02.09.2013 Views

MİTOLOJİDE DEVLET BİLGİSİ - YAYED

MİTOLOJİDE DEVLET BİLGİSİ - YAYED

MİTOLOJİDE DEVLET BİLGİSİ - YAYED

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

<strong>MİTOLOJİDE</strong> <strong>DEVLET</strong> <strong>BİLGİSİ</strong><br />

Saygıdeğer Oğretmenim Pertev Naili Boratav'ın anısına saygıyla…<br />

Bu çalışmamı, yüce insan, büyük bilim adamı, saygın öğretmenim Pertev Naili Boratav’ın<br />

anısına sunuyorum. Çünkü, bu bilgiler, ondan kalan kalıttır.<br />

<strong>DEVLET</strong><br />

Vecihi TİMUROĞLU<br />

ÖZET: Devletin doğuşu sınıflı toplumların ortaya çıkmasıyla koşuttur. Mitolojik<br />

düşüncede devleti kutsayan anlatılar, esas olarak, düzenin ve egemen sınıfların<br />

ayrıcalıklarının korunması gereğinden hareket eder. Yazıda, bu çerçevede,<br />

Sümer’deki ilk kent devletlerinden Hint ve Çin’e, oradan Eski Yunan, Roma ve<br />

Hristiyan Orta Çağına devletin sınıflı toplum yapısını koruma işlevi kazanma<br />

süreci ile devleti mitleştiren düşünce biçimleri arasındaki bağlantı<br />

incelenmektedir.<br />

Devlet, gerçekte, egemen sınıfı n siyasal örgütüdür. Devletin<br />

amac ı, yürürlükteki düzenin korunmas ı ve öteki sınıfları n<br />

dirençlerinin bask ı altında tutulmasıdı r. Bu örgüt, toplumun<br />

sınıflaşmasıyla birlikte, sömürülen toplum katmanlarının bask ı altı nda<br />

tutulmas ı için, egemen sömürücü sınıfların bir arac ı olarak ortaya<br />

çıkmıştır. Egemen sınıfların ilk ortaklar ı da tanrılar olmuş tur. Bu, egemen<br />

sınıfların, soyların ı bir kutsala bağlamalar ı ilkesine dayanı r. Bu<br />

gelişmeyi, ilkel toplumlardan baş layarak tarihsel süreci ele alarak<br />

izleyebiliriz. İlkel toplulukları n örgütlü toplum durumuna gelmeleri,<br />

yerleşik düzene geçmeleriyle olanakl ı olmuştur. Yerleş me, iki<br />

olgunun sonucu olarak gerçekleşmiştir; Hayvanların evcilleş tirilmesi<br />

ve tahılların ekim yoluyla yeniden üretilmesi. Hayvanları n<br />

evcilleştirilmesiyle tahılların ekim yoluyla yeniden üretilmesi, aynı<br />

döneme rastlar. Bu iki olgu, ilk sınıfsal ayrım ı da ifade ediyor.<br />

Yerleşik düzene geçilmeden önce, toplayıcılık ve avcılık vard ı .<br />

Toplayıcılık kadınların, avcılık erkeklerin işiydi. Dişiyle erkeğ in<br />

fiziksel yapılar ı, böylesine doğal bir işbölümünü gerektirmiş tir.<br />

Kuşkusuz, burada sözünü ettiğimiz işbölümü ( division du travail),<br />

bütün emeği parçal ı emeklere bölmekten doğ an üretim yöntemi<br />

değildir. Bir başka deyişle, toplumsal emeğin, iş in türüne göre tarihsel<br />

farklılaşmasın ı amaçlamıyoruz, bu terimle. Sözünü ettiğ imiz<br />

işbölümü, doğal farklıl ığı belirliyor. Ama, kesin olarak cinsel bir<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


ayrım görülüyor. Bu durum, yerbilim araştırmaları yla<br />

insanbilimcilerin bulgularından anlaşılıyor. Çağda ş toplumlarda bile, çapa işlerini çoğunlukla kadı nlar, hayvan<br />

yetiştirme işini erkekler yapmaktadır. Bu işbölümü, uygarlaş ma<br />

sürecinde, etkileşmenin kökenini oluşturuyor. Bu etkileş im sonucu,<br />

yerleşik düzene geçen topluluklar, tarım yapma ve hayvan yetiş tirme<br />

yoluyla, kendisine yeterli, dışa kapal ı köy ekonomisini yaratmıştı r.<br />

Köy topluluklarında, cinsel ayrım, gerçek sınıfsal ayrı ma<br />

dönüşmüştür. Göçebe topluluklar köylülerin yorucu işlerini sevmemi ş , özgür<br />

dolaşmay ı, doğanın içinde kalmay ı yeğlemişlerdir. Doğ al olarak,<br />

göçebe topluluklarda, avcılık önemli olmuştur. Zamanla, bir koyağı n<br />

iki ağzın ı kapayarak sıkıştırdıklar ı hayvanlar ı evcilleştirmiş ler ve<br />

hayvansal proteinle beslenme olana ğı bulmuşlardır. Hayvanları n<br />

1 evcilleştirilmesi, “ çoban topluluklar" ın ı doğurmuştur. Çoban<br />

topluluklar, tarımın geliştiğ i bölgelerin çevresinde daha rahat<br />

dolaştılar. Kendiliğinden, “ çiftçilik-çobanlı k”<br />

işbölümü doğ du. Ne ki,<br />

çoban topluluklar "artıüretim" yapamıyorlard ı. Bu yüzden, salgı n<br />

sayrılıklarda çok hayvan kaybediyorlar, besin darl ığı çekiyorlard ı .<br />

Böyle dönemlerde, çiftliklere saldırıyor, çiftçilerin artı ürünlerine el<br />

koyuyorlard ı. Bu durum, köy toplulukları yla çoban topluluklar<br />

arası nda “savaş-barış” ilişkilerinin kurulmasına yolaçt ı.<br />

Otunu ve etini yetiş tiren çiftçi topluluklar, çoban topluluklarla<br />

ilişkiden hep kaçınmışlardır. Çiftçiler, yerleşik ve dışa kapal ı ,<br />

kendilerine yeterli, barışçıl topluluklardır. Buna karşı n, çobanlar,<br />

kendilerine yeterli olmayan, dışa açık ve savaşç ı topluluklard ı . Köylü<br />

topluluklarda, üretim yapıldığından, üretim alanında kadınları n önemi<br />

artm ış, ama dıştan gelen saldırılara kar şı, savunma iş i erkeklere<br />

düşmüştü. 2 Yerleşik yaşama geçmemi ş topluluklarda (klan) kan bağı<br />

(asabe) ilişkisi temel ilişkidir. Bu topluluklarda görülen eş itlikçi<br />

düzen, köy topluluklarında ve çoban topluluklarda görülmez. Yerleş ik<br />

topluluklarda görülen ba ğ , "mülk ba ğı”dır. Mülk bağını n temel<br />

alınd ığı topluluklarda eş itlikten söz edilemez. Bu topluluklarda ortaya<br />

çıkan ilişkiler “ eşitliksizci ilişkiler”dir. Toplumsal artıüretim olana ğı doğmuştur ama eş itlikçi toplum,<br />

artıürünün bir elde toplanmasına engel oluşturuyordu. Yenita ş çağı<br />

bulgular ı, çoban toplumların kan bağın ı sürdürdüklerini gösteriyor.<br />

İlkel komünal toplum (klan ailesi), ayn ı toteme (ilk ata) bağlılı ktan<br />

dolay ı, eşitlikçi yaşam ı zorunlu sürdürmüştür. İ lkel komünal<br />

1 William H. McHaill, A World History, New York 1971, Oxford University Press. (Türkçesi:<br />

Dünya Tarihi, Çeviri: Alaeddin Şenel, İmge Y., Ankara, 2004).<br />

2 M. Morgan, Ancient Society, London 1905.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


toplumlar büyüyünce, içte evlenmenin yasak olmasının getirdiğ i<br />

sıkıntılar da düşünülürse, evcilleştirilmi ş sürülerin güdülmesi, klanı n<br />

boyutunu aşmıştır. Klan, bu nedenle, doğ al olarak bölünmeye<br />

uğramıştır. Bu yeni toplum (boy, aşiret, tribu), birbirlerine kardeş lik<br />

bağları yla (fratnel, oymak, kabileden küçük, aileden büyük toplum)<br />

bağl ı bir kaç topluluktan oluşuyordu. Artık, dıştan evlenme olanaklı<br />

olmuştu. Totemler de farklılaşmışt ı. Örneğin, koyun tötemine bağlı toplum, ak koyun ve kara koyun soyu olarak ayrılmışt ı . Kabileler,<br />

kendi aralarında ortak mülklere sahiptiler. Örneğ in, çoban kabileler,<br />

ortak yaylalarda hayvanların ı otlatıyorlard ı. Ancak, baş ka kabileler,<br />

sürü kaçırma, otlak işgal etme girişimlerinde bulunuyorlard ı . Bu<br />

durumu engellemek amacıyla, toplumu yöneten " ata yöneticiler"<br />

ortaya çıkt ı. Hayvanlar üzerinde kullanım hakk ı " ata"ya özgüydü.<br />

Ancak, bu durum, özel mülkiyet hakkın ı ifade etmiyordu. Ortak<br />

kullanım hakkın ı içeriyordu bu düzen. Özel mülkiyet olmadığı ndan,<br />

eşitlikçi bir toplum sözkonusuydu.<br />

Atalar, öbür üyelerle eşit haklara sahiptirler. Yalnı z, toplumu<br />

temsil etme haklar ı vardır. M.Ö. 2125 yılında yazıld ığı tahmin edilen<br />

“Sümer Krallar Çizelgesi"nde Sümer kentlerini yağmalayan “ Gutium“<br />

topluluklarının önderlerinin " adsı z krallar"<br />

olduğu yazılı yor. Gutiler,<br />

M.Ö. ikinci bin yılın sonunda, Sümer ülkesine egemen olmu ş doğ ulu<br />

3 bir halktır. Herodotos da (M.Ö. V. yy'ın ikinci yarıs ı), boyları n<br />

4<br />

adlarının bilindiğini, ama krallarının adlarının bilinmediğini yazıyor. Özel mülkiyet, öyle anlaşılıyor ki, üzerinde aile emeğ i bulunan<br />

toprağın ve üretilen ürünün denetimiyle doğmuştur. Çobanların çiftçiler üzerine saldırmalar ı, savaşç ı iliş kilerini<br />

geliştirdi. Çiftçi topluluklar da, kendilerini koruma gereğ ini duydular.<br />

Yağmac ı topluluk yerleşik toplumu yenilgiye uğratı nca, onlara<br />

egemen oldu. Toplumu korumak üzere, onları n üzerinde egemenlik<br />

kurdu. Artık, tam anlamıyla, egemen sınıf doğmuştu. Kolayca anlaşılı r<br />

ki, koruyan halk, askeri sınıfa dönüşmüştür. Bu iş i yaparken zorla<br />

artı ürün ürettirme yolunu açtılar. Doğal ki, çalışmayan askeri sınıfı n<br />

5 gereksinimlerini karşılamak için, artıürün zorunlu olmuştur. Franz<br />

Oppenheimer, yeni bulgular sonunda, bu kanıya varırken, İ bn-i<br />

Haldun da (1332–1406), "kabile asabiyeti”nin (kan ba ğı duygusu),<br />

çobanları n, hazeri (çiftçi ve kentli toplumlar) toplumlar üzerinde<br />

6 egemenlik kurmalarına yol açtığın ı belirtiyor. Egemenlik, devletin<br />

3 Samuel Noah Kramer, Tarih Sümer’de Başlar, Kabalcı Yay. Çev. Hamide Koyukan, s. 468.<br />

4 Herodots, Heredot Tarihi, Remzi Kitabevi, 1973 İstanbul, Çev. Müntekim Ökmen, , s. 80.<br />

5 Franz Oppenheimer, The State, New York 1975. Çev. John Gittermen. (Türkçesi: Devlet,<br />

Çeviri: Alaeddin Şenel ve Yavuz Sabuncu, İstanbul, Engin Yayıncılık, 1997).<br />

6 İbni Haldun, Mukaddime, I., Onur Yayınları, Çev. Turan Dursun, s. 297–302.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


kurulmasın ı ifade ediyor; ancak, devletin egemen sınıfı n ekonomik<br />

örgütü olduğu çok açık. Çobanların çiftçileri yağ malayarak<br />

üzerlerinde sürekli egemenlik kurmalar ı , "savunma, üreme ve geçim"<br />

sorunlarının çoğalmasın ı kolaylaştırı yor, örgütlü bir toplum<br />

oluşmasına yol açıyor. Devletin gereçlerinin başında nüfus geliyor. Çoban toplulukları n<br />

katılmasıyla yaratılan " artı ürün",<br />

daha geni ş nüfusu beslemeye olanak<br />

veriyor. Kuşkusuz, nüfusun kendine yeterliliği sağlamas ı gerekiyor.<br />

Kol emeğine gereksinim arttıkça, savaşlarda alı nan tutsaklar<br />

köleleştiriliyor. Böylece, “ köleci toplum” doğmu ş oluyor. Bu durum,<br />

kadınların daha çok ezilmesine de neden oluyor. Çiftçi toplulukları n,<br />

göçebe ilkel topluluklarla alışveri ş ilişkilerinde bulunmalar ı , öte<br />

yandan saldır ı yoluyla işgal ilişkileri, toplumsal yapıları n<br />

farklılaşmasına da yolaçmıştır. Çoban topluluklarda, topluluğ un elde<br />

ettiği mallar ı denetleyen kabile önderleri, alışveri ş sırası nda, tüm<br />

mallar ı topluluğa dağıtmayıp kendilerine ayırdı lar bir bölümünü. Bu<br />

durum, ekonomik farklılaşmay ı giderek arttırd ı . Böylece, toplulukta<br />

önderler ve topluluğun sürüsünü karın tokluğ una güden iki katman<br />

oluştu. Ancak, yerleşme olmadığı ndan, çoban topluluklar zanatkar<br />

sınıf ı oluşturamad ı. Dolayısıyla, topluluk, siyasal farklılaş ma<br />

oluşturamad ı.<br />

Ne ki, ilkel topluluklar, yerleşik uygar topluluklar ı yenilgiye<br />

uğratınca, yerleşik topluluklar, yeni oluşumlara yöneldiler. Birleş erek,<br />

ilkel topluluklara direndiler, yerleşme alanların ı korumak için duvarlar<br />

ördüler. Böylece, ilkel topluluklara kar şı yengiler kazandılar. İ lkel<br />

topluluklar, yerleşik uygar topluluklara yenilince, köleleşiyorlard ı .<br />

Köleleşmemek için birleşip fetih ordular ı kurdular ve başlarına Tanrı<br />

7<br />

buyruğuyla bir kral geçirdiler.<br />

İLK KRALLAR<br />

Elimizdeki en eski belgelere göre, ilk "Tanr ı Kral",<br />

Sümer'de<br />

bulunan Uruk Kenti Kral ı Enmerkar'dır. Topkap ı Müzesi’ndeki Eski<br />

Şark Eserleri Bölümü'nde bulunan 23 cm² kenarlar ı olan bir kare<br />

tablette Enmerkar'ın, yüce bir dağın başı nda bulunan Aratta Beyi'ne<br />

nasıl sinir harbi açtığın ı, onu yenilgiye uğratıp Su Tanrıs ı Enki için<br />

Basra Körfezi yakınlarında " Abzu" tapınağın ı yaptırdığın ı okuyoruz.<br />

Enmerkar, bu başarıy ı " Utu"ya borçludur. Çünkü Uruk Kralı<br />

8 Enmerkar, güne ş tanrıs ı Utu'nun oğludur. Kutsal kitaplarda yer alan<br />

"tufan” ın kahraman ı Ziusudra (Nuh) ve ilk Eyub da, M.Ö. ikinci<br />

binlere rastlayan döneme özgü Sümer krallarıdı r. Belki, Eyub sadece,<br />

7 Kitab-ı Mukaddes, Eski Ahit, Samuel I ve Samuel II bölümleri.<br />

8 Samuel Noah Kramer, a.g.y., s. 38.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


Tanrı'nın ac ı ile denediği bir ş airdir. Ama Musa, Hammurabi’den<br />

(M.Ö. 1750) yüz elli yıl önce yaşam ış Sümer Kral ı Lipit'in yasalarını almıştır. Lipit (M.Ö. 1900), Tanrıça İştar'ın soyundandır ve yasasını 9<br />

İştar göndermiştir. Çok açık ki ilk egemenler, kendilerini tanrıları n soyundan<br />

göstererek halkın üzerinde, tanrısal baskı lar kuruyorlar. Hatta,<br />

kendileri tanr ı gücü kazanıyorlar. Tanrı'ya kar şı gelinemeyeceğ ine<br />

göre, egemenlik kökleşiyor. İbrani mitolojisi, İ lk Nuh'tan, ilk<br />

Eyub’dan ve ilk Musa'dan da anlaşılaca ğı gibi, Sümer ve Babil<br />

mitolojilerinden alınmıştır. Zaten, İsrailoğullarının kurucusu İ brahim<br />

de, Gılgam ış Destanı'nda ad ı geçen Uruklu bir tüccardır ve kardeş i<br />

10 Lut'u kurtarmak için Filistin'e gider ve orada kalır. İ braniler,<br />

Filistinliler tarafından yenilgiye uğratıldığı nda peygamber Samuel<br />

yaşlıyd ı. İsrail yaşlılar ı, onun huzuruna çıkı p "Bütün halklar gibi bizi<br />

yönetmesi için başımıza bir kral koy" dediler. O da, Yehova'ya (Tanr ı )<br />

danışt ı. Rab, " Dediklerini yap ama bilsinler ki yadsıdıklar ı sen<br />

değilsin, üzerlerinde krallık yapmayayım diye beni yadsıdı lar."<br />

dedi.<br />

Yehova, toplumsal farklılaşmaların onlara neye mal olacağın ı da<br />

bildirir. Kral ve oğullarının, onların oğulların ı asker, kızların ı cariye<br />

yapacağın ı, en iyi tarlaların ı alıp kendi memurlarına vereceğini, onları<br />

angaryada çalıştıracağın ı , seçtikleri kral yüzünden bir gün feryat<br />

edeceklerini, onlara söylemesini bildirir. Bu sözler devlet bilgisini<br />

içeriyor. Samuel, İbranilerin en uzun adam ı Saul’u (M. Ö. 1000) kral<br />

seçer. Tanrı'nın buyruğuyla, krallığın hakların ı kitaba (Tevrat) bir bir<br />

yazar. Samuel, Yehova'nın kesin buyruğ unu Saul'a bildirir:<br />

"Yehova'nın düşmanlarının tüm insanların ı ve hayvanlarını öldüreceksin." Saul, düşman ı yenilgiye uğratır ama buyruğ u<br />

uygulamaz. Böylece, kral-peygamber (kaynağında Tanrı -kral)<br />

11<br />

çatışmas ı başlar. Samuel, Saul'u krallıktan atar, Davut'u kral yapar.<br />

İbraniler, kendilerine sunulan ülkeye yerleşince, eş itlikçi kabile<br />

yapıs ı çözülür. Savaşç ı göçebe tanrıs ı, işlevini tamamlamıştı r.<br />

Farklılaşm ış çoban ve çiftçi İ brani toplumunun gereksinimlerine,<br />

göçebe toplumun töreleri yeterli görülmedi. Davut’un kurumlaştırdığı devlette toplumun soylu sınıf ı, çadırlardan kentlere taşını r. Davut’un<br />

oğlu Süleyman, altın kaplamal ı bir tapınak yaptırm ış, üç yüz kadı n<br />

alm ış, yedi yüz cariye edinmi ş , binlerce deve ve davar sahibi<br />

12 olmuştur. Soylular, kent uygarlığıyla tanışı nca, göçebe kabilelerin<br />

9 Samuel Noah Kremer, a.g.y., İlk Musa, İlk Nuh, İlk Eyup bölümleri.<br />

10 Kitab-ı Mukaddes Tekvin, Bap 25, Ayet 20, Bap 28, Ayet 5, Bap 31, Ayet 20, Muazzez<br />

İlmiye Çığ, Ebrahim Peygamber, s. 82, Kaynak Yayınları, 2000, İstanbul.<br />

11 Kitab-ı Mukaddes, Samuel Bölümü.<br />

12 Kitab-ı Mukaddes, Süleyman bölümü.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


tanrıs ı Yehova'y ı bırakm ış, Filistinliler'in tanrılar ı Baal'e ve Aş er'e<br />

