerine ve<br />
içinizdeki hisse dikkat edin. Hangisinin içinde<br />
bedeninizin verdiği tepkiler (kalp atışları, nefesiniz<br />
şekli gibi) ve hissiniz size kendinizi daha iyi<br />
hissettirdiyse, hafiflik verdiyse, içinizi açtıysa<br />
gideceğiniz tatil yeri o olmalıdır. İçinizdeki bilge<br />
size doğru yeri gösteriyordur. Çok kere başımıza<br />
gelmiştir “ben bunu yapmam gerektiğini<br />
biliyordum ama kendimi dinlemedim” dediğimiz.<br />
İşte içimizdeki güç bize bizim için en hayırlı olanı<br />
her zaman işaret eder, bize semboller gönderir,<br />
onu duymamız için bize pek çok kişi veya olayla<br />
karşılaştırır; tek neden bize hayırlı olanı görmemiz<br />
içindir.<br />
Ben böyle yaşamayı seviyorum. Sürekli<br />
korunduğumu biliyorum ve kendimi çok güvende<br />
<br />
hissediyorum. Hep kendimi tanımaya beni daha<br />
çok yaklaştıran olayların olduğu, sınırlarımı<br />
zorlayarak beni büyüten, her mücadelede yaşam<br />
ateşi dolduğum bir hayatı yaşamayı seviyorum.<br />
Hayatımdaki her bir kişinin birbirimize hizmet için<br />
orada olduğu ve hizmet süremiz dolduğunda bir<br />
nedenle birbirimizin hayatından çıkacağımızı<br />
biliyorum. Hiçbir zaman yalnız olmadığım, içimde<br />
çok büyük, potansiyelimi zorlayıcı, sevecen,<br />
şefkatli, eğlenceli, komik, bilge bir gücün olduğu<br />
bilinciyle yaşamayı seviyorum.<br />
Bir kere bu güçle karşılaşıp onu tanımaya<br />
başlarsanız hayatınız bir daha hiçbir zaman eskisi<br />
gibi olamaz. Hayat size çok daha yaşanası, güvenli<br />
bir yer haline gelir.<br />
Hepinizin kendi gücüyle buluşması ve bir daha<br />
ondan ayrılmaması dileğiyle…<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 132 -<br />
İzmir<br />
Prof. Dr. Eti Akyüz Levi<br />
Dokuz Eylül Üniv. Mimarlık Fak. Mimarlık Bölüm Başkanı<br />
eti.akyuz@gmail.com<br />
A s a n s ö r<br />
<br />
Giriş :<br />
Kent kimliğinin yapı taşlarından olan ve<br />
bulunduğu semte adını veren Asansör, İzmir’in en<br />
önemli tarihi düşey odaklarındandır. Kentin batı<br />
yönündeki başlıca ulaşım akslarından Mithatpaşa<br />
Caddesi ile bağlantılı geçmişin 302, günümüzün<br />
Dario Moreno Sokağı’nın nihayetinde, 42<br />
numarada konumlanmıştır.<br />
Kule yapı, 1907 yılında dönemin işadamlarından<br />
Vilayet İdare Meclisi Üyesi ve Bayraklı<br />
mağazalarının sahibi olan, evini de Karataş<br />
Hastanesi’nin yapımı için bağışlayan Nesim Levi<br />
tarafından taş ocaklarının bulunduğu alana<br />
yaptırılmıştır.<br />
155 basamaklı merdivenle bağlantılandırılmış,<br />
Asansör semtinin aşağı ve yukarı bölümlerini,<br />
Mithatpaşa Caddesi ile Şehit Nihat Bey Caddesi’ni<br />
dönemin evrensel teknolojisi ile birbirine<br />
bağlayarak, iki aks arasındaki ulaşımı<br />
kolaylaştırmak amacı ile gerçekleştirilmiş sokak<br />
asansörüdür.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 133 -<br />
Çevresel Özellikler<br />
Asansör yapısını, yer aldığı çevrenin (Karataş ve<br />
Asansör dokusu) fiziki ve sosyal yapılanması<br />
bağlamında ele almak uygun olacaktır.<br />
İzmir’de Havra Sokağı ve Namazgâh çevresinde<br />
odaklanan ilk Musevi yerleşim alanının, Halil<br />
Rıfat Paşa Caddesi’nin yapımı ve Mithatpaşa<br />
Caddesi’nin gelişmesi, alanın imara açılması ile<br />
19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başlarında Karataş-<br />
Asansör arasına kaydığı görülmektedir. Sözkonusu<br />
cemaat, yatayda yayılmak yerine, farklı kotlarda<br />
da olsa, aynı semtte toplu yerleşmeyi tercih<br />
etmiştir. Bu düzende gelişmiş iskân alanında, aynı<br />
tarihlerde gerçekleştirilmiş Musevi dini yapıları da<br />
dikkat çeker. Bunlardan 1905-1907 yılları arasında<br />
padişah fermanı ile yaptırılan Mithatpaşa Caddesi<br />
ve 305 Sokak ile bağlantılandırılmış, Beth-İsrael<br />
Sinagogu, İtalyan etkisinde yapılmış, bazilikal<br />
planlı, kentteki en büyük ve en yeni tarihi nitelikli<br />
sinagogdur. Semtin yukarı bölümünde ise, merkezi<br />
planlı, Roş-Aar (Tepebaşı) Sinagogu<br />
bulunmaktadır.<br />
<br />
Yine aynı tarihlerde Karataş’ta dönemin Labri<br />
Sokağı’nda bugüne ulaşmayan Bet-Levi Sinagogu<br />
yer almaktadır. Sokağın iki arka paralelini<br />
oluşturan, 333 Sokağın bitiminde yer alan (tarihi<br />
yapısı 337 Sokaktan girişli) Karataş Hastanesi ise,<br />
çağdaş eklerle genişleyerek varlığını<br />
sürdürmektedir. Beth-İsrael Sinagogu karşısında<br />
ise, cemaatin eğitim yapılarından günümüzde<br />
varolmayan Bene-Berit İlkokulu bulunmaktaydı.<br />
Yapının yakın çevresine bakıldığında, sekiz katlı<br />
betonarme setin arasında tekil kalmış tarihi konut<br />
örnekleri ve canlandırma görüntüsü ile geçmişin<br />
Asansör dokusunun okutulmaya çalışıldığı<br />
Mithatpaşa Caddesi’nden ilerleyerek tarihi kuleye<br />
yaklaşılmaktadır.<br />
Sokağın girişinde batıda, köşe vurgusu ile dikkat<br />
çeken, bodrum ve iki katlı apartman ile, doğuda,<br />
bodrum ve iki kat ile sonradan genişletilmiş bir<br />
çatı katı içeren köşe cumbalı konut dikkat çeker.<br />
Sokak boyunca yer alan tek ve iki katlı, bazıları<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 134 -<br />
bodrumlu evlerde, ferforje kapılar, ahşap<br />
cumbalar, demir pencere kanatları, geometrik ve<br />
bitkisel motifli bezemeler çarpıcı cephe ögeleri<br />
olarak algılanmaktadır. Özgün ögeler yanısıra,<br />
değişmiş olanların varlığı da göze çarpmaktadır.<br />
305 ve Dario Moreno Sokağı’nın doğu<br />
köşesindeki yıkık yapı tarihsel süreçte İzmir’i<br />
yansıtan gravür ve fotoğraflar ile perdelenmiştir.<br />
Mimari Özellikler<br />
56 m. yükseklikteki çelik taşıyıcılı, tuğla dikey<br />
kütle, alt ve üst kotlarda lineer gelişen kütlelerle<br />
dengelenmektedir. Asansör Çıkmazı Sokağı’nın<br />
sonunda yapının önünde geniş bir açık alan<br />
algılanmaktadır. Yapının batısında yer alan, bu<br />
bölüme taşan geçmişte üstü bekçi kulübesi, alt katı<br />
manifatura mağazası olarak kullanılan iki katlı<br />
bina ile, yanındaki ev ve doğu bölümde yer alan,<br />
302 Sokağa bakan iki ev zaman içinde yıkılmış,<br />
bu açıklık oluşmuştur (Hüseyin Çetinkaya ile<br />
kişisel görüşme, 20.2.2010).
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 135 -<br />
Asansör binasında, kuzey cephesi ortasında<br />
konumlanan çift kanatlı üç ahşap kapı ile<br />
şeffaflaşan, yanları düz, ortası tonozlu saçakla<br />
vurgulanmış giriş, ziyaretçilerini adeta içeriye<br />
davet etmektedir. Girişin batı bölümünde basık<br />
kemerli, ahşap doğramaları yenilenmiş iki pencere<br />
ve bir kapı ile, doğuda ortada basık kemerli üstü<br />
saçaklı bir kapı, yanlarında birer pencere<br />
görülmektedir.<br />
Asansör Kulesi, dikdörtgen planlı olup, aşağıdan<br />
yukarıya doğru kademeler halinde daralmaktadır.<br />
Dört kademe içeren kulede en alt bölüm taş olup,<br />
üsttekiler tuğladır. Kulede her tuğla bölümün tuğla<br />
silmelerle ayrıldığı, en üst bölüm dışında kütle<br />
köşelerinde de köşe silmesi etkisini yaratacak<br />
çıkıntı oluşturduğu görülmektedir. Taş bölümün<br />
alt kısmı, Fransızca ve İbranice olarak “Asansör,<br />
1907 yılında Nesim Levi tarafından yaptırılmıştır”<br />
ibaresine yer verilen, yapım kitabesi içermektedir.<br />
İkinci ve üçüncü bölümlerde giriş cephesine<br />
bakan, her biri iki sıra halinde dikdörtgen formlu<br />
<br />
ve üstü üçgen saçaklıklı toplam dörder pencere yer<br />
almaktadır. Üst bölümde ise, yalnızca iki pencere<br />
bulunmaktadır. Çeperinde dönen terasın uzantısı<br />
ve onu destekleyen dökme demir konsollarla<br />
bölünen kulenin en üst bölümü, tuğla saçakla<br />
nihayetlenmekte, eğrisel örtülü metal şapka ile<br />
taçlanmaktadır.<br />
Asansör Kulesi’nin kayalıklardan koparılmasına<br />
karşın, üst kottaki mekânlar, kartal yuvası misali<br />
zirvesine oturmaktadır. Tuğla ayaklar ve<br />
aralarındaki dökme demir korkuluklarla<br />
sınırlandırılmış terasın doğusunda yer alan<br />
1990’larda eklenmiş, prizmatik kütleli, piramidal<br />
başlıklı batının doğuya açılan yüzünü çağrıştıran<br />
ahşap seyir çıkması, düzeni ile açık terastan<br />
ayrışmaktadır. Teras altındaki bölüm ise, 11<br />
pencere ile körfeze açılmaktadır.<br />
Üstte betimlendiği gibi, yapının giriş cephesi<br />
algılandıktan sonra, giriş kapısından hole<br />
geçilmektedir. Burada giriş karşısında iki asansör,<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 136 -<br />
batıda personel soyunma odası, doğuda ise<br />
geçmişte su pompası ile çalışan makine dairesi yer<br />
almaktadır. Tuğla duvarlı giriş holünde, asansörün<br />
olduğu cephede yumurta frizi, bitkisel motifler,<br />
yıldız motifi mekânı zenginleştiren ögeler olarak<br />
dikkat çeker. Giriş holünün üst örtüsü giriş<br />
saçağının uzantısı olarak yanları düz, tonoz<br />
şeklindedir. Buradan terasa ulaşmak üzere<br />
asansöre girilmektedir.<br />
Asansör kabininde kişinin kendisi ile ya da<br />
yanındakilerle başbaşa olduğu bir ortamda<br />
sürprizli bir görüntü gözler önünden geçip gider.<br />
Kulenin küçük pencerelerinden dış dünyaya<br />
açılırsınız. Oysa yukarıda, çarpıcı bir körfez<br />
manzarası ve eşsiz kent panoraması ziyaretçilerini<br />
beklemektedir. Tıpkı enfes bir yiyeceği tadıp da,<br />
sonra muhteşem bir ziyafet sofrasına<br />
otururcasına…<br />
Asansör’den üst koda ulaşıldığında terastan Şehit<br />
Nihat Bey Caddesi’ne geçilebileceği gibi, üstteki<br />
<br />
sosyal mekânlarda, tarihi nitelikli restoran veya<br />
meyhanede, ya da terasın bir bölümünün hafif bir<br />
strüktürle kapatılması ile oluşturulmuş kafede<br />
farklı dünyalara dalmak olanaklıdır. Ama en<br />
azından izleyenlerin yüzlerini ışıldatan şiirsel bir<br />
görüntü sunan kente doyumsuzca bakmak<br />
kaçınılmazdır.<br />
Üstte terasın doğusundaki kütle, kuzey cephesinde<br />
ortada merdivenle terastan yükseltilmiş kapı, doğu<br />
uçta üç pencere, üst bölümde aynı hizalarda<br />
kareye yakın formlu pencereler ile körfeze<br />
açılmaktadır. Cephenin batısında ise, sonradan<br />
açılmış dört yatay pencere yer almaktadır.<br />
Simetrik düzendeki Batı cephesinde, ortada yan<br />
merdivenlerin bağlandığı giriş terasına açılan<br />
ferforje giriş kapısı, yanlarda ise söve izi algılanan<br />
kapatılmış birer dikdörtgen pencere vardır. Giriş<br />
holünün bir yanında idare ve Ceneviz<br />
Meyhanesi’ne inen merdiven, karşısında ise, bir<br />
merdivenle çıkılan Ana Restoran yemek salonu<br />
bulunmaktadır. Mekânın beşik çatılı üst örtüsü,
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 137 -<br />
ahşap çatı makasları (14 adet) ile geçilmektedir.<br />
Ahşap döşeme ve çatı makasları ile, sıcak bir<br />
şarabı yudumlarcasına sımsıcak bir etki yaratan ve<br />
körfezin çarpıcı görünümünü gözler önüne seren<br />
bu mekân, salon karşısındaki vitraylı kapı ile<br />
mutfağa, öte yandan merdivenle demir korkuluklar<br />
ile sınırlanmış üst galeriye bağlanır. Geçmişte<br />
düğünlere, sinema gösterilerine mekân olmuş her<br />
köşesi anılarla yüklü salondan çıkılıp, merdivenle<br />
alt holden Ceneviz Meyhanesi’ne geçilmektedir.<br />
Yaklaşık dikdörtgen planlı mekânın duvarları taş,<br />
tavanı volta döşeme, ana bölümün döşemesi ve<br />
giyotin pencere doğramaları ahşaptır.<br />
Üst kotta terasın batı ucunda, tek katlı, kuzeye tek<br />
pencere ile açılan, tuğla saçak bordürlü, alaturka<br />
kiremit çatılı bina vardır.<br />
Tarihsel Gelişim ve Onarım Çalışmaları<br />
Yapının tarihsel süreçteki durumu incelendiğinde,<br />
1942 yılında, üzüm mağazaları olan, İsmet<br />
İnönü’nün kente geldiğinde evinde konakladığı<br />
<br />
(Hüseyin Çetinkaya ile kişisel görüşme,<br />
20.2.2010) işadamı Şerif Remzi Reyent’e<br />
satıldığı, daha sonra yeğeni Ayla Öktem’e miras<br />
kaldığı, 1983 yılında Öktem’in binayı İzmir<br />
Büyükşehir Belediyesi’ne bağışladığı, 1985’de<br />
elektrikli sisteme dönüştürüldüğü, 1992-1994<br />
yılları arasında ise İzmir Büyükşehir Belediyesi<br />
tarafından restore edildiği öğrenilmektedir.<br />
Sözkonusu tarihlerde, ana yaklaşım aksı ile birlikte<br />
değerlendirilerek onarımı gerçekleştirilen yapı,<br />
halen İzmir Büyükşehir Belediyesi mülkiyetinde<br />
ve işletmesindedir.<br />
Asansör Kulesi’nin tarihsel süreçte çevresinde<br />
gelişen yapılaşmalar, etkisini, görünürlüğünü bir<br />
ölçüde zedelemiş ise de, yapı özellikle 1990<br />
yılında gerçekleştirilen “İzmir Tarihi, Asansörü ve<br />
Çevresi Kültürel Geliştirme Projesi” bağlamında<br />
Mimar Oktay Ekinci ve Zehra Ekinci’nin<br />
hazırladığı, rölöve çalışmaları Dr. Murat Erdim ve<br />
DEÜ öğrenci grubu tarafından gerçekleştirilen<br />
projeler doğrultusunda elden geçirilmiştir.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 138 -<br />
<br />
Sokak, çevre düzenlemesi kapsamında<br />
ağaçlandırılmış, döşeme kaplaması değiştirilmiş,<br />
gece aydınlatması yapılmış ve sınırlayan 19.-20.<br />
yüzyıl etkileşim evlerinin cephe sağlıklaştırması<br />
gerçekleştirilmiştir. Yapıya yaklaşımın sağlandığı<br />
bu sokağa, Aydın’da doğup, yaşamının bir<br />
bölümünü burada, 11 numarada geçirdiğinden<br />
anısına izafeten, Dünyaca ünlü şarkıcı Dario<br />
Moreno’nun, adı verilmiştir.<br />
Dikkat çeken diğer bir şey ise, 305 Sokak’taki<br />
otopark alanı nedeniyle yaya aksının ezilmesi,<br />
döşeme kaplamasının da zarar görmeye başlamış<br />
olmasıdır.<br />
Yapının Geleceğine İlişkin Düşünceler ve Sonuç<br />
İzmir’in eşsiz manzarasına sahip, gün batımının en<br />
güzel izlenebildiği mekânlardan olan Asansör,<br />
kentin gece ve eğlence hayatının da çarpıcı<br />
odaklarındandır. Yapıldığı tarihte de işlevini düşey<br />
bağlantı sağlama ile sınırlandırmayan Asansör, ana<br />
işlevini zenginleştiren sosyal kullanımlar da
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 139 -<br />
içermiştir. Günümüzde de bu niteliğini<br />
sürdürmekte, düşey köprü oluşturma yanısıra,<br />
restoran, meyhane, kafe, toplantı salonu gibi<br />
eylemin odaklandığı mekânları da<br />
barındırmaktadır.<br />
Yapının yüklendiği anlam bağlamında Asansör’e<br />
bakıldığında, kentin tarihi düşey simgelerinden<br />
olması, döneminin teknolojisini kente taşıyan<br />
nitelik arzetmesi, düşey köprü olarak halkın<br />
yaşamını rahatlatması, belli bir dönemin İzmir ve<br />
Musevi yaşamı içinde yeri olması belirtilebilir.<br />
Buna paralel olarak yapıyla bütünleşen kişilikleri<br />
de zikretmek doğru olacaktır. Yaptıran Nesim<br />
Levi, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağışlayan<br />
Ayla Öktem, restore ettiren Ahmet Piriştina,<br />
restorasyon projesini hazırlayan Zehra-Oktay<br />
Ekinci, sistemi uzun yıllar çalıştıran Recina-<br />
Josepho Palombo, ardından Hüseyin Çetinkaya,<br />
daha sonra Derviş Bey ve Motorcu Mithat Bey…<br />
<br />
Yapı çevresinde ömrünün önemli bölümünü<br />
geçiren, adeta semtle bütünleşen isimler arasında<br />
ise, 305 Sokak no 75’de oturmuş olan ikiz<br />
kardeşler Sofia- Aleksander Tahinci, agabeyleri<br />
Mikael ile 302 Sokak’ta yaşayan Güney<br />
Ergömültaş belirtilebilir.<br />
Zaman tünelinde gezinti yaparcasına, Asansör<br />
yapısı ve çevresi zihinlerden geçirilmeye,<br />
geçmişinden okunmaya çalışıldığında, geçmişin<br />
İnönü Caddesi, günümüzün Mithatpaşa<br />
Caddesi’nde çalışan tramvayların, troleybüslerin<br />
yerini otobüslerin aldığı, bu akstaki iki katlı<br />
cumbalı evlerin çok katlı apartmanlara dönüştüğü,<br />
sahildeki iskeleler ve deniz banyolarının<br />
kalmadığı, artık rekreatif uğraşın koşu ve balık<br />
tutma olduğu belirtilebilir. Asansör yapısı ise,<br />
düşey köprü olma ve sosyal işlevini çeşitli<br />
nedenlerle zaman zaman gerçekleştiremeyip,<br />
kullanım dışı kalmışsa da, günümüzde gece,<br />
gündüz yaşayan, nesillerin birbirine aktardığı<br />
tarihsel odak olarak varlığını sürdürmektedir.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 140 -<br />
Günümüzde modern düşey odak olan genellikle<br />
otel işlevli gökdelenler, ölçekleri ile tarihi<br />
kulelerle yarışır gibi görülseler de, tarihi odaklar<br />
geçmişin sürekliliği ve tarihsel<br />
sürdürülebilirliğinin göstergeleri olarak<br />
ayrıcalıklıdır. Bu bağlamda Asansör Kulesi,<br />
geçmişi geleceğe taşıyan en önemli kent<br />
simgelerinden biri olma özelliğini sürdürecektir.<br />
________________________________________<br />
KAYNAKLAR:<br />
AKSOY, Yaşar, Asansör ve Dario Moreno’nun Anıları, İzmir Büyükşehir<br />
Belediyesi Yayınları, İzmir, İzmir Yayıncılık Tanıtım A.Ş., 1993.<br />
AKYÜZ LEVİ, Eti, “Kentteki Tarihi Yapılar”, İzmir Kent Tarihi, İzmir<br />
Valiliği, İzmir, Devajans, 2009,<br />
s. 112-215, 313-316.<br />
Güney Ergömültaş ile 20.2.2010 tarihli kişisel görüşme.<br />
Hüseyin Çetinkaya ile 20.2.2010 tarihli kişisel görüşme.<br />
Bu yazı "Geçmişi Geleceğe Taşıyor" başlığıyla İZMİR dergisinin Mart-<br />
Nisan sayısında (sf.81-86) da yayınlanmıştır.<br />
<br />
Atasözlerinde Tezatlar<br />
Ava giden avlanır!..<br />
Atın ölümü arpadan olsun.<br />
Erken kalkan yol alır!..<br />
Acele işe şeytan karışır.<br />
Birlikten kuvvet doğar!..<br />
Körler sağırlar, birbirlerini ağırlar.<br />
Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır!..<br />
Lafla peynir gemisi yürümez.<br />
Gün ola harman ola!..<br />
Perşembenin gelişi Çarşambadan bellidir.<br />
Ya olduğun gibi görün,<br />
ya göründüğün gibi ol.<br />
Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 141 -<br />
Bizden Biri<br />
İzak Roditi<br />
Sarit Bonfil - İzmir<br />
İzak Roditi entellektüel birikimi, engin tarih bilgisi<br />
ile cemaatimizin en değerli isimlerinden biri. O<br />
gerçek bir beyefendi, bir kültür abidesi... Yaşadığı<br />
döneme tanıklık etmekle kalmamış, anılarını<br />
titizlikle biriktirmiş ve ulaşabildiği tüm<br />
<br />
kaynaklardan geçmişimizi araştırıp edindiği<br />
bilgileri kendi dağarcığında depolamış adeta, tarih<br />
ve kültürümüze duyduğu, örnek almamız gereken<br />
büyük saygı ve duyarlılıkla... Yine aynı duyarlılık<br />
ve sorumluluk bilinciyle bu donanımını, parlak<br />
zekası ve muhakeme yeteneği ile birlikte<br />
cemaatimiz hizmetine cömertce sunmuş, yıllarca<br />
yönetim kurulunda aktif görevler üstlenerek...<br />
İzak Roditi ile sohbet etmek bir ayrıcalık.<br />
Birçoklarının dediği gibi o bir “derya”. Konu<br />
konuyu açtıkça geçmiş zamanla ilgili ilginç<br />
ayrıntılar merakınızı uyandırıyır ve dinlemeye<br />
doyamıyorsunuz. O, sakin tavrı ve nazik<br />
tebessümüyle anlatıyor. Sohbetimiz bizi Bet-İsrael<br />
sinagogunun kuruluşuna, ilkokulu okuduğu Bene-<br />
Berit’e götürüyor ve İzmir Yahudi tarihinden<br />
ilginç bir kesit gözler önüne seriliyor...<br />
Nerede doğdunuz? Ailenizden bahseder misiniz?<br />
1927’de İzmir’de doğdum. Annem Luna<br />
Hayimoff Rusya’da doğup büyümüş bir Sefarad<br />
Yahudisiydi. Fransızca öğretmeniydi. 1900'lü<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 142 -<br />
yıların başında ailesiyle Odessa’dan Türkiye’ye<br />
gelmişler. İstanbul’da kalmak istemiş. Ancak ona<br />
İzmir’deki okulları önermişler. O da İzmir’e gelip<br />
La Popularya ilkokulunda öğretmenliğe başlamış.<br />
İzak Roditi'nin annesi ve dayısı (Odessa)<br />
Baba Hayimoff, Pasaport iskelesinin yanındaki<br />
karakolda polismiş. Daha sonra annemin tüm ailesi<br />
Şili’ye göç etmiş. O ise İzmirli olan babam Eliezer<br />
Roditi ile evlenip yuvasını İzmir’de kurmaya karar<br />
<br />
vermiş. Babam 1923’te E.R.Roditi ve Halefleri<br />
şirketini kurdu. Kuru yemiş ticareti yapan çok<br />
saygın ve başarılı bir ithalat ve ihracat şirketi idi.<br />
Nasıl bir eğitim aldınız?<br />
Biz üç kardeştik. Salhane’de otururduk. O<br />
zamanlar Bet-Israel sinagogunun karşısında Bene-<br />
Berit İlkokulu vardı. Abim Riri ile ben o okulda<br />
okuduk. Fransızca ve İbraniceyi orada öğrendim.<br />
Ortaokulu İzmir Saint Joseph’te, liseyi ise İstanbul<br />
Saint Joseph’te okudum. Her zaman iyi bir<br />
talebeydim. Öğretmenler beni hep örnek
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 143 -<br />
gösterirlerdi. Üniversiteyi Robert Kolejde elektrik<br />
mühendisliği bölümünde okudum 1952’de<br />
birincilikle mezun oldum. Hatta prestijli Amerikan<br />
üniveristesi MİT’den burs kazandım ama ailem o<br />
zamanlar buna sıcak bakmadı. Dolayısıyla ben de<br />
iş hayatına atıldım.<br />
Bene-Berit nasıl bir okuldu?<br />
Bene-Berit cidden çok iyi bir okuldu. Çok kıymetli<br />
bir öğretmen kadrosu vardı. Bütün benim<br />
yaşımdaki Musevi çocukları o okula giderlerdi.<br />
Türkçe ilköğretim müfredatının yanında din dersi<br />
<br />
ve yabancı dil olarak İbranice, Fransıca öğretilirdi.<br />
O kadar güçlü bir tedrisat vardı ki bu okulu<br />
bitirenler hiçbir imtihana tabi tutulmadan<br />
rahatlıkla Saint Joseph’e kabul edilir ve orada da<br />
başarılı olurlardı. Düşünün ki İstanbul Saint<br />
Joseph’teyken İstanbullu Yahudi öğrenciler gelip<br />
biz İzmililere dersle ilgili sorular sorarlardı.<br />
Gerçekten bizim İzmir’de aldığımız eğitim<br />
İstanbul’dakinden üstündü. Dolayısıyla İzmir halkı<br />
okulları el üstünde tutardı.<br />
Okulun ilk ne zaman kurulduğunu biliyor<br />
musunuz?<br />
Bet İsrael sinagogu 1907’de yapıldıktan sonra<br />
cemaatten birçok kişi ve özellikle her Cuma<br />
sinagogda sermon veren Mösyö Kuryel, sinagogun<br />
karşısında bir okul açılması konusunda çok ısrar<br />
ettiler. Bene Berit teşkilatı önce bir lise açmak<br />
istiyordu. Ancak talebe bulmakta zorluk<br />
çekileceğini düşünerek önce ilkokul açmaya karar<br />
verdiler. Bet İsrael’den söz açılmışken bu<br />
sinagogun yapılışıyla ilgili ilginç bir bilgi vermek<br />
istiyorum. Bir havraya ihtiyaç duyulduğu<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 144 -<br />
Abdülhamit’e iletildiğinde, padişah 30 Ocak<br />
1905’te bir talimatname yazarak İzmir valisi<br />
(dönemin Aydın valisi) Kıbrıslı Mehmet Kamil<br />
