Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Yıl:1 . Sayı:1 . Haziran 2015<br />
EKRANIN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ<br />
.<br />
SOKAĞIN SESSİZ SAKİNLERİ<br />
Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Bitirme Projesi Uygulama Dergisi
39 24<br />
13<br />
16<br />
33<br />
20<br />
36<br />
30<br />
18<br />
46
4 Ötekilerin dünyasına yolculuk<br />
Meslek etiği hümanizmasız bir hiçtir<br />
24<br />
6<br />
Öteki ve ötekileştirme<br />
27<br />
Sinemada öteki teması<br />
8<br />
Madun olmanın toplumsal temelleri Istanbul’da bir rum gazetesi:<br />
30<br />
apoyevmatini<br />
11<br />
Bir psikoluğun gözünden öteki bireyler<br />
33<br />
“Seçme şansımız olsaydı öteki olmayı<br />
tercih etmezdik”<br />
13<br />
Ekranın görünmeyen yüzü: set çalışanları<br />
36<br />
Aynı toprakta yabancılaşmak<br />
16 Müzik canını sokakta bulur<br />
39<br />
Sokağın sessiz sakinleri<br />
18 Öteki kütüphane<br />
41<br />
Iletişim öğrencilerine sorduk: nedir sizce<br />
öteki ?<br />
20 Hrant dink vakfı ile nefret söylemi üzerine 46<br />
Yeşil sahaların gizli kahramanları
ÖTEKİL<br />
DÜNYASINA<br />
.<br />
EDITÖRDEN<br />
Hayatta her zaman yeni<br />
başlangıçlar ve yeni düzenler<br />
kurmak zorunda olduğumuz açık<br />
bir gerçek. Bende bundan 4 yıl<br />
önce çıktığım uzun ve zorlu bir yolculuğun<br />
sonuna gelmek üzereyken yazıyorum<br />
sizlere bu satırları. Uzun ve zorlu bir yolculuk<br />
derken tabi ki üniversite yaşamımdan<br />
bahsediyorum. Gerek mutluluk, gerek<br />
hüzün, başarı, başarısızlık gerekse hayal<br />
kırıklığıyla geçirdiğim koskocaman ve<br />
verimli geçen dört yılın sonu... Her güzel<br />
şeyin bir gün biteceği gerçeğini şu sıralar<br />
daha iyi anlıyorum. Büyük bir hevesle<br />
başladığım, her yaptığım işte kocaman<br />
emek verdiğim bu güzel öğrencilik yıllarım<br />
yine tüm layıkıyla ortaya koymak istediğim<br />
bir bitirme projesiyle son bulmak üzere.<br />
Dediğim gibi dört yıllık bir sürecin son<br />
çalışması olacak olan bu proje benim<br />
ortaya koymam gereken büyük bir emeğin<br />
de işaretçisi. Şimdi yine elimden gelenin<br />
en iyisini yapmanın zamanı. Büyük bir<br />
kararsızlık sürecinden sonra aldığım fikirle<br />
birlikte yola çıktım. Bitirme projesi olarak<br />
dergi yapmayı tercih ettim. Seçeceğim<br />
konu hem beni farklı bir alanda daha fazla<br />
fikir sahibi yapmalı, hem de hazırladıklarım<br />
onları okuyacak olan bireylere seçtiğim<br />
konu hakkında farklı ve faydalı fikirler<br />
verebilmeliydi. Derginin konusuna gelecek<br />
olursak; Öteki…<br />
Dergide; aslında hepimizin hayatının<br />
bir tarafında bir bireye ya da farklı bir<br />
alanda var olan herhangi bir şeye karşı<br />
yaptığı öteki yakıştırmasının sonucunda,<br />
ona maruz kalan kişi ya da olguları ne<br />
kadar zor durumda bıraktığına yönelik<br />
farklı yazı türleri ve çalışmalar yer alıyor.<br />
Öteki; bir toplumda çoğunluktan farklı<br />
görülen kişilerin zor durumda kalmasına<br />
neden olan bir söylem. Hepimiz ister<br />
istemez bazı kişileri bu söylemlerin etkisi<br />
altında bırakabiliyoruz. Sevmediğimiz<br />
bir toplumdan gelip bizim ülkemizde<br />
yaşayan azınlıklara karşı yaptığımız bu tip<br />
söylemlerle dahi onların ötekileştirilmesine
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 5<br />
ERİN<br />
YOLCULUK<br />
neden oluyoruz. Bunu yaparken o<br />
kişinin etkisi altında kalacağı ruh halini<br />
göremiyoruz. Ayrımcı söylemin etkisine<br />
giren olay ya da olgular hemen hemen<br />
her toplumda varlığını göstermektedir.<br />
Bizim ülkemizde bir Ermeni’ye ya da<br />
bir kürt’e karşı yapılan bu söylem, farklı<br />
toplumlarda farklı kişilere ya da olaylara<br />
yapılmaktadır. Buradan da anlaşılacağı<br />
üzere ötekileştirme kavramı her toplumda<br />
varlığını göstermekte, fakat etnik yapıya<br />
göre farklılıklar içermektedir. Öteki<br />
kavramı bir kadın, bir sanat eseri ya da<br />
herhangi bir spor dalında dahi varlığını<br />
göstermektedir. Yani ötekileştirilen şey, her<br />
zaman bir insan üzerinde yapılmaz. Sanat<br />
eserlerinde öteki sinema, öteki müzik,<br />
öteki edebiyat gibi söylemler doğmuştur.<br />
Bunun yanında sporunda ötekileştirilen<br />
tarafları vardır. Öteki o kadar geniş bir<br />
kavramdır ki tarihte dahi ötekileştirilen<br />
şeylerle karşılaşabiliriz. Bu kadar derinliği<br />
ve tartışılacak tarafı olan bu kavrama<br />
yönelik kitaplar yazılmakta, akademik<br />
çalışmalar yürütülmekte, televizyonda dahi<br />
çeşitli programlara şahit olmaktayız. İşte<br />
bende bu dergiyi çıkarırken bu kavrama<br />
yönelik farklı alanlarda yazdığım yazılarla<br />
ötekilerin dünyasına küçük bir ışık tutup,<br />
sizleri onların yaşamında küçük bir<br />
yolculuğa çıkarıyorum…<br />
Son olarak bu yolculuğun her zorluğunda<br />
yanımda olan başta danışmanım Yrd.<br />
Doç.Dr. Emel Arık’a, uzakta olmalarına<br />
rağmen bana hep destek olan ve inanan<br />
aileme, dergimin her satırında yaşadığım<br />
zorluklarda yanımda olan Doğukan’a,<br />
tasarım aşamasındaki yardımları için<br />
Ayhan’a, sevgileri ve yardımlarıyla<br />
varlıklarını her zaman hissettiren<br />
arkadaşlarım İlayda, Şafak, Hazal ve<br />
Nagihan’a teşekkür ediyorum…<br />
Selen Neziroğlu
6 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
ÖTEKİLEŞTİRMEVE<br />
Öteki<br />
görüşü<br />
günümüzde sürekli<br />
rastladığımız<br />
,çoğumuzun<br />
görmezden geldiği ve toplumda<br />
büyük sorunlar teşkil eden<br />
bir kavram olarak karşımıza<br />
çıkmaktadır. Öteki bir kavramı<br />
ya da kişiyi diğerlerinden farklı<br />
görmektir. Bu bir kadına ,bir<br />
sanat eserine, bir spor dalına<br />
diğerlerinden farklı bakmak<br />
ve onu ötekileştirmek olabilir.<br />
Yapılan bu kavram yakıştırması<br />
buna maruz kalanları çoğu zaman<br />
zor durumda bırakmaktadır.<br />
Çünkü toplumun genelinden<br />
farklı görülmek kim tarafından<br />
olursa olsun zor bir durumdur.<br />
Kişi kendi için yapılan bu öteki<br />
yakıştırmasını üzerinde taşımak<br />
istemediği halde buna maruz<br />
kalabilir. Bu durum çoğu zaman<br />
böyledir. Bir kadına öteki gözüyle<br />
baktığımızı düşünelim. Yaşanan<br />
bir olayda ona öteki kadın , o<br />
zaten burada olmamalı, onun<br />
buna hakkı yok yakıştırmalı bir<br />
birey için çok zordur. Girdiği her<br />
grupta farklı biri olarak görülmek<br />
kişinin gururunu rencide ederken<br />
aynı zamanda psikolojisinin<br />
bozulmasına da neden olabilir. Bu<br />
durumda birey sağlıklı ve mutlu<br />
bir yaşam süremez. Çoğu insan<br />
bu kavramı günlük hayatında<br />
fazlasıyla kullanırken aslında bir<br />
taraftan da kavramı kullanmanın<br />
olumsuz yanını görememektedir.<br />
Çünkü bir bireye, bir olaya ya da<br />
herhangi bir şeye öteki gözüyle<br />
bakarken aslında karşımızdaki<br />
şeyi incittiğimizin ve onu zor<br />
durumda bıraktığımızın farkında<br />
olamayabiliriz.<br />
“Öteki”, dini etnik ya da kültürel<br />
özellikleri bakımından ana kitleden<br />
farklı olanlar için kullanılan<br />
sosyolojik bir kavramdır. Buradaki<br />
tanımlamanın hâkim anlayışa<br />
göre yapıldığına ve izafi olduğuna<br />
kuşku yok. Mesela Türkiye’de<br />
Türk olmak makbul iken;<br />
Bulgaristan ve Yunanistan’da<br />
“öteki”dir. Dolayısıyla öteki<br />
kavramı yere, zamana ve özellikle<br />
hâkim siyasal paradigmaya göre<br />
değişmektedir. Yönetim biçimleri<br />
de toplumdan topluma farklılık<br />
gösterir. Bu durum kişilerin de<br />
sahip olduğu hakların birbirinden<br />
farklı olduğuna işaret eder. Farklı<br />
haklara sahip olan bireyler bazı<br />
şeyleri kabul etmekte zorlanır ya<br />
da var olan bir düşünceyi kabul<br />
etmek istemezler. Durum böyle<br />
olunca toplumdaki çoğunluğun<br />
görüşünü benimsemeyenler<br />
toplumda azınlık durumuna<br />
düşerler. Bu durum onların<br />
yaşamının zorlaşmasına ve öteki<br />
söylemine maruz kalmalarına<br />
neden olur. Ülkelerde uygulanan<br />
bu tekçi otorite yapısı sonucunda<br />
kendisini merkezin tanımladığı<br />
profilin dışında gören kitleler zor<br />
bir dönemden geçmektedirler. Bu<br />
durum yalnızca o ülkede yaşayan<br />
ve kendi milletinden olan insanlar<br />
için sorun teşkil etmez.<br />
Bir ülkede azınlık olarak yaşayan<br />
kişiler de öteki söylemine sıkça<br />
maruz kalırlar. Ülkemizde de<br />
sıkça şahit olduğumuz alevi, kürt<br />
ya da başka bir milletten olan<br />
insanlara karşı yapılan ve onları<br />
kıracak düzeyde olan dışlama<br />
söylemleri bu kişilerin hayatlarını<br />
olumsuz yönde etkilemektedir.<br />
Toplum tarafından bu şekilde<br />
yargılanan kişiler dışlandıklarında<br />
bazıları buna karşı direnmeye<br />
çalışmıştır fakat büyük bir kısım<br />
bu durumu sineye çekerek<br />
yaşamlarını bu şekilde devam<br />
ettirmişlerdir. Türkiye’de yaşanan<br />
ve genellikle ötekilerin etkilendiği,<br />
Trakya olayları, 20 Kurra askerlik<br />
günleri, Varlık vergisi, Aşkale<br />
Sürgünü, 6-7 Eylül olayları, Kürtçe<br />
konuşmanın yasaklanması gibi<br />
olaylar ötekilerin içe kapanmasına<br />
neden olmuştur.<br />
Öteki kavramı daha çok<br />
bireyler üzerinde kullanılır. Bu<br />
durum kişiler üzerinde yapılan<br />
ötekileştirme kavramlarının daha<br />
fazla gündeme gelmesine neden<br />
olur. Fakat bu kavram yalnızca<br />
bireyler üzerinde kullanılmıyor ne<br />
yazık ki. Bundan etkilenen farklı<br />
gruplarda yaşamımızda mevcut.<br />
Öteki sinema, öteki edebiyat,<br />
öteki müzik, öteki spor gibi farklı<br />
dallar da bu kavrama maruz<br />
kalmaktadır. Yapılan sporlar,<br />
ortaya çıkan edebi eserler, birçok
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 7<br />
başarılı müzik ve müzisyenler<br />
de ne yazık ki de öteki olarak<br />
yargılanmaya devam etmektedir.<br />
Rus Edebiyatının önemli<br />
yazarlarından Dostoyevski,<br />
eserlerinde öteki kavramını sıkça<br />
işleyen yazarlar arasındadır.<br />
Öteki olarak yargılanan insanların<br />
ruh hallerini ve yaşamlarında<br />
çektikleri sıkıntıları eserlerinde<br />
dile getiren yazar, bu konuyu<br />
insanlara açıklamaya çalışan<br />
birçok eseri gerisinde bırakmıştır.<br />
Spor günlük hayatta sağlıklı<br />
yaşam için herkesin yapması<br />
gereken önemli etkinliklerden<br />
biridir. Herkes ilgi alanına göre bir<br />
spor dalını seçer ve onu yapınca<br />
mutlu olur. Profesyonel sporcular<br />
yaptıkları bu faaliyetten para<br />
kazanan ve hayatlarını bununla<br />
devam ettiren kişilerdir. Örneğin<br />
ünlü futbolcular kazandıkları<br />
milyon dolarlarla rahat bir hayat<br />
sürerler. Fakat bu kadar büyük<br />
paraların döndüğü bir spor dalında<br />
futbolcuların dışında çalışanlar<br />
da mevcut. Peki onlara, yani<br />
futbolun görünmeyen yüzlerine<br />
ne demeli? Bazen kale arkasında,<br />
bazen soyunma odasında bazen<br />
tribünlerde… Futbolcular kadar<br />
göz önünde olmadığı için sporun<br />
ötekileştirilen yüzleri? Yaptıkları<br />
işle göz önünde olmayan ve<br />
çoğu insan tarafından değersiz<br />
görülen, gerektiği gibi bir yaşam<br />
süremeyen diğer çalışanlar<br />
spor da ötekinin varlığına birer<br />
örnektirler.<br />
Çeşitli kültürel etkinliklerde de<br />
ayrımcı yapıyı görmek mümkün.<br />
Örneğin müzik, hayatımızın her<br />
alanında var olan bir şey. Müzikle<br />
birlikte ruhumuz dinlenir, bazı<br />
işleri müzik eşliğinde daha keyifle<br />
yaparız. Profesyonel anlamda<br />
müzik yapıp bizlerin gözünde<br />
başarılı olan kişiler toplum için<br />
önemlidir. Bizim yaşantımızda da<br />
Sezen Aksu, Fazıl Say gibi kendini<br />
kanıtlamış ünlü isimler başarılı<br />
yapıtlarıyla toplumda çoğunluğun<br />
beğenisini kazanmışlardır. Peki<br />
müziğin ötekilerine ne demeli.<br />
Sokak müzisyenleri mesela…<br />
İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde<br />
yürürken size eşlik eden bir grup<br />
müzisyenin müzik aletinden çıkan<br />
melodi kimin hoşuna gitmez?<br />
İşte öteki kavramı yaşamın her<br />
alanında karşımıza çıkmaktadır.<br />
Bir şeyin ayrımcı ve farklı<br />
görünmesine neden olan şey<br />
insandan başkası değildir. Bir<br />
birey istemediği bir şeyi toplumda<br />
dışlıyor ve ondan farklı bir<br />
şeymiş gibi bahsediyorsa onu<br />
ötekileştiriyordur, öteki olmaya<br />
mahkum ediyordur. Fakat kişinin<br />
bunu yaparken unutmaması<br />
gereken bir şey vardır; O da bu<br />
duruma bir gün kendisinin de<br />
düşebilme ihtimalidir…
8 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
MADUN OLMANIN<br />
TOPLUMSAL TEMELLERİ<br />
Akdeniz Üniversitesi<br />
Edebiyat Fakültesi<br />
Sosyoloji Bölümü<br />
Araş.Gör.Cihan Ertan
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 9<br />
Her şeyden önce ifade<br />
etmek isterim ki burada<br />
tartışacaklarım ya da<br />
paylaşacaklarım, yeni<br />
bir fikir ortaya koyma amacı<br />
taşımamakta; buna ek olarak,<br />
belki de bilinen ancak çoğu<br />
zaman hararetli tartışmalar<br />
arasında sesleri ve önemi<br />
kaybolup giden, bazı gerçekleri<br />
hatırlatmayı hedeflemektedir.<br />
Bazı ezberler, bozulmaktan<br />
ziyade tekrarlanmayı gerektirir.<br />
Çünkü onların bozulması, yok<br />
sayılması ya da ihmâl edilmesi,<br />
ilintili oldukları sorunun özünü<br />
kavrama ve çözüme giden yolları<br />
önünde büyük bir engel teşkil<br />
edebilmektedir.<br />
Öteki ve/veya madun olma<br />
durumu, oldukça geniş bir<br />
kapsama sahiptir. Bu bağlamda<br />
benim bu kısa yazıda paylaşmak<br />
istediğim, dilimin döndüğünce, bir<br />
toplumsal cinsiyet rejimi içindeki<br />
ötekilik ve madunluk durumu ve<br />
bunun sosyo-kültürel temelleridir.<br />
Buna geçmeden önce, kavramsal<br />
bir karışıklığı önlemek amacıyla,<br />
bir sadeleştirmeye gitmek<br />
istiyorum. Madun kavramının,<br />
farklı yazarlar tarafından değişik<br />
kullanımları söz konusudur.<br />
Ancak genel bir tanımlama<br />
yapmak gerekirse madun, ilk<br />
olarak Gramsci tarafından,<br />
kurulmuş olan politik temsil<br />
yapısının dışında kalan gruplara<br />
işaret etmek üzere kullanılmıştır.<br />
Söz konusu bu kullanım içinde<br />
madun, ırk, sınıf, toplumsal<br />
cinsiyet, cinsel yönelim, etnisite<br />
ya da din açısından aşağıda<br />
konumlandırılan her hangi bir kişi<br />
