11.11.2014 Views

kur'an'da tesbih kavramı - gariban tavuk

kur'an'da tesbih kavramı - gariban tavuk

kur'an'da tesbih kavramı - gariban tavuk

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

T.C.<br />

MARMARA ÜNİVERSİTESİ<br />

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ<br />

İLAHİYAT ANABİLİM DALI<br />

TEFSİR BİLİM DALI<br />

KUR’AN’DA TESBİH KAVRAMI<br />

Yüksek Lisans Tezi<br />

GEZİM DUNGAJ<br />

İstanbul, 2006<br />

I


T.C.<br />

MARMARA ÜNİVERSİTESİ<br />

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ<br />

İLAHİYAT ANABİLİM DALI<br />

TEFSİR BİLİM DALI<br />

KUR’AN’DA TESBİH KAVRAMI<br />

Yüksek Lisans Tezi<br />

GEZİM DUNGAJ<br />

Danışmanı: PROF. DR. SADRETTİN GÜMÜŞ<br />

İstanbul, 2006<br />

II


İÇİNDEKİLER<br />

Sayfa No:<br />

KISALTMALAR .............................................................................................................. VII<br />

ÖNSÖZ .............................................................................................................................VIII<br />

GİRİŞ .....................................................................................................................................1<br />

1. TESBİH KELİMESİNİN LÜGAT VE İSTİLAHİ MANALARI ................................3<br />

1. 1. Sözlük Anlamı ..................................................................................................3<br />

1. 2. Terim Anlamı ...................................................................................................5<br />

2. TESBİH KELİMESİNE YAKIN ANLAMLI KELİMELER ......................................6<br />

2. 1. Zikir ..................................................................................................................6<br />

2. 2. Şükür.................................................................................................................8<br />

2. 3. Takdis .............................................................................................................11<br />

2. 4. Hamd ..............................................................................................................13<br />

2. 5. Dua..................................................................................................................16<br />

2. 6. Tekbir..............................................................................................................19<br />

2. 7. Secde...............................................................................................................22<br />

2. 8. Teshîr ..............................................................................................................25<br />

2. 9. Tehlil...............................................................................................................27<br />

3. TESBİH ÇEŞİTLERİ.....................................................................................................29<br />

3. 1. Sözlü Tesbih ...................................................................................................29<br />

3. 2. Sözsüz Tesbih.................................................................................................31<br />

III


4. KUR’ÂN’DA TESBİH KAVRAMININ KULLANILIŞI ...........................................33<br />

4. 1. Allah’ı Tenzih Etmek .....................................................................................33<br />

4. 2. İnşallah Anlamında........................................................................................38<br />

4. 3. Boş Vakit, Meşguliyet Anlamında .................................................................40<br />

4. 4. Namaz Kılmak ve Dua Etmek ........................................................................42<br />

4. 5. Gezegenlerin Allah’a Boyun Eğmeleri...........................................................46<br />

4. 6. Melekler, Ruhlar, Gâziler, Atlar ve Gemilerin Hızlı Hareket Etmeleri..........48<br />

5. CANLI VARLIKLARIN TESBİHİ ..............................................................................50<br />

5. 1. Meleklerin Tesbîhi..........................................................................................51<br />

5. 2. Cinlerin Tesbîhi ..............................................................................................55<br />

5. 3. İnsanların Tesbîhi ...........................................................................................60<br />

5. 3. 1. Nebilerin Tesbihi...............................................................................61<br />

5. 3. 1. 1. Hz. Musa’nın Tesbihi ...............................................................63<br />

5. 3. 1. 2. Hz. Davud’un Tesbihi ..............................................................64<br />

5. 3. 1. 3. Hz. Yunus’un Tesbihi...............................................................68<br />

5. 3. 1. 4. Hz. Zekeriya’nın Tesbihi..........................................................71<br />

5. 3. 1. 5. Hz. İsa’nın Tesbihi ...................................................................73<br />

5. 3. 1. 6. Hz. Muhammed ( a.s )’ın Tesbihi.............................................76<br />

5. 4. Hayvanların Tesbihi .......................................................................................80<br />

5. 4. 1. Kuşların <strong>tesbih</strong>i .................................................................................83<br />

6. CANSIZ VARLIKLARIN TESBİHİ............................................................................89<br />

6. 1. Güneş, Ay ve Yıldızların Tesbihi ...................................................................90<br />

6. 2. Gök Gürültüsünün Tesbîhi ............................................................................98<br />

6. 3. Dağ ve Bitkilerin Tesbihi .............................................................................100<br />

6. 4. Cemadatın Tesbihi.......................................................................................104<br />

IV


SONUÇ ..............................................................................................................................112<br />

BİBLİYOGRAFYA ..........................................................................................................114<br />

V


KISALTMALAR<br />

(s.a v.) : salallahu aleyhi ve sellem<br />

bs. : baskı<br />

bkz. : bakınız<br />

C. : Cilt<br />

DİA. : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi<br />

Dğr. : Diğer<br />

Hz. : Hazreti<br />

md. : madde, maddesi, maddeleri<br />

r.a. : radıyallahü anh<br />

s. : sayfa<br />

T.D.V. : Türkiye Diyanet Vakfı<br />

thk. : tahkik eden<br />

trc. : tercüme eden, tercüme edenler<br />

ts. : tarihsiz<br />

v. : vefatı<br />

vb. : ve benzeri, ve benzerleri<br />

vd. : ve devamı<br />

Yay : Yayına hazırlayan<br />

VI


ÖNSÖZ<br />

Kur’ân’ın, indirilişinden beri bir çok araştırmaya konu olduğu ve bu araştırmalarla<br />

onun daha iyi anlaşılmasının amaçlandığı bilinmektedir. Onu anlamak isteyen, kimsenin<br />

kavramları yerli yerinde kullanmak ve Kur’ân’ın o kavrama biçtiği rolü kavraması<br />

gerekmektedir. İşte biz de bu metodu göz önünde bulundurarak tezimizi ortaya koymaya<br />

çalıştık. Tez, giriş ve altı başlıktan oluşmaktadır. Girişte insanın Yüce Allah’a karşı yaptığı<br />

genel tavırlarından bahsedilmektedir. Burada asıl vurgulanmak istenilen, insanın Bir olan<br />

Yaratıcıya boyun eğme duygusu ile yaratılmasıdır.<br />

Birinci başlıkta “<strong>tesbih</strong>” kelimesinin sözlük ve terim anlamlar üzerinde<br />

durulmuştur. İkinci başlıkta ise <strong>tesbih</strong> kelimesi ile yakın anlamlı kelimeler teker teker ele<br />

alınıp arasındaki ilişkisini ortaya konulmuştur.<br />

Üçüncü başlıkta en önemli müfessirlerin görüşlerine dayanarak <strong>tesbih</strong>in<br />

çeşitlerinin üzerinde durulmuştur. Dördüncü başlıkta ise <strong>tesbih</strong> kelimesinin âyetlerde nasıl<br />

kullanıldığını, Kur’ân’dan ve müfessirlerin yorumlarından örnek vererek anlatılmıştır.<br />

Beşinci başlıkta canlı varlıkların <strong>tesbih</strong>i üzerinde durulmuştur. Burada meleklerin,<br />

cinlerin, insanlardan Kur’ân’da geçen bazı peygamberlerin <strong>tesbih</strong>i konusunu ele alınmıştır.<br />

Altıncı ve son başlıkta ise cansız varlıkların <strong>tesbih</strong>i üzerinde durulmuştur.<br />

Araştırmam esnasında hiçbir desteğini esirgemeyen kıymetli hocam Prof. Dr.<br />

Sadrettin Gümüş Bey’e, Doç. Dr. Abdulaziz Hatip Bey’e, Dr. Erdoğan Baş Bey’e, Murat<br />

Kaya Bey’e ve özellikle bana Kur’ân’ı sevdiren pek muhterem Doç. Dr. Mehmet Okuyan<br />

Bey’e ve diğer bütün hocalarıma şükranlarımı arzederim.<br />

Gezim Dungaj<br />

İstanbul/2006<br />

VII


GİRİŞ<br />

Bir insan, kendi haberi olmadan birinin sürekli kendi iyiliği için çalıştığını öğrense<br />

acaba ne yapar? Herhalde “bana bu iyiliği ne için yapıyor?” diye sorar. Sonra ona teşekkür<br />

eder. Allah, bize bizim haberimiz olmadan iyilikler, güzellikler veriyor, bahşediyor. Ama<br />

biz bunların farkında bile değiliz. Her şey biz insanlar için ayarlanmış, uygun hale<br />

getirilmiş, emrimize verilmiş. Fakat insanoğlu bunların gelişigüzel, rasgele yapıldığını<br />

zannediyor. Bir “sânî” (yapıcı, sanatkâr)ı fark edemiyor. Bu durumu fark etmek, Allah’a<br />

sonsuz şükrânı gerektirir. Bunun içindir ki, Kur’ân hamd ile başlamıştır. Kur’ân’ın ilk<br />

sayfasından başlayan bir okuyucu Allah’a hamd ederek âyetleri okumaya başlar. Yani önce<br />

hamd, övgü...<br />

Allah’ın büyüklüğü karşısında kendi küçüklüğünü hatırlayarak, insanlardan bir<br />

insan, okuyuculardan bir okuyucu, Mü’minlerden bir Mü’min olduğunu hatırlayarak, bir<br />

“dâhî” olduğunu zannederek değil. Eğer <strong>tesbih</strong>i olmazsa, bir “hiç” olacağını düşünerek,<br />

Kur’ân’ı okumaya başlayan kişi, önce bu tür duygular atmosferinde işe başlamalıdır.<br />

Tesbih üzerinde düşünme, bu duyguları veya benzerlerini akla getirecektir. Çünkü <strong>tesbih</strong><br />

yani onu hatırlama, hamd etme, teşekkür etme insanın kendini bilmesidir. Yaratılışı<br />

düşünerek Allah karşısındaki konumunu tespit etmesidir. Hamd, <strong>tesbih</strong>, teşekkür gibi<br />

övmeler bir itiraftır, âcizlik ve küçüklük itirafıdır.<br />

Doğadaki her şey, Allah’ı övmekte, O’na <strong>tesbih</strong> etmektedir. “Yedi gök, yer ve<br />

bunlarda bulunanlar O’nu <strong>tesbih</strong> eder; O’nu hamd ile <strong>tesbih</strong> etmeyen hiçbir şey yoktur;<br />

fakat siz onların <strong>tesbih</strong>lerini anlamazsınız. Doğrusu O Halim olandır, Bağışlayan’dır..” 1<br />

Yeryüzünde insan soyu yaratılmadan önce de bu böyleydi. Yeryüzünde bir halife<br />

yaratmayı murad edince Allah’a karşı melekler şöyle dediler: “Kan dökecek ve fesat<br />

çıkaracak birini mi? Oysa ki biz seni hamd ile <strong>tesbih</strong> ediyoruz.” 2 Ondan önce doğada tam<br />

bir hamd ve <strong>tesbih</strong> düzeni vardı. Herkes ve her şey Allah’ı övüp yüceltiyor, O’na karşı<br />

1 İsra, 17/44.<br />

2 Bakara, 2/30.<br />

1


gelmiyor, tam bir teslimiyetle itaat ediyordu. İnsanoğlunun yaratılması ve şeytanla birlikte<br />

yeryüzüne gelmesiyle O’nu yüceltmek, tanımak şöyle dursun; O’na ve elçilerine karşı<br />

savaş açanlar çıktı. İnsanların çoğu Allah’ı unutup şeytanın yoluna girdi. Şeytanı övüp<br />

yüceltti.<br />

İnsanoğlu ibâdete, hamde meyilli yaratılmıştır. Birilerini övmeye, onlara bağlanıp<br />

ibâdet etmeye eğilimdir. Suyun çukur bulduğu yere doğru akmaya başlaması gibi, insan da<br />

Allah’ı unutursa, birilerine doğru akmaya, ona ibâdet etmeye, bağlanmaya, övüp<br />

yüceltmeye başlar. Çünkü insan, aslında ibâdete etmek için yaratılmıştır. Allah’a kulluk<br />

etmezse başkasına edecektir. Zira onun mayasında bu vardır. İnsan, kul olarak her zaman<br />

fakirdir, yani her açıdan Allah’a muhtaçtır. Çünkü O’ndan başka nimet veren yoktur.<br />

Hayatını sürdürebilmek için her zaman O’nun yarattığı nimetleri tadmak zorundadır. Kul<br />

bu nimetlerin karşılığını da ancak kullukla yerine getirebilir. İnsan, aynı zamanda hata ve<br />

günah içerisindedir. Günahkâr ise her an Rabbinin af ve mağfiretine muhtaçtır. Bu açıdan<br />

Yüce Allah kulları hakkında Rahmân, Rahim ve Ğafur’dur. Rahmân ve Rahim olan Allah<br />

kullarına nimet vererek ve ihsanda bulunarak merhamet etmektedir.<br />

Kul daima Rabbinin verdiği nimetler ile nefsinin günahları arasındadır. Hasan-i<br />

Basrî diyor ki: “Ben nimet ile günah arasında sabahlıyorum. Bundan dolayı nimeti şükürle,<br />

günahı ise tevbe-istiğfar ile hatırlamak istiyorum.” 3 İnsan ancak Allah’ı sık sık <strong>tesbih</strong><br />

ederek günahlardan uzaklaşır. Günahlardan da uzak kalınca insan hem bu dünyada hem de<br />

ahrette mutlu ve temiz bir hayat sürdürebilir ki bu, Kur’ân-ı Kerimin indiriliş sebebidir diye<br />

düşünüyoruz.<br />

Neticede Müslümanlar olarak gördüğümüz her şeyi ister canlı olsun ister cansız<br />

olsun Allah’a <strong>tesbih</strong> ettiklerinin farkında olup, bizde O’nun ne kadar Yüce olduğunu his<br />

etme duygusunu uyandırması gerekmektedir. Biz bu çalışmamızda <strong>tesbih</strong>in ne olduğu,<br />

Kur’ân’da nasıl kullanıldığı, canlı ve cansızların nasıl <strong>tesbih</strong> ettiklerini ve bunun ne kadar<br />

önemli olduğu konuları üzerinde durmaya çalışacağız.<br />

3 İbn Teymiyye, Ebü’l-Abbas Takıyyüddin Ahmed b. Abdülhalim, Câmiu’r Rasâil, thk. Muhammed Reşit<br />

Rıza, Lecnetü’t-Turâsi’l-Arabi, ts., C.1, s. 116.<br />

2


1. TESBİH KELİMESİNİN LÜGAT VE İSTİLAHİ MANALARI<br />

1. 1. Sözlük Anlamı<br />

“Tesbih” kelimesi ( سبح ) fiilinin masdarı olup tef’il vezninde kulanıldığında teksir<br />

(çoğaltma) ifade eder. 4 Bu kelime Arapçada çeşitli anlamlara geldiği görülmektedir. Biz ilk<br />

olarak ( سبح ) kökünden türeyen kelimelere bakıp incelemeye çalışacağız.<br />

“Sebh” Arapça’da suda ya da havada hızlı hareket etmek 5 , nehirde yüzmek 6 , boş<br />

vakit, geçimde tasarrufa gitme 7 , işe gitmede acele etme, hemen işe koyulma, atların<br />

koşması 8 , yıldızların yörüngelerinde hareket etmesi 9 , çukur kazmak, çokça konuşmak 10 ,<br />

uzaklaştırmak 11 gibi anlamlara gelmektedir.<br />

“Subha” duâ ve nafile namaz 12 anlamına gelir. “es-Sebbâha” ve “el-Musebbiha”<br />

kelimeleri işaret parmağı, “sebûha” kelimesi ise “Haram Belde” anlamındadır. 13<br />

“Subhanellah” lafzı, Allah’ı vasıflandırması doğru olmayan her türlü şeylerden<br />

tenzih etmektir. Zeccac (v. 337/949), “subhan” lafzının “Allah’ı tenzih ederim” demek<br />

olduğunu, Sibeveyh (v. 180/796), “subhanellah” lafzının “beraetullah” lafzıyla aynı<br />

anlamda kulanıldığını, yani Allah’ı tenzih etmek anlamına geldiğini söylemiştir. Ayrıca<br />

Araplar hayret ifade etmek için ( subhân min keza) derler. 14<br />

4 Elmalılı, M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul: Hikmet Yay, 1992, C.1, s. 260.<br />

5 el-İsfehânî, er-Râğıb Ebu’l Kasım el-Hüseyn b. Muhammed b. el-Mufaddal, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-<br />

Kur’ân, 3. bs., Beyrut: Dâru’l-Kalem, 1997, “s-b-h” md.<br />

6 İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemalud-din Muhammed b. Mukerrem, Lisanu’l –Arab, Beyrut: Dâru Sâdir, ts.,<br />

“s-b-h” md.<br />

7 A.g.e., “s-b-h” md.<br />

8 el-İsfehâni, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân, “s-b-h” md.<br />

9 İbn Manzûr, a.g.e., “s-b-h”, md; el-İsfehânî, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân, “s-b-h” md.<br />

10 İbn Manzûr, a.g.e., “s-b-h” md.<br />

11 Ateş, Süleyman, Kur’ân Ansiklopedisi, “<strong>tesbih</strong>” md., İstanbul: Kur’ân Bilimleri Araştırma Vakfı<br />

(KUBA), ts., C.20, s. 289.<br />

12 ez-Zebîdî, Ebü’l-Feyz Murtaza Muhammed b. Muhammed, Tâcu’l-Arûs, thk. İbrahim Terzi, Beyrut: Dâru<br />

İhyai’t-Türâsi’l-Arabi, 1975, “s-b-h” md.<br />

13 İbn Manzûr, a.g.e., “s-b-h” md.<br />

14 İbn Manzûr, a.g.e., “s-b-h” md.<br />

3


İbn Cînnî (v. 392/1001) “subhân”ın beraat ve tenzih anlamında özel bir isim<br />

olduğunu belirtirken Sa’leb, bu kelimenin “sebbaha’nın’ masdarı değil “sebeha”nın<br />

). سبحت االله تسبيحا و سبحانا ( denmektedir: masdarı olduğunu söylemiştir. 15 Tehzib’te şöyle<br />

Burada her ikisi de aynı anlamdadır. Masdar <strong>tesbih</strong>tir, isim olan “subhan”da masdarın<br />

yerine geçer. 16<br />

“es-Subbuh” Allah’u Teâla’nın sıfatlarından olup “el-Kuddus” ile aynı manaya<br />

gelmektedir. Çünkü Allah <strong>tesbih</strong> ve takdis edilmeletedir. Ebu İshak ve Sibeveyh gibi<br />

bunların aynı manaya gelmediğini söyleyen de vardır. 17<br />

“Subuhât”, “subha”nın çoğulu olup وجه االله“‏ ‏”سبحات Allahın yüceliği, azameti<br />

demektir. İbn Şumeyl, bu ifadenin “Allah’ın yüzünün nuru” anlamına geldiğini söylemiştir.<br />

Yine bu ifadenin Allah’ın güzellikleri, onu tenzih etmek, O’nun nurunun üzerine düştüğü<br />

her şeyi yakıcı, yok edici olması, secde edilen yer gibi anlamlara geldiği de söylenmiştir. 18<br />

Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi<br />

onunla konuşunca, Musa: “Rabbim! Bana Kendini göster, Sana bakayım” dedi. Allah: “Sen<br />

Beni göremezsin ama dağa bak, eğer o yerinde kalırsa sen de Beni göreceksin” buyurdu.<br />

Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir etti ve Musa da baygın düştü; ayılınca: “Yarabbi,<br />

münezzehsin, Sana tevbe ettim, ben inananların ilkiyim” dedi!” 19<br />

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi “<strong>tesbih</strong>” kelimesi, ise “sebbeha”nın masdar olup<br />

Allah’ı tenzih etmek anlamına gelmektedir. Bu kelimenin aslı, Allah’a ibadette hızlı<br />

hareket etmek olup, kötülükten uzaklaştırmak için kullanıldığı gibi, iyilik yapmak için de<br />

kullanılmıştır. Bu; gerek kâvli, gerek fiilî ve gerekse niyetle alâkalı ibadetler hakkında<br />

umumî bir kelimedir 20 .<br />

15 A.g.e., s. 471.<br />

16 el-Ezherî, Ebu Mansûr Muhammed b. Ahmet, Tehzibu’l-Luğa, Mısır: Dâru’l-Mısrıyye, 1964, “s-b-h” md.<br />

17 İbn Manzûr, a.g.e., “s-b-h”, md.; el-Ezherî, a.g.e., “s-b-h” md.<br />

18 İbn Manzûr, a.g.e., “s-b-h” md.<br />

19 Araf, 7/143.<br />

20 el-İsfehâni, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“s-b-h” md.<br />

4


Ayrıca “Tesbih” kelimesi türkçede tespih şeklinde de kullanılır. Namazdan sonra<br />

33 defa sübhanellah, 33 defa elhamdülillah ve 33 defa Allahuekber dualarını okumaya da<br />

<strong>tesbih</strong> denir. Bunların ilki subhanellah olduğu için, hepsine birden bu isim verilmiştir. 21<br />

1. 2. Terim Anlamı<br />

“Tesbih”in istilahi olarak şöyle tarif edildiği görmekteyiz: “Allah’ı kutsal<br />

yüceliğine lâyık olmayan kusurlardan, gerek söz gerek kalb ile tenzih etmek, uzak<br />

tutmaktır” 22 . Başka bir ifade ile “Tesbih” Allah’ı türlü noksanlıktan beri kılmak, O’nu<br />

üstün sıfatlarıyla vasıflandırmak; Onun bir ve tek, yüceler yücesi olduğunu her zerrenin<br />

gerek lisan-ı hal gerekse liasn-ı kal ile haykırmasıdır.<br />

Zemahşeri (v. 538/1144) Keşşaf’ta Allah’ın ismini <strong>tesbih</strong> etmenin ne olduğunu<br />

şöyle açıklamaktadır: “Yüce Allah’ın ismini tenzih etmek, Allah hakkında sahih olmayan<br />

cebr ve Allah’ı bir şeye benzetme gibi, isimlerini inkar etmeye götüren manalardan O’nu<br />

uzak tutmaktır; O ismi hafife almaktan, huşû ve saygı dışında bir maksatla anmaktan<br />

korumaktır 23 .<br />

Gördüğümüz gibi Tesbih: Yüce Allah’ı eksik, yakışıksız niteliklerden ve eylemlerden<br />

uzaklaştırmak demektir. 24 Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde bu konu ile ilgli olarak bir çok<br />

âyetler zikretmektedir. Ancak biz gelecek bölümlerde duracağımız için bir âyet verip<br />

yetineceğiz. Âyet şudur: “De ki: Faraza müşriklerin iddia ettikleri gibi Allah’tan başka<br />

tanrılar bulunsaydı, elbette onlar Arş’ın ve kâinat hakimiyetinin sahibi Yüce Allah’a üstün<br />

gelmek için çareler arayacaklardı! (Ama besbelli ki böyle bir şey asla vaki değildir). Allah<br />

onların, iddialarından münezzehtir, Son derece yücedir, uludur.” 25<br />

Âyetten anlaşıldığı gibi, Allah’ın tek bir tanrı olduğu, müşriklerin O’na nispet<br />

ettikleri bir takım yakışmayan sıfatlardan uzak olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca O<br />

21 Turgay, Nurettin, , Şamil İslâm Ansklopedisi, “<strong>tesbih</strong>” md., İstanbul: Şamil Yay, 1994, C.6, s. 192.<br />

22 Kılıç, Hamza. Kişisel Gelişimde Zikir ve Tesbih, İstanbul: İnsan Yay, 2001, s. 145.<br />

23 ez-Zemahşeri, Carullah Ebû’l-Kasım Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf an Hakayıkı’t-Tenzil, Beyrut: Dâru<br />

İhyâi’t-Turâs, ts., C.4, s. 739.<br />

24 Ateş, Kur’ân Ansiklopedisi, “<strong>tesbih</strong>” md., C.20, s. 289.<br />

25 İsrâ, 17/42-43.<br />

5


kendisine yakışmayan şeylerden münezeh olduğunu ve bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf<br />

olduğunu belitmektedir. Çünkü gerçekten O yüceler yücesidir.<br />

2. TESBİH KELİMESİNE YAKIN ANLAMLI KELİMELER<br />

Kur’âni Kerimde çeşitli manalarda kullanılan müşterek lafızlar vardır. Bir<br />

kelimenin bir âyette ifade ettiği mana ile yine aynı kelimeninin diğer âyetlerde ifade ettiği<br />

anlamlar aynı olmayabilmektedir. Tefsir ilminde bu tür kelimelere “Vucuh” denilmektedir.<br />

Bunun aksine de, yani çeşitli birçok kelimenin aynı manayı ifade etmesine “Nezâir”<br />

denmektedir. Şüphesiz bu durum Kur’ân’ın mucize oluşunun bir delilidir. 26 Buna göre biz<br />

aşağıda <strong>tesbih</strong> kelimesinin yakın anlamlı kelimeler üzerinde kısaca durmaya çalışacağız.<br />

2. 1. Zikir<br />

“Zikir”, sülasinin birinci babından masdardır. Zikir kelime olarak “bir şeyi telaffuz<br />

etmek, korumak, muhafaza etmek 27 , hatırlamak ve anmak manasındadır. 28 Zikir kelimesi<br />

bazen; nefsin elde etmesi gereken bilgileri korumak imkânı kastedilir ki bu durumuyla<br />

“hıfz” gibidir. Ancak “hıfz” bilginin elde edilmesi, zikir ise elde edilen bilginin<br />

hatırlanmasıdır. 29 Kur’ân’da “kesret-i zikir” manasında ذآرى kelimesi mastar olarak<br />

kullanılmaktadır. 30 “et-tezkire” kelimesinde “kendisiyle bir ihtiyacın hatırlandığı şey” 31<br />

manasında olup Kur’ân’da sık sık kullanılan kelimelerdendir. Bu kelime delalet ve<br />

emareden daha umumidir. 32<br />

“Zikir” ve “Zikrâ” kelimelileri unutmanın zıddıdır. 33 Bu kelime mecazen; “sena”,<br />

“şeref” 34 , “dua”, “kitap” 35 manasındadır. Bunun dışında zikir kelimesinin Kur’ân-ı Kerimde<br />

26 İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, Ankara: T.D.V. Yay, 1985, s. 184.<br />

27 İbn Manzûr, a.g.e., “z-k-r” md.<br />

28 Tahanevi, M. b. Ali b. Kadı M. Hamid b. Sabir, Keşşafu İstilahati’l-Funun, İstanbul: Kahraman Yayınları,<br />

1984, “z-k-r” md.<br />

29 el-İsfehânî, er-Râgîb Ebu’l Kasım el-Hüseyn b. Muhammed b. el-Mufaddal, el-Mufredât Fi-Garîbil-<br />

Kur’ân, Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l İlmiye, ts., “z-k-r” md.<br />

30 Tahanevi, a.g.e., “z-k-r”, md.<br />

31 el-Cevheri, İsmail ibn Hammad, Tâcü’l-Luğa ve Sıhahi’l-Arabiyye, Mısır: ts., “z-k-r” md.<br />

32 el-İsfehâni, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“z-k-r” md.<br />

33 el-Cevheri, a.g.e., “z-k-r” md.<br />

6


ir çok manada kullanıldığı tespit edilmiştir: Hıfz, taat ve ceza, beş vakit namaz, beyan,<br />

söz, Kur’ân, Tevat, Şeref ve şan, ayb, Levh-i Mahfuz, sena, vahy, salat, Cuma namazı,<br />

ikindi namazı bunlardan bazılarıdır. 36<br />

Zikir kelimesi terim olarak ise şöyle tarif edilmektedir: Allah’ı anmak üzere<br />

yapılması veya söylenmesi tavsiye edilen, hamd, duâ, ibâdet ve övgü gibi fiiller ve<br />

sözlerdir.<br />

Zikir, insanın bilgi olarak elde ettiği şeyleri muhâfaza altında tutmasına ve<br />

gerektiğinde hatırlamasına imkân sağlayan bir bellek anlamında potansiyel bir gücü ifade<br />

ettiği gibi, bir şeyin kalben veya sözlü (dil ile) hatırlanması şeklinde aynı gücün harekete<br />

geçirilmesine de denir. 37 Kalp veya dil ile zikir, unutulmuş bir şeyin yeniden hatırlanması,<br />

ya da hafızadakinin unutulmamak üzere sürekli canlı tutulması şeklinde olabilir. 38<br />

Zikrin bir diğer tarifi ise: “Şanı yüce olan Allah’ı zikretmenin hakikatı onu <strong>tesbih</strong><br />

etmek, ona hamdetmek, onun şanını yücelten kelimeleri telaffuz etmek, Kur’ân okumak,<br />

Nebisi Muhammed (s.a.v)’e salât ve selamda bulunmak, gerek din gerek dünya ve gerekse<br />

âhiretle ilgili bütün ihtiyaçlarını O’ndan istemek, Nebimiz Muhammed (s.a.v)’in, Allah’a<br />

sığındığı her şeyden O’na sığınmaktır” 39 .<br />

Zikrin, yukarıda yapılan tariflerden dışında, tasavvufi anlamda birçok tarifi de<br />

yapılmıştır: Allah’ı anmak ve hatırlamak, O’nu unutmamak ve gaflet halinde olmamak.<br />

Allah kelimesini veya “La ilahe illallah” cümlesini söylemek 40 ve tekrarlamak vb. 41<br />

34 İnşirah, 94/4.<br />

35 ez-Zebîdî, a.g.e., “z-k-r” md.<br />

36 Ebü’l-Beka, Kadı Eyyub b. Musa el-Kefevi, Kulliyatu Ebi’l-Beka, İstanbul: Matbaa-i Amire Yay, 1987, s.<br />

337-338.<br />

37 el-İsfahânî, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân, “z-k-r” md.<br />

38 A.g.e., “z-k-r” md.<br />

39 Ramazanoğlu, Süleyman, “Tasavvuf – Kur’ân ve Sünnete Göre Zikir”<br />

http://www.akadem.nl/sayı2/Tasavvuf.htm.<br />

40 İlkine lafza-i celâl, ikincisine kelime-i tevhid zikri ve ya tevhid zikri denir.<br />

41 Uludağ, Süleyman, “Zikir” md., Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Marifet Yay, 1995, s. 588.<br />

7


Zikir, Kur’âni bir kavram olarak Allah’ı gerek kalben gerek lisanla anmak<br />

demektir. Kur’ân-ı Kerimde buna işaret eden pek çok âyet vardır. 42 Zikirde yönelinen varlık<br />

yüceler yücesi olan Allah olduğundan bu aynı zamanda bir <strong>tesbih</strong> olmaktadır.<br />

Neticede yapılan tariflere göre zikir ve <strong>tesbih</strong> kelimelerinin birbirleriyle çok yakın<br />

anlam ilişkisi bulunmaktadır. Zikrin asıl anlamı; Yüce Allah’ı hatırlamak, O’nu<br />

unutmamakdır ki aynı zamanda, <strong>tesbih</strong>in amacıdır. Tesbih eden kimsenin, Allah’ı unutması<br />

imkânsızdır. Buradan hareketle <strong>tesbih</strong> kelimesinin yerine zikir kelimesini kullanmak pek<br />

ala uygun düşmektedir.<br />

2. 2. Şükür<br />

Arapça bir kelime olan şükür, “şekere” kökünden gelmektedir. Şükür kelimesinin<br />

zıddı, küfür (nankörlük)dür; nimeti unutup örtmektir. 43<br />

“Şükür, kişinin kendine ulaşan<br />

ni’meti bilmesi ve bunu çeşitli şekillerde açığa vurmasıdır.” 44 Bir başka deyişle nimet<br />

sahibini bilip onu övmesi demektir.<br />

Bir başka tanım ise: “Verilen herhangi bir nimetten dolayı, bu nimeti verene karşı<br />

söz, fiil veya kalb ile gösterilen saygı ve karşılık, iyiliğin kıymetini bilme ve iyilik yapana<br />

bu hissi gösterme, nimet ve iyiliği anıp sahibini övme.” 45<br />

Kur’ân’da “şükr” kökünden yirmi dokuzu isim, kırk altısı fiil olmak üzere yetmiş<br />

beş kelime yer alır. Fiillerin on ikisi doğrudan veya dolaylı ifadelerle kullara şükreden<br />

kimselerden olmayı emir ve tavsiye etmektedir. İsimlerin onu “şekûr” şeklinde olup<br />

bunlardan dördü Allah’a nispet edilmiştir. Üçü “gafûr” ismiyle birlikte bulunur. Dört yerde<br />

geçen “şâkir” isminin ikisi “alîm” ismiyle birlikte Allah’ı nitelemektedir.<br />

42 “Artık Beni anın, Ben de sizi anayım; Bana şükredin, nankörlük etmeyin (Bakara, 2/152); “Onlar ayakta<br />

iken, otururken, yan yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: “Rabbimiz! Sen bunu<br />

boşuna yaratmadın, Sen münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru.” (Âl-i İmran, 3/191); “Rabbini gönülden ve<br />

korkarak içinden hafif bir sesle sabah akşam an, gafillerden olma.” (A’raf, 7/205); “Herhangi bir şey için,<br />

Allah’ın dilemesi dışında: “Ben yarın onu yapacağım” deme. Unuttuğun zaman Rabbini an ve şöyle de:<br />

“Umulur ki, Rabbim beni doğruya daha yakın olana eriştirir.” (Kehf, 18/23-24).<br />

43 el-İsfahânî, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“ş-k-r” md.<br />

44 İbn Manzûr, a.g.e., “ş-k-r” md.<br />

45 Turgay, Nurettin, a.g.e., “şekere”, C.6, s. 62.<br />

8


Şükrü, “insana bahşedilen duygu, düşünce, âzâ ve cevârihi (uzuv ve latifeleri)<br />

yaratılış gayeleri istikametinde kullanmak” şeklinde tanımlamak mümkündür ki, o, “kalple,<br />

lisanla, ifâ edilebileceği gibi bütün uzuvlarla da yerine getirilebilir” 46 .<br />

Büyük Müfessir Hamdi Yazır (v. 1942), şükür hakkında şunu söylemektedir:<br />

“Şükür, geçmiş olan bir nimete kavlen, fiilen veya kalben Mün'imini tazim ile mukabele<br />

etmektir. Sadece fiilen veya kalben yapılan şükür ne medihtir ne hamd. Lâkin lisan ile<br />

kavlen yapıldığı vakit hem hamd hem medih olur ve bu hamd şükrün başıdır. Hamd ve<br />

şükür, ikisi de bir hakk u hakikat aşk u inşirahı ve binaenaleyh ahlâkı olmakla beraber,<br />

hamdde mânâ-yı şevk, şükürde mânâ-yı sadakat daha barizdir. Bu suretle şükür bir mâzi-i<br />

mütehakkıkın hatıra-i tebcili olduğundan daha zor, yapanları daha azdır” 47<br />

Şükür konusu üzerinde tafsilatlı bir şekilde ilk duran mütefekkirlerden birisi İmâm<br />

Gazzalî’dir. Gazzâlî (v. 505/1111), şükrü sabırla birlikte ele almış, şükür konusunu detaylı<br />

bir şekilde inceleyerek tevhid ile şükür arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir. Şükrün<br />

“Verilen nimeti minnet duygusu içinde itiraf etmek” ve “İhsanını anarak ihsanda bulunanı<br />

övmek” şeklinde tanımları yapıldığını, anılan tanımların yeterli olmadığını söyleyen İmâm<br />

Gazzalî, “şükür hakkında yapılan tanımların hiç birinin tam anlamıyla şükrü ihata<br />

edemediğini” belirtmiştir. Ona göre bu kavramın hakikatini kavrayabilmek için şükrün,<br />

ilim/bilme, hâl/hissetme ve amel/yapma olmak üzere üç ciheti bulunduğu hatırdan<br />

çıkarılmamalıdır. Yapılan tanımlar, şükrün bilme, hissetme ya da amel ciheti esas alınarak<br />

yapıldığı için eksik kalmışlardır. Bu sebeple şükür, kısaca "nimeti, nimeti verenden bilme,<br />

nimetin verilmesinden dolayı mutluluk hissetme ve nimeti veren kişinin maksadına ve<br />

sevgisine uygun bir şekilde davranma" şeklinde anılan üç yön dikkate alınarak<br />

tanımlanabilir. Bu durumda esas olan bilmektir; bilmek, minnet duyma hissini/hâlini ortaya<br />

çıkarır, bu duygu da ona göre davranmayı netice verir. 48 Şükür bir anlamda da kulun<br />

kendini gerçek şükretmekten âciz görmesidir. İnsan ne kadar gayret ederse etsin; ne verilen<br />

46 Gülen, M. Fethullah, Kalbin Zümrüt Tepeleri I, İzmir: Nil Yay, 2001, s. 135.<br />

47 Elmalılı, Hamdi Yazır, a.g.e., C.1, s. 57.<br />

48 Gazzalî, Ebu Hamid Huccetülislam Muhammed b. Muhammed İhyâu Ulûmi'd-dîn, trc. Ahmed<br />

Serdaroğlu, İstanbul: Bedir Yay, 1974, C.6, s. 176-177.<br />

9


nimetlerin karşılığını hakkıyla ödeyebilir, ne de nimet vereni hakkıyla övebilir. Şüphesiz ki<br />

Allah’ın bir insana şükredebilme kabiliyeti ve fırsatı vermesi, anlayabilenlere göre, insan<br />

için en büyük iyiliktir. Bir başka açıdan “şükür”, güç ve imkânlarını Allah’a ibadet ve itaat<br />

uğruna kullanabilmektir.<br />

Şükr’ü çeşitli açılardan tanıtan şu tanımlara bakmakta da yarar vardır: Şükür, ihsan<br />

yapan kimseyi, ihsanını anarak övmektir. Şükür, nimet verene kalbin sevgiyle, organların<br />

itaatle, dilin onun zikri ile ve onu övmekle meşgul olmasıdır. Şükür, nimetleri onu verene<br />

boyun eğerek nisbet etmektir. Şükür, Allah’ın nimet vermesinden dolayı O’nun ihtiyacı<br />

olmadığı halde O’nu övmekle lezzet duymaktır. Şükür, bir nimeti verene teşekkür etmek,<br />

memnuniyetini ve minnettarlığını belirtmek, verilen nimetin değerini bilip takdir etmektir.<br />

Her türlü nimetin tek ve gerçek sahibinin Allah olduğunun şuuruna varmak ve bunu<br />

saygıyla ifade etmektir. Şükür, şükürden âciz olduğunu bilmektir. Şükür, Allah’ın verdiği<br />

nimet ile Allah’a isyan etmemektir.<br />

Kur’ân, insana sayısız nimet verildiğini, insanın bunları veren Allah’ı bilip,<br />

hizmetine sunulan bu nimetlerden dolayı nimet sahibine minnet duymasını, bu minnettarlığı<br />

çeşitli şekillerde ortaya koymasını söylüyor. Türkçe’de kullandığımız ‘teşekkür etmek,<br />

şükran duymak’ kavramları da aynı kökten gelmekte ve yaklaşık aynı manayı ifade<br />

etmektedirler. Neticede görüldüğü gibi müminler Yüce Allah tarafından bahş edilen<br />

nimetlere karşı şükür edip O’nu yüceltmektedir. Ki Kur’ân’dan anladığımıza göre<br />

mü’minler Allah’a üç şekilde şükredebilirler. Ki onların yaptıkları bütün bu şükürlerin aynı<br />

zamanda bir <strong>tesbih</strong> faliyyeti olduğunu açıkca görülecektedir.<br />

1) Dil ile şükür: Ni’met sahibini anmak, O’nu övmek, O’nun nimet sahibi<br />

olduğuna iman etmekle ve bunu Tevhid kelimesiyle ilân etmekle olur. Bu basit bir teşekkür<br />

ifadesi değil, dil ile “şehâdeti” getirmek, dil ile doğru sözlü olmak, dil ile Kur’ân’ı tasdik<br />

etmek, dil ile İslâm’ı anlatma, Kur’ân okuma ve dil ile Allah’ı çokca zikretmek ve buna<br />

benzer dil ile ilgili kulluk görevlerini yapmakla yerine getirilir.<br />

10


2) Kalp ile şükür; imanı kalbe yerleştirdikten sonra nimet sahibinin Allah<br />

olduğunu kalp ile tasdik etmek, vahy ile gelen şeyleri kabul etmek, yüreğe Allah’tan başka<br />

kimsenin gerçek anlamda korkusunu ve sevgisini koymamaktır.<br />

3) Fiil (aksiyon-eylem) ile şükür; bedenin organlarıyla nimet verene itaat etmek ve<br />

O’nun yüce emirlerini yerine getirmektir. Kısaca İslâm’ı her bakımdan yaşamaya<br />

çalışmaktır. Çünkü nimet vereni bilip O’nu övmek, bir anlamda O’ndan gelen her şeyi<br />

kabul etmektir. 49<br />

Bütün bu tanımlara bakarak neticede şunu söylememiz mümkündür: Müminler<br />

Yüce Allah ’ın nimetlerini boyun bükerek itiraf etmektedirler. Onlar kendilerine yapılan<br />

iyiliği itiraf eder ve ni’met vereni överler. Bu anlamda müminlerin “Allah’a hamdolsun”<br />

demeleri bir şükür ifadesidir. Nimetlere şükür, Allah’ın yaptığı ihsanları görmek, Allah’ı<br />

ululamak ve nimet verenin hizmetinde bulunmaktır. İşte O’na yapılan bu ta’zimler ve<br />

şükürler aynı zamanda bir <strong>tesbih</strong> faaliyetidir.<br />

2. 3. Takdis<br />

“Takdis” kelimesi, pek uzağa gitmek olan “kuds” den alınmıştır. Ve temizlemek<br />

ve pek temiz tutmak manasındadır. 50 Ancak buradaki temizleme, maddi temizlenmesi<br />

manasında olmayıp, Allah’ın şu âyetinde zikrolunduğu gibi manevi temizlemedir. 51<br />

“Evlerinizde oturun; eski Cahiliyye’de olduğu gibi açılıp saçılmayın; namazı kılın; zekatı<br />

verin; Allah’a ve Peygamberine itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! (ehl-i beyt) Şüphesiz<br />

Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister.” 52 Âyetteki “kusuru” ifadesi ile,<br />

kötülüğü ve hayasızlığı kaldırmak 53 kast edilmiştir.<br />

49 Hüseyin, K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, İstanbul: Beyan Yay, 2000, s. 648.<br />

50 Elmalılı, a.g.e., C.1, s. 260.<br />

51 el-İsfehâni, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“k-d-s” md.<br />

52 Ahzap, 33/33.<br />

53 et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân fî Tefsiri’l-Kur’ân, Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1985,<br />

C.22, s. 6.<br />

11


Kur’ân’da “kuds” kökünden biri fiil, dokuzu isim olmak üzere toplam on kavram<br />

yer almaktadır. Fiil olarak geçtiği bir yerde meleklerin Allah’ı takdîs etmesi şeklinde zât-ı<br />

ilâhiyyeye dolaylı atıfta bulunmuştur. 54 İsm-i mefûl kalıbındaki “mukaddes” kelimesi iki<br />

âyette Hz. Musa’ya vahyin geldiği vadinin sıfatı 55 olarak kullanılmış olup “şirkten<br />

arındırılmış” mânasına alınmıştır. Bu kelime aynı mânada Mûsa Peygamber’e îman eden<br />

Benî İsrâil’in hicret ettiği toprağın da (el-arzü’l-mukaddese) sıfatı olmuştur. 56 Kudüs ise<br />

dört âyette “ruhü’l-kudüs” terkibinde yer alır ve Cebrâil’i belirler. O’nun bu kavramla<br />

anılması insanları arıtan ilâhî mesajı ileten bir vasıta olması sebebiyledir. 57 Kuddûs ismi<br />

geçtiği iki yerde “melik” ismiyle birlikte Allah’ı nitelemektedir. 58<br />

Allah’ı takdis etmek demek; Allah’ın sahip olduğu izzet, büyüklük, her türlü<br />

noksanlıktan uzak olma sıfatlarının Allah’a verilmesi ve bunun ilan edilmesidir. “Takdis”<br />

ile “<strong>tesbih</strong>” birbiriyle iç içedir. Kur’ân’da da bu iki kelime aynı âyette geçmektedir. “İşte O<br />

Rrahman Rabbin meleklere: “Bakın, Ben yeryüzünde ona sahip çıkacak birini<br />

yaratacağım!” demişti. Onlar: “Seni övgüyle yüceltip takdîs eden bizler dururken, orada,<br />

54 Bakara, 2/30.<br />

55 “Musa ateşin yanına gelince: “Ey Musa!” diye seslenildi: “Ben şüphesiz senin Rabbinim; ayağındakileri<br />

çıkar; çünkü sen, kutsal bir vadi olan Tuva’dasın”. “Ben seni seçtim; artık vahyolunanları dinle.” (Ta-ha,<br />

20/11-13); “Tuva’da, kutsal bir vadide, Rabbi ona şöyle hitap etmişti…” (Nâziât, 79/16)<br />

56 “Ey milletim! Allah’ın size yazdığı kutsal yere girin, ardınıza dönmeyin, yoksa kaybedenler olarak<br />

dönersiniz” demişti.!” (Mâide, 5/21)<br />

57 el-İsfehani, a.g.e., “k-d-s” md; “And olsun ki, Musa’ya kitap verdik, ondan sonra ardarda peygamberler<br />

gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya belgeler verdik, onu Ruhul Kudüs ile destekledik. Size bir peygamber<br />

nefsinizin hoşlanmadığı bir şey getirdikçe, büyüklük taslayarak, bir kısmını yalancı sayıp, bir kısmını öldürür<br />

müsünüz?” (Bakara, 2/87); “İşte bu peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Onlardan<br />

Allah’ın kendilerine hitabettiği, derecelerle yükselttikleri vardır. Meryem oğlu İsa’ya belgeler verdik, onu<br />

Ruhul Kudüs’le destekledik. Allah dileseydi, belgeler kendilerine geldikten sonra, peygamberlerin ardından<br />

birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ayrılığa düştüler, kimi inandı, kimi inkar etti. Allah dileseydi birbirlerini<br />

