KUMARBAZDostoievski Kumarbaz Çeviren: Nesrin ALTINOVA 2 ...
KUMARBAZDostoievski Kumarbaz Çeviren: Nesrin ALTINOVA 2 ...
KUMARBAZDostoievski Kumarbaz Çeviren: Nesrin ALTINOVA 2 ...
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
<strong>KUMARBAZDostoievski</strong><br />
<strong>Kumarbaz</strong><br />
Äeviren: <strong>Nesrin</strong> <strong>ALTINOVA</strong><br />
2. Basım<br />
BEYAZIT DEVLE T KÇTÇPHANESİ<br />
Tasnif No.<br />
Demirbaş No.<br />
891.733 327855<br />
Remzi Kitabevi<br />
Ankara Caddesi, 93 — istanbulMICHEL BUTOR'UN ÜNSÜZÇ<br />
2. Basım: Temmuz 1993<br />
ISBN975-14-0399-5 KTB 93.34.Y.0030.0600<br />
Remzi Kitabevi A.Ş.<br />
Selvili Mescit S.3 Cağaloğlu-Istanbul, 1993<br />
Tel. 522 0583 - 522 7248<br />
Evrim Matbaacılık Ltd. Şti.<br />
Selvili Mescit S.3 Cağaloğlu-Istanbul, 1993<br />
Dostoievski Batı'ya ilk kez 1862 yılının haziran başlarında gitti. Planladığı ilk uğrağı Paris'tir<br />
ama, o gânlerde Alman kaplıcalarından Baden-Baden, Hombourg ye Ems gibi, Avrupanın<br />
kumar başkentlerinden biri olan Wiesbadenden geäerken, trenden iner, Rus gazetelerinde<br />
okuduğu ve kahramanının daha sonra acı acı yakınacağı, betimlemelere aldanarak rulette<br />
şansını denemeye gider. '<br />
Kahramanı şãyle der ya:<br />
åBâtân dânya gazetelerinin, ãzellikle de bizim Rus gazetelerinin, ve hemen hemen her yılın<br />
ilkbahar başlarında makale yazarlarımızın gânlâk yazılarında daima iki konuyu ele<br />
almalarındaki o kãle ruhluluğa dayanamıyorum: Ünce Rhin' in kaplıca kentlerindeki oyun<br />
salonlarının gãrkem ve lâksâ, ikinci olarak da, sãzâmona masaların âzerine yığılan altın<br />
kâmeleri. Oysa onlara bunun iäin para da ãdenmiyor: Onlar sadece äıkar gâtmeyen bir<br />
dostluk kanıtı veriyorlar. Bu berbat salonlar her târlâ ihtişamdan yoksundurlar ve altın<br />
oralarda masaların âzerine yığılmadığı gibi. ucundan kıyısından ya gãrânâr, ya gãrânmez.ç<br />
Bir sâre geäince, sara nãbetleri gitgide sıklaşan Dostoievski hekimin ãğâtleri âzerine yeniden<br />
Avrupa gezisine äıkmaya karar verir. Verem olan karısı ãlmek âzeredir, yazar da Paris' te<br />
dostu Pauline Souslova'nın yanına gitmek zorundadır. Yolculuk hep ertelendiğinden Pauline<br />
sabırsızlanır ve bir İspanyol ãğrenciye éşık olur. Fena halde ãfkelenen Dostoievski yola<br />
koyulur ama, VViesbaden'den geäerken, yeniden gidip rulette şansını denemekten kendini<br />
alamaz.<br />
Parise geldiğinde onu mutlu bir sârpriz bekler: İspanyol ãğrenci, Paulineden ayrılmıştır.<br />
Bãylece, kazanma başarısını gãsterdiği bâtân parayı äok doğaldır ki yitirdiği Wiesbaden ve<br />
Baden-Baden'den geäerek, birlikte İtalya'ya gidebileceklerdir.<br />
6 " KUMARBAZ<br />
işte o zaman kumar konusunda bir roman yazmayı dâşânâr. 18 Eylâl 1863'de Roma'dan<br />
arkadaşı Strakhov'a şunları yazar:<br />
åŞimdilik elimde hazır hiäbir şey yok ama, (bana gãre) oldukäa mutlu bir ãykâ planı<br />
tasarladım. Bâyâk bãlâmânâ kéğıt paräalarının âzerine not ettim. Hatta yazmaya bile<br />
başladım. Ama, ãnce burası äok sıcak: İkincisi de, Romada ancak sekiz gân kalabileceğim;<br />
insan Roma gibi bir kentte bir hafta geäirecekse, roman yazmayı dâşânebilir mi Bâtân bu<br />
gidiş gelişler beni son derece yoruyor. Konu şu: Bir tip, gurbetteki Rus. Biliyorsunuz, geäen<br />
yaz, bizim gazetede yabancı âlkelerde yaşayan Ruslardan sık sık sãz edildi. Romana bâtân<br />
bunlar da alınacak. Yurt iäi yaşamımızın bugânkâ halinin olabildiğince oraya yansıdığını<br />
gãrmeleri gerek. Apaäık karakterli bir adamı äiziyorum, pek äok konuda yetenekli ama, her
şeyde yarım kalmış bir adam bu. BÇtÇn inancını yitirmiş, aynı zamanda da, imansız, inanÉsız<br />
olmaya cesaret edemiyor. Yetkiye karşı hem isyan ediyor, hem de onun karşısında korkuyor.<br />
Rusyada kendisi iÉin yapacak hiÉbir şey bulunmadığını dÇşÇnerek avunuyor, bu yÇzden de<br />
yabancı Çlkelerde yaşayan Rusları vatanlarına geri Éağırmak isteyen herkesi acımasızca<br />
mahkÖm ediyor. Ama, sana hepsini burada anlatamam.<br />
ÜAsıl kahraman Éok canlı, onu karşımda gárÇr gibiyim. àykÇm bittiği zaman okunmaya<br />
değecektir. Temel nokta şu ki, bÇtÇn yaşamsal ázsuyunu, taşkınlığını, bÇtÇn cÇretini rulet<br />
soğurmuş. Bu bir kumarbaz ama, Pouchkine'in Cimri Şávalyesi alelade bir cimri olmadığı<br />
gibi, bu da sıradan bir kumarbaz değil. Kendimi Pouchkine'le karşılaştırmak istediğimi sanma<br />
sakın, bu karşılaştırmayı sadece olayı daha iyi aydınlatmak iÉin yaptım. Kahraman kendine<br />
gáre bir ozan ama, bayalığını derinlemesine hissettiği bu şiirden utanıyor. Bununla birlikte,<br />
bir şeyleri tehlikeye atma gereksinimi onu kendi gázÇnde yÇkseltiyor. àykÇ sadece rulet<br />
oynadığı ÇÉ yılı işleyecek.<br />
ÜàlÇler Evi, daha ánce hiÉ kimsenin gázÇyle gárÇp de anlatmadığı forsaların bir resmi gibi<br />
halkın dikkatini Éek-tiyse. bu áykÇ de hiÉ kuşkusuz ruletin gázle gárÇldÇkten sonra, ayrıntılı<br />
anlatılması olarak dikkati Éekecektir. Bu tÇr áykÇlerin bizde her zaman iyi karşılandığını<br />
saymazsak, şu da<br />
MICHEL BUTOR'UN àNSàZä<br />
var ki, kumar sahneleri bir yabancı Çlkenin kaplıca kentinde geÉiyor ve yabancı bir Çlkede<br />
yaşayan bir Rus sáz konusu ediliyor. Bu ayrıntının, evet doğrudur, ikinci derecede ama,<br />
gerÉek bir ánemi vardır.<br />
ÜKısacası, işte ilginÉ şeyler. Duygu ve akılla, fazla 'uzatmadan, bunları Éizmeyi başaracağımı<br />
umabilirim.<br />
ÜOla ki romanım Éok iyi olur. Benim álÇler Evi gerÉekten ilginÉti.<br />
ÜKÇrek mahkÖmluğu etÇvÇ tÇrÇnden bir Éeşit cehennemin tarifi bu. BÇtÇn bunlara Éarpıcı bir<br />
biÉim vermeye Éalışacağım.ã<br />
Dostoievski bunu ancak yıllar sonra, dış Çlkelere bir hayli gidip geldikten, Almanya'daki<br />
kumar masalarında bir hayli zaman geÉirdikten, karısının ve erkek kardeşinin álÇmÇnden<br />
sonra gerÉekleştirebildi. Alacaklıları sıkıştırınca, yayımcısı Stel-lowski'yle tÇm yapıtlarının<br />
yayınlanması iÉin anlaşma imzalayarak, henÇz basılmamış bir romanı l kasım 1866'dan ánce<br />
vermek Çzere anlaştı tersi bir durumda bu basım Çzerindeki bÇtÇn haklarım yitirecekti ve<br />
aldığı paraların da hepsini geri ádeyecekti. Oysa, SuÉ ve Ceza iÉin başka bir yayımcıdan<br />
avans aldığı iÉin, her iki kitabı da en kısa sÇrede tamamlamak zorunda kalıyordu.<br />
İşte o zaman 17 Haziran 1866'da Bn. Corvine-Kroukovskaia' ya şunları yazar:<br />
Üçok garip ve şimdiye kadar hiÉ gárÇlmemiş bir şey yapacağım. Tam dárt ayda, birini sabah,<br />
ábÇrÇnÇ akşam yazacağım iki ayrı roman iÉin otuz baskı provası yazacağım; ancak báylelikle<br />
zamanında bitirmiş olabileceğim... Eminim ki geÉmiş ve şimdiki yazarlarımızdan hiÉbiri<br />
benim sÇrekli iÉinde yaşadığım koşullarda yazmamıştır; bunun sadece 'dÇşÇncesi bile<br />
Tourgueniev'i áldÇrÇrdÇ. Ama, iÉinizde doğan, sizi coşkuyla, heyecanla dolduran dÇşÇnceyi<br />
baştan savma yapıp berbat etmek bilseniz ne kadar ÇzÇcÇdÇr... Onun gÇzel olduğunu<br />
biliyorsunuz... ve onu bile bile berbat etmek zorundasınız.ã<br />
Dostoievski, bu akıl almaz Éılgınca işin altından kalkabilmek iÉin, arkadaşlarının áğÇtleri<br />
Çzerine, bir stenograf tutmaya karar verir: Anna Grigorievna Snitkine. <strong>Kumarbaz</strong>'ın kesin<br />
metnini ona 4-29 Ekim 1866'da yazdırır. Yayıncı Stel-<br />
8<br />
KUMARBAZ<br />
lowski yolculuğa Éıktığından, yazı polis komiserine teslim edilir, o da bu veriliş tarihini<br />
belgelerle doğrular.<br />
8 kasımda Dostoievski, Anna Snitkine'e evlenme teklifinde bulunur, 15 Şubat 1867'de<br />
evlenirler.
Demek ki, Dostoievski ãykâsânâ en sonunda yazmaya koyulduğunda, son kozunu<br />
oynuyordu. Eğer bu metni yazma bahsini kazanamazsa, her şeyi yitiriyordu. Onun iäin ele<br />
aldığı tema yazma koşullarıyla äok iyi uyum sağlıyordu. Bãylesine bir konuyu ele almayı<br />
uzun yıllardan beri tasarlıyordu, bunu da salt biraz para kazanma umuduyla değil de asıl para<br />
yitirmeye son vermek umuduyla yapıyordu: äânkâ bu kitap bir beladan kurtulma yoluydu.<br />
Geräi bu åtecimselç bir dâşânâydâ. Rus halkının hoşlanacağı bir dâşânâ. Dostoievski bu<br />
dâşânâyâ anlatırken kendisini sârâkleyen kumar tutkusunu felce uğratmaya, etkisiz hale<br />
getirmeye äabalıyor. Bizim iäin bu sayfalarda yaşamadan ãnce yazarı iäin ãylesine gâälâ<br />
biäimde yaşayan (åonu karşımda gãrâyor gibiyimç) kişiliği, kendisininkinden ayırmak istiyor,<br />
onu kemiren, onu mahveden bu kopyadan, tıpatıp benzerden kurtulmak istiyordu. Elbette ki<br />
konuşan kendisidir ama, kahramanını sakınanla ayırt edecektir, onu belirleyecek, kendinden<br />
ayıracak pek belirgin durumlarla äevreleyecektir, ãyle ki, kitabın son satırlarında, ãykâyâ<br />
askıda bırakarak, bize: åYarın, yarın, her şey bitmiş olacak!..ç diyecektir, bu sãzcâklerin<br />
Piodor Dostoievski iäin geräek olacağını umut edebilir, yani o andan sonra, nihayet bir daha<br />
kumar oynamama akıllılığını gãsterecektir, oysa, o ana kadar kurtulmak iäin boş yere<br />
äabaladığı ruletin bâtân uğursuzluğu o zavallı vur abalıya Alexis Ivanovitch'in âzerine<br />
yıkılmıştır. Äânkâ o sãzcâkleri yazarken kendini aldattığından emin olabilirsiniz; o her<br />
zamankinden daha bağımlıdır, daha aldanmıştır.<br />
Demek ki, Dostoievski. <strong>Kumarbaz</strong>'ı yazarken kumar oynuyor, kumardan kurtulmak iä4n<br />
kumar oynuyor, iäindeki kumarbazı yatıştırmak iäin, susturmak iäin kumar oynuyor. O da<br />
bunu äok iyi biliyor. Değişmek iäin insanın kendini suälaması yeterli değildir. İäinizdeki<br />
åãbârâç bãylece daha gâälenmek, sizin nedenlerinizle alay etmek olanağını bulur. Onun<br />
hakkım teslim etmek, yakınmalarını, sitemlerini bâtân gâäleriyle aäıklamasına izin vermek<br />
gereklidir. Doğal olarak bu-<br />
MICHEL BUTOR'UN ÜNSÜZÇ 9<br />
nân sonucunda da suälu, suälayıcı kimliğine bârânâr ve en sonunda kaäınılmaz olarak âzerine<br />
yâklenecek olan mahkèmiyette, bizler hepimiz bir paräa mahkèm olacağız, yani biraz<br />
maskeleri dâşecek olan bâtân namuslu kişiler, ve sãz konusu edilip sarsılacak olan iäinde<br />
bulunduğumuz durum mahkèm olacak. Kurtulma bizi iblisten ancak bunun aäıklanmasını<br />
bulduğumuz oranda kurtaracaktır. Yıkımında yanılsamalarımızın kimi kırpıntılarını da<br />
sârâkleyerek kaybolacaktır ancak.<br />
Dostoievski iäin sãz konusu olan, kumarbazın deneysel gãrânâşânâ, yâksek sosyetedeki<br />
kişilerin, onun deyimiyle åcentilmenlersin değer vermek istemedikleri ve varlığı kendilerine<br />
pek yâz kızartıcı gãrândâğânden olabildiğince kâäâltmek istedikleri bu kahramanın katkısını<br />
gãzlerimizin ãnâne sermektir:<br />
åElbette ya, bâtân bu ayak takımının iäinde äırpındığı äamuru ve dekoru bilmezlikten gelmek<br />
son derece soylu bir davranıştır. Bununla birlikte, karşıt davranış da kimi zaman onun kadar<br />
kibardır: Fark etmek, yani cep dârbânânân ucuyla da olsa, bâtân bu haşarata bakmak ve hatta<br />
onu incelemek ama, bâtân bu kalabalığı ve bâtân bu äamuru bir äeşit eğlence gibi,<br />
centilmenlerin dinlenmesi iäin dâzenlenmiş bir temsil gibi gãrerek. İnsan kendisi de bu<br />
kalabalığa karışabilir ama, orada bir seyirci olarak bulunduğu ve onun bileşimine zerre kadar<br />
katılmadığı kesin inancıyla äevresine bakabilir. Zaten, aşırı ısrarla incelemek de uygun<br />
dâşmez: Bu da gene bir centilmene yakışmaz, äânkâ her ne olursa olsun, bu gãsteri sârekli bir<br />
dikkate değmez.ç<br />
Elbette ki sãylemeye bile gerek yok: Alexis Ivanovitch, ya da Dostoievski, tamamiyle farklı<br />
bir kanı belirtir:<br />
åOysa bana ãyle geliyordu ki, tam tersine, bâtân bunlar son derece ısrarlı bir dikkate değerdi,<br />
ãzellikle de sadece incelemek iäin değil de, kendisi de iätenlikle ve iyi niyetle bâtân bu ayak<br />
takımına katılmaya gelen bir kimse iäin.ç
Az sonra yazarımız iÉin onun kumarbaz yaşamını tanıtlayan şu olgudur: Bu. onun bir gÇn<br />
kumarbazın romanını yazmasını sağlayacaktır ama, bu geÉişimi ancak, kumarda insan<br />
yaşamının ayrıcalıklı bir eğretileme bulabilecek hale geldiği, kumarbazın kumarbaz olmayanı<br />
ortaya Éıkardığını fark ettiği, birini incelerken ábÇrÇnÇn gizlediğini ortaya Éıkarmaya .<br />
başladığı andan itibaren gerÉekleştirebildi.10<br />
KUMARBAZ<br />
MICHEL BUTOR'UN àNSàZä<br />
11<br />
Centilmenler kumarbazın kendilerinden tamamiyle, dipten doruğa farklı bir kişi olduğunu ileri<br />
sÇrerler, o kadar apayrı, o kadar uzaktır ki bir temsil gibi onunla eğlenebilirler, hatta hiÉbir<br />
bulaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalmadan onun hareketlerine ve davranışlarına<br />
áykÇnebilirler. İşte Dostoievski dikkati Éekecek etkin bir sahne dÇzenlemesiyle bu kákten<br />
ayrılığın yalanını aÉıkÉa ortaya serecektir.<br />
Ruletin bilyesinin ázelliği, onu bÇtÇn gázlerin hedefi haline getirecek olan şey, hareketinin<br />
kesinlikle ánceden kestirilemez olmasıdır. Oysa, kişi bu fikre alışamaz, gerÉekliğe karşı<br />
dÇşÇnmekten kendini alamaz, kaÉınılmaz olarak hiÉe inecek yántemler hazırlamaktan kendini<br />
alamaz. O kadar ki, o kÇÉÇcÇk nesne bÇyÇlediği gázlere durmadan bitmez tÇkenmez bir acı<br />
alay fırlatır.<br />
Kitabın başlangıcında bu alÉalmalara aÉıkÉa boyun eğenlerle, —kumarbazlarla— bu<br />
alÉalmanın kendilerine ulaşamayacağım iddia edenler, —centilmenler— arasındaki ayırım<br />
son derece belirgindir. Kumar salonuna ilk kez girdiğinde Alexis Ivanovitch'i en Éok etkileyen<br />
bu oldu işte., O sırada, kendi iÉin değil, generalin Çvey kızı Pauline Alexandrovna iÉin<br />
oynuyordu. Kuramsal olarak, o anda tanımladığı ve Éıkar gÇtmeden kumar oynayan o<br />
centilmenler durumundadır. Ne var ki, genÉ kızın kazanacağı paraya ne kadar ánem verdiğini<br />
Éok iyi bildiğinden, o da bulaşıcı kumar hastalığına yakalanır. Hizmet ettiği ve kendisini<br />
sinsice .yetkilendiren o aile iÉinde ona kumarbaz, dolayısıyla da kuşkulu yoldan Éıkmış bir<br />
insan gázÇyle bakılıyor. O aile ki aslında tıpkı onun gibi yapıyor, istencinin tamamiyle<br />
dışında bir olaydan, —bir bÇyÇkannenin álÇmÇnden— para bekleyen, bu bekleyişte parayı<br />
tehlikeye • atan, her şeyi o iskambilin Çzerine oynayan o aile tıpkı onun gibi davranıyor.<br />
ànce general ve onun Éevresindekiler hoş gárÇnmeyi, aklı başında insanlar gibi davranmayı<br />
başarırlar. Oysa, hiÉ umulmadık ama, yine de ruletin kararından Éok daha az ánceden<br />
kestirilemeyen bir olay gelip bÇtÇn hesapları altÇst eder: BÇyÇkanne hiÉ haber vermeden<br />
Éıkagelir ve yapacak başka işi yokmuş gibi, alelacele koşup kumar oynar. O andan sonra ve<br />
bÇtÇn orada kaldığı sÇrece onu o tutkusundan ayırmak olanaksız hale gelir, bÇtÇn aile<br />
bireylerinin aynı doymak bilmeyen gázlerle, masalarının Éevresindeki kumarbazlarla<br />
aynı korkularla izlediği davranışlarım ánceden kestirmek olanaksız hale gelir. Sehpanın<br />
Çzerinde dánen kÇÉÇk bilyenin bir acı alay olduğu gibi, bÇyÇkanne de bir acı alaya dánÇşÇr.<br />
Onun gelişiyle kumar masasının insanları generalin ailesini tamamiyle ele geÉirir.<br />
<strong>Kumarbaz</strong>larla kumarbaz olmayanlar arasındaki fark artık yok olmuştur.<br />
Gazinoda yaşlı hanıma eşlik eden Alexis, sakınımlı olması iÉin onu hêlê inandırmaya Éalışır<br />
ama, o hep aklına eseni yaptığından, Alexis'nin bÇtÇn áğÇtlerine karşın, bir kez daha sıfırın<br />
Çzerine koyar ve hiÉ umulmadığı halde kazanır. Nesnede bulunan acı alay şimdi kendini<br />
duyurmak iÉin bir ses sahibidir:<br />
ÜBÇyÇkanne utkulu ve saldırgan bir halle bana doğru dánerek:<br />
ÜBak, gárdÇn mÇ!ã dedi.ã<br />
O da şunu belirtir:<br />
ÜBen bir kumarbazdım: Bunu tam o anda kesinlikle hissettim.ã GárÇp işittiği şeyler<br />
yÇzÇnden, koşulların oluşturduğu surat yÇzÇnden, tutkusunun doğmasına engel olan bÇtÇn<br />
karşı Éıkmalar ağırlıklarını yitirirler.
çÇnkÇ Dostoievski, Alexis'sini hemen kumarbazlar takımına katmaktan kaÉınır. GerÉekten<br />
de, generalin ailesinin bÇtÇn ábÇr bireylerinin sinsi sinsi yaptığını onun herkesin iÉinde,<br />
aÉıkÉa, kumar salonunun şiddetli ışığı altında ve kaba topluluğu altında yaptığını, gazino<br />
masasında olup bitenlerin, mirasları ve işleriyle, korkunÉ aynasının karşısında gázlerini<br />
kapatan bu yÇksek sosyetenin dayandığı sistemin Éıplak simgesi olduğunu gástermek ona<br />
yetmez, Çstelik de bize falan, ya da filan kişinin, Alexis, ya da Fiodor'un rahat karanlıktan o<br />
mahvolma aydınlığına nasıl geÉtiğini de gástermek ister.<br />
Sorumluluk tamamiyle paylaşılmıştır, ÉÇnkÇ kumar ancak kendini ona kaptıran ihtiyaÉ iÉinde<br />
olduğu zaman, sefalet iÉinde, ya da sefaletin tehlikesi altında bulunduğu zaman ciddi ve<br />
korkunÉ bir hal alır, gerÉekten kumara dánÇşÇr ve işte kumarın yÇzkarası vurguladığı bu<br />
sefaletten gelir. Kumar, saygıyla para arasındaki ilişkiyi, —bu paranın Éoğu zaman<br />
Éevrelendiği akla aykırı gelen karanlık— en kuvvetli ışık altında ortaya serer. Alexis'nin<br />
gerÉekten kumar oynaması, mah-<br />
12<br />
KUMARBAZ<br />
cubiyettendir, general tarafından kovulmuş olmasındandır ve kÇÉÇk bilyenin kararlaştırdığı<br />
bÇyÇk paralar sayesinde saygının kumar masası Éevresinde nasıl hızla elde edildiğini gármesindendir.<br />
Servetle birlikte saygınlığın da yıkılmasında ve şanssız kumarbazın<br />
talihsizliğine karşı artık gene ruletten başka Éare bıılamamasındandır. Kendisini<br />
mahcubiyetten kurtaracak parayı yeteri kadar Éabucak elde etmek iÉin bir tek Éaresi vardı: Son<br />
meteliğine kadar şansını denemek. Kumarın kendini ona kaptırmaya başlayan bir kimse iÉin<br />
uğursuz hale gelmesi, birkaÉ saat iÉinde toplumsal konumu değiştirdiğini gáz kamaştırıcı bir<br />
gerÉeklikle saptamış olmasıdır, yitirdiğine, ya da kazandığına gáre onun gazinodan Éıkışına<br />
bakanlar iÉin artık gerÉekten aynı insan olmamasındandır. Saygınlığın, paranın nereden<br />
geldiği sorulmadan, bu derece paraya bağlı olan bir toplumda, kumar masası Éok kısa bir<br />
zamanda Éok para kazanılan tek yer olduğundan, onuru kırılan, aşağılanan bir kimse iÉin<br />
başvurulacak tek yer olduğu sáylenebilir. Centilmerılerse, onlar bu şekilde oynamadıklarından<br />
(onlar ancak servetleri tehlikeye dÇştÇğÇ zaman gerÉekten kumar oynamaya başlarlar)<br />
durumlarını yitirenleri, sefalete doğru yuvarlanmalarının iÉerdiği o utancın yaklaştığını<br />
hissedenleri saygılarını yeniden kazanmaları iÉin beğenme-yip kınadıkları ve asla dikkate<br />
almak istemedikleri bu Éıkar yola sapmaya zorlarlar. Ama, bu Éıkar yol bir tuzaktır, bir ılgım<br />
bataklığıdır ki bu rahatsız ediciler iÉine batıp gámÇlÇrler.<br />
Dostoievski iÉin ruletle kÇrek mahkÖmluğu arasındaki karşılaştırma işte bunun iÉin zorunlu<br />
hale gelir. <strong>Kumarbaz</strong>lar, gerÉek kumarbazlar oraya asla kendi istekleriyle gelmemişlerdir,<br />
onları oraya bÇtÇn bunlarda bir eğlenceden başka bir şey gármeyen o centilmenler getirmiştir,<br />
talihleri ters dánme suÉunu işledikleri iÉin onları o işkence Éarkına zincirle bağlayan o<br />
centilmenler.<br />
Kumar oynuyorsa, bir oyuncak olduğu iÉin oynuyordur. Onunla oynarlar, onunla alay ederler<br />
ve orıu oynatırlar. Alexis gazinoya sadece, generalin Çvey kızı Pauline'in eğer gerÉekten<br />
kendisi oynarsa utanca gámÇleceğinden kendi yerine oynamakla onu gárevlendirdiği iÉin<br />
gider, sonra da bÇyÇkanneye eşlik ettiği iÉin ve báylece de o canlı ruletin karşısında gene-<br />
M1CHEL BUTOR'UN àNSàZä<br />
13<br />
ralin bÇtÇn ailesinin delegesi haline gelir. Artık kazansa bile bir tÇrlÇ paÉasını<br />
kurtaramayacağı o Éarka herkes onu itmişti, ÉÇnkÇ bu haksız, para, ÉÇnkÇ ona onca saygınlık<br />
kazandıran o para onu eski kişiliğinden tamamiyle koparır, alÉalmanın, mahcubiyetin<br />
başlattığı o.kopmayı bu para tamamlar. Báyle saygı gásterilen kişi kendisi değildir, sadece en<br />
ufak áykÇnÇn, en ufak bir ilintinin, en ufak bir gerÉek sahip Éıkma onu kendisine<br />
bağlamaksmn. rastlantıyla gákten, ya da cehennemden dÇşen o bÇyÇk paranın taşıyıcısıdır.<br />
Demek ki, kendini gÇÉlendirmek iÉin, kişiliğini sağlamlaştırmak iÉin, ÜyÇksek sosyeteninã
iÉinde yer alabilmek iÉin o paradan yararlanmayı başaramaz, ÉÇnkÇ kapısını aÉtığı o ÜyÇksek<br />
sosyetes>nin hiÉ mi hiÉ ánem vermediği o paranın kákeni, bÇtÇn bu ÜyÇksek sosyeteãnin<br />
gázden geÉirilmesi ve mahkÖm edilmesidir ona gáre. istencinin bir bakıma boynu<br />
vurulmuştur, kendisi kendi iÉin hareketi ánceden kestirilemeyen bilyeye dánÇşmÇştÇr.<br />
Generalin dairesine gider. O bálmeye yerleşeceğini herkes dÇşÇnebilirdi, kendisi de bunu<br />
dÇşÇnÇyor:<br />
ÜAma... o zaman başıma dÇnyanın en garip ve en aptal serÇveni geldi.<br />
ÜAcele acele generalin dairesine giderken, ansızın onların dairesinin hemen yakınında bir kapı<br />
aÉıldı ve birisi bana seslendi. Dul Bayan Cominges'di bu. Mile Blanche'm emri Çzerine beni<br />
Éağırmıştı. GenÉ kadının dairesine girdim.ã<br />
Bilye yandaki bálmeye yerleşti ve bunu kendisine fırlatan toplumun suratına fırlatmaktan<br />
başka bir şey yapamayacağı bir parayı gidip o Fransız kadınıyla har vurup harman savurdu.<br />
ÜYaşamım ikiye parÉalanıyordu ama, bir gÇn ánceden beri, bir kêğıt Çzerine oynamaya<br />
alışmıştım.ã<br />
çÇnkÇ kumar, Dostoievski'y e gáre yalnızca parasal ilişkilerle saygınlık ilişkilerinin bir<br />
yansıması değildir; Batı Avrupa'da ise bu ilişkiler yalnızca parasal ilişkilere indirgenmiştir.<br />
Kumar aydınlatıcı gÇcÇnÇ genel olarak insan ilişkilerine, ázel olarak da erkeklerle kadınlar<br />
arasındaki ilişkilere yayar ve Dostoievski'de de son aÉıklamasını aşkın eğretilemesi olarak<br />
bulur. Demek ki, kumar masası bahsinin yerine bir gálgesi olduğu evlilik bahsini koyarak<br />
paÉasını kurtarmayı umabilir.<br />
Aslında, Alexis her şeyden ánce Pauline kendisiyle oyna-14<br />
KUMARBAZ<br />
dığı iÉin kumar salonuna doğru gidiyor. Yaşamım Pauline Çzerine oynamıştır; ister istemez<br />
makul bÇtÇn tahminleri aşan bir eylemdir bu.<br />
ÜGeÉen gÇn bana, Schlangenberg'de benim bir tek sázÇm Çzerine kendinizi tepetaklak aşağı<br />
atmaya hazır olduğunuzu sáylediniz ve biz de şáyle bir bin ayak yÇkseklikte bulunuyorduk.<br />
Sadece sáylediklerinizi gerÉekleştirip gerÉekleştirmediğinizi gármek iÉin, bu sázÇ bir gÇn size<br />
sáyleyeceğim ve emin olun ki yÇrekli davranacağım.ã<br />
işte verilen bu sáz nedeniyle, oyun olsun diye, Alman barona hakaret etmesini istediği zaman<br />
ona boyun eğer, bu da onun bÇyÇk mahcubiyetine, onurunun kırılmasına neden olur. Kumar<br />
hapishanesinin kilidini onun Çzerine kapatan Pauline'dir. kendisi de kumar oynadığı, kÇÉÇk<br />
Fransızdan, İngiliz centilmenine geÉtiğinden, kendisi de onu Éirkeften kurtaracak durumda<br />
değildir. Alexis bu kumarda yitirdi, onu ábÇrÇne mahkÖm eden de budur işte.<br />
Dostoievski'nin kızı Aimee, anılarında, babasının yaşamında kumar tutkusuyla gerÉek Pauline<br />
arasında var olan yakın ilişkiyi vurgular:<br />
ÜDostoievski daha ilk Avrupa yolculuğunda ruletle tanışmıştı, hatta pek ánemli bir para da<br />
kazanmıştı. BaşlangıÉta kumar onu pek Éekmiyordu. Ancak, Pauline'le birlikte yaptığı ikinci<br />
yolculukta kumar tutkusu onu kıskıvrak yakaladı.ã<br />
Eğer Alexis kitabın sonunda kurtulmadıysa, kumar cehennemine gámÇldÇyse, Pauline'in<br />
kendisine hêlê gásterdiği kaprisli ve uzak bağlılığa karşın yapayalnız olmasındandır.<br />
Dostoievski, yazıyı tamamlarken, başka bir kadın Çzerine oynadı, kendisine stenograftık eden<br />
ve ÇÉ ay sonra evleneceği şu Anna Çzerine oynadı. Son noktayı koyduğu, el yazmalarını polis<br />
komiserine emanet ettiği zaman, bahtsız kopyasını ona kurduğu kafes iÉinde hapis bıraktığını<br />
ve kendisinin kurtulacağını umar.<br />
MICHEL BUTOR'UN àNSàZä<br />
15<br />
mekten kendini alamaz ve báylece kumarbaz yaşamı yeniden başlar. 1871 yılına kadar sÇrer<br />
bu. 28 Nisanda, Wiesbaden' de, kendisine gánderdiği bÇtÇn parayı yitirdikten sonra karısına<br />
şunları yazar.
åAnia, Ania, namussuz aläağın biri olmadığımı, kumar tutkusunun kemirdiği bir adam<br />
olmadığımı iyice aklına koy; ama, bu ılgımın şimdi artık kesinlikle dağıldığını, yok olduğunu<br />
da aklından äıkarma... O dişten kurtulduğumu hissediyorum...ç<br />
Geräekten de bir daha kumar oynamayacaktır. Beladan kurtulma yolu en sonunda etkisini<br />
gãstermişti.<br />
MICHEL BUTOR<br />
* **<br />
Bununla birlikte, evlendiğinden iki ay sonra, borä yâzânden hapisle tehdit edilince, Rusya'dan<br />
kaämak zorunda kaldı. Hasta, zavallı ve sârgân olduğu Dresden'den Hombourg'a git-BİRİNCİ<br />
BÜLÇM<br />
Neyse, on beş gân ayrılıktan sonra işte dãndâm. Bizimkiler Roulettenbourg'a (1) geleli âä gân<br />
oldu bile. Beni bâyâk bir sabırsızlıkla beklediklerini sanıyordum ama, yanılmışım. Generalin<br />
son derece rahat, serbest bir hali vardı; tepeden bakarak, bâyâklenerek konuştu benimle, sonra<br />
da kız-kardeşine gãnderdi. Üdânä para almanın bir yolunu buldukları aäıkäa belli. General<br />
benim varlığımdan rahatsız oluyormuş gibi geldi bana. Maria Philippova telaşlı, äok<br />
huzursuzdu; bana birkaä sãzcâk ya sãyledi, ya sãylemedi ama, hemen parayı aldı, saydı ve<br />
sãylediklerimi sonuna kadar dinledi. Me-zeıılzov'ıı, kâäâk Fransızı ve bir de İngiliz! akşam<br />
yemeğine bekliyorlardı. Her zamanki gibi, ellerine para geäer geämez hemen onu-bunu<br />
yemeğe äağırırlar: Moskova alışkanlığınca. Paulinc Alexandrovna beni gãrânce, neden o<br />
kadar uzun zaman ortalarda olmadığımı sordu ve yanıtımı beklemeden äekilip gitti. Elbette ki<br />
bunu bilerek yaptı. Bununla birlikte bir hesaplaşmamız gerek. Äânkâ yâreğime oturdu bu.<br />
Otelin dãrdâncâ katında bana kâäâk bir oda verdiler. GENERALİN MAİYETİNDE<br />
olduğumu biliyorlar burada. Dikkati äekmeyi başarmışlar, apaäık belli. Burada herkes<br />
generali altın babası zengin bir Rus soylusu sanıyor. Yemekten ãnce, daha başka bir sârâ iş<br />
arasında, bozdurmam iäin<br />
(1) Dostoievski ãnce başlık olarak: Roulettenbourg'â seämişti, yayımcısının ısrarı<br />
âzerine bunu değiştirdi.<br />
F. 218<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
19<br />
bin franklık iki banknot verdi. Onları otelin bârosunda bozdurdum. Şimdi artık, hiä değilse,<br />
tam bir hafta bize milyoner gãzâyle bakacaklar. Gezmeye gãtârmek iäin gidip Micha'yla<br />
Nadia'yı aldım ama, tam merdivendeyken, general beni äağırttı; äocukları nereye<br />
gãtârdâğâmâ ãğrenmesinin uygun olduğunu dâşânmâştâ. Hep sãylerim ya, bu adam<br />
dosdoğru<br />
yâzâme bakamaz; bunu o da isterdi ama, her seferinde ona<br />
ãylesine ısrarlı, yani kâstah bir bakışla yanıt veririm ki, soğukkanlılığını yitirir, eli ayağına<br />
dolaşır.<br />
Tumturaklı, parantezlerle dolu, sonunda iyice Arap saäına dãndârâp bir târlâ iäinden<br />
äıkamadığı bir konuşmayla, äocukları gazinodan oldukäa uzakta, parkta gezdirmem<br />
gerektiğini anlattı. En sonunda da, ãfkelendi ve sert bir sesle bana:<br />
åYoksa, onları belki de rulete gãtârârdânâz.ç dedi. Sonra da: åBağışlayın beni ama,ç diye<br />
ekledi, åhenâz pek aklınız yerinde değil de oyun sizi äekebilir, kendinizi kap-tırabilirsiniz.<br />
Her ne kadar, sizin akıl hocanız değilsem, bãyle bir rolâ âstlenmeye de hiä niyetli olmasam<br />
da, gene de beni lekelememenizi istemek hakkımdır, hani dilim varıp da sãy-leyebilsem...ç<br />
åAma, pekélé biliyorsunuz ki param yok benimç diye yanıt verdim sakin sakin; åkumarda<br />
yitirebilmek iäin insanın parası olmalı.ç<br />
Hafifäe kızaran general:
ÜSize hemen para veririmã diye yanıtladı; bir sÇre Éekmecelerini karıştırdı, defterine baktı:<br />
Bana yÇz yirmi rubleye yakın borcu olduğu ortaya Éıktı.<br />
ÜBu hesabı nasıl kapatacağızã diye sÇrdÇrdÇ. ÜBunları "taler"e (1) Éevirmeli. Bakın, şimdilik<br />
şu yÇz taleri alın,<br />
yuvarlak bir hesap olur báylece; gerisini daha sonra veririm.ã<br />
Tek sáz sáylemeden parayı aldım.<br />
ÜSakın benim sázlerimden alınmayın, rica ederim, o kadar alıngansınız ki... Size bu uyarıda<br />
bulımdumsa, bu, denebilir ki, dikkatli olmanızı sağlamak iÉindi; buna da biraz hakkım<br />
vardır...ã<br />
Akşam yemeğinden az ánce, Éocuklarla dánerken atlı, arabalı bir kafileye rastladım.<br />
Bizimkiler bilmem hangi áreni gezmeye gidiyorlardı. Şahane iki araba, gárkemli atlar!<br />
Madeınoiselle Blanche (1), Marie Philippovna ve Pauline'le birlikte arabaların birindeydi;<br />
kÇÉÇk Fransız, İngiliz ve bizim general atla onlara eşlik ediyorlardı. Yoldan gelip geÉenler<br />
onlara bakmak iÉin duruyorlardı; bÇyÇk etki yapmışlar, dikkatleri Çzerlerine Éekmişlerdi; ne<br />
var ki bu general iÉin kátÇ sonuÉ verecek. Ben hesapladım: Benim getirdiğim dárt bin franga,<br />
ádÇnÉ almayı başardıkları aÉıkÉa belli olan parayı da ekleyerek şimdi yaklaşık yedi, sekiz bin<br />
frankları vardı; Madenıoisellc Blanche iÉin bu Éok azdı.<br />
Mile Blanche annesiyle birlikte, bizim kaldığımız otele indi; bizim kÇÉÇk Fransız da orada<br />
kalıyor. Garsonlar ona Sayın Kont diyorlar; Mile Blanche'ın annesi kendine Sayın Kontes<br />
dedirtiyor. Sonunda, kimbilir, belki gerÉekten de kont ve kontestirler, belli olmaz.<br />
Yemekte bir araya geleceğimiz zaman Sayın Kont'un beni tanımayacağından kesinlikle<br />
emindim. Elbette ki, general tanışmamızı, ya da en azından beni ona tanıtmayı aklının ucuna<br />
bile getirmeyecekti; Sayın Kont Rusya'da yaşamıştı, orada<br />
(1) Eski bir gÇmÇş Alman parası. (çeviren)<br />
(1) Konuşmaların akışına bağlı kalarak, yabancı dilden sázcÇkleri italik olarak belirttik.<br />
Yazarın vurgulamak istediği kesimler bÇyÇk hamilerle belirtilmiştir. (çeviren)20<br />
KUMARBAZ<br />
dedikleri gibi, bir "oııtchitel'in (1) ãe ánemsiz bir kişi olduğunu bilir. Hem zaten, .beni Éok iyi<br />
tanır. Ama, şurası bir gerÉek ki, beni yemeğe beklemiyorlardı; general hiÉ kuşkusuz emir<br />
vermeyi unutmuştu, yoksa beni mutlaka otelin tabldotuna gánderirdi. Ben kendiliğimden<br />
geldim ve generalin hiÉ de hoşnut olmayan bakışıyla karşılaştım. Zavallı Marie Philip-povna<br />
bana hemen bir yer gásterdi; ne var ki B. Astley'le karşılaşmam beni bu kátÇ durumdan<br />
kurtardı, olayların zoruyla, ben de onların toplumuna katılmak zorunda kaldım.<br />
Bu garip adamla ilk kez Prusya'da karşılaştım; bir kompartımanda karşılıklı oturuyorduk;<br />
arkadaşlarımın yanına gidiyordum; sonra onu Fransız sınırında, sonra da İsviÉre'de gene<br />
gárdÇm: Demek ki on beş gÇnde iki kez, işte şimdi de Roulettenbourg'da onu yeniden<br />
bulmuştum! Ben ámrÇmde onun kadar utangaÉ bir adam gármedim; aptallığa vardıracak<br />
derecede utangaÉtır, bunu da Éok iyi bilir, ÉÇnkÇ hiÉ de aptal değildir. Zaten son derece sakin<br />
huylu ve pek sevimlidir. Prus-ya'daki ilk karşılaşmamızda onu konuşturmuştum. Bana o yaz<br />
Kuzey Burnu'nu gezdiğini ve Nijni-Novgorod fuarını gármeyi pek arzu ettiğini sáylemişti.<br />
Generalle nasıl ilişki kurduğunu bilmiyorum; Paulinc'e deliler gibi êşık olduğunu sanıyorum.<br />
Paııline iÉeri girince adam pancar gibi kıpkırmızı oldu. Sofrada benim yanımda oturmaktan<br />
pek memnun ve áyle sanıyorum ki daha şimdiden beni yakın bir dostu gibi gárÇyor.<br />
Yemek sırasında kÇÉÇk Fransız aşın derecede kasılıp kurumlandı. Herkese karşı horgárÇyle<br />
ve saygısızca davranıyor. çok iyi anımsarım, Moskova'da gáz boyamaktan pek hoşlanırdı.<br />
Rus maliyesi ve siyasası Çzerine bitmez tÇkenme/, konuşmalar yaptı. General bir-iki kez ona<br />
karşı Éıkmaya yel-<br />
(1) Oıılchitel: Evlerde eskiden genÉleri yetiştiren áğretmen ve eğitici. (çeviren)<br />
KUMARBAZ<br />
21
tendi ama, onun gázÇndeki saygınlığını bÇsbÇtÇn yitirmemek iÉin pek Éekinerek ve belli<br />
belirsiz bir biÉimde.<br />
çok garip bir ruh durumu iÉinde bulunuyordum. Sáylemeye gerek yok: Daha yemeğin<br />
ortasına varmadan kendi kendime şu alışılmış ve ezeli soruyu sormuştum bile: ÜŞu generalin<br />
peşinden ne diye sÇrÇklenip duruyorum, kuzum Bit hayli zaman var ki onlardan ayrılmış<br />
olmalıydım!ã Arada sırada Pauline Alexandrovna'ya bir gáz atıyordum; onun benimle zerre<br />
kadar ilgilendiği yoktu. En sonunda, sabrım taştı, tepemin tası attı, bir saygısızlık yapmaya<br />
karar verdim.<br />
ànce, pat, diye tepeden inme bir biÉimde, bana soru yáneltilmeden, avaz avaz konuşarak<br />
sáyleşiye katıldım. àzellikle de kÇÉÇk Fransızla dalaşmaya Éalışıyordum. Generale doğru<br />
dándÇm ve bir giriş yapmadan, yÇksek ve anlaşılır bir sesle (hatta áyle sanıyorum ki onun<br />
sázÇnÇ bile kestim), ona bu yaz Rusların hemen hemen tabldotta yemek olanağından yoksun<br />
bulunduklarını belirttim. General şaşkın bakışlarını bana dikti.<br />
ÜEğer kendinize şu kadarcık saygınız varsaã diye sÇrdÇrdÇm, ÜkaÉınılmaz biÉimde<br />
hakaretlere uğrarsınız, aÉık aÉık hakaretlere katlanmalısınız. Paris'te, Rhin kıyılarında ve hatta<br />
İsviÉre'de, lokanta masalarım Polonyalılar ve tıpatıp onların benzeri olan kÇÉÇk Fransızlar<br />
áylesine kapışmışlar ki, eğer Rııssanız, bir tek sázcÇk sáyleme olanağını bulamazsınız bile.ã<br />
Bunları Fransızca sáylemiştim. General şaşırıp kalmış bir durumda bana bakıyordu, kızması<br />
mı, yoksa sadece bu derece kendimden geÉmiş olmama şaşması mı gerektiğini bilemiyordu.<br />
ÜHiÉ kuşkusuz, birisi size bir ders vermiş olmalı!ã dedi kÇÉÇk Fransız horgáren ve ilgisiz bir<br />
tavırla.<br />
ÜParis'te ánce bir Polonyalıyla, sonra da Polonyalıyı destekleyen bir Fransız subayıyla kavga<br />
ettimã diye yanıt ver-22<br />
KUMARBAZ<br />
dini. ÜSonra da, bir monsignor'un kahvesine tÇkÇrmeme ramak kaldığım anlatınca<br />
Fransızların bir bálÇmÇ benden yana oldu.ã<br />
General azametli bir şaşkınlıkla:<br />
ÜTÇkÇrmek miã diye sordu; hafta bakışlarını odanın Éevresinde dolaştırdı. KÇÉÇk Fransız<br />
kuşkulu bir gázle beni sÇzdÇ.<br />
ÜElbette yaã diye yanıt verdim. ÜKırk sekiz saat sÇresince, bizim olay iÉin belki de Roma'ya<br />
bir sıÉramam gerekeceğini sandım, bu nedenle de pasaportumu vize ettirmek amacıyla<br />
Paris'teki Papalık bÇyÇkelÉiliğine gittim. Orada, sıska mı sıska, ellisine merdiven dayamış don<br />
yağı suratlı kÇÉÇk bir papaz karşıladı beni. Beni dinledikten sonra, terbiyeli ama, son derece<br />
soğuk ve sert bir sesle beklememi rica etti. Acelem vardı ama, elbette ki oturdum, cebimden<br />
"Opinıon nationale" gazetesini Éıkarıp, Rusya aleyhine zehir zemberek bir eleştiriyi okumaya<br />
başladım. Bu arada, birisinin yandaki odadan monsignor'un yanına gittiğini işittim; benim<br />
rahibin ona kandilli temennalar yaptığını gárdÇm. İsteğimi yineledim; daha da sert bir sesle,<br />
bana beklememi rica etti. Bir sÇre sonra iÉeri bir ziyaretÉi girdi, bu bir Avusturyalıydı; onu<br />
dinledikten sonra, hemen, hiÉ bekletmeden yukarı gátÇrdÇler. O zaman sinirlendim; ayağa<br />
kalktım, rahibe yaklaşıp, itiraz gátÇrmez bir sesle mademki monsignor gelenleri kabul<br />
ediyordu, benim de işimi yapıverir, dedim. Bunun Çzerine, rahip sonsuz bir şaşkınlık haliyle<br />
dándÇ. Beş para etmez bir Rus nasıl olur da kendini monsignor'un konuklarıyla bir tutar, işte<br />
adamın aklı bunu bir tÇrlÇ almıyordu. Daha kÇstah bir sesle ve bana hakaret edebilmekten<br />
zevk alıyormuş gibi, beni tepeden tırnağa sÇzdÇ ve: ÜMonsignor'un sizin hatırınız iÉin<br />
kahvesinden vazgeÉeceğini sanmıyorsunuzdur, herhaldeã diye diye haykırdı. Bunun Çzerine<br />
ben de bağırdım, hem de ondan daha da yÇksek sesle: ÜBilin ki sizin monsignor'unuzun<br />
kahvesinin iÉine tÇkÇrÇrÇm ben! Umrumda bile değil! Eğer be-<br />
KUMARBAZ<br />
23<br />
nim pasaport işini bir an ánce bitirmezseniz, onu kendim gidip gárÇrÇm!ã
ÜNasıl! Tam da bir kardinali huzuruna kabul ettiği anda mı!ã diye ciyak ciyak bağıran rahip<br />
dehşetle yanımdan uzaklaştı; hemen kapıya koştu ve beni iÉeri bırakmaktansa álmeyi<br />
yeğlediğini anlatmak iÉin kollarını haÉ gibi iki yana aÉtı. O zaman ben de sapkın mezhepli ve<br />
barbar olduğumu, bÇtÇn piskoposları, kardinalleri, monsignor'ları gecelik kavuğuma<br />
dinletmesini haykırdım yÇzÇne karşı. Kısacası, boyun eğmediğimi gásterdim. Rahip bana<br />
sonsuz kin dolu bir bakış fırlattı, pasaportumu kaptı, yukarı gátÇrdÇ. Bir dakikaya kalmadan,<br />
vizemi almıştım. ÜŞurada, yanımda, gármek ister misinizã<br />
Pasaportumu Éıkarıp papalık vizesini gásterdim. ÜBununla birlikte...ã diye başladı general.<br />
ÜSizi asıl kurtaran, sapkın mezhepli ve barbar olduğunuzu sáylemenizdirã dedi kÇÉÇk Fransız<br />
hafif bir gÇlmeyle. ÜBu hiÉ de aptalca değildi.ã<br />
ÜCanım, elbette ki dut yemiş bÇlbÇl gibi duran, daha da olmazsa, vatanlarını yadsımaya hazır,<br />
dikilip kalan şu sizin Ruslar gibi yapamam ya. HiÉ değilse Paris'te, rahiple dalaşmalarımı<br />
kendilerine anlattığımda, benim oteldeki kimseler bana daha da fazla saygı gásterdiler. Otelin<br />
lokantasında bana karşı en sevimsiz davranan kişi, Éam yarması Polonyalı, arka planda<br />
kayboldu. Bir Fransız avcısının sadece tÇfeğini ateşleyip kurşunlan boşaltmak amacıyla<br />
1812'de silah Éektiği bir adamı iki yıl ánce gárdÇğÇmÇ sáylediğim zaman Fransızlar gık bile<br />
diyemediler. Bu adam o zamanlar on yaşında bir Éocukmuş; ailesi Moskova'dan ayrılmaya<br />
vakit bulamamıştı.ã<br />
ÜOlmaz áyle şey!ã diye patladı kÇÉÇk Fransız; Übir Fransız askeri bir Éocuğa ateş etmez.ã<br />
ÜAma, yine de báyle bir şey olduã diye yanıtladım, Übunu24<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
25<br />
bana saygıdeğer bir emekli binbaşı anlattı, yanağındaki yara izini de kendi gázÇmle gárdÇm.ã<br />
Fransız ağız kalabalığıyla konuşmaya başladı. General onu desteklemek istedi ama, bir árnek<br />
olarak, 1812'de Fransızlar tarafından tutsak edilen General Perovski'nin (1) Anılarını<br />
okumasını áğÇtledim ona. Sonunda, Marie Philippovna konuşmayı Éevirmek amacıyla başka<br />
bir konuya geÉti. General bana fena halde áfkelenmişti, ÉÇnkÇ Fransızla ben neredeyse avaz<br />
avaz bağırmaya başlıyorduk. Buna karşılık, kavgamız B. Astley' in pek hoşuna gitmişe<br />
benziyordu; sofradan kalkınca kendisiyle birlikte bir kadeh iÉki iÉme ánerisinde bulundu<br />
bana.<br />
Gece, Pauline Alexandrovna'yla istediğim gibi on beş dakika konuşabildim. Sáyleşimizi<br />
gezinti sırasında yaptık. Herkes parktan geÉerek gazinoya gitmişti. Pauline fıskiyenin<br />
karşısındaki sıraya oturdu, Nadia'nın da gidip biraz uzakta ábÇr Éocuklarla oyun oynamasına<br />
izin verdi. Ben de Micha'yı havuzun yanına gánderdim, báylece en sonunda yalnız kalabildik.<br />
BaşlangıÉta, elbette ki, işlerden sáz ettik. Kendisine topu topu yedi yÇz florin verince, Pauline<br />
bir iyice kızdı. Paris' te elmaslarına karşılık en azından iki bin florin ádÇnÉ alabildiğime<br />
kesinlikle inanmıştı.<br />
ÜHer ne pahasına olursa olsun, paraya ihtiyacım var* dedi. ÜNe yapıp edip, mutlaka para<br />
bulmalı, yoksa mahvolurum.ã<br />
Yokluğum sırasında nelerin olup bittiğini sordum ona.<br />
ÜHiÉbir şey olmadı, sadece Petersburg'dan iki haber aldık: ànce, bÇyÇkannenin ağır hasta<br />
olduğunu, iki gÇn sonra da, belki álmÇş olduğunu. Bunları Timothee Petrovitch'den<br />
(1) Dorodino savaşından sonra Fransızlara tutsak dÇşmÇştÇ, Anı-hin o sıralarda Moskova'da<br />
yayınlanmıştı.<br />
áğrendikã diye ekledi Pauline, Üyalan yanlış konuşmayan bir adamdır o. Haberin<br />
doğrulanmasını bekliyoruz.ã<br />
ÜDemek ki burada herkes bekleyiş iÉindeã dedim.<br />
ÜEvet, her şey ve herkes; altı aydan beri bundan başka umudumuz kalmadı.ã<br />
ÜSiz de mi bunu umuyorsunuzã diye sordum.
ÜOh! Ben onun akrabası filan değilim ki, generalin Çvey kızıyım ben. Ama, eminim,<br />
vasiyetnamesinde beni unutmaz.ã<br />
Üàyle sanıyorum ki elinize bÇyÇk bir miktarda para geÉecek,ã dedim destekleyici bir sesle.<br />
ÜEvet, beni Éok severdi ama, bu gÇvence nereden geliyor, kuzumã<br />
ÜBuraya bakınã diye sorusunu soruyla yanıtladım. ÜBana áyle geliyor ki, markimiz sizin<br />
bÇtÇn aile gizlerinizi biliyor, ne dersinizã<br />
ÜBu sizi ilgilendiriyor muã diye soran Pauline bana soğuk ve áfkeli bir halle baktı.<br />
ÜElbette ilgilendirir; eğer yanılmıyorsam, general ondan ádÇnÉ para almanın bir yolunu buldu<br />
bile.ã<br />
ÜTahminleriniz doğru.ã<br />
ÜEğer bÇyÇkanne áykÇsÇnÇ bilmeseydi, ona para verir miydi Sofrada farkına vardınız mı<br />
BÇyÇkanneden sáz ederken tam ÇÉ kez ona babouÇnka (1) dedi. Ne sevimli bir iÉtenlik, ne<br />
yakınlık!ã<br />
ÜEvet, hakkınız var. Benim de mirasa konacağımı áğrenir áğrenmez bana evlenme ánerisinde<br />
bulunacak. àğrenmek istediğiniz buydu, değil miã<br />
ÜHenÇz size evlenme ánerisinde bulunma aşamasında mı Uzun zamandan beri bu işe aday<br />
olduğunu sanıyordum.ã<br />
Pauline:<br />
ÜBáyle olmadığını siz de pekêlê biliyorsunuz!ã diye kar-<br />
(1) BÇyÇkannenin sevecen kÇÉÇltÇlmÇşÇ.<br />
26<br />
KUMARBAZ<br />
şılık verdi áfkeyle. Bir dakika suskunluktan sonra: ÜBu İn-gilize nerede rastladınızã diye<br />
sÇrdÇrdÇ.<br />
ÜBu soruyu bana soracağınıza kesinlikle emindim.ã B. Astley'le, yolculuk sırasında, daha<br />
ánceki karşılaşmalarımı ona anlattım.<br />
Üçok Éekingen ve duygusaldır, elbette ki size de deli gibi êşık.ã<br />
Pauline: ÜEvet, bana êşıkã diye yanıt verdi.<br />
'Üästelik Fransızdan da on kez daha zengin. Hem bakalım Fransızın gerÉekten serveti var mı<br />
Bu hiÉ de kuşku dışı değil.ã<br />
ÜKesinlikle. Bir şatosu var. General dÇn bunu bana doğruladı. Eh, áyleyse, bu size yeterli<br />
miã<br />
ÜSizin yerinizde olsam, İngilizle evlenirdim.ã<br />
ÜNedenã diye sordu Pauline.<br />
ÜFransız daha yakışıklı bir genÉ ama, soysuz kopuğun biri; oysa İngiliz dÇrÇst bir adam,<br />
Çstelik de on kez daha zenginã dedim kesin bir sesle.<br />
ÜOrası doğru ama, Fransız marki, daha da kafalıã diye karşılık verdi sakin sakin.<br />
ÜBuna kesinlikle emin misinizã diye sÇrdÇrdÇm aynı tonla.<br />
ÜKesinlikle eminim.ã<br />
Sorularım Pauline'in hiÉ hoşuna gitmiyordu, yanıtının tonu ve garipliğiyle beni áfkelendirmek<br />
istediğini anlıyordum; bunu hemen ona sáyledim.<br />
ÜDoğru, sizi kudurtmak hoşuma gidiyor. Sadece bÇtÇn bu soruları ve varsayımları bana<br />
yáneltmekte bir sakınca gármemiş olmanızla bana bir ádÇn vermeniz gerekiyor.ã<br />
Üİşte ben de istediğim bÇtÇn sorulan size sorma hakkını kendimde gárÇyorumã diye karşılık<br />
verdim sakin sakin, ÜÉÇnkÇ onlara istediğiniz fiyatı ádemeye hazırım ve ÉÇnkÇ artık kendi<br />
yaşamıma hiÉ mi hiÉ ánem vermiyorum.ã<br />
KUMARBAZ<br />
27<br />
Pauline kahkahayla gÇldÇ:
ÜGeÉen gÇn bana, Schlangenberg'de, benim bir tek sázÇm Çzerine kendinizi tepetaklak aşağı<br />
atmaya hazır olduğunuzu sáylediniz ve biz de şáyle bir bin ayak yÇkseklikte bulunuyorduk.<br />
Sadece sáylediklerinizi gerÉekleştirip gerÉekleştirmediğinizi gármek iÉin, bu sázÇ bir gÇn size<br />
sáyleyeceğim ve emin olun ki yÇrekli davranacağım. İşte tam da size onca şeye izin verdiğim<br />
iÉin sizden nefret ediyorum, bir de bana kaÉınılmaz derecede gerekli olduğunuz iÉin daha da<br />
nefret ediyorum. Ama, size gene ihtiyacım var. Demek ki sizin canınızı bağışlamalıyım.ã<br />
Pauline ayağa kalktı. Pek áfkelenmişe benziyordu. Son zamanlarda konuşmalarımızı hep bu<br />
áfke ve kin, yapmacıksız kin havasıyla noktalıyordu.<br />
Durumu aÉıklığa kavuşturmadan gitmemesi isteğiyle ona:<br />
ÜMile. Blanche'm kim olduğunu sormama izin verir misinizã dedim.<br />
ÜBunu pekêlê biliyorsunuz. Yeni hiÉbir şey yok. Mile. Blanche hiÉ kuşkusuz generalle<br />
evlenecek, elbette ki bÇyÇkannenin álÇmÇ doğrulanırsa. çÇnkÇ hem Mile Blanche, hem<br />
annesi, hem de kardeş torunu olduğu marki, hepsi iflês ettiğimizi pekêlê biliyorlar.ã<br />
ÜGeneral de ona Éılgınlar gibi êşık, değil miã<br />
ÜŞimdi sáz konusu olan o değil. Beni dinleyin ve şunu iyice aklınızda tutun: Şu yedi yÇz<br />
florini alın, gidip kumar oynayın; rulette benim iÉin elinizden geldiğince kazanın; şimdi her<br />
ne pahasına olursa olsun bana para gerek.ã<br />
Bu sázlerden sonra, Pauline, Nadia'yı Éağırdı ve bÇtÇn bizim kumpanyanın bulunduğu<br />
gazinoya gitti. Ben soldaki ilk patikaya saptım. Dalgındım, şaşkınlıktan bir tÇrlÇ kendimi kurtaramıyordum.<br />
Bu gidip rulet oynama buyruğu beni adeta ser-semietmişti. Garip ama,<br />
dÇşÇnecek onca konu varken, kendimi bÇtÇnÇyle Pauline'e karşı olan duygularımın<br />
incelenme-30<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
31<br />
Oyun salonuna girdiğim zaman (ámrÇmde ilk kez), oynamaya karar veremeden bir sÇre<br />
kalakaldım. ästelik, kalabalık da beni durduruyordu. Ama, kimse olmayıp da yalnız başıma<br />
kalsaydım bile, áyle sanıyorum ki oyuna başlayacak yerde Éekilip giderdim. YÇreğim<br />
Éarpıyordu, itiraf ediyorum, soğukkanlılığımı da yitirmiştim. Uzun zamandan beri inanmış ve<br />
karar vermiştim ki Roulettenbourg'a geldiğim gibi oradan gitmeyecektim; yazgımda<br />
kaÉınılmaz olarak kákten ve kesin bir olay meydana gelecekti. Bu gereklidir ve áyle de<br />
olacak. Rulete bağladığım bu umut ne kadar gÇlÇnÉ olursa olsun, kumardan herhangi bir şey<br />
beklemeyi saÉma bulan o genellikle kabul edilen kanıyı daha da gÇlÇnÉ buluyorum. Neden<br />
kumar para bulmanın herhangi bir başka yolundan, sázgelimi ticaretten, daha kátÇ, daha beter<br />
olacakmış YÇz kişiden birinin kazandığı bir gerÉek. Ama, bÇtÇn bunlar benim umurumda mı,<br />
kuzum!<br />
Her ne olursa olsun, o akşam ánce iyice gázleyip incelemeye, ciddi hiÉbir girişimde<br />
bulunmamaya karar vermiştim. Eğer bir şey olursa, bu sadece rastlantıyla, ayakÇstÇ geÉerken<br />
olabilirdi, umduğum buydu benim. ästelik de, asıl oyunu incelemem gerekiyordu; ÉÇnkÇ<br />
ruletin sayısız tanımlamalarına karşın —bunları her zaman áyle bÇyÇk bir doymazlıkla<br />
okumuşumdur ki—, kendi gázlerimle gármeden kullanılışından hiÉbir şey anlayamazdım.<br />
İlk anda, her şey bana pis, tinsel olarak pis ve iğrenÉ gárÇndÇ. Kumar masalarına onlarca,<br />
hatta yÇzlerce saldıran o aÉgázlÇ ve kaygılı suratlardan sáz etmek istemiyorum. Doğrusu ya,<br />
en kısa zamanda ve olabildiğince Éok kazanma isteğinde kirli hiÉbir şey gármÇyorum.<br />
Kendisine kÇÉÇk paralarla kumar oynadıklarını sáyledikleri zaman: ÜBu daha da beter, ÉÇnkÇ<br />
bu aşağılık bir doymazlıktan gelirã yanıtını veren o karnı tok sırtı pek ahlakÉının fikrini hep<br />
aptalca bulmuşıtm-dur. Sanki aşağılık doymazlıkla, ÇstÇn doymazlık tek ve aynı<br />
şey değilmiş gibi! Bu bir orantı sorunudur. Rothschild'in gázÇnde aşağılık ve adi olan benim<br />
gázÇmde bÇyÇk zenginliktir, kazanÉlarla yitiklere gelince de, kişilerin, sadece rulette değil<br />
ama, her yerde, bir tek nedeni vardır: Kazanmak, ya da başkasından bir şey almak. KazanÉ ve
Éıkarın kendisi iğrenÉ midir Bu da başka bir sorun. Bunu burada ÉázÇmleyecek değilim. Ben<br />
kendim de kazanma isteğine en ÇstÇn derecede tutkun olduğumdan, bÇtÇn bu aÉgázlÇlÇk, ya<br />
da isterseniz aÉgázlÇlÇğÇn bÇtÇn o iğrenÉliği, alÉaklığı, daha kumar salonuna adım attığım<br />
anda, denebilir ki, bana daha yakın, daha aşinaydı. Başkalarının ánÇnde sıkılıp rahatsız<br />
olmadan, aÉıkÉa ve álÉÇsÇzce davranmaktan daha gÇzel bir şey yoktur. Kendi kendini<br />
aldatmak neye yarar ki İşte bu uğraşıların en yararsızı, en yersizidir. BÇtÇn bu ayak takımı<br />
arasında ilk bakışta en hoşa gitmeyen şey ağırbaşlılık, ciddiyet, hatta kumar masalarını<br />
Éevrelemekte bÇtÇn bu insanların gásterdikleri saygıydı. İşte bu yÇzdendir ki burada kátÇ<br />
tÇrden kumarla, rabıtalı bir adam iÉin sakıncası bulunmayan kumar arasında pek belirli bir<br />
ayrım vardır. İki tÇr kumar vardır: Centilmenlerin kumarıyla halk tabakasının kumarı, ayak<br />
takımına yaraşan aÉgázlÇ kumar. Burada sınır Éizgisi pek belirlidir, temelde o kadar da iğrenÉ<br />
ve utanÉ vericidir ki! Sázgelimi, bir centilmen beş, ya da on altın sÇrebilir, pek ender olarak<br />
daha fazlasını oynar; eğer Éok zenginse bin franga kadar Éıkabilir ama, bu sadece kumar<br />
iÉindir, eğlenmek iÉin, kazanÉ, ya da yitik sÇrecini izlemek iÉindir; asıl kazanma olgusuyla<br />
zerre kadar ilgilenmez. Eğer kazanırsa, sázgelimi, kahkahayla gÇlmeye, Éevresinde<br />
bulunanlardan birine dÇşÇncelerini sáylemeye, ya da hatta sÇrÇlen parayı iki katına Éıkararak<br />
bir kez daha oynamaya başlayabilir ama, sadece merak ettiği iÉin, şansları gázlemek iÉin,<br />
hesaplar yapmak iÉindir, adi bir kazanma isteğiyle değil. Kısacası, rulette, ya da otuz ve<br />
kırk'ia, bÇtÇn kumar masalarını sadece kendi keyfi iÉin dÇzenlenmiş bir eğlence<br />
32<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
33<br />
gibi gárÇr. Bankonun dayandığı istekleri ve tuzakları aklına bile getirmiyordur. Hatta bÇtÇn<br />
ábÇr kumarbazların, bir tek florin iÉin tirtir titreyen bÇtÇn o cebi delik insanların kendisi gibi<br />
zengin olduklarını ve sadece oyalanmak ve vakit geÉirmek iÉin oynadıklarını dÇşÇnmek onun<br />
iÉin Éok şık olurdu. GerÉeğin bu kesin bilisizliği, insanlar konusunda bu yalın gárÇşler,<br />
kuşkusuz ki en soylu gárÇşler ve dÇşÇnceler olurdu.<br />
Kızlarını, on beş, on altı yaşlarında dal gibi narin, masum Éocukları, áne doğru iten, elerine<br />
birkaÉ altın sıkıştırıp* onlara kumarın gidişini áğreten anneler gárÇyordum. KÇÉÇk hanım<br />
kazanıyor, ya da yitiriyordu ve sevinÉten etekleri zil Éalarak, dudaklarında hep<br />
gÇlÇmsemeyle Éekiliyordu. Bizim general sağlam gerÉeklere dayanan bir gÇvenle kumar<br />
masasına yaklaştı; kendisine bir sandalye uzatmak iÉin bir uşak atıldı ama, aldırış etmedi;<br />
ağır ağır para kesesini Éıkardı, iÉinden ağır ağır ÇÉ yÇz frank tutarında altın alıp karanın<br />
Çzerine koydu ve kazandı. Kazancını toplamadı, masada bıraktı. Yeniden kara Éıktı; bu kez de<br />
gene sÇrdÇğÇ parayı bıraktı ve ÇÉÇncÇ seferinde kırmızı Éıkınca, bir Éırpıda bin iki yÇz frank<br />
yitirdi. Kendine son derece hakim, gÇlÇmseyerek Éekildi. Kesinlikle eminim ki yÇreği allak<br />
bullaktı ve sÇrÇlen para iki, ya da ÇÉ katına Éıkmış olsaydı buna dayanamaz, heyecanım belli<br />
ederdi. Zaten, benim yanımdaki bir Fransız dingin bir yÇzle, kılı bile kıpırdamadan<br />
yaklaşık otuz bin frangı ánce kazandı, sonra da yitirdi. GerÉek bir centilmen bÇtÇn servetini<br />
yitirse bile, kesinlikle heyecanlanmamalıdır. Para centilmenin o kadar altında kalmalıdır ki<br />
bununla ilgilenmeyi hemen hemen dÇşÇnmez bile. Elbette ya, bÇtÇn bu ayak takımının iÉinde<br />
Éırpındığı Éamuru ve dekoru bilmezlikten gelmek son derece soylu bir davranıştır. Bununla<br />
birlikte, karşıt davranış da kimi zaman onun kadar kibardır: Fark etmek, yani cep<br />
dÇrbÇnÇnÇn ucuyla da olsa, bÇtÇn bu haşarata bakmak ve hatta onu incelemek ama, bÇtÇn bu<br />
kalabalığı ve bÇtÇn bu<br />
Éamuru bir Éeşit eğlence gibi, centilmenlerin dinlenmesi iÉin dÇzenlenmiş bir temsil gibi<br />
gárerek. İnsan kendisi de bu kalabalığa karışabilir ama, orada bir seyirci olarak bulunduğu ve<br />
onun bileşimine zerre kadar katılmadığı kesin inancıyla Éevresine bakabilir. Zaten, aşırı ısrarla<br />
incelemek de uygun dÇşmez: Bu da gene bir centilmene yakışmaz, ÉÇnkÇ her ne olursa olsun,
u gásteri sÇrekli bir dikkate değmez. Genellikle de, bir centilmen iÉin fazla sÇrekli bir<br />
dikkate değer pek az gásteri vardır. Oysa, bana áyle geliyordu ki, tanı tersine, bÇtÇn bunlar<br />
son derece ısrarlı bir dikkate değerdi, ázellikle de sadece incelemek iÉin değil de kendisi de<br />
iÉtenlikle ve iyi niyetle bÇtÇn bu ayak takımına katılmaya gelen bir kişi iÉin. Benim en gizli<br />
tinsel inanÉlarıma gelince, sázÇnÇ ettiğim inanÉlar iÉinde elbette ki onların yeri yok. Kabul;<br />
bunu vicdanımı rahatlatmak iÉin sáylÇyorum. Ama, şunu belirteceğim: Şu son zamanlarda,<br />
dÇşÇncelerimle eylemlerimi herhangi bir tinsel álÉÇte uydurmakta şiddetli bir isteksizlik<br />
duyuyordum. Başka bir yáne sÇrÇkleniyorum...<br />
Ayak takımı gerÉekten de pek ahlaksız biÉimde oynuyor. Hatta kumar masasının Éevresinde<br />
en adi gizli kÇÉÇk hırsızlıkların sık sık meydana geldiğini dÇşÇnmekten bile geri kalmıyorum.<br />
Masanın uÉlarında oturan krupiyeler sÇrÇlen paraları gázetiyorlar ve hesaplar yapıyorlar, ezici<br />
bir Éalışma iÉindeler. İşte .bunlar da eşsiz ahlaksızlardandır! çoğunluğu Fran-sızdır bunların.<br />
Hani bu gázlemleri yapıyorsam, ruletin bir tanımlamasını vermek iÉin değil; gelecekte nasıl<br />
davranacağımı bilmek iÉin ortama uymaya Éalışıyorum. Sázgelimi, bir elin masanın Çzerinden<br />
ansızın uzanıp sizin kazandıklarınızı kendine mal ettiğini gármekten daha olağan bir şeyin<br />
bulunamayacağım fark ettim. Ardından 'bir kavga Éıkıyor, Éoğu zaman da Éığlıklar kopuyor<br />
ve... siz siz olun sakın tanık filan gástererek paranın size ait olduğunu kanıtlamaya<br />
kalkışmayın, sonra karışmam haa!<br />
F. 334<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
35<br />
BaşlangıÉta bÇtÇn bu komedi benim iÉin anlaşılmaz, iÉinden Éıkılmaz bir şeydi; sadece iyi<br />
kátÇ anladım ki, sayıların Çzerine, tek ve Éiftlerin Çzerine, bir de renklerin Çzerine para<br />
konuyordu. O akşam Pauline Alexandrovna'nm parasından aldığım yÇz florini sÇrmeye karar<br />
verdim. Kumara kendimden başkaları iÉin yaklaştığım dÇşÇncesi beni şaşkına Éeviriyordu. Bu<br />
son derece can sıkıcı bir duyguydu, bundan bir an ánce kurtulmak istiyordum. Her an, Pauline<br />
iÉin başlamakla kendi şansımı baltaladığım izlenimine kapılıyordum. Hemencecik boş inanÉ<br />
salgınına yakalanmadan kumar masasına yaklaşmak gerÉekten de olanaksız mıydı, kuzum<br />
İlk olarak, beş frederik, yani elli florin Éıkarıp Éift sayının Çzerine koydum. Sehpa dándÇ ve<br />
on ÇÉ Éıktı... yitirmiştim. Acılı bir duygunun penÉesinde kıvranarak, sadece bu işi bir an ánce<br />
bitirip de Éekilip gitmek amacıyla kırmızının Çzerine gene beş frederik koydum. Kırmızı Éıktı.<br />
On frederik koydum... Gene kırmızı Éıktı. BÇtÇn parayı bıraktım... Gene kırmızı kazandı. Kırk<br />
frederik aldım, bunlardan yirmi tanesini ne Éıkacağını bilmeden, ortadaki on iki numaranın<br />
Çzerine koydum. Bana ÇÉ katını ádediler. Benim on frederik ansızın seksen oluvermişti. Ama,<br />
o zaman áylesine dayanılmaz garip bir duyguya kapıldım ki, hemen oradan ayrılmaya karar<br />
verdim. Kendim iÉin oynaşanı báyle oynamazdım gibi geliyordu bana. Bununla birlikte<br />
seksen frederikimi gene Éift sayının Çzerine koydum. Bu kez dárt Éıktı: Bana gene seksen<br />
frederik verdiler, ben de yÇz altmış frederiki cebime koyarak Pauline Alexandrovna'yı<br />
aramaya gittim.<br />
Hepsi parkta geziniyorlardı, Pauline'i ancak akşam yemeğinde gárebildim. Bu kez Fransız<br />
orada yoktu, general de rahat rahat keyfine bakabildi; bu arada, beni kumar masasında gármek<br />
istemediğini bana bir kez daha belirtmeyi gerekli gárdÇ. Ona gáre, eğer bÇyÇk para yitirirsem<br />
saygınlığı ağır şekilde lekelenirdi.<br />
Üçok kazansaydınız, ben gene lekelenirdimã diye ekledi bÇyÇk bir ciddiyet havası takınarak.<br />
ÜElbette ki, işlerinize karışmaya hakkım yok ama, kabul edin ki...ã Her zaman yaptığı gibi,<br />
tÇmceyi havada bıraktı.<br />
Ona sert bir şekilde Éok az param olduğunu, bu nedenle de, kumar oynamaya başlasam bile,<br />
áyle gásterişli biÉimde yitiremeyeceğimi sáyledim. Odama, Éıkarken, kazandığı parayı
Pauline'e verme fırsatını buldum ve bir daha onun iÉin kumar oynamayacağımı kendisine<br />
bildirdim.<br />
Kaygılı bir sesle: ÜNeden, a canımã diye sordu.<br />
Ona şaşkınlıkla bakarak: ÜçÇnkÇ kendim iÉin oynamak istiyorumã diye karşılık verdim,<br />
Ühem de bu beni rahatsız ediyor.ã<br />
ÜDemek ki ruletin sizin tek kurtuluş Éareniz olduğuna inanmakta ayak diriyorsunuz, áyle<br />
miã diye sordu alaycı bir halle.<br />
Ben de ona bÇyÇk bir ciddiyetle, bunun gerÉek olduğunu sáyledim; benim kesinlikle, şaşmaz<br />
bir biÉimde kazanma inancıma gelince, bunun gÇlÇnÉ gárÇneceğini kabul ediyordum, Üama,<br />
beni rahat bıraksınlar, kuzum!ã<br />
Pauline Alexandrovna o gÇnÇn kazancını benimle bálÇşmek iÉin direndi ve bu koşullar<br />
altında kumar oynamayı sÇrdÇrmemi ánererek bana seksen frederik uzattı. Kesinlikle<br />
reddettim ve ona aÉıkÉa anlattım ki, başkaları iÉin oynayamadığım istemediğimden değil de<br />
yitireceğimden emin olduğum iÉindi.<br />
ÜOysa, ben de ne kadar aptal olursam olayım, artık ruletten başka hiÉbir umudum yokã dedi<br />
dÇşÇnceli bir halle. Üİşte bu yÇzden mutlaka kumarı sÇrdÇrmelisiniz, benimle ortaklaşa<br />
oynarsınız, bunu elbette ki yapacaksınız.ã<br />
Bu sázler Çzerine, itirazlarımı dinlemeden, yanımdan ayrıldı.36<br />
KUMARBAZ äçäNCä BàLäM<br />
Bununla birlikte, dÇn, kumardan bana tek sáz bile etmedi. Genellikle de benimle<br />
konuşmaktan kaÉındı. Bana karşı tutumunu değiştirmedi. Karşılaştığımız zaman hor gáren ve<br />
kinci, bilmem nasıl bir şeyle karışık hep o aynı mutlak patavatsız, beni adam yerine<br />
koymayan davranış. Kısacası, bana karşı duyduğu tiksintiyi gizlemeye bile uğraşmıyor, bunu<br />
Éok iyi gárÇyorum. Buna karşın, bana ihtiyacı olduğunu ve bilmediğim bir amaÉla beni elinin<br />
altında bulundurduğunu da gizlemiyor. Aramızda garip ilişkiler kuruldu, herkese karşı<br />
gásterdiği kendini beğenmişlik ve hor gárme gáz ánÇne alınırsa, bu ilişkilerin Éoğuna hiÉbir<br />
anlam veremiyorum. Sázgelimi, kendisini Éılgınlar gibi sevdiğimi Éok iyi biliyor; hatta<br />
kendisine yakıcı tutkumdan sáz etmeme bile izin veriyor; ona sevgimden serbestÉe ve hiÉbir<br />
engelsiz sáz etmeme izin vermekle de beni adam yerine koymadığını, hor gárdÇğÇnÇ pek<br />
gÇzel belli ediyordu. ÜSenin duygularına o kadar ánem vermiyorum ki, bÇtÇn sáylediklerin,<br />
bÇtÇn hissettiklerin umurumda bile değil der gibiydi. Eskiden de bana . işlerinden sáz ederdi<br />
ama, hiÉbir zaman bÇtÇnÇyle aÉık yÇrekli değildi. Dahası, bana olan hor gárÇsÇne şu tÇrden<br />
incelikler de katardı: Sázgelimi, yaşamındaki filan olaydan, ya da kendisine ciddi korkular<br />
veren bir durumdan haberim olduğunu bilirdi; eğer amacına ulaşmak iÉin beni tutsak, ya da<br />
ulak olarak kullanma gereksinimini duyarsa bu olayların bir bálÇmÇnÇ kendisi anlatırdı bana.<br />
Ama, bana sadece ulak gibi kullanılan bir adamın bilmesi gereken kadarını aÉıklıyordu,<br />
olayların bÇtÇn bağlantısını henÇz bilmiyorsam, onun sıkıntıları ve kaygılarıyla ÇzÇlÇp<br />
tasalandığımı gárse de dostÉa bir aÉık sázlÇlÇkle beni tamamiyle rahatlatma tenezzÇlÇnde<br />
bulunmazdı hiÉbir zaman. Oysa, bana sık sık nazik ve hatta tehlikeli gárev-<br />
KUMARBAZ<br />
ler yÇklediğine gáre, bana kalırsa, benimle aÉık sázlÇ olmalıydı. Ama, benim duygularım,<br />
onun korku ve telaşlarına yÇrekten katılmanı, onun tasa ve başarısızlıklarının bana belki de<br />
onunkinin ÇÉ katını Éektirdiği kaygılar onun umurunda mıydı!<br />
Onun rulet oynama tasarısını áğreneli ÇÉ hafta olmuştu. Hatta kendi yerine oynamam<br />
gerektiğini bana bildirmişti, ÉÇnkÇ bunu onun yapması uygun dÇşmezdi. Sesinin tonundan<br />
sadece kumar oynama isteği değil de ciddi kimi kaygıları bulunduğunu fark etmiştim. Aslında<br />
para onu hiÉ ilgilendirmez. Bunun iÉinde tahmin edebileceğim ama, henÇz bilmediğim bir<br />
amaÉ, ayrıntılar var. Kuşkusuz ki, beni iÉinde tuttuğu kÇÉÇk dÇşme ve tutsaklık durumları ona<br />
dolaysız ve Éekinmeden soru yáneltme olanağını verebilirdi (sık sık da verir). Mademki ben<br />
onun iÉin bir tutsağım, mademki onun gázÇnde bir hiÉim, ne kabalığım, ne de merakım onu
incitebilir. Ama, gerÉekte, ona soru sormama izin vermekle birlikte, sorularıma karşılık<br />
vermiyor. Kimi zaman da bunlara hiÉ dikkat bile etmiyor! İşte bizim ilişkilerimiz bu<br />
durumda!<br />
DÇn, dárt gÇn ánce Petersbourg'a Éekilen ve karşılıksız kalan bir telgraftan Éok sáz edildi.<br />
Generalin heyecanlı ve dÇşÇnceli olduğu aÉıkÉa gárÇlÇyor. Bu hiÉ kuşkusuz bÇyÇkanne<br />
konusuyla ilgili. Fransız da heyecanlı. Sázgelimi, dÇn, yemekten sonra, uzun bir sÇre bÇyÇk<br />
bir ciddiyetle konuştular. Fransız bize karşı akıl almaz derecede gururlu, azametli ve<br />
umursamaz havalar takınıyor. Hani atasázÇnÇn dediği gibi: ÜDağdan gelen, bağdakini kovar.ã<br />
Hatta Pauline'e karşı bile patavatsızlığı kabalığa kadar varıyor. Bu arada, gazinonun<br />
parkındaki aile gezintilerine, dolaylardaki at ve kır gezintilerine seve seve katılıyordu.<br />
Generalle Fransızı birbirine bağlayan olayların bir bálÇmÇnÇ bir hayli zamandır biliyorum:<br />
Rusya'da, birlikte bir fabrika kurmaya niyetlenmişlerdi; bu tasan yÇzÇstÇ bırakıldı mı, yoksa<br />
ondan hêlê sáz ediliyor38<br />
KUMARBAZ<br />
mu, bilmiyorum. Bundan başka, onların aile gizlerinden bir bálÇmÇnÇ yakaladım: Fransız<br />
gerÉekten de, geÉen yıl gárevinden istifa ettiği zaman Éar'a borÉlu olduğu miktarı<br />
tamamlaması iÉin generale otuz bin ruble ádÇnÉ vererek onu sıkıntıdan kurtarmış. Ve işte<br />
general onun ellerinde; ama, şimdi bÇtÇn bu oyunda baş rol Mile Blanche'da, bunu ileri<br />
sÇrerken yanılmadığımdan kesinlikle eminim.<br />
Bu Mile Blanche kim Burada, bizde, onun annesiyle yolculuk eden ve hesapsız bir servete<br />
sahip olan soylu bir Fransız hanımı olduğu sáyleniyor. Bizim markinin uzak bir akrabası<br />
olduğu da biliniyor; kardeş torunları gibi bir şey hani. Anlattıklarına gáre, benim Paris<br />
yolculuğumdan ánce Fran-sızla Mile Blanche'ın ilişkileri daha tárensel ve daha incey-miş;<br />
oysa şimdi, dostlukları ve akrabalıkları daha dolaysız biÉimde ve daha yakın ve teklifsiz gibi<br />
gárÇnÇyor. Belki de işlerimiz onlara o kadar kátÇ durumda gárÇnÇyordur ki, artık bundan<br />
báyle yapmacıklı olmayı ve bizlere saygılı davranmayı gereksiz buluyorlardır, kimbilir.<br />
ànceki gÇn, B. Astley' in Mile Blanche'la annesine bakış biÉimini fark ettim. O ikisini<br />
tanıyormuş gibi geldi bana. Hatta bizim Fransızın da B. Astley'e daha ánce rastlamış<br />
olduğunu anlar gibi oldum. B. Astley áylesine Éekingen, utangaÉ ve sessizdir ki, insan ondan<br />
bir şey koparmayı hiÉ mi hiÉ umamaz: Yine Übaş kırılır fes iÉinde, kol kırılır yen iÉindeã<br />
deyimince işler sÇrÇp gidecekti. Bu arada, Fransız ona şáyle bir isteksizce selam veriyor,<br />
hemen hemen yÇzÇne bile bakmıyordu. Demek oluyor ki ondan bir korku'su yoktu. Gene bu<br />
anlaşılabilir; ama, neden Mile Blanche da onu bilmezlikten geliyor ästelik de marki dÇn<br />
kendini ele verdi: Konuşma sırasında, ansızın, şimdi anımsayamadığım bir konuda, B.<br />
Astley'in son derece zengin olduğunu, bunu Éok iyi bildiğini sáyleyiverdi. Mile Blanche işte o<br />
zaman B. Astley'e bakmalıydı! SázÇn kısası, general kaygılı.<br />
Teyzesinin álÇmÇnÇ bildiren bir telgrafın şimdi onun iÉin ne ánem taşıyacağı iyice<br />
anlaşılıyor!<br />
Pauline'in benimle bir konuşmadan bilerek kaÉındığına kesinlikle emin olmakla birlikte,<br />
soğuk ve ilgisiz bir hava takındım: Ansızın gelip beni bulmaya karar vereceğini<br />
dÇşÇnÇyordum. Báylece, dÇn ve bugÇn bÇtÇn dikkatimi Mile Blanche'a yánelttim. Zavallı<br />
general, gerÉekten de mahvoldu demektir! İnsanın elli beş yaşında báylesine şiddetle êşık<br />
olması, hiÉ kuşkusuz bÇyÇk bir felakettir. Bir de buna dul oluşunu, Éocuklarını, iflas<br />
durumunu, borÉlarını, en sonunda da tutulduğu kadını ekleyin. Mile Blanche son derece<br />
gÇzel. Ama,, insana korku veren o yÇzlerden birine sahip dersem, bilmem ne dediğimi<br />
anlatabilir miyim HiÉ değilse ben, bu tÇr kadınlardan hep korkmuşumdur. Yaklaşık yirmi beş<br />
yaşlarında. Uzun boylu, şahane omuzları var, gárkemli bir boynu ve gáğÇsleri, esmer bir teni,<br />
abanoz gibi kapkara ve gÇr (hemen hemen iki başa yetecek kadar gÇr) saÉları vardı. Kapkara<br />
gázleri, —gázlerinin beyazı sarımtıraktı—, kÇstah bir bakışı, pırıl pırıl dişleri, hep boyalı<br />
dudakları var; misk kokuyor. çarpıcı ve zengin biÉimde ama, bÇyÇk bir zarafet ve zevkle
giyiniyor. Elleri ve ayakları harikulade. Sesi boğuk bir kontralto. Kimi zaman bÇtÇn dişlerini<br />
gástererek kahkahayla gÇler ama, Éoğunlukla kÇstah bir halle —hiÉ değilse Pauline'le Marie<br />
Philippovna'nın yanında— suskun durur. (Ortalıkta garip bir sáylenti dolaşıyor: Maria<br />
Philippovna Rusya'ya dánÇyormuş.) Bana áyle geliyor ki, Mile Blanche hiÉbir eğitim<br />
gármemiş, hatta belki aptal da ama, buna karşılık kuşkulu, gÇvensiz ve hilekêrdı. Yaşamının<br />
oldukÉa serÇvenli geÉtiğini sanıyorum. Yani kısacası, belki de marki akrabası filan değildi,<br />
annesi de gerÉekten annesi değildi. Ama, gÇya kendilerine rastladığımız Berlin'de, onun ve<br />
annesinin rabıtalı birkaÉ ahbapları varmış. Markiye gelince, şimdiye kadar onun<br />
markiliğinden kuşkulanmış olmama karşın, bizde, sázgelimi Moskova'da olduğu40<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
41<br />
kadar Almanya'da da yÇksek sosyeteden olduğu kuşkusuz gibi gárÇnÇyor. Fransa'da durumun<br />
ne merkezde olduğunu bilmiyorum. Bir şatosu olduğu sáyleniyor. àyle sanıyorum ki şu on<br />
beş gÇn iÉinde káprÇlerin altından Éok sular akacak ama, gene de Mile Blanche'la generalin<br />
kesin sázleri sáyleyip sáylemediklerini hêlê tam olarak bilemiyorum. Sonunda, şimdi her şey<br />
durumumuza, yani generalin onların ánÇnde parıldatabileceği paranın miktarına bağlı. Eğer,<br />
sázgelimi, bÇyÇkannenin hêlê hayatta olduğunu áğrenirlerse, hiÉ kuşkum yok Mile Blanche<br />
hemen ortadan yok olur. Bu kadar dedikoducu olduğuma ben bile hem şaşıyorum, hem de<br />
bunu pek gÇlÇnÉ buluyorum, doğrusu ya. Ah, bilseniz bÇtÇn bunlardan ne kadar iğreniyorum!<br />
BÇtÇn bu insanlardan ve bÇtÇn bunlardan ne bÇyÇk bir sevinÉle ayrılırdım, bir bilseniz! Ama,<br />
Patıline' den ayrılabilir miyim, Éevresini ispiyonlamadan durabilir miyim İspiyonlamak<br />
aşağılık, iğrenÉ bir şey hiÉ kuşkusuz ama, umurumda bile değil!<br />
DÇn ve bugÇn, B. Astley de bana bir garip gárÇndÇ. Evet, kesinlikle inanıyorum ki Pauline'e<br />
êşık! ëşık, Éekingen ve hastalık derecesinde utangaÉ bir adamın tam da bir sázcÇk, ya da bir<br />
bakışla kendini ele vermektense yÇz ayak yerin altında olmayı yeğleyeceği bir anda bu<br />
adamın bakışının kimi zaman ifade ettiği şey pek acayip ve gÇlÇnÉtÇr. Gezintide sık sık B.<br />
Astley'le karşılaşıyoruz. Muhakkak ki bize katılma isteğiyle yanıp tutuşarak, şapkasını<br />
Éıkarıyor ve yolunu sÇrdÇrÇyor. Ve eğer birlikte gezinmek ricasında bulunulursa, hemen<br />
áneriyi reddediyor. Gazinoda, konserde, ya da fıskiyenin ánÇnde dinlenilen yerlerde, hep<br />
bizim sıranın yakınlarında duruyor. Nerede olursak olalım, parkta, ormanda, Schlangenberg'in<br />
Çzerinde, en yakın patikada, ya da bir Éalılığın ardında B. Astley'in karaltısının<br />
kaÉınılmaz biÉimde belirdiğini gármek iÉin insanın gázlerini Éevresinde gezdirmesi yeterliydi.<br />
Bana áyle geliyor ki, benimle ázel olarak konuşmak iÉin fırsat<br />
arıyor bu adam. Bu sabah karşılaştık ve bir iki sáz konuştuk. Kimi zaman, kesik<br />
tÇmcelerle konuşuyor. Daha bana gÇnaydın bile demeden, hemen:<br />
ÜAh, Mile Blanche!..ã diye haykırdı. ÜMile Blanche gibi Éok kadın gárdÇm!ã<br />
Bana anlamlı bir bakış yánelterek sustu. Bu sázlerle ne demek istiyordu, bilemiyorum, ÉÇnkÇ<br />
benim: ÜNe demek istiyorsunuzã diye sormam Çzerine Éok bilmiş bir gÇlÇmsemeyle başını<br />
sallayarak şunları ekledi:<br />
Üİşte báyle. Mile Pauline ÉiÉekleri Éok mu severã<br />
ÜHiÉ bilmiyorumã diye karşılık verdim.<br />
ÜNasıl! Bunu bilmiyor musunuzã diye haykırdı şaşkınlıktan neredeyse kÇÉÇk dilini yutarak.<br />
ÜHayır, hiÉbir .fikrim yok, hiÉ dikkat etmedimã diye yineledim, gÇlerek.<br />
ÜHımmm! Bu aklıma bir fikir getirdi.ã<br />
Bunun Çzerine, bana bir baş işareti yapıp yolunu sÇrdÇrdÇ. Zaten pek hoşnut bir hali vardı.<br />
İkimiz de berbat bir Fransızca konuşuyoruz.<br />
DàRDäNCä BàLäM<br />
O gÇn pek gÇlÇnÉ, rezil ve saÉmaydı. Akşamın saat on biri. KÇÉÇk odamda oturmuş, anılarımı<br />
dÇzene sokmaya Éalışıyorum. Her şey bu sabah başladı: Pauline Alexandrovna adına
oynamak Çzere rulete gitmem gerekti. Onun yÇz altmış frederikini aldım ama, iki koşulla:<br />
Birincisi, yarı yarıya, ortaklaşa oynamayı kabul etmiyordum, báylece de eğer kazanırsam<br />
kendim iÉin hiÉbir şey almayacaktım; ikincisi de, akşama,<br />
42<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
43<br />
Pauline neden kazanmaya bu kadar ihtiyacı olduğunu ve tam ne kadar para gerektiğini bana<br />
anlatacaktı. Bunun sadece para iÉin olduğunu dÇşÇnemezdim. İvedi bir ihtiyacı olduğu aÉıkÉa<br />
belliydi ama, hangi amaÉla olduğunu bilmiyordum. AÉıklama yapacağına sáz verdi, ben de<br />
gittim.<br />
Kumar salonlarında herkes birbirini Éiğniyordu. Hepsi de ne kadar kÇstah ve aÉgázlÇ!<br />
Kalabalığı yardım ve krupiyenin yanma yerleştim. Sonra da, her seferinde sadece iki ÇÉ altın<br />
sÇrerek, Éekine Éekine başladım. Bu sırada inceliyordum ve gázlemlerde bulunuyordum. Bana<br />
áyle geliyor ki, bÇtÇn bu hesapların pek bir anlamı yok, pek Éok kumarbazın onlara verdiği<br />
ánemden de yoksundurlar. Orada oturmuşlar, ellerinde sayılarla kaplı kêğıtlar, notlar<br />
alıyorlar, hesaplıyorlar, şansları kestirmeye Éalışıyorlar, son bir işlem daha yapıp en sonunda<br />
paralarını sÇrÇyorlar... ve yitiriyorlardı tıpkı hiÉbir hesap yapmadan oynayan fani kullar gibi.<br />
Buna karşılık, doğruya benzeyen bir sonuÉ elde ettim: GerÉekten de, beklenmedik şansların<br />
ard arda gelişinde bir sistem değilse de bir Éeşit dÇzen var; bu elbette ki'Éok garip. Sázgelimi,<br />
ortadaki on iki sayıdan sonra son on iki sayının Éıktığı oluyordu; diyelim ki, iki kez bu son on<br />
iki sayı Éıkıyor ve ilk on ikiye geÉiyor. İlk on ikinin Çzerine dÇştÇkten sonra, yeniden ortadaki<br />
on ikiye dánÇyor; ÇÉ, dárt kez Çst Çste ortadaki sayılar Éıkıyor, sonra yeniden son on iki<br />
Éıkıyor; iki turdan sonra, yeniden ilk sayılara dánÇlÇyor, bunlar sadece bir kez Éıkıyorlar,<br />
ortadakiler ise ÇÉ kez Çst Çste Éıkıyor. Bu báylece bir buÉuk, iki saat kadar sÇrÇyor. Bir, ÇÉ ve<br />
iki; bir, ÇÉ ve iki. çok garip bir şey. Falan áğle sonrasında, ya da filan sabah, siyah hemen<br />
hemen dÇzensiz bir biÉimde ve her an kırmızıyla nábetleşe geliyor; her renk Çst Çste sadece<br />
iki, ya da ÇÉ kez Éıkar. Ertesi gÇn, ya da akşam, sázgelimi, Çst Çste yirmiye kadar sadece<br />
kırmızı Éıkar ve bu báylece bir sÇre, kimi zaman bÇtÇn gÇn boyu sÇrer gider. Bu gázlemlerin<br />
ánemli bir<br />
bálÇmÇnÇ, áğleye kadar bÇtÇn zamanını hiÉ para sÇrmeden kumar masalarının yanında<br />
geÉiren B. Astley'e borÉluyum.<br />
Bana gelince, hepsini son meteliğe kadar ve pek kısa bir zamanda yitirdim. ànce Éift sayıya<br />
yirmi frederik koydum ve kazandım; bunları yeniden koydum ve gene kazandım, bu báylece<br />
iki ÇÉ kez sÇrdÇ. àyle sanıyorum ki elimdeki paramın miktarı bir beş dakikanın iÉinde dárt<br />
yÇz frederike yÇkseldi. İşte o anda gitmem gerekirdi ama, iÉimde garip bir duygu uyandı:<br />
Yazgıya meydan okumak, ona bir Éimdik atmak, dilimi Éıkarmak, nanik yapmak isteği<br />
kabardı. İzin verilen en yÇksek parayı sÇrdÇm: Dárt bin florin ve yitirdim. Sonra da iyice<br />
coşarak, elimde kalanın hepsini Éıkardım, bir ánceki gibi yerleştirdim ve yeniden yitirdim.<br />
Bunun Çzerine, adeta sersemlemiş bir halde masadan ayrıldım. Başıma geleni<br />
anlayamıyordum bile, talihsizliğimi ancak yemekten ánce Pauline Alexandrovna'ya bildirdim.<br />
O zamana kadar parkta dolanıp durdum.<br />
Yemekte, gene ÇÉ gÇn ánceki gibi coşmuştum. Fransız-la Mile Blanche gene bizimle yemek<br />
yiyorlardı. O sabah Mile Blanche da gazinodaydı ve benim gásterilerimi seyretmişti. Bu kez,<br />
daha saygılı bir biÉimde konuştu benimle. Fransız daha bir kestirmeden giderek yitirdiğimin<br />
kendi param olup olmadığını sordu. Galiba Pauline'den kuşkulanıyor. Kısacası, işin iÉinde iş<br />
vardı. Hemen bir yalan uydurdum ve bunun kendi param olduğunu sáyledim.<br />
General son derece şaşırmıştı: Bu kadar parayı nereden bulmuştum On frederikle<br />
başladığımı, altı yedi kez Çst Çste iki katına Éıkararak beş, altı bin florine kadar yÇkseldiğimi<br />
ve hepsini iki elde yitirdiğimi anlattım.