Paşa’yı uygun bir yer bulunması konusunda<br />
görevlendirmişti. Kamil Paşa emekli sadrazamdı.<br />
O zamanki usule uygun olarak emekli sadrazamlar<br />
İzmir valisi olurdu. Araştırdığım kitaplarda Kamil<br />
Paşa’nın Musevi asıllı olduğunu öğrendim.<br />
Enteresan olan Abdülhamit’in havraya yer<br />
bulunması için Musevi asıllı olan valiye hitaben<br />
bir ferman yazmasıydı. Bir de bir şerh vardı.<br />
Sinagogun kubbesi civardaki camilerin<br />
kubbesinden yüksek olamazdı. Bet İsrael de buna<br />
uygun olarak inşa edildi.<br />
Okulda hangi müdürler görev aldı?<br />
Mösyö Pontromoli diye bir hoca vardı. Herkes onu<br />
Hoca Pontromoli diye çağırırdı çünkü eğitimini<br />
Türk okulunda aldığından çok güzel Türkçe<br />
konuşurdu. Fransızcası da iyiydi. Okulun ilk<br />
müdürü oydu. Damadı Mösyö Nahum iş<br />
dolayısıyla Fas’a göç edince, o da ailesiyle oraya<br />
gitti. (Mösyü Nahum’un torunu olan Sorbon<br />
<br />
Üniveristesi mezunu Prof. Dr. Henri Nahum<br />
“İzmir Yahudileri” kitabının yazarıdır.) Ondan<br />
sonra fevkalede Fransızcası olan, çok bilgili ama<br />
bir o kadar da mütevazı bir insan olan Mösyö<br />
Hayim Bohor Kuryel müdür oldu. Mösyö Kuryel<br />
Cuma günleri çok değerli konuşmalar yapar,<br />
duaları yorumlardı. Cuma akşamları Bene Berit<br />
öğrencilerinin duaya katılması zorunluydu. Onun<br />
cumaları vediği sermon bizim için pazartesiye<br />
ezbere öğrenilmesi gereken bir dersti. Annem ve<br />
babam eğitime çok önem verdiklerinden Mösyö<br />
Kuryel’den bana her hafta özel ders aldırırlardı.<br />
Öyle güzel şeyler anlatırdı ki onu hayranlıkla<br />
dinlerdim. İyi talebe olduğumdan beni çok severdi.<br />
O bize cumaları verdiği sermonların çok kıymetli<br />
olduğunu söyler ve bunları saklamamızı öğütlerdi.<br />
Bu sermonlar saklanıp bu günlere ulaşabildi mi?<br />
Hatırlıyorum bizden birkaç yaş büyük bir talebe<br />
hergün okula gelir M. Kuryel ile görüşürdü. Adı<br />
Mayir Mazliah Melamed idi. Uzun yıllar sonra<br />
Amerika’dan kendisinden bir mektup aldım. Önce<br />
Küba’ya oradan da Miami’ye göç ettiğini ve
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 145 -<br />
Miami Beach Hahambaşısı olduğunu sonradan<br />
öğrendim. Bana M. Kuryel’in sermonlarının<br />
yazılısını bulup bulamayacağımı soruyordu. Biz<br />
burada bulamadık. Bir süre sonra ondan bir<br />
mektup daha aldım. Sermonları bulduğunu ve bir<br />
kitap haline getirdiğini ve ders kitabı olarak<br />
kullandıklarını anlatıyordu. Örneğin, bugün<br />
kipurda hazan Rafael Moron’un kullandığı “El<br />
Livro de Kipur” da Mösyö Kuryel’in yazmış<br />
olduğu bir kitaptır. Ayrıca Mösyö Kuryel’in<br />
mükemmel bir kaligrafisi vardı. Birgün İzmir<br />
Valisi Kazım Dirik onu çağırıp “Atatürk’ün<br />
Gençliğe Hitabesi”ni el yazısıyla yazmasını<br />
istemişti. Ben 1950’lerde Göztepe’de valinin<br />
konağına gittiğimde o yazının hala orada<br />
durduğunu görmüştüm. Ne yazık ki M. Kuryel’in<br />
sonu çok hazin oldu. Aniden hastalandı. İzmir’de<br />
tedavi edilemeyince İstanbul’a gönderildi ve orada<br />
genç sayılabilecek bir yaşta vefat etti. Bu kadar<br />
değerli bir insan olmasına rağmen İstanbul’da<br />
tanınmadığı için cenazesinde kimse yoktu. Bir tek<br />
dayım ve ben vardık. Çok daha fazlasını hak<br />
ederdi.<br />
<br />
Mösyö Kuryel’den sonraki müdürleri biliyor<br />
musunuz?<br />
Ö dönemde İstanbul ve İzmir okulları arasında<br />
bilgi yarışmaları, müsamereler olurdu ve<br />
İzmir’deki öğrencilerin üstün olduğu görülürdü.<br />
Bu başarıda M. Kuryel’in büyük katkısı vardı. Ne<br />
yazık ki o vefat ettikten sonra yeri doldurulamadı.<br />
Ondan sonra Fransa’da okumuş olan Mösyö<br />
Yahya müdür oldu. Ama çok bilgili olmasına<br />
rağmen otoriter değildi. Öğrenciler onu pek<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 146 -<br />
dinlemezdi. Ön plana çıkmayı sevmez, ikinci<br />
planda kalmayı tercih ederdi. Kantini işletir, kitap<br />
satardı. Daha sonra M. Leon Danon müdür oldu.<br />
İbranice öğretmeniydi. Kendisi dahil bütün<br />
ailesine İsrail isimleri koydu ve genç yaşta<br />
ailesiyle İsrail’e göç etti. Aslen Tireliydi ama<br />
Milas’ta da öğretmenlik yapmış, hatta Milaslı olan<br />
Dr. Sami Şen ve Dr. Sami Asal’ın da öğretmeni<br />
olmuştu. Okuldaki bayan öğretmenlerin en yaşlısı<br />
Süheyla Hanım idi. Bir de Mukaddes ve Nuriye<br />
Hn. vardı.<br />
Okulla ilgili ilginç bir anınız var mı?<br />
Ben Bene Berit’ten 1938’de mezun oldum.<br />
Atatürk’ün öldüğü günü hiç unutamam. Okulun<br />
üst kattaki penceresinden Halk Evi görülürdü. O<br />
sabah oradan gelen acılı sesler bize kadar<br />
ulaşmıştı. Bayrağın yarıya indirildiğini görünce<br />
Atatürk’ün öldüğünü anlamıştık. Öğretmenler<br />
dahil herkes ağlamaya başlamıştı. Büyük bir<br />
matem havası vardı.<br />
Okulda kaç öğrenci vardı?<br />
<br />
150 kadar öğrenci vardı. Büyük bir aile gibiydi.<br />
Civarda oturan her Yahudi çocuk bu okula gelirdi.<br />
Bohor adındaki hademeyi hatırlıyorum. Sabahları<br />
evlerin kapısına gelir, yüksek sesle talebeleri okula<br />
çağırırdı. Örneğin, Levi ailesi tam karşımızda<br />
otururdu. Kapıya gelip,“ Cako Levi, Alber Levi! A<br />
la skola” diye seslenirdi. Bu yıllarca aramızda<br />
espri konusu olarak kaldı.<br />
Okul neden kapandı?<br />
Bene Berit 5 değil 6 yıllık bir ilkokuldu. İbranice<br />
ve Fransızca verildiği için M.E.B. 6 yıl olmasını<br />
şart koşmuştu. Bazıları bir yıl fazla okumayı bir<br />
dezavantaj olarak görüyordu. Ayrıca anti-semitizm<br />
başlamıştı. Okulu kösteklemek için tayin edilen<br />
öğretmenler vardı. Örneğin, bizim öğrenci bir<br />
soruya eski türkçe ile cevap verse, öğretmen<br />
“olmadı” deyip aynı şeyi yeni türkçe ile söylerdi.<br />
Yanlışını bulmaya çalışırdı. Zamanla hem<br />
bürokratik nedenlerden hem de öğrencisizlikten<br />
kapandı. Üzücü olan Bene Berit kapandığında hala<br />
orada oturan iyi bir Yahudi zümre vardı.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 147 -<br />
Talebesizlikten kapanınca Bene Berit’in binasına<br />
belediye el koydu. Alliance okuluna da aynı şey<br />
oldu.<br />
Robert Kolej’den mezun olunca İzmir’e mi<br />
döndünüz?<br />
Hayır. Önce İstanbul’da bir süre çalıştım. Sonra<br />
İzmir’e geldim. Arkadaşlarım David Krespin,<br />
Niso Şeni, Alber Antebi ile birlikte Akgerman<br />
Han’da “Gençler Kollektif Şirketi”ni kurduk. 7-8<br />
sene sürdü. Elektrik aletleri ve bilhassa frigider<br />
ithalatı yapardık. Sonra ayrıldık. David Krespin’le<br />
kağıt işi yaptık. David Krespin ayrılınca abim Riri<br />
Roditi ile babamın işine devam ettim. Düşünün ki<br />
E. R. Roditi ve Halefleri şirketinin ticaret sicil<br />
numarası 11 idi. Ticaret Odasına gittiğimizde 11<br />
rakamı herkesi hayrete düşürürdü. İzmir’de T.C’de<br />
kurulan ilk şirketlerdendi. Abim Riri Roditi ölünce<br />
tamamen kapandı bu iş.<br />
Cemaatte uzun yıllar aktif görev aldığınızı<br />
biliyoruz. Hangi görevlerde bulundunuz?<br />
Cemaatin hemen hemen her kurumunda çalıştım.<br />
<br />
Talmud-Tora okulunun idare heyetinde ve en çok<br />
da cemaat yönetim kurulunda. Bir nevi genel<br />
sekreter gibiydim. Önemli kararlarda her zaman<br />
fikrim alınırdı. Ayrıca dışarıdan gelen yabancı<br />
konuklarla ilgilenmek, onlara İzmir hakkında bilgi<br />
vermek en önemli görevlerim arasındaydı.<br />
İzak Roditi ve bir dönemin ünlü doktorlarından Dr.<br />
Zibil’in kızı olan eşi Eva Roditi’nin Ezel ve Aylin<br />
adlı iki çocuğu bulunuyor. Anılarını ve İzmir tarihi<br />
ile ilgili bu çok değerli bilgileri bizimle içtenlik ve<br />
alçakgönüllülükle paylaşan İzak Roditi’ye çok<br />
teşekkür ediyoruz. Eva Roditi de eşi gibi tarih ve<br />
kültürümüzle yakından ilgili. Çiftin evinde özenle<br />
saklanmış, kimbilir başka hangi öyküleri anlatan<br />
pek çok eski resim, değerli belge ve obje<br />
anlatılmayı, belki de bir müzedeki yerini bulmayı<br />
bekliyor...<br />
Not: Yukarıdaki söyleşi Mayıs-Haziran 2010’da İzak ve Eva Roditi’nin<br />
evinde gerçekleştirdiğim röportajdan ve 2008’de Süzet-Moti Katan ve<br />
Myriam-Daniel Levi’nin İzak Roditi ile yaptıkları görüşmenin video<br />
kayıtlarından derlenmiştir.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 148 -<br />
Yahudilik Felsefesi<br />
Rabbi Yisahar Aaron Izak<br />
coi770@yahoo.com<br />
Mitsvalar<br />
Dünyanın Yapı Taşı ve Mafsalları<br />
Altı günlük yaratılış sürecinde yaratılan herşey bir<br />
vücut ve ruhtan ibaret addedilmiştir. Bu yaratılışın<br />
her seviyesi için geçerli kabul görülmüştür.<br />
Dünyanın fiziksel yaratılışındaki taşları dört<br />
kategoride toplamak mümkündür:<br />
1. Domem - Durağan maddeler<br />
2. Tsomeyah - Büyüyen varlıklar<br />
(Bitkiler alemi)<br />
3. Hay - Hareketli varlıklar (hayvanlar alemi)<br />
4. Medaber - Konuşanlar (İnsanoğlu)<br />
Bu dört kategorinin aralarında herhangi bir<br />
bağlantı bulunmamaktadır. Diğer bir ifadeyle, bu<br />
kategorilerin her biri birbirinden tamamıyla ayrı<br />
olup, dünyada yaratılmış herşey bu dört<br />
kategoriden birine ait tutulmuştur.<br />
<br />
Bu dünyaya geliş amacımızın sırrı, bu kategorilere<br />
bağlı kalınarak kendimizi arındırmak ve<br />
yükseltmektir. Bilgelerimiz der ki, eğer gerçekten<br />
“insan” olarak davransak, ne ormanlar kralı aslan<br />
bize saldırır, ne de başka bir canlı. T-nrı<br />
yaratılıştaki her canlıyı Adam A-Rişon (İlk<br />
İnsan)ın önünden geçirip isimlendirdiği gibi, bütün<br />
yaratılışa ‘sen hükmedeceksin’ ifadesiyle<br />
güçlendirmiştir. Bu kuvvet hepimize aittir. Soru<br />
“insan nedir?" Tora’nın amaçlarından biri, bizlere<br />
“insan” gibi yaşamayı öğreten bir rehber<br />
olmasında aranmalıdır. Bu akılla hislere<br />
hükmederek kendimize hakim olmayı, paylaşmayı,<br />
sevmeyi, birleşmeyi ve doğru kimseler olmayı<br />
öğretmek şeklinde özetlenir. Bütün bu saydığımız<br />
öğeler çıkarcılığa ve bencilliğe aykırıdır<br />
denilebilir. İnsandaki hayvansal tabiat ile<br />
çelişmektedir. O halde, insan sınıfına dahil olmak<br />
sadece fiziki boyutta doğumla alakalı olup, ruhani<br />
olarak bu boyutu yakalayabilmek bizlerin<br />
elindedir. Bu konuda en mükemmel rehber ise,<br />
insandaki menfi aklın üstünde verilmiş olan
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 149 -<br />
Tora’ya, yani ilahi (T-nrısal) akıla bağlanmaktadır.<br />
Bu kategorilerdeki her türün hem ruhu hem de<br />
bedeni vardır. Taştaki ve ağaçtaki ruhun, insandaki<br />
kadar açıkça ortada olmadığı bir gerçektir, ama<br />
bilinmelidir ki onların da bir ruhu vardır. Haliyle,<br />
bütün yaratılışın ruhları ve vücutları vardır. Ruh<br />
(dünyanın ruhani yönü) Tora ile bağlantılı iken,<br />
vücut (dünyanın fiziki yönü) Mitsvalar’dan<br />
ibarettir. Mitsvalar A-Şem’in Sinay Dağında<br />
İsrailoğulları’na verdiği 613 kutsal emirden<br />
ibarettir.<br />
Sözlü Tora geleneğimizde aktarıldığı kadarıyla<br />
dünya, bizim Tora öğrenimimiz ve mitsvaları<br />
uygulamamız sayesinde ayakta kalıyor. Mısır<br />
çıkışı başlayan yolculuğumuzdaki durakların<br />
sıradışı mantığının altında yatan sırra vakıf olma<br />
eylemi yatmaktadır.<br />
Şunu hatırlatmak gerekir ki, A-Şem, Galut’ta<br />
(sürgün) yaşamaya başladığımızdan beri bizlere<br />
hiçbir zaman bir yerde toplu olarak yaşama izni<br />
vermemiştir. Değişik coğrafi konumlarda<br />
<br />
oluşumuzla, o an herhangi bir bölgede zor<br />
durumda olan grupların diğer bu tarz sorunları<br />
yaşamayanlar tarafından desteklenmesi<br />
arzulanmıştır. Bu destek Tora öğreniminin ve<br />
mitzvaların uygulanmasının bir sonucudur.<br />
Dolayısıyla, diğer ulusların da bundan<br />
yararlanmasının önü açılmak istenmiştir.<br />
613 Mitsva, vücutta bulunan 613 fonksiyona<br />
tekabül eder. Bunun 248’i pozitif Mitsva (yap<br />
emri) ve 365’i negatif Mitsva (yapma emrini)<br />
içerir. Mitsvalar, insan vücudundaki 248 organ ve<br />
365 sinire tekabül eder. İnsan vücudu bir<br />
mikrokosmos olarak adlandırılır, yani küçük bir<br />
dünya. Bu küçük dünyayı inceleyerek daha büyük<br />
ruhani ve fiziki dünyaya genelleme yapabiliriz.<br />
Nasıl ki, bizim bir Neşama (ruh) ve vücudumuz<br />
var ise, aynı şekilde dünyanın da bir neşama ve<br />
vücudu vardır. Özetle, dünya büyük bir oluşum,<br />
insan ise küçük bir dünyadır. Dünyanın gücü ve<br />
unsurları sinir sistemi ve organlar aracılığıyla<br />
beslendiğimiz ölçüde anlam kazanır.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 150 -<br />
Biliyor muyuz?<br />
Tefilin<br />
Kaynak : Sevivon<br />
"Onları işaret olarak<br />
elinin üstüne bağlayacaksın ve onlar,<br />
gözlerinin arasında, alnına bağ olacaktır."<br />
(Devarim 6:8)<br />
Doğumunun onüçüncü yıldönümüne ulaşmış her<br />
Yahudi erkek, dinsel erginliğe varmış sayılır ve<br />
Yahudi kimliğinin gerektirdiği tüm adet, gelenek,<br />
<br />
töre ve yasalara uymak zorunluluğu taşır.<br />
Bunlardan biri de Tefilin'dir.<br />
Tefilin, Tora'nın öngördüğü mitsvaların en<br />
önemlilerindendir. Binlerce yıldır sevgi ve<br />
saygıyla uygulanmış ve günümüze kadar aynı<br />
önemi ve değeri koruyarak ulaşmıştır.<br />
Tefilin Nedir?<br />
Tefilin, deriden yapılmış ve yassı deri şeritlerle<br />
birbirine tutturulmuş siyah renkte iki kare<br />
kutucuktan oluşur. İçlerinde parşömen üzerine el<br />
yazması olarak, Tora'dan dört ayrı bölüm içeren<br />
dörder rulo bulunur. Bu parşömenlerin içerdiği<br />
Tora bölümleri şunlardır:<br />
a) Şema (Devarim 6:4-9) Tanrı'nın tek olduğunu<br />
bildirir.<br />
b) Veaya (Devarim 11:13-21) Tora'nın öğretilerini<br />
uygulayan kişiye Tanrı'nın yardım elini<br />
uzatacağını; buyruklarına karşı çıkanları da<br />
cezalandıracağını ifade eder.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 151 -<br />
c) Kadeş (Şemot 13:1-10) Her Yahudinin, Mısır'da<br />
esaretten kurtuluşunu daima hatırlaması<br />
gerektiğini belirtir.<br />
d) Veaya (Şemot 13:11-16) Mısır'dan çıkışın ve<br />
Tanrı öğretilerinin çocuklarına aktarmanın her<br />
Yahudi için bir zorunluluk olduğunu ifade eder.<br />
Tefilin iki parçadan meydana gelir ve bunlardan<br />
biri başa, diğeri ise kola bağlanır. Başa bağlanan<br />
tefiline Tefilin Şel Roş denir. Tefilin Şel Roş'un<br />
içinde yukarda bahsettiğimiz dört peraşa<br />
yazılmıştır. İkinci kutu ise sol pazu üzerine<br />
bağlanır. (Tefilin şel Yad) ve bir tek bölmesi<br />
vardır. Bu bölmeye de dört parşömen birlikte<br />
sarılarak, tek rulo halinde yerleştirilmiştir.<br />
"Baş Tefilini"nin iki yan yüzeyine İbranice'deki<br />
"Şin" harfi basılmıştır ve bu Tefilin başa "Dalet"<br />
harfini andıran bir düğümle (Keşer) bağlanır. "El<br />
Tefilini"nin düğümü ise "Yod" harfi şeklindedir.<br />
Bu üç harfin birleşimi de (Ş-D-Y) "Şaday"<br />
(Kudret-Tanrı) sözcüğünü oluşturur. Bu harfler<br />
aynı zamanda "Şomer Dlatot Israel" (İsrail<br />
<br />
Kapılarının koruyucusu) sözlerinin baş harfleridir.<br />
Tefilin Nasıl Takılır?<br />
Tora, Tefilin'den dört ayrı kez söz ederse de<br />
Tefilin'in nasıl takılacağı konusunda ayrıntılı bilgi<br />
"Sözlü Yasalar"ın (Tora şe Bealpe) "Alaha le<br />
Moşe mi Sinay" (Moşe'ye Sinay'da verilen yasalar)<br />
bölümünde yer alır.<br />
Bar Mitsva yaşına gelmiş bir Yahudi, düzenli<br />
olarak her sabah Tefilin takmalıdır:<br />
Tefilin takan kişi ayakta durur. Önce, "Tefilin Şel<br />
Yad - El Tefilini"ni alıp sol kolunun üst bölümüne,<br />
kalbine dönük bir şekilde yerleştirir. Deri<br />
bağcıkların geçtiği ilik kutunun üst kısmına<br />
gelmelidir. Şeritleri bağlamaya başlamadan önce<br />
"Tefilin Beraha"sını okur.<br />
Baruh Ata Ad. Elo. Meleh Aolam Aşer Kideşanu<br />
Bemitsvotav Vetsivanu Leaniah Tefilin.<br />
Bizleri Emirleriyle kutsayan ve bize Tefilin takmamızı<br />
emreden, Evrenin yaratıcısı ve Kralımız,<br />
Tanrımız Mübarektir.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 152 -<br />
Yukarıdaki Tefilin takma duasını okuyan kişi,<br />
şimdi de Tefilin'in uzantısı olan deri saplı bölüm<br />
üste gelecek şekilde, bağları kolun alt bölümüne<br />
yedi kere dolar ve kalan bağları avucuna sarar.<br />
Şimdi sıra "Tefilin Şel Roş - Baş Tefilin"inindedir.<br />
Onu da, alnının üst kısmına yerleştirerek bağın<br />
uzantısındaki düğümün ense üstüne gelmesini<br />
sağlar. "Tefilin Şel Roş - Baş Tefilin" kutusunun<br />
alt kenarı saç köklerin altına düşmemeli ve iki<br />
gözün tam ortasına gelecek hizada durmalıdır.<br />
Baş Tefilini'ni takar takmaz avucundaki bağları<br />
çözerek orta parmağına –önce parmağın alt<br />
boğumuna (avuca yakın), sonra orta boğumuna ve<br />
son olarak da gene alt boğuma olmak üzere–<br />
bağları üç kez dolar. Kalan bağları da gene<br />
avucuna sarar.<br />
Tefilin takma işlemi hiçbir hareket veya sözle<br />
kesilmemelidir. Herhangi bir nedenle kesintiye<br />
uğradığında aşağıdaki Beraha okunur.<br />
Baruh Ata Ad. Elo. Meleh Aolam Aşer Kideşanu<br />
<br />
Bemitsvotav Vetsivanu Al Mitsvat Tefilin.<br />
Bizleri Emirleriyle kutsayan ve bize Tefilin Mitsvasını<br />
emreden, Evrenin yaratıcısı ve Kralımız, Tanrımız<br />
Mübarektir.<br />
Tefilin takılması tekniği değişik toplumlara göre<br />
küçük farklılıklar gösterebilir.<br />
Tefila'dan Sonra<br />
Tefilin'in çıkarılması ise şöyle olmalıdır:<br />
Kişi gene ayaktadır. Önce orta parmağın<br />
üzerindeki bağlar açılır ve tekrar avuç içine sarılır.<br />
"Baş Tefilini" sol elle çıkarılarak şeritleri sarılır ve<br />
özel Tefilin kılıfına konur. Sora "El Tefilini"<br />
çıkarılır, bağları özenle sarılıp kılıfına yerleştirilir.<br />
Kabın sağ yanına Baş Tefilini'ni, soluna ise El<br />
Tefilini'ni yerleştirmek adettir.<br />
Tefilin'e Ait Töre ve Yasalar<br />
* İlk kez Tefilin takacak olan çocuğun Bar-Mitzva<br />
tarihinden iki ila üç ay önce çalıştırılıp Tefilin<br />
takma tekniğine alıştırılması adettir.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 153 -<br />
* Tefilin satın alınırken, güvenilir bir yerden<br />
alınmasına ve parşömenlerin tam yetkili bir Sofer<br />
tarafından elle yazılmış olmalarına dikkat<br />
edilmelidir. Gereken nitelikleri taşımayan<br />
Tefilin'ler kullanılmamalıdır.<br />
* Tefilin sadece hafta içi günlerinde takılır. Şabat<br />
ve bayram günleri Tefilin takılmaz.<br />
* Tefilin sabah duası (Tefilla) sırasında<br />
takılmalıdır. Adını da bu duadan almıştır. Ancak<br />
herhangi bir nedenden sabah takılamadıysa, gün<br />
batımından önce olması şartıyla gün içinde de<br />
takılabilir.<br />
* El ve Baş Tefilinleri takılırken, bağların siyah<br />
renkli yüzlerinin üste gelmesine dikkat edilmelidir.<br />
* Tefilin takma işlemi herhangi bir konuşma veya<br />
hareketle kesilmemelidir. Kabul edilebilir tek<br />
kesinti, Tefilin takmakta olan diğer bir kişinin<br />
duasına karşı söylenebilecek "Amen" sözcüğüdür.<br />
* Solak olan kişi Tefilin'i sağ koluna bağlar.<br />
<br />
* Tefilin çıplak kola ve çıplak başa bağlanmalı ve<br />
hiçbir giysi bölümü ona değmemelidir.<br />
* Herhangi bir nedenle "El Tefilin"i takılamıyorsa<br />
sadece "Baş Tefilin"i takılmalıdır. Aynı kural aksi<br />
durum için de geçerlidir.<br />
* Tefilin bir mezarlıkta veya temiz olmayan bir<br />
yerde takılamaz.<br />
* Çok yakınını kaybeden bir kişi cenaze toprağa<br />
verilmeden Tefilin takamaz.<br />
* Tefilin takmış olan kişi, taktığının daima<br />
bilincinde ve Tefilin'e saygılı olmalıdır.<br />
* Tefilin, sabah dualarının tümü bitmedikçe<br />
çıkarılamaz.<br />
* Sabah duası sırasında Tefilin'le birlikte Tallit de<br />
giyilmelidir. Önce Tallit giyilmeli, sonra Tefilinler<br />
takılmalıdır. Dua sonunda ise önce Tefilinler,<br />
sonra da Tallit çıkarılmalıdır.<br />
* Tişa-Beav (Av ayının 9'u) gününde Tefilin sabah<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 154 -<br />
duasında değil de öğleden sonraki duada takılır.<br />
Zira 9 Av bir yas günüdür.<br />
* Tefiline layık olduğu saygı gösterilmelidir. Eğer<br />
Tefilin kaza eseri yere düşerse oruç tutarak veya<br />
sadaka vererek kefaret ödenmelidir. Bu durumda<br />
bir Rabi'ye başvurulmalıdır.<br />
* Tefilin ruloları da Kaşer (dinen temiz) bir<br />
hayvanın (tercihan dana) derisinden çok özel bir<br />
yöntemle imal edilirler. Bu kutuların şekli tam bir<br />
kare-küb olmalı ve kutularla deri bağlar özel bir<br />
boya ile siyah renge boyanmalıdır.<br />
* Bilgelerin sözlerine göre, Tefilin takma emrini<br />
her gün uygulayan kişi, uzun bir yaşama ve<br />
Gelecek Dünya’ya erişmeye hak kazanır.<br />
* Rabilere göre, Tefilin'in içindeki parşömenler<br />
birkaç yılda bir kontrol edilmelidir. Bu süre her<br />
yedi yılda bir –veya iki– kez olmalıdır.<br />
Tefilin'de Sembolizm ve Felsefe<br />
* Midraş'a göre bir erkeğin Yahudi dinine<br />
<br />
bağlılığını ispat etmesi için iki kanıt<br />
gerekmektedir. Bunların biri Berit, özel, kişisel ve<br />
kalıcıdır. Berit, erkekte yaşamı boyunca yer<br />
edecek bedensel bir işaret, bir akit belirtisidir.<br />
İkincisi ise Tefilin'dir. Bu da, Berit'in aksine,<br />
dıştan görülebilen ve iyice belirgin bir işaret, bir<br />
Tanrı'ya bağlılık kanıtıdır.<br />
* El Tefilin'i, sol kola ve tam duyguların merkezi<br />
olan kalbe dönük olarak takılır ve uzantısındaki<br />
deri şeritler kola, ele ve orta parmağa bağlanır.<br />
İkinci tefilin ise düşünce merkezi olan başa takılır.<br />
Böylece, dikkat başa, kalbe ve ele çekilerek,<br />
kişinin düşüncesiyle, hisleriyle ve eylemleriyle<br />
kendini Tanrı'ya adaması gerektiği vurgulanır.<br />
* Tefilin, düşünceyle mantığın duygudan daha<br />
güçlü olması gerektiğini öğretir. Ayrıca, insanın<br />
salt duygusal içgüdülere kapılmamasını sadece<br />
düşünce ve mantığa da bağımlı kalmamasını<br />
simgelerken, ikisini birlikte dengelice kullanması<br />
gerektiğini öğretir.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 155 -<br />