öldürmezlerdi, lakin Allah istediğini yapar.” (Bakara, 2/ 253); “Allah, “Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve anana<br />

olan nimetimi an” demişti, “Seni Ruhul Kudüs ile desteklemiştim; beşikte ve yetişkin iken insanlarla<br />

konuşuyordun; sana Kitap'ı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim. Sen iznimle, çamurdan kuş gibi bir şey<br />

yapmış ona üflemiştin de iznimle kuş olmuştu; anadan doğma körü, alacalıyı iznimle iyi etmiştin. Ölüleri<br />

iznimle diriltiyordun. İsrailoğullarına belgelerle geldiğinde, onlardan inkar edenler, ‘Bu apaçık bir büyüdür’<br />

demişlerdi de Ben onların sana zarar vermelerini önlemiştim.” (Mâide, 5/110); “De ki: “Kur’ân’ı; Ruhul<br />

Kudüs (Cebrail) Rabbinin katından, inananların inançlarını pekiştirmek, Müslümanlara doğruluk rehberi ve<br />

müjde olmak üzere gerçekle indirmiştir.” (Nahl, 16/102)<br />

58 “O, kendisinden başka tanrı olmayan, hükümran, çok kutsal; esenlik veren, güvenlik veren, görüp gözeten,<br />

güçlü, buyruğunu herşeye geçiren, ulu olan, Allah’tır. Allah onların koştukları eşlerden (ortaklardan)<br />

münezzehtir. (Haşr, 59/23); “Göklerde olanlar ve yerde bulunanlar, hükümran, çok kutsal, güçlü ve Hakim<br />

olan Allah’ı <strong>tesbih</strong> ederler.” (Cuma, 62/1)<br />

12


ozgunculuğa ve yozlaşmaya yol açacak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler.<br />

[Allah:] “Sizin bilmediğiniz (çok şey var, onları) Ben bilirim!” diye cevapladı.” 59 Takdisle<br />

<strong>tesbih</strong> arasında şu fark vardır: Takdiste ta’zim, <strong>tesbih</strong>te ise tenzih anlamı vardı ki, bunlar<br />

birbirlerini bütünlerler. 60 Yani, <strong>tesbih</strong>te: Allah’ın her türlü şirk ve sapıklığa mensup<br />

olanların, O’na isnat ettikleri, O’na yaraşmayan şeylerden tenzih edilmesi anlamı galip<br />

iken; Takdiste ise Allah’ın mevsûf olduğu temizlik, izzet, büyüklük gibi sıfatların O’na<br />

verilmesi ve ilan edilmesi manası vardır.<br />

el-Halimi (v. 403/1012) konuyla ilgili olarak şöyle diyor: Kuddûs’ün manası,<br />

faziletleri ve güzel sıfatları sebebiyle öğülen demektir. Şu halde <strong>tesbih</strong>te takdis, takdiste<br />

<strong>tesbih</strong> kendiliğinden ve zımnen vardır. Çükü mezmum şeyleri nehyetmek, övülen sıfatları<br />

isbat etmek demektir. “Ortağı ve benzeri yoktur” sözümüz O’nun tek olduğunu kabul<br />

etmektir. Buna karşılık övülecek hususları kendine nispet etmek, O’nun hakkında kusuru<br />

nefyetmektir. Ancak şu var ki : “O şöyledir” demenin zahiri takdis, “O şöyle değildir”<br />

demenin zahiri <strong>tesbih</strong>tir. 61<br />

Allah’ın sıfatlarından biri de el-Kuddüstür. Allah’ın bu sıfatı Kur’ân’da iki yerde<br />

geçmektedir. 62 Aynı zamanda esma-i hüsnadandır. Kuddüs: Gâyet mukaddes, her türlü<br />

kusurdan münezzeh (uzak), her vasfında mükemmel, sınırlamaya ve tasvire sığmaz, hiçbir<br />

leke kabul etmez, tertemiz demektir. 63<br />

2. 4. Hamd<br />

“Hamd” birini güzel vasıfları ve iyi fiilleri sebebiyle övmek anlamına<br />

gelmektedir. 64 Bu kelime “medih”ten daha özel, şükürden daha genel bir mâna ifade ettiği<br />

59 Bakara, 2/30.<br />

60 Yıldırım, Suat, Kur’ân’da Uluhiyyet, İstanbul: Kayıhan Yay, 1987, s. 267.<br />

61 Yıldırım, Suat, a.g.e., s. 267.<br />

62 “Allah O’dur ki O’ndan başka ilah yoktur: Mutlak hakim, kutsal, kurtuluşun tek kaynağı, iman bağışlayan,<br />

doğru ile yanlışın tek belirleyicisi, üstün, eğriyi düzeltip doğruyu ihya eden, bütün ihtişamın sahibi! Şanı yüce<br />

olan Allah, insanların ilahlık yakıştırdıkları her şeyden münezzehtir.” (Haşr, 59/23); bkz, Cuma, 62/1.<br />

63 Elmalılı, a.g.e., C.7, s. 524.<br />

64 İbn Manzûr, a.g.e., “ş-k-r” md.<br />

13


kabul edilir. 65 Nimet ve ihsan mukabilinde olan şükur, Allah’ın lütuf ve nimetlerinin<br />

şuuruna vararak, bunların karşılığında hürmet, huşû ve itaatte bulunmaktır. Hamd ise bir<br />

şahsın kendi zâtında sahip olduğu vasıflar ve yaptığı fiillerin tamamına râci olduğundan<br />

daha geniş mânalı bir övgüye işaret eder. 66<br />

Hamd kavramı Kur’ân’da altmış sekiz yerde geçmekte olup bunların beşi Hz.<br />

Peygmaber’e nispet edilmiştir. Bir âyette de yaptıklarıyla övülmek isteyen grupları<br />

yererken “hamd” kökünden gelen fiil kullanılmıştır. Hamd ismi yirmi üç yerde<br />

“elhamdülillâh” (Allah’a hamd olsun) şeklinde gelerek lafza-i celâlle bir terkip<br />

oluşturmuştur. On beş âyette “rab” ismine veya Allah’a racî bir zamire muzaf olmuştur. 67<br />

Hâmid ismi on âyette “ganî” , üç âyette “azîz”, bir âyette “mecîd”, bir âyette “hakîm”, bir<br />

âyette de “velî” ismiyle birlikte Allah’a nispet edilmiştir. 68<br />

“Hamd” kavramının anlamını Türkçe’de aynen karşılayacak bir kelime<br />

bulunmamaktadır. Çünkü o yalnızca bir övme değil, methetme ile şükür arasında bir çeşit<br />

övme, özel bir methetmedir. Canlı veya cansız varlıklar da methedilebilir. Mesela, değerli<br />

bir elmas parçası veya güzel bir at övülebilir. Ama hiç bir zaman onlara hamd edilmez.<br />

‘Hamd’, canlılara ve cansızlara istediği şekli ve değeri veren daha güçlü bir varlığa karşı<br />

yapılır.<br />

Dilciler hamd, şükür, medih ve senâ kelimleri arasında sıkı bir münasebetin<br />

bulunduğunu kabul ederler. Bazı âlimler hamd ile şükür arasında anlam bakımından fark<br />

gözetmezken dilcilerin çoğunluğuna göre yukarıda bahsettiğimiz gibi şükür: kişinin<br />

kendisine yapılan bir iyiliği bilip sahibine övgü ile mukabelede bulunması ve bunu diğer<br />

insanlara da duyurmasıdır. Hamd ise söz konusu iyiliğin kendisine yönelik olma şartı<br />

aranmadan bir kimsenin mutlak manada lutufkârlığının ve iyilikseverliğinin dile<br />

getirilmesidir. Buna göre hamd şükürden daha kapsamlıdır. Hamd ile medih arasında anlam<br />

65 el-İsfehânî, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“h-m-d” md.<br />

66 A.g.e., “h-m-d” md.<br />

67 Topaloğlu, Bekir, “Hamd” md., DİA, T.D.V. Yay, C.15, s. 443.<br />

68 Bkz. Topaloğlu, Bekir, “Hamîd” md., DİA, T.D.V. Yay, C.15, s. 458.<br />

14


yakınlığı bulunmakla birlikte medih birinde var olan veya var olduğu kabul edilen övgüye<br />

lâyık bir özelliğin belirtilmesidir.<br />

Namazın esasını Allah’a hamd oluşturduğundan Kur’ân, bazı yerlerde namaza<br />

hamd ismi verir 69 . Mü’minlerin dâvâ, dâvet ve duâlarının sonu da şudur: Hamd âlemlerin<br />

Rabbı Allah’a mahsustur 70 . Zaten ilkte de, sonda da hamd, Allah’a mahsustur 71 . Her şey<br />

Rabbına devamlı hamdediyor 72 . İnsan ve cinlerin kâfirleri dışındaki tüm yaratıklar Allah’a<br />

hamdetmektedirler 73 . “Göklerde ve yerde hamd O’na mahsustur.” 74 Hamd ve şükür,<br />

nimetleri arttırır: “Hatırlayın ki, Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi)<br />

arttıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! diye<br />

bildirmişti.” 75 Bütün bunlara rağmen, insanoğlu ise çok zâlim ve çok nankördür 76 .<br />

“Kullarımdan şükreden ne kadar az!” 77<br />

“El-hamdü lillâh (hamd Allah’a mahsustur) de. Fakat onların çoğu<br />

düşünmezler.” 78 “Çocuk edinmeyen, hâkimiyette ortağı bulunmayan, acizlikten ötürü bir<br />

69 “Onların dediklerine sabret; güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini hamd ile <strong>tesbih</strong> et; gece<br />

saatlerinde ve gündüzleri de <strong>tesbih</strong> et ki Rabbinin rızasına eresin.” (Tâhâ, 20/130); “Söylediklerine sabret;<br />

Rabbini, güneşin doğmasından önce ve batışından önce överek <strong>tesbih</strong> et.” (Kaf, 50/39)<br />

70 “Oradaki duaları: “Münezzehsin ey Allah’ım”, dirlik temennileri: “Selam size” ve dualarının sonu da:<br />

“Alemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun”dur.” (Yûnus, 10/10)<br />

71 “Allah O’dur; O'ndan başka tanrı yoktur. Hamd, dünyada da ahirette de O'nun içindir; hüküm de O’nundur.<br />

Yalnız O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas, 28/70)<br />

72 “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu <strong>tesbih</strong> eder; O’nu hamd ile <strong>tesbih</strong> etmeyen hiçbir şey yoktur;<br />

fakat siz onların <strong>tesbih</strong>lerini anlamazsınız. Doğrusu O Halim olandır, Bağışlayan’dır.” (İsrâ, 17/44)<br />

73<br />

“Korku ve ümide düşürmek için size şimşeği gösteren, yağmurla yüklü bulutları meydana getiren O’dur.<br />

O’nu, gök gürlemesi hamd ile, melekler de korkularından <strong>tesbih</strong> ederler. Onlar pek kuvvetli olan Allah<br />

hakkında çekişirken, O, yıldırımları gönderir de onlarla dilediğini çarpar.” (Ra’d, 13/12-13)<br />

74 “Akşamlarken ve sabahlarken, öğle ve ikindi vaktinde Allah’ı -ki göklerde ve yerde hamd O’na mahsustur-<br />

<strong>tesbih</strong> edin, namaz kılın.” (Rûm, 30/18)<br />

75 “Rabbiniz: “Şükrederseniz and olsun ki, size karşılığını artıracağım; nankörlük ederseniz bilin ki azabım<br />

pek çetindir” diye bildirmişti.” (İbrahim, 14/7)<br />

76 “Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size vermiştir. Allah’ın nimetini sayacak olsanız bitiremezsiniz.<br />

Doğrusu insan pek zalim ve çok nankördür.” (İbrahim, 14/34)<br />

77 “Süleyman için, o ne dilerse, mabedler, heykeller, büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşınması güç<br />

kazanlar yaparlardı. “Ey Davud ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır.” (Sebe’ 34/13)<br />

78 “And olsun ki onlara: “Gökten su indirip onunla, ölümünden sonra yeri dirilten kimdir?” diye sorarsan,<br />

şüphesiz, “Allah’tır” derler. De ki: “Övülmek Allah içindir”, fakat çoğu bunu akletmezler.” (Ankebut, 29/63)<br />

15


velîye/dosta da ihtiyacı olmayan Allah’a hamd ederim (el-hamdü lillâh) de ve tekbir<br />

getirerek O’nun şânını yücelt (Allahu Ekber’ de).” 79<br />

Kur’ân’ın birinci sûresi olan Fâtiha’nın ilk âyeti hamd olayının kime ait olduğunu<br />

net bir şekilde ortaya koymaktadır. “Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a aittir”. 80 Buna göre<br />

hamd sahibi bellidir. İnsanlar kendi görüşlerinden hareket ederek başkalarına hamd<br />

edemezler. Kur’ân-ı Kerim bu gerçeği başka bir âyette şöyle dile getirmektedir:<br />

“Başlangıçta da sonda da hamd yalnızca Allah’a aittir.” 81 Hamd, eşi ve benzeri olmayan<br />

ilâhî rahmetin hakkıyla övülmesi, o rahmetin sahibinin hakkıyla yüceltilmesidir. Görüldüğü<br />

gibi hamd Allah’a karşı bir şükür ve <strong>tesbih</strong> olmaktadır. Bu yüzden <strong>tesbih</strong> ve hamd çok<br />

yakın bir ilişki içerisindedir.<br />

2. 5. Dua<br />

Arapça bir kelime olan dua, davet/da’vâ gibi kelimelerin mastarı olup, sözlüklerde<br />

çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek; öncelik tanımak, söz vermek, özel<br />

birisini yemeğe davet etmek, isim vermek, yalvarmak; küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya<br />

vâki olan talep ve niyaz; sığınmak, ilgi kurmak; dilekte bulunmak, nida gibi manalara<br />

gelir. 82 Terim olarak ise: Kulun Allah’a sığınma ve yakarışını, Allah’ın yüceliği karşısında<br />

kulun güçsüzlüğünü itiraf etmesini, sevgi ve tazim (yüce bilme) duyguları içerisinde<br />

lütfünü, yardımını ve affını dilemesini ifade eder. Yine dua, bir kulun Allah’ın yüceliği ve<br />

azameti karşısında kendi zayıflığını kavramak yoluyla Allah’ın büyüklüğünü dile getirmesi,<br />

O’na yalvarması, O’na hamd etmesi, şükretmesi, O’nu övmesi demektir. 83<br />

Kur’ân-ı Kerim’de yirmi yerde geçen dua kelimesiyle birlikte bazı âyetlerde da’vâ<br />

ve da’vet kelimeleri de aynı anlamda kullanılmıştır. Ayrıca pek çok ãyette dua kökünden<br />

79 “De ki: “Hamd, çocuk edinmemiş olan, hükümranlığında ortağı bulunmayan, düşkün olmayıp yardımcıya<br />

da ihtiyaç göstermeyen Allah’a mahsustur.” O’nu gereği gibi büyükle..” (İsrâ, 17/111)<br />

80 “Hamd, alemlerin Rabbi Allah içindir” (Fâtiha,1/ 2)<br />

81 “Allah O’dur; O’ndan başka tanrı yoktur. Hamd, dünyada da ahirette de O’nun içindir; hüküm de<br />

O’nundur. Yalnız O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas, 28/70)<br />

82 Dere, Mehmet, “İslâm Terminolojisinde Dua Kavramı”, http://www.ilkadimdergidi.com/164/arastirmamehmetdere.htm.<br />

[Mart 2002]<br />

83 Dere, Mehmet, a.g.e., http://www.ilkadimdergidi.com/164/arastirma- mehmetdere.htm. [Mart 2002]<br />

16


fıiller yer almıştır. Bu âyetlerde dua ve türevleri Allah’a yakarma, istek ve ihtiyaçlarını<br />

arzederek O’nun lutfunu dileme, çağırma, seslenme, davet etme, ibadet etme, yardıma<br />

çağırma, bir durumu arzetme, Allah'ın birliğini tanıma, isnat ve iddia etme anlamlarında<br />

kullanılmıştır. 84<br />

İbn Manzûr (v. 711/1311), dua etmenin başlıca üç şeklinin bulunduğunu belirterek<br />

bunları şöyle sıralamıştır:<br />

1) Allah’ın birliğini dile getirme ve O’nu övgüyle anma.<br />

2) Allah’tan af, merhamet gibi manevî isteklerde bulunma.<br />

3) Allah’tan dünyevî nimetler isteme. 85<br />

Aynı müellif, genellikle “Ya Rabbi”, “Allahım” gibi hitap ve çağrı ifadeleriyle<br />

başlayan veya Allah'ı övgüyle anan her sözün içinde bir dilek ve istek bulunmasa da dua<br />

olduğuna işaret ederek buna Hz. Peygamber’in Arefe günüyle ilgili bir hadisinde geçen.<br />

“Arefede benim duam ve benden öncekilerin duası “Lâ ilâhe illallâhü vahdehü lâ şerîke leh<br />

lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alã külli şey in kadir” sözüdür” şeklindeki<br />

açıklamasını delil gösterir; bundan dolayı tehlil (lâ ilâhe illallah), tahmîd (elhamdülillâh)<br />

gibi dini ifadelere İslâmî gelenekte dua denildiğini hatırlatır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de de<br />

Yûnus suresinin onuncu âyetinde müminlerin cennetteki dualarının Allah’ı tâzim ve tenzih<br />

sözleriyle (sübhânekellâhümme) başlayacağı, yine onların dualarının övgü sözleriyle (elhamdü<br />

lillâhi rabbi’l-âlemin) biteceği bildirilmiştir. 86<br />

Râgıb el-lsfahânî (v. 503/1109), sözlük anlamıyla dua kelimesinin nidâ ile anlam<br />

yakınlığı olmakla birlikte ıstılahi mânadaki duada daima tâzim ve tãzimle birlikte istekte<br />

bulunma anlamının mevcut olduğuna dikkat çeker ve buna Müslümanların Hz.<br />

Peygamber’i çağırırken (dua) saygılı bir ifade kullanmalarını emreden “Peygamberin<br />

84 Parladır, Selâhattin, “Dua” md., DİA, T.D.V. Yay, İstanbul: 1994, C.9, s. 530.<br />

85 İbn Manzûr, a.g.e., “d-a-v” md.<br />

86 A.g.e., “d-a-v” md.<br />

17


çağrısını, kendi aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın. Allah, içinizden sıvışıp<br />

gidenleri şüphesiz bilir. O’nun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın<br />

gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar.” 87 âyetini delil gösterir. 88<br />

Gerçekten kâinata dikatli bir şekilde bakılırsa bütün yaratıkların tabiatında Allah’a<br />

doğru bir yönelişinin varlığını görebiliriz. Kur’ân-ı Kerim, yerde ve gökte bulunan bütün<br />

varlıkların hareket ve davranışlarını zikir ve dua olarak nitelendirmekte, canlı ve cansız tüm<br />

yaratıkların Allah’ı övgü ile <strong>tesbih</strong> ettiğini belirtmektedir. 89 Kâinatın özü, varlıkların<br />

gözbebeği diye tarif edilen insanın en önemli görevi Allah’a kulluktur. 90 Allah’a kulluğu en<br />

güzel şekilde ifade eden ibadet şekli ise duadır. Dua, her an bizimle olan Allah’ı anmak,<br />

yaratıcı ile bağlantı kurmak ve bu şuura yükselmektir. İlahi rahmet ve ilginin gerçekleşmesi<br />

için ilk adımın kul tarafından atılması gerekmektedir. Bir kudsi hadiste; “Kulun Rabbine<br />

gösterdiği ilgi ve sevginin fazlasıyla karşılığını bulacağı belirtilmiştir.” 91 Diğer bir kudsi<br />

hadiste ise; dua ve ibadetle meydana gelen yakınlaşmanın Allah’ın sevgisine, bu sevginin<br />

de kulda duyarlı bir vicdan ve sağduyunun doğmasına yol açacağı bildirilmiştir. 92<br />

Görüldüğü üzere, insan Rabbine yöneldiği oranda değer kazanmaktadır. “De ki: “İbadetiniz<br />

(duanız) olmasa Rabbim size ne diye değer versin?” Ey inkarcılar! Yalanladığınız için,<br />

azap yakanızı bırakmayacaktır!” 93 âyeti kerimesi bu gerçeği ifade etmektedir. O halde,<br />

insana düşen Allah’a yönelmek, ilahi rahmet ve merhameti dilemek, rahmet kapısına varıp<br />

dua etmektir.<br />

87 Nur, 24/63.<br />

88 el-İsfahânî, Mu’cem-u Mufredât- Elfazi’l-Kur’ân, “d-a-v” md.<br />

89 “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu <strong>tesbih</strong> eder; O’nu hamd ile <strong>tesbih</strong> etmeyen hiçbir şey yoktur;<br />

fakat siz onların <strong>tesbih</strong>lerini anlamazsınız. Doğrusu O Halim olandır, Bağışlayan’dır!” (İsra, 17/44); “O’nu,<br />

gök gürlemesi hamd ile, melekler de korkularından <strong>tesbih</strong> ederler. Onlar pek kuvvetli olan Allah hakkında<br />

çekişirken, O, yıldırımları gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Yerde ve göklerdeki kimseler de, gölgeleri de,<br />

sabah akşam, ister istemez Allah’a secde ederler.” ( Rad, 13/13,15); “Göklerde ve yerde olanlar Allah’ı <strong>tesbih</strong><br />

ederler. O güçlüdür, Hakim’dir.!” (Hadid, 57/1); Ayrıca şu âyetlere bakınız: Haşr, 59/1; Saf, 61/1; Cuma,<br />

62/1; Tegabün 64/1.<br />

90 “Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etmeleri için yaratmışımdır.” (Zariyat, 51/56)<br />

91 Bkz. Müslim, “Tevbe”, 1; et-Tirmizî “Deavât”, 132.<br />

92 Bkz. el- Buhârî, “Rikak”, 38.<br />

93 Furkan 25/77.<br />

18


Kul, içinde bulunduğu şartların tesiriyle bir şey için veya Allah için Allah'a<br />

yönelmektedir. Bu durumda dua kavramı, İslâmî dönemde yeniden teşkil edilen semantik<br />

alan içinde dinî duygu ve yönelişin birbirine komşu olan zikir, <strong>tesbih</strong>, hamd, senâ, şükür,<br />

tövbe, İstiğfar, istiâze vb. görünüşlerinin genel çerçevesini oluşturmaktadır. İnsan içinde<br />

bulunduğu zor ve sıkıntılı durumlardan kurtulmak, kötü durumlara maruz kalmamak için<br />

Allah’ı hatırlar, aczini, güçsüzlüğünü ve kusurlarını samimiyetle itiraf ederek O’ndan<br />

yardım ister. Kötü durumdan kurtulma isteği, onu işlediği günah ve kusurlar sebebiyle<br />

pişmanlık duymaya ve kalbini temizlemeye, Allah’ı övüp yüceltmeye, af dilemeye sevk<br />

eder. Bazen sıkıntıdan kurtulduğu, nimet ve rahata kavuştuğu için memnuniyetini dile<br />

getirir (şükür, hamd, senâ). Dua bazen tabiattaki nizam ve estetiği derinden müşahede eden,<br />

mutlak kemal, güzellik ve gerçekliği sezen kişinin içinde meydana gelen hayranlık<br />

duygularının ifadesi olur. 94 Böylece bu sebeplerden dolayı Allah’a yapılan bu dualar aynı<br />

şekilde bir <strong>tesbih</strong> olmaktadır.<br />

2. 6. Tekbir<br />

“Tekbir” sözlükte, yüceltmek, büyük tanımak, ululamak demektir. 95 “De ki:<br />

“Hamd, çocuk edinmemiş olan, hükümranlığında ortağı bulunmayan, düşkün olmayıp<br />

yardımcıya da ihtiyaç göstermeyen Allah’a mahsustur.” O’nu gereği gibi büyükle”. 96<br />

Ayrıca büyük görmek, “Allahu ekber” demek. 97 “Kebure” kökünden “tef'îl” babında bir<br />

mastar. Bütün namazlara giriş “Tekbir” ile olduğu gibi, namaz rükünlerinin ayrılması tekbir<br />

cümlesi ile olur. Bayram veya cenaze namazlarında ilâve tekbirler, teşrik tekbirleri de<br />

Allah’ın yüceliğinin anıldığı diğer tekbir çeşitleridir: Buna göre tekbir hüküm olarak farz,<br />

vacip, sünnet veya nafile olarak tekrarlanan “övgü ve senâ” cümlesidir. 98<br />

Kur’ân’da çeşitli şekillerde oldukça kullanılmış kelime gruplarından birini teşkil<br />

eden bu kavram elli beşi fiil, 106’sı isim olmak üzere toplam 161 yerde geçmektedir.<br />

94 Parladır, Selâhattin, “dua” md., a.g.e., C.9, s. 531.<br />

95 Ateş, “Tekbir” md, Kur’ân Ansiklopedisi, C.20, s. 225.<br />

96 İsrâ, 17/111.<br />

97 el-İsfehânî, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“k-b-r” md.<br />

98 Döndüren, Hamdi, “Tekbir” md., “Şamil İslâm Ansklopedisi”, İstanbul: Şamil Yay, 1994, C.6, s. 164.<br />

19


Fiillerden dördü, isimlerden ise dokuzu Allah’a nispet edilmiştir. İsimlerin yedisi “kebir”<br />

şeklinde iken, yücelik ve hakimiyet 99 anlamına gelen “kibriya” 100 masdarı ile<br />

“mutekebbir” 101 ismi birer defa olmak üzere Allah’ı nitelemektedir.<br />

Kur’ân-ı Kerimde, “kbr” kökünden gelen “tekbir” kelimesini sadece Allah için<br />

kullanılmadığı görülmektedir. Bilakis şu âyetlerde olduğu gibi şeytanlar, kâfirler ve diğer<br />

insanlar için de kullanılmaktadır.<br />

1) Allah’ın büyüklüğü: “Muhakkak ki Allah Aliyyu’l Kebîrdir.” 102 “Gayb ve<br />

şuhûd âlemini bilen Kebîru’l Müteâldir.” 103 “Hukm, Aliyyu’l Kebîr olan Allah’ındır.” 104<br />

“Allah, her mütekebbir cebbarın kalbini mühürler.” 105 “Rabbini büyükle!” 106 “Rabbinin<br />

ismini an.” 107<br />

2) Şeytanın büyüklenmesi: “Meleklere, “Adem’e secde edin” demiştik, İblis<br />

müstesna hepsi secde ettiler, o ise kaçındı, büyüklük tasladı ve inkar edenlerden oldu.” 108<br />

3) Yeryüzünde kâfirlerin Büyüklenmesi: “Âyetlerimizi yalanlayarak<br />

büyüklenenler ateşe atılacaklardır.” 109 “Firavun ve onun seçkinler çevresine gönderdik;<br />

fakat bunlar büyüklük tasladılar; zaten (oldum olası) kendilerini büyük gören bir toplumdu<br />

bunlar.” 110 “Firavun memleketin başına geçti ve halkını fırkalara ayırdı. İçlerinden bir<br />

topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu; çünkü o,<br />

99 Fîrûzâbâdî, Ebü’t-Tahir Mecdüddin Muhammed b. Yakub b. Muhammed, el-Kâmûsu’l-Muhît, Beyrut:<br />

Müessesetü’r-Risale, 1986, “k-b-r” md.<br />

100 “Göklerde ve yerde azamet O’nundur, O, güçlüdür, Hakim’dir!” (Câsiye, 45/37)<br />

101 “O, kendisinden başka tanrı olmayan, hükümran, çok kutsal; esenlik veren, güvenlik veren, görüp gözeten,<br />

güçlü, buyruğunu herşeye geçiren, ulu olan, Allah’tır. Allah onların koştukları eşlerden (ortaklardan)<br />

münezzehtir.” (Haşr, 59/23)<br />

102 Hacc, 22/62.<br />

103 Ra’d, 13/19.<br />

104 Mü’min, 40/12.<br />

105 Mü’min, 40/15.<br />

106 Müddessir, 74/3.<br />

107 Alak, 96/3.<br />

108 Bakara, 2/34.<br />

109 Nisâ, 4/5.<br />

110 Mü’minûn, 23/46.<br />

20


ozguncunun biriydi.” 111 “Ama Firavun yalanladı ve baş kaldırdı. Geri dönüp yürüdü.<br />

Adamlarını toplayıp seslendi: “Sizin en yüce Rabbiniz benim” dedi.” 112<br />

4) Rasûl’e karşı büyüklenme: “Ve yine şöyle derler: “Bu Kur’ân, neden iki şehrin<br />

ileri gelenlerine inmiş değil?” 113 “Âyetlerimiz gözlerinin önüne serilince: “Bu apaçık bir<br />

sihirdir” dediler. Gönülleri kesin olarak kabul ettiği halde, haksızlık ve büyüklenmelerinden<br />

ötürü onları bile bile inkar ettiler. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!” 114 “O,<br />

Kitap ile ilgisiz bir topluma, kendi içlerinden kendilerine Allah’ın mesajlarını aktaran,<br />

onları arındıran, ilahî kelâmı ve hikmeti öğreten bir elçi göndermiştir ki, o’ndan önce, açık<br />

bir sapıklık içindeydiler.” 115<br />

5) Varlıkların birbirine karşı büyüklenmesi: “İblis: “Ben ondan daha üstünüm.<br />

Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın” dedi.” 116<br />

Görüldüğü üzere, her şey Allah’ın “en büyüklüğü” etrafında dönmektedir. Bu<br />

nedenle İslâmî bir devrimin dünyaya ilân edeceği temel çağrı bu büyüklüğün tanınması ve<br />

O’na teslim olunmasıdır. 117<br />

Biz Müslümanlar, sevindiğimizde, üzüldüğümüzde, şaşırdığımızda, şok<br />

olduğumuzda, hayran olduğumuzda hep tekbir getiririz: Allahu ekber! Çünkü “Allah en<br />

büyüktür” mânâsına gelen tekbirin işlevi de, anlamı kadar büyüktür. Seviniyorsak<br />

sevincimizi Allah’ın büyüklüğüne bağlarız. Üzülüyorsak, kendimizi Allah’ın en büyük<br />

oluşuyla teselli ederiz. O’ndan bağımsız bir saâdet ve felâket tasavvur etmediğimiz için<br />

safâ halinde de, cefâ halinde de “Allahu ekber” deriz. Şaşırdığımızda, Allah’ın en büyük<br />

oluşunu hatırlar ve bizi şaşırtan şeyin Allah için çok basit, sıradan bir şey olduğunu bir kez<br />

daha hatırlarız. Şok olduğumuzda, bizi şok eden olayın Allah katında daha büyüklerinin<br />

111 Kasas, 28/4.<br />

112 Nâziât, 79/21-24.<br />

113 Zuhruf, 43/31.<br />

114 Neml, 27/13-14.<br />

115 Cum’a, 62/2<br />

116 Sâd, 38/76.<br />

117 Eliaçık, İhsan, İslâm ve Sosyal Değişim, İstanbul: Bengisu Yay, 1995, s. 27.<br />

21


olduğunu dile getirmek için tekbir getiririz. Hayran olduğumuzda, hayretimizi esere değil;<br />

o eserin sahici müessirine, sanata değil; asıl sanatkâra yönelttiğimizi tekbirle ifade ederiz.<br />

Şüphesiz âlemlerin Rabbi Allah (cc) her şeyden yücedir ve büyüktür. “Kibriyâ”<br />

yani her türlü yücelik ve büyüklük O’nun Rabliğinin gereğidir. Mü’minler, iman ederek bu<br />

büyüklüğü tasdik ederler. Onlar Allah’ın büyüklüğü (kibriyâsı) karşısında istikbar edip<br />

büyüklük taslamazlar, kibir göstermezler. Mü’minler, Allah Teâlâ’nın kendilerine hidâyet<br />

lutfetmesinden dolayı Allah’ı tekbir ederler, “Sen en büyüksün” derler. Büyüklük (kibriyâ)<br />

kelimesi neyi ifade ediyorsa, büyüklükten ne kast ediliyorsa hepsinin Allah’a ait olduğunu<br />

ilân ederler. İşte “tekbir”, Allah’ın her şeyden üstün, ulu, azamet sahibi ve büyük olduğunu<br />

söylemenin adıdır. Neticede Allah’ı yüceltmek, yani tekbir getirmek <strong>tesbih</strong> eylemi<br />

kapsamına direr.<br />

2. 7. Secde<br />

“Secde” kelimesi: baş eğme, itaat etme, üstün bir varlığın önünde yere kapanma;<br />

namazda veya Allah'a ibadet niyeti taşıyarak alın ve burun yere değecek şekilde yere<br />

kapanma 118 ve dua etme anlamında bir fıkıh terimidir.<br />

Kur’ân-ı Kerim’in birçok âyetinde Müslümanlar, rükû ve secde edenler şeklinde<br />

tanımlanmış; Allah'a yaptıkları secde nedeniyle yüzlerinin nurlandığı ve alınlarındaki secde<br />

izlerinden tanınacakları bildirilmiştir. 119 Diğer yandan, secdenin, Müslümanların namaz<br />

kılarken alınlarını yere koymaları dışında, aslında Allah'ın emirlerine uymak, O’nun<br />

kâinattaki düzenine riâyet etmek anlamına geldiği şu âyet-i kerimeyle daha iyi<br />

anlaşılmaktadır: “Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar,<br />

hayvanların ve insanların birçoğunun Allah’a secde ettiklerini görmüyor musun? İnsanların<br />

118 İbn Manzûr, a.g.e., “s-c-d” md.<br />

119 “Muhammed Allah’ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine<br />

merhametlidirler. Onları rükua varırken, secde ederken, Allah’tan lütuf ve hoşnudluk dilerken görürsün.<br />

Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar. İşte bu, onların Tevrat’ta anlatılan vasıflarıdır. İncil’de de şöyle<br />

vasıflandırılmışlardı: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin<br />

hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkarcıları öfkelendirir. Allah,<br />

inanıp yararlı işler işleyenlere, bağışlama ve büyük ecir vadetmiştir.” (Fetih, 48/29)<br />

22


irçoğu da azabı hak etmiştir. Allah’ın alçalttığı kimseyi yükseltebilecek yoktur. Doğrusu<br />

Allah ne dilerse yapar.” 120 Dolayısıyla secde, Allah’ın buyrukları dışına çıkmamak<br />

anlamına gelirken; namazda yapılan secde ise Allah’a itaatin bir sembolü, bir göstergesidir.<br />

Namazda secde eden Müslüman, hayatının diğer zamanlarında da O’na boyun eğiyor,<br />

buyruklarından dışarı çıkmıyor demektir. Secde kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’ân’da 92<br />

yerde geçer. Secde yapana “sâcid”, çok secde yapana ise “süccâd” denir. Üzerinde secde<br />

yapılıp namaz kılınan kumaş veya küçük halıya “seccâde”, secde yapılıp (topluca) namaz<br />

kılınan binaya “mescid” adı verilir. Secde yapma olayına da “sücûd” denilir. Sücûd aynı<br />

zamanda çok secde yapan anlamına da gelmektedir. 121<br />

Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Yusuf’un kıssası anlatılırken, anasının, babasının ve on bir<br />

kardeşinin Yusuf’a secde ettikleri bildiriliyor. 122 Allah'ın dışında hiç bir varlığa secde<br />

edilmeyeceğini, bunun şirk olduğunu söyleyen İslâm âlimleri söz konusu âyeti açıklarken,<br />

buradaki “secdeye kapandılar” cümlesine iki tür anlam yüklüyorlar: Ya onlar<br />

sevinçlerinden Allah’a şükür niyetiyle yere kapandılar; ya da, Hz. Yusuf’un emrine girerek<br />

hayatlarının diğer bölümünde Onun buyruklarının dışına çıkmadılar. Bir diğer anlamı,<br />

Yusuf’un önünde saygıyla eğildiler demektir.<br />

123<br />

Buna göre Allahın dışına hiçbir<br />

mahlûkata, ister canlı olsun ister cansız olsun secde yapılamaz. Çünkü secde yapılmaya<br />

yani saygı duyulmayı layık olan bir tek varlık vardır. O da her şeyin Yaratıcısı olan<br />

Allahtır.<br />

120 Hacc, 22/18.<br />

121<br />

“Kabeyi, insanlar için toplanma ve güven yeri kılmıştık. İbrahim’in makamını namaz yeri edinin, dedik.<br />

Evimi ziyaret edenler, kendini ibadete verenler, rüku ve secde edenler için temiz tutun diye İbrahim ve<br />

İsmail’e ahd verdik.” (Bakara, 2/125); “Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, orada kıyama duranlar,<br />

rüku edenler ve secdeye varanlar için Evimi temiz tut” diye İbrahim’i Kabe'nin yerine yerleştirmiştik” (Hacc,<br />

22/26)<br />

122 “Ana babasını tahtın üzerine oturttu, hepsi onun önünde (Allah’a secde edip) eğildiler. O zaman Yusuf:<br />

“Babacığım! İşte bu, vaktiyle gördüğüm rüyanın çıkışıdır; Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan, benimle<br />

kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni hapisten çıkaran, sizi çölden getiren Rabbim bana pek çok iyilikte<br />

bulundu. Doğrusu Rabbim dilediğine lütufkardır, O şüphesiz bilendir, Hakim’dir” dedi.” (Yusuf, 12/100)<br />

123 Kızmaz, Fedakâr, “Secde” md., Şamil İslâm Ansklopedisi, İstanbul: Şamil Yay, 1992, C.5, s. 358.<br />

23


Namaz secdesi dışında “şükür secdesi”, namazda yanılmanın karşılığı olarak<br />

“yanılma (sehiv) secdesi”, Kur’ân’da secde âyetleri okunduğu zaman yapılan “tilâvet<br />

(okuma) secdesi” 124 gibi secde çeşitleri karşımıza çıkmaktadır.<br />

Secde iki türlüdür: Birincisi; ihtiyarî, yani insanın kendi hür iradesiyle / özgür<br />

tercihiyle yaptığı secde. 125 Bu, yalnızca insana mahsustur. Allah (cc) bütün insanları<br />

kendine secde etmeye, yani kendine mutlak anlamda itaat etmeye davet ediyor. 126 Ikincisi;<br />

Teshirî, yani ister istemez, daha doğrusu zorunlu olarak yapılan secdedir. İnsanın dışındaki<br />

bütün varlıklar da Allah’a secde ederler ve bu secdelerini ister istemez yaparlar. Çünkü<br />

başka tercihleri olamaz. 127<br />

Secde tam anlamıyla; ibadetin, kulluk tavrının özü ve esasıdır. Bu yüzden Kur’ân-ı<br />

Kerim, çeşitli âyetlerde secde edenleri övmektedir. 128 Peygamber’e uyan ve O’nun Allah<br />

katından dini benimseyip yaşayan sahabelerin ve mü’minlerin yüzlerinde secde izleri<br />

vardır. Onların mü’min oldukları neredeyse alınlarındaki secde izinden belli olur. “Onları<br />

rükûa varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rızâ isterler. Yüzlerinde<br />

secdelerin izinden nişanları vardır.” 129 Allah’a her yerde secde edilebilmekle birlikte,<br />

secde/ibadet için özel yapılar da söz konusudur. Bu konuyla ilgili âyette, secdenin/ibadetin<br />

124 Döndüren, Hamdi, Delilleriyle İslâm İlmihali İnanç-İbadet-Günlük Hayat, İstanbul: Erkam Yay, 2005,<br />

s. 443.<br />

125 el-İsfehânî, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“s-c-d” md.<br />

126 “Ey inananlar! Rüku edin, secdeye varın, Rabbiniz’e kulluk edin, iyilik yapın ki saadete erişesiniz.!”<br />

(Hacc, 22/77); “(Ama artık) Allah’a secde edin ve [yalnız O’na] kulluk yapın!” (Necm, 53/62)<br />

127 “Göklerde ve yerde var olan her şey ve herkes isteyerek yahut zorunlu olarak Allah’ın önünde<br />

eğilmektedirler; onların gölgeleri de sabah akşam bunu yapmaktadır.” (34 Ra’d, 13/15); “Ayrıca göklerde ve<br />

yerde olan her şey, bütün canlılar/hayvanlar ve melekler kendilerini büyüklük duygusuna kaptırmadan Allah<br />

için saygı ve tazimle yere kapanmaktadırlar. Üstlerinde (egemen) bulunan Rablerinden korkuyor ve<br />

kendilerine ne buyurmuşsa onu yapıyorlar.” (Nahl, 16/49); “Ey insanoğlu,] göklerde ve yerde var olan her<br />

şeyin, güneşin, ayın, yıldızların, dağların, ağaçların ve hayvanların Allah’ın (kudret ve yüceliği) önünde yere<br />

kapandığını görmüyor musun.” (Hacc, 22/18); Bil ki, Rabbine yakın olanlar O’na kulluk yapmaktan asla kibre<br />

kapılmazlar; ve O’nun sınırsız yüceliğini övgüyle anar ve [yalnızca] O’nun önünde yere kapanırlar.” (A’râf,<br />

7/206)<br />

128 “Eğer andlaşmalarından sonra, yeminlerini bozarlar, dininize dil uzatırlarsa, inkarda önde gidenlerle<br />

savaşın, çünkü onların yeminleri sayılmaz, belki vazgeçerler. (Tevbe, 9/112); “Sihirbazlar [hemen] diz çöküp<br />

yere kapanarak.” (A’râf, 7/120); “[O’nun huzurunda] saygıyla yere kapananlar arasında yer aldığını da<br />

görmektedir; çünkü her şeyi bütün gerçeğiyle bilen (ve dolayısıyla) her şeyi işiten O’dur!” (Şuarâ, 26/219)<br />

129 “...Onların [namazda] eğilerek (ve) yere kapanarak Allah’ın lütuf ve rızasını aradıklarını görürsün: onların<br />

işaretleri, yüzlerindeki secde izleridir…” (Fetih, 48/29)<br />

24


sadece Allah’a yapılması vurgulanmaktadır: “Mescidler şüphesiz Allah’ındır, öyleyse<br />

oralarda Allah’a yalvarırken başkasını katmayın.” 130<br />

Neticede Yüce Allah’a yapılan secde, bu isterse namazda yapılan secde olsun ister<br />

O’nun emirlerine boyun eğmek olsun, ikisi de insanın güçsüzlüğünü itaraf etmesidir. Ki bu<br />

da Allah’ın kudretini, büyüklüğünü kabul etmek demektir. Dolayısıyla O’nu övmek,<br />

yüceltmek ve aczini itiraf etmek de <strong>tesbih</strong>tir.<br />

2. 8. Teshîr<br />

“Teshir”, Kurâ’nın temel kavramlardan olup Kur’ân terminolojisinde, boyun<br />

eğidirmek, emrine vermek gibi anlamları taşımaktadır. 131 Bunun dışında aynı kökten suhrî,<br />

suhriyyet de birine istediği şeyi yaptırıp onu gülünç duruma düşürmek, 132 yani onunla alay<br />

emek. 133 Boyun eğdirmekten kasıt, varlığın, Yaratıcı önünde O’nun tarafından belirlenmiş<br />

hedeflere doğru gelişmek ve yürümek üzere boyun eğmesidir.<br />

Emrine vermek anlamındaki “teshîr” den kasıt varlıkların insanın hizmetine<br />

verilmesidir. 134 Teshîr fili Kur’ân’da mâzî, geniş zaman ve isim-fiil şeklinde<br />

kullanılmaktadır. 135 Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın geceyi<br />

gündüze ve gündüzü geceye kattığını, her biri belirli bir süreye kadar hareket edecek olan<br />

güneşi ve ayı buyruk altında tuttuğunu; Allah’ın, yaptıklarınızdan haberdar olduğunu<br />

bilmez misin?” 136 Yani, gündüz ile gecenin sabit ve düzenli biçimde zuhur edip<br />

dönüşmesi, kendiliğinden, güneş ve ayın bir sisteme boyun eğdiğini gösterir. Güneş ve Ay<br />

burada özellikle zikredilmiştir. Çünkü her ikisi de göğün önde gelen cisimleridir. O kadar<br />

ki, en eski dönemlerden beri insanoğlu bunlara ilâh olarak tapmıştır ve bugün bile birçok<br />

kimse için durum böyledir. Ancak gerçek şu ki, Allah, Arz da dahil olmak üzere kainatın<br />

130 Cinn, 72/18.<br />

131 Öztürk, Yaşar Nuri, “teshir” md., Kur’ân’nın Temel Kavramları, İstanbul: Yeni Boyut Yay, 1999, s.<br />

591.<br />

132 Ateş, “teshir” md., Kur’ân Ansiklopedisi, C.20, s. 309.<br />

133 el-İsfehâni, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“s-h-r” md.<br />

134 Öztürk, Yaşar Nuri, “teshir” md., a.g.e., s. 591.<br />

135 Ateş, “teshir” md., Kur’ân Ansiklopedisi, C.20, s. 309<br />

136 Lokman, 31/29.<br />

25


tüm yıldız ve gezegenlerini kendisinden bir parmak bile sapamayacakları bir sisteme<br />

bağımlı kılmıştır. 137<br />

“Emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri, lütfedip verdiği rızkı aramanız<br />

için denizi buyruğunuz altına veren Allah’tır, belki artık şükredersiniz. Göklerde olanları,<br />

yerde olanları, hepsini sizin buyruğunuz altına vermiştir. Doğrusu bunlarda, düşünen<br />

kimseler için dersler vardır.” 138 âyetlerinde de Allah’ın insanlara olan nimetleri hatırlatılır.<br />

Allah insanların yararlanması için emriyle yani yarattığı yasalarla denizde gemileri<br />

yürütmektedir. Göklerde ve yerde bulunan nice güçleri, insanların hizmetine vermiştir. İşte<br />

bunları yapan yalnız Allah’tır. Öyle ise yalnız bunları yapana ve yaratana tapılır, yalnız<br />

O’na şükredilir. O’ndan başkasına tapılmaz ve şükredilmez. Hamde ve şükre lâyık olan,<br />

yalnız Allah’tır. 139<br />

“Gökleri ve yeri yaratan, yukardan indirdiği su ile rızık olarak ürünler yetiştiren,<br />

emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri, nehirleri, belli yörüngelerinde yürüyen ay<br />

ve güneşi, geceyle gündüzü sizin buyruğunuza veren Allah’tır.” 140<br />

“Her sınıf varlığı yaratan O’dur. Gemiler ve hayvanlardan binesiniz diye size<br />

binekler var etmiştir. Bütün bunlar; üzerlerine oturunca Rabbinizin nimetini anarak:<br />

