You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
2MAYIS2014-SAYI128<br />
ANADOLU’NUNYILDIZI
Yayın Koordinatörü<br />
İlker Yılmaz<br />
Editör<br />
Cantürk Temelli<br />
Yazarlar<br />
Alican Döşer<br />
Emre Çelik<br />
Fatih Demireli<br />
Fırat Topal<br />
Oğuz Öztürk<br />
Salih Demirci<br />
Sercan Ergün<br />
İllüstrasyon<br />
Caner Özdurak<br />
Yıldız yeniden parlıyor<br />
16 Mayıs 2010, Türk futbol tarihindeki devrim günlerinden biri. Bursaspor,<br />
Ertuğrul Sağlam yönetiminde Süper Lig’de çok zorlu bir maraton sonunda<br />
ipi göğüsleyip, kimilerine göre tahayyül dahi edilemeyecek bir şeyi<br />
başarıyordu. Öyle ya 1984’ten bu yana İstanbul dışından kimse şampiyonluğa<br />
uzanamamış, zirve ligin tahtı, üç büyükler arasında gidip gelmişti. Şüphesiz<br />
Trabzonspor’un da Bursaspor’un da yaptığı tasvir edilirken “inanılmaz”<br />
sıfatını kullandırtacak kadar ütopik kalıyordu. Ancak 60’lı yılların sonları,<br />
70’lerin ortasına kadar “Anadolu Yıldızı” sıfatını hak edecek başka bir takım<br />
vardı; Eskişehirspor. Siyah-kırmızılılar bir dönem İstanbul’un devlerine kafa<br />
tutmuş, şampiyonluk yarışına girmiş ve Türkiye Kupası’nı İstanbul dışına<br />
taşımayı başarmıştı. Her ne kadar bir süre üst basamaklarda görünmeseler<br />
de hatta 2008’de geldikleri Süper Lig’de arzulanan noktalar elde edilemese<br />
de bu sene kayıp sezonların aksine bir yerde Es-Es. Türkiye Kupası’nda finale<br />
yükselen Kırmızı Şimşekler, Abdullah Gegic yönetimindeki Fethi Heperli,<br />
İsmail Arcalı kadronun 1970/71 sezonunda başardığına çok yakın. Kulübe<br />
“Anadolu Yıldızı” sıfatını kazandıran o dönemin başarıları tekrar edilir mi<br />
bugünden kestirmek zor ama yıldızın parlaklağının gözümüze çarpmaya<br />
başladığı kesin. Biz de Hayatım Futbol’un 128. sayısında Es-Es’in parlak<br />
döneminin aktörlerini, 2008’de zirve lige yeniden geliş hikayesini ve kulübün<br />
bugününü sayfalarımıza taşıdık.<br />
Keyifli okumalar,<br />
Cantürk Temelli<br />
iletisim@<strong>hayatimfutbol</strong>.com<br />
team@mobilike.com
#128 BU SAYIDA<br />
Eskişehirspor Özel<br />
Anadolu Devrimcisi Abdullah Gegiç<br />
“O Kupa Bu Şehre Gelecek”<br />
Hikayelerle Büyüten Adamlar<br />
Bir Final Eskişehir’in Kaderi<br />
Frank de Boer ve Kare AS<br />
Hollanda’da Ajax üst üste 4. şampiyonluğunu elde etti.<br />
Teknik direktör Frank de Boer da dünya futbol tarihine geçti<br />
Hermann’a İhanet Edenler<br />
Yapılan yatırımlar, gelen teknik adamlar, transferler… Hiçbiri<br />
Hamburg’u ayapğa kaldırmaya yetmedi. Almanların köklü ekibi için<br />
Bundesliga’da artık tehlike çanları çalıyor<br />
Parayla Saadet Olur mu<br />
Değişen futbol dünyasında parası olan bastırdı kulüp satın aldı.<br />
Rusya’da, İspanya’da hatta İngiltere’de gördüğümüz örneklerin<br />
sonları hep hüsran dolu oldu
1968 – 2014<br />
HF128
Oysa daha kazanılacak birçok kupa, Mourinho ile saha kenarında girilecek birçok kavga vardı. O ise tüm<br />
mücadelesine rağmen son yüzyılın en büyük illeti kanseri yenemedi. Aslında bir kez yıkıp geçmişti bu<br />
hastalığı, hatta tedavisini tamamlayıp döndüğünde Barcelona ile La Liga şampiyonluğunu kazanıyordu.<br />
Şüphesiz tarih edilemez bir mutluluktu bu onun için... Ama sezon bittiğinde hastalık yeniden nüksetmişti.<br />
İki defa tükürük bezlerinden ameliyat olan Katalan hoca yeniden tedavi için geri çekilmek zorunda kalmıştı<br />
ve görevinden ayrıldı. 2013 Temmuz’undan bu yana tedavisi süren Tito’nun iyileşmesi tek temenniydi<br />
ama olmadı. Geride bıraktığımız pazartesi günü (21.04.2014) kötü haber geldi. Katalan teknik adam tedavi<br />
gördüğü hastanede, 45 yaşında yaşam savaşını kaybetmişti. Bu gelişme tüm futbol dünyasını yasa boğdu.<br />
13 yaşında kapısından girdiği Barcelona’da futbolcuğunda çok önemli bir kariyer elde edemese de<br />
Katalan devinde Pep Guardiola’nın yanında parladı. Pep sonrası da tereddütsüz takımın patron koltuğu<br />
ona emanet edilmişti. Herkesin güvendiği bu adam Barça’yı La Liga’da zirveye taşıdı. Başarılı olmasının<br />
yanı sıra kulüpte sevildiği de aşikardı Tito’nun... Çabasıyla geldiği kariyer zirvesinde fazla kalamadı.<br />
Trajik bir şekilde önce çok sevdiği kulübüne sonra da hayata veda etti. Ama şüphesiz futbol dünyasında<br />
unutulmayacak bir öyküyü geride bırakarak.
Barcelonalı oyuncular eski hocaları için<br />
düzenlenen törende hazır bulundu.<br />
Camp Nou Stadyumu.
Oğuz Öztürk<br />
Eskişehir Özel<br />
HF128<br />
“O KUPA BU ŞEHRE GELECEK!”<br />
Eskişehirspor, Süper Lig’e çıktığından bu yana bir kayıp sezon daha istemiyor.<br />
Konya’daki Galatasaray finali için düşünülen tek ihtimal var, o da kazanmak!<br />
Taraftarlar bile stat gişelerinde o eski günlere döndü, geceden kuyruğa girerek kupayı<br />
ne kadar çok istediğini gösterdi. Ağızlarında ise tek bir tezahürat var: Şampiyonluk<br />
tükenmiş nefeslere, Sinan’a Ediz’lere, Hediyemiz olacak... O kupa bu şehre gelecek!”<br />
İki sezon önce Eyüpspor, Kasımpaşa ve MP<br />
Antalyaspor’u eleyerek yarı finale kadar gelen<br />
Eskişehirspor, Bursaspor’a elenerek kupaya veda<br />
etmişti. Bu maç, kupa özleminin somut olarak<br />
gözler önüne geldiği ilk maç olmuştu.<br />
İzmir’de oynanan Bursaspor maçında Fethi<br />
Heper’in 1971 yılında ellerinde yükselen Türkiye<br />
Kupalı fotoğrafını açan taraftar, bu sezon yarım<br />
kalan işin tamamlanmasını bekliyor ve inanıyor.<br />
Eskişehirspor, Anadolu devrimini başlattığı yıllarda<br />
İstanbul takımlarının korkulu rüyası oldu ve ligde<br />
çok yaklaştığı şampiyonluğun yanında 1971 yılında<br />
da Türkiye Kupası’nı müzesine götürmeyi başardı.<br />
O yıllarda İstanbul kulüplerinin üstünlüklerini kıran<br />
ve Anadolu’nun bayrağını elinde tutan Es Es,<br />
sırasıyla Galatasaray, Fenerbahçe ve Bursaspor’u<br />
yenerek şampiyonluğa ulaşmıştı.<br />
Çeyrek finalde Galatasaray ile karşılaşan<br />
Eskişehirspor, rakibini Atatürk Stadı’nda 1-0<br />
yenmiş, ardından Ali Sami Yen’de 0-0 berabere<br />
kalarak yarı finale çıkmıştı. Yarı finalde de<br />
Fenerbahçe ile eşleşen Es Es, ilk maçta İstanbul’da
akibini 3-0 gibi bir skorla yenmiş, Eskişehir’de 1-0<br />
yenilmesine rağmen harika bir zafer elde etmişti.<br />
Finalde Bursaspor’un rakibi olan Eskişehirspor,<br />
ilk maçı 13 Haziran 1971’de Bursa’da kaybetse<br />
de, 20 Haziran 1971’deki rövanş maçını Halil<br />
Güngördü’nün attığı gollerle 2-0 kazanmış ve<br />
şampiyonluğa ulaşmıştı.<br />
Bienvenu bu sezon Eskişehirspor’un<br />
Türkiye Kupası’ndaki en golcü ismi.<br />
2011/12 sezonunda Bursaspor, 2012/13 sezonunda<br />
ise Fenerbahçe’ye yarı finalde elenen ve işi yarım<br />
kalan Eskişehispor, artık bu sezon kupayı almayı<br />
hayal ediyor. Bu, hem şehir hem de kulüp için çok<br />
gerçekçi bir hedef ve artık bu büyük potansiyel,<br />
ellerde yükselen bir kupayı görmeyi sonuna kadar<br />
hak ediyor.<br />
Eskişehirspor başkanı Mesut Hoşcan, “27 yıl sonra<br />
finali oynayabilmek takdire değer bir olaydır.<br />
Ben inanıyorum ki alacağımız iyi sonuçlarla sene<br />
sonunda gülen taraf biz olacağız” diyerek şehrin ve<br />
kulübün bu kupaya ne denli ihtiyaç duyduğunu da<br />
gösteriyor.<br />
Ligde son olarak Kayseri Erciyesspor karşısında<br />
alınan yenilgi, Eskişehirspor taraftarı için 2008’den<br />
bu yana 18 takım içinde yerinde sayılması<br />
sebebiyle üzüntüye yol açsa da 7 Mayıs’taki<br />
Galatasaray finali, şimdilik bu problemin<br />
unutulmasını sağlıyor.<br />
Teknik direktör Ertuğrul Sağlam ise sezon<br />
başında hedeflenen lig sıralamasından uzak<br />
kalınmasından sonra artık tek hedefin Türkiye<br />
Kupası şampiyonluğu olduğunu itiraf ediyor.<br />
Ligde beklenenin altında kalınması, Galatasaray<br />
karşısında alınacak olan kupa, takım için tek çıkış<br />
yolu olarak görülüyor.<br />
“Yapmamız gereken bir iş var. Kupayı kazanmak<br />
ve kalan üç maçı bize yakışır şekilde tamamlamak.<br />
Camianın ve taraftarın sezon başından beri<br />
yoğunlaştığı yer kupaydı. Dolayısıyla sezon<br />
başından beri kupaya yoğunlaştık maalesef. 7<br />
Mayıs’ta kupayı müzemize getirip bu mutluluğu<br />
yaşamak istiyoruz” sözlerini kullanan teknik<br />
direktör Sağlam, aslında ligin kupa karşısında arka<br />
planda kaldığını da bir şekilde itiraf ediyor.<br />
Son olarak 1987’de kupa finali yaşayan<br />
Eskişehirspor, Gençlerbirliği ile karşılaşmış ancak<br />
Ankara’da 5-0 kaybettiği maç, Eskişehir’de 2-1<br />
kazanılmasına rağmen kupanın rakibe gitmesine<br />
sebep olmuştu. 1987’de 17 yıl sonra finale kalan Es<br />
Es, bu kez de 27 yıl sonra finalde oynayacak.<br />
Yarı finalde Antalyaspor karşısındaki hırs,<br />
taraftarın bir hayli umutlanmasını sağladı ve<br />
özellikle yeni nesil Eskişehirspor taraftarı, tıpkı<br />
kendi büyüklerinden dinlediği hikayelerin bir
enzeri içerisinde yer almayı çok istiyor. Daha<br />
gün ağırmadan stat önüne bilet için çadır kuran<br />
Eskişehirspor taraftarı, bu tavrı ile finalin kendileri<br />
için önemini gösteriyor.<br />
Değişen hedefleri ve kadro yapısı ile sezon başında<br />
ilk 4 içinde yer almayı kendine hedef edinen<br />
Eskişehirspor, yaşanan puan kayıpları sebebiyle<br />
beklentilerin altında kaldı. Türkiye Kupası, takım<br />
için 2013/14 sezonunun tek çıkış noktası. Kupanın<br />
havaya kaldırılması halinde takım, Süper Lig’e<br />
çıkılan 2008 yılından bu yana ilk kez bir sezonu<br />
‘kayıp sezon’ olarak adlandırmayacak.<br />
Eskişehirspor için kupa finalinin önemi, sadece<br />
yıllar sonra alınması muhtemel bir başarıdan<br />
ibaret değil. Tüm futbolcular ve taraftar,<br />
Galatasaray karşısına acısı taze olan Ediz<br />
Bahtiyaroğlu ve merhum kaleci Sinan Alaağaç için<br />
çıkacak.<br />
“Eskişehirspor, Türkiye Kupasını ilk kez<br />
kazandığında biz hayatta yoktuk” diyen<br />
Hürriyet Güçer, “Kupayı kazanırsak rahmetli<br />
olan Ediz Bahtiyaroğlu kardeşimizin Bursa’daki<br />
mezarına götüreceğiz” diyerek finalin ve olası<br />
şampiyonluğun daha başka anlamlar ifade ettiğini<br />
de gözler önüne seriyor.<br />
7 Mayıs’ı bekleyen taraftar ise hep birlikte<br />
haykırıyor: “Şampiyonluk tükenmiş nefeslere,<br />
Sinan’a Ediz’lere, Hediyemiz olacak... O kupa bu<br />
şehre gelecek!”