* Tefilin önce ele, sonra başa takılır. Bunun da<br />
sembolik anlamı şudur: "Kişi, Tanrı buyruklarını,<br />
fazlaca sorup düşünmeden önce yerine getirmeli<br />
sonra da anlamaya çalışmalıdır." Yani önce, fiilen<br />
eylemci olmalı, sonra düşünmeye yer vermelidir.<br />
* El Tefilinini giysinin kol bölümleri gizleyebilir.<br />
Baş Tefilini ise tamamen açıkta ve belirgindir.<br />
Bunun da simgesel anlamı şudur: "Hareketlerinizi<br />
gizleyin ama düşünceleriniz açık ve belirgin olsun<br />
ki, fikirleriniz çevrenizi aydınlatsın."<br />
* Tefilin'in dört duası, düşünceyi simgeleyen "Baş<br />
Tefilini"nde ayrı ayrı dört bölmede, eylemi<br />
simgeleyen "El Tefilini"nde ise tek bölmede tek<br />
rulo halindedir. Bu da bilgilerce şöyle yorumlanır:<br />
"Düşünceleri ve fikirleri farklı da olsa, tüm Yahudi<br />
halkı eylemlerinde tek vücut olup birleşmelidir.<br />
Tora buyruklarının icrasında da Tanrı emirleri bir<br />
bütün olarak aynen uygulanmalıdır.<br />
* Tefilin'in bağları, kişinin fikren ve kalben<br />
Tanrı'ya sıkıca bağlı olduğunu simgeler. Ayrıca<br />
<br />
Tefilin'le gerçekleştirilen günlük "Bağlanma"<br />
eylemiyle de insan her sabah Tanrı'ya bağlılığını<br />
tazeler ve pekiştirir. Tefilin takmak, "Tanrı'nın<br />
adını" başına ve koluna işlemek demektir.<br />
* Kutsal kitaplarda, Tanrı ile seçtiği kavim<br />
arasındaki mistik ilişkiden söz edilirken,bu ilişki<br />
sıklıkla iki sevgili veya karı-koca bağlılığına<br />
benzetilir. Tefilin de, işte bu ilişkinin simgesidir.<br />
Tefilin takan kişi, deri bağcıkları elinin orta<br />
parmağına –tıpkı evlilik yüzüğü gibi– sararken,<br />
Tora'daki şu bölümü okur:<br />
"Ve ben senin ebedi nişanlın olacağım. Seni<br />
kendime doğrulukla, hakla ve rahmetle<br />
nişanlayacağım. Bağlılık ve sadakatle senin<br />
nişanlın olacağım ve sen Tanrı'yı tanıyacaksın."<br />
(Oşea 2:20-21).<br />
Tefilin ve Mısır'dan Çıkış<br />
Tefilin'in içindeki dört Tora paragrafının ilk ikisi<br />
"Şema" ve "Veaya" bölümleridir ve aynı zamanda<br />
mezuzanın içindeki parşömenin yazısını oluşturur.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 156 -<br />
Diğer iki bölüm ise "Kadeş" ve "Veaya"dır ve<br />
Yahudilerin Mısır diyarında esaretten<br />
kurtuluşlarından söz eder.<br />
Tefilin gibi güçlü bir sembolün Mısır'dan çıkış<br />
öyküsüyle bağıntılandırılmasının nedeni nedir? Bu<br />
soruyu, Mısır'dan çıkış öyküsünü yakından<br />
inceleyerek yanıtlamak mümkün:<br />
Tanrı'nın Mısır ulusuna gönderdiği 10 bela, soyut<br />
kavramlara inanmakta zorluk çeken bir halk için<br />
güçlü bir kanıt oluşturmuştu. Bu sayede inanılmaz<br />
bir mucize gerçekleşmiş, özgürlüklerine kavuşan<br />
İsrailoğulları Tanrı'nın gücüne, şüpheye yer<br />
bırakmayan bir inançla bağlanmışlardı.<br />
"On Emir"in metni şöyle başlar: "Ben sizi Mısır<br />
diyarında esaretten çıkaran efendiniz,<br />
Tanrınız'ım." Şabat ve bayram akşamlarının özel<br />
duası Kiduş da "Zeher le Yetsiat Mitsrayim"<br />
(Mısır'dan çıkışın anısına) sözlerini içerir.<br />
Görüldüğü gibi, Mısır'dan çıkış öyküsü Yahudi<br />
halkı için unutulmayacak bir nirengi noktası<br />
<br />
niteliği taşır ve bu anı, her fırsatta tekrarlanır.<br />
En Eski Tefilinler<br />
Bugün İsrail Müzesi'nde görülebilen en eski<br />
Tefilinler, Ölü Deniz yakınlarındaki "Kumran"<br />
mağaralarında bulunanlardır.<br />
1968 yılında ünlü arkeolog Yigael Yadin'in<br />
gerçekleştirdiği kazılarda ortaya çıkan bu<br />
Tefilinlerin şekilleri, yapımlarında kullanılan<br />
malzeme, parşömenler ve bağların nitelikleri<br />
Talmud'un belirttiği yasalara tıpatıp uymaktadır.<br />
Birinci yüzyılın ilk yarısına ait olduğu sanılan bu<br />
Tefilinler "Baş Tefilini" olup, dört ayrı rulo, dört<br />
ayrı bölmeye yerleşmiş olarak bulunmuşlardır.<br />
"Ölü Deniz Ruloları" adıyla da bilinen bu ruloların<br />
keşfi kullanıldıkları dönemin ibadet tarzı hakkında<br />
araştırmacıları aydınlatmış ve karanlıkta kalan bazı<br />
konulara ışık tutmuştu.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 157 -<br />
Astroloji<br />
Beki Baron / İstanbul<br />
bekibaron@gmail.com<br />
Gökyüzünde<br />
Temmuz - Ağustos Enerjileri<br />
"Değişim dünyanın gidişine ayak uydurmaktır. Değişen<br />
insan kendini dünyaya uydurur. Değişime direnen ise<br />
dünyayı kendine uydurmaya çalışır!"<br />
Bernard Shaw<br />
Yıllardır hayatlarımızda “değişim” istiyorduk ya,<br />
2010 yılında gökyüzü bize bu değişimi yapıp<br />
yapmadığımızı soruyor. İhtiyacımız olan veya<br />
düşlediğimiz değişimleri eğer kendimiz<br />
yapmadıysak 2010 yılı bunları bizim yerimize ve<br />
bize rağmen gerçekleştireceğini çok açık bir dille<br />
ifade ediyor. Kararsız hareket ettiğimiz ve bir türlü<br />
ortaya çıkartamadığımız ne var ise hazırlıklı olun<br />
lütfen. Bu dönemde bizlere ani cesaretler geldiğini<br />
ve yeni fikirler ve taze enerjilerle hayatlarımıza<br />
yeni bir yön çizdiğimizi görebiliriz. 2010 yılının<br />
<br />
çok önemli olduğunu, “kolektif”i ilgilendiren<br />
gezegenlerin (Uranüs, Neptün, Pluto) burç<br />
değiştirerek yeni bir döneme işaret ettiğini önceki<br />
yazılarımda paylaşmıştım, hatırladınız mı? Bu<br />
yazıda ise Uranüs gezegeninin Koç burcundaki<br />
hareketi ile bizlere ne anlatmak istediğini ve<br />
hayatımıza bu konuları nasıl uyarlayabileceğimize<br />
ve Temmuz sonundaki “öncü patlaması”na<br />
bakacağız .<br />
Kısaca hatırlayalım isterseniz: muhtelif<br />
“transit”lerden bahsetmiştik ya; “Neptün<br />
transiti”nde inandığımız ve idealize ettiğimiz her<br />
şeyin çözüldüğünü ve eridiğini, hatta değiştiğini<br />
gördük. Egolarımız eridi ve yumuşadı. “Pluto<br />
transiti”nde baskı ile dönüşüme zorlandık,<br />
direndikçe zorluklar ile karşılaştık, dönüşümü ve<br />
değişmeyi kabul ederek kendimizi tekrar<br />
diriltmeye başladık. “Uranüs transiti”nde ise şu<br />
anda sarsılarak uyanıyoruz ve özgürleşiyoruz. 27<br />
Mayıs tarihinde ise Uranüs gezegeni Koç<br />
burcundaki 7 yıllık hareketine başladı. Bu da ne<br />
mi? Buyrunuz...<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 158 -<br />
Önce Koç!.. Zodyağın ilk burcu, saf enerjiyi, taze<br />
ve yeni başlangıçları ifade ediyor. Cesaret, anilik,<br />
hız, düşünmeden hareket etmeyi barındırıyor.<br />
Harekete geçme isteğimiz çok yoğun ve taze<br />
enerjiler ile niyet ediyoruz. Başlangıç<br />
noktasındayız ve kafamızda oluşan ilk fikir ne ise<br />
bu fikir gelişecek ve şekil alacak 7 yıl boyunca, o<br />
yüzden isteklerimize çok dikkat etmeliyiz.<br />
Aklımızı, enerjimizi, zihnimizi nereye<br />
yönlendiriyorsak onu yaratıyoruz, niyetlerimizi<br />
harekete geçiriyoruz ve bu konuda taze enerjiler<br />
ile yeni başlangıçlar yapıyoruz. Cesaret ön planda.<br />
Uranüs ise aydınlanma ve uyanış konusunda bize<br />
destek veriyor.Bu gezegenin hayatımıza getirdiği<br />
enerjiler çok ani, sıra dışı. Devrimci ve aydınlatıcı.<br />
Bu aydınlanma süreci artık katılaşmış enerjilerin<br />
ve kuralların yıkıldığı, devrildiği bir döneme işaret<br />
etmekte.<br />
Peki Uranüs Koç burcunda hareket ederken ne<br />
beklenmeli? Niyetler, enerjiler güzel de bu<br />
hareketin devam ettiği süre boyunca olumlu/iyi<br />
<br />
şekil almaya açık niyetlerimiz engellendiği<br />
taktirde, yıkıcı bir şekil almaya çok uygun<br />
potansiyelleri içinde barındırıyor. İşte buna dikkat<br />
etmek gerekiyor, çünkü bu burcun empatisi biraz<br />
zayıf ve tek başına hareket etmekten hoşlanıyor.<br />
Bu nedenle risk alırken çok dikkatli olmalıyız.<br />
Çünkü engellendiğimiz zaman çok yıkıcı<br />
olabiliriz.<br />
Kollektif alanda ani, cesareti ve atılımı tetikleyen<br />
olaylar ve süprizlerin olacağı bir dönemdeyiz.<br />
Kişisel cesaretlerin önemsenmesi gerekiyor.<br />
Yalnız ve tek başına hareket edebilmek gerekiyor.<br />
Aynı zamanda kurallara uymamak ve ne pahasına<br />
olursa olsun başkaldırmak sözkonusu. Aslında bu<br />
taze enerjiler bize "alınganlığı , eskide yaşamayı<br />
bırak, cesur ol ve kendini yeteneklerin ile tekrar<br />
yapılandır" diyor. Eskiye ve eskide bağlı<br />
kaldığımız tüm bağlardan kopma ve bireysel bir<br />
çabaya girerek; güçlü, zorlayıcı, dönüşü olmayan,<br />
cesaret gerektiren fakat korkmamamız gereken bir<br />
yola çıktık. Ve yeni bir bilincin olduğu bir döneme<br />
doğru ilerliyoruz.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 159 -<br />
30 Temmuzda gökyüzünde “öncü patlaması” diye<br />
ifade ettiğimiz olay gerçekleşiyor. Teknik tarifi<br />
şöyle: Satürn ve Mars gezegeni sıfır derecede<br />
terazi burcunda hareketine başladığı anda Uranüs<br />
ve Jüpiter gezegeni Koç burcunda ve bu burca<br />
karşıt duracak ve Pluto gezegeni ile kare açı<br />
ilişkisinde olacaklar. Neler mi olacak?<br />
• Jüpiter Koç burcunda, yeni adımlar atmakta<br />
fırsatlar, genişleme, sosyal katılım, iyimserlik,<br />
cesaret ve kendine inanma temalarını<br />
beraberinde getiriyor. Öte yandan da sabırsızlık<br />
katsayısının artmasına sebep olacak. Aslında<br />
yeni başlangıçları destekleyen bir tavrı<br />
olduğundan seçimlerimiz bize heyecan verecek<br />
ama yine de dikkat etmeliyiz.<br />
• Aynı zamanda Uranüs ve Satürn gezegenlerinin<br />
birbirlerine karşıt durmaları geçmiş ve gelecek<br />
arasında durduğumuzu ve ayrıca bu dönemde<br />
otoriteye karşı ciddi bir direniş ve başkaldırının<br />
söz konusu olduğunu, özgürleşme isteğimizin<br />
<br />
çok yoğun olduğunu, dönüşüme direnmeden bu<br />
dengeyi sağladığımızda özgür birer birey haline<br />
geleceğimizi anlatmakta. Özellikle ilişkiler<br />
konusunda dengeli ve adil olmayı ve bireysel<br />
hareket etmekten korkmamamız gerektiğini de<br />
anlatıyor. Dengeyi sağlamak için elimizden<br />
geleni yapalım ama başaramazsak da ilişkiyi<br />
sonlandırma cesaretine sahip olalım.<br />
• Satürn Terazi burcunda denge ve adaletin<br />
gerekliliğini anlatıyor. Makro düzeyde uyum,<br />
barış ve huzur ancak bilinçli çabalar ve<br />
diplomasi yolu ile gerçekleşebilir.<br />
Astroloji yaşamdan soyutlanamıyor. Kıssadan<br />
hisseye gelecek olursak “değişim”e açık olun,<br />
ne istediğinizi bilin ve bunları elde etmek için<br />
cesur olun. Dünya değişirken, bizlerin de<br />
değişmesinden daha doğal ne olabilir ki!..<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 160 -<br />
Psiko-Güncel<br />
Reyan Kanyas Bencuya<br />
Uzm. Klinik Psikolog<br />
rkanyas@yahoo.com<br />
“Zorluklarla Başetmek için Sigara"<br />
yerine<br />
“Sigara ile Başetmek”<br />
Günümüzde sigara ve diğer tütün ürünlerinin<br />
tüketimi ve bağımlılığı çağımızın ciddi<br />
sorunlarından biri haline geldi. Bu konuda sorun<br />
çift taraflı rahatsız edici özelliğiyle öne çıkıyor.<br />
Toplumda bir taraf, sigarayı hava gibi su gibi<br />
zaruri bir ihtiyaç haline getirmiş ve aynı zamanda<br />
onu keyfi hatta dert ortağı olarak görüp sağlığının<br />
önünde tutarken; diğer taraf kokusundan,<br />
dumanından ve sağlığına verdiği zarardan ötürü<br />
temelde nefret ettiği unsurla karşı karşıya<br />
gelmekte.<br />
Sigara, kişinin kendi içinde çatışan duygular<br />
yaratırken, kişiler arası ilişkilerde çatışmalara<br />
<br />
neden olabiliyor. Özellikle günümüzde kapalı<br />
alanlarda sigara kullanımının yasaklanma<br />
durumunun gündeme gelmesiyle eklenen hukuki<br />
boyutla beraber sigara kullanımı ile ilgili sorunlar<br />
ve sorgulamalar daha fazla dikkat çekmeye<br />
başlamıştır. Konuyu psikolojik açıdan, sigarayı<br />
hayatlarının doğal bir parçası olarak gören veya<br />
tamamen sigara kullanımının karşısında gören iki<br />
perspektiften de ele alıp, bırakmak isteyen kişilere<br />
tıp ve psikoloji biliminin sunabileceği<br />
kolaylıklardan bahsetmek isteriz.<br />
Sigara içen kişilerin çoğu sigaraya genç yaşlarda<br />
lise veya üniversite çağında başlar. Küçüklüğünde<br />
ailesinde veya etrafındaki modellerden gördüğü<br />
kadarıyla sigara hakkında bir ön imgesi vardır<br />
kişinin. Bazı kişiler ebeveynlerine tepki olarak<br />
sigaradan hoşlanmaz, bazıları ise bilinç üstünde<br />
sigaraya karşı nötr iken, bilinç dışında aşina ve<br />
olumludur. Sigara kişiye ilk sunulduğunda<br />
çoğunlukla bir sosyal gruba dahil olma unsuru, bir<br />
yetişkinlik veya cesaret göstergesi şeklinde<br />
sunulur. Sosyal grupların popülerliğine
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 161 -<br />
cesaretlerine ve diğer olumlu yönlerine olan<br />
özenmeyle, insan bedeninin fizyolojik olarak<br />
tamamen yadırgadığı sigara kullanımı başlar.<br />
Önceleri zorlanarak içilirken zaman içinde bedenin<br />
dumana karşı oluşturduğu savunma mekanizmaları<br />
(mukoza) sayesinde daha kolaylıkla içilmeye<br />
başlanır. Bu sırada farklı üç mekanizma daha<br />
devreye girmektedir. Bunlardan ilki bedene<br />
dışarıdan verilen fazladan nikotin ve merkezi sinir<br />
sisteminin bu yeni doza olan ihtiyacı, diğeri ise<br />
çocukluktaki gelişim evrelerinden biri olan oral<br />
dönemde tohumları atılmış olan tırnak yemek,<br />
abur cubur atıştırmak gibi el ve ağız<br />
alışkanlıklarına bir yenisinin eklenmesidir.<br />
Zaman içerisinde fiziki nikotin ihtiyacı ve el-ağız<br />
alışkanlıklarına, davranışsal şartlanmalar da<br />
eklenir. Örneğin kahve veya alkol tüketirken,<br />
yemek sonrası, işe mola verildiğinde, sinirlenince,<br />
heyecanlanınca, keyiflenince, direksiyonda ve<br />
hatta kül tablası, sigara, çakmak görünce kişide<br />
şartlanmaya bağlı olarak sigara içme ihtiyacı<br />
belirir.<br />
<br />
Bu safhada sigaraya başlamanın ilk sebebi olan<br />
özenmek ve bir gruba dahil olmak çoğunlukla<br />
ortadan kalkmıştır.<br />
Sigara içen kişi yakın çevresinde içmeyenler ile<br />
sorunlar yaşar. Sigara içmenin yasak olduğu iş ve<br />
sosyal ortamlarda da sorun yaşar. Hepsinden<br />
önemlisi, kendisine zarar veren ve ileride çok<br />
acılar çekeceği ve ömrünü kısaltacak hastalıklara<br />
yakalanmasına neden olacak sigaranın zararının<br />
bilinçli olarak farkındadır ancak sigara<br />
bağımlılığından kurtulamayacağını varsayarak bu<br />
sorunları beyninin gerisine iter. Sigara içen kişi bir<br />
süre için sigara içemeyeceği toplantı uçak-otobüs<br />
yolculuğu, sinema gibi durumlarda huzursuz ve<br />
sinirlidir. Bu ruh hali etrafına yansır. Son olarak<br />
sigara içen kişi etrafındaki sigara içmeyenlerce<br />
kötü koku ve dumandan dolayı olumsuz algılanır,<br />
yanına yaklaşılmak istenmez ve kalabalık<br />
ortamlarda tanımadığı kişilerle bile çatışma<br />
durumları yaşayabilir.<br />
Madalyonun öbür yüzünde sigara içmeyen kişi<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 162 -<br />
vardır. Sigara içmeyen kişi sigaranın zararlarının<br />
bilincindedir ve dumanından, aynı odada farklı<br />
köşelerde içilse dahi rahatsızdır. Genellikle, sigara<br />
içenlerin kendi hakkını yok saydığı duygusuna<br />
kapılır. Toplumsal anlayışa ve farklı toplumlarda<br />
ortak alanlarda sigara içilmesinin gördüğü kabul<br />
oranına göre sigara içene vermek istediği tepkiyi<br />
kısmen bastırarak, bazense patlayarak verir; bazen<br />
de baskın olmadığı durumlarda tepki vermeden<br />
hoşlanmadığı dumana tamammül etmek zorunda<br />
hisseder.<br />
Bu tip kişilerin tutumlarının sigara içenler<br />
açısından da çok büyük önemi vardır. Verdikleri<br />
veya veremedikleri tepkilerle sigara içenlerin<br />
alışkanlıklarını bırakabilmelerine veya tepkisel<br />
olarak kullanımı daha da artırmalarına neden<br />
olabilecek en önemli unsurlardır. Pek az sigara<br />
bağımlısı kendi kendine, hiçbir tepki veya<br />
yaklaşım farkı görmezken sigarayı bırakma<br />
yöneliminde bulunur. Dolayısıyla sigara içen<br />
kişinin etrafındaki içmeyen kişinin psikolojisini<br />
<br />
takip etmek; zayıf, alıngan, sinirli vs olduğu<br />
durumlarda ona destek vererek, sigara içen<br />
yakınına karşı doğru duruşunun devamını<br />
sağlamak da en az sigara içen kişi ile yapılan<br />
psikolojik çalışmalar kadar önemlidir.<br />
Sigarayı herkes bırakabilir. Birçok kişi kendi<br />
başına bırakabildiği gibi, diğerleri de farmakolojik<br />
tedavi, grup psikoterapileri, nikotin sakız ve<br />
bantları gibi tedaviler vasıtasıyla bırakabilir.<br />
Sigara bırakmaya yardımcı bazı davranışsal<br />
yöntemler şöyle özetlenebilir:<br />
Hazırlık Evresi:<br />
Tarih seçimi: Doğum günü vs gibi önemli bir<br />
tarih olmalı ve yakın çevreye ilan edilmesi<br />
faydalıdır.<br />
Sigara içme alışkanlıklarının incelenmesi:<br />
Bırakmadan evvel sigaranın içildiği durumlar<br />
ve saatlerin not edilmesi ve bırakacak kişinin<br />
bilinçlendirilmesi önemlidir.<br />
Sigarayı bırakma nedenlerinin belirlenmesi:
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 163 -<br />
Kişilerin sigarayı bırakma nedenleri farklılık<br />
gösterse de en öne çıkan iki neden sağlıklı<br />
yaşamak ve çocuklarına iyi örnek olma<br />
isteğidir. Bu nedenler hakkında sigarayı<br />
bırakacak kişinin bilinçlendirilmesi faydalıdır.<br />
Bırakma Evresi:<br />
Sigara bırakıldığında ilk günler çok önemlidir.<br />
Eğer sigara bir hekimin süpervizörlüğünde<br />
bırakılıyorsa, ilk iki hafta düzenli görüşme ve<br />
sonra 1, 3, 6 ve 12 aylarda görüşme faydalıdır.<br />
Görüşmelerde sigarayı bırakmış kalma durumu,<br />
motivasyonun sürekliliği, yeniden başlama (relaps)<br />
eğilimi değerlendirilir. Genellikle relapslar, sigara<br />
içmenin bırakıldığı ilk haftalar içinde olmaktadır.<br />
Bırakan kişi ilk iki kontrolüne kadar sigara<br />
içmemişse bırakmış kalma olasılığı yüksektir.<br />
Ancak relapslar başarısızlık olarak<br />
değerlendirilmemeli ve yeniden bırakma yönünde<br />
kişi motive edilmelidir. Sigarayı azaltarak<br />
bırakanların yeniden başlama ihtimali bir anda<br />
keserek bırakanlara göre daha çoktur.<br />
<br />
Sigara bırakıldığında ilk günler 3-5 dakika süren<br />
sigara isteği dalgaları sıklıkla gelecektir. Bu<br />
dalgaların kişinin sigara içme alışkanlıklarına göre,<br />
önceden de farkedilebilecek zaman ve durumlarda<br />
gelmesi, bırakma açısından kolaylık sağlar. Bu<br />
durumlarda kişi hemen durum ve konumunu<br />
değiştirebilir. Sigarayı bırakma neden ve<br />
motivasyonlarına ve sigaranın zararlarına<br />
yoğunlaşarak veya bir arkadaşı ile sohbet ederek<br />
bu dalgayı atlatabilir. Aynı zamanda sigarayı<br />
bırakan kişi için el alışkanlığının yerini alacak<br />
başka el ve ağız alışkanlıkları oluşturulur. İlk<br />
günler sigara içilen sosyal ortamlardan uzak<br />
kalarak 3-5 dakikalık dalgaların gelme sıklığının<br />
azaltılmasına çalışılır. Bol sıvı gıda ve meyve<br />
tüketilerek hemen ağız alışkanlıkları değiştirilir<br />
hem de sağlıklı beslenilerek kilo alınmasının<br />
önüne geçilir. Egzersize başlamak sigara bırakma<br />
sırasında görülen fazla yemenin getireceği fazla<br />
kilolar ve motivasyon açısından faydalıdır.<br />
Bu tür davranışsal yöntemler ve ilk günlerdeki<br />
gerek süpervizör gerekse de ailenin sıkı desteğiyle<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 164 -<br />
sigara bırakılması mümkündür. Bu ne çok kolay ne<br />
de çok zor bir süreçtir. Sıklıkla uygulanmıyor olsa<br />
da, sorunun bilinçüstü ve bilinçdışı kaynaklarını<br />
irdeleyen psiko-dinamik yöntemlerin de kişinin<br />
kendini ve davranışının bilinçaltındaki nedenlerini<br />
anlaması açısından faydası vardır.<br />
Hangi çözüm yöntemiyle olursa olsun hem<br />
içenlerin hem de içmeyenlerin sigara kullanımını<br />
azaltmak amacıyla bilinçlenmeye ve daha fazla<br />
aktifleşmeye ihtiyacı tartışılmazdır. Toplu<br />
alanlarda sigara kullanımının kanunen<br />
zorlaştırılması, bırakma sürecinde sanıldığı kadar<br />
da etkili değildir. Bu içerden verildiği ve<br />
yakınlardan da destek alındığı taktirde<br />
kazanılabilecek bir savaştır. Herkes sigarayı<br />
bırakabilir…<br />
<br />
Atasözlerinde Tezatlar<br />
İyilik yap denize at!..<br />
Merhametten maraz doğar.<br />
Zararın neresinden dönülse kardır!..<br />
Gelen gideni aratır.<br />
Yüzü güzel olanın huyu da güzel olur!..<br />
Yüzü güzel olanı değil huyu güzel olanı sev.<br />
Akıl akıldan üstündür.<br />
Aklın yolu birdir.<br />
El elden üstündür.<br />
Alet işler el övünür.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 165 -<br />
Tepe Nokta<br />
Moşe Mişa Hayim<br />
mosehayim@gmail.com<br />
Helenizmin Yahudiliğe Etkileri<br />
M.Ö.356 yılında Makedonya'da doğan İskender<br />
M.Ö.336 yılında babasının tahtına geçerek kral<br />
olur. Güçlü Makedon ordularının başına geçerek<br />
kısa ömrünü simgeleyecek fütuhatına başlar.<br />
Makedonya ve Yunanistan’ı ele geçirdikten sonra<br />
M.Ö.334 yılında Çanakkale Boğazını geçer ve<br />
Pers İmparatorluğu ile olan üç yıl sürecek savaş<br />
başlar. 45000 kişi ile yola çıkan İskender<br />
kendisinden on misli büyük Pers ordularını meşhur<br />
Granikus, İssus ve Gavgamela savaşlarında yener.<br />
Pers İmparatoru Darius öldürülür ve efsanevi<br />
hazinesi İskender’in eline geçer. Kendisi artık<br />
Akdeniz’in ve Ortadoğu’yu da içine alan büyük bir<br />
İmparatorluğun tek hakimidir. İmparatorluğun<br />
sınırlarına baktığında dünyada fethedilecek başka<br />
yer kalmadığı için ağladığı söylenir.<br />
<br />
Askeri harekat esnasında Mısır’a yönelir ve<br />
dolayısı ile bugünkü İsrail toprakları üzerindeki<br />
Yehuda’yı fetheder. Kudüs önlerine geldiğinde<br />
ordugahını kurar. İskender orduları ile o zamanlar<br />
Pers İmparatorluğunun tebaası olan Yahudiler ilk<br />
defa karşı karşıya gelirler. İskender halkın<br />
kendisine biat ettiğinin ispatı olarak Beit<br />
Amikdaş’a heykelinin konmasını ister; bu emir<br />
uygulanmazsa şehir yakıp yıkılacaktır. Yahudi<br />
dinine göre bunu yerine getirmek mümkün<br />
olmadığından şehrin önde gelenleri bir gece<br />
önlerine Baş Kohen Şimon Ha Tzadik’i alarak<br />
yola düşerler. Baş Kohen beyaz elbisesi ve on iki<br />
