Kalkınma Dergisi 49. Sayı - Türkiye Kalkınma Bankası
Kalkınma Dergisi 49. Sayı - Türkiye Kalkınma Bankası
Kalkınma Dergisi 49. Sayı - Türkiye Kalkınma Bankası
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
TÜRKİYE KALKINMA BANKASI A.Ş.<br />
<strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong> Yayını<br />
TEMMUZ – EYLÜL 2008 <strong>Sayı</strong> : 49<br />
Adına Sahibi<br />
Abdullah ÇELİK<br />
Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdür<br />
Yazı İşleri Sorumlusu<br />
Ertan İNAN<br />
Eğitim ve Halkla İlişkiler Müdürü<br />
BASINDA KALKINMA. 2<br />
BANKAMIZ ISO 14001 ÇEVRE YÖNETİM SİSTEMİNE<br />
GEÇİYOR. 7<br />
EMNİYET CAMLARI SEKTÖRÜ. 8<br />
Yayın Kurulu<br />
Necdet ŞAHİNKÜÇÜK<br />
Satı BALCI<br />
İbrahim SEVİN<br />
Burhanettin TOSUN<br />
Mehmet Ali TOPRAKOĞLU<br />
TÜRKİYE’DE SOSYO EKONOMİK FAKTÖRLERİN İLLER<br />
ARASI YAKINSAMA ÜZERİNE ETKİLERİ. 13<br />
BELGE TANIMLAMADA YENİ VE ETKİN YÖNTEM :<br />
SECURITY HOLOGRAM-UNIGRAM-LATENTOGRAM 23<br />
KATI ATIKLARIN ÇİMENTO FIRINLARINDA BERTARAF<br />
EDİLMESİ VE/VEYA YAKIT OLARAK KULLANILMASI. 29<br />
ORGANİK TARIM VE TÜRKİYE. 33<br />
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE CARİ İŞLEMLER AÇIĞI. 40<br />
MİCROSOFT VİSİO 2003 UYGULAMA KLAVUZU. 50<br />
Yazışma Adresi<br />
BEYİN JİMNASTİĞİ. 56<br />
Necatibey Cad. No:98<br />
06100 Bakanlıklar – ANKARA<br />
dergi@kalkinma.com.tr<br />
• Dergide yayınlanan bütün yazılar<br />
Kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.<br />
• Bu dergi ücretsizdir.<br />
• Dergimizde yayınlanan yazılardaki bilgi<br />
ve görüşlerin sorumluluğu yazarlara<br />
aittir.<br />
e-dergi OLARAK YAYINLANMAKTADIR.<br />
www.kalkinma.com.tr
BASINDA <strong>Kalkınma</strong><br />
İSLAM KALKINMA BANKASI'NDAN YENİ KAYNAK BULDUK,<br />
KREDİ VERMEK İÇİN MÜŞTERİ BEKLİYORUZ<br />
Dünyanın önde gelen finans kuruluşlarının <strong>Türkiye</strong>'ye ilgisi artıyor. İslam <strong>Kalkınma</strong><br />
<strong>Bankası</strong>, Türk firmalarına, "Yeter ki siz talep edin, krediniz hazır." çağrısı yaptı. Bankanın Başkanı<br />
Ahmed Muhammed Ali ile görüşen <strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong> Genel Müdürü Abdullah<br />
Çelik, kredi konusunda açık çek aldıklarını söyledi. Küçük ve Orta Boy İşletmelere (KOBİ) kullandırılmak<br />
üzere geçen ay 40 milyon dolarlık kredinin onayını aldıklarını bildiren Çelik, bu<br />
krediyi vermek için müşteri beklediklerini kaydetti.<br />
Sayfa 2
İslam <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>'nın bu miktarın kullandırılmasının ardından uygun şartlarda<br />
yeni kredi vereceğini ifade eden Çelik, banka kredilerinin kendi aracılıklarıyla KO-<br />
Bİ'lere kullandırıldığına dikkat çekti. Çelik, "Hiçbir sektör ayrımı yapmıyoruz. Tüm imalat<br />
sanayi temsilcilerine ödemesiz ve uygun vade seçenekleri ile uygun şartlarda kredi veriyoruz.<br />
Gelin kredi talep edin. Çünkü İslam <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong> <strong>Türkiye</strong>'de iş yapmak istiyor.<br />
Bu fırsatı iyi değerlendirin." çağrısı yaptı.<br />
İslam <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>'ndan geçen ay temin edilen ve <strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong><br />
aracılığı ile kullandırılacak olan kredinin ilk dilimi 40 milyon dolar. Ayrıca Dünya <strong>Bankası</strong><br />
ve Avrupa Yatırım <strong>Bankası</strong> gibi kuruluşlardan da KOBİ'lere kredi kullandırdıklarını aktaran<br />
<strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong> Genel Müdürü Çelik, bu süreçte Türk firmalarına kefil olduklarını<br />
söyledi. Kullandırdıkları kredilerin şartlarının piyasa şartlarına göre daha uygun<br />
olduğunu belirten Çelik, "İşletmelerimiz bizden kredi talep ettikçe biz de bu kuruluşlardan<br />
finansman sağlayacağız. 2-3 yılı ödemesiz 10 yıl vadeli kredi seçeneklerimiz var. Bu<br />
da piyasa şartlarına göre çok uygun." diye konuştu. Son birkaç yılda yapılan atılımların<br />
ardından dünyada ne kadar kaynak varsa <strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong> olarak KOBİ'lerin<br />
hizmetine sunmak için uğraştıklarını vurgulayan Çelik, firmalara 'kârlı işleri tercih edin'<br />
tavsiyesinde bulundu. Hidroelektrik santral, rüzgâr santrali, jeotermal enerji, topraksız<br />
sera ve turizm gibi alanların kazançlı yatırımlar olduğuna dikkat çeken Çelik, "Tercih edilen<br />
sektörler kârlı olmayınca işler sıkıntılı gidiyor. Teminatlar büyüyor. Rekabet yoğun<br />
alanlarda risk büyük. İnşaat bunların başında geliyor." uyarısında bulundu.<br />
Krediden 500 bin dolarlık projeler yararlanabilecek<br />
<strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong> aracılığı ile kullandırılan İslam <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong> kredilerinin<br />
vadesi projeden projeye değişiyor. Ödemesiz dönem 3 yılı, toplam vade de 10 yılı<br />
geçmiyor. <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>, bu finansmanı kredi tutarı olarak minimum 500 bin dolar<br />
ile maksimum 10 milyon dolar arasındaki projeler için kullandırıyor. Finansman modeli<br />
olarak ise leasing, taksitli satış ve istisna tercih edilebiliyor. Fiyatlama kredinin süresine<br />
göre değişmesine rağmen '6 aylık LIBOR+ uygun puan' seçeneği uygulanıyor. Kredinin<br />
geçerlilik süresi 3 yıl. Kullanılmayan bölüm ise iptal edilebiliyor. Kredi kullandırımları bir<br />
yıl içinde başlamaz ise İslam <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong> tarafından kredi hattının iptali söz konusu<br />
olabiliyor.<br />
*2 Eylül 2008 tarihli Zaman Gazetesi Ercan BAYSAL haberi.<br />
Sayfa 3
BASINDA <strong>Kalkınma</strong><br />
KALKINMA BANKASI’NDAN<br />
ÜÇ DEV SEKTÖRE<br />
DAVET..<br />
<strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong><br />
(TKB), enerji, turizm ve otomotiv<br />
sektörü başta olmak üzere yatırımcıları<br />
uygun koşullarda krediye davet<br />
ediyor. “ Dünyada para yok<br />
ama bizde çok" diyen TKB Genel<br />
Müdürü Abdullah Çelik. Bankanın<br />
Hazine ile aynı koşullarda borçlandığına<br />
dikkat çekerek, yatırımcıların bu fırsatı değerlendirmelerini istiyor. Banka; Doğu<br />
ve Güneydoğu'nun kalkınması için ilk etapta 20 milyon Euro kaynak sağlıyor.<br />
Dünyada likidite sorununun yaşandığı ve dolayısıyla kredi maliyetlerinin arttığı<br />
bir dönemde <strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong> (TKB), yatırımcıyı uygun koşullarda kredi vermeye<br />
davet ediyor. Banka, enerji, turizm ve otomotiv sektörlerine öncelik verirken;<br />
kredi vadeleri 10 yıla kadar uzanıyor. TKB, ticari banka olmadığı için kar maksimizasyonu<br />
kaygısı taşımıyor. <strong>Kalkınma</strong>da anahtar rol oynamayı hedefleyen banka yönetimi,<br />
kümelenme modelli yatırımları içerecek proje kredileri hazırlıklarını sürdürüyor.<br />
İki yıl önce yeniden yapılanma çalışmasına başlayan ve bu çalışmasında sona<br />
gelinen TKB, <strong>Türkiye</strong>'de gerçek anlamda kalkınma ve yatırım bankacılığına soyunuyor.<br />
Bankayı kısaca 'kalkınma' adıyla markalaştırmayı hedefleyen yönetim, "<strong>Kalkınma</strong> dendiğinde<br />
akla biz gelmeliyiz" diyor. 2002 yılında 200 milyon YTL seviyesinde olan kredi<br />
hacmi, 2008 yılının ilk yarısında 542 milyona ulaşırken; kredi değerlendirme süresi ise<br />
145 günden 60 güne kadar geriledi.<br />
Toptancı - perakendeci sinerjisi<br />
TKB, yeni dönemde küçük işletmeleri ayağına getirmek yerine, ticari bankalar<br />
aracılığıyla onların ayağına gidiyor. Apeks adı verilen bankacılık uygulamasının ilk örneği<br />
Ankara OSTİM ve İvedik Organize Sanayi Bölgeleri'nde yapılıyor. Toptancı konumundaki<br />
TKB, perakendeci olarak Garanti <strong>Bankası</strong>'nı seçmiş durumda. Bu iki bölgede Garanti<br />
<strong>Bankası</strong>, TKB'nin faiz ve vade koşullarından kredi dağıtırken; riski kendisi üstleniyor.<br />
Son verilere göre Apeks bankacılık yoluyla 150'den fazla şirkete 12,5 milyon YTL'yi<br />
aşan kredi kullandırıldı.<br />
Sayfa 4
Benzer uygulama Doğu ve Güneydoğu'daki KOBİ'ler için de yapılıyor. Yine Garanti <strong>Bankası</strong><br />
aracılığıyla, Fransız <strong>Kalkınma</strong> Ajansı'ndan sağlanan kaynakla 20 milyon Euro kredi kullandırılacak<br />
TKB toptancı, Garanti perakendeci<br />
TKB Genel Müdürü Abdullah Çelik, " Apeks bankacılıkta bizi toptancı Garanti’yi perakendeci<br />
olarak düşünebilirsiniz. Onlar bizim dağılım kanalımız. Biz fonları toptan sağlayıp, az<br />
bir karla satıyoruz" diyor. Apeks bankacılığını önümüzdeki dönemde yeni projeler ve yeni<br />
aracılarla yaygınlaştırmak istediklerini vurgulayan Çelik, daha zor bölgelerde geri dönüş riskinin<br />
aracı bankayla paylaşılabileceğini, ancak ilk uygulamada buna gerek duyulmadığını anlatıyor.<br />
<strong>Kalkınma</strong> bankacılığının yanı sıra yatırım bankacılığına da soyunan TKB, yurtiçi yatırımcıları,<br />
parasını yatıracak yer arayan yurtdışı yatırımcılarla buluşturmayı hedefliyor.<br />
Seküritizasyon, bilanço dışı işlem, garantiler gibi bankacılığın gerektirdiği her türlü işi<br />
yapma iddiasındaki banka yönetimi, bunlardan bazılarını hemen yaparken; bazıları için de<br />
hazırlıklara başladıklarını vurguluyor.<br />
İstanbul’a taşınma yok<br />
Yatırım bankacılığı için güçlü bir Hazine birimi gerektiğinin farkında olan yönetim,<br />
İstanbul'da personel sayısını artırmayı planlıyor. "Gündemimizde İstanbul'a taşınmak yok<br />
ama orada güçlü olacağız, İstanbul'da olmayan bir banka güçlü değildir" diyen Çelik, dış ilişkiler<br />
ve kredi biriminin de güçlendirileceğini vurguluyor.<br />
TKB, Küçük Girişimci Kredi Programı'nda (Selp-II) da aktif olarak rol oynuyor. Belirlenen<br />
49 ilde finansmana erişim kısıtları bulunan ancak gelişme/büyüme potansiyeline sahip<br />
KOBİ'ler, bu finansmandan yararlanabilecekler. Halen yönetimi KfW tarafından yapılan 82,7<br />
milyon Euro'luk fonun yönetimi, yakın zamanda TKB'ye devredilecek.<br />
“FİZBL HER TÜRLÜ PROJEYE KEFİL OLACAĞIZ”<br />
TKB Genel Müdürü Abdullah Çelik Bankanın çalışmalarına ilişkin sorularımızı şöyle<br />
yanıtladı.<br />
Ekonomist: Kamuoyuna çok yansımasa da bankada ciddi bir değişim yaşanıyor.<br />
Neler oluyor TKB'de?<br />
Abdullah Çelik: Bankayı, ‘<strong>Kalkınma</strong>' adıyla markalaştırmaya çalışıyoruz.<br />
kalkinma.com.tr adresini de aldık. Artık internet sitemize bu adresten ulaşılacak. İstanbul’a<br />
taşınma gündemimizde yok ama haftada birkaç gün İstanbul’da olacağım.<br />
Yeniden yapılanırken aslında ne yapmaya çalışıyorsunuz?<br />
Çelik: <strong>Kalkınma</strong> bankacılığını zaten yapıyorduk, bundan sonra daha çok yatırım bankacılığı<br />
yapacağız. Fizıbl projelere çok uygun koşullarda kaynak aktaracağız. Örneğin enerji<br />
yatırımlarında geri dönüş süresi 3–4 yıl. Seküritizasyon bankacılığı için hazırlıklarımız sürüyor.<br />
Bu bankanın potansiyeli büyük ve biz maksimuma ulaşmayı hedefliyoruz.<br />
Uzun vadeli ve uygun maliyetli kaynaklar bulup, dağıtacağız. <strong>Türkiye</strong>’de bu anlamda<br />
bir boşluk var ve biz bunu gördük; doldurmaya da talibiz. Örneğin mortgage kanunu çıktı<br />
Sayfa 5
ama uygulayıcısı kim? Konut kredisi vermek mortgage değil. Bu kredilerin alınıp satılması<br />
lazım. Bunlar: birileri alacak satacak, yurtiçi yurtdışında menkul kıymet çıkaracak.<br />
Dünyada likidite azalırken ve maliyetler artmışken siz kaynağı nasıl temin ediyorsunuz?<br />
Çelik: Evet uluslararası finans piyasasında para kısıtlı ve pahalandı. Ama bizde var<br />
ve uygun. Bunu çoğu kimse bilmiyor. Kaynaklarımızın sınırı yok. İnanın yok. Uluslararası<br />
kalkınma ve yatırım bankalarından kullandırdıkça kaynak alıyoruz. Ve koşulları da çok<br />
uygun.<br />
Ne kadar uygun?<br />
Çelik: Hazine ile aynı koşullarda, başka bir ifadeyle; hiçbir ticari bankanın alamayacağı<br />
koşullarda kaynak sağlıyoruz yurtdışından. İşte bizim güçlü yönümüz bu; devletiz.<br />
Bu yönümüzü kullanarak iş hacmimizi artırmak istiyoruz. Uygun koşullardaki bu kaynağı;<br />
makul koşullara da yatırımcılarımıza dağıtmak istiyoruz.<br />
Ticari banka olmadığımız için kâr maksimizasyonu peşinde değiliz. Faaliyetlerimizi<br />
sürdürebilecek kadar, küçük bir kâr marjıyla kaynak satıyoruz. <strong>Kalkınma</strong> bankacılığının<br />
tam zamanı su anda. Ticari bankaların maliyetleri arttı. Ama biz devlet gücünden dolayı<br />
hala uygun maliyetle kaynak bulabiliyoruz. Bunu şirketlerin bilmesinde yarar var.<br />
Dağıtılacak ne kadar kaynağınız var?<br />
Çelik: Miktar vermek zor ama bu kullandırdıkça artan bir kaynak. Şöyle ki: bize<br />
bir dilim veriliyor. Kullandırdıkça puanınız ve dolayısıyla bir sonraki diliminizin miktarı<br />
artıyor. Özellikle enerji kredilerinde, turizmde iyi kaynaklarımız var. Vademiz 10 yıla kadar<br />
çıkıyor. Burada önemli olan proje üretmek. Şirket bize geliyor, kaynak istiyor. Biz parayı<br />
nerede kullanacağını soruyoruz; aynı şekilde yurtdışı bankalar da bize soruyor. Yeter<br />
ki biz makul mantıklı bir projeyle çıkalım ortaya. Örneğin, şimdi söylemek istemediğim<br />
bir ilde otomotiv yan sanayi kümelenmesi projesi için uygun koşullarda kaynak dağıtacağız.<br />
Bunun gibi çok sayıda proje odaklı kaynak yaratma çalışmamız var.<br />
Yatırım bankacılığında büyümekten bahsediyorsunuz ama dünyanın ağzı yanmadı mı?<br />
Çelik: Evet, uluslararası arenada çok büyük dayak yedi. Gecen yıl 1 trilyon dolar<br />
olan seküritizasyon pazarı, bu yıl 100 milyar dolar. Korkunç bir şey bu. Ama <strong>Türkiye</strong>'de<br />
bu enstrümanlar henüz kullanılmadı. Daha sıfır noktasındayız. Ticari bankaların<br />
seküritizasyonu 10 milyar dolar seviyesinde. <strong>Türkiye</strong> gibi bir ülke bu kadar mı yapmalı?<br />
İmkan var ve artacak. <strong>Türkiye</strong>’nin en fazla 3-4 yıl içinde yatırım yapılabilir olacağını düşünüyorum.<br />
Korkunç bir potansiyel! var. Burada her şeyi seküritize edebilirsiniz. Biz bankayı<br />
buna hazırlıyoruz.<br />
<strong>Kalkınma</strong> deyince akla biz geleceğiz, dediniz. Bunu nasıl yapacaksınız?<br />
Çelik: <strong>Türkiye</strong>'de tasarruflar sınırlı ve ciddi bir cari açık sorunu var. <strong>Türkiye</strong>'nin<br />
yurt dışı kaynak kullanması gerekiyor ve bunu biz getireceğiz. Nasıl getireceğiz? Proje<br />
üreterek. Makul mantıklı, fizıbl her türlü projeye kefil olacağız. Proje üreterek bankayı<br />
büyüteceğiz.<br />
*24 Ağustos 2008 tarihli Ekonomist <strong>Dergisi</strong> Aysel ALP haberi.<br />
Sayfa 6
BANKAMIZ<br />
ISO 14001 ÇEVRE YÖNETİM SİSTEMİNE<br />
GEÇİYOR.<br />
<strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong>, kredi talep projelerini teknik, ekonomik<br />
ve malî açıdan değerlendirmektedir. Bu değerlendirmelerin yanı sıra<br />
1980’li yıllardan bu yana değerlendirilen projelerin çevre etkisi de değerlendirme<br />
kriterleri içinde yer almış ve her geçen gün gelişen çevre duyarlılığına<br />
paralel şekilde değerlendirmelerde ağırlığı artan, kredi sürecini belirleyebilen<br />
bir kriter hâlini almıştır.<br />
<strong>Kalkınma</strong>nın sürdürülebilirlik ayağının vazgeçilmez unsuru olan çevresel etkilerin değerlendirilmesi,<br />
proje finansmanında Sürdürülebilir <strong>Kalkınma</strong> yaklaşımını benimseyen bankamızın,<br />
kendi faaliyetlerinde de çevresel etkileri dikkate alması ve Çevre Yönetim Sistemini<br />
bünyesine kazandırması ihtiyacını doğurmuştur.<br />
Bu amaçla ISO 14001 Çevre Yönetim Siteminin kurulması, sistemin başarılı şekilde<br />
uygulanarak belgelendirilmesi ve sürekli iyileştirilerek geliştirilmesi amacıyla Türk<br />
Standard’ları Enstitüsü ile yapılan görüşmeler sonucu Çevre Yönetim Sisteminin kurulmasına<br />
yönelik proje bankamız bünyesinde başlatılmıştır.<br />
Ekim 2008 ayı içinde TSE ve TKB arasında sözleşmeye bağlanması beklenen anlaşmadan<br />
ortalama bir yıl sonra ISO 14001 Çevre Yönetim Sisteminin belgelendirilmesi ve uygulamaya<br />
konması hedeflenmektedir.<br />
ISO 14001 Çevre Yönetim Sisteminin kurulması ile ;<br />
Teknolojik İzleme ve Araştırma Müdürlüğü<br />
• Bankamız faaliyetlerinden kaynaklanan çevresel etkilerin en aza<br />
indirgenmesi,<br />
• Banka faaliyetleriyle ilgili çevre standartlarının belirlenmesi,<br />
• Çevresel amaç ve hedeflerin tanımlanması ve sürekli gözetilmesi,<br />
• Çevre korumaya yönelik yatırımların desteklenmesi,<br />
• Sürdürülebilir kalkınma çabalarının desteklenmesinde bankanın<br />
sağlayabileceği katkıların artırılması,<br />
• Finansal kararlarda çevresel risklerin belirlenmesi ve göz önünde<br />
bulundurulması,<br />
• Gerek çalışanların gerekse kamuoyunun çevresel hassasiyetler<br />
konusunda sürekli bilgilendirilmesi,<br />
Tüm ilgili ulusal ve uluslararası yasal düzenlemelerle uyumun<br />
sağlanması, hedeflenmektedir.<br />
Sayfa 7
Dr. Mehmet TAMİRCİ<br />
Kredi Pazarlama Müdürü<br />
Dilşad KOŞAR<br />
Kd. Uzman<br />
EMNİYET CAMLARI SEKTÖRÜ *<br />
Cam endüstrisi; inşaat, otomotiv, meşrubat,<br />
gıda, beyaz eşya, mobilya, eczacılık, elektrik<br />
elektronik vb. birçok sektöre girdi veren önemli<br />
bir sanayidir.<br />
Kesintisiz üretim yapma zorunluluğu olan<br />
cam sanayinde, daha önceleri yerli hammaddelerden<br />
yararlanmanın sağladığı “karşılaştırmalı üstünlükler” kullanılabilmekte iken küreselleşme<br />
nedeniyle giderek dünyanın küçülen bir pazar durumuna gelmesi ve kalitenin daha çok<br />
ön plana çıkması, üretimde yüksek kaliteyi sağlayacak şekilde kaliteli hammadde kullanımını<br />
gerektirmektedir.<br />
Türk cam sanayi, gerek ülke imalat sanayi ölçeğinde gerekse dünya cam sanayi esas<br />
alındığında gelişmiş bir sanayi dalıdır. <strong>Türkiye</strong>’nin dünya cam üretiminden aldığı pay %1,5<br />
civarındadır. Avrupa üretiminin ise %5’ini gerçekleştirmektedir. Cam üretiminin sermaye<br />
yoğun ve yüksek kapasite gerektiren yapısından dolayı sektöre çok sayıda firma girememektedir.<br />
Sektörde, son yıllarda kartelleşme eğilimi de görülmektedir. Dünya cam üretiminin<br />
%33’ünü Avrupa, %33’ünü Asya ve %29’unu ise Amerika Kıtası ülkeleri gerçekleştirmektedir.<br />
Bu üretimin %70’i, 10 büyük şirket tarafından karşılanmaktadır.<br />
Dünyadaki en büyük 25 firmadan 7’si ABD’de, 5 tanesi Japonya’da, 4 tanesi Fransa’-<br />
da, 3 tanesi İngiltere’de, birer tanesi Almanya, İsveç, Belçika, İtalya, Endonezya ve <strong>Türkiye</strong>’-<br />
de bulunmaktadır. Şişecam Grubu, dünyadaki<br />
büyük firmalar listesinde 10. sıradadır. Topluluk,<br />
cam ev eşyası üretiminde dünyada üçüncü, Avrupa’da<br />
ikinci büyük üretici durumundadır.<br />
Temperli camdan yapılmış bir sera<br />
