Yönetim Bilimleri Dergisi - Ãanakkale Onsekiz Mart Ãniversitesi
Yönetim Bilimleri Dergisi - Ãanakkale Onsekiz Mart Ãniversitesi
Yönetim Bilimleri Dergisi - Ãanakkale Onsekiz Mart Ãniversitesi
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
T.C.<br />
ÇANAKKALE ONSEKİZ MART ÜNİVERSİTESİ<br />
BİGA İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ<br />
YÖNETİM BİLİMLERİ<br />
DERGİSİ<br />
JOURNAL OF ADMINISTRATIVE SCIENCES<br />
Cilt 8 • Sayı 1 • 2010 • Volume 8 • Number 1<br />
Bu Dergi Hakemli Bir Dergidir ve<br />
Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi<br />
Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
Tarafından Yayımlanmaktadır.<br />
ISSN: 1304 - 5318<br />
Pozitif Matbaacılık<br />
Çamlıca Mh. Anadolu Bulvarı 12.Sk.<br />
Gimat / ANKARA<br />
Tel: 0 312 397 00 31
YÖNETİM BİLİMLERİ DERGİSİ<br />
Journal of Administrative Sciences<br />
Cilt 8 • Sayı 1 • 2010 • Volume 8 • Number 1<br />
SAHİBİ / Owner<br />
Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi Adına Rektör Prof. Dr. Ali AKDEMİR<br />
EDİTÖRLER / Editors<br />
Ali AKDEMİR (Prof.Dr., ÇOMÜ, Koordinatör Editör, Editor in Chief)<br />
Sedat LAÇİNER (Doç.Dr., ÇOMÜ, Danışman Editör, Advisory Editor)<br />
Mahir GÜMÜŞ (Yrd. Doç. Dr., ÇOMÜ, Danışman Editör, Advisory Editor)<br />
Suat UĞUR (Yrd.Doç.Dr., ÇOMÜ, Yönetici Editör, Co-Editor)<br />
YAZI KURULU / Editorial Board<br />
ACER Yücel (Doç. Dr., ÇOMÜ)<br />
AKTAN Coşkun Can (Prof.Dr., DEÜ)<br />
AŞIKOĞLU Rıza (Prof.Dr., Afyon Kocatepe Ü.)<br />
ATAÖV Türkkaya (Prof.Dr.)<br />
AYDINLI Ersel (Yrd.Doç.Dr., Bilkent Ü.)<br />
BAĞCI Hüseyin (Prof.Dr., ODTÜ / METU)<br />
BAL İhsan (Doç.Dr. Polis Akademisi)<br />
BENLİ Abdurrahman (Yrd.Doç.Dr., Sakarya Ü.)<br />
EFEGİL Ertan (Yrd.Doç.Dr., Beyket Ü.)<br />
ERHAN Çağrı (Doç.Dr., Ankara Ü.)<br />
ERGİN Hüseyin (Prof.Dr., Dumlupınar Ü.)<br />
EROL Mikail (Doç.Dr., ÇOMÜ)<br />
GÖKAY Bülent (Dr., Keele Ü.)<br />
GÖRMEZ Kemal, (Prof.Dr., Gazi Ü.)<br />
GÖZEN Ramazan (Prof. Dr., Çankaya Ü.)<br />
GÜMÜŞ Mahir (Yrd. Doç. Dr., ÇOMÜ)<br />
KAPUCU Naim (Yrd.Doç.Dr., Central Ü.)<br />
KARAMAN Zerrin Toprak (Prof.Dr., DEÜ)<br />
KARLUK Rıdvan (Prof.Dr., Anadolu Ü.)<br />
KASIM Kamer (Doç.Dr., AİBÜ)<br />
KAYA İbrahim (Doç.Dr. ÇOMÜ)<br />
KELEŞ Ruşen (Prof.Dr., Ankara Ü.)<br />
Alfabetik Sıra İle / In Alphepetical Order<br />
KİRTİŞ A. Kazım (Prof. Dr., ÇOMÜ)<br />
KÖKER Levent (Prof.Dr., AİBÜ)<br />
LAÇİNER Sedat (Doç. Dr., ÇOMÜ)<br />
McKINNEY Joseph A. (Prof.Dr., Baylor Ü.)<br />
MEZULANIK Jiri (Dr., Silesian Ü.)<br />
MORTAN Kenan (Prof.Dr., MSÜ)<br />
NARLI Nilüfer (Prof.Dr., Kadir Has Ü.)<br />
ÖKE Mim Kemal (Prof.Dr., Beykent Ü.)<br />
ÖZCAN Mehmet (Yrd. Doç.Dr., Güv.Bil.Ens.)<br />
ÖZNAL Erdoğan, ( E.Tüm Gnr., YÖK Üyesi)<br />
POLOUCEK Stanislav (Prof.Dr., Silesian Ü.)<br />
SEVİM Şerafettin (Prof.Dr., Dumlupınar Ü.)<br />
TUNÇOKU Mete (Prof.Dr., ÇOMÜ)<br />
TATOĞLU Ekrem (Prof.Dr., Bahçeşehir Ü.)<br />
TAN Sabri Sami (Yrd. Doç. Dr ., ÇOMÜ)<br />
UĞUR Suat (Yrd.Doç.Dr., ÇOMÜ)<br />
ULUYOL Osman (Yrd.Doç.Dr., Adıyaman Ü.)<br />
UĞUZMAN Tülay (Prof.Dr., ÇOMÜ)<br />
YAVAŞ Hikmet (Yrd.Doç.Dr., ÇOMÜ)<br />
YELKİKALAN Nazan (Doç. Dr., ÇOMÜ)<br />
YILDIRIM Engin (Prof.Dr., Sakarya Ü.)<br />
YILMAZ İhsan, (Dr., SOAS, Londra Ü.)<br />
Bölüm Editörleri / Section Editors<br />
Alfabetik Sıra İle / In Alphabetical Order<br />
Yönetim Gündemi /<br />
Management Agenda<br />
AKATAY Ayten<br />
AKDEMİR Ali<br />
KASIMOĞLU Murat<br />
MARANGOZ Mehmet<br />
ÖRNEK Ali Şahin<br />
YELKİKALAN Nazan<br />
Ekonomi Gündemi /<br />
Economy Agenda<br />
DEMİRCAN Esra<br />
DOLGUN Uğur<br />
ENER Meliha<br />
KALMIŞ Halis<br />
ŞAHİN Mehmet<br />
ŞENER Sefer<br />
TORUN Mustafa<br />
UĞUR Suat<br />
Uluslararası İlişkiler Gündemi /<br />
International Relations Agenda<br />
ACER Yücel<br />
BATIR Kerem<br />
KARAGÜL Soner<br />
LAÇİNER Sedat<br />
ULUDAĞ Bülent<br />
YOLDAŞ Yunus<br />
Kamu Yönetimi ve Yerel Yönetimler Gündemi /<br />
Public Administration and Local Government Agenda<br />
ALTUNBAŞ Derya<br />
BACAK Bünyamin<br />
GÖRÜN Mustafa<br />
GÜMÜŞ Mahir<br />
KAYA İbrahim<br />
PALABIYIK Hamit<br />
VARLIK Ülkü<br />
YAVAŞ Hikmet<br />
Yazı İşleri<br />
Sinem ERBAŞ<br />
Verda DAVASLIGİL<br />
Teknik Sorumlu<br />
Canan Öykü DÖNMEZ KARA<br />
Sekreterya<br />
Melda TEKİN<br />
Dizgi<br />
Gülden KARAASLAN<br />
Tasarım ve IT<br />
Gülden KARAASLAN<br />
Erdal AYDIN<br />
Tanju ÇOLAKOĞLU
HAKEM VE DANIŞMA KURULU / Referee Advisory Board<br />
AKAY Ali (Prof.Dr., MSÜ)<br />
AKATAY Ayten (Yrd.Doç.Dr. ÇOMÜ)<br />
AKDOĞAN Asuman (Prof.Dr., Erciyes Ü.)<br />
AKKAYA Cenk Göktuğ (Doç. Dr. DEÜ)<br />
ALPER Yusuf (Prof.Dr., Uludağ Ü.)<br />
ALTAN Ömer Zühtü (Prof.Dr., Anadolu Ü.)<br />
ASLAN Rıza(Doç.Dr. Balıkesir Ü.)<br />
AŞKUN İnal Cem (Prof.Dr., Anadolu Ü.)<br />
ATAMAN Muhittin (Yrd.Doç.Dr., AİBÜ)<br />
AYTAÇ Önder (Yrd.Doç.Dr., Polis A)<br />
BAKKALCI Ahmet Can (Yrd.Doç.Dr., Pamukkale Ü.)<br />
BAŞTAYMAZ Tahir (Prof.Dr., Uludağ Ü.)<br />
BAYRAKTAROĞLU Serkan (Doç.Dr., Sakarya Ü.)<br />
BENLİ Abdurrahman (Yrd.Doç.Dr., Sakarya U.)<br />
BOZATAY ANBARLI Şeniz(Yrd.Doç.Dr.,ÇOMÜ)<br />
BERKSOY Turgay (Prof.Dr., Marmara Ü.)<br />
BOZKURT Veysel (Prof.Dr., Uludağ Ü.)<br />
CANGIZBAY Kadir (Prof.Dr., Gazi Ü.)<br />
CHIKOVANI Guram (Prof.Dr., Tiflis Asya-Afrika Enstitüsü)<br />
CRISTEA Simona Mirela (Doç.Dr. Craiova Ü.)<br />
ÇİL Burhan (Prof.Dr. Gazi Ü.)<br />
DEMİR Hulusi (Prof.Dr., Doğu Akdeniz Ü.)<br />
DEMİRCAN Esra (Yrd.Doç.Dr.,ÇOMÜ)<br />
DOĞAN Özlem İpekgil (Yrd.Doç.Dr. DEÜ)<br />
DOLGUN Uğur (Yrd.Doç.Dr., ÇOMÜ)<br />
DUYMAZ İsmail (Prof.Dr., Yıdız Teknik Ü.)<br />
DYKE John Van (Prof.Dr., Hawaii Ü.)<br />
ER Fikret (Yrd.Doç.Dr., Anadolu Ü.)<br />
ERDEM Haluk (Yrd.Doç.Dr., ÇOMÜ)<br />
ERDOĞAN Engin (Prof.Dr., ÇOMÜ)<br />
ERDUMLU Güngör (Prof.Dr., Kocaeli Ü.)<br />
EREN Erol (Prof.Dr., Doğuş Ü.)<br />
ERKAN Hüsnü (Prof.Dr., DEÜ)<br />
EROĞLU Umut (Yrd.Doç.Dr.,ÇOMÜ)<br />
Alfabetik Sıra İle/ In Alphepetical Order<br />
FALAY Nihat (Prof.Dr., İstanbul Ü.)<br />
GEYLAN Ramazan (Prof.Dr., Anadolu Ü.)<br />
GIURCA VASILESCU Laura Vıctorıa (Doç.Dr., Romanya)<br />
GÖKTEPE Cihat (Yrd.Doç.Dr., Kafkas Ü.)<br />
GÖRÜN Mustafa (Yrd.Doç.Dr.,ÇOMÜ)<br />
GÖYMEN Koral (Prof.Dr., Sabancı Ü.)<br />
GÜMÜŞ Mahir (Yrd.Doç.Dr.,ÇOMÜ)<br />
GÜLOĞLU Tuncay (DoçDr., Kocaeli Ü.)<br />
GÜRKAYNAK Mehmet Rüştü (Prof.Dr.)<br />
İNAN Yüksel (Bilkent Ü.)<br />
KAVİ Ersin (Yrd.Doç.Dr., Yalova Ü.)<br />
KAYA İbrahim (Doç.Dr.,ÇOMÜ)<br />
KAYRİ Murat (Yrd.Doç.Dr., Yüzüncü Yıl Ü.)<br />
KİRTİŞ A. Kazım (Prof.Dr., ÇOMÜ)<br />
MARANGOZ Mehmet (Doç.Dr., ÇOMÜ)<br />
ORHAN Gökhan (Doç.Dr., Balıkesir Ü.)<br />
ÖRNEK Ali Şahin (Yrd.Doç.Dr.,ÇOMÜ)<br />
ÖZKÖK Ferah (Yrd.Doç.Dr., ÇOMÜ)<br />
PALABIYIK Hamit (Doç.Dr., ÇOMÜ)<br />
PAZARLIOĞLU Vedat (Prof.Dr., Dokuz Eylül Ü.)<br />
SAPANCALI Faruk (Doç.Dr., Dokuz Eylül Ü.)<br />
SARIYER Nilsun (Yrd.Doç.Dr.,ÇOMÜ)<br />
ŞAHİN Mehmet (Doç.Dr.,ÇOMÜ)<br />
ŞENER Sefer (Doç.Dr.,ÇOMÜ)<br />
TAN S. Sami (Yrd.Doç.Dr.,ÇOMÜ)<br />
TATOĞLU Ekrem (Prof.Dr. Bahçeşehir Ü.)<br />
TOKOL Tuncer (Prof.Dr., Uludağ Ü.)<br />
TORAMAN Cengiz (Doç.Dr. Balıkesir Ü.)<br />
TORUN Mustafa (Yrd.Doç.Dr.,ÇOMÜ)<br />
TUFAN Ekrem (Doç.Dr. Anadolu Ü.)<br />
ULUYOL Osman (Yrd.Doç.Dr. Adıyaman Ü.)<br />
YAĞANOĞLU Y. Nazmi (Yrd.Doç.Dr.,ÇOMÜ)<br />
YAVAŞ Hikmet (Yrd.Doç.Dr.,ÇOMÜ)<br />
YÜCEL Nilay (Yrd.Doç.Dr.,ÇOMÜ)<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (YBD) Worldwide Political Science Abstracts Database tarafından indekslenmektedir.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (YBD) yılda iki kez yayınlanan hakemli bir dergidir. Gönderilen yazılar ilk olarak editörler ve yazı kurulunca bilimsel<br />
anlatım ve yazım kuralları yönünden incelenir. Daha sonra uygun bulunan yazılar alanında bilimsel çalışmaları ile tanınmış üç ayrı hakeme<br />
gönderilir. Hakemlerin kararları doğrultusunda yazı yayınlanır veya yayınlanmaz. Hakemlerin gizli tutulan raporları dergi arşivlerinde beş yıl süre<br />
ile tutulur. Dergi politikaları ve yazım kuralları ile ilgili detaylar dergi sonunda bulunabilir. Belirtilmemiş hususlar için dergi sekreteryası<br />
aranabilir.<br />
Journal of Administrative Sciences (JAS) is abstracted and/or indexed in Worldwide Political Science Abstracts Database.<br />
Journal of Administrative Sciences (JAS) is a biannual referee journal. Articles submitted for consideration of publication are subject to peer<br />
review. The editorial board and editors takes consideration whether submitted manuscript follows the rules of scientific writing. The appropriate<br />
articles are then sent to three referees known for their academic reputation in their respective areas. Upon their decision, the articles will be<br />
published in the journal, or rejected for publication. The refree reports are kept confidential and stored in the archives for five years. For the full<br />
details about the journal see Notes for Contributers section or feel free to contact with the editors.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (YBD) / Journal of Administrative Sciences (JAS)<br />
Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, 17200 Biga / Çanakkale - TURKEY<br />
Tel: (+90) (286) 335 87 38-40 Faks: (+90) (286) 335 87 36<br />
Erişim: http://biibf.comu.edu.tr/ybd.html / e-posta: ybd@comu.edu.tr<br />
YBD’de yayınlanan yazılarda fikirler yalnızca yazar(lar)ına aittir. Dergi sahibini veya editörleri bağlamaz.<br />
Tüm hakları saklıdır. Önceden yazılı izin alınmaksızın hiçbir iletişim, kopyalama sistemi kullanılarak yeniden basılamaz.<br />
Akademik ve haber amaçlı kısa alıntılar bu kuralın dışındadır<br />
All Rights Reserved. No part of this publication may be reproduced, stored or introduced into a retrieval system, or transmitted in<br />
any form, or by any means, electronic, mechanical, photocopying, recording, or otherwise, without prior written permission of the JAS editors.<br />
ISSN: 1304-5318
YÖNETİM BİLİMLERİ DERGİSİ<br />
Journal of Administrative Sciences<br />
Cilt 8 • Sayı 1 • 2010 • Volume 8 • Number 1<br />
İÇİNDEKİLER / Contents<br />
Dergi Hakkında .................................................................................................... 7<br />
GÜNDEMLER / Agendas<br />
YÖNETİM GÜNDEMİ / Management Agenda .................................................. 13<br />
Ramazan UYGUN & Murat KASIMOĞLU<br />
Bilimsel Araştırmalarda Örtülü Ölçümler<br />
EKONOMİ GÜNDEMİ / Economy Agenda ....................................................... 27<br />
Sefer ŞENER<br />
Bölgesel Kalkınma Ajansları<br />
KAMU YÖNETİMİ VE YEREL YÖNETİMLER GÜNDEMİ /<br />
Public Administration and Local Government Agenda ......................................... 41<br />
Şeniz ANBARLI BOZATAY<br />
Yeni Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun Askerlik Hizmetine İlişkin Getirdiği<br />
Değişiklikler ve Vicdani Ret Tartışmaları<br />
ULUSLARARASI İLİŞKİLER GÜNDEMİ / International Relations Agenda ..... 49<br />
Yücel ACER<br />
Uluslararası Hukuk, İnsan Hakları ve Uluslararası Düzeyde Koruma<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
MAKALELER / Articles<br />
Yonca GÜROL & Onur Muhteşem ÇAPAN……....….………………………………….. 59<br />
Örgütsel Performansın Yükseltilmesinde İnsan Performans Teknolojisi Modeli<br />
Mirela CRISTEA & Sorin DOMNIŞORU & Murat KASIMOĞLU................................... 79<br />
The Auditors’ Role in Preventing the Insolvency Risk – Practical Aspects Feasible to<br />
Insurance Companies on European Level<br />
B. Aydem ÇİFTÇİOĞLU AYDEMİR……….………………..…………….……………. 95<br />
İşletmelerde Hedef Belirleme ve Etkili İletişimde NLP<br />
Yavuz YILDIRIM………………..…………….………….……………….……………… 117<br />
Determining Multifactor Productivity: How Robust the Relationship between Knowledge<br />
Generated Through Universities and Competing Theories of Productivity<br />
A. Celil ÇAKICI & Lütfi ATAY & Murat AKSU……..…………………………………. 147<br />
Bozcaada Turizmi İçin Geçerli Olabilecek Fırsatlar, Üstünlükler, Zayıflıklar ve<br />
Tehlikeleri Tespit Etmeye Yönelik Bir Araştırma<br />
Serdar KURT & Hilmi ZENGİN……………………... ……………………….………….. 167<br />
Beklentilerde Rasyonellik ve Yakın Rasyonalitenin Ekonometrik Testi<br />
Nuray HELVACIOĞLU & Hatice ÖZUTKU…………. ………………………………… 193<br />
Kültürel Farklılıkların Yönetiminde İnsan Kaynakları Stratejilerinin Rolü: IKEA Örneği<br />
KİTAP TAHLİLLERİ / Book Reviews<br />
Abdullah KIRAY………………………………………………………………………….. 219<br />
Hard Facts, Dangerous Half-Truths & Total Nonsense: Profitingfrom<br />
Evidence-Based Management (Yazar: Jeffrey Pfeffer)<br />
Çağla YAVUZ…….…………..…………………………………………………………… 225<br />
Sürdürülebilir İnovasyonu Yönetme, Küresel Büyümenin İtici Gücü<br />
(Yazar: Ian MAXWELL)<br />
Verda DAVASLIGİL……………………………………………………….….................... 233<br />
Bir Bilim Olarak İktisat Tarihinin Doğuşu (Yazar: Orhan KURMUŞ)<br />
Sanem BERKÜN…………………………………………………………….….................. 241<br />
Katılımcılık ve Kalkınma Ekseninde Yerel Sosyal Politikalar<br />
(Yazar: Ali SEYYAR – Oral DEMİR)<br />
YAZARLAR İÇİN BİLGİ NOTU / Notes For Contributors ........................................... 245<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
7<br />
YÖNETİM BİLİMLERİ DERGİSİ<br />
AMAÇ, KAPSAM VE YÖNTEM<br />
Yönetim bilimi, yönetim, yöneticilik ve liderlik kavramları, olguları hem<br />
bireysel, hem örgütsel, hem kentsel, hem ülkesel ve hem de uluslararası yönleri ile ele<br />
almakta ve belirleyiciliğini gittikçe artırmaktadır. Bireylerin, örgütlerin, işletmelerin,<br />
kentlerin, ülkelerin ve uluslararası ilişkilerin başarısında; finansman, teknoloji, insan<br />
kaynakları performansı kadar- belki de onlardan daha fazla- yönetim de belirleyici bir<br />
unsurdur. Hatta, insan kaynaklarının, teknolojinin, finansmanın verimliliği ve<br />
performansı, yönetimin, yöneticiliğin ve liderliğin başarısına bağlıdır denebilir.<br />
Özellikle vurgulanmalıdır ki ‘yönetim’ kavramı yalnızca işletme konseptiyle<br />
anılmayacak kadar genişlemiştir. İşletmelerin verimli, etkili, etkin ve kârlı<br />
yönetilmesinde yöneticilik ve liderlik yetkinlikleri büyük öneme sahiptir. Ancak,<br />
yönetimin, yöneticiliğin ve liderliğin etkinliği; işletmecilik yetkinliklerinin dışında<br />
becerileri ve yetkinlikleri de gerektirmektedir. Sözgelimi, yönetim süreçlerinde<br />
başarılı olmak işletmeciliğin rasyonellik ilkelerini olduğu kadar, kamusallığın, kamu<br />
yönetiminin, siyaset biliminin, uluslararası ilişkilerin ilkelerini de dikkate almayı<br />
gerektirecektir.<br />
Bu genel eklektik çerçeve içerisinde Dergi, işletme, ekonomi, stratejik<br />
yönetim, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, çalışma ekonomisi, maliye, kamu<br />
yönetimi gibi temel alanlara ilişkin araştırmacı ve analitik yazıları yayımlamayı temel<br />
amaç edinmektedir. Belirtilen bu genel çerçevenin bir sonucu olarak, yazılarda<br />
yönetsel vurgunun ön plana çıkması doğal ve amaçlanan bir durumdur.<br />
Akademisyen, araştırmacı ve uygulamacıları yukarıdaki içerikte ulusal ve<br />
uluslararası düzeyde araştırma yapmaya ve makale yazmaya özendirmenin yansıra,<br />
kamu ve özel sektör yönetimi, bireysel yönetim ve uluslararası yönetim düzeylerinde<br />
yönetimin, yöneticiliğin ve liderliğin eklektik, sentezci, analitik açıdan algılanmasını<br />
sağlamak da Dergi’nin belirgin amaçları arasındadır.<br />
Somut başlıklarla YBD’nin ilgili olduğu konular; yönetim kültürü;<br />
yöneticilik ve liderlik; ekonomi; davranış bilimleri; insan kaynakları yetkinlikleri<br />
yönetimi; siyaset bilimi; kamu yönetimi; makro yönetim; maliye; çalışma ekonomisi,<br />
uluslararası ilişkiler, sosyoloji ve yönetim bilimi olup; söz konusu konular,<br />
kurumsallaşma, entelektüel sermaye ve entelektüel liderlik, yönetsel ve sosyal<br />
mühendislik ve davranış bilimlerine yönelik ilkeler, yöntemler, felsefe akımları<br />
temelinde ele alınmayı gerektirmektedir. Bu yargılar, yönetim kavramının, biliminin<br />
gittikçe eklektik, sentetik bir ruha büründüğünü göstermektedir. Bu eklektik ve<br />
sentetik vurguyu yayınlara taşımak, tüm düzeylerdeki yöneticilerin çok boyutlu<br />
yetkinliklere sahip olmaları gerektiğini vurgulamak YBD’nin temel amaçları<br />
olacaktır.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
8<br />
Öte yandan; hem özel ve kamu sektörünü hem de merkezi ve yerel<br />
yönetimleri, katılımcı demokrasi vizyonunda yönlendiren; yönetim modeli belirleme,<br />
istihdam sağlama, süreklilik temelinde çalışma, bireysel, örgütsel, toplumsal<br />
dönüşümü yönlendirme gibi işlevleri olan sivil toplum kuruluşları konusunda ulusal<br />
ve uluslararası yenilikleri yansıtmak Dergi’nin öncelikli hedefleri arasındadır. Bu<br />
maksat ve ilkeler çerçevesinde YBD, ‘Yazılarda Yönetsel Gündem’, ‘Ekonomi<br />
Yönetimi Gündemi’, ‘Kamu Yönetimi ve Yerel Yönetimler Gündemi’, ‘Uluslararası<br />
İlişkiler Gündemi’ ve ‘Makaleler’ bölümlerinden oluşmaktadır. Yukarıda belirtilen<br />
konular, hem bu bölümlerin ilgili olduğu bakış açısı ile hem de yönetim bilimi ilke,<br />
paradigma ve felsefesi bağlamında ele alınacaktır. Bu bakış açısı, günümüzde<br />
yönetim biliminin hem diğer konulardan etkilenen hem de o konuları etkileyen bir<br />
bilim dalı olmasının bir gereğidir ve bu özelliği ile de Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong>’nin<br />
bakış açısını oluşturmaktadır.<br />
YÖNELİMİ<br />
Ampirik (Görgül), kavramsal, analitik, sentezci, çıkarımsal, karşılaştırmalı<br />
çalışmalar ve yazılar.<br />
HEDEF KİTLESİ<br />
Akademisyenler, araştırmacılar ve özel sektör, kamu sektörü, ulusal ve<br />
uluslararası sivil toplum kuruluşları uygulamacıları, yöneticileri.<br />
YAYIN İLKELERİ<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong>, Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi Biga<br />
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi girişimi ve yürütücülüğünde yılda iki kez<br />
yayınlanmaktadır. Dergi; sosyal bilimlerin tüm alanlarındaki yöntemsel ve kuramsal<br />
bakış açılarına eşit uzaklıkta durur. Özgünlük ve yeni bilgi üretimi YBD’nin temel<br />
ilkesidir.<br />
Dergi’nin yayım dili Türkçe ve İngilizce’dir. Türkçe yazılar İngilizce özet,<br />
İngilizce yazılar Türkçe özet ile başlayacaktır.<br />
Dergi’ye önerilen çalışmalara ilişkin yayım kararları, yazar ve hakem<br />
kimliğinin karşılıklı gizli tutulduğu bir süreçte hakem değerlendirmelerine<br />
dayandırılacaktır.<br />
Çalışması yayımlanmak üzere kabul edilen yazara, telif ücreti ödenmeyecek,<br />
çalışmanın yayımlandığı dergi sayısı bir adet ücretsiz olarak gönderilecektir.<br />
Dergi’de davet üzerine yazılacak kitap incelemelerine de yer verilecektir.<br />
Dergi’ye gönderilen yazıların daha önce başka bir yerde yayınlanmamış<br />
veya yayın için gönderilmemiş olmaları gerekir. Daha önce kongrelerde tebliğ<br />
olarak sunulmuş ve özeti yayınlanmış çalışmalar, bu özelliği belirtilmek üzere kabul<br />
edilebilir. Yayın için gönderilen yazıların geri alınması istenirse yazarın bir dilekçe<br />
ile başvurması gerekir. Araştırma herhangi bir kuruluş tarafından maddi destek<br />
görmüşse makalenin başlığının son kelimesi üzerine (*) konularak aynı sayfada<br />
dipnot olarak belirtilir. Çalışma, Dergi tarafından kabul edildikten sonra, yazar<br />
‘Makale Kabul Formu’ (MKF) doldurarak yayın hakkını Dergi’ye devretmiş olur.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8:1) 2010 Journal of Administration Sciences
BÖLÜMLERİ VE BÖLÜM İÇERİKLERİ<br />
Y<br />
azılarda Yönetsel Gündem: Tüm akademik ve popüler dergilerdeki<br />
yönetim merkezli yazıların ağırlıklı olarak üzerinde durduğu, tartıştığı<br />
analiz ettiği konuları saptayarak bunları araştırıcılara ve uygulayıcılara<br />
aktarmak temel işlev olacaktır.<br />
9<br />
E<br />
konomi Yönetimi Gündemi: Türkiye’de, Dergi’nin yayınlandığı<br />
döneme ilişkin olarak, ekonomi yönetimine ilişkin kurumlardaki<br />
(DPT, Hazine Müsteşarlığı, Merkez Bankası vb.) gelişmeleri ve ilgili<br />
bakanlık ve kurumların yöneticilerinin yaklaşımlarını ve aldıkları<br />
kararları, temel tercihlerini, yönetim nosyonu ve değerleri (yönetim yaklaşımları,<br />
yöneticilik ve liderlik yetkinlikleri, karar alma yaklaşımları, koordinasyon<br />
yetkinlikleri, hedef belirleme, uzun süreli bakış, süreç ve ani müdahale yetkinliği)<br />
temelinde inceleyen, değerlendiren, analiz eden, çıkarsamalarda ve önerilerde bulunan<br />
ana yazıdan oluşur.<br />
K<br />
amu Yönetimi ve Yerel Yönetimler Gündemi: Çeşitli bakanlıklara<br />
ilişkin gelişmeleri, ortaya çıkan yeni yaklaşımları, projeleri ve<br />
benzeri gelişmeleri, belediyeler, il özel idareleri, yerel dinamikler<br />
olarak sivil toplum kuruluşlarını ve yerel konulara katkılarını, yerel<br />
yönetimler ve ilgili bakanlıklardaki idarecilerin ve uygulayıcılarının tutum ve<br />
tercihlerini, sosyal politikaya ilişkin güncel konu ve sorunları yönetim bilimi<br />
nosyonu ve prensipleri (yönetici yaklaşımları, yöneticilik ve liderlik yetkinlikleri,<br />
karar alma yaklaşımları, koordinasyon yetkinlikleri, hedef belirleme, uzun süreli<br />
bakış, süreç ve ani müdahale yetkinliği) temelinde inceleyen, değerlendiren, analiz<br />
eden, çıkarsamalarda ve önerilerde bulunan ana yazıdan oluşur.<br />
U<br />
luslararası İlişkiler Gündemi: Uluslararası konjonktür, statüko ve<br />
dengeleri meşgul eden konuları; uluslararası örgütler, uluslar-üstü<br />
örgütler, uluslararası sivil toplum kuruluşları, ülkeler ve onların<br />
karar vericilerinin tavır tutum ve uygulamamalarını yönetim bilimi<br />
nosyonu (yönetici yaklaşımları, yöneticilik ve liderlik yetkinlikleri, karar alma<br />
yaklaşımları, koordinasyon yetkinlikleri, hedef belirleme, uzun süreli bakış, süreçsel<br />
ve ani müdahale yetkinliği) temelinde inceleyen, değerlendiren, analiz eden,<br />
çıkarsamalarda ve önerilerde bulunan ana yazıdan oluşur.<br />
B<br />
ilimsel Makaleler: Bilimsel Makaleler bölümü, araştırmacı, analitik<br />
ve sentezci niteliğe sahip bilimsel makalelerden oluşur ve YBD’nin<br />
Editörler Kurulu ve Yardımcı Editörlerince yönlendirilir.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
GÜNDEMLER / Agendas
YÖNETİM GÜNDEMİ<br />
Management Agenda<br />
BİLİMSEL ARAŞTIRMALARDA ÖRTÜLÜ ÖLÇÜMLER<br />
Ramazan UYGUN<br />
Murat KASIMOĞLU<br />
Çoğumuz anahtarını kapı eşiğinde kaybeden ve anahtarı daha aydınlık<br />
olduğu için yolun aşağısındaki spot lambasının altında arayan geleneksel sarhoş tipine<br />
güleriz. Bunun gibi insanlar ve primatlar arasındaki ayrımı araştıran bir araştırmacının<br />
neden dikence balığı üzerinde çalışmalara başladığını merak ederiz. Bu iki olayda da<br />
araştırmanın amaçları ve metotları arasındaki farkları tanımlarken genellikle<br />
psikolojinin kaynağında yer alan araştırmanın amaçları ve metotları hakkında ya eksik<br />
yargıya sahibizdir ya da hiçbir yargımız yoktur (Willems ve Raush 1969: 1).<br />
Araştırma yapma basitçe bazı fenomen ya da olaylar ile ilgili anlayışı<br />
artırmak için teori ve ampirik araçların kullanılmasıdır. Teori ve uygulamanın<br />
birbirinden tamamen ayrılamadığı görüşü en azından Plato’nun çalışmaları kadar<br />
eskidir (Davis 1918: 168). Teori dünyanın bir resmini çizmektedir. Ama bilim bu<br />
resimde bazı alanları bizzat gözlemlenebilir kılmaktadır. Teori kabulünde bilim adamı<br />
resmin bu alanlarındaki doğruluğu konusunda iddialarda bulunmaktadır (Creath 1988:<br />
149).<br />
Epistemoloji doğayı, yeryüzünü, insan bilgisinin kısıt ve kriterlerini araştıran<br />
çalışma alanıdır. Bildiğimizi nasıl bilmekteyiz. Epistemoloji kısaca bu soruyu<br />
araştırmaktadır ve bunun için de yöntemler yapılandırılmıştır. Batı kaynaklı iki büyük<br />
epistemolojik gelenek zamanla ortaya çıkmıştır: doğacılık (natüralizm) ve idealizm.<br />
Bu iki gelenek günümüzde kullanılan bilimsel araştırma modellerine temel<br />
Arş.Gör., Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi, Biga İİBF<br />
Prof.Dr., Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi, Biga İİBF<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
14<br />
Ramazan UYGUN & Murat KASIMOĞLU<br />
sağlamaktadır. İdealizm içsel bir perspektif benimserken doğacı yaklaşım dışsal<br />
perspektif benimsemektedir (Pohland 1972: 4-5).<br />
Yöntemler bilimin enformasyon toplamak ve analiz yapmak için kullandığı<br />
araçlardır enstrümanlar, teknikler, prosedürler. Diğer alanlardaki araçlar gibi farklı<br />
yöntemler farklı işlevleri yerine getirmektedir. Her yöntem diğerlerinde bulunmayan<br />
potansiyel fırsatlar sunmanın yanı sıra farklı kısıtlamalara da sahiptir. Mesela eğer<br />
duvara çivi çakmak isteniliyorsa çekice ihtiyaç vardır fakat amaç tahtayı düzgün iki<br />
parçaya ayırmak ise çekicin burada faydası olmayacaktır. Bunun için testere<br />
gereklidir. Ve tabi ki testere duvardan çivinin sökülmesine yardımcı olamaz.<br />
Tüm araştırma yöntemleri fenomenlerle ilgili bilgi elde etmek için sınırlı<br />
fırsatlar sunmaktadır. Tüm yöntemler kanıt toplama ve analiz etme için diğerlerinde<br />
bulunmayan farklı fırsatlar sunmaktadır ancak her yönteminde kendine has kısıtları<br />
bulunmaktadır.<br />
Yöntemler kanıt miktarını hem artırmakta hem de kısıtlamaktadır,<br />
Her yöntem değerlidir ancak tümü, zayıflıklara ya da kısıtlara sahiptir,<br />
Çeşitli yöntemlerin değişik kısıtları farklı yöntemlerin bir arada<br />
<br />
kullanılması ile aşılabilir,<br />
Ancak çoklu yöntem yaklaşımında metotlar birbirlerinin zayıflıklarını<br />
giderecek biçimde seçilmelidir (McGrath 1994: 154-155).<br />
Anketler aşırı statiktir. Bu nedenle süreçlerin incelenmesinde yetersiz<br />
kalmaktadır. Ek olarak toplumsal ya da bölgesel anketler kültür, gelenek, standartlar,<br />
değerler, fikirler, inançlar gibi materyal olmayan konuları dikkate almada başarısız<br />
olmaktadırlar. Bu maddi olmayan ve ölçülmesi zor konular soru formu yöntemiyle<br />
kavranabilir. Ancak bu da psikolojik zorluklar yaratacaktır elde edilen sonuçların çok<br />
az bilimsel değer ifade etmesi gibi. Daha iyi bir yöntem ise bölge ya da toplumun<br />
genel durumu ile ilgili bilinçli olarak hazırlanmamış şahsi mektuplar, gazeteler gibi<br />
her türden yazılı belgelerin incelenmesidir. Diğer bir yöntem ise katılımcı gözlem<br />
olarak adlandırılan araştırmacının incelenen yörede bir süre bulunmasıdır (Ellwood<br />
1933 : 56). Sosyal ve davranış bilimlerinde temel ilke güvenilir ampirik bilgi için<br />
farklı yöntemlere dayalı çalışmalarda kanıtların sabit olmasıdır (McGrath 1994: 155).<br />
Sosyal Bilimlerde Tepkisel Olmayan Araştırmalar: Örtülü Ölçümler<br />
Webb ve diğerleri (1966) yapıtlarında anket ve mülakat dışında kalan<br />
araştırma yöntemleri ile elde edilmiş verilere dikkat çekmektedir. Yazarların amaçları<br />
gerek veri toplamada gerekse veri analizinde göz ardı edilen araştırma yöntemlerini<br />
ön plana çıkarma böylece sosyal bilimciye kullandığı metotlar bakımından daha geniş<br />
bir bakış açısı kazandırma ve ona daha önce pek kullanılmamış ölçümleri hayata<br />
geçirme konusunda daha fırsatçı ve yaratıcı bir yaklaşım kazandırmaktır. Sosyal bilim<br />
araştırmalarının çoğunluğu anket ve mülakatlara dayalıdır, yazarlar bu tekelci ve<br />
yanılsamalara açık yöntemlere aşırı güven duyulmasını eleştirmekte özellikle tek<br />
başlarına kullanılmalarının sakıncalarından bahsetmektedir. Onlara göre anket ve<br />
mülakatlar farklı metodolojik zayıflıklara sahip olan yöntemlerce tamamlanmalıdır.<br />
Çalışmalarında yazarlar alternatif yaklaşımları örneklemekte aynı zamanda onların<br />
zayıflıklarını da sunmaktadır. Bu eser “araştırma tasarımı” kavramını vurgulamakta<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8:1) 2010 Journal of Administration Sciences
Yönetim Gündemi<br />
15<br />
ve tasarım dendiğinde akla gelen ölçülecek kişilik ya da özelliklerin ölçeklerine<br />
ulaşma (Rotter: kontrol odaklılık, Wallach ve Kogan: risk eğilimi ölçeği gibi) ve bu<br />
ölçekleri belirli bir deney ve kontrol grubuna uygulayarak sonuçlarını analiz etmenin<br />
yeterli olmadığına dikkat çekmektedir. Araştırmanın tasarımı neye malolursa olsun<br />
bir hipotezi ispatlamaya çalışmaktan çok araştırma sürecinde yanlılıkları olabildiği<br />
ölçüde gidererek, makul rakip hipotezler de üretebilme ve bunları metotla eleyerek<br />
gerçeğe ulaşmadır.<br />
Bilgi krallığına ulaşabilmek için birden fazla yol vardır (Pohland 1972: 6) ve<br />
gözlem de bu yollardan biridir. Mintzberg (1971)’in yönetici rolleri bugün en geçerli<br />
işletme ders kitaplarında hala okutulmaktadır ve o teorisini gözlem yöntemiyle<br />
oluşturmuştur. Gözlem ondan önce de yönetim araştırmalarında kullanılmıştır.<br />
Tablo 1: Yönetim Araştırmalarında Örtülü Ölçümler<br />
Çalışma n Gözlem<br />
Periyotlarının<br />
Sayısı ve Süresi<br />
Guest<br />
(1956)<br />
Jasinski<br />
(1956)<br />
Ponder<br />
(1957)<br />
O’Neil ve<br />
Kubany<br />
(1959)<br />
Landsberger<br />
(1961)<br />
Mintzberg<br />
(1973)<br />
Denekler Organizasyon Türü Araştırılan Değişkenler<br />
56 1, 8 saat Formen Montaj Tesisi Davranışsal değişkenler,<br />
faaliyetler, yer, temaslar,<br />
etkileşim<br />
Her bir formen için<br />
etkililik değerlendirmesi<br />
24 8, 2 saatlik<br />
periyotlar<br />
85 Vakalar 2 saatlik<br />
periyotlarla<br />
düzenli olarak 5<br />
dk. ara ile<br />
kaydedilmiştir;,<br />
31886 gözlem<br />
ortalama denek<br />
başına 375<br />
düşmektedir<br />
3 Her denek için 2<br />
sabah 2 öğleden<br />
sonra olmak üzere<br />
toplam 14 saat<br />
Formen 1 Üretim Tesisi Davranışsal değişkenler<br />
(temas, inisiyatif), iletişim,<br />
enformasyon akışı ve türü<br />
Performans değerleme, iş<br />
grupları verimlilik<br />
değerlendirmeleri ve<br />
çalışanların tutumları<br />
formenlerin etkililik<br />
değerlendirmelerinde<br />
kullanılmıştır<br />
Formen 2 Montaj Tesisinde 4<br />
Üretim Departmanı<br />
Orta<br />
kademe<br />
yöneticileri<br />
2 Mühendislik Tesisi Etkileşim<br />
5 5 İş günü CEO’lar Uluslararası<br />
Danışmanlık Firması;<br />
AR-GE Firması;<br />
Tüketim Malları<br />
Üreticisi; Banliyö Okul<br />
Sistemi<br />
(<strong>Mart</strong>inko ve Gardner 1985: 678-682)<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences<br />
Davranışsal değişkenler<br />
(Fonksiyonlar, örnek<br />
olarak enformasyon verme,<br />
hatta çalışma, problem<br />
çözme, farklılıkları<br />
giderme, karar alma,<br />
planlama)<br />
Etkililiği ölçmek için 4<br />
objektif ve 4 subjektif<br />
ölçüm kullanılmıştır<br />
Davranışsal değişkenler,<br />
faaliyetler, iletişim,<br />
inisiyatif, mevki, temas<br />
amacı, postalar
16<br />
Ramazan UYGUN & Murat KASIMOĞLU<br />
Gözlem yöntemi teori güdümlüdür (Oberdan 1990: 25) ve tartışmasız tüm<br />
bilimlerin atasıdır (Ellwood 1933: 51). Sosyal araştırmaların farklı yöntem ve<br />
tekniklerinin erdemleri ile ilgili argümanlar verinin nasıl toplandığı ve analiz<br />
edildiğini ile ilgili hatalara dayalıdır. Bu argümanların temelinde gözlemin yanlış<br />
tanımlanması bulunmaktadır. Gözlem tüm veri toplama biçimlerinin temelidir. Veri<br />
toplama biçimleri temelde araştırma tekniklerinin nasıl organize edildiği, gözlemin<br />
nasıl yapıldığı ve kaydedildiği, geçerlilik ve güvenilirlik konularında<br />
farklılaşmaktadır. Sosyal bilimde bir çok gözlemin amacı olayları daha sonra ölçmek<br />
ve analiz etmek için yakalamaktır. Bazı veriler deneğin kendisi ya da başkaları<br />
üzerinde gözlem yapmasıyla elde edilmektedir mülakat ve standart testler gibi (Reis<br />
1971: 3).<br />
Eğer sadece psikolojik testlere dayalı araştırmalar gerçekleştirilirse, bu<br />
testlerin denekler ve onların içinde bulundukları sosyo-kültürel koşullarla ilgili çok az<br />
ya da hiçbir şey anlatmadığı görülebilir. Mesela sosyo-kültürel koşullar deneklerin<br />
muhtelif davranış örüntülerini kısıtlayabilmektedir (Mensh ve Henry 1953: 463).<br />
Sosyo-kültürel koşulların ortaya konmasında gözlem psikolojik testlere<br />
nazaran daha başarılıdır. Örneğin öğrencilerin öğrenme biçimlerini belirlemede var<br />
olan testler yerine gözlem yönteminin tercihini etkileyen üç ana faktör bulunmaktadır.<br />
İlk olarak bir çok öğrenme biçimi envanteri yazılı öz bildirime dayalıdır. Öz bildirim<br />
diğer davranışlar gibi bireyin toplam fenomensel alanının ürünüdür ve deneğin<br />
farkındalığına, sosyal deneyimine, işbirliğine bağımlıdır. İkinci olarak gözlem,<br />
öğretmenleri de, direkt olarak veri toplama sürecine dahil etmektedir. Son olarak ise<br />
gözlem yöntemi araştırmacılar arasında giderek veri toplamada yaygınlık<br />
kazanmaktadır (Mamchur 1981: 96-97). Ek olarak Davis (1918)’in yaptığı yüksek<br />
okul gözlem çalışmasının taslağı yüksek okul hocaları ile konferansla başlamakta,<br />
gözlemin organizasyonunun ve yönetiminin ayrıntılı biçimde planlanması ile devam<br />
etmekte öneriler kısmı ile de son bulmaktadır. Böylece bağlamla ilgili önemli ipuçları<br />
yakalanabilmektedir.<br />
İnsanoğlunun eylemleri gözlemleyebilme becerisi gözlem alanında birbirine<br />
bağımlı üç koşula dayalıdır. Başarılı gözlem, gözlemlenen alanda bulunan duygusal,<br />
bilişsel ve niyetsel yönelimin gözlemci tarafından anlaşılabilme derecesine, gözlem<br />
alanındaki bireylerin ya da grupların araştırma konusu olan problemin türü hakkında<br />
tam bir fikir birliği içinde olmalarına, deneklerin sembolik ya da sembolik olmayan<br />
hareketleri ve gelecekte ortaya konacak eylemle ilgili zihinsel eylemleri göz önüne<br />
serme istekliliğine dayalı olmaktadır (Schneider 1918: 280).<br />
Farklı gözlemciler olan biten hakkında aynı fikirde değillerse ya da<br />
gözlemlenenin davranışları çok değişken ise aynı nesnenin (birey, sınıf ortamı gibi)<br />
iki ölçümü arasında farklılık doğacaktır bu da güvenilirliği tehdit edecektir (McGaw<br />
ve Wardrop 1972: 14).<br />
Gözlem ile yargıda bulunma arasındaki bağ, gözlem yapma ve gözcülük<br />
arasındaki ile karıştırılmamalıdır. Örnek olarak taş devri insanının tenis topu<br />
bulduğunu varsayalım. Topu eline alır inceler ancak onun tenis topu olduğu bilincinde<br />
değildir çünkü bu anlayışa uzaktır. Spesifik olarak eğer birileri herhangi bir varlığı<br />
gözlemlerse aynı zamanda onun bazı özelliklere sahip olduğunu da gözlemlemelidir.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8:1) 2010 Journal of Administration Sciences
Yönetim Gündemi<br />
17<br />
Taş devri insanı tenis topunu gözlemleyemez ancak onun yuvarlak ve sarı olduğunu<br />
gözlemleyebilir, bu kavramlar dışında o topu yerden alıp incelemesi için hiçbir nedeni<br />
yoktur (Creath 1988: 150).<br />
İnsanoğlunun bir fenomeni gözlemleyebilmesinin iki yolu vardır: çıplak<br />
gözle ya da herhangi enstrüman aracılığıyla (Mensh ve Henry 1953: 463). Gözlemde<br />
enstrümanın insan olduğu araştırmalarda bilişsel psikolojinin sunabileceği aydınlatıcı<br />
büyük miktarda veri bulunmaktadır. Bilişsel psikologlar algılamayı dünyanın bir<br />
modelinin yapılandırılması olarak görmektedirler. Gözlem tekniği insanın algılama ve<br />
onun nöro-biyolojik temellerine ve duyusal sistemin güvenilirliğine dikkat<br />
çekmektedir (Estany 2001: 207).<br />
Doğrudan gözlem yöntemi bilimsel araştırmalarda kullanılan en eski ve hala<br />
en geçerli enstrümandır. Doğrudan gözlem serbest (normalde koşullardan<br />
kaynaklananların dışında herhangi bir kısıtlama içermeyen) ya da manipule edilmiş<br />
(araştırmacının davranışların sergilenmesini hızlandırdığı) ya da kısmen<br />
denetlenebilen koşullarda uygulanabilir (Jersilo ve Meigs 1939: 473-74).<br />
Doğrudan gözlem projektif testlerin tek başlarına sağlayamadıkları<br />
fenomenler arasındaki ilişkilerin keşfedilmesine imkan tanımaktadır (Mensh ve Henry<br />
1953: 465). Ancak gözlemcinin varlığının yarattığı deneyde olma bilinci ya da diğer<br />
kısıtlamaların araştırılan davranışta tahrifat yapabileceği açıktır (Jersilo ve Meigs<br />
1939: 480).<br />
Doğrudan gözlemle ilgili bir kısıt araştırmacının varlığı ile gözlemlediği<br />
koşulları saptırma ihtimalidir. Ancak enstrüman ile gerçekleştirilen gözlemler ise<br />
teçhizatın tasarımının izin verdiği oranda veri aktarımına bağımlıdır. Eğer araştırma<br />
süresince tek bir enstrümana bağlı kalınırsa sadece onun aktarabildikleri<br />
değerlendirilebilecektir (Mensh ve Henry 1953: 464-65). Doğrudan gözlemde<br />
kullanılan objektiflik testi gözlemlenen ve kaydedilen davranışların içeriğinin iki ya<br />
da daha fazla bağımsız çalışan tarafından sınıflandırılmasıdır. Araştırma safhasında<br />
gözlemci farklı zamanlarda aynı veriyi sınıflandırmadaki tutarlılığını ölçebilir. Eğer<br />
tutarlılık yoksa şemasında revizyona gitmelidir (Jersilo ve Meigs 1939: 475).<br />
Kategorik gözlem enstrümanının en büyük bileşenleri arasında işlemsel olarak<br />
tanımlanmış davranış kategorileri kümesi, gözlem ve kodlamada öncelik ve kurallar<br />
kümesi, standart kaydetme formu (matriks), gözlemlenen verilerin organize<br />
edilmesinde ve analizinde talimatlar serisi bulunmaktadır (<strong>Mart</strong>in 1977: 43).<br />
Endüstriyel ortamda gözlemi sınırlandıran bazı engeller bulunmaktadır.<br />
Modern endüstriyel örgütlerin kendine has yapısal özelliklerinin yanında faaliyette<br />
bulunduğu kapitalist toplum ortamı gözlemci tarafından araştırmaya uygun sorun<br />
türlerini ve yorumlama tekniklerinin işlerliğini sınırlandırmaktadır. Modern<br />
endüstriyel örgütlerin bazı yapısal özellikleri seçilecek araştırma probleminin türünü<br />
kısıtlamaktadır. Bu özellikler arasında bürokrasi, sahip yöneticiler ve kar amaçlı olma<br />
sayılabilir. Yorumlama tekniklerinin işlerliğini sınırlandıran kısıtlar ise departmanlar,<br />
gruplar ve bireyler arası rekabetten dolayı enformasyona erişimde zorluk, güvenlik ve<br />
gizlilikten dolayı engellemelerdir (Schneider 1918: 280-83).<br />
Kişilik özellikleri sergilendiği koşullara özgüdür. Bu nedenle bireysel<br />
farklılıkların araştırılması için gözlemin yönteminin kullanılması ileri derecede<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
18<br />
Ramazan UYGUN & Murat KASIMOĞLU<br />
sınırlamalara tabidir. Ancak gözlem iyi tanımlanmış koşullarda belirli grup üyeleri<br />
arasında kıyaslama yapılmasına olanak sağlamaktadır (Goodenough 1937: 477).<br />
Uygulamada gözlemcinin tüm koşullarda seçici olması bir gerekliliktir sonuçta<br />
gözlemci her şeyi görüp kaydedemeyebilir. Amaç belirli davranış hakkında ayrıntılı<br />
veri elde etmek ya da bir çok türde veya faaliyet biçiminin oluşumunu kaydetmek olsa<br />
da nelere önem verileceği, özellikle nelerin dikkate alınacağı, nelerin gözmezden<br />
gelineceği planlanmalıdır (Jersilo ve Meigs 1939: 474). Herhangi veri toplama<br />
prosedürü çok sayıda tekniğin organize edilmesinden oluşmaktadır. Bu tekniklerden<br />
biri olan örneklem, gözlem için seçilecek olayların ve mülakat için deneklerin<br />
tespitinde kullanılabilir (Reis 1971: 4). Gözlemcinin örneklem tekniği kullanarak veri<br />
toplanmasının iki temel avantajı vardır, daha küçük miktarda veri ile uğraşma ve kısa<br />
çalışma periyotları sayesinde gözlemcinin verimliliğinin üst düzeyde kalması (Boyd<br />
ve DeVault 1966: 542).<br />
Yazarlar eserlerinde, ölçümlerin geçersizlik kaynakları üzerinde<br />
durmuşlardır. Araştırmalarda tek yöntem kullanılmasını eleştirmişler ve çoklu metot<br />
stratejisinin benimsenmesinin hatalı ölçümleri giderebileceğini vurgulamışlardır.<br />
Ölçümü (Veri Toplama) geçersiz kılan hataları üç büyük grupta ele almışlardır:<br />
Katılımcıdan Kaynaklanan Hatalar: Ölçüme Gösterilen Tepki, Araştırmacıdan<br />
Kaynaklanan Hatalar ve Örneklemden Kaynaklanan Hatalar.<br />
Webb ve diğerleri (1966) populasyon kısıtına karşı tabakalaşmış örneklem<br />
tekniğinin kullanılmasını önermektedir. Bu teknik örneklem hatalarını azaltmak ve<br />
daha dengeli bir örneklem elde etmek amacıyla, popülasyondaki farklı grupların,<br />
kategorilerin, (yaş, cinsiyet, sınıf, eğitim düzeyi gibi) seçilen örneklemde popülasyon<br />
içindeki ağırlıklarıyla orantılı olarak temsil edilmeleri için, her gruptan<br />
popülasyondaki oranına göre örneklem alınmasıdır.<br />
Sosyometrik veriler kapalı küçük ölçekli sosyal sistemlerle ilgilenen<br />
araştırmacılar tarafından elde edilmektedir (Holland ve Leinhardt 1976: 2). Guttman<br />
ölçeği uzun yıllardır seçim, politik tutum araştırmaları, gruplar arası ilişkiler gibi<br />
bağlamları içeren ampirik çalışmalarda kullanılmaktadır. Guttman ölçeği her deneğin<br />
ölçekte sırasal bir pozisyonu olduğu önermesine dayanmaktadır. Denekler bu<br />
pozisyona soru ya da öğelere verdikleri cevaplara dayalı olarak yerleştirilmekte ve bu<br />
pozisyonla ilgili bilgi onun nasıl cevap verdiğini göstermektedir (Schwartz 1986: 79-<br />
80). Ancak fiziksel ölçüm hiçbir zaman kesin değildir bazı sistematik ya da tesadüfi<br />
hatalara sahiptir. Sistematik hatalardan kaçınılabilir ancak tesadüfi olanlardan<br />
kaçınılamamaktadır. Bu nedenle elde edilen veri tesadüfi olanlardan arındırılarak<br />
sabit kılınmalıdır (Urban 1924: 322).<br />
Anket, alan araştırması ve diğer güncel sosyal bilim araştırma teknikleri araştırma<br />
konusu olarak belirli, tanımlanmış bireylerin nitelikleri ve davranışları hakkında<br />
ayrıntılı, gerçekçi kayıt ve enformasyon gerektirmektedir. Geniş ölçüde kabul görmüş<br />
araştırma etik prensipleri araştırmacıların elde ettikleri araştırma verilerini<br />
saklamalarına neden olmaktadır. Ek olarak araştırma kayıtlarının mahremiyeti<br />
araştırmacıların akademik özgürlüğü olarak değerlendirilmekte ve bu araştırmacılar<br />
başkalarının bu kayıtlara ulaşmalarını kısıtlamaktadır (Palys ve Lowman 2002: 1-2).<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8:1) 2010 Journal of Administration Sciences
Yönetim Gündemi<br />
19<br />
Tablo.2: Araştırmalarda Yapılan Hatalar<br />
Katılımcıdan Kaynaklanan Hatalar Araştırmacıdan Kaynaklanan Hatalar Örneklemden<br />
Deneyde Olma Bilinci<br />
Eğer bireyler kendilerini kobay olarak<br />
hissederlerse ya da test aşamasından<br />
geçtiklerini bilerek iyi bir etki bırakmak<br />
amacına girerlerse, veya veri toplama<br />
metodu deneğin daha önce hissetmediği<br />
bir ilgi uyandırarak bazı yanıtları ortaya<br />
atar veya bazı tepkileri uyarırsa ölçüm<br />
süreci deneysel sonuçları saptırabilir.<br />
Rol Seçimi<br />
Bu soruları cevaplarken ya da görevleri<br />
yerine getirirken ne tür bir insan<br />
olmalıyım<br />
Değişim Aracısı Olarak Ölçüm<br />
Pratik yapma etkisi: Genel anlamıyla,<br />
öğrenmede alıştırmanın veya tekrarın<br />
yarattığı değişiklik veya iyileşme. Bu<br />
etki bazı durumlarda arzu edilen bir<br />
olguyken, aynı testin (örneğin zekâ<br />
testinin) tekrarlanmasının, testin<br />
geçerliliğini ortadan kaldırmak gibi<br />
istenmeyen sonuçları da olabilmektedir<br />
Başlangıç Etkisi: Başlangıçtaki ölçüm<br />
faaliyetinin ölçülen konuda değişimler<br />
yaratması<br />
Tepki – Cevap Kümeleri<br />
Sterotip Yanıtlar,<br />
Tepki Yanlılığı (katılımcının belli bir<br />
tarzda tepki verme eğilimi),<br />
Uysal Tepki Seti (Deneye<br />
katılanların,içeriklerine bakılmaksızın<br />
tutum ifadelerini kabul etme eğilimi.<br />
Uysallık, başka bir deyişle 'evetçilik,'<br />
kişilik ve tutum testlerinin sonuçlarını<br />
çarpıtabilir),<br />
Güven Yanılgısı (öğe düzeninden<br />
kaynaklanan düşen dikkat),<br />
Sağa Dönüş Yanlılığı (binaya ya da<br />
odaya girişte)<br />
Mülakatçıdan Kaynaklanan Hatalar<br />
Yaş<br />
Cinsiyet<br />
Irk<br />
Din<br />
Sosyal Sınıf<br />
(Webb ve diğerleri 1966: 12-27).<br />
Araştırma Enstrümanında Değişim<br />
Ölçüm (veri toplama) enstrümanı sıklıkla bir<br />
mülakatçının nitelikleri cevapları tahrif<br />
edebilir. Panel çalışmalarda ya da aynı<br />
mülakatçının iki ya da daha çok zaman<br />
noktasında kullanılmasında şu sorunun<br />
sorulması esastır: deneyci ya da mülakatçının<br />
tüm araştırma noktalarında aynı araştırma<br />
enstrümanını kullanma derecesi nedir.<br />
(Araştırmacının deneyim kazanması ya da<br />
süreçte yorulması gibi)<br />
Kaynaklanan<br />
Hatalar<br />
Populasyon<br />
Kısıtı<br />
Zaman İçinde<br />
Populasyon<br />
İstikrarı<br />
Farklı<br />
Bölgelerde<br />
Populasyon<br />
İstikrarı<br />
Yazarlar eserlerinin diğer kısımlarında çeşitli alternatif yöntemlere ayrı ayrı<br />
değinerek ölçüm yöntemlerinin taksonomisini yapmışlar, üstün ve zayıf yönlerini<br />
çalışmalarında sunmuşlardır. Bu çalışmada katılımcıların davranışlarının kaydedilip<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
20<br />
Ramazan UYGUN & Murat KASIMOĞLU<br />
kaydedilmediğini ayrımsamalarına ve davranışı kimin kaydettiğine göre altı büyük<br />
türde ölçüm sınıflaması gerçekleştirilmiştir:<br />
Öz bildirimler: Katılımcılar davranışlarının araştırma amacıyla<br />
kaydedildiğini bilmektedir. Örnek olarak anketler, mülakatlar, ölçekler, kağıt kalem<br />
testleri verilebilir.<br />
Gözlemler: Araştırmacı tarafından ya da fiziksel enstrüman kullanılarak<br />
davranışların kaydedilmesidir. Bazen gözlemler katılımcıların gözlemlendiklerini<br />
bildikleri koşullarda bazen ise bunu bilmedikleri koşullarda gerçekleştirilir. Ek olarak<br />
bazen görünür-açık gözlemde araştırmacı görüş dışında olabilir ancak katılımcı onun<br />
ortamda bulunduğunun farkındadır mesela, aynanın arkasında. Bazen ise gizli gözlem<br />
kelime anlamı olarak gizli değildir ancak uygulama gizlidir mesela otobüs ya da<br />
restorant söyleşilerine kulak misafir olma gibi. Örtülü gözlemle tepkisellik<br />
giderilebilir ancak populasyon ve içerik açısından bu da kısıtlama getirmektedir.<br />
Maliyetler ve atık oranları hala yüksektir.<br />
Arşiv Kayıtları: Araştırma amacı dışında üçüncü taraflarca tutulan arşiv<br />
kayıtlarına ulaşarak davranış kayıtlarını analiz etme diğer bir yöntemdir. Bu kayıtlar<br />
araştırma sürecinin dışında bulunan kişilerdir. Bu kayıtlara örnek olarak gazeteler ve<br />
diğer basılı medya, kamusal ya da örgütsel doğum, ölüm, evlilik kayıtları, günlük<br />
mektup gibi özel kayıtlar verilebilir. Bu kayıtların hiç biri araştırma amacına yönelik<br />
tutulmamıştır ancak bazılarında davranışı sergileyen bunların bir şekilde<br />
inceleneceğinin farkındadır. Mesela politikacıların konuşmaları gibi. Bu nedenle<br />
bunlar tepkisel olabilir. Ancak buradaki tepkisellik anketlerdeki ya da görünür<br />
gözlemcinin bulunduğu araştırma süreçleri gibi değildir. Arşiv kayıtları iki ana gruba<br />
ayrılabilir kamusal ve özel olmak üzere.<br />
Kamusal kayıtlar anket ya da açık gözlemde olduğu kadar tepkisel olabilir.<br />
Özel kayıtlarsa tepkisellikten uzaktır. Ancak her ikisi de içerik ve populasyon<br />
kısıtlarına sahiptir. Bazen de kayıt ve sunduğu konseptle ilişki düşük olmaktadır. İz<br />
ölçülerine göre daha az maliyetlidir. Ancak metodolojik olarak tüketilmişlerdir.<br />
Araştırma için gözlem ya da öz bildirimle daha fazla veri elde etme imkanı<br />
bulunmamaktadır.<br />
İz Ölçüleri: Burada aktör davranış izi bıraktığının ve bunların araştırma<br />
amacıyla kullanılacağının farkında değildir. Artış ve erozyon olmak üzere iki büyük<br />
sınıfa ayrılmaktadır iz ölçüleri. Tepkisellik katılımcının farkındalığı olmadığından<br />
düşüktür. Benzersiz örtülü olma ve tepkisel olmama özelliklerine rağmen sosyal ve<br />
davranış bilimlerinde hak ettiği ilgiyi görememektedir.<br />
Tutumları tanımlamak için sadece bir anketi oluşturan sorulara verilen<br />
cevapların kullanılması son derece mantıklıdır- böylece tutumlar hakkında bilinen her<br />
şey bu tip araştırmalardan sağlanmış olur. Tutumlar hakkında bilinenler diğer yandan<br />
öznel bildirime ait bilgilerden kaynaklanan riskler nedeniyle şüpheli bir konumdadır.<br />
Bir kırlangıcın görünmesi nasıl yazın geldiğini göstermiyorsa iki güçlü “kabul”, bir<br />
“ret” ve bir “bilmiyorum” cevabı da herhangi bir tutum veya sosyal değerin göstergesi<br />
değildir. Anketler ve mülakatlar, belki de en esnek ve genel kullanım açısından<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8:1) 2010 Journal of Administration Sciences
Yönetim Gündemi<br />
21<br />
yaygın bilgi toplama araçlarıdır. Yazarların eleştirileri onlara karşı değildir, onların<br />
eleştirileri metodolojik bir sığınak olarak görülmesinedir.<br />
Aşağıda yöntemlerin tepkisellikle, içerik ve popülasyon kısıtlamaları ile,<br />
maliyetle ve araştırma ile sunduğu kanıt arasındaki ilişkiyle ve kullanılabilir veri<br />
miktarına göre sınıflandırılması yazarların eseri dikkate alınarak sunulmaktadır:<br />
Tablo.3: Yöntemlerin Karşılaştırmalı Özellikleri<br />
Yöntemler Üstün Yönleri Zayıf Yönleri<br />
Öz bildirimler<br />
-Esneklik hem içerik hem de -Aşırı tepkiseldir, denekler<br />
populasyon yönünden<br />
araştırma içinde olduklarının<br />
-Maliyeti düşüktür<br />
farkındadırlar.<br />
-Toplanan verilerde düşük atık<br />
oranı bulunmaktadır<br />
-Yapılandırma ve uygulama için<br />
harcanan zaman düşüktür<br />
Gözlemler<br />
Arşiv Kayıtları<br />
-Esnektir, içerik ve populasyon<br />
açısından<br />
-Görünür gözlemcinin olduğu<br />
durumlarda tepkisellik oluşabilir<br />
-Gözlemciden ve fiziksel<br />
enstrümandan kaynaklanan<br />
gözlem ve kayıt hatalarına açıktır<br />
- Beklentiler hisler düşünceler için<br />
yararlı değildir sadece açıkça<br />
sergilenen davranışlar içindir<br />
-Hem zaman hem de kaynak<br />
açısından maliyetlidir<br />
-Atık miktarı yüksektir<br />
Kamusal Kayıtlar<br />
-Metodolojik olarak tüketilmiştir<br />
-Kayıt ve sunduğu konseptle<br />
ilişki düşük olabilir<br />
-Tepkisellik yüksektir<br />
-İçerik ve populasyon kısıtları<br />
Özel Kayıtlar<br />
İz Ölçüleri<br />
-Tepkisellik düşüktür<br />
-Metodolojik olarak tüketilmiştir<br />
-Kayıt ve sunduğu konseptle<br />
ilişki düşük olabilir<br />
-Tepkisellik yoktur<br />
-Örtülüdür ve davranışı gösteren<br />
ardında bıraktığı izden<br />
habersizdir<br />
-İçerik ve populasyon kısıtları<br />
-Gözlem ve özbildirim kadar<br />
içerik ve populasyon açısından<br />
esnek değildir.<br />
-Genellikle çok zaman gerektirir<br />
ve bazen de maliyeti ve atık oranı<br />
yüksektir<br />
-Her zaman araştırmanın konsepti<br />
ile doğrudan bağlantı<br />
kurulamamaktadır<br />
Araştırmacılar tepki ya da cevapları etkileyen bazı koşulsal replikleri<br />
raporlamaktadır. Bunlar arasında sosyal çekicilik, uyumculuk gibi eğilimler<br />
bulunmaktadır. Bazen bunların deneğin kişilik özelliklerinden kaynaklandığı<br />
düşünülmektedir ancak tepki ya da cevap sürecini en çok mülakatın kendisi<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
22<br />
Ramazan UYGUN & Murat KASIMOĞLU<br />
şekillendirmektedir: mülakatçı, soru formu ya da araştırmanın organizasyonu gibi<br />
(Cannel 1981: 395). Güvenilirlik azami derecede benzer ölçüm yöntemleri kullanarak<br />
gerçekleştirilen ölçümlerin sabitliğinin bir fonksiyonudur (Althauser ve Heberlein<br />
1970: 152). Genel olarak güvenilirlik örneklemin boyutu artığında yükselmektedir<br />
fakat araştırmacının bu avantajdan yararlanmasını engelleyen sınırlamalar da<br />
bulunmaktadır, örnek olarak incelenen davranışın koşullara özgü olması ve sabit<br />
biçimde sergilenmemesi (Jersilo ve Meigs 1939: 479). Güvenilirlik geçerlilikten önce<br />
sağlanmalıdır (<strong>Mart</strong>in 1977: 46). Yüksek oranda geçerlilik araştırmada ölçülmek<br />
istenen konunun ölçüldüğünü ifade etmez. Bu sadece temalar ne ölçerse ölçsün,<br />
bileşik yapının onunla ilişkili olduğunu göstermektedir (Heise ve Bohrnstedt 1970:<br />
123).<br />
Genellikle sorulan usule ait soru ise, Benim araştırma sorunum için mevcut<br />
veri toplama yöntemlerinden hangisi en iyisidir. Burada şu alternatif soru sorulabilir:<br />
Hangi yöntemler grubu en iyisidir. Eğer bir hipotez, birbirini tamamlar nitelikteki<br />
test metotlarının çarpışmasından sağ çıkıyorsa o zaman kolay kolay ulaşılamayan bir<br />
geçerliliğe sahip demektir.<br />
Araştırmacılar bazen tek araştırma problemini birden fazla yöntem<br />
kullanarak incelemeyi tercih etmektedir. Birden fazla yaklaşım kullanma çok sayıda<br />
kanıt parçasından bütün oluşturmaya hizmet etmektedir. Biçim ve odakta farklılaşan<br />
yöntemler aynı zamanda birbirlerini denetlemektedir. Birden fazla yöntem<br />
kullanılarak tüm araştırma süreci güçlendirilebilir, daha zengin veriye ulaşılabilir,<br />
bulguların daha derin biçimde yorumlanması sağlanabilir (Pearce 2002: 104).<br />
Daha az tepkisel yöntemlerin olumlu yönü sıklıkla veri toplama maliyetinin<br />
düşük olmasıdır. Mülakat ya da soru formu sadece tek yöntem olarak görüldüğünde<br />
araştırmacı dışsal geçerlilik konusunda hayal kırıklığı yaşayabilir. Eğer tek yöntem<br />
kalıbını kırabilirse ve sözlü raporların yerine geçebilecek diğer ölçüm sınıflarını<br />
araştırabilirse akıllıca davranmış olur. Sözlü yöntemlerin en güçlü yönü -tüm içerik<br />
alanlarına ulaşabilme kabiliyetleri- gizli gözlem, iz, arşiv analizi prosedürlerinde zayıf<br />
taraftır.<br />
Sıklıkla atlanan verinin toplandığı koşullarla ilgili tam bilgi, sınıflandırmada<br />
kullanılan önemli terimlerin tanımları, hata riskin bariz olabileceği durumları<br />
denetleyebilme ya da bunu başaramamadır. Bu özellikle farklı alanlardan ve<br />
zamanlarda toplanan kamu kayıtlarının kıyaslanmasında ilgili karışıklık<br />
yaratmaktadır. İntiharın ya da kaza ile ölümün tanımsal değişkenliği gibi. Genel<br />
olarak izler ve arşiv kayıtlarında araştırma verisinin seçici hayatta kalma–kalıntı<br />
(survival) ya da tortu-birikinti (deposit) olma olasılığıdır. Bu hataları önlemek için<br />
araştırma tasarımının desteklenmesi ile mümkün olan düzeltmelerin yapılabilmesi<br />
mümkündür.<br />
Yazarlar eserlerinde hata riski ve bilinmeyen yanlılıklardan dolayı veri<br />
örnekleminin çok önemli olduğunu vurgulamaktadır. Yapılabilir olduğu her koşulda<br />
mevkisel örneklem işletilebilir. Benzer olarak zaman örneklemi sadece tek bir gün ya<br />
da haftada değil aylar ve yıllar boyunca uygulanmalıdır. Böyle bir çabayla hem<br />
populasyon hem de içerik kısıtlamasından korunulabilinir ve sıklıkla farklı mevki ve<br />
zamanlardan kazanılan sonuçların kıyaslanmasıyla ilginç veriler sağlanabilir. Zaman<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8:1) 2010 Journal of Administration Sciences
Yönetim Gündemi<br />
23<br />
ve mevki örneklemi için ihtiyaç gözlemsel ya da arşivsel verilerden ya da mülakat ve<br />
anketlere olandan daha az değildir.<br />
Diğer bir ortak talep, sözlü raporlama yaklaşımında pek de uygulanamayan,<br />
veri tasfiyesi ve dönüşümüdür. İhtiyaç, araştırmacının materyallerinin üretiminde<br />
düşen denetiminden kaynaklanmaktadır. Bunun bir istisnası suni alan deneyidir.<br />
Bunda araştırmacı tam denetime sahiptir fakat arşivlerden, iz kaynaklarından,<br />
gözlemlerden edinilen veriler sıklıkla kullanılmak için çok hamdır. Bu ihtiyacın altı<br />
çizilmiştir çünkü ikincil verilerin en büyük avantajlarından biri zaman serisi<br />
enformasyonunu iyi biçimde sağlayabilmeleridir. Zaman serilerinde değişmenin<br />
konjonktürel düzenler gibi dışsal kaynaklarını dikkate almak genellikle gereklidir.<br />
Sonuç olarak yönetim araştırmalarında en önemli sorunlardan birisi<br />
ölçmedir. Klasik olarak bildiğimiz ölçme yöntemlerinin yapısal olarak güvenilir ve<br />
geçerliliğe ilişkin taşıdıkları sorunların ortadan kaldırılması çok kolay değildir. Bu<br />
çerçevede bir araştırmacı için en önemli sorun güvenilir ve geçerli bir ölçüm modeli<br />
geliştirerek doğru bir araştırma yapması, bunun sonucunda doğru sonuçlara<br />
ulaşmasıdır. Aksi halde harcanan bütün kaynaklar gereksiz ve boşa gitmiş olacaktır.<br />
Bu noktada araştırmacının dikkate alması gereken en önemli yaklaşımlardan biri<br />
geliştirmiş olduğu geleneksel modeller yanında örtük ölçme modellerinin de<br />
geliştirilmesidir. Araştırmacının geliştireceği örtük modeller özellikle holistik bir<br />
yaklaşımın ortaya konmasında ve daha güvenilir, geçerli sonuçların elde edilmesine<br />
büyük katkı sağlayacaktır. Her araştırma sorusunun cevabına yönelik olarak bir model<br />
geliştirme olasılığı mevcuttur. Ancak araştırmacının mutlaka yaratıcı ve yenilikçi bir<br />
anlayış ile çalışma tasarımı yapmış olması gereklidir.<br />
Klasik ve ortadoks bilgiden kopuk epistemolojilerin araştırma sürecinin<br />
tasarımını zayıflatacağı için mutlaka geçmiş süreçlerin çok iyi bir şekilde ele<br />
alınmasına ihtiyaç vardır. Bu şekilde tedrici gelişim modelleri üzerine kurulu<br />
araştırma süreçlerinde özellikle örtük ölçüm modelleri geliştirilmesinde sağlıklı bir<br />
kuluçkalama süreci de işletilmiş olur. Doğru bir araştırma yapmak için araştırmacılar<br />
mutlaka örtük konular üzerinde çalışmak ve hiç kimsenin göremediği alanları görmek<br />
noktasında yetenek kazanmak durumundadırlar.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
24<br />
Ramazan UYGUN & Murat KASIMOĞLU<br />
KAYNAKÇA<br />
ALTHAUSER, Robert P.; HEBERLEIN, Thomas A. (1970) Validity and the<br />
Multitrait-Multimethod Matrix, Sociological Methodology, Volume: 2,<br />
151-169<br />
BOYD, Robert D. ; DEVAULT, M. Vere (1966) The Observation and Recording<br />
of Behavior, Review of Educational Research, Volume: 36, Number: 5,<br />
529-551<br />
CANNELL, Charles F. (1981) Research on Interviewing, Sociological<br />
Methodology, Volume: 12, 389-437<br />
CREATH, Richard (1988) The Pragmatics of Observation, Philosophy of<br />
Science Association, Volume: 1, Number: , 149-153<br />
DAVIS, C. O. (1918) High-School Observation Work, The School Review,<br />
Volume: 26, Number: 3, 168-179<br />
ELLWOOD, Charles A.(1933) Observation and the Survey Method in Sociology,<br />
Social Forces, Volume: 12, Number:1, 51-57<br />
ESTANY, Anna (2001)The Thesis of Theory-Laden Observation in the Light<br />
of Cognitive Psychology, Philosophy of Science Association, Volume:<br />
68, Number: 2,203-217<br />
GOODENOUGH, Florence L.(1937) The Observation of Childrens Behaviors<br />
as a Method in Social Psychology, Social Forces, Volume: 15, Number:<br />
4, 476-479<br />
HEISE, David R.; BOHRNSTEDT, George W. (1970) Validity, Invalidity and<br />
Reliability, Sociological Methodology, Volume: 2, 104-129<br />
HOLLAND, Paul W.; LEINHARDT, Samuel (1976) Local Structure in Social<br />
Networks, Sociological Methodology, Volume: 7, 1-45<br />
JERSILO, Arthur T. ; MEIGS, Margaret F. (1939) Direct Observation as a<br />
Research Method, Review of Educational Research, Volume: 9, Number:<br />
5, 472-482<br />
MAMCHUR, Carolyn M. (1981) Determining Cognitive Style by Systematic<br />
Observation, Canadian Journal of Education, Volume: 6, Number: 4,<br />
92-104<br />
MARTIN, Jack (1977) The Development and Use of Classroom Observation<br />
Instruments, Canadian Journal of Education, Volume: 2, Number: 3<br />
MARTINKO, Mark J. ; GARDNER, William L. (1985) Beyond Strucutred<br />
Observation: Methodological Issues and New Directions, Academy of<br />
Management Review, Volume: 10, Number: 4, 676-695<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8:1) 2010 Journal of Administration Sciences
Yönetim Gündemi<br />
25<br />
MCGAW, Barry ; WARDROP, L. James (1972) Classroom Observation Schemes:<br />
Where are the Errors American Educational Research Journal,<br />
Volume: 9, Number: 1, 13-27<br />
MCGRATH, Joseph, E. (1994) Methodology Matters: Doing Research in the<br />
Behavioral and Social Sciences, Human-Computer Interaction: Toward The Year<br />
2000, Morgan Kaufmann Publishers Inc., San Francisco, CA, USA<br />
MENSH, Ivan N.; HENRY, Jules (1953) Direct Observation and Psychological<br />
Tests in Anthropological Field Work, American<br />
Antropologist,Volume: 55, Number: 4, 461-480<br />
MINTZBERG, Henry (1971) Managerial Work: Analysis from Observation,<br />
Management Science, Volume: 18, Number: 2, 97-110<br />
OBERDAN, Thomas (1990) Positivism and the Pragmatic Theory of<br />
Observation, Proceedings of the Biennial Meeting of the Philosophy of<br />
Science Association, Volume: 1, 25-37<br />
PALYS, Ted ; LOWMAN, John (2002) Anticipating Law: Research Methods,<br />
Ethics and the Law of Privilege, , Sociological Methodology, Volume:<br />
32, Number: 1, 1-17<br />
PEARCE, Lisa D. (2002) Integrating Survey and Ethnographic Methods for<br />
Systematic Anomalous Case Analysis, Sociological Methodology,<br />
Volume: 32, 103-132<br />
POHLAND, Paul (1972) Participant Observation as a Research Methodology,<br />
Studies in Art Education, Volume: 13, Number: 3, 4-15<br />
REISS, Albert J. (1971) Systematic Observation of Natural Social Phenomena,<br />
Sociological Methodology, Volume: 3, 3-33<br />
SCHNEIDER, Eugene V. (1950) Limitations on Observation in Industrial<br />
Sociology, Social Forces, Volume: 28, Number: 3, 279-284<br />
SCHWARTZ, Joseph E. (1986) A General Reability Model for Categorical<br />
Data Applied to Guttman Scales and Currents-Status Data,<br />
Sociological Methodology, Volume: 16, 79-119<br />
URBAN, F. M. (1924) On the Theory of Errors of Observation, The American<br />
Journal of Psychology, Volume: 35, Number: 3,322-331.<br />
WEBB, Eugene; CAMPBELL, Donald T.; SCHWARTZ, Richard, D.;<br />
SECHREST(1966) Unobtrusıive Measures, Rand McNally College<br />
Publishing Company, USA<br />
WILLEMS, Edwin P.; RAUSH, Harold L. (1969) Naturalistic Viewpoints in<br />
Psychological Research. Holt, Rinehart and Winston, Inc. U.S.A.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
EKONOMİ GÜNDEMİ<br />
Economy Agenda<br />
BÖLGESEL KALKINMA AJANSLARI<br />
Sefer ŞENER<br />
Son dönemde hızlanan teknolojik, kültürel ve siyasi gelişmeler<br />
küreselleşmenin etkinliğini artırmasına neden olmuş ve özellikle para, emek ve<br />
malların serbest dolaşım imkânları oldukça artmıştır. Bu durum tüm dünyada<br />
ekonomik, kültürel ve siyasi anlamda homojenleşmeye neden olmakta ve özellikle<br />
gelişmekte olan ülkeler için gelişim fırsatları yaratmaktadır. Ancak bu fırsatların<br />
yanında küreselleşmeyle beraber bölgesel ekonomiler bir takım tehlikelerle karşı<br />
karşıya kalmaktadır.<br />
Küreselleşmeyle beraber korumacı politikalar önemini yitirdiği için dünya<br />
ekonomisi için önemli ve çekici olan bazı bölgeler eski özelliğini kaybetmektedir.<br />
Buna bağlı olarak pek çok bölge durgunlaşma ya da gelişememe tehlikesi ile karşı<br />
karşıyadır. Diğer bir durum, yerel toplum için görev ve sorumluluğu olmayan küresel<br />
aktörlerin yatırımlarını her an kendileri için daha avantajlı farklı bir bölgeye<br />
taşıyabilme riskiyle beraber bölge ekonomisinin kırılganlığı artmaktadır (Çetin,<br />
2007(2): 155). Bu tür tehlikeler küreselleşmenin ekonomik anlamda kendisinden<br />
beklenen homojenleşmeyi tam olarak yerine getirememesine yol açmakta, bölgesel<br />
gelir farklarının artmasına ve yoksulluğa neden olmaktadır.<br />
Bu olumsuzluklara karşı günümüzde geleneksel kalkınma yaklaşımları<br />
başarısız olmakta ve yerel kalkınma modelleri ön plana çıkmaktadır. Bir bölgenin<br />
gelişememesi, yoksulluğun artması gibi problemlere karşı en önemli çözüm<br />
yollarından birisi; yerel kalkınma stratejilerin geliştirilmesi, bu stratejilerin<br />
uygulanabilmesi için yerel aktörler arasında koordinasyonun sağlanmasıdır.<br />
Günümüzde yerel otoriteler ve sivil toplumu içeren kamu ve özel sektör kurumlarının<br />
şekillendirdiği, kar amacı gütmeyen bağımsız organizasyonlar bu amaca ulaşmada<br />
etkili bir araç olarak değerlendirilmektedir (Çetin, 2007(1): 129).<br />
Doç.Dr., Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi, Biga İİBF<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
28<br />
Sefer ŞENER<br />
Ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmede standart bazı politika ve stratejileri<br />
benimseyen geleneksel yukarıdan-aşağıya kalkınma yaklaşımlarının başarısız<br />
olmasının ardında pek çok neden vardır.<br />
Tablo 1: Geleneksel Yukarıdan-Aşağıya Kalkınma ile Aşağıdan-Yukarıya<br />
Yerel Ekonomik Kalkınma Yaklaşımları Arasındaki Temel Farklar<br />
Geleneksel Kalkınma<br />
1.Yukarıdan-aşağıya kalkınma yaklaşımında<br />
müdahale gereken bölgelerle ilgili kararlar<br />
merkezde alınır.<br />
2. Merkezi yönetim ile idare edilir.<br />
3. Kalkınmada sektörel yaklaşım uygulanır.<br />
4. Diğer ekonomik aktiviteleri teşvik edecek<br />
büyük endüstriyel projeler geliştirilir.<br />
5. Finansal destekler, teşvikler ve<br />
sübvansiyonlar ekonomik aktiviteleri<br />
çekebilmek için temel uygulamalardır.<br />
Yerel Ekonomik Kalkınma<br />
1. Tüm bölgelerin gelişiminin desteklenmesi<br />
için girişim genellikle aşağıdan gelir.<br />
2. Yönetim katmanları arasında bağımsız ve<br />
dikey işbirliği, kamu ve özel kesim arasında<br />
yatay işbirliği vardır.<br />
3. Kalkınmada bölgesel yaklaşım uygulanır.<br />
4. Yerel ekonomik sistemin değişen<br />
ekonomik çevreye uyumunu teşvik etmek<br />
için her bir bölgenin kalkınma potansiyeli en<br />
üst düzeye çıkarılır.<br />
5. Ekonomik aktivitelerin gelişmesi için<br />
temel bazı koşullar sağlanır..<br />
Kaynak: Pose, 2001: 10.<br />
Yerel ekonomik kalkınma, belirli bir bölgedeki özel ve kamu paydaşları<br />
arasındaki ortaklık düzenlemelerinin istihdam yaratılması ve ortak bir kalkınma<br />
stratejisinin uygulanması için teşvik eden katılımcı bir gelişim sürecidir. Süreç, yerel<br />
kaynakların kullanılması ve küresel bağlamda rekabet avantajı yakalanması için ortak<br />
bir tasarım ve kalkınma stratejisinin uygulanmasını sağlar (Van Boekel, 2004: 5).<br />
Yerel ekonomik kalkınmanın en önemli araçlarından biri dünyada 1930’lu yıllardan<br />
bu yana uygulanan bölgesel kalkınma ajanslarıdır. Bölgesel kalkınma ajansları,<br />
bölgesel gelişmişlik farklarının giderilmesi ve bölgelerin küreselleşmenin yarattığı<br />
hızlı değişime ayak uydurabilmelerini sağlamada başarılı olabilmektedirler.<br />
AVRUPA BİRLİĞİ’NDE BÖLGESEL KALKINMA AJANSLARI<br />
Bölgesel farklılıkların giderilmesine yönelik çabaların Avrupa ölçeğinde<br />
değerlendirilmesi, 1958 yılında yapılan Roma Anlaşması’na kadar uzanır. Önceleri<br />
Avrupa Yatırım Bankası tarafından desteklenen geri kalmış yörelerin kalkındırılması<br />
çabaları, Avrupa Birliği (AB) genişleme süreciyle birlikte bölgesel gelişmişlik<br />
farklılıkları belirginleşmiş ve Avrupa ölçeğinde daha sistemli bölgesel politika<br />
araçları geliştirilmesi ihtiyacı doğmuştur. 1975 yılında Topluluğun yapısal sorunlar<br />
yaşayan bölgelerini desteklemek amacıyla Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu<br />
oluşturulmuş ve benzer sorunların çözümü için ortak politikalar benimsenmiştir<br />
(TEPAV, 2009: 5).<br />
Yunanistan, İspanya ve Portekiz’in Birliğe katılması bölgesel farklılıkları<br />
derinleştirmiş ve 1980’ler boyunca İngiltere ve İskoçya’da başarıya ulaşan yenilikçi<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8:1) 2010 Journal of Administration Sciences
Ekonomi Gündemi<br />
bölgesel kalkınma stratejileri ve planları, Avrupa ölçeğinde geliştirilecek bölgesel<br />
politikaya temel teşkil etmiştir. Akdeniz ülkelerinin Topluluğa üyeliklerinin ardından<br />
Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu, Avrupa Sosyal Fonu, Tarımsal Kılavuz ve Garanti<br />
Fonu birleştirilerek Yapısal Fon oluşturulmuştur (Vet, 1998).<br />
1993’de AB’nin Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini kapsayan önemli bir<br />
genişleme sürecine girmesiyle, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin pazar ekonomisine<br />
geçiş süreci başlamış ve bu durum bölgelerarası gelişmişlik farklarının giderek<br />
büyümesine neden olmuştur. Bu nedenle bu ülkelerin Birliğe katılım süreçlerinde<br />
ekonomik ve kurumsal yapılanma, kapsamlı bölgesel kalkınma politikaları ve bu<br />
politikaları destekleyecek mali yardım araçlarıyla gerçekleştirilmiştir<br />
(TEPAV, 2009: 6).<br />
Günümüzde Avrupa ülkelerinde kendi bölgelerinin kalkınması amacıyla<br />
ulusal ve uluslararası düzeyde faaliyet gösteren farklı nitelik, yapı ve statüde 200'ü<br />
aşkın kalkınma ajansı bulunmaktadır. Bunların büyük bir kısmının, özellikle Brüksel<br />
gibi önemli dış merkezlerde temsilcilikleri bulunduğu gibi, Avrupa genelinde 150<br />
üyeye sahip örgütlenmiş bir üst kuruluşları da (Avrupa Bölgesel Kalkınma Ajansları<br />
Birliği-EURADA-European Association of Regional Development Agencies)<br />
bulunmaktadır (Maç, 2006: 3).<br />
TÜRKİYE’DE BÖLGESEL KALKINMA AJANSLARI<br />
Türkiye’de bölgesel politikalar ilk olarak 1960’lı yıllarda kalkınma<br />
planlaması ile başlamış ve sekiz kalkınma planında da yer almıştır. Kalkınma<br />
planlarının temel amacı, bölgelerarası gelişmişlik farkının kapatılmasıdır. Ancak<br />
kalkınma planlarında öngörülen hedeflerin gerçekleştirilmesi için uygulanan<br />
politikalar, bölgesel dengesizlikleri giderememiş, aksine daha da artırmıştır.<br />
Türkiye’de bağımsız yerel kurumların olmaması ve merkezi kurumların yerel<br />
düzeydeki birimlerinin işlevlerinin sınırlı olması uygulanan politikaların etkinliğini<br />
azaltmaktadır. Türkiye’de bölgesel Kalkınma Ajansı kavramına yönelik ilk çalışmalar<br />
1990’lı yıllarda başlamıştır. (Maç, 2006: 3).<br />
Ancak bu örneklerin çoğu proje aşamasında kalmış ya da uygulamada çıkan<br />
sorunlar nedeniyle sona ermiştir. Türkiye, Bölgesel Kalkınma Ajansları’nı ciddi<br />
anlamda ilk kez aday üyeliğinin tescil edildiği 1999 Helsinki Zirvesi sonrasında ele<br />
almıştır. AB Komisyonu’nun hazırlamış olduğu Katılım Ortaklığı Belgesi’nde orta<br />
vadede yapılması gereken düzenlemeler arasında yer alan Bölgesel Kalkınma<br />
Ajansları’nı oluşturmak amacıyla yasal düzenleme süreci başlatılmıştır.<br />
Bu doğrultuda öncelikle Topluluk kurallarına uygun olarak kısa vadede<br />
istatistiksel bölge olarak bilinen NUTS sistemi 22 Eylül 2002 tarihli Bankalar Kurulu<br />
kararı ile kabul edilmiştir. Daha sonra da 2003yılı Katılım Ortaklığı Belgesi’nde,<br />
katılım öncesi mali yardım programından yararlanabilmek için Bölgesel Kalkınma<br />
Ajansları’nın kurulması öngörülmüştür. 6 Temmuz 2006 tarih ve 26220 sayılı Resmi<br />
Gazete’de yayımlanan “Bazı Düzey 2 Bölgelerinde Kalkınma Ajansları Kurulmasına<br />
Dair Bakanlar Kurulu Kararı” ile Adana ve Mersin illerini kapsayan Çukurova ve<br />
İzmir ilini kapsayan İzmir bölgelerinde Kalkınma Ajansları kurulmuştur.<br />
29<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
30<br />
Sefer ŞENER<br />
İzmir ve Çukurova bölgeleri için hazırlanan, bütün bölge aktörlerinin<br />
Bölgesel Kalkınma faaliyetlerinin kısa vadedeki ana çerçevesini belirleyecek “Ön<br />
Bölgesel Gelişme Planları” (ÖBGP), <strong>Mart</strong> 2007 tarihinde DPT tarafından<br />
onaylanmıştır. Ancak, Anayasa Mahkemesinde Kanun, Danıştay’da da Çalışma<br />
Yönetmeliği ve Kuruluş Kararnameleri aleyhine açılan davalar ve yürütmeyi<br />
durdurma kararları nedeniyle kurulmuş bulunan Ajanslar faaliyetlerini yaklaşık bir yıl<br />
süreyle durdurmak zorunda kalmışlardır. Anayasa Mahkemesinin Kanun hakkındaki<br />
kararının olumlu olması sonucunda kurulmuş bulunan İzmir ve Çukurova Kalkınma<br />
Ajansları <strong>Mart</strong> 2008’de yeniden faaliyetlerine başlamış ve yeni ajansların<br />
kurulmasının önünde herhangi bir hukuki engel kalmamıştır.<br />
22 Kasım 2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 10 Kasım 2008 tarih ve<br />
2008/14306 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile İstanbul, Samsun, Diyarbakır, Konya,<br />
Erzurum, Gaziantep, Mardin ve Van illerinin merkez olduğu, 23 ile hizmet edecek<br />
sekiz kalkınma ajansı daha kurulmuştur.<br />
Kalkınma Ajansları, Ulusal Kalkınma Planları ve bölge gelişme stratejileri<br />
çerçevesinde, bölgelerinde öne çıkan sektörlerdeki ve alanlardaki proje ve faaliyetlere<br />
teknik ve mali destek sağlayacaktır. Buna ilişkin temel mevzuat olan, “Kalkınma<br />
Ajansları Proje ve Faaliyet Destekleme Yönetmeliği” DPT Müsteşarlığı tarafından<br />
tamamlanmış ve 8 Kasım 2008 tarih ve 27048 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak<br />
yürürlüğe girmiş ve gerekli altyapı tesis edilmiştir.<br />
TÜRKİYE’DE KALKINMA AJANSLARININ NİTELİĞİ<br />
Bölgesel ekonomik kalkınma ve sosyal gelişme alanında yaşanan yapısal<br />
dönüşümün ve sürdürülebilir kalkınmanın en önemli kurumları arasında yer alacak<br />
olan kalkınma ajansları Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) koordinasyonunda<br />
kurulmaya ve faaliyete geçmeye başlamıştır. Kalkınma ajansları 5449 sayılı Kanunun<br />
birinci maddesinde ifade edildiği üzere;<br />
<br />
<br />
<br />
Bölgesel gelişme uygulamaları ile bölge planlarının etkinliği ve<br />
başarısının yükseltilmesini; bölgelerin ülke genel büyümesine,<br />
gelişmesine, refahına ve istikrarına katkısının artırılmasını; sosyal uyum<br />
ve adaletin güçlendirilmesini ve değişen küresel rekabet şartlarına<br />
adaptasyonun hızlandırılmasını sağlama,<br />
Yüksek nitelikli personeli, esnek kaynak ve istihdam yapısı ile kurum,<br />
kuruluş ve şahıslara sağladığı idari, mali, teknik desteklerle başta<br />
girişimciler olmak üzere bütün yerel aktörlerin kalkınma çabalarına<br />
katılımını teşvik etme,<br />
Sağlayacağı proje ve faaliyet desteklerinde kişi, kurum ve kuruluşların eş<br />
finansmana dayalı ortak proje üretme ve yönetme kültürü ve yeteneğini<br />
geliştirecek; sahiplenme ve işbirliği duygusunu güçlendirecek; bölgenin<br />
girişimcilik potansiyelini harekete geçirecek ve sürekli olarak<br />
yükseltme,<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8:1) 2010 Journal of Administration Sciences
Ekonomi Gündemi<br />
Yerel potansiyeli, dinamikleri, özgünlükleri, kaynak ve imkânları ortaya<br />
çıkararak harekete geçirecek ve ulusal, uluslararası pazarlarda<br />
ekonomik, sosyal, kültürel birer değer haline dönüştürme,<br />
31<br />
<br />
Sonuç olarak, hem ulusal, hem de bölgesel-yerel düzeyde başta istihdam<br />
ve gelir olmak üzere ekonomik ve sosyal göstergelerin iyileştirilmesine,<br />
bölgeler arası ve bölge içi gelişmişlik farklarının azaltılmasına ve<br />
dolayısıyla ülkenin genel refahının artırılması ve istikrarının<br />
pekiştirilmesine olumlu katkılar sağlama amaçlarıyla kurulmuşlardır.<br />
Ajanslar bu görevleri yerine getirmek için;<br />
<br />
Bölgesel gelişmeyle ilişkili stratejilerin hazırlanması,<br />
<br />
Kamu, özel kesim ve STK'lar arasındaki işbirliğinin ve koordinasyonun<br />
geliştirilmesi,<br />
<br />
Girişimciliğin desteklenmesi ve geliştirilmesi,<br />
<br />
İş ve yatırım imkânlarının araştırılması, tanıtımı ve kaynakların bölgeye<br />
çekilmesi,<br />
<br />
Yerel yönetimlerin planlama çalışmalarına teknik destek, kuruluşların<br />
kapasitelerinin geliştirilmesi,<br />
<br />
Kırsal kalkınma ve yerel kalkınma faaliyetlerine destek verilmesi ve<br />
<br />
AB fonları ve uluslararası fonların kullanılmasında aracılık ve<br />
koordinasyon gibi faaliyetlerini yürütmektedirler.<br />
Kalkınma Ajanslarının Kurulacağı Düzey-2 Bölgeleri<br />
Bazı Düzey 2 Bölgelerinde Kalkınma Ajansları Kurulması 25.01.2006 tarihli<br />
ve 5449 sayılı Kanunun 3, 8 ve geçici 2’nci maddelerine göre, Bakanlar Kurulu’nca<br />
14.07.2009 tarihinde kararlaştırılmıştır. Bu bağlamda faal olan ve kurulma sürecinde<br />
olan kalkınma ajansları şunlardır;<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
TR1: İstanbul<br />
TR10: İstanbul – İstanbul Kalkınma<br />
Ajansı<br />
TR2: Batı Marmara<br />
TR21: Edirne, Kırklareli, Tekirdağ –<br />
Trakya Kalkınma Ajansı<br />
TR22: Balıkesir, Çanakkale<br />
TR3: Ege<br />
TR31: İzmir – İzmir Kalkınma Ajansı<br />
TR32: Aydın, Denizli, Muğla –<br />
(Geka) Güney Ege Kalkınma Ajansı<br />
TR33: Afyonkarahisar, Kütahya,<br />
Manisa, Uşak<br />
TR4: Doğu Marmara<br />
TR41: Bilecik, Bursa, Eskişehir –<br />
(Bebka) Bursa, Eskişehir, Bilecik<br />
Kalkınma Ajansı<br />
TR42: Bolu, Düzce, Kocaeli, Sakarya,<br />
Yalova – Doğu Marmara Kalkınma<br />
Ajansı<br />
TR5: Batı Anadolu<br />
TR51: Ankara<br />
TR52: Karaman, Konya – Mevlana<br />
Kalkınma Ajansı<br />
TR6: Akdeniz<br />
TR61: Antalya, Burdur, Isparta –<br />
(Baka) Batı Karadeniz Kalkınma<br />
Ajansı<br />
TR62: Adana, Mersin – Çukurova<br />
Kalkınma Ajansı<br />
TR63: Hatay, Kahramanmaraş,<br />
Osmaniye<br />
TR7: Orta Anadolu<br />
TR71: Aksaray, Kırıkkale, Kırşehir,<br />
Niğde, Nevşehir – Ahiler Kalkınma<br />
Ajansı<br />
TR72: Kayseri, Sivas, Yozgat<br />
TR8: Batı Karadeniz<br />
TR81: Bartın, Karabük, Zonguldak –<br />
Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı<br />
TR82: Çankırı, Kastamonu, Sinop<br />
TR83: Amasya, Çorum, Samsun,<br />
Tokat – Orta Karadeniz Kalkınma<br />
Ajansı<br />
TR9: Doğu Karadeniz<br />
TR90: Artvin, Giresun, Gümüşhane,<br />
Ordu, Rize, Trabzon – Doğu<br />
Karadeniz Kalkınma Ajansı<br />
TRA: Kuzeydoğu Anadolu<br />
TRA1: Bayburt, Erzincan, Erzurum<br />
TRA2: Ağrı, Ardahan, Iğdır, Kars –<br />
Serhat Kalkınma Ajansı<br />
TRB: Ortadoğu Anadolu<br />
TRB1: Bingöl, Elazığ, Malatya,<br />
