28.04.2015 Views

doğrudan yabancı sermaye yatırımları - Sosyal Bilimler Enstitüsü

doğrudan yabancı sermaye yatırımları - Sosyal Bilimler Enstitüsü

doğrudan yabancı sermaye yatırımları - Sosyal Bilimler Enstitüsü

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

T.C.<br />

KARAMANOĞLU MEHMETBEY ÜNĐVERSĐTESĐ<br />

SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ<br />

DOĞRUDAN YABANCI SERMAYE YATIRIMLARI: BÜYÜME VE<br />

ĐSTĐHDAM ĐLĐŞKĐSĐ<br />

Hazırlayan<br />

Mustafa AKBULUT<br />

064201011004<br />

Đşletme Ana Bilim Dalı<br />

Đşletme Bilim Dalı<br />

Yüksek Lisans Tezi<br />

Danışman<br />

Yrd. Doç Dr. Mehmet ALAGÖZ<br />

KARAMAN – 2009<br />

1


ÖNSÖZ<br />

Bu çalışma Türkiye’de 1980–2009 yılları arasında gerçekleşen <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong><br />

<strong>yatırımları</strong>nın, ekonomik büyüme ve istihdam üzerindeki etkilerini araştırmak amacıyla<br />

hazırlanmıştır. Çalışmanın zor ve stresli günlerinde yardımlarını ve hoşgörülerini esirgemeyen<br />

aileme, akademik olarak benden yardımlarını esirgemeyen başta danışman hocam Yrd. Doç.<br />

Dr. Mehmet ALAGÖZ’e ve Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi <strong>Sosyal</strong> <strong>Bilimler</strong> <strong>Enstitüsü</strong><br />

araştırma görevlilerine teşekkürü borç bilirim. Çalışma süreci boyunca stresli durumuma, naz<br />

ve isteklerime hep güler yüzle cevap veren çok sevdiğim arkadaşlarım, Barış BAYRAK’a,<br />

Mert GENÇ’e ve Deniz ABUKAN’a en içten teşekkürlerimi sunarım.<br />

3


ÖZET<br />

Doğrudan <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nın rolü, 1980’lerin ikinci yarısından itibaren<br />

ülkelerin ekonomik kalkınma politikaları içinde gittikçe daha fazla önem kazanmaya<br />

başlamıştır. Beraberinde getirdikleri yeni teknolojiler, yeni yönetim anlayışı ve birtakım<br />

olanaklar sayesinde, bu yatırımlar, yalnız gelişmekte olan ülkeler tarafından değil, gelişmiş<br />

ülkeler tarafından da talep edilir bir hale gelmiştir. Yabancı <strong>yatırımları</strong>n yaptığı olumlu<br />

katkılar, daha önce <strong>yabancı</strong> yatırımlara olumsuz gözle bakan birçok ülkenin de sınırlarını<br />

açmaya ve daha fazla <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nı çekme üzerine dikkatlice<br />

eğilmelerine sağlamıştır. Doğrudan <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nın ülkeye girişi ile <strong>sermaye</strong><br />

kıtlığı çeken ülkelerin sorunlarının ortadan kalkacağı ve diğer makro ekonomik göstergeler<br />

üzerinde olumlu etki oluşturacağı görüşünün yaygınlaşması ile Türkiye de diğer gelişmekte<br />

olan ülkeler gibi bu konuda yeni politika ve stratejiler benimsemiştir.<br />

Bu çalışma, <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nın ülkeler üzerindeki etkilerini<br />

açıklamayı amaçlamaktadır. Ayrıca <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırım ile büyüme, istihdam ilişkisi<br />

inceleme altına alınmıştır. Bu sebeple <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nın teorik<br />

altyapısı verilmiştir. Daha sonra <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nın büyüme ve<br />

istihdam ile ilişkileri teorik bilgiler ve makro göstergelerle sınanarak, Türkiye ve Dünya<br />

verileri karşılaştırılmıştır. Söz konusu veriler ışığında <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n ülkeler<br />

tarafından tercih edilme nedenleri, büyüme ve istihdama olan katkıları da belirtilmiştir. Teorik<br />

verilerle birlikte incelenen <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırım, büyüme ve istihdam ilişkisinin<br />

sonucunda <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n ülkeye giriş şekline göre büyüme ve istihdam<br />

üzerinde olumlu ve olumsuz sonuçlar doğurabileceği saptanmıştır.<br />

4


ABSRACT<br />

The role of foreign direct investments has been getting more important in the<br />

economic growth policies of countries since the second part of 1980’s. Through the upcoming<br />

new technologies, new management techniques and some other facilities, it has been possible<br />

to demand these investments not only by the developing countries but also by the developed<br />

countries. The contribution of foreign direct investments forced many countries previously<br />

perceiving outside investments unfavorable, to expand their limitations and to consider on<br />

extracting more direct outside capital investments momentously With the growing idea that<br />

the economic problems of the countries with capital shortage would be vanished by incoming<br />

foreign direct investments into the country and provide a positive effect on other macro<br />

economic indicators, Turkey adopted new policies and strategies as other developing<br />

countries do, too.<br />

This study aims to describe the foreign direct investments. Furthermore, growth by<br />

foreign direct investment is been placed under employment involvement investigation. With<br />

this consideration, theoretical substructure of direct outside investigations was delivered,<br />

Turkey and world datas were analyzed, proving with theoretical knowledge and macro<br />

indicators of it’s connections with growth and employment. With the enlightment of subjected<br />

theories, the reasons foreign direct investments are prefered by the countries, development<br />

and their contribution in employment were mentioned as well. The direct outside investment<br />

analyzed with the theoretical knowledge is determined that the direct investments may result<br />

positive or negative conditions on growth and employment in respect of incoming<br />

investments into country in conclusion of growth and employment relation.<br />

5


ĐÇĐNDEKĐLER<br />

ÖNSÖZ………………………………………………………………………………………. i<br />

ÖZET………………………………………………………………………………………… ii<br />

ABSRACT ………………………………………………………………………………….. iii<br />

ĐÇĐNDEKĐLER……………………………………………………………………………… iv<br />

KISALTMALAR LĐSTESĐ………………………………………………………………… vii<br />

TABLOLAR LĐSTESĐ……………………………………………………………………... viii<br />

GĐRĐŞ………………………………………………………………………..……………….. 1<br />

I.BÖLÜM<br />

KÜRESELLEŞME, YABANCI SERMAYE, BÜYÜME VE ĐSTĐHDAM<br />

I.1. Küreselleşme Olgusu ……………………………………………………………………..2<br />

I.1.1. Siyasal Küreselleşme ……………………………………………………………6<br />

I.1.2. Finansal Küreselleşme ………………………………………………………......9<br />

I.1.3. Üretimde Küreselleşme ………………………………………………………...12<br />

I.1.3.1. Çokuluslu Şirketlerin Ortaya Çıkmasına Yol Açan Faktörler ...…….13<br />

I.1.3.2. Çokuluslu Şirketler Teorisi …………………………………………..14<br />

I.2. Yabancı Sermaye ……………………………………………………...............................16<br />

I.2.1. Kısa Süreli Yabancı Sermaye ………………………………………………….17<br />

I.2.2. Doğrudan Yabancı Sermaye …………...………………………………………19<br />

I.2.2.1. Doğrudan Yabancı Sermayeyi Belirleyici Faktörler …………………22<br />

I.2.2.2. Doğrudan Yabancı Sermayeye Đktisadi Okulların Bakışı …………....29<br />

I.2.2.3. Doğrudan Yabancı Sermayenin Ülke Ekonomisine Katkıları ……….32<br />

I.3. Büyüme Kavramı ..………………………………………………………………………33<br />

I.3.1. Büyüme ile Đlgili Temel Kavramlar ….………………………………………..35<br />

I.3.1.1. Gayri Safi Milli Hasıla ……..…………………………………......…36<br />

I.3.1.2. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla ...……………………………………...…. 36<br />

I.3.1.3. Safi Milli Hasıla ……………………………………………………..36<br />

I.3.1.4. Milli Gelir ………………..…………………………………………..37<br />

I.3.1.5. Kişisel Gelir ………………...………………………………………..38<br />

I.3.1.6. Kullanılabilir Gelir ………………………………………………......38<br />

I.3.1.7. Kişi Başına Düşen Milli Gelir ………………………………….……39<br />

6


I.3.2. Teorik Açıdan Büyüme ……………………………………………………..…39<br />

I.3.2.1. Merkantilizm ………………………………………………….….....40<br />

I.3.2.2. Fizyokrasi …………………………………………………………...40<br />

I.3.2.3. Klasik Büyüme Teorileri ……………………………………………41<br />

I.3.2.4. <strong>Sosyal</strong>ist Büyüme Teorisi …………………………………………...42<br />

I.3.2.5. Post Keynesyen Büyüme Modeli (Harrod-Domar) ……………..…..44<br />

I.3.2.6. Neo-Klasik Büyüme Modeli (Dışsal Büyüme Modeli) ……………..46<br />

I.3.2.7. Đçsel Büyüme Modelleri …………………………………………….48<br />

I.4. Đstihdamın Tanımı ………………………………………………………………………..51<br />

I.4.1. Đstihdamla Đlgili Kavramlar …………………………………………………….52<br />

I.4.1.1. Tam istihdam ……………………………………………...………….52<br />

I.4.1.2. Eksik Đstihdam ………………………………………………………..53<br />

I.4.1.3. Aşırı Đstihdam ……………………………………………….………..54<br />

I.4.2. Teorik Açıdan Đstihdam ………………………………………………………..54<br />

I.4.2.1. Klasik istihdam Teorisi ………………………………………...…….55<br />

I.4.2.2. Keynes ve Modern Đstihdam Teorisi …………………………………58<br />

I.4.2.3. Đstihdama Keynes ve Modern Đstihdam Teorisi Sonrası Yaklaşımlar...59<br />

I.4.3. Emek Piyasasında Denge……………………………………………………….62<br />

II.BÖLÜM<br />

YABANCI SERMAYE, BÜYÜME VE ĐSTĐHDAM ĐLĐŞKĐSĐ<br />

II.1. Doğrudan Yabancı Sermaye Teorileri ………………………………………..................64<br />

II.1.1. Tam Rekabet Varsayımına Dayanan Teorilerde Doğrudan Yabancı Sermaye 64<br />

II.1.1.1. Getiri Oranlarındaki Farklılık Teorisi ………….................................64<br />

II.1.1.2. Portfolyö Teorisi ………………………………………………….....65<br />

II.1.2. Eksik Rekabet Varsayımına Dayanan Teorilerde Doğrudan Yabancı Sermaye65<br />

II.1.2.1. Monopolistik Avantaj ve / veya Oligopol Teorisi …………….…….65<br />

II.1.2.2. Ürün Dönemleri Teorisi ………………………………………..……65<br />

7


II.1.2.3. Uluslararası Üretim Teorisi …………………………………...…….66<br />

II.1.2.4. Eclectic Teorisi ……………………………………………….……..66<br />

II.1.2.5. Caves Ekonomileri ……………………………………………..……67<br />

II.1.2.6. Lideri Đzle Kuramı ……………………………………………...…...67<br />

II.2. Doğrudan Yabancı Sermaye Büyüme Đlişkisi ………………………………..…………68<br />

II.2.1. Yabancı Sermaye ve Büyüme Arasındaki Đlişkiyi Açıklayan Çalışmalar ….…69<br />

II.3. Doğrudan Yabancı Sermaye Đstihdam Đlişkisi ……………………………...…………...75<br />

II.3.1. Yatırımı Veren Ülkedeki Etkiler ……………………………………………...77<br />

II.3.2. Yatırımı Alan Ülkedeki Etkiler ...……………………………………………..77<br />

II.3.3 Yabancı Sermaye ve Đstihdam Arasındaki Đlişkiyi Açıklayan Çalışmalar ...…..78<br />

II.4. Büyüme Đstihdam Đlişkisi ………………………………………………………………..81<br />

III.BÖLÜM<br />

TÜRKĐYE’DE YABANCI SERMAYENĐN GELĐŞĐMĐ, BÜYÜME, ĐSTĐHDAM<br />

ĐLĐŞKĐSĐ<br />

III.1. Türkiye’de Yabancı Sermayenin Gelişimi ...…………………………………………..88<br />

III.1.1. 1980-2008 Kısa Süreli Yabancı Sermayenin Gelişimi ...…………………….88<br />

III.1.2. 1980-2008 Doğrudan Yabancı Sermayenin Gelişimi ...……………………...89<br />

III.1.2.1. Türkiye’de Yabancı Sermayenin Dağılımı ………………...……….97<br />

III.1.2.1.1. Yabancı Sermayenin Ülkelere Göre Dağılımı…………… 99<br />

III.1.2.1.2. Yabancı Sermayenin Üretim Dallarına Göre Dağılımı …101<br />

III.1.2.1.3. Yabancı Sermayenin Kuruluş Yerlerine Göre Dağılımı ..104<br />

III.2. Türkiye’de Büyümenin Gelişimi...................................................................................105<br />

III.3. Türkiye’de Đstihdamın Gelişimi....................................................................................108<br />

III.4. Yabancı Sermayenin Büyüme Üzerine Etkileri ……………………………………...110<br />

III.5. Yabancı Sermayenin Đstihdam Üzerine Etkileri ……………...………………………112<br />

SONUÇ …………………………………………………………………………………….118<br />

KAYNAKÇA …………………………………………………………………………….....120<br />

8


KISALTMALAR<br />

AB<br />

ABD<br />

ARGE<br />

ÇUŞ<br />

DPT<br />

DTM<br />

DYY<br />

GSMH<br />

GSYĐH<br />

ILO<br />

IMF<br />

ĐŞKUR<br />

ĐSO<br />

OECD<br />

OĐB<br />

PTT<br />

SMH<br />

TBMM<br />

TC<br />

TCMB<br />

TMSF<br />

TÜSĐAD<br />

TÜĐK<br />

UNCTAD<br />

YASED<br />

: Avrupa Birliği<br />

: Amerika Birleşik Devletleri<br />

: Araştırma Geliştirme<br />

: Çokuluslu Şirketler<br />

: Devlet Planlama Teşkilatı<br />

: Dış Ticaret Müsteşarlığı<br />

: Doğrudan Yabancı Yatırım<br />

: Gayri Safi Milli Hasıla<br />

: Gayri Safi Yurt Đçi Hâsıla<br />

: Uluslararası Çalışma Örgütü<br />

: Uluslararası Para Fonu<br />

: Türkiye Đş Kurumu<br />

: Đstanbul Sanayi Odası<br />

: Ekonomik Kalkınma ve Đşbirliği Teşkilatı<br />

: Özelleştirme Đdaresi Başkanlığı<br />

: Posta Telgraf Telefon<br />

: Safi Milli Hasıla<br />

: Türkiye Büyük Millet Meclisi<br />

: Türkiye Cumhuriyeti<br />

: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası<br />

: Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu<br />

: Türk Sanayicileri ve Đş Adamları Derneği<br />

: Türkiye Đstatistik Kurumu<br />

: Birleşmiş Milletler Kalkınma ve Ticareti Geliştirme Konferansı<br />

: Yabancı Sermaye Derneği<br />

9


TABLOLAR<br />

Tablo 1 : Dünyada Uluslararası Doğrudan Yatırımlar (Milyar Dolar) ………………………18<br />

Tablo 2 : Global Göstergeler ve Çok Uluslu Şirketler (Milyar Dolar) ………………………19<br />

Tablo 3 : Doğrudan Yabancı Sermayenin Belirleyicileri …………...………………………..25<br />

Tablo 4 : Yıllar Đtibariyle Dünya Büyüme Oranları ………………………………………….84<br />

Tablo 5 : Dünya’da Gelişmiş Ülkelerin Temel Ekonomik Göstergeleri……………………...85<br />

Tablo 6 : Türkiye’de 1980–2008 Arası Yabancı Sermaye Girişleri ………………................95<br />

Tablo 7 : Türkiye’de Kuruluş Türlerine Göre Doğrudan Yabancı Sermayeli Şirketler ……..96<br />

Tablo 8 : Uluslararası Sermayeli Şirket Sayısının Yatırımcı Ülkelere Göre Dağılımı ……....99<br />

Tablo 9 : Doğrudan Yabancı Sermaye Girişlerinin Ülkelere Göre Dağılımı (Milyon $) …..100<br />

Tablo 10 : Yabancı Sermayenin Üretim Dallarına Göre Dağılımı (Şirket Sayısı) …………101<br />

Tablo 11 : Doğrudan Yabancı Sermayenin Sektörlere Göre Dağılımı (Milyon $) ...…...….102<br />

Tablo 12 : Uluslararası Sermayeli Şirket Sayılarının Đllere Göre Dağılımı (Đlk 10 Đl) ...…...104<br />

Tablo 13 : Yıllar Đtibariyle Türkiye Büyüme Oranları (Üretim Yöntemiyle GSMH) ……...108<br />

Tablo 14 : Yıllar Đtibariyle Türkiye’de Đstihdam Rakamları ………………………………..110<br />

Tablo 15 : 500 Büyük Sanayi Kuruluşu Đstihdam Verileri ...…………………………….....116<br />

10


GĐRĐŞ<br />

Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde en büyük sorunlardan biri olan <strong>sermaye</strong><br />

kıtlığı, çokuluslu şirketlerin ortaya çıkmasıyla birlikte <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong><br />

<strong>yatırımları</strong>na olan ilgiyi arttırmıştır. Borçlanmayla ve kısa süreli <strong>sermaye</strong> hareketleriyle<br />

istenilen büyüme ve istihdam rakamlarına ulaşılamaması, ülkeleri <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong><br />

yatırımlara yöneltmektedir. Bu sebeple ülkeler <strong>yabancı</strong> yatırımlar için engel teşkil eden<br />

sorunları ortadan kaldırıp, teşviklerini arttırmaktadırlar.<br />

Globallesen dünyada ekonomik ilişkilerin yoğunluk kazanması ve ülkelerin<br />

ekonomik birleşme ve bütünleşme çabaları içerisinde bulunmaları <strong>sermaye</strong> hareketlerinin<br />

değişik açılardan incelenmesi ihtiyacını ortaya koymuştur.<br />

Avrupa Birliği’ne aday ülke konumunda olan Türkiye, 1980’li yıllardan itibaren<br />

<strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>ye olan ilgisini arttırmış ve 2000’li yılları yaşadığımız şu günlerde bu ilgiyi<br />

doruk noktasına çıkartmıştır. Her zaman potansiyelinin altında yatırım yapıldığı öne sürülen<br />

Türkiye’yi bu tez çalışmasıyla birlikte değerlendirmeye alacağız.<br />

Bu bağlamda çalışmamız üç ana bölümden oluşmakta olup, konuya ilişkin teorik<br />

bilgilerin verildiği çalışmanın birinci bölümünde <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nın<br />

tanımı, türleri, teorileri ayrıca çokuluslu şirketler, büyüme ve istihdam teorik açıdan ele<br />

alınmıştır. Đkinci bölümde ise çeşitli araştırma sonuçlarına dayalı olarak, <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong><br />

<strong>yatırımları</strong>, büyüme ve istihdam arasındaki bağıntılar kurulmaya çalışılmıştır. Üçüncü<br />

bölümde ise Türkiye’deki yatırım ortamı tarihsel süreç içinde ele alınarak, çeşitli resmi<br />

verilerden yararlanarak, teoride var olan saptamaların Türkiye’deki duruma ne derece<br />

uygunluk gösterdiği tartışılmıştır.<br />

11


I.BÖLÜM KÜRESELLEŞME, YABANCI SERMAYE, BÜYÜME VE ĐSTĐHDAM<br />

I.1. Küreselleşme Olgusu<br />

Amerikan Ulusal Savunma <strong>Enstitüsü</strong> küreselleşmeyi “malların, hizmetlerin,<br />

paranın, teknolojinin, fikirlerin, enformasyonun, kültürün ve halkların hızlı ve sürekli bir<br />

biçimde sınır ötesine akışı” biçiminde tanımlamaktadır. Bu enstitünün yaptığı bir çalışmaya<br />

göre küreselleşme sayesinde ülkelerin ekonomileri arasında daha önce örneği görülmemiş<br />

bir bütünleşme sağlanmakta, bir enformasyon devrimi yaşanmakta ve pazarlar, şirketler,<br />

örgütler ve yönetim uluslararası hale gelmektedir (Öymen,2000:26).<br />

Birleşmiş Milletler Đnsan Hakları Komisyonu, küreselleşmeyi “sadece ekonomik<br />

olmayan sosyal, siyasal, çevresel, kültürel ve hukuksal boyutları da olan bir süreç” olarak<br />

tanımlamaktadır (Öymen,2000:27).<br />

Küreselleşme olarak anılan süreç, gerek etkileriyle gerekse hakkında<br />

söylenenlerle gündelik yaşamımızın neredeyse ayrılmaz bir parçası oldu. Görünen o ki,<br />

1990’lar ve sonrasının küreselleşme kavramı 1970’lerde yapısalcılığın, 1980’lerde post’un<br />

(postmodernlik, postmateryal değerler, postfordizm gibi) ezici gücünden çok daha etkilidir.<br />

Bununla birlikte, üzerinde bu kadar çok konuşulmasına karşın küreselleşmenin ne olduğu<br />

hâlâ tartışmalı bir konudur. Küreselleşme, <strong>sermaye</strong> akışkanlığı, <strong>yatırımları</strong>n, malların,<br />

hizmetlerin ve paranın küresel hareketliliği, ekonomilerin bütünleşmesi, küresel pazar, ulusdevlet<br />

sınırlarının ortadan kalkması, ulus-devletin çöküşü, çokuluslu şirketlerin küresel<br />

etkinlikleri, toplumsal ilişkilerin dünya çapında yoğunlaşması, insanların küresel<br />

hareketliliği, küresel sivil toplumun ortaya çıkışı, küresel kültürün doğuşu, tüketim<br />

kalıplarının küresel birörnekliği, ülkeler arasındaki karşılıklı bağımlılığın artması, iletişim<br />

ve bilişim sistemleri ağlarının varlığı, bilginin küresel akışkanlığı, paylaşılan çıkarlar,<br />

küresel ve ortak sorunların farkına varılması, küresel bilinçlilik, küresel kimlik ve küresel<br />

siyasalar ile küresel kurumların işlevselleşmesi vb. olarak ifade edilmektedir. Bunların her<br />

biri tek tek, üçlü-dörtlü gruplar halinde ya da hepsi birden küreselleşme olarak<br />

sunulmaktadır (Çoban:2002).<br />

Küreselleşme, Soğuk Savaş sonrası dünyanın somut olarak yapılanmasına<br />

yönelik çok boyutlu bir süreci simgelemektedir. Buna göre küreselleşme, tek bir kültürün,<br />

12


ekonominin, politikanın dünya ölçeğinde yaygınlaşması (homojenlik) ve böylelikle bir<br />

tahakküm unsurunun oluşturulması süreciyle; küresel sistemi şekillendiren öncü söylemlerin<br />

dışındaki yerel/alt toplumsal/kültürel söylemlerin mevcut sistem içerisinde farklıklarını ve<br />

kimliklerini tanıma ve tanımlama imkanını sunan (heterojenlik) sürecin eş-zamanlılığı ve<br />

ilişkiselliği bağlamında işleyen bir süreçtir. Dolayısıyla küreselleşme, politik ve ideolojik bir<br />

tavra veya tutuma alışa konu olmaktan ziyade, ‘yaşadığımız dünyanın bugünkü durumunu’<br />

çözümleme iddiasında bulunan ve daha çok sosyolojik muhayyileyi ilgilendiren bir<br />

kavramsallaştırmayı simgelemektedir (Çoştu,2005:95-114).<br />

Bir başka yazara göre küreselleşme; "Kumanda ekonomisinin küçülmesi, devletin<br />

bütün sosyal ve ekonomik işlevlerinden vazgeçmesidir”. Bunun yanında bir de pazarın dünya<br />

ölçeğinde büyümesi, ulusal sınırların dışına çıkması, dünyanın tek pazar haline gelmesidir<br />

(Şaylan,1997:9).<br />

Yusuf Erbay ise küreselleşmeyi şu maddelerle tanımlamıştır: Üretim faktörünün<br />

dünya ölçeğinde değerlendirilerek, üretim, dağıtım, tüketime yöneltilmesi, ticari<br />

değişmelerin dünya ölçeğinde kurallar ve standartlarla gerçekleşmesi, gümrük duvarlarının<br />

indirilmesi ve dünya ticaretin; kolaylaştıran bölgesel ticaret bloklarının ortaya çıkması,<br />

işletme organizasyonlarından başlayarak, bütün ekonomik aktörlerle uluslar üstü bir boyutta<br />

ortak dünya ekonomik stratejisi esasına dayalı bir planlamaya gidilmesi, işletmeler ve devlet<br />

arasında yeni bir iletişimin ortaya çıkması, üretime katılan aktörlerin birbirleriyle dünya<br />

bazında sıkı bütünleşmeye girmeleri sonucu, ekonomik, teknolojik ve hatta hukuki<br />

bakımlardan tek bir alan bütünlüğünün kaybolmasıdır (Güzelcik,1999:17-18).<br />

Thomas L. Friedman da şöyle bir tespitte bulunmaktadır: “Soğuk savaş sonrası<br />

dünyayı anlayabilmek için, yerine yeni bir uluslararası sistemin geçtiğini anlayarak işe<br />

başlamak gerektiğine inanıyorum. Đnsanların odaklanması gereken ‘tek büyük şey’ işte bu<br />

olmalıdır. Küreselleşme bugünün dünyasında olayları etkileyen tek faktör değil, ama eğer<br />

bir Kutup Yıldızı varsa, eğer bütün dünyayı biçimlendiren bir kuvvet varsa, o da bu<br />

sistemdir. Yeni olan şey sistem; eski olan ise kuvvet politikaları, kaos, çarpışan uygarlıklar<br />

ve liberalizm” (Özsayar,2000:20).<br />

Beck, bir dünya toplumu anlayışı doğrultusunda coğrafi olarak uzak toplumların<br />

birbirlerine çok boyutlu ilişkiler ağı içerisinde iç içe geçmesi durumunu küresellik olarak<br />

tanımlamaktadır (Coştu,2005:95-114).<br />

13


Held’e göre küreselleşme; yalnızca ekonomik bir süreç değildir. Bu sürecin<br />

sosyal, kültürel ve politik yönleri de önem taşımaktadır. Bu sürecin akışında teknolojik<br />

gelişmenin güçlü bir etkisi vardır. Öte yandan küreselleşme hukuk sistemlerini, tüketim<br />

davranışlarını, hatta kriminal aktiviteleri dahi etkilemektedir. Bugün yaşanan süreci daha<br />

önceki dönemlerle karşılaştırmak amacıyla dört noktaya bakılabilir. Bunlar ülkeler ve<br />

bölgeler arası bağlantıların yayılması, bağlantıların yoğunlaşması, derinleşmesi, süreçlerin<br />

ve etkileşimlerin hızının artması, etkilerin büyümesi olarak göze çarpmaktadır. En kapsamlı<br />

olarak globalleşmeyi, yeniliklerin, (ürünlerin, standartların, olayların, kişilerin) tüm dünya<br />

ölçeğinde mobilizasyon araçlarıyla, enformasyon, istem ve kullanım olarak mobilize olması<br />

olarak tanımlayabiliriz (Akdemir,1998:33).<br />

Modern siyasal tarih açısından Batı’nın ilk dünyaya açılımı yani ilk küreselleşme<br />

tarihi, 1492’de Kolomb’un yeni dünyayı keşfi ile başlamıştır. Bu dönem ekonomik olarak<br />

Merkantilizm siyasal olarak da Monarşilerin yönetim yapısının egemen olduğu dönemdir.<br />

Đkinci küreselleşmenin temeli Sanayi Devrimi olmuştur. Batı’nın sanayisi için hammadde<br />

arayışı çerçevesinde, Avrupa’nın ulus devletlerinin emperyal ve sömürgeci politikaları<br />

bağlamında ortaya çıkmıştır. 1890’lar en başat yıllardır. Siyasal olarak ulus-devlet,<br />

ekonomik model olarak liberalizm bu dönemin temel yapılarıdır. Son küreselleşme ise<br />

içinde yaşadığımız ve 1970’lerde uluslararası şirketlerin güçlenmesi ile başlayan ve siyasal<br />

olarak SSCB’nin dağılmasıyla 1990’ların başından itibaren ivme kazanan, temelini<br />

1980’lerdeki iletişim devriminin sağladığı yapıdır. Bu dönem ulus-devletin gümrük<br />

duvarlarının bölgesel ve küresel bütünleşmeler çerçevesinde zayıflatıldığı ekonomik model<br />

olarak da klasik liberal politikaların tekrar başat unsur olmaya başladığı bir yapı<br />

niteliğindedir (Görgün,2004).<br />

Hangi ölçütlerle değerlendirilse değerlendirilsin; XIX. Yüzyıl sonlarında, altın<br />

standartının zirvesini yaşadığı dönemde dünya ekonomisi bugün olduğundan daha entegre<br />

bir haldeydi. ABD ve Avrupa’da ticaretin büyüklüğü I. Dünya Savaşı’ndan önce zirveye<br />

çıkmakta ve iki savaş arasındaki dönemde düşmektedir. Ticaret 1950’den sonra tekrar<br />

tırmanışa geçsede Japonya, ABD ve Avrupa’da altın standardının hakim olduğu<br />

dönemdekinden fazla farklı olmadığı gözükmektedir (Rodrik,1999:23).<br />

Küreselleşmenin tarihi modernliğin tarihi kadar eski olsa da, hatta ondan çok<br />

daha gerilere götürülebilse bile, bu konu üzerinde yoğun ve tansiyonu yüksek tartışmaların<br />

yapılmaya başlanması, 1980li yılların sonlarına rastlamaktadır. Bunda II. Dünya diye<br />

14


adlandırılan Sovyet bloğunun yıkılması etkili olduğu kadar, gerçekleştirilen elektronik<br />

devrim ve geliştirilen uydu teknolojisine bağlı olarak dünya ölçeğinde yaygınlaşan kitle<br />

iletişim araçlarının, son derece gelişmiş ulaşım ağlarının ve yüksek teknoloji ürünü nakil<br />

araçlarının payı büyüktür. Başka bir ifadeyle küreselleşme fenomeninin ortaya çıkışında<br />

endüstri devrimi bir kilometre taşı konumundadır. Ancak, küreselleşme sadece teknolojik ve<br />

ekonomik alanda değil, aynı zamanda sosyal, siyasal, kültürel alanlarda da büyük değişim<br />

ve dönüşümlere zemin hazırlamıştır. Özellikle 1980li yıllardan itibaren coğrafyanın<br />

insanların önüne koyduğu sınırlar ve engellerin ortadan kalkmaya başladığı görülmüştür.<br />

Böylelikle dünya hem uzam hem de zaman açısından daralma sürecine girmiş, bu süreçte<br />

uluslar arasındaki sınırlar gittikçe silikleşirken, küresel entegrasyon metaforunda ifadesini<br />

bulan yeni bir döneme girilmiştir (Nişancı,2006).<br />

Bu zaman zarfında küreselleşme kavramının iki tane süreci olmuştur; birincisi<br />

<strong>sermaye</strong> birikimi sürecidir. Burada esas olan <strong>sermaye</strong> dolaşımının serbestleşmesi, hacminin<br />

artması, hızlanması, yaygınlaşması ve yeni yatırım araçlarının devreye girmesi olarak<br />

söylenebilir. Sermayenin serbest dolaşımı; <strong>doğrudan</strong> veya portföy yatırımlar ile <strong>sermaye</strong><br />

ihracı ve böylece <strong>sermaye</strong>nin uluslararasılaşması; demiryolu ve buharlı gemilerin<br />

yaygınlaşması; iç patlamalı motorun icadı, telgraf, deniz altı telgraf hatları, telefon gibi bir<br />

teknolojik devrim ile taşımacılığın ve haberleşmenin ucuzlaması örnek olarak verilebilir.<br />

Ayrıca Kanada, Arjantin, Avustralya, Yeni Zelanda, Rusya, Çin gibi pazarların açılmaya<br />

başlamasıyla, dünya ekonomisinin zincirden boşanırcasına gelişmesi ve yaygınlaşması,<br />

uluslararası ticari rekabetin şiddetlenmesi, ülkelerin uluslararası iş bölümü içindeki<br />

yerlerinin altüst olması, devletlerarası düzlemde siyasi konumların değişmesi bu türden<br />

benzerlikler olarak sayılabilir (Akaya,2001).<br />

Đkincisi ise teknolojik gelişmelerle ile ilgili olan süreçtir. Burada da<br />

bilgisayarların yaygınlaşmasında, haberleşme ve bilgi işlemin hızlanmasından ve büyük bir<br />

hızla ucuzlamasına yol açan gelişmelerden söz edilmektedir. Örneğin, sabit fiyatlar üzerinde<br />

hesaplandığında, 1920’den 1990’a kadar ortalama maliyetler deniz taşımacılığında yaklaşık<br />

yüzde 70, hava taşımacılığında yaklaşık yüzde 80, uydu kullanımında yaklaşık yüzde 90,<br />

uluslararası telefon kullanımında ise yüzde 99 düşmüştür (Savran,1996:45).<br />

Örneğin; 1800’lerin başına kadar neredeyse sabit olan ve ancak geçimlik<br />

düzeyde bir gelir sağlayan büyüme oranları, 19. yüzyıl boyunca ivmeler göstermiş ve %2’lik<br />

hadlerden, 20. yüzyılın ikinci yarısında %3’ün üzerine taşmıştır. Bu süreçte dünya<br />

15


kapitalizmin elde ettiği büyüme oranının her defasında bir öncekinden daha yüksek olduğu<br />

görülmüştür. Dünya kapitalizmin 1580–1820 arasındaki lideri konumunda olan<br />

Hollanda’nın büyüme %o.2 iken, 1820–1890 arasındaki Đngiltere’nin yaşadığı büyüme hızı<br />

%1,2’dir. 1890’dan başlayarak dünya kapitalizminin lider gücü haline dönüşen Amerika<br />

Birleşik Devletlerinin 1890–1990 arasındaki ortalama büyüme oranı %2,2’dir<br />

(Yeldan,2001:16).<br />

Hızlı şekilde yaşanan sanayileşme evresinin bir diğer boyutu da üçüncü dünya<br />

ülkesi diye adlandırılan ülkeleri sanayisizleştirme ve geri bırakma olarak adlandırılabilir.<br />

Örnek olarak; 18, yüzyıla kadar dünya tekstilinin lideri olan Hindistan, 19 yüzyıl başlarında<br />

tekstil ihtiyacının %70’ini ithal eden ve karşılığında ham pamuk ihracatı yapan bir çevre<br />

ekonomisine dönüşmüş olması gösterilebilir. Bu sebeple, 19. yüzyıl birinci kürselleşme<br />

dalgası uluslararasında görece olarak eşit dağıtılmış olan bir dünya ekonomisinden hareket<br />

etmiş ve ortalama olarak geçimlik düzeyde sürdürülen iktisadi faaliyetleri hızla geliştirerek<br />

20. yüzyıla gelir eşitsizliklerinin artmış olduğu bir dünyayı miras bırakmıştır diyebiliriz.<br />

Đkinci küreselleşme dalgası ise, bir anlamda bu eşitsizlik üzerine inşa edilmiş, kalkınma ve<br />

azgelişmişlik ideolojisinin bir uzantısı olmuştur (Yeldan,2001:17).<br />

I.1.1. Siyasal Küreselleşme<br />

Đnsanların insan haklarıyla, hakkaniyetle, demokrasiyle, temel maddesel ihtiyaçların<br />

karşılanmasıyla, çevrenin korunmasıyla ve silahsızlanmayla ilgili kaygılarındaki büyük<br />

yükselme, günümüzde yönetime katkıda bulunabilecek yeni aktörler de yaratmıştır. Ortaya<br />

çıkan tüm farklı sesler ve kuruluşlar, küresel etkisi büyük olan türlü siyasal, ekonomik,<br />

sosyal, kültürel ve çevresel amaçların promosyonunu yapmakta giderek daha aktif duruma<br />

gelmektedirler. Bunların çoğu insanlıkla ve insanların içinde yaşadığı çevreyle ilgili olumlu<br />

kaygıların etkisindedir ama içlerinden bazıları olumsuz, kendi çıkarına dönük ve yıkıcı bir<br />

tutum içindedir. Ulus devletler tüm bu güçlerin görünümlerine uyum sağlamak ve hepsinin<br />

yeteneklerinden yararlanmak durumundadır (Köse,2003).<br />

Ulus-devlet, devletin tarihsel gelişim sürecinde son aşamadır ve doğal olarak devlet<br />

kavramından ve oluşumundan sonradır. Tarihte birçok savaşa yol açan bu süreçte tek sorun,<br />

yalnızca kimin daha güçlü olduğu değil, aynı zamanda bu gücün kurduğu sistemin<br />

meşruiyetini nereden aldığıdır. Çünkü her türlü düzen ve kurumun uygulama alanı bulmak<br />

ve varlığını sürdürebilmek için, insan bilincinde kabul görmesi yani meşrulaştırılması<br />

gerekmektedir. Skolastik dönem iktidar anlayışının meşruiyet sağlayıcı unsuru din ve kilise<br />

16


iken, reformlarla başlayan sekülarizasyon sonucu bu unsur yavaş yavaş önemini<br />

kaybetmeye başlamıştır. Boşluk kabul etmeyen iktidar, kendine yeni bir meşruiyet<br />

oluşturma sürecinde “ulus” unsurunu dinin yerine ikame etmiş ve bu unsurun<br />

bağlayıcılığını, varılan sistemin manevi boşluğunu doldurmada kendine temel dayanak<br />

noktası olarak seçmiştir. Bugün ulus-devletin dayanağı ulustur ve küreselleşmenin<br />

hegemonik tehdidini en fazla hissedenler, uluslaşma aşamasını tamamlayamamış ülkelerdir.<br />

Zira bunlar dış etkilerle yıllarca süren iç savaş ya da sınır savaşları yüzünden ekonomik<br />

olarak bütünüyle emperyalist ülkelerin etkisi altına girmişlerdir (Kocadaş,2004).<br />

Küreselleşmeye ivme kazandıran gelişmelerin başında ise, bölgeselleşme ve<br />

entegrasyon hareketleri gelmektedir. Çok taraflı üretim, ticaret ve finansal ilişkilerin<br />

gelişmesi küreselleşmeye hız kazandırdığı gibi, aynı zamanda benzer özelliklere sahip olup<br />

da aynı coğrafi bölge içerisinde yer alan ülkeleri güç birliğine ve yoğun bölgesel ilişkiler<br />

içerisine itmiştir. Siyasal niteliği ağır basan en başarılı bölgesel entegrasyonun Avrupa<br />

Konseyi çatısı altında gerçekleştirildiği söylenebilir. Avrupa Birliği ise, ekonomik<br />

entegrasyondan yola çıkarak, siyasal ve diğer boyutlarıyla da entegrasyonun ötesinde bir<br />

birliği gerçekleştirmiş ve kendi türünün tek başarılı örneğini oluşturmuştur (Köse,2003).<br />

Siyasal küresellesme, bir devletin, ülkesi üzerinde mutlak egemenlik sağlama<br />

gücünü yitirmesi; dil, din, etnik köken, bayrak vb. siyasal kültürel semboller düzeyinde tek<br />

tipçi bir yapıya dayanan ulus-devletin yerine/yanında uluslar arası kuruluşların öne çıkması;<br />

bir devletin iç islerine demokrasi, insan hakları ve özgürlükler temelinde/bahanesiyle dıs<br />

müdahalelerin yoğunluk kazanması biçiminde nitelendirilebilir (Acar,2002:15).<br />

Siyasal anlamda küreselleşme, devlet–toplum–birey arasındaki ilişki ve rollerin<br />

yeniden şekillendirilmesini gerektirmekte, ulus devlet karşısında uluslarüstü mekanizmalarla<br />

beraber, sivil topluma yönelik inisiyatif kullanımında demokratikleşme ekseninde bir artış<br />

sağlamaktadır. 1950’lerden itibaren ekonomik bütünleşmenin çeşitli aşamalarını başarıyla<br />

tamamlayan Avrupa Birliği’nin bugün konvansiyonel ve kurumsal federatif bir birleşik<br />

Avrupa yaratma çabası, siyasal küreselleşmenin ulus devletlerin tek başına<br />

yaratamayacakları bir süreç olduğunu, içinde bir takım bölgeselleşme (bloklaşma) ve ulus<br />

üstü entegrasyon çabalarını da içerdiğinin en güzel örneğidir. Siyasal küreselleşme ulus<br />

devlet içinde homojenleşme ekseninde bir temsil mekanizması öngörülmesi nedeniyle zaten<br />

kendini zor ifade eden demokrasi anlayışının daha katılımcı bir renge bürünmesini de<br />

sağlamaktadır (Demirel,2006).<br />

17


Uluslararası sistemdeki değişme, devletlerin kamu yönetimleri üzerinde kurumsal<br />

düzeyde etkilerini göstermeye başlamıştır. Örneğin ulus-devletler arasındaki ilişkilerin özeti<br />

olan diplomasinin önemi ve işlevselliği giderek azalmıştır. Uluslararası ilişkilerin devletdevlet<br />

ilişkisi olmaktan çıkarak devlet-ulusaşırı şirket ya da devlet-uluslararası örgüt<br />

ilişkileri ile çeşitlenmesi, geleneksel diplomatik örgütlenmenin tekelini yitirmesine yol<br />

açmıştır. Öte yandan teknolojik ilerlemeler artık ulusal sınırları daha gözenekli hale<br />

getirmiştir. Devletler egemenliklerini korumakla birlikte, hükümetler, otoritelerinde bir<br />

erozyon görmenin acılarını yaşamaya başlamışlardır. Emeğin, paranın ve enformasyonun<br />

sınır aşırı hareketlerini kontrol edebilme güçleri çok azalmıştır. Küreselleşmenin baskılarını<br />

her düzeyde yaşarlarken, tabandan gelen hareketler ile bazen de bazı hak ve yetkilerin devri<br />

(belki de kaldırılması) söz konusu olabilmektedir. Aşırı durumlarda bazen kamu düzeni<br />

çözülebilmekte, çığırından çıkan şiddet karşısında, Liberya ve Somali’de olduğu gibi,<br />

kurumlar çökebilmektedir (Köse,2003).<br />

Batı’da üretilen ve Habermas’ın post-modernizm ile başlattığı bazı düşünce akımları,<br />

ulusal kültürdeki bütünleşmeyi de zedelemekte ve hatta parçalamaktadır. Ona göre postmodern<br />

görüş, farklılıkların yaşanması ve melez kültürlerin yasaması gerektiğini ileri<br />

sürerek, modern dönemin temel egemenlik birimi olan ulus-devlet yapılarını alttan alta<br />

yıpratmaktadır. Çok-kültürlülük ve mozaik kavramlarının yoğun biçimde tartışmalara dahil<br />

olması ile, modern devlet yapılarının başat unsuru olan ulus çözülmeye başlamıştır;<br />

insanların artık hangi ulusa mensup olduğu önemini yitirmeye başlamış ve sivil toplum<br />

adlandırması ile birlikte, uluslarüstü bir kimlik inşa edilmeye çalışılmaktadır. Küreselleşme,<br />

ulus devlet yapılarına yönelik yıpratmanın son epistemik söylemini oluşturmaktadır. Daha<br />

açık belirtmek gerekirse bu süreç, ulus ve devlet kavramlarının oluşturduğu tamlamada, iki<br />

kavramdan birinin feda edilmesini amaçlamaktadır. Kapitalizmin geçmişi ele alındığında, bu<br />

sistemin yasaması için devletin “olmazsa olmaz” bir kurum olduğu görülür. O halde söz<br />

konusu süreçte tamlamanın diğer unsuru olan ulus kavramından vazgeçilebileceği ortaya<br />

çıkmaktadır. Küreselleşmenin kültürel anlamda gerçekleştirmeye çalıştığı amaç da denasyonalizasyondan<br />

(ulussuzlaştırma) ibarettir. Yerine ikame edilmek istenen çok<br />

kültürlülük ve anayasal yurttaşlık gibi kavramların, toplumu ne kadar bir arada tutabileceği<br />

ise büyük bir soru işaretidir (Habermas,2002:7-20).<br />

18


I.1.2. Finansal Küreselleşme<br />

Küreselleşme hareketleri temel olarak iki ayrı aşamada gerçekleşmektedir.<br />

Bunlardan ilki olan ticari liberalizasyon, kamu müdahalelerinin azaltılmasını, devletin<br />

küçültülmesini, dış ticaret serbestisini, özelleştirme uygulamalarını, ticaret engellerinin,<br />

ürün engellerinin, bölgesel sınırlamaların kaldırılmasından oluşur. (DPT,2000:55).<br />

Đkinci aşamayı oluşturan, finansal liberalizasyon, <strong>sermaye</strong> ve para piyasalarında<br />

olmak üzere iki ayrı piyasada gerçekleşmektedir. Sermaye piyasalarında uygulanan<br />

liberalizasyon politikaları, <strong>sermaye</strong> hesabının serbestleştirilmesi, <strong>sermaye</strong> giriş çıkış<br />

serbestisinin sağlanması, tasarruflara ve tasarrufların etkin dağılımına engel olan ve finansal<br />

aracılığı zayıf düşüren finansal baskı politikalarının ve <strong>yabancı</strong> yatırımcılara yönelik<br />

sınırlamaların kaldırılması olarak açıklanmaktadır. Para piyasalarının liberalleştirilmesi,<br />

hükümetlerin bankacılık sistemi üzerindeki denetim ve kısıtlamaları kaldırdığı veya<br />

azalttığı, bankalararası rekabetin arttırıldığı, faiz oranları ve hizmetlerin fiyatlandırılmasının<br />

serbest bırakılarak ve anlaşmaların engellenerek fiyat rekabetinin sağlanmasıdır. Ayrıca<br />

Para piyasalarının liberalleştirilmesi uzmanlaşma yerine çeşitlendirmenin teşvik edildiği,<br />

ulusal ve uluslararası alanda şube ağının genişlemesinin sağlandığı, finansal piyasalar<br />

arasında bilgi akışına dayalı, şeffaflık koşullarının sağlandığı ve birleşme-<strong>sermaye</strong> katılımı<br />

yoluyla, oluşacak rekabeti önleyici faaliyetlere engel olmanın amaçlandığı deregülasyon<br />

uygulamalarıyla gerçekleştirilmektedir (Onur,2004).<br />

1970’lerin başında yaşanan büyük şok karşısında, dünya ekonomileri yeni<br />

yapılanmaya girerken, ekonomi kuramında ayrılıklar ortaya çıkmıştır. Dünya<br />

ekonomisindeki gelişim ve değişmeler, liberalizasyon, deregülasyon, uluslararasılaşma ve<br />

globalleşme gibi kavramlarla açıklanmaya çalışılmıştır. Sanayileşmiş, gelişmiş ya da merkez<br />

konumundaki ülkeler uzun vadeli sürdürülebilir bir ekonomik yapıyı sağlamak için<br />

uluslararası ticarette serbestleşmeyi hedefleyen politikaları ön plana almışlardır. Mal ve<br />

<strong>sermaye</strong> hareketlerinin serbestçe oluşması ile beyin göçü önemli ölçüde ekonomik<br />

potansiyeli açığa çıkarmıştır. Veri işlemedeki hızlı gelişmeler, finansal yapıyı temelde<br />

değiştirmiştir. Bu gelişmeler, iletişim maliyetlerini önemli ölçüde düşürürken, kompleks<br />

mali araçların yaygınlaşmasını da sağlanmıştır. Yeni gelişmeler, finansal piyasalar ve<br />

aktörleri açısından yeni istikrar tedbirlerinin gerekliliğini ortaya koymuştur. Sermaye<br />

hareketlerindeki serbestleşme risk faktörünü artırmıştır. Bankacılık sektörü riski ve finansal<br />

piyasalardaki risk artmıştır. Fon arz ve talebinin ve mali piyasa katılımlarının coğrafi<br />

19


sınırlara maruz kalmadan işlem yapması anlamına gelen finansal liberalizasyon makro<br />

ekonomik istikrarın ön koşulu olarak belirlenmiştir. Finansal baskı altındaki ekonomilerde<br />

kamu kesimine kaynak aktarılma isteği ve zorunluluğu fiyatların piyasa koşulları tarafından<br />

belirlenmesini engeller. Finansal baskı olarak adlandırılan bu durum faiz kontrolleri ve<br />

<strong>sermaye</strong> hareketlerinin kısıtlanması şeklinde uygulanır. Baskı altına alınmış ekonomilerde<br />

faiz oranı ve döviz kuru, piyasa koşulları tarafından belirlenecekleri düzeyden düşük olarak<br />

belirlenir. Enflasyonun varlığı halinde faiz oranları sıfır hatta negatif olarak gerçekleşirken,<br />

ulusal para aşırı değerlenir. Oluşan bu istikrarsız yapıyı önlemek için önerilen çözüm de<br />

finansal liberalizasyonlardır (Karaçor,2006).<br />

Finansal liberalizasyon, <strong>sermaye</strong> hareketlerinin serbestleşmesini üç değişik<br />

boyutta işlemektedir. Birincisi, finansal kapital, yani akışkan fonlar halinde mali piyasalar<br />

arasında hareket eden kısa vadeli parasal <strong>sermaye</strong>; ikincisi gittiği ülkede fiziksel yatırım<br />

yapan istihdam ve üretim kapasitesini genişleten dolaysız <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>; üçüncüsü de<br />

bunların bileşkesi sayılan dolaysız yatırımlardır (Kazgan,1994:161).<br />

Ticari liberalizasyon, mal ve hizmetlerin ticareti üzerindeki devlet kontrollerinin<br />

kaldırılması ile uluslararası serbest ticaretin bir arada sağlanmasını hedefleyen yaklaşımı<br />

ifade eder. Finansal liberalizasyon ise öncelikle yurt içi bankacılık ve öbür finansal araçlar<br />

üzerinde devletin müdahale ve kontrollerini kaldırmayı hedefleyen ve daha sonrasında<br />

yurtiçi finansal piyasaların uluslararası piyasalara entegrasyonunu öngören politikalar<br />

bütünüdür. Siyasal ve yönetsel liberalizasyon da, genel hatlarıyla deregülasyon,<br />

özelleştirme, yönetişim ve yerelleşme modelleri ile merkezî devletin idare olanaklarının özel<br />

sektör ve sivil toplum kuruluşları lehine adil bir şekilde genişletilmesini sağlamayı<br />

amaçlayan politikaları ifade eder. Bu politikalar uyarınca, karar mekanizmasında özel<br />

sektörün yerli ya da <strong>yabancı</strong> olmasının her hangi bir önemi söz konusu değildir<br />

(Dağdelen,2004:5-6).<br />

Regülasyon, belli bir amaç güden düzenlemelere verilen özel ada<br />

dönüştürülmüştür. Bir düzenlemenin, regülasyon sayılması için, getirdiği kuralın piyasacı<br />

bir içeriğe sahip olması gerekir. Bu terim, deregülasyon kavramıyla beraber gider. Bunlar<br />

bir kavram çiftidir. Türkçeye kuralsızlaştırma, serbestleştirme diye çevrilen deregülasyon da<br />

bir yasama ya da yürütme organına ait düzenlemedir. Ancak bu da özel bir ad haline<br />

gelmiştir; deregülasyon düzenlemesi, bir alanda devletin yetkilerini ortadan kaldıran<br />

düzenlemeye verilen özel addır. Örneğin, PTT hizmeti devletin tekelindedir; bu alanda özel<br />

20


sektör iş yapamaz. Bir yasa çıkarılır ve PTT işlevinin özel şirketlerce de yapılabileceği<br />

hükme bağlanırsa yapılan bu düzenleme deregülasyondur; alan devlet tekelinden çıkarılarak<br />

serbestleştirilmiştir. Benzer olarak, belediye meclisine ait olan ekmek fiyatını belirleme<br />

yetkisini Fırıncılar Odası'na bırakma kararı deregülasyondur; gübre-tohum ticaretinin devlet<br />

dışında özel şirketlerce yapılabileceğini öngören düzenleme deregülasyondur. Bir yasa<br />

çıkarılır; artık özel sektörün de etkinlik gösterebildiği PTT hizmet alanında Ulaştırma<br />

Bakanlığı'na ait olan yetki, özel sektörün de sandalye sahibi olduğu; TBMM ve Cumhuriyet<br />

Hükümeti yönetiminden bağımsız bir üst-kurula devredilir; bu düzenleme regülasyondur.<br />

Kısacası deregülasyon devletin karar alanını daraltan, regülasyon ise toplumun yönetimini<br />

üstlenen kamu kudretini özel sektöre, <strong>sermaye</strong>ye devreden düzenlemelerdir (Güler,2003).<br />

Finansal liberalizasyon-deregülasyon kavramı politikaların yönünü ve boyutunu<br />

belirlemektedir. Finansal liberalizasyon dolayısıyla finansal entegrasyon genellikle<br />

hükümetlerin bankacılık sistemi üzerindeki denetim ve kısıtlamaların kaldırıldığı ya da<br />

önemli ölçüde gevşetildiği deregülasyon uygulamalarının bir sonucu olarak değerlendirilir<br />

(Ongun,1993:38).<br />

Özünde neo-liberal politikalar barındıran finansal deregülasyon teorisi, iktisadi<br />

birimlerinin kararlarının kar amacına yönelik olduğunu kabul eder. Bu şekilde alınan<br />

kararlar doğrultusunda kaynaklar, verimliliği yüksek alanlara aktarılır, üretimde etkinlik<br />

sağlanmış olur. Çünkü piyasada oluşan fiyatlar malların nispi kıtlıklarının göstergesidir.<br />

Đktisadi kararlar fiyat sinyallerini dikkate alacağından, kaynak dağılımı ve üretimde etkinlik<br />

sağlanmış olur. Pratikte finansal liberalizasyon, <strong>sermaye</strong> hareketlerinin ülkeler arasında<br />

serbestçe dolaşımını engelleyen unsurların ortadan kaldırılması olarak tanımlanmaktadır.<br />

Böylece ulusal ekonomilerde yerli ve <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> arasındaki ayrımcılık ortadan<br />

kalkacak ve <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>yi çekmek için uygulamalar başlayacaktır (Mangır,2005).<br />

Mc Kinnon ve Shaw tarafından geliştirilen finansal serbestleşme teorisine göre,<br />

finansal serbestleşmenin olmadığı bir piyasada hükümet, faiz tavanları, yüksek oranda<br />

rezervler ve selektif kredi politikaları ile <strong>sermaye</strong> piyasasının düzgün işlemesini<br />

engellemektedir. Böyle bir piyasada, hükümet senyoraj yolu ile gelirini arttırabilmekte ve<br />

faiz politikası ile büyümeyi destekleyebilmektedir. Mc Kinnon ve Shaw böyle bir finansal<br />

sistemi finansal baskı olarak tanımlamışlar ve finansal serbestleşme ile birlikte sistemin<br />

daha etkin çalışacağını ileri sürmüşlerdir (Aşıkoğlu,1995:36).<br />

21


I.1.3. Üretimde Küreselleşme<br />

Globalleşen dünyada en önemli ekonomik aktörlerden biri haline gelen çokuluslu<br />

şirketler birden fazla ülkede kazanç sağlayıcı iktisadi faaliyetlerde bulunan ve uluslararası<br />

üretim yapan firmalar olarak tanımlanabilir. Bir başka tanım yapmak gerekirse, çokuluslu<br />

şirketler genel merkezi belli bir ülkede olduğu halde, faaliyetlerini birden fazla ülkede genel<br />

merkez tarafından koordine edilen şubeler veya bağlı şirketler aracılığıyla yürüten büyük<br />

firmalardır (Aktan ve Vural,2004).<br />

Uluslararası Ticaret Odası’nın raporuna göre, bir uluslararası işletmenin <strong>yabancı</strong><br />

ülkelerdeki üretimi, toplam üretiminin en az % 25-30’unu geçtiği zaman veya üretim<br />

bilinmiyorsa <strong>yabancı</strong> ülkelerdeki kârla toplam kârların önemli oranına veya bunlar da<br />

bilinmiyorsa <strong>yabancı</strong> ülkedeki personeli toplam personelin önemli bir oranına ulaştığı<br />

zaman bu işletmeye çokuluslu işletme denir. Burada önemli üç kriter kâr, üretim ve istihdam<br />

edilen personeldir (Sülün,2005).<br />

Çokuluslu Şirketlerin gelişimi aslında çok uzun süren bir süreçtir. Bu sürecin<br />

başlangıcı başka ülkelerin doğal kaynakları ve tarım ürünlerini sürdürmeyi amaçlayan ve<br />

devletler tarafından 1500–1800 yıllarında Merkantilist kapitalizm ve Koloniyalizm<br />

döneminde kurulan firmalarda aranabilir (Ertekin,2002:15).<br />

Ticari faaliyetler en eski uygarlıklara kadar dayanmaktadır; ancak Avrupa’da<br />

