12.07.2015 Views

ULUSLARARASI BİLİMSEL DERGİLER VE BİLİG Prof. Dr. Mümin ...

ULUSLARARASI BİLİMSEL DERGİLER VE BİLİG Prof. Dr. Mümin ...

ULUSLARARASI BİLİMSEL DERGİLER VE BİLİG Prof. Dr. Mümin ...

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

1<strong>ULUSLARARASI</strong> BİLİMSEL DERGİLER<strong>VE</strong> BİLİG<strong>Prof</strong>. <strong>Dr</strong>. Mümin KÖKSOYBilig EditörüÖZETBilim adamlarınca üretilen bilgilerin bilim dünyasına aktarılmasında ulusal veuluslararası bilim dergilerinin çok büyük bir rolü vardır. Ancak bilim adamlarının, dünyadakitoplam sayılarının 50.000'i aştığı tahmin edilen bilim dergilerinden ve bu dergilerin biryılda içerdikleri milyonları aşkın makalelerin büyük çoğunluğundan kolayca haberdarolmaları hemen hemen imkansızdır. Çağımızın bilgi çağı ve en önemli aracının da bilgiyekolayca ulaşım olduğu düşünülerek çeşitli kuruluşlar, bilimsel dergilere ve içeriklerineulaşımı kolaylaştırabilmek için çeşitli endeks sistemleri ve kurumları oluşturmuşlardır.Endeks kurumlarınca düzenli olarak uluslararası düzeyde taranan bilim dergilerine"uluslararası bilim dergileri" denilmektedir.Bir derginin uluslararası endeks kurumlarınca taramaya alınabilmesi için, hemenhemen üzerinde mutabakat sağlanmış, bazı önemli şartlar vardır. Bunlardan enönemlileri olarak derginin düzenli şekilde zamanında çıkartılması, yayına kabul edilenmakalelerin hem şekil hem de içerik yönünden ciddi bir hakem süzgecinden geçirilmişolması, makalelerin yazım dilinden başka geçerli bir yabancı dilde de özetlerinin verilmesive makaleye bilgisayar ortamında ulaşmada kolaylık sağlayan anahtar kelimelerin yeralması sayılabilir. Ahmet Yesevi Universitesi'nce yayınlanmakta olan Bilig-TürkDünyası'nın Sosyal Bilimler Dergisi- bu sayıdan itibaren uluslararası bilim dergilerindearanan bütün niteliklere sahip hakemli bir bilim dergisine dönüştürülmüştür. Bu yazıda,uluslararası bilim dergilerinde aranan özellikler ile Bilig'in sahip olduğu özelliklerin birkarşılaştırması yapılmakta ve Türkiye'de sosyal bilimler alanında yayınlanmakta olanbilim dergilerini kapsayan ulusal bir endeks sisteminin kurulabilmesi için bir öneridebulunulmaktadır.Anahtar Kelimeler:Bilig, Bilimsel Dergiler, Hakemli Dergiler, İndekslemebilig-8/Kış’99


2GİRİŞBilim adamları, yapmış oldukları bilimselaraştırmalarının sonuçlarını kongre, sempozyum vebilimsel dergilerde sözlü veya yazılı olarak bilimdünyasına sunmak zorundadırlar. Aksi haldeharcanmış olan bütün emeklerin ve elde edilensonuçların boşa gitmiş veya hiç yapılmamış gibiolmaktan, kişisel tatminin dışında bir farkı kalmaz.Evrensel bilgi üretimi, kişilerin birer birer yapmışoldukları araştırmaların sonuçlarının bilim kamuoyutarafından paylaşılması ile katlanarak çoğalır, büyür,gelişir ve belirli bir birikimden sonra ekonomik,teknolojik ve sosyal yararlar sağlayan ikincil ürünlervermeye başlar.Bilim adamlarınca üretilen bilgilerin bilimdünyasına aktarılmasında ulusal ve uluslararasıbilimsel dergilerin çok büyük bir rolü vardır. Dünyadabir yılda az veya çok bilimsel niteliği bulunan ne kadardergi çıkarıldığı bilinmemektedir. Bunların toplamsayılarının 50.000'i aşabileceği söylenebilir. Bilimadamlarının bu dergiler ve içerdikleri makalelerinbüyük çoğunluğundan kolayca haberdar olmalarıhemen hemen imkânsızdır. Çağımız bilgi çağı ve enönemli aracının da bilgiye kolayca ulaşım olduğudüşünülerek çeşitli kuruluşlar bilimsel dergilere veiçeriklerine ulaşımı kolaylaştırabilmek için çeşitliendeks sistemleri oluşturmuşlardır. Bunlardan enönemli olanı ABD'deki "Institute for ScientificInformation" kısaca ( ISI ) olarak bilinen kurumtarafından çıkartılan endekslerdir. Bu ve benzeriendeksler tarafından düzenli olarak uluslararasıdüzeyde taranan bilimsel dergilere " uluslararasıbilimsel dergiler " denilmektedir. Bir derginin"uluslararası bilimsel dergiler" niteliğinekavuşabilmesi ve uluslararası indexlercetaranabilmesi için sahip olması gereken asgarinitelikleri vardır.Bu yazının konusu uluslararası bilimsel dergilerdearanan asgari nitelikler göz önüne alınarak "Bilig"dergisini tanıtmak ve değerlendirmek olacaktır.<strong>ULUSLARARASI</strong> BİLİMSELDERGİLERİN NİTELİKLERİUluslararası bilimsel dergilerde aranan niteliklerpek çok kitap, dergi ve broşürlerde dolaylı yoldangenel olarak belirtilmiştir. Bunlara örnek olmak üzereaşağıda TÜBİTAK' ın ve TÜBA'nın aradığı niteliklerverilmiştir.TÜBİTAK 1995 yılında Sağlık BilimleriAraştırma Grubu bünyesinde oluşturduğu birkomisyon marifetiyle "Türk Tıp Dizini" kitaplarınıçıkartmaktadır. Bilimsel dergilerin "Türk TıpDizini”ne kabul edilebilmesi için aşağıdakimaddelerde uygunluk esas alınmaktadır (TÜBİTAK,1996).1. Dergiler periyodik olarak ve düzenli şekildeyayınlanmalıdır. Dergilerin her sayısı, yayınlanmasıgereken tarihten itibaren en geç 6 ay içerisindeTÜBİTAK Sağlık Bilimleri Araştırma Grubu'naulaştırılmalıdır.2. Dergilerde kesinlikle hakem değerlendirmesistemi bulunmalı ve bu değerlendirmeler en az beşyıl süreyle saklı tutulmalıdır. Komisyon, ilgili yıliçinde dergilerden rastgele yöntemle seçtiği bir veyabirkaç makalenin hakem raporlarını denetleyebilmelidir.3. Dergiler araştırma yazıları içermelidir. Derlemeyazılarından oluşan veya derleme ve olgu sunularınıntoplamı, makale sayısının yarısından fazla olandergiler "Türk Tıp Dizini"ne kabul edilmeyecektir.4. Makaleler İngilizce özet ve başlık içermelidir.5. Makalelerin "Index Medicus" standartlarınauygun İngilizce anahtar sözcükleri olmalıdır.6. Dergiler her yayın yılı sonunda kendi yıllıkdizinlerini çıkartmalıdır.7. Dergi için sürekliliği belgeleyen ISSN numarasıKültür Bakanlığından alınmalıdır.TÜBA Akademi Konseyi 15.10.1996 günlütoplantısında Türkiye'de yayınlanmakta olan sosyalbilimler alanındaki dergileri desteklemek amacıyla bir"Bilimsel Dergileri Destekleme Programı" başlatmıştır.TÜBA (1997)'ye göre nakdi veya bilimsel onayniteliğinde yardım desteği yapılacak dergilerde şunitelikler aranmaktadır:bilig-8/Kış’99


3a) Derginin bir yayın kurulu bulunmalı vedergilerde yer alan yazıların seçiminde hakemlideğerlendirme yöntemi kullanılmış olmalıdır.b) Dergide yayınlanan yazılar özgün araştırmaürünü ya da bilimsel tarama- değerlendirme (review)niteliğinde olmalıdır.c) Derginin yılda kaç sayı yayınlanacağı ve hangitarihlerde yayınlanacağı belirtilmiş olmalı ve bunatitizlikle uyulmalıdır.d) Dergi Türkiye çapında etkili bir bilimsel vakıf,dernek ya da üniversite tarafından yayınlanmalıdır.e) Dergide Türkçe'nin yanı sıra, yazı konusubakımından geçerli bir yabancı dilde makaleler deyer almalıdır. Türkçe makalelerin yabancı dilde,yabancı dildeki yazıların Türkçe özetleri mutlakabulunmalıdır.f) Uluslararası atıf endekslerince taranan dergilereöncelik verilir.BİLİG’İN NİTELİKLERİ1996 yılı başında yayın hayatına giren Bilig, TürkDünyası Sosyal Bilimler Dergisi olarak kapsam veilişkiler yönünden uluslararası bir dergidir. Bilig, 1999yılı itibariyle uluslararası niteliklere sahip hakemli birdergi olmak iddiasıyla yeni bir yayın döneminegirmiştir. Bilig'in yayın ilkelerinde gerçekleştirmeye vekorumaya çalıştığı nitelikleri yukarıda verilenTÜBİTAK'ın ve TÜBA'nın aramış olduğu niteliklerigöz önüne alarak aşağıdaki şekilde sıralamakmümkündür.1- Ahmet Yesevi Üniversitesi Sosyal BilimlerEnstitüsü ve Araştırma Merkezinin işbirliği ile AhmetYesevi Üniversitesine Yardım Vakfı tarafındanyayınlanan Bilig, Türk Dünyası'nın sosyal bilimleralanındaki zenginliklerini, değerlerini veproblemlerini araştıran, inceleyen ve çözüm önerilerigetiren uluslararası bir bilimsel dergidir. Bilig; Şubat,Mayıs, Ağustos ve Kasım aylarında olmak üzere yılda4 defa düzenli olarak yayınlanmaktadır. Derginin hersayısı, yayın tarihinden itibaren en geç 1 ay içindeabonelerine ve diğer ilgililere yollanılmaktadır.2- Bilig'in, biri Editör olmak üzere 4 kişilik biryayın kurulu vardır. Ayrıca, Türk Dünyası ile ilgilenençok çeşitli ülkelere ve kurumlara mensup en azDoçent düzeyinde bir akademik unvana sahip çokzengin uluslararası bir hakem kurulu bulunmaktadır.Editörlüğe ulaşan bir makale, Yayın Kurulu'nun amaç,kapsam ve yazım kurallarına uygunluk açısındanyapacağı bir ön incelemeden sonra bilimsel yöndendeğerlendirilmek üzere, ilgili alana en yakın 2 hakemeyollanır. Her iki hakemin görüşü olumlu ise makaleyayıma kabul edilir. Hakemlerden birinin görüşüolumlu diğeri olumsuz ise 3. bir hakemin görüşünegöre karar verilir. Bilig'de yayınlanacak makalelerininceleme akış şeması ekli çizelgede gösterilmiştir.Hakem raporları 5 yıl süre ile bir arşivde saklanır. Buarşiv her an yetkililerin denetimine açık tutulur.3- Bilig'de yayınlanan yazılar, esas itibariyle yeniveri ve gözleme dayalı özgün araştırma ürününü ya dadaha önce yazılmış yazı ve çalışmaları zengin birkaynakçaya dayanarak değerlendiren, eleştiren ve bukonuda yeni ve dikkate değer görüşler ortaya koyanaraştırma-inceleme yazılarıdır.4- Bilig'in yazım dili ilke olarak Türkiye Türkçesi'dir.Ancak uluslararası niteliğini güçlendirmekamacı ile her sayıda derginin üçte bir oranınıgeçmeyecek şekilde İngilizce (ve yakın gelecekteRusça) yazılara da yer verilmektedir. Yayınlanacakyazıların Türkçe başlık, özet ve anahtar kelimelerininyanı sıra İngilizce ve mümkünse Rusça başlık, özet veanahtar kelimelere de yer verilmektedir.5- Her sayısı basıldıkça ve her yayın yılı sonundaderginin yazar dizinleri çıkartılmakta ve internettekihttp://www.yesevi.edu.tr/bilig adresli web sayfasınayüklenmektedir. Bu dizin içinde makale başlığı veanahtar kelimelere de yer verildiğinden makaleyeulaşabilmek için dizin içindeki herhangi bir sözcüğüyakalayarak tarama yapmak yeterli olacaktır. Ayrıcabütün makalelerin Türkçe, İngilizce ve Rusça özetleribaşlık ve anahtar kelimeleriyle birlikte yukarıdaki websayfasına aktarılmaktadır. Dolayısıyla herhangi birmakaleye ilgi duyan araştırmacı, anında makaleninbibliyografik künyesine ve üç dildeki makaleözetlerine ulaşabilmektedir. Yakın gelecekte Bi-bilig-8/Kış’99


4bilig-8/Kış’99


5lig'de yayınlanacak makalelerin tamamının elektronikortama aktarılması ve dergiyi özellikle yurt dışındakiokuyuculara elektronik abonelik imkânı da sağlanacaktır.Bilig'in tanıtımı, 65 ülkede 2517 aboneliği bulunan"Turkish Newsletter" ile "Central Asia-L, AnnouncementList For Central Asian Studies" ve Türk Dünyası ile ilgilidiğer elektronik dağıtım listelerine yapılmaktadır.6- Bilig, bu sayıdan itibaren hakemli sisteme geçmişolduğundan uluslararası atıf endekslerince taranması içinhenüz herhangi bir başvuruda bulunulmamıştır. Ancakderginin sürekliliğini belgeleyen Kültür Bakanlığındanalınan ISSN numarası ( 1301-0549 ) mevcuttur.Yukarda yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzereBilig uluslararası bir derginin sahip olması gereken bütünniteliklere sahiptir. Bu amaçla 1999 yılı içinde bazıuluslararası endeks kuruluşlarıyla temaslar yapılacaktır.Hiç şüphe yok ki, ulusal bir bilimsel dergi endekslemesistemine geçildiği taktirde Bilig, bu endekse girebilecekilk dergilerden birisi olabilecek niteliktedir. Benzer şekildeBilig, TÜBA'nın onay verebileceği dergilerde aramaktaolduğu bütün niteliklere sahiptir. Bu nedenle 1999 yılısonuna doğru TÜBA'ya başvuruda bulunarak Biligdergisine de bilimsel onay verilmesi talep edilecektir.ENDEKSLENMİŞ DERGİLERİNYARATMIŞ OLDUKLARI KATMADEĞERLERUlusal ve uluslararası bilimsel dergilerin tanımları,özellikleri, nitelikleri, ulusal ve evrensel toplum açısındanönemleri, endeksleme sisteminin dergiler ve içerdiklerimakaleler üzerinde yaratmış oldukları katma değerler çokayrıntılı olarak Köksoy (1998)'de anlatılmıştır. Endekslemesisteminin dergiler ve içerdikleri makaleler üzerindeyaratmış oldukları katma değerler ve bu konuda Türkiyeiçin yapılan bir önerinin özeti Köksoy (1998, s. 220-221)'den aşağıya aynen aktarılmıştır:" Evrensel bilgi üretimi, kişilerin birer birer yapmışoldukları araştırmaların sonuçlarının bi-lim kamuoyu tarafından paylaşılması ve tartışılması ilekatlanarak çoğalır, büyür, gelişir ve belirli birbirikimden sonra ekonomik, teknolojik ve sosyalyararlar sağlayabilen ikincil ürünler vermeye başlar.Tarih boyunca bilimsel dergiler ve kitaplar bilimadamlarınca üretilen bilgilerin dünyanın her tarafınayayılmasında en önemli iletişim aracı olmuşlardır.Çağımız bilim çağı olup bunun en önemli iki unsurubilim üretmek ve bilgiye ulaşmaktır. Bilimingelişmesinde ve ülkelerin kalkınmasında başkalarıtarafından yapılmış bilgilere ulaşmak belki de bilgiüretmekten çok daha önemlidir. Dünyada yıllık olaraküretilen bir milyonu aşkın bilimsel makaleye ulaşımıkolaylaştırmak için çeşitli endeksleme sistemlerioluşturulmuş ve son yıllarda bunların önemli bir kısmıbilgisayar ortamına da aktarılmıştır. Böylece bilimingelişmesinde ve ondan yararlanmada endeksleme sistemibüyük bir katma değer yaratmıştır. Çünküulaşılamayan veya haberdar olunamayan bir bilgininkişilere ve milletlere hiç bir yararı yoktur. KonuyaTürkiye açısından yaklaşıldığında, uluslararası endekssistemlerini kullanmada bazı ekonomik ve teknolojikdar boğazlar vardır. Bunlardan çok daha önemlisiuluslararası dergilerde yayınlanan makalelereulaşılabilinse bile bunları okuyup anlayabilecek düzeydeyabancı dil bilgisine sahip bilim adamımızın sayısı çoksınırlı olup bunlar toplumun çok küçük bir kısmınıoluşturmaktadır. Türkçe olarak ulusal dergilerimiz içinbir endeksleme sistemi bulunmadığından budergilerdeki makalelerden haberdar olmak bile çoğuzaman mümkün olmamaktadır. Araştırmacıların yurtdışı kaynaklara ulaşması ne denli kolay ise, ülkemizde vehatta komşu akademik kuruluşlarda yapılan bilimselnitelikli araştırmalara ulaşmaları da o denli zorolmaktadır. Bu bakımdan Türkiye'nin akademik veteknolojik kamuoyu iki türlü dar boğazla karşıkarşıyadır. Bu yetmiyormuş gibi, Türk bilimadamlarınca üretilen bilimsel makalelerin yurt dışındayabancı bir dille yayınlanmalarının çeşitli şekillerdeteşvik edilmesi yukarıda belirtilen çifte dar boğazlarınüzerine tuz biber ekmektedir. Aynıbilig-8/Kış’99


6makalenin Türkiye'de Türkçe olarak yayınlanmasıyerine yurt dışında yabancı bir dilde yayınlanmışolması o araştırmanın kalitesini artırmış olamaz.Çünkü bilimsel makalelerin önemi, kalitesi yazıldığıdilde değil, içeriğindedir.Bu nedenle, uluslararası dergilerde yayınlananmakaleler daha kaliteli, ulusal dergilerde yayınlananmakaleler daha kalitesizdir diye bir genelleme yapmakyanlıştır. Sorun makaleye, bilgiye ulaşmada çok önemliolan endeksleme sisteminin Türkiye'debulunmayışından kaynaklanmaktadır. Bu sorunaçözüm getirmek için aşağıdaki önerilerdebulunulmuştur:a) YÖK, TUBA ve TÜBİTAK tarafından seçilentemsilcilerden oluşan "Bilimsel Yayınlar Türk MilliKomitesi" oluşturulmalı, bu komite uluslararasıstandartlarla uyumlu olmak şartı ile ulusal bilimseldergilerin asgari kalite standartlarını belirlemeli ve"onaylanmış dergiler" olarak ilan etmelidir.b)Onaylanmış dergileri desteklemek, sayılarınıartırmak için TÜBA'ya görev verilmeli ve bunun içinbütçesine ek ödenekler konulmalıdır.c) TÜBİTAK bünyesinde bir birim oluşturarak,onaylanmış dergiler ve makaleler için istatistikselverileri de içeren yazar-konu-değini endekslemesistemleri oluşturulup sonuçları belirli periyotlarlayayınlanmalı ve ayrıca CD-ROM' larla bilgisayarortamına aktarılmalıdır.d) Her türlü akademik ödüllendirmelerde veyükseltilmelerde onaylanmış dergilerde yayınlananmakaleler yurt dışı yayınlar gibi değerlendirmeye tâbitutulmalıdır.Bu öneriler gerçekleştirilebildiği takdirdeTürkiye'de bir yılda üretilen on binlerce bilimselmakaleden toplum çok daha büyük orandayararlanabilecek, eğitim-öğretim ve bilimselaraştırmaların kaliteleri yükselecek, Türkçe'ninbilimsel terminolojisi zenginleşecek, toplumun herkesiminde olması gereken bilimsel atmosfer yaratılmışolacaktır. Ülkelerin kalkınmasında bilim ve teknolojiüretenlerin sayısının çokluğu kadar, toplumda bilimselatmosferi teneffüs edenlerin, bilimin ve teknolojininönemini be-nimseyenlerin sayısı da son derece önemlidir. "Yükseköğretim Kurulu'nda kaliteyle ilgili ilk cidditeşebbüsler 1994-1995 yıllarında başlamıştır. Düşünceaşamasından uygulama aşamasına geçebilmek için gerekliolan yapılanma ve mevzuat oluşturma için konu 1995yılında Üniversitelerarası Kurul'a intikal ettirilmiş ve büyükbir destek bulmuş ve bu amaçla Yükseköğretim Kurulu'nabağlı fakat Üniversitelerarası Kurul'ca desteklenen 5 adetMerkezi Milli Komiteler kurulmuştur. (Köksoy, 1998, s.147). Bu merkezi Milli Komiteler 12 adet alt komitelereayrılmıştır. Milli Komite ve alt komitelerin başlıcagörevleri arasında;1) Bilig gibi, uluslararası standartlara uygun, hakemlive nitelikli 12 adet bilimsel dergi yayımlamak,2) Türkiye için bilimsel dergilerin asgari kalitestandartlarını belirlemek, her alanda çıkartılmakta olanbilimsel dergileri bu standartlara göre değerlendirerek vestandardın üzerine çıkmış olanları sınıflandırarak"onaylanmış dergiler" olarak ilan etmek,3) Türkiye'deki üniversiteler için bir akademikdeğerlendirme göstergeleri oluşturmak, onaylanangöstergeler ve ilkeler doğrultusunda öncelikle bölümler(programlar) bazında, sonra bölümlerin puanlarınadayanarak fakülteler bazında üniversitelerin kalitesıralamalarını yapmak, görevleri de yer almaktaydı. Birincimaddede belirtilen 12 derginin editörleri ve yayın kurullarıbelirlenmiş; ikinci maddede belirtilen görev için "BilimselDergileri Değerlendirilme Kurulları" oluşturulmuş ve YÖKGenel Kurul'u tarafından 14-7.1995 tarih ve 22343 sayılıresmi gazetede yayınlanan "Yükseköğretim Kurulu MilliKomiteler Yönetmeliği" ile hukuki statülerinekavuşturulmuşlardı. Ancak bu aşamada YÖK Başkanıdeğişmiş, yeni başkanın göreve başlamasıyla önce MilliKomitelerin faaliyetleri durdurulmuş, daha sonrayönetmelikte değişiklikler yapılarak kurulmuş olan millikomiteler ve alt komiteler kaldırılmış ve üyeleriningörevlerine son verilmiştir. Bunların yerine "MilliKomiteler Üst Kurulu" diye yeni bir oluşuma gidilmiştir.Konuya verdiğim önemi vurgulayarak yeni birbilig-8/Kış’99


7çağrıda daha bulunmak istiyorum: Bu görevi sosyalbilimler alanı için ATATÜRK, KÜLTÜR, DİL veTARİH YÜKSEK KURUMU yüklenmelidir. Şöyle ki;1) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu,sosyal bilimler alanındaki dergiler için bir "BilimselYayınlar Türk Milli Komitesi" oluşturmalıdır. Bu komiteuluslararası standartlara uyumlu olmak şartı ile ulusalbilimsel dergilerin asgari kalite standartlarını belirlemeli vebu standartlara uyum gösterdiklerini beyan ederekbaşvuruda bulunan ulusal dergileri değerlendirerek uygunbulunanlara onay vermeli; uygun bulunmayanlaraeksikliklerini belirterek onlara teşvik edici, yol göstericiönerilerde bulunmalıdır.2) Bilimsel Yayınlar Türk Milli Komitesi sosyalbilimlerin her alanı için alt komiteler oluşturmalı, bu altkomiteler yılda bir kaç defa toplanarak alanlarıyla ilgiliyeni başvuruları incelemeli; önceden onay verdikleridergilerin kalitelerini koruyup korumadıklarını sürekliolarak izlemeli ve sonuçları, önerileriyle birlikte, MilliKomite'ye sunmalıdır.3) Atatürk, Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu,Bilimsel Yayınlar Türk Milli Komitesi’nce onaylanmışulusal dergileri ve bu dergilerde makalesi yayınlananyazarları teşvik etmelidir. Bu dergilerin yayın hayatlarınısürdürebilmelerine yardımcı olmak amacıyla kendilerincebelirlenecek ölçütler doğrultusunda bu kurumun bütçesinebu amaçla konulacak ödeneklerden belirli oranlarda teşvikdesteği sağlamalıdır.4) Kurumca onaylanan dergilerde yayınlananmakaleler için Bilig'de yapılana benzer şekilde yazar adı,makale başlığı ve anahtar kelimelere duyarlı sosyal bilimlerdergileri için ulusal bir endeks sistemi geliştirmelidir.Daha önce de belirttiğim gibi 1994 yılında bu konudayapmış olduğum ilk çağrıma YÖK'ten ve üniversitelerarasıkuruldan çok olumlu cevap ve destek gelmiş ve belirliölçüde bir eylem gerçekleşmişti. Eğer bu eylem yeni YÖKBaşkanı tarafından 1996 yılında lağv edilmeseydi, bugünekadar bu konuda çok büyük mesafeler kaydedilmişolacaktı. 1997 ve 1998 yıllarında YÖK-TÜBA veTÜBİTAK'a yapmış olduğum ortak işbirliği çağrısına ise(Köksoy, 1997 ve 1998) bugüne kadar lehte ve aleyhte hiçbir yanıt alınamamış veya bir teşebbüs görülememiştir.Ümit ediyorum ki Atatürk, Kültür, Dil ve Tarih YüksekKurumu bu son çağrıma kulak verecek ve bu yönde olumluadımlar atacaktır. Atatürk'ün ismini taşıyan bu yücekurumdan bu yönde bir davranış sergilemelerini beklemekherhalde bütün sosyal bilimcilerin de hakkıdır.TÜRK DİLİ - BİLİM DİLİBilimsel buluşlar, bilim adamları ve sonuçlarındanyararlanacak olan kurum ve kuruluşlarca paylaşıldıkça hızlaçoğalmakta, gelişmekte ve ilerlemeler sağlanabilmektedir.Bilim adamları bu bilgi alışverişini hızlandırabilmek vebilgilerini daha geniş insan kitlesine ulaştırabilmek içinbilimsel dergiler çıkartmakta, kongreler, konferanslardüzenlemekte ve çeşitli ortak çalışma grupları oluşturmaçabaları içine girmektedirler. İşte tüm bu düzenleme veçalışmalarda en çok konuşulan diller, en etkili iletişimvasıtaları olarak hizmet görmektedirler. Bu konudaçağımızda İngilizce özel bir konuma yerleşmiştir. Özellikle19. yüzyılda "ülkesinden güneş batmayan Büyük Britanyaİmparatorluğu" sayesinde İngiliz dili Avustralya, Hindistan,Kanada, Afrika gibi ülkelerin resmi dilleri haline gelmiş vepek çok insan toplulukları bu dili konuşmaya başlamıştır.Dünya Savaşı'ndan sonra Büyük Britanya İmparatorluğuyıkılmıştır, ancak onun yerine tek süper güç olarak ortayaABD İmparatorluğu (!) çıkmıştır/ 20. yüzyılın tek süpergücü olan ABD'nin anadilinin de İngilizce olması herkonudaki uluslararası ilişkilerde İngilizce'nin en çokkullanılan bir iletişim dili olmasını sağlamıştır. Bu gerçek,uluslararası ticaret, hukuk, ekonomi, turizm, savunma veeğitim gibi bütün alanlarda kendisini hissettirmektedir. Eğer"Bilim Dili" nden bilimsel eserlerin en çok yazıldığı vebilimsel kongrelerde en çok konuşulan dil kastediliyorsaçağımızda bu dil İngilizce'dir. Ancak bu husus İngilizce'denbaşka bir dilde bilimsel eser yazılamaz, bilimsel kongrelerdüzenlenemez anlamına gelmemelidir.bilig-8/Kış’99


8Dilbilimi bakımından Türkçe ile İngilizcekarşılaştırıldığında Türkçe'nin daha sağlam bir grameryapısına, çok esnek ve güçlü bir kelime türetebilmeözelliğine, fiillerde kelimenin içine ve sonuna yerleştirilenbir kaç harfle fiillere çok daha fazla anlam yükleyebilmepotansiyeline sahip olduğu görülür. Ayrıca Türkçe,okunması ve yazması son derece basit, grameri mantıklı birdildir. Okunduğu gibi yazılmakta, yazıldığı gibiokunmaktadır. Her harf telaffuz edilmektedir. Türkçegramerinin mantığı karşısında İngilizce'nin mantıksızlığı,Türkçe'nin esnekliği ve kıvraklığı yanında İngilizce'ninhantallığı, Türkçe'nin fonetikliği yanında İngilizce'ninkuralsızlığı, Türkçe'yi İngilizce karşısında çok üstünkılmaktadır. Dil, kimine göre nankör, kimine göre denazlıdır; onu kullanmazsanız dil bilginiz körleşir, fakirleşir;onu kullandıkça gelişir, zenginleşir. Bazı İngilizce bilimselkavramların Türkçe karşılıklarını bulmakta güçlükçekiliyor ise bu, bu dilin bir kusuru değil, bilim adamlarınınbu dili bilimsel yayınlarında ve toplantılarda yeterincekullanmadıklarından, yeni bilimsel ve teknolojikkavramların Türkçe karşılıklarının bulunması konusundayeterli çaba harcamadıklarından, bazı bilim adamlarımızında meramlarını yabancı bir dille ifade etmeyi bir bilgelikgöstergesi zannettiklerinden ileri gelmektedir.Türkiye'de Türk toplumunun tahsis ettiği parasalkaynaklarla yapılacak bütün bilimsel araştırmalar Türktoplumu için, Türk toplumunun faydalanabilmesi içinyapılacaksa öncelikle araştırmaların sonuçları Türkçeolarak Türkiye'de çıkartılan dergilerde yayınlanmalı veTürkiye'de Türkçe olarak yapılan, gerekirse anında yabancıdile çevrilen kongre veya konferanslarda sözlü sunumu vetartışması yapılmalıdır. Türkiye'de Türk toplumunun tahsisettiği paralarla üretilen her türlü bilimsel ve teknolojikaraştırmaların sonuçlarının ilk muhatabı, kullanıcısı,müşterisi ulusal toplum ve onun içindeki müşteri halkalarıolmalıdır. Evrensel toplum Türkiye'de Türkçe olarakyapılan yayınlardan faydalanmak istiyorsa, bizimonlarınkiler için yaptığımız gibi, onların da Türkdergilerine abone olmalarında, Türkçe öğ-renmelerinde hiç bir yasak ve kısıtlama yoktur.Türk bilim adamlarınca Türkiye'de üretilen bilimselaraştırmaların yabancı ülke dergilerinde yayınlanması ileelde edeceğimiz ulusal kazanç ile onları Türkçe olarak Türkdergilerinde yayınlamamakla kaybettiklerimizinmuhasebesinin açık bir şekilde ortaya konulması zamanıçoktan gelmiş ve geçmektedir. Kaliteli olduğu kabul edilenaraştırmaların yurt dışında yayınlanması yerine, yurt içindeTürkçe olarak yayınlamakla elde edilecek başlıca kazançlarKöksoy (1998)'de aşağıdaki şekilde özetlenmiştir:"1- Uluslararası bilimsel dergiler sayıca çok fazla vefiyatça çok pahalıdır. Yıllık abone fiyatları ortalamaolarak $ 200 ile $ 800 arasında değişmektedir. Budergilerden birisine bile abone olmak, bırakınız lisansve lisansüstü öğrencilerini, profesörler için bile çokbüyük maddi külfettir. Üniversitelerimizin hemenhemen tamamı arzu ettikleri sayıda yabancı dergiyeabone olamamaktadırlar. Türkiye'nin en büyük ve enyaygın hizmet veren YÖK Dokümantasyon Merkezi bilebu yükün altından kalkamamıştır. Üniversitelerdeyüksek lisans, doktora eğitimi yapanlar; yardımcıdoçentlik, doçentlik ve profesörlük payeleri için zorunluolan veya herhangi bir proje için kaliteli bilimselaraştırma yapmak isteyenler büyük bir para-zamanyabancıdil engeli ile karşılaşmaktadırlar. Bu nedenlearaştırma yaptığı konuda yeterli düzeyde yabancıkaynağa ulaşabilen araştırmacı sayısı oldukça azdır. Buengelleri aşarak sonuçlandırdığı kaliteli bilimselaraştırmasını Türkiye'de Türkçe olarak yayınlayanbilim adamı, aynı konuda araştırma yapan, fakat oengelleri yeterince aşamamış veya başka kaynaklarasahip olan arkadaşları ile bilgi ve doküman alışverişindebulunabilecek ve çok güzel bir işbirliği ve tartışmaortamı doğabilecektir.2- Türk bilim adamlarının yurt dışındayayınladıkları makalelerin genelde en iyi araştırmalarınürünleri olduğu kabul edilmektedir. O halde bunlarınTürkiye'de Türkçe olarak yayınlanması diğer Türkçeyayınlara örnek teşkil edecek ve onların da kalitelerininyükselmesine neden olacaktır.bilig-8/Kış’99


93- Kaliteli olduğu kabul edilen bu makaleler, kendikonularında diğer ülkelerde yapılmakta olan özgünaraştırmalara değineceklerinden, yabancı dergilere ulaşmaimkânı bulamayan veya yeterince o dillere vâkıf olamayanaraştırmacılara veya ilgilenenlere taze bilgiler aktarmış vekaynak göstermiş olacaklardır. Böylece gelişmiş ülkelerdenülkemize taze bilgi akımına hizmet edilmiş olunacaktır.4- Kaliteli olduğu kabul edilen bu bilimselaraştırmaların konuları, çoğu kez Türkiye'den seçilmişolduklarından, bunların Türkiye'de yayınlanması ile buyazılar Türkçe yayın yapan diğer araştırmacılarıneleştirilerine veya beğenilerine konu olacak, Türkiye'dedaha geniş bir akademik tartışma platformu oluşturacaktır.5- Kaliteli olduğu kabul edilen bilimsel araştırmalarınTürkiye'de yayınlanması üniversite-sanayi, üniversiteteknoloji,üniversite-tarım, üniversite-sağlık, üniversiteeğitim,üniversite-kültür vb. işbirliğinin gelişmesine veülke kalkınmasına daha çok katkıda bulunulmasınısağlayacaktır.6- Yükseköğretimde en önemli bilgi kaynağı bilimseldergilerdir. Yeni basılmış ders kitapları bilimsel yönden enaz 4-5 yıl eskimiş bilgileri içerir. Bilimsel gelişmenin yarıömrü ise 5-6 yıl olarak kabul edilmektedir. Kaliteli olduğukabul edilen bilimsel araştırmaların Türkçe yayınlanması ileTürkçe eğitim yapan her düzeydeki yükseköğrenimgençliğine çok önemli eğitim malzemesi sağlanmışolacaktır. Bir canlı için kan dolaşım sistemi ne ise,yükseköğretimdeki eğitim/öğretim ve bilimsel araştırmalariçin de bilimsel dergiler benzer işlevi görmektedirler.Yeterince yabancı dil bilemeyen veya çeşitli nedenlerleyabancı dildeki dergilere ulaşamayan öğrencileri kaliteliTürkçe yayınlardan mahrum bırakmak büyük bir hatadır.7- Kaliteli olduğu kabul edilen bilimsel araştırmalarınTürkçe yayınlanması ile Türk Dili'nin bilimsel kelimehazinesi gelişecek, şu anda sıkıntı çekilen bilimsel kavramkargaşası ve kısırlığı giderilecek, Türk bilim adamlarınınbirbirleri ile anlaşması daha kolay olacaktır. Örneğinyabancı dilde eğitim görmüş bir Türk genci-nin kendi konusunu Türkçe olarak anlatmakta ne kadarsıkıntıya düştüğüne pek çok kişi tanık olmuştur.8- Orta Asya'da bağımsızlığına yeni kavuşmuş TürkCumhuriyetleri ile diğer Türk-akraba toplulukları arasındason yıllarda yükseköğretim düzeyinde çok büyük işbirliğinegidilmiştir. Bu ülkelerden 10.000 dolayında genç, Türküniversitelerinde yükseköğrenim görmektedir. Bu ülkelerdeortak üniversite, fakülte ve yüksekokullar kurulmayabaşlanmıştır. Ayrıca bugün Türkçe'yi farklı lehçe veşivelerle konuşan bu ülke insanları için "Ortak Türkçe"çalışmaları yapılmaktadır. Kaliteli olduğu kabul edilenbilimsel araştırmaların Türkçe yayınlanması ile hem buülkelerin yükseköğrenim gençliğine bilimsel kaynaksunulacak, hem de "Ortak Türkçe'nin gelişmesine büyükkatkı sağlanacaktır.9- Türkçe bütün lehçeleri ile birlikte bugün dünyada ençok konuşulan ilk 3-5 dil arasında yer almaktadır. 1995yılında Federal Almanya'da temel eğitimde Türkçe'ninİngilizce'den sonra ikinci yabancı dil olarak okutulmasıkabul edilmiştir. Türkçe bilimsel makalelerin ve dergilerinhem sayıca artması hem de kalitesinin yükseltilmesiTürkçe'nin Birleşmiş Milletlerce resmen uluslararası bir dilolarak kabul edilmesine katkıda bulunacaktır."Uluslararası düzeyde bir araştırmanın Türkiye'yemaliyeti, ortalama yaklaşık 15.000 $ civarındadır. 1990-1995 yılları arasında yurt dışında yayınlanmış olan toplam11.817 adet makalenin Türkiye'ye yaklaşık maliyeti140.000.000 $ dır (Bakınız Köksoy, 1998 Bölüm 5.4).Acaba yurt dışında yabancı dilde yayınlanan bu makalelerTürkiye'ye eğitim/öğretim, kültür, sanat, teknoloji, patent,hizmet v.s. gibi sektörlerde ne kazanç getirmiştir, Türktoplumunun refah ve mutluluğuna nasıl bir katkıdabulunmuştur? Bunun bir muhasebesinin yapılması vebunların yukarıdaki maddelerde değinildiği gibi Türkiye'deTürkçe olarak yayınlanmaları halinde sağlayacaklarıyararlar ile karşılaştırılmasının yapılması gerekmektedir.Bilim evrenseldir. Bilimin dili, dini, ırkı, mil-bilig-8/Kış’99


10liyeti ve cinsiyeti yoktur. Bilim, tüm insanlığın ortakürünü ve dolayısı ile ortak malıdır veya öyle olmasıgerekir. Bilimsel buluşların, araştırmaların sonuçlarınıher dilde ifade etmek mümkündür. Aksi olsa idi, birdilde yazılmış olan bilimsel eserleri başka dilleretercüme etmek mümkün olabilir miydi?Türk Dünyası’nın manevi ATA'sı Hoca AhmetYesevi'nin, daha 12. yüzyılda TÜRK DİLİ'ni İNANÇDİLİ olarak kabul etmesiyle Türk Dünyasına,İslamiyet'e ve bütün insanlığa ne kadar büyük veyararlı bir hizmet vermiş olduğunu, onun ölümündenyaklaşık 800 sene sonra, şimdi daha iyianlayabiliyoruz. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın kiTÜRK DİLİ'nin BİLİM DİLİ olarak kullanılması daTürk Dünyası, Evrensel Bilim ve bütün insanlık içinbenzer sonuçlar doğuracaktır.Bu nedenle Bilig için yazım dili olarak TürkiyeTürkçesi'nin ilke olarak kabul edilmiş olması aşağıdakidörtlükte de ifade edildiği gibi çok isabetli ve yerindebir karar olmuştur." Sevmiyorlar âlimler (!) sizin Türkçe dilini,Bilgelerden işitsen açar gönül ilini;Makaleler* anlamı Türkçe olsa duyarlarAnlamına erenler başın eyip uyarlar.Miskin Hoca Ahmet, yedi atana rahmetFars dilini bilir de, sevip söyler Türkçe'yi."Orijinalinde "Ayet, hadis"dir.( Hoca Ahmet Yesevi'den )KAYNAKLARKÖKSOY, M., 1997; "Yükseköğretimde Kalite ve TürkYükseköğretimi İçin Öneriler; HacettepeÜniversitesi Mühendislik Fakültesi Vakfı yayını,Ankara (1. Baskı): 195 s.KÖKSOY, M., 1998; "Yükseköğretimde Kalite ve TürkYükseköğretimi İçin Öneriler; İstanbul KültürÜniversitesi Yayını, İstanbul ( genişletilmiş 2.Baskı); 243 s.TÜBA, 1997; 1997 Yılı Burs ve Destek Programları,Türkiye Bilimler Akademisi Broşürü, Eylül, 1997TÜBİTAK, 1996; Türk Tıp Dizini (1993 yılına aitkonu ve yazar dizini kitapçıkları), ISSN-1300-7602, Türkiye Bilimler Akademisi Broşürü,Eylül, 1997.bilig-8/Kış’99