Tunceli<br />
TRB2: Bitlis, Hakkari, Muş, Van –<br />
Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı<br />
TRC: Güneydoğu Anadolu<br />
TRC1: Adıyaman, Gaziantep, Kilis –<br />
İpek Yolu Kalkınma Ajansı<br />
TRC2: Diyarbakır, Şanlıurfa –<br />
Diyarbakır-Urfa Kalkınma Ajansı<br />
TRC3: Batman, Mardin, Şırnak, Siirt<br />
– Dicle Kalkınma Ajansı
34<br />
Sefer ŞENER<br />
Kalkınma Ajansları, ulusal ihtiyaçları ve kalkınma amaçlı yerel örgütlenme<br />
taleplerini dikkate alarak; Türkiye’nin siyasi, idari, sosyal ve ekonomik koşulları ile<br />
dünya tecrübesi ve AB üyeliği perspektifini de gözeterek olarak oluşturulmuş bir<br />
modeldir.<br />
Yerel potansiyeli harekete geçirme ve yerel kalkınmayı gerçekleştirme<br />
rolünü üstlenen Kalkınma Ajansları, küreselleşmeden kaynaklanan tehditlerin bertaraf<br />
edilerek, sunduğu fırsatlardan azami yararın sağlanmasına yönelik yerel kalkınma<br />
stratejisinin oluşturulmasında çok önemli roller üstlenecektir. Bölgesel Kalkınma<br />
Stratejisine uygun olarak, yerel aktörlerce hazırlanacak proje ve faaliyetler; gerek<br />
ulusal kaynaklardan gerekse AB’den sağlanacak fonlarla kredi şeklinde değil, hibe<br />
şeklinde desteklenerek; yöre potansiyeli harekete geçirilecektir.<br />
Bölgesel stratejilerin hazırlanmasına destek verecek olan Ajanslar,<br />
girişimciliğin desteklenmesi ve geliştirilmesi; kırsal ve yerel kalkınma faaliyetlerinin<br />
desteklenmesi; kamu, özel kesim ve STK’lar arasındaki işbirliğinin geliştirilmesi<br />
rollerini üstlenecektir. AB fonları ve uluslararası fonların kullanılmasında da aracılık<br />
ve koordinasyon görevini yürütecek olan Ajanslar, hem araştırma ve veri tabanı<br />
oluşturma, hem de izleme ve veri değerlendirme alanlarında da faaliyet gösterecektir.<br />
Destek Programları<br />
Kalkınma Ajanslarının amacı; kamu kesimi, özel kesim ve sivil toplum<br />
kuruluşları arasındaki işbirliğini geliştirmek, temin edilen kaynakları etkin ve yerinde<br />
kullanılarak yerel potansiyeli harekete geçirmek, ayrıca bölgenin yatırım imkânlarını<br />
iç ve dış yatırımcılara tanıtmak suretiyle bölgede yapılacak yatırımlar ile ulusal<br />
kalkınma planı ve programlarında öngörülen ilke ve politikalarla uyumlu olarak<br />
bölgenin ekonomik ve sosyal kalkınmasını gerçekleştirmek, rekabet gücünü<br />
yükseltmek ve sürekli kılmaktır. Bu amaç doğrultusunda kalkınma ajansları<br />
tarafından, yönetmeliklerinde belirtilen esaslar çerçevesinde, çeşitlik proje ve<br />
faaliyetlere farklı türlerde destek programları uygulamaları yapılmaktadır. Bu<br />
bağlamda 22 ilden oluşan 8 düzey 2 bölgesinin 2008 yılı bütçesinde 24.542.393<br />
TL’lik, 2009 yılı bütçesinde ise 249.147.865 TL’lik transfer ödeneği yer almıştır.<br />
Kalkınma Ajansları tarafından dört ana alanda hazırlanmış projelere yönelik<br />
destek programları yürütülmektedir.<br />
İktisadi Kalkınma Mali Destek Programı<br />
Sosyal Kalkınma Mali Destek Programı<br />
Küçük Ölçekli Altyapı Projeleri Mali Destek Programı<br />
Kırsal Kalkınma Mali Destek Programı<br />
İktisadi Kalkınma Mali Destek Programı: Bu mali destek programının<br />
amacı, istihdam ve üretimde hâlihazırda öne çıkan sektörlerin geliştirilmesi, bölge<br />
imkânları ve küresel ekonomik koşullar göz önüne alındığında gelişme potansiyeli<br />
olan sektörlerde yapılabilecek yeni yatırımların desteklenmesidir. Bu program<br />
kapsamında desteklenecek projeler için Ajans tarafından tahsis edilen toplam kaynak<br />
tutarı 11.000.000 YTL’dir. Bu program çerçevesinde verilecek destekler Asgari:<br />
20.000 YTL ve Azami: 400.000 YTL tutarları arasında yer almaktadır. Proje süresi 9<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Ekonomi Gündemi<br />
35<br />
ayı geçmemelidir ve projeler, Ajansın faaliyet gösterdiği bölge içerisinde<br />
gerçekleştirilmelidir.<br />
Sosyal Kalkınma Mali Destek Programı: Bu mali destek programının<br />
amacı, sosyo-kültürel ortamın iyileştirilmesi, işgücü niteliğinin artırılması, çevresel ve<br />
kültürel değerlerin koruma-kullanma dengesinin sağlanması, bölgenin kaynak ve<br />
imkânlarının araştırılması ve tanıtılmasıdır. Bu program kapsamında desteklenecek<br />
projeler için Ajans tarafından tahsis edilen toplam kaynak tutarı 2.000.000 YTL’dir.<br />
Bu program çerçevesinde verilecek destekler Asgari: 20.000 YTL ve Azami: 100.000<br />
YTL tutarları arasında yer almaktadır. Proje süresi en fazla 9 aydır.<br />
Küçük Ölçekli Altyapı Projeleri Mali Destek Programı: Bu mali destek<br />
programının amacı bölgenin rekabet gücünü artırmaya, iş ve yaşam koşullarını<br />
iyileştirmeye yönelik küçük ölçekli altyapı projelerini desteklemektir. Rekabet<br />
gücünü artırma ve iş koşullarını iyileştirme amacına yönelik olarak bölge<br />
ekonomisinin gelişmesi bakımından önem taşıyan küçük ölçekli altyapının<br />
geliştirilmesi ve KOBİ’lerin ve tarımsal işletmelerin ortak üretim, ticaret ve hizmet<br />
altyapısını destekleyici küçük ölçekli altyapının geliştirilmesi, yaşam koşullarının<br />
iyileştirilmesi amacına yönelik olarak çevresel sorunların sürdürülebilir bir yaklaşımla<br />
çözülmesi, çevresel-kentsel kalitenin artırılması, kamu kurum ve kuruluşlarının ve<br />
yerel yönetimlerin teknik altyapılarının geliştirilerek hizmet kalitesinin artırılması,<br />
konuları öncelikli olarak desteklenmektedir.<br />
Kırsal Kalkınma Mali Destek Programı: Bu mali destek programının amacı<br />
kırsal kalkınmaya katkı sağlayacak gelir getirici faaliyetlerin bölge içerisinde sosyal<br />
ve coğrafi olarak yaygınlaştırılmasıdır. Bu amaca yönelik olarak, geniş toplum<br />
kesimlerinin üretim faaliyetlerine katılımlarının sağlanması ve kırsal alanda<br />
gerçekleştirilen ekonomik faaliyetlerin çeşitlendirilmesi konuları öncelikli olarak<br />
desteklenecektir. Bu program kapsamında desteklenecek projeler için Ajans<br />
tarafından tahsis edilen toplam kaynak tutarı 2.000.000 YTL’dir. Bu program<br />
çerçevesinde verilecek destekler Asgari: 20.000 YTL ve Azami: 200.000 YTL<br />
tutarları arasında yer almaktadır. Proje süresi en fazla 9 aydır.<br />
Sonuç<br />
Türkiye’de bölgesel dengesizliklerin giderilmesine yönelik çalışmalar planlı<br />
ekonomiye geçişle birlikte başlamış ve her kalkınma planında bölgesel politikalara<br />
yer verilmiştir. Ancak ülkenin geçmişte yaşadığı ekonomik ve politik iktidarsızlıklar<br />
bu planların gerçekleştirilmesine olanak tanımamıştır. AB ile başlayan müzakerelerle<br />
birlikte AB’nin üye ülkeler arasındaki bölgesel dengesizliklerin giderilmesi için<br />
uygulamakta olduğu kalkınma ajanslarının Türkiye gündemine gelmesine neden<br />
olmuştur.<br />
Türkiye’de merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerinde büyük ağırlığının<br />
bulunması, bölgesel ajansların faaliyetlerinde, kurumlar arası belirsizliklere,<br />
anlaşmazlıklara ve görev çakışmalarının yaşanmasına yol açabilecektir. Ayrıca<br />
ajansların DPT’ye bağlı olması, kurumların tam olarak bağımsız olamayacağı ve<br />
bölgesel kaynak tahsisinde merkezi yönetimin ağırlığının bulunabileceğini<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
36<br />
Sefer ŞENER<br />
göstermektedir. Bölgesel kalkınma ajanslarının çalışma felsefesi bölgeler arası<br />
rekabeti gerektirmektedir. Bölgeler arasında yaratılacak rekabet ortamı dezavantajlı<br />
bölgelerin avantajlı bölgelerle rekabet edememelerine ve sonuçta ajansların asıl<br />
kuruluş amaçları olan bölgesel gelişme hedefinden uzaklaşmalarına yol açabilir.<br />
Türkiye siyasi ve iktisadi anlayışı için yeni olan bölgesel kalkınma ajanslarının<br />
mevcut ekonomik ve siyasi yapıyla uyumlarının sağlanması durumunda bölgesel<br />
kalkınma için büyük getiriler sağlayabileceklerdir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Bazı Düzey 2 Bölgelerinde Kalkınma Ajansları Kurulmasına Dair Bakanlar Kurulu<br />
Kararlarında Değişiklik Yapılması Hakkında Karar, Bakanlar Kurulu, Resmi<br />
Gazete, 27353, 19.09.2009.<br />
Çetin, Murat (2007)(1). Yerel Kalkınma Ajansları, http://eab.ege.edu.tr/pdf/6_2/C6-<br />
S2-M12.pdf (11.12.2009).<br />
Çetin, Murat (2007)(2). Yönetim ve Ekonomi, Yerel Ekonomik Kalkınma Yaklaşımı<br />
ve Uluslararası Organizasyonlar, Manisa,14/1 (2007) 153-170.<br />
Çukurova Kalkınma Ajansı, (2009). İktisadi Kalkınma Mali Destek Programı 2008<br />
Yılı Proje Teklif Çağrısı Başvuru Rehberi.<br />
Çukurova Kalkınma Ajansı, (2009). Kırsal Kalkınma Mali Destek Programı 2008 Yılı<br />
Proje Teklif Çağrısı Başvuru Rehberi.<br />
Çukurova Kalkınma Ajansı, (2009). Küçük Ölçekli Altyapı Projeleri Mali Destek<br />
Programı 2008 Yılı Proje Teklif Çağrısı Başvuru Rehberi.<br />
Çukurova Kalkınma Ajansı, (2009). Sosyal Kalkınma Mali Destek Programı 2008<br />
Yılı Proje Teklif Çağrısı Başvuru Rehberi.<br />
Hasanoğlu, Mürteza ve Ziya Aliyev (2006). Avrupa Birliği ile Bütünleşme<br />
Sürecinde Türkiye’de Bölgesel Kalkınma Ajansları, 81-103.<br />
Kalkınma Ajansları Bütçe ve Muhasebe Yönetmeliği, Bakanlar Kurulu, Resmi<br />
Gazete, 26303, 28.09.2006.<br />
Kalkınma Ajansları Denetim Yönetmeliği, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı,<br />
Resmi Gazete, 27308, 03.08.2009.<br />
Kalkınma Ajansları Personel Yönetmeliği, Bakanlar Kurulu, Resmi Gazete, 26239,<br />
25.07.2006.<br />
Kalkınma Ajansları Proje ve Faaliyet Destekleme Yönetmeliği, Resmi Gazete, 27048,<br />
08.11.2008.<br />
Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun<br />
(5449), Resmi Gazete, 26074, 08.02.2006.<br />
Maç, Nazlı (2006). Bölgesel Kalkınma Ajansları ve Türkiye, Konya Ticaret Odası,<br />
2006 – 117 / 76.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Ekonomi Gündemi<br />
37<br />
Pose, Andrés Rodríguez (2001) The Role of The Ilo in Implementing Local<br />
Economic Development Strategies in A Globalized World,ILO, London.<br />
TEPAV (2009). Polonya’da Kalkınma Ajansları, http://www.tepav.org.tr/tur/<br />
admin/dosyabul/upload/polonya_enson.pdf (11.12.2009).<br />
Van Boekel, G. ve Majon van Logtestijn (2004), Applying the Comprehensive LED<br />
Approach: The Case of Mozambique, Geneva: Switzerland.<br />
Vet,<br />
Jan Maarten de (1998). EU Enlargement and Preaccession: Reflections<br />
concerning Central and Eastern Europe,<br />
http://www.geo.ut.ee/nbc/paper/devet.htm, (05.06.2009).<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
KAMU YÖNETİMİ VE YEREL<br />
YÖNETİMLER GÜNDEMİ<br />
Public Administration and Local<br />
Government Agenda<br />
YENİ TÜRK VATANDAŞLIĞI KANUNU’NUN ASKERLİK<br />
HİZMETİNE İLİŞKİN GETİRDİĞİ DEĞİŞİKLİKLER VE<br />
VİCDANİ RET TARTIŞMALARI<br />
Şeniz ANBARLI BOZATAY<br />
29 Mayıs 2009 tarihli 5901 Sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu, Türk<br />
Vatandaşlığının kazanılması ve kaybedilmesi konularında, vatandaşlık hukuku<br />
sistematiği bağlamında bir takım değişiklikler getirmektedir. Yeni kanunun, Türk<br />
Vatandaşlığının kaybedilmesi noktasında askerlik hizmetine ilişkin getirdiği<br />
değişiklikler çerçevesindeki tartışmalar, özellikle vicdani ret tartışmaları ile<br />
birleşmektedir. Zorunlu askerlik hizmetinin söz konusu olduğu Türkiye’de felsefi,<br />
dini, ahlaki ve siyasi nedenlerle bu hizmetin yadsınması anlamına gelen vicdani ret ve<br />
beraberindeki tartışmalar 5901 Sayılı yasa ile siyaset gündemine yerleşmiştir.<br />
5901 Sayılı TVK, henüz tasarı aşamasından başlamak üzere, özellikle<br />
basında vicdani redde kapı aralandığı biçiminde kamuoyuna yansımıştır 1 . Türk<br />
Vatandaşlığı Kanunu Tasarısı’nın TBMM’de görüşülmesi sırasında MHP, tasarının<br />
askerlikle ilgili hükmünün, vicdani retçiliğin Türk hukuk düzenine yerleştirilmeye<br />
çalışıldığı eleştirisini getirmiş ve sürecin Türk toplum ve siyasi yapısıyla zıt bir<br />
görüntü verdiğini ifade etmiştir. CHP de bu kapsamda değişikliğin vicdani reddi<br />
Yrd.Doç.Dr., Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi, Biga İİBF<br />
1 Bu konuda benzer haber başlıklarından bazıları için bkz. Bülent Aydemir, Vicdani Redcilere Umut Işığı,<br />
Sabah, 14.3.2006, Ali Ekber Ertürk, “Vicdani Retçiler Vatandaş Kalacak”, Akşam, 14.3.2006, Zafer<br />
Çakmak, “Vicdani Ret Türk Vatandaşlığından Çıkma Nedeni Olmaktan Çıkıyor”, 14.3.2006,<br />
www.habervitrini.com/haber.aspid=213132<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
40<br />
Şeniz ANBARLI BOZATAY<br />
tanımayan üç ülkeden biri olan Türkiye açısından, genel af niteliğinde olduğuna<br />
dikkat çekmiştir 2 .<br />
Belirtilen düzenlemenin getirdiği tartışmalar, Anayasanın 72. maddesi<br />
uyarınca vatan hizmetinin her Türk’ün hakkı ve ödevi olduğuna ilişkin düzenleme ile<br />
çelişir göründüğü konusuna da odaklanmaktadır. Anayasada ifade edilen bu hüküm,<br />
Türkiye’de askerlik hizmetinin sosyolojik bağlamda toplum nezdindeki yerinin bir<br />
yansıması biçiminde değerlendirilebilir. Nitekim bu hizmetin hem bir hak hem de bir<br />
ödev olduğu yönündeki ifade, her Türk’ün asker doğacağı yönündeki sosyokültürel<br />
bağlılık biçimlerini yansıtmaktadır.<br />
Askerlik Hizmeti Çerçevesinde Türk Vatandaşlığının Kaybettirilmesi:<br />
5901 Sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun 403 Sayılı Türk Vatandaşlığı<br />
Kanunu’ndan Farklılığı<br />
Tartışmayı aydınlatma noktasında öncelikle yeni TVK’nın askerlik<br />
hizmetinin yerine getirilmemesi nedeniyle Türk Vatandaşlığının kaybedilmesi ile<br />
ilgili olarak 403 Sayılı TVK’dan büyük farklılık içeren düzenlemenin çerçevesi nedir<br />
sorusuna cevap verilmelidir. 11 Şubat 1964 tarihli 403 Sayılı Türk Vatandaşlığı<br />
Kanunu madde.25’de Türk Vatandaşlığını kaybettiklerine Bakanlar Kurulu tarafından<br />
karar verilebilecekler arasında yurtdışında bulunanlar açısından askerlik hizmetinin<br />
yapılmamasına ilişkin bir düzenleme yer almaktaydı. 403 Sayılı Yasa, madde.25 (ç)<br />
bendi; yurt dışında bulunup da muvazzaf askerlik görevini yapmak veya Türkiye`de<br />
savaş ilanı üzerine, yurt dışında bulunup da, yurt savunmasına katılmak için yetkili<br />
kılınmış makamlar tarafından usulen yapılacak çağrıya mazeretsiz olarak üç ay içinde<br />
icabet etmeyenlerin, (d) bendi; sevk sırasında veya kıtalarına katıldıktan sonra yurt<br />
dışına kaçıp da kanuni süre içinde dönmeyenlerin, (e) bendi; Silahlı Kuvvetler<br />
mensupları ile askerlik görevini yapmakta olanlardan görev, izin, hava değişimi veya<br />
tedavi için yurt dışında bulunup da süresi bittiği halde mazeretsiz olarak üç ay içinde<br />
geri dönmeyenlerin Türk vatandaşlığını kaybettiklerine hükmetmekteydi.<br />
403 Sayılı TVK’da sayılan üç bendin ortak özelliği, üç bentten dolayı işlem<br />
yapılması için öncelikle Milli Savunma Bakanlığından gelen bir önerinin<br />
gerekmesi ve haklarında kaybettirme işlemi yapılabilmesi için bu kişilerin Türkiye<br />
dışında bulunmalarının gerekmesidir. Diğer bir deyişle, yurt içindeki asker<br />
kaçakları için yasalarda belirlenmiş zorlamalar ve kovuşturmalar bulunsa da bu kişiler<br />
Türk Vatandaşlığını kaybetmeyeceklerdir. Yurt dışında bulunanlar da, askere alınma,<br />
Türk Silahlı Kuvvetler mensubu olma gibi durumlar bakımından belirtilen hükümlere<br />
tabi tutulmuşlardır 3 .<br />
5901 Sayılı yeni Türk Vatandaşlığı Kanunu, yurtdışında bulunanlar<br />
açısından, askerlik hizmetine yapılan çağrıya rağmen icabet edilmemesi ile ilgili<br />
olarak kaybettirme noktasında eski yasa hükmünü kaldırmıştır. Yeni TVK’da,<br />
Bakanlar Kurulu’nca Türk Vatandaşlığının askerlik hizmetinin yerine getirilmemesi<br />
nedeniyle kaybedilmesi noktasında bir hüküm bulunmamakta ve madde.29 (c)<br />
bendinde askerlikle ilgili tek düzenleme “izin almaksızın yabancı bir devlet<br />
2 TBMM Genel Kurul Tutanağı, 23.Dönem 3. Yasama Yılı 95. Birleşim, 28 Mayıs 2009.<br />
3 Rona Aybay, Vatandaşlık Hukuku, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., 2.B., 2006, s. 232-233.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kamu Yönetimi ve Yerel Yönetimler Gündemi<br />
41<br />
hizmetinde gönüllü olarak askerlik yapanlar”ın vatandaşlığın kaybettirileceğine<br />
atıfta bulunmamaktadır.<br />
5901 Sayılı TVK madde.43 itibariyle, Mülga 403 Sayılı TVK’ya göre Türk<br />
vatandaşlığını kaybedenlerin, Eski yasanın 25. maddesinin ç,d ve e bentleri uyarınca<br />
Türk vatandaşlığını kaybetmiş olan kişilerin başvurmaları halinde, millî güvenlik<br />
bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak kaydıyla, Türkiye'de ikamet<br />
etme şartı aranmaksızın Bakanlar Kurulu kararı ile yeniden Türk vatandaşlığına<br />
alınabileceğini düzenlemektedir. Dolayısıyla yeni TVK, eski yasanın belirttiği<br />
şartlarda askerlik hizmetinin yerine getirilmemesinin vatandaşlığın kaybına yol<br />
açacağı ile ilgili bir düzenleme yapmamasının yanında, eski yasaya bağlı olarak Türk<br />
Vatandaşlığını kaybedenlerin yeniden Türk vatandaşlığına alınabileceğine ilişkin<br />
düzenlemeye açıklık getirmektedir. Bu düzenlemenin yenilik getiren yönü,<br />
başvuranın “millî güvenlik bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmaması”<br />
kaydıdır. Zira ikamet şartının aranmayacağına ilişkin hüküm, 403 Sayılı TVK’nın<br />
yeniden vatandaşlığa alınmayı düzenleyen madde. 8’de de bulunmaktadır.<br />
Vicdani Retçilik<br />
Yurtdışında bulunanlar açısından yapılan çağrıya rağmen askerlik hizmetini<br />
yapmamanın Türk Vatandaşlığını kaybettirmeye yol açmayacağı konusundaki 5901<br />
TVK düzenlemesi ve yeni yasanın getirdiği değişikliklerin temel tartışma ekseni; bu<br />
düzenlemenin “vicdani ret hakkı”nı çağrıştırdığı noktasında gelişmiştir. Söz konusu<br />
düzenlemenin, bu tür bir hakka kapı aralayıp aralamadığı tartışmasının öncesinde<br />
vicdani ret ile ilgili kavramsal bir takım açıklamalara ve Türkiye’de bu yöndeki<br />
tartışmalara değinilmesi uygun olacaktır.<br />
Vicdanî ret, bir bireyin politik görüşleri, ahlaki değerleri veya dinsel<br />
inançları doğrultusunda askerlik hizmetini reddetmesidir. Vicdani ret düşüncesi geniş<br />
anlamda ilk olarak 19. yy.da ortaya atılmış, 20. yy.ın başlarında I. ve II. Dünya<br />
Savaşları sırasında taraftar bulmuştur. Savaş karşıtlarının uzun mücadeleleri<br />
sonucunda, vicdani ret hakkı günümüzde Birleşmiş Milletler İnsan Hakları<br />
Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu tarafından temel insani hak olarak kabul<br />
edilmiştir. Vicdani ret kavramı, iradi olmayan bir yükümlülüğün reddinin, ahlaki ve<br />
vicdani değerlere bağlılığını ifade etmek için kullanılmaktadır. Kavramın giderek<br />
askerlik karşıtlığı ile eşdeğer sayılmasında, vicdani retçilerin zorunlu askerlik<br />
hizmetini iradi olmayan yükümlülüklerin başında kabul etmeleri ve bu nedene bağlı<br />
biçimde gerekçelerini ve direnme tarzlarını somutlaştırmış olmalarının payı büyüktür.<br />
Vicdani retçiliği tanıyan ülkelerde dini ya da din dışı gerekçelerle retçi<br />
statüsü kazanmak imkân dâhilindedir. Ancak bazı ülkeler bu konuda istisnalar<br />
getirmişlerdir. Örneğin Danimarka’da yalnızca siyasi gerekçeyle yapılan başvurular<br />
kabul edilmemektedir. İsrail’de vicdani ret hakkı yalnızca dindarlara tanınmıştır 4<br />
Askerlik hizmetine karşı çıkışa ilk kurumsal tepkinin George Fox tarafından<br />
17. yy.’da kurulan ve Protestanlığın bir kolu olan Quker adlı dini harekette<br />
somutlaştığı görülmektedir. Örgüt, dini ve ahlaki inançlara ters düştüğü gerekçesinden<br />
4 Murat Sevinç, “Türkiye’de ve Batı Demokrasilerinde Vicdani Ret, Zorunlu Askerlik ve Kamu Hizmeti<br />
Seçeneği”, AÜ SBF <strong>Dergisi</strong>, C.61/1, 2006, s.315.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
42<br />
Şeniz ANBARLI BOZATAY<br />
yola çıkarak bu hizmeti reddetmiş, üyeleri de 1917’den itibaren askerlik hizmetine<br />
alternatif olabilecek hizmetleri belirleme konusunda çalışmışlardır. Quker’lerin<br />
pozitif hukuk düzenini, inançlarına aykırılığı nedeniyle reddetmeleri 5 pozitif hukuk ile<br />
inançlar arasındaki çekişmenin iyi bir örneğidir. ABD’de vicdanına uygun olmadığı<br />
iddiasıyla askerlik yapmayan ve bu amaçla protesto eylemlerinde bulunan bir kişinin<br />
davasında Yüksek Mahkeme, protestocunun askerlik şubelerinde meşru olmayacak<br />
biçimde sınıflandırıldığı gerekçesiyle yasayı ihlal etmesini meşru görmüş ve<br />
sınıflandırmayı gayri meşru bulmuştur. Karşı gelme prosedürünü ise savunma<br />
kapsamında değerlendirmiştir 6 .<br />
Vicdani retçi, eylemiyle salt bir yasal yükümlülükten kurtulmayı değil<br />
şiddeti reddetmesiyle doğrudan kamunun adalet duygusuna seslenmektedir. Vicdani<br />
ret, gerek dayandığı felsefi ve siyasal arka plan ve vicdani retçinin askerlik karşıtı<br />
eylemiyle şu özelliklere sahiptir;<br />
<br />
<br />
Bu eylemler, öncelikle demokratik sayılabilecek bir ülkede toplumun<br />
çoğunluğu tarafından meşru kabul edilen bir yasa ya da uygulamaya<br />
karşı çıkmaktadır. Dolayısıyla eylem, öncelikle bir ya da birden fazla<br />
hukuk normunu ihlal etmektedir.<br />
Vicdani retçiler eylemlerini açık biçimde sunmaktadırlar. Açık olmasının<br />
önemi, kamuoyunun dikkatinin çekilmesinin gerekliliğinden<br />
kaynaklanmaktadır ki bu özelliğini, kamuoyuna çağrı işleviyle birlikte<br />
değerlendirmek gerekir.<br />
Türkiye’de Vicdani Ret Tartışmaları<br />
Dünyada yaklaşık yüz yıldır tartışılan ve Batı demokrasilerinin gündeminde<br />
olan vicdani ret, total ret, alternatif kamu hizmeti kavramları Türkiye’nin gündemine<br />
son on beş yılda girmiştir. Bu konuda yazılanların çok sınırlı olduğu görülmektedir.<br />
Bunda Türkiye’de askerlerin ve askerlik hizmetinin tarihsel ve sosyolojik değerinin<br />
bulunduğu açıktır 7 .<br />
Türkiye’de vicdani ret hareketinin gelişim çizgisi, Batıdaki süreçlerden<br />
oldukça farklı bir yol izlemektedir. Dinsel gerekçelerin çevrelediği ve sonrasında<br />
liberal ve seküler bir hak hareketi biçiminde ilerleyen vicdani ret hareketi, Türkiye’de<br />
“total retçilik” biçiminde adlandırılmaktadır. Vicdani retlerini açıklayan ve savaş<br />
karşıtları olarak örgütlenen bu grup, AB standartlarında tanınacak vicdani ret hakkının<br />
onlar için kazanılmış bir mücadele olmadığını savunurken, zorunlu askerliğe alternatif<br />
biçiminde getirilecek sivil hizmeti de devletin bireye yüklediği bir yükümlülük<br />
biçiminde gördüklerinden kabul edilebilecek bir seçenek olarak<br />
değerlendirmemektedirler. Bu nedenle Türkiye’de vicdani retçilik, Batıdaki evrimci<br />
çizgisinden sıyrılarak Uzun’a göre marjinal düzeyde anarşizmin etkisi altında<br />
5 Adnan Güriz,, Hukuk Felsefesi, Siyasal Kitabevi, Ankara,2003, s.19.<br />
6 Sözü edilen dava, seçici hizmet görevlilerin yasaya aykırı sınıflandırma yapma konusunda ısrarlı<br />
davranmaları üzerine açılmıştır. bkz. Harrop A. Freeman, Sivil İtaatsizlik Üzerine Görüşler Bölümü,Sivil<br />
İtaatsizlik ve Pasif Direniş, Vadi Yay., 2.b., İstanbul,1999, s.116.<br />
7 Murat Sevinç, 2006, s.298.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kamu Yönetimi ve Yerel Yönetimler Gündemi<br />
43<br />
gelişmektedir. Türkçe’ye, Sokak <strong>Dergisi</strong> ve Güneş Gazetesi aracılığı ile giren vicdani<br />
ret kavramı, Vedat Zincir ve Tayfun Gönül’ün vicdani retçi olduklarını açıklamaları<br />
ile kamuoyu tarafından izlenir hale gelmiştir. Askerliğe gitmediği için tutuklanan<br />
(sonrasında AİHM’e Türkiye aleyhine açtığı davayı kazanan) Osman Murat Ülke de<br />
her Türk’ün asker doğmadığı yolundaki düşüncelerini çarpıcı biçimde dile getirmiş ve<br />
Irak savaşının başladığı günlerde, “ölmeyeceğiz, öldürmeyeceğiz, kimsenin askeri<br />
olmayacağız” sloganından ötürü “emre itaatsizlik” ve “halkı askerliğe soğutmak”<br />
suçlarından yargılanmıştır. Medyanın yakından izlediği Mehmet Tarhan ise eşcinsel<br />
olması nedeniyle hak biçiminde sunulan askerlik hizmetinden muaf tutulmayı<br />
reddetmektedir 8 .<br />
Vicdani retçinin amacı, Yağcı’ya göre; açık, zora dayanmayan, halka<br />
seslenen, adalet talebine dayanan bir eylemle böyle bir eylemin ve bunu<br />
gerçekleştirenin karşılaştığı cezai yaptırımların ya da kötü muamelelerin ağırlığı<br />
arasındaki adaletsizliğin kamuoyu tarafından görülmesinin başarılmasıdır. Bu<br />
çerçevede çözüm ise yasa ve uygulamaların sertliğinin, yasa ihlali ile verilen ceza<br />
arasındaki ölçüsüzlüğün giderilmesinde 9 aranmaktadır.<br />
Toplumun adalet duygusu ve vicdanı, tarihi kültürel arka plana bağlı olarak<br />
farklı biçimlerde şekillendiğinden, vicdani reddin değerlendirilmesi de söz konusu<br />
yapıların etkisinde olacaktır. Buradan hareketle Türkiye’de vicdani ret konusundaki<br />
tartışmalarda problemin çerçevesini, yalnızca yasal düzenlemelerin çizmediği, siyasal<br />
kültürde askerlik hizmetine atfedilen değerin de belirleyici olduğu görülmektedir.<br />
Askerlik çağına gelen erkekler, “Her Türk asker” doğar düşüncesine dayalı biçimde<br />
bu hizmete farklı bir seremoni ile gönderilmekte, hizmetin görüleceği mekân “asker<br />
ocağı” biçiminde adlandırılmakta ve Türkiye’nin birçok yerinde hala askere<br />
gitmeyene kız verilmemesi gibi geleneklerle bu kurum yüceltilmektedir. Bu sosyokültürel<br />
yapı esas alındığında, her Türk’ün asker doğmadığı yolundaki yorumların,<br />
tepkiyle karşılanacağı kestirilebilir. Eylemin şiddetsiz, açık ve adalet talebiyle ortaya<br />
çıkması bile toplum nezdinde eyleme yönelik mesafeyi azaltamayabilecektir.<br />
Türk Hukuku Açısından Vicdani Ret<br />
Vicdani reddin, iç hukukumuzda nerede yer aldığının tartışılması oldukça<br />
yeni olmakla birlikte, savaş karşıtlarının web sitesinde ve yazılı basında birkaç yıldır<br />
yoğun bir yer edindiği gözlenmektedir. Konuya öncelikle uluslararası hukuktaki<br />
düzenlemeler açısından bakıldığında, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ve Avrupa İnsan<br />
Hakları Sözleşmesi’nin vicdani ret konusunda ülkelere tanıdığı takdir marjı dikkati<br />
çekmektedir. Öncelikle her iki sözleşme de vicdani reddi temel bir insan hakkı<br />
kapsamında görmemiş ve koruma altına da almamıştır. Ancak vicdani reddin iç hukuk<br />
tarafından benimsemesi halinde, askerlik yerine zorunlu bir başka hizmete tabi<br />
tutulmanın sözleşmelere aykırı olmayacağı öngörülmüştür. İç hukukta başta anayasa<br />
ve ilgili yasalara bakıldığında ise çelişki biçiminde yorumlanabilecek ifadelere<br />
8<br />
9<br />
Begüm Uzun, “Türkiye’de Vicdani Ret (1)”, 3.8.2006 http://www.savaskarsitleri.org/arsiv.asp (Erişim:<br />
4.8.2006)<br />
Nabi Yağcı, “Vicdani Ret Hakkı Nedir ne Değildir”, http://www.savaskarsitleri.org/arsiv.asp<br />
(Erişim:11.02.2006)<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
44<br />
Şeniz ANBARLI BOZATAY<br />
rastlanmaktadır. Öncelikle anayasa, vatan hizmetinden yalnızca askerliğin anlaşılması<br />
gerektiği noktasında yeterince net değildir. Anayasanın 72. maddesinde, “Vatan<br />
hizmeti, her Türk’ün hakkı ve ödevidir. Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu<br />
kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla<br />
düzenlenir” ve 18. maddesinde “Ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda<br />
öngörülen vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları, zorla çalıştırma<br />
sayılamaz” denilmektedir. Belirtilen maddelerdeki vatan hizmeti/vatandaşlık ödevi,<br />
askerlikle eş anlamlı kullanılmamıştır. Ancak milletvekili seçilme yeterliğini belirten<br />
76. maddede, yükümlü olunan askerlik hizmetini yapmak, koşul olarak düzenlenmek<br />
suretiyle açıkça askerlik vurgusu yapılmıştır. Dolayısıyla Anayasa, kendi içinde<br />
çelişki yaratan bir duruma yol açmaktadır. 18. ve 72. maddeler, silahlı eğitim dışı<br />
hizmete imkân tanırken, 76. madde ise silahlı eğitimi vatan hizmetinin tek yolu kabul<br />
etmektedir 10 .<br />
Dünyada vicdani retçilik, zorunlu askerlik hizmetinin belirli gerekçelerle<br />
reddedilmesi yanında, bu hizmetin alternatif kamu hizmeti seçeneğinin<br />
değerlendirilmesi noktasında da şekillenmektedir. Buna göre, silahlı hizmeti reddeden<br />
bir retçi, hastane, sivil toplum örgütü ya da kütüphane gibi kamusal alandaki bir kamu<br />
hizmetini yerine getirebilmektedir.<br />
Vicdani retçilerin vatan hizmetini askerlik dışında yapmaları yasalarımızda<br />
benimsenmemekte ve yükümlü olunan askerlik hizmetini yapmamak ya da halkı<br />
askerlikten soğutmak suç oluşturmaktadır. TCK’nın Milli Savunmaya Karşı Suçlar<br />
başlığı altında düzenlediği 318. maddesi uyarınca “(1) Halkı, askerlik hizmetinden<br />
soğutacak etkinlikte teşvik veya telkinde bulunanlara veya propaganda yapanlara 6<br />
aydan 2 yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Fiil, basın ve yayın yolu ile işlenirse ceza<br />
yarısı oranında artırılır”. Yine aynı yasanın Askeri İtaatsizliğe Teşvik başlığı<br />
altındaki 319. maddesi de bu teşvikte bulunanlara fiilin aleni olarak gerçekleştirilmesi<br />
durumunda 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası verileceğine, fiil, savaş zamanında<br />
işlendiğinde ise cezanın 1 katı oranında artırılacağına hükmetmektedir. Dolayısıyla<br />
belirtilen yasa maddeleri, vicdani retçilere ya da eşdeğer sayılabilecek başka bir kamu<br />
hizmetine de itiraz eden total retçilere ve bu hakkı savunanlara ifade ya da eylem<br />
imkânı vermemektedir.<br />
Eminağaoğlu’na göre vicdani retçilerin askerlik hizmeti yerine başka bir<br />
hizmete tabi tutulmayı beklemeleri, halkı askerlikten soğutma faaliyeti biçiminde<br />
değerlendirilemez. Çünkü askerlikten soğutma, genele yönelik bir suç olmadıkça<br />
oluşmamaktadır. Yükümlü olunan bu hizmeti yapmamak suç olarak düzenlenebilirse<br />
de retçilerin askerlik yapmaktan kaçınmaları suç olmamalıdır. Bunun ötesinde<br />
Eminağaoğlu, vicdani retçilerin zorla askerlik hizmetine tabi tutulmalarını, vicdan<br />
özgürlüğünün Anayasa’nın 13. ve 14. maddelerindeki sınırlamalara tabi olmadığı göz<br />
önüne alındığında, vicdan özgürlüğünü kısıtlayıcı yönüyle Anayasa’ya aykırı kabul<br />
10 Anayasa’nın 72. maddesinde olduğu gibi 1111 Sayılı Askerlik Yasası da “her erkek Türk vatandaşının<br />
askerlik yapmaya mecbur olduğu”nu ifade ederken, bu mecburiyetin vatan hizmetiyle eşdeğerliğini<br />
vurgulamamıştır. Ayrıca bu yasada, Silahlı Kuvvetlerde temel askerlik eğitimi yapılması koşuluyla,<br />
vatan hizmetinin kamu kurumlarında tamamlanabileceği kabul edilmiştir. Örneğin öğretmenler, Milli<br />
Eğitim Bakanlığı bünyesindeki okullarda görev yaptıkları bu süre içinde asker olmaktadırlar. Ömer<br />
Faruk Eminağaoğlu, “Özgürlük ve Vatan Hizmeti”, Radikal, 22.08.2005.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kamu Yönetimi ve Yerel Yönetimler Gündemi<br />
45<br />
etmektedir. Bu bağlamda vicdani retçiler için askerlik hizmetinin söz konusu<br />
olmaması da Anayasa’nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine de aykırı değildir. Bunun<br />
dayanağı ise, 14. maddede belirtildiği üzere, Anayasa’nın hiçbir hükmünün,<br />
özgürlüklerin Anayasa’da belirtilenden daha geniş biçimde sınırlandırılmasına olanak<br />
sağlayacak şekilde yorumlanamaz olmasıdır. Dolayısıyla Askeri Ceza Yasası’nın 45.<br />
maddesinde benimsenmediği açıkça vurgulanan vicdani ret, Anayasa tarafından<br />
dışlanmamaktadır. Buradan olarak önerilen, Anayasa’nın 72. maddesinde “Kimse,<br />
her-hangi bir din, düşünce ve vicdani kanaat nedeniyle kanunla öngörülen sivil veya<br />
askeri nitelikteki vatan hizmetini yapmaktan kaçınamaz” şeklinde bir düzenlemeye<br />
gidilmesidir” 11 .<br />
Türkiye’de vicdani ret itirazında bulunan 70 kişi ve 20 Yehova şahidi<br />
bulunmaktadır. Bu kişilerden askerlik hizmetine alınanlar, askerlik hizmetini<br />
reddettiklerinde Askeri Ceza Yasası’nın “emre itaatsizlikte ısrar” suçunu düzenleyen<br />
maddesi uyarınca yaptırımlarla karşılaşmaktadırlar. Türkiye’de kendilerini total retçi<br />
olarak tanımlayanlar, militarizm denince sadece askerliği değil, toplumsal yaşama<br />
sirayet etmiş tüm hiyerarşik ve ayrımcı ilişkiler ağını kastetmektedirler 12 . Bu noktada<br />
Eminağaoğlu’nun Anayasa’nın 72. maddesine yönelik önerdiği düzenleme total<br />
retçiler için istenen düzeyde bir çözüm olamayabilecektir. Zira total retçiler, kendisini<br />
total retçi olarak tanımlayan Mehmet Tarhan gibi, askeri nitelikteki vatan hizmetinin<br />
her türüne karşı durmakta, alternatif hizmeti kabul etmemektedirler. Vicdani reddin<br />
taşıdığı düşünülebilecek sivil itaatsizlik unsurları, total retçilerde, sistemdeki tekil bir<br />
haksızlığın giderilmesini aşarak sistemin bütününü sorgulamaya yöneldiği için<br />
“anarşizm” kapsamında değerlendirilmeye daha uygun görünmektedir.<br />
Türkiye’de vicdani ret hareketi ve olgunun değerlendirilmesinde AİHM’nin<br />
verdiği bir karar, konunun gerek devlet gerekse toplum katında yoğun biçimde<br />
tartışılmasını sağlamıştır. Osman Murat Ülke’nin vicdani reddi nedeniyle cezaevinde<br />
kalması ve birliğine teslim edildiği halde askeri üniformayı giymeyi reddetmesi<br />
üzerine tekrar cezaevine gönderilmesi sonucu AİHM’e açtığı davada mahkeme<br />
24.1.2006’da açıkladığı kararıyla, Ülke’nin “insanlık dışı” ve “onur kırıcı”<br />
davranışlara maruz kaldığını belirterek, Türkiye’yi 11 Bin Avro tutarında tazminat<br />
ödemeye mahkûm etmiştir 13 .<br />
AİHM’in kararı bazı çevrelerin benimsediği gibi, Türkiye’de vicdani ret ile<br />
ilgili düzenlemelerin yapılması biçiminde algılandığında, başta Anayasa’da olmak<br />
üzere, Türk Ceza Yasası’nda ve Askeri Ceza Yasası’nda değişikliklere<br />
gidilebilecektir. Bu karar sonrasında Türkiye için süreç, vicdani reddi vicdan<br />
özgürlüğü kapsamında değerlendirip değerlendirmemesi kararı çevresinde işleyecek<br />
ve kamuoyunda ise daha çok siyasal kültürün bir bileşeni olması bağlamında<br />
tartışılacaktır. Nitekim askeri çevrelerin; ülkenin özel şartlarının AB ülkelerinde<br />
uygulanan askerlik yerine alternatif hizmetleri kaldırmayacağını, istismara açık<br />
11 Eminağaoğlu, 2005, Radikal.<br />
12 Ümit Kardaş, “Vicdani Ret Bir İnsan Hakkıdır”, Radikal, 30.10.2005.<br />
13 Safa Reisoğlu, “Vicdani Ret Yasaya Girmeli”, Radikal, 04.02. 2006,. AİHM kararı Ülke’nin de belirttiği<br />
gibi, vicdani reddin yasalarda ne şekilde karşılık bulacağına ilişkin yol haritası çizmemiş ancak yön<br />
göstermiştir. Ülke’nin kararla ilgili 27.1.2006’da yaptığı açıklamaları için bkz. Oral Çalışlar, “Vicdani<br />
Ret Kararı Ne Demek”, 2.2.2006, Cumhuriyet.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
46<br />
Şeniz ANBARLI BOZATAY<br />
olduğunu ve kaos yaratabileceğini ifade etmeleri, tartışmanın taraflarından olan<br />
ordunun bu konuda taviz vermeyeceğini göstermektedir.<br />
Sonuç<br />
5901 Sayılı TVK’nın en tartışmalı yönü; askerlik hizmeti bağlamındaki<br />
değişiklik çerçevesinde ortaya çıkmıştır. Öyle ki yeni düzenlemenin asker kaçaklarına<br />
ve “vicdani retçilere” askerlik görevinden kurtulma imkânı sağladığı iddiaları ileri<br />
sürülmüştür. 403 Sayılı TVK Türk vatandaşlığının askerlik hizmeti nedeniyle kaybını,<br />
yurt dışında bulunup da yapılan çağrıya süresi içinde icabet göstermeyenler nezdinde<br />
mümkün kılmıştır. Yeni yasadaki haliyle askerlik durumunun vatandaşlığın<br />
kaybettirilmesi sebebi sayılmaması, tartışmayı, düzenlemenin askerlik görevinden<br />
kurtulma için bir gerekçe yaratıp yaratmadığı noktasına düğümlemektedir. Şüphesiz<br />
eski yasadaki hükümlerin kaldırılmış olması Türkiye’de vicdani reddin tanındığı<br />
sonucunu doğurmayacaktır. Ancak vicdani reddin açıkça yasalarda tanınmadığı bir<br />
ülke olarak Türkiye’de, söz konusu düzenlemeden hareketle retçinin kendisine<br />
tanıdığı bir hak olması düşüncesi dahi, bu tartışmanın vicdani ret bağlamını bertaraf<br />
etmeyecektir.<br />
Vicdani reddin değerlendirilmesi 5901 Sayılı TVK çerçevesinde yapılırken,<br />
mevcut iç hukuk mevzuatımız temel alınmıştır. Bununla birlikte Türkiye açısından<br />
yapılacak olan bir vicdani ret değerlendirmesinin Türk siyasal, kültürel, sosyal ve<br />
tarihsel çerçevesi dikkate alınmaksızın yapılması düşünülemez. Buradan hareketle<br />
Türkiye’de vicdani ret konusundaki tartışmalarda problemin çerçevesini, yalnızca<br />
yasal düzenlemelerin çizmediği, askerlik kültürüne atfedilen değerin de belirleyici<br />
olduğu görülmektedir.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kamu Yönetimi ve Yerel Yönetimler Gündemi<br />
47<br />
KAYNAKLAR<br />
11 Şubat 1964 tarihli 403 Sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu<br />
12.Haziran 2009 tarihli 5901 Sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu<br />
TBMM Genel Kurul Tutanağı, 23.Dönem 3. Yasama Yılı 95. Birleşim,<br />
28 Mayıs 2009.<br />
Aybay, Rona Vatandaşlık Hukuku, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., 2.B., 2006<br />
Aydemir, Bülent Vicdani Redcilere Umut Işığı, Sabah, 14.3.2006.<br />
Çakmak, Zafer “Vicdani Ret Türk Vatandaşlığından Çıkma Nedeni Olmaktan<br />
Çıkıyor”, 14.3.2006.<br />
Çalışlar, Oral “Vicdani Ret Kararı Ne Demek”, 2.2.2006, Cumhuriyet.<br />
Eminağaoğlu, Ömer Faruk “Özgürlük ve Vatan Hizmeti”, Radikal, 22.08.2005<br />
Ertürk, Ali Ekber “Vicdani Retçiler Vatandaş Kalacak”, Akşam, 14.3.2006<br />
www.habervitrini.com/haber.aspid=213132<br />
Freeman, Harrop A. Sivil İtaatsizlik Üzerine Görüşler Bölümü,Sivil İtaatsizlik ve<br />
Pasif Direniş, Vadi Yay., 2.b., İstanbul,1999.<br />
Güriz, Adnan Hukuk Felsefesi, Siyasal Kitabevi, Ankara,2003.<br />
Kardaş, Ümit “Vicdani Ret Bir İnsan Hakkıdır”, Radikal, 30.10.2005<br />
Reisoğlu, Safa “Vicdani Ret Yasaya Girmeli”, Radikal, 04.02. 2006.<br />
Sevinç, Murat “Türkiye’de ve Batı Demokrasilerinde Vicdani Ret, Zorunlu Askerlik<br />
ve Kamu Hizmeti Seçeneği”, AÜ SBF <strong>Dergisi</strong>, C.61/1, 2006.<br />
Uzun, Begüm “Türkiye’de Vicdani Ret (1)”, http://www.savaskarsitleri.org/arsiv.asp<br />
(Erişim: 4.8.2006)<br />
Yağcı, Nabi “Vicdani Ret Hakkı Nedir ne Değildir”,<br />
http://www.savaskarsitleri.org/arsiv.asp (Erişim:11.02.2006)<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
ULUSLARARASI İLİŞKİLER<br />
GÜNDEMİ<br />
International Relations Agenda<br />
ULUSLARARASI HUKUK, İNSAN HAKLARI VE<br />
ULUSLARARASI DÜZEYDE KORUMA<br />
Yücel ACER<br />
Günümüzde insan hakları prensipleri devletlerarası ilişkilerin önemli uğraş<br />
alanlarından biridir. Zira en temel niteliği ile bakıldığında uluslararası barışın ve<br />
güvenliğin korunmasında insan hakları prensiplerinin yaygınlık kazanması ve<br />
korunması vazgeçilmez bir öneme sahiptir.<br />
Hukuk düzeninin hak olarak kabul ettiği, yani koruma altına aldığı yetkiler<br />
arasında bir önem sıralaması var mıdır Bu soruya açıkça evet cevabı verilebilir.<br />
Hukuk düzeni içerisinde bazı haklar diğerlerinden daha üstün konumdadır. Bunu en<br />
iyi insan hakları kavramı ifade eder. İnsan hakları kavramı, insanı insan yapan ve bu<br />
nedenle de diğer haklarından daha önemli kabul edilen haklardır. Bu haklardan<br />
birisinin kişinin elinden alınmasının, o kişinin insan olma niteliğine zarar veriyor<br />
olarak değerlendirilmekte. En sade ifadesi ile insan hakları kavramı, insanlık ailesinin<br />
bütün üyelerinin eşit statüde sahip oldukları ve devredilemez haklar 1 olarak ifade<br />
edilebilir.<br />
Kişilerin insan olmalarından dolayı sahip oldukları devredilemez temel bazı<br />
hakların bulunduğu anlayışının yani insan hakları anlayışının ortaya çıkması çok yeni<br />
olmasa da bu anlayışın bütün dünyada güç kazanmaya başlaması son yüzyılın bir<br />
ürünüdür. Böylelikle, insan hakları her ferde tanınması gereken, devredilemez ve<br />
vazgeçilemez haklar olarak doğmuştur. Bu anlayış birçok ülke hukuk sistemlerinde<br />
kabul görmüş ve yaygınlaşmıştır. Peki uluslararası hukuk düzeyinde durum nasıldır<br />
Doç.Dr., Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi, Biga İİBF<br />
1 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, giriş cümlesi.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
50<br />
Yücel ACER<br />
Uluslararası Hukuk ve İnsan Hakları<br />
Uluslararası hukuk, esas olarak bağımsız ve egemen devletler arasındaki<br />
ilişkileri düzene bağlayan bir hukuk dalı olduğundan, esas olarak devletlerin<br />
birbirlerine karşı haklarını ve yükümlülüklerini belirler. Ancak, özellikle 20. yüzyılın<br />
ikinci yarısından itibaren uluslararası hukuk, gerçek ve tüzel kişilere de haklar ve<br />
yükümlülükler getiren kurallar geliştirmiştir. Böylelikle uluslararası hukuk sınırlı bazı<br />
konularda da olsa devletlerle kişilerin birbirlerine karşı yükümlülüklerini de belirler<br />
hale gelmiştir.<br />
İnsan hakları, uluslararası hukukun, gerçek kişilerin haklarını düzenlediği<br />
sınırlı konuların başında gelir. Uluslararası insan hakları hukuku ile ilgili en esaslı<br />
sorulardan birisi uluslararası hukukun, kişilerin haklarını ifade eden insan haklarını<br />
neden bir düzenleme konusu olarak içerdiğidir. Pozitivist bir yaklaşımla bakıldığında,<br />
insan hakları, uluslararası barış ve güvenliğin korunması ile doğrudan ilgili bir konu<br />
olduğundan bir düzenleme konusudur. Yani, hala devletlerin içinde bulunduğu düzene<br />
ilişkin kaygılar ön plandadır. Ancak bu açıklama tek başına bu sorunun cevabı<br />
olamaz. Bilinmelidir ki tamamen insani kaygılar ve mülahazalar da, başka ülkelerde<br />
devletlerin kendi vatandaşlarına nasıl davrandığına, hangi hakları sağladığına kayıtsız<br />
kalınmasını engellemiştir denebilir.<br />
Günümüzde, uluslararası insan hakları hukuku, insan hakları kavramının iki<br />
temel yönünü bir düzene bağlar. Bunlardan ilki, insan hakları kavramının içeriğinin<br />
ne olduğunu, yani hangi hakların bu kavram içerisinde yer aldığını belirlemektedir.<br />
Dolayısı ile uluslararası hukuk, hukuki güvenceye alınacak temel kişi haklarının neler<br />
olduğunu tespit etmektedir. Dünyada çok değişik siyasal, kültürel ve dini gelenek ve<br />
prensipler mevcutken, bütün bu farklılıkların üzerinde her devlette sağlanması<br />
gereken insan haklarının hangi haklar olduğunun tespiti önemli zorluklar içerir.<br />
Uluslararası insan hakları hukuku, bu farklılıkları bağdaştırarak bütün insanlara<br />
tanınması öngörülen insan haklarının neler olduğunu belirlemektedir.<br />
Uluslararası insan hakları hukukunda temel maksat belirli hakların bütün<br />
dünya da güvenceye alınmasını sağlamak olduğuna göre, üzerinde geniş bir fikir<br />
birliği oluşturulmuş insan hakları kavramının oluşturulması hala önemini<br />
korumaktadır. Bu yönde özellikle Birleşmiş Milletler’in çabaları büyük önem<br />
taşımıştır ve önemli bir ilerle sağlanmasına da katkı yapmıştır. 2 Öte yandan,<br />
günümüzde geniş katılımlı temel uluslararası hukuk anlaşmalarının oluşturulup<br />
yürürlüğe konulmasında büyük katkı sağlamıştır.<br />
İkinci olarak ise, uluslararası insan hakları hukuku insan hakları kavramı<br />
içerisinde yer alan hakların yaygınlaştırılmasını ve korunmasını düzenlemektedir.<br />
Hukuk düzeni içerisinde herhangi bir hak, hukuk düzeni tarafından güvenceye<br />
alınmadıkça gerçekten bir hak niteliği kazanamayacaktır. Uluslararası hukuk düzeni<br />
de insan haklarının korunmasına yönelik güvenceler oluşturmuştur.<br />
2<br />
BM’nin temel amaçlarının sıralandığı Statüsü’nün 1. maddesine bakıldığında temel amaçlar arasında “ırk,<br />
cinsiyet, dil, veya din gibi unsurlar üzerinde ayrımcılık yapmaksızın insan haklarına ve temel<br />
özgürlüklere saygının geliştirilmesi” temel amaçlar arasında sayılmaktadır. Madde 1(3).<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Uluslararası İlişkiler Gündemi<br />
51<br />
Özetle, uluslararası insan hakları hukuku, bütün kişilere tanınacak insan<br />
haklarının neler olduğunu ve bu hakların tanınıp korunması için alınacak tedbirlerin<br />
neler olduğunu belirlemektedir.<br />
Küresel Uluslararası İnsan Hakları Antlaşmaları<br />
Evrensel boyutta düşünüldüğünde, insan hakları kavramının içeriğini<br />
dolduran ilk kapsamlı belge BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi olmuştur. 10<br />
Aralık 1949’da BM Genel Kurulu tarafından ilan edilen ancak devletleri bağlayıcı bir<br />
niteliği olmayan bu beyanname insan hakları kavramından hangi hakların anlaşılması<br />
gerektiğine açıklık getirmektedir. Beyanname bağlayıcı bir uluslararası belge<br />
olmamasına rağmen birçok açıdan önemlidir. Öncelikle Evrensel Beyanname oldukça<br />
kapsamlı bir insan hakları içeriği oluşturmaktadır. Günümüzde insan hakları, “medeni<br />
ve siyasal haklar” ve “ekonomik, sosyal ve kültürel haklar” olarak ikiye ayrılırken,<br />
Beyanname bu iki tür hakları da kapsamaktadır. İlk grup haklar devlete daha ziyade<br />
kişiye karışmama yükümlülükleri getirirken, ikinci grup haklar devletin kişilere<br />
sağlaması gereken hakları yani yapması gerekenleri ifade etmektedir.<br />
Beyannamenin ikinci önemi ise, kendisinden sonra yapılacak olan ve<br />
uluslararası bağlayıcılığı olan bölgesel ya da evrensel uluslararası bağlayıcılığı olan<br />
sözleşmeler için bir ölçüt olma özelliği göstermektedir. Şüphesiz ki günümüzde insan<br />
hakları olarak kabul edilen başka bazı haklar Beyanname’de bulunmamaktadır.<br />
Özellikle ekonomik, sosyal ve kültürel hakları sağlamak birçok devlet için çok zor ya<br />
da neredeyse imkansız olduğundan, sonraki bağlayıcı uluslararası sözleşmeler,<br />
Beyanname’deki hakların tamamını içermemektedir.<br />
Müteakiben, bağlayıcılığı olan uluslar arası insan hakları sözleşmesi ise<br />
Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi olmuştur. Sözleşme, 16 Aralık 1966 tarih ve<br />
2200 A (XXI) sayılı BM Genel Kurulu kararı ile kabul edilmiş ve devletlerin<br />
imzasına açılmıştır. 1976 yılında yürürlüğe giren Sözleşme’nin içeriğine bakıldığında,<br />
Beyanname’de yer almayan iki hakkın ilk maddelerde yer aldığı görülür. Özellikle<br />
sömürgecilikten yeni kurtulmuş ve bağımsız olmuş devletlerin BM içerisindeki etkisi<br />
ile, “self-determinasyon hakkı” ve “halkların kendi doğal kaynaklarından kendi<br />
faydaları için yararlanma hakkı” Sözleşme’de yer bulmuştur. Sözleşme, III.<br />
Bölümü’nde diğer medeni ve siyasal hakları sıralamaktadır<br />
Benzeri nitelikli ikinci uluslararası sözleşme BM Ekonomik, Sosyal ve<br />
Kültürel Haklar Sözleşmesi olmuştur. Bu Sözleşme de 16 Aralık 1966 tarih ve 2200<br />
A (XXI) sayılı BM Genel Kurulu kararı ile kabul edilmiş ve 3 Ocak 1976 yılında<br />
yürürlüğe girmiştir. Bu Sözleşme’de kapsanan haklar esas itibari ile, ekonomik,<br />
sosyal veya kültürel nitelikli iseler de BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nde<br />
olduğu gibi bu Sözleşme de self determinasyon hakkı ve halkların kendi doğal<br />
kaynaklarından kendi faydaları için yararlanma hakkını zikrederek başlamaktır.<br />
Sözleşme’nin III. Bölümü’nde ise diğer hakları sıralamakta ve tanımlamaktadır.<br />
Bölgesel Nitelikli Uluslararası İnsan Hakları Antlaşmaları<br />
Bu çerçevede insan haklarını uluslararası sözleşme konusu olarak düzenleme<br />
çabalarının ilk başladığı bölge Amerika Kıtası olmuştur. 1948 yılında kurulan<br />
Amerikan Devletleri Örgütü (ADÖ) ve onun kurduğu Pan-Amerikan İnsan Hakları<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
52<br />
Yücel ACER<br />
Komisyonu’nun çalışmaları ile Amerikan İnsan Hakları Konvansiyonu, ADÖ’nün<br />
Kasım 1969’da San Jose’de (Kosta Rika) yapılan toplantıda 24 üye devletten 19’unun<br />
katılımı ile Amerikan İnsan Hakları Konvansiyonu imzalanmıştır. 22 Kasım 1969<br />
tarihinde imzalanan Konvansiyon yeterli onayı alarak 18 Temmuz 1978 tarihinde<br />
yürürlüğe girmiştir. 3<br />
Bölgesel olarak Amerikan İnsan Hakları Konvansiyonu’ndan çok daha etkili<br />
bir sistem kuran bölgesel uluslararası insan hakları düzenlemeleri Avrupa Kıtası’nda<br />
yapılmıştır. 1949 yılında kurulan Avrupa Konseyi örgütünün çalışmaları ile Avrupa<br />
İnsan Hakları Konvansiyonu 4 Roma’da Kasım 1950’de üye devletlerin Dışişleri<br />
Bakanları tarafından imzalanmıştır. Konvansiyon, gerekli 10 devlet onayını alarak 3<br />
Eylül 1953 tarihinde yürürlüğe girdirmiştir. Konvansiyon kapsamlı bir denetim<br />
mekanizması da kurmuştur.<br />
Amerika ve Avrupa dışında dünyanın başka bölgelerinde de devletler kendi<br />
aralarında uluslararası insan hakları belgeleri oluşturmuşlardır. 1945 yılında 7 Arap<br />
devleti 5 tarafından kurulan Arap Ülkeleri Birliği hem üye ülkeleri arasında sıkı<br />
kurumsal ilişkiler kurmamış ve hem de insan haklarını temel amaçları arasında<br />
saymamış olsa da, sonraki gelişmeler sonucunda Arap Ülkeleri Birliği örgütü<br />
güçlenmiş ve öbür taraftan Birliğin insan haklılarına olan ilgisi artmıştır. Özellikle,<br />
Birleşmiş Milletle ile yapılan işbirliği, 1967 yılında BM İnsan Hakları<br />
Komisyonu’nun bölgesel örgütlerden insan hakları komisyonları oluşturmalarını<br />
istemesi, ve 1968 yılında Tahran’da İnsan Hakları Üzerine Uluslararası Konferans<br />
toplanması ve bu Konferans’ta İsrail’in işgal ettiği topraklarda yaşayanların temel<br />
haklarının korunması konusunun ön plana çıkması gibi gelişmeler, Arap Ülkeleri<br />
Birliği’nin insan haklarına olan ilgisini artırmıştır.<br />
Afrika Kıtası, Arap Dünyası’na göre bağlayıcı bir uluslararası insan hakları<br />
belgesi oluşturma açısından daha ciddi bir mesafe kat etmiş gözükmektedir. 1961<br />
yılında kurulan Afrika Ülkeleri Birliği örgütünün çalışmaları bu konuda öncü<br />
olmuştur. 1979 yılında uzmanların katıldığı ve Dakar’da yapılan toplantıda hazırlanan<br />
Afrika İnsan Hakları Konvansiyonu taslağı, 1980 yılında Bangui’de (Gambiya)<br />
yapılan dışişleri bakanları toplantısında kısmen incelendi ve Afrika İnsan Hakları<br />
Konvansiyonu (Şartı) 26 Haziran 1981 tarihinde Nairobi’de yapılan Afrika Ülkeleri<br />
Birliği zirve toplantısında kabul edildi. İmzacı ülkelerin yarısının onayını alan<br />
Konvansiyon Ekim 1986’da yürürlüğe girdi.<br />
Görüldüğü gibi birbirlerine benzerlikleri ve farklılıkları olan bölgesel<br />
nitelikli insan hakları belgeleri de bulunmaktadır. Bunların ortak yönleri, hangi insan<br />
hakları prensiplerinin dünyanın değişik bölgelerinde kabul gördüğünü,<br />
benimsendiğini dolayısı ile yapılageliş hukuku prensipleri haline geldiğini göstermesi<br />
açısından önemlidir.<br />
3 Günümüzde 25 Amerikan devleti Konvansiyonu onaylayarak ya da sonradan katılarak taraf olmuştur.<br />
Taraf olmayan ülkeler Bakama Adaları, Belie, Kanada, Dominik Cumhuriyeti, Haiti, Guyana, Meksika,<br />
St. Kitts & Nevis, St. Vincent & Grenadines, St. Lucia, Suriname, Trinidad & Tobago, ve ABD dir.<br />
4<br />
Konvansiyon’un tam ismi “İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Dair Avrupa<br />
Konvansiyonu” dur.<br />
5 Bunalar: Mısır, Irak, Ürdün, Lübnan, Suudi Arabistan, Suriye ve Yemen dir.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Uluslararası İlişkiler Gündemi<br />
53<br />
Özel Konulu Uluslararası İnsan Hakları Antlaşmaları<br />
İnsan hakları kavramının içerisinde bulunan hakların tanımı ve bu hakların<br />
korunması ile ilgili olan ve yukarıda özetlenen evrensel ve bölgesel nitelikli insan<br />
hakları belgelerinde bulunan bazı haklarla ilgili özel nitelikli uluslararası<br />
antlaşmaların da oluştuğunu görüyoruz. Belirli hakların insanlık ve uluslararası<br />
toplum için ifade ettiği önemin büyüklüğü, bu hakların özel düzenleme konusu<br />
yapılmasını gerektirmiştir denebilir. Bu antlaşmaların oluşturulmasına yönelik<br />
çalışmaların merkezinde ise Birleşmiş Milletler’in olduğunu görüyoruz.<br />
Günümüze kadar yapılan bu türden uluslararası antlaşmaların ilki “Her Türlü<br />
Irk Ayrımının Yasaklanmasına Dair Uluslararası Konvansiyon” 6 dur. 1966 yılında<br />
imzalanan ve 1969 yılında yürürlüğe giren Konvansiyon, anti-semitizm ve özellikle<br />
sömürgecilikten kurtulup bağımsızlığını kazanmış ülkelerdeki ırk ayrımı gibi<br />
uygulama ve tutumların bu konvansiyonun oluşturulmasını sağlayan unsurlar<br />
olmuştur.<br />
Özel konulu bir başka uluslararası antlaşma “İşkence ve diğer Zalimane,<br />
İnsanlık Dışı, veya Aşağılayıcı Muamele ve Cezalandırmalara Karı Konvansiyon” 7<br />
dur. 1984 yılında imzalanan ve 1987 yılında yürürlüğe giren Konvansiyon, içkence ve<br />
kötü muamele veya cezalandırmaya maruz kalmama hakkını daha ayrıntılı<br />
düzenlemektedir. Ayını konuda bir başka uluslararası antlaşma Avrupa İşkenceyi ve<br />
İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezalandırmanın Önlenmesi<br />
Konvansiyonu” 8 dur. Avrupa Konseyi tarafından oluşturulan Konvansiyon’un,<br />
işkencenin önlenmesine dair BM Konvansiyonu’ndan en önemli farkı ya da üstünlüğü<br />
etkili bir denetim mekanizması oluşturmasıdır. 9<br />
BM Genel Kurulu tarafından oluşturulan “Kadınlara Karşı Her Türlü<br />
Ayrımcılığın Önlenmesine Dair Konvansiyon”, 10 da Birleşmiş Milletler bünyesinde<br />
yürütülen çabalar sonucu oluşturulmuş bir başka özel nitelikli uluslararası<br />
konvansiyondur.<br />
İnsan hakları ile ilişkilendirilebilecek daha başka özel konulu uluslararası<br />
sözleşmelerden de bahsetmek mümkündür. Bunlar arasında Çocuk Haklarına Dair<br />
Konvansiyon, 11 Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair<br />
6 International Convention on the Elemination of All Forms of Racial Discirimnation”. 129 ülke taraf<br />
durumdadır.<br />
7 Convention Against Torture, and Other Cruel, Inhuman, or Degrading Treatment or Punishment”. 1987<br />
yılında yürürlüğe girmiştir ve 49 ülke taraftır.<br />
8 European Convention for the Prevention of Torture and Inhuman or Degrading Treatment or Punishment.<br />
27 Nisan 1987 tarihinde imzaya açıldı ve 1 Şubat 1989 tarihinde yürürlüğe girdi.<br />
9 Bu Sözleşme’ye Türkiye’de taraftır. Bankız, Res. Gaz.: 27 Şubat 1988, s. 19738.<br />
10 Konvansiyon Aralık 1979’da BM Genel Kurulu tarafından kabul edilmiştir.<br />
11 Çocukların özel korunmaya ihtiyaç duydukları anlayışı ile hazırlanan ve 18 yaşın altındaki çocukların<br />
medeni, siyasal, kültürel ve sosyal haklarını bir araya getiren ve 20 Kasım 1989’da imzalanan ve 2 eylül<br />
1990’da yürürlüğe giren bir konvansiyondur. Konvansiyon temel olarak UNİCEF’in çabaları ile<br />
oluşturulmuştur ve İngilizce adı “Convention on the Rights of the Child” dır. Türkiye Konvansiyon’a<br />
1995 yılında taraf olmuştur. Bakınız, Res. Gaz. 27 Ocak 1995, s. 22184.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
54<br />
Yücel ACER<br />
Konvansiyon 12 ve Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Konvansiyon 13<br />
sayılabilir.<br />
Özel uluslararası insan hakları düzenlemelerinin önemli bir kısmı da<br />
devletler arasında silahlı çatışmaların hüküm sürdüğü durumlarda insan haklarının<br />
neler olduğunu ve korunma mekanizmalarını düzenleyen konvansiyonlardır. Bunların<br />
başında 1949 yılında imzalanan 4 adet Cenevre Konvansiyonları ve daha sonra<br />
eklenen protokolleri gelir.<br />
İnsan Haklarının Tedbirlerle Uluslararası Korunması<br />
Uluslararası insan hakları hukukunun ikinci yönünün, yukarıda açıkladığımız<br />
insan haklarına ilişkin prensiplerin ve somut hakların yaygınlaştırılmasını ve<br />
korunmasını sağlamak olduğunu belirtmiştik. Uluslararası hukukun kişilere tanıdığı<br />
bu hakların, hangi devlet egemenliğinde olurlarsa olsun kişilere gerçekten de<br />
tanınmasını sağlamak, yani insan haklarını koruma altın almak için uluslararası hukuk<br />
çeşitli hukuki tedbirler ve hatta yaptırımlar öngörmektedir.<br />
Uluslararası hukukta insan haklarının korunmasına ilişkin kuralların iki<br />
temel maksadı olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki, devletlerin insan haklarına ilişkin<br />
uygulamalarının tespit edilmesidir. Bir başka ifade ile, devletlerin insan haklarını<br />
kendi egemenliği altındaki kişilere ya da kurumlara sağlayıp sağlamadığını ya da ne<br />
oranda sağladığını ortaya koymaktır. İkinci maksat ise, devletlerin insan haklarını<br />
kendi egemenliği altındaki kişilere ya da kurumlara sağlamsına yönelik zorlayıcı bir<br />
etki yaratmaktadır. Bu ikinci maksat çerçevesinde, öngörülen tedbirlerle devletler<br />
insan hakları kurallarına uygun davranmaya zorlanmakta ya da uygun davranma<br />
yönünde bazı yaptırımlarla caydırıcı bir etki oluşturulmaktadır.<br />
Uluslararası hukukta insan haklarının korunmasına ilişki tedbirlerden<br />
bazıları, devletlerin ne oranda insan hakları prensiplerine uygun davrandığının tespit<br />
edilmesine yöneliktir. Birçok uluslararası sözleşmelerde bu, taraf devletlerin ilgili<br />
uluslararası kuruluşa periyodik olarak sunmaları gereken raporlar vasıtası ile<br />
yapılmaktadır. Avrupa ve Amerika kıtalarında olduğu gibi bunun yargısal yollarla<br />
yapıldığı örnekler de vardır. Öte yandan, herhangi bir uluslararası sözleşmeden<br />
bağımsız olarak Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun uyguladığı 1235 ve<br />
1503 sayılı Genel Kurul kararlarına dayalı yöntemlerdir.<br />
Uluslararası hukukun insan haklarını uluslararası düzeyde korumaya yönelik<br />
tedbirleri (yaptırımlar) iki grupta ele alınmalıdır. İnsan haklarını ihlal ettiği tespit<br />
edilen devletlere karşı uygulanan bu yaptırımlardan ilki, uluslararası yapılageliş<br />
hukukundan kaynaklanan koruma tedbirleridir. Bunlara sözleşme dışı genel tedbirler<br />
de denmektedir.<br />
12 “Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide”. BM Genel Kurulu’nun 9<br />
Aralık 1948 tarihli ve 260 (III) a sayılı kararı ile kabul edilerek devletlerin onayına sunulmuş ve yeterli<br />
onayla birlikte 12 Ocak 1951 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Günümüzde 140 civarında ülke tarafında<br />
onaylanmıştır.<br />
13 “Convention Relating to the Status of Refugees”. BM Genel Kurulu’nun 429 (V) sayılı 14 Aralık 1950<br />
tarihli kararı ile 2-25 Temmuz 1951 tarihleri arasında Cenevre’de toplanan bir konferans sonucu 28<br />
Temmuz 1951 tarihinde imzalandı ve 22 Nisan 1954’de yürürlüğe girdi. Günümüzde 140 ülke tarafından<br />
onaylanmıştır. Türkiye bazı çekincelerle Konvansiyon’u onaylamış ve taraf olmuştur.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Uluslararası İlişkiler Gündemi<br />
55<br />
İnsan hakları prensiplerini ihlal eden devletlere karşı sözleşme dışı ve diğer<br />
devletlerin uygulama yetkisine sahip oldukları bazı yaptırımların bulunduğu<br />
görülmektedir. Devletlerin, inan haklarını “sistematik” olarak ihlal eden devletlere<br />
karşı silahlı kuvvet kullanmaya varmayan birçok yaptırımı özellikle de siyasi,<br />
ekonomik ve benzeri yatırımları uygulama hakkına sahip oldukları belirtilmelidir.<br />
Ancak, insan haklarını “sistematik” olarak ihlal eden devletlere karşı silahlı kuvvet<br />
kullanmaya varan yaptırımların uygulanıp uygulanamayacağı hala tartışmalı bir<br />
konudur. Literatürde yoğunlukla “insani müdahale” olarak adlandırılan ve insan<br />
haklarını “sistematik” olarak ihlal eden devletlere karşı silahlı kuvvet<br />
kullanılabileceğine dair yapılageliş hukukunda bir hukuksal yetkinin mevcut olduğu<br />
iddiası, kesin dayanaktan yoksundur. Bu tür durumlarda, aşağıda belirtileceği gibi,<br />
BM Güvenlik Konseyi kararına ihtiyaç duyulmaktadır.<br />
İhlalci devletlere karşı uygulanan ikinci grup yaptırımlar ise, yukarıda ele<br />
aldığımız uluslararası insan hakları sözleşmelerinin her birinin öngördüğü ve ilgili<br />
sözleşmede yer alan hakların korunmasını sağlayacak tedbirlerdir.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
MAKALELER / Articles
ÖRGÜTSEL PERFORMANSIN YÜKSELTİLMESİNDE İNSAN<br />
PERFORMANS TEKNOLOJİSİ MODELİ<br />
Yonca GÜROL<br />
Onur Muhteşem ÇAPAN <br />
ÖZET<br />
İnsan Performansı Teknolojisi Modeli ile çalışanların,<br />
kendilerinden beklenen performansı gösterebilmeleri için örgütte<br />
gerekli organizasyon yapısının oluşturulması hedeflenmektedir. İlk<br />
okunduğunda daha çok sayısal ya da bir başka deyişle mühendislik<br />
çağrışımı yapan teknoloji kelimesi, burada aslında ilgili yöntem ve<br />
araçların tümünü kapsayan bütünsel bir süreci ifade etmektedir.<br />
Model, sadece bireysel performans ile sınırlı kalmamakta örgütte<br />
bütüncül performansın sağlanmasında da kullanılmaktadır. Bu<br />
çalışmada; tüm çalışanların, kendilerinden beklenen performansı<br />
gösterebilecekleri yapının oluşturulmasıyla ilgilenenlere yol<br />
gösterici olmak adına performans teknolojisi modeli ve bu modeli<br />
hayata geçirme evreleri ele alınmıştır.<br />
Anahtar Kelimeler: Performans, Performans Teknolojisi, İnsan<br />
Performansı Teknolojisi, Performans Geliştirme, Performans<br />
Değerlendirme, Performans Analizi, Performans Teknolojisi<br />
Modeli, Dengelenmiş Hedefler Tablosu<br />
Doç.Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi, İİBF<br />
Tübitak- Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsü (Tübitak-UEKAE)<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
HUMAN PERFORMANCE TECHNOLOGY MODEL FOR THE<br />
IMPROVEMENT OF ORGANIZATIONAL PERFORMANCE<br />
Yonca GÜROL<br />
Onur Muhteşem ÇAPAN <br />
ABSTRACT<br />
For those who work with human performance technology to<br />
accomplish the desired performance requirements, it is a<br />
prerequisite to constitute the necessary organizational structure.<br />
The word “technology”, which reminds of a quantitative and<br />
engineering based concept in the first place, is here used to reflect<br />
an integrated process that includes all related methods and tools.<br />
The model does not only limited to improving individual<br />
performance but alos entails to the improvement of organizational<br />
perofrmance as a whole. Human performance technology model<br />
and its stages are discussed in this paper to provide a guide for<br />
those who aims to constitute a system in which all employees show<br />
the desired level of performance.<br />
Keywords: Performance, Performance Technology, Human<br />
Performance Technology, Performance Development, Performance<br />
Appraisal, Performance Analysis, Performance Technology Model,<br />
Balanced Scorecard<br />
Doç.Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi, İİBF<br />
Tübitak- Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsü (Tübitak-UEKAE)<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Örgütsel Performansın Yükseltilmesinde İnsan Performans Teknolojisi Modeli<br />
63<br />
GİRİŞ<br />
Organizasyonların karşı karşıya olduğu zorluklar, insan kaynağı geliştirme<br />
uzmanlarının şirket performansını iyileştirecek, rekabet edebilirliği güçlendirecek,<br />
yenileme kapasitesi ve kabiliyetini arttıracak bir rol üstlenmelerini gerektirmektedir.<br />
Yeni roller ve rekabete uyum sağlama işletmenin işlevlerini, unvanlarını ve<br />
değerinin belirlenmesindeki kriterleri değiştirmiştir. “Personel” terimi “insan<br />
kaynakları”na, “muhasebe” terimi “finansman”a yerini bırakırken “eğitim” de yeni<br />
ve daha stratejik bir aşamaya geçme sürecindedir. Önce “öğrenme”ye, daha cesur<br />
organizasyonlarda ise “işgücü geliştirme”, “işyerinde öğrenme ve gelişme”, “öğrenme<br />
ve performans desteği”, hatta “performans güçlendirme”ye dönüşmüştür. 1<br />
Organizasyonlardaki eğitim işlevinin yerini de, öğrenim odaklı performans işlevi<br />
almıştır. 2 Başka bir değişim de 21. yüzyıl işletmelerinin değerinin belirlenmesinde<br />
yaşanmaktadır. İşletmenin performansının belirlenebilmesi için ana göstergeler artık;<br />
araç, ekipman, binalar gibi maddi varlıklardan, insanların bilgi ve becerileri, örgüt iç<br />
sistemleri, süreçleri ve müşteriler ile ilişkiler gibi maddi olmayan varlıklara doğru bir<br />
değişim geçirmektedir. Örgütlerin yeni başarı değerlendirme kriterleri somut maddi<br />
varlıklardan soyut maddi olmayan varlıklara doğru değişmiş ve örgütsel performansın<br />
önemi artmıştır. Bu değişimler işletmeleri ve akademik yazını performansın<br />
arttırılması için yeni araç ve yöntem arayışına yöneltmiştir.<br />
Performans teknolojisi modeli de bu bağlamda ortaya çıkan performans<br />
sistemine geçiş sürecinde gerekli ortamı sağlayan ve (PT) sürekli performans<br />
geliştirmeye olanak sağlayan yeni bir modeldir. Performans Teknolojisi, hedeflenen<br />
ve değer verilen sonuçlara ulaşabilmek için insan sermayesinin harekete geçirilmesi<br />
misyonunu üstlenmektedir. Model, örgütsel performansın mühendisliğinin yapılması<br />
olarak da ifade edilebilir. Literatürde, adı “İnsan Performansı Teknolojisi Modeli”<br />
olarak da geçmektedir. İnsan Performansı Teknolojisi (İPT), organizasyonun,<br />
organizasyon üyeleri ile paydaşlarının değer vereceği şekilde performans<br />
göstermesini sağlayacak sistemlerin mühendisliğini yapmayı amaçlayan profesyonel<br />
bir araştırma ve uygulama alanıdır. İPT, psikoloji, iletişim, nörolojik bilimler,<br />
yönetim bilimi, enformatik, ekonomi, ergonomi, ölçme ve değerlendirme gibi pek çok<br />
disiplinden türemiş bir alandır. Aynı zamanda eğitim teknolojisi, insan kaynağı<br />
geliştirme, örgüt geliştirme ve endüstri mühendisliği gibi bazı uygulamalı alanlardan<br />
da beslenmiştir. 3<br />
İlk okunduğunda daha çok sayısal ya da bir başka ifade ile mühendislik<br />
çağrışımı yapan teknoloji kelimesi, burada aslında ilgili model ve süreç ile ilgili<br />
araçların tümünü kapsayan bütünsel bir süreci ifade etmektedir.<br />
1 Erica Keeps, Harold Stolowitch, James Pershing, Handbook of Human Performance Technology,3. bs.<br />
(San Francisco: ISPI Yayınları, 2006), ss. xiii-xviii.<br />
2 Ethan Sanders, Sivasailam Thiagarajan, Ergonomics and Human Factors, (ASTD Yayınları, 2001), 105-<br />
109.<br />
3 Keeps, Stolowitch ve Pershing, Handbook…, s. xiii.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
64<br />
Yonca GÜROL & Onur Muhteşem ÇAPAN<br />
1- İnsan Performansı Teknolojisi Kavramı ve Tarihsel Gelişimi<br />
İnsan Performansı Teknolojisi, şirketlerin belirledikleri stratejilere<br />
ulaşabilmeleri için yine insanlar tarafından tasarlanan, uygulanan bir performans<br />
yönetim modelidir. İnsan Kaynakları Yöneticileri, İnsan Performansı Teknolojistleri<br />
ve çalışan performansından sorumlu herkesi ilgilendiren geniş bir kapsama alanı olan<br />
bir modeldir. Burada, “insan” kelimesi, söz konusu modelin sadece kişiler ve onların<br />
performansını arttırmak ile sınırlı olduğu izlenimi uyandırabilir; ama model, kar<br />
amacı gütmeyen topluluklar ve işletmelerin bütüncül performansını attırmak için de<br />
kullanılabilir.<br />
Türk Dil Kurumu performansı; “başarım” ve “takat sınırı” olarak<br />
açıklamaktadır. Performans “herhangi bir konuda başarılı sayılan bir sonuca<br />
ulaşabilmek için, yapılabileceklerin en iyi şekilde yerine getirilmesi yeteneği” olarak<br />
ifade edilebilir. “Teknoloji” kavramı ise girdileri çıktılara dönüştürmeye çalışan<br />
süreçlerdir. Bu modelde ise bilimsel bulguların kullanılarak perfonmansın artışını<br />
sistemli olarak sağlamayı ifade etmektedir. 4 Performans teknolojisi ile ilgili birçok<br />
tanım yapılmıştır. Bu tanımların hepsi birbirine benzemekle birlikte farklılıklar<br />
içermektedir. Performans Teknolojisi’nin bilinen en güncel ve şu ana kadar<br />
yapılmış tüm tanımları içerdiği düşünülen tanımı ise 2006 yılında James A.<br />
PERSHING tarafından “Handbook of Human Performans Technology” isimli<br />
kitabında Harold D. STOLOVIC ve Erica J: KEEPS’in yardımlarıyla yapılmıştır.<br />
İnsan Performansı Teknolojisi; sonuç odaklı, kapsamlı ve sistemik<br />
müdahaleler tasarlayıp geliştirerek organizasyonlardaki verimliliği arttırmak üzere<br />
yapılan çalışmalar ve etik uygulamalardır. 5 Bu model, organizasyondaki verimliliği,<br />
birey, grup ve örgütsel düzeyde müdahelelerle sağlamaya çalışır. Bireysel düzeyde işe<br />
yardımı destekleyen bilgi sistemleri ile grup seviyesinde öğrenme metodları ile,<br />
örgütsel seviyede süreç yenileme ve yapının yeniden dizaynı ile destek sağlar. 6<br />
Yüksek performans için öncelikli olarak performans probleminin mümkünse eğitim<br />
yolu ile çözülmesi, bir sonraki adımda performans kriterlerinin belirlenerek<br />
performans sistemine geçişin gerçekleştirilmesi ve son adımda da şirket içi teknoloji<br />
destekli eğitsel metodların hayata geçirilmesi istenen performansın elde edilmesinde<br />
yardımcı olacaktır. Adım adım performans sistemine geçiş örgütsel öğrenmeyi ve<br />
bilginin transferini de mümkün kılmaktadır 7 .<br />
4 Mehmet Gürsoy, ‘Çalışan Performansı Geliştirilmesinde Performans Teknolojisi Modeli ve Performans<br />
Teknolojisi Durum ve Tutum Araştırması’, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler<br />
Enstitüsü, 2003.<br />
5 Keeps, Stolowitch ve Pershing, Handbook…, s. 6.<br />
6 Thomas M Schwen, Howard K Kalman, Noriko Hara ve Eric L Kisling, ‘Potential knowledge<br />
management contributions to human performance technology’, Educational Technology, Research and<br />
Development, 46, 4; 1998, Academic Research Library, s.73<br />
7 Young Jang Hwan, ‘Performance, Performance System, and High Performance System’, Performance<br />
Improvement, 48, No. 3, <strong>Mart</strong> 2009, ss.16–20.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Örgütsel Performansın Yükseltilmesinde İnsan Performans Teknolojisi Modeli<br />
65<br />
2- İnsan Performansı Teknolojisi’nin Gelişimini Yönlendiren<br />
Araştırmacılar ve Kurumlar<br />
İnsan Performansı Teknolojisinin (İPT) temellerini oluşturan çalışmalar ve<br />
akademik uygulamalar, 1960’larda Amerika’da ortaya çıkmıştır. Randell K. Day<br />
1997 basımlı “Performance Improvement Pathfinders” adlı kitabında; İPT’nin ilke<br />
etkileşimlerinin B.F. Skinner odaklı olduğundan bahsetmiştir 8 . Skinner, insanların<br />
kurumlarda nasıl organize edilmesi gereği üzerinde durarak çalışanların verdiği<br />
tepkiler tabanlı oluşturulmuş bir modelden bahsetmektedir. İlk adı “NSPI – National<br />
Society for Programmed Instruction” (Ulusal Programlı Öğretim Topluluğu) olan ve<br />
şimdilerde “ISPI – International Society for Performance Improvement” olarak<br />
tanımlanan Uluslararası Performans Geliştirme Topluluğu, PT (Performans<br />
Teknolojisi ) alanını sahiplenen ve uluslararası platforma taşıyan ilk kuruluştur. Bu<br />
günlerde ASTD – American Society for Training and Development (Amerikan Eğitim<br />
ve Gelişim Topluluğu) da alana ciddi destek vermeye başlamış, düzenli konferans ve<br />
seminerler düzenlemeye başlamıştır. Üniversitelerde, işteki insan performansını konu<br />
alan program ve dersler, sadece hareketin başladığı ABD ve Kanada’da değil,<br />
Avrupa, Ortadoğu, Afrika, Güney Amerika, Avustralya, Yeni Zelanda ve tüm<br />
dünyada da artmaya başlamıştır. 9<br />
Performans teknolojisinin temellerinin atılmasında büyük katkıları geçen<br />
bazı araştırmacılar ise Rummler ve Brache, 1995; Stolovitch ve Keeps, 1992, 1999;<br />
Wile, 1996; Zemke ve Kramlinger, 1982 olarak sıralanabilir. 10<br />
3- İnsan Performansı Teknolojisi Modeli ve Süreçleri<br />
İnsan Performansı Teknolojisi’nin tanımını yapma güçlüğü modele de<br />
yansımış ve tek tip olarak tasarlanamamıştır. Model ile ilgili farklı üretimlerin temel<br />
nedeni organizasyonların farklı ihtiyaçları ve performans istekleri olduğu gerçeğidir.<br />
Bir diğer nedeni ise bazı araştırmacılar yeni modeller oluşturarak, ticari olarak<br />
kullanmak istemektedirler. Günümüze kadar çeşitli kişi ve kurumlar tarafından<br />
oluşturulan değişik modeller mevcuttur. Fakat, bu modellerin hemen hemen hiçbiri<br />
tam olarak uygulanabilir bir model olmayı başaramamıştır. 2004 yılında ISPI;<br />
(Uluslararası Performans Geliştirme Topluluğu) yeni bir performans modeli ortaya<br />
koyarak, araştırmacılara ışık tutmaya çalışmıştır.<br />
Daha sonra J. A. PERSHING, ISPI’nin de yardımlarıyla 2006 yılında<br />
akademik çalışmaların ilerlemesi ile modeli yenilemiş, daha etkin ve uygulanması<br />
anlaşılabilir bir model ortaya koymuştur. “Handbook of Human Performans<br />
Technology ” isimli kitabının 3. basımında, Şekil 1’de görülen modeli<br />
yayınlamıştır. 11<br />
8 Randell K. Day, Performance Improvement Pathfinders, (1997), s. 22.<br />
9 Keeps, Stolowitch ve Pershing, Handbook…, s.xiii.<br />
10 Keeps, Stolowitch ve Pershing, Handbook…, s. 5-6.<br />
11 Keeps, Stolowitch ve Pershing, Handbook…, s.1<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
66<br />
Yonca GÜROL & Onur Muhteşem ÇAPAN<br />
Şekil 1. İnsan Performansı Teknolojisi Modeli<br />
E. J. Keeps ve H.D. Stolovitch , Fundamentals of Performance<br />
Technology, 3.bs, (ISPI, 2006), s.15.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Örgütsel Performansın Yükseltilmesinde İnsan Performans Teknolojisi Modeli<br />
67<br />
İnsan Performansı Teknolojisi modelinin hangi süreçlerle sonuca ulaşmaya<br />
çalıştığının yol haritası şekilde izlenebilmektedir. Bu yol haritasında model, “Algı<br />
Analizi” ile başlayacaktır.<br />
3.1. İnsan Performansı Teknolojisi’nde Algı Analizi<br />
Bu süreçte performans analistlerinin hangi ihtiyaçların veya konuların<br />
performans arttırımına ihtiyaç duyduğunun tespiti önem kazanır. Algı analizi, kimin,<br />
performans artışı sürecine dâhil edileceği, performans artışının nasıl sağlanacağı ve<br />
neden gerekli olduğu sorularına cevap arar. Örneğin; işgücü devir oranı problemi,<br />
örgüt ikliminin ve insan kaynakları politikasının değişim ihtiyacını; müşteri<br />
şikâyetleri, teslimat gecikmeleri problemi ise iş süreci ile ilgili prosedürlerin<br />
düzenlenmesi ihtiyacını gündeme getirir. Verimlilik sorunu, iş fırsatları ve kalite<br />
geliştirme çabaları da bu süreçte ortaya çıkar. Çalışanların kendi algılarıyla, bir<br />
performans problemi olduğunu kabul etmesi ve algılanan sorunu çözmeye karşı<br />
gösterecekleri olumlu davranış, süreci daha etkin kılacaktır. Algınan ihtiyaçların örgüt<br />
amaçları ile bilhassa da örgüt değerleri, normları ile uyumu da önemlidir. 12<br />
3.2. İnsan Performansı Teknolojisi’nde Stratejik Planlama<br />
Performans yönetimi süreci stratejik planlama sürecinin çıktıları olan<br />
misyon, vizyon ve stratejik amaçlar üzerine yol almaya başlar. Stratejik planlama ile<br />
organizasyonel olarak varılmak istenen hedefler planlanır. Bu aşamadan sonra ise<br />
yapılması gereken, bu uzun vadeli hedeflerin aynı bir ağacın kökleri gibi<br />
organizasyonun birimlerine ve hatta çalışanlarına kadar yayılması gerekir. Bu<br />
hedefler arasında en alt kademedeki personelin bile üstüne düşen görevin netleşmesi,<br />
daha sonra da bu görevlerin performans ölçeklerine dönüştürülmesi sağlanmalıdır.<br />
Böylece çalışanlardan beklenen performans belirlenmiş olacaktır. Stratejik planlama,<br />
İPT modelinin başlangıç aşamasıdır ve doğru planlanmadığı takdirde tüm İPT modeli<br />
sürecini yanlış yönlendirecektir. Dolayısıyla son derece önemli bir başlangıç<br />
aşamasıdır ve sorumluluğu tepe yönetime aittir.<br />
3.3. Dengelenmiş Hedefler Tablosu (DHT)<br />
Balanced Scorecard (Dengelenmiş Hedefler Tablosu), bir şirketin misyon ve<br />
stratejisinin anlaşılabilir performans ölçümleri şekline dönüştürülerek ifade edilmesini<br />
ve böylece stratejik ölçüm ve yönetim sistemi için gereken çerçevenin oluşturulmasını<br />
sağlayan performans yönetimi metodudur. Bu metod Harvard Business Review<br />
tarafından da son 75 yılın en etkili ve nitelikli yönetim fikri olarak seçilmiştir. 13<br />
Modelin öncüleri, Kaplan ve Norton 'a göre, geleneksel performans ölçüm<br />
sistemleri, çoğunlukla fınansal göstergeler üzerine odaklanıp bunun dışında kalan<br />
maddi olmayan ve zihinsel kaynakların performansını göz ardı etmektedir. 14<br />
12 Keeps, Stolowitch ve Pershing, Handbook…, s.16.<br />
13 Yılmaz Argüden, ‘Performans Ölçümleme ve Balanced Sorecard’, http://www.arge.com [10.12.2006].<br />
14 Robert Kaplan ve David Norton, Balanced Scorecard, Çeviren: Sera Egeli, (İstanbul: Sistem Yayıncılık,<br />
1999), s.10.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
68<br />
Yonca GÜROL & Onur Muhteşem ÇAPAN<br />
Geleneksel finansal tabanlı ölçüm sistemlerinin aksine bu model bir şirketin<br />
performansının; müşteri boyutu, şirket içi yöntemler boyutu, öğrenme ve gelişme<br />
boyutu ve finansal boyut olmak üzere 4 grup gösterge ile ölçüldüğünü ortaya koyar. 15<br />
Bu dört boyut firmaların performanslarını (insanlara, sistemlere, prosedürlere<br />
yatırımı da içeren), kontrol etmek ve gelişme için neler yapmaları gerektiğini<br />
göstermek konusunda yardım eder. 16 Aynı zamanda bu model işletme stratejisini<br />
uygulamaya dönüştüren bir sistemdir.<br />
İnsan Performansı Teknolojisi modeli; Dengelenmiş Hedefler Tablosunu<br />
(DHT) performans yönetim sürecinde kullanılmasını öngörmektedir.<br />
Organizasyonların birbirinden farklılık gösteren stratejik planlama süreçlerine uygun<br />
esnek bir yapıya sahip bir model olması ve yöntemin performansa, geleneksel ölçüm<br />
sistemlerine nazaran çok daha geniş bir perspektiften bakmasından dolayı<br />
benimsenmiş ve uygulamacılara önerilmiştir. 17<br />
4. İnsan Performansı Teknolojisi’nde Stratejik Yayılım<br />
Stratejik planlama süreciyle birlikte organizasyonun izlemesi gereken<br />
stratejiler tepe yönetim tarafından belirlendikten sonra süreç bu stratejileri<br />