özel korporatif kurumlar tarafından yürütülen sistematik sınırötesi ticari faaliyetler Ortaçağ<br />

ile başlamıştır. Örneğin, 14 yy. boyunca Ticaret Birliği, Alman tüccarların Batı Avrupa ve<br />

Doğu Akdeniz ticaretinin yönetimini örgütlemiş, bunların tarımsal üretim, demir madeni<br />

çıkarımı ve genel imalat gibi alanlara girmesini sağlamıştır. Aynı dönemlerde, maceraperest<br />

tüccarlar, Đngiliz malı yün ve kumaşların Belçika, Lüksemburg ve Hollanda ile başka yerlere<br />

satışını organize etmişlerdir. Ayrıca Rönesans döneminin başında, Đtalyan ticaret ve banka<br />

merkezleri ticari faaliyetlerin uluslararasılaştırılmasında önemli rol oynamaktaydılar. 14.<br />

yüzyıl solarında çokuluslu faaliyet gösteren 150 kadar Đtalyan bankası olduğu tahmin<br />

edilmektedir. 17 ve 18 yüzyıllarda büyük kolonyal ticari firmaların kurulmasıyla devlet<br />

himayesi gelişti. Böylece Hollandalılar ile Đngilizlerin Doğu Hint Kumpanyaları ortaya çıktı.<br />

Bunlar en önemli koloni bölgelerindeki toptancı ticari faaliyete önayak oldular (Hırst ve<br />

Thompson,1998:45)<br />

1800–1875 yılları arasında, Çokuluslu Şirketlerin oluşumu için gerekli altyapı<br />

gelişmiş, firmalar tedarik ve tüketim piyasalarını diğer firmaları satın alarak ele geçirmişler<br />

22


ve oligopolistik piyasa yapısı ortaya çıkmıştır. 19.yy.ın ortalarına kadar ticaret, tek bir<br />

üretim veya dağıtım ünitesi olarak faaliyet göstermekteydi. Dağıtım üniteleri genellikle tek<br />

bir fonksiyon ve tek bir ürünle uğraşırlardı. Firmalar arasındaki ürün akımı piyasa<br />

mekanizması tarafından koordine edilirdi. Bunlar gümrüklerden, teşviklerden ve milli<br />

devletlerin uyguladığı diğer düzenlemelerden etkilenirdi. Aynı zamanda işletme sahipleri ya<br />

bireyler ya da ortaklardı ve kendi firmalarını yönetirlerdi (Ertekin,2002:16).<br />

I.1.3.1. Çokuluslu Şirketlerin Ortaya Çıkmasına Yol Açan Faktörler<br />

Ertekin’e gore çokuluslu şirketlerin ortaya çıkmasına ülke dışında fırsatların<br />

doğması ve kar yönünden iç tıkanıklık, ticaret engellerinin kaldırılması ve yeni kuruluşlar,<br />

ülkelerin politik düşüncelerinin değişmesi ve ekonomik zorunluluklar, ülke içinde<br />

işletmelerin aşırı büyümesi ve <strong>sermaye</strong> birikimi, teknolojik gelişim, üretim faktörlerinin<br />

fiyatlarının farklı oluşu, işletmenin kendi ülkesindeki pazar payının yetersiz kalması, ücret,<br />

sosyal haklar ve vergi benzeri maliyet arttırıcı unsurlar gibi nedenler sebep olmuştur<br />

(Ertekin,2002:16).<br />

Köken ülkenin itici faktörlerini incelersek, öncelikle köken ülke endüstrileşmenin<br />

yüksek olduğu ülkelerdir. Bu ülkelerin endişesi iç piyasa koşullarının yetersizliği ve mevcut<br />

Pazar payının korunmasıdır. Bir diğeri ise üretilen malın uluslararası nitelik taşımasıdır.<br />

Özellikle maden üretimi ve plantasyon işleri vb. iş kollarında önemlidir. Yine çokuluslu<br />

şirketler kendi ülkesinde ücret, siyasal haklar ve vergi gibi üretim maliyetini artırıcı unsurlar<br />

açısından dez avantajlı konumdadır (Tokol,2001:2)<br />

Kabul eden ülkenin çekiciliğini incelersek, kabul eden ülkenin en önemli çekiciliği<br />

geniş bir pazara sahip olmasıdır ve buna çokuluslu şirketi kabul eden ülkenin himayeci<br />

önlemlerininde eklenmesi gerekir. Bu anlamda yatırım yapılan ülkenin imalata yüksek<br />

gümrük tarifeleri uygulaması, ithalata belli kontenjenlar uygulayarak çeşitli sınırlamalar<br />

getirmesi veya bazı malların ithalatını tamamen kısıtlaması, ihracatçı şirketleri pazarı<br />

kaybetmemek için bu ülkeye yatırım yapmaya zorlayabilir. Diğer bir etkende yatırım<br />

yapılan ülkede iş gücünün ucuz, nitelikli olması ve kamu otoriteleri tarafından sağlanan<br />

avantajlardır. Bu yüzden <strong>sermaye</strong> ve teknoloji sıkıntısı çeken ülkelerin yöneticileri ülkeye<br />

<strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong> çekebilmek için çeşitli düzenlemelerle bu sorunu ortadan kaldırmaya<br />

çalışırlar (Kutal ve Büyükuslu,1996:35-60)<br />

Özellikle ikinci dünya savaşından sonra gelişen uluslararası firmalar, zamanımızda<br />

çok daha fazla önem kazanmış ve dünya üretiminin büyük bir bölümünü üretmeye<br />

23


aşlamışlardır. Ikinci dünya savaşından hemen once milletlerarası üretimin büyüklüğü genel<br />

olarak milletlerarası ticaretin üçte biri oluştururken, 1970’li yıllardan sonra milletlerarası<br />

üretimin büyüklüğü milletlerarası ticaretin büyüklüğünü aşmıştır. Çokuluslu işletmelerin<br />

gelişimi 1890’lı yıllarda Amerika’da ki milli firmaların gelişmesine benzetilmektedir. Nasıl<br />

ki Amerika’da mahalli ve bölgesel firmaların gelişmesinden ortaya çıkan firmalar<br />

başlangıçta kendilerine gösterilen sert tepkilere rağmen zaman içinde ekonomik etkinliğin<br />

sağlamasında çok önemli katkılarda bulunmuş ise çokuluslu firmalarda aynı derecede<br />

zorluklarla karşılaşmışlardır (Şahin,1975:25).<br />

Günümüzde dünyanın farklı bölgelerinde yaklaşık 61 bin çokuluslu şirket ve<br />

bunlara ait 900 bine yakın <strong>yabancı</strong> bağlı şirket faaliyet göstermektedir. Çokuluslu şirketlerin<br />

2003 yılında global dolaysız <strong>yabancı</strong> yatırım stoku (8,24 trilyon dolar) içindeki payı<br />

yaklaşık olarak %85’tir. 2001 yılında global ihracat 7,4 trilyon dolar iken çokuluslu<br />

şirketlerin toplam satışları 18,5 trilyon dolar ve bu şirketlerce üretilen toplam katma değer<br />

3,5 trilyon dolardır. 1990 yılında <strong>yabancı</strong> bağlı şirketlerin global gayrisafi yurtiçi hasılaya<br />

katkısı %7 iken bu katkı 2001 yılında %11’e ulaşmıştır ve aynı yıl 54 milyon kişiyi istihdam<br />

ettiği tahmin edilmiştir. En büyük 20 çokuluslu şirketin <strong>yabancı</strong> ülkelerdeki toplam satış<br />

hasılatının global gayri safi yurtiçi hasılaya oranı yaklaşık olarak %6,8’dir. 2003 yılı<br />

itibariyle en büyük 20 çokuluslu şirketin <strong>yabancı</strong> ülkelerdeki satış hasılatı toplamı Fransa,<br />

Đtalya, Đngiltere ve 14 ülkeyi kapsayan Latin Amerika’dan daha fazladır. 6 Kuzey Afrika<br />

ülkesi hariç tüm Afrika ülkelerinin (49 ülke) gayrisafi yurtiçi hasılasının yaklaşık altı katı,<br />

Türkiye’ninkinin ise yaklaşık on katıdır (Can ve Vural,2005).<br />

I.1.3.2. Çokuluslu Şirketler Teorisi<br />

Çokuluslu şirketlere ilişkin modern teori, iki ayrı soruya ayrılmaktadır. Đlk<br />

olarak, bir mal neden bir ülkeden ziyade, iki veya daha çok ülkede üretilir? Bu soru bir<br />

lokasyon sorusudur. Đkinci olarak, neden değişik yerlerdeki üretim, birçok firma tarafından<br />

yapılmak yerine, aynı firma tarafından yapılmaktadır? Bu da bir uluslararasılaşma<br />

sorusudur. Lokasyon teorisine göre, üretim yapılacak yer, kaynaklar tarafından belirlenir.<br />

Örneğin, alüminyum madenciliği boksit madeninin bulunduğu yerlerde, alüminyumun<br />

işlemesi ise elektriğin ucuz olarak bulunduğu yerlerde yapıldığında ekonomik olacaktır.<br />

Benzer şekilde, ulaşım maliyetleri ve ticari engeller üretim yerinin tesbit edilmesinde,<br />

belirleyici faktörlerdir (Oksay,1997).<br />

24


Uluslararasılaşma teorilerinin başında “Öğrenme Teorisi” gelmektedir. Öncelikle<br />

bu model uluslararasılaşma sürecini, maliyet farklılıkları ya da talep durumu gibi faktörler<br />

yerine bilgi, deneyim ve öğrenme gibi davranış odaklı etkiler ışığında ele almaktadır. Buna<br />

ek olarak Öğrenme Teorisi tek seferlik uluslararasılaşma kararları ile değil, dinamik bir<br />

uluslararasılaşma süreci ile ilgilenmektedir. Öğrenme Modeli’nin temeli, bir kez<br />

uluslararasılaşma süreci başladıktan sonra sürecin her türlü ilerleyeceği, firmadaki dış<br />

pazarlarla ilgilenen kişilerin pazarda oluşacak fırsatları ve problemleri göreceği ve<br />

problemlerin çözümlerini araştırarak bunlara çözüm getireceği varsayımına dayanmaktadır.<br />

Bu varsayım firmaların uluslararasılaşma sürecinde ilerlemeyi aşamalar halinde<br />

gerçekleştireceğini öne sürmekte ve zaman içinde firmanın ülkesi ile hedef ülke arasında<br />

coğrafi ve kültürel mesafenin azalacağını da savunmaktadır (Topak ve Nayır,2007).<br />

Firmaların uluslararasılaşma süreci değişik aşamaları kapsamaktadır. Örneğin<br />

firmalar başlangıçta mallarını, yurt dışına ihracat, pazarlama birimleri oluşturma veya lisans<br />

anlaşmaları yoluyla satmayı düşünürken son aşamada yurt dışında üretimde bulunmayı ya<br />

da diğer firmalarla birlikte ortak yatırımlara yönelmeyi tercih etmektedir. Diğer bir ifade ile<br />

uluslararasılaşma süreci tartışmalarında işlem ve/veya faaliyetlerle ilgili ekonomik olaylar<br />

kategorisi arasındaki fark ve ilişkiler gözden kaçırılmamalıdır (Karatepe,2003).<br />

Çokuluslu şirketler açısından işlemleri şirketler arasında yapmaktansa, tek bir<br />

şirket bünyesinde (çokuluslu şirket) gerçekleştirmek daha karlıdır. Bu işlemleri en iyi<br />

açıklayan teori deployment (konuşlandırma) teorisidir ve bu teorinin iki kısmı en<br />

önemlilerindendir. Birinci teori, uluslararasılaşmanın avantajlarını belirlerken, teknoloji<br />

transferinin önemi üzerinde durur. Teknoloji, zaman zaman satılan veya lisans altında<br />

verilen ve ekonomik açıdan fayda sağlayan, her çeşit bilgi olarak tanımlanabilir. Fakat<br />

teknoloji transferi konusunda bazen birtakım zorluklarla karşılaşılmaktadır. Örneğin bir<br />

fabrikanın nasıl işlediğine ilişkin bilgiler hiç bir zaman yazılı olmayıp, onu çalıştıran<br />

insanların bilgi dağarcığında bulunur ki bu da paketlenip satılan bir meta değildir. Aynı<br />

zamanda, potansiyel bir alıcının bilginin gerçek ederini de bilmesi çok zordur. Zira konu ile<br />

ilgili alıcı da, satıcı kadar bilgi sahibi olsa, zaten satın almasına ihtiyaç kalmayacaktır<br />

(Oksay,1997).<br />

Đkinci teori de, uluslararasılaşmanın avantajlarını açıklarken, dikey<br />

entegrasyonun önemini vurgulamaktadır. Eğer bir firma, iyi bir mal üretiyorsa ve bu mal bir<br />

25


aşka firmanın üretim girdisiyse, bazı problemler ortaya çıkmaktadır. Đlk olarak, eğer iki<br />

firma da piyasada bir monopol pozisyonundaysa, çeşme sonu firma, fiyatları aşağıya<br />

çekmek isterken, çeşme başı firma yukarı çekmek istediğinde, firmalar arasında bir<br />

anlaşmazlık başgösterecektir. Ayrıca, arz ve talep belirsizliği yüzünden koordinasyon<br />

problemleri olabilecektir. Son olarak da, değişen fiyatlar bir veya her iki taraf için de büyük<br />

riskler yaratabilir. Eğer çeşme başı ve sonu firmalar, dikey bir şekilde entegre olabilirse,<br />

yani çokuluslu bir şirketin tabi şirketleri ya da <strong>yabancı</strong> ülkelerdeki kurdukları şirketleri<br />

olarak faaliyet gösterirlerse, bu problemler ortadan kalkacak veya azalacaktır (Oksay,1997).<br />

I.2. Yabancı Sermaye<br />

Bir ülkenin karşılığını sonradan ödemek üzere dış kaynaklardan elde edip<br />

ekonomik gücüne ekleyebileceği mali veya teknolojik kaynaklara <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> adı<br />

verilir (Yılmaz,1988:45).<br />

Yabancı yatırım, yatırılabilir kaynakların kişi ve kuruluşlar tarafından bir başka<br />

ülkeye taşınmasıdır. Bir ülke borsasında işlem gören şirketlerin hisselerinin bir diğer ülke<br />

veya ülkelerin kuruluşları tarafından satın alınmasını ifade eden portföy <strong>yatırımları</strong> dışında<br />

kalan ve bir veya birden fazla uluslararası yatırımcının tamamına sahip olarak veya yerli bir<br />

veya bir kaç firma ile ortaklık halinde gerçekleştirdiği yatırımlar, <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırım<br />

olarak tanımlanmaktadır (Özel Đhtisas Komisyonu,2000).<br />

Az gelişmiş ülkeler ekonomik kalkınma çabalarında önemli bir <strong>sermaye</strong> kısıtı ile<br />

karşı karşıya iken, gelişmiş ülkelerde <strong>sermaye</strong> faktörü bol olarak bulunmaktadır. Ülkeler<br />

arasında <strong>sermaye</strong> donanımları açısından ortaya çıkan bu dengesizlik dünya ekonomisinde<br />

kaynak dağılımının etkin olmaması sonucunu doğurmaktadır. Dışa kapalı bir ekonomide<br />

ulusal tasarruflar <strong>sermaye</strong> birikiminin tek kaynağıdır. Ancak dışa açık bir ekonomide ulusal<br />

yatırımlar <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> ile de finanse edilebilecektir. Az gelişmiş ülkeler finansal<br />

serbestleşme programları ile dışa açılarak uluslararası <strong>sermaye</strong> hareketlerinden<br />

faydalanmaya çalışmaktadırlar (Kula,2003:141).<br />

Uluslararası alanda oluşan <strong>sermaye</strong> hareketleri genelde üç grup içinde<br />

tanımlanmaktadır. Bunlar kısaca banka kredileri, portföy <strong>yatırımları</strong> ve <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong><br />

<strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>dır- Günümüzde her bir <strong>sermaye</strong> hareketinin yönü ve miktarı dünya<br />

ekonomisindeki gelişmelere paralel olarak değişebilmekte, bu da ülkelerin ekonomik<br />

durumuna <strong>doğrudan</strong> etki etmektedir.<br />

26


Son yirmi yılda dünyada mal ve hizmetlerin üretim ve tüketiminde globalleşme<br />

eğilimi giderek artmaktadır. 1980 yılında <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> hareketleri Dünya Gayri Safi<br />

Milli Hasılasının sadece %5'ini oluştururken, 1998'de bu oran yaklaşık %16'lara kadar<br />

çıkmıştır. 1993–1999 arası dünyadaki <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> akışı 200 milyar dolardan 800<br />

milyar dolara 2000 yılında ise bu rakam 1 trilyon dolara ulaşmıştır. Uluslararası <strong>doğrudan</strong><br />

<strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n temel özelliği, yatırım hareketlerinin büyük kısmının OECD ülkeleri<br />

arasında olmasıdır. Yaklaşık olarak <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> hareketlerinin %90'ı OECD ülkeleri<br />

arasında hareket etmekte, OECD dışı ülkelerde, direkt <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong> kendi<br />

aralarında dahi önemsiz bir oranda seyretmektedir (Demircan,2003).<br />

I.2.1. Kısa Süreli Yabancı Sermaye<br />

Portföy <strong>yatırımları</strong>, tasarruf sahiplerinin uluslararası <strong>sermaye</strong> piyasalarında bir<br />

takım riskleri üstlenmek koşuluyla bir takım kazançlar (faiz, temettü vb.). elde etmek<br />

amacıyla hisse senedi, tahvil ve diğer <strong>sermaye</strong> piyasası araçlarına yaptıkları yatırımlardır<br />

(Sağlamer,2003).<br />

Portföy <strong>yatırımları</strong> içerdikleri araçların likiditesinin yüksek menkul kıymetlerden<br />

oluşması nedeniyle, yatırım yapılan ülkeyi her an terk edebilmektedir. Bu nedenle<br />

kalkınmanın finansmanına katkıda bulunabildikleri gibi, ülke ekonomisinde enflasyon<br />

baskısı, ulusal paranın aşırı değerlenmesi ve cari işlemler dengesinin kötüleşmesi seklinde<br />

olumsuz etkiler de yaratabilmektedirler (Alp,2000:180-199).<br />

Ekonomi literatüründe tam olarak tanımı yapılmamış olmakla birlikte sıcak para<br />

olgusunun uluslararası kısa vadeli spekülatif <strong>sermaye</strong> hareketlerini ifade ettiği<br />

belirtilmektedir. Tahvil, hisse senedi ya da diğer mali yatırım araçlarına yapılan, <strong>doğrudan</strong><br />

yatırım şeklinde gerçekleşmeyen ve örgütlenmiş piyasalarda işlem gören yatırımlardır.<br />

Dolaylı yatırım olarak da adlandırılan portföy <strong>yatırımları</strong>nın ülkeye giriş ve çıkışı özelikle<br />

elektronik ortamda gerçekleştirilen işlemler sayesinde oldukça kısa süreli olabilmekte ve<br />

yatırımlar risk gördükleri anda kolaylıkla portföylerini boşaltabilmektedirler<br />

(Gökkaya,2006).<br />

1990-97 döneminde gelişmekte olan otuz ülke verileri kullanılarak yapılan bir<br />

araştırmada <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n portföy <strong>yatırımları</strong>ndan iki misli fazla olduğu<br />

bulunmuştur. Uluslararası Finans <strong>Enstitüsü</strong> tarafından 2005 yılında yayınlanan gelişmekte<br />

olan ülkelere <strong>sermaye</strong> akışı raporunda ise, 2004 yılında gelişmekte olan ülkelere giren özel<br />

27


<strong>sermaye</strong>nin 130 milyar dolarının <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırımlar, 35 milyar dolarının da<br />

portföy yatırımı olarak girdiği belirtilmektedir (Đşeri ve Aktaş,2006).<br />

Kısa vadeli <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong> daha ıyı anlamak için hedege fonlarını ve subrime<br />

kredileri daha detaylı incelemek gerekmektedir.<br />

Hedge fonları; varlıklı kişilerden ve büyük kuruluşlardan toplanan fonları getiri<br />

sağlamaya ve <strong>sermaye</strong>yi değerlendirme amacına yönelik olarak oluşturulmuş finansal varlık<br />

alım satımında kullanan özel bir yatırım fonudur. Diğer yatırım araçlarının tersine hedge<br />

fonları, bir gösterge endeksle karşılaştırılan getiri sağlamak yerine, kesin ve sürekli getiri<br />

sağlamaya odaklanmıştır. Başka bir ifadeyle hedge fonlar, sektör göstergelerine veya<br />

endeksin performansına bakmaksızın kesin getiri arayışı içindedir. Kesin getiriyi<br />

sağlayabilmek için de atılgan stratejiler uygulamaktadır. Risk/getiri profilini yükseltmek için<br />

açığa satış, türev ürünlerin alım satımı ve kaldıraç (borçlanma) kullanmak gibi pozisyonlar<br />

alırlar. Bu özellikleri ile hedge fonlar oldukça özel, değişken ve açık uçlu bir yatırım<br />

ortaklığı olarak da tanımlanabilmektedir. Ayrıca hedge fonlar bir taraftan kesin getiri<br />

garantisi verirken, diğer taraftan kayıt altında olmama, yatırım pozisyonları, likidite ve<br />

aldıkları ücret konularında özgürdürler. Yatırımcı sayısını sınırlandırarak ve belirli bir getiri<br />

düzeyini karşılamalarını isteyerek yatırımcıları akredite etmek yoluyla kayıt altına<br />

alınmaktan kaçınırlar. Ayrıca hedge fonların reklam vermeleri veya çağrıda bulunmaları<br />

yasaktır. Bu yasaklar da hedge fonların gizemini artırmaktadır. Hedge fonlar, yatırımcılarına<br />

ortalama riskin üzerinde olağanüstü kazançlar sağlama olasılığını sunarken, büyük risklerde<br />

almaktadırlar (Chambers,2008:5-13).<br />

Subrime krediler ise; türü ve niteliği itibarıyla hükümet politikasına bağlı olarak<br />

yürütülen, düşük gelir gruplarına konut edindirme formülünü içermektedir. Bu kredi ABD<br />

hükümetinin düşük gelir gruplarının kredi kullanımını teşvik etmesi neticesinde artarak<br />

çoğalmış, dar gelir grupları tarafından bir hak olarak görülmeye başlanmıştır. Subrime<br />

krediler özü bakımından riskli olmasına rağmen gerekli titizlik gösterilmemiş riski yüksek<br />

kişilere kullandırılmıştır. Faiz ve anapara ödemelerinde başlayan aksaklıklar büyüyerek<br />

diğer kredi türlerine de yansımıştır (Ayhan,2008).<br />

Hükümetin yoğun desteğiyle kullandırılan bu krediler, dar gelirli tüketicileri<br />

konut alım satımı yoluyla kar elde etme beklentisine itmiş, bu sebeple piyasada dengeler<br />

bozulmuş, kullanılan krediler karşılığında teminat olarak gösterilen konutların değerleri<br />

düşmüştür. Konut satın almanın bir yatırım aracı olarak görülmesi neticesinde bozulan<br />

28


piyasa dengeleri nedeniyle geri ödemelerde aksamalar başlamış, teminat olarak gösterilen<br />

konutlar kredi kullandıran kurumlar tarafından nakite çevrilme çabalarına girince de<br />

piyasada daha çok konut arzı oluşmuştur. Sözleşmede gösterilen konut değerlerin yarı<br />

fiyatına kadar düşmesi piyasalardaki dengelerin daha da bozulmasına neden olmuştur<br />

(Ayhan,2008).<br />

I.2.2. Doğrudan Yabancı Sermaye<br />

Ülkeler arasındaki <strong>sermaye</strong> hareketleri, ticaret ve <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n önündeki<br />

engeller, ulaşım ve iletişim maliyetleri azaldıkça, firmalarında neyi nerede ve nasıl<br />

üretecekleri ve kime satacakları konusundaki tercihleri genişlemektedir. Böylece, bir yandan<br />

sınırları uluslararasılaşan endüstri ve firmalar hızla çoğalırken, diğer yandan bu<br />

piyasalardaki rekabet sertleşmektedir. Hepsinden önemlisi firmaların ülke dışındaki<br />

<strong>yatırımları</strong> arttıkça uluslararası üretim de artmakta ve bu yatırımlar, yalnızca ulusal<br />

piyasaların genişlemesine katkıda bulunmayıp aynı zamanda daha büyük ve geniş ölçekteki<br />

bölgesel ve küresel piyasalarıda ortaya çıkarmaktadır. Doğrudan <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> akımları<br />

küreselleşmenin ayrılmaz bir unsuru olarak dünya ekonomisine şekil veren faktörlerin<br />

başında gelmektedir. Uluslararası şirket birleşme ve devralmalarının yönlendirdiği <strong>doğrudan</strong><br />

ve dolaylı <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> akımları son yıllarda dünya ekonomisinin toplam gayrisafi<br />

yurtiçi hasılası, mal ve hizmet ihracatı gibi önemli bazı göstergelerinden çok daha hızlı bir<br />

büyüme kaydetmiştir (Yıldırım, Özkan, Halis ve Özkan,2007:305)<br />

Doğrudan <strong>yabancı</strong> yatırımın tanımını ise şu şekilde yapabiliriz. Bir ülkede bir<br />

firmayı satın almak, yeni kurulan bir şirket için kuruluş <strong>sermaye</strong>sini sağlamak, mevcut bir<br />

şirketin <strong>sermaye</strong>sini arttırmak yoluyla diğer bir ülkede bulunan şirketlere yapılan ve<br />

kendisiyle birlikte teknoloji, işletmecilik bilgisi ve yatırımcının kontrol yetkisini de<br />

beraberinde getiren yatırımdır (Karluk,2001:100).<br />

Yabancı bir pazara girmeyi düşünen bir firmanın önünde farklı üç seçenek<br />

bulunmaktadır. Birincisi, malları kendi ülkesinde üretip, <strong>yabancı</strong> bir ülkeye satmak kaydıyla<br />

ihracat yapmak, ikincisi, piyasasına girmek istediği ülkedeki bir firmaya kendi teknolojisini<br />

ve marka ismini kullanmasına izin vererek, lisans anlaşması yapmak ve üçüncüsü ise,<br />

piyasaya <strong>doğrudan</strong> <strong>sermaye</strong> yatırımı yapmak kaydıyla girmektir (Oksay,1997).<br />

29


Tablo 1 : Dünyada Uluslararası Doğrudan Yatırımlar (Milyar Dolar)<br />

Yıllar Milyar Dolar Yıllar Milyar Dolar<br />

1995 331 2002 716<br />

1996 358 2003 557<br />

1997 478 2004 710<br />

1998 693 2005 916<br />

1999 1092 2006 1411<br />

2000 1396 2007 1833<br />

2001 826<br />

Kaynak: YASED http://www.yased.org.tr/webportal/Turkish/Yayinlar/Pages/UNCTAD2008.aspx<br />

(e.t.31/01/2009)<br />

UNCTAD tarafından hazırlanan rapora göre, dünya genelinde uluslararası<br />

<strong>doğrudan</strong> yatırım girişi 2007'de önceki yıla göre yüzde 30 artarak 1,8 trilyon dolar olurken,<br />

2000 yılından sonra ilk kez 2006'da ulaşılan 1,4 trilyon doları aşarak en yüksek seviyesine<br />

ulaştı. Raporda, artış trendinin nedenleri yüksek büyüme rakamları ile güçlü kurumsal<br />

performanslar, yeniden yatırıma dönüştürülen kazançlar, doların diğer belli başlı para<br />

birimleri karşısında değerinin düşmesi, eşik altı piyasalarda yaşanan krizin global etkilerinin<br />

birleşme ve satın alma işlemlerine henüz yansımaması ve yakın dönemde oluşan <strong>sermaye</strong><br />

birikimlerinden yola çıkarak birleşme ve satın alma işlemlerinde egemen servet fonları gibi<br />

yeni aktörlerin etkinliğinin artması olarak sıralandı.<br />

2007 yılında en fazla uluslararası <strong>doğrudan</strong> yatırım çeken ilk 3 ülke 232,8 milyar<br />

dolar ile ABD, 224 milyar dolar ile Đngiltere ve 158 milyar dolar ile Fransa olurken,<br />

gelişmekte olan ülkeler sıralamasında Çin, 6. sıradaki 83,5 milyar dolarlık yatırımla başı<br />

çekti. 2007 itibariyle toplam uluslararası <strong>doğrudan</strong> yatırım stoğu 15,2 trilyon dolara<br />

ulaşırken, ABD ve Đngiltere en fazla uluslararası <strong>doğrudan</strong> yatırım stoğuna sahip ülkeler<br />

arasında yer aldı. Yatırım stoğundaki payı yüzde 31 olan gelişmekte olan ülkeler arasında<br />

Hong Kong, Brezilya, Çin, Rusya, Meksika, Singapur ve Türkiye en fazla stoğa sahip<br />

ülkeler olurken, Türkiye 2006'da yaklaşık 146 milyar dolarlık stoğu ile 25. sıradan 21. sıraya<br />

yükseldi. 2007 itibariyle Türkiye'de uluslararası <strong>doğrudan</strong> yatırım stoğu GSYĐH'nın yüzde<br />

22'sini aştı. Uluslararası <strong>doğrudan</strong> <strong>yatırımları</strong>n toplam sabit <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>ndaki payı<br />

yüzde 15,6 oldu.<br />

30


Tablo 2 : Global Göstergeler ve Çokuluslu Şirketler (Milyar Dolar)<br />

1990 2006 2007<br />

UDY Girişleri 207 1411 1833<br />

UDY Çıkışları 239 1323 1997<br />

UDY Stoku (iç) 1941 12470 15211<br />

Çokuluslu şirketlerin <strong>yabancı</strong> bağlı kuruluşlarının<br />

Satışları 6126 25844 31197<br />

Đstihdamı (bin kişi) 25103 70003 81615<br />

Toplam aktifleri 6036 55818 68716<br />

Kaynak: YASED http://www.yased.org.tr/webportal/Turkish/Yayinlar/Pages/UNCTAD2008.aspx<br />

(e.t.31/01/2009)<br />

Dünyadaki yaklaşık 79 bin çokuluslu şirketin yaklaşık 790 bin <strong>yabancı</strong> bağlı<br />

kuruluşunun toplam satışları dünya gayri safi hasılasının yüzde 10'undan fazlasını<br />

oluşturuyor ve global ihracatın üçte birini gerçekleştiriyor. Geçtiğimiz yıl uluslararası<br />

<strong>doğrudan</strong> yatırımlar gelişmiş ülkelerde yüzde 33 artışla 1,2 trilyon dolara, gelişmekte olan<br />

ülkelerde yüzde 21 artışla 500 milyar dolara ve geçiş ekonomilerinde yüzde 50 artışla 86<br />

milyar dolara ulaştı. Rapora göre, dünyada uluslararası birleşme ve satın almalar 2007<br />

yılında bir önceki yıla göre yüzde 46 artışla 1,6 trilyon dolar olurken, özel hisse fonlarının<br />

payı yüzde 28 düzeyinde gerçekleşti. Bölgelerin uluslararası <strong>doğrudan</strong> yatırımlardan aldığı<br />

paylara bakıldığında gelişmiş bölgelerin payı azalırken, gelişmekte olan bölgelerin payı<br />

arttı. Bölgeler itibariyle Avrupa uluslararası <strong>doğrudan</strong> yatırımlardan en fazla pay alan bölge<br />

olurken, bunu Kuzey Amerika, Güney ve Doğu Asya ile Latin Amerika ve Karayipler izledi.<br />

Türkiye, raporda Batı Asya ülkeleri arasında bu yıl bölgesinde ikinci sırada yer<br />

aldı.Uluslararası <strong>doğrudan</strong> yatırım akışlarında imalat sanayinin payı düşerken, hizmetler<br />

sektörünün payının arttığı dikkat çekti. Raporda yer alan geleceğe yönelik beklentilerde,<br />

çokuluslu şirketlerin orta vadeli yatırım planları konusunda kötümser olduğu görülürken,<br />

yüzde 70'i <strong>yatırımları</strong>nın artıracağını söylemesine karşın <strong>yatırımları</strong>nı büyük oranda<br />

artıracağını belirtenlerde düşüş meydana gelmiştir. Global dalgalanmanın etkileri 2007'de<br />

yatırım akışlarına tam olarak yansımazken, 2008'de yüzde 10 düşüş beklentisi söz konusu<br />

olmuştur.<br />

UNCTAD`ın Dünya Yatırım Raporuna göre 2007 yılındaki yaklaşık 22 milyar<br />

dolar tutarında uluslararası <strong>doğrudan</strong> <strong>sermaye</strong> girişiyle Türkiye, dünya genelinde 23. sırada,<br />

gelişmekte olan ülkeler arasında ise dokuzuncu sırada yer almış ve Türkiye 2008-2010<br />

31


döneminde yatırımcı tercihleri arasında 15. en cazip ülke olarak gösterilmiştir. Rapora göre,<br />

en fazla uluslararası <strong>doğrudan</strong> yatırım çeken ülkeler arasında 2006`da 17`inci sırada yer alan<br />

Türkiye, 2007`de 23. sıraya geriledi. Global uluslararası <strong>doğrudan</strong> yatırımlar, 2007 yılında<br />

yüzde 30`luk artışla 1,8 trilyon dolarlık rekor bir seviyeye ulaştı Türkiye gelişmekte olan<br />

ülkeler arasında da 5. sıradan 9. sıraya geriledi. Bu verilerle, 2007 yılında Türkiye`nin dünya<br />

genelindeki uluslararası <strong>doğrudan</strong> yatırımlardan aldığı pay yüzde 1,2 olurken, gelişmekte<br />

olan ülke toplamında ise payı yüzde 4,4`e ulaştı. Girişlerin yanı sıra, yatırım çıkışları<br />

itibariyle bakıldığında ise, Türkiye, 2007 yılındaki 2,1 milyar dolarlık dış yatırımı ile 50.<br />

sırada yer aldı. Türkiye, bu kategoride, 2006 senesinde 53. sıradaydı. 2007 yılı itibariyle<br />

global uluslararası <strong>doğrudan</strong> yatırım stoğu 15,2 trilyon dolara ulaşırken, Türkiye 146 milyar<br />

dolarlık stoğu ile 21. sırada yer aldı. Türkiye 2006 yılında stok itibari ile 25. sırada yer<br />

almıştı. Forbes tarafından haziran 2008`de yayınlanan iş yapmak için en iyi ülkeler<br />

endeksine göre Türkiye bir önceki yıla göre yedi sıralık bir iyileşme kaydederek 121 ülke<br />

arasından 41. sıraya yerleşmiştir.<br />

I.2.2.1. Doğrudan Yabancı Sermayeyi Belirleyici Faktörler<br />

Uluslararası Ticaret Teorisi’nin temeli “Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi”ne<br />

dayanır. David Ricardo’nun formüle ettiği bu teoriye göre her ülke, göreceli olarak hangi<br />

malları daha ucuza üretiyorsa o malların üretiminde uzmanlaşması gerekmektedir. Bu<br />

çerçevede de üretiminde uzmanlaştığı malı ihraç edecek, diğer ülkenin uzmanlaştığı ürünü<br />

de ithal edecektir. Temeli Adam Smith’in “Mutlak Üstünlükler Teorisi”ne dayanan liberal<br />

yorumun amacı, Smith’in kitabına adını veren “Ulusların Zenginliği”ne ulaşmaktır. Bu<br />

liberal teorinin temeli, ortak çıkarın zenginlik yaratacağıdır. Karşılaştırmalı Üstünlükler<br />

Teorisi uluslararası ticaretin temel mantığını açıklayabilse de <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong><br />

<strong>yatırımları</strong> daha karmaşık bir model gerektirdiğinden klasik teorinin kapsamı dışında ele<br />

alınmıştır. Doğrudan <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong> daha karmaşık, stratejik, ekonomik<br />

modellerin, hipotezlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur (Görgün,2004).<br />

Ülkeler <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nı çekebilmek için çok çeşitli faktörler<br />

kullanmakta; DYY ise çok çeşitli faktörlerden etkilenmektedir. Gelişmiş ülkeler rekabet<br />

güçlerini ve kârlarını arttırabilecekleri bir ortam ararken; <strong>sermaye</strong> ve teknolojik açıdan<br />

yetersiz gelişmekte olan ülkeler ise, <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> için uygun ortam hazırlama<br />

çabasındadırlar. DYY oluşturan nedenler, <strong>sermaye</strong> sahipleri ve bu tür <strong>yatırımları</strong> ülkesine<br />

32


çekmek isteyen ülkelerin çakışan çıkarları doğrultusunda farklılaşmaktadır. Bu nedenle,<br />

yatırım yapan çokuluslu şirketin beklentilerinin, yatırım alan ülkenin beklentileri ile<br />

örtüşebildiği oranda, yatırım her iki ülke yararına olacaktır (Karluk,2002:467).<br />

Yetişmiş işgücüne ve esnek işgücü piyasalarına olan ihtiyaç, bilgiye dayalı<br />

teknolojilerin uygulanmasında ve tüketiciye yönelmiş girişimci, iletişim ve satış kabiliyetleri<br />

olan işgücüne talebi arttırmaktadır. Yabancı <strong>sermaye</strong>, bu tür ucuz işgücünün bulunduğu<br />

ülkelere yönelmektedir. Đşletmelerin daha geniş pazarlara ulaşabilmesi amacıyla<br />

küreselleşmesi sonucunda üretim, hizmetler ve sonraki hizmetlerin hedef pazarda veya<br />

yakınında olması zorunluluğu da diğer bir etkendir. Bilgiye dayalı endüstrilerin gelişmesi,<br />

bu alanda rekabetin oldukça yoğun olması nedeniyle yeniliklerin, bilginin ve<br />

enformasyonun bulunduğu yerlere yatırım yapma arzusu gelişmektedir (Özyıldız,1998).<br />

Uzun vadeli karşılaştırmalı üstünlük sağlayan bölgelerde ana şirketin üretim<br />

faaliyetlerini destekleyen diğer üretim faaliyetlerinin yoğunlaştırılması maliyetleri azaltan<br />

bir etkendir. Böylelikle ana şirkette, gerekli alt yapısı genişlemeye, destekleme<br />

faaliyetlerine, promosyona ve arza açık olan bölgelere yatırım yapma arzusu oluşmaktadır.<br />

Girdilerin, üretimin küreselleşmesindeki gelişmelere bağlı olarak artan oranda uluslararası<br />

bir karakter kazanması sonucunda, yatırım yapacak şirketler için yatırım yapılacak yerin<br />

önemi artmaktadır. Üretimde otomasyon ve yeni teknolojilerin kullanımın artması, sanayide<br />

geleneksel işgücü becerilerinin üretim sürecindeki önemini azaltmaktadır (Özyıldız,1998).<br />

Gelişmekte olan ülkelerdeki yurt içi tasarrufların, hızlı bir ekonomik kalkınmayı<br />

finanse edecek durumda olmaması, bu ülkelerin DYY’yi ülkelerine çekmek istemelerinde<br />

etkili olan önemli bir faktördür. Hükümetler tarafından uzun vadeli <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong><br />

<strong>sermaye</strong> girişi, kalkınmanın bir parçası olarak görülmekte; ülkedeki gelir oluşumu,<br />

sürdürülebilir büyüme, <strong>yatırımları</strong>n arttırılması, ihracat, döviz dengesi, ödemeler dengesi,<br />

enflasyon, faiz oranları ve vergi gelirleri gibi makro büyüklükleri olumlu yönde etkilediği<br />

düşünülmektedir (Özyıldız,1998).<br />

DYY’nin ülkedeki endüstriyel verimliliği arttırması, ülke içinde ekonomideki<br />

teknolojik gelişmelerin yakından takip edilmesi ve rekabetin artması nedeniyle üretilen<br />

ürünlerin nitelik, kalite, miktarının ve üretim kapasitesinin yükseltilmesinin etkili bir rol<br />

oynaması gelişmekte olan ülkeler için <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>yi cazip kılmaktadır. Đşsizlik<br />

33


probleminin yoğun olduğu ülkelerde, üretim ve istihdamı arttırıcı, işgücü niteliklerini<br />

yükseltici etkileri bulunmaktadır. Ayrıca, DYY yapan şirketler, beraberinde getirdikleri<br />

mevcut diğer pazarlara, sahip oldukları yavru şirketlerin de girebilmeleri imkânını sağlarlar.<br />

(Seyidoğlu,2003:80)<br />

Yukarıda bahsedilen faktörler nedeniyle, gelişmekte olan ülkeler DYY’yi<br />

ülkelerine çekme çabasına girmişlerdir. Bu durum, ülkelerin dönemler itibariyle farklı<br />

özelliklere sahip olmasını gerektirmiştir. II. Dünya savaşının hemen ertesinde, merkez<br />

ülkelerin ihtiyaç duyduğu hammaddelere sahip olmak yeterli bir koşul iken; 1970’lerde ucuz<br />

işgücü yatırım yapılması için önemli bir kriter olmuştur. Bu açıdan küreselleşen dünya<br />

ekonomisinde sadece ucuz işgücü yeterli bir kriter olmayıp, tamamlayıcı politikalar zorunlu<br />

hale gelmiştir. Hükümetler yatırım indirimi, gümrük vergilerinden bağışıklık veya<br />

taksitlendirme, ucuz kredi gibi teşvik tedbirleri ile <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>yi yatırım yapmaya<br />

özendirebilir. Teşvik tedbirleri <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>yi çekmekte tek başına etkili değildir.<br />

Ancak, özellikle ÇUŞ’ların bu gibi teşvik tedbirlerinden ziyade, siyasi ve ekonomik<br />

istikrara, söz konusu ülkenin dünya ticaret sistemine ve bu sistem bünyesinde oluşturulan<br />

anlaşmalara ne ölçüde katıldığına daha çok önem vereceği söylenebilir (Kula,2003).<br />

DYY’yi çekmekte etkili olan politikalar arasında ekonomik entegrasyonların<br />

ticaret engellerini aşmak amacıyla yapılan yatırımlar da gösterilebilir. Bu argüman,<br />

ekonomik entegrasyon bölgelerine yönelik DYY’nin artışını açıklamaktadır. Bölgesel<br />

ekonomik entegrasyonların yapılma sebeplerinden birisi DYY’de artış sağlamaktır<br />

(Kula,2003).<br />

UNCTAD 1998 yılı Dünya Yatırım Raporu’nda, Doğrudan Yabancı Sermaye<br />

<strong>yatırımları</strong>nı etkileyen faktörlere ilişkin bir analiz yapmıştır. Söz konusu belirleyicileri, üç<br />

ana başlıkta toplamıştır: Bunlar; ekonomik faktörler, yatırım ortamına ait faktörler ve politik<br />

faktörlerdir. Ayrıca, ekonomik faktörlerin yatırım stratejileri açısından alt başlıkları da<br />

ortaya konmuştur. UNCTAD’ın belirtmiş olduğu faktörler aşağıda ki tabloda verilmiştir<br />

(Gövdere,2003).<br />

34


Tablo 3 : Doğrudan Yabancı Sermayenin Belirleyicileri<br />

Faktör Grupları<br />

I.Politik<br />

Faktörler<br />

II.Yatırım<br />

Ortamına<br />

Đlişkin Faktörler<br />

Ev Sahibi Ülkelerdeki Belirleyiciler<br />

Ekonomik, politik ve sosyal istikrar,<br />

Yabancı yatırımlara ilişkin uluslararası anlaşmalar,<br />

Vergi politikası,<br />

Ticaret politikası, ticaret politikası ve DYS <strong>yatırımları</strong>nın tutarlılığı,<br />

Özelleştirme politikası,<br />

Piyasaların yapısı ve işleyişine ilişkin politikalar (özellikle; rekabet ve şirket satın<br />

alma ve birleşme politikaları)<br />

Yabancı iştiraklerin anlaşma standartları.<br />

Yatırımların promosyonu (imaj yaratılması, ülkenin pazarlanması vb.)<br />

Yatırım teşvikleri<br />

Maliyetler (rüşvet, bürokratik etkinlik vb.)<br />

Yatırım sonrası hizmetler<br />

<strong>Sosyal</strong> etkenler (Yaşam kalitesi vb.)<br />

III. Ekonomik<br />

Faktörler<br />

Yatırım Stratejileri<br />

Pazara yönelme<br />

Kaynağa/stratejik<br />

varlığa yönelme<br />

Faktörler<br />

Pazar büyüklüğü ve kişi başına milli gelir.<br />

Piyasanın büyümesi.<br />

Bölgesel ve global piyasalara giriş imkanları.<br />

Tüketici tercihleri.<br />

Piyasaların yapısı.<br />

Hammaddeler<br />

Düşük ücretli vasıfsız işgücü<br />

Vasıflı işgücü<br />

Fiziki altyapı<br />

AR-GE<br />

Teknolojik, yenilikçi ve diğer yaratılmış varlıklar<br />

Etkinliğe yönelme<br />

Kaynakların/varlıkların maliyeti ve Đşgücünün verimliliği<br />

Diğer girdilerin maliyeti (iletişim, ara mallar,).<br />

Bölgesel entegrasyon anlaşmasına üyelik, ölçek ekonomisi.<br />

Kaynak: DTM www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/EAD/TanitimKoordinasyonDb/yab_ser.doc<br />

(e.t.31/01/2009)<br />

i. Politik Faktörler<br />

Yatırım kararını etkileyen en temel öğelerden biride ev sahibi ülkedeki politik<br />

istikrardır. Yatırımcılar politik açıdan istikrarsız olan bir ülkeye yatırım yapmayı<br />

<strong>sermaye</strong>lerini riske atmaya benzetirler. Bu nedenle politik istikrarın olmadığı ülkeye yatırım<br />

yapmayı hiçbir yatırımcı istemez. Politik kurumların istikrarlı bir şekilde işlediği, uzun<br />

35


vadeli risklerin de dolayısıyla düşük olduğu ülkeler <strong>yabancı</strong> yatırımcılar için her zaman daha<br />

çekicidir. Bu güven ortamı <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong> için oldukça önemlidir, çünkü<br />

önceden de belirtildiği gibi, <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nda, yatırımın beklenen<br />

kârları elde edebilmesi genellikle uzun vadede gerçekleşmektedir. Bu yüzden yatırımcı<br />

güveni sadece güncel politik görünüme olan güveni değil, uzun vadeli politik ve ekonomik<br />

istikrara olan beklentileri de yansıtmaktadır. Politik rejimin karakteristiklerinin yanı sıra, ev<br />

sahibi ülkedeki devlet memurlarının, özel sektör yöneticilerinin ve sendika liderlerinin<br />

tavırları da ülkenin potansiyel yatırımlar açısından çekiciliğini belirleyen diğer etkenlerdir.<br />

Bununla birlikte <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırımını etkileyen faktörler arasında ülkenin<br />

özelleştirme politikaları, vergi politikası, rekabet ve şirket satın alma ve birleşme politikaları<br />

gibi politikalarda gösterilebilir. Hiçbir <strong>yabancı</strong> yatırım yüksek vergi oranlarına maruz<br />

kaldığı bir ülkede kalarak karını azaltmak istemez. Ayrıca piyasadaki şirketlerin bir<br />

birleriyle birleşmelerine yada aralarındaki rekabete bakarak durumun kendi aleyhine<br />

bulunduğu bir ortamda bulunmak istemez. Bunlara ilave olarak yatırım yapılacak ülkenin<br />

<strong>yabancı</strong> yatırımcılara sağlamış olduğu kolaylıklar ve yapılan hukuki ve teknik<br />

düzenlemelerde etkili olabilmektedir (Karaköy,2006).<br />

Politik riskin <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırımlarla alakası üzerine çalışmalar, ülke<br />

dışında yatırım yapma ve yatırımın formu ve zamanlamasıyla ilgili kararı belirleyen<br />

etmenlerin, esas olarak piyasa görünümü ve firmanın bütün stratejileri ışığında maliyet ve<br />

risk etmenleri olduğunun altını çizmektedir. Politik risk de açık bir biçimde maliyet ve risk<br />

değerlendirmelerini etkilemektedir. Özellikle risk ve maliyet değerlendirmelerinin, iş<br />

çevreleri tarafından daha kalıcı ve görünümün temel esenliğine bağımlı hale getirildiği az<br />

gelişmiş ülkelerde, politik risk <strong>yabancı</strong> yatırımcılar için oldukça önemli hale gelmektedir.<br />

Artan döviz kuru riski, politik riske karşı hassaslığın artması ve vergi belirsizlikleri,<br />

çokuluslu şirketlerin risklerini yerel şirketlere göre daha da arttırmaktadır. Bu etmenler<br />

şirketin nakit akışı üzerinde ki riskleri, dolayısıyla şirketin sistematik riskini arttırmaktadır<br />

(Kürşad,2005).<br />

ii. Yatırım Ortamına Đlişkin Faktörler<br />

Yatırım ortamını belirleyen en önemli faktörler arasında teşvikler yer almaktadır.<br />

Doğrudan <strong>yabancı</strong> yatırım yapılmadan önce o bölgede verilen teşviklerin maliyetlere etkisi<br />

gibi konulara bakmaktadır. Ayrıca bu başlık altında yer alan rüşvet ve bürokratik işlemlerde<br />

<strong>yabancı</strong> yatırımcı için önemlidir. Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerdeki bürokrasi<br />

36


sorunu herkese tarafından bilinen bir gerçektir. Bu sebeple bürokrasinin aşılabilmesi için<br />

verilen rüşvetler bazı durumlarda yatırım kararlarını olumsuz etkileyebilmektedir. Yatırım<br />

yapıldıktan sonra yatırımı yapan şirkete yardımcı olunmaya devam edilmesi, onun ülkede<br />

kalması ve yeni yatırımlar yapması için teşvik edilmesi de bir faktör olarak bu başlığın<br />

altına yazılabilir. Emek yoğun üretim yapan şirketlerin ucuz işgücünün bulunduğu bölgelere<br />

yatırım yapması, daha yüksek kâr realizasyonunun sağlanması açısından önemli olmaktadır.<br />

Bazen şirketler unvanlarını kullanarak satışlarını arttırmayı hedeflerler. Örneğin dünyanın<br />

en büyük bankalarının yurtdışına açılarak müşterilerine isimleri sayesinde güven<br />

aşıladıklarını, satışlarını rahatlıkla arttırdıklarını görebiliriz. Küresel olarak isim yapmış<br />

şirketler yerel piyasalara girdiklerinde ilk başta şirketlerin dünyada ki konumlarını anlatarak<br />

yıllardır bu işle uğraştıklarını vurgulayarak müşteri kazanmaya çalışırlar. Örneğin, Aviva<br />

Finansal Yatırım şirketinin reklamında olduğu gibi şirketin geçmişinin ön plana çıkartılarak<br />

halkın kendilerini düzgün tanımaları amaçlanmıştır ya da Fortis Bank Türkiye’ye geldiğinde<br />

bir günde bütün Dış Bankası tabelalarını toplatarak yerine Fortis Bank tabelalarını asması bu<br />

olaya örnek gösterilebilir.<br />

Bu başlık altında değerlendirilecek başka bir konuda tüketicinin mal talebi<br />

olabilir. Tüketicinin talep edeceği mal miktarının tespitinde iki husus göz önünde<br />

bulundurulur. Bunlar Tüketicinin sayısı ve tüketicinin alışkanlıklarıdır. Tüketici sayısı<br />

kurulacak tesisin kapasitesini belirler. Tüketici sayısı ne kadar fazla olursa tesisin<br />

kapasitesinin büyüklüğü o kadar fazla olur. Tüketicinin alışkanlıklarını ise; tüketicinin gelir<br />

seviyesi, tüketicinin alışkanlık ve teamülleri ve zevklerini etkileme imkanı belirler<br />

(Tatar,1985:48).<br />

Yatırım Teşvik Belgesi tasarrufları yatırıma yönlendirmek suretiyle, katma<br />

değeri yüksek, ileri ve uygun teknolojileri kullanarak bölgeler arası dengesizlikleri<br />

gidermek, istihdam yaratmak ve uluslar arası rekabet gücü sağlamak için <strong>yatırımları</strong>n devlet<br />

tarafından desteklenmesi amacıyla verilen bir belgedir. Teşvik alan şirket; makine ve<br />

teçhizatı ithalatında gümrük vergisinden muaf tutulabilir, yapılan yatırım tutarının bir<br />

kısmını vergi matrahından düşebilir, ar-ge harcamaları için ucuz ve uzun vadeli kredi<br />

bulabilir. Bu ve bunun gibi sebepler yüzünden verilen teşvikler yeni şirket kurulmasını<br />

arttırır. Yabancı yatırımcılarda ülkeye gelirken verilen teşviklerden sonuna kadar<br />

yararlanmak ister. Yatırım yapmadan önceki araştırmalarında teşvik veren ülkeyi teşvik<br />

vermeyene tercih edebilirler (Tobb,2007).<br />

37


Verilen hizmetlerin sadece yatırım öncesi değil yatırım yapıldıktan sonrada<br />

devam etmesi <strong>yabancı</strong> yatırımcılar için önem arz etmektedir. Firma organizasyonun<br />

yapılması, personelinin ihtiyacının belirlenmesi, temini ve eğitimi, üretim sırasında<br />

karşılaşılabilecek problemlerin giderilmesi, yurt içi ve yurt dışı pazarlama ve satış<br />

faaliyetlerinin başlatılması, üretim akışının, kapasitesinin ve kalitesinin izlenmesi, dış<br />

piyasaya satışların izlenmesi ve dış pazar genişletme faaliyetlerinin başlatılması gibi<br />

faktörler yatırımcıyı ülkeye çekmede etkili olabilmektedir (Uğur,2005).<br />

iii. Ekonomik Faktörler<br />

Doğrudan <strong>yabancı</strong> yatırımın bir ülkeye gelmesini etkileyen faktörler; dönemler<br />

itibariyle belirleyici faktörlerin değişimine uğramıştır. Bir başka ifadeyle <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong><br />

yatırımı çekmek için farklı dönemlerde farklı özelliklere sahip olmak gerekmiştir. Örneğin,<br />

II. dünya savaşı sonrasında, gelişmiş ülkelerinin ihtiyaç duydukları hammaddelere sahip<br />

olmak <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırımı çekmekte en önemli faktör olarak görülmüştür. Lokasyon<br />

teorisini incelediğimizde, üretim yapılacak yerin, kaynaklar tarafından belirlendiği<br />

görülmektedir. Örneğin, alüminyum madenciliği boksit madeninin bulunduğu yerlerde,<br />

alüminyumun işlemesi ise elektriğin ucuz olarak bulunduğu yerlerde yapıldığında ekonomik<br />

olacaktır. Benzer şekilde, ulaşım maliyetleri ve ticari engeller üretim yerinin tespit<br />

edilmesinde, belirleyici faktörlerdir. Ayrıca bunlara ek olarak ekonomik faktörler içerisinde<br />

yer alan düşük ücretli vasıfsız işgücü, vasıflı işgücü, fiziki altyapı (havaalanları, enerji,<br />

yollar ve telekomünikasyon), ar-ge gibi faktörlerde etkilidir. Đlerleyen dönemde 70’li<br />

yıllarda ise, ucuz işgücüne sahip olmak <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırımı çekebilmenin önemli bir<br />

kriteri haline gelmiştir. Ucuz iş gücü olan yerlere yatırım yapılarak maliyetlerin aşağıya<br />

çekilmesi yatırımcılar için büyük bir avantaj sağlamıştır. Ayrıca sanayi devriminden bu yana<br />

en önemli etkenlerden biride pazarın büyüklüğü olmuştur. Pazar büyüklüğü sayesinde<br />

ürünlerini ülke içinde rahatça satarak daha fazla kar elde etmek her zaman en önemli<br />

sebeplerden biri olmuştur (Oksay,1997).<br />

Politika belirleyiciler <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırımı çekme stratejilerini formüle<br />

ederken maliyet kontrolünün yatırımcılar için birincil öncelik olmadığını akıllarından<br />

çıkarmamalıdırlar. Đş dünyasında yapılan araştırmalara göre, politika belirleyiciler<br />

müşterilere erişime ve tutarlı ekonomik/siyasi çevreye daha fazla önem vermektedirler.<br />

Teşvikler, hangi miktarda olursa olsun, döviz kuru politikalarını da içeren durağan makro<br />

politikalar, <strong>yabancı</strong> firmalara karsı durağanlık ve şeffaflık politikaları, bölgesel çıkarları<br />