(Sümer tanrıças ı İştar'dan esinlenildiği açık) tapınmaya başladı lar.<br />

İbrani peygamberleri, onlar ı, Yehova'ya ihanetle suçladı lar. Onlar,<br />

Baller'le zina yapmışlard ı!<br />

M.Ö. 750'de, çoban peygamber Amos, Yehova'nı n,<br />

İsrailoğullar ı’n ı şiddetle cezalandıracağın ı duyurur. Süleyman, M.Ö.<br />

922'de öldü. İbrani Krall ığı, İ srail ve Yuda (Yahudi, Yahuda)<br />

krallıklarına bölündü. M.Ö. 722'de, Asurlular, İsrail Krallığı'n ı yıkı p<br />

soylular ı ve zanaatkârlar ı , Babil'e götürdüler. Böylece, Amos'un<br />

kehaneti gerçekleşmi ş oldu. M.Ö. 587'de, Babil-Mısır savaşı nda,<br />

Yuda devleti, Mısır devletiyle işbirliği yapt ı. Babil ordular ı Mısı r<br />

orduların ı yenince, bu kez Yuda soylular ı ve zanaatkârlar ı , Babil'e<br />

köle olarak götürülür. Babil'in ünlü asma bahçelerini ve sarayların ı ,<br />

İbrani yap ı ustalarının yapt ığı söylenir.<br />

Her iki sürgünün de, İbrani halk ı için uygarlık eğitimi olduğ unu<br />

söylemek gerekir. Mezopotamya uygarlığını n tüm zenginliklerini ve<br />

birikimlerini koruyan Babil'de, kent uygarlığın ı tanıdılar. TANRILARIN ZORUNLU DÖNÜŞÜMÜ<br />

Totem inancındaki ilkel topluluklarda " mana" gücü, kendisini<br />

özellikle savaş larda gösterir. Totemin gizilgücü mana cevheri,<br />

topluluğun yengisiyle kendisini kanıtlam ış olur. Yenilen topluluğ un<br />

toteminin gizilgücü yetersiz sayılır. Yenilgiye uğram ış topluluğ un<br />

totemi de (tanr ı) yenilmi ş olur. Kaynağında, bu inanç, Tanrı'nı n<br />

insanlaşmasına yolaçmıştır. İlk tanrılar, hayvan ya da ağ aç olarak<br />

betimlenmi ş, yontularda somutlaşmıştır. Hayvanlar evcilleş tirilince,<br />

topluluğun totem olarak kabul ettiği cinsin bir türü tanr ı olarak kabul<br />

edilmiştir. Örneğin, öküz değil de, apis öküzü. Doğ aya egemenlik<br />

artınca, tanrılar, hayvan başl ı, insan gövdeli olarak betimlenmiş ler.<br />

Giderek, insan başl ı, hayvan gövdeli tanrılar imgelenmiştir. Örneğ in,<br />

eski Yunan' da, çobanların ve sürülerin tanrıs ı olan Pan sipsivri çeneli,<br />

buruşuk yüzlü, suratında hayvansal kurnazlık taşıyan, teke bacaklıdı r.<br />

İnsan her şeyin ölçüsü sayıldığında, tanrılar da insanlaşı r. Zeus, tam<br />

bir insandır. Doğaya kafa tutan insanın tanrıs ı insanlaşmıştır. İbrani kabilelerinin ortak tanrıs ı Yehova, mızrakl ı, muhafızları olan, sakall ı, kullarına sisler içinde görünen, ama Musa ile yüz adı m<br />

uzaklıkta konuşan Rab'dır. Ayrıca, Tevrat'ta, “ Ben size benzerim."<br />

13<br />

diye tanıtır kendisini.<br />

Düşman kabileler, Eyub'un oğulların ı öldürüp kızların ı kaçırı nca,<br />

sürülerini sürüp götürünce, Eyub, Yehova'ya gücenir ve kırgı n sözler<br />

13 Kitab-ı Mukaddes, Tekvin bölümü.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


söyler. Rab, elçisinin yanına gelir ve ona, kendisinin nası l güçlü<br />

olduğunu söyler. “ Sen bu değin güçlüysen, beni neden korumadı n?”<br />

der Eyub: "Allahın dehşetleri, bana kar şı cenge dizildiler.”<br />

14 Eyub,<br />

Yehova’nın gücünü kabul etmekle birlikte, kendisine yapılan ı içine<br />

sindiremez, onun gücünü görmek ister. "O zaman Rab, kasırganı n<br />

içinden Eyub’a cevap verdi.” 15 Gücünün sınırsızlığın ı kanı tlayan<br />

sözler söyler. Eyub, Rabb’ ın yanıtların ı dinledikten sonra, “ Sen, der,<br />

Levyatana’y ı (suaygır ı ) olta ile çekebilir misin? Yahut çengelle<br />

çenesini delebilir misin? Sana çok yalvarır m ı? Yahut sana tatl ı sözler<br />

söyler mi? Seninle akit (söz) keser mi ki, onu daimi köle alası n?<br />

Onunla oynar mısın, kuşla oynar gibi? Ve onu kızların için bağ lar<br />

mısı n? Tüccarlar içinde onu pay ederler mi?“<br />

16 Rab yanıtlar: " Bütün<br />

gökler altında ne varsa benimdir. Onun azas ı (organ ı ) ile zorlu<br />

kuvvetinden ötürü, sözünü kesmeyeceğim. Onun esvabını n (derisinin)<br />

önünü kim açabilir? Yüzünün kap ı kap ı kanatların ı kim açabilir?<br />

Çepçevre dişleri dehşettir. Övündüğü onun çetin pullarıdır. Sı k<br />

mühürle kapamışlardır. Biri ötekine çok yakın. Araları na hava<br />

girmeyecek kadar, birbirlerine yapışıklardır. (Suaygır ı diye<br />

çevrilmesine karşın timsah ı betimlediği anlaşılıyor) Bitişmiş lerdir<br />

ayrı lamazlar“ . 17<br />

Eyub, Rabb’ ın kutsad ığı hayvanla kar şı karşıyadı r. Rab<br />

levyatana’y ı " bütün gurur yollar ı üzerinde kral"<br />

olarak tanı mlar. Bu<br />

da, İbraniler’in Mısır sürgününde, timsah ı totem olarak<br />

benimsediklerini gösteriyor. Çünkü yenilmişlerdir. Kaynağı nda,<br />

İbraniler'in totemleri domuzdur. Totemin insanlaştığın ı , bu parça<br />

değin açık gösteren çok az metin vardı r. Sonunda, gücünü onaylayan<br />

Eyub'a, Rab, güzel kızlar ve oğullar ile eski zenginliğinin iki katını verir. 18<br />

Bu mit, Thomas Hobbes'u yakından ilgilendirmiş tir. 1651’de<br />

yazd ığı Leviathan adl ı yapıtında, devlet kuramın ı ortaya koyar. Tanrı<br />

krall ığı yoktur. Devlet, Tanr ı’nın Kurumu değil, toplumsal geliş menin<br />

ürünüdür.<br />

Öncelikle, Leviathan (Levyatan) ölümlü bir tanrıdı r. Özel bir<br />

cevher olarak ruh (mana) yoktur. Biricik cevher, özdeksel (maddi)<br />

nesnelerdir. Tanr ı , bizim imgelemlerimizin (tahayyül) bir ürünüdür.<br />

Belli ki, Hobbes, doğal yaşamdan çok, doğ al hakka önem veriyor.<br />

Eyub, kendi güvenliğini tehlikede görünce, " varlığın ı sürdürme<br />

14 Katıb-ı Mukaddes, Eyub, Bap 6, Ayet 4, Kutabı Mukaddes Şirketi Yayınları.<br />

15 Kitabı Mukaddes, Eyub, Bap 38, Ayet 1.<br />

16 Kitabı Mukaddes, Eyub Bap 41, Ayet 1–6.<br />

17 Kitabı Mukaddes, Bap 41, Ayet 11–17.<br />

18 Kitabı Mukaddes, Bap 41, Ayet 33.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


hakkı"na dayanarak, doğa yasaları na uymak istemiyor ya da en<br />

azından doğa yasalarına direnmek istiyor. Rab da, Levyatana'yı<br />

yenecek güçte olduğunu söylüyor ama bir türlü öldürmüyor. Tanr ı ,<br />

doğa yasalarına boyun eğiyor. Eyub’la sivil bir sözleş me yaparak eski<br />

zenginliğinden daha büyük bir zenginliği sunuyor ona. Bir de kalıcı bir mutluluk bağışlıyor sabırl ı kuluna. Rab'la Eyub arasında, tanrı sal<br />

temele dayanan bir sözleşme değil, toplumsal kökende bir sözleş me<br />

yapılıyor. Hobbestun Leviathan’ ının iç kapağında, ülkenin doğ u ufkundan<br />

doğan insanın normal boyutların ı aşan boyutta bir kral ı temsil eden bir<br />

resim vardır. Kaynağında, bu kral, birçok insandan oluşan bir insandı r.<br />

Yurttaşlar topluluğunun bir simgesi ( commonwelth) olan kral, sağ<br />

elinde bir kılıç, sol elinde bir yanarca (meşale) tutmaktadır. Eski Mısı r<br />

firavunlar ı da, sa ğ ellerinde kamç ı , sol ellerinde kanca ile temsil<br />

edilirler. Açıkça, Hobbes’un devleti, tanrısal devletten çok farkl ı bir<br />

kurumdur. Bir şirketler topluluğu ( res publica) gibi düş ünülebilir.<br />

Şirketin kurucularının sözleşmesiyle ortaya çıkmıştı r. Leviathan,<br />

toplumsal sözleşmenin ürünü olarak sunuluyor, siyasay ı Tanrı<br />

katından, toplum yapısına indiriyor. Kaynağında, Rönesans'ı n<br />

bireyselliğini bir adım daha ileri götürerek “ ulusal bireysellik”e<br />

dönüştürüyor. Bir ölçüde "ulus devleti"nin temellerini atıyor. Kralı n<br />

sa ğ elinde tuttuğu kılıç (firavunun kamçıs ı), devletin iş levi olan<br />

savunma hakkın ı ve yurttaşların güvenliğ ini temsil ediyor. Sol<br />

elindeki yanarca da, sürekli bar ışı, geçimi, gelişmeyi yansıtıyor. HOBBES'UN TEMEL AMACI<br />

Hobbes’un Leviathan' ı yazd ığı yı llarda, tüm Avrupa devletleri,<br />

Roma'nın dünyasal devlet geleneğine karşı n, Hristiyan devletidirler.<br />

Hristiyan devletinin kökeninde İbrani mitolojisi vardı r. Kutsal<br />

kitaptaki sözler, kaynağında, Tanrı'nın sözleri değ il, peygamberin<br />

ilettiği sözlerdir. Yunan mitolojisinde de, devlet bilgisi, insancı klara<br />

Zeus'un armağanıdı r. Zeus'un mitsel devlet bilgisine bakarsak,<br />

Mezopotamya'da kurulan egemenliklerin devlet anlay ışı , daha somut,<br />

daha toplumsal dayanaklara sahip görünüyor. Mezopotamya kent<br />

devletlerinde, tanrılar ya da tanrıçalar, birinci kişi olarak buyruklarını 19<br />

“Kral”a bildirirler, Kral da, üçüncü kişi olarak bildiriyi onlardan alır. Asur'da, tanr ı bildirileri, saraya bağl ı olanlara geliyor. Örneğ in, Kral<br />

Sanharip'in öldürülmesinden sonra (M.Ö.681), taht kavgalar ı başlı yor.<br />

İktidar savaşımından Asarhadan yengiyle çı kar ve kral olur (M.Ö.<br />

680). M.Ö. 669 yılına değin krallı k yapan Asarhadan’a, yönetim<br />

19 A. Leo Oppenheim, Ancient Mezopotamin, s. 221, Chicago, 1964.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


ilgisi, Aşk Tanrıças ı Arbela İştar'ından gelir. Arbela İştar' ı, ş öyle<br />

buyurur Asarhadan'a: "Ben, Arbela İştar’ ıyı m. Ey Asarhadan, Asur<br />

kral ı Asur'da, Ninive’de, Kalah ve Arbela’da, uzun zamanlara, sonsuz<br />

yıllara kadar, benim kralım Asarhadan' ı koruyacağı m. Uzun<br />

zamanlara, sonsuz yıllara kadar. Tahtın ı göğün altı na kurdum. Onu<br />

altın bir çiviyle göğe bağladım. Elmasların ışığı ile Asur Kralı<br />

Asarhadan' ı ışıklandırdı m. " 20<br />

Asur Yasa Derlemeleri'nin, M.Ö. 700'lerde yapıld ığı bilindiğ ine<br />

göre, Asarhadan’ ın Yasas ı, bu derlemelerden alınmıştı r. Asur, Babil,<br />

Hitit yasa derlemelerinde, buyruğun " İştar"dan geldiğ i özellikle<br />

vurgulanıyor. İştar, kimlerden ne kadar vergi alınacağın ı , hangi<br />

suçlara hangi yaptırımların uygulanacağın ı, toplumsal ve kiş isel<br />

suçların neler olduğunu, kısas ı, düzenin nasıl işleyeceğ ini belirliyor.<br />

Tanr ı buyruğuna kar şı çıkmaksa, olanaksız oluyor. Kar şı çı kanlar da,<br />

Tanrı'nın buyruğuyla öldürülüyorlar. Yargının nasıl yapılaca ğı bile,<br />

İştar'ın buyruğuyla belirlenmiştir. Krallara düşen, Tanr ı buyruğ unu<br />

yaşama geçirmektir. Egemen güç, özellikle, “ efendi”ye boyun<br />

eğmenin erdemini balIandıra balIandıra anlatır. Boyun eğ meyenlerin<br />

boyunlarının vurulaca ğı da özellikle vurgulanı r. Egemen gücün (kral<br />

ve memurlar ı) adaletine güvenilmesi gerektiği, doğrudan Tanrı ça<br />

İştar’dan gelir. İştar'ın Aşk Tanrıças ı olmas ı da ilginçtir. İ nsan<br />

ilişkilerinin kökeninde yatan özdeksel öğ eyi gösteriyor. Demek,<br />

devleti oluşturan öğelerin başında “ üreme” geliyor. Bir bakı ma, nüfus<br />

öğesini de kapsı yor. Aristoteles (M.Ö. 384–322), devletin temel<br />

öğesinin nüfus olduğunu söylerken (bkz. Atinalılar’ ı n Devleti),<br />

Mezopotamya yasa derlemelerini dikkate alm ış olmal ı . Nüfus,<br />

devletin sürmesi için o değin önemli ki, Mısırl ı bilge İ puver, M.Ö.<br />

2170 yılından kalma bir papirüste, şöyle sızlanı yor: "Kap ı bekçileri<br />

gidip yağmalayalım derler. Çölün kabileleri her yerde Mısırl ı oldular.<br />

Ülke, çetelerle doldu. Bir adam, tarlasın ı sürmeye kalkanı yla gidiyor.<br />

Nil taşıyor, tarlalar ı süren yok. Khum (insanlar ı, her yeni doğ an<br />

insan ı yaratan tanr ı), ülkenin bu durumundan dolay ı, artı k, insan<br />

biçimlendirmiyor.” 21 İpuver, bu kargaşanın eş itlikçi bir durum<br />

yarattığın ı da yazı yor. Yoksullar, sevinç içindedir. Evin<br />

hanımefensinin kızıyla hizmetçinin ve kölenin çocuklar ı arası nda<br />

ayrım yapılmamaktadır. Dinsel etki azalmıştır. Tapı nak yapan ustalar,<br />

tarım üretimine geçmişler. El zanaatlar ı sona ermi ş , prensIer,<br />

sokaklarda aç tazılar gibi gezmektedirler. Mısır’ ın tahıl ı ortak mülk<br />

olmuştur. Yarg ı salonunun yasalar ı sokaklarda çiğnenmektedir. 20 Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni, s. 16, Kaynak Yayınları,<br />

1995, İstanbul.<br />

21 Alaeddin Şenel, Siyasi Düşünceler Tarihi, s. 95, AÜ Siyasal Bilgiler Yayını.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


Bütün imparatorlukların örneği olan Babil İmparatorluğ u,<br />

İmparator Hammurabi Yasa Derlemeleri’yle kurmuş tur düzenini.<br />

Hammurabi (M.Ö. 1750) Mezopotamya site (kent) devletlerinin<br />

törelerini toplam ış ve kendisinden sonra gelen tüm imparatorlukları n<br />

örneği olmuştur. Hammurabi Yasa Derlemeleri, ba ş tanr ı " Marduk"un<br />

buyruğudur. Hammurabi, “ Beni, halk ı yönetmeye ve Ülkeye yardı m<br />

etmeye Marduk gönderince, ülkenin dilinde yasalar koyup adaleti<br />

kurdum ve halkın gönencini artırdı m"<br />

diyor. 22 Yasalar ı, adalet Tanrısı " Şamaş” (Güne ş, Arapça şems sözcüğünün kökeni) göndermiştir. Yunan mitolojisinde de, "devlet bilgisi’ni insanlara armağ an eden<br />

Zeus'tur. O Zeus ki, Hellen Pantheonu'nun (tanrıların tek tapına ğı ) en<br />

büyük tanrısıdır. Işık, aydınlık, gök ve yıldırı mlar, onun<br />

buyruğundadır. Gerçi Apollon Güne ş ’le ve Poseidon deniz1e özdeş<br />

olmad ığı gibi, Zeus da, " Gök"le ayn ı değ ildir. Hellen felsefesinde,<br />

tanrılar gelişmelerinin başka bir aşamasında sahip olduklar ı varlı k<br />

değerini yitirmişlerdir, ama bizim sözünü edeceğimiz aş amada, Zeus,<br />

bir söylence kahraman ı değil, evrene doğ rudan egemendir<br />

kaynağında. Zeus’un kişiliği, Homeros destanlarında kotarılmıştı r.<br />

Zeus, canlılar ı yaratmamıştır, ama canlılar yaratıldıktan sonra, onları<br />

yönetmek işini Olimpos’ta üstlenmiştir. Kuşkusuz, bir tanrı lar örgütü<br />

vardır Olimpos’ta. Zeus, onlar ı da yönetir ve onlarla hükmeder evrene.<br />

Canlılar yaratıldıktan sonra, onlar ı donatma iş lerini, Zeus<br />

Prometheus ile kardeşi Epimetheus’a vermiştir. Epimetheus, doğ aya<br />

kar şı kendilerini korumalar ı için, hayvanlara bol bol post, tüy, di ş ,<br />

tırnak dağıtır, ama insana verilecek bir şey kalmamıştır. Çı plak, tüysüz<br />

insan, elleri önünde, çaresiz dolaşıp durmaktadı rlar. Prometheus<br />

yetişir insanların yardımına. İnsanların yabanı l hayvanlardan<br />

korunmalar ı, kendilerini donatmalar ı için Olimpos’a çı kar,<br />

Tanrılardan ateşi ve zanaatlar ı çalar, insanlar ı donatı r. Ancak, devlet<br />

bilgisine sahip olmayan insanlar, birbirlerine saldırı rlar, neredeyse,<br />

birbirlerini kırıp soyların ı tüketeceklerdir. Epimetheus, Prometheus’un<br />

tam karşıtıdı r. Zeus, becerikli Prometheus'u aldatmak için onu<br />

kullanır. Epimetheus'un ikiyüz1ü1üğüne karşı n, Prometheus, Zeus’u<br />

iki kez yenilgiye uğratır. Prometheus, kardeş ine, Zeus'tan en küçük bir<br />

armağan bile almamasın ı öğütler ve onu uyarı r. Zeus, Hermes'in<br />

aracılığıyla, Epimetheus’a, Pandora'y ı armağ an eder. Pandora, Hellen<br />

söylencesine göre, ilk kadındır. Öyle anlaşılı yor ki, Mezopotamya<br />

söylencesinden aktarılmıştır. Hesiodos’un İş ler ve Günler adlı<br />

yapıtında anlatılır ilk kez. Zeus’un buyruğuyla, bütün tanrıları n<br />

22 Alaeddin Şenel, a.g.y, s. 91.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


yardımıyla, Hephaistos ile Athena tarafından yaratıld ı. Tanrıları n her<br />

biri ona bir nitelik verdi. Bu yüzden, kadı n, güzellik, beceri,<br />

karşısındakine güven duygusu verme, kandı rma gücü vb niteliklerle<br />

donatılmıştır. Ne ki Hermes, onun yüreğine yalan ı ve düzenbazlığı<br />

yerleştirmiştir. Ateşin tanrıs ı Hephaistos, onu ölümsüzlükle donatt ı .<br />

Prometheus, Olimpos’tan ateşi ve zanaatlar ı çalı p insanlara verince,<br />

Zeus, Pandora’y ı Prometheus’u cezalandırmakta kulland ı. İnsanları cezalandırmak için, Pandora’y ı bütün tanrıların armağan ı olarak<br />