ya da gruba işaret etmektedir.<br />
Dolayısyla, madun olan kişi ya<br />
da grubun, aynı zamanda, politik<br />
temsil, toplumsal sınıf (sınıf<br />
kavramını sadece ekonomik<br />
bağlamda kullanmıyorum)<br />
ve konumlandırılış açısından<br />
“öteki” olduğu ifade edilebilir.<br />
İzin verirseniz ben, bu satırların<br />
geri kalan kısmında “madun”<br />
kavramını değil; “öteki” kavramını<br />
kullanmayı tercih ederek,<br />
toplumsal cinsiyet ilişkileri<br />
bağlamında ötekileştirilen iki<br />
önemli grubu, kadınları ve cinsel<br />
yönelimi heteroseksüel olmayan<br />
bireyleri tartışmanın merkezine<br />
yerleştireceğim.<br />
Bütün diğer ötekileştirmeler<br />
gibi, toplumsal cinsiyet<br />
temelinde işleyen ötekileştirme<br />
mekanizması da politik bir<br />
anlama sahiptir. Zira, hiyerarşik<br />
bir biçimde yapılandırılmış,<br />
toplumsal cinsiyet rejimi olarak<br />
kavramsallaştırılan, farklı cinsiyet<br />
ve toplumsal cinsiyetler arasındaki<br />
ilişkileri tanımlayan ve belirleyen<br />
yapı, söz konusu hiyerarşinin<br />
üst basamaklarına konumlanmış<br />
olanların, diğerlerinin konumunu<br />
belirlediği, onları yönettiği<br />
ve ötekileştirdiği bir özellik<br />
göstermektedir. Dolayısıyla,<br />
toplumsal cinsiyet temelinde<br />
gerçekleşen ötekileştirmenin<br />
doğasında, güçlülük esasına<br />
dayanan politik bir ilişki vardır.<br />
Söz konusu bu güç ilişkisi içinde,<br />
belirli grupların (örn. kadınlar, gey<br />
erkekler, lezbiyenler, biseksüeller,<br />
transeksüller, travestiler gibi) tâbi<br />
olma durumları ve bunun süreklilik<br />
arz ediyor olmasının temel<br />
nedeni, bu grupların toplumca<br />
kabul edilmiş politik yapılarda<br />
temsil edilmeyişleridir. İşleyen bu<br />
politik mekanizmanın arkasında<br />
yatan ideoloji ataerkilliktir ve<br />
her ne kadar ataerkil eleştirel<br />
tartışmalar ‘modası geçmiş’<br />
olarak değerlendirilse de<br />
hâlâ merkezi öneme sahip bir<br />
konudur. Zira, bugün eşcinsel<br />
bireylerin ve kadınların tâbi<br />
kılınmış pozisyonlarının altında,<br />
ataerkil toplumsal yapı ve ideoloji<br />
yatmaktadır. Çünkü ataerkil<br />
toplumsal düzen, erkeğin kadın<br />
üzerindeki çok yönlü egemenliğine<br />
dayanmaktadır. Buna ek olarak;<br />
bu düzen içindeki meşru tek<br />
cinsel yönelim heteroseksüelliktir<br />
ve bunun dışındaki bütün<br />
pratikler ötekileştirilmekte,<br />
dışarıda bırakılmakta ve bazen<br />
cezalandırılmaktadır. Aynı<br />
zamanda, ‘erkek’ cinsini ‘erkek’<br />
yapanın ne olduğuna, yani<br />
erkekliğe dair katı bir kurallar<br />
silsilesi de söz konusudur.<br />
Dolayısıyla, erkek olmak ve<br />
heteroseksüel olmak arasında<br />
kesin bir ilişki tanımlanmıştır.<br />
Buradan hareketle eşcinsel<br />
erkekler, ataerkil ideolojin tâbi<br />
kıldığı ve ötekileştirdiği en önemli<br />
‘diğerleri’ni oluşturmaktadırlar.<br />
Peki söz konusu bu ataerkil<br />
değerlerin egemen olduğu<br />
toplumsal düzen, kendi varlığını<br />
sağlamlaştırarak kendini nasıl<br />
devamlı kılmaktadır? Aslında<br />
bu, süre giden ve zaman zaman<br />
zemininde bazı aşınmalar<br />
gerçekleşebilse de değişmeyen<br />
bütün toplumsal koşullar için<br />
sorulabilir. Bu noktada önemli<br />
olan, toplumsal gerçekliğin,<br />
bireylerin bilinç düzeylerinin<br />
büyük bir bölümünü oluşturan<br />
ve önemli derecede bir çoğunluk<br />
tarafından paylaşılan, toplumsal<br />
konulara yönelik bilginin,<br />
nasıl nesnel bilgi olarak inşa<br />
edildiğidir. Konumuz bağlamında<br />
tekrar formüle edecek olursak,<br />
kadınların ve heteroseksüel<br />
olmayan kadınların ve erkeklerin<br />
ya da erkekliğin hegemonik
10 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
örüntülerine uymayan diğer<br />
erkekliklerin, toplumsal cinsiyet<br />
rejiminin hiyerarşik yapısı içinde<br />
egemen olan ataerkil değerlere<br />
tâbi olması, kendini nasıl sürekli<br />
yeniden üretmekte ya da büyük<br />
bir toplumsal çoğunluk tarafından,<br />
nesnel bir bilgi olarak nasıl<br />
benimsenmektedir?<br />
Sosyolojik bir perspektiften<br />
hareketle, bunun en temel<br />
kaynağının, toplumsallaşmada<br />
yattığı ileri sürülebilir. Berger<br />
ve Luckmann (1966), The<br />
Social Construction of Reality<br />
(Gerçekliğin Toplumsal<br />
İnşası) isimli çalışmalarında<br />
bireylerin, hali hazırda var olan,<br />
yapılandırılmış bir dünyaya<br />
doğduklarını ve hayatlarındaki<br />
önemli diğerlerinin (ailesi ve<br />
yakın akrabaları gibi) bireylere,<br />
söz konusu bu dünyaya ilişkin<br />
‘nesnel’ bilgileri aktardıklarını<br />
ileri sürmektedirler. Bireyin,<br />
kendi benliği üzerindeki özerkliği<br />
tamamen yadsınmasa da bunun,<br />
çoğu zaman önemli diğerlerinden<br />
edinilen toplumsal nesnel<br />
bilgiyle uyum içinde gerçekleştiği<br />
tartışılmaktadır.<br />
Toplumsallaşma aracılığıyla<br />
kendini sürekli olarak yeniden<br />
üreten nesnel bilgi ve gerçeklik<br />
üzerinden bireyler, çeşitli<br />
içerikleri içselleştirirler ve<br />
bunların önemli bir kısmını da<br />
toplumsal cinsiyete, cinsiyet<br />
rollerine ve erkeklik/kadınlığa<br />
ilişkin içerikler oluşturmaktadır.<br />
Dolayısıyla bireylerin, bir<br />
erkeğin ya da kadının, hangi<br />
davranış örüntülerini sergilemesi<br />
gerektiğine, neyin ‘normal’, neyin<br />
normal dışı’ yani; öteki olduğuna<br />
ilişkin bilgisi bitmek bilmez<br />
toplumsallaşma süreci içinde<br />
gerçekleşmektedir. Erkek; cesur,<br />
atak, korkusuz, heteroseksüel<br />
yönelimli cinselliğine düşkün ve<br />
güçlü; kadın ise; teslimiyetçi,<br />
narin, kamusal alan ve iş<br />
gücündeki artan görünürlüğüne<br />
karşın domestik olmalıdır.<br />
Bu dikotomik (iki uçlu) katı<br />
sınıflandırmalar, ötekileştirmenin<br />
temelini oluşturmaktadır.<br />
Tanımlanan özelliklere sahip<br />
olmayan dışarıda bırakılmaktadır.<br />
Burada önemli ve gözden<br />
kaçırılmaması gereken nokta,<br />
sınıflandırmaların ve onlara<br />
atfedilen niteliklerin, hâkim<br />
heteroseksist ve seksist ataerki<br />
tarafından tanımlanıyor olması ve<br />
aynı zamanda bu hegemonyanın,<br />
kendisini yine bu sınıflandırmalar<br />
üzerinden üretiyor olmasıdır.<br />
Başka bir ifadeyle ataerkil ideoloji,<br />
ötekileştirdiği diğerlerini yok<br />
etme eğilimi sergilemez çünkü<br />
iktidarını, onlar üzerinden sürekli<br />
yeniden üretir. Bu sürecin, bazen<br />
açık bir şekilde kendini gösteren;<br />
bazen de kültürel dokunun en<br />
küçük parçalarına kadar sızmış<br />
ve hissedilmeyen bir özelliği<br />
vardır.<br />
Buradan hareketle erkekliğin<br />
hegemonik örüntüleri karşısında<br />
ötekileştirilen<br />
kadınlar,<br />
lezbiyenler, diğer erkeklikler ve<br />
daha da özelleştirmek gerekirse<br />
eşcinsel erke klerin söz konusu<br />
bu ‘öteki’ konumlarının genel<br />
olarak süreklilik arz etmesinin<br />
nedeninin, ailede başlayıp<br />
daha geniş toplumsal yapı<br />
içerisindeki kurumlar ve gündelik<br />
yaşamın dinamiklerinin içine<br />
işlemiş söylemsel ve pratik<br />
gerçeklikler aracılığıyla süre<br />
giden toplumsallaşma olduğu<br />
ifade edilebilir. Dolayısıyla<br />
toplumsallaşma<br />
olarak<br />
adlandırılan süreç, tahmin<br />
edilenden çok daha geniş bir<br />
kapsama sahiptir. Bununla birlikte<br />
söz konusu süreç, hiç bir zaman<br />
bitmeyen bir nitelik taşımakta<br />
ve iktidar ilişkisi temelinde,<br />
örneğin toplumsal cinsiyet<br />
bağlamında ele alacak olursak,<br />
kadınların ve eşcinsel bireylerin<br />
ötekileştirilmelerinin sürekli<br />
olarak yeniden üretilmesine katkı<br />
sağlamaktadır.<br />
Ötekileştirme, buna aracılık eden<br />
sosyo-kültürel mekanizmalar,<br />
sonuçları ve ötekileştirmenin<br />
nasıl sürekli kılındığı gibi konular,<br />
elbette tek bir nedene bağlı<br />
kalarak açıklanamayacak kadar<br />
kapsamlıdır. Ancak karmaşıklık<br />
derecesi yüksek evrensel kültürel<br />
ilişkileri göz önünde bulundurarak<br />
yapılacak kapsamlı bir analiz de<br />
bu yazının amacını aşmaktadır.<br />
Bu bağlamda, iktidar ilişkileri<br />
çerçevesinde gerçekleşen,<br />
ataerkilliğin ötekileştirme<br />
sürecinin nasıl işlediğini ve<br />
ayakta durduğunu, eksiklikleriyle<br />
de olsa aktarmaya çalıştım.<br />
Bunu yaparken, toplumsallaşma<br />
üzerine yoğunlaşmamın temel<br />
nedeni, daha önce de ifade<br />
ettiğim gibi, sosyal yaşamın<br />
tüm yönlerine ilişkin gerçekliğin<br />
inşası ve bunun bireylere<br />
aktarımı aracılığıyla, yapının<br />
yeniden üretimi üzerindeki<br />
etkileyici rolünün göz önünde<br />
bulundurulması gerektiğidir.<br />
Tüm bu ifadelerin akabinde<br />
ötekileştirme kavramının<br />
açıklanması ve ötekikimliğinin<br />
Sembolik Etkileşimci teori<br />
açısından inceleme gereği<br />
ön plana çıkmaktadır. Böyle<br />
olduğunda ötekileştirmenin ve<br />
ayrımcı söylemin sosyolojik<br />
boyutu tartışılabilir.
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 11<br />
BİR PSİKOLOĞUN GÖZÜNDEN<br />
ÖTEKİ BİREYLER<br />
Akdeniz Üniversitesi<br />
Edebiyat Fakültesi<br />
Psikoloji Bölümü<br />
Yrd. Doç. Dr. Aydın Çivilidağ<br />
İnsan olgusunu biçimlendiren<br />
ya da insanı farklılaştıran<br />
öğeler olarak kişinin öz<br />
benlik ya da kişilik yapısı,<br />
genetik özellikler, aile-ebeveyn<br />
tutumları, eğitim süreci, öğrenme<br />
yaşantıları, yaşanılan coğrafi<br />
yapı, sosyal çevre, kültür, basılı ya<br />
da görsel medya, sosyal medya,<br />
şans vb. birçok unsur sayılabilir.<br />
Bu unsurlar aynı zamanda bireyin<br />
donanımlı, başarılı, kariyer<br />
sahibi veya toplumda öne çıkan<br />
nitelikli bir insan olmasında etkili<br />
olabilecek faktörler olarak da<br />
sıralanabilir. Bu ifadeleri daha<br />
somut bir şekilde açıklamak<br />
gerekirse her toplumda belirli<br />
alanlarda kendini gerçekleştirmiş<br />
insanlara rastlayabiliriz. Kendini<br />
gerçekleştiren insanların<br />
en önemli özellikleri mevcut<br />
koşullarda potansiyellerini ortaya<br />
koymuş insanlardır. Kendini<br />
gerçekleştirmiş insanlara<br />
örnek olarak Türk Ulusunun<br />
istikbalini değiştiren Mustafa<br />
Kemal Atatürk’ü örnek olarak<br />
gösterebiliriz. Atatürk, yaşamı<br />
boyunca müspet ilimi kendisine<br />
rehber almış çağının çok ilerisinde<br />
düşünen özelliklere sahip bir<br />
insandır. Bu özelliğine ilave olarak<br />
Atatürk, vizyonu olan bir lider, iyi<br />
bir asker, başöğretmen, bilim<br />
insanı gibi çok sayıda özellikleri<br />
taşıyan insanlık tarihinde önemli<br />
bir şahsiyettir. Türk toplumunun<br />
içinden çıkan Atatürk, kendini<br />
gerçekleştirmiş insanın<br />
özelliklerini taşıyan insanlığa<br />
örnek bireylerden biridir. Atatürk<br />
gibi insanlık tarihinde iz bırakmış<br />
ya da kendini gerçekleştirmiş<br />
insanlara örnek olarak Napolyon,<br />
Mozart, Pasteur, Albert Einstein,<br />
Nelson Mandela, Mahatma<br />
Gandhi gibi bilim, sanat, politika<br />
ve daha birçok farklı alanlarda<br />
seçkin insanlara rastlamak<br />
mümkündür. Atatürk’ün bu<br />
özelliklere sahip olana kadar o<br />
günün yaşam koşullarını ve onun<br />
bu yaşam koşullarında karşılaştığı<br />
zorluklarla mücadelesini<br />
anlayabilirsek neyi başardığını<br />
daha iyi idrak edebiliriz. Bunun<br />
için 19. Ve 20.Yüzyıl başlarındaki<br />
Türkiye ve dünya koşullarını çok<br />
dikkatli bir şekilde hesaba katmak<br />
gerekir.<br />
Günümüz modern toplum<br />
yaşantısına dönecek olursak<br />
insanların yaşam koşullarının,<br />
gelecek ideallerinin ve
12 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
beklentilerinin popüler yaşamlar<br />
tarafından<br />
etkilendiğini<br />
görebiliyoruz. Popüler yaşamlar,<br />
popüler kültürün etkisiyle öne çıkan<br />
insan figürlerini oluşturmaktadır.<br />
Günümüz dünyasında kendini<br />
gerçekleştirme olgusunun<br />
normlarının değişen yaşam<br />
şartları, sosyal ve ekonomik<br />
koşullara göre farklılaştığını<br />
söyleyebiliriz. Ama değişmeyen<br />
bir tespit Alfred Adler’in bireysel<br />
psikoloji kuramında yer verdiği<br />
“insandaki üstünlük çabası”<br />
kavramıdır. İnsan, bütün gücü<br />
ve enerjisiyle doğa ile ve<br />
diğer insanlarla ilişkilerinde<br />
kendisindeki eksiklikle mücadele<br />
etmektedir. Dünyaya çaresiz,<br />
annenin bakımına muhtaç halde<br />
gelen insan sonraki yaşamında<br />
bu bağımlılıktan kurtulmakta, var<br />
olma mücadelesiyle doğaya ve<br />
diğer insanlara üstünlük kurma<br />
çabasıyla davranmaktadır.<br />
Üstünlük çabası, popüler yaşam<br />
biçimi içinde insanın egoist<br />
dürtü ve isteklerini doyuracak<br />
düzeyde onun her platformda öne<br />
çıkmasına ya da o ana dek fark<br />
edilmemiş “ben ünlüyüm, ben<br />
popülerim, ben en iyisiyim” gibi<br />
egosantrik yapıya dönüşmesine<br />
yol açabilmektedir. Bu egoist<br />
yapıdaki insanların çevresinde<br />
kalan yani spot ışıklarının<br />
altındaki ünlü figürünün kenarında<br />
kalan diğer insanlar, söz gelimi<br />
ünlü bir şarkıcının arkasındaki<br />
orkestrada müzik enstrümanı<br />
çalan bireyler, ya da Televizyonda<br />
bir haber programının tüm<br />
izleyenlere ulaşması için çalışan<br />
kamera arkası tüm ekip, ya da<br />
bir tenis maçında top toplayan<br />
çocuklar bu insanlar hiçbir şekilde<br />
ünlü olan kişilerin toplumdan<br />
gördüğü saygı ve sevgiye<br />
mazhar olamamaktadırlar,<br />
yalnızca işlerini yapmakta ve<br />
ün sahibi/popüler kişinin ya da<br />
kişilerin performansına katkıda<br />
bulunmaya çalışmaktadırlar.<br />
Kısacası işin mutfağında<br />
emek sarf eden insanlar hep<br />
arka planda kalmakta, sadece<br />
yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak<br />
için değil popüler kişilerin daha<br />
fazla başarılı olması için de çaba<br />
sarf etmektedirler. Bu örnekleri<br />
toplumun diğer kesimlerinde rol<br />
alan bireyler için de sözgelimi<br />
asgari ücretle geçinen ya<br />
da emekli maaşıyla yaşam<br />
mücadelesi veren insanlarımız<br />
için de çoğaltabiliriz. Peki bu<br />
insanlar egolarını tatmin eden<br />
diğer ünlü ya da popüler insanlar<br />
kadar psikolojik ve yaşamsal<br />
doyuma sahipler mi? Bu sorunun<br />
cevabı empati kurmaktan<br />
öte bizzat o insanların hangi<br />
koşullarda yaşadıklarını birebir<br />
deneyimlemekle ancak mümkün<br />
olabileceği kanaatindeyim.