Elbette ki bâtân bunlar akla yakındı. Bu aäıklamayı yaparken Pauline'e bakıyordum ama,<br />
yâzânden hiäbir şey oku-yamadım. Bununla birlikte, hiä sãzâmâ kesmedi, ben de konuşmamı<br />
sârdârdâm. Bundan, yalan sãylemem ve onun adına<br />
44<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
45<br />
oynadığımı gizlemem gerektiği sonucunu äıkardım. Her ne olursa olsun, diyordum iäimden,<br />
bu sabah sãz verdiği aäıklamayı mutlaka yapmalı.<br />
Üyle sanıyorum ki, general biraz bana äıkışacaktı ama, sesini äıkarmadı. Ama, ben gene de<br />
yâzânden onun heyecanlı ve kaygılı olduğunu anladım. Belki de şu iäinde bulunduğu sıkıntılı<br />
durumda oldukäa hatırı sayılır bir altın yığınının, kaşla gãz arasında, benim gibi bãylesine<br />
ihtiyatsız bir sersemin elinden akıp gittiğini işitmek onu âzâyordu.<br />
Galiba dân akşam Fransızla oldukäa şiddetli bir ağız dalaşı yaptılar. Uzun zaman hararetli<br />
hararetli konuştular; kapıyı da kilitlemişlerdi. Fransız äıktığında pek ãfkeliydi; bu sabah<br />
erkenden gelip generali buldu... hiä kuşkusuz dânkâ konuşmayı sârdârmek iäin.<br />
Kumarda yitirdiğimi ãğrenince, Fransız alaycı bir sesle, birazcık da kãtâ yâreklilikle, daha<br />
makul davranmam gerektiğini belirtti. Ardından da bilmem neden, Rusların genellikle<br />
kumarbaz olmakla birlikte, onun gãrâşâne gãre, kumar oynama yeteneğinden bile yoksun,<br />
olduklarını ekledi.<br />
åBana kalırsa, rulet ãzellikle Ruslar iäin icat edildiç diye karşılık verdim. Fransızdan hor<br />
gãren kâäâk bir kahkaha yâkselince, geräeğin muhakkak ki benden yana olduğunu belirttim,<br />
äânkâ Rusların kumarbaz olduklarını sãylerken onları ãvmekten daha da äok yeriyordum;<br />
demek ki sãzâme inanılabilirdi.<br />
åDâşâncenizi neye dayandırıyorsunuzç diye sordu Fransız.<br />
åŞuna dayandırıyorum ki, tarih boyunca anamal edinme ãzgârlâğâ uygar Batılı insanın erdem<br />
ve saygınlık kutsal kitabına girmiştir; hatta belki de bunun en ãnemli bãlâmânâ oluşturur.<br />
Oysa Rus sadece anamal edinme yeteneğinden yoksun olmakla kalmaz, aynı zamanda da<br />
eline geäeni dâşâncesizce gelişigâzel äaräur eder. Her ne olursa olsun, biz Rusların<br />
da paraya ihtiyacı vardırç diye ekledim. åBãylece de, äalışmadan, iki saat iäinde ansızın<br />
bâyâk servetler kazamla-bilen rulet gibi yãntemlere susamışızdır. Bu bizi hayran eder,<br />
kendimizi zora sokmadan, gelişigâzel oynadığımız iäin de, yitiriyoruz!ç<br />
åKısmen doğruç diye kabul etti Fransız kendini beğenmiş bir tavırla.<br />
åHayır, yanlış, âlkeniz hakkında bãyle konuştuğunuz iäin utanmalısınızç diye äıkıştı general<br />
ãfkeli ve kasıntılı bir ciddiyetle.<br />
Ben de ona: åİzin verirsenizç diye karşılık verdim, åkuşların yakışıksız davranışları mı, yoksa<br />
dârâst bir äalışmayla dâğâm âstâne dâğâm atıp para biriktirmekten ibaret olan Alman<br />
sisteminin mi daha iğrenä olduğu henâz sãylenemez.ç<br />
åNe yakışıksız bir dâşânce!ç diye haykırdı general.<br />
åNe kadar da tam Ruslara yaraşır dâşânce! diye haykırdı Fransız da.<br />
Gâlâyordum; onları iğnelemek iäin yanıp tutuşuyordum.<br />
åAlman tanrısına tapmaktansa, bâtân ãmrâmce bir Kırgız äadırında gãäebe yaşamı sârmeyi<br />
yeğlerim!ç diye bağırdım.<br />
åNe tanrısıymış oç diye bağıran general bu kez ciddi alarak ãfkelenmeye başlıyordu.<br />
åAlmanların servet biriktirme biäimi. Buraya geleli pek oldu ama, yapmak ve doğrulamak<br />
zamanını bulduğum gãzlemler benim Tatar kanımı isyan ettiriyor. Vallahi, bãyle er-iemleri<br />
istemem ben! Dân, äevrede on verst kadar dolaştım. Tıpkı o resimli kâäâk Alman ahlak<br />
kitapları gibi: Burada, her evin korkunä derecede erdemli ve olağanâstâ biäimde namuslu<br />
Vater'ı var. O kadar namuslu ki, insan yaklaşmaya korkuyor. İnsanın yaklaşmaya korktuğu
namuslu kişilere dayanamam ben. Her Vater'm bir ailesi var, akşam olunca da hepsi yÇksek<br />
sesle eğitici kitaplar okuyorlar. Minik evin Çze-<br />
46<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
47<br />
rinde karaağaÉlar ve kestane ağaÉlan hışırdıyor. GÇneşin ba* tısı, damın ÇstÇnde bir<br />
leylek... BÇtÇn bunlar son derece şiirsel ve dokunaklı... àfkelenmeyin general, izin verin<br />
de acıklı biÉimde konuşayım. àlmÇş babamın, akşamları kÇÉÇk bahÉemizin ıhlamur ağaÉları<br />
altında annemle bana buna benzer kitaplar okuduğunu anımsıyorum. Demek ki bu konuda<br />
ne dediğimi bilecek durumdayım. Burada, her aile tamamiyle Va-ier'in kulu kálesi. Hepsi<br />
ákÇzler gibi Éalışıyorlar, Yahudiler gibi de para biriktiriyorlar. Diyelim ki baba bir miktar<br />
para biriktirdi de, mesleğini, ya da toprağım bÇyÇk oğluna devretmek istiyor: çeyiz parası<br />
vermeyeceği iÉin kızı evlenemez. KÇÉÇk oğlanı uşak, ya da asker olarak satarlar, parayı<br />
da baba malına katarlar. Bu gerÉek, burada yapılageliyor; sorup áğrendim. BÇtÇn bunların<br />
bir tek kaynağı var: DÇrÇstlÇk, aşırı dereceye vardırılan bir dÇrÇstlÇk, áyle ki, satılan<br />
kÇÉÇk oğlan, kendisini dÇrÇstlÇk uğruna sattıklarına kesinlikle inanıyor. İşte ideal bu,<br />
kurban bile kendisini sunağa gátÇrdÇkleri iÉin seviniyor! Peki, sonra Eh, ne olsun, bÇyÇk<br />
oğlanın da yaşamı pek áyle gÇllÇk gÇlistanlık değil: Orada bir Amalchen'i,<br />
gánlÇnÇn bir arkadaşı var ama, onunla evlenemez ki, ÉÇnkÇ henÇz yeteri kadar florin<br />
biriktiremediler. Onlar da, erdemle, iÉtenlikle beklerler ve gÇlÇmseyerek sunağa giderler.<br />
Amalchen'in yanakları Éukurlaşır, kız kurur kalır. En sonunda, yirmi yıldan sonra,<br />
varlıkları artar, florinler namuslu ve erdemli biÉimde birikmiştir... Vater kırkına merdiven<br />
dayamış bÇyÇk oğlunu kutsar, otuz beş yaşını sÇren Amalchen'in de gáğsÇ<br />
pársÇmÇştÇr, burnu kıpkırmızıdır... Yaşlı adam bu fırsatla ağlar, ahlak dersi verir ve álÇr. Bu<br />
kez de bÇyÇk oğlan erdemli Vater'o, dánÇşÇr ve áykÇ yeniden başlar. Elli ya da yetmiş<br />
yıl sonra, ilk Vater'm torunu gerÉekten de ánemli bir anamal gerÉekleştirir, onu oğluna, o da<br />
kendi oğluna bırakır, beş altı kuşak sonra da Rothschild baronu, ya da Hoppe ve àrt., ya da<br />
şeytan bilir kim ortaya Éıkar.<br />
Bu gerÉekten de gárkemli bir gásteri değil mi İki, ÇÉ yÇzyıllık Éaba,' sabır, emek, zekê,<br />
dÇrÇstlÇk, enerji, metanet, ileri gárÇşlÇk, damın ÇstÇnde leylek! Daha fazla ne istersiniz<br />
Bundan daha yÇce bir şey olamaz: Bu bakış aÉısından, bÇtÇn dÇnyayı yargılamaya ve<br />
suÉluları, yani az buÉuk onlardan farklı olanları cezalandırmaya başlarlar. İşte báyle: Ben Rus<br />
yántemince sefahata dalmayı, ya da rulette servet kazanmayı yeğlerim! Beş kuşak sonra<br />
Hoppe ve àrt. olmaya hiÉ de niyetim yok! Kendim iÉin paraya ihtiyacım var, kendimi hiÉbir<br />
anamala bağlı hissetmiyorum. Bir sÇrÇ saÉmalıklar sáylediğimi biliyorum ama, bana ne.<br />
Benim inanÉlarım bu.ã<br />
ÜSáylediklerinizde bÇyÇk bir gerÉek payı var mı bilmem amaã dedi general dÇşÇnceli bir<br />
halle, Ükesinlikle1 bildiğim bir şey var, o da başınızı biraz boş bıraktılar mıydı, dayanılmaz<br />
derecede kurumlanıyorsunuz...ã<br />
Her zamanki alışkanlığıyla, gene tÇmcesini tamamlamadı. Bizim general alelade konuşmanın<br />
sınırlarını birazcık aşan bir konuya yaklaştığı zaman tÇmcelerini hiÉ tamamlamaz. Fransız<br />
gázlerini faitaşı gibi aÉarak, gevşek bir duruşla dinliyordu. Pauline azametli bir ilgisizlik<br />
havası takınmıştı. Bu kez sofrada konuşulanlardan hiÉbir şey işitmemiş gibi gárÇnÇyordu.<br />
BEŞİNCİ BàLäM<br />
Pauline her zamankinden daha dalgındı ama, sofradan kalkar kalkmaz, gezintiye kendisiyle<br />
birlikte gelmemi sáyledi. çocukları aldık, parkta fıskiye yánÇne gittik.<br />
Ben ázellikle pek heyecanlı olduğumdan, damdan dÇşer-<br />
48<br />
KUMARBAZ
KUMARBAZ<br />
49<br />
cesine, aptalca ve pek kaba bir biäimde neden bizim Deş Grieux Markisi kâäâk<br />
Fransızın artık onunla dışarı äıkmadığını ve gânler boyunca bir tek sãz sãylemediğini sordum.<br />
Pauline de bana garip bir sesle: åKaba adamın biri de ondan!ç diye karşılık verdi. Onun Deş<br />
Grieux'den bu biäimde sãz ettiğini şimdiye kadar hiä işitmemiştim, bu ãfkeyi anlama<br />
korkusuyla, sustum.<br />
åBugân generalle hiä anlaşamıyor, fark ettiniz miç Pauline kuru bir sesle, ãfkeyle:<br />
åNeyin sãz konusu olduğunu ãğrenmek istiyorsunuzç diye karşılık verdi. åBiliyorsunuz ki,<br />
bâtân varlığının ipoteğine karşılık generale borä para verdi; eğer bâyâkanne ãlmezse, Fransız<br />
hemen bâtân rehinlerin sahibi olacak.ç<br />
åHer şeyin ipotek edildiği doğru mu, kuzum Sãylemişlerdi ama, bu kadar kesin olduğunu<br />
bilmiyordum.ç åElbette ya!ç<br />
åÜyleyse, elveda Mile Blanche!ç dedim. åGeneral eşi olamayacak! Biliyor musunuz,<br />
general o kadar éşık ki, eğer Mile Blanche onu bırakırsa canına kıyar gibi geliyor bana.<br />
Onun yaşında bãylesine äılgınca tutulmak tehlikelidir.ç Pauline Alexandrovna da dalgın bir<br />
halle: åBen de başına bir şeyler geleceğini sanıyorumç dedi. åNe harikulade, değil miç<br />
diye haykırdım. åOnunla para iäin evlenmeye razı olduğu bundan daha äarpıcı bir biäimde<br />
gãsterilemezdi. Kurallara bile uyulmadı, tãrenlerden bâsbâtân vazgeäildi. Harikulade!<br />
Bâyâkanne konusuna gelince, åÜldâ mâ Geräekten ãldâ mâç diye sormak iäin telgraf<br />
âstâne telgraf äekilmesi kadar gâlânä ve aşağılık bir şey olabilir mi Evet, bu konuda siz<br />
ne dâşânâyorsunuz, Pauline Alexandrovnaç<br />
åBâtân bunlar saäma şeylerç dedi sãzâmâ keserek nefretle. åBen asıl sizin pek neşeli<br />
olmanıza şaşıyorum. Sizi<br />
bu kadar sevindiren nedir kuzum Belki de benim paramı yitirmiş olmanızç<br />
åYitirmem iäin neden paranızı bana verdiniz Başkalarının adına kumar oynamayacağımı<br />
sãyledim size, ãzellikle de sizin adınıza. Her ne olursa olsun bâtân buyruklarınıza uyuyorum;<br />
ama, sonuä benim elimde değil. Yararlı hiäbir şey olamayacağını ben size haber vermiştim.<br />
Buraya bakın, bu kadar para yitirmek sizi sarstı mı Kazanmış olsaydım, ne işinize<br />
yarayacaktı buç<br />
åNeden bâtân bu sorularç -<br />
åİyi ama, bana anlatacağınızı sãz vermiştiniz ya... Bakın dinleyin: Kendi adıma oynamaya<br />
başladığım zaman (on iki frederikim var) kazanacağıma kesinlikle inanıyorum. Bãylece, size<br />
istediğiniz kadar para veririm.ç<br />
Kâäâmseyerek dudak bâktâ.<br />
åCanım,ç diye sârdârdâm, åsize bãyle bir ãneride bulunduğum iäin bana hemen kızmayın.<br />
Sizin gãzânâzde bir hiä olduğum bilinci iäime ãylesine kãk salmıştır ki, benden para bile<br />
kabul edebilirsiniz. Size bir armağan versem gâceııemez-siniz. Çstelik de sizin paranızı<br />
yitirdim.ç<br />
Äabucak bana bir gãz attı, alaycı bir sesle ve ãfkeyle konuştuğumu fark edince, konuşmanın<br />
konusunu bir kez daha değiştirdi.<br />
åBenim işlerimde sizi ilgilendirecek hiäbir şey yok. Eğer ãğrenmek istiyorsanız, sãyleyeyim:<br />
Borcum var. Borä para aldım, bunu ãdemek istiyordum. Burada kumarda kazanacağını fikrine<br />
kapıldım, äılgınca ve pek garip bir dâşânceydi bu. Neden bãyle dâşândâm Hiä bilmiyorum<br />
ama, buna inanıyordum. Kimbilir, belki de hiäbir seäeneğim bulunmadığından ve bunun son<br />
şansım olduğundan bu umuda yapıştım.ç<br />
åYa da her ne pahasına olursa olsun, mutlaka kazanmanız GEREKİYORDU. Tıpkı denize<br />
dâşenin yılana sarıldığı<br />
F. 4<br />
50
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
51<br />
gibi. Kabul edin ki, eğer boğulmak âzere bulunmasaydı, ağaä kãkâ diye yılana sarılmazdı.ç<br />
Pauline şaşırdı:<br />
åNasılç diye sordu. åSiz de aynı umudu beslemiyor musunuz On beş gân ãnce bana burada<br />
rulette kazanacağınıza kesinlikle inandığınızı uzun uzun anlattınız ve size deli gãzâyle<br />
bakmamamı rica ettiniz benden. O zaman şaka mı yapıyordunuz yani Oysa, äok iyi<br />
anımsıyorum, o kadar ciddi konuşuyordunuz ki, bunun şaka olduğuna dânyada kimse<br />
inanmazdı.ç<br />
åDoğruç diye karşılık verdim dalgın dalgın. åGene bugân de kazanacağıma kesinlikle<br />
inanıyorum. Hatta size şunu itiraf edeyim ki, şimdi kendi kendime şu soruyu yãneltme<br />
zorunda bıraktınız beni: Neden bugânkâ o aptalca, rezil yitiğim, ruhuma kuşku dâşârmedi<br />
Kendi hesabıma oynarsam mutlaka kazanacağıma kesinlikle inanıyorum.ç<br />
åNeden bundan o kadar eminsinizç<br />
åÜğrenmek istiyorsanız sãyleyeyim: Ben de bilmiyorum. Sadece kesinlikle kazanmanı<br />
GEREKTİĞİNİ, benim iäin de tek kurtuluş yolunun bu olduğunu biliyorum. Belki de bunun<br />
iäin kesin olarak kazanmam gerektiği duygusuna kapılıyorum.ç<br />
åŞu halde siz de her ne pahasına olursa olsun kazanmalısınız, bu kadar kãrâ kãrâne bir<br />
inancınız olduğuna gãre!ç<br />
åBahse girerim ki benim bãylesine ciddi bir zorunluluk duyabileceğimden şâphe<br />
ediyorsunuz.ç<br />
Pauline sakin ve ilgisiz bir sesle:<br />
åBâtân bunlar umurumda bile değilç yanıtını verdi. åMademki sordunuz, evet, herhangi bir<br />
şeyin sizi aşırı derecede kaygılandırabileceğinden kuşku duyuyorum. Çzâlebilirsiniz ama, pek<br />
ãyle ciddi şekilde değil. Siz dâzensiz ve kararsız bir adamsınız. Paraya neden ihtiyacınız var<br />
Geäen gân bana gãsterdiğiniz bâtân nedenlerde ben ãnemli hiäbir şey gãremedim.ç<br />
åDurun bakayımç diye sãzânâ kestim, åsãylediniz de aklıma geldi, bir borcu ãdemek zorunda<br />
olduğunuzu sãylemiştiniz bana. Äok ãnemli bir borä olmalı bu, bana ãyle geliyor! Fransıza,<br />
değil miç<br />
åNe demek oluyor bu Bakıyorum da bugân pek kâstahsınız! İätiniz mi yoksaç<br />
åBilirsiniz ki ben her şeyi sãylerim, hatta kimi zaman da dolambaäsız, pat diye sorular<br />
sorarım. Bir kez daha yineliyorum, sizin tutsağınızın! ben; bir tutsak sizi şaşırtamaz, bir tutsak<br />
incitemez, onurunuzu kıramaz.ç<br />
åNedir bâtân bu saämalıklar, kuzum! Sizin şu "tutsaklık" kuramınıza dayanamıyorum ben.ç<br />
åDikkat ederseniz, sizin tutsağınız olmayı istediğim iäin tutsaklığımdan sãz ediyor değilim,<br />
sadece istencimin tama-miyle dışında bir olgu olarak sãz ediyorum ondan.ç<br />
åŞimdi bana aäıkäa sãyleyin: Neden paraya ihtiyacınız varç<br />
åPeki, ya siz, neden bunu ãğrenmek istiyorsunuzç<br />
åCanınız isterseç diye karşılık verdi azamet dolu bir baş hareketiyle.<br />
åTutsaklık kuramına dayanamıyorsunuz ama, insanı tutsağınız olmaya zorluyorsunuz:<br />
"Tartışmadan yanıt verin!" Pekélé, ãyle olsun. Neden paraya ihtiyacım olduğunu<br />
soruyorsunuz bana. Ne soru! Para... Her şey demektir!ç<br />
åAnlıyorum ama, bunu isterken insan bãyle bir äılgınlığa dâşmemeli! Äânkâ siz işi kendinden<br />
geämeye kadar, yazgıcılığa kadar vardırıyorsunuz. Burada bir iş var, kesin bir amaä var. Kem<br />
kâm etmeden, aäık aäık konuşun, ãyle istiyorum.ç<br />
Sanırsınız ki ãfkelenmeye başlıyordu. Hiddetli bir sesle bana sorular sormayı sârdârmesi beni<br />
pek sevindiriyordu.<br />
åElbette ki bir amacım var,ç dedim, åama, bunun ne olduğunu size anlatamam. Sadece şu var<br />
ki, parayla ben bâs-52
KUMARBAZ<br />
bâtân başka bir adam olacağım, hatta sizin gãzânâzde bile, bãylece de tutsak olmaktan<br />
kurtulacağım.ç<br />
åPeki, nasıl Bunu nasıl başaracaksınızç<br />
åNasıl mı başaracağım Beni bir tutsaktan başka târlâ gãrebileceğiniz bir duruma<br />
ulaşabileceğimi bile anlayamıyorsunuz! İşte benim asıl hiä istemediğim de bu, bu şaşkınlıkları<br />
ve bu anlayışsızları istemiyorum artık.ç<br />
åBu tutsaklığın size bâyâk zevk verdiğini sãylâyordunuz. Ben de bunun bãyle olduğunu<br />
sanıyordum.ç<br />
Garip bir zevkle:<br />
åSanıyordunuzç diye haykırdım. åNe saflık bu bãyle!, Pekélé, evet, sizin uğrunuza<br />
katlandığım tutsaklık benim iäin bir zevktir. Aläalmanın ve kâäâk dâşmenin en son<br />
derecesinde insan bâyâk bir tat bulur!ç diye saämalamayı sârdârdâm. åKimbilir, topuz uälu<br />
kırbaä da sırtınıza inip etinizi paräaladığı zaman da belki bu zevki duyuyordur insan... Ama,<br />
ben belki de başka zevkler duymak istiyorum. Demin, sofrada, general sizin ãnânâzde belki<br />
de hiäbir zaman alamayacağım yıllık yedi yâz ruble iäin beni azarladı. Deş Grieux Markisini<br />
sizin ãnânâzde burnundan yakalamak iäin şiddetli bir istek duyuyorum, kim bilirç<br />
åToy delikanlı zırvaları! Bizim durumumuzda insan onurlu davranabilir. Savaşım yâceltir,<br />
aläaltmaz.ç<br />
åÜz deyişlerle konuşuyorsunuz! Siz sadece benim saygınlık gãstermesini bilmediğimi<br />
sanıyorsunuz. Saygın bir kişi olmakla birlikte saygınlıkla davranmasını bilmediğimi<br />
sanıyorsunuz. Bãyle olabileceğini anlıyor musunuz Ama, bâtân Ruslar bãyledir, nedenini<br />
biliyor musunuz Äânkâ Ruslar, kendilerine uyan bir biäimi äabucak bulabilmek iäin pek bol<br />
ve pek değişik yeteneklere sahiptirler. Burada, ãnemli olan biäimdir. Biz Ruslar äoğunlukla<br />
ãyle bol yeteneklere sahibiz ki, kendimize uygun bir biäim bulabilmemiz iäin deha gerektir.<br />
Äoğu zaman da dehadan yoksunuzdur, äânkâ bu genellikle pek<br />
KUMARBAZ<br />
53<br />
ender rastlanan bir şeydir. Fransızlarda, belki de daha başka kimi Avrupalılarda biäim o kadar<br />
iyi belirlenmiştir ki, insan dânyanın en aläak adamı olduğu halde son derece saygın halleri<br />
olabilir. İşte bu nedenle biäim onlar iäin son derece ãnemlidir. Bir Fransız bir hakarete, derin<br />
ve geräek bir hakarete katlanır da, kabul edilen gãrgâ ve terbiye kurallarına ve geleneksel<br />
biäime uymadığı iäin burnunun âzerine kâäâk bir fiskeye katlanamaz. Fransız erkeklerinin<br />
kızlarımızın yanında o kadar başarı sağlamalarının nedeni, gâzel bir biäimleri olmasıdır. Bana<br />
gelince, ben zaten bunda hiäbir biäim gãrmâyorum, sadece bir horoz, galya horozu<br />
gãrâyorum. Aslında ben bunu anlayamam, kadın değilim ki. Kim bilir, belki horozların da iyi<br />
yanı vardır. Aman canım, ben de tutmuş bir yığın saämalar sãylâyorum, beni<br />
durdurmuyorsunuz. Beni daha sık durdurun, sizinle konuşurken, iäimde ukde olan ne varsa<br />
hepsini, hepsini sãylemek istiyorum. Biäimi filan yitiriyorum. Sadece biäimin olmadığını<br />
değil, her târlâ değerden de yoksun okluğumu kabul ediyorum. Bunu size aäıkäa<br />
bildiriyorum. Hatta hiäbir değer umurumda bile değil. Şimdi, bende her şey äakılıp kaldı,<br />
kımıldamaz halde. Bunun nedenini biliyorsunuz. Kafamda artık bir tek dâşânce var. Uzun<br />
zamandan beri dânyada, Rusya'da da, burada da, neler olup bittiğinden haberim yok.<br />
Sãzgelimi, bakın, Dresden'den geätim ama, bu kentin neye benzediğini unuttum gitti bile.<br />
Kafamı neyin kurcaladığını biliyorsunuz. Sizin gãzânâzde bir hiä olduğumdan ve hiäbir<br />
umudum da olmadığından, aäık aäık konuşuyorum: Her yanda sizi gãrâyorum, geri kalanı<br />
umurumda bile değil. Sizi neden ve nasıl sevdiğimi bilmiyorum. Biliyor musunuz, belki de<br />
hiä gâzel değilsiniz Dâşânân bir kere, sadece yâzânâzân bile gâzel olup olmadığını<br />
bilmiyorum. Yâreğiniz kuşkusuz kãtâdâr, ruhunuz bâyâk bir olasılıkla soyluluktan<br />
yoksundur.ç
ÜBelki de benim soyluluğuma inanmadığınız iÉin beni parayla satın almayı<br />
tasarlıyorsunuzã54<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
55<br />
ÜSizi satın almayı ne zaman tasarladım kiã diye haykırdım.<br />
ÜŞaşırdınız ve ipin ucunu kaÉırdınız. Beni değilse bile sevgimi, saygımı satın almayı<br />
umuyorsunuz.ã<br />
ÜHayır, tam olarak bu değil. Ne demek istediğimi anlatmanın Éok zor olduğunu sáylemiştim<br />
size. Beni eziyorsunuz. Gevezeliğime kızmayın. Bana neden kızmamak gerektiğini<br />
anlıyorsunuz: Deliyim ben, sadece. Aslına bakarsanız umurumda bile değil ya, canınız<br />
istiyorsa kızın. Yukarda, o kÇÉÇk odamda parmaklarımı ısırmaya hazır olmam iÉin elbisenizin<br />
fısırtısını anımsamam, ya da dÇşÇnmem yetiyor bana. Bana neden kızıyorsunuz Tutsağınız<br />
olduğumu sáylediğim iÉin mi Yararlanın, tutsaklığımdan yararlanın! Bir gÇn sizi<br />
áldÇreceğimi biliyor musunuz KıskanÉlıktan değil, artık sizi sevmeyeceğim iÉin de değil;<br />
hayır, sadece sizi Éıtır Éıtır yemek istediğim gÇnler var da onun iÉin sizi áldÇreceğim.<br />
GÇlÇyorsunuz...ã<br />
ÜHayır, hiÉ de gÇlmÇyorumã dedi áfkeli bir sesle. ÜSize susmanızı emrediyorum.ã<br />
àfkeden boğularak sustu. Tanrı tanığımdır ki gÇzel mi değil mi, bilmem ama, karşımda báyle<br />
durduğu zaman ona bakmaktan Éok hoşlanıyorum, işte bu yÇzden de onun áfkesini<br />
kışkırtmaktan zevk alıyorum. Kimbilir, belki o da bunun farkına varmıştı da bile bile kızmıştı.<br />
Bunu ona sáyledim.<br />
ÜNe alÉaklık bu báyle!ã diye haykırdı nefretle.<br />
ÜHiÉ ánemi yok,ã diye sÇrdÇrdÇm. ÜBir de şunu bilin ki, birlikte gezinmemiz tehlikeli: Sık<br />
sık sizi dávmek, yÇzÇnÇzÇ gázÇnÇzÇ parÉalamak, gırtlağınızı sıkmak iÉin karşı konulmaz bir<br />
istek duyuyorum. Bunun oraya kadar varmayacağını sanıyorsunuz, değil mi Beni<br />
kudurtuyorsunuz. Kuşkusuz bir rezalet Éıkarmaktan Éekinirim, değil mi Sizin hiddetiniz mi<br />
Ama, sizin áfkeniz zerre kadar umurumda değil!<br />
Sizi umutsuz bir aşkla seviyorum, bundan sonra da sizi bin kez daha fazla seveceğimi<br />
biliyorum. Eğer bir gÇn sizi áldÇrÇrsem kendimi de áldÇrmem gerekir; pekêlê ama, bu<br />
dayanılmaz acıyı siz olmadan hissetmek amacıyla kendimi olabildiğince geÉ áldÇrÇrÇm! Size<br />
inanılmaz bir şey sáyleyeyim mi Sizi her gÇn daha fazla seviyorum, oysa bu hemen hemen<br />
olanaksız bir şey. Bundan sonra da yazgıcı olmaz mıyım ben! Anımsıyor musunuz: ànceki<br />
gÇn, Schlangenberg'in Çzerinde, beni kışkırttığınız zaman size alÉak sesle: "Bana bir tek<br />
sázcÇk sáyleyin, kendimi uÉuruma atayım" dedim. O sázj<br />
cÇğÇ sáyleseydiniz, atlardım. Buna inanıyorsunuz, değil miã ÜNe saÉma sapan gevezelik!ã<br />
diye haykırdı. ÜSaÉma olup olmaması umurumda bile değil!ã diye haykırdım ben de.<br />
ÜBildiğim bir tek şey var, siz burada olduğunuz zaman konuşmak, konuşmak, konuşmak<br />
ihtiyacını duyuyorum... ve konuşuyorum. Karşınızda bÇtÇn ázsaygımı yitiriyorum,<br />
butta da metelik bile vermiyorum!ã<br />
Pauline soğuk ve ázellikle kırıcı bir sesle: ÜNeden sizi Schlangenberg'in tepesinden<br />
atlamaya zor-layacakmışımã dedi. ÜTamanıiyle yararsız bu.ã<br />
ÜMÇkemmel!ã diye haykırdım. ÜŞu harikulade "yararsız" sázcÇğÇnÇ sırf beni mahvetmek iÉin<br />
kullandınız. İÉyÇzÇnÇzÇ anladım şimdi. Yararsız dediniz, değil mi Ama, zevk her zaman<br />
yararlıdır ve sınırsız, mutlak bir etki, bir sinek Çze-rinde bile olsa, bir Éeşit zevktir. İnsan,<br />
yaradılıştan zorbadır: Acı Éektirmeyi sever. Bunu siz her şeyden fazla seviyorsunuz.ã Beni<br />
ázel bir dikkatle incelediğini Éok iyi anımsıyorum. YÇzÇm o anda hiÉ kuşkusuz duyduğum<br />
bÇtÇn o akıl almaz, ipe sapa gelmez hisleri yansıtıyordu. Şimdi Éok iyi anımsıyo-irum,<br />
konuşmamız hemen hemen şu anlattığım sázcÇklerle geÉ-ti. Gázlerim kan Éanağı gibiydi.<br />
Dudaklarımdan kápÇkler salgılıyordu. Schlangenberg konusuna gelince, şu anda bile na-56
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
57<br />
muşum âzerine yemin ederim ki, eğer o anda kendimi aşağı atmamı emretseydi, hemen<br />
atardım! Hatta hakaretle, suratıma tâkârerek, şaka olsun diye de sãyleseydi, gene atlardım!<br />
åYo, neden, kuzum Size inanıyorumç dedi. Ama, bunu ancak onun yapabileceği ãyle bir<br />
tonla, ãyle bir hor gãrme ve kãtâlâkle, ãyle bir kâstahlıkla sãyledi ki, Tanrı bilir onu o anda<br />
ãldârebilirdim. Bãyle bir tehlikeyle burun burunaydı. Ve bunu ona sãylerken hiä de yalan<br />
sãylememiştim.<br />
Ansızın bana:<br />
åKorkak değil misiniz sizç diye sordu.<br />
åBilmem, belki de ãyleyimdir, bilmiyorum... Uzun zaman var ki bu soruyu kendime<br />
yãneltmedim.ç<br />
åSize: "Şu adamı ãldârân!" desem... Üldârâr mâydânâz onuç<br />
åKimiç<br />
åKimi istersem.ç<br />
åFransızı mıç<br />
åBana soru sormayın da yanıt verin. Kimi gãsterirsem. Demin sãylediklerinizin ciddi olup<br />
olmadığını ãğrenmek istiyorum.ç<br />
Yanıtımı ãyle bir ciddiyet ve sabırsızlıkla bekliyordu ki bana garip gãrândâ bu.<br />
åSonunda burada neler olup bittiğini sãyleyecek misiniz bana, kuzum!ç diye haykırdım.<br />
åYoksa benden korkuyor musunuz İäinde äırpındığınız bâtân sıkıntıları gãrâyorum. İflas<br />
etmiş, äılgın, şu iblisin... Blanche'm tutkusuyla mahvolmuş bir adamın âvey kızısınız; sonra<br />
sizin âzerinizdeki o gizemli etkisiyle Fransız da var; en sonunda da, şu anda bana bu soruyu<br />
soruyorsunuz. Hiä değilse bileyim, yoksa şimdi he- ' men äıldıracağım ve beklenmedik<br />
herhangi bir davranışta bulunacağım. Belki de aäıksãzlâlâğânâzle beni onurlandırmaktan<br />
utanıyorsunuzdur Aman canım, benim karşımda utana-fmazsınız.ç<br />
åBen hiä de size bundan sãz etmiyorum. Size bir soru sorduın ve yanıtını bekliyorum.ç<br />
åElbetteç diye haykırdım, åbana gãstereceğiniz kimse-lyi ãldârârâm ama, acaba siz bunu<br />
yapabilir misiniz... bãyle bir şeyi bana emredebilir misinizç<br />
åSizi bãyle bir şeyden sakınacağımı sanmazsınız, inşal-Slah Size bir emir vereceğim ve ben<br />
bir kenarda kalacağım. Buna katlanabilir misiniz Yok canım, ama, sonra da sizi bir cinayet<br />
işlemeye gãnderme câretinde bulunduğum iäin gelip beni ãldârârdânâz.ç<br />
Bu sãzler âzerine beynime bir balyoz yemiş gibi oldum. Elbette ki o zaman bile sorusunu yarı<br />
şaka, yarı kışkırtma Solarak kabul etmiştim, oysa Pauline äok ciddi konuşmuştu. Bu şekilde<br />
konuşmuş olmasına, âzerimde bãyle bir hak id-idiasında bulunmuş olmasına, bãyle bir gâce<br />
sahip olduğunu sanıp bana aäıkäa: åGit kendini mahvet, ben kenarda kala-Icağımç demiş<br />
olmasına şaşıyordum. Bu sãzcâklerde ãyle bir •hayasızlık, ãyle aäıksãzlâlâk vardı ki, benim<br />
gãrâşâme gãre, Pauline ãläâyâ aşıyordu. Peki, ondan sonra bana karşı na-isıl davranacaktı<br />
acaba Tutsaklığın ve aläalmanın bâtân sı-Inırlarını aşıyordu bu. Bu gãrâş tarzı beni onun<br />
dâzeyine kadar yâkseltiyordu. Konuşmamızın bâtân saämalığına ve ina-Inılmazlığına karşın,<br />
yâreğim eziliyordu.<br />
Pauline ansızın bir kahkaha kopardı. Oynayan äocukların karsısında, arabaların yolcularını<br />
gazinoya giden yolun ağzına bırakmak iäin durdukları yerin tam karşısında, bir sıpada<br />
oturuyorduk. Pauline:<br />
åŞu şişman baronesi gãrâyor musunuzç diye haykırdı. åWurmerhelm Baronesi. Buraya<br />
geleli henâz âä gân oldu. •Kocasına bakın: Bastonunu elinde tutan şu sıska, sarsak yâ-58<br />
KUMARBAZ<br />
râyâşlâ Prusyalı. Ünceki gân bize nasıl bakmıştı, anımsıyor musunuz Hemen baronese<br />
yetişin, şapkanızı äıkarıp, ona Fransızca bir şeyler sãyleyin.ç
åNedenç<br />
åSchlangenberg'in tepesinden kendinizi aşağı atacağınıza yemin ettiniz bana; size emredecek<br />
olsam, adam ãldârmeye hazır okluğunuza da yemin ediyorsunuz. Bâtân bu cinayetler ve<br />
trajediler yerine, canım sadece bir paräa eğlenmek istiyor. Karşılık vermeden sãz dinleyin.<br />
Baronun sizi bastonla dãvdâğânâ gãrmek istiyorum.ç<br />
åBeni kışkırtıyorsunuz; yapmayacağımı mı sanıyorsunuzç<br />
åEvet, sizi kışkırtıyorum. Hadi, gidin, istiyorum.ç<br />
åPekélé, işte gidiyorum ama, pek garip bir heves bu, doğrusu ya. çİnşallah bu olay generalin<br />
başına, dolayısıyla da sizin başınıza dert aämaz. Tanrı adına, ben kendim iäin<br />
kaygılanmıyorum, sizi... ve generali dâşânâyorum. Ne garip bir fikir gidip de bir kadına<br />
hakaret etmek!ç<br />
Pauline kâäâmseyerek bana:<br />
åPekélé, gãrdâğâme gãre, sadece gevezenin birisiniz sizç dedi. åDemin gãzleriniz kan äanağı<br />
gibiydi... zaten, kimbilir, bu belki de yemekte äok iämiş olmanızdan geliyordu. Bunun saäma<br />
ve adi bir şey olduğunu, generalin de pek kızacağını biliyorum. Ben sadece eğlenmek<br />
istiyorum. Hepsi bu. Bir kadına hakaret etmenize gerek kalmaz. Daha ãnce size bir temiz sopa<br />
äekerler.ç<br />
Ayağa kalktım ve tek sãz sãylemeden gãrevimi yapmaya gittim. Kuşkusuz saäma bir şeydi<br />
bu, kaäınmasını becere-memiştim ama, baronese yaklaştığım sırada, bir haşarılık yapma<br />
isteğiyle sârâklendiğimi hissettim. Zaten, sarhoş olduğum kadar da coşmuştum.<br />
KUMARBAZ ALTINCI BÜLÇM<br />
59<br />
Aradan iki gân geäti bile. Şu aptalca gân yok mu! Ne äığlık, ne gârâltâ, ne şamata, ne uluorta<br />
konuşmalar! Ve bâtân bu hayhuyun, bâtân bu karışıklığın, bâtân bu aptallığın ve adiliğin<br />
nedeni benim! Gerisi, hiä değilse benim gãrâşâme gãre, zaman zaman gâlânä geliyor. Neyin<br />
olup bittiğini kavrayamıyorum: Acaba aşırı bir coşkunluk dãneminde miyim, yoksa sadece<br />
aklımı mı kaäırdım da beni kapatacakları ana kadar densizlikler mi yapıyorum Kimi zaman<br />
geräekten aklımı kaäırır gibi oluyorum. Kimi zaman da, äocukluktan, okuldan henâz<br />
äıkmışım da, kabaca okul yaramazlıkları yapı-yormuşum gibi geliyor bana.<br />
Bâtân suä Pauline'de, hep onun suäu. Belki de o orada olmasa äocukäa haşarılıklar yapmayı<br />
aklıma bile getirmezdim. Kimbilir, belki de bâtân bunları umutsuzluktan yaptım (bãyle<br />
dâşânmenin aptalca bir şey olduğunu biliyorum yé) ve anlıyorum, hayır, geräekten de<br />
Pauline'in ne gibi iyi bir yanı olduğunu anlamıyorum. Gâzel, daha doğrusu, ben ãyle<br />
sanıyorum. Äılgına dãndârdâğâ de yalnız ben değilim. Uzun boylu, gâzel endamlı. Ama, äok<br />
zayıf. Bana ãyle geliyor ki insan onu dâğâmleyebilir, ya da ikiye katlayabilir. Ayağının izi dar<br />
ve uzun... kıvrandırıcı. Kıvrandırıcı, bu tam deyimi. Saälarının kızıl pırıltıları var. Gãzlerine<br />
gelince, geräek kedi gãzleri bunlar, onlara ãyle bir azamet ve kâstahlık katmasını biliyor ki!<br />
Aşağı yukarı dãrt ay ãnce, bunların hizmetine yeni girdiğim sıralarda, salonda Deş Grieux ile<br />
uzun bir konuşma yapmıştı; her ikisi de iyice heyecanlıydılar. Ve Pauline adama ãyle bir<br />
bakış bakıyordu ki... daha sonra yatmaya yukarı äıktığımda, adama bir tokat attığını, -az ãnce<br />
onu tokatladığını ve karşısına dikilip suratına baktığım dâşândâm... Ve işte o akşam ona éşık<br />
oldum.60<br />
KUMARBAZ<br />
Biz gene de konumuza dãnelim.<br />
Bâyâk yola ulaşan patikaya saptım, bâyâk yolun ortasında durup baronla baronesi bekledim.<br />
Aramızda beş adımlık bir mesafe kalınca, şapkamı äıkarıp onları selamladım.<br />
Äok iyi anımsıyorum, baronesin sırtında aäık kurşuni ipekliden, şaşılacak kadar bol,<br />
kırmalarla, bir sepet-eteklikle ve bir de kuyrukla sâslenmiş, elbise vardı. Kısa boylu, äok<br />
şişmandı, dolgun ve iäeri äekik, hemen hemen yanaklarıyla birleşmiş bir äenesi vardı.<br />
Kıpkırmızı bir yâzâ, kãtâ bakışlı, kâstah minicik gãzleri vardı. Yârâyâşâ aläakgãnâllâlâk
doluydu. Barona gelince, kupkuru, upuzun boyluydu. Yampiri suratı sayısız minicik<br />
kırışıklarla oyulmuşttı: Almanya'daki alışkanlığa uyarak, gázlÇk de takıyordu; kırk beş<br />
yaşındaydı. Ba-cakları neredeyse gáğsÇnden başlıyordu. Soyluluk simgesi. Bir tavus kuşu<br />
kadar kendini beğenmiştir. Biraz da ağırdır. İfadesinde koyunsu bir şey ona gáre derinlik<br />
yerine geÉerdi.<br />
BÇtÇn bunları kaşla gáz arasında, birkaÉ saniye iÉinde fark ettim.<br />
Selamını ve elimdeki şapkam ánce dikkatleri pek Éekmedi bile. Baron hafifÉe kaşlarım<br />
Éatmakla yetindi. Barones, azametli bir yÇrÇyÇşle Çzerime doğru geldi.<br />
Ben, her hecenin Çzerine basarak, tane tane, yÇksek ve iyice anlaşılır bir sesle.<br />
ÜSayın Barones, kulunuz olmak onuruna eriştimã dedim.<br />
Sonra, şapkamı başıma geÉirdim, sevimli bir gÇlÇmsemeyle yÇzÇne bakarak, yanından<br />
geÉtim.<br />
Pauline şapkamı Éıkarmamı buyurmuştu ama, bel kırarak temennalarla şımarıklıklar benim<br />
buluşumdu. Beni iten neydi, Tanrı bilir. YÇce bir dağın tepesinden dÇşermişim gibi geliyordu<br />
bana.<br />
Baron áfkeli bir şaşkınlıkla bana doğru dánerek:<br />
ÜHaaa!ã diye bağırdı, daha doğrusu ciyakladı.<br />
KUMARBAZ<br />
61<br />
Ben dándÇm, hep gÇlÇmsemeyle ona bakarak, saygılı bir bekleyişle durdum. Ne yapacağını<br />
şaşırdığı aÉıkÉa belliydi, ncc plus ultra (1) kaşlarını Éatmıştı. YÇzÇ gitgide kararıyordu.<br />
Barones de fena halde áfkeli bir şaşkınlık durumuyla benden yana dándÇ. Gelip geÉenler bizi<br />
incelemeye başlamışlardı. Hatta kimisi durdu bile.<br />
Baron bu kez .iki kat daha cırlak, iki kat daha áfkeli bir sesle:<br />
ÜHaaaã diye yeniden ciyakladı.<br />
Ben de sázcÇklerimi sÇrÇkleyerek ve hep doğruca onun gázlerinin iÉine bakarak:<br />
ÜJa wolılã (2) dedim.<br />
ÜSind Sie rasendã (3), diye bağırdı bastonunu sallayarak. Galiba tir tir titremeye başlıyordu.<br />
Belki de onu heyecanlandıran benim giysilerimdi. Pek uygun bir biÉimde, hatta yÇksek<br />
sosyeteden birisi gibi, pek zarif giyinmiştim.<br />
Ansızın bÇtÇn gÇcÇmle:<br />
ÜJa wo-o-ohl!ã diye bağırdım, Berlinlilerin yaptığı gibi Üoãyu uzatarak. Berlinliler konuşma<br />
sırasında her an bu Üja wohl!ãu kullanırlar, hem de şu veya bu dÇşÇnceyi, ya da duygu<br />
ayrımını belirtmek istedikleri zaman Üoã harfini az-Éok uzatırlaı.<br />
Baronla barones birdenbire arkalarını dándÇler ve hemen hemen koşarak uzaklaştılar. Pek<br />
korkmuşlardı. Orada biriken halk arasında kimileri konuşmaya başladılar, daha başkaları<br />
şaşkın şaşkın bana bakıyordu. Zaten aslına bakarsanız, pek iyi anımsamıyorum.<br />
(1) Latince: ÜDaha átesi olamazã, yani, son derece. (çeviren)<br />
(2) Vurgulanınca, evet canım, elbette anlamına gelen evet. (3)' ÜDeli misiniz, sizã64<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
65<br />
olamıyorum. GerÉekten de, defalarca Deş Grieux Markisine sert bir sáz sáylemek iÉin şiddetli<br />
bir istek kapladı iÉimi ve... Aman canım, sÇrdÇrmek yararsız: Belki de bundan alınır.<br />
Kısacası, bÇtÇn bunlar bir hastalık belirtileri. Kendisinden ázÇr dilediğim zaman Wurmerhelm<br />
Baronesi bunları dikkate alır mı bilmem ama, báyle bir niyetim var. Bu durumu gáz ánÇn-de<br />
bulundurmayacak gibi geliyor bana, ÉÇnkÇ bildiğim kadarıyla şu son gÇnlerde adliye<br />
Éevresinde bu durumu sámÇrmeye, kátÇye kullanmaya başladılar bile: Avukatlar, ağır ceza<br />
davalarında, mÇvekkillerinin cinayeti işledikleri anda bilinÉlerini yitirdiklerini ve bunun bir<br />
hastalık okluğunu ileri sÇrerek onları aklamaya Éalışıyorlar. "Vurdu ama, artık hiÉbir şey
anımsamıyor" diyorlar. Ve dÇşÇnÇn general, tıp da onlarla ağız birliği ediyor... ve báyle bir<br />
hastalığın bal gibi bulunduğunu, adına geÉici cinnet dediklerini ve buna yakalanan kimsenin o<br />
anda hiÉbir şeyi anımsamadığını, ya da yarım yamalak anımsadığını destekliyorlar. Ne var ki,<br />
baronla barones eski kuşaktan insanlar; Çstelik bunlar Prusyalı toprak ağalan ve kÇÉÇk kasaba<br />
soylularıdır. Adli tıptaki bu gelişmeden kuşkusuz ki haberleri yoktur, bu yÇzden benim<br />
aÉıklamalarımı kabul etmeyeceklerdir. Siz ne dersiniz, generalã General ansızın, zor<br />
zaptettiği bir áfkeyle: ÜYeter, efendi, yeter!ã dedi. ÜSizin yaramaz Éocuk haylazlıklarınızdan<br />
kesin olarak kendimi korumaya Éalışacağım. Baronla baronesten ázÇr dilemenize gerek yok.<br />
Sizinle her tÇrlÇ ilişki, sadece ázÇr dilemenizle sınırlansa bile, onlara pek yÇz kızartıcı<br />
gelecektir. Benim maiyetimde olduğunuzu áğrendiği zaman baron gazinoda benimle konuştu<br />
ve size itiraf ederim ki, beni dÇelloya Éağırmasına neredeyse ramak kaldı. Beni ne zor bir<br />
duruma soktuğunuzu, nelere zorladığınızı anlıyor musunuz, efendi Barondan ázÇr dilemek<br />
ve hemen bugÇn maiyetimden ayrılacağınıza sáz vermek zorunda kaldım...<br />
ÜàzÇr dilerim, ázÇr dilerim, general ama, sizin devimlinizle maiyetinizden ayrılmamı o mu<br />
istediã<br />
ÜHayır ama, ben bu onarımı ona sunmak zorunda his-Isettim kendimi ve elbette ki baron<br />
buna pek sevindi. Artık ayrılıyoruz, aziz Bayım. Dárt frederik ve ÇÉ florin alacağınız<br />
[kalıyor. İşle paranız, ve işle hesabınız: Doğru olup olmadığına [bakabilirsiniz. Elveda;<br />
bundan báyle artık iki yabancıyız. Ba-ia hep sıkıntı ve dert getirdiniz. Şimdi garsonu<br />
Éağırıp yarından itibaren sizin otel harcamalarınızdan sorumlu olmadığımı sáyleyeceğim.<br />
GÇle gÇle, Bayım.ã<br />
Parayı, kurşunkalemle hesabımın yazıldığı kêğıdı aldım, generali selamladım ve Éok ciddi<br />
bir sesle ona:<br />
ÜGeneral, bu báyle sonuÉlanılmazã dedim. ÜBaronun kı-rıcı eleştirileriyle karşılaşmış<br />
olmanıza Éok ÇzÇldÇm, beni bağışlayın ama, bu sizin suÉunuz. Neden benim yerime barona<br />
yanıt vermeyi Çstlendiniz ÜSizin maiyetinizde olmamã deyimi ne anlama geliyor Ben<br />
Éocuklarınızın áğretmeniyim, hepsi bu kadar. Ne sizin oğlunuzum, ne siz benim vasimsiniz,<br />
benim davranışlarımdan da siz sorumlu değilsiniz. TÇzel bir kişiliğim var benim. Yirmi beş<br />
yaşındayım, Çniversite áğrencisiyim, soylu bir kişiyim, sizin tamamiyle yabancınızın Sadece<br />
size olan sonsuz saygım benim yerime. karşılık verme hakkını kendinize mal ettiğiniz iÉin sizi<br />
dÇelloya zorlamaktan beni alıkoyuyor.ã<br />
General áyle şaşırdı ki, kolları iki yanına dÇştÇ; sonra birdenbire Fransıza doğru dándÇ ve ona<br />
kısaca kendisini hemen hemen dÇelloya davet ettiğini anlattı. Fransız gÇrÇltÇlÇ bir kahkaha<br />
kopardı.<br />
ÜAma, baron bu kadarla kurtulduğunu sanmasınã diye konuşmamı bÇyÇk bir soğukkanlılıkla<br />
sÇrdÇrdÇm. B. Deş Gricııx'nÇn kahkahaları beni hiÉ de heyecanlandırıp şaşırtmamıştı.<br />
ÜMademki bugÇn baronun yakınmalarını dinlemeye razı olup, onun tarafını tutarak bir<br />
bakıma bu işe burnunuzu<br />
F. 5<br />
66<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
67<br />
soktunuz, size şunu bildirmekle onur duyarım, general: Yarından tezi yok, benimle işi olduğu<br />
halde, sanki davranışlarımın hesabını veremezmişim, ya da buna layık değilmişim gibi, beni<br />
bilmezlikten gelip de onu bir ÇÉÇncÇ kişiye başvurmaya iten nedenlerin kesin bir aÉıklamasını<br />
kendi adıma, barondan isteyeceğim.ã<br />
DÇşÇndÇğÇm gibi oldu. Bu yeni saÉmalıkları işitince general korkuya kapıldı.<br />
ÜNasıl, bu lanet işi sÇrdÇrmeye niyetli değilsiniz ya, inşallah!ã diye haykırdı. ÜKendinizi Éok<br />
gÇÉ durumlara sokuyorsunuz. Ah! Tanrım! Sakın yapmayın, Bayım, sakın báyle bir şey
yapmayın, yoksa, şerefim Çzerine sáylÇyorum ki... Burada da yetkililer var ve ben... ben...<br />
kısacası... Benim mev-kÇmi... baronunkini de elbette... gáz ánÇne alarak... Kısacası, sizi<br />
tutuklarlar ve bir rezalet Éıkarmanıza engel olmak iÉin sizi polis marifetiyle Çlkeden kovarlar!<br />
Bunu iyice aklınızda tutun, sakın demediydi, demeyin!ã<br />
àfkeden boğulur gibi olmasına karşın, son derecede korkuyordu.<br />
İnsanı Éıldırtan bir soğukkanlılık ve sÇkunetle:<br />
ÜGeneralã diye karşılık verdim, Übir insanı rezalet meydana gelmeden rezalet yÇzÇnden<br />
tutuklayamazlar. Ben henÇz baronla kozumu paylaşmadım, bu konuya ne şekilde ve hangi<br />
temellere dayanarak yaklaşmak niyetinde olduğumu da henÇz hiÉ bilmiyorsunuz. Ben sadece,<br />
benim iÉin aşağılayıcı olan, cÇzi irademe baskı yapacak nitelikte bulunan bir kimsenin<br />
vesayeti altında bulunduğum varsayımını ortadan kaldırmak istiyorum. Siz boş yere telaşlanıp<br />
kaygılanıyorsunuz.ã<br />
ÜTanrı adına, Alexis Ivanovitch, Tanrı adına, bu saÉma sapan tasarıdan vazgeÉin!ã diye<br />
kekelemeye başlayan general, birdenbire o azametli havalarını bırakıp yalvaran bir tavır<br />
takındı, halta ellerimi bile tuttu. ÜCanım, bunun ne gibi sonuÉlar doğuracağını bir<br />
dÇşÇnsenize, kuzum! Başımıza yeniden<br />
bir sÇrÇ dert aÉılacak! Siz de kabul edersiniz ki, ben ázellikle şimdi, pek bambaşka bir<br />
biÉimde davranmalıyım!.. Ya, ázellikle şimdi! BÇtÇn durumu bilmiyorsunuz! Buradan gider<br />
gitmez sizi yeniden yanıma almaya hazırım. Ama, bugÇn, sadece êdet yerini bulsun diye,<br />
yani, kısacası... Beni buna sÇrÇkleyen nedenleri anlıyorsunuz, elbette!ã diye haykırdı umutsuz<br />
bir ÇzÇntÇyle. ÜAlexis Ivanovitch, Alexis Ivanovitch! LÇtfen!ã<br />
Yanından ayrılırken, ona bir kez daha kaygılanmamasını ısrarla rica ettim, her şeyin yolunda<br />
gideceğine sáz verdim ve alelacele odadan Éıktım.<br />
Yabancı Çlkelerde Ruslar kimi zaman aşırı derecede korkak olurlar; kendileri hakkında neler<br />
sáyleneceğinden, kendilerine ne gázle bakılacağından dehşetli korkarlar, muaşeret<br />
kurallarında kusur etmekten ádleri patlar! Kısacası, sanırsınız ki sımsıkı bir korse iÉindedirler,<br />
ázellikle ánemli kişi olma savında olanlar. Otellerde, gezintilerde, toplantılarda, yolculukta,<br />
ányargıya dayalı ve kesin olarak yerleşmiş bir biÉimi kárÇ kárÇne benimsemeye ánemle ázen<br />
gásterirler... Ama kimi durumların, kendisini Üázel bir biÉimde davranmayaã zorladığını<br />
general ağzından kaÉırmıştı. İşte bu yÇzden ansızın ,kor-kuya kapılmış ve bana olan tavrını<br />
değiştirmişti. Bunu iyi bir işaret olarak kabul ettim. Yetkililere başvuracak kadar aptaldı, Éok<br />
sakınımlı davranmam gerekiyordu.<br />
Aslına bakarsanız, generali kızdırmaya hiÉ de niyetim yoktu; şimdi asıl Pauline'i<br />
áfkelendirmek hoşuma gidecekti benim. Bana áyle acımasızca davranmış, áyle saÉma,<br />
iÉinden Éıkılmaz bir yola itmişti ki, durmam iÉin bana yalvar yakar olmasını, ayaklarıma<br />
kapanmasını istiyordum. çocukÉa davranışlarım sonunda onu da lekeleyebilirdi. ästelik de,<br />
yeni duygular, yeni istekler uyanıyordu iÉimde: Sázgelimi, onun ánÇnde seve seve kendimi<br />
kÇÉÇltÇyorsam da, hiÉ de başkalarının karşısında korkak davrandığım anlamına gelmezdi bu<br />
ve el-<br />
68<br />
KUMARBAZ<br />
belle ki beni ÜkırbaÉlatmakã baronun haddine dÇşmemişti. BÇtÇn bu insanlarla alay etmek ve<br />
bu işin iÉinden de yÇzÇmÇn akıyla Éıkmak istiyordum. Gáreceklerdi gÇnlerini onlar.<br />
Korkulacak hiÉbir şey yok! Pauline rezaletten korkup beni gc-ri Éağıracaktır. Beni geri<br />
Éağırmasa bile, hiÉ de korkak olmadığımı pekêlê gárecekti..!<br />
Şaşırtıcı bir haber: Marie Philippovna'nın bugÇn yalnız başına akşam treniyle Carlsbad'a<br />
kuzininin yanına gittiğini merdivende rastladığım Éocukların dadısından áğrendim. Ne demek<br />
oluyor bu báyle Dadı uzun zamandan beri gitmeye niyetlendiğini sáyledi; peki, nasıl<br />
oluyordu da hiÉ kimse bunu bilmiyordu Zaten kimbilir, bunu bilmeyen bir bendim belki de.<br />
Dadıdan ÇstÇ kapalı biÉimde áğrendiğime gáre, Marie Philip-povna ánceki gÇn generalle
şiddetli bir ağız dalaşı yapmıştı. Anladım. HiÉ kuşkusuz... Mile Blanche. Evet, kesin bir şey<br />
olacağa benziyor, bir şeyler hazırlanıyor.<br />
YEDİNCİ BàLäM<br />
Bu sabah garsonu Éağırıp, benim hesabımı ayrı tutmalarını sáyledim. Odam korkup bÇsbÇtÇn<br />
otelden ayrılmamı gerektirecek kadar pahalı değildi. On altı frederikim vardı ve orada da...<br />
orada, belki, bir servet! Garip bir şey, henÇz kazanmadım ama, sanki zengin birisiymişim gibi<br />
davranıyorum, hissediyorum, dÇşÇnÇyorum, kendimi başka tÇrlÇ gáremiyorum.<br />
Vaktin Éok erken olmasına karşın, hemen B. Astley'e, bizimkinin pek yakınında bulunan<br />
İngiltere Oteli'ná gitmeyi tasarlarken odama ansızın Deş Grieux giriverdi. O ana kadar<br />
KUMARBAZ<br />
69<br />
báyle bir şeyi hiÉ yapmamıştı, Çstelik de şu son gÇnlerde bu efendiyle ilişkilerim son derece<br />
mesafeli ve son derece gergindi. Adam sadece beni aÉıktan aÉığa kÇÉÇmseyip hor gármekle<br />
kalmıyor, bunu dobra dobra herkese gástermeye de Éalışıyordu; benim de... onu sevmemek<br />
iÉin nedenlerim var-dı. Kısacası, ondan álesiye nefret ediyordum. Odama gelişi jeni Éok<br />
şaşırttı. Hemen garip bir şeyler olduğunu tahmin ettim.<br />
Pek sevimli davrandı, odam iÉin beni kutladı. Şapkamın elimde olduğunu gárÇnce, bu kadar<br />
erken saatte gezintiye git-Imeme şaştı. Bazı işler iÉin B. Astley'i gármeye gideceğimi<br />
sáyleyince, bir sÇre dÇşÇndÇ, yÇzÇnÇ tasalı bir ifade bÇrÇdÇ. Deş Grieux bÇtÇn Fransızlar<br />
gibiydi, yani gerektiği ve bunun kendisine yararlı olduğu zaman nazik, tatlı dilli ve neseliydi,<br />
sevimli ve neşeli olma zorunluluğu ortadan kalkınca da dayanılmaz derecede can sıkıcı.<br />
Fransız pek ender olarak ilk bakışta sevimlidir; onun her zaman buyruk Çzerine, hesaplayarak<br />
sevimli olduğu sáylenebilir. Eğer her zamankinin tersine, maymun iştahlı, acayip gárÇnmek<br />
zorunluluğunu duyarsa, geÉici hevesin en akıl almazı, en yapmacığı onda ánceden kabul<br />
edilmiş ve uzun zamandan beri alelade şeyler dÇzeyine getirilmiş biÉimlere bÇrÇnÇr. Fransız<br />
doğal halinde, pozitivizmin (olguculuk) eri tutucusuna, en bayağısına, en onursuzuna bağlıdır.<br />
Kısacası, dÇnyanın en can sıkıcı yaratığıdır. Bana kalırsa, acemiler, Hanya'yı Konya'yı<br />
bilmeyenler, ázellikle de Rus kızları Fransızların bÇyÇsÇne kapılabilir. Aklı başında her adam<br />
salon nezaketinin, rahat davranışların ve neşenin kesinlikle saptanan biÉimlerinin bir dizi<br />
halindeki yinelenişini hemen fark eder ve nefret eder.<br />
Deş Grieux nazik olmakla birlikte rahat bir halle: Üİş iÉin sizi gármeye geldimã diye başladı.<br />
ÜElci, ya da arabulucu niteliğiyle, general tarafından geldiğimi sizden gizleyecek değilim.<br />
RusÉayı pek iyi bilmediğim iÉin, dÇn hemen70<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
71<br />
hemen hiÉbir şey anlamadım ama, general bÇtÇn ayrıntılarıyla her şeyi anlattı, itiraf ederini<br />
ki...ã<br />
ÜDinleyin, Bay Deş Grieuxã diye sázÇnÇ kestim, Üyani bu olayda da da mı arabulucu rolÇnÇ<br />
siz Çzerinize alıyorsunuz , Elbette ki ben olup olacağı bir "outchitel"\m, hiÉbir zaman da ne<br />
bu ailenin,, ne de ázellikle yakın ahbaplarının teklifsiz bir dostu oldum, bu nedenle<br />
bilmediğim pek Éok durum vardır ama, bir şeyi bana aÉıklar mısınız, lÇtfen: Acaba şimdi siz<br />
tamamiyle aileden sayılabilir misiniz çÇnkÇ en sonunda, her şeye artık áyle yakın bir ilgi<br />
duyuyorsunuz ki, her yana arabulucu olarak giriyorsunuz ki...ã<br />
Sorum hiÉ hoşuna gitmedi. Fazlasıyla saydamdı, beriki de her ne olursa olsun, kendini ele<br />
vermek istemiyordu.<br />
Soğuk bir sesle:<br />
ÜGenerale kısmen işler nedeniyle, kısmen de bazı ázel durumlar nedeniyle yakından<br />
bağlıyımã dedi sertÉe. ÜGeneral beni dÇnkÇ tasarılarınızdan vazgeÉmenizi rica etmem iÉin<br />
gán derdi. Kuşkusuz ki bÇtÇn tasarladıklarınız Éok ince dÇşÇnceli ama, general hiÉbir sonuca
ulaşamayacağınızı size bildirmemi rica etti; Çstelik de... baron sizi kabul etmeyecek, bir de'<br />
her ne olursa olsun, daha sonra sizden gelecek sıkıntılardan korunma olanaklarına sahip. Siz<br />
de kabul edin bunu. Ayak diremek neye yarar ki, sáyler misiniz General durum elverdiği<br />
zaman sizi hemen yanına alacağına, o zamana kadar da aylığınızı, ádeneğinizi size vereceğine<br />
sáz veriyor. OldukÉa kêrlı, ne dersinizã<br />
Son derece sakin bir sesle ona biraz yanıldığını, belki de baronun beni kovdurmayacağını, tam<br />
tersine dinleyeceğini bildirdim ona. Tam olarak nasıl davranacağımı áğrenmeye geldiğini<br />
itiraf etmesini rica ettim.<br />
ÜAman canım, mademki general bu olayla bu kadar ilgileniyor, neler yapmaya kalkışacağınızı<br />
áğrenmek elbette ki hoşuna gider. Bu Éok doğaldır!ã<br />
Anlatmaya bağladım; bir koltuğa yığılmış, başı hafifÉe benden yana eğilmiş, gázlerinde<br />
gizlemeye gerek gármediği bir alayla beni dinliyordu. Kısacası, bana pek bir kendini<br />
beğenmişlikle davranıyordu. Elimden geldiğince bu olaya bÇyÇk bir ánem verirmiş gibi<br />
yapmaya Éalışıyordum.' Baron, sanki ben generalin uşağıymışım gibi, beni onu şikêyet<br />
etmesi, ánce beni işimden etmişti, ikincisi de, bana davranışlarının sorumluluğunu yÇklenme<br />
yeteneğinden yoksun, kendisiyle konuşmaya bile gerek olmayan bir kimse muamelesi<br />
yapmıştı. Demek ki haklı olarak kendimi hakarete • uğramış kabul ediyordum; bununla<br />
birlikte, aramızdaki yaş farkına, toplum iÉindeki mevkiine vb., vb... saygı duyduğumdan,<br />
yeniden bir dÇşÇncesizliğe kalkışmayacaktım, başka bir deyimle, baronu aÉıkÉa dÇelloya<br />
zorlamayacaktım (bunları sáylerken gÇlmekten kendimi zorla alıkoyuyordum). Ama, her ne<br />
olursa olsun, kendisinden (ázellikle de baronesten) pekêlê ázÇr dileyebileceğimi sáyledim,<br />
ÉÇnkÇ gerÉekten de, şu son zamanlarda kendimi rahatsız ve bitkin, bir bakıma ne yapacağı<br />
belli olmayan bir kimse gibi hissediyordum vb., vb. Bu arada, asıl baron benim iÉin o kadar<br />
kÇÉÇk dÇşÇrÇcÇ olan bu girişimde bulunup, generalin beni işten Éıkarması iÉin ısrar etmekle<br />
beni áyle bir duruma sokmuştu ki, artık ne ondan, ne de baronesten ázÇr dileyebilirdim.<br />
çÇnkÇ, hem kendisi, hem barones, hem de herkes korkudan ve yeniden işe alınmak, isteğiyle<br />
gelip ázÇr dilediğimi dÇşÇnÇrlerdi. BÇtÇn bunların sonucu olarak, şimdi artık barondan, ánce<br />
kendisinin, en ılımlı sázcÇklerle, sázgelimi, bana asla hakaret etmek istemediğini sáyleyerek<br />
benden ázÇr dilemesini istemek zorunda kalmıştım. Baron benim isteğimi yerine getirince,<br />
ben de ellerim serbest, iÉtenlikle ve bÇtÇn yÇreğimle ondan ázÇr dilerim. Kısacası, dedim son<br />
olarak, Übenim bÇtÇn istediğim, baronun ellerimi Éázmesi.ã<br />
ÜTuh, yazıklar olsun! Ne alınganlık, ne incelik! Peki, ne diye ázÇr dileyeceksiniz<br />
Hadi bakalım. Bayım... Bayım...72<br />
KUMARBAZ<br />
Siz bÇtÇn bunları generali zor duruma dÇşÇrmek iÉin dÇzenlediniz... kimbilir, belki de kişisel<br />
amaÉlarınız bile vardır... Azizim huy... ázÇr dilerim, adınızı unuttum, Hay Alexis, değil miã<br />
Üİyi ama, izin verirseniz, azizim Marki, bu neden sizi ilgilendiriyorã<br />
ÜAma, general...ã<br />
ÜGeneralin ne ÇstÇne vazife, efendim DÇn bana belirli bir tutum takınmak zorunda olduğunu<br />
sáyledi... pek kaygılı bir hali vardı... ama, hiÉbir şey anlamadım ben.ã<br />
Deş Grieux kızgınlığın gitgide kendini belli ettiği yal-varıcı bir sesle karşılık verdi:<br />
Üİşte tam da burada áze! bir durum bulunuyor. Mademoi-selle de Cominges'i tanıyorsunuz,<br />
değil miã<br />
ÜMile Blanche mı demek istiyorsunuzã<br />
ÜPekêlê, evet, Mile Blanche de Comingcs... ve saygıdeğer annesi... Siz de kabul edersiniz ki<br />
general... Kısacası, general êşık ve hatta... hatla dÇğÇn belki de burada olacak. DÇşÇnÇn bir<br />
kez, bu fırsatla, rezaletler, dedikodular...ã<br />
ÜBu evlilikle ilgili hiÉbir rezalet, hiÉbir dedikodu gáremiyorum ben.ã<br />
ÜAma, baronun áyle áfkesi burnunda ki. Prusyalı tabii, biliyorsunuz, kısacası bir Alınan<br />
kavgası Éıkarır.ã
ÜArtık işten Éıktığıma gáre, sizinle değil, benimle kavga edecek demektir. (Elimden<br />
geldiğince aptal gárÇnmeye Éalışıyordum.) Ama, izin verirseniz, şu halde kesin karar verildi,<br />
Mile Blanche, generalle evleniyor, áyle mi Peki, ne bekliyorlar, kuzum Yani demek<br />
istiyorum ki, neden bunu gizli tutuyorlar, hiÉ değilse bizlerden, evin insanlarındanã<br />
ÜOlmaz, bunu size... Zaten, henÇz tamaıniyle... Bununla birlikte... biliyorsunuz ki Rusya'dan<br />
haber bekliyorlar; generalin işlerini dÇzene koyması gerek...ã<br />
ÜAa, yaa! Baboulinka!ã<br />
Des Grieux kin dolu bir bakış fırlattı bana.<br />
KUMARBAZ<br />
73<br />
ÜKısacasıã diye sázÇmÇ kesti, Üsizin zekênıza, sezginize, yaradılıştan inceliğinize kesinlikle<br />
gÇveniyorum... Sizi bir akraba gibi bağrına basan, sevip sayan bu aileye bunu mutlaka<br />
yaparsınız...ã<br />
ÜàzÇr dilerim, beni kovdular! Şimdi bunun êdet yerini bulsun diye yapıldığını ileri<br />
sÇrÇyorsunuz ama, kabul edin ki bu tıpkı: "Elbette canım, kulaklarını Éekmek istemiyorum<br />
ama, izin ver de êdet yerini bulsun diye onları Éekeyim..." demek gibi bir şey. Hepsi aynı<br />
kapıya Éıkmaz mıã<br />
ÜEğer durum báyleyse, hiÉbir rica sizi etkileyemiyorsaã diye sÇrdÇrdÇ kÇstah bir sesle, Üşunu<br />
size kesinlikle sáyleyebilirim ki, gerekli ánlemler alınacaktır.' Burada da yetkililer var,<br />
bugÇnden tezi yok sizi kovarlar... Aman canım! Sizin gibi bir zibidi bir de kalkmış da baron<br />
gibi ánemli bir kişiyi dÇelloya davet ediyor! Sanıyor musunuz ki sizi rahat bırakırlar! Şuna<br />
iyice emin olun ki, burada hiÉ kimse sizden korkmuyor! Size bu ricada bulunuşum kendi<br />
dÇşÇncem, ÉÇnkÇ generali kaygılandırdınız. Baronun sizi dÇpedÇz bir uşağıyla<br />
kovdurmayacağını nasıl bilebilirsinizã<br />
Son derece sakin bir sesle:<br />
Üİyi ama, gidip onu kendim gárecek değilim kiã diye karşılık verdim. ÜYanılıyorsunuz, Bay<br />
Deş Grieux, bÇtÇn bunlar sizin sandığınızdan Éok daha uygun bir biÉimde olacak. Bakın,<br />
şimdi hemen B. Astley'e gidip aracım, kısacası, sağdıcım olmasını rica edeceğim. Bu adam<br />
beni sever; eminim ki reddetmez. Gidip baronu bulur, baron da onu kabul eder. Ben bir<br />
ontclıitel olabilirim, maiyette bir kimse, savunmasız bir yaratık gárÇnÇşÇnde olabilirim ama,<br />
B. Astley bir lordun, gerÉek bir lordun, Lord Peabroke'un yeğeni, bunu herkes biliyor, o lord<br />
da burada. Emin olun ki baron, B. Aslley'e kibar davranacaktır, onu dinleyecektir. Eğer<br />
dinlemeyecek olursa, B. Astley buma kişisel bir hakaret olarak kabul edecektir, İngilizlerin ne<br />
kadar dik kafalı olduklarını bilirsiniz; arkadaş-74<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
75<br />
farından birini barona gánderir, pek Éok yakın arkadaşı da var. Şimdi gárÇyorsunuz ya, sonuÉ<br />
belki de sizin dÇşÇndÇğÇnÇzden başka tÇrlÇ olacaktır.ã<br />
Fransız lam olarak dehşete kapıldı; gerÉekten de, bÇtÇn bunlar gerÉeğe pek yakındı, ben de<br />
sahiden bir rezalet Éıkaracağa benziyordum.<br />
Tamamiylc yalvaran bir sesle:<br />
Üçok rica ederimã diye sÇrdÇrdÇ, Übırakın bÇtÇn bunları! Sanki bir rezalet Éıkarmak hoşunuza<br />
gidecekmiş gibi davranıyorsunuz! Size gereken bir dÇello değil, bir rezalet! Size sáyledim,<br />
bÇtÇn bunlar pek eğlenceli, hatta nÇkteli de olabilir, belki de bu amaca ulaşırsınız ama... sázÇn<br />
kısasıã diye konuşmasını sonuÉlandırdı şapkamı alıp ayağa kalktığımı gárÇnce, Üsize birisinin<br />
su pusulasını vermek iÉin geldim... Okuyun... Yanıtı beklememi rica ettiler de.ã<br />
Bu sázler Çzerine, cebinden katlanmış, mÇhÇrlÇ kÇÉÇk bir pusulayı Éıkarıp uzattı.<br />
Pauline'in eli buna şunları yazmıştı:
ÜSáylediklerine bakılırsa, şu áykÇyÇ uygulamayı ta-sarlıyonnuşsunuz. Kızdınız ve arsız Éocuk<br />
gibi davranmaya başlıyorsunuz. Ama, ázel durumlar var, bunları belki bir gÇn size anlatırım;<br />
Éok rica ederim, vazgeÉin, aklınızı başınıza toplayın. Ne saÉma bÇtÇn bunlar! Siz bana<br />
gereklisiniz, bana itaat edeceğinize de sáz verdiniz. Schlangenberg'i anımsayın. Sizden uysal<br />
olmanızı istiyorum, bu gerekiyor da, bunu size emrediyorum.<br />
Sizin P.ã<br />
ÜH. DÇn olanlar iÉin bana kızdınızsa, bağışlayın beni.ã<br />
Bu satırları okurken her şeyin dándÇğÇnÇ gárdÇm. Dudaklarım soldu, tir tir titremeye<br />
başladım. Lanet olasıca Fransız saygılı davranır gárÇnerek gÇya heyecanımı gármemek<br />
iÉin gázlerini Éeviriyordu. Suratıma karşı kahkahalarla gÇlmesini yeğlerdim.<br />
ÜPekêlêã dedim, ÜKÇÉÇk hanıma gánlÇnÇn rahat etmesini sáyleyin. Bununla birlikte, izin<br />
verirseniz size şunu sorayımã diye sÇrdÇrdÇm ansızın, Übu pusulayı bana vermek iÉin neden o<br />
kadar beklediniz Bir sÇrÇ saÉmalıklar sáyleyecek yerde, işe buradan başlamanız gerekirdi<br />
gibime geliyor... eğer gerÉekten de buraya bunun iÉin geldiyseniz...ã<br />
ÜOo! İstiyorum ki... SázÇn kısası, bÇtÇn bu olup bitenler o kadar garip ki pek doğal olan<br />
sabırsızlığımı bağışlarsınız. Tasarılarınızı kendi ağzınızdan bir an ánce duymak istiyordum.<br />
Zaten bu pusulada yazılanları bilmiyorum ve ne zaman olsa size verebileceğimi<br />
dÇşÇnÇyordum.ã<br />
ÜAnlıyorum, size sadece bunu başka Éare kalmadığı zaman bana vermeniz, olayı konuşarak<br />
yoluna koyarsanız bundan hiÉ sáz etmemeniz emredildi. àyle değil mi Bana aÉıkÉa yanıt<br />
verin, B. Deş Grieux.ã<br />
ÜBelkiã dedi garip bir halle bana bakıp ve Éok bÇyÇk bir sakınım iÉinde gárÇnerek.<br />
Şapkamı aldım: bana bir baş işareti yaptı, Éıktı. Dudaklarında alaycı bir gÇlÇmseme gárÇr gibi<br />
oldum. Başka tÇrlÇsÇ olabilir miydi<br />
ÜDaha gárÇlecek hesabımız var, seni kÇÉÇk acemi Éapkın, boy álÉÇşeceğim seninleã diye<br />
mırıldandım merdivenleri inerken. Hêlê dÇşÇncelerimi toparlayamıyordum, adeta tepeme<br />
balyoz yemiş gibiydim. Serin hava iyi geldi.<br />
İki dakika sonra, biraz kafamı toparlamaya başlayınca, iki dÇşÇnce aÉıkÉa belirdi; birincisi<br />
şuydu: DÇn bir Éocuğun laf olsun diye sáylediği akıl almaz birkaÉ tehdit, ÉocukÉa bir eğlence<br />
evrensel bir korku ve telaş yaratmıştı! İkincisi: Bu Fransızın Pauline Çzerinde ne gibi bir etkisi<br />
vardı Adamın bir tek sázÇ... Ve Pauline gerekli olan her şeyi yapıyor, bir pusula yazıyor,<br />
bana rica etmeye kadar varıyor. Kuşkusuz,76<br />
KUMARBAZ<br />
onları tanıdığım andan beri ilişkileri benim iÉin hep bir muamma olmuştu ama, gene de şu son<br />
gÇnlerde Pauline'de adama karşı gerÉek bir tiksinme ve hatta hor gárme fark etmiştim.<br />
Fransıza gelince, Pauline'in yÇzÇne bile bakmıyordu ve ona karşı sadece kaba davranıyordu.<br />
Bu da pekêlê hiÉ gázÇmden kaÉmamıştı. Ondan nefret ettiğini Pauline kendi ağzıyla bana<br />
itiraf etmişti; son derece anlamlı itiraflar kaÉırmıştı ağzından... Demek ki, adam onu<br />
avuÉlarının iÉinde tutuyor, Pauline onun sultası altında...<br />
SEKİZİNCİ BOLUM<br />
Burada dedikleri gibi, "gezinti"de, kestane ağaÉlarının yolunda benim İngilize rastladım.<br />
Beni gárÇr gármez:<br />
ÜOh! Oh!ã diye başladı. ÜBen size gidiyorum, siz de bana geliyorsunuz! Demek<br />
arkadaşlarınızdan ayrıldınız, áyle miã<br />
Üànce sáyler misiniz, kuzum, olup bitenleri nereden áğrendinizã diye sordum hayretle.<br />
ÜHerkes biliyor demek kiã<br />
ÜYoo! Hayır, herkes değil, bu kadarına değmez, hiÉ kimse bundan sáz etmiyor.ã<br />
ÜPeki, siz nereden biliyorsunuzã<br />
ÜBiliyorum, ya da daha doğrusu áğrenme fırsatını- buldum. Şimdi nereye gideceksiniz Size<br />
karşı bir sevgim var, işte bunun iÉin size geliyordum.ã
ÜSiz mert bir insansınız, B. Astleyã dedim. Doğrusu pek şaşırmıştım, nasıl haber almıştı<br />
acaba ÜBen henÇz kahvemi iÉmediğime gáre, siz de kuşkusuz yalan yanlış kahvaltı etti-<br />
KUMARBAZ<br />
77<br />
ğinizden, gazinoya gidelim; birer sigara iÉeriz, her şeyi size anlatırım... sizin de bana<br />
anlatacak bir şeyleriniz olur herhalde.ã<br />
Kahve yÇz adım átedeydi. Ismarladığımız şeyleri getirdiler, rahatÉa yerleştik, ben bir sigara<br />
yaktım. B. Astley sigara iÉmiyordu, gázlerini bana dikmiş, sáyleyeceklerimi dinlemeye<br />
hazırlanıyordu.<br />
ÜHiÉbir yere gitmiyorum, burada kalıyorumã diye başladım.<br />
B. Astley onaylayıcı bir sesle:<br />
ÜBurada kalacağınızdan emindimã dedi.<br />
M. Astley'e giderken ona, Pauline'e olan sevgimden sáz etmeye hiÉ de niyetim yoktu. Hatta<br />
bu konudan kaÉınmak bile istiyordum. Şu son gÇnlerde ona bundan tek sázcÇk bile<br />
sáylememiştim. ästelik de Éok utangaÉtı zaten. Pauline'in onu Éok etkilediğini hemen fark<br />
etmiştim ama, adını hiÉ ağzına almıyordu. Garip şey, daha oturur oturmaz, donuk ve ısrarlı<br />
bakışlarını Çzerime dikince, Tanrı bilir neden, ona her şeyi, yani bÇtÇn ayrıntılarıyla sevgimi<br />
anlatmak isteğini duydum. Tam yarım saat konuştum, bu bana Éok iyi geldi: Bu konuyu ilk<br />
kez birisine aÉıyordum! B. Astley'in ázellikle can alıcı bálÇmlerde heyecanlandığını fark<br />
edince, anlatımın ateşini bilerek artırdım. Pişman olduğum bir şey vardı: Belki de Fran-sızdan<br />
fazlasıyla sáz etmiştim...<br />
B. Astley, kımıldamadan, tek sázcÇk sáylemeden, bir tek ses bile Éıkarmadan, gázlerini bana<br />
dikmiş, karşımda oturup beni dinliyordu. Ama, Fransıza anıştırmada bulununca, beni<br />
birdenbire durdurdu ve sert bir sesle ikinci derecedeki ayrıntıdan sáz etmeye hakkım olup<br />
olmadığını sordu. B. Astley'in her zaman Éok garip bir soru sorma biÉimi vardır.<br />
ÜHaklısınız, korkarım ki hayırã diye karşılık verdim.<br />
ÜBu markiyle Bayan Pauline konusunda, basit varsayımlar dışında, kesin hiÉbir şey<br />
sáyleyemez misinizã<br />
78<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
79<br />
ÜHayır, kesin hiÉbir şey sáyleyemem elbette kiã diye karşılık verdim.<br />
ÜEğer áyleyse, sadece bundan bana sáz etmekle değil, bunu dÇşÇnmekle bile hata ettiniz.ã<br />
ÜPekêlê, pekêlê! Kabul ediyorum,ã diye sázÇnÇ kestim iÉimden şaşırarak. ÜAma, şimdi sáz<br />
konusu olan bu değil.ã Bunun Çzerine ona, dÇnkÇ olayı bÇtÇn ayrıntılarıyla anlattım,<br />
Paulinc'in Éılgınlıklarını, baronla olan serÇvenimi, kovulmamı, generalin olağanÇstÇ<br />
korkaklığını, en sonunda da Deş Grieux' nÇn ziyaretini en ince ayrıntılarına varıncaya kadar,<br />
bir bir anlattım, sonunda da. pusulayı ona gásterdim.<br />
ÜBundan ne sonuÉ Éıkarıyorsunuzã diye sordum. Üİşte ben tam da sizin dÇşÇncenizi sormak<br />
iÉin geldim. Bana gelince, o kÇÉÇk acemi Fransız Éapkınını seve seve áldÇrÇrdÇm, belki de<br />
bunu yaparım.ã<br />
ÜBen de aynı şeyi yapardımã dedi B. Astley. ÜBayan Pauline'e gelince... Bilirsiniz, insan<br />
zorunluluk karşısında, nefret ettiği kimselerle de ilişki 'kurar. Burada ikinci derecede<br />
ayrıntılara bağlı, sizin bilmediğiniz uygunluklar bulunabilir. Bana áyle geliyor ki, gánlÇnÇzÇ<br />
rahat tutabilirsiniz... elbette, kısmen. DÇnkÇ davranışına gelince, Éok garip doğrusu, sadece<br />
sizi baronun bastonu altına gándererek sizden kurtulmayı istemesi değil ama, —baronun da<br />
baston' elinin altında bulunduğuna gáre neden ondan yararlanmadığını bir tÇrlÇ<br />
anlayamıyorum ya, neyse—, bu biÉim bir Éılgınlık onun "kadar fevkalêde bir genÉ kız iÉin hiÉ
de yakışık alır bir şey değil. Tabii ki sizin, muzip isteğini harfi harfine uygulayacağınızı<br />
aklına getiremezdi...ã<br />
Dikkatle B. Astley'e bakarak birdenbire haykırdım:<br />
ÜBuraya bakın, bana áyle geliyor ki siz bÇtÇn bunlardan sáz edildiğini daha ánce işittiniz,<br />
hem de kimden biliyor musunuz Tam da Bayan Pauline'in ağzından!ã<br />
B. Astley şaşkın şaşkın yÇzÇme baktı.<br />
ÜGázleriniz parlıyor, onlarda kuşku ve gÇvensizlik okuyorum:ã dedi hemen sakinliğine<br />
kavuşarak. ÜKuşkularınızı gástermeye hiÉ hakkınız yok. Size bu hakkı tanıyamam, sorunuzu<br />
yanıtlamayı da kesinlikle reddediyorum.ã<br />
ÜPekêlê, geÉelim! Zaten, hiÉ yararı yok!ã diye haykırdım. Garip şekilde heyecanlanmış!un,<br />
neden bu dÇşÇncenin kafama takıldığını da bir tÇrlÇ bilemiyordum. Sonra Pauline, B. Astley'i<br />
ne zaman, nerede ve nasıl sırdaş olarak seÉebilirdi ki Zaten şu son gÇnlerde B. Astley'i biraz<br />
gázden yitirmiştim; Pauline ise benim iÉin hep bir muamma olmuştu. O kadar ki, sázgelimi,<br />
B. Astley'e bÇtÇn aşk áykÇmÇ anlatmaya kararlıyken, şimdi anlatmaya tam başlayacağını<br />
sırada, onunla olan ilişkilerim konusunda olumlu hemen hemen hiÉbir şey<br />
sáyleyemeyeceğime şaşıyordum. Tam tersine, her şey dÇşsel, garip, kararsızdı ve hiÉbir şeye<br />
benzemiyordu.<br />
ÜPekêlê, pekêlê; işin ucunu kaÉırdım, henÇz dÇşÇnecek durumda bulunmadığım daha pek Éok<br />
şey de varã diye karşılık verdim adeta soluk soluğa. ÜSiz zaten iyi bir insansınız. Şimdi başka<br />
bir konuya geÉelim: Sizden bir áğÇt değil, dÇşÇncenizi isteyeceğim.ã<br />
Bir sÇre sustum, sonra konuşmamı sÇrdÇrdÇm:<br />
ÜSizin gárÇşÇnÇze gáre, general neden o kadar korktu Benim gÇlÇnÉ Éocukluğumu neden bir<br />
facia haline getirdiler O kadar ki, Deş Grieux bile araya girmesinin zorunlu olduğunu sanmış<br />
(hem de en ciddi durumlarda araya girdi); beni gármeye geldi —evet ya!—, bana rica etti,<br />
yalvardı, o, Deş Grieux! Bir de, iyi dikkat edin, saat dokuzdan az ánce geldi ve Bayan<br />
Pauline'in pusulası elindeydi bile. Bu pusula ne zaman yazılmıştı İnsan bunu aklına<br />
getirebilir. Belki de Bayan Paııline'i ázellikle uyandırmışlardır Benden ázÇr dilediğine gáre,<br />
Bayan Pauline'in onun tutsağı olduğu sonucuna vardığımdan başka, onun kişisel olarak bu<br />
işin iÉinde ne aradığını dÇşÇnÇyorum. Neden bununla bu kadar ilgileniyor Neden<br />
80<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
81<br />
ánlerine Éıkan ilk barondan báylesine korktular Generalin Mile Blanche de Cominges'le<br />
evlenmesinden ne Éıkar ki Bu durum nedeniyle ázel biÉimde davranılması gerektiğini<br />
sáylÇyorlar ama, bu siz de kabul edersiniz ki, fazlasıyla ázel. Ne dersiniz Bu konuda da<br />
benden Éok bildiğinizi gázlerinizden okuyorum.ã<br />
B. Astley gÇlÇmsedi ve başını salladı:<br />
ÜEvet, gerÉekten de áyle sanıyorum ki bu konuda da sizden daha fazla şey biliyorumã dedi.<br />
ÜBÇtÇn olay sadece Mile Blanche'ı ilgilendiriyor ve •bunun mutlak gerÉek olduğuna<br />
kesinlikle inanıyorum.ã<br />
Sabırsızlıkla:<br />
ÜMile Blanche'ın burada ne işi var şimdiã diye haykırdım. Ansızın Bayan Pauline konusunda<br />
bir şeyler bulacağımı ummuştum.<br />
Üàyle sanıyorum ki, Mile Blanche'ın şu sırada baron ve baronesle her ne olursa olsun<br />
karşılaşmaktan kaÉınmakta ázel bir Éıkarı var; báyle olunca, sevimsiz, daha da beteri, utanÉ<br />
verici bir karşılaşmadan haydi haydi kaÉınır.ã<br />
ÜHadi canım, amma da yaptınız!ã<br />
ÜMile Blanche iki yıl ánce, mevsim sırasında, gene burada, Roulettenbourg'daydı. Ben de<br />
burada bulunuyordum. O zaman adı Mile de Cominges değildi, annesi, dul Bayan Co-minges
de o dánemde ortada gárÇnmÇyordu. HiÉ değilse sáz konusu edilmiyordu. Des .Grieux de<br />
buralarda yoktu. Onların akraba değil, ancak pek kısa bir zamandan beri tanıştıkları inancını<br />
besliyorum. Deş Grieux'nÇn markiliği daha pek yeni, bunu bir vesileyle áğrendim. Hatta Deş<br />
Grieux adım pek uzun zamandan beri taşımadığı da dÇşÇnÇlebilir. Ona bir başka ad altında<br />
rastlamış olan birisini tanıyorum burada.ã<br />
ÜBununla birlikte, gerÉekten de. sağlam temellere dayanan bir ahbap Éevresi var.ã<br />
ÜOo, bu hiÉbir anlam taşımaz ki. Mile Blanche'ın bile<br />
ahbapları olabilir. Ama, iki yıl ánce. Mile Blanche gene bu aynı baronesin şikêyetleri Çzerine<br />
polis tarafından kenti terk etmeye davet edildi, o da bunu hemen yerine getirdi.ã<br />
ÜNasıl yaniã<br />
Üànce burada bir İtalyanla, tarihsel adlı bir prensle, Bar-berini prensi, ya da ona benzer biriyle<br />
gárÇndÇ, gerÉek pırlantalar ve yÇzÇkler iÉinde bir adamdı. Akılları durduracak gÇzellikte bir<br />
arabayla dolaşırlardı. Mile Blanche oluz. ve kırk oynardı. ànce kazandı, sonra şansı dándÇ,<br />
anımsayabildiğim kadarıyla. HiÉ unutmam bir gece, inanılmaz miktarda yitirdi. Ama, daha da<br />
beteri şu oldu, gÇnÇn birinde prensi ortadan yok oluverdi, atlar, araba, hepsi yok oldu, sanki<br />
yer yarıldı yere battılar. Otele muazzam borcu vardı. Mile Zelma —Bar-berini'den ansızın<br />
Mile Zelma'ya dánÇşÇvermişti— umutsuzluğun doruğundaydı. HıÉkıra hıÉkıra ağlıyor, bÇtÇn<br />
otelde Éığlıklar koparıyor, áfkesinin iÉinde giysilerini yırtıyordu. O sıralarda otelde bir<br />
Polonyalı kont vardı —yolculukta bÇtÇn Polonyalılar konttur—, giysilerini yırtan, o gÇzel ve<br />
mis kokulu elleriyle kedi gibi suratını tırmalayan Mile Zelma, onu bir hayli etkiledi. Bir sÇre<br />
konuştular, akşam yemeğinde Mile Zelma avunmuştu bile. Gece, kontun kolunda gazinoda<br />
gárÇndÇ. Mile Zelma, her zamanki gibi, kahkahalarla gÇlÇyordu, hareketlerinde de biraz daha<br />
fazla kendini koyuverme gásteriyordu. Onu hemen, kumar masasına doğru kendine yol<br />
aÉarken, bir yer edinmek iÉin omzuyla bir kumarbazı iten o rulet masası mÇdavimi hanımlar<br />
takımına yerleştirdiler. Buradaki hanımlara ázgÇ bir ustalıktır bu. Kuşkusuz, siz de fark<br />
etmişsinizdir.ã<br />
ı<br />
ÜAa! Evet ya.ã<br />
ÜBu kadar zahmete değmez. Rabıtalı halkın áfkesine kar-Şm, bunlara, hiÉ değilse her gÇn bin<br />
franklık banknotlar bozduran kadınlara katlanıyorlar. Ama, bin franklık banknotları<br />
bozdurmaz oluverince, uzaklaşmalarını rica ederler kendilerin-<br />
F. 6<br />
82<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
83<br />
den. Mile Zelma binlikleri bozdurmayı sÇrdÇrdÇ ama, kumarda şansı daha da kapandı. Dikkat<br />
ederseniz bu tÇr hanımların Éoğunlukla kumarda Éok şansları vardır; olağanÇstÇ derecede<br />
kendilerine egemendirler. Zaten, benim ,áykÇm de bitti. GÇnÇn birinde, kont da prens gibi,<br />
ortadan yok oldu. Mile Zclma akşam kumara yalnız geldi. Bu kez hiÉ kimse Éıkıp da ona<br />
kolunu uzatmatnıştı. İki gÇn iÉinde bÇtÇn elin-dekini, avcundakini yitirmişti. Son altını da<br />
sÇrÇp yitirince, Éevresine bakındı, yanındaki Wurmerhelm baronu gázÇne Éarptı, adam son<br />
derece áfkeli bir halle, dikkatle ona bakıyordu. Ne var ki, Mile Zelma áfkeyi fark etmedi,<br />
hiÉbir kuşkuya yer bırakmayan bir gÇlÇmsemeyle barona dánerek, kendisi iÉin kırmızının<br />
Çzerine on altın koymasını rica etti. İşte bundan sonra, baronesin bir şikayetiyle, bir daha<br />
gazinoda gárÇnmemeye davet ettiler onu. Bu kadar aşağılık ve son derece uygunsuz bÇtÇn bu<br />
ayrıntıları bilmem sizi şaşırtıyorsa, şunu bilin ki bunları akrabanı B. Fieder'den áğrendim. B.<br />
Fieder hemen o aksam Mile Zelma'yı kendi arabasıyla Spa'ya gátÇrÇr. Şimdi iyice<br />
anlamışsınızdır: Mile Blanche kuşkusuz gelecekte bir daha buna benzer davetlerle<br />
karşılaşmamak iÉin generalin eşi olmak istiyor. Artık kumar oynamıyor ama, bÇtÇn belirtilere<br />
gáre, şimdi buradaki kumarbazlara faizle ádÇnÉ verdiği bir anamalı var da ondan. Bu Éok
daha sakınımlı. Halta zavallı generalin de onun borÉluları arasında olmasından<br />
kuşkulanıyorum. Belki Deş Grieux'nÇn de ona borcu vardır. Ya da onunla ortak olabilirler.<br />
Kabul edersiniz ki, hiÉ değilse evlenineeye kadar baronla baronesin dikkatlerini Çzerine<br />
Éekmeyi hiÉ islemiyor. SázÇn kısası, iÉinde bulunduğu durumda bir rezalet ona en bÇyÇk<br />
kálÇlÇğÇ yapar. Siz onların yanındasınız, Mile Blanclıe, generalin, ya da Bayan Pauline' in<br />
kolunda her gÇn orlalıkta gárÇndÇkÉe, sizin davranışlarınız bir rezalete yol aÉabilir. Şimdi<br />
durumu anladınız mıã<br />
ÜHayır, anlamadım!ã diye haykırırken masaya áyle bir şiddetle vurmuşum ki, garson<br />
korkarak koşup geldi.<br />
Bir áfke coşkunluğuyla:<br />
ÜBana bakın, B. Astleyã diye sázlerimi sÇrdÇrdÇm, ÜbÇtÇn bu áykÇyÇ daha ánceden<br />
biliyordunuz ve Mile Blanche' m kim olduğundan pekêlê haberiniz vardı da, nasıl oldu da<br />
beni, generali, ázellikle de, evet ázellikle de Mile Blanche' in kolunda her gÇn burada,<br />
gazinoda halk iÉinde gárÇnen Bayan Paulinc'i neden uyarmadınız Olacak şey mi buã<br />
ÜSizi uyaramazdım, ÉÇnkÇ elinizden hiÉbir şey gelmezdi, bir şey yapamazdınız kiã diye<br />
karşılık verdi B. Astley sakin sakin. ÜHem zaten sizi neye karşı uyaracaktım ki General, Mile<br />
Blanche konusunda belki de benden daha fazlasını biliyordur ama, bu onunla ve Bayan<br />
Pauline'le gezinmesine engel olmuyor. General şanssız bir adam. DÇn Mile Blanche'ı B. Deş<br />
Grieux ve şu kÇÉÇk Rus prensiyle birlikte şahane bir at sırtında dártnala giderken gárdÇm,<br />
general de bir al atla onları izliyordu. Sabahleyin bacaklarının ağrısından ya-kınmıştı, bununla<br />
birlikle al ÇstÇnde pekêlê duruyordu. İşte tanı o anda, onun kesinlikle mahvolmuş bir adam<br />
olduğu fikri birdenbire akıma geliverdi; hem zaten bÇtÇn bunlar beni ilgilendirmez, Bayan<br />
Pauline'i lamına şerefine ereli de pek az bir zaman oldu.ã Bir sÇre sonra B. Aslley ansızın:<br />
ÜSize iÉten bir dostluk duymama karşın, daha ánce de sáylediğim gibi, bana kimi soruları<br />
yáneltme hakkını size tanıyamazdım ki...ã<br />
ÜBurada keselimã dedim ayağa kalkarak; Üşimdi artık Bayan Pauline'in de Mile Blanche<br />
konusunda iyice fikir sahibi olduğunu ama, Fransızından ayrılamadığı iÉin onunla dolaşmayı<br />
kabul ettiğini aÉıkÉa gárÇyorum. Emin olun ki başka hiÉbir gÇÉ onu Mile Blanche'la<br />
gezinmeye ve barona dokun-nıaınam iÉin o pusulada bana yalvarmaya zorlayamazdı.<br />
Karşısında her şeyin boyun eğdiği o etki işte tam da burada ara-<br />
84<br />
KUMARBAZ<br />
ya giriyor! Bununla birlikte, beni baronun Çzerine o saldırt-tı! Hey Tanrım, hiÉbir şey<br />
anlaşılır gibi değil!ã<br />
'ÜSiz bir kere bu Bayan de Cominges'in generalin nişanlısı olduğunu, ikincisi, generalin Çvey<br />
kızı olan Bayan Pauline' in generalin Éocukları olan, o dÇşÇncesizin lamamiyle yÇzÇstÇ<br />
bıraktığı ve hiÉ kuşkusuz beş parasız da kalan biri kız, biri erkek iki kÇÉÇk kardeşi olduğunu<br />
unutuyorsunuz.ã<br />
ÜEvet, evet, Éok doğru, o Éocuklardan ayrılmak onları bÇsbÇtÇn yÇzÇstÇ bırak anlamına gelir;<br />
kalmak, onların Éıkarını savunmak, belki de servetlerinden birkaÉ kırıntıyı kurtarmak<br />
demektir. Evet, evet, bÇtÇn bunlar gerÉek ama, gene de, gene de! Ah! Şimdi hepsinin<br />
bÇyÇkanneyle neden bu kadar ilgilendiklerini Éok iyi anlıyorum!ã<br />
ÜKiminleã diye sordu B. Astley.<br />
ÜBir tÇrlÇ álmeye karar veremeyen şu Moskova'deki ihtiyar bÇyÇcÇyle; álÇmÇnÇ -bildiren<br />
telgrafı bekliyorlar dárt gázle.ã<br />
ÜElbette ki, bÇtÇn ilgi onun Çzerinde yoğunlaşmış, Éok iyi anlıyorum. Her şey mirasa bağlı.<br />
Vasiyetname aÉılınca, general evlenir; Bayan Pauline'in de elini kolunu bağlayan kal-rríaz,<br />
tam ázgÇrlÇğe kavuşur, Deş Grieux de...ã<br />
ÜNasıl, Deş Grieux mÇã<br />
ÜDeş Grieux'nÇn alacakları ádenmiş olur; onun bÇtÇn beklediği bu.ã
ÜBÇtÇn beklediğinin bu olduğunu mu sanıyorsunuzã<br />
ÜDaha fazlasını bilmiyorumã diye karşılık veren B. Astley inatÉı bir suskunluğun iÉine<br />
kapandı.<br />
ÜAma, ben biliyorum, ben biliyorum!ã diye haykırdım fena halde áfkelenerek. ÜO da mirası<br />
bekliyor, ÉÇnkÇ Pauline de Éeyiz parası alacak bundan, onu elde eder etmez de hemen Deş<br />
Gricux'nÇn boynuna atılacak. BÇtÇn kadınlar bir árnektir! En gururluları en aşağılık tutsak<br />
haline dánÇşÇrler! Pauline ancak tutkuyla sevebilir, isle hepsi bu! Benim dÇşÇn-<br />
KUMARBAZ<br />
85<br />
cem bu!.. Ona bir bakın hele, ázellikle yalnız başına, dÇşÇnceli oturduğu zaman: Yaşamın ve<br />
tutkunun bÇtÇn iğrenÉliklerine, bÇtÇn zulÇmlerine ánceden hazırlanmış, mahkÖm edilmiş,<br />
adanmışa benzer!.. O... O... Ama, kim Éağırıyor beniã diye haykırdım ansızın. ÜKim<br />
bağırıyor RusÉa "Alexis Ivanovitch!" diye bağırıldığını işittim. Bir kadın sesiydi. Bakın,<br />
dinleyin, dinleyin!ã<br />
O sırada otelimize yaklaşıyorduk. Hemen hemen hiÉ farkında olmadan kahveden ayrılalı bir<br />
hayli zaman olmuştu.<br />
ÜBir kadının bağırdığını işittim ama, kimi Éağırdığını bilmiyorum, RusÉa konuşuyordu. Şimdi<br />
bunun nereden geldiğini anlıyorumã diyen B. Astley elini uzattı. ÜSeslenen bÇtÇn şu uşakların<br />
az ánce taraÉaya taşıdıkları kocaman bir koltukta oturan şu kadındı. Ardından da bavullar<br />
taşıyorlar, demek ki tren az ánce gelmiş.ã<br />
Üİyi ama, neden beni Éağırıyor Yeniden bağırmaya başladı: Bakın,' bize işaret ediyor.ã<br />
ÜGárÇyorumã dedi B. Astley.<br />
ÜAlexis Ivanovitch! Alexis Ivanovitch! Ah, Tanrım, ne sersem şey!ã Tiz bir sesle sáylenen bu<br />
haykırmalar otelin ta-raÉasından bize kadar geliyordu.<br />
Merdivene kadar hemen hemen koşarak gittik. Sahanlığa Éıktım... Şaşkınlıktan kollarım iki<br />
yanıma dÇştÇ, ayaklarım yere mıhlandı.<br />
DOKUZUNCU BàLäM<br />
Geniş merdivenin Çst sahanlığında, koltuğunu taşıdıkları yerde, Éevresinde uşaklar,<br />
hizmetÉiler, otelin sayılamayacak kadar kalabalık, yaltaklanıp duran, dalkavuk uşak takımı,<br />
adam-86<br />
KUMARBAZ<br />
lan ve sayısız bavulu ve sandıklarıyla báylesine gÇrÇltÇlÇ bir biÉimde otele inen bu seÉkin<br />
konuğu bizzat karşılamaya gelen metrdotel... TÇm bunların arasında BäYäKANNE<br />
kurulmuş oturuyordu! Evet ta kendisiydi, korkunÉ, zengin Antonine Vassilievna Tarassevitch,<br />
yetmiş beş yaşında, mal mÇlk sahibi ve Moskova'nın soylu hanımefendisi, baboulinka, bÇtÇn<br />
o telgrafların gidiş gelişlerinin konusu, áldÇ álecek derken, hêlê canlı,'Üsapasağlam,<br />
birdenbire, haber vermeden kalkıp kendisi gelmiş, aramızda ortaya Éıkıvermişti. Beş yıldan<br />
beri hep olduğu gibi, ayaklarını kullanamadığından, koltukla dolaştırılıyordu ama, gene her<br />
zamanki alışkanlığıyla, hêlê diri, Éevik, saldırgan, kendinden memnun, dimdik oturuyor,<br />
yÇksek sesle konuşuyor, buyurgan bir sesle bağırıyor, herkesi haşlıyordu. Kısacası, tıpkı<br />
generalin Éocuklarının áğretmeni olarak yanlarına girdiğimde iki kez kendisini gárme<br />
onuruna eriştiğim zamanki gibiydi. Onun karşısında şaşkınlıktan taş kesilip kalmam pek<br />
doğaldı. Koltukla kendisini Éıkarırlarken o pek keskin gázleriyle yÇz adım áteden beni fark<br />
etmiş, tanımış, her zaman olduğu gibi, kesinlikle aklına Éakılan adım ve soya-dımla<br />
Éağırmıştı.<br />
ÜàldÇ álecek diye bekledikleri, mezarda gármeyi umdukları ve mirasına konmayı<br />
tasarladıkları báyle bir kadın mıydıã diye aklımdan geÉirdim. ÜAman kuzum, o bizim<br />
hepimizi, otelin adamları da dahil, hepimizi gámer! Tanrım, şimdi ábÇrleri ne olacak, şimdi<br />
general ne yapacak Evin altını ÇstÇne getirecektir!ã
ÜEe, azizim, nedir o, gázlerini faltaşı gibi aÉıp da orada neden dikilip duruyorsunã diye bana<br />
haykırmayı sÇrdÇrÇyordu bÇyÇkanne. ÜSelam vermesini, hoş geldiniz demesini bilmiyor<br />
musun, hêa Belki de báyle davranmayacak kadar gururlusun Yoksa beni. tanımadın mı<br />
GárÇyor musun, Po-tapytch,ã dedi beyaz saÉlı, fraklı ve beyaz kravatlı, tepesinin dazlaklığı<br />
pespembe kÇÉÇcÇk bir ihtiyara, yolculukta hep ya-<br />
KUMARBAZ<br />
87<br />
nında bulundurduğu sofracıbaşısına dánerek, ÜgárÇyor musun, bizi tanımıyor! Beni Éoktan<br />
gámmÇşlerdi bile! "àldÇ mÇ, daha álmedi mi" diye telgraf telgraf ÇstÇne gánderiyorlardı.<br />
çÇnkÇ ben her şeyi biliyorum! Bak, gárÇyorsun ya, henÇz damarlarımda kan var!ã<br />
Biraz aklımı başıma toplayınca, neşeli bir sesle:<br />
ÜLÇtfen, Antonine Vassilievna, neden sizin kátÇlÇğÇnÇzÇ isteyeyim benã diye karşılık<br />
verdim. ÜBen... sadece şaşırmıştım... Şaşırmamak elde mi.. O kadar beklenmedik bir anda...ã<br />
ÜBunda seni şaşırtan ne var ki Trene bindim ve yola Éıktım. Trenler pek rahat, hiÉ sarsıntı<br />
filan yapmıyorlar. Gezinmeye mi gitmiştinã<br />
ÜEvet, gazinoda şáyle bir dolaştım.ã<br />
ÜBurası Éok gÇzelã dedi bÇyÇkanne Éevresine bakına-rak. ÜHava sıcak, ağaÉlar da gáz<br />
kamaştırıcı. İşte ben bunu severim! Bizimkiler dairelerinde mi Ya generalã<br />
ÜOh! General dairesinde, •, bu saatte hepsi buradadırlar.ã<br />
ÜYa! Demek burada da saatlerini ayarlıyorlar, pozlar takınıyorlar. Demek herkese árnek<br />
oluyorlar. Rus senyárlerinin bir de arabaları varmış, bana sáylediklerine bakılırsa! Servetlerini<br />
ÉarÉur edip savurduktan sonra, yabancı, Çlkelere sıvıştılar. Prascovia da onlarla birlikte miã<br />
ÜEvet, Pauline Alexandrovna da burada.ã<br />
ÜYa kÇÉÇk Fransız Aman canım, hepsini kendim gárÇrÇm. Alexis Ivanovitch, beni generalin<br />
dairesine gátÇr. Ya sen, burada rahat mısınã<br />
ÜŞáyle báyle, Antonine Vassilievna.ã<br />
ÜPotapytch, sen de şu hantal garsona sáyle de bana birinci katta, rahat, gÇzel bir daire<br />
versinler, eşyalarımı da hemen oraya gátÇrsÇnler. İyi ama, beni taşımak iÉin neden hepsi<br />
birden saldırıyorlar Ne var hu kadar telaş edecek, ku-88<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
89<br />
zum Bu ne dalkavukluk, bu nasıl yaltaklanma! Yanındaki kimã diye sordu bana doğru<br />
dánerek.<br />
ÜB. Astleyã diye yanıtladım.<br />
ÜHangi B. Astleyã<br />
ÜBir yolcu, benim yakın bir dostum; generali de tanıyor.ã<br />
ÜBir İngiliz. İşte onun iÉin ağzını aÉıp tek sázcÇk sáylemeden, 'gázlerini dikmiş bana bakıyor.<br />
Zaten İngilizleri severim. Eh, hadi bakalım, beni yukarı gátÇrÇn, hemen generalin dairesine<br />
gidelim. Nereye yerleştilerã<br />
BÇyÇkanneyi yerden kaldırdılar. Ben áne atılıp otelin merdivenlerini Éıkmaya başlamıştım.<br />
Bizim kafile bÇyÇk heyecan yaratıyordu. Karşılaştığımız herkes durup gázlerini fal-taşı gibi<br />
aÉarak bize bakıyordu. Bizim otelimiz kentin en gÇzel, en pahalı, en soylu oteli olarak kabul<br />
edilir. Merdivende, koridorlarda insan her zaman gÇzel hanımlara, azametli İngilizlere rasttar.<br />
Bunların pek Éoğu hemen aşağı koşup metrdotelden bir şeyler áğrenmeye Éalıştılar, aslında o<br />
da pek etkilenmiş, pek heyecanlanmıştı. Kendisine bÇtÇn soru soranlara elbette ki gelenin<br />
seÉkin bir yabancı olduğunu, bir Rus, bir kontes, soylu bir hanımefendi olduğunu, bir hafta<br />
ànce N. grandÇşesinin kaldığı daireye yerleşeceğini sáylÇyordu. àzellikle de koltuğuna<br />
kurulan bÇyÇkannenin buyurgan ve egemen halleri dikkati Éekiyordu. Birisiyle<br />
karşılaştığımızın her seferinde kılı kırk yaran bakışıyla hemen álÉÇp biÉiyor ve bana herkesle
ilgili yÇksek sesle sorular yáneltiyordu. BÇyÇkannenin Éok sağlam bir bÇnyesi vardı, artık<br />
koltuğundan hiÉ kalkmamasına karşın, Éok uzun boylu olduğu bir bakışta anlaşılıyordu.<br />
HiÉbir zaman koltuğun arkalığına yaslanmadan, direk gibi dimdik dururdu. Kalın ve belirgin<br />
Éizgili, ak saÉlı geniş başını hep dik tutardı. Size azametli, hatta kışkırtıcı bir biÉimde bakardı;<br />
bakışının ve hareketlerinin tamamiyle doğal olduğu gárÇlÇrdÇ. Yetmiş beş yaşına karşın, yÇzÇ<br />
taptazeydi,<br />
hemen hemen bÇtÇn dişleri de sapasağlam yerindeydi. Sırtında siyah ipekliden bir giysi,<br />
başında beyaz başlık vardı.<br />
Benim yanım sıra yukarı Éıkan B. Astley bana:<br />
ÜBeni son derece ilgilendirdi,ã diye mırıldandı.<br />
ÜTelgraflardan haberi varã diye geÉiriyordum aklımdan.<br />
ÜDeş Grieux'yÇ tanıyor ama, Mile Blanche'ı henÇz bilmiyor gibi gárÇnÇyor.ã DÇşÇndÇklerimi<br />
hemen B. Astley'e de bildirdim.<br />
Utanarak itiraf edeyim ki, ilk şaşkınlık durumum geÉtikten sonra, hemen şimdi generale<br />
indireceğimiz darbeden sonsuz bir sevinÉ duydum. Bu bende uyarıcı bir ilaÉ etkisi yapıyordu,<br />
bÇyÇk bir neşeyle ánden yÇrÇyordum.<br />
Bizimkiler ÇÉÇncÇ kata yerleşmişlerdi; haber vermeden, hatta kapıyı bile vurmadan, kapının<br />
iki kanadını da ardına kadar aÉtım, bÇyÇkanne de pek gárkemli bir giriş yaptı. Sanki ázellikle<br />
yapılmış gibi, hepsi generalin Éalışma odasında toplanmışlardı. Saat on .ikiydi ve gárÇnÇşe<br />
gáre, kimi arabayla, kimi atla, birlikte bir gezinti tasarlıyorlardı; konuklar da vardı. General,<br />
Pauline, Éocuklar ve dadılarından başka odada, Deş Grieux, gene binici giysileri iÉinde Mile<br />
Blanche, annesi dul Bn. Cominges, kÇÉÇk prens, daha ánce bir kez gene onların dairesinde<br />
gárdÇğÇm bir Alman bilgini bulunuyordu.<br />
BÇyÇkannenin koltuğunu odanın ortasına doğru, generalin ÇÉ adım, yakınına kadar getirdiler.<br />
Ulu Tanrım, o ifadeyi ámrÇm oldukÉa unutamam! Biz iÉeri girdiğimizde general bir şeyler<br />
anlatıyordu, Deş Grieux eksiklerini tamamlıyordu. Şunu belirtmek gerekir ki, Mile Blanche'la<br />
Deş Gricux zavallı generalin gázÇnÇn ánÇnde, iki ÇÉ gÇnden beri kÇÉÇk prensin Éevresinde<br />
pervane gibi dánÇyorlardı. Báylece topluluk belki yapma ama, neşeli, iÉten ve teklifsiz bir<br />
havayı benimsemişti. BÇyÇkanneyi gárÇnce, general sázcÇğÇnÇ tamam-layamadan, ağzı bir<br />
karış aÉık kalakaldı.. Bakışlarıyla insanı<br />
90<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
91<br />
áldÇren bir masal ejderinin gárÇnÇşÇyle bÇyÇlenmişcesine, gázleri yuvalarından fırlamış, ona<br />
bakıyordu. BÇyÇkanne de hiÉbir şey sáylemeden ona bakıyordu, hiÉ kımıldamıyordu ama,<br />
áyle bir utkulu, meydan okuyucu ve alaycı bakışı vardı ki! Genel sessizlik iÉinde báylece bir<br />
on saniye kadar bakıştılar. Deş Grieux ánce şaşırdı ama, hemen sonra yÇzÇnde sonsuz bir<br />
kaygı belirdi. Mile Blanche kaşlarını kaldırmıştı, ağzı aralık, aptal aptal bÇyÇkanneye<br />
bakıyordu. Prensle bilgin, bu tabloyu bÇyÇk bir ilgiyle seyrediyorlardı. Pauline'in bakışlarında<br />
sonsuz bir şaşkınlıkla ne yapacağını bilmezlik okunuyordu, sonra ansızın kêğıt gibi bembeyaz<br />
oldu; kısa bir sÇre sonra da yÇzÇne kan hÇcum etti, yanakları kıpkırmızı oldu. Evet, bu herkes<br />
iÉin bÇyÇk bir felaketti! Ben sadece gázlerimi bÇyÇkanneden orada bulunanlara ve onlardan<br />
bÇyÇkanneye gátÇrÇp getiriyordum. B. Astley, her zamanki gibi, vakur ve sakin, geride<br />
duruyordu.<br />
ÜEh, işte báyle, geliverdim! Telgramın yerini ben aldım!ã diye en sonunda patlayıveren<br />
bÇyÇkanne, sessizliği bozdu. ÜBeni beklemiyordunuz, değil miã<br />
ÜAntonine Vassilievna... Benim iyi teyzeciğim... hangi rÇzgêr sizi...ã diye bir şeyler kekeledi,<br />
zavallı general. Eğer bÇyÇkanne birkaÉ saniye daha konuşmasaydı, belki de bir yerine inme<br />
inecekti.
ÜNe demek, hangi rÇzgêr Trene bindiğim gibi yola Éıktım! Demiryolları ne işe yarıyor,<br />
kuzum Siz hepiniz ayaklarım ánde, dárt kolluyla Éıkıp, mirasımı size bırakacağımı<br />
dÇşÇnÇyordunuz, değil mi çÇnkÇ, telgraf ÇstÇne telgraf gánderdiğinizi Éok iyi biliyorum. Bu<br />
sana pek pahalıya patlamıştır. Buradan oraya, ucuz olmamalı. Ama, bÇtÇn cesaretimi topladım<br />
ve işte karşınızdayım. Bu, Fransız değil mi B. Deş Grieux'ydu galibaã<br />
Ü.Evet, Hanımefendiã diye yanıtladı Deş Grieux, Üinanın<br />
ı kadar sevindim ki... Sağlığınız— Bu bir mucize... Sizi burada gármek... Pek sevimli bir<br />
sÇrpriz...ã<br />
ÜSevimli olmasına, sevimli de; seni iyi tanıyorum, zirzop soytarı ve sana şu kadar bile (ve ona<br />
kÇÉÇk parmağının ucunu gásterdi) inanmıyorum.ã Sonra da Mile Blanche'ı gástererek: ÜBu<br />
kim, buã diye sázlerini sÇrdÇrdÇ. Binici giysili, elinde kamÉı, gásterişli haliyle, cafcaflı<br />
Fransız onun iikkatini Éekmişti besbelli. ÜBu hanım buralardan mıã<br />
ÜMile de Cominges, bu da annesi Bn. de Cominges; bu otele indilerã diye aÉıkladım.<br />
ÜEvli mi buã diye sordu yaşlı hanını patavatsızca.<br />
ÜHayır, evli değilã diye karşılık verdim elimden geldiğince saygılı davranmaya Éalışarak ve<br />
bilerek sesimi alÉaltarak.<br />
ÜNeşeli mi bariã<br />
Soruyu kavrayamadım.<br />
Üİnsanın onunla canı sıkılır mı sıkılmaz mı RusÉa biliyor mu Moskova'da Deş Grieux<br />
birkaÉ sázcÇk geveliyordu.ã<br />
Ona, Mile de Cominges'in Rusya'ya hiÉ gitmediğini anlattım.<br />
BÇyÇkanne bir giriş yapmadan sertÉe Mile Blanche'a pat diye:<br />
ÜGÇnaydın!ã dedi.<br />
ÜGÇnaydın, efendimã diyen Mile Blanche da tumturaklı ve ázentili, hesaplı bir reveransla<br />
yerlere kadar eğildi, derin bir nezaket perdesi altından yÇzÇnÇn bÇtÇn ifadesiyle, báyle bir<br />
sorudan ve bu biÉim davranıştan duyduğu şaşkınlığı belli etti.<br />
ÜAh! Gázlerini indiriyor, cilveler yapıyor: İnsanın ne gibi bir kuşla karşı karşıya bulunduğu<br />
hemen belli oluyor: Sapma kadar oyuncu, ya da ona benzer bir şey bu. Bu otele<br />
92<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
93<br />
indim, aşağı katta kalıyorumã dedi ansızın generale doğru dánerek; Ükomşu olacağız. Buna<br />
sevindin mi, sevinmedin miã<br />
ÜAh! Teyzeciğim, iÉten... memnunluk duygulanma inanın,ã diye yanıt verdi general. Kendini<br />
biraz toparlamıştı bile. Ve fırsat dÇştÇğÇnde, duruma uygun dÇşen ciddi deyimleri bulmasını<br />
Éok iyi bildiğinden, hemen parlak sázlere başladı: ÜRahatsızlığınızı haber alınca o kadar<br />
telaşlandık, o kadar merak ettik ki... àyle umutsuz telgraflar alıyorduk ki, bir de ansızın...ã<br />
ÜYalan sáylÇyorsun, yalan sáylÇyorsunã diye hemen onun sázÇnÇ kesti bÇyÇkanne.<br />
General de sesini yÇkseltip işitmemezlikten gelerek onun sázÇnÇ kesti: ÜAma, nasıl oldu da<br />
báyle bir yolculuğa karar verebilirsiniz Siz de kabul edersiniz ki, sizin yaşınızda ve sizin<br />
sağlık durumunuzda... hiÉ değilse, bÇtÇn bunlar o kadar beklenmedik şeyler ki, ne<br />
diyeceğimizi bilemiyoruz, şaşkınlığımız pek akla yakın. Ama, bilseniz ne kadar memnunum...<br />
Hepimiz (burada, duygulu bir sevinÉ ifadesiyle gÇlÇmsemeye başladı) burada kaldığınız<br />
sÇrece size en gÇzel. gÇnleri geÉirtmek iÉin elimizden gelen Éabayı gástereceğiz...ã<br />
ÜHadi, hadi,'bu kadarı yeter, yararsız gevezelikler bÇtÇn bunlar. Sen her zamanki gibi saÉma<br />
sapan şeyler sáylÇyorsun. Zamanı nasıl geÉireceğimi ben kendim pekêlê bilirim. Zaten size<br />
kızgın değilim, kinci değilim ben. Bu yolculuğa girişmeye nasıl karar verdiğimi soruyorsun<br />
bana En yalın biÉimde. Ne oluyor da herkes şaşıyor buna GÇnaydın, Pras-covia (1), ne<br />
yapıyorsun buradaã
(1) çoğu zaman Fransız ya da İngiliz eğitimi gáren Éocuklara kendi adlarına yaklaşan,<br />
Fransız, ya da ingiliz adları takarlar. Burada Prascovia da Pauline'e dánÇşÇyor.<br />
ÜGÇnaydın, BÇyÇkanne,ã dedi Pauline yaklaşarak. ÜSiz yola Éıkalı Éok oldu muã<br />
Üİşte, bÇtÇn o ahlar, oh!har yerine hiÉ değilse, akıllıca bir soru. Pekêlê, işte báyle, pek uzun<br />
zamandan beri yataktaydım, tedavi gárÇyordum. Bunun Çzerine, bÇtÇn hekimleri kovdum,<br />
Saint-Nicolas'nın papazını getirttim. Daha ánce de saman tozuyla bir kadıncağızı aynı<br />
hastalıktan iyileştirmişti. Beni de rahatlattı. İki gÇn sonra, her yanımdan dereler gibi ter<br />
dáktÇm ve ayağa kalktım. Bunun Çzerine, benim Almanlar yeniden gene kafa kafaya<br />
tartıştılar, gázlÇklerini taktılar ve şu kararı bildirdiler: "Şimdi gidip yabancı Çlkelerdeki bir<br />
kaplıcada kÇr yaparsanız, tıkanma tamamiyle geÉer" dediler. "Neden olmasın" diye<br />
dÇşÇndÇm. Dour-Za-jiguine'ler avaz avaz kıyameti kopardılar: "Oraya kadar gitmek<br />
deliliktir!" dediler. Hadi canım! Yirmi dárt saat iÉinde Éıkınlarımı hazırlattım, geÉen hafta da<br />
yanıma bir oda hiz-metÉisiyle. Potapytch'i, bir de Berlin'e geri gánderdiğim (ÉÇnkÇ ona<br />
ihtiyacım olmadığını, yalnız başıma da pekêlê yolculuk edebileceğimi gárdÇm) Fedor'u<br />
aldım... àzel bir kompartıman kiraladım. Her istasyonda, yirmi kápek karşılığında sizi<br />
istediğiniz yere gátÇren hamallar var. GÇzel bir daireniz varã diye sázlerini tamamladı<br />
Éevresine bakarak. ÜParayı nereden buluyorsun, azizim Yanılmıyorsam, her şeyi ipotek ettin.<br />
Sadece şu kÇÉÇk Fransıza bir yığın borcun var! Darılma ama, her şeyi biliyorum, her şeyi!ã<br />
Şaşkınlığın, mahcubiyetin doruğuna ulaşan general:<br />
ÜTeyzeciğimã diye başladı, Üşaşırdım doğrusu... àyle sanıyorum ki, hiÉ kimsenin kontrolÇ<br />
olmaksızın... Zaten harcamalarım gelirimi aşmıyor ve biz burada...ã<br />
ÜGelirini geÉmiyormuş, doğrusu pek de yÇzsÇzsÇn ya! àyleyse, Éocuklarının son meteliğine<br />
kadar hepsini ellerinden aldın, sen, onların vasisi olan sen!ã94<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
95<br />
ÜBundan sonra, báyle sázlerden sonra...ã diye sÇrdÇrdÇ general áfkeyle. ÜBilmem...ã<br />
ÜNeyi bilmiyorsun àyle sanıyorum ki rulet masasından kalkmıyorsun! İyice batağa<br />
saplandın!ã<br />
General utancından yerin dibine áylesine geÉti ki, heyecandan az kalsın boğulacaktı.<br />
ÜRulet masasından mı Benim gibi ánemli bir kimse!.. Kendinize gelin, teyzeciğim, henÇz<br />
iyileşmemişsiniz...ã<br />
ÜBÇtÇn bunların hepsi yalan! Bahse girerim ki seni oradan Éekip alamıyorlardır! Sayıklayıp<br />
duruyorsun sen.! BugÇnden tezi yok, gidip şu rulet denen şeyin ne mene bir şey olduğunu<br />
gáreceğim. Prascovia, anlat bana bakayım, burada gárÇlecek neler var Aleixis Ivanovitch<br />
beni oraya gátÇrÇr. Sen de Potapytch, gárÇp gezilecek yerlerin listesini Éıkar.ã Pauline'e<br />
dánerek: ÜBurada gárÇlecek neler varã diye yineledi.<br />
Üçevrede, bir şatonun yıkıntıları var, bir de Schlangen-berg var.ã<br />
ÜNedir bu Schlangenberg Orman mıã<br />
ÜHayır, bir dağ; orada bir de zirve var...ã<br />
ÜHangi zirve..ã<br />
ÜDağın en yÇksek yeri. Orasını bir Éitle Éevirdiler. Eşsiz bir manzarası var.ã<br />
ÜKoltuğumu oraya Éıkarmak mı gerekecek Yapılabilir mi buã<br />
ÜOo! Merak etmeyin, efendim, hamal bulunabilirã diye yanıt verdim.<br />
Bir aralık dadı Fedossia gelip bÇyÇkanneyi selamladı. Ona generalin Éocuklarını getirmişti.<br />
ÜYoo! Kucaklaşıp ápÇşmek yok. çocukları ápmesini hiÉ sevmem. Hepsi de sÇmÇklÇdÇr.<br />
Burada rahat mısın, Fedossiaã<br />
ÜBurada Éok iyiyiz, iyi yÇrekli Antonine Vassilievnaã<br />
karşılığını verdi Fedossia. ÜYa siz, benim sevgili Hanımcığım, siz nasılsınız Sizi o kadar Éok<br />
merak ettik ki!ã
ÜBiliyorum; sen hiÉ değilse, saf bir cansın. BÇtÇn bu insanlar sizin konuklarınız mıã diye<br />
sordu yeniden Pauline'e dánerek. ÜŞu gázlÇklÇ sıska kimã<br />
Pauline alÉak sesle:<br />
ÜO prens Nilski, bÇyÇkanneã dedi.<br />
ÜYa, Rus demek ki Ben de onun konuştuklarımızı anlamadığını sanıyordum! Belki de<br />
işitmemiştir! B. Astley'i daha ánce gárdÇm. İşte gene buradaã dedi bÇyÇkanne -, onu gárÇr<br />
gármez. ÜGÇnaydın!ã diye sesleniverdi B. Astley'e ansızın.<br />
B. Astley tek sáz sáylemeden eğildi.<br />
ÜHadi bakalım, bana ne gibi gÇzel şeyler sáyleyeceksiniz Bir şeyler sáyleyin. Pauline bunu<br />
ona Éeviriyor.ã<br />
Pauline konuşmayı Éevirdi.<br />
Astley de ciddi bir sesle ama,' son derece iÉtenlikle:<br />
ÜSizi bÇyÇk bir zevkle seyrettiğimi, sağlığınızın yerinde olmasına pek sevindiğimi<br />
sáyleyeyimã diye karşılık verdi.<br />
Bu sázleri bÇyÇkanneye Éevirdiler, pek hoşuna gittiği aÉıkÉa belliydi.<br />
ÜŞu İngilizler nasıl da her şeye bir yanıt bulurlar!ã dedi. ÜNeden bilmem, İngilizleri hep<br />
sevmişimdir; Fransızlarla aralarında dağlar kadar fark vardır!ã Gene B. Astley'e: ÜBeni<br />
gármeye gelin, emiã dedi. ÜSizi fazla sıkmamaya gayret ederim. Bunu ona Éeviriver ve<br />
birinci katta kaldığımı sáyle. Birinci katta, anlıyor musunuz Aşağıda,ã diye yineledi B.<br />
Astley'e parmağıyla dáşemeyi gástererek.<br />
B. Astley bu Éağrıdan pek memnun oldu.<br />
Yaşlı kadın, Pauline'i tepeden tırnağa dikkatli ve hoşnut bir bakışla sardı.<br />
ÜSeni Éok sevebilirim, Prascoviaã dedi birdenbire. ÜSen<br />
96<br />
KUMARBAZ<br />
iyi bir kızsın, hepsinin en iyisisin ama, áyle bir huyun var ki!.. Hoş, ben de áyleyimdir ya...<br />
Dán bakayım biraz; başındakiler takma saÉ değil yaã<br />
ÜHayır, bÇyÇkanne, kendi saÉlarım.ã<br />
ÜAllahtan, yoksa bu aptalca modadan nefret ediyorum. çok gÇzel bir kızsın. Eğer genÉ bir<br />
erkek olsam, sana êşık olurdum. Neden evlenmiyorsun Aman, artık gitmeliyim. Trende<br />
geÉen o uzun gÇnlerden sonra gezinmek istiyorum... Ee, ne haber, hêlê kızgın mısınã dedi<br />
generale.<br />
Üçok rica ederim, teyzeciğim, bırakın bunları!ã dedi general de gánlÇ rahatlayarak. ÜTabii<br />
anlıyorum, sizin yaşınızda...ã<br />
ÜBu kocakarı bunamışã diye fısıldadı Deş Grieux.<br />
ÜBurada her şeyi gármek istiyorum. Alcxis Ivanovitch'i bana bırakırsın, değil miã diye<br />
generale sordu bÇyÇkanne.<br />
ÜOo! Lafı mı olur, istediğiniz kadar ama, ben de... Paulinc de, hatta Bay Deş Grieux de... size<br />
eşlik etmekten bÇyÇk bir zevk duyarız.ã<br />
ÜAman, Hanımefendi, bu bÇyÇk bir zevktir...ã diye atıldı Deş Grieux gáz boyayıcı bir<br />
gÇlÇmsemeyle.<br />
ÜHımmm, bir zevkmiş! Beni gÇldÇrÇyorsun, azizim.ã Sonra da generale dánerek-ansızın:<br />
ÜZaten sana para filan vermeyeceğimã diye ekledi. ÜBeni daireme gátÇrsÇnler, ánce oraya bir<br />
gáz atayım, sonra her yere gideriz. GátÇrÇn beni.ã<br />
BÇyÇkanneyi yeniden kaldırdılar, hepimiz kafile halinde, koltuğunun ardında, merdivenden<br />
aşağı indik. General başına inen bir balyozla sersemlemiş gibi yÇrÇyordu. Deş Grieux<br />
dÇşÇnÇyordu. Mile Blanche ánce kalmak istedi, sonra da bizi izlemeyi yeğledi. Onun hemen<br />
ardından prens geliyordu; generalin dairesinde sadece Almanla dul Bayan Cominges kaldı.<br />
KUMARBAZ ONUNCU BàLäM<br />
97
Kaplıcalarda, bÇyÇk bir olasılıkla • da bÇtÇn Avrupa'da, yáneticilerle metrdoteller bir<br />
mÇşteriye bir daire verirken, onun zevk ve isteklerinden Éok, kendilerinin onun hakkında<br />
edindikleri kanıya gáre davranırlar. Ve kabul etmek gerekir ki, bu konuda pek seyrek olarak<br />
yanılırlar. Ama, bÇyÇkanneye, Tanrı bilir neden, áyle debdebeli, şatafatlı bir daire verirler ki<br />
bu kez sının iyice aşarlar: Gárkemli eşyalarla dáşenmiş banyolu dárt oda, uşaklar iÉin<br />
mÇştemilêt, oda hizmetÉisi iÉin ayrı oda, vb., vb... GerÉekten de bu odalarda bir hafta ánce bir<br />
grandÇşes kalmıştı ve telaşla bunu, oraların değerini daha da artırmak amacıyla hemen yeni<br />
gelenlere bildirmekten geri kalmadılar. BÇyÇkanneyi bÇtÇn odalara taşıdılar, daha doğrusu<br />
gátÇrdÇler, o da her yeri dikkatli ve sert bir gázle inceledi. Orta yaşlı, dazlak kafalı bir adam<br />
olan metrdotel daire gezilirken hep kibarca ona eşlik etti.<br />
Bunların hepsi bÇyÇkanneyi kim sanıyorlardı bilmem; besbelli Éok soylu ve kibar, ázellikle de<br />
pek zengin birisi sanıyorlardı. Otel defterine hemen: Bayan General, Tarassevitcheva prensesi<br />
yazdılar, oysa bÇyÇkanne ámrÇnde prenses olmamıştı. Uşaklar, ázel vagon, yararsız bir yığın<br />
paket, bavullar, hatta sandıklar yaşlı hanımla birlikte gelmişti, kuşkusuz bunlar onun<br />
saygınlığına basamak oluşturmuştu. BÇyÇkannenin koltuğu, kestirip atan tonu, sesi,<br />
tamamiyle patavatsız bir halle sorulan ve en kÇÉÇk bir karşılığa katlanamayan garip soruları,<br />
kısacası, bÇyÇkannenin dimdik, sert, buyurgan kişiliği ona genel sevgi ve saygıyı sağlamayı<br />
tamamladı. Dairesini denetimden geÉirirken, yaşlı hanım ansızın koltuğunu durdurtuyor.<br />
herhangi bir eşyayı gásteriyor ve metrdotele beklenmedik so- ' rulan yáneltiyordu, o da saygılı<br />
saygılı gÇlÇmsÇyordu ama, titremeye başlıyordu bile. Adama soruları Fransızca soruyordu<br />
F. 7<br />
98<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
99<br />
ki bu dili iyi konuşamadığından Éoğu zaman sáylediklerini Éevirmek zorunda kalıyordum.<br />
Metrdotelin yanıtlan Éoğunlukla hoşuna gitmiyor ve ona yetersiz gárÇnÇyordu. Zaten her tÇrlÇ<br />
anlamdan yoksun, áyle rasgele aklına esen sorular yáneltiyordu. Sázgelimi, ansızın bir<br />
tablonun karşısında duruyordu: Mitolojik konulu, ÇnlÇ aslının oldukÉa zayıf bir kopyası.<br />
ÜBu resim kiminã<br />
Metrdotel, bunun muhtemelen bir kontesin resmi olduğunu sáylÇyordu.<br />
ÜNasıl, bilmiyor musun Burada yaşıyorsun da bilmiyorsun! Neden bu tablo burada Neden<br />
kontesin gázleri şaşıã<br />
BÇtÇn bu sorulara metrdotel tatmin edici karşılıklar veremeyince bir hayli utandı.<br />
ÜNe sersem' şey bu!ã dedi bÇyÇkanne RusÉa.<br />
Kendisini daha uzağa gátÇrdÇler. Aynı şey kÇÉÇk bir Saksonya heykelcikle yeniden meydana<br />
geldi: Yaşlı hanım bunu uzun uzun seyrettikten sonra, neden bilinmez, alıp gátÇrmelerini<br />
buyurdu. En sonunda, metrdoteli soru yağmuruna tuttu: Yatak odasındaki halı kaÉ paraya mal<br />
olmuştu, bunları nerede dokuyorlardı Metrdotel hepsini sorup áğreneceğine sáz verdi.<br />
BÇyÇkanne: ÜNe eşek şeyler!ã diye homurdandı ve bÇtÇn dikkatini karyolanın Çzerine<br />
yoğunlaştırdı.<br />
Üİşte şahane bir cibinlik tavanlığı! AÉın şunu.ã<br />
Yatağı aÉtılar.<br />
ÜDaha, daha, hepsini aÉın. Yastıkları kaldırın, kılıfları, kuştÇyÇ yatak ártÇsÇnÇ kaldırın.ã<br />
Hepsinin altını ÇstÇne getirdiler. BÇyÇkanne dikkatle inceledi.<br />
ÜBereket versin ki tahtakurusu yok. BÇtÇn Éarşaflan, Éamaşırları gátÇrÇn. Kendi Éarşaflarımı,<br />
yastıklarımı koyarlar. Zaten bÇtÇn bunlar aşırı derece lÇks; benim yaşamda, báyle bir<br />
daireye ne gerek var. İnsan yalnız başına sıkılır. Alexis Iva-novitch, sık sık beni gármeye gel<br />
emi, Éocukların dersini bitirir bitirmez gelirsin.ã
ÜDÇnden beri generalin hizmetinde değilim artıkã diye yanıt verdim. ÜOtelde kendi hesabıma<br />
kalıyorum.ã<br />
ÜO da neden áyleã<br />
Üànceki gÇn Berlin'den seÉkin bir Alman, bir baron geldi eşiyle. DÇn, gezintide ona, Berlin<br />
şivesini gázetmeden Almanca bir sáz sáyledim.ã<br />
ÜEe, ne varmış bundaã<br />
ÜO, bunu bir terbiyesizlik, saygısızlık olarak kabul etmiş ve gidip generale yakınmış. O da<br />
hemen beni kovdu.ã<br />
ÜNe yani, şu barona hakaret mi ettin àyle bir şey yapsan bile, bunda bir kátÇlÇk yok ki,<br />
dÇnya yıkılmaz ya!ã<br />
ÜYoo, hayır! Tersine, asıl o bana bastonunu kaldırdı.ã<br />
ÜSen de, sÇmÇklÇ, Éocuklarının áğretmenine bu şekilde davranılmasma izin verdinã dedi<br />
ansızın generale dánerek sert bir sesle, ÜÇstelik de onu kovdun! GárdÇğÇm kadarıyla,<br />
hiÉbiriniz bir işe yaramazsınız.ã<br />
ÜHiÉ merak etmeyin, teyzeciğim,ã diye karşılık verdi general kendini beğenmiş bir teklifsizlik<br />
tonuyla, Ükendi işlerimi kendim yÇrÇtmesini bilirim. ästelik de, Alexis Ivanovitch olayı size<br />
tam olarak anlatmadı.ã<br />
ÜSen buna nasıl katlanabildinã diye bana sordu.<br />
Ben de dÇnyanın en alÉakgánÇllÇ ve en sakin haliyle:<br />
ÜBaronu dÇelloya davet etmek istiyordumã diye karşılık verdim, Üama, general buna engel<br />
oldu.ã<br />
ÜNedenã diye sÇrdÇrdÇ bÇyÇkanne. Sonra da metrdotele: ÜSen, azizim, hadi git, seni<br />
Éağırdıkları zaman gelirsin"ã dedi. ÜBu Nuremberg'li patates surata dayanamıyorum!ã<br />
Beriki, elbette ki bÇyÇkannenin iltifatım anlamadan, selam verip Éıktı.<br />
General kÇÉÇk bir gÇlÇşle:<br />
100<br />
KUMARBAZ<br />
Üİzin verirseniz, teyzeciğim,ã dedi, ÜdÇellolar yapılabilir miã<br />
ÜNeden yapılmasın Erkekler hep horozlar gibidir; dávÇşÇrlerdi, hepsi bu. Hepiniz<br />
korkaksınız, aÉıkÉa gárÇlÇyor, mal meydanda, Çlkenizin onurunu korumaktan acizsiniz. Hadi<br />
bakalım, gátÇrÇn beni! Potapytch, sáyle de her zaman emrimde iki hamal bulundursunlar.<br />
Adamları tut, koşulları sapta. İki tane yeter. Beni sadece merdivenlerden indirip Éıkarmaları<br />
gerekecek; dÇz yolda, sokakta, beni iterler, bunu onlara anlat. Adamlara bir de avans ver, daha<br />
terbiyeli davra-nırlar. Sen hep benim yanımda kalacaksın, sen de Alexis Iva-novitch,<br />
gezintide bana şu baronu gáster: Şu "von Baron" ne menem şeymiş hele bir gáreyim. Hadi<br />
bakalım, nerede kuzum şu ruletã<br />
Ruletlerin gazino salonlarında bulunduğunu anlattım. Ardından da sorular yağmaya başladı:<br />
Üçok rulet var mı Kumar oynayan Éok kimse var mı BÇtÇn gÇn kumar oynanıyor mu Nasıl<br />
şey buã Ben de en iyisinin gidip hepsini kendi gázleriyle gármesi olacağını, onları<br />
anlatmanın Éok zor olduğunu sáyledim.<br />
ÜPekêlê, áyleyse beni hemen oraya gátÇrsÇnler! Alexis Ivanovitch, sen áne geÉip yol gáster!ã<br />
General bÇyÇk bir ilgiyle Çzerine titreyerek:<br />
ÜAman teyzeciğim, nasıl olur, biraz dinlenmeden miã diye sordu.<br />
Biraz heyecanlıya benziyordu; zaten, hepsi sıkıntılı gárÇnÇyordu, sÇrekli birbirlerine<br />
bakıyorlardı. Besbelli bÇyÇkanneyle birlikte gazinoya gitmekten Éekiniyorlar ve belki de<br />
utanıyorlardı: HiÉ kuşkusuz yaşlı hanım, hem de bu kez herkesin iÉinde gene acayiplikler<br />
yapmaya kalkışacaktı. Bununla birlikte, ona eşlik etmek amacıyla atıldılar.<br />
ÜNeden dinlenecekmişim, kuzum HiÉ yorgun değilim ki; tam beş gÇndÇr kımıldamadan<br />
durdum. Sonra da gidip kay-<br />
KUMARBAZ
101<br />
nakları, kaplıcaları gãreceğiz. Daha sonra da... şu... adı ne demiştin sen Pascovia Şu<br />
zirve'yı, hah, tamam değil miç<br />
åEvet, bâyâkanne.ç<br />
åHadi zirve olsun. Burada daha başka ne varç<br />
åPek äok şey var, bâyâkanne,ç dedi Paulinc sıkıntıyla.<br />
åİyi, iyi, senin pek bir şey bildiğin yok! Marthe, sen de benimle gel,ç dedi oda hizmetäisine.<br />
General ansızın kaygılanarak:<br />
åOnu neden gãtârmek istiyorsunuz, teyzeciğimç dedi. åOlanaksız bir şey bu; hatta<br />
Polapytch'in bile gazinonun iäine girmesine izin vereceklerini sanmıyorum.ç<br />
åSaäma! Yani bu bir hizmetäi olduğu iäin dışarda mı bırakacaklar! Oysa o da canlı bir<br />
yaratık; tam bir haftadır yollarda sârtâyoruz, onun da canı elbette bir şeyler gãrmek isler.<br />
Benimle olmazsa, kiminle gidebilir ki Yalnız başına sokakta bir adım atmaya bile cesaret<br />
edemez o.ç<br />
åAma, bâyâkanne..ç<br />
åBelki de benimle gelmekten utanıyorsundur Üyleyse kal burada, senden bir şey isteyen yok<br />
ki. Bir general, aman sevsinler! Ben de general karışıyım. Hem zaten bâtân bu kafileyi<br />
peşimde taşımaya hiä de gerek yok! Her şeyi Alexis Iva-novitch'le gãrârâm...ç<br />
Ama, Deş Grieux herkesin sefere katılmasında ayak di-• i'edi, onunla birlikte gitmenin<br />
zevkini ãyle bir ballandıra ballandıra ãvdâ ki, herkes yârâyâşe geäti. Deş Grieux, generale:<br />
åBunamıs zavallıç diye yineledi. åYalnız gitse, kimbilir ne saämalıklar yapar...ç Ben daha<br />
fazlasını işitemedim ama, hiä kuşkusuz kafasında bir dâşânce vardı, hatta belki de yeniden<br />
umuda bile kapılmıştır.<br />
Gazinoya kadar yaklaşık beş yâz metre vardı. Kestane ağaälı yoldan äevresinde bir tur<br />
attığımız alana kadar gitlik, doğruca gazinoya girdik. Generalin gãnlâ biraz rahatlamıştı,102<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
103<br />
äânkâ bizim kafile, oldukäa acayip olmakla, hiä de saygınlıktan yoksun değildi. Hasta, zayıf,<br />
bacaklarını kullanamayan bir kimsenin kaplıcalara gelmesinde şaşılacak hiäbir şey yoktu.<br />
Ama, aäıkäa gãrâlâyordu ki, general gazinodan korkuyordu; sakat, âstelik de yaşlı bir kadın<br />
neden rulete gidiyordu Pauline'le Mile Blanche tekerlekli koltuğun iki yanında yârâyorlardı.<br />
Mile Blanche gâlâyor, äekingen bir neşe gãsteriyor, hatta arada sırada, bâyâkanneyle şakacı<br />
bir iki sãzcâk konuşuyordu, o kadar ki, yaşlı kadın sonunda ona ãvâcâ sãzler sãyledi. Übâr<br />
yandaki Pauline, yaşlı kadının bitip tâkenmek bilmeyen sayısız sorularına yanıt vermek<br />
zorundaydı. Sãzgelimi: åDemin yanımızdan geäen kimdi Arabadaki şu kadın kim Kent<br />
bâyâk mâ Bahäe geniş mi Bunlar ne ağaälan Şu dağların adı ne Buralarda kartal var mı<br />
Ne garip äatı bu bãyle!ç Yanımda yârâyen B. Astley bugânden äok şey umduğunu fısıldadı<br />
bana.<br />
Potapytch'le Marthc arkada, hemen koltuktan sonra yârâyorlardı. Potapytch fraklı ve beyaz<br />
kravatlıydı ama, başında kasket vardı, kırk yaşlarında al yanaklı, kır saälı bir kız olan<br />
Marthe'ın da başında başlık, sırtında alacalı basmadan entari, ayaklarında gıcırdayan oğlak<br />
derisi pabuälar vardı. Bâyâkanne onlara bir şeyler sãylemek iäin sık sık arkasına dãnâyordu.<br />
Deş Grieux ile general biraz geride kalmışlar, hararetli hararetli konuşuyorlardı. General<br />
bitkindi; Deş Grieux kararlı bir halle konuşuyordu. Belki de arkadaşını cesaretlendirmeye<br />
äalışıyordu; ona ãğâtler verdiği aäıkäa belli oluyordu. Ama', bâyâkanne o uğursuz tâmceyi<br />
sãylemişti bir kere: åSana para vermeyeceğim.ç Bu haber belki de Deş Grieux'ye inanılmaz<br />
gibi gãrânâyordu ama, general, teyzesini iyi tanırdı. Bu • arada Deş Grieux ile Mile
Blanche'ın birbirlerine gáz kırpıp durduklarını fark ettim. Yolun ta ucunda prensle Alman<br />
gázÇme ilişti: Bizi áne geÉirmişlerdi, kendileri başka bir yáne gittiler.<br />
Gazinoya gárkemli bir giriş yaptık. İsviÉreli kapıcıyla uşaklar da oteldeki uşak takımıyla aynı<br />
candan yakınlığı gásterdiler. Bununla birlikte bize merakla bakıyorlardı. BÇyÇkanne ánce<br />
kendisine salonları gezdirmelerini buyurdu. Kimi zaman iltifat ediyordu, kimi zaman ilgisiz<br />
kalıyordu ama, her şeyi sorup áğreniyordu. En sonunda, kumar salonuna ulaştık. Kapalı<br />
kapının ánÇnde nábet tutan uşak, sanki şaşırıp kalmış gibi, hemen iki kanadı birden ardına<br />
kadar aÉtı.<br />
BÇyÇkannenin rulet salonunda belirişi kalabalığın Çzerinde derin bir etki yarattı. Rulet<br />
masalarında ve otuz ve kırk masasının bulunduğu salonun ábÇr ucunda, birÉok sıra halinde,<br />
yÇz elli, iki yÇz kadar kumarbaz yığılıydı. Masaya kadar sokulmayı başaranlar, her zaman<br />
olduğu gibi, durumlarını zerre kadar bozmuyorlardı ve ancak bÇtÇn paralarını yitirdikten<br />
sonra yerlerinden kımıldayıp ayrılıyorlardı. çÇnkÇ orada sadece seyirci olarak kalmaya ve bir<br />
oyuncunun yerini bedavadan işgal etmeye izin verilmiyordu. Masanın Éevresinde sandalyeler<br />
bulunmasına karşın, oturan pek azdı, ázellikle de kalabalık yoğunlaştığı zaman, ÉÇnkÇ ayakta<br />
durunca insan daha az yer kaplar, sonra da para sÇrmek iÉin báylesi daha rahattır. İkinci,<br />
ÇÉÇncÇ sıralarda bulunanlar sıralarını bekleyerek, ilk sıradakilerin arkasına yığılırlar. Ama,<br />
kimi zaman kumarbazların arasından ellerini kaydırıp paralarını ortaya sÇrerler. äÉÇncÇ<br />
sırada mizaları yeşil Éuhaya ulaştırmak iÉin de aynı biÉimde paralanırlar. Bu yÇzden her on,<br />
ya da hatta beş dakikada bir masanın bir ucundan bir itiraz yÇkselirdi. Gazinonun gÇvenliği<br />
zaten oldukÉa iyi dÇzenlenmişti. Elbette ki itişip kakışmayı, hay huyu ánleyemezler ama,<br />
kalabalık ǺǺtÇğÇ zaman memnun olurlar, ÉÇnkÇ bundan onlar kazanÉlı Éıkar; ama, masanın<br />
Éevresinde oturan sekiz kru-piye, mizaları bÇyÇk bir dikkatle gázlerler; ádeyen onlardır ve bir<br />
anlaşmazlık Éıktığı zaman bunu ÉázÇmleyen de onlardır. Aşırı durumlarda, polis Éağırılır,<br />
olay da o anda ka-104<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
105<br />
panır. GÇvenlik gárevlileri sivil olarak salonda, halk arasındadır, áyle ki onları hiÉ kimse<br />
tanıyamaz. Bunlar ázellikle kÇÉÇk hırsızlarla, hÇnerlerinin uygulanması ázellikle pek kolay<br />
olan rulette Éok rastlanan profesyonel hırsızları gázetlerler. GerÉekten de, her yerde, cepleri<br />
karıştırmak, ya da kilitleri kırmak gerekir, başarı sağlanamadığı zaman da, bu insanın başına<br />
dert aÉar. Oysa burada sadece rulete yaklaşmak, kumara başlamak yeterlidir. Sonra da ansızın,<br />
saklanıp gizlenmeden, herkesin gázleri ánÇnde bir başkasının kazancına el koyup bunu cebe<br />
indirmek işten bile değildir; bir tartışma Éıktığı zaman hırsız yÇksek ve anlaşılır bir sesle bu<br />
paranın kendine ait olduğunu haykırır. Eğer darbe ustaca indirildiy-se, tanıklar da kararsızlıkla<br />
duraksıyorsa, hırsız, Éoğu zaman parayı alıkoymayı başarır. BÇtÇn bunlar elbette ki para pek<br />
ánemli miktarda değilse yÇrÇr, yoksa bÇyÇk bir parayı krupiyeler, ya da bir başka kumarbaz<br />
fark etmiş olabilir. Eğer .miktar pek yÇksek değilse, paranın gerÉek sahibi kimi zaman<br />
kavgayı sÇrdÇrmekten kendiliğinden vazgeÉer ve bir rezalet korkusuyla Éekilir. Ama, eğer<br />
hırsızın kimliği ortaya Éıkarılırsa, hiÉ gázÇnÇn yaşına bakmadan hemen kovarlar.<br />
BÇyÇkanne bÇtÇn bunları uzaktan, doymak bilmeyen bir aÉgázlÇlÇkle seyretti. Bir hırsız<br />
kovulduğu zaman pek seviniyordu. Otuz ve kırk onun pek merakını Éekmedi; rulet hoşuna<br />
gitmişti, ázellikle de bilye dándÇğÇ zaman. En sonunda oyunu daha yakından gármek istedi.<br />
Bilmem nasıl oldu ama, garsonlarla yaltaklanan birkaÉ kişi (Éoğu zaman, kumarda<br />
kazananlara ve bÇtÇn yabancılara hizmetlerini sunan kumarda iflas etmiş Polonyalılar)<br />
masanın ortasına doğru, birinci krupiyenin yanında Éabucak ona bir yer aÉtılar ve kalabalığa<br />
karşın koltuğunu oraya sÇrdÇler. Oynamayıp da sadece bakan (ázellikle aileleriyle gelmiş<br />
İngilizler) kalabalık bir ziyaretÉi topluluğu kumarbazların arkasından bÇyÇkanneyi seyretmek<br />
amacıyla masaya doğru ǺǺtÇler. Krupiyeler umuda kapıldı-
lar: Bu kadar garip bir kumarbaz kadın elbette ki olağanÇstÇ bir şeyler vaat ediyordu. Yetmiş<br />
beş yaşında, sakat bir kadın kumar oynamak istiyordu... Bu áyle her gÇn rastlanan bir olay<br />
değildi. Ben de ne yapıp edip masanın yanına sÇzÇldÇm ve bÇyÇkannenin yanına yerleştim.<br />
Potapytch'le Marthe bir kenarda, kalabalığın iÉinde kaldılar. General, Pauline, Deş Grieux,<br />
Mile Blanche da seyircilere katıldılar.<br />
BÇyÇkanne, ánce Éevresindeki oyuncuları seyretti. AlÉak sesle bana Éabucak sorular<br />
yáneltiyordu: ÜŞu adam kim Bu kadın kimã Masanın ucunda bulunan, bÇyÇk kumar<br />
oynayan, binlerce frank sÇren gencecik bir adam ázellikle ilgisini Éekti. GenÉ adam<br />
yanımızdakilerin fısıldaştıklarına gáre yaklaşık kırk bin frank kazanmıştı, bunlar altın ve<br />
banknot yığınları halinde ánÇnde duruyordu. YÇzÇ sapsarıydı; gázleri parlıyor, elleri<br />
titriyordu; paralan avuÉ avuÉ alarak hiÉ hesaplamadan ortaya koyuyordu, bununla birlikle de<br />
durmadan kazanıyordu, ánÇndeki altın yığını kabardıkÉa kabarıyordu. Garsonlar Éevresinde<br />
pervane gibi dánÇyorlar, ona bir koltuk getiriyorlar, daha geniş bir yeri olması ve halkın<br />
kendisini sıkıştırmaması iÉin yanındakileri uzaklaştırıyorlardı. BÇtÇn bunlar elbette ki yÇklÇ<br />
bir bahşiş umuduyla yapılıyordu. Kazanan kimi kumarbazlar arada sırada parayı avuÉlarıyla<br />
ceplerinden Éıkararak hiÉ hesaplamadan onlara verirler. GenÉ adamın yanına bir Polonyalı<br />
yerleşmişti bile, yerinde duramıyordu, saygılı bir halle her an kulağına bir şeyler sáylÇyordu,<br />
hiÉ kuşkusuz ona áğÇt veriyor ve oyununu yánetiyordu: BÇtÇn bunlar elbette ki bir bahşiş<br />
koparmak iÉindi. Ama, kumarbaz ona hemen hemen hiÉ aldırış etmiyordu, gelişigÇzel, rasgele<br />
para koyuyor ve durmadan ánÇndeki altın yığınını kabartıyordu. Besbelli aklını kaÉırrnıştı.<br />
BÇyÇkanne bir sÇre onu inceledi.<br />
Ansızın telaşlanarak dirseğimi dÇrttÇ ve:<br />
ÜSáyle ona da bıraksın artıkã dedi. Üçabucak parasını106<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
107<br />
toplasın ve sıvışsın. Yitirecek, bir saniye iÉinde hepsini yitirecekã diye kaygılandı adeta<br />
heyecandan boğularak. ÜPotapytch nerede Ona Potapytch'i gándersinler! Canım, sáylesene<br />
şuna,ã diyordu habire báğrÇmÇ dirsekleyerek. ÜPotapytch nerede, kuzum çıkın! çıkın!ã<br />
diye genÉ adama bağırmaya başladı. Kendisine doğru eğildim ve buyurgan bir sesle, yavaşÉa,<br />
burada báyle bağırmanın uygun olmadığını, hatta yÇksek sesle değil de, sadece alÉak sesle<br />
konuşmaya izin verildiğini sáyledim; ÉÇnkÇ hesaplarını engelliyordu, báyle sÇrerse bizi<br />
Éıkaracaklarını da ekledim.<br />
Üçok yazık! Bu adam mahvoldu! HiÉ kuşkusuz báyle olmasını istiyor... İÉim altÇst oldu, ona<br />
bakamıyorum. Ne sersem şey!ã<br />
Ve bÇyÇkanne hemen başka bir yana dándÇ.<br />
Orada, solda, kumarbazlar arasında, yanında bir Éeşit cÇce bulunan genÉ bir hanım<br />
gárÇnÇyordu. Bu cÇce kimdi, bilmiyorum: Kadının bir akrabası mıydı, yoksa ilgi uyandırmak<br />
iÉin mi getirmişti Bu genÉ kadını daha ánce de fark etmiştim; her gÇn, áğleden sonra saat<br />
birde gazinoya geliyor, tam ikide gidiyordu. Her gÇn bir saat sÇresince oynuyordu. Onu<br />
tanıyor ve kendisine hemen bir koltuk getiriyorlardı. Kadın cebinden birkaÉ altınla binlik<br />
birkaÉ banknot Éıkardı, acele etmeden, heyecanlanmadan, soğukkanlılıkla ortaya para<br />
sÇrmeye başladı, bir yandan da bir kêğıdın Çzerine numaralan yazıyor, şansların belirli bir<br />
anda toplanmasını sağlayan sistemi keşfetmeye Éalışıyordu. BÇyÇk paraları tehlikeye<br />
atıyordu. Her gÇn en fazla bin, iki bin, ÇÉ bin frank kazanıyordu, daha fazla değil, bunları<br />
kazanır kazanmaz da hemen oyundan kalkıyordu. BÇyÇkanne uzun bir sÇre onu inceledi.<br />
ÜBak sáyleyeyim, bu kadın yitirmeyecek! Bu kadın yitirmeyecek! Kim, biliyor musunã<br />
ÜBir Fransız, besbelli o biÉimlerden biriã diye fısıldadım kulağına.<br />
ÜYa! Kuş, uÉuşundan bellidir! Keskin penÉeleri olduğu gárÇlÇyor. Her turun ne anlama<br />
geldiğini ve nasıl para sÇrÇleceğini anlat bakayım şimdi bana.ã
Ortaya konan paranın sayısız bileşimlerinin anlamını elimden geldiğince bÇyÇkanneye<br />
anlattım: Kırınızı ve kara, tek ve Éift, eksik ve pas, en sonunda numaralar sisteminin kimi<br />
ayrıntılarını aÉıkladım. Yaşlı hanım beni dikkatle dinliyor, aklında tutuyor, yeni sorular<br />
yáneltiyor ve áğreniyordu. Ona her para sÇrme sisteminden oracıkta bir árnek gásterilebilirdi,<br />
báylelikle de ders daha kolay akılda kalıyordu. BÇyÇkanne pek sevindi.<br />
ÜPeki, sıfır ne anlama geliyor Şuradaki, hani kıvırcık saÉlı krupiye sıfır diye bağırdı. Ve<br />
masanın Çzerindekilerin hepsini neden topladı O yığınla parayı kendine aldı! Ne demek<br />
oluyor buã<br />
ÜBÇyÇkanne, sıfır bankonun kêrı. Eğer bilye sıfırın Çzerine dÇşerse, masanın Çzerindekilerin<br />
hepsi, ayrım gázetmeden, bankoya aittir. GerÉeği sáylemek gerekirse, ádeşmek iÉin bir tur<br />
daha yapılır ama, banko hiÉbir şey ádemez.ã<br />
ÜAa, olur şey değil, doğrusu! Ve ben bir şey almıyorum!ã<br />
ÜHayır; eğer daha ánce sıfırın Çzerine para koydunuz da Éıktıysa, size koyduğunuzun otuz beş<br />
katını veriyorlar.ã<br />
ÜNasıl, otuz beş katını mı! Peki, sık sık Éıkar mı bu àyleyse neden bu sersemler sıfıra para<br />
koymuyorlarã<br />
ÜçÇnkÇ otuz altı karşı şans var da ondan, bÇyÇkanne.ã<br />
ÜNe saÉma şeyler! PÖtapytch! Potapytch! Dur bakayım, yanımda para var... İşte, işte!ã<br />
Cebinden şişkin bir kese Éıkardı, iÉinden bir frederik aldı. ÜAl, bunu hemen sıfırın ÇstÇne<br />
koy.ã<br />
ÜBÇyÇkanne, sıfır az ánce Éıktıã dedim, Üonun iÉin uzun zaman Éıkmaz artık. Aşın tehlikeye<br />
atılıyorsunuz: Biraz bek- • leyin.ã<br />
ÜHayır, saÉmalıyorsun, koy şunu!ã108<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
109<br />
ÜàzÇr dilerim ama, bin kez de koysanız, belki akşama kadar Éıkmaz; Éok gárÇlmÇştÇr bu.ã<br />
ÜSaÉma, saÉma bÇtÇn bunlar, kurttan korkan ormana gitmez. Ne Vitirdin mi Gene koy!ã<br />
İkinci frederiki de yitirdik; bir ÇÉÇncÇsÇnÇ koyduk. BÇyÇkanne yerinde duramıyordu; dánen<br />
tablanın bálmeleri arasında zıplayan bilyeyi parlak gázleriyle yiyecek gibi bakıyordu. äÉÇncÇ<br />
frederiki de yitirdik. BÇyÇkanne kendinden geÉmişti; bir tÇrlÇ rahat duramıyordu, hatta<br />
krupiye beklenen .Ü-fır yerine otuz altı'yı bildirince yumruğuyla masaya vurdu.<br />
ÜEh, hadi bakalım!ã diye kızdı bÇyÇkanne, Üşu lanet olasıca sıfır yakında Éıkacak mı,<br />
Éıkmayacak mı Eğer sıfır Éıkıncaya kadar buradan Kalkarsam áleyim daha iyi. BÇtÇn<br />
kabahat şu kıvırcık saÉlı krupiye dÇzenbazında, onunla, hiÉ Éıkmıyor bu sıfır! Alexis<br />
İvanovitch iki altın birden koy! O kadar az para koyuyorsun ki, sıfır Éıksa hiÉbir şey<br />
kazanamayacağız.ã<br />
ÜBÇyÇkanne!ã<br />
ÜKoy dedim, koy! Senin paran değil ya.ã<br />
İki frederik koydum. Bilye tablanın Çzerinde uzun zaman yuvarlandı ve en sonunda<br />
bálmelerin ÇstÇnden zıplamaya başladı. BÇyÇkanne kendinden geÉerek kolumu sıkıyordu ve<br />
ansızın tok!<br />
ÜSıfır!ã diye bildirdi krupiye.<br />
ÜGárdÇn mÇ, bak gárdÇn mÇ!ã dedi bÇyÇkanne hızla bana doğru dánerek. ÜBen sana<br />
sáylemiştim, ben sana sáylemiştim! İki altın koymayı bana Tanrı esinlendirdi! Şimdi ne kadar<br />
alacağım Neden parayı ádemiyorlar Potapytch, Marthe, nerede bunlar, kuzum Ya bÇtÇn<br />
bizimkiler, nereye gittiler Potapytch, Potapytch!ã<br />
ÜDaha sonra, bÇyÇkanne, birazdanã diye fısıldadım. ÜPo-lapytch kapıda, onu buraya<br />
geÉirmezler. Bakın, bÇyÇkanne, paranızı ádÇyorlar, alın!ã
BÇyÇkanneye, koyu mavi kêğıdın iÉine sarılı, damgalı, elli frederiklik ağır bir deste attılar, bir<br />
de kêğıda sarılmamış yirmi frederik saydılar. Ben de bir kÇrekle hepsini bÇyÇkannenin ánÇne<br />
Éektim.<br />
ÜOyun başlıyor, baylar! Oyun başlıyor, baylar!ã diye bağıran krupiye para koymaya davet<br />
ederek bilyeyi atmaya hazırlandı.<br />
ÜTanrım, geÉ kaldık! Hemen başlayacaklar! Koy, koy!ã diye Éırpındı bÇyÇkanne, ÜÉabuk,<br />
zaman yitirmeã dedi, kendinden geÉip báğrÇme şiddetli dirsekler vurarak.<br />
Üİyi ama, nereye, bÇyÇkanneã<br />
ÜSıfırın ÇstÇne! Sıfırın ÇstÇne! Gene sıfırın ÇstÇne! Olabildiğince Éok koy! Topu* topu kaÉ<br />
paramız var Yetmiş frederik mi Cimrilik etmenin yaran yok, bir Éırpıda yirmi tane koy!ã<br />
ÜMakul olun, bÇyÇkanne! Kimi zaman tam iki yÇz tur geÉer de gene Éıkmaz! Yalvarırım size,<br />
varınızı, yoğunuzu burada bırakacaksınız!ã<br />
ÜSaÉma, saÉma, Éabuk koy paraları! İşte, ÉekiÉ indi! Ne yaptığımı biliyorum benã diyen<br />
bÇyÇkanne sinirden tirtir titriyordu.<br />
ÜKurallar/ sıfır Çzerine on iki frederikten fazlasının konmasını yasaklıyor. İşte ben de onları<br />
koydum.ã<br />
ÜO da ne demek áyle Doğru mu buã Sol yanında oturan ve bilyeyi atmaya hazırlanan<br />
krupiyeyi dirseğiyle iterek: ÜMÇsÇ! MÇsÇ!ã dedi. ÜSıfır kaÉ tane On iki On ikiã<br />
Ben atılıp hemen aceleyle soruyu Fransızca anlattım. Krupiye de:<br />
ÜEvet, Hanımefendiã diye yanıtladı terbiyeli terbiyeli. Son-'ra da bilgi vermek amacıyla:<br />
ÜKişisel hiÉbir miza da dárt bin florini aşmamalıdır; kural báyleã diye ekledi.<br />
ÜPekêlê, yapacak bir şey yok, áyleyse, on. iki koyalım.ã<br />
110<br />
KUMARBAZ<br />
ÜOyun başladı!ã diye bağırdı krupiye. Tabla dándÇ ve on ÇÉ Éıktı. Yitirmiştik!<br />
ÜHadi gene! Gene! Koy gene!ã diye haykırıyordu bÇyÇkanne. Bu kez ona hiÉ karşı Éıkmadım<br />
ve omuzlarımı sil-kerek gene on iki frederik koydum. Sehpa uzun zaman dándÇ. BÇyÇkanne<br />
gázleriyle izlerken tirtir titriyordu. Hayretle ona bakarak:. ÜAcaba sıfırın Éıkacağına gerÉekten<br />
inanıyor muã diye geÉiriyordum aklımdan. YÇzÇnde kazanacağının mutlak inancı, az sonra:<br />
Sıfır! diye bağırıldığını işiteceğinin kesin umudu parlıyordu. Bilye bir bálmeye zıpladı.<br />
ÜSıfır!ã diye bağırdı krupiye.<br />
BÇyÇkanne utkulu ve saldırgan bir halle bana doğru dánerek:<br />
ÜBak, gárdÇn mÇ!ã dedi.<br />
Ben bir kumarbazdım: Bunu tam o anda kesinlikle hissettim. Kollarım, bacaklarım titriyordu,<br />
şakaklarım zonkluyor-du. Elbette ki, on oyunda sıfır'ın ÇÉ kez Éıkması Éok enderdi ama,<br />
bunda ázellikle şaşılacak hiÉbir şey yoktu. Ben de ánceki gÇn sıfır'm Çst Çste ÇÉ kez Éıktığını<br />
gármÇştÇm ve bu fırsatla, Éıkan numaralan ázenle bir kêğıda yazmış olan kumarbazlardan biri<br />
daha bir gÇn ánce, bu aynı sıfır'ın yirmi dárt saatte sadece bir kez Éıktığını yÇksek sesle<br />
belirtmişti.<br />
BÇyÇkanneye parasını en bÇyÇk kazancı gerÉekleştiren kimseye gásterilmesi gereken ázel<br />
saygı ve ázenle verdiler. Kuruşu kuruşuna tam dárt yÇz yirmi frederik, yani dárt bin florin ve<br />
yirmi frederik. Yirmi frederiki altın olarak, dárt bin florini de banknot olarak ádediler.<br />
Ama, bu kez bÇyÇkanne artık Potapytch'i Éağırmadı; kafasında Éok başka şeyler vardı! Artık<br />
Éırpınmıyordu, eli ayağı titremiyordu. Ama, deyim yerindeyse, iÉten iÉe titriyordu. BÇtÇn<br />
dikkati bir tek noktada toplanmıştı, sanki bir tek hedefi amaÉlıyormuş gibi:<br />
ÜAlexis Ivanovitch, bir seferde sadece dárt bin florin ko-<br />
KUMARBAZ<br />
111<br />
nabileceğini sáylemişti, değil mi Hadi bakayım, al da şu dárt bini kırmızının Çzerine koy!ã<br />
diye karar verdi.