gerçekleştirecek olan çalışanların sorumluluk alanlarını belirleme ile devam eder.<br />
Dengeli bir stratejik yayılım ile her bir çalışanın üstüne düşen görev net bir<br />
şekilde anlatılarak, yapılması gereken işler, neden-sonuç ilişkileriyle birlikte<br />
tanımlanır. 18 Dengeli stratejik yayılım, en az stratejilerin doğru tespit edilmesi<br />
kadar önemlidir. Çalışanlara, yetkinlikleri dışı görevler verilirse, bu durum değer<br />
yaratmayan bir performansın göstergesi olarak ortaya çıkacaktır.<br />
4.1. İnsan Performansı Teknolojisi’nde Performans Planlama<br />
Çalışanlara, ulaşmaları gereken hedefleri anlatmak yeterli değildir.<br />
Mutlaka, göstergeler belirlenmeli ve “beklenen performans” planlanmalıdır.<br />
Performans göstergeleri, şirketten şirkete değişiklik gösteren, o şirketin ayırt<br />
edici yetkinliklerini ortaya koyan ve sonuç göstergelerine ulaşılıp<br />
ulaşılamayacağına dair bilgiler veren öncül göstergelerdir. 19 Çalışmanın sağlıklı<br />
yürülebilmesi için ast ve üst birlikte amaç ve hedefleri belirledikten sonra yine ulaşıp<br />
ulaşmadıklarını birlikte değerlendirmelidirler. Peter Drucker’ın “Amaçlara Göre<br />
Yönetim “felsefesi bu modelin omurgası olarak düşünülebilir.<br />
4.2. İnsan Performansı Teknolojisi’nde Performans Farkı (GAP)<br />
Analizi<br />
Stratejik yayılımı takiben, performans planlama sürecinde yukarıda ifade<br />
edildiği üzere çalışandan beklenen performans düzeyi belirlenmiş olur.<br />
Çalışandan beklenen performans ile sonuçta ortaya çıkan performans arasında<br />
15 F. Ferrier ve P. McKenzie, ‘Intellectual Capital: Managing the new performance drivers’, Monash<br />
University-ACER Centre for the Economics of Education and Training, 1999.<br />
16 Tamer Koçel, İşletme Yöneticiliği, 9. Bası, (İstanbul: Beta, 2003).<br />
17 Kaplan ve Norton, Balanced…, s.10.<br />
18 Robert Bradford, ‘Aligning Employees With Strategy’, www.inc.com/articles [25.12.2006].<br />
19 Kaplan ve Norton, Balanced…, s.182.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Örgütsel Performansın Yükseltilmesinde İnsan Performans Teknolojisi Modeli<br />
69<br />
pozitif , negatif bir fark ya da tam hedefi bulan bir sonuç ortaya çıkacaktır 20 .<br />
Yapılan performans farkı analizi süreci sonucunda tipik olarak 3 ayrı durumla<br />
karşı karşıya kalınabilir.<br />
Şekil 2. Performans Farkı Analizi Olası Sonuçları<br />
Şekil 3. Performans Geliştirme Sürecini Tetikleyen Unsurlar<br />
20 Maren Franklin, Performance Gap Analysis, (ASTD Press, 2006), ss.4-20.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
70<br />
Yonca GÜROL & Onur Muhteşem ÇAPAN<br />
Şekil 2, 3, 4, 5 yazar tarafından E. J. Keeps ve H.D. Stolovitch’in<br />
Fundamentals of Performance Technology kitabından uyarlanarak çizilmiştir.<br />
Şekil 3 ’de görüldüğü üzere Beklenen Performans Düzeyinin altında<br />
kalınması geliştirilmesi gereken durumları, beklenen performansın sağlanması bir<br />
performans fırsatı olarak görülmeli ve daha üst hedefler belirmeye yönelinmelidir.<br />
4.3. Performans Geliştirme Sürecini Tetikleyen Unsurlar<br />
Bir örgüt içerisinde çalışanda hem performans fırsatı hem de performans<br />
sorunu ortaya çıkabilir. Bu durumda, ilk bakışta performans sorunu daha<br />
öncelikli görülmesine rağmen gelişim stratejisine bağlı olarak performans<br />
fırsatına da öncelik verilebilir. Örneğin; bir fabrikada çıkabilecek bir makina<br />
arızasını çıkmadan düzenli bakım yaparak önlemek, sorun çıktıktan sonra<br />
onarmaktan çok daha düşük maliyetlidir. Performans sorunları ise insan kaynağı<br />
fonksiyonları yardımı ile çözülmeye çalışılabilir. Burada hedeflenen performansın<br />
hiç sorun çıkmadan sürekli geliştirilmesidir. 21<br />
4.4. İnsan Performansı Teknolojisi’nde Performans Analizi<br />
Performans analizi birey, grup ve örgütsel performansa odaklanır.<br />
Performans teknolojisi konusunda alana önemli katkılar sağlamış olan Joe<br />
Harles (1975 ), Robert Mager ve Peter Pipe (1984 ), Roger Kaufman ve Ryan<br />
Watkins ( 1999 ), Alison Rosett, performans analizi süreci için farklı modeller<br />
ortaya koymuşlardır. Tüm bu modeller incelendiğinde aşağıda şekil 4’te görülen 3<br />
ana evrenin daha ağırlıklı olduğu ifade edilebilir.<br />
Şekil 4. Performans Analizinin Aşamaları<br />
21 Allison Rossett, Analysis for Human Performance Technology, (San Francisco: Josey-Bass, 1999),<br />
ss.139–162.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Örgütsel Performansın Yükseltilmesinde İnsan Performans Teknolojisi Modeli<br />
71<br />
4.5. Performans Farkının Tanımlanması<br />
Burada; “performans farkı” tanımlamasıyla anlatılmak istenen sadece<br />
pozitif ya da negatif bir performans farkı değil, performans sorunu ya da<br />
performans fırsatı olarak da düşünülmelidir.<br />
Performans analizi akış şeması aşağıda Şekil 5’de görüldüğü gibi<br />
gösterilebilir.<br />
Şekil 5. Performans Analizi Süreci<br />
Fark belirlenip, tanımlanırken bu farkın neden olduğu sonuçlar da ortaya<br />
konmalıdır. Bu sonuçlar bir sonraki aşamada, farkın önem derecesi belirlenirken,<br />
yapılacak değerlendirmeye de katkı sağlayacaktır. Sonuçlar performansın<br />
geliştirmeye ihtiyaç duyulup duyulmadığına işaret eden göstergelerdir.<br />
4.5.1. Farkın Kök Neden Analizi<br />
Kök neden analizi İPT modelinde bir nevi yönlendirici analizdir. Bu<br />
yönlendirmenin amacı, asıl yani “kök” nedenler üzerine yoğunlaşmak ve boş<br />
yere zaman kaybetmemektir. Alanıyla ilgili her türlü bilgi, beceri ve deneyime<br />
sahip olan bir çalışanın performansı beklenenin altına düşmüşse, sorunun kök<br />
nedeninin bilgi ve beceri eksikliği olmadığı varsayımında bulunabilinir. Bu<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
72<br />
Yonca GÜROL & Onur Muhteşem ÇAPAN<br />
varsayımdan hareketle, detaylı öğrenme ve gelişim ihtiyacı analizi yapmak,<br />
değer yaratmayan bir çaba olacaktır.<br />
Önerilen, performans teknolojisi modelinin her aşamasında, “fayda /<br />
maliyet” dengesinin sürekli göz önünde tutulması gerektiği ısrarla<br />
vurgulanmaktadır. Amaç, süreci en etkin ve verimli şekilde işletmektir.<br />
4.5.2. Performans Toplantısı<br />
Bir çalışan, görevi ile ilgili tüm bilgi, beceri ve enformasyona sahip<br />
olabilir ve buna rağmen düşük performans gösterebilir. Bu konuda uyarı almasına<br />
rağmen, kendisinden beklenen performansı yine de gösteremeyebilir. Bu durumda<br />
çalışan ile performans toplantısı düşünülmelidir.<br />
4.5.3. Performans Geliştirme Çözümünün Seçimi<br />
Performans geliştirme çözümleri; enformasyon ve bilgi verme, motivasyon<br />
sağlama, yapı-süreç geliştirme, çalışma araç ve koşullarını ve sağlık ve güvenlik<br />
şartlarını iyileşirme çözümleri olarak sınıflandırılabilir.<br />
5. İnsan Performansı Teknolojisi’nde Fizibilite Analizi<br />
Çalışmanın bu bölümünde, seçilen performans geliştirme çözümlerinin<br />
değerlendirilmesi ”fizibilite veya yapılabilirlilik” adı altındaki çalışmalar yardımı ile<br />
yapılır. Çözüm ile ilgili yapılabilirlilik faktörleri pratiklik, politik ve kültürel uyum<br />
olarak sınıflandırılabilir. Pratik faktörler; seçilen çözüm önerisinin maliyet, zaman ve<br />
teknolojik uygunluk açısından sınanmasıdır. Bilhassa da genel yatırım getirisi<br />
açısından değerlendirilmesi gerekir. Fizibilite analizinin amacı; performans<br />
geliştirme çözümleri uygulanmadan önce, yapılacak olan yatırımın geri dönüşünün<br />
hesaplanması ve uygulanıp, uygulanamayacağı kararının verilmesidir. 22 Mali<br />
boyutun dışında, algınan yarar, hissedarlar ve örgütsel güç odakları açısından çözüm<br />
önerisinin sınanması politik faktörler içerisinde değerlendirilir. Kültürel faktörler ise<br />
yapılacak olan müdahalenin örgüt kültürüne uygunluğu ve örgütsel değişime etkisinin<br />
değerlendirilmesini içerir. 23<br />
5.1. İnsan Performansı Teknolojisi’nde Tasarım-Geliştirme-Uygulama<br />
İnsan Performansı Teknolojisi fizibilite analizini takiben, uygun görülen<br />
performans geliştirme çözümünün uygulanmasına kadar geçen sureç her çözüm<br />
için farklı açılardan ve farklı zorluklarda değerlendirme gerektirmektedir. Bu<br />
değerlendirmeler ne kadar farklı olursa olsun, bu süreç temel bazı aşamalardan<br />
oluşur. 24 Temel olarak; “Analiz”, “Tasarım”, “Geliştirme ve Taslak Deneme” ,<br />
“Değerlendirme” ve “Uygulama” olarak sınıflandırılabilir.<br />
22 Charlene Muir Benjamin ve Don Kirkey, Feasibility Analysis : An Instruction Implementation Realıty<br />
Check, (Vancouver, 2005).<br />
23 Keeps, Stolowitch ve Pershing, Handbook…, s.23.<br />
24 Dean R. Spitzer, Handbook of Human Performance Technology: A Compherensive Guide for Analyzing<br />
and Solving Performance Problems in Organizations, (San Francisco: Josey Bass, 1999), s.164.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Örgütsel Performansın Yükseltilmesinde İnsan Performans Teknolojisi Modeli<br />
73<br />
Şekil 6. Performans Geliştirme Çözümleri<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
74<br />
Yonca GÜROL & Onur Muhteşem ÇAPAN<br />
Şekil 7. Fizibilite Analizinden Çözümün Uygulamasına Geçiş<br />
5.1.1. Analiz<br />
Analiz, bu noktaya kadar ulaşmış çalışmaların yeniden gözden geçirme<br />
işlemidir. İnsan Performansı Teknolojisi çalışmasında en baştan uygulama<br />
aşamasına kadar çalışmayı yürütmüş olan ekiple, çözüm geliştirme ekibinin<br />
birlikte çalışmasını içeren bir süreçtir.<br />
5.1.2. Tasarım<br />
Tasarım sürecini yürüten kişi ya da gruplar iki önemli hususu göz<br />
önünde bulundurmalıdırlar. Birincisi; tasarımın “teknik”, ikincisi ise “insani”<br />
boyutudur. Çalışanların insani gereksinimlerini dikkate almadan sadece teknik<br />
olarak yapılmış bir geliştirme çözümü başarıya ulaşamayacaktır 25 .<br />
5.1.3. Geliştirme ve Taslak Deneme<br />
Tasarım sürecinde ortak bir karara varıldıktan sonra sıra çözümün<br />
geliştirilmesi aşamasına gelir. Bu aşamada ilk once çözümün bir prototipi ya da<br />
taslağı oluşturulur. Bu taslağın geliştirilmesi, çözümün nasıl gerçekleşeceğine<br />
dair fikir verecek aynı zamanda, çözümde kullanılacak tüm araç ve materyalin<br />
de geliştirilmesini sağlayacaktır.<br />
25 Dean R. Spitzer, Handbook….., age, 170.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Örgütsel Performansın Yükseltilmesinde İnsan Performans Teknolojisi Modeli<br />
75<br />
5.1.4. Değerlendirme<br />
Geliştirme süreci içinde yer alan değerlendirme çalışmaları biçimleyici<br />
değerlendirmedir ve temel amacı gelişim sürecinin hedeflenen şekilde<br />
ilerlemesini sağlamaktır. Çözüm uygulandıktan sonra yapılan değerlendirme ise<br />
özetleyici değerlendirme olarak adlandırılmaktadır 26 Özetleyici değerlendirmenin<br />
amacı ise, başlangıçta belirlenen hedeflerin ne derece gerçekleştiğinin<br />
ölçülmesidir. Özetleyici değerlendirmenin bir alt amacı da uygulanan çözümlerin<br />
güçlü ve zayıf yönlerini ortaya koymaktır. Uygulanan çözümün maliyeti ile faydasını<br />
karşılaştırmak, başarı değerlendirmesini yapmak, veri tabanı oluşturmak gelecekte<br />
yapılacak olan performans çalışmalarına ışık tutacaktır. 27 Dikkat edilmesi gereken, net<br />
ve ölçülebilir değerlendirme sonuçları olmadan ve uygulanan çözümlerin<br />
şirkete olan katkısı ispatlanmadan, performans geliştirme çözümünün ya da ilgili<br />
birimin etkinliğinin ortaya konulması olanaksızdır.<br />
Eğitim programlarının değerlendirilmesi üzerine çalışmalar yapan Donald<br />
R. Kirkpatrick eğitimlerin etkinliğinin değerlendirilmesi için 4 farklı yaklaşım<br />
ortaya koymuştur 28 . Bunlar; memnuniyet değerlendirmesi, öğrenme ya da başarı<br />
değerlendirmesi, davranış değerlendirmesi, iş sonuçlarının değerlendirilmesi<br />
şeklindedir. Bu yaklaşımların performans teknolojistleri tarafından da<br />
kullanılmasının yarar sağlayacağı düşünülebilir<br />
5.1.5. Uygulama<br />
Biçimleyici değerlendirme süreci kapsamında yapılan taslak denemeler<br />
sonrası çözümün uygulanma aşamasına gelinmiş olur. Uygulama sürecinin<br />
belirleyicisi, tasarım ve geliştirme kısmında üzerinde durulan çözümler olacaktır.<br />
SONUÇ<br />
İnsan Performansı Teknolojisi, fiili sonuçlara, aktif verimliliğe odaklanan ve<br />
sistem düşüncesini öne çıkaran bir modeldir. Modelin, sadece performans sorunlarını<br />
çözen bir araç olmadığı, bunun yanısıra organizasyon tarafından belirlenen planlara<br />
ulaşılması yönünde de katkı sağladığı görülmektedir. Model, performans<br />
problemlerini ortadan kaldırma hedefi doğrultusunda ilerlerken, aynı zamanda süreç<br />
ve organizasyonel yapıyı geliştirme çalışmalarına da destek sağlamaktadır. İnsan<br />
Performansı Teknolojisi, insan kaynakları fonksiyonunun en önemli alanlarından biri<br />
olan performans değerleme sürecine önemli katkılar sağlayabilir. Bu alanda modelin<br />
uygulanması ve sonuçların paylaşımı modeli daha da geliştirecektir.<br />
26 George Geis ve Sharon Shrock, Handbook of Human Performance Technology : A compherensive Guide<br />
for Solving Performance Problemsin Organizations, (San Francisco : Josey-Bass, 1999), s.191.<br />
27 Jack J. Philips, Handbook of Training Evaluation and Measurement Methods : Proven Models and<br />
Methods for Evaluation any HRD Models, (Houston Texas, 1997), s. 36.<br />
28 Donald L. Kirkpatrick, The ASTD training and Development Handbook : A Guide to Human Resource<br />
Development, (New York: McGraw-Hill, 1996), s. 19.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
76<br />
Yonca GÜROL & Onur Muhteşem ÇAPAN<br />
KAYNAKÇA<br />
Argüden, Yılmaz. ‘Performans Ölçümleme ve Balanced Scorecard’.<br />
www.arge.com/tr/mmbalancedscorecard, [10.12.2006].<br />
Benjamin, Charlene Muir ve Don Kirkey. Feasibility Analysis : AnaInstruction<br />
Implementation Realıty Check, Vancouver, 2005.<br />
Bradford, Robert. ‘Aligning Employees With Strategy’, www.inc.com/articles<br />
[25.12.2006].<br />
Day, Randell K. Performance Improvement Pathfinders, 1997.<br />
Dean, Peter ve David Ripley. Engineering Performance With or Without Training,<br />
Washington: A Publication of ISPI, 1997.<br />
Ferrier, F. ve P. McKenzie, ‘Intellectual Capital: Managing the new performance<br />
drivers’, Monash University-ACER Centre for the Economics of Education<br />
and Training, 1999.<br />
Franklin, Maren. Performance Gap Analysis, ASTD Press, 2006.<br />
Geis, George, Sharon Shrock. Handbook of Human Performance Technology: A<br />
compherensive Guide for Solving Performance Problemsin Organizations,<br />
San Francisco: Josey-Bass, 1999.<br />
Gürsoy, Mehmet. ‘Çalışan Performansı Geliştirilmesinde Performans Teknolojisi<br />
Modeli ve Performans Teknolojisi Durum ve Tutum Araştırması’, Yüksek<br />
Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2003.<br />
Hwan, Young Jang, ‘Performance, Performance System, and High Performance<br />
System’, Performance Improvement, Vol.48, No 3, <strong>Mart</strong> 2009.<br />
Kaplan, Robert, David Norton.<br />
Sistem Yayıncılık, 1999.<br />
Balanced Scorecard. Çev. Sera Egeli. İstanbul:<br />
Kaplan, Robert, David Norton. The Strategy- Focused Organizations, Boston:<br />
Harward Business School Press, 2001.<br />
Keeps, Erica, Harold Stolovitch. Handbook of Human Performance Technology: A<br />
compherensive guide for analyzing and solving performance problems in<br />
organizations, San Francisco: Joey-Bass, 1999.<br />
Keeps, Erica, Harold Stolovitch. Fundamentals of Performance Technology, 2.bs.<br />
ISPI Yayını, 2006.<br />
Keeps, Erica, Harold Stolovitch, James J. Pershing. Handbook of Human<br />
Performance Technology, San Francisco: A Publication of ISPI, 2006.<br />
Kirkpatrick, Donald L. The ASTD training and Development Handbook: A Guide to<br />
Human Resource Development, New York: McGraw-Hill, 1996.<br />
Koçel, Tamer. İşletme Yöneticiliği, 9.bs. İstanbul: Beta Yayınevi, 2003.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Örgütsel Performansın Yükseltilmesinde İnsan Performans Teknolojisi Modeli<br />
77<br />
Philips, Jack J. Handbook of Training Evaluation and Measurement Methods:<br />
Proven Models and Methods for Evaluation any HRD Models, Houston:<br />
Gulf, 1997.<br />
Philips, Jack J. Measuring HR’s ROI (Return on Investment), İnsan kaynakları<br />
zirvesinde yapılan çalıştay, 2001.<br />
Rossett, Allison. Analysis for Human Performance Technology: A compherensive<br />
guide for analyzing and solving performance problems in organizations, San<br />
Francisco: Josey-Bass, 1999.<br />
Rossett, Allison. Handbook of Human Performance Technology: Analysis and More,<br />
ISPI Press, 2006.<br />
Sanders, Ethan, Sivasailam Thiagarajan. Ergonomics and Human Factors, ASTD,<br />
2001.<br />
Schwen, Thomas M, Howard K Kalman, Noriko Hara ve Eric L Kisling, ‘Potential<br />
knowledge management contributions to human performance technology’,<br />
Educational Technology, Research and Development, 46, 4; 1998, Academic<br />
Research Library, s.73.<br />
Spitzer, Dean R. Handbook of Human Performance Technology: A Compherensive<br />
Guide for Analyzing and Solving Performance Problems in Organizations.<br />
San Francisco: Josey Bass, 1999.<br />
“Tübitak UEKAE”. www.tubitak.gov.tr/hakkimizda.php [16.03.07].<br />
“Tübitak UEKAE”. www.tubitak.gov.tr/urungel2.htm [22.03.07].<br />
______________, ‘Certified Performance Technologist’.<br />
www.certifiedpt.org/index.cfmsection=standards [08.07.2006].<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
BAŞARISIZLIK RİSKİNİN DURDURULMASINDA<br />
DENETÇİNİN ROLÜ-AVRUPA DÜZEYİNDE SİGORTA<br />
ŞİRKETLERİ İÇİN FİZİBİL UYGULAMA BOYUTLARI<br />
Mirela CRISTEA <br />
Sorin DOMNIŞORU<br />
Murat KASIMOĞLU<br />
ÖZET<br />
Bütün dünyada etkisini gösteren ekonomik ve finansal krizin aksine<br />
sigorta şirketleri ve iş dünyasındaki diğer örgütler finansal istikrar<br />
için daha iyi bir denetim sitemi oluşturmak durumundadırlar.<br />
Özellikle başarısız olmamak ve iflastan korunmak için buna ihtiyaç<br />
vardır. Denetim yapanların bu konuda yaklaşımlar ortaya koyma<br />
noktasında kesin sorumlulukları vardır. Bu noktada risk unsuru<br />
taşıyan ödeme gücüne ilişkin yapı Avrupa Birliğinde<br />
oluşturulmuştur. Avrupa’daki sigortacılık sektöründe yapılabilir<br />
olan sigortacıların sigorta primlerin ispat etme yükümlülüklerinin<br />
olmasıdır. Sigorta şirketleri finansal istikrar için başarılı bir şekilde<br />
belirli bir portföyü yönetmeleri ve sürdürmeleri gereklidir.<br />
Çalışmamızda elde edilen bu sonuçların özellikle sigorta<br />
şirketlerinin tepe yönetimi açısından yararlı sonuçları ortaya<br />
koyduğu düşünülmektedir. Özellikle sigortacılık faaliyetlerinin<br />
iyileştirilmesini, başarısızlık riskinden uzak durmanın denetçiler<br />
aracılığı sigorta şirklerinde alınan risklerin incelenmesinde ortaya<br />
konan analitik inceleme örneklerinde ele alınmıştır.<br />
Anahtar Kelimeler: Sigortacılık, denetim, portföy optimizasyonu,<br />
risk, inceleme, ödeme yeterliliği<br />
Assoc. Prof. PhD., Faculty of Economics and Business Administration, University of Craiova, Romania<br />
Prof. univ. PhD., Faculty of Economics and Business Administration, University of Craiova, Romania<br />
<br />
Prof. PhD., Canakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> University, Biga Faculty of Economics and Administrative<br />
Sciences, Turkey<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
THE AUDITORS’ ROLE IN PREVENTING THE INSOLVENCY<br />
RISK – PRACTICAL ASPECTS FEASIBLE TO INSURANCE<br />
COMPANIES ON EUROPEAN LEVEL<br />
Mirela CRISTEA <br />
Sorin DOMNIŞORU <br />
Murat KASIMOĞLU <br />
ABSTRACT<br />
Against the background of the economic and financial crisis<br />
manifested all over the world, the insurance companies, as well as<br />
all business entities, are forced to account for a better control over<br />
their financial stability, in order to avoid the insolvency or even the<br />
bankruptcy, and the auditors have the obligation to enforce<br />
approaches which rely on great precision and loyalty. From this<br />
point of view, a solvency system oriented on risk was created within<br />
the European Union, feasible to European insurance companies, thus<br />
the insurers were obliged to analyze the ways of substantiating the<br />
insurance premiums and of taking up insurances in order to achieve<br />
an adequate structure of the portfolio at a certain level of financial<br />
stability. We consider that the result, deriving from the studies<br />
introduced in this paper, represents an useful instrument for the<br />
executive management of the insurance companies, which, by means<br />
of this paper, have the opportunity to improve the underwriting<br />
activity, preventing, thus, the risk of insolvency, and for their<br />
auditors, who may control the administration of risks undertaken by<br />
the insurance companies, taking into account the examples of<br />
analytical examination presented here.<br />
Keywords: Insurances, audit, portfolio optimization, risk,<br />
examination, solvency.<br />
Assoc. Prof. PhD., Faculty of Economics and Business Administration, University of Craiova, Romania<br />
Prof. univ. PhD., Faculty of Economics and Business Administration, University of Craiova, Romania<br />
<br />
Prof. PhD., Canakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> University, Biga Faculty of Economics and Administrative<br />
Sciences, Turkey<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
The Auditors’ Role in Preventing the Insolvency Risk – Practical Aspects Feasible to Insurance<br />
Companies on European Level<br />
83<br />
1. Introduction<br />
Starting with the second half of the year 2007, the international financial<br />
markets were influenced by the issues existing at that period on the high-risk<br />
mortgage market in the USA 1 , facing a serious deterioration of the perception on<br />
investors’ risk and a liquidity diminution.<br />
However, the Romanian insurance market, in full expansion and finalizing<br />
the stage of harmonization with the European legislation, was not very affected by the<br />
turbulences existing on the financial markets, due to the nature of insurances and the<br />
development and integration degree on the external financial markets. This situation<br />
does not involve the fact that the Romanian companies are protected against the<br />
effects of the ongoing crisis. On the contrary, managers and auditors should<br />
implement a careful observation of the activity of insurance companies. Considering<br />
these aspects, our paper, viewing possible examinations, may have a great<br />
contribution in improving the diagnosis made by the managers and auditors.<br />
Thus, the main aspects requiring a special concern within the insurance area<br />
consist in the growth of the damage rating for general insurances and the dynamics of<br />
the rentability of personal asset portfolio for life insurances. A precise calculation of<br />
the premiums owed by insured persons is essential for an insurance company, in order<br />
to create a high insurance fund necessary for covering the indemnifications, reducing,<br />
thus, the insolvency risk.<br />
The consumers’ and eventually, the citizen’s confidence in the financial<br />
stability of the insurance area is highly important, therefore, an indicator, called<br />
solvency margin, has been proposed within the European Union, meant to determine<br />
the solvency level specific to each insurance company and available for all member<br />
countries.<br />
The solvency margin represents the extent to which an insurance company’s<br />
assets exceed its liabilities 2 and expresses the company’s capacity of covering its<br />
liabilities making no use to its own capital.<br />
For each insurance category, general and life insurances, there are precise<br />
methods of calculation of the solvency margin and criteria concerning the valuation of<br />
an insurer’s assets and liabilities and the assets and debt category which are not<br />
included in the determination of the insurer’s solvency margin or which considered in<br />
a certain proportion.<br />
In Romania, according to the enforced regulation 3 , the insurers have the<br />
obligation to determine regularly the available solvency margin, the minimum<br />
solvency margin and the safety fund taking into account the financial report data and<br />
to ascribe them to the ISC (Insurance Supervisory Commission), at the end of each<br />
financial year.<br />
1 Known as the subprime crisis<br />
2 The insurer’ net assets.<br />
3 Insurance Monitoring Commission (CSA), Norms concerning the calculation methodology for the<br />
solvency margin owned by the insurer dealing with general and life insurances, for the minimum<br />
solvency margin and for the safety fund, April 24 th , 2008, OJ no 346 of May 6 th , 2008.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
84<br />
Mirela CRISTEA & Sorin DOMNIŞORU & Murat KASIMOĞLU<br />
The solvency margin held by the insurer represents the available solvency<br />
margin (the net assets) and it is compared to the minimum solvency margin,<br />
calculated on the basis of the norms issued by the CSA.<br />
The determination of the minimum solvency margin is differntly<br />
established for the general insurance activity and for the life insurance activity, after<br />
an algorithm used by the norms issued by the CSA for this purpose.<br />
One third of the insurer’s minimum solvency margin represents the safety<br />
fund. The minimum value of the safety fund for the companies dealing with general<br />
insurances, as well as for those dealing with life insurances is the equivalent in lei of<br />
3.2 million euros. For those companies concerned with general insurances,<br />
exclusively civil liability insurance or credit and guarantee insurances, the amount of<br />
the safety fund reaches 2.2 million euros 4 .<br />
The structure of the subscription portfolio should be elaborated by means of<br />
the return analysis and the financial stability analysis of the insurance activity. Thus,<br />
the insurers should find the adequate methods of substantiating the premium<br />
installments, the adequate ways of attracting insurances in order to achieve the right<br />
structure of the portfolio and the desired level of financial stability within the<br />
company.<br />
The present paper views the analysis of the subscription portfolio within an<br />
insurance company considering the number of estates comprised by the insurance and<br />
the net premium installment in order to obtain a certain level of financial stability.<br />
This analysis represents an essential instrument for each insurer as the optimization of<br />
the subscription portfolio generates more important returns for the company; it also<br />
improves the financial stability and reduces the possibility of insolvency. Using<br />
mathematical calculation, different solutions may be given in order to optimize this<br />
portfolio, determining thus its adequate structure to a certain level of stability planned<br />
by the company.<br />
On the other hand, we consider that the examples of analytical examination<br />
indicated in the paper may be emploied by the auditors of the insurance companies as<br />
well, representing an adequate alternative for independent assessment of insurers’<br />
solvency and continuity.<br />
2. Material and Method<br />
The solvency represents an important aspect of the operational regulation<br />
within an insurance company, thus, for every year of the next period, auditors are<br />
concerned with the knowledge of certain aspects 5 :<br />
The level of the indemnifications to pay;<br />
The level of the indemnifications compared to level of the net premium<br />
paid for each estate category;<br />
The probability according to which the amount of indemnifications may<br />
exceed the amount of paid premiums.<br />
4 Other prudential restrictions and details are mentioned in the Norms concerning the calculation<br />
methodology for the solvency margin, OJ no 346 of May 6th, 2008.<br />
5 These aspects are studied and analysed by the insurance companies’ actuaries, as well.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
The Auditors’ Role in Preventing the Insolvency Risk – Practical Aspects Feasible to Insurance<br />
Companies on European Level<br />
Compared to the multiannual average of risk indicators, considered for the<br />
net premium, there are errors reflected by the dissimilarities between the values of<br />
indemnifications to pay currently and those belonging to the given period.<br />
In order to establish the value of the difference between the indemnifications<br />
which ought to be paid currently and the indemnifications registered during the<br />
studied period, the mean squared error may be used:<br />
S n q( 1<br />
q) , (1)<br />
Where:<br />
S – insured sum of an insured estate;<br />
n – number of insured estates;<br />
q – probability of damage occurrence;<br />
(l-q) - probability of having no damage occurring<br />
The interval meant for the indemnification variation is given by the<br />
following relation: D : Pnt<br />
;<br />
Pnt . (2)<br />
The financial stability level is given by the value of the K coefficient:<br />
<br />
K . (3)<br />
Pnt<br />
As the K coefficient is lower, the financial stability level is higher (the error<br />
is less).<br />
In order to establish the number of years counted until an unpropitious<br />
year occurs, “a” is determined as it follows:<br />
100 1<br />
a . (4)<br />
K<br />
100<br />
P( D Pnt )<br />
2<br />
The improvement of the financial stability level may be obtained by means<br />
of: a large number of insured estates; the increase of the net premium rate or the<br />
cession to reinsurance.<br />
For knowing if the cession for reinsurance is required, the maximum<br />
insured sum for each insured risk (X) is determined. This calculation should be held<br />
by the insurer, in order to obtain an adequate stability level:<br />
2<br />
X 2 K Pnt , (5)<br />
where K is the average coefficient of financial stability, for all risks, and Pnt<br />
is the net premium within the insurance company.<br />
The insurance companies resort to reinsurance for protecting its clients, the<br />
insured persons, whenever the assumed risks are too high. Through reinsurance 6 , an<br />
insurance company gets a higher financial stability and, in addition to this, a higher<br />
ability of dealing with new risks. One of the reinsurance functions is constrained by<br />
the monitoring and control institutions of the insurance market in each country by<br />
imposing a minimum level of solvency.<br />
85<br />
6 The reinsurance interferes whenever the insured sum allotted to a risk or a group of risks exceeds the limit<br />
that an insurance company is able to sustain without affecting the protection of the other insured persons.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
86<br />
Mirela CRISTEA & Sorin DOMNIŞORU & Murat KASIMOĞLU<br />
In order to apply these ”pillars” of the analytical examination, an insurance<br />
company, for which the financial stability level is determined taking into account the<br />
variation of the net premium rate level and the number of the insured estates, is<br />
considered. Thus, the company insured 2,400 estates specific to a certain category, for<br />
an insured average sum of 32,000 euros, with a premium share of 0.7%.<br />
3. Results and Discussions<br />
Considering these data, the insurance company’s auditors are able to<br />
undertake an analysis of the company’s financial stability variation, considering<br />
different situations that may occur in practice.<br />
1) When the net premium rate increases, for example to 1.1%, the<br />
financial stability level of the company will be changed in one way or another.<br />
Taking into account the relation (3), the calculation of the financial<br />
<br />
stability coefficient indicating the financial stability level can be obtained: K .<br />
Pnt<br />
For the initial circumstance,<br />
<br />
0<br />
K<br />
0<br />
Pnt<br />
0<br />
S <br />
<br />
n q<br />
q<br />
0<br />
0<br />
( 1 q<br />
S n<br />
0<br />
)<br />
32,<br />
000 2,<br />
400 0.<br />
007 (<br />
1 0.<br />
007)<br />
130,<br />
701.<br />
1<br />
<br />
0.<br />
24312.<br />
0.<br />
007 32,<br />
000 2,<br />
400 537,<br />
600<br />
<br />
When the net premium rate increases, the coefficient of financial stability<br />
becomes:<br />
S n q1(<br />
1 q<br />
1<br />
1)<br />
K<br />
1<br />
<br />
<br />
Pnt q S n<br />
follows:<br />
1<br />
32,<br />
000 2,<br />
400 0.<br />
011(<br />
1 0.<br />
011)<br />
<br />
0.<br />
011<br />
32,<br />
000 2,<br />
400<br />
1<br />
163,<br />
512.<br />
17<br />
<br />
0.<br />
19355<br />
844,<br />
800<br />
The exchange index for the financial stability coefficient is determined as it<br />
I<br />
K<br />
K<br />
<br />
K<br />
% <br />
K<br />
1<br />
0<br />
0.<br />
19355<br />
100<br />
100<br />
79.<br />
61%<br />
<br />
0.<br />
24312<br />
79.<br />
61 100<br />
20.<br />
39%.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
The Auditors’ Role in Preventing the Insolvency Risk – Practical Aspects Feasible to Insurance<br />
Companies on European Level<br />
Therefore, the increase of the net premium rate from 0.7% to 1.1%, considering the<br />
fact that the number of insured estates and the insured value remain constant, leads<br />
to a growth of the financial stability level of 20.39%, this percentage is given by the<br />
diminution of the financial stability coefficient, K, from 0.24312 to 0.19355. Of<br />
course, this situation is recorded only if the market, respectively the competition<br />
agrees it. It is important to notice that, in the predictable future, investment and<br />
business decisions become more difficult to settle. At present, the companies are<br />
reserved, even reluctant, in investing, facing a period of incertitude, the consumers’<br />
demand, including the insurance demand, registering a ‘free fall’. Considering the real<br />
situation determined by the auditors through effective tasks, the assessment of the<br />
companies’activity varies from reassuring to alarming.<br />
2) The financial stability level of the insurance company may be improved<br />
by increasing the market share. Assuming that the number of insured estates<br />
increases with 30%, and the net premium rate of 0.7%, as well as the insured value<br />
remain unchanged, the financial stability level may be determined.<br />
The initial number of insured estates, n 0 , was 2,400; its growth to 30% is<br />
expected, obtaining thus n 1 , which registers 3,120 estates.<br />
The modification of the financial stability coefficient is given by the<br />
following formula:<br />
K1<br />
I K 100<br />
<br />
K<br />
I<br />
I<br />
I<br />
K<br />
2<br />
K<br />
K<br />
% <br />
<br />
0<br />
S <br />
<br />
n<br />
<br />
n<br />
K<br />
1<br />
2<br />
1<br />
n1<br />
q ( 1 q)<br />
<br />
q S n S <br />
q ( 1 q)<br />
n0<br />
n<br />
<br />
n q ( 1 q)<br />
n<br />
0<br />
1<br />
0.<br />
7692 100<br />
0.<br />
877 100<br />
87.<br />
7%<br />
<br />
87.<br />
7 100<br />
2<br />
0<br />
1<br />
12.<br />
3%.<br />
q S n<br />
n<br />
0<br />
0<br />
q ( 1 q)<br />
2,<br />
400<br />
0.<br />
7692<br />
3120 ,<br />
If the competition does not allow the increase of the net premium rate, the<br />
insurance company will make efforts for the growth of the number of customers, by<br />
raising the number of insured estates. The underwriting of over 30% of the initial<br />
number of insured estates leads to an increase of 12.3% of the financial stability<br />
level, creating thus a favorable situation for the insurance company.<br />
3) Further on, going deeply into the analysis, the experts wonder “in order to<br />
increase the financial stability level to a certain percentage, for example with 20%,<br />
compared to the initial situation, what is the number of estates needed to be<br />
underwritten”<br />
The increase of the financial stability level with 20% implies the diminution<br />
of the K coefficient with 80%, resulting l k :<br />
87<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
88<br />
Mirela CRISTEA & Sorin DOMNIŞORU & Murat KASIMOĞLU<br />
I<br />
K<br />
2 n0<br />
80% I<br />
k<br />
0.<br />
80 I<br />
K<br />
0.<br />
64 0.<br />
64<br />
n<br />
n0<br />
2,<br />
400<br />
n1 3,<br />
750 bunuri.<br />
0.<br />
64 0.<br />
64<br />
The result can be verified, using the relation:<br />
K<br />
1<br />
<br />
<br />
1<br />
Pnt<br />
1<br />
S <br />
<br />
n1<br />
q ( 1 q)<br />
<br />
q S n<br />
32,<br />
000 3,<br />
750 0.<br />
007 (<br />
1 0.<br />
007)<br />
<br />
0.<br />
19449.<br />
0.<br />
007 32,<br />
000 3,<br />
750<br />
1<br />
K1<br />
0.<br />
19449<br />
% <br />
K<br />
100<br />
100<br />
100<br />
100<br />
20%.<br />
K<br />
0.<br />
24312<br />
0<br />
For increasing the financial stability level with 20%, the insurance<br />
company is forced to increase the number of insured estates about 1.5 times, from<br />
2,400 insured estates, to 3,750 estates.<br />
When the insurance company assumes such an objective, and the results<br />
obtained by the company’s auditors are not close enough to the given example, the<br />
error is significant and represents an alarm, a matter which requires new<br />
examinations. The auditors may need additional investigations in order to define the<br />
results as satisfactory or unsatisfactory, the verdict becoming available for the entire<br />
insurance ‘universe’.<br />
4) If it is not possible to increase the number of insured estates 7 , in order to<br />
raise the financial stability level with 20% compared to the initial level, the insurer<br />
may resort to the increase of the net premium rate. The question is then, which is the<br />
level of the net premium rate in order to provide a certain coefficient of financial<br />
stability<br />
As in the previous case, the growth of 20% of the financial stability level<br />
implies a diminution of 80% of the K coefficient, given by l k , as it follows:<br />
2<br />
I<br />
K<br />
80% I<br />
k<br />
0.<br />
80 I<br />
K<br />
0.<br />
64.<br />
When only the net premium rate is changed, l 2 k becomes:<br />
2<br />
I K<br />
n<br />
<br />
q<br />
q<br />
<br />
2<br />
1<br />
1<br />
( 1 q<br />
n q<br />
0<br />
1<br />
) q<br />
(<br />
1 q<br />
2<br />
0<br />
0<br />
q<br />
<br />
) q<br />
0<br />
1<br />
(<br />
1 q<br />
(<br />
1 q<br />
0.<br />
007 ( 1 q1<br />
)<br />
<br />
0.<br />
64 q1<br />
0.<br />
01089 1.<br />
089%.<br />
q1<br />
( 1 0.<br />
007)<br />
So, in order to allow the growth of the financial stability level with 20%,<br />
the insurance company has to increase the net premium rate about 1.5 times, from<br />
0.7% to 1.089%, fact that leads to a feasible value considering the market average. In<br />
1<br />
0<br />
)<br />
<br />
)<br />
1<br />
7 The market is saturated or other different reasons.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
The Auditors’ Role in Preventing the Insolvency Risk – Practical Aspects Feasible to Insurance<br />
Companies on European Level<br />
addition to this, one should add to the net premium rate, a certain sum which<br />
represents the insurer’s expenses and profit, and the insurance company is not able to<br />
maintain the number of insured estates unchanged on a competitive market, in terms<br />
of an important growth of the net premium rate.<br />
A synthesis of the four cases leads to the following results obtained by an<br />
insurance company, as shown in the Table 1.<br />
Table-1. Possible Cases Registered Within An Insurance Company<br />
Case No of insured<br />
estates<br />
Net premium rate Value of the K<br />
coefficient<br />
Initial 2,400 0.7% 0.24312<br />
1 2,400 1.1% 0.19355<br />
2 3,120 0.7% 0.213<br />
3 3.750 0.7% 0.19449<br />
4 2,400 1.094% 0.19449<br />
Analyzing these cases, for a higher financial stability level, the insurer<br />
should choose either the increase of the net premium rate to a certain level, taking into<br />
account the competition on the market, or the increase of the number of insured<br />
estates belonging to the same category of risk.<br />
In practice, the portfolio of insurance companies, for the same category of<br />
insured estates, includes several risk groups.<br />
In addition to the initial case mentioned above, belonging to a certain<br />
category of risk (for example risk category type I), the insurance company disposes<br />
for the same class of three risk categories (see Table 2), thus the manager may adopt<br />
decisions according to a series of eventual situations.<br />
Risk<br />
category<br />
Table-2. The Portfolio Of An Insurance Company For A Class Of Three<br />
Risk Categories<br />
No of insured<br />
estates<br />
Insured average sum<br />
(euro)<br />
I 2,400 32,000 0.7<br />
II 2,100 34,000 1.1<br />
III 2,600 25,000 0.6<br />
Net premium<br />
rate (%)<br />
In order to establish the financial stability level for the whole insured class,<br />
respectively for the entire insurance company, it is important to determine first the<br />
financial stability coefficient for the other risk categories (risk category type II and<br />
III).<br />
For the risk category type II:<br />
89<br />
K<br />
II<br />
<br />
II<br />
<br />
Pnt<br />
II<br />
S<br />
<br />
II<br />
<br />
q<br />
n<br />
II<br />
II<br />
q<br />
S<br />
II<br />
II<br />
(1 q<br />
n<br />
II<br />
II<br />
)<br />
<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
90<br />
Mirela CRISTEA & Sorin DOMNIŞORU & Murat KASIMOĞLU<br />
34,<br />
000 2100 , 0.<br />
011(<br />
1 0.<br />
011)<br />
<br />
0.<br />
011<br />
34,<br />
000 2100 ,<br />
For the risk category type III:<br />
K<br />
III<br />
<br />
<br />
Pnt<br />
III<br />
III<br />
<br />
S<br />
III<br />
<br />
q<br />
n<br />
III<br />
q<br />
S<br />
( 1 q<br />
n<br />
0.<br />
207.<br />
25,<br />
000 2,<br />
600 0.<br />
006 ( 1 0.<br />
006)<br />
<br />
0.<br />
252.<br />
0.<br />
006 25,<br />
000 2,<br />
600<br />
III<br />
III<br />
III<br />
The financial stability level for the whole class or for the entire portfolio of<br />
the insurance company is determined as it follows:<br />
K<br />
<br />
n<br />
n<br />
T<br />
2<br />
T<br />
, where: <br />
T<br />
<br />
i ; <br />
PnT<br />
i1<br />
i1<br />
categories.<br />
Thus, K T becomes:<br />
K<br />
<br />
T<br />
<br />
<br />
<br />
i1<br />
n<br />
n<br />
i1<br />
<br />
Pnt<br />
2<br />
130,<br />
701<br />
2<br />
i<br />
i<br />
<br />
Pnt<br />
<br />
2<br />
I<br />
162,<br />
511<br />
Pnt<br />
537,<br />
600 785,<br />
400 390,<br />
000<br />
I<br />
2<br />
<br />
2<br />
II<br />
II<br />
III<br />
<br />
98,<br />
445<br />
2<br />
III<br />
Pnt<br />
2<br />
III<br />
)<br />
Pn T<br />
Pnt i<br />
, i – number of risk<br />
III<br />
<br />
230,<br />
617<br />
0.<br />
135.<br />
1713 , , 000<br />
In addition, the insurance company may determine the number of years (a)<br />
to which an unfavorable year is recorded for each risk category, respectively for the<br />
entire portfolio of the insurance company, taking into account the relation (4).<br />
100 1<br />
a <br />
K<br />
100<br />
P( D Pnt )<br />
2<br />
100<br />
a I 8.<br />
22 8 ani;<br />
12.<br />
156<br />
a<br />
II<br />
a<br />
III<br />
a<br />
T<br />
100<br />
9,<br />
661 10 ani;<br />
10.<br />
35<br />
100<br />
7.<br />
93 8 ani;<br />
12.<br />
6<br />
100<br />
14.<br />
81 15 ani.<br />
6.<br />
75<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
The Auditors’ Role in Preventing the Insolvency Risk – Practical Aspects Feasible to Insurance<br />
Companies on European Level<br />
In order to prevent losses hard to bear, the insurance company may cede a<br />
part of the concluded policies to the reinsurance company. For knowing whether the<br />
cession to reinsurance is imperious or not, it is necessary to compare the maximum<br />
insured value for each insured risk (X) to the insured sum meant for each risk. If<br />
the insured sum is lower than the maximum insured sum, the insurer is able to bear<br />
alone the insured risks and he is not forced to cede them to reinsurance (relation 5).<br />
X<br />
I<br />
X<br />
II<br />
X<br />
III<br />
2K<br />
2<br />
I<br />
Pnt<br />
I<br />
2<br />
2<br />
2 0. 24312 537,<br />
600 63,<br />
552;<br />
2 0. 207 785,<br />
400 67,<br />
307;<br />
2<br />
2 0. 252 390,<br />
000 49,<br />
533;<br />
X T 2KT<br />
Pn<br />
We notice that<br />
2<br />
2<br />
T<br />
X I >S I (63,552>32,000), II<br />
2 0. 135 1713 , , 000 62,<br />
439.<br />
X >S II , X III >S III , X T >S T .<br />
Therefore, the insurance comapny is not forced to cede the policies to reinsurance<br />
because it is able to undertake all the insured risks.<br />
4. Conclusions<br />
Considering the crisis of the external financial markets, one of the insurers<br />
affected by the crisis, the American International Group (AIG), the most important<br />
insurer of the world, has announced considerable reductions in its assets. One of the<br />
methods meant to protect the AIG’s financial stability was the diminution of the<br />
premiums for the insurance policies of the trade estates, as an attempt to gain market<br />
share. Prices for this type of insurances diminished with 11% since June 2007 till June<br />
2008.<br />
Starting from the basic assumption according to which insurances represent<br />
products which provide protection against risks having financial impact on insured<br />
persons, the auditors will consider the general background when making assessments.<br />
In July 2007, the European Commission launched an ample process meant to review<br />
the EU regulation regarding the insurances. This process is known as the initiative<br />
“Solvency II”. According to the definition of the “Solvency II” process given by the<br />
CEIOPS 8 , it represents the balance between the financial stability and the capital cost<br />
improvement.<br />
The most important characteristic of “Solvency II” consists in the fact that it<br />
relies on risk management, the capital demands being related to the insurer’s risk<br />
profile, thus, high risks will lead to high capital requirements. The amended Solvency<br />
II proposal is currently being discussed in the European Union Council and the<br />
Parliament. The adoption of the Directive is foreseen for the year 2009, and its<br />
transposition into the legislation of the member States should be finalized before the<br />
beginning of the year 2012 9 .<br />
The Solvency II system defines the regulators which are focusing on the<br />
capital adequacy- capital requirements, such as: SCR (Solvency Capital Requirement)<br />
91<br />
8 Committee of European Insurance and Occupational Pensions Supervisors.<br />
9 http://ec.europa.eu/internal_market/insurance/solvency/index_en.htm.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
92<br />
Mirela CRISTEA & Sorin DOMNIŞORU & Murat KASIMOĞLU<br />
represents the level of prudence and reflects the level of capital that enables the<br />
insurer to absorb significant unforeseen losses produced by an event which may occur<br />
once in 200 years and the less important capital requirement - MCR (Minimum<br />
Capital Requirement) necessary for events which may occur in the following 12<br />
months.<br />
According to the directive project Solvency II, as it was approved by the<br />
European Commission in 2007, this solvency policy represents a compulsory<br />
condition for the companies which report subscribed gross premiums of over 5<br />
million euros. Pursuant to the data registered in 2007, there were 25 companies which<br />
matched this criterion (18 small and 7 middle organizations) on the Romanian<br />
market 10 .<br />
Following the European Commission request, the consulting company<br />
KPMG achieved a study concerning the assessment methodologies of the financial<br />
situation within an insurance company from the prudential supervision prospect. The<br />
main conclusion deriving from this study is that the solvency approach should be<br />
made according to three-pillar structure (similar to the approach adopted by the Basel<br />
Committee on bank system). The three sets of rules proposed by this approach refer<br />
to:<br />
Financial resources of the insurance companies (requirements of creating<br />
resources based on prudential principles, requirements concerning the<br />
structure and quality of insurers’ holdings and the solvency margin);<br />
Procedures of internal control and management of the insurers’ risks<br />
(including methods of monitoring the risk for the supervision<br />
authorities);<br />
Rules concerning financial reports with compulsory character for the<br />
insurers in order to obtain a higher degree of transparency of the activity<br />
and a stronger financial discipline.<br />
The rules aiming the aspects mentioned above form together the three pillars<br />
of the solvency system.<br />
In order to assess the right solvency system oriented on risk, feasible to<br />
European insurance companies, the European Commission requested the CEIOPS to<br />
develop several studies of quantitative impact (called QIS) meant to determine<br />
technical specifications on general and life insurances, to outline the solvency<br />
requirements using the standard method or internal models, to establish the capital<br />
requirements in a group or conglomerate context. These quantitative impact studies<br />
provided an internal approach of the new solvency system potential impact.<br />
If there is no way to compensate the negative technical results with the profit<br />
resulting from investment activities, the insurance companies should increase the<br />
10 Angela Toncescu – CSA Chairman, ”The estimated impact of Solvency II process on the local market.<br />
Errata to QIS4, seminar „The Solvency II impact on the Romanian insurance market”, 26th of November<br />
2008. The classification limits of insurance companies for insurers dealing with general insurances are,<br />
as it follows: big insurers, when dealing with subscribed gross premiums of over 1,000 million euros;<br />
middle insurers, when dealing with subscribed gross premiums between 100 million euros – 1,000<br />
million euros; small insurers, for subscribed gross premiums less than 100 million euros.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
The Auditors’ Role in Preventing the Insolvency Risk – Practical Aspects Feasible to Insurance<br />
Companies on European Level<br />
capital in order to maintain their solvency. The main challenge on long and middle<br />
term for this financial market remains the premium adjustment, thus an adequate risk<br />
management will be provided meant to improve the technical results.<br />
This paper, the result of elaborated studies and analysis, on one hand, and of<br />
the existing economic-financial background, on the other hand, represents an useful<br />
instrument for the insurance companies, which have the possibility of improving their<br />
subscription activity, investment activity, therefore their financial stability, as well as<br />
for their auditors who, considering these analysis and examinations, are able to<br />
establish and justify in a better way the diagnosis and the support given to these<br />
companies in managing the risks. The rigorous exercise, performance and<br />
consideration of such assessments provide inevitably a high public concern<br />
manifested by the managers and the auditors of the insurance area.<br />
REFERENCES<br />
Alexandru, F. and D. Armeanu, “Estate and Life Insurance, Economic Publisher”,<br />
Bucharest, 2003<br />
American Academy of Actuaries, Council on Professionalism, “The roles of the<br />
actuary in the selection and application of actuarial models”, Discussion<br />
Paper, no.7, 2006<br />
Areus, A. and Loebbecke J., “Audit – an incorporated approach”, Arc Publisher,<br />
Chişinău, 2003<br />
International Association of Actuaries, “Report of Solvency — Working Party”,<br />
Insurance Regulatory Commission, February 2002<br />
Bomhard, N., “Risk and Capital Management in Insurance Companies”, The<br />
Geneva Papers on Risk and Insurance—Issues and Practice, 30/2005, 52–<br />
59, doi:10.1057/palgrave.gpp.2510008;<br />
Bruce, P., “Actuaries and auditors – actual and auditing functions as<br />
complementary disciplines”, www.findarticles.com, 1997<br />
Insurance Supervisory Commission, “Norms concerning the calculation<br />
methodology for the solvency margin owned by the insurer dealing with<br />
general and life insurances, for the minimum solvency margin and for the<br />
safety fund”, www.csa-isc.ro April 24 th ; 2008, OJ no 346 of May 6 th 2008<br />
Insurance Supervisory Commission, Seminar “The Solvency II impact on the<br />
Romanian<br />
insurancemarket”,http://www.csaisc.ro/index.phpoption=com_content&task<br />
=view&id=471&Itemid=85; 26th of November 2008<br />
ECB — European Central Bank, “EU Banking Sector Stability”,<br />
http://www.ecb.int/pub/pdf/other/eubankingsectorstability2007en.pdf;<br />
November 2007<br />
93<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
94<br />
Mirela CRISTEA & Sorin DOMNIŞORU & Murat KASIMOĞLU<br />
Eckardt <strong>Mart</strong>ina, “The Quality of Insurance Intermediary Services – An Analysis of<br />
Conduct and Performance in the German Market of Insurance<br />
Intermediation”, Working Paper no. 58, www.ideas.repec.org; 2006<br />
Gutterman Sam, “The Evolving Role of the Actuary in Financial Reporting of<br />
Insurance”, North American Acturial Journal, vol. 6, no., pp. 47-59; 2/2002<br />
Ioţa Ghizari and contributors, “The Audit of Financial Context within Business<br />
Entities”, RA Publisher Official Journal, Bucharest; 2006<br />
International Federation of Accountants and Chamber of Financial Auditors in<br />
Romania “Financial Audit<br />
2006”, Irecson Publisher, www.cafr.ro; Bucharest; 2007<br />
Morgan Ed, Slutzky Marc, “Preparing for Solvency II – Theoretical and Practical<br />
Issues in Building Internal Economic Capital Models Using Nested<br />
Stochastic Projections”, www.ica2006.com; 2006<br />
Sucală Lucia, “The Role of Auditors and Actuaries in Monitoring the Insurance<br />
Quality in Romania against the Backgorund of Solvency II Directive”,<br />
Expert Accountants and Authorized Accountants Body from Romania Revue,<br />
No., pp 62-69; 10/2008<br />
Vochiţa, L., Găină, A., “The International Financial System and the Financial<br />
Vulnerability in a Global Market”, Ecotrend Meeting, Constantin Brâncuşi<br />
University, Tg. Jiu; 21-22 Nov 2008<br />
World Economic and Financial Surveys, “Financial Market Turbulence Causes,<br />
Consequences, and Policies”, Global Financial Stability Report,<br />
International Monetary Fund, Washington DC. Oct. 2007<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
İŞLETMELERDE HEDEF BELİRLEME VE<br />
ETKİLİ İLETİŞİMDE NLP<br />
B. Aydem ÇİFTÇİOĞLU AYDEMİR <br />
ÖZET<br />
Günümüzde bir çok işletme, örgütsel hedeflere ulaşmak için NLP<br />
tekniklerinden faydalanmaktadır. NLP bir sonuca varmak isteyen<br />
bireyler için her türlü şartta başarı getiren yeni bir tekniktir. Bu<br />
kapsamda Nero-linguistik programlama beynin deneyimlerimizi ve<br />
çevremizden edindiğimiz edinimleri nasıl kodladığı ile<br />
ilgilenmektedir. Söz konusu kodlama sistemi bireylerin iletişim ve<br />
davranışlarını etkileyen en önemli faktördür. Bu kapsamda<br />
çalışmada NLP tekniklerinin örgütlerde hedef belirleme ve etkili<br />
iletişim kurmada yöneticilere sağladığı faydalar tartışılmaktadır.<br />
Anahtar Kelimeler: İletişim, Hedef Belirleme, Motivasyon,Uyum<br />
Arş.Gör.Dr., Uludağ Üniversitesi, İİBF<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
SETTINGS GOALS AND EFFECTIVE COMMUNICATION<br />
WITH NLP<br />
B. Aydem ÇİFTÇİOĞLU AYDEMİR <br />
ABSTRACT<br />
Many organizations in world have used the technology of NLP to<br />
assist them to achieve their corporate objectives or goals. NLP is<br />
useful in any situation in which two or more people must<br />
communicate in order to produce results. NLP, or Neuro-Linguistic<br />
Programming, is the science of how the brain codes learning and<br />
experience. This coding affects all communication and behavior of<br />
human beings. It affects how we learn and how you experience the<br />
world around us. This paper investigate , how the managers<br />
manage NLP techniques in their profesional business life such as<br />
setting organizational goals and effectivly communicate with others.<br />
Keywords: Communication, Set Goals, Motivation, Coordination<br />
Arş.Gör.Dr., Uludağ Üniversitesi, İİBF<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
İşletmelerde Hedef Belirleme ve Etkili İletişimde NLP<br />
99<br />
GİRİŞ<br />
İş dünyasının geleceği ile ilgili birçok yayın, şirketlerin varlıklarını<br />
sürdürebilmeleri için köklü bir yeniden yapılanma sürecinden geçmesi gerektiğini<br />
vurgulamaktadır. Bu yapılanmanın etkili olabilmesi için tüm organizasyonun<br />
çehresini değiştirmek yerine altyapıyı oluşturan düşünce ve tutumların gözden<br />
geçirilmesi gerektiğinden bahsedilmektedir. Bir organizasyonda egemen olan kültür,<br />
genellikle yüksek konumdaki yöneticilerin ya da liderlerin kişilikleri, kültürleri,<br />
normlarının, inanışlarının ve tutumlarının dışa vurumu ile şekillenmektedir.<br />
Liderlerin, kişilikleri, kültürleri ve yönetim biçimi organizasyonun işleyişi ile<br />
bütünleşmektedir. Bu bağlamda örgütlerde arzu edilen yeniden yapılanma ya da<br />
değişim süreçlerinin başlangıç noktası, önderlerin düşünce ve davranış biçimlerindeki<br />
değişimdir. Yöneticilerin ya da liderlerin düşünce, tutum ve davranışlarındaki değişim<br />
örgüttün kültürüne yansıyarak tüm işletmeye yayılacak böylece örgüt genelinde bir<br />
değişim söz konusu olacaktır. 1<br />
Rekabettin küreselleştiği ve sınır tanımadığı görüldüğü günümüz iş<br />
dünyasında örgüt yapıları daha karmaşık ve esnek hale gelmiş, örgütlerin daha farklı<br />
yapılanmalara sahip olmasını gerekli kılmıştır. Bu kapsamda işletmeler başarıyı<br />
sağlamak ya da devam ettirmek için daha profesyonel iş gücüne ihtiyaç duymakta ve<br />
bu ihtiyaçlarını küresel pazarlardan karşılar hala gelmişlerdir. Dolayısıyla günümüzün<br />
işletmeleri, farklı normları, kültürleri hatta faklı lisanları konuşan bireyleri bir arada<br />
barındıran örgütler haline gelmiştir. Bu kapsamda günümüz işletmelerinin en önemli<br />
sorunu, söz konusu kültürel çeşitliliğe sahip bireyler arasında etkin iletişim ve<br />
koordinasyon sağlayarak, örgüt hedeflerine ulaşmak için hep birlikte hareket<br />
etmelerini sağlama olarak özetlenebilir. Bu zor görevi yerine getirebilmek için<br />
yöneticilerin alışıla gelmiş yöntemler yerine daha çağdaş daha yeni yöntemlere ve<br />
tekniklere başvurmaları gerekmektedir. Bu kapsamda Nero-lingustik programlama<br />
yöneticilere bireyler arası iletişimde uyumu sağlamada ve çalışanların örgüt hedefleri<br />
için çaba göstermelerini sağlamada yeni bir pencere açabileceği düşünülmektedir.<br />
Nöro-Linguistik Programlama (NLP) bir kişisel gelişim tekniğidir. NLP’nın<br />
temel prensibi, bireylerin düşünme biçimlerini tanıma ve onları yönetme becerisini<br />
kazandırmak olarak özetlenebilir. Bireyler NLP tekniklerini benimsedikçe<br />
yaşantılarını daha kolay yönlendirmekte, kendi deneyimlerini irdelemede<br />
ustalaşmakta ve başkalarının deneyimlerini yorumlamayı öğrenip, hem onlarla<br />
iletişim kurmada, hem de onlarla uzlaşıp ortak noktalar bulmada oldukça başarılı<br />
olmaktadırlar.<br />
Yönetim insanların insan tarafından, insanca, insan için arzu edilen amaçlara<br />
doğru yöneltilme sanatı olarak tanımlanabilir. Bu çerçevede hangi örgütte ve hangi<br />
kademede olursa olsun, yöneticilerin, kendi yetki, görev ve sorumlulukları içerisinde,<br />
çalışanların verimliliği artırmaları, iş doyumlarını sağlamaları, bireyler arasındaki<br />
çatışmaları ve uyumsuzlukları gidermeleri, örgütte takım ruhu geliştirmeleri,<br />
yenilikleri benimsetmeleri ve gelişmeye yönlendirerek, gerektiğinde de iş görenlerin<br />
1 Robert Dilts, NLP, Self –Organization Strategies of Change Management, Ancor Point Associates, Salt<br />
Lake City, Utah, July 1995<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
100<br />
B. Aydem ÇİFTÇİOĞLU AYDEMİR<br />
davranışlarını istenen yönde değiştirmeleri beklenmektedir. 2 Bu bağlamda NLP’nin<br />
günümüzde oldukça kapsamlı görevler üstlenen yöneticilere gerek bireysel<br />
yetkinliklerin geliştirilmesinde gerekse çalışan performansını artırma, çatışmaları<br />
çözme gibi günlük faaliyetleri yerine getirmede fayda sağlayacağı düşünülmektedir.<br />
Bu öngörüden hareket ile çalışmada NLP’nın yöneticilere etkili iletişim kurma ile<br />
hedef belirleme ve yürürlüğe koyma konularında sunduğu farklı davranış teknikleri<br />
tartışılmaktadır.<br />
NLP NEDİR<br />
Nöro-Linguistik Programlama (NLP) birey davranışlarının arkasında yatan<br />
düşünsel ve bilişsel süreçlerle ilgilenmektedir. Söz konusu süreçlerde değişimlerle<br />
kişisel mükemmeliğe ya da başarıya ulaşılacağını varsaymaktadır. 3 Bu kapsamda NLP<br />
‘Kişisel mükemmelliğin sanatı ve bilimi’ ve ‘Öznel deneyim araştırması’ olarak da<br />
adlandırılmaktadır. NLP başarısızlık doğuran eylemler ile başarı yada mükemmellik<br />
getiren edimler arasındaki farkın bireyler tarafından anlaşılmasına yardımcı<br />
olmaktadır. NLP, ‘İyi yaptığım bir şeyi nasıl yapıyorum’ ‘Onu nasıl daha iyi yapa<br />
bilirim’’Başkalarında hayranlık duyduğum becerileri nasıl kazanabilirim’ gibi<br />
sorulara hitap etmektedir. 4<br />
Nöro-Linguistik Programlama (NLP) düşünme, dil ve davranış süreçlerini<br />
inceleyerek, hedeflere erişmek amacıyla onların nasıl etkin kullanılacağını öğreten bir<br />
çalışma alanı olarak tanımlanmaktadır. Başka bir ifade ile NLP bireyler tarafından<br />
istenilen davranışsal sonuçlara ulaşmak için gereken mükemmelliğin irdelenmesine<br />
ve yeniden oluşturulmasına olanak sağlayan bir yöntemdir. 5 Bu kapsamda NLP’nin;<br />
açılımında,<br />
Nöro, bireylerin görme, duyma, tat ve koku alma duyularını kullanarak, dış<br />
dünya ile ilgili deneyimlerini bilinçli yada bilinçaltı düşüncelere dönüştüren<br />
nörolojik süreçler olarak tanımlanmaktadır. Nöronlar beynimizin ve zihnimizin bir<br />
bütün olarak işleyişini irdeler. Nöro, düşünmemize ya da algılamamıza, yani herhangi<br />
bir davranışın temelini oluşturan beyinsel süreçlere ve sinir sistemine yapılan bir<br />
göndermedir. NLP’nin en çok üstünde durduğu konu, bireylerin nörolojik süreçlerin<br />
etkinliğini artırmak ve yönete bilme becerisi kazanmaktır.<br />
Linguistik, dilin bireylerin deneyimlerini anlam kazandırmak ve bu<br />
deneyimlerini kendilerine ya da başkalarına iletmek için nasıl kullandığı ile<br />
ilgilenmektedir. Dili kullanılma biçimi, bireyin kimliğini ve düşünce biçimini dışa<br />
vurma şeklidir. Dil olmadan bilinçli düşüncelerin zihinde canlandırılması oldukça<br />
zordur. 6<br />
Programlamada ise kasıt bireyin deneyimlerini irdeleyerek, oluşum<br />
basamaklarını belirlemesi, hedeflerine ulaşmak için onları yeniden düzenlemesi<br />
2 Tamel Koçel, İşletme Yöneticiliği, (Beta Basım Yayım, İstanbul,2003), ss 581-609<br />
3 Robert Dilts, What is NLP, htpp//www.nlpu.com/article, 2009<br />
4 Harry Alder,Yöneticiler için NLP,(Sistem Yayıncılık Temmuz 98,İstanbul), s3<br />
5 Sue Knight, Uygulamalarla NLP,(Sistem Yayıncılık 95, İstanbul), s11<br />
6 Asley Dowlen, NLP-help or hype Investigating the usses of nero lingustic programing in management<br />
learning, Career Development International, Vol 1, Issue 1,1996,2<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
İşletmelerde Hedef Belirleme ve Etkili İletişimde NLP<br />
101<br />
anlatılmaktadır. NLP ye göre, bireylerin elde ettikleri sonuçlar ve onların birey ve<br />
diğer insanlar üzerindeki etkilerini kişisel olarak programlamak mümkündür. Her<br />
davranış bir dizi düşünce ve tutum sonucu oluşmaktadır. Bu diziyi belirleyecek<br />
davranışları kodlayıp, altyapılarının tanımlanması olasıdır. Dolayısıyla NLP’deki<br />
programlamada, bireylerdeki arzu edilen değişikliklerin gerçekleştirmek için duyular<br />
ve inançlar olmak üzere, düşüncelerin düzenleme ve programlama (bir bilgisayarı<br />
belirli görevler için uygun bir yazılımla programlamamız gibi) biçimi<br />
kastedilmektedir. 7<br />
NLP, insan organizmasında şaşırtıcı bir bilgisayar olan, fakat insanların<br />
kullanımı hususunda yeterli bilgiye sahibi olmadıkları beyinlerini, bilinçaltlarını nasıl<br />
daha etkin ve istedikleri gibi kullana bileceklerinin öğretildiği bir tekniktir.<br />
Beyinlerimiz henüz tanımlanmamış, el değmemiş bir kaynak gibidir. Yaptığımız<br />
benzetmeler, belleğimizde düşünce, tutum ve bilgilerimizi temsil yöntemimiz,<br />
depolama biçimimiz yalnız bize özgüdür. Bu kapsamda NLP bireylere belleklerini<br />
nasıl daha etkili kullanabileceklerini ve kontrol edebileceklerini göstermektedir.<br />
NLP’nin başlıca amacı, insanların daha etkili bir biçimde iletişim kurmasına yardımcı<br />
olarak, kişisel ve kişiler arası iletişimde mükemmelliği yakalamaktır. Herhangi<br />
birinin, iletişim, terapi, kişisel gelişim veya zihinsel kontrol alanlarında daha başarılı<br />
ve güçlü olmasını sağlamaktır. 8<br />
Bu teknik ilk olarak 1970’lı yılların başında psikolojiye ilgi duyan<br />
matematikçi Richard Bandler ve dil bilimci John Grinder ‘in kendilerine sordukları<br />
basit bir soruyla başlamıştır. Araştırmacılar, “sadece herhangi bir uzmanlık becerisine<br />
sahip bir kişi ile, aynı beceriye sahip olmasına rağmen konusunda daha üstün olan<br />
birisi arasındaki farkın nedeni nedir” sorusundan hareket ile NLP tekniğini<br />
geliştirmiştirler. Bu basit soru insanları dünyayı nasıl algıladıkları, nasıl düşündükleri,<br />
ne hissettikleri, beceri ve davranışların nasıl organize edebilecekleri konusunda bir<br />
model oluşturulmasına yol açmıştır. Bu model bazı tekniklerle kişilere tutum, bilgi ve<br />
becerilerinde değişimler yaratabilecekleri yol gösterici prensipler ortaya koymuştur.<br />
Başlangıçta amaçı, başarılı terapisçilerce kullanılan iletişim davranış<br />
modelini tanıtarak, bu modelin başkalarına aktarılabilmesini sağlamak ve kuramdan<br />
çok, daha iyi iletişim, hızlı öğrenme ve herhangi bir alanda kişisel başarı için<br />
kullanılabilecek bir model geliştirmek olarak özetlenen, zaman içerisinde,<br />
Antropolojı, psikoterapi, biyoloji ve sibernet alanlarından, önemli katkılar sağlanan<br />
NLP 9 kendi kültürünü oluşturmuş ve kullanım alanları ve yöntemleri oldukça<br />
gelişmiştir. NLP belli varsayımlara dayanmaktadır. NLP’nın işleyişini daha kolay<br />
anlayabilmek için söz konusu öğeleri kısaca vurgulamak gerekmektedir.<br />
7 Knight, a.g.k, s 15<br />
8 Heather Skınner, Paula Stephens, Speaking the Same Language : The relevance of nero-lingustic<br />
programing effective marketing communications, Journal of Marketing Communications, Vol 9, 2003, s<br />
179; Wolfgang Bernard, NLP and Beyond, The Original Belief Process, (http//www./nlp/nlp/htm), 2006<br />
9, A.g.k ,s 18<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
102<br />
B. Aydem ÇİFTÇİOĞLU AYDEMİR<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
NLP bireyin kendi ile başlamaktadır. NLP göre birey kendisine inanır ve<br />
yönlendirmeye başlarsa çevresini de yönlendirebileceği varsayımına<br />
inanmaktadır. 10<br />
NLP’ye göre bilinçsiz süreçler, bilinçli süreçlerden daha güçlüdür. NLP<br />
hem bilinçli, hem de bilinçaltını hareketlendiren yöntemleri<br />
içermektedir.<br />
Bireylerin kimliği, inançları, sözleri ve davranışları arasındaki tutarlılık<br />
kişisel başarısının temelini oluşturmaktadır. Bu kapsamda NLP kimlik,<br />
inanç, sözler ve davranışlar arasında uyumu esas almaktadır. 11<br />
NLP bireylerin çevrelerini, bireye özgü nero-linguistik haritalarına bağlı<br />
olarak algıladıklarını ve bu haritaya bağlı olarak davranışlarını<br />
biçimlendirdiklerini varsaymaktadır.<br />
Birey ve çevresi sürekli olarak etkileşim içerisindedir ve bireyleri izole<br />
etmenin mümkün değildir. Bu nedenle NLP ‘de birey ile çevresi<br />
arasında bir dengenin oluşturulması gerektiği üzerinde durulmaktadır. 12<br />
NLP, başarıya ulaşmak için gereksinimimiz olan tüm kaynaklara bireyin<br />
sahip olduğu varsayarımı ile hareket eder. NLP söz konusu bu kaynakların en etkin<br />
biçimde birey tarafından kullanılması üzerinde durmaktadır. NLP bir öğrenme, kişisel<br />
gelişim ve olgunlaşma sürecidir. NLP’nin kişisel gelişim tekniği olduğu gerçeğinden<br />
yola çıkılarak, gelişim süreci içerisinde bireylere fayda sağladığı ana konulardan da<br />
bahsetmek gerekmektedir. Bu kapsamda NLP genel olarak,<br />
Öğrenmeyi etkin kılma,<br />
Kendimizin ve başkaların dünyayı nasıl algıladığını açıklama,<br />
İç ve dış iletişimi etkinleştirme,<br />
Bireysel potansiyeli, performansı doruğa çıkarma, 13<br />
Bilgiyi, daha etkin kullandırma,<br />
Kişilerde davranışsal değişimi gerçekleştirme,<br />
Duyarlılığımızı artırarak davranış ve tutumlardaki titreşimleri sezinleyip<br />
yorumlama yeteneği sağlama, 14<br />
Geçmişte yaşanan ve bireyler üzerinde kötü etkiler bırakan olayların<br />
tesirini azaltmada,<br />
Sigara içme gibi kötü alışkanlıklardan uzaklaşmada,<br />
Bir takım alerji hastalıklarının tedavisi gibi konularda bireylere fayda<br />
yaratmaktadır. 15<br />
Daha çok kişilik ile ilişkili psikolojik problemleri çözümlemek üzerine<br />
kurgulu gibi görünen bu program günümüzde rekabetçi, hızla değişen ve yenilenen iş<br />
dünyasında yöneticiler tarafından da faydalanılmaktadır. Günümüzde NLP,<br />
10 Robert Dilts, Belief Change Cycle,http//www.nlpu.com/article.htm, 2006<br />
11<br />
Knight, a.g.k, s 4<br />
12<br />
Robert Dilts, What is NLP, http//www.nlpu.com/article.htm, 2009<br />
13 Robert Dilts, Motivation, http//www.nlpu.com/article.htm 2006<br />
14 Robert Dilts, New Behavior Generator Strategy , http//www.nlpu.com/article.htm,2006<br />
15 Robert Dilts, Allergy Process , http//www.nlpu.com/article.htm, 2006<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
İşletmelerde Hedef Belirleme ve Etkili İletişimde NLP<br />
103<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Hedef belirleme, bireyler arasındaki çatışmaları çözme, anlaşma ve<br />
uzlaşma sağlamada 16<br />
İletişimde ikna ediciliği arttırma,<br />
Topluluğa karşı ya da birebir sunumlarda iletişimden zevk almaya ve<br />
iletişim konusunda gelişme sağlamada,<br />
Olumsuz inançlar yerine, işletmede çalışanları güçlendirecek olumlu<br />
inançlar koymada ve benimsetmede,<br />
Yöneticilerin önemli ve stresli zamanlarında ruh hallerini kontrol<br />
edebilmelerinde,<br />
Yöneticilerin geçmişteki birikimlerini, doğal becerilerini alıp, istedikleri<br />
zaman kullanabilme yetisi kazanmalarında,<br />
Yöneticilerin diğerlerinde hayranlık duydukları becerileri kendilerinde<br />
uygulamada 17 18 konularında yöneticilere ve işletme yönetimine destek olmaktadır.<br />
Hızla değişen iş dünyasında, tek bir konuya özgü becerilere duyulan<br />
gereksinimin yerini, öğrenme ve uyum sağlama becerileri almıştır. Her gün daha<br />
fazla örgüt, çalışanlarının kendi performanslarını değerlendirebilecekleri, kendi<br />
çevrelerindeki engelleri yıkarak potansiyellerin doruğuna çıkarabilecekleri yöntemler<br />
araştırmakta ve bu amaçla, çoğu örgüt kendi içlerinde eğitim ve öğretim birimleri<br />
oluşturarak, çoğu zaman milyon dolarları bulan maliyetleri göze almaktadırlar.<br />
Bütçelerine büyük külfetler getiren bu eğitimler ve eğitim birimleri ile işletmeler<br />
rekabet avantajı yakalamaya ve tüketicilerinin gözünde diğerlerine göre daha üstün<br />
olduklarını göstermeye çalışmaktadırlar. Eğitim programlarının etkinliği ya da<br />
geçerliliği tartışılmamaktadır. Ancak alışılmış yöntemlerle işletmeler yalnızca<br />
sıradan, her firmanın sahip olabileceği sonuçlar elde edeceklerdir. Oysaki rekabette<br />
farkı yaratan eğitimin kendi değil eğitilen kişilerdir. Başarının sırrı eğitilen kişilerin,<br />
eğitimden ne aldıkları, ne kadar aldıkları ve öğrenilen bilgilerin ne kadarını gündelik<br />
yaşantılarına geçirdiklerinde yatmaktadır. Geleceğin anahtarı kişilerin içinde saklıdır.<br />
Yöneticilerin düşüncelerini, davranışlarını ve iç çatışmalarını yönetmedeki<br />
ustalıkları, yaratıcılığa ve işbirliğine dayalı bir geleceğin kapılarını açmakta,<br />
mensubu oldukları işletmeleri çağa ayak uyduran ve diğerlerine göre fark yaratan<br />
kurumlar haline getirmektedir. 19 Kısaca özetlemek gerekirse; organizasyonlar<br />
mükemmellik arayışındadırlar. Mükemmel organizasyon yapıları, mükemmel<br />
insanlarla (tek tek insanlarla ve özellikle yöneticilerle) ortaya çıkmaktadır. Bir<br />
insanın neyi motive ettiğini, en iyi sonucu hangi tür iletişimin verdiğinin bilinmesi,<br />
bir grup ya da bir organizasyon düzeyinde etkili olmanın en önemli unsurudur. 20<br />
NLP’nin işletmelere sağladığı en önemli fayda örgütsel etkinliğin temeli olan birey<br />
ve davranışları üzerinde yarattığı olumlu değişimdir. 21 NLP’nim etkisi ister öğrenme,<br />
16 Robert Dilts,Resolving Conflicts With NLP ,http//www.nlpu.com/article.htm, 2006<br />
17 Herry Alder, Başarının Sırrı NLP, (Sistem Yayıncılık İstanbul, 1998) s 8<br />
18<br />
Graham Yemm , Can NLP help or harm your business Management Service, 50, 2, 2006, s 44<br />
19<br />
Jeffrey Pfeffer, Rekabette Üstünlüğün Sırrı İnsan, (Sabah Yayınları, 2. Baskı, 1994), ss 5-8<br />
20 Koçel, a.g.k, s 633<br />
21 Robert Dilts, The New Leadership Paradigm, http//www.nlpu.com/article.htm, 2006<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
104<br />
B. Aydem ÇİFTÇİOĞLU AYDEMİR<br />
ister iletişim isterse hedefe ulaşma yada sorun çözme alanlarında olsun her düzeyde<br />
değişimi meydana getirmektedir. 22<br />
NLP bir kişisel gelişim programıdır. Bu kapsamda İşletmelerin en büyük<br />
kaynağı olan insanlar geliştikçe işletmelerinde gelişmemesi olanaksızdır. Kendini iyi<br />
tanıyan bir lider, yetenek ve becerilerini diğerlerine kolayca aktarabilir, iyi kurulan<br />
iletişim, tüm organizasyonu etkileyerek, daha verimli çalışılmasına olanak<br />
sağlamaktadır. Güçlü bir vizyon yaratmada ve organizasyonları bu vizyon etrafında<br />
toplamada, karşılıklı güven ortamı yaratmada, istediğimiz içsel kaynaklara ulaşmada<br />
NLP tekniklerinin ve modellerinin yöneticilere fayda sağlayacağı oldukça açıktır.<br />
Yöneticilerin davranış, tutum ve düşüncelerinde yaratıkları değişimler çevrelerine<br />
yansıyarak zamanla çoğunluğu etkileyebileceğini söylemek mümkündür. Bu<br />
kapsamda NLP teknikleri yöneticilere iki temel alanda fayda yaratmaktadır. İlki doğru<br />
hedef belirleme ve söz konusu hedeflere ulaşma konusunda motivasyon sağlama<br />
diğeri ise iletişimde etkinlik sağlama olarak özetlenebilir.<br />
1.Nlp ve Etkili İletişim<br />
Bireyleri başarılı kılan özelikleri, etkili iletişim yetenekleri olup olmadığı ve<br />
diğerleri ile nasıl iletişim kurduklarıdır. Diğerleriyle etkili iletişime kurma<br />
yeteneğimiz onların nasıl düşündüklerini anlamamızı (kişisel dünya haritası)<br />
kolaylaştırmakta ve yaşamımızın kalitesini yükseltmektedir. Ancak istenilen başarılı<br />
iletişim için bireylerin öncelikle kendisi ile iletişim (öz iletişim) kurması<br />
gerekmektedir. Etkili bir iletişim için bireyin önce kendisini tanıması ve ne istediğini<br />
bilmesi daha sonra başkasının zihnine girerek olayları ya da süreçleri nasıl algılandığı<br />
çözülmesi gerekmektedir. Bireyler ancak bu şekilde iletilen mesajların karşınızdaki<br />
birey tarafından doğru ve anlamlı olarak algılanıp algılanmadı tespit edilebilmektedir.<br />
Söz konusu iletişim becerisi yöneticiler için çok önemli bir yetkinlik alanıdır. Örneğin<br />
bir Genel müdürün geçici olarak işten çıkarmaların ardından personellin güvenini<br />
tazelemeye yönelik özenle hazırlanmış bir konuşması personel tarafından tamamen<br />
yanlış yorumlanmış, amacına ulaşmak bir yana, korku ve güvensizlik yaratıp verimi<br />
düşürmüştür. 23<br />
İletişim kurmak, bir yöneticinin etkinliğinin temel unsurudur. İletişim,<br />
özellikle konu liderlikse başarı ölçütleri listesinde daima üst sıralarda yer almaktadır.<br />
24<br />
Doğru iletişim, insanın zihninden bir başkasının zihnine aktarım yapabilmektir.<br />
Organizasyonlar birer iletişim yumağıdır. Organizasyonlarda, iletişim mesajların<br />