Salih Demirci<br />
Eskişehirspor Özel<br />
HF128<br />
BiR FiNAL ESKiŞEHiR’iN KADERi<br />
Anadolu Yıldızı, bir dönemin İstanbul’u sallayan efsane takımı Eskişehirspor 27<br />
yıl sonra Türkiye Kupası’nda finalde. Onların hikâyesi yazılsa roman olur ki yazıldı,<br />
düğümün son çözüldüğü vakitlerse 2008 yazıydı. Bir maçın hissettirdikleri ve rakibin<br />
öyküsü, Konya’da Galatasaray karşısına çıkacak Es-Es’e dair bir kısa nostalji…<br />
Dolmabahçe’de oynanan unutulmaz maçlardan<br />
biri 2008 yazındaydı. Zirve lige terfi play-off’ları<br />
İstanbul’a verilmiş, İnönü ve Ali Sami Yen<br />
Stadyumları’nda oynanan yarı finallerin ardından<br />
Eskişehirspor ile Boluspor finalde buluşmuştu.<br />
Yalnızca bir hafta önce, normal sezonun son<br />
haftasında karşılaşan iki takım arasındaki maçı<br />
deplasmancı Boluspor kazanmış ve böylece playoff’a<br />
ulaşmayı başarmıştı.<br />
İnönü’de tribünler tıklım tıklımdı, her iki koltukta<br />
üç kişi vardı. Eskişehir adeta İstanbul’a göçmüş,<br />
şehir içindeki hatırı sayılır kitlesiyle birlikte<br />
Beşiktaş’ın kapalısını ve eski açık tribününü<br />
doldurmuştu. Yetmemişti, Boluspor tribününe<br />
de kaynak yapılmıştı. Yeni Açık’ın belki yarıya<br />
yakını, atkısını beline dolayıp kendini gizleyen Es-<br />
Es taraftarından oluşuyordu. Çünkü takım yıllar<br />
sonra, vaktiyle şehrin imzasını attığı zirve lige geri<br />
dönüyordu.<br />
Henüz maçın 3. dakikasında Boluspor’dan Erhan<br />
Yılmaz, Sezgin Coşkun’un bileğine basınca direkt<br />
kırmızı kartla oyundan atıldı. Sahada sayıca<br />
fazla ve tribün avantajına sahip olan Eskişehir<br />
için sonrasının kolay olması bekleniyordu ama<br />
Bolu ilk devre boyunca çok iyi futbol oynadı.<br />
Şimdilerde ligimizin kıdemli stoperlerinden Ahmet
Görkem Görk’ün bir topu direkten dönerken net<br />
pozisyonlara giren taraf onlardı. Hücum ettikleri<br />
kalenin arkasında yer alan taraftarlarının da<br />
desteğini aldılar ve Es-Es tribünleri, devreye<br />
girerken fazlasıyla tedirgindi.<br />
Şölende gözyaşları<br />
Sonrası onlar için coşkulu olsa da maçın hikâyesini<br />
özel yapan pozisyon, 46. dakikada gerçekleşecekti.<br />
Boluspor’un 26 numarası İbrahim Parlayan, Emre<br />
Toraman’ın yanlış pasıyla aldığı topu harika taşıdı<br />
ve güzel bir çalımın ardından son vuruşu yapmayı<br />
başardı. Savunmaya çarpan top havalandı,<br />
Eskişehir tribünlerinden çıt çıkmadı. Bolu tarafı<br />
ise nefesini tutmuş süzülen topu izliyordu. Sekti,<br />
yuvarlandı ve direkten döndü. Pozisyon değişti, bir<br />
dakika ertesinde Eskişehirspor atamayana attı ve<br />
maç orada bitti.<br />
Maç öncesini Es-Es taraftarıyla geçiren, ama bilet<br />
bulamayıp Boluspor tarafına giren bizim ekip<br />
farkına varmadan Bolu’yu destekler olmuştu.<br />
Söz konusu gol pozisyonu, Boluluların takım iyi<br />
oynadıkça artan inancı, Doğa Kaya’nın golüyle<br />
birlikte gelen çöküş ve her şeye rağmen takımın<br />
iyi oyununa devam etmesinin tribündeki yankısı<br />
unutulmaz. Bir şehir, bir takım; belki Eskişehir<br />
kadar güçlü değil ama o günün asıl hikâyesini<br />
Boluspor ve gözyaşları yazmıştı. Üst üste iki sezon<br />
küme yükselmeye çok yaklaşsalar da 16 yıllık<br />
(şimdi 22 sene) zirve lig vuslatını, bu günü 12 yıldır<br />
bekleyen Eskişehirspor’a kaptırmışlardı.<br />
Bolu’dan Eskişehir’e<br />
Onlar da bir şehir takımıydı, 60’ların Türkiye’sinde<br />
Anadolu’da peş peşe kurulan takımlardan biri de<br />
Boluspor’du. Abantspor ve Bolu Gençlik güçlerini<br />
şehir için birleştirmiş, ortaya 70’ler boyunca ve<br />
80’lerin ilk yarısında zirve ligde oldukça iyi işler<br />
yapan bir takım çıkmıştı. Başbakanlık Kupası<br />
zaferleri, Türkiye Kupası Finali ile birlikte tam da<br />
Eskişehirspor’un büyülü zamanlarıyla ortaklaşan<br />
lig üçüncülüğü… İstanbul’un üç büyüklerinin<br />
tahtını bozarak ilk 3’ten yer kapan takımların<br />
beşincisi onlardı. Daha önce Gençlerbirliği, Altay<br />
ve Göztepe’nin yaptığını onlar yapmış, 1973/74<br />
sezonunda ligi 3. sırada bitirmeyi başarmışlardı.<br />
Asıl ve öncü ‘Anadolu Yıldızı’ ise kuşkusuz<br />
Eskişehirspor’du.<br />
Tıpkı Boluspor gibi 1965 yılında kurulan<br />
Eskişehirspor, dönemin yerel kulüpleri Akademi<br />
Gençlik, Eskişehir İdman Yurdu ve Yıldıztepe<br />
kulüplerinin birleşmesinden oluştu. Armadaki üç<br />
yıldızın bu kulüpleri temsili kararlaştırırken takımın<br />
renkleri konusu biraz uzadı. Önce lületaşının<br />
beyazı, dönemin havacılık kenti olmasından<br />
mütevellit gökyüzünün mavisini birleştirilmek<br />
istendiyse de sonradan ‘Yunanistan bayrağını<br />
andırır’ diyerek bu düşünceden vazgeçildi. Aynı<br />
yılın Fransa Kupası şampiyonu Rennes’in kupa<br />
zaferine dair bir fotoğrafının görülmesiyle fikirler<br />
ortaklaştı ve kırmızı-siyah tercih edildi. Fransa’dan<br />
formalar geldi, Eskişehir futbolunun emektarı<br />
Abdullah Matay eşofmanları giydi ve serüven<br />
başladı. Anadolu, ilk kez Eskişehirspor ile birlikte<br />
İstanbul’un tahtını gerçek manada salladı.<br />
Anadolu Yıldızı<br />
Bugüne kadar zirve ligde yalnızca 6 sezonda<br />
ilk 2 sırada Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray<br />
Yazıdaki bilgilere<br />
kaynak teşkil<br />
eden ve incelikli<br />
bir araştırmanın<br />
mahsulü olan<br />
‘Anadolu Yıldızı:<br />
Eskişehirspor’<br />
kitabı için Özgür<br />
Topyıldız’a<br />
teşekkürler.
1965 yılında kurulan Eskişehirspor’un kadrosu.<br />
ve Trabzonspor’dan başka bir kulüp yer aldı.<br />
Bursaspor, Sivasspor ve Adanaspor’dan önce,<br />
söz konusu sezonların 3’ünde Eskişehirspor<br />
adı vardı. Bir bakıma kimse yokken, henüz<br />
Trabzonspor şahlanmamış, tüm Anadolu’nun<br />
temsilcisi ve lideri vasfını üstlenmemişken onlar<br />
vardı. Ligi salladıkları 5 sezon boyunca (1969-<br />
1973) müzelerine bir tane de Türkiye Kupası<br />
koymuşlardı.<br />
Önce Göztepe’ye karşı oynadıkları finali kaybettiler,<br />
sonraki sezonda ise (1970/71) Bursaspor’u<br />
geçerek kupayı ilk kez İstanbul, Ankara ve<br />
İzmir’e vermemeyi başardılar. Nitekim bu sezon<br />
52.’si düzenlenen Türkiye Kupası, şimdiye kadar<br />
yalnızca 6 farklı takım tarafından bu üç şehrin<br />
dışına çıkartılabildi. Sonra gün geldi devran<br />
döndü, İstanbul’un büyüklerinin isteğiyle hasılat<br />
paylaşımının değiştirilmesi Anadolu’nun yıldızının<br />
belini büktü. Güçlü olanlar daha da güçlendi ve<br />
değişen şartlarda 1989 yılından bu yana yalnızca<br />
bir sezonu zirve ligde geçiren Eskişehirspor, 2008<br />
yılına gelindiğinde Süper Lig’e terfi kupasını<br />
hamisi ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın<br />
elinden alıyordu.<br />
Hasılat taksimi<br />
Türkiye’nin profesyonel futbol liglerinde<br />
stadyum hasılat paylaşımı, uzun süre maçı<br />
kazanan takıma %60, kaybedene %40<br />
şeklinde uygulandı. Beraberlik halinde yarı<br />
yarıya yapılan taksim, sonraları geniş kitleleri<br />
tribünlerine toplayan İstanbul’un büyük<br />
kulüplerinin baskısıyla değiştirildi. 1970<br />
yılından itibaren %10 galip takım, %63 ev<br />
sahibi ve %27 konuk takım olarak belirlenen<br />
yeni paylaşım düzeni, İstanbul deplasmanında<br />
maç kazanan takımların hasılat içindeki payını<br />
%60’tan %37’ye düşürdü. Doksanlara dek<br />
kulüplerin tek büyük gelir kaynağının hasılat<br />
gelirleri olduğu düşünülürse kitle kulüpleriyle<br />
Anadolu arasındaki makas bu kararla daha da<br />
açılmaya başladı.
Eskişehirspor taraftarları 1965 yılında açtıkları<br />
pankartla zirve lige göz diktiklerini göstermişti<br />
ve o sezon sonunda Eskişehirspor 1. Lig’e<br />
çıkmayı başardı.<br />
Es-Es’in alın yazısı final<br />
Kırmızı Şimşekler ya da Es-Es, bu sezon zirve<br />
ligdeki 6. yılını geçiriyor. Bu seri, kulübün<br />
kuruluşuyla birlikte gösterdiği çıkışın ardından en<br />
iyi dönem sayılabilir. 1982 yılından bu yana zirve<br />
ligde üst üste 5 sezondan fazla kalamayan kulüp,<br />
bu başarısını Türkiye Kupası Finali’yle taçlandırdı.<br />
Bundan evvel 27 yıl önce, 1986/87 sezonunda<br />
Gençlerbirliği’ne karşı final oynamışlardı ve o<br />
günlerde takımın başında rahmetli Abdullah<br />
Matay vardı. Şimdi ise ligimizin şampiyon<br />
hocalarından Ertuğrul Sağlam, bu sezonun lig<br />
şampiyonu Ersun Yanal’ın mirası üzerinden devam<br />
ederek Galatasaray karşısına çıkmaya hak kazandı.<br />
Konya’daki finalde kupayı kim kaldırır bilinmez,<br />
ama sanki kader Eskişehirspor’dan yana. Kulübün<br />
renklerini aldığı Rennes, 1965’teki zaferine atıf<br />
yaparcasına bu sezon da Fransa Kupası’nda<br />
finalde. Yalnızca bu değil, ayrıca kulübün ve<br />
taraftarların yakın zamandaki bir Avrupa Kupası<br />
eşleşmesiyle dostluk kurduğu St. Johnstone<br />
takımı da İskoçya Kupası’nda finale çıkmayı<br />
başardı. Bunlar belki bir şeyi işaret ediyor ya<br />
da etmiyordur ama Eskişehirspor’un ilk resmi<br />
maçını Kasımpaşa ile oynamış olması, şimdilerde<br />
taraftarları nezdinde sıkı dost olan iki kulübün<br />
alın yazısını sanki o günden çizmişti. Belki de<br />
rahmetli Abdullah Gegiç’in 1968/69 sezonunda<br />
ve yalnızca 3 puan farkla Galatasaray’a kaptırdığı<br />
şampiyonluğun rövanşı bu seneye ayarlanmıştır,<br />
kim bilir<br />
Es-Es’in Süper Lig’e geldiği 2008<br />
play-off finalinde tribünler...