<strong>Türkiye</strong>’de cam üretimine, 1935 yılında<br />
Paşabahçe Fabrikasının kurulması ile başlanmıştır.<br />
72 yıllık bir geçmişe sahip olan Türk cam sanayi<br />
bu sürede gelişmesini ve büyümesini sürdürmüştür.<br />
Bugün ülkemizde cam ürünleri üretimi<br />
en ileri teknolojilerle gerçekleştirilmektedir.<br />
* STANDARD Ekonomik ve Teknik Dergi, Kasım 2007 sayısında yayınlanmıştır.<br />
Sayfa 8
Sektördeki büyük kuruluşlar T. Şişe ve Cam Fab. A. Ş., Konya Cam, İzocam ve<br />
İzotoprak’tır. T. Şişe ve Cam Fab. A. Ş. düz cam, işlenmiş camlar, cam ev eşyası, cam ambalaj<br />
ve cam elyaf üretim tesislerine sahiptir ve topluluk sektörde monopol konumundadır.<br />
Konya Cam ve Güral Cam, cam ev eşyası; Marmara Cam, cam ambalaj; İzocam, cam<br />
ve taş yünü; İzotoprak ise cam yünü üretmektedir. Bu firmalar dışında çok sayıda küçük<br />
ve orta ölçekli firma, işlenmiş cam alanında faaliyette bulunmaktadır.<br />
Sektörde her çeşit ürünün üretimi için modern teknoloji, büyük ölçek ve sermaye<br />
yoğunluğu gerekmektedir. Sektör, bu yapısı nedeniyle önemli ölçüde finansmana ihtiyaç<br />
duymaktadır.<br />
Türk cam sanayinde özellikle 1980’li yıllarda bir yoğunluk olmuş, yeni yatırımlara<br />
ihtiyaç duyulduğundan sektör yeniden yapılanma sürecine girmiştir. 1980’li yılların ortalarından<br />
sonra sektörde gerçekleştirilen teknolojik dönüşüm, üretim kapasitesine de önemli<br />
ölçüde yansımıştır.<br />
Camın işlenmesi ile elde edilen ürünler<br />
düz cam, buzlu cam, emniyet camları, çift cam,<br />
ayna, cam ambalaj, cam ev eşyası, cam çubuk,<br />
cam elyafı ve cam yünü olarak gruplandırılmaktadır.<br />
Emniyet camları, imalat şekline göre<br />
temperli ve lamine camlar olarak ikiye ayrılır.<br />
Temperleme işlemi, camların yumuşama<br />
noktasına yakın bir dereceye kadar ısıtılıp<br />
hızla soğutulması ile cam yüzeylerine mukavemet<br />
kazandırılması işlemidir. Temperlenmiş<br />
camlar, ısıl işleme (ısıtma ve ani soğutma) tabi<br />
tutularak düz veya bombeli olarak şekillendirilmektedir.<br />
Isıl işlemsiz camlara göre yaklaşık 5-6 kat daha dayanıklı olan<br />
Otomobil camı<br />
temperli camlar, kırıldığı zaman zar büyüklüğünde, küçük kütleli ve keskin köşeleri olmayan<br />
parçalara ayrılarak yaralanma riskini azalttığından güvenlik camı olarak kullanılmaktadır.<br />
Otomotiv, inşaat ve beyaz eşya sektörlerince talep edilmektedir.<br />
Lamine camlar, iki cam arasına yerleştirilen plastik ara tabakanın (genellikle<br />
polivinil butiral (PVB) kullanılmaktadır) ısıtılarak basınç altında tatbik edilmesiyle elde edilir.<br />
Düz ve bombeli olarak inşaat ve otomotiv sektörlerinde kullanılır.<br />
DPT tarafından hazırlanan “Taş ve Toprağa Dayalı Ürünler Sanayi Özel İhtisas Komisyon<br />
Raporu”nda (2001) emniyet camlarının 1995 yılı kurulu kapasitesi 2.150.000 m 2<br />
olarak belirtilmektedir. 1996 yılında hiç yatırım yapılmayan sektörde 1997 – 1998 yıllarında<br />
yatırıma yönelik yoğun teşvik belgesi düzenlenmiş, bu yıldan sonra 2002 yılına kadar<br />
verilen teşvik sayısında azalma olmuştur. Söz konusu yıldan sonra kapasite artırmaya yönelik<br />
teşvik düzenlemesi en fazla 2007 yılında görülmüştür. Sektör kurulu kapasitesinin<br />
2007 yılında yeni yatırımlarla birlikte 11.814.000 m 2 ’ye ulaşması beklenmektedir.<br />
Sayfa 9
1995 yılında 2.101.180 m 2 olan emniyet camı üretim miktarı yaklaşık 4,5 kat artarak<br />
2006 yılında 9.053.043 m 2 ’ye yükselmiştir. 1996 yılında sektör kapasite kullanım oranı<br />
%68 iken 1997 yılında %94’e yükselmiştir. Bunun temel nedeni, söz konusu yıllarda üretimde<br />
yaklaşık %40’lık bir artış olurken kapasitede herhangi bir artışın olmamasıdır. Kapasite<br />
kullanım oranlarındaki dalgalanma, sektörün otomotiv, inşaat, beyaz eşya vb. sektörlerindeki<br />
gelişmelere tamamen bağlı olmasından kaynaklanmaktadır. 2006 yılında ise sektör<br />
kapasite kullanım oranı %85’tir.<br />
Emniyet camı üretiminde toplam sekiz büyük ölçekli firma bulunmaktadır. Oto<br />
camı sektöründe en büyük pazar payı Trakya Oto Cam A.Ş.’ye aittir. Trakya Oto Cam’ın en<br />
büyük avantajı, büyük ölçekli kapasitesi sayesinde otomobil fabrikalarının taleplerini karşılayabilmesidir.<br />
Emniyet camının kırılmış hali<br />
Oto camı üreticileri, ürettikleri ürünleri iki ayrı<br />
piyasada satmaktadır. Bunlardan birincisi Sanayi Pazarı’-<br />
dır. Bu pazarda firmalar, otomobil fabrikaları ile önceden<br />
anlaşarak ürettikleri camları doğrudan otomobil<br />
fabrikalarına montaja göndermektedir. Diğer pazar ise<br />
Oto Yenileme Pazarı’dır. Genelde oto camlarının kırılması<br />
sonucu ortaya çıkan talebi karşılamak amacına yönelik<br />
olan bu pazarda firmalar, standartlara uygun olarak<br />
ürettikleri camları bayileri aracılığıyla satmaktadırlar.<br />
Sektördeki büyük ölçekli firmalardan bir kısmı anlaşmalı<br />
olduğu oto üreticilerinin araçlarına ait camları üretip montaja göndermekte, yani sanayi<br />
pazarına yönelik çalışmaktadır. Bir kısmı ise ana sanayi ve yenileme pazarına yönelik<br />
çalışmaktadır. Bazı firmalar ise doğrudan yenileme pazarına yönelik üretimde bulunmaktadır.<br />
Sektörde büyük firmalar dışında Adana, Kayseri, Bursa ve İstanbul’da, standartlara<br />
uygun olmayan şekilde üretimde bulunan firmalar faaliyet göstermekte olup bu firmalar,<br />
toplam pazarın %10’unu oluşturmaktadır.<br />
2007 yılında <strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong> A. Ş. Kredi Değerlendirme Müdürlüğü’nde<br />
emniyet camlarına yönelik olarak yapmış olduğumuz bir çalışmada, emniyet camı üretiminde<br />
kullanılan girdilerin toplam maliyet içindeki payları aşağıdaki gibi bulunmuştur.<br />
1 m 2 Emniyet Camı Üretiminde Kullanılan Girdilerin Toplam Maliyet İçindeki Dağılımı<br />
Girdiler Toplam Maliyet İçindeki Payı (%)<br />
Hammadde (düz cam, fire dahil) 37<br />
Yardımcı malzemeler (polivinil, boya,kimyasal, ambalaj vb.) 14<br />
Elektrik 8<br />
İşçilik 21<br />
Genel üretim gideri 12<br />
İşletme malzemesi (elmas uç, testere ucu vb.) 8<br />
Toplam 100<br />
Sayfa 10
Emniyet camları dış ticaretinde ithalatın, ihracat karşısında çok önemli miktarlarda<br />
olmadığı görülmektedir. Ancak 2002–2006 yılları arasında ithalatın ortalama artış hızı,<br />
ihracatın artış hızından fazla olmuştur. İthalatın ortalama artış hızı %25 iken ihracat ortalama<br />
%10 oranında artış göstermiştir. Artış hızı ithalatın artış hızından düşük olmasına<br />
rağmen <strong>Türkiye</strong>, ihraç pazarları sürekli gelişen bir ülkedir. 1986 yılında 50 kadar ülkeye<br />
ihracat yapılırken 2006’da bu rakam yaklaşık 180 ülkeye kadar yükselmiştir. Önemli alıcılar<br />
arasında İngiltere, Romanya, Slovenya, İtalya, Almanya, ABD, İsveç ve Hollanda bulunmaktadır.<br />
İhraç edilen ürünler arasında emniyet camları, cam ev eşyası ve cam liflerinden<br />
sonra üçüncü sırada yer almaktadır.<br />
Ürün Gruplarına Göre Cam Ürünler İhracatı (1000 Dolar)<br />
Toplam Cam İhracatı<br />
Ürün Grubu 2003 2004 2005<br />
İçindeki Payı (%)<br />
Cam ev eşyası 278.334 312.433 304.076 48<br />
Düz cam 53.324 38.665 29.185 5<br />
Cam ambalaj 23.417 23.909 17.864 3<br />
Cam lifleri (cam yünü dahil) 57.253 80.290 81.068 13<br />
Emniyet camları 60.596 76.479 91.711 15<br />
Diğerleri 40.916 70.997 106.444 16<br />
Toplam 520.302 614.566 630.349 100<br />
2005 yılında cam ürünleri ihracatı 630,3 milyon dolardır. Ürün grupları bazında<br />
bakıldığında, toplam ihracat içinde %14’lük pay ile emniyet camları ikinci sırada gelmektedir.<br />
Emniyet camları ihracatı İngiltere, Romanya, Slovenya, İtalya, Almanya, ABD, Slovak<br />
Cumhuriyeti, İsveç ve Hollanda’ya yapılmıştır.<br />
Dünya emniyet camları ihracatında en önemli üç ülke, Belçika (%12), İtalya (%11)<br />
ve Almanya’dır (%10). <strong>Türkiye</strong> 16. sırada olup, toplam içindeki payı %1’dir.<br />
Ülkeler 2004<br />
Belçika 719<br />
İtalya 671<br />
Almanya 600<br />
ABD 592<br />
Fransa 416<br />
Meksika 291<br />
Çin 268<br />
Çek Cum. 217<br />
İspanya 215<br />
İspanya 211<br />
2005 yılı cam ürünler ithalatı ise<br />
439.6 milyon dolardır. Emniyet camları, %<br />
10’luk pay ile toplam cam ürünleri ithalatı<br />
içinde son sırada yer almaktadır.<br />
<strong>Türkiye</strong> 76<br />
Dünya Toplamı 5.942<br />
Dünya Emniyet Camları İhracatı (1000 Dolar)<br />
Sayfa 11
Ürün Gruplarına Göre Cam Ürünler İthalatı (1000 Dolar)<br />
Ürün Grubu 2003 2004 2005 Toplam Cam İthalatı<br />
Cam ev eşyası 21.366 34.638 <strong>49.</strong>451 11<br />
Düz cam 39.469 53.139 84.093 19<br />
Cam ambalaj 26.617 35.335 51.314 11<br />
Cam lifleri 44.906 53.905 65.210 15<br />
Emniyet camları 30.102 51.133 44.927 10<br />
Diğerleri 65.502 104.620 104.620 34<br />
Toplam 168.449 339.375 439.609 100<br />
Emniyet camları ağırlıklı olarak Fransa, Almanya, İspanya, İngiltere, Finlandiya, İsrail,<br />
İtalya, Japonya, Belçika ve Güney Kore’den ithal edilmiştir.<br />
Dünya Emniyet Camları İthalatı (1000 Dolar)<br />
Dünya emniyet camları ithalatındaki en önemli üç ülke,<br />
ABD (%13), Almanya(%12) ve Fransa’dır (%12). <strong>Türkiye</strong> 51 milyon<br />
dolarlık ithalatına karşılık, 92 milyon dolarlık ihracatı ile net<br />
ihracatçı durumundadır.<br />
1995 yılında AB ile Gümrük Birliği Anlaşmasının imzalanmasından<br />
sonra, AB ülkelerinden yapılan tüm sanayi ürünleri<br />
ithalatında olduğu gibi cam ürünlerinde de sıfır gümrük vergisi,<br />
üçüncü ülkelere ise Ortak Gümrük Vergisi (OGT) uygulanmaktadır.<br />
Bu kapsamda, yerli cam sanayi için en büyük tehdidi üçüncü<br />
ülkeler oluşturmaktadır.<br />
Ülkeler 2004<br />
ABD 788<br />
Almanya 705<br />
Fransa 663<br />
İngiltere 474<br />
Kanada 416<br />
Belçika 411<br />
İspanya 258<br />
İtalya 203<br />
Avusturya 145<br />
İsveç 130<br />
<strong>Türkiye</strong> 51<br />
Dünya Toplamı 5.863<br />
Özellikle Orta ve Doğu Avrupa ile Uzakdoğu ülkeleri, sahip oldukları büyük kapasiteler<br />
ve adil pazar koşullarını bozucu uygulamaları ile sorun yaratmaktadırlar. Cam ürünlerini<br />
dampingli fiyatlarla ihraç etmelerinin yanı sıra, bir de OGT uygulaması çerçevesinde<br />
koruma oranlarının aşağıya çekilmesi ile Türk cam sanayini tehdit edecek konumdadırlar.<br />
Bu nedenle zaman zaman, bu ülkeler menşeli cam ürünler ithalatında soruşturma açılmakta<br />
ve ithalatın gözetime tabi tutulmasına karar verilmektedir. Bu kapsamda ithalatta kota<br />
uygulamaları da gündeme gelmektedir.<br />
İnşaat, otomotiv, gıda, beyaz eşya, mobilya, eczacılık, elektrik elektronik gibi gelişime<br />
açık sektörlerde girdi olarak kullanılan emniyet camlarına olan talebin hijyen, güvenlik<br />
gibi faktörlerin insan yaşamındaki önemine paralel olarak artacağı tahmin edilmektedir.<br />
Dolayısıyla emniyet camları üretimi, yeni yatırımlar açısından desteklenmesi gereken sektörler<br />
arasında yer almalıdır.<br />
Yararlanılan Kaynaklar:<br />
DPT, Taş ve Toprağa Dayalı Ürünler Sanayi Özel İhtisas Komisyon Raporu, 2001.<br />
İGEME, Cam Sanayi, 2006<br />
İGEME, Dış Ticaret İstatistikleri.<br />
Firma görüşmeleri.<br />
<strong>Türkiye</strong> <strong>Kalkınma</strong> <strong>Bankası</strong> A. Ş. tarafından sektöre yönelik olarak hazırlanan proje değerlendirme raporları (muhtelif).<br />
Sayfa 12
Kemal Buğra YAMANOĞLU - Uzman Yard.<br />
Kredi Değerlendirme II Müdürlüğü<br />
TÜRKİYE’DE SOSYO-EKONOMİK FAKTÖRLERİN<br />
İLLER ARASI YAKINSAMA ÜZERİNE ETKİLERİ<br />
İktisadi ve sosyal yönleri ile bir bütün olan kalkınmanın, iktisadi yönleri gelir artırıcı,<br />
sosyal yönleri ise sosyo-kültürel değişim ile ilgilidir. Dinamik bir yapıya sahip olan<br />
kalkınma sürecine yön veren iktisadi ve sosyal faktörlerin ülke içinde farklı yoğunluklarda<br />
dağılımı, bölgelerarası gelişmişlik farklılıklarının nedeni olarak ortaya çıkmaktadır.<br />
Gelişmişlik farkları, ülkeler arasında gelişmiş, gelişmekte olan ve azgelişmiş gibi tanımlamalarla<br />
ifade edilmektedir. Ancak bu fark yalnızca ülkeler arasında olmamakta, aynı<br />
ülkenin farklı bölümlerinde de gözlenebilmektedir. Aynı ülke içinde yer alan bölgelerin<br />
farklı hızda büyümesi, farklı ekonomik yapıların doğmasına yol açmakta; bölgesel düzeyde<br />
farklı ekonomik yapılar da, gelişme süreci içinde ülke ekonomisinin bütünleşmesini<br />
engelleyerek, onun parçalı bir yapıya sahip olmasına neden olmaktadır. Bununla<br />
birlikte gelişme sürecine yön veren ekonomik ve sosyal faktörlerin ülke genelinde farklı<br />
yoğunluklarda dağılımı, bölgelerarası gelişmişlik farklarını; yani bölgesel dengesizlik olgusunu<br />
karşımıza çıkarmaktadır. Bölgelerarası sosyo-ekonomik gelişmişlik farklılıkları,<br />
tüm ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de görülmektedir. Genel olarak, ülkenin batısında<br />
yer alan Marmara, Ege, İç Anadolu ve Akdeniz bölgeleri nispeten gelişmiş olarak tanımlanırken<br />
Doğu Anadolu, Karadeniz’in dağlık bölgeleri, Güneydoğu Anadolu’nun bazı yöreleri<br />
gelir, istihdam ve genel olarak refah bakımından <strong>Türkiye</strong> ortalamasının oldukça<br />
altında kalmaktadır.<br />
Büyümenin sürdürülebilir olması araştırmaları yoğunlaştırmıştır. Bu çalışmalar<br />
genellikle; ekonomik birlik içindeki ülkeler veya bölgeler, bir ülke içindeki bölgeler veya<br />
iller arasındaki kişi başına gelir farklılıklarını ve gelir farklılıklarına etki eden sosyoekonomik<br />
faktörleri belirlemeye yönelik gerçekleştirilmiştir. Bu araştırma ile sosyoekonomik<br />
faktörlerin <strong>Türkiye</strong>’de büyüme üzerine etkisi incelenerek, söz konusu faktörlerin<br />
büyümenin yatay bir şekilde gerçekleşmesine katkı yaratıp yaratmadığı ortaya konulmaya<br />
çalışılmıştır. Büyümenin bir ülke içinde dağılımının nasıl gerçekleştiği de oldukça<br />
önemlidir. Büyüme bölgelerarası gelir dengesizliklerini azaltarak gerçekleşiyorsa yakınsama,<br />
gelir dengesizliğini artırarak gerçekleşiyorsa uzaksama söz konusudur. Bölgesel<br />
dengesizliklerin ülkenin ekonomik ve sosyal bütünleşmesini önlemesi ve kalkınmayı engellemesi<br />
nedeniyle, bölgesel dengesizliklerin kapatılmasında etken rol oynayan sosyoekonomik<br />
faktörleri araştırmak gereksinimi ortaya çıkmaktadır. Gerek dünyada gerekse<br />
<strong>Türkiye</strong>’de bölgelerarası dengesizlik sorununun giderek daha büyük bir sorun teşkil etmeye<br />
başlaması ve bu dengesizliğin ortaya çıkardığı sorunların ülke ekonomisine olumsuz<br />
yansımalarının artarak devam etmesi bu konudaki çalışmaları hızlandırmıştır.<br />
Sayfa 13
Çalışmada, ülkemizde iller arasında ölçülebilir ve birbirleriyle göreli olarak karşılaştırılabilir<br />
sosyo-ekonomik göstergeler yardımıyla yakınsamanın varlığı araştırılmıştır.<br />
Analizde kullanılan değişkenler; belli bir dönem içindeki gelişmeleri değil, belirli bir yıldaki<br />
mevcut durumu yansıtmaktadır. Dolayısıyla, yapılan analiz 1990-2001,1990-1995,<br />
1995-2001 dönemleri için yatay-kesit niteliğindedir. Ülke idari bölünüşünde son yıllarda<br />
çok sayıda mekânsal değişiklik yapılmıştır. 1990 yıllının başlarında 67 olan il sayısı, 2000<br />
yılına gelindiğinde 81 ile çıkmıştır. Yeni kurulan illerle birlikte, mevcut il sınırlarında da<br />
değişiklikler olmuştur. Dolayısıyla, illerde zaman içerisinde meydana gelen gelişmeler ile<br />
değişikliklerin izlenmesini sağlayan ve gelişme dinamiğini yansıtan değişkenlerin, seri<br />
olarak elde edilmesi olanağı ortadan kalkmış bulunmaktadır. Bu sorunun üstesinden<br />
gelmek amacıyla yeni il verileri ayrıldıkları illerin verilerine dâhil edilmiş ve ülkemizde şu<br />
an 81 il mevcut olduğu halde araştırma 67 il bazında gerçekleştirilmiştir.<br />
Analizin 1990-2001 dönemiyle sınırlanması ve yatay-kesit yönteminin kullanılmasında<br />
veri temininde karşılaşılan güçlükler oldukça etkili olmuştur. Mutlak yakınsama<br />
analizinde, DPT’den il bazında temin edilen, 1987 yılına göre hesaplanmış kişi başına<br />
düşen reel gayrisafi mili hâsıla verileri kullanılmıştır. Literatürde, birçok çalışmanın sergilediği<br />
genel kabul, fert başına düşen milli gelirin tek başına yeterli bir gösterge olmadığını<br />
ortaya koymaktadır. Bu göstergeyle birlikte, kalkınma sürecinden etkilenebilecek ve<br />
bu süreci etkileyecek diğer ekonomik ve sosyal göstergelerin de dikkate alınması gerektiği<br />
belirtilmektedir. Bu bağlamda, iller arasındaki yakınsamaya katkıda bulunabilecek<br />
çeşitli sosyo-ekonomik faktörler belirlenerek 67 il bazında koşullu yakınsama analizi gerçekleştirilmiştir.<br />
Araştırmada kullanılan demografik göstergelerin tümü 1990 Genel Nüfus <strong>Sayı</strong>mı<br />
(GNS) sonuçları esas alınarak, <strong>Türkiye</strong> İstatistik Kurumu’ndan (TÜİK) temin edilmiştir. 67<br />
il için demografik göstergeleri oluşturan değişkenler; şehirleşme oranı, doğurganlık oranı,<br />
yıllık ortalama nüfus artış oranı ve net göç oranı olarak belirlenmiştir. İstihdam göstergelerini<br />
oluşturan değişkenler, 1990 yılı itibariyle illerde; tarım, sanayi, ticaret işkolunda<br />
çalışanların ve işverenlerin, toplam istihdam içindeki yüzde paylarını, işgücüne<br />
katılma oranını ve işsizlik oranını ifade etmektedir. Çalışmada kullanılan istihdam değişkenleri,<br />
1990 yılı GNS sonuçlarından alınmıştır. Eğitim göstergesi olarak okur-yazar nüfus<br />
oranının sosyo-kültürel gelişmişlik düzeyini yansıtabileceği düşünülmüştür. Okuryazarlık<br />
oranları 1990 yılı GNS sonuçlarından elde edilmiştir. Ekonomik göstergeler adı<br />
altında toplanan değişkenler, bankacılık işlemleri ile ilgili olarak iller itibariyle olmak<br />
üzere fert başına düşen banka mevduatı ve kredileri; kişi başına düşen kamu yatırım<br />
harcamaları ve yatırım teşvik tutarı; kişi başına düşen belediye giderleri; kişi başına düşen<br />
genel bütçe gelirleri ile iller itibariyle kişi başına düşen tarım, hizmetler, sanayi sektörlerinin<br />
katma değerleri; kişi başına düşen ithalat ve ihracat değerleri olarak belirlenmiştir.<br />
Altyapı göstergesi olarak ise, illerde asfalt yol uzunluğu(metre/km2) değişkeni<br />
kullanılmıştır. Bu değişken değerleri 1990 ve 1995 yılları itibariyle TÜİK’ ten elde edilmiştir.<br />
Sayfa 14
MODEL<br />
Neo-klasik Büyüme Modeli, göreli yoksul ülke ya da bölgelerin daha hızlı büyüyeceklerini<br />
ve zamanla bu iki grubun kişi başına gelir düzeylerinin birbirine yakınsayacağını<br />
öngörmektedir. Literatürde yakınsama hipotezi olarak bilinen bu hipotezin test edilmesi<br />
β<br />
için -yakınsama ve<br />
σ<br />
-yakınsama olmak üzere iki temel ölçüt geliştirilmiştir. Analizimizde<br />
kullanılacak olan -yakınsama, ekonomilerin kişi başına gelirlerinin büyüme<br />
β<br />