insanlara sundu. Pandora’y ı, Epimetheus’a gönderdi. Pandora’nı n<br />

güzelliğiyle büyülenen Epimetheus, kardeşinin öğ üdünü unutup,<br />

Pandora’y ı kendisine e ş yapt ı. Oysa, Pandora'nın yanında getirdiğ i bir<br />

küp vard ı. Bu küp, bütün kötülükleri içinde saklıyordu. Küpün ağz ı ,<br />

kötülüklerin dünyaya yayılmamas ı için, bir kapakla kapatılmışt ı .<br />

Olimpos’ta, büyük bir özenle korunuyordu bu küp, ama Zeus, onu<br />

Pandora’ya vererek insanIar ı cezalandırmay ı tasarlamışt ı . Pandora’ya,<br />

küpün kapağının açılmamasın ı özellikle öğ ütledi, ama bir yandan da,<br />

yüreğ indeki merak duygusunu körükledi. Dayanamayan Pandora,<br />

yeryüzüne ayak basar basmaz, küpün kapağın ı açt ı , kötülükler de<br />

hemen, yeryüzüne dağıld ı, Ancak, küpün dibinde duran “ umut”,<br />

ürkerek kapa ğı hemen kapatan Pandora’nın sayesinde, dışarı çıkamad ı. Kimi söylencelerde, tam tersi bir durum anlatılı r. Küp,<br />

iyiliklerle doluydu ve Zeus, onu Epimetneus’a armağ an olarak<br />

göndermişti. Pandora dayanamayıp açı nca, tüm iyilikler uçup gitti,<br />

dünyaya da kötülükler kald ı.<br />

Bir söylenceye göre, Prometheus, kile biçim vererek insanları<br />

yaratt ı, ama Hesiodas’un Theogania’sı nda böyle bir bilgiye<br />

rastlanmıyor. Resiodos’a göre, Prometheus, insanların yaratıcıs ı değ il,<br />

ama velinimetidir. İnsanların mutluluğ u için, Zeus’la zorlu bir<br />

savaşıma girişmiştir. Onu iki kez yenilgiye uğratmıştı r. Birincisinde,<br />

tanrısal ateşi çald ığı için, Zeus, yukarıda da belirttiğ imiz gibi,<br />

Epimetheus’u kulland ı. Ona, Pandora'y ı armağan etti. Düğ ünde<br />

bulunmak üzere tüm tanrılar ı toplayı p yeryüzüne indi. Prometheus, ilk<br />

kez, bir sığır ı iki parçaya ayırd ı. Tanrılara kurban için yapmışt ı bunu.<br />

Kurban derisinin bir parçasına etleri sard ı, bir parçasına da, içyağı na<br />

sarılm ış kemikleri koydu. Zeus’a seçmesini söyledi. Zeus, içyağı na<br />

sarıl ı kemikleri seçti. Etleri içyağını n içinde umuyordu ama<br />

Prometheus onun bencilliğini kavram ış, onu kandırmışt ı . Etler<br />

insanların, kemikler tanrıların olmuştu. Zeus, bu duruma çok kızd ı .<br />

İnsanIara bir daha ate ş göndermemeye karar verdi. Prometheus,<br />

Güne ş’in tekerleğinden ateşin tohumunu çalıp insanlara dağıtt ı . Zeus,<br />

bu kez, Prometheus’u Kaukasos (Kafkas) Da ğı ’na, çelik zincirlerle<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


ağlad ı. Ekhidna ile Typhon’dan doğma bir kartal ı, ona saldırtt ı .<br />

Kartal, her gün, Prometheus’un karaciğerini yiyor, ama karaciğ er, her<br />

gün yeniden oluşuyordu. Zeus, Prometheus'u Kaukasos Dağı'ndan çözmemek için “ Styks”<br />

(Ölüler Ülkesinin Irma ğı) üzerine andiçti. Ama, oğ lu Herakles,<br />

Kaukasos bölgesinden geçerken, kartal ı bir okla öldürdü,<br />

kahramanımız ı kurtard ı . Prometheus, Zeus’un, insan soyunu yok<br />

etmek için bir tufan hazırladığın ı (bu söylence de, eski bir Sümer<br />

söylencesinden alınm ış, bkz. Tarih Sümer’de Baş lar,<br />

İ lk Nuh)<br />

duyumsam ış (duymam ış, duyumsam ış), felaketten kurtulmanı n<br />

yolların ı, oğlu Dekalion’a öğretmişti. 23 Prometheus’un kurtulması ndan<br />

sonra, insanlara acım ış olan Zeus, birbirlerini yiyip tüketmesinler<br />

diye, habercisi Hermes'in aracılığı yla, onlara "devlet bilgisi"ni<br />

göndermiştir. Zeus, bu bilginin tüm insanlara dağıtılmasın ı buyurur.<br />

Protagoras (M.Ö.481–411), bu mite dayanarak devlet kuramını geliştirir. Devlet bilgisinin tüm insanlara özgü olduğ unu söyleyen<br />

Protagoras, demokratik bir devlet anlayışı na sahiptir. Ona göre,<br />

“ İnsan, her ş eyin ölçüsüdür” . Kuşkusuz her şeyin ölçüsü olarak insanı<br />

alınca, tanrıların etkisizliği kendiliğinden çıkarsanı yordu. Protagoras,<br />

bir tanrıtanımaz olarak yadsındı. Tanrılar Üzerine adl ı yapıt ı , Atina’da<br />

yakıld ı. Ona göre, özdek (madde) kalıc ı değildir, her ş eyin köklü bir<br />

nedeni vardır, o da özdektir. Söyleyenin ana biçimleri ş öyledir: Dilek,<br />

soru, yanıt, buyruk. Buyruk bir egemenin isteğine bağl ı olmamal ı ,<br />

devletin yasalarıyla verilmelidir. Hukuktan ve insana saygı dan<br />

nasibini almam ış olan kişi için, devlet yok edilmelidir. Siyaset sanatı<br />

ile iyi yurttaşlar yetiş tirme üzerine dersler veren Protagoras, devlet<br />

bilgisini, saygıya ve hukuka bağlarken doğ ruluk ve utanma<br />

duygusunu temel alır. Bunlar, yurttaşlı k için zorunlu erdemlerdir.<br />

Yurttaşlık erdemi sanırım, Protagoras'ın felsefeye getirdiğ i bir<br />

kavramdır. Dindarlık doğruluk, doğruluk da dindarlık değ ildir.<br />

Devletin görevi çocuklara erdem ve doğruluk öğ retmektir. Yasalar<br />

(hukuk diyor Protagoras), erdem üzerine yapılmadı kça, toplumsal<br />

yarar sağlayamaz. Sayg ı ve hukuk, devlet bilgisidir ve herkeste<br />

olmalıdır. Bu da, Hermes’in insanlara Olimpos’tan getirdiğ i devlet<br />

bilgisini herkese eşit dağıtması na dayanan bir kuram olsa gerek.<br />

24<br />

Nomos’un (yasalar) ölçüsü de insandır onun için.<br />

Yunan sofistlerinin en ünlülerinden biri de Antiphon’dur. M.Ö. V.<br />

yüzyılın son yarıs ı ile M.Ö. IV. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı varsayılan Antiphon, toplumsal yasaların buyruklarının “ dilek”e göre,<br />

23 Pierre Grimal, Mitoloji Sözlüğü, Yunan ve Roma, Prometheus Maddesi, Sosyal Yayınlar,<br />

1997, İstanbul.<br />

24 Platon, Diyaloglar, Protagoras, Hürriyet Yayınları, 1975, İstanbul, Çev: Tanju Gökçöl.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


doğa yasalarının (physis) ise zorunlu olduğ unu söylüyor. Toplum<br />

yasalar ı, sözleşme ile kararlaştırılmıştır. Toplumun yasalar ı, doğanı n<br />

yasalarına karşıdır. Gözler doğada istediğini görür, dil dilediğ ini<br />

söyler, ama toplum yasalar ı neleri görüp neleri söylememiz<br />

gerektiğini buyurur bize. Kurallar koymuştur. Soyluları n<br />

çocuklarından çekiniyoruz. Böylece, birbirimize kar şı barbarlı k<br />

yapıyoruz, oysa, doğada tümümüz ayn ı yaratılmışızdır. 25<br />

Görüldüğü gibi eski uygarlıklarda, siyasal düşünü ş , dinsel<br />

düşünüşle özdeştir, hatta siyasal düşünüş ü yönlendiren dinsel<br />

düşünüştür. Mezopotamya kentlerinin yasa derlemelerinde açı kça<br />

görülen ilke, dinsel düşünüşü siyasal düşünüşe egemen kılanları n<br />

soylular sınıfının olmasıdır. İbrani kabileleri, kentleşen soyluları n,<br />

Yehuda’y ı bırakıp başka tanrılara taptıkların ı görünce, özellikle Babil,<br />

Asur ve Mısır köleliklerinde, Yehova’y ı, birliğ i korumak için<br />

kutsadılar. Yehova, Tevrat’ta onlara şöyle diyordu: “ Baeller’e<br />

tapınırsanız, sizi düşmanlarınızın eline veririm.” Yenilgiye<br />

uğramalarına karşın, Yehova’y ı yenilmi ş saymadı lar. Bu da, yeni bir<br />

toplumsal geliş meyi imliyor. Bütün kabileler, ortak bir tanrıyı benimsiyorlar. Tüm İsrail kabilelerinin ortak tanrıs ı olmay ı baş aran<br />

Yehova “tek tanr ı ” niteliğini kazand ı. Yehova’nın seçilmi ş kavmi,<br />

kendisine adanm ış ülkeye dönecekti. Kaynağında, İ braniler, Babil’den<br />

ve Mısır’dan, “ baştanr ı ” kavramın ı öğrenmiş lerdi. “Amon-Ra”,<br />

Mısır’ ın baştanrıs ı idi, “Bael” de Babil’in. Çoktanrıcılığı n geçerli<br />

olduğu toplumlarda, her tanr ı için bir tapınak vard ı. Baştanr ı olması na<br />

karşın, her tanr ı için tapınak bulunuyordu. Kuşkusuz, bu tapınakları n<br />

varlıkların ı korumalar ı rahip sınıfının çıkarınayd ı . Rahipler, bu<br />

tapınaklar sayesinde geçiniyorlard ı. Bu durum, tektanrıcılığa geçiş i<br />

oldukça geciktirmiştir. Çoktanrıc ı toplumlarda, her sınıfın bir tanrısı olduğunu düşünebiliriz. Devlet (egemen sınıf), tanrılar arası nda bir<br />

ayrım gözetmemekle birlikte baştanrıy ı önemsiyordu.<br />

DOĞUYA GİTTİKÇE<br />

Doğu’da, durum biraz daha farklıdır. Gerçi, çoktanrıl ı dizge,<br />

insanlığın ortak yaşad ığı bir durumdur ama, Doğu’da biraz daha farklı<br />

geçirilmiştir bu durum. Örneğin, daha sonra İ brani mitolojisine de<br />

giren “çoktanrıcılı k”<br />

(hémotéisme) İran yoluyla Hint’ten gelmiş tir.<br />

İran tarihinde de, siyasal düşünce, dinsel düşünceyle bileş ik olarak<br />

gelişmiştir. M.Ö. VI. yüzyılda, Zaratustra (Zerdüşt) adı nda bir<br />

düşünür “ Magicilik”te (mecusilik) ciddi bir reform yapt ı. Bat ı felsefe<br />

tarihçilerinin “Zoroasterism” (Zoroastericilik) adıyla andıkları 25 Walther Krans, Antik Felsefe, s. 198, Sosyal Yayınlar, Çev: Suad Y. Baydur.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


Zerdüştlük, kaynağında, Pers soylularının dinidir. Zaratustra, tanrıyı ikiye indirmiştir. İyilik tanrıs ı olan Ahura Mazda, Pers<br />

kabartmalarında, büyük Pers kralının başında, kanatl ı bir güne ş kursu<br />

biçiminde görülüyor. Öyle anlaşılıyor ki, bu örge, kralı n koruyucusu<br />

işlevini görüyor. Darius, M.Ö 486’da, Behistan Da ğı ’na söylevini<br />

oydurmu ş. Nakşi Rüstem Yazıt ı’nda, Ahura Mazda, “ Yeryüzü<br />

düzeninin bozulduğ unu görünce, onu bana verdi, ben yeryüzüne düzen<br />

verdim” diyor Darius. 26<br />

Demek, Darius da, Asarhadan’dan gelen töreye göre, bir Tanrı<br />

bildirisiyle kullanıyor egemenlik hakkın ı. Kısas ı, Zerdüş tlük de, bir<br />

devlet dinidir ve siyasal egemenliğ i biçimlendiriyor. Ahura<br />

Mazda’nın, Mezopotamya, Mısır, Yunan ve Hitit tanrılar ı gibi, bir<br />

biçimi yoktur. Sürekli olarak kötülük tanrıs ı “ Ahriman” ile savaşı r,<br />

ergimi ş göksel bir metal seli göndererek evreni kötülüklerden korur.<br />

Demek, Zerdüş tlük, bir göksel gücün, yeryüzünde iyilik ve kötülük<br />

gibi kutlarına dayanan “hénotéiste” (çokta tanrıc ı ) bir inanç dizgesidir.<br />

Kaynağında, tek bir göksel güç vardır, ama bu güç, kendisini “ iyilik ve<br />

kötülük” biçiminde göstermektedir. Çoktanrıc ı değil de “ çoktatanrıcı”. Hristiyanlık da, bu anlamda, tektanrıc ı bir din değil, çoktatanrıcı bir dindir. Tanr ı, kutsal ruh olarak İsa’da yansımıştır. Öyle ki, İ sa,<br />

kutsal ruhun gücünü kullanarak ölüleri bile diriltebilir. İsa, dünyanı n<br />

sona ereceği bir dönemde yeryüzüne gelecek ve Tanr ı’nın Krall ığı’nı kuracak, tüm kötülüklere son verecektir. Tıpk ı Zerdüştlük’te olduğ u<br />

gibi. Zerdüştlük’te de, Ahura Mazda’nın, son hesaplaş ma günü<br />

(kıyamet günü), yeryüzüne ineceği ve Ahriman’ ı (kötülük tanrıs ı )<br />

yenilgiye uğrataca ğı inanc ı vardır. Zaratusra, bu yüzden, insanları n<br />

Ahura Mazda’ya yardımc ı olmaların ı istemektedir. Kötülükler çok<br />

özdekseldir. Yoksulluk, soğuk, sayrılıklar, yabanı l hayvanlar, ürünleri<br />

yakanlar, vb.<br />

İnsan ı günaha yönlendiren cinsellik, gurur, zorbalı k, kan dökme<br />

gibi ahlak felsefesiyle (etik) ilgili kavramlar da, Ahura Mazda’nı n<br />

sava ş alanındadır. Bu kavramların tümü özdeksel olup yaşantı yla<br />

ilintilidir. Belki de, Nietzsche’yi (1844–1900), Zerdüş tçü yapan ilke,<br />

Zerdüştlük’ün dünya yaşamın ı iterek ötedünyacılığ a yönelmesidir.<br />

İnsan, aklının gereği, dostça ve iyi yaşamalıdır. Haksız kazanı lan<br />

zenginlik haramdır. Devlet, buna izin vermemelidir. Ancak, insanı n<br />

yöneticilere kar şı boyun eğmesini buyurmay ı da savsaklamı yor.<br />

Zerdüşt, herkesin yöneticilere boyun eğ mesini önermiyor, buyuruyor.<br />

Bir bakıma, eşitsizliğin egemen olduğ u bir düzeni istiyor. Bu yüzden<br />

olmal ı ki, Zerdüştlük, yığınlara yayılamamıştır. Bir bakı ma, birçok<br />

26 Alaeddin Şenel, agy, s. 113.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


kavimlerin karışt ığı, neredeyse dünya yurttaşlığının oluştuğ u Orta<br />

Doğu coğrafyasına uygun bir öğretidir Zerdüştlük. Kuran da,<br />

27 yönetime boyun eğilmesini buyurmuyor mu? .<br />

Pers mitolojisinde, bir Kyrus mitosu vardı r. Herodotos, tarihinde,<br />

Med Kral ı Astyages’in bir dü ş gördüğünü, bu düş ü kahinlere<br />

28 yorumlattığın ı yazıyor. Yorumcu, Astyages’in kız ı Mandene’nin<br />

evlendikten sonra bir oğlan doğuracağın ı ve kardeş ini yenip tahttan<br />

indireceğ ini söyler. Bu yorumu dikkate alan Astyages, Mandene’yi bir<br />

Pers soylusu olan Kambyses’e verir. Kızını n evlenmesinden birkaç ay<br />

sonra, yeni bir dü ş görür. Kızın dölyatağında bir ağ aç büyür ve bütün<br />

Asya’y ı kaplar. Hemen, kızın ı saraya alır, doğumun sarayda olmasını sağlar. Mandene, bir oğlan doğurur. Astyages, oğlan ı, güvendiğ i bir<br />

memuruna verir ve onu öldürmesini buyurur (Oidipus mitosu).<br />

Memur, bebeği öldürmeğe kıyamaz, onu da ğ başı nda bir çobana verir,<br />

bir davar alır keser, kundağın ı kana beler ve Astyages’e götürür.<br />

Çoban’ ın eşi, bebeğini yeni yitirmiştir, bu bebeğ i çok sever ve<br />

anasütüyle besler, büyütür. Çocuk, gürbüz büyür ve köy çocukları<br />

arasında hemen seçilir. Arkadaşlar ı , onu önder seçer. Gün gelir<br />

kocaman bir delikanl ı olur.<br />

Bu delikanl ı, “ Kyrus“tur. Persleri ayaklandırır, Med Krall ığı ’na<br />

kar şı sava ş açar, krall ığı yıkar. Pers İmparatorluğ u’nu kurar.<br />

Böylelikle, Kyros mitosuna dayanan Pers hanedan ı, yasallık kazanı r.<br />

Kyrus da, bir tanrısal istençle egemen olmuştur. Dinsel düşünüşle siyasal düşünüşün özdeşliğ i, eski Hint<br />