Alican Döşer<br />
Eskişehirspor Özel<br />
HF128<br />
HiKAYELERLE BÜYÜTEN ADAMLAR<br />
Fethi Heper, İsmail Arca, Ender Konca ve Nihat Atacan… Eskişehir’e futbol ruhunu<br />
aşılayan, çocuklara ismi bahşedilen, kırmızı-siyah renklerin bir dönemine damgasını<br />
vurmuş efsanevi isimler. Onlar hikayeleriyle çocukları büyüten kahramanlar<br />
Bahar yavaş yavaş yüzünü göstermiştir, ellerinizi<br />
cebinize koyup yola koyulursunuz. Serindir ama<br />
çok çarpmaz havası Eskişehir’in. Kızılcıklı’dan<br />
Adalar’a döndüğünüzde, Porsuk Nehri üzerindeki<br />
köprülerden ilkine asılmış bir bez pankart selam<br />
eder size. Kumaşın üzerine boyayla yazılmıştır,<br />
el emeği göz nurudur. Genç yaştakilerin tüylerini<br />
diken diken etmeye yetecek, eski jenerasyonun da<br />
göz torbalarında bir damla yaş biriktirecek o sihirli<br />
sözler karşılar sizi: “Hikayelerle büyüyen çocuklar,<br />
şimdi kupaya uzanıyor…”<br />
Hikayeler her ne kadar yeni neslin kalbine siyahkırmızı<br />
aşkı aşıladıysa da, dinleyenler ve anlatanlar<br />
kadar göz önünde kalamamıştır onları yazanlar.<br />
Bir şehre kendi tabirleriyle Kuva-yi Milliye ruhunu<br />
aşılayan, çocuklara ismi bahşedilen bu dört insan<br />
bir zamanlar efsanelerle dolu tarihin ilk satırlarını<br />
yazanların ta kendileridir.
FETHİ HEPER: SEVILLA ŞARABI<br />
Genç yaşta kaybettiği, döneminin ünlü<br />
profesörlerinden ağabeyi Niyazi Heper’in<br />
misyonunu kendine uyarlayan bir çocuk. 1965’te<br />
kurulan kadronun ilk müdavimlerinden Fethi’nin,<br />
doktoraya uzanan ilk ve tek öyküsü. Çoğunun<br />
gibi onun da hikayesi arsada, büyüklerini izleyip<br />
kalenin arkasına kaçan topları toplamakla başlıyor.<br />
Esnafların arasında, onların iş yüzünden maça<br />
geç kalacaklarını umarak kenarda beklenen ama<br />
o adamın hep geldiği dönemler. Bursu sayesinde<br />
Peru karmasına karşı ilk yarı 7-0 gerideyken ikinci<br />
yarı da 8 gol atmasını, seneler sonra “Sinirlendim,<br />
sekiz tane attım!” şeklinde anlatacaktı. O<br />
zamanlardan alıyordu golün kokusunu.<br />
1960’da Akademi Gençlik’te başladığı<br />
kariyeri, 1962’de yaptığı sükseyle genç milli<br />
olma mertebesine ulaşır, 1969/70 ve 1971/72<br />
sezonlarında da ligin gol krallığı tacını takar Fethi<br />
Heper. Hayat onu akrabası olduğu Metin Oktay’ın<br />
Galatasaray’ına sürükleyecekken Eskişehir’de kalır.<br />
Kendi anlatıyor: “Metin Oktay futbolu bırakacağı<br />
zaman bir veliaht bırakmak istedi ve beni seçti.<br />
O zamanın parasıyla astronomik bir ücret teklif<br />
etti. Eskişehirspor 130, Galatasaray 650 bin lira<br />
veriyordu bana. ‘Bak Fethi, ben birinci evliliğimde<br />
ayrılmak zorunda kaldım ve ikinci evliliğimi yaptım.<br />
Şimdi daha mutluyum, gel sen de Eskişehirspor’u<br />
boşa, Galatasaray’da mutlu ol’ dedi. Eskişehirspor<br />
sevgisi nedeniyle cevabım olumsuz oldu, yoksa<br />
18.30 uçağıyla İstanbul’a gidecektik.”<br />
İki takım, 10 dakika, 5 gol<br />
İki maç vardır Fethi Heper denince akla gelen.<br />
Birincisi 1970/71 sezonunda Türkiye Kupası’nın<br />
sahibi olan Eskişehirspor’un, Galatasaray ile<br />
oynayacağı Cumhurbaşkanlığı Kupası müsabakası.<br />
Rahmetli Metin Kurt’un golüyle 1-0 öne geçen<br />
sarı-kırmızılılar karşısında Ender ve Fethi’nin<br />
golleriyle üstünlüğü alan Eskişehirspor’un<br />
filelerini, 87’de Gökmen Özdenak sarsar. Bitime 1<br />
dakika kala ise sahneye yine Fethi Heper çıkar ve<br />
Fethi Heper, kendisini Galatasaray’ın istemesine<br />
rağmen Eskişehirspor’u tercih ettiğini söylüyor.<br />
kupayı Eskişehirspor’a getirecek golü kaydeder.<br />
Tribünlerde ise özellikle biri heyecandan yerinde<br />
duramaz. Bu kadın daha sonra, “Hep radyodan<br />
dinlerdim oğlumun maçlarını, bu sefer ben de<br />
gideceğim. Fethi gelip uğur getirmemi de istedi”<br />
diyecek olan annesinden başkası değildir.<br />
İkincisi ise tarihin en güzel futbol maçlarından<br />
birine Eskişehir’de tanıklık edilen Fuar Şehirleri<br />
Kupası 1. Tur 2. maçı; Sevilla karşılaşması. İlk<br />
maçta sahadan 1-0 boynu bükük ayrılan Kırmızı<br />
Şimşekler’de teknik direktör Abdullah Gegiç,<br />
Bernabeu’yu gezerken Fethi’nin yanına gidip<br />
‘Ne güzel çim değil mi Fethiciğim Burada top<br />
kendinden girer’ diyerek, Pizjuan’da kaçırdığı gole<br />
gönderme yapmakta da sakınca görmemişti.<br />
Zaten Fethi, Eskişehirspor tribünleriyle kavgalıydı<br />
o sürelerde. Taraftalar Hacettepe maçında<br />
yıldız oyuncuyu yuhalamış, baskılar sonrası<br />
takıma dönen futbolcu bir türlü eski rahatına<br />
kavuşamamıştı.<br />
Aynı Fethi 16 Eylül’deki ikinci maçın 77. dakikasında<br />
yine 1-0 mağlup olan Eskişehirspor’da kulübeye<br />
gidip Gegiç’ten kendisini çıkarmasını istedi ama<br />
hocasından “Oyna bre” lafını duyup sahaya<br />
döndüğünde Sevilla’nın Başkanı şeref tribününde<br />
purosunu çoktan yakmıştı. Ne olduysa orada oldu,<br />
Eskişehirspor turu getirecek üç golü 10 dakika<br />
içinde Dominguez’in kalesine yollamış ve İspanyol<br />
devini kupa dışına itmişti. Endülüs’te Raks<br />
şiirinin ‘Zevk akşamında Endülüs üç def’a kırmızı<br />
dizelerinin kırmızı’sı Es-Es, üç golde ise Fethi<br />
Heper’in adı yazacaktı artık.
İSMAİL ARCA: BÜYÜK KAPTAN<br />
Eski dönemlerde futbolcu transferleri içerlerinde<br />
bolca ‘kaçırılma’ hikayeleri barındırır. 1964’te<br />
Eskişehirsporlu bir futbolcu ve bir yöneticinin<br />
İnegöl’den, yüzünde tüy bitmemiş bir çocuğu<br />
arabaya tıkıp, jandarmalardan kaçıp Fatihsporlu<br />
bir yöneticinin evinde kalmasıyla başlıyor<br />
İsmail Arca’nın hikayesi, Amigo Orhan’ın<br />
Fenerbahçelilerden kaçırıp bir hafta çiftlik evinde<br />
de ağırlamasıyla devam ediyor. Genç yaşta<br />
basketbol ve yüksek atlama ile sporla içli dışlı<br />
olan İsmail, 18 yıl boyunca giyeceği kırmızı-siyahlı<br />
formayı sırtından hiç düşürmeyecek, Eskişehirspor<br />
tarihinin 535 maçla en çok forma giyen futbolcusu<br />
olacaktır.<br />
Amatör Milli Takım ile İspanya’ya giden ve<br />
lisede beden eğitimi dersinden ikmale kalan,<br />
Pakistan maçıyla ilk kez Ay-Yıldızlı formayı<br />
sırtına geçiren İsmail Arca, bu formayı 27,<br />
toplamda da 53 kez terletecektir. Beşiktaş’tan<br />
aldığı teklifi yine Eskişehir için kabul etmeyen<br />
güzel adamlardan Arca, 1970’in Aralık ayında üç<br />
günlük oğlunu toprağa verdikten sonra, cenaze<br />
namazını kılıp Göztepe karşısına çıkacak kadar<br />
Eskişehirsporludur.<br />
Kırmızı Şimşeklerin altı jübilesinden birinin sahibi<br />
olan ve 1982’de takımı bıraktığında Büyük Kaptan<br />
koreografisi karşısında gözleri dolan futbolcuyla<br />
Eskişehir’de Pazartesi-Perşembe oynadığı halı<br />
sahaları bırakmadıysa sohbet etmek mümkün.<br />
Onun için kırmızı aşk, siyah da hâlâ isyan.<br />
ENDER KONCA: KADİFE BİLEK<br />
“Bir Galatasaray maçıydı hiç unutmam, 2-0<br />
yendik onları Eskişehir’de. Maçtan sonra seyirciler<br />
sahaya girdiler, omuzlara aldılar bizi. Müthiş bir<br />
tebrik yağmuru. O gün karşımda oynayan sağ<br />
bek, Saim olabilir tam hatırlamıyorum, biraz<br />
madara olmuştu. O gün çalım atıyorum, düşüyor<br />
kalkıyor bir daha çalım atıyorum. Babam her<br />
maçıma gelirdi benim, babamdan da bir övgü<br />
bekliyorum tabii. Sonra açtı ağzını yumdu gözünü,<br />
‘Böyle oynayacaksan hiç oynama, o da sen de<br />
ekmek parası kazanıyorsunuz bu işten. Böyle<br />
alay edilmez rakiple’ diyerek patlattı bir tane”<br />
İstanbulspor’un küme düşmesinin ardından, İngiliz<br />
Konsoloslu’ğunda çalışan babasının elinden zar<br />
zor Eskişehir’e transfer olan ve efsanevi kadronun<br />
müdavimlerinden Ender Konca’ya ait bu sözler.<br />
Sol bek olarak başladığı kariyerindeki dönüm<br />
noktalarından en önemlisi 1-1’lik Almanya maçı.<br />
Karşısında oynayan Berti Vogts aktarıyor: “Başta<br />
Ender olmak üzere tüm Türk futbolcuar bana<br />
çalım atmak için uğraşıyor!”<br />
İsmail Arca
Eskişehirli bir kadınla evlendikten sonra kendini<br />
artık Eskişehirli hisseden, efsane kadronun<br />
sol açığı, sergilediği performansla Eintracht<br />
Frankfurt’a transfer olup, Anadolu’dan Avrupa’ya<br />
giden ilk futbolcu olur. Otobüsün arka camından<br />
arkadaşlarına el salladığında kendini sıktığını ama<br />
gece boyunca ağladığını söylemekten çekinmez.<br />
Kırmızı-siyahlı formayla kaçırdığı şampiyonluklara<br />
Fenerbahçe’de geçirdiği dört sezonda iki kez nail<br />
olduktan sonra tekrar şehre döner ve altı sezon<br />
sonra jubilesiyle kulüp tarihinin en golcü ikinci<br />
oyuncusu olarak noktaladı kariyerini. Akıllarda ise<br />
kendisinin basının abartması dediği, maç önceleri<br />
iki duble viski içmeyi adet edindiği kaldı.<br />
Nihat Atacan<br />
NİHAT ATACAN: TIY NİHAT<br />
“Fethi, Nihat, Ender, filelere gönder” tezahüratının<br />
Nihat’ı, Eskişehirlilerin nam-ı değer Tıy, yani<br />
‘Kaç Nihat’ı’, Anadolu Yıldızı’nın sağ açığı. Lakabı<br />
sahada kendini belli etse de, yeşil çimlerin<br />
gerisinde hâlâ beyefendiğiliğini saklayan, dönemin<br />
fiyakalı topçularından.<br />
Akşam kar yağmasın da topumuzu oynayalım<br />
diyen Nihat Atacan çocukluk yıllarını, “Benim<br />
babam o zamanlar fabrikada çalışıyor, 4 buçukta<br />
çıkıyor 5’e çeyrek kala eve geliyor. Yaz günü saat<br />
5’te havanın sıcağı bile kaybolmamış, sokakta top<br />
oynuyouz. Bir gözüm sahada bir gözüm babamda.<br />
O zamanlar yakalanınca sopayı yiyorduk” diye<br />
anlatıyor.<br />
taktiklerini ya da kontratakta takımın alacağı<br />
pozisyonları size anlatması abes kaçmayacaktır.<br />
Bilinmelidir ki kendisi Abdullah Gegiç’in<br />
öğrencisidir.<br />
Askerliğini yaptığı Adana’da bile amatör olarak<br />