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 13<br />
EKRANIN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ:<br />
SET ÇALIŞANLARI<br />
Toplumda öteki kavramı<br />
çok farklı ve çeşitli<br />
yerlerde karşımıza<br />
çıkıyor. Müzikte,<br />
sinemada, sanatta öteki derken<br />
aslında sürekli izlediğimiz<br />
reklam filmleri, dizi filmlerinde<br />
görünmeyen yüzleri var. Hatta<br />
bu yüzler set ortamında en<br />
ağır yükü taşımakta , en zor<br />
işi yapmakta… İşte izlediğimiz<br />
her şeyin görünmeyen bir kısmı<br />
var. Burada çalışan kocaman<br />
ekip ise oyuncular kadar göz<br />
önünde olmadığı için bu sektörün<br />
ötekisi durumundalar. Şimdi<br />
onlardan birine Yasin Aksanay’ın<br />
dünyasına küçük bir yolculuk<br />
yapacağız. Şu an 24 yaşında<br />
olan Aksanay, bir çok başarılı dizi,<br />
reklam filmi, klibin oluşumunda<br />
görev almış biri…<br />
Sektörle tanışmanız nasıl<br />
oldu?<br />
Sektöre gireli 4 yıl oluyor. Bu<br />
sektöre tamamen şans eseri<br />
girdim. 2010 senesinde part<br />
time iş arıyordum. Bir arkadaşım<br />
reklam firmasında çalışıyordu.<br />
Prodüksiyon ekibinde şoför<br />
arandığını söyledi. Başvurdum<br />
ve işe başladım. Biraz zaman<br />
geçtikten somra gördüğüm<br />
set ortamı bana çok eğlenceli<br />
geldi. Böyle bir iş yapmak<br />
istediğimi fark ettim. Bir kaç<br />
iş sonra terra film house da<br />
freelance olarak çalışmaya<br />
başladım. Bu işi yapabileceğime<br />
inandılar ve inhouse olarak<br />
işe alındım. O zamandan<br />
beri Terra filmde çalışıyorum.<br />
Yapım Asistanlığından, Rejiye,<br />
ışıktan kameraya her alanda<br />
çalıştım. Şuan prodüksiyon<br />
amiri ve yapımcının asistanlığını<br />
yapıyorum.<br />
Yaptığınız işi severek mi<br />
yapıyorsunuz?<br />
Çok yoğun ve yorucu bir tempoda<br />
çalıştığımız halde yapılan<br />
proje bittikten sonra insanların<br />
yüzündeki tebessüm neden<br />
bu işi yaptığımı her seferinde<br />
bana tekrardan hatırlatıyor.<br />
Mutluyum…<br />
Sette çalışmak oranın<br />
koşuşturmasını yaşamak nasıl<br />
bir duygu?<br />
İnsanların saniyelerini ayırarak<br />
izlemediği reklamları biz çekmek<br />
için saatlerce hatta günlerce
14 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
uğraşıyoruz.İzlerken ne kadar<br />
kolay dedikleri reklamların kamera<br />
arkası bambaşka bir dünya.<br />
Kendi ellerimizle yerleştirilmiştir<br />
ürünlerin, aksesuarların,<br />
dekorların kameranın elinden<br />
geçtikten sonra bambaşka bir<br />
boyuta gelmesi bizi mutlu ediyor.<br />
Kameranın görünmeyen<br />
yüzüsünüz, yani oyuncular<br />
gibi göz önünde değilsiniz<br />
bu durum sizde ne gibi hisler<br />
yaşamanıza neden oluyor?<br />
Hiç bir şekilde etkilemiyor, çünkü<br />
o oyuncuların aksesuarlarını,<br />
dekorlarını, kostümlerini kısacası<br />
bütün hazırlıklarını biz yapıyoruz.<br />
Oyuncunun dekorunun,<br />
kostümünün, makyajının iyi<br />
olması en çok bizi mutlu ediyor.<br />
Verdiğimiz emeğin karşılığını<br />
fazlasıyla alıyoruz. Neticede biz<br />
olmazsak onlarda olmaz.<br />
Şimdiye kadar çalıştığınız<br />
projelerden bahsedebilir<br />
misiniz?<br />
Atiye ve Hande Yener olmak<br />
üzere 2 klip. Vefa grup un tanıdım<br />
ve reklam filmi. İstanbul Shopping<br />
Fest reklam filmi. Bien kruvazan<br />
reklam filmi.Murat bey peynirleri<br />
burgu reklam filmi. Türk hava<br />
yollari We’r reklam filmi ve bunun<br />
gibi onlarca projede çalıştım.<br />
Çalıştığınız bir proje hangi<br />
aşamalardan geçerek yayın<br />
hayatına başlıyor?<br />
Çekilecek projede bay veya bayan<br />
figüranlar falan varsa ilk önce<br />
bunları buluyoruz. Sonrasında<br />
mekanlar, izinler varsa aksesuar<br />
,oyuncuların kostümleri, makyajI.<br />
Sonrasında kamera, ışık ve set<br />
ekibinin organize edilmesi…<br />
Her şey projenin çekilmesiyle<br />
bitmiyor.Çekimden sonra projenin<br />
kurgu süreci başlıyor. Renk<br />
yapılıyor, dublaj, mix yapıldıktan<br />
sonra hazır hale geliyor.<br />
Müşteriye sunulduktan sonra<br />
revizyon olmazsa yayınlanacağı<br />
ortama gönderiliyor. (internet, Tv<br />
,Sinema ya da reklam gibi).<br />
Sette hangi görevi<br />
üstleniyorsunuz, bu<br />
görevi yerine getirirken<br />
yapmanız gereken şeyler<br />
neler(görevleriniz)?<br />
ben sette prodüksiyon amirliği<br />
yapıyorum. Görevlerim ise;<br />
oyuncular ve figüranlar<br />
için Ajanslar görüşüyorum.<br />
Mekanların ayarlanması için<br />
gerekli izinlerin alıyorum. Işık set<br />
ve kamera ekibini ayarlıyorum.<br />
Gerekli kamera ve lensleri<br />
gerekliyse broskop panter ve<br />
cimicipin ayarlıyorum. Gerekli<br />
aksesuar ve dekorun bulunmasını<br />
sağlıyorum. Set günü ve<br />
prelightta servislerin ayarlanması<br />
için gerekli şeyleri yapıyorum.<br />
Set günü yönetmenin yapımcının<br />
veya müşterinin isteğine<br />
göre aksesuar ve dekorun<br />
bulunmasını sağlıyorum. Bir nevi<br />
projenin kalbi biz prodüksiyonuz.<br />
Prodüksiyonun eksik olması setin<br />
durması anlamına gelir.<br />
Bir projenin ortaya çıkmasında<br />
emeğiniz büyük fakat kamera<br />
önündeki isimlerin sizden<br />
daha çok tanınması hakkında<br />
ne düşünüyorsunuz?<br />
Güzel bir proje olduğu zaman<br />
elbette kamera önündeki kişiler<br />
akılda kalıyor. Fakat insanların<br />
helal olsun çok emek var çok<br />
çalışmışlar demeleri bizim<br />
için yeterli. Herkes kamera<br />
önünde olsa işin asıl kısmı olan<br />
kamera arkasını kim yapacak ?<br />
Yaşadığımız tek sorun (büyük<br />
oyuncular hariç) oyuncuların<br />
bizden daha yüksek maaş alması<br />
Bu sektörde ekranın<br />
ötekisi olarak bu durumun<br />
değişebileceğini düşünüyor<br />
musunuz?<br />
Bunu sağlamak imkansız değil.<br />
Aslında çekimler sırasında<br />
çekilen Backstage videolar ve<br />
resimler sayesinde bizlerinde<br />
tanınması sağlanabilir.Fakat
unu insanların izlemesini<br />
sağlamak çok zor. Zaten kamera<br />
arkasındaki insanların da kamera<br />
önünde olması işi kalitesiz hale<br />
getirir.<br />
Sektörün zorlukları neler?<br />
Sektörün zorlukları saymakla<br />
bitmez ama bir kaç tanesini<br />
paylaşayım. Çalışma saatlerinin<br />
çok uzun olması. Yağmur çamur<br />
kar fırtına gece gündüz belirsiz<br />
bir tempoda çalışmak zorunda<br />
olmamız. 30 saniyelik bir reklam<br />
filmi için minimum bir gün çalışıp<br />
aynı sahneyi defalarca çekmek<br />
bu işin zor kısımlarından.<br />
Bir reklam filmini ya da<br />
başka bir projeyi çekerken<br />
karşılaştığınız zorlukları anlatır<br />
mısınız?<br />
Projedeki detay çekimlerinden<br />
bahsedeyim. Örneğin bir çikolata<br />
reklamında çikolatanın başka<br />
ürünlerle karışması. Bir pizza<br />
reklamında pizzanın pişmesi.<br />
Oyuncuların yapacaklarını<br />
unutması ve bu yüzden defalarca<br />
tekrar alınması zorluklarımızın<br />
başında geliyor.<br />
Kamera arkasında çalışan<br />
yaklaşık kaç kişi var?<br />
Ortalama 15 ile 40 arasında<br />
değişir. Bazıları yönetmen,<br />
yardımcı yönetmen, görüntü<br />
yönetmeni ,Reji asistanı,<br />
prodüksiyon ekibi projeye göre<br />
değişir. En az 3 kişi set ekibi,<br />
en az 3 ışık ekibi ,en az 5 focus<br />
puller asistanı, panter operatörü<br />
asistanı, kamera asistanı,<br />
foot stayling, makyöz bunlar<br />
bazılarıdır.<br />
Kamera arkasında<br />
çalışıyorsunuz, kamera önüne<br />
geçmeyi düşündünüz mü<br />
böyle bir hayaliniz var mı?<br />
Uzun bir süre düşündüm. Hatta<br />
bir çok reklamda da figüran olarak<br />
oynadım. Ama oyunculuk çok zor<br />
ve düzensiz bir hayat gerektiriyor.<br />
Doğru düzgün gezemiyorsun<br />
sürekli takiptesin, bu yüzden<br />
istemiyorum. Olmak istediğim tek<br />
dönemde cazip gelen tek tarafı<br />
aldıkları dolgun maaş.<br />
Çalışma koşullarınız nasıl?<br />
Zaman zaman çok yoğun<br />
çalıştığımız projelerde 3-4 gün<br />
uyumadığımı, eve gitmediğimi<br />
bilirim. Yönetmen ve oyuncuların<br />
çok büyük bir kısmının eğilimi<br />
tavan yapmış halde. Onların<br />
egosuyla uğraşmak çok zor<br />
geliyor.<br />
Ekranın ötekisi olmaktan çıkıp<br />
kamera önündeki insanlar<br />
kadar konuşulmanız için neler<br />
yapılmalı?<br />
Ağır çalışma koşulları için 16<br />
saat kuralı çıkarıldı. Artık 16<br />
saatten fazla çalışılmayacak<br />
veya çalışılır ise 2.gün kasesini<br />
vermek zorunda olunacak. Fakat<br />
buna çok uyan yok. Kamera<br />
arkasındaki kişilerin kamera<br />
önündeki kadar ünlü olması çok<br />
ama çok zor.<br />
Medya sektörünün geleceği<br />
hakkında ne düşünüyorsunuz?<br />
Türk medyası son yıllarda çok<br />
büyük bir ilerleme kat etti. Bunun<br />
nedenleri arasında teknolojiye<br />
olan ilgi başta geliyor. Avrupa’da<br />
uzun zamandır kullanılan bazı<br />
teknik ekipler Türkiye’ye getirildi<br />
diyebiliriz.
16 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
MÜZİK<br />
CANINI<br />
SOKAKTA<br />
BULUR<br />
Hayatın insanlara<br />
sunduğu farklı yaşamlar<br />
farklı zorluklarla devam<br />
ediyor çoğu zaman.<br />
Bazen her şey yolunda giderken<br />
bazen tepetaklak oluveriyor her<br />
şey. Bir şey yolunda değil ya da<br />
her şey yolunda! Önemli mi?<br />
Yetişmek, çalışmak, ödemek,<br />
buluşmak? Şehrin kaosunda,<br />
hiçbir şey bizden yana değilken<br />
bazen bir ses, ofiste çalışırken,<br />
trafiğin sesi, inşaat patırtıları<br />
arasında insanı masadan kaldırıp<br />
pencereye doğru çeken bir<br />
akordeon sesi olabiliyor. Kalkıp<br />
pencereden bakıyorsunuz,<br />
aşağıda duran küçük kızın ya<br />
da delikanlının beklediği bozuk<br />
paralar asfalta düştüğünde çıkan<br />
ses kaplıyor o anınızı. Ya da<br />
sokakta yürürken yolumuz, şehrin<br />
tüm gürültüsüne, kaosuna inat<br />
sokak müzisyenlerinin olduğu bir<br />
yerden geçiyor. Durup dinlemeli<br />
demeye gerek yok; adımlar<br />
yavaşlıyor, müzik mıknatıs gibi<br />
kendine çekiyor sizi. Şehirle<br />
alaşıma geçen müziğin evrenine<br />
girdiğinizi anladığınızda da, ritim<br />
sizi tutuyor ve duruyorsunuz.<br />
İnsanları kısa süreliğine<br />
de olsa durdurup, hayatın<br />
koşuşturmasından alıveriyor<br />
sokak müzisyenlerinin melodileri.<br />
“Hayatın parçası olan her şey<br />
sokağın bir parçası”<br />
Avrupa ve Asya’da çok uzun<br />
zamanlarda bu yana yapılan<br />
sokak müzisyenliği bizim<br />
ülkemizde son on beş yılda bu<br />
kadar yayılmayı başardı. Yapılan<br />
bu müziğin ilk adresi de şüphesiz<br />
İstiklal Caddesi. İstanbul’da<br />
yaşıyorsanız, sokak müziği<br />
dendiğinde aklınıza ilk gelen şey<br />
bu caddede aralıklarla dizilmiş<br />
çeşitli grupların çaldığı şarkılar<br />
olacaktır muhtemelen. Sokak bir<br />
toplumun hayatını temsil eden en<br />
belirleyici unsurlardan biri aslında.<br />
Bunun yanı sıra sokağın toplum<br />
hayatını temsil etmesi dışında<br />
kişiye tarifsiz bir özgürlük verdiği<br />
de ortada. Geride bıraktığımız<br />
yıllar içerisinde Türkiye’de de<br />
bu özgürlük sıklıkla tartışılır hâle<br />
gelmiş olsa da hayatın parçası<br />
olan her şeyin aslında sokağın bir<br />
parçası olduğu bir gerçek.<br />
“Bütün ayrımlara inat müzikle<br />
bir arada olmak!”<br />
Her şeyden önce özgürler.<br />
Müziklerini paylaşmak için bir<br />
mekana ya da kişiye bağımlı
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 17<br />
değiller. Bunun yanında<br />
dinleyiciyi beklemek yerine onlar<br />
dinleyiciye gidiyor ve şüphesiz<br />
kapalı mekanlarda, konser<br />
salonlarında hiç karşılaşma<br />
ihtimalleri olmayan insanlara da<br />
ulaşıyorlar. Arada ışıklar, yiyecek<br />
içecek ve bir sahne yükseltisi<br />
olmadan… “Sıfır noktası” diye<br />
tanımladıkları sokakta ırk, dil,<br />
din, cinsiyet sebebiyle çeşitli<br />
isimlerle gruplandırılan insanları<br />
müzikle bir araya getiriyorlar.<br />
Bazen duymadığımız bir melodiyi<br />
onlardan duyuyor, bazen ise<br />
sevdiğimiz bir parçaya onların<br />
aletlerinden çıkan sesle birlikte<br />
eşlik ediyoruz. Hayatın tüm<br />
kalabalığını ve yoruculuğu<br />
arasında, belki de bir işe yetişmeye<br />
çalışırken karşılaştığımız sokak<br />
müzisyenleri hayatın karmaşasını<br />
bir an bile olsa unutturmayı<br />
başarıyor bizlere.<br />
“Müzik birleştirir”<br />
Müziğin cinsiyeti, ırkı, dili,<br />
dini yoktur. Sokak müziğinin<br />
hiç yoktur. Sokaktakiler kimi<br />
zaman kendi ana dilinde, kimi<br />
zaman evde oturup dinlemeyi<br />
hiç düşünmediği dilde ve tarzda<br />
müzikle karşılaşabiliyor. Bu<br />
da insana ve müziğe karşı<br />
önyargıları ortadan kaldırmak,<br />
kalpleri açmak, eğlenmek ve<br />
hayattan zevk almak için bir<br />
fırsat. Birdenbire yolunuza<br />
çıkan sokak müziği canı sıkkın<br />
birini gülümsetip, mutlu birinin<br />
mutluluğunu perçinleyebilir.<br />
Müziğin hiçbir koşulda ayrımı<br />
yoktur. Hangi dilde olursa olsun<br />
her insan o müziği dinleyebilir,<br />
hangi ırkta olursa olsun her<br />
insan o müziğe eşlik edebilir.<br />
Kendi ülkesinde ya da başka bir<br />
ülkede müzik yapan kişi istediği<br />
dilde ve tonda müziğini yaparken<br />
istediği tek şey özgür olmaktır.<br />
İstiklal Caddesi’nin büyüleyici<br />
ambiyansında bu duyguyu<br />
yaşayan, Mumbai’den İstanbul’a<br />
gelip müziklerini yapmak için<br />
burayı seçen “Pinky Grubu”<br />
üyeleri gibi. Hayatlarındaki en<br />
önemli şeyin müzik olduğunu<br />
söyleyen Pinky grup üyesi Reza<br />
Hazaveh “İstanbul büyüleyici<br />
bir şehir. Burada olmak<br />
hepimizi mutlu ediyor. İstiklal’in<br />
ambiyansında her türlü ayrıma<br />
karşı özgürce müziğimizi yapmak<br />
benim ve arkadaşlarımı en mutlu<br />
eden şey” dedi.