oranları ile başlangıç yılına ait kişi başına gelir düzeyleri arasındaki ilişkinin araştırılmasına<br />
dayanmakta ve mutlak yakınsama ve koşullu yakınsama olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.<br />
İller arasında yakınsama hızını hesaplamak amacıyla aşağıdaki denklem tahmin edilmiştir<br />
(Barro ve Sala-i Martin, 1995; 388):<br />
−βT<br />
( ) ⎡<br />
− ( )<br />
1 T Log ⎡⎣ y y ⎤ ⎦ = a − 1 − ⎤<br />
⎣<br />
e T<br />
⎦<br />
Log( y ) + u<br />
T<br />
a x 1 e − β<br />
∗<br />
= + ⎡ T ⎤<br />
⎣<br />
−<br />
⎦<br />
Log( y )<br />
Burada, ve<br />
x<br />
, durağan durum gelir düzeyinin<br />
büyüme hızını vermektedir. T zaman aralığını,<br />
y −<br />
(1)<br />
, t yılında kişi başına düşen gelir mik-<br />
i,<br />
t T<br />
β<br />
tarını, ise başlangıç yılı gelir düzeylerini ifade etmektedir. , yakınsama hızını<br />
gösteren katsayıdır. Bu katsayının pozitif olması yakınsamayı, negatif olması ise ıraksamayı<br />
göstermektedir. Her iki durumda da tahmin edilen katsayı istatistiksel olarak anlamlı<br />
olmalıdır.<br />
i, t i, t T i, t −T i,<br />
t<br />
u i 0, T<br />
( )<br />
, 0 ve T zaman aralığında ortalama hata terimini ifade etmektedir.<br />
E( u<br />
i,<br />
t<br />
) = 0<br />
Aynı zamanda hata terimiyle ilgili aşağıdaki özellikler geçerlidir: ,<br />
2 2<br />
E( u ) = σ ui , t<br />
. Denklem Doğrusal Olmayan En Küçük Kareler Yöntemiyle tahmin edilerek<br />
yakınsama katsayısı direkt olarak elde edilmiştir.<br />
β<br />
(1) nolu denklem ile elde edilen katsayısı mutlak yakınsamayı göstermektedir.<br />
Ancak, mutlak yakınsama, iller arasındaki yapısal farklılıkları dikkate almamaktadır.<br />
Bu yapısal farklılıkların da dikkate alındığı yakınsama ölçüsü koşullu yakınsamadır. Dolayısıyla<br />
iller arasındaki yapısal farklılıkları kontrol altına almak ve bu yapısal farklılıkların yakınsama<br />
katsayısı üzerindeki etkilerini inceleyebilmek amacıyla sosyo-ekonomik faktörler<br />
modele eklenerek tahmin edilecektir. Koşullu yakınsama analizi aşağıdaki denklem yardımıyla<br />
gerçekleştirilmiştir:<br />
−βT<br />
( ) α ⎡( )<br />
1 T Log ⎡⎣ y y ⎤ ⎦ = − 1 − ⎤<br />
⎣<br />
e T<br />
⎦<br />
Log ( y ) + ∑λ<br />
Log ( X ) + u<br />
Bu denklemde, , bir ilin denge büyüme oranını etkileyebilecek sosyo-ekonomik<br />
faktörlerin başlangıç yılı değerlerini ifade etmektedir.<br />
y i , t<br />
i, t i, t−T i, t−T j i, t−T i,<br />
t<br />
X<br />
i,<br />
t − T<br />
(2)<br />
Sayfa 15
SONUÇ ve DEĞERLENDİRME<br />
Doğrusal Olmayan En Küçük Kareler Yöntemiyle hesaplanan mutlak ve koşullu yakınsama<br />
analizi 1990-1995, 1995-2001 ve 1990-2001 dönemleri için gerçekleştirilmiştir.<br />
Elde edilen sonuçlar, 1995-2001 ve 1990-2001 dönemi için mutlak ve koşullu yakınsamanın<br />
varlığını işaret etmektedir. Buna karşın, 1990-1995 döneminde iller arasında yakınsama<br />
veya ıraksama söz konusu olmamıştır. Mutlak yakınsama analizi sonuçlarına göre,<br />
<strong>Türkiye</strong>’de iller arasında 1990-2001 ve 1995-2001 döneminde sırasıyla yıllık yaklaşık %0.7<br />
ve %1.8 oranında yakınsama gerçekleşmiştir. İller arasındaki yapısal farklılıkları kontrol<br />
etmek amacıyla modele eklenen sosyo-ekonomik faktörlerden nüfus artış hızı, net göç<br />
oranı, işsizlik oranı, sanayi işkolunda çalışanların toplam istihdama oranı, kişi başına düşen<br />
ithalat, ihracat, hizmetler sektörü katma değeri, kamu yatırım harcamaları, genel bütçe<br />
gelirleri ve hekim başına düşen nüfus 1990-2001 ve 1995-2001 dönemlerinde gerçekleşen<br />
koşullu yakınsamanın belirleyicileri olmuştur.<br />
Ülke geneline bakıldığında, 1990-2001 dönemindeki ortalama yıllık büyüme hızı %<br />
2.5 iken hızlı nüfus artışına bağlı olarak kişi başına büyüme hızı %0.6 oranında gerçekleşmiştir.<br />
İl bazında gerçekleştirdiğimiz analizde de 1990-2001 ve 1995-2001 dönemlerinde<br />
nüfus artış hızı değişkeni modelde istatistiksel açıdan anlamlı sonuçlar göstermiş ve katsayının<br />
işareti negatif olarak gerçekleşmiştir. Katsayının işaretinin negatif olması nüfus artış<br />
hızının iller arası yakınsama ile negatif bir ilişkide olduğu, diğer bir deyişle yakınsama hızını<br />
azalttığı söylenebilir. Dengesizlikleri azaltma doğrultusunda hükümet, yalnızca iktisadi<br />
rasyonellere değil, aynı zamanda toplumsal rasyonellere de yön verme ihtiyacı duymalıdır.<br />
<strong>Türkiye</strong>, oldukça genç nüfusa sahip bir ülkedir. Dolayısıyla, hızlı nüfus artış oranları<br />
nedeniyle yakın gelecekte çalışabilir nüfusun toplam nüfusa oranında önemli bir artış gerçekleşecektir.<br />
Bu doğrultuda, çalışabilir nüfus artışını çalışan haline getirmek amacıyla<br />
yeni istihdam olanakları yaratılmalıdır. Nüfus artışının orta ve uzun dönemde iktisadi büyüme<br />
üzerine olası olumlu etkileri, beşeri sermayeye yapılacak yatırımlarla yakından ilişkilidir.<br />
Dolayısıyla, eğitim harcamalarının reel düzeyi arttırılarak büyük potansiyel olan genç<br />
nüfusun bilgi ve beceri düzeyi yükseltilmeli ve verimli bir şekilde kullanılmalıdır.<br />
Göreli olarak gelişmiş ve gelişmekte olan iller, ekonomik ve sosyal açıdan sağladıkları<br />
imkan ve kolaylıklar bakımından yoğun şekilde göç çekmektedir. Bu özelliğe sahip illerde<br />
görülen hızlı nüfus artışı, kentsel nüfusta artış meydana getirerek nüfus yoğunluğunu<br />
da yükseltmektedir. Neoklasik teoriye göre işgücü, azgelişmiş bölgelerden gelişmiş<br />
bölgelere kayarak, kişi başına gelirin net iç göç alan bölgelerde zamanla azalıp, net iç göç<br />
veren bölgelerde ise zamanla artmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla göç nedeniyle bölgeler<br />
arası yakınsama hızlandıran bir etki yaratacaktır. Önemli bir demografik değişken olan<br />
göç, 1950’li yılların başından bu yana ekonomik, sosyal ve politik açıdan ülkemizin temel<br />
sorunu olmaktadır. <strong>Türkiye</strong>’de nüfus hareketlerine göre, örneğin 1975 yılında toplam nüfus<br />
içinde kent nüfusunun payı %41.8 iken, bu oran 1985 yılında %53’e, 2000 yılında ise %<br />
69’a kadar çıktığı bilinmektedir. Bu nüfus hareketlerinde kırsal alanlardan kentlere göçün<br />
Sayfa 16
katkısı %50’nin üzerindedir. Çeşitli çalışmalarda 1950’lerin başından 1960’ların sonuna<br />
kadar ülkemizde gözlemlenen iç göçün nedeni kırsal yörelerin iticiliği ile açıklanırken,<br />
1960’lı yılların sonu, 1970’li yıllar ve 1980’lerin başına kadar olan iç göç süreci kentlerin<br />
çekiciliği ile açıklanmaktadır. 1980’li ve 1990’lı yıllarda ise göç olgusunun iletici nedenlerden<br />
kaynaklandığı belirtilmektedir. 1975-2000 döneminde ise gerçekleşen iç göçün sebebinin<br />
ağırlıklı olarak iller ve bölgeler arası kişi başına gelir farklılıklarına dayandığını düşünülmektedir.<br />
İl bazında gerçekleştirdiğimiz çalışmada, net göç oranı 1995-2001 dönemi<br />
için istatistiksel bakımdan anlamlı sonuçlar vermektedir. Değişkenin katsayısının pozitif<br />
işaretli olması net göç oranının yakınsamaya olumlu katkısının göstergesidir. Ekonomiler<br />
arası göç, sermayenin artan getirisi nedeniyle yakınsamaya pozitif katkıda bulunmaktadır.<br />
Azgelişmiş bölgelerde, doğurganlık hızı yüksektir. Bu nedenle, doğurganlık hızı<br />
gelişmişlik düzeyi ile ters orantılı bir bağlantıya sahip bulunmaktadır. Analizimizde doğurganlık<br />
hızı değişkeni, 1990-2001 ve 1995-2001 dönemlerinde koşullu modelin açıklama<br />
gücü üzerinde herhangi bir etki yaratmamaktadır. 1990-2001 ve 1995-2001 dönemlerinde<br />
değişkenin işareti negatif fakat istatistiksel olarak anlamsızdır. Nüfus artış hızı ve doğurganlık<br />
oranının yüksek düzeyde korelasyonlu olmasının modelde çoklu bağlantı sorununa<br />
yol açtığı düşünülerek sadece doğurganlık hızının yer aldığı model tahmin edilmiş<br />
ve her iki dönem içinde değişken oldukça anlamlı sonuçlar vermiştir. Diğer bir deyişle,<br />
doğurganlık oranı ile yakınsama arasında negatif ve kuvvetli bir ilişki görülmüştür. Doğurganlık<br />
oranındaki artış ekonomideki yatırımların belli bir bölümünün kişi başına düşen<br />
sermaye miktarını arttırmak yerine, yeni işçilere sermaye sağlamak amacıyla kullanılmaktadır.<br />
Ayrıca, 1990-2001 döneminde, diğer bir demografik değişken olan şehirleşme oranının<br />
iktisadi büyüme üzerinde olumlu etkide bulunması beklenirken, bu değişkenin modele<br />
eklenmesi yakınsama üzerine herhangi bir etki yaratmamakta ve katsayı istatistiksel<br />
olarak anlamsız çıkmaktadır.<br />
İstihdamın sektörel dağılımı, illerin temel ekonomik faaliyetlerinin yapısını göstermesi<br />
bakımından önemli bir göstergedir. Sosyo-ekonomik gelişmeyle birlikte, toplam istihdam<br />
içinde, tarım sektörünün payı nisbi olarak gerilerken, sanayi ve hizmetler sektörlerinin<br />
payı artmaktadır. Bu anlamda, sanayileşme sosyo-ekonomik gelişme ya da kalkınmanın<br />
temel dinamiğini oluşturmakta ve doğal olarak iller arasındaki gelişmişlik farklarını<br />
azaltıcı etki yaratmaktadır. 1990-2001 dönemi koşullu modelimizden elde edilen sonuç,<br />
toplam istihdam içinde sanayi sektörü payının yakınsama üzerinde olumlu sonuçlar yarattığını<br />
göstermektedir. Bunun yanında, aynı dönem için toplam istihdam içinde tarım<br />
ve ticaret sektör payları koşullu modelde istatistiksel olarak anlamlı sonuçlar vermemektedir.<br />
Bu bağlamda, azgelişmiş illerde yöresel potansiyeli değerlendirebilecek yeni sanayi<br />
dalları oluşturulması ve eğitim politikasının sanayi sektöründe ihtiyaç duyulacak yeni işgücünü<br />
karşılayacak biçimde şekillendirilmesi gerektiği söylenebilir. Diğer istihdam<br />
Sayfa 17
değişkenlerinden, işverenlerin toplam istihdam içindeki payının ve işgücüne katılım oranının<br />
artması ise, iş hacminin genişlemesi ve iktisadi faaliyetlere katılımın yaygınlığı anlamına<br />
gelmektedir. Ancak, analizimizde her iki değişkeninde modelde istatistiksel anlamlılığa<br />
sahip olmadığı, diğer bir deyişle iller arasında koşullu yakınsamaya katkı sağlamadığı sonucuna<br />
ulaşılmıştır. Özellikle geri kalmış illerde, işveren üzerindeki vergisel yüklerin kaldırılması<br />
ve enerji maliyetlerinin azaltılması yoluyla yatırım maliyetlerinin düşürülmesi sağlanmalıdır.<br />
Bu şekilde, yatırımlar özendirilerek işverenlerin toplam istihdam içindeki payları<br />
ve dolayısıyla işgücüne katılım oranı artırılabilecektir. Bazı ampirik çalışmalarda kadın işgücü<br />
değişkeninin yakınsama üzerinde anlamlı sonuçlar gösterdiği düşünülürse işgücüne katılım<br />
oranının, özellikle kadın işgücünün payının yükseltilmesi vasıtasıyla artırılması sağlanabilir.<br />
Böylece, bu değişkenlerin iller arası gelir farklarının kapatılmasında pozitif bir katkı<br />
yaratması sağlanabilecektir.<br />
<strong>Türkiye</strong>, uzun süredir yüksek oranlı işsizlik yaşamaktadır. 1990-2001 dönemi işsizlik<br />
ortalaması yaklaşık %7.7 dolayında gerçekleşmiştir. Söz konusu dönemde İstihdamda görülen<br />
artışa rağmen ortaya çıkan yüksek işsizliğin belli bir oranının temel nedeninin tarım<br />
kesiminde yaşanan dönüşüm olduğu düşünülmektedir. 1990 yılı verilerine göre, tarım sektörü<br />
%17, hizmet sektörü %26, sanayi sektörü %56 oranında hasıladan pay alırken 2001<br />
yılına gelindiğinde tarım sektörü %13, hizmetler sektörü %28 ve sanayi sektörü %58 oranında<br />
pay almaktadır. Yani tarım kesiminin hasılaya katkısı göreli olarak zamanla azalmaktadır.<br />
Tarım sektörünün hasılaya katkısı giderek azalmasıyla bu sektörde istihdam edilen<br />
nüfus işsiz kategorisine girmektedir. Dolayısıyla, bu kesimden açığa çıkan işgücü söz konusu<br />
olmaktadır. 1990 yılında tarımsal istihdamın toplam istihdama oranı %47 iken 2001 yılına<br />
gelindiğinde bu oran %38 düzeyine gerilemiştir. Analizimizde, işsizlik oranının modele<br />
eklenmesi, 1990-2001 döneminde modelin açıklayıcılık gücünü arttırmakta ve değişkenin<br />
katsayısı istatistiksel açıdan anlamlılık göstermektedir. Görülmektedir ki, işsizlik oranı iller<br />
arasındaki gelişmişlik farkını açıklayan önemli bir göstergedir. Yakınsama analizinde bölgeler<br />
arasındaki yapısal farklılıkları kontrol etmek amacıyla kişi başına düşen tarım, hizmet<br />
ve sanayi sektörlerinin katma değerlerini temsil eden değişkenler kullanılmıştır. Analizimizde,<br />
kişi başına düşen hizmet sektörü katma değeri hem 1990-2001 döneminde hem de<br />
1995-2001 döneminde yakınsama hızına katkıda bulunmaktadır. Söz konusu dönemlerde<br />
hizmet sektöründeki göreli artış, iller arasındaki sosyo-ekonomik gelişmeye olumlu katkı<br />
yaratarak gelir farklılıklarının azalmasında önemli rol oynamıştır. Bu bağlamda, işsizlik düzeyinin<br />
belli bir oranda azaltılması için ekonomideki yapısal dönüşüme bağlı olarak ortaya<br />
çıkan atıl işgücünün diğer sektörlerde istihdam edilmesini sağlayacak eğitim politikalarının<br />
geliştirilmesi gerekmektedir.<br />
Ekonomik ve sosyal gelişmişlik düzeyi ile toplumu oluşturan fertlerin genel eğitim<br />
seviyesi arasında güçlü bir ilişki bulunmaktadır. Nitekim, kişinin bilgi ve becerilerinin artırılması<br />
ile sosyal yaşama katılımın gereği olarak kabul edilen, okur-yazarlık oranı değişkeni,<br />
illerin genel eğitim düzeyini göstermesi açısından önem taşımaktadır. Koşullu yakınsama<br />
analizimizde okur-yazar oranı, modelin açıklama gücüne herhangi bir katkıda bulunmamış<br />
ve katsayılar istatistiksel açıdan anlamlı sonuçlar vermemiştir. Kıt kaynakların etkin<br />
Sayfa 18
kullanımında beşeri sermayenin önemli rol oynaması insan kaynakları ve eğitim politikalarına<br />
bağlı olduğundan, ekonomik ve teknolojik gelişime uygun olarak teknik insan gücünün<br />
yetiştirilmesi ve eğitime ayrılan kaynakların arttırılması sağlanmalıdır. Böylece,<br />
söz konusu değişken, iller arasındaki sosyo-ekonomik gelişmişlik farklarının azaltılmasına<br />
katkı sağlayabilecektir.<br />
Bebek ölüm oranı ise, illerdeki sağlık hizmetlerinin yaygınlığı, eğitim ve kültür düzeyinin<br />
yüksekliği, ekonomik olanakların artması gibi çeşitli sosyo-ekonomik unsurlarla<br />
yakından ilgilidir. Bebek ölüm oranı değişkeni, sosyo-ekonomik gelişmeyle beraber azaldığından<br />
gelişmeyle negatif yönde bir ilişkiye sahiptir. Ancak, 1990-2001 döneminde bu<br />
değişkenin modele katılması koşullu yakınsama üzerinde herhangi bir katkı sağlamamaktadır.<br />
Eğitimli işgücü olarak da nitelendirilebilen sağlık personelinin gelişmiş iller yönündeki<br />
tercihi, illerin sosyo-ekonomik gelişme düzeyiyle doğrudan ilişkilidir. Bu bağlamda,<br />
1995-2001 dönemi için sağlık göstergesi olarak kullanılan hekim başına düşen kişi sayısı<br />
anlamlı sonuçlar vermektedir.<br />
Yapılan çalışmalar, iktisadi büyüme ile finansal yapının yakın ilişkide olduklarını<br />
ve bu iki değişken arasında çift yönlü nedenselliğin bulunduğunu belirtmektedir. Gelişmiş<br />
ekonomilerde bankalar, ekonomik işlemler sırasında gelirin kullanılması ve saklanması<br />
ile borçlandırılmalarda yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Ticari ve sınai faaliyetlerin<br />
finansmanı için bankalar tarafından kullandırılan krediler, yatırım potansiyeli ve tasarrufların<br />
yatırıma dönüşme eğilimiyle doğrudan ilişkilidir. Banka mevduatı ise, büyük<br />
ölçüde, gelir düzeyi, tasarruf eğilimi ve sermaye birikimine bağlı olarak değişmektedir.<br />
Bankacılık işlemleri ile ilgili olarak; tasarruf hacmi, kullandırılan kredi düzeyi ve hizmetlerin<br />
yaygınlığı gibi unsurlar, gelişmişlik göstergeleri olarak ele alınmaktadır. Diğer bir deyişle,<br />
para yaratma özelliğine sahip bankacılık sistemi, hasılanın büyümesini sağlaması<br />
dolayısıyla gelişmişlik farklarının azaltılmasında önemli bir görev üslenmektedir. Analizimizde,<br />
bu göstergeleri oluşturan; fert başına düşen banka mevduatı ve fert başına düşen<br />
banka kredisi değişkenleri her üç dönem için yakınsama modelinin açıklayıcılık gücüne<br />
katkıda bulunmamakta ve katsayılar istatistiksel açıdan anlamlı sonuçlar vermemektedir.<br />
Özellikle, geri kalmış illerde mali sistemin yeterince gelişmemiş olduğu anlaşılmaktadır.<br />
Bu illerde banka ve banka dışı finansal sistemin ve araçlarının geliştirilmesi ve mali sistemin<br />
güçlendirilmesinin yerinde olacaktır.<br />
Büyük ölçüde altyapıya yönelik yatırımları kapsayan, kamu yatırım harcamaları<br />
ve mahalli idareler tarafından yapılan harcamalar da, sosyo-ekonomik gelişmeyi hızlandıran<br />
unsurlar arasındadır. Analizimizde, bu değişkenlerden kişi başına düşen kamu yatırım<br />
harcamaları değişkeninin her iki dönem içinde iller arası gelişmişlik farklarının kapatılmasında<br />
önemli bir etkisi olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte, kişi başına<br />
düşen belediye giderleri söz konusu iki dönemde de yakınsamaya katkıda bulunmamaktadır.<br />
Kişisel gelir düzeyini yansıtan fert başına düşen bütçe gelirleri, gelişmişlik düzeyinin<br />
bir göstergesi olarak modele katılarak 1995-2001 döneminde anlamlı sonuçlar elde<br />
edilmiş bunun yanında 1990-2001 döneminde yakınsama modelinin açıklayıcılık gücünü<br />
Sayfa 19
arttırıcı bir etki göstermemiştir. Bu olgu, 1995-2001 döneminde geri kalmış iller lehine bir<br />
kaynak transferi olduğunun göstergesi olarak kabul edilebilir. Fert başına düşen teşvik<br />
belgeli yatırım tutarı değişkeni, özel sektörün kalkınma faaliyetlerine katkısı, girişimcilik<br />
potansiyeli ve yatırım dinamizmini göstermektedir. Bu değişken 1995-2001 dönemi için<br />
modele eklenmiş ancak yakınsama üzerinde etkisi olmadığı tespit edilmiştir. Bu sonuçtan<br />
hareketle teşvik politikasının etkin yönetilmediği, parasal ve vergisel teşviklerin yeniden<br />
yapılandırılması yerinde olacaktır. Aynı zamanda, tasarlanacak teşvik sisteminin önemli<br />
bir unsurunun ise kontrol mekanizması olması gerekmektedir. Serbest dış ticaretin ülkelere<br />
ticaret kazancı sağlaması dolayısıyla ülkenin gelirini ve buna paralel olarak refah düzeyini<br />
yükselteceği düşünülerek kişi başına ithalat ve kişi başına ihracat değişkenleri analize<br />
dahil edilmiştir. Söz konusu iki değişken 1995-2001 döneminde modele olumlu katkı<br />
yaparak iller arasındaki yakınsama hızının artmasına yardımcı olmaktadır.<br />
Altyapı göstergeleri, nüfusun çağdaş hizmet ve olanaklardan yararlanma düzeyi<br />
kadar, sektörlerin gelişmesi için de önem taşımaktadır. Altyapı göstergesi olarak kullanılan<br />
illerin asfalt yol uzunluğu(metre/km2) değişkeni, her iki dönem için anlamlı sonuç<br />
vermemektedir. Geri kalmış illerimizde kamunun ulaştırmaya yönelik harcamalarının yetersiz<br />
olduğu ve bu tür harcamalara daha fazla ağırlık verilmesinin gerekmektedir.<br />
Son olarak Avrupa Birliği’nde, yakınsama konusuna ilginin entegrasyon genişledikçe<br />