yukarıdan aşağıya, bazen de aşağıdan yukarıya aktarma çabası içinde sürmektedir. 25<br />
Araştırmalar işletmelerde yaşanan en büyük sorunun, örgüt içindeki bu iletişim<br />
çabasının arzu edildiği gibi işlememesinde kaynaklandığını göstermektedir. Kişilerin<br />
ya da bölümlerin birbirleri ile doğru iletişim kuramamasının işlerin aksatmakta hatta<br />
yanlış yapılmasını sağladığını söylemek mümkündür. Doğru iletişim, kullanılan araç<br />
22 Harry Alder,Yöneticiler için NLP, (Sistem Yayıncılık, 1998, İstanbul), s 14<br />
23 Alder, Yöneticiler……, a.g.k, s 4<br />
24 Koçel, a.g.k, ss 15-20<br />
25 Zeyyat Sabuncuoğlu, İşletmelerde Halkla İlişkiler,(7 Baskı ,Aktüel 2004, İstanbul), ss 42-51<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
İşletmelerde Hedef Belirleme ve Etkili İletişimde NLP<br />
105<br />
ne olursa olsun bir beyinden diğerine bilgi aktarımı olarak tanımlanmaktadır. Ancak,<br />
uygulamada söz konusu sürecin çokta kolay yürümediği görülmektedir. 26<br />
Bir iletişimin anlamı, yol açtığı tepkidir. Her davranış gibi iletişiminde bir<br />
amacı vardır. İletişim çabalarımız bir eyleme ya da bir nedene dayalıdır. Örneğin<br />
bildirmek, ikna etmek, korkutmak ..gibi nedenler diğerleri ile iletişime geçme<br />
nedenimiz olarak düşünülebilinir. Bu yüzden eylemlerin sonuçları ve söz konusu<br />
sonuçların nasıl daha açık, güçlü yapılacağına ilişkin her şey kurulan iletişimin<br />
etkinliğine bağlıdır. İletişimde başarıyı iletişim kurma amacı ile iletişim kurulan kişi<br />
ya da kişiler arasındaki uyumun belirlediğini söylemek mümkündür. NLP, iletişim<br />
açısından çok önemli olan uyumlu ilişkinin nasıl kurulup sürdürüleceğini konusunda<br />
bireylere yol göstermektedir. NLP’de iletişim süreci, bireyin kendisini iyi tanıması<br />
yani zihin haritasını çıkarması gerektiği, bireyin kurulacak iletişimden ne<br />
beklenildiğinin tam olarak karar vermesi, iletişim kurulacak kişinin zihin haritasının<br />
çıkarılması (Vücut dili, dili kullanma biçimi), taraflar arasında ortak noktaların<br />
bulunmaya çalışılması, iletişim için uygun ortam ve metodun seçimi ve karşı tarafa<br />
aktarılacak bilgiye karar verilmesi olmak üzere beş ana aşamadan oluşmaktadır. 27<br />
Bireyler kendi algılama biçimlerine göre olayları, insanları değerlendirir ve<br />
kaydederler. Buna kişinin dünya haritası ya da bakış açısı, paradigması denmektedir.<br />
Bireyler yaşadıkları olayları ya da duyumları kendi kişisel filtrelerinden geçirmekte,<br />
söz konusu süzme işleminden sonra ise beyinlerine kaydetmektedirler. Bu süzme<br />
işlemi sürekli ve bilinçsiz olarak bireylerin bilinçaltlarına yerleşmektedir. Söz konusu<br />
süzme işleminde bireylerin kendi inançları, varsayımları, deneyimleri ve kriterleri<br />
büyük rol oynamaktadır. Doğru ve sağlıklı bir iletişimin en önemli noktası bu kişisel<br />
paradigmaları anlamaya çalışmakla başlamaktadır. İletişime geçmek istediğimiz<br />
bireyin ya da bireylerin zihin(dünya) haritalarını ya da paradigmalarını çözümlemek o<br />
birey ile en uygun iletişim metodunu, şeklini ve zamanını bulmamıza yardımcı<br />
olmaktadır. Bireyler ancak böylece doğru iletişimi başlatmaktadır. Aksi taktirde doğru<br />
iletişim kurmak pek mümkün olmamaktadır. Ancak iletişime geçilmek istenen<br />
bireylerin dünya ya da zihin haritalarını çıkarmak pek de kolay değildir. Bu nokta da<br />
bireylere NLP önemli ipuçları sunmaktadır.<br />
İnsanların duygu ve düşünceleri bedenleriyle bir bütünlük içermektedir.<br />
Beden dilleri, konuşma tarzları, kullandıkları kelimeler onların kişiliklerini,<br />
değerlerini, normlarını yansıtmaktadır. Başka bir ifade ile bireyler görsel, işitsel,<br />
duygusal olarak algılamada secicilik göstermektedirler. Bu secicilik onların<br />
paradigmaları hakkında bizlere ipuçları vermektedir. Bireyler kendi algılama ve<br />
biçimlendirme yöntemlerine göre iletişim kurama eylemindedirler. Bireyler beş<br />
duyularından edindikleri algılamaları, kişisel hassasiyetlerine göre duygu ve<br />
düşüncelerini biçimlendirmek için kullanırlar. NLP’ye göre bu algılamalar Görsel,<br />
İşitsel, Duygusal olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Bireyler hangi tür algılamalarını<br />
güçlü ya da ön planda olduğunu konuşma dillerinde ve hareketlerinde belli ederler.<br />
Bu üç düşünme sistemini anlayabilmek ve iletişime geçmek istediğimiz bireylerin<br />
hangi tür algılama biçimine yatkın olduğunu öğrenmek için bazı anahtar ipuçlarının<br />
26 Skiner, Stephens, a.g.k, s 180<br />
27 Dowlen, a.g.k, s 3<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
106<br />
B. Aydem ÇİFTÇİOĞLU AYDEMİR<br />
öğrenilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda aşağıda bireylerin algılama biçimlerinin<br />
hangi düşünme biçimine dahil olduğunu gösteren bazı anahtar sözcükler<br />
tanımlanmaktadır.<br />
GÖRSEL İŞİTSEL DUYGUSAL<br />
Görmek ses etki<br />
Odaklanmak duymak denemek<br />
Berrak söylemek hissetmek<br />
Parlak anlatmak dokunmak<br />
Resim tıkırtı koklamak<br />
Puslu konuşmak gergin<br />
Renk gürültü kaba<br />
Görüntü patırtı gevşek<br />
Bulanık tını şiddetli<br />
NLP’ye göre yukarıda sıralanan kelimeleri bireylerin kullanma biçimleri o<br />
bireylerin hangi düşünme sistemine dahil olduğunu konusunda bizlere yardımcı<br />
olmaktadır. Örneğin görsel unsurlara önem veren ya da görsel algıları daha açık olan<br />
bireyler konuşmalarında ; “Durum biraz bulanık, Çok renkli bir kişiliği var,Önümüz<br />
açık, Konuyla ilgili görüşleri pek net değil, Geleceği daha parlak görünüyor..vb.”<br />
ifadeleri tercih ederken işitsel düşünme biçimini tercih edenler ; “Uyum içindeyiz,<br />
Nasıl olduğunu anlat bana, Kulağa ne kadar hoş geliyor, Bunu söylemene sevindim”<br />
gibi duygusal düşünme sisteminde ise ; “Sancıdan iki büklüm oldu, Anlatmak<br />
istediğini kavradım, En içten dileklerle,Çok dokunaklı,Gururuma dokundu” gibi<br />
cümleler kurmayı yeğlemektedirler. 28 Bu tür kelimeler ya da kalıplar kullanan birinin<br />
hangi sınıfta olduğunun algılanıp, söz konusu kişiyle ona göre iletişim kurulmak yani<br />
onun düşünme sistemi ile bir başka ifade ile görsel ile görsel, duygusal ile duygusal<br />
iletişime geçmek iletişimin başarısı ve bireyler arası uyum için oldukça önemlidir.<br />
Örneğin işitselliğin ön planda olan bir biriyle, duygusal iletişim kurmaya çalışmak<br />
bizi istediğimiz sonuçlara geç götürebilir. Hatta ters bir etki yaratarak iletişimi<br />
bitirebilir. Duygusal iletişim yerine işitsel öğeler ile pekiştirilmiş bir iletişim biçimi<br />
seçmek iletişimin etkinliğini artıracak ve bizi istediğimiz noktaya götürecektir. Doğru<br />
iletişim biçimi ya da yaklaşımı, iletişimi kurup güçlendirdiği gibi karşımızdakinin<br />
iletişime olan motivasyonunu da artırmaktadır. Özellikle karşımızdaki bireyleri ikna<br />
etmede bu sınıflar bizlere oldukça fazla yardım etmektedir. Çünkü insanların ikna<br />
olmaları onların süzgeçlerinden geçebilmeye, bireylere ulaşmaya bağlıdır, bireyler<br />
ancak bu şekilde ikna olmaktadır. 29 Benzer biçimde bireylerin dili düzgün<br />
kullanmaları iletişimin etkinliğini artıran bir diğer önemli unsurdur. İletişim<br />
uzmanları, konuşmalarını dinleyicilerin etkin düşünme biçimlerine göre<br />
düzenlemektedirler. Böylece konuşmalarının giriş bölümünde, iletişim kanallarının<br />
28 Stanley CONNELL III, NLP Techniques for Sales people, Training and Development Journal , 1984,<br />
s 46<br />
29 Knight, a.g.k, s 41<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
İşletmelerde Hedef Belirleme ve Etkili İletişimde NLP<br />
107<br />
açılmasını sağlamaktadırlar. İletişimde, uygun iletişim kanalını açmamak farklı<br />
dillerde konuşan iki yabancını iletişimine benzetilebilir. Bu yabancılar birbirlerini<br />
anlayamaz, hatta yanlış anlaşırlar. Bu nedenle karşımızdaki bireyin yöntemiyle<br />
iletişim kurmak, onunla aynı dilli kullanmak demektir.<br />
Zenginleştirilmiş iletişim, bireylerde motivasyon ve bağlılık sağlamanın<br />
temel unsurudur. Dinleyicilerinizin gözlerine ve kulaklarına hoş gelen, duygularını<br />
okşayan konuşmalar dikkatleri canlı tutmakta ve konuşmacının daha kolay<br />
anlaşılmasını sağlamaktadır.<br />
NLP, herhangi bir olguyu sunarken veya insanlarla iletişimde bulunurken<br />
tümden uyumu sağlamayı önermektedir. Zihinsel uyum iç huzuru, fiziksel uyum ise<br />
sağlığı temsil etmektedir. Uyum aynı zamanda mükemmel ilişkiler kurmak için elde<br />
edilmesi gereken bir beceridir. İletişim kurmak uyumun temelini oluşturmaktadır.<br />
Ancak iletişim yalnızca dille olmamakta, göz teması gibi beden dili de iletişimin<br />
sürekliliğini sağlamaktadır. Örneğin gözler karşınızdaki birey ile yaptığınız iletişimin<br />
etkinliğini ifade ettiği gibi iletişimde geri beslenmenin alınmasında da yardımcı<br />
olmakta hatta göz hareketleri karşımızdaki bireyin düşünceleri hakkında bize ipuçları<br />
vermektedir. 30 Bu nedenle iletişimde beden dili ve sözcüklerin (içeriğinin) tümünün<br />
aynı mesajı verecek tarzda, anlam taşıması gerekmektedir. Bireylerin iletmek<br />
istedikleri mesajla, mesajı iletme tarzları birbirine uyumlu olup, birbirini<br />
desteklemelidir.<br />
Bireyler arası uyum, başkalarının bakış açısını görebilmeyi, onlarla aynı<br />
düzeyde iletişim kurup, duygularına saygı göstermeyi gerektirir. Uyum, etkili<br />
olmasını arzuladığımız tüm iletişimlerin en önemli unsurudur. İş dünyasında birçok<br />
karar, teknik beceriden çok karşılıklı uyuma bağlı olarak alınmaktadır. Ancak<br />
karşılıklı uyum anlık olarak değil, zamana bağlı olarak gelişen bir süreçtir. Uyumlu<br />
ilişkiler kurma ve bu ilişkileri sürdürme becerileri, NLP çalışmalarının üzerinde<br />
durduğu en önemli konudur. Çünkü çevrelerini ekileme ve değişim yaratma<br />
konusunda uzmanlaşmış kişilerin, başarılarındaki en önemli etkenin uyumlu<br />
iletişimler kurmak olduğu görüşü paylaşmaktadır. Benzer biçimde işletmelerdeki<br />
birçok yönetim sistemi, sistemin olumsuz özelliklerinden çok, uyum ortamı<br />
oluşturulmadan kullanılmak istenmesi nedeniyle başarısızlığa uğramaktadır. Uyum,<br />
iyi iletişimin, etki uyandırmanın ve değişim sağlamanın ön koşulunu oluşturmaktadır.<br />
Çevrenizdekilerin bedensel durumlarına dikkat ettiğimizde, karşılıklı uyum<br />
sağlayan kişilerin, çoğunlukla benzer duruş biçimlerini, hareket ve mimikleri<br />
sergilediklerini, aynı zamanda gülüp, konuşmalarını aynı biçim ve ritimde<br />
sürdürdüklerini gözlemlemekteyiz. Bu durum iki ya da daha fazla kişinin uyum içinde<br />
olduğu durumlarda daha net gözlenmektedir. Çevreleriyle derin bir uyum içinde olan<br />
kişilerle yapılan çalışmalarda, uyumlu bireylerin onlarla etkileşime katılan insanlarla,<br />
duruş, hareket ve mimikler, nefes alışveriş, ses tonu ve sesin niteliğini, kullandıkları<br />
dilin içerdiğinde (görsel, işitsel, duygusal) kilit sözcüklerinde, inançlarında,<br />
değerlerinde, konularında benzerlik sergiledikleri görülmektedir. Karşılıklı uyum<br />
ortamı oluşturmak, anlamlı birçok etkileşim için önemli bir zorunluluktur. Verimli bir<br />
görüşmenin, etkili bir toplantının, önemli bir mülakatın uyum ortamı oluşmadan<br />
30 Robert Dilts, Eye Movements and NLP, http//nlpu.com/article.html, 2009<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
108<br />
B. Aydem ÇİFTÇİOĞLU AYDEMİR<br />
gerçekleşmesi imkânsızdır. Uyum bir etkileme yöntemidir. Bir bireyle iletişim<br />
kurulduğunda, iletişim kuran kişide kurulanda bir sistemin bir parçası olurlar. Bu<br />
sürece katılan kişiler, sözcüklerin anlamını ve konuşmacının hedeflerini kolayca<br />
anlarlar, birbirlerinin duygularına saygı gösterirler. Bu, herkesin birbiriyle sürekli<br />
aynı fikirde olduğu anlamına gelmemektedir, yalnızca birbirlerini anladıklarını<br />
anlamaya çalıştıkları anlamına gelmektedir.<br />
İletişimde uyum sağlamanın unsuru, karşımızdaki bireyin durumuna, tarzına<br />
ve duygularına saygı duyarak ona ayak uydurmaktan geçmektedir. Karşımızdaki birey<br />
ya da bireyler endişeli görünüyorsa endişesini anlayıp uyum gösteririz, hoşça vakit<br />
geçirip eğleniyorsa, bizde onun eğlencesine katılarak eğlenir ona uyum göstermiş<br />
oluruz. Bu bağlamda karşılıklı uyum için iletişime geçtiğimiz birey ya da bireylerin<br />
ruh hallerini anlamak ve ona göre davranmak gerekmektedir.<br />
Karşımızdaki bireyin kişiliği uyumlu ilişkiler kurmada önemli rol<br />
oynamaktadır. Bazı bireyler çevrelerini algılamada ve sınıflandırmada ortak özelikleri<br />
dikkate alırken, bazıları ise farklılıkları dikkate almaktadırlar. Örneğin bir birey ortak<br />
eğilimleri yakalarken ya da dikkat ederken diğerinin dikkatini bir istisnalar<br />
çekebilmektedir. Bu noktada uyumlu bir iletişim ya da ilişki için karşımızdaki bireyin<br />
çevreyi nasıl algıladığını çözümlemek gerekmektedir. Uyumu temel alan bir insan<br />
genelleme yapma eğilimindedir. ‘Uyumsuz ‘bir insan ise genelde özgül yanlarla<br />
uğraşmaktadır.<br />
Uyum yalnızca başka insanlarla uyumlu iletişim demek değildir. İnsanlar<br />
aynı zamanda kendi içleriyle de uyumlu ilişkiler kurmalıdırlar. Buna tutarlılık<br />
denmektedir. Bireyin kendisi gerçekten coşkulu değil ise, başkalarında coşku<br />
uyandırması pek mümkün değildir. İşte bu noktada büyük önem sahibi olan tutarlılık<br />
ortaya çıkmaktadır. Kurulan iletişimde, bireylerin kullandıkları sözcüklerle onlara<br />
eşlik eden fizyoloji ve ses tonu gibi karakteristik özellikleri arasında bir uyum olması<br />
gerekir. İçten olmayanı fark etmeye yeteneğimiz, çoğu kez altıncı hissimize bağlansa<br />
da bu muhtemelen iletişimin tutarsızlığını farkında olmadan yorumlamamızdan<br />
kaynaklanmaktadır. İletişim açısından, bir insanın içindeki tutarlılık diğer insanlarla<br />
arasındaki tutarlılık kadar önemlidir. Tutarlı davranışlar hem başkalarını etkilemede<br />
hem de içsel tatminde çok önemlidir. Çünkü bir insanı motive edende, harekete<br />
geçirende içsel tatmin, içsel davranışlardır. Bunların tutarlılığı hedeflere ulaşmada<br />
veya insanlara bu hedefleri benimsetmekte ve inandırmada oldukça etkilidir.<br />
Yöneticilerin diğerleri ile uyum sağlayarak yönlendirebilecekleri durumlar genel<br />
olarak şu şekilde sıralanmaktadır.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Bir tartışmada ya da mülakatta gergin olan ve çekingen olan adayı<br />
rahatlatmakta,<br />
Sabit fikirlerle çalışmayı sürdürmek isteyen bir elemana ya da birime<br />
çalışma yöntemlerini anlatmakta,<br />
Kızgın birinin sakinleşmesine yardımcı olmakta,<br />
Şüpheci bir meslektaşı ya da müşteriyi ikna etmede,<br />
Bir sorunu hafife alan insanın soruna daha ciddi yaklaşmasını sağlama,<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
İşletmelerde Hedef Belirleme ve Etkili İletişimde NLP<br />
109<br />
Toplantıya düzen getirme, kapanışa götürme veya bir grubu önemli bir<br />
konu hakkında ikna etmede,<br />
Uyuşuk bir çalışanı coşkulu hale getirmede,<br />
Mevcut durumda bir değişiklik yaratma. 31<br />
Şirket yöneticileri, çalışanları ile arasındaki çatışmaları çözmek, bireyler<br />
arasında uyum sağlamak durumundadır. 32 Yöneticilerin yukarıda aktarılan faydaları<br />
elde etmek için bireyler arası uyumu nasıl sağlayacakları ve NLP ‘nın bu konuda<br />
yöneticilere sunduğu teknikleri incelediğimizde aynalama tekniğinin uyumlu iletişim<br />
için oldukça sık kullanılan bir yöntem olduğunu söylemek mümkündür.<br />
Çevremizi incelediğimizde birbirleri ile iletişim içerisinde olan bireylerin<br />
eğer uyumlu bir iletişim içinde iseler aynı fiziksel duruş ve tavırları benimsedikleri<br />
uyumlu değil iseler farklı duruş ve tavır içinde oldukları hemen fark edilecektir.<br />
Birbirleri ile uyumlu bireyler bir caddenin köşesinde konuşur veya bir masanın<br />
üzerinde birbirlerine doğru eğilmiş dururlarken, siluetleri aynı profile sahipmiş gibi<br />
görünür. Bu davranış biçimi “aynalama” olarak adlandırılmaktadır. Bu uyuşma, sesin<br />
hızı, yüksekliği ve tonun uyuşmasına kadar gidebilmektedir. Beden dili sizinkinden<br />
çok farklı olan (örneğin sizin açık, olumlu duruşunuza karşın, bacak bacak üstüne<br />
atıp, kollarını kavuşturarak oturan) bir insanla iletişim çok zor olabilmektedir. Yüz<br />
ifadesinin tüm nüanslarının, yanı sıra vücudunuzun diğer tüm duruşları ve tavırları da<br />
bu fizyolojik uyuşmaya dayalıdır. Yüzlerimiz açık birer kitap gibidir. Yüz<br />
uyuşmasında uyumlu bir ilişki yaratabilmektedir. 33 Bu nedenle yöneticilerin<br />
karşısındaki bireyle uyum sağlamak istiyor iseler onunla aynı ya da benzer beden<br />
şekline geçmeleri gerekmektedir. Bu durum aynalama ile uyum olarak<br />
tanımlanmaktadır. Bilinçli olarak aynalama görüntüsü bazı durumlarda rahatsız edici<br />
olabilmekte veya korkutucu gelebilmektedir. Bu tür durumlarda ise “örtülü uyuşma”<br />
veya “örtülü aynalama” olarak bilinen hafifletilmiş bir versiyonunu da<br />
kullanılmaktadır. Örneğin biri ellerini kavuşturmuşsa, yöneticilerde de bacak bacak<br />
üstüne atabilirler. Karşımızdaki birey çenesini elleri arasına almışsa bizde sadece bir<br />
elinizle yüzünüze dokunarak onunla uyum sağlayabiliriz. 34<br />
Yöneticiler karşılarındaki bireye ayak uydurduktan sonra onun ruh halini<br />
aradaki uyumlu ilişkiyi bozmadan değiştire bilirler. Örneğin aynama tam olarak<br />
gerçekleştiğinde başka bir ifade ile karşımızdaki birey ile bir uyum sağlandığında<br />
yöneticiler, ufak değişimler ile bilinçli olarak karşısındaki bireyi belirli bir ses tonuna,<br />
yüz ifadesine ya da fizyolojik duruşa doğru yönlendirebilirler. 35 Bu teknik hem sosyal<br />
yaşamda hem de iş yaşantısında uyumlu iletişim ve davranışlar sağlamada bireylere<br />
yol gösterici rol oynamaktadır. Aslında çoğumuzun gündelik yaşamda farkında<br />
olmadan kullandığı hatta çokta başarılı olduğu bu yöntem basit görünse de<br />
31 Alder, Yöneticiler…….a.g.k,s 41-42<br />
32 Koçel, a.g.k, s 664<br />
33 Robert Dilts, Some Beginig Modeling Drills and Exercises, http//www.nlpu.com/article.htm , 2006<br />
34 Conell, ag.k, ss 44-45<br />
35 Alder, Başarının……, a.g.k, ss 93-102<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
110<br />
B. Aydem ÇİFTÇİOĞLU AYDEMİR<br />
organizasyonlarda bazen büyük sorunların oluşmasını engelleyecek nitelik taşıya<br />
bilmektedir.<br />
2. Nlp ve Hedef Belirleme<br />
Üstün başarı sergilemiş kişilere, organizasyonlara ya da takımlara<br />
bakıldığında, bu kişileri farklı kılan özelliğin hedef belirleme konusundaki başarıları<br />
olduğu göze çarpmaktadır. Onların, gelişi güzel belirlenmiş ve kolayca unutulan<br />
hedefler yerine, gelecek için kendilerini zorlayan, motive eden, yönlendiren ve<br />
manevi açıdan yücelten imgelerle yola çıktıkları görülmektedir. Başarılı görülen<br />
insanlar eylemlerini, hatta bu eylemlerini içinde gerçekleştirdikleri ortamı (arkadaşlar<br />
ve iş arkadaşları dahil olmak üzere) , kimlikleri ve daha yüksek yönelim ve<br />
değerleriyle uyumlu kılmakta esrarengiz bir beceriye sahiptirler. 36 Bu kapsamda NLP<br />
tekniklere yöneticilere yalnızca iletişim becerilerini geliştirmede değil, aynı zamanda<br />
kişisel ve şirket hedeflerini belirlemede ve bu hedefleri uygulamaya sokmada da yol<br />
gösterici olmaktadır. Yönetici en az girdiyle en çok çıktıyı almayı sağlayan mevcut<br />
imkanları (insan gücü, ham madde..vb)şirketlerin hedefleri, vizyonu ve misyonları<br />
doğrultusunda, çalışanlarının tümünün katılımını sağlayarak, ulaşmak olarak<br />
tanımlanmaktadır. 37 Ancak herkesin paylaşabileceği hedefler koymak, çalışanlara<br />
benimsetmek ve bu hedefler doğrultusunda tek vucud olarak onların kollektif<br />
çalışmasını sağlamak pek de kolay değildir. Çoğu yönetici bu ödevleri yerine<br />
getirirken zorlanmakta, çalışanlarla iletişim kuramadıklarından yakınmaktadır. Bu<br />
nedenle çalışanların kişisel hedefleriyle organizasyon hedeflerini bütünleştirmek,<br />
hedeflerin anlaşılmasını sağlamak, çalışanları motive etmek her yöneticinin başarıyla<br />
yaptığı bir görev değildir. Bu nedenle birçok örgüt doğru hedef belirleme programları<br />
için milyonlarca dolar para harcamaktadır. Ancak bu çalışmaların çoğundan arzu<br />
edilen başarı sağlanamamakta, örgütsel hedefler çalışanların çoğu tarafından<br />
algılanmamakta, çalışma masalarının gözlerinden birine atılı ya da duvarlara asılı<br />
kalmaktan öteye gidememektedir. Bu nokta da NLP yöneticilere bu zorlu süreçte bazı<br />
kolaylıklar sağlamaktadır.<br />
Başarılı liderler, başarılarını bir gerçeklik haline getirmeden önce<br />
zihinlerinde yaşatmaktadırlar. Bu liderler bu düşünsel resimleri ve düşünceleri<br />
başkalarına da aşılayıp, onları da motive etmekte, söz konusu hedefe ulaşmak için<br />
çaba sarf etmeye ikna etmektedirler. Sonuçlar üzerinde odaklanarak düşünmek,<br />
istediğimizi elde etmeniz için oldukça etkili bir yöntemdir. Sonuçlara odaklanarak<br />
düşünme yöntemleri, çevreleriyle olan uyumu bozmadan, değişik alanlardaki<br />
isteklerini sürekli elde eden kişilerle yapılan araştırmalar sonucu belirlenmiştir. Bir<br />
hedefi iyi belirlemek için gerekli basamaklar vardır. Bu basamaklar incelendiğinde,<br />
üstün başarı elde etmiş kişilerin başarıya ulaşırken ‘modelleştirme’ yaptıklarını ve bu<br />
modellerle başarıya ulaştıkları görülmektedir. Bu bağlamda NLP zihinsel canlandırma<br />
yöntemleri ile bireylerde hedefe ulaşma arzusu uyandırmakta ve diğer bireylerinde<br />
söz konusu resmi görmelerini sağlayarak hedef için çaba göstermeleri konusunda ikna<br />
etmektedir. Bir başka ifade ile NLP ulaşılmak istenen hedefin bireye ya da gruba<br />
36 Roberts Dilts, Modeling , http//www.nlpu.com/article.htm, 2006<br />
37 Zeyyat Sabuncuoğlu, Tuncel Tokol, İşletme,(Ezgi Kitapevi ,Bursa, 2003), s 25<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
İşletmelerde Hedef Belirleme ve Etkili İletişimde NLP<br />
111<br />
gerek maddi gerekse manevi kazanımlarının net olarak ortaya konulması ve söz<br />
konusu kazanımların bireylerde düşünsel olarak resmedilmesi ile bireylerde çalışma<br />
ve başarma arzusu, isteği yaratılması konusunda yardımcı olmaktadır. Tüm<br />
duygularımızı kullanarak hedefe ulaştığınız zamanı tasarladığınızda, kendinizi ona<br />
programlamış, başarma olasılığınızı artırmış oluruz. Zihinlerimiz, imgelerle gerçeği<br />
ayıramaz, böylece imgelerimizi, düşlerimizi gerçekleştirecek şekilde<br />
kullanabilirsiniz. 38 Tüm duygularımızı kullanarak hedefe ulaştığınız zamanı<br />
tasarladığınızda, kendinizi ona programlamış, başarma olasılığınızı artırmış oluruz.<br />
Zihinlerimiz, imgelerle gerçeği ayıramaz, böylece imgelerimizi, düşlerimizi<br />
gerçekleştirecek şekilde kullanabilirsiniz. 39 NLP bizlere bu kapıyı aralamamızda<br />
yardımcı olur.<br />
Hedeflere ulaşmada dikkat edilecek bir diğer husus ise hedeflere bakışın<br />
belirlenmesi, hedefler arasında bir hiyeraraşi oluşturulmasıdır. Bu kapsamda düşük<br />
düzeyli, kısa erimli hedeflerin büyük hedeflere katkı yaptığı bir hiyerarşiyinin<br />
kişilerde oluşturulmasıdır. Bu model örgütlerdeki hiyearaşik hedef yapısına<br />
benzetilebilmektedir. Organizasyonda ki hedef hiyerarşisinde en tepede örgüttün<br />
vizyonu yani ana hedefi yer almakta, alt kademelere inildikçe her bir birim daha sonra<br />
ise her bir gruba özel örgüt vizyonuna bağlı alt hedefler yer almaktadır. Genelde her<br />
bir alt düzey hedef örgüttün ana hedefini destekler nitelik taşımaktadır. NLP’de de<br />
aynı örgütlerde olduğu gibi kişisel hedeflerde de bir hiyerarşik yapı esas alınmaktadır.<br />
Bu hiyerarşinin en tepesinde ‘daha hoşnut olmak’, en altında ‘saat beş olmadan faksı<br />
Milan’a göndermek olabilmektedir. Bireyler kendi hiyerarşik hedef yapılarını ya da<br />
basamaklarını kurarak, zaman ve enerji harcadıkları rutin görevlerinin orta ve uzun<br />
vadede varmak istedikleri hedeflere götürüp götürmeyeceğini görme şansına sahip<br />
olabilirler. 40 Hedeflerimize ulaşmada başarılı olmak istiyorsak, genel hedeflerinizin,<br />
hem aynı düzeydeki hedeflerle hem de belirlemiş olduğunuz daha uzun erimli, daha<br />
üst düzeydeki hedeflerimizle uyumlu olması gerekmektedir. 41 NLP bizlere<br />
hedeflerimizi uyumlaştırmada, hedeflerimiz doğrultusunda içsel ve dışsal<br />
motivasyonumuzu artırmada ipuçları vermekte bu tekniklerle yöneticilerin başarıyı<br />
yakalaya bileceklerini öngörmektedir.<br />
Bu kapsamda NLP uygulamacılarının, yöneticilere hedef belirlemede ve söz<br />
konusu hedeflere ulaşmak için motivasyon sağlamada yol gösterici buldukları bazı<br />
temel ilkeler bulunmaktadır. Bu yaklaşımlara göre yöneticilerin spesifik hedefler<br />
belirlemeleri gerekmektedir. Dilekler değil, hedefler belirlenmelidir. Söz konusu<br />
hedeflerin ulaşıla bilir olması bireylerde istek yaratmaktadır. Hedefler açık ve<br />
ölçülebilir olmalı ve hangi zaman diliminde yapılacağı net olarak ortaya konulmalıdır.<br />
Zamanı belli olmayan bir hedef bireylere boşa vakit kaybettirip, motivasyonlarını<br />
düşürmektedir. Hedeflerin ne kadar zamanda yapması gerektiğinin bilmesi bireyleri<br />
hedeflere odaklamaktadır. Yöneticiler hedeflerini paylaşırken açık olmalı zaman ve<br />
yer belirtmelidirler. İnsan beyni eylemlerle çalışmaktadır. Hedefler ne kadar açık ve<br />
38 Knight, a.g.k, s 141<br />
39 A.g.k, s 121<br />
40 Robert Dilts, Hierarchies of Criteria, The Article of Month, http//wwwnlpu.com/article.htm, 2006<br />
41 Robert Dilts, Positive Intention , htpp//www.nlpu.com/article.htm, 2006<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
112<br />
B. Aydem ÇİFTÇİOĞLU AYDEMİR<br />
tanımlayıcı olursa eyleme geçilmesi ve hedeflerin gerçekleştirmesi o kadar kısa<br />
zamanda olmaktadır. Hedef belirlenirken hedef hiyerarşisini de unutmamak<br />
gerekmektedir. Büyük hedeflere ulaşmak için küçük hedeflerden yola çıkılmalıdır.<br />
Bireyler küçük hedeflere ulaştıkça, motivasyonları artmakta ve büyük hedefe ulaşmak<br />
için daha fazla çaba sarf etmektedirler.<br />
NLP’da hedeflere ulaşmada yöneticilerin dikkate alması gereken bir diğer<br />
unsur başarının net olarak tanımlanması bir başka ifade ile başarının kanıtının ortaya<br />
konulmasıdır. Bu kapsamda hedeflerinizi başarmak ve diğerlerinden taktir toplamak<br />
başarılarımızın kanıtıdır. Başarıları tanımlamada öncelikle olarak birey kendi tatmin<br />
ve mutluluğunu ön planda tutmalıdır. Bireyler başarılarını kanıtlamada iki tür kanıt<br />
kullanmaktadır bunlar, Duygusal kanıtlar (İçsel huzur, mutluluk) ve Dışsal<br />
kanıtlardır.(Başkaları tarafından taktir edilme).Duygusal kanıtlar kişilerin içsel tatmin<br />
düzeyini oluşturmaktadır. Bireyin yeni hedefler belirlemesinde, motive olmasında çok<br />
büyük bir önem taşımaktadırlar. Başarının sırrı kişilerin içlerinde de bunu kabul<br />
etmeleri, istemeleri ve yapılacak eylemden ne kadar tatmin olduklarında yatmaktadır.<br />
Dışsal kanıtlar, başkalarından edindiğimiz edimlerden oluşmaktadır. Her birey<br />
diğerleri tarafından taktir edilmeyi, örnek gösterilmeyi, beğenilmeyi ister. 42 Bu insan<br />
olmanın doğasında var olan bir ihtiyaçtır. Diğerleri tarafından beğenilmek hem<br />
mevcut başarılarda hem de daha sonraki hedeflerin oluşturulmasında, bireyleri<br />
harekete geçirmede güven duygusu aşılamaktadır. Bu kapsamda hedef belirlerken<br />
içsel ve dışsal tatmin unsurları dikkate almak, arzu edilen başarıya ulaşıldığında da<br />
bireyleri taktir etmek ve diğerlerinin önünde onure etmek önemli bir motivasyon<br />
aracıdır.<br />
Hedef belirlemede yöneticilere yol gösterecek bir diğer önemli nokta ise<br />
hedeflerin düzeyinin doğru belirlenmesidir. Bazı durumlarda küçük hedefler harekete<br />
geçmek için yeterince motive edici olmamakta, büyük hedefler ise bireyleri korkutup<br />
kaçırabilmektedir. Aslında söz konusu durum bir algılama sorunudur. Bir bireyi<br />
korkutan hedef, diğerine basit ve kolay gelebilmektedir. Bu nedenle bireylerin kendi<br />
düzeylerine göre hedefler belirlenmeli ve başkalarının neler hedeflediği ve bunları<br />
nasıl şekillendirdiğine dikkat edilmemelidir. Çünkü her bireyin algılaması farklılık<br />
göstermektedir. Dolayısıyla bireyler algı haritalarını çıkarmalı ve hedef düzeylerini<br />
belirlemelidirler.<br />
Benzer biçimde hedeflerin olumlu ifadelerden oluşması da ulaşılabilirlikleri<br />
konusunda bireyleri motive etmektedir. Örneğin “Şirketimiz iflas etmesin” yerine<br />
‘Kalan borçlarımızı ödeyerek, şirketimizi kara geçirmek” gibi hedefler konulmalıdır.<br />
Zira insan beyni yalnızca olumsuz kökleri kaydetmektedir. Dolayısıyla olumlu<br />
düşünmek ve olumlu hedefler üzerinde çalışmak hem bireyi mutlu etmekte hem de<br />
zihinlerde daha kalıcı yer etmektedir.<br />
Bireyleri hedefe ulaşmak için hareket etmekten alı koyan bir diğer unsur ise<br />
hata yapmadan korkmalarıdır. Oysaki hatalar bireyleri eğitmekte ve hedeflere ne<br />
kadar yakın ve uzak olduklarını göstermektedir. Dolayısıyla bireylerin hataları hoş<br />
görülmeli ve istenen hedefe ne kadar yakın ya da uzak oldukları uygun bir dille onlara<br />
anlatılmalıdır. Hedeflere ulaşmada bir diğer nokta hedeflerdeki bireysel yetkinliktir.<br />
42 Ayşe Can Baysal, Erdal Tekarslan, İşletmeler İçin Davranış <strong>Bilimleri</strong>,( Avcıol Basımevi,İstanbul 1996),<br />
ss 111-120<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
İşletmelerde Hedef Belirleme ve Etkili İletişimde NLP<br />
113<br />
Başka bir ifade ile hedefinize ulaşmada diğer insanların rolünün ne olduğu ve onları<br />
yönlendirme şansının ne kadar olduğudur. Eğer bireylerin diğer faktörleri<br />
yönlendirme şansı çok az ise istenen hedeflere ulaşması çok zordur. Bu nedenle<br />
bireylerin hedeflerini koyarken ya da yöneticiler bireylere hedef belirlerken kişinin<br />
yetkinliklerini iyi analiz etmeleri gerekmektedir. Aksi taktirde bireyler kendi<br />
yetkinlikleri dışındaki durumlarda boşuna vakit harcarlar ve istenen hedeflere<br />
ulaşamazlar. Benzer şekilde içsel ve dışsal kaynaklarda hedeflere ulaşmada oldukça<br />
önemlidir. NLP bireyler içsel kaynakları kullanma konusunda yardımcı olmaktadır<br />
ancak dışsal kaynakların yetersizliği başarıyı etkileyen önemli unsurlardır. Bu nedenle<br />
hem içsel hem de dışsal kaynakların uyumlu ve yeterli olması gerekmektedir.<br />
Bireylerin istenilen hedeflere ulaşmasında en önemli faktör bireyin buna<br />
yapabileceğine olan inancıdır. Birey başarılı olacağına ne kadar inanırsa zorluklarla<br />
baş etmesi ve farklı bakış açıları kazanması da o kadar kolay olmaktadır. Benzer<br />
şekilde hiçbir hedef hayata geçirilmeden ulaşılamaz. Bu nedenle bireyin korkmaması<br />
ve hedeflere ulaşmak için hemen eyleme geçmesi gerekmektedir . Birey ne kadar<br />
çabuk harekete geçer ise ilerlemesi ve sonuçlarını görmesi de o kadar çabuk<br />
olmaktadır. 43<br />
Sonuç olarak bireylerin kontrolü ya da etkisi dışındaki hedefleri<br />
gerçekleştirmeleri pek mümkün değildir. NLP aklın kullanılmasıyla ilgili pratik<br />
gerçeklikler içermektedir. İyi belirlenmiş sonuçlar, başarıyı sağlamak bireyin sadece<br />
düşlemek ve zihinde canlandırmaktan öte bir eyleme geçmesine dayanmaktadır.<br />
Bireyin kendisi, ailesi veya şirketi gibi başkalarının lehine hedef belirlemede ne kadar<br />
fedakâr olursa olsun, bu hedeflerin gerçekleşmesinde çok az payı varsa ya da payı<br />
yoksa aslında zamanını boşa harcıyor olabilir. Bireyin üzerinde etkinizin az olduğu ya<br />
da olmadığı durumlarda istenilen hedefe ulaşılmasında size yardımcı olması<br />
olanaksızdır. Bu ilke, bir örgütte, insanlarla sonuç elde eden yöneticiler için çok<br />
önemlidir. Bir yöneticinin hedeflere ulaşmadaki en önemli anahtar etkili bir otoriteye<br />
sahip olmasıdır. Bir yönetici, kaynaklar üzerinde kontrole ve insanlar üzerinde<br />
yaptırım gücüne sahip ise, başka insanların katılımını gerektiren büyük hedefleri<br />
gerçekleştirme yöneticinin gücü dâhilindedir.<br />
Bir futbol takımı için kalecinin ya da santraforun takımını birinci lige<br />
çıkarma gibi bir hedef belirlemesi gerçekçi değildir. Ama böyle bir hedef, otorite ve<br />
etkiye sahip olan takımın kaptanı ya da yöneticisi için oldukça geçerlidir. Kalecinin<br />
hayal kırıklığına uğramasına gerek yoktur. Kendini gereksiz yada önemsiz<br />
hissetmemelidir. Kaleci de kendi adına kurtarışlarının sayısını artırmak gibi ana<br />
hedefe uyumlu bir alt hedef belirleye bilir. Tüm takım üyeleri kendi görevlerini,<br />
hedeflerini yerine getirir iseler takım birlikte harikalar yarata bilir. Yöneticilerin rolü;<br />
etkilemek, inandırmak yada canlandırmak (yönetmek) olarak sıralanabilir.<br />
Örgütlerdeki diğer bireylerin yetenekleri ve görünürdeki taahhütleri ne olursa olsun,<br />
hedeflerin gerçekleşmesinde anahtar nitelikteki oyuncu yöneticiler olduğundan<br />
yöneticiler, hiç kimse yada hiçbir grubun hedeflerini sekteye uğratacak güçte<br />
43 Alder , Başarının…., a. g.k, s 120<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
114<br />
B. Aydem ÇİFTÇİOĞLU AYDEMİR<br />
olmadığından emin olmalıdırlar. Bu ilke, diğer çalışanlara son derece bağımlı<br />
olmalarından dolayı, özellikle üst düzey yöneticiler için çok önemlidir. 44<br />
SONUÇ<br />
Yöneticilerden beklenen en önemli iki görev örgütleri gelecek nesillere<br />
taşıyacak hedefler koymak ve etkili iletişim ile söz konusu hedeflere ulaşmak için<br />
çalışanları motive ederek tek bir vucud olarak çalışmalarını sağlamaktır. Başka bir<br />
ifade ile yöneticilerden, örgüt hedefleri ile çalışanların bireysel hedeflerini<br />
bütünleştirmeleri, bu konuda bir takım faaliyetler içerisine girmeleri beklenmektedir.<br />
Ancak yöneticiler, kişisel hedeflerini, ne olmak istediklerini tam olarak<br />
netleştirmediler iseler örgüt hedefleri ile kendi ve çalışan hedefleri arasında ilişki<br />
kurmaları olanaksızdır. Bu nokta da NLP teknikleri yöneticilerin ya da liderlerin etkili<br />
iletişim ile gerek kişisel gerekse örgütsel hedeflerin belirlenmesinde çalışanların söz<br />
konusu hedeflere ulaşılması için gerekli çabayı göstermelerini sağlamada oldukça<br />
fayda sağlamaktadır.<br />
Bu çalışmada çok kapsamlı olan NLP’nin yöneticilerin en önemli<br />
görevlerinden ikisi olan etkili iletişim ve hedef belirlemede, ulaşmada sağladığı<br />
faydalar üzerinde durulmaya çalışılmıştır. NLP bir kişisel gelişim tekniğidir. Kişinin<br />
düşünce süreçlerini daha iyi anlayarak, alışkanlıklara dayalı, çoğu zaman bilinçsiz<br />
olan davranışlarını kontrol altına almayı öğretmektedir. 45 Dolayısıyla etkileri de birey<br />
düzeyinde gerçekleşmektedir. Ancak NLP ile kişisel yeteneklerini geliştiren, kendini<br />
ve yeteneklerini tanıyan bir yönetici, diğerlerini de etkileyip gerek takımda, gerek tüm<br />
örgütte istenilen sonuçlara rahatça ulaşabilir. NLP geleneksel sorun çözme<br />
metotlarından ziyade, yaratıcılığı ön plana çıkararak ses, söz veya içerik ve beden<br />
dilinin bir bütün içinde uyumunu içermemektedir. NLP böylece yöneticilere olaylara<br />
ve insanlara farklı bakış açıları katarak, mükemmel davranış biçimini ortaya<br />
koymalarını sağlar.<br />
44 Alder, Yöneticiler…, a.g.k, ss 65-67<br />
45 Bernard, a.g.k, s 4<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
İşletmelerde Hedef Belirleme ve Etkili İletişimde NLP<br />
115<br />
KAYNAKÇA<br />
ALDER Harry, Yöneticiler için NLP, (Sistem Yayıncılık, İstanbul, 1998)<br />
ALDER Harry, Başarının Sırrı NLP, (Sistem Yayıncılık İstanbul, 1998)<br />
BAYSAL Ayşe Can, TEKARSLAN Erdal, İşletmeler İçin Davranış <strong>Bilimleri</strong>,<br />
( Avcıol Basımevi, İstanbul 1996)<br />
CONNELL III Stanley, “NLP Techniques for Sales people”, Training and<br />
Development Journal , , 1984, 42-46<br />
CRAFT Anna, “Nero-lingustic Programing and learning theory”, The Crriculum<br />
Journal, vol 12, No 1, 2001,125-136<br />
DILTS Robert, Modeling,The Article of the Month, http//www.nlpu.com/article.htm<br />
2006<br />
DILTS Robert, Some Beginning Modeling Drills and Exercises, The Article of the<br />
Month, http//www.nlpu.com/article.htm, 2006<br />
DILTS Robert, The New Leadership Paradigm, The Article of the Month<br />
,http//www.nlpu.com/article.htm, 2006<br />
DILTS Robert, New Behavior Generator Strategy, The Article of the Month,<br />
http//www.nlpu.com/article.htm, 2006<br />
DILTS Robert, Implementing the Belief Change Cycle, The Article of the Month,<br />
http//www.nlpu.com/article.htm 2006<br />
DILTS Robert, Nlp Allergy Technique, The Article of the Month,<br />
http//www.nlpu.com/article.htm, 2006<br />
DILTS Robert, Belief Change Cycle, The Article of the Month,<br />
http//www.nlpu.com/article.htm, 2006<br />
DILTS Robert, Allergy Process, The Article of the<br />
Month,http//www.nlpu.com/article.htm, 2006<br />
DILTS Robert, Resolving Conflicts With NLP, The Article of the Month<br />
,http//www.nlpu.com/article.htm, 2006<br />
DILTS Robert, Motivation , The Article of the<br />
Month,http//www.nlpu.com/article.htm, 2006<br />
DILTS Robert, Moving From Vision to Action, The Article of the Month,<br />
http//www.nlpu.com/article.htm<br />
DILTS Robert, Positive Intention, The Article of the Month,<br />
http//www.nlpu.com/article.htm, 2006<br />
DILTS Robert, Hierarchy of Criteria Technique, The Article of the Month,<br />
http//www.nlpu.com/article.htm, 2006<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
116<br />
B. Aydem ÇİFTÇİOĞLU AYDEMİR<br />
DILTS Robert, Eye Scanning Patterns, The Article of the Month,<br />
http//www.nlpu.com/article.htm, 2006<br />
DILTS Robert, Hierarchies of Criteria, The Article of the<br />
Month,http//www.nlpu.com/article.htm<br />
DOWLEN Asley,” NLP-help or hype Investigating the usses of nero lingustic<br />
programing in management learning”, Career Development International,<br />
Vol 1, Issue 1, 1996<br />
KNIGHT Sue ,Uygulamalarla NLP, (Sistem Yayıncılık, İstanbul, 1999)<br />
KOÇEL Tamel, İşletme Yöneticiliği, (Beta Basım Yayım, İstanbul,2003)<br />
SABUNCUOĞLU, Zeyyat, İşletmelerde Halkla İlişkiler,(7 Baskı ,Aktüel 2004,<br />
İstanbul)<br />
Sabuncuoğlu Zeyyat, Tokol Tuncel, İşletme,(Ezgi Kitapevi ,Bursa, 2003)<br />
SKINNER Heather, STEPHENS Paula, “Speaking the Same Language : The<br />
relevance of nero-lingustic programing effective marketing<br />
communications”, Journal of Marketing Communications, Vol 9, 2003, 177-<br />
192<br />
PFEFFER Jeffrey, (Rekabette Üstünlüğün Sırrı İnsan, Sabah Yayınları, 1994)<br />
YEMM Graham, “Can NLP help or harm your business”, Management Service, 50,<br />
2,2003 43-47<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
ÇOK FAKTÖRLÜ VERİMLİLİK BELİRLEMESİ:<br />
ÜNİVERSİTELERCE ÜRETİLEN BİLGİ VE VERİMLİLİĞİN<br />
REKABETÇİ TEORİLER ARASINDAKİ İLİŞKİSİ NE KADAR<br />
GÜÇLÜDÜR<br />
Yavuz YILDIRIM<br />
ÖZET<br />
Bilginin kaynakları ve çok faktörlü verimlilik (MFP) üzerindeki<br />
etkileri Ar-Ge çalışmalarının ana hedefi olmuştur. Ancak, ülkelerin<br />
MFP seviyeleri bilgi stokları dışındaki faktörlere duyarlı oldukları<br />
görülmektedir ki bu dahil edilmeyen değişkenler ülkeler arasindaki<br />
MFP’nin farklılıklarının esaslarını, büyüme oranlarını açıklamada<br />
önemli olabilirler. Ar-Ge teorilerine rakip olan teoriler, verimliliği<br />
etkileyen diğer fakörler teklif etmişlerdir; beşeri sermaye, kamu<br />
altyapı yatırımları, ihracat pazarlarına erişim (yaparak öğrenme),<br />
ithalat, doğrudan yabancı yatırımlar bunlaran bazılarıdır. Bu<br />
teoriler MFP’nin bu değişkenler tarafından nasıl etkilendiğini<br />
analiz etmişlerdir. Ancak, bunların hiçbiri hem bilimsel bilgi üreten<br />
hem de iktisat teorilerinde belirtilen verimliliği belirleyen<br />
kaynakların sağlamlığını birarada incelememişlerdir. Yerek MFP<br />
belirleyicileri, üniversite Ar-Ge stoğu ve rekabetçi verimlilik<br />
teorilerinde belirtilen değişkenler kullanılarak, 13 OECD ülkesi ve<br />
1985-2005 yılları için tahmin edilmiştir. Sonuçlar göstermektedir<br />
ki, OECD ülkelerri genelinde homojen verimlilik ilişkisi olduğu<br />
varsayımı oldukça güçlü görünmektedir, çünkü tahmin edilen<br />
katsayılar çalışmadaki bütün ülkeler için farklı tahmin edilmiştir.<br />
Her ülkeye özgü parametreler görünürde ilişkisiz regresyon tekniği<br />
kullanılarak tahmin edilmiştir ve sadece üniversite Ar-Ge stoğu ve<br />
konjonktürel dalgalanmalar MFP’nin önemli belirleyicileri olarak<br />
genelleştirilebilir.<br />
Anahtar Kelimeler: Üniversite Ar-Ge stoku, çok faktörlü verimlilik,<br />
amortisman oranı tahmini, görünürde ilişkisiz regresyon,<br />
katsayılarının heterojenliği<br />
Yrd.Doç.Dr., Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi, Biga İİBF<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
DETERMINING MULTIFACTOR PRODUCTIVITY: HOW<br />
ROBUST THE RELATIONSHIP BETWEEN KNOWLEDGE<br />
GENERATED THROUGH UNIVERSITIES AND COMPETING<br />
THEORIES OF PRODUCTIVITY<br />
Yavuz YILDIRIM<br />
ABSTRACT<br />
The sources and effects of knowledge on multifactor productivity<br />
(MFP) have been the main object of the R&D studies. However, if<br />
MFP levels of countries seem to be sensitive to the factors other<br />
than knowledge stocks; these omitted variables could be significant<br />
in explaining cross-country MFP differences, their growth rates and<br />
the fundamentals that drive them. Competing theories to R&D<br />
propose a range of other factors that may affect productivity, such<br />
as, human capital, public infrastructure, access to export markets<br />
(learning-by-doing), imports, foreign direct investments (FDI).<br />
These theories hypothesized how these variables influenced the<br />
MFP; however, none of them has analyzed the robustness of the<br />
sources that generate scientific knowledge and other determinants<br />
of productivity that emerge from economic theory. The<br />
determinants of domestic MFP are estimated using the university<br />
R&D stock and competing theories of productivity for 13 OECD<br />
countries for the period 1985-2005. Results shows that the<br />
assumption of homogenous productivity relationship across OECD<br />
nations appears quite strong and it is unlikely to hold and estimated<br />
coefficients are significantly differ for all countries. Country<br />
specific parameters were estimated by Seemingly Unrelated<br />
Regression estimator and we can only generalize the results for<br />
countries that university R&D stock and business cycles are<br />
important determinants of MFP.<br />
Keywords: University R&D stock, multifactor productivity,<br />
depreciation rate estimation, seemingly unrelated regression,<br />
heterogeneity of coefficients<br />
Yrd.Doç.Dr., Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi, Biga İİBF<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Determining Multifactor Productivity: How Robust the Relationship between Knowledge<br />
Generated Through Universities and Competing Theories of Productivity<br />
121<br />
INTRODUCTION<br />
The economies of western world have grown at a pace that greatly exceeds<br />
anything previously known in the long sweep of human history for more than two<br />
centuries now. In the last few decades, we have experienced what have come to be<br />
called the “information age” and the “knowledge economy”. These labels, in fact, do<br />
reflect a very real transformation that it is now “knowledge”—not labor, machines,<br />
land or natural resources—that is the key economic asset that drives long-run<br />
economic performance.<br />
Recent changes in the global environment and the new generation of<br />
“information age” force economists to generate new theories that try to figure out<br />
what happens to our understanding of economics if the large numbers of economy’s<br />
labor force are employed to create ideas, solve problems, and sell services rather than<br />
to produce any tangible goods. Furthermore, traditional production factors land,<br />
labor, and capital are loosing their significance in a boundless global environment<br />
because in such global environment where land in the form of office space or<br />
manufacturing infrastructure is no longer important. Labor can also be employed<br />
wherever it is most cost-effective worldwide. Another production factor capital is<br />
equally available to finance a project in Washington D.C. or in İstanbul.<br />
At the heart of this phenomenon lies a complex, multifaceted process of<br />
continuous, widespread and far-reaching innovation and technical change. Yet,<br />
“knowledge”, “innovation”, and “technical change” are elusive notions, difficult to<br />
conceptualize and even harder to measure in a consistent, systematic way. Therefore,<br />
while economists from Adam Smith on have recognized their crucial role in shaping<br />
the process of economic growth, until the last several decades have seen a number of<br />
pioneering efforts to overcome these measurement problems and gather data that can<br />
be used for the systematic empirical analysis of technological knowledge.<br />
Neoclassical growth models assume that innovation is an exogenous process,<br />
with the implication that investments in research and development (R&D) have no<br />
systematic and predictable effect on output growth. But, can it really be true that the<br />
huge amount of R&D investments made in recent years was undertaken without any<br />
expectations of gain A more plausible approach is to abandon the assumption that<br />
the innovation is exogenous to the economic system, and recognize that some part of<br />
innovation is, in fact, a form of capital accumulation. This is precisely the view<br />
incorporated in the “endogenous” growth theory of Romer (1986, 1990) and Lucas<br />
(1988). The concept of capital expanded to include knowledge and human capital,<br />
and added to conventional fixed capital, thus arriving at total capital. Increments to<br />
knowledge are put on an equal footing with all other forms of investment, and<br />
therefore the rate of innovation is endogenous to the model.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
122<br />
Yavuz YILDIRIM<br />
Following the implications of endogenous growth theories economist start<br />
showing more interest in the underlying determinants of the multifactor productivity<br />
(MFP) growth 1.<br />
Most empirical studies that investigate the role of knowledge on multifactor<br />
productivity concentrate on various measures of R&D such as business, public, and<br />
foreign, as the sources of productivity. In contrast to these studies, another measure<br />
of R&D that is performed at the universities is used as only source of knowledge,<br />
since previous studies did not make this distinction. They are either multi-country<br />
cross-sectional or panel studies (Lichtenberg, 1992; Coe and Helpman, 1995; Park,<br />
1995; Keller, 1998). Time series studies are limited (Luintel and Khan, 2004). These<br />
studies also report: i) a significant positive effect of domestic R&D on domestic<br />
productivity and ii) positive and significant international knowledge spillovers. These<br />
studies rarely allow for other determinants of productivity that emerges from<br />
theoretical models. There might be some omitted variables and these variables could<br />
be important if domestic multifactor productivity of countries seems to be sensitive to<br />
factors other than stock of knowledge. In addition to omitted variables issues, the<br />
existing literature mostly estimates the fixed effect models with the implication of<br />
parameters of multifactor productivity relationships are homogenous across the<br />
sample countries. On the other hand, countries may exhibit great difference in their<br />
productivity level, stock of R&D capital, etc. In such situation, the assumption of<br />
homogeneous productivity relationships across countries might be quite strong and it<br />
is unlikely to hold.<br />
The purpose of this paper is to analyze both issues; search for an omitted<br />
variables and dropping the assumption of parameters of multifactor productivity<br />
relationship is homogenous across the countries and estimate the country specific<br />
parameters using the seemingly unrelated regression (SUR) technique that also<br />
corrects for the contemporaneous correlation of the error terms across countries.<br />
This study is also argue that to measure the social returns to R&D it is better<br />
to use stock of R&D capital instead of intensity ratio which is share of R&D<br />
expenditures in gross domestic product (GDP) of the economy, because stock<br />
variables captures cross country differences better that intensity ratios. However, the<br />
problem with the calculating the R&D stock capital from flow of R&D expenditures<br />
is problematic because one has to make an assumption about the unknown<br />
depreciation rates of R&D capital. Generally, empirical studies construct to R&D<br />
capital stock using the perpetual inventory method with the assumption of<br />
depreciation rates ranges from 5% to 15%. In this study we propose to construct<br />
R&D capital and estimates returns to R&D simultaneously with grid search<br />
methodology that given depreciation rates ranges from –20% to 20%. By doing that<br />
our aim is to show that knowledge stock generated through R&D expenditures<br />
1 Multifactor productivity measures reflect output per unit of some combine inputs. A change in<br />
multifactor productivity reflects the change in output that cannot be accounted for by the change in<br />
combined inputs. As a result, multifactor productivity measures reflect of joint effects of many factors<br />
including new technologies, economies of scale, managerial skills, and changes in the organization of<br />
skills. Rest of the study multifactor productivity, total factor productivity, and productivity is used<br />
interchangeably.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Determining Multifactor Productivity: How Robust the Relationship between Knowledge<br />
Generated Through Universities and Competing Theories of Productivity<br />
through spillovers and externalities it generates will be effective in the future<br />
innovations. In addition, we will also argue that the difference between the<br />
depreciation ratio that provides the maximum value of log of the likelihood function<br />
and that of conventional theories assume (e.g. 10%) will be significant.<br />
To determine the effect of both knowledge stocks generated through<br />
universities and other competing theories that might influence multifactor<br />
productivity, in the first section we will discuss the changing role of universities that<br />
make one to measure university R&D stock and analyze its impact on MFP.<br />
1. Universities and Multifactor Productivity<br />
Changes in the economic, social and knowledge environment provide<br />
opportunities to new or improved products. Research knowledge of university is<br />
increasingly considered as providing a significant number of opportunities to develop<br />
new or improved product. There are growing number of studies on the opportunities<br />
of knowledge transfer undertaken by universities and university researchers (see<br />
among others, Jensen and Thursby 2001; Dietz and Bozeman, 2005; Adams, Black,<br />
Clemmons, and Stephan 2005; Sampat, 2006; and Adams and Clemons 2008). In<br />
recognition of this fact, governments throughout the industrialized world have<br />
launched numerous initiatives since the 1970s to link universities to industrial<br />
innovation more closely.<br />
The three major forms of mechanism through which universities and<br />
university researchers transfer knowledge are the diffusion of research knowledge<br />
through conferences and scientific publications, the training of a skilled labor force,<br />
and the commercialization of knowledge. The first two-knowledge transfer<br />
mechanism related the Mertonian open science argument has been the main objective<br />
of the United State universities for centuries. On the other hand, the third source of<br />
diffusion of research knowledge through commercialization of knowledge has<br />
become very significant over the past quarter-century. The commercialization of<br />
knowledge can itself be considered under many alternative mechanisms, notably<br />
through consulting activities, research contracts with industry, patenting and spin-off<br />
formation.<br />
We witnessed a dramatic increase in patenting and licensing activities of<br />
publicly funded research by American universities. The main reason for change in<br />
the context of university research has been the evolution of legislation that has<br />
enabled the capitalization of knowledge, by which Etzkowitz, Webster and Healey<br />
signify “the translation of knowledge into commercial property in the literal sense of<br />
capitalizing on one’s intellectual (scientific) assets”, as well as “the way in which<br />
society at large draws on, uses, and exploits its universities, government funded<br />
research labs, so on to build the innovative capacity of the future” (1998, p.9).<br />
Slaughter and Leslie (1997) review some of the most relevant federal legislation in<br />
the United States, of which the Bayh-Dole Act of 1980 is arguably one of the most<br />
significant (see also Etzkowitz and Stevens, 1998). This act allowed universities to<br />
patent the results of research that the federal government had funded, thereby earning<br />
royalties by licensing innovations to private corporations. Thus even as the federal<br />
government was reducing direct support for academic research, it was removing<br />
obstacles to universities’ ability to profit from research. Such a development was not<br />
123<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
124<br />
Yavuz YILDIRIM<br />
without controversy: “Some in Congress argued that granting private companies the<br />
rights to publicly funded research amounted to an enormous giveaway to<br />
corporations: others pronounced the act a visionary example of industrial policy that<br />
would help America compete in the fast moving information age” (Press and<br />
Washburn, 2000, p. 41). Bowie claims that the second argument won out because of<br />
“the growing threat of international economic competition and … the perceived<br />
decline in research and development capabilities of American Industry” (1994, p. 14).<br />
The Bayh-Dole Act’s effect has been significant. Before its passage, universities<br />
were producing approximately 250 patents per year (Press and Washburn, 2000), and<br />
as 1978, the government owned title to over 28,000 patents, of which fewer than 4%<br />
had been licensed (Etzkowitz and Stevens, 1998). On the other hand, in 1998 alone,<br />
universities produced over 4,800 patent applications (Press and Washburn, 2000).<br />
In addition to changing property rights, Slaughter and Leslie (1997) argue<br />
that globalization changed the nature of corporate competition, putting a premium on<br />
products and processes derived from scientific innovation: “As the economy<br />
globalizes, the business or corporate sector in industrialized countries pushed the state<br />
to devote more resources to the enhancement and management of innovation so that<br />
corporations and nations in which they were headquartered could compete more<br />
successfully in world markets” (p.7). Increased demand on industry’s side, together<br />
with the decreases in the supply of federal funding, thus put marketlike pressures on<br />
faculty members and their institutions to shift focus in their pursuit of support for<br />
research. Not surprisingly, then, the market-oriented behaviors of faculty and<br />
universities have become the key components of what Slaughter and Leslie describe<br />
as “academic capitalism”.<br />
Unique characteristics of U.S. academic environment are emphasized by<br />
Pianos (2002). Especially, the “flexibility” of the U.S. academic system and other<br />
make it relatively straightforward for leading academic scientists to become deeply<br />
involve with commercial firms, thus facilitating the formation of successful start-up<br />
companies. The willingness to exploit the results of academic research commercially<br />
distinguishes the United States environment that of either Japan or Europe. Mobility<br />
of academic scientists into commercial venture is difficult in the later regions where<br />
academic scientists are essentially civil servants operating on a rigid and hierarchical<br />
system. While Pisano’s comments are directed at the biotechnology sector, they<br />
would seem to be generalized to other areas of technology.<br />
Since empirical studies considers university R&D as a part of public R&D,<br />
returns to R&D that performed in the universities are measured by publications’<br />
received patents, and citations. Compare to European counterparts U.S. universities<br />
generate significant scientific knowledge. For instance, Nickell and Van Reenen<br />
(2001) reports that even though the United Kingdom has a relatively strong science<br />
base build around an ensemble of university-related research institutes; nation has<br />
been having difficulties translating the science base into innovation and industrial<br />
performance. The authors argue that due to constraints researchers faces while they<br />
are doing consulting work, their commercial payoffs from their research efforts are<br />
limited.<br />
As a result of these changes with the improvement of property rights towards<br />
universities that can utilize the patent rights received from an innovation if the funds<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Determining Multifactor Productivity: How Robust the Relationship between Knowledge<br />
Generated Through Universities and Competing Theories of Productivity<br />
of R&D performed at the universities received from government made universities act<br />
in “market-like” behavior instead of basic knowledge generator. This change made us<br />
to analyze the contribution of university R&D stock to domestic productivity<br />
increases should be examined separately.<br />
2. Countries differ in their economic conditions (dropping the<br />
homogeneity assumption)<br />
Figure 1 plots the log of MFP for the countries and shows that they exhibit<br />
substantial fluctuations between countries. US multifactor productivity shows a<br />
modest upward trend throughout the sample period. UK multifactor productivity<br />
slows first 5 years of the period, and then improves somewhat since 1992. German<br />
total factor productivity shows noticeable increase during the later part of the 80s, but<br />
it stagnates from the early 1990s. Plots for Canada, Denmark, and Netherlands<br />
appear flat throughout. French and Spanish total factor productivity also appears to<br />
be flat during the sample period. Spanish productivity seems to be recovering from<br />
its decline starting at 1997. Ireland’s multifactor productiviy shows a rapid rate of<br />
growth from its low base. The Finnish total factor productivity trend appears similar<br />
to the Irish but the Finland’s total factor productivity growth rate is smaller. Belgian<br />
and Italian multifactor productivity exhibit similar patterns of slow growth. Japanese<br />
multifactor productivity increased quite rapidly during the first five years of the<br />
sample period then appears quite similar to the other major developed nations.<br />
In addition, Table 1 presents some summary statistics of data set we applied<br />
in this study. Descriptive statistics show heterogeneity in the growth rates of<br />
multifactor productivity and their determinants across the sample OECD nations. The<br />
average annual growth rate of MFP ranges between a minimum 0.4% (Spain) to a<br />
maximum of 3.2% (Ireland); the sample mean is 1.3%. The multifactor productivity<br />
of the United States and the United Kingdom increased by around 1.1% during the<br />
period 1985-2005. On the other hand,<br />
Figure 1. Multifactor productivity (logarithms): period 1985-2005<br />
125<br />
1,20<br />
1,10<br />
1,00<br />
0,90<br />
0,80<br />
0,70<br />
0,60<br />
0,50<br />
Belgium<br />
Canada<br />
Denmark<br />
Finland<br />
France<br />
Germany<br />
Ireland<br />
0,40<br />
1985 1987 1989 1991 1993 1995 1997 1999 2001 2003 2005<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
126<br />
Yavuz YILDIRIM<br />
1,15<br />
1,10<br />
1,05<br />
1,00<br />
0,95<br />
0,90<br />
0,85<br />
0,80<br />
Italy<br />
Japan<br />
Nether.<br />
Spain<br />
0,75<br />
UK<br />
0,70<br />
1985 1987 1989 1991 1993 1995 1997 1999 2001 2003 2005<br />
US<br />
1. Multifactor Productivity. 2. Billions of constant 2000 PPP US dollars. 3.<br />
Intensity (R&D expenditures performed at higher education institutions as a % of<br />
GDP). 4. Stock of human capital is proxied by the average number of years of<br />
schooling of the population from 25 to 64 years of age. 5. Public infrastructure is<br />
proxied by the stock of public physical capital stock.<br />
6. Intensity (hightechnology<br />
imports (exports) as a % of total imports (exports)). 7. Stock (Outflow of<br />
foreign direct investment). 8. Stock (Inflow of foreign direct investment). 9. Life<br />
expectancy at age 1.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Determining Multifactor Productivity: How Robust the Relationship between Knowledge<br />
Generated Through Universities and Competing Theories of Productivity<br />
Japan, Germany and France experienced higher growth rates of 1.4% or<br />
above (1.7%, 1.6%, and 1.4% respectively).<br />
As we discussed in the second section, universities share of receiving funds<br />
from government past 20 years and “market-like” behaviors of universities made us to<br />
not to consider university performed R&Ds as a part of public R&D. University<br />
R&D intensities of the sample OECD countries varies from 0.2% to 0.5% with a<br />
sample mean of 0.4 percent. Canada, Finland, and Netherlands have the same<br />
university R&D intensity of 0.5%. On the other hand, Spain and Ireland represents<br />
the lowest intensity of university R&D (0.2%). Comparison of R&D intensities of<br />
domestic R&D performed sectors and institutions represent that R&D intensities<br />
differ respectively by a factor of 21 and 1 across the sample nations.<br />
The stock of human capital appears to be the lowest in Spain (7.9 average<br />
years of schooling of the population from 25 to 64), while Canada has the highest<br />
(12.8) years of schooling; sample mean is 11 years. The United States and Germany<br />
follows the Canada with 12.7, 12.6 years of schooling, respectively. Public<br />
infrastructure intensity (government’s infrastructure related gross fixed capital<br />
formation to GDP ratio) varies between a minimum of 1.8% (the United Kingdom)<br />
and a maximum of 5.1& in Japan. The cross country-intensity of high-tech exports<br />
differs by a factor of nearly 6 [from Spain (5.5%) to Ireland (32.3%)]. On the other<br />
hand, Belgium’s intensity of high-tech imports (10.8%) is smaller by a factor of 2<br />
than Ireland (21.1%).<br />
A corollary to comparison of intensity measures is that; although number of<br />
nations in the sample has comparable (in some cases almost same) intensity measures,<br />
the differences in their R&D expenditures that generate stocks of knowledge are quite<br />
large. The reason for that is the significant dissimilar size of OECD economies. For<br />
instance; universities of the United Kingdom spent on average 2.3 billions of constant<br />
2000 PPP US dollars less than those German universities. If the relationship is linear<br />
between knowledge stocks generated through R&D performance of domestic<br />
economies and their positive and significant contribution to multifactor productivity,<br />
then Germany should have higher multifactor productivity growth for the sample<br />
period considered. Table 1 is also shows that Germany has experienced higher<br />
multifactor productivity growth (1.6%) then the United Kingdom (1.1%) and supports<br />
the idea that using the R&D intensities to explain cross-country differences in<br />
multifactor productivity could be misleading.<br />
The analysis of descriptive statistics for the sample of OECD countries<br />
considered above suggest that domestic multifactor productivity levels may be<br />
affected by the factors other than knowledge. Competing theoretical models of<br />
productivity argues that there are significant productivity differences across the<br />
countries and R&D may not be the only source that affects the productivity.<br />
3. Depreciation Rate Estimation<br />
A corollary that using R&D intensities (R&D expenditures as a % of GDP)<br />
as a proxy for domestic technological knowledge to explain the cross-country<br />
differences in the multifactor productivity appear rather problematic, because it does<br />
127<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
128<br />
Yavuz YILDIRIM<br />
not capture the substantial differences in their stock of knowledge. Therefore, it is<br />
better to calculate the stock of R&D then estimate private or social returns to R&D 2 .<br />
However, computing net rate of return or interpreting shadow value of the R&D stock<br />
required an assumption about the private depreciation or obsolescence of the assets<br />
generated by the R&D investment. But, determining the suitable depreciation rate is<br />
difficult for two reasons. According to Hall (2007) appropriate depreciation rate will<br />
change slowly over time. Acceptable depreciation rate is determined by a firm’s and<br />
its competitor’s behavior. Progress of public research and science is also an<br />
important factor determining appropriate depreciation rate. As a result of not having<br />
enough natural experiments determining the lag structure of R&D in generating will<br />
be very difficult. Since such lag structure is required to identify an appropriate<br />
depreciation rate Hall argues that it is really difficult to measure appropriate<br />
depreciation rate.<br />
Hall (2007) clearly illustrates the some of the issues associated with the<br />
estimating R&D depreciation rates using a production function by discussing the<br />
types of identifying assumptions that are often needed to separately identify R&D<br />
depreciation rates. The first of these models assume that firms exist in a perfectly<br />
competitive market place that Hall mentions is inconsistent with the notion of R&D is<br />
often conducted to generate monopolistic returns. The second assumes that the output<br />
elasticities of ordinary capital and R&D capital are proportional to their input shares,<br />
which Hall characterizes as a “heroic” assumption that also may introduce a notable<br />
amount of specification error into estimation results. Hall (2007) by using Compustat<br />
data for a large panel of the United States manufacturing firms between 1974 and<br />
2003 period estimates an “implied depreciation rate” of -6% in a production function<br />
approach to measure the returns to R&D capital stock. She also reports that dividing<br />
the entire period into 6 different 5-year periods shows “implied depreciation rates” are<br />
different for each 5-year period. For instance, “implied depreciation rate” is -17.8%<br />
for the 1979-1983 period, and -4.7% for the 1999-2003 period. In the same study<br />
Hall also estimates R&D depreciation rates from a model related to the market value<br />
of the firm. Her estimates in this model is different than what she found using the<br />
production function approach. She estimates that R&D depreciation ratios ranging<br />
from 20 to 40 percent depending on the period.<br />
4. Methodology and Data<br />
We estimated the impact of creation of scientific knowledge through<br />
university R&D expenditures on productivity growth. The following system of<br />
equation is generally referred in order to evaluate the contribution of R&D to output<br />
growth:<br />
Y MFP FH<br />
, K <br />
(5.1)<br />
MFP G S,<br />
O<br />
(5.2)<br />
<br />
<br />
2 The term “social” used because the analysis we performed at the aggregate level. It implicitly measures<br />
the direct impact of R&D (i.e. the internal return at the firm level) and the externalities (i.e. the inter firm<br />
R&D spillovers) generated by innovative activities.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Determining Multifactor Productivity: How Robust the Relationship between Knowledge<br />
Generated Through Universities and Competing Theories of Productivity<br />
129<br />
RD<br />
S<br />
t<br />
wl<br />
I<br />
tl<br />
(5.3)<br />
where Y is the output, H is the stock of private labor measured in hours<br />
worked, K is the stock of private capital, MFP states the current state of<br />
technological or scientific knowledge (multi-factor productivity), S stands for the<br />
measure of accumulated R&D capital (as a proxy for the knowledge stocks generated<br />
by domestic firms, public research institutions and foreign institutions), O is the<br />
RD<br />
other factors affecting multi-factor productivity. I represents the gross R&D<br />
expenditures in period t , and w connects the level of past research to the current<br />
l<br />
state of knowledge. For estimation purposes, a production function of a country i ’s<br />
explicit structure is generally of the Cobb-Douglas type, which has a log-additive<br />
t approximates O 3 .<br />
form, and an exponential trend <br />
1<br />
2 <br />
Y exp<br />
t u H<br />
K S<br />
<br />
1<br />
,<br />
2<br />
i<br />
i 1,2,...,<br />
N (5.4)<br />
i<br />
i<br />
i<br />
i<br />
where u is random term, is the rate of disembodied technical change and<br />
, and are the output elasticities of labor, capital and R&D capital stock,<br />
respectively. The estimation of these parameters may be calculated by taking the<br />
natural logarithm of equation (5.4), as follows:<br />
ln Yi<br />
<br />
it<br />
1 ln H<br />
i<br />
<br />
2<br />
ln Ki<br />
ln Si<br />
ui<br />
(5.5)<br />
It is common to drive an index of multi-factor productivity ln MFP from<br />
equation (5.5):<br />
ln MFPi<br />
ln Yi<br />
ˆ H<br />
i<br />
ˆ<br />
1<br />
ln (1 1) ln K<br />
i<br />
it<br />
ln Si<br />
ui<br />
(5.6)<br />
the assumption of constant returns to scale with respect to labor and capital<br />
and payments of these traditional inputs are required for this analysis. In other words,<br />
the output elasticities with respect to labor (capital) are assumed to be equal to the<br />
labor (capital) cost share in total output and <br />
2<br />
is equal to 1 1<br />
.<br />
Given the theoretical and empirical discussions of previous chapter we<br />
eventually estimated the following equation:<br />
i<br />
ln MFP<br />
ln X<br />
6<br />
it<br />
h<br />
it<br />
ln S<br />
i<br />
ln F<br />
7<br />
1<br />
I<br />
it<br />
u<br />
it<br />
ln G ln H<br />
ln F<br />
8<br />
2<br />
O<br />
it<br />
U<br />
9<br />
3<br />
it<br />
h<br />
it<br />
<br />
ln L<br />
it<br />
4<br />
1<br />
it<br />
ln M<br />
(5.7)<br />
The variables (for country i and time t ) are defined as follows 4 :<br />
MFP is an index of multi-factor productivity of total economy. MFP is<br />
computed as the ratio of the domestic product of industry to the weighted sum of the<br />
5<br />
h<br />
it<br />
<br />
3 In this study, we introduce the omitted relevant variables that will be discussed.<br />
4 For simplicity we will drop the country i and time t subscripts for the rest of the chapter.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
130<br />
Yavuz YILDIRIM<br />
quantity of labor and fixed capital stock, the weights being the annual labor cost share<br />
and the capital cost share, respectively as given in equation (5.6). 13 OECD countries<br />
were selected according to availability of multifactor productivity data and resources<br />
devoted to research and development between the periods 1985 and 2005. These<br />
countries are Belgium, Canada, Denmark, Finland, France, Germany, Ireland, Italy,<br />
Japan, Netherlands, Spain, the United Kingdom and the United States. Data for MFP<br />
is obtained from the OECD productivity database.<br />
u<br />
S denotes the source of knowledge, R&D capital stock performed at<br />
u<br />
university institutions. Data on S for each sample country is constructed from the<br />
real R&D expenditures performed by the universities. The stock measures are<br />
constructed the way we discussed in the previous section. Interpretation of point<br />
elasticity should take into account the fact that the explained variable is not output (or<br />
GDP of industry) but MFP. That means we capture the social excess returns to<br />
university R&D, and not the total effects on output growth (which includes the direct<br />
effect or private return also). The source for R&D performed in universities is<br />
OECD’s R&D Database with the exception of the U.S. that is taken from the National<br />
Science Foundation. Finally, it is expected that <br />
1<br />
>0<br />
A measure of public infrastructure related physical capital is denoted by G .<br />
Theories of public infrastructure argues that the “quality” and the “size” of the public<br />
infrastructure affect productivity and growth through cost reduction and/or improved<br />
specialization. We proxy the stock of public infrastructure by the stock of public<br />
physical capital stock constructed from government’s gross fixed capital formation<br />
following the perpetual inventory method. Government’s gross fixed investment data<br />
exclude expenditures on public R&D and military 5 . Data is taken from the OECD<br />
Economic Outlook Database (No. 82, 2007). Even though empirical studies are<br />
mixed we expect a positive impact of infrastructure on multifactor productivity on<br />
theoretical grounds; thus <br />
2<br />
>0.<br />
H represents the stock of human capital, which is proxied by the average<br />
years of education for the age group 25 to 64. According to Bassanini and Scarpetta<br />
(2002) there are practically and theoretically better reasons to use a stock variable<br />
(average years of education) instead of a flow variable (e.g., school enrolment rate) to<br />
measure the impact of human capital on productivity and growth. First of all, quality<br />
of data on enrollment rates are generally lower than years of education, and to see the<br />
impact of changes in enrollment on growth one needs long lags, which are difficult to<br />
accommodate in our framework since we work on relative to shorter time span.<br />
Second, the alternative to using changes in years of education as a proxy for the<br />
accumulation of human capital is not suitable, as it refers to a net investment in<br />
5 We acknowledge that this is crude way of measuring public infrastructure. No data exits on governments’<br />
aggregate stock of physical infrastructure. Studies use measures such as road mileage, phone lines,<br />
supply of electricity, number of airport terminals, etc. However, such indicators of public infrastructure<br />
appear more suitable for developing countries. Since our sample of OECD countries may not show any<br />
important changes in these measures of infrastructure during the late 20 th and early 21 st century, which<br />
covers our sample period, physical capital stock of governments’ is used to proxy public infrastructure.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Determining Multifactor Productivity: How Robust the Relationship between Knowledge<br />
Generated Through Universities and Competing Theories of Productivity<br />
human capital rather than the required measure of gross investment. Finally, reverse<br />
causality problems are less severe when a stock measure is considered. Data for<br />
average years of education of the population aged from 25 to 64 is obtained from<br />
Arnold, Bassanini and Scarpetta (2007), and it is expected that <br />
3<br />
>0.<br />
1<br />
L is the life expectancy at age one. In general, life expectancy is a proxy<br />
for good health and desirable performance of nations. Barro and Sala Sala-i-<strong>Mart</strong>in<br />
(1995) state that “higher life expectancy may go along with better work habits and a<br />
higher levels of skills” (p. 432). In this study we used life expectancy at age one,<br />
instead of life expectancy at birth, because differences in reporting the infant<br />
mortality across the countries. According to Healy (2006), in the United States,<br />