Onu kararından dándÇrmeye Éalışmak yararsızdı. Sehpa dánmeye başladı.<br />
Ü.Kırınızı!ã diye bağırdı krupiye.<br />
Yeniden dárt bin florin daha kazanmıştı, báylece hepsi sekiz bin florin olmuştu.<br />
ÜDárt binini burada bana bırak, geri kalanını gene kırmızının Çzerine koy!ã diye buyurdu<br />
bÇyÇkanne.<br />
Bir kez daha dárt bin florini tehlikeye attım.<br />
Ü.Kırının!ã diye yeniden bildirdi krupiye.<br />
ÜToplam on iki! Hepsini ver bana. Altınları kesemin iÉine dák, banknotları topla. Bu kadarı<br />
yeter! Hadi gidelim! Koltuğumu itin.ã<br />
ON BİRİNCİ BàLäM<br />
Koltuğu salonun ábÇr ucundaki kapıya doğru sÇrdÇler. BÇyÇkanne sevinÉten uÉuyordu. BÇtÇn<br />
bizimkiler, onu kutlamak iÉin hemen Éevresine ǺǺtÇler. BÇyÇkannenin davranışı ne kadar<br />
garip olursa olsun, başarısı pek Éok şeyi ártÇyordu, general de báylesine garip bir kadının<br />
akrabalığıyla kendini halk iÉinde lekelemekten artık korkmuyordu. AlÉakgánÇllÇ bir<br />
gÇlÇmsemeyle ve teklifsiz bir neşeyle bÇyÇkanneyi kutladı, tıpkı bir Éocuğu eğlendirirken<br />
yapıldığı gibi. Zaten o da, bÇtÇn ábÇr seyirciler gibi, aÉıktan aÉığa heyecanlanmıştı. Olay<br />
yorumlanıyordu, herkes bÇyÇkanneyi birbirine gásteriyordu. Pek çok kimse, onu daha<br />
yakından gárebilmek iÉin yanından geÉiyordu. B. Astley bir kenarda arkadaşlarından iki<br />
İngilizle on-116<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
117<br />
de hoşa gitmeye uğraşmasını bilen kibirli Pauline'in tam tersine, şuhluğunun bÇtÇn<br />
Éekiciliklerini kullanacaktı. Ama, şimdi, bÇyÇkanne rulette báyle başarıları gerÉekleştirdiği şu<br />
sırada, kişiliği (inatÉı, otoriter ve buııamış bir ihtiyar kadın) karşılarında báyle bir belirlilikte<br />
ortaya Éıktığı şu anda belki de her şey yitirilmişti. çÇnkÇ her şeyle bÇtÇn bağlarını koparmış<br />
bir kolej áğrencisi gibi mutluydu ve kumarda kaÉınılmaz olarak yolunacaktı. Tanrım! diye<br />
dÇşÇnÇyordum (Tanrı beni bağışlasın, kátÇ bir sevinÉle!) Tanrım! Demin bÇyÇkannenin<br />
tehlikeye attığı her frederik altını generalin yÇreğini deliyordu, Deş Grieux'yÇ kudurtuyor,<br />
dolu kaşığın burnunun ucundan geÉtiğini gáren Mile de Cominges'i Éılgına dándÇrÇyordu! Bir<br />
başka olgu: Kazanmış olmanın sevinciyle bÇyÇkanne herkese para dağıtırken, gelip geÉen<br />
herkesi dilenci sanıp eline bir şeyler sıkıştırırken bile generale: ÜAma, sana zırnık, bile<br />
vermeyeceğim!ã demekten kendini alamamıştı'. Demek oluyor ki, bu fikirde kesin kararlıydı,<br />
bunda direniyor, bunu kendi kendine sáz vermişti; bu tehlikeliydi, tehlikeli!..<br />
BÇyÇkanneden ayrılıp şatafatlı merdivenden en Çst kattaki kÇÉÇk odama Éıkarken bÇtÇn bu<br />
dÇşÇnceler kafamda kaynaşıyordu. BÇtÇn bunlar beni son derece ilgilendiriyordu; gázÇmÇn<br />
ánÇndeki aktárleri birbirine bağlayan en sağlam ipleri ánceden talimin edebilmeme karşın, bu<br />
oyunun gizli nedenlerini ve gizlerini bilmiyordum. Pauline hiÉbir zaman bana tam bir gÇven<br />
gástermemişti. Kimi zaman, gerÉekten de, adeta elinde olmadan, bana yÇreğini aÉmıştı ama,<br />
Éoğu zaman ve halta hemen hemen, her zaman, bu iÉ dákmelerden sonra, ya bÇtÇn<br />
sáyledikleriyle alay ediyordu, ya da her şeyi karıştırıyor ve her şeyi bile bile yanlış bir ışık<br />
altına tutuyordu! Oh! Pe'k Éok şeyi benden saklıyordu! Her ne olursa olsun, bÇtÇn hu gizemli<br />
ve gergin durumun son perdesinin yaklaştığını seziyordum. Bir darbe daha ve her şey bitecek,<br />
maskeler dÇşecekti. Benim yazgıma gelince, o da bÇtÇn bunlarla ilgiliydi<br />
biliyorum ama, onu hemen hemen hiÉ dert edinmiyordum.<br />
Garip bir ruh hali benimki de: Cebimde olsun álsÇn sadece yirmi frederik; işsiz gÇÉsÇz, geÉim<br />
olanaklarından yoksun, umutsuz, tasarısız, vb. Çlkemden pek uzaklardaydım... Ama, hiÉ<br />
umursamıyordum! Pauline'i dÇşÇnmesem, kendimi sadece pek yakındaki sonucun gÇlÇnÉ<br />
ilginÉliğine bırakır, kahkahalarla gÇlerdim. Ama, Pauline beni heyecanlandırıyor; onun<br />
yazgısı kararlaştırılacak bunu Éok iyi hissediyorum, bununla birlikte itiraf edeyim ki, beni
dÇşÇndÇren hiÉ de bu değil. Onun bÇtÇn gizlerini áğrenmek isterdim; bana gelip de: ÜSeni<br />
sevdiğimi pekêlê biliyorsunã demesini isterdim, yoksa, bu delilik gerÉekleşcmeyecekse... o<br />
zaman neyi istemeli Neyi istediğimi biliyor muyum ben çılgın gibiyim; bÇtÇn istediğim,<br />
;onsuza dek, bÇtÇn ámrÇmce onun yanında kalmak, onun ay-jlasında, pırıltısında kalmak.<br />
Başka hiÉbir şey biliniyorum! On-jdan uzaklaşabilir miyim<br />
äÉÇncÇ katta, onların koridorunda aniden bir şey hissettim. DándÇm ve yirmi adım átede,<br />
koridora Éıkan Pauline'i gárdÇm. Beni bekliyor, beni gázctliyormuşa benziyordu, bana hemen<br />
yaklaşmamı işaret etti.<br />
ÜPauline Alexandrovna...ã<br />
ÜDaha yavaş!ã diye tembih etli.<br />
ÜDÇşÇnÇn kiã dedim alÉak sesle, Übir saniye ánce sanki báğrÇme bir darbe inmiş gibi geldi<br />
bana: DándÇm, sizdiniz! Sanki sizden bir akım yayılmış gibi!ã<br />
Pauline kaygılı ve dÇşÇnceli bir halle:<br />
ÜŞu mektubu alınã dedi, kuşkusuz ne dediğimi iyi işit-emişti, Ühemen elden onu B. Astley'in<br />
kendisine verin. Eli-izi Éabuk tutun, rica ederim. Yanıt beklenmeyecek. O...ã<br />
Sázlerini tamamlamadı. Ben hayretle:<br />
ÜB. Astley'e miã .diye yineledim. Ama, Pauline gázden kaybolmuştu bile.112<br />
KUMARBAZ<br />
dan sáz ediyordu. Gásterişli iki hanım azametli bir hayretle ona bakıyordu, acayip bir şeymiş<br />
gibi. Deş Grieux kutlama ve gÇlÇcÇkler saÉıyordu. ÜNe zafer!ã dedi.<br />
ÜAman, Hanımefehdiciğim, harikulade bir şey bu!ã diye ekledi Mile Blanche bÇyÇleyici bir<br />
gÇlÇmsemeyle.<br />
, ÜEvet ya, bir iki demeden, kaşla gáz arasında on iki bin florin kazandım! On iki bin ne<br />
demek, bir de altın paralar var! Hepsi birden yaklaşık on ÇÉ bin florin ediyor. Rubleye<br />
Éevirirsek, ne eder Altı bin filan mıã<br />
Ben de ona yedi binden fazla ettiğini, hatta gÇncel kurla belki de sekiz bin bile ettiğini<br />
bildirdim.<br />
ÜSekiz bin mi, şaka mı ediyorsun! Nedir o' áyle, hepiniz cini kápek heykelcikleri gibi kakılıp<br />
duruyorsunuz! Potapytch, Marthe, gárdÇnÇz mÇã<br />
ÜAh, benim iyi yÇrekli hanımcığım, nasıl yaptınız bunu báyle Sekiz bin ruble!ã diye<br />
haykırdı Marthe yaltaklanarak. ÜAlın, bakayım, her birinize beşer altın, alın hadi!ã Polapytch'le<br />
Marthe ellerini ápmek iÉin atıldılar.'<br />
ÜHamalların her birine birer frederik verilsin. Her birine bir frederik ver, Alexis Ivanovitch.<br />
Ne oluyor bu garsona da báyle kandilli temennalar yapıyor yere kapanırcasına, ya áteki Beni<br />
kutlamak iÉin mi bunlar Onlara da birer frederik ve-river.ã<br />
ÜSayın prenses... zavallı yoksul bir sÇrgÇn... sÇrekli felaket... Rus prensleri áyle cámerttir<br />
ki...ã diye yalvar yakar dileniyordu koltuğun hemen yanı başında yıpranmış, havı dákÇlmÇş<br />
redingotlu, alacalı yelekli, bıyıklı, aşağılık bir gÇlÇmsemeyle kasketini kalkık tutan birisi.<br />
ÜVer şuna da bir frederik. Hayır, ona iki tane ver; tamam, artık yeter, yoksa bunun sonunu<br />
dÇnyada alamayız. Kaldırın beni, gátÇrÇn beni! Prascoviaã dedi Pauline Alexan-drovna'ya,<br />
Üyarın sana bir elbise alacağım, Mile... neydi onun<br />
KUMARBAZ<br />
113<br />
adı canım, Mile Blanche, değil mi Ona da elbise alacak bir şeyler vereceğim. Bunu ona<br />
Éevir, Prascovia!ã<br />
ÜTeşekkÇr ederim, Hanımefendi,ã dedi Mile Blanche derin bir reverans yapıp Deş Grieux'den<br />
ve generalden yana alaycı bir gÇlÇmsemeyle. General biraz sıkılmıştı, yola ulaştığımız zaman<br />
bÇyÇk bir rahatlama duydu.
ÜYa Fedossia, Fedossia! Kulaklarına inanamayacak!ã dedi bÇyÇkanne ansızın Éocukların<br />
dadısını anımsayarak. ÜOna bir elbise alacak bir şeyler vermeli. Hey, Alexis Ivanovitch,<br />
Alexis Ivanovitch, şu dilenciye bir şey ver.ã<br />
Bize bakarak, yırtık pırtık giyinmiş, sırtı kamburlaşmış biri geÉiyordu yoldan.<br />
ÜBelki bir dilenci değil, haşarının biridir, bÇyÇkanne.ã<br />
ÜVer! Ver! Bir florin ver ona!ã<br />
Adama yaklaşıp parayı uzattım. Şaşkın şaşkın suratıma baktı ama, hiÉ sesini Éıkarmadan<br />
parayı aldı. Şarap kokuyordu.<br />
ÜYa sen Alexis Ivanovitch, henÇz şansını denemedin miã<br />
ÜHenÇz denemedim, bÇyÇkanne.ã<br />
ÜGázlerin parlıyordu, gárdÇm.ã<br />
ÜHiÉ kuşkusuz deneyeceğim, bÇyÇkanne ama, daha sonra.ã<br />
ÜVe hiÉ korkmadan sıfırın Çzerine koy. Bak gáreceksin! Ne kadar paran varã<br />
ÜYirmi frederik, bÇyÇkanne.ã<br />
ÜPek fazla değil. Eğer istersen, sana elli frederik borÉ veririm. Hadi al bakayım şu desteyi...<br />
Sana gelince, azizim, sakın dÇşlere kapılma, sana zırnık bile vermeyeceğim!ã dedi sert bir<br />
sesle generale.<br />
Beriki allak bullak olmuş gárÇndÇ ama, sustu. Deş Grieux kaşlarını Éattı.<br />
ÜTÇh, Allah kahretsin, korkunÉ bir ihtiyar bu!ã diye fısıldadı generale dişlerinin arasından.<br />
ÜBir dilenci, bit dilenci, bir dilenci daha!ã diye haykırdı<br />
F. 8114<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
115<br />
bÇyÇkanne. ÜAlexis Ivanovitch, şu adama da bir florin ver.ã<br />
Bu kez ak saÉlı, bir bacağı tahtadan, sırtında lacivert. bir Éeşit uzun pelerin, elinde kocaman<br />
bir sopayla yaşlı bir adam bize doğru geliyordu. Yaşlı bir askere benziyordu. Ona bir florini<br />
uzatınca geriye doğru Éekildi, korkutucu bir halle yÇzÇme baktı:<br />
ÜWas ist's, der Teııfel!ã (1) diye bağırdı buna bir dizi de kÇfÇrÇ ekleyerek.<br />
ÜNe sersem şey!ã diye haykıran bÇyÇkanne eliyle ona hor gáren bir işaret yaptı. ÜBeni daha<br />
uzağa gátÇrÇn! AÉlıktan álÇyorum! Hemen yemek yiyeceğim, sonra biraz dinlenip gene oraya<br />
dáneceğim.ã<br />
ÜGene mi oynamak istiyorsunuz, bÇyÇkanneã diye haykırdım.<br />
ÜNe sanıyordun ya Siz burada dur,up ÉÇrÇyorsunuz diye, benim de sizi seyretmem mi<br />
gerekiyor yaniã<br />
Deş Grieux yaklaşarak:<br />
ÜAma, Hanımefendi!ã dedi, Üşanslar dánebilir, bir tek kátÇ şans, her şeyi yitirirsiniz, ázellikle<br />
de sizin oyununuzla... KorkunÉtu!ã<br />
Ü.Mutlaka yitirirsinizã dedi yayvan yayvan Mile Blanche.<br />
ÜSizin ne ÇstÇnÇze vazife, kuzum Yitireceğim sizin paranız değil, benim param! İyi ama, B.<br />
Astley neredeã diye sordu bana.<br />
ÜGazinoda kaldı, bÇyÇkanne.ã<br />
ÜYazık, gerÉekte Éok iyi bir Éocuk o.ã<br />
Otele dándÇğÇmÇzde, bÇyÇkanne merdivende metrdotele rastlayınca, yanma Éağırdı,<br />
kazancıyla ávÇndÇ; sonra Fedossia' yi Éağırttı, ona ÇÉ frederik verip kendisine yemek<br />
getirmesini buyurdu. Fedossia'yla Marthe bÇtÇn yemek boyunca sevinÉ Éığlıkları kopardılar.<br />
(1) Almanca: ÜHay şeytan! Nedir bu báyleã<br />
ÜHep gázÇm sizdeydi, sevgili hanımcığımã diyordu Marthe, Üve Potapytch'e: "Bizim hanım<br />
ne yapmak istiyor, kuzum" diyordum. Masanın Çzerinde ne kadar da Éok para vardı! Ey<br />
cennetin melekleri! Ben ámrÇmde o kadar Éok parayı bir arada gármemiştim! .Ve ÉepeÉevre
eyefendiler, sadece beyefendiler! "Bâtân bu beyefendiler nereden geliyor ki, Potapytch"<br />
diyordum. "Ulu Tanrım, ona yardım eder inşallah!" diye dâşânâyordum. Hep sizin iäin dua<br />
ediyordum, hanımcığım; yâreğim duruyordu adeta, tıpkı kuru bir yaprak gibi titriyordum.<br />
"Tanrım, ona yardım et!" diyordum hep, eh işte, Tanrı da sizi korudu! Hélé elim ayağım tirtir<br />
titriyor, sevgili hanımcığım, hélé tirtir titriyorum!ç<br />
åAlexis Ivanovitch, yemekten sonra, hazırlan. Saat dãrde doğru gene oraya gideceğiz. O<br />
zamana kadar, hoşäakal ve şu doktor haytalarından birini bana gãndermeyi unutma sakın;<br />
kaplıcalara da gitmem gerek. Unutabilirdin.ç<br />
Bâyâkannenin yanından sersemlemiş gibi ayrıldım. Bâtân bizimkilerin ne olacağını ve<br />
işlerinin hangi şekle gireceğini gãzâmân ãnâne getirmeye äalışıyordum. Aäıkäa gãrâyordum<br />
ki, daha ilk etkiden bile kurtulamamışlardı (ãzellikle de general). Her saat beklenen ve<br />
ãlâmânâ (dolayısıyla vasiyetnamesinin aäılışını) bildiren telgraf yerine bâyâkannenin<br />
äıkagelmesi, kurdukları bâtân tasarı ve kararları ãyle bir sıfıra indirmişti ki, yaşlı hanımın<br />
daha sonraki ruletteki başarılarını geräek bir şaşkınlıkla izliyorlardı. Bununla birlikte, bu<br />
ikinci olgu belki de birincisinden daha da ãnemliydi, äânkâ bâyâkanne her ne kadar generale<br />
zırnık bile vermeyeceğini iki kez bildirdiyse de, kimbilir, belli olmaz ki, henâz bâtân umudu<br />
yitirmemeliydiler. Generalin bâtân işlerine karışan Deş Grieux, muhakkak ki vazgeämiyordu.<br />
Eminim ki bu işlerle pek ilgili olan Mile Blanche da (nasıl olmasın, hem general eíi olacaktı,<br />
hem de gâzel bir miras elde edecekti!) umudunu yitirmeyecekti ve bâyâkanneyi etkilemek<br />
iäin, ne boyun eğmesini, ner<br />
118<br />
KUMARBAZ<br />
Şu işe bakın hele siz, demek ki mektuplaşıyorlar! Elbette ki, ben hemen B. Astley'i aramaya<br />
koştum. Ünce oteline gittim, orada yoktu, sonra gazinoya koşup bâtân salonları dolaştım,<br />
yoktu. En sonunda kızgın, hemen hemen âzgân otele dãnerken, bir rastlantı sonucu, kadınlı<br />
erkekli İngiliz atlılarının arasında onu gãrdâm. Ona işaret ettim; durdu, ben de mektubu<br />
verdim. Birbirimize bir gãz atmaya bile vakit bulamadık. Ama, ãyle sanıyorum ki B. Astley<br />
bile bile atını hızlandırdı.<br />
Kıskanälık mı kıvrandırıyordu beni Tamamiyle bitkin haldeydim. Mektuplaşmalarının<br />
konusunu ãğrenmek bile istemiyordum. Demek bãyle, onun gâvendiği adam oydu! Dostu,<br />
ãyleydi, bu aäıkäa belliydi (acaba ne zamandan beri) ama, acaba işin iäinde aşk var mıydı<br />
bakalım åElbette ki hayırç diyordu mantığım. Ama, bãyle bir durum karşısında sadece<br />
mantık pek ağır basmaz. Ne olursa olsun, bu işi aydınlatmam gerekiyordu. Durum tatsız<br />
biäimde karmaşıklaşıyordu.<br />
Otele adımımı atar atmaz beni karşılamaya gelen kapıcıyla metrdotel, beni istediklerini, beni<br />
aradıklarını, âä kez gelip nerede olduğumu sorduklarını, en kısa zamanda generalin dairesine<br />
gitmemi rica ettiklerini bildirdiler. Suratımdan dâşen bin paräaydı. Generali äalışma odasında<br />
Deş Grieux ve Mile Blanche'la birlikte buldum. Mile Blanche yalnızdı, annesi yoktu. Dedim<br />
ya, bu anne yararlı roller oynuyordu ve sadece gãsteriş iäin, mostra olarak kullanılıyordu;<br />
geräek bir iş sãz konusu olduğu zaman Mile Blanche yalnız äalışıyordu. Hatta o kadının<br />
sãzâm ona kızının işlerinden haberdar olduğundan bile kuşkuluyum.<br />
åÇäâ başbaşa vermiş ateşli ateşli tartışıyorlardı, hatta äalışma odasının kapısı kilitlenmişti, bu<br />
da hiä yapılmayan bir şeydi. Yaklaşınca, "bağırışmalar, Deş Grieux'nân kâstah ve alaycı<br />
sesini, Mile Blanche'ın ãfkeli ve kaba äığlıklarını, gãrânâşe gãre kendini aklamaya äalışan<br />
generalin ağlamaklı sesi-<br />
KUMARBAZ<br />
119<br />
ni işittim. Ben iäeri girince, kendilerini toparladılar, davranışlarını dâzelttiler. Deş Grieux<br />
saäım dâzeltti, gâlâmseyen bir yâz takındı: Nefret ettiğim o kibar ve resmi Fransız<br />
gâlâmsemesi. Bitkin, perişan bir halde olan general doğruldu ama. hemen hemen bilinäsiz bir
iÉimde. Sadece Mile Blanche áfkeli ifadesini,hemen hemen değiştirmedi ve sabırsız<br />
bakışlarını bana dikerek sustu. Şunu belirtmek isterim ki, şimdiye kadar bana karşı inanılmaz<br />
bir aldırmazlıkla davranırdı, selamlanma karşılık bile vermezdi, kısacası beni bilmezlikten<br />
gelirdi.<br />
General sevecen bir Éıkışma tonuyla:<br />
ÜAlexis Ivanovitchã diye başladı, Üizin verirseniz şunu belirteyim ki garip, son derece garip...<br />
kısacası, sizin bana ve aileme karşı davranışınız... tek sázcÇkle, son derece garip.ã<br />
ÜEh! Bu da değilã diye onun sázÇnÇ hor gáren bir áfkeyle kesen Deş Grieux (dedim ya, her<br />
yere burnunu sokuyor!) konuşmasını şáyle sÇrdÇrdÇ: 'ÜAziz Beyim, sevgili generalimiz bu<br />
tonla konuşmakla yanılıyor, demek istiyor ki... yani sizi uyarmak, ya da daha doğrusu,<br />
kendisini mahvetmemenizi sizden ısrarla rica ediyor, evet, kendisini mahvetmemenizi! Bu<br />
deyimi kesinlikle kullanıyorum...ã<br />
Üİyi ama, nasıl, nasıl yaniã diye onun sázÇnÇ kestim.<br />
Üİzin verin, şu yaşlı hanımın, şu zavallı korkunÉ ihtiyarın kılavuzluğunu Çstlendinizã diye ne<br />
diyeceğini bilemeden kekeleyip duruyordu Deş Grieux, Üama, ihtiyar yitirecek, son<br />
meteliğine kadar yitirecek! Nasıl oynadığını kendi gázlerinizle gárdÇnÇz, tanık oldunuz!-<br />
Eğer yitirmeye başlarsa, inattan, áfkeden kumar masasından dÇnyada kalkmaz, her şeyini<br />
oynar, her şeyini oynar! Bu durumda da, dÇnyada aÉık kapanmaz, o zaman da... o zaman<br />
da...ã<br />
ÜO zaman daã diye destekledi general, Üo zaman da bÇtÇn aileyi mahvedersiniz! Ailem ve<br />
ben onun varisleriyiz, bizden daha yakın akrabası yok. Bakın, size aÉıkÉa sáylÇyorum:120<br />
KUMARBAZ<br />
İşlerim bozuk, son derece bozuk. Bunları kısmen biliyorsunuz... Eğer bÇyÇk bir para yitirirse,<br />
ya da hatta bÇtÇn servetini yitirirse (Tanrı korusun!ã, Éocuklarımın geleceği ne olur! (general,<br />
Deş Grieux'ye bir gáz attı), benim halim ne olur! (kÇÉÇmseyerek başım Éeviren Mile<br />
Blanche'a baktı). Alexis Ivanovitch, kurtarın bizi!ã<br />
Üİyi ama, general, nasıl, bunu nasıl yapabileceğimi sáyleyin bana... Onun yanında benim ne<br />
saygınlığım var kiã<br />
ÜReddedin, reddedin, ayrılın ondan!ã<br />
ÜO zaman başkası bulunur!ã diye haykırdım.<br />
ÜHay Allahın cezası, o değil, o değil!ã diye yeniden konuşmayı kesti Deş Grieux. ÜHayır,<br />
ondan ayrılmayın ama, hiÉ değilse, onu teşvik edin, áğÇt verin ona, onu dándÇrÇn... Kısacası,<br />
fazla yitirmesine izin vermeyin, herhangi bir şekilde oyalayın onu.ã<br />
'Üİyi ama, bunu nasıl yapabilirim Bu işi siz Çzerinize alsanız ya, Bay Deş Grieuxã diye<br />
ekledim en saf halimle.<br />
, Burada, Mile Blanche'ın Deş Grieux'ye hızlı, yakıcı, soruşturan bir bakışını yakaladım.<br />
Adamın yÇzÇ bir saniye iÉin gizleyemediği garip, iÉtenlikli bir ifadeye bÇrÇndÇ.<br />
ÜŞimdi artık beni kabul etmez ki, bÇtÇn felaket işte burada!ã diye haykırdı Deş Grieux eliyle<br />
bir gÇÉsÇzlÇk hareketi yaparak. ÜEğer... Daha sonra...ã<br />
Deş Grieux, Jvllle Blanche'a anlamlı bir bakış fırlattı.<br />
ÜAh, azizim Bay Alexis, ne olur bir iyilik edinã dedi Mile Blanche kendiliğinden, bÇyÇleyici<br />
bir gÇlÇmsemeyle bana doğru gelerek. İki elimi tuttu, avuÉlarının iÉinde sıktı. Hay Allah! Bu<br />
şeytansı surat bir an iÉinde değişmesini biliyordu. O anda Éocuksu, hatta- muzip bir<br />
gÇlÇmsemeyle áyle yalva-rıcı, áyle zarif bir hal aldı ki! TÇmcenin sonunda, gizlice, bana<br />
Éapkınca bir gáz kırptı: Hemen o anda beni fethetmek mi istiyordu, nedir HiÉ de kátÇ<br />
davranmıyordu ama, yántem fazlasıyla kabaydı!<br />
KUMARBAZ<br />
121<br />
General onun arkasından fırladı (fırladı, tam deyimi):
ÜAlexis Ivanovitch, az ánce áyle konuştuğum iÉin beni bağışlayın, tam olarak áyle demek<br />
istemiyordum... Rica ederim, yalvarırım, ánÇnÇzde Rus yántemince bel kırar, eğilirim; sadece<br />
siz, sadece siz bizi kurtarabilirsiniz! Bayan de Cominges ve ben, size yalvarıyoruz;<br />
anlıyorsunuz, anlıyorsunuz, değil miã diye yalvarıyordu gázÇyle bana Mile Blanche'ı<br />
gástererek. GerÉekten acınacak haldeydi.<br />
Tam o sırada, kapıdan hafif ve saygılı ÇÉ vuruş işitildi. Kanat aÉıldı, kat garsonuydu; onun .<br />
arkasında, birkaÉ adım geride, Potapytch duruyordu. Onları bÇyÇkanne gándermişti. Onlara<br />
beni aramalarını ve hemen kendisine getirmelerini bu-' yurmuştu.<br />
ÜKızıyorã diye belirtti Potapytch.<br />
ÜAma, saat daha ÇÉ buÉuk!ã<br />
ÜUyuyamadı, sağa sola dánÇp durdu, sonra birdenbire kalktı, benden koltuğunu istedi, bizi de<br />
sizi aramaya gánderdi. Merdivenin başına vardı bile.ã<br />
ÜNe cadı!ã diye haykırdı Deş Grieux.<br />
GerÉekten de, bÇyÇkanneyi benim yokluğuma áfkelenmiş Alarak, sahanlıkta buldum. Saat<br />
dárde kadar dayanamamıştı.<br />
ÜHadi bakalım, gátÇrÇn beni!ã diye bağırdı Üyeniden fulete gidiyoruz.ã<br />
ON İKİNCİ BàLäM<br />
BÇyÇkanne sinirli, áfkeliydi; kafasına ruletin saplandığı belliydi. Artık hiÉbir şeye ánem<br />
vermiyor, genellikle Éok dalgın gárÇnÇyordu. Sázgelimi, yol boyunca, sabahleyin yaptığı gibi<br />
sorular sormuyordu. ànÇmÇzden hızla geÉen şahane bir<br />
122<br />
KUMARBAZ<br />
arabayı gárÇnce, eliyle şáyle bir harekette bulundu ve bana sahibini sordu ama, yanıtımı<br />
işitmedi bile. Dalgınlığı sÇrekli olarak kesik, sabırsız el hareketleriyle, sert Éıkışlarla<br />
bálÇnÇyordu. Gazinoya yaklaşırken, ona uzaktan Wurmerhelm baron ve baronesini<br />
gásterdiğim zaman, onlara dalgın ve tama-miyle ilgisiz gázlerle baktı ve: ÜYa!ã diyerek<br />
hemen biraz geriden gelen Potapytch'Ie Marthe'a dánÇp, onlara:<br />
ÜEe, ne diye eteğime yapışıyorsunuz báyle Her seferinde sizi de gátÇrecek değilim ya!<br />
çabuk geri dánÇn!ã àbÇrleri selam verip aceleyle geriye Éark ettikleri zaman da bana dánÇp:<br />
ÜSen bana yetersinã diye ekledi.<br />
Gazinoda bÇyÇkanneyi bekliyorlardı bile. Ona hemen krupiyenin yanındaki aynı yeri<br />
ayırdılar. Her zaman pek rabıtalı olan, bankonun kazanmasıyla yitirmesini umursamayan basit<br />
gárevliler gibi gárÇnen krupiyeler hiÉ de bankonun yaz-gısıyla ilgisiz değillermiş gibi geliyor<br />
bana. Kuşkusuz kumarbazları Éekmek ve vergi dairesinin Éıkarlarını gázetmek iÉin yánerge<br />
almışlardır, bu da onlara prim ve ikramiye sağlıyordun HiÉ değilse, bÇyÇkanneye bir kurban<br />
gázÇkle bakıyorlardı bile.<br />
Ardından, bizimkilerin tahmin ettikleri oldu. Bakın nasıl:<br />
BÇyÇkanne hemen sıfıra gáz dikti ve oraya on iki fre-derik birden koymamı buyurdu. Bir kez,<br />
iki kez, ÇÉ kez koyduk... Sıfır Éıkmıyordu. ÜDevam et! Devam et!ã diye yineliyordu<br />
bÇyÇkanne, sabırsızlıkla beni dirseğiyle iterek. Sáz dinledim.<br />
En sonunda, áfkeden dişlerini gıcırdatarak bana:<br />
ÜKaÉ kez oynadıkã diye sordu.<br />
ÜOn iki kez, bÇyÇkanne. YÇz kırk dárt frederik yitirdik. Size yineliyorum, belki de akşama<br />
kadar...ã<br />
ÜKes sesini!ã diye-sázÇmÇ kesti. Ü.Sıfır'a koy, kırmızının Çzerine hemen bin florin koy. Al,<br />
işte bin banknot.ã<br />
KUMARBAZ<br />
123<br />
Kırmızı Éıktı ama, sıfır gene bu kez de Éıkmadı; bin florin aldım.
ÜGárdÇn mÇ, bak gárdÇn mÇ!ã dedi bÇyÇkanne alÉak sesle, Ühemen hemen hepsini geri aldık.<br />
Gene sıfır'm Çzerine koy; on tur daha, sonra gideriz.ã<br />
Ama, beşinci turda yaşlı hanım usandı.<br />
ÜGánder cehennemin dibine şu lanet olasıca sıfır'ı. Al, kırmızıya dárt bin florin koy!ã diye<br />
buyurdu.<br />
ÜBÇyÇkanne! Bu kadarı Éoktur,' ya bir de kırmızı Éıkmazsaã diye yalvardım; ama umurunda<br />
bile değildi, az kalsın beni dávecekti. Zaten indirdiği dirsekler şiddetli yumruklar gibiydi.<br />
Yapılacak hiÉbir şey yoktu. Sabahleyin kazanılan dárt bin florini kırmızının Çzerine koydum.<br />
Sehpa dánmeye başladı. BÇyÇkanne sakindi, kazanacağından emin, gururlu bir halle<br />
dikiliyordu.<br />
ÜSıfır!ã diye bağırmaz mı krupiye.<br />
BÇyÇkanne ánce anlamadı ama, krupiyenin masanın ÇstÇnde bulunanların hepsiyle birlikte<br />
kendi dárt bin florinini de kÇrekle Éektiğini gárÇp de, o kadar uzun zaman Éıkmayan ve<br />
Çzerine iki yÇz florine yakın para koyduğumuz sıfır' in inadına yapar gibi, tam da ona hakaret<br />
edip bıraktığı anda Éıktığını áğrenince, bir Éığlık kopardı, gÇrÇltÇyle ellerini birbirine<br />
vurmaya başladı. çevresindekiler gÇlÇştÇler.<br />
ÜHey Ulu Tanrım! Durdu durdu da, namussuz, şimdi Éıktı!ã diye ciyak ciyak bağırıyordu<br />
bÇyÇkanne. ÜAh! AlÉak sefil! Senin kabahatin! BÇtÇn bunlar, senin kabahatin!ã diyerek<br />
áfkeyle Çzerime atılıp beni yumrukladı. ÜBeni ondan sen, sen caydırdın.ã<br />
ÜBÇyÇkanne, ben sizi mantıklı olmaya davet etmek istiyordum, her şansa da ben kefil olamam<br />
ya.ã<br />
ÜŞansı gásteririm ben sanaã diye homurdandı tehdit edici bir sesle. ÜDefol!ã124<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
ÜElveda, bÇyÇkanne!ã dedim ve gidecekmiş gibi, arkamı dándÇm.<br />
ÜAlexis Ivanovitch, Alexis Ivanovitch, dur, gitme! Nereye gidiyorsun Hadi, hadi! İşte şimdi<br />
de kızıyor! Sersem! Dur, dur, yanımda biraz daha dur, hemen kızma canım, asıl aptal benim!<br />
Sáyle bakalım bana, şimdi ne yapmamız gerekiyorã<br />
ÜSize artık áğÇt vermek istemiyorum, bÇyÇkanne, sonra bana kızarsınız. Kendiniz bildiğiniz<br />
gibi oynayın, siz sáyleyin, ben parayı koyarım.ã<br />
ÜPekêlê, pekêlê: Gene kırmızının Çzerine dárt bin florin koy! Al, işte cÇzdanım.ã Cebimden<br />
cÇzdanını Éıkardı, bana uzattı. Üçabuk ol, orada yirmi bin ruble var.ã<br />
ÜBÇyÇkanne,ã diye mırıldandım, Übu kadar bÇyÇk paralar...ã<br />
ÜEğer zararımı Éıkarmazsam, beni assınlar. Koy dedim!ã Koyduk ve yitirdik.<br />
ÜGene, gene! Bir Éırpıda sekiz bin koy!ã<br />
ÜOlanaksız, bÇyÇkanne, en yÇksek miza dárt bin!ã<br />
Üàyleyse dárt bin koy!ã<br />
Bu kez kazandık. BÇyÇkanne cesaretlendi.<br />
ÜBak, gárdÇn mÇ, gárdÇn mÇ!ã dedi gene beni dirse-ğiyle iterek. ÜGene dárt bin koy!ã<br />
Koyduk... ve yitirdik; yeniden koyduk... ve yeniden yitirdik.<br />
ÜBÇyÇkanne, on iki bin florin gittiã diye haber verdim ona.<br />
ÜGittiklerini pekêlê gárÇyorumã diye karşılık verdi bana deyim yerindeyse adeta duygusuz,<br />
katı bir Éeşit áfkeyle. ÜPekêlê gárÇyorum, azizim, gárÇyorumã diye mırıldandı gázlerini<br />
kırpmadan ve sanki bir şeyler dÇşÇnÇrmÇş gibi. ÜHey! àlsem Éekilmem, umurumda bile<br />
değil! Gene dárt bin florin koy!ã<br />
ÜHiÉ paramız kalmadı, bÇyÇkanne; cÇzdanınızda sadece<br />
125<br />
yÇzde beş faizli Rus tahvilleriyle birkaÉ da poliÉe var ama, para yok.ã<br />
ÜPeki, ya para kesemdeã<br />
ÜBiraz bozuk para var, bÇyÇkanne.ã
åSarraf yok mu burada Bizim bâtân tahvillerimizi bozabileceklerini sãylemişlerdi banaç<br />
diye sordu bâyâkanne kararlı bir tonla.<br />
åOo, elbette, istediğiniz kadar bozarlar! Ama, bu işte siz zararlı äıkarsınız... Bir Yahudi bile<br />
bundan ârperirdi!ç<br />
åSaäma şeyler bunlar! Paramı geri almak istiyorum ben. Gãtâr beni. Äağır bakayım bana şu<br />
namussuzları!ç<br />
Koltuğu yârâttâm, hamallar yanımıza geldi ve gazinodan ayrıldık.<br />
åDaha äabuk, daha äabuk, daha äabuk!ç diye emrediyordu bâyâkanne. åSen yolu gãster bana,<br />
Alexis Ivanovitch, en yakın olanına gidelim... Äok uzak mıç<br />
åİki adım ãtede, bâyâkanne.ç<br />
Ama, dãnemeäte, alandan ayrılıp da ağaälı yola saparken, bizim bâtân kumpanyayla<br />
karşılaştık: General, Deş Grieux, Mile Blanche ve annesi. Pauline Alexandrovna onlarla<br />
birlikte değildi, B. Astley de yoktu.<br />
åHadi, hadi! Durmayalım!ç diye haykırdı bâyâkanne. åNe istiyorsunuz Sizinle uğraşacak<br />
vaktim yok!ç<br />
Ben arkadan yârâyordum. Deş Grieux yanıma geldi.<br />
åBu sabah kazandıklarının hepsini yitirdi, on iki bin florinden fazla. Yâzde beş faizli<br />
tahvillerini bozdurmaya gidiyo-azç dedim äabucak aläak sesle.<br />
Deş Grieux ayağını yere vurdu, koşup haberi generale bildirdi. Biz hep bâyâkannenin<br />
koltuğunu itiyorduk.<br />
åTutun onu! Tutun onu!ç diye ãfkeyle fısıldadı general.<br />
åKendiniz denesenize!ç diye yanıt verdim ben de.<br />
åTeyzeciğimç dedi general yaklaşarak, åbenim iyi teyze-ciğim... şimdi... şimdi... (titreyen sesi<br />
kısılıverdi) at kiralayıp126<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
127<br />
kırlarda bir gezinti yapacağız... harikulade bir gãrânâm... Zirve... Biz de sizi almaya<br />
geliyorduk!ç<br />
åCehennem ol başımdan sen zirve'nle!ç dedi bâyâkanne sabırsız bir el hareketiyle onu iterek.<br />
General bu kez iyice umutsuz, yeniden sârdârdâ:<br />
åOrada bir kãy var... Äay iäeriz...ç<br />
åYemyeşil äayırların âzerinde taze sât iäeriz.ç diye ekledi Deş Grieux de korkunä derecede<br />
dâşmanca bir tonla.<br />
Taze sât, yemyeşil äayırlar, bir Paris kentsoylusu iäin bundan daha gâzel bir kır yaşamı<br />
olamazdı; onun, bilindiğ.] gibi, bâtân doğa ve geräek anlayışı ve gãrâşâ işle buydu.<br />
åUmurumda bile değil senin sâtân. Onu sen kendin iä bol bol, benim midemi ağrıtır. Ne diye<br />
ısrar ediyorsunuz, kuzum Zamanım olmadığını sãylâyorum size!ç<br />
åİşte geldik, bâyâkanne!ç diye haykırdım. åBurası.ç<br />
Sarraf dâkkénının bulunduğu eve kadar bâyâkanneyi ittik. Tahvili bozdurmak iäin ben gittim:<br />
Bâyâkanne kapının yanında kalıp beni bekledi. Deş Gricux, general, Mile Blanche ne<br />
yapacaklarını bilemeden, geride duruyorlardı. Bâyâkanne ãfkeli bir gãzle onlara bakınca,<br />
dãnâp gazinonun yolunu tuttular.<br />
Tahvilleri ãylesine zararına bozmaya kalkıştılar ki, danışmak iäin bâyâkannenin yanma<br />
dãndâm.<br />
åAh, haydutlar!ç diye bağırdı ellerini birbirine vurarak. åOlsun varsın, ne yapalım, kabul et!<br />
dedi buyurgan bir sesle. åDur, dur, sarrafı äağır bana!ç<br />
åDaha doğrusu kétiplerden birini, bâyâkanne!ç<br />
åHadi, kétip olsun, bana gãre hepsi bir. Ah, haydutlar!ç
Gárevli, kendisini Éağıranın halsiz, sakat yaşlı bir kontes olduğunu áğrenince dışarı Éıkmaya<br />
razı oldu. BÇyÇkanne áfkeyle, kendisinin bir dolandırıcı olduğunu sáyleyerek, sıkı bir<br />
pazarlığa girdi, uzun uzun konuştu; istediklerini RusÉa, İngilizce ve Almanca karışımıyla<br />
anlattı, ben de tercÇmanlık<br />
gárevini yÇklenmiştim. Sert yÇzlÇ gárevli her ikimize bakıyor, hiÉ sesini Éıkarmadan başım<br />
sallıyordu. Hatta terbiyesizliğe varan ısrarlı bir merakla bÇyÇkanneyi sÇzÇyordu; en sonunda<br />
gÇlÇmsemeye başladı.<br />
ÜPekêlê, pekêlê, defol karşımdan!ã diye bağırdı bÇyÇkanne. ÜParam seni boğsun, inşallah!<br />
Bunda bozdur, AIexis Ivanovitch, vaktimiz yok, yoksa başka sarrafa gitmemiz gerekecek...ã<br />
ÜàbÇr sarrafların daha da az vereceklerini sáylÇyor.ã<br />
Tahvilleri kaÉa bozdurduğumuzu şimdi anımsamıyorum ama, felaket bir şeydi. Altın ve<br />
banknot olarak on iki bin florin verdiler, makbuzu da aldım, .hepsini getirip bÇyÇkanneye<br />
verdim.<br />
ÜPekêlê, pekêlê! Saymaya gerek yok!ã dedi kollarını sallayarak. Üçabuk, Éabuk!ã<br />
ÜO lanet olasıca sıfırın Çzerine de, kırmızının Çzerine de bir daha dÇnyada para koymamã<br />
diye mırıldanıyordu gazinoya yaklaşırken.<br />
Bu kez olabildiğince kÇÉÇk paralar koymaya onu ikna etmek iÉin bÇtÇn gÇcÇmle Éırpındım,<br />
eğer şans dánerse, ne zaman olsa bÇyÇk para kazanabileceğine inandırmaya Éalışıyordum onu.<br />
Ne var ki, Éok sabırsızdı ve ánce sáylediklerime hak vermekle birlikte, oyun sırasında onu<br />
tutamadım. On, yirmi frederik kazanmaya başlar başlamaz, bana dirsek vurmaya başladı.<br />
ÜGárdÇn mÇ, bak gárdÇn mÇ!ã diyordu, Ükazandık işte. On yerine dárt bin florin koymuş<br />
olsaydık, dárt bin kazanacaktık, oysa şimdi! Hep senin kabahatin!ã<br />
Onun oynamasını gárdÇkÉe iÉimi kaplayan áfkeye karşın en sonunda susup ona hiÉbir áğÇtte<br />
bulunmamaya karar verdim.<br />
Ansızın Deş Grieux Éıkageldi. Her ÇÉÇ de o yakınlarda bulunuyorlardı. Mile Blanche,<br />
annesiyle birlikte biraz geride<br />
128<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
129<br />
duruyor, kÇÉÇk prense cilveler yapıyordu. Generalin gázden dÇştÇğÇ aÉıkÉa gárÇlÇyordu,<br />
hemen hemen onu sÇrgÇn etmişlerdi. General Éevresinde pervane gibi dánmesine karşın, Mile<br />
Blanclıe ona bakmak bile istemiyordu. Zavallı general! Sara-rıyor, kızarıyor, Çrperiyor,<br />
bÇyÇkannenin oyununu bile artık gázleyemiyordu. En sonunda Mile Blanclıe'la kÇÉÇk prens<br />
dışarı Éıktılar; general de peşlerinden koştu.<br />
Deş Grieux tatlı bir sesle bÇyÇkannenin kulağına:<br />
ÜHanımefendi, Hanımefendi...ã diye fısıldadı. ÜHammefcn-diciğim, bu miza olmaz... hayır,<br />
hayır, olanaksız...ã diyordu berbat bir RusÉayla, Ühayır.ã<br />
Üàyleyse, nasıl olacak Ne yapmak gerektiğini sáyle bana!ã dedi bÇyÇkanne.<br />
Deş Grieııx ağız dolusu, coşkuyla Fransızca konuşmaya başladı; áğÇtler veriyor, Éırpınıyor,<br />
şansın gelmesini beklemek gerektiğini sáylÇyordu, hesaplar yapıyordu... BÇyÇkanne hiÉbir<br />
şey anlamıyordu. Beriki her an bana doğru dánÇyordu sázleri Éevirmem iÉin; bÇyÇkanneye<br />
gástermek iÉin parmağını masaya doğru uzatıyordu; en sonunda kalemi alıp kêğıdın Çzerine<br />
sayılar yazdı. BÇyÇkannenin sabrı tÇkendi.<br />
ÜHadi bakalım, defol, defol! Zırvalayıp duruyorsun sen. "Hanımefendi, Hanımefendi!"<br />
dediklerinden sen bile bir şey anlamıyorsun. Git hadi!ã<br />
Deş Grieux yeniden gásterip anlatmaya başlayarak:<br />
ÜAma, Hanımefendiã diye kekeledi. Fena halde gÇcen-mişti.<br />
ÜPekêlê, pekêlê, bir kez de onun dediği, gibi koy bakalımã diye buyurdu bÇyÇkanne. ÜBelki<br />
de başarılı olur.ã
Deş Grieux sadece onun bÇyÇk oynamasına engel olmak istiyordu: Seri halinde ve ayrı sayılar<br />
Çzerine oynamasını áneriyordu. Onun áğÇtleri Çzerine ilk on ikinin iÉinde bir dizi tek sayı<br />
Çzerine birer frederik koydum, beş frederik de on ikiden on sekize, on sekizden yirmi dárde<br />
kadar bir sayılar topluluğuna<br />
koydum: Toplam olarak on altı frederiki tehlikeye atmıştık. Sehpa dánmeye<br />
başladı.<br />
ÜSıfır!ã diye bağırdı krupiye. Hepsini yitirmiştik:<br />
ÜNe sersem şey!ã diye bağıran bÇyÇkanne, Deş Grieux' ye doğru dándÇ. ÜPis kÇÉÇk Fransız<br />
seni! Şu eciş bÇcÇş şey kalkmış da bir de bize áğÇt veriyor! Defol, defol! HiÉbir şeyden<br />
anladığı yok, bir de kalkmış burnunu sokuyor her yere!ã<br />
Fena halde kırılan Deş Grieux omuzlarını silkti, bÇyÇkanneye kÇÉÇmseyen bir bakış fırlattı ve<br />
Éekilip gitti. Onunla gárÇşmekten utanıyordu, ne var ki kendini tutamamıştı.<br />
Bir saat sonra, umutsuz Éabalara karşın, her şeyi yitirmiştik.<br />
ÜDánelim!ã diye haykırdı bÇyÇkanne.<br />
AğaÉlı yola kadar tek sázcÇk sáylemedi. AğaÉlı yola sapınca, tam otele yaklaşırken, Éığlıklar<br />
koparmaya başladı.<br />
ÜKaz kafalı! Sersem! Koca aptal, sen de, koca aptal!ã<br />
Dairesine girer girmez, bağırdı:<br />
Üçay getirin! Ondan sonra da hemen hazırlanalım! Gidiyoruz!ã<br />
ÜNereye gitmek istiyorsunuz, hanımcığımã diye korkarak sordu Marthe.<br />
ÜSenin ÇstÇne vazife mi Sen kendi işlerine bak! Po-tapytch, bÇtÇn eşyaları hazırla.<br />
Moskova'ya dánÇyoruz! On beş bin gÇmÇş ruble yitirdim!ã<br />
ÜOn beş bin mi, hanımcığım! Ulu Tanrım!ã diye haykıran Potapytch, besbelli hanımına,<br />
yaranacağını sanarak, sızlanan bir halle ellerini birbirine vurmaya başladı.<br />
ÜHadi, hadi, sersem sen de! İşte şimdi de zırlamaya başladı! Sus bakayım! Hazırlık yap!<br />
Hesabımı en kısa zamanda çıkarıp getirsinler bana!ã<br />
Ben de onun áfkesini yatıştırmak amacıyla:<br />
Üİlk tren saat dokuz buÉukta kalkıyor, bÇyÇkanneã de-I dim.<br />
F. 9<br />
136<br />
KUMARBAZ<br />
çabucak Moskova'mıza dánelim! Bizim oralarda nemiz eksik, ne yok ki bizde BahÉe, ÉiÉek<br />
dersen, burada bile gárÇlmeyenler var, hava, ázsuyu yÇrÇyen elma ağaÉlan, aÉıklık, nemiz<br />
eksik... Hayır... İlle de el memleketlerine gidilecek! Ah! Ah! Ah!ã<br />
•<br />
ON äçäNCä BàLäM<br />
DÇzensiz ama, şiddetli duyguların etkisiyle başlamış olduğum notlara, hemen hemen bir aydır<br />
hiÉ el sÇrmedim. Yaklaştığını ánceden sezdiğim felaket geldi ama, benim dÇşÇndÇğÇmÇn yÇz<br />
kez daha şiddetli ve daha ani bir biÉimde. BÇtÇn bunlar, hiÉ değilse beni ilgilendiren<br />
konularda, garip, utanÉ verici ve hatta feci oldu. Başıma hemen hemen mucizevi birÉok<br />
serÇven geldi; daha doğrusu, bir başka gárÇş aÉısından ye ázellikle de o zaman iÉinde<br />
sÇrÇklendiğim kasırga dÇşÇnÇlecek olursa bunların olağanÇstÇ olmasına karşın, ben onları<br />
áyle gárÇyorum. Ama, benim iÉin mucize, o olayların ortasında benim davranış biÉinıimdi.<br />
Kendimi hêlê anlamıyorum! Ve bÇtÇn bunlar, hatta aşkım bile, bir dÇş gibi geÉti; oysa tutkum<br />
gÇÉlÇ ve iÉtenlikliydi ama... O şimdi ne oldu GerÉekten de, arada sırada aklıma ansızın bir<br />
dÇşÇnce geliyor: ÜAcaba o zaman deli miydim ben BÇtÇn o zamanı acaba bir akıl<br />
hastanesinde mi geÉirdim Belki de hêlê oradayım, belki de bÇtÇn bunlar sadece bir<br />
gárÇnÇştÇ, belki hêlê da áyledir...ã
Notlarımı bir araya getirip yeniden okudum, kimbilir, belki de onları bir akıl hastanesinde<br />
yazmadığıma kendimi inandırmak iÉin. Şimdi, dÇnyada yapayalnızım. Sonbahar yaklaşıyor,<br />
yapraklar sararıyor. Bu ağlamış suratlı kÇÉÇk kentte-<br />
KUMARBAZ<br />
137<br />
yim, ah! Bilseniz kÇÉÇk Alman kentleri ne kadar yÇrek karartıcı olabilirler! Ben de geleceği<br />
dÇşÇnecek yerde, henÇz belli belirsiz silinen duyguların, izlenimlerin, pek yeni anıların etkisi<br />
altında, Éevrintisinde bir sÇre beni sÇrÇkleyip sonra da atan daha pek yakın bÇtÇn o fırtınanın<br />
etkisi altında yaşıyorum. Zaman zaman gene o kasırgaya kapıldığımı, fırtınanın patlayacağını,<br />
geÉerken beni kanadına alacağını ve 'dengeyi, álÉÇ bilincini yitirip, ben de dánmeye,<br />
dánmeye, dánmeye, başlayacağımı sanıyorum...<br />
Zaten eğer bu ay bÇtÇn olup bitenleri olabildiğince doğru ve kesin bir ázetini yapabilirsem,<br />
belki dururum ve dánmeyi bırakırım. Yeniden kalemi elime almak istiyorum; kimi zaman<br />
akşamları yapacak hiÉbir şeyim olmuyor. Garip bir şey, oyalanmak iÉin buranın pek cılız olan<br />
kitaplığından hiÉ sevmediğim Paul de Kock'un Alrnancaya Éevrilmiş kitaplarını alıyorum;<br />
ama, bunları okuyorum ve kendim de buna şaşıyorum: Sanki ciddi bir okumayla, ya da bir.<br />
işle dağılacak bir sihiri bozmaktan korkuyor gibiydim. Sanki bu tutarsız dÇş ve bende<br />
bıraktığı bÇtÇn izlenimler benim iÉin pek de-ğerliymiş de, duman olup dağılacakları<br />
korkusuyla her tÇrlÇ yeni temastan Éekiniyordu m! BÇtÇn bunlar bu kadar mı iÉime işlemişti,<br />
kuzum Evet, elbette ya; bunları belki kırk yıl sonra da anımsayacağım...<br />
İşte báylece, yeniden kalemi elime aldım. Zaten, şimdi artık bÇtÇn bu olup bitenler kısaca<br />
anlatılabilir: Duygularım artık hiÉ de aynı değil...<br />
Her şeyden ánce bÇyÇkannenin áykÇsÇnÇ bitirelim. Ertesi gÇn, her şeyi yitirmişti. Bunun<br />
báyle olması gerekiyordu: Onun'gibi, o yola sapan bir kimse sanki karlı bir dağın tepesinden<br />
kızakla kayıyormuş gibi, gitgide daha hızla aşağı iner. Akşamın sekizine kadar, bÇtÇn gÇn<br />
boyu oynadı; ben orada yoktum, bÇtÇn bildiklerim de ortalarda dolaşan sáylentilerden<br />
derlenmedir.130<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
131<br />
ÜPeki, şimdi saat kaÉã<br />
ÜYedi buÉuk.ã<br />
ÜNe fena! Aman, ne yapayım! Alexis Ivanovitch, tek "meteliğim kalmadı. Al, işte iki tahvil<br />
daha, oraya koşup bunları bana bozduruver. Yoksa, dánmek iÉin yol param bile kalmayacak.ã<br />
çıktım. Yarım saat sonra geri dándÇğÇmde, dostlarımızı bÇyÇkannenin dairesinde buldum.<br />
BÇyÇkannenin Moskova'ya kesin dánÇş haberi onları kumardaki kayıplarından Éok daha fazla<br />
etkilemişe benziyordu. Bu gidişin servetini kurtardığım kabul etsek bile, general ne olacaktı<br />
Deş Grieux'ye olan borÉlan kim ádeyecekti Mile Blanche, bÇyÇkannenin álÇmÇnÇ<br />
beklemeyecek ve hiÉ kuşkusuz kÇÉÇk prensle, ya da bir başkasıyla kaÉacaktı. Orada áyle<br />
durmuş, bÇyÇkanneyi avutmaya ve ikna etmeye Éalışıyorlardı. Pauline hêlê ortalarda yoktu.<br />
BÇyÇkanne hepsine kaba kaba sávÇp sayıyordu.<br />
ÜYıkılın karşımdan, iblisler! Siz ne karışıyorsunuz, kuzum Bu teke sakallı ne diye gelip bana<br />
sÇrtÇnÇyorã diye bağırdı Deş Grieux'ye. ÜYa sen, ÉalÉene geveze, sen ne istiyorsunã diye<br />
haykırdı Mile Blanche'a. ÜNe diye tepinip duruyorsunã<br />
ÜVay canına!ã diye mırıldandı gázlerinde áfke şimşekleri Éakan Mile Blanche;' ama, ansızın<br />
bir kahkaha kopararak odadan Éıktı.<br />
Kapının eşiğinden generale:<br />
ÜYÇz yıl yaşar bu!ã diye bağırdı.
ÜYa! Demek ki sen benim álÇmÇme gÇveniyorsun, haã diye ciyak ciyak bağırdı bÇyÇkanne<br />
generale dánerek. ÜDefol! . Alexis Ivanovitch, şunların hepsini kapı dışarı at! Sizin ne<br />
ÇstÇnÇze vazife Yitirdiğim kendi param, sizinki değil!ã<br />
General omuzlarını silkti, belini kırdı ve Éıktı. Deş Grieux onun peşinden gitti.<br />
BÇyÇkanne, Marthe'a:<br />
ÜPrascovia'yı Éağır!ã diye buyurdu. Beş dakika sonra, Marthe, Pauline'le birlikte dándÇ.<br />
BÇtÇn bu sÇre iÉinde Pauline Éocuklarla birlikte odasında kalmıştı (kuşkusuz, bile bile bÇtÇn<br />
gÇn dışarı Éıkmamaya karar vermişti). äzgÇn ve tasalı gárÇnÇyordu.<br />
BÇyÇkanne:<br />
ÜPrascoviaã diye sáze başladı, Üdemin dolaylı olarak áğrendiklerim doğru mu Senin sersem<br />
Çvey baban şu fırıldakla, şu Fransız kadınıyla, bir aktris, ya da daha beteri olan şu kadınla<br />
evleniyormuş Sáyle, doğru mu.buã<br />
ÜKesin hiÉbir şey bilmiyorum, bÇyÇkanneã diye yanıt verdi Pauline, Üama, gizlemekte artık<br />
hiÉbir yarar gármeyen Mile Blanche'ın sázlerinden, áyle anlıyorum ki...ã<br />
BÇyÇkanne enerjik bir sesle onun sázÇnÇ kesti:<br />
ÜYeter! Her şeyi anlıyorum! Bu adamın báyle bir sonuca ulaşacağını hep dÇşÇnmÇştÇm ve<br />
onu dÇnyanın en boş, en havai insanı olarak gármÇşÇmdÇr. General rÇtbesiyle ávÇnÇyor, onu<br />
da albay olarak emekliye ayrılırken yÇkselttiler, bir de kalkmış bÇyÇk bÇyÇk havalar<br />
takınıyor. Ama, ben her şeyi biliyorum, gÇzelim, Moskova'ya telgraf telgraf ÇstÇne<br />
gánderdiğinizi biliyorum. "İhtiyar bÇyÇkanne yakında ábÇr yana atlayacak mı" İşte onların<br />
anlamı buydu. Mirasımı bekliyordunuz; o para olmazsa, bu yaratık (neydi adı onun: de<br />
Cominges'di galiba) onu o takma dişleriyle kapısına uşak bile' almazdı. Faizle borÉ verdiği<br />
bir yığın parası olduğunu sáylÇyorlar, kendisine bir anamal edinmiş. Ben seni suÉlamıyorum,<br />
Prascpvia, telgrafları sen yollamadın ki, zaten geÉmişe dánmek istemiyorum. KátÇ huylu<br />
olduğunu bilirim... Akrep gibisindir! Soktuğun zaman şişer! Ama, sana acıyorum, ÉÇnkÇ<br />
álmÇş annen Catherine'i Éok severdim. Bak dinle beni, eğer istersen, bÇtÇn bunlardan ayrıl,<br />
benimle gel. Gidecek hiÉbir yerin yok, şimdi de onların yanında kalman 'hiÉ yakışık almaz.<br />
Dur, bekle!ã diye haykırdı bÇyÇkanne bir karşılık ver-<br />
132<br />
KUMARBAZ<br />
meye hazırlanan Pauline'e. ÜDaha bilirmedim. Senden hiÉbir şey istemiyorum. Moskova'daki<br />
evimi biliyorsun, bir saray gibi. Eğer istersen bÇtÇn bir katı • sana veririm, huyumdan<br />
hoşlanmıyorsan, haftalarca gelip beni gármeyebilirsin. Kabul ediyor musun, etmiyor musunã<br />
Üànce izin verirseniz size bir şey sormak istiyorum: GerÉekten de hemen gitmek istiyor<br />
musunuzã<br />
ÜYavrucuğum, şaka edermiş gibi bir halim var nıı benini Gideceğimi sáyledim ve<br />
gidiyorum. äÉ kere lanet olasıca ruletinizde bugÇn tam on beş bin ruble yitirdim! Beş yıl<br />
ánce, Moskova'daki malikênemin yakınlarındaki ahşap kiliseyi yeniden taştan yaptırmak iÉin<br />
adakta bulunmuştum, burada kumarda her şeyimi yitirdim. İşte şimdi, gÇzelim, kilisemi inşa<br />
etmeye gidiyorum.ã<br />
ÜYa kaplıcalar, bÇyÇkanne Kaplıcalar iÉin gelmiştiniz ya!ã<br />
ÜRahat bırak beni o kaplıcalarla! àfkelendirme beni, Prascovia; bilerek mi yapıyorsun Daha<br />
bakalım, geliyor musun, gelmiyor musunã<br />
ÜBÇyÇkanne, bana ánerdiğiniz barınak iÉin size Éok, Éok minnettarımã diye sáze başlayan<br />
Pauline pek heyecanlıydı. ÜDurumumu kısmen tahmin ettiniz. Size o kadar minnettarım ki,<br />
inanın bana, belki de pek yakında gelip sizi bulacağım; ama, şimdilik ciddi... nedenlerim var...<br />
hemen karar veremem. Siz hiÉ değilse on beş gÇn kalabilseydiniz...ã<br />
ÜDemek ki, istemiyorsunã<br />
ÜYapamam. ästelik de, kardeşlerimden ayrılamam, yalnız kalabilecekleri iÉin de... Eğer beni<br />
Éocuklarla birlikte kabul etseydiniz, bÇyÇkanne, elbette size gelirdim ve inanın, buna layık
olmasını bilirdim!ã diye ekledi coşkun bir iÉtenlikle. ÜAma, Éocuklar olmazsa, yapamam,<br />
bÇyÇkanne.ã<br />
ÜPekêlê, pekêlê, pırlama! (Pauline zırlamayı aklına bile getirmiyordu, zaten o bir damla<br />
gázyaşı dákmezdi ki.) Civ-<br />
KUMARBAZ<br />
133<br />
civlere de bir yer buluruz: KÇmes nasıl olsa yeteri kadar bÇyÇk. ästelik de, okula<br />
başlamalarının zamanı geldi. Demek, şimdi gitmiyorsun, áyle mi Dikkatli ol, Prascovia!<br />
Senin iyiliğini istiyorum, şimdi neden gitmediğini de biliyorum! Her şeyi biliyorum,<br />
Prascovia! O berbat kÇÉÇk Fransızdan sana hiÉbir iyilik gelmez.ã<br />
Pauline kıpkırmızı oldu. Ben Çrperdim. (Hepsi biliyorlardı! Bilmeyen bir bendim!)<br />
ÜHadi, hadi, surat asma. Bu konuda fazla aÉılmayacağını. Ama, dikkat et de başına bir felaket<br />
gelmesin... Dediğimi anlıyor musun Akıllı bir kızsın; buna Éok ÇzÇlÇrÇm. Hadi bakalım, bu<br />
kadarı yeter. Sizi bir daha gázÇm gármesin. Elveda!ã<br />
ÜSizi geÉiririm, bÇyÇkanne ãdedi Pauline.<br />
ÜYararı yok, beni rahatsız edersin, hem de hepinizden pek bıktım, burama geldi artık.ã<br />
Pauline, bÇyÇkannenin elini áptÇ ama, beriki elini Éekti, genÉ kızın yanağını áptÇ.<br />
Pauline, ánÇmden geÉerken hızla bana bir gáz attı ve hemen bakışlarını Éevirdi.<br />
ÜSana da elveda diyorum, Alexis Ivanovitch! Trenin kalkmasına sadece bir saat kaldı. Senin<br />
de benden usandığını sanırım. Al şu elli frederiki, al.ã<br />
ÜSize Éok teşekkÇr ederim, bÇyÇkanne ama, cesaret edemem...ã<br />
ÜPekêlê, pekêlê!ã diye bağırdı bÇyÇkanne, sesi' áyle sert ve korkutucuydu ki reddetmeye<br />
cesaret edemedim, parayı aldım.<br />
ÜEğer Moskova'da işsiz kalırsan, gel beni bul. Sana tavsiye mektupları veririm. Hadi, git<br />
artık!ã<br />
Odama Éıkıp, yatağıma uzandım. Kollarımı başımın arkasında kavuşturup, sırtÇstÇ yaklaşık<br />
yarım saat kadar yatmış olmalıyım. Felaket patlak vermişti, dÇşÇnmeye değerdi. Ertesi gÇn<br />
Paulinc'le ciddi şekilde konuşmaya karar verdim.134<br />
KUMARBAZ<br />
Hey, kÇÉÇk Fransız! Demek doğruydu ha Ama, neler geÉmiş olabilirdi Pauline ve Deş<br />
Grieux! Ulu Tanrım, ne yakınlaşma, ne koşutluk!<br />
BÇtÇn bunlar tam anlamıyla inanılmaz şeylerdi. Kendim den geÉerek, ansızın ayağa kalkarak,<br />
hemen koşup B. Astley'i aramaya ve her ne pahasına olursa olsun onu konuşturmaya karar<br />
verdim. Bu konuda da, hiÉ kuşkusuz, benden daha fazlasını biliyordu. B. Astley mi İşte bir<br />
muamma daha!<br />
Ama, ansızın kapım vuruldu. Gidip baktım: Potapytch'ti.<br />
ÜAlexis Ivanovitch, iyi yÇrekli beyciğim, Hanımefendi sizi istiyor.ã<br />
ÜNe oldu Gidiyor mu Tren saatine daha yirmi dakika var.ã<br />
Üçok heyecanlı, beyciğim, yerinde duramıyor: "çabuk! çabuk!" diyor. Sizi istiyor. Tanrı<br />
aşkına, sakın gecikmeyin!ã<br />
Hemen aşağı indim. BÇyÇkanneyi koridora Éıkarmışlardı bile. Para cÇzdanı elindeydi.<br />
ÜAlexis Ivanovitch, sen ánden yÇrÇ, oraya gidiyoruz!ã<br />
ÜNereye, bÇyÇkanneã<br />
Üàlsem bile, paramı geri alacağım! Hadi bakalım, yÇrÇ, soru sormak yok! Gece yarısına<br />
kadar kumar oynanıyor, değil miã<br />
Taş kesilmiş gibi donakaldım, dÇşÇndÇm, hemen bir karara vardım.<br />
ÜSiz nasıl isterseniz, Antonine Vassilievna ama, ben gitmem.ã<br />
ÜO da neden áyle Gene ne oldu Ne oluyor hepinize birden báyleã
ÜSiz nasıl isterseniz áyle yapın. Sonra ilerde ben kendi kendimi suÉlarım, istemiyorum! Ne<br />
tanık olmak istiyorum, ne de ortak: Beni mazur gárÇn, Antonine Vassilievna. İşte elli<br />
frederikiniz de,j elveda!ã Ve bÇyÇkannenin koltuğunun hemen<br />
KUMARBAZ<br />
135<br />
yanında bulunan sehpanın Çzerine altın destesini bırakarak selam verip gittim.<br />
ÜNe sersemlik!ã diye arkamdan bağırdı bÇyÇkanne. ÜCanın isterse, sen gelmezsen gelme, ben<br />
pekêlê kendi başıma yolu bulurum. Potapytch, yanımdan ayrılma. Hadi bakalım, gátÇr beni!ã<br />
B. Astley'i bulamadım ve otele dándÇm. GeÉ vakit, sabahın birine doğru, bÇyÇkannenin<br />
gÇnÇnÇn nasıl sona erdiğini Potapytch'den áğrendim. Onun adına bozdurduklarımın hepsini,<br />
yani yirmi bin ruble daha yitirmişti. İki frederik verdiği o Polonyalı onun peşine takılıp hep<br />
oyununu yánetmişti. BÇyÇkanne ánce Potapytch'e başvurmuştu ama, onu hemen geri<br />
gándermişti; işte o zaman Polonyalı ortaya Éıkmıştı. Sanki bilerekmiş gibi, RusÉa anlıyordu,<br />
iyi kátÇ ÇÉ dili birbirine karıştırarak başım gázÇnÇ yara yara konuşuyordu, báylece de<br />
sonunda anlaşabiliyorlardı. Beriki, Ühanımın ayaklarının dibinde sÇrÇndÇğÇ haldeã<br />
bÇyÇkanne hiÉ acımadan ona hep sert davranmıştı.<br />
ÜSizinle onun arasında dağlar kadar fark vardı, Alexis Ivanovitchã diyordu Potapytch. ÜSize<br />
bir beyefendi gibi davranıyordu, oysa ábÇrÇ, —şurada Tanrı'nın gazabına uğraya-yım ki,<br />
kendi gázlerimle gárdÇm!— hanımın gázÇnÇn iÉine baka baka parasını Éalıyordu. Hatta bir<br />
iki kez hanım onu suÉÇstÇ yakaladı ve her tÇrlÇ adı yÇzÇne sáyleyerek ona hakaret etti; hatta<br />
adamın saÉlarını bile Éekti. Doğruyu sáylÇyorum, yalanım varsa Tanrı Éarpsın, bu.da herkesi<br />
gÇldÇrdÇ. Ah, beyciğim, hanım hepsini yitirdi: Ne kadar parası varsa, bÇtÇn •sizin<br />
bozdurduklarınızı da yitirdi. Sevgili hanımcığımı buraya getirdik. Sadece bir bardak su istedi,<br />
istavroz Éıkardı ve gidip yattı. Besbelli iyice yorulmuş, tÇkenmişti, ÉÇnkÇ başını yastığa koyar<br />
koymaz uyudu. Tanrı ona meleksi dÇşler gándersin! Ah! El memleketleri!ã diye sÇrdÇrdÇ<br />
Potapytch, Übundan yararlı hiÉbir şey. Éıkmayacağını ona pekêlê sáylemiştim ben!138<br />
KUMARBAZ<br />
Potapytch bÇtÇn gÇn gazinoda onun yanında nábet tutar. BÇyÇkanneyi yáneten<br />
Polonyalılar defalarca yer değiştirirler. ànce, saÉını Éektiği o bir gÇn ánceki Polonyalıyı<br />
yanından kovar, bir başkasını alır ama, bu ikincisi ilkinden daha da baskın Éıkar.<br />
Bunu savdıktan sonra gene ilkini alır, zaten o da oralardan ayrılmamış, bÇtÇn gázden<br />
dÇştÇğÇ sÇrece, her an omuzunun Çzerinden başını uzatarak, koltuğunun arkasında<br />
dolanıp durur. En sonunda, bÇyÇkanne gerÉek bir umutsuzluğa kapılır. İkinci Polonyalı da<br />
dÇnyada yerinden kıpırdamak (istemez: Báylece, biri yaşlı hanımın sağına, ábÇrÇ de<br />
soluna yerleşir. Ortaya konan paralar ve oyunun gidişi konusunda durmadan kavga edip<br />
birbirlerine kÇfÇr ederler, birbirlerine ağıza alınmaz iltifatlarda bulunurlar, sonra barışırlar<br />
ve parayı gelişigÇzel atarlar. Kavga ettikleri zaman, her biri kendi keyfince para<br />
koyuyordu, sázgelimi, biri kırmızının Çzerine, ábÇrÇ karanın Çzerine koyuyordu. En<br />
sonunda, bÇyÇkannenin áyle aklını başından alırlar ki, neredeyse gázlerinden yaşlar<br />
boşanarak yaşlı bir krupiyeden kendini korumasını ve Polonyalıları kovmasını ister.<br />
Berikilerin bağırışmalanna ve itirazlarına karşın, bunu hemen yerine getirirler. Her ikisi, de,<br />
bÇyÇkannenin kendilerine borÉlu olduğunu, kendilerini aldattığını, onlara Éok ahlaksızca<br />
davrandığını iddia ederek avaz avaz bağırırlar. Zavallı. Potapytch bÇtÇn bunları<br />
ağlayarak hemen o akşam anlatmıştı bana ve berikilerin ceplerini doldurduklarını,<br />
utanmadan para aşırıp bunları ceplerine tıktıklarını gázleriyle gárdÇğÇnÇ sáyleyerek<br />
itiraz ediyordu. İÉlerinden biri, sázgelimi, bÇyÇkanneden zahmetine karşılık beş frcderik<br />
istiyordu ve • bunları bÇyÇkannenin mizasının yanına koyuyordu. Eğer bÇyÇkanne kazanjr-<br />
!sa, adam kendisinin kazandığım ve onun yitirdiğini sáylÇyordu avaz avaz bağırarak.<br />
Polonyalıları kovarlarken, Potapytch araya girip ceplerinia altınlarla dolu olduğunu bildirir.<br />
BÇyÇkanne ánlem alması iÉin hemen krupiyeye rica eder ve
KUMARBAZ<br />
139<br />
Polonyalıların keskin äığlıklarına karşın, polis gelir, adamların cepleri bâyâkanne yararına<br />
boşaltılır. Parası olduğu sârece yaşlı hanım gerek krupiyelerden, gerek gazino yãnetiminden<br />
bâyâk saygı gãrâr. Yavaş yavaş ânâ bâtân kente yayılır. Bâtân âlkelerden kaplıcaya gelenler,<br />
en basitinden en ânlâsâne kadar şimdiye kadar åmilyonlarç yitiren åbunamış yaşlı bir Rus<br />
kontesiniç gãrmek iäin akın akın koşup gelirler.<br />
Ama, bâyâkanne, Polonyalılardan kurtulmakla pek, pek az kazanälı äıkar. Bir âäâncâsâ atılıp<br />
hemen onların yerine ona hizmetlerini sunar: Bu âäâncâ Polonyalı äok gâzel Rusäa<br />
konuşuyordu, bir uşağa benzemesine karşın, centilmenler gibi giyinmişti; kocaman bir bıyığı<br />
ve pek äok ãzsaygısı vardı. O da hanımefendinin åayaklarının izini ãpâyorduç ve<br />
åayaklarının dibinde sârânâyorduç ama, äevrede bulunan herkese kâstahäa davranıyor,<br />
herkese bir zorba gibi buyruklar veriyordu. Kısacası, adam ortalarda uşak gibi değil de<br />
bâyâkannenin efendisi gibi salınıyordu. Her an, her oyundan sonra, bâyâkanneye doğru .<br />
dãnâyor, en korkunä yeminleri ederek namuslu bir insan olduğunu, onun bir tek meteliğini<br />
bile almayacağına ant iäiyordu. Bu gâvenceleri ãyle sık sık yinelemeye başlar ki, bâyâkanne<br />
geräekten korkmaya başlar. Ne var ki, başlangıäta bu efendi oyununu dâzeltir ve kazanır gibi<br />
gãrândâğânden, bâyâkanne onu başından atmaya bir târlâ karar veremez. Bir saat sonra,<br />
gazinodan kovulan iki Polonyalı, bâyâkannenin koltuğunun arkasında belirip ona yeniden<br />
hizmetlerini sunarlar, hatta ufak tefek işlerini de gãreceklerini bildirirler. Potapytch o namuslu<br />
efendinin berikilerle kaş gãz işareti yaptığını, hatta elden ele onlara bir' şey geäirdiğini de<br />
yemin billah ederek bana sãyledi. Bâyâkanne yemek yemediğinden, koltuğundan da hemen<br />
hemen hiä kalkmadığından, Polonyalılardan biri geräekten yararlı olabilirdi: Gazinonun<br />
bâfesine koşup ona bir kése et suyu, sonra da140<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
141<br />
cay getirir. Zaten oraya da ikisi birden koşarlar. Ama, akşama doğru, bâyâkannenin son<br />
banknotunu yitirdiğini herkesin gãrebildiği bir sırada, koltuğunun arkasında daha ãnce hiä<br />
kimsenin gãrmediği tam altı kadar Polonyalı vardı. Bâyâkanne son paralarını da yitirdiğinde,<br />
berikiler onun sãylediklerini dinlemedikleri gibi, artık ona kulak da asmıyorlardı bile, omuzunun<br />
âzerinden masaya doğru eğiliyorlar, paralan topluyorlar, buyruklar veriyorlar, para<br />
sârâyorlar, kavgaya tutuşuyorlar, namuslu efendiye teklifsizce, laubali bir şekilde<br />
sesleniyorlardı. Ona gelince, o .bâyâkannenin varlığını unutmuştu bile. Ve bâyâkanne her<br />
şeyini iyice batırdıktan sonra, akşamın saat sekizine doğru otele' dãndâğânde, âä dãrt<br />
Polonyalı bir târlâ onun yanından ayrılamıyorlardı; bâyâkannenin kendilerini aldattığını,<br />
kendilerine borcu olduğunu avaz avaz bağırarak kanıtlamaya äalışarak, koltuğunun yanında<br />
koşuyorlardı. Otele işte bu şekilde dãnerler, orada onları tekme tokat, zor bela kovarlar.<br />
Potapytch'in hesabına gãre, bâyâkanne o gân, bir gân ãnce yitirdiğinden başka, seksen altı bin<br />
ruble yitirmişti. Yanındaki yâzde beş faizli bâtân devlet tahvillerini birbiri ardından<br />
bozdurmuştu. Onun yedi sekiz saat sâreyle, masanın başından ayrılmadan koltuğunda<br />
oturmasına şaşıyordum ama, Potapytclı bana onun iki âä kez geräekten bâyâk kazanälar elde<br />
etmeye başladığını anlattı. Yeniden umuda kapılarak, äekilip gitmeye cesaret edememişti.<br />
Zaten, kumarbazlar bir adamın yirmi dãrt saat boyunca, elinde iskambiller, gãzlerini sağa sola<br />
bile oynatmadan aynı yerde oturabileceklerini äok iyi bilirler.<br />
Bununla birlikte, o gân, bizim otelde de kesin sonuca gãtâren olaylar meydana geliyordu.<br />
Sabahleyin, saat on birden ãnce, bâyâkanne daha dairesindeyken, bizimkiler, yani general,<br />
Deş Grieux, son bir girişimde bulunmaya karar verirler. Bâyâkannenin gitmek şãyle dursun,<br />
tam tersine, yeni-
den gazinoya dáneceğini áğrenince, onunla kesin olarak ve iÉtenlikle gárÇşmek Çzere topluca<br />
(Pauline'in dışında) gelirler. Kendisi iÉin bundan Éıkacak korkunÉ sonuÉları dÇşÇnerek tir tir<br />
titreyen ve adeta baygınlıklar geÉiren general dozu artırır bile: Yarım saat rica ve<br />
yalvarmalardan sonra, hatta Mile Blanche'a olan tutkusunu bile itiraf ettikten sonra (tamamiyle<br />
aklını yitirmişti), general ansızın tehdit edici bir tonla, ayağını yere vurarak bağırıp<br />
Éağırmaya bile başlar; avaz avaz bağırarak bÇtÇn ailenin şerefini lekelediğini, bÇtÇn kentte bir<br />
rezalet konusu olduğunu ve en sonunda... en sonunda da: ÜSiz Rus sázcÇğÇnÇ kirletiyorsunuz,<br />
Hanımefendi!ã diye bağırır. ÜBunun iÉin gÇvenlik árgÇtÇ vardır!ã En sonunda da bÇyÇkanne<br />
(sázcÇğÇn tam anlamıyla) onu bastonla dáverek kapı dışarı eder.<br />
Generalle Deş Gricııx áğleye kadar bir iki kez daha gárÇşÇrler. àzellikle de gerÉekten polise<br />
başvurup vuramayacak-lannı dÇşÇnÇyorlardı. Bunamış, zavallı ama, saygıdeğer yaşlı bir<br />
hanımın kumarda bÇtÇn parasını yitereciğini vb., sáyleyerek, şáyle ya da báyle bir gázetim,<br />
ya da bir yasaklama elde edemezler miydi acaba Ama, Deş Grieux omuzlarını silker ve<br />
generalle aÉıkÉa alay eder, o da ne sáyleyeceğini, ne yapacağını bilemeden Éalışma odasında<br />
bir aşağı bir yukarı gidip gelir. En sonunda, Deş Grieux eliyle hor gáren bir hareket yapar, bir<br />
daha da onu gármez. Akşam, Mile Blanche'ia kesin ve gizemli bir konuşma yaptıktan sonra<br />
otelden bÇsbÇtÇn ayrıldığını áğrenirler. Mile Blanche'a gelince, o daha sabahtan kesin<br />
ánlemler almıştı: Generali kesin olarak başından savmıştı, onu karşısında gármeye bile<br />
dayanamıyordu. General peşinden gazinoya koşup da onu kÇÉÇk prensin kolunda gárÇnce, ne<br />
kendisi, ne de dul Bayan Cominges onu tanırlar. KÇÉÇk prens bile ona selam vermez... BÇtÇn<br />
gÇn Mile Blanche, duygularını en sonunda kesinlikle aÉığa vurması iÉin kÇÉÇk prensin<br />
nabzını yoklar, manevralar Éevirir.142<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
143<br />
Ama, ne yazık ki, Mile Blanche hesaplarında korkunÉ şekilde yanılıyordu. Bu kÇÉÇk<br />
felaket ancak akşam Çzeri patlak verdi; ansızın kÇÉÇk prensin beş parasız bir dilenci gibi<br />
yoksul olduğunun ve rulet oynamak iÉin emre muharrer bir senet karşılığında borÉ para<br />
almayı dÇşÇndÇğÇnÇn farkına varırlar. Mile Blanche áfkeyle onu kovar ve odasına kapanır.<br />
Aynı gÇn sabahı, B. Astley'e gittim, ya da daha doğrusu B. Astley'i aradım ama, ne<br />
yazık ki bulamadım. Ne odasında, ne gazinoda, ne de parktaydı. Bu kez otelde yemek<br />
yememişti. Saat beşte, onu birdenbire istasyondan İngiltere Oteli'ne giderken gárdÇm.<br />
Acelesi vardı, yÇzÇnden ka-- fasını kurcalayan dÇşÇnce, ya da herhangi bir sıkıntı belirtisi<br />
okumak olanaksız olmasına karşın, kaygılıya benziyordu. O her zamanki haykırışıyla:<br />
ÜAh!ã diyerek bana iÉtenlikle elini uzattı ama, durmadı ve hızlı adımlarla yoluna devam etti.<br />
Hemen peşinden yetiştim, ne Éare kí bana áyle bir karşılık verdi ki, ona herhangi bir şey<br />
sormaya vakit bulamadım. ästelik de konuşmayı Pauline'e getirmekte korkunÉ derecede bir<br />
gÇÉlÇk Éekiyordum. B. Astley onu da merak etmedi. Ben ona, bÇyÇkannenin başına<br />
gelenleri anlattım: Beni dikkat ve ciddiyetle dinledi, sonra omuzlarını silkti. Ben, ona:<br />
ÜHepsini yitirecek!ã dedim.<br />
ÜEvet, ya!ã diye karşılık verdi. ÜBen giderken o kumara başlamıştı bile, yitireceğinden<br />
emindim. Vakit bulursam, bir ara gazinoya uğrayıp, onu gárÇrÇm, ÉÇnkÇ Éok ilginÉ bir şey...ã<br />
Soruyu henÇz kendisine yáneltmediğime kendim de şaşarak:<br />
ÜSiz nereye gittiniz, kuzumã diye haykırdım.<br />
ÜFrankfurt'a.ã<br />
Üİş iÉin miã<br />
ÜEvet.ã<br />
Ona daha fazla ne sorabilirdim ki Zaten, ben hep onun yanından yÇrÇyordum ama, o ansızın<br />
yol ÇstÇnde bulunan Quatre-Saisons Oteli'ne doğru kıvrıldı, başıyla beni selamlayıp gázden<br />
kayboldu. Dánerken yavaş yavaş bir kesinliğe ulaştım: Onunla iki saat boyunca konuşmuş
olsaydım bile; hiÉbir şey áğrenemezdim, ÉÇnkÇ... ona soracak hiÉbir şeyim yoktu! Evet, tam<br />
da báyleydi işte! HiÉbir şekilde ona sorumu yánel-temezdim.<br />
Pauline'bÇtÇn gÇn Éocuklar ve dadılarıyla parkta gezin di, ya da iÉerde kaldı. Bir hayli<br />
zamandan beri generalden kaÉıyordu, pek ánemli şeyler dışında da onunla hemen hemen artık<br />
hiÉ konuşmuyordu. Bir sÇreden beri bunun farkmday-dım.<br />
Ama, generalin bugÇn ne durumda, bulunduğunu bildiğimden, genÉ kızdan kaÉınamadığını,<br />
başka bir deyişle, aralarında mutlaka ánemli ailevi tartışmalar geÉtiğini dÇşÇnmÇştÇm.<br />
Bununla birlikte, B. Astley'le yaptığım konuşmadan sonra otele dándÇğÇm zaman, Pauline'le<br />
Éocuklara rastladım. GenÉ kızın yÇzÇnde derin bir sakinlik ve huzur okunuyordu, sanki aile<br />
fırtınaları sadece onu esirgemiş gibi. Selamıma bir baş hareketiyle karşılık verdi. àfkeyle<br />
odama Éıktım.<br />
Elbette ki, onunla konuşmaktan kaÉındım, Wurmerhelm olayından beri onunla bir kez bile<br />
karşılaşmamıştım: Bunu bir onur.konusu yapıyordum. Ama, zaman geÉtikÉe, iÉimdeki áfke<br />
daha Éok kabarıyordu. Beni hiÉ sevmese bile, duygularımı ayaklar altına alamazdı, itiraflarımı<br />
báyle bir hor gármeyle karşılayamazdı. Kendisini gerÉekten • sevdiğimi biliyordu; onunla<br />
áyle konuşmama katlanmıştı, buna izin vermişti! Bunun, aramızda pek garip bir biÉimde<br />
başladığı bir gerÉektir. Bir sÇre ánce (bir hayli oldu bile, tam iki ay!) onun benimle dost<br />
olmak, bana iÉini dákmek isteğini ve hatta bu yánde girişimlerde bulunduğunu fark etmiştim.<br />
Ne var ki, bu başarılı olmadı; onun yerine, acayip ilişkiler sÇrdÇrdÇk;<br />
144<br />
KUMARBAZ<br />
145<br />
işte bu yÇzden onunla o şekilde konuşmaya başladım. İyi ama, mademki sevgimden<br />
hoşlanmıyordu, neden kendisine ondan sáz etmeme dÇpedÇz engel olmuyordu<br />
Oysa, bu konuda hiÉbir şey yapmıyordu; h'atta kimi zaman beni konuşmam iÉin kışkırtıyordu<br />
bile... elbette benimle alay etmek iÉindi bu. Bundan kesinlikle eminim, ÉÇnkÇ bunu Éok iyi<br />
hissettim: Beni dinledikten ve acı Éektiresiye kadar beni Éileden Éıkardıktan sonra, apaÉık<br />
herhangi bir hor gárme, ya da ilgisizlik belirtisiylc. ansızın keyfimi kaÉırmaktan pek<br />
hoşlanıyordu. Bununla birlikte onsuz yaşayamayacağımı da Éok iyi biliyor. Báylece, baron<br />
olayı geceli ÇÉ gÇn oldu, ayrılığımıza artık dayanamıyorum. Demin gazinonun yakınlarında<br />
ona rastladığım zaman, yÇreğim áyle şiddetle Éarpmaya başladı ki, yÇzÇm sapsarı kesildi.<br />
Aslına bakarsanız, o da bensiz yaşayamaz! Ben, onun iÉin zorunluyum... Beni sadece soytarı<br />
olarak dÇşÇnebilmesi olası mıdır<br />
Onun bir gizi var... AÉıkÉa belli oluyor bu! BÇyÇkanneyle aralarında geÉen konuşma yÇreğimi<br />
parÉaladı. çÇnkÇ ona benimle aÉıkyÇrekli ve aÉıksázlii olmasını bin kez rica ettim, onun<br />
uğruna gerÉekten canımı vermeye hazır olduğumu Éok iyi biliyor. Ama, beni hep hor gárerek<br />
uzaklaştırdı, ya da kendisine sunduğum yaşamımın feda edilmesi yerine beni, geÉen gÇn<br />
baronla olduğu gibi, ipe sapa gelmez, deli saÉması eylemlere zorladı. İsyan ettirici değil midir<br />
bu O zibidi Fran-sızın onun iÉin her şey olmasını akıl alır mıydı Ya B. Astley Doğrusu işte<br />
burada olay iÉinden Éıkılmaz hale geliyordu ve bununla birlikte... Tanrım, ne işkenceler<br />
Éekiyordum!<br />
Odama dánÇnce, bir áfke nábetine kapılarak, hemen kalemi yakaladım ve şu satırları<br />
karaladım:<br />
ÜPauline Alexandrovna, sonun pek yaklaştığını aÉıkÉa gárÇyorum; bunun ucu elbette ki size<br />
de dokunacaktır. Size son kez yineliyorum: Yaşamıma gereksinim duyuyor<br />
musunuz Herhangi bir şeye yararım, beni kullanın: Şimdilik adamdayım, hiÉ değilse,<br />
Éoğu zaman oradayım; hiÉbir yere gittiğim yok. Gerekirse, bana bir iki satır yazın, ya da beni<br />
Éağırtın.ã<br />
Pusulayı nıÇhÇrlcdim ve elden vermek emriyle kat hiz-nıetÉisiyle gánderdim. Yanıt<br />
beklemiyordum ama, ÇÉ dakika sonra garson dándÇ ve bana ÜteşekkÇr ettikleriniã bildirdi.
Saat yediye doğru beni generalin yanına Éağırdılar.<br />
çalışma odasındaydı ve sanki dışarı Éıkmaya hazırlanıyormuş gibi giyinmişti. Şapkasıyla<br />
bastonu divanın Çzerindeydi. İÉeri girince, onu odanın ortasında bacakları ayrılmış, başı anÇne<br />
eğik, kendi kendine konuşur halde gárÇr gibi oldum. 3eni fark edince adeta bir Éığlık<br />
kopararak Çzerime atıldı: ilimde olmadan geriye doğru bir adım altım ve odadan Éıkmak<br />
istedim ama, general iki elimi yakaladı ve beni divana loğru Éekti. Kendisi oraya oturdu, beni<br />
de tam karşısındaki coltuğa oturttu ve ellerimi bırakmadan, gázlerinde yaşlar parlarken,<br />
dudakları titreyerek, yalvaran bir sesle bana şunları sáyledi: '<br />
ÜAlexis Ivanovitch, kurtarın beni, kurtarın beni, acıyın jana!ã<br />
Uzun bir sÇre hiÉbir şey anlayamadım; general hiÉ durmadan konuşuyor, her dakika da:<br />
ÜBana acıyın!ã diye yine-.liyordu. En sonunda benden áğÇt gibi bir şeyler beklediğini, ya da<br />
daha doğrusu herkes tarafından terk edilince, kaygı ve umutsuzluğun penÉesinde kıvranırken<br />
beni anımsadığını ve sadece konuşmak, konuşmak, konuşmak iÉin beni Éağırttığını tahmin<br />
ettim.<br />
Artık aklı başında değildi, ya da en azından iyice soğukkanlılığım yitirmişti. Ellerini<br />
kavuşturuyordu, neredeyse ayaklarıma kapanacaktı (ne iÉin hem de bilir misiniz) hemen<br />
F. 10<br />
146<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
147<br />
Mile Blanche'a gidip, ona yalvarmam, kendisine geri dánÇp evlenmeye ikna etmem iÉin.<br />
ÜàzÇr dilerim, general ama,ã diye haykırdım, ÜMile Blanche beni bugÇne kadar belki fark<br />
etmedi bile Ben ne yapabilirim kiã<br />
İtiraz etmek yararsızdı, kendisine sáylenenleri anlamıyor-du bile. Tutarsız sázler sáyleyerek<br />
bÇyÇkanne konusunda da konuşmaya başladı; polise başvurma fikrinden bir tÇrlÇ<br />
vazgeÉmiyordu.<br />
ÜBizde, bizdeã diye başladı ansızın .áfkeyle kápÇrerek, Ükısacası... bizde, yetkililerin<br />
bulunduğu iyi dÇzenlenmiş bir Devlette, bu tÇr ihtiyar kadınları da vesayet altına alırlardı!<br />
Evet, azizim, evetã diye sÇrdÇrdÇ ansızın ayağa kalkıp odayı arşınlayarak. BilgiÉ bir sesle<br />
konuşuyordu: ÜSiz daha bunu bilmiyordunuz, azizimã diyordu bir káşedeki hayali bir<br />
muhataba seslenerek, Üáyleyse áğrenin ki... evet... bizde, bu tÇr yaşlı kadınları bÇkerler,<br />
bÇkerler... ta ki dize getirinceye kadar... evet, Bayım... Ah! Nedir başıma gelen felaket!ã<br />
Kendini yeniden divana attı ve bir saniye sonra, hemen hemen hıÉkırıklarla ağlayarak, soluk<br />
soluğa. Mile Blanche'ın kendisiyle evlenmek istemediğini anlattı: çÇnkÇ telgrafın yerine<br />
bÇyÇkanne Éıkagelmişti -ve şimdi artık mirasa konamayacağı da aÉıkÉa ortaya Éıkmıştı.<br />
HenÇz bunlardan hiÉ haberim olmadığını sanıyordu. Ona Deş Grieux'den sáz etmek istedim<br />
ama, bir el hareketiyle beni durdurdu.<br />
ÜO gitti! BÇtÇn mal varlığım, ona rehinli, bir solucan gibi ÉırÉıplak kaldım! Sizin getirdiğiniz<br />
şu para var ya... Hani şu para... Zaten ne kadar olduğunu bilmiyorum, galiba yedi yÇz frank,<br />
işte elimde avucumda kalan hepsi o kadar, şimdi de, bilmiyorum, bilmiyorum!..ã<br />
ÜOtelin hesabını nasıl ádeyeceksinizã diye haykırdım dehşetle, Üya... sonraã<br />
General dÇşÇnceli bir halle bana baktı ama, besbelli sázlerimden hiÉbir şey anlamamıştı,<br />
sáylediklerimi iyi duyamamıştı bile. Konuşmaya Pauline Alexandrovna'yla Éocuklara<br />
getirmeye Éalıştım, bana acele acele: ÜEvet, evet!ã diye karşjlık verdi ama, gene Mile<br />
Blanche'la gitmeye hazırlanan, prensten sáz etmeye başladı hemen ve o zaman... ve o zaman...<br />
ÜBenim halim ne olacak, Alexis Ivanovitchã dedi ansızın bana doğru dánerek; ÜTanrı adına,<br />
benim halim ne olacak Sáylesenize, nankárlÇk değil mi bu, nankárlÇk değil mi, ne<br />
dersinizã
En sonunda da kanlı gázyaşlarıyla ağlamaya koyuldu.<br />
Báyle bir adama yapılacak hiÉbir şey yoktu. Onu yalnız bırakmak da bir o kadar tehlikeliydi:<br />
Başına bir şey gelebilirdi. İyi kátÇ onu başımdan savdım ama, ne halde olduğuna bakmak iÉin<br />
arada sırada uğramasını da dadıya tembih ettim; ayrıca, Éok akıllı bir delikanlı olan kat<br />
garsonuyla da konuştum, o da gáz kulak olacağına sáz verdi bana.<br />
Generalin yanından henÇz ayrılmıştım ki Potapytch gelip, bÇyÇkannenin dairesine gitmemi<br />
rica etti. Saat sekizdi ,ve bÇyÇkanne son meteliğine kadar yitirdiği gazinodan henÇz<br />
dánmÇştÇ. Aşağı indim: Yaşlı hanını yorgun, bitkin, gárÇnÇşe gáre hasta, koltuğunda<br />
oturuyordu. Marthe ona neredeyse zorla iÉirdiği bir bir fincan Éay getirdi. BÇyÇkannenin sesi<br />
de, tonu da aÉıkÉa değişmişti.<br />
ÜGÇnaydın, sevgili Alcxis Ivanovitch,ã dedi ağır ağır ve ciddi bir halle başını eğerek. ÜSizi bir<br />
kez daha rahatsız ettiğim iÉin bağışlayın ama, yaşlı bir kadını hoş gárÇrsÇnÇz. Dostum, her<br />
şeyi orada bıraktım, yaklaşık yÇz bin ruble. DÇn benimle gelmemekte haklıymışsın. Şimdi<br />
artık hiÉbir şeyim yok, meteliksiz kaldım. Bir saniye bile -gecikmek istemiyorum, saat dokuz<br />
buÉukta gidiyorum. Senin İngilizi, Astley'di galiba, Éağırttım; bir hafta iÉin ondan ÇÉ bin frank<br />
ádÇnÉ almak istiyorum. Aklına bir şeyler esip de beni reddetmemesini sáyle148<br />
KUMARBAZ<br />
ona. Ben hêlê oldukÉa zengin bir kadınım, azizim, ÇÉ káyÇm, iki evim var, daha param da var,<br />
hepsini getirmemiştim. BÇtÇn bunları kaygılanmaması iÉin sáylÇyorum... Aa! İşte geldi! Mert<br />
bir insan olduğu belli.ã<br />
B. Astley, bÇyÇkannenin ilk Éağrısına hemen koşup gelmişti. HiÉ duraksamadan, lÇzumsuz<br />
konuşmalara kalkışmadan, bÇyÇkannenin imzaladığı bir kêğıt karşılığında hemen onun<br />
avucuna ÇÉ bin frangı şıp diye sayıverdi. Bu iş bittikten sonra, selam verip Éıktı.<br />
ÜŞimdi artık beni yalnız bırak, Alexis Ivanovitch, bir saatten biraz fazla zamanım var: Biraz<br />
uzanacağım, kemiklerim sızlıyor. Sakın bana kızma, ihtiyar bdr aptalım ben. Şimdi artık<br />
genÉleri hafiflikle suÉlamayacağım. Hatta şu sizin zavallı generali kınamaya Éekineceğim.<br />
Ama, hiÉ kusura bakmasın, ona beş para bile vermeyeceğim, ÉÇnkÇ gárÇşÇme gáre, son<br />
derece kaz kafalı bir adam, hoş bende, sersem tavuk, ondan daha akıllı değilim ya, neyse.<br />
Aslına bakarsan, Tanrı kendini beğenmişliği er geÉ cezalandırıyor. Eh, hadi bakalım, elveda.<br />
Marthe, kaldır beni!ã<br />
Oysa bÇyÇkanneyi uğurlamaya niyetleniyordum. Bundan başka da, bekleyiş iÉindeydim; her<br />
an bir şey olacakmış gibi geliyordu bana. Odamda duramadım. Koridora Éıktım, gidip bir sÇre<br />
ağaÉlı yolda gezindim. Pauline'e yazdığım mektup aÉık ve kesindi, varolan felaket de kesindi.<br />
Otelde Deş Grieux' nÇn gidişinden sáz edildiğini işittim. Kısacası, Pauline beni dost olarak<br />
geri itse bile, belki de uşak olarak kabul ederdi. çÇnkÇ ona gerekliyim, işlerini gármek 'iÉin<br />
bile olsa! Evet, bana ihtiyacı var, bu besbelli!<br />
Trenin hareket saatinde istasyona koştum ve bÇyÇkanneyi kompartımana yerleştirdim. Hepsi<br />
ázel kompartımana yerleştiler.<br />
Üçıkar gÇtmeyen yakınlığın iÉin sana teşekkÇr ederim, dos-<br />
KUMARBAZ<br />
149<br />
tÇm,ã dedi veda ederken. ÜDÇn ona sáylediklerimi Prascovia' ya yinele. Onu bekleyeceğim.ã<br />
Odama dándÇm. Generalin dairesinin ánÇnden geÉerken, dadıyla 'karşılaştım, ona efendisini<br />
sordum.<br />
ÜFena değil, Bcyciğimã diye karşılık verdi ÇzgÇn bir 'halle.<br />
Bununla birlikte iÉeri girdim ama, Éalışma odasının kapısında, şaşırarak durdum. Mile<br />
Blanche'la general kahkahalarla gÇlÇyorlardı. Dul bayan çominges de oradaydı, divanda<br />
oturuyordu. GárÇnÇşe gáre, sevinÉten Éılgına dánen general bir sÇrÇ saÉına sapan şeyler<br />
sáylÇyordu, yÇzÇnÇ bin bir kırışıkla buruşturan ve gázlerini kapatan sinirli ve .uzun<br />
kahkahalarla gÇlÇyordu.