“Bunları buyruğumuza veren ne yücedir.” 141<br />

Yukarıda zikrettiğimiz âyetleden anladığımız kadarıyla “teshîr” ve “<strong>tesbih</strong>”<br />

kelimeleri arasında çok yakın bir anlam ilişkisi bulunmaktadır. “<strong>tesbih</strong>” Yüce Allah’a<br />

boyun eğmek, O’nu noksan sıfatlardan tenzih etmek olduğunu daha önce belirtmiştik.<br />

“teshîr” kelimesi ise Allah’ın insanlar için yarattığı bütün mahlukatı, bu insanlara boyun<br />

eğdirilmesi, onların hizmetine sunulmasıdır. Ancak bu iki kelimenin arasında bir fark<br />

görülmektedir. “Tesbih” kelimesi bütün varlıklar, canlı cansız olanlar tarafından Allah’ı<br />

137 el-Mevdûdî, Ebu’l-A’lâ, Tefhimu’l-Kur’ân, trc. Ahmed Asrar, İstanbul: Bengisu Yay, 1997, C.6, s. 430.<br />

138 Câsiye, 45/12-13.<br />

139 Ateş, “teshîr” md., Kur’ân Ansiklopedisi, C. 20, s. 318.<br />

140 İbrahim, 14/32-33.<br />

141 Zuhruf, 43/12-13.<br />

26


tenzih etmek için kullanılan bir terimdir. “Teshir” ise evrende bulunan her şeyin insanın<br />

hizmetine sunulmasını ifade eden bir kavramdır. Bu evrende var olan bütün mahlukat<br />

O’nun koyduğu kanunu usanmadan uygulamaktadır. İşte onların bu boyun eğme eylemi<br />

Yüce Allah’ın ne kadar güçlü ve bütün noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu<br />

göstermektedir ki bu aynı zamanda <strong>tesbih</strong>tir.<br />

2. 9. Tehlil<br />

Tehlil, “Lâ ilâhe illâllah (Allah’tan başka ilâh yoktur)” sözünü söylemek demektir.<br />

Bu kelime, bilindiği gibi “kelime-i tevhid” olarak da adlandırılır. Tevhid, İslâm’ın<br />

temelidir. Allah’tan başka hiçbir ilâhın olmadığını, hâkimiyet, üstünlük, yaratıcılık ve<br />

ilâhlığın ancak Allah’a ait olduğunu kalp ve dil ile söylemeye tehlil denir. 142 Tevhid<br />

kelimesi, iki kısımdan meydana gelir. Birinci kısmı, “Lâ ilâhe illâllah”, ikincisi ise,<br />

“Muhammedün Rasûlullah (Muhammed Allah’ın rasûlü/elçisidir)” 143 .<br />

Kur’ân’ın birçok yerinde, tehlil kelimesinin ifâde ettiği Allah’ın varlığı ve birliği<br />

inancını açıklayan âyetler bulunmaktadır. Bu âyetlerden bazılarının meâli şöyledir:<br />

“Yeryüzünde edindikleri tanrılar mı, onlar mı ölüleri diriltecekler? Eğer yerle gökte<br />

Allah’tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de bozulurdu. Arşın Rabbi olan Allah, onların<br />

vasıflandırdıklarından münezzehtir.!” 144 .<br />

“Allah çocuk edinmemiştir; O'nun yanında hiçbir tanrı yoktur, olsaydı, her tanrı<br />

kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmağa çalışırlardı. Allah onların<br />

vasıflandırdıklarından münezzehtir. O, görülmeyeni de, görüleni de bilir. Koştukları<br />

ortaklardan yücedir.” 145<br />

Hz. Peygamberimiz, günde yüz defa tehlil’i okumayı/zikretmeyi tavsiye etmiş ve<br />

bunun, büyük sevapların kazanılmasına ve çeşitli günah ile zararların giderilmesine vesile<br />

142 Nureddin Turgay, “tehlil” md., a.g.e., C.6, s. 163.<br />

143 A.g.e., “tehlil” md., C.6, s. 163.<br />

144 Enbiya, 21/21-22.<br />

145 Mü’minûn, 23/91-92.<br />

27


olduğunu açıklamıştır. 146 Aslında buradaki yüz sayısı, çokluğa işarettir. İhlâsla bol miktarda<br />

tehlil okumanın faziletini ifade etmektedir. Yine diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur:<br />

“Zikrin en faziletlisi; “lâ ilâhe illâllah”, duanın en faziletlisi de “el-hamdü lillâh’tır.” 147<br />

Başka bir hadiste de Rasûlullah (s.a.s.): “Lâ ilâhe illâllahu vallahu ekber ve lâ havle ve lâ<br />

kuvvete illâ billâh” demenin, çok sayıda günahların affedilmesine vesile olacağını<br />

söylemiştir. 148 Ebû Süfyan’ın naklettiğine göre Rasûlullah (s.a.s.), Herakl’e mektup yazdığı<br />

zaman ona; “Gelin sizinle aramızda müsâvi, eşit olan bir kelimede birleşelim” demişti. Bu<br />

kelimenin, takvâ kelimesi olan “Lâ ilâhe illâllah” olduğu belirtilir. 149<br />

Tehlil ile ilgili olarak Hz. Peygamberin şu hadisleri bize konuyu daha iyi<br />

anlamamıza yardım edecektir: Hz. Ebü Bekri’s-Sıddik’in âzadlısı Yüseyre (radıyallâhu<br />

anhümâ) ki ilk muhâcirlerden idi ve şöyle anlatıyor: “Resulullah (s.a.v) bize dedi ki: “Size<br />

<strong>tesbih</strong>, tehlil, takdis, tekbir çekmenizi tavsiye ederim. Bunları parmaklarla sayın. Zira<br />

parmaklar (Kıyamet günü nelerde kullanıldıklarından) suale maruz kalacaklar ve<br />

konuşturulacaklardır.” 150 Nu’man İbnu Beşîr radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah<br />

aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah’ın celalinden zikrettiğiniz <strong>tesbih</strong><br />

(sübhanallah), tehlil (lâ ilahe illallah) ve tahmid (elhamdülillah) cümleleri Arş’ın etrafında<br />

dönüp dururlar. Onlar tıpkı arı oğulu uğultusu gibi uğultu çıkararak, sahiplerini andırırlar.<br />

Sizden biri, Arş’ın civarında kendisini andırtan birisinin olmasından hoşlanmaz mı?” 151<br />

Ümmü Hâni radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “La ilahe<br />

illallah (Allah'tan başka ilah yoktur)" kelimesini fazilette hiçbir amel geçemez ve bu kelime<br />

hiçbir günahı bırakmaz, (affettirir).” 152<br />

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisslâtu vesselâm)<br />

ilerledi, Mekke’ye girdi. (Doğru Beytullah’agiderek) Haceru’l-Esved’e geldi, (ilk iş) onu<br />

146 Buhârî, “Deavât”, 64; et-Tirmizî, “Deavât”, 60.<br />

147 İbn Mâce, “Edeb”, 25; et-Tirmizî, “Deavât”, 9.<br />

148 et-Tirmizî, “Deavât”, 58.<br />

149 el-Buhârî, “Eymân”, 19.<br />

150 et-Tirmizî, “Deavât”, 131; Ebû Dâvûd, “Salât”, 359.<br />

151 Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Ankara: Akçağ Yay, 1991, C.17, s. 496.<br />

152 A.g.e., C.17, s. 492.<br />

28


istilâm buyurdu. Sonra Beytullah’ı (yedi şavtta) tavaf etti. (Tavaf tamamlanınca) Safâ<br />

tepesine geldi, oradan beytullah’a baktı. Ellerini kaldırıp Allah’ı (tekbir, tehlil, tahmid ve<br />

tevhitle zikretmeye başladı ve Allah’ın zikretmesini dilediğince zikretti, dua etti. Bu sırada<br />

Ensâr (radıyallahu anhüm) da onun aşağısında (aynı şekilde zikir ve duada<br />

bulunuyordu).” 153<br />

Sunuç itibariyle gelmiş geçmiş bütün peygamberler, Yüce Allah tarafından<br />

insanlara tevhid inancını getirmişlerdir. Bu Peygamberler yalnız Allah’a inanmaya ve<br />

yalnız O’na ibâdet etmeye çağırmışlardır. Onlar bir takım batıl inanclara karşı mücâdele<br />

etmişlerdir. Bu mücadele tevhid mücâdelesidir. Yukarıda belirtiğimiz gibi tehlil getirmek,<br />

“Lâ ilâhe illâllah Muhammedün Rasûlullah” söylemek demektir ki bu, şu anlama<br />

gelmektedir: bütün batıl tanrıları red ediyorum. Allah tektir O’na yakışmayan sıfatlardan<br />

tenzih ederim. O Son derece yücedir, uludur ve Muhammed (s.a.v.) O’nun elçisidir. İşte<br />

tehlil, bu tevhidi kalben, fikren ve zikren idrak etmek, yaşamak ve Allah’a yaklaşmaktır ki<br />

bu, <strong>tesbih</strong> faaliyetlerindendir.<br />

3. TESBİH ÇEŞİTLERİ<br />

“Tesbih” i sözlü <strong>tesbih</strong> (lisanu’l-kâl) ve sözsüz <strong>tesbih</strong> (lisânu’l-hâl) olmak üzere<br />

ikiye ayırmak mümkündür. Es-Sa’dî (v. 1376/1956), “Yedi gök ve yerle aralarında ne varsa<br />

hepsi, Onu noksan sıfatlardan tenzîh eder ve hiçbir şey yoktur ki Ona hamdederek Onu<br />

noksan sıfatlardan tenzîh etmesin,…” 154 tefsirini yaparken; (Yüce Allah’a) konuşan,<br />

konuşmayan canlılar; ağaçlar, bitkiler, camidler, hayat taşıyan ve ölüler söz ve hal diliyle<br />

<strong>tesbih</strong> ettiklerini söylemektedir. 155<br />

3. 1. Sözlü Tesbih<br />

Allah’ı kendisine lâyık olmayan sıfatlardan lisanen tenzih etmek sözlü <strong>tesbih</strong>,<br />

başka bir ifadeyle lisâ-ı kâl ile yapılan <strong>tesbih</strong> olmaktadır. Bu <strong>tesbih</strong> daha ziyade insanların,<br />

153 Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 46.<br />

154 İsra,17/44.<br />

155 es-Sa’dî, Abdurrahmân b. Nâsir, Tefsîru’s-Sa’dî, Beyrut: Dâru Muessesetu’r-Risâlât, 2000, C.1, s. 459.<br />

29


cinlerin ve meleklerin yani akıllı varlıkların yaptığı <strong>tesbih</strong> türüdür. Müfessirlerin genel<br />

kanaati, akıllı varlıkların sözlü, diğer varlıkların ise sözsüz <strong>tesbih</strong> yaptıklarıdır. Beydâvî (v.<br />

685/1286), göklerde ve yerdeki akıllı varlıkların sözlü <strong>tesbih</strong> yaptığı görüşendedir. 156 İbn<br />

Kesîr (v. 774/1372) ise; bütün eşyanın <strong>tesbih</strong> ettiğini ve bunların <strong>tesbih</strong>lerinin bizim<br />

dillerimizden farklı bir dille olduğu için <strong>tesbih</strong>lerini anlamadığımızı belirtmektedir. 157<br />

Şu âyetler de sözlü <strong>tesbih</strong>e delalet etmektedir.<br />

“Sen Rabb’ini hamd ile <strong>tesbih</strong> et (O’nu övecek sözlerle an, sübhanellahi<br />

velhamdulillah de) ve secde edenlerden ol.” 158<br />

“Öyleyse Yüce Rabb’inin adını <strong>tesbih</strong> et.” 159<br />

“Rabb’inin Yüce adını <strong>tesbih</strong> et.” 160<br />

Görüldğü gibi âyetlerde Allah’ın noksan sıfatlardan tenzih edilmesini, şanının<br />

yüceltilmesini emredilmektedir.<br />

Hadis-i şeriflerde zikir, tehlil ve tahmidi teşvik eden sözler de sözlü <strong>tesbih</strong>e işaret<br />

etmektedir. Ve resulullah’ın bunlara teşvik eden sözleri hadis kitaplarında bol bol<br />

geçmektedir. Ebû Hureyre’den rivâyet olunan bir hadiste Resulallah (s.v.a) şöyle<br />

buyuruyor. “Bir kimse sabah namazının arkasında yüz kere <strong>tesbih</strong>te, yüz kere de tehlilde<br />

bulunursa, deniz köpüğü gibi çok bile olsa günahları affedilir.” 161<br />

Yine Ebü Hüreyre’den rivâyet edilen başka bir hadiste bir kimse günde yüz defa<br />

“La ilahe illallah vahdehu la şerike leh lehu’l-mulku ve lehu’l-hamdu ve huve ala kulli<br />

şeyin kadir” derse o kimse için on köle azad etmiş olanı sevabı ve ayrıca kendisine yüz<br />

hasene yazılır. Yüz günahı da silinir. Bunun için o gün akşamlayıncaya kadar şeytandan<br />

156 el-Beydâvî, Nasru’d-Din Ebi Saîd Abdullah Ebi Ömer b. Muhammed eş-Şîrazî, Tefsîrü’l-Beydâvî,<br />

Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1966, C.3, s. 448.<br />

157 İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, Beyrut: Dâru’l-Marife, 1996, C.3, s.45.<br />

158 Hicr, 15/98.<br />

159 Vâkıa, 56/96.<br />

160 A’lâ, 87/1.<br />

161 en-Nesâî, “Sehv”, 95.<br />

30


muhafaza olur. Onun yaptığı daha fazelitli bir iş kimse yapamaz. Meğer ki onun<br />

yaptığından fazla iş yapsın. Ve bir kimse günde yüz defa “Subhanallah ve bihamdihi” derse<br />

günahları denizin köpüğü kadar bile olsa sâkıt olur.” 162<br />

Bu kısa açıklamalardan anlaşıldığı üzere akıllı varlıklar tarafından Yüce Allah’a<br />

yapılan övmeler yani <strong>tesbih</strong>ler, sözlü <strong>tesbih</strong>lerdir. Bunu yukarıda zikrettiğimiz âyet ve<br />

hadislerde açık bir şekilde görmekteyiz. Çünkü “Yüce Rabbinin adını <strong>tesbih</strong> et”<br />

dinildiğinde ağızdan çıkan sesler veya kelimelerden meydana gelen <strong>tesbih</strong> anlaşılacaktır. Ki<br />

Hz. Peygamber (s.a.v)in hadislerinden de böyle anlaşılmaktadır.<br />

3. 2. Sözsüz Tesbih<br />

Bu <strong>tesbih</strong>in türü lisanen yapılan <strong>tesbih</strong> değil, her şeyin yaratılşının bir yönüyle<br />

veya bir sıfatıyla Allah’ın varlığına, birliğine delâlet etmesidir. 163 Bu <strong>tesbih</strong> türü daha<br />

geneldir ve bütün varlıklar için geçerlidir. Çünkü âyette; “…O’nu hamd ile <strong>tesbih</strong> etmeyen<br />

hiçbir şey yoktur…” 164 denmektedir. Tesbih, Allah’ın zâtını ve sıfatlarını eksik, kötü<br />

şeylerden uzaklaştırmak demek olduğuna göre göklerde ve yerde bulunan her şeyin Allah’ı<br />

<strong>tesbih</strong> etmesi, iki anlama gelebilir: ya göklerde ve yerde bulunan her şey kendine özgü<br />

dilleriyle, Allah’ı <strong>tesbih</strong> eder, O’nun eksik sıfatlardan uzak olduğunu söyler. Ya da dil ile<br />

<strong>tesbih</strong> akıllı varlıklara özgüdür. Cansız şeylerin Allah’ı <strong>tesbih</strong> etmesi dil ile değil, hal iledir.<br />

Onlar, bulundukları hal ve bilinçle, düzenle kendilerini yaratan Allah’ın sonsuz kudret ve<br />

kemâl sahibi olduğunu gösterirler. 165<br />

Yine Büyük Müffesir Taberî (v. 310/923) bu konu ile ilgili olarak bir kısım<br />

âlimlerin âyette, Allah’ı <strong>tesbih</strong> eden bütün varlıklardan maksadın, ruh sahibi varlıklar<br />

olduğunu, diğerlerin ise canlı veya cansız bütün varlıkların Allah’ı <strong>tesbih</strong> ettiklerini<br />

söylediklerini belirtmektedir. 166<br />

162 el-Buhârî, “Deavat”, 54.<br />

163 et-Tûsî, Ebu Cafer Muhammed b. Hasan, Tefsîru’t Tibyan, Necef: Dâru’l-Endelusî, 1965, C.6, s. 482.<br />

164 İsra, 17/44.<br />

165 Ateş, “<strong>tesbih</strong>” md., Kur’ân Ansiklopedisi, C.20, s. 293.<br />

166 et-Taberî, a.g.e., C.15, s. 93.<br />

31


Abdullah b. Mes’ud diyor ki: “Ben, Resulullahın parmaklarının arasından su<br />

kaynadığını gördüm. Şüphesiz ki bizler, yenirken yemeğin <strong>tesbih</strong> ettiğini işittik. 167 Cabir b.<br />

Abdullah diyor ki: “Resulullah (s.a.v.) önceleri bir hurma kütüğünün üzerine çıkarak hutbe<br />

okuyordu. Ensardan bir kadının, Resulullaha bir minber yapılmasını teklif etmesi üzerine<br />

Resulullaha minber yapıldı. Cuma günü olunca Resulullah minberin üzerine çıktı. Hurma<br />

kütüğü, çocuğun ağlaması gibi ağlamaya başladı. Resulullah (s.a.v.) minberden aşağı inip<br />

onu kucakladı. Kütük hâlâ çocuğun inlemesi gibi inliyordu. Resululah ise onu teskin etmek<br />

istiyordu. Bu Hadis-i Şerif birçok sahabi tarafından rivâyet edilmiştir ve mütevatir<br />

hadislerdendir. Bütün mevcudatın kendi lisanlanyla ve kendi halleriyle Allah’ı <strong>tesbih</strong><br />

ettikleri gibi hayvanlar da kendi lisanlanyla Allah’ı <strong>tesbih</strong> ederler. 168<br />

Bu <strong>tesbih</strong> türünün daha genel olduğunu söyledik. Zira sözlü <strong>tesbih</strong> yapılan akıllı<br />

varlıklar aynı zamanda sözsüz <strong>tesbih</strong> de yapmakta, varlıklarının bir yönüyle Yüce<br />

Yaratıcıya delâlet etmektedirler. “(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına göğün nasıl<br />

yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine yeryüzünün nasıl yaratıldığına bir bakmazlar<br />

mı? 169<br />

âyetlerini insanların varlıklara ibret nazarıyla bakmaları gerektiğini, onların<br />

yaratılışındaki mukemmelliğin yaratıcılarına delâlet ettiğini, dalayısıyla lisân-ı hâl ile <strong>tesbih</strong><br />

ettiklerini göstermektedir.<br />

Daha önce de belirtiğimiz gibi bu <strong>tesbih</strong> türü hem insanlar hem de diğer canlı ve<br />

cansız varlıklar için de geçerlidir. Ayrıca sözlü <strong>tesbih</strong> ile bütün insanlar <strong>tesbih</strong> etmezken<br />

sözsüz <strong>tesbih</strong> ile bütün insanlar “evrensel <strong>tesbih</strong> faaliyeti”ne katılmaktadır. Bu ister istemez<br />

boyun eğme şeklinde gerçekleşmektedir. Bazı insanlar her ne kadar ilâhî emirlere isyan<br />

ederse etsin yine de evrensel kanuna Allah’ın her şeyi kavrayan ve insan fiillerinin iyi veya<br />

kötü, varlık sebebini bulduğu o esrarengiz nizam boyun eğmekten kurtulmuş değildirler. Bu<br />

durum sözsüz <strong>tesbih</strong>in bir yönünü ifade etmektedir. Biz buna “evrensel <strong>tesbih</strong> faaliyeti”<br />

demekteyiz.<br />

167 Buhârî, “el-Menâkib”, 25; Ahmed b. Hambel, Müsned, C.1, s. 460.<br />

168 Buhârî, “el-Menâkib”, 25; et-Tirmizî, “el-Cumua”, 10.<br />

169 Ğaşiye, 88/17-20.<br />

32


Sözsüz <strong>tesbih</strong>in bir diğer yönü de her varlıkta mevcut olan esrarengiz özelliklerdir.<br />

Her varlık bu özellikleriyle yüce yaratıcıyı haykırmaktadır. Bu durum ifade eden en ilginç<br />

varlık insanoğludur. Zira insanın anatomisi incelendiğinde onun mükemmel bir sistemle<br />

çalışan küçük bir evren olduğu görülür. Nitekim bir âyette, “Kesin olarak inananlara,<br />

yeryüzünde ve kendi içinizde Allah’ın varlığına nice deliller vardır; görmez misiniz?<br />

Rızkınız da, size söz verilen azap da yukarıdan gelir.” 170 diye buyrulmaktadır. Demek ki<br />

insan varlığı, yaratılış itibarıyla Allah’ın varlığına, birliğine, kudretine… delil olmaktadır.<br />

İşte bu durum sözlü <strong>tesbih</strong> ile yapılan <strong>tesbih</strong>i ifade etmektedir. İnsana düşen görev gerek<br />

kendisinde gerek diğer varlıklardaki işaretleri idrak edip şuurlu bir <strong>tesbih</strong> faaliyetinde<br />

bulunmaktadır.<br />

4. KUR’ÂN’DA TESBİH KAVRAMININ KULLANILIŞI<br />

Tesbih kelimesi ve mustaklarının Kur’ân-ı Kerim’de çeşitli anlamlarda kullanıldığı<br />

görülmektedir. Asıl önemli olan da kelimenin Kur’ân-ı Kerim’deki anlamlarının tesbit<br />

edilmesidir. Zira İzutsu’nun dediği gibi bütün anahtar terimler Kur’ân’da yeni bir anlam<br />

kazanmakta olup bu anahtar terimleri tahlil ederken kendilerine özel anlamlar kazandıran<br />

çeşitli ilişkilerini de gözden uzak tutmamalıyız. 171<br />

4. 1. Allah’ı Tenzih Etmek<br />

Kur’ân-ı Kerim’e bakıldığında <strong>tesbih</strong> kavramının en çok kullanılan anlamlarından<br />

bir tanesinin “Allah’ı tenzih etmek” olduğu görülmektedir. Daha önce de “<strong>tesbih</strong>”i kavram<br />

olarak; “Allah’ı her türlü noksanlıktan tenzih etmek” şeklinde tarif etmiştik. Bu anlam şu<br />

âyetlerde kullanılmıştır:<br />

170 Zâriyat, 51/20-21.<br />

171 İzutsu, Toshihiko, Kur’ân’da Allah ve İnsan, trc. Süleyman Ateş, İstanbul: Yeni Ufuk Yay, ts., s. 19.<br />

33


“Kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescidi Haram’dan (Mekke’den), kendisine bir<br />

kısım âyetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa’ya<br />

(Kudüs’e) götüren Allah'ın şanı yücedir. Doğrusu O, işitir ve görür.” 172<br />

“Allah çocuk edinmemiştir; O’nun yanında hiçbir tanrı yoktur, olsaydı, her tanrı<br />

kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmağa çalışırlardı. Allah onların<br />

vasıflandırdıklarından münezzehtir!” 173<br />

Seyyid Kutup (v. 1966) konu ile ilgili olarak şunları söylemektedir: “Her tanrı<br />

yarattığını ayırır, onu özel bir yasa ile yönlendirirdi; o zaman evrenin her bir parçasının, ya<br />

da yaratıklardan her bir grubun kendine özgü bir yasası olurdu. Her parçayı ve her grubu<br />

yönlendiren genel bir yasa etrafında birleşmezlerdi. “Biri öbürüne karşı üstünlük kurmaya<br />

çalışırdı.” Diğerlerine galip gelmek, egemenlik kurmak ve evrenin yönlendirmesini elinde<br />

bulundurmak için üstünlük sağlamaya çalışırdı. O zaman da ancak bir yasa, bir<br />

yönlendirme ve bir planlama ile ayakta kalabilen, düzeni sağlanan evrenden eser kalmazdı.<br />

Bu tabloların hiçbiri evrende mevcut değildir. Evrenin biçiminin birliği yaratıcısının<br />

birliğine, kendisine egemen olan yasalar sisteminin birliği de planlayıcısının birliğine,<br />

tanıklık etmektedir. Evrenin her parçası, evrende yer alan her şey birbirleriyle uyum<br />

içindedirler. Bir çatışmanın, bir zıtlaşmanın, bir karmaşanın olduğu görülmemiştir.” 174 Bu<br />

172 İsrâ, 17/1.<br />

173 Mu’minûn, 23/91; Ayrıca bu âyetlere bakılabilir: “Rabbin dilediğini yaratır ve seçer; onlar için seçim<br />

hakkı yoktur. Allah onların koştukları ortaklardan münezzehtir, yücedir.!” (Kasas, 28/68); “Yerin<br />

yetiştirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmediklerinden çift çift yaratan Allah münezzehtir!” (Yasin,<br />

36/36); “Allah’la cinler (melekler) arasında da bir soy bağı icad ettiler. And olsun ki, cinler de, kendilerinin<br />

(bunu söyleyenlerin) hesap yerine götürüleceklerini bilirler. Allah onların vasıflandırmalarından<br />

münezzehtir.” (Saffât, 37/158-159); “Senin güçlü olan Rabbin, onların vasıflandırmalarından münezzehtir.”<br />

(Saffât, 37/180); “Göklerin ve yerin Rabbi, Arşın Rabbi onların vasıflandırmalarından münezzehtir!”<br />

(Zuhruf, 43/82); “O halde, Allah’tan başka bir tanrıları mı var? Allah, sınırsız şanıyla insanların O’na<br />

yakıştırdığı ortaklardan münezzehtir.” (Tur, 52/43); “O, kendisinden başka tanrı olmayan, hükümran, çok<br />

kutsal; esenlik veren, güvenlik veren, görüp gözeten, güçlü, buyruğunu herşeye geçiren, ulu olan, Allah’tır.<br />

Allah onların koştukları eşlerden (ortaklardan) münezzehtir.” (Haşr, 59/23); “Bir kısım insanlar da, “Allah<br />

kendine bir oğul edindi!” iddiasında bulunurlar. (Asla!) O, yaratılmışlara özgü böyle vasıflardan kesinlikle<br />

uzaktır. Göklerde ve yerde ne varsa yalnız O’nundur; her şey bütün varlığıyla O’nun iradesine tâbidir.”<br />

(Bakara, 2/100).<br />

174 Kutup, Seyyid, Fî Zilâl-il Kur’ân, trc. Salih Uçan, Vahdettin İnce ve Mehmet Yılmaz, İstanbul: Dünya<br />

Yay, 1991, C.7, s. 426.<br />

34


yorumundan anlaşıldığı gibi; Evrende var olan her şey bir uyum içindedir. Buna göre bu<br />

evrende bir düzenin olması, tek bir Tanrı’nın olduğunun göstergesidir. Eğer birden fazla<br />

Tanrı olsaydı bu düzen olmazdı.<br />

“Cinleri O yaratmışken kafirler Allah’a ortak koştular. Körü körüne O’na oğullar<br />

ve kızlar uydurdular. Hâşâ, O onların vasıflandırmalarından yücedir.” 175<br />

Râzî bu âyetteki “sübhan” kelimesi ile ilgli şöyle bir açıklama yapmaktadır:<br />

“Subhanehu buyruğu, Allah’ı, O’na yakışmayan her şeyden tenzih etmeyi ifade eder. Hak<br />

Teâlâ’nın, “ve çok yücedir” ifadesinin, mekân bakımından bir yüksekliği ifade etmediği<br />

hususunda şüphe yoktur. Çünkü burada, bu tabirle kastedilen, Allahu Teâlâ’yı yanlış ve<br />

bâtıl görüşlerden tenzih etmektir. Mekân bakımından yükseklik, bu manayı ifade etmez.<br />

Binaenaleyh, burada Cenâb-ı Hakk’ın her türlü bâtıl itikâd ve yanlış görüşten yüce ve<br />

münezzeh olduğu manasını ifade ettiği sabit olur.” 176<br />

Mananın böyle olması halinde “Subhanehu” ile “tealâ” (çok yücedir) ifadesi<br />

arasında herhangi bir fark kalmaz” diyenlere, er-Râzî, şöyle cevap verilebileciğini<br />

söylemektedir: “Cenâb-ı Hakk’ın “Subhanehu” sözüyle kastedilen, bu sözü söyleyen<br />

kimsenin O’nu , O’na yakışmayacak şeylerden tenzih, <strong>tesbih</strong> ve takdis etmesidir. Halbuki<br />

Teâlâ lâfzından maksad ise, ister O’nu bir tenzih eden olsun, ister olmasın O’nun zâtı<br />

itibariyle, (zaten) böylesi sıfatlardan yüce ve münezzeh olmasıdır. O halde, tesbîh ve takdis<br />

etmek, tenzih edenlerin sözleriyle alâkalıdır. Yüce olmak ise, Cenâb-ı Hakk’ın, başkası<br />

sebebiyle değil zâtı gereği tahakkuk edip mevcut olan zâtı sıfatlarıyla ilgilidir.” 177<br />

Bu konu ile ilgli olarak şu âyetlere bakmamıza yarar vardır: “Onlar Allah’ı<br />

bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Oysa<br />

tek Tanrı’dan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka tanrı yoktur.<br />

175 En’am, 6/100.<br />

176 er-Râzî, Ebu Abdullah Fahreddin Muhammed b. Ömer, Mefâtihu’l-Ğayb, Beyrut; Dârü’l-Kütübi’l-<br />

İlmiyye, 1990, C.13, s. 96.<br />

177 A.g.e., C.13, s. 96.<br />

35


Allah, koştukları eşlerden münezzehtir” 178 “Allah çocuk edindi” dediler; haşa; O<br />

müstağnidir; göklerde ve yerde olanlara sahiptir. Elinizde, onun çocuk edindiğine dair bir<br />

delil yoktur, bilmediğiniz şeyi Allah’a karşı nasıl söylüyorsunuz?” 179 “Beğendikleri erkek<br />

çocukları kendilerine; kızları da Allah’a malediyorlar. O bundan münezzehtir.” 180<br />

“Allah çocuk edinmez, O münezzehtir. Bir işin olmasına hükmederse ona ancak<br />

“Ol” der, o da olur.!” 181<br />

Seyyid Kutup bu âyeti şöyle açıklar: “Evlât edinmek O’nun bu yüceliği ile<br />

bağdaşmaz. Ölümlüler soylarını sürdürmek için ve güçsüzler destek kazanmak amacıyla<br />

evlât ediniyorlar. Oysa yüce Allah kalıcıdır, varlığının sona ermesi sözkonusu değildir.<br />

Ayrıca güçlüdür, hiç kimsenin yardımına ihtiyacı yoktur. Tüm varlıklar O’nun “ol” sözü ile<br />

var olur. O bir işin olmasına karar verince o işe sadece “ol” der, o da hemen oluverir. Yani<br />

neyi gerçekleştirmek isterse ona iradesini yönelterek gerçekleştirir, bunun için ne evladın<br />

ve ne de yardımcının aracılığına ihtiyaç duymaz.” 182<br />

“Allah çocuk edinmek isteseydi, yaratıklarından dilediğini seçerdi. O<br />

münezzehtir, O; gücü her şeye yeten tek Allah’tır.!” 183<br />

Büyük Mufessir Elmalılı der ki : “Şanı yüce olan Allah kendini tenzih eder ve<br />

O’nun yüce zatı, bunların böyle cahilce ve iftira edercesine vasıflandırmalarından<br />

mukaddes ve yücedir. Gerek zıtlık, gerek benzerlik ve aynı cinstenlik şekliyle olsun, her<br />

çeşit ortaklık ve aynı şekilde aynîlik ve aynı cinstenlikle ortaklığı gerektiren doğurmak ve<br />

doğmak gibi vasıflar haddi zatında ilâhlık vasfına uymayan, ilâh anlayışıyla çelişkilidirler.<br />

Bunlar bir çeşit noksan, acizlik ve ihtiyaç ifade eden sonradan olma vasıflardır. İlâhlık<br />

gerçeği ise, her noksandan uzak ve yüce bir kemâldir. Şu halde Allah’ın zatı ve hakikati<br />

hakkında ortaklık ve çocuk mümkün değildir. Ve bunu anlamak için başka bir delile ihtiyaç<br />

178 Tevbe, 9/31.<br />

179 Yûnus, 10/68.<br />

180 Nahl, 16/57.<br />

181 Meyrem, 19/35.<br />

182 Kutup, a.g.e., C.7, s. 164.<br />

183 Zümer, 39/4.<br />

36


da yoktur. Bizzat ilâh anlayışı bu imkansızlığı ispata yeterlidir. Zira ilâh anlayışında en<br />

yüksek bir yücelik ile bir yaratıcılık ve güzellik vasfı vardır.” 184<br />

İşin garibi, müşrikler kız çocuklarından hoşlanmadıkları halde, eşi ve benzeri<br />

olmaktan münezzeh olan Yüce Allah’ın kızları olduğunu söylerler: Yüce Allah, buna<br />

“Rabbiniz erkek çocukları sizin için ayırdı da, kendisi meleklerden kızlar mı edindi?<br />

Gerçekten siz çok büyük bir söz söylüyorsunuz.” 185 diye karşılık vermektedir.<br />

Birçok müffesirler zikrettiğimiz âyetlerdeki ‏”سبحان“‏ kelimesine, Allah kendisini,<br />

O’na yakışmayan sıfatlardan “tenzih etmektedir” diye tefsir etmişlerdir. 186 Çünkü<br />

müşrikler O’na yakışmayan birtakım sıfatlar nispet ediyorlardı. Onlar: Allah’ın eşi, çocuğu,<br />

mülkünde ortağının olduğunu ve cahillikten kaynaklanan bir takım sözler söylüyorlardı. Bu<br />

yüzden Allah bizzat kendini bu âyetlerde tenzih etmiştir. Allah, O’na yakışmayan noksan<br />

sıfatlardan pek uzaktır.<br />

En güzel isimlerin ve sıfatların kendisine layık ve âit olduğu yüceler yücesi<br />

Rabbimizin zatını, sıfatlarını ve fiillerini tenzih ederek iman etmek Allah'a İman'ın ilahi<br />

takdire uygun yapılabilmesi için elzemdir. Allah'ı fiillerinde tenzih etmek öz olarak, O’nun<br />

her şeyin yaratıcısı olduğunu ama şerri, zulmü dilemediğini, hiç kimseye haksızlık<br />

etmeyeceğini, kulları için kötülüğü dilemekten münezzeh olduğunu kabul etmektir. Allah<br />

her şeyin yatatıcısıdır, Kâinatta ikinci bir yaratıcı yoktur; ancak O asla insanlar için kötülük<br />

düşünmez, şerri dilemez.<br />

184 Elmalılı, a.g.e., C.3, s. 148.<br />

185 İsrâ, 17/40.<br />

186 Bkz. er-Râzî, a.g.e., C.13, s. 96.<br />

37


4. 2. İnşallah Anlamında<br />

el-İsfehâni “<strong>tesbih</strong>” kelimesinin kalem suresinin 28 ve 17 âyetlerine dayanarak,<br />

“istisna” yani “İnşallah demek” anlamı da ihtiva ettiği görüşündedir. 187 Âyet şudur:<br />

“Ortancaları: “Ben size Allah’ı anmanız gerekmez mi, dememiş miydim?” dedi.” 188<br />

Müfessirler, kalem suresinin 17-32 âyetlerinde 189 anlatılan kıssada belirtilen<br />

bahçenin Yemen ve Habeşistan’da olduğunu rivâyet etmişlerdir. Bazıları da, bu bahçenin<br />

Sakîf’ten bir adama ait olduğunu, (bu adamın) ağaçtan yere düşen ürünleri fakirlere<br />

bıraktığını, o ölüp çocukları mirasçı olunca; “Babamız kuskusuz ahmak bir adamdı” deyip<br />

fakirleri bundan mahrum bıraktıklarını söylemişlerdir. 190<br />

Bu bahçe sahipleri sabah vakti erkenden bahçelerinin mahsullerini<br />

devşireceklerine yemin etmişlerdi. Böylelikle fakirler durumu öğrenip daha önce aldıklarını<br />

almaya gelmesine mani olmak istiyorlardı. Bu yolla mahsulün ve ekinin tamamını kendilerine<br />

saklamaya çalışmışlardı. Bunu söylediklerinde de “inşallah” dememişlerdi. 191<br />

Çoğunluğun kanaatine göre onlar yemin edip “inşallah”, diyerek işi Allah’ın<br />

iradesi şartına bağlayıp, istisna yapmadıkları kanaatindedirler. Çünkü onlar bu işi kesinlikle<br />

yapacaklarından emin idiler. Başkalarının görüşü ise: Bundan maksat; onların ekinin<br />

tamamını toplayacaklarını, yoksullara paylarını yahut ta babalarının vaktiyle yoksullara<br />

verdiği kısmı istisna etmeksizin bunu yapacaklarını anlatmaktır. Maksat, durumlarının<br />

187 el-İsfehâni, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“s-b-h” md.; İbn Manzûr, a.g.e., “s-b-h” md.<br />

188 Kalem, 68/28.<br />

189 “Biz bunları, vaktiyle bahçe sahiplerini denediğimiz gibi denedik. Sahipleri daha sabah olmadan, bahçeyi<br />

devşireceklerine bir istisna payı bırakmaksızın yemin etmişlerdi. Ama onlar daha uykudayken Rabbinin<br />

katından gönderilen bir salgın o bahçeyi sarıvermişti de bahçe kapkara kesilmişti. Sabah erken: “Ürünlerinizi<br />

devşirecekseniz erken çıkın” diye birbirlerine seslendiler. “Bugün orada, hiçbir düşkün kimse yanımıza<br />

sokulmasın” diye gizli gizli konuşarak yürüyorlardı. Yoksullara yardım etmeye güçleri yeterken böyle<br />

konuşarak erkenden gittiler. Bahçeyi gördüklerinde: “Herhalde yolumuzu şaşırmış olacağız; belki de biz<br />

yoksun bırakıldık” dediler. Ortancaları: “Ben size Allah'ı anmanız gerekmez mi, dememiş miydim?” dedi.<br />

“Rabbimizi tenzih ederiz; doğrusu biz yazık etmiştik” dediler. Birbirlerini yermeye başladılar. Sonra şöyle<br />

dediler: “Yazıklar olsun bize; doğrusu azgınlık edenlerdendik. “Belki Rabbimiz bize bundan daha iyisini<br />

verir; doğrusu artık, Rabbimizden dilemekteyiz.”<br />

190 Derveze, Muhammed İzzet b. Abdülhadi b. Derviş, et-Tefsiru’l-Hadis, trc. Ahmet Çelen, Şaban Karataş,<br />

Mehmet Çelen, İstanbul: Ekin Yay, 1997, C.1, s. 47-48.<br />

191 ez-Zühaylî, Vehbe, Tefsiru’l-Münir, Dımaşk: Dâru’l-Fikr, 1991, C.29, s. 63.<br />

38


ortaya çıkarılması için Mekkelilerin sınanmasıdır. Allah’ın üzerlerindeki nimetlerine<br />

şükredip, Allah’ın kendilerine müjdeci ve uyarıcı olmak üzere göndermiş olduğu Allah<br />

Rasulüne iman mı edeceklerdi, yoksa onu yalanlayarak risaletini kabul etmeyip Allah’ın<br />

üzerlerindeki hakkını inkâr mı edeceklerdi? Böylelikle bahçe sahipleri cezalandırıldığı gibi,<br />

kendileri de lâyık oldukları cezaya çarptırılacaklardı. 192<br />

Vahidi (v. 468/1076) de âyetteki تُسَب ِّحُونَ“‏ ‏”لَوْلَا kelimesinin inşallah anlamında<br />

olduğu kanaatindedir. Çünkü o istisna (inşallah demeleri) Allah’ı ta’zîmdir. Her ta’zîm<br />

<strong>tesbih</strong>tir. 193<br />

Arapça’da, ‏,”سبح“‏ “Falanca, içinde istisnanın bulunmadığı, yer almadığı bir<br />

biçimde yemin etti” demektir. Ki, bu kelimelerin tümünün manası birdir. Yine bu<br />

kelimelerin hepsinin aslı, “vazgeçirmek, geri çevirmek” anlamına gelen kökünden gelir.<br />

Zira, yemin eden kimse, “Allah’ın başkasını dilemesi durumu müstesna, Allah’a yemin<br />

ederim ki, şöyle yapacağım..” dediğinde, “istisnayı kullanmış olmasından dolayı, her<br />

yeminin oluşmasını adeta geri çevirmiş olur. Alimler, “ ” ifadesinin ne demek<br />

olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak çoğu, “Onlar, Allah’ın meşîetini<br />

işe katmadılar; zira onlar, bu işi, muhakkak yapabileceklerini umuyorlardı” derken, diğer<br />

bazıları da, “Çünkü onlar, bahçedekilerin tümünü kendileri için devşirmeyi amaçlamışlardı.<br />

Babalarının o fakir kimselere verdikleri o miktardan, fakir kimseler için ayırmıyorlardı.”<br />

demişlerdir. 194<br />

Elmalılı, تُسَب ِّحُونَ“‏ ‏”لَوْلَا ifadesi ile ilgili olarak şöyle demektedir: “Yüce Allah’ın<br />

kusursuzluğunu tanısanız, onun eksiklikten uzak bir Allah olduğunu egemenliğini kimseye<br />

vermeyeceğini; alçaklığı, haksızlığı, zorbalığı sevmediğini bilseniz, hakkı gözetseniz,<br />

istisna yapsanız da zorbalığa sapmasanız. Bu, “vaktiyle beni niye dinlemediniz?” diye<br />

benlik sevdasıyla yapılan sadece bir sitem değil, bu kez düştükleri ümitsizlikten kurtarmak<br />

ve ümitsizlikle Allah’a zulüm yakıştırmak gibi, ona karşı daha büyük bir küfür ve günaha<br />

192 Bkz. a.g.e., C.30, s. 79-80.<br />

193 el-Vâhidî, Ali b Ahmed Ebu’l-Hasen, Tefsiru’l-Vâhidî, Beyrut: Dâru’l-Kalem, 1994, C.2, s. 1123.<br />

194 er-Râzî, a.g.e.., C.30, s. 80.<br />

39


düşmekten sakındırmak için sitem tarzında, edilen hatayı hatırlatarak tevbe etmeye ve<br />

uyanmaya bir çağrıdır. Bu sebeple uyandılar.” 195<br />

Hasan el-Basrî ise şöyle demiştir: “Buradaki <strong>tesbih</strong> ile namaz kastedilmiştir.<br />

Çünkü onlar sanki namaz hususunda tembellik ediyorlardı. Yoksa namaz, onları<br />

kötülüklerden alı kor ve Allah’ı zikretmeye, “İnşallah” demeye devamlarını sağlardı.” 196<br />

4. 3. Boş Vakit, Meşguliyet Anlamında<br />

Tesbih kavramının bir diğer anlamı ise ibadete ve hayra koşmak, boş vakit ve<br />

meşguliyettir. Bu manayı şu âyette görmekteyiz. “ إِن َّ لَكَ‏ فِي اَلن َّهَار سَبْحًا طَوِیلًا ”. “Çünkü gündüz<br />

senin için uzun bir meşguliyet var.” 197<br />

Taberî kendi tefsirinde bu âyet ile ilgli olarak şu görüşleri zikretmektedir: “İbn-i<br />

Zeyd diyor ki: “Bu emir, gece namazının farz olduğu zamanda idi. Sonra Allah kullarına<br />

lütfederek bu namazı hafifletti. Daha sonra ise mecburi olmaktan çıkardı. Allah Teâla bu<br />

hususta Muzzemmil suresinin 1-4 âyetlerinde şöyle buyurmuştur; “Ey elbisesine bürünen<br />

Peygamber, gecenin birazı hariç olmak üzere kalk namaz kıl. Gecenin yarısını kalk yahut<br />

yarısından biraz eksilt veya yarısından biraz fazla kıl. Kur’ânı ağır ağır tane tane oku.”<br />

Daha sonra ise 20 âyetinde şöyle buyurmuştur: “Ey Muhammed, şüphesiz Rabbin, senin ve<br />

beraberindeki bir gurup ashabının, gecenin üçte ikisine yakın, yarısı ve üçte biri kadar bir<br />

müddet kalkıp namaz kıldığını bilir. Gece ve gündüzü ölçüp ayarlayan Allah’tır. Gece ve<br />

gündüzün bütün vakitlerini hesaplayamayacağınızı bildiği için Allah sizi affetti. O halde<br />

Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun.” İbn-i Zeyd sözlerine devamla diyor ki: “Daha sonra<br />

İsra Suresinin, 79 âyette belirtildiği üzere: “Ey Muhammed, gecenin bir bölümünde, sadece<br />

sana mahsus nafile namaz kıl. Muhakkak rabbin seni övülmüş bir makama erdirecektir”<br />

diye daha geniş bir emir geldi.” 198<br />

195 Elmalılı, a.g.e., C.8, s. 276.<br />

196 er-Râzî, a.g.e., C.30, s. 80.<br />

197 Muzzemil, 73/7.<br />

198 et-Taberî, a.g.e., C.29, s. 131.<br />

40


اخً‏<br />

Bu âyetteki ‏”سبح“‏ kelimesi hakkında çeşitli görüşler vardır. İbn Cüzey şöyle der:<br />

“Burada “Sebh”, işlerde tasarruf etme ve meşgul olma manasınadır. Yani, işlerinle meşgul<br />

olman için gündüz sana yeter. Geceyi de Rabbine ibadete ayır.” 199 Müberred, ise “gerekli<br />

olan şeyler için çabalaman, dönüp dolaşman...” manasını vermiştir. Bundan ötürü, eliyleayağıyla<br />