38


indirgemek veya ulaşılamaz sözde ekonomik kendine yeterlilik için tasarlanan ithalat<br />

tarifeleri ve ihracat sübvansiyonların olmadığı serbest ekonomi ve altyapıyı ve beşeri<br />

vasıfları geliştirmek için tasarlanan politikalar durağan ekonomik çevrenin yerini alamaz<br />

(Öğütçü,2003).<br />

DYY <strong>yatırımları</strong>nın belirleyicileri arasında piyasa hacmi gelişmekte olan ülkeler<br />

açısından, hem de gelişmiş ülkeler açısından önem taşıyan bir etken olarak görülmekle<br />

beraber, birinci grup ülkeler için daha önemlidir. Yapılan çalışmalarda, kişi başına gayri safi<br />

milli hasılanın DYY <strong>yatırımları</strong> için önemli bir faktör olduğu sonucuna ulaşmışlardır. DYY<br />

<strong>yatırımları</strong>nın belirleyicileri arasında en tartışmalı olanı, ücretlerdir. Ucuz işgücünün<br />

<strong>yabancı</strong> yatırımlar için bir cazibe unsuru olduğu genel kabul gören bir görüştür. Ücretlerin<br />

<strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong> cezbetmede etkili olamayacağını savunan görüşler de bulunmaktadır.<br />

Ücret-verimlilik-DYY <strong>yatırımları</strong> zinciri için söylenen en iyi söz, “düşük ücret seviyesinde<br />

yüksek kaliteli işgücüdür” (Gövdere,2003).<br />

Hasan Kaymak çalışmasında teşviklerin genellikle ne yatırım ortamındaki ciddi<br />

eksiklikleri telafi edebildiğini, ne de arzulanan dışsallıkları gerçekleştirdiğini ortaya<br />

koymuştur. Yapılması gerekenin ise insan kaynaklarına ve altyapıya gereken önemin<br />

verilmesi olduğunun altını çizmiştir. Kaymak’a göre, diğer şartlar (politik ve ekonomik<br />

istikrar, altyapı, taşıma masrafları) olumlu olduğunda vergilerin önemli bir etkisi olduğudur<br />

(Kaymak,2005).<br />

I.2.2.2. Doğrudan Yabancı Sermayeye Đktisadi Okulların Bakışı<br />

Sanayi Devrimi öncesinde büyük ölçüde tarımsal üretime dayalı olan uluslararası<br />

ticaretin temelinde Merkantilist düşünce yer almaktadır. Merkantilizm, 17. y.y.da ve 18.<br />

yüzyılın başlarına kadar dünyada ticaret yapan ülkelerce benimsenen hazinenin altın ve<br />

gümüş mevcutlarını arttırmak için ihracata ağırlık veren müdahaleci bir düşünce akımıdır.<br />

Bu düşünceye göre, bir ülkenin refahı sahip olduğu değerli madenler genellikle altın ve<br />

gümüş miktarı ile ölçülmektedir (Seyidoğlu,2003:12-13).<br />

Đthal ettiklerinden daha fazlasını ihraç etmek için hükümetler, ithalat işlemlerinin<br />

çoğuna kısıtlama koyup, yerel pazarda ya da ihraç pazarında rekabet edemeyecek birçok<br />

ürünün üretimine destek vermiştir. Đngiltere gibi bazı büyük ülkeler, bu ticari amaçlarını<br />

gerçekleştirmek için sahip oldukları sömürgeleri kullanmışlardır. Sömürgeler ana ülkenin<br />

diğer ülkelerden almak zorunda kalacakları birçok maddeyi temin etmeyi başarmışlardır.<br />

39


Böylece hem bir hammadde ve gıda maddeleri kaynağı, hem de ana ülkenin üretimi için bir<br />

pazar konumuna gelmişlerdir. Bu nedenle ana ülkeler, sömürgelerle olan ticareti tekellerine<br />

almanın yanı sıra üretim faaliyetlerini de engelleyerek; oralardaki endüstriyel gelişimin<br />

önüne geçmeye çalışmışlardır. Sömürgecilerin işine yarayacak şekilde planlanan<br />

Merkantilist teori, 1800 yılından sonra zayıflamaya başlamıştır (Seyidoğlu,2003:12-13).<br />

Klasik uluslararası ticaret teorileri, esas olarak, ülkelerin dış ticarete<br />

yönelmelerinin nedenlerini ve dış ticarette oluşacak olan değişim oranı ile sağlanacak<br />

faydaları açıklamaya yöneliktir. Đlgili alandaki teorilere katkılar öncelikle Adam Smith’in<br />

Mutlak Üstünlükler Teorisi ile sağlanmıştır. Adam Smith, dış ticaretin yapılış nedenlerini<br />

ve uluslararası uzmanlaşmanın yararını mutlak üstünlük teorisi ile açıklamaktadır. Đktisadi<br />

insan, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ve görünmez el ile klasik liberalizme yön<br />

veren Smith, merkantalistlerin aksine, her iki ülkenin dış ticaretten yarar sağlayacağı ve<br />

dünya kaynaklarını bu sayede en optimal biçimde kullanılmış olacağını ileri sürer<br />

(Bayraktutan,2003).<br />

Bu teoriye göre, her ülke diğerlerinden daha düşük maliyetle ürettiği mutlak<br />

üretim üstünlüğüne sahip olduğu malları üretmeli, bunların üretiminde uzmanlaşmalı ve bu<br />

malları ihraç etmeli, pahalı ürettiği malları ise ithal etmelidir. Bazı ülkeler, belli ürünlerin<br />

üretiminde sahip oldukları uygun iklim koşulları, doğal kaynaklara ulaşım kolaylığı ya da<br />

belirli özelliklere sahip işgücünün varlığı dolayısıyla doğal üstünlüğe sahip olabilmektedir<br />

(Bayraktutan,2003).<br />

Sonrasında ise, David Ricardo’nun Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi ve bu<br />

teoriye karşılıklı talep prensibi olgusunu kazandıran J. Stuart Mill’in yaklaşımları takip<br />

etmiştir. 1817 yılında David Ricardo, “Eğer bir ülke tüm ürünlerde mutlak üstünlüğe sahipse<br />

ne olur?” sorusu üzerinde durmuş ve Adam Smith’in mutlak üstünlük teorisini geliştirerek<br />

karşılaştırmalı üstünlük teorisini ortaya atmıştır. Uluslararası ticaretin mutlak üstünlüklere<br />

dayandırılmasının kapsamı daraltacağını gören Ricardo, ülkeler arasında üretim maliyeti<br />

farkı yerine, farklılığın derecesi üzerinde durmuştur. Diğer bir ifadeyle, karşılaştırmalı<br />

üstünlük teorisi, uluslararası ticaretin, mutlak değil karşılaştırmalı üstünlüklere dayanması<br />

gereğini ortaya koymuştur. Bir ülke, bütün mallarda, diğerine göre daha üstün olsa da,<br />

karşılaştırmalı olarak en fazla üstünlüğe sahip olduğu mallarda uzmanlaşıp; daha az üstün<br />

olduğu malları ithal ederek daha fazla refaha ulaşabilir (Bayraktutan,2003).<br />

40


Klasik teorilere en önemli katkı ise, Eli Hecksher ile Bertil Ohlin tarafından<br />

sağlanmıştır. Bir ülkenin en bol üretim faktörünü üretiminde yoğun olarak kullandığı malları<br />

ihraç edeceği prensibine dayalı H-O modeli, klasik uluslararası ticaret teorisine önemli<br />

katkılar sağlamıştır. Bu bağlamda, teorinin temelinde faktör oranları kavramından elde<br />

edilen karşılıklı avantaj prensibidir. Aynı zamanda, uluslararası ticaretin ilk motivasyonu<br />

ulusal ve <strong>yabancı</strong> fiyatlar arasındaki mutlak farklılıktır. Şüphesiz, bu farkın transfer<br />

maliyetlerinden büyük olması gerekmektedir. Fiyatlardaki mutlak farklılık maliyetlerdeki<br />

mutlak farklılığa dayansa da maliyet fiyat ilişkilerinin tam rekabet piyasalarında farklılık<br />

göstereceği gözden kaçırılmamalıdır (Erken,1986:37).<br />

Maliyetlerdeki mutlak farklılıklar ise, ülkeler arasındaki maliyet oranlarının<br />

farklılığından doğmaktadır. Bu sonuç, karşılaştırmalı üstünlükler teorisinin özünü<br />

oluşturmaktadır. Böyle bir durumda, ülkelerin fırsat maliyetlerinin belirlediği değişim<br />

aralığı limitleri içinde iki taraf içinde kazançlı olabilecek bir değişim oranının ortaya<br />

çıkacağı kabul edilmektedir (Erken,1986,37).<br />

Yeni Uluslararası Ticaret Teorileri incelendiğinde ise, Leontief’in<br />

araştırmasında, H-O modelinin önerilerinin tersi bir sonuca ulaşması yeni teorilerin<br />

gelişmesine neden olmuştur. Bu bağlamda, uluslararası ticarete yeni yaklaşımlar getiren üç<br />

teoriden söz edilmesi, faydalı olacaktır. Bunlar; beşeri uzmanlık, teknoloji ve tercih<br />

benzerliği teorileridir (Seyidoğlu,2003:28-29).<br />

Beşeri uzmanlık teorileri, gelişmiş ülkelerin özellikle ABD’nin sanayi<br />

ürünlerinde karşılıklı avantaj elde etmesinin en önemli nedeni olarak, mesleki ve yüksek<br />

derecede uzmanlaşmış diğer emek türlerine, öteki ülkelere nazaran daha bol miktarda sahip<br />

olunduğunu ileri sürmektedir. Teknoloji teorileri, araştırma ve geliştirmeye büyük önem<br />

veren ve dolayısıyla yüksek teknolojiye sahip ülkelerin yeni ürünleri piyasaya ilk sürenler<br />

olarak özel bir avantaj kazandığını ve diğer ülkelerin bu gelişmeyi anında kopyalamalarını<br />

engelleyen bir taklit gecikmesinin söz konusu olduğunu ileri sürmektedir. Sonuçta yeniliği<br />

yapan ülkenin ihraç monopolünü ele geçirmesine imkân sağlayan bir teknolojik bir açık<br />

ortaya çıkmaktadır. Tercih bezerliği teorisi ise, ülkeler arasındaki sanayi malları talebi ne<br />

kadar benzerse, potansiyel ticaretinde o ölçüde yoğun olacağını iddia etmektedir<br />

(Erken,1986:40).<br />

41


Neoklasik Dış Ticaret Teorileri’nde <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong> klasik<br />

dış ticaret teorilerine yönelik temel bir eleştiri, emek-değer teorisine dayanması, emek<br />

dışındaki faktörlerin maliyet ve dış ticarete etkisini ihmal etmesidir. Neoklasik iktisatçılar,<br />

emek maliyeti yerine, emekle birlikte diğer faktörleri de kapsayan fırsat maliyeti kavramını<br />

kullanarak, özüne dokunmadan Ricardo modelini revize etmişlerdir. Alternatif maliyet<br />

olarak da anılan fırsat maliyeti kavramı, bir malın üretimini bir birim artırabilmek için<br />

gerekli kaynakları serbest bırakmak üzere bir başka maldan vazgeçilen miktarı<br />

anlatmaktadır (Erken,1986:40).<br />

Bu açıdan, üretim, kullanılan bütün faktörlerin ortak katkılarıyla ortaya<br />

çıkmaktadır. Dolayısıyla, verimliliğin tersi olarak maliyet, bir birim mal üretmek için<br />

gerekli olan kaynakların toplamı olup; kullanılan faktörlerin parasal değerleri toplanarak<br />

hesaplanır. Bir malın fırsat maliyeti ise, o malın üretimini bir birim artırmak için gereken<br />

kaynakları serbest bırakmak üzere, başka bir malın, üretiminden vazgeçilmesi gereken<br />

miktara eşittir. Marshall, Ricardo modelini iki-mallı olmaktan çıkarmış ve malların değerini<br />

karşılaştırırken fayda-değer kuramını kullanmıştır. Emeğin yanı sıra, maliyeti etkileyen bir<br />

faktör olarak <strong>sermaye</strong>yi de dikkate almış, ancak emek değer kuramının etkisinden tam<br />

olarak çıkamamıştır (Erken,1986:41).<br />

I.2.2.3. Doğrudan Yabancı Sermayenin Ülke Ekonomisine Katkıları<br />

Her ne kadar üzerinde görüş birliğine varılmamış ise de, <strong>yabancı</strong> <strong>doğrudan</strong><br />

<strong>yatırımları</strong>n büyüme ve kalkınma hedeflerini gerçekleştirmek isteyen ülke ekonomilerine<br />

faydaları konusunda birbiri ile kısmen ya da tamamen örtüşen ya da birbirini tamamlayan<br />

birçok görüş ifade edilmektedir. Yabancı <strong>doğrudan</strong> yatırımlar, bazı çalışmalara göre,<br />

verimlilik ve hizmetlerin kapsamı yönünden büyük oranda olumlu etkiye sahiptir. Rekabetin<br />

şiddetli olduğu sektörlerde bu olumlu etki daha da belirgindir. Yabancı <strong>doğrudan</strong><br />

<strong>yatırımları</strong>n, bir başka görüşe göre ise, en büyük faydası ülke halkının hayat standardını<br />

yükseltmesidir. Bu ise düşen fiyatlar, daha kaliteli mallar ve ürün ve hizmetler arasında<br />

seçim yapabilme imkanı ile olmaktadır. Sektörde ve tedarikçilerde artan verimlilik ve üretim<br />

milli gelirin artmasına dolaylı olarak katkıda bulunur. Đstihdam yönünden ise bu <strong>yatırımları</strong>n<br />

etkisi ya tarafsız ya da olumlu olmuştur (Kaymak,2005).<br />

Yabancı <strong>sermaye</strong>nin yöneldikleri ülkelerde olumlu ve olumsuz etkilerinin<br />

olabileceği açıktır. Yatırımı alan ülke bu etkilerin olumlu olan kısmından yararlanmak<br />

isterken, olumsuz etkilerini en aza indirmeye çalışır. Doğrudan <strong>yabancı</strong> yatırımın olumsuz<br />

42


yönleri ise, ev sahibi ülke ekonomisinin kilit sektörlerini <strong>yabancı</strong> ülkelerin denetimi altına<br />

sokması, ekonomik bütünlüğü bozması, gümrük vergileri ve ithalat yasakları gibi koruyucu<br />

dış ticaret kısıtlamalarını asması, yerli şirketler karsısında <strong>yabancı</strong> şirketlere haksız rekabet<br />

üstünlüğü sağlaması, aşırı kar transferleriyle o ülkenin ödemeler dengesini sarsması,<br />

yatırımcının yeni teknolojiyi kendi ülkesinde üreterek ev sahibi ülkeye bu teknolojiyi ithal<br />

etmek suretiyle teknolojik bağımlılık yaratması olarak sınırlandırılabilir.<br />

I.3. Büyüme Kavramı<br />

Günümüzde hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde üzerinde durulan en<br />

önemli sosyal konulardan biri olan ekonomik büyüme olgusu, ayrıca iktisatçıların her<br />

dönemde en çok tartıştığı konulardandır.<br />

Ekonomik büyüme hakkında çok çeşitli tanımlamalar yapılmıştır. Basit bir<br />

tanımlamayla; mal ve hizmet üretim kapasitesindeki genişlemedir ve reel Gayri Safi Yurtiçi<br />

Hasıladaki (GSYH) artışa bağlı olarak ölçülmektedir. işgücü, doğal kaynaklar, <strong>sermaye</strong> gibi<br />

ekonomik değerlerdeki fert başına bir yıldan diğer yıla doğru daha yüksek gelir sağlayacak<br />

şekildeki artışlara büyüme adı verilmektedir. Diğer bir tanımlamaya göre ekonomik<br />

büyüme; emek ve <strong>sermaye</strong> gibi faktörlerin arzındaki artışların veya üretimde kullanılan<br />

faktörlerdeki birim başına düşen hasıla oranındaki artı§in potansiyel milli gelirde yaptığı<br />

yükselmedir (Parasız,1997:164).<br />

Đktisadi büyüme temelde iki şekilde anlaşılabilir. Bunlardan birincisi; eksik<br />

istihdamda bulunan bir ekonominin bu durumdan kurtulmak amacıyla, üretim arttırması<br />

sonucu ortaya çıkan kısa dönemli konjonktürel dalgalanmaya dayalı iktisadi büyüme, bir<br />

diğeri ise ekonomi tam istihdamdayken, yeni girdi eklenerek ya da mevcut teknoloji<br />

geliştirilerek gerçekleştirilen uzun dönemli ekonomik büyümedir (Türkiye Ekonomi<br />

Kurulu,2003).<br />

Ayrıca ekonomik büyüme, üretim kapasitesinde meydana gelen artışı<br />

göstermektedir. Bir ülkede ekonomik büyümenin ne oranda gerçekleştiğini bulmak için<br />

ortalama büyüme hızı ve yıllık büyüme hızı hesaplanmaktadır. Ortalama büyüme hızı, belli<br />

bir zaman aralığındaki büyüme oranının, yıllık büyüme hızı ise belli bir yıldaki büyüme<br />

oranını ifade etmektedir. Ekonomik büyüme hızı, belirli bir dönemde Reel GSMH’daki<br />

artışı göstermektedir. Yani üretimin, bir önceki döneme göre yüzde kaç oranında arttığını<br />

43


yansıtmaktadır. Ayrıca ekonomik büyümenin anlaşılmasında üretim imkânları eğrisinden de<br />

faydalanılmaktadır (Eğilmez ve Kumcu,2004:12).<br />

Üretim imkânları eğrisi, ülkenin teknoloji düzeyi ve üretim faktörü miktarında<br />

ulaşılabileceği en yüksek üretim düzeyini göstermektedir. Üretim imkânları eğrisindeki dışa<br />

doğru bir kayma ekonomik büyümenin gerçekleştiğinin göstergesidir. Üretim imkânları<br />

eğrisinin dışa doğru kaymasının nedenleri: Malların üretiminde kullanılan teknolojik<br />

ilerlemeler, bu malların üretiminde çalışan işçilerin verimliliğinin artması ve üretimin<br />

gerçekleştiği sanayi dallarında kapasite kullanımının artması seklinde açıklanabilir.<br />

Büyümenin kalıcı olabilmesi işin bu mallara yönelik dış talepte veya iç talepte bir artışın<br />

olması gerekmektedir (Kibritçioğlu,1998:208).<br />

Üretim imkânları eğrisinin dışa kaymasında, hükümetlerin verimlilik artısı<br />

sağlayacak nitelikte; eğitime, teknolojiye ve Ar-Ge ile fiziki <strong>sermaye</strong> birikimine yapılan<br />

altyapı <strong>yatırımları</strong>nın da büyük etkisi vardır. Ekonomik büyümenin tam anlamıyla<br />

gerçekleşebilmesinde, gelir artışının sağlanması, tek başına yeterli bir neden olmamaktadır.<br />

Gelir artışı ile birlikte sosyolojik, teknolojik ve politik faktörlerin de dikkate alınması<br />

gerekmektedir. Ekonomik büyüme ile ilgili bir diğer önemli nokta da kalkınma kavramıdır.<br />

Literatürde çoğu zaman büyüme ve kalkınma kavramı karıştırılmaktadır. Oysa bu iki<br />

kavram farklılık arz etmektedir (Kibritçioğlu,1998:208).<br />

Kalkınma, milli gelir artışının yanında üretim faktörlerinin etkinliğinin<br />

değişmesi, sanayi sektörünün ihracattaki payının artması gibi yapısal değişiklikleri ifade<br />

etmektedir. Büyüme ise sadece üretimdeki ve milli gelirdeki artışları yansıtmaktadır.<br />

Büyüme, gerçekleştiği zaman is gücü artmakta ve <strong>sermaye</strong> birikimi çoğalmaktadır.<br />

Ekonomik kalkınmada ise üretim ve gelir artışının yanı sıra iktisadi ve sosyo-kültürel yapıda<br />

da değişmeler olmakta ve bu nedenle kalkınma kavramı daha çok az gelişmiş ülkeleri<br />

ilgilendirmektedir. Yani, büyüme nicel kalkınma ise nitel özellikler taşımaktadır<br />

(Parasız,1997:164).<br />

Đktisadi büyüme bazı iktisatçılar tarafından iktisadi kalkınma, gelişme veya<br />

genişleme olarak da adlandırılmaktadır. Ülke ekonomisi zamanla iki yönde değişim gösterir;<br />

gövdesi ile büyür ve genişler; örneğin nüfus artar, artan nüfus işgücünü arttırır, dolayısıyla<br />

üretim faktörlerinde artışlar yaşanır. Bünyesi ve çatısı değişir; örneğin milli gelirde<br />

44


sektörlerin paylan değişir, işgücünün sektör dağılımı farklılaşır. Buna göre; bir ekonomide<br />

nüfus, işgücü ve doğal kaynaklar gibi üretim faktörlerindeki artışlara büyüme, ekonominin<br />

bünyesinde meydana gelen değişmelere ise kalkınma adı verilmektedir (Peterson,1994:23-<br />

24).<br />

Bu tanıma dayanarak, kalkınmanın büyümeden daha geniş anlamlı olduğu<br />

söylenebilir. Kalkınma bir toplumun iktisadi yapısının yanında sosyal kültürel ve siyasi<br />

yapısında da değişimlerden bahseder. Diğer bir ifadeyle kalkınma; kişi başına gelir artışıyla<br />

beraber, az gelişmiş ülkelerdeki, yaşam standartlarının da gelişmiş ülkeler kadar yükselmesi,<br />

üretim faktörlerinin sadece miktar olarak değil nitelik olarak da artması ve milli gelir içinde<br />

sanayi sektörünün payının yükselmesi gibi yapısal değişikliklerdir (Peterson,1994:24).<br />

Büyüme ise kalkınmaya göre daha dar kapsamdadır. Sadece ülke ekonomisinde<br />

görülen rakamsal büyüklüklerle ifade edilmektedir. Örneğin; bir ekonomide gerçekleştirilen<br />

GSYH oranının bir önceki yıla göre artmasıyla veya azalmasıyla ifade edilir. Büyüme<br />

rakamlan; o ekonomiye ait yapısal dönüşüm, sosyal ve kültürel gelişim hakkında bilgi<br />

vermemektedir. Bu sebepten, bir ülkenin büyümesi aynı zamanda kalkındığı anlamına<br />

gelmemektedir. Buna göre; her ekonominin amacı, ekonomik büyümeyle beraber yaşam<br />

standartlarını yükseltecek şekilde, sosyal ve kültürel gelişimi sağlayacak, ekonomik<br />

kalkınma hızına ulaşmaktır (Hiç,1988).<br />

I.3.1 Büyüme ile Đlgili Temel Kavramlar<br />

Bir ekonomide, iktisadi büyüme oranı ve hızını belirleyen çok sayıda ekonomik<br />

kriter mevcuttur. Bunlar; ülkedeki doğal kaynak birikimindeki artıştan, sanayi üretimi<br />

artışına, enflasyon oranlarındaki değişimden, istihdam seviyesine, mühendis sayısındaki<br />

artıştan memur sayısındaki artışa, nüfus artışından sosyal harcamalardaki artışa göre<br />

değişmektedir. Ancak bu kriterler arasında ekonomik yönden anlamlı olanlar milli gelir<br />

büyüklükleridir. Bu büyüklükler; Gayrı Safi Milli Hasıla (GSMH), Gayrı Safi Yurt Đçi<br />

Hasıla (GSYH), Safi Milli Hasıla (SMH), Milli Gelir, Kişisel Gelir, Harcanabilir Gelir ve<br />

Kişi Başına Düşen Milli Gelir olarak adlandırılmaktadır (Parasız,1997:45).<br />

45


I.3.1.1. Gayri Safi Milli Hasıla<br />

Gelir genelde üretilen mal ile hizmetlerin değer olarak ifadesidir. Ulusal gelirde<br />

bir ülkede belli bir dönemde (genelikle bir yılda) üretilmiş olan mal ve hizmeterin<br />

toplamının yani toplam hasılanın parasal olarak ifadesidir. Çeşitli üretim alanlarından elde<br />

edilen çıktıların toplanabilmesi ve birlikte ifade edilebilmesi için para yada parasal değerleri<br />

ortak ölçü birimi olarak kullanılmaktadır. Toplam hasılanın en genel ve temel ölçüsü Gayri<br />

Safi Milli Sermayedir. Gayri Safi Milli Hasılanın değeri iki ayrı yolla ifade edilebilmektedir.<br />

Hasılanın elde edildiği ve ölçüldüğü dönemde geçerli olan fiyatlar kullanılırsa cari fiyatlarla<br />

Gayri Safi Milli Hasıla, hasılanın belli bir temel ya da baz yılının fiyatları kullanarak<br />

hesaplanmasınada sabit fiyatlarla Gayri Safi Milli Hasıla denir (Oktay,2002:15-16).<br />

I.3.1.2. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla<br />

Gayri Safi Yurtiçi Hasıla, bir ekonomide yerleşik olan üretici birimlerin belli bir<br />

dönemde, yurtiçi faaliyetleri sonucu yaratmış oldukları tüm mal ve hizmetlerin üretim<br />

değerleri toplamından bu mal ve hizmetlerin üretiminde kullanılan girdiler toplamının<br />

düşülmesi sonucu elde edilen değerdir (Die,2000).<br />

Gayri Safi Milli Hasıla, Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya yurtdışından elde edilen net<br />

faktör gelirlerinin eklenmesi ile elde edilir. Örneğin, Almanya'da çalışan bir Türk işçisinin<br />

geliri Almanya'nın değil Türkiye'nin Gayri Safi Milli Hasılasinin bir unsurudur, ancak<br />

ülkemizin Gayri Safi Yurtiçi Hasılasi içinde yer almaz. Aynı şekilde Türkiye'de yatırımı<br />

olan bir Alman firmasının sağladığı kâr Türkiye'nin Gayri Safi Yurtiçi Hasılasina eklendiği<br />

halde, Almanya'nın Gayri Safi Milli Hasılası içinde yer alacaktır. Böylece, Gayri Safi Milli<br />

Hasıla ile Gayri Safi Yurtiçi Hasıla arasındaki fark Gayri Safi Milli Hasılanin yurt dışında<br />

yaratılan kısmı olarak anlaşılmalıdır. Gayri Safi Milli Hasıla, Gayri Safi Yurtiçi Hasıladen<br />

fazla ise, bu bir ülkenin vatandaşlarının, o ülkede faaliyet gösteren <strong>yabancı</strong>lara oranla daha<br />

fazla kazandığını gösterir (Hazine,2000).<br />

I.3.1.3. Safi Milli Hasıla<br />

Bir ekonomide üretim araçları üretim süreci boyunca aşınıp eskirler. Ekonomide<br />

dermaye sokundaki aşınma ve eskimenin para ile olan ifadesine amortisman yada sönüm adı<br />

verilmektedir. Üretim süreci boyunca eskiyen ve aşınan kısmın değeri, o dönemde yaratılan<br />

tamamlanmış tüketim ve donanım malları ile hizmetlerde aşınma ve eskime payları kadar<br />

46


yapay bir fazlalık olmaktadır. O halde Gayri Safi Milli Hasıladan aşınma ve eskime<br />

paylarının çıkarılması sonucu bulunmuş olan dönemin net üretiminin piyasa fiyatları ile<br />

çarpımının parasal değeri Safi Milli Hasılayı verir (Karakayalı,1991:34).<br />

SMH= GSMH- Amortismanlar<br />

SMH baz alınan dönemde ülke ekonomisinin reel üretim gücünü ortaya<br />

koymaktadır. SMH ekonominin ele alınan dönemde ki performansının göstermesi açısından<br />

GSMH büyüklüğüne göre daha uygun bir büyüklüktür. Çünkü SMH baz alınan dönemdeki<br />

üretim faaliyetlerinin net sonucunu vermektedir. Uygulamada ise özellikle GSMH<br />

büyüklüğünün hesaplanması ve bu büyüklüğe göre analiz yapılmasının sebebi ise<br />

amortismanların hesaplanmasının oldukça zor olmasıdır (Güran,1999:8).<br />

I.3.1.4. Milli Gelir<br />

Safi millî hasılanın piyasa fiyatlarına göre değil de, üretim unsurlarına dağıtılan<br />

paylara göre hesaplanması halinde milli gelir toplamı elde edilir. Milli gelirin gelir<br />

zaviyesinden tesbiti, üretime katılanların aldıkları paylara göre olur. Bu mânada millî geliri<br />

şu şekilde tarif edebiliriz: bir, memlekette bir yıl içinde, üretime katılan unsurların (emek,<br />

<strong>sermaye</strong>, tabiat, müteşebbis) nakdî veya aynî olarak elde ettikleri safi gelirler toplamına milî<br />

gelir denir. O halde ayni bir şeyi, bu defa paylar bakımından hesaplıyoruz. Diğer bir deyişle<br />

millî gelir, üretilen mal ve eşyanın maliyetine göre tesbit edilmektedir. Maliyete giren<br />

gelirler de, bilindiği üzere başlıca ücret ve maaşlar, faizler, kira veya rantlar ve kârlardır. Bu<br />

izahattan anlaşılacağı üzere, istihsal unsurlarına ait olmayan, onların faaliyetinden<br />

doğmayan dolaylı vergileri, hesaba katmayacağız. Bu itibarla millî hasılanın satış fiyatına<br />

dahil olan dolaylı vergileri bu hasıladan tenzil etmek suretiyle üretim faktörlerine dağıtılan<br />

paylar toplamı olarak millî geliri buluruz (Erginay,1957).<br />

Milli Gelir = SMH (faktör fiyatları) = SMH (piyasa fiyatları) - Net Dolaylı Vergiler<br />

Bu hesaplama yapılırken piyasa fiyatlan yerine faktör fiyatlarının alınmasının<br />

altında yatan sebep, devletin mal ve hizmetlere katma değer vergisi gibi dolaylı vergiler<br />

koyarak mal ve hizmet fiyatının faktör fiyatından daha yüksek bir düzeyde çıkmasına sebep<br />

olmasıdır. Ayrıca devlet bazı mal ve hizmet gruplarına sübvansiyon vererek, mal ve<br />

hizmetin piyasada faktör maliyetinin altında satılmasına yol açabilmektedir. Başka bir<br />

47


anlatımla, devletin piyasaları sübvanse etmesi, piyasada negatif dolaylı vergilerin<br />

oluşmasına yol açabilmektedir (Pekin,1993:19).<br />

Net Dolaylı Vergiler= Dolaylı Vergiler - Sübvansiyonlar<br />

Net dolaylı vergilerin arttırılması veya azaltılması yönünde yapılacak bir<br />

değişiklik, aynı malın piyasa fiyatlarında da benzer yönde bir değişikliğe yol açacaktır. Bu<br />

nedenle, piyasa fiyatlarıyla ölçülen hasıla rakamlan yanıltıcı sonuçlar oluşturabilmektedir.<br />

Bu nedenle milli gelirin faktör fiyatlarıyla ölçülmesi, ekonomik analiz açısından daha iyi bir<br />

gösterge olarak kullanılabilir (Güran,1999:69).<br />

I.3.1.5. Kişisel Gelir<br />

Serbest girişimciliğe dayalı bir ekonomik sistemde ekonomik kaynakların<br />

sahipleri bireyler ve ailelerdir. Ancak bu durumda milli gelir kullanılabilir şahsi gelire eşit<br />

değildir. Kişisel geliri bir yıl içinde bireylerin ellerine geçen net kazanç miktarı<br />

tanımlayabiliriz. Bu yüzden kişisel geliri belirleyebilmemiz için milli gelir üzerinde aşamalı<br />

düzeltmeler yapmamız gerekmektedir. Çünkü bazı bireyler vergi ödemektedirler, bazıları ise<br />

üretmedikleri halde devletten düzenli şekilde transfer ödentisi almaktadırlar. Đşte bu<br />

ödentileri kişisel gelir hesabına katmamız gerekmektedir. Diğer taraftan ise bazı bireylerde<br />

toplam kazançlarından daha azını elde edebilmektedirler. Bu durumdada bireyler sosyal<br />

güvenlik için kurumlara katkıda bulunmaktadır. Bütün bu kalemde saydıklarımızı milli<br />

gelirden çıkarmamız gerekmektedir. Bu eklemeler ve çıkarmalar sonucu kişisel gelire<br />

ulaşabiliriz (Kargül,1983:14).<br />

Kişisel Gelir = Milli Gelir + Transfer Harcamaları + Sübvansiyonlar - (Kurumlar<br />

Vergisi + Dağıtılmayan Karlar + <strong>Sosyal</strong> Kesintiler)<br />

Kişisel gelir, ekonomik analizlerde bireylerin gelirlerinin, tüketim, dolaysız<br />

vergiler ve tasarruf arasında nasıl ve hangi oranlarda bölüşüldüğünü açıklamakta faydalı<br />

olmaktadır (Parasız,1997:79).<br />

I.3.1.6. Kullanılabilir Gelir<br />

Kullanılabilir gelirde ise, dağıtılmamış şirket karlarını ve değerlendirme<br />

düzenlemesi içinde de envanter ve yıpranma kişisel gelirden çıkartırken iş çevrelerinin<br />

48


transfer ödemelerini bu gelire dahil etmemiz gerekir. Değerlendirme düzenlemesi fiyat<br />

değişmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu değerlendirmeye kar değerlerinin belirlenmesi ve<br />

enflasyon hesabının düzeltilmesi için girilmektedir. Çünkü hesaplanan karlar firmaların<br />

sattıkları mallara göre belirlenir. Oysa enflasyon dönemlerinde envanter değerlenirken<br />

satılan malların maliyetinin altında ifade edilmekte böyle bir durumda karla fazla bir<br />

değerde hesaplanmış olmaktadır. Đşte envanter değerlendirme düzeltmeleri bu tür bir hatayı<br />

gidermeyi amaçlamaktadır. Bu durumda kullanılabilir gelire varmak için aşağıdaki formül<br />

uygulanabilir (Kargül,1983:15).<br />

Kullanılabilir Gelir = Kişisel Gelir – (Dağıtılmamış Şirket Karları +<br />

Değerlendirme Düzenlemeleri) + Đş Çevreleri transfer Ödemeleri<br />

I.3.1.7. Kişi Başına Düşen Milli Gelir<br />

En kısa tanımla kişi başına düşen milli gelir bir yıl içinde yaratılan ulusal milli<br />

hasıla veya gelirin bireylere bölünmesi elde edilen büyüklüktür.<br />

Kişi Başına Düşen Milli Gelir = Toplam gelir / Nüfus<br />

Ülkeler arasında kalkınma düzeyleri karşılaştırıldığında genel olarak kişi başına<br />

gelir veya kişi başına harcanabilir gelir ölçütü kullanılır. Ülkelerarası karşılaştırmalarda<br />

sadece bu ölçütün kullanılması bir takım sıkıntılar yaratmaktadır. Bu ölçüt, ülkelerin ne<br />

yaşam kalitesi ne de gelir dağılımı açısından bir fikir vermemektedir. Ancak, ülkelerin,<br />

kalkınma sürecinin hangi aşamasında bulunduğu hakkında bir kanıya varılması yönünden<br />

önem taşımaktadır. Bu nedenle kişi başına gelir durumları ülkelerin kalkınma düzeylerini<br />

saptamak için kullanılan genel bir ölçüttür (Bozdağ,2006).<br />

I.3.2. Teorik Açıdan Büyüme<br />

Bir ülkenin refah seviyesindeki artışın en önemli göstergelerinden biri olan<br />

ekonomik büyüme olgusu, iktisatçıların üzerinde sürekli tartıştığı bir konudur. Geliştirilen<br />

büyüme teorileri içinde bulunulan dönemin ekonomik ve sosyal özelliklerinden etkilenmiş<br />

ve buna göre ekonomik alanda devlete farklı görevler yüklemiştir. Ekonomik büyüme için,<br />

devletin kimi zaman aktif rol alması gerektiği, kimi zaman da pasif kalarak ekonomiye<br />

hiçbir müdahalede bulunmaması gerektiği savunulmuştur (Pekin,1993:20). Çalışmanın bu<br />

bölümünde büyüme teorilerinden kısaca bahsedilecektir.<br />

49


I.3.2.1. Merkantilizm<br />

Merkantilizm, 1450-1750 yılları arasında yani Ortaçağ ve Fizyokrasi arasındaki<br />

dönemde gelişen iktisadi düşüncelerin bütünüdür. Merkantilizm, moneter bir doktrindir.<br />

Amaç, para miktarını arttırmaktır. Değerli madenlerin hâkimiyeti esasına dayanan bu<br />

görüşte milli servet değerli madenlerin çokluğuyla ölçülür. Devletçiliği benimseyen bu<br />

görüşe göre devlet, iktisadi faaliyetleri belirlemeli ve yönetmelidir. Dış ticarete önem<br />

verirler. Merkantalistlere göre dış ticaret, ülkeye daha çok değerli maden girmesi için<br />

yapılmalıdır. Amaç, aktif (ihracat>ithalat) bir dış ticaret bilançosudur. Merkantilizmin<br />

sanayileşme anlayışı, nüfus artışını da beraberinde getirir. Çünkü emek arzının artışı<br />

ücretleri düşüreceğinden sanayi üretimi ve ihracat artar. Nüfus hareketleri ve tarımsal üretim<br />

ilişkisi (tarımsal üretimin arttığı dönemlerde toplam tarımsal gelirin düşmesi) şeklindeki<br />

King Kanunu ilk kez bu dönemde ortaya konmuştur. Paranın değeriyle ilgili olarak da<br />

madeni paraların ayarındaki değişmelerin piyasalarda dengesizliğe yol açacağını savunan<br />

kötü para iyi parayı kovar ilkesi de bu dönemden kalan bir görüştür (Aktan,2000).<br />

Merkantilizme göre, girişimci sınıf ve sanayi ile uğraşan kesim devlet tarafından<br />

desteklenmeli, yapılan sübvansiyonlar ile üretim artışı sağlanmalıdır. Ülke içerisinde girdi<br />

olarak kullanılan hammaddelerin dışında ithalatın yapılması zorlaştırılmalı, bunun yanında<br />

ülkenin yapmış olduğu ihracatın önündeki engeller kaldırılmalıdır. Đhracatın önündeki en<br />

önemli engellerden biri ulaştırma imkanlarının sınırlı olması ya da ulaştırma maliyetlerinin<br />

yüksek olmasıdır. Bu bakımdan, merkantilist düşünceye göre devletin ihracatı teşvik<br />

amacıyla ulaştırma <strong>yatırımları</strong> yapması ve ulaştırma maliyetlerini düşünmesi gerektiği<br />

sonucuna varılmaktadır (Seyidoğlu,2006:121).<br />

I.3.2.2. Fizyokrasi<br />

Fizyokrasi, merkantilist düşünceye karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.<br />

Fizyokratlara göre, ekonomideki temel sektör tarım sektörüdür. Çünkü tarım sektörü<br />

ekonomide katma değer üreten temel sektördür. Dolayısıyla ekonomik büyüme ancak tarım<br />

sektöründeki üretim artışı ile gerçekleştirilecektir. Fizyokratlar, devletin ekonomiye<br />

müdahalede bulunmamasının ve fertlerin ekonomik faaliyetlerinde serbest olmasını<br />

savunmaktadırlar. Bu sayede, ekonominin isleyişi açısından gerekli olan doğal düzen<br />

kendiliğinden kurulmuş olacaktır (Talas,1986:56).<br />

50


Fizyokratlarca diğer faaliyetler (ticaret, sanayi) ise kısırdır, çünkü net hasıla<br />

oluşturmazlar. Gelir dağılımı teorisi açısından net hasılaya dayanarak toplum üç sınıfa<br />

ayrılır verimli sınıf (çiftçiler), toprak sahipleri, kısır sınıf (sanayici ve tüccarlar). Quesnay<br />

tarafından oluşturulan ekonomik tabloya göre bu sınıflararası gelir dağılımı şöyledir;<br />

Çiftçiler, topraktan sağladıkları net hasılayı toprak sahiplerine kira olarak verirler. Toprak<br />

sahipleri, toprağın işletilmesinin bedeli olan bu net hasılayı alırlar. Kısır sınıf ise<br />

hammaddeyi işlenmiş maddeye dönüştürmek için imalathane ve işçiye ihtiyaç duyar. Bu<br />

yüzden bu sınıfın elde ettiği net gelir, diğer iki sınıfa dönmek zorundadır. Bu ekonomik<br />

tablo, genel denge modellerinin başlangıcı sayılır. Ayrıca Fizyokrotlara göre tek verimli alan<br />

tarım olduğuna göre vergi, sadece tarımdan alınmalıdır. Đhracat, tarımsal ürünlere<br />

dayanmalıdır. Sermaye sadece tarımsal yatırımlarda kullanılmalıdır. Faiz, tarımsal<br />

<strong>sermaye</strong>nin kazancıdır (Aktan,2000).<br />

I.3.2.3. Klasik Büyüme Teorileri<br />

Ülkelerin yükselen bir gelir seviyesine ulaşmalarının yollarını ortaya koyan<br />

teoriler ilk olarak 18. yy’ın sonunda Adam Smith ile birlikte oluşmaya başlamıştır. Smith<br />

ekonomik büyümeyi, <strong>sermaye</strong> birikimi, iş bölümü, uzmanlaşma, ulusalararası ticaret, nüfus<br />

artışı ve görünmez el mekanizmasına dayandırmaktadır. (Berber,2006:57)<br />

Adam Smith’in büyüme süreci şu şekilde açıklanabilir; ilk başlarda ekonomide<br />

fazla kaynak ve düşük <strong>sermaye</strong> stoku mevcuttur, bu da yüksek kar oranını doğurur. Daha<br />

sonra <strong>sermaye</strong> stokunda artış meydana gelir, bu da iş gücü talebini artırır. Đş gücü talebinin<br />

artışı ücret artışlarını da beraberinde getirecektir. Dolayısı ile <strong>sermaye</strong> stoku ve nüfusun<br />

artması ile ekonomik büyüme gerçekleşmiş olacaktır (Gökçe,2007:7).<br />

Smith ve Ricordo, ekonomik büyümenin süreklilik arz etmeyeceğini,<br />

ekonominin belli bir noktadan sonra durgunluğa gireceğini savunmuşlardır. Ricardo aslında<br />

<strong>doğrudan</strong> doğruya büyümeyi değil uzun dönemde üretim faktörleri paylarını yani gelir<br />

bölüşümünü incelemiştir. Ricardo’ya göre büyüme ve bölüşüm iç içedir. Klasik büyüme<br />

modelinin işleyişi şu şekildedir. Bu modelde yatırımlar ekonomik büyümenin motoru<br />

konumundadır. Yatırımlar ise karlara bağlıdır. Karlar ile yatırımlar da doğru orantılıdır.<br />

Yatırımlar içerisinde <strong>sermaye</strong> gibi enerji de önem taşıdığından enerjinin de ekonomik<br />

büyüme ile ilişkisi güçlüdür (Gökçe,2007:8).<br />

Malthus ise iktisadi büyüme ile nüfus artışı arasındaki etkileşim üzerinde<br />

durmaktadır. Malthus’a göre toplumsal iyileşme, bireysel, ailevi ölçeği içinde insan<br />

51


yaşamının iyileştirilmesi için üretimi artırmanın yollarını, araçları, imkanları aranırken nüfus<br />

artışını azaltmanın yolları da birlikte ele alınmalıdır (Tezel,2000:155).<br />

Klasik iktisatçıların savunduğu görüşte belirtilen rekabet ortamının<br />

sağlanmasında ulaştırma sisteminin çok önemli rol aldığı söylenebilir. Etkin bir ulaştırma<br />

sisteminin bulunmadığı bir ekonomide ulaştırma maliyetleri yüksek olacak ve bunun<br />

sonucunda da mamul fiyatlan içerisinde ulaştırma maliyetlerinin payı yüksek olacaktır. Bu<br />

da farklı bölgelerdeki firmalar arasındaki rekabeti ortadan kaldıracaktır (Savaş,1997:43-44).<br />

Klasik büyüme modeli daha sonraları diğer iktisatçılar tarafından eleştirilirken bu<br />

modelin gerçeğe ve geçirilen tecrübelere uymadığı saptanmıştır. Ayrıca klasik büyüme<br />

modeli günümüz gelişmiş ülkelerinin büyüme sürecini de açıklayamamaktadır.<br />

I.3.2.4. <strong>Sosyal</strong>ist Büyüme Teorisi<br />

<strong>Sosyal</strong>ist büyüme düşüncesi, Marx’a dayandırılmaktadır. Marx’a göre emek<br />

üretim değerini belirlemekte ve aynı zamanda büyümenin motorunu oluşturmaktadır.<br />

Marx'ın kurmuş olduğu modelde, denge aramaya gerek yoktur çünkü Marx, büyüme<br />

sürecini sürekli bir dengesizlik olarak görmektedir. Dolayısıyla modelde, uzun dönemde<br />

büyümenin sürdürülebilmesi ya da durağan duruma gelinmesi yerine, büyümenin kırılması<br />

söz konusudur (Akyüz,1984:47-54).<br />

Marx’ın büyüme kuramı genel olarak artık değer ve yatırım üzerine kurulmuştur.<br />

Ayrıca Marx’ın büyüme teorisi; üretim fonksiyonu yapısı, yeniliklerin karakteri ve <strong>sermaye</strong><br />

birikim şekli ile ilgili bazı özel varsayımlara dayanmaktadır. Bu varsayımlar genel olarak ele<br />

alındığında ücret ve kar hadlerinin zaman içindeki davranışları ile ilgili varsayımları haline<br />

gelirler. Bu yüzen bu varsayımlar, ekonominin dinamik gidişi yönünden bazı sonuçlar<br />

ortaya koyarlar. Özellikle büyüyen bir ekonomide yapısal bozuklukların ortaya çıkacağını<br />

ifade ederler (Kaya,1998:40).<br />

Savaş'ın da vurguladığı gibi kapitalistler işçileri ücret karşılığı kiraladıklarında,<br />

onlara emek-güçlerinin değişim değerini öderler. Ancak bu süreçte, kapitalistler bu emekgücünün<br />

kullanım değerini kullanma hakkını elde ederler. Görünüşte, kapitalistler işçilere<br />

çalıştıkları saate veya ürettikleri miktara dayanarak ücret ödedikleri için, kapitalistler<br />

işçilerin gerçek emeklerini satın alır gibi gözükürler. Gerçekte ise, değer cinsinden<br />

ürettikleri değerden daha az olan işçilerin emek-gücünü satın alırlar. Marx’a göre burada<br />

52


oluşan artık değer kapitalistin gelirini ve üretim işleminin amacını gösterir. Emeğin çalışma<br />

zamanı arttıkça artik değer artacaktır. Bu nedenle ulaştırma sisteminin etkin olduğu bir<br />

ülkede emeğin çalışma yerine ulaşmak için harcadığı zaman azalacak ve emeğin verimliliği<br />

artacaktır. Üretimin asıl nedeni olan artik değer de artmış olacaktır. Sonuç olarak ülkede<br />

yapılacak ulaştırma harcamaları üretim artışını sağlayacaktır (Savaş,1997:45).<br />

Marx’ın büyüme kuramlarını daha iyi anlayabilmek için emek değer teorisini ve<br />

artık değer teorisini incelememiz gerekmektedir. Marx’a göre, bir malın değeri o malın<br />

üretiminde kullanılan emek ile ölçülür ve bu emek miktarı malların piyasadaki mübadele<br />

değerini tayin eder. Ancak, kapitalistler piyasada işçiye emeğin hakiki değerini değil, asgari<br />

fizyolojik geçim seviyesinde bulunan bir ücret ödemektedir. Böylece kapitalistler işçileri<br />

sömürmek suretiyle kar elde etmektedir (Hiç 1975,21). Şayet emek gerçekte değerin yegâne<br />

belirleyiciyse, o zaman kar ve faiz ne olacaktı? Marx kar ve faizi artık değer olarak<br />

nitelendirdi. Böylece kapitalistler ve toprak sahiplerinin emeğin sömürücüleri oldukları<br />

sonucuna varmak için kısa bir matıksal adım atmak yeterliydi. Eğer gerçekte değerin<br />

tamamı emeğin ürünüyse, o zaman <strong>sermaye</strong>darların aldığı kar ve toprak sahiplerinin<br />

kazandığı faizin tümü, çalışan sınıfın haklı kazançlarından haksız yere alınan artık değer<br />

olmalıydı (Skousen,2003:165).<br />

Marx özellikle emek değer teorisi ile D. Ricardo’dan çokşey almıştır. Marx’daki<br />

artık değer kavramı emek değer teorisi ile yakından ilişkilidir. Fakat Marx’ın büyüme<br />

hakkındaki görüşleri Ricardo’nun büyüme teorisinden tamamen ayrılır. Ricardoda belirli bir<br />

noktadan sonra <strong>sermaye</strong> birikimi ve nüfus artışı kısaca büyüme sona erecek ve ekonomi<br />

durgunluk safhasına girecektir. Sermaye birikiminin durması, azalan verim kanunu<br />

dolayısıyla tam rekabet şartları altında normalüstü karların sıfıra inmesi yüzündendir.<br />

Karların sıfıra inmesine karşı, rantlar yükselecektir. Nüfus, Ricardo’da Malthus’un<br />

kanununa tabidir ve uzun dönemde ücretler, nüfus-gelir ilişkisi dolayısıyla asgari seviyede<br />

gerçekleşecektir. Ricardo’ya göre, teknik büyüme hızı düşüktür ve durgunluk noktasını<br />

ortadan kaldırmaz, sadece bu noktayı daha geriye atar. K. Marx’da ise kapitalizm dinamik<br />

bir sistemdir ve kapitalistler arasındaki rekabet dolayısıyla sistemin kendi bünyesi icabı,<br />

hızlı bir teknik gelişme ve <strong>sermaye</strong> birikimi yolundadır. Fakat yeni tekniklerin uygulanması<br />

ve <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong> kar haddini düşürecektir. Kar hadlerinin yükseltilmeye çalışılması<br />

53


<strong>sermaye</strong>nin merkezileşmesine, işsizliğe ve işçi sefaletinin artmasına neden olacaktır. Diğer<br />

taraftan, konjonktür dalgaları ve buhranları ise gitikçe şiddetlenecektir. (Hiç,1994:31).<br />

<strong>Sosyal</strong>ist sistemde ise üretim araçlarının kamuya devredilmesi işçilerin<br />

sömürülmesine engel olacak ve kamuya mal edilen artık değer işçi sınıfı namına yüksek bir<br />

büyüme hedefinin gerçekleştirilmesine ve yine işçi sınıfının günlük ihtiyaçlarının yahut<br />

madde refahının sağlanmasına yönelecektir. Bu ihtiyaçlar fertlerin subjektif zevklerine göre<br />

değil devlet otoritesi tarafından objektif ölçülerle tespit edilecektir. Böylece sosyalist<br />

sistemde refah, objektif ihtiyaçların karşılanması anlamında ve kamulaştırma, kamu üretimi<br />

yoluyla azamileştirilecektir (Hiç,1994:32).<br />

Marx’a göre kapitalist sistem dinamiktir, devamlı gelişme içindedir. Bu<br />

dinanizmin ve büyümenin kaynağı teknik ilerlemedir; kapitalistlerin başlıca fonksiyonuda<br />

esasen teknik ilerlemedir. Buna bağlı olarak çıkarabileceğimiz sonuç, Marx büyüme<br />

sürecinde teknik ilerleme ve <strong>yatırımları</strong>n rolünü ön planda tutmuştur. Yatırımların hem<br />

teknik ilerleme sonucu olduğunu hem de teknik ilerlemenin uygulanması için gerektiğini<br />

tespit etmiştir. Teknoloji ile ilgili olarak daha çok ilgilendiren konu büyümeyi nasıl<br />

etkilediği değil, emeğin sömürüsünü nasıl arttırdığıdır. Ayrıca Marx büyümenin dar bir geçit<br />

olduğunuda görebilmiş ve buna bağlı oalrak <strong>yatırımları</strong>n eksik veya fazla olması halinde<br />

kapitalist sistemin konjenktür dalgalar göstereceğini öne sürmüştür (Hiç,1994:32).<br />

Marx’ın büyüme modelini altı ana maddede birleştirebiliriz bunlar. Yeni<br />

teknolojiler emeğin sömürüsünü arttırmaktadır; büyüme <strong>yatırımları</strong>n, yatırımlarda kar<br />

oranının fonksiyonudur; zaman içinde kar oranı azalacağından yatırımlarda azalacak ve<br />

ardından efektif talebinde azalması sonucu buhran kaçınılmaz olacaktır; dengesizlik<br />

ekonominin olağan eğilimidir; yeni teknoloji vardır ama rekabet sonucu içsel bir gelişmedir<br />

(Gürak,2004:71)<br />

I.3.2.5. Post Keynesyen Büyüme Modeli (Harrod-Domar)<br />

Harrod-Domar büyüme modeli post-keynesyen büyüme modeli olarak da<br />

adlandırılmaktadır. Harrod ve Domar birbirlerinden bağımsız olarak geliştirdikleri bu<br />

büyüme modeli, teoride büyümeyi ilk kez sistematik olarak ele alan model konumundadır.<br />

Model; Keynes’in büyüme ile ilgili statik görüşlerinin, dinamik hale getirilmesidir.<br />

Keynes’in göz ardı ettiği <strong>yatırımları</strong>n kapasite arttırıcı etkisi modele dahil edilmiştir.<br />

54


Modelde otonom yatırımlara yer verilmemiş, tüm <strong>yatırımları</strong>n uyarılmış yatırımlar olduğu<br />

varsayılmıştır (Unay,1999:392).<br />

Harrod-Domar büyüme teorisi toplam talep, üretim ve istihdam arasındaki<br />

ilişkileri açıklayarak ekonominin büyüme hızını belirlerken, iki kavrama dayanmaktadır. Bu<br />

kavramlar marjinal tasarruf oranı ile <strong>sermaye</strong>-hasıla katsayısıdır. Bir ekonomide büyüme<br />

oranı marjinal tasarruf oranı ile pozitif, <strong>sermaye</strong>-hasıla katsayısı ile negatif yönlü ilişki<br />

içindedir. Yani bir ekonomide marjinal tasarruf oranı ne kadar büyük ise ve <strong>sermaye</strong>-hasıla<br />

katsayısı ne kadar küçükse, o ekonominin büyüme hızı o derecede büyük olacaktır. Bir<br />

başka ifade ile, bir ekonomide yatırım miktarı tasarruf hacmine eşit olduğunda marjinal<br />

tasarruf eğilimi ile <strong>sermaye</strong>-hasıla katsayısı tarafından belirlenen oranda ekonomi<br />

büyüyecektir (Dinler, 2000:511-513).<br />

Harrod-Domar modelinde ekonomik büyümenin kaynağı olarak yatırım<br />

harcamaları önemli bir yer tutmaktadır. Modelde, yapılan yatırım harcamalarının<br />

ekonominin üretim gücünü artırarak büyümeye olumlu etki edeceği ifade edilmiştir.<br />

Ekonominin artan üretim gücünün gerçek üretim artışına dönüşebilmesi için önce talebin,<br />

buna bağlı olarak da üretimin artması gerektiği ve bunun ise yatırım harcamaları ile<br />

gerçekleştirilebileceği vurgulanmıştır. Modelde, ekonomik büyüme sürecinde kamu<br />

<strong>yatırımları</strong>na yer verilmemiş bütün <strong>yatırımları</strong>n özel sektör yatırımı olduğu varsayılmıştır<br />

(Yılmaz, 2005:66).<br />

Yatırım harcamaları ekonomik büyümeye katkısı bakımından iki etki<br />

oluşturmaktadır: Birincisi, yapılan <strong>yatırımları</strong>n makine ve teçhizat gibi yatırım mallarında<br />

veya alt yapı kuruluşlarının sayısında artışlar yaratmasıyla, yani ekonominin yatırım<br />

öncesine göre daha fazla mal ve hizmet üretmesine imkân vermesiyle ortaya çıkan kapasite<br />

artırıcı etkisidir. Ekonomide gecikmenin olmadığı varsayımı altında, kapasite artışına bağlı<br />

olarak üretimde ortaya çıkan artışın aynı anda yatırım harcamalarını artıracağı, artan yatırım<br />

harcamalarının da anında milli gelirde artışa neden olacağı belirtilmiştir. Đkincisi ise,<br />

ekonominin olgunlaşma sürecinde gerçekleştirilen yatırım harcamalarının çarpan<br />

mekanizmasının işleyişi doğrultusunda ekonomide ortaya çıkardığı gelir artırıcı etkisidir<br />

(Berber,2006:109).<br />

Modele göre büyümeyi belirleyen unsurlar <strong>yatırımları</strong>n ve <strong>sermaye</strong>-çıktı artış<br />

oranının büyüklükleridir. Oysa teknolojinin veri olarak ele alındığı böyle bir modelde<br />

büyüme ancak piyasalar doyuma ulaşıncaya kadar sürebilir ve sonrasında ancak nüfus artışı<br />

