09.01.2015 Views

Murat-Nedim-TANRIVER-Risale-i-Nur-Rezaleti-ve-Türkiye

Murat-Nedim-TANRIVER-Risale-i-Nur-Rezaleti-ve-Türkiye

Murat-Nedim-TANRIVER-Risale-i-Nur-Rezaleti-ve-Türkiye

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

RİSALE-İ NUR REZALETİ VE TÜRKİYE<br />

<strong>Murat</strong> <strong>Nedim</strong> <strong>TANRIVER</strong><br />

Seçimler yaklaştıkça siyasi grupların yeni argümanlar oluşturduğuna şahidiz.<br />

Bunların başını hiç kuşkusuz iktidar partisinin “<strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>” çıkışı çekmektedir.<br />

Fetullah Gülen’in dindarlığını eleştiren iktidar sahibi Said <strong>Nur</strong>si’yi ön plana<br />

çıkarmaktadır. Oysa Said <strong>Nur</strong>si ile Fetullah Gülen’in din algısı arasında hiçbir fark<br />

bulunmamaktadır. Bunun için Said <strong>Nur</strong>si’yi gözden geçirmemiz gerekiyor.<br />

Said <strong>Nur</strong>si, Bitlis’in <strong>Nur</strong>s köyünde dünyaya gelmiştir. Bundan dolayı <strong>Nur</strong>si<br />

soy ismini kullanmış <strong>ve</strong> ama daha sonra Kur’an-ı Kerim’den bazı delillerin olduğunu<br />

söyleyerek hem kendi ismini <strong>ve</strong> soy ismini hem de yazdığı kitapların ismini adeta bir<br />

keramete yormuştur. Oysa yazdığı eserlerin adını kendisi <strong>ve</strong>rmiştir. Bunda ilahi bir<br />

mucize aramak boşunadır. Kaldı ki <strong>Nur</strong>s köyünde dünyaya gelen herkes <strong>Nur</strong>si’dir.<br />

Yani <strong>Nur</strong>si soyadını alabilir, bunu lakap olarak kullanabilir. <strong>Nur</strong>si olmanın hiçbir<br />

kerameti yoktur. <strong>Nur</strong>s köyünde doğmanın kişiye hiçbir ayrıcalık kazandıracağı<br />

düşünülemez.<br />

Ayrıca Said <strong>Nur</strong>si, <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’u insanların muhtaç olduğu bir ilim kitabı<br />

olarak görmektedir.<br />

Bu acip asırda ehl-i iman, <strong>Risale</strong>-i Nûr’a <strong>ve</strong> ehl-i fen <strong>ve</strong> mektep muallimleri<br />

ya şiddetle muhtaç oldukları gibi; hafızlar <strong>ve</strong> hocalar dahi<br />

a şiddetle muhtaçtırlar. (Asa-yı Musa’nın başına düşülen not ya da yeni<br />

baskılarda Mukaddemat)<br />

Asa-yı Musa kitabının başına düşülün Said <strong>Nur</strong>si imzalı notta insanların ne<br />

derece kendi kitaplarına <strong>ve</strong> dolayısıyla kendisine muhtaç olduklarını söylemektedir.<br />

Aslında böyle bir ihtiyaç söz konusu değildir. Nitekim <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong> neşredilmeden<br />

seneler önce çok büyük ilim adamları yetişmişti. Bu asırda da <strong>Risale</strong> okumadan<br />

yetişen çok büyük ilim adamları var. Gene aynı cümlede “ehl-i fen” dediği insanların<br />

da bu kitaba muhtaç olduğunu söylemektedir. Oysa yazdığı <strong>Risale</strong>lerin fenni hiçbir<br />

yönü yoktur.<br />

Elcevap: Bir sene bu risaleleri <strong>ve</strong> bu dersleri anlayarak okuyan; bu zamanın<br />

mühim, hakikatli bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa da, madem <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong><br />

Şakirtlerinin bir şahs-ı manevi’si var, şüphesiz o şahs-ı manevi, bu zamanın bir<br />

âlimidir. (<strong>Nur</strong> Mey<strong>ve</strong>leri adlı risale, sayfa 66-67)<br />