çabalayıp tersyüz yaptığı için yüzen kimseye “sabih” denmiştir. 200<br />

Râzî âyetin manasının ne demek olduğu hususunda şu iki izahın yapılabileceğe<br />

görüşündedir:<br />

1) Gündüz işlerin için dönüp-dolaşman, çalışıp-çabalaman söz konusudur.<br />

Dolayısıyla sen Allah’a ibadet için ancak geceleyin boşalırsın. Binaenaleyh sana gece<br />

namaz kılmanı emrettim.<br />

2) Zeccâc “Eğer geceleyin uyku ve istirahat gibi şeyleri temin edemezsen, gündüz<br />

boş vaktin var. Dolayısıyla bu vaktini bunlara harca” manasını vermiştir. 201<br />

” şeklinde de okunmuştur ki bu da, yünün atılıp سَبْ‏ “ ile kelimesi “hî” ‏”سبح“‏<br />

çırpılması manasındaki, “sebhi’s-sûf” ifadesinden alınmıştır. Çünkü gündüz kalb,<br />

meşguliyetler sebebiyle darmadağınık olur ve çeşitli sebepler yüzünden kalbin himmetleri<br />

farklı farklı olur. 202<br />

İbnü’l-Arabi (543/1148) ise “sebh” kelimesini “hi” ile okunursa “rahatlık”<br />

anlamına geldiğini söylemektedir. 203 Bunun dışında “uyku” anlamında da diyenler de var.<br />

Buna göre “et-tesbîh”, “ağır uyku” demektedir. 204<br />

Abdullah b. Abbas ve Katade bu âyeti şu şekilde izah etmişlerdir. “Şüphesiz ki<br />

senin için gündüzün uzun bir boş zaman vardır. Geceleyin ibadet et. Gündüzün bu boş<br />

199 es-Sabuni, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefasir, trc. Sadreddin Gümüş ve Nedim Yılmaz, İstanbul: Ensar<br />

Neşriyat Yay, 1992, C.7, s. 105.<br />

200 er-Râzî, a.g.e., C.30, s. 156.<br />

201 et-Taberî, a.g.e., C.22, s. 216.<br />

202 er-Râzi, a.g.e., C.30, s. 156.<br />

203 İbnü’l-Arabi, Ebu Bekir Muhammed b. Abdullah, Ahkâmu’l-Kur’ân, Beyrut: Dâru’l-Cîl, ts., C.4, s. 1877.<br />

204 A.g.e., C.4, s. 1877.<br />

41


zamanında da uyursun.” 205 Abdullah b. Abbas ve Katade’nin bu izahtan : “sen geçeleyin<br />

çokça ibadet et, nasıl olsa dinlenmek için gündüz vakitlerinde boş zamanın var, bu<br />

vakitlerde uyursun” kast etmişlerdir.<br />

İbn-i Zeyd bu âyeti şöyle izah etmiştir: “Şüphesiz ki senin, gündüzün ihtiyaçlarını<br />

karşılaman için uzun bir zamanın vardır. O halde geceni dinine ayır. 206<br />

Neticede âyetteki “sebh” kelimesi, “yüzme” anlamının yanında, mecaz olarak, “ihtiyaçlar<br />

ve türlü meşguliyet alanları için koşuşturma, gidip gelme, dolaşıp durma” şeklinde<br />

de açıklanmıştır. 207 Burada Hz. Peygamberimiz’e ve bütün müminlere, gündüz vakitlerinde<br />

rızıklarını aradıkları için daha meşakkatli olduğu vurgulanmaktadır. Bu yüzden böyle bir<br />

vakitte insanların fazla meşguliyetlerden dolayı stresli olabileceklerini ve bunun için de<br />

ibadet etmek için en uygun zaman geceleyin olduğu anlatılmaktadır.<br />

4. 4. Namaz Kılmak ve Dua Etmek<br />

“Tesbih” kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de namaz anlamına da gelmektedir. Zira<br />

namaz, evrendeki <strong>tesbih</strong> faaliyetine şuurlu ve en mükemmel bir katılımdır. 208<br />

“Onların dediklerine sabret; güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini<br />

hamd ile <strong>tesbih</strong> et; gece saatlerinde ve gündüzleri de <strong>tesbih</strong> et ki Rabbinin rızasına<br />

eresin.” 209 Râzî’ye göre Âlimler, buradaki “<strong>tesbih</strong>”in ne demek olduğu hususunda şu iki<br />

şekilde ihtilaf etmişlerdir: Âlimlerin çoğu, bununla namazın murad edildiği<br />

kanaatindedirler. Bu görüşte olanlar, şu üç değişik görüşü ortaya atmışlardır:<br />

1) Âyet, beş vakit namaza delâlet eder, fazlasına ve noksanına değil... Buna göre<br />

İbn Abbas (r.a): “Beş vakit namaz bu âyette mündemiçtir.” “Güneşin doğmasından evvel”<br />

205 et-Taberî, a.g.e., C.29, s. 131.<br />

206 A.g.e., C.29, s. 131<br />

207 Hayrettin Karaman, ve Dğr, Kur’ân Yolu, Ankara: T.D.V. Yay, 2003, C.5, s. 410.<br />

208 Öztürk, Yaşar Nuri, Din ve Fırat, İstanbul: Yeni Boyut Yay, 2. bs., 1992, s. 114.<br />

209 Taha, 20/130.<br />

42


ifadesi, sabah namazına, “(Güneşin) batmasından evvel” ifadesi de öğle ve ikindi namazına<br />

delâlet eder. Çünkü bu ikisi, güneşin batmasından evveldir. Âyetteki, “Gecenin bir kısım<br />

saatlerinde... <strong>tesbih</strong> et” ifadesi akşam ve en son olan yatsı namazını içine alır. “Gündüzün<br />

etrafında” ifadesi de, gündüzün iki tarafında olan sabah ve akşam namazlarını, te'kid eden<br />

bir ifade olmuş olur. Bu tıpkı, Bakara suresinin 238. âyetindeki 210 “salat-ı vusta” ifadesi<br />

gibi (te’kiddir).<br />

2) Âyet, beş vakit namaza ve fazlasına delalet eder. Âyetin beş vakit namaza<br />

delalet edişi şöyledir: Zaman, ya güneşin doğuşundan evvel veya batışından evveldir. O<br />

halde, gece ile gündüz bu iki ifadeye dâhildir. Dolayısıyla farz namazların vakitleri, bu iki<br />

ifade ile anlatılmıştır. Âyette geriye, “Gecenin bir kısım saatleri” ve “Gündüzün etrafı"<br />

ifadeleri kalır. “Gündüzün etrafı” ifadesi, nafile namazlara aittir.<br />

3) Âyet, beş vakit namazın bir kısmına delâlet eder. Buna göre, “güneşin<br />

doğmasından evvel” ifadesi, sabah namazına; “batmasından evvel” ifadesi, ikindi<br />

namazına, “gecenin bir kısım saatleri” ifadesi, akşam ve yatsı namazına aittir. Binaenaleyh<br />

öğle namazı, hariçte kalmış olur. Birinci görüş daha kuvvetli olup, nazarı dikkate alınması<br />

daha uygundur. Bütün bu görüşler, âyetteki “<strong>tesbih</strong> et” ifadesini “namaz kıl” manasına<br />

aldığımızda söz konusudur. Ebu Müslim: “Tesbih et” ifadesini, Cenâb-ı Hakk’ı tenzih et”<br />

manasına hamletmek uzak bir ihtimal değildir. Buna göre âyet, “Bu sayılan vakitlerde<br />

Allah’ı tenzih et” demektir” der. Bu görüş, âyetin zahirine ve bahsi geçen şeylere daha<br />

uygun bir görüştür. Çünkü Allah Teâlâ, Hz. Muhammed (s.a.s)’e önce, onların ileri<br />

sürdükleri yalanlama, şirk ve küfürlerine sabretmesini emretmiştir. Buna uygun olan ise,<br />

peygamberliğinin devam etmesi, onu ortaya koyabilmesi ve ona çağırabilmesi için, Allah’ı<br />

tenzihi emretmesidir. İşte bundan ötürü, Cenâb-ı Hak, bütün vakitleri kapsayacak genel bir<br />

ifade kullanmıştır. 211<br />

[Zekeriya] yalvardı: “Ey Rabbim! Bana bir işaret göster!”. “İşaretin şudur ki,”<br />

denildi, “üç gün boyunca yüz işaretleri dışında insanlarla konuşma! Rabbini hiç durmadan<br />

210 “Namazlara; bilhassa salat-ı vusta’ya devam edin.” (Bakara, 2/238).<br />

211 er-Râzî, a.g.e., C.22, s. 115-116.<br />

43


an ve gece gündüz O’nun sınırsız şanını yücelt!” 212<br />

anlamına geldiğini gösteren âyetlerindendir.<br />

âyeti, <strong>tesbih</strong> kelimesinin namaz<br />

Âyetteki “şanını yücelt” ifâdesi hakkında şu iki görüş zikredilmiştir:<br />

1) Bundan murad, “namaz kıl” demektir. Çünkü namaz da “Tesbih” diye<br />

adlandırılmıştır. Nitekim Cenâb-ı Hak, Rum suresinin 17 âyetinde “Haydi akşama girerken<br />

ve sabaha ererken Allah’ı “<strong>tesbih</strong> edin” (Yani namaz kıl) buyurmuştur. Namaz içinde <strong>tesbih</strong><br />

de yapıldığından ötürü, namazın “Tesbih” diye adlandırılması caiz olmuştur. İşte burada<br />

delil, şu iki bakımdan bu ihtimalin olabileceğini göstermektedir.<br />

a) Şâyet biz bu ifâdeyi “<strong>tesbih</strong>” ve “tehlîl” etme manasına alır isek, bu âyet ile<br />

bundan önceki “Rabb’ini çok zikret” âyeti arasında bir fark olmazdı. Binâenaleyh bu bâtıl<br />

olmuş olur. Çünkü bir şeyin yine kendisine, (aynısına) atfedilmesi caiz değildir.<br />

b) Bu, Hak Teâlâ’nın, “Gündüzün iki tarafinda namaz kıl” şeklindeki Hûd,<br />

suresinin 114 âyetine son derece uygundur.<br />

2) Hak Teâlâ’nın “Rabb’ini çok zikret” ifadesi lisân ile zikretme mânâsına<br />

hamledilir. 213<br />

Konu daha açık olması için şu âyetlere bakmamızda yarar vardır. “Öyleyse akşam<br />

vaktine girdiğinizde ve sabah kalktığınızda Allah’ın sınırsız şanını yüceltin; Göklerde ve<br />

yerde her türlü övgünün O’na mahsus olduğunu [görerek] öğle vaktinde de sonrasında da<br />

[O’nu yüceltin].” 214<br />

“O halde sıkıntılara karşı sabırlı ol; çünkü Allah’ın vaadi mutlaka gerçekleşecektir,<br />

günahların için bağışlanma dile ve Rabbinin şanını sabah akşam yücelt.” 215<br />

212 Al-i İmran, 3/41.<br />

213 er-Râzî, a.g.e., C.8, s. 37.<br />

214 Rum, 30/17.<br />

215 Mü’min, 40/55.<br />

44


“O halde [ey müminler,] onların söyleyebilecekleri her şeye karşı sabırlı olun ve<br />

güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbinizin sınırsız ihtişamını yüceltin ve hamd<br />

edin; geceleri ve her namazın sonunda O’nun şanını yüceltin.” 216<br />

Bu âyette gecenin bir bölümünde yapılması emredilen <strong>tesbih</strong>’ten neyin kastedildiği<br />

hakkında farklı görüşler zikredilmiştir.<br />

İbn-i Zeyd’e göre, gecenin bir bölümündeki <strong>tesbih</strong>’ten maksat, yatsı namazıdır.<br />

Mücahid’e göre ise geceleyin kılınan herhangi bir namazdır, Taberî, âyetin genel ifadesine<br />

bakarak Mücahid’in görüşünün daha uygun olduğunu söylemiş ve bu ifadeden maksadın<br />

sadece yatsı namazı olmayıp hem akşam hem de yatsı namazı olduğunu söylemenin daha<br />

isabetli olacağını bildirmiştir. Hz. Ali, Hz. Hüseyin, Ebu Hureyre, İbn-i Abbas, Şa’bî,<br />

Mücahid, Katade, Evzai ve Abdullah b. Muhacir’e göre “Secdeden sonra <strong>tesbih</strong>”ten<br />

maksat, akşam namazının farzından sonra kılınan iki rekat sünnettir. Taberî bu görüşü<br />

tercih etmiştir. 217<br />

Hz. Aişe (r.anh.) Resulullah’ın şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor: “Kim on iki<br />

rekat sünnete devam edecek olursa Allah onun için cennette bir ev yapacaktır. Bunlar<br />

öğleden önce dört rekat, öğleden sonra iki rekat, akşamdan sonra iki rekat, yatsıdan sonra<br />

iki rekat ve sabah namazından önce iki rekattır. 218<br />

Bu hususta diğer bir âyet de şudur: “Siz ey imana ermiş olanlar! Allah’ı çokça<br />

anın, ve sabah akşam O’nun şanını yüceltin.” 219<br />

Seyyid Kutub bu âyetle ilgili olarak şunları söylemektedir: “Allah’ı anmak”<br />

kavramı, namazdan daha geniş kapsamlıdır. Çünkü bu kavram Rabb’i anmanın ve O’nunla<br />

kalpten ilişki kurmanın her türünü, her biçimini içerir. Bu anmanın dile dökülmesi ya da<br />

gizli yapılması önemli değildir. Amaç, biçimi ne olursa olsun, yüce Allah ile canlı, sıcak ve<br />

216 Kaf, 50/39-40.<br />

217 et-Taberî, a.g.e., C.26, s. 180-181.<br />

218 et-Tirmizî, “es-Salah”, 306.<br />

219 Ahzab, 33/41-42<br />

45


duygulandırıcı bir ilişki kurmaktır. İnsan kalbi yüce Allah ile ilişki kurmadığı, O’nu<br />

anmadığı, O’nunla başbaşa olmadığı anlarda boştur, ihtirasların oyuncağıdır, şaşkındır.<br />

Fakat yüce Allah’ı andığı, O’nunla ilişki halinde olduğu anlarda dolu, ciddi ve kararlı olur;<br />

yolunu-yöntemini bilir; nereden kalkıp nereye gideceğinin, adımlarını nereye doğru<br />

atacağının bilincinde olur. Bu yüzden gerek Kur’ân-ı Kerim ve gerekse Peygamberimiz sık<br />

sık Allah’ı anmamızı teşvik ederler. Kur’ân “Allah’ı anmak” ile insanın geçirdiği bazı<br />

vakitler ve durumları arasında bağ kurar. Amaç bu vakitleri ve durumları yüce Allah’ı<br />

anmakla donatmak, yüce Allah ile ilişki halinde olmanın bilinci ile renklendirmektir; kalbin<br />

Allah bilincinden yoksun kalmaması, O’nu unutmamasıdır.” 220<br />

Âyette ismi geçen “sabah” ve “akşam” vakitleri, kalpleri yüce Allah’ı anmaya<br />

özendirici, duyguları bu amaca yöneltici nitelikte vakitlerdir. Çünkü bu anlarda somut<br />

olarak görülüyor ki, yüce Allah durumları değiştiriyor, karanlıkları aydınlıklara ve<br />

aydınlıkları karanlıklara dönüştürüyor; ama kendisi kalıcı ve süreklidir; ne değişir, ne<br />

başkalaşır, ne halden hale dönüşür ve ne de kaybolur. Oysa O’nun dışındaki her şey değişir<br />

ve başkalaşır; dönüşüme uğrar ve yok olur.” 221 Seyyid Kutub’un yorumundan, âyette iki<br />

vaktin isimlerinin zikredilmesi, insanın özellikle bu vakitlerde Allah’a yönelmesinin, O’nu<br />

Yüceltmesinin, O’na ibadet etmesinin daha uygun olduğu anlaşılmaktadır.<br />

4. 5. Gezegenlerin Allah’a Boyun Eğmeleri<br />

Tesbih kelimesi, gezegenler için kullanıldığında, onların Yüce Allah’a boyun<br />

eğmeleri manasına gelmektedir. Şu âyette olduğu gibi: “Geceyi ve gündüzü, Güneş’i ve<br />

Ay’ı yaratan O’dur. Onların her biri bir yörüngede akıp gitmektedirler.” 222<br />

Âyette geçen “Felek” kelimesi gezegenlerin yörüngeleri demek olan “eflâk”in<br />

tekilidir. Bu kelimenin aslı dönmek anlamındadır. Nitekim dönüp durduğu için kirmenin<br />

220 Kutup, a.g.e., C.8, s. 336.<br />

221 A.g.e., C.8, s. 336.<br />

222 Enbiya, 21/33.<br />

46


“felke”si de buradan gelmektedir. 223<br />

Bu kelimeyle ilgili birçok rivâyetler bulunmaktadır: Kurtubî, İbn Mes’ud’un şu<br />

sözü aktarmaktadır: “Ben atımı adeta bir felekte dönüyormuş gibi bıraktım.” Atını dönüşü<br />

dolayısıyla üzerinde yıldızların döndüğü semânın felekine benzetmiş gibidir. İbn Zeyd dedi<br />

ki; Felekler yıldızların, güneşin ve ayın akıp gittiği yerlerdir. Bunlar sema ile arz<br />

arasındadırlar. Katade ise şöyle demiştir: Felek semânın sabit olması ile birlikte yıldızlarla<br />

beraber semâdaki bir dairesel dönüştür. Mücahid de şöyle demektedir: Felek, değirmenin<br />

merkez noktasını ve eksenini teşkil eden demiri şeklindedir. ed-Dahhâk da şöyle demiştir:<br />

Feleği, onun akışı ve hızlıca yol alışıdır. Feleğin dairesel bir dalga olduğu, güneş ve ay’ın<br />

onun içinde aktığı da söylenmiştir.” 224 Bu görüşlerden yola çıkarak, neticede “felek”<br />

kelimesinin anlamı bir eksenin etrafında dönmek olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre<br />

âyyetteki “felek” kelimesininin anlamı, yıldızların yörüngesidir. 225<br />

Âyetteki “her biri” ifadesiyle güneş, ay, yıldızlar, gezegenler, gece ve gündüz kast<br />

edilmiştir. Bütün bunlar bir yörüngede yüzmektedirler. Suda yüzer gibi hızlıca akarlar ve<br />

yol alırlar. 226<br />

İbn Sînâ (v. 428/1037) âyette geçen “ یسبحون ” kelimesi ile Yusuf suresinin 4’cü<br />

âyetinde: “Bir vakit Yusuf babasına şöyle demişti: “Babacığım! Ben [rüyamda] onbir<br />

‏”ساجدین“‏ yıldız, güneş ve ayı gördüm: benim önümde saygıyla yere kapanmışlardı!” geçen<br />

kelimesindeki çoğul şeklinin, akıl sahibi varlıklara mahsus bir şekil olduğuna dayanarak,<br />

yıldızların da insanlar gibi konuşabilen canlılar olduğunu ileri sürmektedir. Oysa yıldızların<br />

burada insanlara mahsus sîga ve çoğul bir kelimeyle vasıflanmaları onların canlı ve<br />

konuşabilen varlıklar olduğundan değil, yaptıkları yüzme filinden dolayıdır. 227<br />

Sibeveyh’e göre ise: bu, yıldızların, akılı varlıklar gibi bir iş yaptıkları içindir. Ki<br />

223 el-Kurtubî, Ebü’l-Hasan Ali Halef b. Abdülmelik İbn Battal, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’ân, Kahire,<br />

Dâruş-Şa’b, ts., C.11, s. 286.<br />

224 A.g.e., C.11, s. 286.<br />

225 er-Râzî, a.g.e., C.22, s. 144-145.<br />

226 el-Kurtubî, a.g.e., C.11, s. 485<br />

227 er-Râzî, a.g.e., C.22, s. 145.<br />

47


u görüş el-Ferrâ’nın açıklamasına yakındır. el-Kisaî ise: Burada “ یسبحون ” fiilinin ‏”و“‏ ve<br />

ile çoğul gelmesi âyet-i kerîmenin sonu oluşundan dolayı demektedir. Bir diğer görüşe ‏”ن“‏<br />

göre asıl akıp yüzüş “yörünge” içindir. O bakımdan bu ona nispet edilmiştir. Kurtubî ise<br />

gezegenin yörüngede aktığı görüşünün, daha doğru olduğu kanaatindedir. Ona göre bu yörüngeler<br />

meleklerin alanıdır ve melekûtun esbabı olan tabaka tabaka olan göklerin dışında<br />

yedi yörünge bulunmaktadır. Ay en yakın yörüngededir. Bundan sonra Utarit (merkür),<br />

sonra Zühre (venüs), sonra Güneş, sonra Merih (mars), sonra Müşteri (Jüpiter), sonra Zuhal<br />

(satürn), sonra burçların yörüngesi gelir, dokuzuncusu ise en büyük felektir.” 228<br />

İbn Abbas der ki: İğin iğ ağırsağı içinde döndüğü gibi dönerler. Mücahid de: Ne<br />

iğ ağırsaksız ne de ağırsak iğsiz dönmez. Yıldızlar, güneş ve ay da ancak onunla, o da<br />

ancak bunlarla döner. 229<br />

Neticede “Güneş, Ay ve dünyanın uçsuz bucaksız fezada döndüklerini bugünkü<br />

modern ilim de ispat etmektedir. Bu da Kur’ân’ın ebediyete kadar mucize olduğuna, O’nun<br />

Allah tarafından sâdır olan bir vahiy olduğuna ve insanoğluna büyük bir nimet olduğuna<br />

delâlet etmektedir.” 230<br />

4. 6. Melekler, Ruhlar, Gâziler, Atlar ve Gemilerin Hızlı Hareket Etmeleri<br />

Tesbih kelimesi yukarıda belirttiğimiz anlamlardan dışında, melekler, ruhlar,<br />

gâziler, atlar ve gemilerin hızlı hareket etmeleri gibi anlamlara da gelmeketedir. Nitekim<br />

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır:<br />

“Düşün bu [yıldız]ları, batmak üzere yükselen ve [yörüngelerinde] istikrarlı<br />

şekilde hareket eden, ve [uzayda] sakin sâkin yüzen, ve hızlı şekilde [birbirini] izleyen” 231<br />

Âyette geçen “[uzayda] sakin sâkin yüzen”, ifadesi ile ilgili farklı görüşler ileri<br />

sürülmüştür.<br />

228 el-Kurtubî, a.g.e., C.11, s. 286<br />

229 İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.3, s. 238.<br />

230 Bkz. ez-Zühaylî, a.g.e., C.17, s. 47.<br />

231 Nâziat, 79/1-4.<br />

48


1) Abdullah İbn Mes’ud, bunları melekler olduğunu söyler. Hz. Ali, Mücahid, Saîd<br />

İbn Cübeyr ve Ebu Salih’den de buna benzer bir ifâde nakledilmiştir.<br />

2) Mücahid ise bu ifade ile ölümü kast etmiştir der.<br />

3) Katade’ye göre: Kendi yörüngelerinde hızla dönüp dolaşan yıldızlar demektir.<br />

4) Ata İbn Ebu Rebâh’a göre: Bununla denizde sürat yapan gemilere işarettir. 232<br />

Bu görülşerin dışında savaşlarda Allah düşmanlarına doğru dört nala koşturulan<br />

atlara ve süvari birliklerine işaret ettiğini söylemişlerdir. 233<br />

Taberî, âyetin genel anlamda olduğunu, bütün bunları ve benzeri yüzen herşeyi<br />

kapsadığını söylemiştir. 234<br />

Râzî, Hz. Ali, İbn Abbas ve Mesrûk’un naklettiği görüşlerine dayanarak âyette<br />

geçen “yüzenler” kelimesiyle melekler kast edildiği görüşünü benimsemiştir. Ona göre<br />

melekler müminlerin ruhlarını yavaş yavaş ve aralıklarla alırlar. Yani o ruhu tıpkı kişinin<br />

suda yavaşca yüzdüğü gibi yumuşak almaya çalışırlar. Çünkü insan suda boğulmamak için<br />

çok yavaş bir şekilde hareket eder. Buna göre müminlerin canına şiddet dokunmasın diye,<br />

melekler çok merhamet ve şefkat göstermektedir. 235<br />

Bu âyetlerin içinde geçen bu kelimelerin bu şekilde birçok mânâya gelme<br />

ihtimalinden dolayı burada tefsirciler de birçok yorum nakletmişlerdir.<br />

Büyük müfessir Elmalılı “yüzenler” kelimesinin insanların nefisleri olduğunu<br />

söylemektedir. Bunun da iki ayrı yorumu vardır. Ona göre: bedenden neşeli olarak çıkan<br />

232 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.4, s. 600.<br />

233 Beğavi, Ebu Muhammed Muhyissünne Hüseyin b. Mesud, Tefsirü'l Beğavi, Beyrut: Dârü’l-Ma’rife,<br />

1987, C.I, s. 324; Yıldırım, Celal, İlmin Işığında Asrın Kur’ân Tefsiri, İzmir: Anadolu Yay, 1989, C.13, s.<br />

6563<br />

234 et-Taberî, a.g.e., C.30, s. 30.<br />

235 er-Râzî, a.g.e., C.31, s. 26.<br />

49


nefisler ruhlar aleminde yüzerler. Yüzdükten sonra mükaddes bölgeye giderler. Bu nefisler<br />

şeref ve kudreti nedeniyle melekler sırasına ve hatta onlardan ileri geçmektedirler. 236 Yine<br />

ona göre: “Gâziler veya elleri veya atları ki, elleri silahlarını doldurur çeker, oklarını,<br />

mermilerini kolayca atarlar, karada ve denizde yüzer giderler, düşmanla savaşta yarışıp ileri<br />

geçerler, sonra onların işlerini yönetirler. Bu özellikler gazilerin atlarında da düşünülebilir.<br />

Şu kadar var ki, atların iş yöneticisi olmaları, sebebiyet alakası ile mecaz olur. Yani atlar iş<br />

çevirip yönetmeye sebep oldukları için, mecaz olarak onlara da iş çevirici denilebilir.” 237<br />

Görüldüğü üzere müfessirler âyetteki “sakin sâkin yüzen” ifadesi ile ilgili olarak<br />

farklı görüşler belirtmişlerdir. Bazılarına göre: meleklerdir. Bazılarına göre: ruhlardır yada<br />

gemilerdir vs. Fakat bize göre burada asıl önemli olan o varlıkların yüzmeleridir. Yüce<br />

Allah onlara verdiği emirleri yerine getirmektedirler. Yani O’nun koyduğu kanunlara<br />

boyun eğmektedirler.<br />

5. CANLI VARLIKLARIN TESBİHİ<br />

Canlı varlıklar, akıllılar ve akıllsızlar olarak iki şekilde telaki edilmektedir.<br />

Bunların mahiyeti farklı olduğundan <strong>tesbih</strong>lerinin mahiyeti de bazı yönlerden farklılık arz<br />

edecektir. Meraği (v. 1371/1952) bu noktada şunları söylemektedir: “Akıllılar Rabb’ini<br />

“Subhanallah” sözüyle ve hallerinin Allah’ın birliğine delalet etmesi suretiyle <strong>tesbih</strong><br />

ederler. Gayri akiller ise ancak ikinci bir yolla <strong>tesbih</strong> ederler ki o da, yaratılmış olmalarıyla<br />

Allah’ın varlığına, birliğine ve kudretine acık bir şekilde delalet etmeleridir.” 238<br />

Şimdi “En güzel bir şekilde yaratılan” 239 ve yaratılış gayesi ancak “Allah’a<br />

kulluk” 240 olan insanın Allah’ı nasıl <strong>tesbih</strong> ettiğini, O’na nasıl boyun eğdiğini, O’nun<br />

varlığını nasıl haykırdığını izah etmeye çalışacağız.<br />

236 Elmalılı, a.g.e., C.8, s. 511.<br />

237 A.g.e., C.8, s. 511.<br />

238 el-Merâği, Ahmed Mustafa, Tefsiru’l-Merâği, 5. bs., Kahire: Mustafa el-Babi el-Halebi, 1974, C.15, s.<br />

51.<br />

239 Tin, 95/4.<br />

240 Zariyat, 51/56.<br />

50


5. 1. Meleklerin Tesbîhi<br />

Bu evrende var olan her şey yüce Allah’ı <strong>tesbih</strong> etmektedir. 241 O bu evreni<br />

yaratmadan once melekleri yaratmıştır. 242 Biz ilk olarak bu varlıkların, mahiyeti ve<br />

görevlerinin üzerinde durmadan önce “melek” kelimesinin üzerinde durmak istiyoruz.<br />

“Melek”, dilde kuvvetli yönetim sahibi anlamına gelir. “Le’eke” kökünden gelen<br />

bu kelimenin aslı, mel’ek’tir. Esasen “le’eke”nin aslı da “eleke”dir. Mimli mastardan<br />

“me’lek”tir. Arapçada harflerin yeri değiştirilerek söylenen bazı kelimeler vardır. Bu<br />

babdan olarak “me’lek” de “mel’ek” şekline sokulmuş, sonra ortadaki hemzesi de kaldırılıp<br />

“melek” şekline konmuştur. “Eleke” gönderdi; “me’lek” ise elçilik etmek demektir.<br />

Allah’ın buyruklarını taşımak ve yerine getirmekle görevli elçiler olduğu için bu ruhsal<br />

varlıklara melek denmiştir.” 243<br />

“Melekler, yüce nûranî, latîf yaratılışlı, mâhiyetlerini ancak Allah’ın bildiği<br />

birtakım güçlü varlıklardır. Asıl rûhânî biçimleriyle onları bu gözle görmek mümkün<br />

değildir. Fakat onlar, istedikleri şekle bürünüp görünebilirler. Yerde, gökte, her tarafta<br />

bulunurlar. Bir anda yeri ve gökleri dolaşabilirler, çok ağır işleri bir anda yapma gücüne<br />

sahiptirler. Meleklerde erkeklik, dişilik olmadığı gibi, yorulma ve usanma da yoktur.<br />

Allah’a isyan etmezler, dâima O’na itaatle meşguldürler. Meleklerde günâh işleme yeteneği<br />

yoktur.” 244<br />

“Meleklerden bir kısmının görevi, yalnız Allah’a ibâdet etmektir. Bir kısmı<br />

Allah’ın verdiği görevleri yaparlar. Allah’ın Arşını taşıyan, Arşı tavaf eden, dâima zikir ve<br />

tehlîl ile meşgul olan melekler bulunduğu gibi; rüzgârları savuran, yağmurları yağdıran,<br />

depremleri oluşturan melekler de vardır. Yani tabiat kanunları ve güçlerinden tutun da<br />

peygamberlere vahiy taşıyan Hz. Cibril’e kadar çok çeşitli derece ve yaratılışta melekler<br />

241 “Yedi gök ile yer ve onların içinde yer alan her şey O’nun sınırsız kudret ve yüceliğini anmaktadır; O’nun<br />

yüceliğini, aşkınlığını övgüyle yankılamayan bir tek nesne yoktur: ne var ki siz onların yücelemelerini<br />

anlayamıyor, kavrayamıyorsunuz. Yine de, hem çok bağışlayıcı, hem de halîm olan O’dur.” (İsra,17/44).<br />

242 İbrahim, Ahmed Şevki, Tesbihü’l-Kevn, Kahire: Nahdatu Mısr li’t-Tıbaa ve’n-Neşr, 2003 s. 55<br />

243 Ateş, “melek”, md., Kur’ân Asiklopedisi, C.13, s. 155<br />

244 A.g.e., C.13, s. 155-156.<br />

51


mevcuttur. İnsanların yaptıkları işleri kaydeden iki melek de vardır ki bunlara hafaza,<br />

“kirâmen kâtibîn” melekleri denir. Bunlar, insandan hiç ayrılmaz ve onun yaptığı her işi<br />

kaydederler. Yüce Allah, İnfitar suresinin 11 âyetinde “Sizin üzerinizde (yaptıklarınızı ve<br />

söylediklerinizi) zaptedici melekler vardır. Onlar değerli yazıcılardır, işlediklerinizi<br />

yazarlar.” buyurmaktadır.” 245<br />

Görüldüğü üzere meleklerin mahiyetleri insandan farklı olduğundan dolayı<br />

<strong>tesbih</strong>lerinin mahiyeti de insanınkinden farklı olması pek mantıklıdır. Melekler de kendi<br />

lisanlarıyla Allah’ı <strong>tesbih</strong> etmektedirler. Bu durum şu âyetlerde açıkça belirtilmektedir.<br />

“Rabbinin yanında olanlar, büyüklük taslayıp O’na kulluktan geri kalmazlar,<br />

(dâima) O’nu tesbîh ederler ve O’na secde ederler” 246 âyetinde, Allah’ın huzurunda<br />

bulunanların, O’na kulluktan böbürlenmeyecekleri, O’nu tesbîh ve O’na secde ettikleri<br />

bildirilmektedir. 247 Âyette geçen “Rabbinin yanında olanlar” ifadesini yorumlayan<br />

müfessirler, bunların melekler olduğunu söylemişlerdir.” 248<br />

Âyetten anlaşıldığı üzere Melekler Rablerinin büyüklüğünü uygun sıfatlarıyla<br />

tanımaktadırlar. Onlar Yüce Allah’ı noksan sıfatlarından tenzih etmektedirler.<br />

Yeryüzündeki bazı akılsızların O’na karşı yaptıkları saygısızlıklardan dolayı<br />

utandıklarından ötürü yüzlerini yere koyup Yüce Allah’tan özür dilemektedir. O’na secde<br />

eder, boyun eğer ve O’nun emirlerini gereği gibi yerine getirirler.<br />

“Melekleri, arşın etrafını çevirmiş oldukları halde, Rablerini hamd ile överken<br />

görürsün. Artık insanların aralarında adaletle hüküm olunmuştur. “Övgü, Alemlerin Rabbi<br />

245 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Ahmed Hasan eş-Şeyh, el-Melâiketu Hakîkatuhum Vucûduhum<br />

Sıfâtuhum, Trablus: Jarrous Press, 1991, s. 7-8.<br />

246 A’râf, 7/206.<br />

247 Ateş, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 1989, C.3, s. 437.<br />

248 eş-Şevkâni, Ebu Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Havlani, Fethu’l-Kâdir, 2. bs., Kahire:<br />

Mustafa el-Babi el-Halebi, 1964, C.2, s. 409; İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm C.2, s. 373; Bayraklı,<br />

Bayraktar, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’ân Tefsiri, İstanbul: Bayraklı Yayınları, 2003, C.7, s. 459-460.<br />

52


olan Allah içindir” denir..” 249 âyetinde de Allah’ın huzurunda bulunanların, gece gündüz<br />

hiç usanmadan O’nu tesbîh ettikleri vurgulanmaktadır.<br />

” حَاف ِّينَ‏ مِنْ‏ حَوْلِ‏ الْعَرْ‏ ‏ِش “ konusudur: Bu âyette meleklerin iki durumda oldukları söz<br />

(Arşın çevresinde dönerler) ve diğer durum ise بِحَمْدِ‏ رَب ِّهِمْ“‏ ‏”یُسَب ِّحُونَ‏ (Rablerini hamd ile<br />

anarlar)<br />

Yüce Allah’ın arşını taşıyan melekler 8 tanedir. Bunlar kıyamet gününde de aynı<br />

şekilde arşını taşıyacaklardır.“Ve melekler onun başlarında [duracak]; ve onların da<br />

üstünde, o Gün sekiz(i) Rabbinin kudret ve egemenlik tahtını taşıyacak” 250 âyeti bunu<br />

açıkca ifade etmektedir. İbn Tahman, Musa b. Ukbe’den rivâyet ediyor. O Muhammed b.<br />

el-Münkedir’den, o Cabir b. Abdillah el-Ensarî’den dedi ki: Rasûlullah (sav) buyurdu ki:<br />

“Bana Arş’ın taşıyıcılarından olup Allah’ın meleklerinden bir melek hakkında (sizlere) söz<br />

etmem için izin verildi. Onun kulağının yumuşağı ile omuzu arasındaki mesafe yedi yüz<br />

yıldır.” 251 Bunun dışında Yüce Allah’ın arşının etrafına dolaşan ve tavaf ederek <strong>tesbih</strong> eden<br />

melekle 252 de bulunmaktadır.<br />

Allah’ın arşını taşıyan ve onun etrafına dalaşan melekler amel bakımından da<br />

farklılık arz etmektedirler. Allah’ı hamd ile <strong>tesbih</strong> edenler. Müminler için istiğfar eden<br />

melekler. Kur’ân-ı Kerim’de “Gökler neredeyse üstlerinden çatlayacak. Melekler Rablerini<br />

överek <strong>tesbih</strong> eder ve yeryüzünde bulunanlar için O’ndan bağışlanma dilerler. İyi bilin ki<br />

Allah Şüphesiz bağışlayandır, merhametli olandır” 253 buyrulmaktadır.<br />

Kurtubî âyetteki “Rabblerini hamd ile <strong>tesbih</strong> ederler.”ifadesi ile ilgili olarak şunu<br />

söylemektedir: “Onlar bu hamd ve <strong>tesbih</strong>lerini ibadet olsun diye değil, bununla lezzet<br />

almak üzere yapacaklardır. Yani onlar Rabblerine şükretmek üzere Arşın etrafında dua<br />

eder, namaz kılarlar. 254 es-Salebî dedi ki: Araplar “<strong>tesbih</strong>” lafzı ile birlikte “be” harfini kimi<br />

249 Zümer, 39/75.<br />

250 Hakka, 69/17.<br />

251 el-Kurtubî, a.g.e., C.18, s. 267.<br />

252 İbrahîm, a.g.e., s. 56.<br />

253 Şura, 42/5.<br />

254 el-Kurtubî, a.g.e., C.15, s. 287.<br />

53


zaman kullanırlar, kimi zaman hazf ederler ve şöyle derler: “ فسبح بحمد ربك ” “Rabbini hamd<br />

ile <strong>tesbih</strong> et”, ربك حمدا“‏ ‏”فسبح “Allah’a hamd ederek <strong>tesbih</strong> et.” 255<br />

Diğer âyetlerde ise Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Eğer büyüklük taslarlarsa<br />

(bilsinler ki) Rabbinin yanında bulunan (melek)ler, gece gündüz O’nu <strong>tesbih</strong> ederler ve<br />

onlar hiç usanmazlar.” 256<br />

“Neredeyse gökler üstlerinden çatlayacaklar. Melekler Rablerini hamd ile <strong>tesbih</strong><br />

ederler; yerdekiler için de mağfiret dilerler. İyi bil ki Allah, işte çok bağışlayan, çok<br />

esirgeyen O’dur.” 257<br />

Burada “Melekler Onu nitelendirilmesi caiz olmayan ve celaline yakışmayan<br />

şeylerden tenzih ederler. Müşriklerin cesaretlerinden ötürü hayret ederler, diye de<br />

açıklanmıştır. Çünkü hayret edilen şeyler görüldüğünde <strong>tesbih</strong> ile zikir yapılır.” 258 Kurtubî<br />

bu yorumundan sonra âyetle ilgili olarak şu hadisi zikir eder: “Ali (r.a)’dan rivâyete göre o<br />

şöyle demiştir: Onların <strong>tesbih</strong>leri, müşriklerin Allah’ın gazabına maruz kalacak şekilde<br />

neler yaptıklarını görüp, hayret etmelerinden dolayıdır. İbn Abbas da şöyle demektedir:<br />

Onların <strong>tesbih</strong>leri, gördükleri yüce Allah’ın azameti karşısında zilletle boyun eğmelerinden<br />

ötürüdür. “Rabblerini hamd ile” buyruğu da Rabblerinin emri ile anlamındadır.” 259<br />

Râzî âyetle ilgili olarak şunu söylemektedir: “Meleklerin Gece Gündüz Tesbihleri<br />

Hak Teâlâ’nın “Onlar gece gündüz ara vermeyerek (O’nu) <strong>tesbih</strong> ediyorlar” ifadesi,<br />

“Onların <strong>tesbih</strong>leri her zaman devam eder. O <strong>tesbih</strong>i, hiçbir şeyde meşgul olmaları<br />

zedelemez, engellemez” demektir.” 260<br />

Bizim anladığımıza göre meleklere insanlar gibi bir takım görevler verilmiştir.<br />

İnsanlardan bazıları verilmiş bu görevini yerine getirmemektedirler. Melekler için böyle bir<br />

255 el-Heysemi, Ebü’l-Hasan Nureddin Ali b. Ebi Bekr b. Süleyman, Mecmaü'z-Zevaid ve Menbaü'l-<br />

Fevaid, 2. bs., Beyrut: Dârü’l-Kitâbi’l-Arabi, 1967, C.2, s. 190.<br />

256 Fussilet, 61/38.<br />

257 Şûra, 62/5.<br />

258 el-Kurtubî, a.g.e., C.16, s. 4.<br />

259 A.g.e., C.16, s. 4.<br />

260 er-Râzî, a.g.e., C.27, s. 112.<br />

54


şey söz konusu değildir. Onlar görevlerini hiç aksatmadan yerine getirirler bunun yanında<br />

“sübhanallah” demeleriyle usanmaksızın sürekli olarak Allah’ın <strong>tesbih</strong> etmektedirler. Şunu<br />

unutmamak gerekir ki; Yüce Allah’ın onların ibadetlerine ve <strong>tesbih</strong>atlarına ihtiyacı yoktur.<br />

Her şey O’na ister istemez boyun eğmek zorundadır. İşte her şeyin Allah’ı <strong>tesbih</strong> etmesi<br />

yüceliğinin ve kudretinin eseri olmasındandır. İşte melekler de bu durumun neticesi olarak<br />

görevlerini harfiyen yapmkata ve bıkmadan, usanmadan sürekli şekilde Allah’ı <strong>tesbih</strong><br />

etmekte, O’na hamdü senâda bulunmaktadır. Dolayısıyla melekler de kendi halleri gereği<br />

bir şekilde evrensel <strong>tesbih</strong> faaliyetine katılmaktadırlar.<br />

5. 2. Cinlerin Tesbîhi<br />

Sözlükte “örtmek, örtünmek, gizli kalmak” anlamındaki “c-n-n” kökünden türeyen<br />

bir isim olup tekili olan cinni “örtülü ve gizli şey” mânasına gelir. 261 Terim olarak<br />

“Duyularla idrak edilemeyen, insanlar gibi şuur ve iradeye sahip bulunan, ilãhî emirlere<br />

uymakla yükümlü tutulan ve mümin ile kãfir gruplardan oluşan varlık türü” anlamına<br />

gelir. 262 İslâm öncesi Arap toplumunun inancında ruhlar âleminin iyi ve kötü güçlerin<br />

önemli bir yeri vardı. Bazı taş ve ağaçlarda kuyu, mağara ve benzeri yerlerde insan hayatına<br />

tesir eden varlıkların mevcudiyetine inanılıyordu. Ruhlar âleminin iyi ve faydalı olanların<br />

meleklerle cinlerin bir kısmı kötü ve zararlı olanların da şeytanlar ve cinlerin diğer kısmı<br />

teşkil ediyordu. Câhiliye Araplari cinleri yeryüzünde oturan ilâhlar olarak kabul ediyor,<br />

meydana gelen pek çok olay onların yaptıklarına inanıyorlardı. Kur’ân-ı Kerîm’in<br />

261 İbn Manzûr, a.g.e., “c-n-n”,<br />

262 Şahin, M. Süreyya, “cin” md., DİA, İstanbul: T.D.V. Yay, 1993, C.8, s. 5.<br />

55


ildirdiğine göre Kureyşliler cinlerle Allah arasında soy birliğinin olduğunu ileri sürüyor 263<br />

cinleri Allah’a ortak koşuyor 264 ve cinlere tapıyorlardı 265 .<br />

Cinnin varlığı Kur’ân ve sünnet ile sabittir. Kur’ân-ı Kerim’de “Cin” kelimesi 22<br />

kez, “Cinler” demek olan (cinin çoğulu) “Cann” kelimesi 7 kez; Yine cinin çoğulu olan<br />

“Cinneh” kelimesi de 10 kez geçmektedir. 266 Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey cin ve<br />

insan topluluğu! Size âyetlerimi anlatan, bugünle karşılaşmanızdan sizi uyaran<br />

peygamberler gelmedi mi?” “Kendi hakkımızda şahidiz” derler. Dünya hayatı onları aldattı<br />

da inkarcı olduklarına, kendi aleyhlerinde şahidlik ettiler.” 267<br />

“Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresini aşıp geçmeye gücünüz<br />

yetiyorsa geçin! Ama Allah’ın verdiği bir güç olmaksızın geçemezsiniz ki!” 268<br />

İnsanlardan nasıl inanan ve inanmayan varsa yukarıda belirtiğimiz gibi cinlerden<br />

de inan ve inanmayan vardır. 269 Yüce Allah onları uyarmak ve O’na ibadet etsinler diye Hz.<br />

Peygamberimizi göndermiştir. Peygamber onlara Kur’ân okuyordu. Cinlerden bazıları yüz<br />

263 “Bazıları da Allah ile bütün görünmez varlık türleri arasında bir yakınlık uydurdular; oysa bu görünmez<br />

varlıklar [da] pekala bilir ki, onlar, [bu şekilde Allah’a isnadda bulunanlar,] mutlaka [Hesap Günü O’nun<br />

huzurunda] yargılanacaklardır: [çünkü] Allah, insanların geliştirdiği her türlü tasavvurun üstünde, sonsuz<br />

yüceliktedir.” (Sâffât 37/ 158),<br />

264 “Ama bazıları bütün görünmez varlık türlerine Allah’ın yanında (O’na denk) bir yer yakıştırmaya<br />

başladılar, halbuki onları[n tümünü] yaratan O’dur; ve cehaletleri yüzünden O’na oğullar ve kızlar isnad<br />

ettiler! O, sonsuz ihtişam sahibidir ve insanların her türlü tasavvur ve tahayyülünü aşan bir yüceliğe sahiptir.”<br />

(En’âm 6/ 100)<br />

265 “Melekler: “Sen, kudret ve egemenliğinde eksiksiz ve kusursuzsun!” derler, “Bize yakın olan [yalnız]<br />

Sensin, onlar değil! Hayır, onlar [bize ibadet ettiklerini zannettikleri zaman, aslında] duyuları ile<br />

kavrayamadıkları güçlere [körcesine] tapıyorlardı; çoğu onlara inanmıştı.” (Sebe’ 34/41 ).<br />