ve derinleştikçe arttığı görülmektedir. Birlik içinde, AB’ye üye ülkeler arasındaki<br />
gelir farklılıklarını azaltmak kadar üye ülkeler içindeki gelişme farklılıklarının azaltmak<br />
öncelikli politika uygulama alanlarından biridir. Dolayısıyla, bir Avrupa Birliği ülkesi olmak<br />
isteyen <strong>Türkiye</strong>’nin birincil amacı bölgelerarası gelir farklılıklarını azaltmak amacıyla kalkınma<br />
sürecine yön verecek politikaları acilen yürürlüğe koymak olmalıdır.<br />
EK1 ŞEKİLLER<br />
Şekil 1. 1990-1995 Dönemi Serpilme Diyagramı<br />
Şekil 1. 1995-2001 Dönemi Serpilme Diyagram<br />
1990-1995 Ortalama Büyüme Hızı<br />
8,00<br />
6,00<br />
4,00<br />
2,00<br />
0,00<br />
-2,00<br />
-4,00<br />
-6,00<br />
1995-2001 Ortalama Büyüme Hızı<br />
6,00<br />
4,00<br />
2,00<br />
0,00<br />
-2,00<br />
-4,00<br />
-6,00<br />
1990 Yılı Kişi Başı LogGSYİH<br />
1995 Yılı Kişi Başına LogGSYİH<br />
Şekil 3. 1990-2001 Dönemi Serpilme Diyagramı<br />
1990-2001 Ortalama Büyüme Hızı<br />
6,00<br />
4,00<br />
2,00<br />
0,00<br />
-2,00<br />
-4,00<br />
Sayfa 20<br />
1990 Yılı Kişi Başına LogGSYİH
EK2 TABLOLAR<br />
Tablo 1. Temel Denklem (1990-1995) Tablo 2. Temel Denklem( 1995-2001)<br />
Sabit -0. 090700 (0.063936) Sabit 0.24490 (0.048480)<br />
β<br />
-0.007272 (0.004464)<br />
β<br />
0.01803 (0.003894)<br />
2<br />
R<br />
0.037879<br />
2<br />
R<br />
0.269081<br />
Tablo 3. Temel Denklem(1990-2001)<br />
Sabit 0.102253** (0.040679)<br />
β<br />
2<br />
R<br />
0.006975** 0.003180)<br />
0.074071<br />
Tablo 4. Koşullu Yakınsama Denk.<br />
(1990-2001)<br />
Sabit 0.176473*<br />
(0.045786)<br />
β<br />
0.039613*<br />
(0.011894)<br />
Nüfus Artış Oranı -0.003328*<br />
Tablo 5. Koşullu Yakınsama Denk. (1995-2001)<br />
Sabit 0.315035*<br />
(0.111524)<br />
β<br />
0.075714*<br />
(0.016753)<br />
Nüfus Artış Oranı -0.008149*<br />
Sanayi İşkolunda Çalışanların<br />
Toplam İstihdama Oranı<br />
(0.001134)<br />
0.000788**<br />
(0.000311)<br />
İşsizlik Oranı -0.001782*<br />
Kişi Başına Düşen Hizmetler<br />
Sektörü Katma Değeri<br />
Kişi Başına Düşen Kamu Yatırım<br />
Harcamaları<br />
2<br />
R<br />
(0.000687)<br />
0.019586**<br />
(0.007468)<br />
(0.001670)<br />
Net Göç Oranı 0.000204*<br />
Kişi Başına Düşen<br />
İthalat<br />
(0.00007)<br />
0.007125*<br />
(0.002851)<br />
Kişi Başına İhracat 0.001915*<br />
0.004385**<br />
Kişi Başına Düşen<br />
Hizmetler Sektörü<br />
(0.002024)<br />
Katma Değeri<br />
0.424504 Kişi Başına Düşen<br />
Kamu Yatırım Harcamaları<br />
Kişi Başına Düşen<br />
Genel Bütçe Gelirleri<br />
Hekim Başına Düşen<br />
Nüfus<br />
2<br />
R<br />
(0.000569)<br />
0.020442**<br />
(0.011151)<br />
0.008326*<br />
(0.002895)<br />
0.014454*<br />
(0.004423)<br />
0.018800**<br />
(0.007671)<br />
0.570234<br />
Sayfa 21
Parantez içindeki sayılar standart hataları ifade etmektedir.<br />
*, %1 seviyesinde anlamlıdır.<br />
**, %5 seviyesinde anlamlıdır.<br />
***, %10 seviyesinde anlamlıdır<br />
KAYNAKÇA<br />
BARRO, Robert J. (1991), “Economic Growth in a Cross-Section of Countries”,<br />
Quarterly Journal of Economics, Vol.106, No.2, Mayıs:407-444.<br />
BARRO, Robert J. (1993), Macroeconomics. New York: Willey.<br />
BARRO, Robert J. (1998), Determinants of Economic Growth: Across Country<br />
Emprical Study. Cambridge: Mıt Press.<br />
BARRO, Robert J. ve X. SALA-I MARTIN(1991), “Convergence Across States and<br />
Regions”, Brooking Papers on Economic Activity, No.1:107-182.<br />
BARRO, Robert J. ve X. SALA-I MARTIN(1992b), “Convergence”, Journal of<br />
Political Economy, Vol.100, No.2, Nisan:223-251.<br />
BARRO, Robert J. ve X. SALA-I MARTIN(1995), Economic Growth. London:<br />
McGraw-Hill.<br />
DİNÇER, Bülent, M. ÖZASLAN ve T. KAYASOĞLU(2003), İllerin ve Bölgelerin<br />
Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması. No: 2671:250, Mayıs.<br />
DİNÇER, B., M. ÖZASLAN ve E. SATILMIŞ(1996), İllerin Sosto-Ekonomik Gelişmişlik<br />
Araştırması. DPT, Bölgesel Gelişme ve Yapısal Uyum Genel Müdürlüğü, No:2466, Ankara.<br />
YAMANOĞLU, K. Buğra (2008), “ <strong>Türkiye</strong>’de Sosyo-Ekonomik Faktörlerin İller<br />
Arası Yakınsama Üzerine Etkileri”, İstatistikçiler <strong>Dergisi</strong>, Cilt 1, <strong>Sayı</strong> 1, 2008, Ankara.<br />
Sayfa 22
A.Cem AYDOĞAN - Kd.Avukat<br />
Hukuk Müşavirliği<br />
BELGE TANIMLAMADA YENİ VE ETKİN YÖNTEM<br />
“SECURITY HOLGRAM-UNIGRAM-LATENTOGRAM”<br />
“ATB-LIT” firmasının bulup geliştirdiği bir koruma yöntemi olan, belgeler ve ürünler<br />
üzerinde Latentogram ve Unigramlar halinde bu tür gizli görüntülerin bir uygulamasını<br />
sağlamaktadır.. Bu görüntüler her kullanıcıya sağlanacak olan bir otomatik tanıtıcı vasıtası<br />
ile görülebilirler. Firma farklı tiplerdeki ticari markaların korunmasını sağlamaktadır<br />
(gıda ve içecek ürünleri, motor yedek parçaları, ilaçlar, CD, DVD, piyango biletleri, vb.). Bu<br />
görüntüler ayrıca yüksek güvenlikli belgeler, boş formlar, vergi damgaları, sürücü ehliyeti<br />
gibi alanlarda sürdürülebilir koruma sağlama amaçlı olarak kullanılabilir. Bu teknoloji<br />
BASİT, GÜVENLİ ve ETKİNDİR.<br />
Bu teknolojiyi kullanan şirketlere<br />
• haksız rekabete ve sahtecilere karşı etkin bir biçimde mücadele etmede<br />
• satışlarını ve gelirlerini arttırmasında,<br />
• Şirket çıkarları ve tüzel geleneklerine uygun yeni promosyon kampanyaları düzenlemesine<br />
• ve müşterilerine düşük kaliteli ürünlerden korunmasına yardımcı olacaktır.<br />
Bu korumayı kullanan<br />
şirketler<br />
Unigram ve Latentogram Mimarisi<br />
1. pazardaki kaliteli ürünlerini<br />
korumasını<br />
2. bilinçli tüketimi özendirmesini<br />
3) müşterilerinin çıkarlarını<br />
korumasını<br />
4) alıcılara Latentogram<br />
ve Unigram güvenilirliği<br />
sağlamasını<br />
20 µ<br />
ürünlerinin ulusal ve küresel olarak tanıtımını sağlayacaktır<br />
5 µ<br />
1-3 µ<br />
3 µ<br />
10 ila 165 mm<br />
PET / Temel<br />
Latant (gizli) Görüntülü Tabaka<br />
Yansıtıcı Tabaka (Folyo, Boya,<br />
Hologram)<br />
Yapışkan Tabaka<br />
24-29 µ<br />
Sayfa 23
Latentogram yansıtıcı tabaka üzerine uygulanan polarize<br />
(kutuplaştırılmış) gizli bir görüntüdür. Latentogram, üzerinde görünür<br />
ve gizli görüntülerin bulunabileceği çeşitli şekil ve ebatlardaki<br />
kendinden yapışkanlı etiketler olarak hazırlanabilir. Latentogram<br />
metin, grafik bilgi veya gizli numaralama içerebilir. Etiketler, korunan<br />
paketlerin yeniden kullanılmasını imkansız hale getiren<br />
perforasyon (delme) ve kurcalanmayı açığa çıkartan etkilere sahiptirler.<br />
Latentogram ayrıca 4 ila 10 mikron kalınlığında laminat filmi<br />
ve sıcak damga folyosu olarak hazırlanabilir. Latentogramların<br />
blister ilaç folyosu üretiminde, tekstil alanında ve kimlik kartlarının<br />
üretiminde kullanılması üreticilere telif haklarını koruma olanağı<br />
sağlayacağı gibi sahte ürünlerin de önüne geçecektir.<br />
Yansıtıcı tabaka olarak hologram kullanılması özel bir güvenlik ürünü olan Unigram’ın<br />
oluşmasını sağlar.<br />
Unigramlar;<br />
− hologramların görsel cazibesini ve<br />
− ürünlerin orijinalliğinin onaylanmasını<br />
kolaylaştıran gizli görüntülerin<br />
benzersiz özelliklerini birleştirir.<br />
KORUYUCU TABAKA İLE TANIMLAMA<br />
ŞEFFAF PVC LAMİNAT<br />
GİZLİ GÖRÜNTÜLÜ LAMİNAT<br />
GÖRÜLÜR GÖRÜNTÜLÜ<br />
PVC PLASTİK IMAGE<br />
2002 senesinden bu yana Unigramlar Beyaz Rusya Cumhuriyetinde bulunan<br />
GoznakFirması / Beyaz Rusya Hükümeti tarafından yüksek güvenlikli belgelerin, boş<br />
formların ve vergi etiketlerinin korunmasında kullanılmaktadır. Bu ürünlerin kullanımı,<br />
malların açıklamasına bağlı olarak devlet bütçesine katkıyı 2 ila 10 misli arttırmış,<br />
sahte belge sayısını ciddi biçimde azaltmış ve devlet kuruluşlarının etkinliğini arttırmıştır.<br />
Alkollü içecek ve gıda üreticileri tarafından Latentogram kullanımı<br />
− ürünlerin satış hacmini arttırmıştır<br />
− sahte mal miktarını azaltmıştır<br />
− ve reklam kampanyalarına yenilik getirmiştir.<br />
Latentogram ve Unigram kullanımı sırasında hiçbir sahte ürün vakasına rastlanılmamış<br />
olması özellikle dikkat çekici ve kayda değerdir!<br />
Orijinallik Tanıtıcısı, gizli görüntünün görünmesini sağlayan ve<br />
ana elemanı polaroid film olan basit bir cihazdır.<br />
Sayfa 24
Tanıtıcı plastik veya karton kart olarak üretilebilir. Belge veya paket üzerine uygulanmış<br />
güvenlik elemanının orijinalliğinin doğrulanması için tanıtıcıyı bu eleman üzerine<br />
getirmek ve gizli görüntüyü görmek yeterli olacaktır. Bu tanıtıcının uygulanması son derece<br />
basittir ve herhangi bakım gerektirmez. Tanıtıcı üzerine firmanın logosunun ve tanıtım<br />
bilgilerinin yerleştirilmesi cihazın reklam kampanyalarında bir araç olarak kullanılması<br />
için yeterlidir.<br />
Tanıtıcı, uygun fiyatı sayesinde, pek çok müşteriye<br />
sağlanabilir. Bu sayede en bağımsız ve son derece güvenilir<br />
bir denetleyici ordusu yaratılabilir.<br />
Uygulanan ileri teknoloji ve bu güvenlik ürünlerinin<br />
dünya üzerinde sadece tek bir fabrikada üretiliyor olması son<br />
derece yüksek bir belge ve ürün koruması sağlar.<br />
Latentogram ve Unigram teknolojisi, matbaa ve yayıncılık şirketleri tarafından<br />
kullanılan standart ekipmanlar için uyarlanmıştır. Bu sayede milyarlarca adet koruma<br />
altındaki belge üretilmesi mümkün olmaktadır. Bu teknoloji sürekli olarak geliştirilmektedir.<br />
Hali hazırda, gizli görüntülerin hem görsel olarak hem de uzmanlar tarafından denetlenmesini<br />
mümkün kılan yeni güvenlik seviyeleri geliştirilmektedir.<br />
Firma tarafından tam kapsamlı Latentogram ve Unigram işaretlemesi olanakları<br />
sunulmaktadır:<br />
• Kendinden yapışkanlı etiketler<br />
• Şeritler<br />
• Laminatlar<br />
• Sıcak Damgalama<br />
Kendinde Yapışkanlı Etiketler<br />
Ürünlerin işaretlenmesinde en kolay yöntem kendinden yapışkanlı etiketlerin<br />
kullanılmasıdır. Bunlar her tipte ürünün işaretlenmesi için kullanılabilirler. Kendinden<br />
yapışkanlı, kendi kendini imha eden etiketler paketlemede mühür olarak kullanılmak için<br />
idealdirler. Bu etiketler markanızı sahteciliğe ve yetkisiz müdahalelere karşı en etkin biçimde<br />
korurlar.<br />
Sayfa 25
Koruyucu Şeritler<br />
Devlet fabrikalarının ve diğer önde gelen fabrikaların çıkarlarının korunması için<br />
vergi ve kontrol işaretleri sıklıkla kullanılmaktadır. Firma tarafından bunların çok sayıda<br />
şerit ile, sıcak damgalama kullanılarak, işaretlenmesi olanağını sağlanmaktadır. Bunun<br />
yanı sıra koruyucu şeritler sıcak içecek üreticileri tarafından kullanılan termokapların<br />
üzerine de yerleştirilebilirler.<br />
Laminatlar<br />
Laminatlar ürün veya belge üzerine yerleştirilen saydam veya yarı saydam folyolardır.<br />
Laminatlar üzerine yerleştirildikleri ürünün görünümünü değiştirmezler ve ek<br />
koruma sağlarlar. Firma tarafından, ilaç paketi ve termokap üreticileri için alüminyum<br />
laminasyon folyosu geliştirilmiştir.<br />
Sıcak Mühürleme<br />
Sıcak mühürleme farklı etiketlerde kullanılan yaygın bir yöntemdir. Bu yöntem<br />
değişken işaret formlarına sahip olan etiketlerin ve paketleme - promosyon malzemelerinin<br />
yüklü miktarlarda ve göreceli düşük maliyetlerle damgalanmasına olanak tanır.<br />
Sayfa 26
Uygulama Alanları şu şekilde sıralanabilir:<br />
• Marka ve mülkiyet haklarının korunması<br />
• Yasadışı ithalata karşı koruma<br />
• Malların satışının kontrolü<br />
• Promosyon kampanyalarının ve piyangoların uygulanması<br />
Markaların ve Mülkiyet Haklarının Korunması<br />
Avrupalı uzmanlara göre satılan ve satın alınan her şey taklit edilmektedir. Sahtecilik<br />
markanın saygınlığını zedelemekle kalmayıp, üreticilerin ve dağıtımcıların ciddi mali kayıplara<br />
uğramalarına ve hatta iflaslarına yol açabilmektedir.<br />
Sahte mallar satan sahteciler çok daha az maliyete ve düşük yakalanma risklerine<br />
karşın çok büyük kazançlar elde etmektedirler ve orijinal ürünlerin tanıtımına yatırım yapan<br />
yasal üreticilerin yaptıkları tanıtımdan faydalanmaktadırlar.<br />
1 kilo korsan CD 1 kilo kenevirden daha fazla kazanç sağlamaktadır.<br />
Sunulan teknolojinin amacı markaları her tür taklitten korumaktır.<br />
Bu alanda faaliyet gösteren müşterilerimiz arasında Beyaz Rusya, Rusya ve Ukrayna’nın<br />
en önde gelen firmaları bulunmaktadır.<br />
Yasadışı İthalata Karşı Koruma<br />
Kazanç kaybına neden olan bir diğer faktör ise “gri” ithalattır. Bu konu özellikle alkollü<br />
içecek ve cep telefonu üreticilerini ilgilendirmektedir.<br />
Önerdiğimiz Latentogram;<br />
• resmi ithalatçının sahtecilikten korunmasını<br />
• satışlarda artış<br />
• dağıtımcının haklarının korunmasını<br />
• mali kayıpların önlenmesini sağlayacaktır.<br />
İşbirliği yaptığımız firmalar, dükkanlarında satılan ürünlerin resmi ithalatçılara gelir<br />
sağladığından artık mutlak biçimde emindirler.<br />
Sayfa 27
Malların Satışının Kontrolü<br />
Latentogram kullanarak ürünlerinizin üretim ve / veya satış hacimlerini etkin bir<br />
biçimde kontrol edebilirsiniz. Özel araçlara ve teknolojilere sahip olmayan ürünlerin üretim<br />
ve satış miktarlarının kesin olarak tanımlanması son derece güçtür.<br />
Promosyon Kampanyalarının ve Piyangoların Uygulanması<br />
Müşteriler için yeni ve etkileyici nitelikte olan Latentogramlar promosyon kampanyaları<br />
ve piyangolar düzenlemek için mükemmel araçlardır.<br />
ATB Firmasının dünyada ilk defa bu teknoloji ile ürettiği 2006 Akıllı Etiket Zirvesi<br />
Amerika Fuarında tanıtılan ve patenti kendisinde olan ürünlerle ticari markalarının korunmasını,<br />
marka reklamını, idari kontrolü ve ürün kalitesini ciddiye alan Ülkelerin, müşterilerin<br />
ve firmaların menfaatine yönelik olarak işbirliği yapmaktadır ve diğer ülkelerle de yapmaya<br />
hazırdır.Özellikle sahte ürünler ve gölge piyasalara karşı yürütülen savaşta önemli<br />
sonuçların elde edilmesi amacı ile istikrarlı, karşılıklı, etkin, uzun süreli çalışmalar yapmaktadır.<br />
Belarus ve Hindistan hükümetleri ile yapılan paraların ve kıymetli evrakların korunmasını<br />
örnek verebiliriz.Yine Bourjois Garnier ve L’Oreal gibi tanınmış firmalar<br />
distribitörlerini sahte ürünlerden korumak için birlikte çalıştığımız firmalardan birkaçını<br />
oluşturmaktadır.<br />
Son yıllarda ülkemizde de artış gösteren taklit ve sahte ürünlerle piyasada ciddi bir<br />
tehlike ile haksız kazançlar oluşturmaktadır. Her gün yüzlerce nüfus cüzdanı, pasaport,<br />
sürücü ehliyeti ve araç ruhsatları kullanılarak yapılan ve özel ve tüzel şahısların milyonlarca<br />
liraya varan zarara uğratan sahtecilik işlemlerine karşı adli kurumlara ve emniyet teşkilatlarına<br />
başvuru yapıldığı belirtilmektedir.<br />
Ülkemizde de Kamu kurumları ve firmalar tarafından sahte ürünlerle mücadelede<br />
yapılan harcamalar ciddi boyutlara ulaşmıştır.<br />
Kamu kurumları nezdinde son teknolojik ürünler ve verilerle çok ciddi çalışmalar<br />
yapılmakta yeni mücadele yöntemleri belirlenmektedir. Maliye Bakanlığı tarafından vergi<br />
ve harçlandırma işlemlerinde kullanılmak üzere kurumca belirlenen özellikler taşıyan hologramlar<br />
kullanılmaktadır. Bu hologramların maliyeti milyonlarca doları bulmaktadır.Sahte<br />
içki konusunda ülkemizde sonu ölümlere varan birçok vaka yaşanmış ancak henüz<br />
tam bir koruma yöntemi belirlenememiştir. TAPDK, Tütün ve Alkol piyasası Düzenleme<br />
Kurumu tarafından da çalışmalar devam etmektedir.<br />
Tekstil ürünleri, temizlik ve bakım ürünleri lüks tüketim eşyaları, cep telefonları<br />
nüfus cüzdanı, pasaport, sahte araç ruhsatları, ehliyet,lisans belgeleri diplomalar,sertifikalar,teknolojik<br />
ürün ve aparatları sanat eserleri kitap ve cd. Bandrolleri kısacası<br />
her türlü ürünün sahtesi yapılmakta veya yapılmaya çalışılmaktadır.<br />
SAHTECİLİKLE MÜCADELE SÜREKLİ BİR SAVAŞTIR<br />
VE<br />
Sayfa 28<br />
BU SAVAŞTA YENİLİK EN ÖNEMLİ SİLAHTIR
T.Yıldız GÜVEN<br />
KATI ATIKLARIN<br />
Kd.Uzman (Kimya Yük.Müh.)<br />
Teknoloji İzleme ve Araştırma Müdürlüğü<br />
ÇİMENTO FIRINLARINDA<br />
BERTARAF EDİLMESİ VE/VEYA YAKIT<br />
OLARAK KULLANILMASI<br />
GİRİŞ<br />
T ü r k i y e ’ d e<br />
Çimento üretiminde<br />
yakıt olarak i t h a l<br />
taş kömürü, petrolkoku<br />
ve yerli kömür<br />
kullanılmakta, enerji<br />
maliyetleri toplam<br />
maliyetin %35–45<br />
‘ini temsil etmekte<br />
ve bilinen en iyi teknolojiler<br />
ile yakıt giderleri<br />
en fazla %2<br />
oranında düşürülebilmektedir.<br />
Çimento sektöründe ikincil yakıt olarak kullanılmış lastik, atık yağlar, plastikler, kâğıt<br />
atıkları, solventler, kimyasallar, arıtma ve boya çamurları, ahşap parçaları, hayvan yemi<br />
ve kemik unu; kabuk, çekirdek, kompost, prina, shale oil, odun talaşı ve tozu kullanılmaktadır.<br />
Çimento sanayi çevre için zararlı atıkların yok edilmesinde önemli bir yardımcıdır.<br />
Kullanılan atıkların başlıcaları atık lastikler ve atık yağlardır. Çimento fırınlarındaki yanma<br />
olayının gerçekleştiği sinter bölgesinde 1450–1500 0C olan sıcaklık, her türlü tehlikeli atığın<br />
yok edilebileceği 1200 0C alt sınır değerinin çok üzerindedir.<br />
Atık lastiklerle ilgili olarak:<br />
Avrupa’da, özellikle Almanya’da 25 yılı aşkın süredir atık lastikler çimento fırınlarında<br />
yakılmaktadır. .<br />
Lastik, boyutlarından dolayı yalnızca ön ısıtıcıdan beslenebilir.<br />
Kalorifik değeri yaklaşık 7900 kcal/kg dir.<br />
Kauçuk oranı yaklaşık %45, Zn oranı yaklaşık %2, kükürt oranı yaklaşık 1% dir.<br />
Dış ortamda yakmak zordur, kendi kendine yanmaz.<br />
AB’de 2006 yılından beri gömülerek bertaraf edilmesi yasaklanmıştır.<br />
Atık Lastik Yakmanın Yararları:<br />
Sayfa 29
Homojendir, farklı lastik tiplerini yakmak mümkündür.<br />
Taşıma ve depolama için özel koşullar gerekmez.<br />
İşçi sağlığı-güvenliği için risk oluşturmaz.<br />
Enerji geri kazanımı ile birlikte hammadde kazanımı da mümkündür.<br />
Klinker kalitesine olumsuz etkisi olmaz.<br />
Refrakter ömrüne olumsuz etkisi olmaz.<br />
Anzast oluşumuna olumsuz etkisi olmaz.<br />
Emisyonlar üzerinde negatif etkisi yoktur. Dahası, NOx emisyonları üzerinde azaltıcı<br />
etkisi vardır.<br />
Oldukça ekonomiktir.<br />
Atık yağlar toprağa ve suya atılmamalıdır. Bulunduğu ortamı kirletir, ortamda yaşayan<br />
canlılara zarar verir, ekotoksik özelliğe sahiptir.<br />
Küçük fırınlarda yakılmaması gerekir. Çünkü atık yağın içindeki ağır metal ve klor<br />
bileşimleri atık hava ile birlikte atmosfere salınarak havayı kirletir ve insan sağlığına zarar<br />