Burada da görüldüğü gibi <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong> anlaşılıp anlaşılmaması hiç önemli<br />

değildir. Önemli olan onu okumaktır. Zaten onu okuyanların bir “şahs-ı manevisi”<br />

mevcuttur. Hatta bu iddia bazen başını alamaz <strong>ve</strong> daha ilerilere kadar gider.<br />

(Ayrıca bahsedilen şahsı manevi Said <strong>Nur</strong>si’nin kendisidir. Bunu da risalede<br />

geçen ifadeleri bir araya getirince anlıyoruz. Bunu adeta bir şifre gibi risale’nin<br />

içerisine serpiştirmiştir.)


Eski medreselerde beş on seneye mukabil İnşallah nur medreseleri beş on<br />

haftada aynı neticeyi temin edecek <strong>ve</strong> yirmi senedir ediyor. (Sikke-i Tasdiki Gaybî,<br />

Leyle-i Kadirde İhtar Edilen Bir Mesele-i Mühimme, sayfa 8)<br />

Bu olayın yaşanması/yaşanabilmesi gerçekten bir mucize gerektirir. Çünkü<br />

eski usul medreselerden 1000 yıl boyunca âlimler yetişmiş, üstelik Said <strong>Nur</strong>si de eski<br />

usul medreselerde yetişmiş. O medreselerin beş on senelik derslerini beş on haftada<br />

<strong>ve</strong>receğini, hem de aynı neticeyi alacağını söylemesi akıl alır cinsten değildir. Said<br />

<strong>Nur</strong>si’nin beş on haftalık dersleri hiçbir öğrenciyi İbn-i Sina ile aynı neticeye<br />

ulaştıramaz. Ama nur şakirtleri o kadar ileriye giderler ki hem kendilerinin hem de<br />

üstatlarının İbn-i Sina’yı geçtiklerini söylemekten çekinmezler.<br />

Kaldı ki <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’un hemen her yerinde hem <strong>Risale</strong>lerin göklere<br />

çıkarıldığı hem de Said <strong>Nur</strong>si’ye inanılmayacak kadar mucizevî bir gözle bakıldığı<br />

görülmektedir.<br />

Asr-ı saadettekiler hariç İslam âlemi böyle büyük bir âlim yetiştirmemiştir.<br />

(Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi, <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong> hakkında <strong>ve</strong>rilen konferanstan aldığımız bir<br />

parça)<br />

Bu büyütmeleri Said <strong>Nur</strong>si’nin kendisi de yapar. Kendisinin bazı mucizevî<br />

yönlerinin olduğunu iddia eder. Allah’ın peygamberlere <strong>ve</strong>rdiği güç <strong>ve</strong> kuv<strong>ve</strong>ti <strong>ve</strong> bir<br />

takım mucizeleri kendisinin de gösterdiğini söylemekten çekinmez. Mesela Zülfikâr<br />

adlı risalede kendini peygamber yerine koyarak hayvanların <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’a hayran<br />

kaldıklarını yazar. Bu tamamen akıl almaz bir olaydır <strong>ve</strong> bir hayvanın yazılmış bir<br />

kitaba hayran kalması kişinin kendisini büyüklemesinden başka hiçbir şey değildir.<br />

Sayfa 4’te yazdıklarına bakılırsa her asra bir müceddid gönderiliyormuş <strong>ve</strong> bu<br />

asrın müceddidi Said <strong>Nur</strong>si’nin kendisiymiş. Bundan dolayı ki Said <strong>Nur</strong>si, Isparta’ya<br />

gidince yazın hiç yağmayacak kadar yağmur yağmış <strong>ve</strong> her yere bereket gelmiş.<br />

Bunun sebebi ise Said <strong>Nur</strong>si’ye yazdırılan <strong>Risale</strong>lere Allah’ın bir ikramıymış.<br />