kavmi simgeleyen kıymetli taşlarla bezenmiş<br />
hoşen yani önlüğü ile önde, arkasında meşalelerle<br />
gelen Yahudi liderlerine öncülük eder. Büyük<br />
İskender Şimon Ha Tzadik ile karşılaşınca savaş<br />
arabasından iner ve saygıyla eğilir. Kibirli, hiddet<br />
ve şiddete kendini kolayca kaptıran İskender’in<br />
birisinin önünde eğilmesi olası değildi. Niçin<br />
böyle davrandığı sorulduğunda zaferden zafere<br />
koşarken beyazlar içindeki Shimon Ha Tzadik’in<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 166 -<br />
kendisine göründüğünü söyler. Yahudiler,<br />
İskender ve İmparatorluğu için dua ettikleri<br />
mabetlerinin yıkılmasına müsaade etmemesini<br />
isterler.<br />
Şimon Ha Tzadik İskender’e mabedini gezdirir ve<br />
Tora’nın herhangi bir heykel veya figürün mabede<br />
sokulmasına müsaade etmediğini izah eder.<br />
İskender ve Grek dünyası ilk defa monoteist bir<br />
halk ve başrahiple karşılaşmışlardı. Kendisi bu<br />
isteğe karşı gelmez. Buna karşılık Şimon Ha<br />
Tzadik o yıl Kohenler’e doğacak ilk erkek<br />
çocuklara Aleksander adının verileceğini söyler. O<br />
günden bu güne kadar Aleksander ismi Yahudiler<br />
arasında sık sık kullanılır.Bu tarihi karşılaşma 25<br />
Tevet 3448 yani M.Ö.313’ te olur. Bu olay ile<br />
M.Ö. 313 yılından M.S.640 yılında İslam’ın Helen<br />
dünyasını fethetmesine kadar süren, hemen hemen<br />
bin sene sürecek bir Helen- Yahudi ortak yaşamı<br />
başlar. Bu karşılaşmanın dünya tarihindeki önemi<br />
ileri yıllarda daha da belirginleşecektir. Davut'un<br />
yıldızından, İsa'nın haçına ve İslamiyetin hilaline<br />
giden yol bu olayla başlar ve antik çağın sonunu<br />
<br />
getirecek hadiseler zincir halinde birbirini kovalar.<br />
Yunanlılar yalnız askeri emperyalist değillerdi.<br />
Fethettikleri yerlerde kültürel emperyalizm<br />
uygulayarak kendi yaşam şekillerini getirirlerdi.<br />
Doğu dünyasına getirdikleri lisanları ile birlikte<br />
sanat, mimari, edebiyat ve felsefi tarzlarını<br />
sundular. Yunan kültürünün, doğu kültürü ile<br />
kaynaşmasından bir hibrid kültür- Helenizm<br />
doğdu. Helenizmin dünya tarihindeki etkileri,<br />
dolayısı ile Yahudi kültürünü etkilemesi<br />
İskender’in kısa ömründen çok daha uzun yıllar<br />
devam edecekti. Büyük İskender'in fütuhatı Doğu<br />
ile Batının sınırlarını yıkmış ve güncel deyimi ile<br />
bir “Doğu-Batı Sentezi” meydana gelmiştir.<br />
Yehuda tepelerindeki köklü Yahudi gelenekleri<br />
Helen kültürü ile tanışmaya başlar. Yahudiler için<br />
Helenler Batıdan gelen egzotik bir kültürün<br />
unsurları idiler. Sokrates, Eflatun ve İskender’e<br />
hocalık yapmış Aristo gibi filozofları yetiştirmiş<br />
derin bir entelektüel gelenekleri vardı. Bilgeliğe,<br />
pozitif bilime, sanat ve mimariye olan tutkuları<br />
Yahudileri derinden etkilemişti. Buna karşın
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 167 -<br />
Yunanlılar ilk defa tek Tanrıya inanan bir milletle<br />
karşılaşmışlardı. Yaratılış ve tarihi olaylara izahat<br />
bulan, sevecen, koruyucu bir tanrı konsepti onlar<br />
için şaşırtıcı idi. Ayrıca Yahudilerin inanılmaz<br />
derecede derin ve karmaşık adli sistemleri ile<br />
felsefi gelenekleri vardı. Yahudilerin arasındaki<br />
yüksek okuma yazma oranı ile gelişmiş sosyal<br />
adalet anlayışları antik çağda pek rastlanan bir şey<br />
değildi.<br />
Helenizm parlak bir felsefe, muhteşem bir sanat,<br />
ilk pozitif bilim kırıntılarını ve insan bedenine<br />
karşı inanılmaz bir saygı hatta bir tapma duygusu<br />
getiriyordu. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur<br />
mantığı geçerli idi. İnsan bedeninin çıplak<br />
sergilendiği spor karşılaşmaları, umumi hamamlar<br />
ve tinsel zevklerin tatmin edildiği yaşam şekli olan<br />
hedonizmin etkisinde kalmışlardı. Hedonizme göre<br />
güzellik ulaşılması gereken bir idealdi. Yunan<br />
felsefesindeki diğer önemli bir öğreti Epikürizmdi.<br />
Bilgelik, dostluk ve mutluluğa ulaşmak yaşamın<br />
en önemli amacı olmalı idi. Ahlaki kuralların<br />
baskısı saçmalıktı. Ölümsüzlük, ölümden sonra<br />
<br />
hayat ve kadercilik yoktu. İnsan kendi kaderini<br />
kendi belirlerdi. İskender’e dünya görüşünü<br />
kazandıran Aristo, ilk defa evrenin kaynağını<br />
irdelemişti. Bunda da teologların açıklamaları<br />
yerine fizikçilerin gözlemlerini temel almıştır.<br />
Doğanın nereden geldiğini ve kökünün ne<br />
olduğunu araştırır. Doğaya uygun yaşamanın<br />
gerektiğine inanır. Bilgiye ve akla önem veren<br />
bilimin temelinde yeniliklerin karşısında duyulan<br />
şaşkınlık, merak ve araştırma duygusu vardır.<br />
İnsanın yapması gereken ise akla uygun bir yaşam<br />
sürmektir. Yahudi geleneğinde ise akılcılık yoktur.<br />
Torah bilmemiz gereken her şeyi verir, gerisi ise<br />
Tanrı'ya bırakılmalıdır. Toplum ve birey Tanrı<br />
yolunda giderse , Tanrı onlar için her şeyin iyi<br />
olmasını temin edecektir. Yunan tıbbı, bedenin<br />
nasıl çalıştığını gerçekçi gözlemlerle yakından<br />
takip ederken bilimseldi. Buna karşın Yahudi<br />
inancında hastalıklar günahlarımıza karşı verilen<br />
ilahi cezalardı. Dolayısı ile bunlara karşı tövbe,<br />
dua, kurban ve oruçla çare aranırdı. Talmudik<br />
çağda tıp ilmi kabul görmüştü, fakat bu insan<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 168 -<br />
bedeninin nasıl işlediği ile ilgilenmeyen<br />
yöntemlerden ibaretti.<br />
Grek kültüründe kanunlar halkın ihtiyaçlarına göre<br />
halk tarafından yapılırdı. Burada amaç toplumun<br />
rahatı ve isteklerine göre kanunların<br />
değiştirilebilmesi idi. Demokrasi ve diğer seküler<br />
devlet şekilleri bu anlayışın bir neticesi idi. Torah,<br />
yani Yahudi kanunları ise Tanrı tarafından<br />
verilmişti ve kullarının yaşam şeklini belirlerdi.<br />
Toplumun kanunları değiştirmesi teorik olarak<br />
mümkün değildi ama uygulamada ufak sapmalara<br />
rastlanırdı. Yahudilere göre Musa Peygamber’in<br />
Sina Dağ’ında Tanrıyla yüz yüze görüşerek aldığı<br />
Yazılı ve Sözlü kanunlarla yaşamın her anında ve<br />
her ihtiyaca cevap verecek düzenlemeler<br />
yapılmıştı. Bu yasaların amacı ise toplumu düzene<br />
sokmak ve manevi sağlık ve mükemmelliği<br />
sağlamaktı.<br />
Yukarıdaki farklılıkların tesiri altında, kuraklık<br />
gibi doğal bir afet karşısında iki kültür insanının<br />
yaklaşım ve çözüm arayışları değişirdi. Yahudilere<br />
<br />
göre Tanrı havayı yaratmıştı ve onu kontrol ederdi.<br />
Eğer Tanrı yağış vermiyorsa, sebebi Yahudilerin<br />
iman ve ahlaken Torah kanunlarını çiğnemiş<br />
olmalarındandır. Dua, oruç, kurban ve nefsin<br />
cezalandırılması Tanrının gazabını uzaklaştırabilir.<br />
Tanrının lütfu ile yağış tekrar gelecektir.<br />
Helenistik inanca göre kuraklık değiştirilmesi<br />
mümkün olmayan tabiat kanunlarından<br />
kaynaklanır. Onun için tabiatı tetkik edip kuraklık<br />
sebeplerini araştırmak gerekir. Bu olayı değiştirme<br />
gücü bireyin elinde olmadığına göre, olabildiğince<br />
hayatın zevkini almak gerekir.<br />
Zaman içinde bu farklılıklar Yahudi yaşamını<br />
etkilemeye ve ekonomik olarak rahat olan nüfusun<br />
üst katmanlarında bir Helenizasyona yol açtı.<br />
Zengin aileler çocuklarını eğitmek için İskenderiye<br />
şehrindeki seküler okullara yolluyorlar ve bunun<br />
neticesinde de toplum giderek bir kültür<br />
erozyonuna uğruyordu. Yahudi toplumunun alt<br />
katmanlarında ise ekonomik dezavantajın getirdiği<br />
bezginlik insanları daha çok kaderciliğe ve dini<br />
arayışlara itiyordu. Bunun neticesinde toplum
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 169 -<br />
ayrışır ve Helenvari yaşam tarzı ile Sadukiler ve<br />
konservatif Yahudi tarzı yaşamları ile Hasidim<br />
adlı iki grup göze çarpmaya başlar. Sadukiler adlı<br />
guruba bağlı olanlar kendilerini Kral Süleyman’ın<br />
koheni Tzadok’un nesli olarak görüyorlardı.<br />
İnanışlarına göre yazılı Torah’yı kabul ederler ve<br />
kurbanlara ehemmiyet verirlerdi. “Torah ba al<br />
peh” yani sözlü kanunları ise önemsemezlerdi.<br />
Sözlü kanunların nesiller boyunca ağızdan ağıza<br />
nakledilirken değişikliğe uğramış ve kişisel<br />
tefsirlerle yanlış yorumlanmış olabileceğini<br />
düşünürlerdi. Meleklere, ölülerin dirilmesine ve<br />
ruhun ölümsüzlüğüne inanmazlardı. Konservatif<br />
Yahudi cemaati, bazen siyasi bir oluşum<br />
sergileyen bu guruba “Epikürist Yahudiler”<br />
olarak hitap ederlerdi. Bunlar kendi aralarında<br />
Grekçe konuşuyor ve Grekler gibi giyiniyorlardı.<br />
Helenleşmiş bu Yahudiler tiyatro gösterilerine,<br />
spor karşılaşmalarına katılıyor ve kendi aralarında<br />
gladyatör dövüşleri tertip ediyorlardı. Spor<br />
karşılaşmalarında çıplak olmak mecburiyetinde<br />
olan erkekler, Yunan hemcinslerinden farklı<br />
<br />
görünmemek için sünnetli görüntülerini<br />
değiştirmek üzere tıbbi müdahalelerden<br />
geçiyorlardı. Sünnet, yani Tanrı ile yapılmış<br />
anlaşmanın işareti, bir beden sakatlığı ve<br />
tapınılması gereken kusursuz insan bedenine<br />
yapılmış bir saldırı olarak kabul ediliyordu.<br />
Neticede Yunanlılardan daha Yunanlı gibi yaşayan<br />
bir Yahudi gurubu doğmuştu. Burada 19.cu ve<br />
20.ci yüzyılda Almanya Yahudileri ile benzerliğe<br />
ve ayni kaderi paylaşmalarına dikkatinizi çekmek<br />
isterim.<br />
Yukarıda sözünü ettiğim Hasidim adlı oluşumun<br />
bugün Eşkenaz toplumunda yaygın olan hareketle<br />
alakası yoktur. Hasidler zamanla kendi aralarında<br />
üç değişik guruba ayrılırlar. Ilımlı Ferisiler,<br />
militan ve milliyetçi diyebileceğimiz Zelotlar ve<br />
asetik, mistik bir derviş gurubu olarak<br />
tanımlıyabileceğimiz Esenniler. Ferisiler<br />
demokratik sayılabilecek eğilimleri ile aileye ve<br />
eğitime önem veriyorlardı. Bunlar birbirlerine<br />
haverim diye hitap ederler ve Helenleşmeye karşı<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 170 -<br />
gelirlerdi. Torah eğitimi ve ibadet öncelikleri idi.<br />
Yazılı Torah yanında sözlü kanunlara da inanırlar<br />
ve önemserlerdi. Yazımın daha ileri bölümlerinde<br />
de değineceğim, Yahudi dinine bu dönemde<br />
getirilen uygulamaların bir çoğu, Ferisi din<br />
adamlarının uygulaması sonucu gerçekleşmiştir.<br />
Bu arada Esenni tarikatına dikkatinizi çekmek<br />
isterim. Kendilerini mistik bir toplum olarak gören<br />
bu gurup, atalarımızın ilk günlerindeki dini<br />
kurallar gereği gibi yaşarlar ve günlerini Torah<br />
eğitimi ve tefekkürle geçirirlerdi. Bunlar hiç<br />
evlenmezler, yalnız beyaz giyerler ve bedensel<br />
arınmaya dikkat ederlerdi. Aralarından yıllar sonra<br />
o topraklarda yetişmiş ikinci büyük peygamberin,<br />
Hazreti İsa’nın ve diğer Hıristyan havarilerinin<br />
yetiştiğine inanılır. Kumran mağaralarında yakın<br />
zamanda bulunan “ Ölü Deniz Parşömenleri” nin<br />
bu tarikat üyeleri tarafından yazılmış olduğu<br />
tahmin edilmektedir.<br />
M.S.66-70 yılları arasında Roma’ya karşı girişilen<br />
“Büyük İsyan” dan sonra bahsini ettiğim<br />
<br />
guruplardan Zelotlar tamamı ile kıyıma uğrar,<br />
Esenniler yok edilirler ve eserleri yakılır. İkinci<br />
Mabed’in yıkılması ile son bulan bu yıkımın<br />
ardından Yehuda topraklarında mevcudiyetini<br />
sürdürebilen Yahudiler Ferisi gurubuna bağlı<br />
olanlardır. Burada bahsettiğim isyanlar sırasında<br />
bazı kaynaklar Yehuda topraklarında yaşayan bir<br />
milyonun üstünde Yahudinin katledildiğini yazar.<br />
En önemli yeshivalar yıkıma uğrar ve buralardaki<br />
binlerce rabinik öğretmen ve talebeleri öldürülür.<br />
Bu iç savaş ve isyanın en mühim noktalarından<br />
biri Massada tepesinde yazılan kahramanlık<br />
destanıdır. Massada direnişi sonraki yıllarda<br />
Yahudi milletinin bir özgürlük simgesi olmuştur.<br />
Bilge Yahudilerin sayısının azalması üzerine Sözlü<br />
Kanunlar kaybolmasın diye Rabbi Yeuda A Nasi<br />
tarafından kaleme alınır. Bu düzenlemeden<br />
“Mishna” adlı eser ortaya çıkar. Mişna, Sözlü<br />
Kanunun mantık çerçevesinde düzenlenmiş, açık<br />
ve sistematik ilk düzenlemesidir ve altı ana<br />
bölümden oluşur. Zeraim, (tohumlar) tarım<br />
kurallarını ve yiyecek kanunlarını; Nezikim
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 171 -<br />
(hasarlar), medeni ve ceza kanunlarını; Naşim<br />
(kadınlar) evlilik, boşanma kadın erkek ilişkilerini<br />
ve ailevi meseleleri; Mo’ed (belirli günler) Şabat<br />
ve bayramlarla ilgili düzenlemeleri; Kedoşim<br />
(kutsal şeyler) kurban sistemini ve Taharot<br />
(temizlik) arınma usulleri hakkında düzenlemeleri<br />
ele alır. Dünyeviden kutsala, normal olandan<br />
sapkınlığa; sıradan olandan en akıl dışı olana,<br />
insanın Tanrı ve sosyal çevresi ile hayatı her<br />
yönden düzenleyen ve açıklık getiren bir kaideler<br />
manzumesidir “Mişna.” Mişna İsrail topraklarında<br />
ve İbranice yazılmış olup asırlar boyunca<br />
yeşivalarda tartışılmıştır.<br />
Helenistik kültürün Yahudi dini ile olan<br />
kaynaşmasının en mühim eserlerinden biri<br />
Tevrat’ın Yunanca'ya tercümesidir. Ptoleme kralı<br />
II.Filadelfiyus hem Yahudi bilgeleri sınamak hem<br />
de zaman içinde merak uyandırmaya başlayan<br />
Tevrat’ın İbraniceden tercümesi için yetmiş bilge<br />
din adamını ayrı ayrı görevlendirir. Antik çağın<br />
tarihi belgelerinden “Aristeas Mektuplarına”<br />
<br />
dayandırılan bilgiye göre tercümeler kelimesi<br />
kelimesine aynı olunca, bu eserler zamanın en<br />
büyük bilgi deposu olan İskenderiye<br />
Kütüphanesinde yerini bulur. Esere yetmiş bilge<br />
din adamına atfen “Septuagint” denmiştir.<br />
Yunanca Tevrat’ın Helen İmparatorluk<br />
topraklarına yayılmış ve İbranice'yi unutmaya<br />
başlamış Yahudilere dine bağlı kalmalarında<br />
yardımı olmuştur. Aynı zamanda Yunan<br />
filozofların Yahudi dinini tanımalarına yardım<br />
etmiştir. Septuagint, Yunanca konuşan ilk<br />
Hıristyanlara Kutsal Kitabı okumaları için tek<br />
kaynağı teşkil etmiştir. İncil’in yazarları<br />
eserlerinde bu kitaptan çok alıntı yapmışlardır.<br />
Bugün bile Doğu Ortodoks Kilisesi Eski Ahit<br />
öğretilerini Septuagint tercümesine dayandırır.<br />
Katolik, Gregoryen, Ermeni Ortodoks ve<br />
Mısır’daki Kopt Kiliseleri bu eseri, kısmen veya<br />
bazı ilavelerle kendi İncillerine temel kaynak<br />
olarak kullanırlar. Bu ilk tercümeden sonra,<br />
Yahudi din kitaplarının tümü, Helenistik çağda<br />
Yunanca'ya tercüme edilmiş ve Hiristyan<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 172 -<br />
öğretisine temel kaynak olmuştur. Yahudiler hiçbir<br />
zaman bir boşlukta yaşamadılar, bunun neticesinde<br />
de yabancı kültürlerle etkileşim içinde oldular. Bu<br />
kültür alışverişinde hiçbir zaman her şeyi körü<br />
körüne kabul etmediler. Yeni ritüelleri kendi<br />
yaşam şekillerine uygun şekilde adapte ettiler.<br />
Tabii ki Hellenizmdeki Sempozyum adetlerinden<br />
çok etkilendiler. Elit Grek halkının bir yaşam şekli<br />
olan sempozyum; geceleri sabahlara kadar süren<br />
yemek ve bolca içki içilen, aşk, güzellik ve felsefe<br />
tartışılan bir eğlence şekli idi. Kadın ve erkeklerin<br />
uzanarak yedikleri bu ziyafet türü sabahlara kadar<br />
sürer ve genelde cinsel sapkınlıklarla neticelenirdi.<br />
Bundan etkilenen Yahudileri koruma altına almak<br />
isteyen bilgelerimiz, bu adetlerden pesah gecesi<br />
yemeği Seder’i yorumladılar. O zamana kadar<br />
basit bir akşam yemeği halinde yenen Pesah akşam<br />
yemeği yerine; Helenler gibi sola doğru kaykılarak<br />
oturmak, en az dört bardak şarap içmek, dört<br />
çocuğun soruları ile Agadayı anlatmak ve bu<br />
töreni saatlerce sürdürmek tamamı ile Helen<br />
geleneklerinden uyarlamadır. Seder gecesi Agada<br />
<br />
okunurken bir Shamash’ın masaya hizmet etmesi<br />
ve Yahudilikte ellerin yıkanması anlamına gelen<br />
“Netillat Yadayim” ritüeli de tamamen Helen<br />
adetlerinden esinlenmiştir. Değerli eşlerimizle<br />
evlenirken imzaladığımız Ketuba, Yahudiliğin ilk<br />
zamanlarından beri var olmuştur. Helenistik<br />
dönemde muhafazakar Ferisi düşünür Shimon ben<br />
Shatah, ketubada değişiklik yapmıştır. Böylece<br />
erkeğin kadını boşaması, kendi mal varlığından<br />
fedakarlık yapmayı gerektiren, dolayısı ile<br />
anlaşmaya zorlayan bir akit haline getirildi. Amaç<br />
Yahudi etik anlayışında kutsal olan aile bağlarının<br />
korunması ve pagan kültüründeki fuhuş ve zinanın<br />
etkilerini azaltmaktı.<br />
Diaspora Yahudilerinin dua etmek için bir araya<br />
geldiği sinagoglarımız, Helenistik dönemde Beit<br />
Hamikdaş’ın M.S.70 senesinde ikinci yıkılışından<br />
sonra Yehuda topraklarında dua etme mekanı<br />
ihtiyacına cevap olarak ortaya çıkar. Beit Knesset<br />
(toplanma yeri) , Hevra (grup), Kehila (cemaat)<br />
adı altında muhafazakar Yahudilerin bir araya
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 173 -<br />
gelip dini ve sosyal konuları tartıştıkları bir mekan<br />
olarak gelişir. Oturarak dua etmek, müzik<br />
eşliğinde ilahiler okumak ve toplu dua şekilleri<br />
Yahudi yaşamına Helen dünyasının tesirlerinden<br />
olup daha sonra Hiristyan dünyasında da göze<br />
çarpar. Bu bağlamda D’ror Yikra, El Nora Alila,<br />
Yigdal, Tzur Mishelo gibi “piyutim” yani liturjik<br />
şiirlerimiz, Grek tesiri altında bestelenmişlerdir.<br />
Helenistik mimarinin sinagoglarımızın yapısını<br />
etkilemesi kaçınılmazdı. Buna en güzel örnek<br />
Salihli yakınlarında ki Sart kasabasındaki sinagog<br />
kalıntılarıdır. Pagan dünyasının figürlerinden<br />
Zodiak bütün baskılara rağmen Beit Hamikdaş’a<br />
sokulmamıştır. Buna karşın 1920 yılı ve<br />
sonrasında Filistin'de bulunan Hamad Tiverias,<br />
Beit Alfa, Huseyfa, Naaran ve Seforis antik<br />
sinagoglarında Zodiak figürlerini içeren mozaik<br />
kalıntılarına ulaşılmıştır. Bütün bu bulgular<br />
Yahudi dini mekan mimarisinde Helen etkilerinin<br />
işareti olarak kabul edilmelidir.<br />
Helenistik çağda, Yahudi dünyasını etkileyen<br />
<br />
antisemitik olaylar eksik olmazdı. Dinimiz, çok<br />
tanrılı dinlerin yaygın olduğu bu dönemde<br />
olgunlaştı. Bu dönemde tek tanrı konsepti pek<br />
anlaşılamıyordu. Yahudilerin tanrısı “Yahveh”<br />
emreden, yasaklayan ve aynı zamanda da kullarını<br />
ödüllendirip, cezalandıran bir baba olarak<br />
algılanmaktaydı. Buna karşın, putperest inançta<br />
tanrılar, doğa ve insani içgüdülerin insan şeklinde<br />
temsillerinden ibaretti. Yahudiler kendi yaşam<br />
tarzlarına sadık kaldıkça, pagan rituellerinden<br />
kaçmak ve sosyal yaşamdan uzaklaşmak<br />
mecburiyetinde kaldılar. Neticede, sosyal yaşama<br />
katılmayan, politik ve idari görevler üstlenemeyen<br />
Yahudi toplumu; bütün Helen vatandaşlarına<br />
tanınan hakların kendisine verilmesi için tepki<br />
gösteriyordu. Böylece bugün çağımızdaki sosyal<br />
yaralardan biri olan antisemitizmin o çağlarda<br />
iyiden iyiye kök saldığını ve sonra gelecek<br />
Hıristyan dünyasını da etkisi altına alacağını<br />
gözlemliyoruz. O dönemde Yahudi soykırımcıları<br />
kendilerine bir de slogan uydurmuşlar ve bunu<br />
katliamlarında bir sebep olarak kullanmışlardır.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 174 -<br />
“Hıeroslyma est perdita” Latince “Yeruşalayim<br />
yıkıldı” cümlesinin baş harfleri “HEP” sloganı;<br />
yıllar sonra Ukrayna kazakları Yahudileri kılıçtan<br />
geçirdikleri progromları başlatırken de<br />
kullanılmıştı.<br />
Yahudi dini evrensel bir din haline gelme<br />
potansiyeline sahipti. M.Ö. II. yüzyılda geniş bir<br />
Yahudi diasporası vardı ve bunların yayılması ile<br />
İbranilerin dini hızlı bir şekilde yayılabilirdi.<br />
Bunun en belirgin savunucusu Helenistik çağda<br />
yaşamış İskenderiyeli tarihçi Yahudi Philo Judeus<br />
idi. Philo Torah eğitimi yanında Grek edebiyatı ve<br />
felsefesi, metafizik ve etik Yahudi yorumlarını<br />
öğrenmişti. Kendisi Yahudi dininin gerçek<br />
felsefenin ana temeli olduğunu ve evrenselleşmesi<br />
gerektiğini savundu. Ama IV.Antiokhus’un<br />
saldırıları Yahudileri sindirdi, sayıları azaldı ve<br />
kendi içlerine kapanmalarına neden oldu.<br />
Yahudilik bundan sonra tamamen kendi içinde<br />
gelişen ve yayılmacılık uygulamayan bir din haline<br />
geldi.<br />
<br />
Atasözlerinde Tezatlar<br />
Zorla güzellik olmaz.<br />
Zora dağlar dayanmaz.<br />
Öfke baldan tatlıdır.<br />
Öfke ile kalkan zararla oturur.<br />
İşleyen demir ışıldar.<br />
İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur.<br />
Fazla mal göz çıkarmaz.<br />
Azı karar çoğu zarar.<br />
İnsan kıymetini insan bilir.<br />
İnsanoğlu çiğ süt emmiş.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 175 -<br />
Görüş<br />
Daniel Levi<br />
dlevi52@gmail.com<br />
Sevgili Kardeşlerimiz,<br />
(Atalarımız İzmir’de hep “Keridos Ermanos i Ermanas” derlerdi)<br />
<strong>DIYAL</strong>oG'un son sayılarında Cemaatimiz<br />
Yönetiminin seçim sisteminden bahsedildi ama hiç<br />
kimse “nasıl bir yönetim” konusunu dile<br />
getirmedi. Ben de izniniz ile bu konudan<br />
başlayarak daha sonra açılabileceğimiz ufuklara<br />
açılmak üzere <strong>DIYAL</strong>oG’da paylaşımda<br />
bulunmayı umuyorum.<br />
Yönetim, bana göre işlerin yapılmasını<br />
sağlamaktır. Yapacağımız yönetim seçimi ise<br />
işlerin tamamlanması için gerekli İnsan<br />
Kaynağının (IK – Human Resources)<br />
saptanmasından ibarettir. Öncelikle bize bunu<br />
sağlamalıdır. Hangi yöntem ile gelirlerse gelsinler<br />
yöneticiler işlerin yapılmasından sorumlu<br />
olacaklardır. Görevlerinin devamı da buna<br />
bağlıdır. Amacın bu olduğunu bilmek zorundayız.<br />
Yöneticinin seçimi, atanması vs… işlerin<br />
<br />
yapılabilmesi için gerekli insan kaynağının<br />
bulunması için bir araçtır.<br />
Bu gözle yönetim konusuna bir nebze daha<br />
girelim. Bana göre bu Türkçe sözcüğün altında<br />