18 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
ÖTEKİ<br />
KÜTÜPHANE<br />
İnsan yaşamında sanatın<br />
etkisi hiçbir şekilde göz<br />
ardı edilemez. Sanat bir<br />
insanı farklılaştıran, bir<br />
milleti geliştiren ve o millette<br />
yaşayanlara yenilikler ve<br />
doğrular kazandıran kültürel bir<br />
etkinliktir. Çok farklı kolları olan<br />
sanat kendini tek bir mecrada<br />
ortaya koymaz. Sinema, müzik,<br />
edebiyat bunlardan yalnızca<br />
bir kaçıdır. İnsanlar kendilerine<br />
iyi geldiği düşüncesi ve<br />
kendilerini geliştirme çabasıyla<br />
sanatı bir araç olarak görürler.<br />
Kullandıkları bu araçta<br />
kendilerine en yakın buldukları<br />
sanat dalında uzmanlaşmaya<br />
çalışır ya da o sanat dalıyla<br />
ilgili etkinlikleri takip ederler.<br />
Yapılan konserler, müzik<br />
dinletileri, sinema filmleri ya<br />
da okudukları kitaplar insanları<br />
ruhsal açıdan dinlendirirken<br />
onlara iyi şeyler yapmış<br />
olmanın hazzını tattırırlar.<br />
Diyorum ya herkes kendine<br />
yakın bulduğu şeyi takip eder<br />
diye edebiyatta öyledir. Bir kişi<br />
kitap okumayı seviyor, şiirlerle<br />
ruh dünyasını aydınlatıyor<br />
ve geliştiriyorsa onun için<br />
edebiyat en önemlisidir. Dünya<br />
Edebiyatı ve Türk Edebiyatında<br />
pek çok ünlü yazar ve şair<br />
yetişmiştir. Bunlar okurların<br />
aklından kimi zaman bir<br />
roman satırıyla yer bulur kimi<br />
zaman ise şiirin o büyüleyici<br />
söylemiyle. Farklı ülkelerde<br />
farklı yazarlar kendilerine belli bir<br />
okuyucu kitlesi yaratmışlardır.<br />
Rus Edebiyatı’nın en bilinen<br />
isimlerinden biri olan Dostoyevski<br />
etkileyici romanlarıyla evrenselliği<br />
yakalamış bir yazardır. Yazar<br />
akıllarda iz bırakan romanlarında<br />
genellikle bireyin ruh haline<br />
değinen konuları ele almış<br />
ve yazdıkları ile hafızalara<br />
kazınmıştır. Ayrıca yazarın çok<br />
güçlü bir betimleme yeteneği<br />
vardır. Romanlarının hemen<br />
hemen hepsinde anlatacağı<br />
küçük bir olayı dahi sayfalarca<br />
gözlemine yer vererek güçlü<br />
bir betimlemeyle kaleme<br />
almıştır. Dostoyevski hayatı<br />
boyunca çok zorluklar çekmiş<br />
bir yazardır. Sürekli içki içen bir<br />
babanın yaratmış olduğu gergin<br />
ev ortamında büyüyen yazar<br />
romanlarında anlattığı içe kapanık<br />
ve kendini ifade edemeyen kadın<br />
tasviriyle aslımda annesinin<br />
profilini çizmiştir. Bu kadar<br />
sıkıntılar çektiği ve yaşadığı<br />
zorluklar karşısında Dostoyevski,<br />
Ötekinin ne demek olduğunu<br />
çok iyi anlayan bir yazardır.<br />
Çünkü onun yaşadığı hayatta<br />
gerek annesi gerekse kendi bu<br />
kavramı üzerlerine yapıştıran bir<br />
hayata mahkum olmuşlardır. İşte<br />
belki de tüm bunlardan hareketle<br />
kaleme aldığı “Öteki” romanında<br />
yazar romanda işlediği karakterin<br />
ruhsal dünyasına yönelik çok iyi<br />
bir çözümleme yapmıştır.<br />
Dostoyevski Öteki adlı romanını<br />
1846 yılında kaleme almıştır.<br />
Gogol esintileri bulunan<br />
romanında yazar, kendini<br />
ortadan kaldırmaya çalışan<br />
benzeriyle sürekli çatışma<br />
halinde bulunan bir memurun<br />
hikâyesini anlattı. Dostoyevski<br />
bu romanında ele aldığı çift<br />
kişilik temasını daha sonra başka<br />
romanlarında da kullanmıştır.<br />
Goladkin, Dostoyevski’nin<br />
Ecinniler’de, Delikanlı’da,<br />
dolaylı da olsa Suç ve Ceza’nın<br />
Raskolnikov’unda da karşımıza<br />
çıkaracağı bir sorunsalın;<br />
kişilerin, özdeşliğini arayan, onu<br />
kurmaya çalışan yarılmış tiplerin<br />
ilk örneklerindendir. Dostoyevski
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 19<br />
bu romanda, Kafka’da da<br />
gördüğümüz, bireyin dünyasını<br />
içten dışa, bilinç açısından<br />
kurma tekniğinin de en yetkin<br />
örneklerinden birini sunar.<br />
Parçalanmış bilincin kurduğu<br />
dünya ise tuhaf olduğu kadar<br />
ürkütücü, anlamsız ve tehlikelidir.<br />
Roman yirmi beş yaşındaki genç<br />
bir yazarın olağanüstü tahlillerini<br />
içeren kelimelerden inşa edilmiştir.<br />
Kurgu olarak da bireyin kendine<br />
yabancılaşması temasını, sanayi<br />
devrinin tezahürü ile insan<br />
emeğinin metalaşması gerçekliği<br />
üzerinden kaleme almıştır. Bu<br />
durumun doğal sonucu olarak<br />
romantizm ve realizm akımları<br />
arasındaki mücadelenin temel<br />
niteliği de ortaya çıkmıştır.<br />
Sanayi devrimine değiniyoruz<br />
ancak Golyadkin, yani Öteki ‘nin<br />
ana karakteri bir devlet memuru.<br />
Yedinci dereceden memur olan<br />
Golyadkin, olmak istediği kişi<br />
ile olduğu kişi arasında gitgeller<br />
yaşayan ve hiçbir sosyal<br />
kalıba dâhil olamamasının<br />
sonucunda şizofrenliğe evrilen<br />
bir kişidir. Roman boyunca iç<br />
sesi ile konuşmaları, zihninde<br />
yarattığı öteki ile rekabeti, uşağı<br />
Petruşka’yla didinmeleri ve<br />
memuriyetten astları-üstleri ile<br />
olan ilişkileri tanıklık ettiğimiz<br />
temel olaylar anlatılmaktadır.<br />
Golyadkin, kendisinin ne<br />
denli sade birisi olduğunu<br />
düşünmesine rağmen bir türlü<br />
etrafının düşmanlarla sarıldığı<br />
fikrinden kurtulamaz ve deliliğe<br />
giden yolun taşlarını da böylece<br />
döşemeye başlar. İşte bir bireyin<br />
kendi içinde yaşadığı git geller<br />
ve yaşadığı toplumda kendisinin<br />
farklı görmesinden yola çıkılarak<br />
yazılan bu romandan çok iyi<br />
psikolojik tahliller bulunmaktadır.<br />
Yazar kendisini öteki olarak<br />
gören bir bireyin toplum içinde<br />
yaşadığı sorunları ve ruh halini<br />
başarılı tasvirlerle kaleme<br />
almıştır. Öteki ve ötekileştirme<br />
konularını anlamak ve öğrenmek<br />
adına Dostoyevski’nin “Öteki”<br />
adlı romanı Dünya Edebiyatı’na<br />
hediye edilmiş başarılı bir eserdir.<br />
Dünya Edebiyatı’nın bu değerli<br />
yazarından sonra şimdi de “Öteki”<br />
kavramı üzerine yapılan akademik<br />
bir çalışma “Öteki Kuram”<br />
kitabına biraz göz atalım. Kitabın<br />
yazarları Prof.Dr.İrfan Erdoğan ve<br />
Prof.Dr.Korkmaz Alemdar. Bu iki<br />
başarılı bilim insanının insanlığa<br />
kazandırmış olduğu bu başarılı<br />
çalışma gerçekler hakkında<br />
yanlış imajlar inşa eden kuram,<br />
bilimsel geçerliliğe sahip olmayan<br />
bir biliş yönetimi aracıdır. Prof.<br />
Dr. İ. Erdoğan ve Prof. Dr. K.<br />
Alemdar kitle iletişimindeki<br />
kuramsal açıklamaları ve<br />
araştırmaları, yaşanan örgütlü<br />
insan gerçeğiyle bağını kurarak<br />
irdelemektedir. Dolayısıyla,<br />
Öteki Kuram, hem egemenliğin<br />
kendini ve ötekileştirdiğini nasıl<br />
öykülediğini hem de daha<br />
iyi bir dünya ve insanlık için<br />
sunulan alternatif görüşleri<br />
açıklamaktadır. İnsanın bilinç<br />
ve davranışını biçimlendirmek<br />
ve kontrol etmek için psikolojik<br />
savaşın yoğunlaşmasıyla birlikte,<br />
iletişimin içeriğini özel baskın<br />
çıkarlara uygun olarak üretme<br />
ve bu üretimi kuramlarla ve<br />
araştırmalarla meşrulaştıran<br />
ve insanları yönlendiren kılıf<br />
örmelerde yaygınlaşmıştır.<br />
İnsan toplumlarında kitle iletişimi<br />
her zaman ilgi çekici bir konu<br />
olmuştur. Bundan hareketle yola<br />
çıkan hocalarımız bu kitapla<br />
bize çok şey öğretiyor. İlgi<br />
çeken kitle ile tişim olgusunun<br />
yanında asıl ilgi çekmesi ve<br />
önemli hale gelmesi küresel<br />
denetimi sağlama gereksiniminin<br />
artmasıyla ortaya çıkmıştır. Bu<br />
durum kaçınılmaz olarak kitle<br />
iletişim araçlarının doğasının<br />
daha yakından izlenmesini<br />
ve kitle iletişim etkinliklerini<br />
meşrulaştıran kuramsal<br />
gerçeklerin ve incelemelerin<br />
yanında soruşturulanların da<br />
artmasını birlikte getirmiştir.<br />
İşte İrfan Erdoğan ve Korkmaz<br />
alemdar bu kitapla kitle iletişim<br />
olgusuyla ilişkili kuramsal<br />
açıklamaları ve incelemeleri<br />
eleştirel açıdan irdelemektedir.<br />
“Öteki Kuram” bu irdelemenin<br />
çerçevesini oluşturmaktadır.
20 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
HRANT DİNK<br />
VAKFI İLE<br />
NEFRET SÖYLEMİ ÜZERİNE<br />
Hrant Dink’in hayallerini,<br />
mücadelesini, dilini<br />
ve yüreğini yaşatmak<br />
amacıyla 2007 yılında<br />
kurulan Hrant Dink Vakfı yaptığı<br />
başarılı çalışmalarla bugünde<br />
varlığını devam ettirmektedir.<br />
Çocuklar ve gençler arası fırsat<br />
eşitliği, çocuklar ile gençlerin<br />
yaratıcı yönlerinin desteklenmesi,<br />
kültürel çeşitliliğin bir zenginlik,<br />
farklılığın bir hak olarak kabul<br />
görmesi, Türkiye, Ermenistan<br />
ve Avrupa toplumları arasındaki<br />
kültürel ilişkilerin geliştirilmesi,<br />
Türkiye’nin demokratikleşme<br />
sürecinin desteklenmesi,<br />
milliyetçilikten ve ırkçılıktan<br />
arındırılmış tarih çalışmaları,<br />
Hrant Dink ile ilgili yazı, fotoğraf<br />
ve belgelerin toplanması<br />
alanlarında faaliyetler yapan<br />
vakıf bu uğraşlarını kitaplarda<br />
toplamakta, konferanslar<br />
vermekte ve Hrant Dink anısına<br />
ödüllerle ölümsüzleştirmek<br />
adına çalışmaktadır. Hayatı belki<br />
Hrant Dink gibi yaşamak onun<br />
heyecanıyla solumak lazım…<br />
“Gelin önce birbirimizi anlayalım...<br />
Gelin önce birbirimizin acılarına<br />
saygı gösterelim... Gelin önce<br />
birbirimizi yaşatalım.”
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 21<br />
Şimdi ise Hrant Dink Vakfı Nefret<br />
Söylemi Koardinatörü Zeynep<br />
Arslan’la yaptığımız bu söyleşi de<br />
nefret söyleminden, ötekileştirme<br />
kavramında ve bunların<br />
Türkiye’de ki durumundan söz<br />
ettik.<br />
Öncelikle Hrant Dink Vakfının<br />
kuruluşundan ve yaptığı<br />
çalışmalardan kısaca bahseder<br />
misiniz?<br />
Hrant Dink Vakfı, Hrant Dink’in<br />
hayallerini, mücadelesini, dilini ve<br />
yüreğini yaşatmak amacıyla 2007<br />
yılında kurulmuştur.<br />
Vakfın çalışma alanlarından<br />
bazıları şöyledir: Türkiye,<br />
Ermenistan ve Avrupa toplumları<br />
arasında kültürel ve sosyal<br />
ilişkiler geliştirmek.Türkiye’nin<br />
demokratikleşme sürecine ve<br />
insan hakları, azınlık hakları ve<br />
kültürel hakların korunmasına<br />
ve gelişmesine katkı sağlamak.<br />
Milliyetçilikten ve ırkçılıktan<br />
arındırılmış tarih çalışmalarına<br />
destek olmak ve azınlıklara,<br />
geçmiş olaylara yönelik akademik<br />
çalışmaları teşvik etmek. Ortak<br />
bir hafıza yaratmaya ve resmi<br />
söylemi sorgulamaya yönelik<br />
sözlü tarih çalışmalarına destek<br />
olmak.Belgeleme ve farkındalık<br />
yaratma yoluyla nefret söylemi<br />
ve ayrımcı söylem ile mücadele<br />
etmek. Hrant Dink, Ermeni<br />
Vakıflar, Ermenilerin ve diğer<br />
azınlık gruplarının kültürel mirası<br />
ile ilgili yazı, fotoğraf ve belgelerin<br />
toplayıp arşivlemek. Geçmişle<br />
yüzleşmek hedefiyle sağlıklı<br />
bir gelecek kurmaya katkıda<br />
bulunacak projeler yürütmek<br />
Bir kişiyi ya da herhangi bir<br />
şeyi ötekileştirmeye neden<br />
ihtiyaç duyulur?<br />
İnsanlar, karmaşayla başa<br />
çıkabilmek için çeşitli<br />
durumları, olayları ve insanları<br />
kategorilendirirler.<br />
Bu<br />
kategorizasyon esnasında “ben”<br />
oluşturulurken onun karşısındaki<br />
“öteki” kavramı da inşa edilir. Ait<br />
olduğumuz grupların normlarına<br />
uygun benlikler oluşturmaya<br />
çalışırken, bir yandan da,<br />
reddettiğimiz grupların itici<br />
gücüyle benlik inşaatımızın<br />
harcını kararız. Yani insanoğlu,<br />
kabul ettiklerinin yanı sıra<br />
reddettikleriyle de var olmaya<br />
çalışır. İnsanın bir sosyal kimlik<br />
oluşturabilmesi için; sosyolojik<br />
bir kavram olan ve “din, etnitisite,<br />
dil ve kültür açısından farklı olan<br />
toplumsal kategoriler” olarak<br />
tanımlanan “öteki” denilen şeye<br />
ihtiyacı vardır aslında. Kendi içine<br />
bakan, ötekine de bakmış olur<br />
aynı zamanda; ötekine bakan<br />
kendini görmüş olur fark etmese<br />
de…<br />
Medyanın nefret söylemine<br />
yönelik tutumu hakkında ne<br />
düşünüyorsunuz?<br />
Hrant Dink cinayeti, Türkiye’de<br />
nefret suçu ve nefret söylemi<br />
konuşulduğunda en çok<br />
örnek verilen vakalardan biri.<br />
Öncesinde, medyanın bu cinayeti<br />
destekleyen birçok yayın yaptığı,<br />
hedef gösteren bir dil kullandığını<br />
biliyoruz. Bunu gösteren akademik<br />
araştırmalar da yapıldı. Ancak<br />
cinayet sonrasında, özellikle<br />
ana akımda bu tutumun biraz<br />
olsun değiştiğini, daha hassas<br />
yayınlar yapıldığını görüyoruz.<br />
En azından eskisi kadar açık<br />
düşmanlaştırıcı, hedef gösteren<br />
içerikler yok. Bu tür içerikler daha<br />
çok muhafazakâr veya belli bazı<br />
siyasi görüşün taşıyıcısı olan<br />
gazetelerde karşımıza çıkıyor.<br />
Türkiye’de nefret söylemine<br />
en fazla maruz kalan kişi ya da<br />
gruplar hangileri, neden?<br />
Bizim yaptığımız basında nefret<br />
söylemi taramasının sonuçlarına
22 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
göre, yaklaşık iki yıldır en çok<br />
hedef gösterilen kimlikler Yahudiler,<br />
Ermeniler ve Hıristiyanlar. Hedefin<br />
belirlenmesinde çoğunlukla siyasi<br />
gündem, siyasetçilerin söylemleri<br />
etkili oluyor. Örneğin Suriyeli<br />
mülteciler geçtiğimiz yıldan beri yeni<br />
bir kategori olarak karşımıza çıktı ve<br />
onlara yönelik nefret söylemi artarak<br />
devam ediyor.<br />
İktidarın yanında olmayan kesim<br />
mi bu söylemlerden daha fazla<br />
etkileniyor?<br />
Medyanın kamuoyunu belirleme ve<br />
kanaat oluşturma işlevi göz önüne<br />
alınırsa barış ve yumuşamaya<br />
katkısının ne kadar önemli olduğunu<br />
söylemek gereksiz. İktidar ve<br />
siyasi liderler yaptıkları konuşmalar<br />
çerçevesinde kullandıkları kelimelere<br />
ve söylemlerine dikkat etmelidirler.<br />
Bunu yapmak zorunda olmalarının en<br />
büyük nedeni büyük bir kitleye hitap<br />
ettiklerini unutmamaları gerektiğidir.<br />
Yaptıkları her konuşmada onları<br />
dinleyen bir halk vardır. Ve eğer en<br />
baştaki kişi bu söylemleri kullanırsa<br />
halkın neler yapabileceğini siz<br />
düşünün. Herhangi bir dönemde<br />