Barla’ya gidince de aynı şeyle karşılaşmış. Bu yağmurların bir benzeri 93 yılında da<br />

yağmış. 93 yılıysa Said <strong>Nur</strong>si’nin doğduğu yıldır. Hatta bunlar da yetmez, bazen<br />

daha ileri ifadeler kullanılır. Örneğin, dışarıdan gelip, risaleleri yazacak öğrencilerin<br />

talepleri reddedilince kuraklık başlamış.<br />

Hatta çekirgeler <strong>ve</strong> arılar <strong>ve</strong> serçe kuşu gibi bir kısım hayvanat daha senin bu<br />

sözün <strong>ve</strong> nurların okunurken pervane gibi etrafında dolaşıp sana olan incizaplarını<br />

<strong>ve</strong> nurundan <strong>ve</strong> sözlerinden ferahnâk <strong>ve</strong> zevkiyâp olduklarını başlarını başlarımıza<br />

çarpmakla güya bize anlatmak istemeleri ne kadar gariptir. Ezcümle Sav’da iki<br />

çekirge <strong>ve</strong> Emirdağ’ında iki gü<strong>ve</strong>rcin <strong>ve</strong> iki kuş <strong>ve</strong> İnebolu’da iki acayip kuş <strong>ve</strong><br />

Isparta’da <strong>ve</strong> Sav’da bülbül <strong>ve</strong> hüthüt bu kerameti gösterdiler. (Zülfikârın Hatimesi,<br />

sayfa 87)<br />

Zülfikârın ikinci makamında (sayfa 100’de) Said <strong>Nur</strong>si’nin yüzüne asla sinek<br />

konmadığı yazıyor. Said <strong>Nur</strong>si de bunu Zühretü-n-<strong>Nur</strong>’da (sayfa 56) aynen<br />

doğruluyor.


<strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’un kahramanlarından Hüsrev Efendi, Mustafa isimli bir şahsın<br />

Üstadın yanına giderken sürgülü kapının O’nun ile konuştuğunu <strong>ve</strong> hem Said<br />

<strong>Nur</strong>si’nin hem de yanındakilerin adeta nurani varlıklar olduğu yazıyor. Sürgülü<br />

kapının “ben sana açılacağım” deyip kendiliğinden açıldığını <strong>ve</strong> Said <strong>Nur</strong>si’nin de<br />

bunu doğruladığı kaynaklarda geçiyor.<br />

Kur’an ayetlerinin kendisine manen bazı şeyler söylediğini, manen evrende<br />

başka irtibatlarının olduğu da başka bir hadisedir. Bununla ilgili en çağrıcı örnek<br />

Sikke-i Tasdik-i Gaybî de bir ayetin kendisine manen bir mesaj <strong>ve</strong>rmesidir. (Sayfa<br />

64-65)<br />

Yine Said <strong>Nur</strong>si’nin etrafındakilerle yaşadığı bir hadise de kâtiplerine yazı<br />

yazdırırken siyah mürekkebin kırmızıya dönüştüğü <strong>ve</strong> “Silsile-i kerametin bir ucunu<br />

<strong>ve</strong> tereşühunu gösterdi.” dediği olaydır. Güneş’in bile bazen <strong>Nur</strong>cuların emrine<br />

<strong>ve</strong>rildiği Zülfikârın Hatimesi’nde en çok ilgi çekenlerden biridir. Miraç’tan<br />

bahsederken akıl almaz hadiseler söylüyor. Oysa Kur’an-ı Kerim bunların hiçbirini<br />

bize bildirmiyor. Said <strong>Nur</strong>si, Kur’an’da bildirilmeyen, akıl almaz hadiseleri gerçek<br />

bir dinmiş gibi bildiriyor.<br />

Demek <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’a gelen musibet, şakirtlerini kerametkârâne ikaz<br />

ediyordu. (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, sayfa 27)<br />

Böylece Said <strong>Nur</strong>si’nin etrafındakiler de ehl-i keramet olarak telakki ediliyor.<br />

Bazen <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’a akıl almayacak mucizeler yükleniyor. Mesela Anadolu’nun<br />

İkinci Dünya Savaşı’nda harp meydanı olmamasını <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’a bağlıyor. (Sikke-i<br />

Tasdik-i Gaybî, sayfa 53)<br />

Şualar isimli eserinde (sayfa 695) bir olay anlatılıyor <strong>ve</strong> Said <strong>Nur</strong>si bu olayın<br />

içerisinden <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’a keramet biçiyor.<br />