futbol hayatına devam eden ve insanların ‘Bu<br />
adam koşmaktan delirecek’ tepkilerine maruz<br />
kalan Atacan, yedi senelik kariyerinin ardından<br />
192 kez giydiği formayı geçirdiği sakatlıklar ve<br />
ameliyatlardan sonra bırakıp, kariyerine teknik<br />
direktör olarak devam etmiş bir dönem de<br />
Eskişehirspor’u çalıştırdıktan sonra 1983/84<br />
sezonunda Malatyaspor’u Türkiye 1. Futbol Ligi’ne<br />
yükseltti.<br />
72’sine merdiven dayamış Atacan’ı, Eskişehir’de<br />
görürseniz, Barcelona dominasyonundan önce<br />
Arsenal’in o futbola yaklaştığını, duran top<br />
Eskişehir Kent Konseyi Kültür Sanat Çalışma Grubu<br />
tarafından bu sene Ocak ayında düzenlenen “Fethi,<br />
Nihat, Ender filelere gönder” gecesinden
Emre Çelik<br />
Eskişehirspor Özel<br />
HF128<br />
ANADOLU DEVRiMCiSi ABDULLAH GEGiÇ<br />
Büyük hayallerle geldiği İstanbul’da Fenerbahçe’den kovulmuş olabilir ama Abdullah<br />
Gegiç Eskişehirspor’la Türk futbolunda ‘Anadolu devrimi’nin ateşini yakan isimdi<br />
“Kim ne derse desin Fenerbahçe’nin Türk<br />
futboluna hizmetleri büyüktür. Fenerbahçe<br />
sayesinde her yıl küçük bir kulüp büyük bir<br />
antrenöre kavuşur!..”<br />
Yukarıdaki satırlar 18.07.1967 tarihli Milliyet<br />
gazetesinde yayınlanan ‘büyük bir antrenör’ün<br />
kaleme aldığı ‘Önce Kendimi Tanıtayım’ başlıklı<br />
yazısının hemen üzerindeki karikatürde yer<br />
alıyordu. Bu seferki ‘büyük bir antrenör’ ise<br />
Abdullah Gegiç’ti. Evet; Gegiç büyük hocaydı, genç<br />
sayılabilecek bir yaşta Partizan gibi mütevazi<br />
bir takımı Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nın<br />
finaline kadar çıkarmış ama finalde İspanyol devi<br />
Real Madrid’e mağlup olmuş, France Football bu<br />
başarısından dolayı Abdullah Gegic’i yılın en iyi<br />
üçüncü* antrenörü seçmişti. Evet ama Gegiç’in<br />
şaşırtıcı bir şekilde tercih ettiği Fenerbahçe’de<br />
lig şampiyonluğu kaçırmasının yanı sıra takıma<br />
oynattığı futbol da beklentilerin fazlasıyla altında<br />
kalmıştı. Hatta öyle ki Fenerbahçe’nin yazı-tura<br />
atışı sonucu kazandığı bir kupa maçının ardından<br />
“Ne Partizan’ın Gegiç’i/Ne Gegiç’in Lemiç’i/Ne<br />
Lemiç’in Radoviç’i/Ercan yazı demeseydi/Bitikti<br />
Fener’in işi” dizeleri yazılmıştı. Gegiç sürekli<br />
düşünceli bir görüntüde olduğu için eleştirilmiş;<br />
oyuna müdahale etmediği ve konuşmadığı için<br />
Fenerbahçeli taraftarlar tarafından adı ‘sfenks’e<br />
çıkarılmıştı. Kısacası Gegiç, Türkiye’deki ilk yılında<br />
Fenerbahçe’de başarılı olamamıştı ve Gegiç’in
Eskişehirspor’a transferinin hemen ardından<br />
yazılan bu ifadeler son derece ağır ve riskliydi...<br />
Neden Türkiye<br />
O gece Brüksel’de bir alıp bir vermişti Gegiç.<br />
Avrupa’nın en büyüğü olma şansını Real Madrid’e<br />
kaptırmıştı. Fakat o gün ilk çocuğuna, Brüksel<br />
Gegiç’e, merhaba dedi. Herkes bu genç adamın<br />
şimdi ne yapacağını merak ediyordu. Büyük<br />
ihtimalle Partizan’da kalmayacaktı; Almanya,<br />
Fransa ve Belçika’dan aldığı tekliflerin birine evet<br />
demesi bekleniyordu. Fakat Fenerbahçe Başkanı<br />
Faruk Ilgaz ve yöneticilerden Kadir Has’ın Gegiç için<br />
2 haftadır Belgrad’da beklediğini bilenlerin sayısı<br />
iki elin parmaklarını geçmiyordu. Dahası Yeni Pazar<br />
doğumlu Gegiç’in anne ve babasının Türk olması<br />
da işleri karıştırıyordu. Dolayısıyla piyangodan<br />
Türkiye, Fenerbahçe, çıktı.<br />
Çoğu kişi “Babam ve annem daima kendilerini<br />
Türk sayan iki insandı... Annem uzun yıllar İzmir’de<br />
yaşamıştı... Hep güzel şeyler anlatmışlardı...<br />
Türkiye’yi görmeyi çok isterken, içimde yavaş<br />
yavaş babamın, annemin tesiriyle Türkiye’de<br />
çalışmak, Türk sporuna hizmet etmek arzusu<br />
uyanmaya başlamıştı.” sözleriyle kararının<br />
altındaki sebepleri anlatan Gegiç’in bu kararına<br />
herkes şaşırmıştı. Beşiktaş’ın Yugaslov hocası<br />
Spajic ise şaşkınlığını “Fenerbahçe çok büyük iş<br />
başarmış. Gegiç çok kıymetli bir hocadır.” sözleriyle<br />
dile getirdi. Gegiç, Türk futbolunu kalkındırmak<br />
için yola çıkmıştı. Motivasyonu ilk baştan itibaren<br />
bu yöndeydi. Fakat Fenerbahçe’de başarılı<br />
olamayacağının ilk işareti belki de havaalanı<br />
karşılamasıydı!<br />
1966/67 sezonunda Gegiç’in Fenerbahçesi<br />
aslında istatistiksel olarak bakıldığında fena bir<br />
görüntü çizmedi. Ligin en fazla kazanan takımıydı<br />
Fenerbahçe. Fakat bu istatistik yetmedi. Sarılacivertli<br />
takım ligi Beşiktaş’ın iki puan gerisinde<br />
ikinci bitirdi. Gegiç ile devam edilebilirdi belki<br />
ama Gegiç bir bakıma kendi bacağına sıkmıştı.<br />
Fenerbahçe veya herhangi bir büyük takım,<br />
1966 yılında Şampiyon<br />
Kulüpler Kupası’nda<br />
final oynayan<br />
Partizan’ın başında<br />
Abdullah Gegiç vardı.<br />
yurt dışından birinin gelip sistemi kökten<br />
değiştirmesine ve sözünü sakınmadan her şeyi<br />
söylemesine alışkın değildi. Gegiç önce sezonun<br />
ortasında Anadolu takımlarını ve Fenerbahçe’nin<br />
transfer politikasını eleştirdi. Gegiç’e göre Anadolu<br />
takımları sadece müdafaayı düşünüyordu. Bu da<br />
ilerlemeyi engelliyordu. Fenerbahçe yönetimini<br />
eleştirmesinin sebebi ise ‘futbol cehaleti’ idi.<br />
Yönetim gol problemi çeken takıma golcü almıştı.<br />
Halbuki Gegiç’e göre “Golcülüğü artırmak için asıl<br />
ihtiyaç orta saha futbolcusu” idi. Golü yaratacak<br />
olan orta saha oyuncusu... Dahası takımla da<br />
iletişim için doğru kanalı yakalayamadı Gegiç.<br />
Hatta öyle ki Türkiye’ye gelirken yanına aldığı<br />
Radoviç ve Lemiç’i önce Yugoslavya’nın Sport<br />
gazetesine şikayet etti. İkili, Gegiç’i sert bir dille<br />
eleştiren bir röportaj verince de olay iyice kavgayı<br />
andıran bir atışmaya döndü. Üstüne bir de tam<br />
yetkili Gegiç’in üzerine bir direktör getirilmesi<br />
de eklenince ipler tamamen koptu. Öyle ki Gegiç
ir daha yabancı oyuncuyla çalışmaya tövbe bile<br />
etti. Ilgaz bir sene daha sözleşmesi bulunan, bir<br />
önceki sene kapısında 2 hafta yattığı Gegiç için<br />
“Fenerbahçe’nin 1 sene daha böyle bir tecrübeye<br />
tahammülü yoktur.” dedi ve Gegiç’i kapıya koydu.<br />
Devrimin ilk adımı<br />
Fenerbahçe macerasının ardından ne yapacağını<br />
Gegiç de bilmiyordu. Avrupa’ya dönmek kolay<br />
seçimdi belki ama “Başarısızlığın ardından kaçıp<br />
gitti demelerini istemedim. Eskişehirspor’dan<br />
teklif gelince de bunun için kabul ettim.” diyen<br />
Gegiç, Eskişehirspor’u tercih etti. Daha doğru bir<br />
ifadeyle Fenerbahçe’nin Gegiç’e vermediği istikrar<br />
ve destek sözünü veren Eskişehirspor, Yugoslav<br />
hocayı ikna etti. Öyle ki yıllar sonra “Başarılı<br />
olmamızın 3 sebebi vardı. Oyuncular, taraftarlar<br />
ve yönetim arasında inanılmaz bir destek ortamı<br />
kurduk” diyen Gegiç daha ilk dakikada etkisini<br />
hissettirdi. Takımda bir anda harika bir hava<br />
oluştu. Hatta sezon başlamadan Eskişehir’e bir<br />
ziyarete giden Gündüz Kılıç takımdaki atmosferi,<br />
yöneticilerin güler yüzünü ve Gegiç’i göklere<br />
çıkardı. Kılıç, “Benim bildiğim, daha doğrusu<br />
senelerin bana öğrettiği meslektaşınız size<br />
tepeden bakmalı, elinizi lütfen sıkıp bir sürü caka<br />
satmalı, arkanızdan da kuyunuzu kazmalıydı. Zira<br />
büyük kapılarda kapılanmak için meslektaşlar<br />
azarlanmalıydı. Bunları senelerce takım<br />
kaptanlığını, hocalığını yaptıklarımızdan bile biz<br />
böyle görmüştük... Gegiç’in o tertemiz kucaklayışı<br />
bunun için şaşırtmıştı beni.” sözleriyle Eskişehir’in<br />
bu ortamı sürdürebilirse ileride çok başarılı<br />
olacağını dile getirdi.<br />
İlk işi halletmişti Gegiç. Sağlıklı bir çalışma<br />
ortamını yarattı. Ardından da belki de ülkenin<br />
10-15 sene ilerisindeki antrenman teknikleriyle<br />
saha içine odaklandı. Hatta temelden başladı.<br />
Örneğin oyuncularının boynuna ‘futbol kravatı’<br />
ismini verdiği ve oyuncuların top sürerken topa<br />
bakmalarını engelleyen bir şey taktırdı. Her<br />
oyuncuya ayrı ayrı ne yapmasını gerektiğini<br />
anlatan notlar hazırladı. Takıma hücumda ve<br />
Amigo Orhan (Orhan Erpek) Eskişehirspor’un<br />
yapmaya çalıştığı devrimde tribünleri tek bir ses<br />
haline getirmeyi başarmış ve tüm ülkenin gıptayla<br />
baktığı bir tribün grubu oluşturmuştu.<br />
savunmada özel setler hazırladı. Hatta zaman<br />
zaman her mevki için ayrı ayrı antrenmanlar<br />
düzenledi. Gegiç’in en büyük gol kozu olacak olan<br />
Fethi Heper ilk dönemlere dair “İlk antrenmanlarda<br />
kâğıtlar hazırlayıp elimize tutuştururdu. Bu<br />
kâğıtlar hepimizin sahada ayrı ayrı nasıl hareket<br />
edeceğini anlatıyordu. Sonra antrenmana gelirdik,<br />
üç ayaklı bir kara tahtaya nasıl oynayacağımızı<br />
çizerdi.” sözleriyle Gegiç’in çalışmalarını anlatıyor.<br />
Fenerbahçe’de düşünceli duruşundan dolayı<br />
eleştirilen Gegiç, Eskişehirspor’da bu düşüncelerini<br />
hayata geçirme fırsatı bulunca bir anda eski<br />
saygısını tekrar elde etti. Sezon başında “Hücumu<br />
düşünen bir takım olacağız. Her zaman bir gol<br />
daha fazla atmaya çalışacağız.” diyen Gegiç<br />
ilk sezonunda mütevazı Es-Es’i sekizinci yaptı<br />
ama ilk sezon sadece bir hazırlık evresiydi. Ve<br />
Gegic bir sonraki sezona çok daha iyi bir takım<br />
hazırlamıştı. Gegiç’in Es-Es’i kentle bütünleşti,<br />
Amigo Orhan’ın başlarını çektiği Eskişehir<br />
halkıyla şampiyonluğa koştu. “Ben günlük işlerin<br />
antrenörü değilim. Büyük eserler bırakmak<br />
isteyen bir futbol antrenörüyüm. Günlük işlerle
kulüp büyümez.” Gegiç’in bu sözleri boşu boşuna<br />
söylemediği 1968/69 sezonunda ortaya çıktı. Es-<br />