nefret söylemine yakın bir yaklaşım<br />
sergileyen medya hükümetlerin<br />
tavır değiştirmesiyle birlikte<br />
dilini yumuşatmıştır. Uzun yıllar<br />
boyunca medyada Yunanistan’a<br />
karşı kullanılan üslup bugün nefret<br />
suçları kapsamına girebilir. Ama o<br />
dönemin hükümeti Yunanistan’la<br />
buzları erittiği için bugün haber ve<br />
manşetlerde Yunanistan düşmanlığı<br />
pek görülmez. Aynı durum Iraklı<br />
Kürtler için de geçerlidir. Iraklı<br />
Kürt liderleri aşağılayan, sürekli<br />
savaş çığırtkanlığı yapan bir<br />
medyada bugün dostluk, komşuluk<br />
ve akrabalık temelinde bir dil<br />
tercih ediliyor. Bunlar çok olumlu<br />
gelişmeler.<br />
Medyadaki nefret söylemi<br />
artık haber dili haline geldi. Bu<br />
konu hakkında görüşleriniz<br />
neler?<br />
İnsanların bilgi sahibi oldukları,<br />
ülke gerçeklerini öğrendikleri<br />
haberlerde bu söylemin<br />
bulunması tabi ki yanlış. Öte<br />
yandan, şu bir gerçek ki nefret<br />
satan ve sattıran bir şey, nefret<br />
söyleminin kurumsallaşmasının,<br />
bu söylemin her daim<br />
ateşlenmesinin gazete tirajlarını<br />
ve ratingleri de arttıran bir yönü<br />
var. Hatta nefret söylemini sıkça<br />
kullanan gazeteler bu söylemi<br />
benimseyenler sayesinde<br />
kemik bir okur kitlesine de sahip<br />
olabiliyor. Medya organlarının<br />
nefret söylemi sonucunda<br />
elde ettikleri maddi çıkarların<br />
büyüsüne kapılmamaları ve bu<br />
söylem sonucunda oluşan manevi<br />
tahribatın bilincinde olmaları<br />
gerekiyor. Fakat madalyonun<br />
öteki yüzüne bakarsak bazı basın<br />
organlarının nefret söylemini<br />
yaygın bir şekilde kullandıklarının<br />
gözlemlemekteyiz. Bu kullanım<br />
şekilleri dolaylı, direk, örtülü veya<br />
açık bir biçimde olabiliyor.<br />
Medyadaki nefret söyleminden<br />
ne anlıyorsunuz, sizin<br />
tanımınızda bu ne demek?<br />
Yaptığımız basın taramasında<br />
1997 yılında Avrupa Konseyi<br />
Bakanlar Komitesi tarafından<br />
kabul edilen tavsiye kararını<br />
temel alıyoruz. Bu kararda nefret<br />
söylemi şu şekilde tanımlanıyor:<br />
“Nefret Söylemi kavramı, ırkçı<br />
nefreti, yabancı düşmanlığını,<br />
Yahudi düşmanlığını veya<br />
azınlıklara, göçmenlere ve<br />
göçmen kökenli insanlara<br />
yönelik saldırgan ulusalcılık ve<br />
etnik merkezcilik, ayrımcılık ve<br />
düşmanlık şeklinde ifadesini<br />
bulan, dinsel hoşgörüsüzlük dahil<br />
olmak üzere hoşgörüsüzlüğe<br />
dayalı başka nefret biçimlerini<br />
yayan, teşvik eden, savunan<br />
veya meşrulaştıran her tür ifade<br />
biçimini kapsayacak şekilde<br />
anlaşılacaktır.”<br />
Medyada ötekileştirme sizce<br />
nasıl yapılıyor?<br />
Medyada nefret söylemi, hiç<br />
şüphesiz ki medya günlük<br />
hayatımızda çok önemli bir yer<br />
kapsıyor. Medya elinde görünür<br />
bir güç tutuyor. Fakat medyanın<br />
elinde tuttuğu güç ikiliklidir. Bir<br />
yandan bu güç insan haklarının<br />
ve demokratik ilkelerin birincil<br />
önemde olduğu daha açık<br />
ve demokratik bir toplumun<br />
kurulmasında, bu gibi değerlerin<br />
yüceltilmesi için kullanılırken diğer<br />
yandan bu güç, toplumu manipüle<br />
etmek, onu kutuplaştırmak,<br />
provoke etmek, nefret körüklemek<br />
gibi bazı olumsuz amaçlar için<br />
suiistimal edilebiliyor. Medyada<br />
nefret söyleminin iki boyutu var.<br />
Birinci boyut aşağılayıcı, hakaret<br />
içerici nitelikte olması ikinci boyut<br />
ise tahrik veya teşvik edici olması,<br />
yani hedefte olan gruplara yönelik<br />
yasadışı eylemlerde bulunmayı<br />
teşvik etmesi. Her ne kadar da<br />
nefret söylemi her zaman suça<br />
teşvik edici değilse de bu teşvik<br />
edici olmayan nefret söyleminin<br />
de tolore edilebileceği anlamına<br />
gelmiyor.<br />
Ötekileştirme diğer ülkelerde<br />
de bu kadar yaygın mı?<br />
Örneğin; İngiltere’de gazeteciler<br />
için bastırılmış, “reporting<br />
diversity” adlı bir rehber var. Bu
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 23<br />
rehber İngiltere’de bulunan etnik<br />
gruplarının dillerinden, dinlerine,<br />
kültürlerine kadar birçok bilgi<br />
içeriyor. Gazeteciler etnik gruplar<br />
için değerli, kutsal ve önemli<br />
olan bazı kavramlar hakkında<br />
bu rehber ile bilgilendiriliyor ve<br />
yanlış bir dil kullanımı önlenmeye<br />
çalışılıyor.<br />
Hangi ifadelerin hangi gruplar için<br />
aşağılayıcı olabildiğini, Kur’an’<br />
ın nasl yazılması gerektiği, dini<br />
ritüellerle ilgili detaylı bilgiler,<br />
hangi davranışların hangi etnik,<br />
dinsel gruplarda hoş kaçmadığı<br />
gibi konularda birçok bilgi yer<br />
alıyor. Bu tarz çalışmaların<br />
yapılması Türkiye’de de olumlu<br />
sonuçlar doğuracaktır.<br />
Medyada nefret söylemi bu<br />
denli yaygınlaşmışken birçok<br />
gazeteci ve köşe yazarı daha<br />
fazla okunabilmek ve dikkat<br />
çekmek adına bu söylemleri<br />
kullanıyor olabilir mi?<br />
Okurlar da gittikçe daha<br />
farkında olmaya başladı.<br />
Yapılan farkındalık çalışmaları,<br />
araştırmalar etkisini gösteriyor<br />
diyebiliriz. Nefret söylemi yapan<br />
gazetelere karşı sosyal medya<br />
üzerinden tepki veren birçok<br />
okuyucuyla karşılaşıyoruz. Tabi<br />
bu genel toplumun ne kadarına<br />
tekabül ediyor şimdilik bilemeyiz<br />
ama nefret söylemi artık o kadar<br />
da çok satmıyor.<br />
Dolayısıyla özellikle anaakım<br />
gazeteler bu dili kullanmak<br />
konusunda daha çekinceli.<br />
Aynı şekilde medyanın daha<br />
sorumlu davranması da okuyucu<br />
alışkanlıklarını etkiliyor. Karşılıklı<br />
bir etkinin söz konusu olduğunu<br />
söyleyebiliriz.<br />
Hrant Dink Vakfı olarak sizler<br />
medyada kullanılan ayrımcı dil,<br />
nefret söylemi ve ötekileştirme<br />
hakkında ne düşünüyorsunuz?<br />
Dünyada ve Türkiye’de<br />
medyasında gözle görülür bir<br />
nefret söylemi var, Türkiye’de bu<br />
söylem geçmişten günümüze çok<br />
can acıttı, söylemin kimi zaman<br />
şiddet içeren eyleme, linçlere,<br />
cinayetlere dönüştüğüne tanıklık<br />
ettik. Medyada nefret söylemi<br />
Hrant Dink Vakfı<br />
Nefret Söylemi<br />
Koordinatörü:<br />
Zeynep<br />
Arslan<br />
nefret suçunun tek sebebidir<br />
demek, diğer faktörleri göz ardı<br />
etmek, bu suçu salt medyaya<br />
indirgemek her ne kadar doğru<br />
değilse de medyanın oynadığı<br />
rolü göz ardı edemeyiz. Bu<br />
nedenle önleyici mekanizmaların<br />
geliştirilmesi lazım. Bu da<br />
okurların, televizyon izleyicilerinin<br />
de bilinçlendirilmesi, bu konu ile<br />
ilgili farkındalık yaratılması ile<br />
gerçekleşebilecek bir durum.
24 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
“MESLEK ETİĞİ<br />
HÜMANİZMASIZ<br />
BİR HİÇTİR”<br />
Günümüzde medya<br />
tüm insanlığı etkisi altına<br />
alan bir konuma<br />
gelmiştir. Kitle iletişim<br />
araçları tüm insanlığı etkisi altına<br />
almayı başarmıştır. Birey artık<br />
yaptığı her işin yanında telefonuna<br />
ya da televizyona ihtiyaç duyar<br />
hale gelmiştir. Üç bin yıldır bilgi<br />
çağında yaşıyoruz. Gerçekleri<br />
öğrenebileceğimiz bir tek kaynak<br />
var: Medya. Gazeteler, dergiler,<br />
televizyonlar ve elektronik medya.<br />
Her gün milyonlarca insanı etkisi<br />
altına alan bu muazzam güç<br />
istediği her şeyi, istediği şekilde<br />
insanlara aktarmak konusunda<br />
özgür. Bu özgürlüğü ne kadar<br />
doğru yönde kullandığı ise tartışılır.<br />
Yaptığı haberlerde kullandığı<br />
söylemler medyanın insanların<br />
gözündeki belirleyiciliğini ortaya<br />
koyar. Kişilere ya da olaylara<br />
karşı medyanın kullanmış olduğu<br />
yanlış söylemler sonucunda ortaya<br />
çıkan öteki kavramı ve nefret<br />
söylemi içeren ifadeleri anlamak<br />
adına İstanbul Aydın Üniversitesi<br />
Gazetecilik Bölümü’nden Yardımcı<br />
Doçent Doktor Hale Torun ile<br />
konuştuk…<br />
Sizce “öteki” nedir?<br />
Ötekiyi tanımlamak gerekirse<br />
eğer bana göre öteki “sen olmayan<br />
başkasıdır”. Aynı çizgide<br />
olmayan yani senin çizginde olmayan<br />
her şey sıradışılık, ölçülemeyen<br />
şeylerdir.
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 25<br />
Kişiyi ya da herhangi bir şeyi<br />
ötekileştirmeye neden ihtiyaç<br />
duyarız?<br />
İnsanlar farklı olanlardan, sıradışı<br />
olanlardan korkar. Sözgelimi “tuhaf,<br />
acayip, değişik kelimelerinin<br />
anlamı çok eskiden beri bunu<br />
çağrıştırır. İnsanlar, karmaşayla<br />
başa çıkabilmek için çeşitli durumları,<br />
olayları ve insanları kategorilendirirler.<br />
Bu kategorizasyon<br />
esnasında “ben” oluşturulurken<br />
onun karşısındaki “öteki” kavramı<br />
da inşa edilir. Ait olduğumuz grupların<br />
normlarına uygun benlikler<br />
oluşturmaya çalışırken, bir yandan<br />
da, reddettiğimiz grupların<br />
itici gücüyle benlik inşaatımızın<br />
harcını kararız. Yani insanoğlu,<br />
kabul ettiklerinin yanı sıra reddettikleriyle<br />
de var olmaya çalışır.<br />
Önyargının bir insanı ötekileştirmek<br />
bağlamında etkisi<br />
nedir?<br />
Bu etki beraberinde antihümanist<br />
bir bakış açısı getirir. Önyargılar<br />
insan karşıtı görüşlerdir. Her<br />
önyargı insana ait olan doğal bir<br />
niteliği diğerinden eksiltir. Eksilen<br />
bir insanlıkla devam etmek zorunda<br />
kalırsınız. Devletler, uluslar<br />
katı kalıplardan çıkamaz. Hoşgörü<br />
anında horgörüye dönüşebilir.<br />
Gelişmenin önündeki en büyük<br />
engel önyargıdır. Birşeye ya da<br />
bir bireye karşı önyargı yapan kişiler<br />
hem karşısındaki kişiyi ötekileştirmeye<br />
mahkum bırakır hem<br />
de o insanın zihninde tahmin<br />
edemeyeceği kadar büyük hasarlara<br />
yol açmış olurlar.<br />
Öteki insanlara yönelik şiddetin<br />
boyutu hakkında ne düşünüyorsunuz<br />
Malesef önyargıyla beslendikleri<br />
için insanlar farklı cinsiyet ya da<br />
ırklara karşı çok acımasız. Bir diğerinin<br />
sırf bu farklılığından dolayı<br />
şiddeti hakettiğini düşünenler<br />
bir insana değil, tüm insanlığa<br />
karşı suç işlemiş olurlar. Ernest<br />
Hemingway’ın dediği gibi; “Bir insanın<br />
ölümü, bütün bir insanlığın<br />
ölümüdür aslında onun için sakın<br />
kimseye çanlar kimin için çalıyor<br />
diye sorma. Aslında senin için<br />
çalıyor”. Yani bugün birine karşı<br />
yaptığımız ötekileştirme kavramı<br />
gün gelip bize dönebilir. Yani bir<br />
kişiye karşı bulunduğumuz acımasız<br />
söylem bireyin dünyasını<br />
yıkıp onun yaşamakta olduğu hayatı<br />
daha da fazla zorlaştırabilir.<br />
Medyanın ötekileştirilmesini<br />
algılayabilmek için neler yapılmalıdır?<br />
Medyanın nefret söyleminde<br />
çok önemli bir yeri var. Öncelikle<br />
medyanın gündem belirleyici<br />
gücü var. Yer verdiği haberlerin<br />
sıklığının yanı sıra bu haberleri<br />
çerçevelendirmesi halkın olaylara<br />
bakışını etkiliyor. Bir konunun<br />
anlatılış biçimiyle halk yönlendiriliyor.<br />
Medya insanlara neyin,<br />
neden önemli olduğunu söylemekle<br />
yetinmiyor, insanlara bu<br />
olaylar hakkında ne düşünmeleri<br />
gerektiğini de söylüyor. Medyayı<br />
kullanan demagoglar belirsizlik<br />
ve kriz dönemlerinde ortaya çıkıp<br />
toplumdaki bütün stresi spesifik<br />
gruplara yönlendiriyor. Medya<br />
şirketlerinde azınlık gruplarından<br />
insanların yer almaması bu kurumların<br />
görüşlerindeki ağırlık<br />
merkezini değiştiriyor, azınlıklar<br />
hakkındaki haberlerin sayısı ve<br />
çerçevesi etkileniyor.<br />
Medyada ötekileştirme en çok<br />
hangi alanda yapılıyor?<br />
Cinsiyet, ırk ve geleneksel konularda<br />
yapılıyor. İnsanların cinsiyet<br />
konusundaki tercihleri çoğu<br />
zaman medyada normal olmayan<br />
ve yanlış olan bir durum gibi<br />
gösteriliyor. Özellikle LGBT’i bireylere<br />
karşı yapılan nefret dolu<br />
söylemler kişilerin hayatlarını<br />
zora sokuyor ne yazık ki. Buda<br />
medyaya yaptırılan devlet dayatmasıyla<br />
da ilgili bir bakımdan.<br />
Çünkü medya yaptığı haberlerde<br />
çalıştığı gazetenin ideolojisini<br />
gözeterek haber yapıyor. Yaptığı<br />
haberlerde gazeteci kendi görüşlerine<br />
değil çalıştığı kurumun dayattığı<br />
şeylere göre haberine yön<br />
vermekte. Başka bir açıdan ise<br />
ırkçılığa yönelik söylemlerde kişileri<br />
zor durumda bırakan haberler<br />
arasında yer alıyor. Ülkemizde<br />
yaşayan Ermeni, Yahudi gibi dini<br />
ayrımlara sahip insanlara karşı<br />
yapılan nefret söylemleri bu kişilerin<br />
yaşamlarını zora sokmaktadır.<br />
Gelenekselliğe yönelik ayrımlarda<br />
medyada yer alan şekliyle<br />
daha çok nefret söylemlerini içinde<br />
barındırmaktadır.<br />
Medyanın anormal olarak yansıttığı<br />
kesimlerin sizce iktidarla<br />
bir bağı var mı?<br />
Her iktidar kendi karşıtını yaratır.<br />
“Muhalif” kelimesinin anlamı<br />
budur. İdeolojik bütün söylemlerde<br />
“biz ve onlar” vardır. Politik<br />
düşüncenin kaynağı budur<br />
zaten. Toplumsal yapı bütünsel<br />
değildir, parçalı bir ilişkiler toplamına<br />
gönderme yapar. İktidar<br />
toplumu denetim altında tutarak<br />
onu kendi kurgusu dahilinde bütünsel<br />
kılmaya çalışır. Toplumsal<br />
yapı içerisinde iktidar sahibi yönetenlerle,<br />
yönetilenler arasında<br />
bir yarılma vardır, yönetici azınlık<br />
toplumsal bilince yaptığı müdahale<br />
ile gerçekliğin iktidarın kurgusu
26 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
bağlamında anlamlandırılmasını<br />
sağlar. Toplumsal bilinç yapısı<br />
kendisini ancak iktidar dolayımıyla<br />
toplumsal yapının meşru<br />
öğesi kılabilir. İktidarın dolayımını<br />
reddeden özne ya da gruplar toplumsal<br />
alan dışına atılır, marjinalleşir.<br />
Toplum ve iktidar ilişkisinde<br />
yaşanan kısa devre, bu yapılara<br />
özgürlük alanları yaratır, ancak<br />
toplumsal iktidarın bütünsel bir<br />
yapılanıma sahip olmasını engellerler<br />
Medyanın bir şeyi ötekileştirdiğini<br />
anlamamızın yolu nedir?<br />
Bunu anlamanın birkaç farklı<br />
yolu var. Söylem analizi yapılarak<br />
bunu anlayabiliriz. Bunun yanında<br />