toplumunda da geçerlidir. Hindistan’da, hiçbir zaman, tektanrıcılığ a<br />

geçilememiştir. İndra, kentler yıkan “ fırtına tanrıs ı“ dır. Savaş<br />

arabalarıyla kuzeyden gelen Aryan soyluların ı simgeler fırtına tanrıs ı .<br />

Göçebe Aryan kabilelerinin büyücüleri, her törende, savaş larda utku,<br />

sağlıklar ve bol çocuk dilerlerdi. Kuş kusuz, soylulara uzun ömürlü<br />

olmalar ı için duaların ı da eksik etmezlerdi. Kurbanlar, bu dileklerin<br />

gerçekleşmesi için kesiliyordu. Aryanlar, yerleş ik köy ekinine (kültür)<br />

egemen olunca, kastlar oluştu. Kastların nasıl oluştuğu, bugüne değ in<br />

bilimsel düzeyde ortaya konmu ş değildir, ama kastların oluşması yla,<br />

Aryanlar’ ın özdeksel yaşamın ürünü olan dinsel inançlarını n, yeni<br />

toplumu kucaklayamaz olduğu kolayca anlaşılır. Ş amanlar<br />

(büyücüler) birden, toplumun üst sınıf ı durumuna geldiler. Aryan<br />

inançlarıyla Hindu inançların ı birleş tirerek yeni bir inanç dizgesi<br />

oluşturdular. Bu din adamlarına Brahman, inanç dizgelerine de<br />

Brahmancılı k dendi. Brahmanlar sınıfsal konumların ı koruyabilmek<br />

27 “Ülü’l emre itaat ediniz”.<br />

28 Bkz. Herodotos, Herodot Tarihi, a.g.b., s. 48.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


için, kast düzeninin tanrısal yasallığın ı açıklama gereğ ini duydular. Bu<br />

amaçla, “Varna Öğretisi” ni kurdular. Varna, Hindu dilinde,<br />

Hindistan’a özgü bir ağacın adıdır. Varna’nın gövdesinden çı kan<br />

dallar, önce yukar ı doğru uzar, daha sonra yanlara doğru açılı r. Evren,<br />

tıpk ı bu ağaç gibi çoğalmışt ı kendi kendine. Evren, önceleri<br />

“Brahma’’ ad ı verilen bir tanr ı idi. Brahmanlar (Aryan din adamlar ı ),<br />

Brahma’nın kafasından yaratıldılar. Bu yüzden, onları n görevi<br />

“düşünme’’ dir, dua etmektir. “Ksehatriyalar’’ (askerler), Brahman’ ı n<br />

kollarıdır, savaşmakla ve toplumu yönetmekle görevlendirilmiş lerdir.<br />

Kısas ı, bütün kastlar, Brahma’nın birer organın ı temsil ederler. Varna<br />

ağacının gövdesi ve dallar ı gibi, din adamları yla askerlerin, toplumun<br />

üst katmanların ı oluşturmalar ı doğaldır, bu nedenle, bu tanrı sal<br />

düzenin adaletli olduğ unu kabul etmek gerekir. Çünkü, Brahma,<br />

“ruh”u öldürmez. Ölen kişinin ruhu, ölümünden sonra, bir baş ka<br />

bedene geçer. Ruh göçümü (reincarnation, tenasuh), Brahmacılığı n<br />

temel ögesidir. Anadolu Alevileri’nde görülen ruhgöçümü inanc ı ,<br />

onların, Orta Asya’dan getirdikleri bir dinsel örgedir. Ali-Muhammet-<br />

Allah (kimi Alevi kesimlerinde Ali-Allah) üçlemesi de, çoktanrıcı Doğu inanç dizgesinin kalıntısıdı r. Kast düzeninde, herkesin<br />

bulunduğu kast, “ ruh’’un daha önceki edimine göre verilmiş tir. Ruh,<br />

yaşad ığı bedende iyi sı nav verirse, beden öldükten sonra, bir<br />

Brahma’nın ya da bir askerin bedenine girerek bir üst kastı n üyesi<br />

olabilir. Sınav ı iyi vermez de, üst kastlardaki kimselerin iş lerini<br />

görmeye kalkarsa, daha alt kastlara düşebilir. Kötü davranmış sa, bir<br />

hayvan, hatta bir böceğin bedenine girebilir. Bu kuram, insanları<br />

boyun eğmeye raz ı eden bir öğretidir. Varna öğretisi, kiş inin siyasal<br />

konumunu saptad ığı için, siyasal düşünceleri de kapsı yor. Yönetici<br />

olmaya yönelemez alt kastları n üyeleri. Yöneticiler, ancak, askerler<br />

arasından çıkabilir. Brahmanlar, yöneticilere danışmanlık yaparak, onları<br />

yönlendirirler. Bir yandan özdeksel dünya yaşamından yararlanı rken,<br />

29 öte yandan “öbür dünya” inancın ı yerleştirdiler. Eski Sanskrit diliyle<br />

yazılan Vedalar, hece hece ezberlenerek kuşaktan kuşağa aktarılmıştı r.<br />

Brahmancılı k’ta, eksiksiz bir tören düzenlemek önemlidir. Bu titizlik,<br />

zamanla tanrılar ı ikinci dereceye düşürdü. Brahmanlar’ ın izlediğ i bu<br />

toplumsal siyasa, Hindistan halklar ı arası nda, yeni inanç dizgelerinin<br />

oluşmasına yolaçt ı. Tanrıları n üstünde önem kazanan Brahmanlar,<br />

özellikle toplumun egemen sınıflarıyla üst katmanlarda hoş nutsuzluk<br />

yaratm ış, onlar ı korkutmuştur. Alt katmanlar da, bu dizgeden hoş nut<br />

29 Bkz. Vedalar.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


kalmamışlardır. Bu durum, yeni arayış lara yöneltti kimi din<br />

adamların ı.<br />

Bir bölük din adam ı , yeni dinsel metinler derlediler. Bunlara<br />

“Upanishadlar” deniyor. Upanishadlar, Brahmanlar’ ın, tanr ı ile kul<br />

arasında arac ı olmaların ı yadsı yor. Yeni inanç dizgesi, ruhgöçümünü<br />

uydurma buluyordu. Gerçek olan, insanın kendi çabası yla, sonsuz<br />

mutluluğa ulaşmasıdır. Bu da, kiş inin dünya nimetlerinden uzak<br />

durmasıyla olanaklıdır. Kişi, tinsel yüceliğ e, ancak, bedensel özveriyle<br />

erişebilir. “ Nefis öldürmek’’ kavram ı , yeni inanç dizgesinin kökenini<br />

oluşturuyor. İnsan, yaşamın geçici hazlarından uzaklaş arak bedenini<br />

denetleyebilir. Bu erdeme ulaşmak, çile çekmekle olanaklıdı r.<br />

“Çilecilik’’, bedenin isteklerini köreltmek yoluyla, insan ı yüksek bir<br />

ahlaksal düzeye ulaştırma temeline dayanan bir yaş am biçimidir. Eski<br />

Yunan’da, erdem eğitimi olarak kullanılmıştır. Buda’nı n ülküsü de,<br />

çileciliktir. Bireysel ruhun evrensel ruhla bütünleşerek “ sonsuz<br />

mutluluk’’a erişmesi, ancak, “ yok olmak’’la olanaklıdı r. Görüngülerin<br />

(fenomen) arkasındaki gerçeği görebilmek, çile çekmekle olanaklıdı r.<br />

Gizemcilik (misticisme), bu inançtan çıkmıştır. Hristiyanlı k’ta,<br />

özellikle ilk dönemde (catecombelerde), rahipler, ıssız vadilere, yeraltı<br />

mağaralarına çekilerek, dünya yaşamından uzaklaşmışlardı r. Anatole<br />

France (1844–1924), ünlü Thais romanında, Mısı r’daki ilk<br />

Hristiyanlar’ ın çileci yaşamı ndan güzel örnekler verir. Çileci perhiz<br />

yapar, yaşamın ı yalnı z sürdürür, salt dua eder, bedensel<br />

gereksinimlerini köreltir. Protestanlı k, dünyasal çilecilik isteminde<br />

bulundu ve yönetici sınıfların gönencine kar şı giriş ilen köylü<br />

hareketlerinin ifadesi oldu. Protestanlık, aylakl ığı da dışlı yor.<br />

Kaynağında, kişiyi aşır ı ahlaksal bir ülküye yönelten, usd ışı ve haksı z<br />

bir aşırılıktır çilecilik.<br />

Egemen sınıfın kilise ile işbirliği, birkaç yüzyıl, yoksulluğ u,<br />

toplumun alt katmanlarına tanrısal bir lütuf olarak göstermiş tir.<br />

Toplumsal siyasa, çileci dinsel felsefeyle bütünleşmi ş, egemen sınıfı n<br />

iktidarın ı uzatmıştır. Hint düş ünce ve inanç tarihinde, Prens Gautama (M.Ö. VI.<br />

Yüzyılın ikinci yarıs ı V. yüzyılın ilk yarıs ı), sarayı nda çok rahat<br />

yaşarken, Brahmancılık’a ve onların inanç dizgesine kar şı çıkm ış ,<br />

kişinin ‘ nirvana’ya (en yüce aydınlanma noktas ı ) vararak onlardan<br />

kurtulacağın ı ileri sürmüştür. Sidharta Gautama, Brahmanlar’ ı n kutsal<br />

kast ayrılıklarına kar şı yeni bir öğreti kurmuştur. Brahmanlar’ ı n<br />

tapınma yöntemlerini eleştirmi ş, kurban kesmeyi yasaklamıştır. Yazı k<br />

ki, bunlar ı yadsıyan aydınlanm ış kişi (Buda), toplumsal geliş meyi<br />

egemen güçlere kar şı savaşım yoluyla örgütlememi ş , ezilen ve<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


sömürülen halka yaşamdan el etek çekmeyi öğütlemiş tir. Halka,<br />

‘nirvana’ya ulaşmay ı salık vermi ş, çileciliği geliştirmiş tir. Buda<br />

(Gautama’nın sistemi, aydınlanm ış kişi), yaratıc ı tanrının varlığın ı ,<br />

Veda (brahman) dininin inanç dizgesini yadsım ış , ama ölüm<br />

döngüsünü (sansara) ve günah (karma) öğelerini benimsemiş tir.<br />

Yeniden yaşam bulmanın yolu, kurban adamak değ il, kötülüklerden<br />

uzak durmaktır. Buda, bir ölçüde, insanın kişiliğ inin sürekli yer<br />

değiştiren özdekle (madde) bilinç öğesinden (darmas) oluştuğ unu,<br />

kurtulmak için ‘darmas’ ın kışkırtmaların ı dizginlemek gerektiğ ini<br />

bildirmiştir. M.Ö. I. yüzyılda, Buda rahipleri, Guatama’y ı tanr ı olarak<br />

duyurmuşlardır. Kurtuluşa varmanın tek yolu, ‘ suatralar’ ı n (kutsal<br />

metinler) ezberlenmesidir. Bu gelişme, ‘ Mahayana’ denilen yeni bir<br />

dini ortaya çıkard ı. Mahayana kuramcılar ı, ‘ darmas’ ı n gerçek<br />

olmadığın ı, ‘ sunvata’nın (hiçlik) gerçek olduğ unu ileri sürdüler.<br />

Nirvana, hiçliği ifade ediyor. Yeni Budacı lar, sezgi yoluyla ortaya<br />

atılan bilginin saltıkl ığı (mutlaklık) hakkında yeni öğ retiler<br />

geliştirdiler. ‘ Tantrik Budacılı k’la<br />

‘Zen Budacılı k’ , bu öğ retilerden<br />

çıkt ı. Yeni Budacılar, bar ışı ve silahsızlanmay ı savunuyorlar. M.Ö.<br />

264’te, Japon Kral ı Asoka, Buda’nın barışç ı felsefesini okuduktan<br />

sonra, Budacılık’ ı kabul etti ve her yere yaymaya çalışt ı. Görüldüğ ü<br />

gibi, siyasal düşünü ş, dinsel düşünü ş içinde gelişmi ş Doğ u’da ve<br />

Uzakdoğu’da. Yine de Hindistan’da örgütlü din adamlarına karşı n,<br />

örgütlenmi ş siyasa adamlarından söz etmek olanaksızdı r. Yönetim,<br />

her zaman, Varna öğretisinin örneği olmuş tur. Bugünkü demokratik<br />

Hindistan’da bile, Varna öğretisi, geni ş yığınlar arası nda etkisini<br />

sürdürüyor.<br />

Çin’de, hiçbir zaman, örgütlü din adamlar ı sınıf ı olmamıştı r.<br />

Hatta, Çinliler’in dinlerinin olmad ığı bile söylenmiş tir. Felsefe<br />

tarihlerinde, bir Çin dininden söz edilmiyor. Bu toplumsal yap ı ,<br />

düşüncenin dinselleşmesini engellemiştir. Ne ki, ilkel toplumları n<br />

yapılar ı gereği, M.Ö. XI. Yüzyıla değin, Çin’e egemen olduğ u bilinen<br />

Şang hanedan ı, siyasal egemenliğini ‘ dinsel öğ e’<br />

üzerine kurmuş tur.<br />

Sümerler’de Ur krallar ı, Mısır’da Firavunlar gibi, ‘ tanr ı kral’<br />

örgesi<br />

(motif) benimsenmişe benziyor. Şang krallar ı, Ur krallar ı gibi<br />

gömülüyorlar. Kral ölünce, kralın yakın çevresi, Firavunlar’ ı n<br />

ölümlerinde olduğu gibi, öldürülüp onunla birlikte gömülüyor. Ş ang<br />

kral mezarlarının ortaya çıkarılmas ı, Çin’de de, ‘ tanr ı kral’<br />

örgesinin<br />

geçerli olduğunu gösteriyor. Kuşkusuz, egemen sınıfın tanr ı ya da<br />

tanr ı soyundan olmas ı, yönetimin ‘ kut’u taşımasını n göstergesidir.<br />

Tanr ı ya da tanr ı soyundan biri, ölümsüzlerin buyurucu gücünü taşır. Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


Çin’de, buna karşın, çok ileri adımlar atılmıştır. M.Ö. 1051’de Çu<br />

kabileleri, Şang hanedanına başkaldırd ı, bu hanedanın egemenliğ ine<br />

son verdi. Çular, insan kurban etme geleneğini ve tanr ı kral örgesini<br />

ortadan kaldırd ı. Ancak, toplumsal yap ı, toplumun ‘ kut’tan<br />

soyutlanmasına hazır değildi. Bu yüzden ‘ gök’ün oğ lu’<br />

kavramı<br />

geliştirildi. Yöneten sınıfın bir kuttan gelmesi, yığı nlara güven<br />

veriyordu. Biliyoruz ki, ilkeller, bütün evrene yayılan, canl ı ve cansı z<br />

tüm varlıkların içinde bulunan, bireysel ve kiş isel olmayan, görünmez<br />

bir ‘güç’e inanırlar. Bu gücün taşıyıcıs ı totemdir. Totem, bu gücü,<br />

kendi soyundan gelenlere ‘mana’ olarak vermektedir. Çin halklar ı için<br />

kut, ‘gök’tü. Çular, bu kuta dayanarak, imparatoru ‘Gök’ün oğ lu’<br />

olarak nitelediler. Böylece, Çu hanedan ı da, devleti yönetim hakkın ı ,<br />

‘kut’tan alm ış oluyordu. Gök, yeryüzünün yönetimini, kendi oğ luna<br />

(imparatora) devrediyor. Kaynağında, Buda’nın devlet dini olmamas ı ,<br />

yönetenlere böyle bir hak tanımamasından ileri geliyor. Buda, ‘ Benim<br />

öğretimde alçak, yüksek, yoksul, varsıl ayrım ı yoktur. Gökyüzüne<br />

benzer benim öğretim, herkesi kapsar ve arındırı r.’<br />

diyor. Kuş kusuz<br />

böyle bir ilke, kast dizgesine karşıdır. Ne ki, Sı dharta Gautama,<br />

sınıfsız toplum için hiçbir düşün üretmemi ş, hiçbir savaşı m<br />

vermemiştir. Savaşım ı yadsıyan bir öğretidir onun öğ retisi. Bütün<br />

dertler, ‘nirvana’ya (en yüce aydınlık) varınca sona erecek. Çileciliğ in<br />

örgütlenişi, Budacılık’la başlam ış olabilir. Çin düşünüş ü, böyle bir<br />

edilgenliği benimsememiştir. Çuların ‘ Gök’ün oğ lu’<br />

kuram ı, doğ al<br />

olarak, ‘gök’ ve ‘yer’ kutların ı doğurmuştur. İmparator, ‘ gök’ün<br />

yeryüzündeki vekilidir. Bolluk, bar ış, iyi koşullar, ‘ Gök’ün oğ lu’nun<br />

iyiliğini, kıtlık ve sava ş, kötü koşullar, kötülüğ ün gösterir. Burada, ters<br />

işleyen bir düşünü ş dizgesi vardır. Kıtlık olunca, savaş ta yenilince,<br />

halkın geçim darlığına düşmesi kaçınılmazdır ama, sorumlusu ‘ Gök’<br />

değil, imparatordur. Bolluk varsa, bar ış sağlanmışsa, Gök’ün oğ lu,<br />

‘gök-yer’ ilişkisini sağlıkl ı kurmuştur. Devlet örgütü de, Gök’ün oğ lu<br />

kuramına göre kurulmuştur. İ mparator, Gök’ün yeryüzü düzeni için<br />

gönderilmi ş vekili ise, ülkenin tüm yöneticileri de, imparatorun<br />

vekilleridirler. Soyluları n tümü, sarayda görevlidirler. Tümü de,<br />

sarayda eğ itilirler, sonra yerel yönetimlere gönderilirler. Öyleyse,<br />

onların da suçlu olmalar ı gerekir. Oysa, tek suçlu imparatordur.<br />

Çin, M.Ö. V. yüzyıl ile III. yüzyıl arasında, sürekli savaş lara sahne<br />

olmuştur. Kuşkusuz, bu iki yüzyıl boyunca, birçok kıtlı k, birçok<br />

yoksulluk oldu, yığınlar kırıld ı , yerlerinden oldular. Birçok boy<br />

köleleşti. Bu gelişmeler, Gök’ün oğlu kuramın ı yıpratt ı. Bu yı pranma,<br />

çöküntüye dönüşünce, birçok Çin düşünürü, yeni kuramlar geliş tirdi.<br />

M.Ö. 450’li yıllarda Mih-Tein, dinsel özgürlüğ ü ve ortak mülkiyeti<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


savundu. Meng Tzu (M.Ö. 372–289), bilme sürecinin kökeninin<br />

duygusal alg ı ya da duyumlar olduğ unu söyledi. Ahlak ve ahlaksal<br />

olan, insanın doğuştan getirdiği iyi niteliklerdir. Akı l, yol gösterici<br />

olarak bu nitelikleri yönetir. En büyük yol gösterici, Tanr ı’dı r.<br />

Doğuştan yetenek ve bilgiyi kabul ettiği için, Uzak Doğ u’nun idealist<br />

filozofu olarak niteleyebiliriz onu. Ancak, toplumsal siyasa görüş leri,<br />

hiç de idealist görünmüyor. Meng Tzu, devletin varlığın ı korumada,<br />

halkı n rolünü, imparatorun rolünden üstün görür. Kötü yönetim<br />

karşısında halkın direnme hakkın ı, tanrı sal bir buyruk olarak ileri<br />

sürer. Halk, böyle durumlarda ayaklanarak imparatoru devirmek<br />

hakkı na sahiptir. Bu yüzden, Meng Tzu’nun, feodal Çin’de önemli bir<br />

yeri olmuştur. Kaynağında, Meng Tzu, Kung Tzu’nun (M.Ö. 551–479) Lun Yü<br />

(seçilmi ş yapıtlar) adl ı yapıtındaki düşünceleri yorumlamıştı r. Kung<br />

Tzu (yeni konfüçyüs), yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğmuş olmasına karşın, ‘ soyluluk’u yüceltmiştir. Ona göre, insanın yazgıs ı ,<br />

Tanr ı tarafından belirlenmiştir. İnsan, ya yüce ya da bayağıdı r. Meng<br />

Tzu, bu düşünceye dayanarak ‘ toplumsal eş itsizlik’i<br />

doğal bulmuş tur.<br />

Başka bir Konfüçyüsçü, bu düş ünceleri, çok özdekçi (maddeci,<br />

materyalist) bir görüşle yorumlamıştı r. Hsün Tzu (M.Ö. 298–238),<br />

uyumlu bir doğa kuram ı oluşturmuş tur. Gökyüzü ülkesi, gizemli bir<br />

yöneticinin bulunduğu bir yer değil, doğ al görüngülerin bütünüdür.<br />

Evrensel bir tanr ı yoktur, tanr ı da doğanın bir parçasıdı r. Evrendeki<br />

tüm nesneler ve görüngüler, ‘yang’ (olumlu, pozitif) ile ‘yin’<br />

(olumsuz, negatif) güçlerin karşılıkl ı etkileşiminden doğ ar ve sürekli<br />

değişir. Bilme süreci, duyumların (duyu organlar ı) aracılığıyla baş lar.<br />

İyi eğitilerek yasaların (Tao’nun) bilgisine erişen kişi, yasalar ı ,<br />

gereksinmelere göre kullanırsa, sağlıkl ı yönetim kurmu ş olur.<br />

Ortodoks (doğru görü ş, doğ ru mezhep, dogma, inak)<br />

Konfüçyüslülük’ün kurucusu Tung Tzung (M.Ö. 177–104) olmuş tur.<br />

Tung Tzung, Tanr ı’nın istencinden daha yüce bir şey olmadığın ı , bu<br />

yüce istencin de, yeryüzünü yönetme hakkın ı, ayrıcakl ı sını flara<br />

(ayrıcakl ı kişilere) verdiğini ileri sürdü. Yüzyı llar sonra (XI. ve XII.<br />

yüzyıllar), Yeni Konfüçyüsçüler, evrenin ‘ li’ (etkin ruhsal ilke) ile<br />

‘çe’nin (edilgen özdek) karşılıkl ı etkileşiminden doğduğ unu<br />

savladılar. Konfüçyüsçülük, Budacılık ve Taoculuk gibi din değ ildir,<br />

ama hala Çin’in sayg ı gösterdiği bir öğ reti olarak yerini koruyor.<br />

Nedeni şöyle özetleyebiliriz: ‘ Devleti soylular değ il, bilgeler yönetsin’<br />

kuramın ı yasallaştırd ığı için. Ona göre, halk ı yönetme hakk ı , kimseye<br />

doğuştan verilmemiş tir. Ancak, yüksek niteliklere sahip olanlara<br />

verilmelidir. Soylular, uzun ve özel eğitim görerek, kalıtsal haklarını Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


kullanabilirler. Bu da, onun ‘Gök’ün oğ lu’<br />

kuramına sıcak baktığını gösteriyor. Örneğin, ‘ Egemen, rüzgâr gibidir, halk da otlara benzer,<br />