Ne yazdığımı Emin’e gösterdim; hayretle dedi:“Bu hem Sabri’nin hem<br />

<strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’un kerametidir.”<br />

Gene şu anda Mektubat eserinin sonuna ila<strong>ve</strong> edilen Bu mektup, on iki sene<br />

ev<strong>ve</strong>l yazılmış <strong>ve</strong> Sikke-i Tasdik-i Gaybî mecmuasında derç edilmiş bir mektuptan bir<br />

parçadır başlığında olan mektupta Said <strong>Nur</strong>si, baştan aşağı kendini <strong>ve</strong> risalelerini<br />

anlatıp övmektedir. Hatta bu asırda, <strong>Türkiye</strong>’de Kur’an’ı <strong>ve</strong> imanı risalelerin<br />

koruduğunu, risalelerinden olmasa inkılâplar <strong>ve</strong> infilaklar karşısında müslümanların<br />

bu şekilde muhafız olamayacaklarını söylemekten geri durmuyor. Gene aynı<br />

mektuptan bir bölümde, yazdıklarının kendi kalbine ihtar edildiğini söylüyor. Bazen<br />

de <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’a mehdiyet atfediliyor. Sikke-i Tasdik-i Gaybî’nin 9. sayfasında,<br />

ümmetin beklediği bir zatın geleceğini, bu zatın üç vazifesinin olduğunu, o zatın<br />

<strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’u bir programı olarak neşr <strong>ve</strong> tatbik edeceğini yazıyor. Yazının sonunda<br />

sıra isim kısmına gelince, şimdiye kadar yazdıkları kendisine üstün bir güç tarafından<br />

bildiriliyormuş gibi cevap <strong>ve</strong>rip o zatın isminin nurlara yazılmasının münasip<br />

görülmediğini vurguluyor.


Bununla da kalmayan Molla Said, <strong>Nur</strong> şakirtlerine cennet vaat etmekten de<br />

hiç çekinmiyor.<br />

<strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong> dairesi içine girenler tehlikede olan imanlarını kurtarıyor <strong>ve</strong><br />

imanla kabre giriyorlar <strong>ve</strong> cennete gidecekler diye müjde <strong>ve</strong>riliyorlar.<br />

…(birkaç sayfa sonra)<br />

<strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong> şakirdleri imanla kabre girecekler, imansız ölmezler. (Birinci<br />

Şua)<br />

Bu sözün haşiyesinde de bunun semavi bir haber olduğunu, Allah’tan bir<br />

müjde olduğunu iddia ediyor.<br />

Bu asrı medeniyede Kur’an-ı Kerim’in hakiki tefsiri olan risale-i nur<br />

eserlerini ihda etti. (<strong>Nur</strong>un İlk Kapısı, sayfa 185)<br />

Bu hüccetler <strong>ve</strong> tabiratın bu kelimat <strong>ve</strong> teşabihatın arşı Âzamdan indiği<br />

muhakkaktır. (Zülfikârın Hatimesi, sayfa 5)<br />

Görüldüğü gibi Said <strong>Nur</strong>si, yazdığı eserlerin kendisine ilahi bir güç ile -vahiy<br />

ile- yazdırıldığı iddiasındadır. İşârâtü’l İ’caz isimli eserinde, <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>, Kur’an’ın<br />

bu asırda en yüksek <strong>ve</strong> en kutsi bir tefsiridir. Hakikatleri semavidir, Kur’ani’dir, o<br />

halde Kur’an okundukça o da okunacaktır. <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong> mücevherât-ı Kur’aniye<br />

hakikatlerinin sezgisidir. şeklinde bir ifade kullanıyor <strong>ve</strong> kendi kitaplarının da vahye<br />

dayandığını söylüyor. Daha da ileriye giden Said <strong>Nur</strong>si, <strong>Risale</strong>lerin, <strong>Nur</strong> Mey<strong>ve</strong>leri<br />

isimli bölümünde “Bunları ben yazmıyorum, bunlar bana yazdırılıyor.” cümlesini<br />

kullanıyor.<br />

Asa’yı Musa adlı kitabında Said <strong>Nur</strong>si, kitabında yazılanların değişmeyen<br />