55


kadar artabilir. Yeni teknolojiler, nitelikli emeğin konumu ve önemi ihmal edildiği için<br />

Harrod-Domar modelinin uzun dönem büyüme ile ilgili kesin sonuca ulaşma ihtimali yoktur<br />

(Gürak,2004:77)<br />

Ayrıca Harrod-Domar büyüme modelleri gelişmiş ekonomiler için<br />

kurulmuşlardır. Modellerin temel amacı; ekonomiyi, işsizlik ve enflasyon ortamına<br />

sokmadan yürütebilmektir. Gelişmekte olan ülkelerde tek amaç bu olmayıp aynı zamanda<br />

ekonominin yeterli bir hızla büyümesi de önem taşımaktadır. Harrod-Domar ise<br />

modellerinde işin bu yönü üzerinde hiç durmamışlardır (Acar,2002:92).<br />

I.3.2.6. Neo-Klasik Büyüme Modeli (Dışsal Büyüme Modeli)<br />

1950 ve 1973 yılları arasında dünya ekonomileri genelinde gelir ve büyüme artışı<br />

oranlarında benzeri görülmemiş bir hızlanma yaşanmış ve bu dönem daha sonradan refahın<br />

altın çagı olarak adlandırılmıştır. Bu canlanma sırasında Swan ve Solow, üretim sürecindeki<br />

emek ve <strong>sermaye</strong>nin birbirini ikame edebilecekleri varsayımından hareketle Neo-klasik<br />

olarak nitelenen büyüme modelleri geliştirmişlerdir. Yaklaşımlarında genel olarak teknoloji<br />

ve nüfusdaki gelişimi dışsal olarak kabul edildiğinden, modelleri dışsal büyüme teorisi<br />

olarak kabul edilmistir. Ayrıca tam rekabet ve istihdam koşullarının geçerliliği, üretim<br />

faktörlerine marjinal verimlilikleri doğrultusunda ödeme yapılması ve degişken <strong>sermaye</strong><br />

çıktı oranının kabul edilmesi, dıssal büyüme teorilerinin neo-klasik olarak<br />

degerlendirilmesine neden olmuştur (Parasız,1991:81). Kurulan bu model 1980’lerin ikinci<br />

yarısında geliştirilen Đçsel Büyüme Teorilerine kadar baskın olarak yer almıştır. Neoklasik<br />

büyüme modelinin asıl çıkış noktasını tam istihdama ulaşmada gerekli olan dinamik şartlar<br />

oluşturmaktadır. Başka bir ifade ile teori Keynes’in klasik iktisat teorisine getirdiği<br />

eleştirilerin dinamik analizidir (Yülek,1997:89).<br />

Neoklasik büyüme modeli, Harrod-Domar modelinin aksine sürdürülmesi zor<br />

bıçak-sırtı denge şartlarına bağlı olmayan, devletin müdahalesine gerek duymayan ve emek<br />

faktörünü içselleştiren dengeli bir büyümeyi amaçlamıştır. Standart neoklasik piyasa<br />

koşullarında, çıktı düzeyinin <strong>sermaye</strong> ve emek girdisi tarafından belirlendiği, azalan<br />

verimlerin ve ölçeğe göre sabit getirinin olduğu varsayılmıştır. Tasarruf eğilimi, nüfus artış<br />

oranı, emek birikimli teknolojik gelişme oranı ve amortisman oranı sabit kabul edilmiştir.<br />

Çıktı düzeyi, fiziki <strong>sermaye</strong> ve etkin emek girdisine bağlanmıştır (Demir,2002). Ayrıca<br />

modelde ölçeğe göre getiriler sabittir, <strong>sermaye</strong>nin marjinal verimliliği azalmaktadır,<br />

bağımsız bir yatırım fonksiyonu bulunmaktadır, faktörler arası ikame olanaklıdır, nüfus<br />

56


dışsal olarak belirlenen sabit bir hızla büyümektedir, devlete ekonomik hayatta sınırlı bir rol<br />

verilmiştir (Kibritçioğlu,1998:209).<br />

Keynes sonrası büyüme modellerinde talep analizleri ön planda gelmekte, üretim<br />

fonksiyonu özellikleri arka planda tutulmaktaydı. Neo-klasik istikrarlı büyüme modellerinde<br />

ise üretim fonksiyonu ön plana alınmakta, Cobb-Douglas fonksiyonu ile birlikte<br />

çalışılmakta, talep analizi ise arka planda gelmektedir. Bununla beraber, iki büyüme modeli<br />

katogorisi arasındaki taleple ilgili farklar üretim fonksiyonu ile ilgili farklardan dahada<br />

önemlidir. Harrod’a göre talep yönünden parasal tuzak ve yatırım-tasarruf tutarsızlığı<br />

<strong>sermaye</strong>-hasıla oranının yeterli derecede değişmesini ve tam istihdam büyümenin<br />

sağlanmasını engelleyecektir. Buna karşın neo-klasik istikrarlı büyüme modellerinde<br />

moneter tuzaklar ve yatırım-tasarruf tutarsızlığı söz konusu değildir. Yatırımların faiz<br />

esnekliği yüksektir, ücret rijitliği de yoktur. Böylece talep yönünden <strong>sermaye</strong>-hasıla<br />

oranının değişmesi ve tam istihdamın sağlanması imkan dahiline girmektedir<br />

(Hiç,1994:122).<br />

Solow ve Swan, Harrod-Domar modelinde gerek talepte gerek üretim<br />

fonksiyonunda varsayılan sertlikleri ortadan kaldırmak için tam istihdam ile <strong>sermaye</strong>nin tam<br />

kullanımını bir arada ve kendiliginden sağlayan, istikrarlı neo-klasik büyüme modelini<br />

meydana getirmislerdir. Nitekim, Solow modelinde üretim açısından faktör ikame<br />

imkanlarının veya fiili <strong>sermaye</strong>-hasıla oranının degisebilirligi kabul edilmekte ve Cobb-<br />

Douglas üretim fonksiyonu ile çalısılmaktadır. Talep açısından ise faiz haddinin ve faktör<br />

fiyatlarının degisebilirliği ve yatırım talebinin faiz elastikliğinin yüksek oldugu<br />

varsayılmıştır. Bu varsayımlara göre Solow modelinde yatırım talebinde hızlandıran etkisi<br />

ortaya çıkmamakta, yatırım seviyesi faizin değişebilirliği ve yatırımın faiz elastikiyeti<br />

yoluyla tasarruf seviyesine göre kendiliğinden ayarlanabilmektedir. Bu husus <strong>sermaye</strong>hasıla<br />

oranını değiştirebilmekte, böylece ekonomi dengeli büyümeyi sağlayabilmektedir<br />

(Ulusoy,1989:52).<br />

Neoklasik büyüme teorisinde uzun dönemli büyüme teknolojik gelişmeye önemli<br />

ölçüde bağlıdır. Teknolojik gelişme yatırımlardan bağımsız bir değişmedir. Oysa teknolojik<br />

gelişmenin önemli bir kısmının ancak yeni yatırımlarla üretime dönüşebileceğini dikkate<br />

almak gerekir. Böyle bir değişiklikle, gelirin büyüme haddi ile tasarruf haddi arasında<br />

dolaysız bir ilişki kurulmuş olmaktadır. Zira teknolojik gelişmeyi arttırmak isteyen ülkeler,<br />

bu bağ nedeniyle tasarruf hadlerinide yükseltmek zorundadırlar (Uluatam,1998:401).<br />

57


Neo-klasik büyüme modellerinde, ülkeler arasındaki büyüme farklılığı sorunu,<br />

durağan durum yaklaşımı ile açıklanmaya çalışılmıştır. Durağan durum, teknolojik<br />

gelişmenin olmadığı varsayımı altında, kişi başına gelirin ve <strong>sermaye</strong> yoğunluğunun sabit<br />

olduğu bir durumu ifade etmektedir. Nüfus sabit bir oranda artarken, kişi başına gelir ve<br />

<strong>sermaye</strong>nin sabit olması için, her ikisinin de nüfus artış oranı kadar artması gerekmektedir<br />

(Yıldırım,1996:663).<br />

Genel olarak neoklasik büyüme modelinin bulgularını söyle özetleyebiliriz:<br />

Ekonomi uzun dönemde, baslangıç koşullarından bagımsız olarak durağan duruma yakınsar,<br />

durağan durum düzeyi, tasarruf oranı ve nüfus artış hızına bağlıdır; kişi başına durağan<br />

durum gelirinin büyüme hızı ise, yalnızca teknolojik gelişme hızına bağlıdır; durağan<br />

durumda <strong>sermaye</strong> stoku, gelir artış hızına eşdeğerde büyür ve bu nedenle çıktı fiziksel<br />

<strong>sermaye</strong> oranı sabittir; durağan durumda <strong>sermaye</strong>nin marjinal verimliligi sabit, buna karşın<br />

işgücünün verimliliği, teknolojik gelişme oranı ölçüsünde büyür, ele alınan tüm ekonomiler<br />

için baslangıç koşulları aynı varsayılırsa, yakınsama süreci tam yakınsama olarak<br />

gerçekleşir. Aksi halde yakınsama kosullu yakınsamadır ve yakınsama hızının belirlenmesi,<br />

her ülkenin başlangıç koşullarına ve dışsal tesadüfi şoklara bağlıdır (Ates,1998:5).<br />

I.3.2.7. Đçsel Büyüme Modelleri<br />

Neo-klasik büyüme modeli; tasarruf düzeyinin, <strong>sermaye</strong> birikiminin büyümeyi<br />

sadece geçis döneminde etkiledigini öne sürmek suretiyle <strong>sermaye</strong> birikiminin büyüme<br />

üzerindeki etkisini en aza indirmektedir. Diğer taraftan, neo-klasik büyüme modeli<br />

ekonomik büyümenin (fert basına çıktı düzeyindeki artısın) nedeninin teknolojik ilerleme<br />

oldugunu ileri sürmek suretiyle de, teknolojik gelişmenin büyüme üzerindeki etkisini en<br />

çoklamaktadır. Ancak, neo-klasik büyüme modelinde teknolojik ilerleme dışsal bir olgu<br />

olduğundan, neo-klasik büyüme modeli iktisadi büyümenin nasıl meydana geldiğini<br />

açıklayamamaktadır. Neo-klasik büyüme modelinin bu önemli eksikligi, büyümenin nasıl<br />

meydana geldiğini dolayısıyla da büyümeyi etkileyen politikaların neler olduğunu<br />

açıklamayı amaçlayan yeni bir yaklaşımın ortaya çıkmasına yol açmıstır. 1980’lerin<br />

sonlarında ortaya çıkan ve öncülüğünü Amerikalı iktisatçı Paul Romer ve yeni klasik okulun<br />

kurucusu Robert Lucas’ın yaptıgı bu alternatif yaklaşıma, içsel büyüme teorisi denir<br />

(Ünsal,2001:58).<br />

Geri kalmış ülkelerle, gelişmiş ülkelerin arasındaki açığın, özellikle ödünç<br />

teknolojinin sağladığı zaman kazancıyla kapanacağını ve amprik çalışmalarla dayanarak<br />

58


kanıtlamaya çalışanlarla, böyle bir yakınlaşmanın amprik verilerle gerçekleşmeyeceğini ve<br />

dünyanın farklı bölgelerinde teknolojinin birbirinden farklı olabileceğini savunanlar<br />

arasındaki tartışmalarla, içsel büyüme teorisinin teorik çerçevesi de oluşmuştur<br />

(Günsoy,2001:167–168).<br />

Eski ve yeni büyüme modelleri arasındaki en önemli fark, <strong>sermaye</strong>nin getirisine<br />

ilişkin kabul ettikleri varsayımdan kaynaklanmaktadır. Neo-Klasik büyüme modelleri<br />

<strong>sermaye</strong>nin azalan getirisini kabul ederken, içsel büyüme modelleri beşeri <strong>sermaye</strong>yi de<br />

kapsayan <strong>sermaye</strong>nin artan getirisinin olabileceğini ve bu artan getirinin de uzun dönemde<br />

büyümeyi azaltmayacağını kabul etmektedirler. Đçsel büyüme modellerinde, ekonomik<br />

büyümenin içsel iktisadi temelleri olacağı söylenmekte ve ülkelerin gelir seviyelerinin<br />

kendiliğinden birbirine yaklaşacağı tezi yıkılmaktadır. Neo-Klasik modelin aksine, az<br />

gelişmiş ülkeler eğer gerekli önlemleri almazlarsa gelişmiş ülkeler ile arasındaki fark daha<br />

da artacaktır. Yeni büyüme modellerinde teknoloji içselleştirilmekte ve kamu politikalarının<br />

ekonomik büyümeyi etkileme mekanizmaları öne çıkartılmaktadır (Ağır ve Kar,2005).<br />

Đçsel büyüme teorisi alanındaki çalışmalar; büyümenin, ekonomik sistemin kendi<br />

dinamikleri içinde, bir takım faktörlerin etkileşimiyle içsel olarak gerçekleştiğini ileri<br />

sürmesi bakımından, büyümeyi tanımlanan model ve dolayısıyla ekonomik sistem dışındaki<br />

etkenlere bağlayan neoklasik büyüme yaklaşımından önemli ölçüde ayrılmaktadır. Yapılan<br />

analizlerde amaç, artık terimin büyüme muhasebesi açısından hesaplanması değil, bu terimi<br />

etkileyen faktörleri ve bu çerçevede ülkeler arasında artık terimin farklılaşmasına yol açan<br />

özel kesim ile kamu kesimi tercihlerini irdelemektir (Ercan,2000).<br />

Đçsel büyüme modelleri, ekonomik büyümeyi piyasa mekanizması içinde faaliyet<br />

gösteren ekonomik güçlerin içsel olarak belirlediğini varsayarken, büyümenin itici gücünü<br />

tanımlar ve bunun birikimini sağlayan etkenler ile büyüme sürecinin işleyişini açıklar.<br />

Modeller, büyümenin itici gücü olarak tanımladıkları faktörler itibariyle üç ana grupta<br />

incelenebilir. Nüfus artışı ve beşeri <strong>sermaye</strong> birikimini birer karar değişkeni olarak ele<br />

alanlar; içerilmemiş teknolojik değişmeyi, dışsal ve özerk bilimsel buluşlar yerine, piyasa<br />

güçlerinin yönlendirdiği girişimci kararlarına bağlayanlar; büyüme sürecinde kamunun<br />

rolünü bağımsız bir değişken olarak dikkate alanlar (Ercan,2000).<br />

Đçsel büyüme teorisi içinde farklı modeller bulunmaktadır. Birinci tür modeller;<br />

1980'lerin ikinci yarısından itibaren yapılan yayınlar çerçevesinde gelişmiştir. Bu<br />

modellerde neoklasik büyüme modelindeki temel varsayımların üçünün tamamen terk<br />

59


edildiği görülmektedir. Bu modellerde, araştırma-geliştirme harcamalarından, beşeri<br />

<strong>sermaye</strong>ye yapılan yatırımlardan veya hükümetin teknolojik altyapıya yönelik<br />

<strong>yatırımları</strong>ndan kaynaklanan taşmaların; artan marjinal faktör verimliligi, ölçeğe göre artan<br />

getiri koşullarında çalışılmasını sağlayacağı düşüncesinden hareket edilmektedir<br />

(Kibritçioglu,1998).<br />

Az sayıda ikinci tür modellerde ise, büyüme sürecinin içselleştirilmesi için<br />

teknolojik gelişmenin içsellestirilmesine gerek bulunmadığı, neoklasiklerin teknolojik<br />

gelişmenin sabitliği ve ölçeğe göre getirinin sabit olduguna dair varsayımları saklı tutularak,<br />

sadece biriktirilebilen üretim faktörünün marjinal verimliliginin azalmadığının varsayılması<br />

yoluyla bile içsel bir büyüme sürecinin ortaya çıkabileceği öne sürülmüştür<br />

(Kibritçioglu,1998).<br />

Pamul Romer, Rober Lucas ve içsel büyüme teorisinin diğer savunucuları,<br />

fiziksel <strong>sermaye</strong>den farklı olarak beşeri <strong>sermaye</strong>nin azalmayan getirilere göre<br />

birikebileceğini ve ekonomik büyümenin devamlı olarak artacağını söylemişlerdir. Bu<br />

varsayıma göre teknolojik ilerleme, kârını maksimumlaştırmaya çalışan ajanların daha iyi ve<br />

yeni ürün bulma gibi ekonomik amaçlı faaliyetleri sonucunda ortaya çıkar (Jones,1998).<br />

Đcatlar, piyasaya yeni ürünler getirilebilmesi için gerekli olan ilk <strong>yatırımları</strong>n yüksek<br />

maliyetini karsılamak için patentler yoluyla sağlanacak monopol gücü ile ödüllendirilir.<br />

Sonuç olarak ekonomik büyüme AR-GE faaliyetlerine, firmanın monopol gücünün<br />

derecesine ve yatırımcıların yaşam müddetlerine bağlıdır(Kibrtçioglu,1998)<br />

Đktisadi yaşam rekabet içinde olmadığı için, tekelci rekabet durumunun göz<br />

önüne alınması zorunlu idi. Etkinliği fazla olan ve çok fazla ürün üreten büyük firmalar<br />

ekonomiye egemen olduğu için içsel ve idari fonksiyonlarıyla eksik rekabet yaratıyorlardı.<br />

Đçsel büyüme modelleri ise devletin ekonomideki önemini ortaya koymakta ve gelişmiş<br />

ekonomilerde durgun duruma girmeden kesintisiz bir büyüme mekanizması<br />

geliştirmektedir. Devlet, daha kaliteli sağlık ve eğitim hizmeti sunarak, AR-GE ve teknoloji<br />

transferlerini teşvik ederek, mülkiyet haklarının koruyup iletişim ağlarını güçlendirerek, dışa<br />

açık ekonomik sistemi kurmaktadır. Ayrıca devlet, rekabetin önündeki engelleri kaldırarak<br />

ekonomide tekrar aktif bir rol üstlenmektedir (Çakır,2006).<br />

I.4. Đstihdamın Tanımı<br />

Đstihdamın kelime anlamı hizmete almak ve çalıştırmaktır. Bir ekonomik kavram<br />

olarak istihdamı, üretim faktörlerinin gelir sağlamak amacıyla çalışması ya da çalıştırılması<br />

60


olarak özlü bir şekilde tanımlamak mümkündür. Đstihdam basit bir şekilde, işçilerin<br />

çalıştırılması veya üretim faaliyetinde bulunmalarının sağlanması olarak da tanımlanabilir.<br />

Đstihdam, bir ekonomide belli bir dönemde üretim öğelerinin var olan teknolojik düzeye<br />

göre ne ölçüde kullanıldığıdır. Đstihdamın dar anlamda yapılan bir diğer tanımlaması ise,<br />

işçilerin bir gelir veya ücret karşılığında çalıştırılması ya da çalışmak gücünde ve isteğinde<br />

olan kişilerin ücret karşılığında hizmetlerinden yararlanılması şeklindedir. Đstihdam ayrıca,<br />

hizmete hazır emek faktörünün üretimde kullanılması olarak tanımlamaktadır<br />

(Özgüven,1996:339).<br />

Başka bir tanımla istihdamın basit tanımı; kullanma, çalıştırma, hizmete alma<br />

anlamında kullanılmaktadır. Đstihdamı dar ve geniş anlamı ile iki şekilde ele almak<br />

mümkündür. Geniş anlamda istihdam, bir ülkenin sahip olduğu üretim unsurlarının, yani<br />

emek, toprak ve <strong>sermaye</strong> kapasitesinin bir yıllık dönem içindeki kullanılma derecesini ifade<br />

eder. Dar anlamda istihdam ise, bir ülkede, bir yıllık dönemde ekonomik faaliyetlere<br />

katılacak durumda olan insan gücünün kullanılma, çalışma ya da çalıştırılma derecesini<br />

gösterir. O halde dar anlamda istihdam tanımı yapılırken üretim faktörlerinden sadece emek<br />

unsuru ele alınmakta ve onun üretimde kullanılma oranı bize istihdamı vermektedir<br />

(Cam,2003).<br />

Toplumların ekonomik açıdan en genel amacı, bireylerin refah seviyesini<br />

yükseltmek için gerekli olan ekonomik politikaları uygulamaktır. Hükümetler tarafından<br />

uygulanan politikalar içinde istihdam konusu, üretim faktörlerinden biri olan emeğin iktisadi<br />

olduğu kadar beşeri boyutu nedeniyle de ayrı bir öneme sahiptir. Đstihdam kavramından<br />

çoğu kez sadece emek faktörünün çalışıp çalışmama sorunları anlaşılmaktadır. Bunun<br />

nedeni, istihdam sorununun kilit noktasını bizzat emek faktörünün oluşturmasıdır. Diğer<br />

üretim faktörlerinin atıl kalması halinde ortaya çıkan sorunlar ekonomiden kaynaklanırken,<br />

emek faktörünün işsiz kalması durumunda sorunların ekonomik kaynağa ek olarak sosyal ve<br />

politik unsurlar taşıması istihdam kavramına verilen önemi artırmaktadır<br />

(Türkay,2005:234-235).<br />

Çok boyutlu yapısı içinde piyasa ekonomisinde gelişme gösteren istihdam<br />

kavramı, üretim, gelir ve sosyal statü açılardan incelemiş ve kimlerin istihdam edileceği<br />

sorununun bu ölçütler kullanılarak belirlenmesi gerektiği belirtilmiştir. Gelir açısından<br />

istihdam ediliyor gözüken bir kişi, üretim açısından işsiz olabilecektir. Üretim ve gelir<br />

61


perspektifinin dışında bireyin işsiz olup olmadığına kendisini inandırması hakkındaki<br />

görüşü, istihdam kavramının sosyal boyutunu oluşturmaktadır. Buna göre istihdam kavramı,<br />

ülkelerarası olduğu kadar bir ülkenin bölgelerarası sosyal ve ekonomik farklılıkları da<br />

dikkate alınarak incelenmelidir (Türkay,2005:236).<br />

I.4.1. Đstihdamla Đlgili Kavramlar<br />

Đktisat biliminde istihdam teorisi ile bağlantılı olan “tam istihdam”, “eksik<br />

istihdam” ve “aşırı istihdam” kavramları, milli ekonomideki “emek gücü”nün, yani<br />

işgücünün çalışma koşullarını belirtmek için kullanılır. Đktisat literatüründe bu tam istihdam<br />

kavramı dar anlamda ele alınmış ve sadece emek faktörünün çalıştırılıp çalıştırılamaması<br />

sorunu olarak incelenmiştir. Tam istihdam, eksik istihdam ve aşırı istihdam gibi kavramların<br />

incelenmesi, emekten başka diğer üretim faktörlerinin kullanımıyla yakından ilgili<br />

olmalarından ve istihdam kavramının geniş anlamını oluşturmalarından kaynaklanmaktadır<br />

(Dirimtekin,1981:199).<br />

I.4.1.1. Tam istihdam<br />

Tam istihdamı, “işgücünün istihdam hacmine eşit olduğu ekonomik durum”,<br />

“makro düzeyde toplam işgücü talebinin toplam işgücü arzına eşit olduğu ekonomik durum”<br />

ve “çalışma arzu ve yeteneğinde olan kimselerin topluca üretime katılabildikleri ekonomik<br />

durum” olarak çeşitli şekillerde tanımlamak mümkündür (Unay,1996:207).<br />

Đşgücü için tam istihdam, ülkede mevcut çalışmak isteyen herkesin iş bulabildiği,<br />

üretim faaliyetlerine katılarak mal ve hizmet ürettiği durumu ifade etmekte kullanılır. Bu<br />

kavram, diğer üretim faktörleri için de söz konusu olup, toplumdaki tüm kaynakların “tam<br />

çalışır” durumda olmaları, atıl kaynak bulunmaması anlamına da gelir (Aren,1992:127).<br />

Ekonomi tam istihdamdayken, tüm üretim faktörleri üretime katıldıklarından reel<br />

milli gelir ulaşabileceği en yüksek düzeye ulaşmaktadır. Bu halde ekonomi, belli bir<br />

teknoloji düzeyinde üretebileceği mal ve hizmetlerin en fazlasını üretiyor demektir. Bu<br />

durumdaki bir ekonomide üretim faktörlerinden her birinin en verimli olabileceği, yani<br />

üretime en fazla katkıyı yapabilecekleri yerde olmaları önemli bir sorundur. Böylece, tam<br />

istihdam hedefinin önemli iki ayağını, kaynakların etkin dağılımı ve yaratılan gelirin adil bir<br />

şekilde dağılımı oluşturmaktadır (Pekin,1993:112).<br />

62


Bir ülkede her kaynağın kendi içinde homojen yapıda olmaması nedeniyle üretim<br />

faktörlerinin tam istihdam düzeyinde olup olmadığını belirlemek oldukça zordur. Tüm<br />

ekonomik kaynakların belli bir dönemde üretime katılması her zaman mümkün<br />

olmadığından; tam istihdam sadece, üretim faktörü olarak piyasaya sunulmuş olan<br />

kaynakların tam çalışma halinde bulunması durumunda geçerlidir. Bu bakımdan tam<br />

istihdam aynı zamanda bir ekonomik analiz aracıdır. Tam istihdama ulaştıktan sonra üretimi<br />

artırmanın tek yolu, <strong>yatırımları</strong> artırmak ya da emek verimliliğini yükseltmektir. Çalışmanın<br />

amacının üretim, üretimin amacının da tüketim olması nedeniyle tam istihdam bir amaçtan<br />

çok araç rolünü üstlenmelidir (Unay,1996:208).<br />

I.4.1.2. Eksik Đstihdam<br />

Eksik istihdam, bir ulusal ekonomide üretim öğelerinin varolan teknolojik<br />

düzeye göre tam ve en etkin bir biçimde kullanılmamasıdır. Çalışabilir nüfusun bir kısmı<br />

geçici veya sürekli olarak geçerli ücret düzeyinde ve çalışma koşullarında iş<br />

bulamamaktadırlar. Öte yandan <strong>sermaye</strong> malları tam kapasite ile çalışmamakta, toprak<br />

teknolojik olanaklara göre en iyi biçimde değerlendirilememektedir. Böylece, ekonomide<br />

üretilen mal ve hizmet miktarları, üretilmesi olanaklı bulunanın altında kalmaktadır.<br />

Kaynaklar israf edilmekte, ulaşılabilecek refah düzeyinin altında bir yaşam standardı<br />

sürdürülmektedir (Gediz ve Yalçınkaya,2000).<br />

Eksik istihdam durumunda, bir ekonomide bir kısım işgücünün kendi isteği<br />

dışında işsiz kalması yani çalıştırılamaması söz konusu olmaktadır. Piyasaya sunulan üretim<br />

faktörlerinin bir kısmının çalıştırılamaması ve talep yetersizliğinden dolayı işsiz kalmaları<br />

da eksik istihdam olarak değerlendirilmektedir. Eksik istihdamda ekonomik faktörler<br />

tarafından belirlenen istihdam hacmi, çalışma istek ve gücünde olanların ancak bir kısmını<br />

üretime kanalize edebilmektedir. Üretime dahil olamayan kısım ise işsizliği oluşturmaktadır.<br />

Bu durumda, fiili istihdam hacmi tam istihdam hacmine ulaşmamış, yani işgücünün tamamı<br />

üretime katılamamıştır. Bunun anlamı, işgücünün bir kısmının cari ücret ve çalışma<br />

koşullarında iş aradığı halde iş bulamamasıdır (Dirimtekin,1981:199).<br />

Tam istihdam, ulaşılması güç bir hedef olduğundan, ekonomiler genellikle eksik<br />

istihdam seviyesinde bulunurlar. Atıl bulunan üretim faktörlerinin üretime katılmaları<br />

durumunda bir ekonomide üretilen mal ve hizmet miktarıyla tanımlanan reel milli gelir<br />

63


artar. Ekonomide üretilen mal ve hizmetlere olan “talep yetersizliği” ekonominin eksik<br />

istihdamda bulunma nedenini açıklayan en önemli kavramdır (Dirimtekin,1981:199).<br />

I.4.1.3. Aşırı Đstihdam<br />

Mevcut üretim faktörleri tam istihdam durumunda olmasına rağmen, hala talep<br />

varsa; yani arz edilen üretim faktörleri miktarından daha çok faktör aranıyor ve istihdam<br />

edilmek isteniyorsa, böyle bir ekonomide aşırı istihdam şartları geçerlidir. Bu durumda<br />

çalışan işgücü, normal çalışma sürelerinden daha fazla çalıştırılmakta ve geniş anlamda<br />

ekonomideki bütün üretim faktörleri tam istihdam kapasitesinin üzerinde faaliyet<br />

göstermektedir. Bunun da nedeni, ekonomideki aşır talebin bir kısmım karşılamak, yani<br />

toplam arzı artırmaktır (Pekin,1993:113).<br />

I.4.2. Teorik Açıdan Đstihdam<br />

Đstihdam, iktisat teorisinde nispeten yeni bir konudur. Klasik ve neo-klasik<br />

iktisatçılar istihdam konusuna yeterli ilgiyi göstermemişlerdir. Klasiklerin; ekonominin tam<br />

istihdamı kendiliğinden sağladığı, dengenin bozulması halinde tam istihdam düzeyinde<br />

yeniden oluştuğu ve tüm fiyatların (mal fiyatları, ücretler, faiz oranları) esnek olduğu<br />

yönündeki varsayımları, istihdam konusuna ilgisizliklerinin nedenini açıklamaktadır<br />

(Pekin,1993:200-205).<br />

Ekonominin sürekli tam istihdam dengesinde olacağını varsayan klasik ve neoklasik<br />

görüşlerin geçerliliklerinin pek tartışılmadığı günlerde ortaya çıkan ekonomik krizler,<br />

denge durumundan geçici sapmalar olarak değerlendirilmiştir. Bu krizlerin giderek kronik<br />

hale gelmeleri ve özellikle 1929 büyük iktisadi bunalımının gelişmiş ülkelerin ekonomileri<br />

üzerinde yarattığı hasarlar, klasik ve neo-klasik görüşlerin yetersizliği konusundaki<br />

eleştirileri haklı çıkarmıştır. Ancak, teorinin tersine, uygulamada bir kısım işçiler işsiz, bazı<br />

doğal kaynak ve <strong>sermaye</strong> mallan atıl kalmış, binlerce fabrika ve işyeri kapanmıştır. Bu<br />

gelişmelerden sonra, iktisat teorisi tekrar gözden geçirilmiş, istihdam konusunun önemi<br />

artmaya başlamıştır. Klasik teorinin az ilgilendiği istihdam sorununu ön plana çıkaran<br />

gelişme, 1936 yılında Đngiliz iktisatçısı Keynes’in Đstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi<br />

isimli eserini yayınlaması olmuştur. Bu kitap, klasik ve neo-klasik teorinin istihdamla ilgili<br />

görüşlerinin önemini azaltmamıştır. Keynes klasik teoriyi eleştirmiş ve günümüze kadar<br />

64


genel eğilim keynes teorisi ile klasik teorinin sentezi şeklinde süregelmiştir<br />

(Pekin,1993,105).<br />

I.4.2.1. Klasik Đstihdam Teorisi<br />

Klasik iktisat literatüründe, istihdam ile ilgili görüşler oldukça dağınık bir<br />

şekilde yer almaktadır. Klasik istihdam teorisi kavramının ortaya çıkmasının ardında,<br />

Keynes’in klasik teoriyi çürütmek için yayınladığı Genel Teorisi’nin profesyonel iktisatçılar<br />

tarafından klasik sistemin yapısı ile ilgili yoğun analiz ve tartışmalara konu edilmesi<br />

yatmaktadır. Klasik istihdam teorisinin çıkış noktası üretim fonksiyonu kavramıdır.<br />

Bunlardan birincisi, emeğin arz ve talebi teorisidir. Buna göre, emek için arz ve talep<br />

eğrilerinin kesişmeleriyle belirlenen istihdam denge seviyesinin tam istihdam seviyesi<br />

olması zorunludur. Bu teoride tüm ekonomi için genelleme yapılmıştır. Đkinci görüş,<br />

ekonomideki efektif talep seviyesi ile ilgilidir. Toplam talepteki bir yetersizlik nedeniyle<br />

işsizliğin ortaya çıkması mümkün değildir (Pekin,1993:106).<br />

Üçüncü görüş ise, fiyatlar genel seviyesi teorisidir. Bu teori aynı zamanda, klasik<br />

düşüncede paranın rolünü de açıklar ve fiyat seviyesi konusundaki klasik görüş, paranın<br />

miktar teorisi olarak adlandırılır. Klasik iktisatçıların tüm kaynakların kullanıldığı bir<br />

ekonomide, tam istihdamın kendiliğinden ve zorunlu olarak sağlanacağını iddia eden<br />

görüşleri J.B.Say’in Mahreçler Kanununana dayanmaktadır. Tam istihdam düzeyinin<br />

sağlanmasında ücretler düzenleyici rol oynamakta ve ücret, üretim faaliyetinde kullanılan<br />

emeğin fiyatı olduğundan, istihdamı düzenleyen ve dengeyi gerçekleştiren faktör olmaktadır<br />

(Wallace,1994,89).<br />

Klasik iktisatçılar, mal ve faktör piyasalarında fiyat mekanizmasının düzgün<br />

işlemesi halinde ekonominin kendiliğinden tam istihdama ulaşacağının ve tam istihdama<br />

ulaşmış bir ekonominin de en yüksek gelir düzeyine kendiliğinden geleceğini savunurlar.<br />

Klasik analizde ve uzun dönemde tam istihdam başlıca iki faktöre bağlıdır. Bunlardan ilki<br />

olan faiz oranı, tasarruf arzım yatırım talebine eşitlemektedir. Yani faiz oranı, kişilerin<br />

tasarruf arzı ile yatırımcıların para talebi eğrilerinin kesiştiği noktada belirlenmektedir.<br />

Đkincisi ise ücret seviyesidir. Ücretler ekonomide meydana gelen dengesizliği önlemekte,<br />

yani emek arz ve emek talep eğrilerinin kesiştikleri noktada belirlenmektedir<br />

(Özgüven,1996,401).<br />

65


Klasik istihdam dengesinin tam istihdam dengesi olduğu hiçbir açıklamada<br />

belirtilmemiştir. Klasiklerin, arzın tam istihdam üretim düzeyinde oluştuğu, her arzın kendi<br />

talebini yarattığı ve üretilen her mal ve hizmetin tüketildiği yönündeki açıklamalarından bu<br />

sonuca ulaşılmaktadır. Özetle, Klasik iktisatçılar, Mahreç Kanunu, Faiz Teorisi ve Ücret<br />

Teorisi ile “ekonomi kendiliğinden daima nasıl tam istihdamda dengeye geliyor” sorusuna<br />

cevap aramak yoluyla klasik istihdam teorisini şekillendirmişlerdir (Özgüven,1996:402).<br />

i. Mahreçler Kanunu (Say Yasası)<br />

Say Yasası takas kavramı ile ifade edilmiştir. Fakat klasik iktisatçılar analize<br />

para ilave edilse de prensibin doğruluğunu koruyacağına inanmışlardır. Paralı ekonomide<br />

say yasasını şu şekilde ifade etmek mümkündür: Nakdi gelir otomatik olarak ve devamlı<br />

şekilde üretim faaliyeti sonucu oluştuğu oran üzerinden harcanacaktır. Bu olay doğru ise,<br />

para herhangi bir farklılık ortaya koymadan, arz talebi yaratmaya devam edecektir<br />

(Wallace,1994:99-100).<br />

Bu koşulların geçerli olduğu bir ekonomide, üretilen her mal satılabildiğine göre,<br />

girişimciler üretimlerini en yüksek seviyeye çıkarmak isteyeceklerdir. Böylece, toplam<br />

ekonomik faaliyet hacmi tam istihdam seviyesine ulaşacak ve hiçbir zaman ekonomi tam<br />

istihdam seviyesinin altına inmeyecektir. Bazı sektörlerde talep yetersizliklerinden dolayı<br />

sektörel tıkanmalar olsa bile, üreticiler zarar etmeye başladıklarında üretimlerini mevcut<br />

talebe göre ayarlayacaklar ve dengesizlikler ortadan kalkacaktır (Dirimtekin,1981:66-67).<br />

Say Yasası, genel bir talep yetersizliğini ve bu nedenle de genel bir işsizliğin<br />

ortaya çıkabileceğini kabul etmemekle beraber, ekonominin tümü için değil de bazı üretim<br />

kesimleri ve sektörler için talep yetersizliğinin olabileceğini ve bunun sonucunda işsizlik<br />

halinin ortaya çıkabileceğini kabul eder (Pekin,1993:126).<br />

Say yasası mantıklı görünmekle birlikte tasarrufları açıklayamamaktadır. Zira<br />

tüketicilerin elde ettikleri tüm gelirleri harcamayıp bir kısmını tasarruf etmeleri halinde, cari<br />

dönemde üretilen mallara yönelik bir talep yetersizliği çıkacak, bu da üretim düzeyinin<br />

değişmesi yönünde bir baskıya yol açacaktır (Yıldırım ve Karaman,2003:125).<br />

66


ii. Ücret Teorisi<br />

Klasik iktisatçılara göre, emek arz ve talebinin kesiştiği yer ücret miktarı ve<br />

istihdam düzeyini belirler ve bu noktada ekonomi tam istihdamdadır. Emek talebi, bir<br />

işletme ya da ekonominin üretime almak istediği emek miktarıdır ve klasik modelde reel<br />

ücretlerin düzeyine bağlıdır. Hem firma düzeyinde hem de makro düzeyde emek talebi, reel<br />

ücretlerin azalan fonksiyonudur. Emek arzı ise, üretim faktörlerinden biri olan emeğin<br />

istihdam piyasasına çıkısını ifade eder. Klasik düşüncede emek arzı, mal arzı gibi emeğin<br />

fiyatına, yani reel ücretlere bağlıdır. Klasik düşünceye göre emek arzının belirleyicisi<br />

nüfustur, J.S.Mill bunu açıkça “emek arzı nüfustur” şeklinde ifade etmiştir<br />

(Unay,1996:215).<br />

Klasik istihdam teorisine göre nüfus artışı emek arzını yükselterek işsizliğe<br />

neden olmakta ve bunun sonucunda ücret düzeyi düşmektedir. Ücretlerin düşmesi ise,<br />

nüfusu yeniden sınırlamaktadır. Diğer yandan, ücretler maliyetlere dahil edildiğinden;<br />

ücretlerin düşmesi, fiyatları da düşürmekte ve mallara karşı olan talebi artırmaktadır. Artan<br />

talebin karşılanabilmesi için, yeniden işsizler işe alınmakta ve istihdam hacmi<br />

genişlemektedir (Unay,1996:216).<br />

Klasiklere göre ücret, işverenler bakımından işin marjinal verimine, işçiler<br />

bakımından da işin marjinal emeğine eşittir. Tam istihdam seviyesine yaklaştıkça işin<br />

marjinal verimi azalan verimler kanunu nedeniyle azalır. Buna karşılık işin marjinal emeği<br />

istihdam seviyesi yükseldikçe artar. Klasiklere göre ücret, işin marjinal verimi ile marjinal<br />

emeğinin eşit olduğu noktada oluşur ve tam istihdam seviyesini karşılar. Klasik görüş, gayri<br />

iradi işsizlik sorununun varlığını kabul etmez. Çalışmak isteyen herkes, cari ücret<br />

seviyesinin üzerinde iş bulabilmektedir. Buna rağmen ekonomide işsizler varsa, bu onların<br />

marjinal verimliliklerinin üstünde ücret talep etmelerinden doğmaktadır (Aren,1992:19).<br />

I.4.2.2. Keynes ve Modern Đstihdam Teorisi<br />

J.M.Keynes’in 1936’da yayınlanan Đstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi<br />

isimli kitabı, iktisat tarihinin en önemli çalışmalarından birisidir. Burada Keynes, temelde<br />

klasik ve neo-klasik iktisatçıların makro ekonominin işleyişine ilişkin görüşlerini<br />

eleştirmeyi ve çürütmeyi amaçlamış, ekonominin tam istihdam seviyesinde devamlı olarak<br />

dengede bulunabileceğini kabul etmemiştir (Özgüven,1996:121).<br />

67


Keynes, istihdam teorisine iki önemli kavram kazandırmıştır. Bunlar; milli<br />

ekonomide istihdam seviyesini belirleyen toplam arz ve toplam talep kavramlarıdır. Bu iki<br />

temel kavramdan daha çok toplam talep üzerinde durmuş, toplam arzı veri olarak almıştır.<br />

Keynes’in modern istihdam teorisine kazandırdığı bir diğer önemli kavram da efektif talep<br />

kavramıdır. Efektif talep, bir toplumda çeşitli mal ve hizmetleri satın almak için fiilen<br />

harcanmış paraların miktarıdır ve dolayısıyla o toplumda elde edilen gelirlerin toplamına<br />

yani milli gelire eşit olacaktır. Keynes, kısa vadeli istihdam seviyesini belirleyen toplam<br />

talebin toplam arza eşitlendiği seviyeye fiilen gerçekleşmiş olan talep anlamında efektif<br />

talep demektedir. Keynes’in istihdam teorisini şu şekilde özetlemek mümkündür<br />

(Dirimtekin,1981:206).<br />

Đstihdam Seviyesi = Efektif Talep = Milli Gelir = Milli Hasıla = Tüketim<br />

Mallarına Yapılan Harcamalar + Yatırım Mallarına Yapılan Harcamalar<br />

Toplam arz ve toplam talep <strong>doğrudan</strong> modern gelir ve istihdam teorisine<br />

ilişkindir. Keynes’in Genel Teori’de ortaya koyduğu temel fikir, toplam arz ve toplam<br />

talebin gelir ve istihdam seviyesini birlikte belirlemiş olmalarıdır. Keynes’e göre, istihdam<br />

hacmi toplam talep fonksiyonu ile toplam arz fonksiyonunun kesiştikleri noktada belirlenir<br />

ve bu genel istihdam teorisinin özüdür (Wallace,1994:118).<br />

Keynes, klasik modellerin öne sürdüğü şekilde istihdamın fiyatlar ve ücretler<br />

tarafından belirlendiği görüşünü reddetmiş ve ekonomide üretilen mal ve hizmetlere olan<br />

toplam talebin istihdamı belirleyen temel faktör olduğunu belirtmiştir. Keynes, devletin<br />

çeşitli politikalarla ekonomiye müdahale edebileceğini, üretim ve istihdam hacmi üzerinde<br />

etkili olabileceğini ileri sürmüştür. Bu görüş bir anlamda, klasik modellerin bırakınız<br />

yapsınlar-bırakınız geçsinler felsefesinin zıddı olarak ele alınabilir. Özetle Keynes, özel<br />

sektör talebinin yetersiz kaldığı bir dönemde, üretimdeki ve istihdamdaki düşüşü önlemek<br />

için devletin toplam talebi destekleyerek ekonomiye müdahale etmesi gerektiğini<br />

savunmuştur (Wallace,1994:118).<br />

Ekonominin eksik istihdamda da dengeye gelebileceği, Keynes’in klasik teoriye<br />

karşı geliştirdiği en önemli görüştür. Ekonomi potansiyelinin tamamının kullanılmadığı<br />

eksik istihdam durumunda, toplam arz toplam talebe eşit olabilmektedir. Bu eşitliğin<br />

kurulması halinde ekonomi dengededir, ancak kurulan denge tam istihdam düzeyinin<br />

68


altındadır. Klasiklerin her arzın kendi talebini yarattığı şeklindeki görüşlerine karşılık,<br />

Keynes talebin arzı yarattığını ileri sürerek say yasasını reddetmiştir (Pekin,1993:139).<br />

Keynes’e göre ekonomide faiz haddini belirleyen faktörler likidite tercihi ve para<br />

miktarıdır. Likidite tercihi, faiz haddi ile para miktarı arasında bir bağlantı kurmakta ve<br />

değişik faiz seviyelerinde insanların ellerinde ne miktarda para tutmak isteyeceklerini<br />

göstermektedir. Keynes’in faiz teorisi iki açıdan çok önemlidir. Birincisi, bu teori ile faiz<br />

haddinin yatırımla tasarrufu eşitlemekle tam istihdamı sağlayıcı bir rol oynayamayacağı<br />

ispat edilmiştir. Đkincisi, paranın ekonomik hayata nereden ve nasıl çıktığını ve ekonomide<br />

oynadığı rolün önemini ortaya koymuştur. Klasik teoride para sadece değişim aracı olarak<br />

görülmüş, paraya faiz teorisinde bile hiçbir rol verilmemiştir (Aren,1992:26-31).<br />

Keynes’in klasiklerin işgücü talebine esaslı bir itirazı yoktur. Firmalar reel ücrete<br />

göre hareket etmekte ve iş gücü talebini buna göre belirlemektedir. Ancak Keynes<br />

klasiklerin iş gücü arzı teorisini red etmiştir. Klasiklerin ücretlerinde diğer fiyatlarla beraber<br />

tam esnek olduğunu varsaymalarına karşın Keynes; fiyatların ve özellikle ücretlerin<br />

esnekliği konusunda şüphelidir. Klasik modelde iş gücü arzı reel ücretlerin artan bir<br />

fonksiyonudur. Reel ücretler yükseldiğinde işçiler daha fazla çalışmakta ve işgücü<br />

piyasasına girenler artmaktadır. Bu duruma göre klasik modelde oluşan işsizlik tamamiyle<br />

iradidir ve işçilerin daha düşük ücret düzeyinde çalışmayı reddetmelerinden<br />

kaynaklanmaktadır (Yıldırım ve Karaman,2003:140).<br />

I.4.2.3. Đstihdama Keynes ve Modern Đstihdam Teorisi Sonrası Yaklaşımlar<br />

Keynesyen istihdam Teorisi’ne karşı ilk görüş, ikinci dünya savaşından sonra<br />

Chicago Üniversitesi iktisatçılarından Milton Freidman tarafından 1960'lı yıllarda<br />

geliştirilen Monetarist teori olmuştur. Monetarist teoriye göre, temelde Keynesyen teori<br />

toplam talebin belirlenme teorisidir ve toplam talebi öncelikle para arzındaki değişmelerin<br />

belirlediğini savunur. Toplam hasıla, fiyatlar ve istihdam gibi belli makroekonomik<br />

değişkenler temelde para arzından etkilenmektedir (Savaş,1997:215-216).<br />

Bu değişkenlerin maliye politikasından etkilenmesi hem az, hem de geçici<br />

olduğundan monetarist görüşe göre yalnızca para önemlidir. Monetaristler istikrarlı<br />

fiyatların önemi üzerinde durmuşlar, gönüllü ya da uyarılmış eksik istihdamın ve büyük<br />

69


unalımın özel sektörün yapısından kaynaklanan herhangi bir istikrarsızlıktan çok,<br />

hükümetin kötü yönetiminden kaynaklandığını belirtmişlerdir (Parasız,1997:32-41).<br />

Böylece, piyasa başarısızlığı yerine giderek devletin başarısızlığı kavramı<br />

kullanılmaya başlanmıştır. Freidman, doğal eksik istihdam kavramım geliştirmiş ve eksik<br />

istihdamı piyasa güçlerinin normal sonucu olarak değerlendirmiştir. Monetaristler’e göre<br />

enflasyon, eksik istihdamdan daha tehlikeli durumdur. Bu nedenle monetaristler, işsizliği<br />

önlemeyi amaçlayan makroekonomiye kıyasla, yüksek oranlı enflasyonu önlemenin<br />

yaratacağı yüksek işsizlik riskini üstlenmeye daha fazla eğilim göstermişlerdir<br />

(Parasız,1997:32-41).<br />

Monetarist teoriye göre para arzındaki değişmeler, ekonomiyi mikro düzeyde<br />

etkilemektedir. Para arzında meydana gelen değişmelerin ekonomiye yansıması, genellikle<br />

mikro düzeydedir ve aktif varlığın fiyat ve faiz oranlarındaki değişmeler nedeniyle yeniden<br />

düzenlenmesi yoluyla ortaya çıkmaktadır. Ekonomi, esas itibarıyla istikrarlıdır ve müdahale<br />

edilmediğinde işsizlik ve enflasyon gibi istikrarsızlıklar oluşmayacaktır. Ekonomide bu tür<br />

aksaklıklar varsa, bunların nedeni ekonomiye dışarıdan ve çoğu defa para ve maliye<br />

politikası şeklinde yapılan müdahalelerdir (Savaş,1997:215-216).<br />

Neo Klasik ekonomistlere göre bir ekonomide toplam üretim düzeyini<br />

ekonominin sahip olduğu doğal kaynaklar, fiziksel kapital, emeğin miktarı ve niteliği ile<br />

teknoloji düzeyi belirler. Neo klasiklere göre piyasalarda tam rekabet koşulları geçerli<br />

olduğundan ekonomi, düşük üretim ve çalışma düzeylerinde sürekli olarak kalmaz. Đşsizlik<br />

durumunda ücretlerin ve fiyatların düşmesi, emek ve mal piyasalarında arz talep dengesini<br />

sağlayarak, ekonomiyi tam üretim ve çalışma düzeyine oromatik olarak getirir<br />

(Ertop,2006:29).<br />

Neo klasik teoride emek piyasasındaki talep fonksiyonu tam rekabet<br />

koşullarında; azalan getiriler postulatına ve işletmelerin kar maksimizasyonu ilkesine<br />

dayanır. Emek arzı ise nüfusun miktarına ve bileşimine, kişilerin çalışma ve dinlenme<br />

arasında yapacakları tercihlere ve reel ücrete bağlıdır. Bu faktörlerden ilk ikisi veri olarak<br />

alındığı için emek arzı ücretin artan fonksiyonudur. Bu düşünceye göre işsizliğin nedeni ise,<br />

reel ücretlerin emek arz ve talebinin belirlediği denge ücret düzeyinin üstünde olmasıdır.<br />

70


Ücretlerin yüksek olması sonucu işgücü arzı artar ve işgücü talebi azalır ve buna bağlı<br />

olarak işsizlik ortaya çıkar (Ertop,2006:29-35).<br />

1970’li yıllarda talep-yönlü iktisat teorisine alternatif olarak ortaya çıkan bir<br />

diğer görüş, arz yönlü iktisat teorisidir. Bu teori, bütün iktisadi sorunları arz kaynaklı olarak<br />

ele almaktadır. Arz yönlü teoriye göre, keynesyenlerin ifade ettiği şekilde, iktisadi<br />

sorunların temeli efektif talep yetersizliği değil, üretimin talebe oranla yetersiz olmasıdır.<br />

Arz yönlü iktisatçılar bu görüşleri ile bir bakıma say yasasını kabul etmekte ve görüşlerinin<br />

çıkış noktası yapmaktadırlar. Arz yönlü iktisatçılar 1970’li yıllarda baş gösteren iktisadi<br />

sorunların kaynağı olarak, toplam arz yerine toplam talebe önem veren talep-yönlü iktisat<br />

politikasını göstermektedirler. Sorunu bu şekilde belirledikten sonra, üretimi teşvik edecek<br />

politikaları çözüm olarak sunmaktadırlar (Savaş,1997:215-216).<br />

Arz yönlü iktisatçılar, ekonominin belli bir fiyat istikrarına ancak çok yüksek<br />

oranlı bir işsizlikle ulaşılabileceği veya istihdam ve üretimin artması için enflasyon hızının<br />

artması gerektiği görüşlerini reddetmişlerdir. Enflasyonun önüne ancak istihdam, tasarruf ve<br />

<strong>sermaye</strong> birikimini olumsuz yönde etkileyen unsurların ortadan kaldırılması ile<br />

geçilebilecektir. Arz yönlü iktisadın temelini oluşturan bir diğer kavram vergi indirimleridir.<br />

Vergi indirimlerinden yararlanılarak tasarruf ve <strong>sermaye</strong> birikiminin artırılması, verimlilik<br />

ve reel ücret artışının aleyhine sonuçlar ortaya çıkarmayacaktır. Aksine, tasarruf ve <strong>sermaye</strong><br />

birikiminin artması, <strong>sermaye</strong>-emek oranını yükselterek, emeğin verimliliğini ve dolayısıyla<br />

reel ücreti artıracaktır (Savaş,1997:215-216).<br />

Rasyonel Beklentiler Teorisi veya Yeni Klasik Teori, Keynesgil Ekonomi ve<br />

Monetarizm birbirleriyle tartışma içinde iken, 1970’li yılların ortalarından itibaren gündeme<br />

gelen ve Keynesyen teoriye eleştiriler getiren bir diğer teoridir. Makroekonomik görüşü<br />

klasik görüşe benzeyen bu teorinin temel varsayılan, insanlar tüm uygun enformasyonu<br />

kullanır, fiyatlar ve ücretler esnektir ve insanlar aynı hatayı sürekli olarak yinelemezler<br />

şeklinde özetlenebilir. Rasyonel Beklentiler teorisinde ücret ve fiyatların esnek olmasının<br />

anlamı, arz ve talebin her zaman dengede olmasıdır. Fiyat ve ücret arz ve talebi dengelemek<br />

için sürekli hareket halindedir. Diğer bir deyişle fiyatlar esnektir ve tüm piyasalar her zaman<br />

dengeye gelir (Savaş,1997:215-216).<br />

71


I.4.3. Emek Piyasasında Denge<br />

Diğer piyasalarda olduğu gibi işgücü piyasasında da denge, işgücü arz ve<br />

talebinin esşitlendiği noktada ortaya çıkar. Đş gücü piyasasında dengenin ortaya çıkabilmesi<br />

için öncelikle piyasaların tam rekabet koşulu içinde olmaları gerekir. Böylece hiçbir işveren<br />

ve işçi ücret üzerinde önemli bir etki yaratamaz. Tam rekabet koşuluna ilave olarak işveren<br />

ve işçilerin işgücü piyasası hakkında bütün yönleri hakkında bilgi sahibi olması gerekir.<br />

Ayrıca işgücü mobilitesinin maliyetsiz bir şekilde anında gerçekleşmesi gerekmektedir<br />

(Törüner ve Lordoğlu,1991:65).<br />

Ücretlerin belirlenmesinde birçok farklı faktör grupları söz sahibidir. Yaş,<br />

cinsiyet, sahip olunan düşünsel ve fiziksel beceriler, çalışma alışkanlıkları, işin güçlügü ve<br />

önemi, ırk, din, dil, aile, çevre gibi sosyal faktörler, eğitim durumu, yetenekler, tecrübe,<br />

kıdem, iş eğitimi gibi insan <strong>sermaye</strong>si unsurları ve hükümet kararları, asgari ücret<br />

düzenlemeleri gibi kısıtlamalar mevcuttur. Ücret, ilk asamada çalısan ve isveren arasında<br />

karsılıklı olarak olusur. Fakat ekonomik ve sosyal yönleri itibariyle ücret birçok grubu<br />

ilgilendiren bir konudur. Bu özelliği dolayısıyla da ücret yönetimi, ücreti belirlerken işveren<br />

ve çalışanın tasarrufları dışında birçok etkenin etkisi altında kalır. Ücret yönetimi içinde<br />

etkili olan tarafları şu sekilde sıralamak mümkündür: Đşgörenler, sendikalar, kamu,<br />

müşteriler, bireyler, hükümet, işletme (örgüt), diğer (özellikle satıcılar ve endüstriyel<br />

alıcılar) olarak sıralanabilir (Bulutay,1995:263)<br />

Emeğin üretimden hak ettigi payı alabilmesi bakımından rasyonel bir ücret<br />

oluşumu gereklidir. Đktisadi faktörler arasında emeğin arz ve talep durumu (işgücü piyasası),<br />

emeğin etkinliği (verimlilik), mal piyasalarının bünyesi, iktisadi konjonktürün seyri, izlenen<br />

para ve istihdam politikaları gibi faktörlerin hepsinin ücret seviyesi üzerinde etkileri<br />

mevcuttur. Bunun yanında kurumsal faktörler arasında işgücü piyasalarında sendikaların,<br />

mal piyasalarında tekellerin, ayrıca asgari ücretler ve diğer çalışma mevzuatı aracılığı ile<br />

devlet kurumlarının, tahkim sistemi aracılığı ile yargı organlarının ücret seviyesine tesir<br />

ettikleri görülmektedir (Zaim,1997:374-375).<br />

Ücret düzeyinin belirlenmesi, işgücü faktörü olan çalışanın belirli bir zaman<br />

içinde elde ettigi gelirin belirlenmesi, anlamına gelmektedir. klasik iktisadi görüşe göre<br />

çalışan birey olarak ele alınırsa, ücret düzeyi: işgücü talepleri, piyasadaki isgücü arzı,<br />

72


işgücünün genel verimliliği gibi konuların dikkate alınması sonucunda, ücret düzeyini<br />

belirleyen temel etmenlerce tespit edilecektir (Lordoglu,Özkaplan,Törüner,1999:149)<br />