Rüzgâr estikçe, üzerinden geçtiği otlar eğ ilir.’<br />

sözü onundur. Ne ki,<br />

otlar, rüzgâra kar şı değil rüzgârın esi ş yönünde eğ ilirler. Demek,<br />

onlar ı eğilmeye zorlayan ‘ güç’tür, ‘erke’dir. Şu var ki, dinsel öğ esi<br />

çok eksik olan bu öğreti, halkça benimsendi. Bu boşluğ u, Lao Tzu<br />

(M.Ö. VI ya da V. yüzyıl), Tao Te Çing adl ı yapıtı yla doldurdu. Tao,<br />

klasik Çin felsefesindeki ana ulumlardan (kategori) biridir. Bu ulam,<br />

doğanın yolunu, gidişini, bu gidişe egemen olan yasaların ı, yaşamı n<br />

amacın ı, ahlaksal değişmezlerini ifade eder. Tao, ‘ akıl, kanı t (tao li)’<br />

anlamına geliyor Kuşkusuz, toplumsal gelişmeye göre değiş meye<br />

uğramıştır. Kimi düşünürler, kavram ı, ‘ ülküsel ilke’, kimileri ‘gerçek<br />

olmayan varlı k’ , kimileri ‘varlık olmayan ş ey’ , kimileri de ‘tanrı sal<br />

yol’ olarak yorumlarlar. Tzuang Tzu (M.Ö. IV. ya da III. yüzyı l),<br />

Taoculuk’u ‘nesnel gerçekliğin olmad ığı, yaşamın yalan olduğ u,<br />

gerçek varlığın sonsuz ve bağımsı z olarak’,<br />

‘tao’dan (ahlak, töre,<br />

yasa) oluştuğu gibi ‘ çocuksu özdekçi’, gerçekte idealist düş üncelerle<br />

yorumlayarak, din durumuna getirdi. Böylece, Çin düş ünce tarihinde,<br />

din ve felsefe kuram ı olarak iki ‘ Taoculuk’ oluştu. Tao da, ‘ doğru yol’<br />

olarak içerik değiştirdi. Devlet bilgisi de, Tao’ya göre biçimlendi.<br />

ESKİ YUNAN’DA<br />

Eski Yunan’da, mitolojik düşünce, kahramanlık çağını n ürünüdür.<br />

Kahramanlık ça ğı, Dorlar’ ın Miken uygarlığın ı yıkt ığı M.Ö. 1100<br />

yıllarından uygarlığın başlad ığı IX. ve VIII. yüzyıllara değ in süren<br />

karanlık çağın adıdır. Kahramanlık çağının siyasal düşünüş ünü, en iyi,<br />

Homeros’un destanlarından öğreniyoruz. Homeros’un İ liada<br />

destanında (M.Ö. 750 yılında yazıld ığı sanılıyor), Akha ordularını n<br />

başkomutan ı Agamemnon, ‘ Atreusoğ lu’<br />

diye anılır. Pelopsoğ lu,<br />

Tantalosoğlu diye çağrıld ığı da olur. Atreus, Pelops’la<br />

Hippodemeie’nin oğludur. Pelops, Zeus’un oğlu Tantalos’un oğ ludur.<br />

Demek, Agamemnon, Zeus soyundandır. İliada’nı n II. Bölümünde,<br />

Agamemnon, kendisine Zeus’un gönderdiği yalanc ı dü ş üzerine,<br />

Akhalar’ ı toplantıya çağırıp moral verdiği sı rada betimlenir. Troya<br />

ordusu da saf tutmuştur. Dokuz yıllık savaşın verdiği yılgınlık vardı r<br />

Akhalar’ ın üzerinde. Odysseus, Agamemnon’un elinden ‘asa’y ı alı r ve<br />

tüm Akhalılar’a seslenir: ‘ Zeus’un beslediği kralların amansızdı r<br />

öfkesi, krallık yetkisi Zeus’tan gelir, akıll ı Zeus krallar ı sever’.<br />

30<br />

Hellen krallarının tümünün, Olympos tanrılarıyla ilişkisini açık açı k<br />

görüyoruz.<br />

30 Homeros, İliada, s. 100. Sander Yayınları, Çev: Azra Erhat- A. Kadir.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


Agamemnon, Tanr ı Apollon’un kızın ı savaşta almalı k olarak<br />

alınca Okeanos’la Gaia’nın (su ve toprak) kız ı Naias Kreousa’nı n<br />

ırmak tanr ı Peneus’tan olma Kyrene (Tesalyal ı Nempha),<br />

Agamemnon’a armağanlar götürür, karşılığında kızın ı ister.<br />

Agamemnon’un almalık ald ığı kız, Apollon’la Kyrene’nin kızıdı r.<br />

Agamemnon, kız ı çok sevdiğini, vermeyeceğ ini bildirince, Kyrene,<br />

Apollon’a gider ve durumu anlatır. Apollon, çok kı zar ve ölüm saçan<br />

okunu, Akhalar’ ın içine salar. Akhalar, tanrını n okuyla birer birer<br />

ölmeye baş lar. Akhileus, Agamennon’a ricaya gider. Apollon’un<br />

kızın ı Kyrene’ye vermesini ister. O da, kendi almalığın ı vermesi için,<br />

Akhileus’un payına düş en Brisseis’i kendisine vermesini söyler.<br />

Akhileus’un babas ı, İhita Kral ı Peleus, Zeus soyundan gelir. Anas ı ,<br />

Okeanos’un kız ı Tanrıça Thetis’tir. Kısas ı, Troya’y ı kuş atan Akha<br />

krallar ı, tümüyle tanrıların soyundan gelmektedir. Troya Kralı<br />

Priamos da, ırmak tanr ı Skamendros’un (Küçük Menderes) kızı ndan<br />

doğmadır. 31 Kısas ı, egemen olmanın yolu, Tanr ı soyundan gelmeye<br />

bağlıdır. Demek, İlkça ğ Anadolu, Yunan ve Akdeniz adaları ndaki<br />

devletler, tanr ı krallarca yönetiliyor. Siyasal düş ünceyi dinsel inanç<br />

örgütlüyor.<br />

Ancak, Anadolu’da, daha sonra Yunanistan’da, mitolojik düş ünce,<br />

felsefi düşünceye dönüşüyor. Bu aş amada, devlet bilgisi, dünyasal bir<br />

nitelik kazanıyor. Mitolojik düşünün felsefi düşünüşe dönüş mesi,<br />

ticaretin ve sanayinin gelişmesiyle gerçekleşmiş tir. Önce, Thales<br />

(M.Ö. 624–547) sarst ı mitolojik düşünceyi. Bir Finikeli tüccarın oğ lu<br />

olan Thales, babasıyla birlikte Milet’e (Efes) geldi ve oraya yerleş ti.<br />

Aristoteles, doğa felsefesinin başlangıcın ı Thales’e bağlı yor. Thales’le<br />

birlikte, ‘kişice tanrı’<br />

kavram ı tartışmaya açıld ı. ‘ Dünyanı n<br />

oluşması na yolaçan temel özdek nedir? ’ sorusuna yanı t aramaya<br />

başlad ı. Thales, suyun özdeğin üç durumuna (gaz, sıv ı, kat ı) dönüş en<br />

tek özdeğin su olduğunu savlad ı ve ilk özdeği ‘ okeon’ (su) olarak<br />

belirtti. Suyun içinde ‘yaratma gücü’ vardır. Mıknatıs taşını n çekme<br />

gücü gibi bir yaşam gücü bulunur suyun içinde. Her canl ı , suya<br />

gereksinim duyar.<br />

Thales, her nesnenin içinde tanrıların bulunduğ unu ileri sürüyor.<br />

Canl ı ya da cansız her nesnenin içinde tanrısal güç bulunur. ‘ Canl ı ve<br />

ruhlu özdek’ öğretisi, açıkça ‘ tekçilik’ (monisme) düş üncesini<br />

doğurdu. Tanrısal güç, özdeğin içindeki güç olarak algılanı nca,<br />

‘mitostanrılar’ dönemi kapanma yoluna girdi. Thales’in bir Finikeli<br />

(Finikia) olduğ unu biliyoruz. Bugün bile, Thales teoremleri,<br />

geometrinin konular ı arasındadı r. Bu, onun, Mezopotamya’daki<br />

31 Bkz. Pierre Grimal, Mitoloji Sözlüğü, Sosyal Yayınları, Çev: Sevgi Tamgüç.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


matematik bilgilerini özümsediğini gösteriyor. Kuş kusuz, Babil’in<br />

yıldız çizelgelerini incelemişti. M.Ö. 587’de, iki yıl sonra, Güne ş ’in<br />

tutulacağın ı bildirmi ş İonia halkına. Gerçekten, M.Ö. 585’te Güneş<br />

tutulmuştur. Bu varsanının (tahmin) gerçekleşmesi, İonialılar arası nda,<br />

tanrıların varlığın ı tartışılır duruma getirmiştir. Bundan sonradı r ki,<br />

Ksenophanes (M.Ö. 580 ya da 577–470), ‘Ellerinde olsayd ı öküzlerin,<br />

atların ve aslanların/Yahut resim ve i ş yapabilselerdi elle insan<br />

gibi/Atlar atlara, öküzler öküzlere benzer/Tanr ı tasvirleri çizerler ve<br />

32<br />

vücutlar yaparlardı’ diyebilmiştir. Thales, mitolojik düşüncenin felsefi düşünceye dönüş mesini,<br />

matematik alanında bulduğu kuramlarla pekiştirilmiş tir. Bir dairenin<br />

‘çap’la iki eşit parçaya bölünebileceğ ini, birbirlerini kesen iki<br />

doğrudan oluşan ters açıların eşit olduğ unu gösteren, ikinci kongruens<br />

teoreminin yardımıyla gemilerin arasındaki uzakl ığı ölçen o oldu.<br />

‘Congruens’ (eşleşim) şeklindeki kat ı devinimlerle üst üste<br />

çakıştırılmasın ı ifade eden bir kavramdır ve ilk kez Thales tarafı ndan<br />

kullanılmıştır (conguentia). İkizkenar üçgenlerin taban açılarının eş it<br />

olduğunu ilk ortaya atan da Thales’tir. Dairenin içine dik açıl ı üçgeni<br />

ilk çizen de odur. Gölgemizin büyüklüğü kendi büyüklüğ ümüze<br />

ulaşınca, boyunu ölçüp, bunların eşitliğini kanıtlayınca, Mısı r<br />

pramitlerinin yüksekliğini ölçmeyi başarmıştır. Bütün bu geliş meler,<br />

bilimsel düşünceyi geliştirmi ş, İonia’da, dinsel düşünüş ün giderek<br />

bilimsel düşünceye dönüşmesi başlamıştır. Kuşkusuz, halk arasında, mitostanrıları n güçleri, bir anda yok<br />

olmamıştır. Her şeyden önce, tapı nak rahipleri, düzenlerini<br />

sürdürmeyi istemişlerdir. Örneğin, bütün Sparta krallar ı , kendilerinin<br />

Zeus soyundan geldiklerini ileri sürdüklerinden Olympos ile<br />

ilişkilerini sert biçimde sürdürdüler. Çünkü, çapkı n Zeus,<br />

Telebouanlılara kar şı sefere çıkan Amphitiyon’un kılığı na girerek,<br />

onun güzel karıs ı Alkmene’yi kandırı p onunla yatar. Üstelik, o gece,<br />

Zeus’un özel buyruğuyla uzamışt ı . O gece, Herakles’i, Alkmene’nin<br />

rahmine yerleştirdi. O gecenin sabah ı , Amphitiyonda seferden döner<br />

ve Alkmene’nin rahmine ikinci bir çocuğ u koyar. Bu, Herakles’ten bir<br />

kaç saat sonra (kimi söylencelerde bir gün) doğan İ phikles’ti. Böylece,<br />

Sparta krallar ı, soyların ı Zeus’a bağlayarak halk ı yönetmeye<br />

başlamışlardır. Herakles, ölümsüz olabilmek için, bir kurnazlı kla,<br />

Hera’nın (Zeus’un karıs ı ) memesini emer. Hermes, Hera uyurken,<br />

koynuna kor Herakles’i, o da, Hera’nın memesini emmeye baş lar.<br />

Hera uyanınca, durumu kavrar, ama i ş işten geçmiştir. Çocuğ u iter,<br />

32 Walther Kranz, Antik Felsefe, s. 53, Sosyal Yayınları.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


ama sütü gökyüzüne saçılır. Samanyolu böyle oluş ur. Samanyolu’nun<br />

ad ı, Bat ı dillerinde ‘ Sütyolu’ (Milk way) olarak ifade edilir.<br />

Halklar ı sömürmenin en kolay yolu, ‘ Tanr ı buyruğ u’na<br />

yamanmaktır. Tanr ı soyundan gelmek, soylular için bundan dolayı<br />

önemlidir. Tanr ı’nın kanın ı taşıyanların buyruklar ı, elbette ‘tanrı sal’<br />

olacaktır. Çağımızda, faş izmin boy vermesinde de dinin önemi<br />

yadsınmamıştır. Bunalım dönemlerinde, sermaye sınıf ı , dinsel<br />

kesimlerle askeri güçleri bir araya getirip iktidarın ı kurmuş tur. 27<br />

Mayıs 1960 devrimi’yle başlayan askeri darbeleri düşünelim ş öyle. 27<br />

Mayısçılar, Atatürk Devrimi’ni korumak için, kar şı devrimcileri<br />

iktidardan uzaklaştırdıklar ı zaman, dinsel düşünceyi karşıları na<br />

aldılar. Dönemin siyasa adamlarından birinin ‘ Gözlerime bakı n, ne<br />

demek istediğimi anlarsını z! ’ sözü, kimleri, devrime kar şı harekete<br />

geçirmek istediğinin açık kanıtıdır. 27 Mayısçılar, dünyanı n en ileri<br />

anayasalarından birini yaptıklar ı halde tutunamadılar, çünkü, din ayağı<br />

eksikti. Sacayağının üç aya ğı ‘sermaye, asker ve din’dir. Faş ist bir<br />

yönetim, bu ayaklarından biri eksik olduğ unda, iktidarda tutunamaz.<br />

Oysa, 27 Mayıs devrimi, demokratik bir toplum tasarımın ı içeriyordu.<br />

12 Mart 1971 askeri darbesi, sermayeyi arkasına almışt ı ama, dinsel<br />

aya ğı savsaklamışt ı, o da başaramad ı bu yüzden. Ama, 12 Eylül’ü<br />

yapanlar, eksikliklerini biliyorlard ı ve dinsel düş ünceyi, anayasal<br />

kurum haline getirdiler. Ve de başardı lar. 12 Eylül hukuku, tam<br />

anlamıyla faşist bir hukuktur. Kısas ı, geni ş halk yığınların ı , tüm<br />

emekçileri sömürmenin en sağlıkl ı yolu, Tanr ı buyruğuna sığınmaktır. Mitolojik düşüncenin, soyluların iktidarın ı beslediği açı kça<br />

görülüyor. Soyluların egemenliklerinin kayna ğı ‘ mitolojik’<br />

düşüncedir. Bu yüzden, bir çırpıda silkelenip atılamamıştı r. Buna<br />

karşın, Thales’le başlayan bilimsel ve felsefi düşünce, sağ lam<br />

temellere dayanarak geliş mesini sürdürdü, daha da güçlendi. Mitolojik<br />

düşünce ile uzun yıllar süren savaşımın sonunda, bilimsel düş ünce<br />

insanlığa tümüyle olmasa bile, egemen oldu.<br />

İ dealist felsefenin kurucusu Platon (M.Ö. 428–347), soyunun son<br />

Atina Kral ı Kadros’tan geldiğ ini söylüyor. Kadros da, denizlerin<br />

tanrıs ı Poseidon’un döllerindendir. Platon, idealar kuramın ı kurarken,<br />

‘devlet ideası’n ı (devlet düşünü) unutmad ı idealarının arası nda, bir de<br />

‘devlet ideas ı’ yerleştirdi. Bu durumda, devlet, değiş meyen bir kurum<br />

oluyor. Platon’un devlet ideas ı, salt soylulara yansı yor. Halk içinde,<br />

onun yansıyan bir görüngüsü yoktur. Ona göre, yönetim bir sanattı r,<br />

hatta bilimdir. Bilimlerin en yücesi olan yönetim bilimi, yığı nlarda<br />

bulunmaz, ancak, soylularda bulunur. On bin kişinin içinde on kiş ide<br />

bulunabilir. Aşiretlerde de, dağınık topluluklar ı birleş tiren yetenek<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


tektir. Onun yönetimi, bir devlet sayılabilirse, o da, egemenlik hakkını atalarından alır ve o atalar da, bir ‘ kut’un soyundan gelmiş lerdir.<br />

Böyle yönetimlere ‘patriarchi’ ad ı veriliyor. ‘ Patri’, Latince’de<br />

‘anayurt, ülke, doğ um yeri’<br />

anlamına geliyor. ‘ Arch’, Yunanca’dan<br />

alınmıştır, ‘ orkun, en yüce, yönetim başı’ anlamlarındadı r. Demek,<br />

‘patriarchi’ yurdun sahibidir. ‘Patricius’, soylulara özgü<br />

anlamındadır. Kısas ı , yurdu yönetenler, yurt sahibidirler. Türkler’de<br />

de, beyin mülküne ‘yurtluk’ deniyor. ‘Patriarchi’ (babaerkil) toplum,<br />

atanın kut sayıld ığı bir toplumdur. Platon, bu yönetimlere (özellikle<br />

site devletlerinde), işçilere, tüccarlara, gemicilere yönetim hakkı<br />

tanımıyor. Platon’un yöneticileri, tıpk ı Mısır firavunlar ı gibi, halkları na iyilik<br />

yaparlar ama, firavunlar gibi Tanr ı değ illerdir. Bir yönüyle de,<br />

kimsenin kar şı koyamad ığı ‘ kahreden güç’tür. Kuran’daki ‘gafurur<br />

rahim’ (bağışlayan ve seven) Tanr ı’nın, birden ‘ kahhar’ (ezici,<br />

kahredici) olmas ı, egemen sınıfın yönetim sanat ı düş ünülürse, kolayca<br />

anlaşılır. Devleti temsil eden güç (kiş i ya da topluluk) bu nitelikleriyle<br />

yığınlar ı inandırıc ı, kandırıc ı yöntemler bulur. Ama, kandı rma,<br />

inandırma (ikna) gücü yetersiz kalırsa, başka yöntemlere baş vurur.<br />

Demek, devletin iki arac ı bulunuyor: Bask ı ve inandı rma.<br />

Bu öğ eler,<br />

tanrısal öğelerdir. Eski bir Mısır papirüsünde, halkı n, Firavun’a sevgi<br />

duymas ı ve korkmas ı isteniyor. Bask ı ve inandı rma, mitolojik devletin<br />

temel iki öğesi olarak her zaman önemsenmiş tir. Ortak yönetimlerde<br />

bile, yasaların korunmas ı için bu öğeler kullanılmıştır. Mitolojik düşüncenin felsefi düşünceye dönüş mesi, devletin<br />