gerçekler olduğunu yazması da ayrı bir soru işaretidir. Zira elli yıldan beri bir sürü<br />

yayınevi risale bastırmış <strong>ve</strong> basılan iki risaleden biri ötekini tutmamaktadır. Kaldı ki<br />

değişmeden kalan tek kitap Allah’ın kelamı olan Kur’an’dır.<br />

Bütün bunları söyleyen birinin haklı olarak bu kitabı okumayı ibadet olarak<br />

söylemesi de doğal olacaktır ki <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’u okumanın ibadet derecesine<br />

yükseltildiği de çok açık ifadelerle sabitlenmiştir.<br />

<strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’un hizmeti oldukça dünyada iken cennete da<strong>ve</strong>t etseler Kur’an-ı<br />

Kerim’e hizmet etmek gibi büyük bir şerefi terk edip böyle mukaddes bir vazifenin,<br />

böyle ulvî bir saadetin dünyada olduğunu anlayarak şimdi o hizmeti bırakıp gitmek<br />

istemeyeceksiniz. (<strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong> Nedir Sayfa 6-7)<br />

Bunun gibi birçok ifade <strong>Risale</strong>lerin çeşitli yerlerinde geçmektedir. Said <strong>Nur</strong>si,<br />

kendisine adeta peygamberlik yüklemektedir. <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’un yazma tarihini 23 sene<br />

olarak gösterip Kur’an’ın da 23 sene de nazil olmasıyla arasında bir bağ kurmaktadır.<br />

(Bakınız, Barla Hayatı)<br />

O tevafuk remzeder ki: Bu asırda Resail-in <strong>Nur</strong> denilen otuzüç aded Söz <strong>ve</strong><br />

otuzüç aded Mektub <strong>ve</strong> otuzbir aded Lem'alar, bu zamanda, Kitab-ı Mübin'deki<br />

âyetlerin âyetleridir. Yani, hakaikının alâmetleridir <strong>ve</strong> hak <strong>ve</strong> hakikat oldugunun


ürhanlarıdır. Ve o âyetlerdeki hakaik-i imaniyenin gayet kuv<strong>ve</strong>tli hüccetleridir.<br />

(Şualar, Sayfa 708)<br />

Bizler neyin hak neyin batıl olduğunu anlamak için Kur’an’a müracaat<br />

ederken Said <strong>Nur</strong>si yukarıdaki cümleleriyle de Kur’an’ın hak mı batıl mı olduğunu<br />

<strong>Risale</strong>lerine sunmaktadır. Said <strong>Nur</strong>si referans olarak Kur’an’ı değil kendi risalelerini<br />

göstermektedir. “<strong>Risale</strong>ler bir meseleye yanlış bakıyorsa Kur’an’da bakmak<br />

zorundadır, yoksa Kur’an batıldır” gibi bir fikre sahip olduğunu açıkça beyan<br />

etmektedir.<br />

Asa-yı Musa’nın birinci kısmından önce yazdığı yazıda, İmam-ı Ali’nin<br />

Celcelûtiye’de <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’u <strong>ve</strong> risalelerin son risalesini dahi <strong>ve</strong> bismihi asa musa<br />

bihi zzulmetuncelet fıkrasıyla haber <strong>ve</strong>rdiğini ileri sürmektedir. Aynı yazıda, Ayetü’l<br />

Kübra’yı en son sandıklarını ama sanki yeni bir işaret bulup tekrar yazmaya<br />

başladıklarını da unutturmamıştır.<br />

Zülfikârın Hatimesi’nde “Bu Hizb-i <strong>Nur</strong>’un benim şahsıma ait pek büyük bir<br />

kerameti var.” diyor <strong>ve</strong> kitabını adını bizzat Hz. Ali’nin <strong>ve</strong>rdiğini de peşi sıra<br />

zikrediyor.<br />

Hülâsa: Amel <strong>ve</strong> ahlâk bakımından <strong>ve</strong> sünnet-i Nebeviyeye (A.S.M.) ittiba <strong>ve</strong><br />

temessük cihetinden ümmet-i Muhammed'e (A.S.M.) tam bir hüsn-ü misal olurlar <strong>ve</strong><br />

nümune-i iktida teskil ederler. Bunların Kitabullah'ın tefsiri <strong>ve</strong> ahkâm-ı diniyenin<br />

izahı <strong>ve</strong> zamanın fehmine <strong>ve</strong> mertebe-i ilmine göre tarz-ı tevcihi sadedinde yazdıkları<br />

eserler, kendi tilka-yı nefislerinin <strong>ve</strong> kariha-i ulviyelerinin mahsulü değildir, kendi<br />

zekâ <strong>ve</strong> irfanlarının neticesi değildir. Bunlar, doğrudan doğruya menba-i vahy olan<br />