II. Dünya Savaşı sonrasında önem kazanan keynesyen görüşle birlikte ücret<br />

düzeyinin belirlenmesi; bireysel bazda çalışanı ilgilendiren bir konu olmanın ötesine<br />

geçerek, toplumun ekonomik ve sosyal yapılanmasını bütünüyle ortaya koyan bir boyuta<br />

taşımıştır. Bu nedenle de ücret düzeyinin: salt emek pazarının ekonomik kurallarıyla degil,<br />

çalışanlar ve işverenlerin toplu sözleşmelerdeki davranış biçimleri ve devletin: ekonomik ve<br />

sosyal yaşama yön verici politik manevralarına göre, hareket eden temel etmenlere göre<br />

belirlenmesi gerektiği düsünülmüştür (Güven,1995:161)<br />

Günümüzde ise neo klasik iktisadi anlayışla, ücret düzeyinin belirlenmesinde<br />

klasik iktisadi düşünceye benzeyen, çalışanı birey olarak gören görüşün ağırlık<br />

kazanmasıyla, ücret düzeyini belirleyen etmenler, ücretlerin esnekleştirilmesi görevini<br />

üstlenmiştir. Buradan hareketle ücretin, değişen işgücü piyasası ve piyasaya göre serbest<br />

olarak belirlenmesi istenmektedir. Bu şekilde çalışanların ücretini arttırmadan, arzulanan<br />

verimin elde edebilecegine inanılmakta ve aynı zamanda da ücretlerin esnekliğiyle,<br />

enflasyon ve ekonomide yasanan dışsal şoklara karşı, dirençli bir yapının oluşturulacağı<br />

düşünülmektedir. Bunun için de günümüzde devletin, ücrete müdahaleden kaçınması<br />

gerektiği, vurgulanmakta ve ücretin; toplu sözleşmelerle degil, bireysel olarak çalışanların<br />

verimliliğine bağlı, serbest bir şekilde belirlenmesi istenmektedir (Tokol,2001:163-164)<br />

73


II.BÖLÜM YABANCI SERMAYE, BÜYÜME, ĐSTĐHDAM ĐLĐŞKĐSĐ<br />

II.1. Doğrudan Yabancı Sermaye Teorileri<br />

Yabancı <strong>sermaye</strong>li <strong>yatırımları</strong>n 1950’li yıllarda özellikle gelişmiş ülkeler<br />

arasında büyük miktarlara ulaşması, iktisatçıların ilgisini çekmiş ve bu tür <strong>yatırımları</strong>n<br />

neden yapıldığı konusunda günümüze kadar birçok teori ileri sürülmüştür. Gelişmiş<br />

ülkelerden gelişmekte olan ülkelere yapılan hammadde ve yurtiçi pazara yönelik <strong>doğrudan</strong><br />

yatırımlar dışında, montaj ve fason üretime yönelik farklı yatırım türlerinde de görülen artış;<br />

DYY konusundaki tartışmalara zamanla gelişmekte olan ülkeler boyutunu da eklemiştir. Bu<br />

bağlamda DYY’yi açıklamaya yönelik son dönemde geliştirilen teorileri ise tam rekabet ve<br />

eksik rekabet varsayımına dayanması açısından sınıflandırılabilir (Öztürk,2004).<br />

II.1.1. Tam Rekabet Varsayımına Dayanan Teorilerde Doğrudan<br />

Yabancı Sermaye<br />

Bu teori faktör ve mal piyasalarında tam rekabet koşullarının geçerli olduğu<br />

varsayımına dayanmaktadır. Getiri oranlarındaki farklılık teorisi, portfolyö teorisi, üretim<br />

düzeyi hipotezi ve pazar büyüklüğü hipotezi tam rekabet varsayımına dayanan teoriler<br />

kapsamındadır (Öztürk,2004).<br />

II.1.1.1. Getiri Oranlarındaki Farklılık Teorisi<br />

Bu teori, bir firmanın amacının (Marjinalist bir yaklaşımla <strong>sermaye</strong>nin marjinal<br />

maliyetini <strong>sermaye</strong>nin marjinal gelirine eşitleyerek) kâr maksimizasyonu olduğunu varsayan<br />

geleneksel yatırım teorisinden çıkarılmıştır. Bu hipoteze göre DYY, uluslararası <strong>sermaye</strong><br />

<strong>yatırımları</strong>nın getirilerindeki farklılıkların bir fonksiyonudur. Bir firma yurt dışında yatırım<br />

yapma kararı verirken, bu yatırımın yurtdışındaki beklenen getirisi ile aynı yatırımı yurt<br />

içinde yapılması halinde elde edebileceği getiriyi karşılaştırarak; kâr maksimizasyonu<br />

çerçevesinde getirisi daha yüksek olan yatırımı seçmektedir (Seyidoğlu,2003:68).<br />

74


II.1.1.2. Portfolyö Teorisi<br />

1930’lu yıllardaki uluslararası <strong>sermaye</strong> hareketlerini açıklamak için geliştirilen<br />

bu yaklaşımın teorik çerçevesi, James Tobin ve Markowitz tarafından oluşturulmuştur. Bu<br />

hipoteze göre yatırım getirinin pozitif, riskin ise negatif bir fonksiyonudur. Yatırımcılar<br />

portfolyösünü oluştururken hem <strong>sermaye</strong>nin getirisini hem de risk faktörünü dikkate<br />

alınmakta olup; karşılaştıkları riskleri azaltmak için <strong>yatırımları</strong>nı değişik ülkeler veya<br />

sektörler arasında çeşitlendirme eğilimi göstermektedirler (Öztürk,2004).<br />

Tam rekabet varsayımına dayanan diğer iki hipotez ise, mikro seviyede bir<br />

firmanın bir ülkede yaptığı bu tür yatırımlarla yine aynı firmanın çıktısı (satışları) arasında<br />

pozitif bir ilişki olduğunu ileri süren Üretim Düzeyi Hipotezi ve makro seviyede milli<br />

gelirle ifade edilen bir ülkenin Pazar büyüklüğü ile bu tür <strong>yatırımları</strong>n pozitif bir ilişki içinde<br />

olduğunu ileri süren Pazar Büyüklüğü Hipotezi’dir (Öztürk,2004).<br />

II.1.2. Eksik Rekabet Varsayımına Dayanan Teorilerde Doğrudan<br />

Yabancı Sermaye<br />

Bu teorilerin en önemli özelliği çokuluslu bir firmanın <strong>yabancı</strong> ülkelerde üretim<br />

birimleri oluşturmasına neden olan faktörleri açıklamaya yönelik olmasıdır. Alt teorileri:<br />

II.1.2.1. Monopolistik Avantaj ve / veya Oligopol Teorisi<br />

Monopolistik avantaj teorisi, pazarlamada entegrasyon ve üstün bilgiyle<br />

yakından ilgilidir. Üstün bilgi, teknoloji, yönetim organizasyon ve pazarlama uzmanlıkları<br />

gibi firmaya her yerde rekabetçi bir avantaj sağlayan tüm maddi olmayan uzmanlıkları<br />

kapsamaktadır. Rekabetçi davranışlar, belirli bir zaman dönemi içinde diğer firmaya oranla<br />

bir firmanın sahip olduğu avantaj olarak tanımlanır. Rekabetçi davranışlar sonsuza kadar<br />

devam edemeyeceği için firmalar rakipleri tarafından yakalanmadan bu avantajlarından<br />

maximum faydayı sağlamaya çalışırlar. Oligapolistik endüstrideki bir firma, yurt dışında<br />

yatırıma yöneldiğinde diğerleri de bu firmayı izleyecektir. Çünkü atak davranan firma<br />

dolaylı olarak diğerlerinin piyasa payını azaltacak, rekabet, teknoloji, ürün, beşeri uzmanlık<br />

ve bilgi konularında avantaj sağlayacaktır (Karatepe,2002).<br />

II.1.2.2. Ürün Dönemleri Teorisi<br />

Her ürünün bir organizma gibi bir yaşam süreci olduğunu, ürünlerinde ürünün<br />

tasarımı, denenmesi ve pazara sunumu, olması şeklinde üç aşamalı bir yaşam süresi<br />

olduğunu savunan hipotezdir (Halkbank,2007).<br />

75


Bu teori tecrübeye, icada ve oligapolistik piyasa yapısının özelliklerine<br />

dayanmaktadır. Üç aşamalıdır: Đlk dönem yeni ürün dönemidir. Bu aşamada yeni ürünün<br />

ikamelerinin olmamasından dolayı talebin fiyat esnekliği düşük olduğundan firma ihracat<br />

piyasalarında rekabetle karşılaşmayacaktır. Đkinci dönem olgunlaşma dönemidir. Bu<br />

aşamada teknoloji rutin hale geldiğinden ve yurt içinde kar marjları azaldığından firma<br />

ihracat piyasalarını diğer firmalara kaptırmamak ve düşük üretim maliyeti avantajından<br />

yaralanmak amacıyla yurt dışında yatırıma yönelecektir. Son dönem ürünün standartlaştığı<br />

dönemdir. Ürünü piyasaya ilk süren firma ihracat piyasaları yanında teknoloji üzerindeki<br />

kontrolünü de kaybettiği için söz konusu firmanın ülkesi ilgili malı ithal etmeye başlamıştır<br />

(Karatepe,2002).<br />

II.1.2.3. Uluslararası Üretim Teorisi<br />

Uluslararası üretim teorisi dış ticaret literatüründeki modellerin tersine çokuluslu<br />

girişimlerin doğası gereği öteden beri birden fazla ülkede yerleşmiş firma varsayımından<br />

hareket eden modeller geliştirmiştir. Geleneksel yaklaşımlar dış ticareti çokuluslu<br />

girişimlerin yeni pazarlara girme yollarından biri olarak görmektedirler. Yani yeni bir<br />

pazara girmek isteyen çokuluslu girişim işlem maliyetlerini karşılaştırarak veya mülkiyet,<br />

içselleştirme ve bölgesel avantajlarına bakarak dolaysız <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> yatırımı ve ihracat<br />

arasında bir tercih yapmaktadır. Ancak dünya ticaretinde çokuluslu girişimlerin ağırlığı ve<br />

dolaysız <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>ndaki önemli artı göz önüne alındığında insanın aklına<br />

çokuluslu girişimlerin yeni pazarlara girmek için hem dış ticareti hem de dolaysız <strong>yabancı</strong><br />

<strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nı bir arada kullanıp kullanmadıkları sorusu gelmektedir (Kula,2005).<br />

Sahip olunan spesifik avantajlar, bazı hususları içselleştirmeyi teşvik eden<br />

avantajlar ve yerleşimle ilgili avantajlar kümesine dayalı olan bu teori çokuluslu firmanın<br />

ortaya çıkışını dolayısıyla <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırım olgusunun nedenlerini açıklayan en iyi<br />

teoridir (Karatepe,2002).<br />

II.1.2.4. Eclectic Teorisi<br />

Eclectic teorisi, monopolistik avantaj teorisi ile Uluslararası üretim teorisi<br />

teorisinin birleşimidir. Teoriye gore <strong>yabancı</strong> ülkeye giriş şekli, üç gurupta toplanan<br />

değişikenlerle belirlenmektedir. Bunlar, stratejik değişkenler, çevresel değişkenler ve<br />

işlemin spesifik değişkenleridir. Çokuluslu şirketlerin en uygun kararı verebilmeleri için çok<br />

sayıda değişkeni ele alarak firmalarının uzun vadeli değerini maksimum yapacak giriş<br />

şeklini belirlemeleri gerekmektedir. %100 mülkiyetle giriş şekli, global strateji uygulanmak<br />

76


istendiğinde, global stratejik koordinasyona ihtiyaç olduğunda, spesifik know-how sonucu<br />

olarak yüksek miktarda gelir elde edildiğinde veya firmanın spesifik know-how’ı büyük<br />

gizlilik gerektiğinde tercih edilecektir. Uluslararası ortaklaklıklar, ülke riskinin yüksek, ev<br />

sahibi ülke ile yerel ülke uygulamaları arasında farklılığın büyük, talebin belirsiz ve yerel<br />

piyasada talebin dalgalanan özellik göstermesi durumunda genellikle uygun bir seçenek<br />

olmaktadır (Aydın,1997:37)<br />

II.1.2.5. Caves Ekonomileri<br />

R.E. Caves tarafından geliştirilen ve daha çok çokuluslu şirketlerin yatırım<br />

stratejilerini açıklamaya yönelik bir yaklaşımdır. Öncelikle <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n bir<br />

sınıflandırma yapılıp daha sonra bir açıklama getirilme gereğini vurgulayan Caves’e göre bir<br />

çokuluslu şirket, ya pazar yapısından dolayı daha çok mal farklılaştırması uygulayarak<br />

değişik ülkelerde aynı malı üretmek için, ya da bir malın alt üretim süreçlerini içermek için<br />

DYY yapmaktadır. Sırasıyla Yatay Genişleme ve Dikey Genişleme olarak adlandırılan bu<br />

durum ortaya kitle veya ölçek ekonomilerini çıkarmaktadır. Caves’e göre, yabacı yatırımlar<br />

bazı sektörlerde yoğunlaşma ve belirli bir ülkede endüstriler arasında değil de, belirli bir<br />

endüstride ama farklı ülkeler arasındaki getirilerini eşitleme eğilimi göstermektedirler. Bu<br />

bağlamda, yurtiçine yönelik <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n yatay, işgücüne ve hammaddeye yönelik<br />

<strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n ise dikey bir genişleme olduğu söylenebilir (Öztürk,2004).<br />

II.1.2.6. Lideri Đzle Kuramı<br />

Bu kuramda <strong>yabancı</strong> bir ülkeye yatırım yapan lider firmanın <strong>yatırımları</strong>na saldırı<br />

<strong>yatırımları</strong>, lideri izleyen rakiplerin yaptıkları yatırımlara da savunma <strong>yatırımları</strong> ismi<br />

verilmiştir. Oligopolistik tepki <strong>yatırımları</strong> olarak da değerlendirilen bu kuram ABD<br />

endüstrisi ile ilgili bazı temel gözlemlerden yola çıkılıarak oluşturulmuştur. Doğrudan<br />

<strong>yabancı</strong> yatırım yapan ABD endüstrileri oligopolistik yapıya sahiptirler. Bu firmaların<br />

<strong>yatırımları</strong> coğrafi olarak belli bölgelerde, sektörel olarak belirli endüstrilerde<br />

yoğunlaşmıştır. Oligopolistik endüstride lider firmanın <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırım yapması<br />

rakiplerin de buna tepki olarak, sahip oldukları dış pazarları kaybetmemek, ölçek<br />

ekonomisinden kaynaklanan rekabetçi avantajları kaptırmamak için genellikle de aynı bölge<br />

ve sektörde yatırım yapmasına yol açar (Efe,2002:10)<br />

77


II.2. Doğrudan Yabancı Sermaye Büyüme Đlişkisi<br />

DYY’den beklenen en önemli etki gittiği ülkenin çıktısına ve bundan dolayı da<br />

büyümesine katkı sağlamasıdır. Bu etki doğal olarak özellikle az gelişmiş ve gelişmekte<br />

olan ülkeler için daha önemlidir, çünkü bu ülkelere yapılan DYY ekonomik gelişmelerini<br />

hızlandıracaktır. Bu çıktıdaki artışın gerçekleşmesi için yatırım yapılan ülkenin DYY<br />

aracılığıyla <strong>sermaye</strong> stokunda bir artışın gözlenmesi gerekmektedir. DYY mevcut bir şirketi<br />

satın alma veya birleşme şeklinde gerçekleşirse kaynakların daha etkin kullanımını<br />

gerçekleştirebilir ama bu durumun çıktı üzerindeki etkisi tamamen yeniden yapılan<br />

yatırımlara göre daha az olmaktadır (Moosa,2002:22).<br />

DYY ve büyüme üzerine uygulamalı çalısmaların teorik temelleri, hem içsel hem<br />

de neoklasik büyüme modellerine dayanmaktadır. Neoklasik büyüme modelinde DYY,<br />

yatırım miktarını ve/veya yatırımın etkinligini artırır. Böylece DYY yatırımın yapıldıgı<br />

ülkelerin ekonomik büyümesinde orta vadeli geçici artıslara ve daha çok uzun dönemde<br />

ortaya çıkacak büyüme etkilerine yol açar. Yeni içsel büyüme teorileri ise, teknolojik<br />

süreçlerin bir fonksiyonu olarak uzun dönemli büyümeyi dikkate alır ve DYY’nin teknoloji<br />

transferi, yayılma ve dagılım etkileri aracılıgıyla büyüme oranını sürekli olarak artırabildigi<br />

bir durum üzerine yogunlasır (Ates,1998:29).<br />

Yapılan ampirik çalışmaların büyük bir kısmı DYY’lerin yatırm yaptıkları<br />

ülkenin faktör verimliliğine ve gelir artışına bölgesel yatırımlardan daha büyük oranda<br />

olumlu katkılarının olduğunu göstermektedir. Ekonomik gelişme ve büyüme ile ilgili<br />

teoriler kişi başına düşen reel gelirin artmasına odaklanmıştır. Bu artış, <strong>sermaye</strong> birikiminin<br />

fazlalaşmasıyla, nüfus artışı ve teknolojik gelişmeyle <strong>doğrudan</strong> ilgilidir. Bunlar arasında<br />

gelişmenin en iyi şekilde gerçekleşmesini sağlayan <strong>sermaye</strong> birikiminin artmasıdır. Buradan<br />

da açıkça anlaşılacağı gibi DYY <strong>sermaye</strong> birikimini artırdığı için ekonomik gelişmeye<br />

<strong>doğrudan</strong> olumlu yönde etkisi olabilmektedir (OECD,2002).<br />

Doğal olarak, burada teknolojik gelişmenin de önemi bir rolü olduğu<br />

vurgulanmalıdır. Gelişmekte olan ülkelerdeki büyüme oranlarının bir kısmı teknolojik<br />

değişim sürecini yakalama ile açıklanabilmektedir. Bilindiği gibi teknolojik yayılmanın<br />

seyri genelde gelişmekte olan ülkelerde adaptasyon yaparak uygulama şeklinde<br />

gerçekleşirken, yeni teknolojik gelişmeler ise gelişmiş ülkeler tarafından kullanılmaktadır<br />

(Kula,2003).<br />

78


DYY’nin yatırım yapılan ülkenin çıktısındaki artışına olan katkısı ve bu katkıyı<br />

yaptığı esnasındaki konumu faaliyetini gerçekleştirdiği ülkenin makro ekonomik<br />

politikasıyla yakından ilgilidir. Genelde, DYY’nin fazla kaynakları absorbe etmesi veya<br />

alternatif dağıtım kanallarının etkinliğini artırarak değerlenmelerini sağlaması, ev sahibi<br />

ülkenin çıktısına bu yollarla da olumlu yönde etkide bulanabilir. Đrlanda da büyüme ile DYY<br />

arasındaki ilişki incelendiğinde, Đrlanda’nın DYY’den çok yarar sağladığı, özellikle<br />

firmaların Araştırma–Geliştirme (Ar-Ge) faaliyetlerinden elde ettiği faydaların önemli bir<br />

yekün teşkil ettiği görülmüştür (OECD,2002).<br />

Bu gelişme sürecinde yatırım yapılan ülkedeki teknolojik gelişmelerin sınırının<br />

yeni <strong>sermaye</strong> mallarını kullanabilecek işgücü miktarı tarafından belilendiğini<br />

göstermektedir. Sıralanan bu iki sonuç ekonomik gelişme sürecinde DYY ile beşeri <strong>sermaye</strong><br />

arasındaki tamamlayıcılık sorununu ortaya çıkarmaktadır. DYY’lerin yatırım yaptıkları<br />

ülklere getirdikleri teknoloji sayesinde çıktıya ve dolayısıyla büyümeye olan etkileri daha<br />

fazla olmaktadır. OECD bağlamında yapılan çalışmada, DYY’nin ekonomik gelişme<br />

üzerindeki etkileri 89 ülke arasıda yapılan bir çalışma ile ölçmüş ve şu üç temel sonuca<br />

ulaşmıştır. DYY teknoloji transferi yaparak büyümeye yerel yatırımlardan daha fazla katkı<br />

sağlamaktadır, DYY yerli yatırımlara göre üretimde daha etkin olabilmek için, yatırım<br />

yaptıkları ülkede çok daha az bir beşeri <strong>sermaye</strong>ye ihtiyaç duymaktadırlar, DYY’nin<br />

ekonomideki toplam yatırım artışı üzerindeki oransal etkisi, yerli firmalara göre daha fazla<br />

olmaktadır (OECD,2002).<br />

II.2.1. Yabancı Sermaye ve Büyüme Arasındaki Đlişkiyi Açıklayan Çalışmalar<br />

Đster geniş ister dar anlamda ifade edilsin, ekonomik büyümede önemli ve hatta<br />

tek faktör yatırımdır. Yatırımında, bilindiği gibi <strong>sermaye</strong> artışından bir dönemden diğerine<br />

net artıştır. Öyleyse ekonomik büyüme temelde, <strong>sermaye</strong> stokundaki gelişme veya artış<br />

demektir. Bu nedenle çağdaş ekonomik büyüme modelleri <strong>sermaye</strong> faktörüne göre<br />

geliştirilmiş ve ifade edilmiştir. Çağdaş büyüme modellerinin temeli <strong>sermaye</strong> olmakla<br />

birilikte buradaki <strong>sermaye</strong> soyut bir kavram veya unsur olarak kabul edilmekte; bu unsuru<br />

açıkça ifade edilmese de sabit <strong>sermaye</strong> olduğu bilinmektedir. Fakat bunun yerli-<strong>yabancı</strong><br />

<strong>sermaye</strong> ayrımı yapılmamaktadır. Aslında kıt faktör olarak <strong>sermaye</strong> ekonomik büyümenin<br />

temeli olmakla birlikte, bu kıtlığın gelişmekte olan ülke ekonomileri açısından çok daha<br />

fazla ve önemi göz önünde tutulduğunda <strong>sermaye</strong> stoku içinde <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>nin payının<br />

79


u ekonomi büyüme ve gelişme açısından ne kadar önemli ve belirleyici olduğu hemen<br />

görülür (Çetinkaya,2002).<br />

Doğrudan <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nın ekonomik büyüme üzerine olası<br />

etkileri iki boyutta değerlendirilir. Birincisi, yurtiçi tasarrufların ekonomik gelişmeyi finanse<br />

etmede yetersiz kalması durumunda, Doğrudan <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong> tasarruf<br />

eksikliğinin giderilmesine yardımcı olan ve önemli döviz girdisi sağlayan araçlardan birisi<br />

olmasıdır. Đkincisi, <strong>yabancı</strong> şirketlerin varlığının yurtiçi ekonomide pozitif dışsallıklar ortaya<br />

çıkarmasıdır (Arslan ve Kökocak,2006).<br />

Doğrudan <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong> ile iktisadi büyüme arasındaki ilişkiyi<br />

araştıran çeşitli çalışmalar olmuştur. 1970-89 döneminde sanayileşmiş ülkelerden 69<br />

gelişmekte olan ülkeye yönelik <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> girişlerinin etkisini ele alan bir<br />

ekonometrik çalışmada, <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> girişlerinin iktisadi büyüme üzerinde<br />

pozitif bir etki yaptığı sonucuna ulaşılmıştır. Ancak bunun yanında belirtilmesi gereken bir<br />

husus da <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nın iktisadi büyüme üzerindeki olumlu<br />

etkisinin görülebilmesi için, ev sahibi ülkedeki belirli bir beşeri <strong>sermaye</strong> düzeyine ulaşılması<br />

gerekmektedir (Candemir,2007).<br />

Pozitif yönlü ilişkiye sahip olan çalışmalar:<br />

Blomström ve diğerleri 1992 yılında yaptığı araştırmasında; gelişmiş ve gelişmekte<br />

olan ülkelerin 1960'dan 1985'e kadar beşer yıllık dönemleri kapsayan gayri safi yurtiçi<br />

hasılanın <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong> oranının, bir sonraki 5 yıllık dönemler için<br />

gelir-büyüme oranı üzerinde pozitif bir etkiye sahip olduğu bulunmuştur. Ancak <strong>doğrudan</strong><br />

<strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nın sadece yüksek gelirli üdlkelerde büyümeyi teşvik edici bir<br />

faktör olduğu, yani büyüme etkisinin nispeten kalkınmışlık düzeyi yüksek olan ülkelerde<br />

olumlu sonuç verdiği belirlemiştir (Blomström ve diğ.,1992; Değer ve Emsen,2006).<br />

Balasubramanayam ve diğerlerinin 1996 yılında yaptığı çalışmasında ihracata<br />

yönelik büyüme politikaları uygulayan onsekiz gelişmekte olan ülkenin, <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong><br />

<strong>sermaye</strong> akımlarının ekonomik büyümeyi artırdığı; yani dış ticaret liberalizasyonunun<br />

<strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>-büyüme ilişkilerinde doğrusallığa yol açtığını<br />

gözlemlemiştir (Balasubramanyam ve diğ., 1996; Değer ve Emsen,2006).<br />

80


Balasubramanyam ve diğerlerinin 1999 yılında <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong><br />

akımlarının yurtiçi büyüme üzerine olumlu etkilerinin ortaya çıkmasında yerel pazarın<br />

büyüklüğü ve rekabetçi bir çevre ve beşeri <strong>sermaye</strong> varlığına bağlı olduğu tespit etmiştir<br />

(Balasubramanyam ve diğ.,1999; Değer ve Emsen,2006).<br />

Barthelemy ve Demurger’in 2000 yılındaki araştırmasının sonuçlarına göre;<br />

1985–1996 yılları arasında Çin'deki 24 ilin verilerinin analizlerinde, <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong><br />

<strong>sermaye</strong> akımlarının büyüme üzerinde etkilerinin olduğu ve bunun da ekonomik büyüme<br />

düzeyine ve <strong>yabancı</strong> teknolojilerin adaptasyonu için beşeri <strong>sermaye</strong>nin varlığına bağlı<br />

olduğunu belirlemiştir (Berthélemy ve Démurger,2000:140-155; Değer ve Emsen,2006).<br />

Alfaro ve diğerleri 2001 yılında 1975–1995 dönemini kapsayan bir çalışma<br />

yapmışlardır. Bu çalışmaya göre yerel finansal piyasa varlığının, <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong><br />

<strong>sermaye</strong>nin ekonomik büyümeyi ateşlediği yolunda önemli bir araç olduğunu bulmuşlardır<br />

(Alfaro ve diğ., 2001:01-083; Değer ve Emsen,2006).<br />

Zhang 2001 yılında 1960-1997 dönemi için Doğu Asya ve Latin Amerika<br />

ülkelerini kapsayan çalışmasında, <strong>yabancı</strong> yatırım-büyüme ilişkilerinin pozitif yönde<br />

olduğunu ve bunun beşeri <strong>sermaye</strong> olanaklarına, liberalize edilmiş ticaret rejimlerine,<br />

iyileştirilmiş eğitim imkanlarına, büyük ölçekli ihracata yönelik <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong><br />

<strong>yatırımları</strong>na ve makro ekonomik istikrara bağlı olduğu bulmuştur (Zhang,2001:175-185;<br />

Değer ve Emsen,2006).<br />

Nair-Reichert ve Weinhold 2001 yılındaki çalışmasında dışa açıklık-<strong>doğrudan</strong><br />

<strong>yabancı</strong> yatırım girişi-büyüme ilişkilerini araştırmıştır. Bu çalışma sonucunda <strong>doğrudan</strong><br />

<strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>ndan büyümeye doğru nedensellik ilişkisi belirlemişlerdir (Reichert ve<br />

Weinhold,2001:153-171; Değer ve Emsen,2006).<br />

Obwona’nın 2001 yılındaki araştırmasında 1981–1995 dönemleri arasında Uganda<br />

üzerinde makroekonomik ve politik istikrar ile siyasal tutarlılığın <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong><br />

akımlarını çekmede teşviklerden bile daha önemli olduğunu ve bu anlamda <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong><br />

<strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nın ekonomik büyümeye pozitif katkı sağladığını ortaya koymuştur<br />

(Obwona, 2001:46-81; Değer ve Emsen,2006).<br />

Campos ve Kinoshita 2002 yılında yirmi beş Merkezi ve Doğu Avrupa ülkesi ile<br />

eski Sovyet geçiş ekonomileri için yaptığı çalışmasında, <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong><br />

akımlarının ekonomik büyüme üzerinde oldukça önemli etkilerinin olduğu sonucuna<br />

ulaşmıştır. Bu ekonomilerin endüstrileşme ve daha iyi eğitimli işgücüne sahip olmalarının<br />

81


sonucu olarak teknoloji transferini çekmede daha etkin olduğu sonucuna ulaşmışlardır (Campos<br />

ve Kinoshita,2002:398-419; Değer ve Emsen,2006).<br />

Nunnenkamp ve Spatz ise 2003 yılındaki çalışmasında, <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong><br />

akımlarının ekonomik büyüme üzerinde etkilerinin olabilmesinde ülke ve yatırımın yapıldığı<br />

endüstri özelliklerinin dikkate alınması gerektiğini ortaya koymuşlardır. Bu açıdan teknoloji<br />

yoğunluğu, faktör gereksinimi, yerel ve <strong>yabancı</strong> piyasalarla bağlantılar ile <strong>yabancı</strong> menşeli<br />

şirketlerin dikey entegrasyon derecesi gibi endüstri özelliklerinin <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong><br />

<strong>yatırımları</strong>nın büyüme üzerinde etki doğuracağını belirlemiştir (Nunnenkamp ve<br />

Spatz,2003:1176; Değer ve Emsen,2006).<br />

Basu ve diğerleri 2003 yılında 1978-1996 dönemini kapsayan 23 gelişmekte olan<br />

ülke üzerine yapılan eş-bütünleşme testlerinde <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> ile büyüme arasında<br />

anlamlı nedensellik ilişkileri yakalamıştır; açık ekonomilerde <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>büyüme<br />

arasında hem kısa hem de uzun dönemde iki yönlü nedensellik gözlenirken, nispeten<br />

kapalı ekonomilerde uzun dönemli nedensellik ilişkisi sadece <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong><br />

<strong>yatırımları</strong>ndan büyümeye doğru gerçekleştiği gözlenmiştir (Basu,Chakraborty ve<br />

Reagle,2003: 510-516; Değer ve Emsen,2006).<br />

Choe’nin 2003 yılındaki araştırmasında 1971-1995 dönemi için 80 ülkeyi kapsayan,<br />

<strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> ve ekonomik büyüme arasında nedensel ilişkilerini araştırmıştır.<br />

Elde edilen bulgulardan karşılıklı nedensellik ilişkisi bulunmuş, ancak <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong><br />

<strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>ndan büyümeye nedensellik ilişkisi, büyümeden <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong><br />

<strong>sermaye</strong>ye doğru nedensellik ilişkisinden daha zayıf çıkmıştır (Choe,2003:44-57; Değer ve<br />

Emsen,2006).<br />

Hansen ve Rand 2004 yılında 1970-2000 dönemi için 31 gelişmekte olan ülkeye<br />

yönelik çalışmasında, <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırım/gayri safi yurtiçi hasıla ile gayri safi<br />

yurtiçi hasıla düzeyi arasında iki yönlü nedenselliğin olduğu saptanmıştır (Hansen ve<br />

Rand,2004; Değer ve Emsen,2006).<br />

Merlevede ve Schoors 2004 yılında 25 geçiş ekonomisinde ekonomik büyüme<br />

üzerine iktisadi reformların hızı ve <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n etkisini araştırmışlardır. Ekonomik<br />

büyüme, ekonomik reformlar ve <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n eşanlı sistem ile yapılan<br />

tahminlerinde, reformların daha eskiye dayandığı ülkelerde daha yüksek büyüme<br />

gözlenirken, yeni reform yapma sürecine başlamış ekonomilerde büyümenin olumsuz<br />

etkilendiğini bulmuştur. Ancak bir bütün olarak <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> akımlarının artıncı<br />

82


etkisinin olduğu ve bunun da büyümeyi olumlu etkilediğini gözlemlemişlerdir (Merlevede ve<br />

Schoors,2004:730; Değer ve Emsen,2006).<br />

Papaioannou 2004 yılında 1993–2001 dönemi için 43 ülkeye ait genişletilmiş bir<br />

üretim fonksiyonu kullanmış ve <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırım adaptasyonunun büyüme etkisini<br />

gelişmekte olan ülkelerde daha yüksek olduğunu tespit etmiştir (Papaioannou,2004; Değer ve<br />

Emsen,2006).<br />

Mody ve Murshid, 2005 yılında 1979-1999 dönemi için 60 gelişmekte olan ülkede<br />

uzun dönemli <strong>sermaye</strong> (<strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırım, dış borçlar ve portföy) akımlarının yurtiçi<br />

yatırımlar üzerindeki etkilerini incelemiş; elde edilen bulgularda dış <strong>sermaye</strong> akımlarının yurtiçi<br />

<strong>yatırımları</strong> uyardığı belirlenmiştir. Bunun da toplam yatırım düzeyindeki gelişmeye paralel<br />

olarak büyüme üzerinde olumlu sonuç doğuracağını öne sürmüştür (Mody ve<br />

Murshid,2002:249-266; Değer ve Emsen,2006).<br />

Chowdhury ve Mavrotas, 2005 yılındaki araştırmasında 1969-2000 dönemi için<br />

Şili, Malezya ve Tayland gibi yeni gelişen ekonomilerde, Granger nedensellik testinden<br />

farklı olarak Toda-Yamamoto testi kullanmış; nedensellik sınama sonuçlarına göre Şili'de<br />

GSYĐH'nın <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırım akımlarına neden olduğunu, buna karşılık Malezya ve<br />

Tayland'da GSYĐH ve <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırım akımları arasında iki yönlü ilişkiler bulmuştur<br />

(Chowdhury ve Mavrotas,2005; Değer ve Emsen,2006).<br />

Negatif ve iki yönlü ilişkiye sahip olan çalışmalar:<br />

DeMello 1997 yılındaki çalışmasında; <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>nin yüksek teknoloji<br />

içerdikçe, yani teknoloji farklılığı açıldıkça, büyüme etkisinin azaldığını bulmuştur.<br />

Doğrudan <strong>yabancı</strong> yatırım çekmede ülkenin faktör donanımına uygun dış ticaret ve siyasal<br />

rejimlerin etkili olduğunu gözlemlemiştir (De Mello,1997:1-34; Değer ve Emsen,2006).<br />

Borensztein ve diğerleri 1998 yılında 1970–1989 arasını kapsayan 69 gelişmekte<br />

olan ülke üzerine yapılan çalışmalarında, <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> akımlarının büyüme<br />

üzerinde marjinal rolünün olduğunu ve bunun da yatırımın yapılan ülkenin beşeri <strong>sermaye</strong><br />

düzeyine bağlı olduğunu tespit etmişlerdir. Yani <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırım ile beşeri<br />

<strong>sermaye</strong>yi temsilen kullanılan eğitimsel yetenekler arasında güçlü ve pozitif bir etkileşim<br />

bulunmuştur. Diğer taraftan düşük beşeri <strong>sermaye</strong> düzeylerine sahip gelişmekte olan<br />

ülkelerde <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırım akımlarının negatif etkilerinin varlığını tespit<br />

etmişlerdir (Borensztein ve diğ.,1998:115-135; Değer ve Emsen,2006).<br />

83


DeMello 1999 yılında 1970–1999 dönemi için OECD üyesi olan ve olmayan<br />

ülkelerde <strong>sermaye</strong> birikimi, üretim ve toplam faktör verimliliğindeki artışların teknoloji<br />

açığı derecesine bağlı olarak <strong>yabancı</strong> yatırım-büyüme ilişkilerinin değiştiğini tespit etmiştir.<br />

Buna göre teknolojik açıklık derecesi arttıkça, <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n büyüme<br />

etkileri azalmaktadır (De Mello,1999:133-151; Değer ve Emsen,2006).<br />

Lensink ve Morrissey 2001 yılında 1975–1998 döneminde gelişmekte olan<br />

ülkeler için yaptığı çalışmalarında <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n ekonomik büyüme<br />

üzerine pozitif etkileri tespit edilmiş; ancak <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırım dalgalanmalarının<br />

ekonomik büyümeyi olumsuz etkilediğine dair bulgulara da ulaşılmıştır (Lensink ve<br />

Morrissey,2001; Değer ve Emsen,2006).<br />

Belirsiz yönlü ilişkiye sahip olan çalışmalar:<br />

Ram ve Zhang 2002 yılındaki çalışmasında, Borensztein ve diğerleri (1998),<br />

Balasubramanyam ve diğerleri (1999) ile Barthelemy ve Demurger (2000) tarafından yapılan<br />

çalışma sonuçları ile örtüşen bulgular elde etmiştir. Ama <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırım ve eğitim<br />

düzeyi arasında tamamlayıcılık ilişkisi yakalayamamıştır (Ram ve Zhang,2002:205-215; Değer<br />

ve Emsen,2006).<br />

Carkovic ve Levine 2002 yılında 1960–1995 dönemi için yaptığı araştırmasında,<br />

<strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırım akımlarının gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde büyüme üzerine<br />

hiçbir anlamlı etkisini bulamamıştır; ancak 5 yıllık dönemlerde düzensiz etkilerin olduğuna<br />

rastlamıştır (Carkovic ve Levine,2002; Değer ve Emsen,2006).<br />

Mencinger, 2003 yılında geçiş ekonomileri için 1994–2000 dönemi için yapılan<br />

çalışmada, <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırım/gayri safi yurtiçi hasıla ile sabit <strong>sermaye</strong><br />

<strong>yatırımları</strong>/gayri safi yurtiçi hasıla arasında nedensellik ilişkisi bulamamış; buna bağlı olarak<br />

da <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n boş alan <strong>yatırımları</strong> veya devralma <strong>yatırımları</strong> ile acele<br />

yapılan özelleştirme uygulamalarına bağlamıştır (Mencinger,2003:491-508; Değer ve<br />

Emsen,2006).<br />

Literatür özetlerinden hareketle, ekonomik büyüme üzerine DYY’larının<br />

etkilerini inceleyen çalışmalar arasında tam anlamıyla bir görüş birliği olmamakla beraber<br />

hakim görüşün iki olgu arasında yakın ve paralel bir ilişkinin olduğu rahatlıkla ifade edilebilir.<br />

Bununla birlikte, <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nın büyüme üzerine etkilerini ele alan<br />

araştırma sonuçları, genel olarak <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nın büyüme<br />

84


üzerindeki artırıcı etkilerinin ortaya çıkabilmesi için gelişmekte olan ülkelerin uygundestekleyici<br />

yatırım ortamını hazırlaması ve minimum bir kalkınma düzeyine erişmiş olması<br />

gerekliliğine işaret etmektedir (Arslan ve Kökocak,2006).<br />

Doğrudan <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nın etkileri ülkeden ülkeye, sektörden sektöre,<br />

kurumdan kuruma ve dönemden döneme farklılık gösterebilir. Bu sebeple devlet politikalarının<br />

<strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong> üzerinde etkileri bulunmaktadır. Đthalatı ikame eden<br />

dönemdeki <strong>yatırımları</strong>n etkisiyle ihracata dayalı sanayi dönemindeki <strong>yabancı</strong> yatırım etkileri<br />

farklılık gösterir. Ancak bu <strong>yatırımları</strong>n katkılarının ayrıştırılması ve sayısal olarak ifade<br />

edilmesi kolay değildir (Efe,2002:21).<br />

II.3. Doğrudan Yabancı Sermaye Đstihdam Đlişkisi<br />

Yatırımlar ile istihdam arasındaki <strong>doğrudan</strong> ilişkiyi Keynes’in geliştirdiği Genel<br />

Teori ortaya koymaktadır. Bununla birlikte iktisatçılar arasında DYY’nin istihdama olan<br />

etkisinin derinliği konusunda önemli görüş ayrılıkları vardır. Bazı çalışmalarda ise,<br />

tartışmanın üç ana sorun etrafında döndüğü ileri sürülmüştür. Bunların DYY’nin yerel<br />

<strong>yatırımları</strong>n ne kadarlık bir kısmına ulaştığı, yapılan <strong>yatırımları</strong>n ara ve <strong>sermaye</strong> malları<br />

ihracatının artışına ne ölçüde katkıda bulunduğu ve bu <strong>yatırımları</strong>n ne kadarlık bir kısmının<br />

yeni üretim tesisi yapma veya mevcut tesisleri satın alma şeklinde gerçekleştiği şeklinde<br />

sıralamaktadır (OECD,2002).<br />

DYY istihdamı yeni tesisiler kurarak <strong>doğrudan</strong> veya tesislerin kurulduğu<br />

bölgelerde çevreye verdiği pozitif dışsallıklarla dolaylı olarak artırma gücüne sahiptir. DYY<br />

zor durumdaki firmaları satın alarak ve yeniden yapılandırarak istihdamı koruyabilir. DYY<br />

üretim tesislerini kapatarak veya yeni yatırım yapmayarak istihdamı azaltabilir. Diğer<br />

yandan iyi çalışan bir işgücü piyasasına sahip ekonomide toplam istihdama DYY’nin<br />

büyüklüğünün ve niteliğinin etki edemeyeceğini ileri sürülmektedir. ABD ile ilgili yapılan<br />

bir çalışmada ABD kökenli ÇUŞ’in yurtdışındaki yan şirketlerinin istihdam sağlama<br />

miktarları kendi ülkelerinde sağladıkları istihdam karşısında oldukça mütevazi oranlarda<br />

kaldığı sonucuna ulaşılmıştır (IDA,2003).<br />

Ayrıca ABD’deki ücretle ile ilgili yapılan çalışmada yurt dışına yatırım yapan<br />

firmaların faaliyetleri ile yatırım yaptıkları ülkelerdeki düşük ücretler arasında pozitif bir<br />

ilişkinin olduğu belirtilmektedir. ABD’de yapılan DYY’nin bölgesel olarak reel ücretleri<br />

85


yerli yatırımlara nazaran daha çok artırdığı da ifade eidlmektedir. Đsveç ve ABD verilerine<br />

dayanılarak yapılan diğer bir çalışmada; Đsveç verilerinden elde edilen sonuçların ABD’deki<br />

sonuçlardan farklı olduğu saptanmış; Đsveç’e ait sonuçlar ana firmanın yurt dışına yaptığı<br />

satışların artması kendi ülkesindeki istihdamı da artırdığını ortaya koymuştur (IDA,2003).<br />

Ticaretin ve yatırımın önündeki engellerin kaldırılması, uluslararası sınırları<br />

aşabilen guruplarla aşamayan guruplar arasındaki asimetriyi keskinleştimesi global piyasa<br />

ile toplumsal istikrar arasındaki gerilimin artmasına neden olan sebepler biridir. Birinci<br />

gurupta <strong>sermaye</strong> sahipleri, yüksek vassıflı işçiler ve kaynaklarını talebin en çok olduğu<br />

yerde arz etme imkanına sahip birçok profesyonel yer alır. Vasıfsız veya az vasıflı işçiler ile<br />

çoğu orta düzey yönetici ise ikinci gurupta yer almaktadır. Globelleşme, ikinci grup<br />

mensuplarının arz ettiği hizmetlere yönelik talebi daha esnek hale getirmektedir. Yani<br />

çalışan nüfusun geniş katmanlarının arz ettiği hizmetler milli sınırlar ötesindeki başka<br />

insanlarca kolayca ikame edilebilir bir hale gelmektedir. Globalizasyon, bunun içindir ki<br />

istihdam ilişkilerini temelinden değiştirmektedir (Rodrik,1999:19).<br />

Đşçilerin milli sınırlar ötesindeki başka işçilerle kolayca ikame edilebilir bir hale<br />

gelmesi gerçeği, birçoklarınca II. Dünya Savaşı sonrası işçi-işveren mutabakatı olarak<br />

algılanan yapıyıda altüst etmektedir. Bu mutabakata göre çalışma barışı karşılığında işçiler,<br />

ücretler ve diğer ödenekler açısından tedrici bir artış imkanına sahip oluyorlardı. Ama son<br />

yapılan çalışmalarda bu yapı yeterince dikkate alınmamış, vasıfsız işçi talebinin<br />

elastikiyetinden ziyade bu talebi gösteren eğrenin aşağı doğru kayması üzerinde<br />

yoğunlaşmalar artmıştır (Rodrik,1999:19).<br />

Genel olarak iktisatçılar ücretlerdeki göreceli artışın sebebi olarak vasıflı<br />

işgücüne olan talebin atması konusunda hemfikirdirler. Bununla birlikte talebi artıran diğer<br />

sebepler konusunda anlaşmaya varamamışlardır. Anlaşma sağlayamadıkları konulardan biri;<br />

bilgi teknolojisindeki gelişmelerin firmaların üretim tekniklerinde vasıflı işgücüne olan<br />

taleplerinde anahtar rol üstlenmesine neden olmasıdır. Diğeri ise, düşük ücrete sahip<br />

ülkelerdeki ithalat rekabetinin artması vasıflı emeği yoğun olarak kullanan endüstrilerin<br />

kaynaklarının bu tip üretimlere kaymasına neden olmaktadır (OECD,2002).<br />

Genel görüş olarak DYY gittikleri ülkelerdeki vasflı işgücüne dayanan istihdamı<br />

artırmakta; bu artış sonucu vasıflı işgücüne olan talep ve dolayısıyla ücretler de artmaktadır.<br />

86


Yatırım yapılan ülkenin tercih nedenlerinden biri olan düşük ücrete sahip olma durumunun<br />

bu sürecin sonunda yavaş yavaş değişmeye başlamasıyla, ülkenin sahip olduğu bazı<br />

avantajları da kaybetme olasılığıyla karşı karşıya kaldığı gözden kaçırılmaması gereken<br />

önemli bir noktadır (OECD,2002).<br />

Ayrıca konuyu daha iyi anlamak için hem yatırımı alan hem de yatırımı veren<br />

ülkelerdeki durumlarını incelemek gerekmektedir.<br />

II.3.1. Yatırımı Veren Ülkedeki Etkiler<br />

ABD sendikaları, üyelerinin istihdam güvenliğini tehlikede görmekte ve<br />

çokuluslu şirketleri <strong>yabancı</strong> ülkelere iş ihracı suretiyle ABD’de işsizliğe sebep olmakla<br />

suçlamaktadırlar. Buna karşılık iş çevreleri, yapılan yatırımlar sonucu istihdam seviyesinin<br />

olumsuz etkilenmediği hatta olumlu etkilendiğini söylemiştir. Alman sendikacıları,<br />

çokuluslu şirketlerin dışarıda yatırım yapmalarının ülke istihdamını olumsuz etkileyeceğini<br />

düşünerek yurt dışında yatırım yapmalarını istememişlerdir. Bu sebeple Volkswagen’in<br />

ABD’de yatırım yapmalarını engellemişlerdir (Çapraz ve Demircioğlu,2003:15-19).<br />

Çokuluslu şirketlerin <strong>yabancı</strong> ülkelerdeki faaliyetlerinin köken ülkede global<br />

istihdam imkanlarında ne ölçüde bir azaltma yarattığı kesinlikle bilinmemekle beraber<br />

yurtdışına giden <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> bir yerde ihracatı ikame ettiği bilinmektedir. Buda ana<br />

ülkede istihdamın azalmasına neden olmaktadır (Ekinci,2004).<br />

Ayrıca yatırımı veren ülkede yaygın bir işsizlik varken yatırımın yurt dışında<br />

yapılması ana ülkenin ekonomik sorunlarının çözümünü güçleştirir. Fakat dış yatırımlardan<br />

transfer edilen toplam gelirler kasrşısında, ana ülkenin kayıpları nispeten önemsiz kalabilir.<br />

Ayrıca yatırımcı ülke bu sayede yatırım yapılan ülkeyi siyasal etkisi altına da alabilir. Diğer<br />

bir deyişle yatırımcı ülkeler <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> politikalarını bir araç olarak kullanabilirler<br />

(Seyidoğlu,2001:577-578).<br />

II.3.2. Yatırımı Alan Ülkedeki Etkiler<br />

Yabancı <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>, yaratacağı yeni iş olanakları ile ülkenin işsizlik<br />

sorununun çözümüne net bir katkı sağlar. Ayrıca oluşturacağı iktisadi sinerji ve rekabet<br />

katkısı ile yerli ve <strong>yabancı</strong> diğer girişimcilerin de istihdama desteklerini sağlamış olacaktır.<br />

Yabancı <strong>sermaye</strong> ile birlikte, üst düzey yöneticileri de yatırım yapılan ülkeye gitmekte,<br />

ancak gerekli diğer işgücü, yerli kaynaklardan karşılanmaktadır. Büyük bir işsiz<br />

potansiyeline sahip azgelişmiş ülkeler açısından, bu işsizliği giderecek <strong>yatırımları</strong>n kendi<br />

87


kaynakları ile gerçekleştirecek imkanları yetersiz olduğundan, <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong><br />

istihdam açısından elverişli bir durum yaratmaktadır (Çapraz ve Demircioğlu,2003:40).<br />

Đstihdam pazarındaki etkiler şartlara göre değişiklik arz etmektedir. Örneğin<br />

ülkeye gelen <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong> bazı sektörlerin yada sanayilerin yeniden<br />

yapılanmalarına neden olmaktadır. Böylece rekabet edemeyen yerli istihdam kısa dönemde<br />

azalmakta ve yenilenme ihtiyacı duymaktadır. Ancak uzun dönemde istihdam kazançları<br />

yaratmaktadır. Zira kaynaklar daha verimli yönlendirildiği için o ülkedeki ürünlere olan<br />

ihtiyacı artırmaktadır (Çapraz ve Demircioğlu,2003:40).<br />

Yabancı yatırımcı bir ülkeye giderken <strong>sermaye</strong>, teknoloji yanında üretim bilgisi<br />

(know-how). ve etkin üretim için gereken çağdaş yönetim becerileri birikimini de<br />

beraberinde götürür. Bunun neticesi olarak ev sahibi ülke için yeni üretim ve yönetim bilgi<br />

ve becerisine ulaşmanın maliyeti azalırken, vasıflarında gelişme ve çeşitlenme gözlenen iş<br />

gücünü çağdaş normlarla yönetecek yönetici kadrosunun yetişmesi için gerekli zemin<br />

hazırlanmış olur (Ekinci,2004).<br />

Yabancı <strong>sermaye</strong>li <strong>yatırımları</strong>n gelişmekte olan ülkelerde yarattığı istihdam<br />

düzeyi, genellikle bu ülkelerdeki toplam istihdamın ancak yüzde 1’i ile 6’sı arasında<br />

değişmektedir. Çokuluslu firmaların istihdama katkısı az sayıdaki bazı ülkelerde, özellikle<br />

imâlat sektöründe şaşırtıcı düzeylere ulaşabilmektedir: Bu sektörde çokuluslu firmaların<br />

istihdama katkısı Arjantin, Bolivya, Brazilya ve Kolombiya’da yüzde 10 ile yüzde 23<br />

arasında değişirken, Singapur ve Senegal’de ise yüzde 50′yi aşmaktadır (Akçaoğlu,2002).<br />

II.3.3 Yabancı Sermaye ve Đstihdam Arasındaki Đlişkiyi Açıklayan Çalışmalar<br />

Küreselleşmenin birbirinden farklı siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel birçok<br />

alandaki etkisinden söz edilse de işgücü piyasaları ve de özellikle çalışanlar üzerindeki<br />

olumsuz etkileri küreselleşmenin en fazla eleştiri konusu olan tarafını oluşturmaktadır. Neo<br />

liberal politikalarının ivme kazandırdığı bu süreçte, piyasanın hakim güç haline gelmesi,<br />

esnek çalışma modellerinin ağırlıklı bir biçimde uygulanmaya başlanması, özelleştirmeler,<br />

taşeronlaştırma, sendikal örgütlerin zayıflaması, çalışanların sosyal güvenlik haklarının<br />

ciddi bir biçimde tahribata uğraması gibi çalışanların aleyhine ortaya çıkan bazı<br />

geliştirmeler küreselleşmenin istihdam üzerine etkilerinin sürekli olarak sorgulanmasına<br />

ortam sağlamıştır (Gündoğan,2007:19-20).<br />

88


Küreselleşmenin işgücü piyasaları üzerindeki etkisinin olumsuz olduğunu ve<br />

gelişmelerin emeğin gücünü, haklarını daraltıcı ve azaltıcı olduğu tezinin savunucuları<br />

olumlu yaklaşımı savunanlara göre daha fazladır. Bu alanda yapılan araştırmalar da bu<br />

görüşün haksız olmadığını daha çok destekler görünümdedir (Zengingönül,2004:184).<br />

Bugüne kadar <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n istihdam üzerindeki etkisi hak<br />

ettiği ilgiyi görmemiştir. Özellikle analitik araştırmalar için konunun barındırdığı<br />

zorluklardan biri, çoğu ülke için, uygun verilerin tam ve düzenli olarak elde edilememesidir.<br />

Bununla birlikte az sayıdaki çalışmalar arasında Ernst (2005), Asiedu ve Esfahani (2003),<br />

Hunya ve Geishecker (2005), Jayaraman ve Singh (2006), Jenkins (2006), Baldwin (1995),<br />

Altzinger ve Bellak (1999) sayılabilir (Karagöz,2007).<br />

Ernst (2005)’de gelişmekte olan üç Latin Amerika ülkesinde (Arjantin, Brezilya<br />

ve Meksika) <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n sektörler itibariyle etkileri incelenmekte, <strong>doğrudan</strong><br />

<strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n bu ülkelerde istihdam ve büyüme üzerinde anlamlı bir katkıda<br />

bulunmadığı sonucundan hareketle bunun olası nedenleri üzerinde durmuştur. Baldwin<br />

(1995)’de OECD ülkelerinde dış ticaret ve <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n istihdam ve<br />

ücretler üzerindeki etkisi ele alınmıştır. Baldwin’e göre <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırım-istihdam<br />

ilişkisinde <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n yurtiçi yatırımı ikame boyutu, ara ve <strong>sermaye</strong> malı<br />

ihracatına yönelik olma derecesi ve var olan üretim tesislerinin satın alınmasından ziyade<br />

yeni tesisler kurma potansiyeli kilit rol oynamaktadır. Asiedu ve Esfahani (2003)’de<br />

hükümetlerin <strong>yabancı</strong> firmaların istihdam politikalarına müdahale etmelerinde etkili olan<br />

faktörler araştırılmıştır. 52 ülkede faaliyet gösteren 1207 <strong>yabancı</strong>-mülkiyetli firmaya ait<br />

verilerin kullanıldığı araştırmada, dayatılan kısıtlamaların hükümetin <strong>doğrudan</strong> vergi<br />

toplayabilme gücüne paralel olarak azaldığı; buna karşılık, uluslararası şirketlerin <strong>doğrudan</strong><br />

<strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n projesinde kullanılan teknolojik girdi üzerinde baskın olmasına,<br />

<strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n projesinde yerel işgücünün önemli bir yer tutmasına, proje<br />

çıktısının evsahibi ülke için önemine vsr. bağlı olarak müdahalenin arttığı sonucuna<br />

ulaşılmaktadır. Fazekas (2003)’de ise Çek Cumhuriyeti örneğinde <strong>yabancı</strong> ve yerli<br />

firmaların istihdam üzerindeki etkileri incelenmiştir. Analiz sonucunda Avrupa Birliğine<br />

üye olduktan sonra artan <strong>yabancı</strong> yatırım girişlerinin istihdamı artırırken bir yandan da<br />

bölgesel olarak kutuplaşmaya neden olduğu belirlenmektedir. Hunya ve Geishecker<br />

(2005)’de ise Avrupa Birliğine yeni üye olan Orta ve Doğu Avrupa Ülkelerinde <strong>doğrudan</strong><br />

<strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n kalifiye işgücünde daha fazla istihdam artırıcı etkide bulunduğu ortaya<br />

89


koyulmaktadır. Jayaraman ve Singh (2006) ise zaman serileri analiz yöntemlerini kullanarak<br />

Fiji ekonomisinde <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n ve gayri safi yurtiçi hasıla ile istihdam<br />

arasındaki uzun-dönem ilişkisini incelemiş, istihdamın <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n ve<br />

gayri safi yurtiçi hasıladan olumlu yönde ve anlamlı bir şekilde etkilendiği sonucuna<br />

varmışlardır (Karagöz,2007).<br />

Teoriye göre, daha yüksek ücret seviyesi, daha düsük <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırım<br />

anlamına gelir. Bir bölgede veya ülkede; ücret seviyesinin yüksek olması demek, bu bölgede<br />