prematurity or size is not considered when counting the births. In other words, all<br />
births are considered as alive if they show any sign of life. On the other hand,<br />
European countries have different constraints to count a birth as alive, otherwise they<br />
don’t report newborn babies, and thus they will have lower mortality rates compared<br />
to the United States. For instance, in Germany, fetal weight must be at least 1 pound<br />
to count as a live birth; in other parts of Europe, such as Switzerland, the fetus must<br />
be at least 12 inches long, in Belgium and France, births at less than 26 weeks of<br />
pregnancy are registered as lifeless. Moreover, in some countries babies who die<br />
within the first 24 hours of birth are not reliably registered. Since probability of dying<br />
in every age group is a part of life expectancy calculations for those ages and the<br />
discrepancies in registering live births across countries, using life expectancy at birth<br />
may not be good indicator for cross-country comparisons. Thus, life expectancy at<br />
age one is used in this study. However, we don’t have available data for all the<br />
sample countries in this study. Thus, we used a formula that with data available for<br />
life expectancy at birth and for infant mortality, it is possible to calculate life<br />
expectancy at age one 6 (Morris, 1979). A comparison of life expectancy at age one<br />
same data we were able to find from National Vital Statistics Reports for the United<br />
States and from EUROSTAT database for European Countries shows that formula is<br />
calculating life expectancy at age one values with close proximity. For instance,<br />
correlation coefficient of 0.998852 is calculated between the estimated life<br />
expectancy at age one data from sung formula and those received from National Vital<br />
Statistics Reports for the United States. Data for life expectancy at birth and infant<br />
131<br />
6 The formula used to approximate the life table values at age one was:<br />
LE<br />
1<br />
LE<br />
<br />
0<br />
1<br />
q<br />
<br />
1<br />
q 1<br />
k<br />
where LE<br />
1 is the infant mortality rate per thousand live births;<br />
k is the average survival period (0.2 years) during the first year;<br />
LE<br />
o is life expectancy at birth; and<br />
q is the infant mortality rate per thousand live births.<br />
<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
132<br />
Yavuz YILDIRIM<br />
mortality rates are taken from OECD Health Database (2007). Eventually, we use<br />
calculated life expectancy at age one data for all countries and expect <br />
4<br />
>0.<br />
Grossman and Helpman (1991); Coe and Helpman (1995); van Pottelsberghe<br />
and Lichtenberg (2001); Keller (2004) are all argue that imports are also another way<br />
of technology diffusion, and are denoted by . Countries engage in imports<br />
benefit from international knowledge spillovers. Since, recent literature on this issue<br />
emphasize the significance of trade in differentiated capital goods, we use a ratio of<br />
high tech imports of goods to total imports of goods to capture this effect and expect<br />
>0.<br />
5<br />
h<br />
X stands for the ratio of high tech exports to total export of goods. The<br />
theory of “learning by exporting” argues that domestic companies increase their<br />
specialization and multi factor productivity in the process of meeting the high product<br />
quality imposed by the foreign customers. Therefore, we expect <br />
6<br />
>0 7 . Relevant<br />
series to compute the ratios is obtained from OECD’s STAN Indicators database 8 .<br />
Another variable discussed in the literature among the competing theories of<br />
multifactor productivity is foreign direct investment (FDI) 9 . Since FDI has two<br />
I<br />
different angles, F stands for foreign companies invest in domestic country (inward<br />
O<br />
FDI), and F is domestic companies invest abroad (outward FDI), both type of FDI<br />
is included the model. Despite mixed empirical results we expect <br />
7<br />
and <br />
8<br />
to be<br />
positive. The data for both FDI stock variables are obtained from the United Nations<br />
Conference on Trade and Development (UNCTAD) database.<br />
Finally, a control variable that is added to model is the annual growth of the<br />
rate of unemployment, U . It is a stylized fact that productivity is pro-cyclical, and<br />
such periods of economies must be captured; therefore it is expected that <br />
9<br />
Determining Multifactor Productivity: How Robust the Relationship between Knowledge<br />
Generated Through Universities and Competing Theories of Productivity<br />
133<br />
current and past levels of research and development expenditures,<br />
w I RD<br />
l , where<br />
wl<br />
is a lag polynomial, describing the relative contribution of past and current<br />
research development levels to S<br />
t<br />
, and l is lag (backward shift) operator, equation<br />
(5.3) can be rewritten as:<br />
2 RD RD RD RD<br />
St<br />
w0<br />
w1l<br />
w2l<br />
I<br />
t<br />
w0<br />
It<br />
w1<br />
I<br />
t1<br />
w2<br />
I3<br />
<br />
(5.8)<br />
Since we have available data on the flow of business performed R&D and<br />
it’s known that some rate of depreciation of knowledge links flow of R&D to the<br />
stock of R&D, equation (5.8) can be re written as the stock of R&D at time t , S ,<br />
and the flow of R&D at time t , I<br />
t<br />
over time are related by the rate of depreciation<br />
in the following equation:<br />
of knowledge <br />
S<br />
t<br />
I<br />
RD<br />
t<br />
RD<br />
I<br />
t1<br />
<br />
1<br />
<br />
I<br />
RD<br />
t2<br />
Measuring R&D capital stock<br />
<br />
I<br />
RD<br />
t3<br />
<br />
RD<br />
t l<br />
2<br />
3<br />
1<br />
1<br />
1<br />
l<br />
t<br />
I<br />
t<br />
(5.9)<br />
S requires both knowledge of its private<br />
depreciation or obsolescence rate, and time lag of l , again where l is the number of<br />
years it takes for a flow of R&D spending to become useful in private production (or<br />
to go through the phase of generating marketable products or process).<br />
Hall (2007) also argues that as long as both growth rate and depreciation rate<br />
of R&D capital stocks do not change very much within firm over time, the estimated<br />
elasticity of output with respect to either R&D capital stock or R&D capital flow will<br />
be the same. On the other hand, even thought the choice of depreciation rate may not<br />
influence the elasticity of output with respect to R&D, the same is not correct of the<br />
G<br />
rate of return derived from the elasticity. To see this, note that the gross, , and<br />
net, , rates of returns to R&D stock, S , are:<br />
G Y<br />
Y Y<br />
and <br />
(5.10)<br />
S<br />
S S<br />
therefore, to measure the returns to R&D one needs to know depreciation rate both to<br />
compute the correct level of R&D capital stock and also to convert gross returns to<br />
net returns.<br />
In case of deciding the depreciation rate to construct R&D capital stock,<br />
previous studies used the perpetual inventory method, which requires calculation of<br />
benchmark R&D capital stock, which calculated as dividing the first year R&D<br />
expenditure of the sample period by sum of average growth rate of R&D expenditures<br />
I RD <br />
during the period, and assumed depreciation ratio<br />
t<br />
. Assumed<br />
( g ) <br />
depreciation ratio used in cross-country studies ranges from 5% to %15. After<br />
calculating the benchmark year R&D stock, the rest of the sample period’s R&D<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
134<br />
Yavuz YILDIRIM<br />
stock is calculated by sum of previous year R&D stock after discounting foe<br />
depreciation plus the current year’s R&D expenditures in the economy.<br />
RD<br />
St<br />
( 1<br />
) St1<br />
I<br />
t<br />
(5.11)<br />
However, perpetual inventory methodology does not consider the idea of<br />
negative depreciation ratio or another words appreciation. In other words knowledge<br />
generated through R&D expenditures become obsolete, and will not contribute the<br />
societies general stock of knowledge in a relatively short period of time. Moreover,<br />
the calculation of benchmark R&D capital stock calculation requires ( g ) to be<br />
greater than zero, otherwise we might run into negative stock of R&D capital values.<br />
Finally, perpetual inventory method does not consider the fact that the research and<br />
development process takes time and that current research and development may not<br />
have an impact on measured productivity. Griliches (1998) argue that completion of<br />
an R&D project, then turning into a product of this initial R&D project, and then<br />
seeing the revenue generated from this R&D project for the companies may take<br />
longer lags. Thus, we constructed the R&D capital stock using the formula (5.9) with<br />
the depreciation rates ranges between –20% and 20% with 28-year embodiment lag<br />
from R&D expenditures.<br />
Bayoumi, Coe, and Helpman (1996) argue that it takes 80 years to see the<br />
full effect of initial R&D investment. In other words, if we increase the current R&D<br />
expenditures by 10 percent, in about 80 years the R&D capital stock will reach the<br />
full amount of its steady-state increase of about 10 percent. In their version of<br />
augmented International Monetary Fund’s MULTIMOD simulation model, multifactor<br />
productivity is endogenized by relating multi-factor productivity to the stock of<br />
R&D capital, international R&D spillovers, and trade. However the fact of the matter<br />
is that the impact is large early on and very small in the last phases of the growth<br />
process. In particular, about half of the steady-state value of the R&D capital stock is<br />
obtained after 15 years. Thus, our approximation of taking 28 years of lags might be<br />
apposite. Thus, we started R&D stock calculations from 1953, because the<br />
availability of R&D expenditure data for the United States. Rest of the OECD<br />
countries’ data start at 1981. Since previous studies show that the United States is the<br />
major generator of R&D spillovers all over the world, and other countries uses the<br />
knowledge generated through R&D expenditures in the United States, R&D<br />
performed in the United States will influence the multifactor productivity of the other<br />
OECD countries considered here, and it will not effect our econometric estimates.<br />
Thus, we calculated R&D capital stock for each country starting at 1953, and used<br />
zeros for the rest of the OECD countries.<br />
Finally, given the various estimated depreciation rates at the firm level and<br />
industry level from a few studies, an estimation of depreciation rate at the aggregate<br />
(total economy) level may be helpful to understand spillovers and externalities<br />
generated through R&D expenditures are significant for productive knowledge of the<br />
society.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Determining Multifactor Productivity: How Robust the Relationship between Knowledge<br />
Generated Through Universities and Competing Theories of Productivity<br />
5. Empirical Results<br />
Mosteller and Tukey (1977) argue that an econometric strategy would be to<br />
consider reasonable alternatives to see whether the results are sensitive to technique<br />
or specification. However, during the process of reporting the results we only<br />
consider different specifications of the equation (5.7). We systematically exclude<br />
variables from the specification (5.7) to check if estimated coefficients are statistically<br />
different 10 . We estimated the model using the Seemingly Unrelated Regression (SUR)<br />
estimator that corrects for the contemporaneous correlations of the error term across<br />
the nations. In addition, SUR allows us to estimate country specific parameters for<br />
the countries considered in this study. We have argued that assuming homogenous<br />
parameters and adjustment dynamics across all the sample countries in the panel<br />
would not be suitable because of the heterogeneity in multifactor productivity levels<br />
(or growth rates) and its determinants among the sample nations. In this context, the<br />
best empirical strategy would be to conduct country-by-country econometric analyses<br />
of equation (5.7). However, we only have 21 observations for each country and<br />
twelve theoretical determinants of multifactor productivity. Unfortunately, not having<br />
enough observation coupled with the number of the explanatory variables, degrees of<br />
freedom problems wouldn’t let us conduct country-by-country time series analysis.<br />
Another reason to use Seemingly Unrelated Regression is that the<br />
disturbances in equations for each country at a given time are likely to reflect some<br />
common unmeasurable or omitted factors, and therefore, could be correlated. When<br />
such correlations exist, it may be more efficient to estimate all equations jointly. Plus,<br />
Breusch-Pagan LM test shows that errors are contemporaneously correlated, hence we<br />
used the SUR rather than ordinary least square (OLS).<br />
Finally, since we construct the R&D stock and estimate the returns to R&D<br />
simultaneously, our results will depend on the, using Hall’s notation, “implied<br />
depreciation rate” (2007, p. 36). The estimated parameters would be the ones where<br />
estimated log of the likelihood function of SUR reaches maximum or minimum point<br />
for given depreciation ratios during the grid search process. In the calculations of<br />
R&D capital stocks we assumed depreciation rate is constant across countries and<br />
during the sample period of this study<br />
The distribution of log of the likelihood function can be seen in figure 2, and<br />
it is shown that log of the likelihood function reaches maximum value (1211.453)<br />
where depreciation rate is –2%. A depreciation (rather appreciation) rate of –2% for<br />
university R&D implies that spillovers, and externalities generated through R&D<br />
reflected in social returns to R&D is significant and previously generated knowledge<br />
may represent itself in the new innovations.<br />
135<br />
10 Only the final specification that includes all explanatory variables of MFP reported.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
136<br />
Yavuz YILDIRIM<br />
Figure 2: Pattern of log of the likelihood function estimates: SUR<br />
1211.453<br />
-2%<br />
1220<br />
1210<br />
1200<br />
MLE<br />
1190<br />
1180<br />
1170<br />
1160<br />
1150<br />
1140<br />
1130<br />
-30 -20 -10 0 10 20 30<br />
Depreciation Rates (%)<br />
Table 2 reports the country-specific multifactor productivity estimation<br />
results (in log levels) obtained from our estimated model in which impact of<br />
university R&D stock on multifactor productivity is taken into consideration with the<br />
competing theories of productivity.<br />
Changes in the country-specific point estimates of multifactor productivity<br />
with respect to university R&D stock, MFP<br />
S<br />
u , with the introduction of the<br />
competing productivity determining factors one can argue that considerable crosscountry<br />
heterogeneity is shown across the sample nations. While the estimated<br />
coefficients of stock of university R&D is statistically significant for the seven<br />
countries (France, Germany, Italy, Japan, the Netherlands, Spain, and the United<br />
States) at least 10% or better significance level, for five countries (Belgium,<br />
Denmark, Finland, Ireland, and the United Kingdom) the estimated coefficients are<br />
not significant, implying impact of its university R&D stock upon domestic<br />
multifactor productivity is not important.<br />
Changes in the country-specific point estimates of multifactor productivity<br />
with respect to university R&D stock, MFP<br />
S<br />
u , with the introduction of the<br />
competing productivity determining factors one can argue that considerable crosscountry<br />
heterogeneity is shown across the sample nations. While the estimated<br />
coefficients of stock of university R&D is statistically significant for the seven<br />
countries (France, Germany, Italy, Japan, the Netherlands, Spain, and the United<br />
States) at least 10% or better significance level, for five countries (Belgium,<br />
Denmark, Finland, Ireland, and the United Kingdom) the estimated coefficients are<br />
not<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Determining Multifactor Productivity: How Robust the Relationship between Knowledge<br />
Generated Through Universities and Competing Theories of Productivity<br />
137<br />
Table 2: Country-Specific Parameter Estimates, in log levels;<br />
University R&D stock with competing theories of productivity - t-values<br />
BEL<br />
CAN<br />
DEN<br />
FIN<br />
FRA<br />
GER<br />
IRE<br />
ITA<br />
JAP<br />
NET<br />
SPA<br />
UK<br />
US<br />
S u G H L 1 M h X h F I F O U<br />
0.075 -0.190 -0.324 1.788 -0.092 0.083 0.113 -0.098 -0.070<br />
1.376 -1.021 -1.338 1.750 -2.030 1.668 3.795 -2.667 -2.377<br />
-0.098 0.130 1.324 -0.362 0.014 0.011 0.043 0.054 -0.056<br />
-2.527 0.844 1.932 -0.400 0.517 0.729 2.023 1.862 -3.764<br />
0.030 -0.229 2.410 -1.889 -0.085 0.103 -0.042 0.039 -0.071<br />
0.970 -1.222 2.087 -2.178 -2.056 2.639 -2.361 2.096 -5.854<br />
-0.013 0.365 0.482 1.709 -0.020 0.011 -0.011 0.044 -0.053<br />
-0.278 1.533 2.345 1.873 -0.502 0.383 -0.524 2.371 -5.294<br />
0.220 -0.342 -0.696 0.248 -0.033 -0.063 0.031 0.020 -0.056<br />
4.871 -2.176 -2.757 0.527 -0.680 -1.478 1.787 1.489 -2.463<br />
0.112 0.365 1.409 -2.297 -0.183 0.213 0.022 0.034 0.033<br />
3.436 2.265 3.260 -2.242 -2.104 2.113 0.644 1.004 1.463<br />
-0.015 -0.333 3.410 1.940 -0.245 0.251 0.061 0.015 -0.037<br />
-0.285 -2.687 5.123 1.372 -3.152 2.526 2.674 0.358 -1.043<br />
0.155 -0.514 -0.845 0.204 0.054 0.035 -0.017 0.049 0.014<br />
2.094 -1.488 -2.132 0.187 0.813 0.523 -0.630 1.238 0.174<br />
0.310 0.173 -1.072 -2.046 -0.184 0.042 0.008 0.038 -0.030<br />
6.122 1.429 -1.754 -3.115 -2.720 0.568 0.512 2.711 -0.976<br />
0.129 0.219 -0.716 -2.158 0.041 -0.076 -0.080 0.104 -0.042<br />
1.867 0.716 -0.530 -0.971 0.377 -0.617 -0.942 0.954 -1.136<br />
0.171 -0.180 -0.469 -0.314 -0.044 0.033 -0.011 -0.014 -0.015<br />
11.316 -6.433 -4.212 -1.184 -4.244 3.876 -1.623 -2.429 -2.689<br />
0.036 -0.048 0.272 2.563 -0.048 -0.044 -0.041 0.053 -0.056<br />
1.034 -0.528 1.333 2.793 -1.291 -1.139 -1.722 3.174 -2.933<br />
0.347 -0.112 1.060 0.896 -0.118 0.030 -0.009 -0.026 -0.017<br />
2.363 -0.703 0.902 1.345 -3.665 0.859 -0.436 -0.708 -1.373<br />
Mean est. 0.112 -0.054 0.480 0.022 -0.072 0.048 0.005 0.024 -0.035<br />
significant, implying impact of its university R&D stock upon domestic<br />
multifactor productivity is not important.<br />
We also find the influence of the stock of public physical infrastructure on<br />
domestic productivity is not statistically important for 9 countries. While Germany is<br />
the lone country shows positive and significant effect of public physical infrastructure<br />
on her multifactor productivity, remaining three countries (France, Ireland and Spain)<br />
exhibit negative and statistically significant effect.<br />
Changes in the country-specific point estimates of multifactor productivity<br />
with respect to university R&D stock, MFP<br />
S<br />
u , with the introduction of the<br />
competing productivity determining factors one can argue that considerable crosscountry<br />
heterogeneity is shown across the sample nations. While the estimated<br />
coefficients of stock of university R&D is statistically significant for the seven<br />
countries (France, Germany, Italy, Japan, the Netherlands, Spain, and the United<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
138<br />
Yavuz YILDIRIM<br />
States) at least 10% or better significance level, for five countries (Belgium,<br />
Denmark, Finland, Ireland, and the United Kingdom) the estimated coefficients are<br />
not significant, implying impact of its university R&D stock upon domestic<br />
multifactor productivity is not important.<br />
We also find the influence of the stock of public physical infrastructure on<br />
domestic productivity is not statistically important for 9 countries. While Germany is<br />
the lone country shows positive and significant effect of public physical infrastructure<br />
on her multifactor productivity, remaining three countries (France, Ireland and Spain)<br />
exhibit negative and statistically significant effect.<br />
Results of explanatory power of human capital on multifactor productivity<br />
become even more puzzling, since in addition to Italy, three more countries (France,<br />
Spain, and Japan (at 10% significance level)) exhibit the domestic productivity<br />
reducing impact of human capital. The parameter estimates of multifactor<br />
productivity with respect to human capital, MFP , appear positive and<br />
H<br />
statistically significant for the countries Canada, Denmark, Finland, Germany and<br />
Ireland. The rest of the countries do not show statistically significant effect on<br />
domestic multifactor productivity, even though they have positive signs.<br />
In the case of increases in life expectancy is productivity-enhancing<br />
argument, the estimated coefficients of life expectancy at age one, MFP<br />
1 , do not<br />
L<br />
show positive and statistically significant estimates for seven countries (Canada,<br />
France, Ireland, Italy, Netherlands, Spain, and the United States). Furthermore, the<br />
large estimated parameters are puzzling.<br />
The elasticity of high tech imports, MFP<br />
M<br />
h , seems negative and<br />
statistically significant for seven countries (the United States, Spain, Japan, Ireland,<br />
Germany, Denmark, and Belgium); and statistically insignificant for the remaining six<br />
countries. On the other hand, exporting high tech products appears productivityenhancing<br />
factor for the countries such as Belgium, Denmark, Ireland, Germany,<br />
Ireland, and Spain.<br />
Both inward FDI and outward FDI also appear to have similar parameter<br />
estimates compared to previous two sections. In the case of inward FDI,<br />
MFP<br />
F<br />
I , of the 13 sample countries, four countries (Belgium, Canada, France,<br />
and Ireland) exhibit positive and significant impact of inward FDI on domestic<br />
multifactor productivity; only the United Kingdom show negative and significant<br />
effect; and for the remaining countries the impact is statistically insignificant.<br />
Similarly, technological outsourcing (outward FDI) brings productivity improvements<br />
to five countries (Canada (at the 10% significance level), Denmark, Finland, Japan,<br />
and the United Kingdom); for Belgium, outward FDI reduces her multifactor<br />
productivity; and the remaining countries parameter estimates of outward FDI is not<br />
statistically significant.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Determining Multifactor Productivity: How Robust the Relationship between Knowledge<br />
Generated Through Universities and Competing Theories of Productivity<br />
Finally, point estimates for growth rate of unemployment rate shows that<br />
productivity is procyclical. However, Germany’s wrong and statistically insignificant<br />
sign exists.<br />
As a robustness check, we also compared our results with the estimates of<br />
ordinary least square. OLS estimates also exhibit the similar pattern compared the<br />
SUR estimates; however, with OLS we are unable to control the business cycle<br />
shocks 11 . Growth of unemployment rate is the only variable that we would be able to<br />
generalize according to discussions we have previously. Plus, P-VALUE of 0.009 we<br />
received as a result of Breush-Pagan LM test shows that errors are<br />
contemporaneously correlated. Thus, the SUR estimates parameters more efficiently.<br />
Finally, we also check the significance of “implied depreciation rates” we<br />
estimated where the value of log of the likelihood function reaches maximum with the<br />
values of log likelihood function with the conventional 10% depreciation rate used to<br />
construct R&D capital stock. While estimated log of the likelihood function value is<br />
1181.431 with the conventional 10%, this value is 1211.453 when the depreciation<br />
rate is -2%. Therefore, likelihood ratio test with distribution with one degree of<br />
freedom shows that the difference between two depreciation rates is highly<br />
significant 12 . This also imply that conventional estimated depreciation rates such as<br />
10% or 15% do not reflect the idea of public good characters of intangible capitals,<br />
specifically R&D stock we used in this study.<br />
Conclusion<br />
One must be careful when drawing policy conclusions on the basis of an<br />
empirical analysis undertaken at an aggregate level and using OECD-wide data over<br />
two decades. Any policy lessons should be confirmed by more detailed, country-level<br />
investigations and case studies. While it is important to keep in mind the wisdom<br />
emphasized in Griliches (1967, p. 17) of “not asking too much from our data”,<br />
knowledge-multifactor productivity relationship was re-examined in a panel of 13<br />
OECD countries for the period 1985-2005. In this analysis of knowledgeproductivity<br />
relationship, we specifically focused on the possibility of omitted<br />
variables in determining productivity, and the ignorance of the idea that productivity<br />
relationship is heterogeneous across countries, since, first, factors other than<br />
knowledge stocks might influence the domestic productivity levels; in addition, the<br />
cross-country productivity levels show different degrees of sensitivity their<br />
determinants.<br />
Compared to exogenous theories of growth, endogenous growth theories, by<br />
abandoning the assumption that the scientific knowledge is exogenous to the<br />
economic system, have given new life to the investigation of the determinants of<br />
long-term growth. The typical arguments over neoclassical growth theory involve<br />
issues like how long a burst of investment might spur a higher growth rate of per<br />
capita income before reversion to steady state, and whether the marginal product of<br />
139<br />
11 Results are not shown here, but it is available on request.<br />
12 The value of distribution with one degree of freedom is 3.84146 at 5 percent significance level.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
140<br />
Yavuz YILDIRIM<br />
capital had some minimum bounds. Those questions appear less interesting than<br />
articulating a new perspective on the underlying determinants of the rate of the<br />
productivity growth with the implications of new growth theories. The case that it is<br />
the accumulation of knowledge, rather than the accumulation of physical capital, that<br />
is the engine of long-run economic growth relies on the particular properties of<br />
knowledge – which it is a public good, that its accumulation is potentially limitless,<br />
and that its accumulation does not suffer from diminishing returns. In this paper we<br />
followed the implications of new growth theories and analyzed the cross-country<br />
differences in multifactor productivity levels.<br />
We argued that other than types of knowledge stock omitted variables<br />
proposed by competing theories of multifactor productivity might be significant that<br />
omission of these variables might generate difficulties in policy analyses that enhance<br />
the multifactor productivity of the domestic economies. Previous empirical studies<br />
that analyses the role of knowledge on productivity concentrate on various measures<br />
of R&D as the sources of productivity. In addition to knowledge stock - university<br />
R&D - we used eight other determinants of multifactor productivity that are proposed<br />
by the competing theories. Those are the measures of government infrastructure stock<br />
and human capital stock, life expectancy at age one, ratios of high tech imports and<br />
exports, inward and outward foreign direct investment, as well as a control variable<br />
for the business cycle. We argued that if the omitted variables problem is true, the<br />
estimated parameters become biased and their conclusions unreliable. This raises<br />
concerns on these results.<br />
Furthermore, autoregressive fixed effects models are used by existing<br />
empirical studies. Even though these methods permit for country-specific fixed and<br />
country-invariant-time effects, they imply that productivity relationships are<br />
homogenous across the sample of countries. In other words, they cannot address the<br />
potential cross-country heterogeneity in slope parameters. Hence, we used Seemingly<br />
Unrelated Regression (SUR) estimator that differs from the method of pooling timeseries<br />
or cross sectional data to correct for potential correlations between the error<br />
terms associated with the 13 countries. In addition, SUR allows us consider crosscountry<br />
heterogeneity, because of the assumption that each cross-section unit has a<br />
different coefficient vector. Thus, we are able to report country-specific parameters<br />
and their significance.<br />
An empirical analysis of this nature has both theoretical and practical<br />
applications. At the theoretical level, importance of competing theoretical models can<br />
be revealed if they pass the empirical investigation of multifactor productivity<br />
determining factor. In practice, policy makers may be better informed by the<br />
identification of the key derivers of productivity and their parameters.<br />
The results show that the university R&D stock is statistically significant and<br />
have a positive impact on productivity for the countries France, Germany, Italy Japan,<br />
the Netherlands, Spain and the United States. On the other hand, remaining<br />
countries’ university R&D stocks lose their explanatory power on multifactor<br />
productivity. In fact, Belgium, Denmark, Finland, Ireland, and the United Kingdom<br />
are the countries that represent their university R&D stock are not a factor in<br />
determining multifactor productivity. Another country is Canada, which has a<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Determining Multifactor Productivity: How Robust the Relationship between Knowledge<br />
Generated Through Universities and Competing Theories of Productivity<br />
negative and statistically significant estimated parameter after introducing the<br />
competing theories of productivity. Estimated point elasticities vary across the<br />
countries representing that cross-country heterogeneity is important.<br />
Competing theories of productivity also follows the unexpected coefficient<br />
estimates as the stocks of R&D capital. The public infrastructure does not seem to<br />
enhance multifactor productivity. Its effects are insignificant for nine countries and<br />
significantly negative for the remaining four. The stock of human capital has a<br />
positive and significant impact on multifactor productivity. However, the estimated<br />
coefficients are very large. In addition to having large coefficient estimates, its<br />
negative and significant sign for France are also puzzling. Life expectancy at age one<br />
represents the similar pattern with the stock of human capital. Estimated coefficients<br />
are very large, and whether their statistically positive or negative impact on<br />
productivity brings more puzzling results. Furthermore, other determinants – ratios of<br />
high tech imports and exports, inward FDI, and outward FDI – of productivity show<br />
mixed results. They appear statistically significant in several cases but the signs of<br />
their coefficients do not always confirm the theoretical priors. Finally, business cycle<br />
control variable, growth of unemployment rate, has negative and statistically<br />
significant impact on domestic productivity for the majority of the countries in the<br />
panel (11 out of 13 countries have the negative sign and 7 of them are statistically<br />
significant). In other words, economic shocks have productivity reducing impact on<br />
domestic economies.<br />
The problem with the constructing R&D capital stock is that it requires<br />
knowledge of unknown depreciation or obsolescence rate, and time lag that represents<br />
the number of years for a flow of R&D to become useful in private production (or to<br />
go through the phase of generating marketable products or processes). Previous<br />
empirical studies assumed depreciation rates ranges between 5% and 15% to construct<br />
the R&D capital stock using the perpetual inventory method. On the other hand,<br />
results of a few papers that estimate the private depreciation rates at the firm level and<br />
industry level showed that “implied depreciation ratio” ranges from –17.8% to<br />
46.9% depending on the time, industry and estimation technique. Compared the<br />
results of empirical studies that estimate depreciation rates for R&D capital stock<br />
shows that “implied depreciation rates” might be negative and positive. However, in<br />
construction of R&D capital stock perpetual inventory method does not allow to use<br />
negative depreciation rates, or rather appreciation.<br />
On the other hand, we estimated depreciation rate through a grid search<br />
considering depreciation rates changes between –20% and 20% 13 by constructing the<br />
R&D capital stocks with 28-year embodiment lag from R&D expenditures and<br />
estimating their social rate of returns simultaneously using Seemingly Unrelated<br />
Regression (SUR) estimator. We estimated depreciation rate (rather appreciation) of -<br />
2%.Remanding that we estimated social returns to R&D, and the negative “implied<br />
depreciation rates” imply that the positive externalities and the intertemporal<br />
141<br />
13 Depending on the specification we estimated we had to check the lower depreciation rates, for example<br />
the “implied depreciation ratio” (rather appreciation) was –35% in the specification in which multifactor<br />
productivity regresses on only university R&D stock and unemployment rate growth.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
142<br />
Yavuz YILDIRIM<br />
spillovers generated through new innovations is higher than the negative effect of<br />
business-stealing effect in which innovations destroys the social returns from previous<br />
innovations. Another implication is that cost of distributing the idea previously<br />
innovated is small that Baumol (2002) argues that most innovations are nothing more<br />
than slightly improvements in something that already exists. Finally, estimated<br />
negative “implied depreciation rates” represents the public good nature of knowledge,<br />
which is summarized by Stephan (1996)<br />
“ .. it is not depleted when shared, and once it is made public others cannot<br />
easily be excluded from its use. Moreover, the incremental cost of an additional user<br />
is virtually zero and, unlike the case with other public goods, not only is the stock of<br />
knowledge not diminished by extensive use, it is often enlarged.” (p. 1200)<br />
Finally, the likelihood ratio test shows that the difference between the<br />
“implied depreciation rates” we estimated considering the values of maximum log<br />
likelihood function for all specifications and those with the traditional 10%<br />
depreciation rate is statistically significant at any significance level. This implies that<br />
considering the R&D stock capital similar the tangible capital stock could be<br />
misleading, especially at the cross-country studies social returns to generated<br />
knowledge or new ideas are higher than obsolescence of the benefits we receive from<br />
the previously generated ideas.<br />
In general, since the way we estimated the model we only used the university<br />
R&D stock. One can argue that colinearity will be problem, but we can add other<br />
domestic knowledge generating factors such as business R&D stock, government<br />
R&D stock, and foreign R&D stocks. Then, it would be interesting to see the results.<br />
Our results generally contradicts with the theory in estimating the impact of domestic<br />
sources that effects domestic productivity, such as, stock of human capital and life<br />
expectancy. Another way to estimate the model may be by defining the cross-country<br />
heterogeneity in productivity parameters. In this type of modeling, country-specific<br />
parameters assumed to be linear function of the country specific mean or per worker<br />
stocks of types of knowledge stocks. Eventually, the multifactor productivity<br />
estimated by cofactor of previous years productivity levels and mean or per worker<br />
stocks of university R&D stock 14 . Considering the cross-country heterogeneity in this<br />
manner would in our research agenda for the future.<br />
14 Pesaran et al. (2000) find that when cross-country heterogeneity is accounted in this type, the nonlinearity<br />
in macroeconomic relationship disappears. In other words, the econometric evidence of nonlinearity<br />
in macroeconomic relationships may be due to neglected heterogeneity.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Determining Multifactor Productivity: How Robust the Relationship between Knowledge<br />
Generated Through Universities and Competing Theories of Productivity<br />
REFERENCES<br />
ADAMS, James D., BLACK, Grant C., CLEMMONS, J. Roger, and STEPHAN,<br />
Paula E., ‘Scientific Teams and Institutional Collaborations: Evidence from<br />
U.S. Universities, 1981–1999’, Research Policy, 34, 2005, pp. 259–285.<br />
ADAMS, James D. and CLEMMONS, J. Roger, ‘The Origins of Industrial Scientific<br />
Discoveries’ National Bureau of Economic Research (Cambridge, MA),<br />
Working Paper No 13823, February 2008.<br />
ARNOLD, Jens, BASSANINI, Andrea and SCARPETTA, Stefano ‘Solow or Lucas<br />
Testing Growth Models Using Panel Data from OECD Countries’,<br />
Organization for Economic Co-Operation and Development, Economics<br />
Department Working Paper, No. 592, 2007.<br />
BARRO, Robert J. and SALA-I-MARTIN, Xavier, Economic Growth, New York:<br />
McGraw-Hill, 1995.<br />
BASSANINI, Andrea and SCARPETTA, Stefano ‘Does Human Capital Matter for<br />
Growth in OECD countries A Pooled Mean-Group Approach’, Economics<br />
Letters, Vol. 74, No. 3, 2002, pp. 399-405.<br />
BAYOUMI, Tamim A., COE, David T. and HELPMAN, Elhanan, ‘R&D Spillovers<br />
and Global Growth’ National Bureau of Economic Research (Cambridge,<br />
MA), Working Paper, no. 5628, June 1996.<br />
BAUMOL, William J., The Free-Market Innovation Machine: Analyzing the Growth<br />
Miracle of Capitalism, Princeton: Princeton University Press, 2002.<br />
BOWIE, Norman E., University-Business Partnership: an Assessment, Lanham, MD:<br />
Rowman and Littlefield, 1994.<br />
COE, David T. and HELPMAN, Elhanan, ‘International R&D Spillovers’, European<br />
Economic Review, Vol. 39, No.5, 1995, pp. 859-887.<br />
DIETZ, James S. and BOZEMAN, Barry, ‘Academic Careers, Patents, and<br />
Productivity: Industry Experience as Scientific and Technical Human<br />
Capital’, Research Policy, 34, 2005, pp 349–367.<br />
ETZKOWITZ, Henry, WEBSTER, Andrew and HEALEY, Peter, ‘Introduction’. In<br />
ETZKOWITZ, Henry, Andrew WEBSTER, and Peter HEALEY (Eds),<br />
Capitalizing Knowledge: New Intersections of Industry and Academia (pp.1-<br />
17) Albany, NY: State University of New York Press, 1998.<br />
ETZKOWITZ, Henry and STEVENS, Ashley J., ‘Inching toward industrial policy:<br />
the university’s role in government initiatives to assist small, innovative<br />
companies in the United States’. In ETZKOWITZ, Henry, Andrew<br />
WEBSTER and Peter HEALEY (Eds), Capitalizing Knowledge: New<br />
Intersections of Industry and Academia (pp.215-238), Albany, NY: State<br />
University of New York Press, 1998.<br />
GRILICHES, Zvi, ‘Distributed Lags’ Econometrica, 37, 1967, pp. 16-49.<br />
143<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
144<br />
Yavuz YILDIRIM<br />
GRILICHES, Zvi, R&D and Productivity: The Econometric Evidence, The University<br />
of Chicago Press: Chicago, 1998.<br />
GROSSMAN, Gene M. and HELPMAN, Elhanan, Innovation and Growth in the<br />
Global Economy, MIT Press: Cambridge, 1991.<br />
HALL, Bronwyn H., ‘Measuring the Returns to R&D: the Depreciation Problem’,<br />
NBER Working Paper, no. 13473, October 2007.<br />
HEALY, Bernadine, ‘Behind the Baby Count’ U.S. News & World Report<br />
http://health.usnews.com/usnews/health/articles/060924/2healy.htm, 24<br />
September 2006.<br />
JENSEN, Richard and THURSBY, Marie, ‘Proofs and Prototypes for Sale: The<br />
Licensing of University Inventions’, The American Economic Review, Vol.<br />
91, No. 1, 2001, pp. 240-259<br />
KELLER, Wolfgang, ‘International Technology Diffusion’, Journal of Economic<br />
Literature, Vol. 42, No. 3, 2004, pp. 752-782.<br />
LICHTENBERG, Frank R., ‘R&D Investment and International Productivity<br />
Differences’, National Bureau of Economic Research (Cambridge, MA),<br />
Working Paper No. 4161, September 1992.<br />
LIPSEY, Robert E., ‘Home and Host Country Effects of FDI’, National Bureau of<br />
Economic Research (Cambridge, MA), Working Paper No. 9293, October<br />
2002.<br />
LUCAS, Robert E. Jr., ‘On the mechanics of development planning’ Journal of<br />
Monetary Economics, Vol. 22, No. 1, 1988, pp. 3-42.<br />
LUINTEL, Kul B. and KHAN, Mosahid, “A Quantitative Reassessment of the<br />
Finance-Growth Nexus: Evidence from a Multivariate VAR”, Journal of<br />
Development Economics, Vol. 60, No. 2, 1999, pp. 381-405.<br />
MORRIS, Morris David, Measuring the Condition of the World’s Poor: the Physical<br />
Quality of Life Index, New York: Pergamon Press, 1979.<br />
MOSTELLER, Frederick and TUKEY, John W., Data Analysis and Regression: a<br />
Second Course in Statistics, Reading, Mass. : Addison-Wesley Pub. Co.,<br />
1977.<br />
National Science Foundation, Division of Science Resources Statistics. 2008.<br />
Academic Research and Development Expenditures: Fiscal Year 2007.<br />
Detailed Statistical Tables NSF 09-303. Arlington, VA. Available at<br />
http://www.nsf.gov/statistics/nsf09303/.<br />
NICKELL, Stephen and VAN REENEN, John, ‘Technological Innovation and<br />
Performance in the United Kingdom’ Center for Economic Performances<br />
Discussion Paper, no. 488, January 2001.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Determining Multifactor Productivity: How Robust the Relationship between Knowledge<br />
Generated Through Universities and Competing Theories of Productivity<br />
145<br />
OECD (1993). The measurement of scientific and technological activities: standard<br />
practice for surveys of experimental development – Frascati Manual 1993.<br />
Paris: OECD Press.<br />
OECD (2002). Benchmarking science-industry relationships. Paris: OECD<br />
OECD (2005). OECD science, technology, and industry scoreboard. Paris: OECD<br />
Press.<br />
PARK, Walter G., ‘International R&D Spillovers and OECD Economic Growth’,<br />
Economic Inquiry, Vol. 33, No. 4, 1995, pp. 571-591.<br />
PISANO, Gary P. ‘Pharmaceutical Biotechnology’, In Technological Innovation and<br />
Economic Performance, In. STEIL, Benn, David G. VICTOR and Richard<br />
R. NELSON (Eds.), Princeton: Princeton University Press, 2002<br />
PESARAN, Hashem M., HAQUE, Nadeem U. and SHARMA, Sunil, ‘Neglected<br />
Heterogeneity and Dynamics in Cross Country Savings’, in<br />
KRISHNAKUMAR, Jaya and RONCHETTI, Elvezio (eds), Panel Data<br />
Econometrics –Future Directions, Amsterdam, the Netherlands: Elsevier<br />
Science, 2000.<br />
PRESS, Eyal and WASHBURN, Jennifer, ‘The Kept University’ The Atlantic<br />
Monthly, Vol. 285, No. 3, pp. 39-54, 2000.<br />
ROMER, Paul. M ‘Increasing Returns and Long-run Growth’ Journal of Political<br />
Economy, 94, 1986, pp. 1002-1037.<br />
SAMPAT, Bhaven N., ‘Patenting and US Academic Research in the 20th Century:<br />
The World Before and After Bayh-Dole’, Research Policy, 35. 2006, pp.<br />
772–789.<br />
SLAUGHTER, Sheila and LESLIE, Larry L., Academic Capitalism: Politics,<br />
Policies, and the Entrepreneurial University, Baltimore, Maryland: Johns<br />
Hopkins University Press, 1997.<br />
STEPHAN, Paula E., ‘The Economics of Science’, Journal of Economic Literature,<br />
Vol. 34, No. 3, 1996, pp. 1199-1235.<br />
VAN POTTELSBERGHE DE LA POTTERIE, Bruno and LICHTENBERG, Frank,<br />
‘Does Foreign Direct Investment Transfer Technology across Borders’,<br />
Review of Economics and Statistics, Vol. 83, No. 3, pp. 490-497, 2001.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
BOZCAADA TURİZMİ İÇİN GEÇERLİ OLABİLECEK<br />
FIRSATLAR, ÜSTÜNLÜKLER, ZAYIFLIKLAR VE<br />
TEHLİKELERİ TESPİT ETMEYE YÖNELİK BİR<br />
ARAŞTIRMA<br />
A. Celil ÇAKICI<br />
Lütfi ATAY<br />
Murat AKSU<br />
ÖZET<br />
Bozcaada, Türkiye’nin Kuzey Ege’de bulunan ikinci büyük adası<br />
olmasına rağmen, turizm açısından yeterince gelişememiştir.<br />
Bozcaada turizmi için doğru stratejilerin ortaya konulabilmesine<br />
hizmet etmek amacıyla, bu araştırmayla, Bozcaada turizminin<br />
sorunları ve Bozcaada turizmi için geçerli olabilecek fırsatlar,<br />
üstünlükler, zayıflıklar ve tehlikeler tespit edilmeye çalışılmıştır.<br />
Araştırma birbirini izleyen iki aşamada gerçekleştirilmiştir. İlk<br />
aşama, 2007 yılı Kasım-Aralık aylarında, ikinci aşama 2009 yılı<br />
Ocak-Şubat aylarında gerçekleştirilmiştir. Her iki aşamada<br />
Bozcaada turizmi hakkında fikir yürütebilecek katılımcılara kolayda<br />
örnekleme ile ulaşılmaya çalışılmıştır. İlk aşamada açık uçlu altı<br />
adet soru yöneltilmiştir. İkinci aşamada kullanılan anket, ilk aşama<br />
verilerinin içerik analiziyle ortaya konan boyutlarından<br />
yararlanılarak hazırlanmıştır. İkinci aşamada birinci aşamada<br />
ortaya çıkan boyutların önem düzeyleri belirlenmeye çalışılmıştır.<br />
İlk aşama verilerine göre, en çok dile getirilen sorun ulaşım<br />
olmakla birlikte, ikinci aşamada en önemli sorun fiyatlarla ilgilidir.<br />
İlk aşamada en çok dile getirilen güçlü yan denizinin temizliği<br />
görülürken, ikinci aşamaya göre Ada olmasının çekiciliği en önemli<br />
güçlü yan olarak algılanmaktadır. İlk aşamada en çok bahsedilen<br />
rakip yerler olarak Gökçeada ve Assos olurken, ikinci aşamada ilk<br />
iki rakip destinasyon Assos ve Ayvalık olarak kabul edilmiştir.<br />
Anahtar Kelimeler: Bozcaada, Turizm, SWOT Analizi<br />
Prof.Dr., Mersin Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik YO<br />
Yrd.Doç.Dr., Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik YO<br />
Öğr.Gör., Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi, Gökçeada MYO<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
A SURVEY TO DETERMINE THE STRENGTHS, WEAKNESS,<br />
OPPORTUNITIES AND THREATS (SWOT) AVAILABLE FOR<br />
TOURISM IN BOZCAADA<br />
A. Celil ÇAKICI<br />
Lütfi ATAY<br />
Murat AKSU<br />
ABSTRACT<br />
Bozcaada is the second biggest island of Turkey on Aegean Sea<br />
after Gökceada but tourism on the Island was not improved<br />
sufficiently. For the purpose of choosing right strategies, the issues<br />
of tourism in Bozcaada and strengths, weakness, opportunities and<br />
threats (SWOT) of Bozcaada were being tried to determine by this<br />
study. The survey was done at two stages. First survey was carried<br />
out between November and December 2007 and second survey was<br />
done between January and February 2009. It was tried to reach the<br />
participants who could say something and play some role for<br />
tourism in Bozcaada. Data at first survey was collected through six<br />
open-ended questions and second questionnaire was improved with<br />
the outcomes of first survey. The importance levels of each<br />
dimension which came out of first survey were tried to determine.<br />
The issue most emphasized by participants was transportation at<br />
first survey, but it was price at second survey. Cleanliness of sea<br />
was the most important strength of first survey and being island was<br />
the leading strength of second survey. First Servey showed<br />
Gökçeada and Assos as the most important competitors of Island<br />
but Assos and Ayvalık were found the leading comptitors in the<br />
second survey.<br />
Keywords: Bozcaada, Tourism, SWOT Analyse<br />
Prof.Dr., Mersin Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik YO<br />
Yrd.Doç.Dr., Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik YO<br />
Öğr.Gör., Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi, Gökçeada MYO<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Bozcaada Turizmi İçin Geçerli Olabilecek Fırsatlar, Üstünlükler, Zayıflıklar ve Tehlikeleri<br />
Tespit Etmeye Yönelik Bir Araştırma<br />
151<br />
1. GİRİŞ<br />
Turizm, döviz kazandırıcı ve yeni istihdam olanakları ortaya koyma<br />
bakımından diğerlerine göre karşılaştırmalı üstünlüğe sahip önemli sektörlerden<br />
birisidir. Bu yönü ile özellikle gelişmekte olan ülkelerin dikkatini çekmektedir.<br />
Önceleri sadece ulusal kalkınma aracı olarak kullanılan ve bu yönde desteklenen<br />
turizm sektörü, artık yöresel, bölgesel ve şehirsel kalkınmanın da destekleyicisi<br />
durumuna gelmiştir (Tosun ve Bilim 2004: 125). Türkiye, turizm sektörü açısından<br />
tek bir bakış açısından ele alınamayacak kadar homojenliği olmayan geniş bir ülke<br />
konumundadır. Dolayısıyla ülkemizde turizm sektörü açısından bölgeselleşme<br />
kaçınılmaz olmaktadır (Dinçer 1999: 23). Bölgeselleşme ise, turizm açısından<br />
gelişimi daha iyi planlayabilmek için destinasyon bazında çalışmaların yapılmasını<br />
zorunlu hale getirmektedir.<br />
Destinasyonun birçok faklı tanımı yapılmakla birlikte (Atay 2003: 26) ortak<br />
bir tanım olarak “turistler tarafından ziyaret edilen ve diğer bölgelerden farklı<br />
özellikler barındıran yerler” olarak tarif etmek mümkündür (Ünüsan ve Sezgin 2005:<br />
162). Destinasyon; yerel ölçekte sunulan mal, hizmet ve tatil deneyimlerinin<br />
bileşiminden oluşmakta (Kozak, Kozak ve Kozak 2006: 45) ve önemli sayıda<br />
ziyaretçi tarafından bilinen, turistlerin ilgisini çeken, farklı özelliklere ve ayırt edici<br />
yapıya sahip olan yerlerdir (Tosun ve Jenkins 1996: 520). Ekonomik olarak yerel ve<br />
ulusal yapıya katkıda bulunan, altyapı olanakları ile birlikte doğal ve kültürel cazibe<br />
unsurlarıyla desteklenen alanlar olarak da ifade edilebilen (Hudson 1998: 960) turistik<br />
destinasyonların özelliklerinin açık olarak belirlenmesi, destinasyon yapısının ortaya<br />
konulması, yönetim biçiminin saptanması, turistlerin ihtiyaçlarının karşılanması ve<br />
turistik talebin süreklilik kazanması bakımından önemlidir. Turistik destinasyonların<br />
bir coğrafi alan olduğu konusunda, fikir birliği söz konusudur. Bu bağlamda<br />
destinasyonlar, çok iyi tanımlanmış coğrafi alanlar olup, mikro ve makro ölçekte<br />
olabileceği gibi (Kotler, Bowen ve Makens 1999: 649) bir ada ya da kasaba<br />
durumunda da olabilmektedir (Kozak, Kozak ve Kozak 2006: 45).<br />
Destinasyon çekicilikler, turizm işletmeleri, ulaşım olanakları, organize<br />
seyahatler ve etkinlikler başta olmak üzere çeşitli destekleyici bir dizi unsurun bir<br />
araya gelmesiyle oluşur (Buhalis 2000: 98). Bu unsurlar, turizmden bağımsız ve<br />
turizme bağlı unsurlar olarak ikiye ayrılabilmektedir (Kozak 2006: 141). Bununla<br />
birlikte, bir turistik çekim merkezinin (destinasyonunun) doğal ya da yaratılmış olan<br />
değerlerinden oluşan avantajlarını uzun dönemler için rekabet edilebilir ve<br />
sürdürülebilir avantajlar haline dönüştürmesinin yararlı olacağı da ifade edilmektedir<br />
(Lee 2001: 317). Seyahat öncesi satın alım kararlarının verilmesini, destinasyondaki<br />
deneyim durumunu ve bu deneyimin değerlendirilmesi ile seyahat sonrasında<br />
davranışların ve niyetin şekillenmesine destinasyon imajı yardımcı olmaktadır (Chen<br />
ve Tsai 2007: 1115). Destinasyon imajının oluşumda ve destinasyonun gelişiminde<br />
destinasyonda ikamet eden taraflar önemli rol oynarlar.<br />
Bir turistik destinasyon, destinasyondaki turizm işletmelerinin ve sektör dışı<br />
işletmelerin bir bütün olarak gelişimi ile de büyüyebilir. Hem destinasyonun<br />
gelişmesinde etkin karar vericiler hem de işletmeler, misyonlarını ortaya koyduktan<br />
sonra, planlama aşamasında amaçlarını ve faaliyetlerini belirlerken olasılıklar<br />
karşısında durumlarını görmek için içsel faktörlerden kaynaklanan güçlü-zayıf<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
152<br />
A. Celil ÇAKICI & Lütfi ATAY & Murat AKSU<br />
(strengths- weakness) yanlarını ve dışsal ortamın sunduğu fırsatların (opportunities)<br />
ve tehlikelerin (threats) analizini yaparlar (Kotler, Bowen ve Makens 1999: 86-87).<br />
Turizm sektörünün, işletmelerinin ve destinasyonların çevre koşullarından ve<br />
özellikle dışsal ortamdan oluşabilecek her türlü gelişmeden kolay etkilenebilir olması<br />
SWOT analizinin yapılmasını zorunlu ve anlamlı kılmaktadır. Özellikle olası talep<br />
daralmaları bu analizi gerekli hale getirmektedir (Oral 1999: 67). Bu kapsamda<br />
SWOT analizi, bir destinasyonun geleceği açısından içsel ve dışsal faktörlerin<br />
değerlendirildiği bir analizdir. SWOT çözümlemeleri doğru ve uygun şekilde<br />
kullanılabilirse, destinasyon için başarılı bir stratejiyi kısaca, açık, seçik ve anlaşılır<br />
şekilde ortaya koymada iyi bir araç olabilir.<br />
Bozcaada, Kuzey Ege’de bulunan Gökçeada’dan sonra Türkiye’nin ikinci<br />
büyük adasıdır. Turizm gelişimi açısından Bozcaada önemli bir turizm çekim merkezi<br />
(turistik destinasyon) olma potansiyeline sahiptir. Bugüne kadar ortaya çıkan turistik<br />
gelişme, bazı sorunları da beraberinde getirmiştir. Ayrıca, Bozcaada yaz nüfusunun<br />
kış nüfusuna göre yaklaşık beş kat artması ve günübirlik ziyaretçi sayısının hızla<br />
artması gibi etkenler taşıma kapasitesinin aşılmasına neden olmakta, bu da sorunları<br />
daha da arttırmaktadır. Bunların yanında, genel olarak adalardaki pahalı yaşam,<br />
Bozcaada’nın “pahalı bir yer” imajıyla da anılmasına yol açmıştır. Bu nedenle,<br />
politika geliştirilmesine yardımcı olmak ve en azından bir zemin hazırlayabilmek için,<br />
bu makalede Bozcaada turizminin sorunları, Bozcaada’nın güçlü ve zayıf yanları ile<br />
fırsatları ve tehlikeleri birbirini izleyen iki aşamalı bir araştırma ile ortaya<br />
konmaktadır.<br />
Bozcaada turizmine yönelik yapılan literatür taramasında dikkati çeken<br />
çalışmalar şunlardır;<br />
Pekcan C. (2001)<br />
Hamlacıbaşı F.Ü., Özkök<br />
F.(2006)<br />
Özkök F., Erdem S.H.,<br />
Harman S., (2007)<br />
Hamlacıbaşı F.Ü.(2008)<br />
Can E.,(2008)<br />
Gökçeada ve Bozcaada’nın Turizm Potansiyeli’nin<br />
Tespiti ve Adalarda Turizmin Gelişme Olanakları<br />
Bozcaada’da Turist Harcamalarının Gelir Etkisinin<br />
Ölçülmesine Yönelik Bir Çalışma<br />
Tourism Impacts and Resident Support For Tourism<br />
Development: A Research on Bozcaada, Turkey.<br />
Yiyecek Turizmin ve Yiyecek Turizmini Açısından<br />
Bozcaada’nın Kaynakları<br />
Sürdürülebilir Turizm ve Bozcaada<br />
Çakıcı C., Aksu M., (2008) Bozcaada Halkının Turizm ve Çevre Bilinci Üzerine Bir<br />
Araştırma<br />
Özkök F., Harman S.,<br />
Yavaş Ö., (2008)<br />
Çenet İ., (2008)<br />
Türemez Y., Bamyacı<br />
A.O., (2008)<br />
Bozcaada’ya Gelen Yerli Turistlerin Profilini<br />
Belirlemeye Dönük Bir Araştırma<br />
Bozcaada’ya Bakış ve 2010 Ada Vizyonu<br />
Bozcaada’da Turistik Ürün Geliştire ve Çeşitlendirme<br />
Üzerine Bir Çalışma<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Bozcaada Turizmi İçin Geçerli Olabilecek Fırsatlar, Üstünlükler, Zayıflıklar ve Tehlikeleri<br />
Tespit Etmeye Yönelik Bir Araştırma<br />
153<br />
2. ARAŞTIRMANIN AMACI VE YÖNTEMİ<br />
2.1. Araştırmanın Amacı<br />
Araştırmanın amacı, Bozcaada turizminin sorunlarını ve Bozcaada turizmi<br />
için geçerli olabilecek fırsatları, üstünlükleri, zayıflıkları ve tehlikeleri ortaya<br />
koymaktır. Böylece, Bozcaada turizmi hakkında fikir yürütebilecek insanların<br />
değerlendirmeleri alınmış ve ortak bir yol haritası belirlenmiş olacaktır. Araştırma,<br />
Bozcaada’da turizm faaliyetlerinin geliştirilmesi sürecinde yönlendirici olabileceği ve<br />
politika geliştirilmesine katkıda bulunabileceği gibi, halkın karara katılım süreci ve<br />
sorunlar karşısında olası çözümleri sahiplenmesi açısından da olumlu etkiler<br />
yapabilecektir. Araştırma ile elde edilecek veriler ve bulgular sonucunda,<br />
Bozcaada’nın turizm destinasyonu olarak ön plana çıkması ve arzu edilen ziyaretçi<br />
talebini yakalayabilmesi için yapılabilecekler hakkında somut adımların atılması için<br />
karar desteği sağlanması da öngörülmüştür. Destinasyonun birinci derece kullanıcısı<br />
olan yerel nüfusun destinasyon yönetiminde yer alması, olası girişimlerin<br />
desteklenmesini ve başarıya ulaşmasını kolaylaştırabilecektir. Bozcaada turizmi ile<br />
ilgili yeterli literatür bulunmaması ve Bozcaada’nın bir destinasyon olarak SWOT<br />
analizinin yapılmamış olması da, mevcut araştırmayı gerekli ve önemli kılmaktadır.<br />
Söz konusu bu gerekçeler çerçevesinde, bu araştırmada yanıtları bulunmaya çalışılan<br />
araştırma soruları aşağıdadır:<br />
Bozcaada turizminin sorunları ve bu sorunların göreceli önem düzeyleri<br />
nedir<br />
Bozcaada’nın turizm açısından güçlü yanları ve bu güçlü yanların<br />
göreceli önem düzeyleri nedir<br />
Bozcaada’nın turizm açısından zayıf yanları ve bu zayıf yanların<br />
göreceli önem düzeyleri nedir<br />
Bozcaada’nın turizm açısından fırsatları ve bu fırsatların göreceli önem<br />
düzeyleri nedir<br />
Bozcaada’nın turizm açısından tehlikeleri ve bu tehlikelerin göreceli<br />
önem düzeyleri nedir<br />
Bozcaada’nın turizm açısından rakipleri ve bu rakiplerin göreceli önem<br />
düzeyleri nedir<br />
2.2. Araştırmanın Yöntemi<br />
Araştırma, birbirini takip eden iki aşamada gerçekleştirilmektedir. Birinci<br />
aşamada, Bozcaada turizminin sorunları, fırsatları, üstünlükleri, zayıflıkları ve<br />
tehlikeleri ile Bozcaada’ya rakip olabilecek yerleri belirlemeye yönelik açık uçlu altı<br />
soru, Bozcaada’da yaşayan farklı kesimlerden insanlara sorulmuştur. İlk aşama,<br />
kolayda örnekleme yöntemi ile yazarlarından biri tarafından 2007 yılı Kasım-Aralık<br />
aylarında yüz yüze gerçekleştirilmiştir. İlk aşamaya adada yaşayan turizmci, işçimemur,<br />
belediye kamu görevlileri ve siyasi parti temsilcilerine kadar çok farklı<br />
kesimlerden 57 kişi katılmıştır (Tablo 1). İlk aşamada açık uçlu sorulara verilen<br />
yanıtlar, kodlamaya dayalı içerik analizine tabi tutulmuştur ve ortaya çıkan bulgular<br />
değerlendirilmiştir.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
154<br />
A. Celil ÇAKICI & Lütfi ATAY & Murat AKSU<br />
Araştırmanın ikinci aşamasında ise, açık uçlu sorulardan elde edilen<br />
bulgular, ikinci bir anket şeklinde düzenlenmiştir. İkinci ankette katılımcılardan<br />
Bozcaada turizmine ilişkin fırsatlar, üstünlükler, zayıflıklar ve tehlikelere ilişkin<br />
konuların her birini önemine göre 1 ile 10 arasında bir puan vermeleri istenmiştir.<br />
Burada 10 en yüksek önem düzeyini göstermektedir. Diğer iki soruda ise,<br />
katılımcılardan kategorize edilen Bozcaada’daki turizm sorunlarını ve Bozcaada’ya<br />
rakip olabilecek yerleri önem düzeylerine göre sıralamaları istenmiştir. Bu aşamanın<br />
anketi, yine kolayda örnekleme ile Bozcaada turizmi hakkında fikir yürütecek<br />
insanlara yüz-yüze uygulanmıştır. İkinci aşama, 2009 yılı Ocak-Şubat ayları arasında<br />
gerçekleştirilmiştir. İkinci aşamaya 194 kişi katılmıştır. İkinci anket, öncelikle birinci<br />
aşamaya katılanlar olmak üzere, yine Bozcaada turizmi hakkında bilgi sahibi olması<br />
öngörülen kişilere uygulanmıştır.<br />
3. BULGULAR VE DEĞERLENDİRME<br />
3.1.Katılımcıların Demografik Özellikleri<br />
Tablo 1’de katılımcıların demografik özellikleri yer almaktadır. Buna göre,<br />
ilk aşamaya katılan katılımcıların dörtte üçü (%74) erkeklerden oluşurken, ikinci<br />
Tablo 1: Katılımcıların Demografik Özellikleri<br />
BİRİNCİ AŞAMA<br />
İKİNCİ AŞAMA<br />
Cinsiyet (n: 57) Sayı Yüzde Cinsiyet (n: 194) Sayı Yüzde<br />
Erkek<br />
42<br />
73,7<br />
Erkek<br />
65<br />
66,5<br />
Kadın<br />
15<br />
26,3<br />
Kadın<br />
129<br />
33,5<br />
Yaş (n: 55) Yaş (n: 194)<br />
20-altı<br />
1<br />
1,8<br />
20-altı<br />
13<br />
6,7<br />
21-30<br />
16<br />
29,1<br />
21-30<br />
79<br />
40,7<br />
31-40<br />
18<br />
32,7<br />
31-40<br />
55<br />
28,4<br />
41-50<br />
13<br />
23,6<br />
41-50<br />
31<br />
16,0<br />
51- üstü<br />
7<br />
12,7<br />
51- üstü<br />
16<br />
8,2<br />
Eğitim (n: 56) Eğitim (n: 194)<br />
İlköğretim<br />
9<br />
16,1<br />
İlköğretim<br />
22<br />
11,3<br />
Lise<br />
16<br />
28,6<br />
Lise<br />
79<br />
40,7<br />
Üniversite<br />
26<br />
46,4<br />
Üniversite<br />
87<br />
44,8<br />
Y.lisans<br />
5<br />
8,9<br />
Y.lisans<br />
6<br />
3,1<br />
Meslek (n: 57) Meslek (n: 194)<br />
Turizmci<br />
17<br />
29,8<br />
Turizmci<br />
65<br />
33,5<br />
Memur<br />
13<br />
22,8<br />
Memur<br />
55<br />
28,4<br />
İşçi<br />
8<br />
14,0<br />
Esnaf<br />
20<br />
10,3<br />
Serbest meslek<br />
7<br />
12,3<br />
İşçi<br />
19<br />
9,8<br />
Esnaf<br />
5<br />
8,8<br />
Serbest meslek<br />
11<br />
5,7<br />
Politikacı<br />
4<br />
7,0<br />
Ev hanımı<br />
6<br />
3,1<br />
Şarap işletmecisi<br />
2<br />
3,5<br />
Politikacı<br />
5<br />
2,6<br />
Ev hanımı<br />
1<br />
1,8<br />
Şarap işletmecisi<br />
4<br />
2,1<br />
Diğer<br />
9<br />
4,6<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Bozcaada Turizmi İçin Geçerli Olabilecek Fırsatlar, Üstünlükler, Zayıflıklar ve Tehlikeleri<br />
Tespit Etmeye Yönelik Bir Araştırma<br />
155<br />
aşamada bu oran üçte bire düşmektedir. Başka bir anlamda kadınların oranı dörtte<br />
birden üçte bire yükselmektedir. Yaş dağılımı incelendiğinde ilk aşama<br />
katılımcılarının yaklaşık üçte biri, 30 yaşın altındadır. İkinci aşamada ise bu grubun<br />
payı neredeyse yarıya yakındır.<br />
Eğitim durumu dikkate alındığında, eğitim seviyesi yüksek bir grubun varlığı<br />
söz konusudur. Bu durum, Bozcaada için şaşırtıcı değildir. Adada yaşayan insanların<br />
eğitim seviyesinin yüksek olduğu söylenebilir. İlk aşamaya katılan lise mezunlarının<br />
oranı %29’dan ikinci aşamada %40’a çıkmıştır. Üniversite mezunlarında önemli<br />
değişiklik olmamıştır.<br />
Meslek dağılımı incelediğinde her iki aşamaya katılan turizmcilerin oranı<br />
yaklaşık üçte birdir. İkinci aşamaya katılan memur sayısı, dikkat çekici şekilde<br />
artmıştır. Sayıları az da olsa, her iki aşamaya da işçi, esnaf, serbest meslek<br />
mensuplarından ve şarap işletmecilerinden katılım gerçekleşmiştir.<br />
3.2.Bozcaada Turizminin Sorunları<br />
Tablo 2, katılımcıların Bozcaada’da turizm sorunları olarak neleri<br />
gördüklerini ve bunların dağılımlarını ortaya koymaktadır. Ankete katılanların<br />
sorulara verdikleri cevaplar dikkate alındığında, ortaya konulan sorunlar altı alt<br />
boyutta toplanabilmektedir. Bu boyutlar; ulaşım sorunları, kalite ile ilgili sorunlar, alt<br />
yapı ve üst yapı ile ilgili sorunlar, fiyatlarla ilgili sorunlar, tanıtım ile ilgili sorunlar ve<br />
çeşitli sorunlar başlıkları altında gruplandırılmıştır.<br />
1. Ulaşım sorunları: Katılımcılara göre, turizm sektörünün en önemli<br />
sorunu, ulaşım sorunudur. Bu sorun tüm sorunların üçte birinden fazladır (%36). Bu<br />
kategoride dikkati çeken Bozcaada’ya ulaşmada yaşanan ulaşım sorunudur. Ayrıca,<br />
Ada içindeki trafik, otopark ve adayla anakara arası ulaşımda feribot seferi sorunları<br />
da bunlar arasındadır. Oysaki turistik bölgelere ulaşım turizm ürünün satılmasında<br />
önemli bir rol oynamaktadır. Bu da yerel yöneticilerin ulaşım sorununa daha dikkatli<br />
şekilde yaklaşıp, sorunlara uygun çözümler üretmesi gerektiğini göstermektedir.<br />
2. Kalite ile ilgili sorunlar: Araştırmaya katılanların Bozcaada turizminde<br />
gördükleri ikinci sorun, kalite ile ilgilidir. Bu sorun grubu, tüm sorunların yaklaşık<br />
dörtte birini oluşturmaktadır. Bu grupta, çalışanlardaki ve konaklama tesislerindeki<br />
düşük nitelik dikkat çekicidir. Bu iki grupta yaşanan nitelik düşüklüğünün, turizm<br />
sektöründeki hizmet kalitesi ve turistin deneyimi üzerinde olumsuz etkileri olacağı<br />
kesindir. Bu nedenle, önemli bir sorun olarak ele alınmalıdır. Ayrıca, hizmet<br />
kalitesinin düşüklüğü, restoranların düşük kaliteli olması, işletme sahiplerinin yeterli<br />
nitelikte olmaması ve halkın olumsuz tavırlarından da söz edilmektedir. Nitelik<br />
sorununun orta ve uzun vadede giderilememesi, gelen turistlerin algısında olumsuz bir<br />
imaj yaratma olasılığını artırabilecektir. Böyle bir durum, turist sayısında azalmalara<br />
ve olumsuz sosyal haberleşmeye (olumsuz ağızdan ağza iletişim) sebebiyet<br />
verebilecektir. Nitelik düşüklüğü konusundaki en iyi çözüm eğitim olmaktadır.<br />
3. Alt ve üst yapı ile ilgili sorunlar: Üçüncü grup sorunlar, alt ve üst yapı<br />
ile ilgili olup; %11 oranında varlığından söz edilmektedir. Bu grupta en dikkat çekici<br />
sorun, belediye hizmetlerinin (çevre, çöp, kanalizasyon) yetersizliğidir. İlçede yaz<br />
nüfusunun kış nüfusuna kıyasla yaklaşık beş kat artması, bu sorunu çabuk fark edilir<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
156<br />
A. Celil ÇAKICI & Lütfi ATAY & Murat AKSU<br />
hale getirmektedir. Planlamanın ve devlet desteğinin Adada sürekli yaşayan kış<br />
nüfusuna göre yapılması, sorunun çözümünü zorlaştırmakta, birçok tatil beldesi, buna<br />
benzer sorunları yaşamaktadır. Bozcaada Kaymakamlığı ve Belediyesi, çevre<br />
yönetimi konusunda hükümetten önemli destek alabilmenin yollarını aramalı ve<br />
halkın çevre konusunda duyarlılıklarını geliştirmeye çalışmalıdır.<br />
Alt ve üst yapı sorunları arasında sağlık sorunlarından, eğlence yerlerinin<br />
azlığından da söz edilmektedir. Bozcaada’da bir devlet hastanesinin olmaması, sağlık<br />
problemlerinin çözümünde büyük sorunlar yaşatmaktadır. Bu konuda Sağlık<br />
Bakanlığına önemli görevler düşmektedir.<br />
Tablo 2: Bozcaada Turizminin Sorunları*<br />
SORUNLAR f % f %<br />
1. Ulaşım ile ilgili sorunlar 79 36,4<br />
Ulaşım sorunu<br />
Trafik sorunu<br />
Otopark sorunu<br />
Feribot sorunu<br />
2. Kalite ile ilgili sorunlar 53 24,4<br />
Çalışanların düşük nitelikli olması<br />
Konaklama tesislerinin düşük kalitesi<br />
Hizmetlerin düşük kaliteli olması<br />
Restoranların düşük kaliteli olması<br />
İşletme sahiplerinin yeterli nitelikte olmaması<br />
Ada halkının olumsuz davranışları<br />
3. Alt ve üst yapı ile ilgili sorunlar 38 17,5<br />
Belediye hizmetlerinin yetersizliği (çöp,çevre,kanalizasyon )<br />
Eğlence tesislerinin azlığı<br />
Sağlık hizmetlerinin yetersizliği<br />
Kapalı spor kompleksinin olmaması<br />
Bankacılık hizmetlerinin yetersizliği<br />
Hijyen sorunu<br />
Ada içi toplu taşıma (dolmuş) araçlarının yetersizliği<br />
4. Fiyatlarla ilgili sorunlar 24 11,1<br />
İzlenen yüksek fiyat politikası<br />
Konaklama tesisi ücretlerinin yüksek olması<br />
Restoranların pahalı olması<br />
5. Tanıtım ile ilgili sorunlar 6 2,8<br />
Yeterli iç tanıtımın yapılmaması<br />
Yeterli dış tanıtımı yapılmaması<br />
6. Çeşitli sorunlar 17 7,8<br />
Mevsimin kısa olması<br />
Turizm planının bulunmaması<br />
Arkeolojik kazıların yetersizliği<br />
Sivil kuruluşların eksikliği<br />
Sit sorunu<br />
TOPLAM 217 100,0<br />
*Birinci aşamaya katılan 57 kişiden sağlanan bilgilerin içerik analizi sonucu ortaya<br />
çıkan boyutlardır.<br />
38<br />
18<br />
15<br />
8<br />
15<br />
14<br />
8<br />
7<br />
5<br />
4<br />
16<br />
9<br />
7<br />
2<br />
2<br />
1<br />
1<br />
13<br />
6<br />
5<br />
5<br />
1<br />
6<br />
6<br />
2<br />
2<br />
1<br />
48<br />
23<br />
19<br />
10<br />
28<br />
26<br />
15<br />
13<br />
10<br />
8<br />
42<br />
21<br />
18<br />
6<br />
6<br />
3<br />
3<br />
54<br />
25<br />
21<br />
8<br />
2<br />
35<br />
35<br />
12<br />
12<br />
6<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Bozcaada Turizmi İçin Geçerli Olabilecek Fırsatlar, Üstünlükler, Zayıflıklar ve Tehlikeleri<br />
Tespit Etmeye Yönelik Bir Araştırma<br />
157<br />
4. Fiyatlarla ilgili sorunlar: Araştırmaya katılanlar, Bozcaada turizminin<br />
sorunları arasında fiyatların yüksekliğinden de söz etmişlerdir. Bu gruptaki sorunlar<br />
%10 dolayındadır. Adadaki fiyatların yüksekliğinden şikayet edilmektedir. Bu<br />
makalenin yazarlarından biri, 2004 yılı Haziran ayında Bozcaada’da Turizm<br />
Bakanlığınca yürütülen yaygın turizm eğitimine katılmıştır. Bu eğitim sırasında<br />
esnafa yüksek fiyat uygulamamaları hususunda telkinde bulunulması, yerel<br />
yöneticiler tarafından belirtilmiştir. 2007 yılında da benzer sorunlardan söz ediliyor<br />
olması, bu sorunun zaman içinde kronikleştiğini çağrıştırmaktadır. Ada yaşamı,<br />
normalden daha pahalıdır, aşırı kar marjları veya yüksek fiyatlar, “Bozcaada pahalı<br />
bir yerdir” imajına yol açabilmektedir. Böyle bir imaj, olumsuz sosyal haberleşmeyle<br />
daha da yaygın hale gelebilir. Sonuçta, Ada esnafı bir kısır döngü içine girebilir.<br />
Başka bir ifade ile yüksek fiyat uygulandığı için turist sayısında azalma yaşanabilir,<br />
az turist geldiği için de esnaf yüksek fiyat uygulama yolunu seçebilir. Bu konu daha<br />
fazla kronikleşmeden yerel yönetim ve esnaf bu konuda bir tutarlılık sergilemek<br />
durumundadır.<br />
Bozcaada’da genel olarak fiyat yüksekliğinin içinde konaklama ve restoran<br />
hizmetlerine ilişkin fiyatların yüksekliği de vardır. Hizmet kalitesinde düşüklük ile<br />
birleştirildiğinde, turistlerin ödedikleri bedele göre algıladıkları kalitenin düşük<br />
olması beklenebilir. Böyle bir durum ise, tekrar ziyaret eğilimini olumsuz yönde<br />
etkileyebilir. Ayrıca, sebep olacağı olumsuz sosyal haberleşme, Adada faaliyet<br />
gösteren tüm esnafın yatırımları üzerinde olumsuz yansımalara neden olabilir.<br />
5. Tanıtım ile ilgili sorunları: Araştırmaya katılanlar, düşük bir oranda da<br />
olsa tanıtım sorunlarından bahsetmişlerdir. Tanıtım sorunları arasında yeterli iç ve dış<br />
tanıtımın yapılmadığından söz edilmektedir. Bu konuda Bozcaada için öncelikle<br />
hedef pazar bölümlerinin seçiminin yapılması, bir tutundurma bütçesi oluşturulması<br />
ve ardından da pazar bölümlerine dönük uygun tutundurma faaliyetlerine<br />
yönelinmesinde fayda vardır.<br />
6. Çeşitli sorunlar: İlk beş gruba dahil edilemeyen sorunlar, çeşitli sorunlar<br />
başlığı altında birleştirilmiş olup; %10 dolayında bir orana sahiptir. Turizm<br />
sezonunun kısalığı, dile getirilen sorunlar arasındadır. Bozcaada’daki iklim şartları<br />
gereği, sezon iki ay ile sınırlı kalmaktadır. Sezonun kısalığı, aynı zamanda, yüksek<br />
fiyat uygulamaya da zemin hazırlamaktadır. Sürdürülebilirlik kuralları ihlal<br />
edilmeden ve taşıma kapasitesi aşılmadan, yaz dönemi için yoğunluğu artırıcı<br />
önlemlerin alınması yoluna gidilebilir. Ayrıca, sezon öncesi ve sonrası için özel<br />
olarak tasarlanan tutundurma çabalarının yerine getirilmesi fayda sağlayabilir.<br />
Çeşitli sorunlar arasında, belli bir turizm planının olmayışından, arkeolojik<br />
kazıların yetersizliğinden, sivil inisiyatif eksikliğinden ve sit uygulamasından söz<br />
edilmektedir. Bunlardan turizm planı eksikliği dikkat çekicidir. Bozcaada’ya ilişkin<br />
bir planın katılımcı yaklaşımla geliştirilmesinde fayda vardır. Katılımcılığın<br />
sağlanamadığı planlar, genellikle, raflarda tozlanmaya bırakılmakta ve bir türlü hayata<br />
geçememektedir. Böyle bir plan geliştirilirken, sürdürülebilirlik ve taşıma kapasitesi<br />
ihmal edilmemelidir.<br />
Tablo 3, Bozcaada turizminin sorunlarına ilişkin her iki aşamaya katılanların<br />
tepkilerinin özetini göstermektedir. Araştırmanın birinci aşamasında ulaşım sorunu en<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
158<br />
A. Celil ÇAKICI & Lütfi ATAY & Murat AKSU<br />
çok sözü edilen sorun iken, ikinci aşama sonunda ağırlıklandırma yapıldığında bu<br />
sorun, üçüncü sıraya düşmektedir. İkinci aşama verilerine göre, en önemli sorun<br />
fiyatlarla ilgilidir. Bunu kalite ve ulaşım ile ilgili sorunlar izlemektedir. Fiyatlar ile<br />
ilgili sorun ilk aşamada 4.sırada yer almasına rağmen, ikinci aşama sonuçlarına göre,<br />
göreceli olarak en önemli sorun şeklinde kabul edilmektedir.<br />
Tablo 3: Bozcaada’nın Turizminin Sorunları ve Ağırlıklı Sıralaması<br />
BİRİNCİ AŞAMA<br />
İKİNCİ AŞAMA<br />
Sorunlar f % 1. 2. 3. 4. 5. 6. A.<br />
Puanı*<br />
A.<br />
Yüzde<br />
Sıra<br />
1.Ulaşım ile ilgili sorunlar<br />
2.Kalite ile ilgili sorunlar<br />
3.Alt ve üst yapı ile ilgili sor.<br />
4.Fiyatlarla ilgili sorunlar<br />
5.Tanıtım ile ilgili sorunlar<br />
6.Çeşitli sorunlar<br />
79<br />
53<br />
38<br />
24<br />
6<br />
17<br />
36,4<br />
24,4<br />
17,5<br />
11,1<br />
2,8<br />
7,8<br />
47<br />
36<br />
38<br />
49<br />
16<br />
5<br />
42<br />
49<br />
40<br />
35<br />
17<br />
9<br />
22<br />
43<br />
33<br />
53<br />
27<br />
12<br />
32<br />
37<br />
34<br />
31<br />
29<br />
27<br />
40<br />
19<br />
28<br />
13<br />
59<br />
31<br />
7<br />
7<br />
17<br />
9<br />
44<br />
106<br />
763<br />
789<br />
735<br />
809<br />
538<br />
372<br />
19,0<br />
19,7<br />
18,3<br />
20,2<br />
13,4<br />
9,3<br />
Toplam 217 100 4006 100,0<br />
*S iAP = [(f 1 *6)+(f 2 *5)+(f 3 *4)+(f 4 *3)+(f 5 *2)+(f 6 *1)]<br />
3.3.Bozcaada Turizminin Güçlü ve Zayıf Yanları<br />
Tablo 4, araştırmanın her iki aşamasına katılanlara göre Bozcaada turizminin<br />
güçlü yanlarını ve bu güçlü yanların göreceli önem düzeylerini göstermektedir.<br />
Araştırmada güçlü yan, Bozcaada’nın rakip çekim merkezlerine kıyasla daha iyi yerine<br />
getirdiği herhangi bir faaliyetten doğan avantajı veya Bozcaada’nın önemli bir<br />
avantajından elde edilen herhangi bir özelliği olarak tarif edilmiştir.<br />
Denizinin temizliği Bozcaada’nın güçlü yanları arasında en çok<br />
bahsedilendir. Ayrıca, bozulmamış mimari de güçlü bir yan olarak görülmektedir.<br />
Mimarinin korunmasında sit uygulamasının kuşkusuz önemli bir payı vardır. Ancak,<br />
bunun bir sorun olduğunu düşünenler de yok değildir. Adanın markalaşmış şarapları<br />
ve temiz havası, dikkat çekici diğer güçlü yanlardandır.<br />
İkinci aşamaya katılanlar, Bozcaada’nın en önemli güçlü yanının Ada<br />
olmasının verdiği çekiciliği görmektedir. Bunu, temiz havası ve sakinliği<br />
izlemektedir. Göreceli olarak 16 boyuttan daha en az önemli bulunan husus, eğitim<br />
seviyesinin yüksekliğidir. Büyük kentlere yakınlık, göreceli olarak daha az önemli<br />
bulunan başka bir güçlü yandır.<br />
Şehir yaşamının kalabalığından bunalan, çevre kirliliğinden ve iş yükünden<br />
yorulan insanlar için, sayılan güçlü yanların her biri dingin bir tatil için başlı başına<br />
bir motivasyon aracı olabilir. Güçlü yanlara ilişkin hususların sezonda gelen turistler<br />
açısından öneminin ortaya konması ve turistlerin geneli veya belli pazar bölümleri<br />
için bir anlam ifade eden güçlü yanların tutundurma faaliyetlerinde vurgulanması<br />
gerekir.<br />
3<br />
2<br />
4<br />
1<br />
5<br />
6<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Bozcaada Turizmi İçin Geçerli Olabilecek Fırsatlar, Üstünlükler, Zayıflıklar ve Tehlikeleri<br />
Tespit Etmeye Yönelik Bir Araştırma<br />
159<br />
Tablo 4: Bozcaada Turizmi İçin Olası Güçlü Yanlar ve Önem Düzeyleri<br />
BİRİNCİ AŞAMA*<br />
İKİNCİ AŞAMA**<br />
GÜÇLÜ YANLAR f % n Ortalama S.Sapma<br />
1.Denizinin temiz olması<br />
2.Ada mimarisinin bozulmamış olması<br />
3.Markalaşmış şaraplarının olması<br />
4.Temiz havası<br />
5.Ada olmasının verdiği çekicilik<br />
6.Güvenli olması<br />
7.Sakinliği<br />
8.Rum kültürünün olması<br />
9.Ünlü çavuş üzümü<br />
10.Eko turizme uygun olması<br />
11.Ses kirliliğinin azlığı<br />
12.Büyük kentlere yakınlığı<br />
13.Eğitim seviyesinin yüksekliği<br />
14.Film ve dizi çekimlerinin mekanı olması<br />