Zât-ı Pâk-i <strong>Risale</strong>t'in (A.S.M.) manevî ilham <strong>ve</strong> telkinatıdır. (Şualar. Sayfa 669)<br />

Buradaki tilka-i nefsinden uydurma sözlerin olmayışını hem kendisi hem de<br />

kendisi gibi olan müceddidleri için söylemekte <strong>ve</strong> Kur’an’da geçen bir ayete de atıf<br />

yapmaktadır. Allah, peygamberin söylediği sözlerin, O’nun tilka-i nefsinden<br />

uydurma olmadığını, kendi katından VAHİY ile olduğunu bildirmektedir.<br />

<strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’un vahiyle yazdırıldığını söyleyen Said <strong>Nur</strong>si, içerisindeki<br />

çelişkilerinden de bihaberdir. Mesela Mesneviyi <strong>Nur</strong>iye’de hutbenin Arapça olması<br />

gerektiğini altını çizerek vurgulamış <strong>ve</strong> çok şiddetli bir Arapça savunması yapmıştır.<br />

Kuran-ı Kerim Arapçadır, Türkçeye çevirmek de yanlıştır sonucunu çıkaran risaleler<br />

yayımlamış <strong>ve</strong> öte taraftan <strong>Risale</strong>lerin, Kur’an’ı Kerim’in bir meali olduğunu da<br />

söylemekten çekinmemiştir.<br />

Kur’an’ın mantığına uymayan, sünnetullah kaidelerine uymayan ebced<br />

hesabını da <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’da görmek mümkündür. <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’un yazım tarihi, telif<br />

tarihi, tekemmül tarihi Ayete’l Kürsî’nin ebcediyle delillendirilmiştir. Üstelik bu<br />

deliller de ebced hesabına değil, bu hesabın Said <strong>Nur</strong>si’ye ihtar edilmesine<br />

bağlanmıştır. Said <strong>Nur</strong>si yapmış olduğu ebced hesabının dahi kendisine ihtar<br />

edildiğini savunmaktadır. (Bakınız, Asa-yı Musa, sayfa 81)


Gene Asa-yı Musa’da 76. sayfadaki Hatime’de Felak Suresi’ne dair bir<br />

işaretin kendisine bildirildiğini ilan eder. Bunun üzerine ayetlerin ebcedini yapıp<br />

risaleler hakkında tarihler bulur <strong>ve</strong> bunda bir mucize olduğunu –hem kendisi için<br />

hem de şakirtleri için- iddia eder.<br />

Şualar isimli eserinin Birinci Şua’sunda ayeti’-<strong>Nur</strong>’un <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’a işaret<br />

ettiğini uzunca anlatır. Başka ayetlerle de bu kanıyı desteklemeye çalışır. Elektriğin<br />

<strong>ve</strong> <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’un Kur’an’da üstü kapalı olarak geçtiğini <strong>ve</strong> <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’un manevi<br />

bir elektrik olduğunu iddia etmekten de sakınmaz. (Şualar, Birinci Şua, sayfa 689)<br />

hemen ardından cifrin çok doğru olduğunu <strong>ve</strong> yapmış olduğu cifr hesabının hakikati<br />

belirlemek üzere yapıldığını bir hadis-i şerife dayandırıp ihtar başlığı altında<br />