üretilen tüm ürün fiyatlarının daha yüksek olması anlamına gelir. Ürünlerin yüksek<br />

fiyatlardan pazara sunulması da, hem yurtiçi piyasada hem de uluslararası piyasalarda daha<br />

az rekabetçi olunmasına yol açmaktadır. Diğer taraftan, Donges (1976), Kravis ve Lipsey<br />

(1982), Schneider ve Frey (1985), Culem (1988), Coughlin ve diğerleri (1991) Felipe ve<br />

Fernandez (1991), Bajo (1991), Bajo ve Sosvilla (1992), Koechlin (1992), Liu ve diğerleri<br />

(1997), Yang ve diğerleri (2000), Cheng ve Kwan (2000), Batalla ve Costa (2001) gibi<br />

arastırmacılar tarafından yürütülen çalısmalarda isgücü maliyetleri ile <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong><br />

yatırımlar arasında negatif iliski yönünde sonuçlara ulasılmıstır (Açıkalın,Gül ve<br />

Yaşar,2006).<br />

Literatürde; yatırım yapan ve yatırım yapılan ülkeler arasındaki ücret farkını<br />

isgücünün hareketsizliğiyle birlestiren; Buckley ve Dunning (1976), Goldsbrough (1979),<br />

Dunning (1980), Saunders (1982), Owen (1982), Gupta (1983), Taveira (1984), Schneider<br />

ve Frey (1985), Culem (1988), Moore (1993), Shamsuddin (1994), Goldsrough (1997),<br />

Pistoresi (2000) ile Love ve Lage-Hidalgo’nun (2000) çalısmalarında, yüksek ücret<br />

seviyesinin <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong> caydırdığı kanıtlanmıstır (Kerr,2001,s.4). Tsai<br />

(1994) imalat sektöründe saat bası ücreti kullanarak, ucuz isgücü hipotezine 1983–1986<br />

dönemi için güçlü bir destek bulurken; 1975–1978 arası dönem için bu hipoteze, zayıf bir<br />

destek bulmustur (Açıkalın,Gül ve Yaşar,2006).<br />

Golden, Wallerstein ve Lange’nin 1950-1992 yılları arasını kapsayan ve 16<br />

OECD ülkesini baz alan Golden-Londregan isimli araştırmasının amacı, bağımlı değişkenler<br />

olan sendikal güç, sendikaların örgütsel birikimi ve uyumu ile ücret pazarlıklarının<br />

merkezileştirilmesinin, uluslararası ekonomik entegrasyon ile etkileşimlerini ölçmektir.<br />

Araştıma sonuncunda elde edilen saptamalar ise uluslararası entragsyonun sendikalar<br />

üzerinde etkisinin olmadığıdır. Sendikalaşma oranındaki azalmanın nedeni olarak<br />

enflasyonun düşmesi, işsizliğin artması gibi başka faktörlerin etkisinin olduğudur ve bu<br />

90


durumların küreselleşmenin standart unsuru ile bağdaştırılmaması gerektiğidir<br />

(Zengingönül,2004:180).<br />

Günümüz fütüristleri, esas itibariyle siyasi, sosyal ve ekonomik yapısal<br />

değişmelere dikkat çekerken J. Rifkin’in “Çalışmanın Sonu” adlı eserinde, insanlığın artık<br />

geri gönülemez bir işsizlik çağına girdiğini öne sürmektedir. Özellikle ileri teknolojinin<br />

insan gücünün yerine geçmesiyle enformasyon çağında iki ayrı kutup oluştuğunu söyleyen<br />

Rifken’e gore ileri teknolojiye dayalı küresel ekonomiyi yöneten enformasyon seçkin<br />

azınlıkla yer değiştiren ve fazla iş imkanı olmayan çoğunluk arasındaki uçurum<br />

derinleşecektir (Ekin,2000:44).<br />

II.4. Büyüme Đstihdam Đlişkisi<br />

Bir ülkenin istihdamını etkileyen unsurlar, esas olarak gelişmişlik seviyesi, nüfus<br />

ve doğal kaynakları ile ekonomik koşullarıdır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler açısından<br />

bakıldığındaysa işsizlik, dönemler itibarıyla azalıp çoğalmasına rağmen tüm ekonomilerin<br />

ortak problemi niteliğindedir. Ülkelerin kültürel geçmiş, politik felsefe, ekonomik ve sosyal<br />

yapılarının birbirinden farklılık göstermesi, her ülkenin kendi koşullarına uygun istihdam<br />

politikası oluşturup, bu doğrultuda önlemler almasına neden olmuştur (Savaşır,1999:81).<br />

Đşsizliğin önlenmesine yönelik uygulamalardan bir kısmı, daha liberal bir bakış<br />

açısı ile sorunun çözümü olarak ekonomik gelişme olgusunu gösterirken, diğer yaklaşımlar<br />

sorunu toplumsal bir sorun olarak kabul etmekte ve istihdam politikasına öncelik<br />

vermektedir. Bu bağlamda, tam istihdamın sağlanması ve büyüme ile bağlantılı olarak<br />

sürdürülebilmesi, ortalama ücret düzeyinde çalışmak isteyen herkese iş bulunabilmesi ve<br />

işsizliğin önlenmesinde sosyal sorunlara yol açan ya da onları çözmekte yetersiz kalan<br />

ekonomik öncelikler ve ekonomik politikalarını destekleyen iş piyasası düzenlemelerinin<br />

tamamı istihdam politikası olarak tanımlanabilir. Devletin, istihdamı büyüme ile<br />

ilişkilendirmesi iş piyasasına müdahale etmesinin başlıca nedeni özellikle işsizlik sorununa<br />

çözüm bulabilmektir. Đstihdam tek başına işgücünün kullanılması olarak düşünülmediğinde,<br />

söz konusu işgücünün nitelikli olması istihdam politikaları belirlenirken üzerinde durulması<br />

gereken önemli bir noktadır (Savaşır,1999:81).<br />

Aktif istihdam politikaları, işgücü piyasasının fonksiyonlarını çeşitli araçlarla<br />

geliştirerek işsizliği işe çevirme ve iş yaratma amacını taşır. Bu politikalar, işgücü piyasası<br />

düzenlemeleri, istihdamın desteklenmesi, kamu istihdam hizmetleri, iş yaratma programlan,<br />

91


işyerinde eğitim ve iş kurmaya yardım programlarından oluşmaktadır. Nüfus ile ekonomi<br />

arasındaki ilişkiye, genellikle 1940’lı yıllardan sonra önem verilmeye başlanmıştır. Bu<br />

zamana kadar geçen süreçte yapılan tüm çalışmalar, nüfus ile ekonomi arasındaki ilişkiyi<br />

teorik olarak incelemiştir. Özellikle de 1960’lı yıllarda insan faktörünü beşeri <strong>sermaye</strong><br />

unsuru olarak görülmeye başlanmasıyla nüfus kavramını ekonomide daha dikkat çekici hale<br />

gelmiştir (Parasız,1997:32-41).<br />

Nüfus ile ekonomi arasındaki ilişki, iktisat tarihi boyunca incelenilmektedir.<br />

Merkantilist dönemde, kolonilerdeki bakır torağın işlenmesi, güçlü ordu oluşturularak<br />

sömürgeciliğin arttırılması ve dış ticarette avantaj sağlaması amacıyla emek gücünün<br />

arttırılması için nüfus artışının gerekli olduğuna inanmışlardır. Klasik iktisatçılara göre,<br />

emek arzı nüfusa bağlıdır. Nüfusta emeğin karşılığı olan ücrete bağlıdır. Adam Smith’e göre<br />

insan nüfusu kendi gelimini devam ettiren geçimlik araçların artış oranına göre artacaktır.<br />

Malthus’a göre nüfus ile nüfusun yaşamına devam etmesi için gerekli olan besin maddeleri<br />

arasındaki ters orantının, nüfus artışı ile ücret artışı arasında da olduğunu, bu anlamda, nüfus<br />

artışı engellenmediği sürece ücretlerin geçimlik seviyeye kadar düşeceğini belirtmiştir.<br />

Ayrıca başka bir klasik iktisatçı olan Karl Marks’a göre her üretim şeklinin kendine ait<br />

nüfus yasası vardır (Biçerli,2004:178-182).<br />

Neo-klasik dönemde de ücretlerin belirlenmesinde, büyüme ve üretim sürecinde<br />

nüfus kavramının ekonomi ile ilişkili olduğu belirtilmiştir. Keynes ise nüfus kavramını<br />

istihdam yoluyla ele almıştır. Buna göre; Asgari ücret düzenlemeleri, sendikal baskıların<br />

oluşması, uzun dönemli sözleşmeler gibi sebeplerden dolayı ekonomi eksik istihdamda<br />

kalarak, gayri iradi işsizliğin ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Ücret düşse bile, harcamalar<br />

düşeceğinden dolayı talep canlanmayacaktır. Bu sebeplerden dolayı klasik istihdam<br />

politikaları değil, tüketim ve yatırım harcamalarının artırımcı, maliye politikalarıyla<br />

gerçekleştirilebilir (Biçerli,2004:178-182).<br />

Nüfus artışı gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler açısından incelendiğinde, gelişmiş<br />

ülkelerde nüfus artışı; eğitim, sağlık ve gelir artışı gibi sosyo ekonomik gelişmelerle ilgili<br />

olmaktadır. Dolayısıyla gelişmiş ülkelerde, nüfus artı§i ile ekonomik gelişme arasında<br />

çatışma yaşanmamaktadır. Az gelişmiş ülkelerde ise, yüksek doğum oranlan ile ölüm<br />

oranlarındaki azalmalar, salgın hastalıklar, tüketim maddelerinin arzında yetersizlik, bulaşıcı<br />

hastalıkların yoğun olması, işsizlik ve düşük gelir dağılımı gibi negatif sosyo ekonomik<br />

92


durumların olması nedeniyle, ekonomik büyüme ile nüfus artışı arasında negatif bir ilişki<br />

kendini göstermektedir (Biçerli,2004:178-182).<br />

Japonya, Đtalya, Almanya gibi ülkelerin gelişmesinde, ücretlerin düşük kalması<br />

sonucu, girişimcilerin elde ettiği kazançları yeni yatırımlara dönüştürmesinde nüfus önemli<br />

rol oynamıştır. Artan işgücü talebi, ücret farklılığını azaltarak, işçilerin teknik bilgilerinin<br />

gelişimine ve verimliklerinin artmasına sebep olarak reel gelirlerinin artmasına neden<br />

olmuştur. Bir ülkenin ekonomik yönden gelişmişliğinin en önemli göstergelerinden birisi de<br />

mevcut nüfusun istihdam durumudur. Đstihdam, üretim artış veya azalış gibi, ya da etkin<br />

kaynak kullanımı gibi ekonomik etkiler gösterirken, diğer yönden toplumun psikolojisini<br />

etkileyecek önemli bir sosyolojik konudur. Buna göre bir ülkede işsizlerin sayısı ne kadar az<br />

ise o ülkenin gelişmişlik seviyesi o kadar yüksektir (Biçerli,2004:78-182).<br />

Global ekonomi en geniş anlamı ile ulusal eknominin dünya piyasalarına<br />

eklemlenmesi ve bütün iktisadi göstergelerin ve karar süreçlerinin giderek dünya<br />

piyasalarının dinamikleriyle belirlenmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu olgu, gerçekte dünya<br />

kapitalizminin doğuşundan bu yana ayrılmaz bir parçası olmasına karşın, özellikle 1970’li<br />

yıllardan itibaren giderek hız kazanmış ve elektronik bilgi işlem teknolojilerindeki<br />

gelişmeleri de arkasına alarak tüm dünyanın tek bir pazara dönüştürülmesine yönelmiştir.<br />

Bu bağlamda global ekonominin iki temel niteliğine vurgu yapılabilir, bunlardan birincisi,<br />

ulusal mal, hizmet ve finans piyasalarının serbestleştirilmesi; ikincisi, uluslararası <strong>sermaye</strong><br />

akımlarının önündeki tüm idari ve yasal düzenlemelerin kaldırılarak ulusal üretim ve emek<br />

piyasalarının kuralsızlaştırılmasıdır (Barbaros,2004:16).<br />

Küreselleşme bazında istihdam ve üyüme ilişkisine incelediğimizde yukarıda ki<br />

vurugulara yakın sonuçlar gözümüze çarpmaktadır. Uluslararası ekonomik ilişkiler için<br />

uzaklık, maliyeti arttıran bir sebep olmaktan çıkmış, bilgiler ve iktisadi faaliyetler saniyelik<br />

eylemler haline dönüşmüştür. Aynı zamanda toplumsal ve siyasal olarak bireyler, gruplar ve<br />

genel anlamda toplumlar teknolojik ilerleme ile birlikte (internet gibi) birbirlerinden<br />

haberdar olmaya başlamıştır. Eskiden ulus devletin tekelinde olan ve ona güç veren ulusal<br />

sınırlar; bilgiyi edinme ve iletişim faaliyetleri gibi olgularla eski önemini göreceli olarak<br />

kaybetmiştir. Bu süreçlerde bizzat ekonomik anlamda küresel ekonomik ilişkilere yöne<br />

93


vermektedir. Aynı zamanda, sistemdeki temel konularda globalleşme eğilimi göstermektedir<br />

(Aktan,2004).<br />

Uluslararası ekonomik ilişkilerde eski korumacılık anlayışının yerine serbest<br />

ticaret görüşü benimsenmektedir. Devletin dış ticaret politikası araçlarını (tarifeler, kota,<br />

miktar kısıtlamaları vs) kullanarak uluslararası ticaret üzerine sınırlamalar getirmemesi<br />

görüşü daha fazla kabul görmektedir. Sadece dış ticaret alanında değil, mali ve parasal<br />

alanda da devletin ekonomiye daha az müdahalede bulunması gerektiği savunuluyor. Maliye<br />

ve para politikası araçlarının asgari düzeyde kullanılması ve piyasa ekonomisinin kendi tabii<br />

işleyişine barıkılmasının daha doğru olduğu belirtilmektedir. Devletin vergi, borçlanma,<br />

para gibi araçları piyasa ekonomisinin işleyişini bozmayacak şekilde kullanması<br />

savunulmaktadır. Özetle, dünyada uygulanan iktisadi sistem ve iktisat politikaları giderek<br />

birbirine yakınlaşıyor. Küresel ekonomi kavramı işte bunu ifade ediyor. Kısaca, küresel<br />

ekonomi ile birlikte ekonomilerde serbestleşme daha fazla önem kazanmaktadır. Görüldüğü<br />

üzere küreselleşmeye ilişkin ekonomik çözümlemelerde teknolojinin önemi ve sisteme<br />

sağladığı kolaylıklardan bahsedilmektedir (Aktan,2000).<br />

Tablo 4 : Yıllar Đtibariyle Dünya Büyüme Oranları<br />

1980 1.80 1990 2.47 2000 4.18<br />

1981 1.77 1991 1.07 2001 1.66<br />

1982 0.46 1992 1.69 2002 1.98<br />

1983 2.83 1993 1.49 2003 2.49<br />

1984 4.47 1994 3.12 2004 3.97<br />

1985 3.47 1995 2.92 2005 3.36<br />

1986 3.31 1996 3.21 2006 4.00<br />

1987 3.55 1997 3.66 2007 3.77<br />

1988 4.40 1998 2.51 2008 2.48<br />

1989 3.60 1999 3.34<br />

Kaynak: World Economic Forum http://www.ers.usda.gov/Data/Macroeconomics/ (e.t.31/01/2009)<br />

Yukarıda tablo halinde verilen dünya büyüme rakamları ortalama değer olarak<br />

%3 gibi bir değerde seyretmiştir. 1984 yılında ki 4,47 lik büyüme oranı 80’li yılların en<br />

fazla büyüme hızı olurken, bu rakam 90’lı yıllarda 3,66, 2000’li yıllarda 4,18’e kadar<br />

cıkmıstır. 1984 yılında ki 54,47’lik büyüme hızı son 28 yılın en büyük değeri olurken 1982<br />

yılındaki 0,46’lik büyüme hızı en düşük değer olmuştur.<br />

94


Küresel ekonomi içerisinde bugün çoğu ülkede istihdam yapısı ve işsizliğin<br />

boyutu, ülkedeki ekonomik gelişme ve sosyal kalkınma düzeyinin önemli bir göstergesi<br />

olmaktadır. Ulusal gelirdeki artış, daha fazla insana üretken istihdam sağladığı ölçüde anlam<br />

kazanmaktadır. 21 inci yüzyılın başlarında çoğu ülkede varolan yüksek işsizlik oranları, en<br />

ciddi ekonomik ve sosyal sorun olmaya devam etmektedir. ILO tarafından yayımlanan<br />

Dünya Đstihdam Raporu 2001'e göre, tüm dünyadaki işgücünün üçte biri ya da yaklaşık üç<br />

milyar kişi, "ya açık işsiz konumundadır ya da ek iş arama veya ailesini geçindirecek<br />

gelirden daha azına çalışma anlamında eksik istihdam koşullarındadır" (Bağdadıoğlu,2006).<br />

Tablo 5 : Dünya’da Gelişmiş Ülkelerin Temel Ekonomik Göstegeleri<br />

ABD - TEMEL EKONOMĐK GÖSTERGELER<br />

Reel GSYĐH<br />

Büyümesi<br />

(Yüzde)<br />

Yıl Sonu TÜFE<br />

Enflasyon Oranı<br />

(Yüzde)<br />

Yıl Sonu Đşsizlik<br />

Oranı (Yüzde)<br />

2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008<br />

1.6 2.5 3.6 2.9 2.8 2.0 1.1<br />

2.4 1.9 3.3 3.4 2.5 4.1 4.2<br />

6.0 5.7 5.4 4.8 4.4 5.0 5.7<br />

AVRO BÖLGESĐ - TEMEL EKONOMĐK GÖSTERGELER<br />

Reel GSYĐH<br />

Büyümesi<br />

0.9 0.8 2.1 1.7 2.9 2.6 1.4<br />

(Yüzde)<br />

Yıl Sonu TÜFE<br />

Enflasyon Oranı<br />

(Yüzde)<br />

2.3 2.0 2.4 2.2 1.9 3.1 3.3<br />

Yıl Sonu Đşsizlik<br />

Oranı (Yüzde) 8.2 8.7 8.8 8.9 8.3 7.4 7.5<br />

JAPONYA - TEMEL EKONOMĐK GÖSTERGELER<br />

Reel GSYĐH<br />

Büyümesi<br />

0.3 1.4 2.7 1.9 2.0 2.4 1.1<br />

(Yüzde)<br />

Yıl Sonu TÜFE<br />

Enflasyon Oranı<br />

(Yüzde)<br />

-0.3 -0.4 0.2 -0.1 0.3 0.7 1.4<br />

Yıl Sonu Đşsizlik<br />

Oranı (Yüzde) 5.5 4.9 4.5 4.4 4.0 3.8 3.9<br />

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, www.hazine.gov.tr (e.t.31/01/2009)<br />

95


Yukarıda rakamlarla verilen gelişmiş ülkelerin temel ekonomik verileri<br />

incelendiğinde büyüme oranlarının çok yüksek olmadığı, enflosyonun ortalama %2-3<br />

arasında olduğu ve işsizlik oranlarının avro bölgesi dışında çok yüksek olmadığı<br />

görülmektedir. Japonya’nın işsizlik rakamları incelendiğinde 2002 yılındaki %5.5 işsizlik<br />

oranı en yüksek değer olurken bu rakam avro bölgesinde 2004 yılında 8.7, A.B.D ise 2002<br />

yılında 6.0’lık değerlere ulaşılmıştır. Gelişmiş ülkelerin GSYĐH çok yüksek rakamlarda<br />

olduğudan onlar için %2-3’lük artış büyük bir rakamsal değeri ifade etmektedir. Enflasyon<br />

rakamları incelendiğinde Japonya’nın eksi rakamları dikkat çekmektedir. Tablo<br />

incelendiğinde en yüksek rakam A.B.D’nin 2007 yılındaki 4.1’dir.<br />

1970’lerin sonunda nüfuzu artan neo-liberalizm, öncelikle ulus devlet düzeyinde<br />

sosyalin bastırılma sürecini başlatmıştır. Dünya ekonomilerinin artan oranda bütünleşmesi<br />

ve <strong>sermaye</strong>nin sınırlarası serbestliği, hükümetlerin geniş kapsamlı refah politikaları<br />

uygulama olanaklarını ve finansman kabiliyetlerini erozyona uğratmıştır. Uluslararası<br />

rekabet baskısı, ülkeleri işgücü maliyetlerini düşürmeye zorlarken, gelişmekte olan ülkelerin<br />

arasındaki işgücü maliyetini düşürme yarışı “dibe doğru yarış” gelişmekte olan ülke<br />

insanlarının sosyal güvenliklerini ciddi ölçülerde zedelemiş, nüfusun önemli bir bölümü<br />

bütünüyle sosyal güvenlikten yoksun kalmıştır (Özsuca,2003)<br />

1990'lı yılların başında, tek başına ekonomik büyümenin emek piyasalarını<br />

etkileyen yapısal sorunları çözmek için yeterli olmadığı görülmüştür. Nitekim bunun önemli<br />

bir yansıması Avrupa Birliği istidam politikalarında ortaya çıkmıştır. 1997 yılında kabul<br />

edilen ve 1997 yılında yürürlüğe girmiş olan Amsterdam Anlaşması'na istihdam konusunda<br />

bir bölüm eklenmiş ve ilk defa olarak, istihdam politikasının ortak bir Avrupa görevi olduğu<br />

kabul ve ilan edilmiştir (Bağdadıoğlu,2006).<br />

Đstihdam ve işsizlik, birbirinden ayrı düşünülmeyen yaşamsal önemde bir<br />

alandır. Đstihdam ve işsizlik, bir bakıma çalışma ve çalışamama olarak tanımlanabilir ve<br />

gerek bireysel gerek toplumsal düzeyde yarattığı ciddi sorunlar açısından üzerinde önemle<br />

durulması gerekir. Ülkede çalışmak isteyip de iş bulamama durumunda kalınması, çoğu defa<br />

sanıldığı gibi kişisel kusur değil, uygulanan ekonomik ve sosyal politikalarla<br />

ilişkilendirilmesi gereken bir sonuçtur (Bağdadıoğlu,2006).<br />

96


Hükümetlerin istihdam ve işsizlik ile ilgili politikaları, bir anlamda bu sorunu<br />

nasıl teşhis ettiklerine, işsizliğin nedenleri hakkındaki görüşlerine, ideolojik tutumlarına,<br />

siyasal tercihlerine göre biçimlenmektedir. Türkiye ise istihdam ve işsizlik ile ilgili temel<br />

veriler Devlet Đstatistik <strong>Enstitüsü</strong> (DĐE) tarafından yayımlanmaktadır. Bu veriler<br />

çerçevesinde Türkiye'deki durum incelendiğinde, ülkedeki genel işsizlik oranının OECD<br />

ülkelerinin ortalamasından yüksek olmadığı görülmektedir. 2000 yılı itibariyle OECD üyesi<br />

ülkeler ortalaması olarak işsizlik oranı yüzde 6,4 iken aynı yıl itibariyle Türkiye'deki işsizlik<br />

oranı yüzde 6,6 olarak hesaplanmaktadır. AB ortalaması ise yüzde 8,2'dir<br />

(Bağdadıoğlu,2006).<br />

97


III.BÖLÜM TÜRKĐYE’DE YABANCI SERMAYENĐN GELĐŞĐMĐ, BÜYÜME,<br />

ĐSTĐHDAM ĐLĐŞKĐSĐ<br />

III.1. Türkiye’de Yabancı Sermayenin Gelişimi<br />

Dünyada 1980 yılından sonra uygulamaya konulan dışa açılmacı büyüme<br />

politikası sonucunda birçok ülkede uluslararası <strong>sermaye</strong> hareketleri yoğunluk kazanmıştır.<br />

Türkiye Ekonomisi de 1980 sonrası <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> ve mal hareketleri üzerindeki<br />

kısıtlamaları kaldıran idari ve yasal düzenlemeleri başlatmıştır.<br />

24 Ocak Kararnamesi maddeleri içerisinde <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> teşvik kanunu da yer<br />

almıştır. Teşviklerden yararlanmak isteyen <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırımcıların ülke ekonomik<br />

kalkınmasında yararlı olması, Türk özel sektörüne açık bir faaliyet sahasında çalışması,<br />

tekel veya özel imtiyaz ifade eden alanlarda olmaması gerekmiştir. Ayrıca, <strong>yabancı</strong><br />

yatırımlarla ilgili işlemlerin hızlı ve düzenli şekilde işleyebilmesi için, başbakanlığa bağlı<br />

<strong>sermaye</strong> dairesi kurulmuştur (Boratav,2006:178-179).<br />

1980 yılından sonrasında Türkiye, dünya ülkeleri ile bütünleşmek için yeni<br />

ekonomik kurallar benimsenmeye çalışılmıştır. Sanayileşmiş ülkelerin <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>nı<br />

pazara çekebilmek için, serbest rekabete yönelerek, ekonomik ve politik istikrar politikaları<br />

izlenmiştir. Uygulanan liberal politikalar sonucunda, bu yıllarda ülkemize yapılan <strong>yabancı</strong><br />

yatırımlar büyük oranda artmıştır (Duran,2004:180).<br />

III.1.1. 1980-2008 Kısa Süreli Yabancı Sermayenin Gelişimi<br />

Türkiye, 1970'lerin sonunda yaşadığı ciddi ödemeler dengesi kriziyle birlikte<br />

birçok Gelişmekte Olan Ülke’de oldugu gibi ithal ikamesine dayanan sistemi terk etmiş ve<br />

1980'li yılların başında ihracata dayalı büyüme stratejisini benimseyen modeli uygulamaya<br />

koymuşstur. Büyüme, ihracat artışı, gelişmis bir mali sistem ve ekonomik istikrar bu süreçte<br />

önemli hedefler olmuştur. 24 Ocak Kararları ile öncelikle mal piyasaları serbestleştirilmiş<br />

daha sonra yurtiçi mali piyasaların uluslararası mali piyasalar ile eklemlenmesine yönelik<br />

mevzuat degisikligi yapılmıştır.<br />

98


1980 kararlarıyla birlikte Türkiye, ekonomik, politik ve sosyal yönden bir<br />

degişim sürecine girmiştir. Yeni politikalar ve programlar üç temel hedef içermekte idi:<br />

müdahalelerin minimize edilmesi, serbest piyasa ekonomisinin oluşturulması ve dünya<br />

ekonomik sistemi ile entegrasyon. Bu üç hedefin başarılması için, <strong>yabancı</strong> yatırım kanunu<br />

liberal ve esnek bir yapıya kavuşturulmuştur. Sermaye piyasasının organize bir yapıya<br />

kavuşturulması, ekonomide doğal bir gelişimin sonucu olmamıştır. Yaşanan banker krizini<br />

önlemek adına 1981 yılında <strong>sermaye</strong> piyasası kanunu çıkarılmıştır. 1981-1986 yılları<br />

arasında ise, <strong>sermaye</strong> piyasasının alt yapısının oluşturulmasına yönelik çalışmaların<br />

temelleri atılmıştır. Bu dönemde ĐMKB kurulmuş, birincil ve ikincil piyasalarda faaliyette<br />

bulunacak kurumlar düzenlenmiştir. 1992 yılında çıkarılan kanunla türk <strong>sermaye</strong> piyasası<br />

büyük ölçüde kimliğine kavuşmuştur.<br />

Türkiye ekonomisinde 1980’li yıllarda gözlenen makul genişlemeyi, 1990’daki<br />

toplam talep kaynaklı canlanma ve 1991 körfez krizi dönemindeki keskin daralma izlemiştir<br />

1989’da Türkiye’nin <strong>sermaye</strong> hesabında gerçekleşen serbestleşme, yerli varlık piyasalarına<br />

kısa vadeli <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> formunda (sıcak para akımları) likidite girişi olmasının yolunu<br />

açmıştır. Net portföy <strong>yatırımları</strong>nda 1990’lı yıllarda ani dalgalanmalar meydana gelmiştir.<br />

Söz konusu dönemdeki <strong>sermaye</strong> girişleri, hızlandırılmış kamu harcamalarını artırmış, aynı<br />

zamanda ithalatın maliyetini azaltmak yoluyla yerli mal piyasalarına olan toplam talebin<br />

yarattığı baskıda geçici bir rahatlama sağlamıştır. (Đnandım,2005).<br />

1992-1993’te ekonomi, toplam olarak % 14 genişleyerek, güçlü bir sıçrama<br />

yapmıştır. Sermaye hesabının serbestleştirilmesi ile birlikte, resmi finansman ve işçi<br />

havalelerine dayalı <strong>sermaye</strong> girişleri özel kaynaklı <strong>sermaye</strong> girişlerine dönüşmüştür.<br />

Bununla birlikte, devletin dış borç yükünde, uzun dönemli borç üzerindeki ağır geri ödeme<br />

yükümlülüğünden kaynaklanan keskin bir artış yaşanmıştır. Ödemeler dengesi üzerindeki<br />

aşırı baskıyı önlemek için, uluslararası <strong>sermaye</strong> piyasalarından serbestçe borçlanılmasına<br />

izin verilmiştir. Güçlü <strong>sermaye</strong> girişlerinin desteğiyle, cari hesap ve <strong>sermaye</strong> hesabının<br />

toplamı (hata ve noksan dahil), ciddi boyutta <strong>sermaye</strong> çıkışlarının yaşandığı 1991’deki<br />

Körfez krizi hariç, 1990 - 1995 döneminde fazla vermiştir (Đnandım,2005).<br />

III.1.2. 1980-2008 Doğrudan Yabancı Sermayenin Gelişimi<br />

1980 yılında çıkan kanundan sonra <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nda hızlı bir artış<br />

gözlemlenmekteyse de Türkiye, gelişmiş ülkelerden gelişmekte olanlara yönelik <strong>yabancı</strong><br />

<strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>ndan oldukça küçük bir oranda faydalanmaktadır. Mesela 82 de<br />

99


gelişmekte olan ülkelere doğru fon akışının yıllık tutarı 15 milyar dolar civarında olmuştur.<br />

Aynı yıl ülkemize gelen <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> miktarının 167 milyon dolar (izin verilen miktar)<br />

olduğu hatırlanırsa, Türkiye’nin bu kaynaktan en iyi yılda bile yüzde bir oranında<br />

faydalandığı ortaya çıkmaktadır. Taze para girişi olarak bu oran yüzde birden bile küçüktür.<br />

Halbuki Türkiye’nin sosyal, politik, ekonomik potansiyeli çok daha büyük bir faydalanma<br />

oranını gerektirmektedir (Türkyılmaz,2004)<br />

1983 yılından sonra Türkiye’de, ticaret rejimi ve <strong>sermaye</strong> piyasaları büyük<br />

ölçüde serbestleştirilmiştir. Gümrük korumaları neredeyse sıfırlanmış, <strong>sermaye</strong> hareketleri<br />

ve döviz fiyatları üzerindeki kısıtlamalar azalmıştır. Yabancı <strong>sermaye</strong>yi teşvik kanunu ile<br />

özelleştirme kanunlarında değişiklik için yapılan çalışmalar sonucunda yeni bir kanun<br />

yürürlüğe girmiştir. 6224 sayılı bu kanunla, Türkiye’ye girecek <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>, ülke<br />

çapında tekel oluşturacak faaliyetlerde bulunan kuruluşlarda çoğunluk hissesine sahip<br />

olmayacaktır. Diğer yandan, devlet müdahalesi en aza indirgenmeye çalışılmış, serbest<br />

piyasa ekonomisi kurulmuş, Türk ekonomisini dünya ekonomisi ile entegre etme yoluna<br />

gidilmiş ve Türk Lirası konvertibl hale getirilmiş, Türkiye ikili ve çok taraflı anlaşmalara<br />

girmek suretiyle <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> için güvenilir bir ortam yaratılmaya çalışmıştır<br />

(Duran,2004:181).<br />

1989 yılında Türkiye’de <strong>sermaye</strong> piyasalarının tamamıyla serbestleşmesi<br />

yaşanmıştır. Sermaye akımlarının bu tarihten sonra tam anlamıyla liberalleşmesi ile<br />

başlangıçta oluşan <strong>sermaye</strong> girişleri Türk ekonomisinin içsel dinamiklerinin neden olduğu<br />

sorunları çözmeyi kısmen ve geçici olarak başarabilmiş olsa da uzun vadeli sürdürülebilir<br />

bir büyüme sürecini beraberinde getirememiştir (Duran,2004:181).<br />

1990'lı yıllardan itibaren <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong> özellikle Latin<br />

Amerika Ülkeleri ile <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>yi özendirici politikalar izleyen Uzak Doğu<br />

Ülkeleri ve Çin'e yönelmiştir. Diğer yandan Sovyet bloğunun dağılmasından sonra Doğu<br />

Avrupa ülkeleri ile Bağımsız Devletler Topluluğu'nun serbest piyasa ekonomisine geçiş<br />

sürecinde yaptıkları önemli özelleştirmelerde, büyük miktarlı <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong> çekmiş ve<br />

Türkiye'nin <strong>yabancı</strong> yatırımcıların ilgi alanı dışında kalmasına neden olmuştur<br />

(TCMB,2001:52).<br />

100


1992 yılı ve 1993 yılının ilk yarısında <strong>yabancı</strong> yatırımcı bir yandan yeni<br />

hükümetin kurulması, programın açıklanması, daha sonra programda yer alan hususlarla<br />

ilgili uygulamaları bekler, liberalleşmenin hız kaybetmesinden, hatta duraksamasından ve bu<br />

durumun faaliyetlerinde yarattığı, az da olsa, negatif etkilerinden rahatsız olurken, diğer<br />

yandan, Türkiye’ nin 1980 lerin ikinci yarısında kazandığı ivme sonucu, hızlı büyüme, talep<br />

patlaması, dış pazara açılma ve diğer tüm olumlu gelişmeler nedeniyle Türkiye’ de faaliyet<br />

göstertmekten duyduğu memnuniyeti muhafaza ediyordu. Yabancı yatırımcıya göre,<br />

Türkiye dünyanın en büyük 15 pazarından biri olmanın ötesinde, hemen her şeyi satın alan<br />

çok enteresan bir tüketici kitlesine, pek çok gelişmiş ülke seviyesinde, çok iyi yetişmiş ya da<br />

eğitilebilir insan kaynaklarına, liberal <strong>yabancı</strong> yatırım mevzuatına ve son derece enteresan<br />

eko-stratejik bir konuma ve çevre bağlantısına sahip bir ülkeydi. O günlerin esprisi, yüksek<br />

enflasyon dolayısıyla, ekonomide istikrarlı bir istikrarsızlığın var olduğu idi<br />

(Türkyılmaz,2004)<br />

1991 yılında başlayan Körfez Savaşı ve ekonomik kriz sonucunda <strong>yabancı</strong><br />

yatırımlar için kötü bir yıl olmuştu. VI. kalkınma planının son yılı olan 1994 yılına girilirken<br />

yükselen kamu açıklarına bağlı olarak artan iç faiz oranları sıcak para girişini hızlandırmış<br />

ve TL’nin reel olarak aşırı değer kazanmasına neden olmuştur. Bu gelişme işgücü<br />

maliyetindeki reel artışlar, <strong>doğrudan</strong> ve dolaylı, ihracat teşviklerindeki azalma ile birleşerek<br />

Türk ekonomisinin hızla rekabet gücünü kaybetmesine yol açmıştır. Sonuçta yüksek kamu<br />

açıklarından kaynaklanan ekonominin iç dengesizlikleri dış dengede de hızla bozulmaya<br />

neden olmuş, ithalat hızla artmış, ihracat yavaşlamış ve dış ticaret açığı önemli boyuta<br />

ulaşmıştır. Hızla bozulan iç ve dış dengeler 1994 yılı başında para, <strong>sermaye</strong> ve döviz<br />

piyasalarında ciddi bir krize yol açmıştır (Boratav,2006:182).<br />

Tüm bunların sonucunda 5 Nisan 1994 de Olağanüstü Đstikrar Tedbirleri”<br />

açıklanmıştır. Kriz sonrasında Türkiye’de %125 oranında üç rakamlı enflasyon ve negatif<br />

büyüme ile “stagflasyon” içinde ayakta durmaya çalışmış, hedeflenen <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong><br />

yatırım rakamı da uzak bir hayal olmaktan öteye geçememiştir. 1994 yılında çıkan<br />

ekonomik kriz, yerli ve <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>yi olumsuz yönde etkilemiştir. Đzleyen birkaç yılda<br />

ekonomik belirsizlik, güvensiz pazar koşulları ve politik ortam <strong>yabancı</strong> yatırımcıyı<br />

korkutmuştur. Türkiye ekonomisini etkisi altına alan kriz, ülkeye girişi izin verilen <strong>yabancı</strong><br />

101


<strong>sermaye</strong> miktarını %30.13 oranında düşerek 1993 yılında 2.1 milyon dolardan, 1994 yılında<br />

1.4 milyon dolara düşürmüştür (Doğan,2006:22).<br />

Türkiye Gümrük Birliği’nin başlamış olması ve krizin etkilerinin azalmış<br />

olmasıyla <strong>yabancı</strong> yatırımcının geleceğe biraz olsun umutla bakmasına neden olmuştur.<br />

Gümrük Birliği ile birlikte <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n artması beklenmiştir. Ancak 1996 yılında<br />

Gümrük Birliğine dahil olan Türkiye beklenen ölçüde <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong><br />

çekememiştir. 1997 yılında 1.7 milyar dolarlık izin verilen <strong>yabancı</strong> yatırımdan 800 milyon<br />

dolarlık kısmı fiilen gerçekleşmiştir. 1998 yılında, fiili gerçekleşen <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong><br />

yatırımlar 940 milyon dolar, 1999 yılında ise 783 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir<br />

(Doğan,2006:24).<br />

1999’da TCMB anayasada değişikliğe giderek, <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>nin Türkiye’ye<br />

gelmesi konusunda çekingen davranmasına gerekçe gösterilen Tahkim Kanunu kabul<br />

etmiştir. Anayasa değişikliği ile artık <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>ndan doğan hukuksal<br />

uyuşmazlıkların, ülke yargı organları yerine, iki tarafça belirlenen bir hakem kurulunda<br />

çözümlenmesine karar verilmiştir. Tahkim öncesinde kamu hizmetleri imtiyaz kabul<br />

edildiğinden bu hizmetlerin devri Danıştay incelemesinde tutuluyordu.<br />

Türkiye, akit taraf ülkelerinde yapılan <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nın ve ilgili<br />

faaliyetlerinin tabi olacağı muameleyi belirleyerek daha yakın ekonomik işbirliği için uygun<br />

şartların yaratılması, akit taraf ülkelerinde özel teşebbüsle devlet arasında çıkabilecek<br />

uyuşmazlıkların çözüm yollarının tespit edilmesi, daha istikrarlı bir yatırım ortamının temini<br />

ve yatırımcılara ekonomik ve yasal güvence sağlanması amacıyla şimdiye kadar 67 ülkeyle<br />

<strong>yatırımları</strong>n karşılıklı teşviki ve korunması anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmaların<br />

Türkiye ile üçüncü ülkeler arasındaki <strong>sermaye</strong> akışının artmasına yardımcı olmaları<br />

beklenmektedir (Türkyılmaz,2004).<br />

Türkiye 2000’li yıllara üç olumlu gelişme ile beraber girmiştir; birincisi AB’ye<br />

aday ülke statüsü kazanması, ikincisi enflasyonu döviz çıpası ile aşağı çekme programının<br />

yürürlüğe koyması, üçüncüsü ise üçlü koalisyon hükümetinin görece başarılı bir çalışma<br />

içinde olmasıdır. 2000 yılında Türkiye’ye telefon hattı ihalesi ile gelen Đtalyan ortak 1,5<br />

milyar dolar <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırımda bulunmuştur. Bu <strong>yabancı</strong> yatırım cumhuriyet<br />

tarihindeki en yüksek giriştir (Ulusoy ve Karakut,2001:45).<br />

102


2003 yılında Yabancı Sermaye Teşvik Kanununun yürürlükten kaldırılmasına<br />

karar verilmiştir. Yeni yasaya göre, <strong>doğrudan</strong> yatırım tanımının, haklarının uluslararası<br />

standartlara uyulması ve <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n gerçekleşmesinde izin ve onay<br />

sisteminin bilgilendirme sistemine dönüşmesine bağlanmıştır. Tarihsel süreç dikkate<br />

alındığında gelinen nokta da artık bu yasayla <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong> ülkemiz için<br />

olmazsa olmaz bir kaynak olarak kabul görmüştür. Korumacı ve devletçilik yanlısı<br />

politikalarla liberal ve dışa açılmayı savunan politikalar arasındaki tarihsel süreç, liberal<br />

anlayıştan yana bu yasayla noktalanmıştır (Emil,2003:113-123).<br />

Yeni yasayla izin ve onay yükümlülüğü yerini bildirime bırakmıştır. Ayrıca<br />

<strong>yabancı</strong>lık unsuruyla ilgili yeni tanımlamalar getirilmiştir. Bu yasayla yurt dışında yerleşik<br />

Türk vatandaşlarının <strong>yatırımları</strong> da böylece <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>na tanınan<br />

ayrıcalıklardan yararlanma hakkına kavuşmuştur. Yabancılık unsuru taşıyan<br />

uyuşmazlıkların çözümlenmesinde 4686 sayılı milletler arası tahkim kanunu yetkili<br />

kılınmıştır. Ayrıca yatırım serbestîsi ve milli muamele, <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n kamu yararı<br />

gerektirmedikçe ve karşılıkları ödenmedikçe kamulaştırılamayacağı ve<br />

devletleştirilemeyeceği, <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n, kar, temettü, dış kredilerin yurt dışına<br />

serbestçe transferi, sayı ve iş niteliği olmaksızın <strong>yabancı</strong> personel istihdamı ayrıcalığı gibi<br />

ana başlıklarla yeni ve köklü düzenlemeler getirilmiştir (Kar ve Kara,2004:1-3).<br />

UNCTAD’ın 2005 yılı “Dünya Yatırım Raporu”na göre; Dünyada <strong>yabancı</strong><br />

<strong>doğrudan</strong> yatırımlarda 1980’li yıllarda başlayan artış eğilimi 2004’te 2003’e oranla 15.5<br />

milyar dolarak artarak 648 milyar dolara çıkmıştır. Daha çok sınır ötesi şirket birleşmeleri<br />

ve şirket satın almaları biçiminde gerçekleşen bu <strong>yabancı</strong> yatırımlar genelde gelişmiş<br />

ülkelerde yoğunlaşmaktadır. Bu raporla, <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırımlarda en çok faydayı<br />

gelişmiş ülkelerin aldığı, gelişmiş ülkelerden diğer gelişmiş ülkelere yapılan <strong>yatırımları</strong>n az<br />

gelişmiş ülkelere yapılan yatırımlardan kat kat fazla olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır.<br />

Türkiye’ye 2004 yılında 2.8 milyar dolar <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırım girişi olmuş Türk<br />

şirketlerinden de dünyanın diğer ülkelerine 859 milyon dolarlık yatırım yapılmıştır. 2005<br />

yılında <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> yatırım ise 9.7 milyar dolar (Kar ve Kara,2004:1-3).<br />

Türkiye günümüze kadar ekonomik büyümede kalıcı bir istikrar yakalayamamıştır.<br />

Bunun nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz; enerji yoğun ağır ve verimsiz sanayilere dayalı<br />

sanayileşme tercihleri, istihdam edilen <strong>sermaye</strong> ve emek faktörlerinin verimsizliği,<br />

103


teknolojik atılım yapmasını sağlayacak AR-GE harcamalarının ve eğitime yapılan<br />

<strong>yatırımları</strong>n düşüklüğü, çarpan etkisini arttıracak üretken <strong>yatırımları</strong>n yetersizliği ve<br />

girdilerin bilgi stoklarına yeterli katkı sağlanamamasıdır. Bunun dışında, Türkiye’ye giren<br />

<strong>sermaye</strong> düzeyinin yetersizliği, özellikle de <strong>doğrudan</strong> <strong>yatırımları</strong>n çok düşük seviyede<br />

kalması, Türkiye’nin dinamik bir büyüme sürecine girmesini engellemiştir<br />

(Örnek,2008:2005)<br />

Bugüne kadar zayıf bir DYY performansı gösteren Türkiye’nin, AB adaylık<br />

süreci, özellestirmenin hızlanması ve makroekonomik istikrarın saglanması gibi olumlu<br />

gelimseler yanısıra yatırım ortamının iyilestirilmesine yönelik attıgı adımların katkısıyla<br />

önümüzdeki dönemde dogrudan <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong> açısından olumlu bir<br />

performans göstermesi beklenmektedir. Nitekim, 2005 yılında özellestirmenin hızlanması,<br />

TMSF varlıklarının satılması ve bankacılık sektöründeki devir-birlesmeler sonucunda,<br />

Türkiye önemli ölçüde <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> çekmistir. Ancak, henüz mevcut üretim kapasitesini<br />

artırıcı ve yeni sabit <strong>sermaye</strong> yatırımına yönelik dogrudan <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> girislerinde<br />

yeterinde canlanma gözlenememistir (Yükseler,2005).<br />

Son yıllarda küreselleşme sürecinin hukuki altyapısının güçlendirilmeye<br />

çalışıldığı düzenlemelerde, Türkiye’yi çok daha yakından ilgilendiren başka bir boyut<br />

vardır. Bu boyutun Türkiye açısından ayırt edici özelliği; hem küreselleşmenin, hem de<br />

bölgeselleşmenin getirdiği kurumsal ve hukuki düzenlemelerin, fikri ve sınaî mülkiyet<br />

konusunda örtüşmesi ve bu konuda geliştirilen küresel nitelikli kurumsal ve hukuki<br />

oluşumların belirli yaptırımları da beraberinde getirmesidir. Dünya genelinde iş dünyası,<br />

patent edinme maliyetlerinin giderek artması nedeniyle uluslararası düzeyde bir patent<br />

sisteminin oluşturulması yönünde güçlü bir eğilim taşırken mevcut ülkeler ve ticari bloklar<br />

arası farklılıkları ortak norm ve standartlar oluşturulmasını güç kılmaktadır. Türkiye’de<br />

mevcut durumda Patent Kanunu Anlaşması Đmzalanmış olup henüz onaylanması<br />

tamamlanmamıştır (Taş,2006:92).<br />

104


Tablo 6 : Türkiye’de 1980–2008 Arası Yabancı Sermaye Girişleri<br />

Yıllar<br />

Fiili<br />

Giriş<br />

(Milyon<br />

Dolar)<br />

Yıllar<br />

Fiili<br />

Giriş<br />

(Milyon<br />

Dolar)<br />

1980 35 1995 1,127<br />

1981 141 1996 964<br />

1982 103 1997 1,032<br />

1983 87 1998 976<br />

1984 162 1999 817<br />

1985 158 2000 1,719<br />

1986 170 2001 3,288<br />

1987 239 2002 1,137<br />

1988 488 2003 1,752<br />

1989 855 2004 2,785<br />

1990 1,005 2005 10,031<br />

1991 1,041 2006 20,185<br />

1992 1,242 2007 22,057<br />

1993 1,016 2008 18,187<br />

1994 830<br />

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı www.hazine.gov.tr (e.t.31/01/2009)<br />

Yukarıdaki tabloda ise yıllar itibariyle <strong>sermaye</strong> girişleri bulunmaktadır. 1994,<br />

1998, 1999 ve 2002 deki düşüşlerin sebebi olarak yaşanılan ekonomik krizlerin yarattığı<br />

güvensizlik ortamı gösterilebilir. 1980 ve 1983 yılları arasında 12 eylül askeri darbesinin<br />

<strong>yabancı</strong> yatırımlar üzerinde ki olumsuz etkisi tabloda da görülmektedir. 1983 yılında yapılan<br />

genel seçimlerden sonra azda olsa artışa geçen <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> 1987’de Avrupa birliğine<br />

yapılan tam üyelik başvurusundan sonra artışa geçerek 1990 yılında 1 milyon dolara<br />

ulaşmıştır. 90’lı yıllar ortalama olarak 1 milyon dolar seviyesinde seyrettikten sonra 2001<br />

yılında <strong>yabancı</strong> yatırım 3 milyon dolara ulaşmıştır. 2006, 2007 ve 2008 yıllarında olan<br />

<strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> artışı son zamanlarda hızla artan özelleştirme hareketlerine bağlanabilir.<br />

105


Tablo 7 : Türkiye’de Kuruluş Türlerine Göre Doğrudan Yabancı Sermayeli Şirketler<br />

Yıl Yeni Đştirak Şube Toplam<br />

1954-2003<br />

(Birikimli) 5,021 1069 233 6,323<br />

2004 1,440 446 62 1,948<br />

2005 2,081 478 54 2,613<br />

2006 2,473 633 63 3,169<br />

2007 2,913 655 61 3,629<br />

2008 2,695 638 64 3,397<br />

Toplam 16,623 3,919 537 21,079<br />

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı www.hazine.gov.tr (e.t.31/01/2009)<br />

Yukarıda ki tablodan da anlaşılacağı gibi son 3 yılda açılan <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>lı<br />

şırket sayısı o zamana kadar açılan şirket sayısına eşittir. Son yıllarda giderek artan <strong>yabancı</strong><br />

<strong>sermaye</strong>li şirket sayısı daha çok yeni şirket açılması yoluyla meydana gelmiştir. Son 5 yılda<br />

yeni şirket açımı, iştirak ve şube açımı toplamından fazla olmuştur. 2004’ten bu yana<br />

giderek artan yeni şirket açımı 2008 yıl sonu itibariyle 21.079 adete ulaşmıştır. Buradan da<br />

anlaşılacağı gibi <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li şirketler ortaklık ve şube açımı yeni yerine daha çok<br />

yeni şirket kurmayı tercih etmişlerdir. 2008 yıl sonu itibariyle 21.079 adet uluslararası<br />

<strong>sermaye</strong>li şirket ve şube kurulmuş olup, 3.919 adet yerli <strong>sermaye</strong>li şirkete de uluslararası<br />

<strong>sermaye</strong> iştiraki gerçekleşmiştir. 2008 yıl sonu itibariyle 537 adet uluslararası <strong>sermaye</strong>li<br />

şirket ve şube kurulmuş olup, 638 adet yerli <strong>sermaye</strong>li şirkete de uluslararası <strong>sermaye</strong><br />

iştiraki gerçekleşmiştir. Toplamda 21.079 adet uluslararası <strong>sermaye</strong>li şirket ülkemizde<br />

faaliyette bulunmaktadır.<br />

Sıfırdan şirket kurumu anlamına gelen greenfield <strong>yatırımları</strong>nı incelediğimizde,<br />

Türkiye’nin bu konuda sıkıntı çektiğini söyleyebiliriz. 2007 yılı itibariyle dünyada yapılan<br />

<strong>doğrudan</strong> <strong>yatırımları</strong>n %90’a yakın bir bölümü birleşme ve satın almalar olarak gerçekleşti.<br />

Türkiye’de ise son 2 yılda ülkemize rekor düzeyde <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> girmesine rağmen, bu<br />

<strong>sermaye</strong>nin niteliği incelendiğinde ileri teknoloji sektörlerinden greenfield olarak gelen<br />

<strong>sermaye</strong>nin ihmal edilecek boyutlarda olduğu görülmektedir. Son yıllarda yapılan<br />

<strong>yatırımları</strong>n yüksek kar oranları ve büyüme stratejilerine bağlı olarak ülkemize giriş yaptığı<br />

görülmektedir. Türkiye’ye son yıllarda giren <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>nın tamamına<br />

yakını hizmet sektörüne girmektedir. Satın alma ve birleşme yoluyla yapılan yatırımlar iç<br />

talebe dönük olduğu için ihracata katkıda bulunamamıştır. Bu sebeple kar transferine neden<br />

106


olmuştur ve cari işlemler hesabını olumsuz etkilemiştir. Bunların önüne geçebilmek için<br />

Türkiye’nin “soğuk para” olarak tabir edilen greefield <strong>yatırımları</strong>nı arttırmaya ihtiyacı<br />

vardır.<br />

III.1.2.1. Türkiye’de Yabancı Sermayenin Dağılımı<br />

Türkiye 24 Ocak Đstikrar Kararları ile başlayan dışa açılma ve ekonomik<br />

serbestleşme süreciyle beraber, gerek dış ticaret gerekse <strong>sermaye</strong> hareketleri üzerindeki<br />

sınırlamaları kaldırmaya yönelik önemli adımlar atmıştır. Bu adımlar sonucu dış ticaret<br />

hacmindeki önemli artışlar, kendisini <strong>sermaye</strong> hareketlerinde de göstermiştir. 1989 yılında<br />

yürürlüğe konulan Türk Parasının Kıymetini Koruma hakkında 32 sayılı Kararla beraber bu<br />

artış daha çok portföy <strong>yatırımları</strong> ve kısa vadeli yatırımlarda görülmüş ve bu yatırımlar<br />

<strong>doğrudan</strong> yatırımlara göre çok daha yüksek seviyelere çıkmıştır (Alper ve Öniş,2001:203).<br />

Türkiye'de kambiyo rejiminin serbestleşmesiyle beraber, Türkiye'ye yönelik<br />

<strong>sermaye</strong> hareketlerinin türleri, boyutları ve sonuçları da değişmiştir. Öncelikle <strong>sermaye</strong><br />

hareketlerinin boyutları genişlemiştir. Sermaye hareketlerinin niteliği ve buna bağlı olarak<br />

vade yapısı da değişir iken ekonomiye akan <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>nin dış dengesizliklerle olan<br />

bağlantısı zayıflamış ve rezerv birikimleri artmıştır (Ulusoy,2001:45).<br />

Yabancı <strong>sermaye</strong>nin Türkiye'de yapmış olduğu fiziki <strong>yatırımları</strong> ifade eden,<br />

<strong>doğrudan</strong> <strong>yatırımları</strong>n teşviki amacıyla 1980 sonrası <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> mevzuatı tekrar<br />

düzenlenmiştir. 1986, 1992 ve 1995 yıllarında <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> çerçeve kararlarında yapılan<br />

değişiklerle mevzuat daha liberal hale gelmiş ve 1996 yılında AB ile imzalanan Gümrük<br />

Birliği ve 1999 yılında da uluslararası tahkim yürürlüğe girmiştir (TCMB,2001:52).<br />

1989-1994 yılları arası, Türkiye'ye yönelik <strong>doğrudan</strong> <strong>yatırımları</strong>n yıllık<br />

ortalaması yaklaşık 708 milyon dolar olmuştur. Bu oran 1998'de 940 milyon dolara<br />

yükselmiş, 1999 da ise 783 milyon dolara düşmüştür. 2000 yılında ise tekrar yükselerek 982<br />

milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Gelişmekte olan ülkeler ise; 1989–1994 yılları arasında<br />

yapılan <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nın yıllık ortalama tutarı 60 milyar dolar<br />

olmuş ve bu oran 1998'de 188 milyar dolara, 1999'da 220 milyar dolara, 2000'de ise 240<br />

milyar dolar civarına yükselmiştir (TCMB,2001:52).<br />

107


Güçlü ekonomiye geçiş programının sonrasında belirli bir toparlanma sürecine<br />

giren Türk ekonomisinde 2005–2007 yılları arasında ortalama 9,6 milyar dolarlık <strong>yabancı</strong><br />

<strong>sermaye</strong> girişi yaşanmıştır. 2005 yılında gelen <strong>yabancı</strong> <strong>doğrudan</strong> yatırımlar arasında en<br />

büyük pay finans sektöründe aittir. Đkinci sırada ise 3,2 milyar dolar ile telekomünikasyon<br />

sektörü ve 247 milyon dolarla gayrimenkul faaliyetleri yer almıştır (Uygur,2001).<br />

Merkez Bankasının 2007 yılında yayınladığı rapora göre, <strong>yabancı</strong> <strong>doğrudan</strong><br />

yatırımlar bu yılın Mart ayı itibariyle, yıllık bazda 25,8 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.<br />

Ayrıca <strong>yabancı</strong> <strong>doğrudan</strong> yatırımlar 2006 yılında toplam <strong>sermaye</strong> girişlerinin üçte birinden<br />

fazlasını oluşturmaktadır (Böngör,2006:38).<br />

Türkiye’de kurulan <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li şirket sayısı da yükselen bir grafik<br />

izlemektedir. 2006 yılı Mart ayı itibariyle <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li şirket sayısı 12436’ya<br />

ulaşmıştır. Bunların arasında AB ülkeleri ortaklı girişim olarak 6.153 şirket ile birinci sırada<br />

yer almaktadır. AB ülkeleri <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li şirketlerin içinde Almanya birinci sırayı<br />

alırken onu Đngiltere ve Hollanda izlemiştir. 2006 yılında 2864 yeni şirket kurulmuştur.<br />