11INTERNATIONAL SCIENTIFIC JOURNALS AND BILIG<strong>Prof</strong>. <strong>Dr</strong>. Mümin KÖKSOYEditor of BiligABSTRACTThere are more than 50.000 scientific journals published inthe world, containing more than millions of article per year.It is almost impossible for any scientist to be aware of mostof their presence. In order to make it easy to reachimportant scientific journals and articles within them,some institution produce database index of journals andarticles within them. In order to have a journal to beevaluated for coverage, some very basic guidlines areestablished. Bilig-Journal of Social Sciences of TurkishWorld-became a refereed journal confronting all the basicguidelines required for internationally eveluated andindexed journals, starting from this present issue. In thisarticle, besides comparing Bilig in respect to acceptedbasic guidelines, some suggestions are made for evaluationand indexation of the Turkish social science journals.Key Words:Bilig, Scientific Journals, Refereed Journal,Journal Indexbilig-8/Kış’99


13ÇİN-SOVYET İTTİFAKIDÖNEMİNDE (1950-1963) ORTA ASYASelçuk ÇOLAKOĞLUAdnan Menderes ÜniversitesiNazilli İİBF Uluslararası İlişkiler BölümüAraştırma GörevlisiÖZETUlusal çıkar kavramı, uluslararası ilişkileri belirlemede çok önemlibir yere sahiptir. Bu kavramın uluslararası alanda taşıdığı önem,1950-1963 dönemindeki Çin-Sovyet ilişkilerinde çok açık olarakgörülmektedir. Bu dönemde Çin ve Sovyetler Birliği, ideolojikbirlikteliğe rağmen, ülkelerinin çıkarları için amansız bir rekabetegirmişlerdir.Orta Asya üzerindeki nüfuz mücadelesi, komünist kardeşliğedayalı Çin-Sovyet ittifakını sona erdiren en önemli unsurdur.Anahtar Kelimeler:Çin-Sovyet İlişkileri, Orta Asya, Sincan, Uygur, Kazakbilig-8/Kış’99


14GİRİŞBu makalede Çin-Sovyet İttifakı dönemindeOrta Asya'nın durumu ve iki ülke ilişkilerine etkisiincelenecektir. 1950-1963 yılları boyunca sürenittifak döneminin en büyük özelliği, Çin HalkCumhuriyeti (ÇHC) ve Sovyet SosyalistCumhuriyetler Birliği'nin (SSCB) aynı ideolojiye(komünizm) sahip olmalarına rağmen kendi ulusalçıkarlarını öncelikli olarak gözetmekten kaçınamamalarıdır.Stratejik, siyasi ve ekonomik açıdanbüyük bir öneme sahip Orta Asya üzerinde dost vemüttefik iki ülke gizli bir rekabete girmişlerdir.1963'ten sonra bu gizli rekabet doğrudan düşmanlığadönüşmüştür.Ulusal Çıkar kavramı ise bu çalışmanın anayaklaşımını oluşturmaktadır. İlk olarak bu kavramıaçıklamak gerekmektedir. Bir devlet için gerçeksorun kendi çıkar ve arzularının başka devletlerinkiyleçatışmasıdır. Frankel'e göre "ulusal çıkar"stratejik, siyasi ve ekonomik boyutları içermektedir.(Frankel, 1970:54 )Bu üç boyut arasındaki ilişki ise daima hassasolagelmiştir. Ulusal hedefler siyasi olarak belirlenir,stratejik hedefler onlara hizmet eder ve ülkeekonomisi ise gerekli kaynağı sağlar. Bu yüzdenekonomi bir sınırlandırıcı olduğu kadar, kaynakolarak işlev görür. Güvenlik, tarih, etniklik veideoloji gibi diğer unsurlar da bu sınıflandırma ilekarşılıklı ilişki içindedir. Çin-Sovyet ilişkilerinde deçıkar çatışmaları bu sınıflandırma içindeincelenebilir.Orta Asya üzerindeki rekabet daha çok ÇinTürkistan'ı, Doğu Türkistan veya resmi adıylaŞincang 1 denen bölge üzerinde gerçekleşmiştir. Türkkökenli halkların yaşadığı bu bölgedeki rekabet 19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren kızışmıştır. ÇarlıkRusyası 1882'de genel olarak bugünkü beş OrtaAsya cumhuriyetinden oluşan Batı Türkistan'ı elegeçirdiğinde, Uygur Türklerinin yoğun olarakyaşadığı Doğu Türkistan'da zayıf bir Çin egemenliğivardı. Bu tarihten 1949'a kadar süren mücadele isegüçlü Çarlık, sonra daSovyet Rusyası'nın Doğu Türkistan'a nüfuz etmeçabası ile zayıf Çin'in bunu engelleme gayretlerindenibarettir.1949'dan önce Şincang Çin tarafından tamanlamıyla yönetilemedi. Milliyetçiler de dahil olmaküzere, hiçbir merkezi Çin rejimi bölgeyi tam anlamıylakontrol altına alamadı. Bunun üç temel sebebi vardı:İlk olarak Şincang'da sürekli isyanlar ve Çin'de ise içsavaş vardı. İkinci olarak Rusya'dan bölgeye geçişinçok daha kolay olması, Şincang'ın Rus ekonomisininve siyasetinin fiili tekeli altına girmesine yol açmıştır.Üçüncü sebep ise Şincang'ın Çin'den çok uzak olmasıve iki merkez arasında yeterli ulaşım altyapısınınolmamasıdır.Bu yüzden bölgenin ekonomik kaynakları ve doğalzenginlikleri dış politikada pazarlık konusu halinegeldi. ÇHC'nin 1950'lerdeki temel politikalarındanbiri Şincang'ta kendi denetimini sağlamak olmuştur.Bu da Çin'in Bölgede çıkarları bulunan SovyetlerBirliği ile arasının açılmasına yol açmıştır.Şincang, Çin'in en geniş idari bölgesidir ve1,646,800 km karelik yüzölçümü ile tüm Çin'in 1/6'nıoluşturmaktadır (Mcmillen, 1979:2). Yukarıda kısacadeğindiğimiz gibi bu bölge coğrafi uzaklığından ötürüilk çağlardan beri yeterli ulaşım ve iletişim ağına sahipolamamış ve bu yüzden merkezi Çin'den kopmuştur.Çok geniş bir alan kaplayan bölgeningüneydoğusundaki Taklamakan Çölü Çin köylülerininburaya gelmesine engel olmuştur. Bölgenin güney vegüneydoğusunda ayrıca yüksek sıradağlar vardır.Altunşan dağları güneybatıdaki komşu Qinghai'yesınır oluştururken Kunlun dağları da güneydeki Tibetiçin etkili bir doğal sınır oluşturmaktadır.Güneydoğuda ise üç önemli sıradağı olan Karakurum,Hindikuş ve Pamir birbiriyle buluşmaktadır.Şincang'ın kuzeybatı sınırı boyunca uzanan Tarbagataydağları bölge ile eski SSCB arasında bir engel teşkiletmektedir. Burada ulaşım ancak tarihi birkaç geçittensağlanmaktadır. Bunlar Çungarya Kapısı ile İli NehriVadisi'nin kuzeyidir.1 Şincang veya Xinjiang, Çince'de "yeni sınır", "yeni kazanılan yer" anlamına gelmektedir. Bu ad bölgeye 1884 yılında Mançu-Çin yönetimi tarafındanverilmiştir (Cengiz, 1997:1405). Makalede resmi adı olması dolayısıyla Şincang kelimesi kullanılmıştır.bilig-8/Kış’99


15Coğrafi açıdan bölge, üç önemli alana ayrılabilir:Kuzey, Tianşan Bölgesi ve Güney. Bölgenin dörtte birinikaplayan Kuzey yeterince yağış almaktadır ve bu yüzdenormanlık ve yeşilliktir. Tianşan, bölgenin başlıca tarımalanıdır. Tarım havzasını da kaplayan Güney ise sonderece kurak bir alandır ve Taklamakan çölünün merkezidurumundadır.Makalede öncelikle ÇHC ve SSCB'nin Orta Asya'dakisiyasi politikaları üzerine yoğunlaşılmaktadır. Bunundışında kalan ideolojik tartışmalara ya da genel düzeydekiilişkilere ancak konunun anlaşılmasına yardımcı olmasıiçin değinilmiştir.İYİ KOMŞULUK DÖNEMİ (1950-1953) Çin-Sovyet İttifakının KurulmasıÇin-Sovyet dostluğu, 14 Şubat 1950 tarihinde 30 yıllıkbir süre için imzalanan İttifak, Dostluk ve KarşılıklıYardım Antlaşması ile kuruldu. Bu antlaşmada iki ülkeJaponya veya başka bir devletin saldırısına karşı birbirineaskeri yardımda bulunmayı taahhüt ediyorlardı (Quested,1984:116). Fakat bu askeri yardımın kapsamı sadece DoğuAsya ile sınırlıydı ve Amerikan saldırısını veya Japonya'nınyer almadığı herhangi bir milliyetçi saldırıyı kapsamıyordu.Bu anlaşma uluslararası komünizmin nihai hedeflerineulaşmak için bir araç olarak görülüyordu. Çin, dünyasorunlarına ilişkin olarak bağımsız rol oynayabilecek birgüce sahip değildi ve bu yüzden Sovyetlerin dostluğuna,ekonomik ve diğer konulardaki yardımına büyük ihtiyaçduyuyordu. Çinlilerin müttefikliği olmaksızın da SSCB,göreceli olarak, uluslararası alanda zayıf durumadüşüyordu.Bu dönem boyunca Çin, iç savaş boyunca zarar görmüşolan milli ekonomisini düzeltmeye çalışıyordu. Bir tarımreformu gerçekleştirilerek tüm ülkede uygulandı. Ülkeninfinans sistemi istikrara kavuşturuldu ve işsizlik oranıazaltıldı. Küçük sanayiler korunurken, tüm büyük-ölçekliişletmeler millileştirildi. Tüm bu gelişmelerin sonucundaBaşbakan Zu Enlai ülkenin yeniden yapılanmasürecinin tamamlandığını ve ülke ekonomisinin öncekindençok daha iyi olduğunu ilan etti (Medvedev, 1986:9).1953'ten itibaren Çin, kendi ulusal ekonomisini inşaetmek için İlk Beş Yıllık Planı uygulamaya başladı. Çin, buplan için Sovyetler Birliği'nden gelecek teknik, ekonomik,ve bilimsel yardımlara büyük ümit bağlamıştı. "SSCB'denöğren" o dönemdeki ana sloganlardan biriydi. Mao 1953'teyaptığı bir konuşmada bu konuya temas ediyordu.(Medvedev, 1986: 9):"Büyük ulusal yapılanmayı sağlamak niyetindeyiz.ABD'den önce iş başarmak oldukça zor ve (bukonudaki) tecrübemiz yetersiz. Bu yüzden inatlaçalışmalı ve Sovyetler Birliği'nin tecrübesinden istifadeetmeliyiz. Komünist Partisi üyesi, yaşlı veya genç işçi,mühendis veya teknoloji uzmanı, entelektüel, işçi veyaköylü olmamızın önemi olmaksızın bütün her şeyiSovyetler Birliği'nden öğrenmeliyiz... Ülkemizi imaretmek için tüm ulus olarak Sovyetler Birliği'ndenmeslek öğrenmeliyiz."Böylece kısa bir süre içerisinde Çin ticareti Sovyetmerkezli olmaya başladı. Aynı zamanda çok sayıda Çinliöğrenci üniversite eğitimi ya da teknik çalışma içinSovyetler Birliği'ne gitti (Medvedev, 1986:27). 1950-60yılları arasında 8.500'den fazla teknik uzman ve 1.500'denfazla bilim, yüksek eğitim, sağlık ve kültür uzmanıSovyetler Birliği'nden Çin'e yollandı. Çok sayıda Sovyetaskeri uzmanı Çin'de çalışmağa başladı ve değişikzamanlarda 1.000'den fazla Sovyet öğretmen yenioluşturulan yüksek eğitim kurumlarında ders vermek içinÇin'e gitti.Diğer taraftan 1950'lerde 2.000 civarında Çinli uzmanve 1.000 civarında Çinli bilim adamı Sovyet biliminin veteknolojisinin ilerlemesi için Sovyetler Birliği'ne gittiler.1953'e gelindiğinde Çin'in toplam ihracatında SovyetlerBirliği'nin payı yüzde 55.6'ya çıkarken, SSCB'nin dışticaretinde Çin'in payı yüzde 20'ye ulaştı. (Medvedev,1986:29).Ayrıca 1953'e kadar Sovyetler Birliği KomünistPartisi'nin (SBKP) tüm dünyadaki komünist hareketin lideriolduğu tartışılmaz bir gerçekti. Bubilig-8/Kış’99


16liderliği ise Stalin şahsında temsil ediyordu. Ancakonun ölümünden sonra ise durum değişmeye başladı.Çin'in Şincang'ta Denetimi SağlamasıÇin Komünist partisi (ÇKP) 1949'un sonundaiktidarı ele geçirdiğinde, Şincang tarihsel pek çokmirasa sahipti. Bu zengin miras ise bölgenin Çin'lebütünleşmesi önündeki en büyük engeldi.Bölgedeki Müslüman Halk Çinlilere karşı etnik vedini farklılıktan kaynaklanan geleneksel birdüşmanlık duymaktaydı ve bu Şincang'ta sürekligüvensiz, muhalif ve isyankar bir ortamın oluşmasınayol açmıştı. Kültürel ve ekonomik farklar ise halklararasındaki husumeti iyice artırmaktaydı. Bu yüzdenÇinli komünistler Şincang'a asker sevk ettiklerindebölgedeki durum oldukça hassastı. 1949'da Şincang,geri ve azgelişmiş bir ekonomiye, Han karşıtı birtavra, İslami bir inanca ve bölünmüş bir siyasete sahipbir ülke durumundaydı.Yeni rejim ayrıca Şincang'taki halkların ulusalbağımsızlık hareketlerinden oldukça rahatsızdı. Bazıyerel milliyetçiler tarafından Çin yönetimine karşı1948 yılında Şincang barış ve Demokrasiyi KorumaLigi kuruldu (Rossabi, 1975:275). Bu ligin iki önemlilideri olan Burhan ve Seyfettin, komünistlerin eşitlik,özerklik, din özgürlüğü ve milliyetlerin statüsününtanınması vaatlerinden etkilenerek, Şincang'taki yenibir yapılanma için Pekin'le işbirliği yaptılar.Bu dönemde Çin Hükümeti askeri ve ekonomikaçıdan bölgede zayıf olmasından ötürü, bölgeliderlerine geniş bir özerklik vaadinde bulundu.Ayrıca Moskova'da eğitim görmüş liderlerdenSeyfettin'in başkanlığındaki Şincang heyeti Çin-Sovyet müzakerelerine katıldı (Mackerrons,1994:170).Mart 1950'de Çin-Sovyet Anlaşması'nınimzalanmasından sonra Burhan Vali olarak, Seyfettinde vali yardımcısı olarak bölgeye atandı (Rossabi,1975:275). Pekin iyi niyet göstergesi olarak daUygurların ve Kazakların Şincang'ta Kril (Rus)alfabesi kullanmalarına izin verdi. AslındaÇin'in uyguladığı bu politikanın iki temel hedefivardı. İlk olarak dünyadan soyutlanmış bir rejimolarak Moskova'nın güvenini iyice kazanmak ve busayede uluslararası alanda düştüğü yalnızlıktankurtulmak istiyordu. İkinci olarak göçebe veyatarımsal alanlarda yaşayan Uygurların, Kazakların veMoğolların Kril alfabesini kullanmasına izin vererekSovyetlerden gelecek yayınları okuyabilmeleriniistiyordu. Böylece Çin'deki bu azınlıklar Sovyetlerdekiazınlıklar gibi komünist propagandaya açık halegeleceklerdi.Çin-Sovyet Anlaşması Mart 1950'de imzalandı(Jackson, 1962:67). Bu anlaşma ile Şincang'taki petrolve madenlerin çıkartılmasında işbirliği yapmak üzere30 yıl süre için Çin-Sovyet anonim şirketlerininkurulması öngörüldü. Bu anlaşma ayrıca Pekin,Şincang ve Sovyet Kazakistan'ındaki Alma-Ataarasında hava ulaşım tesislerinin kurulmasını veLançu-Urumçi-Alma Ata arasında demiryolu inşaedilmesi projesini de içeriyordu. Lançu-Urumçidemiryolu inşası 1952'de başladı (Jackson, 1962:77).Yine aynı anlaşmaya göre İli, Çu ve Sri-Deryanehirlerini birbirine bağlayan 620 millik bir su yoluinşa edilecekti (Jackson, 1962:77). Böylece Şincang ileAral Gölü'nü birbirine su yolu ile bağlamak mümkünolacaktı. Sovyetlerin destek verdiği bir rafineri1953'te Şincang'ın en zengin petrol yataklarınınbulunduğu Tuzhantsu bölgesinde inşa edilmeyebaşladı (Jackson, 1962:78).Bu anlaşmayla bölgedeki Sovyet varlığı daha dagüçlenmiş oldu. Aslında Pekin, Sovyetler Birliği'ninŞincang'taki nüfuzunun artmasından pek hoşnutdeğildi. Ancak Çin'in ekonomik ve askeri açıdan zayıfolması, onu Sovyet yardımlarına bağımlı kılıyordu. Buyüzden Moskova'nın bölgedeki nüfuzuna karşıçıkamıyordu.STALİN SONRASI DÖNEM (1953-1956)Balayından Çekişmeye DoğruStalin'in 5 Mart 1953'te ölümü, Sovyetler Birliği'ninpolitikalarında önemli değişikliklere sebepoldu. SBKP seçkinleri arasındaki kısa bir çekişmedensonra, Kruşçev yeni lider olarak ortayabilig-8/Kış’99


17çıktı. Ancak Stalin'in aksine Kruşçev karizmatikolmaktan ve kitleleri peşinden sürüklemekten sonderece uzaktı. Bu yüzden Lenin ve Stalin zamanındaSBKP liderlerinin dünya komünizmi başkanı olduğutartışmasız kabul edilirken, Kruşçev ile bu gelenekyıkıldı. Liderlik konusunda en büyük muhalefet iseÇin Komünist Partisi'nden (ÇKP) geldi. Mao, o günekadarki karizması ve mücadelesiyle komünisthareketin liderliğine oynuyordu. DolayısıylaStalin'den sonra komünist dünyanın liderliği sorunuciddi bir gündem haline geldi. Çin ve Sovyetler Birliğiarasındaki diğer sorunlara bir de liderlik mücadelesieklenince, iki ülke adım adım savaşa sürüklenmeyebaşladı.1953-1956 arası dönemde iki ülke arasında Stalinzamanında gözardı edilen sorunlar belirmeye başladığıgibi, yeni bir takım sorunlar ortaya çıktı. Sonuçta ikiülke görünürde müttefik ve kardeş gibi hareketederken, fiiliyatta birbirine karşı gizli ve aynı zamandasinsi bir rekabet yürütmeye başladılar.Ancak her şeye rağmen, Pekin ve Moskovaarasında ekonomik ve askeri işbirliği bir süre dahadevam etti. Mart 1953'te yeni bir Çin-SovyetAnlaşması imzalandı. Buna göre Sovyetler Birliği,50'si 14 Şubat 1950'deki anlaşmada belirtilen, 91'i deyeni büyük teşebbüsleri içeren toplam 141 sanayitesisinin inşası ya da kapasitesinin geliştirilmesikonusunda Çin'e yardım edecekti (Med-vedev,1986:25). Sovyetler Birliği ayrıca Çin'e yaptığı maliyardımı artırdı ve temel teknik belgeleri ücretsizolarak Çinli mühendislere ve bakanlıklara devretti.Diğer önemli bir gelişme Kruşçev'in Çinziyaretidir. N. S. Kruşçev, N. A. Bulganin ve A. I. Mikoyen'inde aralarında bulunduğu bir Sovyet heyetiÇHC'nin kuruluşunun beşinci yıl kutlamalarınakatılmak üzere Eylül 1954'te Pekin'e geldiler (Rahul,1982:19). Bu Kruşçev ve meslektaşlarının Mao ilebuluştukları ilk resmi ziyaretti. Görüşmelerde çoksayıda anlaşma imzalandı (Med-vedev, 1986:26).Sovyetler Birliği imzaladığı bir anlaşmaya görePort Arthur'daki garnizondan çekilecekti ve bu üstekitüm askeri ve teknik ekipmanları karşılık-sız olarak Çinlilere devredecekti. Sovyetler Birliğiayrıca Çin ordusuna ekipman ve yeni model silahdağıtımını artırmayı ve eğitim için askeri uzmanlargöndermeyi taahhüt etti.Sovyetler Birliği metal işleme, petrol çıkarma,gemi tamiri ve hava ulaşımı ile ilgili anonimşirketlerdeki çok sayıda hissesini de Çin'edevrediyordu. Devir işlemleri 1955'te başladı veşirketler Çin devlet teşekkülü olarak yenidenörgütlendi (Jackson, 1962:68).Bu anlaşmalar sonraki dört yıl içinde diğeranlaşmalarla tamamlanacaktı. Bunlar; sağlık ve spor,eğitim ve edebiyat alanlarında işbirliği, Çin'in nükleerreaktör ve siklotron üretimine yardım, çok sayıdabilimsel ve teknik belgenin Çin'e devri, karşılıklıolarak kültürel ve ekonomik etkinliklerin yapılmasıanlaşmalarını içeriyordu.Diğer taraftan iki ülke arasında bazı sorunlar da budönemde çıkmaya başladı. Çin'in başkenti Pekin'de1953 yılında basılan ve Liu Pei-hua tarafından yazılanbir kitapta SSCB'nin Tacikistan, Kazakistan, TannuTuva ile denize yakın Amur Nehri, Kamçatka veSahalin yarımadaları üzerindeki topraklarda hak iddiaediliyordu (Rahul, 1982:17). SSCB bu iddialarıgözardı etmeyi yeğleyerek Çin'in "eşitsiz antlaşmalar"(unequal treaties) olarak gündeme getirmeye çalıştığıkonulara girmedi (Medvedev, 1986:28).Çinliler 1858, 1860 ve 1881'de imzalanan veÇin'den Rusya'ya toprak devrini öngeren antlaşmaları"eşitsiz antlaşmalar" olarak niteliyordu. Çin buantlaşmaların o günkü koşullarda zorla imzalatıldığınıve adilane olmadıklarını iddia ediyordu. Ancak bu türtartışmalar ilişkilerin tamamen koptuğu 1963 yazınakadar çok fazla gündeme gelmedi ve Çin-Ruskardeşliği havasında gözardı edilmeye çalışıldı. FakatStalin'in ölümünden sonra bu tür sorunlar katlanarakartmaya başladı.1953-57 yılları arasında Çin'de uygulanmayabaşlayan Beş Yıllık Plan sırasında SSCB, ÇHC'ye hiçbir maddi yardımda bulunmadı (Jackson, 1962:94).Üstelik o dönemde ÇHC'ye verilen genel Sovyetkredilerinin toplamı 1.31 milyar dolardı. Bu rakamiktisadi kalkınma için verilen uzunbilig-8/Kış’99


18vadeli krediler için gözardı edilebilecek bir meblağdı.Ayrıca Çin'in Sovyet yardımı olmaksızın Beş YıllıkPlanı başarıyla uygulaması mümkün değildi. Bu yüzdenÇin-Sovyet ilişkilerinde ekonomik bazı sorunlar dabelirmeye başlamıştı.Siyasi alanda Sovyet liderleri Çin'in SovyetlerBirliği'ne danışmaksızın Asya'ya yönelik bağımsızpolitika yürütmesinden rahatsızdı. Diğer taraftanSovyetler Birliği de Çin'e danışmaksızın dış politikasınıyürütmekteydi. Sovyetler Birliği'nin Yugoslavyaile ani olarak yakınlaşması ve Batı ile daha yakın ilişkikurmak için attığı adımlar buna örnek gösterilebilir.Çinliler Kruşçev'in uluslararası sorunları Batı ilekonuşma isteğinden de son derece rahatsızdı.SBKP'nin Yirminci Kongresi'nden sonra 1954 ve1955 yıllarında Çin ve Sovyetler Birliği arasındakiideolojik farklılıklar daha çok gün ışığına çıkmağabaşladı (Medvedev, 1986:29). SBKP halen dünyada ençok itibar gören komünist partisiydi. Ancak bir çokÇinli Marks-Engels-Lenin-Stalin çizgisinin ideal birşekilde Mao tarafından yürütülebileceğinidüşünüyordu. Bu tartışmalar açıktan açığayapılmıyordu, fakat ilişkilerin genel seyri bozuldukçaideolojik tartışmalar ve liderlik sorunu daha dakarmaşık bir duruma bürünüyordu.Çin'in Şincag'ı Yeniden ÖrgütlemesiÇin Komünist Partisi'nin (ÇKP) 1949'dan sonrabölgeye uyguladığı politika, Çinlilerin gelenekselgüvenlik stratejileriyle aynı çizgidedir. Güvenlikendişesiyle sınır ve azınlık bölgelerinin merkezi Çin'lebütünleşmesini sağlamak yeni rejimin uyguladığı temelpolitikaydı. Bu konuda komünist rejimin daha öncekimilliyetçilerden hiçbir farkı yoktu. Sınır ve azınlıkbölgelerine uygulanan politikada ideolojik amaçlardançok ulusal çıkarlar gözetilmiştir. Aksi takdirdePekin'deki komünist rejimin aynı rejime sahipSovyetler Birliği'nin Şincang'taki varlığından rahatsızolmaması gerekirdi.ÇHC ulusal çıkarları doğrultusunda bölge ilebütünleşmeyi sağlayacak politikalara öncelik verdi.ÇHC, SSCB gibi birçok milliyetin ve etnik grubunyaşadığı bir ülkedir. Ancak bu grupların sa-yısı ve genel nüfusa oranı oldukça azdır. Han Çinlileriülke nüfusunun yüzde 94'ünü oluşturmaktadır(Jackson, 1962:69).Çin'in ulusal azınlıkları genelde sınır bölgelerindeyaşamaktadır. Özellikle kuzey ve batıdaki sınır bölgelerigeniş bir coğrafyaya ve stratejik öneme sahip nüfusunseyrek olduğu kurak alanlardır. Zengin doğalkaynakların bulunduğu bu alanlar, Mançurya istisnaolmak üzere, oldukça geri kalmıştır.Çin'in milliyetler politikası, belirli etnikazınlıkların yaşadıkları yere göre bir hiyerarşi ileörgütlenerek yerel ya da bölgesel özerklik vermetemeline dayanıyordu. Sosyal bünye parti liderleritarafından şekillendirilmesine rağmen, azınlıkbölgelerinde yerel kültürlerin yaşamasına izinveriliyordu. Bu politika da zamanla ulusal kimliğin veazınlıkların atalarından miras gelen geleneklerinkaybolmasına yol açıyordu. Bunun sonucunda etnikazınlıklar ile Han Çinlileri arasında yüzyıllardır varolan güvensizlik ve düşmanlık duyguları artıyordu. Nezaman azınlıklar ayrılmak ya da ulusal bağımsızlıkisteseler çoğu zaman acımasızca bastırılıyor vesusturuluyorlardı.1949'daki zaferden önce, Çinli Komünistler federalbir Çin devleti fikrini destekliyorlardı. Fakat zaferdensonra tekçi bir devlet kuruldu. Bunda Çin'dekiazınlıkların genel nüfusa oranlarının az olması daetkili oldu. Çinli komünistler Hanları baskın nüfusolarak düşünerek halkların özgür ve eşit federasyonumitinden vazgeçtiler. Ancak Çinliler yine de tekçidevlet yapısı içinde ulusal azınlıkların yaşadığıbölgelerde hiyerarşik yapılanmaya gittiler. Bu yeniyapılanmanın boyutları ise hiçbir zaman SovyetlerBirliği'ninki kadar ileri düzeyde olmadı.Bugünkü siyasi-idari yapılanma genel olarak1953'te oluşturuldu (Jackson, 1962:70). En üst düzeydeSovyetler Birliği'nin cumhuriyetleriyle özdeşleştirilebilecekchu denen "özerk bölgeler" vardır.Ancak Sovyetlerin birlik cumhuriyetlerinden farklıolarak özerk bölgelerin mevcut devlet yapılanmasındantam bağımsız bir birim olarak ayrılma hakkı yoktur.Bilindiği gibi eski Sovyet anayasasında birlikcumhuriyetlerinin federal devlettenbilig-8/Kış’99


19ayrılma hakkı sembolik de olsa vardı. "Özerkmıntıkalar" (chou, district, prefecture) hiyerarşikyapılanmada ikinci sırada gelmektedir. Üçüncü sıradaise hsien denilen "özerk sahalar" vardır.Yeni rejim Önce Şincang'taki yerel liderlere1950'lerin başlarında geniş bir bölgesel özerklik veyetki vaat etti. 1953'te Burhan Çin İslam Birliği'ninilk başkanı oldu (Rossabi, 1975:275). 21 Kasım 1954'teŞincang'ın kuzey bölgesinde İli Kazak Özerk Mıntıkasıkurularak Sovyet yanlısı yaşlı Kazak liderler işbaşınagetirildi (Mackerrons, 1994:171).Son olarak 1955'te komünistler Şincang UygurÖzerk Bölgesi'ni kurdular (Jackson, 1962:72). Seyfettinde Şincang Uygur Özerk Bölgesi'nin ilk başkanı oldu(Mackerrons, 1994:170). Her ne kadar bölgenin ismibüyük bir özerklik verildiği izlenimi veriyorsa da buoldukça yanıltıcıdır. Bu özerk bölge ile ilgili olarak Çinanayasası dışında hazırlanmış "Özerklik Yasası"ndabelirtilen haklar sadece kağıt üzerinde kalmış veuygulamaya geçirilememiştir. Özerk bölge başkanınıntek başına karar verme ve imza yetkisibulunmamaktadır. Hatta özerk yönetimin Komünistpartisi ve Pekin'in izni olmadan bir başka ülke ile ticarianlaşma imzalama yetkisi dahi yoktur. Bölgede özerkyönetimden başka aynı hak ve yetkilere sahip yedimakam daha vardır. Bunlar; 1. Şincang Askeri BölgeKomutanlığı, 2. Şincang Askeri Üretim ve İnşaKomutanlığı, 3. Şincang Komünist Partisi, 4. ŞincangHalk Kurultayı Daimi Komitesi, 5. Disiplin KontrolKomitesi, 6. Siyasi Danışma Konseyi, 7. ŞincangDevlet Savunma Güçleri Genel Komutanlığı'ndanoluşmaktadır (Cengiz, 1997:1403).Çin komünistleri de Ruslar gibi, Sovyet OrtaAsyası ve Şincang'da yaşayan halkın büyük çoğunluğuTürkçe konuşmasına rağmen, bölge halkını ayrı ayrıetnik gruplara bölmüşlerdir. Şincang'ta 13 ayrı ulusuniçinde gösterilen Uygurlar, Kazaklar, Kırgızlar,Özbekler, Tatarlar, Salarlar ve Sarı Uygurlar hep Türksoyundan gelme halklardır. Üstelik bölgede çok azsayıda bulunan Sibo, Solon, Moğol ve Huiler (ÇinliMüslümanlar) için ayrı özerk mıntıkalar (chou) veözerk sahalar (hsien) kurulmuştur (Cengiz,1997:1406).Şincang'ta 13 ayrı milliyetin varlığı 1953'te kabuledildi. Bunlardan 7 tanesi 1954'te özerk yönetimleresahiptiler. 1985'e gelindiğinde İli Kazak ÖzerkMıntıkası da dahil olmak üzere özerk mıntıkalarınsayısı beşe ulaştı (Benson, 1988:65). Bayangol-Moğol,Kızılsu-Kırgız, Changji-Hui, Borotala-Moğol ve İli-Kazak adlarıyla anılan beş adet özerk mıntıkaŞincang'ta yer almaktadır.1948'de Uygurlar bölge nüfusunun yüzde 78'inioluştururken, bugün bu oran yüzde 49'a düşmüştür(Shingleton, 1997:1). Ancak Doğu Türkistanlılaragöre bölgede Çinlilerin iddia ettiği gibi 8 milyon değil,25 milyon civarında Türk kökenli halk yaşamaktadır(Saray, 1997:1419). Çin yönetimi Şincang'ta çok sıkıbir doğum kontrolü politikası izlemektedir. Çin'deki"Doğum Kontrolü Kanunu"na göre şehirlerdeoturanların iki, köylerde oturanların ise üçten fazlaçocuk sahibi olması yasaktır (Bekin, 1997:1393).Aslında Çin'in bir milyarı aşkın nüfusudüşünüldüğünde bu uygulama makul karşılanabilir.Ancak Şincang 1.646.800 km kare yüzölçümü ile Çintopraklarının 1/6'sını kaplamaktadır. Nüfusu ise resmirakamlara göre 16.6 milyon civarındadır ve bölgedekinüfus yoğunluğu son derece azdır (Sinha, 1998:1).Çin'deki nüfus esasen ülkenin güneydoğusundaki kıyıbölgelerinde yoğunlaşmıştır. İkinci olarak, bu bölgegeleneksel bir Çin yurdu değildir. Uygurlar ve Kazaklarçok eski tarihlerden beri bu bölgede yaşamaktadırlar vebu yüzden zaten çok kalabalık olan Çinlilerle bölgeTürklerinin aynı kefeye konulması azınlık haklarınınihlali anlamına gelmektedir.Tablo 1: Bölge Nüfusunun Karşılaştırılması(Benson, 1988:35)Milliyetler 1953 Sayımı 1982 SayımıUygur 3,640,125 5,949,661Kazak 504,500 903,370Kırgız 70,000 112,979Moğol 59,000 117,460Hui 200,000 570.788Han (Çinli) 300,000 5,286,533bilig-8/Kış’99


20Üretim ve İnşa BirimiSovyet ve Çin komünist partileri arasındaki kardeşliksöylemine rağmen, ÇKP öteden beri Kuzey Çungarya'nınüç yöresindeki (İli, Tabargaytay, Altay) Sovyet nüfuzundanrahatsızdı. ÇKP Şincang'ı Sovyetler Birliği'nden koparıpÇin'le bütünleştirmek istiyordu. Diğer bir sorun da bölgedeyaygın olan göçebelikti. Çinliler bölgede iki kademeli birhayatla karşı karşıya idiler. Uygurlar çiftçilik yaparken,Kazaklar, Moğollar ve Kırgızlar genellikle göçebeliğedayanan bir yaşam sürüyorlardı.Uygurlar bölge nüfusunun çoğunluğunuoluşturmaktaydı. 1953 nüfus sayımına göre, Şincang'taki 6-9 milyon nüfusun 3-6 milyonunu Uygurlar oluşturmaktaydı(Rossabi, 1962:276). Uygurlar Şincang'ın güneyindekiTarım nehri Bölgesi'ndeki köylerde ve kasabalardayaşıyorlardı. Birçoğu Kaşgar, Aksu ve Hoten gibi önemlişehirlerin etrafındaki tarımsal arazilerde toplanmıştı.1950'lerin başlarında Uygur çiftçileri genelde göçmenolan Kazak ve Kırgızlara göre Çinlilerle daha az sorunyaşamaktaydı. Güneydeki Uygur bölgesi yeterli doğalkaynağa sahip olmasına rağmen, kuzeydeki Kazak bölgesidoğal kaynak açısından daha zengindi. Bu yüzden Çinliişçilerin çok azı Çungarya'dan Tarım nehri havzasına geçti.Böylece Çinliler Şincang'ın kömür, çelik ve petrolkaynaklarının bulunduğu Kazak mıntıkasında yoğunlaştılar.Ayrıca göç ekonomisi komünist amaçlara karşı büyük birtehdit oluşturmaktaydı. Çünkü göçebe tarzı hayat,Komünist kadroların Kazak sahalarına ulaşmasını ve onlarıetkileyebilmelerini zorlaştırıyordu.Çinliler bu sorunu çözebilmek için, bölgeye yerleşmişÇinli askerlerden oluşan Üretim ve İnşa Birimini kurdular(Rossabi, 1962:277). Devlet Kazak mahsullerine yüksekfiyat politikası uygulamaya başladı ve sadece çok hareketeden göçebelere karşı onları yerleşik hayata geçirmek içingüç kullandı. Komünistler, yerleşik çiftçiliğin sürekligöçebeliğe göre iktisadi açıdan daha avantajlı olduğunaKazakları ikna etmeye çalıştılar.Kazaklar da kısa sürede bu kolaylıkları fark etmeyebaşladılar. Bazıları yerleşik hayata geçerkenve geniş yerleşim birimleri oluşurken eski feodal bağlargevşemeye başladı. 1950'lerin sonunda bir çok ortakişletmelerin kurulması, Çinlilerin bölgedeki hedeflerininyavaş yavaş gerçekleşmekte olduğunu göstermekteydi.Diğer yandan 1956 Baharıyla birlikte, yüzde 80oranında tarım işletmesinin bulunduğu güneydeki TarımHavzası'nda bir çok kooperatif kuruldu. Bu zirai alanda birdevrim niteliği taşımaktaydı. 1954'te Şincang'ta 147 ziraiüretim kooperatifi varken Temmuz 1956'da bu rakam10.781'e ulaştı (Jackson, 1962:79).Üretim ve İnşa Birimi aynı zamanda ÇKP'nin ve Çinordusunun Uygurlar ve Kazaklar üzerindeki denetimininartmasını sağladı. Özellikle Üretim ve İnşa BirimleriŞincang'a doğudan Çinli göçmen yerleştirme konusundaçok önemli bir rol oynadılar. 1954'te İli Kazak ÖzerkMıntıkası ve 1955'te Şincang Uygur Özerk Bölgesi'ninkurulması, Çin'in idari açıdan bölgede egemen olduğununresmi birer ilanıydı. Sovyet nüfuzu sadece Kazak aydınlarüzerindeki güçlü etkisini sürdürdü.İLİŞKİLERİN BOZULMA DÖNEMİ (1956-1963)Çin-Sovyet İlişkilerinde Gerilimin ArtmasıKruşçev'in Nisan 1956'da Stalin'e karşı yaptığı meşhureleştirisinden sonra, Çin ve Sovyetler Birliği arasındakisiyasi gerilim arttı. Fakat bu tartışmalar 1950Antlaşması'nın ruhu içerisinde çözüldü. Yine ÇHC veSSCB arasındaki Uzak Doğu sınırları ile ilgili ilk iddialarÇinliler tarafından Haziran 1957'de ortaya atıldı (Rahul,1982:21). Çinliler Rusya'nın eşitsiz antlaşmalarlakendisinden aldığı toprakları tekrar talep etti. Ancak Çin-Sovyet sınırları üzerindeki gerilim 1963 yazına kadar ciddibir sorun olarak gündeme gelmedi.Bütün bu olanlara rağmen, Mao Zedung EkimDevrimi'nin 40. Yıldönümü kutlamalarına katılmak için1957'de Sovyetler Birliği'ni ziyaret etti (Medvedev,1986:31). Mao kendi yaptığı konuşmada açık bir ağızdalaşına girmezken, karşılıklı eleştiriler kapalı oturumlardagündeme gelmeye başladı. Çinliler Sovyetlerin tarım ve dışpolitika-bilig-8/Kış’99