iyi bir medya okuryazarı olmakta<br />
çok önemli. Medya okuryazarlığı<br />
bireylerin medya hakkında<br />
daha fazla bilgi edineceği ve bu<br />
konu hakkında daha bilinçli bireyler<br />
olabileceği bir eğitimdir. Bu<br />
yüzden bu konu çok önemlidir. Ve<br />
kişilerin bilinçlenmesi açısından<br />
medya okuryazarlığı eğitiminin<br />
zorunlu olması gerekmektedir.<br />
50’lerde piyano ve klasik müzik<br />
konserleri veriyordu yurtdışında.<br />
Aynı toplum şimdi aynı tepkiyi<br />
verebilir mi? 20 yıl sonrasını da<br />
bilemezsin. Her an yargılarımız<br />
değişebiliyor.<br />
Son dönemlerde Türkiye medyasında<br />
ötekileştirmeye konu<br />
olan olaylardan örnek verir<br />
misiniz?<br />
Kadın haberleri özellikle çok rahatsız<br />
edici. Sürekli şiddete maruz<br />
kalan, eşi ya da tanımadığı<br />
herhangi biri tarafından yaşanan<br />
kadın cinayetleri çok üzücü. Özgecan<br />
Aslan medyada bu kadar<br />
tepki çekti çünkü çok göz önüne<br />
geldi. Fakat bu durumu yaşayan<br />
ve hiç birimizin haberi olmadan<br />
öldürülen kadın sayısı oldukça<br />
fazla. Medyada bunlara karşı<br />
yapılan söylemlerde oldukça rahatsız<br />
edici. Bunun yanında Suriye<br />
sorunu ve göçmenlerle ilgili<br />
yapılan haberlerde de fazlasıyla<br />
ötekileştirme söylemiyle karşılaşabiliyoruz.<br />
Sosyal medyada yaşanan linç<br />
kültürünü öteki bağlamında<br />
değerlendirir misiniz?<br />
Linç kültürü çok uzun dönemlerden<br />
beri medyanın sorunu. Önce<br />
gazeteci olup sonra insan olmak<br />
diye bir şey yok. İnsan olduktan<br />
sonra gazeteci olunmalı. Meslek<br />
etiği hümanizmasız hiçtir. Yani<br />
insan önce gerçeklerin farkında<br />
olmalı. Karşılaştığı bir durum gün<br />
gelip onunda karşısına çıkabilir.<br />
Kendisine nasıl yardım edilmesi<br />
gerektiğini isteyecekse gazeteci<br />
de önce karşısındaki kişiye insan<br />
olarak yardım etmeli daha sonra<br />
haberini yapmalıdır.<br />
Peki bir kişiyi ya da herhangi<br />
bir şeyi ötekileştirmeden ya da<br />
nefret söylemine maruz kalmasından<br />
nasıl kurtarabiliriz?<br />
Nefret söylemlerini durdurmak<br />
için statülerin ve sınıfların ortadan<br />
kalkması gerekir. Toplumsal kodları<br />
ancak yeni düşünceler değiştirir.<br />
Rönesans gerekli yani…<br />
Sizce ülkemizde en fazla ötekileştirilen<br />
sınıf hangisi ya da<br />
hangileri?<br />
Bu durum dönemlere göre değişir.<br />
Ancak toplumsal yargıları bütün<br />
olarak ele almak lazım. Türk toplumu<br />
şuna göre çok önyargılıdır<br />
diye kesin bir kavram ortaya atamazsın.<br />
Çünkü dinamikleri sürekli<br />
değişen bir halkız biz. Dünyanın<br />
siyasal etkilerine, göçlere göre<br />
pek çok devlet pek çok uygarlığın<br />
etkisindeyiz. Yargılarımız buğday<br />
başağı gibi rüzgarda bir o yöne<br />
bir müddet başka bir yöne savrulur<br />
bizim. 1930’larda Anadolu’da<br />
kadın arkeologlar kazı yapıyorlardı.<br />
Türk müzik adamları 40’larda,
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 27<br />
SİNEMADA<br />
ÖTEKİ TEMASI<br />
Bilinenin dışı, diğer, öbür<br />
anlamına gelen ötekinin<br />
beyaz perdedeki<br />
yansıması da oldukça<br />
sert olmuştur. Bazen ‘beyazlara’<br />
uyuşturucu madde satan siyahi<br />
bir genç, bazen de meyhanedeki<br />
sarışın bir kadındır. Peki bize<br />
gösterilen ötekiler düşman mıdır?<br />
Amerikan filmlerinde alıştığımız<br />
kötü karakterler, Türk filmlerinde<br />
gördüğümüz ‘evlerden ırak’ kötü<br />
kadınlar... Genellikle ırkçılığın<br />
etkisinde karşımıza çıkan<br />
sinemanın ötekileri inanç, dil, ırk,<br />
cinsiyet, cinsel tercih ve engelli<br />
olmak farklılık alanları olarak<br />
kabul edilmektedir.<br />
Yaşadığımız toplumda olduğu<br />
gibi gibi sinemada da inandığımız<br />
dine, cinsel tercihlere veya<br />
bedensel bir engel ile öteki
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 29<br />
olabiliriz Yaşadığımız toplumda<br />
öteki hakkındaki düşüncelerimizi<br />
şekillendiren güçlü faktörlerden<br />
biri medyadır. Görsel medya,<br />
bizlerin estetik algısını<br />
oluştururken aslında neyi ne kadar<br />
beğenmemiz gerektiğini öğretir.<br />
Topluma olan etkileri bakımından<br />
düşünüldüğünde en önemli sanat<br />
türü olan sinema, öteki kavramını<br />
bizlere öğretmiştir. ABD film<br />
endüstrisi Hollywood’ın başarıyla<br />
yaptığı algı yönetiminde sıkça<br />
görürüz ‘öteki’yi..<br />
Dünyanın en etkin film endüstisi<br />
olan Amerikan sinemasında<br />
da bazen bir Kızılderili, bazen<br />
Müslüman, bazen de siyahi<br />
olarak gördüğümüz öteki<br />
kısaca ‘onlardan’ olmayandır...<br />
Doğuluları pis, Rusları zengin,<br />
Siyahileri uyuşturucu satıcısı<br />
olarak görmeye alışmışızdır.<br />
Sinemada ırkçılık fiziksel bir<br />
ırkçılık olmaktan ziyade kültürel<br />
bir anlayıştır. Irkçılık etrafında<br />
gelişen bu öteki kavramı<br />
insanların kültürleri, milletleri<br />
üzerinde yoğunlaşılmıştır. Genel<br />
olarak ırkçılık olarak gözlemlenen<br />
bu öteki kavramı sinemanın bir<br />
dili haline geldi.<br />
Türk sineması denildiğinde akla<br />
ilk gelen dönem olan Yeşilçam<br />
örneğinde ise öteki kavramı biraz<br />
daha masumlaşmıştır. Dönemin<br />
etkisiyle yapılan filmlerde Türklük,<br />
Türk gücü, Türk’ün savaşçılığı,<br />
cesurluğu ön plandadır. Yeşilçam<br />
sinemasında ise bizden olmayan<br />
herkes öteki olmuştur. Türkler<br />
güçlü Türkler korkusuzdur.<br />
Yeşilçam’ın masum aşk kokan<br />
filmlerine bakıldığında da öteki<br />
kavramı bazen erkeklerin yanında<br />
sigara içen sarışın bir kadın,<br />
bazen de Rum bir meyhaneci<br />
olmuştur.<br />
Sürekli olarak değişen ve ‘gelişen’<br />
dünyada düşman kavramı da<br />
olduğu gibi durmaz. Düşman olan<br />
kimdir peki ? Alıştığımız filmlerde<br />
kaba, görgüsüz, tembel, hırsız<br />
ve köleler bizden olmayanalardır.<br />
Dünya sinemasında eziyet<br />
gören halklar ve köleler<br />
siyahi, Müslümanlar teröristtir.<br />
Eşcinseller fuhuş yapıp dayak<br />
yerken bedensel engelliler ise<br />
üstün zekalı olmaya devam eder.<br />
Klişeler dışında filmler üreten<br />
alternatif sinema hariç huyunu<br />
suyunu tahmin edemeyeceğimiz<br />
karakter yok denilecek kadar az<br />
Irkçılık konusunun üzerinde duran<br />
filmlerde bile hikayede kahraman<br />
bir ‘öteki olmayan’ görmek hiç de<br />
şaşırtıcı değil. Günlük hayatta<br />
var olan eşitsizliklerin hâlâ<br />
devam ettiği bir ortamda, ırkçılığı<br />
sadece siyahi köle sahibi olmak<br />
ve kırbaçlı işkence sahneleri<br />
üzerinden işlemek, ırkçılık<br />
konusunu tarihî köle ticaretiyle<br />
sınırlandırarak meselenin ciddi<br />
anlamda anlaşılıp tartışılmasını<br />
da engelliyor.<br />
Yerli veya yabancı sinemada<br />
izlediğimiz karakterler toplumların<br />
birer yansımasıdır. Dünyada var<br />
olan toplumların her kesiminde<br />
yapılan ötekileştirme beyaz<br />
perdeden bizlere hiç de yabancı<br />
gelmiyor. İnsanların alıştığı bildiği,<br />
hatta kendisi gibi düşündüğü bu<br />
filmlerin içerikleri bizim isteklerimiz<br />
doğrultusunda değişiyor. Kendi<br />
düşüncesinin birkaç saate<br />
sığdırıldığını gören bir izleyici<br />
bundan neden keyif almasın ki?<br />
Sinemada öteki o bardaki kadın,<br />
Kilise’deki inançsız, Amerika’daki<br />
Müslümandır.. Sinemada öteki<br />
beriki ve diğerleri bizim kafamızda<br />
olanlardır.
30 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
İSTANBUL’DA BİR<br />
RUM GAZETESİ:<br />
APOYEVMATİNİ<br />
Eski İstanbul deyince<br />
her şeyin daha kolay<br />
olduğu, o zaman ki<br />
hayatların daha mutlu<br />
olduğu günler geliyor<br />
insanın aklına. Başka<br />
bir dinden olup, başka<br />
hayatı yaşamanın daha<br />
özgür olduğu günler…<br />
Mihail Vasiliadis 12<br />
Eylül Dönemine kadar<br />
yaşadığı İstanbul’u böyle<br />
özetliyor. Olabildiğince<br />
özgür, olabildiğince mutlu…<br />
Fakat darbe dönemi<br />
yaşananlar ve o zamanların<br />
günümüze uzanan<br />
etkisi onun hayatında<br />
kara bir dönem. Şimdilerde<br />
ise Rumların<br />
adını duyurabileceği tek<br />
gazete olan Apoyevmatini’de<br />
kendi dünyasını<br />
kuran Vasiliadis, bu<br />
sayede hem kendisinin<br />
hem de İstanbul’da<br />
yaşayan Rumların sesini<br />
duyurmaya çalışıyor.<br />
Türkiye’deki Rumların<br />
sayısı 1964’te İsmet<br />
İnönü’nün Rumları<br />
yurtdışına sürmesiyle<br />
100 binden üç binin altına<br />
düşmüş, nüfustaki azalma lisanın<br />
konuşulmasını da zorlaştırmıştı.<br />
Birbirleriyle temas halinde olup<br />
aralarında Rumca konuşan aileler<br />
70 milyonluk Türkiye’de iki<br />
bin küsür kalmışlar hatta aileler<br />
bile aralarında Türkçe konuşur<br />
olmuşlardı. Rumcanın bu denli<br />
azalmasının nedenini televizyonun<br />
yaygınlaşmasına da<br />
bağlayan Apoyevmatini Gazetesi<br />
Genel Yayın Yönetmeni Mihail<br />
Vasiliadis “Televizyonun Türkiye’deki<br />
azınlıkların ana lisanını<br />
kullanmasına önemli bir müdahalesi<br />
oldu. Yeni yetişen çocuklar<br />
Türkçeyle büyüdü. Elbette devletin<br />
resmi dilini bilmek şart. Ancak<br />
Türkçe gibi kendi dillerini de iyi<br />
kullanmalılar” diyor.
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 31<br />
“Türkiye’deki Rumların Rumca<br />
Serüveni”<br />
Kendi lisanını konuşmadığın,<br />
kendi geleneklerini yaşatamadığın<br />
bir ülkede yaşamak her insan<br />
için zordur. Başka bir milletin<br />
dayattığı gibi yaşamak, onlar gibi<br />
gülmek, onlar gibi ağlamak her<br />
insanı üzer. Bu durum Türkiye’de<br />
yaşayan Rumlar içinde öyle.<br />
Türkiye’de yaşayan Rumların<br />
serüvenini şu şekilde özetleyen<br />
Mihail Vasiliadis; “Osmanlı İmparatorluğu<br />
döneminde, devlet Rumlara<br />
eğitim sistemi içinde olanak<br />
Yunan ilişkileri iyi gitmediğinden<br />
misilleme için kapatıldı. 1964’te<br />
Rum cemaatindekilerin büyük<br />
kısmının yurtdışına sürülmesiyle,<br />
18 ay içinde İstanbul’un Rum nüfusu<br />
120 binden 60 binin altına<br />
düştü. Yıllar ilerledikçe bu rakam<br />
beş binin altına indi. Bugün<br />
örneğin üç bin kişilik Rum nüfusu<br />
olan Bozcaada’da 10-12 tane<br />
Rum kaldı” diyor.<br />
“Tek suçumuz Rum olmaktı”<br />
Müslüman olmayan azınlıkların<br />
bu olaylar yüzünden kendisine<br />
tuhaf bakmaya başladığını söylerken<br />
“ Yazılıp çizilenleri okurken<br />
etkilenmemelerine imkan yoktu”<br />
diyor. Olayların yaşandığı gün<br />
dükkanda olduğunu söyleyen<br />
Mihail Vasiliadis o gün azınlığa<br />
mensup kişilerden bazılarının<br />
dükkanlarını kapattıklarını ama<br />
sonra o kapanan kepenklerin<br />
kağıt gibi yırtılıp, dükkanların<br />
yağmalandığını söylüyor. Eve gittiğinde<br />
ise kapıcıları Ahmet Efendi’nin<br />
onu kapıda beklediğini belirtiyor.<br />
“‘Aman Mihail çabuk koş’<br />
sağlamıyordu ama onların kendi<br />
imkanlarıyla eğitimlerini sürdürmeleri<br />
konusuna engel koymamıştı.<br />
Rumlar pek çok yatırım<br />
yaparak okul açıp öğretmen<br />
yetiştirdiler. Tanzimattan sonra<br />
bu çok ilerledi. Bunun merkezi<br />
her zaman İstanbul oldu. Bunun<br />
nedeni Fener Rum Patrikhanesi’nin<br />
İstanbul’da olmasıydı.<br />
Rumlar kültürel olarak İstanbul’da<br />
ilerlemiş, burada okullar kurmuştu.<br />
Bu okullar son yıllarda Türk-<br />
daha kolay eritileceği düşünülerek<br />
hayata geçirilen 6-7 Eylül olayları<br />
sırasında hedef alınan kişiler arasındaydı<br />
Mihail Vasiliadis. Tek<br />
suçu Türk topraklarında Rum<br />
olarak yaşamaktı. 6-7 Eylül olaylarının<br />
yaşandığı 1955 yılında<br />
15 yaşında olan ve küçük yaşta<br />
babasını kaybetmesinin verdiği<br />
yükle o yaşlarda çalışmaya<br />
başlayan Vasiliadis işten fırsat<br />
bulduğu zamanlarda görüştüğü<br />
arkadaşları Bülent ve Ali’nin dahi
32 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
dedi beni içeri aldı, apartmanın<br />
kapısını kapattı. Elinde bayrakla<br />
dışarıda kaldı, güruh geldiğinde,<br />
‘Burada gavur yoktur’ dedi; onların<br />
bizim eve girmesini engelledi.<br />
Belki yanı başımızdaki karakol<br />
da ısrar etmelerini engellemişti<br />
”diyor.<br />
“Apoyevmatini ben ölene kadar<br />
çıkmaya devam edecek”<br />
Yaşadıkları bunca zorluktan sonra<br />
Rumların hakkını aramak ve<br />
onların da iyi bir yaşam sürmesi<br />
için bir şeyler yapmak gerektiğini<br />
düşünen Mihail Vasiliadis<br />
1925’ten bu yana Rumca çıkan<br />
Apoyevmatini gazetesinin başına<br />
geçmiş. 1925 yılında Vasiliadis’in<br />
babasının kuzenleri tarafından<br />
kurulan gazete yıllarca onların<br />
elinde kalmış. 1960’lı yıllarda<br />
el değiştiren gazete Yorgo Adosoğlu’nun<br />
himayesinde çıkmaya<br />
devam etmiş. Bu sırada yine<br />
gazetecilik mesleğini yapan Mihail,<br />
2003 yılında Apoyevmatini’yi<br />
geri teslim almış. Dili Rumca<br />
olan gazete abone sistemiyle<br />
çalışıyor. Rumların da İstanbul’da<br />
bir yeri olduğunu belli etmek adına<br />
gazeteyi Rumca çıkardıklarını<br />
söylüyor Vasiliadis. Bunca yıl<br />
gazeteyi tek başına İstiklal Caddesi’ndeki<br />
Suriye Pasajında çıkaran<br />
Mihail Vasiliadis dükkanın<br />
kirasını ödeyemediği için oradan<br />
zorla çıkarılmış. Şimdilerde<br />
gazeteyi yılmadan, pes etmeden<br />
evinde çıkarmaya devam eden<br />
Vasiliadis “ Ben ölene kadar bu<br />
gazete çıkmaya devam edecek.<br />
Rumların yaşadığı bunca zorluktan<br />
sonra Apoyevmatini onların<br />
sesini duyurabileceği tek yer. Bizlere<br />
yönelik çıkan bu gazetenin<br />
sonu kirayı ödeyemediğimiz için<br />
son bulmayacak” diyor.
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 33<br />
“SEÇME ŞANSIMIZ<br />
OLSAYDI ÖTEKİ OLMAYI<br />
TERCİH ETMEZDİK”<br />
Sadece pembe ve mavinin değil her renkten insanın tek bir evrende nefes aldığı<br />
gezegende yaşıyoruz. “Bu gezegende biz de varız” diyen LGBTI üyelerinin inandığı<br />
tek şey, eşcinsellerin kurtuluşunun heteroseksüelleri özgürleştireceği. ‘Öteki’ olmanın<br />
anlamını ise bir LGBTI üyesi olan Fatma’ya sorduğumuzdaysa gömüldüğü derin sessizlik,<br />
bizlere oldukça açık bir cevap oluyor.