Olanları daha sonra bizzat Mile Blanclıe'ın ağzından áğrendim: Prensi kovduktan sonra<br />
generalin umutsuz ÇzÇntÇsÇnÇ ' áğrenince, onu avutmak istemiş ve gelip ona kÇÉÇk bir<br />
ziyarette bulunmuştu. Ama, zavallı general o anda yazgısının kesinleştiğinden ve Mile<br />
Blanche'ın ertesi sabah ilk trenle Paris'e gitmek Çzere eşyalarını toplamaya bile başladığından<br />
habersizdi.<br />
çalışma odasının eşiğinde bir dakika durduktan sonra, iÉeri girmekten vazgeÉtim ve<br />
gárÇnmeden Éekilip gittim. Odama Éıktım. Kapıyı aÉınca, alacakaranlıkta, pencerenin<br />
yanında, bir káşede iskemlede oturan bir karaltı gázÇme Éarptı. Ben iÉeri girince karaltı ayağa<br />
kalktı. çabucak yaklaşıp baktım ve... .soluğum kesildi: Pauline'di bu!<br />
ON DàRDäNCä BàLäM<br />
Ağzımdan bir Éığlık kaÉtı. Pauline, bana: ÜNe o, neniz varã diye sordu garip bir sesle. YÇzÇ<br />
sapsarıydı ve ÇzÇntÇlÇ gárÇnÇyordu.150<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
ÜNeyim mi var Siz! Burada, benim odamda!ã<br />
ÜBen gelirsem, toptan gelirim. Bu benim huyumdur. Bunu hemen gáreceksiniz; bir mum<br />
yakın,ã dedi. İtaat ettim. Pauline ayağa kalktı, masaya yaklaştı, ánÇme aÉılmış, bir mektup<br />
koydu.<br />
ÜOkuyun!ã diye de buyurdu.<br />
ÜDeş Grieux'nÇn yazısı bu!ã diye haykırdım mektubu. alırken. Ellerim titriyordu,<br />
satırlar gázlerimin ánÇnde dans ediyordu. Mektuptaki sázleri tam olarak unuttum ama,<br />
sázcÇk sázcÇk değilse de,- en azından dÇşÇnce olarak şáyleydi:<br />
ÜKÇÉÇk hamınã diye yazmıştı Deş Grieux, Üpek ÇzÇcÇ olaylar beni hemen gitmek zorunda<br />
bıraktı. Kuşkusuz siz de fark etmişsinizdir ki, her şey iyice aydınlanmadan sizinle kesin bir<br />
aÉıklamadan bilerek kaÉındım. Akrabanız olan o yaşlı hanımın gelişi, akıl almaz davranışı<br />
duraksamalarıma son verdi. Benim kendi işlerimin dÇzensizliği elbette ki, bir sÇreden beri<br />
kendimi kaptırdığım tatlı umutlar beslemekten beni engelliyor. Olanlara ÇzÇlÇyorum ama,<br />
davranışımda bir centilmene ve dÇrÇst bir adama yakışmayan hiÉbir şey bulmayacağınızı<br />
umarım. Hemen hemen bÇtÇn paramı Çvey babanızın borÉlarım ádemek iÉin yitirdiğimden,<br />
elimde kalanları kullanmak zorunda kaldım. Bana rehin edilen malların satışına hiÉ<br />
gecikmeden girişmelerini Petersboıırg'daki dostlarıma bildirdim bile. Bununla birlikte, sizin<br />
dÇşÇncesiz, uÉarı Çvey babanızın bÇtÇn servetinizi har vurup harman savurduğunu<br />
bildiğimden, ona elli bin frank bağışlamaya karar verdim ve bu miktar tutarındaki senetlerin<br />
bir bálÇmÇnÇ ona geri veriyorum; báylece şimdi malınızın hukuk yoluyla geri verilmesini<br />
isteyerek yitirdiklerinizi yeniden elde edebilirsiniz. İşlerinizin bugÇnkÇ durumuyla<br />
girişimimin size yararlı olacağını umarım. Bu davranışla da şerefi bir adamın gárevlerini<br />
yerine getirdiğimi<br />
umarım. Emin olun ki anınız ebediyen kalbimde kazılı kalacak.ã<br />
ÜPekêlê, her şey aÉıkã dedim Pauline'e doğru dánerek. ÜGerÉekten de başka bir şey mi<br />
bekliyordunuzã diye sÇrdÇrdÇm áfkeyle.<br />
Pauline de gárÇnÇşte sakin bir halle:<br />
ÜHiÉbir ìey beklemiyordumã diye karşılık verdi ama, sesinde belli belirsiz bir titreme vardı.<br />
ÜUzun zamandan beri ne dÇşÇneceğimi biliyordum: DÇşÇncelerini okuyordum onun. O<br />
aradığımı... ısrar edeceğimi... sanıyordu...ã Durdu ve tÇmcesinin ortasında dudaklarını ısırarak<br />
sustu. ÜOna karşı bilerek hor gármemi ve nefretimi artırdımã diye sÇrdÇrdÇ; Üne yapacağını<br />
bekliyordum. Telgraf gelseydi, o sersemin (Çvey babamın) ona borÉlu olduğu parayı kafasına<br />
fırlatıp onu kovacaktım! Bir hayli, oh! Bir hayli zamandan beri ona tahammÇl edemiyordum.<br />
Ah! Eskiden bambaşka bir adamdı, bambaşka! Şimdiyse, şimdi!.. O elli bin frangı, Çstelik de<br />
yÇzÇne tÇkÇrerek, ne bÇyÇk bir sevinÉle şimdi kafasına fırlatırdım!ã
ÜAma, o kêğıt, geri verdiği o elli bin franklık senet generalin elinde değil mi Onu alıp Deş<br />
Grieux'ye geri gánderin.ã<br />
ÜOo! Bu aynı şey değil ki! Aynı şey değil!ã<br />
ÜEvet, doğru! Şimdi general ne işe yarar kiã diye bağırdım ansızın.<br />
Pauline dalgın ve sabırsız bir halle yÇzÇme baktı.<br />
ÜNeden bÇyÇkanneã dedi áfkeyle. ÜOnun evine gidemem... HiÉ kimseden de ázÇr dilemek<br />
istemiyorumã diye ekledi hiddetli bir sesle.<br />
ÜNe yapabilirizã diye haykırdım. ÜAma, Deş Grieux'yÇ nasıl, nasıl sevebildiniz! AlÉağın<br />
biri, alÉağın! Onu dÇelloda áldÇrmemi ister misiniz Nerede şimdiã<br />
152<br />
KUMARBAZ<br />
ÜFrankfurt'ta, orada ÇÉ gÇn kalacak.ã<br />
ÜSiz bir tek sáz sáyleyin, yarın ilk trenle giderim!ã dedim aptal bir coşkuyla.<br />
GÇlmeye başladı.<br />
ÜEvet ve belki de size: "ànce bana elli bin frangı geri verin" der.-Sonra da ne diye dÇello<br />
etsin Ne aptallık!ã .<br />
Üİyi ama, şu elli bin frangı nereden bulmalı, neredenã diye yineleyip duruyordum dişlerimi<br />
gıcırdatarak, sanki o parayı ansızın yerden toplamak olasıymış gibi. ÜBana bakın, ya B.<br />
Astleyã diye ona sordum: Tam .o sırada aklıma garip bir fikir gelmişti.<br />
Pauline'in gázleri parlamaya başladı.<br />
ÜDemek ki şu İngiliz iÉin senden ayrılmamı istiyorsun, áyle miã dedi acı bir gÇlÇmsemeyle,<br />
iÉe işleyen bakışlarını bana dikerek. İlk kez bana 'sen' diyordu.<br />
HiÉ kuşkusuz o anda heyecandan başı dándÇ: Birdenbire divana oturdu. BÇtÇn gÇcÇ<br />
tÇkenmişe benziyordu.<br />
Sanki bir şimşek Éakmış gibi gázlerim kamaştı; gázlerime ve kulaklarıma inanamadan, orada<br />
áylece dikilip duruyordum! Demek beni seviyordu! B. Astley'e değil, bana gelmişti! O, bir<br />
genÉ kız, bir başına otelde, benim odama gelmişti. Báylece herkesin gázÇnde kendini<br />
lekeliyordu, ben de orada áyle karşısında hiÉbir şey anlamadan kazık gibi dikilmiş<br />
duruyordum!<br />
Beynimde Éılgın, bir fikir parladı.<br />
ÜPauline! Bana sadece bir saat izin ver! Sadece bir saat burada bekle ve... hemen dáneceğim!<br />
Bu... bu zorunlu! Bak gáreceksin! Dur burada, dur bekle!ã<br />
Ve koşarak odadan Éıktım, soruşturan bakışlarına yanıt bile vermedim. Arkamdan bir şeyler<br />
bağırdı ama, ben geri dánmedim.<br />
Evet, kimi zaman en Éılgın, gárÇnÇşte en olanaksız dÇşÇnce kafamıza áyle kuvvetle saplanır<br />
ki, en sonunda onun ger-<br />
KUMARBAZ<br />
153<br />
Éekleşebileceğine inanırız... Dahası: Eğer bu dÇşÇnce şiddetli, tutkulu bir istekle bağlantılıysa,<br />
en sonunda onu kaÉınılmaz, zorunlu, ánceden saptanmış, alnımıza yazılmış bir şey gibi, var<br />
olmaması, oluşamaması olanaksız bir şey gibi kabul ederiz! Belki burada daha fazla bir şey<br />
vardır: Bir ánseziler bileşimi, istencin olağanÇstÇ bir Éabası, imgeleme yetisiyle bir kendi<br />
kendini zehirleme, ya da daha başka bir şey vardır, kim-bilir... Ne olduğunu bilmem ama, o<br />
akşam (p akşamı ámrÇm oldukÉa unutamam) başıma mucizevi bir serÇven geldi. Her ne kadar<br />
aritmetikle mÇkemmelen aÉıklanabilirse de, benim gázÇmde gene de mucizedir o serÇven.<br />
Peki, bu kesin gÇven o kadar uzun zamandan beri neden bu -kadar derin, bu kadar sağlam<br />
biÉimde, o kadar kák saldı bende çÇnkÇ, size bir kez daha sáylÇyorum, olası bir ihtimal gibi<br />
(dolayısıyla da belirsiz) değil de, başıma gelmemezlik edemez bir şey gibi dÇşÇnÇyordum<br />
bunu!
Saat onu Éeyrek geÉiyordu; gazinoya sarsılmaz bir umutla, aynı zamanda da o ana kadar hiÉ<br />
hissetmediğim bir heyecanla girdim; Sabahkinden iki kat daha az olmakla birlikte oyun<br />
salonlarında hêlê kalabalık vardı.<br />
Saat on birde masaların Éevresinde sadece gerÉek kumarbazlar kalır, kendileri iÉin kaplıcada<br />
ruletten başka bir şey bulunmayan kaşarlanmış kumarbazlar kalır. Onlar buraya salt rulet iÉin<br />
gelmişlerdir, Éevrelerinde olup bitenleri fark etmezler bile ve bÇtÇn mevsim boyunca<br />
kumardan başka hiÉbir şeyle ilgilenmezler; sabahtan akşama kadar kumar oynarlar, eğer<br />
olanak bulabilseler, bÇtÇn gece şafak sákÇnceye kadar da oynarlardı. Bunlar, gece yarısı olup<br />
da gazino kapandığı zaman hep istemeye istemeye, ayaklan geri geri giderek dağılırlar. Ve<br />
krupiyelerin en kıdemlisi kapanıştan ánce, yani gece yarısından az ánce: ÜSon ÇÉ oyun,<br />
Beyler!ã diye bildirdiğinde kimi zaman bunlar ceplerindekinin hepsini bu son ÇÉ oyunda<br />
ortaya sÇrmeye hazırdırlar, gerÉekten de154<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
155<br />
en bÇyÇk paralar bu saatte yitirilir. Doğruca bÇyÇkannenin oturmuş olduğu masaya yáneldim.<br />
Pek fazla kalabalık yoktu, onun iÉin az sonra masanın yanında, kendime ayakta bir yer<br />
bulabildim. Tam ánÇmde, yeşil Éuhanın Çzerinde: Pas sázcÇğÇ Éizilmişti.<br />
Pas.se, on dokuzdan otuz altıya kadar bir sayılar dizisidir. Birden on sekize olan ilk dizinin<br />
adı Manque'tır; ama, umurumda mı benim Ben hesap kitap yapmıyordum, Éıkan son<br />
numarayı bile işitmemiştim; en sakınmışız kumarbazın yapacağı gibi, başlarken bunu sorup<br />
áğrenmedim bile. Yirmi frederikimi Éıkarıp pas'm Çzerine attım. Krupiye: ÜYirmi iki!ã diye<br />
bağırdı.<br />
Kazanmıştım. Yeniden hepsini sÇrdÇm: Hem ilk mizamı, hem de kazancımı.<br />
ÜOtuz bir!ã diye haykırdı krupiye.<br />
Yine kazanmıştım! Báylece toplam seksen frederik ediyordu! Hepsini ortadaki on iki sayının<br />
Çzerine koydum (ÇÉ kat kazanÉ ama, iki karşıt şans); sehpa dánmeye başladı ve yirmi dárt<br />
Éıktı. Bana elli frederiklik ÇÉ desteyle on da altın verdiler; şimdi toptan iki yÇz frederikim<br />
olmuştu.<br />
Adeta 'ateşli bir kendimden geÉmeyle, bÇtÇn bu parayı kırmızının Çzerine ittim... ve ansızın,<br />
aklım başıma geldi! BÇtÇn gece boyunca korkunun beni dondurduğu bu tek seferde Éilerim,<br />
ayaklarım tir tir titriyordu. Bir bilinÉ şimşeği iÉinde, o anda yitirmenin benim iÉin ne anlam<br />
taşıyacağını dehşetle hissettim! Sáz konusu olan bÇtÇn yaşamımdı! ,<br />
Krupiye: ÜKırmızı!ã diye bağırdı. Geniş bir soluk aldım: BÇtÇn vÇcudumda kızgın karıncalar<br />
dolaşıyordu. Bana banknotla ádeme yaptılar; bu kez dárt bin florin ve yirmi frederik olmuştu<br />
(hêlê hesaplayabiliyordum).<br />
Ondan sonra, ortadaki on iki sayının Çzerine iki bin florin koyup yitirdiğimi anımsıyorum;<br />
altınımla seksen frederikimi oynadım ve yitirdim. İÉimi áfke kapladı: Kalan iki bin<br />
florini aldım ve ilk on iki sayının Çzerine koydum... àyle,' rastlantıyla, kararlamadan,<br />
hesaplamadan! Zaten bir bekleme anı, belki de, Bn. Blanchard'ın (1), Paris'te balonundan<br />
yere fırlatıldığı zaman duyduğuna benzer bir heyecan oldu. ÜDárt!ã diye bağırdı krupiye.<br />
Bir ánceki mizayla birlikte, peniden altı bin florinim oldu. Muzaffer havaları takınmaya<br />
başlamıştım bile ve artık hiÉbir şeyden korkum kalmamıştı. Karanın Çzerine dárt bin florin<br />
attım. On kadar oyuncu aceleyle benim gibi karanın Çzerine para koydular. Krupiyeler<br />
bakıştılar ve aralarında konuştular. çepeÉevre herkes konuşuyor ve bekliyordu.<br />
Kara Éıktı. O andan sonra, artık ne, ne kadar kazandığımı, ne de sÇrdÇğÇm paraların miktarını<br />
anımsıyorum. Sadece, adeta 'dÇşte gibi, yaklaşık on altı bin florin kazandığımı anımsıyorum.<br />
Ansızın, şanssız ÇÉ oyun bana on iki bin yi-irtti; bunun Çzerine, son dárt bini passe'ın Çzerine<br />
koydum ma, o anda hiÉbir şey hissetmedim; hiÉbir'şey dÇşÇnmeden, bilinÉsizce bekliyordum.<br />
Yeniden kazandım, dárt oyun Çst Çs-:e kazandım. Sadece florinleri binlerle topladığımı
anımsıyo-um; bir de pek bağlandığım o ortadaki sayıların daha sık Éıktığını anımsıyorum.<br />
DÇzenli olarak, hep ÇÉ dárt kez Çst Çste Éıkıyorlardı, sonra iki tur iÉin ortadan siliniyorlardı,<br />
sonra gene ÇÉ dárt kez peşpeşe, geliyorlardı. Bu şaşılacak dÇzenliliğe zaman zaman rastlanır,<br />
kalem elde, hesap kitap yapan profesyonel kumarbazların kafalarını karıştıran da işte budur.<br />
Burada yazgının nasıl korkunÉ cilveleri ortaya Éıkmaz ki<br />
Gazinoya geldiğimden beri galiba yarım saatten fazla olmuştu. Ansızın, krupiye bana otuz bin<br />
florin kazandığımı, bankonun bir seansta sadece bu kadarını karşıladığını ve báy-<br />
(1) ParaşÇtÇn mucidi havacının karısı olan Bn. Blancharcl, 1819'da havai fişeği attığı balon<br />
patlayınca Paris'te áldÇ.156<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
157<br />
lece ruleti yarın sabaha kadar kapatacaklarını sáyledi. BÇtÇn altınımı aldım, ceplerime tıktım,<br />
banknotlarımı aldım ve hemen bir başka rulet bulunan bir başka salona gittim; kalabalık<br />
peşimden koşuştu. Orada, bana hemen bir yer aÉtılar, ben de yeniden hesaplamadan,<br />
kararlamasına, gelişigÇzel para sÇrmeye başladım. Beni neyin kurtardığını bir tÇrlÇ<br />
anlayamıyorum!<br />
Zaten arada sırada hesaplama fikri aklıma geliyordu. Kimi sayılara, kimi şanslara<br />
bağlanıyordum ama,' az sonra onları bırakıyordum ve gene hemen hemen bilinÉsiz biÉimde<br />
oynamaya başlıyordum. Kuşkusuz Éok dalgındım; krupiyelerin birÉok defa oyunumu<br />
dÇzelttiklerini Éok iyi anımsıyorum. Akıl almaz hatalar yapıyordum. Şakaklarım nemlenmişti,<br />
ellerim titriyordu. Polonyalılar hemen koşup bana hizmetlerini sundular ama, benim kimseyi<br />
dinlediğim yoktu. Şans beni bırakmıyordu! Ansızın, Éevremde haykırışmalar ve kahkahalar<br />
yÇkseldi. ÜBravo, bravo!ã diye bağırışiyorlardı; hatta birkaÉ kişi alkışladı bile. Ben yeniden<br />
otuz bin florini cebe indirmiştim ve bankoyu -yarın sabaha kadar kapatıyorlardı.<br />
Sağ yanımdan biri: ÜGidin, gidin!ã diye fısıldadı bana. Frankfurt'lu bir Yahudiydi bu;<br />
yanımdan hiÉ ayrılmamıştı ve galiba bir iki kez de bana yardım etmişti.<br />
ÜTanrı aşkına, gidin!ã diye fısıldadı bu kez de başka bir ses sol kulağıma. çabucak bir gáz<br />
attım. MÇtevazi ama, rabıtalı biÉimde giyinmiş, otuz yaşlarında kadar bir hanımdı bu; yorgun<br />
yÇzÇ, hastalıklı solukluğu gene de vaktiyle son derece gÇzel olduğunu belli ediyordu. O sırada<br />
ben banknotları buruşturarak ceplerime dolduruyordum ve masanın Çzerinde kalan altınları<br />
topluyordum. Elli frederiklik son desteyi aldım ve hiÉ kimseye belli etmeden, soluk yÇzlÇ<br />
hanımın avu-cuna sıkıştırdım. Bunu yapmayı şiddetle istemiştim, onun ince uzun<br />
parmaklarının, bÇyÇk bir minnetle elimi sıktığını anımsıyorum.<br />
BÇtÇn bunlar ancak bir saniyenin iÉinde olup bitmişti.<br />
Hepsini topladıktan sonra, hemen-otuz ve kırk'a gittim.<br />
Otuz ve kırk'a soylu kişiler sık gider. Bu artık rulet değil, bir iskambil oyunudur. Orada,<br />
banko yÇz bin taleri karşılar. En bÇyÇk miza burada da dárt bin florindir. Oyunun nasıl bir şey<br />
olduğunu hiÉ bilmiyordum, gene burada da bulunan kırmızı ve karanın dışında hemen hemen<br />
hiÉbir mizayı bilmiyordum. Onun iÉin, ben de onlara bağlandım. BÇtÇn gazino Éevreme<br />
toplanmıştı. BÇtÇn o gece sÇresince Pauline'i bir tek kez olsun dÇşÇndÇğÇmÇ hiÉ<br />
anımsamıyorum. ànÇme yığılan banknotları yakalamaktan, kendime Éekmekten korkunÉ ve<br />
karşıkonulmaz bir zevk hissediyordum.<br />
GerÉekten de yazgının beni ittiği sáylenebilir. Sanki bile bile yapılmış gibi, gene bu kez de,<br />
kumarda sık sık yeniden meydana gelen bir durum belirdi. Şans, sázgelimi, kırmızıya yapışır<br />
ve on, hatta on beş tur boyunca onu bırakmaz. ànceki gÇn, kırmızının bir hafta ánce peş peşe<br />
tam yirmi iki kez Éıktığını işitmiştim; buna benzer bir olayı rulette hiÉ kimse anımsamıyordu<br />
ve herkes hayretle bundan sáz ediyordu. Elbette ki, herkes hemen kırmızıyı bırakıyor,<br />
sázgelimi, on turdan sonra hiÉ kimse onun Çzerine para koymaya cesaret edemiyor. Ama, o<br />
zaman deneyimli hiÉbir kumarbaz, kırmızının karşıtı karaya oynamayacaktır. Alışkın bir
kumarbaz Ürastlantının kaprisininã ne anlama geldiğini bilir. Sázgelimi, sanılabilir ki on altı<br />
oyundan sonra, on yedinci kaÉınılmaz biÉimde karanın Çzerine dÇşecektir. Acemiler sÇrÇ gibi<br />
bu şansın Çzerine atılırlar, mizalarını iki katına, ÇÉ katına Éıkarırlar ve korkunÉ yitiklere<br />
uğrarlar.<br />
Tersine, garip bir kaprisle, kırmızının yedi kez Çst Çste Éıktığını gárÇnce, ben ona bağlandım.<br />
Bunda yarı yarıya ázsaygının rol oynadığına kesinlikle eminim; akıl almaz bir tehlikeye<br />
girerek seyircileri şaşırtmak istiyordum ve (garip duy-158<br />
KUMARBAZ<br />
gu!) ansızın, ázsaygının hiÉbir dÇrtÇsÇ olmaksızın, tehlikenin susuzluğuna kapıldığımı belirli<br />
bir biÉimde anımsıyorum. Belki de, ruh o kadar Éok sayıda duygudan geÉtikten sonra<br />
doymuyor da sadece bundan sinirleniyor ve ta ki kesin bitkinliğe varıncaya kadar gitgide artan<br />
şiddette yeni duygular istiyor. Ve gerÉekten de, yalan sáylemiyorum, eğer yánetmelik bir<br />
seferde elli bin florin sÇrmeme izin verseydi, onları tehlikeye atardım. çevremde, bunun<br />
mantıksız bir şey olduğu, kırmızının tam on dárdÇncÇ kez Éıktığını bağırıp duruyorlardı!<br />
Yanımda biri:<br />
ÜBeyefendi .şimdiye kadar yÇz bin florin kazandıã dedi.<br />
Ansızın uyamverdim. Nasıl Bir gecede yÇz bin florin kazanmıştım! Ama, daha fazlasına<br />
ihtiyacım yoktu ki! Hemen banknotların Çzerine atıldım,'bunları saymadan gelişigÇzel<br />
ceplerime tıktım, hepsi deste halindeki altınlarımı aldım ve aceleyle gazinodan dışarı fırladım.<br />
Ağzına kadar dolduğundan aÉık duran ceplerim ve altının ağırlığı yÇzÇnden dengesiz<br />
yÇrÇyÇşÇmle kumar salonlarından geÉtiğimi gáren herkes halime gÇlÇyordu. Galiba<br />
Çzerimdeki yÇk sekiz kilodan fazlaydı. Bana doğru birkaÉ el uzandı; parayı elimin<br />
alabildiğince, avuÉ avuÉ dağıttım. çıkış kapısının yakınında iki Yahudi beni durdurdu. Bana:<br />
ÜCÇretlisiniz, Éok cÇretlisiniz!ã dediler. Ama, yarın sabah, olabildiğince erken saatte gidin,<br />
yoksa hepsini yitirirsiniz...ã<br />
Onları dinlemedim bile. AğaÉlı yol o kadar karanlıktı ki burnumun ucunu gáremiyordum.<br />
Otele kadar da yarını verst kadar mesafe vardı. çocukluğumda bile hiÉbir zaman ne<br />
hırsızlardan, ne de haydutlardan korkardım; o anda da bundan kaygılanmadım. Zaten yol<br />
boyu ne dÇşÇndÇğÇmÇ de anımsamıyordum; kafam bomboştu. Sadece şiddetli bir zevk<br />
duyuyordum, başarının, utkunun, gÇÉlÇ olmanın zevkini; nasıl anlatacağımı bilemiyorum.<br />
Pauline'in hayali gázlerimin ánÇn-<br />
KUMARBAZ<br />
159<br />
den geÉiyordu, onun yanına gideceğimi, sÇrekli olarak onu bulacağımı, olup bitenleri ona<br />
anlatacağımı, ona paramı gástereceğimi dÇşlÇyordum... Ama, demin bana sáylediklerini,<br />
gazinoya gidişimin nedenini, belli belirsiz anımsıyordum ve ancak bir buÉuk saat ánce<br />
duyulan bÇtÇn o taptaze duygular gelmiş geÉmiş, hatta artık hiÉ anıştırmada<br />
bulunmayacağımız bir geÉmişe aitmiş gibi geliyordu bana, ÉÇnkÇ her şey yeniden<br />
başlayacaktı. Ancak hemen hemen ağaÉlı yolun ucuna geldiğim zaman iÉimi bir korku<br />
kapladı: ÜYa şimdi beni áldÇrÇp de paramı Éalarlarsa!ã Her adımda .korkum daha da<br />
artıyordu. Koşuyordum adeta. .Ansızın yolun ucunda, bizim otelin bin bir ışıkla parıldayan<br />
ányÇzÇ ışıl ışı! beliriverdi. Tanrı'ya şÇkÇrler olsun,, gelmiştim!<br />
Merdivenleri dárder dárder atlayarak benim kata Éıktım, birdenbire kapıyı aÉtım. Pauline<br />
ellerini kavuşturmuş, yanan mumun kacşısında, divanın Çzerinde oturuyordu. Hayretle<br />
yÇzÇme baktı, kuşkusuz o anda pek garip bir suratım olmalıydı. Onun karşısında durdum ve<br />
bÇtÇn paramı masanıtı Çzerine attım. .<br />
ON BEŞİNCİ BàLäM<br />
HiÉ kımıldamadan, oturuşunu bile değiştirmeden, gázleğini bana dikmiş, bakıyordu.<br />
Cebimden son altın destesini de Éıkararak, ona:<br />
Üİki yÇz bin frank kazandım!ã diye bağırdım.
Bir yığın banknot ve altın para bÇtÇn masayı kaplıyordu. Gázlerimi oradan ayıramıyordum;,<br />
zaman zaman Pauline'i ta-mamiyle unutuyordum. Kimi zaman tomar halinde bir araya160<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
161<br />
getirerek banknotları dÇzene koymaya başlıyordum, kimi zaman altınları ayrı bir yana<br />
yığıyordum, kimi zaman da hepsini dağıtıp saÉıyor ve derin derin kendi dÇşÇncelerime<br />
dalarak, hızlı adımlarla odayı arşınlamaya başlıyordum; -yahut da ansızın masaya geri dánÇp<br />
paramı saymaya başlıyordum. Bir ara aklım başıma gelince, birdenbire kapıya atılıp anahtarı<br />
kilitte iki kez Éevirdim. Daha sonra kararsız bir halde, kÇÉÇk bavulumun ánÇnde durdum.<br />
Birden Pauline'in varlığını anımsayıp ansızın ona doğru dánerek:<br />
ÜAcaba yarın sabaha kadar bavula mı koysam bunlarıã diye sordum.<br />
Pauline hiÉ kıpırdamadan hep aynı yerde oturuyordu ama, gázlerini de benden ayırmıyordu.<br />
HiÉ de hoşuma gitmeyen garip bir ifadesi vardı. Orada kin okunduğunu sáylersem hiÉ de<br />
yanılmış olmam.<br />
çabucak ona yaklaştım:<br />
ÜPauline, işte yirmi beş bin florin, bu elli bin frank, hatta daha da fazla eder. Onları alın ve<br />
yarın gidip onun suratına atın.ã<br />
HiÉ karşılık vermedi.<br />
ÜEğer isterseniz, yarın sabah ben kendim gátÇrÇrÇm ona. Olur muã<br />
Pauline birden gÇlmeye başladı. Uzun bir sÇre gÇldÇ.<br />
äzÇntÇlÇ bir şaşkınlıkla ona bakıyordum. Bu gÇlÇş benim en ateşli aşk ilanlarımı sık sık (ve<br />
daha pek yakında) karşıladığı o alaycı gÇlÇşe pek benziyordu. En sonunda gÇlmeyi kesti ve<br />
kaşlarını Éattı. Bana sert sert bir yan bakış fırlattı.<br />
ÜSizin paranızı almamã dedi kÇÉÇmseyerek.<br />
ÜNasıl Ne oldu kiã diye haykırdım. ÜPauline, bu da ne demek oluyorã<br />
ÜKarşılıksız para kabul etmem.ã<br />
ÜBunu size bir arkadaş olarak veriyorum, size canımı ve-Irırim.ã<br />
Sanki ruhumu okumak istermiş gibi, araştırıcı gázlerle bana uzun uzun baktı. KÇÉÇk bir<br />
gÇlÇşle:<br />
Üçok cámertsinizã dedi. ÜDeş Grieux'nÇn metresi elli bin frank etmez.ã<br />
ÜPauline, benimle nasıl báyle konuşabilirsinizã diye ba-| girdim Éıkışarak. ÜBen Deş Grieux<br />
değilim!ã<br />
ÜSizden nefret ediyorum! Evet... Evet!.. Sizi de, Deş |Grieux'yÇ sevdiğimden fazla<br />
sevmiyorum!ã diye bağırdı, ve gázlerinde şimşekler Éakmaya başladı.<br />
YÇzÇnÇ ellerinin arasına gizledi ve bir sinir krizi geÉirdi. Ben, ona doğru atıldım.<br />
Benim yokluğumda başından bir şeyler geÉtiğini anladım. Aklı tam olarak yerinde değilmiş<br />
gibiydi.<br />
ÜBeni satın al, ister misin İster misin Deş Grieux gibi, elli bin franga, haã diye haykırdı<br />
meydan okurcasına sarsın-jtılı hıÉkırıklar arasından.<br />
Pauline'i kucakladım, ellerini, ayaklarını áptÇm, karşı-jsında diz ÉáktÇm.<br />
Sinir krizi geÉiyordu. Ellerini omuzlarıma koyup beni dik-katle seyretti. Sanki yÇzÇmden bir<br />
şey okumak istermiş gibiydi. Beni dinliyordu ama, gárÇnÇşe gáre sáylediklerimi işitmiyordu<br />
bile. YÇzÇnde tasalı, dÇşÇnceli bir ifade belirdi. Ben kaygılıydım; doğrusu ya, onun<br />
Éıldırdığını sanıyordum. Beni usulca kendine doğru Éekti, dudaklarında gÇven dolu bir<br />
gÇlÇmseme dolaşıyordu; sonra, ansızın beni geri itiyor ve ka-jranlık bir ifadeyle yÇzÇmÇ<br />
incelemeye başlıyordu. Birdenbire beni kucakladı:<br />
ÜBeni seviyorsun, değil mi, beni seviyor musunã di-' yordu. ÜMademki... Mademki...<br />
benim uğruma baronla dÇello etmek istiyordun!ã<br />
F. 11
162<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
163<br />
Sonra ansızın, sanki gâlânä ve, hoş bir anı aklına gelmiş gibi, bir kahkaha attı. Hem gâlâyor,<br />
hem de ağlıyordu.<br />
Ne yapabilirdim ki, elimden ne gelirdi Ben de ateşliydim. Benimle konuşmaya başladığını<br />
äok iyi anımsıyorum... Ama, hemen hemen hiäbir şey anlayamadım, bu bir äeşit sayıklama<br />
gibi bir şeydi: Sanki äabuk äabuk bana bir şeyler anlatmak istermişäesine kekeleyip<br />
duruyordu; bu sayıklama arada sırada, beni iyiden iyiye korkutmaya başlayan neşeli bir<br />
kahkahayla kesiliyordu.<br />
åHayır, hayır, kibarsın, naziksin!ç diye yineliyordu, åsen benim sadık dostumsun!ç<br />
Ve yeniden ellerini omuzlanma koyup gene beni seyretmeye koyuluyordu, bir yandan da<br />
durmadan: åBeni seviyorsun... Beni seviyorsun... Beni sevecek misinç diye yineliyordu.<br />
Gãzlerimi ondan ayırmıyordum; onu şimdiye kadar bãyle sevecenlik ve aşk taşkınlıkları<br />
iäinde hiä gãrmemiştim; bunların sayıklama olduğu bir geräekti ama... benim tutkulu bakışımı<br />
gãrâr gãrmez, dudaklarında kãtâ bir gâlâmseme belirdi; damdan dâşercesine, B. Astley'den<br />
sãz etmeye başladı.<br />
Zaten, konuşmayı durmadan B. Astley âzerine getiriyordu (ãzellikle de demin, bana bir şeyler<br />
anlatmaya äalıştığı sırada) ama, bunun ne anlama geldiğini bir târlâ kavrayamı-yorduın. Hatta<br />
onunla alay ettiğini sanıyorum. Her dakika onun beklediğini... belki de penceremin altında<br />
beklediğini bilmediğimi yineliyordu.<br />
åEvet, evet, pencerenin altında, aä da bak, bak, orada!ç<br />
Beni pencereye doğru itiyordu ama, ben oraya gitmek iäin bir hareket yapar yapmaz, äılgınca<br />
bir kahkaha koparı-yordu, ben de onun yanından ayrılamıyordum; o zaman, âzerime atılıyor,<br />
beni kollarının arasında sıkıyordu.<br />
åGidecek miyiz Yarın, gider miyiz..ç<br />
Bu dâşânce ansızın onu kaygılandırmışa benziyordu.<br />
åVe (dâşânceli bir hal alıyordu) bâyâkanneye yetişiriz, ne dersin Onu Berlin'de<br />
yakalayacağımızı sanıyorum. Ona yetişip de bizi karşısında gãrânce ne der acaba, sen ne<br />
dâşânâyorsun bu konuda Ya B. Astley.. Bak o Schlangenberg' in tepesinden kendini aşağı<br />
atmazdı, değil miç Bir kahkaha altı. åBak dinle: Gelecek yaz nereye gidecek biliyor musun<br />
Bilimsel araştırmalar yapmak iäin Kuzey Kutbu'na gidecek, beni de davet etti... Hah! Halı!<br />
Hay! Avrupalılar olmasa biz Rusların hiäbir şey bilmeyeceğimizi ve hiäbir işe yaramadığımızı<br />
sãylâyor... Ama, bak o da iyidir! Biliyor musun, generali hoş gãrâyor, bağışlıyor;<br />
Blanche'ın... tutkunun... Her neyse, bilmiyorum, bilmiyorumç diye yineledi, sanki şaşırmış da<br />
ne diyeceğini bilemezmiş gibi. åZavallılar, onlara o kadar acıyorum ki, bâyâkanneye de<br />
acıyorum... Bak, bak dinle. Deş Gricux'yâ nasıl ãldârebilirdin Ama, sen baronu bile<br />
ãldâremezdin!ç diye ekledi yeniden gâlmeye başlayarak. åGeäen gân, baronla, o kadar<br />
gâlânätân ki! Oturduğum sıradan ikinize de bakıyordum; seni yolladığım zaman oraya gitmek<br />
sana ne kadar da zor geliyordu! O kadar gâldâm, o kadar gâldâm ki!ç diye ekledi yeniden<br />
kahkahalar kopararak.<br />
Yeniden beni kucaklayıp gãğsânde sıkmaya, tutkulu bir sevecenlikle yâzâmâ yâzâne<br />
bastırmaya başladı. Artık hiäbir şey dâşânmâyordum, hiäbir şey duymuyordum, başım<br />
dãnâyordu...<br />
Aklımı başıma toparladığımda saat sabahın yedisi olmalıydı; gâneş odayı aydınlatıyordu.<br />
Pauline yanıma oturmuş, garip bir halle gãzlerini äevrede dolaştırıyordu sanki karanlıktan<br />
äıkmış da, anılarını toparlıyormuş gibi. O da uyanmış ve gãzlerini masaya ve paraya dikmişti.<br />
Başım kurşun gibi ağır ve sancılıydı. Pauline'in elini tutmak istedim: Beni itip birdenbire
divandan kalktı. Başlayan gÇn karanlıktı; şafaktan az ánce yağmur yağmıştı. Pauline<br />
pencereye yaklaştı, kanadı aÉtı, yarı beline kadar aşağı sarktı ve dirseklerini peı-<br />
164<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
165<br />
vaza dayayarak, dánÇp bana bakmadan, kendisine sáylediklerimi dinlemeden, birkaÉ dakika<br />
áylece kaldı. Aklıma korkunÉ bir dÇşÇnce geldi: Şimdi ne olacaktı, bÇtÇn bunlar nasıl<br />
sonuÉlanacaktı Pauline ansızın pencereden ayrılıp masaya geri geldi ve sonsuz bir kin<br />
ifadesiyle bana baktı ve dudakları áfkeden titreyerek:<br />
ÜEh, hadi bakalım, şimdi elli bin frangımı ver bana!ã dedi.<br />
ÜPauline, yeniden mi başlıyorsun!ã dedim. ÜYoksa fikir mi değiştirdin Hah! Hah! Hay!<br />
Belki pişman bile olmuşsundurã<br />
Bir gÇn ánce sayılan yirmi beş bin florin masanın Çzerinde duruyordu: Onları alıp ona<br />
uzattım.<br />
ÜYani, şimdi bunlar benim mi àyle mi àyle miã diye sordu hırÉın bir sesle parayı eline<br />
alarak. ÜOnlar hêlê seninã dedim ben de.<br />
Üİyi, pekêlê, al bakalım, elli bin frangını!ã Kolunu kaldırıp paralan suratıma fırlattı. Suratıma<br />
Éarpan tomar dáşemeye saÉıldı. Ondan sonra da Pauline koşarak odadan Éıktı. O anda<br />
bilincinin tam olarak yerinde olmadığını biliyorum ama, gene de bu geÉici Éılgınlığı bir tÇrlÇ<br />
anlayamıyorum. Hêlê hasta olduğu bir gerÉek ve aradan da henÇz bir ay geÉti. Bununla<br />
birlikte, bu halin nedeni neydi, ázellikle de o Éıkışın nedeni neydi HiÉ anlayamıyorum.<br />
Gururu mu yaralanmıştı Yoksa gelip beni bulmaya karar vermesi mi onu bu umutsuz<br />
ÇzÇntÇye itmişti Ben de mutluluğumla bábÇrlenmişe, tıpkı Deş Grieux gibi, eline elli bin<br />
frank vererek başımdan savmışa benzememiş miydim Oysa, aÉıkÉa sáylemek gerekirse, hiÉ<br />
de áyle değildi. àyle sanıyorum ki, kabahatin bir bálÇmÇ onun boş gururundaydı; bÇtÇn<br />
bunlar, kuşkusuz, ona , pek bulanık biÉimde gárÇnmÇş olmasına karşın, bana gÇvenmemesine<br />
ve beni kırmasına onun o boş gururu neden oldu. Bu durumda, ben elbette ki Deş Grieıu'Çn<br />
cezasını Éektim<br />
belki de, benim pek fazla suÉum olmamakla birlikte suÉlu durumda kaldım. Doğruyu<br />
sáylemek gerekirse, bÇtÇn bunlar sadece sayıklamaydı, benim de onun sayıkladığını bildiğim<br />
ve... benim de bu ayrıntıya dikkat etmediğim bir gerÉektir. Belki le şimdi bu hatamı<br />
bağışlamayacaktır Evet ama, bu şimdi, ya geÉen gÇn, geÉen gÇn Sayıklaması ve hastalığı,<br />
Deş Grieux' nÇn mektubuyla gelip beni bulurken ne yaptığını unutturacak kadar şiddetli değil<br />
miydi Demek ki, ne yaptığını pekêlê biliyordu.<br />
BÇtÇn banknotlarımı ve yığınla altınımı, Éabucak, gelişigÇzel yatağımın iÉine tıktım, Çzerine<br />
de ártÇyÇ Éekip, Pauline* len yaklaşık on dakika sonra,. odadan Éıktım. Kendi odasına<br />
'saÉtığından kesinlikle emindim, onun iÉin sessizce onların dairesine sÇzÇlÇp sofada, dadıdan<br />
KÇÉÇk hanımın sağlığını sormak istiyordum. Merdivende rastladığım dadı, Pauline'in he-lÇz<br />
dánmediğini, onu benim odamda aramaya gittiğini sáyle-iiği zaman ne kadar şaşırdığımı<br />
bilemezsiniz.<br />
ÜAz ánce ayrıldıã dedim, Üon dakika ya oldu ya olmadı, bereye gitmiş olabilir acabaã<br />
Dadı kınayan bir gázle bana baktı.<br />
Bu arada, áykÇ bÇtÇn otele yayılmıştı bile. Kapıcının bálmesinden metrdotele kadar<br />
Fraulein'in sabahın saat altısında, yağmur altında koşarak Éıktığı ve İngiltere Oteli'ne doğru<br />
gittiği anlatılıyordu alÉak sesle. Konuşmalarından ve anıştırmalarından, bÇtÇn geceyi benim<br />
odamda geÉirdiğini Éoktan áğrendiklerini anladım. Zaten, generalin ailesi Çzerine áykÇler<br />
dÇzmeye başlamışlardı bile; generalin bir gÇn ánce aklını oynattığını ve bÇtÇn otelden<br />
işitilecek biÉimde hıÉkıra hıÉ-kıra ağladığını biliyorlardı. Bu fırsatla, bÇyÇkannenin onun<br />
annesi olduğunu, oğlunun Mile de Cominges'le evlenmesine engel olmak ve sáz dinlemediği
takdirde onu mirasından Éıkarmak iÉin ázel olarak Rusya'dan geldiğini anlatıyorlardı. General<br />
boyun eğmeyi reddettiği iÉin de kontes, onun gázleri-<br />
166<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
167<br />
nin ánÇnde, ona hiÉbir şey bırakmamak iÉin, kasten rulette varını yoğunu yitirmişti. ÜDiese<br />
Russen!ã (1) diye yineliyordu metrdotel áfkeyle, başını sallayarak. àbÇrleri gÇlÇyorlardı.<br />
Metrdotel hesabı hazırlıyordu. Benim kumarda kazandığımı áğrenmişlerdi bile: Kari, benim<br />
katın garsonu, beni ilk kutlayanlardandı. Ama, benim aklım başka yerdeydi. İngiltere Ote-li'ne<br />
koştum.<br />
Vakit henÇz erkendi; B. Astley hiÉ kimseyi kabul etmiyordu. Bununla birlikte gelenin ben<br />
olduğunu áğrenince, beni karşılamak Çzere koridora Éıktı ve ne sáyleyeceğimi bekleyerek,<br />
donuk bakışını bana dikerek, karşımda dikilip kaldı. Ona hemen Pauline'in nasıl .olduğunu<br />
sordum.<br />
ÜRahatsızã diye karşılık verdi B. Astley hep dosdoğru gázlerimin iÉine bakarak.<br />
ÜDemek ki gerÉeklen de sizin yanınızdaã<br />
ÜEvet, burada.ã ,<br />
ÜPeki, ya siz, onu alıkoyma niyetinde misinizã<br />
ÜEvet.ã<br />
ÜB. Astley, bu bir rezalete neden olur; olmaz áyle şey. ästelik, ağır hasta, bunu belki fark<br />
etmediniz.ã<br />
ÜYoo! Fark ettim, hasta olduğunu daha ánce size sáylemiştim. Hasta olmasa, geceyi odanızda<br />
geÉirmezdi.ã<br />
ÜYa, bunu da mı biliyorsunuzã<br />
ÜEvet. DÇn bana gelecekti, onu akrabalarımdan bir hanımın yanına gátÇrecektim ama, hasta<br />
olduğu iÉin şaşırdı ve size gitti.ã<br />
ÜŞu işe bakın siz! Eh, pekêlê,-B. Astley, sizi candan kutlarım. Sahi, dediniz de aklıma geldi:<br />
BÇtÇn geceyi penceremin altında geÉirmediniz mi Bayan Pauline her an pencereyi aÉ-<br />
(1) Almanca: ÜAh! Şu Ruslar!ã<br />
mamı ve sizin orada olup olmadığınıza bakmamı sáylÇyordu; bu, onu pek gÇldÇrÇyordu.ã<br />
ÜOlacak şey mi hiÉ Hayır, pencerenin altında değildim; ama, koridorda bekliyordum,<br />
oralarda gidip geliyordum.ã<br />
ÜOnu tedavi etmek gerek, B. Astley.ã<br />
ÜEvet, bir doktor Éağırttım bile. Eğer álÇrse, álÇmÇnÇn hesabını vereceksiniz bana.ã<br />
Şaşırıp kaldım.<br />
ÜRica ederim, B. Astley, ne demek istiyorsunuz sizã<br />
ÜDÇn kumarda iki yÇz bin taler -kazandığınız gerÉek miã<br />
•ÜSadece yÇz bin florin.ã<br />
ÜBakın, gárdÇnÇz mÇ Ve az sonra Paris'e gideceksiniz,<br />
değil miã<br />
ÜNedenã<br />
ÜBÇtÇn Ruslar, ceplerine para doldurdular mıydı, soluğu Paris'te alırlarã diye aÉıkladı B.<br />
Astley, bu sázleri sanki bir kitapta okumuş gibi sáylÇyordu.<br />
ÜŞimdi bu Allanın yazında Paris'te ne yapayım B. Astley, onu seviyorum! Bunu siz de<br />
biliyorsunuz!ã<br />
ÜGerÉekten mi Ben tersine inanıyordum. ästelik, burada kalırsanız, elinizdeki,<br />
avucunuzdakinin hepsini kesinlikle yitirirsiniz ve Paris'e gidecek paranız kalmaz. Hadi, gÇle<br />
gÇle, bugÇnden tezi yok, gideceğinize kesinlikle inanıyorum.ã
ÜPekêlê, elveda ama, gitmeyeceğim. B. Astley, neler olup biteceğini siz dÇşÇnÇn!.. Kısacası,<br />
general... Şimdi de Bayan Pauline'le bu olay... BÇtÇn kentin ağzına dÇşecek.ã<br />
ÜEvet, bÇtÇn kent bundan sáz edecektir ama, generalin buna pek kulak astığı yok gibime<br />
geliyor, onun dÇşÇnecek Éok • daha başka şeyleri var. Ayrıca, Bayan Pauline istediği yerde<br />
oturma hakkına kesinlikle sahiptir. Ailesi konusuna gelince, haklı olarak, artık ailesi<br />
bulunmadığı sáylenebilir.ã<br />
Oradan uzaklaşırken, Paris'e gideceğimi ileri sÇren şu<br />
168<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
169<br />
İngilizin garip gÇvenine gÇlÇyordum. Bununla birlikte, eğer Bayan Pauline álecek olursa, bu<br />
beni dÇelloda áldÇrmek istiyor, diye dÇşÇnÇyordum, bu da gene bir şey! Yemin ederim ki<br />
Pauline'e acıyordum ama, garip şey, dÇn kumar masasına yaklaştığım ve banknot destelerini<br />
toplamaya başladığım o belirli andan beri, aşkım bir bakıma ikinci plana dÇşmÇştÇ. Bunu<br />
şimdi sáylÇyorum; o anda bunu kesin olarak hissetmemiştim. Ben gerÉekten de kumarbaz<br />
mıydım Pauline'i bu kadar... garip biÉimde mi seviyordum, kuzum Hayır. Tanrı tanığımdır<br />
ki onu hêlê seviyorum! B. Astley'in dairesinden ayrıldığım zaman gerÉekten acı Éekiyordum,<br />
odama dánerken de her şeyden kendimi suÉluyordum. Ama... o zaman başıma dÇnyanın eri<br />
garip ve en aptal serÇveni geldi.<br />
Acele acele generalin dairesine giderken, ansızın onların dairesinin hemen yakınında bir kapı<br />
aÉıldı ve birisi bana seslendi. Dul Bn. Cominges'di bu. Mile Blanche'ın emri Çzerine beni<br />
Éağırmıştı. GenÉ kadının dairesine girdim.<br />
İki odalı kÇÉÇk bir daireleri vardı. Yatak odasında Mile Blanohe'ın kahkahaları ve yÇksek<br />
sesle konuşmaları işitiliyordu. Yataktan kalkıyordu.<br />
ÜYa, o mu! Gel buraya, koca sersem! Dağ gibi altınla gÇmÇş kazandığın doğru mu Ben<br />
altını yeğlerim.ã ÜEvet, kazandımã dedim gÇlerek. ÜNe kadarã ÜYÇz- bin florin.ã<br />
ÜBen de ne aptalım ya! Girsene iÉeri, hiÉbir şey işitmiyorum. Bol bol yiyip bir iyice eğleniriz,<br />
değil miã<br />
Girdim. Yuvarlak, esmer harikulade omuzlarını aÉıkta bırakan pembe atlastan bir Éarşafın<br />
altında yatıyordu: Ancak dÇşte gárÇlebilen, yanık tenini şaşırtacak derecede ortaya koyan gáz<br />
'kamaştırıcı beyazlıktaki dantellerle sÇslÇ patiska bir geceliğin hafifÉe árttÇğÇ omuzlar.<br />
Ü.Oğlum, yÇrekli misinã (1) diye haykırdı beni gárÇnce l ve ardından da bir kahkaha attı.<br />
Hep neşeyle, hatta kimi za-I man da aÉık yÇrekle gÇlerdi.<br />
ÜBabamdan başka biri...ã diye başladım Corneille'i sÇr-dÇrerek.<br />
ÜBak gárdÇn mÇ, gárdÇn mÇã diye gevezeliğe başladı; j Üánce git Éoraplarımı getir ve onları<br />
giymeme- yardım et; sonra da, eğer pek fazla aptal değilsen, seni Paris'e gátÇrÇrÇm. Biliyorsun<br />
ki hemen gidiyorum.ã<br />
ÜHemen miã<br />
ÜYarım saat sonra.ã<br />
'<br />
GerÉekten de, her şey paketlenmişti. Eşyalar hazırdı. Kah-jvaltı Éoktan bitmişti.<br />
Üİşte, báyle, eğer istersen, Paris'i gárÇrsÇn. Buraya bak, \outchitel nedir, kuzum Sen<br />
autchitel'keıı pek aptaldın! ço-jraplarım nerede Giydir şunları ayağıma, canım!ã<br />
GerÉekten tapılacak kadar gÇzel kÇÉÇk bir ayak uzattı: i Esmer, minicik, potinlerin iÉinde o<br />
kadar sevimli gárÇnen hemen hemen bÇtÇn o kÇÉÇk ayaklar gibi asla biÉimsizleşme-miş bir<br />
ayak. GÇlmeye başladım ve ipek Éorabı bacağında iyice gerdim. Bu arada, Mile Blanche,<br />
yatağında oturmuş, ge-Jvezelik ediyordu.<br />
ÜSáyle bakalım, .seni yanıma alırsam, ne yaparsın ànce, ben elli bin frank isterim. Onları<br />
bana Frankfurt'ta verirsin, j Paris'e gideriz; orada birlikte yaşarız ve gÇn ortasında sana<br />
yıldızlar gásteririm. àmrÇnde hiÉ gármediğim tÇrden kadınlar (gásteririm sana. Dinle...ã
åDur hele! Sana elli bin frank verirsem, bana ne kalırç<br />
åPeki, ya unuttuğun yâz elli bin frank Çstelik de, şe-<br />
(1) Çnlâ Fransız trajedi yazarı Corneille'in (XVII. yy.) yapıtı åLe Cidçin kahramanı<br />
Cid'İn babasının bit sorusu. (Äeviren)<br />
170<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
171<br />
ninle, ne bileyim, bir iki ay yaşamaya razı oluyorum! Elbette ki, o iki ayda bu yâz elli bin<br />
frangı yer bitiririz. Gãrâyor musun, iyi insanım, sana haber veriyorum; ama, yıldızlar<br />
gãreceksin!ç<br />
åNasıl Hepsi iki ayda mıç<br />
åNe Seni korkutuyor mu bu! Ah! Sefil tutsak! Ama, biliyor musun ki bu yaşamın bir ayı<br />
senin bâtân ãmrânden daha iyidir Bir ay... ve sonra, tufan! Ama, sen bunu anlayamazsın ki,<br />
canım! Hadi, hadi, sen buna layık değilsin! Ayy, ne yapıyorsunç<br />
Onun ãbâr äorabını giydirmeye äalışıyordum ama, kendimi tutamadım ve ayağını ãptâm.<br />
Hemen äekti ve ayağının ucuyla yâzâme vurmaya başladı. En sonunda beni savdı.<br />
åİşte bãyle, ontchitel'im, eğer istersen, seni bekliyorum; bir äeyrek saat sonra gidiyorum!<br />
çdiye haykırdı arkamdan.<br />
Odama dãndâğâmde, adeta başım dãnâyordu. Eh, ne yani, Bayan Pauline banknot tomarlarını<br />
suratıma atıp da, hemen o akşam B. Astley'i yeğlediyse, benim suäum değildi ya! Dãşemenin<br />
âzerinde hélé birkaä banknot sârânâyordu. Onları yerden aldım. Tam o sırada, kapı aäıldı ve<br />
(daha ãnce yâzâme bile bakmak istemeyen) metrdotel iäeri girdi ve beni aşağıda, V...<br />
Kontu'nun äıktığı şahane daireye yerleşmeye davet etti.<br />
Bir sâre dâşândâkten sonra:<br />
åHesabımı verin!ç diye haykırdım, åon dakika sonra Paris'e gidiyorum. åHaydi, Paris olsunç<br />
dedim iäimden. åHiä kuşkusuz, yazgımda bu da vardı!ç<br />
Bir äeyrek saat sonra, geräekten de âäâmâz bir aile kompartımanında oturuyorduk: Mile<br />
Blanche, dul Bayan Cominges ve ben. Mile Blanche bana bakarak kahkahalarla gâlâyordu.<br />
Dul Bayan Cominges de ona katılıyordu. Neşeli olduğumu sãyleyemem. Yaşamım ikiye<br />
paräalanıyordu ama, bir gân ãnceden<br />
beri, bir kéğıt âzerine oynamaya alışmıştım. Belki de paraya dayanamadığını ve<br />
aklımın başımdan gittiği bir geräekti. Belki de canıma minnetti, benim de istediğim buydu,<br />
kimbilir. Bana ãyle geliyordu ki, bir an iäin ama, sadece bir an iäin, dekor değişmişti. åAma,<br />
bir ay sonra dãnmâş olacağım, o zaman... ve o zaman, B. Astley'Ie benim gene paylaşacak<br />
kozumuz olacak!ç Evet, anımsayabildiğim kadarıyla, bu Blanche sersemiyle kahkahalarla<br />
gâlerken korkunä derecede âzgândâm.<br />
Blanche gâlmeyi kesip beni ciddi şekilde azarlamaya başlayarak:<br />
åİyi ama, ne istiyorsun Ne kadar aptal şeysin!ç diye bağırıyordu. åAh, ne kadar da aptalsın!<br />
Evet, evet, iki yâz bin frangı harcayacağız ama, sen kâäâk bir kral kadar mutlu olacaksın;<br />
kravatlarını ben kendi elimle bağlayacağım ve seni Hortense'la tanıştıracağım. Bâtân paramızı<br />
har vurup harman savurduktan sonra, sen gene buraya gelirsin, yeniden bankoları iflas<br />
ettirirsin. Ne dedi Yahudiler sana Ünemli olan cârettir, o da sende var, daha defalarca Paris'e<br />
bana para getireceksin sen. Bana gelince, ben elli bin franklık bir gelir istiyorum ve o<br />
zaman...ç<br />
åPeki, ya generalç diye sordum.<br />
åGeneral mi Biliyorsun ki, her gân bu saatte bana äiäek almaya gider. Bu kez ona mahsustan<br />
en nadir äiäeklerden almasını sãyledim. Zavallıcık, dãndâğânde bir de bakacak ki, kuş<br />
uämuş! Peşimizden koşacaktır, bak gãrârsân. Hah! Hah! Hay! Pek sevineceğim. Paris'te äok<br />
işime yarayacaktır; B. Astley burada onun cezasını äekecek...ç
Ve işte Paris'e báyle gittim...<br />
172<br />
KUMARBAZ ON ALTINCI BàLäM<br />
KUMARBAZ<br />
173<br />
Paris, onun iÉin ne diyebilirim<br />
BÇtÇn bunlar, elbette ki, saÉmalıktı, Éılgınlıktı. Orada ÇÉ haftadan fazla kalmadım, bu sÇrenin<br />
sonunda, yÇz bin frangım uÉup gitmişti. Sadece yÇz bin frank diyorum; ábÇr yÇz bin frangı<br />
Mile Blanche'ın hesabına aktardım: Elli binini Frankfurt'ta, ÇÉ gÇn sonra, Paris'te de, zaten<br />
onun bir hafta iÉinde paraya Éevirdiği emre muharrer senet halinde elli bin frank daha verdim.<br />
ÜElimizde kalan yÇz bin frangı da benimle birlikte yi-. yeceksin, outchitel'im!ã Bana hep<br />
bu adı veriyordu.<br />
Kendi paralarını ilgilendiren konularda, Mile Blanche tÇrÇnden insanlardan daha kuşkulu,<br />
daha gÇvensiz, daha cimri, daha pinti bir şey dÇşÇnmek zordur. Benim yÇz bin franga gelince,<br />
daha sonra, Paris'te ev aÉıp yerleşmek iÉin bu paraya ihtiyacı olduğunu bana aÉıkÉa sáyledi.<br />
Üİşte şimdi artık kesin olarak lÇks bir şekilde yerleştim, uzun zaman kimse beni buradan<br />
koparamaz; hiÉ değilse gerekli ánlemleri aldımã diye ekledi.<br />
Zaten, o yÇz bin frangın rengini bile gármedim: Kesenin ağzı onun elindeydi, her gÇn<br />
denetlediği para cÇzdanımda hiÉbir zaman yÇz franktan fazla olmazdı, hemen hemen hep daha<br />
azdı. En saf haliyle:<br />
ÜParaya ne ihtiyacın varã diyordu bana kimi zaman, ben de tartışmıyordum.<br />
Buna karşılık, o parayla Éok gÇzel bir apartmana yerleşti ve beni yeni konutuna gátÇrdÇğÇnde,<br />
orayı gezdirirken, bana:<br />
ÜEn kÇÉÇk olanaklarla bile tutumluluk ve ince zevk bak neler yapabiliyorã dedi.<br />
Bu ánemsiz olanak, net olarak tam elli bin frank ediyordu.<br />
Geriye kalan elli bin frankla kendine arabayla atlar aldı; sonra iki balo verdik, yani pek<br />
Éok bakımdan ÇnlÇ, Çstelik de iyi kızlar olan Hortense'ın, Lisette'in ve Cleopêtre'ın da<br />
katıldıkları iki suare. Bu iki suare boyunca ben o saÉma evin efendisi rolÇnÇ oynamak, yeni<br />
zengin tÇccarların o son derece dar gárÇşlÇ, gárgÇsÇz eşlerini, dayanılmaz derecede bilgisiz<br />
ve kaba kÇÉÇk rÇtbeli askerleri, son moda giysilerle, gıcır gıcır eldivenlerle, bizim oralarda,<br />
Petersbourg'da kimsenin aklının ucuna bile gelmeyen, —bu da hani, az şey değildir-—,, bir<br />
kendini beğenmişlik ve kasılmayla gelen iÉler acısı kátÇ yazarları, değersiz gazetecileri kabul<br />
etmek ve konuşmak zorunda kaldım. Hatta bunların aklına benimle alay etmek bile geldi ama,<br />
ben şampanyayla iyice sarhoş olarak, gidip yandaki odada bir gÇzel uyudum. BÇtÇn bunlar<br />
beni son derece iğrendiriyordu.<br />
ÜBir outchitelã diyordu Mile Blanche, Ükumarda iki yÇz bin frank kazandı, ben olmasam<br />
onları nasıl harcayacağını bilemezdi. Daha sonra, yeniden mesleğine dánecek; boş bir yerden<br />
sáz edildiğini işiteniniz var mı aranızda Onun iÉin bir şeyler yapmalıyız.ã<br />
Şampanyaya Éok sık başvuruyordum, ÉÇnkÇ hep ÇzgÇndÇm, korkunÉ derecede de canım<br />
sıkılıyordu. DÇnyanın en bayağı, en paragáz ortamında yaşıyordum, orada her metelik<br />
hesaplanıp tartılıyordu. İlk on beş gÇnde Blanche benden nefret etti, bunu pekêlê fark ettim;<br />
beni Éok şık giydirdiği, kravatımı her gÇn kendi elleriyle bağladığı gerÉekti ama, aslında beni<br />
bÇtÇn gÇcÇyle hor gárÇyordu. Ben buna zerre kadar aldırış etmiyordum. äzgÇn ve tasalı,<br />
sokağa Éıkmaya başladım; Éoğunlukla Chêteau deş Fleurs'e gidiyordum, orada her akşam<br />
dÇzenli biÉimde sarhoş oluyor ve son derece aÉık saÉık biÉimde oynadıkları kankan dansını<br />
áğreniyordum, daha sonraları bu tÇrde bir Çne bile kavuştum. En sonunda Blanche kiminle işi<br />
olduğunu anladı: BÇtÇn ilişki-<br />
174<br />
KUMARBAZ
miz sÇresince, ben elimde kalem kêğıtla, ne harcadığını, benden ne Éaldığını, daha ne<br />
harcayacağını, ya da benden daha ne Éalacağını hesaplayarak peşinden gideceğimi<br />
dÇşÇnmÇştÇ. Her frangı benden boğuşa boğuşa almak zorunda kalacağına emindi. Varsaydığı<br />
saldırılarımın her biri iÉin bir karşılık hazırlamıştı; ben saldırıya geÉmediğim iÉin, ánden<br />
davranmak istedi. Kimi zaman kÇplere biniyor, dalaşmaya başlıyordu ama, benim<br />
sustuğumu gárÇnce, Éoğunlukla şezlongun Çzerine yığılıyor ve gázlerini tavana<br />
dikerek, sonunda kendi de şaşıp kalıyordu. BaşlangıÉta benim sadece bir sersem, bir<br />
outchitel olduğumu sanıyordu ve besbelli: ÜAman canım, sersemin biri, eğer kendiliğinden<br />
anlamazsa, şimdi oturup da kulağına kar suyu kaÉırmanın hiÉ gereği yokã diye dÇşÇnerek,<br />
aÉıklamalarını yarıda kesmekle yetiniyordu. Kimi ,zaman, sokağa Éıkıyor, on dakika<br />
sonra dánÇyordu, bu en Éılgın harcamaları, olanaklarımızın elvermediği harcamaları yaptığı<br />
zaman oluyordu: Sázgelimi, atlarını on altı bin frank değerindeki bir Éift atla değiştirdiğinde<br />
áyle yapmıştı.<br />
ÜEe, nonoş, kızmadın, değil miã dedi bana yaklaşarak: ÜYoo! Haa-yıır! Can-nımı<br />
sıkıyorsun!ã dedim elimle onu iterek. Ama, bu ona o- kadar ilginÉ gárÇndÇ ki, hemen yanıma<br />
oturuverdi.<br />
ÜBak canım, onları o kadar pahalıya satın almaya karar verdim, ÉÇnkÇ bu bir fırsattı. Satmaya<br />
kalksak, su iÉinde yirmi bin frank ederler.ã<br />
ÜSana inanıyorum, inanıyorum; gerÉekten Éok gÇzel atlar, işte şimdi artık şahane bir arabayla<br />
atların var. Bu sana Éok yararlı olacaktır, artık bunun sázÇnÇ etmeyelim.ã<br />
ÜDemek ki, kızmadın, áyle miã<br />
ÜNeden kızacakmışım ki Sana zorunlu olanları edinmekte Éok haklısın. BÇtÇn bunlar daha<br />
sonra sana Éok yararlı olacak. GerÉekten, lÇks iÉinde yerleşmenin senin iÉin gerekli olduğunu<br />
gárÇyorum; yoksa dÇnyada milyona erişe-<br />
KUMARBAZ<br />
175<br />
mezsin. Bizim yÇz bin frangımız burada sadece bir başlangıÉ, umman iÉinde bir damla su.ã<br />
Bu tÇr dÇşÇncelerden başka her şeyi, daha doğrusu bağırmaları ve Éıkışmaları bekleyen<br />
Blanche, şaşkınlıktan donup kaldı.<br />
Üİşte... İşte, sen báylesin işte! Ama, anlamak iÉin aklın var senin! Bak, biliyor musun, oğlum,<br />
outchitel olmana karşın, sen prens doğmuş olmalısın! Demek ki, paramızın bu kadar Éabuk<br />
uÉup gitmesine ÇzÇlmÇyorsun, áyle miã<br />
ÜHayır canım, paranın canı cehenneme, istediği kadar Éabuk uÉup gitsin.ã<br />
ÜAma... Biliyor musun ki... Ama, buraya baksana sen, yoksa zengin misin sen Ama, biliyor<br />
musun, sen parayı fazlasıyla hor gárÇyorsun. Sonra ne yapacaksın, sáyler misin, kuzumã<br />
ÜBen mi Sonra Hombourg'a giderim, orada gene yÇz bin frank kazanırım.ã<br />
ÜEvet, evet, Éok doğru, harikulade bir şey bu! Kazanacağına ve parayı buraya bana<br />
getireceğine yÇzde yÇz eminim. Buraya bak, áyle davranacaksın ki, en sonunda seni<br />
gerÉekten seveceğim! Pekêlê, mademki sen báylesin, bÇtÇn bu sÇre iÉinde ben de seni<br />
severim, bir kez bile seni aldatmam. Şu son gÇnlerde seni sevmiyordum, ÉÇnkÇ senin sadece<br />
bir outchitel olduğunu sanıyordum (uşak gibi bir şey bu, değil mi) ama, gene de sana sadık<br />
kaldım, ÉÇnkÇ ben iyi yÇrekli bir kızım.ã<br />
ÜGecelik kÇlahıma anlat sen onu! Ya Albert'le, hani şu kÇÉÇk zenci subayı, geÉen sefer<br />
gármedin mi sanıyorsunã<br />
ÜOo! Oo! Ama, sen...ã<br />
ÜYalan sáylÇyorsun, yalan sáylÇyorsun ama, bunun beni kızdırdığını dÇşÇnmeye kalkma<br />
sakın. Umurumda bile değil; genÉliğin de sırasını savması gerek. Şimdi, elbette ki tutup176<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
177
onu kovacak değilsin, ÉÇnkÇ benden ánce vardı, ÉÇnkÇ de sen onu seviyorsun, yalnız sakın<br />
ona para verme, anladın mıã<br />
ÜYani. buna da mı kızmadın sen şimdi Ama, biliyor musun, sen gerÉek bir filozofsun!<br />
GerÉek bir filozof!ã diye haykırdı coşkuyla. ÜEh, pekêlê, seni seveceğim, seni seveceğim...<br />
Bak gárÇrsÇn, memnun olacaksın!ã<br />
Ve gerÉekten de, o gÇnden sonra bir bakıma bana bağlandı, bana yakınlık bile gásterdi; son on<br />
gÇnÇmÇz işte báyle geÉti. Sáz verdiği Üyıldızlarã! gármedim ama, kimi konularda sázÇnÇ<br />
tuttu. ästelik, beni Hortense'la, kendi tÇrÇnde son derece ilginÉ bir kadın olan ve bizim<br />
Éevrede Filozof Therese adı verilen Hortense'la tanıştırdı.<br />
Hem zaten, bunun Çzerinde uzun uzun durmaya gerek yok; bÇtÇn bunlar bu áykÇye vermek<br />
istemediğim ázel bir renklilikte ayrı bir áykÇnÇn konusu olabilir. GerÉek şu ki, bÇtÇn bunların<br />
en kısa zamanda sona ermesini bÇtÇn gÇcÇmle istiyordum. Ama, daha yukarda da sáylediğim<br />
gibi, bizim yÇz bin frank hemen hemen bir ay dayandı, buna ben de iÉtenlikle pek şaştım;<br />
Blanche en azından seksen bin franklık alışveriş yapmıştı; biz topu topu yirmi bin frank<br />
harcamıştık ve... bu da yeterliydi. Sonlarına doğru benimle gerÉekten aÉıksázlÇ davranan (ya<br />
da daha doğrusu, tamamen yalan sáylemiyordu) Blanche, her ne olursa olsun, yapmak<br />
zorunda kaldığı borÉlan karşılamak zorunda kalmayacağımı kabul etti. Bana:<br />
ÜSana imzalaman iÉin ne fatura verdim, ne de bonoã dedi, ÜÉÇnkÇ acıdım sana; benim<br />
yerimde bir başkası olsa, bunu mutlaka yapardı ve seni cezaevine gánderirdi. GárÇyor musun,<br />
gárÇyor musun bak, seni ne kadar sevdim, ne kadar da iyi yÇrekliyim! Sadece bu Allahın<br />
cezası evlenme bana korkunÉ bir paraya patlayacak!ã<br />
GerÉekten de bir dÇğÇn yapıldı, birlikte geÉirdiğimiz ayın ta sonunda oldu bu iş ve áyle<br />
sanıyorum ki, benim yÇz bin<br />
frangın son kırıntıları da báyle uÉup gitti. àykÇ, yani demek istiyorum ki, ortak yaşamımız<br />
báyle sona erdi; ondan sonra ben resmen emekliye ayrıldım.<br />
İşler şu şekilde gelişti: Paris'e yerleşmemizden sekiz gÇn sonra general Éıkageldi. Trenden<br />
iner inmez doğruca Blanche'a geldi ve daha ilk ziyarette, az kalsın oraya yerleşecekti.<br />
Doğruyu sáylemek gerekirse, bir yerlerde kÇÉÇk bir dairesi vardı. Blanche onu Éığlıklar gibi<br />
kahkahalarla, neşeyle karşıladı, hatta boynuna bile sarıldı; işler o hale geldi ki Blanche,<br />
generali alıkoydu. General her yere onunla gitmek zorunda kaldı: Bulvarlara, gezintilere,<br />
tiyatrolara, arkadaşların evine. General bu işin hêlê Çstesinden gelebilecek durumdaydı;<br />
gerektiği gibi heybetli, uzun boyluydu, boyalı bıyıkları ve yan sakallan (zırhlı sÇvari alayında<br />
hizmet yapmıştı), biraz yıpranmış olmakla birlikte, gÇzel bir yÇzÇ vardı. Davranışları,<br />
nezaketi kusursuzdu. Her giydiğini pek yakıştırırdı. Paris'te madalyalarını takardı. Báyle bir<br />
erkekle bulvarlarda gezinmek sadece olası değil, aynı zamanda da, deyim yerindeyse, salık da<br />
verilebilirdi.<br />
Saf ve ahmak generalin ayaklan yere basmıyordu artık; Paris'e geldiği zaman, evimizin<br />
kapısını Éaldığında bu kadarını hiÉ ummuyordu. Blanche'ın Éığlıklar kopararak kendisini kapı<br />
dışarı edeceğini sanarak, adeta korkudan titreyerek gelmişti. Olayların aldığı şekil onu pek<br />
sevindirdi ve bÇtÇn o ayı mutlu bir kendinden geÉme iÉinde geÉirdi. Ondan ayrıldığımda aynı<br />
durumdaydı. Biz ansızın Roulettenbourg'dan ayrıldıktan sonra, hemen o sabah onun bir kriz<br />
geÉirdiğini ancak buraya geldikten sonra áğrendim. Kendini kaybederek dÇşmÇştÇ; bÇtÇn bir<br />
hafta, adeta deli gibi olmuş, ipe sapa gelmez, saÉma sapan şeyler sáylemiş. Onu tedavi<br />
ediyorlarmış ama, birdenbire her şeyi orada yÇzÇstÇ bırakıp trene atladığı gibi doğruca Paris'e<br />
kaÉmıştı. Sáylemeye hiÉ gerek yok: Blanche' m onu karşılayış biÉimi ona en iyi ilaÉ yerine<br />
geÉmişti. Ama,<br />
F. 12<br />
l178<br />
KUMARBAZ
u mutlu ruhsal duruma karşın hastalığının belirtileri uzun zaman varlığını sÇrdÇrdÇ. Bundan<br />
báyle dÇşÇnmek, ya da biraz ciddi bir konuşmayı bile izlemek yeteneğinden yoksundu; báyle<br />
hallerde her sázcÇkte sadece: ÜHumm!ã diye eklemek ve başını sallamakla yetiniyordu.<br />
Ancak báylelikle işin iÉinden Éıkabiliyordu. Sık sık gÇlÇyordu ama, kesik, sinirli, hastalıklı<br />
bir gÇlÇşle gÇlÇyordu. Kimi zaman, kalın kaşlarını Éatarak, zifiri bir gece gibi kapkaranlık,<br />
saatlerce áyle oturuyordu. Tamamiyle unuttuğu pek Éok şey vardı. Saygısızlığa varacak kadar<br />
dalgınlaştı ve kendi kendine konuşma alışkanlığını edindi. Sadece Blanche, onu yaşama<br />
dándÇrebiliyordu; bir káşeye oturduğu zamanki huysuzluğu, neşesizliği sadece ya Blanche'ı<br />
uzun zamandır gármediğindendi, ya da Blanche, onu da gátÇrmeden sokağa Éıktığındandı,<br />
yahut da gitmeden ánce onu okşamayı unuttuğu iÉindi. Báyle anlarda ne istediğini<br />
sáylemesini bilemezdi, ÇzgÇn ve tasalı olduğunu kendi bilmiyordu ki. Bir, iki saat hiÉ<br />
kımıldamadan oturunca (Blanche hiÉ kuşkusuz Albert'le buluşmaya gittiği zamanlarda, bunu<br />
birkaÉ kez gázledim), birdenbire Éevresine bakınmaya, kıpırdanmaya, sağa sola dánmeye<br />
başlıyordu, bir şeyi anımsamaya, birisini bulmak istermişe benziyordu; ama, hiÉ kimseyi<br />
gáremeyince, neyi sormak istediğini anımsayamayınca, Blanche kahkahalarla gÇlerek, iki<br />
dirhem,bir Éekirdek, neşeli, canlı geri . dánÇnceye kadar yeniden uyuşukluğuna gámÇlÇyordu.<br />
Blanche hemen ona koşuyor, onu azarlıyor, ona bu lÇtfÇ pek ender gástermesine karşın,<br />
boynuna sarılıp ápÇyordu bile. Bir keresinde general, onu gárÇnce o kadar mutlu oldu ki,<br />
hÇngÇr hÇngÇr ağlamaya başladı; buna şaşıp kaldım.<br />
Blanche, general gelir gelmez, davasını savunmaya başladı. Hatta bÇyÇk bÇyÇk sázler etti,<br />
benim yÇzÇmden ona ihanet ettiğini, hemen hemen onunla nişanlı olduğunu, ona sáz<br />
verdiğini, generalin kendisi uğruna ailesini bıraktığım, en sonunda da onun hizmetinde<br />
olduğumu ve anlayış gástermem<br />
KUMARBAZ<br />
179<br />
gerektiğini anımsattı... Vicdan azabı da mı Éekmiyordum... filan falan... O bir yığın şey<br />
sáylerken, ben ağzımı bile aÉmıyordum. En sonunda bir kahkaha kopardım, her şey de orada<br />
kaldı, yani ánce beni bir sersem sandı, benim mert, iyi huylu bir Éocuk olduğum fikrinde karar<br />
kıldı. Kısacası, sonuna doğru bu saygıdeğer kızın (ÉÇnkÇ, gerÉekten de Blanche iyi bir kızdı...<br />
kendi tÇrÇnde elbette ki! BaşlangıÉta onun değerini tam olarak anlayamamıştım) bÇtÇn<br />
teveccÇhÇnÇ kazanmıştım. Sonuna doğru, bana:<br />
ÜSen akıllı ve iyi yÇreklisinã diyordu, Üve... ve... bu kadar aptal olmak Éok yazık! GerÉek bir<br />
Rus, bir Kalmuk!ã<br />
Kápeğine hava aldırması iÉin uşağını gándereceği gibi, beni birkaÉ kez generali gezdirmeye<br />
gánderdi. Ben de onu tiyatroya, Bal Mabille'c, lokantalara gátÇrÇyordum. Generalin parası<br />
olmasına ve herkesin iÉinde cÇzdanını Éıkarmaktan pek hoşlanmasına karşın, bu gezintiler<br />
iÉin Blanche, bana para veriyordu. Bir gÇn, generalin Palais-Royal'de gárÇp beğendiği ve her<br />
ne pahasına olursa olsun, Blanclıe'a armağan etmek istediği yedi yÇz franklık bir iğneyi<br />
almasına engel ol-mak iÉin adeta zor kullanmam gerekti. Yedi yÇz franklık bir iğne Blanche<br />
iÉin neydi ki Generalin olup olacağı sadece bin frangı vardı. Bunun ona nereden geldiğini bir<br />
tÇrlÇ áğrenemedim. àyle sanıyorum ki, bunu ona B. Astley vermişti, Çstelik otel hesaplarını<br />
da o ádemişti.<br />
BÇtÇn bu sÇre iÉinde bana gásterdiği ilgiye gelince, áyle sanıyorum ki, general, Blanche'la<br />
ilişkilerimi anlamadı bile. Kumarda bir servet kazandığımdan sáz edildiğini şáyle belli<br />
belirsiz işitmişti ama, Blanclıe'm yanında kuşkusuz ázel sekreter, hatta belki de uşak sıfatıyla<br />
bulunduğumu sanıyordu. HiÉ değilse bana emir verircesine, yÇksekten alarak konuşmayı<br />
sÇrdÇrÇyordu, hatta arada sırada beni azarlamakta bile sakınca gármÇyordu. Bir sabah<br />
kahvaltı yaparken, Blanche'la beni pek eğlendirdi. Alıngan değildi; benim varlığım birden-<br />
180<br />
KUMARBAZ
KUMARBAZ<br />
181<br />
bire neden onu incitti acaba Bunu hélé bilmiyorum. Kuşkusuz kendisi de nedenini<br />
bilmiyordu. Sãzân. kısası, dereden tepeden konuşarak, başı sonu olmayan bir sãyleve girişti,<br />
benim haylaz bir sokak äocuğu olduğumu, bana yaşamasını ãğreteceğini... bana dânyanın kaä<br />
bucak olduğunu... vb., vb., ãğreteceğini sãyledi avaz avaz bağırarak. Ama, sãzlerinden hiä.<br />
kimse bir şey anlamadı. Blanche gâlmekten katılıyordu; en sonunda generali iyi kãtâ<br />
yatıştırdık, sokağa äıkarıp biraz gezdirdik. Biräok defalar âzântâye kapıldığını, birini, ya da<br />
bir şeyi ãzlediğini, Blanche'ın varlığına karşın birisinin eksikliğini hissettiğini fark ettim. Bir<br />
iki kez bana iäini dãktâ ama, ondan hiäbir zaman kesin bir şey ãğrenemedim: Askerlikten,<br />
ãlmâş eşinden, malikénesinden, servetinden sãz ediyordu bana. Hoşuna giden bir sãzcâğe<br />
rastladığı zaman, duygularını ve dâşâncelerini yansıtmamasına karşın, onu gânde yâz kez<br />
yineliyordu. Konuşmayı äocuklarına getirmek istiyordum ama, o zaman da, tıpkı eskiden<br />
yaptığı gibi, ağız kalabalığına getiriyor ve hemen konuyu değiştiriyordu.<br />
åEvet, evet, äocuklar, haklısınız, äocuklar ya!ç Yalnız, bir kez tiyatroya giderken duygulandı:<br />
åBahtsız äocuklar, onlarç diye başladı ansızın, åevet, Bayım, evet, bahtsız äocuklar!ç O<br />
akşam artık defalarca: åBahtsız äocuklar!ç diye yineledi.<br />
Pauline'den sãz etmek istediğim zaman fena halde ãfkelendi.<br />
åNankãr bir kız o!ç diye bağırdı. åKãtâ yârekli ve nankãr bir kız! Ailemizi lekeledi! Burada<br />
da yasalar olsa, ben onu yola -getirirdim! Evet, evet!ç<br />
Deş Grieux'ye gelince, onun adının anıldığını işitmeye bile dayanamıyordu:<br />
åO, beni mahvettiç dedi, åbeni soydu soğana äevirdi, varımı yoğumu elimden aldı, gırtlağımı<br />
kesti! Tam iki yıl boyunca<br />
benim karabasanım oldu! Aylarca dâşlerime girdi o adam! O... O adam... Yoo, sakın<br />
bana ondan sãz etmeyin!ç<br />
Bu ikisinin arasında bir ilişki bulunduğunu gãrâyordum ama, her zamanki alışkanlığımla,<br />
susuyordum. Olup bitenleri ilk olarak Blanche'tan ãğrendim: Ayrılmamızdan tam bir hafta<br />
ãnceydi.<br />
åTalihi varmışç diye ãtâp duruyordu; å.babuşka geräekten hasta ve her an ãlebilir. B. Astley<br />
bize bir telgraf gãnderdi; sen de kabul edersin ki, her şeye karşın onun varisi. Olmasa bile,<br />
hiäbir konuda beni rahatsız etmezdi. Ünce, emekli maaşı var, sonra da son derece mutlu<br />
olacağı o arka odada-oturacak. Ben general eşi olacağım. Yâksek sosyeteye rahatäa<br />
girebileceğim (Blanche'ın en bâyâk dâşâydâ bu), sonra da, bir Rus toprak ağası olacağım, bir<br />
şatom, mujiklerim olacak, daha sonra da nasıl olsa milyonumu elde ederim!ç<br />
åYa kıskanälığa, huysuzluğa başlarsa... Tanrı bilir neleri... ille de tutturmaya başlarsa..<br />
Anladın mı ne dediğimiç<br />
åO mu Aa, yoo! O olmaz! Buna cesaret edemez! Ben ãnlemlerimi aldım, sen hiä merak<br />
etme! Albert adına ona biräok nama muharrer senetler imzalattım bile. En ufak bir karardan<br />
dãnmede... Hemen cezalanacak... Ama, buna cesaret edemez!ç<br />
åÜyleyse, evlen onunla...ç<br />
Üzel tãrenlere kalkışmadan, aile arasında sade bir dâğân yapıldı. Albert'le birkaä yakın dost<br />
äağırılmıştı. Hortense, Cleopétre ve ãbârleri kesinlikle uzaklaştırıldılar. Damat adayı<br />
durumunu pek ciddiye alıyordu. Blanche, onun kravatını kendi elleriyle bağladı, saälarına<br />
pomatlar sârdâ; frak ve beyaz yelekle geräekten, pek rabıtalı bir hali vardı.<br />
Sanki bu fikir onu şaşırtıyormuşcasına: åDoğrusu, pek rabıtalıç dedi. Blanche, generalin<br />
odasından äıkınca.<br />
Ayrıntılara girmediğim ve bâtân bunlara sadece ilgisiz bir seyirci gibi katıldığım iäin, o<br />
zaman olup bitenlerin pek<br />
182<br />
KUMARBAZ
Éoğunu unuttum bile. Sadece, Blanche'ın soyadının Cominges değil, du Placet olduğu, dul<br />
Bayan Cominges'in de annesi olmadığı aklımda kaldı. Neden o ikisi o gÇne kadar o adı<br />
almışlardı... hiÉ bilmiyorum. Ama, general bundan pek memnun gárÇndÇ, hatta du Placet adı<br />
de Cominges'den daha Éok hoşuna gitti. DÇğÇn sabahı, giyinip kuşanmış, hem salonu<br />
arşınlıyor, hem de son derece ciddi bir halle, durmadan: ÜMadernoiselle Blanche du Placet!<br />
Blanche du Placet! Du Placet! Mademouazelle dioıı Placette!ã diye yineleyip duruyordu ve<br />
yÇzÇnde belirli bir kendini beğenmişlik parlıyordu. Kilisede, belediyede ve evdeki yemek<br />
sırasında, sadece mutlu değil, aynı zamanda da gururlu gárÇndÇ. Blanche da saygın havalar<br />
takınmaya başladı.<br />
BÇyÇk bir ciddiyetle, bana:<br />
ÜŞimdi artık tamamiyle başka tÇrlÇ davranmalıyımã dedi. ÜAma, biliyor musun, daha ánce<br />
hiÉ aklıma bile gelmeyen pek sevimsiz bir şey var: DÇşÇn bir kere, yeni soyadımı bir tÇrlÇ<br />
anımsamayı başaramıyorum! Zagorianski, Zagorianski, Sayın Bayan General de Sago...<br />
Sago... şu kahrolasıca Rus adları yok mu! Her neyse, on dárt sessiz harfli Sayın Bayan<br />
General! Ne kadar hoş, değil miã<br />
En sonunda, ayrıldık ve hatta Blanche, o Blanche aptalı, veda ederken birkaÉ damla gázyaşı<br />
bile dáktÇ.<br />
Burnunu Éeke Éeke ağlayarak:<br />
Üİyi bir insandınã dedi. ÜSeni aptal sanıyordum, senin de áyle bir halin vardı ama, bu sana<br />
yakışıyor.ã<br />
Elimi son bir kez daha sıktıktan sonra, birdenbire: ÜDur, bekle!ã diye haykırdı. Hemen kÇÉÇk<br />
salonuna koştu, bir dakika sonra bin franklık iki banknotla dándÇ. Báyle bir • şey yapacağını<br />
dÇnyada sanmazdım!<br />
ÜAl, bu senin işine yarar; bir outchitel olarak belki Éok bilgilisin ama, erkek olarak, Éok<br />
aptalsın. Sana daha fazlasını vermiyorum, ÉÇnkÇ nasıl olsa yitireceksin. Hadi, hoşÉa kal!<br />
KUMARBAZ<br />
183<br />
Hep iyi dost olarak kalacağız; eğer gene kazanırsan, mutlaka beni gármeye gel, mutlu<br />
olursun!ã<br />
Cebimde daha beş yÇz franga yakın para vardı; ayrıca bin frank kadar eden Éok gÇzel bir<br />
saatimle pırlanta kol dÇğmelerim var; demek ki hiÉ kaygılanmadan, hiÉbir şeye kulak<br />
asmadan oldukÉa uzun bir sÇre yaşayabilirim. DÇşÇncelerimi bir araya getirmek, ázellikle de<br />
B. Astley'i beklemek iÉin bu berbat kÇÉÇk kente yerleştim. Buradan mutlaka geÉeceğini ve iş<br />
iÉin yirmi dárt saat kalacağını gÇvenilir bir kaynaktan áğrendim. Báylece, her şeyi<br />
áğrenebileceğim... sonra da... sonra da dosdoğru Hombourg'a gideceğim. Roulettenbourğ'a<br />
dánmeyeceğim, hiÉ değilse gelecek yıldan ánce değil. Aynı masada şansı iki kez aramanın<br />
kátÇ bir hesap olduğunu sáylÇyorlar, Hombourg'da da, gerÉekten kumar oynanıyor.<br />
ON YEDİNCİ BàLäM<br />
Bu notlara bakmayalı tam yirmi ay oldu. Ancak bugÇn, kaygılarımdan ve ÇzÇntÇmden<br />
kendimi avutabilmek iÉin onları yeniden okumak aklıma geldi. Hombourg'a gidişimde<br />
kalmışım. Ulu Tanrım! Karşılaştırarak sáylersek, son satırları ne kadar da gánÇl rahatlığıyla<br />
yazmışım! Ya da, gánÇl rahatlığıyla değilse bile, ne kendini beğenmişlikle, ne sarsılmaz<br />
umutla! Şu kadar olsun kendimden kuşku ediyor muydum Şimdi on sekiz aydan fazla geÉti<br />
ve kendi gárÇşÇme gáre, dilenciden daha beter bir durumdayım! Peki, neden bir dilenci<br />
Dilencilik umurumda bile değil! Ben dÇpedÇz kendimi yitirdim, mahvoldum! Zaten bu hemen<br />
hemen hiÉbir şeyle karşılaştırılamaz, oturup da kendime ahlak dersi verecek de184<br />
KUMARBAZ<br />
değilim! Báyle bir durumda ahlak dersinden daha saÉma, daha mantıksız bir şey olamaz! Ah!<br />
O kendinden memnun insanlar! Bu ÉalÉeneler nasıl da bábÇrlenen bir kendini beğenmişlikle<br />
cevherlerini yumurtlamaya hazırdırlar! İÉinde bulunduğum durumun berbatlığının ne derece
ilincinde olduğumu bilseler, bana ders vermek iÉin sáz bulamazlardı. Zaten benim<br />
bilmediğim yeni neyi sáyleyebilirler ki bana İşte asıl sáz konusu olan bu! Kesin olan bir şey<br />
varsa o da... bir tekerlek dánÇşÇyle her şey değişebilir ve o aynı ahlak hocaları o zaman dostÉa<br />
şakalaşarak beni kutlamaya ilk koşanlar olacaktır, bundan kesinlikle eminim. O zaman şimdi<br />
yaptıkları gibi, beni gárÇnce artık arkalarını dánmezler. Ama, ben bÇtÇn bu insanların<br />
kafasına tÇkÇrÇyorum! Ben şimdi neyim Bir sıfır. Yarın ne olabilirim àlÇleri diriltip,<br />
yeniden yaşamaya başlayabilirim! BÇsbÇtÇn kaybolmadan ánce, iÉimdeki insanı bulabilirim!<br />
GerÉekten de Hombourg'a gittim ama... daha'sonra Rou-lettenbourg'a da, Spa'ya da gittim,<br />
hatta, burada efendim olan bir alÉağın, meclis Çyesi Hinze'nin, uşağı olarak Baden'e de gittim.<br />
Evet, tam beş ay uşaklık ettim! Bu, cezaevinden hemen sonra oldu. çÇnkÇ<br />
Roulettenbourg'daki borÉlarım iÉin hapse de girdim. Bir yabancı benim yerime borÉlarımı<br />
ádedi. Kimdi bu B. Astley mi Pauline mi Bilmiyorum ama, borcum ádendi: Topu topu iki<br />
yÇz talerdi, sonra beni salıverdiler. Nereye gidebilirdim ki İşte o zaman Hinze'nin hizmetine<br />
girdim. Tembellik etmesini seven genÉ dÇşÇncesizin biridir, ben de ÇÉ dilden'okuyup<br />
yazmasını biliyorum. Başlan-gıÉta otuz florin aylıkla sekreter gibi bir şeydim; ama sonunda,<br />
gerÉekten onun uşağı oldum: Bir sekreter tutacak olanağı yoktu artık bu yÇzden .maaşımı<br />
azalttı; benim de gidecek hiÉbir yerim yoktu, onun iÉin kaldım ve báylece kendi kendimi uşak<br />
olarak değiştirdim. Onun yanında doyasıya ne yiyebiliyor, ne de iÉebiliyordum ama, buna<br />
karşılık beş ayda<br />
KUMARBAZ<br />
185<br />
yetmiş florin biriktirdim. Baden'de, bir akşam ondan ayrılmak istediğimi bildirdim. Ve<br />
hemen o akşam rulete gittim. Ah! Bilseniz yÇreğim nasıl Éarpıyordu! Hayır, paraya<br />
ánem verdiğim yoktu. Ben sadece ertesi gÇnden tezi yok, Baden' deki bÇtÇn bu<br />
Hinze'lerin, bÇtÇn bu metrdotellerin, bÇtÇn bu gÇzel hanımların benden sáz etmesini, áykÇmÇ<br />
anlatmasını, beni kutlamasını Ve kumardaki yeni şansım karşısında yerlere kadar eğilmesini<br />
istiyordum. Bunlar hep ÉocukÉa dÇşler ve dÇşÇncelerdi ama... kimbilir Belki Pauline'e de<br />
rastlardım, ona serÇvenlerimi anlatırdım ve bÇtÇn bu saÉma'yazgı', oyunlarının Çzerinde<br />
olduğumu gárÇrdÇ... Yoo! Hayır! Benim paraya ánem verdiğim yoktu! Kesinlikle<br />
inanıyorum ki, parayı ka-zansam gene har vurup harman savurması iÉin herhangi bir<br />
Blanche'a verirdim ve on altı bin franga satın alınan bir Éift atın Éektiği arabada, yeniden tam<br />
ÇÉ hafta Paris'te boy gásterirdim. Cimri olmadığımı Éok iyi biliyorum; hatta eli aÉık, savurgan<br />
bir insan olduğumu bile sanıyorum... Bununla birlikte, krupiyenin bildirilerine ne heyecanla,<br />
ne yÇrek daral-malarıyla kulak kabarttığımı bir bilseniz: Otuz bir, kırmızı, tek ve pas, ya da:<br />
Dárt, kara, Éift ve eksik! Krupiyenin kÇreği altında kor gibi parıldayan yığınlar halinde<br />
Éáken Çst Çste yığılmış altın paraların, lui altınlarının, frederiklerin ve talerlerin saÉıldığı<br />
kumar masasına, ya da uzun gÇmÇş tomarlarının Éevrelediği sehpaya nasıl bir doymazlıkla<br />
baktığımı bilseniz. Daha kumar salonuna bile ulaşmadan, altın ve gÇmÇş paraların<br />
şıkırdadığını işitir işitmez, adeta baygınlıklar geÉiriyorum. Kumar masasına yetmiş florinimi<br />
gátÇrdÇğÇm gece gerÉekten harikulade oldu. Pas'm Çzerine koyduğum on florinle başladım.<br />
Pas iÉin benim olumlu bir ányargım vardır. Yitirdim. GÇmÇş para olarak altmış florinim<br />
kalmıştı. DÇşÇndÇm... Sı-fır'a gáz koydum. Sıfır Çzerine bir- kerede beş florin koyuyordum;<br />
ÇÉÇncÇ oyunda sıfır Éıktı. YÇz yetmiş beş florini alırken sevinÉten áleceğimi sandım; yÇz<br />
bin florin kazandığım186<br />
KUMARBAZ<br />
zaman bu kadar mutlu olmamıştım. Hemen kırmızı'nın Çzerine yÇz florin koydum... ve<br />
kazandım; kırmızı'nın Çzerine iki yÇz florin... Kazandım; kara'mn Çzerine dárt yÇz florin...<br />
kazandım, eksik Çzerine sekiz yÇz florin... kazandım. Toplam bin yedi yÇz florinim vardı...<br />
Ve bÇtÇn bunlar beş dakikadan daha kısa bir zamanda gerÉekleşmişti! Báyle anlarda insan<br />
bÇtÇn geÉmiş başarısızlıklarım unutuyor! çÇnkÇ yaşamımdan fazlasını tehlikeye atarak bunu
elde etmiştim, bir tehlikeyi gáze almaya cesaret etmiştim ve... işte gene insan sırasına<br />
girmiştim!<br />
Bir otelde oda tuttum, kapımı anahtarla kilitleyip iÉeri kapandım ve tam saat ÇÉe kadar paramı<br />
saydım. Uyandığımda artık uşak değildim. Hemen o gÇn Hombourg'a gitmeye karar verdim:<br />
Orada ne kimsenin hizmetinde Éalışmıştım, ne de hapishanede yatmıştım. Trenin hareketinden<br />
yarım saat ánce, yeniden gidip kumar oynadım, sadece iki oyun, daha fazla değil ve bin beş<br />
yÇz florin yitirdim. Gene de Hombourg'a gittim, iki aydan beri de oradayım.<br />
SÇrekli bir yÇrek sıkıntısı ve korku iÉinde yaşıyorum; az para sÇrerek oynuyorum ve<br />
bekliyorum, hesaplar yapıyorum; gÇnlerce kumar masasının yanında gázlemler yapıyorum,<br />
dÇşlerimde bile kumar gárÇyorum... Ama, bu arada kaşarlanmışım, Éirkefe bulanmışım gibi<br />
geliyor bana. B. Astley'le karşılaşmamın bende yaptığı etkiden bu sonucu Éıkardım. çoktandır<br />
birbirimizi gármemiştik, bir rastlantıyla karşılaştık. Bakın nasıl oldu: BahÉede yÇrÇyordum ve<br />
hemen hemen beş parasız olduğumu, sadece elli florinim kaldığını hesaplıyordum, Çstelik de<br />
kaldığım kÇÉÇk otel odasının hesabını da iki gÇn ánce ádemiştim. Demek ki gidip rulette bir<br />
el daha oynayacak olanağa sahiptim; eğer kazanırsam, kumarı sÇrdÇrebilirdim; yitirirsem...<br />
Beni áğretmen olarak hemen yanına alacak bir Rus ailesi bulamazsam, yeniden birinin yanına<br />
uşak olmam gerekecekti... BÇtÇn bu dÇşÇnceleri kafamda evirip Ée-<br />
KUMARBAZ<br />
187<br />
virerek komşu eyalette, park ve ormanda her gÇnkÇ gezintimi yapmaya gidiyordum. Kimi<br />
zaman báyle tam dárt saat yÇrÇyordum ve Hombourg'a yorgun ve aÉ dánÇyordum. Tam parka<br />
girdiğim anda, ansızın bir sıranın ÇstÇnde oturan B. Astley gázÇme aÉıktı. O da beni<br />
gármÇştÇ, bana seslendi. Yanına oturdum. YÇzÇnÇ oldukÉa ciddi gárÇnce, ben de hemen<br />
neşemi azalttım; onu gárdÇğÇme pek sevinmiştim.<br />
ÜDemek, buradasınız siz de Sizinle karşılaşacağımı dÇşÇnmÇştÇmã dedi. ÜOlup bitenleri<br />
bana anlatma zahmetine katlanmayın, biliyorum, hepsini biliyorum. Şu son yirmi ay iÉindeki<br />
bÇtÇn yaşamınızı biliyorum.ã<br />
ÜYa! Bakın hele! Demek ki eski dostlarınızı báyle gázetletiyorsunuz!ã diye karşılık verdim<br />
ben de. ÜBu size onun kazandırır, dostlarınızı unutmuyorsunuz... Durun bakayım, aklıma bir<br />
şey getirdiniz: İki yÇz florinlik bir borÉ yÇzÇnden girdiğim Roulettenbourg cezaevinden beni<br />
Éıkaran siz değil miydiniz Bilinmeyen biri borcumu ádedi.ã<br />
ÜHayır, hayır, ben değilim ama, borÉ yÇzÇnden Rouletten-bourg'da hapse girdiğinizi<br />
biliyorum.ã<br />
Üàyleyse beni kurtaranı da biliyorsunuzdurã<br />
ÜHayır, bildiğimi sáyleyemem.ã<br />
Üçok garip, doğrusu; buradaki Rusların hiÉbirini tanımıyorum, zaten tanısam da bana báyle<br />
bir iyilikte bulunmazlardı; bizim oralarda, Rusya'da, ancak Ortodokslar kardeşlerini<br />
kurtarırlar. Onun iÉin ben, tuhaflık olsun diye, bunun herhangi acayip bir İngiliz olduğunu<br />
dÇşÇnmÇştÇm.ã<br />
B. Astley beni az Éok bir şaşkınlıkla dinliyordu. HiÉ kuşkusuz beni ÇzgÇn ve bitkin bulacağını<br />
dÇşÇnmÇştÇ.<br />
ÜHer neyse, sizi bÇtÇn fikir ázgÇrlÇğÇnÇzle ve hatta neşenizle yeniden gárdÇğÇme Éok<br />
sevindimã dedi oldukÉa hırÉın bir halle.<br />
ÜYani demek oluyor ki, beni bitkin ve mahcup olmuş188<br />
KUMARBAZ<br />
gáremediğiniz iÉin iÉten iÉe áfkeden. kuduruyorsunuzã dedim gÇlerek.<br />
Sázlerimi hemen kavrayamadı ama, anladığı zaman gÇlÇmsemeye başladı.<br />
ÜEleştirileriniz hoşuma gidiyor. Bu sázlerde geÉmiş gÇnlerdeki coşkulu, akıllı ve aynı<br />
zamanda da edepsiz eski dostumu buluyorum. Bunca Éelişkiyi ancak Ruslar aynı zamanda<br />
kendilerinde toplayabilirler. Kişinin en iyi dostunun ánÇnde mahcup olduğunu gármekten
hoşlandığı bir gerÉektir: Dostluk Éoğu zaman işte bu mahcubiyetin Çzerine oturur; bÇtÇn akıllı<br />
kişilerin bildiği Éok eski bir gerÉektir bu. Ama, şu iÉinde bulunduğumuz durumda, size<br />
kesinlikle sáyleyeyim ki, sizi bitkin gármediğime iÉtenlikle memnunum. Buraya baksanıza,<br />
kumardan vazgeÉmeye hiÉ niyetiniz yok muã<br />
ÜOo! Kumarın canı cehenneme! HiÉ dÇşÇnmeden hemen bırakırdım eğer...ã<br />
ÜEğer şimdi paranızı yeniden kazansaydınız, değil mi Ben de aynen báyle dÇşÇnmÇştÇm,<br />
sonunu getirmeyin... biliyorum... bunu hiÉ dÇşÇnmeden sáylediniz... àyleyse gerÉeği<br />
sáylediniz. Bana bakın, kumardan başka bir şeyle ilgilenmiyor musunuzã<br />
ÜHayır...ã<br />
Beni bir sınavdan geÉirdi. HiÉbir şey bilmiyordum, şu son gÇnlerde ancak gazetelere şáyle bir<br />
gáz atmıştım, bir tek kitabın kapağını bile aÉmamıştım.<br />
ÜKatılaşmışsınızã diye belirtti, Üsadece yaşamdan, kendi kişisel Éıkarlarınızdan ve<br />
toplumunkilerden, insanlık ve yurttaşlık gárevlerinizden, dostlarınızdan (ÉÇnkÇ, dostlarınız<br />
vardı) uzaklaşmamışsınız, sadece kazanÉ dışında her tÇrlÇ amaÉtan uzaklaşmamasınız, siz<br />
aynı zamanda kendi anılarınızdan da uzaklaşmışsınız... Ben sizi yaşamınızın tutkulu ve yoğun<br />
bir zamanında anımsıyorum ama, kesinlikle eminim ki siz o dánemdeki bÇtÇn en iyi<br />
izlenimlerinizi, duygularınızı unut-<br />
KUMARBAZ<br />
189<br />
muşsunuzdur; dÇşleriniz, gÇnlÇk istekleriniz şimdi artık Éift ve tek, kırmızı, kara, ortadaki on<br />
iki sayı, vb., vb., ileri git-miyordur. Buna kesinlikle inanıyorum.ã<br />
ÜYeter, B. Astley, rica ederim, rica ederim, bana geÉmişten sáz etmeyin!ã diye haykırdım<br />
kızgınlıkla, adeta áfkeyle. ÜŞunu iyi bilin ki, ben hiÉbir şeyi unutmuş değilim; ama, bir sÇre<br />
iÉin bÇtÇn bunları, hatta anılarımı bile kafamdan kovdum... ta ki durumumu iyice dÇzeltinceye<br />
kadar, İşte o zaman... o zaman, gáreceksiniz, álÇleri dirilteceğim!ã<br />
ÜOn yıl sonra da siz burada olacaksınızã dedi. ÜBahse girerim ki, eğer yaşarsam, size bunu<br />
yine bu sıranın Çzerinde anımsatırım.ã<br />
ÜPekêlê, pekêlê, bu kadarı yeterã diye sázÇnÇ festim sabırsızlıkla. ÜPek de o kadar unutkan<br />
olmadığımı size kanıtlamak iÉin, izin verin de Bayan Pauline'in şimdi nerede olduğunu<br />
sorayım size BorÉlarımı ádeyen siz değilseniz, mutlaka odur. Ondan hiÉ haber alamadım.ã<br />
ÜHayır, yoo, hayır! BorÉlarınızı ádeyenin o olduğunu hiÉ sanmıyorum. Şimdi İsviÉre'de<br />
bulunuyor, Bayan Pauline Çzerine soru sormamakla da beni pek memnun edersinizã dedi<br />
buyurgan ve hatta áfkeli bir sesle.<br />
ÜDemek ki sizi de son derece yaraladı,, áyle miã dedim elimde olmadan gÇlmeye<br />
başlayarak.<br />
ÜBayan Pauline dÇnyanın en saygın kişilerinin en iyisidir ama, size bir kez daha sáylÇyorum,<br />
onun hakkında soru sormayı kesmekle beni Éok memnun edersiniz. Siz, onu hiÉ tanımadınız,<br />
onun adını sizin ağzınızdan işitince, bunu kendi ahlak anlayışıma bir hakaret olarak kabul<br />
ediyorum.ã<br />
ÜSahi mi Hata ediyorsunuz; ÉÇnkÇ bir dÇşÇnsenize, sizinle başka neden sáz edebilirim ki<br />
BÇtÇn anılarımız hep onunla ilişkili. HiÉ korkmayın, sizin mahrem áykÇlerinizi áğrenmeye<br />
hiÉ de meraklı değilim. Ben, eğer deyim yerindeyse, sadece Bayan Pauline'in dış durumuyla,<br />
şimdi iÉinde bulun-190<br />
KUMARBAZ<br />
dÇğÇ dış koşullarla ilgileniyorum. Bu da iki sázcÇkle anlatı-labilir.ã<br />
ÜPekêlê, áyle olsun; ama, bu iki sázcÇkten sonra kesmek koşuluyla. Bayan Pauline uzun<br />
zaman hasta yattı, şimdi de hasta sayılır. Bir sÇre, İngiltere'nin kuzeyinde, annemle kızkardeşimin<br />
yanında kaldı. Altı ay ánce, bÇyÇkannesi (anımsarsınız, hani şu tamamiyle aklını<br />
kaÉıran yaşlı kadın), sırf Bayan Pauline'in kendisine yedi bin lira bırakarak áldÇ. Şimdi de<br />
'Bayan Pauline evlenen kızkardeşimle birlikte yolculuk yapıyor. BÇyÇkannenin vasiyetnamesi
kızkardeşiyle erkek kardeşinin geleceğini de gÇvence altına alıyor, onlar da Londra'da<br />
okuyorlar. Generale, Çvey babasına gelince, bir ay ánce beyin kanamasından Paris'te áldÇ.<br />
Mile Blanche ona Éok iyi baktı ama, bÇyÇkannenin generale bıraktıklarının hepsini Çzerine<br />
Ée-virtmeyi başardı. Sanırım hepsi bu kadar.ã<br />
ÜPeki, ya Deş Grieu* O da İsviÉre'de yolculuk yapmıyor muã<br />
ÜHayır, Deş Grieux İsviÉre'de yolculuk yapmıyor, nerede olduğunu da bilmiyorum. ästelik<br />
de, bir daha báyle anıştırmalar ve yaklaştırmalar yapmamanızı kesinlikle áneririm, yoksa vay<br />
halinize, elimden Éekeceğiniz var demektir.ã<br />
ÜNasıl Kırk yıllık dostluğumuza karşın mıã<br />
ÜEvet...ã<br />
ÜBin kez ázÇr dilerim, B. Astley. Ama, bununla birlikte izin verirseniz şunu belirteyim:<br />
Bunda kırıcı, ya da yersiz hiÉbir şey yok ki. Bayan Pauline'i hiÉbir şeyle suÉlamıyorum ki ben.<br />
Bundan başka da... Genel olarak ele alırsak, bir Fran-sızla bir Rus kÇÉÇk hanımı, bu ne sizin,<br />
ne de benim ne aydınlatabileceğimiz, ne de iyice anlayabileceğimiz bir yakınlaşmadır.ã<br />
ÜDeş Grieux'nÇn adını bir başka adla birlikte anmasay-dınız, 'bir kÇÉÇk Fransızla bir Rus<br />
kÇÉÇk hanımı deyimiyle ne anlatmak istediğinizi sorardım size. Burada ne gibi bir<br />
KUMARBAZ<br />
191<br />
Üyaklaşımã var Neden tam da bir Fransızla bir Rus kÇÉÇk hanımıã<br />
ÜBakın, gárdÇnÇz mÇ, bu sizi ilgilendiriyor. Ama, bu uzun bir áykÇdÇr, B. Astley. Daha ánce<br />
bilinmesi gereken pek Éok şey var. Zaten, bu ánemli bir sorundur, o kadar da gÇlÇnÉ ki daha<br />
ilk bakışta gáze' Éarpıyor. B. Astley, Fransız eksiksiz ve zarif bir biÉimdir. Bir İngiliz olarak<br />
siz belki aynı kanıda değilsiniz; bir Rus olarak, ben de aynı kanıda değilim, kıskanÉlık<br />
nedeniyle olsa bile. Ama, bizim Rus kızları belki de başka tÇrlÇ dÇşÇnÇyorlardır. Siz Racine'i<br />
yapmacıklı, ázentili, mis kokulu bulabilirsiniz, belki onu elinize alıp okumazsınız bile. Ben de<br />
onu yapmacıklı, ázentili, mis kokulu, hatta belirli bir bakış aÉısından gÇlÇnÉ bile bulurum.<br />
Ama, Racine gene de sevimlidir, B. Astley, ázellikle de, biz istesek de istemesek de, bÇyÇk<br />
bir şairdir. Fransızın, yani Parislinin ulusal biÉimi, biz daha ayıyken zarif bir kalıba dákÇldÇ.<br />
Fransız Devrimi soyluluğa varis oldu. BugÇn, kÇÉÇk Fransızların en adisinde bile, girişiminin,<br />
ruhunun, ya da yÇreğinin en ufak bir katkısı olmaksızın son derece zarif tavırlar, davranışlar,<br />
ifadeler ve hatta dÇşÇnceler bulunabilir. BÇtÇn bunlar miras yoluyla ona geÉmiştir. Kendileri<br />
kişisel olarak dÇnyanın en boş, en adi, en aşağılık yaratıkları olabilirler. Balem,1 B. Astley,<br />
size bir şey sáyleyeyim mi, dÇnya yÇzÇnde iyi yÇrekli, akıllı ve fazla yapmacıklı olmayan bir<br />
Rus kızından daha gÇvenen ve daha aÉık bir yaratık olamaz. Herhangi bir rolde bir maske<br />
altında beliriveren bir Deş Grieux inanılmaz bir kolaylıkla onun gánlÇnÇ fethedebilir; zarif bir<br />
şekli vardır, B. Astley, kÇÉÇk hanım da bu şekli kalıtım yoluyla ona geÉen bir giysi gibi değil<br />
de, onun ruhu, ruhunun ve yÇreğinin doğal şekli sanır. HiÉ hoşunuza gitmese de, size şunu<br />
itiraf etmek zorundayım ki, İngilizler Éoğunlukla, sıkıcı biÉimde dÇzenli ve zarafetten<br />
yoksundurlar. Oysa, Ruslar gÇzelliği iÉgÇdÇyle ayırdetmesini bilirler ve buna susamışlardır.<br />
Ama, ruh gÇzel-192<br />
KUMARBAZ<br />
ligini ve kişiliğini ázgÇnlÇklerini ayırt etmek iÉin bizim kadınlarımızda, haydi haydi genÉ<br />
kızlarımızda bulunandan Éok daha fazla bağımsızlık ve ázgÇrlÇk, ázellikle de Éok daha fazla<br />
deneyim gerektir. Bayan Pauline, (ázÇr dilerim, adı ağzımdan kaÉtı), sizi bir Deş Grieux<br />
alÉağına yeğlemeye karar vermek iÉin daha Éok zaman bekleyecektir. Size Éok saygısı var,<br />
arkadaşınız olur, size bÇtÇn yÇreğini aÉar; ama, bu yÇrekte gene de o nefret edilen alÉak<br />
hÇkÇm .sÇrecektir, o Deş Grieux adındaki aşağılık ve adi tefeci egemen olacaktır... Hatta bu<br />
inattan, bir bakıma da, ázsaygıdan 'sÇrÇp gidecektir, ÉÇnkÇ o aynı Deş Grieux bir gÇn ona,<br />
zarif bir marki, dÇş kırıklığına uğramış bir liberal, ailesine ve bu dÇşÇncesiz generale yardım<br />
etmek istediği, iÉin, sázÇmona mahvolmuş biri olarak ortaya Éıktı. BÇtÇn dÇzenler sonradan
ortaya Éıktı. Ama, iş işten geÉmişti artık, şimdi hiÉbir şey umurunda değil: Ona eski gÇnlerin<br />
Deş Grieux'sÇnÇ geri verin, bÇtÇn istediği işte bu! BugÇnÇn Deş Grieux'sÇnden nefret ettiği<br />
oranda, sadece onun hayalinde yaşamış olmasına karşın, eskisini ázlÇyor. Arıtımevi<br />
sahibisiniz, değil mi, B. Astleyã<br />
ÜEvet, bÇyÇk Lowel ve àrt. arıtımevinin ortağıyım.ã ÜYa, gárdÇnÇz mÇ, B. Astley. Bir<br />
yanda, bir arıtımevi sahibi... àbÇr yanda Belvedere'in Apollon'u; ikisi birlikte gitmez. Ya ben,<br />
ben bir arıtımevi sahibi bile değilim: Sadece kÇÉÇk bir rulet oyuncusuyum, uşaklık bile<br />
yaptım, kuşkusuz Bayan Pauline'in bundan da haberi vardır, ÉÇnkÇ iyi kurulmuş bir polisi var<br />
gibi gárÇnÇyor.ã<br />
ÜHırÉın olmuşsunuz, işte bunun iÉin bÇtÇn bu saÉmalıkları sáylÇyorsunuzã dedi B. Astley<br />
soğukÉa, bir sÇre dÇşÇndÇkten sonra. Üästelik sázleriniz ázgÇnlÇkten de yoksun.ã<br />
ÜBunu kabul ediyorum! Ve işte asıl korkunÉ olanı da şu ki, benim soylu dostum, benim<br />
suÉlamalarım ne kadar yÇrÇrlÇkten dÇşmÇş, yavan ve vodvillere yaraşır tÇrden olursa<br />
KUMARBAZ<br />
193<br />
olsunlar, gene de gerÉektirler! Bakın gárdÇnÇz, siz ve ben hiÉbir şey elde edemedik!ã<br />
Üçok iğrenÉ ve aptalca bir şey bu... çÇnkÇ... ÉÇnkÇ... şunu iyi bilin kiã diye haykıran B.<br />
Astley'in sesi titriyor, gázleri parlıyordu, Üşunu iyi bilin ki, nankár, kátÇ, değersiz ve zavallı<br />
adam, Hombourg'a onun emriyle, sizi gárÇp, sizinle aÉık yÇrekle uzun uzun konuşmak ve<br />
bÇtÇn... duygularınızı, dÇşÇncelerinizi, umutlarınızı ve... anılarınızı ona anlatmak iÉin<br />
geldim!ã<br />
ÜOlur şey değil! Olur şey değil!ã diye haykırdım ve gázlerimden yaşlar boşandı Onları<br />
tutamamıştım ve áyle sanıyorum ki ámrÇmde ilk kez báyle bir şey başıma geliyordu.<br />
ÜEvet, zavallı adam, sizi seviyordu, mahvolmuş bir adam olduğunuza gáre bunu size<br />
aÉıklayabilirim! Dahası da var, sizi hêlê sevdiğini sáylesem bile, siz... gene de burada<br />
kalırsınız! Evet, kendi kendinizi mahvettiniz. Kimi yetenekleriniz, canlı bir yaradılışınız<br />
vardı, hiÉ de kátÇ bir insan değildiniz; hatta, insana onca gereksinimi olan Çlkenize yararlı<br />
bile olabilirdiniz ama... siz burada kalacaksınız, sizin yaşamınız bitti. Sizi suÉlamıyorum.<br />
DÇşÇnceme gáre, bÇtÇn Ruslar báyledir, ya da báyle olma eğilimindedirler. Rulet olmazsa<br />
ona yakın başka bir şey olur. Ayrıklıklar (istisnalar) Éok ender. çalışmanın, emeğin değerini<br />
bilmeyen ilk siz değilsiniz (sizin milletinizden sáz etmiyorum). Rulet ázellikle bir Rus<br />
kumarıdır. Şimdiye kadar dÇrÇst ve namuslu kaldınız, Éalmaktansa uşaklığı yeğlediniz... Ama,<br />
gelecekte neler olabileceğini dÇşÇndÇkÉe tir tir titriyorum. Eh, bu kadarı yeter, elveda! Paraya<br />
ihtiyacınız vardır, elbette değil mi İşte alın, size on lui altını. Daha fazlasını vermiyorum,<br />
ÉÇnkÇ nasıl olsa yitireceksiniz. Alın şunu ve elveda! Alsanıza canım!ã<br />
ÜHayır, B. Astley, bÇtÇn o sáylediklerinizden sonra...ã<br />
ÜA-lın!ã diye haykırdı. ÜSizin hêlê soylu bir kişi olduğu-<br />
F. 13194<br />
KUMARBAZ<br />
nuza kesinlikle inanıyorum ve bu parayı size bir dostun gerÉek bk dosta verebileceği gibi<br />
veriyorum. Kumardan ve Hom-bourg'dan' vazgeÉip de Çlkenize geri dáneceğinize emin<br />
olabilseydim, yepyeni bk mesleğe başlamanız iÉin size şimdi hemen bin İngiliz lirası vermeye<br />
hazırım. Ama, bin İngiliz lirası yerine sadece on altın veriyorum, ÉÇnkÇ sizin iÉin bugÇn artık<br />
bin lirayla on altının pek bir farkı yok: Onları yitireceksiniz. Alın ve hoşÉa kalın.ã<br />
ÜEğer sizi kucaklamama izin verirseniz, kabul ederim.ã<br />
Ü Memnuniyetle!ã<br />
İÉtenlikle kucaklaştık ve B. Astley gitti.<br />
Hayır, yanılıyor! Pauline'le Deş Grieux konusunda sert ve ahmakÉa konuştuysam, o da Ruslar<br />
konusunda sert ve ahmakÉa konuştu. Beni ilgilendiren konuya gelince, ben bir şey<br />
demiyorum. Zaten... zaten, şu anda sáz konusu olan hiÉ de bu değil: BÇtÇn bunlar sadece sáz,
sãz ve sãz, oysa eylem gerek! Ünemli olan şimdi İsviäre! Yarından tezi yok... Ah! Hemen<br />
yarın gidebilseydim! Yeniden doğmak, dirilmek! Onlara kanıtlamak gerek... Benim hélé bir<br />
erkek olabileceğimi Pauline mutlaka bilmeli. Yeter ki... Zaten şimdi artık äok geä ama.<br />
yarın... Ah! İäime doğuyor, başka târlâsâ olamaz! Şimdi on beş lui altınım, on beş florinle<br />
başlamıştım! İnsan sakınımla başlarsa... Minicik bir äocuk muyum ben Mahvolmuş bir adam<br />
olduğumu anlamıyor muyum yani ben Evet! Ümrâmde bir kez, sakınımlı ve sabırlı<br />
olmam'yeter... Ve hepsi bu kadar işte! Bir kez olsun karakter sahibi olmam yeter, bir saatte<br />
bâtân yazgımı değiştirebilirim. Ünemli olan karakterdir. Sadece, yedi ay ãnce,<br />
Roulettenbourg'da kesinlikle mahvolmadan ãnce, başıma neler geldiğini bir anımsamam<br />
yeter. Oo! Olağanâstâ bir kararlılık ãrneği olmuştu bu: Her şeyi yitirmiştim, her şeyi...<br />
Gazinodan äıktım, bakındım... Yeleğimin cebinde hélé bir florin dolaşıyordu: åAa! Yemek<br />
yiyecek param varmış hélé!ç dedim kendi kendime ama, yâz adım kadar git-<br />
KUMARBA.Z<br />
195<br />
tikten sonra, kararımı değiştirip geri dãndâm. O bir tek florini manque'm âzerine koydum (bu<br />
kez, manque âzerine koymuştum) ve, geräekten de, insan yabancı bir âlkede, yapayalnız,<br />
vatanından, dostlarından uzakta, o gân ne yiyeceğini bile bilmeden, son, son, en son florinini<br />
tehlikeye attığı zaman ãzel bir duyguya kapılır! Kazandım ve yirmi dakika sonra, cebimde<br />
yâz yetmiş florinle gazinodan äıktım. Bu bir olgudur! İşte kimi zaman son florin bu anlama<br />
gelir! Ya ben umutsuzluğa kapılsaydım, bir târlâ karar verme cesaretini gãs-teremeseydim..<br />
Yarın, yarın, her şey bitecek!..<strong>KUMARBAZDostoievski</strong><br />
<strong>Kumarbaz</strong><br />
Äeviren: <strong>Nesrin</strong> <strong>ALTINOVA</strong><br />
2. Basım<br />
BEYAZIT DEVLE T KÇTÇPHANESİ<br />
Tasnif No.<br />
Demirbaş No.<br />
891.733 327855<br />
Remzi Kitabevi<br />
Ankara Caddesi, 93 — istanbulMICHEL BUTOR'UN ÜNSÜZÇ<br />
2. Basım: Temmuz 1993<br />
ISBN975-14-0399-5 KTB 93.34.Y.0030.0600<br />
Remzi Kitabevi A.Ş.<br />
Selvili Mescit S.3 Cağaloğlu-Istanbul, 1993<br />
Tel. 522 0583 - 522 7248<br />
Evrim Matbaacılık Ltd. Şti.<br />
Selvili Mescit S.3 Cağaloğlu-Istanbul, 1993<br />
Dostoievski Batı'ya ilk kez 1862 yılının haziran başlarında gitti. Planladığı ilk uğrağı Paris'tir<br />
ama, o gânlerde Alman kaplıcalarından Baden-Baden, Hombourg ye Ems gibi, Avrupanın<br />
kumar başkentlerinden biri olan Wiesbadenden geäerken, trenden iner, Rus gazetelerinde<br />
okuduğu ve kahramanının daha sonra acı acı yakınacağı, betimlemelere aldanarak rulette<br />
şansını denemeye gider. '<br />
Kahramanı şãyle der ya:<br />
åBâtân dânya gazetelerinin, ãzellikle de bizim Rus gazetelerinin, ve hemen hemen her yılın<br />
ilkbahar başlarında makale yazarlarımızın gânlâk yazılarında daima iki konuyu ele<br />
almalarındaki o kãle ruhluluğa dayanamıyorum: Ünce Rhin' in kaplıca kentlerindeki oyun<br />
salonlarının gãrkem ve lâksâ, ikinci olarak da, sãzâmona masaların âzerine yığılan altın<br />
kâmeleri. Oysa onlara bunun iäin para da ãdenmiyor: Onlar sadece äıkar gâtmeyen bir<br />
dostluk kanıtı veriyorlar. Bu berbat salonlar her târlâ ihtişamdan yoksundurlar ve altın<br />
oralarda masaların âzerine yığılmadığı gibi. ucundan kıyısından ya gãrânâr, ya gãrânmez.ç
Bir sâre geäince, sara nãbetleri gitgide sıklaşan Dostoievski hekimin ãğâtleri âzerine yeniden<br />
Avrupa gezisine äıkmaya karar verir. Verem olan karısı ãlmek âzeredir, yazar da Paris' te<br />
dostu Pauline Souslova'nın yanına gitmek zorundadır. Yolculuk hep ertelendiğinden Pauline<br />
sabırsızlanır ve bir İspanyol ãğrenciye éşık olur. Fena halde ãfkelenen Dostoievski yola<br />
koyulur ama, VViesbaden'den geäerken, yeniden gidip rulette şansını denemekten kendini<br />
alamaz.<br />
Parise geldiğinde onu mutlu bir sârpriz bekler: İspanyol ãğrenci, Paulineden ayrılmıştır.<br />
Bãylece, kazanma başarısını gãsterdiği bâtân parayı äok doğaldır ki yitirdiği Wiesbaden ve<br />
Baden-Baden'den geäerek, birlikte İtalya'ya gidebileceklerdir.<br />
6 " KUMARBAZ<br />
işte o zaman kumar konusunda bir roman yazmayı dâşânâr. 18 Eylâl 1863'de Roma'dan<br />
arkadaşı Strakhov'a şunları yazar:<br />
åŞimdilik elimde hazır hiäbir şey yok ama, (bana gãre) oldukäa mutlu bir ãykâ planı<br />
tasarladım. Bâyâk bãlâmânâ kéğıt paräalarının âzerine not ettim. Hatta yazmaya bile<br />
başladım. Ama, ãnce burası äok sıcak: İkincisi de, Romada ancak sekiz gân kalabileceğim;<br />
insan Roma gibi bir kentte bir hafta geäirecekse, roman yazmayı dâşânebilir mi Bâtân bu<br />
gidiş gelişler beni son derece yoruyor. Konu şu: Bir tip, gurbetteki Rus. Biliyorsunuz, geäen<br />
yaz, bizim gazetede yabancı âlkelerde yaşayan Ruslardan sık sık sãz edildi. Romana bâtân<br />
bunlar da alınacak. Yurt iäi yaşamımızın bugânkâ halinin olabildiğince oraya yansıdığını<br />
gãrmeleri gerek. Apaäık karakterli bir adamı äiziyorum, pek äok konuda yetenekli ama, her<br />
şeyde yarım kalmış bir adam bu. Bâtân inancını yitirmiş, aynı zamanda da, imansız, inanäsız<br />
olmaya cesaret edemiyor. Yetkiye karşı hem isyan ediyor, hem de onun karşısında korkuyor.<br />
Rusyada kendisi iäin yapacak hiäbir şey bulunmadığını dâşânerek avunuyor, bu yâzden de<br />
yabancı âlkelerde yaşayan Rusları vatanlarına geri äağırmak isteyen herkesi acımasızca<br />
mahkèm ediyor. Ama, sana hepsini burada anlatamam.<br />
åAsıl kahraman äok canlı, onu karşımda gãrâr gibiyim. Üykâm bittiği zaman okunmaya<br />
değecektir. Temel nokta şu ki, bâtân yaşamsal ãzsuyunu, taşkınlığını, bâtân câretini rulet<br />
soğurmuş. Bu bir kumarbaz ama, Pouchkine'in Cimri Şãvalyesi alelade bir cimri olmadığı<br />
gibi, bu da sıradan bir kumarbaz değil. Kendimi Pouchkine'le karşılaştırmak istediğimi sanma<br />
sakın, bu karşılaştırmayı sadece olayı daha iyi aydınlatmak iäin yaptım. Kahraman kendine<br />
gãre bir ozan ama, bayalığını derinlemesine hissettiği bu şiirden utanıyor. Bununla birlikte,<br />
bir şeyleri tehlikeye atma gereksinimi onu kendi gãzânde yâkseltiyor. Üykâ sadece rulet<br />
oynadığı âä yılı işleyecek.<br />
åÜlâler Evi, daha ãnce hiä kimsenin gãzâyle gãrâp de anlatmadığı forsaların bir resmi gibi<br />
halkın dikkatini äek-tiyse. bu ãykâ de hiä kuşkusuz ruletin gãzle gãrâldâkten sonra, ayrıntılı<br />
anlatılması olarak dikkati äekecektir. Bu târ ãykâlerin bizde her zaman iyi karşılandığını<br />
saymazsak, şu da<br />
MICHEL BUTOR'UN ÜNSÜZÇ<br />
var ki, kumar sahneleri bir yabancı âlkenin kaplıca kentinde geäiyor ve yabancı bir âlkede<br />
yaşayan bir Rus sãz konusu ediliyor. Bu ayrıntının, evet doğrudur, ikinci derecede ama,<br />
geräek bir ãnemi vardır.<br />
åKısacası, işte ilginä şeyler. Duygu ve akılla, fazla 'uzatmadan, bunları äizmeyi başaracağımı<br />
umabilirim.<br />
åOla ki romanım äok iyi olur. Benim ãlâler Evi geräekten ilginäti.<br />
åKârek mahkèmluğu etâvâ târânden bir äeşit cehennemin tarifi bu. Bâtân bunlara äarpıcı bir<br />
biäim vermeye äalışacağım.ç<br />
Dostoievski bunu ancak yıllar sonra, dış âlkelere bir hayli gidip geldikten, Almanya'daki<br />
kumar masalarında bir hayli zaman geäirdikten, karısının ve erkek kardeşinin ãlâmânden<br />
sonra geräekleştirebildi. Alacaklıları sıkıştırınca, yayımcısı Stel-lowski'yle tâm yapıtlarının<br />
yayınlanması iäin anlaşma imzalayarak, henâz basılmamış bir romanı l kasım 1866'dan ãnce
vermek Çzere anlaştı tersi bir durumda bu basım Çzerindeki bÇtÇn haklarım yitirecekti ve<br />
aldığı paraların da hepsini geri ádeyecekti. Oysa, SuÉ ve Ceza iÉin başka bir yayımcıdan<br />
avans aldığı iÉin, her iki kitabı da en kısa sÇrede tamamlamak zorunda kalıyordu.<br />
İşte o zaman 17 Haziran 1866'da Bn. Corvine-Kroukovskaia' ya şunları yazar:<br />
Üçok garip ve şimdiye kadar hiÉ gárÇlmemiş bir şey yapacağım. Tam dárt ayda, birini sabah,<br />
ábÇrÇnÇ akşam yazacağım iki ayrı roman iÉin otuz baskı provası yazacağım; ancak báylelikle<br />
zamanında bitirmiş olabileceğim... Eminim ki geÉmiş ve şimdiki yazarlarımızdan hiÉbiri<br />
benim sÇrekli iÉinde yaşadığım koşullarda yazmamıştır; bunun sadece 'dÇşÇncesi bile<br />
Tourgueniev'i áldÇrÇrdÇ. Ama, iÉinizde doğan, sizi coşkuyla, heyecanla dolduran dÇşÇnceyi<br />
baştan savma yapıp berbat etmek bilseniz ne kadar ÇzÇcÇdÇr... Onun gÇzel olduğunu<br />
biliyorsunuz... ve onu bile bile berbat etmek zorundasınız.ã<br />
Dostoievski, bu akıl almaz Éılgınca işin altından kalkabilmek iÉin, arkadaşlarının áğÇtleri<br />
Çzerine, bir stenograf tutmaya karar verir: Anna Grigorievna Snitkine. <strong>Kumarbaz</strong>'ın kesin<br />
metnini ona 4-29 Ekim 1866'da yazdırır. Yayıncı Stel-<br />
8<br />
KUMARBAZ<br />
lowski yolculuğa Éıktığından, yazı polis komiserine teslim edilir, o da bu veriliş tarihini<br />
belgelerle doğrular.<br />
8 kasımda Dostoievski, Anna Snitkine'e evlenme teklifinde bulunur, 15 Şubat 1867'de<br />
evlenirler.<br />
Demek ki, Dostoievski áykÇsÇnÇ en sonunda yazmaya koyulduğunda, son kozunu<br />
oynuyordu. Eğer bu metni yazma bahsini kazanamazsa, her şeyi yitiriyordu. Onun iÉin ele<br />
aldığı tema yazma koşullarıyla Éok iyi uyum sağlıyordu. Báylesine bir konuyu ele almayı<br />
uzun yıllardan beri tasarlıyordu, bunu da salt biraz para kazanma umuduyla değil de asıl para<br />
yitirmeye son vermek umuduyla yapıyordu: ÉÇnkÇ bu kitap bir beladan kurtulma yoluydu.<br />
GerÉi bu Ütecimselã bir dÇşÇnÇydÇ. Rus halkının hoşlanacağı bir dÇşÇnÇ. Dostoievski bu<br />
dÇşÇnÇyÇ anlatırken kendisini sÇrÇkleyen kumar tutkusunu felce uğratmaya, etkisiz hale<br />
getirmeye Éabalıyor. Bizim iÉin bu sayfalarda yaşamadan ánce yazarı iÉin áylesine gÇÉlÇ<br />
biÉimde yaşayan (Üonu karşımda gárÇyor gibiyimã) kişiliği, kendisininkinden ayırmak istiyor,<br />
onu kemiren, onu mahveden bu kopyadan, tıpatıp benzerden kurtulmak istiyordu. Elbette ki<br />
konuşan kendisidir ama, kahramanını sakınanla ayırt edecektir, onu belirleyecek, kendinden<br />
ayıracak pek belirgin durumlarla Éevreleyecektir, áyle ki, kitabın son satırlarında, áykÇyÇ<br />
askıda bırakarak, bize: ÜYarın, yarın, her şey bitmiş olacak!..ã diyecektir, bu sázcÇklerin<br />
Piodor Dostoievski iÉin gerÉek olacağını umut edebilir, yani o andan sonra, nihayet bir daha<br />
kumar oynamama akıllılığını gásterecektir, oysa, o ana kadar kurtulmak iÉin boş yere<br />
Éabaladığı ruletin bÇtÇn uğursuzluğu o zavallı vur abalıya Alexis Ivanovitch'in Çzerine<br />
yıkılmıştır. çÇnkÇ o sázcÇkleri yazarken kendini aldattığından emin olabilirsiniz; o her<br />
zamankinden daha bağımlıdır, daha aldanmıştır.<br />
Demek ki, Dostoievski. <strong>Kumarbaz</strong>'ı yazarken kumar oynuyor, kumardan kurtulmak iÉ4n<br />
kumar oynuyor, iÉindeki kumarbazı yatıştırmak iÉin, susturmak iÉin kumar oynuyor. O da<br />
bunu Éok iyi biliyor. Değişmek iÉin insanın kendini suÉlaması yeterli değildir. İÉinizdeki<br />
ÜábÇrÇã báylece daha gÇÉlenmek, sizin nedenlerinizle alay etmek olanağını bulur. Onun<br />
hakkım teslim etmek, yakınmalarını, sitemlerini bÇtÇn gÇÉleriyle aÉıklamasına izin vermek<br />
gereklidir. Doğal olarak bu-<br />
MICHEL BUTOR'UN àNSàZä 9<br />
nÇn sonucunda da suÉlu, suÉlayıcı kimliğine bÇrÇnÇr ve en sonunda kaÉınılmaz olarak Çzerine<br />
yÇklenecek olan mahkÖmiyette, bizler hepimiz bir parÉa mahkÖm olacağız, yani biraz<br />
maskeleri dÇşecek olan bÇtÇn namuslu kişiler, ve sáz konusu edilip sarsılacak olan iÉinde<br />
bulunduğumuz durum mahkÖm olacak. Kurtulma bizi iblisten ancak bunun aÉıklanmasını
ulduğumuz oranda kurtaracaktır. Yıkımında yanılsamalarımızın kimi kırpıntılarını da<br />
sÇrÇkleyerek kaybolacaktır ancak.<br />
Dostoievski iÉin sáz konusu olan, kumarbazın deneysel gárÇnÇşÇnÇ, yÇksek sosyetedeki<br />
kişilerin, onun deyimiyle Ücentilmenlersin değer vermek istemedikleri ve varlığı kendilerine<br />
pek yÇz kızartıcı gárÇndÇğÇnden olabildiğince kÇÉÇltmek istedikleri bu kahramanın katkısını<br />
gázlerimizin ánÇne sermektir:<br />
ÜElbette ya, bÇtÇn bu ayak takımının iÉinde Éırpındığı Éamuru ve dekoru bilmezlikten gelmek<br />
son derece soylu bir davranıştır. Bununla birlikte, karşıt davranış da kimi zaman onun kadar<br />
kibardır: Fark etmek, yani cep dÇrbÇnÇnÇn ucuyla da olsa, bÇtÇn bu haşarata bakmak ve hatta<br />
onu incelemek ama, bÇtÇn bu kalabalığı ve bÇtÇn bu Éamuru bir Éeşit eğlence gibi,<br />
centilmenlerin dinlenmesi iÉin dÇzenlenmiş bir temsil gibi gárerek. İnsan kendisi de bu<br />
kalabalığa karışabilir ama, orada bir seyirci olarak bulunduğu ve onun bileşimine zerre kadar<br />
katılmadığı kesin inancıyla Éevresine bakabilir. Zaten, aşırı ısrarla incelemek de uygun<br />
dÇşmez: Bu da gene bir centilmene yakışmaz, ÉÇnkÇ her ne olursa olsun, bu gásteri sÇrekli bir<br />
dikkate değmez.ã<br />
Elbette ki sáylemeye bile gerek yok: Alexis Ivanovitch, ya da Dostoievski, tamamiyle farklı<br />
bir kanı belirtir:<br />
ÜOysa bana áyle geliyordu ki, tam tersine, bÇtÇn bunlar son derece ısrarlı bir dikkate değerdi,<br />
ázellikle de sadece incelemek iÉin değil de, kendisi de iÉtenlikle ve iyi niyetle bÇtÇn bu ayak<br />
takımına katılmaya gelen bir kimse iÉin.ã<br />
Az sonra yazarımız iÉin onun kumarbaz yaşamını tanıtlayan şu olgudur: Bu. onun bir gÇn<br />
kumarbazın romanını yazmasını sağlayacaktır ama, bu geÉişimi ancak, kumarda insan<br />
yaşamının ayrıcalıklı bir eğretileme bulabilecek hale geldiği, kumarbazın kumarbaz olmayanı<br />
ortaya Éıkardığını fark ettiği, birini incelerken ábÇrÇnÇn gizlediğini ortaya Éıkarmaya .<br />
başladığı andan itibaren gerÉekleştirebildi.10<br />
KUMARBAZ<br />
MICHEL BUTOR'UN àNSàZä<br />
11<br />
Centilmenler kumarbazın kendilerinden tamamiyle, dipten doruğa farklı bir kişi olduğunu ileri<br />
sÇrerler, o kadar apayrı, o kadar uzaktır ki bir temsil gibi onunla eğlenebilirler, hatta hiÉbir<br />
bulaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalmadan onun hareketlerine ve davranışlarına<br />
áykÇnebilirler. İşte Dostoievski dikkati Éekecek etkin bir sahne dÇzenlemesiyle bu kákten<br />
ayrılığın yalanını aÉıkÉa ortaya serecektir.<br />
Ruletin bilyesinin ázelliği, onu bÇtÇn gázlerin hedefi haline getirecek olan şey, hareketinin<br />
kesinlikle ánceden kestirilemez olmasıdır. Oysa, kişi bu fikre alışamaz, gerÉekliğe karşı<br />
dÇşÇnmekten kendini alamaz, kaÉınılmaz olarak hiÉe inecek yántemler hazırlamaktan kendini<br />
alamaz. O kadar ki, o kÇÉÇcÇk nesne bÇyÇlediği gázlere durmadan bitmez tÇkenmez bir acı<br />
alay fırlatır.<br />
Kitabın başlangıcında bu alÉalmalara aÉıkÉa boyun eğenlerle, —kumarbazlarla— bu<br />
alÉalmanın kendilerine ulaşamayacağım iddia edenler, —centilmenler— arasındaki ayırım<br />
son derece belirgindir. Kumar salonuna ilk kez girdiğinde Alexis Ivanovitch'i en Éok etkileyen<br />
bu oldu işte., O sırada, kendi iÉin değil, generalin Çvey kızı Pauline Alexandrovna iÉin<br />
oynuyordu. Kuramsal olarak, o anda tanımladığı ve Éıkar gÇtmeden kumar oynayan o<br />
centilmenler durumundadır. Ne var ki, genÉ kızın kazanacağı paraya ne kadar ánem verdiğini<br />
Éok iyi bildiğinden, o da bulaşıcı kumar hastalığına yakalanır. Hizmet ettiği ve kendisini<br />
sinsice .yetkilendiren o aile iÉinde ona kumarbaz, dolayısıyla da kuşkulu yoldan Éıkmış bir<br />
insan gázÇyle bakılıyor. O aile ki aslında tıpkı onun gibi yapıyor, istencinin tamamiyle<br />
dışında bir olaydan, —bir bÇyÇkannenin álÇmÇnden— para bekleyen, bu bekleyişte parayı<br />
tehlikeye • atan, her şeyi o iskambilin Çzerine oynayan o aile tıpkı onun gibi davranıyor.