21larını eleştirirken, Sovyetler de Çinlilerin iç ve dışpolitikalarını tartışma konusu yapıyorlardı.Sovyet liderleri Çin'deki kolektifleştirme hareketinigerçekleştirmeye yarayan "Üç Kırmızı pankart", "BüyükUzun Yürüyüş" ve "Dört Şeytanın Tavsiyesi"politikalarından oldukça rahatsızdı. Çünkü bu politikalar,Sovyetlerin tüm Çin'de olduğu kadar Şincang'takiçıkarlarını da derinden sarsıyordu. Yine de SovyetlerBirliği, Çinlilerin 1958 ve 1959 yıllarında artan yardımisteklerini boş çevirmedi.Askeri alanda 1957-58 yıllarında bazı sorunlar çıkmayabaşladı (Medvedev, 1986:32). Sovyetler Birliği Çin'inkendi atom ve hidrojen bombası ile füze sistemlerinigeliştirebilmesi için ihtiyaç duyduğu yardımıgerçekleştirme konusunda isteksiz davranıyordu. Diğertaraftan Çin, kendi topraklarında özel bir radyo istasyonuinşa edilmesi yönündeki Sovyet tekliflerini reddetti veSovyet gemilerinin Çin limanlarına girmesine izinverilmesi konusundaki ricaları kabul etmedi. SovyetlerBirliği de nükleer enerjiyle çalışan Sovyet denizaltılarınınÇin'e verilmesi talebini geri çevirdi. Kruşçev bu türsorunları halledebilmek için Pekin'e dört günlük ziyareteçıktı. Fakat Mao- Kruşçev zirvesinde hiçbir somut sonuççıkmadı (Medvedev, 1986:33).Diğer bir Çin-Sovyet anlaşmazlığı da 1959 yazındaortaya çıktı (Medvedev, 1986:33). Sovyetler Birliği'ninABD ile ilişkilerini geliştirme gayreti Çinlileri rahatsızediyordu. ABD gezisinden sonra ÇHC'nin onuncu yılkutlamaları için Pekin'e giden Kruşçev, havaalanında sonderece soğuk bir şekilde karşılandı. Bu, bir Sovyet liderininÇin'e o dönemde yaptığı son ziyaretti. Bundan sonraki 25yıl boyunca böyle bir ziyaret gerçekleşmedi.Bu dönemde Çin ve Hindistan arasında sınırçatışmaları yaşanıyordu. Sovyetler birliği bu sorundatarafsız bir tutum takındı ama, bu tarafsızlıkta Hindistan'ınçıkarları daha çok gözetiliyordu. Bu durum ise ÇHC veSSCB arasındaki ilişkilerin daha da gerilmesine yol açtı.Çin-Sovyet ekonomik ilişkileri de kötüleşmeye başladı.Çin'in Birinci Beş Yıllık Planı boyun-ca (1953-58), SSCB Çin'in en büyük ticari ortağıydı. Fakat1950'lerin sonuna gelindiğinde Çin-Sovyet ticaret hacmioldukça daraldı. Bu daralmada Büyük Uzun Yürüyüş'ün(1958-60) başarısızlığının yanında ikili siyasi ilişkilerinkötüleşmesinin de etkisi vardır. Sınaî ve ziraî ticaretyaklaşık yüzde 30 oranında geriledi. 124 projeye ilişkinSovyet imar yardımı son derece azaldı. Fakat Çin'deki 66yerin inşasında işbirliği devam etti. Tüm Sovyet teçhizatyardımı 1961'de beşte bir oranında düştü (Medvedev,1986:37). Çinliler Sovyetlerin yardımının azalmasını Çinekonomisinin başarısızlığının başlıca sebebi olarakgördüler.Zamanla iki ülke arasındaki anlaşmazlıklar diğerkomünist partilerde de tartışma konusu oldu. SBKP MerkezKomitesi Haziran 1960’a diğer komünist partilerine "bilginotu" gönderdi (Medvedev, 1986:34). Bu mesaj Çin'inkomünist liderlerini öğreti yönünden eleştiriyordu.Daha sonra Çinliler, Çin'de çalışan Sovyet uzmanlarınınülkeyi eleştiren bazı belgeler hazırlamasından rahatsızoldular. Bu durumu Sovyetler Birliği nezdinde bir kaç defakınadılar. Bütün bu gelişmeler sonucunda Kruşçev tümSovyet uzmanlarını 16 Temmuz 1960'ta geri çağırdı(Medvedev, 1986:34). Bu, çok aceleyle alınmış yanlış birkarardı. Çünkü bu kararla birlikte iki ülke arasındakiilişkiler telafisi mümkün olmayan ve her an kopabilecek birnoktaya geldi.Tam bu sırada Çin çok ciddi bir ekonomik krize girdi."Üç Kırmızı Pankart" politikasının çökmesi ekonomikyıkımlara yol açmıştı. Sovyet uzmanların geri çağrılmasıÇin'in bu sorunlarını daha da derinleştirdi ve içindençıkılmaz bir hale soktu.Ancak Sovyet uzmanların geri çağrılması iki ülkeilişkilerini tamamen koparmadı. Moskova 1960'larınbaşında Uluslararası Komünist Partiler Konferansıdüzenledi ve Yugoslavya dışındaki tüm ülkelerin komünistpartileri bu konferansa katıldı (Medvedev, 1986:35). Aynızamanda Mao, 1961 yılında Kruşçev ve Brejnev'e içindeolumlu ifadelerin bulunduğu bir Yeni Yıl Kutlama mesajıyolladı (Medvedev, 1986:35). Ancak bubilig-8/Kış’99


22tür iyi niyet dilekleri sadece sözde kalmaya başlamıştı.Çin Başbakanı Zu Enlai'ın ekim 1962'deMoskova'daki Yirmibirinci SBKP Kongresi'nekatılmasına rağmen, kongredeki konuşmasındaSBKP'yi eleştirdi (Medvedev, 1986:37).Çin tarafından diğer bir radikal adım 1962'deatıldı. Çin, Sovyetler Birliği'nin Doğu Avrupaülkelerine de verdiği genel yardımı almayı reddetti(Medvedev, 1986:37). İki ülke arsındaki kültüreldeğişim durma noktasına geldi. Sovyet bilimsel veteknik eserlerin Çin'de basımına son verildi(Medvedev, 1986:38).Nihayet Ocak 1963'te Çinliler ilk defa Kruşçev'eismen sataşmaya başladılar (Quested, 1984:116). Buaçık sataşma Çin-Sovyet ittifakının da sonu oldu.1963'ün başlangıcından itibaren People's Daily vediğer Çin basını Sovyetler Birliği ve SBKP'ninpolitikalarını eleştiren bir çok makaleyi yayınlamağabaşladı.Şincang'ta Kazak İsyanıBu dönemde daha fazla özerklik isteyen bir Kazakulusal hareketi ortaya çıktı ve bu hareketkomünistlerin işbaşına gelmesinden etkilenmedi.Milliyetçi Kazak hareketi, sınırın diğer tarafındakiSovyet Kazaklarıyla olan temas sonucu güçlenmişti vebu durum Çin-Sovyet ilişkilerinde önemli birgerginliğe sebep oluyordu.1957'de Çin Hükümeti, Şincang'taki milliyetçiKazak kadroları sözde komünist karşıtlığı ilesuçlayarak görevden almaya başladı ve yerlerinegenelde Çinli personel yerleştirdi (Mackerrons,1994:171).1957'nin başında 629 kırsal üretim kooperatifivardı ve bunların yüzde 24'ü göçebelikle ilgili idi(Jackson, 1962:79). Bu tarihten sonra bölgedeki Kırsalalanlara yerleşim yerleri kurulmaya başlandı. Bugelişme Şincang'taki bazı Kazakların SovyetlerBirliği'ne göç etmesine yol açtı. Böyle şehirlerinkurulması İli Kazak Mıntıkası'nın Şincang'la veÇin'le bütünleşmesini hızlandırdı, Öteden beri kuzeyŞincang'ta varolan güçlü Sovyet etkisi zayıflamayabaşladı. Kazak bölgesi artık Moskova'yı değil,Urumçi'yi ve Pekin'i merkez olarak kabul etmeyebaşladı.Çinlilerin ılımlı politikaya son vermesi ve1958'deki hedefleri doğrultusunda radikal bir politikaizlemeleri, Kazak milliyetçiliğini tehdit etmeyebaşladı (Gladney, 1993:277). Bu, göçebelerin hayatsahasının daralmasına ve diğer ekonomik sorunlarayol açtı. Ayrıca komünistler, Kazak muhalefetinidengelemek için bu dönemde mıntıkaya Çinli göçmenyerleştirilmesine hız verdi. Lançu-Hami demiryolunun1959'da bitmesi, Çinli göçmenlerin gelmesinihızlandırdı (Rossabi, 1975:278). Birkaç yıl içindeŞincang'taki Çinli nüfus 500.000'den 2.6 milyonaulaştı ve bunların çoğu Kazak mıntıkasına meskûnedilmiş bulunuyordu (Rossabi, 1975:279).Çinliler Şincang'taki Sovyet nüfuzunu kırmayakalkışınca, bütün Çin-Sovyet ilişkileri hızlabozulmaya başladı. İlk olarak, Çin Başbakanı Zu Enlaitüm Çin azınlık dillerinde Kril alfabesi yerine Latinalfabesi kullanılacağını ilan etti ve bu karar iki yılsonraki (1962) Şincang Uygur Bölgesel HalkKonseyi'nde onaylandı (Jackson, 1962:73). Latinalfabesi Çin içindeki iletişimi kolaylaştırırken, Çin-Sovyet-Moğol sınırının iki yakasındaki halkları daböldü.İlk başlarda Çin yönetimi, özellikle Kazakbölgesinde, Kril alfabesinin kullanılmasını hoşkarşılamıştı. Çin bu sayede Kazakların ve Uygurlarındaha güçlü bir komünist propagandayla karşı karşıyakalacaklarını düşünüyordu. Ancak Kril alfabesininŞincang'ta kullanılmaya devam etmesi bölgedekiSovyet nüfuzunu daha da artırmıştır. Latin alfabesinegeçişle Çinliler bu gidişin önünü almak istediler.Zamanla Uygurlar, Kazaklar ve diğer azınlık gruplarıülke içinde iyi bir statü elde edebilmek için Çince'yiöğrenmek zorunda kaldılar. Çinliler bu sürecihızlandırmak için sınır bölgelerinde yeni okullaraçtılar. Böylece Çince ülkenin her yerinde resmi vegeçerli bir dil haline geldi. Kazakların Çinlileşmekorkusu komünist harekete karşı olan muhalefetiartırdı. Sovyet kazakları ile olan temas, Şincang'takipek çok Müslüman'ın daha yüksek bir hayatstandardına karşı olan arzusunu artırıyordu.Azınlıkların bu istekleri 1962 baharında ciddigelişmelere yol açtı. Çoğunluğu Kazaklardan vebilig-8/Kış’99


23Uygurlardan oluşan 500.000 civarında insan Çin'denSovyetler Birliği'ne göç etti (Mackerrons, 1994:171).Göçmenler iki tür gruptan oluşuyordu. Birinci grubuSovyet yanlısı ve Çin karşıtı aydınlardan oluşurken,ikinci grupta daha yüksek geçim koşulları umangöçebeler ve köylüler vardı.Şincang parti yetkilileri öncelikle propagandayaparak ve idari önlemler alarak göçü durdurmayaçalıştılar. Ancak bunda başarısız oldular. Çin yönetimidaha sonra Sovyet sınırını kapattı ve tüm mültecileregeri dönme çağrısı yaptı. Bunun üzerine onbinlerceKazak ve Uygur Kazak Mıntıkası'nın Yining kentindetoplanarak Çinlilerin sınırı kapatmasını protestoettiler (Mcmillen, 1979:123). Çin birliklerigöstericileri kuvvet kullanarak dağıttı. Bazıgöstericilerin hayatını kaybettiği olaylarda pek çokgösterici de tutuklandı. Çinliler, Sovyetler Birliği'niKazakları yayın yoluyla göçe özendirmekle ve usulsüzpasaport düzenlemekle suçladılar.Çinliler, 26 Mayıs 1962'de kapattıkları sınıra dahada asker yığdılar. Gulca ve Urumçi'de Sovyetkonsoloslukları kapatıldı. SSCB de tepki olarakÇin'deki pek çok konsolosluğunu kapattı (Rahul,1982:21). Bütün bunların sonucunda Şincang'taki veözellikle İli Mıntıkası'ndaki Sovyet nüfuzu sona erdi.Bölgedeki Çin-Sovyet ticareti oldukça düştü veUrumçi ile Sovyet kenti Aktogay arasında yapılmasıplanlanan demiryolu tamamlanamadan kaldı. Herşeye rağmen Şincang'taki Sovyet yanlısı ve Çinkarşıtı eğilim tamamen sona ermedi. İli olaylarınındiğer somut bir sonucu da Sovyetler Birliğininbölgede yaptığı Çin aleyhtarı yayınların artması oldu.DEĞERLENDİRMEBu makale iki temel varsayıma dayanmaktadır.Bunlardan ilki "ulusal çıkar" kavramının ülkelerarasıilişkileri belirlemede çok önemli bir yere sahipolduğudur. Bu kavramın uluslararası alanda taşıdığıönem 1950-1963 dönemindeki Çin-Sovyetilişkilerinde çok açık görülmektedir. Bu dönemde Çinve Sovyetler Birliği ideolojik birlikteliğe rağmen, ülkeçıkarları için amansız bir rekabete girmektenkaçınamamışlardır.Bu çalışmanın diğer bir varsayımı da Çin-Sovyetilişkilerinde ulusal çıkar kavramını esas olarak OrtaAsya bölgesinin belirlediğidir. Makaleden açıkçaanlaşıldığı gibi, özellikle Doğu Türkistan üzerindekinüfuz mücadelesi komünist kardeşliğe dayalı Çin-Sovyet ittifakını sona erdiren en önemli unsurdur.Günümüzde Sovyetler Birliği'nin yerini halefdevlet olarak Rusya Federasyonu almıştır. Sovyet OrtaAsyası olarak tanımlanan bölgede ise 1991'de beş yenibağımsız devlet ortaya çıkmıştır. Ancak Rusya bölgeüzerinde varolan nüfuzunu halen korumaktadır. Çinise Şincang üzerindeki egemenliğini devam ettirdiğigibi, 2000'li yılların süper devleti olarakgösterilmektedir. Dolayısıyla her iki ülke halen OrtaAsya politikasını derinden etkilemektedir. Bu yüzdeniki ülke ilişkilerini etkileyen saikleri iyi bilmekgerekmektedir. Bunun için de ülkelerin tarihitecrübeleri önem taşımaktadır. Çin ve Rusya'nıngeçmişlerine yapılacak farklı yaklaşımlar OrtaAsya'nın istikrarsızlığının kökenlerini belirleyebileceğigibi, günümüz gelişmelerini anlamak için ipuçlarıverecektir. Sonuç olarak, Orta Asya'nın bumücadeledeki ana rolü henüz bitmemiştir.bilig-8/Kış’99


24KAYNAKLARALPTEKİN, E. (1988-89) "Relations Between Eastern andWestern Türkistan", The Central Asian Newsletter,December -January.BEKIN, M. R. (1997) "Doğu Türkistan Gerçeği", YeniTürkiye, sayı 16, Temmuz-Ağustos.BENSON, L., I. Svanberg (1988) The Kazaks of ChinaEssays on an Ethnic Minority, Ekblands, Vasterik-Sweden.CENGIZ, İ. (1997) "Doğu Türkistan'ın Hukuki Durumu veTemel Sorunları" , Yeni Türkiye, sayı 16, Temmuz-Ağustos.CLUBB, E. O. (1971) China and Russia: The GreatGame New York, Columbia University Press.DITTMER, L. (1992) Sino-Soviet Normalization and ItsInternational Implications, 1945-1990 , Seattle, andLondon, University of Washington Press.ELISION, H. J. (1982) The Sino-Soviet Conflict, Seattle,London, University of Washington Press.FRANKEL, J. (1970) National Interest, London, Pal MaiPress.GITTINGS, J. (1968) Survey of the Sino-Soviet Dispute,London, New York, Toronto, Oxford UniversityPress.GLADNEY, D. C. (1993) "The Muslim Face of China",Current History, September.GU, X. (1993) "China's Policy Towards Russia",Aussenpolitik, 111/93.HARADA, C. (1997) "Russia and North-East Asia",Adelphi Paper, Volume 310.JACKSON, W. A. D. (1962) The Russo-ChineseBorderlands, Toronto, New York, London, D. VonNostrand Company Inc Princeton New Jersey.LIJUN, S. (1995) "China's Foreign Policy Under StatusDiscrepancy, Status Enhancement", ContemporarySoutheast Asia, September.MACKERRONS, C. (1994) China's Minorities, NewYork, Oxford, Oxford University Press.MANDELBAUM, M. (1994) Central Asia and theWorld, New York, Council of Foreign RelationsPress.MCMILLEN, D. H. (1979) Chinese Communist Powerand Policy in Xinjiang, 1949-1977,Boulder-Colorado, Folkstone-England, WestviewPress-Dawson.MED<strong>VE</strong>DEV, R. (1986) China and the Superpowers,Oxford, New York, Basil Blackwell.MOLTZ, J. C. (1995) "Regional Tensions in the Russo-Chinese Rapprochement", Asian Survey, June.MOSELEY, G. (1966) A Sino-Soviet Cultural Frontier:The Ili Kazakh Autonomous Chou, Cambridge.QUESTED, R. K. I. (1984) Sino-Soviet Relations,Sydney, Boston, London, George Allen & Unwin.RAHUL, R. (1982) Struggle For Central Asia, NewDelhi, Vikas Publishing House PVT LTD.ROSSABI, M. (1975) China and Inner Asia, New York,Pica Press.SARAY, M.(1997) "Doğu Türkistan Türklerinin <strong>Dr</strong>amı",Yeni Türkiye, sayı 16, Temmuz-Ağustos.SHINGLETON, W. D. (1997) "In Xinjianag, China'sConsolidation Isn't Solid", The Christian ScienceMonitor, 27 August.SINHA, P. B. (1998) "Islamic Militancy and Separatism inXinjiang". Research Associate, IDSA. 8 January.http://www.idsa-in-dia.org/an-jun-7.html. (30Temmuz 1998).STUART, D. T; Tow, T William (1982) China the SovietUnion and the West, Boulder, Colorado, WestwievPress.VOSKRESSENSKI, A. D (1996) The Difficult Border,New York, Nova Science Publishers, Inc.WILCOX, F. O. (1974) China and the Great Powers,New York, Praeger Publishers.bilig-8/Kış’99


25Central Asia in the Period of Sino-Soviet Alliance (1950-1963)Selçuk ÇOLAKOĞLUAdnan Menderes University in Turkey Department of International RelationsABSTRACTThis article analyzes the importance of Central Asia Dimensionin the period of Sino-Soviet alliance (1950-1963). In this studytwo main ideas have been concluded. The first is that 'nationalinterest' is the most important thing in specifying interstaterelations. Despite the ideological unity in the alliance period,the People's Republic of China and the Soviet Union could notescape a sharp struggle on the base of national interest.The second is that the Central Asia dimension was the mostimportant factor to specify the national interest in the contextof Sino-Soviet relationship. The struggle for Central Asiaaffected the overall Sino-Soviet relations in the allianceperiod.Key Words:Sino-Soviet Relations, Central Asia, Xinjiang, Uighur, Kazakh.bilig-8/Kış’99


26bilig-8/Kış’99


27SİYASETNAMELERİMİZDE ÇİZİLEN“DEVLET ADAMI” PORTRESİNİN TEMELÖZELLİKLERİDoç.<strong>Dr</strong>.Nevin Güngör ERGANHacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü.ÖZETSiyasetnameler daha iyi bir devlet yönetiminin sağlanması içindevlet adamlarına, yöneticilere öğüt veren eserlerdir. Nasihatnamelerde siyasetnamelerin içinde veya onların bir kolu olarakincelenebilir.Platon'un devlet adlı eseri Batı'da olduğu gibi Doğu'da yazılan siyasetnameleride etkilemiştir.Bu çalışmada başlıca dört düşünürün devlet yönetimi konusundadevlet adamlarına tavsiyeleri üzerinde durulmuştur: 1) Yusuf HasHacip. Eseri: Kutadgu Bilig, 2) Nizamülmülk. Eseri: Siyasetname, 3)Koçi Bey. Eseri: Koçi Bey Risalesi, 4) Defterdar Sarı Mehmet Paşa.Eseri: Devlet Adamlarına Öğütler. Çalışma sonucu devletadamlarının, yöneticilerin sahip olmaları gereken şu özellikler tespitedilmiştir: Devlet adamı adil, bilge, ölçülü, akıllı, tevazu sahibi,cömert, dürüst, zulmü önleyen, danışarak karar veren ve liyakatıesas alan bir yöneticidir.Anahtar Kelimeler:Siyasetname, nasihatname, devlet adamı.bilig-8/Kış’99


28GİRİŞSosyolojik açıdan baktığımızda "devlet" milletinörgütlenmiş siyasi mekanizmasıdır. Dolayısıyla devletidaresi toplumun bütün fertlerini ilgilendiren birkonudur.Bu bağlamda "Daha iyi bir devlet idaresi nasılolabilir?" sorusu çok eskiden beri sorulmuş; filozoflar,bilim ve devlet adamları bu konuda ayrıntılı eserlerortaya koymuşlardır.Hangi çeşit yönetim sisteminde olursa olsun,devletin etkinliğinde, milletin refah ve huzurundaşüphesiz devlet adamlarının belirleyici rolleri vardır.Ziya Gökalp ve Prens Sabahaddin'den sonra Türksosyoloji hayatında yer alan ve kısa süren yaşamında"büyük adamlar" konusunda da orijinal görüşlerortaya koyan Mehmet İzzet, sanayi sonrası toplumdademokrasi, feminizm, sosyalizm gibi cereyanlarınbüyük adamın büyüklüğüyle ve karizmasıylaoynanmasına yol açtığını belirtmiştir (İzzet 1339: 91-102). Bugünkü demokrasilerde ve bilgi toplumunda"dördüncü kuvvet" olarak nitelenen "medya" da busüreci hızlandırmakta, "reyting arttırma" amacıylatopluma kötü örnek olabilecek kişileri dakikalarcakonuşturan sunucular, "çok sınırlı vaktimiz varefendim, kusura bakmayın sözünüzü keseceğim" deyip,cümlesini bitirmeden bir siyasetçiyi ekrandançekebilmektedirler. Sonuçta, "toplum-devletsiyasetçi"etkileşimi çerçevesinde birçok faktörünetkisiyle çok az sayıda "siyaset adamı" "devlet adamı"seviyesine çıkabilmektedir.Bu çalışmada "devlet adamı" kavramı ile; elealdığımız siyasetname ve nasihatnamelerde hitabedilenhükümdar, veziriazam, vezirler, defterdar,serasker, serdar gibi, günümüz Türkiyesi'ndeCumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar, milletvekilleri,başkomutan ve kumandanlara... tekabül eden, üstdüzeyde yöneticilik hizmeti veren devletgörevlilerinin kastedildiği düşünülebilir."Siyaset, Arapça sözlüklerdeki anlamıyla, birnesneyi dikkatle gözetmektir. Vali ve hakim olmak,halkı gözeterek yönetmek, bu yolda gereken tedbirlerialmak anlamları bu esastan çıkmıştır. Daha sonraları"hükümet işleri", "politika", "dip-lomasi" yerinde kullanılmıştır" (Levend 1963: 167)."Siyasetname", siyasetle, devlet yönetimiyle ilgilieser demektir. Siyasetnameler, esas konu olarakdevlet yönetimini konu aldığına, ilk ve orta çağlardabütün güç ve yetki de Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesiolan hükümdarda bulunduğuna göre, bunlar daha çokhükümdarlar için kaleme alınmış eserlerdir (Levend1963: 168).Siyasetnameler; 1) Hükümdarda ve devletadamlarında bulunması gereken özellikler hakkındakitespitleri, 2) Devlet yönetiminin şartlarını veesaslarını irdelemeleri, 3) Çağlarının toplumsalhayatını ve kurumlarını, sosyal değerlerini ortayakoymaları, 4) Ele aldıkları sosyal yapı ve problemlereeleştirel bir yaklaşımla eğilip çözüm önerilerigetirmeleri, 5) Hükümdarların ve devlet adamlarınınsahip olmaları gereken özellikleri belirlerken ve sosyalyapıdaki problemlere çözüm önerileri getirirken,ortaya koydukları sosyal değerler ve ilkelerle bugünede ışık tutmaları... açılarından sosyolojik alanda daönemli eserlerdir.Nitekim Ziyaeddin F. Fındıkoğlu Türkiye'desosyolojinin tarihi gelişim aşamalarını belirlerken XVI.Yüzyıldan XIX. Yüzyıla kadarki gelişmelerin başlıca ikiyön takibettiğini belirtir:1) Siyasetnamecilik, 2) Tarihçilik ve Vak'anüvisçilik(Fındıkoğlu 1958: 140).Siyasetnameler, esas karakter bakımından ahlakieserler arasında yer alır. İlk ve orta çağlarda ahlakıntemeli din olduğuna göre, siyasetnameler dini esaslaradayanır. Kur'an'dan ve hadislerden deliller getirilir,tarihten örnekler verilir. Geçmişteki olaylar, adil vezalim hükümdarlarla devlet ve din adamlarının bukonudaki tutumlarını belirten hikayeler ve fıkralaranlatılır (Levend 1963: 171).Batıda kral ve hükümdarların "başucu kitapları"olmuş olan Thomas Morus'un Ütopya'sı, T.Campanella'nın "Güneş Sitesi", Machiavelli'nin"Prens"i gibi eserlerin ilk örneği Platon'un "Politeia(Devlet)" adlı eseridir. Devlet önce VI. YüzyıldaPehlevi ve Süryani diline, VII. Yüzyılda Arapça'yaçevrilerek, Doğu'da kaleme alınacak ilksiyasetnameleri de etkilemiştir. Hatta, Yusuf HasHacip'ten bir yüzyıl önce aynı çevrede yaşa-bilig-8/Kış’99


29yan ve Kutadgu Bilig üzerinde büyük etkisi bulunanFarabi "Medinet'ül Fazıla"sını yazarken elinin altındaPlaton'un Devlet'inin arapça çevirisi bulunmaktadır.Görülüyor ki, Doğu'da ve Batı'da ünlü olan siyasetkitaplarının ilk kaynağı ve örneği, "Devlet" kavramınıilk defa olarak ayrıntılı bir şekilde ele alan Platon'unDevlet'i olmuştur (Ars-lan 1987: 10).A.S. Levend'e göre devlet kavramını ele alarak,en iyi devlet şeklini araştıran Eflatun(Platon) ileAristo'dur. Platon'un bu konudaki diyalogları ileAristo'nun eserleri, eski Yunanistan'daki devletşekilleri ve hükümet sistemleri gözönünde tutularakkaleme alınmıştır (Levend 1963: 173).Platon'a göre toplumda yöneten ve yönetilenolmak üzere iki kesim vardır. Bilgili, adaletli veerdemli kişiler yönetimi ele almalı veya yöneteneyardım etmelidirler. Bunlar yönetilene de yolgösterirler; onları yatıştırıp taşkınlıktan korurlar. Bilgiiyi eğitimle elde edilir. Adalet, kendine teslim edilenemaneti korumak, nefsine hakim olmak, düzenleçalışmaktır. Erdem ruh sağlığı ve güzelliğidir. Kötülükise ruhun hastalığı ve çirkinliğidir (Levend 1963:173).Platon'un fikirleri şu şekilde özetlenebilir: Yahükümdarlar filozof, ya filozoflar hükümdar olmalıdır;böyle olmazsa devlet ve insanlık için mutlulukbeklenemez. Yöneten, kendi işine geleni değil,yönettiği halkın yararını gözetmeli ve onun işinegeleni yapmalıdır (Levend 1963: 174).Aristo da, en iyinin, erdemce en üstün olanın,kendi çıkarını düşünmeden, bütünün iyiliği uğrundaçalışanın egemenliği esasını kabul etmektedir.Aristo'ya göre devlet, topluluğun en yüksek ve siyasalşeklidir (Levend 1963: 174).Doğuda ve batıda siyasetname türünde birçok eseryazılmıştır. Bursalı Mehmet Tahir "Siyasete MüteallikAsar-ı İslamiyye"(1332) adlı eserinde siyasete ait 172adet İslami eser tespit etmiştir. "Eflatun ve Aristo'nunfikirleri İslam filozoflarına başlıca kaynak olmuştur.Bu iki filozofun eserleri daha önce Arapça'yaçevrilmiş olmakla birlikte, devlet kavramını ele alarakEflatun ve Aristo'nun bu konudaki fikirleriniuzlaştırmaya çalışan, kendi düşüncelerini de ekleyerekakli ve mantıki so-nuçlara bağlayan ilk filozof Farabi' ...dir" (Levend1963: 176).Farabi de Eflatun gibi kusursuz bir devlet kavramıüzerinde durur. İnsanlar çeşitli ihtiyaçlarlabirleşmişler, sonunda birer başkanın yönetimi altındadevletler kurmuşlardır. Bütün yetki başkanınelindedir. Başkan adil, şefkatli ve merhametli oldukça,devlet işleri yürür ve insanlar rahat yaşar. Yönetilenleyöneten arasındaki uyum, topluluğun mutluluğudur.Böylece herkes kendi işinde çalışır, görevini başarır,toplum da mutluluğa kavuşur. Bunun içindir ki, devletbaşkanının bütün iyi vasıfları ve erdemleri kendindetoplamış olması gerekir. (Farabi 1990: 79-81).Farabi'ye göre devlet başkanı şu özellikleritaşımalıdır: 1) Sağlığı yerinde olmalı, 2) Anlayışlıolmalı, 3) Hafızası kuvvetli olmalı, 4) Zeki ve uyanıkolmalı, 5) Güzel konuşabilmeli, 6) Öğretmeyi veöğrenmeyi sevmeli, 7) Yemeye, içmeye ve kadınadüşkün olmamalı, oyundan (kumardan) sakınmalı, 8)Doğruluğu ve doğruları sevmeli, yalandan veyalancılardan nefret etmeli, 9) Cömert olmalı, 10)Adaleti ve adil olanları sevmeli, zulümden vezalimlerden nefret etmeli, 11) Yumuşak huylu olmalı,12) Büyük bir azim ve irade sahibi olmalı ki, gereklibulduğu şeyleri gerçekleştirme hususunda cesaretgöstersin, korkak veya yumuşak olmasın (Farabi 1990:87-89).Siyasetnamelerin içinde incelenebilen, fakat bazıönemli farkları dolayısıyla ayrı bir tür olarak da elealınabilen "Nasihatnameler", özellikle Osmanlıİmparatorluğu'nun gerilemeye başladığı, devletişlerinin ve kurumlarının bozulduğu, sosyal değerlerinve kuralların etkinliğini yitirdiği bir toplum yapısınınyeniden düzenlenmesi için tespit ve teklifler getirenöğüt kitaplarıdır. Devlet adamlarıyla bazı düşünürlertarafından yazılan bu eserler belirli bir dönemde vetoplumda ortaya çıkan olaylara dayanırlar, ülkeninbelli başlı problemleri ve çözüm yolları üzerindedururlar. Burada amaç, Osmanlı İmparatorluğu'nun vepadişahın korunması, ülkenin kalkınması ve tekrareski zafer günlerine dönülmesidir. Yer yer aynıözellikleri taşımalarına rağmen siyasetnamelerlenasihatnameler arasındaki temel fark; genelliklesiyaset-bilig-8/Kış’99


30namelerde zaman ve mekandan bağımsız olarakdevletin işleyişi ve devlet adamlarının yapmalarıgerekenlerle ilgili temel ve genel prensiplerinişlenmesi, nasihatnamelerde ise Osmanlı İmparatorluğu'nunbelirli bir dönemdeki somut sosyalproblemleriyle bunların çözüm yolları üzerindedurulmasıdır.Biz bu çalışmamızda ikisi genel anlamda siyasetname,ikisi nasihatname (risale, layiha, ıslahatkitabı) olarak adlandırılabilecek başlıca dört eseredayanarak, arzulanan "devlet adamı" tipininözelliklerini vermeye çalışacağız. Bunlardan Yusuf HasHacip'in Kutadgu Bilig adlı eseri Karahanlılardevrine, Nizamülmülk'ün Siyasetname'si Selçuklulardevrine ait siyasetnamelerdir. Koçi Bey'in Risale'si ileDefterdar Sarı Mehmet Paşa'nın Nesayıh'ül Vüzerave'l Ümera (Kitab-ı Güldeste) adlı eserleri de,Osmanlının gerilediği döneme ait toplum yapısı veproblemleriyle ilgili tespit ve tekliflerde bulunannasihatnameler olarak seçilmiştir. İlgili konu vebaşlıklar altında düşünürlerin görüşleri ardardaverilirken, yaşadıkları tarih esas alınarak sıralamayapılmıştır. Düşünürlerin fikirlerinin belirtilmesindeüslupları da etkili olduğundan konu ile ilgili alıntılarmümkün olduğunca "doğrudan alıntı" tekniğiyleverilmiştir.ÇALIŞMADA İNCELENEN DÜŞÜNÜRLER <strong>VE</strong>ESERLERİ HAKKINDA TEMEL BİLGİLERYusuf Has Hacip: Kutadgu BiligReşit R. Arat'a göre Yusuf Has Hacip'in hayatıhakkında bildiklerimiz Kutadgu Bilig'i okuyucularatakdim etmek amacıyla sonradan eklenmiş olanmanzum ve mensur mukaddimelerde verilen bilgileredayanmaktadır. Bunlardan anlaşıldığına göre şairBalasagun'da doğmuştur. Asil bir aileye mensup olup,ilmi, faziletleri, züht ve takvası ile toplumu içerisindeen yüksek hürmet mertebesine ermiş bir kişidir. EseriniBalasagun'da yazmaya başlamış, sonra Kaşgar'agiderek, orada tamamlamış ve Tavgaç Kara BuğraHanlar Hanı'na sunmuştur. Hükümdar, şairin kalemgücünü takdir ederek ona iltifat etmiş ve yanınaalarak, ona"Has Hacip" ünvanını vermiştir. Bundan dolayı adıYusuf Has Hacip veya Yusuf Uluğ Has Hacip diyemeşhur olmuştur (Arat 1991: XXII).Üzerinde on sekiz ay uğraştığı eserini 462(1069/1070)'de tamamladığına ve yazmaya başladığıvakit elli yaşlarında bulunduğuna bakılırsa, Yusuf HasHacip 410 (1019) yılı civarında doğmuş olmalıdır.Ölümü hakkında bilgimiz yoktur. Eserin ilavekısmında, kendisinden bahsederken, ihtiyarladığını,hayatını insanlara hizmetle geçirerek, Tanrı'yaibadette geç kaldığını söylemesinden, oldukça uzunyaşamış olduğu düşünülebilir (Arat 1991: XXIII).Arat'a göre Yusuf Has Hacip devrinin en genişanlamda bir alim ve düşünürüdür, aynı zamanda şairve devlet adamıdır. Türklerin sosyal teşkilatınıyakından bilmektedir. Gençliğinden beri Türk devletteşkilatı içinde önemli vazifeler görmüş ve belki deölünceye kadar aynı teşkilat içinde çalışmaya devametmiştir. Arapça ve Farsça bildiği ve îslam dünyası ileilgili ilim ve edebiyatları takip etmiş olduğu eserininincelenmesinden kolaylıkla anlaşılabilir (Arat 1991:XXI, XXII, XXIV).Kutadgu Bilig'de tasvir edilen hayat ile idealizeedilmiş olan şahısların şairin kendi devrinden evvelkibir zamana ait olduğu açıkça bellidir. Yusuf Has Hacipbu şekilde ideal fertlerden teşekkül eden toplum vedevleti gözönünde canlandırdıktan sonra, kendidevrinden acı acı şikayet etmekte ve eserinde büyükbir meziyet olarak gösterdiği hareket ve düşüncelerinartık kalmadığını söylemektedir. (Bkz., Beyit: 6427-6528). Eserin kaleme alınmasında asıl amacıninsanları düşünürün tasavvur ettiği ideal bir hayatakavuşturmak olduğu açıktır (Arat 1991: XXIV).Türkçe'ye "İktidara Ulaştıran Bilgi" ya da "DevletYönetme Bilgisi"olarak çevrilebilen Kutadgu Biligisminden de anlaşıldığı gibi, insana her iki dünyada,tam manası ile, kutlu olmak için lazım olan yolugöstermek amacıyla kaleme alınmış bir eserdir. Birbiriile çok sıkı bağlı olan fert, toplum ve devlet hayatınınideal bir şekilde düzenlenmesi için gerekli olanzihniyet, bilgi ve erdem(fazilet)lerin neler olduğu vebunların ne şekilde elde edileceği ve nasılkullanılacağı üzerin-bilig-8/Kış’99


31de duran düşünür, bununla kendi devrinde gündelikhayatın üstüne yükselenlerin düşüncelerine tercümanolmuştur. O sadece bir nasihat kitabı değildir. Yusuf HasHacip bu eseri ile insan hayatının manasını tahlil ve onuntoplum ve dolayısıyla devlet içindeki vazifesini tayin edenbir felsefe, bir hayat felsefesi sistemi kurmuştur (Arat1991: XXV).Yusuf Has Hacip'in içinde yaşadığı KarahanlılarDevleti, Orta Asya'da kurulan ilk müslüman Türk devletiolmuştur. Karahanlılar, bir kültür ve uygarlık değişimidöneminde, çok önemli bir geçiş ve basamak rolüoynamışlardırYusuf Has Hacip yeni bir din ve uygarlık değiştirmişbir topluma, yeni ahlaki ve siyasi hedefler gösteriyor, altüstolan değerleri yeni bir düzen ve sisteme bağlamakistiyordu. Bu bakımdan, Kutadgu Bilig, yeni bir dinikitleler halinde kabul eden; tarihi kaderine yeni bir yönveren; yepyeni bir kültür ve uygarlık çevresine giren birmilletin, şiddetle sarsılan eski ve geleneksel değeryargılarını yeni sentezlere kavuşturmak endişesiniyansıtması açısından da çok önemlidir (Arslan 1987: 14,23).Mansıp sahiplerinde ve özellikle devlet başkanlarındabulunması gerekli olan vasıflarda, Yusuf Has Hacip ileİslam aleminin ilk ve büyük filozofu Farabi (Ölümü: 950)arasında çok sıkı bir yakınlık vardır.... Düşünürün soydaşve vatandaşı olan Farabi'nin eserlerini incelemiş veherkesten daha iyi anlamış olduğunu kabul etmekmümkündür (Arat 1991: XXII).Nizamülmülk (1018-1092) : Siyasetname (Siye-ru'l-Miilûk)Nizamülmülk, Hasan b. Ali b. İshak Tusi, 10 Nisan1018'de Tus'da doğmuştur. İyi bir tahsilden sonra GazneDevleti'ne bağlı Horasan genel valisi Ebu'l Fazl Suri'ninmaiyetinde idarecilik hayatına başlamış, 1040 DandanakanSavaşı'ndan sonra Gazne'ye gitmişse de tekrar Horasan'adönerek Selçukluların hizmetine girmiştir. Alparslan'ınSelçuklu sultanı olmasıyla 1064 yılında vezirliğegetirilmiştir. Kendisine Halife Kaim bi-Emrillah tarafındanNizamül'-mülk ve Kıvamud-devle lakapları verilmiştir (Bayburtlugil 1981: 13).Nizamülmülk 1064-1092 yıllarında Alparslan veMelikşah'ın vezirliğini yapmış; kurduğu idari teşkilatladevletin sağlam temeller üzerine oturmasını sağlamıştır.Savaş alanlarında da Malazgirt hariç, sultanların yanındayer alarak, Selçukluların bütün fütuhatında payı olmuştur(Bayburtlugil 1981: 13).Siyasetname veya Siyerü'l- Müluk adlı ünlü eserinimeliklerin, emirlerin, vezirlerin, kadıların, hatip ve benzeriidarecilerin siyaset, ahlak ve davranışlarını düzenlemek içinSultan Melikşah'ın tavsiyesi üzerine yazmıştır. Sade,sağlam ve güzel bir Farsça ile yazılan bu eser; aynızamanda Sinbad, Mazdek, Batıniler, Huremiler gibi batılmezhepler için de tarihi yönden önemlidir(Bayburtlugil1981: 14-15).Eser, sultanların ve büyüklerin hayatlarına ait çok azbilinen hikaye ve haberlerden meydana gelmiştir.Nizamülmülk bu hususu kendi ifadesiyle şöyle dile getirir:"Bendeniz Hasan bu hususta bildiğimi, gördüğümü,zamanla edindiğim tecrübeleri, üstadlardan öğrendiklerimipadişahımız için açıklayıp, bu kitapta fihristle her konuyuihtiva ettiği mana ile isimlendirerek 51 fasla ayırdım.Okuyanların sıkılmaması ve insanın hoşuna gitmesi için,her faslın gerekli yerlerinde hadisler, Kur'an ayetleri, seçkinsözler, zamanın büyüklerinin konuşmalarını ve hikayeleranlattım...."(Nizamülmülk 1981: 26).Siyasetname, geçmişteki iyi ve kötü idarecilerinicraatını belirtmek üzere naklettiği, Sasaniler, Hulefay-ıRaşidin, Emeviler, Abbasiler, Saffariler, Buveyhiler,Karahanlılar, Samanoğulları ve Gazneliler gibi Selçukluİmparatorluğu'ndan önceki hükümetlere dair fıkralarıyle boltarihi malzeme sağlamakta; aynı zamanda bunlarla SelçukluDevleti'nin idari, askeri teşkilatı ve mali, hukuki durumuarasında yaptığı mukayeselerle Sultan Melikşah devriBüyük Selçuklu İmparatorluğu'nun sosyal bünyesini açıkbir şekilde ortaya koymaktadır. Eserde bütün Ortaçağ Türk-İslam toplumlarında hakim olan anlayışlar, inançlar, dini,fikri akımlarla, sarayın, ordunun, halkın durumu vebilig-8/Kış’99