15.Temiz enerji (rüzgar enerjisi) kullanması<br />
16.Hanutçuluğun olmaması<br />
27<br />
26<br />
18<br />
15<br />
12<br />
10<br />
8<br />
7<br />
6<br />
4<br />
3<br />
2<br />
1<br />
1<br />
1<br />
1<br />
20<br />
18<br />
12<br />
10<br />
8<br />
7<br />
6<br />
5<br />
4<br />
3<br />
2<br />
1<br />
1<br />
1<br />
1<br />
1<br />
193<br />
193<br />
194<br />
194<br />
194<br />
193<br />
193<br />
191<br />
191<br />
190<br />
194<br />
193<br />
190<br />
193<br />
194<br />
190<br />
8,4715<br />
8,1710<br />
8,2577<br />
8,5103<br />
8,5979<br />
8,1347<br />
8,4870<br />
7,4660<br />
7,4450<br />
7,5474<br />
8,0206<br />
6,9326<br />
6,1579<br />
7,6425<br />
7,8608<br />
7,2158<br />
2,20805<br />
2,47630<br />
2,31588<br />
2,11395<br />
2,12149<br />
2,51298<br />
2,13383<br />
2,50213<br />
2,55793<br />
2,40048<br />
2,42175<br />
2,61817<br />
2,66196<br />
2,40478<br />
2,36692<br />
2,59237<br />
Toplam 142 100,0 179 7,8132 1,61716<br />
*Birinci aşamaya katılan 57 kişiden sağlanan bilgilerin içerik analizi sonucu ortaya çıkan boyutlardır.<br />
**İkinci aşamaya katılan 194 kişiden sağlanmıştır. Yanıt kategorileri: 1:En önemsiz güçlü yan…..10:En<br />
önemli güçlü yan<br />
Tablo 5, Bozcaada turizminin zayıf yanlarını ve bu zayıf yanların göreceli önem<br />
düzeylerini göstermektedir. Zayıflıklar konusunda önerilen fikirlerin önemli bir kısmı<br />
sorunlarla örtüşmektedir. Birinci aşamaya göre, Bozcaada’nın en çok sözü edilen<br />
zayıf yanı Ada’ya ve Ada’dan ulaşım görülmektedir. Göreceli olarak sıkça bahsedilen<br />
diğer zayıflıklar arasında hizmet kalitesi düşüklüğü, fiyat istikrarının olmayışı ve<br />
sağlık hizmetlerinin yetersizliği yer almaktadır.<br />
Tablo 5: Bozcaada Turizmi İçin Olası Zayıf Yanlar ve Önem Düzeyleri<br />
BİRİNCİ AŞAMA*<br />
İKİNCİ AŞAMA**<br />
ZAYIF YANLAR f % n Ortalama S.Sapma<br />
1.Adaya ve adadan ulaşım<br />
2.Hizmet kalitesinin düşüklüğü<br />
3.Fiyat istikrarının olmaması<br />
4.Sağlık hizmetlerinin yetersizliği<br />
5.Alt yapı hizmetlerinin yetersizliği<br />
6.Belediye hizmetlerinin yetersizliği<br />
7.Park sorunu<br />
8.Adada sosyal faaliyetlerin azlığı<br />
9.Seyahat acentaların olmaması<br />
10.Yönlendirici tabelaların eksikliği<br />
11.Adada Turizm İşletmesi Belgeli tesis<br />
olmaması<br />
12.Yeterli plaj olmasına karşın kullanılamaması<br />
27<br />
17<br />
12<br />
9<br />
8<br />
7<br />
4<br />
4<br />
3<br />
2<br />
1<br />
1<br />
29<br />
18<br />
13<br />
10<br />
8<br />
7<br />
4<br />
4<br />
3<br />
2<br />
1<br />
1<br />
191<br />
192<br />
192<br />
193<br />
192<br />
189<br />
192<br />
194<br />
194<br />
194<br />
192<br />
193<br />
7,6963<br />
7,7656<br />
7,9740<br />
7,9119<br />
7,4740<br />
6,9894<br />
7,9427<br />
7,8402<br />
6,8943<br />
6,4588<br />
7,1823<br />
7,2332<br />
2,60201<br />
2,50701<br />
2,52617<br />
2,58350<br />
2,56218<br />
2,76373<br />
2,62127<br />
2,75986<br />
3,07314<br />
2,84502<br />
2,69634<br />
2,64231<br />
Toplam 95 100,0 178 7,4644 1,82537<br />
*Birinci aşamaya katılan 57 kişiden sağlanan bilgilerin içerik analizi sonucu ortaya çıkan boyutlardır.<br />
**İkinci aşamaya katılan 194 kişiden sağlanmıştır. Yanıt kategorileri: 1:En önemsiz zayıf yan…..10:En<br />
önemli zayıf yan<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
160<br />
A. Celil ÇAKICI & Lütfi ATAY & Murat AKSU<br />
İkinci aşamaya katılanlara göre, en önemli zayıf yan, fiyat istikrarının<br />
olmamasıdır. Bunu park sorunu ve sağlık hizmetlerinin yetersizliği izlemektedir.<br />
Zayıf yanlar konusunda dikkat çeken husus, ilk aşamada dördüncü sırada yer alan<br />
fiyat istikrarının ikinci aşama verilerine göre en önemli zayıf yan olarak<br />
algılanmasıdır.<br />
3.4.Bozcaada Turizminin Fırsatları ve Tehlikeleri<br />
Tablo 6, katılımcılara göre Bozcaada’nın turizm yönünden olası fırsatlarını<br />
ve bu fırsatların göreceli önem düzeylerini göstermektedir. Burada dikkat çeken,<br />
sorunlar, güçlü ve zayıf yanlar konusunda çok sayıda fikir ortaya çıkarken, fırsatlar ve<br />
tehlikeler konusunda çok az fikrin ileri sürülmüş olmasıdır. Araştırmada fırsat,<br />
Bozcaada’nın geleceğini olumlu yönde etkileyebilecek veya Bozcaada’ya herhangi bir<br />
şekilde rekabet üstünlüğü sağlayan Bozcaada’nın dışında gerçekleşen çevresel etmenler<br />
olarak tarif edilmiştir.<br />
Araştırmaya katılanlar, Bozcaada’nın Yunanistan ile olan bağından en<br />
sıklıkla söz etmişlerdir. Bu bağ, gelecekte Yunan adaları ile Türk adaları arasında<br />
gemi seferlerinin yapılmasını sağlayabilir. Fırsat olarak değerlendirilen dikkat çekici<br />
diğer hususlar arasında Bozcaada’da çekilen film ve diziler, Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong><br />
Üniversitesinin gelişmesi ve Assos, Truva ve Kaz Dağlarına yakınlık ve Bozcaadalı<br />
olduğu kabul edilen ünlü kişilerin varlığı sayılmaktadır. Assos, Truva ve Kaz<br />
Dağlarına yakınlık ve Bozcaadalı olduğu kabul edilen ünlü kişilerin varlığı (örneğin;<br />
gazeteci Haluk Şahin), tutundurma faaliyetlerinde bir avantaj sağlayabilir.<br />
Tablo 6: Bozcaada Turizmi İçin Olası Fırsatlar ve Önem Düzeyleri<br />
BİRİNCİ AŞAMA*<br />
İKİNCİ AŞAMA**<br />
FIRSATLAR f % n Ort. S.Sapma<br />
1.Yunanistan ile olan bağı<br />
2.Bozcaada’da çekilen film ve diziler<br />
3.Çanakkale 18 <strong>Mart</strong> Üniversitesinin gelişmesi<br />
4.Assos, Truva ve Kaz Dağları gibi merkezlere yakınlığı<br />
5.Bozcaadalı kabul edilen ünlülerin varlığı<br />
6.Çanakkale’ye marina yapılması<br />
7.Sanat ve düşünce merkezi Aristo’nun Assos’una yakınlığı<br />
8.Avrupa birliği kırsal gelişim programları<br />
Toplam<br />
6<br />
4<br />
4<br />
4<br />
3<br />
2<br />
1<br />
1<br />
24<br />
16<br />
16<br />
16<br />
12<br />
8<br />
4<br />
4<br />
193<br />
194<br />
193<br />
194<br />
194<br />
194<br />
192<br />
193<br />
6,8756<br />
7,8402<br />
7,0052<br />
6,9794<br />
6,3144<br />
6,6495<br />
6,3177<br />
5,9534<br />
2,64084<br />
2,55311<br />
2,63292<br />
2,54485<br />
2,72184<br />
2,82858<br />
2,54141<br />
2,72964<br />
25 100 191 6,7631 1,83106<br />
*Birinci aşamaya katılan 57 kişiden sağlanan bilgilerin içerik analizi sonucu ortaya çıkan<br />
boyutlardır.<br />
**İkinci aşamaya katılan 194 kişiden sağlanmıştır. Yanıt kategorileri: 1:En önemsiz<br />
fırsat…..10:En önemli fırsat<br />
İkinci aşamaya katılanlara göre, Bozcaada’nın en önemli fırsatı, Bozcaada’da<br />
çekilen film ve dizilerdir. Bunu, Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesinin gelişiyor<br />
olması ve Assos, Truva ve Kaz Dağları gibi merkezlere yakınlığı izlemektedir. Burada<br />
dikkat çeken özellik, Yunanistan ile olan bağın en çok dile getirilen özellik olmasına<br />
rağmen, önem düzeyine göre sıralamada dördüncü sırada yer almasıdır.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Bozcaada Turizmi İçin Geçerli Olabilecek Fırsatlar, Üstünlükler, Zayıflıklar ve Tehlikeleri<br />
Tespit Etmeye Yönelik Bir Araştırma<br />
161<br />
Tablo 7, Bozcaada turizmi açısından tehlikeleri ve bu tehlikelerin önem<br />
düzeylerini ortaya koymaktadır. Araştırmada Bozcaada yöneticilerinin, esnafının ve<br />
sakinlerinin endişe duydukları, olası kararların ve stratejilerin geliştirilmesinde dikkate<br />
alınması gereken ve Bozcaada için sorun yaratabilecek dış çevresel unsurlar tehlike<br />
olarak tarif edilmiştir.<br />
Bozcaada turizmi için söylenen tehlikelerin başında, Ada dışında gelişen<br />
bağcılık görülmektedir. Şarap, Bozcaada imajında önemli bir imgedir ve bağcılık ile<br />
yakından ilgilidir. Ada dışında gelişen bağcılıktan bu nedenle çekinilmektedir. Diğer<br />
önemli bir tehlike de Bozcaada’da eğlence merkezleri yapılması yönündeki<br />
baskılardır. Adanın sessizliği ve sakinliği yönündeki güçlü yanlarının bir anda<br />
değişmesine sebebiyet verebilecek bir tehdittir. Bu durum, halihazırda Adaya gelen<br />
turistlerin keyfini de kaçırabilir.<br />
Beş yıldızlı otel yapımı için alınan izin de bir tehlike olarak görülmektedir.<br />
Burada bir yönü ile küçük esnafın endişesi sezilmektedir. Beş yıldızlı bir otel, Ada<br />
için bir fırsata da dönüşebilir. Ancak, bu durumun bir tehlike olarak algılanması,<br />
halkın dışarıdan gelen yabancılara karşı geliştirdiği tutum ile yakından ilgili olabilir.<br />
Günübirlikçi sayısının hızla artması, Adada çevre sorunlarına, trafik<br />
karmaşasına ve kirliliklere neden olabilmektedir. Sorunlar arasında gösterilmekle<br />
birlikte, gazetelerde yüksek fiyata ilişkin çıkan haberlerden tehlikeler arasında çok az<br />
bahsedilmektedir. Pahalılık imajı, zaman içinde bir kısır döngüye dönüşebilir.<br />
Tablo 7: Bozcaada Turizmi İçin Olası Tehlikeler ve Önem Düzeyleri<br />
BİRİNCİ AŞAMA*<br />
İKİNCİ AŞAMA**<br />
TEHLİKELER f % n Ortalama S.Sapma<br />
1.Ada dışında gelişen bağcılık<br />
2.Dışarıdan gelen yatırımcıların güneydeki eğlence<br />
merkezlerine benzer tesisler için baskı yapması<br />
3.Adaya yapılacak 5 yıldızlı otel ile ilgili verilen<br />
karar<br />
4.Günübirlik turizm olayının artması<br />
5.Bozcaada’daki yüksek fiyatlara ilişkin gazetelerde<br />
çıkan haberler<br />
6.Bozcaada’daki tehditlerin dışarıdan ziyade içerden<br />
kaynaklandığı düşüncesi<br />
8<br />
5<br />
3<br />
2<br />
1<br />
1<br />
40<br />
25<br />
15<br />
10<br />
5<br />
5<br />
192<br />
193<br />
194<br />
192<br />
194<br />
192<br />
5,5573<br />
6,3472<br />
5,9691<br />
6,5729<br />
7,8093<br />
6,5521<br />
3,00207<br />
2,81897<br />
3,20283<br />
3,02258<br />
2,71624<br />
2,80937<br />
Toplam 20 100 188 6,4840 1,82021<br />
*Birinci aşamaya katılan 57 kişiden sağlanan bilgilerin içerik analizi sonucu ortaya<br />
çıkan boyutlardır.<br />
**İkinci aşamaya katılan 194 kişiden sağlanmıştır. Yanıt kategorileri: 1:En önemsiz<br />
tehlike….10:En önemli tehlike<br />
İkinci aşamaya katılanlar, en önemli tehlike olarak Bozcaada’daki yüksek<br />
fiyatlara ilişkin gazetelerde çıkan haberleri görmektedir. Bu husus, ilk aşamada bir<br />
kez dile getirilmesine rağmen, ağırlıklandırmada en önemli tehdit unsuru olarak<br />
algılanmıştır. İkinci ve üçüncü tehlike unsuru günübirlik turizm olayının artması ve<br />
tehlike algısının Ada dışından değil içeriden kaynaklandığı düşüncesidir. Ada dışında<br />
gelişen bağcılık, ilk aşamada en çok sözü edilen tehlike unsuru olmakla birlikte, önem<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
162<br />
A. Celil ÇAKICI & Lütfi ATAY & Murat AKSU<br />
düzeyinin belirlendiği ikinci aşamada göreceli olarak en küçük önem düzeyine sahip<br />
olmuştur.<br />
Güçlü Yanlar<br />
Tehditler<br />
Fırsatlar<br />
Zayıf yanlar<br />
Şekil 1: Bozcaada Turizmine İlişkin Güçlü/Zayıf ve Fırsat/Tehdit<br />
Ortalamalarının Grafik Olarak Gösterimi<br />
Şekil 1’de Bozcaada turizmine ilişkin güçlü ve zayıf yanlar ile fırsat ve<br />
tehditlerin önem düzeylerine ilişkin ortalamaların grafiksel sunumu yer almaktadır.<br />
Güçlü-zayıf ve fırsat ve tehditlerin önem düzeylerinin belirlendiği ikinci aşama<br />
verilerine göre, Bozcaada’nın güçlü yanlarının ortalaması 10’lu dereceleme üzerinden<br />
7,8132 olup; zayıf yanların ortalaması 7,4644’dür. Fırsatlar 6,7631’lik ortalamaya<br />
sahipken, tehditlerin ortalaması 6,4840’dır. İdeal olarak sıfır noktası ile güçlü yanlar<br />
ve fırsatların ortalamaları arasında yer alan üçgenin büyük olması, diğer üçgenlerin<br />
küçük olması arzu edilir. Grafik incelendiğinde dört üçgenin de aşağı yukarı aynı<br />
olduğu anlaşılmaktadır. Büyük olması arzu edilen ‘güçlü yanlar-fırsatlar’ üçgeninin<br />
alanı 26,42 birimdir. Küçük olması istenen diğer üçgenlerden ‘güçlü yanlar-tehditler’<br />
üçgeninin alanı 25,33 birim, ‘fırsatlar-zayıf yanlar’ üçgeninin alanı 25,24 birim ve<br />
‘tehditler-zayıf yanlar’ üçgeninin alanı ise 24,20 birimdir.<br />
3.5.Bozcaada’nın Turizm Açısından Rakipleri<br />
Tablo 8, araştırmaya katılanlara göre, Bozcaada’ya rakip olabilecek yerleri<br />
ve bu yerlerin ağırlıklı sıralamasını göstermektedir. Birinci aşamaya göre, araştırmaya<br />
katılanların üçte biri, Adayı rakipsiz görmektedir. Buna karşın; Gökçeada ve Assos en<br />
önemli rakip destinasyonlar olarak algılanmaktadır..<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Bozcaada Turizmi İçin Geçerli Olabilecek Fırsatlar, Üstünlükler, Zayıflıklar ve Tehlikeleri<br />
Tespit Etmeye Yönelik Bir Araştırma<br />
163<br />
Diğer taraftan ikinci aşamaya katılan ve rakip yerleri önem sırasına koyan<br />
katılımcılara göre, rakiplerin başında Assos gelmektedir. Assos’u, Ayvalık<br />
izlemektedir. Bu iki destinasyon rakip yerine işbirliği yapılabilecek ve Bozcada<br />
turizminin gelişimine katkı sağlayacak destinasyonlar olarak dikkate alınabilir ve bu<br />
yönde çaba gösterilebilir.<br />
Tablo 8: Bozcaada’nın Rakipleri ve Ağırlıklı Sıralaması<br />
BİRİNCİ AŞAMA<br />
İKİNCİ AŞAMA<br />
Rakipler f % 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. A.<br />
Puanı*<br />
A.<br />
Yüzde<br />
Sıra<br />
1.Rakipsiz<br />
2.Gökçeada<br />
3.Assos<br />
4.Ayvalık<br />
5.Yunan ad.<br />
6.Cunda<br />
7.Edremit<br />
8.Dikili<br />
9.Akçay<br />
10.Truva<br />
11.Altınoluk<br />
12.K. Kuyu<br />
19<br />
16<br />
16<br />
7<br />
7<br />
4<br />
3<br />
2<br />
2<br />
2<br />
1<br />
1<br />
23,8<br />
20,0<br />
20,0<br />
8,8<br />
8,8<br />
5,0<br />
3,8<br />
2,5<br />
2,5<br />
2,5<br />
1,3<br />
1,3<br />
-<br />
22<br />
27<br />
10<br />
45<br />
8<br />
6<br />
2<br />
5<br />
17<br />
7<br />
5<br />
-<br />
18<br />
30<br />
10<br />
8<br />
21<br />
5<br />
5<br />
7<br />
26<br />
12<br />
7<br />
-<br />
7<br />
23<br />
36<br />
11<br />
13<br />
9<br />
8<br />
11<br />
9<br />
12<br />
6<br />
-<br />
12<br />
8<br />
18<br />
12<br />
13<br />
25<br />
5<br />
8<br />
10<br />
18<br />
13<br />
-<br />
8<br />
13<br />
20<br />
7<br />
10<br />
13<br />
9<br />
14<br />
12<br />
10<br />
23<br />
-<br />
11<br />
14<br />
12<br />
2<br />
8<br />
13<br />
16<br />
13<br />
8<br />
23<br />
20<br />
-<br />
18<br />
8<br />
13<br />
6<br />
13<br />
16<br />
14<br />
10<br />
13<br />
14<br />
14<br />
-<br />
6<br />
8<br />
12<br />
5<br />
11<br />
13<br />
18<br />
18<br />
15<br />
15<br />
15<br />
-<br />
10<br />
4<br />
3<br />
6<br />
18<br />
19<br />
23<br />
13<br />
11<br />
17<br />
15<br />
-<br />
15<br />
4<br />
6<br />
10<br />
23<br />
9<br />
20<br />
23<br />
10<br />
8<br />
11<br />
-<br />
16<br />
4<br />
4<br />
37<br />
4<br />
13<br />
18<br />
16<br />
9<br />
3<br />
10<br />
-<br />
893<br />
1139<br />
1028<br />
956<br />
850<br />
786<br />
612<br />
687<br />
927<br />
857<br />
771<br />
-<br />
9,4<br />
12,0<br />
10,8<br />
10,1<br />
8,9<br />
8,3<br />
6,4<br />
7,2<br />
9,8<br />
9,0<br />
8,1<br />
-<br />
5<br />
1<br />
2<br />
3<br />
7<br />
8<br />
11<br />
10<br />
4<br />
6<br />
9<br />
Toplam 80 100,0 9506 100,0<br />
*R iAP =[(f 1 *11)+(f 2 *10)+(f 3 *9)+(f 4 *8)+(f 5 *7)+(f 6 *6)+(f 7 *5)+(f 8 *4)+(f 9 *3)+(f 10 *2)+(f 11 *1)]<br />
4. SONUÇ VE ÖNERİLER<br />
Bozcaada turizminin sorunları, güçlü ve zayıf yanları ile fırsat ve tehlikeleri<br />
üzerine yapılan iki aşamalı araştırma, oldukça önemli bilgiler sağlamıştır. Bulgular,<br />
araştırmaya katılanların Bozcaada turizmi ile yakından ilgili olduklarını ortaya<br />
koymaktadır.<br />
Belirlenen temel bulguların başında, Bozcaada’da fiyatlar önemli bir sorun<br />
olarak görülmektedir. Fiyatlar ile ilgili sorunlar en önemli sorun ve en önemli zayıf<br />
yan olarak algılanmaktadır. Yüksek fiyatların gazetelerde haber konusu yapılması da,<br />
en önemli tehlike olarak görülmektedir. Birbirini teyit eden bu bulgu, yerel ve<br />
merkezi yönetim tarafından önemsenmelidir. Fiyatlar konusunda yaşanan sorun, bir<br />
kısır döngüye sebep olabilir. Fiyatlar yüksek olduğu için daha az turist gelebilir, daha<br />
az turist geldiği için esnaf da daha yüksek fiyat uygulama eğilimi gösterebilir. Bu<br />
durum, medya ve olumsuz sosyal haberleşme yoluyla halka yayıldığında olumsuz bir<br />
imajın gelişmesine yol açabilir. Böylece, hâlihazırdaki fiyatların yüksekliği<br />
konusundaki imaj, daha da güçlenmiş olur.<br />
Fiyatların nasıl normalleştirilebileceği ve makul seviyelere çekilebileceği<br />
konusunda esnaf ve işletmecilerle görüşmelerde bulunulmasında ve ortak aklın<br />
belirlenip, fiyat istikrarının sağlanmasında fayda vardır. Bu konuda, yerel yönetimler,<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
164<br />
A. Celil ÇAKICI & Lütfi ATAY & Murat AKSU<br />
kamu yönetimi, sivil toplum örgütleri, esnaf ve işletmeciler nezdinde bir duyarlılık<br />
geliştirilmesi, sorunun çözümüne odaklanılması ve tespit edilen çözüm önerilerinin<br />
sürekli ama bilinçli şekilde uygulanması gerekmektedir.<br />
Bozcaada’nın güçlü yanları arasında Ada olmanın yarattığı çekicilik,<br />
bozulmamış mimarisi, temiz denizi, temiz havası, markalaşmış şarapları ve sakinliği<br />
gelmektedir. Bu konuların tutundurma faaliyetlerinde kullanılabilmesi gerekmektedir.<br />
Bu güçlü yanlardan üretilecek mesajlar, özellikle eko-turizm pazarına dönük<br />
kullanılabilir. Başka bir ifade ile bu güçlü yanların turistler açısından anlamlı<br />
olabilecek bir değere dönüştürülmesi gerekmektedir.<br />
Zayıf yanlar sadece fiyatlarla sınırlı değildir. Ada’daki hizmet kalitesi,<br />
ulaşımdaki sıkıntılar, park sorunu ve sağlık hizmetlerinin yetersizliği önemli zayıf<br />
yanlar arasındadır. Bu zayıflıkların bir kısmının turizmi destekleyen hizmetler ile<br />
ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu zayıflıkların iyileştirilmesi için<br />
Bozcaada'nın yerel yönetimi başta olmak üzere, merkezi yönetim ve özel sektör<br />
girişimcileri tarafından çaba sarf edilmesi gerekiyor.<br />
Dikkat çekici fırsatlar arasında Bozcaada’da çekilen film ve diziler,<br />
Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesinin gelişmesi, Assos, Truva ve Kaz Dağları gibi<br />
merkezlere yakınlığı ve Yunanistan ile olan bağı gelmektedir. Diğer taraftan,<br />
fiyatların yüksekliğine ilişkin gazetelerde çıkan haberlerden başka, günübirlik turizm<br />
hareketlerinin artması önemli bir tehdit unsuru olarak anlaşılmaktadır.<br />
Tehdit unsuru olarak algılanan başka bir husus ise, tehdidin dışarıdan değil<br />
Bozcaada içinden kaynaklandığı düşüncesidir. Bu ilginç olduğu kadar,<br />
düşündürücüdür de. Bu durum, Ada’da turizmin gelişmesinde paydaşlar arasında<br />
benzer duyarlılığın olmadığı, çeşitli koordinasyon sorunlarının bulunduğunu, sinerji<br />
yaratılamadığı ve işbirliği ortamının sağlanamadığını çağrıştırmaktadır. Dolayısıyla,<br />
turizmden etkilenen kesimlerin belli hedefler doğrultusunda bir araya gelebilmesi,<br />
sorunlar ve yapılması gereken işler konusunda işbirliği yapmaları ve sinerji<br />
yaratmaları gerekmektedir.<br />
Ortaya çıkan başka bir gereksinim de, Bozcaada’da turizmden doğrudan<br />
veya dolaylı olarak etkilenen kesimler ile Bozcaada’nın gelişmesinde kilit rol<br />
oynayan kamu ve yerel yönetimin bir araya gelip bir yol haritası belirlemesi, gerekirse<br />
bu amaçla yarı resmi bir örgüt kurmasıdır. Düzenli aralıklarla yapılacak çalıştay,<br />
toplantı ve seminer gibi etkinliklerle öncelikle Bozcaada turizmi için hedef pazarların<br />
belirlenmesi, hedef pazarlara göre gerçekleştirilebilir hedeflerin belirlenmesi,<br />
hedeflerin gerçekleştirilmesini sağlayacak pazarlama stratejilerinin formüle edilmesi<br />
gerekmektedir.<br />
Araştırmanın Sınırlamaları<br />
Araştırmanın en önemli sınırı, Bozcaada’da yaşayan, yönetimde söz sahibi<br />
olan ve olmayan sadece yerel insanların araştırmaya katılmış olmalarıdır. Halbuki<br />
herhangi bir yörede turizmin geliştirilmesinde sadece yerel faktörler değil, merkezi<br />
yönetimin ve merkezi yönetim tarafından uygulanan politikalar çok önemli<br />
olabilmektedir. Dolayısıyla, elde edilen bulgular anlamlı ve önemli olmakla birlikte,<br />
bunların merkezi yönetim tarafından dikkate değer bulunması, çalışmayı amacına<br />
ulaştırma işlevi görecektir. Bu nedenle, araştırmaya Kültür ve Turizm Bakanlığı,<br />
Çanakkale Valiliği, Çanakkale Belediyesi gibi merkezi ve yerel idareden konu ile<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Bozcaada Turizmi İçin Geçerli Olabilecek Fırsatlar, Üstünlükler, Zayıflıklar ve Tehlikeleri<br />
Tespit Etmeye Yönelik Bir Araştırma<br />
165<br />
ilgili kişilerin de katılması, daha gerçekçi bir değerlendirmeye ulaşılmasını<br />
sağlayabilir.<br />
Diğer bir kısıt, her iki aşamada da örnekleme yöntemi olarak kolayda<br />
örneklemenin kullanılmasıdır. İlk aşama için çok önemli bir sorun teşkil etmemekle<br />
birlikte, ikinci aşamada örnekleme yönteminden kaynaklanan sorunları azaltabilmek,<br />
güvenirliği ve geçerliliği yükseltebilmek için örnek büyüklüğü elden geldiğince<br />
yüksek tutulmaya çalışılmıştır.<br />
Her ne kadar katılımcılarla yüz yüze görüşülmüş olsa da, böyle bir<br />
çalışmada, özellikle birinci aşamada grup etkileşimini sağlamak, daha fazla bilgiye<br />
ulaşmanın bir yolu olabilir. Önceden ilan edilen belli bir gün ve saatte yapılacak geniş<br />
katılımlı bir çalıştay düzenlenebilir; toplantıya katılanlar 10-12 kişilik çalışma<br />
gruplarına bölünebilir ve böylece grup etkileşimi sağlanarak sinerji yaratılabilir,<br />
araştırma konusu ile ilgili daha tatmin edici bilgiler derlenebilir.<br />
KAYNAKÇA<br />
ATAY, Lütfi, “Turistik Destinasyon Pazarlaması ve Bir Alan Uygulaması”, İzmir:<br />
D.E.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2003.<br />
BUHALIS, Dimitrios, “Marketing The Competitive Destination of The Future”,<br />
Tourism Management, 21, 2000, s.97-116.<br />
CAN, Emel, “Sürdürülebilir Turizm ve Bozcaada”, Çanakkale İli Değerleri<br />
Sempozyumları Kitabı içinde Bozcaada Değerleri Sempozyumu, 2008,<br />
Çanakkale<br />
CHEN, Ching-Fu ve TSAI, DungChun, “How Destination Image and Evaluate<br />
Factors Affect Behavioral Intentions”, Tourism Management, 28(4), 2007,<br />
s. 1115-1122.<br />
ÇAKICI, Celil, ve AKSU, Murat, “Bozcaada Halkının Turizm ve Çevre Bilinci<br />
Üzerine Bir Araştırma”, Çanakkale İli Değerleri Sempozyumları Kitabı<br />
içinde Bozcaada Değerleri Sempozyumu, 2008, Çanakkale.<br />
ÇENET, İbrahim, “Bozcaada’ya Bakış ve 2010 Ada Vizyonu”, Çanakkale İli<br />
Değerleri Sempozyumları Kitabı içinde Bozcaada Değerleri Sempozyumu,<br />
2008, Çanakkale.<br />
DİNÇER, Füsun İstanbullu, “Güney Doğu Anadolu Projesinde Turizmin<br />
Çeşitlendirmesi”, Anatolia: Turizm Araştırması <strong>Dergisi</strong>, 10-Eylül- Aralık,<br />
1999, s. 18-30.<br />
HAMLACIBAŞI, F.,Ümit, ve ÖZKÖK, Ferah, “Bozcaada’da Turist Harcamalarının<br />
Gelir Etkisinin Ölçülmesine Yönelik Bir Çalışma”, Uluslararası Çanakkale<br />
Kongresi, 2006, İstanbul.<br />
HAMLACIBAŞI, Fatma Ümit, “Yiyecek Turizmin ve Yiyecek Turizmini Açısından<br />
Bozcaada’nın Kaynakları”, Çanakkale: ÇOMU. Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2008<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
166<br />
A. Celil ÇAKICI & Lütfi ATAY & Murat AKSU<br />
HUDSON, Brain. J., “Waterfalls: Resources for Tourism”, Annals of Tourism<br />
Research, 25(3), 1998, s. 958-973.<br />
KAPTAN AYHAN, Çiğdem, “Bozcaada’da Turizm Hareketlerinin Gelişimine Yerel<br />
Halkın Yaklaşımı Üzerine Bir Araştırma”, Çanakkale İli Değerleri<br />
Sempozyumları Kitabı içinde Bozcaada Değerleri Sempozyumu, 2008,<br />
Çanakkale<br />
KOTLER, Philip, BOWEN, John ve MAKENS, James, Marketing Hospitality and<br />
Tourism, Prentice Hall, NJ.,1999.<br />
KOZAK, Nazmi, KOZAK, Meryem A. ve KOZAK, Metin, Genel Turizm: ilkelerkavramlar,<br />
6. basım Ankara: Detay Yayıncılık, 2006.<br />
KOZAK, Nazmi, Turizm Pazarlaması. 1. basım, Ankara: Detay Yayıncılık, 2006.<br />
LEE, Kian Foh, “Sustainable Tourism Destinations: The Importance of Cleaner<br />
Production”, Journal of Cleaner Production, 9(4), 2001, s.313-323.<br />
ORAL, Saime, Otel İşletmeciliği ve Konaklama İşletmelerinde Verimlilik Analizleri,<br />
İzmir: Kayrılmaz Matbaası, 1999.<br />
ÖZKÖK, Ferah, ERDEM, Sabri Haluk ve HARMAN, Serhat, “Tourism Impacts and<br />
Resident Support For Tourism Development: A Research on Bozcaada,<br />
Turkey”, International Tourism Biennial, 2007, Çanakkale.<br />
ÖZKÖK, Ferah, HARMAN, Serhat ve YAVAŞ, Özgün, “Bozcaada’ya Gelen Yerli<br />
Turistlerin Profilini Belirlemeye Dönük Bir Araştırma”, Çanakkale İli<br />
Değerleri Sempozyumları Kitabı içinde Bozcaada Değerleri Sempozyumu,<br />
2008, Çanakkale.<br />
PEKCAN, Cem, “Gökçeada ve Bozcaada’nın Turizm Potansiyeli’nin Tespiti ve<br />
Adalarda Turizmin Gelişme Olanakları”, ÇOMU: Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2001<br />
TOSUN, Cevat ve JENKINS C.L, “Regional Planning Approaches to Tourism<br />
Development: In Case of Turkey”, Tourism Management, 17(7), 1996, s.<br />
519-531<br />
TOSUN, Cevat ve BİLİM, Yasin, “Şehirlerin Turistik Açıdan Pazarlanması: Hatay<br />
Örneği”, Anatolia: Turizm Araştırmaları <strong>Dergisi</strong>, 15(2), 2004, s. 125-138.<br />
TÜREMEZ, Yüksel ve BAMYACI, A. Onur, “Bozcaada’da Turistik Ürün Geliştire<br />
ve Çeşitlendirme Üzerine Bir Çalışma”, Çanakkale İli Değerleri<br />
Sempozyumları Kitabı içinde Bozcaada Değerleri Sempozyumu, 2008,<br />
Çanakkale.<br />
ÜNÜSAN, Çağatay ve SEZGİN, Mete,<br />
İletişimi, İkia Yayımcılık, 2005.<br />
Turizmde Strateji Eksenli Pazarlama<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
BEKLENTİLERDE RASYONELLİK VE YAKIN<br />
RASYONALİTENİN EKONOMETRİK TESTİ 1<br />
Serdar KURT<br />
Hilmi ZENGİN<br />
ÖZET<br />
Çalışma, makroiktisatta son dönemde egemen görüş olan yeni klasik<br />
okulun “Rasyonellik” varsayımının günümüz iktisadında ve gerçek<br />
hayatta geçerli olup olmadığının beklenti anketleri ve ekonometrik<br />
testler vasıtasıyla araştırılmasını amaçlamaktadır. Öncelikle<br />
beklentilerin rasyonel olup olmadığı zayıf ve güçlü rasyonellik<br />
testleri kullanılarak araştırılmıştır. Bununla birlikte, Palmqvist ve<br />
Brayn (2005) kullanmış olduğu yöntemler esas alınarak bireylerin<br />
beklentilerinde yakın rasyonalitenin bulunup bulunmadığı<br />
incelenmiştir. Türkiye’de bireylerin beklenti yapılarının rasyonel<br />
beklenti yapısından daha çok yakın rasyonaliteye uygun olduğu<br />
sonucuna varılmıştır. Tam rasyonellik testleri bireylerin tam<br />
rasyonaliteye sahip olmadıklarını ve yakın rasyonaliteye daha<br />
uygun olduğunu göstermiştir. Dolayısıyla, elde edilen bulgular,<br />
uygulanacak iktisadi politikaların kısmen etkin olabileceği<br />
görüşünü desteklemektedir.<br />
Anahtar Kelimeler: Rasyonel Beklentiler, Yakın Rasyonalite, Yeni<br />
Keynesyen Okul<br />
1 10. Ekonometri ve İstatistik Sempozyumu, Erzurum, 2009’da sunulmuştur. Kurt (2009)’dan derlenmiştir.<br />
Yrd.Doç.Dr., Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi, Biga İİBF<br />
Prof.Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi, İİBF<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
RATIONALITY IN EXPECTATIONS AND ECONOMETRIC<br />
TEST OF NEAR RATIONALITY 1<br />
Serdar KURT<br />
Hilmi ZENGİN<br />
ABSTRACT<br />
The aim of the study is to research whether the rationality<br />
hypothesis of new classical school which is a prevailing<br />
macroeconomic school in the last period is valid in today's economy<br />
and real life through expectations surveys and econometric tests.<br />
First, it is examined whether the expectations are rational or not by<br />
using weak and strong rationality tests. However, the presence of<br />
close expectations of individuals based on the methods Palmqvist<br />
and Brayn (2005) have used. It is concluded that expectation<br />
structures of individuals in Turkey are rather appropriate to near<br />
rationality. full rationality tests have shown that individuals do not<br />
possess full rationality and more appropriate to near rationality.<br />
Therefore, the resulting findings support the economic policies<br />
which will be applied could be partly effective.<br />
Keywords: Rational Expectations, Close Rationality, New<br />
Keynesian School.<br />
1 10. Ekonometri ve İstatistik Sempozyumu, Erzurum, 2009’da sunulmuştur. Kurt (2009)’dan derlenmiştir.<br />
Yrd.Doç.Dr., Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi, Biga İİBF<br />
Prof.Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi, İİBF<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Beklentilerde Rasyonellik ve Yakın Rasyonalitenin Ekonometrik Testi<br />
171<br />
GİRİŞ<br />
Makroiktisatta beklentiler konusu sürekli tartışıla gelen ve üzerinde hala fikir<br />
birliğine varılamamış konulardan biri olmuştur. Keynesyen iktisattan önceki döneme<br />
hakim olan Klasik iktisat döneminde Klasik iktisatçılar olan John Stuart Mill ve<br />
Adam Smith’in tarif ettikleri çıkarlarını maksimize ve zararını minimize etmek<br />
isteyen Ekonomik İnsan (Homo Economicus) rasyonel bir insanı işaret etmektedir.<br />
Ayrıca, klasik iktisatta reel değişkenlerin kullanılması ve parasal değişkenlerin reel<br />
değişkenler üzerinde bir örtü olduğu düşüncesi, bireylerin rasyonel olduğunu ifade<br />
etmektedir. Buna göre Klasik okulun öngördüğü insan türü rasyonel bir insandır.<br />
Keynes (1936) Genel Teori’de beklentileri uzun ve kısa dönem beklentiler<br />
olmak üzere ikiye ayırmıştır. Keynes’e göre bireyler hem kısa ve hem de uzun<br />
dönemde çok iyi tahminciler değillerdir ve yanılgıya düşebilmektedirler.<br />
Müteşebbisin kısa vadede üretim ve istihdamın arttırılması veya kısılması veya aynı<br />
düzeyde sürdürülmesi ile ilgili kararlar vermesi gerekmektedir. Kısa dönemde yapılan<br />
yanlış tahminler, üretimin fazla veya eksik yapılmasına ve bu durum stokların<br />
artmasına veya azalmasına neden olabilmektedir. Daha Keynesyen bir ifade ile efektif<br />
talebin arzı aşması durumunda stok erimesi, arzın efektif talebi aşması ile stok<br />
birikimi meydana gelecektir. Böyle bir durumda dengesizliğin giderilmesi için<br />
piyasaya müdahale edilmesi gerekmektedir. Uzun dönemli beklentiler ise yatırımın<br />
belirsizliği ve bununla birlikte yatırım kararının verilmesi üzerinde etkili olan<br />
beklentiler olarak tanımlanmaktadır. Uzun vadeli beklentilerde ise dönem uzun<br />
olduğu için belirsizlik daha da ön plana çıkmaktadır. Belirsizlik altında karar verme<br />
durumunda uzun dönemli kararlar üzerinde, belirsizlik yanında, yatırımın beklenen<br />
getirisi ve yatırımcıların para kazanma hırsını simgeleyen Hayvani İçgüdü (Animal<br />
Spirit)’de etkili olacaktır. Keynes hayvani içgüdüyü daha çok pozitif olarak<br />
tanımlamış ve bu güdü var olmasaydı insanların yatırım yapmak istemeyeceklerini<br />
belirtmiştir. Çünkü insanın doğasında olan kazanma hırsı ve her zaman kazanacağı<br />
içgüdüsü insanlara yatırım yapmak için cesaret vermektedir.<br />
Beklenti kavramı, daha sonraları Friedman (1956)’ın miktar teorisini temel<br />
alarak elde ettiği para talebi teorisinde, para talebini belirleyen etmenler arasında<br />
fiyatlar genel düzeyinin artış beklentisinide içererek, Friedman’ın öncülüğünü ettiği<br />
Parasalcı (Monetarist) okul tarafından dikkate alınmıştır. Buna göre, Parasalcı<br />
görüşün dikkate aldığı beklentilerin geriye dönük (backward looking) beklentiler<br />
olduğu ve bireylerin beklentilerini oluştururken geçmişe bakarak karar verdikleri<br />
görüşünü savunmuşlardır. Bireyler geçmişe, özelliklede son dönemlere bakarak<br />
iktisadi kararlarını vermektedirler. Buna göre bireyler yanlış kararlar verselerde,<br />
hatalarını zamanla tedrici olarak düzeltmektedirler. Uyumcu (adaptive) beklentiler<br />
olarak adlandırılan, Cagan (1956)’ın tahmin ettiği hiper enflasyon ve para talebi<br />
modelinde oluşturduğu beklentiler modeli aşağıdaki gibi ifade edilebilir,<br />
e e<br />
e<br />
t t1<br />
( t1<br />
t1 ) ve 0 1<br />
(1)<br />
e<br />
Burada beklenen enflasyonu, enflasyonu, hata düzeltme<br />
katsayısını ifade etmektedir. Denklemde cari yılın beklentilerinin belirlenemsi<br />
üzerinde geçmiş yılın beklentileri ile bir önceki yılın gerçekleşme hatasının belirli bir<br />
oranda düzelterek etkili olduğu görülmektedir. Burada, hata düzeltme katsayısı 0 ise<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
172<br />
Serdar KURT & Hilmi ZENGİN<br />
cari enflasyon oranı beklentisi geçmiş yılla aynı olmakta, katsayı 1 ise geçmiş yıl<br />
yapılan hata bir sonraki döneme tamamıyla yansıtılmaktadır. Parasalcı görüş bu<br />
modeli benimseyerek analizlerinde kullanmışlardır.<br />
Yeni Klasik Okul ise Muth (1961) tarafından ileri sürülen rasyonel<br />
beklentiler görüşünü benimsemiştir. Muth (1961)’un rasyonel beklentiler hipotezine<br />
göre, firmaların ve bireylerin beklentileri (daha genel olarak, subjektif olasılık<br />
dağılımı) aynı bilgi seti altında tahmin teorisi (objektif olasılık dağılımı) ile uyumlu<br />
olacaktır. Rasyonel beklentiler görüşüne göre, bireyler uyumcu beklentilerde olduğu<br />
gibi sistematik hata yapmamaktadırlar. Bireylerin hata yapabilirler, fakat sitematik<br />
olarak hata yapmadıkları için bu hataların beklenen değeri sıfıra eşit olacaktır.<br />
Rasyonel beklentiye sahip bireyler de hata yapmaktadır, geçmişte yaptıkları<br />
hatalardan ders almaktadırlar. Bu nedenle, beklenti hatalarından oluşan hata<br />
terimlerinde otokorelasyon bulunmamalıdır.<br />
Akerlof ve Yellen (1985a, 1985b) beklentilerin rasyonel olmadığını,<br />
bireylerin bazen elindeki bilgiden tam olarak yararlanmadığı görüşünü ileri<br />
sürmüşlerdir. Özellikle, ılımlı ya da düşük enflasyon düzeyinde toplumun belli bir<br />
oranının enflasyonun bu düşük oranını dikkate almadıkları vurgulanmıştır. Bunun<br />
nedeni olarak ise bireylerin elindeki bilgi setinin tamamını kullanmamaları, bazı<br />
verileri önemsiz görerek sadece önemli verilere dikkat etmeleri gösterilmektedir. Bu<br />
görüşe göre ise bireyler rasyonel davranmaktadırlar fakat bireyler yüzde yüz rasyonel<br />
olamamaktadırlar. Bazen rasyonel olmayan kararlarda verebilmektedirler. Akerlof ve<br />
Yellen (1985a) bu tür beklentilere Yakın Rasyonalite (Near Rationality) veya yakın<br />
rasyonel beklentiler olarak tanımlamıştır. Akerlof, Dickens ve Perry (ADP) (2000)<br />
Yeni Keynesyen Phillips eğrisini yakın rasyonaliteyi kullanarak tahmin etmişlerdir ve<br />
dengeden sapmanın maliyetlerinin küçük ve kazançlarınsa önemli olduğu sonucuna<br />
ulaşmışlardır.<br />
Bu çalışmada, öncelikle beklentilerin rasyonel olup olmadığı varyans sınır,<br />
yansızlık ile zayıf ve güçlü etkinlik testleri kullanılarak test edilmiştir. Bununla<br />
birlikte, Akerlof, Dickens ve Perry (2000)’in kullanmış olduğu yöntem temel alınarak<br />
bireylerin beklentilerinin yakın rasyonel olup olmadığı Palmqvist ve Brayn (2005)’ın<br />
geliştirmiş olduğu bir yöntem ile araştırılmıştır.<br />
LİTERATÜR<br />
Bu çalışma, yakın rasyonalite kavramı ile rasyonalitenin ve yakın<br />
rasyonalitenin direkt testleri üzerine odaklanmıştır. Bu nedenle öncelikle rasyonel<br />
beklentilerin direkt testi üzerine yoğunlaşmış literatür verilmiştir.<br />
Turnovsky (1970), ABD ekonomisi Kore savaşı dönemi, altı ay ve on iki<br />
aylık beklenti tahminleri için Livingston’ın altı aylık tüketici fiyat endeksi anket verisi<br />
ve EKK yöntemi ile fiyat beklentilerinin yapısını araştırmıştır. Veri seti bankacılar,<br />
finansçılar, akademisyenler, ekonomistler, sendika ekonomistleri, özel sektörde<br />
ekonomik tahmin yapan ekonomistlerden oluşmaktadır. Sonuçlar, 1954-64 dönemi<br />
için işadamlarının fiyat beklentilerinin rasyonellik hipotezine uymadığını göstermiştir.<br />
Fakat 1962-1969 dönemi için rasyonellik hipotezi kabul edilmiştir. Turnovsky ve<br />
Wachter (1972), ABD için 1949-1969 dönemi için iş adamlarından elde edilen altı<br />
aylık gözlenmiş ücret ve fiyat beklentilerini kullanarak beklentiler hipotezini Phillips<br />
eğrisi denklemini EKK yöntemiyle ile test etmişlerdir. Livingston’ın beklenti veri seti<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Beklentilerde Rasyonellik ve Yakın Rasyonalitenin Ekonometrik Testi<br />
173<br />
kullanılmıştır. Ücret ve fiyat değişmesi beklentilerinin cari ücret değişmelerinin<br />
açıklanmasında önemli olduğu, beklenti değişkeni katsayıları anlamlı ve yaklaşık 0.35<br />
civarındadır. Bu rasyonel beklentiler hipotezini desteklememektedir. Gibson (1972)<br />
ve Pyle (1972) aynı veri setini (Livingston) kullanarak fiyat beklentilerinin nominal<br />
faiz oranı üzerindeki etkisini araştırmış ve beklentilerin rasyonel olmadığını tespit<br />
etmişlerdir. Pesando (1975) beklentilerle (Livingston) gerçek serinin katsayılarının<br />
aynı olduğunu ileri süren varsayımın şüpheli olduğunu, bu nedenle tahminin yapıldığı<br />
zamandaki tüm bilginin kullanılıp kullanmadığını test etmek için, gerçek serinin<br />
tahmininde kullanılan ve seriyi açıklamakta yeterli olan değişkenleri kullanılarak<br />
beklenti serileri tahmin edilmiştir. Bu çalışmada değişkenlerin gecikmelerinin<br />
kullanıldığı otoregresif bir model kullanılmıştır. Bu iki modeldeki katsayıların eşit<br />
olup olmadığını test etmiştir. Rasyonellik hipotezi zayıf formu red edilmiştir. Carlson<br />
(1977) Livingston beklenti serisi odaklı bir analiz yapmıştır. Tahmincilerin tahminleri<br />
yaptıkları dönemdeki bazı verileri tahminlerine yansıtmadıklarını ifade etmiştir. Buna<br />
göre düzenlenmiş veri ile yapılan testlerde rasyonellik tüketici fiyatları endeksi için<br />
red ediliyorken iken toptan eşya fiyatları endeksi için kabul edilmiştir. Mullineaux<br />
(1978), gerçek ve beklenti serisinin farkından elde ettiği hataları enflasyonun geçmiş<br />
değerleri üzerine koşup, elde ettiği zayıf etkinlik testini uygulayarak Carlson<br />
(1977)’ın verisi ile rasyonelliği kabul etmiş, Pesando (1975)’nun kullanmış olduğu<br />
veri ile rasyonelliği red etmiştir. Friedman (1980), üç ve altı aylık tahmin periodu olan<br />
ve sekiz yıllık bir dönemi kapsayan verilerle faiz oranı beklentileri verisinin<br />
rasyonelliğini test etmiştir. Sonuçlar, ankete katılanların yanlı tahminler yaptıklarını,<br />
geçmiş faiz oranı etkin olarak kullanmadıklarını, bireylerin hem uzun dönem hemde<br />
kısa dönem faiz oranı tahminleri makro ekonomik değişkenlere göre etkin değildir.<br />
Rasyonel beklentiler hipotezi red edilmiştir. Brown veMaital (1981), 1961-1977<br />
dönemi için ile uzman görüşlerinin yansız olup olmadığını ve rasyonelliği Livingston<br />
verisi ile test etti. Altı ve oniki aylık beklentiler yansız olduğu için beklentilerin kısmi<br />
rasyonelliği hipotezi red edilemedi. Fakat bilginin eksik kullanımından dolayı, tam<br />
rasyonalitenin red edilmesine enden oldu. Keane ve Runkle (1990), profesyonel<br />
tahmincilerin bireysel fiyat tahminlerinin rasyonelliğini test etmiş ve rasyonellik red<br />
edilememiştir. Jeong ve Maddala (1991), serilerin durağan olmaması ve eşbütünleşme<br />
uygulanabilir olması durumunda bu testlerin geçersiz olacağını ifade etmiştir.<br />
Eşbütünleşeme testleri uygulayarak rasyonelliği hipotezini red etmiştir. Bonham ve<br />
Cohen (2001), görünürde ilişkisiz regresyon yöntemini kullanarak uygun bir varyanskovaryans<br />
ile mikro-homojenlikliği test etti ve gayrisafi milli hasıla deflatöründe<br />
heterojenlik olduğunu tespit etti ve toplulaştırılmış veri ile rasyonelliğin test<br />
edilemeyeceğini, rasyonelliğin anacak bireysel seviyede test edilebileceğini öne<br />
sürdü. Mehra (2002), bir yıl sonrası tüketici fiyat endeksi beklentilerini içeren üç<br />
anket üzerinde rasyonelliği test etmiştir. Michigan hanehalkı beklentisi yansız ve<br />
etkin yahminler yapmaktadır. Livingston dönemin tamamında yansız ve etkin<br />
sonuçlar vermekte fakat alt dönemlerde rasyonellik ihlala edilmektedir. Üçüncü sonuç<br />
ise profesyonel tahmincilerin beklentilerinin yanlı ve etkin olduğudur. Bakhshi,<br />
Kapetanios ve Yates (2005), İngiltere enflasyon verisi için sabit tarihli tahminleri<br />
içeren beklenti verisi ile rasyonel beklentileri test etti ve beklentilerde pozitif bir<br />
yanlılık olduğunu tespit etmişler ve rasyonelliği red etmişlerdir.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
174<br />
Serdar KURT & Hilmi ZENGİN<br />
Yakın rasyonalitenin geçerliliği ile ilgili yapılan testler aşağıdaki biçimde<br />
özetlenebilir.<br />
Cochrane (1988) tüketimin zamanlar arası dağıtımı teorisini gelire aşırı ve<br />
yetersiz duyarlılık, faiz oranı değişimi ve ihmal edilen bilgi alternatif karar kuralları<br />
çerçevesinde fayda maliyetlerini (kayıp) hesaplayarak ve Amerika’ya ait<br />
toplulaştırılmış verileri kullanarak test etmiştir. Çalışmada, yakın rasyonalite alternatif<br />
karar kuralları çerçevesinde dikkate alınmıştır ve küçük hatalar olarak<br />
değerlendirilmiştir. Bu küçük hataların hem bireyler hem de ekonomistler tarafından<br />
yapılabileceği vurgulanmıştır. Yakın rasyonalite kavramının Akerlof ve Yellen<br />
(1987)’in çalışmasında tanımladığından farklı olarak zamanlar arası maksimize edici<br />
varsayımı ve birinci derece koşullardan gelen ikinci derece maliyetlere sahip olduğu<br />
ifade edilmiştir. Çalışmanın sonuçları, optimal karar kuralından kaynaklanan<br />
farklılıkların ekonomik ve istatistiksel olarak küçük fayda maliyetlere sahip olduğu,<br />
bu maliyetlerin üç aylık 1 dolardan ve ay başına 30 sentten az olduğu açıklanmıştır.<br />
Teori küçük bilgi ve geçiş maliyetlerini içeren küçük modelleme yanlışlıklarını<br />
tahmin edemiyor ve küçük maliyetler teorinin red edilmesine neden olan sebeplerden<br />
biri olarak göz önüne alınabilir.<br />
Caballero (1992) orta ve uzun vadeli tüketim davranışının iyi bir<br />
tanımlamasını veren sürekli gelir hipotezi modelini ABD verisi için 1953:Q1-<br />
1989:Q4 dönemi için kişi başı tüketim harcamaları verilerini kullanılarak test<br />
etmişlerdir. Çalışmada, yakın rasyonel beklentiler düşüncesi mikro ekonomik<br />
düzeyde oldukça gerçekçi olduğu düşünülmektedir. Fayda maliyetleri bugünkü değer<br />
olarak hesaplanmıştır. Buna göre, bireyler tüketim seviyelerini sürekli<br />
ayarlamamaktadırlar ve tüketimin gerçek seviyesinde ayrılmasını beklemektedirler.<br />
Bu çalışmada heterojenliğin önemli bir rol oynadığı, yapısal şokların mikro ekonomik<br />
tüketim politikalarının doğrusal olmaması nedeniyle önemli bir yıpratıcı etkisinin<br />
olmadığı vurgulanmıştır. Kısa dönemde, yakın rasyonel mikro ekonomik tüketicilerin<br />
Amerika savaş sonrası tüketim verisiyle uyumlu olduğu tespit edilmiştir.<br />
Beeby, Hall ve Henry (2001) Avrupa Parasal Birliği’nin ilk 11 üye ülkesi<br />
için beklenti yapısı belirlenmeye çalışılmıştır. Modelin belirlenmesinde Muth<br />
(1961)’un Örümcek ağı modeli kullanılmıştır. Modelde döviz kuru tahmin<br />
denkleminde bağımsız değişkenler olarak ileriye dönük (forward-looking) beklentiler,<br />
döviz kurunun bir gecikmesi ve dünya faiz oranlarının temsilen (Proxy) ABD ile<br />
Parasal Birlik Bölgesi (Euroland) kısa dönem faiz oranları farkı dikkate alınmıştır.<br />
Beklentilerinn değişken ve gecikmelerini içeren bir öğrenme kuralından oluştuğu<br />
varsayılmıştır ve beklenti serisi zamanla değişen katsayıları tahmin etmek için<br />
kullanılan Kalman Filter yöntemiyle tahmin edilmiştir. Bunun nedeni bireylerin<br />
beklentilerini sürekli olarak güncellediği varsayımıdır. Burada on öğrenme kuralı<br />
geliştirilmiştir. Elde edilen sonuçlar, rasyonellikten küçük miktarlarda sapmaların bile<br />
çıktı üzerinde önemli etkilerinin olduğunu göstermektedir.<br />
Weder (2004), kararsız dinamik genel denge durumunda yakın rasyonel<br />
beklentilerin etkilerini araştırmıştır. İlk olarak, monopolistik rekabet modelini ve daha<br />
sonra değişebilir kapasite modelini kullanarak genel denge analizi yapılmıştır. Daha<br />
sonra 1954:01-1991:02 ABD verileri için zaman serisi özellikleri incelenmiştir. Yakın<br />
beklentiler bireylerin ekonomiyle ilgili bir kurala göre (rule of thumb) hareket ettiği<br />
varsayımı ile dikkate alınmıştır. Sonuçlar, rasyonellikten sapmanın ılımlı etkilere<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Beklentilerde Rasyonellik ve Yakın Rasyonalitenin Ekonometrik Testi<br />
175<br />
sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Rasyonel beklentilerin terk edilmesinden<br />
kaynaklanacak potansiyel kazancın modelin tutarlılığının azaltılmasından<br />
kaynaklanan maliyetten daha küçük olduğu vurgulanmıştır. Bhalotra (2006) emeğin<br />
ya da işgücünün (effort) ücretin pozitif bir fonksiyonu olduğu etkin ücret modelini,<br />
yakın rasyonel beklentiler davranışını kullanarak, genel denge analizi yardımıyla<br />
incelemiştir. Tam anlamıyla optimum olan düzeyden sapmaların sezgisel karar verme,<br />
hatalar, işlem maliyetleri ve firmaların dikkate aldığı olası nedenlerden<br />
kaynaklanabilmesinin yanı sıra, ücret sapmalarının bir kısmının da kar kaybından<br />
kaynaklandığı tespit edilmiştir.<br />
Türkiye’de anket verilerinden yararlanarak beklentilerin analizi ve<br />
rasyonelliğin testi için yapılan çalışmalar aşağıda verilmiştir.<br />
Uygur (1983) 1977:Q3-1981:Q3 dönemi imalat sanayi ve onaltı alt sektörü<br />
için yapılan anket verileri sayısallaştırılarak beklenti serisi haline getirilmiş ve bu<br />
verilerden yararlanarak Türkiye için bazı sektörlerin rasyonel beklentilere sahip<br />
olduğunu tespit etmiştir. Uygur (1989), Türkiye’deki yaklaşık 2000-2500 imalat<br />
sanayi firması üzerinde yapılan üçer aylık eğilim anketleri beklenti verileriyle,<br />
1978:Q4-1988:Q4 dönemini incelemiştir. Ankette beklentiler nitel olarak<br />
belirlenmiştir. Beklenen enflasyon eşitliği tahmin edilmiş ve elde edilen sonuçlar,<br />
kamu sektörünün bazı parasal değişkenler ve faiz oranı üzerindeki kontrolünün, kamu<br />
harcamaları ve bütçe açığı gibi değişkenlerin ve bunların bazı gecikmelerinin<br />
enflasyon beklentilerinin şekillenmesi üzerinde önemli bir etkisi olduğu tespit<br />
edilmiştir.<br />
Yamak ve Küçükkale (1998) 1980:Q1-1995:Q1 dönemi Türkiye verileri için<br />
rasyonel beklentiler doğal oran politika etkisizliği hipotezinin geçerliliğini test<br />
etmişlerdir. Elde edilen sonuçlar reel değişkenler üzerinde beklenmeyen para<br />
politikasının etkili olmadığını ve sadece beklenen para politikasının ise etkili olduğu<br />
tespit edilmiştir. Dolayısıyla, politika etkisizliği hipotezi ve rasyonel beklentiler<br />
hipotezinin red edilmiştir.<br />
Metin ve Muslu (1999), 1986:Q1-1995:Q3 dönemi için Türkiye ekonomisi<br />
enflasyon ve parasal davranışın Cagan (1956) tipi para talebi modeli ile açıklanabilir<br />
olduğunu bulmuşlardır. Ayrıca, bu model vasıtasıyla test edilen rasyonel beklentiler<br />
hipotezi ilgili dönem için red edilmiştir.<br />
Karadaş ve Öğünç (2003), 1989:Q4-1999:Q dönemi için TCMB tarafından<br />
yapılan ve 1987 Aralık ayından sonra aylık olarak tutulmaya başlanan iktisadi eğilim<br />
anketi verilerini ve Carlson ve Parkin’in metodolojisini kullanarak beklentileri<br />
sayısallaştırmış, beklenti serilerini oluşturmuş ve beklentilerin rasyonel olup<br />
olmadığını etkinlik ve diklik (orthogonality) testleri ile test etmiştir. Evans ve<br />
Gulemani (1984)’den yararlanarak rasyonel beklentiler hipotezini test etmek için 4<br />
test uygulamıştır. Bunlar yansızlık, ardışık bağımlılık (otokorelasyon), etkinlik ve<br />
diklik (orthogonality) testleridir. Test sonuçlarından önce burada test edilen<br />
beklentilerin doğrudan gözlemlerle elde edilmiş gözlemler değil nitel değişkenlerden<br />
elde edilen değişkenler olduğu hatırlatılmalı ve bunlarda ölçüm hatalarının olabileceği<br />
varsayılmıştır. Test sonuçları 1989:Q4-1998:Q4 dönemi için rasyonellik hipotezinin<br />
red edilemediğini göstermiştir. Ek olarak, rasyonellik varsayımı bireylerin doğru<br />
enflasyon yaratma süreci mekanizmasını öğrenebilmeleri için istikrarlı bir ekonomik<br />
ortam gerektirmektedir sonucuna ulaşılmıştır. Çalışılan periyotta bir büyük iç ve iki<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
176<br />
Serdar KURT & Hilmi ZENGİN<br />
dış kriz olmuştur ve bu krizler ve bu ortam doğru enflasyon yaratma süreci<br />
mekanizmasını öğrenmeyi zorlaştırmıştır.<br />
Kara ve Küçük Tuğer (2005) Türkiye’de enflasyon beklentilerinin yapısını 3<br />
farklı anketten elde ettiği 5 farklı enflasyon beklentisi serisini ve 2001:08-2004:06<br />
dönemi için aylık verileri kullanarak test etmiştir. Yanlılık ve etkinlik testleri ile<br />
beklentilerin rasyonel olup olmadığı araştırılmıştır. Elde edilen sonuçlar bir ay sonrası<br />
beklentiler hariç diğer tüm beklentilerin rasyonel olmadığını, yani bireylerin mevcut<br />
tüm bilgiyi etkin olarak kullanmadıklarını göstermiştir. Tahmin hatası bir çok<br />
durumda döviz kurur ile ilişkili bulunmuştur. Dezenflasyon döneminda rasyonellikten<br />
sapmanın olduğu vurgulanmıştır.<br />
Barlas Özer ve Mutluer (2005) enflasyon beklentilerini beklentilerin rasyonel<br />
olup olmadığından daha çok beklentilerin yapısal özelliklerinin belirlenmesi üzerine<br />
odaklanmışlardır. İktisadi yönelim anketi beklentileri kullanılarak, beklentilerin alt<br />
sektörlerde nasıl çalıştığı ve geliştiği, zamanla nasıl değiştiği, gerçekleşme oranlarının<br />
ne olduğu ve diğer beklentilerle olan ilişkilerini medyan, standart sapma, basıklık,<br />
eğiklik gibi istatistikî yöntemleri kullanarak incelemiştir. Çalışmada iktisadi yönelim<br />
anketi kullanılmıştır. Beklentilerin yanlılığı da araştırılmıştır. Bu bölümde sayısal<br />
beklenti verileri kullanılmıştır. Regresyon denkleminde beklentilerin ortalaması değil<br />
medyan değerleri kullanılmıştır. Eğer sabit terim sıfırdan farklıysa beklentiler yanlı<br />
olacaktır. Sabit terim beklentilerin yaklaşık olarak gerçekleşmenin %17 üzerinde<br />
olduğunu göstermiştir. Yanlılık güçlü ve negatif katsayı mevcuttur.<br />
Oral ve diğ. (2008), Türkiye için finansal ve reel sektör TÜFE enflasyon<br />
beklentilerinin rasyonelliğini çoklu panel veri eşbütünleşme yöntemini kullanarak<br />
2001 Ağustos dönemi sonrası için analiz etmişlerdir. Yazarlar, panel tekniklerin<br />
kullanılmasının örnek hacminin artmasının yanında cevaplayıcı grupların arasında<br />
heterojenliğin de olanak tanıdığını vurgulamışlardır. Beklentilerin güçlü bir biçimde<br />
rasyonel olmadığının bulunması ile birlikte, geçmiş ve gelecek enflasyon oranlarının<br />
önemi bireylerin gelecek beklentilerinin belirleyicileri olması anlamında<br />
araştırılmıştır. Rekürsif (Recursive) tahmin sonuçları tahmincilerin geçmiş enflasyona<br />
oranla ağırlığı gelecek enflasyona yani hedef enflasyona verdiği sonucu göstermiştir.<br />
Başkaya ve diğ. (2008), bu çalışmada Beklenti anketi verilerinden<br />
yararlanarak 2003:01-2007:11 dönemi için Panel veri analiz yöntemleriyle Türkiye’de<br />
enflasyon beklentilerinin davranışsal yönleri ve para politikası ve iletişim stratejileri<br />
incelenmiştir. Sonuçlar, ankete cevap verenlerin ve TCMB’nin resmi tahmincilerinin<br />
beklentilerini şekillendirirken enflasyon hedefini dikkate aldıklarını göstermektedir.<br />
Başkaya ve diğ. (2008), özellikle 2006 dönemi sonrasında açık enflasyon hedeflemesi<br />
ile birlikte uygulanan politikaların başarısı için beklentilerin daha önem kazandığı<br />
görüşü belirtilmiştir. Sonuçlar, ekonomik ajanları beklentilerini şekillendirirken<br />
enflasyon hedeflerine, enflasyon oranının geçmiş değerlerine, ekonomik aktiviteye,<br />
döviz kuru ve ülke risk primindeki değişmelere dikkat etkilerini göstermiştir.<br />
Beklentilerinin oluşum yapısının zaman boyunca oldukça değişken olduğu<br />
görülmüştür.<br />
Yakın rasyonelite ile ilgili olarak bugüne kadar Türkiye üzerine çok kısıtlı<br />
bir literatüre sahiptir ve sadece bir çalışma yapıldığı tespit edilebilmiştir.<br />
Us ve Metin Özcan (2003) tarafından yapılmış bu çalışmada, rasyonel<br />
beklentilerle kurulan yapışkan fiyat modellerinin Amerikan ekonomisindeki<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Beklentilerde Rasyonellik ve Yakın Rasyonalitenin Ekonometrik Testi<br />
177<br />
enflasyonist ataleti (inertia) açıklamada düşük performans göstermesi ilginin son<br />
yıllarda yakın rasyonalite ile kurulan yapışkan fiyat modellerine kaymasına neden<br />
olmuştur. Ne var ki, Türkiye’de enflasyonist atalet üzerine yapışkan fiyatlarla kurulan<br />
bir modelin olmadığını ve beklentilerle enflasyonun sürekliliğini açıklamayı çalışan<br />
bir çalışma olmadığını vurgulamışlardır. Daha önceki çalışmalar arasında, Türkiye’de<br />
enflasyonun sürekli (persistent) olduğunu onaylayan çalışmalar bulunmaktadır, buna<br />
rağmen, diğer çalışmalar da hem beklentilerin tam olarak rasyonel olmadığını ve hem<br />
de saf uyumcu beklentileri içermediğini gösteren deliller sunmuşlardır. Yakın<br />
rasyonel davranıştan enflasyon ataletine doğru bir bağlantı kurmayı deneyen bir<br />
çalışma bulunmamaktadır. Bu boşluğu doldurmak için bu çalışma yakın rasyonel<br />
beklentiler varsayımı altında yapışkan fiyat modelleri ile Türkiye için iki farklı<br />
enflasyon senaryosu ile bu modelleri test etmiştir. Optimal tek bir değişken tarafından<br />
tanımlanan yakın rasyonel beklentiler ki bu durumda diğer değişkenlere ait bilgiler<br />
ihmal edilir fakat ajanlar geçmiş enflasyon bilgisini optimal bir biçimde kullanır.<br />
Optimal tek bir değişken tarafından tanımlanan yakın rasyonel beklentiler modeli her<br />
iki döneme de uymakla kalmamış Lucas Kritiğine de maruz kalmamıştır. Alternatif<br />
olarak, yakın rasyonel beklentilerin geriye dönük olduğu varsayılmıştır. Bu alternatif<br />
senaryo, optimal tek değişkenli beklentiler yüksek enflasyon dönemi için bile daha iyi<br />
performans göstermektedir.<br />
EKONOMETRİK YÖNTEM VE VERİ SETİ<br />
Çalışmada kullanılan veri seti ve ekonometrik yöntem aşağıda açıklanmıştır.<br />
Veri Seti<br />
Çalışmada, anket veriler Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından<br />
(TCMB) mali ve reel sektörde karar alıcı ve uzman kişilerle, profesyonellerin<br />
beklentilerini saptamak amacıyla tutulmaktadır. Her ayın ilk haftası ve üçüncü<br />
haftasında anketler bireylere gönderilmekte ve ayın 15’inde ve 30’unda<br />
açıklanmaktadır. Bu çalışmada cari ayın, iki ay sonrasının ve oniki ay sonrasının<br />
beklenti serisi ve ayın 15’inde açıklanan veriler kullanılmıştır. Gerçek enflasyon serisi<br />
olarak iki TUFE serisi kullanılmıştır. Bunlardan ilki, 2001:08-2005:12 dönemi için<br />
1994=100 baz yıllı TUFE serisini, 2006:01-2008:06 dönemini kapsayan aylık veriler<br />
için ise 2003=100 baz yıllı TUFE serisi kullanılmıştır. Beklenti anketi ve 2003=100<br />
bazlı enflasyon verileri TCMB EVDS veri dağıtım sisteminden, 1994=100 bazlı<br />
TUFE verisi TUİK’ten alınmıştır.<br />
Ekonometrik Yöntem<br />
Bu bölümde ilk olarak beklenti serilerinin istatististiksel özellikleri dikkate<br />
alınacak ve rasyonel beklentiler hipotezi açısından değerlendirilecek, daha sonra<br />
rasyonel beklentiler hipotezi test yöntemleri açıklanacak ve uygulama sonuçları<br />
tartışılacak, ve nihayet yakın rasyonel beklentiler testleri uygulanacak ve sonuçlar<br />
değerlendirilecektir.<br />
Rasyonel beklentiler Muth (1961) “tarafından, firmaların ve bireylerin<br />
beklentileri (genel olarak, subjektif olasılık dağılımı) aynı bilgi seti altında tahmin<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
178<br />
Serdar KURT & Hilmi ZENGİN<br />
teorisi (objektif olasılık dağılımı) ile uyumlu olacaktır” olarak tanımlanmıştır ve<br />
aşağıdaki denkliklerle gösterilebilir.<br />
e<br />
E E | I )<br />
(2)<br />
t<br />
t s<br />
t<br />
e<br />
t<br />
( t t s<br />
Burada, t dönemi enflasyon beklentisini, E beklenti notasyonunu,<br />
Et<br />
s<br />
s dönemi öncesinde yapılan enflasyonun t dönemi beklentisini,<br />
t<br />
It<br />
<br />
t-s<br />
s<br />
döneminde bilinen ya da mevcut olan bilgi kümesini, E( t | I t s)<br />
t dönemindeki<br />
enflasyonun t-s dönemindeki mevcut bilgi ile koşullu beklentisidir.<br />
Gerçek ve Beklenti Serilerinin İstatistiksel Analizi<br />
Öncelikle ön bilgi olması amacıyla beklenti serileri ve gerçek enflasyon<br />
serisinin grafiklerini inceleyelim,<br />
6<br />
5<br />
Cari Ay Beklentisi<br />
Enflasyon<br />
4<br />
3<br />
2<br />
1<br />
0<br />
-1<br />
2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008<br />
Grafik 1: Cari Ay Beklentisi ve Enflasyon Serileri<br />
Cari ay beklentisi ve enflasyon arasındaki ilişkiyi grafik üzerinde incelersek<br />
2002 öncesi dönem hariç açık ve sürekli bir yanlılık görülmemektedir, fakat 2003<br />
yılından sonra enflasyon oranının düşmesi ile birlikte hem 2003 öncesine göre her iki<br />
seri içinde değişkenlik veya varyansın azladığı ve daha istikrarlı bir dönem olduğu<br />
görülmektedir. Ayrıca beklenti serisinin gerçek enflasyon serisine göre daha daha az<br />
dalgalandığı görülmektedir, buda beklenti serisinin varyansının daha küçük olduğunu<br />
işaret etmektedir.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Beklentilerde Rasyonellik ve Yakın Rasyonalitenin Ekonometrik Testi<br />
179<br />
6<br />
5<br />
Iki Ay Sonrasinin Beklentisi<br />
Enflasyon<br />
4<br />
3<br />
2<br />
1<br />
0<br />
-1<br />
2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008<br />
Grafik 2: İki Ay Sonrası Beklentisi ve Enflasyon Serileri<br />
Grafik 2’de de ilk grafikte olduğu gibi beklenti serisinin değişkenliği gerçek<br />
seriye göre daha az olduğu grafikten gözükmektedir. Fakat 2002’nin altıncı ayından<br />
önce ve 2003’ün başından 2004’ün sonuna kadar bir aşırı tahmin sözkonusudur.<br />
Bunun nedeni olarak yüksek enflasyondan düşük ve daha istikrarlı bir enflasyon<br />
dönemine girilmesi gösterilebilir.<br />
80<br />
70<br />
Oniki Ay Sonrasi Beklentisi<br />
Enflasyon<br />
60<br />
50<br />
40<br />
30<br />
20<br />
10<br />
0<br />
2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008<br />
Grafik 3: Oniki Ay Sonrası Beklentisi ve Enflasyon Serileri<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
180<br />
Serdar KURT & Hilmi ZENGİN<br />
Grafik 3’den de görüldüğü gibi 2005’in ortasına kadar beklentilerde aşırı<br />
tahmin söz konusu iken, yani enflasyonu olduğundan fazla tahmin etme sözkonusu<br />
iken, bu tarihten sonra enflasyon eksik tahmin edilmeye başlanmıştır. Bu durum,<br />
yüksek enflasyon periyodundan düşük enflasyon periyoduna geçişte başlangıçta<br />
enflasyonun düşeceğine inancın az olduğu, daha sonra enflasyonun düştüğünün<br />
görülmesi ile birlikte iyimser beklentilerin artması sonucu enflasyonun eksik tahmini<br />
söz konusudur. 2005’in öncesi ve sonrasında yanlı tahminler yapılmıştır.<br />
Tablo 1: Tanımlayıcı İstatistikler (Aylık)<br />
Enflasyon Cari Ay Beklentisi İki ay Sonrasının Beklentisi<br />
Ortalama 1.143604 1.233444 1.216889<br />
Medyan 0.946422 0.935000 0.890000<br />
Maximum 5.895322 5.200000 4.500000<br />
Minimum -0.732912 0.070000 -0.060000<br />
Std. Sapma. 1.166472 1.060490 1.017289<br />
Toplam 102.9243 111.0100 109.5200<br />
Karesel Sap.<br />
Toplamı. 121.0984 100.0928 92.10413<br />
Gözlem Sayısı 90 90 90<br />
Tablo 1’den de görüldüğü gibi gerçek enflasyon serisinin standart sapması<br />
hem cari ay beklentisinden hem de iki ay sonrasının beklentisinden dah küçük olduğu<br />
görülmektedir. Bu grafiklerden de açıkça görülmekteydi.<br />
Tablo 2: Tanımlayıcı İstatistikler (Oniki Aylık)<br />
Enflasyon<br />
Oniki Ay Sonrası<br />
Beklentisi<br />
Ortalama 13.87538 15.97075<br />
Medyan 10.45000 8.850000<br />
Maximum 40.20000 53.40000<br />
Minimum 6.900000 5.450000<br />
Std. Sapma. 8.035778 13.30107<br />
Toplam 1110.030 1277.660<br />
Karesel Sap. Toplamı. 5101.325 13976.56<br />
Gözlem Sayısı 80 80<br />
Oniki ay sonrasının standart sapması gerçek enflasyon serisinin standart<br />
sapmasından daha büyüktür. Bu beklenti serisinde gerçek enflasyon serisine göre dah<br />
çok dalgalanma gözlenmiştir. Ayrıca medyan ve ortalama değerleride gerçek<br />
enflasyon serisine göre daha büyüktür.<br />
Rasyonel beklentiler hipotezi, bireylerin hata yapabildiklerini fakat sürekli<br />
olarak hata yapmadıklarını ifade etmektedir, bu nedenle elde edilen hata terimlerin<br />
beklenen değerinin sıfır olması gerekmektedir.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Beklentilerde Rasyonellik ve Yakın Rasyonalitenin Ekonometrik Testi<br />
181<br />
e<br />
ut<br />
t t ve E ( u t | I t s ) 0<br />
(3)<br />
Burada ut<br />
beklenti hatasıdır ve hata terimlerin ortalamasının sıfır olmasının<br />
beklendiği ifade edilmektedir.<br />
Tablo 3: Tanımlayıcı İstatistikler (Oniki Aylık)<br />
CARIAYHATA IKIAYHATA YILHATA<br />
Ortalama -0.069934 -0.073285 -2.095375<br />
Medyan -0.093920 -0.115389 0.580000<br />
Maksimum 1.721673 1.895322 5.950000<br />
Minimum -2.061764 -2.117145 -21.70000<br />
Std. Sapma. 0.655055 0.757393 7.055921<br />
Çarpıklık 0.055730 -0.178908 -1.078100<br />
Basıklık 3.391407 3.136557 3.336097<br />
µ=0 (t istatistiği) 0.31 0.36 0.01<br />
Jarque-Bera 0.627987 0.550052 15.87385<br />
Olasılık 0.730524 0.759552 0.000357<br />
Toplam -6.363990 -6.595663 -167.6300<br />
Karesel Sap. Toplamı. 38.61874 51.05437 3933.096<br />
Gözlem Sayısı 91 90 80<br />
Ortalama değerlerine baktığımızda cari ay ve iki ay sonrası hata terimlerinin<br />
sıfıra çok yakın değerler olduğunu görmekteyiz. Bu açıdan rasyonel beklentiler<br />
hipotezini doğrulamakta. Standart sapmalara baktığımızda tahmin periyodunun<br />
arttıkça doğal olarak standart sapmanında arttığını görüyoruz. Ayrıca, yıllık tahmin<br />
hatası hariç cari ay ve iki ay sonrası hataları normal dağılıma uymaktadır ve aynı<br />
sırada ortalamalar sıfıra eşittir.<br />
Rasyonel beklentiler hipotezinin direkt testinin yapılabilmesi için geliştirilen<br />
testleri üç gruba ayırabiliriz. Bunlar, yansızlık ve etkinlik testleri ve eşbütünleşme<br />
testleridir.<br />
Eşbütünleşme Testleri<br />
Jeong ve Maddala (1991) eğer gerçek ve tahmini enflasyon serileri durağan<br />
değilse yani birim kök içeriyorsa bunlardan elde edilecek Varyans Sınır testi sonucu<br />
ve regresyon testleri (yansızlık-etkinlik) sonuçları gerçeği yansıtmayacak ve bu<br />
testlerden elde edilecek sonuçlar rasyonalitenin hatalı olarak reddine neden<br />
olabilecektir. Bu nedenle öncelikle gerçek ve beklenti serilerine ADF testi<br />
uygulanması gerekmektedir. Eğer seriler seviyesinde durağan değil fakat aynı<br />
seviyede durağanlarsa eşbütünleşme teknikleri kullanılara tahminin yanlılığı test<br />
edilebilir. Burada amaç öncelikle serilerin uzun dönemde birlikte ahareket edip<br />
etmedikelrini test etmektir. Seriler uzun dönemde eşbütünleşik ise elde edilen uzun<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
182<br />
Serdar KURT & Hilmi ZENGİN<br />
dönem beklenti katsayısının bire eşit olmadığı istatistiksel olarak test edilir. Burada<br />
amaç, kısa dönemli dengeden sapmaların uzun dönemde tekrar dengeye hareket edip<br />
etmediğinin ve yansızlık varsayımının uzun dönemde de geçerli olup olmadığının test<br />
edilmesidir. Bununla denklemde otokorelasyon olmaması gerekmektedir.<br />
Tablo 4: ADF Durağanlık Testleri<br />
Seriler Sabitsiz -Trendsiz Sabitli Trendli<br />
Enflasyon -2.72 a -2.76 b -2.01<br />
Cari ay -2.70 a -2.94 b -1.98<br />
İki Ay Sonrası -2.57 a -3.47 a -2.27<br />
Yıllık -2.21 b -2.38 -3.19 c<br />
a, b ve c sırasıyla %1, %5 ve %10’da anlamlı. Gecikme uzunluğu Akaike kriterine<br />
göre hesap.<br />
Görüldüğü gibi bütün değişkenler seviyesinde özellikle sabitsiz-trendsiz<br />
modelde durağan bulunmuştur. Yıllık hariç diğer serilerin modellerinde trendli model<br />
anlamlı çıkmamıştır.<br />
Varyans Sınır Testi<br />
Varyans sınır testi Shiller (1981) ve LeRoy ve Porter (1981) tarafından<br />
geliştirilmiş bir testtir. Muth beklentilerin rasyonel olması durumunda beklentilerin en<br />
küçük varyanslı yansız tahmin edici özelliğini göstereceğini ve beklentilerin<br />
varyansının gerçek serinin varyansından küçük olacağını göstermiştir.<br />
e<br />
t 1 t et<br />
(4)<br />
e<br />
t<br />
var( ) var( ) var( e )<br />
(5)<br />
t<br />
e<br />
t t<br />
olacaktır.<br />
t<br />
var( ) var( )<br />
(6)<br />
Tablo 5: Varyans Sınır Testleri<br />
Beklenti Serisi )<br />
var( t var( t<br />
e )<br />
Rasyonellik<br />
Cari ay 1.35 1.12 Kabul<br />
İki Ay Sonrası 1.35 1.04 Kabul<br />
Yıllık 64.64 176.89 Red<br />
Varyans sınır testine göre cari ay ve iki ay sonrası beklentilerinin varyansı<br />
gerçek enflasyon serisnden küçüktür. Buna göre rasyonel beklentiler hipotezi kabul<br />
edilmiştir. Yıllık beklentinin varyansı gerçek enflasyon serisinden büyüktür ve<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Beklentilerde Rasyonellik ve Yakın Rasyonalitenin Ekonometrik Testi<br />
183<br />
rasyonellik hipotezi red edilmiştir. Fakat bu test daha çok değişkenliği yüksek olan<br />
finans sektörü verielrinde daha iyi sonuçlar vermektedir.<br />
Yansızlık ve Etkinlik Testleri<br />
Rasyonel beklentiler hipotezinin diğer bir direkt testi yansızlık ve etkinlik<br />
testleri ile yapılmaktadır. Yansızlık testini ilk uygulayanlardan biride Turnovsky<br />
(1970) dir ve denklem aşağıdaki gibi yazılabilir.<br />
e<br />
t<br />
0 1<br />
t et<br />
(7)<br />
Burada sabit terimi,<br />
0<br />
beklenti değişkeninin katsayısını, e<br />
1<br />
t denklemin<br />
hata terimlerini ifade etmektedir. Eğer beklentiler rasyonelse 0 0 1<br />
1’e eşit<br />
olması ve H 0 : 0<br />
0 1<br />
1<br />
hipotezinin kabul edilmesi gerekmektedir.<br />
Hansen ve Hodrick (1980) önerdiği ve Kara ve Küçük Tuğer (2005)’in<br />
yaptığı gibi rasyonel beklentiler varsayımı altında anket verilerle yapılan EKK<br />
tahmini ile yapılan analizlerde cari ay hariç otokorelasyon problem ortaya<br />
çıkmaktadır ve standart hatalar tutarsız olmaktadır. Bu nedenle, denklemlerde<br />
otokorelasyona müsaade edilecek, otokorelasyonun etkisinin giderilemesi,<br />
katsayıların ve standart hataların tutarlı olması için varyans-kovaryans matrisinde<br />
Newey-West düzeltmesi yapılmıştır.<br />
Tablo 6: Yansızlık Testleri<br />
Seriler<br />
0 1<br />
2<br />
<br />
2<br />
R<br />
Cari ay -0.04<br />
0.98 0.99 0.73<br />
(-0.41)<br />
(11.38) a [0.61]<br />
İki Ay Sonrası 0.07<br />
0.88 0.93 0.59<br />
(0.49)<br />
(6.53) a [0.63]<br />
Yıllık 5.52.<br />
0.54 77.05 0.80<br />
(7.05) a (10.03) a [0.00]<br />
H 0 : 0 0, 1<br />
1, Parantez ve Köşeli parantez içindeki değerler sırasıyla t<br />
istatistikleri anlamlılık düzeyi. a, b ve c sırasıyla %1, %5 ve %10’da anlamlı..<br />
Bu sonuçlara göre hem cari ay hem de iki ay sonrası beklentileri yansız<br />
beklentiler iken, yıllık beklentiler yanlıdır. Elde edilen sonuçlar cari ayda Kara ve<br />
Küçük Tuğer (2005)’in bulguları ile uyumlu iken iki ay sonrası beklentilerde<br />
uyumsuzdur. Fakat Küçük Tuğer (2005)’in yaptığı çalışmada gözlem sayısıs 30<br />
civarındaki iken bu çalışmada gözlem sayısı 90 civarındadır. Yapılan denemeler<br />
gözlem sayısı azaladıkça ve tahmin periyodu arttıkça beklentilerin yanlılığının<br />
arttığını göstermektedir<br />
Bununla birlikte etkinlik testleri tahminin yapıldığı dönemde elde edilen<br />
mevcut olan bilginin tamamının kullanıp kullanılmadığı ile ilgilidir. Etkinlik testleri<br />
zayıf ve güçlü olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Zayıf etkinlik testleri tahminin<br />
yapıldığı dönemde enflasyon serisinin geçmiş değerlerinin beklentilere yansıtılmasını,<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
184<br />
Serdar KURT & Hilmi ZENGİN<br />
güçlü etkinlik ise tahminin yapıldığı dönemdeki tüm bilginin beklentilere<br />
yansıtılmasını ifade etmektedir.<br />
Mullineaux (1978) zayıf etkinlik testi için bir yöntem önermiştir. Buna göre,<br />
ut<br />
1 t 1<br />
2<br />
t 2<br />
.................<br />
1<br />
t n<br />
vt<br />
(8)<br />
Tablo 7: Zayıf Etkinlik Testleri (Cari Ay Beklenti Hatası)<br />
Katsayı Std. Hata t-İstatistik Anlamlılık<br />
Enflasyon(-1) 0.076115 0.075402 1.009451 0.3160<br />
Enflasyon(-2) -0.064683 0.094521 -0.684331 0.4958<br />
Enflasyon(-3) -0.111802 0.094464 -1.183543 0.2403<br />
Enflasyon(-4) 0.007685 0.074072 0.103751 0.9176<br />
Cari ay beklenti serisi zayıf etkinlik testinden geçmiştir. Denklemde<br />
otokorelasyon yok ve hata terimelri normal dağılıyor.<br />
Tablo 8: Zayıf Etkinlik Testleri (İki Ay Sonrası Beklenti Hatası)<br />
Katsayı Std. Hata t-İstatistik Anlamlılık<br />
Enflasyon(-1) 0.187878 0.083343 2.254290 0.0268<br />
Enflasyon(-2) -0.094720 0.097925 -0.967270 0.3362<br />
Enflasyon(-3) -0.062255 0.096815 -0.643034 0.5220<br />
Enflasyon(-4) -0.165309 0.077173 -2.142053 0.0351<br />
İki ay sonrası beklentiler birinci ve dördüncü gecikmelerin anlamlı olması<br />
nedeniyle zayıf etkin bulunmamıştır.<br />
Tablo 9: Zayıf Etkinlik Testleri (Oniki Ay Beklenti Hatası)<br />
Katsayı Std. Hata t-İstatistik Anlamlılık<br />
Enflasyon(-1) 1.869945 0.559138 3.344334 0.0013<br />
Enflasyon(-2) -0.344648 0.941365 -0.366115 0.7153<br />
Enflasyon(-3) -0.358142 0.919241 -0.389606 0.6979<br />
Enflasyon(-4) -1.209227 0.494278 -2.446450 0.0167<br />
Oniki ay sonrası beklentiler birinci ve dördüncü gecikmelerin anlamlı olması<br />
nedeniyle zayıf etkin bulunmamıştır.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Beklentilerde Rasyonellik ve Yakın Rasyonalitenin Ekonometrik Testi<br />
185<br />
Burada katsayıların tamamı istatistiksel olarak sıfıra eşit yani anlamsız<br />
olmalıdır, çünkü beklentilerin rasyonel olması enflasyon serisinin geçmiş değerleri ile<br />
ilgili bilginin tamamının beklentilere yansıtılması gerekmektedir.<br />
Güçlü etkinlik için ise aşağıdaki denklem kullanılabilir.<br />
u<br />
t<br />
0 1Yt<br />
vt<br />
(9)<br />
Burada, Y t döneminde bilinen ve mevcut olan herhangi bir makroekonomik<br />
veya makropolitikayı ifade eden değişkenlerdir.<br />
Tablo 10: Güçlü Etkinlik Testleri (Cari Ay Beklenti Hatası)<br />
Katsayı Std. Hata t-İstatistik Anlamlılık<br />
DLFAIZ1(-1) -0.284648 2.013951 -0.141338 0.8880<br />
DLFAIZ1(-2) 2.174948 2.017048 1.078282 0.2845<br />
DLREFKURTUFE(-1) -2.812928 2.026443 -1.388111 0.1694<br />
DLREFKURTUFE(-2) 0.721870 2.000876 0.360777 0.7193<br />
DLIHR(-1) 1.060501 1.105318 0.959453 0.3405<br />
DLIHR(-2) 0.789907 1.229842 0.642283 0.5227<br />
DLITH(-1) -0.143969 1.032983 -0.139372 0.8895<br />
DLITH(-2) -0.871745 1.059115 -0.823089 0.4132<br />
DLIMALSUE(-1) -0.255217 1.735939 -0.147019 0.8835<br />
DLIMALSUE(-2) -0.071996 1.712940 -0.042030 0.9666<br />
DLM1(-1) 4.048559 2.071201 1.954691 0.0545<br />
DLM1(-2) -0.222630 1.931785 -0.115246 0.9086<br />
C -0.144038 0.099680 -1.445005 0.1528<br />
R 2 0.132056<br />
Cari ay beklenti hatasını nominal aylık faiz, tufe bazlı reel efektif kur,<br />
ihracat, ithalat, M1 para arzı ve imalat sanayi üretim endeksi değişkenlerinin yüzde<br />
büyümelrinin iki gecikmeleri alınarak tahmin edilmiştir. Sadece para arzının bir<br />
gecikmesi ile %5’te anlamlı bulunmuştur.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
186<br />
Serdar KURT & Hilmi ZENGİN<br />
Tablo 11: Güçlü Etkinlik Testleri (İki Ay Sonrası Beklenti Hatası)<br />
Katsayı Std. Hata t-İstatistik Anlamlılık<br />
DLFAIZ1(-1) 2.365055 2.029244 1.165486 0.2477<br />
DLFAIZ1(-2) 1.608328 2.465908 0.652226 0.5163<br />
DLREFKURTUFE(-1) -4.353284 2.550426 -1.706885 0.0922<br />
DLREFKURTUFE(-2) -1.276921 2.305698 -0.553811 0.5814<br />
DLIHR(-1) 2.138061 1.414893 1.511112 0.1351<br />
DLIHR(-2) 0.964321 1.109576 0.869090 0.3877<br />
DLITH(-1) -0.767495 1.033532 -0.742594 0.4601<br />
DLITH(-2) -0.977681 1.086144 -0.900139 0.3710<br />
DLIMALSUE(-1) -1.503047 2.321303 -0.647501 0.5194<br />
DLIMALSUE(-2) -0.195076 1.991024 -0.097978 0.9222<br />
DLM1(-1) 2.187110 2.075784 1.053631 0.2956<br />
DLM1(-2) -0.724510 1.850755 -0.391467 0.6966<br />
C -0.029071 0.112408 -0.258623 0.7967<br />
R 2 0.225007<br />
Aynı değişkenleri ikiaylık beklenti hatası ile tahmin edince sadece reelkur ile<br />
zayıf bir ilişki tespit edilmiştir.<br />
Tablo 12: Güçlü Etkinlik Testleri (Oniki Ay Beklenti Hatası)<br />
Katsayı Std. Hata t-İstatistik Anlamlılık<br />
DLFAIZ1(-1) 35.74403 14.92078 2.395588 0.0196<br />
DLFAIZ1(-2) 32.55048 16.49801 1.972994 0.0529<br />
DLREFKURTUFE(-1) -29.17915 29.20159 -0.999232 0.3215<br />
DLREFKURTUFE(-2) 16.60383 23.12531 0.717994 0.4754<br />
DLIHR(-1) -9.424099 10.88276 -0.865966 0.3898<br />
DLIHR(-2) -10.08896 11.92204 -0.846244 0.4006<br />
DLITH(-1) -0.794200 10.06337 -0.078920 0.9373<br />
DLITH(-2) -1.319163 10.11145 -0.130462 0.8966<br />
DLIMALSUE(-1) 3.928387 17.38304 0.225990 0.8219<br />
DLIMALSUE(-2) 15.74761 17.60647 0.894422 0.3745<br />
DLM1(-1) -39.93709 26.16228 -1.526514 0.1319<br />
DLM1(-2) -54.25564 28.33464 -1.914817 0.0601<br />
C 0.636721 1.522138 0.418307 0.6771<br />
R 2 0.245054<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Beklentilerde Rasyonellik ve Yakın Rasyonalitenin Ekonometrik Testi<br />
187<br />
Aynı değişkenleri yıllık beklenti hatası ile tahmin edince faiz ve para arzı ile<br />
ilişkiler tespit edilmiştir.<br />
Yakın Rasyonalitenin Testi<br />
Bryan ve Palmqvist (2005) yakın rasyonel beklentiler görüşünün,<br />
gerçekleşen ve beklenen enflasyon arasındaki fark olan hane halkı beklenti hatalarının<br />
doğrusal olmayan bir şekilde enflasyonla ilişkili olacağını vurgulamışlardır.<br />
e<br />
2<br />
t <br />
t 0 1<br />
t 2<br />
t t<br />
(10)<br />
Eğer beklentiler yakın rasyonel ise<br />
0,<br />
1 0, 2 0 ve | 1<br />
| 2<br />
olmalıdır.<br />
Tablo 13: Yakın Rasyonalite Testleri (Cari Ay Beklenti Hatası)<br />
Katsayı Std. Hata t-İstatistik Anlamlılık<br />
Sabit 0.446075 0.076536 5.828290 0.0000<br />
Enflasyon -0.393172 0.155491 -2.528578 0.0132<br />
Enflasyon 2 0.031258 0.028874 1.082572 0.2820<br />
Tablo 14: Yakın Rasyonalite Testleri (İki Ay Sonrası Beklenti Hatası)<br />
Katsayı Std. Hata t-İstatistik Anlamlılık<br />
Sabit 0.529711 0.094296 5.617513 0.0000<br />
Enflasyon -0.494284 0.170506 -2.898921 0.0047<br />
Enflasyon 2 0.041019 0.035383 1.159284 0.2495<br />
Tablo 15: Yakın Rasyonalite Testleri (Oniki Ay Beklenti Hatası)<br />
Katsayı Std. Hata t-İstatistik Anlamlılık<br />
Sabit 0.257222 1.546638 0.166310 0.8683<br />
Enflasyon -0.898937 1.440020 -0.624253 0.5343<br />
Enflasyon 2 1.559147 0.551340 2.827925 0.0060<br />
Cariay ve iki ay sonrası yakın rasyonelliğin testi denklemlerinde beta<br />
katsayılarının işareti doğru, fakat ilk katsayı anlamlı çıkarken üçüncü katsayı anlamsız<br />
çıkmıştır ve beta bir katsayısı beta iki katsayısından mutlak değer olarak büyük<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
188<br />
Serdar KURT & Hilmi ZENGİN<br />
çıkmıştır. Sonuç, olarak bu iki değişken yakın rasyonellik hipotezini kabul etmiştir.<br />
Oniki ay sonrası beklenti değişkeni yakın rasyonelitenin testi denklemine<br />
uymamaktadır.<br />
SONUÇ<br />
Cari ay beklentileri sadece güçlü etkinlik testinde bir değişkenler ilişkili<br />
bulunmuştur. Geri kaln bütün testlerden geçmiştir. Bu nedenle cari ay beklentisi<br />
değişkeni rasyonel olarak kabul edilebilir. İki ay sonrası beklenti değişkeni zayıf ve<br />
güçlü etkinlik testlerini sağlayamamaış ve yakın rasyonellik hipotezini kabul etmiştir.<br />
Brown ve Maital (1981)’in yorumunu takip ederek tam rasyonellikten daha düşük<br />
veya kısmi rasyonel olarak adlandırılabilir. On iki ay sonrası beklentiler ise<br />
tamamiyle ne yakın rasyonel ne de rasyonel olarak bulunmuştur.<br />
Çalışmadan çıkarılabilecek sonuçlar,<br />
a) Tahmin edilen beklenti periyodu uzadıkça rasyonellik azalmaktadır ve<br />
kullanılan gözlem sayısı arttıkça rasyonelliğe yaklaşılmaktadır.<br />
b) Eğer verilen kararların zamanla dinamik olarak düzeltilmesi söz konusu<br />
ise son ayda tamamiyle rasyonel olunacağından dinamik rasyonellikten<br />
bahsedilebilir.<br />
c) Genel olarak çalışmadan 2 ay ve sonrasında rasyonellik kısmi olarak<br />
mevcuttur denilebilir.<br />
Dolayısıyla, elde edilen bulgular uygulanacak iktisadi politikaların kısmen<br />
etkin olabileceği görüşünü desteklemektedir.<br />
KAYNAKÇA<br />
AKERLOF, George. A. and YELLEN, Janet. L., “Can Small Deviations from<br />
Rationality Make Significant Differences to Economic Equilibria”,<br />
American Economic Review, Vol. 75, 1985a, p. 708-720.<br />
AKERLOF, George. A. and YELLEN, Janet. L.. “A Near Rational Model of the<br />
Business Cycle with Wage and Price Inertia”, Quarterly Journal of<br />
Economics,Vol. 100 (Supplement), 1985b, p. 823-38.<br />
AKERLOF, George. A. and YELLEN, Janet. L., “The Macroeconomic Applications<br />
of a Dynamic Envelope Theorem”, Manuscript, University of California,<br />
Berkeley, 1987.<br />
AKERLOF, George A., DICKENS, William T. and PERRY, George L., “Near-<br />
Rational Wage and Price Setting and the Long-Run Phillips Curve”,<br />
Brookings Papers on Economic Activity, Vol. 2000:1, 2000, p. 1-60.<br />
BARLAS-OZER, Y. and MUTLUER, D., “Inflation Expectations In Turkey:<br />
Statistical Evidence from the Business Tendency Survey”, Central Bank<br />