266 Bâkî, Muhammed Fuad, el-Mu'cemü'l-müfehres li-elfazi'l-Kur’âni'l-Kerim, İstanbul: El-Mektebetü’l-<br />

İslâmiyye, 1982, “c-n-n” md.<br />

267 En’am, 6/130.<br />

268 Rahman, 55/33-34.<br />

269 “Kuran’ı dinleyecek cinlerden bir takımını sana yöneltmiştik. Onlar Kuran’ı dinlemeğe hazır olunca<br />

birbirlerine: “Susun” dediler. Kur’ân’ın okunması bitince, her biri birer uyarıcı olarak milletlerine döndüler.<br />

Şöyle dediler: “Ey milletimiz! Doğrusu biz, Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan,<br />

gerçeği ve doğru yolu gösteren bir kitap dinledik.” “Ey milletimiz! Allah’a çağırana (Muhammed’e) uyun ve<br />

O’na inanın da Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi can yakıcı azabdan korusun. Allah’a çağırana<br />

uymayan kimse bilsin ki, Allah’ı yeryüzünde aciz bırakamaz; onların O’ndan başka dostları da bulunmaz; işte<br />

onlar apaçık sapıklıktadırlar. Gökleri, yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah’ın, ölüleri<br />

diriltmeye de kadir olduğunu görmezler mi? Evet; O her şeye Kadir’dir.”(Ahkaf, 46/29-33)<br />

56


çevirerek, onu dinlemediler. Cinler akıllıdırlar. Bundan dolayı da mükelleftirler. Bazıları<br />

mü’mindir bazıları da kâfirdir. 270<br />

el-İsfehâni (v. 502/1108) cinleri üç gruba ayırmaktadır:<br />

1) Hayırlı olan, Allah’ın emrinden çıkmayan ve insana iyi şeyler ilham eden<br />

melekler.<br />

2) İnsanı aldatan şerre yönelten şeytanlar.<br />

3) Hem hayırlılar hem de şerli olanlar. 271<br />

Biz, konumuzla alakalı olan cinler, yani hayırlı cinler üzerinde durmaya<br />

çalışacağız.<br />

Yüce Allah cinleri insanlardan önce yaratmıştır. O bütün mahlûkatı O’na ibadet<br />

etme, secde ve <strong>tesbih</strong> yapma duygusuyla yaratmıştır. Bu duygu veya fıtrattan çıkan<br />

kimseler büyük hüsrana uğramıştır. Yaratma sebebi de O’na ibadet etmektir. Bunu Kur’ân-ı<br />

Kerim’de şöyle ifade etmektedir: “Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etmeleri için<br />

yaratmışımdır.” 272<br />

Bu âyette cinleri insanlardan önce zikretmesi, onların bu dünyada uzun bir<br />

zamanda insanlardan önce yaratılması sebebiyledir. 273 Bir diğer görüşe göre ise: “Cinlerin<br />

ibâdeti gizli olup, o ibâdetlerin içine, büyük oranda riya giremediğindendir. İnsanların ise<br />

ibâdetlerine gelince, bu ibâdetlerin içine riya karışabilir. Çünkü insan, Allah’a bazan,<br />

hemcinsinden (insanlardan) dolayı, onlar için ibâdet eder. Bazan da, cinlerden haber almak,<br />

yahut da onlardan korktuğu için ibâdet eder. Hâlbuki cinler böyle değildir.” 274<br />

270 İbrahîm, a.g.e.,, s. 63.<br />

271 el-İsfehâni, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“C-n-n” md.<br />

272 Zariyat, 51/56<br />

273 İbrahîm, a.g.e., s. 62.<br />

274 er-Râzî, a.g.e., C.28, s. 199.<br />

57


Âyette “Bana kulluk etmeleri için yarattım” ifadesiyle ilgili şu görüşler<br />

belirtmişlerdir: İbn Abbas’tan rivâyetle Ali İbn Ebu Talha bu ifadeyi şöyle açıklar: “<br />

İsteyerek vaya istemeyerek Bana ibadeti kabul ve ikrâr etsinler diye yarattım.” İbn Cerîr de<br />

bu görüşü benisemiştir. İbn Cüreyc ise: “Ancak Beni tanısınlar diye yaratmıştım”, şeklinde<br />

açıklar. 275 Ali b. Ebi Talib bu ifadeyi: “ Sadece Bana ibadet etmelerini emretmek ve buna<br />

davet etmek için yaratmışımdır” diye açıklamıştır. 276 Bütün bu açıklamalardan, cinlerin<br />

insanlar gibi ibadet etme meyli ile yaratılmış varlıklar olduklarını anlaşılamaktadır.<br />

Kurtubî “İbadet; itaat, taabbüd de ibadete kendini vermek demektir” diyerek. O<br />

halde “Bana kulluk etmeleri için yarattım” buyuruğu Bana zilletle boyun eğsinler, emrime<br />

uysunlar ve ibadet etsinler diye... demek” 277 olduğu görüşünü benimsemektedir.<br />

“De ki: Cinlerden bir topluluğun Kur’ân’ı dinlediği bana vahyolundu; onlar şöyle<br />

demişlerdir; “Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kur’ân dinledik de ona<br />

inandık; biz, Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız. Doğrusu Rabbimizin yüceliği her<br />

yücelikten üstündür. O, zevce ve çocuk edinmemiştir.” 278<br />

Bu âyette, Kur’ân’ı dinleyen cinlerin kimler olduğu hususunda Âsım, Zer’den<br />

şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Zevba’a ve adamlarından bir gurup (cin) Mekke’de Hz.<br />

Peygamber (s.a.s)’in yanına geldiler. Hz. Peygamber (s.a.s)’in Kur’ân okuyuşunu<br />

dinlediler, sonra da çekip gittiler. Râzî bu görüşü zikrettikten sonra, Ahkaf suresinin 29<br />

âyetinde “Hani cinlerden bir gurubu Kur’ân dinlemeleri için sana çevirmiştik” şeklinde<br />

anlatılan hadisenin bu olması gerektiğini, Şeysaban kabilesinden olduğunu ve sayıca en<br />

kalabalık cin kabilesi olduğunu söylemektedir. 279<br />

Taberî âyette geçen “Ced” kelimesi ile ilgili olarak şöyle demektedir: “Abdullah b.<br />

Abbas, Süddi, Katade ve İbn-i Zeyd’e göre “Ced” kelimesinin manası “Emir, saltanat ve<br />

275 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.4, s. 303.<br />

276 el-Beğavi, a.g.e., C.1, s. 380.<br />

277 el-Kurtubî, a.g.e., C.17, s. 56.<br />

278 Cin, 72/1-3.<br />

279 er-Râzî, a.g.e., C.30, s. 135.<br />

58


kudret” demektir. Buna göre âyetin manası şöyledir: “Cinler dediler ki: Rabîmizin emri,<br />

saltanatı ve kudreti her şeyin üstündedir, yücedir.” İkrime, Mücahid ve Katade’den<br />

nakledilen diğer bir görüşe göre “Ced” kelimesinden maksat, “Azamet ve celal” demektir.<br />

Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: “Rabbimizin büyüklüğü ve celali pek yücedir.”<br />

Hasan-ı Basri’ye göre “Ced” kelimesinden maksat, “Zenginlik”tir. 280 Sonra cinlerin bu<br />

sözleriyle: “Rabbimizin mülk, saltanat, kudret ve azameti pek yücedir. Artık onun ne eşi<br />

olabilir ne de çocuğu. Zira eş edinme, şehvani arzuları giderme acziyetinin bir neticesidir.<br />

Rabbimiz ise böyle bir acizlikten beridir, münezzehtir” manasını kast ettiğini<br />

söylemektedir. 281 Ki bütün bu ifadeler <strong>tesbih</strong>in, cinlerinin faaliyetlerinden olduğu<br />

anlaşılmaktadır.<br />

İbn Kesir’in ifadesiyle: Cinler Allah’a teslim oldukları ve Kur’ânı dinledikleri<br />

zaman O’nun eş ve çocuk edinmekten uzak olduğunu söylemişlerdir. 282 Yani Yüce Allah’ı<br />

tenzih etmişlerdir.<br />

Bezzar, Hâkim ve İbn Cerir’den sahih bir hadis rivâyet etmişlerdir. Hadis şudur:<br />

“Peygamberimiz (s.v.a.) cinlere Kur’ân okuyordu. Onu bitirdikten sonra dedi ki: “Ben<br />

cinlere Kur’ân okudum, yani Rahman suresini. Onlar en güzel karşılığı veren oldular. Ne<br />

zaman ben آلَاء رَب ِّكُمَا تُكَذ ِّبَانِ“‏ ‏”فَبِأَي ِّ âyetini okusam onlar “Biz Senin nimetlerinden hiçbir şeyi<br />

yalanlayamayız ey Rabbimiz. Hamd Sanadır” diye karşılık verdiler. Ki imanı tasdik etmek<br />

ve hamd, Yüce Allah’a salat, secde ve <strong>tesbih</strong>tir. 283<br />

Neticede âyetlerden anladığımız şu ki: Mü’min olan cinler Yüce Allah’a şirk<br />

koşmazlar. O’nun emirlerine boyun eğmişlerdir ve O’nu bütün noksanlardan tenzih<br />

etmektedirler.<br />

280 et-Taberî, a.g.e., C.29, s. 104; İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.4, s. 550.<br />

281 et-Taberî, a.g.e., C.29, s. 105.<br />

282 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.4, s. 550.<br />

283 İbrahîm, a.g.e., s. 66.<br />

59


5. 3. İnsanların Tesbîhi<br />

Zâriyat suresinin 56 âyetlerinde de belirtildiği üzere: Yüce Allah bütün insanları<br />

ve cinleri Ona ibadet etsinler diye yaratmıştır. Daha önce cinlerin <strong>tesbih</strong>i konusunu ele<br />

almıştık. Burada ise insanların Yaratıcısına nasıl ibadet ettikleri ve O’nu nasıl <strong>tesbih</strong><br />

ettiklerini izah etmeye çalışacağız.<br />

Bilindiği üzere insan, akıllı ve şuurlu bir varlıktır. “O yaratanı bilerek ve isteyerek<br />

<strong>tesbih</strong> etmektedir. İnsan, Allah’ın Yüceliğini, kudret ve azametinin, noksanlıklardan uzak<br />

olduğunu söylemek ve düşünmekle O’nu <strong>tesbih</strong> etmektedir. O Allah’ı aklın, zekânın, duygu<br />

ve hayallerin ürettiği her türlü benzetmelerden, her türlü <strong>tesbih</strong>lerden de tenzih<br />

etmektedir.” 284<br />

İnsanlar Allah’ı iki şekilde <strong>tesbih</strong> etmektedirler: “Sözlü <strong>tesbih</strong>” ve “Sözsüz<br />

<strong>tesbih</strong>”. Sözlü <strong>tesbih</strong>: İnsanların <strong>tesbih</strong>i diğer varlıkların <strong>tesbih</strong>inden farkıdır. Zira<br />

insanların yaptığı sözlü <strong>tesbih</strong> bilinçli ve iradî ile yapılan bir <strong>tesbih</strong>tir. Daha önce<br />

belirttiğimiz gibi, Melekler de sözlü <strong>tesbih</strong> ederler, ancak onların imtihan için<br />

yaratılmaması, sevap ve günah işlemelerinin mümkün olmaması nedeniyle onların sözlü<br />

<strong>tesbih</strong>i bu yönüyle insanlarınkinden farklılık arz etmektedir. İnsanların yaptığı sözlü<br />

<strong>tesbih</strong>in bilinçli ve iradî olduğunu söylemiştik, ancak sözlü <strong>tesbih</strong>in bütün insanlar için<br />

geçerli olduğunu söyleyemeyiz. Zira, insanlar bu dünyada imtihan olmaktadırlar. İnanan da<br />

var inanmayan da.<br />

Kur’ân-ı Kerim’de <strong>tesbih</strong>le ilgli seksen kusur âyetin bir kısmı sözlü <strong>tesbih</strong>e delalet<br />

etmekte ve bunu emretmektedir. “ Sen Rabb’ini hamd ile <strong>tesbih</strong> et ( O’nu övecek sözlerle<br />

an, sübhanallah velhamdu lillah de) ve secde edenlerden ol.” 285 Bu gibi “<strong>tesbih</strong>in<br />

emredildiği bazı âyetlerdeki “<strong>tesbih</strong> et” lafzının “Namaz kıl” anlamına da geldiğini daha<br />

önce belirtmiştik. 286 Dolayısıyla, insanın “sübhanallah” demesi de namaz kılması da ve<br />

284 Kılıç, a.g.e., s. 148.<br />

285 Hicir, 15/98; Vâkıa, 56/96; A’la, 87/1.<br />

286 Âl-i İmran, 3/41; Tâhâ, 20/130; Rûm, 30/17; Mü’min, 40/55.<br />

60


ütün ibadet-u taatı da <strong>tesbih</strong>tir. Kısacası en genel anlamıyla yaratılışına uygun hareket<br />

etmesi bir <strong>tesbih</strong> faaliyetedir.<br />

Tesbihle ile ilgili olarak pek çok da hadis rivâyet edilmiştir. Rivâyet olunduğuna<br />

göre Ebu Zerr kuşluk vakti Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanına veya Hz. Peygamber Ebu<br />

Zerr’in yanına girdi ve “Ey Allah’ın resülu, anam babam sana feda olsun, hangi söz daha<br />

faziletlidir?” Peygamberimiz (s.v.a.): “Allah’ın melekleri için seçtiği söz olan “sübhanallahi<br />

ve bihamdihi sözüdür” buyurdu. 287<br />

Demek ki insanın “sübhanallah” sözü gerçekten geniş bir mana ihtiva etmektedir.<br />

Zira <strong>tesbih</strong> faaliyeti “tevhid sistemi”nin özünü teşkil etmektedir.<br />

5. 3. 1. Nebilerin Tesbihi<br />

“Nebi”, Arapça bir kelime olup, “nbe’” kökünden türetilmiştir. “Muhbir”, yani<br />

“haber verici” anlamına gelir. Ancak nebe’, herhangi bir haber değil; bize bildirilen<br />

fevkâlade değerde, çok önemli bir haber, bir tebliğ demektir. Nebe’, yalnız, doğruluğunda<br />

hiç şüphe olmayan bir haber için kullanılabilir. 288 Nebi’nin manası, Allah’ın, seçtiği<br />

kullarına ilâhî haberinin, vahiy yoluyla ulaşması ve vahyine muhatab olmasıdır. Kelime,<br />

Allah ile peygamberi arasındaki alâkayı, yani vahyi ve haber vermeyi açıklıyor. 289<br />

Kur’ân-ı Kerim’de “nebi” yerine “resül” de geçmektedir. Arapçada “irsal”<br />

kelimesinden alınan “rasul”, gönderilen kimse, haberci, elçi anlamına gelmektedir. Yüce<br />

Allah tarafından, insanları irşad edip onları doğru yola yöneltmek için gönderilmiş<br />

olduklarından, peygamberlere, “resül-i kirâm, mürselîn” denmiştir. 290<br />

Kur’ân-ı Kerime baktığımınzda Hz. Adem’den başlamak üzere diğer bütün<br />

peygamberlerin Yüce Allah’ın risalerini teblig etmek için gönderildiğini anlamaktayız. Her<br />

287 Müslim, “Zikir”, 84.<br />

288 el-İsfahanî, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“n-b-y” md.<br />

289 el-Bûtî, Saît Ramazan, Kübra’l-Yakiniyyati’l-Kevniyye Vücudü'l-Halik, 8. bs., Dımaşk: Dâru’l-Fikr,<br />

1982, s. 172.<br />

290 İbn Manzûr, a.g.e., “r-s-l” md.; el-İsfehâni, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“r-s-l” md.<br />

61


millete mutlaka kendi içinden seçilen bir peygamber gönderildiği açıkça beyan<br />

edilmiştir. 291 Ayrıca her kavme kendi lisanıyla gönderilmiştir. 292 Kuran’da da dikkat<br />

çekildiği gibi, bu peygamberlerin tüm davranışları, ahlaki özellikleri, müminler için<br />

örnektir. Allah, müminlere peygamberleri örnek almayı tavsiye etmiştir: “Andolsun, sizin<br />

için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın<br />

Resûlü’nde güzel bir örnek vardır.” 293 Yüce Allah, Peygamberleri müminler için müjdeci<br />

kafirler için uyarıcı olarak gönderildiğini şu âyetlerde açıkca belirtmektedir:<br />

“Peygamberleri ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderiyoruz. Kim inanır ve<br />

nefsini ıslah ederse onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” 294<br />

“Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat<br />

insanların çoğu bilmez” 295<br />

“Peygamberlerden sonra, insanların Allah’a karşı bir hüccetleri olmaması için,<br />

gönderilen müjdeci ve uyarıcı peygamberlerden bir kısmını daha önce sana anlatmış, bir<br />

kısmını da anlatmamıştık. Allah, Musa’ya hitabetmişti. Allah güçlüdür, Hakim’dir.” 296<br />

Bütün peygamberler Yüce Allah’a ibadet edip O’nu <strong>tesbih</strong> etmişlerdir. Onlar<br />

Allah’tan aldıkları o kutsal emirleri kendi toplumuna teblig etmeden önce kendileri büyük<br />

bir titizlikle uygulamışlardır. Bu emirlerin içerisinde O’na yakışmayan bütün sıfatlardan<br />

291 “Biz seni hakikat ehli bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik: çünkü hiçbir topluluk yoktur ki içlerinden<br />

bir uyarıcı gelip geçmemiş olsun.” (Fâtır, 35/24); “Her ümmet için mutlaka bir elçi olagelmiştir: ancak (her<br />

ümmetin) elçisi geldikten [ve tebliğini yaptıktan] sonra onlar hakkında bütünüyle adaletle yargıda bulunulur;<br />

ve onlara asla haksızlık yapılmaz.” (Yunus,10/47); “Her kim ki doğru yolu izlemeyi seçerse, bunu kendi<br />

iyiliği için yapmış olacaktır. Ve her kim ki yoldan saparsa, bu kendi kötülüğüne olacaktır; kimse kimsenin<br />

yükünü taşıyacak değildir. Ayrıca, Biz, [kendilerine] bir elçi göndermeden [yaptığı haksızlıklardan ötürü<br />

hiçbir topluma] azap etmeyiz.” (İsrâ, 17/15);<br />

292 “Biz her elçiye, mutlaka kendi halkının diliyle [vahyedilmiş bir mesajla] gönderdik ki, [hakkı] onlara açık<br />

(ve dolaysız) bir biçimde ulaştırabilsin; artık bundan sonra Allah [sapmayı] dileyeni sapıklık içinde bırakır,<br />

[doğru yolu tutmayı] dileyeni de doğru yola yöneltir, çünkü doğru hüküm ve hikmetle edip-eyleyen en yüce<br />

iktidar sahibi O’dur.” (İbrahim, 14/4);<br />

293 Ahzab Suresi, /21.<br />

294<br />

En’am, 6/48.<br />

295 Sebe’, 34/28.<br />

296 Nisa, 4/164-165.<br />

62


uzak tutmak, O’nu yüceltmektir. Buna göre Kur’ân-ı Kerim’de ismi geçen bazı<br />

peygamberlerin <strong>tesbih</strong>leri üzerinde durmaya çalışacağız.<br />

5. 3. 1. 1. Hz. Musa’nın Tesbihi<br />

Hz. Musa’nın <strong>tesbih</strong>i ile ilgli olarak Yüce Allah bir âyette şöyle buyurmaktadır:<br />

“Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca, Musa: “Rabbim! Bana<br />

Kendini göster, Sana bakayım” dedi. Allah: “Sen Beni göremezsin ama dağa bak, eğer o<br />

yerinde kalırsa sen de Beni göreceksin” buyurdu. Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir<br />

etti ve Musa da baygın düştü; ayılınca: “Yarabbi, münezzehsin, Sana tevbe ettim, ben<br />

inananların ilkiyim” dedi.!” 297<br />

İbn Kesir âyetteki “Subhan” kelimesi Yüce Allah’ı bu dünyada her hangi birinin<br />

görmesinden uzak olduğu manasındadır demektedir. 298 Bir diğer görüş ise: Hz. Musa<br />

Allah’ın ona izin vermediği bir konuda soru sorduğu için “subhaneke” demiştir. 299<br />

Bu konuda şu iki izah yapılmıştır:<br />

1) “Dünyada iken seni görme isteğinden dolayı, sana tevbe ettim!”<br />

2) “Senin iznin olmadan seni görme isteğinden tevbe edip sana yöneldim” Senin,<br />

dünyada iken görülmeyeceğine inanıp iman edenlerin ilki benim,” veya, “Senin iznin<br />

olmadan senden bir şey istemenin uygun olmadığına inananların ilki benim…” demektir. 300<br />

3) Hz. Musa âyette geçen ifadeleri, Yüce Allah’ın kudretinin azametini gösteren<br />

âyetler belirdiğinde müminlerin adeti olduğu üzere ve O’nu <strong>tesbih</strong> etmek için dile<br />

getirmiştir. 301<br />

297 Araf, 7/143.<br />

298 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.2, s. 325.<br />

299 eş-Şevkâni, a.g.e., C.2, s. 354.<br />

300 er-Râzî, a.g.e., C.14, s. 191.<br />

301 el-Maverdi, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib, Tefsirü’l-Mâverdî, Beyrut: Dârü’l-Kütübi’-<br />

İlmiyye, 1996, C.3, s. 259.<br />

63


Hz. Mûsâ ayılıp kendisine geldiği zaman da: “Ya Rabbi seni <strong>tesbih</strong> ederim, sana<br />

tevbe edip yöneldim ve ben inananların ilkiyim diyordu. Ya Rabbi seni <strong>tesbih</strong> ederim. Yâni<br />

seni senin tanıttığın gibi tanırım. Sana senin bildirdiğin gibi inanırım. Seni senin sıfatlarınla<br />

tanırım. Seni sende olmayan sıfatlardan tenzih ederim, ben senin sıfatlarına, senin gücüne<br />

kudretine iman edenlerin ilkiyim” diye dua etmiştir.<br />

5. 3. 1. 2. Hz. Davud’un Tesbihi<br />

Hz. Dâvûd (a.s.) Hz. Nûh (a.s.)’un soyundandır 302 ve İsrâiloğullarına peygamber<br />

olarak gönderilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de, Câlût’u öldürmesinden sonra Dâvûd’a hem<br />

hükümdarlık hem de hikmet (nübüvvet) verildiği bildirilir 303 . İsrâiloğullarının tarihinde<br />

peygamberlikle hükümdarlık ilk defa Hz. Dâvûd’un şahsında bir araya gelmiştir. 304 Kur’ân,<br />

Dâvûd (a.s.)’a peygamberliğin ve Zebur’un dışında bir lutuf ve mûcize olarak, diğer<br />

insanlara verilmeyen başka şeyler de verildiğini söylüyor. Hz. Dâvûd, bir Allah elçisiydi.<br />

Ona verilenler, hem onun peygamberliğinin delili, hem de gerçek şükrün, hakkıyla kulluk<br />

yapmasının karşılığıydı. Şüphesiz Allah hakkıyla şükreden kullarını değişik şekillerde<br />

mükâfatlandırır. Hz. Dâvûd’a geniş bir hükümdarlığın yanında hikmet, ilim, anlayış,<br />

adâletle hükmetme, neyin nasıl yapılacağını bilme, yerli yerinde iş yapma, faydalı olana<br />

sarılma, güzellikler üretme gibi şeyler verildi. O, bu hikmetle hükümdarlığını süslüyor,<br />

sürekli Kur’ân’ın sâlih amel dediği, güzel ve faydalı işleri yapıyordu. 305<br />

“Davud ve Süleyman da milletin koyunlarının yayıldığı bir ekin hakkında hüküm<br />

veriyorlarken, Biz onların hükmüne şahiddik. Süleyman’a bu meselenin hükmünü<br />

302 “Ona İshak’ı, Yakub’u bağışladık, her birini doğru yola eriştirdik. Daha önce Nuh’u ve soyundan Davud’u,<br />

Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı ve Harun’u ki işlerini iyi yapanlara böylece karşılık veririz,<br />

Zekeriya’yı, Yahya’yı, İsa’yı ve İlyas’ı ki hepsi iyilerdendir, İsmail’i, Elyesa’ı, Yunus’u, Lut’u ki hepsini<br />

dünyalara üstün kıldık doğru yola eriştirdik.” (En’âm, 6/84-86).<br />

303 “Onları Allah’ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut’u öldürdü, Allah Davud’a hükümranlık ve hikmet<br />

verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah’ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni<br />

bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır.” (Bakara, 2/251).<br />

304 İbn Kesîr, Ebü’l-Fida İmadüddin İsmail b. Ömer, Kısasu’l-Enbiyâ, thk. Abdülkadir Ahmed Ata, 2. bs.,<br />

Beyrut: Mektebetü’l-İslâmiyye, 1982. s. 248.<br />

305 Bkz. Bakara, 2/251.<br />

64


ildirmiştik; her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile beraber <strong>tesbih</strong> etsinler diye dağları<br />

ve kuşları buyruk altına aldık. Bunları Biz yapmıştık.” 306<br />

Râzî âyette bahsedilen “<strong>tesbih</strong>” hususunda şu iki izah yapıldığını<br />

söylemektedir:<br />

1) “Dağlar bizzat Allah’ı <strong>tesbih</strong> ediyorlardı. Bu görüşü belirtenler, dağların <strong>tesbih</strong>i<br />

hususunda da şu izahları yapmışlardır:<br />

a) Mukâtil şöyle demiştir: “Dâvud (a.s), Rabbini zikrettiğinde dağlar ve kuşlar da,<br />

onunla birlikte zikrediyorlardı.”<br />

ederdi.”<br />

b) Kelbî şöyle der: “Dâvud (a.s.) <strong>tesbih</strong> ettiğinde, dağlar da onunla birlikte <strong>tesbih</strong><br />

c) Süleyman b. Hayyân şöyle der: “Dâvud (a.s.) kendisinde bir gevşeklik<br />

gördüğünde, Allah Teâlâ dağlara emreder, dağlar da <strong>tesbih</strong>e başlardı. İşte o zaman Dâvud<br />

(a.s.)’un neşvesi ve iştiyakı artardı.<br />

2) Bazı me’anî âlimlerinin tercihi olan görüşe göre, dağların ve kuşların <strong>tesbih</strong>i,<br />

tıpkı “Allah’ı hamdi ile <strong>tesbih</strong> etmeyen hiçbirşey yoktur” 307 âyetinde beyan edildiği gibidir.<br />

Bu işin, Dâvud (a.s.)’a has olarak zikredilmesi, ancak onun bunu, kesin olarak bilmesinden<br />

dolayıdır. Böylece onun yakîni ve ta’zimi artıyordu. Birinci görüş doğruya daha yakındır.<br />

Çünkü âyetin lafzını zahirî lafzından alıp (mecazi) manaya hamletmek için, burada bir<br />

zaruret yoktur. 308<br />

306 Enbiya, 21/78-79.<br />

307 İsra, 17/44.<br />

308 er-Râzî, a.g.e., C.22, s. 173.<br />

65


“Ey dağlar ve kuşlar! Davud <strong>tesbih</strong> ettikçe siz de onu tekrarlayın” diyerek and<br />

olsun ki, ona katımızdan lütufta bulunduk; “geniş zırhlar yap, dokumasını sağlam tut” diye<br />

ona demiri yumuşak kıldık. Yararlı iş işleyin; doğrusu Ben yaptıklarınızı görenim.!” 309<br />

Âyette geçen “ اوبي ” kelimesi, <strong>tesbih</strong> edin anlamındadır. 310 Ebu Meysere bunun<br />

habeşce dilinde <strong>tesbih</strong> edin anlamına geldiğini söylemiştir. Bu bakımından “te’vîb”<br />

kelimesi, tekrar demektir. Âyetin anlamı şu olur: “Dağlara ve kuşlara da onunla birlikte<br />

sesini tekrarlamalarını emrettik. 311<br />

Vehb İbn Münebbih dedi ki: “Yüce Allah Dâvud’a öyle bir şey vermişti ki, ondan<br />

başka kimseye vermemişti. O, güzel sesti. O, Zuburu okuyunca, yabani hayvanlar bile gelip<br />

dinlerler ve kulak verirlerdi. Öyle ki onların boyunlarından tutulurdu da hiçbir kaçmazdı.<br />

Şeytanlar mezmurları, barbutları ve zilleri onun sesinin çeşidine göre yaptılar.” 312<br />

Hz. Âişe ve Ebû Hüreyre’den rivâyet edilen bir hadise göre Hz. Peygamber Ebû<br />

Mûsâ el-Eş’arî’nin sesini işittiğinde, “Ebû Mûsâ’ya Dâvûd’un Mezâmir’inden<br />

verilmiştir.” 313 Ebû Mûsa’nın naklettiği bir başka rivâyette de, “Ey Ebû Mûsâ! Sana Âl-i<br />

Dâvûd’un Mezâmir’inden bir mizmar verilmiştir.” 314 demiştir. Hz. Dâvûd, sesinin güzelliği<br />

yanında süratli okuyuşuyla da tanınmıştı. Ebû Hüreyre’den nakledilen bir hadise göre<br />

Rasûlullah şöyle buyurmuştur: “Dâvûd’a kıraat kolaylaştırılmıştır. O bineğinin<br />

hazırlanmasını emreder ve daha bineği hazırlanmadan Zebûr’u okurdu. 315<br />

Ebu’d-Derdâ (r.a.)’dan naklen şöyle denmektedir: “Hz. Peygamber (s.a.), Davud<br />

(a.s.)’u zikrettiği ve kendisinden birşeyler naklettiği zaman, “O insanların en fazla ibadet<br />

edeni idi.” buyururdu.” Burada zikredilen dört özellik şunlardır:<br />

309 Sebe, 34/10-11.<br />

310 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.3, 695.<br />

311 A.g.e., C.4, s. 39.<br />

312 A.g.e., C.3, 695.<br />

313 Ahmed b. Hanbel, Ebu Abdullah Ahmed b. Muhammed eş-Şeybani, el-Müsned, Kâhire: Müessesetu<br />

Kurtuba, ts., C.2, s. 354.<br />

314 el-Buhârî, “Fezâilu’l-Kur’ân”, 31.<br />

315 el-Buhârî, “Tefsir”, 55.<br />

66


1) Sabır: Yüce Allah Hz. Muhammed (s.a.)’e, kadrinin yüceliğine rağmen, Allah’a<br />

taatte sabır gösterme konusunda Hz. Davud’a uymasını emir buyurmuştur.<br />

2) Kulluk: Yüce Allah Hz. Davud hakkında “Kulumuz Davud” buyurmak suretiyle<br />

Hz. Davud’u “kulluk”a vasfetmiş, Zât-ı ilâhisinden de ta’z-im maksadıyla çokluk sigasıyla<br />

bahsetmiştir. Yüce Allah’ın bir kimseyi “kulluk”la vasfetmesi, onun için şereflendirmenin<br />

son noktasıdır. Nitekim İsrâ suresinin 1 âyettinde anlatıldığı gibi Hz. Muhammed (s.a.) de<br />

Miraç gecesi bu sıfatla vasfedilmiştir: “Yüceliğinde sınır olmayan O [Allah] ki kulunu<br />

geceleyin, kendisine bazı alametlerimizi göstermek için [Mekke’deki] Mescid-i Harâm’dan,<br />

çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götürdü. Çünkü, gerçekten her şeyi işiten,<br />

her şeyi gören O’dur.” Zira Allah Tealâ’nın, peygamberleri “kulluk”la tavsif buyurması,<br />

onların, taatte bütün güçlerini sarfetmeleri sebebiyle kulluğun gerçek anlamına ulaştıklarını<br />

hisettirmektedir.<br />

3) Taati yerine getirmede ve ma’siyetlerden sakınmada kuvvet: Bu husus, “kuvvet<br />

sahibi” 316 kavl-i ilâhisinde dile getirilmiştir.<br />

4) Bütün işlerinde Allah Tealâ’ya taate rücû: Bu husus “O daima Allah’a<br />

yönelirdi.” 317 kavl-i ilâhisinde dile getirilmiştir.” 318<br />

Abdullah b. Amr’dan rivâyetle, Abdullah, her gün gündüzleri oruç tutar, geceleri<br />

de (nâfile) namaz kılardı. Onun bu durumu Rasûlullah’a bildirildiğinde Hz. Peygamber onu<br />

çağırdı ve şöyle buyurdu: “Bir gün oruç tut, bir gün iftar et. İşte bu Dâvûd (a.s.)’ın<br />

orucudur.” Bir başka rivâyette ise, Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah’u Teâlâ ya<br />

en sevimli oruç, Dâvûd (a.s.)’ın orucudur. O, bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi. Allah’a<br />

en sevimli namaz da Dâvûd namazı idi. O, her gecenin yarısında uyur. Üçte birinde (nafile)<br />

namaz kılardı. Altıda birinde de yine uyurdu.” 319<br />

316 Sad, 38/17.<br />

317 Bkz. Sad, 38/17.<br />

318 İbni Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.4, s. 29.<br />

319 Müslim, “Siyam”, 183; en-Nesâî, “Siyam”, 69.<br />

67


Neticede şunu söylemek mümkündür ki: Âyetlerden anlaşıldığı üzere Hz. Davut<br />

Yüce Allah’ı <strong>tesbih</strong> etmiştir. Yukarıda zikrettiğimiz bütün bu âyet, hadis ve büyük<br />

müffesirlerin açıklamalarından, onun Yüce Allah’ı ne kadar <strong>tesbih</strong> ettiğini anlamaktayız.<br />

Hatta onunla beraber kuşların ve dağların eşlik ettikleri anlaşılmaktadır. “Kuşların ve<br />

dağların <strong>tesbih</strong>i” konusunda gelecek bölümlerde duracağmız için bu kadarla yetineceğiz.<br />

5. 3. 1. 3. Hz. Yunus’un Tesbihi<br />

“Geridekiler arasında kalan yaşlı bir kadın dışında, Lut’u ve ailesinin hepsini<br />

kurtarmıştık. Sonra diğerlerini yok etmiştik. Sabah akşam, onların yerleri üzerinden<br />

geçersiniz. Akletmez misiniz? Doğrusu Yunus da peygamberlerdendir. Dolu bir gemiye<br />

kaçmıştı. Gemide olanlarla karşılıklı kura çekmişti de yenilenlerden olmuştu, bu sebeple<br />

denize atılmıştı. Kendini kınarken onu bir balık yutmuştu. Eğer Allah’ı <strong>tesbih</strong> edenlerden<br />

olmasaydı, tekrar diriltilecek güne kadar balığın karnında kalacaktı. Halsiz bir halde iken<br />

kendisini sahile çıkardık. Onun için, geniş yapraklı bir bitki yetiştirdik. Onu, yüzbin veya<br />

daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik. Sonunda ona inandılar, bunun üzerine Biz de<br />

onları bir süreye kadar geçindirdik.” 320<br />

Taberî kendi tefsirinde bu kısayı kısaca şöyle anlatmaktadır: “Yüce Allah, Yunus<br />

(a.s.)ı Musul şehrine yakın bir şehir olan Ninova halkına peygamber olarak göndermiştir.<br />

Hz. Yunus, insanları hak dine davet etmesine rağmen, onlar inkarlarında ısrar etmişler ve<br />

Yunus’u dinlememişlerdir. Yunus (a.s.) bunun üzerine oradan ayrılmış ve Allah’ın üç gün<br />

sonra göndereceği bir azabı haber vermiştir. Ninova halkı azabın kendilerine mutlaka<br />

geleceğini anlayınca çoluk çocuklarını ve hayvanlarını alarak çöllere açılmışlar ve orada<br />

Rablerine yalvararak göndereceği azabı kendilerinden kaldırmasını istemişlerdir. Bunun<br />

üzerine Allah Teâla da dualarını kabul edip azabı kendilerinden kaldırmıştır. Yunus (a.s.)<br />

ise kavminin inkarcılığını görünce, onları bırakıp bir gemiye binerek oradan uzaklaşmak<br />

istemiş, gemi dalgalara tutulmuş yükünün ağırlığından dolayı batıp boğulacaklarını<br />

anlayınca yolcular aralarında kur’a çekerek içlerinden birini denize atmaya karar vermişler,<br />

320 Saffat, 37/139-148<br />

68


kur’a Yunus’a çıkmış, Yunus’u denize atmamak için kur’ayı üç defa tekrar etmişler,<br />

hepsinde de kur’a Yunus’a çıkmış, bunun üzerine Yunus (a.s.) kendisini denize atmıştır.<br />

Yüce Allah’ın vazifelendirdiği bir balık gelip Yunus’u yutmuş bunun üzerine Yunus,<br />

denizin, gecenin ve balığın karnının meydana getirdikleri karanlıklar içinde kalmıştır. İşte<br />

orada Rabbine niyaz ederek “Senden başka hiçbir ilah yoktur, Seni tenzih ve <strong>tesbih</strong> ederim.<br />

Doğrusu ben, zalimlerden oldum” diye Allah’a yalvarmıştır.” 321<br />

“Zünnun (Balık Sahibi; Yunus) hakkında söylediğimizi de an. O, öfkelenerek<br />

giderken, kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı; fakat sonunda karanlıklar içinde:<br />

“Senden başka tanrı yoktur, Sen münezzehsin, doğrusu ben haksızlık edenlerdenim” diye<br />

seslenmişti. Biz de ona cevap verip, onu üzüntüden kurtarmıştık. inananları böyle<br />

kurtarırız.” 322 âyetti Hz. Yunus’un bağlığın karnında bunalım içine düştüğünde Yüce<br />

Allah’ı nasıl niyaz ettiğini anlatmaktadır.<br />

Âyette geçen “Sübhaneke” ifadesi, Hz. Yunus (a.s)’ın Yüce Allah’ın, bütün<br />

noksanlıklardan tenzih ettiğini göstermeketedir. Âyetten anlaşıldığı üzere Hz. Yunus (a.s.)<br />

düştüğü sıkıntılara sabır etmeyip Yüce Allah’ın bu konuda ona yardım edemeyeceği<br />

zannederek görevi brakıp kaçmıştı. “Bizim kendisini hiçbir zaman sıkıştıramıyacağımızı<br />

sanmıştı...” buyruğu Râzî’ye göre: Yunus (a.s.), O’nun aciz olduğunu zannetmemiş<br />

olduğuna delâlet eder. Bu yüzden Yunus (a.s.), “Sübhaneke” demiştir. Çünkü bu ifadenin<br />

takdiri, “Allahım seni, bunu bir zulüm olarak veya intikam alma arzusuyla yahutta, beni bu<br />

balığın karnından kurtarmaktan aciz olduğun için yapmış olmandan tenzih ederim. Tam<br />

aksine sen bunu, ulûhiyyetin hakkı ve hikmetinin muktezâsı olarak yaptın...” şeklindedir. 323<br />

Peygamberimiz (a.s.v) şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Yunusun balığın<br />

karnındayken şöyle dua etmişti: “Senden başka tanrı yok! Sınırsız kudret ve yüceliğinle<br />

321 et-Taberî, a. g.e., C.23, s. 105.<br />

322 Enbiya, 21/87-88.<br />

323 er-Râzî, a.g.e., C.22, s. 187.<br />

69


Sen her şeyin üstündesin: doğrusu ben gerçekten büyük bir haksızlık yaptım”. Daha önce<br />

bu duayı yapan hiç kimse yok ki Allah onun duasını kabul etmesin. 324<br />

Beyhaki ve Hakimin tahriç ettiklerine göre: Hz. Yunus, balık onu yutmadan önce<br />

boluk zamanında bile Allah’a çokça dua ederdi. Balık karnında iken kendini ölü<br />

zannederdi. Ayakları hareket ettirince o da Allah’a secde etti ve dediki: “ben benden once<br />

hiç kimse Sana secde etmeyen bir yere secde yaptım ve şöyle dua etti: “Senden başka hiçbir<br />

ilah yoktur, Seni tenzih ve <strong>tesbih</strong> ederim. Doğrusu ben, zalimlerden oldum”. 325<br />

Görüldüğü üzere Hz. Yunus (a.s.) yalvarmaya tevhidle başladı. Sonra tenzih,<br />

<strong>tesbih</strong> ve sena etti. Sonra da istiğfar etti ve nefsinin zulüm, yani günah işlediğini itiraf<br />

etti. 326 Bütün bu yalvarmaların tümü bu âyette <strong>tesbih</strong> olarak adlandırılmaktadır. Aslında<br />

tevhîd inancını söylemesi ile “sübhâneke” demesi <strong>tesbih</strong>i ifade etmektedir. 327 İbni Ebî<br />

Hatim, Hz. Enes’in (r.a.) Peygamberimiz’e (s.a.) isnat ettiği şu hadisi rivâyet etmektedir:<br />

Hz. Yunus (a.s.) balığın karnında iken bu kelimelerle dua etmeyi arzu edince şöyle niyazda<br />

bulundu: “Allahım! Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben<br />

zalimlerden oldum.” dedi. Bu dua arşın altına yöneldi. Melekler: Ya Rabbi! Bu ses garip bir<br />

yerden gelen, bilinen güçsüz bir sestir, dediler. Cenab-ı Hak: Bunu bilmiyor musunuz? diye<br />

sordu. Melekler: Hayır ya Rabbi! Bu kim! dediler. Cenab-ı Hak: Kulum Yunus’tur, dedi.<br />

Melekler: Devamlı kabul edilmiş ameli, makbul duaları semaya yükselen kulun Yunus mu<br />

bu! Ya Rabbi! Rahat içerisinde işlediği amel sebebiyle ona rahmette bulunup belâdan<br />

kurtarmaz mısın? dediler. Cenab-ı Hak: Evet, dedi. Balığa emretti. Balık onu boş bir<br />

aRâzîye attı. 328<br />

324 el-Âlûsî, Ebü’s-Sena Şehabeddin Mahmud b. Abdullah, Ruhul’l-Meanî, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Turâs, ts.,<br />

C.17, s. 85; İbrahîm, a.g.e., s. 75.<br />

325 İbrahîm, a.g.e., s. 74.<br />

326 Bkz. ez-Zühaylî, a.g.e., C.17, s.115, 119.<br />

327 Bayraklı, a.g.e., C.12, s. 507.<br />

328 İbn Kesîr, Tefsiru’l Kur’âni’l-Azim, C.4, s. 22; Bayraklı, a.g.e., C.9, s. 106-108;<br />

70


“Eğer o, [en derin bunalım anlarında bile] Allah’ın sınırsız şanını yüceltenlerden<br />

olmasaydı, herkesin yeniden dirileceği güne kadar o (balığı)n karnında kalmış olacaktı.” 329<br />

Kurtubî “Eğer o, gerçekten <strong>tesbih</strong> edenlerden” ifadesi ile “namaz kılanlardan<br />

olmasaydı” kast edildiğini söylemektedir. 330 Bana göre o namaz kılanlardan olmasaydı<br />

herkesin yeniden dirileceği güne kadar o (balığı)n karnında kalmış olacaktı.<br />

Balığın karnında ne kadar kaldığı hususunda farklı görüşler vardır. es-Süddî, el-<br />

Kelbî ve Mukatil b. Süleyman, kırk gün kalmıştır derken, ed-Dahhak yirmi, Atâ yedi gün,<br />

Mukatil b. Hayyan üç gün kalmıştır, demişlerdir. Tek bir saat (kısacık bir an) kaldığı da<br />

söylenmiştir. 331 Bu tartışmalar bizim konumuzun dışında olduğu için bu konu ile ilgili<br />

olarak bu kadarla yetineceğiz.<br />

5. 3. 1. 4. Hz. Zekeriya’nın Tesbihi<br />

Kur’ân’da adı gelen peygamberlerden biridir. Soyu Dâvud (a.s)’a dayanmaktadır.<br />

Kur’ân’da anılan duâlarından Meryem suresinde 6 âyetinde anlaşıldığına göre, soyu daha<br />

sonra Yâkub (a.s)’a varmaktadır. 332 Zekeriyya (a.s) İsrâiloğullarının peygamberi olduğu<br />

gibi, aynı zamanda onların bilgini, reisi ve müşaviri, yani danışmanı idi 333 . Onun hakkında<br />

çeşitli âyet ve hadisler vardır. Ebû Hureyre’nin naklettiğine göre, Hz. Muhammed (s.a.s);<br />

“Zekeriyya (a.s) marangoz idi demiştir.” 334 Kur’ân-ı Kerimde Hz. Zekeriya ile ilgli şu<br />

âyetler bulunmaktadır:<br />

“Aynı yerde Zekeriya Rabbine yalvardı: “Ey Rabbim!Rahmetinle bana güzel bir<br />

zürriyet bağışla; zira Sen, her yakarışı duyarsın.” 335<br />

329 Saffat, 37/143-144.<br />

330 el-Kurtubî, a.g.e., C.15, s. 126.<br />

331 A.g.e, C.15, s. 126.<br />

332 “Katından bana bir oğul bağışla ki, bana ve Yakub oğullarına mirasçı olsun. Rabbim! Onun, rızanı<br />

kazanmasını da sağla.”<br />

333 es-Sa’lebi, Ebu İshak Ahmed b. Muhammed b. İbrahim en-Nisaburi, Kısasü'l-Enbiya, 4. bs., Lübnan :<br />

Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1985, s. 372.<br />

334 Ahmed b. Hanbel, a.g.e., C.2, s. 405.<br />

335 Ali-İmran, 3/38.<br />

71


[Zekeriya] şaşkınlıkla: “Ey Rabbim!” dedi, “Yaşlılık beni yakalamışken ve karım<br />

da kısırken nasıl bir oğlum olabilir?” [Ona]: “Pekala olabilir!” denildi, “Allah dilediğini<br />

yapar.” [Zekeriya] yalvardı: “Ey Rabbim! Bana bir işaret göster!”. “İşaretin şudur ki,”<br />

denildi, “üç gün boyunca yüz işaretleri dışında insanlarla konuşma Rabbini hiç durmadan<br />

an ve gece gündüz O’nun sınırsız şanını yücelt!” 336<br />

Âyette geçen “<strong>tesbih</strong>” kelimesi hakkında şu iki görüş zikredilmiştir:<br />

1) Bundan murad, “namaz kıl” demektir. Çünkü namaz da “Tesbih” diye<br />

adlandırılmıştır. Nitekim Cenâb-ı Hak, “Haydi akşama girerken ve sabaha ererken Allah’ı<br />