Es sezonu Galatasaray’ın sadece 3 puan gerisinde<br />
ikinci tamamladı. Gegiç üçüncü sezonunda da<br />
ikincilikle yetindi. Fakat belki de en önemlisi<br />
her fırsatta günü değil geleceği düşündüğünü<br />
vurgulayan Gegiç’in yaptıklarıydı. Sürekli ileriyi<br />
planladı, çalışmalarını buna göre gerçekleştirdi.<br />
Hatta öyle ki daha önce Türkiye’de örneği olmayan<br />
şekilde çalışmalarını kendisinden sonraki hocalara<br />
kılavuzluk yapması amacıyla dosyalaştırdı. Ne de<br />
olsa Fenerbahçe’de işlerin iyi gitmemesi hakkında<br />
“Oyuncuların benden önce nasıl çalıştığını<br />
bilmiyordum.” diyen Gegiç değil miydi...<br />
Adım adım zirveye yaklaşan ve artık şampiyon<br />
olması beklenen Eskişehirspor, Gegiç’in ilk<br />
macerasının son sezonunda, yani 1970/71’de ise<br />
dördüncü oldu. Fakat Türkiye Kupası’nda sırasıyla<br />
Beşiktaş, Fenerbahçe ve Bursaspor’u eleyerek,<br />
Eskişehir’i tarihinde ilk kez kupa şampiyonu yaptı<br />
Gegiç daha o dönemde neden ligi kazanamamaları<br />
hakkında ise yıllar sonra “Dördüncü yıl strateji<br />
değiştirdik. Türkiye Kupası’nı kendimize hedef<br />
seçtik. Aslında takım şampiyonluk için hazırdı<br />
ama kulüp hazır değildi. Çünkü para yoktu ve<br />
herkes İstanbul takımlarına çalışıyordu.” sözlerini<br />
kullanacaktı.<br />
Futbola dair...<br />
4 senelik Eskişehirspor macerasında kısa bir<br />
süre de olsa milli takımın başına da geçen,<br />
hatta fazlasıyla iddialı bir biçimde “Milli takıma<br />
çağ atlatacağım” diyen Gegiç belki 6 maçlık<br />
macerasında bunu hayata geçiremedi ama<br />
kendisinden sonrakilere bu çağ atlatmak<br />
için kılavuz hazırladı. Milli takımdaki hoca<br />
istikrarsızlığına ve altyapının önemine sürekli<br />
dikkat çekti. Fenerbahçe’ye gelmeden önce<br />
Yugoslavya’da Genç Milli Takım ile A Milli Takımı<br />
çalıştıran Gegiç, “A Milli Takım için iki kaynağa<br />
sahip olmak gerekir: Genç ve Ümit Milli Takımı.<br />
Genç ve Ümit Milli Takım’daki sistem, A Milli<br />
Takım’daki ile paralel olmalıdır.” diyerek Türkiye’nin<br />
Gegiç, yıllarda Türkiye’de görülmemiş bir antrenman<br />
programı uyguluyordu.<br />
yıllardır kanayan yarası olmaya devam eden<br />
oyuncu yetiştirmedeki sistemsizliğe daha<br />
1969 yılında dikkat çekmeye çalıştı. Dahası<br />
Eskişehirspor’da yaptığı gibi kendisinden sonraki<br />
hocalar için antrenmanlarda yaptığı çalışmaları,<br />
taktiklerini, oyunculara ait notlarını da muhafaza<br />
etti.<br />
Ve elbette Gegiç’in Eskişehirspor’a 1968’de<br />
imzayı attıktan sonra yazdığı meşhur ‘2000<br />
Yılında Futbol Nasıl Olacak’ yazısı var. 46 yıl önce<br />
“2000 yılının futbolu atak bir çehreye bürünecek,<br />
maçlarda bol şut ve gol görülecektir. Çünkü<br />
geleceğin futbol takımında bir oyuncu, sırtında<br />
taşıdığı numaranın adamı olarak bir mevkiye<br />
bağlanıp kalmayacaktır. Her yerde oynayabilecek,<br />
icabında bir bek, forvet gibi şut çekebilecek, takım<br />
hasmına bir dalga gibi yüklenecektir. Ama bu, top<br />
etrafında toplanmak demek değildir. Takım, bir<br />
liberasyon sistemi içinde gayet süratli bir oyun<br />
çıkaracaktır. Kaleci dahi bu yeni oyunda bir bek gibi<br />
ceza çizgisi içinde durabilecektir. Şimdi olduğu gibi<br />
kale direklerini beklemeyecektir.” satırlarını yazan<br />
Gegiç, Es-Es’e de elinden geldiğince modern bir<br />
futbol oynatarak bir Anadolu takımının da İstanbul<br />
takımlarını dize getirebileceğini gösterdi. Belki<br />
şampiyon olamadı ama bu 4 yılda yaptıklarıyla<br />
belki de en büyük başarısı “Anadolu kulüplerinin<br />
3 büyüklere karşı sahaya yenilmemek için çıkma<br />
mantalitesinin değişmesini sağlamak” oldu.<br />
Gegiç oyuncu ve rakip analizine de son derece<br />
önem veren biriydi. Zaten Partizan’ı da başarıya<br />
taşırken gizlice Manchester United’ı bile izlemişti.<br />
Hayalinde “Antrenör her maçı, her antrenmanı
filme aldıracak ve filmi futbolculara göstererek<br />
hatalarını kendilerine daha iyi izah edebilecektir.<br />
Öyle ki bir takım, gelecek hafta maç yapacağı<br />
takımı filmlerden seyredebilecektir.” sözleriyle<br />
tanımladığı bir milenyum vardı. O yıllarda ise<br />
imkân kısıtlığından dolayı belki rakip oyuncuları<br />
sınıflandıramadı ama kendi oyuncularına ‘dikkat,<br />
anlayış, ritim, tempo, pozisyon tekniği, istek’ gibi<br />
kategorilerde notlar verdi.<br />
Anadolu’da bir devrimi<br />
başlatan Gegic’in<br />
açtığı kapıdan ilk giren<br />
Trabzonspor oldu. Karadeniz<br />
ekibi bunu Gegic’in<br />
Fenerbahçe’sine karşı<br />
yapıyordu.<br />
Devrimi gördü<br />
1971’de Yugoslavya’nın yurt dışında çalışan teknik<br />
direktörlerin tamamının çalışma izinlerini iptal<br />
etmesiyle Gegiç geri döndü. 1972’de Beşiktaş’ı<br />
devraldı ama buradaki macerası da 1 sene<br />
sürdü. Yine istikrarsızlığı eleştirdi. Hatta takımı<br />
övdü ve kendisinden görevi devralan hocaya 2<br />
sene verilirse Beşiktaş’ın muhteşem bir takıma<br />
dönüşeceğini öne sürdü. Birer senelik Adana ve<br />
Bursa maceralarının ardından en sevdiği şeye<br />
bir kez daha soyundu: Geleceği yetiştirmek.<br />
Fenerbahçe’nin altyapı sorumlusu olmuştu. Fakat<br />
sezonun daha ilk bölümünde Necdet Niş kapıya<br />
konulunca takımı devraldı. 1975/76 sezonu ise<br />
tamamen ironinin sözlük anlamıydı. Eskişehir’de<br />
“Takımda çok iyi arkadaşlık ilişkisi vardı. Seyirci<br />
mükemmeldi. Biz İstanbul’u 10 bin kişi ile istila<br />
ederdik. Bir bardak bile kırmadan. Sadece şarkı<br />
söyleyerek Ali Sami Yen’i, Dolmabahçe’yi inletirdik.<br />
Bu bizim ihtilâlimizin en önemli adımıydı. İlk kez<br />
bir Türk takımı Fair-Play’den çıkmayarak çalıştı,<br />
çabaladı ama şampiyon olamadı. Bu bence en<br />
büyük başarıdır.” sözleriyle anlattığı Anadolu<br />
devrimini başlatan Gegiç, bir İstanbul takımının<br />
başında ilk kez Anadolu’dan bir şampiyon<br />
çıkmasına tanıklık etti. Maçın ardından bize 48<br />
saat işkence ettiler dediği Trabzon deplasmanı<br />
hakkında yıllar sonra “Onlarla Trabzon’da zor bir<br />
maç oynayacaktık. Şehre üç gün önceden gittik.<br />
Maça kadar bizi uyutmadılar. Davullar susmak<br />
bilmedi. Havaya ateş bile ettiler. Benim o maçta<br />
kalbim Trabzon’un kazanmasını istiyordu, beynim<br />
ise biz kazanacağız diyordu. Çünkü bir Anadolu<br />
takımı şampiyon olacaktı. Maçı kaybettik.<br />
Trabzon’un hocası Ahmet Suat Özyazıcı’yı<br />
kutlayan ilk kişi ben oldum.” diyen Gegiç’in açtığı<br />
kapıdan ilk geçen takım hem de Gegiç’i yenerek<br />
Trabzonspor olmuştu.<br />
Öğrenmeye adanan bir hayat<br />
Gegiç, “Gerçekleşmemiş rüyalarımın takımı”<br />
olarak nitelendirdiği Fenerbahçe’den ayrıldıktan<br />
sonra Anadolu’da yeni devrimler yapabilmek için<br />
kulüp kulüp gezdi. Adanaspor, Eskişehirspor,<br />
Samsunspor ve Diyarbakırspor’daki maceralarının<br />
ardından 1979’da tam 55 yaşında Köln Spor<br />
Akademisi’nin yolunu tuttu. İktisat mezunu Gegiç<br />
daha gençliğinde kariyer planlamasını futbol<br />
üzerine yaptığında teknik direktörlük diplomasını<br />
cebine koymuştu ama her zaman daha fazlasını<br />
hedefliyordu. 2 yıl boyunca hem zihinsel hem<br />
de yaşına göre fiziksel olarak fazlasıyla zor<br />
olan kursu bitirdi; ardından kendi adını verdiği<br />
Abdullah Gegiç Spor Merkezi’ni kurdu. Ardından<br />
Yugoslavya’da Spor Akademisi’ni tamamlayıp<br />
üzerine bir de master yaptı. 1987’de ise 3’üncü<br />
Lig’deki Pendikspor’un başına geçince gazeteler<br />
onun için “Avrupa Kupası Finali’nden Pendikspor<br />
antrenörlüğüne yuvarlanan” yakıştırmasını
yaptı ama Gegiç görevi devralmasının ardından<br />
“3 hedefim var. Birincisi eski öğrencilerimi<br />
meslektaşım yapmak. Diğeri Pendikspor’u<br />
2’nci Lig’e çıkarmak, üçüncüsü ise Eylül ayında<br />
Yugoslavya’da ‘Baldırın yüksek performansı’<br />
üzerine hazırladığım doktora tezini vererek futbol<br />
profesörü unvanını elde etmek.” diyordu. Evet 63<br />
yaşında hâlâ kendini geliştirmeye çalışan, Türk<br />
futboluna yeni isimler kazandırmak için çabalayan<br />
bir adamdı Gegiç. Pendikspor’da, özellikle<br />
Gaziosmanpaşa’da ve ardından da Çanakkale<br />
Dardanelspor’da yeni isimler yetiştirdi. Sırbistan’da<br />
bir takıma danışmanlık yaptı. Milli takımı çalıştıran<br />
Mustafa Denizli için 4 yıl, Şenol Güneş için ise 2 yıl<br />
bilgiler topladı. Hatta 83 yaşında 2007’de Zaman<br />
Gazetesi’ndeki köşesinde eski öğrencisi Fatih<br />
Terim’e yönelik kaleme aldığı yazısında 2006’daki<br />
Almanya Milli Takımı örneğini verip Amerika’dan<br />
özel fitness ekibi getirilmesini önerdi. “Fitnesantrenmanıyla<br />
Avrupa Şampiyonası kazanılmaz.<br />
Fakat, bu programla etkili, agresif ve yüksek<br />
tempolu futbol mutlaka oynanır.” diyen Gegiç’in<br />
bu yazısının kısa bir süre ardından ise Scott Piri ve<br />
Megan Mangano önderliğindeki ekiple anlaşıldı ve<br />
sonrası malum... Euro 2008.<br />
İşte Gegiç... 1966’da Türk futboluna artı değer<br />
kazandırmak için yola çıkan ve son günlerinde<br />
bile bunun için mücadele eden bir adam. Kulüpler<br />
bazında Türk futbol tarihini değiştiren adımları<br />
atan bir ve her zaman olduğu gibi hak ettiği değeri<br />
göremeyen biri... Gegiç yolu çizdi, kapıyı araladı.<br />
O kapıdan kendisi geçemedi belki ama önce<br />
Trabzonspor ardından da Bursaspor o yolu izledi<br />
ve şampiyonluğa ulaştı. Kim bilir belki de onun<br />
metodolojileri ve sistemleri takip edilse, sürekli<br />
şikayette bulunduğu gibi biraz okunsa belki de<br />
İstanbul hegemonyası kökten yıkılabilirdi.<br />
Abdullah Gegiç, 19 Haziran 2006’da<br />
düzenlenen Anadolu Yıldızlarına<br />
Vefa Gecesi’ne katılmıştı.