Review, Vol. 5, No. 2, 2005, p. 73-97.<br />
BAKHSHI, H., KAPETANIOS, G. and YATES, T., “Rational Expectations and<br />
Fixed-Event Forecasts: An Application to UK Inflation,” Empirical<br />
Economics, Springer, Vol. 30, No. 3, October, 2005, p. 539-553.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Beklentilerde Rasyonellik ve Yakın Rasyonalitenin Ekonometrik Testi<br />
189<br />
BEEBY, M., HALL, S. G. and HENRY, S. B., “Rational Expectations and Near<br />
Rational Alternatives: How Best to Form Expectations”, European Central<br />
Bank Working Paper 86, 2001<br />
BHALOTRA, Sonia, “Near Rationality in Wage Setting”, Applied Economics, Taylor<br />
and Francis Journals, Vol. 38, No.21, December, 2006, p. 2513-2521.<br />
BONHAM, C. S. and COHEN, R. H., “To Aggregate, Pool or Neither: Testing the<br />
Rational-Expectations Hypothesis Using Survey Data.” Journal of Business<br />
& Economic Statistics, Vol. 19, No. 3, 2001, p. 278-291.<br />
BROWN, B. W. and MAITAL, S., “What Do Economists Know An Empirical Study<br />
of Experts Expectations, Econometrica, Vol. 49, No. 2, March, 1981, p. 491–<br />
504.<br />
BRYAN, Michael F. and PALMQVIST, Stefan, “Testing Near-Rationality Using<br />
Detailed Survey Data”, Working Paper 0502, Federal Reserve Bank of<br />
Clevelan, 2005..<br />
CABALLERO, Ricardo J., “Near-Rationality, Heterogeneity and Aggregate<br />
Consumption,” NBER Working Papers 4035, National Bureau of Economic<br />
Research, Inc., 1992.<br />
CAGAN, P., The monetary dynamics of inflation. In: M. Friedman (Ed.), Studies in<br />
the Quantity Theory of Money, Chicago: University of Chicago Press, 1956.<br />
CARLSON, John A., “A Study of Price Forecasts.” Annals of Economic. and Social<br />
Measurement, Vol. 6, No.1,Winter, 1997, p. 27-56.<br />
COCHRANE, John H, “The Sensitivity of Tests of the Intertemporal Allocation of<br />
Consumption to Near-Rational Alternatives,” American Economic Review,<br />
Vol. 79, No. 3, June, 1989, p. 319-37.<br />
EVANS, G.and GULAMANI, R., “Test for Rationality of the Carlson–Parkin Inflation<br />
Data”, Oxford Bulletin of Economics and Statistics, Vol. 46, No. 1, 1984, p.<br />
1-19.<br />
FRIEDMAN, F., “The Quantity Theory of Money: A Restatement” in Studies in the<br />
Quantity Theory of Money, edited by M. Friedman. Reprinted in The<br />
Optimum Quantity of Money (2005), 1956, p. 51-67.<br />
FRIEDMAN, Benjamin M., “Survey Evidence on the Rationality of Interest Rate.<br />
Expectations”, The Journal of Monetary Economics, Vol. 6, 1980, p. 453-65.<br />
GIBSON, William E., “Interest Rates and Inflationary Expectations: New Evidence”,<br />
The American Economic. Review, Vol. 62, No. 5, December, 1972, p. 854-<br />
65.<br />
HANSEN, L.P. and HODRICK, R. J., “Forward Exchange Rates as Optimal<br />
Predictors of Future Spot Rates: An Econometric Analysis,” Journal of<br />
Political Economy, Vol. 88, 1980, p. 829-53.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
190<br />
Serdar KURT & Hilmi ZENGİN<br />
JEONG, J. and MADDALA, G. S., “Measurement Errors and Tests for Rationality”,<br />
Journal of Business and Economic Statistics, Vol. 9, No.4, 1991, p. 431-39.<br />
KARA, H. and KUCUK-TUGER, H., “Some Evidence on the (Ir)rationality of<br />
Inflation Expectations in Turkey,” CBRT Working Paper No: 50/12, 2005.<br />
KARADAS, E. and OGUNC, F., “An analysis of private Manufacturing Industry’s<br />
Inflation Expectations,” Central Bank Review, Vol. 3, No. 2, 2003, p. 57-83.<br />
KEANE M. P and RUNKLE, D. E. (1990). “Testing the Rationality of Price Forecasts:<br />
New Evidence from Panel Data”, American Economic Review, Vol. 80, No.<br />
4, September, 1990, p. 714-35.<br />
KEYNES, John Maynard, “The General Theory of Employment, Interest and<br />
Money”, London: Macmillan (reprinted 2007), 1936.<br />
KURT, Serdar, “Beklentilerde Rasyonellik ve Yakın Rasyonalitenin Ekonometrik<br />
Testi”, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,<br />
Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2009.<br />
LEROY, S., and PORTER, R., “The Present Value Relation: Tests Based on Variance<br />
Bounds”, Econometrica, Vol. 49, 1981, p. 555-74.<br />
MEHRA, Yash P., “Survey Measures of Expected Inflation: Revisiting the Issues of<br />
Predictive Content and Rationality”, Economic Quarterly, Vol. 88, No.3, p.<br />
17–36.<br />
METIN, K. and MUSLU, I., “Money Demand, the Cagan Model, Testing Rational<br />
Expectations vs Adaptive Expectations: the Case of Turkey”, Empirical<br />
Economics, Vol. 24, 1999, p. 415-426<br />
MULLINEAUX, Donald J., “On Testing for Rationality: Another Look at the<br />
Livingston Price Expectations Data”, The Journal of Political Economy, Vol.<br />
86, No. 2, April, 1978, p. 329-36.<br />
MUTH, John F., “Rational Expectations and the Theory of Price Movements”,<br />
Econometrica, Vol. 29, 1961, p. 315-35.<br />
PESANDO, James E., “A Note on the Rationality of the Livingston Price Expectations”,<br />
Journal of Political Economy, Vol. 83, No.4, August, 1975, p. 849-<br />
58.<br />
PHELPS, Edmund S., “Phillips Curves, Expectations of Inflation and Optimal<br />
Unemployment over Time”, Economica, New Series, Vol. 34, No. 135, 1967,<br />
p. 254-81.<br />
PYLE, David H., “Observed Price Expectations and Interest Rates”, Review of<br />
Economics. and Statistics, Vol. 54, August, 1972, p. 275-80.<br />
RICCI, U. D., “Synthetische Ökonomie” von Henry Ludwell Moore, Z.<br />
Nationaliikon, Vol. 1, 1930, p. 649-468.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Beklentilerde Rasyonellik ve Yakın Rasyonalitenin Ekonometrik Testi<br />
191<br />
SCHULTZ, H., “Der Sin der Statistischen Nachfragen,” Veroffentlichungen der<br />
Frankfurter Gesellschaft fiir Konjunkturforschung, Vol. 10, Kurt Schroeder<br />
Verlag, Bonn, 1930.<br />
SHILLER, R. J., “Do Stock Price Move too Much to be Justified by Subsequent.<br />
Changes in Dividends”, American Economic Review, Vol. 71, 1981, p. 421-<br />
436.<br />
TARGETTI, F., Nicholas Kaldor: The Economics and Politics of Capitalism as a<br />
Dynamic System, Oxford: Clarendon Pres, 1992.<br />
TURNOVSKY, S. J., “Empirical Evidence on the Formation of Price Expectations”,<br />
Journal of American Statistics Association, Vol. 65, December, 1970, p.<br />
1441-54.<br />
TURNOVSKY, Stephen J. and WACHTER, Michael L., “A Test of the Expectations<br />
Hypothesis Using Directly Observed Wage and Price Expectations”, Review<br />
of Economics. and Statistics, Vol. 54, February, 1972, p. 47-54.<br />
UYGUR, Ercan, Neoklasik Makroiktisat ve Fiyat Bekleyişleri: Kuram ve Türkiye<br />
Ekonomisine Uygulama, Ankara: Siyasal Bilgiler Fakültesi, 1983.<br />
UYGUR, Ercan, “Inflation Expectations of the Turkish Manufacturing Firms”, CBRT<br />
Research Department Discussion Paper No. 8904, 1989.<br />
WEDER, Mark, “Near-rational Expectations in Animal Spirits Models of Aggregate<br />
Fluctuations,” Economic Modelling, Elsevier, Vol. 21, No.2, March, 2004, p.<br />
249-65.<br />
YAMAK, R. and KUCUKKALE, Y., “Anticipated Versus Unanticipated Money in<br />
Turkey”, Yapı Kredi Economic Review, Vol. 9, No. 1, June, 1998, p. 15-25.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
KÜLTÜREL FARKLILIKLARIN YÖNETİMİNDE İNSAN<br />
KAYNAKLARI STRATEJİLERİNİN ROLÜ: IKEA ÖRNEĞİ<br />
Nuray HELVACIOĞLU<br />
Hatice ÖZUTKU<br />
ÖZET<br />
Günümüzde işletmelerin küreselleşme eğilimleri, işgören<br />
çeşitliliğinin ve kültürel farklılıkların artmasına neden olmaktadır.<br />
İşletmelerin rekabet üstünlüğü elde edebilmeleri için kültürel<br />
farklılıkların etkin bir biçimde yönetilmesi gerekmektedir. Bu<br />
çalışmanın amacı, kültürel farklılıkların yönetiminde insan<br />
kaynakları yönetiminin rolünün belirlenmesidir. Bu kapsamda,<br />
kültürel farklılıkların yönetiminde ön plana çıkan İsveç kökeni IKEA<br />
firmasını konu alan nitel bir araştırma yapılmıştır. Araştırmada<br />
önce kültürel farklılıkların yönetiminde IKEA’nın dünya genelinde<br />
izlediği stratejiler ortaya konulmuştur. Daha sonra IKEA’nın<br />
kültürel farklılıkların yönetiminde izlediği insan kaynakları<br />
stratejilerini belirlemek için Türkiye biriminde daha ayrıntılı bir<br />
çalışma yapılmıştır. Elde edilen bulgulara göre kültürel<br />
farklılıkların yönetimi konusunda IKEA dünya genelinde ve<br />
Türkiye’de global liderlik, çok kültürlü ekipler, örgütsel iletişim,<br />
güçlü kültür, öğrenen örgüt oluşturma ve insan kaynakları<br />
uygulamalarından yararlanmaktadır. Kültürel farklılıkların<br />
yönetiminde IKEA’nın Türkiye’de izlediği insan kaynakları<br />
uygulamaları olarak, insan kaynakları planlaması, öğrenme ve<br />
gelişim, açıklık, esneklik, iş ve yaşam dengesi ve liderliğe ilişkin<br />
stratejik uygulamaların ön plana çıktığı saptanmıştır.<br />
Anahtar Kelimeler: Kültürel farklılıkların yönetimi, insan<br />
kaynakları yönetimi, IKEA<br />
Öğr.Gör.Dr., Afyonkarahisar Kocatepe Üniversitesi, Afyon MYO<br />
Yrd.Doç.Dr., Afyonkarahisar Kocatepe Üniversitesi, İİBF<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
THE ROLE OF HUMAN RESOURCE STRATEGIES IN THE<br />
MANAGEMENT OF CULTURAL DIFFERENCES: THE CASE<br />
OF IKEA<br />
Nuray HELVACIOĞLU<br />
Hatice ÖZUTKU<br />
ABSTRACT<br />
The globalization tendencies of firms lead to increasing labor<br />
diversity and cultural differences. In order for the firms to have<br />
competitive advantage, cultural differences should be managed<br />
efficiently. The purpose of this study is to determine the role of<br />
human resource strategies in the management of cultural<br />
differences. In this framework, a qualitative study is undertaken on<br />
the Swedish firm IKEA, which is well known for its management of<br />
cultural differences. We first put forward the strategies IKEA<br />
follows worldwide in the management of cultural strategies. Then<br />
we study in detail the branch in Turkey to determine IKEA’s human<br />
resource strategies in the management of cultural differences.<br />
According to our findings, in Turkey and worldwide IKE utilizes<br />
global leadership, multicultural teams, organizational<br />
communication, powerful culture, learning organization formation,<br />
and human resource practices in the management of cultural<br />
differences. Human resource planning, learning and progress,<br />
openness, flexibility, job and life balance, and leadership are found<br />
to be the major factors IKEA utilizes in Turkey in the management<br />
of cultural differences.<br />
Keywords: Management of cultural differences, Human resource<br />
management, IKEA<br />
Öğr.Gör.Dr., Afyonkarahisar Kocatepe Üniversitesi, Afyon MYO<br />
Yrd.Doç.Dr., Afyonkarahisar Kocatepe Üniversitesi, İİBF<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kültürel Farklılıkların Yönetiminde İnsan Kaynakları Stratejilerinin Rolü: IKEA Örneği<br />
197<br />
GİRİŞ<br />
Son zamanlarda küreselleşen iş trendleri ve farklı kültürlerle iş yapma<br />
gerekliliği yöneticilerin dikkatini kültürel farklılıklara yöneltmektedir. Çokuluslu<br />
işletmelerin çok kültürlü bir işgören yapısı ile karşı karşıya kalmaları, bu işgörenlerin<br />
beklentileri ile, işletmenin standartlarını uyumlaştırma zorunluluğu rekabetçi üstünlük<br />
için kültürel farklılıklara duyarlı olma ve mücadele etme ihtiyacını doğurmuştur.<br />
Ancak kültürel farklılıkların bir avantaj mı yoksa bir sorun kaynağı mı olduğu,<br />
yönetilip, yönetilemeyeceği konularında araştırmacılar ve işletme yöneticileri<br />
arasında bir fikir birliği bulunmamaktadır.<br />
Yöneticilerin kültürel farklılıkları ve onun potansiyel avantaj ve<br />
dezavantajlarını ele alma biçimleri, örgütün kültürel farklılıklara yönelik<br />
yaklaşımlarını da etkilemektedir. Bazı örgüt yöneticileri, kültürel farklılığın örgüt<br />
üzerindeki etkisinden haberdar değildirler ya da kültürel farklılığı örgüt açısından<br />
etkisiz olarak görmektedirler. Farklılığı sadece bir sorun kaynağı olarak ele alan<br />
yöneticiler ise “bizim yolumuz en iyi yoldur” inancındadırlar. Bu düşünceye sahip<br />
olan yöneticiler, kültürel farklılığı sorun olarak ele aldıkları için, etkisini en aza<br />
indirmeye çalışırlar. Bu düşünce ile tüm elemanlarını aynı kültürel özelliğe sahip<br />
kişiler arasından seçerler.<br />
Kültürlerarası farklılıkların mutlaka desteklenmesi gerektiğini vurgulayan<br />
görüşler ise günümüzde uluslararası işletmecilik alanında hızla yerini almaktadır. Bu<br />
görüşü savunanlara göre, yüksek performansı ve rekabetçi üstünlüğü hedefleyen<br />
örgütler için kültürel çeşitliliğin mutlaka desteklenmesi gerekir. Bu anlayış kültürel<br />
farklılığı oluşturan işgörenlere yönelik uygulamaların, dolayısıyla insan kaynakları<br />
yönetiminin önemini artırmış ve stratejik açıdan ele alınması gereken bir olgu haline<br />
getirmiştir.<br />
2. KÜLTÜREL FARKLILIKLARIN YÖNETİMİ VE ÇOKULUSLU<br />
İŞLETMELER AÇISINDAN ÖNEMİ<br />
Günümüzde sayıları hızla artan çokuluslu işletmeler, faaliyetlerini başarılı bir<br />
biçimde sürdürebilme çabası içindedirler. Küresel pazarları hedefleyen bu işletmelerin<br />
karşılaştığı problemler yalnızca bir ülkede faaliyet gösteren bir işletmenin karşılaştığı<br />
problemlere göre daha çok ve daha zordur (Özalp, 1998, s.249). Konu ile ilgili<br />
çalışmalar, çokuluslu işletmelerin karşılaştığı temel sorunların başında kültürler arası<br />
farklılıkların geldiğini işaret etmektedir. Çünkü kültür, teknoloji transferini, yönetici<br />
tutumlarını, işletme-hükümet ilişkilerini, işletme içi ilişkileri ve daha pek çok faaliyeti<br />
büyük ölçüde etkilemektedir. Bu kapsamda daha büyük problemler kültürel açıdan<br />
farklı toplumlardan gelen insanların bir arada çalıştığı ortamlarda yaşanmaktadır<br />
(Mutlu, 1999, s.277).<br />
Örgütlerde kültürel farklılıklar yönetimi, 1960’lı yıllardan itibaren kültürel<br />
çeşitliliğin rekabet avantajı için ön koşul olabileceğine dair tespitler sonucunda, başta<br />
ırksal bütünleşmeler şeklinde siyasi hareketlerle, sonra çalışanlara eşit fırsatlar<br />
tanınması ve eğitilmesine yönelik örgütsel değişimlerle başlamıştır (Tereza ve Fleury,<br />
1999, s.109). 1980’li yıllarda ise, çokuluslu işletmelerin gelişiminin yarattığı, artan<br />
işgören farklılaşmasını etkin biçimde yönetebilmeyi sağlamak amacıyla gelişmiştir.<br />
Bunun nedeni kültürel çeşitliliğin, bu tür işletmelerde çok daha derin bir anlam ve<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
198<br />
Nuray HELVACIOĞLU & Hatice ÖZUTKU<br />
boyut kazanması ve bu olgunun çok uluslu işletmeciliğin tüm unsurlarını<br />
etkileyebilmesidir (Seymen, 2005, s.10).<br />
Kültürel farklılık, aynı sosyal sistem içinde, farklı grup kimliklerine sahip<br />
insanların karışımından ortaya çıkan bir sonuçtur. Bu sosyal sistemler, çoğunluk ve<br />
azınlık olarak tanımlanabilirler ve çoğunluk olarak tanımlanan gruplar, diğer gruplarla<br />
karşılaştırıldıklarında tarihsel bir geçmişe sahip olduklarından, ekonomik kaynaklar<br />
ve güç bakımından daha avantajlı bir role sahip olurlar (Tereza ve Fleury, 1999,<br />
s.109).<br />
Kültürel farklılıkların yönetimi ise, örgütün amaçlarına ulaşmasını sağlamak<br />
için, tüm işgörenlerin kendi potansiyellerini tam olarak kullanmalarına olanak verecek<br />
bir ortam yaratmayı amaçlayan bütüncül bir odaklanmadır (Seymen, 2005, s.10).<br />
Başka bir ifade ile, tüm dünyaya yayılmış örgütlerdeki farklı kültürlerden gelen<br />
işgörenlerin davranışlarını ve nasıl yetiştirileceklerini araştıran global bir yönetim<br />
olarak tanımlanabilir.<br />
Literatürde kültürlerarası farklılıkların etkin yönetiminin sağlayabileceği<br />
rekabet avantajları konusunda genelde uzlaşma tespit edilmekle birlikte, bu<br />
avantajları sağlayabilecek yönetim uygulamaları konusunda birbirinden farklı<br />
yaklaşımların yer aldığı görülmektedir. Uluslararası iş ortamında kültürel<br />
farklılıkların eritilip yok edilmesi yerine, yönetsel ve örgütsel stratejilerle<br />
desteklenmesi ve bir örgütsel rekabet avantajı aracına dönüştürülmesi gerekliliği öne<br />
sürülmektedir. Bu araçlar global liderlik, çok kültürlü ekipler, örgütsel iletişim, güçlü<br />
kültür, öğrenen örgüt oluşturma, örgüt yapısına ilişkin düzenlemeler ve insan<br />
kaynakları yönetimi uygulamalarıdır. Kültürel farklılıkların yönetilmesinde<br />
kullanılabilecek bu araçları ana hatları ile aşağıdaki gibi açıklamak mümkündür.<br />
2.1. Global Liderlik<br />
Global liderlik çalışanları eğitimleri, etnik kökenleri, fonksiyonel uzmanlık<br />
alanları ve hangi işletmeden geldikleri ile ilişkilendirmeden evrensel kaliteyi<br />
yaratmaya yönelik bireyler olarak ele alan bir liderlik yaklaşımıdır.<br />
Global düzeyde yeterli bir liderlik için gerekli olan özellikler aşağıdaki gibi<br />
sıralanabilir (Abbas ve Camp, 1996, s.5-18):<br />
Global bir perspektiften dünya düzeyindeki iş çevresini anlamak,<br />
Farklı kültürleri öğrenme ve adapte olma,<br />
Farklı kültürlerden gelen insanlarla çalışırken eş anlı olarak onlardan<br />
öğrenme,<br />
Kültürel anlamda sinerjik bir örgüt yapısı yaratma,<br />
Uluslararası düzeyde kültürler arası becerileri kullanabilme yeteneği<br />
geliştirme,<br />
<br />
<br />
Yabancı meslektaşlara eşit davranış gösterme,<br />
Kariyer gelişimi ve örgütsel gelişim için tamamen global bir bakış<br />
açısına sahip olma ve küresel ortamda varlığını koruyabilme<br />
Liderin sahip olduğu bu özelliklerin bileşimi ise, her işletme için taklit<br />
edilmesi zor, ayırt edici bir rekabet avantajı aracını ifade edecektir.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kültürel Farklılıkların Yönetiminde İnsan Kaynakları Stratejilerinin Rolü: IKEA Örneği<br />
199<br />
2.2. Çok Kültürlü Ekipler<br />
Farklı perspektifleri bir araya getirerek karmaşıklığa yanıt verebilme<br />
kapasitesini ifade eden çok kültürlü ekipler, uluslararası işletmeciliğin; içsel<br />
bütünleşme ve dış adaptasyonunun eş anlı sağlanabilmesi sorununa çözüm olarak ele<br />
alınmaktadır (Scheineder ve Barsoux, 1997, s.181). Çok kültürlü ekipler, çok kültürlü<br />
çevrenin farkında olunmasını ve ortak bir noktada birleşerek uyumunu<br />
kolaylaştırmaktadır. Çok kültürlü bir ekip yaratılmasında göz önüne alınması gereken<br />
öncelikler şunlardır (Hodgets ve Luthans, 1997, s.176):<br />
Ekip üyeleri, etnik köken vb. temellere göre değil, onların görevle ilgili<br />
yeteneklerine göre oluşturulmalı,<br />
Ekip üyeleri, farklılıkların farkına varmış ve bunlarla uğraşmaya gönüllü<br />
olmalılar. Böylece ekip üyeleri kendi klişe düşüncelerinin farkına<br />
vararak, bu bilgi ile karşı kültürlerle kendileri arasındaki farklılıkları<br />
daha iyi kavrayabilirler.<br />
Farklı kültürlerden üyelerin bir araya gelmesiyle oluşturulmuş ekip<br />
üyeleri amaç ve görevler üzerinde karar verirken, homojen gruplara göre<br />
zorlanacakları için, ekip lideri bu konuda üyeleri yönlendirmelidir.<br />
Tüm üyeler bu sürece katılabilmeleri için eşit güce sahip olmalıdırlar.<br />
Kültürel egemenlik her zaman tepkiye yol açar. Dolayısıyla çok kültürlü<br />
ekiplerde güç üyelerin yetenekleri oranında dağıtılmalıdır.<br />
<br />
<br />
Tüm üyelerin birbirlerine karşılıklı saygı duymaları çok önemlidir.<br />
Hangi karar veya düşüncenin “daha iyi” veya “daha kötü” olduğu<br />
konusunda uzlaşmaya varılamaması halinde ekip lideri takım kararlarına<br />
pozitif bir yaklaşım sergilemelidir.<br />
Bu olumlu geribildirim üyelerin kendilerini bir ekip olarak görmelerine,<br />
kendi düşüncelerinin önemli görüldüğü algılamalarına ve üyelerin kendi katkılarını<br />
daha kolay tespit edebilmelerine yardımcı olur.<br />
2.3. Örgütsel İletişim<br />
Çokuluslu işletmelerde kültürlerarası farklılıkların bir rekabet avantajına<br />
dönüşmesinin ön koşullarından bir diğeri farklı kültürlerden gelen örgüt üyeleri<br />
arasında etkin bir iletişim ağının oluşturulmasıdır. Fakat kültürlerarası iletişimde,<br />
mesaj veren ile alanın farklı değerler, davranış normları, beklentiler ve tutumlara<br />
sahip olması bu iletişimin başarısız olma ihtimalini yükseltmektedir. Kültürlerarası<br />
farklılıkların yol açtığı iletişim aksaklıklarında, iletişimi güçlendirmek için video<br />
konferanslar, e-mail gibi teknolojik araçlar kullanılabilir. Fakat kültürlerarası iletişim<br />
farklılıklarında en belirgin ve aşılması zor olan bariyerler dil ve lisandır. Lisan<br />
farklılıkları, lisanın yaygınlığı, farklı işlevsel birimler arasındaki dil farklılıkları, aynı<br />
dilden kelimelerin ülkeden ülkeye farklı anlamlar taşıması, dilin açık ve net ifadeler<br />
ya da imalı, muğlâk ifadeler gibi kullanılma biçimi dil bariyerinin sadece bazı<br />
boyutlarını ifade etmektedir (Feelly ve Harzing, 2003, s.8).<br />
2.4. Güçlü Kültür<br />
Güçlü kültürü temel alan bazı yaklaşımlarda ise kültürlerarası farklılık<br />
yönetimine destek sağlayacak pozitif kültürün varlığına işaret edilmektedir (Perry,<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
200<br />
Nuray HELVACIOĞLU & Hatice ÖZUTKU<br />
2005; Sadrı ve Lees, 2001; Barney, 1986). Pozitif kültürün anahtar kavramları ise<br />
şunlardır (Sadrı ve Lees, 2001, s.854):<br />
İlk olarak, bir işletmenin geleceğine ilişkin tasarlanmış akılcı bir resmi<br />
ifadeleyen açık vizyonudur. Örgüt vizyonu, güçlü değerleri, dinamik ve<br />
karizmatik karakterleri olan üst düzey yöneticileri tarafından<br />
oluşturulduğunda daha etkili olur.<br />
İkincisi, örgütü oluşturan üyelerin şahsi değerleri ile örgütü amaçlarına<br />
ulaştırması beklenen örgüt değerlerinin birbiriyle uyumlu olmasını<br />
destekler. Örgüt vizyonu ve değerleri örgütün tüm seviyelerine yayılır<br />
ve tepe yönetim tarafından modelleştirilir.<br />
Üçüncüsü; Takım üyeleri veya ortaklar olarak görülen işgörenler<br />
örgütün tüm seviyelerinde değerli olarak algılanır. Ayrıca bölümler<br />
arasında işgören etkileşimi yoğundur.<br />
Dördüncüsü; Bu tarz bir kültür uyarlanabilir, çevresel değişime hemen<br />
cevap verebilir ve tüm işgörenlere eşit ve aynı mesafede davranır.<br />
Son olarak; örgüt kültürü, semboller, sloganlar, hikayeler ve seremoniler<br />
ile süreklileştirilebilir.<br />
Pozitif kültürün kültürel farklılıklar yönetimine katkı sağlayabileceği etki<br />
alanları ise şunlardır: Örgüt üyelerinin kültürle tanımlanmaları sonucunda iş ortamını<br />
daha zevkli algılamaları; işgören motivasyonunun sağlanması; yeni fikirlere açık<br />
olma; bilgi paylaşımı ve işgörenler arası iletişimin artması; öğrenmeye isteklilik ve<br />
devamlı gelişmenin sağlanması; işletmenin mevcut işgörenlerini elde tutmayı<br />
kolaylaştırması ve potansiyel işgörenler için cazip bir konuma gelmesi olarak<br />
belirlenebilir (Sadrı ve Lees, 2001 s. 856-857).<br />
Dolayısıyla örgütün tüm üyeleri tarafından paylaşılan güçlü bir örgüt kültürü<br />
oluşturmak doğrultusundaki bir yönetim anlayışı, kültürel farklılıklardan kaynaklanan<br />
sorunlara da büyük ölçüde çözüm getirmiş olacaktır. Çok kültürlü örgütlerde farklı<br />
kültürel değerlere sahip örgüt üyelerinin kendilerini önemli hissetmelerine ve ifade<br />
etmelerine de olanak sağlayan pozitif örgütsel kültürün birleştirici etkisinden<br />
yararlanmaları rekabet avantajına önemli katkılar sağlayacaktır. Pozitif örgüt kültürü<br />
yaratarak rekabet avantajı sağlayan işletmeler arasında; Wall-<strong>Mart</strong>, Southwest<br />
Airlines, Hewlett Packard, Xilinx örnek olarak ele alınabilir (Sadrı ve Lees, 2001,<br />
s.856-857).<br />
2.5. Öğrenen Örgüt Oluşturma<br />
Öğrenen örgüt kavramı, örgüt çalışanlarının yeni bilgi yaratmalarını, bunu<br />
paylaşmalarını, bu bilgiyi organizasyon bilgisi haline getirmelerini ve sorunların<br />
çözümünde kullanmalarını esas almaktadır. Böylece organizasyonlar yaşamış<br />
oldukları tecrübelerden ve yeni bilgi yaratıcı çalışmalardan, “nasıl rekabet<br />
edebileceğini” ve “sorunları nasıl çözebileceğini” öğrenecektir (Koçel, 2005 s. 434).<br />
Günümüzün çokuluslu işletmeleri kalite ve mükemmellik yaratımları açısından<br />
oldukça başarılıdırlar. Fakat bu başarının sürdürülebilmesi, global düzeydeki<br />
değişimleri önceden tahmin edebilme yeteneğini kısacası öğrenmeyi öğrenme<br />
yeteneğini gerektirir. Bu yeteneğe sahip olmak çokuluslu işletmelerin diğerlerinden<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kültürel Farklılıkların Yönetiminde İnsan Kaynakları Stratejilerinin Rolü: IKEA Örneği<br />
201<br />
bir adım önde davranabilmesini sağlayan öğrenen örgütlerle mümkündür (Hodgets ve<br />
Luthans, 1997, s. 78).<br />
Günümüz küresel örgüt tepe yöneticileri, öğrenen örgüt yaklaşımıyla;<br />
öncelikle işletme içi çalışanların ve yöneticilerin kültürel değerlerini, sonra yan<br />
kuruluşları vasıtası ile farklı coğrafi bölgelerin ekonomik, politik, kültürel şartlarını<br />
öğrenmeyi sağlayarak, işletme performansını yükseltmeye yönelik, en iyi mal ve<br />
hizmet üretiminden sorumludurlar (George, 1996, s. 550-551).<br />
Hodgetts ve Luthans’a (1997, s.78) göre; öğrenen örgütleri niteleyen üç ortak<br />
özellik vardır. Bunlar açıklık, yaratıcılık ve kişisel etkililiktir. Bu özellikleri kısaca<br />
aşağıdaki gibi açıklamak mümkündür.<br />
Açık olma; Bu kavram öğrenen örgütlerin yeni trendleri kabul etmek<br />
yerine, değişimi önceden fark edebilme yeteneklerini ifade etmektedir.<br />
Öğrenen örgütler, değişim savaşından çok, nasıl öğrenecekleri, nasıl<br />
yaratacakları ve bundan nasıl kâr edecekleri ile ilgilenirler.<br />
Yaratıcılık; Değişimi ortaya çıkarmada gerekli bilgi ve becerilere sahip<br />
olma düzeyini ifade eder. Yaratıcılık, kişisel esneklik düzeyi ve risk<br />
almaya yatkınlık ile örtüşür.<br />
<br />
Kişisel Etkililik; Güvenin psikolojik boyutunu vurgulayan etkililik<br />
yapabilme, başarabilme konusundaki kişinin inancını ifade eder.<br />
Liderlik, örgüt kültürü, insan kaynakları uygulamaları, iş uygulamalarını<br />
öğrenen örgütlerle birlikte değerlendiren, Tolbert vd., (2002: 467)’a göre global<br />
öğrenen örgütlerin gerçekleştirmesi gereken değişimler şunlardır:<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Global bakış açısına sahip etkili liderlere sahip olma,<br />
Örgütsel gelişim için, mevcut kültürlerin niteliksel ve niceliksel<br />
özelliklerini tespit edebilme,<br />
-Tüm seviyelerde ve fonksiyonlarda örgütsel gelişmeyi sağlamak için<br />
gerçekleştirilen değişimlerin benimsenmesini sağlama,<br />
İşgörenleri güçlendirme ve ekip çalışmalarına yer verme,<br />
İşin tüm seviyelerinde, davranışsal ve bilişsel açıdan personele<br />
odaklanma,<br />
Eğitim ve yetiştirme süreçlerinin öğrenen kişiye yönelik olmasını ve<br />
gönüllü katılımı sağlama,<br />
Performansı artırmaya yönelik oluşturulmuş yönetim sistemlerinden,<br />
yönetici ve çalışanları sorumlu tutma,<br />
Yan kuruluşlar ile iletişimi güçlendirme,<br />
Tüm çalışanlara örgütsel öğrenmelerini destekleyen ortamlar ve fırsatlar<br />
yaratma.<br />
2.6. Örgüt Yapısına İlişkin Düzenlemeler<br />
Çokuluslu işletmelerinin örgüt yapılarını, diğer çevresel faktörler kadar,<br />
kültürel faktörlerin etkisinden de bağımsız olarak oluşturmak mümkün değildir. Ana<br />
işletme-yan kuruluşlar ilişkilerinin ve çeşitli düzeylerdeki kültürel farklılıkların<br />
oluşturduğu karmaşık öğelerle başa çıkmaya olanak tanıyan, kültürler arası yönetimde<br />
en iyi uygulamaların geliştirilmesini destekleyen örgüt yapılarının varlığına işaret<br />
edilmektedir (Ghoshal ve Nohria, 1993, s.24). Bu süreç mekanik örgüt yapılarından,<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
202<br />
Nuray HELVACIOĞLU & Hatice ÖZUTKU<br />
organik örgüt yapılarına dönüşü ifade eden bir süreç olarak tanımlamaktadırlar (Cox,<br />
1991; Barney, 1986). Daniels ve Radebaugh’a (1998, s.535) göre, çok uluslu<br />
işletmelerin kültürel farklılığa yanıt oluşturabilecek örgüt yapılarında şu unsurlar yer<br />
almalıdır:<br />
Daha az hiyerarşik iletişim,<br />
Daha az denetim,<br />
Daha az prosedür,<br />
Düşük formelleşme düzeyi,<br />
Merkezleşme ve yetki dağıtımı arasında denge kurma,<br />
Açık İletişim kanalları ile kültürler arası bilgi akışının sağlanması,<br />
Kademeler sayısının azlığı, özellikleri bulunmalıdır.<br />
2.7. İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamaları<br />
Küreselleşme süreciyle birlikte farklı ülkelerde farklı kültürel geçmişlere<br />
sahip işgörenlerle çalışma zorunluluğu, bu işgörenlere ilişkin insan kaynakları<br />
yönetimi uygulamalarını da etkilemiştir. Bu gelişme farklı kültürlerden gelen<br />
insanların ihtiyaçlarıyla uyumlu motivasyon, liderlik, verimlilik, yetkilendirme, işyaşam<br />
dengesinin oluşturulması gibi insan kaynakları yönetimi uygulamalarının<br />
varlığını gerekli kılmaktadır.<br />
Çalışmanın bundan sonraki bölümünde kültürel farklılıklar yönetiminde<br />
insan kaynakları yönetiminin rolü ayrıca ele alınacaktır.<br />
3. KÜLTÜREL FARKLILIKLARIN YÖNETİMİNDE İNSAN<br />
KAYNAKLARI YÖNETİMİNİN ROLÜ<br />
Örgütlerde farklılık yönetimi, genel olarak 1980'li yılların sonu ile 1990'ların<br />
başında, demografik değişikliklerin yarattığı işgücü farklılaşmasını etkin biçimde<br />
yönetebilmeyi sağlayan bir insan kaynakları stratejisi olarak ortaya atılmıştır<br />
(Seymen, 2005, s.8). Hizmet içi eğitim programları ile çok kültürlü işgücüne<br />
yönelmek, yurt dışı görevlendirmelerde kültürel uyum programları, kültürel farklılığı<br />
destekleyen yönetsel yaklaşımlar, etkili insan kaynakları çalışmaları olarak ele<br />
alınmaktadır (Seymen, 2005, s.16). Kültürel farklılığın en önemli kaynağının giderek<br />
artmakta olan işgören çeşitliliği olduğuna dikkat çeken çeşitli yaklaşımlarda farklı<br />
işgücü ihtiyaçlarıyla uyumlu, etkili insan kaynakları yönetimi uygulamalarının önemi<br />
vurgulanmaktadır (Taylor, 1995; Lim, 1999; Wright vd., 1995).<br />
İnsanı ön plana çıkaran rekabetçi anlayış, kültürel açıdan karma bir<br />
işgücünün, etkin yönetildiğinde, rekabet üstünlüğü sağlayacağını savunmaktadır<br />
(Dadfar, 1991, s.83). Bu tarz bir yönetim literatürde, “olumlu faaliyet programları”<br />
(Affirmative Action Programs) olarak tanımlanmaktadır. Proaktif uygulamalar olarak<br />
değerlendirilen bu programlar; farklılıklardan nasıl avantaj sağlanacağını, işgören<br />
seçimi, eğitimi, geliştirme, performans yönetimi ve kariyer gelişimi gibi bir dizi İnsan<br />
Kaynakları Yönetimi süreçleri ile açıklayan programlardır. Çokuluslu işletmelerin<br />
olumlu eylem planları olarak adlandırılan insan kaynakları uygulamalarından<br />
sağlayabilecekleri avantajları aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür (Gwendolyn vd.,<br />
2005, s. 346-360; Wright vd., 1995, s.272):<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kültürel Farklılıkların Yönetiminde İnsan Kaynakları Stratejilerinin Rolü: IKEA Örneği<br />
203<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Global pazarda daha iyi hizmet sunmak,<br />
Kozmopolit bir anlayış geliştirmek,<br />
Yaratıcı işgücü oluşturmak,<br />
İşletme vatandaşı imajı oluşturmak,<br />
Kültürler arası farklılıklardan kaynaklanan çatışmaları azaltmak,<br />
Devamsızlık, işgücü devir oranı, işyeri tatminsizliği sonucu yaşanan<br />
olumsuzlukları yok ederek, maliyetleri düşürmek,<br />
Potansiyel müşteri ve işgörenler tarafından daha olumlu algılanması<br />
muhtemel, cinsiyet, etnik köken ayrımı yapmayan işletme imajı<br />
yaratmak.<br />
Çokuluslu işletmelerin yöneticileri olumlu faaliyet programlarını<br />
düzenlerken ve uygularken farklılaşma ve bütünleşme gibi iki zıt fonksiyonu<br />
dengelemek zorundadır. Çünkü çokuluslu işletmeler bir yandan faaliyet gösterdiği<br />
ülkelerdeki yerel kültürel farklılıklara duyarlı olmak zorundadırlar, diğer yandan<br />
dünyanın her yanında uygulanabilecek bütünleşmiş stratejilere ihtiyaç duymaktadırlar<br />
(Gwendolyn vd., 2005, s.352). Literatür incelemesi sonucu kültürel farklılık<br />
yönetiminde, insan kaynaklarına ilişkin aşağıda yer alan yönetsel ve örgütsel<br />
uygulamaların etkili olduğu ileri sürülmektedir (McCuiston vd., 2004,<br />
Combs vd., 2005, s.346, Beaver ve Hutchings, 2005, s.592-604).<br />
s.73-92,<br />
Liderlik; Global liderlik, çalışanları eğitimleri, etnik kökenleri, fonksiyonel<br />
uzmanlık alanları ve hangi işletmeden geldikleri ile ilişkilendirmeden evrensel<br />
kaliteyi yaratmaya yönelik bireyler olarak ele alır. Uluslararası iş faaliyetlerindeki<br />
gelişim, global eğitimli lider (globally literate leaders) kavramını yaratmıştır. Rosen’e<br />
(2000, s.48) göre; global eğitimli liderler ayırt edici dört temel özelliğe sahiptirler. Bu<br />
özellikleri aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür:<br />
Kişisel eğitim; Kişinin kendi kişisel değerlerinin farkına varması,<br />
Sosyal eğitim; Başkalarının değerlerini çekici ve avantaj olarak<br />
algılama,<br />
İş eğitimi; Örgütsel başarıya odaklanma,<br />
Kültürel eğitim; Kültürel farklılıkları değerlendirebilme.<br />
Ortak iş etiği yaratma; Aynı iş ortamında, farklı etik değerlere sahip<br />
işgörenlerin, ortak iş etik değerlerini paylaşabilme yeteneğinin yaratılması olarak<br />
tanımlanabilir. Doğal olarak bir işletmenin sahip olduğu etik ve sosyal davranışlar<br />
yerel koşullarla sınırlanamaz. Dolayısıyla, çokuluslu işletmeler faaliyet gösterdikleri<br />
ülkelerdeki başlıca etik sorunlarını saptayarak, ülkeler arasında benzerliği olan etik ve<br />
sosyal sorumluluk alanlarını gruplayarak, işletme ihtiyaçları ile örtüşen yeni bir iş<br />
etiği oluşturma eğilimi sergilerler (Hodgets ve Luthans, 1997, s.479).<br />
Yetki; Kültürel olarak farklı alt yapılardan gelen kişiler arasında kullanılan<br />
yetkinin kabul görmesi, kültürel duyarlı bir anlayışı ve yaratıcılığı gerektirecektir.<br />
Danışmanlık; Kültürel farklılıklara duyarlı yol gösterici bir rol, işgörenlerin<br />
işletmeye bağlılık ve sadakatlerinin de teminatını oluşturacaktır.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
204<br />
Nuray HELVACIOĞLU & Hatice ÖZUTKU<br />
İş-Yaşam dengesinin oluşturulması; Geleneksel anlayıştan farklı olarak<br />
işgörenlerin iş-yaşam dengelerini oluşturabilmelerine katkı sağlayacak esnek<br />
uygulamaların varlığı iş ortamının daha olumlu algılanmasını sağlayacaktır.<br />
Yukarıda belirtilen yönetsel ve örgütsel uygulamalar dışında aşağıda<br />
sıralanan unsurların rekabet avantajı yaratma fırsatı sağlayabileceği ileri<br />
sürülmektedir:<br />
Esnek çalışma saatleri oluşturma,<br />
İşgörenlere farklılık gözetmeksizin eşit şartların sağlanması,<br />
Motivasyon ve iletişim çabalarının artırılması,<br />
<br />
<br />
Farklı kültürlere sahip işgörenler arasında çatışma yönetimi,<br />
Kariyer gelişimindeki belirlilik, rekabet avantajı yaratma fırsatları<br />
olarak belirlenebilir.<br />
4. IKEA’DA KÜLTÜREL FARKLILIKLAR YÖNETİMİ VE İNSAN<br />
KAYNAKLARI STRATEJİLERİ<br />
4.1. Araştırmanın Amacı ve Kapsamı<br />
Çok uluslu işletmelerde kültürel farklılıklar ve kültürel farklılıkların rekabet<br />
üstünlüğü sağlayacak biçimde yönetilmesi konusu son yıllarda hem akademisyenler<br />
hem de uygulamacılar tarafından gittikçe daha fazla ilgi görmektedir. Kültürel<br />
farklılıklar konusu ilk olarak insan kaynakları literatüründe ele alınmakla birlikte<br />
zaman içinde konuyla ilgili çalışmalarda insan kaynakları alanında fazla ilerleme<br />
kaydedilmediği gözlenmektedir. Bu alandaki çeşitli çalışmalarda kültürel farklılıklar<br />
yönetiminde insan kaynakları uygulamalarının önemine işaret edilmekle birlikte<br />
izlenebilecek insan kaynakları stratejileri konusunda yeterince çalışma<br />
bulunmamaktadır. Kültürel farklılıklar yönetimi, çoğunlukla örgütsel davranış<br />
alanında kültür merkezli olarak ele alınmaktadır. Bu araştırmanın amacı kültürel<br />
farklılıkların yönetiminde uygulanan genel stratejilerden hareketle izlenebilecek insan<br />
kaynakları stratejilerini belirlemektir. Bu kapsamda kültürel farklılıkların yönetimi<br />
konusunda dünya çapında örnek gösterilen ve incelenen İsveç kökenli bir firma olan<br />
IKEA’nın dünyadaki ve Türkiye’deki uygulamaları araştırılarak analiz edilmiştir<br />
4.2. Araştırmanın Yöntemi<br />
Araştırmada örnek olay yöntemi kullanılmıştır. IKEA’nın kültürel farklılıklar<br />
yönetimi ve insan kaynakları stratejileri ilk önce firmanın faaliyette bulunduğu çeşitli<br />
ülkeler bağlamında IKEA ile ilgili bilimsel araştırma bulguları çerçevesinde<br />
incelenmiştir (Ganeson, 2003; Kling ve Goteman, 2003; Solomon, 1991; Topçuoğlu,<br />
2007; Grol vd. , 1998; Kempinsky vd., 2005; vd). Farklı ülkeler açısından olgu ve<br />
bağlam arasındaki sınırların çok açık olmamasından dolayı IKEA’nın Türkiye’de yer<br />
alan İzmir biriminde ayrıca nitel bir araştırma yapılmıştır. Araştırmanın verileri,<br />
derinlemesine görüşmeler, doküman incelemesi ve gözlem yoluyla elde edilmiştir. 1<br />
1 Araştırmanın verileri birinci yazarın doktora tezinden alınmıştır.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kültürel Farklılıkların Yönetiminde İnsan Kaynakları Stratejilerinin Rolü: IKEA Örneği<br />
205<br />
4.3. Araştırmanın Bulguları<br />
4.3.1. Dünyada IKEA, Vizyonu ve Misyonu<br />
IKEA ismi, işletmenin kurucusu Ingvar Kamprand’ın ismini ve doğduğu yer<br />
olan İsveç’in güneydoğusundaki Elmtaryd bölgesi ve Agunnoryd köyünü ifade<br />
etmektedir. Mobilyacılık alanında faaliyete başlamış olan IKEA’nın, günümüzde ev<br />
ile ilgili ihtiyaç duyulabilecek 14 bin ürün çeşidine ulaştığı belirtilmektedir. 1945<br />
yılında savaş sonrası şartları iyi değerlendiren işletmenin kurucusu Kamprand’ın, 17<br />
yaşında Helsinborg/İsveç’te ilk mobilya mağazasını açtığı ve savaş sonrası elle<br />
işlenen İsveç tarzı mobilyaların genç çiftlere hem klasik hem de aşırı pahalı gelmesi<br />
sonucu, bu işe yöneldiği ifade edilmektedir (Ganeson, 2003, s.1). 1953 yılında<br />
şimdiki mobilya imparatorluğunun kalbi durumunda olan Almhult’da ilk mobilya<br />
showroomu açılmıştır. IKEA’nın ilk global adımı, 1961 yılında tedarik ihtiyacının bir<br />
kısmının Polonya’dan karşılanması ile başlamıştır. IKEA’nın global pazarlarda<br />
kazandığı ilk rekabetçi üstünlük, yeni Polonyalı tedarikçilerin maliyeti düşük olan<br />
yassı kolilerle dağıtım yapılması talebinin yerine getirilmesi ile elde edilmiştir.<br />
IKEA ile ilgili akademik araştırma bulgularına göre; işletmenin global<br />
düzeyde yayılmasında kurucusu Ingvar Kamprand’ın büyük rolü olmuştur.<br />
Kamprand, mobilyanın fiyatının uygun, kalitesinin iyi, tesliminin zamanında olması<br />
durumunda geleneksel ulusal mobilya pazarlarında, devrim sayılabilecek gelişmeler<br />
ve başarılar elde edileceği konusunda güçlü bir inanca sahip olmuştur. Bu düşünce<br />
zaman içinde işletmenin kalıcı misyonunu oluşturmuştur (Ganeson, 2003; Kling ve<br />
Goteman, 2003; Solomon, 1991; Topçuoğlu, 2007; Grol vd., 1998; Kempinsky vd.,<br />
2005).<br />
Vizyon, misyon ve değerlerinin bileşimini bir rüya olarak ifade eden IKEA,<br />
bu bileşimi Şekil 1’de görüldüğü gibi ortaya koymaktadır.<br />
Şekil 1. İKEA Rüyası<br />
Kaynak: http://www.ikea-group.ikea. com (15.05.2006/ 27.09.2007)<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
206<br />
Nuray HELVACIOĞLU & Hatice ÖZUTKU<br />
IKEA’nın misyonu olan; “Mümkün olduğunca çok insanın satın alabileceği<br />
kadar düşük fiyatlarla, güzel tasarımlı ve işlevsel binlerce mobilya ve ev aksesuarı<br />
sunmak” ifadesi IKEA felsefesinin temelini oluşturmakta ve iş süreçlerindeki her<br />
evreyi şekillendirmektedir. Buna göre IKEA’yı geleceğe taşıyacak olan vizyonu, çoğu<br />
kişi için daha iyi bir günlük yaşam yaratmak olarak ifade edilmiştir. IKEA’nın<br />
misyonunu ve vizyonunu gerçekleştirmesinde büyük önemi olan insan kaynakları<br />
yaklaşımı ise kısaca nitelikli ve kendini geliştirmeye adamış kişilerle çalışmaktır.<br />
IKEA’nın vizyonu, misyonu ve insan kaynakları yaklaşımı, firmaya rekabetçi<br />
üstünlük sağlayan temel yapı taşları olarak kabul edilebilir.<br />
4.3.2. IKEA’da Kültürel Farklılıkların Yönetimine İlişkin Stratejiler<br />
IKEA’da kültürel farklılıkların yönetimine ilişkin ilk uygulamalar firmanın<br />
ilk kuruluş yeri olan İsveç’te başlamıştır. Etniklik ve kültürel farkların egemenliğinin<br />
dikkat çekici olduğu İsveç’te giderek çok kültürlü bir toplumsal yapı ortaya<br />
çıkmaktadır. Bugün İsveç nüfusunun %21’i göçmendir. Hem toplumsal yapının bir<br />
uzantısı olarak, hem de farklılığın bir işletmenin yayılması ve iş gelişiminde önemli<br />
bir role sahip olabileceğini fark eden IKEA, tüm İsveç nüfusunun işletmesine<br />
yansımasını hedefleyerek mağazalarında çalışanların %17’sini yabancılardan<br />
oluşturmuştur.<br />
İsveç’teki pazarın doygunluğa ulaşması ve azalan ulusal talebin IKEA’yı dış<br />
pazarlara yönlendirmesi yabancı çalışanları istihdam etme stratejisini desteklemiştir.<br />
İşgörenler arasındaki kültürel farklılıklar, IKEA’nın geniş tabana yayılmakta olan<br />
müşterilerini kendilerini ülkelerinde ve kendi pazarlarında hissetmelerini sağlamada<br />
bir yöntem olarak benimsenmiştir.<br />
IKEA’nın 1980’li yıllarda yayılmakta olduğu Avrupa’daki yeni pazarlara<br />
uyum sağlaması Avrupa’nın kültürel alt yapısının benzerliği nedeniyle daha kolay<br />
olmuştur. Bu pazar yapısında ürünler, kataloglar, iletişim çabaları neredeyse bire bir<br />
aynı olmuştur. IKEA’nın “dünyanın her yerinde aynı olabilmek” felsefesi bu yıllarda<br />
Avrupa pazarlarında geçerliliğini nispeten korumuştur. Fakat yıllar geçtikçe<br />
genişleyen müşteri tabanı, farklı ülkelerdeki 1600 tedarikçi, franchise yöntemle<br />
katılan yeni ortaklar, işgörenlerin kültürel profillerinin giderek farklılaşması,<br />
IKEA’da bazı uygulamaların esnemesine neden olmuştur (Grol vd., 1998, s.98-99).<br />
Ayrıca işletmenin globalleşen markası ve oluşan imajı, mevcut ve potansiyel<br />
müşterileri ile işgörenlerinde önyargılar oluşmasına neden olmuştur. Bazı ülkelerde<br />
IKEA fiyatlarının pahalı olabileceği yönünde bir imaj yayılmışken, diğer bazılarında<br />
ise, ürünler bizim beğenebileceğimiz kadar kaliteli değildir önyargısı gelişmiştir. Bu<br />
önyargılar, IKEA’daki iş koşullarından, yönetici tutumlarına kadar pek çok konuyu<br />
kapsamıştır. Dolayısıyla girilmesi düşünülen her bir pazarın kültürel altyapısının<br />
önceden öğrenilmesi IKEA için bir zorunluluk haline gelmiştir.<br />
IKEA’nın uluslararası pazarlarda kültürel farklılık yönetimi uygulamalarını<br />
aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür (Grol vd., 1998, s.99-107):<br />
IKEA Almanya: IKEA Almanya, yirmiden fazla mağazasıyla ve toplam<br />
satışlar içindeki %30’luk payıyla IKEA grubunda büyük bir öneme sahiptir. Fakat<br />
Almanların çok disiplinli, kusursuz ve formal örgüt yapıları, IKEA’nın esnek,<br />
informal, kişisel inisiyatife izin veren iş yapma felsefeleriyle uyum sağlamamaktaydı.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kültürel Farklılıkların Yönetiminde İnsan Kaynakları Stratejilerinin Rolü: IKEA Örneği<br />
207<br />
Bununla birlikte iş yapma tarzlarındaki farklılıklara rağmen, IKEA daima Alman<br />
müşterileri ve işgörenlerince hep özel ve başarılı olarak tanımlanmıştır. IKEA,<br />
Almanya mağazalarındaki yönetim talimatlarını, kuralları daha açık ve anlaşılır, daha<br />
ayrıntılı tanımlayarak gerekli adaptasyonu sağlamıştır.<br />
IKEA Fransa: Almanya’daki mağazaların yarısından daha az sayıya sahip<br />
Fransa IKEA’larındaki gelişim, IKEA’nın 1970/1980’li yıllar arasında indirimli fiyat<br />
uygulamalarına yönelik sektörel ve sendikal tepkiler nedeniyle daha sorunlu olmuştur.<br />
İsveç’in yönetim tarzındaki informallik, Almanya’daki değerlendirmelerden daha<br />
farklı olarak, Fransız yöneticiler tarafından, “istediklerini yapmakta serbest olmaları”<br />
şeklinde algılanarak bu durum zayıflık ve kararsızlık şeklinde yorumlanmıştır.<br />
Fakat mağazaların estetiği, çalışma tarzı, geleneksellikten hoşlanmayan, otuz<br />
beş yaş üstü işgörenlere IKEA’yı cazip hale getirmiştir. Fransa’da “yaparak<br />
öğrenmenin”, beceriyi geliştirmede yeterli bir yol olarak görülmemesi nedeniyle<br />
formal yetiştirme programları uygulanmıştır. IKEA kadrolardaki Fransız olmayan<br />
çalışanlara sendikaların ve müşterilerin gösterdiği tepkiyi azaltmak için, Fransız<br />
olmayan çalışanlar asgari düzeye indirilmiştir.<br />
IKEA Amerika: Amerika pazarlarına adapte olma, IKEA için gerçek bir<br />
deneyimdir. IKEA’lı yöneticiler Amerika’da, Avrupa’daki pazarda olduğu kadar<br />
varlık gösterememelerinin nedenlerini; Amerikalıların farklı ebatta ve işlevlerde özel<br />
ev döşeme kültürü ve Amerika’da Casino, Carrefour, Mark&Spencer gibi dev<br />
firmalarla rekabet etme zorlukları olarak açıklamaktadırlar.<br />
Amerika’daki gelişme, yüksek potansiyeli olan pazarların teşhisi, büyük<br />
şehirlerin çevrelerinde ucuz arsa alımları gibi uygulamalarla IKEA’nın Avrupa’daki<br />
seyrine tamamen uygun başlamıştır. Etkileyici mesajları, İskandinav tarzının farkı ile<br />
1980’li yılların sonuna kadar cazip gelen IKEA, Amerika’da umulan başarıya<br />
ulaşamamıştır. Böylece IKEA’lı yöneticiler “Amerikalı bir şirket mi olmalıyız”, ya<br />
da “Amerikalı müşterilere bizim pazarlamamızı adapte mi etmeliyiz” sorusuyla karşı<br />
karşıya kalmışlardır.<br />
1990’lı yıllarda cesaretli kararlar ve yeniden yapılanma için Volvo gibi<br />
büyük işletmelerden transfer edilen yöneticiler, Avrupa ürün dizilerini Amerika’ya<br />
adapte etmeye ve Amerika temelli kaynak tedarikine IKEA’lı ürün yöneticilerini ikna<br />
etmişlerdir. En önemlisi IKEA’lı yöneticiler tarafından, bu uygulamaların kendi<br />
vizyon ve kültürlerine ihanet olarak algılanmamasını sağlamışlardır. Amerikan<br />
perakende yönetim grubu lideri Goran Carstedt’in “Amerika’daki IKEA bayrağı hala<br />
mavi ve sarı, fakat biz içine bolca yıldız ve çizgiler kattık” ifadesi IKEA’nın esneklik<br />
uygulamalarına geçişini en iyi tanımlayan ifadesi olmuştur. IKEA mağazalarındaki<br />
ziyaretlerde kestirme yollar yaratma alternatifinin ortaya çıkması da, daima rahat<br />
arayışı içinde olan Amerikalıların talepleri doğrultusunda ortaya çıkmıştır.<br />
4.3.3. IKEA’da Kültürel Farklılık Yönetimine İlişkin İnsan Kaynakları<br />
Stratejileri<br />
IKEA işgörenler arasındaki kültürel farklılığı; geniş tabana yayılmış olan<br />
müşterilerinin kendilerini ülkelerinde ve kendi mağazalarında hissetmelerini<br />
sağlamada bir avantaj olarak ele almaktadır. Bu kapsamda IKEA kültürel bütünleşme<br />
çabalarına temel oluşturan insan kaynakları yönetimi uygulamalarındaki başarıyı<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
208<br />
Nuray HELVACIOĞLU & Hatice ÖZUTKU<br />
örgütün rüyası olarak tanımlamaktadır. IKEA’nın iş yapma felsefesine göre; nerede<br />
işgören çeşitliliği varsa, bu yer IKEA için rekabetçi üstünlük kazanmada potansiyel<br />
bir iş fırsatıdır (Kempinsky vd., 2005, s.2).<br />
“İsveçlilerin sadece İsveçli oldukları için, uygun bir yönetici adayı<br />
olabilecekleri düşüncesi IKEA gerçeklerine uymaz” diyen CEO Anders Dahlving’e<br />
göre; IKEA kadınlar ve azınlıklar için de çalışılacak en ideal işyerlerinden birisidir<br />
(Kling ve Goteman, 2003, s.31). IKEA yıllarca üst düzey yönetim pozisyonlarını<br />
kadınlar için cazip hale getirecek uygulamalara yer vermiş, bu konuda geleneksel<br />
olmayan yöntemler uygulamıştır. Okullara yaptığı ziyaretlerle, ticari fuarlara<br />
katılarak, hatta mağazalardaki kadın müşterilerle görüşmeler yaparak, potansiyel<br />
kadın işgörenleri IKEA’ya çekmeye çalışmıştır. IKEA kadınlara yönelik bu<br />
uygulamaların neticesinde 2004 yılında “Working Mothers Magazine” adlı dergide<br />
dünyadaki çalışan anneler için 100 en iyi firma arasında IKEA’ ya yer vermiştir.<br />
4.3.4. Türkiye’de IKEA<br />
IKEA’nın Türkiye’de yatırım ortağı MAYA Holding A.Ş. dir. 1980’li<br />
yıllardan itibaren Türkiye’den mal tedarik etmekte oldukları için, pazarı tanıdıklarını<br />
ifade eden IKEA yetkilileri, toplam ihracatın 1,3 milyar dolara ulaştığını<br />
belirtmektedirler.<br />
IKEA’nın Dünya Bankası Başkanı Hans Skelin’in, IKEA İzmir’in,<br />
franchising sistemle açılmış en iyi İKEA mağazası olduğunu belirttiği bildirilmiştir.<br />
Ayrıca IKEA Türkiye genel müdürü Mikeal Bartroff, en hızlı büyüyen iki pazardan<br />
birisinin Türkiye, diğerinin ise Japonya olduğunu, mağazanın açılışının üçüncü<br />
gününde mağazaya gelen doksan bin ziyaretçinin ise bir dünya rekoru olduğunu<br />
belirtmiştir.<br />
İzmir IKEA yetkilileri Türkiye’de pazardan pay almak yerine pazarı<br />
genişletmeyi hedeflediklerini belirtmektedirler. IKEA’nın kurulması sonrasında<br />
basında yer alan haberlerde yetkililerin bu hedeflerini destekler niteliktedir. 1 Mayıs<br />
2005 Capital dergisinde yer alan bir yorumda; IKEA’nın pazarı disipline edeceğinden<br />
ve bu sektördeki Türk şirketlerinin yatırımlarında artışa neden olacağından ve böylece<br />
pazarın kendiliğinden büyüyeceğinden bahsedilmektedir. Nitekim IKEA’nın<br />
kendisine rakip olarak gördüğü MODOKA, Ümraniye’deki 350 mobilyacı ile<br />
kuracakları fabrikayı tek çatı altında toplama ve IKEA’ya kaptırdıkları müşterileri<br />
geri kazanma kararı ile IKEA gibi dev bir marka olma yolunda ilk adımını atmıştır.<br />
Dolayısıyla IKEA’nın iş yaptığı her ülkedeki, mobilyanın satın alınma ve dağıtılma<br />
şartlarını etkilediği savı Türkiye’de de geçerli olmuştur. Ayrıca yabancı yatırımcıların<br />
girişi açısından da IKEA Türkiye önemli bir yatırım olarak değerlendirilmektedir.<br />
IKEA yetkilileri, işletmenin toplumsal açıdan istihdama katkı sağlayarak,<br />
ekonomik açıdan tüm dünyadaki mağazalarına Türk tedarikçilerden mal temin ederek,<br />
bireysel açıdan ise dünya mağazalarından alışveriş yapıyor olma hissi ile Türkiye’de<br />
kolay kabul gördüklerini ifade etmektedirler.<br />
Yöneticiler, İzmir IKEA’daki uygulamaların, diğer ülkelerdeki<br />
uygulamalardan farklı olmadığını ifade etmişlerdir. IKEA’nın tüm dünyada sisteminin<br />
ve tarzının aynı olduğunu, bu sistemin, yerel ihtiyaçları dikkate alma, kültüre duyarlı<br />
olma ve insana verilen değerle birlikte bu farklılığı içinde barındırarak, yerel<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kültürel Farklılıkların Yönetiminde İnsan Kaynakları Stratejilerinin Rolü: IKEA Örneği<br />
209<br />
duyarlılıkla, global bütünleşmenin eş anlı gerçekleştirilmesine olanak sağladığını<br />
belirtmişlerdir.<br />
Örgüt Yapısı<br />
Türkiye’de, henüz yabancı işgören sayısı çok az olup, sadece üst düzey<br />
yönetim, farklı ülke yöneticilerinden oluşmaktadır. 275 kişiden oluşan İzmir IKEA<br />
çalışanlarının demografik dağılımları aşağıdaki gibidir.<br />
Ortaokul 6%<br />
Lise 27%<br />
Meslek Lisesi 17%<br />
Yüksek Okul-Üniversite 42%<br />
Diğer 8%<br />
Erkek işgören 61%<br />
Kadın işgören 39%<br />
IKEA’nın yönetim tarzı, İsveçli olmayan üyeler tarafından “açık ve insancıl”<br />
olarak tanımlanmaktadır. Bu yaklaşımın uzantısında, hiyerarşinin yer almadığı İzmir<br />
mağazası örgüt yapısında Şekil 2’de görüldüğü gibi mağaza yöneticisi ile işgörenler<br />
arasında tamamının IKEA çalışanları olarak adlandırıldığı sadece üç sorumluluk<br />
seviyesi bulunmaktadır.<br />
Mağaza<br />
Müdürü<br />
Servis<br />
Operasyon<br />
Müdürü<br />
Eğitim<br />
Müdürü<br />
İnsan<br />
Kaynakları<br />
Yönetim<br />
Müdürü<br />
Müşteri<br />
Hizmetleri<br />
Kasa<br />
Lojistik<br />
Grup Lideri Grup Lideri Grup Lideri Grup Lideri Grup Lideri Grup Lideri Grup Lideri Grup Lideri<br />
Şekil 2. IKEA Mağazaları Örgüt Yapısı<br />
http://www.ikea-group.ikea. com((15.05.2006/ 27.09.2007)<br />
Her bir grup liderine 30 çalışan bağlıdır. Örgüt şemasından da görülebileceği<br />
gibi, Servis Operasyon müdürü, Eğitim müdürü, İnsan Kaynakları Yönetim müdürü,<br />
Müşteri Hizmetleri müdürü, Kasa ve Lojistik müdürleri mağaza müdürüne bağlı olup,<br />
her bir müdürlüğe ise iki grup lideri bağlanmıştır. Her bir grup müdürünün yaklaşık<br />
otuzar kişilik çalışanları (co-workers) bulunmaktadır.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
210<br />
Nuray HELVACIOĞLU & Hatice ÖZUTKU<br />
Örgüt Kültürü<br />
İzmir IKEA’da örgüt kültürü; informallik, saygı, farklılık ve büyüme için<br />
gerçek fırsatlar yaratabilme gücüne inanç olarak özetlenmektedir. Değişikliklere<br />
açıklığın vurgulandığı IKEA kültüründe; sadece yassı paketleme, ilk ismi kullanma,<br />
ortak amaca yönelik farklı yollar arayışı gibi klasik sembollerden taviz verilmeyeceği<br />
ve bunların örgütün kritik sembolleri olduğu vurgulanmaktadır.<br />
İzmir IKEA kültürü aşağıdaki temel ifadelerle tanımlanmaktadır;<br />
Birliktelik ve Heyecan; Meslektaşlarımıza saygı duymak, zor<br />
zamanlarda birbirimize yardım etmek. Kadrolamada; açık iletişime ve<br />
takım çalışmasına yatkın kişiler seçmek,<br />
Yenilik Arzusu; Yenilik için sürekli duyulan istek, değişiklik yapma<br />
eğilimi ve arzusu,<br />
Yüksek Maliyet Bilinci; IKEA operasyonun her alanında uygulanan<br />
yüksek maliyet bilinci; işletmenin iş fikrini yansıtan; en iyi, en düşük<br />
maliyetli, en kazançlı işin yapılabilmesi,<br />
Sorumluluk; Sorumluluk alma ve gerektiğinde vermeyi kabul etme<br />
isteği,<br />
Mütevazılık ve İrade; Başka insanlara ve onların görüşlerine saygı<br />
duyma ve önyargısızlık,<br />
Sadelik; Sade alışkanlıklar, sade faaliyetler, statü sembollerinden<br />
hoşlanmama gibi hem davranışlarda hem de faaliyetlerde gösterilen<br />
sadelik.<br />
Örnek Olma Yoluyla Liderlik; IKEA’daki “hiçbir metot, iyi bir<br />
örnekten daha etkili olamaz” inancı,<br />
<br />
<br />
Gerçekçi Olma; Günlük İşlerde Pratik ilişkiler kurmak,<br />
Daima “yolda” olmanın önemi; Hedefin kendisinden çok hedefe<br />
ulaşmak için farklı yollar bulmaktan zevk alma,<br />
İnsan Kaynakları Yönetimi Stratejileri<br />
İzmir IKEA insan kaynakları yönetiminde, öncelikli konular sekiz başlık<br />
altında toplanabilir;<br />
İşe alma planlaması,<br />
Geleceği düzenlemek,<br />
Çeşitlilik,<br />
Öğrenme ve gelişim,<br />
Açık IKEA,<br />
Esneklik,<br />
İş/Yaşam dengesi,<br />
Liderlik ve kültür.<br />
Ayrıca İzmir IKEA’da insan kaynakları yönetimi uygulamalarının birleşme<br />
ve bütünleşme, gelişme, yönetim ve liderlik olmak üzere üç hedefi olduğu<br />
belirtilmektedir. Ele alınan bu üç ana hedefin kültürel farklılıklar yönetimi<br />
uygulamalarını kapsaması, IKEA’nın bu alanda gösterdiği duyarlılığın bir ifadesi<br />
olarak kabul edilebilir.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kültürel Farklılıkların Yönetiminde İnsan Kaynakları Stratejilerinin Rolü: IKEA Örneği<br />
211<br />
IKEA’da Birleşme ve Bütünleşme; IKEA’nın bütünleşme yaklaşımı,<br />
homojenlik, tek tip düşünme veya İsveç kültürüne uygunluk gibi bir felsefeyi değil<br />
aksine, IKEA müşterilerinin beklentilerini karşılama potansiyeli ve hevesliliğine,<br />
IKEA felsefesini özümseyebilme yeteneğine sahip işgörenlerin bir arada<br />
toplanabilmesini hedefler.<br />
IKEA’da Gelişme; İnsan kaynakları yöneticileri, IKEA gelişiminin,<br />
IKEA’ya anlamlı katkılar sağlayacak işgörenlere bağlı olduğu inancıyla, kadrolama,<br />
terfi gibi kararlarında; “daha çok öğrenmeye yönelik güçlü bir arzu duyma” kriterini<br />
temel almaktadırlar.<br />
IKEA’da Yönetim ve Liderlik; IKEA’da liderler, işgörenlerin sadece<br />
yapmaları gerekenleri söyleyen ve denetimini gerçekleştiren kişiler değil, yetişme ve<br />
gelişme sorumluluğunu üstlenmiş kişilerdir. Bir başka ifade ile sorumluluğunu aldığı<br />
işgörene davranışlarıyla örnek olma, başarısı için gerekli ortamı yaratma, kısacası<br />
işletmede anahtar bir pozisyonda yer alması sorumluluğunu üstlenmiş kişilerdir.<br />
İşgörenler IKEA’da çalışmanın nasıl bir iş olduğunu şöyle ifade etmişlerdir:<br />
Büyüyen bir global şirkette çalışıyorsan, örgütün iyi tanımlanmış<br />
vizyon, misyon ve iş değerlerini paylaşmalısın,<br />
İşletmende, günlük işlerinde bir uzman gibi çalışarak, işletmenin tüm<br />
birimleriyle ilgini kesmeyerek, işletmenin başka ülkelerdeki<br />
birimlerinde farklı sorumluluklar alarak, becerilerini geliştirmelisin,<br />
İşletmede insani değerler ve takım ruhu işin önemli bir parçasıdır.<br />
Sadece kendinin değil, başkalarının gelişimine de katkı sağlamalısın,<br />
IKEA’da yaptığın her bir pozitif katkı mutlaka ödüllendirilecektir.<br />
Şirketinle birlikte büyüme ve gelişme şansına sahip olacaksın.<br />
Yöneticiler ise IKEA’da çalışmanın nasıl bir iş olduğunu şöyle ifade<br />
etmişlerdir:<br />
Dünyanın her yerindeki ihtiyaçlara yönelmek,<br />
Müşterilerin rahat edebileceği şeyleri yapmaya kendini adamak,<br />
Küçük başlayıp, yavaş adımlarla genişlemek,<br />
Her ülkede büyük şehirler çevresinde ve mağaza yakınlarında kurulmak.<br />
IKEA’da yer alan her düzey işgören, insanların ancak uykularında hata<br />
yapmayacaklarını, hatanın doğal bir öğrenme yöntemi olduğunu, ancak yapılan<br />
hatanın paylaşılarak bir daha tekrarlanmasına imkân verilmediğini belirterek, IKEA<br />
örgüt kültürünün Türkiye’de yaklaşık iki yıl gibi kısa bir süre içinde, düşünce olarak<br />
aktarılabildiğini ifade etmişlerdir.<br />
IKEA’da farklılıkları iyi bir biçimde yöneterek rekabet üstünlüğü<br />
sağlanmasına katkıda bulunan insan kaynakları yönetimi uygulamalarının evrensel bir<br />
cazibeye sahip olduğu belirtilmiştir. IKEA’ya üstünlük sağlayan insan kaynakları<br />
stratejilerini aşağıdaki gibi ifade etmek mümkündür.<br />
Kararlara katılım: İşgörenler kararlara katılmaktan ve tüm seviyelerde<br />
inisiyatif kullanılmasına olanak verilmesinden oldukça hoşnutturlar. Yapılan hatalar<br />
“yaparak öğrenmenin” bir parçası olarak kabul edilir ve hoş görülür. İşgörenlerin her<br />
ortamda fikirlerini ifade etmeleri mümkündür.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
212<br />
Nuray HELVACIOĞLU & Hatice ÖZUTKU<br />
Bireyin önemi: İşgörenlerin kendilerini önemli hissetmelerini sağlayacak<br />
uygulamalar mevcuttur. İş geliştirme sorumluluğu üstlenirler, mevki ayrımı<br />
olmaksızın mağazanın sunduğu sosyal olanakları eşit şartlarda kullanırlar, yöneticiler<br />
dahil tek tip giyinirler, yaka kartlarında unvan taşımazlar, ihtiyacı olan tüm işgörenler,<br />
şirket arabalarını kullanabilirler.<br />
Kadrolama politikalarındaki eşitlikçi yaklaşım: İzmir IKEA işgörenleri<br />
işe alım kriterlerinden hoşnutturlar. İnsan kaynakları yöneticileri, kadrolama<br />
sürecindeki amacın; boş pozisyonları doldurmak değil, kurumsal değer ve vizyonu<br />
paylaşabilecek takım arkadaşlarının işletmeye katılımı olduğunu belirtmektedirler.<br />
Kadrolamada, yeterlilik kriteri alınan eğitimin ötesinde, yetenekler toplamı olarak<br />
ifade edilir. Bir başka ifade ile kişinin aldığı profesyonel eğitim, şart veya avantaj<br />
olarak değerlendirilmemektedir. Önyargısız olma, bildiklerini başkalarıyla paylaşma<br />
başta olmak üzere, dayanışma, bağlılık, mütevazılık, iyi iletişim becerisi, önyargısız<br />
olma gibi özellikler aranmaktadır. İzmir IKEA, kişileri ulusal kimlikleriyle<br />
ilişkilendirmeden, değişik ülkeler, perspektifler ve yaklaşımlardan gelen insanları<br />
işletmeye çekebilme amacı taşımaktadır.<br />
Eşitlikçi yönetim: İzmir IKEA işgörenlerin terfileri, ödüllendirilmeleri,<br />
eğitim düzeyleri gibi geleneksel ölçütlerden çok IKEA ruhunu anlamalarına ve<br />
işletmeye sağladıkları katkılara bağlıdır. Formal bir kariyer çizgisi olmayan IKEA’da,<br />
her işgören üst düzey yönetici olabilir. Haftalık iki gün olan izinlerin her bir işgörenin<br />
kendi ihtiyaçları doğrultusunda istediği bir günde kullanılabilmesi alternatifi de<br />
özellikle çalışan anneler için ideal uygulamaları ifade etmektedir.<br />
Yetiştirme Programları: İzmir IKEA’da yetiştirme programları; ayrıntılı<br />
kural ve prosedürlerden çok, tartışmaya dayalı, açıklamalı ve daha yumuşak bir<br />
yaklaşımda gerçekleşir. IKEA’nın insanları yönetme ve iş yapmadaki bu ince tarzı<br />
global düzeyde de koruyabilmek için, IKEA kültürünün kalbi olarak ifade edilen<br />
Almhuld’da yerel yöneticilere altı/sekiz ay arası IKEA tarzı (IWAY) ve IKEA kültürü<br />
eğitimleri düzenlenmektedir. İşgörenlere bu bilginin aktarılabilmesi, genelde örnek<br />
olaylar üzerinden yapılan uzlaşmacı yorumlarla gerçekleştirilmektedir.<br />
SONUÇ<br />
İşletmelerin küreselleşme eğilimleri ile birlikte işgören bileşimi gün geçtikçe<br />
farklı kültürlerden gelen kişilerden oluşmaktadır. Çok uluslu işletmelerde yer alan<br />
çalışanların farklı ırk, cinsiyet, etnik köken, yetiştirilme tarzları, inanç ve değerler,<br />
anlayış, alışkanlık, gelenek ve göreneklere sahip kişilerden oluşması bu çalışanların<br />
yönetilmesi ile ilgili farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Kültürel<br />
çeşitlilik konusunda bazı akademisyenler ve uygulamacılar olumlu bir yaklaşım<br />
benimserken, karşıt yaklaşımlar da ileri sürülmektedir. Kültürel farklılığa olumlu<br />
yaklaşımı destekleyen temel görüş, kültürel farklılığın örgüt açısından küresel<br />
çevrenin beklentilerine karşılık verebilecek bir esneklik ve dinamizm unsuru olması<br />
noktasında yoğunlaşmaktadır. Böyle bir yaklaşıma sahip olan işletmeler kültürel<br />
farklılıkların yönetimi konusunda sahip oldukları yetenekleri rekabet avantajı<br />
sağlayabilecek çok önemli bir faktör olarak görmektedirler.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kültürel Farklılıkların Yönetiminde İnsan Kaynakları Stratejilerinin Rolü: IKEA Örneği<br />
213<br />
Kültürel farklılıkların işletme başarısına yön verecek biçimde yönetilebilmesi<br />
için çeşitli örgütsel ve yönetsel araçlar geliştirilmektedir. Bu kapsamda global liderlik,<br />
çok kültürlü ekipler, örgütsel iletişim, güçlü kültür, öğrenen örgüt oluşturma, örgüt<br />
yapısına ilişkin düzenlemeler ve insan kaynakları yönetimi uygulamaları yer<br />
almaktadır. Bu araçlardan insan kaynakları yönetimi uygulamalarının ön plana<br />
çıkması gerektiği ifade edilebilir. Çünkü insanı ön plana çıkaran rekabetçi anlayış,<br />
kültürel açıdan çeşitli farklılıklara sahip bir işgücünün etkin yönetilmesi durumunda<br />
rekabet üstünlüğü sağlayacağını savunmaktadır. Literatürde kültürel farklılıkların<br />
yönetiminde izlenebilecek insan kaynakları stratejileri olarak liderlik, kişisel eğitim,<br />
sosyal eğitim, iş eğitimi, ortak iş etiği oluşturma, danışmanlık, iş yaşam dengesi<br />
oluşturulması, esnek çalışma saatleri, eşitlik, çatışma yönetimi ve kariyer yönetimi<br />
gibi uygulamalar yer almaktadır. Ancak teorik olarak etkili olduğu ileri sürülen bu<br />
uygulamaların başarı düzeyi ve geçerliliği hakkında yeterince bilgi bulunmamaktadır.<br />
Hangi insan kaynakları uygulamalarının kültürel farklılıkların yönetiminde<br />
etkili olduğunu ortaya koymak amacıyla IKEA’nın uluslar arası iş birimlerini ve<br />
Türkiye’de İzmir IKEA’yı kapsayan nitel bir araştırma yapılmıştır. IKEA’nın<br />
faaliyette bulunduğu çeşitli ülkelerde kültürel farklılıkların yönetimine ilişkin olarak<br />
izlediği genel stratejiler ve insan kaynaklarına ilişkin uygulamalar, daha önceki<br />
çalışmaların bulgularından yararlanılarak ortaya konulmuştur. Kültürel farklılıkların<br />
yönetimine ilişkin İzmir IKEA’daki uygulamaları ortaya koymak için önce birim<br />
yöneticileriyle derinlemesine görüşmeler yapılmıştır daha sonra gözlem ve doküman<br />
incelemesi yapılarak elde edilen veriler zenginleştirilmiştir.<br />
Elde edilen bulgulara göre, IKEA’da kültürel farklılıkların yönetimine ilişkin<br />
dünya genelinde uygulanabilen başlıca ortak insan kaynakları stratejileri olarak, insan<br />
kaynakları uygulamaları ile ilgili olarak ayrımcılık yapmama, istihdamda kadınlara ve<br />
azınlıklara fırsat eşitliği sağlama dikkati çekmektedir. Diğer taraftan IKEA’nın<br />
faaliyette bulunduğu çeşitli ülkelerin kültürel farklılıklarına bağlı olarak uygulama<br />
prosedürlerinin ve bazı uygulamaların ülkelere göre farklılaştığı saptanmıştır.<br />
Örneğin, köken ülke olan İsveç IKEA’nın informal yönetim tarzının, Almanya ve<br />
Fransa’da zayıflık ve karasızlık olarak algılanması nedeniyle bu ülkelerdeki insan<br />
kaynakları uygulamaları formel prosedürlere göre düzenlenmiştir. Fransa’da biçimsel<br />
eğitim stratejisi ön plana çıkmaktadır. ABD’de ise, Amerikalıların farklı ev döşeme<br />
kültürleri nedeniyle insan kaynakları uygulamaları Amerikan bağlamına göre adapte<br />
edilmeye çalışılmaktadır.<br />
Araştırmanın Türkiye uygulamaları ile ilgili bulgulara göre, insan kaynakları<br />
planlaması, açıklık, esneklik, iş ve yaşam dengesi, kadrolama politikalarındaki<br />
eşitlikçi yaklaşım, yetiştirme ve geliştirme programları ve liderliğe ilişkin stratejik<br />
uygulamaların ön plana çıktığı saptanmıştır.<br />
Elde edilen bulguların değerlendirilmesi sonucunda kültürel farklılıkları<br />
başarılı bir biçimde yönetebilmek için öncelikle bütün çalışanların kendileri olma<br />
özgürlüğüne sahip olmak istedikleri göz ardı edilmemelidir. Bu kapsamda insan<br />
kaynakları yöneticilerinin esnek bir yaklaşımı temsil etmesi ve üst yönetimi bu<br />
konuda bilgilendirmesi ve ikna etmesi gerekmektedir. Diğer taraftan kültürel<br />
farklılıkları başarılı bir biçimde yönetebilmek için önemli olan insan kaynakları<br />
stratejileri işletmenin içinde bulunduğu bağlama göre değişebilmektedir. Çok uluslu<br />
işletmeler açısından dünya’nın çeşitli bölgelerinde yer alan tüm iş birimleri için<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
214<br />
Nuray HELVACIOĞLU & Hatice ÖZUTKU<br />
geçerli olacak evrensel uygulamalar paketi tanımlamak özellikle kültürel farklılıklar<br />
nedeniyle çok mümkün gözükmemektedir. Bundan sonraki çalışmalarda daha büyük<br />
örneklemler seçilerek farklı ülkeleri ve farklı sektörleri kapsayan karşılaştırmalı<br />
çalışmalar yapılarak kültürel farklılıkların yönetiminde evrensel olabilen ve kültürel<br />
bağlama göre farklılaşabilen uygulamalar konusunda daha derin kavrayış elde<br />
edilebilir. Ayrıca, kültürel farklılıklar yönetiminde, insan kaynakları stratejilerinden<br />
doğrudan etkilenen ve rekabet avantajı yaratabilme potansiyeline sahip iş performans<br />
sonuçlarını kanıtlayan araştırma verilerine ihtiyaç duyulmaktadır.<br />
KAYNAKÇA<br />
Abbas, J.A., ve Camp, R.C., (1996), Global Managers: Qualities for Effective<br />
Competition, International Journal of Manpower, 17 (6/7): 5-18.<br />
Barney, J., (1986), Organizational Culture: Can it be a Source of Sustained<br />
Competitive Advantage Academy of Management Review, 11 (3): 656-665.<br />
Beaver Graham, Kate Hutchings, (2005), Training and Developing an Age Diverse<br />
Workforce<br />
in SMEs, The Need for a Strategic Approach,<br />
Education-Training, 47(8/9): 592-604.<br />
Cox, T., (1991), Managing Cultural Diversity: Implications for Organizational<br />
Competitiveness, Academy of Management Executive, 15 (3): 45-55.<br />
Combs, G. M., Nodkarnı, S. ve Combs, M. W., (2005), Implementing Affirmative<br />
Action Plans in Multinational Corparations, Organizational Dynamics , 34<br />
(4): 346-360.<br />
Dadfar, H. ve Gustavsson, P., (1991), Competitive by Effective Management of<br />
Cultural Diversity, Int. Studies of Mgt&Org., 22 (4): 81-92.<br />
Daniels J. ve Radebaugh, L.H.(1998), International Business, Environments and<br />
Operations, Prentice Hall, New Jersey.<br />
Feely A. J. ve Harzing, W., (2003), Language Management in Multinational<br />
Companies: Cros Cultural Management, 10 (2): 37-52.<br />
Ganeson, S., (2003), IKEA: Managing Global Expansion”, ICFAI, Knowledge<br />
Center, Hyderabad, India,1-15.<br />
George, J. M. ve Gereth, R. J. (1996), Organizational Behavior, Addison Wesley<br />
Pub. Co. Massochosettss.<br />
Ghoshal, S. ve Nohria, N., (1993), Horses for Courses: Organizational Forms for<br />
Multinational Corporations, Sloan Management Review, 34 (2): 23-35.<br />
Grol, P. Schoch, C. Oddov, G. ve CPA, (1998), Cases in International<br />
Organizational Behaviour, Ed: M.W. Hall, Blackwell Pres..88-111.<br />
Gwendolyn, M. C., Combs, M., Karnı, S. N. ve Combs, M. W. (2005),<br />
Implementing Affirmative Action Plans in Multinational Corporations,<br />
Organizational Dynamics, 34 (4): 346-360.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kültürel Farklılıkların Yönetiminde İnsan Kaynakları Stratejilerinin Rolü: IKEA Örneği<br />
215<br />
Hodgets, R. M. ve Luthans, F. (1997) , International Management, McGraw-Hill,<br />
USA<br />
Kempinsky, P. ,Berg, H. ve Lundguist, K. (2005), Diversity as Driving Force,<br />
Visanu.<br />
Kling, K. ve Goteman, I. , (2003), IKEA CEO Anders Dahlving on International<br />
Growth and IKEA’s Unique Corporate Culture and Brand Identity, Academy<br />
of Management Executive, (1): s.31-37.<br />
Koçel, T. (2005), İşletme Yöneticiliği, Anka Yayınları, İstanbul.<br />
Lim, D. H., (1999), Organizational and Cultural Factors Affecting International<br />
Transfer of Training, Performance Improvement, 38: 30-36.<br />
McCuiston, Velma E., Barbara Ross Wooldridge, Chris K. Pierce, (2004),<br />
Leading The Diverse Workforce: Profit, Prospects and Progress, The<br />
Leadership & Organization Development Journal 25(1): 73-92.<br />
Mutlu (Can), E.(1999), Uluslararası İşletmecilik, Beta Yayınları İstanbul.<br />
Özalp, İ.(1998), Çok uluslu İşletmeler: Uluslararası Yaklaşım, Anadolu Üniversitesi<br />
Yayınları, Yayın No:1022, Eskişehir.<br />
Perry, K. , (2005), Culture As a Competitive Advantage, Boulder Country, Business<br />
Report, 24 (13): 6.<br />
Rosen, R. H., (2000), What Makes a Globally Literate Leader Chief Executive, 6-<br />
48.<br />
Sadrı, G. ve Lees, B., (2001), Developing Corporate Culture as a Competitive<br />
Advantage Journal of Management Development, 20 (10): 853-859.<br />
Schneider, S. C. ve Barsoux, J. L. (1997), Managing Across Cultures, Prentice Hall,<br />
Europe.<br />
Seymen, O.A., (2005), Örgütlerde Kültürel Çeşitlilik Olgusu, Boyutları ve Etkin<br />
Yönetimi Konusunda Farklı Yaklaşımlar: Yazınsal Bir Derleme, İÜ İşletme<br />
İktisadı Ens. Yönetim <strong>Dergisi</strong>, Şubat 2005, 16 (50): 3-23.<br />
Solomon, B., (1991), A Swedish Company Corners the Business: Worlwide,<br />
Management Review, 80 (4): 10-13.<br />
Taylor, C., (1995), Building Case for Diversity, Canadian Business Review, 22 (1):<br />
12-15.<br />
Tereza, M. ve Fleury, L., (1999), The Management of Cultural Diversity: Lessons<br />
From Brazilian, Industrial Management, (3): 109-115.<br />
Tolbert, A. S., Gary, N. Mc L. ve Myers, R. C., (2002), Creating the Global<br />
Learning Organization(GLO), International Journal of Intercultural<br />
Relations, 2(6): 463- 472.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
216<br />
Nuray HELVACIOĞLU & Hatice ÖZUTKU<br />
Topçuoğlu, N., 350 Mobilyacı Türk IKEA’sı İçin Tek Fabrika Çatısında Toplanıyor,<br />
Business, 12.05.2007.<br />
William, M. J. B., (1989), A Review of Robert K. Yin’s Case Study Research:<br />
Design and Methods, Journal of Management Accounting Research, 157-<br />
163.<br />
Wright, P., Ferris, S. P., Hiller, J. S. ve Kral, M., (1995), Competitiveness Through<br />
Management of Diversity: Effects on Stock Price Valuation, Academy of<br />
Management Journal, 38 (1): 272-287<br />
http://www.ikea-group.ikea. com<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
KİTAP TAHLİLLERİ /<br />
Book Reviews
HARD FACTS, DANGEROUS HALF-TRUTHS &<br />
TOTAL NONSENSE: Profiting From Evidence-Based Management<br />
Jeffrey Pfeffer, Robert I. Sutton. Harvard Business School Pres Boston,<br />
Massachusetts, 2006.<br />
Abdullah KIRAY <br />
Günümüz iş dünyasında başarısızlığa uğrayan işletmelerin en temel<br />
sorunları; olayları ve kavramları derinlemesine anlayamama, kanıtlardan uzak olan<br />
duygulara, söylentilere ve yanlış tahminlere itibar edilmesidir.<br />
İncelediğimiz kitap, örgütsel davranış alanında uzman olan yazarlar<br />
tarafından iş dünyasındaki şirketleri inceleyerek tanınmış şirketlerden örnekler<br />
sunmaktadır.<br />
Kitap üç ana bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölüm; Sahneyi Hazırlama,<br />
İkinci Bölüm; İnsanların ve Örgütlerin Yönetimi Hakkındaki Tehlikeli Yarı-Doğrular,<br />
Üçüncü Bölüm; Kanıttan Eyleme isimlerini taşımaktadır.<br />
“Sahneyi Hazırlama” başlıklı İlk Bölümde, her şirketin niçin kanıta dayalı<br />
yönetime ihtiyaç duyduğu üzerinde durulmuş ve kanıta dayalı kararlar vermeyen,<br />
büyük cirolara sahip, pazar payları yüksek firmaların başarısızlığı ve kanıta dayalı<br />
kararlar alanların da başarıları anlatılmıştır. Özellikle şirket birleşmeleri örnek<br />
gösterilmiş ve Cisco System’in gerçekleştirdiği birleşme ve başarı nedenleri ayrıntılı<br />
olarak ele alınmıştır.<br />
Daha sonra zayıf karar uygulamaları, bunları tanıma ve bunlardan sakınma<br />
üzerinde durulmuştur. Zayıf karar uygulamalarından “yüzeysel kıyaslama(casual<br />
bencmarking)” anlatılmış ve şirketleri nasıl başarısızlığa götürdüğü Amerikan<br />
havayolu şirketi olan United Airlines’ın yaptığı ve başarısızlığa uğradığı yanlış<br />
kıyaslama ile örneklendirilmiştir. Diğer yanlış uygulama kararları olan geçmişte işe<br />
yaramış gibi görüneni değişen şartlarda uygulamaya çalışma ve henüz test edilmemiş<br />
fikirlere sıkı sıkıya bağlı olma anlatılmıştır.<br />
Ayrıca bölümde, Kanıta dayalı yönetim kavramı tanımlanmış ve kökeninin<br />
tıp biliminden geldiği üzerinde durulmuştur. Kanıta dayalı yönetimin temel ilkeleri<br />
olarak “ Geleneksel bilgi yerine gerçekleri koyma”, “Gerçeklere dayalı karar almaya<br />
sıkı sıkıya bağlı olma” anlatılmıştır.<br />
Birinci bölümün ikinci kısmında kanıta dayalı yönetimin nasıl uygulanacağı<br />
üzerinde durulmuştur. Uygulama yönündeki engeller ve bu engeller karşısında<br />
yapılması gerekenler anlatılmıştır. Engeller olarak, insanların çoğu zaman gerçeği<br />
duymak istememeleri ve iş fikirleri için piyasanın karmaşık etkinsiz olduğu<br />
Arş. Gör., Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi, Biga İİBF<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
220<br />
Hard Facts, Dangerous Half-Truths & Total Nonsense: Profitingfrom<br />
Evidence-Based Management<br />
gösterilmiştir. Yönetim fikirlerini değerlendirmek için bazı maddeler sunulmuştur.<br />
Bunlar, eski fikirleri eski olarak görmek, yeni fikir ve çalışmalara kuşkuyla bakmak,<br />
kolektif zekayı geliştirmek, üstünlük ve zayıflıkların üzerinde durmak, başarı ve<br />
başarısızlık hikayelerini kullanmak, ideoloji ve teorilere tarafsız bakmak şeklinde<br />
sıralanmıştır.<br />
Kitabın “İnsanları ve Örgütleri Yönetme Hakkındaki Tehlikeli Yarı-<br />
Doğrular” başlığını taşıyan ikinci bölüm altı alt başlıkta incelenmiştir. Birinci alt<br />
başlıkta, işin, hayatın geri kalanından farklı olup olmadığı üzerinde durulmuştur. İş<br />
yaşamında kıyafet politikaları, sorgulama yerine ne söylenirse onu yapma, gerçek<br />
duygular yerine önceden belirlenmiş duyguları gösterme, aşkın veya arkadaşlığın kirli<br />
bir dünya olduğu anlatılarak iş ile hayatın geri kalanının ayrı tutulması sonucu<br />
şirketlerde meydana gelen olumlu sonuçlar belirtilmiştir. İş yaşamını hayatın geri<br />
kalanından ayırmanın faydaları olarak rol çatışmasının azalması, objektif karar verme,<br />
örgütsel sınırların kontrolü belirtilmiştir.<br />
İkinci alt başlık ” En iyi örgütler, en iyi kişilere sahip olanlar mıdır”. Burada<br />
zeki ve yetenekli çalışanların şirket performanslarını niçin arttırdığı, en iyi<br />
çalışanların çoğunluktan iyi olduğu, örgütlerin ileride en iyi olacak olanları<br />
öngörebildikleri ve iyi çalışanların daha fazla çalışanı, iyi olmayan çalışanların daha<br />
kötü çalışanları çekeceği açıklanmıştır. Ayrıca çalışanların yetenekleri üzerinde<br />
durulmuş ve buna nasıl bakılması gerektiği açıklanmıştır. Daha sonra mükemmel<br />
çalışanlardan daha çok mükemmel sistemlerin önemli olduğu vurgulanmıştır.<br />
Üçüncü alt başlık “Mali teşvikler, şirket performansını arttırır mı”. Bu<br />
kısımda dünya çapında giderek artmakta olan mali teşviklerin neler yapabileceği<br />
olumlu ve olumsuz yanları örneklerle açıklanmıştır. Örgütsel performansı artırabilen<br />
teşviklerin 3 yönde etkisi olduğu belirtilmiştir.<br />
Bunlar, “Motivasyonel Etki”, “İnformasyonel Etki” ve “Seleksiyon<br />
etki”’lerdir. Herkesin parayla motive edilebileceği düşüncesi ele alınmış, ancak mali<br />
teşviklerin bazen de yanlış davranışlara yol açabileceği vurgulanmıştır. her şeyin mali<br />
teşviklerle çözülmeye çalışılmasının başarısızlık getireceği, bazen az olanın daha<br />
etkin olabileceği örnek gösterilerek, firmaların uygulayacakları finansal teşvik<br />
miktarlarının önemli olduğu belirtilmiştir.<br />
Dördüncü alt başlık “Strateji Kader midir”. Bazı şeyleri diğer firmalardan<br />
daha iyi yapabilen ve finansal kaynak ve zaman kısıtına sahip firmaların ” Hangi iş<br />
içinde olacağız” ve ikinci olarak da “Nasıl rekabet edeceğiz” şeklindeki iki genel<br />
strateji üzerinde durması gerektiği belirtilmiştir. Bu iki genel strateji, firmalarda ürün<br />