ıspatlamaya çalışır. Oysa ebced <strong>ve</strong> cifr usullerinin dinimizin düşünceleriyle paralellik<br />

gösteren hiçbir yanı yoktur.<br />

Saidü’n-<strong>Nur</strong>si dahi meyyit hükmünde idi. <strong>Risale</strong>tü’n-<strong>Nur</strong> ile ihya edildi,<br />

onunla hayat buldu. (Şualar, Birinci Şua, sayfa 693)<br />

Bu <strong>ve</strong> buna benzer sözlerle <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’un kendisine ilhamla yazdırıldığının<br />

üstünde ısrarla durur.<br />

… ayetinin kuv<strong>ve</strong>tli işaretini hem teyid hem letafetlendiren üç münasebet<br />

birden Ramazan’da kalbime geldi. Kat’i bir kanaat <strong>ve</strong>rdi ki, “meyten” kelimesine<br />

tam münasip Said’dir. (Şualar, sayfa 694)<br />

Görüldüğü gibi Said <strong>Nur</strong>si kalbine gelmesini sürekli okuruna sunar. Sikke-i<br />

Tasdik-i Gaybî isimli eserde birçok ayetin ebcedi <strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong>’a <strong>ve</strong> Said <strong>Nur</strong>si’ye<br />

bağlanmıştır. Tılsımlar <strong>ve</strong> Maidetül-Kur’an ise bunun sayısız örnekleriyle doludur.<br />

Birinci Şua da hakeza neredeyse tamamen bunun üzerine yazılmış gibidir. En ilginç<br />

olanı; Ya Eyyuhel Müzemmil ayetinden Kürdî anlamının çıkarılmasıdır. Said <strong>Nur</strong>si,<br />

Tılsımlarda bu ayeti tamamen kendine yönelik olarak yorumlamıştır. Böyle bir tefsir<br />

anlayışı İslam Akaidinde de, İslam geleneğinde de mevcut değildir.<br />

Resâili’n-<strong>Nur</strong> baştan başa ism-i Hakîm <strong>ve</strong> Rahîm’in mazharı olduğundan bu<br />

üç âyetin âhirleri ism-i Hakîm ile <strong>ve</strong> gelecek yirmibeşinci dahi Rahmân <strong>ve</strong> Rahîm ile<br />

bağlamaları münasebet-i mâneviyeyi cidden kuv<strong>ve</strong>tlendiriyor. (Şualar 709)<br />

Mektubat kitabının 383. sayfasında, İmam-ı Rabbani’nin Mektubat kitabının<br />

Bediüzzaman’a işaret ettiğini <strong>ve</strong> burada kastedilen Bediüzzaman’ın da kendisinden<br />

başka biri olamayacağını dolaylı yollarla ifade etmiştir.<br />

Bazen bazı rüyalar da Said <strong>Nur</strong>si için olmazsa olmazlar arasındadır. Hatta<br />

rüyayı gören de çok önemli değildir. Sikke-i Tasdik-i Gaybi isimli eserin 21.<br />

sayfasında Sadakatte meşhur olan Barlalı Süleyman’ın Vazife-i Sadakatını<br />

tamamiyle yapan Isparta Süleymanı Rüşdü’nün Bir Fıkrasıdır başlığı altında<br />

yazılanlar tamamen rüyalardan ibarettir. En göze çarpanı ise Hz. Ebu Bekir’in,<br />

hutbeden Yirmidokuzuncu Söz’e atıfta bulunmasıdır.


<strong>Risale</strong>-i <strong>Nur</strong> sâkirdlerinden Rıza görüyor: Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü<br />

Vesselâm, camide Hazret-i Ebu Bekir-is-Sıddîk Radıyallahü Anha emrediyor: "Çık<br />

hutbe oku" Ebu Bekir-is-Sıddîk koşarak minberin en yukarı basamağına kadar çıkar,<br />

hutbe okur. Hutbe içinde cemaate der ki: "Bu söylediğim hakikatlerin izahatı<br />

"Yirmidokuzuncu Söz" dedir..”<br />

Sikke-i Tasdik-i Gaybî eserinin Sekizinci Şuası’nda ÜÇÜNCÜ BİR<br />

KERAMET-İ ALEVİYE şeklinde başlayıp Hz. Ali’nin hem bu risaleyi<br />

isimlendirdiğini hem de haber <strong>ve</strong>rdiğini yazıyor. Arka sayfaları da tamamen bu<br />