İngilizce birbirinden farklı 3 sözcük saklıdır:<br />
Administration, Management ve Gouvernance….<br />
Administration: Rutin (routine) diye tabir edilen<br />
hiçbir talimata, inisiyatife, yasaya bağlı olmaksızın<br />
yapılması gereken mecburi işlerdir. Örneğin okula<br />
öğrenci alınması, fabrikaya hammadde alınması,<br />
siparişlerin sevk edilmesi, çalışanların ücretlerinin<br />
ödenmesi, elektrik su parasının ödenmesi,<br />
temizliğin sağlanması, vergi beyannamesinin<br />
yapılması gibi konuları kapsar. Otomatiktirler.<br />
Alırsın, satarsın vs… Bu işlemlerde çıkan<br />
sorunların çözülmesi de bu kapsam içindedir.<br />
Örnek: Buzdolabı bozulur onarırsın, tapuda sorun<br />
vardır. Gider düzeltirsiniz. Ödediğiniz vergi<br />
kayıtlarda görülmemektedir. Kayıtları düzettirmek<br />
üzere gerekli müracaatları yaparsınız vs…<br />
Genelde bir kişinin kendi başına çözebildiği<br />
işlerdir.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 176 -<br />
Management: Tüm iş alanlarında veya<br />
organizasyonel aktivitelerde belirli amaç ve<br />
hedeflere ulaşmak için insanları yan yana getiren<br />
faaliyetlerdir. Süreye yayılmış, asla tek kişi ile<br />
yapılamayan, çoğu zaman birçok birimin<br />
beraberce çalışmasını gerektiren, saptanmış bir<br />
hedefi veya amacı olan faaliyet veya faaliyetler<br />
toplamı söz konusudur. Bu kadar çoklu öğeyi bir<br />
arada tutarak beraberce belirlenmiş amaç ve<br />
hedefe götürmek herkesçe bilinen ve kabul edilen<br />
bir takım kuralların belirlenmesi, kayıt altına<br />
alınması ve paydaşların bu kuralları bilmesi ve<br />
koşulsuz uymaları ile mümkündür. Kurallara<br />
itirazlar olabilir, zaman içinde değişmesi de<br />
gerekebilir ancak gözden geçirme süreci de<br />
kurallar içinde belirlenmiş olmalıdır. Amaca doğru<br />
ilerler iken zaman zaman seyrin kontrol edilmesi<br />
gerekir, bazen düzeltmeler yapılması da önemlidir.<br />
Aktivitenin seyri Amerikalıların AOP (annual<br />
operational plan) yıllık operasyon planı dedikleri<br />
ve bizde ise "bütçe" diye anılan (kanımca bu<br />
önemli belgeyi önemsizleştiren sözcük) belge ile<br />
<br />
takip edilir. Bu kuralların tümüne biz "Yönetim<br />
Sistemi" diyoruz. Yönetim sistemi olmayan<br />
kurumlarda başarı olmaz, var ise de tesadüfîdir. En<br />
kötü sistem ise sistemsizliktir. Management<br />
şunları içerir: Planlama – Organizasyon –<br />
Uygulama (İnsan Kaynakları + Liderlik) –<br />
Kontrol. Burada Liderlik sözcüğüne dikkat !!!<br />
Yönetici demiyoruz. Bu konu başka bir yazı<br />
konusudur. Cemaatimiz bu tip bir yapı oluşturduğu<br />
için bu sistem ile yönetilmelidir.<br />
Gouvernance : (Türkçesi: Yönetişim) Eğer<br />
yapınız multi organizasyonel ve çoklu bir yapı ise<br />
her bir birimin başında bir özerk başkan ve<br />
yönetim var ise bunların koordinasyonu ve<br />
aralarındaki hukukun tayini önem kazanır. Yapının<br />
Liderlik ve Management’inin önemli bölümünü<br />
oluşturur. Beklentilerin oluşturulması, gücün<br />
dağılımı ve performansın doğrulanması gibi<br />
konuları içerir. İstikrarlı yönetim, birleştirici<br />
politikalar, süreçler, karar verme mekanizmaları,<br />
yetki ve sorumlulukların belirlenmesi hep bu<br />
kapsamdadır. Kısaca Hükümetler (gouvernment)
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 177 -<br />
gibi kurumun "Hüküm Etme" (govern) erkidir.<br />
Çoğu zaman özerk birimler arasındaki<br />
anlaşmazlıkların temeli yönetişim bazlı olur.<br />
Sonuçta üst birim, ast birim yönetimi ile birlikte<br />
hareket edemediği zaman ast birimin yönetimini<br />
üstlenmek zorunda kalır. Bu durum arzu edilen bir<br />
şey değildir. Onun için bu konuyu da hep beraber<br />
öğrenerek geliştirmeliyiz.<br />
Görüldüğü gibi yönetimin esası bir sistematik<br />
çerçevesinde bir takım kurallar oluşturmak, onlara<br />
sahip çıkarak bu kuralların bizler arasında ortak<br />
lisan oluşturması ve bunların bizleri amaç ve<br />
hedeflere götüren herkesçe tanınan ve kabul gören<br />
yollar haline dönüşmesinden ibaret.<br />
Kurallara koşulsuz uyma, onları koruma,<br />
geliştirmek için (asla ben yaptım oldu mantığı ile)<br />
kendimiz değil, onları değiştirmeye yetkili<br />
merciler üzerinden değiştirme kurallarını<br />
unutmama dileği ile hepinize hayırlı yazlar<br />
dilerim. Aramızdan sevgi, birlik, barış ve<br />
arkadaşlık eksilmesin.<br />
<br />
Atasözlerinde Tezatlar<br />
Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz!..<br />
İş olacağına varır.<br />
Eski dost düşman olmaz.<br />
Güvenme dostuna,<br />
saman doldurur postuna.<br />
Harama el uzatılmaz.<br />
Üzümü ye bağını sorma.<br />
Anasına bak kızını al,<br />
kenarına bak bezini al<br />
Beş parmağın beşi birbirine benzemez.<br />
Acı patlıcanı kırağı çalmaz.<br />
Yaşın yanında kuru da yanar.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 178 -<br />
İzmir'in Büyük Ravları<br />
1937 öncesi İzmir'in Yetiştirdiği Dünya Yahudiliğine<br />
Katkıda Bulunmuş Büyük Din Adamları<br />
Soyadına göre Alfabetik<br />
Rabi Shmuel Mekinez<br />
- Rabi Haim Benveniste müridi<br />
- Doğum ölüm tarihleri konusunda bilgi yok.<br />
Rabi Zerahia Milerea<br />
- Rabi Haim Benveniste müridi<br />
- Doğum ölüm tarihleri konusunda bilgi yok.<br />
Rabi Azaria Mizrahi<br />
- Rabi Haim Benveniste müridi<br />
- Doğum ölüm tarihleri konusunda bilgi yok.<br />
Rabi Abraham Modayi<br />
- R. Abraham Palacci müridi<br />
- Doğum ölüm tarihleri konusunda bilgi yok.<br />
Rabi Abraham Modayi<br />
- Gr. Rabi Moshe Melamed müridi<br />
‐ Doğum ölüm tarihleri konusunda bilgi yok.<br />
Gr. Rabi Haim Modayi<br />
- 1788’de bir belge imzaladı.<br />
‐ Haim le-Olam kitabının yazarı<br />
- Rabi Abraham Ben Ezra’nın halefi<br />
<br />
Rabi-Dr. Yitshak Monyon<br />
- R.Shlomo Levi,R.Yaakov Ben Naim, R.Yisrael Benveniste müridi<br />
‐ Doğum ölüm tarihleri konusunda bilgi yok.<br />
Rabi Dayan Gerson Mutal<br />
- Selanik’te doğdu.<br />
- Rabi Haim Benveniste müridi<br />
‐ Doğum ölüm tarihleri konusunda bilgi yok.<br />
Gr. Rabi Behor Isaac Navaro<br />
- İzmir’de 25 Av 1831’de öldü.<br />
- R. H.I. Algazi, R.R.Eskenazi müridi<br />
‐ Pne Mevin; Yore Dea kitaplarının yazarı<br />
Rabi Moshe Ovadia<br />
- R. Haim Benveniste müridi<br />
‐ Doğum ölüm tarihleri konusunda bilgi yok.<br />
Gr. Rabi Abraham b.Haim Palacci<br />
- 1809’da İzmir’de doğdu. 23 Tevet 1899’da öldü.<br />
‐ Sıkıntılı bir dönemden sonra 7 Ekim 1869’da resmen atandı.<br />
- 3 devlet nişanı verildi.<br />
- Shemo Avraham ve 15 adet kitabın yazarı<br />
Gr. Rabi Haim Palacci<br />
- 1788’de doğdu; 17 Shvat 1869’da öldü.<br />
- 1852’de atandı.<br />
‐ Lev Haim ve 58 adet kitabın yazarı<br />
Devam edecek..
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 179 -<br />
Ekonomi<br />
R.A. - İzmir<br />
Medyadan Özet<br />
Büyük Resimde İkinci Dip Yok!..<br />
Bugünlerde Avrupa merkezli olarak yaşananların<br />
hiç biri sürpriz değil. 2008-2009 krizinin başrol<br />
oyuncuları Anglo-Sakson (ABD+İngiltere)<br />
finansal piyasaları ve bankacılık sistemi idi. Krizin<br />
ortaya çıkması ile birlikte Anglo-Sakson finans<br />
sistemi çöktü. Sorunlar artan globalizasyon<br />
sayesinde kredi ve ticaret kanalları üzerinden hızla<br />
tüm dünya ekonomisine yayıldı.<br />
ABD finans sistemi tüketicisine kredi veremeyince<br />
tüketim daraldı. Bu da en büyük tüketim pazarına<br />
mal gönderen Asya bölgesini üretemez hale<br />
getirdi. Asya üretemeyince buraya hammadde<br />
gönderen gelişmekte olan ülkeler darbe aldı ve<br />
yine Asya’ya ara mal ve teknoloji ihraç eden Batı<br />
Avrupa, Japonya gibi bölgeler de ihracatlarının<br />
hızla gerilediğini gördüler. Birçok ekonomi eş<br />
zamanlı resesyona girdi. Çok farklı coğrafyada<br />
<br />
farklı sektörlerde reel üretim geriledi.<br />
Tarihin en büyük depresyonunun yaşanacağı<br />
endişeleri giderek artınca otoriteler “ya herro ya<br />
merro” demek ve çok radikal önlemler almak<br />
zorunda kaldılar. Merkez bankaları para<br />
musluklarını sonuna kadar açarak bankalara hem<br />
bol, hem de çok ucuza kredi aktarır hale geldiler.<br />
Hatta finansal sistemi by-pass edip reel sektöre<br />
direkt kredi aktaracak kadar ileri gittiler.<br />
Bankalara verdikleri likidite reel sektöre gidebilsin<br />
diye bankalarını tamir etmeye başladılar. Kendi<br />
başlarına yola devam edebileceklere sermaye<br />
aktarıp güçlendirirken, aynı zamanda zayıfları da<br />
küfelerine atıp yola öyle devam etmeleri için<br />
teşvik verdiler.<br />
Bankalar yeniden kredi verir hale gelene kadar<br />
zamana ihtiyaçları olduğunu ve bu süreçte zaten<br />
sıkıntıya girmiş olan reel sektörün iyice tahrip<br />
olacağını görünce, her ülke kendi çapında reel<br />
sektörlerine destek paketleri açıkladılar.<br />
Ekonomistlerin diliyle para ve bütçe politikaları<br />
radikal şekilde gevşetildi. Böylece özel sektörün<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 180 -<br />
borçları ve bu borçlar karşılığında oluşturdukları,<br />
ancak atıl hale gelen kapasitelerini doldurabilmek<br />
için gereken alım gücü, kamu sektörü ve merkez<br />
bankaları tarafından üstlenilmiş oldu. Daha farklı<br />
bir deyişle, merkez bankaları ve kamu sektörleri<br />
kaldıracın (borcun) altında ezilmekte özel sektöre<br />
omuz vermek üzere kaldıracın altına girmiş<br />
oldular.<br />
Oyun Planı...<br />
Bu yükün altına giren merkez bankaları ve kamu<br />
otoriteleri, reel sektörlerine ve bankalarına destek<br />
verirlerse zamanla özel sektör yeniden eski gücünü<br />
kazanabilir ve mevcut kaldıracını yeniden<br />
omuzlayabilecek hale gelebilir, o takdirde de kamu<br />
sektörü ve merkez bankaları yavaş yavaş özel<br />
sektöre destek için üstlendikleri kaldıracı yeniden<br />
özel sektöre devrederler diye düşünmek<br />
durumunda kaldılar.<br />
Örneğin, resesyon daha fazla derinleşip<br />
depresyona dönüşmez ve ekonomiler resesyondan<br />
çıkıp yeniden üretmeye başlayabilirlerse, reel<br />
<br />
sektör yeniden vergi ödeyebilecek duruma gelir ve<br />
kendilerine verilen teşviklere ihtiyaçları kalmaz.<br />
Böylece bütçe açıklarının büyümesi durur ve hatta<br />
geriler. Bankalar da hem hızlanan ekonomik<br />
aktivite sayesinde iş hacimlerini büyütmeye,<br />
merkez bankası destekleri sayesinde gelirlerini<br />
arttırmaya, reel sektördeki iyileşme sayesinde<br />
batık kredilerine daha az provizyon ayırmaya ve<br />
yine batık kredilerdeki azalma sayesinde mevcut<br />
sermaye limitlerinde daha fazla iş yapabilmeye<br />
başlarlar. Bu süreçte devletlerin artan borçlanma<br />
ihtiyaçlarını da daha kolay finanse edebilir hale<br />
gelirler. Böylece kendilerine verilen destekleri kısa<br />
sürede ve kolaylıkla geri ödeyebilirler.<br />
Bu senaryo çerçevesinde “çıkış stratejisi” de<br />
kendiliğinden gerçekleşmiş olur. Yani ne merkez<br />
bankaları ne de kamu otoriteleri ekonomiler<br />
resesyondan çıkmadan ya da bankalar kendi<br />
ayakları üzerinde durmaya başlamadan<br />
politikalarını sıkılaştırmazlar. Çıkışı, otoritelerin<br />
keyfi değil ekonomilerin büyüme dinamiği<br />
belirler. Aksi durum aynı Japonya’nın 1990’ların
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 181 -<br />
sonunda yaptığı gibi anlamsız olur; tam<br />
ekonomiler büyümeye başlarken boğazını yeniden<br />
sıkmanın anlamı yoktur.<br />
Hedefe Ulaşıldı mı ?...<br />
Bu senaryonun gerçekleşebilmesi için ilk önce<br />
ekonomilerin resesyondan çıkıp yeniden<br />
büyümeye başlamaları gerekiyordu. Bunun<br />
olmadığı durumda otoritelerin karşısına ciddi bir<br />
sorun çıkacaktı. Çünkü depresyon (ağır resesyon)<br />
düşmanı ile savaşırken neredeyse tüm mermilerini<br />
kullanmışlardı. Zaten sıfırlanan faizleri eksiye<br />
çekmek mümkün değildi. Çift hanelere tırmanan<br />
bütçe açıklarını yine daha da büyütmenin bir<br />
faydası olmayacaktı.<br />
Neyse ki korkulan olmadı ve uçurumun eşiğinden<br />
dönüldü. Genel olarak tüm büyük ekonomiler<br />
2009’un ikinci yarısından itibaren yeniden<br />
büyüyebilmeye başladılar. İngiltere ve Euro para<br />
birimini kullanan 16 ülke biraz geriden geldi ama<br />
hemen hepsinde gözle görülür bir iyileşme oldu.<br />
Benzer şekilde gelişmekte olan ülkelerin liderleri<br />
<br />
de büyüme hızlarını arttırdılar ya da resesyondan<br />
çıktılar. Bunların arasında Asya’nın açık bir<br />
liderliği söz konusuydu. Çin ve Hindistan bakir iç<br />
piyasalarından, kamu ağırlıklı bankacılık<br />
sisteminin kredi imkanlarından ve cömert devlet<br />
yardımlarından güç alarak büyüme hızlarını kısa<br />
sürede yeniden çift hanelere ya da yakınına<br />
taşıdılar. Rusya ve Brezilya beklendiği üzere<br />
geriden geldiler çünkü bu ülkeler zaten iç<br />
piyasalarından ziyade Asya bölgesine ihracattan<br />
önemli bir destek alarak büyümekteler.<br />
Dikkat edilirse global ekonomi yeniden ABD ve<br />
Asya (Çin) liderliğinde büyümeye başladı. Çünkü<br />
krizde en radikal kararları bu bölgeler aldılar.<br />
ABD, finans sisteminin sorunlarını Avrupa’ya<br />
göre çok daha dürüst bir şekilde ele aldı; örneğin<br />
Avrupa, bankalarının stres testi sonuçlarını<br />
saklarken, ABD hepsini kamuoyuyla paylaştı.<br />
Elbette ABD de krizin şiddeti nedeniyle ilk<br />
başlarda bocaladı ama, Avrupa’dan farklı olarak<br />
tek bir siyasi otorite ve tek bir kamu otoritesi<br />
olmasının yararı ile durumu çabuk kavrayıp<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 182 -<br />
gerekli adımları attılar. Asya da yine siyasi karar<br />
alma gücünden ve ekonomilerindeki önemli<br />
tasarruf büyüklüğünden ve dinamik yapısından<br />
güç aldı. Örneğin, Çin Komünist Partisi sektörün<br />
yarısını elinde tutan kamu bankalarına kolaylıkla<br />
kredi verdirtebildi.<br />
Sonuçta oyun planı ümit edilen amacına ulaşmış<br />
oldu. Resesyon daha da ağırlaşmadı ve ekonomiler<br />
yeniden büyüyebilmeye başladılar. Yine senaryoya<br />
uygun biçimde banka zararları da yavaş yavaş<br />
azalmaya başladı. IMF, OECD gibi kurumlar hem<br />
banka zarar tahminlerini aşağı yönlü, hem de<br />
ekonomik büyüme tahminlerini yukarı yönlü<br />
revize ettiler. Bu dönemde hisse senedi piyasaları<br />
(Türkiye dahil) zirveler yaptılar. Çünkü<br />
yatırımcılar global ekonominin depresyon<br />
tehlikesini atlatıp resesyondan çıkışını fiyatlara<br />
yansıtmaya başladılar.<br />
Otoriteler, haklı olarak, büyüme başladı diye<br />
hemen desteklerinden vazgeçmedi. Hepsi ölümden<br />
dönen hastanın hala makineye bağlı olarak nefes<br />
aldığını gayet iyi biliyorlardı. Örneğin, yapılan<br />
<br />
hesaplamalara göre kamu destekleri olmasaydı,<br />
ABD ekonomisi 2009’da az da olsa büyümek<br />
yerine %2.7 küçülürken Çin %8.7 büyümek yerine<br />
ancak %1.7 büyüyebilecekti. Benzer şekilde<br />
bankacılık sistemi de hemen kamu desteklerini tam<br />
olarak geri ödeyebilecek duruma gelemediler.<br />
İhtiyati amaçla destek alanlar ödediler ama<br />
gerçekten sıkıntılı olanların daha zamana ihtiyacı<br />
olduğu çok açıktı. ABD ve Fransa diğerlerine göre<br />
biraz daha çabuk ayağa kalkarken, Almanya ve<br />
İngiltere bugün dahi kamu destekleri ile iş<br />
yapmaya devam ediyorlar.<br />
Oyun Planının Riskleri...<br />
Bu senaryonun iki önemli riski vardı. Birincisi,<br />
gevşek para politikasının getirdiği enflasyon riski<br />
idi. Merkez bankaları bu konuda kriz sonrasında<br />
ekonomilerin hala ciddi bir atıl kapasite ile<br />
çalıştıklarını ve bu açık kapanana kadar da talep<br />
tarafından enflasyon baskısı olmayacağını<br />
düşünerek rahat hareket ettiler. Bu bağlamda haklı<br />
da çıktılar. ABD’de ve Euro-16 bölgesindeki<br />
referans çekirdek enflasyon göstergeleri artmak bir
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 183 -<br />
yana gerilemeye başladı. Ama bundan daha<br />
önemlisi, merkez bankalarının yıllardır çok emek<br />
vererek bir yere getirdikleri enflasyonla savaştaki<br />
itibarlarını kaybetmeleri tehlikesiydi. Enflasyon<br />
gerçekten artmıyor olabilirdi ama, piyasalar<br />
merkez bankalarının enflasyonla savaşta eskisi<br />
kadar kararlı olamayacaklarını ve ekonomilerin<br />
kırılganlığını düşünerek gerektiğinde para<br />
politikalarını sıkılaştıramayacaklarını düşünmeye<br />
başlayabilirlerdi. Diğer bir deyişle, belki enflasyon<br />
mevcut durumda sorun olmayabilirdi ama<br />
beklentiler bozulabilir ve gelecekteki enflasyon<br />
rakamlarına yansıyabilirdi. Bu doğrultuda merkez<br />
bankacılığında sözü geçen isimler, son günlerde<br />
artan dozajda uyarılar yapmaya başladılar. Hatta<br />
en tutucu merkez bankalarından biri olan Avrupa<br />
Merkez Bankası bu güvene gerçekten zarar<br />
verecek çok önemli politika hataları yaptı ve<br />
güven sağlayacağım derken tam tersine kendi<br />
ayağına kurşun sıkar hale geldi.<br />
Krizin tam başında faiz arttırması ama hemen<br />
peşinden hızla indirmek zorunda kalması, ikinci<br />
<br />
piyasada devlet tahvilleri almayacağım derken<br />
politikacılardan emir gelince almaya başlaması,<br />
açık ve net ortada olduğu halde Yunanistan’ın borç<br />
yeniden yapılandırma ihtiyacını ısrarla inkar<br />
etmesi, hiç bir ülkeye fonlamada ayrıcalık<br />
yapmayacağım derken ratingi düşen Yunanistan<br />
devlet tahvillerini teminat olarak kabul etmek<br />
zorunda kalması gibi acemi merkez bankacıların<br />
yapmayacağı hataları yaptı. Merkez bankacılığının<br />
geleceği açısından hiç de iyi olmadı.<br />
Ama güzel olan, bu çerçevede henüz enflasyon<br />
beklentilerine yansıyan bir şey olmaması. Ne<br />
enflasyona endeksli tahvil getirileri ne de uzun<br />
vadeli faizler henüz ciddi artışlar sergilemiyorlar.<br />
Ama bu konuda jürinin henüz tam kararını<br />
vermediğini ve her an karşımıza çıkacağını<br />
düşünerek hareket etmek gerekir. Eğer atıl<br />
kapasite, global verimlilik artışı ve rekabetçi<br />
Renminbi üzerinden tüm dünyaya enflasyonu<br />
düşürücü baskı yapan Çin’in düşük üretim<br />
maliyetleri gibi sebeplerle mal fiyatlarında bir artış<br />
olmayacaksa, enflasyon (gayrımenkul, hisse<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 184 -<br />
senedi, emtia gibi) varlık fiyatlarında görülmeye<br />
başlanabilir, çünkü likidite buralara kayar. Bir süre<br />
sonra bu piyasalarda yeni balonlar oluşabilir.<br />
Balonlar bir süre sonra (3-5 yıl) iyice şişerek çok<br />
daha büyük krizlerin yaşanmasına neden olabilir.<br />
Ekonomilerin büyüme dinamiğini bozmayacağım<br />
diye politikaları sıkılaştırmak istemeyen otoriteler<br />
bunu karşıdan mı seyredecekler? Hayır. Para ve<br />
bütçe politikaları belki uzun süre gevşek gidecek<br />
ama bunun üretim yerine finansal piyasalara büyük<br />
kaldıraçlar üzerinden akmasını engellemek için<br />
finansal piyasalar ve bankacılık sistemlerinde<br />
regülasyonun dozu arttırılacak. Zaten bunlar krizin<br />
etkisiyle çok popüler hale gelen tedbirler olduğu<br />
için kamuoyu desteği de arkasında olacak.<br />
Bankalar risk iştahlarını arttırmak yerine,<br />
devletlerinin finansmanlarına çok daha fazla<br />
kaynak ayırmak zorunda bırakılacaklar. Özetle,<br />
enflasyonun varlık fiyatlarına kayması ve yeni<br />
balonların ortaya çıkması bankaların risk iştahı<br />
dizginlenerek engellenecek.<br />
İkinci ve Asıl Önemli Risk...<br />
<br />
Oyun planının ikinci önemli riski ise iflas riski idi.<br />
Acaba özel sektöre destek vermek için kaldıracın<br />
(borç yükünün) altına giren kamu sektörü bu yükü<br />
yeniden özel sektöre devredene kadar<br />
dayanabilecek miydi? Bu süreçte oyun planı<br />
sonuçlarını verene kadar özel sektörün yaşadığı<br />
sıkıntıları kamu sektörleri (devletler) yaşamaya<br />
başlar mıydı?<br />
Bu risk açısından bakıldığında ekonomileri daha<br />
sorunlu ve farklı yapısal sıkıntıları nedeniyle oyun<br />
planının sonuçları daha geç alınabilecek ya da hiç<br />
alınamayacak ülkeler ya da ülke grupları gerçekten<br />
ciddi sorunlar yaşayabilirlerdi. Korkulduğu gibi<br />
Asya ve Kuzey Amerika ekonomilerinin altına<br />
girdikleri yükü bir süre taşıyacak ve bu süreçte de<br />
ekonomilerini ayağa kaldırabilecek kası, gücü<br />
vardı ama Avrupa’nın yoktu. Bu nedenle<br />
Avrupa’yı çok zor günlerin beklediği tahmin<br />
ediliyordu.<br />
Bu endişelere uygun olarak, Avrupa ülkeleri, ABD<br />
ya da Asya gibi tek bir devlet ve tek bir kamusal<br />
otorite olamadıkları, geçmişten gelen yapısal
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 185 -<br />
sıkıntılarını sürekli ve ısrarla gözardı ettikleri ve<br />
belki de en önemlisi Euro’nun makyajı altında<br />
rating şirketlerinin bu doğrultuda uyarı<br />
yapmamaları ve bu sorunları gidermeye mecbur<br />
bırakmamaları nedeniyle, bu kaldıracı kaldırmakta<br />
gerçekten zorlanmaya başladılar. Yunanistan,<br />
Portekiz, Macaristan ve son günlerde hiç<br />
haketmese de İspanya’nın yaşadıkları bunlardı.<br />
Yunanistan 5 yıl önceki Yunanistan'dı aslında.<br />
Ama rating şirketleri yeni uyandılar, ya da<br />
zamanında uyanmak işlerine gelmedi. 5 yıl önce<br />
Yunanistan’ın ratingi düşürülmezken rating<br />
şirketlerine dil uzatmayan Euro bölgesi otoriteleri<br />
ratingler düşmeye başlayınca sistemin oligopol<br />
yapısına itiraz etmeye ve önlem almaya başladılar.<br />
Yunanistan’ı Euro dışına çıkartarak kangren kolu<br />
kesip vücudu kurtarmaktansa kangren olmuş kolla<br />
yaşama yoluna gidildi. Kol keserek durum<br />
kurtarılabilecekken şimdi belki Yunanistan da<br />
yetmeyecek, bir kaç ülke daha borcunu yeniden<br />
yapılandırmak zorunda kalacak.<br />
Tüm bunların sonuçları Euro’nun değer kayıpları<br />
<br />
ile ortaya çıkıyor. Durumu kurtarmaya çalışmak<br />
için de hala akılları başa alıp dişe dokunur şeyler<br />
yapmak yerine “Euro 10 yıllık trendine uygun<br />
seviyelerde, sorun yok” gibi komik demeçler<br />
veriliyor, açığa satış yasağı genişletiliyor, kendi<br />