verir.1 litre benzin, 800 bin litre içme suyunu kullanılamaz hale getirirken 1 litre yağ, 1 milyon<br />
litre suyu kullanılamaz, 5 milyon litre suyu içilemez duruma getirir.<br />
Bu özelliklerinden ve içerdiği zararlı maddelerden dolayı atık yağlar, Tehlikeli Atıkların<br />
Kontrolü Yönetmeliği’nde “tehlikeli atık” olarak tanımlanmakta olup Atık Yağların Kontrolü<br />
Yönetmeliği ve Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği’ne göre işlem görmektedir.<br />
AB ÜLKELERİNDE ALTERNATİF YAKIT VE HAMMADDE KULLANIMI<br />
2002 yılı itibariyle AB’nin 35 Çimento Fabrikasında<br />
Kullanılan Atık Miktarı<br />
Atık Kullanım Oranı<br />
Benelux<br />
France<br />
350.000 ton<br />
400.000 ton<br />
EU % 12<br />
Avusturya % 29<br />
Belçika % 30<br />
Switzerland 180.000 ton<br />
Danimarka % 4<br />
Germany<br />
Italy<br />
Spain<br />
Others<br />
Toplam<br />
200.000 ton<br />
150.000 ton<br />
150.000 ton<br />
120.000 ton<br />
1.500.000 ton<br />
Finlandiya % 3<br />
Fransa % 27<br />
Almanya % 30<br />
İrlanda % 0<br />
Hollanda % 72<br />
Polonya % 1<br />
Portekiz % 1<br />
İsviçre % 31<br />
İngiltere % 6<br />
Sayfa 30
ALTERNATİF YAKIT HAZIRLAMA SİSTEMLERİ<br />
Atık maddeler klinker fırınlarında geniş boyutlar (atık odun vb.), yüksek rutubet<br />
(susuz arıtma çamuru, kâğıt çamuru vb.), heterojenlik (kontamine atıklar), pnömatik sistemle<br />
taşınmasının veya pompalamanın imkânsızlığı (balçık), paketli halde tedarik (atık variller<br />
vb.) veya bunların kombinasyonu (ham evsel atık) gibi bazı nedenlerden dolayı doğrudan<br />
yakılamayabilirler. Bu durumda atıkların kurutma, parçalama, eleme, karıştırma gibi işlemlere<br />
tabi tutulması gerekir. Alternatif her yakıt türü için, ek ekipman gereksinimi vardır.<br />
İngiltere’de yapılan bir proje çalışmasında; lastik, kâğıt ve plastik, katı belediye atıkları,<br />
kanalizasyon çamuru ve hayvansal atıkların yakıt olarak kullanımına ilişkin mevcut en iyi<br />
tekniklerin (best available techniqs) analiz, depolama, ön işlemden geçirme, yanma kontrolleri,<br />
azaltma teknikleri ve emisyon izleme bakımından artık belirlenmiş olduğu anlatılmaktadır.<br />
Atık yakma tesisi projelendirilirken; kullanılan yakıtlar ve yakıt içindeki küçük bileşenlerin<br />
kompozisyonu bakımından her fırının diğerlerinden farklı olduğu unutulmamalıdır.<br />
O nedenle de, konvansiyonel yakıtları bırakıp yeni yakıtlara geçerken prosesteki kirletici<br />
dengesini bozmamak için atık yakıtların analitik bileşiminin fırın bazında değerlendirilmesi<br />
gerekir.<br />
EMİSYON KONTROLÜ<br />
Çimento fabrikalarında emisyon sürekli izlenmektedir. Çimentonun klor içeriği % 1'le<br />
sınırlıdır ve alternatif yakıtın bu özelliği etkilememesi gerekir. Atı k yak ıt kullanı mı na<br />
baş landı ktan bu fabrikalar ın bazıları na ek izleme cihazları kurulmuş tur. Örneğin; Alman<br />
yönetmelikleri, atı k yakı t kullan ımı na geçildikten sonra izleme yapı lması nı zaten<br />
öngörmekte olduğu CO ve O2’e ,S02, NOx ve Hg izlemesini de eklemiştir.<br />
AB' nde katı atık yakan tüm çimento fabrikalarına uygulanmak üzere çıkarılan<br />
2000/76/EC sayılı Atıkların Yakılması Direktifinde çimento fırınları için emisyon sınır değerleri<br />
belirlenmiş ve mevcut fabrikaların uyumlaştırılması için 28 Aralık 2005 son tarih olarak<br />
verilmiştir. Buna göre, emisyon limitlerinin yeterli kontrolünün sağlanabilmesi için NOx,<br />
SO2, toz ve uçucu organik karbonların devamlı olarak, HCl ve NH3‘ın sıklıkla, ağır metaller<br />
ve dioxin/furanın en azından senede bir ölçülmesi gerekmektedir.<br />
MALİYET<br />
Atık üretenler için çimento sanayi bir atık bertaraf yolu olarak görülmüştür. Ürettikleri<br />
atıkların çimento şirketleri tarafından kullanılmaması halinde, alternatif bertaraf yöntemlerinin<br />
kullanılması gerekmektedir. Atıkların çimento fabrikalarına gönderilme maliyetinin<br />
diğer yöntemlerin kullanılmasından daha düşük olması halinde üreticiler, atıklarını alternatif<br />
yakıt olarak çimento fırınlarında kullanılmak üzere çimento fabrikalarına göndermeyi<br />
tercih etmektedir.<br />
TÜRKİYE’DE DURUM NEDİR?<br />
Bugün itibariyle <strong>Türkiye</strong>’de çimento tesisleri, atık yakma konusunda çok istekli değillerdir.<br />
Çünkü; Her türlü atık para karşılığı satılmaktadır.<br />
Sayfa 31
Çimento üretiminde katkı maddelerinin kullanımıyla, harcanan enerji ton klinker başına<br />
900 kcal’den 750–720 kcal’e düşmektedir. Ancak, 27 çeşit katkılı çimento standardı bulunmasına<br />
rağmen, katkılı çimentolar <strong>Türkiye</strong>’de az üretilmektedir. Üretim artış, katkılı çimento<br />
fiyatlarını düşürmek suretiyle talebi artırarak sağlanabilir.<br />
<strong>Türkiye</strong>’de atık yakma ile ilgili yaptırım da teşvik de yoktur. Halbuki Avrupa’da atık yakan<br />
fabrikaya para ödenmektedir.<br />
<strong>Türkiye</strong>’de CO2 emisyonu 1990’a göre % 75 artış göstermiştir. Kyoto protokolü imzalanırsa<br />
CO2 emisyonunu azaltıcı projelerle para alınabilecektir.<br />
Lastik yakma: AB’de lastik kalınlığı 3 mm’nin altına düşünce atık olarak yakmaya gitmektedir.<br />
Halbuki <strong>Türkiye</strong>’de eski lastikler lastik kaplama, rejenerasyon gibi usullerle tekrar<br />
kullanılmaktadır.<br />
<strong>Türkiye</strong> için en rasyonel çözüm, TÇMB’nin öncülüğünde veya kendi aralarında anlaşarak<br />
Çimento Fabrikalarının ortak bir Atık Hazırlama Tesisi kurmasıdır. Bu konuda çalışacak<br />
proje grubu, Avrupa ve ABD’de örnek tesisler görebilir, Danışmanlar istihdam edebilir. Ancak,<br />
yatırımın maliyeti, TÇMB’nin teknik personelinin yeterli olmayışı, Fabrikalar arası rekabet gibi<br />
nedenlerle bugün için bu çözüm mümkün görülmemektedir.<br />
Bütün bu nedenlerle, atık yakma lisansı alan tesislerin sayısı 20’e yaklaşmasına rağmen<br />
ülkemizde çimento tesislerinde atık yakıt kullanım oranı % 1 civarındadır ve kullananlar da<br />
rekabet nedeniyle açıklanmamaktadır. Sadece Akçansa’nın İstanbul ve Çanakkale Tesislerinde<br />
atık yaktığı bilinmektedir.<br />
İLGİLİ MEVZUAT<br />
1593 <strong>Sayı</strong>lı Umumi Hıfzısıhha Kanunu (06.05.1930)<br />
2872 <strong>Sayı</strong>lı Çevre Kanunu (11.08.1983)<br />
Endüstriyel Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği (7.10.2004)<br />
Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği (31.12.2004)<br />
Atık Yağların Kontrolü Yönetmeliği (21.01.2004 )<br />
İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik (10.08.2005): Açılma Ruhsatını Kapsar;<br />
İşletme belgesi, Yangın önlemleri, Sorumlu Müdür Sözleşmesi, Sağlık Personeli Sözleşmesi,<br />
Emisyon İzni, Deşarj İzni Olması gerekir.<br />
ÇED Yönetmeliği (16.12.2003)<br />
Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği (2005)<br />
Atıkların Ek Yakıt Olarak Kullanılması Yönetmeliği (22.06.2005):Atık yağlar, solventler, kullanılmış<br />
lastikler, boya çamurları, PVC içeren plastik atıkları kapsar.<br />
Çevre Denetimi Yönetmeliği (05.01.2002)<br />
II. Çevre Deklarasyonu ve Atık Kullanımına Yönelik İşbirliği Protokolü (24.06.2004 )<br />
Atık Ambalaj Yönetmeliği (30.07.2004)<br />
Çevresel Gürültünün Değerlendirmesi ve Yönetimi Yönetmeliği (1.07.2005)<br />
Ömrünü Tamamlamış Lastiklerin Kontrolü Yönetmeliği (25.11.2006)<br />
Sayfa 32
ORGANİK TARIM VE TÜRKİYE<br />
Prof. Dr. Ruhsar YANMAZ<br />
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi<br />
Bahçe Bitkileri Bölümü<br />
İnsanlar 1950’li yıllardan itibaren tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş yapmışlardır.<br />
<strong>Kalkınma</strong>nın sadece endüstriyi geliştirmekten geçtiğine inanılması ile hızla verimli<br />
tarım toprakları endüstri alanları için kullanılmış, tarımın verimsiz topraklara kaydırılması<br />
ile verimlilik düşmüştür. Sanayileşme ile birlikte kırsal alanlardan kente göçün hızlanması<br />
sonucu, düşük olan tarımsal ürünlerin verimliliğini artırmak amacıyla 1960’lı yıllardan<br />
itibaren ‘Yeşil Devrim’ yani tarımsal üretimde yapay kimyasal gübreler kullanılmaya başlanması<br />
gündeme gelmiştir. Yeşil devrim’in hedefi başlangıçta insan ve hayvan beslenmesinde<br />
olduğu gibi bitkiye istediği kadar besin maddesinin verilmesini sağlayarak verim ve<br />
kaliteyi artırmak olmuştur. Ancak üreticinin artan gübre miktarları ile verimin de arttığını<br />
keşfetmesi sonucu, gübreler dengesizce kullanılmaya başlanmıştır. Bitkideki hızlı büyüme<br />
ve gelişme, gübre dozlarının ayarlanamaması sonucu topraktaki fiziksel ve kimyasal yapı<br />
bozulmuş bu da bitki sağlığının bozulmasına neden olmuştur. Bitkiyi hastalık ve zararlılardan<br />
korumak amacıyla kültürel önlemlerin bir kenara bırakılarak umudun yapay kimyasal<br />
ilâçlardan beklenmesi sonucu bitkilerde hastalık ve zararlılarda ilâçların etkili maddelerine<br />
karşı dayanıklılık oluşmuştur. Yapılan ıslah çalışmaları ile dayanıklı çeşitlerin geliştirilmesi<br />
olanaksız hale gelince mikroorganizmaların genetik yapılarını değiştirme yoluyla dayanıklılık<br />
sağlama yoluna gidilmiştir.<br />
Bitkisel üretimdeki verim ve kalite artışı, bitkisel ürünlerle beslenen hayvan yetiştiriciliğinde<br />
de verim ve kalite artışına neden olmuştur. Bu arada beslenmede kullanılan<br />
yemlerin yapısındaki bozulma, hayvanların kapalı ortamlarda ve koloniler halinde dar ortamlarda<br />
yaşamaya zorlanması sonucu sağlık problemleri artış göstermiştir. Hızlı gelişmeyi<br />
sağlamak amacıyla kullanılan hormonlar ve ilâçlar da hayvanlarda insanlara da geçebilen<br />
bazı hastalıkların ortaya çıkışına neden olmuştur.<br />
İnsanlar 2000’li yıllara yaklaşırken, hızlı yaşam temposu içinde hazır veya çabuk<br />
hazırlanabilen gıdaları tüketme yoluna gitmesi ile beslenme bozukluklarına bağlı hastalıkların<br />
ve bu hastalıklardan kaynaklanan ölümlerin artması sonucu, tükettikleri gıdaları irdelemeye<br />
başlamışlardır. Bu arada bozulan doğa dengeleri sonucu ortaya çıkan hava, su ve<br />
toprak kirliliği insanların, hayvanların ve bitkilerin yaşamını tehdit eder boyuta gelmiştir.<br />
Bu durumda insanoğlu artık doğayla dost olarak yaşaması gerektiğine karar vermiş,<br />
gelecek nesillere devredilecek çevrenin korunması gerektiğini fark etmiştir. Üretimde kullanılan<br />
kimyasal gübre ile verim ve kalite artmış, ancak bitkilerin ve hayvanların sağlıklı<br />
gelişmesi için gerekli olan toprak işleme, sulama, ilâç kullanımı ve mekanizasyonda aşırıya<br />
kaçıldığı için verim giderek düşmeye başlamıştır. Bunun yanında toprakların tek tip ürün<br />
yetiştirilmesi sonucu tek yanlı ve sürekli sömürülmesi verim düşüklüğü yanında ürün kalitesinin<br />
ve özellikle sağlık değerinin düşmesine neden olmuştur.<br />
Toprakların verimliliğini kaybetmesinde sadece tarım etkili olmamıştır. Tarımın gerektiği<br />
gibi yapılamamasının yanında endüstrileşme sonucu yenilenemeyen enerji kaynaklarının<br />
aşırı tüketimi, çıkan atıkların çevreye yayılması da tarım topraklarının kirlenmesinde<br />
etkili olmuştur.<br />
Sayfa 33
1980’li yıllara gelindiğinde gerek tarım ve gerekse endüstride kullanılan yöntemlerin<br />
sürdürülebilir olması gerektiği gündeme gelmiş ve bilim adamları sürdürülebilir,<br />
yani toplumun sosyal yapısı ile uyumlu, kalkınmaya katkı yapan ve çevreyle dost üretim<br />
tekniklere yönelmişlerdir.<br />
Günümüzde sürdürülebilir tarım sistemi olarak 2 sistemden söz edilebilmektedir.<br />
Bunlar:<br />
İyi tarım uygulamaları Organik tarımdır.<br />
İyi tarım uygulamaları denilen sistemde üretimde yapay kimyasalların bitki ve<br />
hayvan yetiştiriciliğinde gerektiği kadar verilmesi ve sağlıklı bitki, havyan ve insan yaşantısı<br />
için kültürel önlemlerin alınması ön plâna çıkarılmaktadır.<br />
Organik Tarımın Özellikleri<br />
Organik tarım toprak verimliliğini sürdürülebilir bir şekilde korumayı hedefleyen,<br />
bitki ve hayvan yetiştiriciliğinde organik kökenli girdi kullanımını esas alan (gübre, ilâç,<br />
büyümeyi düzenleyici vb), yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasını ön plâna çıkaran,<br />
üreticiden tüketiciye kadar olan zincirin her aşamasının kontrollü olduğu ve kontrolün<br />
belgesi olarak sertifikalandırmayı esas alan bir yetiştiricilik sistemidir.<br />
Neden Organik Tarımla Yetiştiricilik Yapmalıyız?<br />
1. Organik ürünler üretimde organik kökenli girdilerin kullanılması nedeniyle,<br />
ilâç, antibiyotik, hormon vb. kimyasal madde kalıntısı taşıma riski taşımazlar. Bu nedenle<br />
doğal bir tada sahiptir. Tat, koku ve bileşimlerindeki maddelerinin bozulmaması nedeniyle<br />
daha sağlıklı ve lezzetli ürünlerdir.<br />
2. Organik ürünlerin yetiştiriciliği sırasında çevrenin ve toprak verimliliğinin korunması<br />
esas alınır. Üretimde yapay yani<br />
sentetik ve geri dönüşümü olmayan<br />
kaynakların kullanılmasına izin verilmez.<br />
Bu da hem üretimde çalışan hem de<br />
üretilen ürünleri tüketen kişilerin sağlıklı<br />
olmasına katkıda bulunur.<br />
3. Organik ürünleri tüketmekle<br />
sağlıklı ürünler tüketilmesinden ve üretilen<br />
ürünlerin doğaya zarar vermeyen<br />
yöntemler olduğunu ve üretimin kontrol<br />
altında olduğunu bilmekten kaynaklanan<br />
bir huzur ve mutluluk duyulur.<br />
Sayfa 34
4. Organik üretim günümüzde kaybolmakta olan bitki ve hayvan çeşitliliğinin korunmasını<br />
esas aldığından kaybolan biyoçeşitliliğin artışına katkıda bulunur.<br />
5. Organik tarımda toprağın, suyun ve doğal kaynakların aşırı tüketimine izin verilmediği,<br />
toprak, bitki, hayvan ve insan arasındaki atık dönüşümünün esas alınması nedeniyle<br />
yetiştiricilikte daha az girdi, kullanılır. Bu da hem ekonomiye katkı yapar hem de çevre<br />
kirliliğini engelleyici etkide bulunur.<br />
6. Organik tarım toprak kaybını engellemeyi esas alır. Bu nedenle erozyonu koruyucu<br />
etkisi vardır.<br />
Organik tarımın yasakları<br />
Organik tarımla yetiştiricilikte genetik yapısı değiştirilmiş materyal (GDO), yapay<br />
gübre, yapay kimyasallar, büyümeyi düzenleyicilerin kullanılmasına izin verilmez. Hedef<br />
toprak verimliliğini koruyacak önlemlerin alınmasıdır.<br />
Organik Tarımın girdileri<br />
Organik tarımla yetiştiricilikte hayvan ve bitki atıkları hem gübre hem de enerji<br />
kaynağı olarak kullanılır. İzinli olmak koşulu ile doğal yollarla üretilmiş, yavaş çözünen organik<br />
ve inorganik gübreler ile doğal olarak üretilmiş tarımsal ilâç kullanımına izin verilir.<br />
Organik ürünlerle ilgili yanlış bildiklerimiz<br />
Organik ürünler ve organik tarımla ilgili olarak yanlış bilgilendirme sonucu bazı hatalı<br />
yaklaşımlar görülmektedir. Bunları aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:<br />
• Organik ürün yetiştiriciliği gübre ve ilaç kullanılmayan bir yetiştiricilik şekli değildir.<br />
• Her organik gübre ve ilâç verilerek yetiştirilmiş ürün organik demek değildir.<br />
• Organik tarım modern tekniklerin kullanıldığı bir yetiştiricilik sistemidir.<br />
• Organik ürünlerde de albeni önemlidir.<br />
• Sadece birkaç organik ürün tüketmekle organik beslendiğimizi söyleyemeyiz.<br />
• Organik yaşam felsefesini öğrenmeliyiz.<br />
Sayfa 35<br />
Organik tarım felsefesi nedir?<br />
Organik yaşam felsefesi doğadaki yaşam düzenine uygun olarak paylaşma esasına<br />
dayanır. Doğada da her canlı için yaşamını sürdürebilecek yaşam koşulları ayrı ayrıdır. Yani<br />
bir canlının hoşlandığından diğeri hoşlanmaz. Birinin yediğini diğeri yemez. Böylece paylaşarak<br />
bir arada yaşamlarını sürdürürler. Bu yapı kavrandığında insanların da aynı şekilde<br />
canlılara zarar vermeden daha sağlıklı yaşanabileceği öğrenilmiş olur. Organik tarım da<br />
tamamen bu dengeleri koruyarak yaşamayı hedefler. Dolayısıyla organik tarım felsefesini<br />
benimseyen insanlar yararlı olabilecek her şeyin paylaşılması gerektiğine inanırlar. Çevreye<br />
karşı çok saygılıdırlar, aşırı tüketimden kaçınırlar, tüketemediklerini atmayıp, yararlı<br />
şeyler haline çevirip olmayanlara verirler.
İnsan ne kadar organik olarak beslense, organik malzemeden yapılmış ürünler kullansa<br />
da beyin olarak neşesini, üzüntüsünü, mutluluğunu başkaları ile paylaşmadıkça, aklından<br />
faydayı geçirmedikçe organik yaşamın içinde tam olarak yer aldığı söylenemez. Bu<br />
felsefe benimsendiğinde zamanla yaşamın daha huzurlu hale geldiği, kötülüklerin yok olduğu<br />
ve yaşamın güzelliğinin farkına varılabildiği görülecektir.<br />
Sayfa 36<br />
Dünya’da Organik Tarım<br />
Dünya’daki organik üretime ayrılmış alanlar 2006 yılı verilerine göre 31.5 milyon<br />
ha’dır. Doğal toplama alanları da katıldığında 51,2 milyon ha’ın üzerinde bir alanda organik<br />
tarım kurallarına uygun üretim yapılmaktadır. Bugün 130 ülkede organik tarım yapılmaktadır.<br />
Organik tarıma geçiş yapan ülkelerin 90’ı gelişmekte olan ülkeler, diğerleri ise<br />
gelişmiş ülkelerdir. Buradan gelişmiş ülkelerin sağlıklı gıda üretiminin gelişmemiş ülkelerden<br />
sağlandığını söyleyebiliriz. Organik tarıma ayrılan alanların özellikle 2000’li yıllardan<br />
sonra yükselişe geçtiği görülmektedir. Dünya’da en fazla organik tarım alanına sahip ülkeler<br />
Avusturalya (12 milyon ha), Çin (3 milyon ha), Arjantin (2,8 milyon ha) ve İtalya (1 milyon<br />
ha)’dır. ABD, Brezilya, Almanya, Uruguay; İspanya ve İngiltere’de bu ülkeleri 800-900<br />
bin ha’lık alanlarla izlemektedir. Buna göre 10 ülke Dünya’daki toplam organik alanın %<br />
76’sına sahiptir. Avusturya, İsviçre, İtalya ve Finlandiya’da organik üretimin tarımsal üretimdeki<br />
payı % 7’den fazladır. ABD, Arjantin, İtalya, Kanada ve Polonya 2006-2007 yılında<br />
üretim alanını 90-400 ha civarında artıran ülkeler arasında yer almaktadır.<br />
Dünya’daki organik tarım pazarı 30 milyar dolar civarındadır. Amerika kıtası ve bu<br />
kıtada ABD en büyük Pazar payına sahiptir (13,7 milyar dolar), Bunu 13,7 milyar dolarla<br />
Avrupa kıtası izlemektedir. Avrupa’da en büyük pazarlar Almanya, Fransa, İtalya, ve İngiltere’dir.<br />
ABD, Japonya ‘da önemli Pazar konumundaki ülkelerdir. Buna karşılık Avusturalya<br />
ve Yeni Zelanda da giderek büyüme kaydeden pazarlardır. <strong>Türkiye</strong>, Çin, Hindistan ihracatçı<br />
konumundadırlar.<br />
Gelişmiş ülkelerdeki<br />
organik ürün<br />
yetiştiriciliğinde üretimin<br />
kontrolü ulusal<br />
sertifikasyon kuruluşları<br />
aracılığı ile yapılırken,<br />
gelişmekte olan<br />
ülkelerde ihracatçı<br />
ülkenin sertifikasyon<br />
kuruluşu aracılığı ile<br />
yapılmaktadır. Yine<br />
gelişmiş ülkelerde<br />
organik ürün tüketenler<br />
organik ürünleri<br />
sağlıklı olmaları, çevreye<br />
saygılı ürünler<br />
olmaları açısından<br />
tercih edilmektedir.