ànce general ve onun Éevresindekiler hoş gárÇnmeyi, aklı başında insanlar gibi davranmayı<br />
başarırlar. Oysa, hiÉ umulmadık ama, yine de ruletin kararından Éok daha az ánceden<br />
kestirilemeyen bir olay gelip bÇtÇn hesapları altÇst eder: BÇyÇkanne hiÉ haber vermeden<br />
Éıkagelir ve yapacak başka işi yokmuş gibi, alelacele koşup kumar oynar. O andan sonra ve<br />
bÇtÇn orada kaldığı sÇrece onu o tutkusundan ayırmak olanaksız hale gelir, bÇtÇn aile<br />
bireylerinin aynı doymak bilmeyen gázlerle, masalarının Éevresindeki kumarbazlarla<br />
aynı korkularla izlediği davranışlarım ánceden kestirmek olanaksız hale gelir. Sehpanın<br />
Çzerinde dánen kÇÉÇk bilyenin bir acı alay olduğu gibi, bÇyÇkanne de bir acı alaya dánÇşÇr.<br />
Onun gelişiyle kumar masasının insanları generalin ailesini tamamiyle ele geÉirir.<br />
<strong>Kumarbaz</strong>larla kumarbaz olmayanlar arasındaki fark artık yok olmuştur.<br />
Gazinoda yaşlı hanıma eşlik eden Alexis, sakınımlı olması iÉin onu hêlê inandırmaya Éalışır<br />
ama, o hep aklına eseni yaptığından, Alexis'nin bÇtÇn áğÇtlerine karşın, bir kez daha sıfırın<br />
Çzerine koyar ve hiÉ umulmadığı halde kazanır. Nesnede bulunan acı alay şimdi kendini<br />
duyurmak iÉin bir ses sahibidir:<br />
ÜBÇyÇkanne utkulu ve saldırgan bir halle bana doğru dánerek:<br />
ÜBak, gárdÇn mÇ!ã dedi.ã<br />
O da şunu belirtir:<br />
ÜBen bir kumarbazdım: Bunu tam o anda kesinlikle hissettim.ã GárÇp işittiği şeyler<br />
yÇzÇnden, koşulların oluşturduğu surat yÇzÇnden, tutkusunun doğmasına engel olan bÇtÇn<br />
karşı Éıkmalar ağırlıklarını yitirirler.<br />
çÇnkÇ Dostoievski, Alexis'sini hemen kumarbazlar takımına katmaktan kaÉınır. GerÉekten<br />
de, generalin ailesinin bÇtÇn ábÇr bireylerinin sinsi sinsi yaptığını onun herkesin iÉinde,<br />
aÉıkÉa, kumar salonunun şiddetli ışığı altında ve kaba topluluğu altında yaptığını, gazino<br />
masasında olup bitenlerin, mirasları ve işleriyle, korkunÉ aynasının karşısında gázlerini<br />
kapatan bu yÇksek sosyetenin dayandığı sistemin Éıplak simgesi olduğunu gástermek ona<br />
yetmez, Çstelik de bize falan, ya da filan kişinin, Alexis, ya da Fiodor'un rahat karanlıktan o<br />
mahvolma aydınlığına nasıl geÉtiğini de gástermek ister.<br />
Sorumluluk tamamiyle paylaşılmıştır, ÉÇnkÇ kumar ancak kendini ona kaptıran ihtiyaÉ iÉinde<br />
olduğu zaman, sefalet iÉinde, ya da sefaletin tehlikesi altında bulunduğu zaman ciddi ve<br />
korkunÉ bir hal alır, gerÉekten kumara dánÇşÇr ve işte kumarın yÇzkarası vurguladığı bu<br />
sefaletten gelir. Kumar, saygıyla para arasındaki ilişkiyi, —bu paranın Éoğu zaman<br />
Éevrelendiği akla aykırı gelen karanlık— en kuvvetli ışık altında ortaya serer. Alexis'nin<br />
gerÉekten kumar oynaması, mah-<br />
12<br />
KUMARBAZ<br />
cubiyettendir, general tarafından kovulmuş olmasındandır ve kÇÉÇk bilyenin kararlaştırdığı<br />
bÇyÇk paralar sayesinde saygının kumar masası Éevresinde nasıl hızla elde edildiğini gármesindendir.<br />
Servetle birlikte saygınlığın da yıkılmasında ve şanssız kumarbazın<br />
talihsizliğine karşı artık gene ruletten başka Éare bıılamamasındandır. Kendisini<br />
mahcubiyetten kurtaracak parayı yeteri kadar Éabucak elde etmek iÉin bir tek Éaresi vardı: Son<br />
meteliğine kadar şansını denemek. Kumarın kendini ona kaptırmaya başlayan bir kimse iÉin<br />
uğursuz hale gelmesi, birkaÉ saat iÉinde toplumsal konumu değiştirdiğini gáz kamaştırıcı bir<br />
gerÉeklikle saptamış olmasıdır, yitirdiğine, ya da kazandığına gáre onun gazinodan Éıkışına<br />
bakanlar iÉin artık gerÉekten aynı insan olmamasındandır. Saygınlığın, paranın nereden<br />
geldiği sorulmadan, bu derece paraya bağlı olan bir toplumda, kumar masası Éok kısa bir<br />
zamanda Éok para kazanılan tek yer olduğundan, onuru kırılan, aşağılanan bir kimse iÉin<br />
başvurulacak tek yer olduğu sáylenebilir. Centilmerılerse, onlar bu şekilde oynamadıklarından<br />
(onlar ancak servetleri tehlikeye dÇştÇğÇ zaman gerÉekten kumar oynamaya başlarlar)<br />
durumlarını yitirenleri, sefalete doğru yuvarlanmalarının iÉerdiği o utancın yaklaştığını<br />
hissedenleri saygılarını yeniden kazanmaları iÉin beğenme-yip kınadıkları ve asla dikkate
almak istemedikleri bu Éıkar yola sapmaya zorlarlar. Ama, bu Éıkar yol bir tuzaktır, bir ılgım<br />
bataklığıdır ki bu rahatsız ediciler iÉine batıp gámÇlÇrler.<br />
Dostoievski iÉin ruletle kÇrek mahkÖmluğu arasındaki karşılaştırma işte bunun iÉin zorunlu<br />
hale gelir. <strong>Kumarbaz</strong>lar, gerÉek kumarbazlar oraya asla kendi istekleriyle gelmemişlerdir,<br />
onları oraya bÇtÇn bunlarda bir eğlenceden başka bir şey gármeyen o centilmenler getirmiştir,<br />
talihleri ters dánme suÉunu işledikleri iÉin onları o işkence Éarkına zincirle bağlayan o<br />
centilmenler.<br />
Kumar oynuyorsa, bir oyuncak olduğu iÉin oynuyordur. Onunla oynarlar, onunla alay ederler<br />
ve orıu oynatırlar. Alexis gazinoya sadece, generalin Çvey kızı Pauline'in eğer gerÉekten<br />
kendisi oynarsa utanca gámÇleceğinden kendi yerine oynamakla onu gárevlendirdiği iÉin<br />
gider, sonra da bÇyÇkanneye eşlik ettiği iÉin ve báylece de o canlı ruletin karşısında gene-<br />
M1CHEL BUTOR'UN àNSàZä<br />
13<br />
ralin bÇtÇn ailesinin delegesi haline gelir. Artık kazansa bile bir tÇrlÇ paÉasını<br />
kurtaramayacağı o Éarka herkes onu itmişti, ÉÇnkÇ bu haksız, para, ÉÇnkÇ ona onca saygınlık<br />
kazandıran o para onu eski kişiliğinden tamamiyle koparır, alÉalmanın, mahcubiyetin<br />
başlattığı o.kopmayı bu para tamamlar. Báyle saygı gásterilen kişi kendisi değildir, sadece en<br />
ufak áykÇnÇn, en ufak bir ilintinin, en ufak bir gerÉek sahip Éıkma onu kendisine<br />
bağlamaksmn. rastlantıyla gákten, ya da cehennemden dÇşen o bÇyÇk paranın taşıyıcısıdır.<br />
Demek ki, kendini gÇÉlendirmek iÉin, kişiliğini sağlamlaştırmak iÉin, ÜyÇksek sosyeteninã<br />
iÉinde yer alabilmek iÉin o paradan yararlanmayı başaramaz, ÉÇnkÇ kapısını aÉtığı o ÜyÇksek<br />
sosyetes>nin hiÉ mi hiÉ ánem vermediği o paranın kákeni, bÇtÇn bu ÜyÇksek sosyeteãnin<br />
gázden geÉirilmesi ve mahkÖm edilmesidir ona gáre. istencinin bir bakıma boynu<br />
vurulmuştur, kendisi kendi iÉin hareketi ánceden kestirilemeyen bilyeye dánÇşmÇştÇr.<br />
Generalin dairesine gider. O bálmeye yerleşeceğini herkes dÇşÇnebilirdi, kendisi de bunu<br />
dÇşÇnÇyor:<br />
ÜAma... o zaman başıma dÇnyanın en garip ve en aptal serÇveni geldi.<br />
ÜAcele acele generalin dairesine giderken, ansızın onların dairesinin hemen yakınında bir kapı<br />
aÉıldı ve birisi bana seslendi. Dul Bayan Cominges'di bu. Mile Blanche'm emri Çzerine beni<br />
Éağırmıştı. GenÉ kadının dairesine girdim.ã<br />
Bilye yandaki bálmeye yerleşti ve bunu kendisine fırlatan toplumun suratına fırlatmaktan<br />
başka bir şey yapamayacağı bir parayı gidip o Fransız kadınıyla har vurup harman savurdu.<br />
ÜYaşamım ikiye parÉalanıyordu ama, bir gÇn ánceden beri, bir kêğıt Çzerine oynamaya<br />
alışmıştım.ã<br />
çÇnkÇ kumar, Dostoievski'y e gáre yalnızca parasal ilişkilerle saygınlık ilişkilerinin bir<br />
yansıması değildir; Batı Avrupa'da ise bu ilişkiler yalnızca parasal ilişkilere indirgenmiştir.<br />
Kumar aydınlatıcı gÇcÇnÇ genel olarak insan ilişkilerine, ázel olarak da erkeklerle kadınlar<br />
arasındaki ilişkilere yayar ve Dostoievski'de de son aÉıklamasını aşkın eğretilemesi olarak<br />
bulur. Demek ki, kumar masası bahsinin yerine bir gálgesi olduğu evlilik bahsini koyarak<br />
paÉasını kurtarmayı umabilir.<br />
Aslında, Alexis her şeyden ánce Pauline kendisiyle oyna-14<br />
KUMARBAZ<br />
dığı iÉin kumar salonuna doğru gidiyor. Yaşamım Pauline Çzerine oynamıştır; ister istemez<br />
makul bÇtÇn tahminleri aşan bir eylemdir bu.<br />
ÜGeÉen gÇn bana, Schlangenberg'de benim bir tek sázÇm Çzerine kendinizi tepetaklak aşağı<br />
atmaya hazır olduğunuzu sáylediniz ve biz de şáyle bir bin ayak yÇkseklikte bulunuyorduk.<br />
Sadece sáylediklerinizi gerÉekleştirip gerÉekleştirmediğinizi gármek iÉin, bu sázÇ bir gÇn size<br />
sáyleyeceğim ve emin olun ki yÇrekli davranacağım.ã<br />
işte verilen bu sáz nedeniyle, oyun olsun diye, Alman barona hakaret etmesini istediği zaman<br />
ona boyun eğer, bu da onun bÇyÇk mahcubiyetine, onurunun kırılmasına neden olur. Kumar
hapishanesinin kilidini onun âzerine kapatan Pauline'dir. kendisi de kumar oynadığı, kâäâk<br />
Fransızdan, İngiliz centilmenine geätiğinden, kendisi de onu äirkeften kurtaracak durumda<br />
değildir. Alexis bu kumarda yitirdi, onu ãbârâne mahkèm eden de budur işte.<br />
Dostoievski'nin kızı Aimee, anılarında, babasının yaşamında kumar tutkusuyla geräek Pauline<br />
arasında var olan yakın ilişkiyi vurgular:<br />
åDostoievski daha ilk Avrupa yolculuğunda ruletle tanışmıştı, hatta pek ãnemli bir para da<br />
kazanmıştı. Başlangıäta kumar onu pek äekmiyordu. Ancak, Pauline'le birlikte yaptığı ikinci<br />
yolculukta kumar tutkusu onu kıskıvrak yakaladı.ç<br />
Eğer Alexis kitabın sonunda kurtulmadıysa, kumar cehennemine gãmâldâyse, Pauline'in<br />
kendisine hélé gãsterdiği kaprisli ve uzak bağlılığa karşın yapayalnız olmasındandır.<br />
Dostoievski, yazıyı tamamlarken, başka bir kadın âzerine oynadı, kendisine stenograftık eden<br />
ve âä ay sonra evleneceği şu Anna âzerine oynadı. Son noktayı koyduğu, el yazmalarını polis<br />
komiserine emanet ettiği zaman, bahtsız kopyasını ona kurduğu kafes iäinde hapis bıraktığını<br />
ve kendisinin kurtulacağını umar.<br />
MICHEL BUTOR'UN ÜNSÜZÇ<br />
15<br />
mekten kendini alamaz ve bãylece kumarbaz yaşamı yeniden başlar. 1871 yılına kadar sârer<br />
bu. 28 Nisanda, Wiesbaden' de, kendisine gãnderdiği bâtân parayı yitirdikten sonra karısına<br />
şunları yazar.<br />
åAnia, Ania, namussuz aläağın biri olmadığımı, kumar tutkusunun kemirdiği bir adam<br />
olmadığımı iyice aklına koy; ama, bu ılgımın şimdi artık kesinlikle dağıldığını, yok olduğunu<br />
da aklından äıkarma... O dişten kurtulduğumu hissediyorum...ç<br />
Geräekten de bir daha kumar oynamayacaktır. Beladan kurtulma yolu en sonunda etkisini<br />
gãstermişti.<br />
MICHEL BUTOR<br />
* **<br />
Bununla birlikte, evlendiğinden iki ay sonra, borä yâzânden hapisle tehdit edilince, Rusya'dan<br />
kaämak zorunda kaldı. Hasta, zavallı ve sârgân olduğu Dresden'den Hombourg'a git-BİRİNCİ<br />
BÜLÇM<br />
Neyse, on beş gân ayrılıktan sonra işte dãndâm. Bizimkiler Roulettenbourg'a (1) geleli âä gân<br />
oldu bile. Beni bâyâk bir sabırsızlıkla beklediklerini sanıyordum ama, yanılmışım. Generalin<br />
son derece rahat, serbest bir hali vardı; tepeden bakarak, bâyâklenerek konuştu benimle, sonra<br />
da kız-kardeşine gãnderdi. Üdânä para almanın bir yolunu buldukları aäıkäa belli. General<br />
benim varlığımdan rahatsız oluyormuş gibi geldi bana. Maria Philippova telaşlı, äok<br />
huzursuzdu; bana birkaä sãzcâk ya sãyledi, ya sãylemedi ama, hemen parayı aldı, saydı ve<br />
sãylediklerimi sonuna kadar dinledi. Me-zeıılzov'ıı, kâäâk Fransızı ve bir de İngiliz! akşam<br />
yemeğine bekliyorlardı. Her zamanki gibi, ellerine para geäer geämez hemen onu-bunu<br />
yemeğe äağırırlar: Moskova alışkanlığınca. Paulinc Alexandrovna beni gãrânce, neden o<br />
kadar uzun zaman ortalarda olmadığımı sordu ve yanıtımı beklemeden äekilip gitti. Elbette ki<br />
bunu bilerek yaptı. Bununla birlikte bir hesaplaşmamız gerek. Äânkâ yâreğime oturdu bu.<br />
Otelin dãrdâncâ katında bana kâäâk bir oda verdiler. GENERALİN MAİYETİNDE<br />
olduğumu biliyorlar burada. Dikkati äekmeyi başarmışlar, apaäık belli. Burada herkes<br />
generali altın babası zengin bir Rus soylusu sanıyor. Yemekten ãnce, daha başka bir sârâ iş<br />
arasında, bozdurmam iäin<br />
(1) Dostoievski ãnce başlık olarak: Roulettenbourg'â seämişti, yayımcısının ısrarı<br />
âzerine bunu değiştirdi.<br />
F. 218<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
19
in franklık iki banknot verdi. Onları otelin bÇrosunda bozdurdum. Şimdi artık, hiÉ değilse,<br />
tam bir hafta bize milyoner gázÇyle bakacaklar. Gezmeye gátÇrmek iÉin gidip Micha'yla<br />
Nadia'yı aldım ama, tam merdivendeyken, general beni Éağırttı; Éocukları nereye<br />
gátÇrdÇğÇmÇ áğrenmesinin uygun olduğunu dÇşÇnmÇştÇ. Hep sáylerim ya, bu adam<br />
dosdoğru<br />
yÇzÇme bakamaz; bunu o da isterdi ama, her seferinde ona<br />
áylesine ısrarlı, yani kÇstah bir bakışla yanıt veririm ki, soğukkanlılığını yitirir, eli ayağına<br />
dolaşır.<br />
Tumturaklı, parantezlerle dolu, sonunda iyice Arap saÉına dándÇrÇp bir tÇrlÇ iÉinden<br />
Éıkamadığı bir konuşmayla, Éocukları gazinodan oldukÉa uzakta, parkta gezdirmem<br />
gerektiğini anlattı. En sonunda da, áfkelendi ve sert bir sesle bana:<br />
ÜYoksa, onları belki de rulete gátÇrÇrdÇnÇz.ã dedi. Sonra da: ÜBağışlayın beni ama,ã diye<br />
ekledi, ÜhenÇz pek aklınız yerinde değil de oyun sizi Éekebilir, kendinizi kap-tırabilirsiniz.<br />
Her ne kadar, sizin akıl hocanız değilsem, báyle bir rolÇ Çstlenmeye de hiÉ niyetli olmasam<br />
da, gene de beni lekelememenizi istemek hakkımdır, hani dilim varıp da sáy-leyebilsem...ã<br />
ÜAma, pekêlê biliyorsunuz ki param yok benimã diye yanıt verdim sakin sakin; Ükumarda<br />
yitirebilmek iÉin insanın parası olmalı.ã<br />
HafifÉe kızaran general:<br />
ÜSize hemen para veririmã diye yanıtladı; bir sÇre Éekmecelerini karıştırdı, defterine baktı:<br />
Bana yÇz yirmi rubleye yakın borcu olduğu ortaya Éıktı.<br />
ÜBu hesabı nasıl kapatacağızã diye sÇrdÇrdÇ. ÜBunları "taler"e (1) Éevirmeli. Bakın, şimdilik<br />
şu yÇz taleri alın,<br />
yuvarlak bir hesap olur báylece; gerisini daha sonra veririm.ã<br />
Tek sáz sáylemeden parayı aldım.<br />
ÜSakın benim sázlerimden alınmayın, rica ederim, o kadar alıngansınız ki... Size bu uyarıda<br />
bulımdumsa, bu, denebilir ki, dikkatli olmanızı sağlamak iÉindi; buna da biraz hakkım<br />
vardır...ã<br />
Akşam yemeğinden az ánce, Éocuklarla dánerken atlı, arabalı bir kafileye rastladım.<br />
Bizimkiler bilmem hangi áreni gezmeye gidiyorlardı. Şahane iki araba, gárkemli atlar!<br />
Madeınoiselle Blanche (1), Marie Philippovna ve Pauline'le birlikte arabaların birindeydi;<br />
kÇÉÇk Fransız, İngiliz ve bizim general atla onlara eşlik ediyorlardı. Yoldan gelip geÉenler<br />
onlara bakmak iÉin duruyorlardı; bÇyÇk etki yapmışlar, dikkatleri Çzerlerine Éekmişlerdi; ne<br />
var ki bu general iÉin kátÇ sonuÉ verecek. Ben hesapladım: Benim getirdiğim dárt bin franga,<br />
ádÇnÉ almayı başardıkları aÉıkÉa belli olan parayı da ekleyerek şimdi yaklaşık yedi, sekiz bin<br />
frankları vardı; Madenıoisellc Blanche iÉin bu Éok azdı.<br />
Mile Blanche annesiyle birlikte, bizim kaldığımız otele indi; bizim kÇÉÇk Fransız da orada<br />
kalıyor. Garsonlar ona Sayın Kont diyorlar; Mile Blanche'ın annesi kendine Sayın Kontes<br />
dedirtiyor. Sonunda, kimbilir, belki gerÉekten de kont ve kontestirler, belli olmaz.<br />
Yemekte bir araya geleceğimiz zaman Sayın Kont'un beni tanımayacağından kesinlikle<br />
emindim. Elbette ki, general tanışmamızı, ya da en azından beni ona tanıtmayı aklının ucuna<br />
bile getirmeyecekti; Sayın Kont Rusya'da yaşamıştı, orada<br />
(1) Eski bir gÇmÇş Alman parası. (çeviren)<br />
(1) Konuşmaların akışına bağlı kalarak, yabancı dilden sázcÇkleri italik olarak belirttik.<br />
Yazarın vurgulamak istediği kesimler bÇyÇk hamilerle belirtilmiştir. (çeviren)20<br />
KUMARBAZ<br />
dedikleri gibi, bir "oııtchitel'in (1) ãe ánemsiz bir kişi olduğunu bilir. Hem zaten, .beni Éok iyi<br />
tanır. Ama, şurası bir gerÉek ki, beni yemeğe beklemiyorlardı; general hiÉ kuşkusuz emir<br />
vermeyi unutmuştu, yoksa beni mutlaka otelin tabldotuna gánderirdi. Ben kendiliğimden<br />
geldim ve generalin hiÉ de hoşnut olmayan bakışıyla karşılaştım. Zavallı Marie Philip-povna
ana hemen bir yer gãsterdi; ne var ki B. Astley'le karşılaşmam beni bu kãtâ durumdan<br />
kurtardı, olayların zoruyla, ben de onların toplumuna katılmak zorunda kaldım.<br />
Bu garip adamla ilk kez Prusya'da karşılaştım; bir kompartımanda karşılıklı oturuyorduk;<br />
arkadaşlarımın yanına gidiyordum; sonra onu Fransız sınırında, sonra da İsviäre'de gene<br />
gãrdâm: Demek ki on beş gânde iki kez, işte şimdi de Roulettenbourg'da onu yeniden<br />
bulmuştum! Ben ãmrâmde onun kadar utangaä bir adam gãrmedim; aptallığa vardıracak<br />
derecede utangaätır, bunu da äok iyi bilir, äânkâ hiä de aptal değildir. Zaten son derece sakin<br />
huylu ve pek sevimlidir. Prus-ya'daki ilk karşılaşmamızda onu konuşturmuştum. Bana o yaz<br />
Kuzey Burnu'nu gezdiğini ve Nijni-Novgorod fuarını gãrmeyi pek arzu ettiğini sãylemişti.<br />
Generalle nasıl ilişki kurduğunu bilmiyorum; Paulinc'e deliler gibi éşık olduğunu sanıyorum.<br />
Paııline iäeri girince adam pancar gibi kıpkırmızı oldu. Sofrada benim yanımda oturmaktan<br />
pek memnun ve ãyle sanıyorum ki daha şimdiden beni yakın bir dostu gibi gãrâyor.<br />
Yemek sırasında kâäâk Fransız aşın derecede kasılıp kurumlandı. Herkese karşı horgãrâyle<br />
ve saygısızca davranıyor. Äok iyi anımsarım, Moskova'da gãz boyamaktan pek hoşlanırdı.<br />
Rus maliyesi ve siyasası âzerine bitmez tâkenme/, konuşmalar yaptı. General bir-iki kez ona<br />
karşı äıkmaya yel-<br />
(1) Oıılchitel: Evlerde eskiden genäleri yetiştiren ãğretmen ve eğitici. (Äeviren)<br />
KUMARBAZ<br />
21<br />
tendi ama, onun gãzândeki saygınlığını bâsbâtân yitirmemek iäin pek äekinerek ve belli<br />
belirsiz bir biäimde.<br />
Äok garip bir ruh durumu iäinde bulunuyordum. Sãylemeye gerek yok: Daha yemeğin<br />
ortasına varmadan kendi kendime şu alışılmış ve ezeli soruyu sormuştum bile: åŞu generalin<br />
peşinden ne diye sârâklenip duruyorum, kuzum Bit hayli zaman var ki onlardan ayrılmış<br />
olmalıydım!ç Arada sırada Pauline Alexandrovna'ya bir gãz atıyordum; onun benimle zerre<br />
kadar ilgilendiği yoktu. En sonunda, sabrım taştı, tepemin tası attı, bir saygısızlık yapmaya<br />
karar verdim.<br />
Ünce, pat, diye tepeden inme bir biäimde, bana soru yãneltilmeden, avaz avaz konuşarak<br />
sãyleşiye katıldım. Üzellikle de kâäâk Fransızla dalaşmaya äalışıyordum. Generale doğru<br />
dãndâm ve bir giriş yapmadan, yâksek ve anlaşılır bir sesle (hatta ãyle sanıyorum ki onun<br />
sãzânâ bile kestim), ona bu yaz Rusların hemen hemen tabldotta yemek olanağından yoksun<br />
bulunduklarını belirttim. General şaşkın bakışlarını bana dikti.<br />
åEğer kendinize şu kadarcık saygınız varsaç diye sârdârdâm, åkaäınılmaz biäimde<br />
hakaretlere uğrarsınız, aäık aäık hakaretlere katlanmalısınız. Paris'te, Rhin kıyılarında ve hatta<br />
İsviäre'de, lokanta masalarım Polonyalılar ve tıpatıp onların benzeri olan kâäâk Fransızlar<br />
ãylesine kapışmışlar ki, eğer Rııssanız, bir tek sãzcâk sãyleme olanağını bulamazsınız bile.ç<br />
Bunları Fransızca sãylemiştim. General şaşırıp kalmış bir durumda bana bakıyordu, kızması<br />
mı, yoksa sadece bu derece kendimden geämiş olmama şaşması mı gerektiğini bilemiyordu.<br />
åHiä kuşkusuz, birisi size bir ders vermiş olmalı!ç dedi kâäâk Fransız horgãren ve ilgisiz bir<br />
tavırla.<br />
åParis'te ãnce bir Polonyalıyla, sonra da Polonyalıyı destekleyen bir Fransız subayıyla kavga<br />
ettimç diye yanıt ver-22<br />
KUMARBAZ<br />
dini. åSonra da, bir monsignor'un kahvesine tâkârmeme ramak kaldığım anlatınca<br />
Fransızların bir bãlâmâ benden yana oldu.ç<br />
General azametli bir şaşkınlıkla:<br />
åTâkârmek miç diye sordu; hafta bakışlarını odanın äevresinde dolaştırdı. Kâäâk Fransız<br />
kuşkulu bir gãzle beni sâzdâ.<br />
åElbette yaç diye yanıt verdim. åKırk sekiz saat sâresince, bizim olay iäin belki de Roma'ya<br />
bir sıäramam gerekeceğini sandım, bu nedenle de pasaportumu vize ettirmek amacıyla
Paris'teki Papalık bÇyÇkelÉiliğine gittim. Orada, sıska mı sıska, ellisine merdiven dayamış don<br />
yağı suratlı kÇÉÇk bir papaz karşıladı beni. Beni dinledikten sonra, terbiyeli ama, son derece<br />
soğuk ve sert bir sesle beklememi rica etti. Acelem vardı ama, elbette ki oturdum, cebimden<br />
"Opinıon nationale" gazetesini Éıkarıp, Rusya aleyhine zehir zemberek bir eleştiriyi okumaya<br />
başladım. Bu arada, birisinin yandaki odadan monsignor'un yanına gittiğini işittim; benim<br />
rahibin ona kandilli temennalar yaptığını gárdÇm. İsteğimi yineledim; daha da sert bir sesle,<br />
bana beklememi rica etti. Bir sÇre sonra iÉeri bir ziyaretÉi girdi, bu bir Avusturyalıydı; onu<br />
dinledikten sonra, hemen, hiÉ bekletmeden yukarı gátÇrdÇler. O zaman sinirlendim; ayağa<br />
kalktım, rahibe yaklaşıp, itiraz gátÇrmez bir sesle mademki monsignor gelenleri kabul<br />
ediyordu, benim de işimi yapıverir, dedim. Bunun Çzerine, rahip sonsuz bir şaşkınlık haliyle<br />
dándÇ. Beş para etmez bir Rus nasıl olur da kendini monsignor'un konuklarıyla bir tutar, işte<br />
adamın aklı bunu bir tÇrlÇ almıyordu. Daha kÇstah bir sesle ve bana hakaret edebilmekten<br />
zevk alıyormuş gibi, beni tepeden tırnağa sÇzdÇ ve: ÜMonsignor'un sizin hatırınız iÉin<br />
kahvesinden vazgeÉeceğini sanmıyorsunuzdur, herhaldeã diye diye haykırdı. Bunun Çzerine<br />
ben de bağırdım, hem de ondan daha da yÇksek sesle: ÜBilin ki sizin monsignor'unuzun<br />
kahvesinin iÉine tÇkÇrÇrÇm ben! Umrumda bile değil! Eğer be-<br />
KUMARBAZ<br />
23<br />
nim pasaport işini bir an ánce bitirmezseniz, onu kendim gidip gárÇrÇm!ã<br />
ÜNasıl! Tam da bir kardinali huzuruna kabul ettiği anda mı!ã diye ciyak ciyak bağıran rahip<br />
dehşetle yanımdan uzaklaştı; hemen kapıya koştu ve beni iÉeri bırakmaktansa álmeyi<br />
yeğlediğini anlatmak iÉin kollarını haÉ gibi iki yana aÉtı. O zaman ben de sapkın mezhepli ve<br />
barbar olduğumu, bÇtÇn piskoposları, kardinalleri, monsignor'ları gecelik kavuğuma<br />
dinletmesini haykırdım yÇzÇne karşı. Kısacası, boyun eğmediğimi gásterdim. Rahip bana<br />
sonsuz kin dolu bir bakış fırlattı, pasaportumu kaptı, yukarı gátÇrdÇ. Bir dakikaya kalmadan,<br />
vizemi almıştım. ÜŞurada, yanımda, gármek ister misinizã<br />
Pasaportumu Éıkarıp papalık vizesini gásterdim. ÜBununla birlikte...ã diye başladı general.<br />
ÜSizi asıl kurtaran, sapkın mezhepli ve barbar olduğunuzu sáylemenizdirã dedi kÇÉÇk Fransız<br />
hafif bir gÇlmeyle. ÜBu hiÉ de aptalca değildi.ã<br />
ÜCanım, elbette ki dut yemiş bÇlbÇl gibi duran, daha da olmazsa, vatanlarını yadsımaya hazır,<br />
dikilip kalan şu sizin Ruslar gibi yapamam ya. HiÉ değilse Paris'te, rahiple dalaşmalarımı<br />
kendilerine anlattığımda, benim oteldeki kimseler bana daha da fazla saygı gásterdiler. Otelin<br />
lokantasında bana karşı en sevimsiz davranan kişi, Éam yarması Polonyalı, arka planda<br />
kayboldu. Bir Fransız avcısının sadece tÇfeğini ateşleyip kurşunlan boşaltmak amacıyla<br />
1812'de silah Éektiği bir adamı iki yıl ánce gárdÇğÇmÇ sáylediğim zaman Fransızlar gık bile<br />
diyemediler. Bu adam o zamanlar on yaşında bir Éocukmuş; ailesi Moskova'dan ayrılmaya<br />
vakit bulamamıştı.ã<br />
ÜOlmaz áyle şey!ã diye patladı kÇÉÇk Fransız; Übir Fransız askeri bir Éocuğa ateş etmez.ã<br />
ÜAma, yine de báyle bir şey olduã diye yanıtladım, Übunu24<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
25<br />
bana saygıdeğer bir emekli binbaşı anlattı, yanağındaki yara izini de kendi gázÇmle gárdÇm.ã<br />
Fransız ağız kalabalığıyla konuşmaya başladı. General onu desteklemek istedi ama, bir árnek<br />
olarak, 1812'de Fransızlar tarafından tutsak edilen General Perovski'nin (1) Anılarını<br />
okumasını áğÇtledim ona. Sonunda, Marie Philippovna konuşmayı Éevirmek amacıyla başka<br />
bir konuya geÉti. General bana fena halde áfkelenmişti, ÉÇnkÇ Fransızla ben neredeyse avaz<br />
avaz bağırmaya başlıyorduk. Buna karşılık, kavgamız B. Astley' in pek hoşuna gitmişe<br />
benziyordu; sofradan kalkınca kendisiyle birlikte bir kadeh iÉki iÉme ánerisinde bulundu<br />
bana.
Gece, Pauline Alexandrovna'yla istediğim gibi on beş dakika konuşabildim. Sãyleşimizi<br />
gezinti sırasında yaptık. Herkes parktan geäerek gazinoya gitmişti. Pauline fıskiyenin<br />
karşısındaki sıraya oturdu, Nadia'nın da gidip biraz uzakta ãbâr äocuklarla oyun oynamasına<br />
izin verdi. Ben de Micha'yı havuzun yanına gãnderdim, bãylece en sonunda yalnız kalabildik.<br />
Başlangıäta, elbette ki, işlerden sãz ettik. Kendisine topu topu yedi yâz florin verince, Pauline<br />
bir iyice kızdı. Paris' te elmaslarına karşılık en azından iki bin florin ãdânä alabildiğime<br />
kesinlikle inanmıştı.<br />
åHer ne pahasına olursa olsun, paraya ihtiyacım var* dedi. åNe yapıp edip, mutlaka para<br />
bulmalı, yoksa mahvolurum.ç<br />
Yokluğum sırasında nelerin olup bittiğini sordum ona.<br />
åHiäbir şey olmadı, sadece Petersburg'dan iki haber aldık: Ünce, bâyâkannenin ağır hasta<br />
olduğunu, iki gân sonra da, belki ãlmâş olduğunu. Bunları Timothee Petrovitch'den<br />
(1) Dorodino savaşından sonra Fransızlara tutsak dâşmâştâ, Anı-hin o sıralarda Moskova'da<br />
yayınlanmıştı.<br />
ãğrendikç diye ekledi Pauline, åyalan yanlış konuşmayan bir adamdır o. Haberin<br />
doğrulanmasını bekliyoruz.ç<br />
åDemek ki burada herkes bekleyiş iäindeç dedim.<br />
åEvet, her şey ve herkes; altı aydan beri bundan başka umudumuz kalmadı.ç<br />
åSiz de mi bunu umuyorsunuzç diye sordum.<br />
åOh! Ben onun akrabası filan değilim ki, generalin âvey kızıyım ben. Ama, eminim,<br />
vasiyetnamesinde beni unutmaz.ç<br />
åÜyle sanıyorum ki elinize bâyâk bir miktarda para geäecek,ç dedim destekleyici bir sesle.<br />
åEvet, beni äok severdi ama, bu gâvence nereden geliyor, kuzumç<br />
åBuraya bakınç diye sorusunu soruyla yanıtladım. åBana ãyle geliyor ki, markimiz sizin<br />
bâtân aile gizlerinizi biliyor, ne dersinizç<br />
åBu sizi ilgilendiriyor muç diye soran Pauline bana soğuk ve ãfkeli bir halle baktı.<br />
åElbette ilgilendirir; eğer yanılmıyorsam, general ondan ãdânä para almanın bir yolunu buldu<br />
bile.ç<br />
åTahminleriniz doğru.ç<br />
åEğer bâyâkanne ãykâsânâ bilmeseydi, ona para verir miydi Sofrada farkına vardınız mı<br />
Bâyâkanneden sãz ederken tam âä kez ona babouânka (1) dedi. Ne sevimli bir iätenlik, ne<br />
yakınlık!ç<br />
åEvet, hakkınız var. Benim de mirasa konacağımı ãğrenir ãğrenmez bana evlenme ãnerisinde<br />
bulunacak. Üğrenmek istediğiniz buydu, değil miç<br />
åHenâz size evlenme ãnerisinde bulunma aşamasında mı Uzun zamandan beri bu işe aday<br />
olduğunu sanıyordum.ç<br />
Pauline:<br />
åBãyle olmadığını siz de pekélé biliyorsunuz!ç diye kar-<br />
(1) Bâyâkannenin sevecen kâäâltâlmâşâ.<br />
26<br />
KUMARBAZ<br />
şılık verdi ãfkeyle. Bir dakika suskunluktan sonra: åBu İn-gilize nerede rastladınızç diye<br />
sârdârdâ.<br />
åBu soruyu bana soracağınıza kesinlikle emindim.ç B. Astley'le, yolculuk sırasında, daha<br />
ãnceki karşılaşmalarımı ona anlattım.<br />
åÄok äekingen ve duygusaldır, elbette ki size de deli gibi éşık.ç<br />
Pauline: åEvet, bana éşıkç diye yanıt verdi.<br />
'åÇstelik Fransızdan da on kez daha zengin. Hem bakalım Fransızın geräekten serveti var mı<br />
Bu hiä de kuşku dışı değil.ç
ÜKesinlikle. Bir şatosu var. General dÇn bunu bana doğruladı. Eh, áyleyse, bu size yeterli<br />
miã<br />
ÜSizin yerinizde olsam, İngilizle evlenirdim.ã<br />
ÜNedenã diye sordu Pauline.<br />
ÜFransız daha yakışıklı bir genÉ ama, soysuz kopuğun biri; oysa İngiliz dÇrÇst bir adam,<br />
Çstelik de on kez daha zenginã dedim kesin bir sesle.<br />
ÜOrası doğru ama, Fransız marki, daha da kafalıã diye karşılık verdi sakin sakin.<br />
ÜBuna kesinlikle emin misinizã diye sÇrdÇrdÇm aynı tonla.<br />
ÜKesinlikle eminim.ã<br />
Sorularım Pauline'in hiÉ hoşuna gitmiyordu, yanıtının tonu ve garipliğiyle beni áfkelendirmek<br />
istediğini anlıyordum; bunu hemen ona sáyledim.<br />
ÜDoğru, sizi kudurtmak hoşuma gidiyor. Sadece bÇtÇn bu soruları ve varsayımları bana<br />
yáneltmekte bir sakınca gármemiş olmanızla bana bir ádÇn vermeniz gerekiyor.ã<br />
Üİşte ben de istediğim bÇtÇn sorulan size sorma hakkını kendimde gárÇyorumã diye karşılık<br />
verdim sakin sakin, ÜÉÇnkÇ onlara istediğiniz fiyatı ádemeye hazırım ve ÉÇnkÇ artık kendi<br />
yaşamıma hiÉ mi hiÉ ánem vermiyorum.ã<br />
KUMARBAZ<br />
27<br />
Pauline kahkahayla gÇldÇ:<br />
ÜGeÉen gÇn bana, Schlangenberg'de, benim bir tek sázÇm Çzerine kendinizi tepetaklak aşağı<br />
atmaya hazır olduğunuzu sáylediniz ve biz de şáyle bir bin ayak yÇkseklikte bulunuyorduk.<br />
Sadece sáylediklerinizi gerÉekleştirip gerÉekleştirmediğinizi gármek iÉin, bu sázÇ bir gÇn size<br />
sáyleyeceğim ve emin olun ki yÇrekli davranacağım. İşte tam da size onca şeye izin verdiğim<br />
iÉin sizden nefret ediyorum, bir de bana kaÉınılmaz derecede gerekli olduğunuz iÉin daha da<br />
nefret ediyorum. Ama, size gene ihtiyacım var. Demek ki sizin canınızı bağışlamalıyım.ã<br />
Pauline ayağa kalktı. Pek áfkelenmişe benziyordu. Son zamanlarda konuşmalarımızı hep bu<br />
áfke ve kin, yapmacıksız kin havasıyla noktalıyordu.<br />
Durumu aÉıklığa kavuşturmadan gitmemesi isteğiyle ona:<br />
ÜMile. Blanche'm kim olduğunu sormama izin verir misinizã dedim.<br />
ÜBunu pekêlê biliyorsunuz. Yeni hiÉbir şey yok. Mile. Blanche hiÉ kuşkusuz generalle<br />
evlenecek, elbette ki bÇyÇkannenin álÇmÇ doğrulanırsa. çÇnkÇ hem Mile Blanche, hem<br />
annesi, hem de kardeş torunu olduğu marki, hepsi iflês ettiğimizi pekêlê biliyorlar.ã<br />
ÜGeneral de ona Éılgınlar gibi êşık, değil miã<br />
ÜŞimdi sáz konusu olan o değil. Beni dinleyin ve şunu iyice aklınızda tutun: Şu yedi yÇz<br />
florini alın, gidip kumar oynayın; rulette benim iÉin elinizden geldiğince kazanın; şimdi her<br />
ne pahasına olursa olsun bana para gerek.ã<br />
Bu sázlerden sonra, Pauline, Nadia'yı Éağırdı ve bÇtÇn bizim kumpanyanın bulunduğu<br />
gazinoya gitti. Ben soldaki ilk patikaya saptım. Dalgındım, şaşkınlıktan bir tÇrlÇ kendimi kurtaramıyordum.<br />
Bu gidip rulet oynama buyruğu beni adeta ser-semietmişti. Garip ama,<br />
dÇşÇnecek onca konu varken, kendimi bÇtÇnÇyle Pauline'e karşı olan duygularımın<br />
incelenme-30<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
31<br />
Oyun salonuna girdiğim zaman (ámrÇmde ilk kez), oynamaya karar veremeden bir sÇre<br />
kalakaldım. ästelik, kalabalık da beni durduruyordu. Ama, kimse olmayıp da yalnız başıma<br />
kalsaydım bile, áyle sanıyorum ki oyuna başlayacak yerde Éekilip giderdim. YÇreğim<br />
Éarpıyordu, itiraf ediyorum, soğukkanlılığımı da yitirmiştim. Uzun zamandan beri inanmış ve<br />
karar vermiştim ki Roulettenbourg'a geldiğim gibi oradan gitmeyecektim; yazgımda<br />
kaÉınılmaz olarak kákten ve kesin bir olay meydana gelecekti. Bu gereklidir ve áyle de
olacak. Rulete bağladığım bu umut ne kadar gÇlÇnÉ olursa olsun, kumardan herhangi bir şey<br />
beklemeyi saÉma bulan o genellikle kabul edilen kanıyı daha da gÇlÇnÉ buluyorum. Neden<br />
kumar para bulmanın herhangi bir başka yolundan, sázgelimi ticaretten, daha kátÇ, daha beter<br />
olacakmış YÇz kişiden birinin kazandığı bir gerÉek. Ama, bÇtÇn bunlar benim umurumda mı,<br />
kuzum!<br />
Her ne olursa olsun, o akşam ánce iyice gázleyip incelemeye, ciddi hiÉbir girişimde<br />
bulunmamaya karar vermiştim. Eğer bir şey olursa, bu sadece rastlantıyla, ayakÇstÇ geÉerken<br />
olabilirdi, umduğum buydu benim. ästelik de, asıl oyunu incelemem gerekiyordu; ÉÇnkÇ<br />
ruletin sayısız tanımlamalarına karşın —bunları her zaman áyle bÇyÇk bir doymazlıkla<br />
okumuşumdur ki—, kendi gázlerimle gármeden kullanılışından hiÉbir şey anlayamazdım.<br />
İlk anda, her şey bana pis, tinsel olarak pis ve iğrenÉ gárÇndÇ. Kumar masalarına onlarca,<br />
hatta yÇzlerce saldıran o aÉgázlÇ ve kaygılı suratlardan sáz etmek istemiyorum. Doğrusu ya,<br />
en kısa zamanda ve olabildiğince Éok kazanma isteğinde kirli hiÉbir şey gármÇyorum.<br />
Kendisine kÇÉÇk paralarla kumar oynadıklarını sáyledikleri zaman: ÜBu daha da beter, ÉÇnkÇ<br />
bu aşağılık bir doymazlıktan gelirã yanıtını veren o karnı tok sırtı pek ahlakÉının fikrini hep<br />
aptalca bulmuşıtm-dur. Sanki aşağılık doymazlıkla, ÇstÇn doymazlık tek ve aynı<br />
şey değilmiş gibi! Bu bir orantı sorunudur. Rothschild'in gázÇnde aşağılık ve adi olan benim<br />
gázÇmde bÇyÇk zenginliktir, kazanÉlarla yitiklere gelince de, kişilerin, sadece rulette değil<br />
ama, her yerde, bir tek nedeni vardır: Kazanmak, ya da başkasından bir şey almak. KazanÉ ve<br />
Éıkarın kendisi iğrenÉ midir Bu da başka bir sorun. Bunu burada ÉázÇmleyecek değilim. Ben<br />
kendim de kazanma isteğine en ÇstÇn derecede tutkun olduğumdan, bÇtÇn bu aÉgázlÇlÇk, ya<br />
da isterseniz aÉgázlÇlÇğÇn bÇtÇn o iğrenÉliği, alÉaklığı, daha kumar salonuna adım attığım<br />
anda, denebilir ki, bana daha yakın, daha aşinaydı. Başkalarının ánÇnde sıkılıp rahatsız<br />
olmadan, aÉıkÉa ve álÉÇsÇzce davranmaktan daha gÇzel bir şey yoktur. Kendi kendini<br />
aldatmak neye yarar ki İşte bu uğraşıların en yararsızı, en yersizidir. BÇtÇn bu ayak takımı<br />
arasında ilk bakışta en hoşa gitmeyen şey ağırbaşlılık, ciddiyet, hatta kumar masalarını<br />
Éevrelemekte bÇtÇn bu insanların gásterdikleri saygıydı. İşte bu yÇzdendir ki burada kátÇ<br />
tÇrden kumarla, rabıtalı bir adam iÉin sakıncası bulunmayan kumar arasında pek belirli bir<br />
ayrım vardır. İki tÇr kumar vardır: Centilmenlerin kumarıyla halk tabakasının kumarı, ayak<br />
takımına yaraşan aÉgázlÇ kumar. Burada sınır Éizgisi pek belirlidir, temelde o kadar da iğrenÉ<br />
ve utanÉ vericidir ki! Sázgelimi, bir centilmen beş, ya da on altın sÇrebilir, pek ender olarak<br />
daha fazlasını oynar; eğer Éok zenginse bin franga kadar Éıkabilir ama, bu sadece kumar<br />
iÉindir, eğlenmek iÉin, kazanÉ, ya da yitik sÇrecini izlemek iÉindir; asıl kazanma olgusuyla<br />
zerre kadar ilgilenmez. Eğer kazanırsa, sázgelimi, kahkahayla gÇlmeye, Éevresinde<br />
bulunanlardan birine dÇşÇncelerini sáylemeye, ya da hatta sÇrÇlen parayı iki katına Éıkararak<br />
bir kez daha oynamaya başlayabilir ama, sadece merak ettiği iÉin, şansları gázlemek iÉin,<br />
hesaplar yapmak iÉindir, adi bir kazanma isteğiyle değil. Kısacası, rulette, ya da otuz ve<br />
kırk'ia, bÇtÇn kumar masalarını sadece kendi keyfi iÉin dÇzenlenmiş bir eğlence<br />
32<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
33<br />
gibi gárÇr. Bankonun dayandığı istekleri ve tuzakları aklına bile getirmiyordur. Hatta bÇtÇn<br />
ábÇr kumarbazların, bir tek florin iÉin tirtir titreyen bÇtÇn o cebi delik insanların kendisi gibi<br />
zengin olduklarını ve sadece oyalanmak ve vakit geÉirmek iÉin oynadıklarını dÇşÇnmek onun<br />
iÉin Éok şık olurdu. GerÉeğin bu kesin bilisizliği, insanlar konusunda bu yalın gárÇşler,<br />
kuşkusuz ki en soylu gárÇşler ve dÇşÇnceler olurdu.<br />
Kızlarını, on beş, on altı yaşlarında dal gibi narin, masum Éocukları, áne doğru iten, elerine<br />
birkaÉ altın sıkıştırıp* onlara kumarın gidişini áğreten anneler gárÇyordum. KÇÉÇk hanım<br />
kazanıyor, ya da yitiriyordu ve sevinÉten etekleri zil Éalarak, dudaklarında hep
gâlâmsemeyle äekiliyordu. Bizim general sağlam geräeklere dayanan bir gâvenle kumar<br />
masasına yaklaştı; kendisine bir sandalye uzatmak iäin bir uşak atıldı ama, aldırış etmedi;<br />
ağır ağır para kesesini äıkardı, iäinden ağır ağır âä yâz frank tutarında altın alıp karanın<br />
âzerine koydu ve kazandı. Kazancını toplamadı, masada bıraktı. Yeniden kara äıktı; bu kez de<br />
gene sârdâğâ parayı bıraktı ve âäâncâ seferinde kırmızı äıkınca, bir äırpıda bin iki yâz frank<br />
yitirdi. Kendine son derece hakim, gâlâmseyerek äekildi. Kesinlikle eminim ki yâreği allak<br />
bullaktı ve sârâlen para iki, ya da âä katına äıkmış olsaydı buna dayanamaz, heyecanım belli<br />
ederdi. Zaten, benim yanımdaki bir Fransız dingin bir yâzle, kılı bile kıpırdamadan<br />
yaklaşık otuz bin frangı ãnce kazandı, sonra da yitirdi. Geräek bir centilmen bâtân servetini<br />
yitirse bile, kesinlikle heyecanlanmamalıdır. Para centilmenin o kadar altında kalmalıdır ki<br />
bununla ilgilenmeyi hemen hemen dâşânmez bile. Elbette ya, bâtân bu ayak takımının iäinde<br />
äırpındığı äamuru ve dekoru bilmezlikten gelmek son derece soylu bir davranıştır. Bununla<br />
birlikte, karşıt davranış da kimi zaman onun kadar kibardır: Fark etmek, yani cep<br />
dârbânânân ucuyla da olsa, bâtân bu haşarata bakmak ve hatta onu incelemek ama, bâtân bu<br />
kalabalığı ve bâtân bu<br />
äamuru bir äeşit eğlence gibi, centilmenlerin dinlenmesi iäin dâzenlenmiş bir temsil gibi<br />
gãrerek. İnsan kendisi de bu kalabalığa karışabilir ama, orada bir seyirci olarak bulunduğu ve<br />
onun bileşimine zerre kadar katılmadığı kesin inancıyla äevresine bakabilir. Zaten, aşırı ısrarla<br />
incelemek de uygun dâşmez: Bu da gene bir centilmene yakışmaz, äânkâ her ne olursa olsun,<br />
bu gãsteri sârekli bir dikkate değmez. Genellikle de, bir centilmen iäin fazla sârekli bir<br />
dikkate değer pek az gãsteri vardır. Oysa, bana ãyle geliyordu ki, tanı tersine, bâtân bunlar<br />
son derece ısrarlı bir dikkate değerdi, ãzellikle de sadece incelemek iäin değil de kendisi de<br />
iätenlikle ve iyi niyetle bâtân bu ayak takımına katılmaya gelen bir kişi iäin. Benim en gizli<br />
tinsel inanälarıma gelince, sãzânâ ettiğim inanälar iäinde elbette ki onların yeri yok. Kabul;<br />
bunu vicdanımı rahatlatmak iäin sãylâyorum. Ama, şunu belirteceğim: Şu son zamanlarda,<br />
dâşâncelerimle eylemlerimi herhangi bir tinsel ãläâte uydurmakta şiddetli bir isteksizlik<br />
duyuyordum. Başka bir yãne sârâkleniyorum...<br />
Ayak takımı geräekten de pek ahlaksız biäimde oynuyor. Hatta kumar masasının äevresinde<br />
en adi gizli kâäâk hırsızlıkların sık sık meydana geldiğini dâşânmekten bile geri kalmıyorum.<br />
Masanın uälarında oturan krupiyeler sârâlen paraları gãzetiyorlar ve hesaplar yapıyorlar, ezici<br />
bir äalışma iäindeler. İşte .bunlar da eşsiz ahlaksızlardandır! Äoğunluğu Fran-sızdır bunların.<br />
Hani bu gãzlemleri yapıyorsam, ruletin bir tanımlamasını vermek iäin değil; gelecekte nasıl<br />
davranacağımı bilmek iäin ortama uymaya äalışıyorum. Sãzgelimi, bir elin masanın âzerinden<br />
ansızın uzanıp sizin kazandıklarınızı kendine mal ettiğini gãrmekten daha olağan bir şeyin<br />
bulunamayacağım fark ettim. Ardından 'bir kavga äıkıyor, äoğu zaman da äığlıklar kopuyor<br />
ve... siz siz olun sakın tanık filan gãstererek paranın size ait olduğunu kanıtlamaya<br />
kalkışmayın, sonra karışmam haa!<br />
F. 334<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
35<br />
Başlangıäta bâtân bu komedi benim iäin anlaşılmaz, iäinden äıkılmaz bir şeydi; sadece iyi<br />
kãtâ anladım ki, sayıların âzerine, tek ve äiftlerin âzerine, bir de renklerin âzerine para<br />
konuyordu. O akşam Pauline Alexandrovna'nm parasından aldığım yâz florini sârmeye karar<br />
verdim. Kumara kendimden başkaları iäin yaklaştığım dâşâncesi beni şaşkına äeviriyordu. Bu<br />
son derece can sıkıcı bir duyguydu, bundan bir an ãnce kurtulmak istiyordum. Her an, Pauline<br />
iäin başlamakla kendi şansımı baltaladığım izlenimine kapılıyordum. Hemencecik boş inanä<br />
salgınına yakalanmadan kumar masasına yaklaşmak geräekten de olanaksız mıydı, kuzum<br />
İlk olarak, beş frederik, yani elli florin äıkarıp äift sayının âzerine koydum. Sehpa dãndâ ve<br />
on âä äıktı... yitirmiştim. Acılı bir duygunun penäesinde kıvranarak, sadece bu işi bir an ãnce
itirip de Éekilip gitmek amacıyla kırmızının Çzerine gene beş frederik koydum. Kırmızı Éıktı.<br />
On frederik koydum... Gene kırmızı Éıktı. BÇtÇn parayı bıraktım... Gene kırmızı kazandı. Kırk<br />
frederik aldım, bunlardan yirmi tanesini ne Éıkacağını bilmeden, ortadaki on iki numaranın<br />
Çzerine koydum. Bana ÇÉ katını ádediler. Benim on frederik ansızın seksen oluvermişti. Ama,<br />
o zaman áylesine dayanılmaz garip bir duyguya kapıldım ki, hemen oradan ayrılmaya karar<br />
verdim. Kendim iÉin oynaşanı báyle oynamazdım gibi geliyordu bana. Bununla birlikte<br />
seksen frederikimi gene Éift sayının Çzerine koydum. Bu kez dárt Éıktı: Bana gene seksen<br />
frederik verdiler, ben de yÇz altmış frederiki cebime koyarak Pauline Alexandrovna'yı<br />
aramaya gittim.<br />
Hepsi parkta geziniyorlardı, Pauline'i ancak akşam yemeğinde gárebildim. Bu kez Fransız<br />
orada yoktu, general de rahat rahat keyfine bakabildi; bu arada, beni kumar masasında gármek<br />
istemediğini bana bir kez daha belirtmeyi gerekli gárdÇ. Ona gáre, eğer bÇyÇk para yitirirsem<br />
saygınlığı ağır şekilde lekelenirdi.<br />
Üçok kazansaydınız, ben gene lekelenirdimã diye ekledi bÇyÇk bir ciddiyet havası takınarak.<br />
ÜElbette ki, işlerinize karışmaya hakkım yok ama, kabul edin ki...ã Her zaman yaptığı gibi,<br />
tÇmceyi havada bıraktı.<br />
Ona sert bir şekilde Éok az param olduğunu, bu nedenle de, kumar oynamaya başlasam bile,<br />
áyle gásterişli biÉimde yitiremeyeceğimi sáyledim. Odama, Éıkarken, kazandığı parayı<br />
Pauline'e verme fırsatını buldum ve bir daha onun iÉin kumar oynamayacağımı kendisine<br />
bildirdim.<br />
Kaygılı bir sesle: ÜNeden, a canımã diye sordu.<br />
Ona şaşkınlıkla bakarak: ÜçÇnkÇ kendim iÉin oynamak istiyorumã diye karşılık verdim,<br />
Ühem de bu beni rahatsız ediyor.ã<br />
ÜDemek ki ruletin sizin tek kurtuluş Éareniz olduğuna inanmakta ayak diriyorsunuz, áyle<br />
miã diye sordu alaycı bir halle.<br />
Ben de ona bÇyÇk bir ciddiyetle, bunun gerÉek olduğunu sáyledim; benim kesinlikle, şaşmaz<br />
bir biÉimde kazanma inancıma gelince, bunun gÇlÇnÉ gárÇneceğini kabul ediyordum, Üama,<br />
beni rahat bıraksınlar, kuzum!ã<br />
Pauline Alexandrovna o gÇnÇn kazancını benimle bálÇşmek iÉin direndi ve bu koşullar<br />
altında kumar oynamayı sÇrdÇrmemi ánererek bana seksen frederik uzattı. Kesinlikle<br />
reddettim ve ona aÉıkÉa anlattım ki, başkaları iÉin oynayamadığım istemediğimden değil de<br />
yitireceğimden emin olduğum iÉindi.<br />
ÜOysa, ben de ne kadar aptal olursam olayım, artık ruletten başka hiÉbir umudum yokã dedi<br />
dÇşÇnceli bir halle. Üİşte bu yÇzden mutlaka kumarı sÇrdÇrmelisiniz, benimle ortaklaşa<br />
oynarsınız, bunu elbette ki yapacaksınız.ã<br />
Bu sázler Çzerine, itirazlarımı dinlemeden, yanımdan ayrıldı.36<br />
KUMARBAZ äçäNCä BàLäM<br />
Bununla birlikte, dÇn, kumardan bana tek sáz bile etmedi. Genellikle de benimle<br />
konuşmaktan kaÉındı. Bana karşı tutumunu değiştirmedi. Karşılaştığımız zaman hor gáren ve<br />
kinci, bilmem nasıl bir şeyle karışık hep o aynı mutlak patavatsız, beni adam yerine<br />
koymayan davranış. Kısacası, bana karşı duyduğu tiksintiyi gizlemeye bile uğraşmıyor, bunu<br />
Éok iyi gárÇyorum. Buna karşın, bana ihtiyacı olduğunu ve bilmediğim bir amaÉla beni elinin<br />
altında bulundurduğunu da gizlemiyor. Aramızda garip ilişkiler kuruldu, herkese karşı<br />
gásterdiği kendini beğenmişlik ve hor gárme gáz ánÇne alınırsa, bu ilişkilerin Éoğuna hiÉbir<br />
anlam veremiyorum. Sázgelimi, kendisini Éılgınlar gibi sevdiğimi Éok iyi biliyor; hatta<br />
kendisine yakıcı tutkumdan sáz etmeme bile izin veriyor; ona sevgimden serbestÉe ve hiÉbir<br />
engelsiz sáz etmeme izin vermekle de beni adam yerine koymadığını, hor gárdÇğÇnÇ pek<br />
gÇzel belli ediyordu. ÜSenin duygularına o kadar ánem vermiyorum ki, bÇtÇn sáylediklerin,<br />
bÇtÇn hissettiklerin umurumda bile değil der gibiydi. Eskiden de bana . işlerinden sáz ederdi<br />
ama, hiÉbir zaman bÇtÇnÇyle aÉık yÇrekli değildi. Dahası, bana olan hor gárÇsÇne şu tÇrden
incelikler de katardı: Sázgelimi, yaşamındaki filan olaydan, ya da kendisine ciddi korkular<br />
veren bir durumdan haberim olduğunu bilirdi; eğer amacına ulaşmak iÉin beni tutsak, ya da<br />
ulak olarak kullanma gereksinimini duyarsa bu olayların bir bálÇmÇnÇ kendisi anlatırdı bana.<br />
Ama, bana sadece ulak gibi kullanılan bir adamın bilmesi gereken kadarını aÉıklıyordu,<br />
olayların bÇtÇn bağlantısını henÇz bilmiyorsam, onun sıkıntıları ve kaygılarıyla ÇzÇlÇp<br />
tasalandığımı gárse de dostÉa bir aÉık sázlÇlÇkle beni tamamiyle rahatlatma tenezzÇlÇnde<br />
bulunmazdı hiÉbir zaman. Oysa, bana sık sık nazik ve hatta tehlikeli gárev-<br />
KUMARBAZ<br />
ler yÇklediğine gáre, bana kalırsa, benimle aÉık sázlÇ olmalıydı. Ama, benim duygularım,<br />
onun korku ve telaşlarına yÇrekten katılmanı, onun tasa ve başarısızlıklarının bana belki de<br />
onunkinin ÇÉ katını Éektirdiği kaygılar onun umurunda mıydı!<br />
Onun rulet oynama tasarısını áğreneli ÇÉ hafta olmuştu. Hatta kendi yerine oynamam<br />
gerektiğini bana bildirmişti, ÉÇnkÇ bunu onun yapması uygun dÇşmezdi. Sesinin tonundan<br />
sadece kumar oynama isteği değil de ciddi kimi kaygıları bulunduğunu fark etmiştim. Aslında<br />
para onu hiÉ ilgilendirmez. Bunun iÉinde tahmin edebileceğim ama, henÇz bilmediğim bir<br />
amaÉ, ayrıntılar var. Kuşkusuz ki, beni iÉinde tuttuğu kÇÉÇk dÇşme ve tutsaklık durumları ona<br />
dolaysız ve Éekinmeden soru yáneltme olanağını verebilirdi (sık sık da verir). Mademki ben<br />
onun iÉin bir tutsağım, mademki onun gázÇnde bir hiÉim, ne kabalığım, ne de merakım onu<br />
incitebilir. Ama, gerÉekte, ona soru sormama izin vermekle birlikte, sorularıma karşılık<br />
vermiyor. Kimi zaman da bunlara hiÉ dikkat bile etmiyor! İşte bizim ilişkilerimiz bu<br />
durumda!<br />
DÇn, dárt gÇn ánce Petersbourg'a Éekilen ve karşılıksız kalan bir telgraftan Éok sáz edildi.<br />
Generalin heyecanlı ve dÇşÇnceli olduğu aÉıkÉa gárÇlÇyor. Bu hiÉ kuşkusuz bÇyÇkanne<br />
konusuyla ilgili. Fransız da heyecanlı. Sázgelimi, dÇn, yemekten sonra, uzun bir sÇre bÇyÇk<br />
bir ciddiyetle konuştular. Fransız bize karşı akıl almaz derecede gururlu, azametli ve<br />
umursamaz havalar takınıyor. Hani atasázÇnÇn dediği gibi: ÜDağdan gelen, bağdakini kovar.ã<br />
Hatta Pauline'e karşı bile patavatsızlığı kabalığa kadar varıyor. Bu arada, gazinonun<br />
parkındaki aile gezintilerine, dolaylardaki at ve kır gezintilerine seve seve katılıyordu.<br />
Generalle Fransızı birbirine bağlayan olayların bir bálÇmÇnÇ bir hayli zamandır biliyorum:<br />
Rusya'da, birlikte bir fabrika kurmaya niyetlenmişlerdi; bu tasan yÇzÇstÇ bırakıldı mı, yoksa<br />
ondan hêlê sáz ediliyor38<br />
KUMARBAZ<br />
mu, bilmiyorum. Bundan başka, onların aile gizlerinden bir bálÇmÇnÇ yakaladım: Fransız<br />
gerÉekten de, geÉen yıl gárevinden istifa ettiği zaman Éar'a borÉlu olduğu miktarı<br />
tamamlaması iÉin generale otuz bin ruble ádÇnÉ vererek onu sıkıntıdan kurtarmış. Ve işte<br />
general onun ellerinde; ama, şimdi bÇtÇn bu oyunda baş rol Mile Blanche'da, bunu ileri<br />
sÇrerken yanılmadığımdan kesinlikle eminim.<br />
Bu Mile Blanche kim Burada, bizde, onun annesiyle yolculuk eden ve hesapsız bir servete<br />
sahip olan soylu bir Fransız hanımı olduğu sáyleniyor. Bizim markinin uzak bir akrabası<br />
olduğu da biliniyor; kardeş torunları gibi bir şey hani. Anlattıklarına gáre, benim Paris<br />
yolculuğumdan ánce Fran-sızla Mile Blanche'ın ilişkileri daha tárensel ve daha incey-miş;<br />
oysa şimdi, dostlukları ve akrabalıkları daha dolaysız biÉimde ve daha yakın ve teklifsiz gibi<br />
gárÇnÇyor. Belki de işlerimiz onlara o kadar kátÇ durumda gárÇnÇyordur ki, artık bundan<br />
báyle yapmacıklı olmayı ve bizlere saygılı davranmayı gereksiz buluyorlardır, kimbilir.<br />
ànceki gÇn, B. Astley' in Mile Blanche'la annesine bakış biÉimini fark ettim. O ikisini<br />
tanıyormuş gibi geldi bana. Hatta bizim Fransızın da B. Astley'e daha ánce rastlamış<br />
olduğunu anlar gibi oldum. B. Astley áylesine Éekingen, utangaÉ ve sessizdir ki, insan ondan<br />
bir şey koparmayı hiÉ mi hiÉ umamaz: Yine Übaş kırılır fes iÉinde, kol kırılır yen iÉindeã<br />
deyimince işler sÇrÇp gidecekti. Bu arada, Fransız ona şáyle bir isteksizce selam veriyor,<br />
hemen hemen yÇzÇne bile bakmıyordu. Demek oluyor ki ondan bir korku'su yoktu. Gene bu
anlaşılabilir; ama, neden Mile Blanche da onu bilmezlikten geliyor ästelik de marki dÇn<br />
kendini ele verdi: Konuşma sırasında, ansızın, şimdi anımsayamadığım bir konuda, B.<br />
Astley'in son derece zengin olduğunu, bunu Éok iyi bildiğini sáyleyiverdi. Mile Blanche işte o<br />
zaman B. Astley'e bakmalıydı! SázÇn kısası, general kaygılı.<br />
Teyzesinin álÇmÇnÇ bildiren bir telgrafın şimdi onun iÉin ne ánem taşıyacağı iyice<br />
anlaşılıyor!<br />
Pauline'in benimle bir konuşmadan bilerek kaÉındığına kesinlikle emin olmakla birlikte,<br />
soğuk ve ilgisiz bir hava takındım: Ansızın gelip beni bulmaya karar vereceğini<br />
dÇşÇnÇyordum. Báylece, dÇn ve bugÇn bÇtÇn dikkatimi Mile Blanche'a yánelttim. Zavallı<br />
general, gerÉekten de mahvoldu demektir! İnsanın elli beş yaşında báylesine şiddetle êşık<br />
olması, hiÉ kuşkusuz bÇyÇk bir felakettir. Bir de buna dul oluşunu, Éocuklarını, iflas<br />
durumunu, borÉlarını, en sonunda da tutulduğu kadını ekleyin. Mile Blanche son derece<br />
gÇzel. Ama,, insana korku veren o yÇzlerden birine sahip dersem, bilmem ne dediğimi<br />
anlatabilir miyim HiÉ değilse ben, bu tÇr kadınlardan hep korkmuşumdur. Yaklaşık yirmi beş<br />
yaşlarında. Uzun boylu, şahane omuzları var, gárkemli bir boynu ve gáğÇsleri, esmer bir teni,<br />
abanoz gibi kapkara ve gÇr (hemen hemen iki başa yetecek kadar gÇr) saÉları vardı. Kapkara<br />
gázleri, —gázlerinin beyazı sarımtıraktı—, kÇstah bir bakışı, pırıl pırıl dişleri, hep boyalı<br />
dudakları var; misk kokuyor. çarpıcı ve zengin biÉimde ama, bÇyÇk bir zarafet ve zevkle<br />
giyiniyor. Elleri ve ayakları harikulade. Sesi boğuk bir kontralto. Kimi zaman bÇtÇn dişlerini<br />
gástererek kahkahayla gÇler ama, Éoğunlukla kÇstah bir halle —hiÉ değilse Pauline'le Marie<br />
Philippovna'nın yanında— suskun durur. (Ortalıkta garip bir sáylenti dolaşıyor: Maria<br />
Philippovna Rusya'ya dánÇyormuş.) Bana áyle geliyor ki, Mile Blanche hiÉbir eğitim<br />
gármemiş, hatta belki aptal da ama, buna karşılık kuşkulu, gÇvensiz ve hilekêrdı. Yaşamının<br />
oldukÉa serÇvenli geÉtiğini sanıyorum. Yani kısacası, belki de marki akrabası filan değildi,<br />
annesi de gerÉekten annesi değildi. Ama, gÇya kendilerine rastladığımız Berlin'de, onun ve<br />
annesinin rabıtalı birkaÉ ahbapları varmış. Markiye gelince, şimdiye kadar onun<br />
markiliğinden kuşkulanmış olmama karşın, bizde, sázgelimi Moskova'da olduğu40<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
41<br />
kadar Almanya'da da yÇksek sosyeteden olduğu kuşkusuz gibi gárÇnÇyor. Fransa'da durumun<br />
ne merkezde olduğunu bilmiyorum. Bir şatosu olduğu sáyleniyor. àyle sanıyorum ki şu on<br />
beş gÇn iÉinde káprÇlerin altından Éok sular akacak ama, gene de Mile Blanche'la generalin<br />
kesin sázleri sáyleyip sáylemediklerini hêlê tam olarak bilemiyorum. Sonunda, şimdi her şey<br />
durumumuza, yani generalin onların ánÇnde parıldatabileceği paranın miktarına bağlı. Eğer,<br />
sázgelimi, bÇyÇkannenin hêlê hayatta olduğunu áğrenirlerse, hiÉ kuşkum yok Mile Blanche<br />
hemen ortadan yok olur. Bu kadar dedikoducu olduğuma ben bile hem şaşıyorum, hem de<br />
bunu pek gÇlÇnÉ buluyorum, doğrusu ya. Ah, bilseniz bÇtÇn bunlardan ne kadar iğreniyorum!<br />
BÇtÇn bu insanlardan ve bÇtÇn bunlardan ne bÇyÇk bir sevinÉle ayrılırdım, bir bilseniz! Ama,<br />
Patıline' den ayrılabilir miyim, Éevresini ispiyonlamadan durabilir miyim İspiyonlamak<br />
aşağılık, iğrenÉ bir şey hiÉ kuşkusuz ama, umurumda bile değil!<br />
DÇn ve bugÇn, B. Astley de bana bir garip gárÇndÇ. Evet, kesinlikle inanıyorum ki Pauline'e<br />
êşık! ëşık, Éekingen ve hastalık derecesinde utangaÉ bir adamın tam da bir sázcÇk, ya da bir<br />
bakışla kendini ele vermektense yÇz ayak yerin altında olmayı yeğleyeceği bir anda bu<br />
adamın bakışının kimi zaman ifade ettiği şey pek acayip ve gÇlÇnÉtÇr. Gezintide sık sık B.<br />
Astley'le karşılaşıyoruz. Muhakkak ki bize katılma isteğiyle yanıp tutuşarak, şapkasını<br />
Éıkarıyor ve yolunu sÇrdÇrÇyor. Ve eğer birlikte gezinmek ricasında bulunulursa, hemen<br />
áneriyi reddediyor. Gazinoda, konserde, ya da fıskiyenin ánÇnde dinlenilen yerlerde, hep<br />
bizim sıranın yakınlarında duruyor. Nerede olursak olalım, parkta, ormanda, Schlangenberg'in<br />
Çzerinde, en yakın patikada, ya da bir Éalılığın ardında B. Astley'in karaltısının
kaÉınılmaz biÉimde belirdiğini gármek iÉin insanın gázlerini Éevresinde gezdirmesi yeterliydi.<br />
Bana áyle geliyor ki, benimle ázel olarak konuşmak iÉin fırsat<br />
arıyor bu adam. Bu sabah karşılaştık ve bir iki sáz konuştuk. Kimi zaman, kesik<br />
tÇmcelerle konuşuyor. Daha bana gÇnaydın bile demeden, hemen:<br />
ÜAh, Mile Blanche!..ã diye haykırdı. ÜMile Blanche gibi Éok kadın gárdÇm!ã<br />
Bana anlamlı bir bakış yánelterek sustu. Bu sázlerle ne demek istiyordu, bilemiyorum, ÉÇnkÇ<br />
benim: ÜNe demek istiyorsunuzã diye sormam Çzerine Éok bilmiş bir gÇlÇmsemeyle başını<br />
sallayarak şunları ekledi:<br />
Üİşte báyle. Mile Pauline ÉiÉekleri Éok mu severã<br />
ÜHiÉ bilmiyorumã diye karşılık verdim.<br />
ÜNasıl! Bunu bilmiyor musunuzã diye haykırdı şaşkınlıktan neredeyse kÇÉÇk dilini yutarak.<br />
ÜHayır, hiÉbir .fikrim yok, hiÉ dikkat etmedimã diye yineledim, gÇlerek.<br />
ÜHımmm! Bu aklıma bir fikir getirdi.ã<br />
Bunun Çzerine, bana bir baş işareti yapıp yolunu sÇrdÇrdÇ. Zaten pek hoşnut bir hali vardı.<br />
İkimiz de berbat bir Fransızca konuşuyoruz.<br />
DàRDäNCä BàLäM<br />
O gÇn pek gÇlÇnÉ, rezil ve saÉmaydı. Akşamın saat on biri. KÇÉÇk odamda oturmuş, anılarımı<br />
dÇzene sokmaya Éalışıyorum. Her şey bu sabah başladı: Pauline Alexandrovna adına<br />
oynamak Çzere rulete gitmem gerekti. Onun yÇz altmış frederikini aldım ama, iki koşulla:<br />
Birincisi, yarı yarıya, ortaklaşa oynamayı kabul etmiyordum, báylece de eğer kazanırsam<br />
kendim iÉin hiÉbir şey almayacaktım; ikincisi de, akşama,<br />
42<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
43<br />
Pauline neden kazanmaya bu kadar ihtiyacı olduğunu ve tam ne kadar para gerektiğini bana<br />
anlatacaktı. Bunun sadece para iÉin olduğunu dÇşÇnemezdim. İvedi bir ihtiyacı olduğu aÉıkÉa<br />
belliydi ama, hangi amaÉla olduğunu bilmiyordum. AÉıklama yapacağına sáz verdi, ben de<br />
gittim.<br />
Kumar salonlarında herkes birbirini Éiğniyordu. Hepsi de ne kadar kÇstah ve aÉgázlÇ!<br />
Kalabalığı yardım ve krupiyenin yanma yerleştim. Sonra da, her seferinde sadece iki ÇÉ altın<br />
sÇrerek, Éekine Éekine başladım. Bu sırada inceliyordum ve gázlemlerde bulunuyordum. Bana<br />
áyle geliyor ki, bÇtÇn bu hesapların pek bir anlamı yok, pek Éok kumarbazın onlara verdiği<br />
ánemden de yoksundurlar. Orada oturmuşlar, ellerinde sayılarla kaplı kêğıtlar, notlar<br />
alıyorlar, hesaplıyorlar, şansları kestirmeye Éalışıyorlar, son bir işlem daha yapıp en sonunda<br />
paralarını sÇrÇyorlar... ve yitiriyorlardı tıpkı hiÉbir hesap yapmadan oynayan fani kullar gibi.<br />
Buna karşılık, doğruya benzeyen bir sonuÉ elde ettim: GerÉekten de, beklenmedik şansların<br />
ard arda gelişinde bir sistem değilse de bir Éeşit dÇzen var; bu elbette ki'Éok garip. Sázgelimi,<br />
ortadaki on iki sayıdan sonra son on iki sayının Éıktığı oluyordu; diyelim ki, iki kez bu son on<br />
iki sayı Éıkıyor ve ilk on ikiye geÉiyor. İlk on ikinin Çzerine dÇştÇkten sonra, yeniden ortadaki<br />
on ikiye dánÇyor; ÇÉ, dárt kez Çst Çste ortadaki sayılar Éıkıyor, sonra yeniden son on iki<br />
Éıkıyor; iki turdan sonra, yeniden ilk sayılara dánÇlÇyor, bunlar sadece bir kez Éıkıyorlar,<br />
ortadakiler ise ÇÉ kez Çst Çste Éıkıyor. Bu báylece bir buÉuk, iki saat kadar sÇrÇyor. Bir, ÇÉ ve<br />
iki; bir, ÇÉ ve iki. çok garip bir şey. Falan áğle sonrasında, ya da filan sabah, siyah hemen<br />
hemen dÇzensiz bir biÉimde ve her an kırmızıyla nábetleşe geliyor; her renk Çst Çste sadece<br />
iki, ya da ÇÉ kez Éıkar. Ertesi gÇn, ya da akşam, sázgelimi, Çst Çste yirmiye kadar sadece<br />
kırmızı Éıkar ve bu báylece bir sÇre, kimi zaman bÇtÇn gÇn boyu sÇrer gider. Bu gázlemlerin<br />
ánemli bir<br />
bálÇmÇnÇ, áğleye kadar bÇtÇn zamanını hiÉ para sÇrmeden kumar masalarının yanında<br />
geÉiren B. Astley'e borÉluyum.
Bana gelince, hepsini son meteliğe kadar ve pek kısa bir zamanda yitirdim. ànce Éift sayıya<br />
yirmi frederik koydum ve kazandım; bunları yeniden koydum ve gene kazandım, bu báylece<br />
iki ÇÉ kez sÇrdÇ. àyle sanıyorum ki elimdeki paramın miktarı bir beş dakikanın iÉinde dárt<br />
yÇz frederike yÇkseldi. İşte o anda gitmem gerekirdi ama, iÉimde garip bir duygu uyandı:<br />
Yazgıya meydan okumak, ona bir Éimdik atmak, dilimi Éıkarmak, nanik yapmak isteği<br />
kabardı. İzin verilen en yÇksek parayı sÇrdÇm: Dárt bin florin ve yitirdim. Sonra da iyice<br />
coşarak, elimde kalanın hepsini Éıkardım, bir ánceki gibi yerleştirdim ve yeniden yitirdim.<br />
Bunun Çzerine, adeta sersemlemiş bir halde masadan ayrıldım. Başıma geleni<br />
anlayamıyordum bile, talihsizliğimi ancak yemekten ánce Pauline Alexandrovna'ya bildirdim.<br />
O zamana kadar parkta dolanıp durdum.<br />
Yemekte, gene ÇÉ gÇn ánceki gibi coşmuştum. Fransız-la Mile Blanche gene bizimle yemek<br />
yiyorlardı. O sabah Mile Blanche da gazinodaydı ve benim gásterilerimi seyretmişti. Bu kez,<br />
daha saygılı bir biÉimde konuştu benimle. Fransız daha bir kestirmeden giderek yitirdiğimin<br />
kendi param olup olmadığını sordu. Galiba Pauline'den kuşkulanıyor. Kısacası, işin iÉinde iş<br />
vardı. Hemen bir yalan uydurdum ve bunun kendi param olduğunu sáyledim.<br />
General son derece şaşırmıştı: Bu kadar parayı nereden bulmuştum On frederikle<br />
başladığımı, altı yedi kez Çst Çste iki katına Éıkararak beş, altı bin florine kadar yÇkseldiğimi<br />
ve hepsini iki elde yitirdiğimi anlattım.<br />
Elbette ki bÇtÇn bunlar akla yakındı. Bu aÉıklamayı yaparken Pauline'e bakıyordum ama,<br />
yÇzÇnden hiÉbir şey oku-yamadım. Bununla birlikte, hiÉ sázÇmÇ kesmedi, ben de konuşmamı<br />
sÇrdÇrdÇm. Bundan, yalan sáylemem ve onun adına<br />
44<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
45<br />
oynadığımı gizlemem gerektiği sonucunu Éıkardım. Her ne olursa olsun, diyordum iÉimden,<br />
bu sabah sáz verdiği aÉıklamayı mutlaka yapmalı.<br />
àyle sanıyorum ki, general biraz bana Éıkışacaktı ama, sesini Éıkarmadı. Ama, ben gene de<br />
yÇzÇnden onun heyecanlı ve kaygılı olduğunu anladım. Belki de şu iÉinde bulunduğu sıkıntılı<br />
durumda oldukÉa hatırı sayılır bir altın yığınının, kaşla gáz arasında, benim gibi báylesine<br />
ihtiyatsız bir sersemin elinden akıp gittiğini işitmek onu ÇzÇyordu.<br />
Galiba dÇn akşam Fransızla oldukÉa şiddetli bir ağız dalaşı yaptılar. Uzun zaman hararetli<br />
hararetli konuştular; kapıyı da kilitlemişlerdi. Fransız Éıktığında pek áfkeliydi; bu sabah<br />
erkenden gelip generali buldu... hiÉ kuşkusuz dÇnkÇ konuşmayı sÇrdÇrmek iÉin.<br />
Kumarda yitirdiğimi áğrenince, Fransız alaycı bir sesle, birazcık da kátÇ yÇreklilikle, daha<br />
makul davranmam gerektiğini belirtti. Ardından da bilmem neden, Rusların genellikle<br />
kumarbaz olmakla birlikte, onun gárÇşÇne gáre, kumar oynama yeteneğinden bile yoksun,<br />
olduklarını ekledi.<br />
ÜBana kalırsa, rulet ázellikle Ruslar iÉin icat edildiã diye karşılık verdim. Fransızdan hor<br />
gáren kÇÉÇk bir kahkaha yÇkselince, gerÉeğin muhakkak ki benden yana olduğunu belirttim,<br />
ÉÇnkÇ Rusların kumarbaz olduklarını sáylerken onları ávmekten daha da Éok yeriyordum;<br />
demek ki sázÇme inanılabilirdi.<br />
ÜDÇşÇncenizi neye dayandırıyorsunuzã diye sordu Fransız.<br />
ÜŞuna dayandırıyorum ki, tarih boyunca anamal edinme ázgÇrlÇğÇ uygar Batılı insanın erdem<br />
ve saygınlık kutsal kitabına girmiştir; hatta belki de bunun en ánemli bálÇmÇnÇ oluşturur.<br />
Oysa Rus sadece anamal edinme yeteneğinden yoksun olmakla kalmaz, aynı zamanda da<br />
eline geÉeni dÇşÇncesizce gelişigÇzel ÉarÉur eder. Her ne olursa olsun, biz Rusların<br />
da paraya ihtiyacı vardırã diye ekledim. ÜBáylece de, Éalışmadan, iki saat iÉinde ansızın<br />
bÇyÇk servetler kazamla-bilen rulet gibi yántemlere susamışızdır. Bu bizi hayran eder,<br />
kendimizi zora sokmadan, gelişigÇzel oynadığımız iÉin de, yitiriyoruz!ã
ÜKısmen doğruã diye kabul etti Fransız kendini beğenmiş bir tavırla.<br />
ÜHayır, yanlış, Çlkeniz hakkında báyle konuştuğunuz iÉin utanmalısınızã diye Éıkıştı general<br />
áfkeli ve kasıntılı bir ciddiyetle.<br />
Ben de ona: Üİzin verirsenizã diye karşılık verdim, Ükuşların yakışıksız davranışları mı, yoksa<br />
dÇrÇst bir Éalışmayla dÇğÇm ÇstÇne dÇğÇm atıp para biriktirmekten ibaret olan Alman<br />
sisteminin mi daha iğrenÉ olduğu henÇz sáylenemez.ã<br />
ÜNe yakışıksız bir dÇşÇnce!ã diye haykırdı general.<br />
ÜNe kadar da tam Ruslara yaraşır dÇşÇnce! diye haykırdı Fransız da.<br />
GÇlÇyordum; onları iğnelemek iÉin yanıp tutuşuyordum.<br />
ÜAlman tanrısına tapmaktansa, bÇtÇn ámrÇmce bir Kırgız Éadırında gáÉebe yaşamı sÇrmeyi<br />
yeğlerim!ã diye bağırdım.<br />
ÜNe tanrısıymış oã diye bağıran general bu kez ciddi alarak áfkelenmeye başlıyordu.<br />
ÜAlmanların servet biriktirme biÉimi. Buraya geleli pek oldu ama, yapmak ve doğrulamak<br />
zamanını bulduğum gázlemler benim Tatar kanımı isyan ettiriyor. Vallahi, báyle er-iemleri<br />
istemem ben! DÇn, Éevrede on verst kadar dolaştım. Tıpkı o resimli kÇÉÇk Alman ahlak<br />
kitapları gibi: Burada, her evin korkunÉ derecede erdemli ve olağanÇstÇ biÉimde namuslu<br />
Vater'ı var. O kadar namuslu ki, insan yaklaşmaya korkuyor. İnsanın yaklaşmaya korktuğu<br />
namuslu kişilere dayanamam ben. Her Vater'm bir ailesi var, akşam olunca da hepsi yÇksek<br />
sesle eğitici kitaplar okuyorlar. Minik evin Çze-<br />
46<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
47<br />
rinde karaağaÉlar ve kestane ağaÉlan hışırdıyor. GÇneşin ba* tısı, damın ÇstÇnde bir<br />
leylek... BÇtÇn bunlar son derece şiirsel ve dokunaklı... àfkelenmeyin general, izin verin<br />
de acıklı biÉimde konuşayım. àlmÇş babamın, akşamları kÇÉÇk bahÉemizin ıhlamur ağaÉları<br />
altında annemle bana buna benzer kitaplar okuduğunu anımsıyorum. Demek ki bu konuda<br />
ne dediğimi bilecek durumdayım. Burada, her aile tamamiyle Va-ier'in kulu kálesi. Hepsi<br />
ákÇzler gibi Éalışıyorlar, Yahudiler gibi de para biriktiriyorlar. Diyelim ki baba bir miktar<br />
para biriktirdi de, mesleğini, ya da toprağım bÇyÇk oğluna devretmek istiyor: çeyiz parası<br />
vermeyeceği iÉin kızı evlenemez. KÇÉÇk oğlanı uşak, ya da asker olarak satarlar, parayı<br />
da baba malına katarlar. Bu gerÉek, burada yapılageliyor; sorup áğrendim. BÇtÇn bunların<br />
bir tek kaynağı var: DÇrÇstlÇk, aşırı dereceye vardırılan bir dÇrÇstlÇk, áyle ki, satılan<br />
kÇÉÇk oğlan, kendisini dÇrÇstlÇk uğruna sattıklarına kesinlikle inanıyor. İşte ideal bu,<br />
kurban bile kendisini sunağa gátÇrdÇkleri iÉin seviniyor! Peki, sonra Eh, ne olsun, bÇyÇk<br />
oğlanın da yaşamı pek áyle gÇllÇk gÇlistanlık değil: Orada bir Amalchen'i,<br />
gánlÇnÇn bir arkadaşı var ama, onunla evlenemez ki, ÉÇnkÇ henÇz yeteri kadar florin<br />
biriktiremediler. Onlar da, erdemle, iÉtenlikle beklerler ve gÇlÇmseyerek sunağa giderler.<br />
Amalchen'in yanakları Éukurlaşır, kız kurur kalır. En sonunda, yirmi yıldan sonra,<br />
varlıkları artar, florinler namuslu ve erdemli biÉimde birikmiştir... Vater kırkına merdiven<br />
dayamış bÇyÇk oğlunu kutsar, otuz beş yaşını sÇren Amalchen'in de gáğsÇ<br />
pársÇmÇştÇr, burnu kıpkırmızıdır... Yaşlı adam bu fırsatla ağlar, ahlak dersi verir ve álÇr. Bu<br />
kez de bÇyÇk oğlan erdemli Vater'o, dánÇşÇr ve áykÇ yeniden başlar. Elli ya da yetmiş<br />
yıl sonra, ilk Vater'm torunu gerÉekten de ánemli bir anamal gerÉekleştirir, onu oğluna, o da<br />
kendi oğluna bırakır, beş altı kuşak sonra da Rothschild baronu, ya da Hoppe ve àrt., ya da<br />
şeytan bilir kim ortaya Éıkar.<br />
Bu gerÉekten de gárkemli bir gásteri değil mi İki, ÇÉ yÇzyıllık Éaba,' sabır, emek, zekê,<br />
dÇrÇstlÇk, enerji, metanet, ileri gárÇşlÇk, damın ÇstÇnde leylek! Daha fazla ne istersiniz<br />
Bundan daha yÇce bir şey olamaz: Bu bakış aÉısından, bÇtÇn dÇnyayı yargılamaya ve<br />
suÉluları, yani az buÉuk onlardan farklı olanları cezalandırmaya başlarlar. İşte báyle: Ben Rus
yántemince sefahata dalmayı, ya da rulette servet kazanmayı yeğlerim! Beş kuşak sonra<br />
Hoppe ve àrt. olmaya hiÉ de niyetim yok! Kendim iÉin paraya ihtiyacım var, kendimi hiÉbir<br />
anamala bağlı hissetmiyorum. Bir sÇrÇ saÉmalıklar sáylediğimi biliyorum ama, bana ne.<br />
Benim inanÉlarım bu.ã<br />
ÜSáylediklerinizde bÇyÇk bir gerÉek payı var mı bilmem amaã dedi general dÇşÇnceli bir<br />
halle, Ükesinlikle1 bildiğim bir şey var, o da başınızı biraz boş bıraktılar mıydı, dayanılmaz<br />
derecede kurumlanıyorsunuz...ã<br />
Her zamanki alışkanlığıyla, gene tÇmcesini tamamlamadı. Bizim general alelade konuşmanın<br />
sınırlarını birazcık aşan bir konuya yaklaştığı zaman tÇmcelerini hiÉ tamamlamaz. Fransız<br />
gázlerini faitaşı gibi aÉarak, gevşek bir duruşla dinliyordu. Pauline azametli bir ilgisizlik<br />
havası takınmıştı. Bu kez sofrada konuşulanlardan hiÉbir şey işitmemiş gibi gárÇnÇyordu.<br />
BEŞİNCİ BàLäM<br />
Pauline her zamankinden daha dalgındı ama, sofradan kalkar kalkmaz, gezintiye kendisiyle<br />
birlikte gelmemi sáyledi. çocukları aldık, parkta fıskiye yánÇne gittik.<br />
Ben ázellikle pek heyecanlı olduğumdan, damdan dÇşer-<br />
48<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
49<br />
cesine, aptalca ve pek kaba bir biÉimde neden bizim Deş Grieux Markisi kÇÉÇk<br />
Fransızın artık onunla dışarı Éıkmadığını ve gÇnler boyunca bir tek sáz sáylemediğini sordum.<br />
Pauline de bana garip bir sesle: ÜKaba adamın biri de ondan!ã diye karşılık verdi. Onun Deş<br />
Grieux'den bu biÉimde sáz ettiğini şimdiye kadar hiÉ işitmemiştim, bu áfkeyi anlama<br />
korkusuyla, sustum.<br />
ÜBugÇn generalle hiÉ anlaşamıyor, fark ettiniz miã Pauline kuru bir sesle, áfkeyle:<br />
ÜNeyin sáz konusu olduğunu áğrenmek istiyorsunuzã diye karşılık verdi. ÜBiliyorsunuz ki,<br />
bÇtÇn varlığının ipoteğine karşılık generale borÉ para verdi; eğer bÇyÇkanne álmezse, Fransız<br />
hemen bÇtÇn rehinlerin sahibi olacak.ã<br />
ÜHer şeyin ipotek edildiği doğru mu, kuzum Sáylemişlerdi ama, bu kadar kesin olduğunu<br />
bilmiyordum.ã ÜElbette ya!ã<br />
Üàyleyse, elveda Mile Blanche!ã dedim. ÜGeneral eşi olamayacak! Biliyor musunuz,<br />
general o kadar êşık ki, eğer Mile Blanche onu bırakırsa canına kıyar gibi geliyor bana.<br />
Onun yaşında báylesine Éılgınca tutulmak tehlikelidir.ã Pauline Alexandrovna da dalgın bir<br />
halle: ÜBen de başına bir şeyler geleceğini sanıyorumã dedi. ÜNe harikulade, değil miã<br />
diye haykırdım. ÜOnunla para iÉin evlenmeye razı olduğu bundan daha Éarpıcı bir biÉimde<br />
gásterilemezdi. Kurallara bile uyulmadı, tárenlerden bÇsbÇtÇn vazgeÉildi. Harikulade!<br />
BÇyÇkanne konusuna gelince, ÜàldÇ mÇ GerÉekten áldÇ mÇã diye sormak iÉin telgraf<br />
ÇstÇne telgraf Éekilmesi kadar gÇlÇnÉ ve aşağılık bir şey olabilir mi Evet, bu konuda siz<br />
ne dÇşÇnÇyorsunuz, Pauline Alexandrovnaã<br />
ÜBÇtÇn bunlar saÉma şeylerã dedi sázÇmÇ keserek nefretle. ÜBen asıl sizin pek neşeli<br />
olmanıza şaşıyorum. Sizi<br />
bu kadar sevindiren nedir kuzum Belki de benim paramı yitirmiş olmanızã<br />
ÜYitirmem iÉin neden paranızı bana verdiniz Başkalarının adına kumar oynamayacağımı<br />
sáyledim size, ázellikle de sizin adınıza. Her ne olursa olsun bÇtÇn buyruklarınıza uyuyorum;<br />
ama, sonuÉ benim elimde değil. Yararlı hiÉbir şey olamayacağını ben size haber vermiştim.<br />
Buraya bakın, bu kadar para yitirmek sizi sarstı mı Kazanmış olsaydım, ne işinize<br />
yarayacaktı buã<br />
ÜNeden bÇtÇn bu sorularã -
Üİyi ama, bana anlatacağınızı sáz vermiştiniz ya... Bakın dinleyin: Kendi adıma oynamaya<br />
başladığım zaman (on iki frederikim var) kazanacağıma kesinlikle inanıyorum. Báylece, size<br />
istediğiniz kadar para veririm.ã<br />
KÇÉÇmseyerek dudak bÇktÇ.<br />
ÜCanım,ã diye sÇrdÇrdÇm, Üsize báyle bir áneride bulunduğum iÉin bana hemen kızmayın.<br />
Sizin gázÇnÇzde bir hiÉ olduğum bilinci iÉime áylesine kák salmıştır ki, benden para bile<br />
kabul edebilirsiniz. Size bir armağan versem gÇceııemez-siniz. ästelik de sizin paranızı<br />
yitirdim.ã<br />
çabucak bana bir gáz attı, alaycı bir sesle ve áfkeyle konuştuğumu fark edince, konuşmanın<br />
konusunu bir kez daha değiştirdi.<br />
ÜBenim işlerimde sizi ilgilendirecek hiÉbir şey yok. Eğer áğrenmek istiyorsanız, sáyleyeyim:<br />
Borcum var. BorÉ para aldım, bunu ádemek istiyordum. Burada kumarda kazanacağını fikrine<br />
kapıldım, Éılgınca ve pek garip bir dÇşÇnceydi bu. Neden báyle dÇşÇndÇm HiÉ bilmiyorum<br />
ama, buna inanıyordum. Kimbilir, belki de hiÉbir seÉeneğim bulunmadığından ve bunun son<br />
şansım olduğundan bu umuda yapıştım.ã<br />
ÜYa da her ne pahasına olursa olsun, mutlaka kazanmanız GEREKİYORDU. Tıpkı denize<br />
dÇşenin yılana sarıldığı<br />
F. 4<br />
50<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
51<br />
gibi. Kabul edin ki, eğer boğulmak Çzere bulunmasaydı, ağaÉ kákÇ diye yılana sarılmazdı.ã<br />
Pauline şaşırdı:<br />
ÜNasılã diye sordu. ÜSiz de aynı umudu beslemiyor musunuz On beş gÇn ánce bana burada<br />
rulette kazanacağınıza kesinlikle inandığınızı uzun uzun anlattınız ve size deli gázÇyle<br />
bakmamamı rica ettiniz benden. O zaman şaka mı yapıyordunuz yani Oysa, Éok iyi<br />
anımsıyorum, o kadar ciddi konuşuyordunuz ki, bunun şaka olduğuna dÇnyada kimse<br />
inanmazdı.ã<br />
ÜDoğruã diye karşılık verdim dalgın dalgın. ÜGene bugÇn de kazanacağıma kesinlikle<br />
inanıyorum. Hatta size şunu itiraf edeyim ki, şimdi kendi kendime şu soruyu yáneltme<br />
zorunda bıraktınız beni: Neden bugÇnkÇ o aptalca, rezil yitiğim, ruhuma kuşku dÇşÇrmedi<br />
Kendi hesabıma oynarsam mutlaka kazanacağıma kesinlikle inanıyorum.ã<br />
ÜNeden bundan o kadar eminsinizã<br />
Üàğrenmek istiyorsanız sáyleyeyim: Ben de bilmiyorum. Sadece kesinlikle kazanmanı<br />
GEREKTİĞİNİ, benim iÉin de tek kurtuluş yolunun bu olduğunu biliyorum. Belki de bunun<br />
iÉin kesin olarak kazanmam gerektiği duygusuna kapılıyorum.ã<br />
ÜŞu halde siz de her ne pahasına olursa olsun kazanmalısınız, bu kadar kárÇ kárÇne bir<br />
inancınız olduğuna gáre!ã<br />
ÜBahse girerim ki benim báylesine ciddi bir zorunluluk duyabileceğimden şÇphe<br />
ediyorsunuz.ã<br />
Pauline sakin ve ilgisiz bir sesle:<br />
ÜBÇtÇn bunlar umurumda bile değilã yanıtını verdi. ÜMademki sordunuz, evet, herhangi bir<br />
şeyin sizi aşırı derecede kaygılandırabileceğinden kuşku duyuyorum. äzÇlebilirsiniz ama, pek<br />
áyle ciddi şekilde değil. Siz dÇzensiz ve kararsız bir adamsınız. Paraya neden ihtiyacınız var<br />
GeÉen gÇn bana gásterdiğiniz bÇtÇn nedenlerde ben ánemli hiÉbir şey gáremedim.ã<br />
ÜDurun bakayımã diye sázÇnÇ kestim, Üsáylediniz de aklıma geldi, bir borcu ádemek zorunda<br />
olduğunuzu sáylemiştiniz bana. çok ánemli bir borÉ olmalı bu, bana áyle geliyor! Fransıza,<br />
değil miã<br />
ÜNe demek oluyor bu Bakıyorum da bugÇn pek kÇstahsınız! İÉtiniz mi yoksaã
ÜBilirsiniz ki ben her şeyi sáylerim, hatta kimi zaman da dolambaÉsız, pat diye sorular<br />
sorarım. Bir kez daha yineliyorum, sizin tutsağınızın! ben; bir tutsak sizi şaşırtamaz, bir tutsak<br />
incitemez, onurunuzu kıramaz.ã<br />
ÜNedir bÇtÇn bu saÉmalıklar, kuzum! Sizin şu "tutsaklık" kuramınıza dayanamıyorum ben.ã<br />
ÜDikkat ederseniz, sizin tutsağınız olmayı istediğim iÉin tutsaklığımdan sáz ediyor değilim,<br />
sadece istencimin tama-miyle dışında bir olgu olarak sáz ediyorum ondan.ã<br />
ÜŞimdi bana aÉıkÉa sáyleyin: Neden paraya ihtiyacınız varã<br />
ÜPeki, ya siz, neden bunu áğrenmek istiyorsunuzã<br />
ÜCanınız isterseã diye karşılık verdi azamet dolu bir baş hareketiyle.<br />
ÜTutsaklık kuramına dayanamıyorsunuz ama, insanı tutsağınız olmaya zorluyorsunuz:<br />
"Tartışmadan yanıt verin!" Pekêlê, áyle olsun. Neden paraya ihtiyacım olduğunu<br />
soruyorsunuz bana. Ne soru! Para... Her şey demektir!ã<br />
ÜAnlıyorum ama, bunu isterken insan báyle bir Éılgınlığa dÇşmemeli! çÇnkÇ siz işi kendinden<br />
geÉmeye kadar, yazgıcılığa kadar vardırıyorsunuz. Burada bir iş var, kesin bir amaÉ var. Kem<br />
kÇm etmeden, aÉık aÉık konuşun, áyle istiyorum.ã<br />
Sanırsınız ki áfkelenmeye başlıyordu. Hiddetli bir sesle bana sorular sormayı sÇrdÇrmesi beni<br />
pek sevindiriyordu.<br />
ÜElbette ki bir amacım var,ã dedim, Üama, bunun ne olduğunu size anlatamam. Sadece şu var<br />
ki, parayla ben bÇs-52<br />
KUMARBAZ<br />
bÇtÇn başka bir adam olacağım, hatta sizin gázÇnÇzde bile, báylece de tutsak olmaktan<br />
kurtulacağım.ã<br />
ÜPeki, nasıl Bunu nasıl başaracaksınızã<br />
ÜNasıl mı başaracağım Beni bir tutsaktan başka tÇrlÇ gárebileceğiniz bir duruma<br />
ulaşabileceğimi bile anlayamıyorsunuz! İşte benim asıl hiÉ istemediğim de bu, bu şaşkınlıkları<br />
ve bu anlayışsızları istemiyorum artık.ã<br />
ÜBu tutsaklığın size bÇyÇk zevk verdiğini sáylÇyordunuz. Ben de bunun báyle olduğunu<br />
sanıyordum.ã<br />
Garip bir zevkle:<br />
ÜSanıyordunuzã diye haykırdım. ÜNe saflık bu báyle!, Pekêlê, evet, sizin uğrunuza<br />
katlandığım tutsaklık benim iÉin bir zevktir. AlÉalmanın ve kÇÉÇk dÇşmenin en son<br />
derecesinde insan bÇyÇk bir tat bulur!ã diye saÉmalamayı sÇrdÇrdÇm. ÜKimbilir, topuz uÉlu<br />
kırbaÉ da sırtınıza inip etinizi parÉaladığı zaman da belki bu zevki duyuyordur insan... Ama,<br />
ben belki de başka zevkler duymak istiyorum. Demin, sofrada, general sizin ánÇnÇzde belki<br />
de hiÉbir zaman alamayacağım yıllık yedi yÇz ruble iÉin beni azarladı. Deş Grieux Markisini<br />
sizin ánÇnÇzde burnundan yakalamak iÉin şiddetli bir istek duyuyorum, kim bilirã<br />
ÜToy delikanlı zırvaları! Bizim durumumuzda insan onurlu davranabilir. Savaşım yÇceltir,<br />
alÉaltmaz.ã<br />
Üàz deyişlerle konuşuyorsunuz! Siz sadece benim saygınlık gástermesini bilmediğimi<br />
sanıyorsunuz. Saygın bir kişi olmakla birlikte saygınlıkla davranmasını bilmediğimi<br />
sanıyorsunuz. Báyle olabileceğini anlıyor musunuz Ama, bÇtÇn Ruslar báyledir, nedenini<br />
biliyor musunuz çÇnkÇ Ruslar, kendilerine uyan bir biÉimi Éabucak bulabilmek iÉin pek bol<br />
ve pek değişik yeteneklere sahiptirler. Burada, ánemli olan biÉimdir. Biz Ruslar Éoğunlukla<br />
áyle bol yeteneklere sahibiz ki, kendimize uygun bir biÉim bulabilmemiz iÉin deha gerektir.<br />
çoğu zaman da dehadan yoksunuzdur, ÉÇnkÇ bu genellikle pek<br />
KUMARBAZ<br />
53<br />
ender rastlanan bir şeydir. Fransızlarda, belki de daha başka kimi Avrupalılarda biÉim o kadar<br />
iyi belirlenmiştir ki, insan dÇnyanın en alÉak adamı olduğu halde son derece saygın halleri<br />
olabilir. İşte bu nedenle biÉim onlar iÉin son derece ánemlidir. Bir Fransız bir hakarete, derin
ve gerÉek bir hakarete katlanır da, kabul edilen gárgÇ ve terbiye kurallarına ve geleneksel<br />
biÉime uymadığı iÉin burnunun Çzerine kÇÉÇk bir fiskeye katlanamaz. Fransız erkeklerinin<br />
kızlarımızın yanında o kadar başarı sağlamalarının nedeni, gÇzel bir biÉimleri olmasıdır. Bana<br />
gelince, ben zaten bunda hiÉbir biÉim gármÇyorum, sadece bir horoz, galya horozu<br />
gárÇyorum. Aslında ben bunu anlayamam, kadın değilim ki. Kim bilir, belki horozların da iyi<br />
yanı vardır. Aman canım, ben de tutmuş bir yığın saÉmalar sáylÇyorum, beni<br />
durdurmuyorsunuz. Beni daha sık durdurun, sizinle konuşurken, iÉimde ukde olan ne varsa<br />
hepsini, hepsini sáylemek istiyorum. BiÉimi filan yitiriyorum. Sadece biÉimin olmadığını<br />
değil, her tÇrlÇ değerden de yoksun okluğumu kabul ediyorum. Bunu size aÉıkÉa<br />
bildiriyorum. Hatta hiÉbir değer umurumda bile değil. Şimdi, bende her şey Éakılıp kaldı,<br />
kımıldamaz halde. Bunun nedenini biliyorsunuz. Kafamda artık bir tek dÇşÇnce var. Uzun<br />
zamandan beri dÇnyada, Rusya'da da, burada da, neler olup bittiğinden haberim yok.<br />
Sázgelimi, bakın, Dresden'den geÉtim ama, bu kentin neye benzediğini unuttum gitti bile.<br />
Kafamı neyin kurcaladığını biliyorsunuz. Sizin gázÇnÇzde bir hiÉ olduğumdan ve hiÉbir<br />
umudum da olmadığından, aÉık aÉık konuşuyorum: Her yanda sizi gárÇyorum, geri kalanı<br />
umurumda bile değil. Sizi neden ve nasıl sevdiğimi bilmiyorum. Biliyor musunuz, belki de<br />
hiÉ gÇzel değilsiniz DÇşÇnÇn bir kere, sadece yÇzÇnÇzÇn bile gÇzel olup olmadığını<br />
bilmiyorum. YÇreğiniz kuşkusuz kátÇdÇr, ruhunuz bÇyÇk bir olasılıkla soyluluktan<br />
yoksundur.ã<br />
ÜBelki de benim soyluluğuma inanmadığınız iÉin beni parayla satın almayı<br />
tasarlıyorsunuzã54<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
55<br />
ÜSizi satın almayı ne zaman tasarladım kiã diye haykırdım.<br />
ÜŞaşırdınız ve ipin ucunu kaÉırdınız. Beni değilse bile sevgimi, saygımı satın almayı<br />
umuyorsunuz.ã<br />
ÜHayır, tam olarak bu değil. Ne demek istediğimi anlatmanın Éok zor olduğunu sáylemiştim<br />
size. Beni eziyorsunuz. Gevezeliğime kızmayın. Bana neden kızmamak gerektiğini<br />
anlıyorsunuz: Deliyim ben, sadece. Aslına bakarsanız umurumda bile değil ya, canınız<br />
istiyorsa kızın. Yukarda, o kÇÉÇk odamda parmaklarımı ısırmaya hazır olmam iÉin elbisenizin<br />
fısırtısını anımsamam, ya da dÇşÇnmem yetiyor bana. Bana neden kızıyorsunuz Tutsağınız<br />
olduğumu sáylediğim iÉin mi Yararlanın, tutsaklığımdan yararlanın! Bir gÇn sizi<br />
áldÇreceğimi biliyor musunuz KıskanÉlıktan değil, artık sizi sevmeyeceğim iÉin de değil;<br />
hayır, sadece sizi Éıtır Éıtır yemek istediğim gÇnler var da onun iÉin sizi áldÇreceğim.<br />
GÇlÇyorsunuz...ã<br />
ÜHayır, hiÉ de gÇlmÇyorumã dedi áfkeli bir sesle. ÜSize susmanızı emrediyorum.ã<br />
àfkeden boğularak sustu. Tanrı tanığımdır ki gÇzel mi değil mi, bilmem ama, karşımda báyle<br />
durduğu zaman ona bakmaktan Éok hoşlanıyorum, işte bu yÇzden de onun áfkesini<br />
kışkırtmaktan zevk alıyorum. Kimbilir, belki o da bunun farkına varmıştı da bile bile kızmıştı.<br />
Bunu ona sáyledim.<br />
ÜNe alÉaklık bu báyle!ã diye haykırdı nefretle.<br />
ÜHiÉ ánemi yok,ã diye sÇrdÇrdÇm. ÜBir de şunu bilin ki, birlikte gezinmemiz tehlikeli: Sık<br />
sık sizi dávmek, yÇzÇnÇzÇ gázÇnÇzÇ parÉalamak, gırtlağınızı sıkmak iÉin karşı konulmaz bir<br />
istek duyuyorum. Bunun oraya kadar varmayacağını sanıyorsunuz, değil mi Beni<br />
kudurtuyorsunuz. Kuşkusuz bir rezalet Éıkarmaktan Éekinirim, değil mi Sizin hiddetiniz mi<br />
Ama, sizin áfkeniz zerre kadar umurumda değil!<br />
Sizi umutsuz bir aşkla seviyorum, bundan sonra da sizi bin kez daha fazla seveceğimi<br />
biliyorum. Eğer bir gÇn sizi áldÇrÇrsem kendimi de áldÇrmem gerekir; pekêlê ama, bu<br />
dayanılmaz acıyı siz olmadan hissetmek amacıyla kendimi olabildiğince geÉ áldÇrÇrÇm! Size
inanılmaz bir şey sáyleyeyim mi Sizi her gÇn daha fazla seviyorum, oysa bu hemen hemen<br />
olanaksız bir şey. Bundan sonra da yazgıcı olmaz mıyım ben! Anımsıyor musunuz: ànceki<br />
gÇn, Schlangenberg'in Çzerinde, beni kışkırttığınız zaman size alÉak sesle: "Bana bir tek<br />
sázcÇk sáyleyin, kendimi uÉuruma atayım" dedim. O sázj<br />
cÇğÇ sáyleseydiniz, atlardım. Buna inanıyorsunuz, değil miã ÜNe saÉma sapan gevezelik!ã<br />
diye haykırdı. ÜSaÉma olup olmaması umurumda bile değil!ã diye haykırdım ben de.<br />
ÜBildiğim bir tek şey var, siz burada olduğunuz zaman konuşmak, konuşmak, konuşmak<br />
ihtiyacını duyuyorum... ve konuşuyorum. Karşınızda bÇtÇn ázsaygımı yitiriyorum,<br />
butta da metelik bile vermiyorum!ã<br />
Pauline soğuk ve ázellikle kırıcı bir sesle: ÜNeden sizi Schlangenberg'in tepesinden<br />
atlamaya zor-layacakmışımã dedi. ÜTamanıiyle yararsız bu.ã<br />
ÜMÇkemmel!ã diye haykırdım. ÜŞu harikulade "yararsız" sázcÇğÇnÇ sırf beni mahvetmek iÉin<br />
kullandınız. İÉyÇzÇnÇzÇ anladım şimdi. Yararsız dediniz, değil mi Ama, zevk her zaman<br />
yararlıdır ve sınırsız, mutlak bir etki, bir sinek Çze-rinde bile olsa, bir Éeşit zevktir. İnsan,<br />
yaradılıştan zorbadır: Acı Éektirmeyi sever. Bunu siz her şeyden fazla seviyorsunuz.ã Beni<br />
ázel bir dikkatle incelediğini Éok iyi anımsıyorum. YÇzÇm o anda hiÉ kuşkusuz duyduğum<br />
bÇtÇn o akıl almaz, ipe sapa gelmez hisleri yansıtıyordu. Şimdi Éok iyi anımsıyo-irum,<br />
konuşmamız hemen hemen şu anlattığım sázcÇklerle geÉ-ti. Gázlerim kan Éanağı gibiydi.<br />
Dudaklarımdan kápÇkler salgılıyordu. Schlangenberg konusuna gelince, şu anda bile na-56<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
57<br />
muşum Çzerine yemin ederim ki, eğer o anda kendimi aşağı atmamı emretseydi, hemen<br />
atardım! Hatta hakaretle, suratıma tÇkÇrerek, şaka olsun diye de sáyleseydi, gene atlardım!<br />
ÜYo, neden, kuzum Size inanıyorumã dedi. Ama, bunu ancak onun yapabileceği áyle bir<br />
tonla, áyle bir hor gárme ve kátÇlÇkle, áyle bir kÇstahlıkla sáyledi ki, Tanrı bilir onu o anda<br />
áldÇrebilirdim. Báyle bir tehlikeyle burun burunaydı. Ve bunu ona sáylerken hiÉ de yalan<br />
sáylememiştim.<br />
Ansızın bana:<br />
ÜKorkak değil misiniz sizã diye sordu.<br />
ÜBilmem, belki de áyleyimdir, bilmiyorum... Uzun zaman var ki bu soruyu kendime<br />
yáneltmedim.ã<br />
ÜSize: "Şu adamı áldÇrÇn!" desem... àldÇrÇr mÇydÇnÇz onuã<br />
ÜKimiã<br />
ÜKimi istersem.ã<br />
ÜFransızı mıã<br />
ÜBana soru sormayın da yanıt verin. Kimi gásterirsem. Demin sáylediklerinizin ciddi olup<br />
olmadığını áğrenmek istiyorum.ã<br />
Yanıtımı áyle bir ciddiyet ve sabırsızlıkla bekliyordu ki bana garip gárÇndÇ bu.<br />
ÜSonunda burada neler olup bittiğini sáyleyecek misiniz bana, kuzum!ã diye haykırdım.<br />
ÜYoksa benden korkuyor musunuz İÉinde Éırpındığınız bÇtÇn sıkıntıları gárÇyorum. İflas<br />
etmiş, Éılgın, şu iblisin... Blanche'm tutkusuyla mahvolmuş bir adamın Çvey kızısınız; sonra<br />
sizin Çzerinizdeki o gizemli etkisiyle Fransız da var; en sonunda da, şu anda bana bu soruyu<br />
soruyorsunuz. HiÉ değilse bileyim, yoksa şimdi he- ' men Éıldıracağım ve beklenmedik<br />
herhangi bir davranışta bulunacağım. Belki de aÉıksázlÇlÇğÇnÇzle beni onurlandırmaktan<br />
utanıyorsunuzdur Aman canım, benim karşımda utana-fmazsınız.ã<br />
ÜBen hiÉ de size bundan sáz etmiyorum. Size bir soru sorduın ve yanıtını bekliyorum.ã<br />
ÜElbetteã diye haykırdım, Übana gástereceğiniz kimse-lyi áldÇrÇrÇm ama, acaba siz bunu<br />
yapabilir misiniz... báyle bir şeyi bana emredebilir misinizã
ÜSizi báyle bir şeyden sakınacağımı sanmazsınız, inşal-Slah Size bir emir vereceğim ve ben<br />
bir kenarda kalacağım. Buna katlanabilir misiniz Yok canım, ama, sonra da sizi bir cinayet<br />
işlemeye gánderme cÇretinde bulunduğum iÉin gelip beni áldÇrÇrdÇnÇz.ã<br />
Bu sázler Çzerine beynime bir balyoz yemiş gibi oldum. Elbette ki o zaman bile sorusunu yarı<br />
şaka, yarı kışkırtma Solarak kabul etmiştim, oysa Pauline Éok ciddi konuşmuştu. Bu şekilde<br />
konuşmuş olmasına, Çzerimde báyle bir hak id-idiasında bulunmuş olmasına, báyle bir gÇce<br />
sahip olduğunu sanıp bana aÉıkÉa: ÜGit kendini mahvet, ben kenarda kala-Icağımã demiş<br />
olmasına şaşıyordum. Bu sázcÇklerde áyle bir •hayasızlık, áyle aÉıksázlÇlÇk vardı ki, benim<br />
gárÇşÇme gáre, Pauline álÉÇyÇ aşıyordu. Peki, ondan sonra bana karşı na-isıl davranacaktı<br />
acaba Tutsaklığın ve alÉalmanın bÇtÇn sı-Inırlarını aşıyordu bu. Bu gárÇş tarzı beni onun<br />
dÇzeyine kadar yÇkseltiyordu. Konuşmamızın bÇtÇn saÉmalığına ve ina-Inılmazlığına karşın,<br />
yÇreğim eziliyordu.<br />
Pauline ansızın bir kahkaha kopardı. Oynayan Éocukların karsısında, arabaların yolcularını<br />
gazinoya giden yolun ağzına bırakmak iÉin durdukları yerin tam karşısında, bir sıpada<br />
oturuyorduk. Pauline:<br />
ÜŞu şişman baronesi gárÇyor musunuzã diye haykırdı. ÜWurmerhelm Baronesi. Buraya<br />
geleli henÇz ÇÉ gÇn oldu. •Kocasına bakın: Bastonunu elinde tutan şu sıska, sarsak yÇ-58<br />
KUMARBAZ<br />
rÇyÇşlÇ Prusyalı. ànceki gÇn bize nasıl bakmıştı, anımsıyor musunuz Hemen baronese<br />
yetişin, şapkanızı Éıkarıp, ona Fransızca bir şeyler sáyleyin.ã<br />
ÜNedenã<br />
ÜSchlangenberg'in tepesinden kendinizi aşağı atacağınıza yemin ettiniz bana; size emredecek<br />
olsam, adam áldÇrmeye hazır okluğunuza da yemin ediyorsunuz. BÇtÇn bu cinayetler ve<br />
trajediler yerine, canım sadece bir parÉa eğlenmek istiyor. Karşılık vermeden sáz dinleyin.<br />
Baronun sizi bastonla dávdÇğÇnÇ gármek istiyorum.ã<br />
ÜBeni kışkırtıyorsunuz; yapmayacağımı mı sanıyorsunuzã<br />
ÜEvet, sizi kışkırtıyorum. Hadi, gidin, istiyorum.ã<br />
ÜPekêlê, işte gidiyorum ama, pek garip bir heves bu, doğrusu ya. ãİnşallah bu olay generalin<br />
başına, dolayısıyla da sizin başınıza dert aÉmaz. Tanrı adına, ben kendim iÉin<br />
kaygılanmıyorum, sizi... ve generali dÇşÇnÇyorum. Ne garip bir fikir gidip de bir kadına<br />
hakaret etmek!ã<br />
Pauline kÇÉÇmseyerek bana:<br />
ÜPekêlê, gárdÇğÇme gáre, sadece gevezenin birisiniz sizã dedi. ÜDemin gázleriniz kan Éanağı<br />
gibiydi... zaten, kimbilir, bu belki de yemekte Éok iÉmiş olmanızdan geliyordu. Bunun saÉma<br />
ve adi bir şey olduğunu, generalin de pek kızacağını biliyorum. Ben sadece eğlenmek<br />
istiyorum. Hepsi bu. Bir kadına hakaret etmenize gerek kalmaz. Daha ánce size bir temiz sopa<br />
Éekerler.ã<br />
Ayağa kalktım ve tek sáz sáylemeden gárevimi yapmaya gittim. Kuşkusuz saÉma bir şeydi<br />
bu, kaÉınmasını becere-memiştim ama, baronese yaklaştığım sırada, bir haşarılık yapma<br />
isteğiyle sÇrÇklendiğimi hissettim. Zaten, sarhoş olduğum kadar da coşmuştum.<br />
KUMARBAZ ALTINCI BàLäM<br />
59<br />
Aradan iki gÇn geÉti bile. Şu aptalca gÇn yok mu! Ne Éığlık, ne gÇrÇltÇ, ne şamata, ne uluorta<br />
konuşmalar! Ve bÇtÇn bu hayhuyun, bÇtÇn bu karışıklığın, bÇtÇn bu aptallığın ve adiliğin<br />
nedeni benim! Gerisi, hiÉ değilse benim gárÇşÇme gáre, zaman zaman gÇlÇnÉ geliyor. Neyin<br />
olup bittiğini kavrayamıyorum: Acaba aşırı bir coşkunluk dáneminde miyim, yoksa sadece<br />
aklımı mı kaÉırdım da beni kapatacakları ana kadar densizlikler mi yapıyorum Kimi zaman<br />
gerÉekten aklımı kaÉırır gibi oluyorum. Kimi zaman da, Éocukluktan, okuldan henÇz<br />
Éıkmışım da, kabaca okul yaramazlıkları yapı-yormuşum gibi geliyor bana.