Bunun 2311’i yeni şirket kuruluşu, 498’i iştirak ve 55’i şube kuruluşudur (Böngör,2006:38).<br />

Yeni kurulan şirketlerin yüzde 60’ı, iştiraklerin yüzde 53’ü ve şubelerin yüzde<br />

58’i AB ülkelerinden gelen yatırımlar tarafından kurulmuştur. Yabancı <strong>sermaye</strong>li şirketler<br />

başta toptan ve perakende ticaret olmak üzere, imalat sanayi, gayrimenkul kiralama<br />

alanlarında faaliyet göstermektedirler. Đmalat sanayinde faaliyet gösteren <strong>yabancı</strong> şirketlerde<br />

tekstil ürünleri imalatı birinci sırada yer alırken bunu kimyasal madde ve ürünleri imalatı ile<br />

gıda ürünleri içecek imalatı ile gıda ürünleri içecek imalatı izlemektedir (Böngör,2006:38).<br />

En fazla dış yatırım yapılan gelişmekte olan ülkeler içinde ise Türkiye 5. sırada<br />

yer almıştır. Yatırım yapan ülkeler arasında Avrupa Birliği 14,9 milyar dolarla birinci<br />

sıradadır. AB ülkeleri arasında ise, Hollanda 5,2, Belçika 3,5,Yunanistan ise 2,8 milyar<br />

dolarlık yatırım yapmışlardır. Yine TCMB verilerine göre, 2007 yılının ilk üç ayında net<br />

giriş 7,9 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Yabancı <strong>doğrudan</strong> yatırımlar tüm bu verilerle<br />

birlikte, cari açığın finansmanında en yüksek kalem haline gelmiştir (Böngör,2006:38).<br />

108


III.1.2.1.1. Yabancı Sermayenin Ülkelere Göre Dağılımı<br />

Türkiye’de yapılan <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nın ülkelere göre dağılımını daha<br />

iyi anlayabilmek için hazine tarafından aylık olarak yayınlanan rakamları hem şirket sayısı<br />

hemde parasal büyüklük olarak incelemek gerekmektedir. Đlk olarak aşağıdaki tablodanda<br />

anlaşılacağı gibi şirket sayı verilerini incelenmiştir.<br />

Tablo 8 : Uluslararası Sermayeli Şirket Sayısının Yatırımcı Ülkelere Göre Dağılımı<br />

Ülkeler<br />

1954-<br />

2002<br />

Birikimli<br />

2003 2004 2005 2006 2007 2008<br />

AB Ülkeleri 2,787 436 1,006 1,545 1,979 2,084 1,789<br />

Diğer Avrupa Ülkeleri (AB Hariç) 585 134 265 320 372 492 548<br />

Afrika Ülkeleri 83 30 37 55 43 47 52<br />

Kuzey Amerika 349 53 98 111 136 165 149<br />

Orta ve Güney Amerika,<br />

Karayipler 39 5 12 16 10 21 12<br />

Yakın ve Orta Doğu Ülkeleri 1,060 255 349 380 410 506 567<br />

Diğer Asya 328 102 151 163 165 278 233<br />

Diğer Ülkeler 63 14 30 23 54 36 47<br />

Toplam 5,294 1,029 1,948 2,613 3,169 3,629 3,397<br />

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı www.hazine.gov.tr (e.t.31/01/2009)<br />

Yukarıdaki tablodan da anlaşıldığı gibi 1954 – 2008 yılları arasında Türkiye’ye<br />

en fazla Avrupa Birliği ülkelerinden yatırım gelmiştir. 21.079 adet uluslararası <strong>sermaye</strong>li<br />

firmanın ülke gruplarına göre dağılımına bakıldığında AB ülkeleri ortaklı girişim sayısının<br />

11,626 adet ile birinci sırada yer aldığı görülmektedir. AB ülkeleri ortaklı uluslararası<br />

<strong>sermaye</strong>li şirketlerin içinde Almanya 3.600 adet firma ile birinci sırayı alırken, onu Đngiltere<br />

(2.021 adet) ve Hollanda (1.673 adet) izlemektedir. Avrupa Birliği içinde şirket sayısı olarak<br />

en fazla şirkete sahip olan ülke her zaman Almanya olmuştur. Avrupa birliğini şirket sayısı<br />

olarak Yakın ve Ortadoğu ülkeleri izlemiştir. Diğer Asya ülkelerinin <strong>yatırımları</strong> ise Kuzey<br />

Amerika’dan fazla gerçekleşmiştir. Türkiye’ye gelen <strong>yabancı</strong> yatırımı şirket sayısı olarak ele<br />

aldığımızda birincilik her zaman Avrupa kıtasına ait olmuştur.<br />

109


Tablo 9 : Doğrudan Yabancı Sermaye Girişlerinin Ülkelere Göre Dağılımı (Milyon $)<br />

Ülke 2003 2004 2005 2006 2007 2008<br />

AB Ülkeleri 563 1,027 5,006 14,489 12,631 11,298<br />

Almanya 142 73 391 357 954 1,217<br />

Fransa 120 34 2,107 439 368 685<br />

Hollanda 50 568 383 5,069 5,474 1,755<br />

Đngiltere 141 126 166 628 702 2,294<br />

Đtalya 1 14 692 189 74 222<br />

Diğer AB Ülkeleri 109 212 1,267 7,807 5,059 5,125<br />

Diğer Avrupa Ülkeleri (AB Hariç) 62 6 1,646 85 373 290<br />

Afrika Ülkeleri -- -- 3 21 5 82<br />

A.B.D. 52 36 88 848 4,212 863<br />

Kanada 6 61 26 121 11 24<br />

Orta -Güney Amerika ve<br />

Karayipler 0 -- 8 33 494 60<br />

Asya 60 60 1,756 1,927 1,385 2,292<br />

1,67<br />

Yakın ve Orta Doğu Ülkeleri 52 54 8 1,910 608 2,132<br />

Körfez Ülkeleri -- 43 1,675 1,783 311 1,911<br />

Yakın ve Orta Doğu Ülkeleri 1 11 3 127 297 96<br />

Diğer Asya Ülkeleri 59 6 78 17 777 160<br />

Diğer Ülkeler 2 -- 2 115 36 2<br />

Toplam 745 1,190 8,535 17,639 19,147 14,911<br />

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı www.hazine.gov.tr (e.t.31/01/2009)<br />

Yukarıda ki tabloda ise yatırım girişlerinin milyon dolar olarak karşılıkları<br />

verilmiştir. Yatırım değeri olarak Avrupa Birliği birinci sırayı alırken, ikinci sırada Asya<br />

ülkeleri yer almaktadır. 2008 yılında Đngiltere kökenli şirket sayısı 248 olmasına rağmen fiili<br />

giriş olarak 2.294 milyon dolarla Türkiye’ye en fazla yatırım yapan ülke olmuştur. Almanya<br />

2008 yılında 595 şirket ile ülkemize yatırım yaparken yatırım değeri olarak 1.217 milyon<br />

dolarla ingiltere ve hollandanın. altında kalmıştır. Şirket ve yatırım girişleri beraber<br />

değerlendirildiğinde Türkiye’ye en fazla yatırım öncelikle Avrupa Birliği olmak üzere<br />

sırasıyla Asya ve Amerika Birleşik Devletlerinden gelmiştir. 2007 yılında ise A.B.D.’nin<br />

tek başına 4,212 milyon dolarlık yatırımla Hollanda’dan (5,474 milyon dolar) sonra fazla<br />

yatırım yapan ülke olmuştur. 2006 ve 2007 yılllarında ise en fazla yatırım yapan ülke<br />

Hollanda olmuştur. Hollanda’nın bu denli fazla yatırım yapmasının nedeni kendi vergi<br />

110


sisteminde ki kolaylıklar sayesinde Türkiye’ye yatırım yapan <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li şirketlerin<br />

ödemelerini Hollanda üzerinden yapmasıdır. Vodafone buna örnek olarak gösterilebilir.<br />

III.1.2.1.2. Yabancı Sermayenin Üretim Dallarına Göre Dağılımı<br />

Yapılan <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nın üretim dallarına göre dağılımını daha iyi<br />

anlayabilmek için hazine tarafından aylık olarak yayınlanan rakamları hem şirket sayısı<br />

hemde parasal büyüklük olarak incelemek gerekmektedir. Đlk olarak aşağıdaki tablodanda<br />

anlaşılacağı gibi şirket sayı verilerini incelenmiştir.<br />

Tablo 10 : Yabancı Sermayenin Üretim Dallarına Göre Dağılımı (Şirket Sayısı)<br />

Sektörler<br />

1954-<br />

2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008<br />

Tarım,<br />

Avcılık,Ormancılık ve<br />

Balıkçılık 88 25 33 34 47 52 60<br />

Madencilik ve<br />

Taşocakçılığı 97 12 34 54 48 82 93<br />

Đmalat Sanayii 1,372 264 356 433 469 500 459<br />

Elektrik, Gaz ve Su 64 8 16 11 45 76 115<br />

Đnşaat 197 31 130 334 428 512 382<br />

Toptan ve Perakende<br />

Ticaret, 1,940 427 860 765 815 828 802<br />

Oteller ve Lokantalar 583 60 76 171 213 224 226<br />

Ulaştırma, Haberleşme<br />

ve Depolama Hizmetleri 424 96 216 248 274 309 300<br />

Mali Aracı Kuruluşların<br />

Faaliyetleri 111 13 6 20 48 41 44<br />

Gayrimenkul Kiralama<br />

ve Đş Faaliyetleri 369 91 226 519 708 891 692<br />

Diğer Toplumsal, ve<br />

Kişisel Hizmet Faaliyetleri 193 64 86 161 193 187 224<br />

Toplam 5,438 1,091 2,039 2,750 3,288 3,702 3,397<br />

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı www.hazine.gov.tr (e.t.31/01/2009)<br />

Yukarıda ki tablodan da anlaşılacağı gibi 2002 yılına kadar en fazla yatırım<br />

yapılan alan toptan, perakende ticaret ve imalat sanayi iken 2002 yıllından sonra inşaat ve<br />

gayrimenkul kiralama ve iş kiralama faaliyetlerinin önemi gittikçe artmaktadır. 2006 ve<br />

2007 yıllarında kurulan şirket ve şubeler ile gerçekleştirilen iştiraklerin sektörel dağılımı,<br />

toptan ve perakende ticaret, gayrimenkul kiralama ve iş faaliyetleri ile imalat sanayi<br />

sektöründe yoğunlaşma olduğu görülmektedir. 2008 yılında Türkiye’de faaliyet gösteren<br />

21.079 adet uluslararası <strong>sermaye</strong>li şirketin, 6.210’u toptan ve perakende ticaret, 3.757’si<br />

111


imalat sanayi, 3.408’si gayrimenkul kiralama ve iş faaliyetleri sektöründe baş<br />

göstermektedir. Đmalat sanayinde faaliyette bulunan uluslararası <strong>sermaye</strong>li şirketler arasında<br />

birinci sırada yer alan tekstili, kimya ile gıda ve yiyecek sektörü takip etmektedir.<br />

Tablo 11 : Doğrudan Yabancı Sermayenin Sektörlere Göre Dağılımı (Milyon $)<br />

Sektörler 2003 2004 2005 2006 2007 2008<br />

Tarım, Avcılık ve Ormancılık 1 4 5 5 5 26<br />

Balıkçılık -- 2 2 1 3 19<br />

Madencilik ve Taşocakçılığı 14 73 40 122 336 173<br />

Đmalat Sanayii 448 190 785 1,866 4,210 3,828<br />

Elektrik, Gaz ve Su 86 66 4 112 567 1053<br />

Đnşaat 8 3 80 222 285 736<br />

Toptan ve Perakende Ticaret, 92 72 68 1,166 169 2,073<br />

Oteller ve Lokantalar 4 1 42 23 33 27<br />

Ulaştırma, Haberleşme ve<br />

Depolama Hizmetleri 2 639 3,285 6,696 1,116 169<br />

Mali Aracı Kuruluşların<br />

Faaliyetleri 51 69 4,018 6,957 11,662 5,925<br />

Gayrimenkul Kiralama ve Đş<br />

Faaliyetleri 6 3 29 99 571 673<br />

Sağlık Đşleri ve <strong>Sosyal</strong><br />

Hizmetler 23 35 74 265 177 150<br />

Diğer Toplumsal, <strong>Sosyal</strong> ve<br />

Kişisel Hizmet Faaliyetleri 10 33 103 105 13 59<br />

Toplam 745 1,190 8,535 17,639 19,147 14,911<br />

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı www.hazine.gov.tr (e.t.31/01/2009)<br />

Yukarıda ki tabloda ise 2003 – 2008 yılları arasında ülkemize gelen <strong>yabancı</strong><br />

<strong>sermaye</strong>nin sektörlere göre dağılımı verilmiştir. En fazla yatırım yapılan alan olan mali aracı<br />

kuruluşların faaliyetlerini; ulaştırma, haberleşme ve depolama hizmetleri takip etmektedir.<br />

Son dönemde özelleşen Türk Telekom ve Vodafone; haberleşme ve ulaştırma hizmetlerine<br />

olan girişi arttırırken, özelleşen bankalar ve aracı kurumlarda mali aracı kuruluşların<br />

faaliyetlerini arttırmıştır. Đmalat sanayine yapılan yatırım 5 yıllık dönemde 17 kat artarken,<br />

madencilik ve taş ocakçılığına yapılan yatırım 62 kat artmıştır. Aynı dönemde inşaat<br />

sektörüne yapılan yatırım 100 kat artarken, toptan ve perakende ticarete yapılan yatırım 12<br />

kat artmıştır.<br />

112


Sektörel bazda 1980 yılına bakıldığında <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>den, imalat sektörünün<br />

%92, hizmetler sektörünün ise %8 oranında pay aldığı görülmektedir. Bu donemde tarım ve<br />

madencilik sektörleri <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>den hiç pay almazken daha sonraki yıllarda az da olsa pay<br />

almaya başlamışlardır. 1990'lı yıllarda da tarım ve madencilik sektörlerinin payları düşük oranlarda<br />

kalmış, bunun yanında imalat ve hizmetler sektörleri en fazla izin verilen sektörler olmaya devam<br />

etmişlerdir. 2000 yılına kadar (1987 ve 1996 yılları dışında) birinciliği elinde bulunduran<br />

imalat sektörü bu tarihten itibaren hizmetler sektörünün gerisinde kalmaya baslamis, ancak 2003<br />

yılında yine ilk sıraya geçmiştir (Hazine,2007).<br />

2000 yılındaki <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> izinlerine bakıldığında imalat sektörünün payının<br />

%32, hizmetler sektörünün payının ise %66 olduğu görülmektedir. 1980 yılında imalat<br />

sektörünün <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> izinleri içindeki payının %92 olduğu göz önüne alınırsa, imalat<br />

sektörünün payının öneminin giderek azaldığı anlaşılmaktadır. Tarım ve madencilik<br />

sektörleri ise verilen izinler itibariyle önemli bir gelişme gösterememişlerdir. 2001 yılı<br />

itibariyle verilen <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> izinleri imalat sektöründe; özellikle taşıt araçları imalat<br />

sanayi, taşıt araçları yan sanayi, gıda sanayi, elektrikli makine teçhizat sanayi, endüstriyel ve<br />

kimyasal ürünler, demir-çelik sanayi, çimento sanayi, tütün sanayi, hazır giyim sanayi, lastik<br />

sanayi, elektronik sanayi ve plastik sanayisinde yoğunlaşmıştır. Hizmetler sektöründe ise;<br />

bankacılık ve diğer finansal hizmetler, haberleşme ticaret, yatırım finansman, otel, pansiyon<br />

ve kamping isletmeciliği alt sektörlerinde yoğunlaşmıştır (Güçlü,2004).<br />

2002 yılı verilerine bakıldığında <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> izinleri içinde hizmetler<br />

sektörü %58 ile ilk sırada yer alırken, ikinci sırada %40'lik pay ile imalat sektörü yer<br />

almaktadır. 2003'de ise imalat sektörünün payı %59'a yükselmiş, hizmetler sektörünün payı<br />

ise %30'a inmiştir. Tarım ve madencilik ise sırasıyla %1 ve %10'luk pay alarak yine önemli<br />

bir gelişme kaydedememişlerdir. Türkiye'de 2003 yılı itibariyle 6511 adet <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li<br />

şirket faaliyet göstermiştir. Şirket sayısı bakımından 4541 adet şirket ile hizmetler sektörü<br />

birinci sırada yer almaktadır. Hizmetler sektöründe en çok <strong>yabancı</strong> yatırım yapılan alanlar;<br />

haberleşme, bankacılık ve diğer finansal hizmetler, ticaret ve diğer toplumsal hizmetler<br />

olmuştur. Đmalat sektöründeki 1667 adet <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li şirkette toplam <strong>yabancı</strong><br />

<strong>sermaye</strong>nin %41,52'si bulunmaktadır. Bu sektörde en çok yatırım yapılan alanlar; ta§it<br />

araçları imalat sanayi, taşıt araçları yan sanayi, gıda sanayi, diğer kimyasal ürünler ve<br />

elektrikli makine teçhizat sanayi olarak sıralanmaktadır (Hazine,2007).<br />

113


Tarım sektöründeki 151 adet <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li şirkette ise toplam <strong>yabancı</strong><br />

<strong>sermaye</strong>nin %3,63'ü bulunmaktadır. Bu şirketler tarım hizmetleri, hayvancılık, bitkisel<br />

üretim, su ürünleri ve ormancılık faaliyetlerinde bulunmaktadırlar. Enerji sektöründeki 51<br />

adet <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li şirkette de toplam <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>nin %4,49'u bulunmaktadır. Son<br />

olarak madencilik sektöründe ise toplam <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>nin %0,49'una sahip 101 adet<br />

şirket kömür madenciliği, ham petrol ve doğal gaz üretimi, metal madenciliği ve diğer<br />

madencilik faaliyetlerini yürütmektedirler (Hazine,2007).<br />

III.1.2.1.3. Yabancı Sermayenin Kuruluş Yerlerine Göre Dağılımı<br />

Tablo 12 : Uluslararası Sermayeli Şirket Sayılarının Đllere Göre Dağılımı (Đlk 10 Đl)<br />

Şirket Sayısı<br />

Đl 1954-2008<br />

ĐSTANBUL 11,533<br />

ANTALYA 2,725<br />

ANKARA 1,410<br />

MUĞLA 1,260<br />

ĐZMĐR 1,256<br />

BURSA 424<br />

AYDIN 383<br />

MERSĐN 356<br />

KOCAELĐ 257<br />

ADANA 163<br />

Diğer Đller 1,312<br />

Toplam 21,079<br />

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı www.hazine.gov.tr (e.t.31/01/2009)<br />

21.079 adet uluslararası <strong>sermaye</strong>li firmanın illere göre dağılımına bakıldığında;<br />

Đstanbul ilinin 11.533 adet ile birinci sırada yer aldığı görülmektedir. Đstanbul ilini Antalya<br />

(2.725 adet), Ankara (1.410 adet) ve Đzmir (1.256 adet) illeri takip etmektedir. Teşvik ili<br />

kapsamına giren Muğla’da ise son yıllarda kurulan <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li şirket sayısı artmış ve<br />

2008 yılı itibariyle iller sıralamasında 4. sıraya yerleşerek Bursa, Adana ve Mersin gibi illeri<br />

geride bırakmıştır. Toptan ve perakende ticaret başta olmak üzere sırasıyla imalat sanayi,<br />

gayrimenkul kiralama ve iş faaliyetleri, ulaştırma ve haberleşme hizmetleri en çok<br />

şirketlerin kurulduğu alanlar olmuşlardır. Đstanbul en fazla şirket kurulan il olurken en yakın<br />

114


takipçisi Antalya ile arasında 4.5 kat fark oluşmuştur. Đstanbul’dan sonra gelen iller arasında<br />

şirket sayısı olarak fazla fark bulunmazken Đstanbul diğer bütün illere kurulan toplam şirket<br />

sayısının yarısından fazlasına sahip olmuştur.<br />

Literatürden elde edilen bulgular göz önüne alındığı zaman, Türkiye’ye yatırım<br />

yapmış olan <strong>yabancı</strong> firmaların faaliyet gösterdiği sektöre göre lokasyon seçiminin<br />

farklılaştığı ileri sürülebilir. Çünkü sanayi sektöründe faaliyet gösteren firmanın aradığı<br />

lokasyon şartları ile hizmet sektöründe faaliyet gösteren firmanın aradığı lokasyon şartları<br />

farklıdır. Genellikle hizmet firmaları için piyasa ile ilgili lokasyon faktörlerinin en önemli<br />

etken olması beklenirken, sanayi firmaları için maliyetle ilişkili değişkenlerin ön planda<br />

olması gerekir. Aynı şekilde hizmet firmaları için yasam kalitesi ve insan <strong>sermaye</strong>si/emek<br />

niteliği oldukça önemli iken, sanayi firmaları için emek maliyeti ve teşviklere daha önemli<br />

gözükmektedir. Sanayi ve hizmet sektöründe faaliyet gösteren <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li firmalar<br />

Türkiye içinde lokasyon seçerken ortak bir takım faktörleri de dikkate alabilir. Mesela,<br />

yığılma ekonomileri, erişilebilirlik ve altyapı <strong>yatırımları</strong>nın her iki sektördeki firmalar içinde<br />

çok önemli olması beklenmektedir (Güçlü,2004).<br />

III.2. Türkiye’de Büyümenin Gelişimi<br />

1980’li yıllara ekonomide yasanan; enflasyon, borç sıkıntısı, üretimde daralma<br />

ve sürdürülebilir bir büyümenin saglanamaması gibi olumsuzluklar ile girilmistir. 1970’li<br />

yılların sonlarında enflasyonun %50’nin üzerinde seyrettiği, kisi basına düşen gelirin 700<br />

dolarda seyrettiği, işsizlik oranının %14 seviyelerine yükseldigi gözlenmiştir. 1960’lı<br />

yıllarda yaklasık 10 milyar TL olan devlet iç borçları 1978 yılında 178,7 milyar TL olmus<br />

ve 1979 yılında eksi %0,5 gibi bir büyüme oranı gerçekleşmiştir.<br />

1970’li yılların başında yaşanan petrol şokunun ardından gerekli önlemlerin<br />

alınmaması ve bu dönemde uygulanan sabit kur politikası sonucunda, türk lirasının aşırı<br />

değerlenmesi ve bununla beraber reel ücretlerdeki artışlar, cari işlemler açığına ve dış<br />

finansman ihtiyacının artmasına neden olmuştur. Finansman ihtiyacındaki artışların<br />

karşılanamaması, rezervlerin hızla azalmasına ve ithalatta hızlı bir azalmaya neden olmustur<br />

(Yükseler, 2004). Bu ve bunun gibi sebepler 24 ocak kararlarının alınmasına neden<br />

olmuştur.<br />

24 Ocak istikrar politikasının temelini; dış açıkların kapatılması ve <strong>yabancı</strong><br />

<strong>sermaye</strong>nin özendirilmesi, ihracatta özel sektörün ön planda olması, enflasyonun kontrol<br />

115


altına alınması, ekonomide büyümenin yaşanması, mevcut kapasitenin kullanılması, döviz<br />

darboğazını aşmak için ihracatın özendirilmesi amacıyla kurların serbest bırakılması,<br />

tasarrufları arttıracak ve <strong>yatırımları</strong> engellemeyecek düzeyde faiz oranlarının belirlenmesi<br />

gibi ekonomiyi iyilestirmeye yönelik politikalar olusturmaktadır. Alınan bu kararlar<br />

ekonomide büyük bir değişimi başlatmıştır. Türkiye’nin tarihinde serbest piyasa<br />

ekonomisine geçis bu dönemle baslamıştır, devletin ekonomideki rolü gittikçe azalarak<br />

yerine özel sektörün teşsvik edildiği ve ithal ikameci sanayileşme politikalarının yerine dış<br />

ticaretin serbestleşmesi esasına dayanan politikaların izlendigi bu kararlar Türkiye<br />

ekonomisi tarihinde bir milat olarak kabul edilmektedir (Akgüç,1990:89-93).<br />

1993 yılı döviz kurlarında meydana gelen aşırı dalgalanmaların, mali piyasalarda<br />

giderek artan dengesizliklerin ve yüksek düzeyde seyreden enflasyon oranlarının yaşandığı<br />

yıl olmuştur. Ayrıca, 1994 yılının ilk aylarında yüksek düzeydeki kamu kesimi açıklarının<br />

Merkez Bankası kaynaklarıyla finanse edilmesi ve aynı zamanda hazinenin iç borçlanma<br />

ihalelerinin iptal edilmesi ile birlikte artan likidite ihtiyacı geleceğe dair beklentilerin<br />

kötümser hale gelmesine neden olmuştur. Artan likiditenin fiyatlar üzerinde baskı<br />

olusturmaması için döviz satış yöteminin seçilmesi ve faiz oranlarının piyasaya uygun<br />

hareket edememesi nedeniyle, kurlar üzerindeki baskı oldukça artmış ve bununla beraber<br />

bankaların yüksek düzeyde açık pozisyon vermesinin de etkisiyle Merkez Bankası rezervleri<br />

hızla erimistir (Peker, 2004:126).<br />

Bu yaşanan olayların sonucunda, 5 Nisan 1994 tarihinde yeni bir istikrar<br />

politikası uygulamasına karar verildi. 5 Nisan kararlarının amacı; mali piyasalarda istikrar<br />

sağlamak, fiyat artışlarını engellemek, kamu kesimi arasında gelir gider dengesini kurmak,<br />

ödemeler bilançosunun açıklarını azaltmak, KĐT’lerin özellestirilmesi ve istikrarlı ve<br />

sürdürebilir bir ekonomik büyüme sağlamaktı. Ekonomideki fiyat istikrarının sağlanması<br />

için, KĐT ürünlerine aşırı zamlar yapılarak halkın alım gücü zayıflatıldı, buna bağlı olarak<br />

talep düzeyinin düşürülmesi amaçlandı. Ayrıca programda, piyasa istikrarının ve cari<br />

işlemler dengesinin sağlanması, kamu gelirlerinin artırılarak harcamaların kısılması<br />

doğrultusunda tedbirler alınmıştır. (Parasız,1996:260).<br />

1994 yılı başlarında, TL’nin serbest piyasada %60 dolayında devalüe edilmesi<br />

ihracatı özendirmiş, iç piyasada talep azalınca dış piyasalara yönelim başlamıştır. Yine bu<br />

dönemde ihracatı artırmak amacıyla Eximbank kredilerini arttırma yoluna gidilmiştir.<br />

Böylelikle, 1994–1998 yılları arasında ihracat gelirleri önemli bir artış göstermiştir. 1998<br />

116


yılı başlarında uygulamaya konulan daraltıcı maliye ve gelirler politikasının etkisiyle 1998<br />

yılının ikinci yarısından itibaren yatırımlar ile özel tüketim harcamaları önemli ölçüde<br />

gerilemiş bu dönemde ortaya çıkan Rusya krizi bavul ticaretini azaltmış, 1999 yılında<br />

yaşanan Ağustos ve Kasım depremleri olumsuz gidişi körüklemiş ve ihracat gelirlerinde bir<br />

gerileme başlamıştır (Erdoğan,2006:31)<br />

Yaşanan olumlu ekonomik göstergelere rağmen yapısal sorunların<br />

giderilememesi nedeniyle ekonominin tekrar bozulması, 2000 yılının Kasım ayında IMF ile<br />

orta vadeli bir programın uygulanmasına neden oldu. Kasım 2000 programıyla ilgili negatif<br />

beklentiler oldukça yüksekti. Türkiye’nin geçmiste IMF ile yaptıgı ve basarısız sekilde<br />

sonuçlanan birçok programın ardından, yeniden IMF ile program yapılması programın<br />

basarısı hakkında kafalarda soru isareti olusturmaktaydı. Uygulanan ekonomik programın<br />

Brezilya, Tayland, Arjantin gibi ülkelerde basarısız olması, programın enflasyon düserken<br />

ekonomik büyümeyi hızlandıracagının belirtilmesine ragmen böyle bir sonuca<br />

ulasılamayacagına dair negatif beklentiler, 2000 yılının Subat ayında ülkeden dısarı oldukça<br />

yüksek oranda <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> çıkısının olması, bankacılık sektöründe düzenlemelerin<br />

yetersiz kalması nedeniyle, kamu bankaları da dahil olmak üzere batık bankaların sayısının<br />

artması, cari açıgın oldukça hızlı bir sekilde yükselmesi ve yükselen cari açıgın<br />

sürdürülebilmesi için gerekli olan dıs kaynakların, <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong> yerine dıs<br />

borçlanarak karsılanması, Kasım 2000 programı hakkında güven duyulmamasının nedenleri<br />

arasında gösterilmekteydi (Uygur,2001).<br />

Kasım ayındaki program beklenildigi gibi olumlu sonuçlar vermemistir. Çünkü<br />

likidite sıkısıklıgına baglı olarak, faizlerin asırı yükselmesi, reel döviz kurunun asırı<br />

degerlenmesi, TMSF’ye devredilen bankaların mali durumunun iyice bozulması, enflasyon<br />

hedefinin tutturulamaması ve devalüasyon beklentilerinin engellenememesi sonucunda sabit<br />

kur sisteminden, dalgalı kur sistemine geçis yapıldı. Böylece 2000 yılında uygulanmaya<br />

baslayan program yerine, Subat 2001’de Güçlü Ekonomiye Geçis Programı uygulanmaya<br />

baslandı (Dogruel ve Dogruel,208:2004).<br />

Güçlü Ekonomiye Geçis Programının temel hedefi, kamu borçlarının<br />

yükselmesine yol açan borç dinamigini ve sürdürülemez hale gelen borç krizini ortadan<br />

kaldırıp, Türkiye ekonomisini, dıs yardıma muhtaç olmayacak bir yapıya kavusturmak<br />

seklinde belirtilmistir. Ayrıca; yurtiçi talebin daraltılması için kamu kesimi harcamalarını<br />

kısmak ve ihracatın tevsik edilmesi için ücret maliyetlerinden ve tarımsal ürün fiyatlarından<br />

117


saglanacak tasarruflar öngörülmüstür. Bununla beraber; sosyal güvenlik, özellestirme ve<br />

tarım kesimine yönelik yapısal nitelikli dönüsümler, döviz kuru nominal çıpasına dayalı<br />

para programı, bankacılık sektörü reformu, mali saydamlık ve mali yönetim ve son olarak<br />

özel yerli ve <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>nin Türkiye ekonomisindeki rolünün artırılması hedeflenmistir<br />

(Yeldan,2001).<br />

Tablo 13 : Yıllar Đtibariyle Türkiye Büyüme Oranları (Üretim Yöntemiyle GSMH)<br />

Yıllar Büyüme hızı Yıllar Büyüme hızı<br />

1987 9.8 1998 3.8<br />

1988 1.5 1999 -6.4<br />

1989 1.6 2000 6.3<br />

1990 9.4 2001 -9.5<br />

1991 0.3 2002 7.9<br />

1992 6.4 2003 5.9<br />

1993 8.1 2004 9.9<br />

1994 -6.1 2005 7.6<br />

1995 8.1 2006 6.0<br />

1996 7.9 2007 4.5<br />

1997 8.0 2008 1.1<br />

Kaynak: TUĐK www.tuik.gov.tr (e.t.31/01/2009)<br />

Yukarıda ki tabloda ise son 1987–2007 yılları arasında ki Türkiye büyüme<br />

rakamları verilmiştir. 1994,1999 ve 2001 yıllarında ki ekonomik krizler yüzünden küçülen<br />

Türkiye ekonomisi 2002 yılından itibaren dünya büyüme rakamlarının üzerinde büyüme<br />

oranlarına sahip olmuştur. 2001 yılında ki küçülmeden sonra hızlı büyüme rakamlarına<br />

ulaşılsada bu rakam son yıllarda giderek azalmaktadır. Son 15 yıl içinde gerçekleşen eksi<br />

büyümelerden sonra dünya büyüme rakamlarının üzerinde büyüme rakamlarına ulaşan<br />

Türkiye, giderek azalan büyüme rakamlarından sonra tekrar eksi büyüme gerçekleştirmiştir.<br />

94 krizinden sonra 3 yıl boyunca %8’lik büyüme hızına ulaşan Türkiye 98 yılında 3,8’lik<br />

büyüme hızıyla yavaslarken 99 yılında -6,4’lük büyüme gerçekleştirmiştir. 2001 krizinden<br />

sonra ortalama %7’lik büyüyen Türkiye ekonomisi 2006 yılından itibaren bu büyüme hızını<br />

yavaşlatmıştır.<br />

118


III.3. Türkiye’de Đstihdamın Gelişimi<br />

1980 sonrasında Türkiye ekonomisi dışa açılmaya başlamış ve ihracatta önemli<br />

artışlar sağlanmıştır. Ancak 1980’lerin ikinci yarısından itibaren koalisyon hükümetleri uzun<br />

vadeli iktisat politikaları izlemekte ve bütçe disiplinini sağlamakta başarılı olamamıştır.<br />

Bütçe disiplininin kaybolması ve bütçe açıklarının iç borçlanma yoluyla finanse edilmesi<br />

stratejisi yolsuzluklarla birleşince ortaya çok büyük bir iç borç yükü çıkmıştır. Yine bu<br />

dönemde bütçe denkliği henüz sağlanmadan <strong>sermaye</strong> hareketlerinin önündeki engellerin<br />

kaldırılması, iktisadi dalgalanmaları arttırmış ve 1990 sonrasında Türkiye iç ve dış kaynaklı<br />

dört büyük iktisadi krizle (1994, 1999, 2000, 2001) karşı karşıya kalmıştır. 1990’ların<br />

ortalarından itibaren Türkiye artık özerk iktisat politikaları izleme gücünü de yitirmiştir.<br />

Mali sorunların da etkisiyle eğitime ayrılan kaynakların giderek azaltılması, uzun vadede<br />

politika seçeneklerini ve daha ileri teknolojilerin devreye sokulma şansını sınırlandırmıştır<br />

(Pamuk,2007).<br />

20. yüzyılın son çeyreğinde Türkiye, iktisadi büyüme performansında olduğu<br />

kadar gelirin bölüşümü ve insani gelişme ölçütleri bakımından da, hem mutlak olarak hem<br />

de dünya ortalamalarıyla karşılaştırıldığında, daha olumsuz sonuçlar sergilemiştir. Türkiye<br />

ekonomisi 2001 yılındaki derin bunalımdan sonra devreye sokulan ve mali disiplini öne<br />

çıkaran programın da katkısıyla önemli ölçüde toparlanmıştır. Yıllık enflasyon hızı otuz yıl<br />

sonra ilk kez yüzde 10 düzeyine çekilirken, kişi başına GSYĐH 2001 yılında yüzde 10’dan<br />

fazla düştükten sonra 2005 yılına kadar yüzde 20’nin üzerinde artmıştır. Avrupa Birliği<br />

sürecinin de ilerlemesiyle ilk kez ciddi düzeyde dolaysız <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> girişi başlamıştır.<br />

Ancak bu toparlanmanın şimdiye kadar sınırlı oranda istihdam yarattığını da vurgulamak<br />

gerekir. Kent kesiminde işsizlik yüzde 13’ün üzerinde kalırken, tarım kesimi çok sayıda az<br />

eğitimli ve düşük gelirli kişi barındırmaktaydı. Son çeyrek yüzyılda Türkiye<br />

ekonomisindeki en önemli gelişmelerden biri, ihracata yönelik stratejinin benimsenmesiyle<br />

birlikte, sanayileşme sürecinin Anadolu’ya yayılmasıdır. Mamul mal ihracatı Anadolu<br />

kaplanları olarak anılan Gaziantep, Denizli, Kayseri, Malatya, Konya, Çorum ve diğer<br />

kentlerin son dönemde önemli birer sanayi merkezi haline gelmesinde önemli rol<br />

oynamıştır. Türkiye’nin toplam ihracatında mamul malların payı yüzde 90’ın üzerine<br />

çıkarken, bu kentler küçük ve orta ölçekli aile işletmeleri ve düşük ücretli, önemli bir<br />

bölümü sosyal güvenlik kapsamı dışında kalan iş güçleriyle tekstil, gıda ve giderek diğer<br />

119


emek yoğun dallardaki ihracatta önemli pay sahibi olmaya başladılar. 1980’ler sonrasında<br />

devlet desteği olmadan, büyük ölçüde kendi yağlarıyla kavrularak ihracata yönelen Anadolu<br />

kaplanlarında ise sanayiciler ekonominin dışa açılmasına ve Avrupa Birliği ile bütünleşme<br />

sürecine daha olumlu bakmaktadır (Pamuk,2007).<br />

Tablo 14 : Yıllar Đtibariyle Türkiye’de Đstihdam Rakamları<br />

Yıllar 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994<br />

Đşgücü 19,391 19,930 20,150 21,010 21,264 20,314 21,876<br />

Đstihdam Edilenler 17,754 18,222 18,539 19,288 19,459 18,499 20,006<br />

Đşsiz 1,637 1,709 1,611 1,722 1,805 1,814 1,870<br />

Đşgücüne Katılım<br />

Oranı 57.5 58.1 56.6 57 56 52.1 54.6<br />

Đşsizlik Oranı 8.7 8.9 8.2 8.2 8.5 8.9 8.5<br />

Yıllar 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001<br />

Đşgücü 22,286 22,697 22,755 23,385 23,878 23,078 23,491<br />

Đstihdam Edilenler 20,586 21,194 21,204 21,778 22,048 21,581 21,524<br />

Đşsiz 1,700 1,502 1,551 1,606 1,829 1,497 1,967<br />

Đşgücüne Katılım<br />

Oranı 54.1 53.7 52.6 52.8 52.7 49.9 49.8<br />

Đşsizlik Oranı 7.6 6.6 6.8 6.9 7.7 6.5 8.4<br />

Yıllar 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008<br />

Đşgücü 23,818 23,640 24,290 24,566 23,250 23,523 24,310<br />

Đstihdam Edilenler 21,354 21,147 21,791 22,046 20,954 21,189 21,315<br />

Đşsiz 2,464 2,493 2,498 2,520 2,295 2,333 2,995<br />

Đşgücüne Katılım<br />

Oranı 49.6 48.3 48.7 48.3 48 47.8 48.4<br />

Đşsizlik Oranı 10.3 10.5 10.3 10.3 9.9 9.9 12.3<br />

Kaynak: TUĐK www.tuik.gov.tr (e.t.31/01/2009)<br />

Yukarıda ki tabloda 1987-2007 yılları arasında Türkiye’nin istihdam rakamları<br />

verilmiştir. 1987 yılından itibaren işgücü devamlı artarken iş gücüne katılım oranı giderek<br />

azalmaktadır. Đşsiz sayısı giderek artarken 2008 yılı itibariyle 2,995’e ulaşmıştır. Đşsizlik<br />

oranı rakamları çeşitli dalgalanmalar göstersede %8-10 arasında bir büyüklükte<br />

gerçekleşmiştir.<br />

III.4. Yabancı Sermayenin Büyüme Üzerine Etkileri<br />

Sermaye hareketleri ile makro ekonomik yapı karşılıklı etkileşim içersindedir ve<br />

birbirlerini değişik açılardan etkilemektedir. Örneğin GSMH’deki yüksek büyüme oranı ve<br />

özel tüketim harcamalarının sürekli artışı altındaki yatan faktör dış finansman ve dolayısı ile<br />

ithal mal girişlerinin artmasıdır. Ulusal krediler ve finansal sistemdeki borç verilebilir fon<br />

120


miktarındaki artış, toplam talebi uyararak finansal gelişmeye ve <strong>sermaye</strong> girişlerinde artışa<br />

neden olmaktadır. Türkiye ekonomisindeki büyüme <strong>sermaye</strong> girişi miktarı ile yakından<br />

ilgilidir. Yani <strong>sermaye</strong> hareketleri ile büyüme arasında doğru orantı söz konusudur<br />

(Gökkaya ve Akın,2006).<br />

Türkiye’de sahip olduğu genç nüfusu ile yüksek büyüme potansiyeline sahip<br />

olmasına karşın kıt olan <strong>sermaye</strong> faktörü, bu işgücünün üretime katılmasına olanak<br />

tanımıyor. Yurtiçi tasarruflardaki yetersizlik <strong>sermaye</strong> oluşumunun önündeki en büyük engel<br />

olarak karşımıza çıkıyor. Son yıllarda iç tasarrufların <strong>yatırımları</strong> karşılama oranı düşme<br />

eğilimine girmesine bağlı olarak, ekonomik büyümeyi sağlayan <strong>yatırımları</strong>n artması dış<br />

tasarrufların giderek büyümesiyle kapatılabildi (Gökkaya ve Akın,2006).<br />

Sermaye girişlerindeki artışa paralel olarak büyüme oranlarında da artış meydana<br />

gelmiştir. Ancak <strong>sermaye</strong> çıkısının olduğu yıllar olarak 1991 ve 1994 yıllarında büyüme de,<br />

<strong>sermaye</strong> çıkışlarında paralel şekilde negatif olarak gerçekleşmiştir. 1998 yılında ekonominin<br />

içine düştüğü durgunluk üretimde daralmaya ve büyümede düşüşe sebep olmuştur. 2001<br />

yılında ise –9,5’lik bir negatif büyüme ile ekonomik büyüme bakımından son 50 yılın en<br />

kötü sonucu gerçekleşmiştir (Ulusoy ve Karakurt,2001:60).<br />

Belirlenen çerçeve <strong>sermaye</strong> hareketleri sonrasında görülen temel etkileri<br />

içermektedir. Buna göre gelişmekte olan ülkelerde <strong>sermaye</strong> hareketlerini serbestleştirmenin<br />

ilk yıllarında reel kurda hızlı bir değerlenme gözlemlenmektedir. Yerli paranın değer<br />

kazanması ile birlikte reel gelirlerde artış olmakta ve bu da tüketimi artırmaktadır (Ulusoy<br />

ve Karakurt,2001:60).<br />

Yatırım harcamalarında ise tüketimdeki canlanma ve bankalar tarafından özel<br />

sektöre açılan krediler vasıtalarıyla artış olmaktadır. Sermaye girişleri nedeniyle yaşanacak<br />

parasal genişlemenin sterilize edilmediği durumda faiz oranlarında da gerileme olacak ve bu<br />

sayede de yatırımlar artacaktır. Reel kurdaki değerlenme aynı zamanda ithalatı ucuzlatmakta<br />

ihracatı ise pahalı hale getirmektedir. Bu nedenle tüketim ve yatırım harcamalarının ithalata<br />

bağımlılığı yüksek olan gelişmekte olan ülkelerde reel kurdaki değerlenme cari işlemler<br />

dengesinin bozulmasına neden olmakta ve bu ülkeler zaman zaman ciddi döviz sıkıntısına<br />

girebilmektedirler (Emil ve Tuğrul,2003:79).<br />

121


Bu çerçevede büyümeye olan net etki <strong>sermaye</strong> hareketlerinin iç talebe olan<br />

olumlu etkisi ile dış ticarete olan olumsuz etkisinin netleşmesi sonucunda belirlenmektedir.<br />

GOÜ’ler tasarruf açıklarını <strong>yabancı</strong> kaynaklarla kapatmaktadırlar. Bu nedenle, <strong>yabancı</strong><br />

<strong>sermaye</strong>nin bir ülkenin tasarruf eğilimi üzerindeki rolünün böylece ekonomik büyüme<br />

üzerinde meydana getireceği etkilerin incelenmesi, bütün ülkelerde olduğu gibi Türkiye için<br />

de önemlidir. Yabancı <strong>sermaye</strong>nin yurtiçi tasarruflara katkısı konusunda farklı görüşler söz<br />

konusudur (Emil ve Tuğrul,2003:79).<br />

Konuya ilişkin bir görüş, <strong>yabancı</strong> kaynakların yurtiçi tasarruflara katkıda<br />

bulunduğunu belirtmektedir. Bu görüşe göre <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> bir ülkenin mevcut<br />

kaynaklarının toplam arzındaki bir artısı temsil etmekte ve böylece yurtiçi harcamaların<br />

gelecekteki boyutunu artırmaktadır. Dolayısıyla yurtiçi tasarruflar üzerinde pozitif etki<br />

meydana getirmektedir. Bu görüşe karşılık <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>nin tasarruflardan ziyade<br />

tüketime katkıda bulunduğuna dair görüşler de vardır. Yabancı <strong>sermaye</strong> hareketlerinin<br />

Türkiye’deki yurtiçi tasarruflar üzerindeki etkisini inceleyen çeşitli çalışmalar mevcuttur.<br />

Bu çalışmalarda <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>nin Türkiye’deki yurtiçi tasarrufları çok fazla<br />

değiştirmediği ortaya konulmuştur. Nitekim 24 yıllık bir dönemi kapsayan ekonometrim bir<br />

çalışmada <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> girişlerindeki bir birimlik artısın Türkiye’de tasarrufları 0,42<br />

oranında azalttığı sonucuna varılmıştır. Ayrıca sonucun istatistiksel olarak anlamlı olması<br />

bu iki değişken arasındaki negatif ilişkiyi doğrulamaktadır. Eğer tasarruf oranları yüksek ve<br />

ekonomi istikrarlı ise <strong>yabancı</strong> tasarruflar ülkenin parlak geleceğinde yer alabilmek için<br />

<strong>doğrudan</strong> yatırımlar seklinde gelmeyi tercih etmektedir (Ulusoy ve Karakurt,2001:44).<br />

Türkiye’nin durumu bu açıdan değerlendirildiğinde; <strong>sermaye</strong> hareketlerinin<br />

serbest bırakıldığı dönemle, ondan önceki döneme ilişkin tasarruf eğilimleri<br />

karsılaştırıldığında Türkiye’nin tasarruf eğiliminin pek değişmediği, %20-21 dolaylarında<br />

kaldığı görülüyor. Dolayısıyla <strong>yabancı</strong> tasarruflar yerli tasarrufları ikna etmemiş, önemli bir<br />

artış da sağlamamıştır. Türkiye ekonomisinin yeterli istikrar vermemiş olması ülkeye<br />

yönelik <strong>sermaye</strong>nin düşük miktarda seyretmesine neden olmuş, bunun sonucunda da<br />

<strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>nin ulusal tasarruflara olumlu bir katkısı olmamıştır (Ulusoy ve<br />

Karakurt,2001:45).<br />

122


III.5. Yabancı Sermayenin Đstihdam Üzerine Etkileri<br />

1980 ve 2004 yılları arasında, Türkiye’deki çalışma yaşındaki nüfus 23 milyon<br />

artmıştır; ancak bu dönem süresince sadece 6 milyon iş yaratılmıştır. Bunun sonucu olarak<br />

ülkedeki istihdam oranı sadece %44’tür, ki bu da dünyadaki en düşük istihdam düzeyleri<br />

arasındadır. Kalkınmanın neredeyse kaçınılmaz bir sonucu olarak tarımdaki istihdam<br />

düşmekte, ancak diğer sektörlerdeki istihdam artışı bu düşüşü telafi etmeye yetmemektedir.<br />

Ancak sadece sanayi ve hizmet sektöründeki istihdam büyüme oranlarını bile diğer ülkelerle<br />

karşılaştırdığımızda, Türkiye’deki istihdam büyümesinin yavaş olduğu ortaya çıkmaktadır<br />

(Đşgücü Piyasası Raporu,2006).<br />

Kalkınma sürecinde olan Türkiye’nin çözümlemek zorunda olduğu en önemli<br />

sorunlardan birisi kuşkusuz istihdam sorunudur. Türkiye’de DYY’nin ne kadar istihdam<br />

yarattığı, verimliliği ve ücret düzeylerini ne şekilde etkilediği konusunda tatmin edici<br />

verilere ulaşmak oldukça güç görünmektedir. Bununla beraber genel olarak çalışmada<br />

yaptığımız teorik açıklamaların ülkemiz açısından da geçerliliği olduğu söylenebilir.<br />

Şüphesiz ki, DYY’nin yarattığı istihdam konusunda net bir rakam vermek çok zordur. Bu<br />

konuda bazı yetkililer tarafından yapılan açıklamalarda <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li şirketlerin dolaylı<br />

ve dolaysız olarak 1-1,5 milyon istihdam yarattığı söylenmektedir. Yapılan çalışmalarda ise,<br />

teşvik belgelerinden elde edilen bilgilere göre yaklaşık 500 bin kişinin <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li<br />

kuruluşlarda istihdam edildiğini tahmin edildiği ve buna dolaylı istihdam etkisi de ilave<br />

edildiğinde bu rakamın 1 milyon civarında olduğu ifade edilmektedir (Gündoğan,2002:80).<br />

Yapılan bir çalışmaya göre; 1981 yılında, Türkiye’nin en büyük 500 şirketinde<br />

519,533 bin kişi istihdam edilmektedir. Bunun %5,9’unu teşkil eden 31,121 bin kişisi<br />

<strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li şirketlerde çalışmaktadır. 1980 yılına göre 500 firmada istihdam edilen<br />

kişi miktarı %3,6 oranında bir azalma gösterirken; <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li şirketlerde çalışan<br />

sayısında %1,7 oranında bir azalış gözlenmiştir. Bu eğilim, <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li firmaların<br />

genel istihdam seviyesi üzerinde olumlu bir etkisi olduğunu göstermektedir. 1980 nüfus<br />

sayımı sonuçlarına göre, Türkiye’de imalat sanayisinde çalışan sayısı 2,036,843 kişidir.<br />

Madencilik sektörü ile birlikte imalat sanayinde 1981’de 2,512,970 kişi çalışmaktadır. Bu<br />

durum 500 büyük firmanın aynı daldaki payı %23,4’tür. Yabancı <strong>sermaye</strong>li şirketlerin payı<br />

ise, %1,5’tir (Karluk,2002:156).<br />

123


1981 yılında <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li kuruluşların Türk ekonomisindeki yerini tespit<br />

etmek amacıyla 51 şirketi kapsayan bir anket yapılmıştır. Anket sonuçlarına göre; 1981 yılı<br />

sonu itibariyle toplam 31,231 kişi <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li kuruluşlarda istihdam edilmektedir.<br />

Bunun %75,4’ü işçi, %8,1’i teknik eleman, %13,9’u memur, %2,3’ü üst yönetici ve %0,2’si<br />

ise <strong>yabancı</strong>dır. Yabancı <strong>sermaye</strong>li kuruluşlar içinde en fazla <strong>yabancı</strong> çalışan, otomotive ve<br />

banka-hizmet sektörlerinde istihdam edilmektedir (Karluk,2002:156).<br />

1980’den buyana, istihdam oranının en hızlı arttığı sektör hizmetler sektörüdür<br />

ve şu anda da Türkiye’deki en geniş sektördür. Đmalat sanayide istihdam artışı nispeten daha<br />

az gerçekleşirken, tarım sektöründeki istihdam zaman içinde daralmıştır. Verimlilik ve<br />

büyüme arasındaki sektörel ilişki pozitiftir. Verimlilik artışı istihdamı da arttırmaktadır.<br />

Tarım sektöründe verimlilik oranı yavaş artarken, istihdam oranı düşmektedir. Đmalat ve<br />

hizmetler için sektörel verimlilik 2001 yılı ekonomik krizinden sonra keskin bir şekilde artış<br />

göstermiştir. 1980 ve 1989 yılları arasında imalat sektöründeki istihdam oranı artış<br />

gösterirken, tarım ve hizmetler sektöründe düşüş yaşanmıştır. Bu dönemde imalat sektörüne<br />

gelen DYY miktarında da artış gözlenmesi, bu iki olgu arasında pozitif bir ilişkinin<br />

olduğunun göstergesi olabilmektedir. Hizmetler sektöründeki <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> girişleri ve<br />

istihdam oranları da, imalat sanayiye nispeten daha az oranda, pozitif yönlü ilişkide<br />

seyretmiştir (Karluk,2002:156).<br />

Đstihdam oranlarında ve <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>ndaki bu yükseliş 1994 yılı<br />

ekonomik krizi ile azalma yaşamış sonrasında imalat sanayideki istihdam oranları da,<br />

<strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> girişleri de nispeten daha az oranlarda artış göstermiştir. Bu dönemden<br />

sonra hizmetler sektörüne gelen <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> oranları hızla yükselişe geçmiştir. Bu<br />

durum hizmetler sektöründeki istihdam oranlarının hızla artışa geçmesi ile aynı döneme<br />

denk gelmektedir (Karluk,2002:156).<br />

Hizmet sektörüne gelen <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>nin istihdam yaratma üzerindeki olumlu<br />

etkisi; daha önce de belirtildiği gibi, hizmet firmalarının, imalat sektöründeki firmalara göre,<br />

daha az <strong>sermaye</strong> ile kurulup daha fazla insan gücüne ihtiyaç duyması ile de açıklanabilir.<br />

Türkiye 2001’den bu yana etkileyici bir büyüme gerçekleştirmiş ve bu büyüme enflasyonun<br />

düşürülmesini, kamu harcamalarının iyileştirilmesini ve ihracat ile DYY’nin arttırılmasını<br />

sağlayan bir dizi reformla desteklenmiştir. Ancak istihdam yaratma süreci nispeten yavaş<br />

kalmıştır. 2001 krizi sonrası dönemde ekonomi son üç yılda ortalama %7,9 oranında<br />

124


üyürken istihdamda beklenen iyileşme gerçekleşmemiştir. Đşsizlik oranı 1990’larda %8,0<br />

iken, 2004 yılında 10,3’e yükselmiş, 2005 yılında yine 10,3’te kalmıştır (Tuncer,1968:115).<br />

Türkiye’de işgücüne katılım oranı düşük olup, bu oran giderek küçülmüştür.<br />

1990 yılında işgücüne katılım oranı %56,6 iken, bu oran 2004’te %48,7’ye gerilemiştir.<br />

Yapılan çalışmalara göre; farklı sektördeki istihdam maliyetleri farklılık arz etmekle birlikte,<br />

ortalamanın 65-70 bin dolar arasında olduğu söylenebilir. Bu konuda MESS (Türkiye Metal<br />

Sanayicileri Sendikası) ’in yaptığı çalışmada da buna yakın bir rakam çıkmaktadır. MESS’te<br />

ülkemizde bir kişi için istihdam yaratmanın maliyetini ortalama 70 bin dolar olarak<br />

hesaplamıştır (Tuncer,1968:115).<br />

Hazine Müsteşarlığı’nın raporuna göre 20.2 milyar dolarlık toplam <strong>yabancı</strong><br />

yatırımın 15.4 milyar doları şirket birleşme ve devralmaları, 2.9 milyar doları ise<br />

gayrimenkul satışıyla sağlanmış. Şirket birleşmelerinin 13.2 milyar doları da Telsim,<br />

Denizbank, Finansbank, Türk Telekom ve Petrol Ofisi’nin satışından sağlandı. 2.9 milyar<br />

dolarlık gayrimenkul satışı yapılırken, tamamen yeni <strong>yatırımları</strong>n tutarı 1.8 milyar dolarda<br />

kaldı. Teşvik belgeli yatırım projelerinin son beş yıldaki tutarı 12.2 milyar dolar oldu. Bu<br />

tutarın 4.5 milyar dolarlık bölümünü tamamen yeni yatırımlar oluşturdu. Yeni proje sayısı<br />

da önceki yıllara göre azaldı. 2003’te 101, 2004’te 88, 2005’te 90 olan yeni proje sayısı<br />

2006’da 82’ye indi. Yabancı <strong>sermaye</strong>nin gözde sektörleri yüzde 44 payla finans ve yüzde<br />

40.5 payla da telekomünikasyon oldu. Hazine Müsteşarlığı’nın raporu, <strong>yabancı</strong><br />

yatırımcıların istihdam yaratacak ama yatırım <strong>sermaye</strong>sine ihtiyaç duyan alanlardan çok, kâr<br />

marjı yüksek ve yatırım <strong>sermaye</strong>si gerektirmeyen alanlara yöneldiklerini ortaya koyuyor.<br />

Yabancı <strong>sermaye</strong>nin büyüme üzerindeki etkisinin de neden işsizlik sorununa çözüm<br />

üretmediği böylece anlaşılıyor (Hazine,2007).<br />

2000 yılında ülkemizde DYY girişinin 1,3 milyar dolar olduğu ve bir işçi için<br />

istihdam yaratmanın maliyetinin yaklaşık 70 bin dolar olduğu düşünülecek olursa, 2000 yılı<br />

içinde gelen <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>nin yaklaşık 20 bin dolaysız istihdam yarattığı ve<br />

buna dolaylı istihdam etkisi de eklendiğinde UNCTAD’ın hesaplamalarına göre her yeni<br />

işbaşına dolaylı olarak bir ya da iki yeni iş yaratıldığı varsayıldığında bu rakamın yaklaşık<br />

50 bin civarında olduğu söylenebilir. Bu basit hesaplama yönteminden hareketle, Hazine<br />