32bunların karşılıklı ilişkileri hakkında çok zengin malzememevcuttur (Kafesoğlu 1955: 231-232).Kafesoğlu'na göre, Siyasetname Vezirin ölümünden ençok bir yıl önce yazılmış (1091) tır. Yine bütünmetinlerden anlaşılıyor ki, Nizamülmülk eserinmüsvettelerini giderken müstensihe vermiş ve Bağdat'agiderken yolda öldürülmüştür. Beraber gittikleri SultanMelikşah da Bağdat'da ölmüş olup, tekrar Isfahan'adönemediği için Ve-zir'in eserinden haberdar olamamıştır(Kafesoğlu 1955: 236).Koçi Bey (Ölümü: 1648) : Koçi Bey RisalesiKoçi Bey'in asıl adı Mustafa olup kendisi Arnavutasıllı bir devşirmedir. Göriceli Koçi Bey Enderun'da eğitimgörmüş ve IV. Murat (slt: 1623-1640)'a musahiplikyapmıştır. Muhtemelen 1648'de ölmüştür (Öz 1997: 24).Danışman'a göre "Koçi Bey Risalesi'nin, bilhassa IV.Murat'ın icraatı üzerinde birinci derecede amil olduğunusöylemek mümkündür. Denilebilir ki, köklü ıslahatagirişmek fikri Sultan Murat'a, bir dereceye kadar Koçi BeyRisalesi'nden sonra gelmiştir" (Danışman 1985: 23).Mehmet Öz'e göre Osmanlı gelenekçi ıslahatprojelerinin en tipik ve en tanınan örneği hiç şüphesiz KoçiBey'in yazdığı telhislerden oluşan Risale'dir. Koçi BeyRisalesi'nin IV. Murat'ın gelenekçi ıslahat programında nederece rol oynadığı tartışılabilir, fakat dönemin zihniyetinianlamak açısından önemi açıktır. Risalede önce işlerinyolunda gittiği İmparatorluğun "altın çağı"nın tasviriyapılır; sonra bu düzenin nasıl ve niçin bozulduğuaçıklanır, nihayet yapılması gereken ıslahatın esaslarıbelirlenir (Öz 1997: 24).Koçi Bey'in ideal düzeni, padişahın idare işleriylebizzat ilgilenmesi, devlet görevlilerinin azl korkusundanuzak tutulması, kul ve tımar sistemlerinin tavizsiz birşekilde uygulanması ve bu çerçevede erkan-ı erbaa yanidört sınıfın (askerî, ulema, tüccar-esnaf ve reâya) dengelibiraradalığını temel alan toplum düzeninin devamettirilmesi esaslarına dayanmaktadır (Öz 1997: 73).Koçi Bey bozulmanın ortaya çıkışını Kanuni devrinekadar götürür; sebepsiz yere görevlilerinazledilmesi, tımar ve zeamet sisteminin bozulması,ulemanın bozulması, rüşvet, işlerin ehline verilmemesi gibisebeplere dayandırır.Koçi Bey'in ıslahat teklifleri idari niteliktedir veuygulanmalarında cebr unsuru ön plandadır. Meselakulların itaat altına alınmasından bahsederken, "İnsanoğlu,kahr ile zaptolunur. Yumuşaklıkla olmaz" (Koçi Bey 1985:73) demektedir. "Koçi Bey'in Kanun-ı Kadim'e aykırıuygulamaların mümkün mertebe kaldırılması, mansıplarınhak sahiplerine tevcihi ve veziriazamın müstakil olmasıgibi esaslara dayanan gelenekçi ve idari niteliği ağır basanbir ıslahata taraftar olduğu anlaşılmaktadır"(Öz 1997: 76).Defterdar Sarı Mehmet Paşa (Ölümü: 1717) :Nesayihü'l Vüzera ve'l Ümera (Kitab-ı Güldeste)Sarı Mehmet Paşa İstanbul'da doğmuş ve 1671'detahminen 12-15 yaşlarında iken defterdarlığın en önemlişubelerinden biri olan Ruzname-i evvel dairesine girmiş vezamanla yükselerek 1702 yılında defterdarlık makamınagetirilmiştir. Daha sonra, Selanik valiliği sırasında emirlereaykırı davranışlarda bulunduğu gerekçesiyle bütün mallarımüsadere edilerek Adalar Denizi kıyısındaki KavalaKalesine hapsedilen Paşa, 1717'de idam edilmiştir (Öz1997: 29).Türkçeye "Devlet Adamlarına Öğütler" adıyla çevrilen"Nesayihü'l- Vüzera ve'l- Ümera" veya "Kitab-ı Güldeste"adlı kitabı muhtemelen 1714-1717 yıllarında yazılmış;Sultan II. Mustafa (slt: 1695-1703) veya III. Ahmed'e (slt:1703-1730) sunulmuştur. Kendinden önce bu konudayazılan eserlerden, özellikle Lütfü Paşa'nın Asafname'sindenyararlanmıştır (Uğur 1987: 93).Defterdar Mehmet Paşa imparatorluğun gerilemedöneminin başlangıcında çevresinde gördüklerinieleştirmek için sesini yükselttiği zaman, OsmanlıDevleti'nin en parlak dönemindeki kudretli bünyesinidüşünmekteydi. Eleştirdiği şey sistem değil, onun yönetiliştarzıdır. Kendi zamanının şartlarını hemen hemen 200 yılöncesiyle karşılaştırmıştır. Devlet yönetiminde görevalacaklarda zeka, bilgi, namusluluk ve tecrübenin temelnitelikler olduğunu belirtmiştir. "Memlekettekibilig-8/Kış’99


33bütün servetin ve kuvvetin kaynağı olan tebaayazulüm edilmesine mani olacak her türlü gayretingösterilmesi, vergi ödeyen halkın korunupgözetilmesi" öğütleri eserinin ruhunu teşkiletmektedir. Kafasında daima Kanuni SultanSüleyman'ın muhteşem zamanı vardır. Bu dönemi,sonraki dönemlerle yaptığı karşılaştırmalarda bir ölçüolarak kullanmaktadır (Uğural 1992: XI-XIII).Defterdar, kendisinden önce aynı vadide kalemoynatanların eserlerinden büyük ölçüde yararlanarakve kendi şahsi tecrübelerini de devreye sokarakyazdığı eserinde, kanun-ı kadim'e aykırı her türlü yeniuygulama (bid'at)ların ortadan kaldırılması, rüşvetinönlenmesi, mansıpların ehil kişilere verilmesi, halkaadil davranılması, veziriazamın müstakil ve azlkorkusundan uzak bulunması v.b. hususların "nizam-ıalem"in ihyasında hayati önemi haiz olduklarınıvurgulamaktadır (Öz 1997: 97).DEVLET ADAMLARININ SAHİP OLMALARIGEREKEN ÖZELLİKLERBurada önem sırasına göre her dört eserde devurgulanan özelliklerden, daha az vurgulananlaradoğru bir yol takip edilecektir.Ele aldığımız dört düşünür de iyi bir eğitim görmüşve devletin çeşitli kademelerinde üst düzeydegörevlerde bulunmuş şahsiyetlerdir. Dolayısıyla, herbirinin karşılaştıkları olayları, eğitimlerinin,entelektüel hayatlarının ve tecrübelerinin kendilerinekazandırdığı bakış açısıyla değerlendirmeleri tabiidir.Yusuf Has Hacip ve Nizamülmülk ünlü eserleriyletasavvur ettikleri ideal devlet için bir ideal devletadamının portresini çizerlerken; Koçi Bey ileDefterdar Mehmet Paşa imparatorluğun bozulmadöneminde yaşadıklarından, bu çöküşü durdurmak veimparatorluğu tekrar altın çağına döndürmekamacıyla yöneticilerde gerekli gördükleri değer vedavranışları vurgularlar.AdaletPlaton (Eflatun)'un devletinde temel er-dem(fazilet) olarak devletin esasını teşkil eden adalet(Eflatun 1975: 29), Türk töresinin değişmeyen temelprensibi (Kafesoğlu 1994: 235) olaraksiyasetnamelerimizde de ortaya çıkmaktadır."İnalcık'ın isabetle belirttiği üzere, Osmanlıhükümdarının mutlak kudreti, 'Hükümdar askersizkuvvet sahibi olamaz; parasız asker olmaz; tebanınrefahı olmadan para olmaz ve adalet olmadan halkmüreffeh olamaz' şeklindeki eski doğu vecizesindeilave destek buluyordu. Kelile ve Dimne'nin Arapça'yaçevrilmesinden sonra İslami dönemsiyasetnamelerinde de görülen bu formül daire-iadliye olarak adlandırılmaktadır"(Öz 1997: 51). Bubağlamda iktidar ile adalet arasında karşılıklı birbağımlılık mevcuttu ve iktidarın keyfi bir şekildekullanılması gayrımeşru addedilirdi (Öz 1997: 51).İktidar ile adalet arasında karşılıklı bir bağımlılıkilişkisi gösteren bu formül Yusuf Has Hacip, Koçi Beyve Defterdar Sarı Mehmet Paşa'da benzer ifadelerleyer almıştır.Yusuf Has Hacip hükümdarın adil olması gereğinişu beyitlerle vurgular (Yusuf Has Hacip1991:112,113,163): "Eğer devamlı ve ebedi beylikistiyorsan, adaletten ayrılma ve halk üzerinden zulmükaldır"(B. 1435). "Adaletle iş gör, buna gayret et;hiçbir zaman zulüm etme; Tanrıya kulluk et ve onunkapısına yüz sür"(B.1451). "Bey bilgili, akıllı ve adilolmalı; şöhretinin yayılması için de cesur ve tedbirliolmalıdır"(B.2168).Yusuf Has Hacip'in eserinde adalet dairesi şuifadelerle dile getirilmektedir (Yusuf Has Hacip 1991:155): "Memleket tutmak için, çok asker ve ordulazımdır; askeri beslemek için de çok mal ve serveteihtiyaç vardır. Bu malı elde etmek için, halkın zenginolması gerektir; halkın zengin olması için de, doğrukanunlar konulmalıdır. Bunlardan biri ihmal edilirse,dördü de kalır; dördü birden ihmal edilirse, beylikçözülmeye yüz tutar"(B. 2057-2059).Nizamülmülk eserinin birçok yerinde hadislerzikrederek, hikayeler anlatarak (Nizamülmülk 1981:32-33,66,70,78,200) yöneticinin adil olması gereğinivurgulamıştır: "Memleket düzeni ve siyaset usulleri iyive mazbut konulduğunda müslümanlık ve adalet doğrudürüst yürüdü.... Allah daha iyi bilir ama, padişahinsaflı ve adil olursa,bilig-8/Kış’99


34halk daima huzur içinde bulunur" (Nizamülmülk1981: 74-75).Koçi Bey'e göre "Adalet, ömrün uzunluğunasebeptir. Fukara ahvalinin düzeni padişahlarıncennetlik olmasına sebep olur...." (Koçi Bey 1985:69).Koçi Bey Osmanlı padişahlarının eski kanun(kanun-u kadim) ve eski sultanlar (selatin-i selef)döneminde bu kadar memleketler zaptetmelerininhikmetini de yine adalete riayet etmeleriyle açıklar:"Sebebi budur ki, askeri az, öz ve temiz olup,memuriyetleri devamlı olarak verip, reaya ile gayetyakından ilgilendi. Şah böyle bir dinsiz, mürüvetsizkimse iken adalet ile hareket etmekle böyle devamlıhale gelince, padişahımız ki yeryüzü halifesi, din vedevletin sığınağıdır, hemen alemi süsleyen mübarekreyleri, adalet tarafına sarfedilirse, kendisinden yardımdilenilen Allah'ın fazlı ile dünyanın yedi iklimi kılıcaboyun eğip, etraftaki memleketler tamamen eminolurdu...."(Koçi Bey 1985: 83),Koçi Bey'e göre, "Velhasıl Osmanlı saltanatınınşevket ve kudreti asker ile, askerin ayakta durmasıhazine iledir. Hazinenin geliri reaya iledir. Reayanınayakta durması adalet İledir. Şimdi alem harap, reayaperişan, hazine noksan üzere... (Koçi Bey 1985: 71-72).Defterdar Sarı Mehmet Paşa'nın şu sözleri dedevlet yönetiminde adalete verdiği önemigöstermektedir: "Gerek şanlı padişah, gerek şanıyüksek vezir ve ülkenin valileri, halkın yargıç vesubayları her zaman durumlarını kutsal şeriatauydurmaya ve adalet üzere hareket etmeye gayret vedikkat eylemek gerektir"(Defterdar Sarı Mehmet Paşa1992: 26).Daire-i adliye defterdar Sarı Mehmet Paşatarafından şu şekilde ifade edilir: "Zira demişlerdir:Sultanlık ancak devlet adamlarıyle (rical), devletadamları ancak mal ile, mal bayındırlıkla, bayındırlıkda ancak adalet ve iyi yönetme ile olur. Yani devletdüzeni rical iledir ve askerin ayakta durması hazineparasıyladır ve hazine toplamak ülkenin bayındırlığıiledir ve zalimlere karşı koyma siyaseti iledir. Başkatürlü olmaz"(Defterdar Sarı Mehmet Paşa 1992: 98).İlim/ BilgiDevlet adamlarının bilgili ve ilme önem verenbilge kişiler olmaları gereği de dört düşünür, özelliklede Yusuf Has Hacip tarafından çok vurgulanan birözelliktir.Kutadgu Bilig'de bununla ilgili ellinin üzerindebeyit vardır. Bunlardan birkaçı (Yusuf Has Hacip1991: 27,145,149): "Dünyayı elinde tutan, onuanlayış ile tuttu; halka hükmeden, bu işi bilgi ileyaptı"(B. 218). "Hangi çağda olursa olsun, bugünekadar daha yüksek yer daima bilgiliye kısmetolmuştur"(B.220). "Ey devletli hükümdar, beyleradlarını bilgi ile yükseltmişlerdir"(B.1905). "Bey halkıbilgi ile elinde tutar; bilgisi olmazsa aklı işe yaramaz"(B.1968).Nizamülmülk "Alim hangi dilde olursa olsun bütünbilgilerden nasip alandır" diyerek ilim sahibinitanımladıktan sonra, yöneticinin alimlerle dost olmasıve ilmi sevmesi gereğini şu özdeyişlerle dile getirir:"Süfyan Sevri, 'En iyi sultanlar alimlerle düşüpkalkanlar, en fena bilginler padişahlarla birlikteolanlardır' der"(Nizamülmülk 1981: 92). "LokmanHekim, 'Bana ilimden daha dost kimse yoktur, ilimhazineden daha iyidir, çünkü senin hazineyi korumangerekir, halbuki ilim seni korur' der"(Nizamülmülk1981: 93).Koçi Bey de İmparatorluğun altın çağında ilme veilim adamlarına önem verildiğini, XVII. yüzyıldanitibaren diğer müesseselerle birlikte ilimmüesseselerinin de bozulduğunu, yapılacak reformlabunların eski şekillerine kavuşturulması gereğini dilegetirir: "İmdi malum-u hümayun ola ki, mübarekşeriatın devamı bilgi iledir. Bilginin devamıbilginlerledir. O yüzden yüce ataları zamanındabilgiye ve bilginlere olan hürmet ve ikram hiçbirdevlette olmamıştır. Onlara olan itibarın meyvesiolarak nice güzel eserler görmüşlerdir. Bilginlerinhallerinin düzenli olması, din ve devletin en mühimhususlarındandır. Bu sırada gayet bozuk, karmakarışıkve halleri perişan olmuştur"(Koçi Bey 1985: 50).Koçi Bey'e göre ilmiye kadroları bilgili ve faziletlikişilere verilmeli, rüşvet yoluyla verilmemelidir. Hermüderris geçmesi gereken aşamalardan geçerek biryere gelmeli, bu kademelerden geçme-bilig-8/Kış’99


35yenler ilmiye kadrolarından çıkarılmalıdır (Koçi Bey1985: 84-85).Defterdar sarı Mehmet Paşa defterdarların sahipolmaları gereken özellikleri açıklarken, birçok özellikyanında bilgili olmaları gereğini de vurgular:"Özellikle devlet hazinesinin defterdarı olan kimse;emanet vekarını üzerinde toplamış, doğrulukprensiplerini gözetip çok yıllardan beri hazine geliriniartıran ve istekleri düzgün yola koymakta eksiksizçaba gösteren ve kalem işlerini doğru yola koyupdüzeltmeye söz götürmez şekilde önem verereködevinin gereklerini yerine getiren, askerlerin gereçve aylıklarını zamanında ödeyen; sözün kısasıdoğrulukla ve eksiksiz 'Her işin adamı vardır'denilmeye yakışır tedbirli, kalem işlerinde bilgili, ağırbaşlı, tecrübeli, doğru ve dindar olup devlet malınıntoplanmasında ve tahsilinde tam yeterli bir kimseolmak gereklidir..."(Defterdar Sarı Mehmet Paşa1992: 64).Zulmün ÖnlenmesiÇalışmamızda ele aldığımız dört düşünüre göre deadil yöneticinin ilk ve en Önemli özelliği zulüm vehaksızlık yapmaması, yapılmasını da önlemesidir.Kutadgu Bilig'de bu konu şu beyitlerle dile getirilir(Yusuf Has Hacip 1991: 112, 113, 153): "Eğerdevamlı ve ebedi beylik istiyorsan, adaletten ayrılmave halk üzerinden zulmü kaldır"(B.1435). "Bey ikişey ile kendi beyliğini bozar, eğri yola girer ve doğruyoldan şaşar"(B. 2023). "Bunlardan biri zulüm, biriihmalkarlıktır; bu ikisi ile bey memleketini harapeder"(B.2024). "Zalim adam uzun müddet beyliğesahip olamaz; zalimin zulmüne halk uzun müddetdayanamaz"(B. 2030).Nizamülmülk de en büyüğünden küçüğüne doğruyöneticilerin zulmü önlemeleri gereğini örnek olarakgösterdiği melikin şu sözleriyle dile getirir:"...Padişahların adaletli olması ve zalimlerin ellerinimazlumların üzerinden çekmesi gerekir. Eğer melikadaletsiz olursa, bütün askerleri sahip olduklarınimetleri hiçe sayar, Allah (c.c.)ı unutarak zalimolurlar. Şüphesiz Allah'ın gazap ve öfkesi her taraftakendilerini bulacağı gibi, çok azbir zamanda ülke harabeye döner. Adaletsiz padişahlargünahlarının sebebiyle kısa ömürlü olurlar; yaöldürülürler veya padişahlıkları el değiştirir"(Nizamülmülk1981: 70).Yine Nizamülmülk'ün örnek yönetici olarakgösterdiği Adududdevle haksızlığa uğrayan vatandaşıdinledikten sonra sözlerine şöyle başlar: "...İşin hallibana aittir. Allah (c.c.) beni halkı korumam vekimseye zulüm ulaşmamasını sağlamam içinyaratmıştır..."(Nizamülmülk 1981: 115).Koçi Bey, Risalesi'nde zamanında ülkede zulmünhad safhaya vardığını ve mutlaka önlenmesi gereğinişu sözleriyle dile getirir: "Şimdiki halde reayafukarasına olan zulüm hiçbir tarihte, hiçbir iklimde,hiçbir padişah memleketinde olmamıştır. İslamülkelerinde bir memlekette zerre kadar bir kimseyezulüm olsa ceza gününde padişahlardan demek CenabıHakk'ın huzurunda cevap olmaz. Zulüm görenin ahihanümanlar harap eder. Zavallıların gözyaşlarıdünyayı fenalığa boğar. 'Küfür ile dünya durur, zulümile durmaz'"(Koçi Bey 1985: 69).Şevketlü hünkarıma malum ola ki, zulüm verüşvet herhangi devlette meydana çıkar ve aşikarolursa, o devlet harap ve düşkün olur..."(Koçi Bey1985: 102).Defterdar Sarı Mehmet Paşa'nın zulmünönlenmesiyle ilgili fikirleri adalet bahsinde verilenlereilaveten şöyle özetlenebilir: "Zulümden son derecesakınmak ve zalime de yardımcı olmaktan kaçınıp,mümkün oldukça karşı koymaya özenerek mazlum vegariplerin gönlünü ele alıp hayır dualarını kazanmayagayret edip sebatla çalışalar" diyerek, sözlerinihadislerle pekiştirir (Defterdar Sarı Mehmet Paşa1992: 92): "Peygamberimiz 'Mazlum kafir bile olsaonun duasından korkunuz' Yani mazlumun duası yerdekalmaz. Kafir dahi olsa makbul olur. 'Zulüm kıyametgününün karanlıklarındandır.' buyurmuşlardır".İşi Ehline Verme"İşi ehline verme" ya da işe almada "liyakat(yeterlik, değerlilik)" ilkesine uyma dört düşünürün deüzerinde önemle durdukları bir konudur.bilig-8/Kış’99


36Yusuf Has Hacip konunun önemini şu beyitlerlevurgular (Yusuf Has Hacip 1991: 5,134): "Memleketikuvvetle elinde tutan kimse, işini ehliyetli kimseleregördürmüştür" (B. 40). "Ancak kulun işin ehli olduğugörüldükten sonra, bey ona izzet ve ihsan kapısınıaçmalıdır"(B.1756). "Ey bey, işi işin ehline, işe yarayana,hareketi doğru ve dürüst olana ver"(B,1759). "Eğer bir beyişi ehliyetsiz bir kimseye verirse, ehliyetsizliği başkasıdeğil, kendisi göstermiş olur"(B.1760).Nizamülmülk başarılı ve adil bir yönetim için, işlerin enyetkili kişilere ve her kişiye bir iş düşecek şekildedağıtılmasını önerir: "Şahsiyetsiz, asaletsiz ve faziletsizkişileri büyük işlere memur ettiğimiz zaman bilginleri,asilleri ve faziletli kişileri kenara sürüp, onları muattaletmiş oluruz. Bir kişiye bir iş vermeyip beş-altı iş vermekcahillik ve bilgisizliği gösterir. Eğer vezir dirayetli vebilgili olursa böyle hareket ettiği taktirde devlet ve ülkeninyıkılmasına, padişahın işlerini karıştırmak istediğinehükmedilir, böylesi düşmanların en beteridir. Çünkü birkişiye on iş verirse, dokuz kişiyi işsiz bırakıyor demektir.Böyle ülkelerde insanlar işten ve ekmek parasındanmahrum, işsiz ve güçsüz kalırlar" (Nizamülmülk 1981:228-229). Nizamülmülk bir kişiye iki iş verilmesi veya birişin iki kişiye verilmesinin sakıncalarını defalarca anlatır(Bkz. 220, 221, 230-231, 245). Eğer bir kişiye iki işısmarlanırsa işlerden birisi daima hatalı olur. Çünkü kişiişlerden birini ciddiyetle ele alıp çalışırsa, diğer iş kusurluve noksan olur, ya da her ikisi de tam olarak yapılamaz.Yine her zaman bir iş iki kişiye verilirse, birbirlerininüzerine atarlar ve iş de yapılmadan kalır. Dolayısıyla her ikidurumda da işler düzenli ve randımanlı olmaz.Koçi Bey'in, zamanında ülke problemleri içinde en çoküzerinde durduğu ve şikayet ettiği meselelerden biri işlerinehline ve layık olana verilmemesi hususudur: "İmdi,dünyayı yaratan şanı yüce Cenab-ı Hakk'ın emri üzereşeriat ve hükümet mansıplarının, siyaset ve kılıçmansıplarının ehline verilmesi vacip ve en ehemmiyetlidir.Ve bu ilahi emrin gereği gibi yerine getirilmemesine sebep,rüşvettir. O kapı açılalı, mansıp erbabı arasında azl vetayin, değiştirme çokluğu hadden aşı-rı olup, büyükler alçalıp, alçaklar mevki sahibi oldu.Dünyanın hali perişan oldu. Hakimler ve valiler arasında buçeşit çok değiştirme, mecburen zulüm yapmalarına sebepolup, bu yüzden İslam ülkeleri viran, reaya ve berayaperişan oldu..."(Koçi Bey 1985: 103-104).Koçi Bey'e göre İmparatorluğun düzene girmesi içinrüşvet kaldırılmalı, her dirlik ve mansıp ehline ve layıkolana verilmelidir. Özellikle devletin en büyük direği olantımar ve zeamet sahiplerinin dirlikleri ehliyetsiz kişilereverilip devlet hazinesinin ziyana uğratılması dinen de caizdeğildir. Bunların düzeni ile meşgul olmak padişaha farz vevaciptir (Koçi Bey 1985: 105).Defterdar Sarı Mehmet Paşa da, mevki ve makamın,kayırma, rica veya rüşvet ile değil, işin ehli olanlaraverilmesini önemle vurgular: "Geçmiş bütün devletlerdevatana ve millete ziyanlıkların, batmanın, karışıklık vebozuklukların 'emanetleri ehline veriniz' sözü ile işgörmekte ihmal yüzünden meydana geldiği herkesçe kabuledilmiştir" (Defterdar Sarı Mehmet Paşa 1992: 54).Rütbeler Osmanlı Devleti'ne faydalı hizmetleri geçmiş,memur olduğu işlerde tam bir gayret ve yararlılıkgöstereceği bütün halk tarafından bilinen, saltanat işlerinininceliklerinden anlayan, tecrübeli kişilere verilmelidir.Rüşvetle ehliyetsize devlet hizmeti verilmesi büyük hatadır(Defterdar Sarı Mehmet Paşa 1992: 58).Meşveret/Danışma: Yöneten- Yönetilen EtkileşimiDevlet işlerinin gereği gibi yerine getirilebilmesi için,ele aldığımız dört düşünürün de gerekli gördükleri bir hususda, devlet adamlarının yönettikleri kişilerden ses almaları,konuyu ilgili kişilerle tartışıp onlara danışmaları, bu amaçlada belli aralıklarla toplantılar düzenlemeleridir.Yusuf Has Hacip bu konuyu şöyle dile getirir (YusufHas Hacip 1991: 147-148): "Ben iş yapan insanım, sen iseonu gören insansın; yapan adam işinin nasıl olduğunugörenden öğrenir"(B. 1939). "İnsan işini kendisine candanbağlı olana danışır; sadık insan kendisini başkası için fedaeder"(B. 1943).bilig-8/Kış’99


37Nizamülmülk'e göre padişah liyakatli vezirleri hariç,hizmet edecek kulları ile çok içli-dışlı olmamalı, onlarlayüzgöz olup otoritesini sarsmayacak kadar bir mesafeyimuhafaza etmeli (Nizamül-mülk 1981: 171-172), fakathalkla teması da hiç koparmamalı, şikayetlerini dinleyiponları rahatlatmalıdır. "Merasimler sık yapılmazsa halkınişi aksar, fitneciler cesaret bulur, havas ve avamındurumları bilinemeyince de ordu rahatsız olur. Padişah içinsık sık toplantılar yapmasından daha geçerli bir usulyoktur. Toplantı yapınca dışardan gelen taraftarlar, emirler,seyidler ve imamlar padişahla görüşerek saygı gösterirler.Mahiyetleri ile memleketlerine dönüp, hizmet ederler.... Buadet alışılarak böyle devam ederse, sıkıntılar ortadankalkar. Perde kaldırmaya, kapıyı kapatmaya hacet kalmaz.Bunun haricinde hareket ederlerse rıza gösterilmez"(Nizamülmülk 1981: 169-170).Nizamülmülk'e göre padişah önemli bir olay karşısındayaşlılar, bilginler ve dostları ile görüşmeli, onlaradanışmalıdır. Doğrunun ortaya çıkması için herkesin,özellikle ihtisas sahiplerinin o konuda bildiklerinisöyleyerek görüşlerini açıklamaları, her alimin diğerlerinezıt da olsa kendi fikrini ortaya koyması gerekir.Danışmadan icraatta bulunan liderler bencil ve zayıftırlar.(Nizamülmülk 1981:134).Danışmanın gerekliliği Koçi Bey Risalesi'nde şöyledile getirilmektedir: "...Hazreti Resul ve Dört halife -vediğer halife ve sultanlar- şahsen kendileri divan yapıp,halkın işlerini bizzat görürlerdi ve o kadar perde arkasındadeğillerdi. Ve o yüzden dünya ahvaline gerektiği gibi bilgihasıl ederlerdi. Hatta bu devlet-i aliyyede dahi öyleolurdu.... Padişah kullarını, kullar padişahını bilirlerdi..."(Koç i Bey 1985: 87-88).Defterdar Sarı Mehmet Paşa danışmaya olduğu kadardanışılacak kişilerin kimliklerine de önem verir; her konudao konuyu bilen, anlayan kişiye danışılmasını önerir: Onagöre "Müderrisler (profesörler) ve bilginler topluluğu vebilginlerin başkanı olanlarla danışılıp devlet memuriyetlerionların reyleriyle verilip birbirlerine aykırı söylediklerisözlere kulak verilmemek gerektir" (Defterdar Sarı MehmetPaşa 1992: 62).Paşa seraskerlere öğütlerinde şöyle der: "Her iştedanışmayı elden bırakmayalar. Amma her kişi ile dedanışma yapmayalar. İş görmüş, vuruş ve savaştabulunmuş, sır saklar, iyilik sever kimselerle danışıp onlarasırlarını açalar"(Defterdar Sarı Mehmet Paşa 1992: 114).Ölçülü, İtidalli, İhtiyatlı ve Uyanık OlmaEle aldığımız dört düşünürün de bir devlet adamındabulunması gereken özellikler olarak üzerinde anlaştıkları,özellikle Yusuf Has Hacip ve Nizamülmülk'ün defalarcavurguladıkları itidalli, tedbirli(ihtiyatlı), uyanık , sabırlı,soğukkanlı, sakin olma gibi özellikleri ölçülü olma ilebirlikte incelemek mümkündür.Kutadgu Bilig'de konu ile ilgili pek çok beyit vardır.Bunlardan bazıları şunlardır (Yusuf Has Hacip 1991: 34,42, 53, 63, 111, 150): "İnsan sakin ve mülayim tabiatlıolmalıdır; güneş ve ay doğması için, beye itidallazımdır"(B. 325). "Ey hükümdar, memleket arzu edersen,ihtiyatlı ol; bu ihtiyat, aynı zamanda şeriatın da emrettiğişeydir"(B. 446). "İşinde hiddetli olma, öfkene hakim ol;beyler hiddetli olurlarsa, mülk ve saltanat haleldar olur"(B.1414). "Sakin, halim-selim ve yumuşak huylu ol veböylelikle bütün iyiliklere elini uzat"(B. 1416). "Sabır vesükunet bey için bir ziynettir; bunlar beyliğin başta gelenmeziyetleridir" (B. 150). "Hiçbir işte acele etme, sabret,kendini tut; kul sabırlı olursa, beylik mertebesini bulur"(B.588). "Devlet işindeki bu tedbir ve uyanıklık, devletin uzunmüddet devamı için, daima faydalı olmuştur"(B. 440).Nizamülmülk'e göre "Acele karar verme, kudretlikişilerin değil, zayıfların işidir"(Nizamül-mülk 1981: 188)."Kemal sahibi ve akıllı insanlar öfkelerini gizlerler.Böylelerinin öfkeleri akıllarına değil, akılları öfkelerinegalip gelir..."(Nizamülmülk 1981: 176). Padişahların orduve halkın durumunu uzak veya yakından bizzat tetkiketmesi, ne olup bittiğini az veya çok bilmesi gerekir. Böyleolmazsa hata veya gaflete düşer, halka hakaret ve zulmeder.Memlekette fesat ve adaletsizlik alır yürür. "Bunu padişahya bilir veya bilmez. Bilip de tedbirini almazsa onlar gibizalimdir, çün-bilig-8/Kış’99


38kü zulme rıza göstermiştir. Bilmezse gafil, hakir vecahildir, her ikisi de iyi değildir.... Haber alma ve suçuönleme memurlarını tayin eden padişahınadaletinden, ilerisini görerek tedbirli davranmasındanve uyanıklığından dolayı da ülke mamurolur"(Nizamülmülk 1981: 96-97).Koçi Bey padişah için temkinli olmayı gözardıetmezken, yumuşaklık taraftarı da değildir. Halkın veözellikle askerin cebr ile birarada tutulabileceğikanaatindedir: "Saadetlü ve şevketlü yeryüzüpadişahı hazretlerinin temkinli kalplerine gizliolmaya ki, eğer alemin düzeltilmesi hususunda birtedarik görülmezse ve bu nazlı memlekete bir düzenverilmezse ümmet-i Muhammed (nefsi, nefsi,) deyüp,reaya ve beraya tamamen berbat olur. Çünkü askertaifesi itaatten çıktı. Zabitlerde inzibat kalmadı.Nasihat ile asker zaptolunmaz. İltifat ile düzeltilmesimümkün olmaz.... Velhasıl insanoğlu, kahr ilezaptolunur. Yumuşaklıkla olmaz"(Koçi Bey 1985:73).Daha önce açıklandığı üzere (Bkz., Bölüm: 3.2),Defterdar Sarı Mehmet Paşa hazine defterdarınınsahip olması gereken özellikleri açıklarken tecrübeli,ağırbaşlı, tedbirli olması gereğinden bahsetmişti. Bukonu eserinin başka bölümlerinde de dile getirilmiştirBkz., Defterdar Sarı Mehmet Paşa 1992: 112,122).AkılNizamülmülk, Defterdar Sarı Mehmet Paşa veözellikle Yusuf Has Hacip'in üzerinde durduklarıönemli bir özellik de devlet adamlarının akıllıolmaları ve akılcı davranmaları gereğidir.Kutadgu-Bilig'de devlet adamının akıllı olması,bilgili olması kadar, hatta ondan da önemlidir (YusufHas Hacip 1991: 31,53,136,139,149). Çünkü"Dünyaya hakim olmak ve onu idare etmek için, pekçok fazilet, akıl ve bilgi lazımdır"(B,281). "Bilgiyiolsun, fazileti olsun, insan öğrenebilir; fakat akıl ise,insan ile birlikte doğar"(B. 1825). "Eğer beylik akıllıbir insanın eline geçerse, o ülkesini huzura kavuşturur;sen bu söze inan"(B. 1781). "Bey bilgili, akıllı ve zekiolmalıdır; beyliğin hastalığına ancak bunlar ile çarebulunabilir"(B. 1971).Nizamülmülk aklın önemini şu şekilde belirtir:"Kemal sahibi ve akıllı insanlar öfkelerini gizlerler….Kimin aklı nefsin arzularına galip gelirse, öfke anındaaklı, isterse onun nefsini kırar. İnsanlar onun öfkeiçinde olduğunu bildiği halde yaptığı ve buyurduğuher şeyin akıllıca olduğunu bilirler ve onu beğenirler"(Nizamülmülk 1981: 177).Defterdar Sarı Mehmet Paşa işleri yönetenlerinakıllıları (s.94) ve akılsızlarından (s.20) bahsederkennasihatlarında devlet adamlarının bu özelliğine dedeğinmiş olur.TevazuDevlet adamının tevazu sahibi olması vegösterişten kaçınması Koçi Bey, Defterdar SarıMehmet Paşa ve özellikle Yusuf Has Hacip'in üzerindedurdukları bir özelliktir.Yusuf Has Hacip şöyle der (Yusuf Has Hacip 1991:50, 131, 167): "Halk içinde kim nüfuz sahibi olursa,onun dili ve sözü tatlı olmalı, kendisi tevazugöstermelidir" (B. 547). "Sana beylik ve büyüklükerişirse, bu devlet içinde saç ve sakalının ağarmasıiçin, kendini küçük tut ve mütevazi ol" (B. 552).Saadet gelip, kiminle bağdaşırsa, o kimse tevazugöstermeli ve alçak gönüllü olmalıdır" (B. 1702)."Vezirin gönülü alçak ve dili yumuşak olmalıdır;böylelikle insan kendisini başkalarına sevdirir"(B.2229).Koçi Bey zamanında vezirlerin şöhret ve süspeşinde koştuklarından, ihtişam içinde yaşayıp devletişlerini ihmal ettiklerinden yakınır: "Bu devlet-ialiyyedeki şöhret ve süs gibi zararı bulaşıcı bir bid'atyoktur. Rüstem Paşa damadı Ahmet Paşa ki, Zigetvarseferinde dördüncü vezir idi, sonra veziriazam oldu.İlk vezir olduğu vakit ihtişam vasıtası olarak ancak ikikürkü vardı. Birini divan-ü hümayunda, birini deevinde giyerdi. Fakat dört- beş yüz satın alınmış kulu,ona göre cephanesi vardı. Diğer vezirler de böyle idi,kapıları (maiyeti, halkı) mükemmel olup, her biriçiftliklerinde yüz kadar katır ve yüz kadar devebeslerdi. Bir yere sefer olunsa, ferman gelince bir atve bir deve satın almayıp, üçüncü gün alelacelememur olduğu yere hareket ederdi. Kapı düzmeyebilig-8/Kış’99