şekilde doldurup risalelerin bir kerametle yazıldığını <strong>ve</strong> kayıtsız şartsız risalelere<br />

teslim olunması gerektiği okuyuculara tembih ediliyor.<br />

Bid’at <strong>ve</strong> hurafelerin din gibi gösterildiği risalelerde bunlardan kat kat daha<br />

fazla sapkınlığa rastlamak mümkündür. Teyemmüm ayetindeki “saidan”<br />

kelimesinden yola çıkıp bunu Said ismiyle özdeşleştirmesi Mektubat’ta ebced<br />

hesaplarının tutmayışı sonucunda “matematikte bu kadar küçük sayıların pek büyük<br />

önemi yoktur” gibi izahatta bulunması elbette gülünçtür. Kaldı ki yaptığı cifrin <strong>ve</strong><br />

ebcedin dahi usulünü bulamamış, bir ayette şeddeyi sayarken başka ayette “tarihlerin<br />

tam çıkmaması sebebiyle” şeddeleri saymaması <strong>ve</strong> kendiyle alakalı bir tarihi<br />

çıkarmak için adeta matematiğe <strong>ve</strong> mantığa karşı mücadele göstermesi gülünçten de<br />

ötedir, üzücüdür.<br />

Bu sözlerin hiçbirinin dayanağı bulunmamaktadır. Hz. Ali ölmüştür. Şu an<br />

hayatta olduğuna dair bir kanıt sormak bile gülünçtür. Hz. Ali’nin kalkıp da bir<br />

kitaptan bahsetmesi, bir kitabı isimlendirmesi olacak iş değildir. Tamamen hayal<br />

ürünüdür. Hz. Ali, yaşadığı dönemde de böyle bir haberi <strong>ve</strong>remez. Çünkü gaybı<br />

yalnızca Allah bilir. Başkasının onu bilme yetkisi yoktur. Eğer birine gayb<br />

bildirilecekse bu ancak vahiy ile mümkün olur ki vahiy yolu da peygamberimizden<br />

sonra kesilmiştir. Said <strong>Nur</strong>si’nin <strong>ve</strong>ya bir başkasının vahiy alma olasılığı yoktur.<br />

Buna <strong>Nur</strong>cu denilen insanlar vahiy diyemedikleri için ilham <strong>ve</strong>ya ikram<br />

demektedirler. Oysa ilham <strong>ve</strong>ya ikram dedikleri bu olgunun vahiyle olan hiçbir<br />

farkını sayamamışlardır. Her şeyi vahiyle aynıdır, yalnızca adı ilhamdır şeklinde bir<br />

savunmaya girişmişlerdir <strong>ve</strong> bunun hiçbir haklı <strong>ve</strong> makul gerekçesi yoktur. Son elçi<br />

bizim peygamberimizdir. Allah dinini kemale erdirmiştir. Kalkıp da bir mehdi <strong>ve</strong>ya<br />

bir müceddid beklemek boşunadır. Allah’ın ilmi yalnızca 1400 sene öncesini değil<br />

şimdiyi de kapsamaktadır <strong>ve</strong> Allah’ın ilmi tüm evreni kuşatmıştır. Bu ilmi bırakıp da<br />

nurlardan bir “nur” beklemek Allah’a iftira atmaktan başka hiçbir şey değildir.<br />

Kaldı ki bu yazılanların da üzerine biraz düşünülürse yazılanlara neredeyse<br />

tamamen inanılmasının imkânsız olduğu görülecektir. Mesela Hanımlar Rehberi’nde<br />

Said <strong>Nur</strong>si’nin arabayla dolaşırken bir yaşındaki bebeklerin dahi Said <strong>Nur</strong>si’nin<br />

manevi varlığını hissettiklerini <strong>ve</strong> koşarak elini öptüklerini yazar. Buna hangi akıl<br />

inanabilir Peygamberin dahi başına gelmemiş bir olay Said <strong>Nur</strong>si’nin nasıl başına<br />

gelebilir Bunun anlatılma amacı nedir İnsanlar bunu niçin bilmek zorundadır<br />

Bunların her biri ayrı bir merak konusu olmuştur <strong>ve</strong> olmaya da devam edecektir.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!