34 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
Toplumsal yaptırımlar<br />
siz doğduğunuz anda<br />
hayatınıza giriyor;<br />
kızsanız pembe<br />
erkekseniz mavi giyiniyorsunuz…<br />
Bu sözler 30 yaşındaki LGBTİ<br />
üyesi Fatma’ya ait. Duvarımızın<br />
arkasından bizleri izleyen ve<br />
onları ‘öteki’ olarak görmekten<br />
vazgeçtiğimiz günü sabırla<br />
bekleyen bütün LGBTİ üyelerinin<br />
ortak görüşünü dile getiriyor<br />
Fatma. Kız ya da erkek olarak<br />
doğuyoruz, kız ya da erkek olarak<br />
büyüyor ve ölüyoruz; başka bir<br />
seçeneğin bırakılmadığı bu yaşam<br />
standartlarında ayakta kalmaya<br />
çalışan LGBTİ üyelerinin tek<br />
hayali daha fazla ötekileşmeden<br />
içimizden biri olarak hayatlarına<br />
devam edebilmek.<br />
Önyargıları yok etmek şart<br />
Türkiye’deki LGBTİ üyeleri hiç<br />
şüphesiz ki gelişmiş ülkelere<br />
oranla daha zorlu şartlarda<br />
yaşamaya çalışıyor. ‘Gelişmişlik’<br />
burada hem toplumsal hem<br />
kültürel hem de ekonomik<br />
olarak karşımıza çıkıyor. LGBTİ<br />
üyeleri, hayatlarının her alanında<br />
homofobiye karşı savaşmak<br />
zorunda kalıyor. Onların sesine<br />
kulak verdiğimizde ise sessizliğe<br />
gömülmüş bir toplumun<br />
çığlıklarını duyuyoruz. Fatma da<br />
bu sessizliğin bir parçası. O, 21<br />
yaşında cinsel yönelimini fark<br />
ettiğinde hiçbir şeyin eskisi gibi<br />
olmayacağını anlıyor. Şimdi 30<br />
yaşında olan Fatma, her şeye<br />
rağmen ayakta ve mutlu. “Ben ön<br />
yargıların başlıca nedeni ataerkil<br />
toplumun baskınlığı ve yetiştirilme<br />
tarzı olarak görüyorum. Buna<br />
eğitimsizlik ve araştırmayan bir<br />
toplum da eklenirse durum daha<br />
da vahimleşiyor. Kulaktan dolma<br />
laflarla bilinçleniyoruz çoğunlukla.<br />
Bu da toplumumuzu önyargılı<br />
bireylerden ibaret kılıyor” diyen
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 35<br />
Fatma, topluma bir şekilde ayak<br />
uydurmanın yollarını cinsel<br />
yönelimini gizleyerek bulmuş.<br />
Bir tercih değil bu, yönelim<br />
Bugün bir kafeye gittiğiniz zaman<br />
çay ya da kahve içmek size ait<br />
bir tercihken, eşcinsel olmak<br />
size ait bir tercih olmuyor. Bu<br />
yönelimin doğuştan geldiğini<br />
ve biyolojik olarak tamamen<br />
kanıtlanmış olduğuna dikkat<br />
çekiyor Fatma. Biyolojik nedenler<br />
dışında, ağır psikolojik tramva<br />
yaşamış bireylerin de cinsel<br />
yönelimlerini değişebileceğinin<br />
de bilimsel bir açıklaması<br />
olduğunu söyleyen Fatma, her<br />
iki durumda da asla bireyleri<br />
suçlamamak ve yadırgamamak<br />
gerektiğini vurguluyor. Özellikler<br />
‘tercih’ değil ‘yönelim’ olarak<br />
değerlendirdikleri eşcinsellik<br />
gerçeğini artık toplumların da<br />
sindirmesi gerektiğini dile getiren<br />
Fatma, “LGBTİ’li olmak bireyler<br />
de ne hastalık ne de kişisel tercih<br />
durumudur. Cinsel yöneliminden<br />
dolayı aşağılanan ve hatta<br />
işkencelere maruz kalarak bazen<br />
de hayatını kaybeden birçok kişi<br />
var. Tercih şansımız olsaydı emin<br />
olun hepimiz harika hayatlar<br />
tercih ederdik.”<br />
Dernekler ve Gezi Parkı ile<br />
seslerini duyurabildiler<br />
Fatma, LGBTİ üyeleri olarak<br />
dernekleşmenin ve toplumsal<br />
olaylara destek vererek seslerini<br />
duyurabildiklerini söylüyor;<br />
“İnsanlar bizi gördü, medya<br />
bizi gördü, siyasiler bizi gördü,<br />
farkımızda olan insanlar var ama<br />
bir o kadar da bizi göremeyen çok<br />
insan var.” Kurulan insiyatifler ile<br />
birbirlerine de daha çok bağlanıyor<br />
LBGTİ üyeleri, birlikleri bir süre<br />
sonra onların sahip oldukları<br />
en büyük kuvvet haline geliyor.<br />
Ön yargılar yüzünden gizli saklı<br />
yaşayan üyeler el ele vererek<br />
yaşadıkları psikolojik sorunları<br />
birlikte atlatabilmeyi başarabiliyor.<br />
2014 yılı Haziran ayında<br />
Antalya’da gerçekleştirdikleri<br />
Onur Yürüyüşü’nde, LGBTİ<br />
üyesi olmasına rağmen yürüyüşü<br />
uzaktan izleyen birçok eşcinsel<br />
olduğunu belirten Fatma,<br />
onları, gözlerinde ‘biri görürse’<br />
korkusunu aşmaları için bu tür<br />
topluluklar aracılığıyla birlik ve<br />
beraberliğe davet ediyor.
36 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
AYNI TOPRAKTA<br />
YABANCILAŞMAK
İnsanın genetik haritası<br />
belirlendiğinde ırklar arasındaki<br />
farkların çok az olduğu da<br />
ortaya çıkmıştır. Ancak insanlar<br />
benzerliklerinden çok farklılıklarına<br />
odaklanmaktadırlar. Tarihteki bir<br />
çok kavga ve savaş insanların<br />
farklılıklarını sorun etmesi<br />
nedeniyle çıkmıştır. Oysa<br />
insanları ve toplumları “öteki”<br />
kavramıyla ayırmak yerine<br />
insanların farklılıklarını bir zenginlik<br />
kaynağı olarak görmek barışın ve<br />
çağdaşlığın temelidir.Sizlere bu<br />
makalede Anadoluya yaklaşık 10.<br />
yüzyılda Hindistandan gelerek<br />
yerleşen ve burada uzun süredir<br />
yaşamalarına rağmen kimlikleri<br />
tanınmayan dünyanın birçok<br />
yerinde olduğu gibi Türkiyede de<br />
çingene adı ile ötekileştirilen bu<br />
kavram ile aşağılanan kültürel ve<br />
etnik farklılık olan roman halkının<br />
tarihsel geçmişini,yaşadıkları<br />
ayrımcılığı,onlara karşı olan ön<br />
yargıları ve bugün ki durumlarını<br />
ötekileştirme bağlamında ele almayı<br />
amaçladım.<br />
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 37
38 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
Türkiye’nin etnik çeşitliliği<br />
içerisinde yer alan<br />
ve uzun yıllardır bu<br />
topraklarda yaşayan<br />
Çingene halkı , etnik kimliklerinden<br />
dolayı toplumdan soyutlanmışlardır.<br />
Çingene halkı tarih<br />
boyunca, dünyanın her yerinde<br />
açlık boyutlarına varan bir yoksulluk<br />
ve en önemlisi sürekli olarak<br />
ötekileştirme, aşağılanma gibi<br />
çok ciddi sorunlarla karşı karşıya<br />
kalmıştır. Türkiye’de yaşayan<br />
Çingene halkı için de durum<br />
dünyanın birçok yerindeki manzaralarla<br />
benzerlik göstermektedir.<br />
Bir halkın ismi olan ‘Çingene’<br />
kelimesi genel olarak aşağılamak<br />
amacıyla, bir sıfat olarak kullanılıp<br />
“Çingene kavgası, Çingenelik,<br />
Çingeneleşmek” olarak<br />
olumsuz anlamda kullanılmaktadır.<br />
Bir etnik kimliğin ismi olan<br />
bir kelimenin bu şekilde kullanımı<br />
toplumun içindeki bir etnik grubu<br />
ötekileştirmeye,bu etnik kimliğe<br />
vurgu yaparak bir ayrımcılığa<br />
neden olmaktadır. Bu halkın isminin<br />
olumsuz sıfat olarak kullanılmasından<br />
dolayı Çingene<br />
halkının bir kısmı, kendilerine<br />
‘Roman’ denmesini istemekte,<br />
aslında etnik bir kimlik ismi olan<br />
‘Çingene’ kelimesi yabancılaştırılmaktadır.<br />
Ekonomik açıdan ele alındığında<br />
ise bu halk yaşadıkları her ülkede<br />
olduğu gibi Türkiye’de de en<br />
alt meslekleri yapmaya zorlanmışlar<br />
ve yaşadıkları şehirlerde<br />
en kötü ve düzensiz yerlerde<br />
yaşamak zorunda bırakılarak<br />
dışlanmışlardır. Başta eğitim olmak<br />
üzere barınma ve sağlık gibi<br />
temel hizmetlerden yeterli düzeyde<br />
yararlanamamaktadırlar..Bu<br />
durumlar göz önüne alındığında<br />
bu insanlar öteki olmamak adına<br />
kendi kimliklerini gizlemektedirler.Çingene<br />
halkının Türk<br />
toplumuyla ilişkilerine baktığımızda<br />
bu ilişki Selçuklu Türklerine<br />
dayanmaktadır.Osmanlı Devleti<br />
döneminde ise Trakya/Rumeli<br />
de ikamet ettikleri bilinmektedir.<br />
Ayrıca devlet işlerinde ve orduda<br />
görev aldıkları bilinmektedir.Aynı<br />
dönemde Avrupada olan Çingene<br />
halkının yaşadığı acı verici<br />
olaylar göz önüne alındığında<br />
Osmanlı topraklarındaki grupların<br />
daha elverişli koşullarda olduğunu<br />
söyleyebiliriz.Cumhuriyet<br />
Dönemine değinecek olur isek<br />
Lozan Antlaşması çerçevesinde<br />
Yunanistan geldiği bilinen Çingene<br />
nüfusunun varlığı söz konusudur.Göç<br />
ile gelen bu nüfus<br />
Ege,Marmara ve Trakya bölgelerine<br />
yerleştirilmişlerdir.Peki aynı<br />
toprakta olduğumuz bu etnik gruba<br />
karşı olan önyargının kaynağı<br />
nedir ? Neden her kötülük,sorun<br />
,suç bizden görmediğimiz aynı<br />
toprakta yabancılaştırdığımız<br />
ötekilerden beklenir.Böylelikle bu<br />
etnik grup tarih boyunca iki ayrı<br />
yönteme maaruz kalmıştır.Ya kenar<br />
mahallelere itiliyorlar ya da<br />
asimile edilmeye çalışılmışlardır.<br />
İki durumda da bu topluluk<br />
görünmez yapılmak istenmiş birey<br />
olma toplum olma hakları<br />
yok sayılmış potansiyel bir suçlu<br />
etiketi ile toplum dışına itilmişerdir.Bu<br />
ötekileştirme ile bu etnik<br />
grubun çocukları yetersiz eğitim<br />
almak zorunda kalmış ve toplum<br />
içinde yer edinmeye çalışan bu<br />
genç bireyler yetersiz eğitim nedeniyle<br />
meslek seçiminde de en<br />
alt seviyeye itilmişlerdir.Yapılan<br />
araştırmalar göstermektedirki<br />
bu insanlar kendi kimliklerini gizleme<br />
ihtiyacı duyarak kendilerini<br />
roman olarak adlandırmakta ve<br />
bu roman adını istenilen,kabul<br />
edilen ve tehlikeli olmayan kimliği<br />
çağrıştırma anlamında kullanmaktadırlar.Aslında<br />
bu etnik grup<br />
için temel sorun adlandırmanın<br />
ötesinde onlara karşı oluşturulan<br />
önyargıların yıkılamaması,yabancı<br />
olarak görülen bu toplulukla<br />
iletişim kurmak dahi istenilmemesiyle<br />
ilgilidir.
SOKAĞIN<br />
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 39<br />
SESSİZ SAKİNLERİ
40 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
Çoğu zaman mesleğini yapan<br />
insanlar arasında sayılmaz<br />
sokakta, tezgahta, açık alanda<br />
çalışan insanlar. Çünkü<br />
alışılagelmiş şekilde çalışanları<br />
ve sokakta çalışanları ayırırız birbirinden.<br />
Sokakta olan çalışmıyor,<br />
ekmek parası kazanmıyor gibi. Acır<br />
üzülürüz, gündüz simit akşam kestane<br />
satanlara. Çünkü onlar duvarlar, plazalar<br />
arasında çalışan patron kesiminden<br />
ya da sekiz beş çalışan memurlardan<br />
farklı olarak ne zaman iş varsa o zaman<br />
çalışırlar. Belki sabahın çok erken<br />
saatleri belki de gecenin çok geç saatlerinde....<br />
Çöp temizleyen, tenekesinden çöp toplayan,<br />
elleri kirli yüzü boyalı ayakkabı<br />
boyayan, gitarının kılıfını açıp müziğiyle<br />
para kazananlar diğeri olur, dışarda<br />
kalan bizden olmayan. Maaşları belli<br />
olmadığı, günlük kazançlar sağladıkları<br />
için mi yoksa kirli ellere sahip oldukları<br />
için midir bilinmez asla elleri sıkılmaz,<br />
selamları alınmaz ve görülmezler. Onlar<br />
en yakınken birden öteki olurlar. Sigara<br />
izmaritini yere atan sen değilmişsin gibi,<br />
en taze simitleri ondan almıyormuş, en<br />
güler yüzlü insana ayakkabını boyatmıyormuşsun<br />
gibi onu diğeri yaparsın.<br />
Hem de görmeyenler, görmezden gelenler<br />
herkesten daha çok ötekiyken...
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 41<br />
Iletişim Öğrencilerine Sorduk;<br />
Nedir sizce Öteki?<br />
Her insanın zihninde belirlediği normal olarak nitelendirdiği<br />
belli başlı kalıplar vardır. Bu kalıplar insanların kişilik<br />
özelliklerine göre değişkenlik gösterir. Bana göre normal<br />
olan bir düşünce sana göre normal olmayabilir. Normal<br />
olmadığı içinde farklı gelebilir. İşte bu farklılıktan dolayı da<br />
ötekilik meydana gelir. Alışık olmadığımız bir saç rengine<br />
sahip birini görürsek direkt dikkatimizi çeker ve ona doğru<br />
bakarız. Bu bakışın sebebi bizim normal kalıplarımız<br />
içerisinde bulunmaması ve farklı görünmesi. Bu bakışla<br />
da aslında farkında olmadan bir öteki damgası vurmuş<br />
oluruz. Bunun bir de zihniyet boyutu vardır. Bunu sosyal<br />
hayatımızın içerisine dahil edersek eğer bir gün gelir farklı<br />
bir düşünceyi savunanlar karşısında ötekileştirilip kendi<br />
yaptığımız gibi dışlanmaya maruz kalarak yok olup gideriz.<br />
Bahadır Alptekin<br />
Tuğba Beyaz<br />
“Benim” ve “bizim “ dışında kalmaktır<br />
öteki. Uzağımızdaki birisinden ya da<br />
birimlerinden bahsederken “o” ve “onlar”<br />
diye niteleriz. İste öteki her zaman<br />
uzağımızda kalmıştır bizim. Tanımayız<br />
veya tanımak istemeyiz. Kabullenmeyiz<br />
ötekiyi. Çünkü ne kadar çok uzağımızda<br />
kalırsa , “bizim” için o kadar iyidir.<br />
Bizim için onlar, belli bir kalıbın<br />
dışındadırlar ve bu durumu yadırgarız.<br />
Farklı oluşları ötekileştirmemize neden<br />
olur. Onlarda aynı şekli alsın, aynı<br />
kalıbı doldursun isteriz. Aksi durumda<br />
savunma mekanizmamız harekete<br />
geçer. Ötekileştiririz. Ötekileştirerek<br />
kendimizi rahatlatırız. Farklı olmaktan<br />
korktuğumuz için de kullanırız bu durumu.<br />
Biz ve bizim gibi olmayanları farklı bir<br />
gruba yerleştiririz. Sonuç olarak “öteki”<br />
onlardır. Parmak ucuyla gösterilip uzakta<br />
kalanlardır...