veya hizmetin fiyatına ya da maliyetine bağlı olarak uygulanmaktadır.<br />
Strateji, şirketlerin, tüzel kişilerin idaresi konusunda da önemlidir. Çoğu<br />
strateji danışmanları ve araştırmacılar kurulu, disipline olmuş tehdit ve fırsatları içine<br />
alan karar alma süreçlerinin örgütsel performansının büyümesine yardım edeceğini<br />
belirtmişlerdir. Konu İntel örneği ile pekiştirilmiştir. İntel’in araştırmalarda, kalkınma<br />
sürecinde ve imalatta etkileyici bir güce sahip olduğu şüphesizdir. %70 Pazar payı ve<br />
çok büyük satış ve kar rakamlarına sahip olarak mikro işlemci endüstrisinde baskın<br />
bir güç haline gelen İntel’in başarısının arkasında bilgisayar devi olan IBM’nin<br />
İntel’in işlemcisini kullanarak ilk bilgisayarını yapması yattığı ve bunun da stratejik<br />
bir karar olduğu belirtilmiştir. Stratejik planlamanın yararlarının yanı sıra taşıdığı<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kitap Tahlilleri<br />
221<br />
maliyetler de belirtilerek firmaların stratejik odaklanmada başarısızlık konusu ile<br />
ilişkin neler yapması gerektiği üzerine öneriler de bölümde yer almaktadır.<br />
Beşinci alt başlık “Ya Değiş Ya da Öl”. Başarılı değişimler yapan firmalar<br />
ve liderleri her zaman takdir edilirler. Değişim, insanların;<br />
1)Statülerinden memnun olmadıklarında<br />
2)Gitmeleri gereken yönü belirlediklerinde<br />
3)Kendilerine aşırı güven söz konusu olduğunda<br />
4)Değişimin karmaşık bir süreç olduğunu kabul ettiklerinde meydana gelir.<br />
Bu maddeler “4 Büyükler” olarak adlandırılır.<br />
Ancak uygulamaya geçirmeden önce kararlarımızı çok iyi şekilde gözden<br />
geçirmeliyiz. Bu konu üzerinde kitap, firmanın kendisine 8 tane soruyu yöneltmesini<br />
önermiştir. Bu şekilde eğer başlangıçta soruların üzerinde dikkatli şekilde<br />
düşünülürse; değişimi yapma, erteleme veya kaçınma konusunda daha iyi kararlar<br />
alınabilecektir. Sorulması gereken sorular, “Yapacağın uygulama, şimdi yaptığından<br />
daha iyi mi”, “Yapacağın Değişim Gerçekten Zamana, Paraya Ve Katlanacağın<br />
Bozulmalara Değer Mi”, “Çekirdeği Değiştirmek Yerine Sadece Sembolik<br />
Değişimler Yapmak En İyisi Midir”, ”Değişim Yapmak Senin İçin İyi, Şirket İçin<br />
Kötü Müdür”, ”Değişimi Yapabilmek İçin Yeterli Güce Sahip Misin “,<br />
“İnsanlar Bu Değişimin Gerçekten Kalıcı Mı Yoksa Geçici Yararlı Mı Olacağına<br />
İnanıyor”, “Değişim Ortaya Çıktığında İnsanlar Bunu Anlayıp, Geliştirebilecekler<br />
Mi”, Değişimin Zamanında Başarısız Olduğuna Karar Verip Sonlandırabilecek<br />
Misin Ve Bu Konuda Bilir Kişi Kim Olacak”.<br />
Altıncı alt başlık, “Büyük Liderler, Şirketlerinin Kontrolünde Mi. Bazı<br />
insanlar liderlerin, örgütlerinin kontrolüne sahip olması gerektiğini düşünürken, bazı<br />
insanlar da liderlerin kontrolü konusunda tamamlayıcı olması gerektiğini düşünür. Üst<br />
pozisyondaki insanların, daha alt pozisyondakilere göre neyin, nasıl yapılacağını daha<br />
iyi bildiği, kıdemli liderlerin alt seviyedekilere göre daha bilgili ve daha iyi kararlar<br />
alacağı varsayılır. Ancak insanoğlunun her zaman boyun eğerek, liderlerin sürekli<br />
karar alıcı olması gerektiğinin yarı- doğru olduğu belirtilmiştir.<br />
Liderler; davranışlarının karlılık, verimlilik gibi sadece performans<br />
ölçütlerini değil, aynı zamanda personeller arasındaki iklimi, memnuniyeti ve akli<br />
sağlıklarını da etkilediği belirtilerek liderlerin konumu üzerinde durulmuştur. Ancak<br />
liderlerin insanların düşündüklerinden daha az derecede performans üzerinde etkili<br />
olduğunu belirten Pfeffer çalışmasında lider hareketlerinin, en iyi örgüt ile en kötü<br />
örgüt arasındaki performans farklılıklarının %10’undan daha azını açıkladığını<br />
belirtmiştir. Çünkü liderlerin yapamadıkları şeyler de vardır: Çoğu güçlü yöneticiler<br />
bile makro ekonomik trend, uluslar arası fiyat sistemi, savaşlar ve terörizm, örgütsel<br />
tarih ve iklimi üzerinde çok az etkiye sahiptirler. Dolayısıyla daha iyi sonuçlar<br />
alabilmek için liderlerin tamamlayıcı olmaları gerektiği belirtilmiştir. Çünkü bireysel<br />
düşünce sadece bir kişinin, daha dar kavrama yeteneğini ortaya koyarken, gruplarda<br />
ise birçok bireyin bakış açısı söz konusudur.<br />
Son olarak liderlerin yapması gerekenler üzerinde durulmuştur ve insanların<br />
yaptığı hatalardan birinin, liderliğin okunarak ve ders alınarak öğrenilebileceği,<br />
kulaktan dolma konuşmalarla hareket edilebileceği şeklinde görüşlere sahip olunması<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
222<br />
Hard Facts, Dangerous Half-Truths & Total Nonsense: Profitingfrom<br />
Evidence-Based Management<br />
olduğuna vurgu yapılarak, en iyi liderlerin, kontrol altındaymış gibi davranacak kadar<br />
zeki olanlar oldukları belirtilmiştir.<br />
Kitabın son bölümünü (Üçüncü Bölüm) oluşturan “Kanıttan Eyleme”,<br />
“Kanıta Dayalı Yönetimden Yararlanma” alt başlığından oluşmaktadır. Sadece<br />
şirketlerin değil kamu yöneticilerinin de bilimden istedikleri cevabı alamama<br />
korkuları ile gerçek verileri göz ardı ettikleri belirtilerek kanıta dayalı yönetimin<br />
önemi üzerinde durulmuştur. Kanıta dayalı bir yönetim uygulamasından yararlanmak<br />
için, kör noktalarınızı, hatalarınızı ve şirket problemlerinizi iyi tanımalı, ayrıca en iyi<br />
veri ve mantığı bulma sorumluluğu ile takip etme sorumluluğunu almalısınız. Kanıta<br />
dayalı yönetim yaklaşımları uygulamak, yönetimi ve örgütsel performansı<br />
güçlendirecektir. Ancak rekabet üstünlüğü sağlayabilmek için kanıta dayalı yönetimin<br />
prensiplerinin uygulanması gerektiği belirtilerek bu prensipler tek tek ele alınmıştır.<br />
Bu prensipleri kısaca belirtecek olursak;<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Kanıta dayalı yönetim, bildiğiniz şeyleri yönetmeniz anlamına<br />
gelmektedir. Dolayısıyla nasıl yöneteceğiniz hakkında hem örgütünüzü<br />
hem de bilginizi bitmeyen fakat yararlı prototip olarak görmeniz<br />
gereklidir.<br />
“Övgü Yerine Sadece Gerçeklerle İlgilen” sloganı iş hayatını kirleten<br />
alımlı sözlere, kendini büyültmeye ve saçmalıklara dayalı kararlara karşı<br />
en iyi panzehirdir.<br />
Belli ve olağan şeyler üzerinde hakimiyet kurun.<br />
Kanıta dayalı yönetimin uygulanmasındaki en büyük engellerden biri de<br />
özellikle aşırı güven ve şişirilmiş başarı beklentileridir. Dolayısıyla<br />
riskleri görmenizi engelleyen aşırı optimizmliği bırakarak, örgütünüzü<br />
dışarıdan biri gibi görmeye çalışın<br />
Korku ve cesaretsizlik şirketleri batırsa da aşırı cesaret ve kendine<br />
güven daha yıkıcıdır.<br />
Son olarak bölümde, tüm bu uygulamalardan sonra başarısızlık elde edildiği<br />
takdirde insanların ne yapacakları üzerinde durulmuştur. Ve başarısızlık olmadan<br />
öğrenmenin olmayacağı savunulmuştur. Herhangi bir şey yanlış gittiği zaman,<br />
insanlar bu acı gerçekle yüzleşmeli, neden meydana geldiğini öğrenerek, daha iyi bir<br />
sistem kurabilmek için bu gerçeklerini ellerinde tutmalıdırlar.<br />
Başarısızlığa uğramadan yenilik de olmayacaktır. Birleşmelerden, yeni<br />
ürünle tanışmalara, teknolojik değişim çabalarına kadar çoğu örgütsel değişim<br />
çabaları; yüksek başarısızlık oranlarına sahiptir. Buradan hareketle kötü liderle iyi<br />
lider arasındaki fark ortaya konmuştur. Kötü liderler, aynı hatayı tekrar tekrar yapan<br />
liderken, iyi lider ise; yeni ve farklı hatalar yapan ve bu hatalardan bir şeyler<br />
öğrenerek kendine koşullar oluşturan liderdir. Bizler, liderleri diğer kişilere devamlı<br />
sorular soran, her zaman soruşturan ve araştıran meraklı kişiler olarak görürüz ancak<br />
liderler, her şeyi bilmek ve yapmak zorunda değildirler.<br />
Liderlerin işi, insanların devamlı bir şeyler öğrenebileceği ve yeni şeyler<br />
öğretebileceği, hangi işi yapıp yapamayacakları konusunda kendilerini keşfetmelerini<br />
sağlayarak acı gerçeklerle yüzleştirici bir ortam oluşturmaktır.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kitap Tahlilleri<br />
223<br />
Kitap bütünüyle incelendiğinde, yapılan röportajların ve yazarların bireysel<br />
araştırmalarının ilave edilmesi ile gerçek hayattan örnekler verilerek anlatım<br />
zenginleştirilmiştir. Teoride doğru olarak belirtilen bir çok şeyin uygulama ve<br />
kanıtlarla tespit etme çabaları sonucu yarı-doğru ya da saçmalık özelliği taşıdığı<br />
üzerinde durulmuştur.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
(MANAGING SUSTAINABLE INNOVATION, THE DRIVER<br />
FOR GLOBAL GROWTH)<br />
SÜRDÜRÜLEBİLİR İNOVASYONU YÖNETME, KÜRESEL<br />
BÜYÜMENİN İTİCİ GÜCÜ<br />
Ian MAXWELL, Springer, 2009, 161 sayfa, ISBN: 978-0387-87580-4, Mawco<br />
Consulting Group Takapuna 0740, New Zealand.<br />
Çağla YAVUZ<br />
Yeni veya önemli ölçüde değiştirilmiş ürünün veya sürecin, yeni pazarlama<br />
yönteminin veya yeni örgütsel yöntemin işletme içi uygulamalarında, işyeri<br />
organizasyonunda veya dış ilişkilerde uygulanması şeklinde tanımlanan inovasyon;<br />
toplumsal, ekonomik, bölgesel, sektörel ve işletme düzeyinde olmak üzere, makro ve<br />
mikro birçok alanı etkileyebilmektedir. Bu kitapta inovasyon, hem firma düzeyinde<br />
hem de ulusal düzeyde ele alınmış, sürdürülebilir inovasyon kavramı tartışılmıştır.<br />
Kitap on altı bölümden oluşmaktadır. İlk bölümlerini; inovasyon-ekonomik<br />
büyüme ilişkisi, inovasyon kavramları, altyapısı, risk inovasyonu ve akademik<br />
invasyona ilişkin açıklamaları oluşturmaktadır. Diğer bölümlerinde ise, Çin ve<br />
Hindistan gibi inovasyon ile rekabet avantajı kazanan ülkelerin inovasyon çalışmaları<br />
örneklerle anlatılmıştır. Kitabın son bölümlerinde ise inovasyon sektörel açıdan ele<br />
alınmış, yenilenebilir enerji ve temiz enerji sektöründe, bilgi teknolojilerinde, sağlık<br />
hizmetlerinde inovasyon uygulamaları açıklanmıştır.<br />
Kitabın ilk bölümlerinde inovasyonun tarihçesi, önemi, ekonomik büyümeye<br />
etkisi, inovasyon türleri, farklı dönüşümsel seviyeleri ve inovasyon altyapısını<br />
oluşturan değer zinciri, aşamaları, inovasyon yeteneği, girişimcilik, açık inovasyon<br />
gibi inovasyon kavramının daha iyi anlaşılmasını sağlayan konular anlatılmaktadır.<br />
Buna göre; inovasyon yeni değildir; Rus ekonomist Nikolay Kondratiyef<br />
(1892–1938), kapitalist ekonomilerle önemli uzun-dalga ekonomik konjonktürlerin<br />
ilişkisini ilk tanımlayan bilim adamıdır. İnovasyon teorisi, yeni öncü iş ve sanayi<br />
sektörlerini yaratan teknolojik devrimleri yaratan bu temel inovasyon gruplarına<br />
dayanmıştır. Kondratiyef’in ilk fikirleri, 1930’larda uzun dönemli makro ekonomik<br />
konjonktürleri tahmin eden, başlangıçta 50-55 yıl süreceği öngörülen teoriyi geliştiren<br />
Schumpeter (1883-1950) tarafından ele alınmıştır.<br />
Arş. Gör., Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi, Biga İİBF<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
226<br />
Sürdürülebilir İnovasyonu Yönetme, Küresel Büyümenin İtici Gücü<br />
Schumpeter, inovasyonun sadece kapitalizmin değil, genel olarak ekonomik<br />
büyümenin de itici gücü olduğuna ve girişimcilerin, inovasyonların aracı olduğuna<br />
inanmaktadır. Schumpeter ilginç bir şekilde, modern devletin ve büyük işletmelerin<br />
inovasyonu engellemesinden dolayı, girişimsel kapitalizmin gelişmeyeceğinden<br />
endişe duymaktadır. Bundan öte kapitalizmin sosyal fayda amacının yanı sıra,<br />
ekonomik faaliyetleri planlayan devletten güvenlik beklediği için girişimcilerin<br />
öneminin zamanla azalacağını belirtmiştir. Schumpeter bununla ilgili müthiş bir<br />
önsezi göstermiştir; çünkü bugün devletlerin bürokrasi önündeki engelleri kaldırmak<br />
ve inovasyonu canlandıracak güçlü bir altyapı yaratmak için yarış içinde olduklarını<br />
gözlemlemekteyiz.<br />
Son zamanlarda girdi ve çıktı parametrelerinin sayısı temelinde inovasyon ile<br />
ilgili olarak ülkeleri niceleme ve sınıflandırma girişimleri mevcuttur. Örneğin;<br />
INSEAD, Paris-Based Business School, Global Innovation Index (GII) ile ülkelerin<br />
inovasyon seviyelerini ölçme girişiminde bulunulmuştur. GII, ülkelerin inovasyon ile<br />
ilişkili politikalarının ve uygulamalarının güçlü ve zayıf yönlerini açıkça gösterme<br />
eğilimindedir. GII modeli, başarılı inovasyon sonuçlarıyla kanıtlanan ve inovasyon<br />
kapasitesini arttırdığına inanılan beşi girdi, üçü çıktı olmak üzere sekiz unsura<br />
dayanmaktadır. Beş girdi unsuru; kurumlar ve politikalar, insan kapasitesi, altyapı,<br />
teknoloji karmaşıklığı, iş pazarları ve sermayeden oluşurken; daha fazla bilgi<br />
yaratımı, artan rekabet gücü ve giderek artan refah kuşakları, çıktı unsurlarını yani<br />
uluslar için inovasyonun esas faydalarını sunmaktadır. Buna paralel olarak OECD,<br />
ülkeler için inovasyon sürücülerini, bilgi yaratımı, yayılması, uygulamaları ve fikri<br />
haklar gibi parametrelere göre ölçtüğü Global Innovation Scoreboard (GIS)’u<br />
geliştirmiştir.<br />
Kitabın ilerleyen bölümlerinde, inovasyonun farklı oluşum biçimleri ve<br />
türleri örnekler ile açıklanmıştır. Ürün, süreç, hizmet ve iş modeli inovasyonları en<br />
yaygın inovasyon modelleridir. iPod gibi yeni çıkan bir müzik çalar veya iPhone gibi<br />
yeni bir cep telefonu son zamanların ürün yeniliklerine örnek iken, geleneksel ham<br />
petrol arıtma yerine konserve gibi yenilenebilir işletme kaynaklarından otomotiv<br />
yakıtı üretmek için yeni üretim yolları geliştirmek süreç inovasyonu örneğidir.<br />
İnternet kullanımı aracılığı ile iPod’dan müzik indirme ve ödeme yapma ise, hizmet<br />
inovasyonuna örnek gösterilebilir. Google’ın sınırsız, güçlü internet arama motoru<br />
hizmeti ve amaçlanan reklam ‘click’leri de iş modeli inovasyonlarındandır. Bu<br />
örnekler pazara başarıyla getirilen inovasyon türleri ile ilişkilidir, ancak bazı<br />
durumlarda da pazara giriş, inovasyon türlerinin kombinasyonu ile gerçekleşebilir.<br />
Örneğin; Google hizmet inovasyonu olarak düşünülen yüksek seviyede başarılı<br />
internet arama motoru geliştirmiştir ama bu teknolojiden; gelirlerde, karlılık ve<br />
paydaşların değerinde çarpıcı büyüme oluşturmak için yenilikçi iş modelini seçmiştir.<br />
İnovasyon; ekonomik, bilimsel, teknolojik, eğitimsel, sosyolojik ve sanatsal<br />
insan faaliyetleri gibi çeşitli alanlarda olabilir. Kitapta öncelikle ekonomik, bilimsel<br />
ve teknolojik inovasyona odaklanılmıştır. Buna göre inovasyon; artırımsal, radikal ve<br />
yıkıcı olmak üzere üç gruba ayrılan farklı dönüşümsel seviyelerde gerçekleşebilir.<br />
Artırımsal inovasyon teknolojideki mütevazı, adım adım gerçekleşen değişimler ile<br />
ilişkilidir. Modern motorlu araçların performans, güvenilirlik, güvenlik, akaryakıt<br />
ekonomisi, rahatlık ve göreceli maliyet özellikleri açısından uzun yıllar boyunca<br />
evrimleşmesi artırımsal inovasyona örnek verilebilir. Radikal inovasyon, Apple’dan<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kitap Tahlilleri<br />
227<br />
İPod ve Nano-iPod’un bir zamanlar sık sık rastlanan Sony Walkman müzik çaların<br />
yerine geçmesi gibi mevcut teknolojiyi ikame eden önemli değişimleri içerirken;<br />
yıkıcı inovasyon ise, nihayetinde mevcut teknolojiyi tamamen gereksiz kılacak<br />
belirgin değişmeler gibi ürün ve süreç geliştirmeyi içerir. Yıkıcı inovasyonlara bir<br />
örnek film fotoğrafının, dijital kameralarla ve imajlarla yer değiştirmesidir. Fotoğrafa<br />
ait işlerde eski lider olan Kodak, dijital teknolojinin nihayetinde film ile yer<br />
değiştireceğini tanımakta yavaştı ve ayakta kalmak için mücadele verdi. İlginç olarak<br />
dijitale dönüş, dijital imajların yeniçağında inovasyon için değerli olan yetkinliği<br />
getiren, elektronik sektöründen Sony gibi yeni oyuncuları çekmiştir. İletişimde ise,<br />
internetin hemen hemen tamamen belgelerin mekanik transferinin yerine geçmesi,<br />
kâğıtsız ofis oluşmasını sağlayamasa da modern ofiste belge yönetiminin hızına ve<br />
etkinliğine önemli etkisi olmuştur. Youtube ve facebook gibi sosyal ağ yazılımları,<br />
genç kuşaklar için iletişim aracı olarak hızla telefonun yerine geçmeleri nedeniyle<br />
yıkıcı inovasyonlara diğer bir örnek olarak verilebilir.<br />
İnovasyon genellikle fikir ve icat, sonuç çıkarma aşaması, gelişme aşaması<br />
ve pazarlarda başlama aşaması gibi birçok basamağı içerir. İnovasyonun tümevarım<br />
aşamasından çıktığı ve pazarlarda büyümeyi sevdiği aşama olan çekilme aşaması<br />
‘inovasyonun eğilme noktası’ olarak adlandırılır. İnovasyon ile ilgili önemli diğer bir<br />
konu da inovasyon değer zinciridir. İnovasyon değer zinciri; araştırma geliştirme,<br />
üretim ve pazarlamayı içeren yeni ürün, süreç ve hizmetlere ilişkin gelişmelerin çeşitli<br />
aşamalarını kapsar. Bu değer zincirinin etkili yönetimi, maliyetleri düşürmek ve<br />
pazarda hızlı olmayı başarmak için önemli hale gelmiştir.<br />
İnovasyon yönetimi iki kısımlı proje seçim süreci gibi düşünülebilir. Birinci<br />
aşama olan fikir oluşturma ve teknik bilgiyi kanalize etme aşaması; içsel ve dışsal,<br />
çeşitli kaynaklardan elde edilen fikirleri taramayı içerir. Bu fikirlerin çoğu daha sonra<br />
detaylı bir biçimde tartışılacak olan ‘açık inovasyon’ aracılığı ile oluşturulur. İkinci<br />
aşama ise, fikir oluşturma ve tarama aşaması aracılığı ile geçen projelerin portföy<br />
yönetimini içeren, ‘pazara geçiş aşaması’dır. İşletme harika teknolojiye ve dünya<br />
çapında yönetim sistemine sahip olabilir, ancak, yürütmek için iyi yeteneklere sahip<br />
değilse; yeni, rekabetçi inovasyon dünyasında başarılı olamaz. Gary Hamel<br />
‘Geleceğin Yönetimi’ adlı kitabında gelecek on yıl içinde örneği olmayan şirketlerin,<br />
değişime bir şekilde meydan okumuş olacaklarını belirtmiştir. Aynı zamanda Hamel,<br />
en çağdaş organizasyonların ne ‘inovasyon DNA’larının ne de ‘DNA uyum’larının<br />
olmadığını ileri sürmüştür.<br />
İdeal bir inovasyon takımı; helikopter beceriler, analiz, hayal gücü, iletişim<br />
ve takım çalışmasının önemli olduğu yumuşak aşamayı oluşturan inovasyon süreci<br />
için zorunlu insan becerilerinin dengelenmesine gereksinim duyar. İnovasyonun<br />
‘sert’ aşaması için ise; takım çalışması, liderlik ve iletişim yeteneklerinin önemli<br />
olmasına karşın, dağılımı gerekli olan analiz ve gerçeklik çok daha dikkate değerdir.<br />
İnovasyon sürecinin farklı aşamaları için en uygun yeteneklerin kurulmasıyla<br />
yöneticilerin takımları yaratması ve bu farklılıkları değerlendirmesi önemlidir. Bu<br />
sadece takımın elde ettiği sonuçları geliştirmek ile kalmayacak, aynı zamanda, takım<br />
oyuncularına yüksek seviyede bireysel motivasyon da sağlayacaktır. Özellikle yeni<br />
açılan şirketlerin başarısı için üst yönetimin güçlü girişimcilik yeteneği önemli<br />
bileşenlerden biridir. 3M gibi şirketler ise, tamamıyla örgütte güçlü ve sürdürülebilir<br />
yenilikçi kültür yaratmışlardır. Bu kültür, 3M’in tanımladığı; inovasyon için yönetim<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
228<br />
Sürdürülebilir İnovasyonu Yönetme, Küresel Büyümenin İtici Gücü<br />
bağlılığı, inovasyon kültürünün etkin olarak sürdürülebilmesi, teknolojiye dayalı<br />
inovasyon desteği, araştırmacılar arasında güçlü ağ oluşturma, çok iyi inovasyon<br />
başarıları için çalışanlara ödüller, son dört yıl boyunca yeni ürünlerden elde edilen<br />
gelirlerin belirlenmesi ve müşteri ihtiyaçlarına bağlı olan araştırma projelerinin<br />
kesinleştirilmesi gibi ‘yedi inovasyon temeline’ bağlıdır.<br />
Artık daha çok işletme; özellikle inovasyonun erken ‘yumuşak’ aşaması<br />
için, potansiyel olarak yüklenebilecek işletmelerinin dışında, büyük yaratıcı yetenek<br />
havuzunun olduğunu anlamaktadırlar. Procter & Gamble gibi şirketler açık inovasyon<br />
politikasını benimsemişlerdir. Böylelikle yeni ürünlerinin %50’sini inovasyonun ilk<br />
aşamalarında işletme dışından sağlamaktadırlar. Üniversiteler, işletmelerin ‘açık<br />
inovasyon’ ortaklığı arayışı için en belirgin hedeftir ve bu gerçekten yükselen bir<br />
eğilimdir. Dünya üzerinde birçok girişimci üniversite, inovasyonun erken<br />
aşamalarında işletmelerle işbirliği olanaklarında faydalanacakları bu yeni anlayışı<br />
kabulleniyor ve iş modelini benimsiyorlar. Örneğin ABD’de MIT, oldukça proaktiftir<br />
ve birçok organizasyon ile inovasyon ortaklığı oluşturmuştur. Bu ortaklıklar,<br />
yenilenebilir teknoloji geliştirmede uzmanlaşacak yeni araştırma enstitüleri kurmak<br />
için Birleşik Arap Emirliklerinde Masdar Proje ile ortaklığı da içermektedir.<br />
Dünya genelinde daha çok işletmenin ‘açık inovasyon’u benimsemesi,<br />
çekici ortak fayda sağlayabilen inovasyon ortaklığından hoşlanan, bu iş modelini<br />
benimseyen üniversiteler için fırsatlar yaratacaktır. Bir diğer ‘açık inovasyon<br />
yaklaşımı’, temel olarak kendi işlerinin parçası olan yeni ürün ve süreçlere<br />
yönlendirilebilecek yeni teknoloji geliştiren ve yüksek derecede yenilikçi olan büyük<br />
işletmelerin, yeni başlayan küçük işletmelerle olan ortaklığında görülür. Örneğin;<br />
General Motors, tarımsal atıklardan ve hane halkı atıklarından bile ucuz olacak<br />
şekilde etanol yapmak için başarılı süreç geliştireceğini iddia eden daha küçük<br />
yenilikçi bir şirket olan Coskata ile ortaklığını duyurmuştur. Teknolojinin ve bilgi<br />
yeteneğinin dünya çevresinde hızla yayılması anlamına gelen ’açık inovasyon’ modeli<br />
değişik biçimlerde geniş çapta kabul edilecektir. Birçok şirket ayrı olarak inovasyona<br />
girişmenin kaldıramayacakları risk olduğunun farkına varacaklardır.<br />
Kitabın 6. ve 7. bölümlerinde inovasyon ile ekonomik büyüme sağlayan Çin<br />
ve Hindistan’ın inovasyon uygulamaları ve yetenekleri anlatılmaktadır. Son 10 yıldır<br />
Çin ve Hindistan gibi gelişen ekonomilerin küresel oyuncular statüsüne yükseldiği<br />
görülmektedir. Çin, bu dönem süresince düşük maliyet üretim yeteneğiyle çarpıcı çift<br />
rakamlı GSYİH büyümesinden yararlanmıştır.<br />
Çin; ipek dokuma, manyetik alan, astronomi saati, asma köprü, barut,<br />
hidrolik ve demir izabesini (eski demirlerin eritilerek sıvı hale getirilmesini) içeren<br />
kayda değer keşifleri olan uzun bir tarihe sahiptir. Bugün ise Çin, dünyanın en geniş<br />
teknokrasisidir: Ülke büyük ölçüde sosyal ve ekonomik ilerleme sağlamak için yeni<br />
teknolojilerin gücüne inanan mühendisler ve bilim adamları tarafından<br />
yönetilmektedir. Yeni bilgiye dayalı küresel ekonomide, ekonomik büyümenin temeli<br />
olarak dünya standartlarında bilim ve teknolojinin gerekliliği Çin hükümeti tarafından<br />
iyi tanınmaktadır. Ancak, sıklıkla yüksek seviyede teknik ve finansal risk ile ilişkili<br />
birçok aşamayı içeren bilimsel araştırmadan teknolojinin ticarileşmesi yolu karışıktır.<br />
Sonuç olarak, bilim ve teknolojiye dönük bu önemli yatırımlara ek olarak, hem yerel<br />
ve hem de dünya pazarlarında araştırma başarımlarını ticari ürün ve süreçlere<br />
dönüştürmek için eğitimde ciddi yatırımlara ve uzmanlaşmış yetenekler geliştirmek<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kitap Tahlilleri<br />
229<br />
için desteğe gereksinim olacaktır. Ayrıca, bugünkü Çin’de Konfüçyüs’çü değer<br />
sisteminin inovasyon için engel teşkil ettiği ileri sürülmektedir. Çünkü bu sistem;<br />
geleneklere uymayan düşüncelere ve otoriteye meydan okumayı engellemektedir.<br />
Ancak en iyi üniversitelerdeki birçok profesör ve araştırma yöneticileri,<br />
Konfüçyüs’çü değerlerin artık inovasyon için ciddi engeller oluşturmaması nedeniyle<br />
Çin toplumunun hızla değiştiğine inanmaktadırlar. Çin devlet liderleri, şimdilerde<br />
%1,3 olan araştırma ve geliştirme harcamalarını 2010 da %2,0’ye, 2020’de de %2,5<br />
‘a çıkarmayı planlamaktadırlar. Bu plan ile %60 oranında ekonomik büyüme, patent<br />
ve bilimsel atıflar açısından ise, dünya genelinde ilk beş ülke arasında olabilme<br />
amaçlanmaktadır.<br />
1940’ta kurulan Çin Bilimler Akademisi (ÇBA/CAS), Çin’deki en prestijli<br />
bilim örgütüdür. 100,000 araştırmacısı ile dünyanın en geniş araştırma<br />
organizasyonudur. 2010’da yaklaşık 80 ulusal kurumu ile bilimde, teknolojide ve<br />
sürdürülebilir gelişmede güçlü kapasitesiyle tanınacaktır. Son yıllarda, inovasyonu<br />
teşvik etmek ve bilgiye dayalı ekonomik gelişmeye katkı sağlamak için ÇBA (CAS)<br />
içinde bilim ve teknolojiye güçlü bir vurgu vardır. İlginç biçimde, CAS<br />
organizasyonunun Pekin’de 5 kampüsüyle ve yarısı doktora seviyesinde olan 30,000<br />
öğrencisiyle kendi üniversitesi vardır. Son zamanlarda da kendi Entelektüel Mülkiyet<br />
Ofisi aracılığı ile patent korumasını geliştirmek için yıllık ‘Patent Haftası’na<br />
başlamıştır. Bu hafta boyunca Pekin’de ticaret fuarları, sergiler ve çeşitli eğitsel<br />
faaliyetler gerçekleşmektedir. Ayrıca Bilim ve Teknoloji Bakanlığı’nın şubesi olan<br />
TORCH adı verilen organizasyon, inovasyon ve ileri teknolojili sektör gelişimi<br />
amacıyla tüm çevreyi geliştirmek için Bakanlık tarafından yetkilendirilen tek<br />
acentadır ve Çin’de de Batı’da olduğu gibi, ileri teknoloji parkları bu organizasyon<br />
tarafından etkin bir şekilde düzenlenmektedir. Son 10 yıldır bu parklardan sağlanan<br />
gelir olağanüstüdür (örneğin 2005’te 110 milyar dolara ulaşmıştır).<br />
Hindistan ise; ondalık sistem, ileri geometri ve çelik yapmak için karbon ile<br />
demir izabesini içeren keşifleriyle zengin bilim ve inovasyon tarihine sahiptir.<br />
Hindistan’da gelişmiş ülkelerin aksine, üniversiteler sadece eğitim ve öğretime<br />
odaklanma eğilimindedirler ve araştırma faaliyetleri büyük ölçüde devlet kurumları ve<br />
araştırma laboratuarlarında yürütülmektedir. Genç Hindistan üniversiteleri mezun<br />
havuzunun, ABD’ nin iki katı olarak 14 milyon Dolar olacağı tahmin edilmektedir.<br />
Bu geniş ve büyüyen yetenek havuzuna rağmen; yetenekli çalışan açığının, Hindistan<br />
inovasyonunun üzerinde temel bir kısıtlayıcı olduğu düşünülmektedir. Bilimsel ve<br />
Sektörel Araştırma Konseyi’nin (CSIR) parçası olan yaklaşık 38 araştırma enstitüsü<br />
vardır. Bu konsey sisteminin içinde en iyi seviyedeki enstitüler, Ulusal Kimya<br />
Laboratuarı, Hücre ile ilgili Merkez ve Moleküler Biyoloji ve Kimya Teknoloji<br />
Enstitüsü’dür. Ülke aynı zamanda Hindistan ekonomisinin itici gücü olan<br />
teknolojistlerin eğitiminde kilit rol oynadığı düşünülen 7 Teknoloji Enstitüsüne<br />
sahiptir.<br />
Geçmişte, Hindistan şirketleri dışsal rekabetten hükümetleri tarafından aşırı<br />
derecede korunurlardı. Fakat yeni açık devlet politikası, Hindistan şirketlerinin çarpıcı<br />
hızda uluslararasılaşmalarına, sınır dışı ortaklıklar kurmalarına ve ABD’de,<br />
Avrupa’da ve gelişen ekonomilerde bile satın almalarına olanak sağlamıştır. Wipro,<br />
Infosys Teknolojileri ve Tata Danışma Hizmetleri gibi Büyük BT-hizmet işletmeleri,<br />
niş oyunculara kaynak sağlamaktan, en önemli pazarlarda uluslararası şirketlere<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
230<br />
Sürdürülebilir İnovasyonu Yönetme, Küresel Büyümenin İtici Gücü<br />
kaynak sağlamaya doğru evrim geçirmişlerdir. Bu yeni küresel BT devleri,<br />
Infosys’ınki gibi en iyi yetenekleri çekmek ve kalmalarını sağlamak için,<br />
Hindistan’da kampus tipi Ar-Ge olanakları sağlamışlardır.<br />
Çin, Hindistan ve son zamanlarda da Vietnam gibi iş gücü maliyetinin düşük<br />
olduğu ülkelerde üretimi dış kaynak kullanarak gerçekleştirmek, son on yılda güçlü<br />
bir eğilim haline gelmiştir. Araştırma ve geliştirme, düşük maliyet ve eğitilmiş işgücü<br />
kaynağının hızla arttığı Çin ve Hindistan’a kaymaktadır. Microsoft, Google, Intel,<br />
Sun Microsystems, Adobe Systems, P&G, Toyota ve Schlumberger gibi şirketler son<br />
zamanlarda, araştırma ve geliştirme olanaklarını Çin’e kurmaktadırlar. Hindistan, Ar-<br />
Ge’nin küreselleşmesinden kar etmiştir ve şimdi inovasyon merkezleri kurma yeri<br />
olarak dünyada altıncı sıradadır. Google, 2004’te ABD’nin dışında ilk Ar-Ge merkezi<br />
olarak Bangalore’ı seçmiştir. Shell Grup da son zamanlarda Bangalore’da Ar-Ge<br />
tesisi açmıştır. Ve yakın gelecekte 1000 profesyonele kadar genişletmeyi<br />
düşünmektedir.<br />
Kitabın bir diğer bölümünde, inovasyon derecelendirilmelerinde açıkça<br />
görülmese de Singapur, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail, Finlandiya gibi ülkelerin<br />
inovasyon altyapısı için ilginç yaklaşımlar geliştirerek, çoktan beri elde ettikleri bazı<br />
başarı ve kazanımları ve inovasyon yetenekleri anlatılmaktadır. Singapur, OECD<br />
raporunda inovasyon sıralamasında 7. sıradadır ve bu başarısını büyük ölçüde üretime<br />
dayalı ekonomisini daha çok yüksek teknolojinin çok güçlü rol oynadığı modern<br />
rejime çevirerek sağlamıştır. Yabancı şirketler, Sigapur’da Ar-Ge tesisleri kurmak<br />
için finansal teşviklerle desteklenmiştir ve devlet de güçlü, destekleyici inovasyon<br />
altyapısı oluşturmak için yatırım yapmaktadır. Küçük bir ülke olarak Singapur<br />
devleti; Asya’nın biyomedikal merkezi olmak amacıyla yatırımlarını öncelikle<br />
biyoteknoloji alanına yöneltmiştir. İsrail de birincil unsur olarak bilim parklarıyla<br />
güçlü inovasyon altyapısı kurmak için yatırım yapmaktadır. Ek olarak, devlet İsrail’de<br />
yerel araştırma merkezleri kurmak için Microsoft, Intel, Motorola ve IBM gibi küresel<br />
teknoloji devlerini çekmede başarılıdır. İlginç bir şekilde, İsrail kişi başına %4,4 Ar-<br />
Ge harcamasıyla dünyada en iyi derecelendirmeye sahiptir.<br />
Diğer bir bölümde de bilgi teknolojileri inovasyonu anlatılmaktadır.<br />
Donanım ve yazılımdaki hızlı gelişmeler, iş çözümü biçimlerinde, işletmelerin ve<br />
organizasyonların dünya genelinde verimlilikte önemli karlar elde etmelerini<br />
sağlamıştır. İnternet kullanımının artması ve muazzam derecede bilgiye, dünyanın her<br />
yerinde kolayca ulaşılması, arama motorlarının önemini göstermektedir. Bundan öte<br />
internet, küresel iletişimi değiştirmiştir ve araştırma ve çevrimiçi reklam devi olan<br />
Google örneğindeki gibi, yeni yıkıcı iş modelleri yaratmıştır. Keyhole adlı Amerikan<br />
şirketi, 2001’de internet aracılığı ile jeo-tarama(geobrowsing) sağlamak için ticari<br />
sanal dünya yazılımını geliştirmiştir ki bu yazılım, 2001 ‘de Google’ a satılıp, 2005’te<br />
Google Earth olarak kurulmuştur.<br />
Gelecekte yazılım başvurularının uygulamaları üzerinde önemli etkisi olacak<br />
olan iki BT devi arasında, Microsoft ve Google, fevkalede savaş oluşacaktır.<br />
Microsoft’un iş modeli, geleneksel modele bağlıdır; böylelikle yazılım lisans ücreti,<br />
devam eden gelişmeler ve güncellemeler müşterilere satılmaktadır. Google ve diğer<br />
küçük oyuncular ise, bu iş modeline web aracılığıyla teslim edilen yazılım<br />
uygulamaları sunarak meydan okumaktalar. Örneğin; Google e-mail sistemini; hesap<br />
çizelgesi, kelime işleme, sunumlar ve yeni cep telefonu yazılımı gibi online<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kitap Tahlilleri<br />
231<br />
uygulamalarını yıllardansa sadece aylar içinde güncellemektedir. Küçük işletmeler<br />
için, bu online yazılım modeli içsel IT destek hizmet maliyetlerini önemli ölçüde<br />
azaltmaktadır. Microsoft son zamanlarda insanların makineyle etkileşiminin yeniden<br />
tanımlanmasını mümkün kılan dokunmaya duyarlı tablolu Surface adı verilen yeni bir<br />
teknoloji başlatmıştır. Bu surface teknoloji, insanların dokunmasından ve mekânsal<br />
oryantasyondan faydalanmaktadır, mouse ile tıklamanın ötesinde ekranda neler<br />
olduğu ile ilgili daha çok kesin bilgi sunmaktadır. Bilgi teknolojilerinde önemli<br />
inovasyonlardan biri olan robot teknolojisi ortalama insan emeğinin ücreti ile ilgili<br />
yetenekler ve düşük maliyetler açısından durmadan ilerlemeye devam etmesiyle<br />
artırımsal inovasyona iyi bir örnektir. Kesme, kaynak, montaj gibi güç görevleri<br />
yerine getiren birçok sektörel robotun sayısı, 1 milyon civarına ulaşmıştır. Tek<br />
fonksiyonu olan robotlar evlerin içine temizlik, çim biçmek, güvenliği sağlamak için<br />
yayılmaktadırlar. Belki daha da önemlisi, insansı özellik gösteren yeni nesil akıllı<br />
robotlar Toyota’nın robotu gibi laboratuarlardan çıkıyorlar.<br />
Kitabın son bölümlerinde, sektörlere göre inovasyon uygulamalarından<br />
bahsedilmektedir. Örneğin; Sağlık sektöründe inovasyon son birkaç on yıldır<br />
olağanüstüdür. Lipitor (Pfizer) ve Zocor (Merck) gibi kolestrol düşürücü veya Zoloft<br />
(Pfizer), Zyprexa (Eli Lilly) gibi şizofreni için üretilen, dünya çapında çok satılan<br />
ilaçlar, akıllı biyolojikler, kök hücreleri, kişisel ilaçlar, genetik testler, kalımlı ilaçlar,<br />
en ileri teknolojili operasyonlar, çok keskin radyoloji sağlık hizmetlerinde inovasyon<br />
örnekleridir. Sağlık hizmetleri inovasyonu devletlerin, hastanelerin, tıbbi sigorta<br />
şirketlerinin ve hastaların artan maliyetlerini beraberinde getirmekle birlikte; dünya<br />
standartlarında bilim araştırmalarıyla yeni ilaçların gelişimi, tıbbi cihazlar ve sağlık<br />
yönetimi yazılımını desteklenmektedir. Ayrıca sağlık hizmetlerinde inovasyon,<br />
robotlu operasyonda önemli ilerlemelerle tüm şiddetiyle devam etmektedir ve<br />
operasyon sonrası hızlı iyileşmeye dönük faydalar sağlamaktadır.<br />
Diğer bir bölümde elektronik mikroçip endüstrisiyle birlikte son birkaç on<br />
yıldır, güçlü teknolojik itici güç olan nanoteknolojide inovasyon örnekleri<br />
anlatılmaktadır. Sıklıkla risk sermayesiyle desteklenen birçok işletme, geniş<br />
çeşitlilikte uygulamalar için gelişen nanoteknoloji çevresinde odaklanan stratejileri<br />
benimsemektedirler. Örneğin; çok küçük gümüş parçaların anti-bakteriyal özelliği,<br />
nano-materyallerin ilk uygulamaları olmuştur. Nano-gümüş, şimdilerde geniş çapta<br />
uygulanmaktadır ve bandajlarda, gıda depolama kaplarında, spor giyimde<br />
bulunabilmektedir. Titan dioksit’in çok küçük parçaları UV süzücü güneş kremi<br />
yapmak için kullanılmaktadır. Bakteriler, flaş bellek ve bilgisayar çipleri ve kişisel<br />
bakım ürünleri gibi bazı önemli uygulama alanlarında, nanoteknoloji çoktandır<br />
etkilidir. Şarjlı batarya, iletken kapı, karbon nano boru, nano-ilaçlar, biopolimer, diğer<br />
nanoteknoloji inovasyonun örnekleridir.<br />
Kitabın en son bölümünde, aşağıdaki şekilde de görüldüğü ve daha önce de<br />
tartışıldığı üzere, hızlıca Schumpeter’in altıncı inovasyon dalgasına doğru<br />
yaklaşımımız anlatılmaktadır. Gerçekten, belki de inovasyonun yenilenebilir/ temiz<br />
enerji, bioteknoloji, genomik gelişmeler ve nano-teknoloji alanlarındaki hızı, bu<br />
dalganın devam ettirildiğinin iyi bir ispatıdır.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
232<br />
Sürdürülebilir İnovasyonu Yönetme, Küresel Büyümenin İtici Gücü<br />
İnovasyon<br />
Aşamaları<br />
Şekil 1: Altıncı İnovasyon Dalgası<br />
60 yıl (1785-1845 55 yıl (1845-1900) 50 yıl (1900-1950) 40 yıl (1950-1990) 30 yıl (1990-2020) 20 yıl<br />
İşletme ve ülke seviyesinde inovasyon altyapısı gelişiminin, sürdürülebilir<br />
performans ve GSYİH artışının başarılabilmesi için hayati önem taşıdığı;<br />
inovasyonun, sadece gelecekte küresel büyüme için itici/sürükleyici değil; aynı<br />
zamanda iklim değişikliği, çevresel kirlenme, fosil yakacak kıtlığı, üçüncü dünya<br />
yoksulluğu, sağlık hizmetleri maliyetinin artışı, muazzam kentleşme ve yaşlanan<br />
nüfus gibi dünyanın yüzleştiği en dikkate değer konulara muhtemel çözümler<br />
sağlamada da çok önemli etkisi olacağı son bölümde vurgulanmıştır.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
BİR BİLİM OLARAK İKTİSAT TARİHİNİN DOĞUŞU<br />
Orhan KURMUŞ, Yordam Kitap Yayınları, Yordam Kitapta Birinci Basım: Eylül<br />
2009, 256 Sayfa, ISBN: 978–9944–122–85–6, Yayıncı Adresi: Çatalçeşme Sokağı<br />
No:19 Kat:3 Cağaoğlu 34110 İstanbul.<br />
Verda DAVASLIGİL<br />
Eylül 2009’da ikinci baskısı yapılan, Orhan KURMUŞ’un ‘‘Bir Bilim<br />
Olarak İktisat Tarihinin Doğuşu’’ adlı kitabı, yazarın 1982 yılında doçentlik ünvanını<br />
kazanmak için Üniversitelerarası Kurul’a sunduğu tezin kitaplaştırılmış halidir.<br />
Politik İktisadın Bunalım Dönemi, Politik İktisadın Yöntemi ve Rikardo Okulu,<br />
Tümevarım Yöntemi ve İngiliz Tarihçi Okulu, Tarihçi Okulun Etkili Olma Dönemi,<br />
William CUNNINGHAM: İktisat Tarihçisi ve İngiliz Milliyetçisi, William ASHLEY:<br />
İlk Akademik İktisat Tarihçisi ve Sonuç başlıklı dokuz ana bölümden oluşan kitapta<br />
iktisat tarihinin bir bilim dalı olarak ortaya çıkışı incelenmiştir.<br />
Kitabın ilk bölümü ‘‘Giriş’’ başlığını taşımaktadır. Bu bölümde çalışmanın<br />
amacı, ana ekseni ve ağırlık noktası açık bir dille ifade edilmiştir. İktisat tarihinin bir<br />
bilim olarak ortaya çıkış sürecinde önemli rol oynayan ve çalışmada sık sık sözü<br />
edilecek tarihçi iktisatçı, iktisat tarihçisi, ampirik bilimsel yöntem, tarihçi yöntem gibi<br />
kavramlar açıklanmıştır.<br />
İktisadın tümüyle ampirik-tarihi veriler üzerine kurulması gerektiğini<br />
savunan Leslie ve Ingram gibi iktisatçılar ‘‘tarihçi iktisatçı’’ olarak nitelendirilmiştir.<br />
Ampirik verilerin kullanılabileceğini söyleyen, soyut iktisadı bilim olarak<br />
reddetmeyen, tarih biliminden araştırma tekniklerini, iktisat biliminden araştırma<br />
konularını alan ancak her iki bilimden de bağımsız bir iktisat tarihi biliminin var<br />
olabileceğini düşünen iktisatçılar için ‘‘iktisat tarihçisi’’terimi kullanılmıştır.<br />
KURMUŞ’ a göre tarihçi iktisatçılar, iktisat bilimini tarih temeli üzerine kurmak için<br />
tarihçi yöntemi kullanırken iktisat tarihçileri aynı yöntemi iktisat tarihini bir bilim dalı<br />
olarak geliştirmek için kullanmışlardır. Ampirik bilimsel yöntem, teorilerin gerçekler<br />
üzerine kurulması ve öndeneyilerinin yine gerçekler karşısında sınanması gerektiğini<br />
savunur. Teorinin başlangıç noktası öncüllerin belirlenmesi ve sonuçların ampirik<br />
veriler yoluyla sınanmasıdır. Bu nedenle bilimsel yöntemde kullanılması gereken akıl<br />
yürütme biçimi tümevarım olabilir. İngiliz Tarihçi Okuluna göre, tarihi verilerden<br />
teorik öncüllerin elde edilmesi ve bu öncüllere dayalı olarak elde edilen teorilerin<br />
sonuçlarının gene bu veriler karşısında sınanması ‘‘Tarihçi Yöntemdir.’’ İngiliz<br />
Arş. Gör., Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi, Biga İİBF<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
234<br />
Bir Bilim Olarak İktisat Tarihinin Doğuşu<br />
Tarihçi Okulu tümevarımı temel bilimsel yöntem olarak kabul etmiş, bilimsel olmanın<br />
kıstasını açıklama gücü olarak kabul etmiştir.<br />
‘‘İktisat Tarihi Kapsam, Tanım ve Sorunlar’’ başlıklı ikinci bölüm sekiz alt<br />
başlıktan oluşmaktadır. ‘‘İktisat Tarihinin Günümüzdeki Durumu’’ adlı birinci alt<br />
başlıktan özellikle Anglo-Sakson ülkelerinde iktisat tarihi kürsüleri veya<br />
bölümlerinde lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde eğitim, öğretim ve araştırma<br />
yapıldığını öğreniyoruz. Ülkemizde de Ankara ve İstanbul Üniversitelerinde iktisat<br />
tarihi kürsüleri bulunmaktadır. Ayrıca İstanbul Üniversitesi’nde bir de İktisat Tarihi<br />
Enstitüsü vardır. Eğitim ve öğretim açısından bakıldığında iktisat tarihinin ne kadar<br />
gelişmiş bir disiplin olduğu anlaşılmaktadır. Diğer alt başlıklarda ise iktisat tarihini<br />
tanımlamada karşılaşılan güçlükler, iktisat tarihinin tarih ve iktisat ile ilişkileri gibi<br />
konular üzerinde durulmuştur. KURMUŞ, iktisat tarihinin, tarih ve iktisat<br />
disiplinlerinin dalları arasında en ileri disiplin olduğunu belirtmektedir.<br />
‘‘İktisat Tarihini Tanımlamada Karşılaşılan Güçlükler’’ alt başlığında iktisat<br />
tarihine katkısı bulunmuş çeşitli iktisatçıların tanımlarına yer verilmiştir. L.L. Price’a<br />
göre tarihsel olaylar tek bir nedenin değil bir nedenler demetinin sonucunda ortaya<br />
çıkar. Nedenler demeti de sonuçta sonuçlar dizisi oluşturur. Dolayısıyla iktisat<br />
tarihinde tekil olaylar ve kişiler yoktur. İktisat tarihi, yavaş ama karşı konulmaz<br />
güçlerin eğilim ve yönleriyle uğraşır. Unwin’e göre iktisat tarihi, yazılı tarih süresince<br />
insanların içinde bulunduğu iktisadi koşulların araştırılmasıdır. Gras’ın literatür<br />
taramasından çıkardığı iktisat tarihi tanımı nedenselliğe özel bir yer vermektedir:<br />
İktisat tarihi, iktisadi olayları zaman içinde sıralar, bu sıralamalarda neden sonuç<br />
ilişkilerini ortaya çıkarır ve tarihteki o iktisadi olayların neden meydana geldiğini<br />
açıklar. Farklı tanımlamalar bize iktisat tarihi disiplininin tanımı konusunda tanım<br />
yapmanın, görüş birliğine varmanın güçlüğünü göstermektedir.<br />
İktisat tarihinin iktisat ve tarih bilimleri ile ilişkilerini irdeleyen bir diğer alt<br />
başlıkta ise iktisat tarihi ile iktisat teorisi ve yöntemi arasında etkileşimin tek yönlü<br />
olduğu belirtilmektedir. Bu tek yönlü süreçte iktisat tarihi ‘‘etkilenen’’ iktisat teorisi<br />
de ‘‘etkileyen’’dir. Çalışma konusunun sınırlandığı zaman aralığı ‘‘İktisat Tarihinin<br />
Başlangıcı’’isimli alt başlıkta belirtilmiştir. Başlangıç dönemi 1830’lardan 1870’lere<br />
kadar olan süreyi kapsayacak şekilde tanımlanmış olup araştırma konusunu diğer<br />
ucundan sınırlayan tarih olarak 1901 yılı seçilmiştir.<br />
Üçüncü bölüm ‘‘Politik İktisadın Bunalım Dönemi’’başlığını taşımaktadır.<br />
Bu bölümde Klasik Okul ve Rikardo Okul’un kimlerden oluştuğu tanımlanmıştır.<br />
Genel anlamda Klasik İktisadın dar anlamda Rikardo İktisadının son bunalım<br />
aşamasının başlangıç noktası olarak 1869 yılında Mill’in ücret fonu teorisini<br />
reddetmesi olarak alınmıştır. Bu bağlamda ücret fonu teorisinin tarihsel gelişimi,<br />
Mill’in ücret fonu teorisini reddi, reddin sonuçları irdelenmiştir. Politik iktisat<br />
eleştirel bir bakış açısı ile incelenmiştir.<br />
Ücret fonu teorisi ortalama ücretlerin kısa dönemde nasıl belirlendiğini<br />
açıklamak amacıyla geliştirilen bir çözümleme aracıdır. Ücret fonu teorisi basit bir<br />
önermeyi içerir: ortalama ücret oranı, kısa dönemde, ücretlerin ödenmesi için ayrılmış<br />
sabit bir miktar sermaye malının toplam işçi sayısına bölünmesiyle elde edilir. Ücret<br />
fonu teorisinin İngiliz Klasik İktisadındaki başlangıcı Adam SMITH’dir. ‘‘işçinin<br />
idamesini sağlamaya ayrılan fonlar’’ ve ‘‘ücretlerin ödenmesi için ayrılan<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kitap Tahlilleri<br />
235<br />
fonlar’’deyimleri ilk kez A.SMITH tarafından kullanılmıştır. Ücret fonu teorisinin bu<br />
basit biçimi değişikliğe uğramadan Ricardo’ya kadar gelmiştir. Ücret fonu teorisi<br />
sınırları içinde kısa dönem ücret dalgalanmalarını inceleyen ilk kişi Torrens’tır.<br />
Torrens ücretlerin uzun dönemde geçimlik düzeyde belirleneceğini dolayısıyla ücret<br />
düzeyinin sabit varsayılabileceğini kabul ediyordu. Ancak kısa dönemde ücretlerin<br />
belirlenmesi ücret ödemeleri amacıyla ayrılan sermayenin miktarı ve toplam işçi<br />
sayısı arasındaki orana göre oluyordu. Nüfusun sermayeden hızlı artacağını, ücretlerin<br />
yükseleceğini ve çalışanların yaşam düzeylerinin yükseltilmesi için gösterilecek<br />
çabaların boşa gideceğini savunan Mill’e karşı ilk eleştiri Torrens’tan gelmiştir.<br />
Torrens’a göre işçi sınıfının yaşam koşulları, kolayca gözlenebilecek şekilde,<br />
iyileştirmektedir bu da nüfusun sermayeden daha hızlı artmadığının kesin kanıtıdır.<br />
Ücretleri düşürmek için kurulan işveren sendikaları ve ücretleri yükseltmek için<br />
kurulan işçi sendikalarının hangi koşullarda başarılı olacaklarını ülkenin dış pazarlarla<br />
olan ilişki derecesine bağlı olarak inceleyen Torrens Klasik İktisatçılar arasında<br />
ücretlerin işçi sendikaları aracılığıyla arttırılabileceği sonucunu ortaya koyan ilk ve<br />
tek iktisatçıdır. Thornton’un ücret fonu teorisini eleştirirken ücretlerin sermayeden<br />
ödendiği konusunda hiçbir itirazı yoktur. Temel eleştiri noktası ise ücret fonunun ürün<br />
olarak kabul edilmesidir. Thornton’ a göre ücret fonu parasal kaynaklardan oluşur<br />
dolayısıyla sabit olamaz. Mill ücret fonu teorisine ilişkin olarak çok eleştiri almış ve<br />
sonunda 1869 yılında uzunca bir süre savunduğu ücret fonu teorisini reddetmiştir.<br />
Böylece Klasik İktisadın temel taşlarından biri artık ortadan kalkmıştır.<br />
Politik iktisadın profesyonelleşmesi adlı alt başlıkta bağımsız politik iktisat<br />
kürsülerinin kuruluşunun doğa bilimcileri, felsefeciler, mantıkçılar ve dilbilimciler<br />
arasında geçen uzun bir mücadele sonunda oluştuğu belirtilmektedir.1825 yılında<br />
Oxford Üniversitesi’nde kurulan Drummond Kürsüsü bunun ilk örneğidir.19.yüzyılda<br />
üniversitelerin eski mezunlarından sağladıkları bağışlar ve kurulan vakıfların gelirleri<br />
en önemli gelir kaynaklarıydı. Bu bağışları yapan kişiler ve vakıf kurucularının büyük<br />
bir çoğunluğu ise toprak sahipleriydi. Klasik İktisadın toprak rantına bakışı ise toprak<br />
sahiplerini memnun edecek nitelikte olmadığından böyle bir görüşün egemen olduğu<br />
dönemde bu görüşleri öğretecek ve yayacak kürsülerin kurulması kolay olmamıştır.<br />
Politik iktisat öğreniminin giderek yaygınlaşması ve büyük ilgi görmesi önemli<br />
gelişmelere yol açmıştır.19.yüzyılın ilk yarısında büyük bir okuyucu kitlesine sahip<br />
olan dergilerin hemen hemen tüm yazarları amatör iken formel iktisat eğitimi görmüş<br />
üniversite mezunlarının sayısının artması bu tür yayınların giderek piyasadan<br />
çekilmesini sağlamıştır.<br />
‘‘Politik İktisadın Yöntemi ve Rikardo Okulu’’ başlıklı dördüncü bölümde<br />
yöntem sözcüğünün tanımıyla giriş yapılmaktadır. Yöntem sözcüğü kitapta genel<br />
kabul görmüş şekliyle amaca ulaşmak için izlenen yol ve tekniklerin incelenmesi<br />
anlamında kullanılmıştır. Klasik İktisatçılar ve özellikle Rikardo Okulu gerçekliği<br />
açıklamak için tümdengelim yöntemini kullanmışlardır. Tümdengelim yönteminde<br />
genellemelerden yola çıkılarak özel durumlar bu genelin bir parçası olarak incelenir.<br />
Tarihçi okul ise, gerek Almanya’da gerekse İngiltere’de tümevarım yöntemini<br />
benimsemişlerdir. Tümevarım yönteminde ise özel durumların incelenmesinden<br />
genele ulaşma amaçlanır.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
236<br />
Bir Bilim Olarak İktisat Tarihinin Doğuşu<br />
Politik iktisatta teori ve uygulama ayrımı konusunda Senior ve Cairnes’in<br />
görüşlerine yer verilmiştir. Senior’a göre politik iktisat, iktisadi sorunlar hakkında<br />
tümdengelim yoluyla genel ilkeler elde eden bir uğraştı. Bu ilkelerin doğruluğu ya da<br />
her koşulda uygulanabilir oldukları hakkında iktisatçının öneri yapma hakkı yoktur.<br />
İktisatçının görevi genel ilkeleri ortaya koymaktı. Bu ilkelerin uygulanabilirliği<br />
hakkında karar verme yetkisi hükümet etme sanatınındı. Cairnes de, Senior gibi,<br />
iktisadi ilkelerin gerçek hayatta uygulanması konusunda iktisatçının hiçbir rolünün<br />
olmaması gerektiğini savunmaktaydı. Politik iktisat ve iktisatçı tarafsızdı. Çünkü<br />
bilimin amacı ve uğraş alanı genel ilkeleri ortaya koymak, hangi nedenlerin hangi<br />
sonuçları doğurduğunu saptamaktı.<br />
‘‘Tümevarım Yöntemi ve İngiliz Tarihçi Okulu’’ adlı<br />
bölümün‘‘Tümdengelimci Oxford’a Karşı Tümevarımcı Cambridge’’ alt başlığında<br />
politik iktisadın kullanması gereken yöntemin ne olduğuna dair üç ayrı yöntem<br />
savunan üç ayrı gruptan söz edilmiştir. Birinci grup risaleciler ( Newman, Pusey,<br />
Keble gibi din bilimcileri), ikinci grup noetics ( Oxford Üniversitesinde toplanan din<br />
bilimciler, felsefeciler ve mantıkçılar.), üçüncü grubu Cambridge Üniversitesi doğa<br />
bilimcileri oluşturuyordu. Politik iktisatta tümdengelimci Oxford’a karşı tümevarımı<br />
savunan Whewell savunduğu yöntemin politik iktisada nasıl uygulanacağını gösteren<br />
bir örnek sunmamıştır. Bu örneği ilk veren kişi Whewell’ın yakın arkadaşı Richard<br />
Jones olmuştur.<br />
Londra Üniversitesi King’s College’da 1833 yılında kurulan politik iktisat<br />
kürsüsüne seçilen ilk Profesör Richard Jones’tur. Jones tümevarımı tek ve doğru<br />
bilimsel yöntem kabul etmektedir. Rikardo Okulu’nun doktrinlerinin<br />
‘‘kozmopoliten’’ ve mutlak olduğu iddialarına karşı çıkan ilk İngiliz iktisatçının da<br />
Jones olduğu belirtilmektedir.<br />
‘‘Augusto COMTE ve Pozitivizm’’ alt başlığında, Comte’un politik iktisadın<br />
durgunluk dönemine girmesinin nedenlerine ilişkin düşüncelerine yer verilmiştir.<br />
Pozitif felsefenin kurucusu olan Comte insan düşüncesinin tarihi gelişimini başlangıç<br />
noktası olarak almıştır. Comte göre insan düşüncesi ve bilgi edinme süreci teolojik,<br />
metafizik ve pozitif evrelerden geçiyordu. Görüngülerin nedeni teolojik evrede<br />
tanrısal irade, metafizik evrede metafizik soyutlama, son aşama olan pozitif evrede ise<br />
bilimsel gerçekler ile açıklanıyordu. Comte’a göre, insan düşüncesinin bu üç aşamalı<br />
gelişimi bilime de yansımaktadır ve en basit bilim olan matematikten en gelişmiş<br />
bilim olan sosyolojiye kadar bir hiyerarşi ortaya çıkmaktadır. <strong>Bilimleri</strong>n eriştiği son<br />
aşama pozitif aşama üzerine inşa edildiği için bu felsefe sistemi pozitivizm olarak<br />
isimlendirilmektedir. Toplumsal görüngüleri açıklama gayesinde olan sosyoloji de<br />
bütün bilimlerden daha karmaşıktı. Toplumsal olaylar birçok yönden birbirine bağlı<br />
oldukları için toplumun çeşitli yönlerini tek başına incelemek akılcı değildi. Örneğin<br />
güncel iktisadi olaylar geçmiş veya güncel entelektüel, ahlaki ve politik gelişmelerden<br />
bağımsız olarak incelenemezdi. Politik iktisadın durgunluk dönemine girmesinin<br />
nedeni, politik iktisadın sosyolojiden koparılmış olmasıydı.<br />
‘‘Tarihçi Okulun Etkili Olma Dönemi’’ başlığını taşıyan altıncı bölümde<br />
19.yüzyılın son çeyreğinde Klasik İktisadı farklı açılardan eleştiren iki okul arasında<br />
mücadelenin olduğu belirtilmektedir. Klasik İktisadın geçirdiği bunalım dönemi ve<br />
ardından gelen çöküş yılları farklı görüşlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kitap Tahlilleri<br />
237<br />
görüşlerden birincisi tümevarımcı görüştür. Bu akımı temsil edenler Almanya’da<br />
Schmoller ve izleyicileri İngiltere’de ise İngiliz Tarihçi Okulu’dur. Bu akımın rakibi<br />
ise öznel marjinalist görüştür. Bu görüş ise Jevons ve Menger tarafından temsil<br />
edilmektedir.<br />
‘‘Jevons ve Tarihçi Görüş’’ adlı alt başlıkta Jevons’un istatistikî veriler<br />
kullanarak bu veriler doğrultusunda sonuçlar çıkarma çabasında olduğu, tarihçi<br />
görüşe yakınlık duyduğu ifade edilmiştir. Jevons ampirik çalışmaların önemini<br />
kavramış, akademik ve bilimsel çevrelerde sağlam bir yer kazanabilmeyi ampirik<br />
araştırmalar ile ilişkilendirmiştir. Tümevarım yöntemi ve tarihçi görüş konularında<br />
olumlu görüşlere sahip olan Jevons tarihçi okula bir konuda karşı çıkmaktadır ki buda<br />
tümdengelim yönteminin politik iktisatta temel yöntem olmasıdır. Jevons’un önerisi<br />
aşırı soyut tümdengelim ile ampirik tümevarım arasında uzlaşmacı bir yoldur. Bu<br />
uzlaşma önerisi Tarihçi Okul açısından önemlidir çünkü Politik İktisadın alt<br />
dallarından birisi tarihçi yönteme ilk kez sahip olabilecektir. Ancak Jevons’un soyut<br />
teori yolunda hızla ilerlemesi, Ingram’ın Jevons’un tarihçi yöntemi eksik ve yanlış<br />
anladığını ileri sürmesi nedenleriyle Jevons ile tarihçi okul arasında meydana<br />
gelebilecek yakınlaşma imkânsız hale gelmiştir.<br />
Bu bölümde Menger ve Schmoller’in politik iktisadın bilimsel yönteminin ne<br />
olması gerektiği konusundaki tartışmalarına da yer verilmiştir. Politik İktisadın<br />
soyutlamalar üzerine kurulmuş olduğu görüşüne dayanarak Schmoller, Politik<br />
İktisadın varolduğu biçimiyle hiçbir yararı olmayan bir uğraş olduğunu düşünüyordu.<br />
Schmoller’e göre iktisatçıların görevi ampirik veriler toplamak olmalıydı. iktisat<br />
teorisinin yerine de ampirik çalışmalar ikame edilmeliydi. Schmoller ve izleyicileri<br />
iktisat teorisini yeniden kurmak amacıyla veri toplama konusunda kapsamlı bir<br />
çalışma başlatmışlardı. Sonuçta elde edilen bilgi kümesinin iktisat biliminin yeniden<br />
kurulmasına katkısı olup olmadığı saptanamadan Menger’in saldırısı başlamıştır.<br />
Menger’e göre gerçekliğin bilimsel olarak açıklanması her şeyden önce teorik<br />
düzeyde başarılabilirdi. Menger, mikro düzeyde araştırmalar yapılmasının önemli<br />
olduğunu bu araştırmalarda kullanılacak yöntemin ise teorik ve tümdengelimci<br />
yöntem olduğunu savunmaktaydı. Menger ve Schmoller, uzunca bir süre bilimsel<br />
yöntemin ne olması gerektiği konusunda tartıştıktan sonra, isteksizce bile olsa diğer<br />
yöntemin de bilimsel olduğunu kabul etmişlerdir.<br />
Tarihçi okul ve Marshall alt başlığından Marshall’ın Alman Tarihçi Okuluna<br />
karşı derin bir saygı duyduğunu öğreniyoruz. Alman Tarihçi Okulunun tarihi verileri<br />
toplamak ve yayınlamakta gösterdikleri yetkinlik Marshall üzerinde olumlu bir etki<br />
yapmaktaydı. Marshall’ın tarihçi yöntemle ilgili ilk yazılı gözlemleri Cambridge<br />
Üniversitesi politik iktisat profesörlüğüne seçildiği zaman yaptığı konuşmada yer<br />
almaktadır.<br />
Bu bölümün son alt başlığında Arnold TOYNBEE’nin sanayi devrimi ve<br />
serbest rekabet sistemine ilişkin görüşlerine de yer verilmiştir. Toynbee’ye göre,<br />
serbest rekabet mekanizmasının kaynak dağılımını etkin bir biçimde gerçekleştirme<br />
işlevi unutulmuştur. Serbest rekabet varolma mücadelesi ile özdeşleştirilmiştir. Bu<br />
yanlış algıma toplumlara zarar vermektedir. Toynbee özellikle serbest rekabetin<br />
kendine değil İngiltere’de gerçekleştirilme biçimine karşıydı. Serbest rekabetin<br />
İngiltere’ye en büyük zararı verdiği dönem ise sanayi devrimi dönemiydi.1760–1820<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
238<br />
Bir Bilim Olarak İktisat Tarihinin Doğuşu<br />
yılları arasında İngiliz tarım ve sanayinin geçirdiği köklü değişiklikleri sanayi devrimi<br />
alarak ilk kez isimlendiren Toynbee’dir. Toynbee bu dönemde tarım ve sanayi<br />
üretiminin hızla arttığını, üretkenliğin yükseldiğini, sabit sermaye yatırımlarında<br />
görülmemiş bir yükselişin meydana geldiğini ilk defa göstermiştir. Bu niceliksel<br />
değişikliklere bakıldığında sanayi devriminin topluma çok şey kazandırdığı ifade eden<br />
Toynbee madalyonun diğer yüzüne bakıldığında sanayi devriminin büyük bir felaket<br />
olduğunu ileri sürmektedir.<br />
Marshall’ın öznel marjinalist yaklaşımın ve tümdengelim yönteminin en<br />
önde gelen savunucusu ve uygulayıcısı olduğu, Leone LEVI tarafından serbest ticaret<br />
konusunda tarihçi görüşün doğruluğunun ilk kez sınandığını, Toynbee’nin sanayi<br />
devrimi döneminin ilk bilimsel incelemesini gerçekleştirdiği bu bölümde<br />
belirtilmiştir.<br />
İktisat tarihçisi ve İngiliz milliyetçisi William CUNNINGHAM’ın politik<br />
iktisat ve iktisat tarihi konularındaki görüş ve düşüncelerine kitabın yedinci<br />
bölümünde yer verilmiştir. Cunnıngham, varsayımlardan türetilecek kuralların ancak<br />
bu varsayımlar sağlandığında geçerli olabileceğini bu nedenle iktisat politikalarının<br />
belirlenmesinde pratik bir değer taşımayacaklarına inanıyordu. politik iktisatta<br />
ampirik çalışmalara daha çok yer verilemesi gerektiğini düşünen Cunnıngham, politik<br />
iktisadın temel görevinin çözüm bekleyen güncel iktisadi ve toplumsal sorunlara<br />
pratik çareler önermek olduğu düşüncesindeydi. ampirizm yanlısı olan Cunnıngham<br />
politik iktisadın ampirik gözlemlere ne kadar çok önem verirse gerçek koşullara<br />
uygun politikaların yol göstericiliğinin artacağını düşünmekteydi. Cunnıngham politik<br />
iktisadın saf teori, uygulamalı iktisat ve iktisat tarihi dallarına ayrılması taraftarıydı.<br />
Cunnıngham’a göre bir teori toplum hayatındaki değişikliklere bağlı olarak<br />
geçerli iken geçersiz hale gelebilir. bu önermeyi ampirik olarak sınamak için<br />
Cunnıngham merkantilizm dönemini seçmiştir ve amacı bulyonist politikanın<br />
gerçeklerini ortadan kaldıran gelişmelerin merkantilist doktrini de nasıl değiştirdiğini<br />
göstermektir.16.yüzyılın sonları 17.yüzyılın ilk yarılarında kredi ve bankacılığın<br />
gelişmesi, gelişmiş borç bulma mekanizmalarının ortaya çıkması, elizabeth’in yabancı<br />
bankalardan, Londra tüccarlarından aldığı yüksek miktarda borçlar bulyonist görüşü<br />
sona sürüklemiştir. Cunnıngham’ın iktisadi görüş açısıyla iktisat tarihi ‘‘özel bir grup<br />
olgunun incelenmesi değil, bir ulusun tarihindeki bütün olguların özel bir bakış<br />
açısından incelenmesidir.’’<br />
Kitabın sekizinci bölümünde ilk akademik iktisat tarihçisi J.ASHLEY’in<br />
akademik hayatı incelenmiştir. Ashley’nin akademik hayatının iki ayrı dönemde<br />
incelenebileceği belirtilmiştir. Birinci dönem ashley’nin iktisat tarihi yöntemi ve<br />
ortaçağ iktisat tarihi konularında önemli eserlerini verdiği 1888 yılından 1901 yılına<br />
kadar olan süredir. Bu dönem ashley’nin iktisat tarihçiliği dönemdir. İkinci dönem ise<br />
1901 yılından 1927 yılına kadar geçen süredir bu dönemde ise Ashley uygulamalı<br />
iktisatçıdır. Ashley, İlk dönemde öğrendiklerini ve öğrettiklerini ikinci dönemde<br />
somut sorunlara uygulamıştır.<br />
Ashley, Balliol College’da öğrenci iken Toynbee’nin sanayi devrimi konulu<br />
derslerine devam etmiş ve bu derslerde kazandığı en önemli bilginin ‘‘tarihçi<br />
yöntemin önemini’’ kavramak olduğunu ifade etmiştir. Toynbee Ashley’e Cliffe,<br />
Leslie ve Alman Tarihçi Okulu üyelerinin kitaplarını okumayı önermiş ve bu öneri<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Kitap Tahlilleri<br />
239<br />
Ashley’nin bilimsel hayatında önemli rol oynamıştır. Ashley’nin düşüncelerini<br />
etkileyen ikinci kişi Schmoller’dir. Ashley Schmoller’e ithaf ettiği kitabında<br />
Schmoller’in kendisi üzerine etkisini şöyle ifade etmektedir: ‘‘sizin teşvikinizle…<br />
Tarihçi olmayı reddetmeden iktisatçı oldum.’’ Ashley’i etkileyen üçüncü kişi ise<br />
William Stubbs’dır. KURMUŞ, Stubbs’ın Ashley üzerindeki etkisini ve bu etkinin<br />
önemini anlamak için tarih felsefesi ve tarih disiplininin 19.yüzyılda geçirdiği<br />
süreçleri kısaca ‘‘Tarih, Tarih Felsefesi ve Stubbs’ın Oxford Okulu’’ adlı alt başlıkta<br />
incelemiştir.1866 yılında Stubbs’ın Oxford Üniversitesi kraliyet modern tarih kürsüsü<br />
profesörlüğüne atanmasıyla İngiltere’de tarih araştırmaları ve tarih yazıcılığı yeni bir<br />
döneme girmiştir. İngiliz arşiv belgeleri sistematik ve eleştirel bir biçimde<br />
değerlendirildi. Belki de bu sebeple Oxford Okulu Stubbs Okulu olarak<br />
isimlendirilmektedir. Ashley, Toynbee’den tarihçi yöntemin, Schmoller’den iktisat<br />
tarihinin, Stubbs’dan ise belgelere dayanan araştırmaların önemini öğrenmiştir.<br />
Ashley ortaçağ iktisat tarihi konusunda en büyük otoritelerden biridir.<br />
Ortaçağ iktisat tarihi ile ilgili tüm kitaplar fiyatlandırma uygulamalarının hakça fiyat<br />
kavramından kaynaklandığı konusunda görüş birliği içindedirler. Bu görüşe göre,<br />
ortaçağ Avrupa toplumunda hakça fiyat toplumsal hiyerarşi kavramı ile yakından<br />
ilişkilidir. Hakça fiyat, bireylerin iktisadi durumlarını değiştirmeden tutmanın en<br />
önemli aracıdır. Satılan mallar üzerine konulan fiyat ya da hizmet karşılığı alınan<br />
ücret malı satanın veya hizmeti yapanın toplum içindeki konumunu koruyacak<br />
düzeyde belirlenmelidir. Statükonun değişmesine neden olacak bir fiyat arzulanmaz.<br />
İngilizce iktisat literatürüne toplumsal hiyerarşi ve hakça fiyat arasındaki ilişki ilk kez<br />
Ashley tarafından geçirilmiştir.<br />
‘‘Bağımsız bir bilim dalı olarak iktisat tarihi’’alt başlığında iktisat tarihinin<br />
iktisat ve tarihten bağımsız bir bilim dalı olarak kabul edilişi anlatılıyor. İktisat<br />
tarihinin bağımsız bir bilim dalı olduğunun ilk göstergesi 1892 yılında Harvard<br />
Üniversitesi’nde kurulan iktisat tarihi kürsüsüdür. Dünya’da ilk örneği oluşturan bu<br />
kürsü Ashley için özel yaratılmıştı. Ashley’ e göre, hareket noktası toplumların<br />
gelişme yön ve hızlarının belirlenmesi olan iktisat tarihi dünü bugüne bağlayan bir<br />
köprüdür.<br />
‘‘Sonuç’’ başlığını taşıyan dokuzuncu bölümde iktisat tarihi, Klasik İktisada<br />
karşı başlatılan yerleşik teorilerin ve iktisadi politika uygulamalarının eleştirisiyle<br />
şekillenen bir başkaldırışın ürünü olarak ifade edilmiştir. Ücret fonu teorisinin reddi<br />
ile başlayan eleştiri dalgası, özel marjinalist akımın gelişmesi için uygun ortamın<br />
oluşmasını ve iktisat teorisini ampirik tarihi veriler üzerine yeniden kurma eğilimini<br />
güçlendirmiştir. Tarihçi başkaldırı Klasik İktisadın ve özellikle Ricardo Okulu’nun<br />
yöntem ve sonuçlarının eleştirilmesiyle başlamış Almanya’da Schmoller’in<br />
çalışmalarından esinlenerek 1870’li yıllarda Leslie ve Ingram’ın etkisiyle iktisat<br />
bilimini tümevarımcı temeller üzerine yeniden kurma mücadelesi başlamıştır. İngiliz<br />
Tarihçi Okulu üyeleri iktisat tarihi araştırmaları ve iktisat tarihinin akademik<br />
yönlerinin geliştirilmesi üzerine yoğunlaşmışlardır. İngiliz Tarihçi Okulu’na<br />
güçlendiren önemli unsur ise Jevons, Marshall ve Neville Keynes’in uzlaşmacı<br />
tutumları olmuştur. klasik ilkeler istatistikçiler tarafından ampirik biçimde sınanmaya<br />
başlayınca tarihçi görüşün savunduğu ilkeler hayata geçirilmiştir.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
KATILIMCILIK VE KALKINMA EKSENİNDE<br />
YEREL SOSYAL POLİTİKALAR<br />
Ali SEYYAR – Oral DEMİR, KAM Yayınları, Birinci Baskı, Ağustos 2008, 240<br />
sayfa, ISBN: 978-9944-936-30-9, Yayıncı Adresi: Kordonboyu, Ankara Caddesi,<br />
Akasya Sitesi, B Blok, Daire: 12, Kartal / İSTANBUL,<br />
Tel: 0 (216) 306 70 24 , Faks: 0 (216) 306 37 24<br />
Sanem BERKÜN<br />
Modern paradigmanın hakim değerleri arasında yer alan; ekonomik<br />
büyümenin zamanla sosyal refahta da iyileşme sağlayacağı ve teknolojik gelişme ile<br />
insanların daha adil koşullarda ve her anlamda daha kaliteli bir çevrede yaşam<br />
süreceği, beklentileri, öngörüldüğü gibi gerçekleşmemiş, sosyal ve ekonomik<br />
adalete, eş zamanlı olarak ulaşılamamıştır. Bu durum karşısında, çok boyutlu bir<br />
yaklaşımla değerlendirme yapma gerekliliği, akademik ve yönetsel çevrelerde<br />
anlaşılmış ve “İktisat”, “Sosyal Politika” ve “Siyaset Bilimi” arasında etkileşim<br />
giderek yoğunluk kazanmıştır. Özellikle; demokrasi, yerel yönetimler, kalkınma,<br />
katılım, yönetişim, sosyal siyaset, yerel sosyal politikalar ve sosyal belediyecilik gibi<br />
kavramların birbirleriyle olan ilişkileri, 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra akademik<br />
tartışmalara ve yeni açılımlara yol açtığı gibi siyasi dünyamızın ve sosyal hayatımızın<br />
da önemli bir parçası haline gelmiştir. Yazarları tarafından, işte bu gelişmelere vurgu<br />
yapmak amacı ile hazırlanan kitap kabul edilen bir yüksek lisans tezinin sosyal<br />
politikalar ile zenginleştirilmiş haldir.<br />
Ali SEYYAR ve Oral DEMİR, tarafından kaleme alınan çalışma, multi<br />
disipliner bir boyuta sahip olması dolayısıyla, sosyal bilimlerin değişik alanlarında<br />
öğrenim gören öğrencilerin yanı sıra, akademisyenler, STK temsilcileri, bürokratlar<br />
ve (yerel) yöneticilerin de yararlanabileceği bir kaynak olmayı hedeflemekte ve<br />
bununla beraber ,Yerel Gündem 21 programını uygulayan Belediyelerdeki meclis<br />
üyelerine başvuru kitabı olma amacı taşımaktadır. Katılımcılık ve Kalkınma<br />
Ekseninde YEREL SOSYAL POLİTİKALAR adlı kitap, altı bölümden oluşmaktadır.<br />
Kitabın ilk bölümü, “Avrupa’ da ve Türkiye’de Siyasi ve İdari Boyutuyla<br />
Yerel Yönetimler” başlığını taşımaktadır. Bölüm içerisinde öncelikle; Siyaset, Yerel<br />
Siyaset ve Yerinden Yönetim ile ilgili gerekli kavramsal altyapı oluşturulmuş ve<br />
Avrupa Birliği Boyutuyla Yerel Yönetimler irdelenmiştir. Avrupa Konseyi ve Yerel<br />
Yönetimler Özerklik Şartı ve Özerklik Şartı’nın Türkiye açısından<br />
değerlendirilmesine yer verilen bölümde, son olarak Türkiye’de Yerel Yönetimler ve<br />
Yerel Yönetimler Alanında Yapılan Reform Çalışmaları’na değinilmiştir.<br />
Arş. Gör., Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi, Biga İİBF<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
242<br />
Katılımcılık ve Kalkınma Ekseninde Yerel Sosyal Politikalar<br />
“Yerel Boyutlu Katılımcı Demokrasi” başlığını taşıyan ikinci bölümde,<br />
günümüzde katılımın önemi ve gerekliliği üzerinde durulduktan sonra, yönetime<br />
katılımdan ne anlaşılması gerektiği ve halkın yönetime katılımına katkı sağlayan<br />
mekanizmaların neler olduğu soruları yanıtlanmıştır. Ayrıca Türkiye’de yerel<br />
yönetimlerde katılımcı demokrasi ve ülkemizde katılımcı demokrasinin önündeki<br />
engellerin neler olduğuna da bu bölüm içerisinde değinilmiştir.<br />
Kitabın üçüncü bölümü, “Yerel Boyutlu Kalkınma Stratejileri” başlığını<br />
taşımaktadır. Bu bölümde, kalkınma kavramının tarihi süreç içindeki açılımlarının<br />
yanında, yerel kalkınmanın boyutları (fiziki, iktisadi, sosyal, siyasi, kültürel ve<br />
manevi) da ayrıntılı bir biçimde irdelenmiştir<br />
“Katılım ve Kalkınma Boyutlu Yerel Sosyal Politikalar” başlığını taşıyan<br />
dördüncü bölümde, Merkezi ve Yerel Yönetim Boyutuyla Sosyal Politika<br />
uygulamalarına değinildikten sonra, Yerel Siyasetin Temel Sosyal Politika Görevleri<br />
başlıklar halinde incelenmiştir. Bunun yanında, eleştirel bir perspektifle, ülkemizde<br />
yerel sosyal politikalar değerlendirilmiş ve bu çerçevede belediyelerin sosyal<br />
harcamaları ve sosyal yardım uygulamalarına değinilmiştir. Yerel sosyal politika<br />
alanında yaşanan koordinasyon eksikliği ve yerel aktörlerin sosyal politikaları amaç<br />
dışı kullanımı da üzerinde durulan sorunlar arasındadır. Son olarak bu sorunlara<br />
yönelik çözüm önerilerini içeren yerel sosyal politikalara dönük yeni açılımlar<br />
sunulmuştur. “Dezavantajlı Gruplara Yönelik Yerel Sosyal Politikalar” başlığını<br />
taşıyan beşinci bölümde ise, özürlü ve yaşlılara dönük yerel sosyal politikalar detaylı<br />
olarak irdelenmiştir.<br />
Altıncı ve son bölüm, “Türkiye’de Katılım ve Kalkınma Odaklı Bir Sosyal<br />
Politika Aracı Olarak Yerel Gündem 21” olarak isimlendirilmiştir. SEYYAR ve<br />
DEMİR’e göre, gerek yerel siyasette katılımın sağlanması, gerekse kalkınmanın ve<br />
refahın oluşması için pozitif etki sağlayan, Yerel Gündem 21 programı, sosyal<br />
politika enstrümanlarıyla hem sürdürülebilir kalkınmayı amaçlamakta, hem de<br />
yönetişim anlayışını felsefesinde barındırmaktadır. Yerel Gündem 21, yerel sosyal<br />
politika aktörlerini belediyeler ile birlikte en verimli bir şekilde faaliyete geçirmeye<br />
çalışmaktadır.<br />
Merkezden yönetimin hakim, yerel yönetimlerin gelişmiş ülkelerle<br />
karşılaştırıldığında oldukça güçsüz ve ciddi problemlere sahip olduğu ülkemizde,<br />
merkezi yönetim ve yerel yönetimler arasındaki görev ve yetki paylaşımında yerel<br />
olana öncelik verilmesi amacıyla yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve<br />
özerkleştirilmesi çalışmaları sürmektedir. Bu amaçla bir yandan yerel olanın<br />
güçlenmesini mümkün kılan ve halkın yerel düzeyde yönetime katılımını teşvik eden<br />
yasal düzenlemelere, öte yandan bu yeni yasal düzenlemelere kolayca adaptasyon<br />
sağlayacak, halkın artan ihtiyaç, istek ve beklentilerini nicelik ve niteliksel olarak<br />
yükselterek karşılayacak çağdaş yönetim teknikleri ve yerel sosyal politikalara<br />
ihtiyaç duyulmaktadır. Bu doğrultuda, yazarları tarafından açık, yalın ve anlaşılır bir<br />
üslupla kaleme alınan kitap, yerel sosyal politikalar alanında ülkemizde literatürde<br />
bulunan boşluğu doldurma adına özgün bir nitelik taşımaktadır.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
YAZARLAR İÇİN BİLGİ NOTU /<br />
Notes For Contributors
245<br />
YAZARLAR İÇİN BİLGİ NOTU<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (YBD) çalışmanın teslimi anında başka bir yayın<br />
kuruluşu tarafından değerlendirmeye alınmamış bilimsel çalışmaları kabul eder.<br />
Çalışmalar mümkün olduğunca anlaşılır bir dilde, fakat bilimsel standartlar ve<br />
derginin koymuş olduğu kurallar göz önünde bulundurularak hazırlanmalıdır. Özel<br />
olarak talep edilmemiş çalışmalar yayınlansın veya yayınlanmasın iade edilmez. Bu<br />
nedenle gönderilen her çalışmanın yazarı tarafından bir örneğinin elde tutulması<br />
tavsiye edilir. YBD’ye yazı gönderen yazar(lar) kendisine telif ödenmeyeceğini kabul<br />
eder.<br />
Yayınlanmak üzere gönderilecek yazılar şu adrese gönderilmelidir: Yönetim<br />
<strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong>, Çanakkale <strong>Onsekiz</strong> <strong>Mart</strong> Üniversitesi, Prof. Dr. Ramazan AYDIN<br />
Yerleşkesi, Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, 17200, Biga, Çanakkale.<br />
E-posta: ybd@comu.edu.tr<br />
AMAÇ, KAPSAM, YÖNTEM<br />
YBD temelde ekonomi, işletme, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, çalışma<br />
ekonomisi, maliye ve benzeri alanlara ilişkin çalışmalara yer vermektedir. Ancak<br />
YBD disiplinlerarası bir anlayışı benimsediğinden bu alanları destekleyici disiplin,<br />
konu ve yaklaşımlara da yer verir. Tüm bu alanlarda yönetim ve örgütlenme derginin<br />
önem verdiği bir diğer konudur.<br />
YÖNELİMİ<br />
Ampirik (Görgül), kavramsal, analitik, sentezci, çıkarımsal, karşılaştırmalı<br />
çalışmalar ve yazılar.<br />
BÖLÜMLER<br />
YBD temel olarak üç kısımdan oluşmaktadır. İlk kısımda ‘Gündem’<br />
yazıları yer almaktadır. Gündem yazıları alanlarında en son gelişmeleri ve<br />
literatürdeki yenilikleri takip etmektedir. İkinci temel kısım ‘Makaleler’ kısmıdır. Bu<br />
kısımda belli kıstaslar dahilinde kaleme alınmış bilimsel çalışmalar yayınlanmaktadır.<br />
En son kısım ise kitap tahlilleri’den oluşmaktadır. YBD’de yayınlanan makaleler<br />
hakem sürecinden geçmektedir.<br />
TESLİM NORMLARI<br />
Yazarlar editör ve hakemler tarafından incelenmek üzere çalışmalarını dört<br />
kopya olarak göndermeli, bunun yanında çalışmanın hard disk kopyasını da<br />
eklemelidirler. Diskin üzerine yazının kayıt şeklinin açıkça belirtilmesi özellikle<br />
tavsiye edilir. Makale taslakları A4 (21.0 cm X 29.7 cm) kağıda bir buçuk ya da iki<br />
aralıklı olarak yazılmalı, kağıdın her iki tarafından yeterli miktarda boşluk ( 3 cm)<br />
bırakılmalıdır. Yazı karakteri olarak Times New Roman (12 punto) tercih<br />
edilmektedir. Yazı sağ ve soldan bloklanmış olmalıdır. Bu özellikler sadece ana yazı<br />
için değil dipnot, son not ve her türlü ekler için de geçerlidir. Sayfalar sıralı bir<br />
şekilde numaralandırılmalı, kağıdın sadece bir yüzü kullanılmalıdır.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
246<br />
YBD / JAS<br />
DİL<br />
YBD Türkçe ve İngilizce makaleleri yayınlamaktadır. Makalelerde sade ve<br />
anlaşılır bir dil kullanılmalıdır. Yabancı terimler yerine, yerleşmiş Türkçe karşılıkları<br />
kullanılmalıdır.<br />
KAPAK SAYFASI VE ÖZET SAYFASI<br />
Çalışmanın kapağında yazarın tam adı, unvanı, kurumu ve çalışmanın tam<br />
adı yer almalıdır. Uzun başlıklardan kaçınılmalıdır. Ayrıca iletişim adresi, telefon,<br />
faks ve e-posta adresleri de kapak sayfasında belirtilmelidir.<br />
İkinci sayfada çalışmanın Türkçe ve İngilizce başlığı, Türkçe ve İngilizce<br />
özeti (abstract) her biri 100’er kelimeyi geçmeyecek şekilde verilmelidir. Aynı<br />
sayfada toplam 10 kelimeyi geçmeyecek şekilde makalenin anahtar kelimeleri<br />
alfabetik olarak listelenmelidir. Ana metin üçüncü sayfadan başlamalıdır.<br />
BAŞLIKLAR<br />
Çalışmanın takibini zorlaştıracak başlık çeşitlerinden, gereksiz başlık<br />
numaralandırmalarından kaçınılmalıdır. Ana başlıklar büyük ve koyu (bold) şekilde<br />
yazılmalıdır. Makalelerde üç-dört ana başlık makul bir hedeftir. Alt başlıklar ana<br />
başlıkların içindeki birbirinden farklı kısımları göstermek için ilk harfleri büyük<br />
olacak şekilde ve yatık (italik) yazılabilir.<br />
EKLER VE TABLOLAR<br />
Ekler yazının uzunluğu ile orantılı olmalıdır. Ekler, metodolojik ayrıntıları ve<br />
ek bilgileri içermelidir. Tablolar gerekli hallerde ayrı bir dosyada ve<br />
numaralandırılmış olmalıdır. Ekler ve tablolar mümkün olduğunca en düşük düzeyde<br />
tutulmalı, sadece zorunlu hallerde kullanılmalıdır.<br />
KAYNAK KULLANIMI<br />
Kaynaklar metin içinde (Harward) veya dipnotta gösterilebilir. Metin içinde<br />
ve dipnotta gösterilen kaynaklar makalenin sonunda kaynakçada açıkça yazılmalıdır.<br />
Kaynak Kullanımı (Dipnot Biçiminde)<br />
Kitaplar İçin: Soyisim, İsim, (İtalik Olarak) Kitabın adı, Basım Yeri,<br />
Basımevi, Basım Yılı, Sayfa formatında dipnotlar hazırlanmalıdır. Aynı kaynağın<br />
tekrar kullanılması halinde; soyisim ve sayfa numarası verilmesi yeterli olacaktır.<br />
Aynı yazarın iki eserinden yararlanılması durumunda ikinci ve sonraki kullanımlarda<br />
yayım yılı da birlikte verilmelidir.<br />
Örnek:<br />
<br />
GÖZEN, Ramazan, Amerikan Kıskacında Dış Politika, Ankara: Liberte,<br />
2000, s. 85.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
Yazarlar İçin Bilgi Notu<br />
247<br />
<br />
BURCHILL, Scott ve LINKLATER, Andrew, Theories of International<br />
Relations, Londra: Macmillan Press, 1996, s. 65.<br />
Gözen, s. 86-87.<br />
A.S. Lee, ‘Integrating Pozitivist and Interpretive Approaches to<br />
Organizational Research’ Organization Science, No. 2, 1991, s. 342–345.<br />
<br />
D. E. Robinson, ‘Fashion Theory and Product Design’, Harvard Business<br />
Review, Cilt. 36, No. 6, 1958, s. 126–131.<br />
Robinson, s. 129.<br />
Kaynak Kullanımı (Metin İçinde & Harward)<br />
Örnek:<br />
(Gözen 2000: 85).<br />
(Burchill ve Linklater 1996: 90-91).<br />
<br />
<br />
Kaynakça<br />
GÖZEN, Ramazan, Amerikan Kıskacında Dış Politika, Ankara: Liberte,<br />
2000.<br />
BURCHILL, Scott ve LINKLATER, Andrew, Theories of International<br />
Relations, Londra: Macmillan Press, 1996.<br />
DEĞERLENDİRME SÜRECİ<br />
Değerlendirme süreci üç aşamadan oluşur ve tüm aşamalar gizli tutulur.<br />
Makale sahibinin talebi halinde çalışmanın hangi aşamada olduğu kendisine<br />
bildirilir. YBD, kabul ettiği makaleleri hemen ya da bir sonraki sayıda yayınlamak<br />
zorunda değildir. Ancak değerlendirme süreci ortalama 3-6 ay sürmektedir.<br />
1. Ön Değerlendirme<br />
Editör veya yayın kurulu, yazardan gelen çalışmayı değerlendirerek<br />
hakemlere göndermeye değer olup olmadığına karar verir. Çalışma hakemlere<br />
gönderilmeye değer bulunursa, editörün veya yayın kurulunun belirleyeceği iki veya<br />
üç hakeme, çalışmanın birer nüshası iletilir. Bu işlemler, ortalama 30 gün içinde<br />
tamamlanır.<br />
2. Hakem Değerlendirmesi<br />
Hakemler çalışmayı, Değerlendirme Rehberi’ndeki kıstasları dikkate alarak<br />
değerlendirir, raporlarını hazırlar ve editöre gönderirler. Bu aşamanın yaklaşık 90 gün<br />
sürmesi öngörülmektedir.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences
248<br />
YBD / JAS<br />
3. Son Değerlendirme<br />
Bu aşamada Editör için iki seçenek söz konusudur.<br />
<br />
Hakemlerden gelen raporları dikkate alarak, son değerlendirmeyi kendisi<br />
yapabilir ve yazara raporu ile birlikte hakem raporlarını 30 gün içinde<br />
gönderir. Veya,<br />
Çalışmanın bir nüshasıyla birlikte hakemlerden gelen raporları tayin<br />
edeceği bir yardımcı editöre gönderir ve son değerlendirmeyi yardımcı<br />
editörün yapmasını isteyebilir. Yardımcı editör, en fazla 30 gün içinde<br />
raporunu yazar ve hakem raporlarıyla birlikte editöre gönderir. Editör ise<br />
en fazla 15 gün içinde, yardımcı editörün ve hakemlerin raporlarını<br />
yazara iletir.<br />
Son değerlendirme sonucunda yazardan düzeltme istendiğinde, yazarın<br />
düzeltme yaparak gönderdiği yazılara, değerlendirme sürecinin tüm aşamaları yine<br />
uygulanır.<br />
Hakem süreci olumlu olarak tamamlanan yazıların yazarlarının basıma hazır<br />
halde aşağıdaki ölçütlere uygun bir örneği e-posta ile dergi editörlüğüne göndermeleri<br />
gerekmektedir.<br />
NOT:<br />
Yazarlar çalışmalarının yayınlanabilmesi için hakem kurulu ya da editör<br />
tarafından talep edilmesi halinde çalışmalarında en geç yedi güç içinde gerekli<br />
değişiklikleri yapmakla yükümlüdürler.<br />
YBD’de yayınlanmak üzere gönderilen yazıların yazarları kendilerine<br />
telif ödenmeyeceğini baştan kabul ederler.<br />
Hakem süreci olumlu tamamlanan makalenin yazar(lar)ı<br />
(16,2cm*22,9cm) C5 ebatlarındaki bir kağıt ölçeğine tüm kenarlardan 2cm<br />
içeride olacak şekilde Normal stilde ve Times New Roman karakterinde 10 punto<br />
büyüklüğünde düzenledikleri makalelerini e-posta ile (ybd@comu.edu.tr) dergi<br />
editörlüğüne göndermelidir. Çok büyük tablo ve şekiller 6 puntoya kadar<br />
küçültülerek bir sayfaya sığdırılacak şekilde hazırlanmalıdır.<br />
Editörlerden ya da hakemlerden bu tür düzeltmeleri yapmalarını<br />
beklemeyiniz.<br />
Yönetim <strong>Bilimleri</strong> <strong>Dergisi</strong> (8: 1) 2010 Journal of Administrative Sciences