BÇtÇn suÉ Pauline'de, hep onun suÉu. Belki de o orada olmasa ÉocukÉa haşarılıklar yapmayı<br />
aklıma bile getirmezdim. Kimbilir, belki de bÇtÇn bunları umutsuzluktan yaptım (báyle<br />
dÇşÇnmenin aptalca bir şey olduğunu biliyorum yê) ve anlıyorum, hayır, gerÉekten de<br />
Pauline'in ne gibi iyi bir yanı olduğunu anlamıyorum. GÇzel, daha doğrusu, ben áyle<br />
sanıyorum. çılgına dándÇrdÇğÇ de yalnız ben değilim. Uzun boylu, gÇzel endamlı. Ama, Éok<br />
zayıf. Bana áyle geliyor ki insan onu dÇğÇmleyebilir, ya da ikiye katlayabilir. Ayağının izi dar<br />
ve uzun... kıvrandırıcı. Kıvrandırıcı, bu tam deyimi. SaÉlarının kızıl pırıltıları var. Gázlerine<br />
gelince, gerÉek kedi gázleri bunlar, onlara áyle bir azamet ve kÇstahlık katmasını biliyor ki!<br />
Aşağı yukarı dárt ay ánce, bunların hizmetine yeni girdiğim sıralarda, salonda Deş Grieux ile<br />
uzun bir konuşma yapmıştı; her ikisi de iyice heyecanlıydılar. Ve Pauline adama áyle bir<br />
bakış bakıyordu ki... daha sonra yatmaya yukarı Éıktığımda, adama bir tokat attığını, -az ánce<br />
onu tokatladığını ve karşısına dikilip suratına baktığım dÇşÇndÇm... Ve işte o akşam ona êşık<br />
oldum.60<br />
KUMARBAZ<br />
Biz gene de konumuza dánelim.<br />
BÇyÇk yola ulaşan patikaya saptım, bÇyÇk yolun ortasında durup baronla baronesi bekledim.<br />
Aramızda beş adımlık bir mesafe kalınca, şapkamı Éıkarıp onları selamladım.<br />
çok iyi anımsıyorum, baronesin sırtında aÉık kurşuni ipekliden, şaşılacak kadar bol,<br />
kırmalarla, bir sepet-eteklikle ve bir de kuyrukla sÇslenmiş, elbise vardı. Kısa boylu, Éok<br />
şişmandı, dolgun ve iÉeri Éekik, hemen hemen yanaklarıyla birleşmiş bir Éenesi vardı.<br />
Kıpkırmızı bir yÇzÇ, kátÇ bakışlı, kÇstah minicik gázleri vardı. YÇrÇyÇşÇ alÉakgánÇllÇlÇk<br />
doluydu. Barona gelince, kupkuru, upuzun boyluydu. Yampiri suratı sayısız minicik<br />
kırışıklarla oyulmuşttı: Almanya'daki alışkanlığa uyarak, gázlÇk de takıyordu; kırk beş<br />
yaşındaydı. Ba-cakları neredeyse gáğsÇnden başlıyordu. Soyluluk simgesi. Bir tavus kuşu<br />
kadar kendini beğenmiştir. Biraz da ağırdır. İfadesinde koyunsu bir şey ona gáre derinlik<br />
yerine geÉerdi.<br />
BÇtÇn bunları kaşla gáz arasında, birkaÉ saniye iÉinde fark ettim.<br />
Selamını ve elimdeki şapkam ánce dikkatleri pek Éekmedi bile. Baron hafifÉe kaşlarım<br />
Éatmakla yetindi. Barones, azametli bir yÇrÇyÇşle Çzerime doğru geldi.<br />
Ben, her hecenin Çzerine basarak, tane tane, yÇksek ve iyice anlaşılır bir sesle.<br />
ÜSayın Barones, kulunuz olmak onuruna eriştimã dedim.<br />
Sonra, şapkamı başıma geÉirdim, sevimli bir gÇlÇmsemeyle yÇzÇne bakarak, yanından<br />
geÉtim.<br />
Pauline şapkamı Éıkarmamı buyurmuştu ama, bel kırarak temennalarla şımarıklıklar benim<br />
buluşumdu. Beni iten neydi, Tanrı bilir. YÇce bir dağın tepesinden dÇşermişim gibi geliyordu<br />
bana.<br />
Baron áfkeli bir şaşkınlıkla bana doğru dánerek:<br />
ÜHaaa!ã diye bağırdı, daha doğrusu ciyakladı.<br />
KUMARBAZ<br />
61<br />
Ben dándÇm, hep gÇlÇmsemeyle ona bakarak, saygılı bir bekleyişle durdum. Ne yapacağını<br />
şaşırdığı aÉıkÉa belliydi, ncc plus ultra (1) kaşlarını Éatmıştı. YÇzÇ gitgide kararıyordu.<br />
Barones de fena halde áfkeli bir şaşkınlık durumuyla benden yana dándÇ. Gelip geÉenler bizi<br />
incelemeye başlamışlardı. Hatta kimisi durdu bile.<br />
Baron bu kez .iki kat daha cırlak, iki kat daha áfkeli bir sesle:<br />
ÜHaaaã diye yeniden ciyakladı.<br />
Ben de sázcÇklerimi sÇrÇkleyerek ve hep doğruca onun gázlerinin iÉine bakarak:<br />
ÜJa wolılã (2) dedim.
ÜSind Sie rasendã (3), diye bağırdı bastonunu sallayarak. Galiba tir tir titremeye başlıyordu.<br />
Belki de onu heyecanlandıran benim giysilerimdi. Pek uygun bir biÉimde, hatta yÇksek<br />
sosyeteden birisi gibi, pek zarif giyinmiştim.<br />
Ansızın bÇtÇn gÇcÇmle:<br />
ÜJa wo-o-ohl!ã diye bağırdım, Berlinlilerin yaptığı gibi Üoãyu uzatarak. Berlinliler konuşma<br />
sırasında her an bu Üja wohl!ãu kullanırlar, hem de şu veya bu dÇşÇnceyi, ya da duygu<br />
ayrımını belirtmek istedikleri zaman Üoã harfini az-Éok uzatırlaı.<br />
Baronla barones birdenbire arkalarını dándÇler ve hemen hemen koşarak uzaklaştılar. Pek<br />
korkmuşlardı. Orada biriken halk arasında kimileri konuşmaya başladılar, daha başkaları<br />
şaşkın şaşkın bana bakıyordu. Zaten aslına bakarsanız, pek iyi anımsamıyorum.<br />
(1) Latince: ÜDaha átesi olamazã, yani, son derece. (çeviren)<br />
(2) Vurgulanınca, evet canım, elbette anlamına gelen evet. (3)' ÜDeli misiniz, sizã64<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
65<br />
olamıyorum. GerÉekten de, defalarca Deş Grieux Markisine sert bir sáz sáylemek iÉin şiddetli<br />
bir istek kapladı iÉimi ve... Aman canım, sÇrdÇrmek yararsız: Belki de bundan alınır.<br />
Kısacası, bÇtÇn bunlar bir hastalık belirtileri. Kendisinden ázÇr dilediğim zaman Wurmerhelm<br />
Baronesi bunları dikkate alır mı bilmem ama, báyle bir niyetim var. Bu durumu gáz ánÇn-de<br />
bulundurmayacak gibi geliyor bana, ÉÇnkÇ bildiğim kadarıyla şu son gÇnlerde adliye<br />
Éevresinde bu durumu sámÇrmeye, kátÇye kullanmaya başladılar bile: Avukatlar, ağır ceza<br />
davalarında, mÇvekkillerinin cinayeti işledikleri anda bilinÉlerini yitirdiklerini ve bunun bir<br />
hastalık okluğunu ileri sÇrerek onları aklamaya Éalışıyorlar. "Vurdu ama, artık hiÉbir şey<br />
anımsamıyor" diyorlar. Ve dÇşÇnÇn general, tıp da onlarla ağız birliği ediyor... ve báyle bir<br />
hastalığın bal gibi bulunduğunu, adına geÉici cinnet dediklerini ve buna yakalanan kimsenin o<br />
anda hiÉbir şeyi anımsamadığını, ya da yarım yamalak anımsadığını destekliyorlar. Ne var ki,<br />
baronla barones eski kuşaktan insanlar; Çstelik bunlar Prusyalı toprak ağalan ve kÇÉÇk kasaba<br />
soylularıdır. Adli tıptaki bu gelişmeden kuşkusuz ki haberleri yoktur, bu yÇzden benim<br />
aÉıklamalarımı kabul etmeyeceklerdir. Siz ne dersiniz, generalã General ansızın, zor<br />
zaptettiği bir áfkeyle: ÜYeter, efendi, yeter!ã dedi. ÜSizin yaramaz Éocuk haylazlıklarınızdan<br />
kesin olarak kendimi korumaya Éalışacağım. Baronla baronesten ázÇr dilemenize gerek yok.<br />
Sizinle her tÇrlÇ ilişki, sadece ázÇr dilemenizle sınırlansa bile, onlara pek yÇz kızartıcı<br />
gelecektir. Benim maiyetimde olduğunuzu áğrendiği zaman baron gazinoda benimle konuştu<br />
ve size itiraf ederim ki, beni dÇelloya Éağırmasına neredeyse ramak kaldı. Beni ne zor bir<br />
duruma soktuğunuzu, nelere zorladığınızı anlıyor musunuz, efendi Barondan ázÇr dilemek<br />
ve hemen bugÇn maiyetimden ayrılacağınıza sáz vermek zorunda kaldım...<br />
ÜàzÇr dilerim, ázÇr dilerim, general ama, sizin devimlinizle maiyetinizden ayrılmamı o mu<br />
istediã<br />
ÜHayır ama, ben bu onarımı ona sunmak zorunda his-Isettim kendimi ve elbette ki baron<br />
buna pek sevindi. Artık ayrılıyoruz, aziz Bayım. Dárt frederik ve ÇÉ florin alacağınız<br />
[kalıyor. İşle paranız, ve işle hesabınız: Doğru olup olmadığına [bakabilirsiniz. Elveda;<br />
bundan báyle artık iki yabancıyız. Ba-ia hep sıkıntı ve dert getirdiniz. Şimdi garsonu<br />
Éağırıp yarından itibaren sizin otel harcamalarınızdan sorumlu olmadığımı sáyleyeceğim.<br />
GÇle gÇle, Bayım.ã<br />
Parayı, kurşunkalemle hesabımın yazıldığı kêğıdı aldım, generali selamladım ve Éok ciddi<br />
bir sesle ona:<br />
ÜGeneral, bu báyle sonuÉlanılmazã dedim. ÜBaronun kı-rıcı eleştirileriyle karşılaşmış<br />
olmanıza Éok ÇzÇldÇm, beni bağışlayın ama, bu sizin suÉunuz. Neden benim yerime barona<br />
yanıt vermeyi Çstlendiniz ÜSizin maiyetinizde olmamã deyimi ne anlama geliyor Ben<br />
Éocuklarınızın áğretmeniyim, hepsi bu kadar. Ne sizin oğlunuzum, ne siz benim vasimsiniz,
enim davranışlarımdan da siz sorumlu değilsiniz. TÇzel bir kişiliğim var benim. Yirmi beş<br />
yaşındayım, Çniversite áğrencisiyim, soylu bir kişiyim, sizin tamamiyle yabancınızın Sadece<br />
size olan sonsuz saygım benim yerime. karşılık verme hakkını kendinize mal ettiğiniz iÉin sizi<br />
dÇelloya zorlamaktan beni alıkoyuyor.ã<br />
General áyle şaşırdı ki, kolları iki yanına dÇştÇ; sonra birdenbire Fransıza doğru dándÇ ve ona<br />
kısaca kendisini hemen hemen dÇelloya davet ettiğini anlattı. Fransız gÇrÇltÇlÇ bir kahkaha<br />
kopardı.<br />
ÜAma, baron bu kadarla kurtulduğunu sanmasınã diye konuşmamı bÇyÇk bir soğukkanlılıkla<br />
sÇrdÇrdÇm. B. Deş Gricııx'nÇn kahkahaları beni hiÉ de heyecanlandırıp şaşırtmamıştı.<br />
ÜMademki bugÇn baronun yakınmalarını dinlemeye razı olup, onun tarafını tutarak bir<br />
bakıma bu işe burnunuzu<br />
F. 5<br />
66<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
67<br />
soktunuz, size şunu bildirmekle onur duyarım, general: Yarından tezi yok, benimle işi olduğu<br />
halde, sanki davranışlarımın hesabını veremezmişim, ya da buna layık değilmişim gibi, beni<br />
bilmezlikten gelip de onu bir ÇÉÇncÇ kişiye başvurmaya iten nedenlerin kesin bir aÉıklamasını<br />
kendi adıma, barondan isteyeceğim.ã<br />
DÇşÇndÇğÇm gibi oldu. Bu yeni saÉmalıkları işitince general korkuya kapıldı.<br />
ÜNasıl, bu lanet işi sÇrdÇrmeye niyetli değilsiniz ya, inşallah!ã diye haykırdı. ÜKendinizi Éok<br />
gÇÉ durumlara sokuyorsunuz. Ah! Tanrım! Sakın yapmayın, Bayım, sakın báyle bir şey<br />
yapmayın, yoksa, şerefim Çzerine sáylÇyorum ki... Burada da yetkililer var ve ben... ben...<br />
kısacası... Benim mev-kÇmi... baronunkini de elbette... gáz ánÇne alarak... Kısacası, sizi<br />
tutuklarlar ve bir rezalet Éıkarmanıza engel olmak iÉin sizi polis marifetiyle Çlkeden kovarlar!<br />
Bunu iyice aklınızda tutun, sakın demediydi, demeyin!ã<br />
àfkeden boğulur gibi olmasına karşın, son derecede korkuyordu.<br />
İnsanı Éıldırtan bir soğukkanlılık ve sÇkunetle:<br />
ÜGeneralã diye karşılık verdim, Übir insanı rezalet meydana gelmeden rezalet yÇzÇnden<br />
tutuklayamazlar. Ben henÇz baronla kozumu paylaşmadım, bu konuya ne şekilde ve hangi<br />
temellere dayanarak yaklaşmak niyetinde olduğumu da henÇz hiÉ bilmiyorsunuz. Ben sadece,<br />
benim iÉin aşağılayıcı olan, cÇzi irademe baskı yapacak nitelikte bulunan bir kimsenin<br />
vesayeti altında bulunduğum varsayımını ortadan kaldırmak istiyorum. Siz boş yere telaşlanıp<br />
kaygılanıyorsunuz.ã<br />
ÜTanrı adına, Alexis Ivanovitch, Tanrı adına, bu saÉma sapan tasarıdan vazgeÉin!ã diye<br />
kekelemeye başlayan general, birdenbire o azametli havalarını bırakıp yalvaran bir tavır<br />
takındı, halta ellerimi bile tuttu. ÜCanım, bunun ne gibi sonuÉlar doğuracağını bir<br />
dÇşÇnsenize, kuzum! Başımıza yeniden<br />
bir sÇrÇ dert aÉılacak! Siz de kabul edersiniz ki, ben ázellikle şimdi, pek bambaşka bir<br />
biÉimde davranmalıyım!.. Ya, ázellikle şimdi! BÇtÇn durumu bilmiyorsunuz! Buradan gider<br />
gitmez sizi yeniden yanıma almaya hazırım. Ama, bugÇn, sadece êdet yerini bulsun diye,<br />
yani, kısacası... Beni buna sÇrÇkleyen nedenleri anlıyorsunuz, elbette!ã diye haykırdı umutsuz<br />
bir ÇzÇntÇyle. ÜAlexis Ivanovitch, Alexis Ivanovitch! LÇtfen!ã<br />
Yanından ayrılırken, ona bir kez daha kaygılanmamasını ısrarla rica ettim, her şeyin yolunda<br />
gideceğine sáz verdim ve alelacele odadan Éıktım.<br />
Yabancı Çlkelerde Ruslar kimi zaman aşırı derecede korkak olurlar; kendileri hakkında neler<br />
sáyleneceğinden, kendilerine ne gázle bakılacağından dehşetli korkarlar, muaşeret<br />
kurallarında kusur etmekten ádleri patlar! Kısacası, sanırsınız ki sımsıkı bir korse iÉindedirler,<br />
ázellikle ánemli kişi olma savında olanlar. Otellerde, gezintilerde, toplantılarda, yolculukta,
ányargıya dayalı ve kesin olarak yerleşmiş bir biÉimi kárÇ kárÇne benimsemeye ánemle ázen<br />
gásterirler... Ama kimi durumların, kendisini Üázel bir biÉimde davranmayaã zorladığını<br />
general ağzından kaÉırmıştı. İşte bu yÇzden ansızın ,kor-kuya kapılmış ve bana olan tavrını<br />
değiştirmişti. Bunu iyi bir işaret olarak kabul ettim. Yetkililere başvuracak kadar aptaldı, Éok<br />
sakınımlı davranmam gerekiyordu.<br />
Aslına bakarsanız, generali kızdırmaya hiÉ de niyetim yoktu; şimdi asıl Pauline'i<br />
áfkelendirmek hoşuma gidecekti benim. Bana áyle acımasızca davranmış, áyle saÉma,<br />
iÉinden Éıkılmaz bir yola itmişti ki, durmam iÉin bana yalvar yakar olmasını, ayaklarıma<br />
kapanmasını istiyordum. çocukÉa davranışlarım sonunda onu da lekeleyebilirdi. ästelik de,<br />
yeni duygular, yeni istekler uyanıyordu iÉimde: Sázgelimi, onun ánÇnde seve seve kendimi<br />
kÇÉÇltÇyorsam da, hiÉ de başkalarının karşısında korkak davrandığım anlamına gelmezdi bu<br />
ve el-<br />
68<br />
KUMARBAZ<br />
belle ki beni ÜkırbaÉlatmakã baronun haddine dÇşmemişti. BÇtÇn bu insanlarla alay etmek ve<br />
bu işin iÉinden de yÇzÇmÇn akıyla Éıkmak istiyordum. Gáreceklerdi gÇnlerini onlar.<br />
Korkulacak hiÉbir şey yok! Pauline rezaletten korkup beni gc-ri Éağıracaktır. Beni geri<br />
Éağırmasa bile, hiÉ de korkak olmadığımı pekêlê gárecekti..!<br />
Şaşırtıcı bir haber: Marie Philippovna'nın bugÇn yalnız başına akşam treniyle Carlsbad'a<br />
kuzininin yanına gittiğini merdivende rastladığım Éocukların dadısından áğrendim. Ne demek<br />
oluyor bu báyle Dadı uzun zamandan beri gitmeye niyetlendiğini sáyledi; peki, nasıl<br />
oluyordu da hiÉ kimse bunu bilmiyordu Zaten kimbilir, bunu bilmeyen bir bendim belki de.<br />
Dadıdan ÇstÇ kapalı biÉimde áğrendiğime gáre, Marie Philip-povna ánceki gÇn generalle<br />
şiddetli bir ağız dalaşı yapmıştı. Anladım. HiÉ kuşkusuz... Mile Blanche. Evet, kesin bir şey<br />
olacağa benziyor, bir şeyler hazırlanıyor.<br />
YEDİNCİ BàLäM<br />
Bu sabah garsonu Éağırıp, benim hesabımı ayrı tutmalarını sáyledim. Odam korkup bÇsbÇtÇn<br />
otelden ayrılmamı gerektirecek kadar pahalı değildi. On altı frederikim vardı ve orada da...<br />
orada, belki, bir servet! Garip bir şey, henÇz kazanmadım ama, sanki zengin birisiymişim gibi<br />
davranıyorum, hissediyorum, dÇşÇnÇyorum, kendimi başka tÇrlÇ gáremiyorum.<br />
Vaktin Éok erken olmasına karşın, hemen B. Astley'e, bizimkinin pek yakınında bulunan<br />
İngiltere Oteli'ná gitmeyi tasarlarken odama ansızın Deş Grieux giriverdi. O ana kadar<br />
KUMARBAZ<br />
69<br />
báyle bir şeyi hiÉ yapmamıştı, Çstelik de şu son gÇnlerde bu efendiyle ilişkilerim son derece<br />
mesafeli ve son derece gergindi. Adam sadece beni aÉıktan aÉığa kÇÉÇmseyip hor gármekle<br />
kalmıyor, bunu dobra dobra herkese gástermeye de Éalışıyordu; benim de... onu sevmemek<br />
iÉin nedenlerim var-dı. Kısacası, ondan álesiye nefret ediyordum. Odama gelişi jeni Éok<br />
şaşırttı. Hemen garip bir şeyler olduğunu tahmin ettim.<br />
Pek sevimli davrandı, odam iÉin beni kutladı. Şapkamın elimde olduğunu gárÇnce, bu kadar<br />
erken saatte gezintiye git-Imeme şaştı. Bazı işler iÉin B. Astley'i gármeye gideceğimi<br />
sáyleyince, bir sÇre dÇşÇndÇ, yÇzÇnÇ tasalı bir ifade bÇrÇdÇ. Deş Grieux bÇtÇn Fransızlar<br />
gibiydi, yani gerektiği ve bunun kendisine yararlı olduğu zaman nazik, tatlı dilli ve neseliydi,<br />
sevimli ve neşeli olma zorunluluğu ortadan kalkınca da dayanılmaz derecede can sıkıcı.<br />
Fransız pek ender olarak ilk bakışta sevimlidir; onun her zaman buyruk Çzerine, hesaplayarak<br />
sevimli olduğu sáylenebilir. Eğer her zamankinin tersine, maymun iştahlı, acayip gárÇnmek<br />
zorunluluğunu duyarsa, geÉici hevesin en akıl almazı, en yapmacığı onda ánceden kabul<br />
edilmiş ve uzun zamandan beri alelade şeyler dÇzeyine getirilmiş biÉimlere bÇrÇnÇr. Fransız<br />
doğal halinde, pozitivizmin (olguculuk) eri tutucusuna, en bayağısına, en onursuzuna bağlıdır.<br />
Kısacası, dÇnyanın en can sıkıcı yaratığıdır. Bana kalırsa, acemiler, Hanya'yı Konya'yı
ilmeyenler, ázellikle de Rus kızları Fransızların bÇyÇsÇne kapılabilir. Aklı başında her adam<br />
salon nezaketinin, rahat davranışların ve neşenin kesinlikle saptanan biÉimlerinin bir dizi<br />
halindeki yinelenişini hemen fark eder ve nefret eder.<br />
Deş Grieux nazik olmakla birlikte rahat bir halle: Üİş iÉin sizi gármeye geldimã diye başladı.<br />
ÜElci, ya da arabulucu niteliğiyle, general tarafından geldiğimi sizden gizleyecek değilim.<br />
RusÉayı pek iyi bilmediğim iÉin, dÇn hemen70<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
71<br />
hemen hiÉbir şey anlamadım ama, general bÇtÇn ayrıntılarıyla her şeyi anlattı, itiraf ederini<br />
ki...ã<br />
ÜDinleyin, Bay Deş Grieuxã diye sázÇnÇ kestim, Üyani bu olayda da da mı arabulucu rolÇnÇ<br />
siz Çzerinize alıyorsunuz , Elbette ki ben olup olacağı bir "outchitel"\m, hiÉbir zaman da ne<br />
bu ailenin,, ne de ázellikle yakın ahbaplarının teklifsiz bir dostu oldum, bu nedenle<br />
bilmediğim pek Éok durum vardır ama, bir şeyi bana aÉıklar mısınız, lÇtfen: Acaba şimdi siz<br />
tamamiyle aileden sayılabilir misiniz çÇnkÇ en sonunda, her şeye artık áyle yakın bir ilgi<br />
duyuyorsunuz ki, her yana arabulucu olarak giriyorsunuz ki...ã<br />
Sorum hiÉ hoşuna gitmedi. Fazlasıyla saydamdı, beriki de her ne olursa olsun, kendini ele<br />
vermek istemiyordu.<br />
Soğuk bir sesle:<br />
ÜGenerale kısmen işler nedeniyle, kısmen de bazı ázel durumlar nedeniyle yakından<br />
bağlıyımã dedi sertÉe. ÜGeneral beni dÇnkÇ tasarılarınızdan vazgeÉmenizi rica etmem iÉin<br />
gán derdi. Kuşkusuz ki bÇtÇn tasarladıklarınız Éok ince dÇşÇnceli ama, general hiÉbir sonuca<br />
ulaşamayacağınızı size bildirmemi rica etti; Çstelik de... baron sizi kabul etmeyecek, bir de'<br />
her ne olursa olsun, daha sonra sizden gelecek sıkıntılardan korunma olanaklarına sahip. Siz<br />
de kabul edin bunu. Ayak diremek neye yarar ki, sáyler misiniz General durum elverdiği<br />
zaman sizi hemen yanına alacağına, o zamana kadar da aylığınızı, ádeneğinizi size vereceğine<br />
sáz veriyor. OldukÉa kêrlı, ne dersinizã<br />
Son derece sakin bir sesle ona biraz yanıldığını, belki de baronun beni kovdurmayacağını, tam<br />
tersine dinleyeceğini bildirdim ona. Tam olarak nasıl davranacağımı áğrenmeye geldiğini<br />
itiraf etmesini rica ettim.<br />
ÜAman canım, mademki general bu olayla bu kadar ilgileniyor, neler yapmaya kalkışacağınızı<br />
áğrenmek elbette ki hoşuna gider. Bu Éok doğaldır!ã<br />
Anlatmaya bağladım; bir koltuğa yığılmış, başı hafifÉe benden yana eğilmiş, gázlerinde<br />
gizlemeye gerek gármediği bir alayla beni dinliyordu. Kısacası, bana pek bir kendini<br />
beğenmişlikle davranıyordu. Elimden geldiğince bu olaya bÇyÇk bir ánem verirmiş gibi<br />
yapmaya Éalışıyordum.' Baron, sanki ben generalin uşağıymışım gibi, beni onu şikêyet<br />
etmesi, ánce beni işimden etmişti, ikincisi de, bana davranışlarının sorumluluğunu yÇklenme<br />
yeteneğinden yoksun, kendisiyle konuşmaya bile gerek olmayan bir kimse muamelesi<br />
yapmıştı. Demek ki haklı olarak kendimi hakarete • uğramış kabul ediyordum; bununla<br />
birlikte, aramızdaki yaş farkına, toplum iÉindeki mevkiine vb., vb... saygı duyduğumdan,<br />
yeniden bir dÇşÇncesizliğe kalkışmayacaktım, başka bir deyimle, baronu aÉıkÉa dÇelloya<br />
zorlamayacaktım (bunları sáylerken gÇlmekten kendimi zorla alıkoyuyordum). Ama, her ne<br />
olursa olsun, kendisinden (ázellikle de baronesten) pekêlê ázÇr dileyebileceğimi sáyledim,<br />
ÉÇnkÇ gerÉekten de, şu son zamanlarda kendimi rahatsız ve bitkin, bir bakıma ne yapacağı<br />
belli olmayan bir kimse gibi hissediyordum vb., vb. Bu arada, asıl baron benim iÉin o kadar<br />
kÇÉÇk dÇşÇrÇcÇ olan bu girişimde bulunup, generalin beni işten Éıkarması iÉin ısrar etmekle<br />
beni áyle bir duruma sokmuştu ki, artık ne ondan, ne de baronesten ázÇr dileyebilirdim.<br />
çÇnkÇ, hem kendisi, hem barones, hem de herkes korkudan ve yeniden işe alınmak, isteğiyle<br />
gelip ázÇr dilediğimi dÇşÇnÇrlerdi. BÇtÇn bunların sonucu olarak, şimdi artık barondan, ánce
kendisinin, en ılımlı sázcÇklerle, sázgelimi, bana asla hakaret etmek istemediğini sáyleyerek<br />
benden ázÇr dilemesini istemek zorunda kalmıştım. Baron benim isteğimi yerine getirince,<br />
ben de ellerim serbest, iÉtenlikle ve bÇtÇn yÇreğimle ondan ázÇr dilerim. Kısacası, dedim son<br />
olarak, Übenim bÇtÇn istediğim, baronun ellerimi Éázmesi.ã<br />
ÜTuh, yazıklar olsun! Ne alınganlık, ne incelik! Peki, ne diye ázÇr dileyeceksiniz<br />
Hadi bakalım. Bayım... Bayım...72<br />
KUMARBAZ<br />
Siz bÇtÇn bunları generali zor duruma dÇşÇrmek iÉin dÇzenlediniz... kimbilir, belki de kişisel<br />
amaÉlarınız bile vardır... Azizim huy... ázÇr dilerim, adınızı unuttum, Hay Alexis, değil miã<br />
Üİyi ama, izin verirseniz, azizim Marki, bu neden sizi ilgilendiriyorã<br />
ÜAma, general...ã<br />
ÜGeneralin ne ÇstÇne vazife, efendim DÇn bana belirli bir tutum takınmak zorunda olduğunu<br />
sáyledi... pek kaygılı bir hali vardı... ama, hiÉbir şey anlamadım ben.ã<br />
Deş Grieux kızgınlığın gitgide kendini belli ettiği yal-varıcı bir sesle karşılık verdi:<br />
Üİşte tam da burada áze! bir durum bulunuyor. Mademoi-selle de Cominges'i tanıyorsunuz,<br />
değil miã<br />
ÜMile Blanche mı demek istiyorsunuzã<br />
ÜPekêlê, evet, Mile Blanche de Comingcs... ve saygıdeğer annesi... Siz de kabul edersiniz ki<br />
general... Kısacası, general êşık ve hatta... hatla dÇğÇn belki de burada olacak. DÇşÇnÇn bir<br />
kez, bu fırsatla, rezaletler, dedikodular...ã<br />
ÜBu evlilikle ilgili hiÉbir rezalet, hiÉbir dedikodu gáremiyorum ben.ã<br />
ÜAma, baronun áyle áfkesi burnunda ki. Prusyalı tabii, biliyorsunuz, kısacası bir Alınan<br />
kavgası Éıkarır.ã<br />
ÜArtık işten Éıktığıma gáre, sizinle değil, benimle kavga edecek demektir. (Elimden<br />
geldiğince aptal gárÇnmeye Éalışıyordum.) Ama, izin verirseniz, şu halde kesin karar verildi,<br />
Mile Blanche, generalle evleniyor, áyle mi Peki, ne bekliyorlar, kuzum Yani demek<br />
istiyorum ki, neden bunu gizli tutuyorlar, hiÉ değilse bizlerden, evin insanlarındanã<br />
ÜOlmaz, bunu size... Zaten, henÇz tamaıniyle... Bununla birlikte... biliyorsunuz ki Rusya'dan<br />
haber bekliyorlar; generalin işlerini dÇzene koyması gerek...ã<br />
ÜAa, yaa! Baboulinka!ã<br />
Des Grieux kin dolu bir bakış fırlattı bana.<br />
KUMARBAZ<br />
73<br />
ÜKısacasıã diye sázÇmÇ kesti, Üsizin zekênıza, sezginize, yaradılıştan inceliğinize kesinlikle<br />
gÇveniyorum... Sizi bir akraba gibi bağrına basan, sevip sayan bu aileye bunu mutlaka<br />
yaparsınız...ã<br />
ÜàzÇr dilerim, beni kovdular! Şimdi bunun êdet yerini bulsun diye yapıldığını ileri<br />
sÇrÇyorsunuz ama, kabul edin ki bu tıpkı: "Elbette canım, kulaklarını Éekmek istemiyorum<br />
ama, izin ver de êdet yerini bulsun diye onları Éekeyim..." demek gibi bir şey. Hepsi aynı<br />
kapıya Éıkmaz mıã<br />
ÜEğer durum báyleyse, hiÉbir rica sizi etkileyemiyorsaã diye sÇrdÇrdÇ kÇstah bir sesle, Üşunu<br />
size kesinlikle sáyleyebilirim ki, gerekli ánlemler alınacaktır.' Burada da yetkililer var,<br />
bugÇnden tezi yok sizi kovarlar... Aman canım! Sizin gibi bir zibidi bir de kalkmış da baron<br />
gibi ánemli bir kişiyi dÇelloya davet ediyor! Sanıyor musunuz ki sizi rahat bırakırlar! Şuna<br />
iyice emin olun ki, burada hiÉ kimse sizden korkmuyor! Size bu ricada bulunuşum kendi<br />
dÇşÇncem, ÉÇnkÇ generali kaygılandırdınız. Baronun sizi dÇpedÇz bir uşağıyla<br />
kovdurmayacağını nasıl bilebilirsinizã<br />
Son derece sakin bir sesle:<br />
Üİyi ama, gidip onu kendim gárecek değilim kiã diye karşılık verdim. ÜYanılıyorsunuz, Bay<br />
Deş Grieux, bÇtÇn bunlar sizin sandığınızdan Éok daha uygun bir biÉimde olacak. Bakın,
şimdi hemen B. Astley'e gidip aracım, kısacası, sağdıcım olmasını rica edeceğim. Bu adam<br />
beni sever; eminim ki reddetmez. Gidip baronu bulur, baron da onu kabul eder. Ben bir<br />
ontclıitel olabilirim, maiyette bir kimse, savunmasız bir yaratık gárÇnÇşÇnde olabilirim ama,<br />
B. Astley bir lordun, gerÉek bir lordun, Lord Peabroke'un yeğeni, bunu herkes biliyor, o lord<br />
da burada. Emin olun ki baron, B. Aslley'e kibar davranacaktır, onu dinleyecektir. Eğer<br />
dinlemeyecek olursa, B. Astley buma kişisel bir hakaret olarak kabul edecektir, İngilizlerin ne<br />
kadar dik kafalı olduklarını bilirsiniz; arkadaş-74<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
75<br />
farından birini barona gánderir, pek Éok yakın arkadaşı da var. Şimdi gárÇyorsunuz ya, sonuÉ<br />
belki de sizin dÇşÇndÇğÇnÇzden başka tÇrlÇ olacaktır.ã<br />
Fransız lam olarak dehşete kapıldı; gerÉekten de, bÇtÇn bunlar gerÉeğe pek yakındı, ben de<br />
sahiden bir rezalet Éıkaracağa benziyordum.<br />
Tamamiylc yalvaran bir sesle:<br />
Üçok rica ederimã diye sÇrdÇrdÇ, Übırakın bÇtÇn bunları! Sanki bir rezalet Éıkarmak hoşunuza<br />
gidecekmiş gibi davranıyorsunuz! Size gereken bir dÇello değil, bir rezalet! Size sáyledim,<br />
bÇtÇn bunlar pek eğlenceli, hatta nÇkteli de olabilir, belki de bu amaca ulaşırsınız ama... sázÇn<br />
kısasıã diye konuşmasını sonuÉlandırdı şapkamı alıp ayağa kalktığımı gárÇnce, Üsize birisinin<br />
su pusulasını vermek iÉin geldim... Okuyun... Yanıtı beklememi rica ettiler de.ã<br />
Bu sázler Çzerine, cebinden katlanmış, mÇhÇrlÇ kÇÉÇk bir pusulayı Éıkarıp uzattı.<br />
Pauline'in eli buna şunları yazmıştı:<br />
ÜSáylediklerine bakılırsa, şu áykÇyÇ uygulamayı ta-sarlıyonnuşsunuz. Kızdınız ve arsız Éocuk<br />
gibi davranmaya başlıyorsunuz. Ama, ázel durumlar var, bunları belki bir gÇn size anlatırım;<br />
Éok rica ederim, vazgeÉin, aklınızı başınıza toplayın. Ne saÉma bÇtÇn bunlar! Siz bana<br />
gereklisiniz, bana itaat edeceğinize de sáz verdiniz. Schlangenberg'i anımsayın. Sizden uysal<br />
olmanızı istiyorum, bu gerekiyor da, bunu size emrediyorum.<br />
Sizin P.ã<br />
ÜH. DÇn olanlar iÉin bana kızdınızsa, bağışlayın beni.ã<br />
Bu satırları okurken her şeyin dándÇğÇnÇ gárdÇm. Dudaklarım soldu, tir tir titremeye<br />
başladım. Lanet olasıca Fransız saygılı davranır gárÇnerek gÇya heyecanımı gármemek<br />
iÉin gázlerini Éeviriyordu. Suratıma karşı kahkahalarla gÇlmesini yeğlerdim.<br />
ÜPekêlêã dedim, ÜKÇÉÇk hanıma gánlÇnÇn rahat etmesini sáyleyin. Bununla birlikte, izin<br />
verirseniz size şunu sorayımã diye sÇrdÇrdÇm ansızın, Übu pusulayı bana vermek iÉin neden o<br />
kadar beklediniz Bir sÇrÇ saÉmalıklar sáyleyecek yerde, işe buradan başlamanız gerekirdi<br />
gibime geliyor... eğer gerÉekten de buraya bunun iÉin geldiyseniz...ã<br />
ÜOo! İstiyorum ki... SázÇn kısası, bÇtÇn bu olup bitenler o kadar garip ki pek doğal olan<br />
sabırsızlığımı bağışlarsınız. Tasarılarınızı kendi ağzınızdan bir an ánce duymak istiyordum.<br />
Zaten bu pusulada yazılanları bilmiyorum ve ne zaman olsa size verebileceğimi<br />
dÇşÇnÇyordum.ã<br />
ÜAnlıyorum, size sadece bunu başka Éare kalmadığı zaman bana vermeniz, olayı konuşarak<br />
yoluna koyarsanız bundan hiÉ sáz etmemeniz emredildi. àyle değil mi Bana aÉıkÉa yanıt<br />
verin, B. Deş Grieux.ã<br />
ÜBelkiã dedi garip bir halle bana bakıp ve Éok bÇyÇk bir sakınım iÉinde gárÇnerek.<br />
Şapkamı aldım: bana bir baş işareti yaptı, Éıktı. Dudaklarında alaycı bir gÇlÇmseme gárÇr gibi<br />
oldum. Başka tÇrlÇsÇ olabilir miydi<br />
ÜDaha gárÇlecek hesabımız var, seni kÇÉÇk acemi Éapkın, boy álÉÇşeceğim seninleã diye<br />
mırıldandım merdivenleri inerken. Hêlê dÇşÇncelerimi toparlayamıyordum, adeta tepeme<br />
balyoz yemiş gibiydim. Serin hava iyi geldi.
İki dakika sonra, biraz kafamı toparlamaya başlayınca, iki dÇşÇnce aÉıkÉa belirdi; birincisi<br />
şuydu: DÇn bir Éocuğun laf olsun diye sáylediği akıl almaz birkaÉ tehdit, ÉocukÉa bir eğlence<br />
evrensel bir korku ve telaş yaratmıştı! İkincisi: Bu Fransızın Pauline Çzerinde ne gibi bir etkisi<br />
vardı Adamın bir tek sázÇ... Ve Pauline gerekli olan her şeyi yapıyor, bir pusula yazıyor,<br />
bana rica etmeye kadar varıyor. Kuşkusuz,76<br />
KUMARBAZ<br />
onları tanıdığım andan beri ilişkileri benim iÉin hep bir muamma olmuştu ama, gene de şu son<br />
gÇnlerde Pauline'de adama karşı gerÉek bir tiksinme ve hatta hor gárme fark etmiştim.<br />
Fransıza gelince, Pauline'in yÇzÇne bile bakmıyordu ve ona karşı sadece kaba davranıyordu.<br />
Bu da pekêlê hiÉ gázÇmden kaÉmamıştı. Ondan nefret ettiğini Pauline kendi ağzıyla bana<br />
itiraf etmişti; son derece anlamlı itiraflar kaÉırmıştı ağzından... Demek ki, adam onu<br />
avuÉlarının iÉinde tutuyor, Pauline onun sultası altında...<br />
SEKİZİNCİ BOLUM<br />
Burada dedikleri gibi, "gezinti"de, kestane ağaÉlarının yolunda benim İngilize rastladım.<br />
Beni gárÇr gármez:<br />
ÜOh! Oh!ã diye başladı. ÜBen size gidiyorum, siz de bana geliyorsunuz! Demek<br />
arkadaşlarınızdan ayrıldınız, áyle miã<br />
Üànce sáyler misiniz, kuzum, olup bitenleri nereden áğrendinizã diye sordum hayretle.<br />
ÜHerkes biliyor demek kiã<br />
ÜYoo! Hayır, herkes değil, bu kadarına değmez, hiÉ kimse bundan sáz etmiyor.ã<br />
ÜPeki, siz nereden biliyorsunuzã<br />
ÜBiliyorum, ya da daha doğrusu áğrenme fırsatını- buldum. Şimdi nereye gideceksiniz Size<br />
karşı bir sevgim var, işte bunun iÉin size geliyordum.ã<br />
ÜSiz mert bir insansınız, B. Astleyã dedim. Doğrusu pek şaşırmıştım, nasıl haber almıştı<br />
acaba ÜBen henÇz kahvemi iÉmediğime gáre, siz de kuşkusuz yalan yanlış kahvaltı etti-<br />
KUMARBAZ<br />
77<br />
ğinizden, gazinoya gidelim; birer sigara iÉeriz, her şeyi size anlatırım... sizin de bana<br />
anlatacak bir şeyleriniz olur herhalde.ã<br />
Kahve yÇz adım átedeydi. Ismarladığımız şeyleri getirdiler, rahatÉa yerleştik, ben bir sigara<br />
yaktım. B. Astley sigara iÉmiyordu, gázlerini bana dikmiş, sáyleyeceklerimi dinlemeye<br />
hazırlanıyordu.<br />
ÜHiÉbir yere gitmiyorum, burada kalıyorumã diye başladım.<br />
B. Astley onaylayıcı bir sesle:<br />
ÜBurada kalacağınızdan emindimã dedi.<br />
M. Astley'e giderken ona, Pauline'e olan sevgimden sáz etmeye hiÉ de niyetim yoktu. Hatta<br />
bu konudan kaÉınmak bile istiyordum. Şu son gÇnlerde ona bundan tek sázcÇk bile<br />
sáylememiştim. ästelik de Éok utangaÉtı zaten. Pauline'in onu Éok etkilediğini hemen fark<br />
etmiştim ama, adını hiÉ ağzına almıyordu. Garip şey, daha oturur oturmaz, donuk ve ısrarlı<br />
bakışlarını Çzerime dikince, Tanrı bilir neden, ona her şeyi, yani bÇtÇn ayrıntılarıyla sevgimi<br />
anlatmak isteğini duydum. Tam yarım saat konuştum, bu bana Éok iyi geldi: Bu konuyu ilk<br />
kez birisine aÉıyordum! B. Astley'in ázellikle can alıcı bálÇmlerde heyecanlandığını fark<br />
edince, anlatımın ateşini bilerek artırdım. Pişman olduğum bir şey vardı: Belki de Fran-sızdan<br />
fazlasıyla sáz etmiştim...<br />
B. Astley, kımıldamadan, tek sázcÇk sáylemeden, bir tek ses bile Éıkarmadan, gázlerini bana<br />
dikmiş, karşımda oturup beni dinliyordu. Ama, Fransıza anıştırmada bulununca, beni<br />
birdenbire durdurdu ve sert bir sesle ikinci derecedeki ayrıntıdan sáz etmeye hakkım olup<br />
olmadığını sordu. B. Astley'in her zaman Éok garip bir soru sorma biÉimi vardır.<br />
ÜHaklısınız, korkarım ki hayırã diye karşılık verdim.
ÜBu markiyle Bayan Pauline konusunda, basit varsayımlar dışında, kesin hiÉbir şey<br />
sáyleyemez misinizã<br />
78<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
79<br />
ÜHayır, kesin hiÉbir şey sáyleyemem elbette kiã diye karşılık verdim.<br />
ÜEğer áyleyse, sadece bundan bana sáz etmekle değil, bunu dÇşÇnmekle bile hata ettiniz.ã<br />
ÜPekêlê, pekêlê! Kabul ediyorum,ã diye sázÇnÇ kestim iÉimden şaşırarak. ÜAma, şimdi sáz<br />
konusu olan bu değil.ã Bunun Çzerine ona, dÇnkÇ olayı bÇtÇn ayrıntılarıyla anlattım,<br />
Paulinc'in Éılgınlıklarını, baronla olan serÇvenimi, kovulmamı, generalin olağanÇstÇ<br />
korkaklığını, en sonunda da Deş Grieux' nÇn ziyaretini en ince ayrıntılarına varıncaya kadar,<br />
bir bir anlattım, sonunda da. pusulayı ona gásterdim.<br />
ÜBundan ne sonuÉ Éıkarıyorsunuzã diye sordum. Üİşte ben tam da sizin dÇşÇncenizi sormak<br />
iÉin geldim. Bana gelince, o kÇÉÇk acemi Fransız Éapkınını seve seve áldÇrÇrdÇm, belki de<br />
bunu yaparım.ã<br />
ÜBen de aynı şeyi yapardımã dedi B. Astley. ÜBayan Pauline'e gelince... Bilirsiniz, insan<br />
zorunluluk karşısında, nefret ettiği kimselerle de ilişki 'kurar. Burada ikinci derecede<br />
ayrıntılara bağlı, sizin bilmediğiniz uygunluklar bulunabilir. Bana áyle geliyor ki, gánlÇnÇzÇ<br />
rahat tutabilirsiniz... elbette, kısmen. DÇnkÇ davranışına gelince, Éok garip doğrusu, sadece<br />
sizi baronun bastonu altına gándererek sizden kurtulmayı istemesi değil ama, —baronun da<br />
baston' elinin altında bulunduğuna gáre neden ondan yararlanmadığını bir tÇrlÇ<br />
anlayamıyorum ya, neyse—, bu biÉim bir Éılgınlık onun "kadar fevkalêde bir genÉ kız iÉin hiÉ<br />
de yakışık alır bir şey değil. Tabii ki sizin, muzip isteğini harfi harfine uygulayacağınızı<br />
aklına getiremezdi...ã<br />
Dikkatle B. Astley'e bakarak birdenbire haykırdım:<br />
ÜBuraya bakın, bana áyle geliyor ki siz bÇtÇn bunlardan sáz edildiğini daha ánce işittiniz,<br />
hem de kimden biliyor musunuz Tam da Bayan Pauline'in ağzından!ã<br />
B. Astley şaşkın şaşkın yÇzÇme baktı.<br />
ÜGázleriniz parlıyor, onlarda kuşku ve gÇvensizlik okuyorum:ã dedi hemen sakinliğine<br />
kavuşarak. ÜKuşkularınızı gástermeye hiÉ hakkınız yok. Size bu hakkı tanıyamam, sorunuzu<br />
yanıtlamayı da kesinlikle reddediyorum.ã<br />
ÜPekêlê, geÉelim! Zaten, hiÉ yararı yok!ã diye haykırdım. Garip şekilde heyecanlanmış!un,<br />
neden bu dÇşÇncenin kafama takıldığını da bir tÇrlÇ bilemiyordum. Sonra Pauline, B. Astley'i<br />
ne zaman, nerede ve nasıl sırdaş olarak seÉebilirdi ki Zaten şu son gÇnlerde B. Astley'i biraz<br />
gázden yitirmiştim; Pauline ise benim iÉin hep bir muamma olmuştu. O kadar ki, sázgelimi,<br />
B. Astley'e bÇtÇn aşk áykÇmÇ anlatmaya kararlıyken, şimdi anlatmaya tam başlayacağını<br />
sırada, onunla olan ilişkilerim konusunda olumlu hemen hemen hiÉbir şey<br />
sáyleyemeyeceğime şaşıyordum. Tam tersine, her şey dÇşsel, garip, kararsızdı ve hiÉbir şeye<br />
benzemiyordu.<br />
ÜPekêlê, pekêlê; işin ucunu kaÉırdım, henÇz dÇşÇnecek durumda bulunmadığım daha pek Éok<br />
şey de varã diye karşılık verdim adeta soluk soluğa. ÜSiz zaten iyi bir insansınız. Şimdi başka<br />
bir konuya geÉelim: Sizden bir áğÇt değil, dÇşÇncenizi isteyeceğim.ã<br />
Bir sÇre sustum, sonra konuşmamı sÇrdÇrdÇm:<br />
ÜSizin gárÇşÇnÇze gáre, general neden o kadar korktu Benim gÇlÇnÉ Éocukluğumu neden bir<br />
facia haline getirdiler O kadar ki, Deş Grieux bile araya girmesinin zorunlu olduğunu sanmış<br />
(hem de en ciddi durumlarda araya girdi); beni gármeye geldi —evet ya!—, bana rica etti,<br />
yalvardı, o, Deş Grieux! Bir de, iyi dikkat edin, saat dokuzdan az ánce geldi ve Bayan<br />
Pauline'in pusulası elindeydi bile. Bu pusula ne zaman yazılmıştı İnsan bunu aklına<br />
getirebilir. Belki de Bayan Paııline'i ázellikle uyandırmışlardır Benden ázÇr dilediğine gáre,
Bayan Pauline'in onun tutsağı olduğu sonucuna vardığımdan başka, onun kişisel olarak bu<br />
işin iÉinde ne aradığını dÇşÇnÇyorum. Neden bununla bu kadar ilgileniyor Neden<br />
80<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
81<br />
ánlerine Éıkan ilk barondan báylesine korktular Generalin Mile Blanche de Cominges'le<br />
evlenmesinden ne Éıkar ki Bu durum nedeniyle ázel biÉimde davranılması gerektiğini<br />
sáylÇyorlar ama, bu siz de kabul edersiniz ki, fazlasıyla ázel. Ne dersiniz Bu konuda da<br />
benden Éok bildiğinizi gázlerinizden okuyorum.ã<br />
B. Astley gÇlÇmsedi ve başını salladı:<br />
ÜEvet, gerÉekten de áyle sanıyorum ki bu konuda da sizden daha fazla şey biliyorumã dedi.<br />
ÜBÇtÇn olay sadece Mile Blanche'ı ilgilendiriyor ve •bunun mutlak gerÉek olduğuna<br />
kesinlikle inanıyorum.ã<br />
Sabırsızlıkla:<br />
ÜMile Blanche'ın burada ne işi var şimdiã diye haykırdım. Ansızın Bayan Pauline konusunda<br />
bir şeyler bulacağımı ummuştum.<br />
Üàyle sanıyorum ki, Mile Blanche'ın şu sırada baron ve baronesle her ne olursa olsun<br />
karşılaşmaktan kaÉınmakta ázel bir Éıkarı var; báyle olunca, sevimsiz, daha da beteri, utanÉ<br />
verici bir karşılaşmadan haydi haydi kaÉınır.ã<br />
ÜHadi canım, amma da yaptınız!ã<br />
ÜMile Blanche iki yıl ánce, mevsim sırasında, gene burada, Roulettenbourg'daydı. Ben de<br />
burada bulunuyordum. O zaman adı Mile de Cominges değildi, annesi, dul Bayan Co-minges<br />
de o dánemde ortada gárÇnmÇyordu. HiÉ değilse sáz konusu edilmiyordu. Des .Grieux de<br />
buralarda yoktu. Onların akraba değil, ancak pek kısa bir zamandan beri tanıştıkları inancını<br />
besliyorum. Deş Grieux'nÇn markiliği daha pek yeni, bunu bir vesileyle áğrendim. Hatta Deş<br />
Grieux adım pek uzun zamandan beri taşımadığı da dÇşÇnÇlebilir. Ona bir başka ad altında<br />
rastlamış olan birisini tanıyorum burada.ã<br />
ÜBununla birlikte, gerÉekten de. sağlam temellere dayanan bir ahbap Éevresi var.ã<br />
ÜOo, bu hiÉbir anlam taşımaz ki. Mile Blanche'ın bile<br />
ahbapları olabilir. Ama, iki yıl ánce. Mile Blanche gene bu aynı baronesin şikêyetleri Çzerine<br />
polis tarafından kenti terk etmeye davet edildi, o da bunu hemen yerine getirdi.ã<br />
ÜNasıl yaniã<br />
Üànce burada bir İtalyanla, tarihsel adlı bir prensle, Bar-berini prensi, ya da ona benzer biriyle<br />
gárÇndÇ, gerÉek pırlantalar ve yÇzÇkler iÉinde bir adamdı. Akılları durduracak gÇzellikte bir<br />
arabayla dolaşırlardı. Mile Blanche oluz. ve kırk oynardı. ànce kazandı, sonra şansı dándÇ,<br />
anımsayabildiğim kadarıyla. HiÉ unutmam bir gece, inanılmaz miktarda yitirdi. Ama, daha da<br />
beteri şu oldu, gÇnÇn birinde prensi ortadan yok oluverdi, atlar, araba, hepsi yok oldu, sanki<br />
yer yarıldı yere battılar. Otele muazzam borcu vardı. Mile Zelma —Bar-berini'den ansızın<br />
Mile Zelma'ya dánÇşÇvermişti— umutsuzluğun doruğundaydı. HıÉkıra hıÉkıra ağlıyor, bÇtÇn<br />
otelde Éığlıklar koparıyor, áfkesinin iÉinde giysilerini yırtıyordu. O sıralarda otelde bir<br />
Polonyalı kont vardı —yolculukta bÇtÇn Polonyalılar konttur—, giysilerini yırtan, o gÇzel ve<br />
mis kokulu elleriyle kedi gibi suratını tırmalayan Mile Zelma, onu bir hayli etkiledi. Bir sÇre<br />
konuştular, akşam yemeğinde Mile Zelma avunmuştu bile. Gece, kontun kolunda gazinoda<br />
gárÇndÇ. Mile Zelma, her zamanki gibi, kahkahalarla gÇlÇyordu, hareketlerinde de biraz daha<br />
fazla kendini koyuverme gásteriyordu. Onu hemen, kumar masasına doğru kendine yol<br />
aÉarken, bir yer edinmek iÉin omzuyla bir kumarbazı iten o rulet masası mÇdavimi hanımlar<br />
takımına yerleştirdiler. Buradaki hanımlara ázgÇ bir ustalıktır bu. Kuşkusuz, siz de fark<br />
etmişsinizdir.ã<br />
ı<br />
ÜAa! Evet ya.ã
åBu kadar zahmete değmez. Rabıtalı halkın ãfkesine kar-Şm, bunlara, hiä değilse her gân bin<br />
franklık banknotlar bozduran kadınlara katlanıyorlar. Ama, bin franklık banknotları<br />
bozdurmaz oluverince, uzaklaşmalarını rica ederler kendilerin-<br />
F. 6<br />
82<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
83<br />
den. Mile Zelma binlikleri bozdurmayı sârdârdâ ama, kumarda şansı daha da kapandı. Dikkat<br />
ederseniz bu târ hanımların äoğunlukla kumarda äok şansları vardır; olağanâstâ derecede<br />
kendilerine egemendirler. Zaten, benim ,ãykâm de bitti. Gânân birinde, kont da prens gibi,<br />
ortadan yok oldu. Mile Zclma akşam kumara yalnız geldi. Bu kez hiä kimse äıkıp da ona<br />
kolunu uzatmatnıştı. İki gân iäinde bâtân elin-dekini, avcundakini yitirmişti. Son altını da<br />
sârâp yitirince, äevresine bakındı, yanındaki Wurmerhelm baronu gãzâne äarptı, adam son<br />
derece ãfkeli bir halle, dikkatle ona bakıyordu. Ne var ki, Mile Zelma ãfkeyi fark etmedi,<br />
hiäbir kuşkuya yer bırakmayan bir gâlâmsemeyle barona dãnerek, kendisi iäin kırmızının<br />
âzerine on altın koymasını rica etti. İşte bundan sonra, baronesin bir şikayetiyle, bir daha<br />
gazinoda gãrânmemeye davet ettiler onu. Bu kadar aşağılık ve son derece uygunsuz bâtân bu<br />
ayrıntıları bilmem sizi şaşırtıyorsa, şunu bilin ki bunları akrabanı B. Fieder'den ãğrendim. B.<br />
Fieder hemen o aksam Mile Zelma'yı kendi arabasıyla Spa'ya gãtârâr. Şimdi iyice<br />
anlamışsınızdır: Mile Blanche kuşkusuz gelecekte bir daha buna benzer davetlerle<br />
karşılaşmamak iäin generalin eşi olmak istiyor. Artık kumar oynamıyor ama, bâtân belirtilere<br />
gãre, şimdi buradaki kumarbazlara faizle ãdânä verdiği bir anamalı var da ondan. Bu äok<br />
daha sakınımlı. Halta zavallı generalin de onun boräluları arasında olmasından<br />
kuşkulanıyorum. Belki Deş Grieux'nân de ona borcu vardır. Ya da onunla ortak olabilirler.<br />
Kabul edersiniz ki, hiä değilse evlenineeye kadar baronla baronesin dikkatlerini âzerine<br />
äekmeyi hiä islemiyor. Sãzân kısası, iäinde bulunduğu durumda bir rezalet ona en bâyâk<br />
kãlâlâğâ yapar. Siz onların yanındasınız, Mile Blanclıe, generalin, ya da Bayan Pauline' in<br />
kolunda her gân orlalıkta gãrândâkäe, sizin davranışlarınız bir rezalete yol aäabilir. Şimdi<br />
durumu anladınız mıç<br />
åHayır, anlamadım!ç diye haykırırken masaya ãyle bir şiddetle vurmuşum ki, garson<br />
korkarak koşup geldi.<br />
Bir ãfke coşkunluğuyla:<br />
åBana bakın, B. Astleyç diye sãzlerimi sârdârdâm, åbâtân bu ãykâyâ daha ãnceden<br />
biliyordunuz ve Mile Blanche' m kim olduğundan pekélé haberiniz vardı da, nasıl oldu da<br />
beni, generali, ãzellikle de, evet ãzellikle de Mile Blanche' in kolunda her gân burada,<br />
gazinoda halk iäinde gãrânen Bayan Paulinc'i neden uyarmadınız Olacak şey mi buç<br />
åSizi uyaramazdım, äânkâ elinizden hiäbir şey gelmezdi, bir şey yapamazdınız kiç diye<br />
karşılık verdi B. Astley sakin sakin. åHem zaten sizi neye karşı uyaracaktım ki General, Mile<br />
Blanche konusunda belki de benden daha fazlasını biliyordur ama, bu onunla ve Bayan<br />
Pauline'le gezinmesine engel olmuyor. General şanssız bir adam. Dân Mile Blanche'ı B. Deş<br />
Grieux ve şu kâäâk Rus prensiyle birlikte şahane bir at sırtında dãrtnala giderken gãrdâm,<br />
general de bir al atla onları izliyordu. Sabahleyin bacaklarının ağrısından ya-kınmıştı, bununla<br />
birlikle al âstânde pekélé duruyordu. İşte tanı o anda, onun kesinlikle mahvolmuş bir adam<br />
olduğu fikri birdenbire akıma geliverdi; hem zaten bâtân bunlar beni ilgilendirmez, Bayan<br />
Pauline'i lamına şerefine ereli de pek az bir zaman oldu.ç Bir sâre sonra B. Aslley ansızın:<br />
åSize iäten bir dostluk duymama karşın, daha ãnce de sãylediğim gibi, bana kimi soruları<br />
yãneltme hakkını size tanıyamazdım ki...ç<br />
åBurada keselimç dedim ayağa kalkarak; åşimdi artık Bayan Pauline'in de Mile Blanche<br />
konusunda iyice fikir sahibi olduğunu ama, Fransızından ayrılamadığı iäin onunla dolaşmayı
kabul ettiğini aÉıkÉa gárÇyorum. Emin olun ki başka hiÉbir gÇÉ onu Mile Blanche'la<br />
gezinmeye ve barona dokun-nıaınam iÉin o pusulada bana yalvarmaya zorlayamazdı.<br />
Karşısında her şeyin boyun eğdiği o etki işte tam da burada ara-<br />
84<br />
KUMARBAZ<br />
ya giriyor! Bununla birlikte, beni baronun Çzerine o saldırt-tı! Hey Tanrım, hiÉbir şey<br />
anlaşılır gibi değil!ã<br />
'ÜSiz bir kere bu Bayan de Cominges'in generalin nişanlısı olduğunu, ikincisi, generalin Çvey<br />
kızı olan Bayan Pauline' in generalin Éocukları olan, o dÇşÇncesizin lamamiyle yÇzÇstÇ<br />
bıraktığı ve hiÉ kuşkusuz beş parasız da kalan biri kız, biri erkek iki kÇÉÇk kardeşi olduğunu<br />
unutuyorsunuz.ã<br />
ÜEvet, evet, Éok doğru, o Éocuklardan ayrılmak onları bÇsbÇtÇn yÇzÇstÇ bırak anlamına gelir;<br />
kalmak, onların Éıkarını savunmak, belki de servetlerinden birkaÉ kırıntıyı kurtarmak<br />
demektir. Evet, evet, bÇtÇn bunlar gerÉek ama, gene de, gene de! Ah! Şimdi hepsinin<br />
bÇyÇkanneyle neden bu kadar ilgilendiklerini Éok iyi anlıyorum!ã<br />
ÜKiminleã diye sordu B. Astley.<br />
ÜBir tÇrlÇ álmeye karar veremeyen şu Moskova'deki ihtiyar bÇyÇcÇyle; álÇmÇnÇ -bildiren<br />
telgrafı bekliyorlar dárt gázle.ã<br />
ÜElbette ki, bÇtÇn ilgi onun Çzerinde yoğunlaşmış, Éok iyi anlıyorum. Her şey mirasa bağlı.<br />
Vasiyetname aÉılınca, general evlenir; Bayan Pauline'in de elini kolunu bağlayan kal-rríaz,<br />
tam ázgÇrlÇğe kavuşur, Deş Grieux de...ã<br />
ÜNasıl, Deş Grieux mÇã<br />
ÜDeş Grieux'nÇn alacakları ádenmiş olur; onun bÇtÇn beklediği bu.ã<br />
ÜBÇtÇn beklediğinin bu olduğunu mu sanıyorsunuzã<br />
ÜDaha fazlasını bilmiyorumã diye karşılık veren B. Astley inatÉı bir suskunluğun iÉine<br />
kapandı.<br />
ÜAma, ben biliyorum, ben biliyorum!ã diye haykırdım fena halde áfkelenerek. ÜO da mirası<br />
bekliyor, ÉÇnkÇ Pauline de Éeyiz parası alacak bundan, onu elde eder etmez de hemen Deş<br />
Gricux'nÇn boynuna atılacak. BÇtÇn kadınlar bir árnektir! En gururluları en aşağılık tutsak<br />
haline dánÇşÇrler! Pauline ancak tutkuyla sevebilir, isle hepsi bu! Benim dÇşÇn-<br />
KUMARBAZ<br />
85<br />
cem bu!.. Ona bir bakın hele, ázellikle yalnız başına, dÇşÇnceli oturduğu zaman: Yaşamın ve<br />
tutkunun bÇtÇn iğrenÉliklerine, bÇtÇn zulÇmlerine ánceden hazırlanmış, mahkÖm edilmiş,<br />
adanmışa benzer!.. O... O... Ama, kim Éağırıyor beniã diye haykırdım ansızın. ÜKim<br />
bağırıyor RusÉa "Alexis Ivanovitch!" diye bağırıldığını işittim. Bir kadın sesiydi. Bakın,<br />
dinleyin, dinleyin!ã<br />
O sırada otelimize yaklaşıyorduk. Hemen hemen hiÉ farkında olmadan kahveden ayrılalı bir<br />
hayli zaman olmuştu.<br />
ÜBir kadının bağırdığını işittim ama, kimi Éağırdığını bilmiyorum, RusÉa konuşuyordu. Şimdi<br />
bunun nereden geldiğini anlıyorumã diyen B. Astley elini uzattı. ÜSeslenen bÇtÇn şu uşakların<br />
az ánce taraÉaya taşıdıkları kocaman bir koltukta oturan şu kadındı. Ardından da bavullar<br />
taşıyorlar, demek ki tren az ánce gelmiş.ã<br />
Üİyi ama, neden beni Éağırıyor Yeniden bağırmaya başladı: Bakın,' bize işaret ediyor.ã<br />
ÜGárÇyorumã dedi B. Astley.<br />
ÜAlexis Ivanovitch! Alexis Ivanovitch! Ah, Tanrım, ne sersem şey!ã Tiz bir sesle sáylenen bu<br />
haykırmalar otelin ta-raÉasından bize kadar geliyordu.<br />
Merdivene kadar hemen hemen koşarak gittik. Sahanlığa Éıktım... Şaşkınlıktan kollarım iki<br />
yanıma dÇştÇ, ayaklarım yere mıhlandı.<br />
DOKUZUNCU BàLäM
Geniş merdivenin Çst sahanlığında, koltuğunu taşıdıkları yerde, Éevresinde uşaklar,<br />
hizmetÉiler, otelin sayılamayacak kadar kalabalık, yaltaklanıp duran, dalkavuk uşak takımı,<br />
adam-86<br />
KUMARBAZ<br />
lan ve sayısız bavulu ve sandıklarıyla báylesine gÇrÇltÇlÇ bir biÉimde otele inen bu seÉkin<br />
konuğu bizzat karşılamaya gelen metrdotel... TÇm bunların arasında BäYäKANNE<br />
kurulmuş oturuyordu! Evet ta kendisiydi, korkunÉ, zengin Antonine Vassilievna Tarassevitch,<br />
yetmiş beş yaşında, mal mÇlk sahibi ve Moskova'nın soylu hanımefendisi, baboulinka, bÇtÇn<br />
o telgrafların gidiş gelişlerinin konusu, áldÇ álecek derken, hêlê canlı,'Üsapasağlam,<br />
birdenbire, haber vermeden kalkıp kendisi gelmiş, aramızda ortaya Éıkıvermişti. Beş yıldan<br />
beri hep olduğu gibi, ayaklarını kullanamadığından, koltukla dolaştırılıyordu ama, gene her<br />
zamanki alışkanlığıyla, hêlê diri, Éevik, saldırgan, kendinden memnun, dimdik oturuyor,<br />
yÇksek sesle konuşuyor, buyurgan bir sesle bağırıyor, herkesi haşlıyordu. Kısacası, tıpkı<br />
generalin Éocuklarının áğretmeni olarak yanlarına girdiğimde iki kez kendisini gárme<br />
onuruna eriştiğim zamanki gibiydi. Onun karşısında şaşkınlıktan taş kesilip kalmam pek<br />
doğaldı. Koltukla kendisini Éıkarırlarken o pek keskin gázleriyle yÇz adım áteden beni fark<br />
etmiş, tanımış, her zaman olduğu gibi, kesinlikle aklına Éakılan adım ve soya-dımla<br />
Éağırmıştı.<br />
ÜàldÇ álecek diye bekledikleri, mezarda gármeyi umdukları ve mirasına konmayı<br />
tasarladıkları báyle bir kadın mıydıã diye aklımdan geÉirdim. ÜAman kuzum, o bizim<br />
hepimizi, otelin adamları da dahil, hepimizi gámer! Tanrım, şimdi ábÇrleri ne olacak, şimdi<br />
general ne yapacak Evin altını ÇstÇne getirecektir!ã<br />
ÜEe, azizim, nedir o, gázlerini faltaşı gibi aÉıp da orada neden dikilip duruyorsunã diye bana<br />
haykırmayı sÇrdÇrÇyordu bÇyÇkanne. ÜSelam vermesini, hoş geldiniz demesini bilmiyor<br />
musun, hêa Belki de báyle davranmayacak kadar gururlusun Yoksa beni. tanımadın mı<br />
GárÇyor musun, Po-tapytch,ã dedi beyaz saÉlı, fraklı ve beyaz kravatlı, tepesinin dazlaklığı<br />
pespembe kÇÉÇcÇk bir ihtiyara, yolculukta hep ya-<br />
KUMARBAZ<br />
87<br />
nında bulundurduğu sofracıbaşısına dánerek, ÜgárÇyor musun, bizi tanımıyor! Beni Éoktan<br />
gámmÇşlerdi bile! "àldÇ mÇ, daha álmedi mi" diye telgraf telgraf ÇstÇne gánderiyorlardı.<br />
çÇnkÇ ben her şeyi biliyorum! Bak, gárÇyorsun ya, henÇz damarlarımda kan var!ã<br />
Biraz aklımı başıma toplayınca, neşeli bir sesle:<br />
ÜLÇtfen, Antonine Vassilievna, neden sizin kátÇlÇğÇnÇzÇ isteyeyim benã diye karşılık<br />
verdim. ÜBen... sadece şaşırmıştım... Şaşırmamak elde mi.. O kadar beklenmedik bir anda...ã<br />
ÜBunda seni şaşırtan ne var ki Trene bindim ve yola Éıktım. Trenler pek rahat, hiÉ sarsıntı<br />
filan yapmıyorlar. Gezinmeye mi gitmiştinã<br />
ÜEvet, gazinoda şáyle bir dolaştım.ã<br />
ÜBurası Éok gÇzelã dedi bÇyÇkanne Éevresine bakına-rak. ÜHava sıcak, ağaÉlar da gáz<br />
kamaştırıcı. İşte ben bunu severim! Bizimkiler dairelerinde mi Ya generalã<br />
ÜOh! General dairesinde, •, bu saatte hepsi buradadırlar.ã<br />
ÜYa! Demek burada da saatlerini ayarlıyorlar, pozlar takınıyorlar. Demek herkese árnek<br />
oluyorlar. Rus senyárlerinin bir de arabaları varmış, bana sáylediklerine bakılırsa! Servetlerini<br />
ÉarÉur edip savurduktan sonra, yabancı, Çlkelere sıvıştılar. Prascovia da onlarla birlikte miã<br />
ÜEvet, Pauline Alexandrovna da burada.ã<br />
ÜYa kÇÉÇk Fransız Aman canım, hepsini kendim gárÇrÇm. Alexis Ivanovitch, beni generalin<br />
dairesine gátÇr. Ya sen, burada rahat mısınã<br />
ÜŞáyle báyle, Antonine Vassilievna.ã
ÜPotapytch, sen de şu hantal garsona sáyle de bana birinci katta, rahat, gÇzel bir daire<br />
versinler, eşyalarımı da hemen oraya gátÇrsÇnler. İyi ama, beni taşımak iÉin neden hepsi<br />
birden saldırıyorlar Ne var hu kadar telaş edecek, ku-88<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
89<br />
zum Bu ne dalkavukluk, bu nasıl yaltaklanma! Yanındaki kimã diye sordu bana doğru<br />
dánerek.<br />
ÜB. Astleyã diye yanıtladım.<br />
ÜHangi B. Astleyã<br />
ÜBir yolcu, benim yakın bir dostum; generali de tanıyor.ã<br />
ÜBir İngiliz. İşte onun iÉin ağzını aÉıp tek sázcÇk sáylemeden, 'gázlerini dikmiş bana bakıyor.<br />
Zaten İngilizleri severim. Eh, hadi bakalım, beni yukarı gátÇrÇn, hemen generalin dairesine<br />
gidelim. Nereye yerleştilerã<br />
BÇyÇkanneyi yerden kaldırdılar. Ben áne atılıp otelin merdivenlerini Éıkmaya başlamıştım.<br />
Bizim kafile bÇyÇk heyecan yaratıyordu. Karşılaştığımız herkes durup gázlerini fal-taşı gibi<br />
aÉarak bize bakıyordu. Bizim otelimiz kentin en gÇzel, en pahalı, en soylu oteli olarak kabul<br />
edilir. Merdivende, koridorlarda insan her zaman gÇzel hanımlara, azametli İngilizlere rasttar.<br />
Bunların pek Éoğu hemen aşağı koşup metrdotelden bir şeyler áğrenmeye Éalıştılar, aslında o<br />
da pek etkilenmiş, pek heyecanlanmıştı. Kendisine bÇtÇn soru soranlara elbette ki gelenin<br />
seÉkin bir yabancı olduğunu, bir Rus, bir kontes, soylu bir hanımefendi olduğunu, bir hafta<br />
ànce N. grandÇşesinin kaldığı daireye yerleşeceğini sáylÇyordu. àzellikle de koltuğuna<br />
kurulan bÇyÇkannenin buyurgan ve egemen halleri dikkati Éekiyordu. Birisiyle<br />
karşılaştığımızın her seferinde kılı kırk yaran bakışıyla hemen álÉÇp biÉiyor ve bana herkesle<br />
ilgili yÇksek sesle sorular yáneltiyordu. BÇyÇkannenin Éok sağlam bir bÇnyesi vardı, artık<br />
koltuğundan hiÉ kalkmamasına karşın, Éok uzun boylu olduğu bir bakışta anlaşılıyordu.<br />
HiÉbir zaman koltuğun arkalığına yaslanmadan, direk gibi dimdik dururdu. Kalın ve belirgin<br />
Éizgili, ak saÉlı geniş başını hep dik tutardı. Size azametli, hatta kışkırtıcı bir biÉimde bakardı;<br />
bakışının ve hareketlerinin tamamiyle doğal olduğu gárÇlÇrdÇ. Yetmiş beş yaşına karşın, yÇzÇ<br />
taptazeydi,<br />
hemen hemen bÇtÇn dişleri de sapasağlam yerindeydi. Sırtında siyah ipekliden bir giysi,<br />
başında beyaz başlık vardı.<br />
Benim yanım sıra yukarı Éıkan B. Astley bana:<br />
ÜBeni son derece ilgilendirdi,ã diye mırıldandı.<br />
ÜTelgraflardan haberi varã diye geÉiriyordum aklımdan.<br />
ÜDeş Grieux'yÇ tanıyor ama, Mile Blanche'ı henÇz bilmiyor gibi gárÇnÇyor.ã DÇşÇndÇklerimi<br />
hemen B. Astley'e de bildirdim.<br />
Utanarak itiraf edeyim ki, ilk şaşkınlık durumum geÉtikten sonra, hemen şimdi generale<br />
indireceğimiz darbeden sonsuz bir sevinÉ duydum. Bu bende uyarıcı bir ilaÉ etkisi yapıyordu,<br />
bÇyÇk bir neşeyle ánden yÇrÇyordum.<br />
Bizimkiler ÇÉÇncÇ kata yerleşmişlerdi; haber vermeden, hatta kapıyı bile vurmadan, kapının<br />
iki kanadını da ardına kadar aÉtım, bÇyÇkanne de pek gárkemli bir giriş yaptı. Sanki ázellikle<br />
yapılmış gibi, hepsi generalin Éalışma odasında toplanmışlardı. Saat on .ikiydi ve gárÇnÇşe<br />
gáre, kimi arabayla, kimi atla, birlikte bir gezinti tasarlıyorlardı; konuklar da vardı. General,<br />
Pauline, Éocuklar ve dadılarından başka odada, Deş Grieux, gene binici giysileri iÉinde Mile<br />
Blanche, annesi dul Bn. Cominges, kÇÉÇk prens, daha ánce bir kez gene onların dairesinde<br />
gárdÇğÇm bir Alman bilgini bulunuyordu.<br />
BÇyÇkannenin koltuğunu odanın ortasına doğru, generalin ÇÉ adım, yakınına kadar getirdiler.<br />
Ulu Tanrım, o ifadeyi ámrÇm oldukÉa unutamam! Biz iÉeri girdiğimizde general bir şeyler<br />
anlatıyordu, Deş Grieux eksiklerini tamamlıyordu. Şunu belirtmek gerekir ki, Mile Blanche'la
Deş Gricux zavallı generalin gázÇnÇn ánÇnde, iki ÇÉ gÇnden beri kÇÉÇk prensin Éevresinde<br />
pervane gibi dánÇyorlardı. Báylece topluluk belki yapma ama, neşeli, iÉten ve teklifsiz bir<br />
havayı benimsemişti. BÇyÇkanneyi gárÇnce, general sázcÇğÇnÇ tamam-layamadan, ağzı bir<br />
karış aÉık kalakaldı.. Bakışlarıyla insanı<br />
90<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
91<br />
áldÇren bir masal ejderinin gárÇnÇşÇyle bÇyÇlenmişcesine, gázleri yuvalarından fırlamış, ona<br />
bakıyordu. BÇyÇkanne de hiÉbir şey sáylemeden ona bakıyordu, hiÉ kımıldamıyordu ama,<br />
áyle bir utkulu, meydan okuyucu ve alaycı bakışı vardı ki! Genel sessizlik iÉinde báylece bir<br />
on saniye kadar bakıştılar. Deş Grieux ánce şaşırdı ama, hemen sonra yÇzÇnde sonsuz bir<br />
kaygı belirdi. Mile Blanche kaşlarını kaldırmıştı, ağzı aralık, aptal aptal bÇyÇkanneye<br />
bakıyordu. Prensle bilgin, bu tabloyu bÇyÇk bir ilgiyle seyrediyorlardı. Pauline'in bakışlarında<br />
sonsuz bir şaşkınlıkla ne yapacağını bilmezlik okunuyordu, sonra ansızın kêğıt gibi bembeyaz<br />
oldu; kısa bir sÇre sonra da yÇzÇne kan hÇcum etti, yanakları kıpkırmızı oldu. Evet, bu herkes<br />
iÉin bÇyÇk bir felaketti! Ben sadece gázlerimi bÇyÇkanneden orada bulunanlara ve onlardan<br />
bÇyÇkanneye gátÇrÇp getiriyordum. B. Astley, her zamanki gibi, vakur ve sakin, geride<br />
duruyordu.<br />
ÜEh, işte báyle, geliverdim! Telgramın yerini ben aldım!ã diye en sonunda patlayıveren<br />
bÇyÇkanne, sessizliği bozdu. ÜBeni beklemiyordunuz, değil miã<br />
ÜAntonine Vassilievna... Benim iyi teyzeciğim... hangi rÇzgêr sizi...ã diye bir şeyler kekeledi,<br />
zavallı general. Eğer bÇyÇkanne birkaÉ saniye daha konuşmasaydı, belki de bir yerine inme<br />
inecekti.<br />
ÜNe demek, hangi rÇzgêr Trene bindiğim gibi yola Éıktım! Demiryolları ne işe yarıyor,<br />
kuzum Siz hepiniz ayaklarım ánde, dárt kolluyla Éıkıp, mirasımı size bırakacağımı<br />
dÇşÇnÇyordunuz, değil mi çÇnkÇ, telgraf ÇstÇne telgraf gánderdiğinizi Éok iyi biliyorum. Bu<br />
sana pek pahalıya patlamıştır. Buradan oraya, ucuz olmamalı. Ama, bÇtÇn cesaretimi topladım<br />
ve işte karşınızdayım. Bu, Fransız değil mi B. Deş Grieux'ydu galibaã<br />
Ü.Evet, Hanımefendiã diye yanıtladı Deş Grieux, Üinanın<br />
ı kadar sevindim ki... Sağlığınız— Bu bir mucize... Sizi burada gármek... Pek sevimli bir<br />
sÇrpriz...ã<br />
ÜSevimli olmasına, sevimli de; seni iyi tanıyorum, zirzop soytarı ve sana şu kadar bile (ve ona<br />
kÇÉÇk parmağının ucunu gásterdi) inanmıyorum.ã Sonra da Mile Blanche'ı gástererek: ÜBu<br />
kim, buã diye sázlerini sÇrdÇrdÇ. Binici giysili, elinde kamÉı, gásterişli haliyle, cafcaflı<br />
Fransız onun iikkatini Éekmişti besbelli. ÜBu hanım buralardan mıã<br />
ÜMile de Cominges, bu da annesi Bn. de Cominges; bu otele indilerã diye aÉıkladım.<br />
ÜEvli mi buã diye sordu yaşlı hanını patavatsızca.<br />
ÜHayır, evli değilã diye karşılık verdim elimden geldiğince saygılı davranmaya Éalışarak ve<br />
bilerek sesimi alÉaltarak.<br />
ÜNeşeli mi bariã<br />
Soruyu kavrayamadım.<br />
Üİnsanın onunla canı sıkılır mı sıkılmaz mı RusÉa biliyor mu Moskova'da Deş Grieux<br />
birkaÉ sázcÇk geveliyordu.ã<br />
Ona, Mile de Cominges'in Rusya'ya hiÉ gitmediğini anlattım.<br />
BÇyÇkanne bir giriş yapmadan sertÉe Mile Blanche'a pat diye:<br />
ÜGÇnaydın!ã dedi.<br />
ÜGÇnaydın, efendimã diyen Mile Blanche da tumturaklı ve ázentili, hesaplı bir reveransla<br />
yerlere kadar eğildi, derin bir nezaket perdesi altından yÇzÇnÇn bÇtÇn ifadesiyle, báyle bir<br />
sorudan ve bu biÉim davranıştan duyduğu şaşkınlığı belli etti.