Müsteşarlığı verilerine göre, 1980-2000 yılları arasında 28,6 milyar dolarlık DYY’ye izin<br />

verildiği; ancak bu dönemdeki fiili girişin yaklaşık 13,8 milyar dolar olarak gerçekleştiği<br />

125


göz önüne alınacak olursa, Türkiye’deki DYY’nin 200 bin civarında <strong>doğrudan</strong> istihdam<br />

yarattığı; buna dolaylı istihdam etkisi de eklendiğinde, bu sayının 500 yada 600 bin<br />

civarında olduğu söylenebilir. Tabiî ki bu hesaplamanın sağlıklı bir hesaplama olduğunu<br />

ifade etmek mümkün değildir. Ama yine de bize bir değerlendirme yapma olanağı<br />

sağlamaktadır (Hazine,2007).<br />

DYY’nin istihdam yaratma etkisi konusunda, Đstanbul Sanayi Odası (ISO)<br />

tarafından her yıl ilan edilen Türkiye’nin En Büyük 500 Şirketi raporu da bize fikir<br />

verebilecek bir diğer kaynaktır. Ancak burada şunu da baştan ifade etmek gerekir ki; bu 500<br />

büyük şirket içerisinde yer alan <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li şirketlerdeki <strong>sermaye</strong> payları da<br />

birbirinden farklı olup, kiminde <strong>sermaye</strong>nin %1’i <strong>yabancı</strong> iken, kimisinde %100’ü<br />

<strong>yabancı</strong>dır. Ayrıca ISO verilerinde bazı <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li şirketlerde çalışanların sayıları da<br />

açıklanmamıştır. Bu sebeple verilerin mevcut durumu tam olarak yansıttığı söylenemez<br />

(Gündoğan,2002:79).<br />

2005 yılında DYY’lerdeki olumlu gelişmeler, o yılın istihdam oranlarında<br />

önemli bir fark yaratmamış olmakla birlikte; bunun olumlu geç etkisinin ileriki birkaç yılda<br />

görülmesi olasıdır. Genel olarak bakıldığında, Türkiye, gelir ve refah seviyesi bakımından<br />

olduğu gibi istihdam oranı açısından da Avrupa Birliği ülkelerinin oldukça gerisindedir.<br />

Ekonomide uzun süre gelen istikrarsızlık, işgücü piyasasının kurumsallaşmaması, tarım<br />

sektöründen gelen niteliksiz işgücüne yeterli iş imkanı sağlanamaması, ortalama nüfus artış<br />

hızının oldukça yüksek olması, kalifiye ve nitelikli işgücü yetiştirilememesi gibi nedenlerle<br />

de ülkedeki istihdam oranı oldukça düşük düzeyde kalmıştır (Eren,2006).<br />

Ülkedeki istihdam oranlarını etkileyen bu unsurlar hem <strong>yatırımları</strong>n yetersiz<br />

kalmasına, hem de yatırım gerçekleşse bile istihdam sorununa çözüm bulmada tek başına<br />

yeterli olamayacağı da ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong><br />

<strong>yatırımları</strong> halen Türkiye’nin potansiyel seviyesine ulaşamamış ve bu nedenle de yerel iş ve<br />

istihdam fırsatları kısıtlı kalmıştır.<br />

126


Tablo 15 : 500 Büyük Sanayi Kuruluşu Đstihdam Verileri<br />

Özel Kuruluşlar Kamu Kuruluşları 500 BSK.<br />

Yıllar<br />

Işyeri<br />

Sayısı<br />

Çalışan<br />

Sayısı Değ. (%)<br />

Işyeri<br />

Sayısı<br />

Çalışan<br />

Sayısı Değ. (%)<br />

Çalışan<br />

Sayısı Değ. (%)<br />

2000 469 366.635 2.1 31 191.653 6.1 558.288 1.5<br />

2001 468 348.309 -5.0 32 177.005 -7.1 525.314 -5.7<br />

2002 470 365.694 5.0 30 139.102 -21.9 504.796 -4.1<br />

2003 476 399.218 9.2 24 119.314 -14.2 518.532 2.7<br />

2004 482 423.667 6.1 18 107.103 -10.2 530.770 2.4<br />

2005 485 440.155 3.9 15 74.487 -30.5 514.642 -3.0<br />

2006 487 455.483 3.5 13 77.912 4.6 533.395 3.6<br />

2007 485 467.079 2.5 15 85.679 10.9 552.758 3.6<br />

Kaynak: ĐSO http://www.iso.org.tr/tr/Web/StatikSayfalar/Meclis_Konusmalari_23-07-08.aspx<br />

(e.t.31/01/2009)<br />

2006 yılında 500 büyük sanayi kuruluşunda ücretle çalışanların şayisi 530.000<br />

kişi civarındadır. Bunların ortalama 77.000 kişisini kamu personeli, 450.000 civarını özel<br />

sektör personeli, 75.000 civarındaki çalışanları <strong>yabancı</strong> personelden oluşmaktadır. 500<br />

büyük firmada toplam istihdamın kamu payına düşen kısmı %23,5, özel <strong>sermaye</strong>nin<br />

istihdam payı %62,2, <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>nin payı ise %14,3'tir. 2007 yılında ise ĐSO 500<br />

arasında yer alan <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> paylı kuruluş sayısı 2007’de 143’e yükseldi. 2005 yılında<br />

136 olan bu rakam 2006’da 140 olarak gerçekleşmişti. 2007 yılı istihdam verilerinde ise<br />

çalışan sayısında özel kuruluşlarda yüzde 2.5, kamu kuruluşlarında ise yüzde 10'luk artışlar<br />

oldu. Toplam çalışanlar sayısındaki artış ise yüzde 3.6 olarak gerçekleşti. Bu oranlar <strong>yabancı</strong><br />

<strong>sermaye</strong>li firmaların daha teknoloji yoğun isletmeler olduğunu ve istihdama katkılarının<br />

kamuya ve özel yerli firmalara göre daha düşük olduğunu göstermektedir. Yabancı<br />

<strong>sermaye</strong>li şirketler, 500 büyük şirket ortalamasına göre <strong>sermaye</strong> yoğun teknolojileri<br />

kullanmakta dolayısıyla istihdama diğer şirketlerden daha az katkıda bulunmaktadırlar.<br />

Bunun yanında <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li firmalar gelişmekte olan Ülkelerde yatırım yaptıklarında,<br />

bu Ülkelerde bulunan ucuz işgücünden faydalanmak için emek yoğun alanlarda da yatırım<br />

yapabilmektedirler. Bu durumda kullanılacak emek miktarı artacağı için istihdama olumlu<br />

katkılarda da bulunabilmektedirler.<br />

127


SONUÇ<br />

Yabancı <strong>sermaye</strong>nin; dünya genelinde küreselleşme sürecinin hızlanmasıyla<br />

birlikte ekonomik kalkınmaya olan katkısının anlaşılması, gelişmiş ve gelişmekte olan tüm<br />

ülkelerin ilgi odağı haline gelmiştir. Küreselleşmeyle birlikte, ekonomi ve ticarette<br />

liberalleşme eğilimlerinin hız kazanması, <strong>sermaye</strong>nin serbest dolaşımını kolaylaştırmış,<br />

ticaret serbestleşmiş ve tüketici alışkanlıklarında benzerlikler artmaya başlamıştır.<br />

Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin <strong>yatırımları</strong>nı finanse etmede iç<br />

tasarrufların yeterli olmaması, ülkelerin dış kaynaklara olan ihtiyacını arttırmıştır. Bu<br />

sebeple <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>, gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınmasında önemli bir rol<br />

oynamaktadır. Türkiye de <strong>sermaye</strong> yetersizliğini <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> ile aşmak zorunda kalmış<br />

ama enflasyonun çok yüksek seviyelerde seyretmesi, ekonomik ve siyasi istikrarsızlık ve<br />

diğer ülkelerle karsılaştırıldığında yatırım ortamının avantajlı konumda olmaması nedeniyle<br />

yeteri kadar <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>yi ülkeye çekmeyi başaramamıştır. Siyasi ve ekonomik<br />

istikrarsızlık dışında kalan yatırım ortamı ile ilgili sorunlar; kayıt dışı ekonominin varlığı ve<br />

rekabet koşullarını bozuk olması, hukuk sistemindeki yetersizlikler, <strong>doğrudan</strong> yatırım<br />

mevzuatı dışındaki mevzuatta eksiklikleri ve sık sık yapılan değişiklikler, fikri mülkiyet<br />

haklarının, rekabetin ve tüketicinin uluslararası standartta korunmaması gibi eksiklikler de<br />

<strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>nin ülkemize gelmesinde engel teşkil etmiştir.<br />

1980 sonrasında Türkiye ekonomisi dışa açılmaya başlamış buna bağlı olarak da<br />

büyümede önemli artışlar sağlamıştır. Ancak 1980’lerin ikinci yarısından itibaren uzun<br />

vadeli iktisat politikalarının izlenmesi ve bütçe disiplinin sağlanmasında başarılı<br />

olunamaması 90’lı yıllara gelindiğinde bütçe disiplininin kaybolmasına buna bağlı olarak<br />

bütçe açıklarının iç borçlanma yoluyla finanse edilmesi, çok büyük bir iç borç yüküne sebep<br />

olmuştur. Bununla birlikte bu dönemde bütçe denkliği sağlanmadan <strong>sermaye</strong> hareketlerin<br />

serbestleştirilmesi, iktisadi dalgalanmaları arttırmış ve 1990 sonrasında Türkiye iç ve dış<br />

kaynaklı dört büyük iktisadi krizle (1994, 1999, 2000, 2001) karşı karşıya kalmıştır.<br />

Tüm bu sorunlar ve krizlerden sonra Türkiye, <strong>doğrudan</strong> <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong><br />

<strong>yatırımları</strong>nı etkilemek için 4875 sayılı “Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu”nun 17<br />

Haziran 2003 tarihinde yürürlüğe sokmuştur. Bu yasanın hayata geçmesiyle birlikte son<br />

yıllarda <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>nda rekor düzeyde artış gerçekleşmiştir. Bu artışın<br />

sebepleri arasında; Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylığının kabul edilmesi, enerji başta<br />

128


olmak üzere alt yapı projelerine özel sektörün ve <strong>yabancı</strong> yatırımcıların yatırım<br />

yapabilmesinin imkan dâhiline girmesi, yürürlüğe konan ekonomik istikrar tedbirlerinin<br />

olumlu yönde etkiler vermesi gösterilebilir.<br />

Türkiye, 2007 yılındaki yaklaşık 22 milyar dolar tutarında uluslararası <strong>doğrudan</strong><br />

<strong>sermaye</strong> girişiyle dünya genelinde 23. sırada, gelişmekte olan ülkeler arasında ise<br />

dokuzuncu sırada yer almıştır. 2007 yılı itibariyle Türkiye’de ilk beste yer alan <strong>yabancı</strong><br />

yatırımlar, Garanti Bankası, Turkcell Đletişim, Türk Telekom, Dış Bank ve Yapı Kredi<br />

Bankası’nın DYY’ler tarafından satın alınmalarıyla gerçekleşmiştir. Türkiye’ye gelen DYY,<br />

bankacılık ve iletişim sektöründe yoğunlaşmaktadır. Yabancı yatırımcılar bu sektörleri<br />

Türkiye’de kısa vadede kar elde edici ve verimli gördüklerinden dolayı ağırlıklı olarak<br />

yatırım tercihlerini bu noktada belirlemişlerdir. Türkiye’de bugüne kadar yapılmış olan<br />

<strong>yabancı</strong> yatırımlar içinde yer alan en büyük <strong>sermaye</strong>li ilk yirmi firmanın, toplam <strong>yabancı</strong><br />

yatırımlar içindeki paylarına ve sektörlerine bakıldığında da DYY’lerin önemli bir kısmının<br />

hizmet sektöründe yer aldığı, imalat sanayinde yer alan kısmın ise daha düşük bir orana<br />

sahip olduğu görülmektedir. Tarımda ise çok az oranda <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li şirket<br />

görülmektedir. Bu ilk yirmi <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>li şirket, toplam <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n %43 gibi<br />

oldukça büyük bir kısmını teşkil etmekte olup sadece ilk beş firmanın genel toplam içindeki<br />

payı %20’dir. Türkiye’ye gelen <strong>yabancı</strong> <strong>yatırımları</strong>n, imalat sanayine gelmemesi,<br />

Türkiye’nin ihtiyacı olan istihdamı azaltacak, ihracat ile büyümeyi arttıracak yatırım şekline<br />

uyum göstermemektedir. Mevcut girişler finans ve bankacılıkta yoğunlaşırken, perakende<br />

sektöründeki yatırımlar ticaret de dâhil olmak üzere hizmet sektörüne kaymaktadır.<br />

Haberleşme ve finans <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong>nin yoğunlaştığı sektörler olarak öne çıkmaktadır. Bu<br />

görünüşüyle <strong>yabancı</strong> yatırım; katma değer yaratan değil, içeride üretilen katma değeri dışarı<br />

taşıyan bir eğilim ortaya koymaktadır.<br />

Gelen büyük <strong>yatırımları</strong>n şirket birleşmeleriyle veya şirket satın almalarıyla<br />

gerçekleşmesi sonucu, istihdam ve büyüme üzerine katkısı olmamaktadır. Yapılan en<br />

önemli <strong>yatırımları</strong>n mevcut olan şirketleri satın alarak gerçekleşmesi ya da özelleştirme<br />

yoluyla ülkemize gelmesi, mevcut olan istihdam yapısını etkilememekte yeni iş olanakları<br />

sunmamaktadır. Eğer Türkiye <strong>yabancı</strong> <strong>sermaye</strong> <strong>yatırımları</strong>ndan istenilen verimi elde etmek<br />

istiyorsa, şirketleri daha fazla üretim alanına yöneltmelidir. Đmalat sanayine olan <strong>yatırımları</strong><br />

arttırmalıdır. Bunlara bağlı olarak kendi beşeri <strong>sermaye</strong>sini arttırmalıdır. Yapılacak<br />

<strong>yatırımları</strong>n daha çok emek gücüne ihtiyaç duyulan sektörlere yöneltmelidir.<br />

129


KAYNAKÇA<br />

Acar Yalçın, (2002), Đktisadi Büyüme ve Büyüme Modelleri, Vipaş A.Ş., Bursa<br />

Acar Mustafa, (2002), Ekonomik, Siyasal, Sosyo-Kültürel Boyutlarıyla Küreselleşme:<br />

Tehdit mi, Fırsat mı?, Liberal Düşünce Dergisi, Kış-Bahar, s.13-26.<br />

Açıkalın Sezgin, Gül Ekrem ve Yaşar Ercan, (2006), Ücretler ve Büyüme ile Doğrudan<br />

Yabancı Yatırımlar Arasındaki Đlişkinin Ekonometrik Analizi, Dumlupınar<br />

Üniversitesi <strong>Sosyal</strong> <strong>Bilimler</strong> Dergisi, Sayı:16, Kütahya 2006<br />

sbe.dpu.edu.tr/16/271-282.pdf (e.t.03/02/2009)<br />

Ağır Hüseyin, (2004), Türkiye’de Beşeri Sermaye ve Ekonomik Büyüme: Nedensellik Testi,<br />

http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=234,<br />

(e.t.10/02/2009)<br />

Akaya Yüksel, (2001), Küreselleşme, Sendikasızlaştırma ve Yoksullaştırma,<br />

paribus.tr.googlepages.com/y_akkaya6.doc (e.t.03/02/2009)<br />

Akçaoğlu Emin, (2002), Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları Hakkında Bir Not…,<br />

http://www.akcaoglu.net/2002/08/19/1/ (e.t.22/08/2007)<br />

Akdemir Ali, (1998), Vizyon Yönetimi, Bayrak Matbaa Ltd., Đstanbul<br />

Akgüç Öztin, (1991), Ekonomide Gerçeği Arayış, Bağlam Yayınları, Đstanbul<br />

Aktan Coşkun Can, (2002), Politik Đktisat, Anadolu Matbaası, Đzmir<br />

http://www.canaktan.org/ekonomi/iktisat-okullari/okullar/merkantilizmfizyo.htm<br />

(e.t.03/02/2009)<br />

Aktan Coşkun Can, (2004), Globalleşme, www.dtm.gov.tr/ead/DTDERGI/tem98/global.ht<br />

(e.t.21/01/2008)<br />

Aktan Coşkun Can ve Vural Đstiklal, (2004), Globalleşme Sürecinde Çokuluslu Şirketler,<br />

http://www.canaktan.org/ekonomi/cok-uluslu/aktan-makale.pdf<br />

(e.t.03/02/2009)<br />

Akyüz Yılmaz, (1984), Fiyat Mekanizması ve Makro Ekonomik Dengesizlikler, Yurt<br />

Yayınları, Ankara<br />

Alfaro, Laura, Chanda Areendam, Kalemli-Ozcan Sebnem and Sayek Selin, (2001), FDI<br />

and Economic Growth: The Role of Financial Markets, Harvard Business<br />

School, Working Paper 01-083.<br />

Alp Ali, (2000), Finansın Uluslararasılaşması, Yapı Kredi Yayınları, Đstanbul<br />

130


Alper C. Emre ve Öniş Ziya, (2001), Finansal Küreselleşme Demokrasi Açığı ve Yükselen<br />

Piyasalarda Yaşanan Sürekli Krizler: Sermaye Hareketlerinin Liberalleşmesi<br />

Sonrası Türkiye Deneyimi, Doğu-Batı Dergisi<br />

Aren Sadullah, (1992), Đstihdam, Para ve iktisadi Politika, Savaş Yayınlan, Ankara<br />

Arslan Đbrahim ve Kökocak Kadir A., (2006), Kırgızistan’ın Ekonomik Gelişmesinde<br />

Yabancı Sermaye Fırsatı,<br />

www.tdcif.org/2008/sunulmayanbildiriler/135128.doc (e.t.22/08/2007)<br />

Aşıkoğlu Yaman, (1995), Finance, Exchange Rates & Financial Liberalization, Sermaye<br />

Piyasası Kurulu Yayınları, Ankara<br />

Ateş Sanlı, (1996), Ekonomik Büyümeye Yaklaşımlar ve Yakınsama Sorunu, Çukurova<br />

Üniversitesi Đktisadi ve Đdari <strong>Bilimler</strong> Fakültesi Dergisi, Cilt 6, Sayı 1<br />

Aydın Nurhan, (1997), Uluslararası Doğrudan Yatırımlar ve Ortak Girişimler, Anadolu<br />

Üniversitesi Yayınları, Eskişehir<br />

Ayhan Fırat, (2008), Krizlere Neden Olan Krediler,<br />

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=137971 (e.t.02/02/2009)<br />

Bağdadıoğlu Enis, (2006), Türkiye’de Đstihdam ve Đşsizlik,<br />

statik.iskur.gov.tr/tr/rapor_bulten/genel_kurul_karar_ve_raporları/3.Genel%2<br />

0Kurul%20Kararları.pdf (e.t.03/02/2009)<br />

Balasubramanyam, Salisu Mohammed, and Sapsford David, (1999), Foreign Direct<br />

Investment as an Engine of Growth, Journal of International Trade and<br />

Economic Development, 8 (1)<br />

Balasubramanyam, Venkataraman N., Salisu Mohammed A. and Sapsford David, (1996),<br />

Foreign Direct Investment and Growth in EP and IS Countries, Economic<br />

Journal, 106 (1)<br />

Barbaros R. Funda, (2004), Küreselleşme Sürecinde Devletin Rolü: Türkiye Üzerine Bir<br />

Değerlendirme, Türkiye Đktisat Kongresi Tebliğ Sunuşları Kitapçığı, DPT,<br />

Đzmir<br />

Basu P., Chakraborty C. and Reagle D., (2003), Liberalization, FDI, and Growth in<br />

Developing Countries: A Panel Cointegration Approach, Economic Inquiry,<br />

41 (3)<br />

131


Bayraktutan Yusuf, (2003), Bilgi ve Uluslar arası Ticaret Teorileri, Cumhuriyet Üniversitesi<br />

Đktisadi ve Đdari <strong>Bilimler</strong> Dergisi, Cilt 4, Sayı 2,<br />

(http://www.cumhuriyet.edu.tr/edergi/makale/195.pdf). (e.t.03/02/2009)<br />

Berber Metin, (2006), Đktisadi Büyüme ve Kalkınma, Derya Kitabevi, Trabzon<br />

Berthélemy Jean-Claude and Démurger Sylvie, (2000), Foreign Direct Investment and<br />

Economic Growth: Theory and Application to China, Review of Development<br />

Economics, 4 (2)<br />

Biçerli Mustafa Kemal, (2004), Đşsizlikle Mücadelede Aktif Đstihdam Politikaları, Anadolu<br />

Üniversitesi Yayınları, Eskişehir<br />

Blomström Magnus, Lipsey Robert E., and Zejan Mario, (1992), What Explains Developing<br />

Countries Growth?, National Bureau of Economic Research (NBER),<br />

Working Paper No. 4132<br />

Boratav Korkut, (2006), Türkiye Đktisat Tarihi, Đmge Yayınları, Đstanbul<br />

Borensztein, Eduardo, De Gregorio Jose, and Lee Jong-Wha (1998) “How Does Foreign<br />

Direct Investment Affect Economic Growth?”, Journal of International<br />

Economics, 45 (1)<br />

Bozdağ Nihat ve Bozdağ Emre Güneşer, (2006), Ülkelerin Kişi Başına Gelirlerinin<br />

Karşılaştırılmasında Bozdağ Nüfus Etkinliği Katsayısı ve Endeksi, Ankara<br />

www.tuik.gov.tr/ias/ias06/oturumI-2/nihatbozdağdüzlt.doc (e.t.03/02/2009)<br />

Böngör Berrin, (2006), Türkiye’de Yabancı Sermaye Konusundaki Son Gelişmeler, Stratejik<br />

Öngörü: Uluslararası Ekonomi Politik, TASAM Yayınları, Sayı:9, Đstanbul<br />

Cam Erdem, (2003), Türk Đstihdam Politikasında Çalışan Kadınlar ve Uygulanan<br />

Politikalar, Çelik Đş Sendikası Aylık Yayın Organ,ı Yıl:3 Sayı:11 Ankara<br />

http://www.celik-is.org/egitim/dergi/calisan_kadinlar1.pdf (e.t.03/02/2009)<br />

Campos, Nauro F., and Kinoshita Yuko, (2002), Foreign Direct Investment as Technology<br />

Transferred: Some Panel Evidence from the Transition Countries, The<br />

Manchester School, 70 (3)<br />

Candemir Akyan, (2007), Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının Ekonomik Büyümeye<br />

ve Đstihdam Üzerine Etkileri, Đzmir<br />

www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1721&id=87 - 17k<br />

(e.t.22/08/2007)<br />

132


Carkovic Maria and Levine Ross, (2002), Does Foreign Direct Investment Accelerate<br />

Economic Growth?, Financial Globalization: A Blessing or a Curse, World<br />

Bank Conference<br />

Chambers Nurgul, (2008), Hedge Fonlar, Niğde Üniversitesi ĐĐBF Dergisi, Cilt:1, Sayı: 1<br />

Choe, Jong Il (2003), Do Foreign Direct Investment and Gross Domestic Investment<br />

Promote Economic Growth?, Review of Development Economics, 7(1)<br />

Chowdhury Abdur and Mavrotas George (2005), FDI and Growth: A Causal Relationship,<br />

United Nation University, WIDER (World Institute for Development<br />

Economics Research), Research Paper No. 2005/25.<br />

Copenhagen, Development Economics Research Group (DERG), Discussion Papers,<br />

http://www.econ.ku.dk/wpa/pink/2004/0430.pdf (12.10.2005).<br />

Coştu Yakup, (2005), Küreselleşme Üzerine Bazı Düşünceler, Gazi Üniversitesi Çorum<br />

Đlahiyat Fakültesi Dergisi, 2005/1-2, cilt: IV, sayı: 7-8<br />

www.corilaf.gazi.edu.tr/turkce/dergi/icerik/sayi78/makale5.pdf -<br />

(e.t.22/08/2007)<br />

Çakır Serkan, (2006), Đçsel Büyüme ve Ekonomik Yapı, www.geocities.com (e.t.02/04/2007)<br />

Çapraz Đlkay ve Demircioğlu Đpek, (2003), Türkiye’den Yurtdışına Doğrudan Sermaye<br />

Yatırımları veTürk Yatırımcıları, ĐTO Yayın No:2003/14, Đstanbul<br />

Çetinkaya Murat, (2002), Türkiye Ekonomisinde Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının<br />

Sektörel Dağılımının Önemi, Konya<br />

www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/makaleler%5CMurat%20ÇETĐNKAY<br />

A%5CÇETĐNKAYA,%20MURAT%20en%20son.pdf (e.t.22/08/2007)<br />

Çoban Aykut, (2002), Küreselleşmeye Karşı Olmak: Olanaklar ve Sınırlılıklar, Ankara<br />

www.politics.ankara.edu.tr/dosyalar/kureselesmeyekarsi.pdf (e.t.05/01/2008)<br />

Dağdelen Đlhan, (2004), Liberalizasyon, Uluslararası Đnsan <strong>Bilimler</strong>i Dergisi, Ankara<br />

De Mello Jr., Luiz R. (1997), Foreign Direct Investment in Developing Countries and<br />

Growth: A Selective Survey, Journal of Development Studies, 34(1)<br />

De Mello Jr., Luiz R. (1999), Foreign Direct Investment-Led Growth: Evidence from Time<br />

Series and Panel Data, Oxford Economic Papers, 51(1)<br />

Demir Osman, (2002), Durgun Durum Büyümeden Đçsel Büyümeye, C.Ü. Đktisadi ve Đdari<br />

<strong>Bilimler</strong> Dergisi, Cilt 3, Sayı 1, Sivas<br />

http://www.cumhuriyet.edu.tr/edergi/makale/127.pdf (e.t.03/02/2009)<br />

133


Demircan Hayrettin, (2003), Dünya’da ve Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları, Hazine<br />

Uzmanı Teşvik ve Uygulama Genel Müdürlüğü Mart<br />

http://www.hazine.gov.tr/arastirma_inceleme/ar_inc_35.pdf (e.t.08/02/2008)<br />

Demirel Demokaan, (2006), Küresel Eksende DevletinYeni Kimliği: Etkin Devlet, Sayıştay<br />

Dergileri, Sayı 60 Ankara<br />

Devlet Đstatistik <strong>Enstitüsü</strong>, (2000), Milli Gelir Kavramı ve Tahmin Yöntemleri, Ankara<br />

http://www.die.gov.tr/sozluk/milhest.htm (e.t.03/02/2009)<br />

Dinler Zeynel, (1997), Đktisada Giriş, Ekin Kitabevi, Bursa<br />

Dinler Zeynel, (2000), Đktisada Giriş, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa<br />

Dirimtekin Halil, (1981), Makro Đktisat, Bizim Kitabevi, Eskişehir<br />

Doğan Cem, (2006), Ekonomik ve Mali Politikaların Gelir Dağılımına Etkisi 1980–2005,<br />

Đmge Yay, Đstanbul<br />

Doğruel A. Suut ve Doğruel Fatma, (2005), Türkiye’de Enflasyonun Tarihi, TCMB<br />

Yayınları, Ankara<br />

Duran Mustafa, (2004), Teşvik Politikaları ve Doğrudan Sermaye Yatırımları, Başbakanlık<br />

Hazine Müsteşarlığı, Ankara<br />

Dünya Bankası, (2006), Türkiye Đşgücü Piyasası Raporu, Dünya Bankası Yayınları, 2006<br />

http://siteresources.worldbank.org/INTTURKEY/Resources/Ozet-<br />

Overview.pdf (e.t.03/02/2009)<br />

Efe Birol, (2002), Küreselleşme Sürecinde Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının<br />

Analizi Đzmir Örneği, Đzmir Ticaret Odası<br />

Eğilmez Mafhi ve Kumcu Ercan, (2004), Ekonomi Politikası Teori ve Türkiye Uygulaması,<br />

Remzi Kitapevi, Đstanbul<br />

Ekin Nusret, (2000), Türkiye’de Yapay Đstihdam ve istihdam Politikaları, Mega Ajans<br />

Yayınları, Đstanbul<br />

Ekinci Alper, (2004), Doğrudan Yabancı Yatırımların Kalkınmaya Katkılarının Çin-Türkiye<br />

Perspektifinde Karşılaştırmalı Analizi (1980-2000), Yüksek Lisans Tezi<br />

Isparta http://kutuphane.sdu.edu.tr/index.php?kat=4 (e.t.03/02/2009)<br />

Emil Dilek, (2003), Cumhuriyetin Kuruluşundan Günümüze Đzlenen Yabancı Sermaye<br />

Politikaları, Hazine Dergisi,Ankara, http://www.enerii.gov.tr/<br />

(e.t.05.12.2006)<br />

134


Emil Ferhat ve Tuğrul Vehbi M., (2003), Uluslararası Sermaye Hareketleri ve Kalkınma:<br />

Türkiye Örneği, Ekonomik Yaklaşım Dergisi, Gazi Üniversitesi Đktisat<br />

Bölümü, Sayı:48, Cilt:14, Ankara<br />

Erdoğan Savaş, (2006), Türkiye’nin Đhracat Yapısındaki Değişme ve Büyüme Đlişkisi:<br />

Koentegrasyon ve Nedensellik Testi Uygulaması, Karamanoğlu Mehmetbey<br />

Üniversitesi Đ.Đ.B.F Dergisi, Sayı Haziran 2006, Karaman<br />

Ercan Nihal Yener,(2000), Đçsel Büyüme Teorisine Genel Bir Bakış,DPT Stratejik<br />

Araştırmaları Başkanı, Ankara<br />

ekutup.dpt.gov.tr/planlama/42nciyil/ercanny.pdf – (e.t.15/01/2008)<br />

Erginay Akif, (1957), Milli Gelir Mefhumu ve Türkiye Milli Geliri Hakkında Kısa Bir<br />

Tetkik, Ankara auhf.ankara.edu.tr/dergiler/auhfd-arsiv/AUHF-1957-14-01-<br />

04/AUHF-1957-14-01-04-Erginay.pdf (e.t.03/02/2009)<br />

Erken Nazım, (1986), Uluslararası Bankacılık ve Türkiye Örneği, Türkiye Đş Bankası Kültür<br />

Yayınları, Đstanbul,<br />

Ertekin Özgür, (2002), Çokuluslu Đşletmeler, Ankara<br />

Ertop Kıvanç, (2006), Makro Đktisat, Marmara Üniversitesi Yayınları, Đstanbul<br />

Gediz Burcu ve Yalçınkaya Hakan, (2000), Türkiye’de Đstihdam-Đşsizlik ve Çözüm<br />

Önerileri: Esneklik Yaklaşımı, Manisa<br />

www.geocities.com/ceteris_paribus_tr2/gediz3.doc (e.t.18/12/2007)<br />

Gökçe Cem, (2007), Ekonomik Büyüme Sürecinde Enerjinin Değişen Rolü, Yüksek Lisans<br />

Tezi, Afyonkarahisar<br />

Gökkaya Murat ve Akın Ali Rıza, (2006), Đktisadi Büyüme ve Doğrudan Yabancı Yatırım<br />

Đlişkisi, www.geocities.com/vergilendirme/dyy.doc (e.t.28/01/2008)<br />

Gökkaya Murat, (2006), Sıcak Para Olgusunun Ülke Ekonomileri Üzerindeki Etkileri<br />

Açısından Tobin Vergisinin Đncelenmesi, Ankara<br />

www.geocities.com/vergilendirme/sicakpara.doc (e.t.22/08/2007)<br />

Görgün Tuğrul, (2004), Doğrudan Yabancı Yatırımların Tarihsel Gelişimi Çerçevesinde<br />

Yatırımların Geliştirilmesinin Etkin Kurumsal Yapılanmaları, Uygulama ve<br />

Koordinasyon Başkanlığı, Ankara<br />

www.tpankara.org.tr/tur/haber/uzmantez/tugrulgorgun.pdf (e.t.22/08/2007)<br />

135


Gövdere Bekir, (2003), Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının Belirleyicilerinin<br />

Günümüzde Geçerliliği, Isparta<br />

www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/EAD/TanitimKoordinasyonDb/yab_ser.d<br />

oc (e.t.03/02/2009)<br />

Güçlü Yücel, (2004), Yabancı Sermaye Çekimi Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması<br />

Anlaşmaları, www.mfa.gov.tr/turkce/grupe/ues8/yabanci<strong>sermaye</strong>.htm<br />

(e.t.18/012008)<br />

Güler Ayman Birgül, (2003), Devlette Reform, Mimarlar Odası,<br />

www.mimarlarodasiankara.org/dosya/birgulaymanguler.pdf (e.t.03/02/2009)<br />

Gündoğan Naci, (2002), Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ve Đstihdam Üzerine<br />

Etkileri, Đstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No:26<br />

Gündoğan Naci, (2007), Çalışan Yoksullar, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir<br />

Günsoy Güler, (2001), Yeni Teoriler Çerçevesinde Beşeri Sermayenin Büyüme Sürecindeki<br />

Önemi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Đ.Đ.B.F Dergisi, Cilt 2, Sayı 2, Afyon<br />

Gürak Hasan, (2004), Emek-Teknolojik Yenilik ve Büyüme, Değişim Yayınları Đstanbul<br />

Güran Nevzat, (1999), Makro Ekonomik Analiz, Anadolu Matbaacılık, Đzmir<br />

Güven H. Sami, (1995), <strong>Sosyal</strong> Politikanın Temelleri, Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa<br />

Güzelcik Ebru, (1999), Küreselleşme ve Đşletmelerde Değişen Kurum Đmajı”, Sistem<br />

Yayıncılık, Đstanbul<br />

Habermas Jurgen, (2002), Küreselleşme ve Milli Devletin Akıbeti, (çev. Medeni Beyaztaş),<br />

Bakış Yayınları, Đstanbul<br />

Halk Bankası, (2007) http://www.halkbank.com.tr/channels/30.asp?id=698 03/02/2009<br />

(e.t.18/012008)<br />

Hansen Henrik and Rand John (2004), On the Causal Links between FDI and Growth in<br />

Developing Countries, Institute of Economics, University of Copenhagen.<br />

Department of Economics<br />

Hazine Müsteşarlığı, (2007), Yabancı Sermaye Đstatistikleri, Ankara, 2007<br />

(http://www.hazine.gov.tr/stat/yabser.htm) (e.t.18/01/2008)<br />

Hazine,(2000), Reel Ekonomi, Ankara www.hazine.gov.tr/arastirma/reel_ekonomi.pdf<br />

(e.t.14/12/2007)<br />

Hırst Paul ve Thompson Grahama, (1998), Küreselleşme Sorgulanıyor, Dost Kitabevi<br />

Yayınları, çev. Çağla Erdem Ankara<br />

Hiç Muharrem, (1988), Büyüme ve Gelişme Ekonomisi, Menteş Yayınları, Đstanbul,<br />

136


Hiç Mükerrem, (1994), Büyüme ve Gelişme Ekonomisi, Filiz Kitabevi Đstanbul<br />

Hiç, Mükerrem, (1975), Büyüme Teorileri ve Gelişen Ekonomiler, Đstanbul Üniversitesi<br />

Yayınları, Đstanbul<br />

Đnandım Şeyda, (2005), Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ile Reel Döviz Kuru Etkileşimi,<br />

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Uzmanlık Yeterlilik Tezi<br />

http://www.tcmb.gov.tr/kutuphane/TURKCE/tezler/seydainandim.pdf<br />

(e.t.18/02/2008)<br />

Đşeri Müge ve Aktaş Zeynep, (2006), Đmkb’de Yabancı Pörtföy Yatırımlarındaki Hareketler,<br />

Đstanbul www.econturk.org/Turkiyeekonomisi/muge1.doc (e.t.03/02/2009)<br />

Jones Charles, (2001), Đktisadi Büyümeye Giriş, Literatür Yayıncılık, Đstanbul<br />

Kar Muhsin ve Kara M. Akif, (2004), Türkiye’de Sermaye Hareketlerinin Makro Ekonomik<br />

Etkileri, KSÜ <strong>Sosyal</strong> <strong>Bilimler</strong> Dergisi, Sayı:l(l)<br />

Karaçor Zeynep, (2006), Öğrenen Ekonomi Türkiye: Kasım 2000-Şubat 2001 Krizinin<br />

Öğrettikleri, Konya<br />

www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/makaleler%5CZeynep%20KARAÇOR<br />

%5CKARAÇOR,%20ZEYNEP.pdf (e.t.01/02/2008)<br />

Karagöz Kadir, (2007), Doğrudan Yabancı Yatırımların Đstihdama Etkisi: Türkiye Örneği,<br />

Malatya web.inonu.edu.tr/~eisemp8/bildiri-pdf/Karagoz.pdf (e.t.03/02/2009)<br />

Karakayalı Hüseyin, (1991), Makro Ekonomi, Bigehan Basımevi, Đzmir<br />

Karaköy Çağatay, (2006), Orta Asya’da Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları:<br />

Politikaları, Stratejileri Ve Teşvikler Üzerine Değerlendirme, Ç.Ü. <strong>Sosyal</strong><br />

<strong>Bilimler</strong> <strong>Enstitüsü</strong> Dergisi, Cilt 15, Sayı 2,<br />

http://sosyalbilimler.cu.edu.tr/dergi/dosyalar/2006.15.2.330.pdf<br />

(e.t.03/02/2009)<br />

Karatepe Yalçın, (2003), Uluslararası Bankacılık,<br />

politics.ankara.edu.tr/~karatepe/ifinance/UluslB.pdf (e.t.03/02/2009)<br />

Kargül Doğan, (1983), Makro Ekonomi, Birsen Yayınları, Đstanbul<br />

Karluk Rıdvan, (2001), Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımlarının Ekonomik Büyümeye<br />

Katkısı. Ekonomik Đstikrar, Büyüme ve Yabancı Sermaye, TCMB Yayınları<br />

Karluk Rıdvan, (2002), Uluslararası Ekonomi: Teori ve Politika, Beta Basım Yayım,<br />

Đstanbul<br />

Kaya, A. Ayşen, (1998), Büyüme Teorileri, Etam Matbaa, Eskişehir<br />

137


Kaymak Hasan, (2005), Yabancı Doğrudan Yatırımları Artırmak Đçin Teşvikler Gerekli<br />

ve/veya Yeterli Mi?, Maliye Dergisi, Sayı 149 Mayıs – Aralık<br />

193.255.144.134/calismalar/yayinlar/md/149/hasankaymak.pdf -<br />

(e.t.22/08/2007)<br />

Kazgan Gülten, (1994), Yeni Ekonomik Düzende Türkiye’nin Yeri, Altın Kitaplar Yayınevi<br />

Kibritçioğlu, Aykut, (1998), Đktisadi Büyümenin Belirleyicileri ve Yeni Büyüme<br />

Modellerinde Beşeri Sermayenin Yeri, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 53<br />

(1-4), Ankara<br />

Kocadaş Bekir, (2004), Küresellesme Tehdidi ve Türkiye,<br />

www.politikcity.de/forum/archive/index.php/t-12689.html (e.t.03/02/2009)<br />

Köse Ömer, (2003), Küreselleşme Sürecinde Devletin Yapısal ve Đşlevsel Dönüşümü,<br />

Sayıştay Dergileri, Sayı 49 Ankara<br />

Kula Ferit, (2003), Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Etkiliği: Türkiye Üzerine<br />

Gözlemler, C.Ü. Đktisadi ve Đdari <strong>Bilimler</strong> Dergisi, Cilt 4, Sayı 2<br />

http://www.cumhuriyet.edu.tr/edergi/dergi.php?name1=iibffakultesi&yil=20<br />

03&cilt=4&sayi=2 (e.t.03/02/2009)<br />

Kula Ferit, (2005), Dolaysız Yabancı Sermaye Yatırımları ve Dış Ticaret,<br />

iibf.erciyes.edu.tr/tartisma/TM0501.pdf (e.t.03/02/2009)<br />

Kutal Gülten ve Büyükuslu A.Rıza, (1996), Çokuluslu Şirketler ve Đnsan Kaynağı Yönetimi,<br />

Der Yayınları, Đstanbul<br />

Kürşad Günaydın Rüştü, (2005), Doğrudan Yabancı Sermayenin Belirleyici Unsurları,<br />

Activeline Yayın, Đstanbul<br />

Lensink Robert and Morrissey Oliver, (2001), Foreign Direct Investment: Flows, Volatility<br />

and Growth in Developing Countries,<br />

www.ub.rug.nl/eldoc/som/e/01E16/01E16.pdf (e.t.10.10.2005).<br />

Lordoglu Kuvvet, Özkaplan Nurcan ve Törüner Mete, (1999), Çalışma Đktisadı, Beta Basım<br />

Yayın Dağıtım, Đstanbul<br />

Mangır Fatih, (2005), Finansal Deregülasyonun (1989–2001) Türkiye Ekonomisi Üzerine<br />

Etkileri: Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri, Konya<br />

www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/makaleler%5CFatih%20MANGIR%5<br />

CMANGIR,%20Fatih.pdf DPT, (e.t.22/08/2007)<br />

Mencinger Jože, (2003), Does Foreign Direct Investment Always Enhance Economic<br />

Growth?, Kyklos, 56(4)<br />

138


Merlevede Bruno and Schoors Koen (2004), Reform, FDI and Economic Growth: Tale of<br />

the Tortoise and the Hare, The University Of Michigan Business School,<br />

William Davidson Institute, Working Paper Number: 730.<br />

Mody, A., and Murshid A. (2002), Growing Up with Capital Flows, Journal of International<br />

Economics, 65<br />

Moosa Imad, (2002), Foreign Direct Investment Theory, Evidence and Practice, New York,<br />

http://bookweb.kinokuniya.co.jp/htmy/0333945905.html (e.t.03/02/2009)<br />

Nair-Reichert, Usha and Weinhold Diana, (2001), Causality Tests for Cross-Country<br />

Panels: A New Look at FDI and Economic Growth in Developing Countries,<br />

Oxford Bulletin of Economics and Statistics, 63 (2)<br />

Nişancı Ensar, (2007), Küreselleşme, Küresellik; Bir Tanıma Doğru,<br />

http://www.birikimdergisi.com/birikim/kisi.aspx?kid=8725 (e.t.22/08/2007)<br />

Nunnenkamp, Peter and Spatz Julius, (2003), Foreign Direct Investment and Economic<br />

Growth in Developing Countries: How Relevant Are Host-country and<br />

Industry Characteristics?, Kiel Institute for World Economics, Working<br />

Paper No.1176.<br />

Obwona, Marios B., (2001), Determinants of FDI and their Impact on Economic Growth in<br />

Uganda, African Development Review, 13 (1)<br />

OECD, (2002), Foreign Direct Investment for Development: Maximising<br />

Benefits,Minimising Costs,<br />

Paris,http://www.oecd.org/dataoecd/47/51/1959815.pdf (e.t.22/08/2006)<br />

Öğütçü Mehmet, (2003), Doğrudan Yabancı Yatırım Kazançlarını Cezbetmek, Kazanmak ve<br />

Sürekliliklerini Devam Ettirmek Đçin Rekabet Etmek,<br />

swww.stradigma.com/turkce/eylul2003/09_2003_11.pdf (e.t.03/02/2009)<br />

Oksay Suna, (1997), Çokuluslu Şirketler Teorileri Çerçevesinde Yabancı Sermaye<br />

Yatırımlarının Đncelenerek Değerlendirilmesi, Ankara<br />

www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/EAD/TanitimKoordinasyonDb/cokulussa<br />

yi8.doc - (e.t.22/08/2007)<br />

Oktay Ertan, (2002), Makro Đktisat Teorisi ve Politikası, Maltepe Üniversitesi Yayınları,<br />

Đstanbul<br />

Ongun M. Tuba, (1993), Finansal Globalleşme, Ekonomik Yaklaşım, Gazi Üniversitesi<br />

Đ.Đ.B.F. Dergisi, Cilt:4, Sayı:9<br />

139


Onur Sara, (2004), Finansal Liberizasyon ve GSMH Büyümesi Arasındaki Đlişki, Kırıkkale<br />

Örnek Đbrahim, (2008), Yabancı Sermaye Akımlarının Yurtiçi Tasarruf ve Ekonomik<br />

Büyüme Üzerine Etkisi: Türkiye Örneği, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi,<br />

Ankara<br />

Öymen Onur, (2000), Geleceği Yakalamak, Remzi Kitapevi, Đstanbul<br />

Özel Đhtisas Komisyonu, (2000), Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları, ÖĐK Raporu,<br />

Ankara www.stradigma.com/turkce/eylul2003/09_2003_11.pdf<br />

(e.t.22/08/2007)<br />

Özgüven Ali, (1996), Đktisat Bilimine Giriş, Filiz Kitabevi, Đstanbul<br />

Özsuca Şerife, (2003), Küreselleşme ve <strong>Sosyal</strong> Güvenlik Krizi, Ankara<br />

http://www.politics.ankara.edu.tr/dergi/ (e.t.03/02/2009)<br />

Öztürk Lütfü, (2004), Serbest Bölgelerdeki Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları:<br />

Dünyadaki Uygulamalara Teoriler Işığında Bir Bakış,<br />

http://www.akdeniz.edu.tr/iibf/dergi/Sayi07/11Ozturk.pdf (e.t.03/02/2009)<br />

Özyıldız R. Hakan, (1998), Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarında Karar Alma<br />

Prosedürü, http://www.econturk.org/hazine13.pdf (e.t.03/02/2009)<br />

Pamuk Şevket, (2007), Dünya’da ve Türkiye’de Đktisadi Büyüme, Đstanbul<br />

http://www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/EAD/KonjokturIzlemeDb/dergi/200<br />

7_Ilkbahar/Sevket_Pamuk.pdf (e.t.03/02/2009)<br />

Papaioannou, Sotiris K. (2004), FDI and ICT Innovation Effects on Productivity Growth: A<br />

Comparison between Developing and Developed Countries,<br />

www.fep.up.pt/conferences/earie2005/cd_rom/Session%20II/II.D/papaioann<br />

ou.pdf (e.t.10.10.2005).<br />

Parasız Đlker, (1991), Modern Büyüme Teorileri, Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa<br />

Parasız Đlker, (1996), Kriz Ekonomisi: Hiper Enflasyon ve Yüksek Enflasyonla Mücadelede<br />

Ünlü Đstikrar Politikaları ve 5 Nisan 1994 Kararları, Ezgi Kitabevi, Bursa<br />

Parasız Đlker, (1997), Modern Büyüme Teorileri: Dinamik Makro Ekonomiye Giriş, Ezgi<br />

Kitabevi, Bursa<br />

Peker Osman, (2004), Parasal Şokların Reel Etkileri: Kuram ve Türkiye Örneği, Ankara<br />

Üniversitesi <strong>Sosyal</strong> <strong>Bilimler</strong> <strong>Enstitüsü</strong> Doktora Tezi, Ankara<br />

Pekin Tevfik, (1987), Ekonomiye Giriş, Bilgehan Basım Evi, Đzmir<br />

140


Pekin Tevfik, (1993), Makro Ekonomi: Para, Milli Gelir, Đstihdam, Bilgehan Basım Evi,<br />

Đzmir<br />

Peterson Wallace, (1994), Gelir Đstihdam ve Ekonomik Büyüme, Erzurum Atatürk<br />

Üniversitesi Yayınları, Erzurum<br />

Ram, Rati and Zhang Kevin. Honglin, (2002), Foreign Direct Investment and Economic<br />

Growth: Evidence from Cross-Country Data for the 1990s, Economic<br />

Development and Cultural Change, 51 (1)<br />

Rodrik Dani, (1999), Küreselleşme Sınırı Aştı Mı?, Kızılelma Yayıncılık Đstanbul<br />

Sağlamer Erdem, (2003), Dolaylı Sermaye Yatırımları ve Dış Yatırımcıların Türk Sermaye<br />

Piyasasına Çekilmesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, Đzmir<br />

web.adu.edu.tr/akademik/sselek/Erdemsaglamer.pdf (e.t.22/08/2007)<br />

Savaş Vural Fuat, (1997), Đktisadın Tarihi, Liberal Düşünce Topluluğu, Ankara,<br />

Savaşır Rebii, (1999), Türkiye ve Avrupa Birliği Ülkelerinde Küçük ve Orta Boyutlu<br />

Đşletmeler Açısından Đstihdam Politikaları, Kamu-Đs Yayınları, Ankara,<br />

Savran Sungur, (1996), Küreselleşme mi, Uluslararasılaşma mı, Sınıf Bilinci, Mülkiye<br />

Dergisi, Sayı:16, Đstanbul<br />

Seyidoğlu Halil, (2001), Uluslararası Đktisat, Turhan Kitapevi, Đstanbul<br />

Seyidoğlu Halil, (2003), Uluslararası Đktisat, Gizem Yay, Đstanbul<br />

Seyidoğlu Halil, (2006), Đktisat Biliminin Temelleri, Kurtis Matbaacılık, Đstanbul<br />

Skousen Mark, (2003), Modern Đktisadın Đnşası, Çeviren: Mustafa Acar, Ekrem Erdem,<br />

Metin Toprak, Liberte Yayınları, Ankara<br />

Sülün Dilara, (2005), Uluslarötesi Đşletmeler, Đzmir<br />

www.izto.org.tr/NR/rdonlyres/B942DEAC-917E-4200-81F5-<br />

2D/CokulusluSirketler.pdf (e.t.03/02/2009)<br />

Şahin Mehmet, (1975), Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları, Ekonomik ve <strong>Sosyal</strong><br />

Yayınlar, Ayyıldız Matbaası, Ankara<br />

Şaylan Gencay, (1997), Küreselleşmenin Gelişimi, Küreselleşme, Ankara, Đmge Kitabevi<br />

Talas Cahit, (1986), Ekonomik Sistemler, Doğan Yayınevi, Ankara<br />

Taş Seyhan, (2006), Fikri ve Sınai Mülkiyet Alanındaki Sorunlar, Gelişmeler ve Türkiye-<br />

AB Đlişkileri Açısından Bir Değerlendirme, Karamanoğlu Mehmetbey<br />

Üniversitesi Đ.Đ.B.F Dergisi, Sayı Haziran 2006, Karaman<br />

141


Tatar Tevfik, (1985), Yatırım Seçimi ve Değerlendirme Teknikleri, Gazi Üniversitesi<br />

Matbaası, Ankara<br />

Tezel Yahya Sezai, (2000), Đktisadi Büyüme, Đmaj Yayınevi Ankara<br />

Thomas L. Friedman, (2000), Küreselleşmenin Geleceği, çev. Elif Özsayar, Đstanbul<br />

Tokol Aysen, (2001), Çokuluslu Şirketler ve Endüstri Đşletmelerine Etkileri, Đş-güç<br />

Dergileri Cilt:3 Sayı:2 Sıra:2<br />

http://www.turkis.org.tr/icerik/makaleistihdamveissizlik.htm (e.t.08/03/2008)<br />

Tokol Aysen, (2001), Endüstri Đlişkileri ve Yeni Gelişmeler, Uludağ Üniversitesi<br />

Güçlendirme Vakfı Yayınları, Yayın No: 173, Bursa<br />

Topak Aydın ve Nayır Dilek Zamantılı, (2007), Uluslarasılaşma Sürecinde Formel ve<br />

Informel Bilgi Kaynaklarının Kullanımı: Türk Nakliye Kuruluşlarının<br />

Görüşleri, Đstanbul<br />

http://www.dileknayir.com/pubs/TopakZamantiliNayir.pdf (e.t.03/02/2009)<br />

Törüner Mete ve Lordoğlu Kuvvet, (2008), Çalışma Ekonomisi, Beta Yayımcılık, Đstanbul<br />

Tuncer Baran, (1968), Türkiye’de Yabancı Sermaye Sorunu, Ankara Üniversitesi Siyasal<br />

Bilgiler Fakültesi yayınları, Ankara<br />

Tuncer Bulutay, (1995), Employment, Unemployment and Wages in Turkey, With An<br />

Introduction by Edmond Malinvaud and Comments By Orhan Güvenen,<br />

International Labour Office, Ankara<br />

Türkay Orhan, (2005), Đktisada Giriş, Anadolu Üniversitesi Yayını, Eskişehir 2005<br />

Türkiye Ekonomi Kurulu, (2003), Büyüme Stratejileri,Türkiye Đktisat Kongresi Büyüme<br />

Stratejileri Çalışma Grubu,. http://www.tek.org.tr/dosyalar/BS_Rapor.pdf<br />

(e.t.03/02/2009)<br />

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, (2007), Yatırım Teşvik Belgesi Nedir?,<br />

www.geredetso.tobb.org.tr/yatirim.doc (e.t.03/02/2009)<br />

Türkyılmaz Murat, (2004), Türkiye’ de Yabancı Sermayeye Đlişkin Hukuksal Düzenlemelerin<br />

Tarihsel Gelişimi ve Konuya Đlişkin Siyasal ve Ekonomik Nedenler, 2004<br />

http://www.turkhukuksitesi.com/makale_142.htm (e.t.02/01/2008)<br />

Uğur Hamit, (2005), Akşehir Ticaret ve Sanayi Odası Projeleri,<br />

http://www.aktso.org.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=1<br />

(e.t.18/09/2007)<br />

Uluatam Özhan, (1998), Makro Ekonomi, Savaş Yayınları, Ankara<br />

142


Ulusoy Ahmet ve Karakurt Birol, (2001), Türkiye’ye Yönelik Sermaye Hareketleri ve<br />

Ekonomik Etkileri, Ekonomik ve Mali Yorumlar Dergisi, Cilt.38:1, Sayı.1,<br />

Ulusoy Ahmet, (1989), Kamu Harcamaları Đktisadi Büyüme Đlişkisinin Türkiye Açısından<br />

Đncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Trabzon<br />

Unay Cafer, (1996), Makro Ekonomi, Ekin Kitabevi, Đstanbul<br />

Unay Cafer, (1999), Makro Ekonomi, Vipaş A.Ş., Bursa<br />

Uygur Ercan, (2001), Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve Şubat Krizleri, Türkiye<br />

Ekonomi Kurumu Tartışma Metni,<br />

www.econturk.org/Turkiyeekonomisi/krizdenkrize.pdf (e.t.03/02/2009)<br />

Ünsal Erdal, (2001), Makro Ekonomi, Đmaj Yayıncılık<br />

Yeldan Erinç, (2001), Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı Üzerine Değerlendirmeler,<br />

Bağımsız <strong>Sosyal</strong> Bilimciler, http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org<br />

(e.t.8.10.2007).<br />

Yeldan Erinç, (2001), Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, Đletişim Yayınevi,<br />

Đstanbul<br />

Yıldırım E., (1996), Büyüme ve Đktisadi Gelişme, Alkım Kitapçılık Yayıncılık, Ankara<br />

Yıldırım Kemal ve Karaman Doğan, (2003), Makro Ekonomi, Eğitim, Sağlık ve Bilimsel<br />

Araştırma Çalışmaları Vakfı Yayınları, Eskişehir<br />

Yıldırım Metin, Özkan Bülent, Halis Muhsin ve Özkan Gökçen, (2007), Yabancı<br />

Girişimciliği Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesine Yönelik Bir<br />

Araştırma, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Đ.Đ.B.F Dergisi, Sayı 12,<br />

Karaman<br />

Yılmaz G. Özlem, (2005), Türkiye Ekonomisinde Büyüme ile Đşsizlik Arasındaki<br />

Nedensellik Đlişkisi, Đstanbul Üniversitesi Đktisat Fakültesi Ekonometri ve<br />

Đstatistik Dergisi, Sayı 2, Đstanbul<br />

Yılmaz Đlhan , (1988), Dünyada ve Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları ve Beklentiler,<br />

Yased, yayın No: 33, Đstanbul<br />

Yükseler Zafer, (2004), Türkiye’de Enflasyonist Süreç ve Etkileyen Faktörlere Đlişkin Bir<br />

Değerlendirme; Düsen Enflasyon Ortamında Yasamak, Çalışma Raporu,<br />

Ankara<br />

143


Yükseler Zafer, (2005), Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ve Đş-Yatırım Ortamı<br />

Đlişkisi, Ankara www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/kitaplar/Rekabetgucu-<br />

YabanciSermaye.pdf (e.t.24/01/2008)<br />

Yülek A. Murat, (1997), Đçsel Büyüme Teorileri, Gelişmekte Olan Ülkeler ve Kamu<br />

Politikaları Üzerine, Hazine Dergisi, Sayı:6, Ankara<br />

Zaim Sabahaddin, (1997), Çalışma Ekonomisi, Filiz Kitapevi, Đstanbul<br />

Zhang, K. Honglin, (2001), Does Foreign Investment Promote Economic Growth? Evidence<br />

from East Asia and Latin America, Contemporary Economic Policy 19 (2)<br />

144


145

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!