Fırat Topal<br />
Avrupa’dan Futbol<br />
HF128<br />
FRANK DE BOER VE KARE AS<br />
Ajax geçtiğimiz pazar günü Eredivise’deki üst üste 4. şampiyonluğunu ilan etti. Frank<br />
de Boer da tarihe geçti. Hem onlara 33. şampiyonluğu getiren sezonu, hem de bundan 1<br />
hafta önce kupa finalinde uğradıkları bozgunu Hayatım Futbol için masaya yatırdık<br />
Deftere tersten başlayalım. Frank de Boer dünya<br />
futbol tarihinde teknik direktörlük kariyerinin ilk<br />
4 sezonunda 4 şampiyonluk kazanan ilk hoca<br />
oldu. Hollanda’da daha önce 2 teknik adam 4 kez<br />
şampiyonluk kazanmıştı ama bu, hiçbir zaman<br />
arka arkaya gerçekleşmemişti. Louis van Gaal 3’ü<br />
Ajax, 1’i AZ, Rinus Michels ise tümü Ajax’la olmak<br />
üzere 4’er şampiyonluk kazandılar. Frank de Boer<br />
böylece gözünü, PSV ile 6 şampiyonluk kazanan<br />
(1987, 1988, 1989, 2003, 2005 ve 2006) Guus<br />
Hiddink’in tahtına dikti. 41 yaşındaki teknik adam<br />
futbolculuğunda da, Ajax ile 5 lig şampiyonluğu<br />
yaşamıştı. Ajax kulüp tarihinde ilk kez 4 yıl üst<br />
üste şampiyon oldu. PSV bunu 1985-1989 ve<br />
2004-2008 yılları arasında başarmıştı.<br />
Ajax şampiyonluğa giderken % 85,9’luk başarılı<br />
pas yüzdesi ile ligin en yüksek rakamına ulaştı.<br />
Bu yolda 27 farklı oyuncu kullandılar. Jasper<br />
Cillessen 14, Kenneth Vermeer 1 maç olmak üzere<br />
33 maçın 15’inde gol yemediler. Cillessen ayrıca<br />
% 84’lük kurtarış yüzdesiyle Eredivisie kalecileri
arasında bu dalda zirvedeydi. Defans oyuncusu<br />
Joël Veltman, girdiği ikili mücadelelerin %71,2’sini<br />
kazandı ve ondan yüksek yüzdeye sahip bir oyuncu<br />
yoktu. Takım ayrıca ligin en az gol atan ve en az<br />
mağlup olan takımıydı ve hem iç hem de dış saha<br />
tablosunda ligin lideriydi. Bütün bunları yan yana<br />
koyduğunuzda bir takımın o ligin şampiyonu<br />
olması garip karşılanmamalı. Zaten Frank de Boer,<br />
hiç maceraya girmeden son 3 sezon en iyi bildiği<br />
şey ne ise onu uyguladı ve kazandı.<br />
Sorumluluğun dağılımı ve Lasse Schøne<br />
Ajax’ın Frank de Boer’la gelen ilk şampiyonluğu<br />
sonrası kazanılan 3 şampiyonluktaki çizgisi<br />
hep aynı. Sezon başında 5 büyük ligden birisine<br />
gönderilen yıldızlar (bu sezon başında Eriksen,<br />
Celtic’e transfer olan Boerrigter ve Alderweireld),<br />
onların yerine altyapıdan monte edilen genç<br />
oyuncular, sezonun ilk yarısında geriden takip<br />
edilen zirve, 2. yarıdaki vites yükseltme, gol<br />
bölgelerinde skor yükünü tek başına yüklenen<br />
hedef bir adam yerine kadronun geneline<br />
dağılması ve rakiplerin beklenmedik puan<br />
kayıplarının olduğu her hafta doğru yerde maçları<br />
kazanarak elde edilen başarı. Ajax’ın bu geçtiğimiz<br />
3 sezonda lig şampiyonluğu kazanılırken en<br />
golcü oyuncuları ilkinde Mounir El Hamdaoui<br />
(13) son ikisinde Siem de Jong’tu (13 ve 12). Bu<br />
sezon henüz son hafta oynanmamışken sağ<br />
açık Davy Klaassen ve İzlandalı golcü Kolbeinn<br />
Sigþórsson’un 10’ar golü var. Ajax’ın toplam 67<br />
golünü 20 oyuncu paylaşmış durumda. Örneğin<br />
lig ikincisi Feyenoord’da bu rakam 14, PSV’de 15’ti.<br />
Bir diğer önemli nokta Ajax’ın dönüm noktalarında<br />
hep kazanmasıydı. 19 Ocakt’a PSV’yi 1-0, 16<br />
Şubat’ta Heerenveen’i 3-0, 2 Mart’ta Feyenoord’u<br />
deplasmanda 2-1, 30 Mart’ta Twente’yi 3-0<br />
mağlup edip 6 Nisan’da Vitesse deplasmanında da<br />
1-1’lik beraberliği kurtarınca, 6 puanlık hiçbir maçı<br />
kaybetmemiş oldular ve bu işlerini son derece<br />
kolaylaştırdı.<br />
Ajax’ın kazandığı şampiyonlukta ekstra katkı<br />
yapan adamları unutmamak lazım ki bunların<br />
Frank de Boer teknik adamlık kariyerinin ilk 4<br />
sezonunda Ajax ile üst üste 4 lig şampiyonluğu<br />
kazanarak dünya tarihinde bunu başaran ilk teknik<br />
direktör oldu.<br />
başında Danimarkalı Lasse Schøne geliyor. Schøne,<br />
16 yaşında ayak bastığı Hollanda’da, Heerenveen<br />
tarafından beğenilmeyerek 2006 yılında De<br />
Graafschap’a gönderilmiş ve ardından orta<br />
sıralarda mücadele eden N.E.C.’de 4 sezon forma<br />
giymişti. 2012 Nisan’ında bedelsiz olarak Ajax’a<br />
geldiğinde görevi; vatandaşı Christian Eriksen’i<br />
yedeklemekti. Daha 20’lerinin başında olan<br />
Eriksen’in 1 sezon sonra ayrılacağını hesaplayan (ki<br />
doğru bir plan olduğu ortaya çıktı) De Boer belki<br />
de Schøne’yi çok uzun soluklu düşünmüyordu.<br />
Zaten Eriksen’in kadroda olduğu maçlarda onu<br />
defansif orta saha oyuncusu olarak, vatandaşı<br />
Christian Poulsen’in o görevi aldığı maçlarda da<br />
sağda kullanıyordu ve Schøne görev aldığı her<br />
pozisyonun hakkını verince, bu sezon Eriksen’in<br />
Eriksen’in Tottenham’a gidişiyle forvet arkasında<br />
formayı kapan Schone attığı 9 gol ve yaptığı 7 asistle<br />
şampiyonlukta büyük pay sahibi oldu.
Tottenham’ın yolunu tutmasıyla ödülünü aldı<br />
ve forvet arkasındaki serbest rolüne yerleşti. Bu<br />
sezon 9 gol ve 7 asistle, kadronun gole en fazla<br />
katkı yapan futbolcusu oldu.<br />
Hayal kırıklıkları<br />
Amsterdamlılar şampiyonluğa giderken ümit<br />
bağladıkları futbolcuların kötü performanslarıyla<br />
da baş etmek zorunda kaldılar. Eriksen’in yaptığı<br />
etkinin benzeri bir beklentiyle aynı yaştayken<br />
transfer edilen Viktor Fischer ve Barcelona’dan<br />
kiralanan Bojan Krkic hücum hattına beklenen<br />
katkıyı yapamazken (Ajax onun kiralama<br />
sözleşmesini uzatırsa çok büyük sürpriz olur),<br />
Siem de Jong da 2. yarının önemli bir bölümünü<br />
sakatlıklarla boğuşarak geçirdi. Nitekim bu yüzden,<br />
2014’teki Avrupa Ligi macerası erken bitti ve Red<br />
Bull Salzburg’a her 2 maçta da bozguna uğrayarak<br />
mağlup oldular. De Boer’un ismi hem Barcelona<br />
hem de Tottenham Hotspur koltukları için geçiyor.<br />
Kendisi “Henüz burada işim bitmedi” dese de artık<br />
onu tatmin edecek tek şey Avrupa’daki başarı<br />
istikrarı, zira takımı son 4 sezondur grubunda<br />
üçüncü olup Avrupa Ligi’nde yoluna devam ediyor,<br />
ama orada da son 16’dan öteye geçemediler.<br />
Ron Jans ve PEC Zwolle<br />
Ajax geçtiğimiz pazar günü şampiyonluğunu ilan<br />
etti ama bana bu sezon Hollanda Kupası mı, yoksa<br />
Hollanda Ligi’mi daha anlamlıydı diye sorsanız<br />
hiç düşünmeden ilki derim. Şampiyon Ajax, 20<br />
Nisan günü De Kuip’ta öyle bir bozguna uğradı<br />
ki, Zwolle’nın 5-1 kazanarak kupayı kaldırdığı maç<br />
bütün hafta boyunca, zaten Ajax’ın avucunun<br />
içinde olan şampiyonluktan daha fazla konuşuldu.<br />
Hollanda’nın en pozitif futbol oynatan teknik<br />
adamlarından olan, ama bir türlü kendisine<br />
“Kupa sahibi hoca” sıfatını kazandıracak hamleyi<br />
yapamayan Ron Jans, 2002’de Groningen’in başına<br />
geçişiyle 12 yıldır kovaladığı mükafatına sonunda<br />
ulaştı. Kadrosunun toplam değeri 9 milyon euro<br />
Zwolle, Ajax’ı kupada 5-1 mağlup edip zafere<br />
ulaşırken, teknik direktör Ron Jans da nihayet “Kupa<br />
sahibi hoca” sıfatını kazanıyordu.<br />
olan Zwolle, final maçında, hem de Ricardo van<br />
Rhijn’ın harika golüyle daha 2. dakika oynanırken<br />
1-0 mağlup duruma düşmesine rağmen, geride<br />
kalan 88 dakikada Ajax’ı sahadan tek kelime ile<br />
sildi. Zwolle sezona da çok iyi başlamış ve ilk 6<br />
hafta sonunda liderliği ele geçirmişti, ama kalibre<br />
olarak, ligin devleriyle baş edemeyen kadroları<br />
sebebiyle ağırlığı kupaya verdiler. Amaçlarına<br />
da ulaştılar. Sadece 9 ay önce, 120 bin nüfuslu<br />
Zwolle şehrinin takımının başına gelen Jans, çok<br />
değil 2 sezon önce Jupiler League’de mücadele<br />
eden kulübü Avrupa Ligi’ne taşımış oldu. Kupaya<br />
gelecek sezon play-off turundan katılacaklar.<br />
Son 4 sezonun asansör takımı Willem II, Jupiler<br />
League’de şampiyon olarak Eredivisie’ye döndü.<br />
Kalan 2 kontenjanı, 10 takımın katılacağı bir playoff<br />
belirleyecek. Eredivisie’den, lige veda edecek<br />
takım ve bu play-off’a girecek 2 takım ise bu<br />
hafta sonu belli oluyor. RKC Waalwijk, büyük bir<br />
sürpriz olmazsa play-off’un ilk takımı. Roda JC<br />
ve N.E.C.’den birisi bu hafta sonu Jupiler League’e<br />
düşerken, diğeri play-off’ta son şansını kullanacak.<br />
Eredivisie’nin gol krallığı için, 26 golle, en yakın<br />
rakibi Graziano Pelle’nin 4 gol önünde olan Alfreð<br />
Finnbogason büyük bir avantaj sahibi.