ÜAh! Gázlerini indiriyor, cilveler yapıyor: İnsanın ne gibi bir kuşla karşı karşıya bulunduğu<br />
hemen belli oluyor: Sapma kadar oyuncu, ya da ona benzer bir şey bu. Bu otele<br />
92<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
93<br />
indim, aşağı katta kalıyorumã dedi ansızın generale doğru dánerek; Ükomşu olacağız. Buna<br />
sevindin mi, sevinmedin miã<br />
ÜAh! Teyzeciğim, iÉten... memnunluk duygulanma inanın,ã diye yanıt verdi general. Kendini<br />
biraz toparlamıştı bile. Ve fırsat dÇştÇğÇnde, duruma uygun dÇşen ciddi deyimleri bulmasını<br />
Éok iyi bildiğinden, hemen parlak sázlere başladı: ÜRahatsızlığınızı haber alınca o kadar<br />
telaşlandık, o kadar merak ettik ki... àyle umutsuz telgraflar alıyorduk ki, bir de ansızın...ã<br />
ÜYalan sáylÇyorsun, yalan sáylÇyorsunã diye hemen onun sázÇnÇ kesti bÇyÇkanne.<br />
General de sesini yÇkseltip işitmemezlikten gelerek onun sázÇnÇ kesti: ÜAma, nasıl oldu da<br />
báyle bir yolculuğa karar verebilirsiniz Siz de kabul edersiniz ki, sizin yaşınızda ve sizin<br />
sağlık durumunuzda... hiÉ değilse, bÇtÇn bunlar o kadar beklenmedik şeyler ki, ne<br />
diyeceğimizi bilemiyoruz, şaşkınlığımız pek akla yakın. Ama, bilseniz ne kadar memnunum...<br />
Hepimiz (burada, duygulu bir sevinÉ ifadesiyle gÇlÇmsemeye başladı) burada kaldığınız<br />
sÇrece size en gÇzel. gÇnleri geÉirtmek iÉin elimizden gelen Éabayı gástereceğiz...ã<br />
ÜHadi, hadi,'bu kadarı yeter, yararsız gevezelikler bÇtÇn bunlar. Sen her zamanki gibi saÉma<br />
sapan şeyler sáylÇyorsun. Zamanı nasıl geÉireceğimi ben kendim pekêlê bilirim. Zaten size<br />
kızgın değilim, kinci değilim ben. Bu yolculuğa girişmeye nasıl karar verdiğimi soruyorsun<br />
bana En yalın biÉimde. Ne oluyor da herkes şaşıyor buna GÇnaydın, Pras-covia (1), ne<br />
yapıyorsun buradaã<br />
(1) çoğu zaman Fransız ya da İngiliz eğitimi gáren Éocuklara kendi adlarına yaklaşan,<br />
Fransız, ya da ingiliz adları takarlar. Burada Prascovia da Pauline'e dánÇşÇyor.<br />
ÜGÇnaydın, BÇyÇkanne,ã dedi Pauline yaklaşarak. ÜSiz yola Éıkalı Éok oldu muã<br />
Üİşte, bÇtÇn o ahlar, oh!har yerine hiÉ değilse, akıllıca bir soru. Pekêlê, işte báyle, pek uzun<br />
zamandan beri yataktaydım, tedavi gárÇyordum. Bunun Çzerine, bÇtÇn hekimleri kovdum,<br />
Saint-Nicolas'nın papazını getirttim. Daha ánce de saman tozuyla bir kadıncağızı aynı<br />
hastalıktan iyileştirmişti. Beni de rahatlattı. İki gÇn sonra, her yanımdan dereler gibi ter<br />
dáktÇm ve ayağa kalktım. Bunun Çzerine, benim Almanlar yeniden gene kafa kafaya<br />
tartıştılar, gázlÇklerini taktılar ve şu kararı bildirdiler: "Şimdi gidip yabancı Çlkelerdeki bir<br />
kaplıcada kÇr yaparsanız, tıkanma tamamiyle geÉer" dediler. "Neden olmasın" diye<br />
dÇşÇndÇm. Dour-Za-jiguine'ler avaz avaz kıyameti kopardılar: "Oraya kadar gitmek<br />
deliliktir!" dediler. Hadi canım! Yirmi dárt saat iÉinde Éıkınlarımı hazırlattım, geÉen hafta da<br />
yanıma bir oda hiz-metÉisiyle. Potapytch'i, bir de Berlin'e geri gánderdiğim (ÉÇnkÇ ona<br />
ihtiyacım olmadığını, yalnız başıma da pekêlê yolculuk edebileceğimi gárdÇm) Fedor'u<br />
aldım... àzel bir kompartıman kiraladım. Her istasyonda, yirmi kápek karşılığında sizi<br />
istediğiniz yere gátÇren hamallar var. GÇzel bir daireniz varã diye sázlerini tamamladı<br />
Éevresine bakarak. ÜParayı nereden buluyorsun, azizim Yanılmıyorsam, her şeyi ipotek ettin.<br />
Sadece şu kÇÉÇk Fransıza bir yığın borcun var! Darılma ama, her şeyi biliyorum, her şeyi!ã<br />
Şaşkınlığın, mahcubiyetin doruğuna ulaşan general:<br />
ÜTeyzeciğimã diye başladı, Üşaşırdım doğrusu... àyle sanıyorum ki, hiÉ kimsenin kontrolÇ<br />
olmaksızın... Zaten harcamalarım gelirimi aşmıyor ve biz burada...ã<br />
ÜGelirini geÉmiyormuş, doğrusu pek de yÇzsÇzsÇn ya! àyleyse, Éocuklarının son meteliğine<br />
kadar hepsini ellerinden aldın, sen, onların vasisi olan sen!ã94<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
95
åBundan sonra, bãyle sãzlerden sonra...ç diye sârdârdâ general ãfkeyle. åBilmem...ç<br />
åNeyi bilmiyorsun Üyle sanıyorum ki rulet masasından kalkmıyorsun! İyice batağa<br />
saplandın!ç<br />
General utancından yerin dibine ãylesine geäti ki, heyecandan az kalsın boğulacaktı.<br />
åRulet masasından mı Benim gibi ãnemli bir kimse!.. Kendinize gelin, teyzeciğim, henâz<br />
iyileşmemişsiniz...ç<br />
åBâtân bunların hepsi yalan! Bahse girerim ki seni oradan äekip alamıyorlardır! Sayıklayıp<br />
duruyorsun sen.! Bugânden tezi yok, gidip şu rulet denen şeyin ne mene bir şey olduğunu<br />
gãreceğim. Prascovia, anlat bana bakayım, burada gãrâlecek neler var Aleixis Ivanovitch<br />
beni oraya gãtârâr. Sen de Potapytch, gãrâp gezilecek yerlerin listesini äıkar.ç Pauline'e<br />
dãnerek: åBurada gãrâlecek neler varç diye yineledi.<br />
åÄevrede, bir şatonun yıkıntıları var, bir de Schlangen-berg var.ç<br />
åNedir bu Schlangenberg Orman mıç<br />
åHayır, bir dağ; orada bir de zirve var...ç<br />
åHangi zirve..ç<br />
åDağın en yâksek yeri. Orasını bir äitle äevirdiler. Eşsiz bir manzarası var.ç<br />
åKoltuğumu oraya äıkarmak mı gerekecek Yapılabilir mi buç<br />
åOo! Merak etmeyin, efendim, hamal bulunabilirç diye yanıt verdim.<br />
Bir aralık dadı Fedossia gelip bâyâkanneyi selamladı. Ona generalin äocuklarını getirmişti.<br />
åYoo! Kucaklaşıp ãpâşmek yok. Äocukları ãpmesini hiä sevmem. Hepsi de sâmâklâdâr.<br />
Burada rahat mısın, Fedossiaç<br />
åBurada äok iyiyiz, iyi yârekli Antonine Vassilievnaç<br />
karşılığını verdi Fedossia. åYa siz, benim sevgili Hanımcığım, siz nasılsınız Sizi o kadar äok<br />
merak ettik ki!ç<br />
åBiliyorum; sen hiä değilse, saf bir cansın. Bâtân bu insanlar sizin konuklarınız mıç diye<br />
sordu yeniden Pauline'e dãnerek. åŞu gãzlâklâ sıska kimç<br />
Pauline aläak sesle:<br />
åO prens Nilski, bâyâkanneç dedi.<br />
åYa, Rus demek ki Ben de onun konuştuklarımızı anlamadığını sanıyordum! Belki de<br />
işitmemiştir! B. Astley'i daha ãnce gãrdâm. İşte gene buradaç dedi bâyâkanne -, onu gãrâr<br />
gãrmez. åGânaydın!ç diye sesleniverdi B. Astley'e ansızın.<br />
B. Astley tek sãz sãylemeden eğildi.<br />
åHadi bakalım, bana ne gibi gâzel şeyler sãyleyeceksiniz Bir şeyler sãyleyin. Pauline bunu<br />
ona äeviriyor.ç<br />
Pauline konuşmayı äevirdi.<br />
Astley de ciddi bir sesle ama,' son derece iätenlikle:<br />
åSizi bâyâk bir zevkle seyrettiğimi, sağlığınızın yerinde olmasına pek sevindiğimi<br />
sãyleyeyimç diye karşılık verdi.<br />
Bu sãzleri bâyâkanneye äevirdiler, pek hoşuna gittiği aäıkäa belliydi.<br />
åŞu İngilizler nasıl da her şeye bir yanıt bulurlar!ç dedi. åNeden bilmem, İngilizleri hep<br />
sevmişimdir; Fransızlarla aralarında dağlar kadar fark vardır!ç Gene B. Astley'e: åBeni<br />
gãrmeye gelin, emiç dedi. åSizi fazla sıkmamaya gayret ederim. Bunu ona äeviriver ve<br />
birinci katta kaldığımı sãyle. Birinci katta, anlıyor musunuz Aşağıda,ç diye yineledi B.<br />
Astley'e parmağıyla dãşemeyi gãstererek.<br />
B. Astley bu äağrıdan pek memnun oldu.<br />
Yaşlı kadın, Pauline'i tepeden tırnağa dikkatli ve hoşnut bir bakışla sardı.<br />
åSeni äok sevebilirim, Prascoviaç dedi birdenbire. åSen<br />
96<br />
KUMARBAZ
iyi bir kızsın, hepsinin en iyisisin ama, áyle bir huyun var ki!.. Hoş, ben de áyleyimdir ya...<br />
Dán bakayım biraz; başındakiler takma saÉ değil yaã<br />
ÜHayır, bÇyÇkanne, kendi saÉlarım.ã<br />
ÜAllahtan, yoksa bu aptalca modadan nefret ediyorum. çok gÇzel bir kızsın. Eğer genÉ bir<br />
erkek olsam, sana êşık olurdum. Neden evlenmiyorsun Aman, artık gitmeliyim. Trende<br />
geÉen o uzun gÇnlerden sonra gezinmek istiyorum... Ee, ne haber, hêlê kızgın mısınã dedi<br />
generale.<br />
Üçok rica ederim, teyzeciğim, bırakın bunları!ã dedi general de gánlÇ rahatlayarak. ÜTabii<br />
anlıyorum, sizin yaşınızda...ã<br />
ÜBu kocakarı bunamışã diye fısıldadı Deş Grieux.<br />
ÜBurada her şeyi gármek istiyorum. Alcxis Ivanovitch'i bana bırakırsın, değil miã diye<br />
generale sordu bÇyÇkanne.<br />
ÜOo! Lafı mı olur, istediğiniz kadar ama, ben de... Paulinc de, hatta Bay Deş Grieux de... size<br />
eşlik etmekten bÇyÇk bir zevk duyarız.ã<br />
ÜAman, Hanımefendi, bu bÇyÇk bir zevktir...ã diye atıldı Deş Grieux gáz boyayıcı bir<br />
gÇlÇmsemeyle.<br />
ÜHımmm, bir zevkmiş! Beni gÇldÇrÇyorsun, azizim.ã Sonra da generale dánerek-ansızın:<br />
ÜZaten sana para filan vermeyeceğimã diye ekledi. ÜBeni daireme gátÇrsÇnler, ánce oraya bir<br />
gáz atayım, sonra her yere gideriz. GátÇrÇn beni.ã<br />
BÇyÇkanneyi yeniden kaldırdılar, hepimiz kafile halinde, koltuğunun ardında, merdivenden<br />
aşağı indik. General başına inen bir balyozla sersemlemiş gibi yÇrÇyordu. Deş Grieux<br />
dÇşÇnÇyordu. Mile Blanche ánce kalmak istedi, sonra da bizi izlemeyi yeğledi. Onun hemen<br />
ardından prens geliyordu; generalin dairesinde sadece Almanla dul Bayan Cominges kaldı.<br />
KUMARBAZ ONUNCU BàLäM<br />
97<br />
Kaplıcalarda, bÇyÇk bir olasılıkla • da bÇtÇn Avrupa'da, yáneticilerle metrdoteller bir<br />
mÇşteriye bir daire verirken, onun zevk ve isteklerinden Éok, kendilerinin onun hakkında<br />
edindikleri kanıya gáre davranırlar. Ve kabul etmek gerekir ki, bu konuda pek seyrek olarak<br />
yanılırlar. Ama, bÇyÇkanneye, Tanrı bilir neden, áyle debdebeli, şatafatlı bir daire verirler ki<br />
bu kez sının iyice aşarlar: Gárkemli eşyalarla dáşenmiş banyolu dárt oda, uşaklar iÉin<br />
mÇştemilêt, oda hizmetÉisi iÉin ayrı oda, vb., vb... GerÉekten de bu odalarda bir hafta ánce bir<br />
grandÇşes kalmıştı ve telaşla bunu, oraların değerini daha da artırmak amacıyla hemen yeni<br />
gelenlere bildirmekten geri kalmadılar. BÇyÇkanneyi bÇtÇn odalara taşıdılar, daha doğrusu<br />
gátÇrdÇler, o da her yeri dikkatli ve sert bir gázle inceledi. Orta yaşlı, dazlak kafalı bir adam<br />
olan metrdotel daire gezilirken hep kibarca ona eşlik etti.<br />
Bunların hepsi bÇyÇkanneyi kim sanıyorlardı bilmem; besbelli Éok soylu ve kibar, ázellikle de<br />
pek zengin birisi sanıyorlardı. Otel defterine hemen: Bayan General, Tarassevitcheva prensesi<br />
yazdılar, oysa bÇyÇkanne ámrÇnde prenses olmamıştı. Uşaklar, ázel vagon, yararsız bir yığın<br />
paket, bavullar, hatta sandıklar yaşlı hanımla birlikte gelmişti, kuşkusuz bunlar onun<br />
saygınlığına basamak oluşturmuştu. BÇyÇkannenin koltuğu, kestirip atan tonu, sesi,<br />
tamamiyle patavatsız bir halle sorulan ve en kÇÉÇk bir karşılığa katlanamayan garip soruları,<br />
kısacası, bÇyÇkannenin dimdik, sert, buyurgan kişiliği ona genel sevgi ve saygıyı sağlamayı<br />
tamamladı. Dairesini denetimden geÉirirken, yaşlı hanım ansızın koltuğunu durdurtuyor.<br />
herhangi bir eşyayı gásteriyor ve metrdotele beklenmedik so- ' rulan yáneltiyordu, o da saygılı<br />
saygılı gÇlÇmsÇyordu ama, titremeye başlıyordu bile. Adama soruları Fransızca soruyordu<br />
F. 7<br />
98<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
99
ki bu dili iyi konuşamadığından Éoğu zaman sáylediklerini Éevirmek zorunda kalıyordum.<br />
Metrdotelin yanıtlan Éoğunlukla hoşuna gitmiyor ve ona yetersiz gárÇnÇyordu. Zaten her tÇrlÇ<br />
anlamdan yoksun, áyle rasgele aklına esen sorular yáneltiyordu. Sázgelimi, ansızın bir<br />
tablonun karşısında duruyordu: Mitolojik konulu, ÇnlÇ aslının oldukÉa zayıf bir kopyası.<br />
ÜBu resim kiminã<br />
Metrdotel, bunun muhtemelen bir kontesin resmi olduğunu sáylÇyordu.<br />
ÜNasıl, bilmiyor musun Burada yaşıyorsun da bilmiyorsun! Neden bu tablo burada Neden<br />
kontesin gázleri şaşıã<br />
BÇtÇn bu sorulara metrdotel tatmin edici karşılıklar veremeyince bir hayli utandı.<br />
ÜNe sersem' şey bu!ã dedi bÇyÇkanne RusÉa.<br />
Kendisini daha uzağa gátÇrdÇler. Aynı şey kÇÉÇk bir Saksonya heykelcikle yeniden meydana<br />
geldi: Yaşlı hanım bunu uzun uzun seyrettikten sonra, neden bilinmez, alıp gátÇrmelerini<br />
buyurdu. En sonunda, metrdoteli soru yağmuruna tuttu: Yatak odasındaki halı kaÉ paraya mal<br />
olmuştu, bunları nerede dokuyorlardı Metrdotel hepsini sorup áğreneceğine sáz verdi.<br />
BÇyÇkanne: ÜNe eşek şeyler!ã diye homurdandı ve bÇtÇn dikkatini karyolanın Çzerine<br />
yoğunlaştırdı.<br />
Üİşte şahane bir cibinlik tavanlığı! AÉın şunu.ã<br />
Yatağı aÉtılar.<br />
ÜDaha, daha, hepsini aÉın. Yastıkları kaldırın, kılıfları, kuştÇyÇ yatak ártÇsÇnÇ kaldırın.ã<br />
Hepsinin altını ÇstÇne getirdiler. BÇyÇkanne dikkatle inceledi.<br />
ÜBereket versin ki tahtakurusu yok. BÇtÇn Éarşaflan, Éamaşırları gátÇrÇn. Kendi Éarşaflarımı,<br />
yastıklarımı koyarlar. Zaten bÇtÇn bunlar aşırı derece lÇks; benim yaşamda, báyle bir<br />
daireye ne gerek var. İnsan yalnız başına sıkılır. Alexis Iva-novitch, sık sık beni gármeye gel<br />
emi, Éocukların dersini bitirir bitirmez gelirsin.ã<br />
ÜDÇnden beri generalin hizmetinde değilim artıkã diye yanıt verdim. ÜOtelde kendi hesabıma<br />
kalıyorum.ã<br />
ÜO da neden áyleã<br />
Üànceki gÇn Berlin'den seÉkin bir Alman, bir baron geldi eşiyle. DÇn, gezintide ona, Berlin<br />
şivesini gázetmeden Almanca bir sáz sáyledim.ã<br />
ÜEe, ne varmış bundaã<br />
ÜO, bunu bir terbiyesizlik, saygısızlık olarak kabul etmiş ve gidip generale yakınmış. O da<br />
hemen beni kovdu.ã<br />
ÜNe yani, şu barona hakaret mi ettin àyle bir şey yapsan bile, bunda bir kátÇlÇk yok ki,<br />
dÇnya yıkılmaz ya!ã<br />
ÜYoo, hayır! Tersine, asıl o bana bastonunu kaldırdı.ã<br />
ÜSen de, sÇmÇklÇ, Éocuklarının áğretmenine bu şekilde davranılmasma izin verdinã dedi<br />
ansızın generale dánerek sert bir sesle, ÜÇstelik de onu kovdun! GárdÇğÇm kadarıyla,<br />
hiÉbiriniz bir işe yaramazsınız.ã<br />
ÜHiÉ merak etmeyin, teyzeciğim,ã diye karşılık verdi general kendini beğenmiş bir teklifsizlik<br />
tonuyla, Ükendi işlerimi kendim yÇrÇtmesini bilirim. ästelik de, Alexis Ivanovitch olayı size<br />
tam olarak anlatmadı.ã<br />
ÜSen buna nasıl katlanabildinã diye bana sordu.<br />
Ben de dÇnyanın en alÉakgánÇllÇ ve en sakin haliyle:<br />
ÜBaronu dÇelloya davet etmek istiyordumã diye karşılık verdim, Üama, general buna engel<br />
oldu.ã<br />
ÜNedenã diye sÇrdÇrdÇ bÇyÇkanne. Sonra da metrdotele: ÜSen, azizim, hadi git, seni<br />
Éağırdıkları zaman gelirsin"ã dedi. ÜBu Nuremberg'li patates surata dayanamıyorum!ã<br />
Beriki, elbette ki bÇyÇkannenin iltifatım anlamadan, selam verip Éıktı.<br />
General kÇÉÇk bir gÇlÇşle:<br />
100
KUMARBAZ<br />
åİzin verirseniz, teyzeciğim,ç dedi, ådâellolar yapılabilir miç<br />
åNeden yapılmasın Erkekler hep horozlar gibidir; dãvâşârlerdi, hepsi bu. Hepiniz<br />
korkaksınız, aäıkäa gãrâlâyor, mal meydanda, âlkenizin onurunu korumaktan acizsiniz. Hadi<br />
bakalım, gãtârân beni! Potapytch, sãyle de her zaman emrimde iki hamal bulundursunlar.<br />
Adamları tut, koşulları sapta. İki tane yeter. Beni sadece merdivenlerden indirip äıkarmaları<br />
gerekecek; dâz yolda, sokakta, beni iterler, bunu onlara anlat. Adamlara bir de avans ver, daha<br />
terbiyeli davra-nırlar. Sen hep benim yanımda kalacaksın, sen de Alexis Iva-novitch,<br />
gezintide bana şu baronu gãster: Şu "von Baron" ne menem şeymiş hele bir gãreyim. Hadi<br />
bakalım, nerede kuzum şu ruletç<br />
Ruletlerin gazino salonlarında bulunduğunu anlattım. Ardından da sorular yağmaya başladı:<br />
åÄok rulet var mı Kumar oynayan äok kimse var mı Bâtân gân kumar oynanıyor mu Nasıl<br />
şey buç Ben de en iyisinin gidip hepsini kendi gãzleriyle gãrmesi olacağını, onları<br />
anlatmanın äok zor olduğunu sãyledim.<br />
åPekélé, ãyleyse beni hemen oraya gãtârsânler! Alexis Ivanovitch, sen ãne geäip yol gãster!ç<br />
General bâyâk bir ilgiyle âzerine titreyerek:<br />
åAman teyzeciğim, nasıl olur, biraz dinlenmeden miç diye sordu.<br />
Biraz heyecanlıya benziyordu; zaten, hepsi sıkıntılı gãrânâyordu, sârekli birbirlerine<br />
bakıyorlardı. Besbelli bâyâkanneyle birlikte gazinoya gitmekten äekiniyorlar ve belki de<br />
utanıyorlardı: Hiä kuşkusuz yaşlı hanım, hem de bu kez herkesin iäinde gene acayiplikler<br />
yapmaya kalkışacaktı. Bununla birlikte, ona eşlik etmek amacıyla atıldılar.<br />
åNeden dinlenecekmişim, kuzum Hiä yorgun değilim ki; tam beş gândâr kımıldamadan<br />
durdum. Sonra da gidip kay-<br />
KUMARBAZ<br />
101<br />
nakları, kaplıcaları gãreceğiz. Daha sonra da... şu... adı ne demiştin sen Pascovia Şu<br />
zirve'yı, hah, tamam değil miç<br />
åEvet, bâyâkanne.ç<br />
åHadi zirve olsun. Burada daha başka ne varç<br />
åPek äok şey var, bâyâkanne,ç dedi Paulinc sıkıntıyla.<br />
åİyi, iyi, senin pek bir şey bildiğin yok! Marthe, sen de benimle gel,ç dedi oda hizmetäisine.<br />
General ansızın kaygılanarak:<br />
åOnu neden gãtârmek istiyorsunuz, teyzeciğimç dedi. åOlanaksız bir şey bu; hatta<br />
Polapytch'in bile gazinonun iäine girmesine izin vereceklerini sanmıyorum.ç<br />
åSaäma! Yani bu bir hizmetäi olduğu iäin dışarda mı bırakacaklar! Oysa o da canlı bir<br />
yaratık; tam bir haftadır yollarda sârtâyoruz, onun da canı elbette bir şeyler gãrmek isler.<br />
Benimle olmazsa, kiminle gidebilir ki Yalnız başına sokakta bir adım atmaya bile cesaret<br />
edemez o.ç<br />
åAma, bâyâkanne..ç<br />
åBelki de benimle gelmekten utanıyorsundur Üyleyse kal burada, senden bir şey isteyen yok<br />
ki. Bir general, aman sevsinler! Ben de general karışıyım. Hem zaten bâtân bu kafileyi<br />
peşimde taşımaya hiä de gerek yok! Her şeyi Alexis Iva-novitch'le gãrârâm...ç<br />
Ama, Deş Grieux herkesin sefere katılmasında ayak di-• i'edi, onunla birlikte gitmenin<br />
zevkini ãyle bir ballandıra ballandıra ãvdâ ki, herkes yârâyâşe geäti. Deş Grieux, generale:<br />
åBunamıs zavallıç diye yineledi. åYalnız gitse, kimbilir ne saämalıklar yapar...ç Ben daha<br />
fazlasını işitemedim ama, hiä kuşkusuz kafasında bir dâşânce vardı, hatta belki de yeniden<br />
umuda bile kapılmıştır.<br />
Gazinoya kadar yaklaşık beş yâz metre vardı. Kestane ağaälı yoldan äevresinde bir tur<br />
attığımız alana kadar gitlik, doğruca gazinoya girdik. Generalin gãnlâ biraz rahatlamıştı,102
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
103<br />
äânkâ bizim kafile, oldukäa acayip olmakla, hiä de saygınlıktan yoksun değildi. Hasta, zayıf,<br />
bacaklarını kullanamayan bir kimsenin kaplıcalara gelmesinde şaşılacak hiäbir şey yoktu.<br />
Ama, aäıkäa gãrâlâyordu ki, general gazinodan korkuyordu; sakat, âstelik de yaşlı bir kadın<br />
neden rulete gidiyordu Pauline'le Mile Blanche tekerlekli koltuğun iki yanında yârâyorlardı.<br />
Mile Blanche gâlâyor, äekingen bir neşe gãsteriyor, hatta arada sırada, bâyâkanneyle şakacı<br />
bir iki sãzcâk konuşuyordu, o kadar ki, yaşlı kadın sonunda ona ãvâcâ sãzler sãyledi. Übâr<br />
yandaki Pauline, yaşlı kadının bitip tâkenmek bilmeyen sayısız sorularına yanıt vermek<br />
zorundaydı. Sãzgelimi: åDemin yanımızdan geäen kimdi Arabadaki şu kadın kim Kent<br />
bâyâk mâ Bahäe geniş mi Bunlar ne ağaälan Şu dağların adı ne Buralarda kartal var mı<br />
Ne garip äatı bu bãyle!ç Yanımda yârâyen B. Astley bugânden äok şey umduğunu fısıldadı<br />
bana.<br />
Potapytch'le Marthc arkada, hemen koltuktan sonra yârâyorlardı. Potapytch fraklı ve beyaz<br />
kravatlıydı ama, başında kasket vardı, kırk yaşlarında al yanaklı, kır saälı bir kız olan<br />
Marthe'ın da başında başlık, sırtında alacalı basmadan entari, ayaklarında gıcırdayan oğlak<br />
derisi pabuälar vardı. Bâyâkanne onlara bir şeyler sãylemek iäin sık sık arkasına dãnâyordu.<br />
Deş Grieux ile general biraz geride kalmışlar, hararetli hararetli konuşuyorlardı. General<br />
bitkindi; Deş Grieux kararlı bir halle konuşuyordu. Belki de arkadaşını cesaretlendirmeye<br />
äalışıyordu; ona ãğâtler verdiği aäıkäa belli oluyordu. Ama', bâyâkanne o uğursuz tâmceyi<br />
sãylemişti bir kere: åSana para vermeyeceğim.ç Bu haber belki de Deş Grieux'ye inanılmaz<br />
gibi gãrânâyordu ama, general, teyzesini iyi tanırdı. Bu • arada Deş Grieux ile Mile<br />
Blanche'ın birbirlerine gãz kırpıp durduklarını fark ettim. Yolun ta ucunda prensle Alman<br />
gãzâme ilişti: Bizi ãne geäirmişlerdi, kendileri başka bir yãne gittiler.<br />
Gazinoya gãrkemli bir giriş yaptık. İsviäreli kapıcıyla uşaklar da oteldeki uşak takımıyla aynı<br />
candan yakınlığı gãsterdiler. Bununla birlikte bize merakla bakıyorlardı. Bâyâkanne ãnce<br />
kendisine salonları gezdirmelerini buyurdu. Kimi zaman iltifat ediyordu, kimi zaman ilgisiz<br />
kalıyordu ama, her şeyi sorup ãğreniyordu. En sonunda, kumar salonuna ulaştık. Kapalı<br />
kapının ãnânde nãbet tutan uşak, sanki şaşırıp kalmış gibi, hemen iki kanadı birden ardına<br />
kadar aätı.<br />
Bâyâkannenin rulet salonunda belirişi kalabalığın âzerinde derin bir etki yarattı. Rulet<br />
masalarında ve otuz ve kırk masasının bulunduğu salonun ãbâr ucunda, biräok sıra halinde,<br />
yâz elli, iki yâz kadar kumarbaz yığılıydı. Masaya kadar sokulmayı başaranlar, her zaman<br />
olduğu gibi, durumlarını zerre kadar bozmuyorlardı ve ancak bâtân paralarını yitirdikten<br />
sonra yerlerinden kımıldayıp ayrılıyorlardı. Äânkâ orada sadece seyirci olarak kalmaya ve bir<br />
oyuncunun yerini bedavadan işgal etmeye izin verilmiyordu. Masanın äevresinde sandalyeler<br />
bulunmasına karşın, oturan pek azdı, ãzellikle de kalabalık yoğunlaştığı zaman, äânkâ ayakta<br />
durunca insan daha az yer kaplar, sonra da para sârmek iäin bãylesi daha rahattır. İkinci,<br />
âäâncâ sıralarda bulunanlar sıralarını bekleyerek, ilk sıradakilerin arkasına yığılırlar. Ama,<br />
kimi zaman kumarbazların arasından ellerini kaydırıp paralarını ortaya sârerler. Çäâncâ<br />
sırada mizaları yeşil äuhaya ulaştırmak iäin de aynı biäimde paralanırlar. Bu yâzden her on,<br />
ya da hatta beş dakikada bir masanın bir ucundan bir itiraz yâkselirdi. Gazinonun gâvenliği<br />
zaten oldukäa iyi dâzenlenmişti. Elbette ki itişip kakışmayı, hay huyu ãnleyemezler ama,<br />
kalabalık âşâştâğâ zaman memnun olurlar, äânkâ bundan onlar kazanälı äıkar; ama, masanın<br />
äevresinde oturan sekiz kru-piye, mizaları bâyâk bir dikkatle gãzlerler; ãdeyen onlardır ve bir<br />
anlaşmazlık äıktığı zaman bunu äãzâmleyen de onlardır. Aşırı durumlarda, polis äağırılır,<br />
olay da o anda ka-104<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ
105<br />
panır. Gâvenlik gãrevlileri sivil olarak salonda, halk arasındadır, ãyle ki onları hiä kimse<br />
tanıyamaz. Bunlar ãzellikle kâäâk hırsızlarla, hânerlerinin uygulanması ãzellikle pek kolay<br />
olan rulette äok rastlanan profesyonel hırsızları gãzetlerler. Geräekten de, her yerde, cepleri<br />
karıştırmak, ya da kilitleri kırmak gerekir, başarı sağlanamadığı zaman da, bu insanın başına<br />
dert aäar. Oysa burada sadece rulete yaklaşmak, kumara başlamak yeterlidir. Sonra da ansızın,<br />
saklanıp gizlenmeden, herkesin gãzleri ãnânde bir başkasının kazancına el koyup bunu cebe<br />
indirmek işten bile değildir; bir tartışma äıktığı zaman hırsız yâksek ve anlaşılır bir sesle bu<br />
paranın kendine ait olduğunu haykırır. Eğer darbe ustaca indirildiy-se, tanıklar da kararsızlıkla<br />
duraksıyorsa, hırsız, äoğu zaman parayı alıkoymayı başarır. Bâtân bunlar elbette ki para pek<br />
ãnemli miktarda değilse yârâr, yoksa bâyâk bir parayı krupiyeler, ya da bir başka kumarbaz<br />
fark etmiş olabilir. Eğer .miktar pek yâksek değilse, paranın geräek sahibi kimi zaman<br />
kavgayı sârdârmekten kendiliğinden vazgeäer ve bir rezalet korkusuyla äekilir. Ama, eğer<br />
hırsızın kimliği ortaya äıkarılırsa, hiä gãzânân yaşına bakmadan hemen kovarlar.<br />
Bâyâkanne bâtân bunları uzaktan, doymak bilmeyen bir aägãzlâlâkle seyretti. Bir hırsız<br />
kovulduğu zaman pek seviniyordu. Otuz ve kırk onun pek merakını äekmedi; rulet hoşuna<br />
gitmişti, ãzellikle de bilye dãndâğâ zaman. En sonunda oyunu daha yakından gãrmek istedi.<br />
Bilmem nasıl oldu ama, garsonlarla yaltaklanan birkaä kişi (äoğu zaman, kumarda<br />
kazananlara ve bâtân yabancılara hizmetlerini sunan kumarda iflas etmiş Polonyalılar)<br />
masanın ortasına doğru, birinci krupiyenin yanında äabucak ona bir yer aätılar ve kalabalığa<br />
karşın koltuğunu oraya sârdâler. Oynamayıp da sadece bakan (ãzellikle aileleriyle gelmiş<br />
İngilizler) kalabalık bir ziyaretäi topluluğu kumarbazların arkasından bâyâkanneyi seyretmek<br />
amacıyla masaya doğru âşâştâler. Krupiyeler umuda kapıldılar:<br />
Bu kadar garip bir kumarbaz kadın elbette ki olağanâstâ bir şeyler vaat ediyordu. Yetmiş<br />
beş yaşında, sakat bir kadın kumar oynamak istiyordu... Bu ãyle her gân rastlanan bir olay<br />
değildi. Ben de ne yapıp edip masanın yanına sâzâldâm ve bâyâkannenin yanına yerleştim.<br />
Potapytch'le Marthe bir kenarda, kalabalığın iäinde kaldılar. General, Pauline, Deş Grieux,<br />
Mile Blanche da seyircilere katıldılar.<br />
Bâyâkanne, ãnce äevresindeki oyuncuları seyretti. Aläak sesle bana äabucak sorular<br />
yãneltiyordu: åŞu adam kim Bu kadın kimç Masanın ucunda bulunan, bâyâk kumar<br />
oynayan, binlerce frank sâren gencecik bir adam ãzellikle ilgisini äekti. Genä adam<br />
yanımızdakilerin fısıldaştıklarına gãre yaklaşık kırk bin frank kazanmıştı, bunlar altın ve<br />
banknot yığınları halinde ãnânde duruyordu. Yâzâ sapsarıydı; gãzleri parlıyor, elleri<br />
titriyordu; paralan avuä avuä alarak hiä hesaplamadan ortaya koyuyordu, bununla birlikle de<br />
durmadan kazanıyordu, ãnândeki altın yığını kabardıkäa kabarıyordu. Garsonlar äevresinde<br />
pervane gibi dãnâyorlar, ona bir koltuk getiriyorlar, daha geniş bir yeri olması ve halkın<br />
kendisini sıkıştırmaması iäin yanındakileri uzaklaştırıyorlardı. Bâtân bunlar elbette ki yâklâ<br />
bir bahşiş umuduyla yapılıyordu. Kazanan kimi kumarbazlar arada sırada parayı avuälarıyla<br />
ceplerinden äıkararak hiä hesaplamadan onlara verirler. Genä adamın yanına bir Polonyalı<br />
yerleşmişti bile, yerinde duramıyordu, saygılı bir halle her an kulağına bir şeyler sãylâyordu,<br />
hiä kuşkusuz ona ãğât veriyor ve oyununu yãnetiyordu: Bâtân bunlar elbette ki bir bahşiş<br />
koparmak iäindi. Ama, kumarbaz ona hemen hemen hiä aldırış etmiyordu, gelişigâzel, rasgele<br />
para koyuyor ve durmadan ãnândeki altın yığınını kabartıyordu. Besbelli aklını kaäırrnıştı.<br />
Bâyâkanne bir sâre onu inceledi.<br />
Ansızın telaşlanarak dirseğimi dârttâ ve:<br />
åSãyle ona da bıraksın artıkç dedi. åÄabucak parasını106<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
107
toplasın ve sıvışsın. Yitirecek, bir saniye iÉinde hepsini yitirecekã diye kaygılandı adeta<br />
heyecandan boğularak. ÜPotapytch nerede Ona Potapytch'i gándersinler! Canım, sáylesene<br />
şuna,ã diyordu habire báğrÇmÇ dirsekleyerek. ÜPotapytch nerede, kuzum çıkın! çıkın!ã<br />
diye genÉ adama bağırmaya başladı. Kendisine doğru eğildim ve buyurgan bir sesle, yavaşÉa,<br />
burada báyle bağırmanın uygun olmadığını, hatta yÇksek sesle değil de, sadece alÉak sesle<br />
konuşmaya izin verildiğini sáyledim; ÉÇnkÇ hesaplarını engelliyordu, báyle sÇrerse bizi<br />
Éıkaracaklarını da ekledim.<br />
Üçok yazık! Bu adam mahvoldu! HiÉ kuşkusuz báyle olmasını istiyor... İÉim altÇst oldu, ona<br />
bakamıyorum. Ne sersem şey!ã<br />
Ve bÇyÇkanne hemen başka bir yana dándÇ.<br />
Orada, solda, kumarbazlar arasında, yanında bir Éeşit cÇce bulunan genÉ bir hanım<br />
gárÇnÇyordu. Bu cÇce kimdi, bilmiyorum: Kadının bir akrabası mıydı, yoksa ilgi uyandırmak<br />
iÉin mi getirmişti Bu genÉ kadını daha ánce de fark etmiştim; her gÇn, áğleden sonra saat<br />
birde gazinoya geliyor, tam ikide gidiyordu. Her gÇn bir saat sÇresince oynuyordu. Onu<br />
tanıyor ve kendisine hemen bir koltuk getiriyorlardı. Kadın cebinden birkaÉ altınla binlik<br />
birkaÉ banknot Éıkardı, acele etmeden, heyecanlanmadan, soğukkanlılıkla ortaya para<br />
sÇrmeye başladı, bir yandan da bir kêğıdın Çzerine numaralan yazıyor, şansların belirli bir<br />
anda toplanmasını sağlayan sistemi keşfetmeye Éalışıyordu. BÇyÇk paraları tehlikeye<br />
atıyordu. Her gÇn en fazla bin, iki bin, ÇÉ bin frank kazanıyordu, daha fazla değil, bunları<br />
kazanır kazanmaz da hemen oyundan kalkıyordu. BÇyÇkanne uzun bir sÇre onu inceledi.<br />
ÜBak sáyleyeyim, bu kadın yitirmeyecek! Bu kadın yitirmeyecek! Kim, biliyor musunã<br />
ÜBir Fransız, besbelli o biÉimlerden biriã diye fısıldadım kulağına.<br />
ÜYa! Kuş, uÉuşundan bellidir! Keskin penÉeleri olduğu gárÇlÇyor. Her turun ne anlama<br />
geldiğini ve nasıl para sÇrÇleceğini anlat bakayım şimdi bana.ã<br />
Ortaya konan paranın sayısız bileşimlerinin anlamını elimden geldiğince bÇyÇkanneye<br />
anlattım: Kırınızı ve kara, tek ve Éift, eksik ve pas, en sonunda numaralar sisteminin kimi<br />
ayrıntılarını aÉıkladım. Yaşlı hanım beni dikkatle dinliyor, aklında tutuyor, yeni sorular<br />
yáneltiyor ve áğreniyordu. Ona her para sÇrme sisteminden oracıkta bir árnek gásterilebilirdi,<br />
báylelikle de ders daha kolay akılda kalıyordu. BÇyÇkanne pek sevindi.<br />
ÜPeki, sıfır ne anlama geliyor Şuradaki, hani kıvırcık saÉlı krupiye sıfır diye bağırdı. Ve<br />
masanın Çzerindekilerin hepsini neden topladı O yığınla parayı kendine aldı! Ne demek<br />
oluyor buã<br />
ÜBÇyÇkanne, sıfır bankonun kêrı. Eğer bilye sıfırın Çzerine dÇşerse, masanın Çzerindekilerin<br />
hepsi, ayrım gázetmeden, bankoya aittir. GerÉeği sáylemek gerekirse, ádeşmek iÉin bir tur<br />
daha yapılır ama, banko hiÉbir şey ádemez.ã<br />
ÜAa, olur şey değil, doğrusu! Ve ben bir şey almıyorum!ã<br />
ÜHayır; eğer daha ánce sıfırın Çzerine para koydunuz da Éıktıysa, size koyduğunuzun otuz beş<br />
katını veriyorlar.ã<br />
ÜNasıl, otuz beş katını mı! Peki, sık sık Éıkar mı bu àyleyse neden bu sersemler sıfıra para<br />
koymuyorlarã<br />
ÜçÇnkÇ otuz altı karşı şans var da ondan, bÇyÇkanne.ã<br />
ÜNe saÉma şeyler! PÖtapytch! Potapytch! Dur bakayım, yanımda para var... İşte, işte!ã<br />
Cebinden şişkin bir kese Éıkardı, iÉinden bir frederik aldı. ÜAl, bunu hemen sıfırın ÇstÇne<br />
koy.ã<br />
ÜBÇyÇkanne, sıfır az ánce Éıktıã dedim, Üonun iÉin uzun zaman Éıkmaz artık. Aşın tehlikeye<br />
atılıyorsunuz: Biraz bek- • leyin.ã<br />
ÜHayır, saÉmalıyorsun, koy şunu!ã108<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
109
ÜàzÇr dilerim ama, bin kez de koysanız, belki akşama kadar Éıkmaz; Éok gárÇlmÇştÇr bu.ã<br />
ÜSaÉma, saÉma bÇtÇn bunlar, kurttan korkan ormana gitmez. Ne Vitirdin mi Gene koy!ã<br />
İkinci frederiki de yitirdik; bir ÇÉÇncÇsÇnÇ koyduk. BÇyÇkanne yerinde duramıyordu; dánen<br />
tablanın bálmeleri arasında zıplayan bilyeyi parlak gázleriyle yiyecek gibi bakıyordu. äÉÇncÇ<br />
frederiki de yitirdik. BÇyÇkanne kendinden geÉmişti; bir tÇrlÇ rahat duramıyordu, hatta<br />
krupiye beklenen .Ü-fır yerine otuz altı'yı bildirince yumruğuyla masaya vurdu.<br />
ÜEh, hadi bakalım!ã diye kızdı bÇyÇkanne, Üşu lanet olasıca sıfır yakında Éıkacak mı,<br />
Éıkmayacak mı Eğer sıfır Éıkıncaya kadar buradan Kalkarsam áleyim daha iyi. BÇtÇn<br />
kabahat şu kıvırcık saÉlı krupiye dÇzenbazında, onunla, hiÉ Éıkmıyor bu sıfır! Alexis<br />
İvanovitch iki altın birden koy! O kadar az para koyuyorsun ki, sıfır Éıksa hiÉbir şey<br />
kazanamayacağız.ã<br />
ÜBÇyÇkanne!ã<br />
ÜKoy dedim, koy! Senin paran değil ya.ã<br />
İki frederik koydum. Bilye tablanın Çzerinde uzun zaman yuvarlandı ve en sonunda<br />
bálmelerin ÇstÇnden zıplamaya başladı. BÇyÇkanne kendinden geÉerek kolumu sıkıyordu ve<br />
ansızın tok!<br />
ÜSıfır!ã diye bildirdi krupiye.<br />
ÜGárdÇn mÇ, bak gárdÇn mÇ!ã dedi bÇyÇkanne hızla bana doğru dánerek. ÜBen sana<br />
sáylemiştim, ben sana sáylemiştim! İki altın koymayı bana Tanrı esinlendirdi! Şimdi ne kadar<br />
alacağım Neden parayı ádemiyorlar Potapytch, Marthe, nerede bunlar, kuzum Ya bÇtÇn<br />
bizimkiler, nereye gittiler Potapytch, Potapytch!ã<br />
ÜDaha sonra, bÇyÇkanne, birazdanã diye fısıldadım. ÜPo-lapytch kapıda, onu buraya<br />
geÉirmezler. Bakın, bÇyÇkanne, paranızı ádÇyorlar, alın!ã<br />
BÇyÇkanneye, koyu mavi kêğıdın iÉine sarılı, damgalı, elli frederiklik ağır bir deste attılar, bir<br />
de kêğıda sarılmamış yirmi frederik saydılar. Ben de bir kÇrekle hepsini bÇyÇkannenin ánÇne<br />
Éektim.<br />
ÜOyun başlıyor, baylar! Oyun başlıyor, baylar!ã diye bağıran krupiye para koymaya davet<br />
ederek bilyeyi atmaya hazırlandı.<br />
ÜTanrım, geÉ kaldık! Hemen başlayacaklar! Koy, koy!ã diye Éırpındı bÇyÇkanne, ÜÉabuk,<br />
zaman yitirmeã dedi, kendinden geÉip báğrÇme şiddetli dirsekler vurarak.<br />
Üİyi ama, nereye, bÇyÇkanneã<br />
ÜSıfırın ÇstÇne! Sıfırın ÇstÇne! Gene sıfırın ÇstÇne! Olabildiğince Éok koy! Topu* topu kaÉ<br />
paramız var Yetmiş frederik mi Cimrilik etmenin yaran yok, bir Éırpıda yirmi tane koy!ã<br />
ÜMakul olun, bÇyÇkanne! Kimi zaman tam iki yÇz tur geÉer de gene Éıkmaz! Yalvarırım size,<br />
varınızı, yoğunuzu burada bırakacaksınız!ã<br />
ÜSaÉma, saÉma, Éabuk koy paraları! İşte, ÉekiÉ indi! Ne yaptığımı biliyorum benã diyen<br />
bÇyÇkanne sinirden tirtir titriyordu.<br />
ÜKurallar/ sıfır Çzerine on iki frederikten fazlasının konmasını yasaklıyor. İşte ben de onları<br />
koydum.ã<br />
ÜO da ne demek áyle Doğru mu buã Sol yanında oturan ve bilyeyi atmaya hazırlanan<br />
krupiyeyi dirseğiyle iterek: ÜMÇsÇ! MÇsÇ!ã dedi. ÜSıfır kaÉ tane On iki On ikiã<br />
Ben atılıp hemen aceleyle soruyu Fransızca anlattım. Krupiye de:<br />
ÜEvet, Hanımefendiã diye yanıtladı terbiyeli terbiyeli. Son-'ra da bilgi vermek amacıyla:<br />
ÜKişisel hiÉbir miza da dárt bin florini aşmamalıdır; kural báyleã diye ekledi.<br />
ÜPekêlê, yapacak bir şey yok, áyleyse, on. iki koyalım.ã<br />
110<br />
KUMARBAZ<br />
ÜOyun başladı!ã diye bağırdı krupiye. Tabla dándÇ ve on ÇÉ Éıktı. Yitirmiştik!<br />
ÜHadi gene! Gene! Koy gene!ã diye haykırıyordu bÇyÇkanne. Bu kez ona hiÉ karşı Éıkmadım<br />
ve omuzlarımı sil-kerek gene on iki frederik koydum. Sehpa uzun zaman dándÇ. BÇyÇkanne
gázleriyle izlerken tirtir titriyordu. Hayretle ona bakarak:. ÜAcaba sıfırın Éıkacağına gerÉekten<br />
inanıyor muã diye geÉiriyordum aklımdan. YÇzÇnde kazanacağının mutlak inancı, az sonra:<br />
Sıfır! diye bağırıldığını işiteceğinin kesin umudu parlıyordu. Bilye bir bálmeye zıpladı.<br />
ÜSıfır!ã diye bağırdı krupiye.<br />
BÇyÇkanne utkulu ve saldırgan bir halle bana doğru dánerek:<br />
ÜBak, gárdÇn mÇ!ã dedi.<br />
Ben bir kumarbazdım: Bunu tam o anda kesinlikle hissettim. Kollarım, bacaklarım titriyordu,<br />
şakaklarım zonkluyor-du. Elbette ki, on oyunda sıfır'ın ÇÉ kez Éıkması Éok enderdi ama,<br />
bunda ázellikle şaşılacak hiÉbir şey yoktu. Ben de ánceki gÇn sıfır'm Çst Çste ÇÉ kez Éıktığını<br />
gármÇştÇm ve bu fırsatla, Éıkan numaralan ázenle bir kêğıda yazmış olan kumarbazlardan biri<br />
daha bir gÇn ánce, bu aynı sıfır'ın yirmi dárt saatte sadece bir kez Éıktığını yÇksek sesle<br />
belirtmişti.<br />
BÇyÇkanneye parasını en bÇyÇk kazancı gerÉekleştiren kimseye gásterilmesi gereken ázel<br />
saygı ve ázenle verdiler. Kuruşu kuruşuna tam dárt yÇz yirmi frederik, yani dárt bin florin ve<br />
yirmi frederik. Yirmi frederiki altın olarak, dárt bin florini de banknot olarak ádediler.<br />
Ama, bu kez bÇyÇkanne artık Potapytch'i Éağırmadı; kafasında Éok başka şeyler vardı! Artık<br />
Éırpınmıyordu, eli ayağı titremiyordu. Ama, deyim yerindeyse, iÉten iÉe titriyordu. BÇtÇn<br />
dikkati bir tek noktada toplanmıştı, sanki bir tek hedefi amaÉlıyormuş gibi:<br />
ÜAlexis Ivanovitch, bir seferde sadece dárt bin florin ko-<br />
KUMARBAZ<br />
111<br />
nabileceğini sáylemişti, değil mi Hadi bakayım, al da şu dárt bini kırmızının Çzerine koy!ã<br />
diye karar verdi.<br />
Onu kararından dándÇrmeye Éalışmak yararsızdı. Sehpa dánmeye başladı.<br />
Ü.Kırınızı!ã diye bağırdı krupiye.<br />
Yeniden dárt bin florin daha kazanmıştı, báylece hepsi sekiz bin florin olmuştu.<br />
ÜDárt binini burada bana bırak, geri kalanını gene kırmızının Çzerine koy!ã diye buyurdu<br />
bÇyÇkanne.<br />
Bir kez daha dárt bin florini tehlikeye attım.<br />
Ü.Kırının!ã diye yeniden bildirdi krupiye.<br />
ÜToplam on iki! Hepsini ver bana. Altınları kesemin iÉine dák, banknotları topla. Bu kadarı<br />
yeter! Hadi gidelim! Koltuğumu itin.ã<br />
ON BİRİNCİ BàLäM<br />
Koltuğu salonun ábÇr ucundaki kapıya doğru sÇrdÇler. BÇyÇkanne sevinÉten uÉuyordu. BÇtÇn<br />
bizimkiler, onu kutlamak iÉin hemen Éevresine ǺǺtÇler. BÇyÇkannenin davranışı ne kadar<br />
garip olursa olsun, başarısı pek Éok şeyi ártÇyordu, general de báylesine garip bir kadının<br />
akrabalığıyla kendini halk iÉinde lekelemekten artık korkmuyordu. AlÉakgánÇllÇ bir<br />
gÇlÇmsemeyle ve teklifsiz bir neşeyle bÇyÇkanneyi kutladı, tıpkı bir Éocuğu eğlendirirken<br />
yapıldığı gibi. Zaten o da, bÇtÇn ábÇr seyirciler gibi, aÉıktan aÉığa heyecanlanmıştı. Olay<br />
yorumlanıyordu, herkes bÇyÇkanneyi birbirine gásteriyordu. Pek çok kimse, onu daha<br />
yakından gárebilmek iÉin yanından geÉiyordu. B. Astley bir kenarda arkadaşlarından iki<br />
İngilizle on-116<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
117<br />
de hoşa gitmeye uğraşmasını bilen kibirli Pauline'in tam tersine, şuhluğunun bÇtÇn<br />
Éekiciliklerini kullanacaktı. Ama, şimdi, bÇyÇkanne rulette báyle başarıları gerÉekleştirdiği şu<br />
sırada, kişiliği (inatÉı, otoriter ve buııamış bir ihtiyar kadın) karşılarında báyle bir belirlilikte<br />
ortaya Éıktığı şu anda belki de her şey yitirilmişti. çÇnkÇ her şeyle bÇtÇn bağlarını koparmış<br />
bir kolej áğrencisi gibi mutluydu ve kumarda kaÉınılmaz olarak yolunacaktı. Tanrım! diye
dÇşÇnÇyordum (Tanrı beni bağışlasın, kátÇ bir sevinÉle!) Tanrım! Demin bÇyÇkannenin<br />
tehlikeye attığı her frederik altını generalin yÇreğini deliyordu, Deş Grieux'yÇ kudurtuyor,<br />
dolu kaşığın burnunun ucundan geÉtiğini gáren Mile de Cominges'i Éılgına dándÇrÇyordu! Bir<br />
başka olgu: Kazanmış olmanın sevinciyle bÇyÇkanne herkese para dağıtırken, gelip geÉen<br />
herkesi dilenci sanıp eline bir şeyler sıkıştırırken bile generale: ÜAma, sana zırnık, bile<br />
vermeyeceğim!ã demekten kendini alamamıştı'. Demek oluyor ki, bu fikirde kesin kararlıydı,<br />
bunda direniyor, bunu kendi kendine sáz vermişti; bu tehlikeliydi, tehlikeli!..<br />
BÇyÇkanneden ayrılıp şatafatlı merdivenden en Çst kattaki kÇÉÇk odama Éıkarken bÇtÇn bu<br />
dÇşÇnceler kafamda kaynaşıyordu. BÇtÇn bunlar beni son derece ilgilendiriyordu; gázÇmÇn<br />
ánÇndeki aktárleri birbirine bağlayan en sağlam ipleri ánceden talimin edebilmeme karşın, bu<br />
oyunun gizli nedenlerini ve gizlerini bilmiyordum. Pauline hiÉbir zaman bana tam bir gÇven<br />
gástermemişti. Kimi zaman, gerÉekten de, adeta elinde olmadan, bana yÇreğini aÉmıştı ama,<br />
Éoğu zaman ve halta hemen hemen, her zaman, bu iÉ dákmelerden sonra, ya bÇtÇn<br />
sáyledikleriyle alay ediyordu, ya da her şeyi karıştırıyor ve her şeyi bile bile yanlış bir ışık<br />
altına tutuyordu! Oh! Pe'k Éok şeyi benden saklıyordu! Her ne olursa olsun, bÇtÇn hu gizemli<br />
ve gergin durumun son perdesinin yaklaştığını seziyordum. Bir darbe daha ve her şey bitecek,<br />
maskeler dÇşecekti. Benim yazgıma gelince, o da bÇtÇn bunlarla ilgiliydi<br />
biliyorum ama, onu hemen hemen hiÉ dert edinmiyordum.<br />
Garip bir ruh hali benimki de: Cebimde olsun álsÇn sadece yirmi frederik; işsiz gÇÉsÇz, geÉim<br />
olanaklarından yoksun, umutsuz, tasarısız, vb. Çlkemden pek uzaklardaydım... Ama, hiÉ<br />
umursamıyordum! Pauline'i dÇşÇnmesem, kendimi sadece pek yakındaki sonucun gÇlÇnÉ<br />
ilginÉliğine bırakır, kahkahalarla gÇlerdim. Ama, Pauline beni heyecanlandırıyor; onun<br />
yazgısı kararlaştırılacak bunu Éok iyi hissediyorum, bununla birlikte itiraf edeyim ki, beni<br />
dÇşÇndÇren hiÉ de bu değil. Onun bÇtÇn gizlerini áğrenmek isterdim; bana gelip de: ÜSeni<br />
sevdiğimi pekêlê biliyorsunã demesini isterdim, yoksa, bu delilik gerÉekleşcmeyecekse... o<br />
zaman neyi istemeli Neyi istediğimi biliyor muyum ben çılgın gibiyim; bÇtÇn istediğim,<br />
;onsuza dek, bÇtÇn ámrÇmce onun yanında kalmak, onun ay-jlasında, pırıltısında kalmak.<br />
Başka hiÉbir şey biliniyorum! On-jdan uzaklaşabilir miyim<br />
äÉÇncÇ katta, onların koridorunda aniden bir şey hissettim. DándÇm ve yirmi adım átede,<br />
koridora Éıkan Pauline'i gárdÇm. Beni bekliyor, beni gázctliyormuşa benziyordu, bana hemen<br />
yaklaşmamı işaret etti.<br />
ÜPauline Alexandrovna...ã<br />
ÜDaha yavaş!ã diye tembih etli.<br />
ÜDÇşÇnÇn kiã dedim alÉak sesle, Übir saniye ánce sanki báğrÇme bir darbe inmiş gibi geldi<br />
bana: DándÇm, sizdiniz! Sanki sizden bir akım yayılmış gibi!ã<br />
Pauline kaygılı ve dÇşÇnceli bir halle:<br />
ÜŞu mektubu alınã dedi, kuşkusuz ne dediğimi iyi işit-emişti, Ühemen elden onu B. Astley'in<br />
kendisine verin. Eli-izi Éabuk tutun, rica ederim. Yanıt beklenmeyecek. O...ã<br />
Sázlerini tamamlamadı. Ben hayretle:<br />
ÜB. Astley'e miã .diye yineledim. Ama, Pauline gázden kaybolmuştu bile.112<br />
KUMARBAZ<br />
dan sáz ediyordu. Gásterişli iki hanım azametli bir hayretle ona bakıyordu, acayip bir şeymiş<br />
gibi. Deş Grieux kutlama ve gÇlÇcÇkler saÉıyordu. ÜNe zafer!ã dedi.<br />
ÜAman, Hanımefehdiciğim, harikulade bir şey bu!ã diye ekledi Mile Blanche bÇyÇleyici bir<br />
gÇlÇmsemeyle.<br />
, ÜEvet ya, bir iki demeden, kaşla gáz arasında on iki bin florin kazandım! On iki bin ne<br />
demek, bir de altın paralar var! Hepsi birden yaklaşık on ÇÉ bin florin ediyor. Rubleye<br />
Éevirirsek, ne eder Altı bin filan mıã<br />
Ben de ona yedi binden fazla ettiğini, hatta gÇncel kurla belki de sekiz bin bile ettiğini<br />
bildirdim.
ÜSekiz bin mi, şaka mı ediyorsun! Nedir o' áyle, hepiniz cini kápek heykelcikleri gibi kakılıp<br />
duruyorsunuz! Potapytch, Marthe, gárdÇnÇz mÇã<br />
ÜAh, benim iyi yÇrekli hanımcığım, nasıl yaptınız bunu báyle Sekiz bin ruble!ã diye<br />
haykırdı Marthe yaltaklanarak. ÜAlın, bakayım, her birinize beşer altın, alın hadi!ã Polapytch'le<br />
Marthe ellerini ápmek iÉin atıldılar.'<br />
ÜHamalların her birine birer frederik verilsin. Her birine bir frederik ver, Alexis Ivanovitch.<br />
Ne oluyor bu garsona da báyle kandilli temennalar yapıyor yere kapanırcasına, ya áteki Beni<br />
kutlamak iÉin mi bunlar Onlara da birer frederik ve-river.ã<br />
ÜSayın prenses... zavallı yoksul bir sÇrgÇn... sÇrekli felaket... Rus prensleri áyle cámerttir<br />
ki...ã diye yalvar yakar dileniyordu koltuğun hemen yanı başında yıpranmış, havı dákÇlmÇş<br />
redingotlu, alacalı yelekli, bıyıklı, aşağılık bir gÇlÇmsemeyle kasketini kalkık tutan birisi.<br />
ÜVer şuna da bir frederik. Hayır, ona iki tane ver; tamam, artık yeter, yoksa bunun sonunu<br />
dÇnyada alamayız. Kaldırın beni, gátÇrÇn beni! Prascoviaã dedi Pauline Alexan-drovna'ya,<br />
Üyarın sana bir elbise alacağım, Mile... neydi onun<br />
KUMARBAZ<br />
113<br />
adı canım, Mile Blanche, değil mi Ona da elbise alacak bir şeyler vereceğim. Bunu ona<br />
Éevir, Prascovia!ã<br />
ÜTeşekkÇr ederim, Hanımefendi,ã dedi Mile Blanche derin bir reverans yapıp Deş Grieux'den<br />
ve generalden yana alaycı bir gÇlÇmsemeyle. General biraz sıkılmıştı, yola ulaştığımız zaman<br />
bÇyÇk bir rahatlama duydu.<br />
ÜYa Fedossia, Fedossia! Kulaklarına inanamayacak!ã dedi bÇyÇkanne ansızın Éocukların<br />
dadısını anımsayarak. ÜOna bir elbise alacak bir şeyler vermeli. Hey, Alexis Ivanovitch,<br />
Alexis Ivanovitch, şu dilenciye bir şey ver.ã<br />
Bize bakarak, yırtık pırtık giyinmiş, sırtı kamburlaşmış biri geÉiyordu yoldan.<br />
ÜBelki bir dilenci değil, haşarının biridir, bÇyÇkanne.ã<br />
ÜVer! Ver! Bir florin ver ona!ã<br />
Adama yaklaşıp parayı uzattım. Şaşkın şaşkın suratıma baktı ama, hiÉ sesini Éıkarmadan<br />
parayı aldı. Şarap kokuyordu.<br />
ÜYa sen Alexis Ivanovitch, henÇz şansını denemedin miã<br />
ÜHenÇz denemedim, bÇyÇkanne.ã<br />
ÜGázlerin parlıyordu, gárdÇm.ã<br />
ÜHiÉ kuşkusuz deneyeceğim, bÇyÇkanne ama, daha sonra.ã<br />
ÜVe hiÉ korkmadan sıfırın Çzerine koy. Bak gáreceksin! Ne kadar paran varã<br />
ÜYirmi frederik, bÇyÇkanne.ã<br />
ÜPek fazla değil. Eğer istersen, sana elli frederik borÉ veririm. Hadi al bakayım şu desteyi...<br />
Sana gelince, azizim, sakın dÇşlere kapılma, sana zırnık bile vermeyeceğim!ã dedi sert bir<br />
sesle generale.<br />
Beriki allak bullak olmuş gárÇndÇ ama, sustu. Deş Grieux kaşlarını Éattı.<br />
ÜTÇh, Allah kahretsin, korkunÉ bir ihtiyar bu!ã diye fısıldadı generale dişlerinin arasından.<br />
ÜBir dilenci, bit dilenci, bir dilenci daha!ã diye haykırdı<br />
F. 8114<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
115<br />
bÇyÇkanne. ÜAlexis Ivanovitch, şu adama da bir florin ver.ã<br />
Bu kez ak saÉlı, bir bacağı tahtadan, sırtında lacivert. bir Éeşit uzun pelerin, elinde kocaman<br />
bir sopayla yaşlı bir adam bize doğru geliyordu. Yaşlı bir askere benziyordu. Ona bir florini<br />
uzatınca geriye doğru Éekildi, korkutucu bir halle yÇzÇme baktı:<br />
ÜWas ist's, der Teııfel!ã (1) diye bağırdı buna bir dizi de kÇfÇrÇ ekleyerek.
ÜNe sersem şey!ã diye haykıran bÇyÇkanne eliyle ona hor gáren bir işaret yaptı. ÜBeni daha<br />
uzağa gátÇrÇn! AÉlıktan álÇyorum! Hemen yemek yiyeceğim, sonra biraz dinlenip gene oraya<br />
dáneceğim.ã<br />
ÜGene mi oynamak istiyorsunuz, bÇyÇkanneã diye haykırdım.<br />
ÜNe sanıyordun ya Siz burada dur,up ÉÇrÇyorsunuz diye, benim de sizi seyretmem mi<br />
gerekiyor yaniã<br />
Deş Grieux yaklaşarak:<br />
ÜAma, Hanımefendi!ã dedi, Üşanslar dánebilir, bir tek kátÇ şans, her şeyi yitirirsiniz, ázellikle<br />
de sizin oyununuzla... KorkunÉtu!ã<br />
Ü.Mutlaka yitirirsinizã dedi yayvan yayvan Mile Blanche.<br />
ÜSizin ne ÇstÇnÇze vazife, kuzum Yitireceğim sizin paranız değil, benim param! İyi ama, B.<br />
Astley neredeã diye sordu bana.<br />
ÜGazinoda kaldı, bÇyÇkanne.ã<br />
ÜYazık, gerÉekte Éok iyi bir Éocuk o.ã<br />
Otele dándÇğÇmÇzde, bÇyÇkanne merdivende metrdotele rastlayınca, yanma Éağırdı,<br />
kazancıyla ávÇndÇ; sonra Fedossia' yi Éağırttı, ona ÇÉ frederik verip kendisine yemek<br />
getirmesini buyurdu. Fedossia'yla Marthe bÇtÇn yemek boyunca sevinÉ Éığlıkları kopardılar.<br />
(1) Almanca: ÜHay şeytan! Nedir bu báyleã<br />
ÜHep gázÇm sizdeydi, sevgili hanımcığımã diyordu Marthe, Üve Potapytch'e: "Bizim hanım<br />
ne yapmak istiyor, kuzum" diyordum. Masanın Çzerinde ne kadar da Éok para vardı! Ey<br />
cennetin melekleri! Ben ámrÇmde o kadar Éok parayı bir arada gármemiştim! .Ve ÉepeÉevre<br />
beyefendiler, sadece beyefendiler! "BÇtÇn bu beyefendiler nereden geliyor ki, Potapytch"<br />
diyordum. "Ulu Tanrım, ona yardım eder inşallah!" diye dÇşÇnÇyordum. Hep sizin iÉin dua<br />
ediyordum, hanımcığım; yÇreğim duruyordu adeta, tıpkı kuru bir yaprak gibi titriyordum.<br />
"Tanrım, ona yardım et!" diyordum hep, eh işte, Tanrı da sizi korudu! Hêlê elim ayağım tirtir<br />
titriyor, sevgili hanımcığım, hêlê tirtir titriyorum!ã<br />
ÜAlexis Ivanovitch, yemekten sonra, hazırlan. Saat dárde doğru gene oraya gideceğiz. O<br />
zamana kadar, hoşÉakal ve şu doktor haytalarından birini bana gándermeyi unutma sakın;<br />
kaplıcalara da gitmem gerek. Unutabilirdin.ã<br />
BÇyÇkannenin yanından sersemlemiş gibi ayrıldım. BÇtÇn bizimkilerin ne olacağını ve<br />
işlerinin hangi şekle gireceğini gázÇmÇn ánÇne getirmeye Éalışıyordum. AÉıkÉa gárÇyordum<br />
ki, daha ilk etkiden bile kurtulamamışlardı (ázellikle de general). Her saat beklenen ve<br />
álÇmÇnÇ (dolayısıyla vasiyetnamesinin aÉılışını) bildiren telgraf yerine bÇyÇkannenin<br />
Éıkagelmesi, kurdukları bÇtÇn tasarı ve kararları áyle bir sıfıra indirmişti ki, yaşlı hanımın<br />
daha sonraki ruletteki başarılarını gerÉek bir şaşkınlıkla izliyorlardı. Bununla birlikte, bu<br />
ikinci olgu belki de birincisinden daha da ánemliydi, ÉÇnkÇ bÇyÇkanne her ne kadar generale<br />
zırnık bile vermeyeceğini iki kez bildirdiyse de, kimbilir, belli olmaz ki, henÇz bÇtÇn umudu<br />
yitirmemeliydiler. Generalin bÇtÇn işlerine karışan Deş Grieux, muhakkak ki vazgeÉmiyordu.<br />
Eminim ki bu işlerle pek ilgili olan Mile Blanche da (nasıl olmasın, hem general eìi olacaktı,<br />
hem de gÇzel bir miras elde edecekti!) umudunu yitirmeyecekti ve bÇyÇkanneyi etkilemek<br />
iÉin, ne boyun eğmesini, ner<br />
118<br />
KUMARBAZ<br />
Şu işe bakın hele siz, demek ki mektuplaşıyorlar! Elbette ki, ben hemen B. Astley'i aramaya<br />
koştum. ànce oteline gittim, orada yoktu, sonra gazinoya koşup bÇtÇn salonları dolaştım,<br />
yoktu. En sonunda kızgın, hemen hemen ÇzgÇn otele dánerken, bir rastlantı sonucu, kadınlı<br />
erkekli İngiliz atlılarının arasında onu gárdÇm. Ona işaret ettim; durdu, ben de mektubu<br />
verdim. Birbirimize bir gáz atmaya bile vakit bulamadık. Ama, áyle sanıyorum ki B. Astley<br />
bile bile atını hızlandırdı.
KıskanÉlık mı kıvrandırıyordu beni Tamamiyle bitkin haldeydim. Mektuplaşmalarının<br />
konusunu áğrenmek bile istemiyordum. Demek báyle, onun gÇvendiği adam oydu! Dostu,<br />
áyleydi, bu aÉıkÉa belliydi (acaba ne zamandan beri) ama, acaba işin iÉinde aşk var mıydı<br />
bakalım ÜElbette ki hayırã diyordu mantığım. Ama, báyle bir durum karşısında sadece<br />
mantık pek ağır basmaz. Ne olursa olsun, bu işi aydınlatmam gerekiyordu. Durum tatsız<br />
biÉimde karmaşıklaşıyordu.<br />
Otele adımımı atar atmaz beni karşılamaya gelen kapıcıyla metrdotel, beni istediklerini, beni<br />
aradıklarını, ÇÉ kez gelip nerede olduğumu sorduklarını, en kısa zamanda generalin dairesine<br />
gitmemi rica ettiklerini bildirdiler. Suratımdan dÇşen bin parÉaydı. Generali Éalışma odasında<br />
Deş Grieux ve Mile Blanche'la birlikte buldum. Mile Blanche yalnızdı, annesi yoktu. Dedim<br />
ya, bu anne yararlı roller oynuyordu ve sadece gásteriş iÉin, mostra olarak kullanılıyordu;<br />
gerÉek bir iş sáz konusu olduğu zaman Mile Blanche yalnız Éalışıyordu. Hatta o kadının<br />
sázÇm ona kızının işlerinden haberdar olduğundan bile kuşkuluyum.<br />
ÜäÉÇ başbaşa vermiş ateşli ateşli tartışıyorlardı, hatta Éalışma odasının kapısı kilitlenmişti, bu<br />
da hiÉ yapılmayan bir şeydi. Yaklaşınca, "bağırışmalar, Deş Grieux'nÇn kÇstah ve alaycı<br />
sesini, Mile Blanche'ın áfkeli ve kaba Éığlıklarını, gárÇnÇşe gáre kendini aklamaya Éalışan<br />
generalin ağlamaklı sesi-<br />
KUMARBAZ<br />
119<br />
ni işittim. Ben iÉeri girince, kendilerini toparladılar, davranışlarını dÇzelttiler. Deş Grieux<br />
saÉım dÇzeltti, gÇlÇmseyen bir yÇz takındı: Nefret ettiğim o kibar ve resmi Fransız<br />
gÇlÇmsemesi. Bitkin, perişan bir halde olan general doğruldu ama. hemen hemen bilinÉsiz bir<br />
biÉimde. Sadece Mile Blanche áfkeli ifadesini,hemen hemen değiştirmedi ve sabırsız<br />
bakışlarını bana dikerek sustu. Şunu belirtmek isterim ki, şimdiye kadar bana karşı inanılmaz<br />
bir aldırmazlıkla davranırdı, selamlanma karşılık bile vermezdi, kısacası beni bilmezlikten<br />
gelirdi.<br />
General sevecen bir Éıkışma tonuyla:<br />
ÜAlexis Ivanovitchã diye başladı, Üizin verirseniz şunu belirteyim ki garip, son derece garip...<br />
kısacası, sizin bana ve aileme karşı davranışınız... tek sázcÇkle, son derece garip.ã<br />
ÜEh! Bu da değilã diye onun sázÇnÇ hor gáren bir áfkeyle kesen Deş Grieux (dedim ya, her<br />
yere burnunu sokuyor!) konuşmasını şáyle sÇrdÇrdÇ: 'ÜAziz Beyim, sevgili generalimiz bu<br />
tonla konuşmakla yanılıyor, demek istiyor ki... yani sizi uyarmak, ya da daha doğrusu,<br />
kendisini mahvetmemenizi sizden ısrarla rica ediyor, evet, kendisini mahvetmemenizi! Bu<br />
deyimi kesinlikle kullanıyorum...ã<br />
Üİyi ama, nasıl, nasıl yaniã diye onun sázÇnÇ kestim.<br />
Üİzin verin, şu yaşlı hanımın, şu zavallı korkunÉ ihtiyarın kılavuzluğunu Çstlendinizã diye ne<br />
diyeceğini bilemeden kekeleyip duruyordu Deş Grieux, Üama, ihtiyar yitirecek, son<br />
meteliğine kadar yitirecek! Nasıl oynadığını kendi gázlerinizle gárdÇnÇz, tanık oldunuz!-<br />
Eğer yitirmeye başlarsa, inattan, áfkeden kumar masasından dÇnyada kalkmaz, her şeyini<br />
oynar, her şeyini oynar! Bu durumda da, dÇnyada aÉık kapanmaz, o zaman da... o zaman<br />
da...ã<br />
ÜO zaman daã diye destekledi general, Üo zaman da bÇtÇn aileyi mahvedersiniz! Ailem ve<br />
ben onun varisleriyiz, bizden daha yakın akrabası yok. Bakın, size aÉıkÉa sáylÇyorum:120<br />
KUMARBAZ<br />
İşlerim bozuk, son derece bozuk. Bunları kısmen biliyorsunuz... Eğer bÇyÇk bir para yitirirse,<br />
ya da hatta bÇtÇn servetini yitirirse (Tanrı korusun!ã, Éocuklarımın geleceği ne olur! (general,<br />
Deş Grieux'ye bir gáz attı), benim halim ne olur! (kÇÉÇmseyerek başım Éeviren Mile<br />
Blanche'a baktı). Alexis Ivanovitch, kurtarın bizi!ã<br />
Üİyi ama, general, nasıl, bunu nasıl yapabileceğimi sáyleyin bana... Onun yanında benim ne<br />
saygınlığım var kiã
ÜReddedin, reddedin, ayrılın ondan!ã<br />
ÜO zaman başkası bulunur!ã diye haykırdım.<br />
ÜHay Allahın cezası, o değil, o değil!ã diye yeniden konuşmayı kesti Deş Grieux. ÜHayır,<br />
ondan ayrılmayın ama, hiÉ değilse, onu teşvik edin, áğÇt verin ona, onu dándÇrÇn... Kısacası,<br />
fazla yitirmesine izin vermeyin, herhangi bir şekilde oyalayın onu.ã<br />
'Üİyi ama, bunu nasıl yapabilirim Bu işi siz Çzerinize alsanız ya, Bay Deş Grieuxã diye<br />
ekledim en saf halimle.<br />
, Burada, Mile Blanche'ın Deş Grieux'ye hızlı, yakıcı, soruşturan bir bakışını yakaladım.<br />
Adamın yÇzÇ bir saniye iÉin gizleyemediği garip, iÉtenlikli bir ifadeye bÇrÇndÇ.<br />
ÜŞimdi artık beni kabul etmez ki, bÇtÇn felaket işte burada!ã diye haykırdı Deş Grieux eliyle<br />
bir gÇÉsÇzlÇk hareketi yaparak. ÜEğer... Daha sonra...ã<br />
Deş Grieux, Jvllle Blanche'a anlamlı bir bakış fırlattı.<br />
ÜAh, azizim Bay Alexis, ne olur bir iyilik edinã dedi Mile Blanche kendiliğinden, bÇyÇleyici<br />
bir gÇlÇmsemeyle bana doğru gelerek. İki elimi tuttu, avuÉlarının iÉinde sıktı. Hay Allah! Bu<br />
şeytansı surat bir an iÉinde değişmesini biliyordu. O anda Éocuksu, hatta- muzip bir<br />
gÇlÇmsemeyle áyle yalva-rıcı, áyle zarif bir hal aldı ki! TÇmcenin sonunda, gizlice, bana<br />
Éapkınca bir gáz kırptı: Hemen o anda beni fethetmek mi istiyordu, nedir HiÉ de kátÇ<br />
davranmıyordu ama, yántem fazlasıyla kabaydı!<br />
KUMARBAZ<br />
121<br />
General onun arkasından fırladı (fırladı, tam deyimi):<br />
ÜAlexis Ivanovitch, az ánce áyle konuştuğum iÉin beni bağışlayın, tam olarak áyle demek<br />
istemiyordum... Rica ederim, yalvarırım, ánÇnÇzde Rus yántemince bel kırar, eğilirim; sadece<br />
siz, sadece siz bizi kurtarabilirsiniz! Bayan de Cominges ve ben, size yalvarıyoruz;<br />
anlıyorsunuz, anlıyorsunuz, değil miã diye yalvarıyordu gázÇyle bana Mile Blanche'ı<br />
gástererek. GerÉekten acınacak haldeydi.<br />
Tam o sırada, kapıdan hafif ve saygılı ÇÉ vuruş işitildi. Kanat aÉıldı, kat garsonuydu; onun .<br />
arkasında, birkaÉ adım geride, Potapytch duruyordu. Onları bÇyÇkanne gándermişti. Onlara<br />
beni aramalarını ve hemen kendisine getirmelerini bu-' yurmuştu.<br />
ÜKızıyorã diye belirtti Potapytch.<br />
ÜAma, saat daha ÇÉ buÉuk!ã<br />
ÜUyuyamadı, sağa sola dánÇp durdu, sonra birdenbire kalktı, benden koltuğunu istedi, bizi de<br />
sizi aramaya gánderdi. Merdivenin başına vardı bile.ã<br />
ÜNe cadı!ã diye haykırdı Deş Grieux.<br />
GerÉekten de, bÇyÇkanneyi benim yokluğuma áfkelenmiş Alarak, sahanlıkta buldum. Saat<br />
dárde kadar dayanamamıştı.<br />
ÜHadi bakalım, gátÇrÇn beni!ã diye bağırdı Üyeniden fulete gidiyoruz.ã<br />
ON İKİNCİ BàLäM<br />
BÇyÇkanne sinirli, áfkeliydi; kafasına ruletin saplandığı belliydi. Artık hiÉbir şeye ánem<br />
vermiyor, genellikle Éok dalgın gárÇnÇyordu. Sázgelimi, yol boyunca, sabahleyin yaptığı gibi<br />
sorular sormuyordu. ànÇmÇzden hızla geÉen şahane bir<br />
122<br />
KUMARBAZ<br />
arabayı gárÇnce, eliyle şáyle bir harekette bulundu ve bana sahibini sordu ama, yanıtımı<br />
işitmedi bile. Dalgınlığı sÇrekli olarak kesik, sabırsız el hareketleriyle, sert Éıkışlarla<br />
bálÇnÇyordu. Gazinoya yaklaşırken, ona uzaktan Wurmerhelm baron ve baronesini<br />
gásterdiğim zaman, onlara dalgın ve tama-miyle ilgisiz gázlerle baktı ve: ÜYa!ã diyerek<br />
hemen biraz geriden gelen Potapytch'Ie Marthe'a dánÇp, onlara:
ÜEe, ne diye eteğime yapışıyorsunuz báyle Her seferinde sizi de gátÇrecek değilim ya!<br />
çabuk geri dánÇn!ã àbÇrleri selam verip aceleyle geriye Éark ettikleri zaman da bana dánÇp:<br />
ÜSen bana yetersinã diye ekledi.<br />
Gazinoda bÇyÇkanneyi bekliyorlardı bile. Ona hemen krupiyenin yanındaki aynı yeri<br />
ayırdılar. Her zaman pek rabıtalı olan, bankonun kazanmasıyla yitirmesini umursamayan basit<br />
gárevliler gibi gárÇnen krupiyeler hiÉ de bankonun yaz-gısıyla ilgisiz değillermiş gibi geliyor<br />
bana. Kuşkusuz kumarbazları Éekmek ve vergi dairesinin Éıkarlarını gázetmek iÉin yánerge<br />
almışlardır, bu da onlara prim ve ikramiye sağlıyordun HiÉ değilse, bÇyÇkanneye bir kurban<br />
gázÇkle bakıyorlardı bile.<br />
Ardından, bizimkilerin tahmin ettikleri oldu. Bakın nasıl:<br />
BÇyÇkanne hemen sıfıra gáz dikti ve oraya on iki fre-derik birden koymamı buyurdu. Bir kez,<br />
iki kez, ÇÉ kez koyduk... Sıfır Éıkmıyordu. ÜDevam et! Devam et!ã diye yineliyordu<br />
bÇyÇkanne, sabırsızlıkla beni dirseğiyle iterek. Sáz dinledim.<br />
En sonunda, áfkeden dişlerini gıcırdatarak bana:<br />
ÜKaÉ kez oynadıkã diye sordu.<br />
ÜOn iki kez, bÇyÇkanne. YÇz kırk dárt frederik yitirdik. Size yineliyorum, belki de akşama<br />
kadar...ã<br />
ÜKes sesini!ã diye-sázÇmÇ kesti. Ü.Sıfır'a koy, kırmızının Çzerine hemen bin florin koy. Al,<br />
işte bin banknot.ã<br />
KUMARBAZ<br />
123<br />
Kırmızı Éıktı ama, sıfır gene bu kez de Éıkmadı; bin florin aldım.<br />
ÜGárdÇn mÇ, bak gárdÇn mÇ!ã dedi bÇyÇkanne alÉak sesle, Ühemen hemen hepsini geri aldık.<br />
Gene sıfır'm Çzerine koy; on tur daha, sonra gideriz.ã<br />
Ama, beşinci turda yaşlı hanım usandı.<br />
ÜGánder cehennemin dibine şu lanet olasıca sıfır'ı. Al, kırmızıya dárt bin florin koy!ã diye<br />
buyurdu.<br />
ÜBÇyÇkanne! Bu kadarı Éoktur,' ya bir de kırmızı Éıkmazsaã diye yalvardım; ama umurunda<br />
bile değildi, az kalsın beni dávecekti. Zaten indirdiği dirsekler şiddetli yumruklar gibiydi.<br />
Yapılacak hiÉbir şey yoktu. Sabahleyin kazanılan dárt bin florini kırmızının Çzerine koydum.<br />
Sehpa dánmeye başladı. BÇyÇkanne sakindi, kazanacağından emin, gururlu bir halle<br />
dikiliyordu.<br />
ÜSıfır!ã diye bağırmaz mı krupiye.<br />
BÇyÇkanne ánce anlamadı ama, krupiyenin masanın ÇstÇnde bulunanların hepsiyle birlikte<br />
kendi dárt bin florinini de kÇrekle Éektiğini gárÇp de, o kadar uzun zaman Éıkmayan ve<br />
Çzerine iki yÇz florine yakın para koyduğumuz sıfır' in inadına yapar gibi, tam da ona hakaret<br />
edip bıraktığı anda Éıktığını áğrenince, bir Éığlık kopardı, gÇrÇltÇyle ellerini birbirine<br />
vurmaya başladı. çevresindekiler gÇlÇştÇler.<br />
ÜHey Ulu Tanrım! Durdu durdu da, namussuz, şimdi Éıktı!ã diye ciyak ciyak bağırıyordu<br />
bÇyÇkanne. ÜAh! AlÉak sefil! Senin kabahatin! BÇtÇn bunlar, senin kabahatin!ã diyerek<br />
áfkeyle Çzerime atılıp beni yumrukladı. ÜBeni ondan sen, sen caydırdın.ã<br />
ÜBÇyÇkanne, ben sizi mantıklı olmaya davet etmek istiyordum, her şansa da ben kefil olamam<br />
ya.ã<br />
ÜŞansı gásteririm ben sanaã diye homurdandı tehdit edici bir sesle. ÜDefol!ã124<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
ÜElveda, bÇyÇkanne!ã dedim ve gidecekmiş gibi, arkamı dándÇm.<br />
ÜAlexis Ivanovitch, Alexis Ivanovitch, dur, gitme! Nereye gidiyorsun Hadi, hadi! İşte şimdi<br />
de kızıyor! Sersem! Dur, dur, yanımda biraz daha dur, hemen kızma canım, asıl aptal benim!<br />
Sáyle bakalım bana, şimdi ne yapmamız gerekiyorã
ÜSize artık áğÇt vermek istemiyorum, bÇyÇkanne, sonra bana kızarsınız. Kendiniz bildiğiniz<br />
gibi oynayın, siz sáyleyin, ben parayı koyarım.ã<br />
ÜPekêlê, pekêlê: Gene kırmızının Çzerine dárt bin florin koy! Al, işte cÇzdanım.ã Cebimden<br />
cÇzdanını Éıkardı, bana uzattı. Üçabuk ol, orada yirmi bin ruble var.ã<br />
ÜBÇyÇkanne,ã diye mırıldandım, Übu kadar bÇyÇk paralar...ã<br />
ÜEğer zararımı Éıkarmazsam, beni assınlar. Koy dedim!ã Koyduk ve yitirdik.<br />
ÜGene, gene! Bir Éırpıda sekiz bin koy!ã<br />
ÜOlanaksız, bÇyÇkanne, en yÇksek miza dárt bin!ã<br />
Üàyleyse dárt bin koy!ã<br />
Bu kez kazandık. BÇyÇkanne cesaretlendi.<br />
ÜBak, gárdÇn mÇ, gárdÇn mÇ!ã dedi gene beni dirse-ğiyle iterek. ÜGene dárt bin koy!ã<br />
Koyduk... ve yitirdik; yeniden koyduk... ve yeniden yitirdik.<br />
ÜBÇyÇkanne, on iki bin florin gittiã diye haber verdim ona.<br />
ÜGittiklerini pekêlê gárÇyorumã diye karşılık verdi bana deyim yerindeyse adeta duygusuz,<br />
katı bir Éeşit áfkeyle. ÜPekêlê gárÇyorum, azizim, gárÇyorumã diye mırıldandı gázlerini<br />
kırpmadan ve sanki bir şeyler dÇşÇnÇrmÇş gibi. ÜHey! àlsem Éekilmem, umurumda bile<br />
değil! Gene dárt bin florin koy!ã<br />
ÜHiÉ paramız kalmadı, bÇyÇkanne; cÇzdanınızda sadece<br />
125<br />
yÇzde beş faizli Rus tahvilleriyle birkaÉ da poliÉe var ama, para yok.ã<br />
ÜPeki, ya para kesemdeã<br />
ÜBiraz bozuk para var, bÇyÇkanne.ã<br />
ÜSarraf yok mu burada Bizim bÇtÇn tahvillerimizi bozabileceklerini sáylemişlerdi banaã<br />
diye sordu bÇyÇkanne kararlı bir tonla.<br />
ÜOo, elbette, istediğiniz kadar bozarlar! Ama, bu işte siz zararlı Éıkarsınız... Bir Yahudi bile<br />
bundan Çrperirdi!ã<br />
ÜSaÉma şeyler bunlar! Paramı geri almak istiyorum ben. GátÇr beni. çağır bakayım bana şu<br />
namussuzları!ã<br />
Koltuğu yÇrÇttÇm, hamallar yanımıza geldi ve gazinodan ayrıldık.<br />
ÜDaha Éabuk, daha Éabuk, daha Éabuk!ã diye emrediyordu bÇyÇkanne. ÜSen yolu gáster bana,<br />
Alexis Ivanovitch, en yakın olanına gidelim... çok uzak mıã<br />
Üİki adım átede, bÇyÇkanne.ã<br />
Ama, dánemeÉte, alandan ayrılıp da ağaÉlı yola saparken, bizim bÇtÇn kumpanyayla<br />
karşılaştık: General, Deş Grieux, Mile Blanche ve annesi. Pauline Alexandrovna onlarla<br />
birlikte değildi, B. Astley de yoktu.<br />
ÜHadi, hadi! Durmayalım!ã diye haykırdı bÇyÇkanne. ÜNe istiyorsunuz Sizinle uğraşacak<br />
vaktim yok!ã<br />
Ben arkadan yÇrÇyordum. Deş Grieux yanıma geldi.<br />
ÜBu sabah kazandıklarının hepsini yitirdi, on iki bin florinden fazla. YÇzde beş faizli<br />
tahvillerini bozdurmaya gidiyo-azã dedim Éabucak alÉak sesle.<br />
Deş Grieux ayağını yere vurdu, koşup haberi generale bildirdi. Biz hep bÇyÇkannenin<br />
koltuğunu itiyorduk.<br />
ÜTutun onu! Tutun onu!ã diye áfkeyle fısıldadı general.<br />
ÜKendiniz denesenize!ã diye yanıt verdim ben de.<br />
ÜTeyzeciğimã dedi general yaklaşarak, Übenim iyi teyze-ciğim... şimdi... şimdi... (titreyen sesi<br />
kısılıverdi) at kiralayıp126<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
127
kırlarda bir gezinti yapacağız... harikulade bir gárÇnÇm... Zirve... Biz de sizi almaya<br />
geliyorduk!ã<br />
ÜCehennem ol başımdan sen zirve'nle!ã dedi bÇyÇkanne sabırsız bir el hareketiyle onu iterek.<br />
General bu kez iyice umutsuz, yeniden sÇrdÇrdÇ:<br />
ÜOrada bir káy var... çay iÉeriz...ã<br />
ÜYemyeşil Éayırların Çzerinde taze sÇt iÉeriz.ã diye ekledi Deş Grieux de korkunÉ derecede<br />
dÇşmanca bir tonla.<br />
Taze sÇt, yemyeşil Éayırlar, bir Paris kentsoylusu iÉin bundan daha gÇzel bir kır yaşamı<br />
olamazdı; onun, bilindiğ.] gibi, bÇtÇn doğa ve gerÉek anlayışı ve gárÇşÇ işle buydu.<br />
ÜUmurumda bile değil senin sÇtÇn. Onu sen kendin iÉ bol bol, benim midemi ağrıtır. Ne diye<br />
ısrar ediyorsunuz, kuzum Zamanım olmadığını sáylÇyorum size!ã<br />
Üİşte geldik, bÇyÇkanne!ã diye haykırdım. ÜBurası.ã<br />
Sarraf dÇkkênının bulunduğu eve kadar bÇyÇkanneyi ittik. Tahvili bozdurmak iÉin ben gittim:<br />
BÇyÇkanne kapının yanında kalıp beni bekledi. Deş Gricux, general, Mile Blanche ne<br />
yapacaklarını bilemeden, geride duruyorlardı. BÇyÇkanne áfkeli bir gázle onlara bakınca,<br />
dánÇp gazinonun yolunu tuttular.<br />
Tahvilleri áylesine zararına bozmaya kalkıştılar ki, danışmak iÉin bÇyÇkannenin yanma<br />
dándÇm.<br />
ÜAh, haydutlar!ã diye bağırdı ellerini birbirine vurarak. ÜOlsun varsın, ne yapalım, kabul et!<br />
dedi buyurgan bir sesle. ÜDur, dur, sarrafı Éağır bana!ã<br />
ÜDaha doğrusu kêtiplerden birini, bÇyÇkanne!ã<br />
ÜHadi, kêtip olsun, bana gáre hepsi bir. Ah, haydutlar!ã<br />
Gárevli, kendisini Éağıranın halsiz, sakat yaşlı bir kontes olduğunu áğrenince dışarı Éıkmaya<br />
razı oldu. BÇyÇkanne áfkeyle, kendisinin bir dolandırıcı olduğunu sáyleyerek, sıkı bir<br />
pazarlığa girdi, uzun uzun konuştu; istediklerini RusÉa, İngilizce ve Almanca karışımıyla<br />
anlattı, ben de tercÇmanlık<br />
gárevini yÇklenmiştim. Sert yÇzlÇ gárevli her ikimize bakıyor, hiÉ sesini Éıkarmadan başım<br />
sallıyordu. Hatta terbiyesizliğe varan ısrarlı bir merakla bÇyÇkanneyi sÇzÇyordu; en sonunda<br />
gÇlÇmsemeye başladı.<br />
ÜPekêlê, pekêlê, defol karşımdan!ã diye bağırdı bÇyÇkanne. ÜParam seni boğsun, inşallah!<br />
Bunda bozdur, AIexis Ivanovitch, vaktimiz yok, yoksa başka sarrafa gitmemiz gerekecek...ã<br />
ÜàbÇr sarrafların daha da az vereceklerini sáylÇyor.ã<br />
Tahvilleri kaÉa bozdurduğumuzu şimdi anımsamıyorum ama, felaket bir şeydi. Altın ve<br />
banknot olarak on iki bin florin verdiler, makbuzu da aldım, .hepsini getirip bÇyÇkanneye<br />
verdim.<br />
ÜPekêlê, pekêlê! Saymaya gerek yok!ã dedi kollarını sallayarak. Üçabuk, Éabuk!ã<br />
ÜO lanet olasıca sıfırın Çzerine de, kırmızının Çzerine de bir daha dÇnyada para koymamã<br />
diye mırıldanıyordu gazinoya yaklaşırken.<br />
Bu kez olabildiğince kÇÉÇk paralar koymaya onu ikna etmek iÉin bÇtÇn gÇcÇmle Éırpındım,<br />
eğer şans dánerse, ne zaman olsa bÇyÇk para kazanabileceğine inandırmaya Éalışıyordum onu.<br />
Ne var ki, Éok sabırsızdı ve ánce sáylediklerime hak vermekle birlikte, oyun sırasında onu<br />
tutamadım. On, yirmi frederik kazanmaya başlar başlamaz, bana dirsek vurmaya başladı.<br />
ÜGárdÇn mÇ, bak gárdÇn mÇ!ã diyordu, Ükazandık işte. On yerine dárt bin florin koymuş<br />
olsaydık, dárt bin kazanacaktık, oysa şimdi! Hep senin kabahatin!ã<br />
Onun oynamasını gárdÇkÉe iÉimi kaplayan áfkeye karşın en sonunda susup ona hiÉbir áğÇtte<br />
bulunmamaya karar verdim.<br />
Ansızın Deş Grieux Éıkageldi. Her ÇÉÇ de o yakınlarda bulunuyorlardı. Mile Blanche,<br />
annesiyle birlikte biraz geride<br />
128<br />
KUMARBAZ
KUMARBAZ<br />
129<br />
duruyor, kâäâk prense cilveler yapıyordu. Generalin gãzden dâştâğâ aäıkäa gãrâlâyordu,<br />
hemen hemen onu sârgân etmişlerdi. General äevresinde pervane gibi dãnmesine karşın, Mile<br />
Blanclıe ona bakmak bile istemiyordu. Zavallı general! Sara-rıyor, kızarıyor, ârperiyor,<br />
bâyâkannenin oyununu bile artık gãzleyemiyordu. En sonunda Mile Blanclıe'la kâäâk prens<br />
dışarı äıktılar; general de peşlerinden koştu.<br />
Deş Grieux tatlı bir sesle bâyâkannenin kulağına:<br />
åHanımefendi, Hanımefendi...ç diye fısıldadı. åHammefcn-diciğim, bu miza olmaz... hayır,<br />
hayır, olanaksız...ç diyordu berbat bir Rusäayla, åhayır.ç<br />
åÜyleyse, nasıl olacak Ne yapmak gerektiğini sãyle bana!ç dedi bâyâkanne.<br />
Deş Grieııx ağız dolusu, coşkuyla Fransızca konuşmaya başladı; ãğâtler veriyor, äırpınıyor,<br />
şansın gelmesini beklemek gerektiğini sãylâyordu, hesaplar yapıyordu... Bâyâkanne hiäbir<br />
şey anlamıyordu. Beriki her an bana doğru dãnâyordu sãzleri äevirmem iäin; bâyâkanneye<br />
gãstermek iäin parmağını masaya doğru uzatıyordu; en sonunda kalemi alıp kéğıdın âzerine<br />
sayılar yazdı. Bâyâkannenin sabrı tâkendi.<br />
åHadi bakalım, defol, defol! Zırvalayıp duruyorsun sen. "Hanımefendi, Hanımefendi!"<br />
dediklerinden sen bile bir şey anlamıyorsun. Git hadi!ç<br />
Deş Grieux yeniden gãsterip anlatmaya başlayarak:<br />
åAma, Hanımefendiç diye kekeledi. Fena halde gâcen-mişti.<br />
åPekélé, pekélé, bir kez de onun dediği, gibi koy bakalımç diye buyurdu bâyâkanne. åBelki<br />
de başarılı olur.ç<br />
Deş Grieux sadece onun bâyâk oynamasına engel olmak istiyordu: Seri halinde ve ayrı sayılar<br />
âzerine oynamasını ãneriyordu. Onun ãğâtleri âzerine ilk on ikinin iäinde bir dizi tek sayı<br />
âzerine birer frederik koydum, beş frederik de on ikiden on sekize, on sekizden yirmi dãrde<br />
kadar bir sayılar topluluğuna<br />
koydum: Toplam olarak on altı frederiki tehlikeye atmıştık. Sehpa dãnmeye<br />
başladı.<br />
åSıfır!ç diye bağırdı krupiye. Hepsini yitirmiştik:<br />
åNe sersem şey!ç diye bağıran bâyâkanne, Deş Grieux' ye doğru dãndâ. åPis kâäâk Fransız<br />
seni! Şu eciş bâcâş şey kalkmış da bir de bize ãğât veriyor! Defol, defol! Hiäbir şeyden<br />
anladığı yok, bir de kalkmış burnunu sokuyor her yere!ç<br />
Fena halde kırılan Deş Grieux omuzlarını silkti, bâyâkanneye kâäâmseyen bir bakış fırlattı ve<br />
äekilip gitti. Onunla gãrâşmekten utanıyordu, ne var ki kendini tutamamıştı.<br />
Bir saat sonra, umutsuz äabalara karşın, her şeyi yitirmiştik.<br />
åDãnelim!ç diye haykırdı bâyâkanne.<br />
Ağaälı yola kadar tek sãzcâk sãylemedi. Ağaälı yola sapınca, tam otele yaklaşırken, äığlıklar<br />
koparmaya başladı.<br />
åKaz kafalı! Sersem! Koca aptal, sen de, koca aptal!ç<br />
Dairesine girer girmez, bağırdı:<br />
åÄay getirin! Ondan sonra da hemen hazırlanalım! Gidiyoruz!ç<br />
åNereye gitmek istiyorsunuz, hanımcığımç diye korkarak sordu Marthe.<br />
åSenin âstâne vazife mi Sen kendi işlerine bak! Po-tapytch, bâtân eşyaları hazırla.<br />
Moskova'ya dãnâyoruz! On beş bin gâmâş ruble yitirdim!ç<br />
åOn beş bin mi, hanımcığım! Ulu Tanrım!ç diye haykıran Potapytch, besbelli hanımına,<br />
yaranacağını sanarak, sızlanan bir halle ellerini birbirine vurmaya başladı.<br />
åHadi, hadi, sersem sen de! İşte şimdi de zırlamaya başladı! Sus bakayım! Hazırlık yap!<br />
Hesabımı en kısa zamanda Äıkarıp getirsinler bana!ç<br />
Ben de onun ãfkesini yatıştırmak amacıyla:<br />
åİlk tren saat dokuz buäukta kalkıyor, bâyâkanneç de-I dim.
F. 9<br />
136<br />
KUMARBAZ<br />
Äabucak Moskova'mıza dãnelim! Bizim oralarda nemiz eksik, ne yok ki bizde Bahäe, äiäek<br />
dersen, burada bile gãrâlmeyenler var, hava, ãzsuyu yârâyen elma ağaälan, aäıklık, nemiz<br />
eksik... Hayır... İlle de el memleketlerine gidilecek! Ah! Ah! Ah!ç<br />
•<br />
ON ÇÄÇNCÇ BÜLÇM<br />
Dâzensiz ama, şiddetli duyguların etkisiyle başlamış olduğum notlara, hemen hemen bir aydır<br />
hiä el sârmedim. Yaklaştığını ãnceden sezdiğim felaket geldi ama, benim dâşândâğâmân yâz<br />
kez daha şiddetli ve daha ani bir biäimde. Bâtân bunlar, hiä değilse beni ilgilendiren<br />
konularda, garip, utanä verici ve hatta feci oldu. Başıma hemen hemen mucizevi biräok<br />
serâven geldi; daha doğrusu, bir başka gãrâş aäısından ye ãzellikle de o zaman iäinde<br />
sârâklendiğim kasırga dâşânâlecek olursa bunların olağanâstâ olmasına karşın, ben onları<br />
ãyle gãrâyorum. Ama, benim iäin mucize, o olayların ortasında benim davranış biäinıimdi.<br />
Kendimi hélé anlamıyorum! Ve bâtân bunlar, hatta aşkım bile, bir dâş gibi geäti; oysa tutkum<br />
gâälâ ve iätenlikliydi ama... O şimdi ne oldu Geräekten de, arada sırada aklıma ansızın bir<br />
dâşânce geliyor: åAcaba o zaman deli miydim ben Bâtân o zamanı acaba bir akıl<br />
hastanesinde mi geäirdim Belki de hélé oradayım, belki de bâtân bunlar sadece bir<br />
gãrânâştâ, belki hélé da ãyledir...ç<br />
Notlarımı bir araya getirip yeniden okudum, kimbilir, belki de onları bir akıl hastanesinde<br />
yazmadığıma kendimi inandırmak iäin. Şimdi, dânyada yapayalnızım. Sonbahar yaklaşıyor,<br />
yapraklar sararıyor. Bu ağlamış suratlı kâäâk kentte-<br />
KUMARBAZ<br />
137<br />
yim, ah! Bilseniz kâäâk Alman kentleri ne kadar yârek karartıcı olabilirler! Ben de geleceği<br />
dâşânecek yerde, henâz belli belirsiz silinen duyguların, izlenimlerin, pek yeni anıların etkisi<br />
altında, äevrintisinde bir sâre beni sârâkleyip sonra da atan daha pek yakın bâtân o fırtınanın<br />
etkisi altında yaşıyorum. Zaman zaman gene o kasırgaya kapıldığımı, fırtınanın patlayacağını,<br />
geäerken beni kanadına alacağını ve 'dengeyi, ãläâ bilincini yitirip, ben de dãnmeye,<br />
dãnmeye, dãnmeye, başlayacağımı sanıyorum...<br />
Zaten eğer bu ay bâtân olup bitenleri olabildiğince doğru ve kesin bir ãzetini yapabilirsem,<br />
belki dururum ve dãnmeyi bırakırım. Yeniden kalemi elime almak istiyorum; kimi zaman<br />
akşamları yapacak hiäbir şeyim olmuyor. Garip bir şey, oyalanmak iäin buranın pek cılız olan<br />
kitaplığından hiä sevmediğim Paul de Kock'un Alrnancaya äevrilmiş kitaplarını alıyorum;<br />
ama, bunları okuyorum ve kendim de buna şaşıyorum: Sanki ciddi bir okumayla, ya da bir.<br />
işle dağılacak bir sihiri bozmaktan korkuyor gibiydim. Sanki bu tutarsız dâş ve bende<br />
bıraktığı bâtân izlenimler benim iäin pek de-ğerliymiş de, duman olup dağılacakları<br />
korkusuyla her târlâ yeni temastan äekiniyordu m! Bâtân bunlar bu kadar mı iäime işlemişti,<br />
kuzum Evet, elbette ya; bunları belki kırk yıl sonra da anımsayacağım...<br />
İşte bãylece, yeniden kalemi elime aldım. Zaten, şimdi artık bâtân bu olup bitenler kısaca<br />
anlatılabilir: Duygularım artık hiä de aynı değil...<br />
Her şeyden ãnce bâyâkannenin ãykâsânâ bitirelim. Ertesi gân, her şeyi yitirmişti. Bunun<br />
bãyle olması gerekiyordu: Onun'gibi, o yola sapan bir kimse sanki karlı bir dağın tepesinden<br />
kızakla kayıyormuş gibi, gitgide daha hızla aşağı iner. Akşamın sekizine kadar, bâtân gân<br />
boyu oynadı; ben orada yoktum, bâtân bildiklerim de ortalarda dolaşan sãylentilerden<br />
derlenmedir.130<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
131
ÜPeki, şimdi saat kaÉã<br />
ÜYedi buÉuk.ã<br />
ÜNe fena! Aman, ne yapayım! Alexis Ivanovitch, tek "meteliğim kalmadı. Al, işte iki tahvil<br />
daha, oraya koşup bunları bana bozduruver. Yoksa, dánmek iÉin yol param bile kalmayacak.ã<br />
çıktım. Yarım saat sonra geri dándÇğÇmde, dostlarımızı bÇyÇkannenin dairesinde buldum.<br />
BÇyÇkannenin Moskova'ya kesin dánÇş haberi onları kumardaki kayıplarından Éok daha fazla<br />
etkilemişe benziyordu. Bu gidişin servetini kurtardığım kabul etsek bile, general ne olacaktı<br />
Deş Grieux'ye olan borÉlan kim ádeyecekti Mile Blanche, bÇyÇkannenin álÇmÇnÇ<br />
beklemeyecek ve hiÉ kuşkusuz kÇÉÇk prensle, ya da bir başkasıyla kaÉacaktı. Orada áyle<br />
durmuş, bÇyÇkanneyi avutmaya ve ikna etmeye Éalışıyorlardı. Pauline hêlê ortalarda yoktu.<br />
BÇyÇkanne hepsine kaba kaba sávÇp sayıyordu.<br />
ÜYıkılın karşımdan, iblisler! Siz ne karışıyorsunuz, kuzum Bu teke sakallı ne diye gelip bana<br />
sÇrtÇnÇyorã diye bağırdı Deş Grieux'ye. ÜYa sen, ÉalÉene geveze, sen ne istiyorsunã diye<br />
haykırdı Mile Blanche'a. ÜNe diye tepinip duruyorsunã<br />
ÜVay canına!ã diye mırıldandı gázlerinde áfke şimşekleri Éakan Mile Blanche;' ama, ansızın<br />
bir kahkaha kopararak odadan Éıktı.<br />
Kapının eşiğinden generale:<br />
ÜYÇz yıl yaşar bu!ã diye bağırdı.<br />
ÜYa! Demek ki sen benim álÇmÇme gÇveniyorsun, haã diye ciyak ciyak bağırdı bÇyÇkanne<br />
generale dánerek. ÜDefol! . Alexis Ivanovitch, şunların hepsini kapı dışarı at! Sizin ne<br />
ÇstÇnÇze vazife Yitirdiğim kendi param, sizinki değil!ã<br />
General omuzlarını silkti, belini kırdı ve Éıktı. Deş Grieux onun peşinden gitti.<br />
BÇyÇkanne, Marthe'a:<br />
ÜPrascovia'yı Éağır!ã diye buyurdu. Beş dakika sonra, Marthe, Pauline'le birlikte dándÇ.<br />
BÇtÇn bu sÇre iÉinde Pauline Éocuklarla birlikte odasında kalmıştı (kuşkusuz, bile bile bÇtÇn<br />
gÇn dışarı Éıkmamaya karar vermişti). äzgÇn ve tasalı gárÇnÇyordu.<br />
BÇyÇkanne:<br />
ÜPrascoviaã diye sáze başladı, Üdemin dolaylı olarak áğrendiklerim doğru mu Senin sersem<br />
Çvey baban şu fırıldakla, şu Fransız kadınıyla, bir aktris, ya da daha beteri olan şu kadınla<br />
evleniyormuş Sáyle, doğru mu.buã<br />
ÜKesin hiÉbir şey bilmiyorum, bÇyÇkanneã diye yanıt verdi Pauline, Üama, gizlemekte artık<br />
hiÉbir yarar gármeyen Mile Blanche'ın sázlerinden, áyle anlıyorum ki...ã<br />
BÇyÇkanne enerjik bir sesle onun sázÇnÇ kesti:<br />
ÜYeter! Her şeyi anlıyorum! Bu adamın báyle bir sonuca ulaşacağını hep dÇşÇnmÇştÇm ve<br />
onu dÇnyanın en boş, en havai insanı olarak gármÇşÇmdÇr. General rÇtbesiyle ávÇnÇyor, onu<br />
da albay olarak emekliye ayrılırken yÇkselttiler, bir de kalkmış bÇyÇk bÇyÇk havalar<br />
takınıyor. Ama, ben her şeyi biliyorum, gÇzelim, Moskova'ya telgraf telgraf ÇstÇne<br />
gánderdiğinizi biliyorum. "İhtiyar bÇyÇkanne yakında ábÇr yana atlayacak mı" İşte onların<br />
anlamı buydu. Mirasımı bekliyordunuz; o para olmazsa, bu yaratık (neydi adı onun: de<br />
Cominges'di galiba) onu o takma dişleriyle kapısına uşak bile' almazdı. Faizle borÉ verdiği<br />
bir yığın parası olduğunu sáylÇyorlar, kendisine bir anamal edinmiş. Ben seni suÉlamıyorum,<br />
Prascpvia, telgrafları sen yollamadın ki, zaten geÉmişe dánmek istemiyorum. KátÇ huylu<br />
olduğunu bilirim... Akrep gibisindir! Soktuğun zaman şişer! Ama, sana acıyorum, ÉÇnkÇ<br />
álmÇş annen Catherine'i Éok severdim. Bak dinle beni, eğer istersen, bÇtÇn bunlardan ayrıl,<br />
benimle gel. Gidecek hiÉbir yerin yok, şimdi de onların yanında kalman 'hiÉ yakışık almaz.<br />
Dur, bekle!ã diye haykırdı bÇyÇkanne bir karşılık ver-<br />
132<br />
KUMARBAZ
meye hazırlanan Pauline'e. ÜDaha bilirmedim. Senden hiÉbir şey istemiyorum. Moskova'daki<br />
evimi biliyorsun, bir saray gibi. Eğer istersen bÇtÇn bir katı • sana veririm, huyumdan<br />
hoşlanmıyorsan, haftalarca gelip beni gármeyebilirsin. Kabul ediyor musun, etmiyor musunã<br />
Üànce izin verirseniz size bir şey sormak istiyorum: GerÉekten de hemen gitmek istiyor<br />
musunuzã<br />
ÜYavrucuğum, şaka edermiş gibi bir halim var nıı benini Gideceğimi sáyledim ve<br />
gidiyorum. äÉ kere lanet olasıca ruletinizde bugÇn tam on beş bin ruble yitirdim! Beş yıl<br />
ánce, Moskova'daki malikênemin yakınlarındaki ahşap kiliseyi yeniden taştan yaptırmak iÉin<br />
adakta bulunmuştum, burada kumarda her şeyimi yitirdim. İşte şimdi, gÇzelim, kilisemi inşa<br />
etmeye gidiyorum.ã<br />
ÜYa kaplıcalar, bÇyÇkanne Kaplıcalar iÉin gelmiştiniz ya!ã<br />
ÜRahat bırak beni o kaplıcalarla! àfkelendirme beni, Prascovia; bilerek mi yapıyorsun Daha<br />
bakalım, geliyor musun, gelmiyor musunã<br />
ÜBÇyÇkanne, bana ánerdiğiniz barınak iÉin size Éok, Éok minnettarımã diye sáze başlayan<br />
Pauline pek heyecanlıydı. ÜDurumumu kısmen tahmin ettiniz. Size o kadar minnettarım ki,<br />
inanın bana, belki de pek yakında gelip sizi bulacağım; ama, şimdilik ciddi... nedenlerim var...<br />
hemen karar veremem. Siz hiÉ değilse on beş gÇn kalabilseydiniz...ã<br />
ÜDemek ki, istemiyorsunã<br />
ÜYapamam. ästelik de, kardeşlerimden ayrılamam, yalnız kalabilecekleri iÉin de... Eğer beni<br />
Éocuklarla birlikte kabul etseydiniz, bÇyÇkanne, elbette size gelirdim ve inanın, buna layık<br />
olmasını bilirdim!ã diye ekledi coşkun bir iÉtenlikle. ÜAma, Éocuklar olmazsa, yapamam,<br />
bÇyÇkanne.ã<br />
ÜPekêlê, pekêlê, pırlama! (Pauline zırlamayı aklına bile getirmiyordu, zaten o bir damla<br />
gázyaşı dákmezdi ki.) Civ-<br />
KUMARBAZ<br />
133<br />
civlere de bir yer buluruz: KÇmes nasıl olsa yeteri kadar bÇyÇk. ästelik de, okula<br />
başlamalarının zamanı geldi. Demek, şimdi gitmiyorsun, áyle mi Dikkatli ol, Prascovia!<br />
Senin iyiliğini istiyorum, şimdi neden gitmediğini de biliyorum! Her şeyi biliyorum,<br />
Prascovia! O berbat kÇÉÇk Fransızdan sana hiÉbir iyilik gelmez.ã<br />
Pauline kıpkırmızı oldu. Ben Çrperdim. (Hepsi biliyorlardı! Bilmeyen bir bendim!)<br />
ÜHadi, hadi, surat asma. Bu konuda fazla aÉılmayacağını. Ama, dikkat et de başına bir felaket<br />
gelmesin... Dediğimi anlıyor musun Akıllı bir kızsın; buna Éok ÇzÇlÇrÇm. Hadi bakalım, bu<br />
kadarı yeter. Sizi bir daha gázÇm gármesin. Elveda!ã<br />
ÜSizi geÉiririm, bÇyÇkanne ãdedi Pauline.<br />
ÜYararı yok, beni rahatsız edersin, hem de hepinizden pek bıktım, burama geldi artık.ã<br />
Pauline, bÇyÇkannenin elini áptÇ ama, beriki elini Éekti, genÉ kızın yanağını áptÇ.<br />
Pauline, ánÇmden geÉerken hızla bana bir gáz attı ve hemen bakışlarını Éevirdi.<br />
ÜSana da elveda diyorum, Alexis Ivanovitch! Trenin kalkmasına sadece bir saat kaldı. Senin<br />
de benden usandığını sanırım. Al şu elli frederiki, al.ã<br />
ÜSize Éok teşekkÇr ederim, bÇyÇkanne ama, cesaret edemem...ã<br />
ÜPekêlê, pekêlê!ã diye bağırdı bÇyÇkanne, sesi' áyle sert ve korkutucuydu ki reddetmeye<br />
cesaret edemedim, parayı aldım.<br />
ÜEğer Moskova'da işsiz kalırsan, gel beni bul. Sana tavsiye mektupları veririm. Hadi, git<br />
artık!ã<br />
Odama Éıkıp, yatağıma uzandım. Kollarımı başımın arkasında kavuşturup, sırtÇstÇ yaklaşık<br />
yarım saat kadar yatmış olmalıyım. Felaket patlak vermişti, dÇşÇnmeye değerdi. Ertesi gÇn<br />
Paulinc'le ciddi şekilde konuşmaya karar verdim.134<br />
KUMARBAZ
Hey, kÇÉÇk Fransız! Demek doğruydu ha Ama, neler geÉmiş olabilirdi Pauline ve Deş<br />
Grieux! Ulu Tanrım, ne yakınlaşma, ne koşutluk!<br />
BÇtÇn bunlar tam anlamıyla inanılmaz şeylerdi. Kendim den geÉerek, ansızın ayağa kalkarak,<br />
hemen koşup B. Astley'i aramaya ve her ne pahasına olursa olsun onu konuşturmaya karar<br />
verdim. Bu konuda da, hiÉ kuşkusuz, benden daha fazlasını biliyordu. B. Astley mi İşte bir<br />
muamma daha!<br />
Ama, ansızın kapım vuruldu. Gidip baktım: Potapytch'ti.<br />
ÜAlexis Ivanovitch, iyi yÇrekli beyciğim, Hanımefendi sizi istiyor.ã<br />
ÜNe oldu Gidiyor mu Tren saatine daha yirmi dakika var.ã<br />
Üçok heyecanlı, beyciğim, yerinde duramıyor: "çabuk! çabuk!" diyor. Sizi istiyor. Tanrı<br />
aşkına, sakın gecikmeyin!ã<br />
Hemen aşağı indim. BÇyÇkanneyi koridora Éıkarmışlardı bile. Para cÇzdanı elindeydi.<br />
ÜAlexis Ivanovitch, sen ánden yÇrÇ, oraya gidiyoruz!ã<br />
ÜNereye, bÇyÇkanneã<br />
Üàlsem bile, paramı geri alacağım! Hadi bakalım, yÇrÇ, soru sormak yok! Gece yarısına<br />
kadar kumar oynanıyor, değil miã<br />
Taş kesilmiş gibi donakaldım, dÇşÇndÇm, hemen bir karara vardım.<br />
ÜSiz nasıl isterseniz, Antonine Vassilievna ama, ben gitmem.ã<br />
ÜO da neden áyle Gene ne oldu Ne oluyor hepinize birden báyleã<br />
ÜSiz nasıl isterseniz áyle yapın. Sonra ilerde ben kendi kendimi suÉlarım, istemiyorum! Ne<br />
tanık olmak istiyorum, ne de ortak: Beni mazur gárÇn, Antonine Vassilievna. İşte elli<br />
frederikiniz de,j elveda!ã Ve bÇyÇkannenin koltuğunun hemen<br />
KUMARBAZ<br />
135<br />
yanında bulunan sehpanın Çzerine altın destesini bırakarak selam verip gittim.<br />
ÜNe sersemlik!ã diye arkamdan bağırdı bÇyÇkanne. ÜCanın isterse, sen gelmezsen gelme, ben<br />
pekêlê kendi başıma yolu bulurum. Potapytch, yanımdan ayrılma. Hadi bakalım, gátÇr beni!ã<br />
B. Astley'i bulamadım ve otele dándÇm. GeÉ vakit, sabahın birine doğru, bÇyÇkannenin<br />
gÇnÇnÇn nasıl sona erdiğini Potapytch'den áğrendim. Onun adına bozdurduklarımın hepsini,<br />
yani yirmi bin ruble daha yitirmişti. İki frederik verdiği o Polonyalı onun peşine takılıp hep<br />
oyununu yánetmişti. BÇyÇkanne ánce Potapytch'e başvurmuştu ama, onu hemen geri<br />
gándermişti; işte o zaman Polonyalı ortaya Éıkmıştı. Sanki bilerekmiş gibi, RusÉa anlıyordu,<br />
iyi kátÇ ÇÉ dili birbirine karıştırarak başım gázÇnÇ yara yara konuşuyordu, báylece de<br />
sonunda anlaşabiliyorlardı. Beriki, Ühanımın ayaklarının dibinde sÇrÇndÇğÇ haldeã<br />
bÇyÇkanne hiÉ acımadan ona hep sert davranmıştı.<br />
ÜSizinle onun arasında dağlar kadar fark vardı, Alexis Ivanovitchã diyordu Potapytch. ÜSize<br />
bir beyefendi gibi davranıyordu, oysa ábÇrÇ, —şurada Tanrı'nın gazabına uğraya-yım ki,<br />
kendi gázlerimle gárdÇm!— hanımın gázÇnÇn iÉine baka baka parasını Éalıyordu. Hatta bir<br />
iki kez hanım onu suÉÇstÇ yakaladı ve her tÇrlÇ adı yÇzÇne sáyleyerek ona hakaret etti; hatta<br />
adamın saÉlarını bile Éekti. Doğruyu sáylÇyorum, yalanım varsa Tanrı Éarpsın, bu.da herkesi<br />
gÇldÇrdÇ. Ah, beyciğim, hanım hepsini yitirdi: Ne kadar parası varsa, bÇtÇn •sizin<br />
bozdurduklarınızı da yitirdi. Sevgili hanımcığımı buraya getirdik. Sadece bir bardak su istedi,<br />
istavroz Éıkardı ve gidip yattı. Besbelli iyice yorulmuş, tÇkenmişti, ÉÇnkÇ başını yastığa koyar<br />
koymaz uyudu. Tanrı ona meleksi dÇşler gándersin! Ah! El memleketleri!ã diye sÇrdÇrdÇ<br />
Potapytch, Übundan yararlı hiÉbir şey. Éıkmayacağını ona pekêlê sáylemiştim ben!138<br />
KUMARBAZ<br />
Potapytch bÇtÇn gÇn gazinoda onun yanında nábet tutar. BÇyÇkanneyi yáneten<br />
Polonyalılar defalarca yer değiştirirler. ànce, saÉını Éektiği o bir gÇn ánceki Polonyalıyı<br />
yanından kovar, bir başkasını alır ama, bu ikincisi ilkinden daha da baskın Éıkar.<br />
Bunu savdıktan sonra gene ilkini alır, zaten o da oralardan ayrılmamış, bÇtÇn gázden
dÇştÇğÇ sÇrece, her an omuzunun Çzerinden başını uzatarak, koltuğunun arkasında<br />
dolanıp durur. En sonunda, bÇyÇkanne gerÉek bir umutsuzluğa kapılır. İkinci Polonyalı da<br />
dÇnyada yerinden kıpırdamak (istemez: Báylece, biri yaşlı hanımın sağına, ábÇrÇ de<br />
soluna yerleşir. Ortaya konan paralar ve oyunun gidişi konusunda durmadan kavga edip<br />
birbirlerine kÇfÇr ederler, birbirlerine ağıza alınmaz iltifatlarda bulunurlar, sonra barışırlar<br />
ve parayı gelişigÇzel atarlar. Kavga ettikleri zaman, her biri kendi keyfince para<br />
koyuyordu, sázgelimi, biri kırmızının Çzerine, ábÇrÇ karanın Çzerine koyuyordu. En<br />
sonunda, bÇyÇkannenin áyle aklını başından alırlar ki, neredeyse gázlerinden yaşlar<br />
boşanarak yaşlı bir krupiyeden kendini korumasını ve Polonyalıları kovmasını ister.<br />
Berikilerin bağırışmalanna ve itirazlarına karşın, bunu hemen yerine getirirler. Her ikisi, de,<br />
bÇyÇkannenin kendilerine borÉlu olduğunu, kendilerini aldattığını, onlara Éok ahlaksızca<br />
davrandığını iddia ederek avaz avaz bağırırlar. Zavallı. Potapytch bÇtÇn bunları<br />
ağlayarak hemen o akşam anlatmıştı bana ve berikilerin ceplerini doldurduklarını,<br />
utanmadan para aşırıp bunları ceplerine tıktıklarını gázleriyle gárdÇğÇnÇ sáyleyerek<br />
itiraz ediyordu. İÉlerinden biri, sázgelimi, bÇyÇkanneden zahmetine karşılık beş frcderik<br />
istiyordu ve • bunları bÇyÇkannenin mizasının yanına koyuyordu. Eğer bÇyÇkanne kazanjr-<br />
!sa, adam kendisinin kazandığım ve onun yitirdiğini sáylÇyordu avaz avaz bağırarak.<br />
Polonyalıları kovarlarken, Potapytch araya girip ceplerinia altınlarla dolu olduğunu bildirir.<br />
BÇyÇkanne ánlem alması iÉin hemen krupiyeye rica eder ve<br />
KUMARBAZ<br />
139<br />
Polonyalıların keskin Éığlıklarına karşın, polis gelir, adamların cepleri bÇyÇkanne yararına<br />
boşaltılır. Parası olduğu sÇrece yaşlı hanım gerek krupiyelerden, gerek gazino yánetiminden<br />
bÇyÇk saygı gárÇr. Yavaş yavaş ÇnÇ bÇtÇn kente yayılır. BÇtÇn Çlkelerden kaplıcaya gelenler,<br />
en basitinden en ÇnlÇsÇne kadar şimdiye kadar Ümilyonlarã yitiren Übunamış yaşlı bir Rus<br />
kontesiniã gármek iÉin akın akın koşup gelirler.<br />
Ama, bÇyÇkanne, Polonyalılardan kurtulmakla pek, pek az kazanÉlı Éıkar. Bir ÇÉÇncÇsÇ atılıp<br />
hemen onların yerine ona hizmetlerini sunar: Bu ÇÉÇncÇ Polonyalı Éok gÇzel RusÉa<br />
konuşuyordu, bir uşağa benzemesine karşın, centilmenler gibi giyinmişti; kocaman bir bıyığı<br />
ve pek Éok ázsaygısı vardı. O da hanımefendinin Üayaklarının izini ápÇyorduã ve<br />
Üayaklarının dibinde sÇrÇnÇyorduã ama, Éevrede bulunan herkese kÇstahÉa davranıyor,<br />
herkese bir zorba gibi buyruklar veriyordu. Kısacası, adam ortalarda uşak gibi değil de<br />
bÇyÇkannenin efendisi gibi salınıyordu. Her an, her oyundan sonra, bÇyÇkanneye doğru .<br />
dánÇyor, en korkunÉ yeminleri ederek namuslu bir insan olduğunu, onun bir tek meteliğini<br />
bile almayacağına ant iÉiyordu. Bu gÇvenceleri áyle sık sık yinelemeye başlar ki, bÇyÇkanne<br />
gerÉekten korkmaya başlar. Ne var ki, başlangıÉta bu efendi oyununu dÇzeltir ve kazanır gibi<br />
gárÇndÇğÇnden, bÇyÇkanne onu başından atmaya bir tÇrlÇ karar veremez. Bir saat sonra,<br />
gazinodan kovulan iki Polonyalı, bÇyÇkannenin koltuğunun arkasında belirip ona yeniden<br />
hizmetlerini sunarlar, hatta ufak tefek işlerini de gáreceklerini bildirirler. Potapytch o namuslu<br />
efendinin berikilerle kaş gáz işareti yaptığını, hatta elden ele onlara bir' şey geÉirdiğini de<br />
yemin billah ederek bana sáyledi. BÇyÇkanne yemek yemediğinden, koltuğundan da hemen<br />
hemen hiÉ kalkmadığından, Polonyalılardan biri gerÉekten yararlı olabilirdi: Gazinonun<br />
bÇfesine koşup ona bir kêse et suyu, sonra da140<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
141<br />
cay getirir. Zaten oraya da ikisi birden koşarlar. Ama, akşama doğru, bÇyÇkannenin son<br />
banknotunu yitirdiğini herkesin gárebildiği bir sırada, koltuğunun arkasında daha ánce hiÉ<br />
kimsenin gármediği tam altı kadar Polonyalı vardı. BÇyÇkanne son paralarını da yitirdiğinde,<br />
berikiler onun sáylediklerini dinlemedikleri gibi, artık ona kulak da asmıyorlardı bile, omuzu-
nun Çzerinden masaya doğru eğiliyorlar, paralan topluyorlar, buyruklar veriyorlar, para<br />
sÇrÇyorlar, kavgaya tutuşuyorlar, namuslu efendiye teklifsizce, laubali bir şekilde<br />
sesleniyorlardı. Ona gelince, o .bÇyÇkannenin varlığını unutmuştu bile. Ve bÇyÇkanne her<br />
şeyini iyice batırdıktan sonra, akşamın saat sekizine doğru otele' dándÇğÇnde, ÇÉ dárt<br />
Polonyalı bir tÇrlÇ onun yanından ayrılamıyorlardı; bÇyÇkannenin kendilerini aldattığını,<br />
kendilerine borcu olduğunu avaz avaz bağırarak kanıtlamaya Éalışarak, koltuğunun yanında<br />
koşuyorlardı. Otele işte bu şekilde dánerler, orada onları tekme tokat, zor bela kovarlar.<br />
Potapytch'in hesabına gáre, bÇyÇkanne o gÇn, bir gÇn ánce yitirdiğinden başka, seksen altı bin<br />
ruble yitirmişti. Yanındaki yÇzde beş faizli bÇtÇn devlet tahvillerini birbiri ardından<br />
bozdurmuştu. Onun yedi sekiz saat sÇreyle, masanın başından ayrılmadan koltuğunda<br />
oturmasına şaşıyordum ama, Potapytclı bana onun iki ÇÉ kez gerÉekten bÇyÇk kazanÉlar elde<br />
etmeye başladığını anlattı. Yeniden umuda kapılarak, Éekilip gitmeye cesaret edememişti.<br />
Zaten, kumarbazlar bir adamın yirmi dárt saat boyunca, elinde iskambiller, gázlerini sağa sola<br />
bile oynatmadan aynı yerde oturabileceklerini Éok iyi bilirler.<br />
Bununla birlikte, o gÇn, bizim otelde de kesin sonuca gátÇren olaylar meydana geliyordu.<br />
Sabahleyin, saat on birden ánce, bÇyÇkanne daha dairesindeyken, bizimkiler, yani general,<br />
Deş Grieux, son bir girişimde bulunmaya karar verirler. BÇyÇkannenin gitmek şáyle dursun,<br />
tam tersine, yeniden<br />
gazinoya dáneceğini áğrenince, onunla kesin olarak ve iÉtenlikle gárÇşmek Çzere topluca<br />
(Pauline'in dışında) gelirler. Kendisi iÉin bundan Éıkacak korkunÉ sonuÉları dÇşÇnerek tir tir<br />
titreyen ve adeta baygınlıklar geÉiren general dozu artırır bile: Yarım saat rica ve<br />
yalvarmalardan sonra, hatta Mile Blanche'a olan tutkusunu bile itiraf ettikten sonra (tamamiyle<br />
aklını yitirmişti), general ansızın tehdit edici bir tonla, ayağını yere vurarak bağırıp<br />
Éağırmaya bile başlar; avaz avaz bağırarak bÇtÇn ailenin şerefini lekelediğini, bÇtÇn kentte bir<br />
rezalet konusu olduğunu ve en sonunda... en sonunda da: ÜSiz Rus sázcÇğÇnÇ kirletiyorsunuz,<br />
Hanımefendi!ã diye bağırır. ÜBunun iÉin gÇvenlik árgÇtÇ vardır!ã En sonunda da bÇyÇkanne<br />
(sázcÇğÇn tam anlamıyla) onu bastonla dáverek kapı dışarı eder.<br />
Generalle Deş Gricııx áğleye kadar bir iki kez daha gárÇşÇrler. àzellikle de gerÉekten polise<br />
başvurup vuramayacak-lannı dÇşÇnÇyorlardı. Bunamış, zavallı ama, saygıdeğer yaşlı bir<br />
hanımın kumarda bÇtÇn parasını yitereciğini vb., sáyleyerek, şáyle ya da báyle bir gázetim,<br />
ya da bir yasaklama elde edemezler miydi acaba Ama, Deş Grieux omuzlarını silker ve<br />
generalle aÉıkÉa alay eder, o da ne sáyleyeceğini, ne yapacağını bilemeden Éalışma odasında<br />
bir aşağı bir yukarı gidip gelir. En sonunda, Deş Grieux eliyle hor gáren bir hareket yapar, bir<br />
daha da onu gármez. Akşam, Mile Blanche'ia kesin ve gizemli bir konuşma yaptıktan sonra<br />
otelden bÇsbÇtÇn ayrıldığını áğrenirler. Mile Blanche'a gelince, o daha sabahtan kesin<br />
ánlemler almıştı: Generali kesin olarak başından savmıştı, onu karşısında gármeye bile<br />
dayanamıyordu. General peşinden gazinoya koşup da onu kÇÉÇk prensin kolunda gárÇnce, ne<br />
kendisi, ne de dul Bayan Cominges onu tanırlar. KÇÉÇk prens bile ona selam vermez... BÇtÇn<br />
gÇn Mile Blanche, duygularını en sonunda kesinlikle aÉığa vurması iÉin kÇÉÇk prensin<br />
nabzını yoklar, manevralar Éevirir.142<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
143<br />
Ama, ne yazık ki, Mile Blanche hesaplarında korkunÉ şekilde yanılıyordu. Bu kÇÉÇk<br />
felaket ancak akşam Çzeri patlak verdi; ansızın kÇÉÇk prensin beş parasız bir dilenci gibi<br />
yoksul olduğunun ve rulet oynamak iÉin emre muharrer bir senet karşılığında borÉ para<br />
almayı dÇşÇndÇğÇnÇn farkına varırlar. Mile Blanche áfkeyle onu kovar ve odasına kapanır.<br />
Aynı gÇn sabahı, B. Astley'e gittim, ya da daha doğrusu B. Astley'i aradım ama, ne<br />
yazık ki bulamadım. Ne odasında, ne gazinoda, ne de parktaydı. Bu kez otelde yemek<br />
yememişti. Saat beşte, onu birdenbire istasyondan İngiltere Oteli'ne giderken gárdÇm.
Acelesi vardı, yÇzÇnden ka-- fasını kurcalayan dÇşÇnce, ya da herhangi bir sıkıntı belirtisi<br />
okumak olanaksız olmasına karşın, kaygılıya benziyordu. O her zamanki haykırışıyla:<br />
ÜAh!ã diyerek bana iÉtenlikle elini uzattı ama, durmadı ve hızlı adımlarla yoluna devam etti.<br />
Hemen peşinden yetiştim, ne Éare kí bana áyle bir karşılık verdi ki, ona herhangi bir şey<br />
sormaya vakit bulamadım. ästelik de konuşmayı Pauline'e getirmekte korkunÉ derecede bir<br />
gÇÉlÇk Éekiyordum. B. Astley onu da merak etmedi. Ben ona, bÇyÇkannenin başına<br />
gelenleri anlattım: Beni dikkat ve ciddiyetle dinledi, sonra omuzlarını silkti. Ben, ona:<br />
ÜHepsini yitirecek!ã dedim.<br />
ÜEvet, ya!ã diye karşılık verdi. ÜBen giderken o kumara başlamıştı bile, yitireceğinden<br />
emindim. Vakit bulursam, bir ara gazinoya uğrayıp, onu gárÇrÇm, ÉÇnkÇ Éok ilginÉ bir şey...ã<br />
Soruyu henÇz kendisine yáneltmediğime kendim de şaşarak:<br />
ÜSiz nereye gittiniz, kuzumã diye haykırdım.<br />
ÜFrankfurt'a.ã<br />
Üİş iÉin miã<br />
ÜEvet.ã<br />
Ona daha fazla ne sorabilirdim ki Zaten, ben hep onun yanından yÇrÇyordum ama, o ansızın<br />
yol ÇstÇnde bulunan Quatre-Saisons Oteli'ne doğru kıvrıldı, başıyla beni selamlayıp gázden<br />
kayboldu. Dánerken yavaş yavaş bir kesinliğe ulaştım: Onunla iki saat boyunca konuşmuş<br />
olsaydım bile; hiÉbir şey áğrenemezdim, ÉÇnkÇ... ona soracak hiÉbir şeyim yoktu! Evet, tam<br />
da báyleydi işte! HiÉbir şekilde ona sorumu yánel-temezdim.<br />
Pauline'bÇtÇn gÇn Éocuklar ve dadılarıyla parkta gezin di, ya da iÉerde kaldı. Bir hayli<br />
zamandan beri generalden kaÉıyordu, pek ánemli şeyler dışında da onunla hemen hemen artık<br />
hiÉ konuşmuyordu. Bir sÇreden beri bunun farkmday-dım.<br />
Ama, generalin bugÇn ne durumda, bulunduğunu bildiğimden, genÉ kızdan kaÉınamadığını,<br />
başka bir deyişle, aralarında mutlaka ánemli ailevi tartışmalar geÉtiğini dÇşÇnmÇştÇm.<br />
Bununla birlikte, B. Astley'le yaptığım konuşmadan sonra otele dándÇğÇm zaman, Pauline'le<br />
Éocuklara rastladım. GenÉ kızın yÇzÇnde derin bir sakinlik ve huzur okunuyordu, sanki aile<br />
fırtınaları sadece onu esirgemiş gibi. Selamıma bir baş hareketiyle karşılık verdi. àfkeyle<br />
odama Éıktım.<br />
Elbette ki, onunla konuşmaktan kaÉındım, Wurmerhelm olayından beri onunla bir kez bile<br />
karşılaşmamıştım: Bunu bir onur.konusu yapıyordum. Ama, zaman geÉtikÉe, iÉimdeki áfke<br />
daha Éok kabarıyordu. Beni hiÉ sevmese bile, duygularımı ayaklar altına alamazdı, itiraflarımı<br />
báyle bir hor gármeyle karşılayamazdı. Kendisini gerÉekten • sevdiğimi biliyordu; onunla<br />
áyle konuşmama katlanmıştı, buna izin vermişti! Bunun, aramızda pek garip bir biÉimde<br />
başladığı bir gerÉektir. Bir sÇre ánce (bir hayli oldu bile, tam iki ay!) onun benimle dost<br />
olmak, bana iÉini dákmek isteğini ve hatta bu yánde girişimlerde bulunduğunu fark etmiştim.<br />
Ne var ki, bu başarılı olmadı; onun yerine, acayip ilişkiler sÇrdÇrdÇk;<br />
144<br />
KUMARBAZ<br />
145<br />
işte bu yÇzden onunla o şekilde konuşmaya başladım. İyi ama, mademki sevgimden<br />
hoşlanmıyordu, neden kendisine ondan sáz etmeme dÇpedÇz engel olmuyordu<br />
Oysa, bu konuda hiÉbir şey yapmıyordu; h'atta kimi zaman beni konuşmam iÉin kışkırtıyordu<br />
bile... elbette benimle alay etmek iÉindi bu. Bundan kesinlikle eminim, ÉÇnkÇ bunu Éok iyi<br />
hissettim: Beni dinledikten ve acı Éektiresiye kadar beni Éileden Éıkardıktan sonra, apaÉık<br />
herhangi bir hor gárme, ya da ilgisizlik belirtisiylc. ansızın keyfimi kaÉırmaktan pek<br />
hoşlanıyordu. Bununla birlikte onsuz yaşayamayacağımı da Éok iyi biliyor. Báylece, baron<br />
olayı geceli ÇÉ gÇn oldu, ayrılığımıza artık dayanamıyorum. Demin gazinonun yakınlarında<br />
ona rastladığım zaman, yÇreğim áyle şiddetle Éarpmaya başladı ki, yÇzÇm sapsarı kesildi.
Aslına bakarsanız, o da bensiz yaşayamaz! Ben, onun iÉin zorunluyum... Beni sadece soytarı<br />
olarak dÇşÇnebilmesi olası mıdır<br />
Onun bir gizi var... AÉıkÉa belli oluyor bu! BÇyÇkanneyle aralarında geÉen konuşma yÇreğimi<br />
parÉaladı. çÇnkÇ ona benimle aÉıkyÇrekli ve aÉıksázlii olmasını bin kez rica ettim, onun<br />
uğruna gerÉekten canımı vermeye hazır olduğumu Éok iyi biliyor. Ama, beni hep hor gárerek<br />
uzaklaştırdı, ya da kendisine sunduğum yaşamımın feda edilmesi yerine beni, geÉen gÇn<br />
baronla olduğu gibi, ipe sapa gelmez, deli saÉması eylemlere zorladı. İsyan ettirici değil midir<br />
bu O zibidi Fran-sızın onun iÉin her şey olmasını akıl alır mıydı Ya B. Astley Doğrusu işte<br />
burada olay iÉinden Éıkılmaz hale geliyordu ve bununla birlikte... Tanrım, ne işkenceler<br />
Éekiyordum!<br />
Odama dánÇnce, bir áfke nábetine kapılarak, hemen kalemi yakaladım ve şu satırları<br />
karaladım:<br />
ÜPauline Alexandrovna, sonun pek yaklaştığını aÉıkÉa gárÇyorum; bunun ucu elbette ki size<br />
de dokunacaktır. Size son kez yineliyorum: Yaşamıma gereksinim duyuyor<br />
musunuz Herhangi bir şeye yararım, beni kullanın: Şimdilik adamdayım, hiÉ değilse,<br />
Éoğu zaman oradayım; hiÉbir yere gittiğim yok. Gerekirse, bana bir iki satır yazın, ya da beni<br />
Éağırtın.ã<br />
Pusulayı nıÇhÇrlcdim ve elden vermek emriyle kat hiz-nıetÉisiyle gánderdim. Yanıt<br />
beklemiyordum ama, ÇÉ dakika sonra garson dándÇ ve bana ÜteşekkÇr ettikleriniã bildirdi.<br />
Saat yediye doğru beni generalin yanına Éağırdılar.<br />
çalışma odasındaydı ve sanki dışarı Éıkmaya hazırlanıyormuş gibi giyinmişti. Şapkasıyla<br />
bastonu divanın Çzerindeydi. İÉeri girince, onu odanın ortasında bacakları ayrılmış, başı anÇne<br />
eğik, kendi kendine konuşur halde gárÇr gibi oldum. 3eni fark edince adeta bir Éığlık<br />
kopararak Çzerime atıldı: ilimde olmadan geriye doğru bir adım altım ve odadan Éıkmak<br />
istedim ama, general iki elimi yakaladı ve beni divana loğru Éekti. Kendisi oraya oturdu, beni<br />
de tam karşısındaki coltuğa oturttu ve ellerimi bırakmadan, gázlerinde yaşlar parlarken,<br />
dudakları titreyerek, yalvaran bir sesle bana şunları sáyledi: '<br />
ÜAlexis Ivanovitch, kurtarın beni, kurtarın beni, acıyın jana!ã<br />
Uzun bir sÇre hiÉbir şey anlayamadım; general hiÉ durmadan konuşuyor, her dakika da:<br />
ÜBana acıyın!ã diye yine-.liyordu. En sonunda benden áğÇt gibi bir şeyler beklediğini, ya da<br />
daha doğrusu herkes tarafından terk edilince, kaygı ve umutsuzluğun penÉesinde kıvranırken<br />
beni anımsadığını ve sadece konuşmak, konuşmak, konuşmak iÉin beni Éağırttığını tahmin<br />
ettim.<br />
Artık aklı başında değildi, ya da en azından iyice soğukkanlılığım yitirmişti. Ellerini<br />
kavuşturuyordu, neredeyse ayaklarıma kapanacaktı (ne iÉin hem de bilir misiniz) hemen<br />
F. 10<br />
146<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
147<br />
Mile Blanche'a gidip, ona yalvarmam, kendisine geri dánÇp evlenmeye ikna etmem iÉin.<br />
ÜàzÇr dilerim, general ama,ã diye haykırdım, ÜMile Blanche beni bugÇne kadar belki fark<br />
etmedi bile Ben ne yapabilirim kiã<br />
İtiraz etmek yararsızdı, kendisine sáylenenleri anlamıyor-du bile. Tutarsız sázler sáyleyerek<br />
bÇyÇkanne konusunda da konuşmaya başladı; polise başvurma fikrinden bir tÇrlÇ<br />
vazgeÉmiyordu.<br />
ÜBizde, bizdeã diye başladı ansızın .áfkeyle kápÇrerek, Ükısacası... bizde, yetkililerin<br />
bulunduğu iyi dÇzenlenmiş bir Devlette, bu tÇr ihtiyar kadınları da vesayet altına alırlardı!<br />
Evet, azizim, evetã diye sÇrdÇrdÇ ansızın ayağa kalkıp odayı arşınlayarak. BilgiÉ bir sesle
konuşuyordu: ÜSiz daha bunu bilmiyordunuz, azizimã diyordu bir káşedeki hayali bir<br />
muhataba seslenerek, Üáyleyse áğrenin ki... evet... bizde, bu tÇr yaşlı kadınları bÇkerler,<br />
bÇkerler... ta ki dize getirinceye kadar... evet, Bayım... Ah! Nedir başıma gelen felaket!ã<br />
Kendini yeniden divana attı ve bir saniye sonra, hemen hemen hıÉkırıklarla ağlayarak, soluk<br />
soluğa. Mile Blanche'ın kendisiyle evlenmek istemediğini anlattı: çÇnkÇ telgrafın yerine<br />
bÇyÇkanne Éıkagelmişti -ve şimdi artık mirasa konamayacağı da aÉıkÉa ortaya Éıkmıştı.<br />
HenÇz bunlardan hiÉ haberim olmadığını sanıyordu. Ona Deş Grieux'den sáz etmek istedim<br />
ama, bir el hareketiyle beni durdurdu.<br />
ÜO gitti! BÇtÇn mal varlığım, ona rehinli, bir solucan gibi ÉırÉıplak kaldım! Sizin getirdiğiniz<br />
şu para var ya... Hani şu para... Zaten ne kadar olduğunu bilmiyorum, galiba yedi yÇz frank,<br />
işte elimde avucumda kalan hepsi o kadar, şimdi de, bilmiyorum, bilmiyorum!..ã<br />
ÜOtelin hesabını nasıl ádeyeceksinizã diye haykırdım dehşetle, Üya... sonraã<br />
General dÇşÇnceli bir halle bana baktı ama, besbelli sázlerimden hiÉbir şey anlamamıştı,<br />
sáylediklerimi iyi duyamamıştı bile. Konuşmaya Pauline Alexandrovna'yla Éocuklara<br />
getirmeye Éalıştım, bana acele acele: ÜEvet, evet!ã diye karşjlık verdi ama, gene Mile<br />
Blanche'la gitmeye hazırlanan, prensten sáz etmeye başladı hemen ve o zaman... ve o zaman...<br />
ÜBenim halim ne olacak, Alexis Ivanovitchã dedi ansızın bana doğru dánerek; ÜTanrı adına,<br />
benim halim ne olacak Sáylesenize, nankárlÇk değil mi bu, nankárlÇk değil mi, ne<br />
dersinizã<br />
En sonunda da kanlı gázyaşlarıyla ağlamaya koyuldu.<br />
Báyle bir adama yapılacak hiÉbir şey yoktu. Onu yalnız bırakmak da bir o kadar tehlikeliydi:<br />
Başına bir şey gelebilirdi. İyi kátÇ onu başımdan savdım ama, ne halde olduğuna bakmak iÉin<br />
arada sırada uğramasını da dadıya tembih ettim; ayrıca, Éok akıllı bir delikanlı olan kat<br />
garsonuyla da konuştum, o da gáz kulak olacağına sáz verdi bana.<br />
Generalin yanından henÇz ayrılmıştım ki Potapytch gelip, bÇyÇkannenin dairesine gitmemi<br />
rica etti. Saat sekizdi ,ve bÇyÇkanne son meteliğine kadar yitirdiği gazinodan henÇz<br />
dánmÇştÇ. Aşağı indim: Yaşlı hanını yorgun, bitkin, gárÇnÇşe gáre hasta, koltuğunda<br />
oturuyordu. Marthe ona neredeyse zorla iÉirdiği bir bir fincan Éay getirdi. BÇyÇkannenin sesi<br />
de, tonu da aÉıkÉa değişmişti.<br />
ÜGÇnaydın, sevgili Alcxis Ivanovitch,ã dedi ağır ağır ve ciddi bir halle başını eğerek. ÜSizi bir<br />
kez daha rahatsız ettiğim iÉin bağışlayın ama, yaşlı bir kadını hoş gárÇrsÇnÇz. Dostum, her<br />
şeyi orada bıraktım, yaklaşık yÇz bin ruble. DÇn benimle gelmemekte haklıymışsın. Şimdi<br />
artık hiÉbir şeyim yok, meteliksiz kaldım. Bir saniye bile -gecikmek istemiyorum, saat dokuz<br />
buÉukta gidiyorum. Senin İngilizi, Astley'di galiba, Éağırttım; bir hafta iÉin ondan ÇÉ bin frank<br />
ádÇnÉ almak istiyorum. Aklına bir şeyler esip de beni reddetmemesini sáyle148<br />
KUMARBAZ<br />
ona. Ben hêlê oldukÉa zengin bir kadınım, azizim, ÇÉ káyÇm, iki evim var, daha param da var,<br />
hepsini getirmemiştim. BÇtÇn bunları kaygılanmaması iÉin sáylÇyorum... Aa! İşte geldi! Mert<br />
bir insan olduğu belli.ã<br />
B. Astley, bÇyÇkannenin ilk Éağrısına hemen koşup gelmişti. HiÉ duraksamadan, lÇzumsuz<br />
konuşmalara kalkışmadan, bÇyÇkannenin imzaladığı bir kêğıt karşılığında hemen onun<br />
avucuna ÇÉ bin frangı şıp diye sayıverdi. Bu iş bittikten sonra, selam verip Éıktı.<br />
ÜŞimdi artık beni yalnız bırak, Alexis Ivanovitch, bir saatten biraz fazla zamanım var: Biraz<br />
uzanacağım, kemiklerim sızlıyor. Sakın bana kızma, ihtiyar bdr aptalım ben. Şimdi artık<br />
genÉleri hafiflikle suÉlamayacağım. Hatta şu sizin zavallı generali kınamaya Éekineceğim.<br />
Ama, hiÉ kusura bakmasın, ona beş para bile vermeyeceğim, ÉÇnkÇ gárÇşÇme gáre, son<br />
derece kaz kafalı bir adam, hoş bende, sersem tavuk, ondan daha akıllı değilim ya, neyse.<br />
Aslına bakarsan, Tanrı kendini beğenmişliği er geÉ cezalandırıyor. Eh, hadi bakalım, elveda.<br />
Marthe, kaldır beni!ã
Oysa bÇyÇkanneyi uğurlamaya niyetleniyordum. Bundan başka da, bekleyiş iÉindeydim; her<br />
an bir şey olacakmış gibi geliyordu bana. Odamda duramadım. Koridora Éıktım, gidip bir sÇre<br />
ağaÉlı yolda gezindim. Pauline'e yazdığım mektup aÉık ve kesindi, varolan felaket de kesindi.<br />
Otelde Deş Grieux' nÇn gidişinden sáz edildiğini işittim. Kısacası, Pauline beni dost olarak<br />
geri itse bile, belki de uşak olarak kabul ederdi. çÇnkÇ ona gerekliyim, işlerini gármek 'iÉin<br />
bile olsa! Evet, bana ihtiyacı var, bu besbelli!<br />
Trenin hareket saatinde istasyona koştum ve bÇyÇkanneyi kompartımana yerleştirdim. Hepsi<br />
ázel kompartımana yerleştiler.<br />
Üçıkar gÇtmeyen yakınlığın iÉin sana teşekkÇr ederim, dos-<br />
KUMARBAZ<br />
149<br />
tÇm,ã dedi veda ederken. ÜDÇn ona sáylediklerimi Prascovia' ya yinele. Onu bekleyeceğim.ã<br />
Odama dándÇm. Generalin dairesinin ánÇnden geÉerken, dadıyla 'karşılaştım, ona efendisini<br />
sordum.<br />
ÜFena değil, Bcyciğimã diye karşılık verdi ÇzgÇn bir 'halle.<br />
Bununla birlikte iÉeri girdim ama, Éalışma odasının kapısında, şaşırarak durdum. Mile<br />
Blanche'la general kahkahalarla gÇlÇyorlardı. Dul bayan çominges de oradaydı, divanda<br />
oturuyordu. GárÇnÇşe gáre, sevinÉten Éılgına dánen general bir sÇrÇ saÉına sapan şeyler<br />
sáylÇyordu, yÇzÇnÇ bin bir kırışıkla buruşturan ve gázlerini kapatan sinirli ve .uzun<br />
kahkahalarla gÇlÇyordu.<br />
Olanları daha sonra bizzat Mile Blanclıe'ın ağzından áğrendim: Prensi kovduktan sonra<br />
generalin umutsuz ÇzÇntÇsÇnÇ ' áğrenince, onu avutmak istemiş ve gelip ona kÇÉÇk bir<br />
ziyarette bulunmuştu. Ama, zavallı general o anda yazgısının kesinleştiğinden ve Mile<br />
Blanche'ın ertesi sabah ilk trenle Paris'e gitmek Çzere eşyalarını toplamaya bile başladığından<br />
habersizdi.<br />
çalışma odasının eşiğinde bir dakika durduktan sonra, iÉeri girmekten vazgeÉtim ve<br />
gárÇnmeden Éekilip gittim. Odama Éıktım. Kapıyı aÉınca, alacakaranlıkta, pencerenin<br />
yanında, bir káşede iskemlede oturan bir karaltı gázÇme Éarptı. Ben iÉeri girince karaltı ayağa<br />
kalktı. çabucak yaklaşıp baktım ve... .soluğum kesildi: Pauline'di bu!<br />
ON DàRDäNCä BàLäM<br />
Ağzımdan bir Éığlık kaÉtı. Pauline, bana: ÜNe o, neniz varã diye sordu garip bir sesle. YÇzÇ<br />
sapsarıydı ve ÇzÇntÇlÇ gárÇnÇyordu.150<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
ÜNeyim mi var Siz! Burada, benim odamda!ã<br />
ÜBen gelirsem, toptan gelirim. Bu benim huyumdur. Bunu hemen gáreceksiniz; bir mum<br />
yakın,ã dedi. İtaat ettim. Pauline ayağa kalktı, masaya yaklaştı, ánÇme aÉılmış, bir mektup<br />
koydu.<br />
ÜOkuyun!ã diye de buyurdu.<br />
ÜDeş Grieux'nÇn yazısı bu!ã diye haykırdım mektubu. alırken. Ellerim titriyordu,<br />
satırlar gázlerimin ánÇnde dans ediyordu. Mektuptaki sázleri tam olarak unuttum ama,<br />
sázcÇk sázcÇk değilse de,- en azından dÇşÇnce olarak şáyleydi:<br />
ÜKÇÉÇk hamınã diye yazmıştı Deş Grieux, Üpek ÇzÇcÇ olaylar beni hemen gitmek zorunda<br />
bıraktı. Kuşkusuz siz de fark etmişsinizdir ki, her şey iyice aydınlanmadan sizinle kesin bir<br />
aÉıklamadan bilerek kaÉındım. Akrabanız olan o yaşlı hanımın gelişi, akıl almaz davranışı<br />
duraksamalarıma son verdi. Benim kendi işlerimin dÇzensizliği elbette ki, bir sÇreden beri<br />
kendimi kaptırdığım tatlı umutlar beslemekten beni engelliyor. Olanlara ÇzÇlÇyorum ama,<br />
davranışımda bir centilmene ve dÇrÇst bir adama yakışmayan hiÉbir şey bulmayacağınızı<br />
umarım. Hemen hemen bÇtÇn paramı Çvey babanızın borÉlarım ádemek iÉin yitirdiğimden,<br />
elimde kalanları kullanmak zorunda kaldım. Bana rehin edilen malların satışına hiÉ
gecikmeden girişmelerini Petersboıırg'daki dostlarıma bildirdim bile. Bununla birlikte, sizin<br />
dÇşÇncesiz, uÉarı Çvey babanızın bÇtÇn servetinizi har vurup harman savurduğunu<br />
bildiğimden, ona elli bin frank bağışlamaya karar verdim ve bu miktar tutarındaki senetlerin<br />
bir bálÇmÇnÇ ona geri veriyorum; báylece şimdi malınızın hukuk yoluyla geri verilmesini<br />
isteyerek yitirdiklerinizi yeniden elde edebilirsiniz. İşlerinizin bugÇnkÇ durumuyla<br />
girişimimin size yararlı olacağını umarım. Bu davranışla da şerefi bir adamın gárevlerini<br />
yerine getirdiğimi<br />
umarım. Emin olun ki anınız ebediyen kalbimde kazılı kalacak.ã<br />
ÜPekêlê, her şey aÉıkã dedim Pauline'e doğru dánerek. ÜGerÉekten de başka bir şey mi<br />
bekliyordunuzã diye sÇrdÇrdÇm áfkeyle.<br />
Pauline de gárÇnÇşte sakin bir halle:<br />
ÜHiÉbir ìey beklemiyordumã diye karşılık verdi ama, sesinde belli belirsiz bir titreme vardı.<br />
ÜUzun zamandan beri ne dÇşÇneceğimi biliyordum: DÇşÇncelerini okuyordum onun. O<br />
aradığımı... ısrar edeceğimi... sanıyordu...ã Durdu ve tÇmcesinin ortasında dudaklarını ısırarak<br />
sustu. ÜOna karşı bilerek hor gármemi ve nefretimi artırdımã diye sÇrdÇrdÇ; Üne yapacağını<br />
bekliyordum. Telgraf gelseydi, o sersemin (Çvey babamın) ona borÉlu olduğu parayı kafasına<br />
fırlatıp onu kovacaktım! Bir hayli, oh! Bir hayli zamandan beri ona tahammÇl edemiyordum.<br />
Ah! Eskiden bambaşka bir adamdı, bambaşka! Şimdiyse, şimdi!.. O elli bin frangı, Çstelik de<br />
yÇzÇne tÇkÇrerek, ne bÇyÇk bir sevinÉle şimdi kafasına fırlatırdım!ã<br />
ÜAma, o kêğıt, geri verdiği o elli bin franklık senet generalin elinde değil mi Onu alıp Deş<br />
Grieux'ye geri gánderin.ã<br />
ÜOo! Bu aynı şey değil ki! Aynı şey değil!ã<br />
ÜEvet, doğru! Şimdi general ne işe yarar kiã diye bağırdım ansızın.<br />
Pauline dalgın ve sabırsız bir halle yÇzÇme baktı.<br />
ÜNeden bÇyÇkanneã dedi áfkeyle. ÜOnun evine gidemem... HiÉ kimseden de ázÇr dilemek<br />
istemiyorumã diye ekledi hiddetli bir sesle.<br />
ÜNe yapabilirizã diye haykırdım. ÜAma, Deş Grieux'yÇ nasıl, nasıl sevebildiniz! AlÉağın<br />
biri, alÉağın! Onu dÇelloda áldÇrmemi ister misiniz Nerede şimdiã<br />
152<br />
KUMARBAZ<br />
ÜFrankfurt'ta, orada ÇÉ gÇn kalacak.ã<br />
ÜSiz bir tek sáz sáyleyin, yarın ilk trenle giderim!ã dedim aptal bir coşkuyla.<br />
GÇlmeye başladı.<br />
ÜEvet ve belki de size: "ànce bana elli bin frangı geri verin" der.-Sonra da ne diye dÇello<br />
etsin Ne aptallık!ã .<br />
Üİyi ama, şu elli bin frangı nereden bulmalı, neredenã diye yineleyip duruyordum dişlerimi<br />
gıcırdatarak, sanki o parayı ansızın yerden toplamak olasıymış gibi. ÜBana bakın, ya B.<br />
Astleyã diye ona sordum: Tam .o sırada aklıma garip bir fikir gelmişti.<br />
Pauline'in gázleri parlamaya başladı.<br />
ÜDemek ki şu İngiliz iÉin senden ayrılmamı istiyorsun, áyle miã dedi acı bir gÇlÇmsemeyle,<br />
iÉe işleyen bakışlarını bana dikerek. İlk kez bana 'sen' diyordu.<br />
HiÉ kuşkusuz o anda heyecandan başı dándÇ: Birdenbire divana oturdu. BÇtÇn gÇcÇ<br />
tÇkenmişe benziyordu.<br />
Sanki bir şimşek Éakmış gibi gázlerim kamaştı; gázlerime ve kulaklarıma inanamadan, orada<br />
áylece dikilip duruyordum! Demek beni seviyordu! B. Astley'e değil, bana gelmişti! O, bir<br />
genÉ kız, bir başına otelde, benim odama gelmişti. Báylece herkesin gázÇnde kendini<br />
lekeliyordu, ben de orada áyle karşısında hiÉbir şey anlamadan kazık gibi dikilmiş<br />
duruyordum!<br />
Beynimde Éılgın, bir fikir parladı.