42 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
Zamanın bize işaret ettiği duvarlarla yaşadık hep; bu,<br />
şu, o… İşaret edilen dışında bir şey göremedik, görmeye<br />
çalışmadık, duvarın ‘öte’ yanını hiç merak etmedik,<br />
‘ötelenen’ gerçeklikle yüzleştirilmedik. İşte bu yüzden<br />
‘öteki’ kavramını duyduğumuz zaman sonu gelmeyen bir<br />
sessizlik büyüyor içimizde. Tarihin derinliklerinde ‘ilkellik’<br />
olarak yer alan ‘öteki’lik günümüze gelindiğinde ise doğru<br />
olmayan yanlışlar olarak tüm çıplaklığı ile karşımızda<br />
aslında. Tabii yanlış olanın kime göre ve neye gore yanlış<br />
olduğu da tartışılması gereken bir soru. Doğruluk ve<br />
yanlışlık kavramlarını biz insanlar yaratıyor ve bunlara<br />
‘kişiden kişiye değişebilir’ etiketini yüklüyorsak, ‘öteki’<br />
kavramının da bir işaret zamiri olduğunu unutmamak<br />
gerekir. Kullanımının ‘Hangi masa? Öteki masa’dan<br />
öteye gitmemesinin gerektiği bir toplumda yaşamak<br />
ümidiyle…<br />
E. Hazal Çök<br />
Kerem Balkaş<br />
Öteki, kaba manada “biz” in dışında kalandır.Ben<br />
ise “öteki” kavramına bizzat içerisinde bulunduğum<br />
bir projede edindiğim tecrübeleri aktarmaya<br />
çalışarak açıklayacağım. Geçtiğimiz yıl(2014) grup<br />
arkadaşlarım ile birlikte yapımını üstlendiğimiz<br />
belgesel projesinde “öteki” kavramı ile fazlasıyla<br />
haşır neşir olmuştuk. Bahsini ettiğim belgesel<br />
projesi, Antalya’da bir ritim grubu olan Lokomotif<br />
Band. Fakat bu grubu diğerlerinden ayıran özellik,<br />
grubun tüm üyelerinin engelli bireylerden oluşması.<br />
Bu kapsamda toplumun, engelli kardeşlerimize<br />
ne denli bir önyargı beslediğini ve engelli<br />
kardeşlerimizi vahşi bir biçimde ötekileştirdiğini<br />
üzülerek görmüş olduk. Onların toplum içerisinde<br />
yaşadığı sorunları, anlatılan hikayeleri dinledikçe<br />
ve onlarla beraber geçirdiğimiz zamanlarda bu<br />
anlatılanlara benzer olaylar ile karşılaştıkça aynı<br />
evrende bu görüşe sahip olan tüm insanlara lanet<br />
ettim, ediyorum, edeceğim. Sözü fazla uzatmayıp<br />
noktalamak istiyorum. Öteki, insanın kendi<br />
içerisindeki yabancıya, beyninde çerçevelediği<br />
duvarlara aykırı hissettiği her şeydir. Bu bir sinema<br />
filmi de olur bahsini ettiğim ritim grubunun bir üyesi
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 43<br />
*“ÖTEKİ” kavramı aslen hayatımızda hep var olan<br />
ancak son yıllarda daha çok duyduğumuz daha<br />
çok hissettiğimiz belki de daha çok “hissettirilen”<br />
bir kavramdır. Elbette sözlüklerde, ansiklopedilerde<br />
ötekinin değişmez tanımları vardır ancak bana<br />
göre öteki , kendisi dışında farklı olan tüm<br />
özelliklere, durumlara, tercihlere, yaşantılara karşı<br />
üretilen kavramdır. Türkiye’de son yıllarda artan<br />
ötekileştirme başlıklarına bakacak olursak din, dil,<br />
cinsiyet ayrımlarıdır. Türkiye’de bu sıçrayışların<br />
olmasının birçok nedeni vardır. Örneklendirmek<br />
gerekirse Hrank Dink olayı, Ermeni vatandaşlara<br />
karşı yapılan ötekileştirme propagandasının en<br />
görünür sonucudur. Neredeyse her gün sayısız<br />
şekilde öldürülen LGBTİ bireyler bunların en<br />
belirgin örnekleridir. Bunun tek bir açıklaması<br />
vardır o da kişinin kendisi dışındaki farklı olanı<br />
kabul edememesidir. Biz- Onlar, Ben ve Öteki<br />
ayrımının yapılmasıdır. Oysaki insanlık bir mozaiktir<br />
bir bütündür. Farklı tercihler, farklı dinler, farklı<br />
yaşantılar olması gerekendir. Her kesimi aynı olan,<br />
her tercihi aynı olan bir toplumda özgürlükten ,<br />
renklilikten ,varolmaktan bahsedilemez.<br />
Şafak Tanır<br />
Öteki, aslında bizim hep kimseye belli etmeden<br />
işaret ettiğimiz kişiydi. Diğerlerinden bir ayrıcalığı<br />
bir farkı olan, aslında göstermek istediğimiz... Bu<br />
zamana kadar bizler kimi kıskandıysak, kimden<br />
nefret ettiysek, kimi dışladıysak veya iyi-kötü kimi<br />
işaret ettiysek onu hep ‘öteki’leştirdik. Aslında<br />
öteki insanları hiç anlamaya çalışmadık ya da hiç<br />
düşünmedik biz kimler için öteki insanlarız.<br />
Pelin Özkaya
44 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
* Hayatı “Roman” Gibi Yaşamak diyorum sözün<br />
başında. Romanların ötekileştirilmesiyle devam<br />
ediyorum… Türkiye’de yaklaşık 433,940 kişilik<br />
bir başrol oyuncusu onlar. Hayata hep gülücük<br />
saçan, kedere,çileye kahkaha atan, hayatın tüm<br />
renklerini yaşayan ve yaşatan var olan ama “öteki”<br />
kalandır romanlar. Kordon’da yanına gelip elini<br />
uzatır ya sana, fal bahanedir aslında maksat<br />
muhabbet olsun, elbet ortak bir şeyler vardır<br />
konuşulacak. Dizilerde, belgesellerde, romanlarda<br />
hatta haberlerde görürüz onları. Hep gülerler,<br />
mutludurlar ama sürekli engellenen, ötekileştirilen<br />
olmaktan da kurtulamamışlardır. Çok uzun bir<br />
yolculuk onlarınki. Ta Hindistan’dan, Pakistan’dan<br />
ve Afganistan’dan İran ve Anadolu’ya gelmiş Hint-<br />
Avrupa kökenli bir halktır Romanlar.<br />
Fatma Erdoğan<br />
Çağla Uysal<br />
Öteki olunmaz ötekileştirilir, maalesef.<br />
Toplum içinde devamlı söylene gelen marjinal<br />
marjinal takılıyorlar, kendini bir ötekileştirme<br />
havalarında gibi söylemlerin her biri bir kişinin<br />
karşısındaki bireyde farklı algıladığı durumları<br />
kabullenememesinin üstünü örtme çabasıdır.<br />
Hayata belli bir pencereden bakmak sadece<br />
karşında kalanı görmek zorunda bırakmamalı<br />
insanı, o pencereden sarkıp dünyayı görmek için<br />
uğraşmalı ve farklı pencerelerdeki manzaralara<br />
gülümseyebilmeliyiz, çünkü farklılıklar yaşamın<br />
rengidir sadece. Her yenilikle canlanır ve değişir<br />
dünya. Ötekileştirme eyleminde bulunan<br />
bireyler kişisel zaaflarına yenik düşüyor ve çoğu<br />
yarının ne getireceğini asla düşünmüyor. Hal<br />
böyle olunca da sadece cinsel tercihi, yaşam<br />
tarzı, fikirleri ve eylemleri farklı olan insanlar<br />
ötekileştirilmiyor ülkemizde, bir engeli olan<br />
fiziksel farklılık ve rahatsızlığa sahip bireyler<br />
de maruz kalıyor bu duruma ve buna şahit<br />
olduğum her seferinde bir maalesef dökülüyor<br />
dudaklarımdan. Maalesef ki sadece hoş<br />
görmekten çok uzaktayız.
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 45<br />
İlayda Girginer<br />
Türkçe dil bilgisinde zamir ya da adıl olarak<br />
nitelendirilen ‘öteki’ kelimesi cümlede varlıkların yerine<br />
kullanılabilen ve adların yerine getirdiği tüm işlevleri<br />
yerine getirebilen kelime olarak tanımlanıyor. Sonra<br />
açıp sözlüğe baktığımız zaman şu oluyor tanımı;<br />
bilinenden sözü edilen ayrı, benzer iki nesneden<br />
önem veya konum olarak farklı olan, diğer. Tüm<br />
kelimelerden çok ayrı bir yerde buluyor kendini öteki<br />
kelimesi birden. Yanına ‘insanı’ eklediğiniz an sebep<br />
olduğu şeyleri tahmin edemezsiniz. Kıyım, katliam,<br />
ölüm, haksızlık, inkar etme, kabul etmeme, görmezden<br />
gelme, nefret suçları, yaşam hakkının elinden<br />
alınması gibi bir çok insan dışı olay beraberinde<br />
geliyor ‘öteki’nin kullanılmasıyla. Dünyada siyahın<br />
var olma nedenin beyaz olduğunu, iyinin kötüyle<br />
anlam bulduğunu, yaşamı zıtlıkların oluşturduğunu<br />
unutan insanoğlu farklı olanı kabul etmiyor. Kendinden<br />
farklı cinse ait olanı, kendinden farklı renkte olanı,<br />
kendinden farklı ırkı, milleti hatta kendisiyle bir olarak<br />
görmediği için ‘hayvanı’ dışlıyor insanoğlu; insanın<br />
düşünen bir hayvan olduğunu unutarak. Erkek doğup<br />
erkek gibi hissetmediği için, senin ırkınla doğmadığı<br />
için, senin dilinle dua etmediği ve senin dinine<br />
inanmadığı için kimseye ‘öteki’ diyemezsin sen. O var<br />
olduğu için anlamın var unutma. Unutursan olmazsın,<br />
olamazsın. Sakın elini ötekine bulaştırma!
46 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
YEŞİL<br />
SAHALARIN<br />
GİZLİ<br />
KAHRAMANLARI<br />
Futbol çoğu insanın keyifle izlediği ve takip<br />
ettiği bir spor. Bizler televizyon karşısında<br />
ya da stadyumda bu maçları izlerken odak<br />
noktamızda hep futbolcular var. Bu çok<br />
sevdiğimiz bir futbolcu da olabilir ya da kendisini<br />
hiç sevmediğimiz başka bir futbolcu da. Fakat<br />
futbol yalnızca futbolculardan ibaret değil. Evet<br />
doksan dakika boyunca onları izliyor, onlarla<br />
heyecanlanıyor, onlarla gülüyor yeri geldiğinde<br />
onlara üzülüp ağlıyoruz. Peki ya bu futbolcuların<br />
arkasında olan o koca ekip. Onları bu maçlara<br />
çıkmaları için hazırlayan o insanlar. Yaşamın her<br />
alanında olduğu gibi futbolunda hiç bilinmeyen<br />
ve göz önünde olmayan çalışanları var. Tıpkı on<br />
iki yıldır bu işe gönül vermiş Göztepe Spor Klübü<br />
malzemecisi Cem Erol gibi. Erol askerden sonra<br />
gelip başladığı bu meslekte yaşadığı zorlukları<br />
anlatırken, bu kadar önemli işler yapıp adlarının hiç<br />
anılmamasından da bir hayli şikayetçi. Oynanan<br />
maçların tüm hazırlığını yaptıkları, futbolcuların<br />
tüm ihtiyaçlarını karşıladıkları halde bu denli<br />
önemsiz ve öteki olmak onların hayatını daha da<br />
fazla zorlaştırıyor ne yazık ki…
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 47<br />
Göztepe Spor Klübüyle ne<br />
zaman tanıştınız, ne kadar süredir<br />
burada çalışıyorsunuz?<br />
Göztepe ile lise yıllarımda tanışmıştım.<br />
Arkadaşlarımla maça giderdik<br />
ama bir gün gelip burada<br />
çalışacağım ve herkesin görmek<br />
ve imza almak için uğraştığı futbolcularla<br />
bütün gün beraber<br />
olacağım onları maça çıkarken<br />
giydireceğim hiç aklıma gelmezdi<br />
doğrusu. Dediğim gibi askerden<br />
geldikten sonra burada bir arkadaşımın<br />
yardımıyla ise başladım<br />
ve hâlâ 12 yıldır burada çalışmaktayım.<br />
Malzeme sorumlusu olan biri<br />
neler yapar, görevlerinizden<br />
kısaca bahseder misiniz?<br />
Malzeme sorumlusu aslında kimsenin<br />
pek bilmediği duymadığı bir<br />
meslek. Duyulmuyor, bilinmiyor<br />
fakat yükümüz ve<br />
sorumluluğumuz<br />
o kadar büyüktür<br />
hata yapma lüksümüz<br />
dahi yok.<br />
Bir teknik direktörden<br />
sonraki en<br />
zor iş bizim desem<br />
abartmamış<br />
olurum herhalde.<br />
Hafta içi genelde<br />
antremanlarda<br />
hocaların en büyük<br />
yardımcıları<br />
bizizdir mesela. O<br />
günkü antremanda<br />
kullanılacak<br />
antreman aletlerini<br />
araç gereçlerini,<br />
top ve daha<br />
birçok şeyi öncesinden<br />
hazırlayıp<br />
sahaya getiririz. Daha sonra da<br />
bunları kurarken istasyon, antreman<br />
metoduna göre oyun yada<br />
kuvvet çalışması var ise bunlardan<br />
yine biz sorumluyuz. Antreman<br />
esnasında sahada bulunan<br />
tüm toplardan da biz sorumluyuz,<br />
hepsinin kontrolü bizdedir. Antreman<br />
bittikten sonra ise bizim<br />
işimiz devam eder. Oyuncuların<br />
ve hocaların o gün giydiği bütün<br />
antreman kıyafetlerin toplar, çamaşırhanede<br />
yıkar, kurutur ve<br />
herkesin dolabına tek tek asarız.<br />
Bunu her antreman sonrasında<br />
bir sonraki güne uygun hale getiririz.Birde<br />
maçlar var, en önemlisi<br />
tabi ki de.Maçtan bir gün önce<br />
maç kadrosu açıklandıktan sonra<br />
bütün oyuncuların en az iki olmak<br />
şartıyla, maçta giydikleri kramponları<br />
temizler, varsa boyanacak<br />
olanları boyar ve maça hazır hale<br />
getiririz. Daha sonra maç günü<br />
oyuncular ve hocaların o gün<br />
maçta giyeceği bütün malzemelerini<br />
onlar gelmeden önce gider<br />
hazırlarız, onlarda gelip giyer ve<br />
maça çıkalar.<br />
Futbol deyince akla genelde<br />
futbolcular geliyor bu konu<br />
hakkında ne düşünüyorsunuz?<br />
Futbol deyince tabi ki de herkesin<br />
aklına sahada bir top ve onun pesinde<br />
kosan 22 futbolcu gelir bu<br />
çok normal.<br />
Yalnızca şunu söylemeliyim ki<br />
bizim Avrupa’daki takımlarda<br />
çalışan meslektaşlarımızla aramızda<br />
Everest tepesi kadar fark<br />
var. Maddi anlamda ve özellikle<br />
manevi anlamda. Bunları araştırmalarıma<br />
dayanarak söylüyorum.<br />
Onlar bizim yarımız kadar<br />
çalışmıyor ve yıpranmıyor. Birçok<br />
isi futbolcular ve hocalar kendileri<br />
yapıyorlar. Bizde ise maalesef<br />
yük hep bizim üzerimizde.Benim<br />
yine bir yardımcım var. Fakat tek<br />
çalışan maaşını hak ettiği gibi<br />
alamayan meslektaşlarım var ve<br />
onlar adına çok üzülüyorum.<br />
Sizlerde futbolun görünmeyen<br />
yüzüsünüz ve birçok önemli<br />
göreviniz var. Sizce futbolcular<br />
kadar adınızın anılması için ne<br />
yapılması gerekir?<br />
Adimizin anılmasını bırakın futbol<br />
federasyonuna başvuru yapılsın<br />
diye gelen TFF temsilcilerine dahi<br />
bu durumu bildirdim. Ayrıca kendi<br />
klüp müdürümüzle de paylaştım<br />
bu durumu. Maç sırasında iş<br />
gereği dahi bizi yedek klübesine<br />
almıyorlar. Bizlerde bu oyunun<br />
bir parçasıyız dedim bunu da dile<br />
getirdim fakat kimse beni dikkate<br />
almadı. Bize akreditasyon kartı<br />
veriyorlar fakat bunu kullanacağımız<br />
alanı daha kısıtlıyorlar. İzmir<br />
dışında oynanan maçlarda<br />
sahayı bilmediğimiz için bizlerde
48 ÖTEKİ/HAZİRAN 2015<br />
sıradan izleyici gibi bir köşeden<br />
maçı takip etmeye çalışıyoruz. Bu<br />
durumda bile biz işimizi yapmak<br />
için maçı tüm dikkatimizle izliyor<br />
bize ihtiyacı olan bir oyuncunun<br />
yardımına hemen koşuyoruz.<br />
Tüm bunları yapmamıza rağmen<br />
yedek klübesine dahi alınmıyor<br />
olmamız bizi maalesef bu mesleğin<br />
ötekisi durumuna getiriyor.<br />
İşinizle ilgili varsa unutamadığınız<br />
bir anınızı bizimle paylaşır<br />
mısınız?<br />
İkinci şampiyonluğumdu ama<br />
İzmir’de yaklaşık 40.000 kişinin<br />
geldiği bir Çankırı maçı vardı.<br />
Göztepe olarak maçı biz kazanıp,<br />
şampiyon olmuştuk. O günkü<br />
atmosfer harikaydı. Kutlamalar<br />
yapıldı, kupa ve madalyalar verildi.<br />
Sonrada üzeri açık otobüsle<br />
İzmir’i gezip taraftarlarla birlikte<br />
olmuştuk. Bunun dışında yaklaşık<br />
8 yıl önce İzmir’de Aliağa spora<br />
maçı kaybedip amatör kümeye<br />
düşmüştük. O günü hatırlamak<br />
dahi istemiyorum. Çünkü ertesi<br />
gün hemen hemen bütün spor<br />
sayfalarında bizim klüp logomuzun<br />
üstünü siyaha karartıp “Bir<br />
efsane amatöre düştü” diye haberler<br />
yapılmıştı. İşte bu meslekte<br />
hem mutlu hem mutsuzsunuz.<br />
Her şey doksan dakika sonundaki<br />
skora bağlı.<br />
Yaptığınız işi seviyor musunuz,<br />
buralara gelmek için neler<br />
yaptınız?<br />
İsimi her şeye rağmen çok seviyorum.<br />
Klübümü çok seviyorum.<br />
Sezon bitince bir haftadan sonra<br />
canımız sıkılmaya başlıyor , yeni<br />
sezon yeni heyecan yeni futbolcuları<br />
sabırsızlıkla bekliyor ve<br />
çalışmalarımıza tekrar start veriyoruz.<br />
Buralara gelmek için çok<br />
sabrettim. Çok üzüldük, çok çalıştık,<br />
aylarca maaş almadığımız<br />
zamanlar oldu. Ama hiç pes etmedik.<br />
İlk yıllarımda işten ayrılan<br />
arkadaşlarım oldu. Ben ve birkaç<br />
arkadaşım bir gün iyi olacak diye<br />
hep pozitif bakmaya çalıştık. Bugünleri<br />
o zamanlar hayal ederek<br />
bekledik. Bu bekleyişin sonunda<br />
kazanan biz olduk. Şu an klübümüz<br />
iyi durumda ve muhteşem bir<br />
başkanımız var.<br />
İnsanların gözü önünde olmayan<br />
fakat önemli bir işi üstleniyorsunuz.<br />
Çalıştığınız kişilerle<br />
yaşadığınız belli sorunlar var<br />
mı?<br />
Zaman zaman problemler olmuyor<br />
değil tabi ki. Çünkü çalıştığımız<br />
her insan farklı karaktere<br />
sahip. Bir süre sonra onlara alışıyorsun<br />
hop yeni oyuncu geliyor,<br />
teknik direktör değişiyor bu<br />
sefer de onlara ayak uydurmak<br />
zorundasın. Bu hiç te göründüğü<br />
kadar kolay bir durum değil.<br />
Bunu yanında futbolcular biraz<br />
egolu insanlar. Onlara ne kadar<br />
iyi niyetinle yanaşsan dahi mutlaka<br />
ters bir cevap alabiliyorsun.<br />
Bu durumda ister istemez insanın<br />
canını sıkıyor tabi.<br />
Yaptığınız işin geleceği hakkında<br />
ne düşünüyorsunuz? Daha<br />
fazla göz önüne çıkmak size<br />
fayda sağlar mı ?<br />
Açıkçası işimizin bir geleceği yok.<br />
Eğer çalıştığınız klüp biraz üst seviyedeyse,<br />
maddi durumu iyiyse<br />
normal bir insanın aldığı bir asgari<br />
ücreti bir maçta prim olarak<br />
alabiliyoruz. O yüzden dışarıdaki<br />
mesleklere göre kendi açımızdan<br />
söylüyorum bu seviyede para kazanabileceğimiz<br />
bir iş bulamayız.<br />
Gerçekten bu işte gelecek derken<br />
klüp yapısı çok önemli.Ön plana<br />
çıkmayı hiçbir zaman istemedim<br />
ve sevmedim. Şahsım adına hep<br />
arka planda kalmak, işimi düzgün,<br />
hatasız yapmak ve herkesle<br />
iyi ilişkiler içinde bulunmak her<br />
zaman en büyük hedefim olmuştur.
ÖTEKİ/HAZİRAN 2015 49
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ<br />
İLETİŞİM FAKÜLTESİ<br />
HAZİRAN 2015