Sercan Ergün<br />
Futbol Yönetimi<br />
HF128<br />
PARAYLA SAADET OLUR MU<br />
Futbol gün geçtikçe ticari kaygılara yenik düşen ve sahip olduğu kimlikten uzaklaşan<br />
bir görüntüye, bir oyundan çok para karşılığı yapılan bir aktiviteye dönüştü. Özellikle<br />
90’lı yıllardan itibaren endüstriyelleşen futbol, beraberinde de bu pastadan pay<br />
almak isteyen figürler üretti; kulüp sahipleri<br />
Stadyumların ve tesislerin fiziksel şartlarının<br />
iyileşmesine paralel olarak sahada oynanan<br />
oyunun kalitesi de arttı. Buna ek olarak futbolcu<br />
ücretlerinde de büyük artışlar gözlenirken Serie<br />
A gibi ligler futbolun büyük yıldızlarının akınına<br />
uğradı. İngiltere ise futbolun evrimi hususunda<br />
baş aktör oldu. Premier League kurumsallaşma<br />
ve endüstriyelleşmenin en bariz örneği olarak<br />
karşımıza çıkarken sponsorların kulüplere verdiği<br />
maddi destek ile beraber etkinlikleri de artmış<br />
oldu. Forma göğüs reklamları, stadyumlara verilen<br />
isim sponsorlukları hatta takımların isimlerinin bile<br />
değiştiği (son dönemde RedBull Leipzig, RedBull<br />
Salzburg gibi örnekler) bir endüstriyel futbol çağı<br />
başladı. Her ne kadar FIFA ve UEFA gibi futbolun<br />
en üst düzey karar organlarının asıl amaçlarının<br />
oyunu geliştirmek olduğunu söyleseler de<br />
yaşananlar aksini iddia eder nitelikte.<br />
Bu ve benzeri sebeplerden dolayı kulüp sahibi<br />
olmak bir prestij meselesinden çok artık bir kazanç<br />
kapısı haline geldi. Premier League son yıllarda<br />
Arap ve Uzakdoğu sermayesini kendine çekerken<br />
(Şeyh Mansur, Vincent Tan) ligin parasal değeri<br />
de aynı oranda arttı. Özellikle yapılan yayın geliri<br />
anlaşmaları takımlara diğer liglere oranla büyük<br />
mali güç sağladı. Rusya’da ise durum biraz daha<br />
farklı seyretti. Putin sonrası dönemde devlet<br />
eliyle zenginleştirilen oligarklar kulüplere başkan
olmaya ve yüksek bonservis ücretleriyle dünya<br />
yıldızlarını kadrolarına katmaya başladılar. Ligin<br />
marka değeri ve izlenme oranı artarken Rusya<br />
(büyük oranda maddi anlamda) bir cazibe merkezi<br />
haline geldi. Buna, Rusya Ligi’nin tüm Avrupa<br />
ile aynı takvim süresinde oynanması için yapılan<br />
düzenlemeler de eklenince Rusya, Avrupa’nın elit<br />
liglerinden biri olma yarışına girdi. CSKA, Spartak<br />
gibi köklü başkent ekipleri bir kenara bırakıldığında<br />
Gazprom’un mali destek verdiği Zenit ve<br />
Dağıstanlı milyarder Süleyman Kerimov’un<br />
yatırımları ile adını duyuran Anzhi gibi ekipler ses<br />
getirmeye başladı.<br />
Kerimov’un Anzhi’si<br />
Rusya’nın en büyük potas üreticisi olan Uralkali’nin<br />
sahini Kerimov Anzhi’yi, 2011 yılında satın aldı.<br />
Kerimov kış transfer döneminde Roberto Carlos,<br />
Jucilei ve Boussoufa gibi oyuncuları kadrosuna<br />
katarak işe başladı. Yaz aylarında Dzsudzsak,<br />
Zhirkov ve Kamerunlu yıldız Samuel Eto’o’yu<br />
yüksek bonservis bedelleri ödeyerek takıma dahil<br />
eden iş adamı, aynı zamanda ödediği yıllık ücretle<br />
de Eto’o’yu dünyanın en çok kazanan futbolcusu<br />
yapmıştı. 2012 yılının Şubat ayında deneyimli<br />
Hollandalı teknik adam Guus Hiddink takımın<br />
başına geldiğinde elinde yıldız oyunculardan<br />
oluşan bir kadro vardı. Ne var ki bu peri masalı<br />
çok kısa sürdü. Hiddink 18 aylık teknik adamlık<br />
görevinden 2013 yılının Temmuz ayında istifa<br />
ederken yerine gelen yardımcısı Meulensteen’in<br />
görevi de sadece 16 gün sürdü. Kerimov’un<br />
yatırımlarını, bir anda çekmesiyle bütün yıldız<br />
oyuncular satışa çıkarıldı, UEFA Avrupa Ligi’nde<br />
kupa hedefleyen Anzhi bir anda Rusya Ligi’nde<br />
dibe vurmuş ve kümede kalmaya oynayan bir<br />
ekip haline gelmişti. Daha iki sezon önce 50<br />
milyon euronun üzerinde bir bedelle takıma<br />
katılan Zhirkov, Denisov ve Kokorin gibi Rus milli<br />
takımında da oynayan oyuncular açıklanmayan<br />
bir bedelle, paket halinde Dinamo Moskova’nın<br />
yolunu tutarken yabancılık çekmeyeceklerdi zira<br />
takım zaten antrenmanlarını başkentte yapıyordu.<br />
Devlet eliyle zenginleşmiş bir figür olan Kerimov<br />
futbol sahnesini pek de iyi izler bırakmadan terk<br />
etmiş oldu.<br />
Dağıstanlı milyarder Kerimov’un yatırımlarıyla<br />
kısa sürede yıldızlar topluluğuna dönüşen Anzhi,<br />
yatırım geri çekilince Rusya’da küme düşme<br />
hattında mücadele eden bir ekip halini aldı.<br />
QPR’da da aşı tutmadı<br />
İş adamlarının futbola olan yatırımlarına<br />
değiniyorsak, İngiltere semalarına doğru gidip QPR<br />
örneğine de göz atmak gerek. Ağustos 2007’de<br />
Formula 1 sermayedarları Briatore ve Ecclestone<br />
tarafından satın alınan Kuzey Londra ekibi,<br />
komşuları Fulham ve Chelsea ile rekabete girdi.<br />
Hintli çelik milyarderi Mittal’in de hissedarlarından<br />
biri olduğu kulüp 2012/13 sezonu öncesi yaptığı<br />
Loic Remy, Mbia, Granero ve Samba transferlerine<br />
ve Harry Redknapp gibi tecrübeli bir hocaya sahip<br />
olmasına rağmen istenilen başarı gelmedi ve<br />
Championship’e düşüldü. Anzhi örneğinden farklı<br />
olarak QPR’ın ‘’Çok yıldız transferi başarı anlamına<br />
gelmez’’ sloganına daha uygun olduğunu<br />
söylememiz doğru olacaktır.<br />
Malaga’ya Doha darbesi<br />
Yakın tarihten bir başka acı örnekse Malaga.<br />
Ekonomik sorunlar nedeniyle bir yatırımcı<br />
Büyük yatırımlar İngiltere’de de karşılığını<br />
bulmadı ve QPR geçtiğimiz sezon yıldız<br />
isimlerine rağmen Premier League’e veda etti.
arayışına giren başkan Sanz’in imdadına Katarlı<br />
bir iş adamı yetişti. Dohalı Şeyh Abdullah El<br />
Thani’nin kulübü satın almasıyla Malaga yeni bir<br />
döneme giriyordu. Yapılan transferlerden daha çok<br />
Manuel Pellegrini’nin takımın başına getirilmesi<br />
Malaga açısından önemliydi. İlk sezonunda La<br />
Liga’yı 11.sırada bitiren takım takip eden sezonda<br />
Toulalan, Van Nistelrooy ve Cazorla gibi yıldızların<br />
yanında veteran Demichelis ve Joaquin gibi<br />
oyuncularla ligde fırtına gibi esti ve sezonu 4.<br />
sırada bitirerek tarihinde ilk kez Şampiyonlar Ligi<br />
vizesi aldı. Saviola ve Santa Cruz gibi, birçokları<br />
tarafından artık bitmiş olarak nitelendirilen<br />
oyunculardan maksimum verim alan Pellegrini,<br />
Endülüs ekibini çeyrek finale taşırken son dakikada<br />
ofsayttan yediği golle olası bir yarı finalden uzak<br />
kalıyordu. Ancak El Tani’nin hevesi geçip kulüpten<br />
yatırımını alması Malaga’da deprem yarattı. Öyle ki<br />
2012/13 sezonunda takım ligi 6.sırada bitirmesine<br />
karşın UEFA tarafından borçları sebebiyle önce<br />
dört yıl Avrupa kupalarından men cezası alan<br />
takım, CAS’a taşıdığı davada cezasını ancak bir<br />
yıla indirebiliyordu. Bu sezon ligin ilk yarısı sona<br />
erdiğinde düşme tehlikesi yaşayan takım, son<br />
haftalarına girilen ligde nispeten daha iyi bir<br />
konumda.<br />
Peki Ya Türkiye<br />
Tüm dünyayı kasıp kavuran patronların futbola<br />
olan düşkünlüğü bir zamanlar Türkiye’yi de<br />
sarmıştı. Tıpkı dışardaki örnekleri gibi bu<br />
topraklarda da bu sevda ortaya parlak sonuçlar<br />
çıkartmadı. Öyle ki yakın tarihimizin en isimli<br />
kadrolarından birini Uzan Grubu finansörlüğünde<br />
kuran İstanbulspor, kendisine verilen mali destek<br />
çekilince tepetaklak olmaktan kaçamadı. Şu an<br />
3.ligde mücadele eden köklü İstanbul ekibi o<br />
günleri özlemle anıyor.<br />
Ekonomik zorluklar nedeniyle bir dönem kapanma<br />
noktasına kadar gelen ve Adanalıların büyük<br />
mücadeleleriyle ayakta kalan Adanaspor’un ise<br />
İstanbulspor’dan biraz daha şanslı olduğunu<br />
söyleyebiliriz. Siyasal ortamın futboldan ne yazık<br />
ki bağımsız düşünülemediği bu coğrafyada bu<br />
tarz örneklere çok sık rastlıyoruz. Bu kulüplere Siirt<br />
Jet Pa deneyimini de ekleyebiliriz ki Sergen Yalçın<br />
transferiyle Türk spor kamuyounun dikkatlerini<br />
bir anda üzerine çeken Güneydoğu ekibi o<br />
şaşalı günlerinden çok uzakta, Türkiye liglerinin<br />
Geçen sezon Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final<br />
oynayan Malaga bu sezon ekonomik sıkıntılardan<br />
dolayı UEFA tarafından organizasyonlardan men<br />
edilerek büyük şok yaşadı.<br />
alt kademelerinde mücadelesini sürdürüyor.<br />
Antrenmanlarını İstanbul’da yapan, iç saha<br />
maçlarını ise Siirt’te oynayan takım şu sıralar<br />
Rusya Ligi’ne veda etmek için gün sayan Anzhi ile<br />
oldukça benzeşiyor.<br />
Kıssadan hisse; elde ettikleri gelirlerin kaynağı<br />
şüpheli, maç günü gelirleri veya ürün satışından<br />
daha çok sponsorluk adı altında yapılan yüksek<br />
miktardaki para akışları ile oluşturulan kırılgan<br />
mali yapılar tüm bu örneklerin ortak noktası<br />
olarak karşımıza çıkıyor. Platini’nin ısrarla üzerinde<br />
durduğu ve hayata geçirdiği Finansal Fair Play<br />
mekanizmalarının varlığına rağmen kulüpler<br />
Manchester City örneğinde olduğu gibi stadın isim<br />
hakkını kulübün sahibine ait bir havayoluna 10<br />
yıllığına 150 milyon sterlin gibi bir bedelle satarak<br />
kendine bir çeşit arka kapı yaratabiliyor. Ada’nın<br />
son 10 yılına damga veren Rus oligark Roman<br />
Abramovich gibi isimler ise Malaga örneğinden<br />
ders almışa benziyor zira bu yaz yaptıkları 150<br />
milyon euronun üzerindeki harcamayı önümüzdeki<br />
transfer sezonunda yapmayacaklardır. Monaco<br />
gibi tüm Ligue 1 takımlarının tepkisini çeken<br />
vergi muafiyetine sahip kulüpler de tüm bunların<br />
ışığında mali disiplinini sağlamak zorunda.<br />
Ülkemizde ise Isaksson, Scarione ve Babel<br />
transferleriyle ses getiren Avrupa kupaları<br />
hedefindeki Kasımpaşa’nın mali tablosunun<br />
gelecek sezon ne olacağı da muallakta. Avrupa’nın<br />
yaşadığı ve hayatın her alanını derinden etkileyen<br />
ekonomik krizin futbola olan etkilerini daha yoğun<br />
hissedeceğimiz günler yaklaşırken kulüpler daha<br />
dikkatli olmak zorunda.