ratinglerini kendileri ölçmek için yeni yapılar<br />
kuruluyor vs...<br />
Piyasaların Korkusu...<br />
Atılan radikal adımların sonuç verdiğini ve dünya<br />
ekonomisinin depresyon tehlikesini atlatıp<br />
resesyondan çıktığını gören piyasalar Avrupa’daki<br />
beceriksizliklerden haklı olarak ürktü. Piyasalar<br />
bunun Avrupa’daki parasal birlikteliğin politik ve<br />
mali birliktelikle desteklenememiş olması<br />
nedeniyle ortaya çıktığını, bunun finansal bir<br />
hıçkırık ya da krizin artçı bir şoku değil yapısal bir<br />
sorun olduğunu görmeye başladılar.<br />
Bu endişeler kısa sürede bunun global ekonomik<br />
büyümeyi yeniden baskı altına alacak hale<br />
gelebileceği korkusuna dönüştü. Çünkü ABD ve<br />
Asya hala çıkış stratejilerinde hiç acele etmezken<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 186 -<br />
ve ekonomilerinin kendi ayakları üzerinde<br />
durabilmesini beklerken Avrupa ülkeleri bir anda<br />
panik yaparak arka arkaya özellikle bütçe<br />
politikalarında çok şiddetli tasarruflar açıklamaya<br />
başladılar. Yunanistan’ın 24 milyar €’luk paketinin<br />
yanında, İtalya da 24, İspanya 15, Portekiz 2.1,<br />
İngiltere 5.7, İrlanda 10 milyar € gibi yüksek<br />
tasarruf tedbirleri açıkladılar. Danimarka,<br />
Romanya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve İsveç<br />
gibi gündemde olmayanlar da tedbirler aldılar.<br />
Hatta Almanya gibi bütçesi an az sorunlu olan bir<br />
ekonomi bile diğerlerine örnek olmak için 10<br />
milyar €’luk bir tasarruf paketi açıkladı. Hatta<br />
Alman maliye bakanı Schauble işi bundan sonra<br />
her üye ülkenin bütçelerini kendi meclislerinden<br />
önce Avrupa komisyonundan geçirme şartını öne<br />
sürecek kadar ileri götürdü.<br />
Avrupa Global Büyümeyi Durdurmayacak,<br />
Yavaşlatacak !...<br />
Öncelikle Avrupa’da yaşananlardan bağımsız<br />
olarak dünyanın gayet istikrarlı bir şekilde krizden<br />
çıkmakta olduğunu ve büyümeyi hızlandırdığı<br />
<br />
tespitine dikkat etmek gerekiyor. Hatta bu global<br />
iyileşme eskisine göre çok daha dengeli bir şekilde<br />
gelişiyor. Çin liderliğinde ihracatçı gelişmekte<br />
olan ülkeler üretimlerinin giderek daha büyük<br />
kısmını içerde tüketiyorlar. Aynı zamanda<br />
ABD’nin ihracatı da güçlenen Dolar’a rağmen<br />
yükseliyor. İlk defa 2009 yılında ABD’nin<br />
gelişmekte olan ülkelere yaptığı ihracat, gelişmiş<br />
ülkelere yaptığı ihracatın önüne geçti (%52).<br />
Özetle, global büyüme hem istikrarlı hem de daha<br />
dengeli bir şekilde artıyor.<br />
Eğer Avrupa ABD ve/veya Asya için çok önemli<br />
bir tüketim bölgesi değilse, güven sorunu dışında<br />
global büyümeyi çok olumsuz etkilememesi<br />
gerekir. Gerçekten de Asya ülkelerinin Euro<br />
bölgesine olan ihracatının toplam ihracat içinde<br />
payı sadece %13. Benzer şekilde Avrupa’nın<br />
ihracatçı ekonomilerinden rekabetçi Euro’nun<br />
verdiği coşkuyla iyi haberler geliyor. Almanya’nın<br />
satın alma endeksleri, işsizlik rakamları ekonomik<br />
aktivitenin giderek canlandığını gösteriyor.<br />
Diğer bir deyişle, şimdilik Avrupa dünyanın hızını
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 187 -<br />
kesmektense gerçekten de dünyadaki olumlu<br />
gidişattan nemalanıyor. Çok büyük hatalar<br />
yapmazlarsa da bu devam edecek. Uzman<br />
görüşlere göre, Avrupa global büyümenin önünde<br />
önemli bir engel olmayacak. Sadece global<br />
büyümeye katkı yapamayacak. Avrupa’da<br />
ekonomik büyüme uzun süre Kuzey Amerika,<br />
Asya ve diğer gelişmekte olan ülkelerin gerisinde<br />
kalacak. Bu sürenin uzunluğu kendi içinde gitmek<br />
zorunda kalacağı yeniden yapılanmanın ne kadar<br />
şiddetli ve önden yüklemeli olduğuna göre<br />
değişecek.<br />
Avrupa’nın sorunları dünyadan ziyade kendi<br />
içinde sıkıntı yaratacak. Bazı küçük ve borçlarını<br />
iç tasarruflar yerine yurtdışından finanse eden<br />
ülkeler eninde sonunda borçlarının vadesini<br />
uzatacak ve bir kısmını traşlayacaklar. Avrupa<br />
içinde güç dengeleri değişecek. Elbette<br />
Türkiye’deki karar alıcıların da (hem kamu hem<br />
özel) ülkenin en büyük ihracat pazarı<br />
konumundaki Avrupa’da yaşanacakları karşıdan<br />
seyretmeyip bu süreçte büyük zarar görmemek için<br />
<br />
mümkün olduğunca gerekli (malum) tedbirleri<br />
almaları gerekiyor.<br />
Bu yeniden yapılanmanın şiddetine göre Avrupa<br />
yeniden önemli ve çok daha sağlıklı bir ekonomik<br />
ve bölgesel güç haline gelecek. Örneğin,<br />
bugünlerde başlattığı kararlılığı sürdürebilirse<br />
İspanya bankacılığı aynı Türk bankacılığı gibi<br />
bugünkü krizden ciddi şekilde güçlenerek çıkacak<br />
ve bölgesel anlamda dünyada söz sahibi olacak.<br />
Borçlarını makul seviyeye indirebilir ve rekabet<br />
avantajı kazanabilirse çevre ülkeler yeniden<br />
bölgenin tüketim ve üretim motoru haline<br />
gelebilecekler. Bu süreç finansal piyasalarda<br />
fırtınalı günler ve dönem dönem panik satışlar<br />
yaratmadan olmayacak.<br />
Bu nedenle öyle günlerde gereken sabrı gösterip<br />
soğukkanlı davranarak büyük resmi kaybetmemek,<br />
otomobili dikiz aynasına bakarak değil ileri<br />
bakarak kullanmaya devam etmek gerekir.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 188 -<br />
Kadınlarla İlgili Deyişler<br />
İyi bir kadın erkeği etkiler,<br />
Zeki bir kadın onda ilgi uyandırır,<br />
Güzel bir kadın büyüler,<br />
Anlayışlı bir kadın ise ona sahip olur.<br />
Helen Rowland<br />
Kadın kendi başına ne gül,<br />
ne goncadır, ne de diken.<br />
Koklamasını bilirsen gül,<br />
tutmasını bilmezsen diken olur.<br />
Refik Halid Karay<br />
Kadın, insanın gölgesi gibidir,<br />
Kovalarsanız kaçar,<br />
Kaçarsanız kovalar.<br />
Chamfort<br />
Kadınların gözleri keskin,<br />
Zekaları uyanık,<br />
Düşünceleri vesveseli olur.<br />
Guy de Maupassant<br />
<br />
Kadınlar sevmedikleri adama<br />
hiç acımazlar.<br />
Alexandre Dumas<br />
Bir kadın ya sever,<br />
ya da nefret eder,<br />
ortası yoktur.<br />
Pubillius Syrus<br />
Kadın öyle bir konudur ki,<br />
Ne kadar incelersen incele,<br />
Her zaman yepyenidir.<br />
Tolstoy<br />
Bir uygarlığın seviyesini ölçmek isterseniz,<br />
Derhal kadının hayat şartlarına bakın.<br />
Stuart Mill<br />
Krallar gibi kadınlar da,<br />
kendileri için yapılan her şeyin,<br />
esasen bir borç teşkil ettiğine inanırlar.<br />
Balzac<br />
Kadınla müziğin yaşı olmaz.<br />
Oliver Goldsmith
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 189 -<br />
Çocuklar<br />
Merhaba Sevgili Çocuklar,<br />
Pörtlek<br />
Yine yeni bir sayıda beraberiz. Yaz geldi!..<br />
Eminim hepinizin omuzlarından büyük bir yük<br />
kalkmıştır. Şimdi dinlenme ve eğlenme zamanı.<br />
Bütün kış çalıştınız, hadi bakalım yazı iyi<br />
değerlendirin, iyice dinlenin ve kışa güç toplayın.<br />
Hepinizi bir okul yılını daha tamamladığınız için<br />
öpüyor, kucaklıyor ve tebrik ediyorum.<br />
Bu sayımızda sizlere “kardeşlik ve kardeş<br />
sevgisi”nden bahsetmek istiyorum. Kardeş olma<br />
veya kardeş sevgisi çok özeldir. Hepinizin kardeşi<br />
olmadığını biliyorum!. Bununla beraber kardeşi<br />
olmayan arkadaşlarınızın da bu özel duyguyu<br />
hissedeceği bir yakın arkadaşı ya da akrabası<br />
olduğunu gözlemledim. Bu sevgi aslında bir<br />
ihtiyaçtır çünkü, çocuklarım. Evet ihtiyaç,<br />
<br />
şaşırdınız değil mi. Neden ihtiyaç size anlatmaya<br />
çalışayım. Bakın bir düşünün, kardeşinize karşı<br />
neler hissedersiniz ? Sevgi, koruma, şefkat... ve<br />
bunlarla beraber öfke, kıskançlık, sinir olma<br />
durumu... Hem en iyi duygular hem de en kötüleri<br />
bir arada, yanyana... Bunu biliriz ve yaşarız.<br />
Çünkü hepimiz insanız. Hepimizde hem iyi hem<br />
de kötü diye tanımladığımız bu duygular<br />
yanyanadır. Sadece kardeşimize karşı hissettiğimiz<br />
kötü duygular için çok endişelenmeyiz, çünkü aynı<br />
derecede hissettiğimiz iyi duygularımız da vardır.<br />
Toramız bize hayatı en iyi şekilde yaşayabilmemiz<br />
için verilmiş bir kullanma kılavuzudur. Oradaki<br />
hikayeleri bir hatırlamaya çalışın. Kusursuz bir<br />
karakter bulamazsınız. En önemli liderler, örneğin<br />
Yaakov, Yosef hatta Moşe bile duygu<br />
dünyalarında sorunlar yaşar, çünkü gerçek hayatta<br />
böyledir. İnsan olan bizlerde her duygu vardır;<br />
önemli olan hangi taraftaki duygularımızı<br />
besleyeceğimizdir. İşte kardeşlik sevgisi bize iyi<br />
diye tanımladığımız duyguları beslememize<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 190 -<br />
yardımcı olur. Daha kolay affeder daha kolay<br />
severiz. Küçümsenecek birşey değildir bu<br />
çocuklarım, inanın bana. Yetişkinler arasında<br />
birbirini affedemeyen insanlar yüzünden kavgalar,<br />
kırgınlıklar ve hatta savaşlar yaşanır. Halbuki<br />
hepimiz daha küçük yaşlarımızdayken, sizler<br />
kadarken kerdeşlik sevgisini tanıyarak, yaşayarak<br />
büyüdük. İnsan ilişkilerini ilk kardeşlik sayesinde<br />
öğreniriz, fakat büyürken, yolda bir yerde,<br />
unutuveririz maalesef ve çatışmalar başlar. Ve siz<br />
çocuklarım, tavsiyeme kulak verin. Bu sevgiyi hiç<br />
unutmayın ne olur, hep hatırlayın hatta insanlığı<br />
çok farklı bir boyuta taşıyın ki dünya daha mutlu<br />
bir yer olsun. Sizleri çok seviyorum.<br />
Haydi koşun şimdi.. Kardeşleri olanlar<br />
kardeşlerine, dostları olan dostlarına kocaman bir<br />
kucak versin ve teşekkür etsin. Birbirimize ne<br />
kadar çok şey öğretiyoruz aslında...<br />
Sevgiyle kalın.<br />
<br />
Fıkra<br />
Şeftali ve Kayısı<br />
Bir şirkette şef olarak çalışmakta olan biri vardır.<br />
Şefin adı Tali'dir. Arkadaşları onu şef Tali bey<br />
diye çağırırlar.<br />
Bir gün şef Tali bey işe gelmez ve arkadaşları onu<br />
merak edip evine telefon ederler. Şef Tali beyin<br />
karısı "r" harflerini söyleyememektedir.<br />
Şef Tali beyin arkadaşları:<br />
- Biz şef Tali bey ile görüşecektik, derler.<br />
Karısı :<br />
- Buyyun.. Ben kayısıyım der.
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 191 -<br />
Gila Kalomiti Benhabib<br />
Merhaba,<br />
Bizim Kürsü <br />
Keriat Şema<br />
gilakalomiti@hotmail.com<br />
Tikun Shavouot'ta Ortaköy Sinagogunda<br />
yapılan konuşma metnidir.<br />
Ben Gila Kalomiti Benhabib. Bugün sizlere<br />
Yahudilik öğreniminin başında olan bir öğrenci<br />
olarak Keriat Şema'nın önemini anlatmak<br />
istiyorum. Ancak öncelikle şunu söylemek isterim;<br />
ben ailemin bana verdiği Yahudilik eğitimi<br />
dışında, ilk defa geçtiğimiz Roşaşana'da sevgili<br />
arkadaşım Rivka Mazliah'ın bana 5 Tora kitabını<br />
hediye etmesi ve anlattığı gerçek bir hikayeden<br />
derinden etkilenerek Tora öğrenmeye karar<br />
verdim. Ertesi sabah Rabbi Naftali Haleva'yı<br />
aradım ve grup olarak Tora dersi almaya başladık.<br />
<br />
36 yıllık yaşamım boyunca beni bu denli derinden<br />
etkileyen, yaşamın anlamını böylesine kavradığım<br />
bir dönem yaşamamıştım. Babam Tefilin takıp<br />
sabah akşam Şema okumasına ve rahmetli<br />
büyükbabamın Şabat sofrasında Kiduş okuyarak<br />
büyümeme rağmen ben inancı kuvvetli, ancak<br />
Yahudiliği tam olarak bilmeyen bir kişiydim.<br />
Ancak şimdilerde öğrenmeye çalışıyorum. Bu<br />
nedenle bir hatam olursa öncelikle Tanrım beni<br />
affetsin ve lütfen sizler de kusuruma bakmayın.<br />
O hikaye ile birlikte sanki bir şeyleri farkettim.<br />
Yaşamımız boyunca sürekli olarak hedeflere<br />
koşuyoruz. Daha iyi bir ev, daha lüks bir araba,<br />
daha yüksek bir mevki, daha güzel olma, daha<br />
zayıf olma ve benzeri birçok fiziksel veya maddi<br />
boyutta hedeflerimiz var. Bunlar güzel olabilir<br />
ancak bu arada ruhumuzu da yeterince besliyor<br />
muyuz? Ya da bu dünyada neden var<br />
olduğumuzun farkında mıyız? Yahudilik gibi ağır,<br />
bir o kadar da kutsal bir görevi üstlendiğimizin<br />
farkında mıyız?<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 192 -<br />
Beni etkileyen o gerçek hikayeyi sizlerle<br />
paylaşmak istiyorum.<br />
İsrail'de bir kadın genç yaşta kocasını kaybeder ve<br />
küçük kızı ile hayata tutunmaya çalışır. Öyle<br />
fakirler ki, yiyecek için paraları dahi yok. Bir<br />
Cuma sabahı bu genç kadın yakınlardaki bir<br />
manava giderek utana sıkıla manavda arkalarda<br />
kalmış çürümek üzere olan meyve ve sebzeleri<br />
kendisine verip veremeyeceğini sorar. Hiç parası<br />
olmadığını da ifade eder. Manav gülümseyerek bir<br />
dakika beklemesini söyler. Dönüşte kolları<br />
paketlerle doludur. Paketlerin içinde dükkanın en<br />
taze meyve ve sebzelerinin olduğunu görür. Kadın<br />
şaşkınlık içindedir. Biraz muhçubiyet ve büyük bir<br />
mutlulukla adama çok minnettar olduğunu belirtir.<br />
Manav, bundan sonra her cuma sabahı kendisine<br />
gelip haftalık meyve ve sebze ihtiyacını<br />
kendisinden karşılamasını söyler.<br />
Yıllar geçer. Kadın her Cuma sabahı bu manavdan<br />
yiyeceklerini temin eder. Hatta zaman zaman<br />
<br />
manav kadına zarf içinde para verir ve kadın bu<br />
yardımlar sayesinde kızını üniversitede okutabilir.<br />
Yıllar geçer, kızı büyür ve evlenir. Ancak damat<br />
bu değirmenin suyunun nereden geldiğini merak<br />
eder. Kız kocasına herşeyi açık yüreklilikle anlatır.<br />
Ancak damat bundan rahatsız olmuştur. Karısına<br />
annesinin artık o manavdan hiçbir yardım almasını<br />
istemediğini söyler. Kendisi onlara bakabilecek<br />
durumdadır. Kadın o cuma günü manava yılların<br />
minnettarlığı ile teşekkür etmeye, artık onlara<br />
bakabilecek bir damadının olduğunu söylemeye ve<br />
manavdan aldığı yardıma artık ihtiyaçları<br />
kalmadığını söylemeye gider. Manav da kabul<br />
eder. Ertesi Cuma günü, yılların alışkanlığı ile<br />
manava hatırını sormak için gittiğinde, manavın<br />
kepenklerinin kapalı olduğunu görüp şaşırır.<br />
Yandaki esnafa ne olduğunu sorar. Esnaf, geçen<br />
hafta adamın mafya tarafından öldürüldüğünü<br />
söyler. Kadın çok şaşırır. Nasıl olur da bu kadar iyi<br />
bir insanın mafya ile bir alıp veremediği olabilir<br />
diye mırıldanırken, yandaki esnaf "Siz bu manavın<br />
kim olduğunu bilmiyordunuz herhalde. O,
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 193 -<br />
karanlık işleri olan, bu manav dükkanını sadece<br />
bir paravan olarak kullanan bir kişiydi. Yeraltı<br />
dünyasından biriydi" der.<br />
İşte bu hikaye beni çok etkiledi. Burada sadece<br />
mitsvalardan bir tanesi olan "Tsadaka"nın gücünü<br />
görüyoruz. Tsadaka ölümden bile koruyor.<br />
Tsadaka verdiği sürece Tanrı böyle bir adamın bile<br />
canını korumuştur. Tsadaka vermesinin<br />
kesilmesiyle birlikte ise onu koruyacak herhalde<br />
başka mitsvası kalmamıştır. Mitsvaların değerini<br />
bilip öğrenmek, bize verilen eşsiz Tora'nın tadını<br />
almak için "öğrenmek" gerekiyordu, ben de bunu<br />
yapmak istedim.<br />
Ben size bu akşam "Keriat Şema"nın<br />
Yahudilikteki önemini anlatmak istiyorum.<br />
Bir Yahudinin yaşamının en anlamlı anları,<br />
"Şema" ile bütünleştiği anlardır. Her sabah ve<br />
akşam bizler gözlerimizi kapatır ve "Şema"<br />
okuruz. Aşem tek Tanrımızdır. Tora okumaya<br />
hazırlandığımızda, yeni bir güne başladığımızda,<br />
<br />
bilinmeyen karanlık bir geceye gözlerimizi<br />
kapatmadan önce, Yom Kipur'un doruğunda ve<br />
son olarak fiziksel yaşamımızın sona yaklaşıp<br />
ruhun bedeni terketmeye hazırlandığı anda hep<br />
"Şema" ile bütünleşir o kutsal sözlere sığınırız.<br />
Mezuza'daki Şema evi kutsar. Tefillin'deki Şema<br />
ise aklı ve gücü kutsar ve Tanrının kendisi<br />
Tanrının tekliğini Şema ile ifade ettiğimiz için<br />
Bene İsrael'e teşekkür eder.<br />
Talmud'ta anlatılan en dokunaklı öykülerden biri<br />
Rabbi Akiva'nın son günlerinde geçmektedir.<br />
Romalıların Tora öğrenimini yasakladığı dönemde<br />
yaşayan bilge Rabbi Akiva, Tora öğrenimi<br />
vermeye devam ettiği için tutuklanmış halkın<br />
önünde işkence edilerek vücut derisi yüzülerek<br />
ölüme yollanmıştır. Fakat bu korkunç infaz<br />
sırasında ilginç bir olay gerçekleşmiştir. Rabbi<br />
Akiva işkence sırasında Şema'yı yüzünde bir<br />
gülümseme ifadesi ile okuyarak "Tanrı'nın<br />
hakimiyetini" görenleri hayrete düşürecek şekilde<br />
neşeyle tekrar etmiştir. Sanki o korkunç acıdan<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 194 -<br />
habersizdir. Bu korkunç idam şekline karar veren<br />
Romalı komutan Turnus Rufus, hayretler içinde<br />
"Senin hislerin mi ölü, nasıl olur da bu işkence<br />
sırasında gülebilirsin?" diye sormuş Rabi<br />
Akiva'ya. Ölümle burun buruna olan Rabbi Akiva<br />
"Ömrüm boyunca Tora'nın sözlerine konsantre<br />
oldum. Şema, Tanrı'nın hakimiyetini ve<br />
emirlerini tüm ruhumuzla, canımızla kabul<br />
ettiğimiz kutsal sözlerden ibaret, Tanrı canımızı<br />
alırken bile. Hep düşünmüşümdür, Tanrı'ya bu<br />
seviyede hizmet edebilecek bir düzeye gelebilecek<br />
miyim diye. Tam da şimdi Tanrı bana bu şansı<br />
verdi. Onu neşeyle kucaklamayayım mı?" der ve<br />
ölmeden önceki son sözlerini söyler :<br />
Şema İsrael Ad… Eloenu Ad…. Ehad<br />
ve o anda gaipten bir ses duyulur. "Ruhun seni<br />
terkederken Tanrı'nın eşsiziliğini, tekliğini, mutlak<br />
hakimiyetini vurguladığın için takdire değersin<br />
Rabbi Akiva. Övgüye değersin çünkü gelecek<br />
yaşamın kapısından girmeye hazırsın"<br />
<br />
Peki neden her gün, sabah ve akşam Tanrı'nın<br />
tekliğini vurgulamamız gerekir?<br />
Tanrı'nın tekliğinin iki yönü vardır.<br />
1) Başka hiçbir şey onunla karşılaştırılamaz.<br />
2) Hiçbir şey ondan bağımsız var olamaz.<br />
Tanrı'nın tekliğini vurgularken, başka bir Tanrı'nın<br />
varolmadığını vurgulamıyoruz sadece, aynı<br />
zamanda hiçbir şeyin onunla<br />
karşılaştırılmayacağını da vurguluyoruz. Tanrı<br />
sadece hakim olan değil, "Kral" olmak istiyor.<br />
Tanrı'ya inanmamız bunun için yeterli değil.<br />
Çünkü inansak da varlığını inkar etsek de bu onu<br />
güçlendirmiyor ya da zayıflatmıyor. Tanrı bizden<br />
bundan daha fazlasını istiyor. Onu "Kral" olarak<br />
ilan etmemizi istiyor. Yahudilikte diktatör ve kral<br />
arasında büyük bir fark vardır. Despot,<br />
hoşgörülsün ya da hoşgörülmesin isteklerini<br />
empoze eder. Fakat Kral bu rütbeyi saygıyla ve<br />
yönetilenin arzusuyla alır. Aksi takdirde gücü ne<br />
olursa olsun diktatör olur. İşte bu bağlamda Tanrı
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 195 -<br />
bizim sahibimiz olmak yerine kralımız olmak<br />
istiyor. Aynı baba çocuk ilişkisi gibi. Nasıl bir<br />
çocuk babasından çekinir, babasının kurallarına<br />
uyar ama onu tüm canıyla sever ya, Tanrı da<br />
ilişkimizin baba oğul ilişkisi gibi olmasını istiyor.<br />
Biz dualarımızda Tanrı'ya "Kralımız-Babamız"<br />
şeklinde sesleniyoruz. Bunun da olması için onun<br />
hükümranlığını kabul etmemiz gerekiyor.<br />
İşte bu noktada bizler de Şema okuyarak Tanrı'nın<br />
yüce hükümranlığını kabul ederiz. Tanrı'yı<br />
bildiğimizi beyan eder ve ona olan inancımızı<br />
haykırırız. Tanrı'yı Kralımız olarak isteyerek ve<br />
mutlulukla kabul ettiğimizi ve ona hizmet etmeye<br />
hazır olduğumuzu vurgularız ve sonuç olarak onun<br />
evrendeki amacına ulaşması için aracılık etmiş<br />
oluruz.<br />
Tanrı sevgisi nasıl olur da empoze edilebilir diye<br />
düşünebiliriz. Çünkü sevgi insanın kontrol<br />
edebildiği bir duygu değildir. Tanrı sevgisine,<br />
üzerinde çalışarak, okuyarak, yaradılışın<br />
<br />
mükemmelliğini düşünerek, Tanrı'nın<br />
büyüklüğünü yer ve zamanla sınırsızlığını<br />
düşünerek, her yaradılanın mükemmelliğini<br />
kavrayarak ulaşabiliriz. Buna ulaşmak özveri ister.<br />
Nasıl hayatımızı kazanmak için her gün çabalıyor,<br />
iş hayatında binbir türlü zorlukla karşılaşıp<br />
amacımıza ulaşmak için çalışıyorsak, Tanrı<br />
sevgisine ulaşmak için de çalışmak gerekiyor.<br />
Rashi'ye göre Şema'da geçen şu satırları<br />
uygulayarak Tanrı sevgisine ulaşabiliriz "Bugün<br />
size verdiğim buyrukları aklınızda tutun,<br />
çocuklarınıza benimsetin. Evinizde otururken,<br />
yolda yürürken, yatarken, kalkarken, onlardan<br />
bahsedin."<br />
Kısaca Tanrı bilincine varmamızın yanısıra,<br />
Tanrı'nın emirlerini çocuklarımıza öğretmemiz<br />
gereği Şema'da iki kez tekrarlanarak<br />
vurgulanmaktadır. Tanrının sevgisine ulaşabilmek<br />
için Tora öğrenimi sürekli devam etmeli ve<br />
unutulmamalıdır. Hafızayı canlı tutmanın en iyi<br />
yolu sözel anlatımdır. Bunun için Tanrı bizlere<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 196 -<br />
yazılı Tora'nın yanısıra sözlü Tora'yı vererek<br />
Tora'nın yaşayan, sürekli üzerinde konuşulan ve<br />
düşünülen bir yaşam kılavuzu olmasını istemiştir.<br />
Şema'da tefilin, mezuza, tsitsit gibi çok önemli<br />
Yahudilik simgelerine değinilmiş olup bunların<br />
yaşamımızın merkezinde olması gerektiği<br />
vurgulanmıştır. Bu simgelerin hepsi bize sürekli<br />
olarak atalarımızın Tanrı ile yaptığı anlaşmayı<br />
hatırlatan öğelerdir. Biz Yahudilere bu dünya<br />
üzerindeki görevlerimizi hatırlatır.<br />
Tefilin, Tanrı'nın hizmetkarları olduğumuzu<br />
gösteren çok önemli bir simge olup biz Yahudiler<br />
tefilin takarak görevlerimizi hatırlar ve<br />
diğerlerinden ayrılırız. Tefilin aklımız ve<br />
kalbimizle Tanrı'ya bağlılığımız ifade eder.<br />
Mezuza, insana ait olan herşeyin aslında Tanrı'ya<br />
ait olduğunu ve insanın mal varlığının kişiye Tanrı<br />
tarafından bahşedildiğini işaret eden, kutsal ve<br />
gizemli bir gücü olan önemli bir simgemizdir.<br />
İnsanın en önemli sahip olduğu mal varlığı evi<br />
<br />
olduğuna göre, evlerimizin kapılarındaki mezuza o<br />
kapıdan her geçtiğimizde bize Tanrı'yı hatırlatır ve<br />
bize bahşettiği herşey için şükretmemize vesile<br />
olur. Kabalistik literatüre göre satanı evden ve<br />
evde yaşayanlardan uzaklaştıran mezuzadaki<br />