ÜPauline! Bana sadece bir saat izin ver! Sadece bir saat burada bekle ve... hemen dáneceğim!<br />
Bu... bu zorunlu! Bak gáreceksin! Dur burada, dur bekle!ã<br />
Ve koşarak odadan Éıktım, soruşturan bakışlarına yanıt bile vermedim. Arkamdan bir şeyler<br />
bağırdı ama, ben geri dánmedim.<br />
Evet, kimi zaman en Éılgın, gárÇnÇşte en olanaksız dÇşÇnce kafamıza áyle kuvvetle saplanır<br />
ki, en sonunda onun ger-<br />
KUMARBAZ<br />
153<br />
Éekleşebileceğine inanırız... Dahası: Eğer bu dÇşÇnce şiddetli, tutkulu bir istekle bağlantılıysa,<br />
en sonunda onu kaÉınılmaz, zorunlu, ánceden saptanmış, alnımıza yazılmış bir şey gibi, var<br />
olmaması, oluşamaması olanaksız bir şey gibi kabul ederiz! Belki burada daha fazla bir şey<br />
vardır: Bir ánseziler bileşimi, istencin olağanÇstÇ bir Éabası, imgeleme yetisiyle bir kendi<br />
kendini zehirleme, ya da daha başka bir şey vardır, kim-bilir... Ne olduğunu bilmem ama, o<br />
akşam (p akşamı ámrÇm oldukÉa unutamam) başıma mucizevi bir serÇven geldi. Her ne kadar<br />
aritmetikle mÇkemmelen aÉıklanabilirse de, benim gázÇmde gene de mucizedir o serÇven.<br />
Peki, bu kesin gÇven o kadar uzun zamandan beri neden bu -kadar derin, bu kadar sağlam<br />
biÉimde, o kadar kák saldı bende çÇnkÇ, size bir kez daha sáylÇyorum, olası bir ihtimal gibi<br />
(dolayısıyla da belirsiz) değil de, başıma gelmemezlik edemez bir şey gibi dÇşÇnÇyordum<br />
bunu!<br />
Saat onu Éeyrek geÉiyordu; gazinoya sarsılmaz bir umutla, aynı zamanda da o ana kadar hiÉ<br />
hissetmediğim bir heyecanla girdim; Sabahkinden iki kat daha az olmakla birlikte oyun<br />
salonlarında hêlê kalabalık vardı.<br />
Saat on birde masaların Éevresinde sadece gerÉek kumarbazlar kalır, kendileri iÉin kaplıcada<br />
ruletten başka bir şey bulunmayan kaşarlanmış kumarbazlar kalır. Onlar buraya salt rulet iÉin<br />
gelmişlerdir, Éevrelerinde olup bitenleri fark etmezler bile ve bÇtÇn mevsim boyunca<br />
kumardan başka hiÉbir şeyle ilgilenmezler; sabahtan akşama kadar kumar oynarlar, eğer<br />
olanak bulabilseler, bÇtÇn gece şafak sákÇnceye kadar da oynarlardı. Bunlar, gece yarısı olup<br />
da gazino kapandığı zaman hep istemeye istemeye, ayaklan geri geri giderek dağılırlar. Ve<br />
krupiyelerin en kıdemlisi kapanıştan ánce, yani gece yarısından az ánce: ÜSon ÇÉ oyun,<br />
Beyler!ã diye bildirdiğinde kimi zaman bunlar ceplerindekinin hepsini bu son ÇÉ oyunda<br />
ortaya sÇrmeye hazırdırlar, gerÉekten de154<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
155<br />
en bÇyÇk paralar bu saatte yitirilir. Doğruca bÇyÇkannenin oturmuş olduğu masaya yáneldim.<br />
Pek fazla kalabalık yoktu, onun iÉin az sonra masanın yanında, kendime ayakta bir yer<br />
bulabildim. Tam ánÇmde, yeşil Éuhanın Çzerinde: Pas sázcÇğÇ Éizilmişti.<br />
Pas.se, on dokuzdan otuz altıya kadar bir sayılar dizisidir. Birden on sekize olan ilk dizinin<br />
adı Manque'tır; ama, umurumda mı benim Ben hesap kitap yapmıyordum, Éıkan son<br />
numarayı bile işitmemiştim; en sakınmışız kumarbazın yapacağı gibi, başlarken bunu sorup<br />
áğrenmedim bile. Yirmi frederikimi Éıkarıp pas'm Çzerine attım. Krupiye: ÜYirmi iki!ã diye<br />
bağırdı.<br />
Kazanmıştım. Yeniden hepsini sÇrdÇm: Hem ilk mizamı, hem de kazancımı.<br />
ÜOtuz bir!ã diye haykırdı krupiye.<br />
Yine kazanmıştım! Báylece toplam seksen frederik ediyordu! Hepsini ortadaki on iki sayının<br />
Çzerine koydum (ÇÉ kat kazanÉ ama, iki karşıt şans); sehpa dánmeye başladı ve yirmi dárt<br />
Éıktı. Bana elli frederiklik ÇÉ desteyle on da altın verdiler; şimdi toptan iki yÇz frederikim<br />
olmuştu.<br />
Adeta 'ateşli bir kendimden geÉmeyle, bÇtÇn bu parayı kırmızının Çzerine ittim... ve ansızın,<br />
aklım başıma geldi! BÇtÇn gece boyunca korkunun beni dondurduğu bu tek seferde Éilerim,
ayaklarım tir tir titriyordu. Bir bilinÉ şimşeği iÉinde, o anda yitirmenin benim iÉin ne anlam<br />
taşıyacağını dehşetle hissettim! Sáz konusu olan bÇtÇn yaşamımdı! ,<br />
Krupiye: ÜKırmızı!ã diye bağırdı. Geniş bir soluk aldım: BÇtÇn vÇcudumda kızgın karıncalar<br />
dolaşıyordu. Bana banknotla ádeme yaptılar; bu kez dárt bin florin ve yirmi frederik olmuştu<br />
(hêlê hesaplayabiliyordum).<br />
Ondan sonra, ortadaki on iki sayının Çzerine iki bin florin koyup yitirdiğimi anımsıyorum;<br />
altınımla seksen frederikimi oynadım ve yitirdim. İÉimi áfke kapladı: Kalan iki bin<br />
florini aldım ve ilk on iki sayının Çzerine koydum... àyle,' rastlantıyla, kararlamadan,<br />
hesaplamadan! Zaten bir bekleme anı, belki de, Bn. Blanchard'ın (1), Paris'te balonundan<br />
yere fırlatıldığı zaman duyduğuna benzer bir heyecan oldu. ÜDárt!ã diye bağırdı krupiye.<br />
Bir ánceki mizayla birlikte, peniden altı bin florinim oldu. Muzaffer havaları takınmaya<br />
başlamıştım bile ve artık hiÉbir şeyden korkum kalmamıştı. Karanın Çzerine dárt bin florin<br />
attım. On kadar oyuncu aceleyle benim gibi karanın Çzerine para koydular. Krupiyeler<br />
bakıştılar ve aralarında konuştular. çepeÉevre herkes konuşuyor ve bekliyordu.<br />
Kara Éıktı. O andan sonra, artık ne, ne kadar kazandığımı, ne de sÇrdÇğÇm paraların miktarını<br />
anımsıyorum. Sadece, adeta 'dÇşte gibi, yaklaşık on altı bin florin kazandığımı anımsıyorum.<br />
Ansızın, şanssız ÇÉ oyun bana on iki bin yi-irtti; bunun Çzerine, son dárt bini passe'ın Çzerine<br />
koydum ma, o anda hiÉbir şey hissetmedim; hiÉbir'şey dÇşÇnmeden, bilinÉsizce bekliyordum.<br />
Yeniden kazandım, dárt oyun Çst Çs-:e kazandım. Sadece florinleri binlerle topladığımı<br />
anımsıyo-um; bir de pek bağlandığım o ortadaki sayıların daha sık Éıktığını anımsıyorum.<br />
DÇzenli olarak, hep ÇÉ dárt kez Çst Çste Éıkıyorlardı, sonra iki tur iÉin ortadan siliniyorlardı,<br />
sonra gene ÇÉ dárt kez peşpeşe, geliyorlardı. Bu şaşılacak dÇzenliliğe zaman zaman rastlanır,<br />
kalem elde, hesap kitap yapan profesyonel kumarbazların kafalarını karıştıran da işte budur.<br />
Burada yazgının nasıl korkunÉ cilveleri ortaya Éıkmaz ki<br />
Gazinoya geldiğimden beri galiba yarım saatten fazla olmuştu. Ansızın, krupiye bana otuz bin<br />
florin kazandığımı, bankonun bir seansta sadece bu kadarını karşıladığını ve báy-<br />
(1) ParaşÇtÇn mucidi havacının karısı olan Bn. Blancharcl, 1819'da havai fişeği attığı balon<br />
patlayınca Paris'te áldÇ.156<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
157<br />
lece ruleti yarın sabaha kadar kapatacaklarını sáyledi. BÇtÇn altınımı aldım, ceplerime tıktım,<br />
banknotlarımı aldım ve hemen bir başka rulet bulunan bir başka salona gittim; kalabalık<br />
peşimden koşuştu. Orada, bana hemen bir yer aÉtılar, ben de yeniden hesaplamadan,<br />
kararlamasına, gelişigÇzel para sÇrmeye başladım. Beni neyin kurtardığını bir tÇrlÇ<br />
anlayamıyorum!<br />
Zaten arada sırada hesaplama fikri aklıma geliyordu. Kimi sayılara, kimi şanslara<br />
bağlanıyordum ama,' az sonra onları bırakıyordum ve gene hemen hemen bilinÉsiz biÉimde<br />
oynamaya başlıyordum. Kuşkusuz Éok dalgındım; krupiyelerin birÉok defa oyunumu<br />
dÇzelttiklerini Éok iyi anımsıyorum. Akıl almaz hatalar yapıyordum. Şakaklarım nemlenmişti,<br />
ellerim titriyordu. Polonyalılar hemen koşup bana hizmetlerini sundular ama, benim kimseyi<br />
dinlediğim yoktu. Şans beni bırakmıyordu! Ansızın, Éevremde haykırışmalar ve kahkahalar<br />
yÇkseldi. ÜBravo, bravo!ã diye bağırışiyorlardı; hatta birkaÉ kişi alkışladı bile. Ben yeniden<br />
otuz bin florini cebe indirmiştim ve bankoyu -yarın sabaha kadar kapatıyorlardı.<br />
Sağ yanımdan biri: ÜGidin, gidin!ã diye fısıldadı bana. Frankfurt'lu bir Yahudiydi bu;<br />
yanımdan hiÉ ayrılmamıştı ve galiba bir iki kez de bana yardım etmişti.<br />
ÜTanrı aşkına, gidin!ã diye fısıldadı bu kez de başka bir ses sol kulağıma. çabucak bir gáz<br />
attım. MÇtevazi ama, rabıtalı biÉimde giyinmiş, otuz yaşlarında kadar bir hanımdı bu; yorgun<br />
yÇzÇ, hastalıklı solukluğu gene de vaktiyle son derece gÇzel olduğunu belli ediyordu. O sırada<br />
ben banknotları buruşturarak ceplerime dolduruyordum ve masanın Çzerinde kalan altınları
topluyordum. Elli frederiklik son desteyi aldım ve hiÉ kimseye belli etmeden, soluk yÇzlÇ<br />
hanımın avu-cuna sıkıştırdım. Bunu yapmayı şiddetle istemiştim, onun ince uzun<br />
parmaklarının, bÇyÇk bir minnetle elimi sıktığını anımsıyorum.<br />
BÇtÇn bunlar ancak bir saniyenin iÉinde olup bitmişti.<br />
Hepsini topladıktan sonra, hemen-otuz ve kırk'a gittim.<br />
Otuz ve kırk'a soylu kişiler sık gider. Bu artık rulet değil, bir iskambil oyunudur. Orada,<br />
banko yÇz bin taleri karşılar. En bÇyÇk miza burada da dárt bin florindir. Oyunun nasıl bir şey<br />
olduğunu hiÉ bilmiyordum, gene burada da bulunan kırmızı ve karanın dışında hemen hemen<br />
hiÉbir mizayı bilmiyordum. Onun iÉin, ben de onlara bağlandım. BÇtÇn gazino Éevreme<br />
toplanmıştı. BÇtÇn o gece sÇresince Pauline'i bir tek kez olsun dÇşÇndÇğÇmÇ hiÉ<br />
anımsamıyorum. ànÇme yığılan banknotları yakalamaktan, kendime Éekmekten korkunÉ ve<br />
karşıkonulmaz bir zevk hissediyordum.<br />
GerÉekten de yazgının beni ittiği sáylenebilir. Sanki bile bile yapılmış gibi, gene bu kez de,<br />
kumarda sık sık yeniden meydana gelen bir durum belirdi. Şans, sázgelimi, kırmızıya yapışır<br />
ve on, hatta on beş tur boyunca onu bırakmaz. ànceki gÇn, kırmızının bir hafta ánce peş peşe<br />
tam yirmi iki kez Éıktığını işitmiştim; buna benzer bir olayı rulette hiÉ kimse anımsamıyordu<br />
ve herkes hayretle bundan sáz ediyordu. Elbette ki, herkes hemen kırmızıyı bırakıyor,<br />
sázgelimi, on turdan sonra hiÉ kimse onun Çzerine para koymaya cesaret edemiyor. Ama, o<br />
zaman deneyimli hiÉbir kumarbaz, kırmızının karşıtı karaya oynamayacaktır. Alışkın bir<br />
kumarbaz Ürastlantının kaprisininã ne anlama geldiğini bilir. Sázgelimi, sanılabilir ki on altı<br />
oyundan sonra, on yedinci kaÉınılmaz biÉimde karanın Çzerine dÇşecektir. Acemiler sÇrÇ gibi<br />
bu şansın Çzerine atılırlar, mizalarını iki katına, ÇÉ katına Éıkarırlar ve korkunÉ yitiklere<br />
uğrarlar.<br />
Tersine, garip bir kaprisle, kırmızının yedi kez Çst Çste Éıktığını gárÇnce, ben ona bağlandım.<br />
Bunda yarı yarıya ázsaygının rol oynadığına kesinlikle eminim; akıl almaz bir tehlikeye<br />
girerek seyircileri şaşırtmak istiyordum ve (garip duy-158<br />
KUMARBAZ<br />
gu!) ansızın, ázsaygının hiÉbir dÇrtÇsÇ olmaksızın, tehlikenin susuzluğuna kapıldığımı belirli<br />
bir biÉimde anımsıyorum. Belki de, ruh o kadar Éok sayıda duygudan geÉtikten sonra<br />
doymuyor da sadece bundan sinirleniyor ve ta ki kesin bitkinliğe varıncaya kadar gitgide artan<br />
şiddette yeni duygular istiyor. Ve gerÉekten de, yalan sáylemiyorum, eğer yánetmelik bir<br />
seferde elli bin florin sÇrmeme izin verseydi, onları tehlikeye atardım. çevremde, bunun<br />
mantıksız bir şey olduğu, kırmızının tam on dárdÇncÇ kez Éıktığını bağırıp duruyorlardı!<br />
Yanımda biri:<br />
ÜBeyefendi .şimdiye kadar yÇz bin florin kazandıã dedi.<br />
Ansızın uyamverdim. Nasıl Bir gecede yÇz bin florin kazanmıştım! Ama, daha fazlasına<br />
ihtiyacım yoktu ki! Hemen banknotların Çzerine atıldım,'bunları saymadan gelişigÇzel<br />
ceplerime tıktım, hepsi deste halindeki altınlarımı aldım ve aceleyle gazinodan dışarı fırladım.<br />
Ağzına kadar dolduğundan aÉık duran ceplerim ve altının ağırlığı yÇzÇnden dengesiz<br />
yÇrÇyÇşÇmle kumar salonlarından geÉtiğimi gáren herkes halime gÇlÇyordu. Galiba<br />
Çzerimdeki yÇk sekiz kilodan fazlaydı. Bana doğru birkaÉ el uzandı; parayı elimin<br />
alabildiğince, avuÉ avuÉ dağıttım. çıkış kapısının yakınında iki Yahudi beni durdurdu. Bana:<br />
ÜCÇretlisiniz, Éok cÇretlisiniz!ã dediler. Ama, yarın sabah, olabildiğince erken saatte gidin,<br />
yoksa hepsini yitirirsiniz...ã<br />
Onları dinlemedim bile. AğaÉlı yol o kadar karanlıktı ki burnumun ucunu gáremiyordum.<br />
Otele kadar da yarını verst kadar mesafe vardı. çocukluğumda bile hiÉbir zaman ne<br />
hırsızlardan, ne de haydutlardan korkardım; o anda da bundan kaygılanmadım. Zaten yol<br />
boyu ne dÇşÇndÇğÇmÇ de anımsamıyordum; kafam bomboştu. Sadece şiddetli bir zevk<br />
duyuyordum, başarının, utkunun, gÇÉlÇ olmanın zevkini; nasıl anlatacağımı bilemiyorum.<br />
Pauline'in hayali gázlerimin ánÇn-
KUMARBAZ<br />
159<br />
den geäiyordu, onun yanına gideceğimi, sârekli olarak onu bulacağımı, olup bitenleri ona<br />
anlatacağımı, ona paramı gãstereceğimi dâşlâyordum... Ama, demin bana sãylediklerini,<br />
gazinoya gidişimin nedenini, belli belirsiz anımsıyordum ve ancak bir buäuk saat ãnce<br />
duyulan bâtân o taptaze duygular gelmiş geämiş, hatta artık hiä anıştırmada<br />
bulunmayacağımız bir geämişe aitmiş gibi geliyordu bana, äânkâ her şey yeniden<br />
başlayacaktı. Ancak hemen hemen ağaälı yolun ucuna geldiğim zaman iäimi bir korku<br />
kapladı: åYa şimdi beni ãldârâp de paramı äalarlarsa!ç Her adımda .korkum daha da<br />
artıyordu. Koşuyordum adeta. .Ansızın yolun ucunda, bizim otelin bin bir ışıkla parıldayan<br />
ãnyâzâ ışıl ışı! beliriverdi. Tanrı'ya şâkârler olsun,, gelmiştim!<br />
Merdivenleri dãrder dãrder atlayarak benim kata äıktım, birdenbire kapıyı aätım. Pauline<br />
ellerini kavuşturmuş, yanan mumun kacşısında, divanın âzerinde oturuyordu. Hayretle<br />
yâzâme baktı, kuşkusuz o anda pek garip bir suratım olmalıydı. Onun karşısında durdum ve<br />
bâtân paramı masanıtı âzerine attım. .<br />
ON BEŞİNCİ BÜLÇM<br />
Hiä kımıldamadan, oturuşunu bile değiştirmeden, gãzleğini bana dikmiş, bakıyordu.<br />
Cebimden son altın destesini de äıkararak, ona:<br />
åİki yâz bin frank kazandım!ç diye bağırdım.<br />
Bir yığın banknot ve altın para bâtân masayı kaplıyordu. Gãzlerimi oradan ayıramıyordum;,<br />
zaman zaman Pauline'i ta-mamiyle unutuyordum. Kimi zaman tomar halinde bir araya160<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
161<br />
getirerek banknotları dâzene koymaya başlıyordum, kimi zaman altınları ayrı bir yana<br />
yığıyordum, kimi zaman da hepsini dağıtıp saäıyor ve derin derin kendi dâşâncelerime<br />
dalarak, hızlı adımlarla odayı arşınlamaya başlıyordum; -yahut da ansızın masaya geri dãnâp<br />
paramı saymaya başlıyordum. Bir ara aklım başıma gelince, birdenbire kapıya atılıp anahtarı<br />
kilitte iki kez äevirdim. Daha sonra kararsız bir halde, kâäâk bavulumun ãnânde durdum.<br />
Birden Pauline'in varlığını anımsayıp ansızın ona doğru dãnerek:<br />
åAcaba yarın sabaha kadar bavula mı koysam bunlarıç diye sordum.<br />
Pauline hiä kıpırdamadan hep aynı yerde oturuyordu ama, gãzlerini de benden ayırmıyordu.<br />
Hiä de hoşuma gitmeyen garip bir ifadesi vardı. Orada kin okunduğunu sãylersem hiä de<br />
yanılmış olmam.<br />
Äabucak ona yaklaştım:<br />
åPauline, işte yirmi beş bin florin, bu elli bin frank, hatta daha da fazla eder. Onları alın ve<br />
yarın gidip onun suratına atın.ç<br />
Hiä karşılık vermedi.<br />
åEğer isterseniz, yarın sabah ben kendim gãtârârâm ona. Olur muç<br />
Pauline birden gâlmeye başladı. Uzun bir sâre gâldâ.<br />
Çzântâlâ bir şaşkınlıkla ona bakıyordum. Bu gâlâş benim en ateşli aşk ilanlarımı sık sık (ve<br />
daha pek yakında) karşıladığı o alaycı gâlâşe pek benziyordu. En sonunda gâlmeyi kesti ve<br />
kaşlarını äattı. Bana sert sert bir yan bakış fırlattı.<br />
åSizin paranızı almamç dedi kâäâmseyerek.<br />
åNasıl Ne oldu kiç diye haykırdım. åPauline, bu da ne demek oluyorç<br />
åKarşılıksız para kabul etmem.ç<br />
åBunu size bir arkadaş olarak veriyorum, size canımı ve-Irırim.ç<br />
Sanki ruhumu okumak istermiş gibi, araştırıcı gãzlerle bana uzun uzun baktı. Kâäâk bir<br />
gâlâşle:<br />
åÄok cãmertsinizç dedi. åDeş Grieux'nân metresi elli bin frank etmez.ç
ÜPauline, benimle nasıl báyle konuşabilirsinizã diye ba-| girdim Éıkışarak. ÜBen Deş Grieux<br />
değilim!ã<br />
ÜSizden nefret ediyorum! Evet... Evet!.. Sizi de, Deş |Grieux'yÇ sevdiğimden fazla<br />
sevmiyorum!ã diye bağırdı, ve gázlerinde şimşekler Éakmaya başladı.<br />
YÇzÇnÇ ellerinin arasına gizledi ve bir sinir krizi geÉirdi. Ben, ona doğru atıldım.<br />
Benim yokluğumda başından bir şeyler geÉtiğini anladım. Aklı tam olarak yerinde değilmiş<br />
gibiydi.<br />
ÜBeni satın al, ister misin İster misin Deş Grieux gibi, elli bin franga, haã diye haykırdı<br />
meydan okurcasına sarsın-jtılı hıÉkırıklar arasından.<br />
Pauline'i kucakladım, ellerini, ayaklarını áptÇm, karşı-jsında diz ÉáktÇm.<br />
Sinir krizi geÉiyordu. Ellerini omuzlarıma koyup beni dik-katle seyretti. Sanki yÇzÇmden bir<br />
şey okumak istermiş gibiydi. Beni dinliyordu ama, gárÇnÇşe gáre sáylediklerimi işitmiyordu<br />
bile. YÇzÇnde tasalı, dÇşÇnceli bir ifade belirdi. Ben kaygılıydım; doğrusu ya, onun<br />
Éıldırdığını sanıyordum. Beni usulca kendine doğru Éekti, dudaklarında gÇven dolu bir<br />
gÇlÇmseme dolaşıyordu; sonra, ansızın beni geri itiyor ve ka-jranlık bir ifadeyle yÇzÇmÇ<br />
incelemeye başlıyordu. Birdenbire beni kucakladı:<br />
ÜBeni seviyorsun, değil mi, beni seviyor musunã di-' yordu. ÜMademki... Mademki...<br />
benim uğruma baronla dÇello etmek istiyordun!ã<br />
F. 11<br />
162<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
163<br />
Sonra ansızın, sanki gÇlÇnÉ ve, hoş bir anı aklına gelmiş gibi, bir kahkaha attı. Hem gÇlÇyor,<br />
hem de ağlıyordu.<br />
Ne yapabilirdim ki, elimden ne gelirdi Ben de ateşliydim. Benimle konuşmaya başladığını<br />
Éok iyi anımsıyorum... Ama, hemen hemen hiÉbir şey anlayamadım, bu bir Éeşit sayıklama<br />
gibi bir şeydi: Sanki Éabuk Éabuk bana bir şeyler anlatmak istermişÉesine kekeleyip<br />
duruyordu; bu sayıklama arada sırada, beni iyiden iyiye korkutmaya başlayan neşeli bir<br />
kahkahayla kesiliyordu.<br />
ÜHayır, hayır, kibarsın, naziksin!ã diye yineliyordu, Üsen benim sadık dostumsun!ã<br />
Ve yeniden ellerini omuzlanma koyup gene beni seyretmeye koyuluyordu, bir yandan da<br />
durmadan: ÜBeni seviyorsun... Beni seviyorsun... Beni sevecek misinã diye yineliyordu.<br />
Gázlerimi ondan ayırmıyordum; onu şimdiye kadar báyle sevecenlik ve aşk taşkınlıkları<br />
iÉinde hiÉ gármemiştim; bunların sayıklama olduğu bir gerÉekti ama... benim tutkulu bakışımı<br />
gárÇr gármez, dudaklarında kátÇ bir gÇlÇmseme belirdi; damdan dÇşercesine, B. Astley'den<br />
sáz etmeye başladı.<br />
Zaten, konuşmayı durmadan B. Astley Çzerine getiriyordu (ázellikle de demin, bana bir şeyler<br />
anlatmaya Éalıştığı sırada) ama, bunun ne anlama geldiğini bir tÇrlÇ kavrayamı-yorduın. Hatta<br />
onunla alay ettiğini sanıyorum. Her dakika onun beklediğini... belki de penceremin altında<br />
beklediğini bilmediğimi yineliyordu.<br />
ÜEvet, evet, pencerenin altında, aÉ da bak, bak, orada!ã<br />
Beni pencereye doğru itiyordu ama, ben oraya gitmek iÉin bir hareket yapar yapmaz, Éılgınca<br />
bir kahkaha koparı-yordu, ben de onun yanından ayrılamıyordum; o zaman, Çzerime atılıyor,<br />
beni kollarının arasında sıkıyordu.<br />
ÜGidecek miyiz Yarın, gider miyiz..ã<br />
Bu dÇşÇnce ansızın onu kaygılandırmışa benziyordu.<br />
ÜVe (dÇşÇnceli bir hal alıyordu) bÇyÇkanneye yetişiriz, ne dersin Onu Berlin'de<br />
yakalayacağımızı sanıyorum. Ona yetişip de bizi karşısında gárÇnce ne der acaba, sen ne<br />
dÇşÇnÇyorsun bu konuda Ya B. Astley.. Bak o Schlangenberg' in tepesinden kendini aşağı
atmazdı, değil miã Bir kahkaha altı. ÜBak dinle: Gelecek yaz nereye gidecek biliyor musun<br />
Bilimsel araştırmalar yapmak iÉin Kuzey Kutbu'na gidecek, beni de davet etti... Hah! Halı!<br />
Hay! Avrupalılar olmasa biz Rusların hiÉbir şey bilmeyeceğimizi ve hiÉbir işe yaramadığımızı<br />
sáylÇyor... Ama, bak o da iyidir! Biliyor musun, generali hoş gárÇyor, bağışlıyor;<br />
Blanche'ın... tutkunun... Her neyse, bilmiyorum, bilmiyorumã diye yineledi, sanki şaşırmış da<br />
ne diyeceğini bilemezmiş gibi. ÜZavallılar, onlara o kadar acıyorum ki, bÇyÇkanneye de<br />
acıyorum... Bak, bak dinle. Deş Gricux'yÇ nasıl áldÇrebilirdin Ama, sen baronu bile<br />
áldÇremezdin!ã diye ekledi yeniden gÇlmeye başlayarak. ÜGeÉen gÇn, baronla, o kadar<br />
gÇlÇnÉtÇn ki! Oturduğum sıradan ikinize de bakıyordum; seni yolladığım zaman oraya gitmek<br />
sana ne kadar da zor geliyordu! O kadar gÇldÇm, o kadar gÇldÇm ki!ã diye ekledi yeniden<br />
kahkahalar kopararak.<br />
Yeniden beni kucaklayıp gáğsÇnde sıkmaya, tutkulu bir sevecenlikle yÇzÇmÇ yÇzÇne<br />
bastırmaya başladı. Artık hiÉbir şey dÇşÇnmÇyordum, hiÉbir şey duymuyordum, başım<br />
dánÇyordu...<br />
Aklımı başıma toparladığımda saat sabahın yedisi olmalıydı; gÇneş odayı aydınlatıyordu.<br />
Pauline yanıma oturmuş, garip bir halle gázlerini Éevrede dolaştırıyordu sanki karanlıktan<br />
Éıkmış da, anılarını toparlıyormuş gibi. O da uyanmış ve gázlerini masaya ve paraya dikmişti.<br />
Başım kurşun gibi ağır ve sancılıydı. Pauline'in elini tutmak istedim: Beni itip birdenbire<br />
divandan kalktı. Başlayan gÇn karanlıktı; şafaktan az ánce yağmur yağmıştı. Pauline<br />
pencereye yaklaştı, kanadı aÉtı, yarı beline kadar aşağı sarktı ve dirseklerini peı-<br />
164<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
165<br />
vaza dayayarak, dánÇp bana bakmadan, kendisine sáylediklerimi dinlemeden, birkaÉ dakika<br />
áylece kaldı. Aklıma korkunÉ bir dÇşÇnce geldi: Şimdi ne olacaktı, bÇtÇn bunlar nasıl<br />
sonuÉlanacaktı Pauline ansızın pencereden ayrılıp masaya geri geldi ve sonsuz bir kin<br />
ifadesiyle bana baktı ve dudakları áfkeden titreyerek:<br />
ÜEh, hadi bakalım, şimdi elli bin frangımı ver bana!ã dedi.<br />
ÜPauline, yeniden mi başlıyorsun!ã dedim. ÜYoksa fikir mi değiştirdin Hah! Hah! Hay!<br />
Belki pişman bile olmuşsundurã<br />
Bir gÇn ánce sayılan yirmi beş bin florin masanın Çzerinde duruyordu: Onları alıp ona<br />
uzattım.<br />
ÜYani, şimdi bunlar benim mi àyle mi àyle miã diye sordu hırÉın bir sesle parayı eline<br />
alarak. ÜOnlar hêlê seninã dedim ben de.<br />
Üİyi, pekêlê, al bakalım, elli bin frangını!ã Kolunu kaldırıp paralan suratıma fırlattı. Suratıma<br />
Éarpan tomar dáşemeye saÉıldı. Ondan sonra da Pauline koşarak odadan Éıktı. O anda<br />
bilincinin tam olarak yerinde olmadığını biliyorum ama, gene de bu geÉici Éılgınlığı bir tÇrlÇ<br />
anlayamıyorum. Hêlê hasta olduğu bir gerÉek ve aradan da henÇz bir ay geÉti. Bununla<br />
birlikte, bu halin nedeni neydi, ázellikle de o Éıkışın nedeni neydi HiÉ anlayamıyorum.<br />
Gururu mu yaralanmıştı Yoksa gelip beni bulmaya karar vermesi mi onu bu umutsuz<br />
ÇzÇntÇye itmişti Ben de mutluluğumla bábÇrlenmişe, tıpkı Deş Grieux gibi, eline elli bin<br />
frank vererek başımdan savmışa benzememiş miydim Oysa, aÉıkÉa sáylemek gerekirse, hiÉ<br />
de áyle değildi. àyle sanıyorum ki, kabahatin bir bálÇmÇ onun boş gururundaydı; bÇtÇn<br />
bunlar, kuşkusuz, ona , pek bulanık biÉimde gárÇnmÇş olmasına karşın, bana gÇvenmemesine<br />
ve beni kırmasına onun o boş gururu neden oldu. Bu durumda, ben elbette ki Deş Grieıu'Çn<br />
cezasını Éektim<br />
belki de, benim pek fazla suÉum olmamakla birlikte suÉlu durumda kaldım. Doğruyu<br />
sáylemek gerekirse, bÇtÇn bunlar sadece sayıklamaydı, benim de onun sayıkladığını bildiğim<br />
ve... benim de bu ayrıntıya dikkat etmediğim bir gerÉektir. Belki le şimdi bu hatamı
ağışlamayacaktır Evet ama, bu şimdi, ya geÉen gÇn, geÉen gÇn Sayıklaması ve hastalığı,<br />
Deş Grieux' nÇn mektubuyla gelip beni bulurken ne yaptığını unutturacak kadar şiddetli değil<br />
miydi Demek ki, ne yaptığını pekêlê biliyordu.<br />
BÇtÇn banknotlarımı ve yığınla altınımı, Éabucak, gelişigÇzel yatağımın iÉine tıktım, Çzerine<br />
de ártÇyÇ Éekip, Pauline* len yaklaşık on dakika sonra,. odadan Éıktım. Kendi odasına<br />
'saÉtığından kesinlikle emindim, onun iÉin sessizce onların dairesine sÇzÇlÇp sofada, dadıdan<br />
KÇÉÇk hanımın sağlığını sormak istiyordum. Merdivende rastladığım dadı, Pauline'in he-lÇz<br />
dánmediğini, onu benim odamda aramaya gittiğini sáyle-iiği zaman ne kadar şaşırdığımı<br />
bilemezsiniz.<br />
ÜAz ánce ayrıldıã dedim, Üon dakika ya oldu ya olmadı, bereye gitmiş olabilir acabaã<br />
Dadı kınayan bir gázle bana baktı.<br />
Bu arada, áykÇ bÇtÇn otele yayılmıştı bile. Kapıcının bálmesinden metrdotele kadar<br />
Fraulein'in sabahın saat altısında, yağmur altında koşarak Éıktığı ve İngiltere Oteli'ne doğru<br />
gittiği anlatılıyordu alÉak sesle. Konuşmalarından ve anıştırmalarından, bÇtÇn geceyi benim<br />
odamda geÉirdiğini Éoktan áğrendiklerini anladım. Zaten, generalin ailesi Çzerine áykÇler<br />
dÇzmeye başlamışlardı bile; generalin bir gÇn ánce aklını oynattığını ve bÇtÇn otelden<br />
işitilecek biÉimde hıÉkıra hıÉ-kıra ağladığını biliyorlardı. Bu fırsatla, bÇyÇkannenin onun<br />
annesi olduğunu, oğlunun Mile de Cominges'le evlenmesine engel olmak ve sáz dinlemediği<br />
takdirde onu mirasından Éıkarmak iÉin ázel olarak Rusya'dan geldiğini anlatıyorlardı. General<br />
boyun eğmeyi reddettiği iÉin de kontes, onun gázleri-<br />
166<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
167<br />
nin ánÇnde, ona hiÉbir şey bırakmamak iÉin, kasten rulette varını yoğunu yitirmişti. ÜDiese<br />
Russen!ã (1) diye yineliyordu metrdotel áfkeyle, başını sallayarak. àbÇrleri gÇlÇyorlardı.<br />
Metrdotel hesabı hazırlıyordu. Benim kumarda kazandığımı áğrenmişlerdi bile: Kari, benim<br />
katın garsonu, beni ilk kutlayanlardandı. Ama, benim aklım başka yerdeydi. İngiltere Ote-li'ne<br />
koştum.<br />
Vakit henÇz erkendi; B. Astley hiÉ kimseyi kabul etmiyordu. Bununla birlikte gelenin ben<br />
olduğunu áğrenince, beni karşılamak Çzere koridora Éıktı ve ne sáyleyeceğimi bekleyerek,<br />
donuk bakışını bana dikerek, karşımda dikilip kaldı. Ona hemen Pauline'in nasıl .olduğunu<br />
sordum.<br />
ÜRahatsızã diye karşılık verdi B. Astley hep dosdoğru gázlerimin iÉine bakarak.<br />
ÜDemek ki gerÉeklen de sizin yanınızdaã<br />
ÜEvet, burada.ã ,<br />
ÜPeki, ya siz, onu alıkoyma niyetinde misinizã<br />
ÜEvet.ã<br />
ÜB. Astley, bu bir rezalete neden olur; olmaz áyle şey. ästelik, ağır hasta, bunu belki fark<br />
etmediniz.ã<br />
ÜYoo! Fark ettim, hasta olduğunu daha ánce size sáylemiştim. Hasta olmasa, geceyi odanızda<br />
geÉirmezdi.ã<br />
ÜYa, bunu da mı biliyorsunuzã<br />
ÜEvet. DÇn bana gelecekti, onu akrabalarımdan bir hanımın yanına gátÇrecektim ama, hasta<br />
olduğu iÉin şaşırdı ve size gitti.ã<br />
ÜŞu işe bakın siz! Eh, pekêlê,-B. Astley, sizi candan kutlarım. Sahi, dediniz de aklıma geldi:<br />
BÇtÇn geceyi penceremin altında geÉirmediniz mi Bayan Pauline her an pencereyi aÉ-<br />
(1) Almanca: ÜAh! Şu Ruslar!ã<br />
mamı ve sizin orada olup olmadığınıza bakmamı sáylÇyordu; bu, onu pek gÇldÇrÇyordu.ã
ÜOlacak şey mi hiÉ Hayır, pencerenin altında değildim; ama, koridorda bekliyordum,<br />
oralarda gidip geliyordum.ã<br />
ÜOnu tedavi etmek gerek, B. Astley.ã<br />
ÜEvet, bir doktor Éağırttım bile. Eğer álÇrse, álÇmÇnÇn hesabını vereceksiniz bana.ã<br />
Şaşırıp kaldım.<br />
ÜRica ederim, B. Astley, ne demek istiyorsunuz sizã<br />
ÜDÇn kumarda iki yÇz bin taler -kazandığınız gerÉek miã<br />
•ÜSadece yÇz bin florin.ã<br />
ÜBakın, gárdÇnÇz mÇ Ve az sonra Paris'e gideceksiniz,<br />
değil miã<br />
ÜNedenã<br />
ÜBÇtÇn Ruslar, ceplerine para doldurdular mıydı, soluğu Paris'te alırlarã diye aÉıkladı B.<br />
Astley, bu sázleri sanki bir kitapta okumuş gibi sáylÇyordu.<br />
ÜŞimdi bu Allanın yazında Paris'te ne yapayım B. Astley, onu seviyorum! Bunu siz de<br />
biliyorsunuz!ã<br />
ÜGerÉekten mi Ben tersine inanıyordum. ästelik, burada kalırsanız, elinizdeki,<br />
avucunuzdakinin hepsini kesinlikle yitirirsiniz ve Paris'e gidecek paranız kalmaz. Hadi, gÇle<br />
gÇle, bugÇnden tezi yok, gideceğinize kesinlikle inanıyorum.ã<br />
ÜPekêlê, elveda ama, gitmeyeceğim. B. Astley, neler olup biteceğini siz dÇşÇnÇn!.. Kısacası,<br />
general... Şimdi de Bayan Pauline'le bu olay... BÇtÇn kentin ağzına dÇşecek.ã<br />
ÜEvet, bÇtÇn kent bundan sáz edecektir ama, generalin buna pek kulak astığı yok gibime<br />
geliyor, onun dÇşÇnecek Éok • daha başka şeyleri var. Ayrıca, Bayan Pauline istediği yerde<br />
oturma hakkına kesinlikle sahiptir. Ailesi konusuna gelince, haklı olarak, artık ailesi<br />
bulunmadığı sáylenebilir.ã<br />
Oradan uzaklaşırken, Paris'e gideceğimi ileri sÇren şu<br />
168<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
169<br />
İngilizin garip gÇvenine gÇlÇyordum. Bununla birlikte, eğer Bayan Pauline álecek olursa, bu<br />
beni dÇelloda áldÇrmek istiyor, diye dÇşÇnÇyordum, bu da gene bir şey! Yemin ederim ki<br />
Pauline'e acıyordum ama, garip şey, dÇn kumar masasına yaklaştığım ve banknot destelerini<br />
toplamaya başladığım o belirli andan beri, aşkım bir bakıma ikinci plana dÇşmÇştÇ. Bunu<br />
şimdi sáylÇyorum; o anda bunu kesin olarak hissetmemiştim. Ben gerÉekten de kumarbaz<br />
mıydım Pauline'i bu kadar... garip biÉimde mi seviyordum, kuzum Hayır. Tanrı tanığımdır<br />
ki onu hêlê seviyorum! B. Astley'in dairesinden ayrıldığım zaman gerÉekten acı Éekiyordum,<br />
odama dánerken de her şeyden kendimi suÉluyordum. Ama... o zaman başıma dÇnyanın eri<br />
garip ve en aptal serÇveni geldi.<br />
Acele acele generalin dairesine giderken, ansızın onların dairesinin hemen yakınında bir kapı<br />
aÉıldı ve birisi bana seslendi. Dul Bn. Cominges'di bu. Mile Blanche'ın emri Çzerine beni<br />
Éağırmıştı. GenÉ kadının dairesine girdim.<br />
İki odalı kÇÉÇk bir daireleri vardı. Yatak odasında Mile Blanohe'ın kahkahaları ve yÇksek<br />
sesle konuşmaları işitiliyordu. Yataktan kalkıyordu.<br />
ÜYa, o mu! Gel buraya, koca sersem! Dağ gibi altınla gÇmÇş kazandığın doğru mu Ben<br />
altını yeğlerim.ã ÜEvet, kazandımã dedim gÇlerek. ÜNe kadarã ÜYÇz- bin florin.ã<br />
ÜBen de ne aptalım ya! Girsene iÉeri, hiÉbir şey işitmiyorum. Bol bol yiyip bir iyice eğleniriz,<br />
değil miã<br />
Girdim. Yuvarlak, esmer harikulade omuzlarını aÉıkta bırakan pembe atlastan bir Éarşafın<br />
altında yatıyordu: Ancak dÇşte gárÇlebilen, yanık tenini şaşırtacak derecede ortaya koyan gáz<br />
'kamaştırıcı beyazlıktaki dantellerle sÇslÇ patiska bir geceliğin hafifÉe árttÇğÇ omuzlar.
Ü.Oğlum, yÇrekli misinã (1) diye haykırdı beni gárÇnce l ve ardından da bir kahkaha attı.<br />
Hep neşeyle, hatta kimi za-I man da aÉık yÇrekle gÇlerdi.<br />
ÜBabamdan başka biri...ã diye başladım Corneille'i sÇr-dÇrerek.<br />
ÜBak gárdÇn mÇ, gárdÇn mÇã diye gevezeliğe başladı; j Üánce git Éoraplarımı getir ve onları<br />
giymeme- yardım et; sonra da, eğer pek fazla aptal değilsen, seni Paris'e gátÇrÇrÇm. Biliyorsun<br />
ki hemen gidiyorum.ã<br />
ÜHemen miã<br />
ÜYarım saat sonra.ã<br />
'<br />
GerÉekten de, her şey paketlenmişti. Eşyalar hazırdı. Kah-jvaltı Éoktan bitmişti.<br />
Üİşte, báyle, eğer istersen, Paris'i gárÇrsÇn. Buraya bak, \outchitel nedir, kuzum Sen<br />
autchitel'keıı pek aptaldın! ço-jraplarım nerede Giydir şunları ayağıma, canım!ã<br />
GerÉekten tapılacak kadar gÇzel kÇÉÇk bir ayak uzattı: i Esmer, minicik, potinlerin iÉinde o<br />
kadar sevimli gárÇnen hemen hemen bÇtÇn o kÇÉÇk ayaklar gibi asla biÉimsizleşme-miş bir<br />
ayak. GÇlmeye başladım ve ipek Éorabı bacağında iyice gerdim. Bu arada, Mile Blanche,<br />
yatağında oturmuş, ge-Jvezelik ediyordu.<br />
ÜSáyle bakalım, .seni yanıma alırsam, ne yaparsın ànce, ben elli bin frank isterim. Onları<br />
bana Frankfurt'ta verirsin, j Paris'e gideriz; orada birlikte yaşarız ve gÇn ortasında sana<br />
yıldızlar gásteririm. àmrÇnde hiÉ gármediğim tÇrden kadınlar (gásteririm sana. Dinle...ã<br />
ÜDur hele! Sana elli bin frank verirsem, bana ne kalırã<br />
ÜPeki, ya unuttuğun yÇz elli bin frank ästelik de, şe-<br />
(1) änlÇ Fransız trajedi yazarı Corneille'in (XVII. yy.) yapıtı ÜLe Cidãin kahramanı<br />
Cid'İn babasının bit sorusu. (çeviren)<br />
170<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
171<br />
ninle, ne bileyim, bir iki ay yaşamaya razı oluyorum! Elbette ki, o iki ayda bu yÇz elli bin<br />
frangı yer bitiririz. GárÇyor musun, iyi insanım, sana haber veriyorum; ama, yıldızlar<br />
gáreceksin!ã<br />
ÜNasıl Hepsi iki ayda mıã<br />
ÜNe Seni korkutuyor mu bu! Ah! Sefil tutsak! Ama, biliyor musun ki bu yaşamın bir ayı<br />
senin bÇtÇn ámrÇnden daha iyidir Bir ay... ve sonra, tufan! Ama, sen bunu anlayamazsın ki,<br />
canım! Hadi, hadi, sen buna layık değilsin! Ayy, ne yapıyorsunã<br />
Onun ábÇr Éorabını giydirmeye Éalışıyordum ama, kendimi tutamadım ve ayağını áptÇm.<br />
Hemen Éekti ve ayağının ucuyla yÇzÇme vurmaya başladı. En sonunda beni savdı.<br />
Üİşte báyle, ontchitel'im, eğer istersen, seni bekliyorum; bir Éeyrek saat sonra gidiyorum!<br />
ãdiye haykırdı arkamdan.<br />
Odama dándÇğÇmde, adeta başım dánÇyordu. Eh, ne yani, Bayan Pauline banknot tomarlarını<br />
suratıma atıp da, hemen o akşam B. Astley'i yeğlediyse, benim suÉum değildi ya! Dáşemenin<br />
Çzerinde hêlê birkaÉ banknot sÇrÇnÇyordu. Onları yerden aldım. Tam o sırada, kapı aÉıldı ve<br />
(daha ánce yÇzÇme bile bakmak istemeyen) metrdotel iÉeri girdi ve beni aşağıda, V...<br />
Kontu'nun Éıktığı şahane daireye yerleşmeye davet etti.<br />
Bir sÇre dÇşÇndÇkten sonra:<br />
ÜHesabımı verin!ã diye haykırdım, Üon dakika sonra Paris'e gidiyorum. ÜHaydi, Paris olsunã<br />
dedim iÉimden. ÜHiÉ kuşkusuz, yazgımda bu da vardı!ã<br />
Bir Éeyrek saat sonra, gerÉekten de ÇÉÇmÇz bir aile kompartımanında oturuyorduk: Mile<br />
Blanche, dul Bayan Cominges ve ben. Mile Blanche bana bakarak kahkahalarla gÇlÇyordu.<br />
Dul Bayan Cominges de ona katılıyordu. Neşeli olduğumu sáyleyemem. Yaşamım ikiye<br />
parÉalanıyordu ama, bir gÇn án-
ceden beri, bir kêğıt Çzerine oynamaya alışmıştım. Belki de paraya dayanamadığını ve<br />
aklımın başımdan gittiği bir gerÉekti. Belki de canıma minnetti, benim de istediğim buydu,<br />
kimbilir. Bana áyle geliyordu ki, bir an iÉin ama, sadece bir an iÉin, dekor değişmişti. ÜAma,<br />
bir ay sonra dánmÇş olacağım, o zaman... ve o zaman, B. Astley'Ie benim gene paylaşacak<br />
kozumuz olacak!ã Evet, anımsayabildiğim kadarıyla, bu Blanche sersemiyle kahkahalarla<br />
gÇlerken korkunÉ derecede ÇzgÇndÇm.<br />
Blanche gÇlmeyi kesip beni ciddi şekilde azarlamaya başlayarak:<br />
Üİyi ama, ne istiyorsun Ne kadar aptal şeysin!ã diye bağırıyordu. ÜAh, ne kadar da aptalsın!<br />
Evet, evet, iki yÇz bin frangı harcayacağız ama, sen kÇÉÇk bir kral kadar mutlu olacaksın;<br />
kravatlarını ben kendi elimle bağlayacağım ve seni Hortense'la tanıştıracağım. BÇtÇn paramızı<br />
har vurup harman savurduktan sonra, sen gene buraya gelirsin, yeniden bankoları iflas<br />
ettirirsin. Ne dedi Yahudiler sana ànemli olan cÇrettir, o da sende var, daha defalarca Paris'e<br />
bana para getireceksin sen. Bana gelince, ben elli bin franklık bir gelir istiyorum ve o<br />
zaman...ã<br />
ÜPeki, ya generalã diye sordum.<br />
ÜGeneral mi Biliyorsun ki, her gÇn bu saatte bana ÉiÉek almaya gider. Bu kez ona mahsustan<br />
en nadir ÉiÉeklerden almasını sáyledim. Zavallıcık, dándÇğÇnde bir de bakacak ki, kuş<br />
uÉmuş! Peşimizden koşacaktır, bak gárÇrsÇn. Hah! Hah! Hay! Pek sevineceğim. Paris'te Éok<br />
işime yarayacaktır; B. Astley burada onun cezasını Éekecek...ã<br />
Ve işte Paris'e báyle gittim...<br />
172<br />
KUMARBAZ ON ALTINCI BàLäM<br />
KUMARBAZ<br />
173<br />
Paris, onun iÉin ne diyebilirim<br />
BÇtÇn bunlar, elbette ki, saÉmalıktı, Éılgınlıktı. Orada ÇÉ haftadan fazla kalmadım, bu sÇrenin<br />
sonunda, yÇz bin frangım uÉup gitmişti. Sadece yÇz bin frank diyorum; ábÇr yÇz bin frangı<br />
Mile Blanche'ın hesabına aktardım: Elli binini Frankfurt'ta, ÇÉ gÇn sonra, Paris'te de, zaten<br />
onun bir hafta iÉinde paraya Éevirdiği emre muharrer senet halinde elli bin frank daha verdim.<br />
ÜElimizde kalan yÇz bin frangı da benimle birlikte yi-. yeceksin, outchitel'im!ã Bana hep<br />
bu adı veriyordu.<br />
Kendi paralarını ilgilendiren konularda, Mile Blanche tÇrÇnden insanlardan daha kuşkulu,<br />
daha gÇvensiz, daha cimri, daha pinti bir şey dÇşÇnmek zordur. Benim yÇz bin franga gelince,<br />
daha sonra, Paris'te ev aÉıp yerleşmek iÉin bu paraya ihtiyacı olduğunu bana aÉıkÉa sáyledi.<br />
Üİşte şimdi artık kesin olarak lÇks bir şekilde yerleştim, uzun zaman kimse beni buradan<br />
koparamaz; hiÉ değilse gerekli ánlemleri aldımã diye ekledi.<br />
Zaten, o yÇz bin frangın rengini bile gármedim: Kesenin ağzı onun elindeydi, her gÇn<br />
denetlediği para cÇzdanımda hiÉbir zaman yÇz franktan fazla olmazdı, hemen hemen hep daha<br />
azdı. En saf haliyle:<br />
ÜParaya ne ihtiyacın varã diyordu bana kimi zaman, ben de tartışmıyordum.<br />
Buna karşılık, o parayla Éok gÇzel bir apartmana yerleşti ve beni yeni konutuna gátÇrdÇğÇnde,<br />
orayı gezdirirken, bana:<br />
ÜEn kÇÉÇk olanaklarla bile tutumluluk ve ince zevk bak neler yapabiliyorã dedi.<br />
Bu ánemsiz olanak, net olarak tam elli bin frank ediyordu.<br />
Geriye kalan elli bin frankla kendine arabayla atlar aldı; sonra iki balo verdik, yani pek<br />
Éok bakımdan ÇnlÇ, Çstelik de iyi kızlar olan Hortense'ın, Lisette'in ve Cleopêtre'ın da<br />
katıldıkları iki suare. Bu iki suare boyunca ben o saÉma evin efendisi rolÇnÇ oynamak, yeni<br />
zengin tÇccarların o son derece dar gárÇşlÇ, gárgÇsÇz eşlerini, dayanılmaz derecede bilgisiz<br />
ve kaba kÇÉÇk rÇtbeli askerleri, son moda giysilerle, gıcır gıcır eldivenlerle, bizim oralarda,<br />
Petersbourg'da kimsenin aklının ucuna bile gelmeyen, —bu da hani, az şey değildir-—,, bir
kendini beğenmişlik ve kasılmayla gelen iÉler acısı kátÇ yazarları, değersiz gazetecileri kabul<br />
etmek ve konuşmak zorunda kaldım. Hatta bunların aklına benimle alay etmek bile geldi ama,<br />
ben şampanyayla iyice sarhoş olarak, gidip yandaki odada bir gÇzel uyudum. BÇtÇn bunlar<br />
beni son derece iğrendiriyordu.<br />
ÜBir outchitelã diyordu Mile Blanche, Ükumarda iki yÇz bin frank kazandı, ben olmasam<br />
onları nasıl harcayacağını bilemezdi. Daha sonra, yeniden mesleğine dánecek; boş bir yerden<br />
sáz edildiğini işiteniniz var mı aranızda Onun iÉin bir şeyler yapmalıyız.ã<br />
Şampanyaya Éok sık başvuruyordum, ÉÇnkÇ hep ÇzgÇndÇm, korkunÉ derecede de canım<br />
sıkılıyordu. DÇnyanın en bayağı, en paragáz ortamında yaşıyordum, orada her metelik<br />
hesaplanıp tartılıyordu. İlk on beş gÇnde Blanche benden nefret etti, bunu pekêlê fark ettim;<br />
beni Éok şık giydirdiği, kravatımı her gÇn kendi elleriyle bağladığı gerÉekti ama, aslında beni<br />
bÇtÇn gÇcÇyle hor gárÇyordu. Ben buna zerre kadar aldırış etmiyordum. äzgÇn ve tasalı,<br />
sokağa Éıkmaya başladım; Éoğunlukla Chêteau deş Fleurs'e gidiyordum, orada her akşam<br />
dÇzenli biÉimde sarhoş oluyor ve son derece aÉık saÉık biÉimde oynadıkları kankan dansını<br />
áğreniyordum, daha sonraları bu tÇrde bir Çne bile kavuştum. En sonunda Blanche kiminle işi<br />
olduğunu anladı: BÇtÇn ilişki-<br />
174<br />
KUMARBAZ<br />
miz sÇresince, ben elimde kalem kêğıtla, ne harcadığını, benden ne Éaldığını, daha ne<br />
harcayacağını, ya da benden daha ne Éalacağını hesaplayarak peşinden gideceğimi<br />
dÇşÇnmÇştÇ. Her frangı benden boğuşa boğuşa almak zorunda kalacağına emindi. Varsaydığı<br />
saldırılarımın her biri iÉin bir karşılık hazırlamıştı; ben saldırıya geÉmediğim iÉin, ánden<br />
davranmak istedi. Kimi zaman kÇplere biniyor, dalaşmaya başlıyordu ama, benim<br />
sustuğumu gárÇnce, Éoğunlukla şezlongun Çzerine yığılıyor ve gázlerini tavana<br />
dikerek, sonunda kendi de şaşıp kalıyordu. BaşlangıÉta benim sadece bir sersem, bir<br />
outchitel olduğumu sanıyordu ve besbelli: ÜAman canım, sersemin biri, eğer kendiliğinden<br />
anlamazsa, şimdi oturup da kulağına kar suyu kaÉırmanın hiÉ gereği yokã diye dÇşÇnerek,<br />
aÉıklamalarını yarıda kesmekle yetiniyordu. Kimi ,zaman, sokağa Éıkıyor, on dakika<br />
sonra dánÇyordu, bu en Éılgın harcamaları, olanaklarımızın elvermediği harcamaları yaptığı<br />
zaman oluyordu: Sázgelimi, atlarını on altı bin frank değerindeki bir Éift atla değiştirdiğinde<br />
áyle yapmıştı.<br />
ÜEe, nonoş, kızmadın, değil miã dedi bana yaklaşarak: ÜYoo! Haa-yıır! Can-nımı<br />
sıkıyorsun!ã dedim elimle onu iterek. Ama, bu ona o- kadar ilginÉ gárÇndÇ ki, hemen yanıma<br />
oturuverdi.<br />
ÜBak canım, onları o kadar pahalıya satın almaya karar verdim, ÉÇnkÇ bu bir fırsattı. Satmaya<br />
kalksak, su iÉinde yirmi bin frank ederler.ã<br />
ÜSana inanıyorum, inanıyorum; gerÉekten Éok gÇzel atlar, işte şimdi artık şahane bir arabayla<br />
atların var. Bu sana Éok yararlı olacaktır, artık bunun sázÇnÇ etmeyelim.ã<br />
ÜDemek ki, kızmadın, áyle miã<br />
ÜNeden kızacakmışım ki Sana zorunlu olanları edinmekte Éok haklısın. BÇtÇn bunlar daha<br />
sonra sana Éok yararlı olacak. GerÉekten, lÇks iÉinde yerleşmenin senin iÉin gerekli olduğunu<br />
gárÇyorum; yoksa dÇnyada milyona erişe-<br />
KUMARBAZ<br />
175<br />
mezsin. Bizim yÇz bin frangımız burada sadece bir başlangıÉ, umman iÉinde bir damla su.ã<br />
Bu tÇr dÇşÇncelerden başka her şeyi, daha doğrusu bağırmaları ve Éıkışmaları bekleyen<br />
Blanche, şaşkınlıktan donup kaldı.<br />
Üİşte... İşte, sen báylesin işte! Ama, anlamak iÉin aklın var senin! Bak, biliyor musun, oğlum,<br />
outchitel olmana karşın, sen prens doğmuş olmalısın! Demek ki, paramızın bu kadar Éabuk<br />
uÉup gitmesine ÇzÇlmÇyorsun, áyle miã
ÜHayır canım, paranın canı cehenneme, istediği kadar Éabuk uÉup gitsin.ã<br />
ÜAma... Biliyor musun ki... Ama, buraya baksana sen, yoksa zengin misin sen Ama, biliyor<br />
musun, sen parayı fazlasıyla hor gárÇyorsun. Sonra ne yapacaksın, sáyler misin, kuzumã<br />
ÜBen mi Sonra Hombourg'a giderim, orada gene yÇz bin frank kazanırım.ã<br />
ÜEvet, evet, Éok doğru, harikulade bir şey bu! Kazanacağına ve parayı buraya bana<br />
getireceğine yÇzde yÇz eminim. Buraya bak, áyle davranacaksın ki, en sonunda seni<br />
gerÉekten seveceğim! Pekêlê, mademki sen báylesin, bÇtÇn bu sÇre iÉinde ben de seni<br />
severim, bir kez bile seni aldatmam. Şu son gÇnlerde seni sevmiyordum, ÉÇnkÇ senin sadece<br />
bir outchitel olduğunu sanıyordum (uşak gibi bir şey bu, değil mi) ama, gene de sana sadık<br />
kaldım, ÉÇnkÇ ben iyi yÇrekli bir kızım.ã<br />
ÜGecelik kÇlahıma anlat sen onu! Ya Albert'le, hani şu kÇÉÇk zenci subayı, geÉen sefer<br />
gármedin mi sanıyorsunã<br />
ÜOo! Oo! Ama, sen...ã<br />
ÜYalan sáylÇyorsun, yalan sáylÇyorsun ama, bunun beni kızdırdığını dÇşÇnmeye kalkma<br />
sakın. Umurumda bile değil; genÉliğin de sırasını savması gerek. Şimdi, elbette ki tutup176<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
177<br />
onu kovacak değilsin, ÉÇnkÇ benden ánce vardı, ÉÇnkÇ de sen onu seviyorsun, yalnız sakın<br />
ona para verme, anladın mıã<br />
ÜYani. buna da mı kızmadın sen şimdi Ama, biliyor musun, sen gerÉek bir filozofsun!<br />
GerÉek bir filozof!ã diye haykırdı coşkuyla. ÜEh, pekêlê, seni seveceğim, seni seveceğim...<br />
Bak gárÇrsÇn, memnun olacaksın!ã<br />
Ve gerÉekten de, o gÇnden sonra bir bakıma bana bağlandı, bana yakınlık bile gásterdi; son on<br />
gÇnÇmÇz işte báyle geÉti. Sáz verdiği Üyıldızlarã! gármedim ama, kimi konularda sázÇnÇ<br />
tuttu. ästelik, beni Hortense'la, kendi tÇrÇnde son derece ilginÉ bir kadın olan ve bizim<br />
Éevrede Filozof Therese adı verilen Hortense'la tanıştırdı.<br />
Hem zaten, bunun Çzerinde uzun uzun durmaya gerek yok; bÇtÇn bunlar bu áykÇye vermek<br />
istemediğim ázel bir renklilikte ayrı bir áykÇnÇn konusu olabilir. GerÉek şu ki, bÇtÇn bunların<br />
en kısa zamanda sona ermesini bÇtÇn gÇcÇmle istiyordum. Ama, daha yukarda da sáylediğim<br />
gibi, bizim yÇz bin frank hemen hemen bir ay dayandı, buna ben de iÉtenlikle pek şaştım;<br />
Blanche en azından seksen bin franklık alışveriş yapmıştı; biz topu topu yirmi bin frank<br />
harcamıştık ve... bu da yeterliydi. Sonlarına doğru benimle gerÉekten aÉıksázlÇ davranan (ya<br />
da daha doğrusu, tamamen yalan sáylemiyordu) Blanche, her ne olursa olsun, yapmak<br />
zorunda kaldığı borÉlan karşılamak zorunda kalmayacağımı kabul etti. Bana:<br />
ÜSana imzalaman iÉin ne fatura verdim, ne de bonoã dedi, ÜÉÇnkÇ acıdım sana; benim<br />
yerimde bir başkası olsa, bunu mutlaka yapardı ve seni cezaevine gánderirdi. GárÇyor musun,<br />
gárÇyor musun bak, seni ne kadar sevdim, ne kadar da iyi yÇrekliyim! Sadece bu Allahın<br />
cezası evlenme bana korkunÉ bir paraya patlayacak!ã<br />
GerÉekten de bir dÇğÇn yapıldı, birlikte geÉirdiğimiz ayın ta sonunda oldu bu iş ve áyle<br />
sanıyorum ki, benim yÇz bin<br />
frangın son kırıntıları da báyle uÉup gitti. àykÇ, yani demek istiyorum ki, ortak yaşamımız<br />
báyle sona erdi; ondan sonra ben resmen emekliye ayrıldım.<br />
İşler şu şekilde gelişti: Paris'e yerleşmemizden sekiz gÇn sonra general Éıkageldi. Trenden<br />
iner inmez doğruca Blanche'a geldi ve daha ilk ziyarette, az kalsın oraya yerleşecekti.<br />
Doğruyu sáylemek gerekirse, bir yerlerde kÇÉÇk bir dairesi vardı. Blanche onu Éığlıklar gibi<br />
kahkahalarla, neşeyle karşıladı, hatta boynuna bile sarıldı; işler o hale geldi ki Blanche,<br />
generali alıkoydu. General her yere onunla gitmek zorunda kaldı: Bulvarlara, gezintilere,<br />
tiyatrolara, arkadaşların evine. General bu işin hêlê Çstesinden gelebilecek durumdaydı;<br />
gerektiği gibi heybetli, uzun boyluydu, boyalı bıyıkları ve yan sakallan (zırhlı sÇvari alayında
hizmet yapmıştı), biraz yıpranmış olmakla birlikte, gÇzel bir yÇzÇ vardı. Davranışları,<br />
nezaketi kusursuzdu. Her giydiğini pek yakıştırırdı. Paris'te madalyalarını takardı. Báyle bir<br />
erkekle bulvarlarda gezinmek sadece olası değil, aynı zamanda da, deyim yerindeyse, salık da<br />
verilebilirdi.<br />
Saf ve ahmak generalin ayaklan yere basmıyordu artık; Paris'e geldiği zaman, evimizin<br />
kapısını Éaldığında bu kadarını hiÉ ummuyordu. Blanche'ın Éığlıklar kopararak kendisini kapı<br />
dışarı edeceğini sanarak, adeta korkudan titreyerek gelmişti. Olayların aldığı şekil onu pek<br />
sevindirdi ve bÇtÇn o ayı mutlu bir kendinden geÉme iÉinde geÉirdi. Ondan ayrıldığımda aynı<br />
durumdaydı. Biz ansızın Roulettenbourg'dan ayrıldıktan sonra, hemen o sabah onun bir kriz<br />
geÉirdiğini ancak buraya geldikten sonra áğrendim. Kendini kaybederek dÇşmÇştÇ; bÇtÇn bir<br />
hafta, adeta deli gibi olmuş, ipe sapa gelmez, saÉma sapan şeyler sáylemiş. Onu tedavi<br />
ediyorlarmış ama, birdenbire her şeyi orada yÇzÇstÇ bırakıp trene atladığı gibi doğruca Paris'e<br />
kaÉmıştı. Sáylemeye hiÉ gerek yok: Blanche' m onu karşılayış biÉimi ona en iyi ilaÉ yerine<br />
geÉmişti. Ama,<br />
F. 12<br />
l178<br />
KUMARBAZ<br />
bu mutlu ruhsal duruma karşın hastalığının belirtileri uzun zaman varlığını sÇrdÇrdÇ. Bundan<br />
báyle dÇşÇnmek, ya da biraz ciddi bir konuşmayı bile izlemek yeteneğinden yoksundu; báyle<br />
hallerde her sázcÇkte sadece: ÜHumm!ã diye eklemek ve başını sallamakla yetiniyordu.<br />
Ancak báylelikle işin iÉinden Éıkabiliyordu. Sık sık gÇlÇyordu ama, kesik, sinirli, hastalıklı<br />
bir gÇlÇşle gÇlÇyordu. Kimi zaman, kalın kaşlarını Éatarak, zifiri bir gece gibi kapkaranlık,<br />
saatlerce áyle oturuyordu. Tamamiyle unuttuğu pek Éok şey vardı. Saygısızlığa varacak kadar<br />
dalgınlaştı ve kendi kendine konuşma alışkanlığını edindi. Sadece Blanche, onu yaşama<br />
dándÇrebiliyordu; bir káşeye oturduğu zamanki huysuzluğu, neşesizliği sadece ya Blanche'ı<br />
uzun zamandır gármediğindendi, ya da Blanche, onu da gátÇrmeden sokağa Éıktığındandı,<br />
yahut da gitmeden ánce onu okşamayı unuttuğu iÉindi. Báyle anlarda ne istediğini<br />
sáylemesini bilemezdi, ÇzgÇn ve tasalı olduğunu kendi bilmiyordu ki. Bir, iki saat hiÉ<br />
kımıldamadan oturunca (Blanche hiÉ kuşkusuz Albert'le buluşmaya gittiği zamanlarda, bunu<br />
birkaÉ kez gázledim), birdenbire Éevresine bakınmaya, kıpırdanmaya, sağa sola dánmeye<br />
başlıyordu, bir şeyi anımsamaya, birisini bulmak istermişe benziyordu; ama, hiÉ kimseyi<br />
gáremeyince, neyi sormak istediğini anımsayamayınca, Blanche kahkahalarla gÇlerek, iki<br />
dirhem,bir Éekirdek, neşeli, canlı geri . dánÇnceye kadar yeniden uyuşukluğuna gámÇlÇyordu.<br />
Blanche hemen ona koşuyor, onu azarlıyor, ona bu lÇtfÇ pek ender gástermesine karşın,<br />
boynuna sarılıp ápÇyordu bile. Bir keresinde general, onu gárÇnce o kadar mutlu oldu ki,<br />
hÇngÇr hÇngÇr ağlamaya başladı; buna şaşıp kaldım.<br />
Blanche, general gelir gelmez, davasını savunmaya başladı. Hatta bÇyÇk bÇyÇk sázler etti,<br />
benim yÇzÇmden ona ihanet ettiğini, hemen hemen onunla nişanlı olduğunu, ona sáz<br />
verdiğini, generalin kendisi uğruna ailesini bıraktığım, en sonunda da onun hizmetinde<br />
olduğumu ve anlayış gástermem<br />
KUMARBAZ<br />
179<br />
gerektiğini anımsattı... Vicdan azabı da mı Éekmiyordum... filan falan... O bir yığın şey<br />
sáylerken, ben ağzımı bile aÉmıyordum. En sonunda bir kahkaha kopardım, her şey de orada<br />
kaldı, yani ánce beni bir sersem sandı, benim mert, iyi huylu bir Éocuk olduğum fikrinde karar<br />
kıldı. Kısacası, sonuna doğru bu saygıdeğer kızın (ÉÇnkÇ, gerÉekten de Blanche iyi bir kızdı...<br />
kendi tÇrÇnde elbette ki! BaşlangıÉta onun değerini tam olarak anlayamamıştım) bÇtÇn<br />
teveccÇhÇnÇ kazanmıştım. Sonuna doğru, bana:<br />
ÜSen akıllı ve iyi yÇreklisinã diyordu, Üve... ve... bu kadar aptal olmak Éok yazık! GerÉek bir<br />
Rus, bir Kalmuk!ã
Kápeğine hava aldırması iÉin uşağını gándereceği gibi, beni birkaÉ kez generali gezdirmeye<br />
gánderdi. Ben de onu tiyatroya, Bal Mabille'c, lokantalara gátÇrÇyordum. Generalin parası<br />
olmasına ve herkesin iÉinde cÇzdanını Éıkarmaktan pek hoşlanmasına karşın, bu gezintiler<br />
iÉin Blanche, bana para veriyordu. Bir gÇn, generalin Palais-Royal'de gárÇp beğendiği ve her<br />
ne pahasına olursa olsun, Blanclıe'a armağan etmek istediği yedi yÇz franklık bir iğneyi<br />
almasına engel ol-mak iÉin adeta zor kullanmam gerekti. Yedi yÇz franklık bir iğne Blanche<br />
iÉin neydi ki Generalin olup olacağı sadece bin frangı vardı. Bunun ona nereden geldiğini bir<br />
tÇrlÇ áğrenemedim. àyle sanıyorum ki, bunu ona B. Astley vermişti, Çstelik otel hesaplarını<br />
da o ádemişti.<br />
BÇtÇn bu sÇre iÉinde bana gásterdiği ilgiye gelince, áyle sanıyorum ki, general, Blanche'la<br />
ilişkilerimi anlamadı bile. Kumarda bir servet kazandığımdan sáz edildiğini şáyle belli<br />
belirsiz işitmişti ama, Blanclıe'm yanında kuşkusuz ázel sekreter, hatta belki de uşak sıfatıyla<br />
bulunduğumu sanıyordu. HiÉ değilse bana emir verircesine, yÇksekten alarak konuşmayı<br />
sÇrdÇrÇyordu, hatta arada sırada beni azarlamakta bile sakınca gármÇyordu. Bir sabah<br />
kahvaltı yaparken, Blanche'la beni pek eğlendirdi. Alıngan değildi; benim varlığım birden-<br />
180<br />
KUMARBAZ<br />
KUMARBAZ<br />
181<br />
bire neden onu incitti acaba Bunu hêlê bilmiyorum. Kuşkusuz kendisi de nedenini<br />
bilmiyordu. SázÇn. kısası, dereden tepeden konuşarak, başı sonu olmayan bir sáyleve girişti,<br />
benim haylaz bir sokak Éocuğu olduğumu, bana yaşamasını áğreteceğini... bana dÇnyanın kaÉ<br />
bucak olduğunu... vb., vb., áğreteceğini sáyledi avaz avaz bağırarak. Ama, sázlerinden hiÉ.<br />
kimse bir şey anlamadı. Blanche gÇlmekten katılıyordu; en sonunda generali iyi kátÇ<br />
yatıştırdık, sokağa Éıkarıp biraz gezdirdik. BirÉok defalar ÇzÇntÇye kapıldığını, birini, ya da<br />
bir şeyi ázlediğini, Blanche'ın varlığına karşın birisinin eksikliğini hissettiğini fark ettim. Bir<br />
iki kez bana iÉini dáktÇ ama, ondan hiÉbir zaman kesin bir şey áğrenemedim: Askerlikten,<br />
álmÇş eşinden, malikênesinden, servetinden sáz ediyordu bana. Hoşuna giden bir sázcÇğe<br />
rastladığı zaman, duygularını ve dÇşÇncelerini yansıtmamasına karşın, onu gÇnde yÇz kez<br />
yineliyordu. Konuşmayı Éocuklarına getirmek istiyordum ama, o zaman da, tıpkı eskiden<br />
yaptığı gibi, ağız kalabalığına getiriyor ve hemen konuyu değiştiriyordu.<br />
ÜEvet, evet, Éocuklar, haklısınız, Éocuklar ya!ã Yalnız, bir kez tiyatroya giderken duygulandı:<br />
ÜBahtsız Éocuklar, onlarã diye başladı ansızın, Üevet, Bayım, evet, bahtsız Éocuklar!ã O<br />
akşam artık defalarca: ÜBahtsız Éocuklar!ã diye yineledi.<br />
Pauline'den sáz etmek istediğim zaman fena halde áfkelendi.<br />
ÜNankár bir kız o!ã diye bağırdı. ÜKátÇ yÇrekli ve nankár bir kız! Ailemizi lekeledi! Burada<br />
da yasalar olsa, ben onu yola -getirirdim! Evet, evet!ã<br />
Deş Grieux'ye gelince, onun adının anıldığını işitmeye bile dayanamıyordu:<br />
ÜO, beni mahvettiã dedi, Übeni soydu soğana Éevirdi, varımı yoğumu elimden aldı, gırtlağımı<br />
kesti! Tam iki yıl boyunca<br />
benim karabasanım oldu! Aylarca dÇşlerime girdi o adam! O... O adam... Yoo, sakın<br />
bana ondan sáz etmeyin!ã<br />
Bu ikisinin arasında bir ilişki bulunduğunu gárÇyordum ama, her zamanki alışkanlığımla,<br />
susuyordum. Olup bitenleri ilk olarak Blanche'tan áğrendim: Ayrılmamızdan tam bir hafta<br />
ánceydi.<br />
ÜTalihi varmışã diye átÇp duruyordu; Ü.babuşka gerÉekten hasta ve her an álebilir. B. Astley<br />
bize bir telgraf gánderdi; sen de kabul edersin ki, her şeye karşın onun varisi. Olmasa bile,<br />
hiÉbir konuda beni rahatsız etmezdi. ànce, emekli maaşı var, sonra da son derece mutlu<br />
olacağı o arka odada-oturacak. Ben general eşi olacağım. YÇksek sosyeteye rahatÉa
girebileceğim (Blanche'ın en bÇyÇk dÇşÇydÇ bu), sonra da, bir Rus toprak ağası olacağım, bir<br />
şatom, mujiklerim olacak, daha sonra da nasıl olsa milyonumu elde ederim!ã<br />
ÜYa kıskanÉlığa, huysuzluğa başlarsa... Tanrı bilir neleri... ille de tutturmaya başlarsa..<br />
Anladın mı ne dediğimiã<br />
ÜO mu Aa, yoo! O olmaz! Buna cesaret edemez! Ben ánlemlerimi aldım, sen hiÉ merak<br />
etme! Albert adına ona birÉok nama muharrer senetler imzalattım bile. En ufak bir karardan<br />
dánmede... Hemen cezalanacak... Ama, buna cesaret edemez!ã<br />
Üàyleyse, evlen onunla...ã<br />
àzel tárenlere kalkışmadan, aile arasında sade bir dÇğÇn yapıldı. Albert'le birkaÉ yakın dost<br />
Éağırılmıştı. Hortense, Cleopêtre ve ábÇrleri kesinlikle uzaklaştırıldılar. Damat adayı<br />
durumunu pek ciddiye alıyordu. Blanche, onun kravatını kendi elleriyle bağladı, saÉlarına<br />
pomatlar sÇrdÇ; frak ve beyaz yelekle gerÉekten, pek rabıtalı bir hali vardı.<br />
Sanki bu fikir onu şaşırtıyormuşcasına: ÜDoğrusu, pek rabıtalıã dedi. Blanche, generalin<br />
odasından Éıkınca.<br />
Ayrıntılara girmediğim ve bÇtÇn bunlara sadece ilgisiz bir seyirci gibi katıldığım iÉin, o<br />
zaman olup bitenlerin pek<br />
182<br />
KUMARBAZ<br />
Éoğunu unuttum bile. Sadece, Blanche'ın soyadının Cominges değil, du Placet olduğu, dul<br />
Bayan Cominges'in de annesi olmadığı aklımda kaldı. Neden o ikisi o gÇne kadar o adı<br />
almışlardı... hiÉ bilmiyorum. Ama, general bundan pek memnun gárÇndÇ, hatta du Placet adı<br />
de Cominges'den daha Éok hoşuna gitti. DÇğÇn sabahı, giyinip kuşanmış, hem salonu<br />
arşınlıyor, hem de son derece ciddi bir halle, durmadan: ÜMadernoiselle Blanche du Placet!<br />
Blanche du Placet! Du Placet! Mademouazelle dioıı Placette!ã diye yineleyip duruyordu ve<br />
yÇzÇnde belirli bir kendini beğenmişlik parlıyordu. Kilisede, belediyede ve evdeki yemek<br />
sırasında, sadece mutlu değil, aynı zamanda da gururlu gárÇndÇ. Blanche da saygın havalar<br />
takınmaya başladı.<br />
BÇyÇk bir ciddiyetle, bana:<br />
ÜŞimdi artık tamamiyle başka tÇrlÇ davranmalıyımã dedi. ÜAma, biliyor musun, daha ánce<br />
hiÉ aklıma bile gelmeyen pek sevimsiz bir şey var: DÇşÇn bir kere, yeni soyadımı bir tÇrlÇ<br />
anımsamayı başaramıyorum! Zagorianski, Zagorianski, Sayın Bayan General de Sago...<br />
Sago... şu kahrolasıca Rus adları yok mu! Her neyse, on dárt sessiz harfli Sayın Bayan<br />
General! Ne kadar hoş, değil miã<br />
En sonunda, ayrıldık ve hatta Blanche, o Blanche aptalı, veda ederken birkaÉ damla gázyaşı<br />
bile dáktÇ.<br />
Burnunu Éeke Éeke ağlayarak:<br />
Üİyi bir insandınã dedi. ÜSeni aptal sanıyordum, senin de áyle bir halin vardı ama, bu sana<br />
yakışıyor.ã<br />
Elimi son bir kez daha sıktıktan sonra, birdenbire: ÜDur, bekle!ã diye haykırdı. Hemen kÇÉÇk<br />
salonuna koştu, bir dakika sonra bin franklık iki banknotla dándÇ. Báyle bir • şey yapacağını<br />
dÇnyada sanmazdım!<br />
ÜAl, bu senin işine yarar; bir outchitel olarak belki Éok bilgilisin ama, erkek olarak, Éok<br />
aptalsın. Sana daha fazlasını vermiyorum, ÉÇnkÇ nasıl olsa yitireceksin. Hadi, hoşÉa kal!<br />
KUMARBAZ<br />
183<br />
Hep iyi dost olarak kalacağız; eğer gene kazanırsan, mutlaka beni gármeye gel, mutlu<br />
olursun!ã<br />
Cebimde daha beş yÇz franga yakın para vardı; ayrıca bin frank kadar eden Éok gÇzel bir<br />
saatimle pırlanta kol dÇğmelerim var; demek ki hiÉ kaygılanmadan, hiÉbir şeye kulak<br />
asmadan oldukÉa uzun bir sÇre yaşayabilirim. DÇşÇncelerimi bir araya getirmek, ázellikle de
B. Astley'i beklemek iÉin bu berbat kÇÉÇk kente yerleştim. Buradan mutlaka geÉeceğini ve iş<br />
iÉin yirmi dárt saat kalacağını gÇvenilir bir kaynaktan áğrendim. Báylece, her şeyi<br />
áğrenebileceğim... sonra da... sonra da dosdoğru Hombourg'a gideceğim. Roulettenbourğ'a<br />
dánmeyeceğim, hiÉ değilse gelecek yıldan ánce değil. Aynı masada şansı iki kez aramanın<br />
kátÇ bir hesap olduğunu sáylÇyorlar, Hombourg'da da, gerÉekten kumar oynanıyor.<br />
ON YEDİNCİ BàLäM<br />
Bu notlara bakmayalı tam yirmi ay oldu. Ancak bugÇn, kaygılarımdan ve ÇzÇntÇmden<br />
kendimi avutabilmek iÉin onları yeniden okumak aklıma geldi. Hombourg'a gidişimde<br />
kalmışım. Ulu Tanrım! Karşılaştırarak sáylersek, son satırları ne kadar da gánÇl rahatlığıyla<br />
yazmışım! Ya da, gánÇl rahatlığıyla değilse bile, ne kendini beğenmişlikle, ne sarsılmaz<br />
umutla! Şu kadar olsun kendimden kuşku ediyor muydum Şimdi on sekiz aydan fazla geÉti<br />
ve kendi gárÇşÇme gáre, dilenciden daha beter bir durumdayım! Peki, neden bir dilenci<br />
Dilencilik umurumda bile değil! Ben dÇpedÇz kendimi yitirdim, mahvoldum! Zaten bu hemen<br />
hemen hiÉbir şeyle karşılaştırılamaz, oturup da kendime ahlak dersi verecek de184<br />
KUMARBAZ<br />
değilim! Báyle bir durumda ahlak dersinden daha saÉma, daha mantıksız bir şey olamaz! Ah!<br />
O kendinden memnun insanlar! Bu ÉalÉeneler nasıl da bábÇrlenen bir kendini beğenmişlikle<br />
cevherlerini yumurtlamaya hazırdırlar! İÉinde bulunduğum durumun berbatlığının ne derece<br />
bilincinde olduğumu bilseler, bana ders vermek iÉin sáz bulamazlardı. Zaten benim<br />
bilmediğim yeni neyi sáyleyebilirler ki bana İşte asıl sáz konusu olan bu! Kesin olan bir şey<br />
varsa o da... bir tekerlek dánÇşÇyle her şey değişebilir ve o aynı ahlak hocaları o zaman dostÉa<br />
şakalaşarak beni kutlamaya ilk koşanlar olacaktır, bundan kesinlikle eminim. O zaman şimdi<br />
yaptıkları gibi, beni gárÇnce artık arkalarını dánmezler. Ama, ben bÇtÇn bu insanların<br />
kafasına tÇkÇrÇyorum! Ben şimdi neyim Bir sıfır. Yarın ne olabilirim àlÇleri diriltip,<br />
yeniden yaşamaya başlayabilirim! BÇsbÇtÇn kaybolmadan ánce, iÉimdeki insanı bulabilirim!<br />
GerÉekten de Hombourg'a gittim ama... daha'sonra Rou-lettenbourg'a da, Spa'ya da gittim,<br />
hatta, burada efendim olan bir alÉağın, meclis Çyesi Hinze'nin, uşağı olarak Baden'e de gittim.<br />
Evet, tam beş ay uşaklık ettim! Bu, cezaevinden hemen sonra oldu. çÇnkÇ<br />
Roulettenbourg'daki borÉlarım iÉin hapse de girdim. Bir yabancı benim yerime borÉlarımı<br />
ádedi. Kimdi bu B. Astley mi Pauline mi Bilmiyorum ama, borcum ádendi: Topu topu iki<br />
yÇz talerdi, sonra beni salıverdiler. Nereye gidebilirdim ki İşte o zaman Hinze'nin hizmetine<br />
girdim. Tembellik etmesini seven genÉ dÇşÇncesizin biridir, ben de ÇÉ dilden'okuyup<br />
yazmasını biliyorum. Başlan-gıÉta otuz florin aylıkla sekreter gibi bir şeydim; ama sonunda,<br />
gerÉekten onun uşağı oldum: Bir sekreter tutacak olanağı yoktu artık bu yÇzden .maaşımı<br />
azalttı; benim de gidecek hiÉbir yerim yoktu, onun iÉin kaldım ve báylece kendi kendimi uşak<br />
olarak değiştirdim. Onun yanında doyasıya ne yiyebiliyor, ne de iÉebiliyordum ama, buna<br />
karşılık beş ayda<br />
KUMARBAZ<br />
185<br />
yetmiş florin biriktirdim. Baden'de, bir akşam ondan ayrılmak istediğimi bildirdim. Ve<br />
hemen o akşam rulete gittim. Ah! Bilseniz yÇreğim nasıl Éarpıyordu! Hayır, paraya<br />
ánem verdiğim yoktu. Ben sadece ertesi gÇnden tezi yok, Baden' deki bÇtÇn bu<br />
Hinze'lerin, bÇtÇn bu metrdotellerin, bÇtÇn bu gÇzel hanımların benden sáz etmesini, áykÇmÇ<br />
anlatmasını, beni kutlamasını Ve kumardaki yeni şansım karşısında yerlere kadar eğilmesini<br />
istiyordum. Bunlar hep ÉocukÉa dÇşler ve dÇşÇncelerdi ama... kimbilir Belki Pauline'e de<br />
rastlardım, ona serÇvenlerimi anlatırdım ve bÇtÇn bu saÉma'yazgı', oyunlarının Çzerinde<br />
olduğumu gárÇrdÇ... Yoo! Hayır! Benim paraya ánem verdiğim yoktu! Kesinlikle<br />
inanıyorum ki, parayı ka-zansam gene har vurup harman savurması iÉin herhangi bir<br />
Blanche'a verirdim ve on altı bin franga satın alınan bir Éift atın Éektiği arabada, yeniden tam<br />
ÇÉ hafta Paris'te boy gásterirdim. Cimri olmadığımı Éok iyi biliyorum; hatta eli aÉık, savurgan
ir insan olduğumu bile sanıyorum... Bununla birlikte, krupiyenin bildirilerine ne heyecanla,<br />
ne yÇrek daral-malarıyla kulak kabarttığımı bir bilseniz: Otuz bir, kırmızı, tek ve pas, ya da:<br />
Dárt, kara, Éift ve eksik! Krupiyenin kÇreği altında kor gibi parıldayan yığınlar halinde<br />
Éáken Çst Çste yığılmış altın paraların, lui altınlarının, frederiklerin ve talerlerin saÉıldığı<br />
kumar masasına, ya da uzun gÇmÇş tomarlarının Éevrelediği sehpaya nasıl bir doymazlıkla<br />
baktığımı bilseniz. Daha kumar salonuna bile ulaşmadan, altın ve gÇmÇş paraların<br />
şıkırdadığını işitir işitmez, adeta baygınlıklar geÉiriyorum. Kumar masasına yetmiş florinimi<br />
gátÇrdÇğÇm gece gerÉekten harikulade oldu. Pas'm Çzerine koyduğum on florinle başladım.<br />
Pas iÉin benim olumlu bir ányargım vardır. Yitirdim. GÇmÇş para olarak altmış florinim<br />
kalmıştı. DÇşÇndÇm... Sı-fır'a gáz koydum. Sıfır Çzerine bir- kerede beş florin koyuyordum;<br />
ÇÉÇncÇ oyunda sıfır Éıktı. YÇz yetmiş beş florini alırken sevinÉten áleceğimi sandım; yÇz<br />
bin florin kazandığım186<br />
KUMARBAZ<br />
zaman bu kadar mutlu olmamıştım. Hemen kırmızı'nın Çzerine yÇz florin koydum... ve<br />
kazandım; kırmızı'nın Çzerine iki yÇz florin... Kazandım; kara'mn Çzerine dárt yÇz florin...<br />
kazandım, eksik Çzerine sekiz yÇz florin... kazandım. Toplam bin yedi yÇz florinim vardı...<br />
Ve bÇtÇn bunlar beş dakikadan daha kısa bir zamanda gerÉekleşmişti! Báyle anlarda insan<br />
bÇtÇn geÉmiş başarısızlıklarım unutuyor! çÇnkÇ yaşamımdan fazlasını tehlikeye atarak bunu<br />
elde etmiştim, bir tehlikeyi gáze almaya cesaret etmiştim ve... işte gene insan sırasına<br />
girmiştim!<br />
Bir otelde oda tuttum, kapımı anahtarla kilitleyip iÉeri kapandım ve tam saat ÇÉe kadar paramı<br />
saydım. Uyandığımda artık uşak değildim. Hemen o gÇn Hombourg'a gitmeye karar verdim:<br />
Orada ne kimsenin hizmetinde Éalışmıştım, ne de hapishanede yatmıştım. Trenin hareketinden<br />
yarım saat ánce, yeniden gidip kumar oynadım, sadece iki oyun, daha fazla değil ve bin beş<br />
yÇz florin yitirdim. Gene de Hombourg'a gittim, iki aydan beri de oradayım.<br />
SÇrekli bir yÇrek sıkıntısı ve korku iÉinde yaşıyorum; az para sÇrerek oynuyorum ve<br />
bekliyorum, hesaplar yapıyorum; gÇnlerce kumar masasının yanında gázlemler yapıyorum,<br />
dÇşlerimde bile kumar gárÇyorum... Ama, bu arada kaşarlanmışım, Éirkefe bulanmışım gibi<br />
geliyor bana. B. Astley'le karşılaşmamın bende yaptığı etkiden bu sonucu Éıkardım. çoktandır<br />
birbirimizi gármemiştik, bir rastlantıyla karşılaştık. Bakın nasıl oldu: BahÉede yÇrÇyordum ve<br />
hemen hemen beş parasız olduğumu, sadece elli florinim kaldığını hesaplıyordum, Çstelik de<br />
kaldığım kÇÉÇk otel odasının hesabını da iki gÇn ánce ádemiştim. Demek ki gidip rulette bir<br />
el daha oynayacak olanağa sahiptim; eğer kazanırsam, kumarı sÇrdÇrebilirdim; yitirirsem...<br />
Beni áğretmen olarak hemen yanına alacak bir Rus ailesi bulamazsam, yeniden birinin yanına<br />
uşak olmam gerekecekti... BÇtÇn bu dÇşÇnceleri kafamda evirip Ée-<br />
KUMARBAZ<br />
187<br />
virerek komşu eyalette, park ve ormanda her gÇnkÇ gezintimi yapmaya gidiyordum. Kimi<br />
zaman báyle tam dárt saat yÇrÇyordum ve Hombourg'a yorgun ve aÉ dánÇyordum. Tam parka<br />
girdiğim anda, ansızın bir sıranın ÇstÇnde oturan B. Astley gázÇme aÉıktı. O da beni<br />
gármÇştÇ, bana seslendi. Yanına oturdum. YÇzÇnÇ oldukÉa ciddi gárÇnce, ben de hemen<br />
neşemi azalttım; onu gárdÇğÇme pek sevinmiştim.<br />
ÜDemek, buradasınız siz de Sizinle karşılaşacağımı dÇşÇnmÇştÇmã dedi. ÜOlup bitenleri<br />
bana anlatma zahmetine katlanmayın, biliyorum, hepsini biliyorum. Şu son yirmi ay iÉindeki<br />
bÇtÇn yaşamınızı biliyorum.ã<br />
ÜYa! Bakın hele! Demek ki eski dostlarınızı báyle gázetletiyorsunuz!ã diye karşılık verdim<br />
ben de. ÜBu size onun kazandırır, dostlarınızı unutmuyorsunuz... Durun bakayım, aklıma bir<br />
şey getirdiniz: İki yÇz florinlik bir borÉ yÇzÇnden girdiğim Roulettenbourg cezaevinden beni<br />
Éıkaran siz değil miydiniz Bilinmeyen biri borcumu ádedi.ã
ÜHayır, hayır, ben değilim ama, borÉ yÇzÇnden Rouletten-bourg'da hapse girdiğinizi<br />
biliyorum.ã<br />
Üàyleyse beni kurtaranı da biliyorsunuzdurã<br />
ÜHayır, bildiğimi sáyleyemem.ã<br />
Üçok garip, doğrusu; buradaki Rusların hiÉbirini tanımıyorum, zaten tanısam da bana báyle<br />
bir iyilikte bulunmazlardı; bizim oralarda, Rusya'da, ancak Ortodokslar kardeşlerini<br />
kurtarırlar. Onun iÉin ben, tuhaflık olsun diye, bunun herhangi acayip bir İngiliz olduğunu<br />
dÇşÇnmÇştÇm.ã<br />
B. Astley beni az Éok bir şaşkınlıkla dinliyordu. HiÉ kuşkusuz beni ÇzgÇn ve bitkin bulacağını<br />
dÇşÇnmÇştÇ.<br />
ÜHer neyse, sizi bÇtÇn fikir ázgÇrlÇğÇnÇzle ve hatta neşenizle yeniden gárdÇğÇme Éok<br />
sevindimã dedi oldukÉa hırÉın bir halle.<br />
ÜYani demek oluyor ki, beni bitkin ve mahcup olmuş188<br />
KUMARBAZ<br />
gáremediğiniz iÉin iÉten iÉe áfkeden. kuduruyorsunuzã dedim gÇlerek.<br />
Sázlerimi hemen kavrayamadı ama, anladığı zaman gÇlÇmsemeye başladı.<br />
ÜEleştirileriniz hoşuma gidiyor. Bu sázlerde geÉmiş gÇnlerdeki coşkulu, akıllı ve aynı<br />
zamanda da edepsiz eski dostumu buluyorum. Bunca Éelişkiyi ancak Ruslar aynı zamanda<br />
kendilerinde toplayabilirler. Kişinin en iyi dostunun ánÇnde mahcup olduğunu gármekten<br />
hoşlandığı bir gerÉektir: Dostluk Éoğu zaman işte bu mahcubiyetin Çzerine oturur; bÇtÇn akıllı<br />
kişilerin bildiği Éok eski bir gerÉektir bu. Ama, şu iÉinde bulunduğumuz durumda, size<br />
kesinlikle sáyleyeyim ki, sizi bitkin gármediğime iÉtenlikle memnunum. Buraya baksanıza,<br />
kumardan vazgeÉmeye hiÉ niyetiniz yok muã<br />
ÜOo! Kumarın canı cehenneme! HiÉ dÇşÇnmeden hemen bırakırdım eğer...ã<br />
ÜEğer şimdi paranızı yeniden kazansaydınız, değil mi Ben de aynen báyle dÇşÇnmÇştÇm,<br />
sonunu getirmeyin... biliyorum... bunu hiÉ dÇşÇnmeden sáylediniz... àyleyse gerÉeği<br />
sáylediniz. Bana bakın, kumardan başka bir şeyle ilgilenmiyor musunuzã<br />
ÜHayır...ã<br />
Beni bir sınavdan geÉirdi. HiÉbir şey bilmiyordum, şu son gÇnlerde ancak gazetelere şáyle bir<br />
gáz atmıştım, bir tek kitabın kapağını bile aÉmamıştım.<br />
ÜKatılaşmışsınızã diye belirtti, Üsadece yaşamdan, kendi kişisel Éıkarlarınızdan ve<br />
toplumunkilerden, insanlık ve yurttaşlık gárevlerinizden, dostlarınızdan (ÉÇnkÇ, dostlarınız<br />
vardı) uzaklaşmamışsınız, sadece kazanÉ dışında her tÇrlÇ amaÉtan uzaklaşmamasınız, siz<br />
aynı zamanda kendi anılarınızdan da uzaklaşmışsınız... Ben sizi yaşamınızın tutkulu ve yoğun<br />
bir zamanında anımsıyorum ama, kesinlikle eminim ki siz o dánemdeki bÇtÇn en iyi<br />
izlenimlerinizi, duygularınızı unut-<br />
KUMARBAZ<br />
189<br />
muşsunuzdur; dÇşleriniz, gÇnlÇk istekleriniz şimdi artık Éift ve tek, kırmızı, kara, ortadaki on<br />
iki sayı, vb., vb., ileri git-miyordur. Buna kesinlikle inanıyorum.ã<br />
ÜYeter, B. Astley, rica ederim, rica ederim, bana geÉmişten sáz etmeyin!ã diye haykırdım<br />
kızgınlıkla, adeta áfkeyle. ÜŞunu iyi bilin ki, ben hiÉbir şeyi unutmuş değilim; ama, bir sÇre<br />
iÉin bÇtÇn bunları, hatta anılarımı bile kafamdan kovdum... ta ki durumumu iyice dÇzeltinceye<br />
kadar, İşte o zaman... o zaman, gáreceksiniz, álÇleri dirilteceğim!ã<br />
ÜOn yıl sonra da siz burada olacaksınızã dedi. ÜBahse girerim ki, eğer yaşarsam, size bunu<br />
yine bu sıranın Çzerinde anımsatırım.ã<br />
ÜPekêlê, pekêlê, bu kadarı yeterã diye sázÇnÇ festim sabırsızlıkla. ÜPek de o kadar unutkan<br />
olmadığımı size kanıtlamak iÉin, izin verin de Bayan Pauline'in şimdi nerede olduğunu<br />
sorayım size BorÉlarımı ádeyen siz değilseniz, mutlaka odur. Ondan hiÉ haber alamadım.ã
ÜHayır, yoo, hayır! BorÉlarınızı ádeyenin o olduğunu hiÉ sanmıyorum. Şimdi İsviÉre'de<br />
bulunuyor, Bayan Pauline Çzerine soru sormamakla da beni pek memnun edersinizã dedi<br />
buyurgan ve hatta áfkeli bir sesle.<br />
ÜDemek ki sizi de son derece yaraladı,, áyle miã dedim elimde olmadan gÇlmeye<br />
başlayarak.<br />
ÜBayan Pauline dÇnyanın en saygın kişilerinin en iyisidir ama, size bir kez daha sáylÇyorum,<br />
onun hakkında soru sormayı kesmekle beni Éok memnun edersiniz. Siz, onu hiÉ tanımadınız,<br />
onun adını sizin ağzınızdan işitince, bunu kendi ahlak anlayışıma bir hakaret olarak kabul<br />
ediyorum.ã<br />
ÜSahi mi Hata ediyorsunuz; ÉÇnkÇ bir dÇşÇnsenize, sizinle başka neden sáz edebilirim ki<br />
BÇtÇn anılarımız hep onunla ilişkili. HiÉ korkmayın, sizin mahrem áykÇlerinizi áğrenmeye<br />
hiÉ de meraklı değilim. Ben, eğer deyim yerindeyse, sadece Bayan Pauline'in dış durumuyla,<br />
şimdi iÉinde bulun-190<br />
KUMARBAZ<br />
dÇğÇ dış koşullarla ilgileniyorum. Bu da iki sázcÇkle anlatı-labilir.ã<br />
ÜPekêlê, áyle olsun; ama, bu iki sázcÇkten sonra kesmek koşuluyla. Bayan Pauline uzun<br />
zaman hasta yattı, şimdi de hasta sayılır. Bir sÇre, İngiltere'nin kuzeyinde, annemle kızkardeşimin<br />
yanında kaldı. Altı ay ánce, bÇyÇkannesi (anımsarsınız, hani şu tamamiyle aklını<br />
kaÉıran yaşlı kadın), sırf Bayan Pauline'in kendisine yedi bin lira bırakarak áldÇ. Şimdi de<br />
'Bayan Pauline evlenen kızkardeşimle birlikte yolculuk yapıyor. BÇyÇkannenin vasiyetnamesi<br />
kızkardeşiyle erkek kardeşinin geleceğini de gÇvence altına alıyor, onlar da Londra'da<br />
okuyorlar. Generale, Çvey babasına gelince, bir ay ánce beyin kanamasından Paris'te áldÇ.<br />
Mile Blanche ona Éok iyi baktı ama, bÇyÇkannenin generale bıraktıklarının hepsini Çzerine<br />
Ée-virtmeyi başardı. Sanırım hepsi bu kadar.ã<br />
ÜPeki, ya Deş Grieu* O da İsviÉre'de yolculuk yapmıyor muã<br />
ÜHayır, Deş Grieux İsviÉre'de yolculuk yapmıyor, nerede olduğunu da bilmiyorum. ästelik<br />
de, bir daha báyle anıştırmalar ve yaklaştırmalar yapmamanızı kesinlikle áneririm, yoksa vay<br />
halinize, elimden Éekeceğiniz var demektir.ã<br />
ÜNasıl Kırk yıllık dostluğumuza karşın mıã<br />
ÜEvet...ã<br />
ÜBin kez ázÇr dilerim, B. Astley. Ama, bununla birlikte izin verirseniz şunu belirteyim:<br />
Bunda kırıcı, ya da yersiz hiÉbir şey yok ki. Bayan Pauline'i hiÉbir şeyle suÉlamıyorum ki ben.<br />
Bundan başka da... Genel olarak ele alırsak, bir Fran-sızla bir Rus kÇÉÇk hanımı, bu ne sizin,<br />
ne de benim ne aydınlatabileceğimiz, ne de iyice anlayabileceğimiz bir yakınlaşmadır.ã<br />
ÜDeş Grieux'nÇn adını bir başka adla birlikte anmasay-dınız, 'bir kÇÉÇk Fransızla bir Rus<br />
kÇÉÇk hanımı deyimiyle ne anlatmak istediğinizi sorardım size. Burada ne gibi bir<br />
KUMARBAZ<br />
191<br />
Üyaklaşımã var Neden tam da bir Fransızla bir Rus kÇÉÇk hanımıã<br />
ÜBakın, gárdÇnÇz mÇ, bu sizi ilgilendiriyor. Ama, bu uzun bir áykÇdÇr, B. Astley. Daha ánce<br />
bilinmesi gereken pek Éok şey var. Zaten, bu ánemli bir sorundur, o kadar da gÇlÇnÉ ki daha<br />
ilk bakışta gáze' Éarpıyor. B. Astley, Fransız eksiksiz ve zarif bir biÉimdir. Bir İngiliz olarak<br />
siz belki aynı kanıda değilsiniz; bir Rus olarak, ben de aynı kanıda değilim, kıskanÉlık<br />
nedeniyle olsa bile. Ama, bizim Rus kızları belki de başka tÇrlÇ dÇşÇnÇyorlardır. Siz Racine'i<br />
yapmacıklı, ázentili, mis kokulu bulabilirsiniz, belki onu elinize alıp okumazsınız bile. Ben de<br />
onu yapmacıklı, ázentili, mis kokulu, hatta belirli bir bakış aÉısından gÇlÇnÉ bile bulurum.<br />
Ama, Racine gene de sevimlidir, B. Astley, ázellikle de, biz istesek de istemesek de, bÇyÇk<br />
bir şairdir. Fransızın, yani Parislinin ulusal biÉimi, biz daha ayıyken zarif bir kalıba dákÇldÇ.<br />
Fransız Devrimi soyluluğa varis oldu. BugÇn, kÇÉÇk Fransızların en adisinde bile, girişiminin,<br />
ruhunun, ya da yÇreğinin en ufak bir katkısı olmaksızın son derece zarif tavırlar, davranışlar,
ifadeler ve hatta dÇşÇnceler bulunabilir. BÇtÇn bunlar miras yoluyla ona geÉmiştir. Kendileri<br />
kişisel olarak dÇnyanın en boş, en adi, en aşağılık yaratıkları olabilirler. Balem,1 B. Astley,<br />
size bir şey sáyleyeyim mi, dÇnya yÇzÇnde iyi yÇrekli, akıllı ve fazla yapmacıklı olmayan bir<br />
Rus kızından daha gÇvenen ve daha aÉık bir yaratık olamaz. Herhangi bir rolde bir maske<br />
altında beliriveren bir Deş Grieux inanılmaz bir kolaylıkla onun gánlÇnÇ fethedebilir; zarif bir<br />
şekli vardır, B. Astley, kÇÉÇk hanım da bu şekli kalıtım yoluyla ona geÉen bir giysi gibi değil<br />
de, onun ruhu, ruhunun ve yÇreğinin doğal şekli sanır. HiÉ hoşunuza gitmese de, size şunu<br />
itiraf etmek zorundayım ki, İngilizler Éoğunlukla, sıkıcı biÉimde dÇzenli ve zarafetten<br />
yoksundurlar. Oysa, Ruslar gÇzelliği iÉgÇdÇyle ayırdetmesini bilirler ve buna susamışlardır.<br />
Ama, ruh gÇzel-192<br />
KUMARBAZ<br />
ligini ve kişiliğini ázgÇnlÇklerini ayırt etmek iÉin bizim kadınlarımızda, haydi haydi genÉ<br />
kızlarımızda bulunandan Éok daha fazla bağımsızlık ve ázgÇrlÇk, ázellikle de Éok daha fazla<br />
deneyim gerektir. Bayan Pauline, (ázÇr dilerim, adı ağzımdan kaÉtı), sizi bir Deş Grieux<br />
alÉağına yeğlemeye karar vermek iÉin daha Éok zaman bekleyecektir. Size Éok saygısı var,<br />
arkadaşınız olur, size bÇtÇn yÇreğini aÉar; ama, bu yÇrekte gene de o nefret edilen alÉak<br />
hÇkÇm .sÇrecektir, o Deş Grieux adındaki aşağılık ve adi tefeci egemen olacaktır... Hatta bu<br />
inattan, bir bakıma da, ázsaygıdan 'sÇrÇp gidecektir, ÉÇnkÇ o aynı Deş Grieux bir gÇn ona,<br />
zarif bir marki, dÇş kırıklığına uğramış bir liberal, ailesine ve bu dÇşÇncesiz generale yardım<br />
etmek istediği, iÉin, sázÇmona mahvolmuş biri olarak ortaya Éıktı. BÇtÇn dÇzenler sonradan<br />
ortaya Éıktı. Ama, iş işten geÉmişti artık, şimdi hiÉbir şey umurunda değil: Ona eski gÇnlerin<br />
Deş Grieux'sÇnÇ geri verin, bÇtÇn istediği işte bu! BugÇnÇn Deş Grieux'sÇnden nefret ettiği<br />
oranda, sadece onun hayalinde yaşamış olmasına karşın, eskisini ázlÇyor. Arıtımevi<br />
sahibisiniz, değil mi, B. Astleyã<br />
ÜEvet, bÇyÇk Lowel ve àrt. arıtımevinin ortağıyım.ã ÜYa, gárdÇnÇz mÇ, B. Astley. Bir<br />
yanda, bir arıtımevi sahibi... àbÇr yanda Belvedere'in Apollon'u; ikisi birlikte gitmez. Ya ben,<br />
ben bir arıtımevi sahibi bile değilim: Sadece kÇÉÇk bir rulet oyuncusuyum, uşaklık bile<br />
yaptım, kuşkusuz Bayan Pauline'in bundan da haberi vardır, ÉÇnkÇ iyi kurulmuş bir polisi var<br />
gibi gárÇnÇyor.ã<br />
ÜHırÉın olmuşsunuz, işte bunun iÉin bÇtÇn bu saÉmalıkları sáylÇyorsunuzã dedi B. Astley<br />
soğukÉa, bir sÇre dÇşÇndÇkten sonra. Üästelik sázleriniz ázgÇnlÇkten de yoksun.ã<br />
ÜBunu kabul ediyorum! Ve işte asıl korkunÉ olanı da şu ki, benim soylu dostum, benim<br />
suÉlamalarım ne kadar yÇrÇrlÇkten dÇşmÇş, yavan ve vodvillere yaraşır tÇrden olursa<br />
KUMARBAZ<br />
193<br />
olsunlar, gene de gerÉektirler! Bakın gárdÇnÇz, siz ve ben hiÉbir şey elde edemedik!ã<br />
Üçok iğrenÉ ve aptalca bir şey bu... çÇnkÇ... ÉÇnkÇ... şunu iyi bilin kiã diye haykıran B.<br />
Astley'in sesi titriyor, gázleri parlıyordu, Üşunu iyi bilin ki, nankár, kátÇ, değersiz ve zavallı<br />
adam, Hombourg'a onun emriyle, sizi gárÇp, sizinle aÉık yÇrekle uzun uzun konuşmak ve<br />
bÇtÇn... duygularınızı, dÇşÇncelerinizi, umutlarınızı ve... anılarınızı ona anlatmak iÉin<br />
geldim!ã<br />
ÜOlur şey değil! Olur şey değil!ã diye haykırdım ve gázlerimden yaşlar boşandı Onları<br />
tutamamıştım ve áyle sanıyorum ki ámrÇmde ilk kez báyle bir şey başıma geliyordu.<br />
ÜEvet, zavallı adam, sizi seviyordu, mahvolmuş bir adam olduğunuza gáre bunu size<br />
aÉıklayabilirim! Dahası da var, sizi hêlê sevdiğini sáylesem bile, siz... gene de burada<br />
kalırsınız! Evet, kendi kendinizi mahvettiniz. Kimi yetenekleriniz, canlı bir yaradılışınız<br />
vardı, hiÉ de kátÇ bir insan değildiniz; hatta, insana onca gereksinimi olan Çlkenize yararlı<br />
bile olabilirdiniz ama... siz burada kalacaksınız, sizin yaşamınız bitti. Sizi suÉlamıyorum.<br />
DÇşÇnceme gáre, bÇtÇn Ruslar báyledir, ya da báyle olma eğilimindedirler. Rulet olmazsa<br />
ona yakın başka bir şey olur. Ayrıklıklar (istisnalar) Éok ender. çalışmanın, emeğin değerini
ilmeyen ilk siz değilsiniz (sizin milletinizden sáz etmiyorum). Rulet ázellikle bir Rus<br />
kumarıdır. Şimdiye kadar dÇrÇst ve namuslu kaldınız, Éalmaktansa uşaklığı yeğlediniz... Ama,<br />
gelecekte neler olabileceğini dÇşÇndÇkÉe tir tir titriyorum. Eh, bu kadarı yeter, elveda! Paraya<br />
ihtiyacınız vardır, elbette değil mi İşte alın, size on lui altını. Daha fazlasını vermiyorum,<br />
ÉÇnkÇ nasıl olsa yitireceksiniz. Alın şunu ve elveda! Alsanıza canım!ã<br />
ÜHayır, B. Astley, bÇtÇn o sáylediklerinizden sonra...ã<br />
ÜA-lın!ã diye haykırdı. ÜSizin hêlê soylu bir kişi olduğu-<br />
F. 13194<br />
KUMARBAZ<br />
nuza kesinlikle inanıyorum ve bu parayı size bir dostun gerÉek bk dosta verebileceği gibi<br />
veriyorum. Kumardan ve Hom-bourg'dan' vazgeÉip de Çlkenize geri dáneceğinize emin<br />
olabilseydim, yepyeni bk mesleğe başlamanız iÉin size şimdi hemen bin İngiliz lirası vermeye<br />
hazırım. Ama, bin İngiliz lirası yerine sadece on altın veriyorum, ÉÇnkÇ sizin iÉin bugÇn artık<br />
bin lirayla on altının pek bir farkı yok: Onları yitireceksiniz. Alın ve hoşÉa kalın.ã<br />
ÜEğer sizi kucaklamama izin verirseniz, kabul ederim.ã<br />
Ü Memnuniyetle!ã<br />
İÉtenlikle kucaklaştık ve B. Astley gitti.<br />
Hayır, yanılıyor! Pauline'le Deş Grieux konusunda sert ve ahmakÉa konuştuysam, o da Ruslar<br />
konusunda sert ve ahmakÉa konuştu. Beni ilgilendiren konuya gelince, ben bir şey<br />
demiyorum. Zaten... zaten, şu anda sáz konusu olan hiÉ de bu değil: BÇtÇn bunlar sadece sáz,<br />
sáz ve sáz, oysa eylem gerek! ànemli olan şimdi İsviÉre! Yarından tezi yok... Ah! Hemen<br />
yarın gidebilseydim! Yeniden doğmak, dirilmek! Onlara kanıtlamak gerek... Benim hêlê bir<br />
erkek olabileceğimi Pauline mutlaka bilmeli. Yeter ki... Zaten şimdi artık Éok geÉ ama.<br />
yarın... Ah! İÉime doğuyor, başka tÇrlÇsÇ olamaz! Şimdi on beş lui altınım, on beş florinle<br />
başlamıştım! İnsan sakınımla başlarsa... Minicik bir Éocuk muyum ben Mahvolmuş bir adam<br />
olduğumu anlamıyor muyum yani ben Evet! àmrÇmde bir kez, sakınımlı ve sabırlı<br />
olmam'yeter... Ve hepsi bu kadar işte! Bir kez olsun karakter sahibi olmam yeter, bir saatte<br />
bÇtÇn yazgımı değiştirebilirim. ànemli olan karakterdir. Sadece, yedi ay ánce,<br />
Roulettenbourg'da kesinlikle mahvolmadan ánce, başıma neler geldiğini bir anımsamam<br />
yeter. Oo! OlağanÇstÇ bir kararlılık árneği olmuştu bu: Her şeyi yitirmiştim, her şeyi...<br />
Gazinodan Éıktım, bakındım... Yeleğimin cebinde hêlê bir florin dolaşıyordu: ÜAa! Yemek<br />
yiyecek param varmış hêlê!ã dedim kendi kendime ama, yÇz adım kadar git-<br />
KUMARBA.Z<br />
195<br />
tikten sonra, kararımı değiştirip geri dándÇm. O bir tek florini manque'm Çzerine koydum (bu<br />
kez, manque Çzerine koymuştum) ve, gerÉekten de, insan yabancı bir Çlkede, yapayalnız,<br />
vatanından, dostlarından uzakta, o gÇn ne yiyeceğini bile bilmeden, son, son, en son florinini<br />
tehlikeye attığı zaman ázel bir duyguya kapılır! Kazandım ve yirmi dakika sonra, cebimde<br />
yÇz yetmiş florinle gazinodan Éıktım. Bu bir olgudur! İşte kimi zaman son florin bu anlama<br />
gelir! Ya ben umutsuzluğa kapılsaydım, bir tÇrlÇ karar verme cesaretini gás-teremeseydim..<br />
Yarın, yarın, her şey bitecek!..<strong>KUMARBAZDostoievski</strong><br />
<strong>Kumarbaz</strong><br />
çeviren: <strong>Nesrin</strong> <strong>ALTINOVA</strong><br />
2. Basım<br />
BEYAZIT DEVLE T KäTäPHANESİ<br />
Tasnif No.<br />
Demirbaş No.<br />
891.733 327855<br />
Remzi Kitabevi<br />
Ankara Caddesi, 93 — istanbulMICHEL BUTOR'UN àNSàZä
2. Basım: Temmuz 1993<br />
ISBN975-14-0399-5 KTB 93.34.Y.0030.0600<br />
Remzi Kitabevi A.Ş.<br />
Selvili Mescit S.3 Cağaloğlu