öğelerinin de değişmesine yol açmıştır. Platon’un, Devlet, Devlet<br />

Adam ı ve Yasalar adl ı yapıtlarında, bu değişimi görüyoruz. İdealarını n<br />

arasında bir ‘ devlet ideası’ koymu ş olsa da, açıklad ığı devlet, nesnel<br />

evrenin devletidir. Devletler kendilerini nesnel evrenin yürüyüş ünden<br />

kurtaramazlar. Nesneler oluşur, gelişir, değiş ir ve bozulurlar.<br />

Devletler de öyle. Devletlerin bozulmalar ı, kralları n gerdek<br />

gecelerinin sayısın ı hesap etmemelerinden kaynaklanı r. Platon’a göre,<br />

çocuk edinme zaman ı belirlenmelidir. Sanırı m, Platon, bu<br />

düşüncelerini Pythagoras’ ın (M.Ö. 580–500) say ı gizemciliğ inden<br />

alm ış. Pythagoras’ ı izleyenler, onun adına bir okul kurmuş lar.<br />

Pythagorasçılar, M.Ö. IV yüzyılın sonlarında, soyut sayıları saltıklaştırarak, bu sayılar ı, özdeksel nesnelerden ayırı p, nesnelerin<br />

özünü, sayısal ilişkilerin oluşturduğ unu ileri sürdüler. Müziksel<br />

tonların ve uyumun kökenini, belirli sayısal aralıkların oluşturduğ unu<br />

da buldular. Ne ki, bu buluşların ı, ‘ kürelerin evrensel uyumu’na özgü<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


öğretilerine dayanarak saltıklaştırdıkları ndan, müzik tarihinde, önemli<br />

bir yer alamadılar. Platon, çiftleşme sayıların ı saltıklaştırmak istiyor. Çiftleş me<br />

sayılar ı bilinmeyince, çocuklar, uygun olmayan zamanlarda<br />

doğuyorlar, yönetimi ellerine aldıklarında da, babalarını n tersine,<br />

bedene ve duyguya önem veriyorlar. Bu yolla, ‘timokrasi’ye ( ş an,<br />

onur, şeref, şöhret, desinler) önem veren yönetime geçiliyor. Savaşçı yönetici sınıf, geni ş halk yığınlarına boyun eğdirir, ş an ve onur<br />

kazanır. Platon, Devlet Adamı adl ı yapıtında, Tanr ı’nı n, evrenin yönetimini<br />

insanlara bıraktıktan sonra, yönetimlerin el değiştirdiğ ini, atadan,<br />

atalar kuruluna (soylular kurulu), onlardan bilgelere (gerçek monarş i),<br />

onlardan da halka (demokrasi) geçtiğ ini belirtiyor. Bu durum, onun<br />

dilinde ‘yönetimin dolaşımı’dır. İdeal devlet, ancak, bu dolaşımı n<br />

sonunda doğacaktır. Bu da, bilgelerin kuraca ğı devlettir. İ deal<br />

devlette, ortak mülkiyet olacak, herkes, gereksinimlerine göre<br />

alacaktı r üretimden. Timokrasi, bu devleti yok eder, bu yüzden, ideal<br />

devlette şana, şerefe, desinlere izin yoktur. Şan ve ş eref için,<br />

yönetilen, topraklar ı, evleri, zenginlikleri kap ış kap ış paylaştırı r. Bu<br />

düzen, soyluların çıkarların ı kollayan bir ‘ ara düzen’dir. Oligarş iye<br />

(azınlık yönetimi) geçişi, ‘ altın kesesi’<br />

sağ lar. Zenginlik, yeni tüketim<br />

alanlar ı açar, toplumun yalınlığın ı bozar. Zenginlik ve adalet, iki ayrı<br />

kavramdır. Zenginlik ağır basarsa, adalet dışlanır. Zenginlik ağı r basar<br />

da, adalet dışlanırsa, zenginliği koruyan yasalar çıkarılı r. Yeni düzen,<br />

soylular ı yoksullaştırır, yoksullar ı işsizleştirir, açlar ordusu yaratı r. Bu<br />

durumda, ezilenler örgütlenip yönetimi ele geçirirler, demokrasi<br />

doğar. Yasalar, geni ş halk yığınlarının hakların ı koruyacak biçimde<br />

düzenlenir. Platon, bu yönetime ‘yasal ı demokrasi’<br />

diyor. Özgürlük<br />

düzeni, kölelerin özgürleş mesine yol açar. Platon, böyle bir toplumu<br />

sevmez. Herkesin istediği gibi davrand ığı böyle bir toplumda,<br />

toplumsal yaşam zorlaşır, yönetim de özgürlükleri kısıtlar. Özgürlüğ ü<br />

alınm ış halk, ayaklanıp başlarına buyruk olmak ister, yasası z bir<br />

dönem başlar. Artık, ‘ yasası z demokrasi’<br />

vardı r. Zenginler, yeniden<br />

örgütlenmeye başlayınca, karşılarına örgütlenen yoksullar çı kar.<br />

Yoksullar, çoğunlukta olduklarından, başları na bir önder geçirip<br />

iktidar ı ele geçirirler. Platon, bu yönetime ‘ tiranlı k’<br />

adın ı veriyor.<br />

Özgürler, zorbalık yönetimini elleriyle kurmu ş olurlar. Platon,<br />

sonrasın ı getiremez. Syrakuza Tiran ı Dionysos’a felsefe öğ retip onu<br />

kral yapar, filozof yapıl ı bir çocuk yapmasın ı öğütler ona.<br />

Platon, Devlet adl ı yapıtından otuz yıl sonra, Yasalar’ ı yazd ı .<br />

Ancak, bu yapıt ı, öğrencilerince düzene sokulmuş tur. Yasalar’da, yeni<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


ir devlet ideas ı görülüyor. Yasalar’da (Nomoi), bilimsel düş ünce<br />

daha ağır bası yor. Komünist bir devleti önerir ama, böyle bir düzenin<br />

ancak tanrılarca gerçekleştirilebileceğini yazıyor. Bu yapıtta övdüğ ü<br />

devlet, Sparta Devletidir. Egemenliğin dağıtılmas ı, sürekliliğ i<br />

sağlanmıştır Sparta’da. Platon, Sparta’daki egemen asker sınıfını çıkarıp yerine ‘ bilgin yöneticiler’i yerleştirerek, ‘ ideal karma<br />

yönetim’ini kurar. Bu karma yönetim, egemenliğin dağıtıld ığı bir<br />

yönetimi yansıtıyor. Ne ki, sonunda, ayrıcalıkl ı sınıflardan oluş an bir<br />

devlet çıkıyor karşımıza. Köleliğe bile yandaştır. Platon’un Akademia’s ı M.S. 529’a değin yaşad ı. Hristiyanlı k için<br />

tehlikeli görülünce kapatıld ı. Buna karşın, XIII. yüzyı la dek,<br />

Hristiyanlık’ ın felsefi tabanın ı Plâtonculuk oluşturmuş tur. Aristoteles,<br />

Platon’un öğrencisidir ama, o öğretmeninin felsefesine kar şı bir<br />

felsefe kurmuştur. Kilise, Aristoteles’i öğ renince, kendisine daha iyi<br />

bir yanda ş bulduğ unu fark etti. Aristoteles, siyasal ve hukuksal<br />

kuramların ı, Politika ve Atinalılar’ ı n Devleti adl ı yapıtları nda<br />

açıklamıştır. (Bu yapıtlar, Hasan Ali Yücel’in bakanl ığı sırası nda,<br />

Türkçe’ye çevrilmiş tir). Aristoteles, en yüksek toplum tipi olarak<br />

‘site’yi (kent) görür ve devlet kuramın ı , bu toplumun temeline oturtur.<br />

En yüksek iyiliğe ulaşmak için, ‘ polis’e (kent devleti) ulaş mak<br />

gerekiyor. İnsan, doğa tarafından, ‘ toplumsal varlı k’<br />

olarak<br />

yaratılmıştır. Bu toplumsal varlık, ‘ siyasal bir hayvan’dı r (zoon<br />

politikon). Toplumlar, daha iyi bir yaşam için geliş irler. Sonunda,<br />

‘kent devleti’ne ulaşırlar. Toplum, kendisini oluş turan bireylerden<br />

ayr ı, bağımsız kişilikleri olan, doğanın yaratt ığı canl ı bir varlıktı r.<br />

Demek, Aristoteles, örgenci (organizmac ı) bir devlet kuramı<br />

oluşturuyor. Toplumu oluşturan tüm sını flar ve katmanlar, örgütlenme<br />

gereğ i duyarak, kenti kurarlar. Bu örgütlenmede, kenti kuran her<br />

sınıfın ve katmanın görevi vardır. Kimi sınıfları n görevi de<br />

yönetmektir.<br />

Özel mülkiyet, doğal bir kurum olarak görülüyor. Sava ş sanat ı da,<br />

doğal bir beceri olarak elde edilir. Buna göre, savaşta yengiye ulaş an,<br />

elde ettiği malların doğal sahibidir. Bunlar doğaldır ama, ticaret doğ al<br />

değildir, tefecilik ise hırsızlıktır. Soyluların zenginliğ i topraktan<br />

geliyor, bu nedenle, böyle bir zenginlik, onurlu bir zenginliktir.<br />

Ortaklık yanlıştı r, çünkü, kavgalara yolaçar. Ortak mülkiyet, bu<br />

yüzden yanlıştır, çünkü doğaya aykırıdır. Platon, komünal toplum yapısında, çocukların eğ itimini<br />

‘koruyucular örgütü’ne bırakmıştır. Çünkü, ortak üretimin yapılması sırasında, çocukların korunmas ı gerekiyordu. Aristoteles, bunun çok<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


üyük bir yanl ış olduğunu söylüyor. İnsanın geliş mesi için, kesinlikle<br />

aileye gereksinimi vardır. Aile, doğal bir kurumdur.<br />

Aristoteles, mülkiyetin özel bir durumundan da söz ediyor: Ortak<br />

kullanı lan özel mülkiyet.<br />

Aristoteles, böyle bir mülkiyeti savunuyor.<br />

Örneğin, kamu yapılar ı, stadyumlar, tiyatrolar, soylular tarafı ndan<br />

yapılır, ama kamuya verilir. Bu yapılar, artı k, kamuya hizmet verirler.<br />

Ayrıca, her toplumun farkl ı yönetimlere sahip olduğ unu, her<br />

yönetimin de farkl ı ‘ yurttaşlı k’<br />

anlay ışı bulunduğ unu bildirerek,<br />

kendisinin yurttaşlık anlayışın ı açıklıyor. ‘ Kölelere, yabancı<br />

zanaatkarlara, siyasal edinimlerini geliştirecek iş lerde<br />

çalışmayanlara, erdemleri körelmi ş yerli zanaatkarlara,<br />

gündelikçilere, siyasal haklar verilemez’ diyor. Ticaretin siyasal<br />

erdemi bozaca ğı kanısın ı taşıdığından, onların yurttaşlıkların ı tartışı r.<br />

33<br />

Ticareti salık vermiyor.<br />

Aristoteles’e göre, ‘tekin genel yarar ı erekleyen yönetimi<br />

monarş idir.’<br />

Monarşi, en iyi yönetim biçimidir. Azınlığın, genel yararı<br />

gözeten yönetimi de aristokrasidir. Soyluları n yönetimidir bu.<br />

Çokluğun genel yararın ı amaçlayan yönetim ‘ politeia’dır. Sayı sal<br />

eşitliğe dayanılarak yapı lan özgürlükçü yönetim, iyi sonuçlar vermez.<br />

Çokluğun sınıfsal çıkarın ı koruyan yönetim ‘ demokrateia’dı r.<br />

Yurttaşlık hakların ı sayısal eşitliğ e göre düzenliyor. Bu tutumuyla<br />

özgürlükçüdür. Azınlığın sınıfsal çıkarın ı gözeten oligarş i yönetimi,<br />

tekin kişisel çıkarın ı amaçlayan tiranlık, iktidarların ı sürekli kı lmak<br />

isterler. Devrimleri önlemek için, siyasal eşitlikle oranl ı eşitliğ in<br />

birlikte kullanılmasın ı öneriyor. Bu, siyasal ve ekonomik eş itliklerin<br />

sağlanmas ı, toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerin ortadan kaldırılması anlamına geliyor.<br />

Aristoteles, Politika adl ı yapıtı nda, insan için en istenilir durumun<br />

‘orta hallilik’ olduğ unu söylüyor. Çok zenginlerin yasa<br />

tanımayacaklarından, çok yoksulların da, aşağılı k biçimde boyun<br />

eğeceklerinden kuşku yoktur. Devlet için en güvenilir sınıf, ‘ orta<br />

sını f’tır.<br />

En iyi devlet ‘ erdemi amaç edinen’ devlettir. Devletin<br />

vazgeçilmez öğeleri vardır. Bu öğelerin başında ‘ nüfus’ gelir. Nüfusta<br />

say ı değil, güç önemlidir. Yurttaş lar, iyi asker olarak<br />

yetiştirilmelidirler. Nüfus, toplum için yeterli sayıda olmalıdı r. Bir<br />

tellal yüksek bir yere çıkıp bağırdığında, bir duyuruda bulunduğ unda,<br />

tüm toplum üyeleri duyabilmelidir. 34 Anlaşı lan, Aristoteles’in devleti,<br />

bir alan ı dolduracak kadar nüfusu olan bir ‘ kent devleti’dir. Devletin<br />

33 Aristo (Aristoteles), Atinalılar’ın Devleti, M.Eğitim Bakanlığı Yayını, 1943, Çev: Suad Y.<br />

Baydur, s. 47.<br />

34 Aristoteles, Politika, Kitap 7-8. Remzi Kitabevi, 1975, İstanbul. Çev: Mete Tunçay.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


ikinci öğesi, ‘ mülkiyet’tir. Orta sınıf temel olduğ una göre, mülkiyetin<br />

yaygın olmas ı isteniyor.<br />

Görülüyor ki, mitolojik düşüncenin felsefi düşünüşe dönüş mesiyle<br />

birlikte, siyasal düşünü ş biçimi, dinsel düşünüşten ayr ı ele alını yor.<br />

Devlet, özdeksel bir anlayışla düşünülmüş tür Aristotelesçe. Platon’da<br />

esinti olarak kalm ış olan mitolojik devlet düş üncesi, Aristoteles’te<br />

tümüyle nesnel toplum gerçeklerine oturtulmuştur. Aristoteles, düş sel<br />

bir eşitleme yerine, gerçekçi bir eşitlemeye yöneliyor. Sınıfları n<br />

eşitsizliklerini dengelemeye çalışıyor. ROMA<br />

Roma’da, siyasal düşünce ile dinsel düşünce arasındaki iliş kiler,<br />

çok farkl ı biçimde gelişmiştir. Gerçi, Roma’l ı düş ünürler, Yunan<br />

düşünürlerini izlemişlerdir ama, yine de, Roma tarihi farklı<br />

geliştiğinden, devlet kuramlar ı da farkl ı olmuştur. Her şeyden önce, ş u<br />

köklü fark ı belirtmeliyiz: Romal ı düşünürler, kuramsal düş ünmekten<br />

çok, kılgısal (pratik) yaşam ı dikkate almışlardı r. Eyleme geçmeyen<br />

düşünce, Roma düşünürlerini pek ilgilendirmez. Düşüncenin kılgılı yaşama geçirilmesini öne çıkardıkları ndan, hala etkisini sürdüren<br />

“Roma hukuku”nu yaratmışlardı r. Roma hukuku, uzun bir tarihsel<br />

sürecin sonunda görülen toplumsal, ekonomik ve siyasal geliş melerin<br />

bir ürünüdür.<br />

İtalya Yarımadas ı’nın bilinen en eski halklar ı , M.Ö. 3. binlerde<br />

yaşam ış Akdenizlilerdir. M.Ö. 1200–1190 yıllarında, yarı madaya<br />

İtalik kabileleri geldi. İtalikler, yerli halkla kaynaşarak “ Latinler”<br />

(ovalılar) ad ı verilen halk ı oluş turdular. Daha sonra, Vergilius’un<br />

(Vergileus) (M.Ö. 70–19) Aeneas adl ı destanında anlatı lan Etrüskler<br />

geldi. Denizci Etrüskler, oval ı çiftçiler üzerinde kolaylı kla egemenlik<br />

kurdular. Etrüskler, çok gelişmi ş bir halk olmal ı ki, hemen<br />

kentleşmeye giriştiler. Birkaç Latin köyünü, ya ğ, ş arap ve zeytin<br />

üretmeye, maden işletmeye başlayarak kent ( civitas) durumuna<br />

getirdiler. Kı sa sürede, birkaç kent devleti kurdular. En önemlisi<br />

Roma oldu. Roma, Kartaca’yla, Finike’yle, Yunanistan’la ve Anadolu<br />

kentleriyle ticaret yaparak, kısa sürede varsıllaşt ı . Vergileus da,<br />

Olympos tanrıların ı Latinleştirerek, Roma’nın ekinsel dokusunu ördü.<br />

Bu yeni halk, seçimle baş a getirdikleri krallarca yönetiliyordu.<br />

Kral, kentin yargıçlığın ı, komutanlığın ı ve rahipliğini de yapı yordu.<br />

Etrüskler, köyleri birleştirip kentleri kurarken Latinleri de varsı l<br />

duruma getirmişlerdi. Söylenceye göre, Roma’y ı , Romulus ve Romus<br />

adl ı ikiz kardeşler kurmuşlardır. Babalar ı tanr ı “Mars”tı r. Mars,<br />

Troyal ı Agkhiges’le Aphrodite’nin oğullar ı Aineias’ ın kız ı Rea,<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


ormana su almaya gidince, onu kıstırır ve gebe bırakı r. Bir söylenceye<br />

göre, Rea, Mars’a âşıktır. Demek, Romulus ile Romus’un babalar ı bir<br />

tanrıdır. Yani Roma’nın devlet geleneği, sava ş Tanrıs ı Mars’ ın “ kut”u<br />

üzerine kurulmuştur. Bir de, “ Latinus” vardır. İtalya’nın en eski halkı<br />

Aborigenler’in en eski kralıdı r Latinus. Çok erken dönemde<br />

Helenleştirilen bu kral, birçok söylenceye karşın, yerli ırasını (karakter) korur. Helen söylencesine göre, Latinus, Odysseus ile<br />

Kirke’nin oğludur. Bir başka söylenceye göre de, yerli tanr ı Faunus ile<br />

Tanrıça Marica’nın oğullarıdır. Latinus, devlet bilgisini babası<br />

Faunus’tan almıştır. Faunus, iyiliksever bir tanrıdır. Çobanlar ı ve<br />

sürüleri korur. Çobanlara, sürüleri nasıl yöneteceklerini öğ retir.<br />

Latinus, halk ı yönetme bilgisini, babasından öğ renir ve devletini<br />

kurar. Ancak, Roma İmparatorluğ u, ülkeleri yönetirken, bu<br />

söylencelere ve tanr ı buyruklarına hiç önem vermez. Bütün bu gerçeğ e<br />

karşın, devleti kuran kiş inin ya da ailenin, kendisini halka kabul<br />

ettirebilmek, halklar üzerindeki egemenliğ ini sürdürebilmek için, bir<br />

“kut”a dayanmak zorunluluğu açıktır. Latinus’un bir niteliği de, yerli halkın kral ı olmasıdı r.<br />