kutsal kelimelerin mistik koruyucu gücü vardır.<br />
Ayrıca dünyadaki görevlerimizden birinin de<br />
ışığımızı yaymak olduğu düşünüldüğünde,<br />
evlerimizin dış kapılarına mezuza takarak o evde<br />
oturan insanların Tanrı'ya mutlak bağlılığını ve<br />
Tanrı tekliğini tüm dünyaya ilan etmiş oluyor ve<br />
bir nevi ışığımızı yaymış oluyoruz.<br />
Tsitsit de aynı mezuza ve tefilin gibi bize<br />
mitsvalarımızı hatırlatan sembollerden biridir. Son<br />
olarak Şema'yı dünya tarihinin en büyük mucizesi<br />
Mısır çıkışını hatırlayarak bitiriyoruz. Mısır<br />
çıkışını ve yaşanılanları, hiçbir Yahudi hiçbir<br />
zaman unutmamalıdır. Çünkü bir ulus haline<br />
gelmemiz ve Tora'yı almamız Mısır çıkışı ile<br />
başlamaktadır. Tanrı hiçbir ulus için böylesine bir<br />
mucize gerçekleştirmemiştir. Yahudiliğin önemini
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 197 -<br />
ve sorumluluğunu ancak Mısır çıkışını sürekli<br />
hatırlayarak kavrayabiliriz.<br />
Tanrı'yı sevmek ve mitsvaları yerine getirmek,<br />
elde edilecek ödüller için olmamalıdır. Ödüller<br />
doğal bir sonuç olarak gelecektir. Şema'da bu<br />
ödülden de bahsedilmekte olup Tanrıya hizmet<br />
eden Bene İsrael'in birçok ödülü hakedeceğinden<br />
bahsediyor. İlk olarak yağmuru zamanında<br />
yağdıracağını belirtiyor. Bana göre yağmur diğer<br />
tüm ödüllerin anasıdır. Eğer yağmur zamanında<br />
yağarsa toprak bereketli olur ve Bene İsrael<br />
bundan faydalanır. Ancak ödüllerin yanısıra Tora<br />
yolundan ayrıldığımız takdirde vereceği<br />
cezalardan da bahsedildiğini de unutmamalıyız.<br />
Burada Tanrı bireylere konuşmamakta tüm Bene<br />
İsrael'e seslenmektedir. Bundan anlamamız<br />
gereken, Bene İsrael olarak hepimizin bir çarkın<br />
dişlileri olduğumuz ve her dişlinin doğru çalışması<br />
gerektiğidir. Tek yürek olmak, tek amaca<br />
yoğunlaşmak gerekir ki Tanrı bize bu ödülleri<br />
versin.<br />
<br />
Tora yolunda gittiğimiz takdirde sürgünde olsak<br />
bile Tanrı bizi İsrael topraklarına geri getireceğine<br />
ve orada uzun bir ömrü refah ve mutluluk içinde<br />
geçireceğimizi vurguluyor. Bu sözler on emrin<br />
beşincisi olan ana baba saygısı ile paralellik<br />
gösterip her ikisi de ömrün uzaması ödülüyle<br />
bütünleşiyor.<br />
Akşamları yatarken Şema öncesinde okuduğumuz<br />
bir dua var. Bu duada bizi kızdıran, kıran, bize<br />
karşı günah işleyen herkesi bağışladığımızı<br />
belirtiyoruz. Ben bu duayı çok seviyorum, çünkü<br />
öyle bir hayatın içinde yaşıyoruz ki, gün boyu<br />
karşımıza bizi sinirlendirecek, çileden çıkaracak<br />
olay ve davranışlarla karşılaşıyoruz ve maalesef<br />
farkında olmadan içimizde sinir ve öfke<br />
biriktiriyoruz. İşte bu dua, kimseye öfke duymadan<br />
o günü bitirmemizi sağlıyor. Öfke, yetser ara'yı<br />
harakete geçirir. Amacımız yetser ara'dan<br />
uzaklaşmaksa ve mitsvamız arkadaşımızı<br />
sevmekse bu duayı okumak benliğimizi<br />
rahatlatacaktır. Aynı bir terapi gibi. Eğer biz<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 198 -<br />
insanoğlu Tanrı'nın suretinde yaratıldıysak yüce<br />
Tanrı bizim sayısız günahımızı bağışlıyor, bize<br />
Teşuva şansı veriyorsa, bizim de arkadaşımızı<br />
bağışlamamız gerekir. Ayrıca bu dua ile bilmeden<br />
ya da bilerek yaptığımız hatalarımız için de af<br />
diliyoruz.<br />
SONUÇ OLARAK:<br />
Ben Yahudi bir anne olarak duygularımı şöyle<br />
aktarmak istiyorum. Bizler çocuklarımızı daha<br />
donanımlı bireyler olmaları için en iyi okullara<br />
göndermeye çalışıyoruz, hatta bu okullara<br />
göndermek için bütçemizi zorluyoruz. "Yahudilik<br />
eğitimi" tüm bunlarla birlikte çocuklarımızın<br />
benliğini öğrenmeleri, daha vicdanlı, yürekleri<br />
sevgi dolu, görevlerini bilen bireyler olarak<br />
yetişmeleri için onlara vermemiz gereken en<br />
önemli eğitimdir. Tanrı'yı bilmekten öte, Tanrı'ya<br />
kayıtsız güvenen, kendileri, etrafları ve dünya ile<br />
çok daha barışık, yıkıcı hırslarından dolayı<br />
mutsuzlukla boğuşmayan, ancak fiziksel yaşamın<br />
<br />
getirdiği güzelliklerden de faydalanabilmek için<br />
yapıcı hırsları olan çocuklar yetiştirebiliriz. İşte<br />
Yahudilik eğitimi çok küçük yaşlardan itibaren<br />
Şema ile başlar. Çocuk anlamını sormaya<br />
başladığında anne-çocuk ya da baba-çocuk<br />
arasında Tanrı ile ilgili, maneviyatla ilgili<br />
diyaloglar başlar. Bence en iyi terapi Tora'dadır.<br />
İhtiyacımız olduğunda psikologa başvururuz.<br />
Ancak şunu biliyorum ki, insanoğlunun psikolojik<br />
problemleri genellikle maneviyat eksikliğinden<br />
kaynaklanıyor. İnanıyorum ki Yahudilik eğitimi<br />
alarak büyüyen bir birey, Tanrı'ya güveni<br />
olduğundan ileride daha az psikolojik problemlerle<br />
karşılaşacak ve hem kendine, hem ailesine, hem de<br />
topluma çok daha faydalı olacaktır.<br />
Yetser Ara bizden uzak, Tanrı hep yanımızda<br />
olsun…
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 199 -<br />
Genç Görüş <br />
Shauna Ruda<br />
Yahudi Olmak... Neden?<br />
shauna.ruda@gmail.com<br />
Bugün uyandığımda evrenin metal bir terazi ile<br />
ölçüldüğünü hayal ettim -bir kefesinde sevgi,<br />
diğerinde nefret olan bir terazi... Hangi tarafın ağır<br />
geleceğini düşünmeye çalıştım. Hayatın nefretle<br />
geçmeyecek kadar kısa ve değerli olduğu<br />
düşüncesi geçti aklımdan.<br />
Dünyadaki herkesin sevdiği birine iyi geceler<br />
öpücüğü verdiğini, değer verdiği biriyle<br />
kahvaltı ederek güne başladığını ya da birine onu<br />
hiç bırakmamacasına içtenlikle sarıldığını<br />
düşündüm. Terazinin sevgi ucunun tıpkı pazardaki<br />
bir kese elma gibi ağırlık kazanıp aşağı çekildiği<br />
gözümde canlandı.<br />
<br />
Sonra geçtiğimiz hafta, Türkiye'de yaşanan<br />
atmosferi düşündüm ve terazinin dengesi<br />
aniden değişti -internette karşılaştığım antisemitik<br />
yazılar, Hitler'in fotoğrafları, gamalı haçlar,<br />
Yahudilerle ilgili alaycı sözler, medyadan<br />
fışkıran aşırı uçtaki düşünceler ve Liga'nın<br />
faaliyetlerinin durdurulmasına sebep olan o<br />
ürkütücü atmosfer..<br />
Dünyanın bu denge üzerine, kötülük ya da iyilik<br />
tarafından aşağıya çekilme olasılığı üzerine kurulu<br />
olduğunu düşünüyorum. Burada olduğumdan beri<br />
ilk kez, dengenin sarsıldığını ve benim de o<br />
sarsıntıyla birlikte genelde pozitif tutumuma<br />
rağmen tamamen yabancısı olduğum negatif bir<br />
alana düştüğümü hissettim.<br />
Bu sarsıntı beni, güçlü bir düşünce dünyası olan,<br />
Yahudi kimliğine sıkı sıkıya bağlı bir Yahudi<br />
kızının kendine sorması gereken ilk soruya<br />
götürdü: - Neden Yahudi Olmalıyız ki? Yahudi<br />
biriyle evlenmeye ve Yahudiliğin gereklerini<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 200 -<br />
yerine getirmeye çalışmak niye? İzmir cemaatinde<br />
gençlerimize Yahudiliğin ne denli önemli<br />
olduğunu ve hep bu yolda devam etmemiz<br />
gerektiğini anlatma ihtiyacı duyuyoruz. Ama<br />
neden?<br />
Görüyorsunuz ki bu soruyu yanıtlamadan,<br />
gençlerimizden Yahudi kimliklerini devam<br />
ettirmelerini bekleyemeyiz. Hepiniz kendi şahsi<br />
cevaplarınızı ararken -çünkü bunlar gerçekten<br />
kişisel sorulardır- size birkaç fikir önermek<br />
istiyorum.<br />
Bence en önemlisi tarihi açıdan baktığımızda,<br />
4000 yıllık geçmişi olan bir gelenek zincirini<br />
kırmamızın imkansız olduğudur. Bunca yıldır<br />
süregelmesi bile, dinimiz hakkında bir gerçeği<br />
ortaya koyuyor -çünkü bana göre ancak olağanüstü<br />
inanç ve düşünceler sonsuza dek yaşar. Muhteşem<br />
hikayelerimiz, Şabatımız, en temel değerlerimiz...<br />
Öğrenip uyguladığımız takdirde bunlar yaşamımızı<br />
güzelleştirecek en kıymetli armağanlardır. Çekilen<br />
<br />
onca acıya rağmen hala hayatta kalmamız,Yahudi<br />
kimliğimizi korumak ve devam ettirmek için<br />
başlıbaşına bir itici güçtür.<br />
Hebrew Üniversitesinden rahmetli felsefe<br />
profesörü Emil Fackenheim, "G-d's Presence in<br />
History" (Tarihte Tanrının Varlığı) adlı kitabında<br />
şu düşüncelerini paylaşır: Bizi yok etmek<br />
isteyenlerin ardımızdan zafer kazanmalarına<br />
fırsat vermemeliyiz. Her zaman "Hayatta<br />
kalacağız" diyen iç sesimiz bizi yönlendirmeli.<br />
İkinci argüman ise Yahudiliğin insanlık tarihine<br />
olan katkısı ile ilgili. Yahudi olmayan<br />
Thomas Cahill," The Gift of the Jews" adlı<br />
kitabında, bizler olmasaydık dünyanın ne<br />
halde olacağından bahseder. Biz dünyaya kanun<br />
önünde eşitlik, barış, insan hakları, monoteizm<br />
gibi kavramları armağan ettik.<br />
Tabii ki konunun bir de çok derin kişisel bir yönü<br />
var. Yahudi olmak her şahsın yaşamına amacı
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 201 -<br />
doğrultusunda bir anlam kazandırır. Yahudilikte,<br />
hepimiz birbirimize bir şekilde bağlıyız ve birimiz<br />
olmadan diğeri var olamaz. Her birimizin aldığı<br />
nefes, bir diğerinin kalbini pompalar. Şu sıralar<br />
yaşadıklarım, dünyanın her yerindeki Yahudi<br />
arkadaşlarımın buradaki cemaatin nasıl olduğu ve<br />
yapabilecekleri bir şey olup olmadığına dair<br />
yolladıkları sayısız e-mailler, daha önce hiç<br />
olmadığı kadar bana bunu kanıtladı.<br />
Kuşkusuz bazıları Yahudi kimliğinden kaçmanın<br />
onları bu dünyada özgürleştireceğine<br />
inanabilir; bazen Yahudilik insana bir yük gibi<br />
gelebilir. Ama gerçekte, kim olduğumuzdan asla<br />
kaçamayız. Bir zamanlar kimliklerini inkar edenler<br />
bile, Nazilerden, Rus komünist liderlerden,<br />
Ferdinand ve İsabel zamanındaki engizisyonlardan<br />
kurtulamamışlardır.. Bu liste uzar gider.<br />
Kimliğimizi bir kenera itelemek yerine, "Neden<br />
Yahudi olmalıyız?” sorusunu kendimize<br />
daha sık sormalıyız. Şahsen ben, Yahudiliğin beni<br />
<br />
daha iyi bir insan yaptığına inandığım<br />
için Yahudi olmayı seçtim. Yahudilik bize hayatı<br />
seçmemizi, bu dünyada yaşayabileceğimiz kadar<br />
yaşamamızı söyler. Ben de öyle yapmaya<br />
çalışıyorum. Yahudilik komşumuza karşı nazik<br />
olmamızı söyler. Yahudilik bizden daha az şanslı<br />
olanları fark edip paylaşmamız gerektiğini söyler;<br />
hiç bir zaman kıskanmayıp, müteşekkir olmamızı<br />
ister. Ben Yahudiyim, çünkü Yahudilik bu<br />
değerleri yaşamam için bana ilham veriyor.<br />
Dünya bir kefesi nefret, bir kefesi sevgi olan<br />
bir terazide sallanıyorsa, kendimize neden<br />
Yahudi olayım diye sormalıyız... Eğer bunu<br />
yapmazsak bizi böyle derinden sarmalayan,<br />
birbirimize bağlayan bu dini kaybetme riskimiz<br />
var.<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 202 -<br />
Natan Abulafya<br />
İki Ucu ...lu Değnek<br />
natan.abulafya87@gmail.com<br />
Hepimizin uluslarası ilişkiler yorumcusu kesildiği<br />
malum “Mavi Marmara Baskını” meselesi uzun<br />
zamandır “sakin” seyreden Türkiye-İsrail<br />
ilişkilerine bir sakinlik unsuru daha ekledi. Yalnız<br />
bu seferki, alıştığımız sert tartışmalardan öteye<br />
giderek Türkiye-İsrail ilişkilerine bir de kan<br />
bulaştırdı. Tabii bir anda Türkiye’nin ve dünyanın<br />
gündemi değişti. Avrupa Birliği’nde yaşanan<br />
ekonomik krizler gündemin en arkalarına itildi.<br />
Türkiye’de de Kılıçdaroğlu balonu bir anda<br />
sönüverdi. Ondandır kriz başladığından beri buna<br />
en çok üzülenin Kemal Kılıçdaroğlu olduğunu<br />
düşünüyorum. Neyse sonuç olarak bu aylık ben de<br />
yorumcu olmaya karar verdim. Dergimizdeki üstat<br />
yazarlardan müsade isteyerek kendi bakış açımı<br />
paylaşmak istiyorum.<br />
Öncelikle, olayın medya tarafından “baskın”<br />
<br />
olarak değerlendirilmesiyle ilgili; toplumda İsrail<br />
hakkında saldırgan, baskıncı bir devlet algısı<br />
yaratma amaçlı girişimler olduğuna dair söylemler<br />
duyuyorum. “Baskın” kelimesi “suç işlediği veya<br />
suçluların bulunduğu sanılan bir yere ansızın<br />
girme” olarak tanımlandığından ve İsrail’in de<br />
olayların gerekçesi olarak tam da bunu<br />
göstermesinden dolayı, baskın kelimesinin<br />
yaşananları en iyi anlatan kelime olduğunu<br />
söyleyebiliriz. Şimdi “Mavi Marmara Baskını”nı<br />
etraflıca değerlendirebiliriz.<br />
Türkiye’nin “yandaş medya”sının diliyle olayı;<br />
İnsani Yardım Vakfı’nın organize ettiği, çeşitli<br />
ülkelerden “rotamız Filistin, yükümüz insani<br />
yardım” sloganıyla yola çıkan dokuz gemiden biri<br />
olan Mavi Marmara adlı Türk gemisine, İsrail<br />
askerleri tarafından yapılan operasyon sonucu 9<br />
Türk’ün öldürülmesi olarak özetleyebiliriz. Tabii<br />
bu kadar yüzeysel bir açıklamanın ülkeyi ayağa<br />
kaldırması kadar doğal bir şey yoktur. Nitekim az<br />
sayıda lafını esirgemeyen aydın haricinde herkes<br />
olaylara bu kadar yüzeysel bakarak yanmakta olan
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 203 -<br />
ateşe benzin döktü. Fakat işin gerçeği her iki<br />
tarafın da sonun bu şekilde olması yolunda ciddi<br />
yanlışlar yaptığıdır.<br />
Yardım filosu yola çıkmadan evvel, İsrail’in<br />
“gelmeyin, operasyon düzenleriz” sözlerine<br />
rağmen, başka bir yol aranmadan kalabalık<br />
gemilerle gitmede inat edilmesi, yardım filosunun<br />
“uzlaşmacı” olmadığını açıkça göstermektedir. Bir<br />
vakfın bir devletin uyarılarını dikkate almaması,<br />
cümlelere döküldüğünde “seni dinlemiyoruz,<br />
söylediklerin bizi ilgilendirmiyor” anlamına gelir.<br />
Hiçbir devlet de bir vakfın kendisine bu şekilde<br />
kafa tutmasına asla izin vermez, hele İsrail gibi bir<br />
devlet ne pahasına olursa olsun izin vermez. Bu<br />
nedenle, bu girişim başlı başına bir<br />
provokasyondur. Peki, abluka altındaki bir bölgeye<br />
yardım yapılmasın mı veya ablukayı kırmak için<br />
eylem yapılmasın mı? Tabii ki yapılsın, hatta<br />
toplumlar rahatsız olduğu bir düzeni eleştirmeli,<br />
eylem yapmalıdır; fakat bu eylemlerin devletin<br />
“varlık sınır”larına girmeye hakkı yoktur. Yardım<br />
filosunu organize edenlerin tavırları ve girişimleri<br />
<br />
İsrail’in varlık sınırlarına girmiş ve İsrail’i<br />
“müdahale” etmeye mecbur bırakmıştır. Sonuç<br />
olarak, “uluslararası hukuk”tan bahsedenler<br />
devletlerin kurallarını hiçe sayarak olayların<br />
sorumlularından biri haline gelmişlerdir.<br />
Filo yola çıkmadan önceki meselelerin ikinci<br />
boyutu ise, Türkiye iktidarının tavırlarıdır.<br />
Hükümetin, “Bu bir din, siyaset meselesi değil,<br />
insanlık meselesidir ve yardım filosu toplumsal bir<br />
harekettir, devlet düzeyinde değildir.” şeklindeki<br />
açıklamalarını ve İsrail’in uyarılarına rağmen<br />
filoya engel olmamasını, hükümetin İsrail’e karşı<br />
yaptığı bir taktik olarak değerlendiriyorum.<br />
Hükümet yardım filosunun başına neler<br />
geleceğinin çok iyi bilincindeydi. Zaten hükümetin<br />
amaçlarından biri, İsrail’i “yardım etmek isteyen<br />
masumları bile öldürüyor” diye suçlayarak,<br />
İsrail’in devletlerin ve uluslararası kamuoyunun<br />
desteğini kaybetmesini sağlamaktı. Diğer bir nokta<br />
ise, yardım filosu başarıya ulaşsa da ulaşmasa da<br />
Tayyip Erdoğan’ın genel seçimler öncesi hem ülke<br />
içinde hem de müslüman dünyada büyük rant<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 204 -<br />
sağlayacağıydı. Filo başarıya ulaşırsa “Türkiye<br />
ablukayı delmeyi başardı” sloganlarıyla rant<br />
sağlanacak, başarıya ulaşamazsa da Tayyip<br />
Erdoğan’ın her zamanki çıkışlarıyla halkın gönlü<br />
fethedilecekti. Beklendiği gibi ikincisi oldu ve<br />
Tayyip Erdoğan’ın rant sağlamasının bedeli dokuz<br />
can oldu. Sonuç olarak olayların bir sorumlusu da<br />
hükümettir diyorum.<br />
Olayların İsrail kanadına gelince… Yukarıda<br />
bahsettiğim Türkiye’yi hedef gösteren tespitlerim<br />
İsrail’in yaptıklarını meşrulaştırır mı? Hayır,<br />
kesinlikle! İsrail’in Mavi Marmara’ya operasyon<br />
düzenleyerek 9 kişiyi öldürmesi asla kabul<br />
edilebilecek bir davranış değildir. Sebepler ne<br />
olursa olsun insanlık adına büyük bir suçtur. Değil<br />
niyeti provokasyon olan bir kişi, başka birinin<br />
katili olan bir kişinin öldürülmesi bile suçtur,<br />
kabul edilemez. O halde İsrail de bu sonucun<br />
sorumlulardan biridir. Fakat ne yazık ki,<br />
uluslararası ilişkiler o kadar karmaşık ve güç<br />
gösterisi temeline dayalı ki; bu olayda kaybedilen<br />
9 kişi, sona eren “hayat”lar olmaktan çıkıp, adeta<br />
<br />
devletler arası yapılan taktik savaşlarının doğal bir<br />
sonucu haline gelmekte, adeta bir malı elde<br />
ederken harcanan “para” gibi bir rol<br />
üstlenmektedir. Bu nedenle, benim<br />
değerlendirmem bunun herşeyden önce ülkelerin<br />
kumarı olduğu şeklinde olacaktır.<br />
Baskından sonra hukukçular televizyonlara çıkıp<br />
bu operasyonun uluslarası sularda yapılmasının<br />
suç olduğunu defalarca söylediler. Yapılması<br />
gereken, önce uyarı ateşi açılması, daha sonra<br />
motor vurularak geminin durdurulması, sonra da el<br />
koyulması vs. imiş. Bunlar işin hukuki<br />
boyutlarıdır. Olayın değerlendirilmesi açısından<br />
önemli olan ise, İsrail gibi teknoloji devi bir<br />
ülkenin isterse bu operasyonu kan dökmeden<br />
yapabileceği gerçeğidir. İsrail bu operasyonu kan<br />
dökmeden yapabilir miydi? Evet, yapabilirdi.<br />
İsrail, bu müdahalenin uluslararası sularda<br />
yapılmasının suç olduğunu bilmiyor muydu?<br />
Hayır, bizim hukukçularımızdan çok daha iyi<br />
biliyordu. O zaman burada başka bir amaç<br />
olmalıdır. Yorumcuların birçoğu İsrail’in
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 205 -<br />
Türkiye’ye ve dünyaya şu mesajı vermekte<br />
olduğunu söylüyorlar: “Ben istediğimi yaparım,<br />
bana kimse karışamaz.”. Ben İsrail’in mesajının<br />
dünyaya değil sadece Türkiye’ye olduğunu<br />
düşünüyorum:<br />
Yeniden Türkiye’ye dönersek, baskın olayından<br />
hemen sonra milletçe İsrail’e yöneltilen eleştiri<br />
okları beşinci günden itibaren bazı kesimlerde açık<br />
bir biçimde hükümete yöneltilmeye başladı. İlk<br />
günlerin verdiği fevri tutum yerini akılcı<br />
düşünmeye, sebep-sonuç ilişkisi kurarak yapılan<br />
yorumlara bıraktı. İnsani yardım maskesinin<br />
altındaki girişimin aslında bir İslami yardım<br />
olduğu, dini ve siyasi unsurlar içerdiği, devlet<br />
destekli bir provokasyon olduğu ve insanların bile<br />
bile ölüme gönderildiği anlaşılmaya başlandı.<br />
Filistin’de yaşanan drama karşı topyekün savaşan<br />
Erdoğan’ın, çok daha büyük dramın yaşandığı<br />
Darfur’a karşı hiçbir girişimde bulunmadığı, hatta<br />
Sudan cumhurbaşkanını bizzat ağırladığı<br />
hatırlandı.<br />
<br />
Peki şimdi neler olacak? Öncelikle hepimizin<br />
korktuğu toplumsal bir şiddet olayı yaşanma<br />
ihtimali konusundaki düşüncem, bir sıkıntı<br />
yaşanmayacağı yönünde... Bunu; Türk milletinin<br />
eğitimine, bilincine, İsrail ile Yahudileri çok iyi<br />
ayırt edeceğine inandığım için mi söylüyorum?<br />
Tabii ki hayır... Şahsi fikrim Türkiye’nin dünya<br />
üzerindeki konumu gereği, böyle bir lekeye asla<br />
izin verilmeyeceği yönünde... Evet, Türkiye’de<br />
gayrimüslimlere veya azınlıklara karşı birçok<br />
toplumsal şiddet hareketi yapıldı. Trakya Olayları<br />
ve 6-7 Eylül Olayları, Türkiye’nin hiçbir zaman<br />
silinmeyecek kara lekesidir. Aynı şekilde Sivas’ta<br />
Alevilere yapılanlar... Kürtlere karşı Dersim<br />
Katliamı askeri bir hareket de olsa aynı zihniyetin<br />
sonucudur. Türkiye’nin bu konularda sabıkalı<br />
olduğu bir gerçek. Ne var ki, yaşanan toplumsal<br />
şiddet olaylarının hepsinde hükümet ya da asker<br />
olaylara ya müdahale etmedi ya da çok geç<br />
müdahale etti. Özellikle 6-7 Eylül Olayları’nın<br />
gerçekleşmesine adeta yol verildi. Belki Türk<br />
toplumu değil ama Türk Devleti yaşanacak bir<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 206 -<br />
toplumsal olayın sonuçlarının ne olacağını çok iyi<br />
biliyor. Bugünkü Türkiye buna asla izin<br />
vermeyecek, gerekli önlemleri en başından<br />
alacaktır. Umarım düşüncelerimde yanılmam.<br />
Ayrıca yiğidi öldürdük, fakat hakkını da yememek<br />
gerek. Olayların başından beri hem hükümet hem<br />
de medya İsrail ile Yahudilerin asla<br />
karıştırılmaması gerektiğini adeta beyinlere işliyor.<br />
Bu konuda eleştiri yapmak ayıp olur.<br />
Peki uluslararası düzeyde neler olacak?<br />
Amerika’nın bu olayda acınacak bir halde<br />
olduğunu görüyorum. İsrail, Amerika’nın küçük<br />
yaramaz çocuğu gibi... İsrail dünyanın tepkisini<br />
çeken bir iş yapıyor, ABD eleştiriyor. Fakat öyle<br />
bir ifade kullanıyor ki; “yapmaması gerekirdi; ama<br />
yaptı artık n’apalım” demeye geliyor. ABD bu<br />
olayda gerçekten çok zor durumda kaldı. Çünkü<br />
eğer somut bir şeyler vermezse, Obama’nın İslami<br />
ülkelerle oluşturmaya çalıştığı iyi ilişkiler<br />
niyetinin sahteliği ortaya çıkacak. Ayrıca Obama,<br />
“adaletsizliklere karşı duracağı” umuduyla oy<br />
veren seçmenini kaybedebilir. Bu nedenle<br />
<br />
ABD’den Türkiye’ye büyük bir hayır gelmez.<br />
Araplardan zaten bir hayır yok. Dolayısıyla<br />
Türkiye‘ye gerçekten destek olabilecek bir tek AB<br />
kalıyor. AB’nin tavrı bana göre çok önemli. Bu<br />
zamana kadar hep Türkiye’ye destek veren ciddi<br />
açıklamalar yaptılar. Fakat ne kadar dürüst, ne<br />
kadar samimi emin değilim. Halklarının temsili<br />
görevini yerine getiriyor olabilirler. Ne kadar ileri<br />
giderler bilmiyorum. Bu arada Çin bir yandan<br />
Batıda olanları zevkle izliyor ve her geçen gün<br />
daha da gelişmeye devam ediyor.<br />
Benim değerlendirmem bu şekilde... Kim haklı,<br />
kim haksız herkesin kendi fikridir. Fakat ben iki<br />
ucu ...lu değnek diyorum. Bakalım neler olacak?<br />
Şu bir gerçek ki; ya Türkiye kazanacak ve dış<br />
ilişkilerde kıyametler kopacak ya da İsrail<br />
kazanacak ve Türkiye’nin içinde kıyametler<br />
kopacak. Enteresan günler göreceğiz gibime<br />
geliyor...