39ihtiyacı olmazdı. Şimdi ise asker taifesi, yüksekmakam sahipleri ve diğerleri .... elde ettikleri paraları,evlere, bağlara, köşklere ve samur kürklere ve süseverirler, lazım gelse, iki hizmetkar ile sefereçıkamazlar" (Koçi Bey 1985: 90-91).Defterdar Sarı Mehmet Paşa da defterdarların,divan memurlarının ve serasker ve serdarların ağırbaşlı ve uysal olmaları gereğini vurgular (DefterdarSarı Mehmet Paşa 1992; 64,114).KontrolNizamülmülk ve Defterdar Sarı Mehmet Paşa'nınüzerinde anlaştıkları bir özellik de devlet adamlarınınemrinde çalışanları gizli veya açık kontroletmeleridir. Nizamülmülk bu konuya o kadar önemverir ki, bu amaçla hükümdarın gizlice muhbirlertutmasını bile önerir.Nizamülmülk'e göre "Padişah hiçbir zamanmemurların durumundan gafil olmamalı, devamlıonların hal ve durumlarını kontrol etmeli, onlardanzulüm ve hıyanet zuhur ederse, hiç yerlerindetutmayıp, azletmelidir, Diğerlerinin ibret alması içinsuçları derecesinde onları cezalandırırsa, hiç kimseceza korkusundan padişah aleyhine bir şey düşünemez.Bir kişiyi büyük bir işe memur ederse, onun arkasındankendisi bilmeden, durumunu ve çalışmasını kontroledecek müfettiş göndermelidir"(Nizamülmülk 1981:56-57).Defterdar Sarı Mehmet Paşa da devletmemurlarının, özellikle veziriazam ve defterdarlarınhaklarında yapılan şikayetler esas alınarak azledilmemelerini,cezalandırılmamalarını, bu türsuçlamalardan sonra mutlaka güvenilir denetleyicilerceyapılacak kontrolden sonra haklarında işlemyapılmasını önerir: "Defterdarlar hakkında bazıkıskançların gareze dayanarak suç yüklemelerine veiftiralarına inanmamaları gerektir. Zira halkın çoğu veözellikle devlet büyüklerinden bazıları hazinedurumuna ve devlet malına zararlı işler teklifini herzaman yaparlar.... Devlet malını cömertçe dağıtanadamı isterler, 'Bu defterdar gaddardır' diye çeşitlikusurlar söylemeye girişirler. Lakin bu konuda çokaraştırma ile durumunu inanılır kişilerden gizliceinceleyip ve eksiksiz bilgi toplanmadıkça azlinde aceleetmeyeler... "(Def-terdar Sarı Mehmet Paşa 1992: 68). "...Gidengörevlinin arkasından gizlice başka bir bahane ileadam gönderüp sözü geçen görevlinin nasıl işgördüğünü öğrenip haber getirteler" (Defterdar SarıMehmet Paşa 1992: 104).Yöneticilerin, devlet adamlarının iyiceincelenmeden, araştırılıp soruşturulmadanazledilmemeleri, veziriazamların ve defterdarlarınözgürlüğünün sağlanması gereği Koçi Bey veDefterdar Sarı Mehmet Paşa'nın üzerinde ısrarladurdukları konulardır (Bkz., Koçi Bey 1985: 102;Defterdar Sarı Mehmet Paşa 1992: 9, 10, 20, 68).CömertlikDevlet adamlarının hükümdarların cömert olmalarıgereği özellikle Yusuf Has Hacip ve Nizamülmülk'üneserlerinde önemle dile getirilmiştir.Yusuf Has Hacip'in konu ile ilgili görüşleri şubeyitleri ile açıklanabilir (Yusuf Has Hacip, 1991: 148,220, 223, 224): "Ey devletli hükümdar, eğer kuldanfakir adını kaldıramazsa, o nasıl bey olur"(B.2983)."Bey bilgili ve akıllı olmalıdır; cömert ve yumuşakhuylu olmak da lazımdır" (B. 1951). "Dünyabeylerinin eli açık olursa , onlar her iki dünyada başköşeye otururlar"(B.3034). "Memleketi cömertliklemuhafaza etmelidir; ey hükümdar, bey cömertliklebüyür"(B. 3040)."Büyüklük ve padişahlık cömertlikle yücelir"(Nizamülmülk1981: 200), "Dünyada cömertlik vefakirleri doyurmaktan daha iyi hiç bir işyoktur"(Nizamülmülk 1985: 186) diyen Nizamülmülk,devlet adamlarının sahip olmaları gereken bu özelliğihadislerden örnekler vererek tavsiye eder: "Herkesincömertlik ve ikramı, gücü ölçüsünde olmalıdır. Sultanbütün dünyanın sahibi olduğu için onun gücü diğerpadişahların üzerindedir. O halde cömertliğinin,iyiliğinin, sofrasının ve hediyelerinin kendi ölçüsünde,bütün padişahlardan daha çok ve daha iyi olmasıgerekir. Peygamberimizin bir hadisinde, 'Allah, halkınekmek ve yemeğini bollaştıran meliğin ömrünü vedevletini arttırır' denilmektedir (Nizamülmülk 1981:183-184)...."Bir hadisi şerifte, 'Cimri ve nankör kişicennete giremez'. Buyurulmuştur. Bütün zamanlarda,İslamda ve küffarda muhtaçları doyur-bilig-8/Kış’99


40mak huyundan, daha iyisi yoktur"(Nizamülmülk 1981:186).Doğruluk ve DürüstlükDevlet adamlarının doğru ve dürüst olmaları da adilolmaları kadar önemli bir özelliktir ki, bu özellikle YusufHas Hacip ve defterdar Sarı Mehmet Paşa tarafından dilegetirilmiştir.Yusuf Has Hacip'e göre (Yusuf Has Hacip 1991: 134,149, 152, 213, 214), "Halk için beyin çok seçkin olmasılazımdır; özü, sözü doğru ve tabiatı güzide olmalıdır" (B.1963). "Ey hükümdar, dikkat et, doğru hareket ederlerse,insanların hayatı ne kadar güzel geçer"(B. 1748). "Beyindili dürüst ve kalbi doğru olmalı ki, halka faydalı olsun vegüneşi doğsun"(B: 2010). "Ey kahraman beyim, sendoğruluk ile çalış; bence doğruluktan daha iyi bir şeyyoktur"(B. 2899). "Bütün işleri doğrulukla yapmalı;uygunsuz ve küstah kimseleri kendisineyaklaştırmamalıdır"(B. 2901).Defterdar Sarı Mehmet Paşa da veziriazam, defterdarve divan memurlarının doğruluk ve adaletten ayrılmamalarıgereğini dile getirir: "Tam yetkili vekil olan veziriazamhazretlerinin de çalışmasının ve yüksek yaradılışının gereğiüzere, aşağı ve yukarı tabakadaki halkın durumlarını iyileştirerekdoğruluk ve adaleti su gibi akıtıp haksızlıkları vekötü usulleri ortadan kaldırmaya, bozukluk ve zulümpisliklerini gidermeye, inat ve isyan ateşini yok etmeye,güzel hizmetler ve çok çabalar harcaya" (Defterdar SarıMehmet Paşa 1992: 10).SONUÇ <strong>VE</strong> DEĞERLENDİRMEÇalışmamızın konusu farklı dönemlerde, farklı şartlaraltında, Türk devlet adamlarından ve yöneticilerindenbeklenen özelliklerin sorgulanmasıdır. Bu amaçla Türkkültüründe farklı dönemlerde yaşamış dört ünlüdüşünür/devlet adamı ve eserleri ele alınmıştır.Yusuf Has Hacip Karahanlı dönemi düşünürü ve devletadamı olmasına ve onun eserini yazdığı tarihten yüz yılkadar önce İslamiyetin Türkler arasında yayılmasınarağmen, Kutadgu Bilig İslamiyet öncesi, özellikle UygurTürklerinin sosyokültürel hayatını yansıtmaktadır.Nizamülmülk Selçuklu döneminde yaşamış, Selçukluhükümdarlarına vezirlik yapmış bir devlet adamı/düşünürolarak Siyasetnamesi'nde özellikle Melikşah dönemiSelçuklu devlet hayatı, kurumları ile birlikte bütün OrtaçağTürk-İslam toplumlarında hakim olan inançları, fikirleri,sosyo-kültürel hayatı yansıtmıştır.Koçi Bey XVII, Defterdar Sarı Mehmet Paşa XVII veXVIII. yüzyılda yaşamış devlet adamlarıdır. Her ikisi de birzamanlar dünya imparatorluğu olan Osmanlı Devleti'ninbütün müesseseleriyle nasıl ve niçin bozulduğunu, tekrareski muhteşem günlerine dönmesi için alınması gerekentedbirleri açıklamaya çalışmışlardır: Her ikisi de gözleriniimparatorluğun geçmişte yaşadığı veya yaşadığınıvarsaydıkları "altın çağ"a çevirmiş, tekrar bu çağa dönüşünmümkün olabileceğini düşünerek, eski kanun ve kaidelere(kanun-u kadim'e) ve eski sultanların (selatin-i selefin)uygulamalarına dönüşü tavsiye etmişlerdir.Yusuf Has Hacip ve Nizamülmülk siyasetnamelerindetıpkı Platon gibi ideal devletin ve ideal devletadamının/yöneticinin özelliklerine dair bir hayat ve devletfelsefesi geliştirmeye çalışmışlardır. Bu eserlerde eski Türk-İran töre ve geleneklerine yapılan atıflar ve getirilenörnekler zamanın devletine, devlet adamına ışık tutmak,geleceğini yönlendirmek içindir. Çünkü onların eserleriniyazdıkları dönemde de toplumlarının çalkantılar içindeolduğu anlaşılmaktadır. Koçi Bey ile Defterdar SarıMehmet Paşa'nın ise amaçları, nasihatnamelerinde birdevlet felsefesi geliştirmek değildir; gerilemekte ve düzenibozulmakta olan Osmanlı Devleti'nin ıslahatı için,imparatorluğun altın çağı olarak tasavvur ettikleri dönemetekrar dönmeyi amaçlamışlar, bunun için de eski kanunlarıve eski sultanların uygulamalarını esas almayıöğütlemişlerdir.Sosyolojik açıdan ilginç olan nokta, dört düşünürün deiyi bir devlet yönetimi için devlet adamlarının/yöneticilerinsahip olmaları gerekir diye aynı ortak özellikleri tespitetmiş ve vurgulamış olmaları; hükümdarların belli davranışve tutumları ile toplum yapısının ve kurumlarının belliyönde işleyişi arasında aynı bağı kurmuş olmalarıdır.bilig-8/Kış’99


41Batıda ideal devletin felsefesini geliştiren ilk filozofolan Platon ve Doğu'da aynı işi yapan Farabi, "adalet"idevlet adamının/yöneticinin sahip olması gereken enönemli özellik olarak kurdukları sistemin temelineyerleştirmişlerdir. Ele aldığımız dört düşünür için de devletadamlarının adil olmaları ve devletin adaletle yönetilmesien önemli ilkedir.Eski Hint-İran nasihatname ve siyasetnamelerindegörülen, "adalet dairesi (daire-i adliye)" olarakisimlendirilen formül, dört düşünürün eserlerinde de dilegetirilmiştir. Esası şudur: Ülkenin muhafazası vegenişletilmesi için asker/ordu gereklidir, askeri beslemekiçin çok mal ve servete ihtiyaç vardır, bu serveti elde etmekiçin halkın zengin olması gerekir, halkın zengin olması içinde doğru kanunlar konmalı ve uygulanmalıdır. Bunlardanbiri ihmal edilirse dördü de kalır, dördü birden ihmaledilirse beylik çözülür. Yalnız Halil İnalcık'ın belirttiğigibi, eski İran devlet geleneğinde her şeyin üzerindehükümdarın mutlak otoritesi vardır, adaletin yerinegetirilmesi, tamamıyle hükümdarın bağışlama hakkıdır;onun mutlak otoritesini sınırlayan objektif kaideler şeklindemaddeleşmemiştir. Oysa Türk devlet geleneğindehakimiyetin bizzat töreden (kanun ve nizam) ayrılmamasıesastır, hatta hakimiyetin bizzat töre ve kut'tan ibaretolduğu görülür.(İnalcık 1966: 268). Adalet,iyilik/faydalılık, eşitlik ve insanlık Türk töresinin değişmezilkeleridir(Kafesoğlu 1994: 235).Eski Türk inancına göre,Türk hükümdarına "kut" yani"siyasi iktidar" Tanrı tarafından verilmiştir; hükümdaryeryüzünde Tanrı'nın temsilcisidir, Tanrı tarafından töreninhükümlerini dünyanın her tarafına uygulaması içingönderilmiştir. Türk töresinin adalet, iyilik-faydalılık,eşitlik ve insanlık gibi evrensel hükümleri vardır. Eğerhükümdar bu hükümleri gereğince uygulayamaz veyönetimde başarılı olamazsa; adillik, bilgililik, tedbirlilik,dürüstlük, cömertlik, alçakgönüllülük gibi erdemlere sahipolup kut'a layık olamazsa, Tanrı tarafından kut geri alınır(Bkz., Ögel 1982: 173-228).Dört düşünürün de üzerinde durdukları bir başkaözellik devlet adamlarının/yöneticilerinakıllı, bilgili kişiler olmaları, ilme önem vermeleri, davranışve uygulamalarında bu değerleri ön plana çıkarmalarıdır.Bu da Platon ve Farabi'nin üzerinde önemle durdukları birözelliktir. Sokrates ve Platon bilgiyi insanı fena işleriyapmaktan alıkoyan bir fren olarak düşünmüşlerdir. Farabive Yusuf Has Hacip de aynı görüştedirler. Yine İnalcık'agöre (1966: 266), Hint-İran geleneğinde de aklın ve bilgininönemli yeri vardır; Kelile ve Dimne'ye göre akıl saadetintemel direğidir ve amaca ulaşmak için bir anahtardır. Elealdığımız dört düşünür de devlet adamlarını/yöneticileri,devleti bilginin ve bilginlerin rehberliğinde akılcı biryaklaşımla yöneten bilge kişiler olarak düşünmüşlerdir.Rasyonellik bugünkü kamu yönetimi ve bürokraside deönemli bir ilkedir.Dört düşünür de devlet adamlarının/yöneticilerin;ülkenin muhafazası ve iktidarlarının devamı için doğrukanunlar koyup adil bir şekilde uygulamalarını, doğrulukve dürüstlükten ayrılmayıp, zulmü ve rüşveti ortadankaldırmalarını önermişlerdir.Bugünkü kamu yönetiminde de temel ilkelerden biriolan "işi ehline verme" ya da işe almada "liyakat/yeterlilik,değerlilik" ilkesi (Bkz., Ergun ve Polatoğlu 1988: 283-303),dört düşünürün de üzerinde önemle durdukları bir konudur.Bu özelliği Yusuf Has Hacip ve Nizamülmülk ideal birdevlet ve devlet adamı için sistemleştirirlerken, Koçi Beyve Defterdar Sarı Mehmet Paşa toplumlarında işlerin ehlineverilmemesini pek çok problemin ve sosyo-kültürel yapınınsarsılmasının temel sebeplerinden biri olarak defalarcairdelemişlerdir.Dört düşünürün de önemle vurguladıkları bir ilke de,devlet adamlarının icraatlarında bilgili ve yetkili kişileredanışmalarıdır. Danışmayı çeşitli şekillerde ve seviyelerdedüşünmek mümkündür. Yöneticinin yönetimiyle ilgiliolarak yönettiği kişilerden ses alması, yöneticilerin ilgilikonularda danışmanlarına danışmaları, devlet işlerinin bellitoplantılarda görüşülüp karara bağlanması gibi. Dörtdüşünür de bu amaçla yöneticilerin belirli aralıklarlatoplantılar yapıp, halkla teması koparmamalarını dilegetirmişler; ayrıca etraflarını dabilig-8/Kış’99


42bilgili, tecrübeli, ölçülü.... kişilerden seçmeleriniönermişlerdir.Türk devlet geleneğinde Asya Hunİmparatorluğunda Mete Han döneminden beri(M.Ö.209-174) devlet işlerinin görüşülüpkararlaştırıldığı bir devlet meclisi (toy) geleneğioluşmuştur. Bu amaçla diğer Türk devletlerinde defarklı isimlerle toplantılar yapılagelmiştir. Asya'dakurulan Tabgaç Devleti'nde "Devlet ve NazırlarMeclisi", Hazar hakanlığında "İhtiyarlar Meclisi",Tuna Bulgar Devleti'nde "Millet Meclisi" gibi.Hakanın hükümdarlığının tasdiki ya da değiştirilmesi,töreye yeni bir hükmün eklenmesi ya da eskihükümlerin değiştirilmesi, savaşa karar verilmesi gibiönemli kararlar bu meclislerde görüşülüp tartışıldıktansonra uygulamaya geçilmekteydi (Bkz., Kafesoğlu1994: 246-250; Ögel 1982: 110-124).Dört ayrı eserde de devlet adamlarının sahipolmaları gereken özellikler arasında sayılan itidallilik,tedbirlilik(ihtiyatlılık), uyanıklık, soğukkanlılık,sabırlılık, sakinlik, yumuşak huyluluk, alçakgönüllülük, gösterişten uzaklık gibi özelliklerçalışmamızda ölçülü olma başlığı altındatoplanmıştır. Bunlar her zaman ve toplum için birdevlet adamında/yöneticide bulunması gerekliliğitartışılmayacak özelliklerdir.Çalışmamızın konusu devlet adamlarının sahipolmaları gereken özellikler olduğu için, bir öncekibölümde bunlar arasında verilmesi uygungörülmemesine rağmen, dört düşünürün de üzerindeönemle durdukları "askeri/orduyu belli bir sayıdatutma" da devlet adamının tedbirliliği açısından bubağlamda düşünülmesi gereken bir husustur. Ozamanki toplum yapısı gereği ülkenin muhafazası vegenişletilmesi için asker/ordu gereklidir. Bu amaçlaNizamülmülk ve Yusuf Has Hacip çizdikleri genelçerçeve içinde asker sayısını azaltmamak, çoğaltmakgereğinden bahsederlerken, Koçi Bey ve DefterdarSarı Mehmet Paşa zamanlarında toplumda askersayısının çokluğundan, bunların beslenmesi amacıylareayanın üzerine vergi yoluyla fazla yük bindiğindenşikayet etmektedirler.Devlet adamlarının emrindekileri kontrol etmeleride ele aldığımız siyasetname ve nasihatnamelerdeönemle üzerinde durulan bir konudur. O zamanıntoplumunda görevlileri atayan doğrudan doğruyahükümdar ya da veziriazam veyahut bunlarıngörevlendirecekleri kişiler olduğundan, bunların uygunişlere işinin ehli olan kişileri atamaları, işlerini iyiyapıp yapmadıklarını güvenilir kişilercedenetlettirmeleri, yapılacak şikayetlere de hemeninanmayıp, gerekli denetim yapıldıktan sonragörevliyi azletme veya cezalandırma yoluna gitmeleri,aksi taktirde zulüm ve haksızlıkların önünegeçilemeyeceği, adaletsiz yönetimden dolayı daülkenin ve hükümdarın zarar göreceği uzun uzunanlatılmıştır. Denetim bugünkü kamu yönetiminde vebürokraside de önemli bir süreçtir (Bkz., Ergun vePolatoğlu 1988: 220-225).Devlet adamlarının, hükümdarların cömertolmaları gereği özellikle Yusuf Has Hacip veNizamülmülk tarafından önemle vurgulanmıştır, ki buda çok eskiden beri Türk devlet geleneğindemevcuttur, Bilge Kağan tahta çıkışını şu sözleriyleaçıklamıştı: "Tanrı bağışlasın, ilahi lütfum olduğu için,kısmetim olduğu için, ölecek halkı diriltip doyurdum.Çıplak halkı giyimli, yoksul halkı zengin kıldım;sayıca az olan halkı çoğalttım...."(Tekin 1988: 17).Eski Türklerdeki toy, yağma toyu, şölen ve potlaçgelenekleri de beylerin ve hükümdarların halka dahaçok vermekle, birbirleri üzerinde üstünlükkurduklarını, güçlerini arttırdıklarını veya muhafazaettiklerini izah eder (Bkz., Gökalp 1976: 76-79, 263-267).Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Ele aldığımız dörtdüşünürün de eserlerinde devlet adamı/yönetici; pekçok değeri ve erdemi üzerinde toplayan örnek birinsan tipi olarak ortaya çıkmıştır: devlet adamı ya dayönetici; adil, bilgili ve akıllı, işleri ehline veren,sorumluluk ve tevazu sahibi, dürüst, halkla sağlıklıetkileşim kuran, ölçülü, tedbirli, uyanık, dikkatli,sabırlı, cömert, zulme ve haksızlığa yer vermeyen,aceleci olmayıp düşünerek karar veren, kontrolü eldenbırakmayan ve çevresini de bu değer ve özellikleresahip kişilerden oluşturan örnek bir insandır.bilig-8/Kış’99


43KAYNAKLARARAT, Reşit Rahmeti(1991). Kutadgu Bilig-I: Metin,3.b., Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih YüksekKurumu- Türk Dil Kurumu Yayını.ARİSTOTELES (1975). Politika (Çev: Mete Tunçay),İstanbul: Remzi Kitabevi.ARSLAN, Mahmut (1987). Kutadgu Bilig'deki Toplumve Devlet Anlayışı, İstanbul: Edebiyat FakültesiYayını.BAYBURTLUGİL, Nurettin (1981). "Önsöz",Siyasetname(Siyeru'l-mülük),(Yazarı:Nizamülmülk),İstanbul: Dergah Yayını.BURSALI MEHMET TAHİR (1332). Siyasete MüteallikAsar-ı İslamiyye, İstanbul.DANIŞMAN, Zuhuri (1985). "Koçi Bey RisalesininKonusu", Koçi Bey Risalesi (Yazan: Koçi Bey),Ankara: Kültür Bakanlığı Yayını.DEFTERDAR SARI MEHMET PAŞA (1992). DevletAdamlarına Öğütler (Sadeleştiren: Hüseyin RagıpUğural, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayını.EFLATUN (Platon) (1975). Devlet (Çev: SabahaddinEyüboğlu, M.Ali Cimcoz), 3.b., İstanbul: RemziKitabevi.ERGUN, Turgay ve POLATOĞLU, A. (1988). KamuYönetimine Giriş, 3.b., Ankara: Türkiye ve OrtaDoğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayını.FARABİ (1990). El-Medinetü'l- Fazıla (Çev: NafizDanışman), Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayını.FINDIKOĞLU, Ziyaeddin F.(1958). "Sosyoloji Sohbetleri".Türkiye Harsi ve İçtimai Araştırmalar DerneğiKitapları, İstanbul.İNALCIK, Halil (1966). "Kutadgu Bilig'de Türk ve İranSiyaset Nazariye ve Gelenekleri"", Reşit RahmetiArat İçin, Ankara: Türk Kültürünü AraştırmaEnstitüsü Yayını, ss. 259-271.KAFESOĞLU, İbrahim (1955)."Büyük Selçuklu VeziriNizamülmülk'ün Eseri Siyasetname ve TürkçeTercümesi", Türkiyat Mecmuası, S. XII.KAFESOĞLU, İbrahim (1994). Türk Milli Kültürü, ll.b.,İstanbul: Boğaziçi Yayını.KOÇİ BEY RİSALESİ (1985). (Sadeleştiren: ZuhuriDanışman), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayını.LE<strong>VE</strong>ND, Agah S. (1963). "Siyasetnameler", Türk Diliaraştırmaları Yıllığı-Belleten, Ankara: Türk DilKurumu Yayını, S.217.MEHMET İZZET (1339). "İçtimaiyat, Muasır Hayat veBüyük adamlar III", Darülfünun Edebiyat FakültesiMecmuası, S. 2.NİZÂMÜLMÜLK (1981). Siyasetname (Siye-ru'l-Mülük), (Türkçesi: Nurettin Bayburtlugil), İstanbul:Dergah Yayını.ÖGEL, Bahaeddin (1982). 13. Yüzyıl Sonlarına KadarTürklerde Devlet Anlayışı, Ankara.ÖZ, Mehmet (1997). Osmanlı'da "Çözülme" veGelenekçi Yorumcuları, İstanbul: Dergah Yayını.TEKİN, Talat (1988). Orhon Yazıtları, Ankara: AtatürkKültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu- Türk DilKurumu Yayını.UĞUR, Ahmet (1987). Osmanlı Siyaset-Nameleri,Kayseri: Kültür ve Sanat Yayını.UĞURAL, Hüseyin R. (1992). "Eser Hakkında", DevletAdamlarına Öğütler- Osmanlılarda Devlet Düzeni,(Yazan: Defterdar Sarı Mehmet Paşa), Ankara: KültürBakanlığıYayını.YUSUF HAS HACİP (1991). Kutadgu Bilig II, (Çev:Reşid Rahmeti Arat), 5.b., Ankara: Türk TarihKurumu Yayını.ZİYA GÖKALP (1976). Türk Medeniyeti Tarihi, (Haz:İsmail Aka ve Kazım Y. Kop-raman) İstanbul: KültürBakanlığı Yayını.bilig-8/Kış’99


44“STATESMAN” DESIGNED BY OUR POLITICAL MANUALSAssoc. <strong>Prof</strong>. Nevin Güngör ERGANHacettepe University, Sociology Dept.ABSTRACTPolitical manuals (siyasetname) are designed to offer advices to statesmenadministrators in order to maintain a better government. Thus nasihatnames(advices manuals) could be treated as a part of siyasetnames.Platen's work "The State"( Devlet) has influenced both Western and Easternsiyasetnames.This study deals with the advices of four thinkers to statesmen about the stategovernment: 1) Yusuf Has Hacip's Kutadgu Bilig, 2) Nizam al-Mulk'sSiyasetname, 3) Koçi Bey Risalesi, 4) Defterdar Sarı Mehmet Paşa's Advicesto Statesmen (Devlet Adamlarına Öğütler). As a result of the study, it is foundout that statesmen should have the following qualifications: A statesman is aperson who is just, learned, well-balanced, clever, modest, generous, andhonest, and gives importance to the ideas of others and meritocracy.Key Words:Siyasetname, Nasihatname, Statesmen.bilig-8/Kış’99


45bilig-8/Kış’99


47HOCA AHMET YESEVİ'NİN HAZAR ÖTESİTÜRKMENLERİNE TESİRİ <strong>VE</strong> BUÇERÇE<strong>VE</strong>DE BAZI TESBİTLERYusuf AKGÜLMagtumguli Türkmen Devlet ÜniversitesiTürkmen Ed. Arş. Görevlisi (Türkmenistan)ÖZETHoca Ahmet Yesevi, bütün Türk Dünyası'nda olduğu gibi Uluğ Türkistan'ın bir parçası olanTürkmenistan coğrafyasında da köklü ve derin bir tesir bırakmıştır. Gerek boylar ve uruğlarhalinde yaşamış Türkmen topluluklarının sözlü anlatıma dayanan ürünlerinde ve gerekseTürkmen klasik şairlerinin şiirlerinde bu tesirin izleri açıkça görülmektedir. Halen de birfolklor toplumu olma özelliği taşıyan Türkmen halkı, ürettiği veya bizzat yaşadığı olaylarda“Hoca Ahmet”e yer vermiş, O'nun menkıbelerini ve Hikmetlerini mukaddes bir emanetolarak yaşatıp gelmiştir.Türkmenistan coğrafyasındaki ilim ve medeniyetin gelişmesinde çok önemli bir konumasahip olan Ahmet Yesevi, yetiştirdiği dervişleriyle bu gelişmenin sürekli kılınmasına vesileolmuştur. Bunda Hakim Ata, Gözlü Ata, Koçkar Ata... gibi kendi elleriyle yetiştirdiğidervişlerinin hizmeti büyüktür.Ahmet Yesevi, Türkmen halk destanlarında ve rivayetlerinde de ulu şahsiyetinihissettirmektedir. Türkistanlı Hoca Ahmet'in, diğer anlatımlarla birlikte, Dede Korkutdestanlarının Türkmenler arasında anlatılan rivayetlerinde de yer aldığını görüyoruz.Türkmenler arasında büyük bir şöhrete sahip olan Türkistanlı Hoca Ahmet'in tarihi vemanevi misyonu; Sovyetler Birliği Devrinde yasaklanmış ve gözlerden uzak tutulmuşolmasının ardından, Türkmenistan'ın bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte yeniden gündemegelmiş, Türkmen ilim adamları yüreklerinde sakladıkları "emanet”i ortaya çıkarmayabaşlamışlardır.Anahtar Kelimeler:Hoca Ahmet, Evliya, Ata Türkmenleri, Hikmet,Oğuzname Geleneği, Gorkut Atabilig-8/Kış’99


48GİRİŞAli Şir Nevai'nin "Türkistan mülkünün şeyh'ülmeşayihi" olarak vasıflandırdığı, Türk-İslam tefekkürhayatının ulu şahsiyeti Hoca Ahmet Yesevi; yaşadığıdevirde olduğu kadar daha sonraki asırlarda da dünyagörüşü, hikmetleri, menkıbeleri ve hakkında söylenenrivayetleri ile Türk toplulukları arasında derin izlerbırakmış, çağdaşlarının yanısıra kendisinden sonra dapek çok tarihi ve edebi şahsiyete tesir ederek haklı birşöhrete ulaşmıştır.XII.nci asrın "ehli sünnet" mürşidi Hoca AhmetYesevi'nin Hazar'ın doğu kıyısından Çin ve Moğolsınırlarına kadar uzanan Türkistan yurtlarına dalgadalga yayılan bu tesirinden, Hazar ötesi Türkmenleri,yani bugünkü Türkmenistan devletinin sınırları içindeyaşayan Türkmen halkının ataları da nasiplerinialmışlardır.Öncelikle belirtmemiz gerekir ki, Türkistan'dakidiğer Türk toplulukları gibi Türkmenler de HocaAhmet Yesevi'yi kendi halklarından, kendi sosyalkimliklerinden birisi olarak kabul etmektedirler.Hazreti Türkistan Hoca Ahmet Yesevi gerek şahsıve gerekse bugünkü Türkmenistan coğrafyasındafaaliyet göstermiş olan halifeleri ve dervişleri ileTürkmen halkını derinden etkilemiştir. Türkmenhalkı, İslami sosyal yapının oluşup olgunlaşmasında,ehli sünnet inancının yayılıp yaygınlaşmasında vetasavvufi görüşlerin zemin bulmasında diğer Türkhalkları ile birlikte kendilerine büyük hizmetleridokunan "Türkistan Piri"ne büyük hürmet duymuş veO'nun yüce ideallerini koruyup günümüze kadaryaşatmıştır.Şeriat'e aykırı düşmeyen ve Ehl-i Sünnet'in dışınaçıkmayan bir Tasavvuf anlayışı ile kendi çizgisiniçizen Hoca Ahmet Yesevi'nin tesirinde kalmamış birTürkmen klasik şairi hemen hemen yoktur.Bu çerçevede ele aldığımız tesir meselesindeTürkmen klasik şairleri çok özel bir konuma sahipolmuşlardır. Gerek Hoca Ahmet'in şahsına gösterilenhürmet, gerekse dünya görüşüne ve sanatına duyulanbağlılık Umumi Türk Edebiyatı için ol-duğu kadar Türkmen Edebiyatı için de çok önemlidir.Fikret Türkmen'in de vurguladığı gibi "Epikomistikeğilim, tamamen Türkmenlere mahsus birdurumdur." (TÜRKMEN, 1995). Yani Türkmenler birtaraftan geçmişteki destani- mitolojik motifleriniyaşatırlarken, bir taraftan da dini-tasavvufi fikirleregönüllerini açmışlar ve bu sentezle medeniyetlerinizenginleştirmişlerdir. Ahmet Yesevi'nin Divan-ıHikmet'inde görülen ve O'nun tasavvufdüşüncesinden kaynaklanan didaktizm, bütünTürkmen şairlerinin ortak özelliklerinden biridir.Tanınmış Türkiyat alimi Ahmet Caferoğlu, AhmetYesevi "Hikmet”lerinin uzun zaman Orta Asya fikirhayatında mühim rol oynadığını ve Ahmet Yesevi'ninde Türkistan tasavvuf hareketinin en önemlirehberlerinden birisi olduğunu tespit etmektedir.(CAFEROĞLU, 1992) Ahmet Yesevi o kadar etkiliolmuş ve Hikmetleri o kadar benimsenmiştir ki, bugönül adamının gönlünden kopup gelen mısralarınpek çoğu, kendisinden sonra da bazı değişikliklereuğratılarak takipçileri tarafından aynı üslup ve benzerbiçimlerde ifade edilmişlerdir.Kendisi 12. yy'da yaşamış olmasına rağmen O'naait olarak görülen elyazma Hikmetlerin en eskileriXV.yy'a aittir. Bu bakımdan eldeki Hikmetlerebakarak O'nun edebi kimliği ve dili hakkında orjinalve kesin bir yargıya varabilmemiz mümküngörülmemektedir.Ahmet Yesevi'ye mal edilen Hikmetlerde KulHace, Kul Hace Ahmet, Sultan Hace Ahmet, AhmetŞikeste, Miskin Ahmet, Kul Ahmet, Hace Ahmet,Hace Ahmet Yesevi, Yesevi, Ahmet, Sultan Ahmet,Miskin Hace Ahmet Yesevi... gibi lakaplarınkullanılması, ve ayrıca diğer Yesevi külliyatlarında dadaha başka adların yer alması; Ahmet Yesevi'ninbizzat yazdığı Hikmetlerinin arasına yolundan gidenderviş-şairlerin başka hikmetleri de kattıklarınıgöstermektedir.Hoca Ahmet Yesevi tarafından temelleri atılanTürk Tasavvuf Edebiyatı ve buna dayalı olarak ortayaçıkan "Yesevilik Tarikatı" daha başlangıç devirlerindeçok geniş bir müritler zincirinebilig-8/Kış’99


49sahip olmuş; Hakim Ata (Süleyman Bakırgani),Zengin Ata (Çoban Ata), Gözlü Ata ( Uzun HasanAta) ... gibi halifeleriyle bu zincirin halkalarıgenişlemiş ve neticede binlerce derviş şair asırlardanberi bu çizgiyi devam ettirip gelmiştir. AhmetCaferoğlu'nun verdiği malumata göre, elindeki birOrta Asya şairleri antolojisinde Ahmet Yesevi ilebirlikte Uveydi, Kul Şerif, Fuzuli, Halis, Hacı Salih,Garibi, Hamit, Meczub, Hüveyde, Şemseddin, Kemal,Fakiri, Zelili, Kani... gibi şairlerin adınarastlanmaktadır. (CAFEROĞLU, 1992-a) Alim aynımakalede, bir başka antolojide de kendisindebulunmayan Azim, Esad, Behbudi, Maçin, Seyfeddin,Kasim, İkani, Nesimi, Şuhudi... adlarının geçtiğinihaber veriyor. Ancak adları geçen bu şairlerhakkındaki malumatların yetersizliği, içlerinde pekazının tanınmış olması başlı başına bir mesele olarakkarşımıza çıkmakta ve bu konuda çok geniş ve etraflıçalışmaların yapılması gerektiğini ortayakoymaktadır.Biz bu araştırmamızda, meseleyi biraz daha özeleindirerek, Hazar ötesi Türkmenlerinin millikimliklerinin oluşmasında, yazılı ve sözlüedebiyatlarının olgunlaşmasında Hoca Ahmet Yesevi'ninyaptığı tesir üzerinde duracak ve bu çerçevedebazı müşahhas tespitlerde bulunacağız.HOCA AHMET YESEVİ ve DERVİŞLERİHAKKINDA TÜRKMEN RİVAYETLERİTürkmenler Hoca Ahmet Yesevi'ye o kadar çokdeğer vermişler, o kadar çok hürmet göstermişlerdirki, neredeyse O'nu "Türkistan peygamberi" derecesineçıkaracak kadar ileri gitmişlerdir. Dün olduğu gibi bugün de Türkmenler arasında yaygın olan "Medine'deMuhammet-Türküstan'da Hoca Ahmet" sözü, bununen belirgin örneğidir.Hoca Ahmet Yesevi'nin (veya müridlerinin O'namal ederek) söylediği "Hikmetler"e mukaddes sözlerolarak değer veren Türkmen halkı, O'nun manevişahsiyetinden yardım ve himmet dilemiş, dualarındave niyazlarında bir "evliya" hükmünde adınıtutmuştur."Hacı Bektaş", Abdulkâdir"."Hoca Ahmet", "Rıza"dır."Feridûn".... bir evliyadır.Barından himmet islerin..." (MAHTUKKULU,1992)diyen Mahtumkulu'dan yaklaşık 2 asır sonra,Türkmen çocukları arasında tespit edilen aşağıya tammetnini aldığımız (Türkmen dilinde sanavaç denilen)manzum dilek örneği de, bunun en büyük misalidir:"Bismillâhi Rahman Rahim!İşiğinizde toy bolsun,Hıdır (Hızır) nazarın salsın,On iki imam, dört çarıyarHalkın dileğinde bolsun.Biz hem içinde bolalı...Atına avçı münmesin,Duşman donunı geymesin,Akıp baryan çeşmedenBarça hayvan suvlansın.Nanın iyen derlesin,Halka dövlet ornasın.İle gelen dert belaDağa daşa ornasın.Dandan gelen perişdeYalkaversin her işde.Medine'de MuhammetTürküstan'da Hoca Ahmet..Sadakaları kabul et,Maksadımı hasıl et..Omin!...( ŞADURDIYEV, 1998)Eski Türk inanışına ait "atalar kültü"nün -belki- birdevamı olarak Türkmenlerin arasında yaşatılan"evliyalara yüzlenmek" ve onlardan "himmet dilemek"geleneği, bu gün hâlâ yaşatılmaktadır. Türkmenistansınırları içinde tespit ettiğimiz onlarca-yüzlerce"evliya"nın bir kısmı Necmeddin Kübrevi'ye, birkısmı Şah-ı Nakşıbend'e bağlı olarak gösterilirken,büyük bir kısmının ise Hoca Ahmet Yesevi müridiolduğu şeklindeki kanaat ve rivayetler çok yaygındır.bilig-8/Kış’99


50"Evliya" kabul edilerek "ziyaret" edilen türbe vemezarlıklarda medfun şahsiyetlerden tespitedebildiklerimizden bazıları şunlardır : Goçgar Ata,Çopan Ata, Arçman Ata, Dana Ata, Köv Ata, NovAta, Göz Ata, Gözlü Ata, Gotor Ata, Didar Ata,Garagaç Övliya, Aşık Aydın Pir, Ak İşan Ata, İmamKasım, Astana Baba, Gövender Baba, Atagul işan,Zengi Babacan, Gaytarmış Ata, Garalov Pir,Gızılımam, Şıhal Baba, Şahlı Ovliye, Gorgan Baba,Ogulbek Ece, Garrıbek Ece, Parov Bibi, GaragapılıBaba, Törebeg Hanım, İnnecep Babacan, Cemilcan,Hoca Yusuf Hemadanı, Hoca Seyit Hemadani,Mahmut Pehlivan, Miskin Baba, Şıblı Baba, AkdereOvliye, Akımam, Al Hocamcan, Gavsul Azam Pir,Soltan Hubbıcan, Seyit Cemalettin, Soltan VeysBaba, Saray Baba, Garrımagtımcan, Gurbanmıratİşan, Hacı İşan, Han İşan, Seydi İşan, Mahmut İşan,Ali Merdan, Piri Merdancan, Soltan Tövriz Babacan,Ak İşan Ata, Hekim Ata, Talhatan Baba...Türkmenistan'da "övliya" kabul edilen yatır vekabirlerin sayısını uzattıkça uzatmak mümkündür. Vebu mesele başlı başına bir araştırma konusu olacakkadar geniştir.Hoca Ahmet Yesevi'yi ve O'nun yolunu devamettiren müritlerini bağrına basan Türkmen halkı,asırlar boyunca pek çok rivayetler üretti, onlarınmenkıbelerini yaşattı. Bu menkıbe ve rivayetler halkanlatımları şeklinde tespit edildikleri için hadiseleringerçek çehreleri zamanla değişmiş, farklılaşmışolabilir. Ancak bize göre bu durum Türkmenlerinürettiği rivayetlerin değerini hiç de düşürmez. HocaAhmet Yesevi ve müritlerinin Türkmen halkmuhayyilesinde aldığı biçim, her şeyden öncesosyolojik bir olgu olarak çok önemlidir ve halkındünya görüşünde, gelenek ve göreneklerinde,inanışlarında "Yesevilik düşüncesi"nin edindiğimevkiyi gösterir.Hazar ötesi Türkmenleri arasında tespit edilenAhmet Yesevi veya müritlerine ait yeni riveyetlerin,Ahmet Yesevi konusundaki mevcut bilgilereyenilerini ekleyeceğini ve bu konuda farklı bakışaçıları kazandıracağını tahmin ediyoruz.Tespit ettiğimiz rivayetler arasında Hoca Ah-met'in yanısıra Hekim Ata, Gözlü Ata, AbdulhalıkGücdivani gibi şahsiyetlere dair olanlarçoğunluktadır. Biz bu rivayetlerden, F. Köprülü'nünnaklettiklerinin dışında Türkmen halkı arasında tespitedilenlerden önemli gördüklerimize yer vereceğiz."Pamuk ve Ateş"Hoca Ahmet Yesevi'nin şöhreti ve müritleriartmaya başladıkça, hakkındaki söylentiler de artmayabaşlar, iftiraya kadar varır. Güya Hoca'nın meclisineörtüsüz kadınlar devam ederek erkeklerle birliktezikire karışırlarmış. Horasan ve Maveraünnehiralimleri bu duyumu araştırıp, doğru olmadığını tespitederler. Ancak Hoca Ahmet onlara bir ders vermekister. Gösterdiği kerametle, bir hokkanın içindeki"ateş" ve "pamuk" birbirine tesir etmemiştir. Yani nepamuk yanmış, ne de ateş sönmüştür. Böylece kadınile erkek bir arada zikir etseler bile, Allah'ın onlarınkalplerine hakim olduğu gösterilmiş oluyordu(Köprülü, 1992).F. Köprülü'nün tespit ettiği bu menkıbenin başkabir varyantı, Türkmen anlatımında, Ahmet Yesevi ileAbdulhaluk Gücdivani arasında geçmektedir ( Ahun,1998).Hoca Ahmet Yesevi, Hacc'a gitmek niyetiyledervişleriyle birlikte yola çıkar. Yolculuk sırasında birgece Gücdivani'ye misafir olurlar. Gücdivani'ninkulağına bazı söylentiler gelmiştir. Sohbet sırasındabunu ima eden Gücdivani'nin sözlerinden rahatsızolan Yesevi, O'ndan bunun sebebini sorar. Gücdivanide Yesevi'ye kadınları sofiliğe kabul ettiğini, bunundoğru bir hareket olmadığını belirtir. Bunun üzerineYesevi, çekirdeği çıkarılmış bir topak pamuğu, korgibi yanan ateşin üzerine atar. Gücdivani ile diğerdervişler gözlerini ateşe dikerler. Fakat pamuk kızgınateşte uzun bir süre kalmasına rağmen yanmamıştır.Böylece gösterdiği bu keramet ile, kadın veya erkekgerçek dervişlerin zikir sırasında cinsiyetlerini gözönüne getirmedikleri isbat edilir.Bu keramete bizzat şahit olan AbdulhalukGücdivani, O'nu yeni bir sınamaya tabi tutmak ister.Yesevi, Hacc'a gitmekten vazgeçip yurtları-bilig-8/Kış’99