“<strong>tesbih</strong> edin” 337 buyurmuştur. Namaz içinde <strong>tesbih</strong> de yapıldığından ötürü, namazın<br />

“Tesbih” diye adlandırılması caiz olmuştur. İşte burada delil, şu iki bakımdan bu ihtimalin<br />

olabileceğini göstermektedir:<br />

a) Şâyet biz bu ifâdeyi “<strong>tesbih</strong>” ve “tehlîl” etme manasına alır isek, bu âyet ile<br />

bundan önceki “Babb’ini çok zikret” âyeti arasında bir fark olmazdı. Binâenaleyh bu bâtıl<br />

olmuş olur. Çünkü bir şeyin yine kendisine, (aynısına) atfedilmesi caiz değildir.<br />

b) Bu, Hak Teâlâ’nın, “Gündüzün iki tarafinda namaz kıl” 338 âyetine son derece<br />

uygundur.<br />

2) Hak Teâlâ’nın “Rabb’ini çok zikret” ifadesi lisân ile zikretme mânâsına<br />

hamledilir. 339<br />

Hz. Zekeriya kendisi bizzat Yüce Allah’ı <strong>tesbih</strong> ederdi. Bunun dışında o halknı da<br />

<strong>tesbih</strong> etmelerini ve namaz kılmalarını emrederdi. “Bunun üzerine [Zekeriya] mâbedden<br />

kavminin karşısına çıktı ve onlara “Sabah akşam [Rabbinizin] sınırsız kudret ve yüceliğini<br />

336 Ali-İmran, 3/41-42.<br />

337 Rum, 30/17.<br />

338 Hûd, 11/114.<br />

339 er-Râzî, a.g.e., C.8, s. 37.<br />

72


anın!”diye işaret etti.” 340<br />

Begavi bu âyetle ilgli der ki: “Hz. Zekeriya halkına karşı sabah ve akşam<br />

vakitlerinde çıkıp namazı emrederdi. Karısı hamile kaldığında konuşmaktan men edildi. Bu<br />

yüzden işaret yaparak halkına çıkıp namazı emrediyordu. 341<br />

“İşaret etti” kelimesi el-Kelbî, el-Kutebî; ima etti; Mücahid, yerin üzerinde yazı<br />

yazdı, İkrime bir kitaba yazdı, diye açıklamıştır. Şu delili getiriyorlar. Arapça’da “vahiy”<br />

yazmak demektir. Zu’r-Rimme’nin şu beyitinde de bu anlamda kullanılmıştır: “Sahifelerin<br />

iç taraflarında bir yazı (vahiy) kalıntısını andıran o dört siyah at dışında...” Antere de şöyle<br />

demiştir: “Kisra döneminde kalmış sahifelerdeki bir yazı (vahiy) gibi ki onları açık-seçik<br />

konuşamayan bir Arap olmayana hediye etmiştir. 342 Burada hangi anlam verilirse verilsin<br />

asıl önemli olan Hz. Zekeriya halkına <strong>tesbih</strong> etmelerini veya namazı kılmalarını<br />

emretmesidir. Namaz da bir <strong>tesbih</strong> türü olduğunu geçen bölümlerde de belirtmiştik.<br />

5. 3. 1. 5. Hz. İsa’nın Tesbihi<br />

“İsa” kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de 25 yerde geçer. Hz. İsa’nın lâkabı olan “Mesîh”<br />

11 yerde ve çoğunluğu “İbn Meryem” şeklinde olmak üzere “Meryem” ismi de 34 yerde<br />

kullanılır. İsa ismi, Kur’ân-ı Kerim’de geçen âyetlerin tümünde “İbn Meryem -Meryem<br />

oğlu-” ifadesiyle geçer. Bu şekilde kullanılması, Hz. İsa’nın bir beşer olduğu ve bir<br />

beşerden doğduğunun vurgulanması ve babasız olduğu için olmalıdır.<br />

İsa, Meryem’in oğludur. Bâkire olan Meryem’den Allah’ın yaratıcı kudretinin bir<br />

nişânesi olarak doğmuştur; Allah’tan bir kelime’dir veya Allah’ın kelimesi’dir 343 ki, Allah<br />

340 Meryem, 19/11.<br />

341 el-Beğavi, Hüseyn b. Mes’ud el-Fer’a Ebu Muhammed, Meâlimu’t-Tenzîl, thk. Halid Abdurrahman Ak,<br />

2. bs., Beyrut: Dârü’l-Ma’rife, 1987, C.1, s. 221.<br />

342 el-Kurtubî, a.g.e., C.11, s. 85-86.<br />

343 “O zaman melekler, “Ey Meryem!” demişlerdi, “Allah, Kendisinden bir söz ile sana, Meryem oğlu İsa<br />

Mesih adıyla bilinecek, bu dünyada ve öteki dünyada büyük şeref sahibi ve Allah'ın en yakınlarından olacak<br />

[bir oğul] müjdeliyor.” (Âl-i İmrân, 3/45); “Ey Kitap ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin. Allah hakkında ancak<br />

gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih, Allah’ın peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı kelimesi ve kendinden<br />

bir ruhtur. Allah’a ve peygamberlerine inanın, “üçtür” demeyin, vazgeçin, bu hayrınızadır. Allah ancak bir tek<br />

Tanrı’dır, çocuğu olmaktan münezzehtir, göklerde olanlar da yerde olanlar da O'nundur. Vekil olarak Allah<br />

73


onu Meryem’e ilka etmiş ve ona “Kün (Ol)!” demiş o da olmuştur 344 . Hz. İsa’nın babasız<br />

dünyaya gelişini yadırgayanlara Kur’ân, Hz. Âdem’i örnek göstermektedir. Allah Âdem’i<br />

nasıl anasız ve babasız yaratmışsa ve buna gücü yetmişse İsa’yı da babasız yaratmıştır.<br />

Bunda Allah’a ve O’nun yüce kudretine iman edenler için bir gariplik yoktur 345<br />

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de müşrikler Hz. İsayı Tanrı’nın oğlu olduğunu<br />

düşünüyorlardı. O da böyle bir şeyden uzak olduğunu delil olarak şu âyetleri<br />

göstermektedir: “Bir kısım insanlar da, “Allah kendine bir oğul edindi!” iddiasında<br />

bulunurlar. (Asla!) O, yaratılmışlara özgü böyle vasıflardan kesinlikle uzaktır. Göklerde ve<br />

yerde ne varsa yalnız O’nundur; her şey bütün varlığıyla O’nun iradesine tâbidir.” 346<br />

“Ey Kitap ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin. Allah hakkında ancak gerçeği<br />

söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih, Allah’ın peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı kelimesi ve<br />

kendinden bir ruhtur. Allah’a ve peygamberlerine inanın, “üçtür” demeyin, vazgeçin, bu<br />

hayrınızadır. Allah ancak bir tek Tanrı’dır, çocuğu olmaktan münezzehtir, göklerde olanlar<br />

da yerde olanlar da O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.” 347<br />

“Yeryüzünde edindikleri tanrılar mı, onlar mı ölüleri diriltecekler? Eğer yerle<br />

gökte Allah’tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de bozulurdu. Arşın Rabbi olan Allah, onların<br />

vasıflandırdıklarından münezzehtir!” 348<br />

“Allah çocuk edinmemiştir; O’nun yanında hiçbir tanrı yoktur, olsaydı, her tanrı<br />

kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmağa çalışırlardı. Allah onların<br />

vasıflandırdıklarından münezzehtir.” 349<br />

yeter.” (Nisâ, 4/171); “Meryem oğlu İsa hakkında, üzerinde öylesine derin bir anlaşmazlığa düştükleri doğru<br />

açıklama işte budur.” (Meryem, 19/34)<br />

344 Nisâ, 4/171.<br />

345 Âl-i İmrân, 3/59.<br />

346 Bakara, 2/116.<br />

347 Nisa, 4/171<br />

348 Enbiya, 21/21-22.<br />

349 Mü’minûn, 23/91.<br />

74


“Allah çocuk edinmez, O münezzehtir. Bir işin olmasına hükmederse ona ancak<br />

“Ol” der, o da olur.” 350<br />

“Allah çocuk edinmek isteseydi, yaratıklarından dilediğini seçerdi. O münezzehtir,<br />

O; gücü her şeye yeten tek Allah’tır!” 351<br />

Gölürdüğü üzere Yüce Allah bu âyetlerde, kendisinin coçuğu olmadığını ve bunun<br />

gibi şeylerden münezeh olduğunu vurgulamaktadır. O Hz. İsa’yı sorduğunda şöyle cevap<br />

vermiştir: “Allah, “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara Beni ve annemi Allah’tan başka<br />

iki tanrı olarak benimseyin dedin?” demişti de, “Haşa, hak olmayan sözü söylemek bana<br />

yaraşmaz; eğer söylemişsem, şüphesiz Sen onu bilirsin; Sen, benim içimde olanı bilirsin;<br />

ben Senin içinde olanı bilmem; doğrusu görülmeyeni bilen ancak Sensin” demişti, “Ben<br />

onlara sadece ‘Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin’ diye bana emrettiğini<br />

söyledim. Aralarında bulunduğum müddetce onlar hakkında şahiddim, beni aralarından<br />

aldığında onları Sen gözlüyordun. Sen her şeye şahidsin”.” 352<br />

Yukarıda vermiş olduğumuz Hz. İsanın <strong>tesbih</strong>ini gösteren âyet <strong>tesbih</strong><br />

âyetlerindendir. Yüce Allah Hz. İsaya sorduğunda “sen şöyle şöyle mi dedin” diye o da<br />

“ben dedim veya demedim” dememiştir. Fakat o şöyle demiştir: “benim hakkım olamayan<br />

şeyi söylemem. Bu benim hakkım değildir. Hz. İsa her şeyi bilen mutlak olan Allahın<br />

ilmine bıraktı ve dedi ki “Bunu söylemiş olsaydım Sen muhakkak bilirdin” ki bu da Allah’a<br />

karşı ne kadar mütevazı ve edepli olduğunu göstermektedir. Aynı şekilde Allah’ın<br />

huzurunda <strong>tesbih</strong>ini göstermektedir. 353<br />

Hz. İsanın dışında Yüce Allah’ı <strong>tesbih</strong> eden onun annesi olan Hz. Meryem de<br />

vardır. Kur’ân-ı Kerimde şöyle buyrulmaktadır: “Ey Meryem! Rabbine gönülden boyun eğ,<br />

secde et, rüku edenlerle birlikte rüku et”.” 354<br />

350 Meyrem, 19/35.<br />

351 Zumer,39 /4.<br />

352 Maide, 5/116.<br />

353 İbrahîm, a.g.e., s. 84.<br />

354 Ali-İmran, 3/43.<br />

75


Âyet-i kerimede geçen “Boyun eğ” diye tercüme edilen kelimesinden maksat,<br />

Mücahide göre “Namazda kunutunu uzun yap.” Rebi’ b. Enese göre “Ayakta dur.” Evzaiye<br />

göre “Ayağa kalk.” Katadeye ve Süddiye göre “İtaat et.” Hasan-ı Basriye göre “İbadet et.”<br />

Said b. Cübeyre göre ise “İhlaslı ol.” demektir. Bu hususta Ebu Said el-Hudri, Resulullahın<br />

şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir. “Kur’ânın herhangi bir yerinde kunut kelimesi<br />

zikredilcek olursa bundan maksat, Allah’a ibadettir. 355 Mücahid diyor ki: “Hz. Meryeme bu<br />

emir geldikten sonra o kadar ayakta durmuştu ki topukları şişmişti.” Evzai de diyor ki: “Hz.<br />

Meryemin ayakları iltihaplanıp onlardan irin akmıştı.” 356 Taberî buradaki “Kunut’tan<br />

maksadın “Allaha itaatte ihlaslı olmak.” demek olduğunu, Allah Teâlanın Hz. Meryeme<br />

“Ey Meryem, rabbine ibadette ihlaslı ol, sadece onun rizası için ibadet et. Ona itaatte huşu<br />

içinde ol. İbadette boyun eğ.” buyurduğunu söylemiştir. 357<br />

Neticede bütün bu kelimeler (Allah’a boyun eğmek, itat etmek, ibadet etmek<br />

namaza durmak, vs) <strong>tesbih</strong> kavramının eş anlamları olduklarını daha önce de belirtmiştik.<br />

5. 3. 1. 6. Hz. Muhammed ( a.s )’ın Tesbihi<br />

Resulullah (a.s.v) Rabbını <strong>tesbih</strong> etmek için, Rabbininden bahsetmek için, Rabbine<br />

hamd etmek için, Rabbına şükretmek için en ufak bir değişikliği vesile ediyor, sebep kabul<br />

ediyordu. Hayatın monotonluğunu bozan en ufak bir değişikliği O’nu zikretmek için bir<br />

sebeb sayıyor, bir vesile görüyordu. Sözü döndürüp dolaştırıp hep Allah’a getiriyordu. Şu<br />

âyetlere bir göz atalım.<br />

“Yüce Rabbinin adını <strong>tesbih</strong> et.” 358<br />

yapılabileceğini söylemektedir:<br />

Râzî bu âyetle ilgili olarak şu izahların<br />

1) Bununla, “Rabbinin adını, bu isimle başkasını isimlendirmekten tenzih ederek,<br />

<strong>tesbih</strong> et” manası kastedilmiştir. Binâenaleyh bu, Cenâb-ı Hakk’dan başkasının, Cenâb-ı<br />

355 et-Taberî, a.g.e., C.3, s. 265.<br />

356 A.g.e., C.2, s. 265.<br />

357 A.g.e., C.2, s. 266.<br />

358 A’la, 87/1.<br />

76


Hakk’ın isimleriyle anılmasını bir nehiy olmuş olur. Nitekim müşrikler, putlarına, Lât,<br />

Müseyleme’ye de, “Yemâme’nin Rahmân’ı” diyorlardı.<br />

2) “Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinin, Cenâb-ı Hak hakkında düşünülemeyecek<br />

manalarda tefsir edilmesi hususunda, O’nu tenzih et.” Bu, mesela, buradaki, “A’lâ” (yüce)<br />

kelimesinin, mekan açısından olan bir yükseklik manasına; “Rahman Arş üzerinde istiva<br />

etmiştir” ifadesindeki “istivâ”nın da, “Arş üzerinde karar kılmıştır” şeklinde, Allah’ın<br />

münezzeh olduğu bir manada tefsir edilmesi gibi... Aksine buradaki yücelik, hakimiyet,<br />

güçlü-kuvvetli oluş manasında; istiva da, hükümran olma manasında tefsir edilmiştir.<br />

3) Cenâb-ı Hakk’ın adının, huşu ve ta’zîm niyyeti ve üslûbu içerisinde değil de,<br />

gelişi güzel, saygısız bir şekilde söylenmekten korunması, böylece onun tenzih edilmesi...<br />

Buna, Allah’ın isimlerinin, insanın gaflet içerisinde olduğu bir sırada, manalarına ve<br />

inceliklerine dikkat etmeden anma da girer.<br />

4) “Rabbinin adını <strong>tesbih</strong> et” emriyle “Allah’ı, sana indirdiğim ve O’nun isimleri<br />

olarak öğrettiğim isimleriyle öv” manası kastedilmiştir. Buna göre âyet tıpkı, “De ki: ister<br />

Allah diyerek, ister Rahman diyerek dua edin” 359 âyeti gibi olmuş olur. Bu izahın bir<br />

benzeri de, “Rabbinin azim ismini <strong>tesbih</strong> et” 360 âyetidir. Bu izahtan murad, şu iki şeydir:<br />

Birincisi: Bunun manası, “Müşriklerin ıslık çalarak, el çırparak yaptıkları ibadet<br />

gibi değil, Rabbinin ismini zikrederek namaz kıl” şeklindedir. İkincisi: “Kul Rabbini, ancak<br />

tevkîfî olarak (vahiyle) bildirilmiş olan isimleriyle anmalı.” Ferrâ, “Sebbih isme rabbike”<br />

ifâdesi ile “Sebbih bismi rabbike” ifadesi arasında bir farkın olmadığını ileri sürerken<br />

Vahidî, “Bu iki ifade arasında bir fark vardır. Çünkü, “Sebbih bismi rabbike” ifadesinın<br />

manası, “Allah’ı, bâtılı savunan kimselerin söylediklerinden, O’nun münezzeh, yüce ve<br />

uzak olduğunu ortaya koyan ismi ile an, <strong>tesbih</strong> et” şeklindedir. “Sebbih isme rabbike”<br />

ifadesinin manası ise, “Allah’ın ismini, ona yakışmayan şeylerden tenzih et” şeklindedir”<br />

demiştir.<br />

359 İsra, 17/110.<br />

360 Hakka, 69/52.<br />

77


5) Ebû Müslim, buradaki “isim” ile, Yüce Allah’ın sıfatlarının kastedildiğini<br />

söylemiştir. Bu, “En güzel isimler Allah’a aittir. Allah’a o güzel isimlerle dua edin” 361<br />

âyetinde de böyledir.<br />

İkinci izah, yani âyetteki “adını” kelimesinin zaid oluşu ve mananın, “Rabbini<br />

tenzih ve <strong>tesbih</strong> et” şeklinde oluşu, bir kısım muhakkik alimin görüşüdür. Bu alimler şöyle<br />

demişlerdir: Çünkü, “isim”, gerçekte, harflerden meydana gelmiş bir lafızdır. Dolayısıyla<br />

da, Allah hakkında yapılması gerekli olan tenzih gibi, “ismi” de tenzih etmek gerekmez. Ne<br />

var ki, bahsi geçen son derece büyük bir zat olunca, o değil de, O’nun ismi zikredilmiş de,<br />

böylece, “ismini <strong>tesbih</strong> et; zikrini yadet, ulula” denilmiştir. Ve bu tıpkı, “Selam yüce<br />

meclise” denilmesi gibidir. Lebîd de, الحول ثم السلام عليكما“‏ ‏”الى yani selam demektir. Bu,<br />

Arapça’da, meşhur olan bir yol ve yöntemdir. Râzî şöyle devam eder: “Bu izaha göre şöyle<br />

diyebiliriz: “Allah’ı, <strong>tesbih</strong> etmek” şu iki manaya gelebilir:<br />

1) “Kafirlere, o kendisi sebebiyle Allah’ı uygun olmayan bir şekilde anacakları bir<br />

tarzda, muamelede bulunma” demek olup, bu manaya göre bu ifade, Yüce Allah’ın tıpkı, o<br />

müşriklerin “Allah’tan başka taptıklarına sövmeyiniz; eğer böyle yaparsanız, onlar da,<br />

bilmeksizin Allah’a söverler...” 362 âyeti gibi olmuş olur.<br />

2) Bu, Allah’ı, zâtı, sıfatları, fiilleri, isimleri ve hükümleri hususunda kendisine<br />

yakışmayan şeylerden takdis ve tenzih etmek demektir. Zatını, Yüce Allah’ın cevherlerden<br />

ve ilintilerden (arazlardan) mürekkeb olmadığı; sıfatlarını, muhdes, sonlu ve noksan<br />

olmadıkları; fiillerini de O’nun mutlak mâlik olduğu, işlediği hiçbir konuda kendisine itiraz<br />

edilemeyeceği hususunda takdis ve tenzih etmek.” 363<br />

Bir diğer âyette ise yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Rabbinin hükmüne kadar<br />

sabret; onların günah işleyen ve inkarcı olanlarına uyma. Rabbinin adını sabah akşam<br />

361 A’râf, 180.<br />

362 En’âm, 6/108.<br />

363 Bkz. er-Râzî, a.g.e., C.31, s. 123-124.<br />

78


an.” 364<br />

Elmalılı bu âyetle ilgli şunları söylemektedir: “Peygamber’e teheccüdün vacip<br />

olduğuna bir dikkat çekme olmakla beraber, Rabbinin hükmü gelinceye kadar sabredilmesi<br />

emredilen müddetin uzun bir gece gibi geleceğine ve onun, Allah’ı <strong>tesbih</strong> edip noksan<br />

sıfatlardan uzak tutarak uyanık bir şekilde ibadet ve hazırlık ile geçirilmesi gerektiğine de<br />

işaret vardır.” 365<br />

Âyetteki “Rabbinin adını an” ise Yüce Allah’ın bu ifadelerinden, namaz değil,<br />

aksine sözlü ve itikadi açıdan olan <strong>tesbih</strong>, yani takdis ve tenzih kastedilmiştir ki maksadı<br />

da, kulun bütün vakitlerde, gece ve gündüz, kalbiyle ve diliyle Allah’ı zikretmesi<br />

(hatırlaması) gerektiğini bildirmektir. Bu Hak Teâlâ’nın, “Ey iman edenler Allah’ı çokça<br />

zikredin ve O’nu sabah akşam <strong>tesbih</strong> edin” 366 âyetiyle anlatılmak istenen manadır. 367<br />

Hz. Peyganber (a.s.v)’in <strong>tesbih</strong> ile ilgili bir çok hadisleri bulunmaktadır. Onlardan<br />

birkaçını burada aktarmak istiyoruz: “Allah’ım seni hamdinle tenzih ederim, senden başka<br />

ilah yoktur. Günahım için af delirim, rahmetini taleb ederim. Allahım ilmimi artır, bana<br />

hidâyet verdikten sonra kalbimi saptırma. Katından bana rahmet lütfet. Sen lütfedenlerin en<br />

cömerdisin.” 368<br />

Ebu Hureyrenin rivâyet ettiği bir hadisinde Resulallah (s.a.v): “Allah’ı <strong>tesbih</strong><br />

ederim, hamdler Allah’adır, Allah’tan başka ilah yoktur, Allah en büyüktür” demem bana<br />

üzerine güneşin doğduğu şeyden (dünyadaki her şeyden) daha sevgilidir.” 369 Her namazın<br />

arkasından yapılması gereken <strong>tesbih</strong>i de şu hadislerinde beyan etmektedir: “Her namazın<br />

arkasından kim 33 defa Allah’ı <strong>tesbih</strong> eder “subhanallah” der, 33 defa Allah’a hamd eder<br />

“alhamdülillah”, 33 defa Allah’ı tekbir eder “Allahu ekber” der ve “la ilahe ilallahu<br />

vahdehu la şerike leh …” sözü ile yüze tamamlarsa, günahları deniz köpüğü kadar dahi<br />

364 İnsan, 76/25-26.<br />

365 Elmalılı, a.g.e., C.8, s. 472.<br />

366 Ahzab, 33/41-42.<br />

367 er-Râzî, a.g.e., C.31, s. 124-125; eş-Şevkâni, a.g.e., C.5, s. 497.<br />

368 Ebû Dâvûd, “Edep”, 108.<br />

369 Müslim, “Zikir”, 32.<br />

79


olsa, onlar bağışlanır.” 370<br />

Resulullah (s.a.v)’in hadis kitaplarında haber verilen zikirlerini, dualarını,<br />

<strong>tesbih</strong>lerini, tehlillerini düşünecek olursak; gerçekten O’nun hayatının zikirle, dua ile,<br />

<strong>tesbih</strong> ve tehlil ile dolu olduğunu görürüz. O her zaman Allah’ı <strong>tesbih</strong> etmeyi bir görev<br />

bilmiş ve O’nun adı anılmadan yapılan işin noksan olduğunu kabul etmiştir.<br />

5. 4. Hayvanların Tesbihi<br />

Kur’ân’ın ifadesine göre hayvanlar da birer ümmettir. Âyette şöyle<br />

buyrulmakatdır: “Yerde yürüyen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da ancak sizin gibi<br />

birer toplulukturlar. Kitap’da Biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık; onlar sonra Rablerine<br />

toplanacaklardır.” 371<br />

Ferrâ şöyle demiştir: “Her çeşit canlı, başlı başına bir ümmettir. Nitekim Hz.<br />

Peygamber bir hadisinde, “Şâyet köpekler ümmetlerden bir ümmet olmasaydı, onların<br />

öldürülmelerini emrederdim” 372 buyurmuş, böylece de köpeklerin bir ümmet olduğunu<br />

beyan etmiştir.<br />

Râzî Nur suresinin 41. âyetini tefsir ederken şu uzun açıklamayı yapmaktadır:<br />

“Bazı âlimler şöyle demişlerdir: “Biz, Allah Teâlâ’nın, kuşlara ve diğer haşerâta, akıllıların<br />

ekserisinin yapamayacağı fevkalâde kabiliyetler ilham etmiş olduğunu, verdiğini<br />

görmekteyiz. Durum böyle olunca, onlara, kendisini tanımalarını, kendisine dua ve<br />

<strong>tesbih</strong>atta bulunmalarını ilham etmiş olması niçin mümkün olmasın? Hak Teâlâ’nın,<br />

kuşlara ve haşerâta fevkalâde kabiliyetler ilham ettiğini şöyle izah ederiz:<br />

1) Allah Teâlâ’nın, onlara avlarını ele geçirme hususunda verdiği kabiliyetler.<br />

Meselâ örümceğin, sineği avlama hususundaki, o ince hilesini bir düşün. Nitekim şöyle<br />

denilir: Ayı, öküzün geçeceği yerde sırt üstü yatar. Öküz onu boynuzlamak istediğinde de,<br />

370 Müslim, “Salat”, 146.<br />

371 En’am, 6/38.<br />

372 Ebû Dâvûd, “Sayd”, 1.<br />

80


elleriyle boynuzlarından yapışır ve onu yere yıkıncaya, öldürünceye kadar ısırmaya başlar.<br />

Yine ayının taş atabildiği, sopa alıp insanlara vurabildiği, öldüğünü sandığı insanı bıraktığı,<br />

zaman zaman onu koklayıp, nefes alıp almadığını kontrol ettiği, kolay bir sıçrayışla ağaca<br />

çıktığı, bir eline ceviz koyup öbür eliyle vurarak kırdığı, sonra üfleyerek kabuklarını<br />

savurup, içini yediği anlatılmıştır. Yine farenin, hırsızlığı hususunda enteresan şeyler<br />

anlatılmıştır.<br />

2) Arının ve üstlendiği reislik (beylik, başkanlık) durumunun ve en üstün<br />

mühendislerin bile yapamadıkları şekilde, altıgen evler (Petek) yapışı.<br />

3) Turna kuşunun, kendisine en uygun havayı bulabilmek için, dünyanın bir<br />

ucundan, bir ucuna uçması. Yine denildiğine göre, her bir atın, karşılaştığı her atın sesini<br />

unutmayıp, tanıması da, bunların özelliğindendir. Yine köpeklerin, birbiri tarafından<br />

tanınan şekilde havladıkları rivâyet edilmiştir. Pars, su içtiğinde yahut “hânikü’l-fehd” adlı<br />

bitkinin suyunu içtiğinde, insanların süpürüntü ve çöplerini yediği rivâyet edilmiştir.<br />

Timsahlarda da, saksağan kuşu gibi kuşları beklemek için ağızlarını açtıkları ve o kuşların,<br />

timsahın diş aralarını temizlediği, o kuşların başında, dikenimsi şeylerin bulunduğu, timsah<br />

onu yutmaya yeltendiğinde, bu dikenimsi şeyin ona bu imkânı vermediği ve kuşun böylece,<br />

kolaylıkla (tehlikesizce) gittiği söylenmektedir. Yine kaplumbağanın, yılanı yedikten sonra,<br />

dağda biten kekik otundan yediği ve böylece onun tesirinden kurtulduğu rivâyet edilmiştir.<br />

4) Kirpi, rüzgar esmeden önce, kuzey ve güneyi tesbit eder, böylece de yuvasının,<br />

girişini (rüzgara göre) değiştirir. Kırlangıç da, çamurdan yuva yapıp, ağaç oyma hususunda<br />

gerçekten bir ustadır. Eğer çamura ihtiyacı olursa, toprağı kazar ve sonra kanatlarında<br />

taşıyabileceği kadar bir çamur yapabilmek için, o çamuru çorakta yuvarlar. Yavru<br />

yaptığında, yavrularının bakımını titizlikle yapar, onların pisliklerini gagasıyla alıp,<br />

yuvadan atar. Sonra da onlara bu pisliklerini, yuvanın bir tarafına yapmalarını öğretir. Avcı,<br />

kekliğin yavrularının olduğu tarafa yaklaştığında, keklik ona gözükür, peşine düşüp,<br />

yavrularının bulunduğu taraftan uzaklaşması için, ona yaklaşır ve neredeyse<br />

yakalanacakmış gibi his verir. Ağaçkakan, yeryüzüne nadiren konar. Genellikle ağaç<br />

81


üzerinde, içinde (ağaç) kurdu olduğunu bildiği yeri gagalar durur. Yine kuğular, uçarken<br />

gökte çok yükselirler. Eğer bir bulut, yahut sis onların birbirlerini görememelerine sebep<br />

olursa, o zaman, sanatlarından, birbirlerini duyup takip edebilecekleri bir ses çıkarırlar. Bir<br />

dağ başında uyuduklarında, başkanları hariç, hepsi başlarını kanatları altına sokarlar.<br />

Başkanları ise, başı açıkta uyur. Böylece bir bekçi vasifesi görür en hafif bir ses duysa,<br />

hemen uyanır. Karıncalar, son derece düzgün bir çizgi üzerinde, birbirlerini kontrol ederek,<br />

yuvalarına gitmektedirler. 373 Râzî’nin saydığı bütün bu örneklerden hayvanların, kendi<br />

çeşitlerine göre ümmet oldukları anlaşılmaktadır. Bunlar hareketleriyle, sesleriyle, hasılı<br />

yaşam biçimleriyle Allah’ı <strong>tesbih</strong> ederler.<br />

Ebu Hüreyre, karıncaların <strong>tesbih</strong>i ile ilgili olarak Hz. Peygamber (a.s.v)’den şu<br />

hadisi rivâyet etmiştir: “Peygamberlerden birini karınca ısırmış. O peygamber karıncaların<br />

bulunduğu yuvanın yakılmasını emredince Allah ona şöyle vahy etmiştir: Seni ısıran bir<br />

karınca yüzünden <strong>tesbih</strong> eden bir topluluğu yok ettin.” 374<br />

İbn Ömer (r.a.) diyor ki: “Resûlüllah (s.v.a) Efendimiz, kurbağa öldürmeyi<br />

yasakladı ve şöyle buyurdu: “Doğrusu onun vıraklaması <strong>tesbih</strong>tir.” 375<br />

İmam Beyhaki şöyle rivayet ediyor: “Hz. Peygamber (s.a.v.) hayvanların yüzlerine<br />

damganmasını ve vurmasını yasaklanmıştır. Çünkü o hayvanlar Yüce Allah’ı <strong>tesbih</strong> ve<br />

hamd ederler.” 376<br />

Hayvanlar lisân-ı hâlleriyle de <strong>tesbih</strong>te bulunmaktadırlar. Hayvanların yaratılış<br />

özellikleri, verilen görevi yerine getirmeleriyle düşünen bir toplum için Allah’ın varlığına<br />

delil teşkil etmektedir. Zira onları mükemmel şekilde yaratıp emrine boyun eğdiren Yüce<br />

Allah’tan başkası olamaz. Nitekim “Bu insanlar, devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl<br />

yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?” 377<br />

373 er-Râzî, a.g.e., C.24, s. 11-12.<br />

374 İbn Mace, “Sayd”, 10.<br />

375 İbn Mâce “sayd”, 10.<br />

376 eş-ŞiRâzi, Nasır Mekarim, el-Emsal fi Tefsiri Kitabillahi'l-Münzel, Beyrut : Müessesetü’l-Ba’se, 1992,<br />

C.9, s. 14.<br />

377 Ğaşiye, 88/17-18.<br />

82


âyeti insanları düşünmeye çağırıp Allah’ın varlığına ve birliğine götürmeye çalışmaktadır<br />

ki bu mecazî <strong>tesbih</strong>i ifade etmektedir.<br />

Neticede <strong>tesbih</strong> ve ibadet sınırsız çeşitleriyle her şeyde vardır. Fakat her şeyin<br />

kendi <strong>tesbih</strong>lerinin ve ibadetlerinin bütün yönlerini bilip hissetmesi gerekmez. Çünkü bir<br />

şeyin olması, kalbin hazır olması gerektirmez. Şu halde bütün çeşitleriyle hayvanlar da<br />

bütün hareket ve sükûnlarıyla, Allah’ın nizamına boyun eğmeleriyle ve lisân-ı hâlleriyle<br />

Allah’ı <strong>tesbih</strong> edip yüceltmektedir. 378<br />

5. 4. 1. Kuşların <strong>tesbih</strong>i<br />

Kuşların öyle özellikleri vardır ki, onları incelediğimiz zaman hem akıllara<br />

durgunluk verir, hem de Yüce Allah’ın yüksek kudretinin onlardan yana tecellisini yansıtır.<br />

Bir kısmını şöyle özetleyip maddeleştirebiliriz :<br />

1) Uçan kuşların vücutlarının hemen her parçası ve bölümü uçuşa uygun ve<br />

yardımcı ölçüde yaratılmıştır. Şöyle ki: Vücut boşluklarında ve uzun kemiklerinde<br />

akciğerle bağlantılı hava torbacıkları vardır. Göğüs kasları geminin ön kısmını andırır<br />

şekildedir ve vücudun önemli kısmını meydana getirir. Kanat tüyleri, kanatlar kapandığı<br />

zaman havanın süzülebileceği delikler ve aralıklar bırakmayacak şekilde üst üste biner.<br />

Kanatlarını açıp çırptığı zaman hava tüylerin arasından kayar ve öne doğru süratlenmesini<br />

sağlar.<br />

2) Yağışlı havada ıslanmamaları için vücutları çok ince yağ salgılar da o sayede<br />

tüyleri kaygan hale gelir.<br />

3) Vücutlarındaki ve uzun kemiklerindeki hava torbacıkları sayesinde hem<br />

uçmaları sağlanır, hem de yeterli oksijen aldıkları için terlemezler. Böylece çok uzun<br />

yolculuklarında su içmeden yollarına devam edebilirler.<br />

378 Ulutürk, Veli, Kur’ân-ı Kerim Allah’ı Nasıl Tanıtıyor, İzmir: Çağlayan Yay, 1995, s. 70.<br />

83


4) Gözleri çok keskindir. Yerdeki taneyi, havada uçuşan sineği uzaktan fark<br />

edebilirler.<br />

5) Göç mevsiminde bir kısmı binlerce kilometre yol katederek, okyanusları<br />

aşarlar. Nereye göç etmeleri gerekiyorsa bir yanlışlığa meydan vermeden oraya doğru yol<br />

alırlar.<br />

6) Nesillerini devam ettirmede büyük ustalık gösterirler. Yuva yapma ve yer<br />

seçmedeki maharetleri harikadır.<br />

7) Her kuş kendi türüyle yaşar ve onlarla gruplar halinde hayatını sürdürür.<br />

8) Her kuş yine kendi türünün özelliğine göre hareket sağlar, ses çıkarır ve bağlı<br />

bulunduğu grupla haberleşir.” 379<br />

Yüce Allah’ın kudretini ispat eden delillerden bir tanesi, O’nun yarattığı bütün<br />

varlıklarına konuşma yeteneği vermesidir. Hiçbir mahluk yoktur ki onun konuşma veya<br />

kelamı olmasın. Bunu, şu âyette görmekteyiz: “Derilerine: “Aleyhimize niçin şahidlik<br />

ettiniz?” derler. “Bizi, her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. Sizi önce yaratan O’dur ve<br />

O’na döndürülüyorsunuz” cevabını verirler.” 380 Kur’ân-ı Kerim bizlere karıncanın, arının<br />

ve kuşların dilinden haber vermektedir. Bunun dışında dağların ve diğer cemadatın dilinden<br />

de bahs etmektedir ki, bu Yüce Allah’ı <strong>tesbih</strong> faaliyeti olmaktadır. Tesbih faaliyeti bahs<br />

edeceğimiz gibi konuşma, hareket ve seslerden oluşmaktadır. 381<br />

Yüce Allah Hz. Süleyman’a kuşların konuşma dilini öğretmiş ve bu üstün ilim<br />

sayesinde ordusunda kuşlardan oluşan bir bölük kurmasını sağlamıştır. Hz. Süleyman bu<br />

vesileyle kuşlarla bağlantı kurmuş, onlara dilediği şekilde hükmedebilmiştir. Bu durum<br />

tümüyle Allah’ın Hz. Süleyman’a olan rahmetinin bir sonucudur. Bunun farkında olan<br />

Süleyman Peygamber, halkına yaptığı açıklamada bu ilmi kendisine Allah’ın öğrettiğini<br />

379 Yıldırım, Celal, a.g.e., C.8, s. 4239-4240<br />

380 Fussilet, 41/21.<br />

381 İbrahim, a.g.e., s. 118.<br />

84


özellikle belirtmiştir. Bu ilmin kendisine ait bir özellik olmadığını ve insanın sadece<br />

Allah’ın öğretmesiyle böyle bir ilme sahip olabileceğini vurgulamıştır. Böylece Allah’a<br />

karşı olan teslimiyetini ve muhtaçlığını açıkça ifade etmiştir: “Süleyman Davud’a varis<br />

oldu: “Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize herşeyden bolca verildi. Doğrusu bu<br />

apaçık bir lütuftur” dedi.” 382 Yine karınca vadisinde Hz. Süleyman (a.s), bir karıncanın:<br />

“Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman’ın ordusu farkına varmadan sizi ezmesin”<br />

dedi.” 383 deyişini anlar, güler ve Rabbına şükreder.<br />

Mukatil bu âyet-i kerime hakkında şöyle demektedir: “Bir gün Süleyman (a.s)<br />

oturur iken yanında belli bir şeyin etrafında dönen bir kuş geçti. Yanında bulunanlara: Bu<br />

kuşun ne dediklerini biliyor musunuz? Bu kuş bana şunları söyledi: Ey saltanat sahibi<br />

hükümdar ve ey Israiloğullarının peygamberi selam sana! Yüce Allah sana ikramda<br />

bulunmuştur. Seni düşmanlarına karşı muzaffer kılmıştır. Ben şimdi yavrularımın yanına<br />

gideceğim, ikinci bir defa sana geleceğim. O biraz sonra bize ikinci defa gelecek derken<br />

kuş döndü, Süleyman (a.s) dedi ki: Bu kuş şöyle diyor: Ey saltanat sahibi hükümdar selam<br />

sana. Eğer izin verirsen ben yavrularım için bir şeyler kazanayım taki yetişsinler, sonra<br />

senin yanına geleyim o vakit bana istediğini yap. Süleyman onlara kuşun söylediklerini<br />

bildirdi, ondan sonra da ona izin verdi, kuş da gitti.” 384<br />

Ferkad es-Sebehî dedi ki: “Süleyman bir ağacın üzerinde kafasını oynatan,<br />

kuyruğunu hareket ettiren bir bülbülün yanından geçiyordu. Arkadaşlarına; bu bülbülün ne<br />

dediğini biliyor musunuz? diye sordu. Onlar: Hayır ey Allah’ın peygamberi dediler.<br />

Süleyman (a.s) dedi ki: Bu bülbül şöyle diyor: Ben bir meyvenin yarısını yedim. Artık<br />

bundan sonra dünya umurumda değil. Yine bir ağacın üstünde bir hüdhüd kuşu gördü,<br />

küçük bir çocuk da ona bir tuzak kurmuştu. Süleyman: Ey hüdhüd dikkat et dedi, kuş: Ey<br />

Allah’ın peygamberi bu akılsız bir çocuktur, ben de onunla dalga geçiyorum, dedi. Daha<br />

sonra Süleyman geri döndüğünde kuşun çocuğun tuzağına yakalanmış olduğunu ve<br />

382 Neml, 27/16.<br />

383 Neml, 27/18.<br />

384 el-Munâvî, Zeynüddin Muhammed Abdürrauf b. Ali, thk. Hamdi Danış Muhammed, Feyzü’l-Kadîr,<br />

Mekke: Mektebetu Nizar Mustafa el-Baz, 1998, C.1, s. 380<br />

85


çocuğun elinde bulunduğunu gördü. Ey hüdhüd bu da ne? dedi. Hüdhüd: Ey Allah’ın<br />

peygamberi ben o tuzağı göremedim ve nihâyet ona düştüm dedi. Süleyman: Yazık sana,<br />

sen yerin altındaki suyu görüyorsun da sana kurulan tuzağı görmüyor musun? Hüdhüd dedi<br />

ki; Ey Allah’ın peygamberi tedbirin takdire karşı faydası yoktur.” 385<br />

Yüce Allah Ku’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Göklerde ve yerde olan<br />

kimselerin, sıra sıra uçan kuşların Allah’ı <strong>tesbih</strong> ettiğini görmez misin? Her biri kendi niyaz<br />

ve <strong>tesbih</strong>ini bilir. Allah, onların yaptıklarını bilendir.” 386<br />

Yüce Allah bu âyet-i Kerimede göklerde ve yerde olanların <strong>tesbih</strong> ettiklerini<br />

belirtirken özellikle dikkatimizi kanatlarının çırparak uçan kuşlara çekmektedir. Allah bu<br />

misalle bize mesaj vermektedir. Zira kuşların boşlukta uçmaları düşünen için ibret verici bir<br />

durumdur. Nitekim Yüce Allah başka bir âyette de havada kanat çırparak uçan kuşları<br />

kendisinden başka kimsenin tutmadığını 387 belirterek mesajını da vermiş olmaktadır.<br />

Râzî âyetteki <strong>tesbih</strong> ile, ya bütün varlıkların, Yüce Allah’ın noksanlardan<br />

münezzeh olduğuna ve kemâl sıfatlarına sahip olduğuna delil oluşu, yahut onların bizzat<br />

dilleriyle konuşup <strong>tesbih</strong> ettikleri, yahut da bazıları hakkında tenzih, bazıları hakkında da<br />

lisânen konuşma manası kastedilmiş olduğunu söylemektedir. 388<br />

Süleyman Ateş’e göre her şey Allah’ın verdiği içgüdü ile ve ilham ile görevini<br />

yapar, kendisindeki içgüdü ile Allah’a yönelir. Dolayısıyla her varlığın, Allah’ın kendisine<br />

yüklediği görevini yapması Allah’ı <strong>tesbih</strong> sayılır. 389<br />

Ebu Sâbit’ten şu rivâyet edilmiştir: “Muhammed b. Cafer el-Bakır (r.a)’ın yanında<br />

oturuyordum. O bana, “Güneş doğarken ve batarken, şu serçelerin ne dediklerini biliyor<br />

385 A.g.e., C.1, s. 380<br />

386 Nur, 24/41.<br />

387 “Onlar, üstlerinde kanat çırparak uçan kuşlara hiç bakmazlar mı? Onları havada tutan yalnızca<br />

Rahmân’dır: Gerçek şu ki O, her şeyi gözetiminde bulundurur.” (Mülk, 67/19).<br />

388 er-Râzî, a.g.e., C.24, s. 10.<br />

389 Ateş, Yüce Kur’ânın Çağdaş Tefsiri, C.6, s. 200-201.<br />

86


musun?” dedi. Ben de, “Hayır” dedim. O, “Bunlar, Rablerini <strong>tesbih</strong> ve takdis ediyor ve o<br />

günkü rızıklarını istiyorlar” dedi.” 390<br />

Şüphesiz Yüce Allah hiçbir mahluku boşuna yaratmadığı gibi, başı boş da<br />

bırakmamıştır. Ne için yaratılmışlarsa o maksada uygun cihazlarla donatılmış ve o gayeye<br />

yöneltilmişlerdir. Bu itibarla yumurtadan çıkan ördek yavrusu hemen suda yüzüyor, kuş<br />

yavrusu kanatlarını uçmaya hazır bulup uçuyor, arı bal yapıyor, inek süt veriyor…<br />

Demek ki yüce Allah hiçbir şeyi boşuna yaratmamış, başı boş bırakmamış ve her<br />

şeye ifa edecekleri fonksiyona göre yollarını göstermiştir. Bütün hayvanlar yuvasını<br />

yapmayı, rızkını arayıp bulmayı, neslini kurumayı vb biliyor.<br />

Bir diğer âyette ise: “Doğrusu Biz, akşam sabah onunla beraber <strong>tesbih</strong> eden<br />

dağları, kuşları da toplu halde onun buyruğu altına vermiştik. Her biri ona<br />

yönelmekteydi.” 391 İbn Abbas bu âyetle ilgili olarak şöyle demiştir: “Dâvûd (a.s) <strong>tesbih</strong> etti<br />

mi dağlar ona cevab verir. Kuşlar onun etrafında toplanır ve onunla birlikte <strong>tesbih</strong> ederlerdi.<br />

İşte kuşların onun yakında toplanmaları, onların haşredilmeleri (toplanıp gelmeleri)dir.<br />

Buna göre anlam şöyle olur: Biz kuşları onunla birlikte <strong>tesbih</strong> etmeleri için onun etrafında<br />

topluca bir araya gelmelerini sağlayarak müsahhar kıldık.” 392<br />

Hz. Davud (a.s)’ın güzel ve tatlı bir sesi vardı. O Allah’ı <strong>tesbih</strong> ettiğinde dağlar<br />

onun güzel sesini yankılandırıyor, kuşlar da çevresine toplanıyor onunla beraber <strong>tesbih</strong><br />

ediyorlardı. Onun sesi ile ilgili olarak şöyle rivâyet edilmiştir: Ebu Musa el-Eşari (r.a)<br />

Kur’ân okurken oradan geçen Peygamber (s.a.v.) ayakta durup uzun bir süre onu dinlemiş<br />

ve o Kur’ân okumayı bitirdiğinde: “Bu adama Davud’un güzel sesinden bir parça verilmiş”<br />

393 demiştir.<br />

390 er-Râzî, a.g.e., C.24, s. 10.<br />

391 Sad, 38/18-19.<br />

392 el-Kurtubî, a.g.e., C.15, s. 161.<br />

393 el-Mevdûdî, a.g.e., C.3, s. 288-289.<br />

87


“Davud ve Süleyman da milletin koyunlarının yayıldığı bir ekin hakkında hüküm<br />

veriyorlarken, Biz onların hükmüne şahiddik. Süleyman’a bu meselenin hükmünü<br />

bildirmiştik; her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile beraber <strong>tesbih</strong> etsinler diye dağları<br />

ve kuşları buyruk altına aldık. Bunları Biz yapmıştık.” 394<br />

Kuşların toplu halde Dâvud Peygamber’e boyun eğmesini ile ilgli olarak şu<br />

yorumlar yapıldığını görülmektedir:<br />

1) Dâvud Peygamber (a.s.) insanların kalbine kuş sevgisi aşılayarak onların<br />

korunmasını sağlamış, o kadar ki kuşlar insanlardan ürkmez olmuşlardı.<br />

2) Dâvud Peygamber kendisine verilen yüksek keramet veya mu’cizeyle, kuşların<br />