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 207 -<br />
Şoşi Kohen<br />
Özgürlük<br />
sosikohen@gmail.com<br />
Doğduğumuz an özgürlüğümüzün bittiği ve<br />
yanlızlığın başladığı an mıdır? Çoğunuz bu<br />
düşünceye ilk etapta karşı çıkabilirsiniz… Ben de<br />
ilk başta bu düşünceyi garip karşılamıştım. Fakat<br />
üzerinde düşündükçe, kısmi olarak doğruluk payı<br />
olduğunu gördüm.<br />
Ana rahmine düştüğümüz andan itibaren, ruhumuz<br />
fiziksel bir vücuda teslim olmaya hazırlanıyor.<br />
Böylelikle ruhumuzun ilk kısıtlanması ile karşı<br />
karşıya kalıyoruz. Zamanla büyüyoruz ve tek<br />
başımıza gelişebilecek duruma geldiğimizde<br />
doğuyoruz; ve işte o andan itibaren kurallar,<br />
mantık ve duygular içimize işlemeye başlıyor.<br />
Yani bedenimizde kısıtlanmaya başlıyor. Önce<br />
evebeynlerin kurallarına göre yaşamlarımız<br />
şekillenir, daha sonra okul kuralları, ardından iş ve<br />
çevre kuralları derken bir bakmışız her birey nasıl<br />
kendine özgü ise; biz de karakterimize, sosyal<br />
<br />
durumumuza uygun kendi kurallarımızı<br />
oluşturmuşuz. Etrafımıza çizdiğimiz bu çerçevenin<br />
içinde yaşamımız geçip gidiyor. Kendi<br />
kurallarımızı ve isteklerimizi uyguladığımız sürece<br />
özgür olduğumuzu düşünürüz, fakat bu tam bir<br />
yanılsamadır. Bizim özgürlüğümüz, bir başkasının<br />
özgürlüğünün başladığı yerde biter. Yani bu ne<br />
demek? Herkesin kendi kuralları, düşünceleri ve<br />
istekleri vardır ama SINIRLIDIR. O zaman işte, en<br />
başta yazdığım noktaya geliyoruz: Gerçekten<br />
özgür müyüz?<br />
Zaten, ilk olarak ruhumuz fiziksel bir bedene<br />
girerek kısıtlanmış. Sonra bize demişler ki; sosyal<br />
koşullara uygun bir hayat kur, kendi kendini idare<br />
edebilecek duruma gel. Sonra bir evlilik yap, bir<br />
aile kur; yani başkalarını da idare edebilecek<br />
duruma gel. Ruhunu biraz daha kısıtlamayı<br />
öğrendikten sonra başka fiziksel vücutlara hapis<br />
olmuş ruhlar getir dünyaya…<br />
Bu yapılanlar yanlış mı? Kesinlikle hayır! Biz bu<br />
hayatı yaşarken bütün başımıza gelenleri güzel<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 208 -<br />
anılar olarak saklamayı da öğreniyoruz. Mutlu ve<br />
özgür olduğumuzu düşünerek yaşıyoruz ve bu hiç<br />
de yanlış değil!..<br />
Fakat benim burada düşünmek istediğim gerçek<br />
özgürlük nedir ve nerededir? En yakınınızdaki<br />
insanın bile (anneniz, eşiniz, çocuğunuz…) sizden<br />
en derinlerde sakladığı bir şeyler vardır. Ruh bu,<br />
uçcuz bucaksız! En derinlerdeki duyguları<br />
gerçekten biz kendimiz bile bilmiyoruz ki<br />
başkaları bilsin. Ya da "ondan" o kadar çok<br />
korkuyoruz ki geliştirdiğimiz kurallar yüzünden<br />
çok derinlere saklamışız.<br />
İçimizden kaç kişi ruhunun derinliklerindeki<br />
çığlıkların farkında ve "onun" özgür, yeri<br />
geldiğinde isyankar, yeri geldiğinde de sonsuz<br />
sevgi dolu ama "sınırı" olmayan duyguları ile<br />
yüzleşebiliyor.<br />
"Özgür" olmak için her şeyi yapıyoruz. İş, para,<br />
ev, araba, aile vs. ama gerçekten en derinlerdeki<br />
ruhumuzu korkusuzca dinleyip özgür kalabiliyor<br />
muyuz?<br />
<br />
Güzel Sözler<br />
Hayattaki gerçek mutluluk budur:<br />
yüce olduğunu kabul ettiğiniz<br />
bir amaç için var olmak,<br />
doğanın bir gücü olmak…<br />
BERNARD SHAW<br />
İnsan kendisi için karar verir!<br />
Bu yüzden eğitimin amacı<br />
karar verme yeteneğini<br />
geliştirmek olmalıdır.<br />
VİCTOR E. FRANKL<br />
Esas işimiz uzakta bulanık duranı değil,<br />
yakında berrak duranı görmektir.<br />
THOMAS CARLYLE
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 209 -<br />
Okur İletileri <br />
İsrael Mermer<br />
rael_mermer@hotmail.com<br />
etz....@ mail grubunda yayınlanmıştır<br />
Yaşamın ve İnsanın Amacı<br />
Dünyadaki her alet ve nesnenin bir amacı vardır.<br />
Nesneyi yapan da bu amaç için yapmıştır. Bir<br />
arabanın neden tekerleklere ya da motora ihtiyacı<br />
olduğunu veya arabanın ne amaç için yapıldığını<br />
biliriz. Ancak insan hangi amaç için<br />
yaratılmıştır? İnsanın bu dünyadaki görevi<br />
nedir?<br />
Bizim anlayışımız, kavrama yeteneğimiz sınırlı<br />
olduğundan sonsuz ve sınırsız olan Tanrı'yı<br />
anlamamız mümkün değildir. Yaratılan herşey<br />
fiziksel açıdan sınırlı olduğu gibi aslen kapasitesi<br />
de sınırlıdır. Bizim anlayabileceğimiz, Tanrı'nın,<br />
kapasitemize göre bizlere Tora'da söyledikleri ve<br />
açıkladıklarıdır.<br />
<br />
Rabi Moşe Hayim Luzzatto (Ramhal) Daat<br />
Tevunot adlı kitabında, insanın yaratılmasındaki<br />
amacı şu şekilde açıklar :<br />
" Bu konuda tam olarak kavrayabileceğimiz ve<br />
anlayabileceğimiz, Tanrı'nın kesin ve katıksız<br />
iyiliğin ve mükemmeliğin ta kendisi olduğudur. İyi<br />
olanın doğası iyilik yapmak olduğundan, Tanrı da<br />
iyilik yapmak için canlıları yaratmıştır. Çünkü<br />
iyiliği kabul edecek kimse yoksa, iyilik de yoktur.<br />
Tanrı yüce bilgeliği ile, iyiliğin tam bir iyilik<br />
olması için onu alacakların kendi uğraşlarıyla hak<br />
etmelerinin uygun olacağını öngörmüştür. Ancak o<br />
zaman canlılar bu iyiliğin sahibi olabilecekler ve<br />
iyiliği alırlarken, başkasından tsedaka alan kişi<br />
gibi utanmayacaklardır. Bu anlamda şöyle<br />
söylenmiştir: Kendisine ait olmayanı yiyen, onu<br />
verenin yüzüne bakmaya utanır!.."<br />
Başka bir deyişle Tanrı, canlılara iyilik yapmak<br />
için Gan-Eden'de (cennet) "bedava" ödül almamızı<br />
değil, vereceği ödülü yaptıklarımızla hak etmemizi<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 210 -<br />
istemiştir. Bu konuyu bir iki soru ile biraz daha<br />
açabiliriz. Niçin bedava güzel bir armağan bizim<br />
için kötü olsun ki? Neden ille de çaba harcamamız<br />
gerekiyor ki? Tanrı madem ki gerçek iyiliğini bize<br />
vererek bizi bolluğa boğmak ve bizim gerçekten<br />
mutlu olmamızı istiyor, o zaman neden bunu bize<br />
bir armağan olarak vermiyor? Neden tüm dünyevi<br />
varlığımız, gelecek dünyaya giriş hakkı kazanmak<br />
için bir mücadeleye dönüşsün ki?<br />
Bu soruyu cevaplamak için "ödül" kavramını<br />
anlamamız gerekir. Görüldüğü gibi Aşem'in isteği<br />
bize azami iyiliği bahşetmektir. Eğer hiçbir<br />
çabamız olmadan bu "ödül" bize basitçe<br />
dağıtılsaydı, tanım gereği bu hiçbir zaman azami<br />
iyilik olmazdı.<br />
Misafirliğe gelen birinin, 1 dolar armağan ettiği<br />
küçük bir çocuğu düşünün. Bu armağandan<br />
mutluluk duyacak, canı nasıl isterse harcayacak ya<br />
da biriktirecektir. Şimdi ise aynı çocuğun bir<br />
komşunun çim biçmesine yardım ettiğini ve aynı 1<br />
<br />
doları bir hediye olarak değil de yaptığı hizmete<br />
karşılık bir ödeme olarak aldığını düşünelim. Bu<br />
dolar, bir anda yepyeni bir önem kazanacaktır.<br />
Harcansa da, biriktirilse de bu o çocuk için bir<br />
hazinedir. Çünkü bunu çalışarak hak etmiştir. Hak<br />
ettiğimiz şeyleri, elimize karşılıksız geçen şeylere<br />
kıyasla çok farklı değerlendiririz. Onlara yönelik<br />
saygımız daha yüksektir ve onlardan daha çok<br />
kıvanç ve mutluluk duyarız. Bunun anlamı açıktır.<br />
Gelecek dünyadaki payımızdan olabildiğince<br />
yüksek bir mutluluk duyabilmemiz için, bunun<br />
tsedaka değil, hak ettiğimiz bir ödeme olması<br />
gerekir. İnsanoğlu ancak elde etmek için<br />
çalıştığımız şeylerden gurur duyar. Bir armağan<br />
ise, kazanılmamış bir ihsandır ve bu hali ile<br />
alçaltıcı bir öğeyi de beraberinde taşır.<br />
Şimdi konuyu daha iyi yorumlayabiliriz :<br />
Tanrı bizleri gerçek iyiliğini vermek için yarattı.<br />
Ancak bu "iyilik" tanımının gerçekten "iyilik"<br />
olabilmesi ve bizlerin bundan azami mutluluğu<br />
duyabilmemiz için, bunun hak edilmesi
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 211 -<br />
gerekmektedir. "İyilik" ancak bu şekilde "gerçek<br />
iyilik" olacaktır.<br />
İkinci sorumuza gelelim; insanın bu dünyadaki<br />
görevi!..<br />
Ramhal, Mesilat Yeşarim'de şöyle yazar:<br />
"İnsanı bu amaca yönlendirecek olan araçlar,<br />
Tanrı'nın bizlere uygulamamızı önerdiği<br />
"mitsva"lardır. Bu mitsvaların uygulanacağı yer<br />
sadece bu dünyadır. Hatıraları mübarek olan<br />
Hahamlarımızın söyledikleri gibi, bu nedenle<br />
insanlar mitsvaları bugün (bu dünyada)<br />
uygulamak ve yarın (gelecek dünya'da) ödüllerini<br />
almak durumundadırlar."<br />
Görüldüğü gibi bu dünyadaki görevimiz,<br />
gerektirdikleri ile birlikte Tora ve mitsvalardır. Bu<br />
manevi emeklerin tek bir anı bile paha biçilmezdir.<br />
Gelecek dünyaya bilet alabileceğimiz tek yer<br />
burasıdır. Gelecek dünyada hiçbir mücadele, hiçbir<br />
<br />
fırsat veya gelişim fırsatımız olmayacaktır. Orada<br />
artık "hesed" (iyilik) yapma, kusurlu taraflarımızı<br />
düzeltme veya Tora'dan tek bir ilave sözcük bile<br />
öğrenme imkanımız olmayacaktır. Bir tek<br />
"mitsva" bile, sahip olabileceğimiz tüm maddi<br />
olanaklardan, tüm lüks ve zevklerden<br />
ölçülemeyecek düzeyde büyüktür.<br />
Dikkatle incelersek bu ifadenin son derece doğru<br />
olduğunu kavrayabiliriz. Eğer yaşamımızda<br />
yapmamız gerekenler yemek, içmek, uyumak ve<br />
günü olabildiğince hoş geçirmekten ibaret olsaydı,<br />
olduğumuzdan çok daha az bir donanımla<br />
yaratılabilirdik. Mükemmel zihinsel yeteneklere<br />
veya yüce manevi ruhlarımıza ihtiyaç olmazdı.<br />
Örneğin çiftlik hayvanları bu donanımlara sahip<br />
olmadan dünyevi zevklerin tümünün tadını<br />
çıkarmayı becerebilmektedirler. Aynısını biz de<br />
yapabilirdik. Demek ki biz insanoğullarından,<br />
hayvan sürülerinden beklenenden çok daha fazlası<br />
beklenmektedir. Nasıl ki bütün yaşamımız yemek,<br />
içmek ve uyumaktan ibaret değilse, aynı şekilde<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 212 -<br />
sadece iyi insan olmak da yeterli değildir. Bir<br />
Yahudi için iyi kalpli olmak esastır ama sadece iyi<br />
kalpli olmak yeterli değildir. Kuzunun da hiç<br />
kimseye bir zararı yoktur, o zaman kuzu olarak<br />
yaratılabilirdik. Yaratılmadığımıza göre Tanrı'nın<br />
bizim için daha farklı planları olduğunu<br />
görmeliyiz.<br />
Tora ve mitsvalar bizim bütün hazinemizdir. Kişi,<br />
Tanrı'nın Tora'sını ve bilgeliğini ancak kendi<br />
gözlerini açarak ve öğrenerek görebilir. Çünkü<br />
akla gelebilecek herşey Toramızın içinde vardır.<br />
İnsanın dünyevi yaşamı 70-80 sene, göz açıp<br />
kapatıncaya kadar geçmekte. Fırsat şu "an"dır!..<br />
Aç ve öğren!.. Torayı öğrendiğin zaman, her anını<br />
onunla geçirmek istiyeceksin.<br />
Peki insan nasıl Tora'nın istediği gibi bir kişi<br />
olabilir, bu bütünlüğe nasıl ulaşabilir?<br />
Tabi ki Tora burada devreye girmektedir. Tora<br />
bize ideal olan ve elde etmemiz gereken kişiliği<br />
<br />
çizmektedir. Tanrı'nın bize söylediği mitsvalar<br />
bize verilen talimatlardır. Tanrı'dan gelen bu<br />
yönlendirme olmadan, kişinin bütünlüğe ulaşması<br />
mümkün değildir.<br />
Dünyayı ve buradaki yaşamı bir geçiş koridoru<br />
olarak gören bu bakış açısı, buradaki yaşamın<br />
değerini azaltmamakta veya burada olanları hor<br />
görmemektedir. Aksine, bu dünyada yapılan ve<br />
olup biten herşeye büyük önem verilmektedir.<br />
İnsan manastıra çekilip kendini bu dünyadan<br />
soyutlayamaz. Bizim buradaki görevimiz maddi<br />
olan her şeye maneviyat katmaktır. Yemekten<br />
önce ve sonra beraha okumak, ya da insanın kendi<br />
ailesini geçindirebilmek için, oğluna Tora<br />
öğretmeni tutabilmek için, daha çok tsedaka<br />
verebilmek para kazanmaktır. Maneviyat sadece<br />
sidur açarken, ya da sadace sinagogda değil, maddi<br />
olan şeyde de vardır!.. Maneviyat ticaret yaparken<br />
de vardır!.. Yeter ki insan örneğin dürüst<br />
davranarak ya da aldatmayarak o ticarete<br />
maneviyatı da dahil etsin!..
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 213 -<br />
Kısacası Toramız sadece maneviyat değildir.<br />
Maddiyata da maneviyatımızı dahil etmemizi ve<br />
onu kutsallaştırmamızı istemektedir. "Ye ve iç<br />
çünkü yarın öleceğiz" sloganı yerine "Kendini<br />
yaşamında kutsa ki, ölümünden sonra da<br />
yaşayabilesin!.."sloganı anlam kazanmaktadır.<br />
Kişinin bu dünyadaki başarısı, borsada<br />
kazandıkları ve elde ettiği mal mülk değil, onu<br />
"Olam Aba"ya taşıyacak olan şeyleri yapmasıdır.<br />
Sonuca gelirsek, insanı "Olam Aba"ya taşıyacak<br />
olan araç ve gereçler, Tanrı'nın bize verdiği<br />
mitsvalardır ve mitsvaların tek uygulanabildiği yer<br />
burasıdır. İnsan bu dünyadaki yaşamı için değil,<br />
"Olam Aba"daki yaşamı için yaratılmıştır. Ancak<br />
bu dünyadaki konumu Olam Aba'daki konumunu<br />
belirleyecektir. Bu nedenle sürekli bunu<br />
hatırlamalı ve bu anlayış hepimizde tartışmasız bir<br />
kesinlik kazanmalıdır. Bu şekilde hayatımızı<br />
yönlendirmeli ve boşa harcamamalıyız.<br />
KAYNAK: Geleceğe Yolculuk - Mesilat Yeşarim<br />
<br />
Güzel Sözler<br />
Okunu hedeften öteye atan okçu,<br />
okunu hedefe ulaştıramayan okçudan<br />
daha başarılı sayılamaz.<br />
MONTAIGNE<br />
İnsanı ihtiyarlatan<br />
geride bıraktığı yılların çokluğu değil,<br />
ideal yokluğudur.<br />
Yıllar ciddi buruşturur,<br />
fakat idealsizlik ruhu öldürür.<br />
G. CENERAL MACARTHUR<br />
Yapamayacağın şeylerin<br />
yapabileklerini engellemesine izin verme.<br />
JONH WOODEN<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 214 -<br />
İzmir Sanat Etkinlikleri<br />
Uluslararası İzmir Festivali<br />
2 Temmuz 2010, Cuma<br />
MAHLER ZAMANI!<br />
Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi 21.30<br />
KRALİYET CONCERTGEBOUW ORKESTRASI<br />
DANIELE GATTI, şef<br />
4 Temmuz 2010, Pazar<br />
CHARLIE PARKER & DIZZY GILLESPIE"YE ARMAĞAN<br />
Çeşme Kalesi 21.30<br />
MUVAFFAK “MAFFY” FALAY QUINTET<br />
7 Temmuz 2010, Çarşamba<br />
"ATEŞİ ÇALAN"<br />
Asklepion Tiyatrosu, Bergama 21.30<br />
AISKHYLOS: ZINCIRE VURULMUŞ PROMETHEUS<br />
FRIENDS OF THE MUNICIPAL THEATRE OF PIRAEUS<br />
Müzik: Konstantino Psahos ve Mikis Theodorakis<br />
Reji: Aggelos Sikelianos ve Elias Malandris<br />
9 Temmuz 2010, Cuma<br />
AŞKIN TINILARI<br />
Asklepion Tiyatrosu, Bergama 21.30<br />
ISABELLE CALS, soprano<br />
SYLVIE VALAYRE, soprano<br />
NICOLAI SCHUKOFF, tenor<br />
JEAN-MARC BOUGET, piyano<br />
<br />
12 Temmuz 2010, Pazartesi<br />
Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi 21.30<br />
TÜRK-YUNAN GENÇLİK ORKESTRASI<br />
IŞIN METİN, şef<br />
13 Temmuz 2010, Salı<br />
USLANMAZ ROMANTİKLERE<br />
Odeon, Efes 21.30<br />
JERZY DUDA-GRACZ’DEN FREDERIC<br />
CHOPİN’E ‘NOTALARIN RESİMLERİ”<br />
KRZYSZTOF JABŁOŃSKI, piyano<br />
19 Temmuz 2010, Pazartesi<br />
HÜZNÜ KUCAKLAYAN ŞARKILAR<br />
Çeşme Kalesi 21.30<br />
CONCHA BUIKA<br />
"EL ULTIMO TRAGO” ‘THE FINAL DRINK" TOUR<br />
100, 60, 40, 20 TL<br />
Konser<br />
10 Temmuz 2010, Cumaratesi; 23:00<br />
DUMAN<br />
BABYLON- AYA YORGİ<br />
29 Temmuz 2010, Perşembe; 21:30<br />
ZUHAL OLCAY-BÜLENT ORTAÇGİL<br />
KARŞIYAKA BOSTANLI AÇIKHAVA TİYATROSU
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 215 -<br />
Eğitimli insanlar<br />
topluma borçludurlar.<br />
Bir işin nasıl yapılabileceğini biliyorken,<br />
bir başkasının yapamadığını görüp susmaları<br />
kendilerini yetiştiren o topluma ihanettir.<br />
<br />
010 – Temmuz - Ağustos 2010 <strong>DIYAL</strong> o G<br />
- 216 -<br />
Yayın Ekibi & İletişim<br />
Yayın Yönetmeni : Rafael Algranati<br />
manager.diyalog@yahoo.com<br />
Halkla İlişkiler : Ester Cen<br />
bulten.diyalog@yahoo.com<br />
Yazı İşleri : Sarit Bonfil<br />
members.diyalog@yahoo.com<br />
Haber : Renin Eliş<br />
haber.diyalog@yahoo.com<br />
<strong>DIYAL</strong>oG üyelerine e-posta ile gönderilen süresiz bir dijital bültendir.<br />
Basılı olarak yayınlanmaz.<br />
Yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir.<br />
Para ile satılmaz.