51na dönmelerini teklif eden ve Kabe'yi getirmelerininmümkün olup olmadığını soran Gücdivani'ye olumlucevap verir. Ve kendisinin yaptığı duaya dervişlerinamin demelenyle birlikte, Kabe'yi, oradaki boş birmeydana kondurur.Bu çerçevede kaydedilmesi gereken bir başkaanlatım daha var: Bir rivayete göre de Hoca Ahmet,geniş bir tahta binerek uçmak suretiyle Kabe'yegitmiştir.Bu rivayetleri nakleden H.Ahmet Ahun, bu tahtınhalen Namangan'da olduğunu, Buhara'yı ziyaretisırasında bir Özbek'in kendisine bunu haber verdiğinive göstermek istediğini belirtiyor (Ahun, 1988)."Irmaktan Geçiş"Hoca Ahmet Yesevi dervişleriyle birlikteGücdivan'dan, Abdulhaluk Gücdivani'nin yanındanayrılıp ziyaret için Mekke'ye hareket etti. Lebapkenarlarına geldiklerinde ırmağın suları çoşmuş,büyük bir gürültüyle kıyıları beyaz köpüklerdoldurmuştu. Kenarda duran kayıkçılara, "bizi karşıyageçirin" dediklerinde, onlar, haddinden fazla ücretistediler.Bunun üzerine, Hoca Ahmet bir kerametgöstererek, asasını ırmağa uzatıp bir kayık halinegetirdi. Dervişler tek tek "bismillah" diyerek kayığabinip karşı kıyıya geçtiler. Bu hadise karşısındahayretler içinde kalan ve yaptıklarına pişman olankayıkçılar, Hoca Ahmet'ten özür dileyip ayaklarınakapandılar ve affedilmelerini istediler (Ahun, 1988).Büyük Türkmen akıldarı Mahtumkulu'nun"Rüsten dey süyrördi bir apı bileDövler türeşerdi gürz hovpı bileHoca Ahmet Yasav yüz sopı bileKeştisiz deryanı şeyle geçdiler..."şeklindeki dizeleri, yukarıda belirttiğimiz,Türkmenler arasında bilinen rivayeti teyit etmektedir.Hoca Ahmet Yesevi'yi kerametli şahıs olarakgöstermek maksadıyla söylenen bu rivayette, O'nunazgın bir deryadan sofileriyle gemisiz olarak geçişini,"Yusup-Ahmet Destanı"nda Yusuf ile Ahmet'inGürgen deryasından geçişine benzetenRomangulı Mustakov, bu rivayetlerin her ikisinin deHarezm'de ortaya çıkmış olduğuna dikkat çekmektedir(Mustakov, 1996)."Hekim Ata", "Gözlü Ata", Süzük Ata"Büyük çoğunluğu Türkmenistan topraklarındayaşayan Ata Türkmenlerinin (Ahmet Yesevi'nintürbesinden yazılıp göçürüldüğü iddia edilen)şerecelerine göre, Hoca Ahmet Yesevi'nindervişlerinden " Süleyman", "Hasan" ve " Goçgar"amca çocuklarıdır. Dedelerinin adı “Süleyman”dır.Hasan, Muhub'un oğlu; Süleyman ve Koçkar iseSücüklü'nün oğullarıdır. (Elyazma:l)Daha sonra Ahmet Yesevi tarafından Süleyman'a"Hakim Ata", Hasan'a "Gözlü Ata", Goçgar'a da"Süzük Ata" adları verilecektir. Bu şahsiyetlerdenHakim Ata Türkmenlerin yakından tanıdığı "GulSüleyman", Hasan ile yine Türkmenlerin yakındantanıdığı “Gul Geda-yi”dir...Rivayete göre (Orazgulu - Sarlıgızı, 1995): Mürşitesusamış bu 3 gönül adamı, Ahmet Yesevi'den el almakiçin Anadolu'dan Türkistan'a geliyorlar. Yollarınınüzerinde Köneürgenç vardır. İlk önce, bu şehirdeyaşayan "Pir Kebir" ünvanlı Şeyh NecmeddinKübrevi'yi (XII. Asır, 1145-1221) ziyaret ederler.Ancak burada fazla kalmayıp Ahmet Yesevi'nindergâhına, Yesi'ye varırlar. Türkistan'ın ulu piri, onlarıdervişliğe kabul eder. Aradan birkaç yıl geçer. ŞeyhKübrevi kerametine güvenerek Hoca Ahmet'e tarafbatın okunu atar. Bu hadise Ahmet Yesevi'ye malûmedilir. Son kabul ettiği dervişleri yanına çağıranYesevi, onlara dönüp;-"Havanın durumu bir garip, bedenime ağırlıkbastı. Koçkar'ım, göz gezdir, görelim ne hâl?" der.Koçkar derviş gözüyle havanın dumanınıtemizler. Pir, bu kez ikinci dervişine;-"Hasan, bak, ne var ne yok?" der. Hasanbelirtilen yöne baktıktan sonra, havayı delen bir okunkendilerine doğru hızla geldiğini haber verir. Busırada üçüncü derviş Süleyman, Pir'i yerinden kaldırıpbir kenara oturtur. Büyük bir hızla gelen ok da şeyhinönceki oturduğu yere düşüp çakılır. Oku hızla battığıyerden çeken Süleyman, aynı hızla geldiği yönegönderir.bilig-8/Kış’99


52Necmeddin Kübrevi attığı batın okunun kendisine tarafdönüp geldiğini hissederek şöyle der :-"Eyvah,... Koçkar'ım yok süzmeye, Hasan'ım yokgörmeye, Süleyman'ım yok yer gösteripkurtarmaya...Gözüm arkada öleceğim..."Yaşanan bu keramet tecrübesinden sonra Hoca AhmetYesevi, Anadolu'dan gelen sofileri kendine daha yakıntutuyor ve Koçkar'a "Süzük Ata", Hasan'a "Gözlü Ata",Süleyman'a ise " Hakim Ata" ünvanlarını veriyor.Bütün bu olanlardan sonra "pirimiz yabancıları üstüntutuyor" şeklinde bir düşünceye kapılan diğer dervişler,şeyhlerine gönül koymaya başlıyorlar.Dervişlerinin gönül koyuşu kendisine malum edildiktensonra, onları sınamaya karar veren Ahmet Yesevi; elindekiasasını mescidinin penceresinden dışarıya fırlatıyor,dervişlerine de "gidin, asamı getirin" diyor. Bütün dervişleraramaya çıkıyorlar. Ancak Anadolu'dan gelen dervişleryani Hasan, Süleyman ve Koçkar yerinden hiç kalkmıyor.Şeyhlerinin, "siz neden çıkmadınız" sorusuna karşılıkGözlü Ata, asanın bu civarda olmadığını, ta Balkandağlarına düştüğünü söylüyor. Bunu duyan kıskançdervişler pişman olup tövbe ediyorlar. Bunun üzerineonlara dönen Hakim Ata, içinde"Sofı nakş oldun veli, hergiz Müsülman bolmadın."dizeleri bulunan şiiri söylüyor...Bu şiir, Ahmet Yesevi'nin "Hikmetleri"i arasında yeralmaktadır.Yine SınamaDervişler sürekli imtihandadır. Şeyh dervişlerininolgunlaşıp olgunlaşmadıklarını takip eder. Yani derviş hepgöz hapsindedir.Şeyh Ahmet Yesevi yine bir keresinde dervişlerinisınamaya karar vermiştir. Dervişleriyle birlikte teravihnamazı kılınacaktır. Namaza başlamazdan önce bir meşik(tulum) alır ve şişirerek koltuğunun altına koyar. Budurumda namaza başlayan şeyhten eğilip kalktıkça sesçıkmaktadır. Dergâha yeni gelmiş bazı dervişleri bir gülmetutar, namazlarını terk edip dışarıya çıkarlar.Namaz bittiğinde arkasına dönen şeyh, camide yenidervişlerden sadece Gözlü Ata'yı (Hasan) görür, başka birderviş de kapıdadır, bir ayağı içeride, bir ayağı eşikte.Bu sırada namaza gelen yaşı ululardan birisi HocaAhmet'e, "kaç sofin var" diye sorar. Ahmet Yesevi de "biryarım (buçuk)" diye cevap verir. Yesevi'nin yeni dervişleridenediği ve koltuğunun altında bir meşik olduğu GözlüAta'nın içine doğmuştur (Orazgulu - Sarlıgızı, 1995).Her Biri Bir BeldeyeKardeş çocukları olan bu gönül dostları Şeyh AhmetYesevi'ye derviş olduklarında Hasan (Gözlü Ata) 41-42yaşlarında imiş. Dergâhtaki eğitimini 50 yaşındatamamlamış. Asa sınamasını başarı ile geçip devrinintanınmış pirleri arasına katılıyor. O'nu, Ahmet Yesevi'ninemsalleri olan Abdulhaluk Gücdüvani (K.S.) ŞeyhNecmeddin Kübra (K.S.) gibi şahsiyetlerin arasında, HocaAbul Hasan Aşıki adı ile anıyorlar (Orazgulu -Sarlıgızı,1995).Hakim Ata ile Koçkar Ata'nın meşhurluğu da O'ndanaşağı değil.Hoca Ahmet Yesevi, Türk halkları arasında İslam'ıyaymak için, ilimde yetişmiş dervişlere icazet verip, onlarınher birini bir beldeye gönderiyordu.Bu çerçevede Koçkar Ata (Süzük Ata) önünden bir koçkaçırılıp Kesearkaç dolaylarına yollanır. "Koçu tuttuğun yersenin mekânındır" denilir. Koçkar Ata sözü edilen yerevarıp koçu tutar. Anlatılanlara göre bu yer, Kızılarbat'ayakın Goç obası veya Arçman maden ocağının bulunduğuyerdir. Bazı malumatlara göre de, Arçman sanatoryumununyakınlarında mezarı vardır. Ancak nesli kalmamıştır veyabilinmemektedir.Şeyh Ahmet Yesevi, Süleyman Ata'yı da Konrat veÜrgenç dolaylarındaki halkların arasına gönderip, ona da,"Bindiğin deve nerede çökse o yer senin mekanındır"diyerek icazet veriyor. Süleyman (Hakim) Ata'nın devesi,Amuderya'dan geçtikten sonra Konrat'a yakın bir yerdedurup çöküyor. Onu kaldırmak için ne kadar uğraşsa da,deve acı acı bağırıyor fakat yerinden kalkmıyor.bilig-8/Kış’99


53Böylece Hakim Ata da burayı mekân tutmak durumundakalıyor. Hakim Ata'nın "Bakırgan" olan ünvanının,devesinin acı acı bağırmasından dolayı durduğu yere"Bakırgan" adının verilmesi ile ilgili olduğu şeklindekianlatımlar Türkmenler arasında da vardır.Şeyh Ahmet Yesevi, Gözlü Ata'ya da, "asanın düştüğüyer senin mekânındır" demiş idi. Böylece Gözlü Ata daasanın düştüğü yere, Balkan'a doğru yol alıyor. Kendisinihalka kabul ettiriyor. Mangışlak'ın (bir başka anlatıma görede Altın Orda) hanı Canıbek'in kızı Aksuluv (Ak sultan) ileevleniyor.Bu 3 Yesevi dervişinin her birisi gönderildikleribeldelerde halkı irşad için görevlerini başarıyla yürüttüler.Adları asırlarca gönüllerde ve dillerde yaşayıp geldi.Bugün, bu üç dervişin mezarları Türkmen yüreğindedir.Ülküleri ise Türkmen'in "milli düşüncesi"nde gelenekhaline dönüşmüştür.ATA TÜRKMENLERİ, GÖZLÜ ATA ve AHMETYESEVİBugünkü Türkmenistan devletinin sınırları içindeyaşayan Türkmen topluluklarının arasında "Kınık", "Kayı","Salur", "Bayat", "Bayındır"... gibi 24 Oğuz boyununorjinal adlarını taşıyan boylar ile birlikte, "Teke","Göklen", "Yomut", "Ersarı" ... gibi Salur boyundan ortayaçıkmış yeni boylar ve ayrıca "Ata", "Hoca", "Şıh","Magtım" ... gibi adlar taşıyan uruğlar bulunmaktadır.Ata, Şıh ve Hoca adlı Türkmen uruğlarının diğerlerinegöre ayrı bir konumu ve özelliği vardır. Genel olarak"Övlad" (Evlat) adı verilen bu Türkmen uruğlarının soylarıHazreti Osman'a, Hazreti Ali'ye veya Hazreti Ebubekir'edayandırılmaktadır.Bu uruğların gerçekten Arap asıllı oldukları veyakendilerini dört halifeye bağlamak suretiyle "üstünlükkimliği" kazanmak istedikleri şeklinde çeşitli görüşlervardır. Ki biz bu görüşleri bir tarafa koysak bile, Evlaturuğları arasından Ata Türkmenleri, Ahmet Yesevi ilemünasebetleri bakımından dikkate ve incelenmeyedeğerdir.Soy kütüklerini gösteren secereden anlaşılacağı üzere,Ata Türkmenleri, kendilerini nesil bakımından HazretiOsman'ın Hazreti Muhammet'in büyük kızı Bibi Rukiye'dendoğma büyük oğlu Abdul Ekber'e bağlarlarken, nesil başıolarak da Gözlü Ata'yı kabul ediyorlar. Bahsi geçensecerenin Ahmet Yesevi'nin türbesinden yazılıp göçürülenbir "nesilname" olduğu iddia edilmekte olup asırlarındevamında Türkmenistan coğrafyasında yaşayan Atauruğunun ileri gelenleri tarafından muhafaza edilmiş vekutsal bir emanet olarak günümüze kadar getirilmiştir(Elyazma:l).Bu secerenin 28'nci sırasında yer alan "HASAN ATA",Ata Türkmenleri arasında "GEDAYİ" mahlasıyla tanınanve büyük hürmet duyulan GÖZLÜ ATA'dan başkasıdeğildir. Atalar uruğunun nesilbaşı olan HASAN ATA,"GÖZLÜ ATA", "GÖZLÜK ATA"... şeklinde geçiyor.<strong>Prof</strong>. <strong>Dr</strong>. Fuat Köprülü, Uzun Hasan adını, Ahmet Yesevihalifelerinden Zengi Ata'nın müritleri arasında gösteriyor(Köprülü, 1992).Gözlü Ata'nın mutasavvıf şahsiyetini Mahtumkulu,Durdu Şair, Misgini (Muhammet Taç), Kurayış (NadirŞair), Misgingılıç gibi Türkmen şairlerinin de tasdikettiklerini görmekteyiz.Ata Türkmenlerinden, çağdaşı Durdu Şaire seslenenMahtum kulu Firaki'nin"Sen Gözli Ata bolsan, biz Gerkez ili" (Mahtumkulu, 1992)şeklindeki mısralarında bir uruğun adı olarak vurgulananveya "Gözli Ata, Selman Baba şıpa ber." (Mahtumkulu,1992).mısralarıyla veli bir şahıs hükmünde kendisinde şifa(himmet) beklenilen Gözlü Ata, Misgin Kılıç'ın aşağıyaaldığımız mısralarında ise nesil itibariyle Hazreti Osman'abağlanıyor:"Cetdim ol Gözlük AtaPıgamberin övladıyam.Zatı pak, aslım KurayşNesli Osman, ey könül."(Orazgulu - Sarlıgızı, 1995)XVIII'nci asrın tanınmış şahsiyetlerinden olan ve"Kurayış" mahlası ile tanınan Nadir Şair bir şiirinde, GözlüAta'ya "Ey kütbiddin" şeklinde seslenerek, O'nun çeşitlisufistik görüşleri, nesli,bilig-8/Kış’99


54kerametleri, sıfatları ve diğer bazı özellikleri hakkındaaydınlatıcı bilgiler vermektedir. (Elyazma:II)Bu şiire göre Gözlü Ata: "Kurayış neslinden","Hazreti Osman'ın aslından", "Peygamberlerinevladı" ve "Şıh-ı Nebiler perveri"dir. Yine bu şiiredayanarak Gözlü Ata'nın sıfatlarını ve bazıkerametlerini de şöylece sıralayabiliriz: "Servet-i alemcihan", "Arz üzre mekan tutmuş" "Kısmı Hasanpenahı", "Nesline eğitim verici", "Şeriat ruhununışığı", "Tarikat köşkü", "Hakikat meskeni", "Şekersözlü", "Gözsüzlerin rehberi", "Dertlilerin dermanı","Veliler serveri", "Kulluğa bel bağlayan", "Hakaşkından divâne", "Bu dünyadan bigâne", "Susuzukandıran", "Tırnakta âlem görücü", "Hurşit önündeduran", "Su üstünde balık gibi yüzen", "Kırklar ilesohbet eden", "Gaibi gören", "Kuş gibi havada seyrankılan"...Ata Türkmenlerinin Ahmet Yesevi'nintürbesinden yazılıp göçürülen seceresinde, Hasan Atahakkında şu malumatlar verilmektedir: "MuhipAta'nın oğlu Hasan Ata. Bu kişi tarikat babındamüşgül işleri çözerdi. Bu sebepten buna Gözli Ata adkoydular." (Orazgulu - Sarlıgızı, 1995).Hasan'ın "Gedayi" "mahlasını alışı hakkındakirivayet de şöyledir": Türkistan'ın ulu piri Hoca AhmetYesevi'nin dergâhına varıp bizzat O'nun elinden"Gözlü Ata" ünvanını alan Hasan Ata, büyük birsınamadan geçtikten sonra kendisine bağışlananyurdu yani Mangışlak'ı mesken tutar. Bu bölgeninhanı Canıbek'ten büyük ilgi görür. Bu arada bazıkeremetler göstermiştir. Mesela: Yolda bir susuzukandırır. Çölde azgınlaşanları yola getirir. Canıbekhanın develerini kurtarır. Susuzluğunu gideren birKazak kadınına dua edip yoğurdunu yağa çevirir. Vedaha başka müşgül işleri çözüp, yerli halkın sevgisinive hürmetini kazanır. Canıbek Han, bu iyiliklerinekarşılık olarak O'na kendi kızı Aksuluv'u (Ak Sultan)verir. Ancak kız kendisini Gözlü Ata'ya yakıştırmaz."Babam beni bir dilenciye (geda) uygun gördü"diyerek, gönül koyar. Mesele, Gözlü Ata'ya malumoluyor. Gözlü Ata'nın gösterdiği bir kerametle kızınboynu burulup kalıyor. Yaptığının farkına varan kızdaha sonra pişman olup, Gözlü Ata'danözür diliyor. Bunun üzerine Gözlü Ata, kızın boynunadilenci torbasını takmasını ve yedi kapıda dilenmesiniistiyor. Kız bu isteği yerine getiriyor. Boynu düzeliyor.Ve bu dilenci dediği adamın karısı olarak ömür boyuonunla yaşıyor. Gözlü Ata ise Hak yolunda, Hak ışığıiçin dileniyor...Bu yolda "Gul Gedayi" mahlasını alıyor(Orazgulu - Sarlıgızı, 1995)."Gul Gedayi" mahlası ile dini-tasavvûfi şiirleryazan bir derviş şair ve esas itibariyle Türkmenlerarasında Gözlü Ata adı ile bir evliya olarak tanınanYesevi takipçisi Uzun Hasan Ata, XII-XI-Il'ncüasırlarda yaşamıştır.Bugün bir ziyaretgah haline gelen ve Gözlü Ata'yaait olduğu söylenen bir mezar ile çevresinde oluşanmezarlık, Balkan vilayetine bağlı Türkmenbaşışehrinin kuzeydoğusunda (150 km) yerleşmektedir.Bu ziyaretgahta her yıl Ocak ayında geleneksel olarakdini merasim yapılmaktadır. Günümüzde, nesilleriniGözlü Ata'nın oğulları Nur Ata, Omar Ata ve IbıkAta (İbrahim) 'ya bağlayan Türkmen topluluklarıvardır ve bunlar Türkmenistan, İran veKarakalpakistan'ın çeşitli bölgelerindeyaşamaktadırlar. Kendilerine "Evlat" yani Peygarbernesli denilerek hürmet gösterilen bu Türkmen uruğu,nesilbaşları Hoca Ahmet Yesevi'nin müridi Gözlü Ata(Kul Gedayi) olan Ata Türkmenleridir.ŞEYH ŞEREF (GUL ŞERİF), MUÎNU'L-MÜRÎD, TASAVVUF ve AHMET YESEVİİZLERİ...Ebulgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Terakime adlıeserinin "Türkmen olup Türkmen'e katılan boylarınZikri" bölümünde, Ersarı Bay'dan söz edilirken,13.yy'ın sonları ile 14.yy'ın başlarında SalurTürkmenlerinin önderliğini yapan "Ersarı Baba"nın,Ürgenç'te yaşayan “Şeyh Şeref” adlı bir alimebaşvurarak;"-Biz Türk halkı tuturbiz, Arabı kitaplarnı okup,manısıga yetişip amal kılmak besi müşkül bolaturur.Eger Arab meselelerini Türki tercime kılıp, ınayatkılsanız erdi, sovabıga şarik bolur erdiniz. " dediğinakledilerek, Muinu'l-Mürid adlıbilig-8/Kış’99


55bir eserin yazıldığı ve o zamandan bu zamana (1314-1661) kadar Türkmenlerin bu kitaptaki esaslara göreamel kıldıkları haber verilmektedir. (Abulgazi, 1992).Türkmen alimleri tarafından XlV.nci asırTürkmen yazılı edebiyatının (Vepai'nin eserindenönce) tek nüshası olarak kabul edilen bu eserinyazılmasına karşılık, Ersarı baba'nın, Şeref Hoca'ya40 deve hediye ettiği şeklindeki rivayet Türkmenlerarasında yaygındır.Türkmen dilinin ( Çağdaş Türkmen Türkçesi)tarihini incelemek konusunda önemli bir kaynak veİslâm prensiplerinin Türkmen cemiyetindeki yerinigöstermekte ulu bir miras olan eser, 1314 yılı başındatamamlanmış olup yarısı İslam'ın esaslarına, yarısıise tasavvufi meselelere ayrılmıştır.Ersarı Baba eski adı Abulhan olan Balkan'da ,Şeref Hoca ise Ürgenç'te yaşıyordu ve o devirdeÜrgenç ( Eski Ürgenç), Harezm Hanlığınınmerkeziydi.Ersarı Baba'nın Şeyh Şerefe yazdırdığı bu değerlikitap, Zeki Veli Togan, Ahmet Caferoğlu, A.N.Samoloviç gibi alimlerin de dikkatlerini çekmiş ve bumesele üzerinde çeşitli araştırmalar yapılmıştır. A.N.Samoyloviç'in bu kitabı aradığı, ancak bir türlübulamadığı bilinmektedir. 1930'h yıllardan itibarenTürkistan ülkelerinde Bolşevikler tarafındanyürütülen "Türk-İslam düşmanlığı" kampanyasıneticesinde, binlerce eser gibi Mu-inu'l-Mürid dekasıtlı olarak yok edilmişti. Ancak Zeki Velidi Togan1928'de bu kitabın bir nüshasını Türkiye'deyayınlamış ve bu konuda uzun bir ilmi makaleyazmıştı.Kitabın bir fotokopisi 1994 yılında Türkiye'dengetirilip Türkmen ilim adamlarının dikkatinesunulmak üzere Nazar Halimov ile Cebbar Göklenovtarafından Aşgabat'ta yayınlandı (Harezmi, 1995).Bu eserin yazarı olan Şeref Hoca'nın adını, XIVasırda Harezm'de yazılan eserleri inceleyen ZekiVelidi Togan, "Şeyh Şerafeddin al-Hasi"; Türkmenalimi Nazar Halimov ise "Şeyhülislam Şerafuddin alHarezmi al-Hasi" olarak tespit etmektedir."Has", Harezm'de bir yer adıdır. Son devirlerdeelde edilen bilgilere göre, Şeyh Şerefin mezarı,Köneürgenç'te Harezm şahı Tekeş'in türbesinin doğutarafında yerleşmektedir. Şeyh Şeref'in bugünyaşayan nesilleri de bunu teyit etmektedirler. Yapılanarkeolojik kazılarda burada, yani Şeyh Şeref'in mezarıolarak gösterilen yerde çeşitli mezar kalıntılarının varolduğu anlaşılmıştır.Şeyh Şeref hakkında, yazılı kaynaklarda çeşitlimalumatlarla karşılaşıyoruz. Zeki Velidi Toganmakalesinde, Seyit Ahmet Nasreddin Marginani adlımüellifin kitabından bir rivayete yer veriyor. NazarHalimov'un kaydına göre bu rivayet kısaca:"Harezm"de (Ürgenç'te) birbirinden haberli SeyitAhmet ve Şeyh Şeref adlı 2 pir yaşamıştır. Ersarı Baybunlardan birisinin sofisi, diğerinin ise dostu imiş.Beklenmedik bir durumda bu iki pirin arası Ersarı Bayyüzünden açılmış. Seyit Ahmet, Şeyh Şeref'i ortadankaldırmak amacıyla O'na taraf 2 ok fırlatmış. ŞeyhŞeref okları tutup sadağına koymuş. Seyit Ata, müridiGulgul'a "git, sor Şeyh Şeref'ten, Ashab-ı Kehf'initinin rengi nasıldı" diyerek, O'nu Şeref Ata'nınyanına göndermiş. (Yani Seyit Ata, Şeref Ata'yı itebenzetmiş.)Sofi Gulgul, Şeyh Şeref'e bu soruyu sormayacesaret edememiş. O vakit Şeyh Şeref, ona bakıpşöyle demiş :"- Gelin (ey) sopı GulgulAshab-ı Kehf itini sorgul.Er eri atması bolar mıEr okın er gaytarması bolar mı"Daha sonra 63 tane ok çıkarıp, "Seyit Ata'yakarşılık verecek olsam işte silahım, fakat siz bunlarıyok edin" diyerek kendi oklarını da, Seyit Ata'nınattığı okları da Sofi Gulgul'a veren Şeref Ata, " SeyitAta tekebbirlik edip başka birine ok atıp özüni helöketmesin. Beyle kemsidilmeleri men, GUL ŞEREF,togsan yola çekdim. Başgalar çekmez." demiş vekalkıp gitmiştir. (HALİMOV, 1995)Bu rivayetin adları geçen tarihi şahıslar hakkındamalumat vermekten başka bir önemi daha vardır ki, oda XIV. asırda Harezm ile Balkan arasında yaşayanbozkır Türkmenlerinin yazılı birbilig-8/Kış’99


56edebiyata sahip olduklarını göstermesidir. Bu görüşü ilklerarasında Ahmet Zeki Velidi Togan ile birlikte bazı Rusalimleri öne sürmüşlerdir. Günümüzde Türkmen alimleride bu görüşü desteklemektedirler. İşte Muinu'l- Mürid adlıeser de bu dönem yazılı Türkmen Edebiyatınınnumunelerinden birisidir.Muinu'l- Mürid adlı eser esasen abdest, namaz, zekat,oruç gibi çeşitli meseleleri içine alsa da, belli bir bölümütasavvufla ilgilidir. Eser Harezm'de yazıldığı, burada çeşitlitasavvuf akımlarının bulunduğu ve bunların güçlüoluşlarından dolayı olmalı, ki: yazarı, Türkmenleretasavvuf konusunda açıklamalar yapmakta ve onları buyola çağırmaktadır.Böylesi bir yöneliş «Harezm'de Moğollar gelmezdendaha önceleri başlamıştı. Halkı tasavvufa çağıran buşahsiyetlerin birisi de Hakim Ata Süleyman'dır. Hakim Ata,Harezm'in Bakırgan bölgesinde faaliyet göstermiş olupHoca Ahmet Yesevi'nin en meşhur halifelerindendi.Harezm'de O'ndan sonra Seyit Ata ve Şeref Ata'nın adlarıgeçiyor.Tasavvufi şiirlerin yer aldığı çeşitli kitaplarda "GULŞEREF" veya "GUL ŞERİF" mahlaslı mesnevilere,tasavvufi şiirlere sıkça rastlıyoruz. Bu "Gul Şeref ya da"Gul Şerif ile "Şeyh Şeref Hoca" nın aynı şahıs olmasımuhtemeldir. Zeki Velidi Togan'ın kaydettiği rivayette yeralan "Beyle kemsidilmeleri, men Gul Şeref, togsan yolaçekdim, başgalar çekmez." cümlesindeki “Gul Şeref” sözüde bunu göstermektedir.Ebulgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Terekime adlıeserinde, Şeyh Şeref Hoca tarafından yazıldığı kaydedilenMuinu'l- mürid adlı eserde toplam 407 dörtlük yer alıyor.Bu dörtlüklerden 266 tanesi mukaddime (giriş), imaniesaslar, akaid (kelam), nasihat, namaz gibi meseleler ilebirlikte Hanefi mezhebi ile ilgili bazı meselelere, buçerçevede İmamı Azam, Ebu Yusuf, İmam Muhammet,Muhammet Şeybani gibi şahsiyetlere temas etmekte,267nciden başlayarak 141 dörtlükte ise çeşitli tasavvufifikir ve mutasavvıfı şahsiyetlere yer verilmektedir.Eserdeki tasavvufla ilgili görüşleri ve bilgileri özethalinde şöyle sıralamak mümkündür."İradat"ın yani isteğin anlamı, sofinini bütünüylekendisinden geçip şeyhine teslim olmasıdır. Tasavvufyolunda yürümek isteyen sofinin mutlaka bir "pir"iolmalıdır, aksi halde yolunu bulamaz. Sofi vücudundakiegoizmi (benliği) terk etmelidir. Bir ölü gibi teslim olduğuzaman tasavvufun sırları açılır."Tirik erken, ovval kerek ölse sen" (Harezmi, 1995-a)şeklindeki dizelerden, şairin, kendisinden önce yaşayanAhmet Yesevi. ( ..........................1166), NecmeddinKübrevi (1145-1221) gibi şahsiyetlerin tasavvuf öğretileriile tanışmış olduğunu anlıyoruz.Sofi, tasavvuf yolundaki menzillerin (durakların)hepsine kendi isteğiyle ve gönüllü olarak nefisini öldürmekşeklinde ulaşabilir. Şeyh Şeref, tasavvuftaki bu menzili şudizelerde ifade ediyor:"Tirik erken ölmek hava (aşk) yöniden" (Harezmi,1995-b)"Zikir, Hak tapa bil kulavuz sana Tirik erken ölsen yiğitkenkarıp" (Harezmi, 1995).Tasavvuf yoluna girdikten sonra Allah'ın cemalindenbaşka bir dilek taşıyan sofi, "mürid" değil, "kuru bir ot"demektir. Sofi, şeyhine hiçbir konuda ters düşmemelidir.Çünkü O, namazda imama uymuş gibidir. Şeyhinin elindetıpkı " ölü yıkayanın elindeki ceset" gibi olmalıdır. (Ki busözler Necmeddin Kübra'nın Risale-fi-t Turuk adlıkitapçasında aynen yer alıyor. Bu tespit Nazar Halimov'aaittir.) Yine Nazar Halimov'un tespitlerine göre, NecmeddinKübra'nın sözünü ettiğimiz risalesinde birinci menzil olanTövbe (Tovba)'nin anlamı, "Dön" sözüne dayandırılıpgünahlarından pişman şekilde bir ölünün gidişi gibi,Yaradan'a dönmek olarak açıklanmaktadır. Bu da Diriliktetövbe etmek"tir. Şeref Hoca'nın"Hilaf kılsa bolmas, bilin muktadıİmanın sonınça kim "uydum" tedi.Kılıp tovba, dostlar, iradat berinbilig-8/Kış’99


57Ölüp tovbasız köp ökünçler yedi." (Harezmi,1995)"Isıg kılmas ol köp ökünç ese sonEr ol kim, onarsa işin munda önAcalın hazanı kelur nagehanUrug ekse bolmas kirur yerge ton (Harezmi, 1995)demesi de aynı anlamı taşımaktadır.Şeyhe kesin teslimiyet, pirsiz tasavvuf yolunaçıkmama, ölmezden önce ölmek, tövbe, pişmanlık(ökünç) gibi meselelerde Şeyh Şeref, Hoca AhmetYesevi çizgisindendir.Aşağıya aldığımız Ahmet Yesevi'ye ait dizeler,bunu açıkça teyit etmektedir.Şeyh kesin teslimiyet, pirsiz yol çıkmama:"Mürşidlerni hizmetini kıl ihtiyarÖzlükümdin yolga kirdim dirme zinhârYahşi bilseng tarikatnı hatarı barKılavuzsız uşbu yolga kirmeng dostlar." (Yesevi,1991)"Nefsni tifip dergahıga layık bolgılIşksızların hem canı yok imânı yok" (Yesevi,1991)Ölmeden önce ölmek :"Yer üstide ölmes burun tirik öldümAtmışüçte sünnet dedi iştib bildimYer astıda canım birle kulluk kıldımİştib okup yerge kirdi Kul Hace Ahmet" (Yesevi,1991)"Aşıklarnı sünnetidür tirik ölmek" (Yesevi, 1993)(Aşıkların sünnetidir diri ölmek)"Mutua kabl-el temutu'ga amel kılgılBu hadisni fikr eyleben öldüm mena" (Yesevi,1993)(Ölmeden önce ölünüz'e göre amel eyleBu hadisi fikreyleyip öldüm ben işte.)Tövbe ve Pişmanlık (Ökünç):"Takatim yok eger baksam günahımgeKılay tövbe kaçıp keldim penahingeRahmet birle nazar kılgıl Hace Ahmet'geHer ne kılsang men bineva keldim mena"(Yesevi, 1993)(Takatim yok eğer baksam günahımaTövbe için kaçıp geldim penahınaRahmet ile nazar eyle Hoca Ahmed'eHer ne kılsan çaresizim geldim işte.""Rahim Mevlâm rahmi birle yâd eyleseNe yüz birle Hazreti'ge bargum mena,Tevbe kılıb egri yoldın rastga kaytıbNe yüz birle Hazreti'ge bargum mena." (Yesevi,1993)Bu örneklerden anlaşıldığına göre, Şeyh ŞerefHoca, "pir", "fenafillah yolu", "ölmeden önce ölmek","tövbe" gibi tasavvufun temel meselelerinde AhmetYesevi ile aynı ilkeleri paylaşmaktadır. Bu da, oasırlarda Horasan ile Harezm arasında halk arasındayaygın olan Nakşibendilik ve Kübrevilik ile birlikteYesevilik ekolünün de Şeyh Şeref Hoca'nın edebişahsiyetine ve sufistik görüşlerine ne derece tesirettiğini göstermektedir.Muinu'l- Mürid didaktik bir eserdir. Dörtlüklerhalinde, 11'lik hece ölçüsüyle yazılmıştır. Kafiyeörgüsü "koşma" şeklindedir. (a,a,x,a) İrâdat, Âdab,iktiba, sohbet, Şeriat-Tarikat-Hakikat, Kalp-Nefis,Sülük, Şükür ve Zikir adlı bölümleri içine alantasavvuf ile ilgili meselelere yer verilmekte ve halkaöğretilme maksadı güdülmektedir.İslam'ın ameli meselelerine ve tasavvufi görüşlereyer vermesinin yanısıra eserin asıl önemli tarafı,14.yy.da Orta Asya Türkçe'si ile yazılan bir şiir kitabıolmasıdır. Ersarı Baba'nın İslâmı meseleleri Türkhalkına kendi dilinde öğretmek maksadıyla bu eseriyazdırdığının Secere-i Terakime'de kaydedildiğinidaha önce belirtmiştik. Bu malumatlardan, eserinTürk dilinde yazılmış didaktik bir şiir kitabı olduğunuve Türk Tasavvuf Edebiyatı için büyük önemtaşıdığını anlıyoruz.Hoca Ahmet Yesevi de halka İslâm şeriatınınesaslarını ve hükümlerini, ayrıca kurduğu tarikatınâdab ve erkânını öğretmek maksadıyla sade bir halkdiliyle ve halk edebiyatından alınma şe-bilig-8/Kış’99


58killer ile hece ölçüsünde şiirler söylemişti. Hikmetadı verilen bu şiirler, çevresindeki müritleri tarafındanyazıya dökülmüş ve elden ele, dilden dile, nesildennesile ulaştırılmıştır. Ahmet Yesevi'nin bizzatkendisine ait veya müridleri tarafından O'na maledilen hikmetlerin, Türk Edebiyatı Tarihinde,Kutadgu Bilig'den sonraki bilinen en eskiörneklerden biri olması itibariyle Türk TasavvufEdebiyatı'nda da özel bir yeri vardır."Hikmet'lerin en belirgin özellikleri arasındaonların "ilahi" türünün Türk Edebiyatındaki ilkörnekleri olmalarını ve Türk topluluklarınınkonuştuğu halk dili ile yazıya geçirilmelerinigöstermek mümkündür.Ahmet Yesevi'nin açtığı bu çığırdan yürüyenmuhtelif mutasavvıf şairler ve şahsiyetler, İslâm'ınçeşitli meseleleri ile birlikte kendi felsefi görüşleriniyansıtan şiirler yazmışlardır. Ancak bu eserlerin sadecehalk dilinde yazılanları halk arasında kabul görmüş,yaşatılmış ve günümüze kadar muhafazaedilmişlerdir.Tarih "Yetti yüz on üç"te yani miladi 14.ncüasırda, o asrın Orta Asya Tükçesi ile yazılmış olanŞeref Hoca'nın eseri de, Türk halkına çeşitli İslâmimeseleleri ve felsefi görüşleri öğretmesi, halk diliyleyazılması, Türk Halk Edebiyatı'nın milli biçim ve türözelliklerini yansıtması bakımından AhmetYesevi'nin "hikmet"leri kadar önemli ve incelemeyedeğerdir.Eser hususi planda da Türkmen Edebiyatı içinbüyük önem taşımakta ve Türkmen alimleritarafından Vepai'-nin Revnak-ül İslam adlı eserindenönce yazılmış, Türkmen lehçesinin tarihine ışık tutan,tasavvufu öğretici bir kaynak olarak gösterilmektedir.Hoca Ahmet Yesevi'nin başlattığı Türk dilinde veTürk Halk Edebiyatı nazım şekilleriyle İslamimeseleleri, tasavvufi görüşleri beyan etmek, ve böylecebunun halk arasında yayılmasını sağlamak maksadınayönelik edebiyat geleneğini sürdüren Şeref Hoca, buyönüyle de Türk Tasavvuf Edebiyatında haklı birmevkiye sahip olarak XlV.nci asırda Ahmet Yeseviçizgisine bir halka daha eklemektedir.Fuat Köprülü ile Ahmet Caferoğlu'nun OrtaAsyalı mutasavvıf Türk şairleri arasında gösterdikleri"Kul Şerefi" ile “Kul Şerif” aynı şahıslar olmalıdır.Türkmen Edebiyat alimleri Nazar Gullayev ile TecenNepesov da, Ahmet Yesevi'nin temellerini attığı fikirve edebiyat mektebinin tesirinde kalan Hakim Ata,Yunus Emre, Ali Şir Nevai, Fuzuli, Mahtumkulu gibişöhretli şahsiyetlerle birlikte “Gul Şerif” adlı birşairin de adını zikrediyorlar. (Gullayev-Nepesov,1992)DÂNÂ ATA'NIN YAZDIĞI İLK MANZUMOĞUZNAME PARÇASINDA "AHMETYESEVİ"Oğuznamecilik geleneğinin çok eski devirleredayandığını gösteren önemli deliller vardır. EbubekirAybek ed- Devâdâri'nin 1309'da yazdığı "Dürerü't-Tican" adlı eserinde, Eba Müslim Horasani'ninhazinesinde eski Fars dilinde yazılmış bir kitap olduğuhaber verilmektedir. Söz konusu bu kitap, HükümdarAnuşirva'nın ( 531-579) vezirine ait imiş. Ulu HanAta Bitikçi'nin "Oğuznamesi" olan bu kitap, Farsça'yaTürkçe'den tercüme edilmiş. Bu eser, oğuznamecilikgeleneğinin en eski nüshası durumundadır.Oğuzname yazmak geleneğinin önemlitemsilcilerinden Reşideddin (14. asrın), YazıcıoğluAli (15. asır) , Salarbaba Gulalı Handan (16. asır) ,Ebul Gazi Bahardır Han (17. asır) .. gibi şahsiyetlerineserleri, bir tarih kitabı olarak kabul edilmişti.Oğuzname örgüsü XVII.nci asırdan başlayaraktarihilikten edebiliğe yönelme yoluna düşmüştür.Böylece bu örgü, edebi yönü ile işlenmeye başlandı. Kiilk girişim de İhsan Baba (Dana Ata) Ebulhanı'yeaittir.XVI. nci asrın sonları ile XVII.nci asrın başlarındayaşayan Türkmen şairi Dânâ Ata "Oğuzname" adlı 24dörtlükten ibaret küçük bir manzum eser (poema)yazmıştır. Bu eserin 2 elyazma nüshası (Elyazma: III)bugün mevcuttur. Bu elyazmaların karşılaştırmalımetnini Türkmen alimi Ahmet Bekmuradovhazırladı.(Bekmuradov, 1992) Genç yaşta vefat edengayretli alim Ahmet Bekmuradov, Dânâ Ata ve O'nunOğuzname manzu-bilig-8/Kış’99