-ilâhî sünnet gereği- <strong>tesbih</strong>lerini anlıyor ve özellikle ibâdet için sabah ve akşam gibi iki<br />

faziletli vakitte, diğer bir anlatımla, sabahleyin kuşlar etrafa yayılırken, akşam vakti de<br />

yuvalarına dönerken Dâvud (a.s.) onların zikir ve <strong>tesbih</strong>ine gönül kulağını verip Hakk’ı<br />

tenzîh ediyor, O’nu anıp hamdu senada bulunuyordu.<br />

3) Güçlü ordusuyla dağları, ovaları aşıp uçan kuşlarla yarış edercesine bir saltanat<br />

kurduğu da düşünülebilir. 395<br />

İmam Sadık bu komu ile ilgli olarak şöyle demiş: “Karada ve denizde hiçbir<br />

avlanan her hangi bir kuş veya yabani hayvan yoktur ki kendi dilince Yüce Allah’ı <strong>tesbih</strong><br />

etmiş olmasın.” 396<br />

Konu ile ilgili olarak bir diğer rivayet ise şudur: İmam Bakir anlatıyor : “Bir gün<br />

Hz. Peygamber (s.a.v.) serçenin sesini işitince, Ebu Hamzeti Semalî’ye dedi ki: “ O kuşlar<br />

Yüce Allah’ı <strong>tesbih</strong> ediyor ve günlük rızıklarını arıyorlar.” 397<br />

394 Enbiya, 21/78-79.<br />

395 Yıldırım, Celal, a.g.e., C.10, s. 5157-5158.<br />

396 eş-ŞiRâzi, a.g.e., C.9, s. 14.<br />

397 A.g.e., s. 14.<br />

88


Sonuç itibariyle zikredilen bütün âyetler, hadisler ve müfessirlerin yorumlarından<br />

anlaşıldığı üzere kuşların havada yol alırken kanat çarpışı <strong>tesbih</strong>tir. İster bu <strong>tesbih</strong> seslerle<br />

yapılmış olsun ister hareketiyle, önemli olan bu kuşların Yüce Allah’ı her zaman zikretip<br />

O’nu <strong>tesbih</strong> etmeleridir.<br />

6. CANSIZ VARLIKLARIN TESBİHİ<br />

Kur’ân-ı Kerim’e baktığımızda cansız varlıkların adeta konuşturulduğunu, onlara<br />

canlılık atfedildiğini görürüz. Tabiat dediğimiz bütün varlık ve hatta cansızlar bile O’na<br />

aynı Yaratıcı’nın emirlerine boyun eğen, fıtrî vazifelerini yerine getiren itaatli askerler gibi<br />

görünür: Çünkü “İnananların, imanlarını kat kat artırmaları için, kalblerine güven indiren<br />

O’dur. Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah’ındır. Allah bilendir, Hakim olandır.” 398 Evet,<br />

cansız tabiat dediğimiz eşya Kur’ân’da adeta canlı gibi karşımıza çıkmaktadır. Yüce Allah<br />

onlara hitap eder. Allah kâinat yaratılışında “Yeryüzüne üstünden ağır baskılar (dağlar)<br />

yerleştirdi, onu bereketli kıldı; arayıp soranlar için gıdalarını tam (toplam) dört gün içinde<br />

yetiştirmesi kanununu koydu (takdir etti). Sonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona<br />

ve yeryüzüne: “İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin” dedi. İkisi de: “İsteyerek<br />

geldik” dediler.” 399 âyetinde belirtildiği gibi cansız eşyayı belli kanunlar çerçevesinde<br />

yönlendirip hedefini tayin etmiştir. Bu ve benzeri âyetlerdeki hitabın temsilî olduğunu,<br />

gerçekte cansızların böyle bir konuşmaları ve cevap vermeleri bulunmadığını ileri sürenlere<br />

göre de, bu cansızlar âlemi yaratılışlarından beri lisânı-ı hâl ile Allah’ın emirlerine tam bir<br />

itaatle boyun eğmektedir. Yani cansız dediğimiz eşya niçin yaratılmışlarsa hiç sapmadan o<br />

gayeye hizmet ediyorlar. Mesela, <strong>tesbih</strong>in kelime anlamı olan, yıldızların yörüngelerinde<br />

hiç sapmadan hareket etmeleri ilahi kanuna boyun eğmelerinin bir sonucudur. İşte bu<br />

durum evrensel bir <strong>tesbih</strong> faaliyetidir.<br />

Tabiata baktığımızda eşyanın cansız olduğunu söylesek de hareketsiz olduğunu<br />

söylememiz mümkün değildir. Zira bunun böyle olduğunu modern bilim ispat etmiştir.<br />

Daha yakın zamana kadar cansız dediğimiz tabiatın hareketsiz, donuk olduğu sanılırdı. Bu<br />

398 Fetih, 48/4.<br />

399 Fussilet, 41/11-12.<br />

89


gün maddenin en küçük parçası olan atomun çekirdeği etrafından saniyede 2.000 km. hızla<br />

döndüğü söylenmektedir 400 ki bu gerçekten enteresan, esrarengiz bir durum arz etmektedir.<br />

Demek ki her şey, canlı olmasa da hareket halindedir. Demek ki her şey belli bir nizam<br />

çerçevesinde hareket etmekte ve bu durumuyla da Allah’ı <strong>tesbih</strong> etmiş olmaktadırlar.<br />

Tabiat gerçekten o kadar mükemmel örülmüş ve o kadar düzenli çalışmaktadır ki,<br />

bu durum Allah’ın Yüce kudretinin eseri olarak Kur’ân-ı Kerimde pek çok yerde dile<br />

getirilmiştir. 401 Dev bir makine gibi olan bu kâinat içindeki tüm sebeplilik süreçleriyle<br />

birlikte kendi yapıcısının temel işareti (âyeti) ve varlığının delilidir. 402 İşte bazı âyetlere<br />

dayanarak cansız varlıkların <strong>tesbih</strong>lerini, onların boyun eğmelerinin mahiyetini açıklamaya<br />

çalışacağız.<br />

6. 1. Güneş, Ay ve Yıldızların Tesbihi<br />

Kur’ân’ın indiği dönemin uzay ve kâinât bilgisi gereğince Kur’ân “gökler”<br />

demiştir. Fakat “gökyüzü” dendiği zaman, nerde başlayıp nerde bittiği bilinmeyen, uçsuz<br />

bucaksız bir uzay akla gelmektedir. Bu uzay, yıldızları, gezegenleri ve galaksileri ve<br />

galaksi kümelerini içermektedir. Astronomi bilgisinin oldukça sınırlı olduğu miladi 7.<br />

yüzyıl insanları açısından “gökler ve yeryüzü”, üzerinde yaşadığımız bu dünya ile onun<br />

göğünü temsil etmektedir. Halbuki “gökler”, bütün uzay ve içindeki yıldızları ve<br />

gezegenleri, yani kâinâtı kapsayan bir terimdir. “Arz” ise, üzerinde yaşadığımız dünyadır.<br />

400 Karaman, ve Dğr, a.g.e., C.3, s. 423; Ateş, Yüce Kur’ânın Çağdaş Tefsiri, C.5, s. 219-220.<br />

401 “Dağları yerinde donmuş gibi durur görürsün, oysa onlar bulutlar gibi geçerler. Bu her şeyi sağlam tutan<br />

Allah’ın işidir. Doğrusu O, yaptıklarınızdan haberdardır!” (Neml, 27/88); “O her şeyden öncedir; kendisinden<br />

sonraya hiçbir şeyin kalmayacağı son’dur; varlığı aşikardır; gerçek mahiyeti insan için gizlidir. O her şeyi<br />

bilir. Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden, yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve<br />

oraya yükseleni bilen O’dur. Nerede olursanız olun, O, sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.” (Mülk,<br />

67/3-4); “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahiblerine<br />

şüphesiz deliller vardır. Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin<br />

yaratılışını düşünürler: “Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, Sen münezzehsin. Bizi ateşin azabından<br />

koru!” (Al-i İmrân, 3/190-191); “Gökleri, gördüğünüz gibi, direksiz yükselten, sonra arşa hükmeden, her biri<br />

belli bir süreye kadar hareket edecek olan Güneş ve Ay’ı buyruğu altına alan, işleri yürüten, ayetleri uzun<br />

uzun açıklayan Allah’tır; ola ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanırsınız.” (R’ad, 13/2)<br />

402 Fazlu Rahman, Ana Konularıya Kur’ân, trc. Alparslan Açıkgenç, Ankara: Ankara Okulu Yay, 1998, s.<br />

117.<br />

90


Yüce Allah bizlere bu uzayda var olan güneşin, ayın ve yıldızların <strong>tesbih</strong> ettiklerini haber<br />

vermektedir:<br />

“Sonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: “İsteyerek veya<br />

istemeyerek buyruğuma gelin” dedi. İkisi de: “İsteyerek geldik” dediler..” 403<br />

Kurtubî’nin dediği gibi bu âyet, “evrenin Allah’ın koyduğu kanunlara boyun<br />

eğişini çok çarpıcı bir ifade ile ima etmektedir. Bu evren gerçeğinin yaratıcısına bağlılığını<br />

vurgulamaktadır. Bu bağlılık onun sözlerine ve iradesine uymak ve teslim olmak şeklinde<br />

kendini göstermektedir.” 404 Bunun dışında kâinâtın yaratılışının ilk başlangıcına ve Allah’a<br />

olan itaatine işaret etmektedir. Fakat göklerin ve yerin Allah’ın emrine “isteyerek geldik”<br />

demiş olmaları bir kere olmuş bitmiş bir iş değildir, bu teslimiyet o günden bugüne<br />

süregelmekte olup, kıyamete kadar da devam edecektir.<br />

Bu âyetin daha iyi anlaşılması için bilim adamlarının keşf ettiklerine başvurmamız<br />

daha uygun olacaktır.<br />

Bugünkü ilmî verilere göre “bu evrende en az 100 milyar galaksi bulunmaktadır.<br />

Bu galaksilerden biri Samanyolu’dur. Güneş de Samanyolu’ndaki 200 milyar yıldızdan<br />

biridir. Her yıldızın ayrı gezegenleri ve uyduları olup bir galakside trilyonlarca gökküre<br />

bulunmaktadır. Bilindiği üzere evrende her şey hareket halindedir, hiçbir şey belli bir yerde<br />

durmaz. Gerçekte dünya (ve onunla birlikte güneş sistemi) her yıl, bir önceki yılda<br />

bulunduğu yerden 500 milyon km uzakta bulunur ve uzayın sonsuzluğunda dolaşır<br />

durur.” 405 “Güneş, samanyolunu oluşturan 200 milyar yıldızdan biridir. Çapı 1.393.000<br />

km’dir. Dünyamızdan 325.500 defa daha büyük bir kütle olan ve her gün kendini yakan bu<br />

muazzam gaz fırını, saniyede 500-600 milyon ton hidrojeni, helyuma dönüştürür. Bir başka<br />

403 Fussilet, 41/11.<br />

404 Kutup, a.g.e., C.9, s. 20.<br />

405 Bkz. Deniz, M. Akif, “Hayat ve Enerji Kaynağımız: Güneş”, Teknobilim,<br />

http://www.ilkadimdergisi.com/171/teknobilim-akifdeniz.htm.<br />

91


deyişle, burada her saniyede binlerce hidrojen bombası patlar ve hidrojen atomları helyuma<br />

dönüşür. Bu sırada kaybolan kütle enerjiye dönüşür. İşte bu enerji, yeryüzünde yaşayan<br />

bütün canlıların hayatları için ihtiyaç duyduğu enerjidir. İbrahim Suresinin 32-33 âyetinde:<br />

“Gökleri ve yeri yaratan, yukardan indirdiği su ile rızık olarak ürünler yetiştiren, emri<br />

gereğince denizde yüzmek üzere gemileri, nehirleri, belli yörüngelerinde yürüyen ay ve<br />

güneşi, geceyle gündüzü sizin buyruğunuza veren Allah’tır.” buyurulmaktadır.” 406<br />

“Güneşin birinci hareketi kendi ekseni etrafında dönüşüdür. 7 derece 11 saniye<br />

eğik bir eksen çevresindeki bu dönüşünü yaklaşık 25 günde tamamlar. İkinci hareketi,<br />

bütün gezegenleri ve uyduları ile birliktedir. Bu dönüş, Samanyolu merkezi etrafında olup<br />

saniyedeki hızı 270 km.dir ve bu dönüşü 250 yılda tamamlar. Üçüncü hareketi, Samanyolu<br />

ile birlikte yaptığı harekettir. Samanyolu 100-125.000 ışık yılı çapında bir galaksidir. İşte<br />

bu yıldızlar uydular topluluğu beraber dönmektedirler.” 407<br />

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır: “Ve [görmüyorlar ki,] geceyi<br />

ve gündüzü, güneşi ve ayı hepsi de uzayda dolaşan (o gök cisimlerini) yaratan O’dur!” 408<br />

Râzî, yıldızların hareketi konusunda çeşitli görüşleri belirttikten sonra “felek sakin<br />

olur, kendisindeki yıldız ise, tıpkı durgun sudaki balığın hareketi gibi hareket eder”<br />

görüşünün daha doğru olduğunu söylemektedir. 409<br />

Elmalılı bu âyetle iligili olarak şunu söylemektedir: “Güneş, ay ve yıldızlar<br />

takdirinde olmasıdır ki, güneş ile ayın yanında yıldızlar hazfedilmiş sonra da, hepsi<br />

anlamında olan “küllün” sözcüğü ve çoğul siğası olan “yesbehûn” ile hepsine işaret<br />

olunmuş demektir.” 410<br />

Gerçekten de yıldızlar, gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında, hem de bağlı<br />

bulundukları sistemle birlikte dönmekte, evren bir fabrikanın dişlileri gibi düzenli<br />

406 Bkz. a.g.e., http://www.ilkadimdergisi.com/171/teknobilim-akifdeniz.htm.<br />

407 Bkz. a.g.e., http://www.ilkadimdergisi.com/171/teknobilim-akifdeniz.htm.<br />

408 Enbiya, 21/33.<br />

409 er-Râzî, a.g.e., C.22, s. 145.<br />

410 Elmalılı, a.g.e., C.5, s. 451.<br />

92


çalışmaktadır. Evrendeki yörüngeler sadece bazı gök cisimlerinin hareketi değildir. Güneş<br />

sistemimiz hatta diğer galaksiler, başka merkezler etrafında büyük bir hareketlilik<br />

gösterirler. Dünya ve onunla birlikte Güneş Sistemi her yıl, bir önceki yerinden 500 milyon<br />

kilometre uzakta bulunur. Gök cisimlerinin yörüngelerinden en ufak bir sapmanın bile<br />

sistemi altüst edecek kadar önemli sonuçlar doğurabileceği hesaplanmıştır. 411<br />

“Ve güneş[te de onlar için bir işaret vardır]: o, kendine ait bir yörüngede akıp<br />

gider.” 412 Seyyid Kutubun dediği gibi daha önce güneşin sabit bir yerde kendi ekseni<br />

etrafında döndüğü zannedilirdi. Ancak sonra güneşin yerinde sabit olmadığı, aksine<br />

hareket etmekte olduğu ortaya çıktı. Uzay boşluğunda, astronomların hesabına göre<br />

saniyede on iki millik bir hızla, bir yöne doğru akıp gitmektedir. Güneşi, onun yol alışını ve<br />

varacağı yeri çok iyi bilen yüce Rabb’i diyor ki: Güneş bir yere doğru yol alıp gitmektedir.<br />

Güneşin ulaşacağı bu durağı ancak kendisi bilir. Kendisinden başka hiçbir kimse<br />

bilemez. 413<br />

İbn Kesîr, “o, kendine ait bir yörüngede akıp gider” ifadesinin anlamı ile ilgili şu<br />

iki görüşü zikretmektedir: Biri, “karar kılacağı yer”dir. Bu yer de arzdan sonra gelen Arş’ın<br />

altıdır. Zira, Hz. Peygamber (s.a.v.) Ebu Zerr’e (r.a.) şöyle demiştir: “Ey Ebâ Zer! Biliyor<br />

musun güneş nerede batar?” Ebu Zer: “Allah ve Rasûlu daha iyi bilir” demiş, Rasulullah<br />

(s.a.v) de “O Arş’ın altında secde edinceye kadar gider buyurmuştur. 414 İkincisi,<br />

Müstekarr’dan maksat, güneşin hareketinin son bulacağı kıyamet günüdür. O gün seyri<br />

bozulur, hareketi durur, dürülür ve bu âlem sona erer. Onun ne durması ne sükûnu vardır.<br />

Bilakis o hiç durmadan ve ara vermeden gece gündüz yürür. 415<br />

411 Bkz. http://www.sevde.de/KuranBilim/kuran_ve_bilim.ht<br />

412 Yasin, 36/38.<br />

413 Kutup, a.g.e., c.8, s. 473.<br />

414 el- Buhârî, “Tefsir”, 36.<br />

415 İbn Kesîr, Tefsirü’l-Kur’âni’l-Azim, C.3, s. 754.<br />

93


Astronomların hesaplarına göre güneş, içinde bulunduğu galaksinin hareketi<br />

nedeniyle, Solar Apex adı verilen bir yörünge boyunca Vega Yıldızı’na doğru saatte<br />

720.000 km.’lik bir hızla yolculuk etmektedir. (Bu, kaba bir hesapla güneşin günde<br />

720.000x24=17.280.000 km. yol katettiğini gösterir. Tabi ona bağlı olan dünyamızın<br />

da...) 416<br />

“Ve ay[da da bir işaret vardır ki] Biz onu, kuru ve eğik bir hurma dalını andırır<br />

hale gelinceye kadar çeşitli safhalardan geçirdik. Ne güneş aya erişebilir, ne de gece<br />

gündüzü yok edebilir, çünkü hepsi uzayda [yasalarımız doğrultusunda] hareket ederler.” 417<br />

“Bu âyette geçen “el-Urcûn” kelimesi, hurma salkımının sapına denir. “el-Kadim”<br />

de eski demektir. Hurmanın sapı eskidikçe incelir, eğrilir ve sararır. İşte ay sonunda, tıpkı<br />

eski hurma sapı gibi ince, eğri, sarımtırak bir görünüm alır. Bu benzetme hilâlin ilk ve son<br />

şeklini göstermekle kalmıyor, aynı zamanda Ayın, yörüngesinde geçerken Dünya<br />

çevresinde bir ayda dolandığı yolun biçimini de göstermiş oluyor. Ayın yolu tam dairesel<br />

olmayıp bir tarafı konkav bir eğrilik arz eder.” 418<br />

Kurtubîye göre ayın yirmi sekiz konağı vardır. Bu konakların ismi şöyledir:<br />

Şeretan, butayn, süreyya, deberan, hek’a, hena, zira, tarf, cebhe, haratan, sarfe, avva, simak,<br />

gafr, zubbaneyan, iklil, kalb, şevle, neaim, beledde, sa’d ez-zabih, sad’bula, u’s-dussuut,<br />

sa’du’l-ahbiye, el-ferğu’l-mukaddem, el-ferğu’l-muahhar, batnu’l-hut. 419 Ay, saydığımız bu<br />

konakların sonuna geldikten sonra baştakine dönmektedir. Yörüngesini yirmi sekiz gecede<br />

tamamlamaktadır. Sonra bu görünmez olur, sonra tekrar hilal olarak doğar ve yörüngesinde<br />

konakları kat etmeye yeniden başlamaktadır. 420 İşte ay böyle oluşmaktadır. Ayın<br />

oluşumunda geçirdiği bu safhalar, bu hareketler onun Yüce Allah’ı <strong>tesbih</strong> etmesidir.<br />

416 Bkz: http://www.sevde.de/KuranBilim/kuran_ve_bilim.ht<br />

417 Yasin, 36/39-40.<br />

418 Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, C.7, s. 348.<br />

419 el-Kurtubî, a.g.e., C.15, s. 29-30.<br />

420 A.g.e., C.15, s. 29-30.<br />

94


Bu hususta diğer bir âyette de şöyle: “Yerde ve göklerdeki kimseler de, gölgeleri<br />

de, sabah akşam, ister istemez Allah'a secde ederler.” 421<br />

Râzî bu âyetle ilgili olarak şunları söylemektedir: Burada bahsedilen “secde’nin<br />

manası hususunda iki görüş vardır:<br />

Birinci Görüş: Bu “secde”den murad, alnı yere koyma manasındaki secdedir. Bu<br />

manaya göre, âyetin iki izahı vardır:<br />

a) Bu, her ne kadar umûmî bir ifâde ise de, bundan murad hususî (belli)<br />

varlıklardır. Onlar da mü’minlerdir. Çünkü bazı mü’minler, Allah’a kolaylıkla ve arzu ile<br />

secde ederler. Bazı müslümanlar ise, bu kendilerine ağır geldiği için, Allah’a kerhen<br />

(zorlanarak) secde ederler. Onlar kendilerini, nefisleri istese de istemese de, bu ibadetleri<br />

yerine getirmeye zorlarlar.<br />

b) Bu ifâde umûmîdir ve bundan kastedilen mana da umûmîdir. Buna göre, âyette<br />

bir müşkil söz konusudur. Çünkü göklerde ve yerde olan her şey, Allah’a secde etmez.<br />

Aksine melekler ile cin ve insanlardan mü’min olanlar Allah’a secde ederler. Kâfirler ise<br />

secde etmezler.<br />

Buna iki şekilde cevap verilebilir:<br />

1) “Göklerde ve yerde kim varsa onlar da Allah’a secde ederler”; yani, “Göklerde<br />

ve yerde olan her canlının Allah’a secde etmesi gerekir” demektir. Böylece gereklilik<br />

(vücûb) olma ve meydana gelme ile ifâde edilmiştir.<br />

2) Secdeden murad, ta’zîm ve kulluğu itiraftır. Allah’ın Lokman suresinin 25<br />

âyetinde “Andolsun ki onlara, gökleri ve yeri kimin yarattığını sorarsan, muhakkak “Allah”<br />

derler” buyurduğu gibi, göklerde ve yerde bulunan her canlı, Allah’a kulluğu itiraf eder.<br />

421 R’ad, 13/15.<br />

95


İkinci Görüş: Secde, inkıyâd etmek, boyun eğmek ve başkaldırmamak<br />

anlamındadır. Bu manaya göre, göklerde ve yerde olan her canlı, Allah’a secde ediyor,<br />

demektir. Çünkü O’nun, kudret ve meşieti, herkes hakkında geçerlidir. 422<br />

“Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanların ve<br />

insanların birçoğunun Allah’a secde ettiklerini görmüyor musun? İnsanların birçoğu da<br />

azabı hak etmiştir. Allah’ın alçalttığı kimseyi yükseltebilecek yoktur. Doğrusu Allah ne<br />

dilerse yapar.” 423 Buradaki “secde” etmek tabiri “boyun eğme, Allah’ın verdiği görevi<br />

yerine getirmek” anlamını ifade etmektedir. 424<br />

Yüce Allah’a yapılan secde O’na ait özel bir şekilde olmaktadır. Göklerde bulunan<br />

melekler, yeryüzünde insanlar, cinler, ülvî alemden Güneş, Ay ve Yıldızlar, süflî alemden<br />

ağaçlar ve bütün hayvanlar, sevaba lâyık pek çok insanlar O’na secde ederler. 425 İster bu<br />

secde isteyerek yada istemeyerek yapılmış olarak anlaşılsın, burada asıl önemli olan bütün<br />

mahlukatın O’na secde etmeleridir.<br />

Bir başka dikkat çekici nokta, âyette belirtildiği gibi bu mahlukatın gölgeleri sabah<br />

akşam Allah’a secde etmeleridir. Aklımıza şöyle bir soru gelebilir. Neden Yüce Allah’a<br />

özellikle bu vakitlerde secde etmektedir? Kurtubî bu soraya şöyle cevap vermektedir:<br />

“Gölgeler bu vakitlerde açıkça ortaya çıkmakta, bir cihetten diğer bir cihete geçmektedir.<br />

Bu da yüce Allah’ın gölgeleri dilediğine uygun olarak evirip çevirmesi ile olur. Sonra o<br />

delil olarak en-Nahl suresinin 48 âyeti getirmektedir: “Allah’ın yarattığı şeylerin, gölgeleri<br />

sağa sola vurarak, Allah’a boyun eğerek secde etmekte olduklarını görmüyorlar mı?.<br />

Ayrıca göklerde ve yerde olan her şey bütün canlılar/hayvanlar ve melekler kendilerini<br />

büyüklük duygusuna kaptırmadan Allah için saygı ve tazimle yere kapanmaktadırlar:<br />

422 er-Râzî, a.g.e., C. 19, s. 24-25<br />

423 Hac, 22/18.<br />

424 Bayraklı, a.g.e., C.13, s. 54-56.<br />

425 ez-Zühaylî, a.g.e., C. 13, s. 135.<br />

96


Üstlerinde (egemen) bulunan Rablerinden korkuyor ve kendilerine ne buyurmuşsa onu<br />

yapıyorlar.” 426<br />

Kâinâtın Allah’ı <strong>tesbih</strong>ine, “secde” kavramıyla da işaret edilmiştir. Bir başka<br />

deyişle, “<strong>tesbih</strong>”le “secde” kavramları arasında büyük bir ilgi ve alaka vardır. Bunu zaten<br />

daha önce de belirtmiştik. Önemli olan burada, secde kavramının <strong>tesbih</strong> kavramıyla hemen<br />

hemen aynı anlamda kullanılmış olmasıdır. Bu âyette, <strong>tesbih</strong> âyetlerinin aksine, “gökler ve<br />

yeryüzü” değil de, “göklerde ve yeryüzünde bulunanlar”ın Allah’a secde ettikleri haber<br />

verilmektedir. Kâinâttaki varlıkların Allah’a secde etmesi, söz konusu varlık aleminde<br />

mutlak manada Allah’ın egemenliğinin geçerli olması demektir. Varlık, Allah’ın koyduğu<br />

yasalara harfiyen bağlıdır. Herhangi bir itaatsizlik söz konusu değildir.<br />

Yukarıda zikrettiğimiz âyetlerden anlaşıldığı gibi Yüce Allah’a evrende cansız<br />

olan varlıkları da boyun eğip, O’nu <strong>tesbih</strong> etmektedirler. Güneş, Ay, Gölgeler, Yıldızlar ve<br />

diğer cansız varlıkların, Onun koyduğu kanunlara ne kadar bağlı olduklarını açık bir şekilde<br />

anlaşılmaktadır. Yeryüzünde ve Gökyüzünde de hareket eden her şey, Yüce Allah’ı <strong>tesbih</strong><br />

etmektedir.<br />

Bayraktar Bayraklı, bu konuyu farklı açıdan bakarak şöyle demektedir: “Yüce<br />

Allah, gece ile gündüzü -bunlar anılınca Güneş ile Ay da devreye girmektedir- hepsini<br />

yarattığını ifade ederken, sadece gökyüzünü değil, oradaki cisimleri, ışığı ve karanlığı da<br />

yarattığına dikkat çekmektedir. Yer küre insanı ne kadar ilgilendiriyorsa, Güneş ile Ay,<br />

gece ile gündüz de bir o kadar ilgilendirmektedir. Ama gök cisimlerinin bir yörüngede, bir<br />

boşlukta akıp gitmeleri, hareket etmeleri, yüzmeleri de önemli bir ders, kanun ve öğreti<br />

niteliğini taşımaktadır. Onlar, kendilerine tahsis edilen yörüngede hareket ederken, insanın<br />

da kendisine tahsis edilen yolda hareket etmemesi ilginçtir. Aslında insan aklına da bir yörünge<br />

tahsis edilmiştir. Ama, cehaletin ve nefsin karanlığı onun yoluna engel<br />

koymaktadır.” 427 Sonra şöyle devam eder: “Yüce Allah insanlara iman etmeleri için dış<br />

âlemdeki göksel ve yerel kanunlarını anlatmakta, bunları araştırması için ödev vermektedir.<br />

426 el-Kurtubî, a.g.e., C.9, s. 302.<br />

427 Bayraklı, a.g.e., C.12, s. 439.<br />

97


Bu kanunların anlatımında uzaktan yakına, yakından uzağa metodunu kullanmaktadır.<br />

Yüce Allah, tekten çokluğa, çokluktan teke giden bir açıklama yapmaktadır. Tek olan<br />

Allah, tek maddeyi yani hidrojeni yaratıyor; daha sonra ondan tüm kâinatı ve ondaki<br />

varlıkları ve elementleri yaratıyor. Sonra o kâinatın yapısı ve kanunları insan aklını tek olan<br />

Allah’a imana götürüyor. İşte bu tekten çokluğa, çokluktan da teke giden bir metot<br />

oluyor.” 428<br />

6. 2. Gök Gürültüsünün Tesbîhi<br />

Yüce Allah bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Gök gürlemesi O’nun sınırsız kudret<br />

ve yüceliğini övgüyle anmakta; melekler de korku ve sakınma içinde bunu yapmaktalar. Ve<br />

O yıldırımları gönderip onlarla dilediğini çarpmaktadır. (Hal böyleyken) onlar yine de<br />

Allah hakkında tartışıp duruyorlar; hem de O’(nun), kavranamaz ince ve derin planını<br />

gerçekleştirmek için sınırsız bir kudrete sahip olduğu ortada olduğu halde!” 429<br />

Bu âyette geçen “R’ad” kelimesi ile ilgili olarak âlimler farklı görüşler<br />

belirtmişlerdir:<br />

1) “R’ad” bir meleğin adıdır. Bu durumda duyulan ses bu meleğin Allah’ı <strong>tesbih</strong><br />

edişidir. Bu durumda mecazî değil hakikî <strong>tesbih</strong> kast edilmiş olur.<br />

2) “R’ad” o duyulan sesin adıdır.<br />

3) Mecazi bir mana söz konusudur. Yani o sesi duyanlar ses dolayısıyla Allah’ın<br />

hamdine bürünerek O’nu <strong>tesbih</strong> etmektedir. 430<br />

Bu konu daha açık olması için burada bazı müfessirlerin görüşlerini zikredeceğiz.<br />

Süleyman Ateş “gök görültüsü, hal diliyle kendisine oluşturan tabiat kanunlarının<br />

yaratıcısı yüce Allah’ın büyük kudretini ibret kulaklarına haykırmaktadır, kendisinin bir<br />

428 A.g.e., C.12, s. 439-440.<br />

429 Ra’d, 13/13.<br />

430 er-Râzî, a.g.e., C.19, s. 21; el-Âlûsî, a.g.e., C.13, s. 118-119; et-Tûsi, Ebu Cafer Şeyhüttaife Muhammed b.<br />

Hasan b. Ali, et-Tibyan fî Tefsiri’l-Kur’ân, Beyrut: İhyâu’t-Türasi’l-Arabi, ts., C.6, s. 230.<br />

98


astlantı değil, hikmet ve kudret sahibi Allah’ın kanunlarıyla meydana geldiğini<br />

söylemektedir. Düşünen, bu tabiat âyetinin sesinden, ne demek istediğini anlar” diye<br />

söylemektedir. 431 Mücâhid bu konu ile ilgili olarak şöyle demiş: Gök gürlemesi, sözle<br />

değil, aksine lisân-ı hâl ile Yaradanı ortaktan ve acizlikten tenzih eder, O’na boyun eğdiğini<br />

ilân ederek, kudreti ve hikmeti karşısında O’na mutî’ olduğunu bildirir. 432<br />

“Yıldırımın tesbîhi, yüklendiği program gereği sür’at göstermesi ve plândaki<br />

yerini alıp hizmet vermesi ve böylece Hakk’ın irâdesine baş eğip teslîm olması 433 diyenler<br />

de vardır.<br />

Elmalılı bu âyet ile ilgili olarak şöyle demektedir: “Şimşek ile birlikte olan ve daha<br />

sonra işitilen o gök gürlemesi, o yürekleri yerinden oynatacak gibi tepede patlayıp, yerleri<br />

ve gökleri sarsarcasına ufuktan ufuğa yayılan o çatlayış ve gürleyiş, Allah Teâlâ’nın nimet<br />

ve rahmetini, azamet ve kibriyasını ilan ederek O’nun uluhiyetinin şanını <strong>tesbih</strong> ve tenzih<br />

eden bir sestir ki, <strong>tesbih</strong>inin altında yatan mânâyı bütün âleme haykırır. Ya da işitenlere bu<br />

mânâyı hatırlatıp telkin eder.” 434 Hz. Peygamber (s.v.a)den nakledilmiştir ki, kendisi gök<br />

gürlediği zaman “ سبحان من یسبح الرعد بحمد ه ” “ Gök gürültüsünün hamd ile <strong>tesbih</strong> ettiği Allah’ı<br />

<strong>tesbih</strong> ederim” derdi. 435<br />

Neticede şunu söylemek mümkündür ki: Gök gürültüsünün <strong>tesbih</strong>i fıtri <strong>tesbih</strong>tir.<br />

Hiç bir zaman o Yüce Allah’ın ona verdiği fıtratın dışına çıkmaz. Bu şey bir tek ona<br />

verilmiş değil, bilakis yeryüzünde bütün mahkukatlara verilmiştir. 436 Ra’d O’nu hamd eder.<br />

Gök gürlemesi, gök gürültüsü de Allah’a hamd eder. Gök gürlemesi hamd ile Allah’ın<br />

yüceliğini, azametini, rubûbiyetini gündeme getirerek Rab’lerine boyun bükerler.<br />

Kurtubi’nin dediği gibi kim Ra’d’ın bulut sesi olduğunu söylerse onda hayatın yaratılmış<br />

olması dalayısıyla Ra’d’ın <strong>tesbih</strong> etmesi caiz olur. Çünkü Allah’ın âyetteki “melekler de<br />

431 Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, C.6, s. 463.<br />

432 ez-Zühaylî, a. g.e., C.13, s. 132.<br />

433 Yıldırım, Celal, a.g.e., C.6, s. 3049.<br />

434 Elmalılı, a.g.e., C.5, s. 131.<br />

435 A.g.e., C.5, s. 131.<br />

436 İbrahim, a.g.e., s. 109-110.<br />

99


O’nun korkusundan” sözü bunun doğru olduğunu göstermektedir. Kim Ra’d’ın melek<br />

olduğunu söylerse mana, “meleklerin de Allah korkusundan (O’nun <strong>tesbih</strong> ettiklerini)”<br />

şeklinde olur. 437 Ra’d şimşekten sonra gökyüzünde meydana gelen ve Rabbimizin azamet<br />

ve kibriyasını ilân eden gökleri ve yeri şiddetle sarsan gürültüdür. İşte bu göklerin <strong>tesbih</strong>i,<br />

göklerin hamdidir ki tüm kâinata ilân edilir. “R’ad”, melek de olsa gök gürültüsü de olsa<br />

önemli olan bu olayın bir <strong>tesbih</strong> faaliyeti olduğudur. Biz buna melek dersek hakikî <strong>tesbih</strong><br />

kast etmiş oluruz, gök gürültüsü dersek mecazi <strong>tesbih</strong>i kast etmiş oluruz. Önemli olan<br />

R’ad’ın Yüce Allah’a yaptığı <strong>tesbih</strong> faaliyetidir.<br />

6. 3. Dağ ve Bitkilerin Tesbihi<br />

Şimdiye kadar belirtiğimiz bu cansızların <strong>tesbih</strong>i dışında, dağlar ve bitkilerin<br />

<strong>tesbih</strong>i hususunda da bahs edilmektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:<br />

“Davud ve Süleyman da milletin koyunlarının yayıldığı bir ekin hakkında hüküm<br />

veriyorlarken, Biz onların hükmüne şahiddik. Süleyman'a bu meselenin hükmünü<br />

bildirmiştik; her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile beraber <strong>tesbih</strong> etsinler diye dağları<br />

ve kuşları buyruk altına aldık. Bunları Biz yapmıştık.” 438<br />

Âyette geçen “teshîr”den maksat, dağların ve kuşların Yüce Allah’ın kanunlarına<br />

şaşmadan uymaları ve Hz. Davud’un onlara has bu kanunu anlaması ve dağların<br />

yankısından, kuşların ötmesinden birtakım tesbîh anlamında neticeler çıkarmasıdır. 439<br />

Dağların Dâvud (a.s.)ın buyruğuna verilmesine gelince: Bu iki şekilde<br />

yorumlanabilir:<br />

1) Her şey Yüce Allah’ın koyduğu konuna bağlı kalıp planına göre O’nun<br />

emirlerine baş eğrerek O’nu <strong>tesbih</strong> ve tenzih etmektedirler. Nitekim Hz. Davud’a bunların<br />

437 el-Kurtubî, a.g.e., C. 9, s. 295.<br />

438 Enbiya, 21/78-79.<br />

439 Yıldırım, Celal, a.g.e., C.8, s. 3938-3939.<br />

100


<strong>tesbih</strong>lerini anlama kabiliyeti verilmiştir. Buna göre dağlar da onunla beraber Yüce Allah’ı<br />

<strong>tesbih</strong> ederlerdi.<br />

2) Hz. Dâvud sağlam ve güçlü devlet, iyi donatılmış ordusuyla dağları aşıp ülkeler<br />

fethediyordu. Orduların tekbîr seslerine dağlar yankı ile cevap veriyordu. Hz. Muhammed<br />

(a.v.s.)’in ve ordularının yankıları daha büyük olacağı, İslâm’ın geleceğinin çok parlak<br />

olacağı kapalı bir anlatımla müjdelenmektedir. 440<br />

“Ey dağlar ve kuşlar! Davud <strong>tesbih</strong> ettikçe siz de onu tekrarlayın” diyerek and<br />

olsun ki, ona katımızdan lütufta bulunduk; “geniş zırhlar yap, dokumasını sağlam tut” diye<br />

ona demiri yumuşak kıldık. Yararlı iş işleyin; doğrusu Ben yaptıklarınızı görenim.” 441<br />

Kurtubî’ye göre dağların <strong>tesbih</strong>i Yüce Allah’ın, ağaçta kelamı halkettiği 442 gibi,<br />

dağlarda da <strong>tesbih</strong>i halketmiştir. Böylelikle Dâvûd (a.s)’a bir mucize olmak üzere dağların<br />

<strong>tesbih</strong> sesleri, tıpkı <strong>tesbih</strong> eden kimsenin sesi işitildiği gibi, işitilirdi. 443 O Zebur’u<br />

okuduğunda dağlar onunla birlikte seslenir, kuşlar da ona kulak verirdi. Böylelikle tıpkı<br />

onlar da onun yaptığını yapmış gibi oluyorlardı. 444<br />

“…Davud’u hatırla! O, her zaman Bize yönelirdi: [ve bunun için,] her sabah ve<br />

her akşam sınırsız kudret ve egemenliğimizi anarken dağları o’na eşlik ettirirdik, ve [aynı<br />

şekilde] bölük bölük kuşları da: bunlar [hep birlikte] O’na, [kendilerini yaratmış olana,]<br />

tekrar tekrar yönelirlerdi. Biz de (buna karşılık) o’nun otoritesini güçlendirmiş ve<br />

kararlarında hikmet ve basîret üzere olmasını sağlamıştık.” 445<br />

İbn Kesîre göre Kuşlar, Dâvûd (a.s.)’un yaptığı <strong>tesbih</strong> gibi <strong>tesbih</strong> eder, onun<br />

nağmesi gibi nağme çıkarırlardı. Havada uçmakta olan bir kuş ona uğrayıp da, Zebur<br />

440 A.g.e., C.10, s. 5157-5158.<br />

441 Sebe’, 34/10-11.<br />

442 Kurtubî “Tefsiru’l-Beğavi”de geçen: “Ali b. Ebi Talib’den: Resülullah (a.s) ile beraber iken Mekke’nin<br />

dağlar ve ağaçlar arasından şehrin etrafına çıktık. Geçtiğimiz yerlerdeki hiç bir dağ ve ağaç olmasın ki ona:<br />

“es-selamü aleykum ya resülallah” demesin” hadisine dayanarak söylemiştir.<br />

443 el-Kurtubî, a.g.e., c, 14, s. 265.<br />

444 A.g.e., c, 14, s. 256.<br />

445 Sad, 38/18-20.<br />

101


okuyarak terennüm ettiğini duyunca havada durur ve onunla birlikte <strong>tesbih</strong> ederdi. Yüksek<br />

dağlar da böyleydi. Onunla birlikte nağme yapar ve ona bağlı olarak <strong>tesbih</strong> ederdi. 446<br />

Mukatil dedi ki: Dâvûd (a. s) yüce Allah’ı andı mı dağlar da onunla birlikte Allah’ı<br />

anardı ve o dağların <strong>tesbih</strong>ini anlardı. İbn Abbas dedi ki: “Tesbih eder halde” namaz kılar<br />

halde... demektir. 447<br />

Neticede bütün bu âyetler ve açıklamalardan Hz. Davud, kuşlar gibi dağlar da<br />

Yüce Allah’ı <strong>tesbih</strong> etmekte oldukları anlaşılmaktadır. Bu <strong>tesbih</strong>in nasıl yapıldığı<br />

hususunda yukarıda belirttiğimiz gibi çeşitli rivâyetler ve yorumlar yapılmıştır. Ancak biz<br />

müslümanların o <strong>tesbih</strong>i en iyi bilenin Yüce Allah olduğunu hiçbir zaman unutmamamız<br />

gerekmektedir.<br />

Bitkilerin <strong>tesbih</strong>i ile ilgili olarak şu âyeti kerimeyi incelemeye çalışalım:<br />

“Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanların ve insanların<br />

birçoğunun Allah’a secde ettiklerini görmüyor musun? İnsanların birçoğu da azabı hak<br />

etmiştir. Allah’ın alçalttığı kimseyi yükseltebilecek yoktur. Doğrusu Allah ne dilerse<br />

yapar.” 448 Taberî’ye göre “yeryüzünde bulunan dağlar, ağaçlar ve hayvanlar Allah’a<br />

gölgeleriyle secde etmektedirler. Zira güneş bunların üzerine doğduğunda gölgeleri uzayıp<br />

kısalarak ve dönerek Allah’a secde etmektedir. Göklerde bulunan güneşin, ayın ve<br />

yıldızların secdeleri ise doğup batmalarıyladır. Zira bunlar doğarken ve batarken Allah’ın<br />

emrine uyarak hareket etmektedir.” 449<br />

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Bitkiler ve ağaçlar O’nun buyruğuna boyun<br />

eğerler.” 450<br />

446 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.4, s. 39.<br />

447 el-Kurtubî, a.g.e., C.15, s. 159.<br />

448 Hac, 22/18.<br />

449 et-Taberî, a.g.e., C. 6, s. 16-17.<br />

450 Rahman, 55/6.<br />

102


“Allah’ın yarattığı şeylerin, gölgeleri sağa sola vurarak, Allah’a boyun eğerek<br />

secde etmekte olduklarını görmüyorlar mı?” 451<br />

Seyyid Kutup bu âyetle ilgili olarak şunu söylemektedir “Kur’ân varlıkların ve<br />

eşyanın ilahi yasalara boyun eğişini boyun eğişin en belirgin görüntüsü olan “secde” ifadesi<br />

ile vermektedir. Dikkatleri uzadıktan sonra geri dönen gölgelerin hareketine çekmektedir.<br />

Gölgelerin hareketi gerçekten de gizli, saf duygular üzerinde etkili olan, köklü ve derin bir<br />

harekettir. Burada bütün yaratıklar gönülden boyun eğmiş, teslim olmuş ve itaatkâr olmuş<br />

biçimde çizilmektedir. Ayrıca bunlara yerde ve göklerde bulunan her canlı ilave edilmiştir.<br />

Bu evrendeki tüm varlıklara bir de melekler ekleniyor. Sonra bakmışız ki sahne, nesneler,<br />

gölgeler, hayvanlar ve meleklerle dolup taşmıştır. Hepsi boyun eğmiş, itaate yönelmiş,<br />

ibadete ve secdeye kapanmıştır. Allah’a kulluk yapmaya karşı büyüklük taslamıyorlar ve<br />

O’nun emrine aykırı hareket etmiyorlar.” 452<br />

İşte zikrettiğimiz bu âyetler cansız varlıkların da Allah’a secde ettiğini O’nu <strong>tesbih</strong><br />

ettiğini göstermektedir. Ama bu boyun eğme ve <strong>tesbih</strong>in mahiyeti varlıklara göre bazı<br />

yönleriyle farklılık arz etmekte olup bunun ortak yönleri de vardır. Bildiğimiz gibi secde iki<br />

türlüdür:<br />

1) Mükellef akıllıların taabbuden Allah’a yaptıkları secde.<br />

2) Mahlûkatın hepsinin Yüce Allah’ın iradesinin gereğine boyun eğmeleridir.<br />

Demek ki, bu varlıkların <strong>tesbih</strong> ve secdeleri fitrîdir. Onlar fıtrat kanunlarına<br />

uymaktadır. 453 Bu durum bütün varlıklar için geçerlidir. Ancak daha önce belirttiğimiz gibi<br />

bazı yaratıklar sözle <strong>tesbih</strong>te de bulunmaktadır.<br />

Bu güne kadar yaratıkların lisanlarını anlama hususunda gayret edildiğini<br />

görmekteyiz. Bunun dışında bitkilerin konuşmalarının nasıl olduğu, hayatlarının ne şekilde<br />

451 Nahl, 16/48.<br />

452 Kutup, a.g.e., C.6, s. 536.<br />

453 Ulutürk, a.g.e., s. 65-66.<br />

103


sürüp gittiği konusunda da araştırmalar yapılmaktadır. Bu mevzudaki araştırmalar ilim<br />

dünyasına yeni bakış açıları ve değerlendirme imkânları kazandırmaktadır. New York’lu<br />

Cleve Backster Laboratuarda bu konu ile ilgli en geniş araştırmayı yapmıştır. Backster’in<br />

1960 yılında başladığı çalışmalarında kullandığı âletler, zayıf elektrik akımlarını ölçebilen<br />

ve bitki üzerinde meydana gelen titreşimleri grafik üzerine kayd eden Galvonometrelerdir.<br />