Fatih Demireli<br />
Almanya<br />
HF128<br />
HERMANN’A iHANET EDENLER<br />
Yapılan yatırımlar, değişen teknik adamlar, gelen yeni futbolcular hiçbiri Hamburg’u<br />
ayağa kaldıramadı. Almanların köklü ekibi ağır ağır Bundesliga’ya veda etmeye<br />
hazırlanıyor. Taraftarlar ise geçtiğimiz Şubat ayında vefat eden ve kulüple<br />
özdeşleşmiş malzemeci Hermann Rieger için “İyi ki bu günler görmedi” diyor<br />
Bazı kulüpler vardır ki müzelerinde muhteşem<br />
kupalar, mazilerinde şanlı galibiyetler ve<br />
geçmişlerinde müthiş futbolcular olsa da,<br />
taraftarların gözünde efsaneler başka isimler<br />
olmuştur. Kulüplerin emekçileridir ön planda<br />
tuttukları ve efsane haline getirdikleri. Beşiktaş’ta<br />
malzemeci Süreya öyle bir isim, Galatasaray’da<br />
merhum Özcimbomlu Sezgin’dir mesela.<br />
Fenerbahçe’nin sayısız yıldızı olsa da Lefter’e<br />
olan sevgi her zaman farklıydı. Almanya’da da<br />
durum pek farklı değil; Borussia Mönchengladbach<br />
tribünleri davulcu Manolo’yu unutmamıştır,<br />
halen anılır asıl ismi Ethem Özerenler olan tribün<br />
emekçisi. Hamburg’da en büyük sevgi, en yüce<br />
saygı Hermann Rieger’e ait olmuştur her zaman.<br />
26 yıl boyunca Hamburg’un masörüydü ve öyle<br />
efsane bir hale gelmiştir ki, kulüp Rieger‘in<br />
ölümünden sonra gıyabında jübile maçı düzenledi.<br />
Ölümünden sonraki ilk Bundesliga maçında saygı<br />
duruşu yapıldı, Hamburg, Dortmund maçına<br />
siyah bantla çıktı ve taraftar müthiş koreografi<br />
hazırlamıştı.<br />
Hermann Rieger’in adı bugünlerde yine çok anılır<br />
oldu. Televizyon kanalları geçtiğimiz günlerde<br />
gözü yaşlı bir Hamburg taraftarını gösterdi. Yerel
ir kanal ise o yaşlı taraftarı bulup konuştu.<br />
“Sevindiğim tek bir şey var, o da Hermann’ın<br />
bunları görmemesi ve olanları yaşamaması.“ O<br />
taraftarın bahsini ettiği şey, Hamburg’un yaşadığı<br />
düşüşün bu sezon neredeyse umutsuz küme<br />
mücadelesi ile zirvelenmesiydi. Matematiksel<br />
olarak Hamburg’un ligde kalma şansı pekâla<br />
devam ediyor ancak yıllardır kendi fikrine göre<br />
şampiyonluğa oynaması gereken bir takımın üç<br />
yıldır küme düşmemeye oynaması ve bu sezon<br />
artık iyice dibe vurması durumun vahametini<br />
ortaya koyuyor.<br />
Çok değil üç yıl önce Bayern Münih Başkanı Uli<br />
Hoeness “Bizim en büyük rakibimiz aslında<br />
Hamburg ama farkında değiller“ demişti. Hoeness<br />
haklıydı oysa. Şehir ve taraftar potansiyeli olarak<br />
belki de Bayern’in en çok canını acıtabilecek<br />
camia Hamburg olabilirdi ama aynı Hamburg<br />
başarılı olmamak için elinden geleni yaptı ve<br />
istikrarsızlığı istikrar haline getirdi son yıllarda.<br />
Mirko Slomka’nın Hamburg’un son 4 yılda 10.<br />
teknik direktörü oluşu Hamburg’daki sorunları<br />
ortaya seriyor; Oliver Kreuzer’in aynı dönem içinde<br />
dördüncü sportif direktör olması da… Her yeni<br />
teknik direktör ve her yeni sportif direktör yeni bir<br />
fikirle geldi Hamburg’a ama hiç biri uzun vadeli<br />
fikirlerini yaşatamadı.<br />
Arnesen de çare olamadı<br />
Bu istikrarsızlığı özetleyen figürün Frank<br />
Arnesen’in olduğunu iddia etmek yanlış olmaz.<br />
Danimarkalı Sportif Direktör, Chelsea’den<br />
Hamburg’a geldiğinde kamuoyu büyük bir atılım<br />
beklemişti kendisinden, keza Arnesen hem<br />
Hollanda’da, hem de İngiltere’de bu atılımları<br />
gerçekleştirmiş ve piyasada gözde bir isim haline<br />
gelmişti. Ancak Hamburg’da “Acaba doğru isim<br />
mi“ sorularıyla çok erken karşı karşıya kaldı.<br />
Transfer politikası Chelsea altyapısından sayısız<br />
oyuncuyu kiralamak olan Arnesen, takımın asıl<br />
sorunlarına hiç bir zaman çare bulamamıştı.<br />
Bir televizyon kanalı yorumcusu olduğu için<br />
devamlı Almanya dışına çıkan Arnesen kendi<br />
Taraftar potansiyeli oldukça iyi olan Hamburg bunu<br />
bir türlü avantaja çevirmeyi başaramadı.<br />
sonunu hızlandırmıştı. Arnesen gidince camia<br />
derin bir nefes almış, ancak sonrasında başlayan<br />
tiyatro bugünlerin başlangıcını sahnelemişti.<br />
Hamburg yeni bir sportif direktör arıyordu, ancak<br />
kulübün etkin denetleme kurulu Hamburg’un<br />
ünlü bir oteline çağırdığı adayları, öğrenci seçme<br />
sınavındaymış gibi deniyordu. İçerideki köstebekler<br />
her hareketi basına bildiriyor ve adayların tüm<br />
projelerini birer birer anlatıyordu. Tam bir komedi<br />
sahneleniyordu.<br />
Birçok transfer ama kurulamayan<br />
bir takım<br />
Bugün doğru bir projeyle Köln’ü Bundesliga’ya<br />
taşıyan sportif direktör Jörg Schmadtke o<br />
Sportif direktörlük görevine büyük umutlarla getirilen<br />
Arnesen sorunlara çözüm olamadı. Kimilerine göre tek<br />
yaptığı eski takımı Chelsea altyapısından Hamburg’a<br />
oyuncu kiralamaktı.
günlerde adaylardan biriydi Hamburg için. Ancak<br />
eski futbolcu daha “casting“ sırasında sinirlenip,<br />
devam etmeme kararı almıştı. “Yarışmayı“<br />
kazanan Oliver Kreuzer oldu, oysa tüm adayların<br />
içinde en az şans verilen isim oydu. Bir dönem<br />
Avusturya ve İsviçre’de çalışan Kreuzer, Bundesliga<br />
2 kulübü Karlsruhe’de de mütevazı şartlarla işlerini<br />
yürütüyordu. Büyük düşünen Hamburg’u bugüne<br />
kadar büyük düşünemeyen Kreuzer mi ileriye<br />
taşıyacaktı Taraftarın tepkisine karşın Kreuzer işe<br />
çabuk koyuldu, ancak görevi hiç de kolay değildi.<br />
Arnesen’in şişirdiği kadroyu küçültmek zorundaydı<br />
ama aynı zamanda takımı güçlendirmesi<br />
gerekiyordu. Hamburg “Feda“ dese de, transfer<br />
yapmak zorundaydı ama bugünün görüntüsü<br />
de gösteriyor ki Hamburg birçok oyuncu transfer<br />
etti ama bir takım kuramadı. Rene Adler, Marcell<br />
Jansen, Rafael van der Vaart, Hakan Çalhanoğlu ve<br />
diğerleri… Görünürde Hamburg’un iyi bir oyuncu<br />
portföyü var ancak bu sezon Thorsten Fink de,<br />
143 gün görevde kalan Bert van Marwijk da ve<br />
Almanya’nın gözde teknik direktörlerinden Mirko<br />
Slomka da çözümü bulamadı. Yıllardır yeniden<br />
yapılanan Hamburg belli ki yeni sezonda da<br />
yeniden yapılanacak, ancak bu sefer bunu hangi<br />
ligde yapacağı meçhul.<br />
Ekonomik anlamda da kriz var<br />
Ancak bilinen bir şey var ki hangi ligde olursa<br />
olsun bu yeni yapılanma hiç olmadığı kadar zor<br />
olacak. Her yeni sportif direktör, teknik direktör ve<br />
transfer ataklarıyla biraz daha maddi zorlukların<br />
içine giren Hamburg, bu alanda da dibe vurmuş<br />
durumda. Hamburg, kulüp tarihinde ilk kez<br />
Bundesliga yönetiminin yaptırımı ile karşı karşıya<br />
kaldı. Kulüp sadece bazı şartlara uyduğu takdirde<br />
yeni sezonda Bundesliga’da devam edebilecek.<br />
İki haneli bir transfer geliri bekleyen Bundesliga<br />
yönetimi aksi durumda Hamburg’u, sportif açıdan<br />
ligde kalsa bile bir alt kümeye düşürebilir veya<br />
puanını silebilir. Bu senaryo çok beklenmese de,<br />
tehlike çanları ciddi anlamda çalıyor.<br />
Şimdilerde bir dönüm noktasında olan Hamburg,<br />
kulübe birçok kez maddi yardımda bulunan Klaus-<br />
Michael Kühne’den yine elini cebine atmasını bekliyor.<br />
Dönüm noktası…<br />
Kulüp yönetimin en büyük umudu ise Klaus-<br />
Michael Kühne. 70 yaşına dayanan iş adamı<br />
Hamburg’a maddi anlamda birçok kez yardımcı<br />
olmuş ve yeni sezon itibariyle de daha fazla yardım<br />
etmek için hazırlanıyor. Ancak Kühne’nin bunun<br />
için kulüp yönetiminde etkili olma şartını koyması<br />
ve tüzüğü değiştirmek istemesi işleri karışık<br />
hale getiriyor. Rafael van der Vaart transferinde<br />
etkili olan ve Hollandalı yıldızın bonservisini<br />
büyük ölçüde kendi cebinden ödeyen Kühne, yeni<br />
yıldızların da sözünü veriyor. Sportif direktör Oliver<br />
Kreuzer ise Hakan Çalhanoğlu’nun etrafında daha<br />
genç bir takım kurmanın planlarını yapıyor. En<br />
mantıklısı bu olsa da taraftar ve denetleme kurulu<br />
Kühne’ye göz kırpıyor.<br />
Hamburg artık bir dönüm noktasında; küme<br />
düşmesi durumunda belki de uzun süreliğine<br />
geriye dönmemeye varabilecek bir buhranın içine<br />
girilebilir. Ancak ligde kalınsa bile yine buhranın<br />
içinde olması kuvvetle ihtimal. Ve aslında tek<br />
gerçek o yaşlı taraftarın dedikleri; “İyi ki bunları<br />
Hermann görmüyor…“