59mesi konusundaki araştırmaların A.N. Samovloyiç aitolduğunu teyit etmektedir.Bugünkü Balkan dağının önceki adı Ebülhan (Abulhan) idi. Bu bilgiden hareketle Dânâ Ata'nınTürkmenistan sınırları içinde yer alan Balkan bölgesindeyaşadığını söyleyebiliriz. Krasnovodsk ( Türkmenbaşı)şehrinin iki ayrı yerinde de Dânâ Ata'nın adı ile anılanmezarlıklar bulunmaktadır. Bunlardan birisi (Küren)dağının eteğinde, diğeri ise Ulu Balkan Dağınınçevresindedir.Dânâ Ata'nın hayatı ve şahsiyeti hakkında etnograf S.Demidov'un araştırmalar yaptığını ve halk arasından ikirivayet tespit ettiğini yine A. Bekmuradov'danöğreniyoruz.Birinci rivayette şöyle: "Dânâ Ata önceleri Balkandağının çevrelerinde yaşamıştır. Bir gün, Gürgençevresinde yaşayışın ve geçimin daha kolay olduğunuöğrenerek buraya göçüyor. Fakat yolda hastalanarakölüyor."İkinci rivayette ise daha başka malumatlar var: "DânâAta'nın obasına Kalmuklar baskın yapıyor. Şair,baskıncılardan kurtulmak için Küren dağına doğrukaçıyor. Fakat baskıncılar onu kovalayıp dağın eteğindeyakalayıp öldürüyorlar. O'nun öldürüldüğü yer, halkarasında "Kan dökülen yer" olarak ad alıyor. CesediniBalkan dağının eteğine getiriyorlar."Şairin Balkan dağının eteğindeki mezarı hakkındakimalumat, ilmi araştırmalara da geçmiştir. Minis, "Firdevsülİkbal" adlı eserinde 1815 hadiseleri hakkında sözaçarken, "gece yürüyüşünden sonraki yük boşaltılan yer,Dânâ Ata'nın çevresi idi." demektedir. (Bekmuradov,1992)İşte bu coğrafyada yani Bat Türkistan'ın Mangışlakbölgesinde yaşayan Dânâ Ata'nın söz konusu buoğuznamesi birkaç açıdan önemlidir.Birincisi, bu eserin küçük de olsa 8'li hece ölçüsüyleyazılmış ilk manzum oğuzname oluşudur. Manzume sarayçevresi için değil, halk kesimleri için kaleme alınmış olup,edebi bir üslup göstermektedir.İkincisi, manzumede Oğuzların eski devirlerdekitoplum yapısı, Oğuz boylarının dağılışı ve boy adları,yaşadıkları yerler, komşuları Özbek,Kalmuk, Kazak ve Kırgızlar ile olan ilişkileri veayrıca bu soydaş topluluklara şairin bakış açısı yeralmaktadır.Üçüncüsü, bizim için de önemli olanı ise;Oğuz boyları ile Hoca Ahmet (Hoca Ahmet Yesevi)arasında meydana gelen bir hadise ve buhadiseye dayalı olarak şairin görüşleridir.Dânâ Ata'ya ait manzum oğuznamenin bumesele ile ilgili bölümü şu dörtlüklerden ibarettir:"Akman, Karaman uruşdıKör, nenen ne kurtlar keçdiOğuz İli zordan köçdiOl sür-ha sür bolganimız.Özün kaldın yaman atgaÖmrünni berdin berbatgaTöhmet kıldın Hoca AhmetgeSen-sen yaman körgenimiz.Sofuları asıl zatlıgPirleri bar keramatlıgHocası ızzat-hormatlıgîlge duva kılganımız.Pürdür tiyrler babamuznıNama içre rast tiyr sözniIhsan Baba tiyrler bizniAbulhandır örgenimiz."Yukarıdaki mısralarda Akman-KaramanTürkmenleriyle Hoca Ahmet arasında yaşanantarihi toplumsal bir hadiseyi tespit ederek, buhadiseyle birlikte meydana gelen göç olayınatemas eden Dânâ Ata, bu Türkmen boyunun HocaAhmet'e haksızlık ettiğini, onu töhmet altındabıraktığını; aslında bu şahsiyetin ( Ahmet Yesevi'nin)sofileri adaletli, pirleri kerametli, hocası (Yusuf Hemadani) izzet-hürmetli ve il'e dua kılıcıbir mürşit olduğunu vurgulamaktadır. Sondörtlükten anlaşıldığına göre ise, Dânâ Ata'nınkendisi de bu çizgide bir mutasavvıf şairdir. Bununen büyük delili de "Baba Ata" lakabınıtaşımasıdır.Bu konuda, Ahmet Bekmuradov şu görüşlerisavunuyor:"12.nci asırdan başlap görnükli dini ündevçi-bilig-8/Kış’99


60lere, ulu sufistik şahırlara "ata" lakamı berilip ugrapdır.Türki halklar ilkinci gezek Hoca Ahmed'e "ata"hormatlı lakam beripdirler. Dana Ata'nın hem, HocaAhmed'in sofistik ideyalarına eyeren adambolandıgına şek yok. O'nun öz gahrımançılıkmazmunlı poyemasında hem Hoca Ahmedi yatlamagışunun bile bağlı." (Bekmuradov, 1992)Edebi manzum oğuzname geleneğinin mütevaziilki olan Dânâ Ata'nın 17.nci asırda bir Ahmet Yesevitakipçisi olduğu belli… Dânâ Ata, Oğuzlar hakkındadaha önceden bilinen bazı malumatlarla birlikteçizgisini takip ettiği sufistik yolun nesilbaşı olanAhmet Yesevi'yi de eserine dahil etmiş, böylece birtaraftan O'nun bir Türkmen boyuyla ilgili hadisesinihafızalarda yeniden canlandırırken, bir taraftan da uluşahsiyetine, mürşittik özelliğine temas etmiştir."İl'e duacı" bu ulu şahsiyetin yani Hoca AmetYesevi'nin " Akman-Karaman" veya "Akbay-Karabay"adlı bu beyler ile (ki bu beyler Çovdurların boybeyleri imiş) olan ilişkisi konusunda, Türkmenlerarasında çok çeşitli rivayetler de anlatılmaktadır.Dede Korkut Destanlarının Türkmen Çovdurvaryantları arasında yer alan "Oğuzların Melallaşmağı"adlı bölümde "Hoca Ahmet" adlı bir şahsın adıgeçmekte ve Oğuz boylarından olan Çovdur(Çavuldur) beylerinden Akbay ve Karabay adlı 2kardeş ile, Bayatların beyi Talav'ın arasında geçenmücadele, O'nun mescidine bırakılan bir boğa leşiyüzünden başlamaktadır. Talav beyin hilesi sonucundaöldürülen boğa için Hoca Ahmet ile tartışan Akbay vekarabay kardeşler, hadisenin büyümesinden çekinerekboyları Çovdurlarla birlikte Türkistan'dakiyerlerinden ayrılıp Mangışlak'a göç etmişlerdir.Rivayette, Salur Kazan ile Gorkut Ata Mangışlak'agöç eden bu Türkmen aşiretini Türkistan'a geridöndürememişlerdir. (Rahmanov, 1989)Bir Türkmen boyunun mal ve mülklerini bırakarakTürkistan'dan göç etmelerini konu edinen bir başkarivayette de, bu göçe sebep olarak, Türkmenaksakallarının Hoca Ahmet'e inanmayışları vebununla birlikte meydana gelen olaylargösterilmektedir. (Ahun, 1988) Rivayet şöyle:Türkmen aksakallarından Akbay ile Karabay beyler,Hoca Ahmet'in keramet gösterdiği şeklindekihaberlere inanmadılar. Bu ikisi Türkistan aksakallarınıtoplayarak, Ahmet Yesevi'yi küçük düşürmek ve güyayalancılığını ortaya koymak için bir plan kurdular. Buplana göre : Bir öküzü kesip leşini kefene saracaklar veHoca Ahmet'in yanma varıp;"Bir cenazemiz var, namazını kıldırıver."diyeceklerdir. Maksatları, akıllarınca O'nunkerametli bir adam ( keramet ehli) olmadığınıgöstermektir. Ancak bu plan Hoca Ahmet'e malumedilmesine rağmen, O, onların obalarına gidip birevin önünde cenaze namazını kıldırdı.Bu hadise ile ilgili bir başka rivayette ise (Ahun,1988) ölü öküzün hocanın evine getirildiği, cenazenamazını kılındığı, namazdan sonra da Akbay veKarabay beylerin;-"Hay senin pirliğine! Bizim getirdiğimiz insandeğil öküzdü. Sen bunu anlayamadın. Hanikerametin?" dedikleri belirtiliyor.Rivayetin gerisi şöyle:Bu hadiseden sonra Hoca Ahmet beddua edip,Allah'tan, onların it haline gelmelerini diledi. Dileğikabul edildi. Birisi ak, diğeri kara it haline gelenbeyler, ürüşerek obalarına doğru koşup gittiler. İtlerinsan eti yemeye ve obaları it korkusu sarmayabaşlamıştı. İtleri öldürmek için yapılan mücadelelerbir sonuç vermeyince da obadakiler göç etmeye kararverdiler. Sırderya boylarındaki Türkmenlere de habergönderilip, kendi aşiretlerinden olanların Batı'yadoğru göçmeleri istendi. Göçün yönü Semerkent-Buhara taraflarıydı. Bir Türkmen yiğidinin itleriöldürmesine rağmen, göç hareketi durmadı. Birtaraftan Semerkant eteklerine, Buhara'ya, Karakumdüzlüklerine, diğer taraftan da Afgan dolaylarına veMangışlak yaylaklarına kadar uzandı.Bu hadise karşısında paniğe kapılan ve halkınındağılacağından korkan Türkistan hanı, sözü dinlenirkerametli bir adam bulmak ve böylece göçü önlemekümidiyle bir ziyafet düzenleyip, ülkesinin dört birköşesine ulaklar gönderdi. Ulu şölen geçirildi. Sıra,Türkistan'da keramet ehli gerçek bir velînin olupolmadığını tespit etmekbilig-8/Kış’99


61için yapılacak sınamaya gelmişti. Bu amaçla ortaya 12metre uzunluğunda 2 direk dikilip, uçlarından kalınbir iple bağlanmıştı. Ziyafete katılanların hiç birisi buyükseklikten atlayamadı. Türkistan hanı çok üzüldü.Bunun üzerine bir Türkmen yaşıulusu, Yesi denilenyerde ermiş bir kişinin ortaya çıktığını, fakat O'nahalkın inanmadığını, O da beddua edip 2 beyi ithaline getirdiğini ve şimdi de bu halkın panik halindebatıya göç etmekte olduğunu anlatarak, Türkistan'dakiyarayı bu kişinin, yani Hoca Ahmet'in sarabileceğinimüjdeledi.Sözün kısası, Hoca Ahmet, Türkistan hanınınhuzuruna getirildi. 12 m. lik yükseklikten devesiyleatlayarak halkın önünde keramet gösterdi. Hanınsaraya davet etmesine rağmen bunu kabul etmeyerek,Han'ın kızı ve çeşitli hediyelerle birlikte Yesi'ye geridöndü. Hediyeleri müritlerine dağıttı. Kızı da ergenlikyaşına geldiğinde yetim bir müridi ile evlendirdi.Türkmenler arasında tespit edilen bir başkarivayette de (Rahmanov, 1994). Türkmen ilinde HocaAhmet'in yaşadığı çevrede ve çağda yaşayan KorkutAta, ilim bakımından ondan daha yüksek vemeşhurdur. Bu rivayetin sonunda Korkut Ata,Türkistan'a gitmiş ve orada kendisi için öncedenkazılan mezara gömülmüştür. Ata Rahmanov adlıTürkmen yaşıulu folklorcusu, "Gorkudın GabrıGazılgı" rivayetlerinin destansı, hikaye hacmindegeniş bir anlatımını, tanınmış bahşı KurbankılıçÇakanoğlu'ndan derledi ve yayınladı (Rahmanov,1988).Türkmen Çovdur anlatımları arasında en genişiolması bakımından folklorik açıdan çok değerli olanbu hikayede, Hoca Ahmet-Korkut Ata ilişkisi çokdaha ayrıntılıdır. Türkistan konusuna daha geniş yerverilmiştir.SONUÇHoca Ahmet Yesevi gibi bir ulu şahsiyetinkarşılaştığı suçlanma ve karalanma hadisesi vefâkârTürkmen tayfaları arasında asırlarca yaşatılmış,yapılan bu hürmetsizlik asırlar sonra DânâAta'nın mısralarında bir savunma ve sahiplenmepsikolojisi içinde yüze çıkmıştır.17. asrın başlarında yaşayan ve aradan geçenyüzyıllara rağmen Hoca Ahmet'e atılan töhmetiunutmayarak mısralarıyla bu meseleye temas edenDânâ Ata'dan bu yana yaklaşık 300 yıl geçti.Yetmiş yıl süren Sovyet sömürge sistemininyıkılması ve manevi şahsiyetlerimizin yenidenerkinliğe kavuşmasıyla birlikte Hoca Ahmet Yesevide, sindiği Türkmen halkının yüreğinden ses vermeyebaşladı. 1992 yılından itibaren Türkmen ilimadamları Ahmet Yesevi konusunda daha köklüaraştırmalar yapmaya, makaleler yazmaya, kitaplaryayınlanmaya başladılar.Bütün bunlar, Türkmenistan'ın bağımsızlığınıkazanmasıyla birlikte ortaya çıkan tarihi gelişmeler vedeğişmelerdir.Hoca Ahmet Yesevi ışığının Orta Asyabozkırlarına yansımasının üzerinden yaklaşık dokuzasır geçti. Bu ışık, bu coğrafyada boylar ve uruğlarhalinde yaşayan Türk topluluklarını aydınlatmaklakalmayıp benliklerinin derinliklerine işledi; onlarıaynı inanç ve kültür sisteminin birer parçası olarakasırlardan beri yaşatıp geldi.Bugün bağımsız birer devlet halinde veya Rusyafederasyonu bünyesinde yaşayan, coğrafyaları neolursa olsun kimlikleri ve kaderleri aynı olan Türktoplulukları Oğuz Kağan'ın, Atilla'nın, BilgeKağan'ın, Satuk Buğra Han'ın, Sultan Sancar'ın,Alparslan'ın, Timur'un nesilleri olduğu kadar Şah-ıNakşibendi (K. S.) veya Hoca Ahmet Yesevi (K. S.)gibi maneviyat ulularımızın da çocukları veöğrencileridirler.Diğer Türk toplulukları ile birlikte Türkmen halkıda, manevi dünyamızın öncülerinden olan Türkistanpiri Hoca Ahmet Yesevi'yi asırlarca sinesindesaklamış, her türlü olumsuz şartlara rağmen O'nunideallerini kutlu bir emanet olarak günümüzetaşımıştır.Bu emaneti taşırken de, "Hoca Ahmet"i kendisosyal kimliğinden yani kendi halkından biri olarakkabul eden Türkmen halkı, O'nun şahsiyetini"Medine'de Muhammed - Türkistan'da Hoca Ahmet"demek suretiyle mümkün olduğu kadar yüceltmiştir.bilig-8/Kış’99


62KAYNAKLARABULGAZI Bahadır Han, 1992, Şecereyi Terakime,Hazırlayan : Nazar Halimov, Aşgabat.AHUN, Hoca Ahmet, 1998, "Hoca Ahmet Yasavı",Nesil, Aşgabat, 6 Ocak.BEKMURADOV, Ahmet, 1992, Edebi Miras-Ebedi Miras, Aşgabat.CAFEROĞLU, Ahmet, 1992, Türk Dünyası ElKitabı, "Karahanlılar Devri Türk Edebiyatı",Ankara.GULLAYEV, Nazar-NEPESOV, Tecen,1992,"Türkistan'da Hoca Ahmet", Edebiyat veSungat, Aşgabat.HALİMOV, Nazar, 1995, Şıhislam Şeref HocaHarezmi, Muinu'l- Mürid, "Sözbaşı" Aşgabat.HAREZMİ, Şıhislam Şeref Hoca Muinu'l- Murid,1995 Hazırlayan: Cebbar Göklenov-NazarHalimov, AşgabatKÖPRÜLÜ, Fuat, 1992, Türk Edebiyatında ilkMutasavvıflar, Ankara.MAHTUMKULU, 1992, Hazırlayan: HimmetBiray, Kültür Bakanlığı, Ankara.MUSTAKOV, Romanguh, 1996, "Hırka GeyenHoca Ahmet", Edebiyat ve Sungat, Aşgabat.ORAZGULI, Sabır- SARLIGIZI, Gözel, 1995Gözli Ata, Aşgabat.RAHMANOV, Ata, 1988, "Gorkudın Gabrı Gazılgı",Yaşlık, 1 /4, Aşgabat.RAHMANOV, Ata, 1989 "Oguzların Melallaşmagı",Yaşlık, I,Aşgabat.RAHMANOV, Ata, 1994, Gorkut Ata, Aşgabat,sah: 141-142ŞADURDIYEV, Yazmırat, 1998, "İşiginizde ToyBolsun", Güneş, Aşgabat.YESEVİ, Ahmed-i, 1991, Hazırlayan: Kemal Eraslan,Ankara.YESEVİ, Hoca Ahmet, 1993, Hazırlayan : HayatiBice, Ankara.ELYAZMA: I, Ata Türkmenlerine ait Şecere: 1-AbdulEkber (Hazreti Osman'ın, Hazreti Muhammed'inikinci kızı Bibi Rukiye'den doğan büyük oğlu), 2-Harun, 3- Abdulcebbar, 4- Abdulkahhar, 5-Abdullah, 6- Abdulkerim, 7- Şahabettin, 8-Necibeddin, 9- Maruf, 10- Davut, 11- Hasan, 12-Hüseyin, 13-Kuzeymelik, 14- Mümin, 15-Biyazeddin (Beyazit Bestami), 16- İsa (İsaHoca), 17-Ali (Ali Hoca), 18- Bedir Ata, 19-Sedir Ata (Sadr Ata), 20- İskender Ata, 21-Yahya Ata, 22- Kaysar Ata, 23- Mırat Ata, 24-Süleyman Ata, 25- Sücilik, 26-Süleyman (HakimAta) ve Koçgar Ata, 27- Muhup Ata, 28- HasanAta (Gözli Ata), (Söz konusu elyazma SabırOrazgulı adlı Ata uruğuna mensup şahıstamuhafaza edilmekte olup, bir kopyesi özelarşivimizdedir. Y.A.)ELYAZMA:II, Türkmenbaşı AdındakiTürkmenistan'ın Milli Golyazmaları İnstituti, No:1632ELYAZMA: III, Türkmenbaşı AdındakiTürkmenistan'ın Milli Golyazmaları İnstituti, No:2/1927bilig-8/Kış’99


63SOME NOTES ABOUT THE INFLUENCE OF KHOJA AHMAD YASAWI ON TURKMENYusuf AKGÜLMagtumguli Türkmen State UniversityABSTRACTKhoja Ahmad Yasawi has been a great influence on TurkicWorld as well as on Turkmenistan. One can see this influenceboth in the folklore and classical poetry of Turkmens.Ahmad Yasawi has an important place in scientific andcultural progress of Turkmenistan. Hakim Ata, Gezli Ata,Kochkar Ata and other dervishes of Ahmad Yasawihave had also great service in this progress.The great personality of Ahmad Yasawi is noticed also in thefolk epics and tales, for instance in Turkmen tales on DedeKorkut.The history and spiritual mission of Ahmad Yasawi fromTurkestan was hidden from Turkmen people in the SovietUnion. After earning independence, Turkmen researches beginagain to put forward the values of Ahmad YasawiKey Words:Hoca Ahmet, Evliya, Ata Türkmenleri, Hikmet,Oğuzname Geleneği, Gorkut Atabilig-8/Kış’99


64bilig-8/Kış’99


65TÜRK CUMHURİYETLERİNDE "İSLAMKİMLİĞİ"NİN DÜNÜ, BUGÜNÜ <strong>VE</strong>TÜRKİYE İLE İLİŞKİLERE ETKİSİ<strong>Dr</strong>. İdris BALPolis Akademisi Öğretim Elemanı Gölbaşı-ANKARAÖZETSovyet dönemi öncesinde Türk kökenli halklar İslam kimliğine önem atfediyordu veonlar için bu kimlik etnik kimlikten daha önemliydi. Bu kimliğin halk üzerindeki etkisiÇarlar ve SSCB yöneticileri tarafından tehlikeli bulundu ve bertaraf etmek için,Ruslaştırma, bölme-parçalama politikaları, baskılar, katliamlar ve sürgünler, İslamkarşıtı propagandalar ve yasaklamalar İslam'a karşı savaş metotları olarak kullanıldı.Her ne kadar İslam dininin tamamen ortadan kaldırılamadığını söylemek mümkün olsada, İslam'ın etkisi büyük ölçüde kırıldı ve İslam sadece halkın kendilerini tanımlamak içinkullandığı bir terim haline geldi. Ayrıca Türk kökenli halklar kendilerini farklı yerelmilliyetlerle tanımlamaya başladılar. Fakat bu cumhuriyetlerde milletleşme süreci halendevam etmekte olduğundan kabileciliğin ve etnik gurupların önemi büyüktür ve politikyapı büyük ölçüde kabilecilik temeline dayanmaktadır. Bu durum iç huzuru tehlikeyesokabilecek potansiyel bir tehlike oluşturmaktadır. Sovyetlerin sona ermesiyle İslam'ınüzerindeki baskılar kalktı ve İslam kimliği eski gücünü Orta Asya'da, Kafkaslar'da,Çeçenistan ve Tataristan gibi Rusya Federasyonu'na bağlı yerlerde tekrar kazanmayabaşladı. Yeni cumhuriyetler radikal olmayan "İslam"ı, geçmişe zıt olarak, milletleşmesürecine yardımcı olacak, vatandaşlar arasında kardeşliğin sağlanmasında olumlu rolüstlenecek, bölge barışına katkıda bulunabilecek yardımcı bir unsur olarak görmeyebaşladılar.Ortak İslam kültürü Türkiye ile Türk cumhuriyetleri arasındaki ilişkilerin gelişimi içinolumlu bir psikolojik zemin hazırlamaktadır. Türk cumhuriyetleri cumhurbaşkanlarıarasında yapılan zirveler, öğrenci değişim programı, Türk iş adamlarının yatırımları,Türk devletinin ve iş adamlarının bu cumhuriyetlerde açtıkları kolejler, ortak TVyayıncılığı ve Türk cumhuriyetlerinin Latin alfabesini kabul etme kararları Türkiye ile Türkcumhuriyetleri arasında gelişen ilişkilerde önemli kilometre taşları oldu.Anahtar kelimeler:İslam, Türk, Rus, Baskı, Kimlik, Böl-Yönet.bilig-8/Kış’99


66GİRİŞRus imparatorluğu ve Sovyetler Birliği zamanındaMüslüman nüfus değişik araçlar kullanılarak kontrolaltında tutulmuştu. Sovyetler Birliği dönemindeKomünist Partisi SSCB'yi oluşturan tüm milletlerikontrol altında tutmada kullanılan en etkili bir araçtı.Yetişkin nüfusun yaklaşık %10'u Sovyetler BirliğiKomünist Partisi üyesi durumundaydı ve partiüyelerinin eğitim düzeyi daima, sıradan insanlarıneğitim düzeyinden daha iyiydi. Komünist Parti, TPÖ(Temel Parti Örgütleri - hücre) aracılığı ile tüm önemlibirimlere sızmış ve her şeyi kontrol etmişti. Ruslar herzaman politikayı yönlendirmişlerdi. 'Demokratikmerkeziyetçilik' ilkesi aracılığı ile kimi insanlar(özellikle Ruslar) partiyi kontrol etmişler ve seçimişlemleri yukarıdan aşağıya doğru yönetilmiştir. İkinciolarak eğitim, medya ve toplumsal olaylar (örneğinsportif olaylar) komünizmin propaganda aracı olarakkullanılmıştır. Milliyetleri yok ederek Sovyetvatandaşı oluşturmak için çaba gösterilmiştir. Üçüncüolarak, güç kullanımı ve kısıtlamalar, Sovyetlerinulusları kontrol etmesinde kullanılmış, sürgünler vekatliamlar görülmüştür. Sürgünler ve göçler yoluyla,insanların karıştırılmasına çalışılmıştır. Ayrıcasürgünler ucuz işçi yada köle-işçi elde etme yoluolmuştur. Dördüncü olarak, dini ve ahlaki değerleresaldırılarak, dinsel güç çökertilmeye çalışılmıştır.Özellikle, Sovyetlere karşı tehdit olarak kabul edilenOrta Asya'nın gücünün zayıflatılması için Türkhalkları yapay olarak küçük birimlere bölünmüştür.Son olarak, Cumhuriyetlerin ekonomileri merkeztarafından katı bir kontrole tabi tutulmuştur, ÖzellikleOrta Asya ham madde deposu olarak kullanılmış vebölgede yeterli yatırıma izin verilmemiştir,Mülkiyetin devlet tekelinde olması ve ekonomidekikatı devlet kontrolünden dolayı, uluslar Sovyetlerekarşı ayrılıkçı hareketlerini finanse edememiştir.Sayısız ulusu bir arada tutan ana faktörün kuvvetolduğu söylenebilir, Gorbachev uluslara bazıözgürlükler tanıdığında ayrılıkçı hareketlere zeminhazırladı ve 1991 sonunda Sovyetler Birliği dağıldı.Bal, (1996).Her ne kadar Türk cumhuriyetleri bağımsızlık içinçaba sarf etmiyor olsalar (Azerbaycan istisna kabuledilebilir) ve hazırlıksız bulunsalar da 1991' in Aralıkayında SSCB'nin dağılmasıyla kendilerini yeni birdönemde buldular ve bağımsızlık bilincine eriştiler.Ekonomik olarak merkezi kontrol altındakiekonomilerini pazar ekonomisine dönüştürme çabasıiçine girdiler. Sistemlerini demokratikleştirmeyeçalışırken, diğer taraftan da kültürel düzeyde farklıkimlikler gün yüzüne çıkmaya başladı. Türkcumhuriyetleri olarak adlandırılan Azerbaycan,Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan veTürkmenistan'da "İslam" kimliğinden, "Türklük veyaTürk kökenden gelme kimliği" ve "yerel kimlikler"inyükselişe geçtiğinden söz etmek mümkün hale geldi.Belirtmek gerekir ki, bu kimliklerin birbiri ile ilgisiolmayıp, birbirinden soyutlanmış değildirler. Özellikleİslam ve Türk kökenden gelme kimlikleri birbiriyle içiçe geçmiş ve bazen de yanlış bile olsa birbirlerininyerine kullanılmış kimliklerdir. Bu durum, Rusİmparatorluğunun kontrolü altında kalanMüslümanların neredeyse tümünün Türk kökenindengelmesinden kaynaklanıyordu. Her ne kadar konununakışı içerisinde bu kimliklerden söz edilse de tüm bukimlikleri ele alıp incelemek bu makalenin sınırlarınıaşacağından, temel amaç, ilk olarak "İslam kimliği"ninbaskı altında tutulduğu dönemi ele almaktır. İkinciolarak, bu kimliğin bağımsızlık sonrası yükselişininaltı çizilecek ve cumhuriyetlerin Türkiye ileilişkilerinde ortak İslam kültürü faktörünün etkisiüzerinde durulacaktır. Yukarıda belirtildiği gibi İslamve Türk kimliklerinin iç içe geçmişliklerinden dolayıkonunun akışı içerisinde Türk Kimliğinden, sunimilletler oluşturma çabaları gibi konulardan da yerigeldikçe söz edilecektir.İSLAM KİMLİĞİ <strong>VE</strong> BASKI DÖNEMİBazı araştırmacıların (d'Encausse, 1988; Zaim,1993) belirttiği gibi, Çarlık Rusyasının kontrolündekiTürk toplulukları için din birleştiricilik rolü büyükolan bir kimlik konumundaydı; Rusya'daki MüslümanTürkler "Muhammediler" ola-bilig-8/Kış’99


67rak adlandırılırdı. (Zenkovsky 1960). Çarlık Rusya'sındakiMüslümanların kendilerini milliyetleriveya kabileleri yerine "İslam" ile tanıttıklarınıbelirtmektedir. Bir başka deyişle dini kimlik etnikkimlikten daha önde tutuluyordu. Bu yüzyılın başındabirinci Müslüman Kongresinin Rusya Müslümanlarıarasında yapılması bu kimliğe verilen önemin birgöstergesiydi. (Ilgar, 1988). İslam'ın birleştirici olmaözelliği Ruslar tarafından tehlikeli olarakalgılanıyordu. Bu nedenle Rusya ve daha sonraSovyetler Birliği Müslümanlar aleyhinde politikalarüretmeye başladı. Bu politikalar üç ana guruptatoplanabilir.İlk olarak, Ruslaştırma ve bölme-parçalamapolitikaları ile bu tehlike bertaraf edilmeye çalışıldı.Bu politika Rusların Türk kökenlilerin topraklarınıişgalinden itibaren başladı ve 1990 lara kadar devametti. Müslümanların çoğunlukta olduğu Orta AsyaSovyetler tarafından 1925'teki Moskova'nın planınagöre parçacıklara ayrıldı ve yöredeki meskunMüslüman halka farklı resmi milliyetler verildi.(Critchlow 1992); Hiro (1994). Boy isimleri olanKazak, Kırgız, Özbek... sıkça kullanıldı ve halk buyönde eğitildi. Bunların milletleşmesine çalışıldı.Halkın arasında Özbek, Kazak, Kırgız gibi milliyetlereait olma bilinci gelişti. "Türk" terimi Türkiye'ninvatandaşlarını işaret etmek için kullanıldı. (Devlet1993); (Bilgiç 1993). Kendisi Özbekistan'lı olan, 1939da memleketinden kaçmak zorunda kalan ve dahasonra Türk dünyası üzerine birçok çalışmalar yapan(Baymirza Hayit 1993), 1925 öncesi Orta Asyahalkının Türkistanlı olarak adlandırıldığını fakat buinsanların daha sonra farklı ünitelere ayrıldığınıvurguluyor. Komünist yöneticiler böylece tehditolarak algıladıkları Müslümanları bölüp etkisiz halegetireceklerdi. Nikolay İlminski (1822-1891) ve <strong>Prof</strong>.Khun'un metotları Müslümanları bölmek içinkullanıldı. İsmail Gaspiralı Türk lehçeleri arasındakiküçük farklılıkları ortadan kaldırmayı amaç edinirken,İlminski ve Khun Türk lehçeleri arasındakifarklılıkları mübalağa edip farklılıkları artırmayı ve bulehçeleri bağımsız diller haline getirmeyi amaçedinmişlerdi. (Saray 1987); (Karaörs 1994). İlminskyMüslümanla-rı Hıristiyanlaştırmayı, Rus dilini her yerde kullanılırhale getirmeyi, milletlerin dillerini, kültürlerinidejenere etmeyi Ruslaştırmanın metotları olarakvermektedir. (Saray 1987). Bu doğrultuda amacavarmak için Komünist dönemde Rusça resmi dil idi veKomünist yönetim Türk lehçelerini bağımsız dillerhaline getirme amacını güttü. Bu hususta alfabeler dekullanıldı. Müslümanların kullanmakta olduğu Arapalfabesi 1928 de Latin alfabesi ile değiştirildi. (Zaman1 Şubat 1993). İkinci dünya savaşından önce bu Latinalfabesi de Kiril alfabesi ile değiştirildi. 1920 lerdeTürkiye de Latin alfabesine geçtiği için her ne kadarTürkiye'nin kullandığı Latin alfabesi ile SovyetlerBirliği'ndeki Türklerin kullandığı Latin alfabesiarasında bazı farklar olsa da bu yakınlıktan Komünistidarenin rahatsız olduğu ve Türkiye'nin muhtemeletkisinden korktuğu söylenebilir. İkinci olarakbirincisinde olduğu gibi alfabe değişikliği ileKomünist idare Sovyet Müslümanlarının kültürelgelişimini tekrar baltalamış oldu.İkinci olarak, Rus imparatorluğunda ve KomünistSovyet imparatorluğunda dinlerinden vemilliyetlerinden dolayı Türk halkı baskıya maruzkalmış; güç kullanımı, katliamlar ve sürgünlergörülmüştür. Bennigsen'in belirttiği gibi, Rusların veMoğolların Müslüman topraklarını işgalden sonraMüslüman halkla münasebetlerinde uyguladıklarımetot temelde aynıydı. Sürgün ve katliamlarla doluolan Rusların metodu kesinlikle herhangi bir kolonistAvrupa gücünden çok daha sert ve acımasızdı. Sovyetimparatorluğu da katliam ve sürgünlere devam etti.Mesela, Kırımlı Tatarların, Kuzey Kafkasyalıların,(Ahıska Mesket) Türklerinin sürgün edilmelerihatırlatılabilir. Mağdurların çoğunun da Sovyetlerinsona ermesine kadar ana vatanlarına dönmelerineengel olunmuştur. (Bennigsen vd. 1983).Üçüncü olarak, Sovyet yöneticilerinin gözündebilim ve din, Marksizm-Leninizm ve dini ideolojilerbirbirine zıt tutarsız, uzlaştırılamazdı. Onlar İslam'akarşı mücadelelerinde iki tür argümana başvurdular.Birincisi tüm dinler için geçerliydi; Marxism'e göredin "halkın afyonudur", gerici ve bilim karşıtı hayalci,yanıltıcı yanlış bir toplumbilig-8/Kış’99


68fikrini savunan bir ideolojidir. Fakat İslam Sovyetotoritelerinin iftiralarının özel bir hedefi idi; Orta Asyahalklarının ve Azerbaycan halkının Müslüman olmasıSSCB'nin bütünlüğü için bir tehdit olarakdeğerlendiriliyordu. İslam'ın etkisini kesebilmek içinKomünist yöneticiler İslam'a karşı bazı suçlamalardabulundular. Mesela İslam'ın ilkel, hayali, Hıristiyanlık,Yahudilik ve pagan doktrinlerinin düzensiz bir karışımıolduğunu ve Mekke'nin feodal ticaret sınıfının üyeleritarafından bu dinin kurulduğu iddia ettiler. (Bennigsen vd.1983, s.); (Saray 1993, s.). Islamın yüzyıllar boyunca tümemperyalistler için hizmet ettiğini, önce Araplar, İranlılar,Afganlar ve Türkler için daha sonra da İngilizler veAmerikalılara hizmet ettiğini iddia ettiler. (Benningsen1967, s.). Komünist yönetim altında özgürlük olmadığındandolayı halkın bu suçlamaların doğru olup olmadığını,gerçeğin ne olduğunu araştırma ve öğrenme şansı yoktu;Time dergisinin 10 Nisan 1989 da yayınlanan özel sayısında("The New U.S.S.R"), 26.000 caminin tamamına yakının ve24.000 dini okulun kapatıldığı, İslam'ı öğreten hocaların yaöldürüldüğü ya da hapse atıldığı belirtilmektedir. Bubaskıların, zulümlerin dışında devlet eliyle ateismpropagandası yapan konferanslar düzenlendi ve Müslümanhalk bu konferanslara katılmak için zorlandı. (Saray 1993,s.). Bu propagandaların hakiki İslam düşüncesi karşısındave Müslümanlar karşısında zayıflığını (Bennigsen 1983)şöyle açıklıyor: "Müslümanın nazarında Marksist ateizmrakip bir ideoloji veya rakip inanç sistemi olarak görünmekyerine geriliğin ve cahilliğin en son beyannamesimanifestosudur...Bir Müslüman için gerçek bir ateistromantik bir asi veya filozofça üstün bir bağımsız düşünürdeğil fakat Allah düşüncesini kavrayamayan kısıtlı yarıinsan idraki ve bu yüzden hayvanat seviyesine ve belki dedaha aşağı düşmüş birisidir".SOVYET POLİTİKASININ NETİCESİHer ne kadar dini inancı tamamen ve sürekli yok etmekmümkün olmamışsa da Komünist ida-renin propagandaları suçlamaları etkili olup İslami kimlikyıpratılmış, İslam'ın halk arasındaki önemi kırılmıştı.Mesela, 1992 de Alma Ata da yedi Ortodoks kilisesi varkensadece bir tane döküntü bir cami vardı. (Higgins 14 April1992). Bu gerçeğin de ima ettiği gibi Sovyetmüslümanlarında din sadece kimliği gösteren bir terimhalinde kalmıştı ve gerçekte ne olduğu halk tarafından nebiliniyor ne de uygulanıyordu (Konak 1993).Bağımsızlık sonrası her ne kadar "Türk cumhuriyetleri"veya "Türki cumhuriyetler" terimiyle Azerbaycan,Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistankastedilse de Türk cumhuriyetlerini tek bir varlık olarakkabul etmek imkansızdır. Çünkü onlar kendilerini farklıtanımlıyorlar ve sosyal, kültürel, ekonomik ve politikyapıları farklıdır. Kırgızistan'daki Osh olayları ve Ferganavadisinde Özbeklerin Ahıska Türklerine saldırmaları bufarklılığın ve halkın birbirini farklı algılamasınınörnekleriydi. (Winrow 1992). Bunun ötesinde, kendisiyleyaptığım kişisel mülakatta (10 Haziran 1993) Azerbaycan'ınAnkara büyükelçiliği müsteşarı İsmail Yolcuoğlu, tarihibağlamda bile Türki halkların birbirinden farklı kabuledildiklerini iddia etmektedir. (Critchlow 1992) OrtaAsya'da kısıtlı sayıda halktan insanlarla yapılanmülakatlarda halkın kendilerini Türklükle veya Türkistanlıolmakla tanımlamak yerine mensup olduğu cumhuriyetinmilliyeti ile tanımladığını belirtiyor. Buna ilave olarak bazıcumhuriyetlerin halkları arasında küçük çaplı da olsadüşmanlıklardan bile söz edilebilir; Özbek ve Kırgızlararasındaki problemler bunun bir örneğidir. (Olcott 1993)Kendilerini bir bütünün parçaları olarak kabul etmek yerineOrta Asya cumhuriyetlerinin birinin diğerinin toprağıüzerinde gözü olduğunu ileri sürmektedir. Olcott'a göre,Tacikistan'ın Özbekistan ve Kırgızistan'ın topraklarıüzerinde iddiaları vardır. Türkmenistan'ın az ve büyükölçüde homojen nüfusu vardır ve Türkmen liderleriÖzbekistan'ın toprak talep etmesinden korkmaktadırlar.Yine Olcott'a göre, Orta Asya'nın kalbinde bulunanÖzbekistan'ın diğer tüm cumhuriyetlerle sınırı vardır ve şuanda Kazakistan'ın sınırları içerisinde kalan ve AhmetYesevibilig-8/Kış’99