<strong>Türkiye</strong>’de Organik Tarım<br />
Organik tarım <strong>Türkiye</strong>’de de diğer gelişmekte olan ülkelerdeki gibi aslında hep var<br />
olan ancak organik olduğunun farkında olunmamış bir tarım sistemidir. Ne zamanki Avrupa<br />
ülkelerinden organik ürün talep edilmiş, o zaman organik ürünlerin farkına varılmıştır.<br />
Dolayısıyla ilk gündeme gelişi 1984-85’li yıllarda olmuştur. İlk ciddi girişim 1992 yılında<br />
ETO (Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği)’nun E.Ü.Z.F. Bahçe Bitkileri Bölümü’nün girişimiyle<br />
kurulmasıdır. 1994 yılında yurt dışına gönderilecek ürünlerle ilgili yönetmelik çıkarılmış,<br />
2002 yılında Organik tarımın esasları ve uygulanması yönetmeliği çıkarılmıştır. <strong>Türkiye</strong><br />
2002 yılında AB’ye organik ürün ihraç eden 3. ülkeler listesine dahil edilmiş ve 2005<br />
yılında da AB kurallarına uygun bir Organik Tarım Kanunu çıkarılmıştır.<br />
<strong>Türkiye</strong>’de 2004 yılında 174 adet sertifikalı ürün, 13 044 adet üretici bulunmaktadır.<br />
Organik ürünler için ayrılan alan doğadan toplama alanları da dahil olmak üzere 209<br />
573 ha’dır. Organik olarak üretim alanı 108 598 ha’dır. Ülkemizin organik ürün üretimi de<br />
218 388 t civarındadır. 2006 yılında ise sertifikalı ürün sayısı 204’e, üretici sayısı 14 401’e<br />
üretim miktarı da 309 522 t’na çıkmıştır. Üretim alanında ise azalma görülürken (100 275<br />
ha), doğal alanlar dahil toplamda artış (192 789 ha) olmuştur. Bu da doğal alanlardan toplamanın<br />
artış gösterdiğini göstermektedir. Ülkemizdeki üretim alanlarının % 0.1’i organik<br />
tarıma ayrılmıştır (www.tarim.gov.tr). Hayvansal üretimdeki gelişme biraz yavaş görünse<br />
de gelecekte artış beklenmektedir. Yumurta üretiminde artış görülmektedir (2004’de 92<br />
500 adet, 2006’da 270 000 adet).<br />
Ülkemizdeki organik üretim yapılan alan Ege Bölgesi’nde bulunmakta, bunu Güneydoğu<br />
Anadolu ve Akdeniz Bölgesi izlemektedir. Üretici sayısı yönünden ise sıralama<br />
Ege Bölgesi, Karadeniz Bölgesi ve Doğu Anadolu Bölgesi şeklindedir. Güneydoğu Anadolu<br />
Bölgesi’nde alan fazla olmasına rağmen üretici sayısı yönünden son sırada yer almaktadır.<br />
<strong>Türkiye</strong>’de organik üretim sözleşmeli tarım modeline uygun olarak yapılmakta,<br />
üretim çoğunlukla yurt dışı odaklı olduğu için, üretimin kontrolünde ihraç yapılacak ülkenin<br />
standartları dikkate alınmakta ve ihracatçı kuruluşun istediği kontrol kuruluşu aracılığı<br />
ile yapılmaktadır.<br />
Organik ürün üretiminde saklama ömürlerinin fazlalığı nedeniyle işlenmiş ürünlere<br />
talep daha fazla olmaktadır. Dolayısıyla kuru ve kurutulmuş meyve ve bakliyat ile meyve<br />
suyu, reçel, bitki çayları ile baharat bitkilerinin daha fazla üretimde yer aldığı görülmektedir.<br />
<strong>Türkiye</strong>’nin organik ürün ihracatı 1998 yılında 8,6 t iken, 2004 yılında 19,2 t’a çıkmış,<br />
ancak 2006 yılında 10,4 t’na düşmüştür Buna karşılık elde edilen gelir de 1998 yılında<br />
19,4 milyon dolarken, 2006 yılında 28,2 milyon dolara çıkmıştır (www.tarim.gov.tr). Ülkemizden<br />
en fazla kurutulmuş meyve ve sebze ihracatı yapılmakta, bununla birlikte, taze<br />
meyve ve sebzeye de talep olmaktadır. <strong>Türkiye</strong>’den Dünya’nın değişi yerlerindeki 27-30<br />
ülkeye organik ürün ihracatı yapılabilmektedir. Şu anda şanslı ürünler olarak kuru, kurutulmuş,<br />
dondurulmuş meyve sebze, baharat bitkileri, baklagiller, pamuk elyafı, işlenmiş<br />
Sayfa 37
ürünler görünmektedir. Bu ürünlerin ortak noktası, dayanıklı ve raf ömrü uzun ürünler<br />
olmalarıdır. Organik ürün pazarında yer alan ülkeler arasında ilerisi için <strong>Türkiye</strong>’nin süt,<br />
bal, sebzeler, baklagiller, baharat ve tıbbi bitkiler, kuru meyveler, fındık, buğday, susam,<br />
işlenmiş sebze yönünden şansı bulunmaktadır. Dış pazarlara satılan organik ürünlerin<br />
fiyatları da 1-15 dolar arasında değişiklik göstermekte, çam fıstığı, ceviz, Antep fıstığı ,<br />
biber en yüksek fiyatla satılan ürünler arasında yer almaktadır.<br />
İhracat değerlerimizin yıllar içindeki değişimi, bize organik tarım pazarında uzun<br />
süreli bir yer edinebilmemiz için üretimde istikrarlı olunmasını, kuru ve kabuklu meyvelerdeki<br />
avantaj korunması gerektiğini, işlenmiş ürünlere yönelinmesi gerektiğini, ihracatçı<br />
ülkelerin üretici ülkeler olduğunun unutulmaması gerektiğini, AB ülkelerine yakınlık faktörünün<br />
değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir.<br />
<strong>Türkiye</strong>’nin organik ürün dış pazarında söz sahibi olabilmesi için sürekli pazar<br />
araştırması yapılmalı, etkili pazarlama ağının kurulması, ürün işleme tekniklerinin geliştirilmesi<br />
ve yerli girdi sağlama yolları araştırılmalıdır.<br />
<strong>Türkiye</strong>’nin Organik Üretimdeki Güçlü ve Zayıf Yönleri<br />
Ülkemiz diğer ülkelerle karşılaştırıldığında organik tarım açısından önemli avantajlara<br />
sahiptir. Bu avantajları aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür.<br />
Ekolojik zenginlik<br />
Üretimde teknolojinin tam yerleşmemiş olması<br />
Kimyasal kullanımının sınırlı olması<br />
Kırsal kesimde yaşayan halk<br />
Dış pazarlara yakınlık<br />
Bu avantajların iyi kullanılabilmesi için eksik yönlerimizin de belirlenerek gerekli<br />
önlemlerin alınması yoluna gidilmelidir. <strong>Türkiye</strong>’nin organik üretimdeki zayıf yönlerini<br />
aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:<br />
Organik tarım konusundaki bilgi yetersizliği<br />
Üretimin dış pazarı hedef alması<br />
Ülkesel standartların oluşturulamaması<br />
Kayıt sisteminin yetersizliği<br />
Organizasyonluk<br />
<strong>Türkiye</strong>’de Organik tarıma yapılan destekler<br />
Organik tarım ülkemiz için gelişmekte olan bir sektör olduğundan desteğe muhtaçtır.<br />
Üreticiler organik tarıma eğilimli olsalar da sertifikasyon ücretleri ve pazarlama<br />
aşamasında sıkıntılar yaşadıklarından üretim süreklilik gösterememe riskine sahiptir.<br />
Destekler, üretim, sertifikasyon ücretlerine ve pazarlama aşamasında yapılabilir. Ülkemizde<br />
çoğunlukla üretime destek yapma modeli benimsenmiştir. Bu amaçla en fazla 5 yıl<br />
vadeli üretici kredisi verilmektedir. Ayrıca 1,5 yıl vadeli işletme kredisi alma şansı vardır.<br />
Sayfa 38
Bunun yanında organik tarım yapacak üreticilere diğer kredilerde % 60 indirim uygulanmaktadır.<br />
Bu şekilde 2004-2007 yılları arasında 1584 girişimciye 45 248 000 YTL destek yapılmıştır.<br />
2007 yılında doğrudan gelir desteği olarak verilen destek miktarı da 3 YTL/da’dan<br />
5 YTL/da’a çıkarılmıştır. Doğrudan gelir desteğinden 2005 yılında 1042 üretici (131 275<br />
YTL) ve 2006:yılında da 1536 üretici (351 565 YTL) yararlanmıştır.<br />
Organik üretim yapan üretici nereye kadar desteklenmelidir?<br />
Organik tarımla uğraşan üretici ve işletmeciler devlet desteğinden yararlanmalıdır.<br />
Ancak devletin geri ödemeleri kontrol etmesi gereklidir. Aksi durumda üretici ürününü satamadığında<br />
organik tarımdan vazgeçebilecektir.<br />
Devletin verdiği doğrudan üretim desteğinin arazi sahiplerine değil, gerçekten tarlada<br />
veya işletmede üretimin içinde bulunan kişilere verilmesi gereklidir. Çoğunlukla, arazi<br />
sahipleri arazilerini kiraladıkları için destek üreticiye ulaşmamakta ve arazi sahipleri zenginleşirken<br />
üretici fakirleşmektedir.<br />
<strong>Türkiye</strong>’nin Organik tarımdaki 2012 hedefi<br />
Organik tarımın ülkemizde gelişmesi için devletin bazı hedefleri bulunmaktadır.<br />
2012 yılı için bugün 30 milyon dolar civarında olan ihracatımızın 1 milyar dolara çıkarılması,<br />
iç tüketimin 100 milyon dolara çıkarılması hedeflenmektedir. Tarım Bakanlığı tarafından<br />
hazırlanan raporda hedefler aşağıdaki başlıklarda toplanmıştır.<br />
Tanıtım ve pazarlama: Organik ürünleri tanıtmak ve pazar alanını genişletmek amacıyla<br />
katma değeri yüksek ürünlere yönelme, ulusal ve uluslar arası fuarlara katılım, ekoturizme<br />
önem verilmesi ve büyük mağaza zincirlerinin organik ürün taleplerinin artırılması<br />
plânlanmaktadır.<br />
Üretim-Arge: Bir sektörün gelişmesi üzerinde araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin<br />
yapılmasını gerektirir. Bu nedenle üretimi geliştirmeye katkıda bulunacak, yöresel ürünler<br />
ve yerli çeşitlerin korunmasını sağlayacak, yerli girdi kullanımı ve üretimini geliştirecek<br />
araştırmalara gerek duyulmaktadır. Ayrıca ürün borsalarının geliştirilmesi konusunda da<br />
araştırma çalışmalarının yapılması gerekmektedir.<br />
Veri ve envanter toplama: Ülkemizin en önemli problemlerinden birini özellikle tarım<br />
sektöründe sağlıklı verilerin bulunmaması oluşturmaktadır. Organik tarım kayıtlı bir<br />
üretim sistemi olduğu için üretim, ihracat, ithalat ve tüketim rakamlarını toplamanın daha<br />
kolay olacağı tahmin edilmektedir. Bu nedenle bu verilerin tek kaynakta toplanmasını sağlayacak<br />
mevzuat değişikliklerinin yapılması gereklidir.<br />
Politika ve destekler: Organik tarım pazarı sürekli gelişme ve değişim gösterme eğiliminde<br />
olan bir sektördür. Bu nedenle kısa ve uzun süreli politikaların belirlenmesi ve desteklemelerin<br />
de buna göre yapılması gereklidir. Bu amaçla TİGEM işletmelerinin organik<br />
tarım yapılması koşulu ile özel kuruluş ve kişilere açılması, yenilenebilir enerji kaynakları<br />
bulma ve istihdam yaratma, iç pazarı destekleme, ekolojik bölgeleri belirleme konularında<br />
politika oluşturulması hedefler arasındadır.<br />
YARARLANILAN KAYNAKLAR<br />
Anonim 2008. www. tarim gov.tr<br />
Sayfa 39
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE<br />
CARİ İŞLEMLER AÇIĞI<br />
1. Giriş<br />
Sayfa 40<br />
B.Ali EŞİYOK - Kd.Uzman<br />
Ekonomik ve Sosyal Araştırma Müdürlüğü<br />
<strong>Türkiye</strong> ekonomisinde 1994 ve 2001 yıllarında yaşanan iki büyük krizin ödemeler<br />
bilançosundan kaynaklanması ve cari işlemler dengesinin son yıllarda giderek bozulması<br />
benzer krizlerin tekrarlanma olasılığına dair beklentileri güçlendirmektedir. 2002 yılında<br />
1.5 milyar dolar düzeyinde gerçekleşen cari açık, 2003 yılında 8 milyar dolara, 2004 yılında<br />
15.6 milyar dolara, 2005 yılında 22.7 milyar dolara ve 2006 yılında ise 31.4 milyar<br />
dolara ulaşarak <strong>Türkiye</strong> tarihinin en yüksek cari açık değerleri meydana gelmiştir. Başka<br />
bir ifadeyle, 2002-2006 döneminde cari açığın % 1993 gibi rekor bir oranda arttığı, 2004<br />
yılından itibaren cari açık/GSMH oranının, 2001 kriz öncesi yılda gerçekleşen %4.9 oranının<br />
da üzerinde bir platoya yerleştiği izlenmektedir. Ekonomi yazınında cari açığın ulusal<br />
gelirin %5’ni geçmesi durumunda (Freund, 2005:1278-1298) önemli bir finansal kırılganlık<br />
göstergesi olarak yorumlanabileceği, Şili ve Meksika’da 1980’li yılların başında,<br />
Meksika ve Arjantin’de 1990’lı yılların ortalarında ve Yeni Sanayileşen G. Doğu Asya ülkelerinde<br />
1990’lı yılların sonunda görülen finansal krizlere büyük cari açıkların eşlik etmesi,<br />
cari açık olgusunun öncellikle izlenmesi gereken parametrelerden biri olarak değerlendirilmesine<br />
neden olmuştur.<br />
2.Cari İşlemler Dengesi<br />
Cari açık kavramı en genel anlamda dış kaynak transferini tanımlamakta ve yabancı<br />
tasarruf kullanımı anlamına gelmektedir. Ödemeler dengesinde cari işlemler dengesi<br />
şu kalemlerden oluşmaktadır: (Mal İhracatı-Mal İthalatı)+ (Hizmet Gelirleri-Hizmet<br />
Giderleri)+ (Diğer Gelirler-Diğer Giderler)+/- Cari Transferler. Ödemeler dengesinde cari<br />
açığın oluşmasına etki eden iki kaynak transferinden birisi yurt dışına yapılan faktör<br />
ödemeleri (esas olarak dış borç faiz ödemeleri) diğeri ise mal ve hizmet ticaret açığıdır.<br />
Ülkemizde faiz ödemelerinden kaynaklanan açık ticaret açığından düşük iken, kimi ülkelerde<br />
(örneğin L. Amerika ülkelerinde) faiz ödemelerinden kaynaklanan açık ticaret açığının<br />
üzerinde seyretmektedir.<br />
<strong>Türkiye</strong> ekonomisine ilişkin cari işlemler dengesi ve bileşenlerinin gelişimini gösteren<br />
tablo 1 verileri incelendiğinde, cari işlemler hesabının ana unsurunun dış ticaret<br />
kalemi olduğu görülmektedir. <strong>Türkiye</strong>’nin cari hesap yapısında turizm, bavul ticareti,<br />
faiz gelir ve giderleri ve işçi dövizleri ise diğer önemli kalemleri oluşturmaktadır. <strong>Türkiye</strong>’de<br />
bavul ticaretinin ve işçi dövizlerinin gelir-gider farkı pozitif bakiye verirken, cari<br />
işlemler hesabının en büyük kalemini oluşturan dış ticaret dengesinin neti ise genel olarak<br />
eksi bakiye vermektedir. Ancak döviz kurunun “uygun” olduğu yıllarda dış ticaret<br />
açığı fazla büyümemekte, cari hesap dengeye yakın oluşmaktadır. 1996, 1997 ve 2002<br />
yılları bu özellikleri taşımaktadır. 1993, 2000, 2003, 2004, 2005 ve 2006 yılları ise reel<br />
kurun değerli olduğu, bu nedenle cari işlem açıklarının büyüdüğü yıllardır. <strong>Türkiye</strong> ekonomisinde<br />
cari işlemler dengesinin diğer bir özelliği de kriz yıllarında ve/veya ekonominin<br />
durgunluğa sürüklendiği yıllarda fazla vermesi ve özellikle ara mallarında dışa bağımlılığın<br />
yüksek olması nedeniyle de normal yıllarda açıkla karşılaşmasıdır.
<strong>Türkiye</strong>, hizmet ticaretinde fazla vererek, mal ticaretindeki açığın, dolayısıyla<br />
cari açığın daha fazla büyümesini engelleyebilmektedir. Ancak, hizmet ticaretinin bu<br />
işlevini 1990’lı yıllarda giderek kaybetmeye başladığı, hizmet ticaretine ilişkin ihracat ve<br />
ithalat artış hızlarından (veya hizmet ticaretine ilişkin ihracatın ithalatı karşılama oranlarından)<br />
anlaşılmaktadır. 1981–1989 döneminde hizmet ihracatı yıllık ortalama %28.1<br />
oranında artarken, hizmet ithalatı %21.5 oranında artmıştır. Oysa 1990- 2006 döneminde<br />
hizmet ihracatının yıllık ortalama %9.9, hizmet ithalatının ise %10.4 oranında arttığı<br />
saptanmaktadır.<br />
Tablo 1: Cari İşlemler Dengesi ve Bileşenleri (Milyar Dolar)<br />
CAB Xm Mm TBm Xs Ms TBS TBm,s Xi Mi TBi TBm,s,i CT<br />
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13<br />
1980 -3.4 2.9 -7.5 -4.6 0.8 -0.6 0.2 -4.4 0.0 -1.1 -1.1 -5.6 2.2<br />
1981 -1.9 4.7 -8.6 -3.9 1.3 -0.5 0.8 -3.1 0.0 -1.4 -1.4 -4.5 2.6<br />
1982 -1.0 5.9 -8.5 -2.6 1.9 -1.1 0.9 -1.8 0.1 -1.6 -1.5 -3.2 2.3<br />
1983 -1.9 5.9 -8.9 -3.0 2.0 -1.2 0.7 -2.3 0.1 -1.5 -1.4 -3.7 1.8<br />
1984 -1.4 7.1 -10.1 -3.0 2.5 -1.5 1.0 -2.0 0.1 -1.6 -1.5 -3.5 2.1<br />
1985 -1.0 8.0 -11.0 -3.0 3.2 -1.6 1.6 -1.4 0.3 -1.9 -1.6 -3.0 2.0<br />
1986 -1.5 7.5 -10.6 -3.1 3.1 -1.5 1.6 -1.5 0.3 -2.2 -1.9 -3.4 1.9<br />
1987 -0.8 10.2 -13.5 -3.3 3.9 -1.8 2.2 -1.1 0.4 -2.5 -2.1 -3.2 2.4<br />
1988 1.6 11.7 -13.5 -1.9 5.9 -2.1 3.8 2.0 0.4 -2.9 -2.5 -0.6 2.2<br />
1989 0.9 11.6 -15.9 -4.3 6.6 -2.5 4.0 -0.3 0.7 -3.0 -2.3 -2.6 3.5<br />
1990 -2.6 13.0 -22.5 -9.6 8.1 -3.1 5.0 -4.6 0.9 -3.4 -2.5 -7.1 4.5<br />
1991 0.3 13.6 -20.9 -7.3 8.4 -3.3 5.2 -2.1 0.9 -3.6 -2.7 -4.8 5.0<br />
1992 -1.0 14.7 -22.8 -8.1 9.6 -3.8 5.8 -2.3 1.0 -3.6 -2.6 -4.9 3.9<br />
1993 -6.4 15.3 -29.4 -14.1 10.9 -4.2 6.7 -7.3 1.1 -3.9 -2.7 -10.1 3.7<br />
1994 2.6 18.1 -22.3 -4.2 11.1 -4.0 7.1 2.9 0.9 -4.2 -3.3 -0.4 3.0<br />
1995 -2.3 21.6 -34.8 -13.2 14.9 -5.3 9.6 -3.5 1.5 -4.7 -3.2 -6.7 4.4<br />
1996 -2.4 32.1 -42.3 -10.3 13.4 -6.7 6.7 -3.6 1.6 -4.5 -2.9 -6.5 4.1<br />
1997 -2.6 32.1 -47.2 -15.0 19.7 -8.8 10.9 -4.1 1.9 -4.9 -3.0 -7.1 4.5<br />
1998 2.0 30.7 -44.7 -14.1 23.7 -10.2 13.5 -0.5 2.5 -5.5 -3.0 -3.5 5.5<br />
1999 -1.3 28.8 -39.0 -10.2 16.8 -9.3 7.5 -2.7 2.4 -5.9 -3.5 -6.2 4.9<br />
2000 -9.8 30.7 -52.7 -22.0 20.4 -9.0 11.4 -10.6 2.8 -6.8 -4.0 -14.6 4.8<br />
2001 3.4 34.4 -38.1 -3.7 16.0 -6.9 9.1 5.4 2.8 -7.8 -5.0 0.4 3.0<br />
2002 -1.5 40.1 -47.4 -7.3 14.8 -6.9 7.9 0.6 2.5 -7.0 -4.6 -4.0 2.4<br />
2003 -8.0 51.2 -65.2 -14.0 19.0 -8.5 10.5 -3.5 2.2 -7.8 -5.6 -9.1 1.0<br />
2004 -15.6 67.0 -90.9 -23.9 22.9 -10.1 12.8 -11.2 2.7 -8.2 -5.5 -16.7 1.1<br />
2005 -22.7 77.0 -110.5 -33.5 26.5 -11.4 15.1 -18.5 3.7 -9.5 -5.8 -24.3 1.5<br />
2006 -31.3 91.5 -131.4 -39.9 24.3 -10.8 13.5 -26.4 4.5 -11.1 -6.6 -33.0 1.7<br />
Sayfa 41
Kaynak ve Notlar: TCMB. 1. sütun cari işlemler dengesini (CAB); 2. sütun mal ihracatını (Xm);<br />
3. sütun mal ithalatını (Mm); 4. sütun mal dış ticaretinin dengesini (TBm); 5. sütun hizmet ihracatını<br />
(Xs); 6. sütun hizmet ithalatını (Ms); 7. sütun hizmetlerde dış ticaret dengesini (TBs); 8. sütun mal ve<br />
hizmet dış ticaret dengesini (TBm,s); 9. sütun yatırım gelirlerini (Xi); 10. sütun yatırım giderlerini (Mi);<br />
11. sütun dış ticaret yatırım dengesini (TBi); 12. sütun mal, hizmet, yatırım dış ticaret dengesini (TBm,<br />
s, i) ve 13. sütun ise cari transferleri (CT) göstermektedir. Yuvarlamalar nedeniyle CAB değerleri tam<br />
tutmayabilir.<br />
Cari işlemler dengesinin unsurlarından biri olan yatırım dış ticaret dengesi de<br />
tıpkı mal dış ticaret dengesi gibi açık vermekte, 2006 yılında 6.6 milyar dolar gibi yüksek<br />
bir düzeye çıktığı izlenmektedir. Yatırım dış ticaret dengesinin giderek açık vermesinin<br />
nedeni ise dış borç faiz ödemelerinde meydana gelen artıştan kaynaklanmaktadır.<br />
1980 yılında 1.1 milyar dolar olan dış borç yıllık faiz ödemelerinin, 1994 yılından<br />
sonra 4.2 milyar dolara, 2000’li yıllarda ise hızla artarak 2006 yılında 11.1 milyar dolar<br />
gibi yüksek bir değere ulaştığı görülmektedir.<br />
2006 yılı itibariyle dış ticaret yatırım açığının cari açığa katkısı (6.6 milyar dolar<br />
ile) %20 civarında tespit edilmektedir. <strong>Türkiye</strong> 1983 yılından itibaren faiz gelirleri de<br />
elde etmeye başlamıştır. Kredili mal ve hizmet satışları sonucu ödemeler bilânçosuna<br />
faiz girişi kaydedilmiş, böylelikle dış ticaret yatırım açığının daha da büyümesi engellenebilmiştir.<br />
Diğer yandan cari transferlerinin 2003 yılından itibaren önemli ölçüde aşınmaya<br />
başladığı (işçi dövizlerindeki azalış nedeniyle), 1998 yılında 5.5 milyar dolar olan<br />
cari transfer değerinin, 2006 yılında 1.7 milyar dolara kadar düştüğü görülmektedir.<br />
2003 yılından itibaren yurt dışındaki işçilerin <strong>Türkiye</strong>’de yaptığı harcamalar artık işçi<br />
dövizi girişi olarak değil, turizm geliri olarak tanımlanmaktadır. Transfer gelirlerinde<br />
gözlenen düşüşte bu tanım değişikliğinin de etkisini belirtmek gerekir.<br />
3.Büyüme ve Cari İşlemler Dengesi<br />
<strong>Türkiye</strong> ekonomisinde ulusal gelirin büyüme hızı cari işlemler dengesini yakından<br />
etkilemektedir. Büyüme hızının cari işlemler dengesini etkilemesi büyük ölçüde<br />
ara malı ithalatından kaynaklanmaktadır. Sabit yatırımların tempolu arttığı yıllarda ise<br />
yatırım malı ithalatındaki artış yolu ile cari işlemler dengesine etkide bulunmaktadır.<br />
Başka bir deyişle, ekonominin hızlı büyüdüğü yıllarda ithalat da hızla büyümekte, bu<br />
gelişmede cari işlemler açığının yükselmesi ile sonuçlanmaktadır. <strong>Türkiye</strong> ekonomisinde<br />
1980’li yılların sonlarına kadar geleneksel olarak gözlenen bu ilişkinin, üretimin ithalata<br />
bağımlılığının artması nedeniyle, 1990’lı yıllardan itibaren önemli ölçüde farklılaştığı,<br />
1980’li yıllardaki aynı büyüme hızlarına ulaşmak için 1990’lı ve 2000’li yıllarda giderek<br />
daha fazla ithalata gereksinim duyulduğu, bunun da daha yüksek cari açıklarla<br />
sonuçlandığı saptanmaktadır. Cari açık ile büyüme arasında gözlenen diğer temel bir<br />
olgu ise ekonominin krizde olduğu ya da büyüme hızının düştüğü yıllarda cari açığın<br />
fazla ile sonuçlanmasıdır: 1994, 1998/1999 ve 2001 kriz yılları cari açığın fazlaya döndüğü<br />
ya da açığın son derece düşük gerçekleştiği yıllardır.<br />
Sayfa 42
Tablo 2’nin birinci ve ikinci sütunlarında gösterilen GSMH’nın yıllık büyüme hızları<br />
ve cari işlemler dengesi (CAB)/GSMH değerleri incelendiğinde, 1990’lı yıllarda CAB/GSMH<br />
oranının 2000’li yıllar ile kıyaslandığında oldukça mütevazı kaldığı, 2000 yılından itibaren<br />
benzer büyüme hızlarının giderek artan ölçüde cari açığa neden olduğu saptanmaktadır.<br />
Örneğin, 1980-2005 döneminin en yüksek büyüme hızının gerçekleştiği 1987 yılında cari<br />
açık ulusal gelirin %0.9’u düzeyinde gerçekleşirken, 2004 yılında gerçekleşen ve 1987 büyüme<br />
hızı ile neredeyse eşit bulunan %9.9’luk büyüme hızının ulusal gelirin %5.2’si kadar<br />
açığa neden olduğu anlaşılmaktadır.<br />
Tablo 2: Büyüme, Cari İşlemeler Dengesinin Ulusal Gelir İçerisindeki Payı ve İthalat<br />
Artış Oranı (%)<br />
Büyüme CAB/GSMH İthalat Artış Oranı<br />
1980 -2.8 -4.9 56.0<br />
1981 4.8 -2.7 12.9<br />
1982 3.1 -1.4 -1.0<br />
1983 4.2 -3.1 4.4<br />
1984 7.1 -2.4 16.5<br />
1985 4.3 -1.5 5.5<br />
1986 6.8 -1.9 -2.1<br />
1987 9.8 -0.9 27.5<br />
1988 1.5 1.8 1.3<br />
1989 1.6 0.9 10.2<br />
1990 9.4 -1.7 41.2<br />
1991 0.3 0.2 -5.6<br />
1992 6.4 -0.6 8.7<br />
1993 8.1 -3.5 28.7<br />
1994 -6.1 2.0 -20.9<br />
1995 8.0 -1.4 53.5<br />
1996 7.1 -1.3 22.2<br />
1997 8.3 -1.4 11.3<br />
1998 3.9 1.0 -5.4<br />
1999 -6.1 -0.7 -11.4<br />
2000 6.3 -4.9 34.0<br />
2001 -9.5 2.3 -24.0<br />
2002 7.9 -0.8 24.5<br />
2003 5.9 -3.4 34.5<br />
2004 9.9 -5.2 40.7<br />
2005 7.6 -6.3 19.5<br />
Sayfa 43<br />
Kaynak: TCMB ve DPT. Son iki sütün kendi hesaplamamız.