İnsanın refah ve saadetine dokunan herhangi bir tehdit, o insanın ruh dünyasını altüst eder.<br />

Yapılan araştırmalar neticesinde bu durumun, bitkilerde de aynen cereyan ettiğini<br />

göstermiştir. 454<br />

Ali b. Ebi Talib’den: Resülullah (a.s) ile beraber iken Mekke’nin dağlar ve ağaçlar<br />

arasından şehrin etrafına çıktık. Geçtiğimiz yerlerdeki hiç bir dağ ve ağaç olmasın ki ona:<br />

“es-selamü aleykum ya resülallah” demesin. 455<br />

6. 4. Cemadatın Tesbihi<br />

Yüce Allah Kur’ân-I Kerimde bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:<br />

“Göklerde ve yerde olan her şey, Mülkün Sahibi, Mukaddes, Kudret ve Hikmet Sahibi<br />

Allah’ın sınırsız şanını yüceltmektedir.” 456<br />

“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu <strong>tesbih</strong> eder; O’nu hamd ile <strong>tesbih</strong><br />

etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların <strong>tesbih</strong>lerini anlamazsınız. Doğrusu O Halim<br />

olandır, Bağışlayan’dır.!” 457<br />

Bu üç âyette “sebeha” fiilinin tef’ıl babından ve mazi sîgası kullanılmıştır. Bu<br />

durumda âyetler zahiren, “…her şey Allah’ı <strong>tesbih</strong> etti” diye tercüme edilmek<br />

durumundadır. Fakat Arapçada ve Kur’ân’da bu şekilde, geçmiş zaman (mazi) kipiyle<br />

şimdiki ve geniş zaman ve hatta bazen de gelecek zaman anlamının kastedildiği yerler<br />

bulunmaktadır. Meallerde de genellikle bu âyetler “…<strong>tesbih</strong> ederler” diye tercüme<br />

454 Bkz. Turgut, Talha, “Bitkilerin Fısıltıları”, Sızıntı Dergisi, Şubat 1981, 3 sayı.<br />

http://www.sizinti.com.tr/konu.sizinti?SIN=4977e7e5c8&k=1366&171636724<br />

455 el-Beğavi, a.g.e., C.1, s. 86-87.<br />

456 Cuma, 62/1; Hadid, 57/1; Haşr, 59/1, 24; Saf, 61/1; Teğabun, 64/1.<br />

457 İsrâ, 17/44.<br />

104


edilmektedir. Bununla beraber, “yüsebbihu”nun (<strong>tesbih</strong> ederler) yerini alacaksa, neden öyle<br />

denmedi de “sebbeha” dendi, diye sorulabilir. Elbette bu soru haksız değildir ve “sebbeha”<br />

mazi fiilinin kullanılması şöyle bir inceliğe binaen olmalıdır: Gökler ve yeryüzünde olan<br />

her şey, ilk varlık alanına çıkışı itibariyle Allah’ı <strong>tesbih</strong> ettiler, yani varlık alanına<br />

gelirlerken Allah’ı <strong>tesbih</strong> ettiler, onların var kılınmaları, Allah’ın varlığına, yüceliğine<br />

şehadettir. Fakat bu varlıkların <strong>tesbih</strong>i elbette ilk başlangıçtakiyle kalmadı. İlk günden<br />

bugüne kadar bu süreç devam etti, kıyamete kadar da devam edecektir.<br />

Ayrıca âyetlerde “Yedi gök ile yer ve onların içinde yer alan her şey”in Allah’ı<br />

<strong>tesbih</strong> ettiği belirtilmektedir. Bu âyetlerde o kadar genelleyici bir ifade kullanılmıştır ki,<br />

göklerde, yeryüzünde ve her ikisinde bulunan her şey, yani bütün varlık Allah’ı <strong>tesbih</strong><br />

edenler zümresine dahil edilmiştir. Buna göre, kâinâtta Allah’ı zikretmeyen hiçbir şey<br />

kalmamaktadır. Var olan her şey O’nu <strong>tesbih</strong> etmektedir.<br />

Bu evrende ne varsa, hepsi Allah’ın büyüklüğünü söyler onun birliğine şahitlik<br />

eder. Maviliği ile gökler, yeşilliği ile tarlalar, göz alıcı renkleriyle ile bağlar, hışırtıları ile<br />

ağaçlar, şırıltıları ile sular, nağmeleriyle kuşlar, doğması ve batması ile güneş, yağmur<br />

yağdırmasıyla bulutlar vs. Bütün bunlar, Allah’ı <strong>tesbih</strong> eder ve onun birliğine şahitlik eder.<br />

Her şeyde onun birliğini gösteren bir delil vardır. 458<br />

Gökteki gezegenler, yerküre ve bütün varlıklar hareket halindedir. Maddenin en<br />

küçük parçası olan atomun çekirdeği etrafında dolaşan elektronlar aslında bu hareketleri ile<br />

Allah’a <strong>tesbih</strong> ibadeti yapmaktadırlar. Aynı şekilde Ka’be’nin etrafında tavaf yapmamız da<br />

<strong>tesbih</strong> olmaktadır. Demek ki göklerin, yerin ve içindeki varlıkların hareketi boşuna değil,<br />

bir amaca yönelik olarak gerçekleşmektedir. Yüce Allah’ın onlara verdiği görevi yerine<br />

getirmeleri de bir <strong>tesbih</strong>tir.” 459<br />

“O’nu hamd ile <strong>tesbih</strong> etmeyen hiçbir şey yoktur …” buyurduğu hakkında temel<br />

iki görüş vardır:<br />

458 Karaman, Hayrettin ve Dğr, a.g.e., C.3, s. 380.<br />

459 Bayraklı, a.g.e., C.11, s. 276.<br />

105


Birinci görüşe göre, bunların <strong>tesbih</strong>leri kendi lisân-ı hâlleri iledir. Çünkü bu<br />

varlıkların Allah’a olan ihtiyacları, sahip oldukları özellikleri ile birlikte münezzeh ve<br />

mukaddes bir yaratıcının kendilerini var etmesine muhtaç olduklarının delilidir.<br />

İkinci görüş sahipleri ise şöyle demektedir: Yaratıkların <strong>tesbih</strong>i lisân-ı kâl iledir.<br />

Ancak bizler onların lisanlarıyla yaptıkları bu <strong>tesbih</strong>i işitimemekteyiz. Yine bu görüşün<br />

savunucuları arasında iki yaklaşım vardır. Birinciler der ki: <strong>tesbih</strong> sadece ruh sahibi olan<br />

her şeye has bir fiildir. İkinci görüş ise böyle bir kayıt kabul etmemektedir. 460<br />

İkinci görüş sahiplerinin delillerinden olan birkaç hadisi burada zikr etmek<br />

istiyoruz: “Hz. Peygamber (s.a.v) mirâ’ca çıkarıldığı gece makâm ile zemzem arasında<br />

imiş. Cebrail sağında, Mîkâîl solunda imiş. Hz. Peygamber o ikisi ile birlikte uçmuş, yedi<br />

göğe çıkmış. Döndüğü zaman şöyle buyurmuş: pek çok tesbîh ile beraber, göklerin şöyle<br />

<strong>tesbih</strong> ettiğini duydum: “Yüce gökler heybet sahibini <strong>tesbih</strong> ederler. Yücelik sahibinin<br />

yüceliğinden eğilmişlerdir. Tesbih ederiz yücelerin yücesi, tenzih ve takdis ederiz O’nu.” 461<br />

“Şüphesiz ki Nuh (a.s) ölmek üzere iken iki oğlunu çağırıp onlara şöyle dedi:<br />

“Size iki şeyi yapmanızı, iki şeyden de kaçınmanızı vasiyet ediyorum: “Lâilâhe illallah” ile<br />

emrediyorum. Çünkü gökler, yer ve bu ikisi arasında bulunan her şey teRâzînin bir<br />

kefesine, “Lâ ilahe illallah” da diğer kefesine konulsa, elbette “Lâ ilahe illallah” ağır gelir.<br />

Eğer gökler ve yer bir halka olsa, “Lâ ilahe illallah” da onun üzerine konulsa, mutlaka onu<br />

bölüp birbirinden ayırırdı. Ve size “Sübhanellahi ve bi-hamdihi” demenizi de<br />

emrediyorum. Çünkü bu, varlık âleminde her şeyin <strong>tesbih</strong>idir ve her şey bu sebeple<br />

rızıklanır.” 462<br />

Râzî, âyetin “Her şey lisânıyla Allah’ı <strong>tesbih</strong>ettiği” şeklinde anlaşabileceğini<br />

savunanlara karşı bir kaç açıdan cevap verilebileceğini söylemektedir.<br />

460 Havva, Said, el-Esas Fi’t-Tefsîr, trc. M. Beşir Eryarsoy, İstanbul: Şamil Yay, 1990, C.8, s. 223.<br />

461 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.3, s. 42.<br />

462 Ahmed b. Hanbel, a.g.e., C.2, s. 170.<br />

106


1) Sen tek bir elma aldığında, o elma sayısız atomlardan (cüzlerden) meydana<br />

gelmiştir. O atomların herbiri, Allah’ın varlığına başlıbaşına bir delildir. Onların her<br />

birinin, karakter, tad, renk, koku ve bir yer tutma gibi, kendilerine ait hususî sıfatlan vardır.<br />

Bu atomlardan herbirine, o belli sıfatlarının verilmesi, “mümkin” işler türündendir.<br />

Dolayısıyla bu verme, kadir ve hakîm bir İlâh’ın vermesi ile olmuştur. Bunu iyice<br />

kavradığında, o elmanın atomlarının herbirinin, Allah’ın varlığına tam bir delil ve tek bir<br />

atomda bulunan o sıfatların da yine Allah’ın varlığına tam bir delil olduğu ortaya çıkmış<br />

olur. Ama buna rağmen ne o atomların sayısı, ne de onlardaki sıfatların durumu bizce<br />

malum değildir. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hak, “Fakat siz, onların <strong>tesbih</strong>ini iyi<br />

anlamazsınız” buyurmuştur.<br />

2) Kâfirler her ne kadar dilleri ile, âlemin bir ilahı olduğunu söylüyorlarsa da,<br />

onun varlığına delalet eden çeşitli deliller üzerinde tefekkür etmiyorlar. İşte bundan ötürü<br />

Allah Teâlâ Yusuf suresinin 105. âyetinde: “Göklerde ve yerde nice âyetler vardır ama,<br />

(insanlar) bunlardan yüzçevirici olarak, üstüne basar geçerler” buyurmuştur. Binâenaleyh,<br />

“Fakat onların <strong>tesbih</strong>ini iyi anlayamazsınız” âyeti ile de, bu mana murad edilmiştir.<br />

3) Müşrikler her ne kadar dilleri ile âlemin bir ilahı olduğunu kabul ediyorlarsa<br />

O’nun mükemmel bir kudrete sahip olduğunu bilemezler. Ayrıca bu âyetteki <strong>tesbih</strong>i, lisân-ı<br />

hal olarak anlamak mecazîdir. Lisân-ı kâl olarak anlamak ise <strong>tesbih</strong>in hakikî mânâsıdır. Bu<br />

durumda “<strong>tesbih</strong>” lafzının aynı anda hem mecazî hem de hakîki mânâda kullanılmış olması<br />

gerekir ki bu fıkıh usûlünün delillerine göre batıldır. Dolayısıyla bu <strong>tesbih</strong>i böyle bir<br />

mahzur meydana gelmemesi için insanlar hakkında değil de, yerde ve gökte bulunan<br />

cansızla hakkında mecacî mânâya hamletmek daha evladır.” 463<br />

Bursevî, Rûhûl’-Beyan’ın’da her iki görüşü de birleştirici bir yorum getirmektedir.<br />

Ona göre, göklerin ve yerin lisân-ı hal ile <strong>tesbih</strong> etmeleri yaratıcının varlığına, kudret ve<br />

463 er-Râzî, a.g.e., C.20, s. 175-176.<br />

107


hikmetine delalet etmektedir. Tesbihten kasıt mecazın umumileştirilmesi yoluyla gerek<br />

lisân-ı hâl, gerekse lisân-ı kâl ile konuşulan muntazam mânâ olduğuna binaendir. 464<br />

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır: “Sonra kalbleriniz yine<br />

katılaştı, taş gibi, hatta daha da katı oldu. Nitekim taşlar arasında kendisinden ırmaklar<br />

fışkıran vardır; yarılıp su çıkan vardır; Allah korkusundan yuvarlananlar vardır. Allah<br />

yaptıklarınızı bilmez değildir.” 465<br />

Âyette geçen “Allah korkusundan yuvarlananlar vardır” ifadesiyle ilgili olarak şu<br />

açıklama yapılmıştır: Bazılarına göre “ha” zamiri taşlara değil kalplere gider. Diğerlerine<br />

göre ise bu zamir taşlara gider. Biz ikinci görüşün üzerinde durmaya çalışacağız.<br />

Buradaki “Allah korkusundan” ifadesi mecazi manada olduğunu söylenmiştir. 466<br />

Ehl-i sünnet, cansız varlıklarla diğer canlıların da kendilerine özgü namazları, <strong>tesbih</strong>leri ve<br />

Allah’tan korkuları olduğu görüşündedir. 467 Yani onlara göre “Allah korkusundan” ifadesi<br />

hakiki manada olup, mecazi değildir. Çünkü, Allah o cansız dediğimiz varlıklarda da hayat<br />

ve temyiz gücü yaratmıştır. Kaldı ki bir şeyde hayatın ve temyiz gücünün yaratılması için<br />

mutlaka onun belli bir bünye üzerinde yaratılması şartı yoktur. 468<br />

Semerkandi (v.539/1144) konu ile ilgili olarak şunu söylemektedir. “Kainata<br />

bulunan canlı cansız bütün varlıklar Rabblerini hamd ile <strong>tesbih</strong> ederler. Toprak<br />

kurumadıkça yaş nebat ve yaprak yerinden kopartılmadıkça su aktığı müddetçe elbise yeni<br />

olduğu müddetçe <strong>tesbih</strong> eder. Elbise eskiyince <strong>tesbih</strong>i bırakır, vahşi hayvanlar ve kuşlar<br />

çağrıştırdıkları vakitte <strong>tesbih</strong> ederler suküt ettiklerinde <strong>tesbih</strong>i brakırlar” 469<br />

464 el-Bursevi, İsmail Hakkı, Rûh’l-Beyan Fi-Tefsiri’l-Kur’ân, trc. Abdullah Öz ve Dğr, İstanbul: Damla<br />

Yay, 1996, C.5, s. 16.<br />

465 Bakara, 2/74.<br />

466 en-Nesefi, Tefsiru Medariki’t-Tenzil ve Hakaiki’t-Te’vil, Ebü’l-Berekat Hafızüddin Abdullah b. Ahmed<br />

b. Mahmud, Beyrut : Dârü’l- Kalem, 1989, C.1, s. 82.<br />

467 Bursevi, a.g.e., c.1,s. 174.<br />

468 en-Nesefi, a.g.e., C.2, s. 82.<br />

469 es-Semerkandi, Seyyid Alaeddin b. Yahya, Bahrul Ulum Tefsiri, trc. Ali Kara, İstanbul: Mutlu Ticaret<br />

Yay, ts., C.4, s. 94.<br />

108


Hz. Peygamberimizin şu hadisi çok ilginçtir. O şöyle buyurmakatdır: “Mekkede<br />

öyle bir taş biliyorum ki, peygamber gönderilmeden önce bana selam vermişti. O an hala<br />

zihnimde canlı.” 470<br />

Abdullah b. Mes’ud diyor ki: “Ben, Resulullahın parmaklarının arasından su<br />

kaynadığını gördüm. Şüphesiz ki bizler, yenirken yemeğin <strong>tesbih</strong> ettiğini işittik.” 471 Cabir b.<br />

Abdullah diyor ki: “Resulullah (s.a.v.) önceleri bir hurma kütüğünün üzerine çıkarak hutbe<br />

okuyordu. Ensardan bir kadının, Resulluha bir minber yapılmasını teklif etmesi üzerine<br />

Resülullaha minber yapıldı. Cuma günü olunca Resulullah minberin üzerine çıktı. Hurma<br />

kütüğü, çocuğun ağlaması gibi ağlamaya başladı. Resulullah (s.a.v.) minberden aşağı inip<br />

onu kucakladı. Kütük hâlâ çocuğun inlemesi gibi inliyordu. Resululah ise onu teskin etmek<br />

istiyordu. 472<br />

“Maddenin en küçük parcası olan atom, bu hareketiyle Yaratıcısının Şanını<br />

yüceliğini, hikmetinin üstünlüğünü söylemektedir. Her zerre Allah’ın yüceliğini,<br />

eksikliklerden uzak olduğunu kanıtlar. Dilsiz görünen doğa, derin düşünenler için dillenir<br />

hal diliyle Allah’ın bir olduğunu, her şeyde O’nun kudretinin göründüğünü söyler.” 473<br />

Maddenin hareketi ile ilgili olarak Fiziko-Matematik Araştırma Laboratuarı Şefi<br />

olan Yusuf Mürüvve şöyle demektedir: “Bildiğimiz üzere, üstün hızla hareket eden<br />

cisimler, insan gözünde sanki hareketsiz gibi görünür. Hareket eden cismin hızı artıkça, o<br />

cisim daha sağlam, daha katı ve sıkı, daha sert ve sabit gözükür. Atom çekirdeği<br />

çevresindeki Elektronların hareketi, atoma fazla sertlik kazandırmaktadır. Elektronların hızı<br />

artıkça atom daha da pekişmektedir. Bunun gibi bisiklet tekeri duruyorken, tekerin<br />

çubukları asasındaki boşluklardan insanoğlu, en ufak bir zarar görmeden elini<br />

sokabilmektedir. Fakat teker hızlı dönerken ahmağın biri aynı şeyi yapmaya kalkarsa, teker<br />

470 el-Beğavi, a.g.e., c.1, s. 86.<br />

471 el-Buhârî, “el-Menakıb”, 25; Ahmed b. Hanbel, a.g.e., C.1, s, 460.<br />

472 el-Buhârî, “el-Menakıb”, 25; et-Tirmizî, “el-Cuma”, 10.<br />

473 Ateş, Yüce Kur’ânın Çağdaş Tefsiri, C.5, s. 219-220.<br />

109


kendisine şu şekilde görünecektir: Aradaki boşluklar kalkmış, sanki tek ve sert bir kurs<br />

durumunu almıştır. Gerçekte, boşluklar tekerdeki asıl yerlerinde bulunmaktadır.” 474<br />

Seyyid Kutub ise konu ile ilgili olarak şöyle söylemektedir: “Bu ifade şu koca<br />

evrende bütün atomların bir kalp gibi attığını göstermektedir. Allah’ı noksan sıfatlardan<br />

uzaklaştıran ifadelerle coşkun bir ruh halinde O’na doğru harekete geçmektedir. Bir de<br />

bakmışsın ki, bütün bir evren hareket ve hayat içindedir. Yine bir de bakmışsın ki, varlığın<br />

tamamı sevinç ve mutluluk içinde tek ses olarak O’nun adını yüceltmekte, yüce ulu ve bir<br />

olan yaratıcıya doğru bir saygı içinde yükselmektedir. Kalp bu olayı zihninde, içinde<br />

canlandırdığında, onun eşsiz bir kâinat tablosu olduğunu görecektir. Bütün taşlar ve bütün<br />

çakıllar, bütün tohumlar ve bütün yapraklar, bütün çiçekler ve bütün meyveler. Bütün<br />

bitkiler ve bütün ağaçlar. Bütün böcekler ve bütün sürüngenler. Bütün insanlar ve bütün<br />

hayvanlar. Yeryüzünde bulunan bütün canlılar. Suda yüzen bütün canlılar, havada uçan<br />

bütün canlılar. Bunun yanında göğün sakinleri... Evet bütün bu varlıklar, Allah’ı noksan<br />

sıfatlardan uzak görmekte ve yüceliği için de O’na yönelmektedirler.” 475<br />

“Onların yücelmelerini anlayamıyor, kavrayamıyorsunuz” sözünü gerçek<br />

anlamından ziyade, bir dikkat çekme, dikkat çekilen hadisenin ancak ince bir nazarla<br />

kavranabileceğine işaret olarak algılamak daha doğru olur kanaatindeyiz. Biz insanlar belki<br />

diğer varlıkların <strong>tesbih</strong>ini bizim gibi sesle, sözle, harflerle ve kelimelerle olacakmış gibi<br />

düşünmeye meyilliyiz. Halbuki tabiata yüzümüzü çevirdiğimiz vakit, “sessizlik sesi ile”,<br />

hal diliyle konuşan bir alem görmekteyiz. Aslında insan da her zaman mesajını kelamla<br />

iletmez; insan beden diliyle de “konuşur”. İşte insan, tabiata baktığında ondan sözler<br />

işitmez. Fakat tabiatın lisan-ı halini okumasını bilirse oradan çok büyük mesajlar çıkartır.<br />

Tabiatın mesajı, herkes tarafından algılanır değildir. Çünkü herkes tabiata, mesajını<br />

algılamak amacıyla bakıyor değildir. Söz konusu mesaj, tefekkürle, ta’akkul ile, tedebbür<br />

ve tezekkürle anlaşılır. İşte bu şekilde kâinâta bakanlar, kâinâtın, Allah’ı nasıl da tenzih<br />

eden işaretlerle dopdolu olduğunu, nasıl da zamanın, mekanın, oluşun biteviye Allah’ı<br />

474 Mürüvve, Yusuf, İzafiyet Teorisi ve Kur’ân İlkeleri, trc. Recep Çalı, Ankara: Aydın Matbaası, 1979, s.<br />

54.<br />

475 Kutup, a.g.e., C.7, s. 45.<br />

110


<strong>tesbih</strong> ettiğini anlayacaktır. Bunu anlamak için, mü’min gözüyle, basiretle, ibret gözüyle<br />

bakmak gerekmektedir. Materyalist biri için evren mekanik bir düzen iken, mü’min için<br />

evren, kevnî âyetler yumağıdır; Allah’ın hikmetlerinin denizler mürekkep olsa, ağaçlar<br />

kalem olsa, denizin tükenmesi pahasına, yazmakla bitmeyeceği amaçlı bir âlemdir, ilahî bir<br />

mekteptir. Yaratılışın her an yinelendiği bir akıştır adeta. Kâinâtın <strong>tesbih</strong>i, sanki ilahi sır<br />

perdesi altında işlemektedir. Fakat o perde hiç kalın değildir. Yeter ki insanlar akıllarını<br />

kullansınlar ve tefekkür etsinler. Akleden ve tefekkür eden insanlar, o perdeyi aralamakta,<br />

varlıkların Allah’ı <strong>tesbih</strong> ve zikir edişini görebilmektedirler. Kâinâtın yaratılışı, gece ile<br />

gündüzün düzenli işleyişi, yani zamanın ve mekanın mükemmel işleyişi akıl sahipleri için<br />

birer âyettir. “Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin<br />

yaratılışını düşünürler: “Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, Sen münezzehsin. Bizi<br />

ateşin azabından koru” 476 Bu da, varlıkların <strong>tesbih</strong>ini insanın anlayacağına dair bir<br />

ipucudur.<br />

Neticede şunu söylemek mümkündür ki insanın dışında kalan ister hayvan, ister<br />

bitki, ister diğer varlıklar ve isterse uzayın derinliklerinde yer alan diğer yıldızlar ve<br />

içlerinde bulunan bilmediğimiz şeyler olsun, bunların Allah’ı <strong>tesbih</strong>i, biz insanların<br />

“sübhanellah” sözüyle <strong>tesbih</strong> etmemize benzetilemez. Çünkü “sübhanellah” demek, sözdür<br />

ve harflerle konuşmak insana özgü bir eylemdir. Fakat ‘konuşma’nın tek biçimi, bizimki<br />

gibi sesle ve harflerle olan değildir. İnsan için nasıl bir de “beden dili” varsa, eşyanın ve<br />

hayvanların da kendilerine has mesaj dili vardır. Bu gerçeğe rağmen, nedense insan<br />

haricindeki varlıkların <strong>tesbih</strong>i, aynen insan gibi, sesle ve sözle <strong>tesbih</strong> olarak anlaşılmak<br />

istenmektedir. Halbuki, dilimizle “sübhanellah” demek, <strong>tesbih</strong>in biçimlerinden biridir ve<br />

biz insana mahsustur. Söz söylemenin, konuşmanın, yazı yazmanın da biz insana mahsus<br />

olması gibi … Şüphesiz insanın <strong>tesbih</strong>i, yani Allah’ı tenzih etmesi ve O’nu yüceltmesi<br />

sadece sözlü olandan ibaret değildir. Bu böyle olduğu gibi, diğer varlıkların <strong>tesbih</strong>i de hem<br />

hâl lisanıyla hem de kendi lisanlarıncadır, harflerle, kelimelerle olmak zorunda değildir.<br />

476 Al-i İmran, 3/191.<br />

111


SONUÇ<br />

“Tesbih” kelimesi “s-b-h” kökünden masdar olup sözlükte; havada hızlı hareket<br />

etmek, suda yüzmek, boş vakit, geçimde tasarrufa gitme, işe gitmede acele etme, hemen işe<br />

koyulma, atların koşması, yıldızların yörüngelerinde hareket etmesi anlamlarına<br />

gelmektedir. Bir terim olarak “<strong>tesbih</strong>” ise; Yüce Allah’ı tenzih etmektir. Söz, fiil ve niyet<br />

olarak ibadetlerin geneli için kullanılır. Kelimenin kök anlamı göz önüne alındığında,<br />

Allah’ı iman ve amelle tenzih edişte sürekliliği, sağa sola sapmamayı ve tezliği ifade ettiği<br />

söylenebilir. Yüce Allah’ı, O’na layık olmayan şaibelerden, gerek kavlen ve gerek kalben<br />

tenzih etmek ve uzak tutmaktır. Kur’ân-ı Kerim’de geçen <strong>tesbih</strong> kelimesiyle yakın anlamlı<br />

başka bazı kelimeler de bulunmaktadır. Bunlar; zikir, şükür, takdis, hamd, dua, tekbir,<br />

secde, teshir ve tehlil şeklinde sıralanabilir.<br />

Bu kelime Kur’ân-ı Kerim’de; Allah’ı tenzih etmek, O’nu güzel isimlerle anmak,<br />

ibadete ve hayra koşmak, namaz kılmak ve dua etmek, gezegenlerin <strong>tesbih</strong>i, boş vakit,<br />

meşguliyet, melekler, ruhlar, gâziler, atlar ve gemilerin hızlı hareket etmeleri gibi<br />

anlamlarda kullanılmıştır. Kur’ân’da <strong>tesbih</strong> kelimesinin geçtiği ayetlerde, melek, cin,<br />

hayvan ve insandan ziyade, bu varlıkların dışındaki diğer mevcudatın da Allah’ı <strong>tesbih</strong><br />

ettiği vurgulanmaktadır.<br />

Bu varlıkların <strong>tesbih</strong>leri sözlü ve sözsüz olmak üzere iki türlüdür. İnsanlar,<br />

melekler, cinler gibi canlı varlıklar hem sözlü hem de sözsüz <strong>tesbih</strong> etmektedirler. Ancak<br />

sözlü <strong>tesbih</strong> bütün melekler için geçerli iken insanlar ve cinler için böyle bir şey söz konusu<br />

değildir. Çünkü insanlar ve cinlerden bazıları inanmazlar. Onlar inanmadıkları için sözlü<br />

<strong>tesbih</strong> yapmazlar. Mükelleflerin yaptığı <strong>tesbih</strong> şuurlu ve ihtiyâridir kerhî değildir. İnsanın<br />

nefes alıp vermesi bir <strong>tesbih</strong>tir. Kalbinin atışı, kanının dolaşması, sinirlerinin her an elektrik<br />

hızıyla duyguları taşıması, adalelerinin ve organlarının çalışmaları birer <strong>tesbih</strong>tir. Beyinden<br />

bütün vucuda yayılan elektrik, gözün görmesi, kulağın işitmesi birer <strong>tesbih</strong>tir.<br />

Yine kuşun havada, balığın suda, karıncaların toprakta yol alması Yüce Allah’ı<br />

<strong>tesbih</strong>tir. Bülbülün sesi, aslanın kükremesi ve kedinin mırlaması <strong>tesbih</strong>tir. Cansızların<br />

112


<strong>tesbih</strong>i ise lisan-ı hal iledir. Bir ağacın çiçek açması, meyve vermesi, bulutun yağmur<br />

indirmesi, rüzgarın esmesi, şimşeğin çakması, yıldırımın düşmesi, gezegenlerin<br />

yörüngelerini şaşırmadan akıp gitmeleri, elektronların atom çekirdeği etrafında<br />

dönüşleri…vs. hepsi, Allah’ın yaratılıştan verdiği özelliklerle, kendilerine yüklenen<br />

görevleri hakkıyla yerine getirmektedirler. Bu varlıkların, adeta yaratılıştan kodlandıkları<br />

fiil ve davranışları hakkıyla işlemeleri, kendilerinden beklenen rolü mükemmel şekilde<br />

yerine getirmeleri, varlık ummanında kendilerinden isteneni eksiksiz biçimde ifa etmeleri<br />

birer <strong>tesbih</strong>tir.<br />

Biz insanlar, diğer varlıkların <strong>tesbih</strong>ini bizim gibi sesle, sözle, harflerle ve<br />

kelimelerle olacakmış gibi düşünmeye meyilliyiz. Halbuki tabiata yüzümüzü çevirdiğimiz<br />

vakit, “sessizlik sesi ile”, hal diliyle konuşan bir alem görmekteyiz. Aslında insan da her<br />

zaman mesajını kelamla iletmez; insan beden diliyle de konuşur. İşte insan, tabiata<br />

baktığında ondan sözler işitmeyebilir. Fakat tabiatın lisan-ı halini okumasını bilirse oradan<br />

çok büyük mesajlar çıkartır. Tabiatın mesajı, herkes tarafından algılanabilir değildir. Çünkü<br />

herkes tabiata, mesajını algılamak amacıyla bakmaz. Söz konusu mesaj, tefekkürle,<br />

ta’akkul ile, tedebbür ve tezekkürle anlaşılır. İşte bu şekilde kâinâta bakanlar, kâinâtın,<br />

Allah’ı nasıl da tenzih eden işaretlerle dopdolu olduğunu, nasıl da zamanın, mekanın,<br />

oluşun biteviye Allah’ı <strong>tesbih</strong> ettiğini anlayacaktır. Bunu anlamak için, mü’min gözüyle,<br />

basiretle, ibret gözüyle bakmak gerekmektedir. İşte insanoğlu ancak bu durumda olduğunda<br />

bu varlıkların arasındaki yerini iyi bir şekilde bilmiş ve anlamış olacaktır. Yapacağı her<br />

hareketin bilincinde olup en iyi bir şekilde bu varlıkları değerlendirecektir. Başka bir<br />

ifadeyle şuurlu bir şekilde “evrensel <strong>tesbih</strong> faaliyeti”ne katılacaktır.<br />

113


BİBLİYOGRAFYA<br />

el-Âlûsî, Ebu Fadl Şihabu’d-Din es-Seyyid Mahmud el-Bağdadî. Ruhul’l-Meanî, Beyrut:<br />

Dâru İhyâi’t-Turâs, ts, C. 30.<br />

Ateş, Süleyman. “tekbir” md, Kur’ân Ansiklopedisi, Kur’ân Bilimleri Araştırma Vakfı<br />

(KUBA), C. 30.<br />

_____________, “teshir” md, Kur’ân Ansiklopedisi, Bilimleri Araştırma Vakfı (KUBA),<br />

C. 30.<br />

_____________, Yüce Kur’ân Çağdaş Tefsiri, Ankara: Yeni Ufuk Yayınları, 1982, c.12.<br />

Bayraklı, Bayraktar. Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’ân Tefsiri, İstanbul: Bayraklı<br />

Yayınları, 2004, C.12.<br />

el-Beğavi, Ebu Muhammed Hüseyn b. Mes’ud. Meâlimu’t-Tenzîl, thk. Halid<br />

Abdurrahman Ak, 2. bs, Beyrut: Dârü’l-Ma’rife, 1987, C. 6.<br />

el-Beydâvî, Nasru’d-Din Ebi Saîd Abdullah Ebi Ömer b. Muhammed eş-Şîrazî. Tefsîrü’l-<br />

Beydâvî, Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1966, C. 5.<br />

el-Buhârî, Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail. el-Camiu’s-Sahih, el- Mektebetü’l<br />

Kübra’l-Emiriyye, 1895.<br />

Bursevi, İsmail Hakkı. Rûh’l-Beyan Fi-Tefsiri’l-Kur’ân, İstanbul: Damla Yayınevi, 1330,<br />

C. 10.<br />

el-Bûtî, Saît Ramazan. Kübra’l-Yakiniyyati’l-Kevniyye Vücudü'l-Halik, 8.bs., Dımaşk:<br />

Darü’l-Fikr, 1982.<br />

Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Ankara, Akçağ Yayınları, 1991, C. 18.<br />

Cerrahoğlu, İsmail. Tefsir Usulü, Ankara: T.D.V. Yayınları, 1985.<br />

el-Cevheri, Ebu Nasr İsmail b. Hammad el-Farabi. Sıhah Taci'l-Luga ve Sıhahi'l-<br />

Arabiyye, thk. Ahmed Abdülgafur Atar, 4. bs., Beyrut: Dârü’l-İlm li’l-Melayin,<br />

1990, C. 6.<br />

Deniz, M Akif. “Hayat ve Enerji Kaynağımız: Güneş”, Teknobilim,<br />

http://www.ilkadimdergisi.com/171/teknobilim-akifdeniz.htm<br />

114


Dere, Mehmet. “İslâm Terminolojisinde Dua Kavramı”,<br />

http://www.ilkadimdergidi.com/164/arastirma- mehmetdere.htm. [Mart 2002 (29<br />

Ocak 2006).<br />

Derveze, Muhammed İzzet b. Abdülhadi b. Derviş, et-Tefsiru’l-Hadis, trc. Ahmet Çelen,<br />

Şaban Karataş, Mehmet Çelen, İstanbul: Ekin Yay, 1997, C. 7.<br />

Döndüren, Hamdi. “Tekbir” md, “Şamil İslâm Ansklopedisi”, İstanbul: Şamil Yay, 1994,<br />

C. 6.<br />

_______________, Delilleriyle İslâm İlmihali İnanç-İbadet-Günlük Hayat, İstanbul: Erkam<br />

Yay, 2005.<br />

Ebû Dâvûd, Süleyman b. Eş’as b. İshak el-Ezdi es-Sicistani, Kitabu’s-Sünen, thk.<br />

Muhammed Avvame, Cidde: Dârü’l-Kıble li’s-Sekafeti İslâmiyye, 1998, C. 5.<br />

Ebül-Beka, Kadı Eyyub b. Musa el-Kefevi. Kulliyatu Ebi’l-Beka, İstanbul: Matbaa-i<br />

Amire Yayıları, 1987.<br />

Ece, Hüseyin K. İslâm’ın Temel Kavramları, İstanbul: Beyan Yay, 2000.<br />

Eliaçık, İhsan. İslâm ve Sosyal Değişim, İstanbul: Bengisu Yay, 1995.<br />

Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, trc. Alparslan Açıkgenç, Ankara: Ankara<br />

Okulu Yay, 1998.<br />

Fîrûzâbâdî, Ebü’t-Tahir Mecdüddin Muhammed b. Yakub b. Muhammed. el-Kâmûsü’l -<br />

Muhît, Beyrut: Müessesetü’r-Risale, 1986.<br />

Gazzalî, Ebu Hamid Huccetülislam Muhammed b. Muhammed. İhyâu Ulûmi'd-dîn, trc.<br />

Ahmed Serdaroğlu, İstanbul: Bedir Yayınları, 1974, C. 4.<br />

Gülen, M. Fethullah. Kalbin Zümrüt Tepeleri I, İzmir: Nil Yayınları, 2001.<br />

Hanbel, Ebu Abdullah Ahmed b. Muhammed eş-Şeybani. el-Müsned, thk. Sıdki<br />

Muhammed Cemil Atar, Beyrut: Dârü’l-Fikr, 1991.<br />

Havva, Said. el-Esas Fi’t-Tefsîr, trc: M. Beşir Eryarsoy, İstanbul: Şamil Yay, 1990, C.16.<br />

el-Heysemi, Ebü’l-Hasan Nureddin Ali b. Ebi Bekr b. Süleyman. Mecmaü'z-Zevaid ve<br />

Menbaü'l-Fevaid, 2. bs, Beyrut: Darü’l-Kitâbi’l-Arabi, 1967, C. 6.<br />

İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm. Beyrut: Dâru’l-Marife, 1996, C.<br />

4.<br />

115


________, Kısasu’l-Enbiyâ, thk. Abdülkadir Ahmed Ata, 2. bs, Beyrut: el-Mektebetü’l-<br />

İslâmiyye, 1982.<br />

İbn Teymiyye, Ebü’l-Abbas Takıyyüddin Ahmed b. Abdülhalim. Câmiu’r-Rasâil, thk.<br />

Muhammed Reşit Rıza, Lecnetü’l-Turâsi’l-Arabi, ts.<br />

İbnü’l-Arabi, Ebi Bekir Muhammed b. Abdullah. Ahkâmu’l-Kur’ân, Beyrut: Dâru’l-Cîl,<br />

ts, C. 4.<br />

İbn Mace, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid el-Kazvini, Sünenu İbn Mace, thk.<br />

Muhammed Mustafa A’zami, 2 bs., Riyad: Şirketü’t-Tıbaati’l-Arabiyye, 1984, C. 4.<br />

İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemalud-din Muhammed b. Mukerrem. Lisanu’l–Arab, Beyrut:<br />

Dâru Sâdir, ts, C. 15.<br />

İbrahim, Ahmed Şevki. Tesbihü’l-Kevn, Kahire: Nahdatu Mısr li’t-Tıbaa ve’n-Neşr, 2003.<br />

el-İsfehânî, er-Râğıb Ebu’l Kasım el-Hüseyn b. Muhammed b. el-Mufaddal. Mu’cemu<br />

Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân, 3. bs., Beyrut: Dâru’l-Kalem, 1997.<br />

_________, El-Mufredât Fi-Garîbil-Kur’ân, Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l İlmiye, ts.<br />

İzutsu, Toshihiko. Kur’ân’da Allah ve İnsan, trc. Süleyman Ateş, İstanbul: Yeni Ufuk<br />

Yayınları, ts.<br />

Karaman, Hayrettin ve dğr, Kur’ân Yolu, Ankara: T.D.V. Yayınları, 2003, C. 6.<br />

el-Kardavî, Yusuf. es-Sabru fî’l-Kur’ân, 6. bs, Beyrut: Müessestü’r-Risâle, 1991.<br />

Kılıç, Hamza. Kişisel Gelişimde Zikir ve Tesbih, İstanbul: İnsan Yayınları, 2001.<br />

Kutup, Seyyid. Fî Zilâl-il Kur’ân, trc. Salih Uçan, Vahdettin İnce ve Mehmet Yılmaz,<br />

İstanbul: Dünya Yay, 1991, C. 10.<br />

Kızmaz, Fedakâr. “Secde” md, Şamil İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Şamil Yay, 1992, C.<br />

6.<br />

el-Kurtubî, Ebü’l-Hasan Ali Halef b. Abdülmelik İbn Battal, el-Camiu li-Ahkami’l-<br />

Kur’ân, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’ân, Kahire, Dâruş-Şa’b, ts., C. 8<br />

el-Maverdî, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib, Tefsirü’l-Mâverdî, Beyrut: Dârü’l-<br />

Kutubi’-İlmiyye, 1996, C. 6.<br />

116


el-Mevdûdî, Ebu’l-A’lâ. Tefhimu’l-Kur’ân, trc. Ahmed Asrar, İstanbul: Bengisu Yay,<br />

1997, C. 7.<br />

el-Merâği, Ahmed Mustafa, Tefsiru’l-Merâği, Beyrut: Dâru’l-Fikr, ts, C. 10.<br />

el-Munâvî, Zeynüddin Muhammed Abdürrauf b. Ali. Feyzü’l-Kadîr, thk. Hamdi Daniş<br />

Muhammed, Mekke: Mektebetu Nizar Mustafa el-Baz, 1998, C. 13.<br />

en-Nesâî Ebu Abdurrahman Ahmed b. Ali b. Şuayb. Sünenü'n-Nesai, Beyrut: Dârü’l-Fikr,<br />

1930.<br />

en-Nesefî, Tefsirü Medariki’t-Tenzil ve Hakaiki’t-Te’vil Ebü’l-Berekat Hafızüddin<br />

Abdullah b. Ahmed b. Mahmud. Beyrut: Dârü’l- Kalem, 1989, C. 3<br />

Öztürk, Yaşar Nuri. Din ve Fırat, 2. bs., İstanbul: Yeni Boyut, 1992.<br />

_______________, Kur’ân’nın Temel Kavramları, İstanbul: Yeni Boyut Yay, 1999.<br />

Parladır, Selâhattin. “Dua” md, DİA, İstanbul: 1994, C. 30.<br />

Ramazanoğlu, Süleyman. “Tasavvuf – Kur’ân ve Sünnete Göre Zikir”<br />

http://www.akadem.nl/sayı2/Tasavvuf.htm.<br />

er-Râzî, Ebu Abdillah Fahreddin Muhammed b. Ömer, Mefâtihu’l-Ğayb, Beyrut; Dârü’l-<br />

Kütübi’l-İlmiyye, 1990, C. 32.<br />

es-Sa’lebî, Ebu İshak Ahmed b. Muhammed b. İbrahim en-Nisaburi, Kısasü'l-Enbiya, 4.<br />

bs., Lübnan: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1985.<br />

es-Sâbuni, Muhammed Ali. Safvetü’t-Tefasir, 4. bs., Beyrut: Dârü’l-Kur’âni’l-Kerim,<br />

1981, C. 3.<br />

es-Sa’dî, Abdurrahmân b. Nâsır. Tefsîru’s-Sa’dî, Beyrut: Dâru Muesseseti’r-Risâlât, 2000,<br />

C. 1.<br />

es-Semerkandi, Seyyid Alaeddin b. Yahya, Bahrul Ulum Tefsiri, trc. Ali Kara, İstanbul:<br />

Mutlu Ticaret Yayınları, ts., C. 6<br />

Şahin, M. Süreyya. DİA, “cin” md, İstanbul: T.D.V. Yayınları, 1993, C. 30.<br />

eş-Şeyh, Ahmed Hasan. el-Melâiketu Hakîkatuhum Vucûduhum Sıfâtuhum, Trablus:<br />

Jarrous Press, 1991.<br />

eş-Şevkâni, Ebu Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Havlani. Fethu’l-Kâdir, 2.<br />

bs., Kahire: Mustafa el-Babi el-Halebi, 1964, C. 5.<br />

117


eş-Şirâzî, Nasır Mekarim, el-Emsal fi Tefsiri Kitabillahi’l-Münzel, Beyrut: Müessesetü’l-<br />

Ba’se, 1992, C. 20.<br />

et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr. Câmiu’l-Beyân fî Tefsiri’l-Kur’ân, Beyrut:<br />

Dâru’l-Fikr, 1985, C. 30.<br />

Tahanevi, M. b. Ali b. Kadı M. Hamid b. Sabir. Keşşafu İstilahati’l-Funun, İstanbul:<br />

Kahraman Yayınları, 1984, C. 2.<br />

et-Tirmizî, Ebu İsa Muhammed b. İsa b. Serve es-Sülemi. Sünenü't-Tirmizi, Dehli<br />

[Delhi]: Matbaatü’l -Müctema, 1897.<br />

Topaloğlu, Bekir. “hamd”, md., DİA, İstanbul: T.D.V. Yayınları, C. 30.<br />

______________, “hamîd”, md., DİA, İstanbul: T.D.V. Yayınları, C. 30.<br />

Turgay, Nureddin. “tehlil” md, Şamil İslâm Ansklopedisi, İstanbul: Şamil Yayınları,<br />

1994, C. 6.<br />

______________, “<strong>tesbih</strong>” md, Şamil İslâm Ansklopedisi, İstanbul: Şamil Yayınları,<br />

1994, C. 6.<br />

Turgut, Talha. “Bitkilerin Fısıltıları”, Sızıntı Dergisi, Şubat 1981, 3 sayı.<br />

http://www.sizinti.com.tr/konu.sizinti?SIN=4977e7e5c8&k=1366&171636724 (7<br />

Şubat 2006).<br />

et-Tûsî, Ebu Cafer Muhammed b. Hasan. Tefsîru’t Tibyan, Necef: Dâru’l-Endelusî, 1965,<br />

C. 6.<br />

Uludağ, Süleyman. “Zikir” md, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Marifet Yayınları,<br />

1995.<br />

Ulutürk, Veli. Kur’ân-ı Kerim Allah’ı Nasıl Tanıtıyor, İzmir: Çağlayan Yayınları, 1995.<br />

el-Vâhidî, Ali b Ahmed Ebu’l-Hasen. Tefsiru’l-Vâhidî, Beyrut: Dâru’l-Kalem, 1415, C. 2.<br />

Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul: Hikmet Yay, 1992, C. 10.<br />

Yıldırım, Celal. İlmin Işığında Asrın Kur’ân Tefsiri, İzmir: Anadolu Yayınları, 1989, C.<br />

14.<br />

Yıldırım, Suat. Kur’ân’da Uluhiyyet, İstanbul: Kayıhan Yay, 1987.<br />

ez-Zebîdî, Ebü’l-Feyz Murtaza Muhammed b. Muhammed. Tâcu’l-Arûs, thk. İbrahim<br />

Terzi, Beyrut: Dâru İhyai’t-Türâsi’l-Arabi, 1975, C. 20.<br />

118


ez-Zemahşeri, Carullah Ebû’l-Kasım Mahmud b. Ömer. el-Keşşâf an Hakayıkı’t-Tenzil,<br />

Beyrut: Dâru İhyâi’t-Turâs, ts, C. 4.<br />

ez-Zühaylî, Vehbe. Tefsiru’l-Münir, Dımaşk: Dâru’l-Fikr, 1991, C. 32.<br />

http://www.sevde.de/KuranBilim/kuran_ve_bilim.ht (14 Haziran 2006).<br />

119

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!