Etrüskler’den ayrılan bir halkın, yabanc ı egemenliğine kar şı kendi<br />

kutunu ve tapınma etkisini koruma tepkisi görülüyor. Roma’y ı kuran<br />

ikiz kardeşler, kenti güzelleştirmek ve zenginleş tirmek için, yerli<br />

halk ı, zorla çalıştırd ı. M.Ö. 753’te kurulan Roma’nın kuruluş unda<br />

çalışan Latinler, kentin yönetiminde yer almayınca, kar şı tepkilerini<br />

göstermişlerdir. Ovada zeytin, ya ğ ve ş arap üreten Latinler de<br />

zenginleştiler zaman içinde, ovada, bir köylü soylusu oluş tu. Bu soylu<br />

sınıf, kaynağında, Latin çiftçilerden başkas ı değ ildi. M.Ö. 509’da,<br />

Etrüsk kralların ı kovarak, Roma’nı n yönetimini ele geçirdiler.<br />

Kendilerine “Patricia” adın ı veren Latin soylular ı , yeni bir yönetim<br />

oluşturdular. Bu yönetime, “ res publica” (kamu için) adın ı verdiler.<br />

Bugün, dilimize “cumhuriyet” diye çevrilen “republic” terimi, bu<br />

Latin teriminden alınmıştır. Yönetimin başında, kişi ya da kiş iler bulunmuyordu. Yetkileri<br />

belirlenmi ş bir kurul (meclis) seçiliyor ve o kurul yönetiyordu kenti.<br />

Kuşkusuz, seçilme gücü, salt soylularda vard ı . Bu kurula, “soylular<br />

kurulu” demenin hiçbir sakıncas ı yoktur. Roma, Etrüsk kralları ndan<br />

sonra, soylular cumhuriyeti diyebileceğimiz bir yönetime kavuş tu.<br />

Latin soylularını n kutla ilgileri görünmüyor. Bu yüzden, Roma<br />

devletinde, mitolojik düşünce egemen olmam ış olabilir. Soylular<br />

cumhuriyetinin başındaki yöneticilere “ patricia” denildiğini, yukarı da<br />

da söylemiştik. Patricia, “ babalar” anlamındadır. Kendilerini halkı<br />

sevecenlikle koruyan kimseler olarak gördüklerinden, bu ad ı almış lar,<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


ama toplumun sınıfsal yapısın ı acımasız biçimde korumuşlardı r.<br />

Roma’da, köleler, sığıntılar (yurttaşlık haklar ı olmayanlar), yurttaş lar<br />

vard ı. Yurttaşlar sınıf ı, patricialarla plebler (halk) diye ayrılı yordu.<br />

Zengin plebler, zamanla, kentin burjuva sınıfın ı oluşturmuş tur.<br />

Latince’de çocuk anlamı na geliyor. Yoksul plebler, öylesine<br />

yoksuldular ki, bunlara, “çocuklarından başka bir ş eyleri olmayan”<br />

anlamında “ proleterya” ad ı verilmiş ti. Marks (1818–1883), daha<br />

sonralar ı, bu sınıf ı, “ zincirlerinden başka yitirecekleri bir ş eyi<br />

olmayan” sınıf olarak betimlemiştir. Kuşkusuz, zincirlerinden baş ka<br />

kıracak şeyleri olmayan sınıftır hala.<br />

Roma’nın krallık ve cumhuriyet dönemlerinde, siyasal düş ünün<br />

kaynakland ığı dinsel bir düşünü ş görülmüyor. Romal ı soylular,<br />

Sicilya’da ve Kartaca’da köle emeğ inden yararlanarak, kapitalist<br />

yöntemlerle artıürün yaratan iş letmeler kurdular, buralarda üretilen<br />

mallar ı, d ış pazarlarda satarak zenginlediler. Bu gelişmeler, sını f<br />

çatışmaların ı ateşledi. Patricia, “ senato” adın ı verdiğ i bir kurulla<br />

yönetiyordu kenti. Plebler, gün geçtikçe, yönetime ortak olmaya<br />

başladılar. Kuş kusuz, zengin pleblerdi bunlar. Onlar da, kendilerinden<br />

olan seçilmi ş kiş ileri gönderdiler senatoya. M.Ö. 494’te, patricia’dan,<br />

birtakı m haklar istediler. Patricia, pleblerin isteklerini kabul etmedi.<br />

Bunun üzerine, tüccar ve zanaatkar plebler, kentten ayrı larak uzun bir<br />

yürüyüşe başladılar. Pleblerin ayrılmas ı , Roma’da, sanayinin çökmesi<br />

anlamına gelirdi. Roma Senatosu, bu yürüyüş ten sonra, pleblerin<br />

yönetime katılma hakkın ı kabul etmek zorunda kald ı . Plebler, memur<br />

olma hakkın ı elde ettiler. “ Tribün” ad ı verilen memurlar, kamuda<br />

görev alınca, birtakı m yasalarda yeni düzenlemelere gidildi. M.Ö.<br />

450’de, “On İ ki Levha”y<br />

ı, sözlü yasaların yerine geçirmeyi başardı lar.<br />

Roma hukukunun kökenini bu On İki Levha oluşturdu. Üç yı l sonra<br />

(447), Plebler Meclisi’nin yasa çıkarma yetkisini aldı lar. M.Ö. 445’te,<br />

Patricia ile Plebler sınıflarından kiş ilerin evlenmelerini yasaklayan<br />

yasay ı kaldırdılar. M.Ö. 421’de, yalnız Patricia sınıfı na verilen yüksek<br />

memurluklar, pleblere de verilmeye başland ı. M.Ö. 326’da, “ borç<br />

köleliğ i”ne<br />

son verildi. M.Ö. 287’de, Plebler Meclisi, Senato’ya e ş bir<br />

kurul ve siyasal kurum durumuna gelmişti. Kısas ı , Roma devleti,<br />

sınıfsal çatışmaların sonunda, oldukça demokratik bir devlet olmuş tur.<br />

Görüldüğü gibi, bu aşamalarda, dinsel düşünüşün hiçbir etkisi yoktur.<br />

Roma’daki sınıf çatışmalar ı, gerçekten çok farkl ı gelişmiş tir. Bu<br />

sınıf çatışmalar ı, Roma yönetiminde, dinsel düşünüş ü etkisiz<br />

bırakmıştır. Roma, tuz ticaretinin yolu üzerine kurulmu ş, kı sa<br />

zamanda zeytin, ya ğ ve şarap ticaretiyle zenginlemi ş, nüfus arttı kça,<br />

yeni topraklara gereksinim duymuştur. Ürün için, yoğun tarı m<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


gerekiyordu. Yeni topraklar için, Latin kentleriyle savaşa giriş ti ve<br />

M.Ö. 493’te, Latin Birliği’ni kurdu. Bu birlik, giderek, Roma’nı n<br />

egemenliğine dönüştü. Birliğin dışındaki kentler, M.Ö. 340 yılı nda<br />

ayaklandılar. Ayaklanmalar bastırıld ı ama, bu kentlerin birbirleriyle<br />

ticaret yapmaları na izin verildi. Oysa, Birlik’e girmeyenlerin ticaret<br />

haklar ı ellerinden alınmışt ı. Ayaklanmaların nedeni de buydu. Artı k,<br />

birlik dışındaki kentlerin halklarına da yurttaşlık haklar ı verilmiş ti.<br />

M.Ö. 272’de, Roma ordusu, Güney İ talya’daki tüm Yunan kentlerini<br />

ele geçirdi, Kartaca’ya sava ş açt ı. Elli yıl içinde, Kartaca’y ı yenip<br />

Akdeniz ticaretine egemen oldu. M.Ö. 168’de Makedonya’y ı , M.Ö.<br />

146’da Yunanistan’ ı işgal etti. Her ülkeden birçok insan ı köleleş tirip<br />

Roma’ya getirdi, çiftliklerde çalıştırd ı. Bu köleler de sık sı k<br />

ayaklandılar. Bir bakıma, Roma tarihi, köle ayaklanmalarını n tarihidir.<br />

M.Ö. 73’te, Spartaküs adl ı bir köle, Roma orduların ı yenilgiye<br />

uğratarak Roma’y ı ele geçirecekken, köleler ordusu yağmaya başlad ı .<br />

Bundan yararlanan Roma ordusu, Spartaküs’ü ve alt ı bin köleyi,<br />

Roma’ya kuzeyden giren yol boyunca çarmıha çekti. Buna karşı n,<br />

köle ayaklanmalar ı durmamıştır. Bir ara, Spartaküs’ten önce, M.Ö. 85’te, halk (populares)<br />

ayaklanm ış ve yönetimi ele geçirmiştir. Soylular (optimates), amansı z<br />

bir sava ş başlatt ı . Soylular Partisi’nin önderi Sula, M.Ö. 84’te,<br />

anayasaya dayanarak, kendisini diktatör seçtirdi. Roma Anayasas ı , bir<br />

kimseye alt ı aylık diktatörlük verme yetkisini vermiş ti Senato’ya, ama<br />

Sula süresiz almışt ı bu yetkiyi. Süre belirtmediğ i için, Roma tarihinde,<br />

Diktatörlük dönemi başlad ı. M.Ö. 46’da, ünlü Sezar, kendisini on yı l<br />

için diktatör seçtirdi, ama bir yıl sonra öldürüldü.<br />

M.Ö. 27’de, Oktavianus, Klopatra’y ı yenip Mısır’ ı ele geçirince,<br />

imparatorluğunu kurdu. M.S. 235 yılı na dek sürdü imparatorluk, 235<br />

yılına dek iki yüz yıl süren bir bar ış dönemi vardı r. 235’te, komutanlar<br />

darbesi başlamıştır. Buna karşın, dinsel düşünü ş ve dogmalar,<br />

Roma’nın yönetimine etki yapamaz. Roma, Hristiyanlık’ ı kabul<br />

edinceye değin, dünya hukukuyla yönetilmiştir. Polybios (M.Ö. 204-120), Roma Anayasas ı’n ı en ileri bir hukuk<br />

belgesi olarak görür. Roma Anayasas ı’n ı tanrılar göndermemiş tir.<br />

Egemenlik, tiranlık, demokrasi ve aristokrasi arasında kurulmuş<br />

dengeye dayanır ve bu durum denetlenir. “ Denge ve denet”,<br />

anayasanın ruhunu oluş turuyor. Polybios’tan sonra, Cicero (Çiçero)<br />

(M.Ö. 106- M.Ö. 44), Yasalar adl ı yapıtında, yasaların kaynağını n<br />

doğa ve insan olduğunu belirtiyor. Hiçbir zaman, tanrıların buyruğ u<br />

yoktur Roma’nın yönetiminde. Cicero, insan derken de, “ insan<br />

doğası”n ı amaçladığın ı vurgular. Ona göre, yasa “ doğru akı l”dı<br />

r.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


Cicero, hukuk bilgisini temel alıyor. Hukuk, Atina’da baş ka, Roma’da<br />

başka bir kural ileri süremez. Doğ al yasalar yönetir yöneticiyi.<br />

“Yönetici konuş an yasa, yasa susan yöneticidir. ” Cumhuriyet<br />

döneminin bu düşünürü, kaynağı nda bir köledir, ama senatör<br />

olabilmiştir. Atlılar sınıfında gösterdiği başarı larla, hukuk sayesinde<br />

sınıf atlamıştır. İmparatorluk döneminin filozofu, Seneca’dı r (M.Ö. 4 – M.S. 65).<br />

Seneca, bilgilerin siyasadan uzak durmasın ı öğ ütler, ama kendisi<br />

Neron’un sarayındaki eğiticisidir. Mülkiyeti adalete aykır ı bulur, ama<br />

kendisi tefecilikle çok zengin olmuştur. Üçyüz milyon dinarlı k servet<br />

kazand ığı kayıtlıdır. Seneca, 62’de danışmanlıktan ayrı lmak istedi,<br />

ama istifas ı kabul edilmedi. 65’te, Neron’a kar şı düzenlenen bir<br />

suikast hareketine katıld ığı ileri sürülerek yargıland ı . Roma<br />

mahkemesi, idamına karar verdi, ama Neron, devlete yaptığı<br />

hizmetlerden dolay ı, asılmaması na, intihar etmesine karar verdi.<br />

Soyluların asılmas ı ho ş karşılanmazd ı ama, intiharları na izin verilirdi.<br />

Kişinin, kötü durumlarda, halka açık bir uzamda asılmas ı uygun<br />

görülmezdi. Onları n, kendilerini öldürmelerine izin verilerek bir tür<br />

soylu davranışta bulunmas ı istenirdi. Japonlar’ ın “ Harakiri” töresi de,<br />

bu düşünceye dayanı yor. Seneca da, bu töreye uyarak, bileklerini kesti<br />

ve öldü.<br />

Seneca, devletsiz, eşitlikçi bir toplum istiyor. “ Lucius’a<br />

Mektuplar”da, kimi epigramlarında, devletin doğuş undan önceki<br />

durumu, insanların altın ça ğı olarak niteler. Bu altın ça ğ, “ doğ a<br />

durumu”dur. İki devlet düşünüyor: “ Sınırlar ı Güne ş ’le çizilen devlet<br />

ve insanları n belli bir bölümünü kapsayan devlet. ” Öyle anlaşılı yor ki,<br />

birinci devlet, dünya devletidir. İ kincisi de, görülen devletlerdir.<br />

Toplumsal bozuklukların, hukuk ve bilim yoluyla, eş itlikçi bir<br />

ekonomi siyasasıyla düzeltilmesi üzerine hiç söz etmez. Eş itsizlikten<br />

yakınır, ama eşitsizliğin, ancak, ahlak ile giderileceğini söyler. Ş evkat,<br />

sevgi, sayg ı ve acıma duygularıyla, toplumsal bozuklukları n<br />

giderilebileceğini bildiriyor. Hatta, köleliği doğ al bir durum olarak<br />

kabul ediyor. Lucius’a yazd ığı mektuplardan birinde, hepimizin de<br />

yazgının kölesi olduğumuzu belirterek, köleliğin ne değin doğ al<br />

olduğunu kanıtlamaya çalışır. (bkz. 47. mektup).<br />

ORTAÇAĞ<br />

Bat ı ve Doğu düşüncesi, Ortaçağda olduğ u kadar, tarihin hiçbir<br />

döneminde birbirlerine yaklaşmamıştır. Mısır ve Orta Doğu, Batı<br />

düşüncesini Bat ı’ya tanıtmıştır bir bakıma. Bu yakınlaşmada, İslam’ ı n<br />

ortaya çıkmas ı etkin olmuştur. İslam’ ın ortaya çık ışı, Ortaçağı n en<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


karanlık dönemine rastlar. VII. yüzyılın sonları nda, Araplar, Suriye’ye<br />

girdiklerinde, bu ülkede, eski Yunan ve Roma felsefesi, güçlü biçimde<br />

yaşıyordu. Süryani papazlarını n Süryanice’ye çevirdikleri Platon ve<br />

Aristoteles, Müslüman Araplar için çok, ama çok yabancıyd ı .<br />

Muaviye, bu yapıtları n Arapça’ya çevrilmesini istedi. Endülüs<br />

Emevileri, İspanya’ya çıktıklarında, kitaplıklarında bu yapı tlar<br />

bulunuyordu. Hristiyan Roma, Helen uygarlığın ı unutmu ş, İ brani<br />

mitolojisiyle yoğruluyordu. Roma Devleti’nin hukuksal yapıs ı da<br />

değişmişti. Müslüman Araplar, eski Yunan düşüncesini, İ talya’ya<br />

yeniden tanıtt ı. Aristoteles, İbn-i Rüşd (1126-1189) tarafı ndan, bütün<br />

Bat ı düşünürlerinin bilgisine sunulmuştur. Hristiyan Bat ı ile<br />

Müslüman Ortadoğu ve Mısır, eski Helen etkisiyle yakınlaştı lar, ama,<br />

Haçl ı Seferleri, bu yakınlaşmay ı, bugüne değin süren bir düşmanlığ a<br />

dönüştürdü. Bir de, İslam düşüncesinin IX. yüzyılda tartış madan ve<br />

yorumdan uzaklaştırılmas ı, yakınlaşmanın yolunu kesmiştir. Kilisenin siyasaya karışmasıyla, XIII. yüzyılda, eş itsizlikçi bir<br />

öğreti durumuna gelmişti Hristiyanlık. Eşitsizlikle eş itlik arayan<br />

İsa’nın kuram ı, kilise tarafından çarpıtılmışt ı. Kuş kusuz, Aziz<br />

Paulus’un mektuplar ı da, İsa’nın barışç ı ve eş itlikçi ilkelerini<br />

unutturmuştu. Hristiyan dünyası nda, yoksulluk öylesine<br />

yaygınlaşmışt ı ki, zengin bir soylu olan, Saint Francis (1181-1266),<br />

ailesini ve malın ı bırakı p yoksullar örgütü kurmaya karar verdi. Saint<br />

Francis, yoksulluğ u ülkü olarak benimseyen bir tarikat kurdu:<br />

Francisken Tarikatı. Saint Francis, keşiş lerini evlerden ve kiliselerden<br />

uzak tuttu. Bu arada, yeni bir tarikatın etkinliği görüldü: Dominiken.<br />

Saint Dominic (1170-1221), yoksulluğun nedeninin, Hristiyanlı k’tan<br />

uzaklaşmak olduğunu belirtti. Dinden sapma (itizal), aşa ğı yukar ı aynı<br />

yıllarda, ilericilerle savaşımın kayna ğı oldu. İslam dünyas ı , IX. ve X.<br />

Yüzyıllarda, “ Mutezile” ad ı verilen bir bilimsel düş ünme örgütünün<br />

tartışma ufkunu genişletmesine tanık oldu. Ne ki, kı sa sürede,<br />

Mutezile, küfür ile suçland ı ve ancak, gizli kapılar arkasında düş ünce<br />

üretildi. Mutezile, bireyin istencini ve aklın yargısına değ er vererek,<br />

Kuran’ ın dogmaların ı, bilim yoluyla düzeltmeye çalışıyordu. Ayrı ca,<br />

dinsel düşünceyi felsefi düşünceyle bağdaştı rmak istiyordu. Ama,<br />

devlet yoluyla susturuldular. Bu da, İslam’ ın karanlığ a gömülmesine<br />

yol açt ı.<br />

Ama bu sırada, Bat ı’da başka gelişmeler oldu. Doğu ve İ slam, bu<br />

gelişmelerin dışında kalınca, birlikte gelişemediler. İslam dünyas ı ,<br />

Hristiyan dünyasının gerisine düş tü. Saint Francis’in ve Saint<br />

Dominic’in tarikatlar ı, 1210’da ve 1215’te, Papalık tarafı ndan<br />

tanındılar. Bu iki tarikat, kilisede değişime yol açtı lar. Toplumsal<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


etkisini yitirmi ş Papalık, özellikle Dominikenler’in aracılığı yla,<br />

yeniden saygınlık kazanmaya başlad ı. Dominikenler, Hristiyanlı k’tan<br />

sapmay ı, yoksulluğun temeli saydığından, Hristiyanlar arası nda<br />

dinden sapmalar olursa, onlar ı cezalandırmay ı, tanr ı krall ığı için<br />

zorunlu saydılar. Hristiyanlık’tan sapmalar ı soruş turmak için, bir<br />

“soruş turma kurulu”<br />

(engizisyon, inquisition) kurulmasın ı, Papalı k’a<br />

kabul ettirdiler. 1233’te, bu kurum yaş ama geçirildi. Mutezile’nin<br />

yasaklanmas ı da, aşa ğı yukar ı , bu tarihlere rastlar. Ancak, uygar<br />

Roma, barbar Germen kabilelerinin istilasıyla, özsel bir değiş ime<br />

uğrad ı. Ayrıca, Roma İmparatorluğu, fetihlerinin son sınırı na<br />

dayanmışt ı. Fetihler, artı k, kar getirmek yerine, büyük masraflara yol<br />

açıyordu. Bu durum, ordunun yapısın ı da etkiledi. Sava ş teknikleri,<br />

fetihler dönemine göre geriledi. Bu arada, kuzeyden gelen Germenler,<br />

çiftlikleri (latifundis) işgal ediyor, köleleri serbest bırakı yor ya da<br />

kendi ülkelerine götürüyordu. Roma’nın düzeni bozulmuş tu.<br />

Çiftliklerde, üretim köle emeğine dayanılarak yapılı yordu. O<br />

dönemde, soylular, Roma’da oturuyor, bol ürünleri satı yor ve<br />

dışarıdan lüks mallar getirtiyor, gönenç içinde bir yaş am sürüyordu.<br />

Ne ki, Germen akınlar ı, her şeyi alt üst etmiş ti. Birçok Roma soylusu,<br />

çiftliklerine dönmek zorunda kald ı , ama yeterince köle<br />

bulamadıkları ndan, çifliklerini zorunlu olarak böldüler. Eskiden,<br />

toprakların ı kiraya veriyorlard ı . Sermaye sahibi çiftçiler, köle<br />

emeğiyle çok kazanmışlard ı. Toprağın bir bölümünü onlara sattı lar.<br />

Roma’da ticaret bile, köle emeğiyle gelişmiştir. Barbar Germenler’in istilas ı, latifundiaların parçalanması na yol<br />

açt ı . Lüks mallara para bulamayan soylular, sermayeci çiftçileri<br />

kovalayıp topraklarına yerleştiler. Paralar ı olmadığı ndan, kölelerini<br />

mevsimlik işçi gibi çalıştırdı lar. Üretim bitince, kölelerine izin<br />

verdiler. Kentlere giden köleler, zorunlu olarak kentlerde emeklerini<br />

satıp geçindiler. Böylece, kentlerde büyük bir iş çi birikimi oldu.<br />

Toprak sahibi, bu durumda, toprağın ı doğrudan yönetmek zorundayd ı .<br />

Sermaye sahibi çiftçilere kiralamak ve Roma’da gönenç içinde<br />

yaşamak olanaksızd ı. Kendi latifundiasına yerleşti, toprağın ı kendisi<br />

yönetmeye başlad ı soylu aile. Böylece, latifundialar, bir başkanı n<br />

(magnate) yönettiği malikhanelere (manor) dönüş tü. Manorlar,<br />

arazinin ortasına kurulmu ş sağlam, dayanıkl ı ve korunakl ı bir yapı<br />

( şato) ile toprakta çalışanlardan oluşuyordu. Köleler serfleşmişti artı k.<br />