Sermaye hareketlerinin tam liberalizasyonunun gündeme geldiği 1989 sonrası dönem<br />
ile 1970’li ve izleyen yıllardaki büyüme sürecinde meydana gelen farklılığa işaret etmek gerekir:<br />
1989 dönemi öncesi yıllarda talep genişlemesi (büyüme) cari açıklara neden olurken, cari<br />
açıklar sermaye girişleri ile karşılanmakta idi. Oysa 32 <strong>Sayı</strong>lı Karardan sonraki yıllarda büyüme<br />
süreci başta olmak üzere, birçok temel makro ekonomik parametre büyüklükleri doğrudan<br />
doğruya sermaye giriş/çıkışlarına bağımlı duruma gelerek, sermaye girişleri, büyüme ve cari<br />
açık sırasını izlemeye başlamıştır. Başka bir deyişle, ekonomideki büyüme ve birikim süreçleri<br />
büyük ölçüde dış sermaye hareketlerinin yönüne bağlı olmaya başlamıştır.<br />
<strong>Türkiye</strong> ihracatının 2000’li yıllarla birlikte nasıl giderek ithalata bağımlı hale geldiği,<br />
<strong>Türkiye</strong>’nin önemli ihracatçı sektörlerine ilişkin ithalat değerlerini gösteren tablo 3 değerleri<br />
izlenerek de görülebilir.<br />
Tablo 3 :Önemli İhracatçı Sektörlere İlişkin İthalat Değerleri (2005) (İhracata Göre Sıralı) (Birim: Bin dolar ve yüzde)<br />
Sektör Adı X Xi/ΣX<br />
(%)<br />
(%) (%)<br />
Motorlu Kara Taşıtları, Traktör ,Bisiklet, Motosiklet ve Diğer 9.566.435 13,0 10.552.792 9,0 90,7 -986.357<br />
Örme Giyim Eşyası ve Aksesuarları 6.590.352 9,0 252.711 0,2 2607,9 6.337.641<br />
Elektrikli Makine ve Cihazlar, Aksam Ve Parçaları 5.426.197 7,4 9.728.045 8,3 55,8 -4.301.848<br />
Nükleer Reaktörler, Kazan; Makine ve Cihazlar, Aletler,Par. 5.243.569 7,1 16.335.800 14,0 32,1 -11.092.231<br />
Demir ve Çelik 4.973.475 6,8 9.457.831 8,1 52,6 -4.484.356<br />
Örülmemiş Giyim Eşyası ve Aksesuarları 4.862.376 6,6 433.39 0,4 1121,9 4.428.986<br />
Demir veya Çelikten Eşya 2.731.357 3,7 1.184.644 1,0 230,6 1.546.713<br />
Mineral Yakıtlar, Mineral Yağlar ve Müstahsalları, Mumlar 2.641.145 3,6 21.255.586 18,2 12,4 -18.614.441<br />
Yenilen Meyveler, Kabuklu Yemişler, Turunçgil ve Kavun K. 2.501.037 3,4 154.307 0,1 1620,8 2.346.730<br />
Mensucattan Mamul Diğer Eşya, Kullanılmış Eşya,Paçavralar 1.969.748 2,7 65.044 0,1 3028,3 1.904.704<br />
Plastik ve Plastikten Mamul Eşya 1.722.148 2,3 5.795.589 5,0 29,7 -4.073.441<br />
İnciler, Kıymetli Taş Ve Metal Mamulleri, Madeni Paralar 1.325.764 1,8 4.226.911 3,6 31,4 -2.901.147<br />
Sebze, Meyve, Bitki Parçaları, Sert Kabuklu Yemiş Konser. 1.281.470 1,7 46.934 0,0 2730,4 1.234.536<br />
Gemiler, Suda Yüzen Taşıt Ve Araçlar 1.251.573 1,7 1.166.002 1,0 107,3 85.571<br />
Pamuk 1.179.569 1,6 2.079.291 1,8 56,7 -899.722<br />
Tuz, Kükürt, Toprak ve Taşlar, Alçılar ve Çimento 1.124.129 1,5 265.648 0,2 423,2 858.481<br />
Kauçuk ve Kauçuktan Eşya 1.008.639 1,4 1.205.067 1,0 83,7 -196.428<br />
Tablo Toplamı(1) 55.398.983 75,4 84.205.592 72,1 65,8 -28.806.609<br />
Tüm Sektörler Toplamı (2) 73.476.408 100,0 116.774.151 100,0 62,9 -43.297.743<br />
M<br />
Mi/ΣM<br />
X/M<br />
X-M<br />
Kaynak ve Notlar: TUİK’den hareketle kendi hesaplamamız. Birinci sütun önemli ihracatçı sektörlerin ihracat<br />
değerlerini; ikinci sütun önemli ihracatçı sektörlerin toplam ihracat içerisindeki paylarını; üçüncü sütun önemli<br />
ihracatçı sektörlerin ithalat değerlerini; dördüncü sütun ithalatçı sektörlerin toplam ithalat içerisindeki paylarını;<br />
beşinci sütun ihracatın ithalatı karşılama oranını ve son sütun da her bir sektöre ilişkin dış ticaret dengesini<br />
göstermektedir.<br />
<strong>Türkiye</strong>’nin ihracatında ilk sıralarda yer alan sektörlere ilişkin ihracat (X), ithalat (M),<br />
dış ticaret dengesi (X-M) ve ihracatın ithalatı karşılama (X/M) oranları incelendiğinde, önemli<br />
ihracatçı sektörlerin aynı zamanda önemli ölçüde ithalatçı sektörler (dışa bağımlı) oldukları<br />
görülmektedir. Örneğin, 2005 yılında ihracat sıralamasında ilk sırada bulunan motorlu kara<br />
Sayfa 44
taşıtları, traktör, bisiklet, motosiklet sektörünün 9.6 milyar dolar olan ihracatına karşılık,<br />
10.6 milyar dolar civarında ithalat yaptığı görülmektedir. Başka bir ifadeyle, anılan sektörde<br />
ihracatın ithalatı karşılama oranı %90 olarak gerçekleşmiş olup, bu bulgu ihracatın üzerinde<br />
bir ithalatın yapıldığını göstermektedir. Sektörde gerçekleşen yüksek ithalat hacmi,<br />
söz konusu sektörde ithal girdi gereksiniminin yüksek olduğunu (otomotiv yan sanayi veya<br />
yedek parça vb.) ve aynı zamanda yerli üretimin (yerli otomobillerin) lüks ithal otomobillerle<br />
rekabet edemediğini göstermektedir. Sektörün dış ticaret dengesinin 2005 yılında bir<br />
milyar dolar civarında açık verdiği, ulusal ekonomiye net anlamda döviz kazandıramadığı,<br />
cari işlemler dengesi üzerinde bu en temel ihracatçı sektörün olumsuz etkide bulunduğu<br />
saptanmaktadır.<br />
<strong>Türkiye</strong>’nin dış ticaret ve cari işlemler dengesine katkıda bulunan temel sektörlerin<br />
örme giyim eşyası ve aksesuarları ile örülmemiş giyim eşyası ve aksesuarları gibi <strong>Türkiye</strong>’-<br />
nin geleneksel emek yoğun sektörleri olduğu anlaşılmaktadır. 2005 yılı verilerine göre örme<br />
giyim eşyası sektöründe, 6.5 milyar dolar düzeyinde yapılan iharaca karşılık, 252 milyon<br />
dolar civarında ithalat yapıldığı görülmektedir. Örülmemiş giyim eşyasında ise 4,9 milyar<br />
dolar ihracata karşın 433 milyon dolar ithalatın yapıldığı, söz konusu sektörlerin cari açığın<br />
daha fazla büyümesini engelledikleri görülmektedir.<br />
2005 yılı itibariyle önemli ihracatçı sektörlerin toplam ihracat değeri 55.4 milyar<br />
dolar düzeyinde gerçekleşirken, ithalat değeri 84.2 milyar dolar gibi yüksek bir değere ulaşmıştır..<br />
Başka bir deyişle, önemli ihracatçı sektörlerde ihracatın ithalatı karşımla oranı %<br />
65.8 oranında tespit edilirken, dış ticaret dengesi 28.8 milyar dolar açık vermiştir. Bu bulgular<br />
da göstermektedir ki, önemli ihracatçı sektörlerin aynı zamanda önemli ölçüde ithalata<br />
bağlı bir yapı sergiledikleri, bunun da <strong>Türkiye</strong>’nin ihracat yapısının ve büyümesinin giderek<br />
ithalata bağımlı hale geldiğini, bunun sonucunda büyüme-cari açık bağıntısının<br />
2000’li yıllarda önemli ölçüde bozulduğunu ortaya koymaktadır.<br />
4.Cari Açığın Finansmanı<br />
Bu alt bölümde cari açığın finansmanında meydana gelen gelişmelerin incelenmesi hedeflenmektedir.<br />
Bilindiği gibi bir ekonomide cari açık üç biçimde finanse edilebilmektedir.<br />
Bunlar; yabancı banka, hükümet veya uluslararası kuruluşlardan (Dünya <strong>Bankası</strong> ve IMF)<br />
borç alarak; doğrudan yabancı yatırım veya portföy yatırımı olarak gerçekleşen sermaye<br />
girişleri yolu ile ve döviz rezervlerini kullanarak gerçekleştirilmektedir. Herhangi bir t dönemindeki<br />
cari dengenin sermaye ve finansal hesaplar (KAt) ile finanse edilemeyen kısmı rezerv<br />
değişmeleriyle (ΔRt) karşılanmaktadır:<br />
CA t<br />
+ KAt<br />
Cari açığın doğrudan yabancı sermaye girişleri ve orta/ uzun vadeli kredilerle finanse<br />
edilmesi kısa vadeli spekülatif sermaye girişlerine dayalı olarak finanse edilmesine göre<br />
daha tercih edilebilir bir seçenektir. Ancak 1990’lı yıllarda finansal serbestliğe geçilmesi ile<br />
birlikte, cari açığın finansmanı sıcak para niteliğinde kısa vadeli sermaye girişlerine dayandırılmış,<br />
bunun sonucunda ekonominin kırılganlığı artarak, büyük boyutlu sermaye çıkışlarının<br />
yaşandığı yıllarda ekonomi sıklıkla yaşanan krizlerle (1994, 1998/99 ve 2001 krizleri)<br />
karşı karşıya kalmıştır. Bu bağlamda ödemeler dengesinin “finans hesabı”ndaki sermaye<br />
hareketlerinin incelenmesi cari açığın finansmanının değerlendirilmesi açısından gereklidir.<br />
=<br />
ΔRt.<br />
Sayfa 45
Tablo 4: Cari Açığın Finansmanı ve Seçilmiş Parametrelerin Gelişimi (Milyon Dolar)<br />
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006<br />
Cari İşlemler Hesabı -9,821 3,392 -1,524 -8,036 -15,604 -22,824 -31,316<br />
Finans Hesabı 9,584 -14,557 1,194 7,192 17,752 43,682 44,677<br />
Yurtdışında Doğrudan Yatırım -870 -497 -175 -499 -859 -1,078 -934<br />
Yurtiçinde Doğrudan Yatırım 982 3,352 1,137 1,752 2,883 9,804 19797<br />
Yerleşiklerin Yurt Dışında Portföy Yat. -593 -788 -2,096 -1,386 -1,388 -1,233 -4353<br />
Yabancıların <strong>Türkiye</strong>'de Portföy Yat. 1,615 -3,727 1,503 3,851 9,411 14,670 11402<br />
Diğer Yatırımlar Dengesi 8,450 -12,897 825 3,474 7,705 21,510 18765<br />
Yabancıların Pörtf.Yat+Net Hata ve Noksan -1,145 -5,486 1,621 8,792 11,605 17,012 8,666<br />
Finans Dengesi+Net Hata/Noksan 6,824 -16,316 1,312 12,133 19,946 46,024 41,941<br />
Net Hata ve Noksan -2,760 -1,759 118 4,941 2,194 2,342 -2736<br />
Rezerv Hareketleri 2,997 12,924 212 -4,097 -4,342 -23,200 -10,625<br />
Toplam Dış Borç Stoku 118,503 113,593 130,005 144,839 162,231 170,529 206.471<br />
Kısa Vadeli Dış Borç Stoku 28,301 16,403 16,424 23,013 32,569 38,247 43,322<br />
Kısa Vadeli Dış Borç Stoku/MB Brüt Döviz Rez.(%) 113 87 61 68 90 79 74<br />
Merkez <strong>Bankası</strong> Brüt Döviz Rezervleri 25,097 18,892 27,006 33,724 36,006 48,320 58,332<br />
Cari Açık/GSMH(%) -4.9 2.7 -0.8 -3.4 -5.2 -6.3 -7.8<br />
Cari Açık/MB'sı Brüt Rezervleri(%) -39.1 18.0 -5.6 -23.8 -43.3 -47.2 -53.7<br />
Kaynak: TCMB verilerinden hareketle tarafımızdan oluşturuldu.<br />
Net hata ve noksan kalemi yurt içi yerleşiklerce gerçekleştirilen kayıt altına alınamamış<br />
sermaye işlemleri olarak kabul edilmektedir. Bu yaklaşım benimsenerek, giren sermaye;<br />
Finans dengesi+net hata ve noksan olarak Tablo 4’de gösterilmiştir. Tablo incelendiğinde giriş<br />
yaptığı düşünülen toplam sermayenin (sermaye ve finans hesabı+net hata ve noksan kalemi)<br />
cari açığın yol açtığı finansman ihtiyacından fazla olduğu hesaplanmaktadır. Buna göre 2000-<br />
2006 döneminde cari işlemler hesabı toplam olarak 85.733 milyon dolar açık verirken, net<br />
sermaye girişi 111.864 milyon dolar ile bu değerin çok üzerinde gerçekleşmiştir. Başka bir<br />
deyişle, Merkez <strong>Bankası</strong> cari işlemler açığının çok üzerinde gerçekleşen sermaye girişi sonucunda,<br />
26.131 milyon dolarını resmi rezerv birikimine ayırmıştır. Oransal olarak ifade edilmek<br />
istenirse, 2000-2006 dönemi kümülatif değerlerine göre giren sermayenin %76.6’sı cari açığın<br />
finansmanında kullanılırken (85.733 milyon dolar), %23.4’nün (26.131 milyon dolarının ) ise<br />
rezerv birikimine tahsis edildiği anlaşılmaktadır. Hiç kuşkusuz bu olgu <strong>Türkiye</strong> ekonomisinin<br />
nasıl bir spekülatif atakla karşı karşıya kaldığının bir göstergesi olarak da düşünülebilir. Ekonomik<br />
büyümenin gereksiniminden fazla spekülatif gaye ile giriş yapan sermaye, kısa vadeli<br />
kâr beklentileri bitince ve/veya bir kriz algısı ile birlikte hızla ülkeyi terk etmekte, bu da cari<br />
açığın finansmanında önemli bir risk oluşturmaktadır.<br />
Yıllar itibariyle giren sermayenin cari açığın finansmanına ve rezerv birikimine göre<br />
kullanış biçimi incelendiğinde; 2005 yılında 46.024 milyon dolar düzeyinde gerçekleşen sermaye<br />
girişinin %49,6’sı (22.824 milyon dolar) cari açığın finansmanında kullanılırken, %<br />
50,4’nün (23,200 milyon dolarının) rezerv birikimine ayrıldığı anlaşılmaktadır. 2006 yılında ise<br />
giren sermayenin %74.7’sinin (31.316 milyon dolar) cari açığın finansmanında kullanıldığı, %<br />
25,3’nün (10.625 milyon dolarının) ise rezerv birikimine tahsis edildiği saptanmaktadır.<br />
Finans hesabının alt kalemleri incelendiğinde, finansal sermaye girişlerinin önemli bir<br />
bölümünü yabancıların <strong>Türkiye</strong>’de menkul kıymet alımlarının oluşturduğu görülmektedir.<br />
2000–2006 döneminde yabancıların birikimli olarak 38,7 milyar dolar menkul kıymet alımı<br />
gerçekleştirdikleri saptanmaktadır. Cari açığın finansmanına özellikle 2005 ve 2006 yıllarında,<br />
borç yaratmayan, doğrudan dış yatırımlarının önemli katkı yaptığı, 2006 yılında 31,3 milyar<br />
Sayfa 46
dolar olarak gerçekleşen cari açığın %63’nün doğrudan dış yatırımlar yolu ile finanse edildiği<br />
anlaşılmaktadır. Kuşkusuz bu gelişme olumlu bir adım olarak görülmelidir. Ancak son<br />
yıllarda artan doğrudan dış yatırım girişlerinin klasik anlamda doğrudan yatırımları ifade<br />
etmediği, ekonominin sabit sermaye stokunun genişlemesine bir katkı yapmadığı da belirtilmelidir.<br />
Başka bir ifadeyle, doğrudan yabancı yatırımlar, özelleştirmeler yolu ile mevcut<br />
kaynakların el değiştirilmesi ile sınırlı gözükmektedir. Diğer yandan doğrudan yabancı yatırımlara<br />
ilişkin kâr transferlerinin gündeme geleceği önümüzdeki yıllarda, kaynak akışı bu<br />
kez ters yönden işleyeceğinden, doğrudan dış yatırımların cari işlemler dengesi üzerinde<br />
yarattığı olumsuz etkiler de göz önüne alınmalıdır.<br />
Ödemeler dengesinde finans hesabının altında değerlendirilen “diğer yatırımlar<br />
dengesi” büyüklüğü değerlerinde son yıllarda önemli artışların yaşandığı, buna karşın<br />
2001 krizinde diğer yatırımlar dengesinin -12,9 milyar dolar düzeyinde negatif bakiye verdiği<br />
gözlenmektedir. Kuşkusuz bunun en temel nedeni, söz konusu dönemde bankalar<br />
üzerinde herhangi bir denetimin olmaması nedeniyle bankaların yüksek düzeye varan<br />
açık pozisyon ile çalışmaları etkili olmuştur. Bankacılık sistemi devalüasyon beklentilerinin<br />
yoğunlaştığı yıllarda, açık pozisyon miktarında döviz talep ederek sistemin krize girmesinde<br />
önemli rol oynamıştır. Diğer yatırımlar kaleminin “normal” yıllarda önemli ölçüde yükselmesinin<br />
nedeni ise son yıllarda bankalar yanında reel kesimin de TL’nin değerlenmesinin<br />
sağladığı avantaj nedeniyle dış piyasalarda önemli düzeylere varan borçlanmaya giderek,<br />
bunları özelleştirme ve devlet iç borçlanma senet alımında kullanmalarından kaynaklanmaktadır.<br />
2000–2006 dönemine ilişkin dış borç stoku- cari açık ilişkisi incelendiğinde, dönem<br />
boyunca cari açığın birikimli toplamının 86 milyar dolar düzeyine ulaştığı, dış borç stokundaki<br />
artışın ise 88 milyar dolarla cari açık düzeyinde gerçekleştiği görülmektedir. Başka bir<br />
deyişle, bir dolarlık cari açığın 1.03 dolarlık dış borç artışına karşılık geldiği saptanmaktadır.<br />
Oysa, cari açık-dış borç stoku artışının 1989-1999 arasında önemli ölçüde bozulduğu,<br />
dönem boyunca dış borç stoku artışının 61.2 milyar dolar düzeyinde gerçekleştiği, cari<br />
açık toplamının ise 13 milyar dolar olduğu göz önüne alınırsa, bu dönemde bir dolarlık<br />
cari açığa 4.7 dolarlık dış borç artışının eşlik ettiği saptanmıştır. 1989-1999 döneminde dış<br />
borç-büyüme (cari açığın finansmanı için gerekli miktar) ilişkisinin önemli ölçüde koptuğu,<br />
söz konusu dönemde bankalar ve şirketlerin ülke dışına kayıtlı veya kayıtsız sermaye çıkarmaları<br />
ve sermaye hareketlerinin liberalizasyonunun ekonomide yarattığı kırılganlıkları<br />
önlemek için Merkez <strong>Bankası</strong>’nın aşırı rezerv biriktirmek zorunda kaldığı anlaşılmaktadır.<br />
Diğer yandan spekülatif nitelikli sermaye girişleri sonucunda ekonomide kırılganlıklar<br />
artmakta, kısa vadeli borç stokunun Merkez <strong>Bankası</strong> brüt rezervlerine oranı yükselirken,<br />
2000 yılı hariç, 2001-2006 döneminde kısa vadeli borç stokunun üzerinde rezerv biriktirildiği<br />
(aşırı rezerv) görülmektedir. Merkez <strong>Bankası</strong> sermaye hareketlerinin yaratacağı<br />
olası krizleri engellemek ve döviz satışları ile piyasayı dövizle fonlayarak döviz fiyatındaki<br />
sert yükselişleri önlemek amacıyla rezerv biriktirmekte, bu da ekonomiye ek bir maliyet<br />
getirmektedir. Tablo 4’de gösterilen kısa vadeli dış borç stoku/MB brüt döviz rezervleri<br />
incelendiğinde, söz konusu oranın 2001 krizi öncesinde kritik eşik olan %100’ü aştığı,2003<br />
ve 2004 yıllarında göreli bir düşüşten sonra tekrar yüksek bir platoya yerleşerek ekonomideki<br />
kırılganlığın devam ettiğini göstermektedir. Ekonomide kırılganlığın önemli ölçüde<br />
Sayfa 47
arttığı cari açık/Merkez <strong>Bankası</strong> brüt döviz rezervleri ve cari açık/GSMH oranları incelenerek<br />
de görülebilir. Cari açık/ Merkez <strong>Bankası</strong> brüt rezervleri oranının, 2002 yılından itibaren<br />
hızla bozulmaya başladığı, 2002 yılında %5.6 olan söz konusu oranın, 2006 yılında %<br />
53.7 gibi oldukça yüksek bir orana çıktığı saptanmaktadır. Aynı dönemde cari açığın ulusal<br />
gelir içerisindeki payının da %0,8’den %7,8’e yükseldiği göz önüne alınırsa, ekonomideki<br />
kırılganlığın artarak devam ettiği anlaşılmaktadır.<br />
4.1.Cari Açığın Finansmanında Doğrudan Yabancı Yatırımlar<br />
Cari açığın finansmanı açısından daha temel ve sağlıklı bir kaynak olarak görülmesi<br />
gereken doğrudan yabancı yatırımların cari açığın finansmanına katkısı nasıl gelişmiştir?<br />
Bu sorunun yanıtı için Tablo 5’in son sütun değerleri incelenebilir. Buna göre 2002 yılında<br />
%40,5 olan doğrudan net yabancı yatırım/cari açık oranının, 2003 ve 2004 yıllarında göreli<br />
bir düşüşten sonra, 2005 ve 2006 yıllarında sırasıyla %35,9 ve %50,3 gibi yüksek oranlara<br />
çıktığı anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle, son yıllarda ulusal değerlerin özelleştirilmesi sürecinde<br />
gözlenen artışlar sonucu (yabancılaştırılması) ile birlikte önemli değerlere ulaşan<br />
doğrudan dış yatırım girişlerinin, cari açığın önemli bir bölümünü finanse ettiği anlaşılmaktadır.<br />
Ancak, özelleştirilecek varlıkların tükenmesi ile birlikte doğrudan dış yatırım girişlerinin<br />
aynı tempoyla devam edeceğine dair önemli soru işaretleri bulunmaktadır. Bunlardan<br />
en temel olanı direkt dış yatırımların başta üretken sektörler olmak üzere ticarete konu<br />
olan sektörlere yönelik yeni sabit yatırımlara gitmemesinde gözlenmektedir. Klasik anlamda<br />
direk dış yatırım bağlamında değerlendirilecek olan bu tür yatırımların yapılmıyor olması<br />
esas olarak yabancı yatırımların <strong>Türkiye</strong>’yi pazar ve kâr açısından (özelleştirilen kârlı<br />
kuruluşlarda bu tür risklerin olmadığı göz önüne alınırsa) hâlâ riskli gördüklerini de göstermektedir.<br />
Tablo 5: Cari Açığın Doğrudan Net Yabancı Yatırımlarla Finansmanı (Birim:Milyon Dolar)<br />
Giriş Çıkış Net Cari Açık Doğrudan Net Yabancı Y./Cari Açık(%)<br />
2002 622 5 617 1524 40.5<br />
2003 745 8 737 8036 9.2<br />
2004 1,291 100 1,191 15604 7.6<br />
2005 8,537 336 8,201 22824 35.9<br />
2006 17,446 1687 15,759 31316 50.3<br />
Kaynak: TCMB verilerinden hareketle kendi hesaplamamız.<br />
4.2.Doğrudan Yabancı Yatırımların Sektörel Dağılımı<br />
Bilindiği üzere doğrudan dış yatırımlar “borç yaratmayan” sermaye girişleri niteliği<br />
taşıdığından, önceki satırlarda da belirtildiği üzere, cari açığın finansmanında daha sağlıklı<br />
bir finansman biçimi olarak görülebilir. Ancak, doğrudan dış yatırımların uzun erimde cari<br />
açık üzerinde beklenen pozitif etkilerinin gerçekleşmesi için doğrudan yabancı yatırımların<br />
ekonominin üretken sektörlerinde yoğunlaşması gerekmektedir. Başka bir deyişle, giren<br />
sermayenin ekonominin sabit sermaye stokunun genişlemesine katkı yapacak nitelikte<br />
yatırımlar olması gerekmektedir. Bu bağlamda doğrudan dış yatırımların ana sektörler itibariyle<br />
gelişimini gösteren tablo 6 bulguları incelendiğinde, ekonominin sabit sermaye<br />
stokunun genişlemesinde en temel role sahip imalat sanayi sabit yatırımlarına yönelik<br />
doğrudan dış yatırımların son derece cılız kaldığı, doğrudan dış yatırımların ağırlıklı olarak<br />
hizmet sektörüne yöneldiği izlenmektedir.<br />
Sayfa 48
Tablo 6: Doğrudan Yabancı Sermaye Girişlerinin Ana Sektörler İtibariyle Dağılımı (%)<br />
2002 Dağılım(%) 2003 Dağılım(%) 2004 Dağılım(%) 2005 Dağılım(%) 2006 Dağılım(%)<br />
Tarım 0 0 1 0 4 0 5 0 6 0<br />
Madencilik 2 0 14 2 75 6 40 0 120 1<br />
İmalat Sanayi 110 18 448 60 214 17 789 9 1,395 8<br />
Hizmetler 442 71 196 26 927 72 7,699 90 15,813 91<br />
Diğer 68 11 86 12 71 5 4 0 112 1<br />
Toplam 622 100 745 100 1,291 100 8,537 100 17,446 100<br />
Kaynak: DPT<br />
Doğrudan dış yatırımların alt sektörler bağlamında daha ayrıntılı dağılımını gösteren<br />
tablo 7 bulguları incelendiğinde ise doğrudan dış yatırımların iki alt sektörde yoğunlaştığı izlenmektedir.<br />
Bunlar; “mali aracı kurumun faaliyetleri” ve “ulaştırma, haberleşme ve depolama”<br />
alt sektörleridir. 2006 yılı itibariyle bu iki sektörün doğrudan yabancı yatırımlardan aldıkları<br />
toplam pay % 76,2 gibi yüksek bir orana çıkmıştır. Başka bir deyişle, doğrudan dış yatırımların<br />
mali sektör (banka ve şirket satın almaları) ve telekomünikasyon gibi ticarete konu olmayan<br />
(dolaysıyla döviz kazancı sağlamayan) hizmet sektörlerinde yoğunlaştıkları, ekonominin sabit<br />
sermaye stokunun genişlemesine katkı yapacak olan sektörlerin başında gelen imalat sanayine<br />
ilgi göstermedikleri anlaşılmaktadır. Üretken olmayan sektörlere yönelik doğrudan dış yatırımlar,<br />
başlangıçta cari açığa olumlu katkı yapsa da, önümüzdeki yıllarda gerçekleşecek kâr transferleri<br />
ile birlikte cari açığı artırma yönünde etkisi de söz konusu olabilecektir.<br />
Tablo 7 : Doğrudan Yabancı Yatırımların Alt Sektörlere Göre Dağılımı<br />
Kaynak: TCMB verilerinden hareketle oranlar tarafımızdan eklendi.<br />
5.Sonuç<br />
Ülkemizin son yıllarda yaşadığı<br />
en temel makro-ekonomik<br />
sorunların başında gelen cari açık<br />
sorununu kapatmaya yönelik önlemlerin<br />
zaman geçirilmeden alınması<br />
gerekmektedir. Bu bağlamada<br />
alınması gereken önlemleri<br />
temel başlıklar altında kısaca<br />
özetlemek mümkündür: Dış ticaret<br />
açığı yolu ile cari açığın artmasına<br />
neden olan Dahilde İşleme<br />
Rejimi gözden geçirilmelidir. Ara<br />
mallarında ithalata bağımlılığı<br />
azaltacak önlemler zaman geçirilmeden<br />
alınmalıdır. Öncelikle,<br />
yüksek oranda dışa bağımlı ara<br />
mallarında yurt içi üretimi özendirecek önlemler zaman geçirilmeden alınmalıdır. Orta ve uzun<br />
dönemde ihracatın profili ileri teknoloji içeren ürünlere kaydırılmalıdır. Bu bağlamda üretim<br />
yapısını dönüştürecek bir kalkınma stratejisi hazırlanıp uygulanmalıdır.<br />
Kaynakça<br />
200<br />
2 %<br />
200<br />
3 % 2004 %<br />
200<br />
5 %<br />
200<br />
6 %<br />
Tarım, Balıkçılık, Avcılık 0 0 1 0.1 4 0.3 5 0.1 5 0<br />
Balıkçılık 0 0 0 0 2 0.2 0 0 1 0<br />
Madencilik ve Taşocakçılığı 2 0.3 14 1.9 75 5.8 40 0.5 120 0.7<br />
Elektrik, Gaz ve Su 68 10.9 86 11.5 69 5.3 4 0 112 0.6<br />
İnşaat 3 0.5 8 1.1 23 1.8 92 1.1 525 3<br />
G. Menkul Kiralama ve İş Faaliyetleri 0 0 6 0.8 3 0.2 29 0.3 89 0.5<br />
İmalat Sanayi 110 17.7 448 60.1 214 16.5 788 9.2<br />
Ulaştırma, Haberleşme ve Depolama F 1 0.2 2 0.3 639 <strong>49.</strong>2<br />
Mali Aracı Kurumun Faaliyetleri 260 41.8 51 6.8 69 5.3<br />
328<br />
5 38.4<br />
401<br />
6 47<br />
Toptan ve Perakende Ticaret 89 14.3 92 12.3 103 7.9 68 0.8<br />
139<br />
5 8<br />
Freund, Caroline (2005), “Current Account Adjustment in Industrial Countries”, Journal of International Monetary and Finance, 24, 1278-1298.<br />
https://www.tuik.gov.tr https://www.dpt.gov.tr https://wwww.tcmb.gov.tr<br />
630<br />
3<br />
700<br />
2<br />
36.<br />
1<br />
40.<br />
1<br />
149<br />
6 8.6<br />
Oteller ve Lokantalar 0 0 4 0.5 10 0.8 42 0.5 28 0.2<br />
Eğitim Hizmetleri 0 0 0 0 0 0 17 0.2 0 0<br />
Sağlık İşleri ve Sosyal Hizmetler 5 0.8 23 3.1 53 4.1 74 0.9 264 1.5<br />
Diğer Toplumsal ve Kişisel Faaliyetler 84 13.5 10 1.3 36 2.8 86 1 106 0.6<br />
Toplam 622 100 745 100 1300 100<br />
854<br />
6 100<br />
174<br />
46<br />
10<br />
0<br />
Sayfa 49
MİCROSOFT VİSİO 2003<br />
UYGULAMA KILAVUZU<br />
Fehmi Dinçer<br />
Genel Müdürlük Müşaviri<br />
MS VİSİO 2003 Programı, kavramları, görsel bir sunuya dönüştürmeye yardım eden<br />
bir çizim ve diyagramlar programıdır. Visio, önceden tanımlanmış (hazır kalıplar şeklinde -<br />
stencils) şekiller, semboller, artalanlar ve kenarlıklar sağlayan bir programdır. Visio, profesyonel<br />
bir iletişim aracı yaratmak için diyagramımıza ögeleri sürükle - bırak (drag and drop)<br />
mantığıyla çalışan bir programdır.<br />
Öncelikle Visio 2003 programını açalım. Bu programda da Microsoft’un diğer programlarında<br />
olduğu gibi Menü çubuğu, standart araç çubuğu ve formatlama çubuğu bulunur.<br />
1. Ekranımızın sol kenarında formatlama çubuğunun altında Shapes (şekiller) Penceresi<br />
(Shapes Window) görünür. Şekillerin altında Şekil Kalıpları başlıkları (Stencil Title Bar) görünür.<br />
Bunlar Arrow Shapes (ok şekiller), Background (artalan), Basic Flowchart Shapes<br />
(temel akım şeması şekilleri), Brainstorming (beyin fırtınası), örgüt şeması, ev planları,<br />
elektrik - makine mühendisliği, veri tabanı, ağ vs. dir. Bunların herbirinin içinde şablon şekiller<br />
bulunur. Daha değişik Şekil Şablonları için Help’de Shapes Gallery’den de faydalanabiliriz.<br />
2. Ekranımızın ortasında ise boş diyagram çalışma kâğıdı (workspace) bulunan Çizim<br />
Penceresi (Diagram Window) bulunur (milimetrik kâğıt).<br />
3. Ekranımızın sağ kenarında ise Görev Bölmesi’nin (Task Pane) içinde bazı yardım fonksiyonları<br />
(Getting Srtarted, Diagram Gallery ) vardır. Genellikle diyagram çalışma kâğıdı alanını<br />
genişletmek için bu pencereyi kapatır, gerekli olduğunda da açarız. Bunu yapmak için<br />
standart araç çubuğunda Getting Started’ı seçerek açarız. Getting Started’dan çıkmak için<br />
ise X’ tıklarız.<br />
YENİ BİR DİYAGRAM OLUŞTURMA<br />
1. Shapes (şekiller) butonunda Category altında Business Process altında Basic<br />
Flowchart Shapes’ın içindeki şekil şablonlarından birisini seçelim ve bu şekli çalışma kâğıdımıza<br />
sürükleyelim.<br />
2. Standart araç çubuğunda Connector Tool (bağlantı - bağlayıcı aracı)’ı tıklayalım. Bağlantı<br />
aracı işlemlerimizi yaptığımız esnada seçili olarak görünecek ve iptal edilinceye kadar<br />
aktif kalacaktır.<br />
3. İlk seçtiğimiz şekil çalışma sayfamızda seçili iken, ikinci bir şekli çalışma kâğıdımıza<br />
sürükleyelim. Şekiller, bağlantı aracı (connector tool) açık olduğu zaman otomatik olarak<br />
bağlanacaktır.<br />
Sayfa 50
4.Akış şemasındaki bütün aşamaları içeren şekilleri girinceye kadar şekilleri eklemeye<br />
devam edelim.<br />
5.Şekiller, yeniden şekillendirilebilir veya taşınabilir olmasına rağmen bağlantılar değişmeden<br />
kalacaktır.<br />
ŞEKİLLERİ BAĞLAMA ( CONNECTİNG SHAPES )<br />
Visio’da iki tip bağlantı vardır.<br />
Şekilden şekile bağlantı: İki şekil arasındaki en yakın iki noktalardan bağlanır (büyük kırmızı<br />
kare şeklinde görünür.).<br />
1.Bağlayacağımız şekilleri (her ikisini) seçelim. Bağlantımız oluşur.<br />
2.Menüden Shape > Connect Shapes’i seçelim.<br />
Bir noktadan diğer noktaya bağlantı: Belirli bağlantı noktalarında şekilleri bağlar (koyu<br />
kırmızı bitiş noktaları şeklinde görünür).<br />
1.Standart araç çubuğunda Connector Tool butonunu tıklayalım.<br />
2.Bağlamak istediğimiz ilk şeklin bağlantı noktası üzerinde Connector Tool ile pozisyonunu<br />
belirleyelim.<br />
3. İkinci şeklin bağlantı noktasına ulaşıncaya kadar (dikey bağlantı çizgisi görününceye<br />
kadar) sürükleyelim ve fare butonunu bırakalım. Böylece bağlantımız oluşur.<br />
BAĞLAYICIYI (CONNECTOR ) DEĞİŞTİRMEK<br />
Bağlantı kurulmuş olan iki şekil arasındaki bağlayıcıda (connector) fareyi sağ tıklayınca<br />
kısa yol menüsü açılır. Burada istediğimiz değişiklikleri yaparız.<br />
BİR DİYAGRAMA METİN EKLEMEK VE FORMATLAMAK<br />
1. Metin girilecek bir şekli çift tıklayalım. Burada diğer MS Word veya Power Point’de<br />
olduğu gibi bir metin kutusu oluşturmaya ihtiyacımız yoktur. Visio bunu otomatik yaptığı<br />
gibi şekillerin dışında da metin kutularını oluşturma olanağı sağlar.<br />
2.Visio’da metin yazımı için için varsayılan format Arial 8 font’udur. Formatlamanın en<br />
etkin yolu, metnin hepsini girmektir. Visio, metni girince şekillerin hepsini formatlar. Bunu<br />
yapmak için seçtiğimiz şekillerden birisini tıklayalım. Shift tuşunu basılı tutarken formatlamayı<br />
düşündüğümüz diğer şekilleri tıklayalım.<br />
3. Metin seçili iken standart araç çubuğundan kullanmayı istediğimiz font, style ve size’ı<br />
seçelim.<br />
Sayfa 51
FORMATLANMIŞ BİR DİYAGRAMA ŞEKİLLER EKLEMEK<br />
Diyagramımıza bir aşama eklemeyi unutursak, Visio bize oldukça kolay bir çözüm yolu<br />
sağlar. Ekleyeceğimiz yeni şekli seçer, diyagrama sürükler ve şekli eklemek istediğimiz<br />
yerde bağlayıcının (connector) üzerinde dururuz. Bu durduğumuz aşamada makas ikonu<br />
göründüğü zaman şekli bırakırız (tipik sürükle - bırak mantığı). Daha sonra bu şeklin içine<br />
metnimizi yazar ve diyagramımıza yeni şekli eşleştirerek formatlarız.<br />
BİR ARTALAN (BACKGROUND) OLUŞTURMA<br />
Visio, diyagramımıza ekleyeceğimiz çeşitli standart artalanlar (background) sağlar. Ekranımızın<br />
sol kenarındaki menüden (Shapes) “Background” ı tıklayalım. Visio’nun çizim<br />
sayfamızın altına bir sekme eklediğine dikkat çekelim. Bu sekme, Page–1 olarak etiketlenmiştir.<br />
İkinci sekme ise “VBackground” olarak etiketlenmiştir. Burada çoğunlukla Page–1<br />
sekmesinde çalışacağız. Aşağıda bulunan sekmelerden hangisini seçersek, o sayfaya içerik<br />
ekleyerek veya çıkartarak düzeltme yapacağız anlamına gelir.<br />
RENK DÜZENİNİ DEĞİŞTİRMEK<br />
Diyagramımıza renk eklemenin en etkin yolu şekillerimizi, artalanımızın ve metnimizin<br />
hepsini birden değiştirerek renk düzeni işlevselliğini kullanmaktır.<br />
1. Çalışma sayfamızı sağ tıklayalım ve Renk Düzeni’ni (Color Scheme) seçelim.<br />
2. Color Scheme ekranı açılınca, bu ekranda Scheme’i seçeriz, Apply ve OK’ye basarız.<br />
Farklı renk tercihlerini önizledikten ve istediğimiz rengi seçtikten sonra Apply ve OK’ye<br />
basarız.<br />
3. Bazen bir yada iki şeklin rengini etkileyici olması için değiştirmek isteyebiliriz. Bunu<br />
yapmak için rengini değiştirmek istediğimiz şekli seçeriz, sonra formatlama araç çubuğundaki<br />
boyama aracını (Paint Bicket Tool) tıklarız. İstediğimiz rengi seçtiğimizde, sadece rengini<br />
değiştirmek istediğimiz şeklin renginin değiştiğini görürüz.<br />
HİPERLİNK EKLEME<br />
1.Ekranımızın sol kenarındaki “Borders and Titles” sekmesini seçelim.<br />
2.Hiperlink ikonlarından birisini seçip, diyagramımıza sürükleyelim ve hiperlinkin görünmesini<br />
istediğimiz yerdeki şeklin içindeki yere bırakalım.<br />
3. Visio’da hiperlink ekranı açılacaktır. Bu ekranda Adres: kutusuna eklemek istediğimiz<br />
linkin adresini (URL) yazalım. (Örnek: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?<br />
BlogNo=46940 ) ve OK’ye tıklayalım.<br />
Sayfa 52
VİSİO ÇİZİMLERİ İLE NE YAPABİLİRİZ?<br />
Visio çizimleri, MS Word ve Power Point gibi diğer programlara eklenebilir.<br />
1. Visio araç çubuğundan Edit > Copy Drawing’i seçelim.<br />
2. Power Point sunumu yada Word belgemizi açalım ve Visio çizimimizi eklemek istediğimiz<br />
yerde imleç ile pozisyonumuzu belirleyelim.<br />
3. Edit > Paste ‘ı seçelim.<br />
4. Çizimimizi değiştirmek için Word yada Power Point sunumunda iken şeklimizin üzerinde<br />
çift tıklayalım. Bu durumda Visio, düzeltmek istediğimiz yerin içinde yani Word yada<br />
Power Point’in içinde açılacaktır. Burada Visio programına gitmeden gerekli düzeltmeleri<br />
yaparız.(Copy / Paste vs.)<br />
ŞEKİLLERİ ARAMA (Search for Shapes)<br />
Visio’da değişik şekil şablonları ve bunların değişik türleri vardır. Bunları bulmak<br />
için ekranımızın sol kenarındaki Shapes’in altında Search for Shapes: kutusunda bulmak<br />
istediğimiz şekillerin adını yazalım (Örnek: Security, Web vs.) ve Search butonuna basınca<br />
Security şablonları gelir. Buradan istediğimiz şekil şablonlarını seçeriz.<br />
BİR ŞEKLİ TAŞIMAK<br />
Taşımak istediğimiz şekli tıklayalım şeklin üstünde fare butonunu basılı tutarak diyagramdaki<br />
yeni yerleştireceğimiz yere sürükleyelim ve işlem bittiği zaman fare butonunu<br />
serbest bırakalım.<br />
ŞEKİLLERİ KATMANLAŞTIRMA ( LAYERİNG SHAPES )<br />
Visio’da diyagrama eklediğimiz ilk şekil (nesne) varsayılan olarak sayfanın en alt<br />
katmanı olarak atanır. Eklediğimiz ikinci şekil bir üst düzey katmanı olarak atanır. Eklediğimiz<br />
son şekil ise en üst katman olarak görünür.<br />
Visio’da 4 katmanlaştırma komutu vardır.<br />
1. Bring to Front (Öne getirme): Seçilen şekli sayfanın en üst katmanı olarak gösterir.<br />
Bütün diğer şekiller, seçilen şeklin arkasında görünür.<br />
2. Send to Back (Arkaya gönderme): Seçilen şekli sayfanın en alt katmanı olarak gösterir.<br />
Bütün diğer şekiller, seçilen şeklin önünde görünür.<br />
3. Bring Forward (İleri getirme) : Seçilen şekli bir katman üste getirir.<br />
4. Send Backward (Geriye götürme) : Seçilen şekli bir katman alta götürür.<br />
Sayfa 53
Diyagramımızda üstüste katmanlaştırılmış 3 daireden oluşan bir şeklimiz olsun. Diyagramımızdaki<br />
bu üç daireden en alttakini seçelim. Menü çubuğunda Shape > Order ><br />
Bring to Front’u seçince en alttaki şeklin en üst katmana geldiğini görürüz. Benzer şekilde<br />
en üst katmanda bulunan şekli seçelim. Menü çubuğundan Shape > Order > Send<br />
Backward’ı seçince en üstteki şeklin bir katman alta geçtiğini görürüz. Yukarıda bahsettiğimiz<br />
diğer seçenekleri kullanarak kullanarak şekillerin katmanlarını değiştirebiliriz.<br />
ŞEKİLLERİ HİZALAMA (ALİGNİNG SHAPES)<br />
1. Hizalamak istediğimiz şekilleri seçelim.<br />
2. Menü çubuğundan Shape > Align Shapes’i seçince Align Shapes ekranı açılır. Burada<br />
hizalama seçeneğini (vertical yâda horizontal alignment seçeneklerinden istediğimizi)<br />
seçip, OK’yi tıklayınca şekilerimizin hizalandırma işlemi tamamlanmış olur.<br />
ŞEKİLLERİ DAĞITMA (DİSTRİBUTİNG SHAPES)<br />
1. Dağıtmak istediğimiz şekilleri seçelim.<br />
2. Menü çubuğundan Shape > Distribute Shapes’i seçince Distribute Shapes ekranı<br />
açılır. Burada dağıtma seçeneğini (vertical yada horizontal disributing seçeneklerinden istediğimizi)<br />
seçip, OK’yi tıklayınca şekilerimizin dağıtma işlemi tamamlanmış olur.<br />
ŞEKİLLERİ GRUPLANDIRMA<br />
Gruplandırma işlemide yukarıda bahsettiğimiz gibi benzer şekilde yapılır. Gruplandırmak<br />
istenilen şekiller seçilir ve menü çubuğunda Shape > Grouping Shapes > Group tıklanarak<br />
yapılır.<br />
ŞEKİLLERİ DÖNDERMEK (ROTATE) / ÇEVİRMEK (FLİP)<br />
Döndürmek yada çevrilmek istenen şekiller seçilir. Menüden Shapes > Rotate yada<br />
Flip’i seçilerek yapılır.<br />
ORGANİZASYON ŞEMASI YAPMAK<br />
Menü çubuğunda File > New > Organizasyon Chart tılayalım. Organization Chart’ın<br />
içinde Executive şeklini çizim sayfamıza sürükleyelim ve burada ilgili yöneticinin ad ve unvanını<br />
yazalım. İkinci aşama olarak Manager şeklini Executive şeklinin üzerine sürükleyince<br />
Manager şekli Executive şeklinin altına yerleşir. Burada da ilgili yöneticinin isim ve ünvanını<br />
yazalım. Benzer şekilde diğer Manager şekillerini yerleştirdiğimizde bu şekiller Executive<br />
Sayfa 54
şeklinin altına yatay olarak yerleşir. (Visio’da yatay – horizontal - yerleşme varsayılan<br />
özelliktir. Bunu dikey – vertical - veya yan yana (side by side) şeklinde de yapabiliriz.).<br />
Üçüncü aşamada bir Position şeklini Manager şeklini üzerine sürükleyelince, Position<br />
şekli, Manager şeklinin altına yerleşir. Dördüncü olarak Visio’nun bir özelliğini daha kullanalım.<br />
Multiple Shapes şeklini Manager şekillerinden birisinin üzerine sürükleyelim.<br />
Burada Add Multiple Shapes ekranında Number of Shapes alanına 5 sayısını girelim ve<br />
OK’yi tıklayalım. Böylece organizasyon şemamız hazırlanmış olur.<br />
Burada bir hatırlatma yapalım. Visio’da organizasyon şeması yaparken<br />
altkademe şekiller varsayılan olarak yatay (horizontal) olarak kendiliğinden düzenli bir<br />
şekilde yerleşirler. Ancak bunları Organization Chart menüsünde Arrange Subordinates<br />
ekranını açarak yeniden düzenleyerek dikey (vertical), yan yana (side by side) yapabiliriz.<br />
ORGANİZASYON ŞEMASINA BAŞLIK EKLEMEK<br />
Organization Chart Shapes şekillerinden Title şeklini hazırladığımız organizasyon<br />
şemasının enüstüne sürükleyelim ve içine kurum ismini yazalım.<br />
ORGANİZASYON ŞEMA SİHİRBAZINI KULLANARAK ÖRGÜT ŞEMASI YAPMAK<br />
File > New > Organization Chart > Organization Chart Wizard’ı tıklayınca<br />
Organization Chart Wizard ekranı açılır. Burada “İnformation that’s already in a file or<br />
database” ’i (Bir Excel dosyasında kurumumuzun yönetici ve personelinin adlarının,<br />
ünvanlarının ve bağlı oldukları yöneticilerin - reports to - yazılı olduğu bir tablomuz olsun.)<br />
seçelim ve Next’e tıklayalım. İkinci aşamada Browse’ı tıklayarak Excel dosyamızın<br />
yerini bulup Next’e basalım. Üçüncü aşamada isimleri bulalım ve Next’e tıklayalım. Dördüncü<br />
aşamadaki ekranda “Data file columns:” ’ ın altında “Reports to” ’yu “Displayed<br />
fields:” ’da Name’i seçip, Add butonuna ve Next’e tıklayalım. Beşinci aşamada Data file<br />
columns’ın altında Reports to’yu seçelim. Eğer Custom Properties özelliğini kullanmak<br />
istiyorsak, bulunmasını istediğimiz alanları (örneğin Name) seçelim. Son aşamada “I<br />
want the wizard to automatically break my organization chart across pages” ’i işaretleyelim<br />
ve Finish’i tıklayalım. Böylece Visio’da Organizasyon Şema Sihirbazı yardımıyla<br />
şemamızı hazırlamış oluruz.<br />
Sayfa 55
BEYİN JİMLASTİĞİ<br />
CEVAPLAR BİR SONRAKİ SAYIDA<br />
Hangi Harf<br />
Soru işaretinin yerine hangi<br />
harf gelecek?<br />
S, S, D, S, G, H, A, ? 105<br />
105 sayısı, iki ya da daha fazla ardışık<br />
pozitif sayının toplamı olarak kaç değişik<br />
biçimde elde edilebilir?<br />
Örnek;<br />
Aynı soru 15 sayısı için sorulsaydı...<br />
Yanıtınız 3 olacaktı.<br />
7+8=15<br />
4+5+6=15<br />
1+2+3+4+5=15<br />
383<br />
1, 2, 25, 50, 75 ve 100 sayılarını birer kez kullanarak<br />
383 sayısını elde ediniz. Kullanabileceğiniz işlemler yalnız<br />
toplama, çıkarma, çarpma ve bölme işlemleridir.<br />
Sayfa 56
48. SAYIDAKİ SORULARIN YANITI<br />
BEYİN JİMLASTİĞİ<br />
Kimlik Numarası<br />
En fazla 10,000 öğrenci<br />
Renk-<br />
li Kartlar<br />
Kırmızı: 1.2.4.5.6.12<br />
Mavi : 15<br />
Sarı : 22.38<br />
Beyaz : 24<br />
Harfler <strong>Sayı</strong>lar<br />
BİR ( Rakamlar yazılışları itibariyle alfabetik sırada)<br />
Hangisi Ağır 1.2.3.4 on’lu topları 5,6,7,8 on’lu toplarla tartın.<br />
1- Eğer eşitlerse hatalı top 9.10.11.12 grubunda demektir.<br />
6.7.8 on’lu topları 9.10.11 on’lu toplarla tartın. Eşitlerse<br />
12.top hatalı demektir. Bu topu herhangi bir topla tartıp,<br />
ağır mı hafif mi olduğunu bulun. 9.10.11 ağır çıktıysa hatalı<br />
(ağır) top bu grupta demektir. 9'u 10'la tartın. Eşitlerse II<br />
hatalı (ağır) toptur, eğer eşit değillerse ağır çıkan top hatalı<br />
toptur. 9.10.11 hafif çıktıysa hatalı (hafif) top bu grupta demektir.<br />
9'u 10'la tartın. Eşitlerse II hatalı (hafif) toptur, eğer<br />
eşit değillerse hafif çıkan top hatalı toptur.<br />
2- Eğer 5.6.7.8 ağır çıktıysa ya bu gruptaki bir top ağırdır<br />
ya da 1.2.3.4 grubundaki bir top hafiftir. Bu durumda<br />
1.2.5 on’lu topları 3.6.9 on’lu toplarla tartın. Eşitlerse ya 4<br />
hafif toptur, ya da 7 veya 8 ağır toptur. 7’yi 8'le tartın. Eşitlerse<br />
4 hatalı (hafif) toptur, eğer eşit değillerse ağır çıkan top hatalı toptur. 3.6.9 ağır çıktıysa<br />
ya 6 ağır toptur, ya da i veya 2 hafif toptur. l'i 2'yle tartın. Eşitlerse 6 hatalı (ağır) toptur,<br />
eğer eşit değillerse hafif çıkan top hatalı toptur. 3,6,9 hafif çıktıysa ya 3 hafif toptur, ya da<br />
5 ağır toptur. 3’ü 9’la tartın. Eşitlerse 5 hatalı (ağır) toptur, değilse 3 hatalı (hafif) toptur.<br />
3- Eğer 5.6.7.8 hafif çıktıysa ikinci adımdaki işlemleri benzer şekilde uygulayın.<br />
Sayfa 57