Serfler, malikaneye demirba ş gibi mal olan, topraktan ve üretim<br />

araçlarından yoksun, emek fazlas ı veren tarım iş çisidir. Giderek,<br />

yükümlülüğü olan “ köylü” durumuna gelmiş tir. Malikaneyi koruyan<br />

bir silahl ı güç de vard ı. Bu askerler, çok özel yetiştirilmişlerdir. Savaş<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


sanatının tüm ayrıntıların ı bilirler ve malikaneye sadıktı rlar. Bu<br />

askerlere “ ş övalye” (chevalier) denilmektedir. Şövalye mertliğ i,<br />

şövalye aşk ı, şövalye müziği, şövalye şiiri, bütün ortaçağ<br />

Avrupa’sının sanatın ı ve yazının ı zenginleştirmiş tir. Bunlara, bu<br />

niteliklerinden dolay ı, bu ad verilmiştir. “ Chevalier” atl ı , küçük soylu,<br />

yiğit anlamlarındadır. Artık, yeni bir düzen vardır: Feodalite. Doğu’da, Bat ı ’dakine<br />

benzer bir feodalite gelişmedi. Bu durum, Doğu toplumlarını n<br />

demokratikleşme sürecini uzatmıştır. Asya tipi üretim tarz ı ,<br />

sınıflaşmay ı geciktirmi ş, İslamc ı düzen, Mısır ve İbrani geleneğ ine<br />

dayanarak toprağın tek sahibinin “ sultan” olduğunu kabul ettiğ i için,<br />

üretim araçlarının özel mülkiyetini engellemi ş , bütün bu nedenlerle<br />

sınıf çatışmalar ı olsa da, sınıf savaşlar ı olmamıştır. Sınıf savaşları olmayınca, demokratikleş me olmaz. Toprakta özel mülkiyet<br />

olamayınca, sultan adına topra ğı iş leyen sipahi, voyvoda ya da<br />

derebeyi, “feodal bey” olamıyor, kendi adı na askeri birlikler<br />

kuramıyor. Sultan’ ın beyinin kona ğı vardır sadece, ama ş övalyesi<br />

yoktur. Silahşör, şövalye değildir. Kısas ı, Doğu feodalitesi, monarş iye<br />

varan bir ekonomik ve siyasal yapıya sahip olamamıştır. Bütün bu nedenlerle, Bat ı’da devletin gelişmesi, Doğ u<br />

devletlerinden çok farkl ı olmuştur. Bat ı feodalitesi, Roma hukukunun<br />

dünyasal niteliğinden uzaklaşm ış, Hristiyan düş üncesinin dinsel<br />

öğeleriyle beslenmiştir. Ortaça ğ Bat ı devletlerinin dini vardı r. Dinleri<br />

demiyoruz, “dini vardı r”<br />

diyoruz, çünkü, Hristiyanlık, bütün Batı<br />

devletlerinin ortak dinidir. Devlet, kilise ile işbirliğ i içindedir.<br />

Hristiyan siyasasının ilkeleri vardır. Temel ilke, İ brani<br />

peygamberlerinin ilettikleri “Tanr ı sözü”dür.<br />

Hristiyan devletin doğası ve haklar ı, kutsal kitaplarda (eski ve yeni ahitler) gönderilmi ş Tanrı<br />

buyruğunda belirlenmiştir. Kilise, tanr ı istencesinin doğ aüstü<br />

yorumların ı yapma işlevini üstlenmiştir. Hristiyan devlet, Tanr ı’nın doğal krallığının üzerinde kurulduğ unu<br />

35 savlıyor. Devlet bilgisi, kaynağı nda, toplumsal görev bilgisidir ve<br />

toplumun siyasal örgütlenme biçimini belirler. Hristiyan devlet<br />

bilgisini öğrenmek için, Tanr ı’nın yasalarının ne olduğ u bilinmelidir.<br />

Tanr ı’nın Krall ığı’nda, insanlar, tanrısal gücün uyruğ udur. Ancak,<br />

Mezburlar’da, bu durum, Tanr ı tarafından açığa kavuşturulmuş tur.<br />

“Tanr ı kraldır, ş ad ol yeryüzü.”,<br />

yine “Tanr ı kraldır, kavimler kı zsa<br />

da, Kerubiler üzerinde oturur, yeryüzü sarsı lsa da…”<br />

36 Yazar, “kral”<br />

terimini bir değişmece (mecaz) olarak görüyor. Tanr ı’nın uyruklar ı , bu<br />

35 Thomas Hobbes, Leviathan, s. 247, Yapı Kredi Yayınları, Çev: Semih Lim.<br />

36 Thomas Hobbes, agy, s. 248.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


sözlere inananlardır, inanmayanlar, onun uyruğ u olamazlar.<br />

İnanmayanlar cezalandırılacaktır. Tanr ı’nın krall ığı, vahiy (esin, söz) ile yönetilir. Bu sözlerin açı kça<br />

anlaşılmas ı için yorumlar yapılır, bunlar “yasa”dır. Vahiy, doğal aklı n<br />

duyurusudur. Doğru akıl, Tanr ı’nın atad ığı bir peygamberdir.<br />

Peygamber (resul, elçi), Tanr ı’nı n sözünü duyurur uyruklara.<br />

Tanr ı’nın iki tane krall ığı vardır: Doğ al ve Peygamberlikle.<br />

Doğ al<br />

krallığında, Tanr ı, doğru aklın doğru ilkeleriyle yardımın ı kabul etmiş<br />

insanlar ı yönetir. Peygamberlikle yönetilen krallığındaysa, Tanr ı , bir<br />

kavmi seçer ( İbrani), kutsal elçisinin ağzından, onlara, Tanr ı’nı n<br />

istencini (irade) iletir. Bu krallığa sonralar ı, Araplar da kattı lar<br />

kendilerini. Bu yasalar, olgucu yasalardır. Tanr ı Krall ığı’nı n üçüncü<br />

ilkesi, “egemenlik hakkı”dır. Tanr ı, saltı k güce (kadir-i mutlak)<br />

sahiptir. Böyle bir gücün sahibi, doğal olarak egemen olacaktır. Tanr ı ,<br />

insanlardan, onlar ı yaratt ığı için değil, onlara iyilik yapt ığı için saygı<br />

ister. Kar şı konulmaz gücünü, bu amaçla kullanır. Bütün acıların kayna ğı günah değildir. Neden, kötüler kazanı yor,<br />

iyiler kaybediyor? Bu soru, Tanr ı’nın varlığının sorgulanması na yol<br />

açıyor ama, Hristiyan düşüncesine göre, bu durum, onun saltı k<br />

gücünden kaynaklanıyor. Tanr ı’nın saltık gücünde, kendi karşıt ı da<br />

vardır. Bu sav, tüm tektanrıc ı inançların kökenini oluşturuyor. İ slam<br />

sufileri de, her şeyin karşıt ı ile var olabileceğini, tanrını n istencinin<br />

böyle olduğunu savlıyorlar: “ Her şey, zıdd ı ile kaimdir.”<br />

İnancı n<br />

temeli da budur: Hayır ve ş er Allah’tan gelir.<br />

Hayrın ve ş errin<br />

yaratıcıs ı Tanr ı’dır. Sayg ı ve tapınma, tanrısal yasalardandır. Sayg ı, bir başkasını n<br />

gücü ve iyiliği hakkında sahip olunan içsel düşünceden ve görüş ten<br />

oluşur. 37 Tanr ı’ya sayg ı, onun gücüne ve iyiliğine değ er vermektir. Bu<br />

değer verişin sözlerimizde ve edimlerimizde görülen dış sal imlerine<br />

38 “tapınma” deniyor. Latinler’in “cultus” teriminden anladıklar ı budur.<br />

İnsanın yarar elde edebilmek için, herhangi bir ş eyin üzerinde<br />

harcad ığı emek, Latin dilinde “ cultus”la karşılanıyor. Bir bakı ma,<br />

yeryüzünde harcanan emektir cultus.<br />

Çocukların eğitilmesi işini, Hobbes, “ a culture of their minds”<br />

kavramıyla ifade ediyor. Demek, eğitim, çocuğun anlağın ı (zihin)<br />

yararl ı duruma getirecek “ emek”tir. Bu, insan istencinin zorla yararlı<br />

kılınmasıdır. Bir başka anlamıyla “ cultus”, zorlamadan, iyilikle,<br />

güzellikle, amacına uygun biçimde yarar sağ layan insan istencini<br />

37 Thomas Hobbes, agy, s. 250.<br />

38 Thomas Hobbes, agy, s. 250.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


anlatır. Bu “ tapı nma”dır.<br />

“ Publicola”, halka tapınma, “ Cultus Dei”<br />

Tanr ı’ya tapınma anlamlarında türetilmi ş kavramlardır. III. Yüzyılda yaşam ış Romal ı konsüllerden biri, halka yönelik<br />

hizmetler yapt ığı için, ona “ Publicola”, yani “halka tapan” adı<br />

verilmiştir. Tanr ı’nın doğal gücü, sayg ı ile tapınmay ı ister. İ yi, adil,<br />

cömert tanr ı, doğal saygıy ı çeker kendisine, dualar, kurbanlar, kulluk<br />

görevleri, belirlenmiştir tapınmalardır. Belirlenmi ş tapı nmalar da,<br />

özgür ya da zorunlu olur. Zorunlu tapınma, yargısı z, sorgusuz boyun<br />

eğme ya da başeğmedir. Gözlemciye göre, imler, özgür tapınmalardı r;<br />

zorunlu tapınmalar, yalnız, Tanr ı’nın elçilerinin aracılığı yla bildirilir.<br />

Tüm toplum, tek bir kişi gibi tapınırsa, bu tapınma “ kamusal<br />

tapı nma”dır.<br />

Kilisedeki toplu törenler, camilerde toplu olarak kılı nan<br />

Cuma namazlar ı, böyle tapınmalardandır. Kişi, birey olarak tapını rsa<br />

ve bu tapınma, Tanr ı’nın elçileriyle bildirilmemiş se, “özel”dir.<br />

Örneğin, be ş vakit namaz, Tanr ı’nın elçisiyle gönderilmi ş tapı nma<br />

biçimidir, ama kişi, altınc ı bir namaz (vakitsiz) kı larsa, bu özel<br />

tapınma olur.<br />

Tapınmanın amac ı “ güç”tür. Çünkü, bir kişi, birisine tapını rsa,<br />

onda bir güç görüyor demektir. Tanrısal saygını n nitelikleri de<br />

belirlenmiştir. Birinci belirlenim, tapılanın “varlık” olmasıdır. İ kincisi,<br />

varlığın yalınlığıdır. Dünyanın ve ruhunun Tanr ı olduğ unu söylemek<br />

yanlıştır. Tanr ı, dünyanı n ne kendisi ne de ruhudur, nedenidir.<br />

Üçüncüsü, yaradıl ışı kabul etmektir, Tanr ı’dı r yaratan. Dördüncüsü,<br />

Tanr ı hiçbir şeye kayıtsız değildir. Sevgi, korku, inanç saygını n<br />

kaynağıdır. Beşincisi, onun sonsuz olduğ unu kabul etmektir.<br />

Tanr ı’dan başka hiçbir varlığa yemin edilemez. Kamusal tapı nma tek<br />

biçimlidir. Devlet, tek bir kişilik değildir. Farkl ı dinlere sahip kiş ilerin<br />

farkl ı tapınma biçimleri vardı r. Bunlara izin verilirse, devletin tek bir<br />

dine sahip olduğu söylenemez. Sayg ı imleri ve Tanr ı’ya tapınmanı n<br />

bir parças ı olarak, açıkça ve her yerde, devletçe buyrulmu ş olanlar,<br />

uyruklarca olduklar ı gibi kabul edilmeli ve kullanılmalıdır. Tanr ı’nı n<br />

buyurduğu gibi, “ İnsan yerine Tanr ı’ya boyun eğ mek daha iyidir.”<br />

Kutsal kitaplardaki bu söz, Tanr ı’nın doğal değil, sözleşmeye dayalı<br />

39 krallığında geçerlidir. Hristiyan siyasas ı, Tanr ı sözünü temel<br />

almalıdır. Din adamlar ı, yaş amdan sonra, cennetteki sonsuz mutluluk olarak<br />

anlamışlard ı Tanr ı’nın Krall ığı’n ı. Öte dünya, “ mutluluk ülkesi”dir,<br />

“Lütuf alemi”dir. O mutluluğa varmak için, kiliseye bağl ı olmak<br />

gerekir. Devlet de, Tanr ı’nın buyruğuyla yücelir. Monarşi, krallığı n<br />

gerçek anlamın ı yansıtır. 39 Thomas Hobbes, agy, s. 251-253.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


Hobbes, Tanr ı’nın Krall ığı’n ı farkl ı yorumlayarak, Hristiyan<br />

devleti yadsımıştır. Ona göre, Tanr ı’nın Krall ığı, İbranilerin oyları yla<br />

40 kurulmu ş “ tam anlamıyla krallı k”tır.<br />

İtalya’da<br />

Machiavelli (1469-<br />

1577), Fransa’da Jean Bodin (1530-1596), Hobbes gibi düşünmüş ler<br />

ve Bat ı’da layik (laik) devletin kapıların ı açmışlardı r. Machiavelli,<br />

toplumun, Tanr ı’nın istenciyle değil, doğal nedenlerle geliştiğ ini ileri<br />

sürerek yeni yönetimi biçimlendirmiştir. Bodin, devlet üstüne yapı t<br />

yazd ı: Devlet Üstüne Alt ı Kitap.<br />

Bodin, kralların tanrısal haklarını n<br />

yerine, tarihsel, felsefi, hukuksal nedenleri koydu. Fransa’da layik<br />

düşünceyle ördü egemenlik hakkın ı.<br />

Bu gelişmelerle, din devleti, layik devlete dönüşmeye başlad ı .<br />

İslamc ı devlet, İbrani mitolojisinin öğelerini, dolayısı yla, Hammurabi<br />

Yasa Derlemeleri’ni aşamad ı. Hala, birtakı m Müslüman devletler,<br />

“ İ slam Devleti”<br />

savıyla, halkların ı, çağd ışı bu yasalarla yönetiyorlar.<br />

Kaynağında, İslam dünyasında, toplumsal gelişme yasalar ı farklı<br />

gelişti. Dinsel düşüncenin yerine bilimsel düşünce konulamad ı. İ bn<br />

Haldun (1322-1406), devleti, toplumdan ayr ı düşünmüş tür. Devlet,<br />

yeni sularla yenilenerek akan ırmaklar gibidir. Doğu ş, geliş me ve<br />

yaşlanma dönemlerinden sonra, “ ölüp gitme” kaçınılmazdı r. Ama,<br />

toplum yok olmaz, yenilenir. Yeni devleti de yeni toplum kurar. İ lkel<br />

ve göçebe toplumlarda devlet başkadır, yerleşik ve kentsel yaş am<br />

41<br />

biçiminde başka. İslam toplumlarından örnekler de verir.<br />

İslam toplumlarında, uluslaşma geç kalmıştı r. Bugün bile, Türk<br />

toplumundan başka (Anadolu), uluslaşma sürecine girmi ş bir<br />

Müslüman toplum yok. Bu süreci baş latan Mustafa Kemal’e salt bu<br />

açıdan tüm Anadolu halkının sayg ı duymas ı gerekir.<br />

TÜRKLERDE <strong>DEVLET</strong> <strong>BİLGİSİ</strong><br />

Orta Asya’da, VI. ve X. Yüzyıllar arasında dolaş an göçebe<br />

toplumların birer devlet örgütüne sahip oldukların ı söylemek çok zor.<br />

Ama yine de, Orhun Anıtlar ı ve Bulgut Yazıt ı (Soğ utça) gibi belgelere<br />

dayanarak, İslamlık’tan önceki Türk devlet düş üncesi üzerine bir<br />

şeyler söylemek olanağımız bulunuyor. Bunlardan başka, Reş idü’ddin<br />

Fazlu’lla’ ın Camiü’t Tevarih ve Kaşgarl ı Mahmut’un Divanü Lügat-it<br />

Türk adl ı yapıtlarından çıkarabileceğimiz bilgiler var. Reş idü’ddin’in<br />

tarihinde, Oğuzlar’ ı n ve Türkler’in tarihleri üzerine önemli bilgiler<br />

görüyoruz. En önemlisi de, Oğuz Destan ı’ndan parçalar aktarm ış.<br />

Oğuz Destan ı, şöyle başlıyor: “Türk tarihçileri ve dili çabuk raviler, şöyle anlatı rlar: Nuh Peygamber,<br />

yeryüzünü oğullar ı arasında bölüştürdüğü zaman, büyük oğlu Yafes’e Doğ u<br />

40 Thomas Hobbes, agy. s. 286.<br />

41 İbn Haldun, Mukaddime I, s. 29. Onur Yayınları, 1977 Ankara, Çev: Turan Dursun.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


İllerini ve Türkistan’ ı verdi. Türkler, Yafes’e “Olcay Han” derler. Olcay<br />

Han’ ın torunu Kara Han’ ın bir oğlu oldu. Üç gün, üç gece, anasını n sütünü<br />

emmedi, üç gün sonra, anasının Tanr ı’nın birliğ ini kabul etmesini söyledi ve<br />

sonra emdi sütünü. Bir yıl sonra konuştu ve adının Oğuz olduğ unu<br />

söyledi.” 42<br />

Bu Oğuz’un İslam biçimi. Bir de, Şamanc ı anlatım ı var. Doğ ar<br />

doğmaz şarap ister, et yer. Kırk gün sonra ava çı kar ve ormanda bir<br />

kız bulur, evlenir.<br />

İslamlıktan önce oluşmu ş Oğuz Destan ı’nda, Oğuz’un doğuş u<br />

şöyle anlatılıyor: “Günlerden bir gün, Ay Hatun’un göğsü yarılıp yavrulad ı. Erkek oğ ul<br />

doğurdu. Yüzü mavi, ağz ı ate ş gibi kızıl, gözleri ela, saçlar ı ve kaşlar ı kara<br />

∗<br />

idi. İlk sütü emdi, sonra emmedi. Çi ğ et ve şarap<br />

istedi.”<br />

731 yılında ölen Kül Tigin anıtında Bilge Kaan, halkına ş öyle<br />

sesleniyor: “Ben, Tanr ı’ya benzer, Tanr ı’dan olmu ş Türk Bilge<br />

Kağan ı.” Kendisinin, Tanr ı istenciyle hakanlık tahtına oturduğ unu<br />

bildiriyor. Demek, egemenlik hakk ı, Türk yöneticilerine de, Tanr ı ’dan<br />

gelmiştir. İslam biçiminde, Türkler, soyların ı Nuh’a, yani Yehova’nı n<br />

elçisi Nuh’a dayandırıyorlar. Osmanl ı Devleti’nin kurucusu Osman’ ı n<br />

egemenliği de, mitsel bir örgeye dayanıyor. “Osman, bir gece, Ş eyh<br />

Edebal ı’nın evinde kald ı ve bir rüya gördü…<br />

42 Ord.Prof.Dr. Zeki Velidi Togan, Oğuz Destanı, Enderun Kitabevi.<br />

Oğuz Destanı hakkında geniş bilgi için bkz. Prof. Dr. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi.<br />

Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.


Vecihi Timuroğlu, Mitolojide Devlet Bilgisi, MEMLEKET SiyasetYönetim, 2006/1, s. 1-40.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!