69hazretlerinin türbesinin bulunduğu için binlerce insanınziyaret ettiği Türkistan şehri üzerinde iddiaları vardır.Her ne kadar Sovyet dizaynına göre Müslüman halkfarklı birimlere ayrılmış, resmi milliyetler verilmiş ve bu dabüyük ölçüde yerleşmiş olsa da bu cumhuriyetler tamamenmilletleşememişlerdir. 1995 yılında Londra'da AndrewMango ile yaptığım mülakatta benzeri bir şekilde Mango buinsanların milletleşemediğini ama milletleşme sürecindeolduklarını belirtmişti. Kabilecilik Orta Asya'da halenönemlidir. Mesela Türkmenistan'da kabilelerin önemi fazlaolup politik oluşumlar da kabileler ekseni etrafında cereyanetmektedir. Kırgızistan'da da üç temel politik guruplaşmakabile farklılıklarına dayanmaktadır. (Olcott 1993).Mango'nun ileri sürdüğü gibi, Türk cumhuriyetlerinin halkıbirbiri ile tamamen kaynaşmış, milletleşmiş değil ve aslındaTürk cumhuriyetlerinin halkları farklı gruplardanoluşmaktadırlar. (Türkiye İktisat, Nisan, 1993). Hemkabileler etrafında hem de etnik gruplar etrafında,gruplaşmalar vardır. Bu tür grupların olması gelecektemuhtemel krizlere sürtüşmelere yol açabilir. MeselaAzerbaycan'da Tat, Taliş, Kürd ve Lezgi gibi gruplar var.Bunların varlığı yine potansiyel problem olarakdeğerlendirilebilir. Mesela Ali İkram Humbetov 21 Haziran1993 de Taliş-Mugan cumhuriyetini Azerbaycan toprağıolan Lenkeran bölgesinde kurduğunu açıkladı. Humbetov'unamacının İran'la birleşmek olduğunu ama aslındaRusya'nın da bu olayı kullanarak Elçibey'i devirmekistediğini iddia edenler oldu. Daha sonra başarısız olacağınıanlayan Humbetov 23 Ağustosta 1993 de İran'a kaçtı.(Lenkeranlı, 1993). Özetle Sovyet politikaları sonucu İslamkültürünün ve aynı Türk kökünden gelme bilinciningücünün kırıldığını, diğer taraftan Müslümanların farklıünitelere bölündüğünü ama tam milletleşemediklerinisöylemek mümkündür.Sovyet politikalarına Komünist yöneticilerin görüşaçısından bakmaya çalışırsak ilk olarak, Komünistpropagandalarının nihai amacı olan İslam'ı tamamenortadan kaldırma amaçlarına ulaşamadıklarını 1980'lerdeSovyetler BirliğininMüslüman bölgelerinde yapılan kamuoyu araştırmalarıispatlamaktadır. Bu araştırmalar Sovyet Müslümanlarıarasında ateist oranının %20 olduğunu (Ruslar arasında buoran %80 idi) geriye kalan %80'in ise farklı seviyelerdekiinsanlardan oluştuğunu göstermektedir. Fakat resmi olarakateist sayılan Komünist partisi üyelerinin bile din ile bazıbağları bulunmaktaydı. Özellikle bu insanların çoğuMüslümanları Ruslardan ve diğer Müslüman olmayanlardanayıran ve her müslümanın özel hayatında izi olan üç temeldini töreni yerine getirmektedir: sünnet olmak, dini evlilik,ve özel Müslüman mezarlığında dini cenaze merasimi. Buaraştırmalara göre Müslüman nüfusun %95-99 u bumerasimlere katılmakta ve uygulamaktadır. Bu araştırmalarMüslüman topraklarda tamamen ateizm olamadığı teorisinidestekler mahiyettedir. (Bennigsen vd. 1983); (Poli-akov1992). Sovyetler Birliği'ne bakıldığında büyük bir kültürelfarklılık görülebilirdi. Bu ayırım Slav ve diğer Avrupahalkları ile çoğunlukla Orta Asya'nın ve Azerbaycan'ınMüslüman milletleri arasındaydı. Bu cumhuriyetlerde diğercumhuriyetlerle karşılaştırıldığında mukayeseli olarakkadının çalışmasına pek sıcak bakılmıyordu. KadınlarınKomünist partiye ve diğer yerel Sovyetlere üye oranlarıdiğer yerlere kıyasen daha düşüktü. İslam'da domuz eti helalolmadığından dolayı diğer cumhuriyetlere kıyasen daha azyetiştiriliyordu ve halk yerel dini büyüklerin mezarlarınıziyaret ediyordu. (White 1991). Farklı milletler ve farklıdine inanan insanlar arasında yapılan evliliklerin oranı daİslam'ın belirleyiciliği ve etkisi hususunda bilgi verebilendiğer bir göstergedir. Sovyetler Birliği'nde farklı milletleremensup kişiler arası evliliklerdeki temel artış Slav veya batımilletleri arasında idi ve belirli bir dereceye kadar Slavlarile Baltıklılar arasında idi. Bu tür evlilik özellikleMüslümanlar ile Slavlar arasında yaygın değildi. MeselaTürkmenistan'da 1920'lerden 1970'lere kadar bir Türkmenkızı ile bir Rus erkeği arasında evlilik görülmemişti.Müslüman erkek ve Müslüman olmayan kadın arasındaevlilik İslam tarafından yasaklanmamış olsa da diğermilletlere kıyasen fazla yaygın değildi. (White 1991).bilig-8/Kış’99


701980'lerde yapılan bir kamuoyu araştırması da İslam'ınhalk üzerinde etkisini göstermesi açısından önemliydi.Bu araştırmaya katılan binlerce kişiye şu iki sorusoruldu; "Nasıl, hangi değerleri takip ederek yaşarsın?Yaşama şeklini ne belirler?" Birkaç istisna dışındabirinci soruya cevap her zaman aynıydı: "ecdadımızınmirasına göre yaşarız", "Müslüman olarak yaşarız".Sorunun ikinci kısmı sadece bir cevap aldı: "gelenek"(Poliakov 1992). Bu araştırmanın sonuçlarına paralelbir şekilde (Bennigsen vd. 1983) komünistlerin İslam'akarşı suçlamalarının başarısının Müslümanlar üzerindesınırlı olduğunu veya başka bir deyişle esas amaç olandini inancı tamamen yok etme idealiningerçekleştirilemediğini belirtmektedir Malashenko(1993). İslami toplumun zulümlere rağmen dünyagörüşünü ve moral değerlerini Sovyetler Birliği'ninpolitik çerçevesinde koruduğunu belirtiyor. RusOrtodoksluğu ile İslam'ın pozisyonunukarşılaştırıldığında Rus Ortodoksluğu ciddi bir şekildetahrip olurken İslam, toplumun tüm seviyelerindeetkisini belirli ölçüde sürdürdü. İslam kültürününkendi gücünün yanı sıra güçlü akrabalık ve kabilebağları yüzünden Sovyet istihbarat servislerininMüslümanları kontrol etmekte, bilgi toplamaktagüçlük çekmeleri İslam'ın etkisini devam ettirmesinderol oynayan bir faktördü denebilir. Malashenko ayrıcasosyal hayatın resmi yüzünde görülmese de, İslam'ınaslında zımni olarak düzenleyici, en üsttekiler dahiltüm hükümet görevlilerinin hesaba kattığı bir gerçekolduğunu belirtiyor. Bu nedenle Sovyet toplumundaİslami çizgi tamamen asla kırılmadı, pozisyonununbelirsizliğine rağmen İslam maneviyatın kaynağı,dünya görüşleri için bir yapı, ve önemli bir seviyeyekadar insanlar arası ilişkilerin düzenleyicisi idi. PerestroikaSovyetler Birliğinin Müslüman bölgelerindepolitik hayatı aktifleştirdi ve İslam milliyetçilikleberaber görünür hale geldi.BAĞIMSIZLIK SONRASI İSLAM KÜLTÜRÜ <strong>VE</strong>TÜRKİYE İLE İLİŞKİLERE ETKİSİSovyetlerin dağılmasıyla bağımsız olan on beşcumhuriyetten altısında çoğunluğu Müslümanla-rın oluşturduğu halk varken (Kazakistan da yaklaşıkyarısı denebilir), beş cumhuriyet etnik kökenlerindendolayı Türk veya Türki cumhuriyetler olarakadlandırıldı. Sovyet dönemindeki baskıların sonaermesiyle İslam kültürü Orta Asya'da Kafkaslarda veÇeçenistan, Tataristan gibi Rusya federasyonuna bağlıyerlerde tekrar yükselişe geçti. (Panarin 1994);(Poliakov 1992). Sadece bir kimlik tanıtıcı unsurolarak kalan İslam'ın gerçekte ne olduğunuburalardaki halk öğrenme çabası içine girdi. Bunedenle onların İslam'ı öğreten kitaplara ve eskidenkapatılan, tahrip edilen, müze yapılan camilerinintamire ihtiyacı vardı. (Toker, 1992). Her ne kadaramaçları farklı da olsa Türkiye, İran ve SuudiArabistan gibi devletler Kuran ve dini kitapları bubölgelere gönderdiler. İslam'ı öğretmek için dinadamları da gönderildi. Mesela "Bu güne KadarBaşkanlığımızca Soydaşlarımıza Sunulan Hizmetler"başlıklı Diyanet İşleri Başkanlığınca hazırlanan ve 21Haziran 1993 tarihinde tarafımca Diyanet İşleriBaşkanlığından alınan yayınlanmamış rapora göre,1992 Ramazan ayında Türkiye tarafından 37 dingörevlisi Müslüman Orta Asya cumhuriyetlerine veAzerbaycan'a gönderildi. Ayrıca 134 öğrenci dineğitimi almak için Türkiye'ye geldi. Türkiye kitapyardımı da yaptı ve cami yapımlarına da yardımcıoldu.Sovyetlerin dağılmasından sonra İslam kimliğininyükselişi hız kazandı çünkü İslam'ın üzerindekibaskının kalkmasının yanı sıra mukayeseli olaraközgür basın ve Türkiye ve diğer Müslüman devletlerlekültürel ilişkiler bu yükselişe yardım eden unsurlaroldu. Bağımsızlık sonrası İslam'a ilgiye paralel olarakbağımsızlıktan kısa bir süre sonra Mayıs 1992 de beşbin cami açıldı. Buralar Sovyet döneminde müzehaline getirilmişti ve bunlar tekrar camiye çevrildi vebir kısmı ise yeniden yapıldı. (Zaman, 5 Mayıs 1992).Bu süreç devam etmekte, cami sayısı artmakta, İslamhakkında bilgi alınabilecek kitap sayısı ve din adamısayısı artmaktadır. Ayrıca, bağımsızlık sonrasıcumhuriyetlerin Müslüman halkı hac ziyaretleriyapmaya başladılar. Mesela 1992 yılında 13.000 kişihac görevini yerine getirdi. (Zaman, 20 Haziran 1992).bilig-8/Kış’99


71İslam kültürüne verilen önemin arttığı tezi bumakalenin yazarı tarafından 1993 yılında önesürülmüştü. Türk cumhuriyetlerinden Türkiye'yeeğitim için gelen öğrenciler arasında, İzmir'de(Haziran-Temmuz 1993) gerçekleştirilen biraraştırmada, 296 öğrenci arasından 139 öğrenci(46.956 %) "din" faktörünün Türk Dünyasında enönemli birleştirici faktör olduğunu kabul ettiler. Buaraştırmalarda araştırmaya katılan kişiler "ırk", "din","gelenek", "ekonomik çıkar", "askeri-stratejik çıkar","dil" seçeneklerinden yalnız birini seçmeleri içinzorlanmıştı. Bu nedenle denebilir ki İslami kültürfaktörünü önemli bir birleştirici unsur olarak görenöğrenci sayısı aslında daha fazladır. Öğrenciler ikinciönemli faktör olarak ırk faktörünü seçtiler. Buaraştırma İslam'ın halen Türk Dünyası için önemli birortak değer olduğunu ve Türk cumhuriyetlerindeİslam'ın yeniden önemli bir kimlik haline gelmekteolduğunu teklif etmektedir. İslam ve bölgeselkimliklerin gelişmesine paralel olarak bağımsızlıkbilinçleri de artmaktadır. Yine aynı araştırmadaöğrencilere eski Sovyet rejimini özleyip özlemediklerisorulduğunda neredeyse tamamı özlemediklerinibelirttiler ve yine tamamına yakını Sovyet rejiminintekrar geri geleceğine ihtimal vermedi. Benzeri birşekilde Türkmenistan'ın Ankara büyükelçiliğimüsteşarı Annaguli Nurmemedov ile yaptığım kişiselmülakatta (11 Haziran 1993), Nurmemedov SovyetlerBirliği benzeri bir federasyona ve Komünizme geridönmenin imkansızlığını belirttikten sonra Türkcumhuriyetlerinin bağımsızlık sonrası bir arayış içindeolduklarını belirtti.Halk seviyesinde İslami kimliğe verilen öneminartmasının yanında, cumhuriyetler olarak bağımsızlıksonrası kimlik arayışında bu cumhuriyetler İslamikimliğin önemini vurguladılar ve bu ülkeler içintoplumlarını tanıtan bir kimlik halini aldı. Bucumhuriyetlerin ECO 'ya üye olmaları, İslamKonferansı Teşkilatı ile ilişkileri bu bağlamdadeğerlendirilebilir. Yeni cumhuriyetler Komünistidarenin aksine İslam kültürünün kendi milletleri,cumhuriyetleri için bir tehlike değil, kendilerinin tambir millet olması, halkın bütünleşmesi ve kardeşlikiçin yardımcı iyi bir bağ olduğu-nu değişik zamanlarda belirttiler ve İslam üzerindekibaskıyı kaldırdılar, açıkça İslam'a verdikleri değeriortaya koydular. Mesela İslam KerimovCumhurbaşkanı olduğunda Kuran-ı Kerim üzerineyemin etti. Nazarbayev the Washington Times ilemülakatında, kendisine 'Kazakistan'ı kuzeye Rusya'yave Avrupa geleneklerine mi yoksa sizin köklerinizdeolan Güneye, İslam geleneklerine mi daha çok dönük(bakıyor) görüyorsunuz?' diye sorulduğunda kendisi'Bildiğiniz gibi Kazaklar Müslüman'dır. Ve tarihi olarakKazaklar Türki halk gurubuna dahildir. SovyetlerBirliği bizim bu kültürlerle ve bu halklarla ilişkilerimizidevam ettirmemizi engelledi, ayırdı. Bu yüzden biz tabiolarak Türkiye'ye ve güneyli Müslüman ülkeleremeyyaliz' diye cevap verdi. (The Washington Times,Mayıs 20, 1992). Ayrıca başarısız Ağustos darbesindensonra Nazarbayev ilk resmi ziyaretini 25 Eylül 1991 deTürkiye'ye yaptı. (Ataöv 1992). Türkiye ile ilişkilerbağımsızlık sonrası her alanda geliştiriliyor. Builişkilerin geliştirilmesinde Türkiye'ye yönelik olumluimaj ve( Mahmutoğlu'nun 1987) ileri sürdüğü gibi,Türkiye dışındaki Türk kökenlilerin geneldeTürkiye'yi ikinci bir vatan olarak kabul etmeleri teşvikedici bir rol oynadı. Türk cumhuriyetleri ve Türkiyecumhurbaşkanları arasında Ankara zirvesi 30-31 Ekim1992 de Ankara'da gerçekleştirildi ve bu zirveler,Azerbaycan'daki iç karışıklık nedeniyle 1993 yılındayapılması planlanan zirvenin yapılamaması dışında heryıl tekrarlanıyor. 1992 yılındaki Ankara bildirisindegörüldüğü üzere, bu zirvelerde Türk cumhuriyetleriarasındaki ortak kültür ve tarih ve dil gibi ortakfaktörlerin tekrar canlandırılmasının önemivurgulandı. Kültürel ilişkiler açısından Türkiye ileTürk cumhuriyetleri arasında öğrenci değişimprogramı önemli bir adımdı. Türkiye on bin kontenjanayırmaya karar verdi (1992-1993 dönemi için bu sayı6.500 oldu). Bunun dışında Türk iş adamları değişiksektörlerde yatırımlar yaptı. Özellikle Türk devleti veTürk iş adamları batı standartlarında eğitim yapanmodern kolejler açtı ve bunlar cumhuriyetlerde kabulgördü. Bu okullar orada Türk ve Türkiye imajınıtemsil etmektedir. Kendisiyle yaptığım kişiselmülakattabilig-8/Kış’99


72(Ayşe Ayata, 14 Mayıs 1996) bu okulların İngilizce'yi,Bilgisayarı, modern bilimi, Atatürk'ü ve Türk Kültürünüburalara taşımakta olduklarını ileri sürdü. Ayrıca ortak TVyayıncılığında da önemli adım atıldı. Mesela Türkbaşbakanı Demirel'in Türk cumhuriyetlerini ziyaretebaşladığı gün olan 27 Nisan 1992 de TRT INT-AVRASYAkanalı Azerbaycan'a ve Orta Asya cumhuriyetlerine yayınyapmaya başladı. Bu ilişkilerin aynı etnik kökten gelmebilincinin artmasına yardımcı olacağı, Türkiye ile bucumhuriyetler arasında köprü kurup olumlu kamu oyuoluşturacağı, bu ülkelerin Latin alfabesine alışmalarına vebu alfabeyi benimsemelerine yardım edeceği söylenebilir.Yine bu gelişen ilişkilerin ortak bir dil oluşturmanın yanısıra ortak değer olan "İslam kültürü"nün güçlenmesine,yerleşmesine yardımcı olacağı açıktır.Diğer taraftan yeni bağımsız olmuş Türkcumhuriyetlerindeki İslami kimliğin önem kazanmayabaşlaması bazı kesimlerce İran için olumlu bir gelişmeolarak değerlendirilmekte ve İran türü rejimlerin oralaratransfer edilmeleri söz konusu edilmektedir. Bu iddialarhemen Sovyetlerin dağılmasının ardından çok daha fazla idifakat daha sonra bu iddia sahipleri çok azaldı. Unutulan,fakat unutulmaması gereken bir gerçek vardır, o da İran'ınŞii İslam'ına karşı Sovyet Müslümanları Sünni İslam'ainanmaktadırlar ve bu iki mezhep arasında soğukluk vardır.Bu bağlamda, İran ile Osmanlı İmparatorluğu arasındakisavaşlar hatırda tutulmalıdır. Bu nedenle Türkcumhuriyetleri İran'a güvenmiyorlar ve de sıcakbakmıyorlar. Yukarıda sözü edilen kişisel mülakatta (11Haziran 1993) Annaguli Nurmemedov, Türkmenistan'ınAnkara Büyük Elçiliği müsteşarı, bu hususu şöyleaçıklamaktadır; "İran'ın fundamentalizmi bize gelemez.Onların halkı Şii bizim halkımız Sünni. Bizim halkımızonların Mollalarına güvenmez". Azerbaycan'da halkın üçteikisi Şii olduğu halde orada bile İran lehine olumlukamuoyu yoktur. Çünkü İran'ın Ermenistan'ı desteklemesi,kuzey İran'da Azerilerin yaşıyor olması, Azeri halkın dil vemilliyet sebeplerinden dolayı Türkiye'ye yakınlık duymasıgibi nedenlerle İran yerine Türki-ye Azeri halkın gözünde daha popülerdir. Mesela,Azerbaycan Bilimler Akademisi hukuk ve FilozofiEnstitüsünün yaptığı ankete göre Azeri halkı Azerbaycan'ınİran(%3) yerine Türkiye (%43) ile yakın ilişkiler kurmasıgerektiğine inanmaktadır. (Zaman, 20 Haziran 1992). Bunedenle İslam kimliğinin Türk cumhuriyetlerinde önemkazanması İran lehine bir gelişme olarak değerlendirilemezve İran türü rejim beklentisi yanlıştır. Aslında kültürel vepolitik zeminin uygun olmadığının, uluslararası ilişkilerdeizole edildiğinin farkında olan İran yönetimi de öncelikliolarak rejim ihracı yerine politik ve ekonomik ilişkilerigeliştirmeye önem vermektedir. Bu nedenlerden dolayıbağımsızlığı takip eden yıllar bu tür iddia sahiplerininiddialarını çürütmüştür.SONUÇÖzetle, her ne kadar İslam kültürü saldırılara maruzkalmış olsa, yıpransa, ibadethaneler kapatılıp din adamlarısürgünlere gönderilse, katledilse de Sovyet dönemindeİslam kimliği bir tanıtıcı marka olarak dahi olsa her zamankalmıştır. Bağımsızlık sonrası halkın özgürleşmesi, Türkiyeve diğer Müslüman ülkelerle ilişkiler kurulması ve dünyayaaçılma, Birleşmiş Milletler, ECO, İslam KonferansıTeşkilatı gibi yeni örgütlere üyelik İslam kimliğinin buülkelerde tekrar önem kazanmasına yardımcı olangelişmelerdir.İslam kimliğinin önem kazanması henüz milletleşememişama milletleşme sürecinde olan, halkın henüztam kaynaşamadığı, kabileciliğin halen önemli olduğu bucumhuriyetlerde birleştirici bir unsur olarak iç barışınsağlanmasında olumlu bir rol oynamakta, kabileciliğinayırımcılığına karşı bütünleştirici, kardeşlik sağlayıcı bir rolüstlenmektedir. Benzeri bir şekilde yeni bağımsız olmuşcumhuriyetlerin birbirlerinin toprakları üzerinde bazıiddiaları olması, Kırgızlarla Özbekler, ÖzbeklerleAhıskalılar arasında görüldüğü gibi sürtüşmeler olması, bucumhuriyetlerin birbirleriyle çatışmaya girmesine sebepolabilir. Bu bağlamda İslam'ın ortak değer olarak kardeşliksağlayıcı rolü bölge barışı açısından olumlu bir katkısağlayabilir.bilig-8/Kış’99


73İslam kültürünün Türkiye ile Türk cumhuriyetleriarasında müşterek bir değer olarak Türkcumhuriyetlerinde yeniden önem kazanması Türkiyeile bu cumhuriyetlerin arasındaki ilişkiler açısındanteşvik edici pozitif bir gelişmedir. Daha da önemlisiortak kültürel değerler ve geçmiş yüzünden hemenbağımsızlığı takip eden yıllarda bu cumhuriyetlerinTürkiye'den çok büyük beklentileri vardı. Ekonomik,politik ve kültürel transformasyonlarında Türkiye'ninkendilerine her türlü yardımı yapacağını ümitediyorlardı. Fakat zamanla Türkiye'nin de sınırlarıolduğunu, ekonomik politik problemleri olduğunuanladılar ve beklentiler de gerçekçi olmaya başladı.Cumhur-başkanları zirvesi, öğrenci değişim programı,televizyon yayıncılığı gibi konularda sözü geçencumhuriyetlerin olumlu reaksiyonları ve bu sahalardaişbirliğine razı olmalarının ardında yine bu ortak kültürve en önemli öğesi olarak İslam'ın etkisi hatırdatutulmalıdır. Hem Türk özel sektörü hem de devletkuruluşları için bu cumhuriyetlerle olan ortak kültürelbağlarımız uygun bir zemin hazırlamakta her iki tarafıda daha fazla yayılan ve derinleşen ilişkiler için teşviketmektedir. Fakat unutulmamalıdır ki bu ilişkilerpolitik konjonktürün müsaade ettiği sınırlar içerisindecereyan etmek mecburiyetindedir.KAYNAKLARATAÖV, Türkkaya. (1992), "Turkey's ExpandingRelations with the CIS and Eastern Europe" inTurkish Foreign Policy, edited by Clement H.Dodd, Eothen Press, Huntington.BAL, İdris. (1996), "Orta Asya'da Sovyet KontrolYöntemleri", Avrasya Etütleri. Cilt.3, Sa-yı.2.BENNİNGSEN, Alexander. (1967), Islam in theSoviet Union. Pall Mall Press, London.BENNİNGSEN, Alexander ve Broxap, Marie.(1983), Islamic Threat to the Soviets.: St.Martin's Press, New York.BİLGİÇ, Emin. (Nisan, 1993), "Rus-Sovyet Dünyasıile Türk Aleminin Tarihte Münasebetleri veKomünizmin Akibeti Hakkında Düşünceler",Türk Dünyası Araştırmaları. No:83.CHOUDHURY, G.W. (1990) Islam and TheContemporary World, Indus Thames PublishersLtd, London.CRITCHLOW, James. (10 July 1992), 'Will There Bea Turkestan?' RFE/RL Research Re-port, Vol.1,No.28.D'ENCAUSSE, Helene Carrere. (1988), Islam and theRussian Empire. I.B.Tauris & Co. Ltd., London.HAYİT, Baymirza. (Nisan-1993), "Vatanımı ZiyaretEttim", Türk Dünyası Araştırmaları.Cilt.l4,No:83.HİGGİNS, Andrew. (14 April 1992), "Kazakhs inthrall to a colonial past", The Independent.HIRO, Dilip. (1994), Between Marx and Muhammed.Harper Collins Publishers, London.ILGAR, İhsan. (1988), Rusyada Birinci MüslümanKongresi,: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları,İstanbul.KARAÖRS, Metin. (Ocak 1994), "Türk DilininBirliği Bütünlüğü ve Söz Varlığı", Yeni Forum, ,Cilt. 15, No: 296.KONAK, Necdet. (Aralık 1993), "Van Gogh SarısıDeğil Balam, Bozkır Sarısı", İzlenim.LENKERANLI, Melike Hacaloğlu. (Kasım-Aralık1993), "Azerbaycanı Bölmeye Yönelik Rus-İranMüşterek Senaryosu: Taliş-Mugan Cumhuriyeti",Azerbaycan. No: 294.MAHMUTOĞLU, M. Niyazi. (1987), DoğuTürkistan. Gökhan Öndin Eğitim VakfıYayınları, İzmir.MALASHENKO, Alexei V. (1993), "Islam VersusCommunism" in Eickelman, Dale F. Russia'sMuslim Frontiers. Indiana University Press,Indianapolis.bilig-8/Kış’99


74NADIR, Devlet. (1993), Çağdaş Türkiler. DoğuştanGünümüze Büyük İslam Tarihi, Akçağ Yayınları,Ankara.OLCOTT, Martha Brill. (1993), "Central Asia'sPolitical Crisis", Dale F. Eickelman, (ed)Russia's Muslim Frontiers. Indiana UniversityPress, Indianapolis.PANARIN, Sergei A. (1994), "The EthnohistoricalDynamics of Muslim Societies within Russia andthe CIS", in Mesbahi, Mohiaddin. Central Asiaand the Caucasus after the Soviet Union.University Press of Florida, Gainesville.POLIAKOV, Sergie P. Edited with an introduction byMartha Brill Olcott, Translated by AnthonyOlcott, (1992), Everyday Islam. M.E. Sharpe,London.SARAY, Mehmet. (1993), Azerbaycan TürkleriTarihi. Nesil Matbaacılık ve Yayıncılık San. veTic. A.Ş., İstanbul.SARAY, Mehmet. (1993), Kırgız Türkleri Tarihi,:Nesil Matbaacılık ve Yayıncılık San. ve Tic.A.Ş., İstanbul.SARAY, Mehmet. (1987), Türk DünyasındaEğitim Reformu ve Gaspirali İsmail Bey(1951-1914). Türk Kültürünü AraştırmaEnstitüsü, Ankara.TOKER, Yalçın. (1992), Büyük Uyanış. TokerYayınları, İstanbul.WHITE, S. (1991), Gorbachev and After. CambridgeUniversity press, Cambridge.WINROW, Gareth M. (1992), "Turkey and FormerSoviet Central Asia: National and EthnicIdentity", Central Asian Survey. Vol.11, No:3.ZAIM, Sabahaddin. (1993), Türk ve İslamDünyasının Yeniden Yapılanması. Yeni AsyaYayınları, Istanbul.ZENKOVSKY, Serge A. (1960), A. Pan-Tur-kismand İslam in Russia. Harvard University Press,Cambridge.KİŞİSEL MÜLAKATLARİsmail YOLCUOĞLU, Azerbaycan'ın AnkaraBüyükelçiliği Müsteşarı (1993) ile şahsi mülakat,10 Haziran 1993.Andrew MANGO ile şahsi mülakat, Londra, 29Haziran 1995.Ayşe AYATA, ODTÜ Öğretim Üyesi, ile ŞahsiMülakat, Ankara, 14 Mayıs 1996.Annaguli NURMEMEDOV, Türkmenistanın AnkaraBüyükelçiliği Müsteşarı ile Şahsi mülakat, 11Haziran 1993.GAZETELER, DERGİLER, RAPORLAR,ANKETLERANKARA BİLDİRİSİ, Ankara, 1992: DışişleriBakanlığından tarafımca alınan bildiri metni.Bu güne Kadar Başkanlığımızca SoydaşlarımızaSunulan Hizmetler, Diyanet İşleri Başkanlığındanalınan yayınlanmamış rapor, (21 Haziran 1993'tealındı).İdris BAL, İzmir'de, Türk Cumhuriyetlerinden gelen291 öğrenci arasında Anket Çalışması, Haziran-Temmuz 1993.Türkiye İktisat. Nisan, 1993.Time Magazine. 10 April, 1989.The Washington Times. Mayıs 20, 1992.Zaman. 5 Mayıs 1992.Zaman. 20 Haziran 1992.Zaman. 1 Şubat 1993.bilig-8/Kış’99


75ISLAMIC IDENTITY IN TURKISH REPUBLICS INTHE PAST AND TODAY AND ITS IMPACT ON RELATIONS BETWEENTURKEY AND TURKISH REPUBLICS<strong>Dr</strong>. İdris BALInstructor at Police Academy Gölbaşı-ANKARAABSTRACTBefore the Soviet period, peoples of Turkic origin attributed importance toIslamic identity and therefore this identity was more important than ethnicidentity for them. The effects of this identity on people was regarded as dangerousby Tsars and USSR, and to overcome this, Russification, policies of divide andrule, oppression, massacres and deportations, anti Islamic propaganda andprohibitions were used as methods of fighting against Islam. Although it ispossible to argue that Islam was not removed completely, the impact of Islam wasundermined to a large degree that it remained only as a term used by people toidentify themselves. Also peoples of Turkic origin began to identify themselveswith the domestic nationalities. Although nationalisation process still continues inthese republics, tribes and ethnic groups are still important and political structureis largely based on tribe base. This situation constitutes a potential danger that canthreat domestic peace.With the end of USSR, repression on Islam was diminished and Islamic identitystarted to regain its strength in the Central Asia, Caucasus, and the areas likeTatarstan and Chechenstan in the Russian Federation. In contrast to the past,newly independent Turkic republics began to regard moderate Islam as anassistant factor that helps nation building, can take a positive role in establishingbrotherhood among citizens and assist in regional peace. Common Islamic cultureprepares a suitable psychological base for developing relations between Turkey andTurkic Republics. Summits taken place among presidents of Turkic Republics,student exchange program, investments of Turkish businessmen, modern collagesopened by Turkish state and Turkish businessmen in these republics, common TVbroadcasting and Turkic republics' decision to adopt Latin alphabet, aremilestones in developing relations between Turkey and Turkic republics.Key Words:Islam, Turk, Russian, Oppression, Identity, Dive-Rulebilig-8/Kış’99


76bilig-8/Kış’99


77GÖSTEREN-GÖSTERİLEN İLİŞKİSİAÇISINDAN TÜRKÇENİN GÖRÜNÜMÜÜZERİNE BİR DENEME<strong>Dr</strong>. Muhsine BÖREKÇİAtatürk ÜniversitesiKâzım Karabekir Eğitim FakültesiTürkçe Öğretmenliği BölümüÖZETDil bilimi kuramları, çeşitli dillerin ortak özelliklerinden hareketleoluşturulmuş ve genel anlamda "dil" sistemini tanımlamayı amaçlamışlardır.Ancak diller toplumdan topluma değişen sistemlerdir ve onları yaratankültürden bağımsız değillerdir. Toplumların düşünce yapıları ve kültürleridillerini biçimlendirmiştir. Bu nedenle bir milletin dilini diğer dillerden farklıkılan ve tanımlanırken dil bilimi kuramlarının ortaya koyduğu ölçütten farklıyaklaşımlar gerektiren özellikler taşıdıkları görülür.Bu çalışmada, Türkçe, Saussure'ün ortaya koyduğu "göstergeninnedensizliği" ilkesi bakımından değerlendirilmektedir.Bilindiği gibi Türkçeyi diğer dillerden farklı kılan en önemli özellik, bireşimsel(sentetik) yapısı ve son eyleyen (önemli öğeyi sona atan) söz dizimidir. Buözellikler de daha ilk bakışta gösteren-gösterilen ilişkisinin nedenli olduğu –Saussure’ün deyimiyle "görece nedenlilik taşıdığı"- izlenimini doğurmaktadır.Bu çalışmada, çeşitli dil göstergelerinin gösterilen boyutu ve bu iki boyutarasındaki ilişki dikkatlere sunularak Türkçede "göreceli nedenliliğin" oldukçaönemli bir özellik olduğu sonucuna varılmaktadır.Anahtar KelimelerDil, Kültür, Türkçe, Gösteren, Gösterilen, Göstergenin nedensizliği, nedenlilikbilig-8/Kış’99


78GİRİŞHer alanda olduğu gibi dil alanında da bilimselçalışmalar önce uğraşılan konunun tanımlanmasına vesınırlanmasına yönelik olarak başlamıştır. Bu nedenle de"dil nedir?" "nasıl doğmuştur?" "Kavramlarla kavramişaretleri arasında nasıl bir ilişki vardır?" biçimindekisorular yıllarca dilbilimcileri, düşünürleri meşgul etmiştir.Anlamını "insanlara özgü, çözümlenebilir seslerden kuruluolan anlaşma aracı" olarak sınırlandırsa bile genel olarak"dil" olgusu üzerine düşünen herkes öncelikle dünyada pekçok dilin var olduğu; bu dillerin pek çok bakımdanbirbirlerinden farklı özellikler taşıdığı gerçeğiylekarşılaşmaktadır. İnsan dili üzerine düşünürken pek çokfarklı dilin farklı yönlerini gözardı edip onları genelde dilsistemine dahil eden ortak yönleri esas almak durumundakalmaktadır. Gerçekten de ne kadar farklı olurlarsa olsunlarbütün diller pek çok bakımdan birbirlerinebenzemektedirler. Bu nedenle de kendi ana dilinden ve budilin girdiği dil ailesinden hareketle genelde dil ile ilgiliçok yerinde betimlemeler yapılabilmiştir.Dilbilim alanında devrim niteliğinde saptamalaryapmış olan dilbilimcilerin bütün dünya dillerini bildikleriya da bu saptamaları yaparken bütün dilleri dikkate almışoldukları düşünülemez. Öyleyse her dil genel dilbiliminortaya koyduğu ölçütler ışığında yeniden betimlenebilir. Buçalışmada Ferdinand de Saussure'ün ortaya koyduğu"göstergenin nedensizliği" ilkesi açısından Türkçenindurumu saptanmaya çalışılmaktadır.Bu saptamanın ancak kökenbilim, (etimoloji)budunbilim, (antropoloji) kültür tarihi, toplum-dilbilim(sosyolengüistik), ruhdilbilim (psikolengüistik) gibi pekçok alanda yapılacak çok geniş kapsamlı çalışmalarsonucunda gerçekleştirilebileceği bilinmektedir. BuradaTürkçede ilk bakışta görülebilecek verilerden hareketlebazı tespitlerin dikkatlere sunulması amaçlanmıştır.KÜLTÜR <strong>VE</strong> DİL BAĞLANTISINA KARŞILIKGÖSTERGENİN NEDENSİZLİĞİ İLKESİKültür, bir toplumun soyut ya da somut bütündeneyimlerinden oluşan bir birikimdir. Ancak bu birikiminoluşabilmesi için kuşaktan kuşağa aktarılmasıgerekmektedir. Bu da dil ile sağlanır. Öte yandan dil degerçek dünyayı kendi kurmaca dünyasına aktaran bir araçolduğu için varlığı ve gelişmişliği o gerçek dünyanınboyutlarına bağlıdır. Yani, besin kaynağı kültürdür. Bunedenle kültürle dil arasında iki yönlü ve derin bir ilişki sözkonusudur. Bu ilişki dil ile ilgilenen pek çok düşünürtarafından da vurgulanmıştır:"Diller ve öğeleri bir çağdan ötekine geçe geçegeldiğinden, geçmişin şimdiki zamana etkileri kültürün enderinlerine kadar işler. Dil aynı zamanda düşünme ve duymabiçiminin bir kavrayış şeklidir. Bütün bunlar, yani ulusundüşünme, duyma biçimi, karakteri, nesneleri kavrayış şekli,diline etki yapmadan ulus üzerine etki yapamazlar. Nitekim,Humboldt'a göre, Klasik İlkçağ yerine Hint İlkçağı Avrupakültürü üzerine etki yapsaydı, bugünkü Batı dilleri birçokyanlarında bir başka şekil alırdı." (Akarsu, 1984. 83.s.)Kültürle dil arasındaki bu vazgeçilemez etkileşimerağmen Saussure, dil göstergesinin öz niteliğini açıklarkenbirinci ilke olarak göstergenin nedensizliğinivurgulamaktadır:"Göstereni gösterilenle birleştiren bağ nedensizdir.Göstergeyi bir göstergenin bir gösterilenle birleşmesindendoğan bir bütün olarak gördüğümüzden daha yalın olarakşöyle de diyebiliriz: Dil göstergesi nedensizdir. "(Saussure,1985, 73.s.)Bu da kültür-dil bağlantısı ile çelişen bir durumyaratmaktadır. Dilin yapısını etkileyen kültür, kavramlarınişaretlenmesi bir başka ifade ile sözcüklerin yaratılmasıdüzeyinde etkili olmamış mıdır? Bir sözcüğe daha doğrusubir ses birleşimine bir nesneyi ya da kavramı karşılamagörevi hiçbir nedene dayanmaksızın, sadece bir rastlantısonucu mu verilmiştir? Ulusun kültürünün toplumun buseçiminde her hangi bir yönlendirmesi var mıdır?Saussure'ün bu "birinci ilke"yi belirlerken hareket noktasıolarak seçtiği dilin/dillerin kökenine gidilirse gösterenlegösterileni birleştiren bir kültürel bağ/neden bulunabilir mi?bilig-8/Kış’99


79GÖSTEREN-GÖSTERİLEN <strong>VE</strong> KÜLTÜR-DİLİLİŞKİSİ BAĞLAMINDA TÜRKÇENİNGÖRÜNÜMÜSaussure'ün göstergenin nedensizliğiniaçıklarken Fransızca için verdiği örnek, Türkçeyeuyarlandığında daha farklı çağrışımlar yaptığıgörülmektedir:"Örneğin "kardeş" kavramının, kendisine gösterenlikyapan k-a-r-d-e-ş ses dizilişiyle hiçbir iç bağıntısıyoktur. (Burada çevirenin şu şekilde bir dipnotu vardır:Saussure'ün verdiği örneği (soeur "kızkardeş") Türliçeyeuyarlıyoruz.) Başka herhangi bir diziliş de onu aynıoranda gösterebilir. Diller arasındaki ayrılıklar, doğrudandoğruya da değişik dillerin varlığı bunu kanıtlar."(Saussure, 1985, 73.s.)Fransızca "soeur" için yukarıda söylenenlerdoğru olabilir. Ancak Türkçe "kardeş" biçimbirimiiçin bu yargının yüzde yüz bir geçerliliği yoktur.Türkçede "herhangi bir başka diziliş" "karın" sözlükbiçimbirimi ile /+DAş/ dilbilgisi biçimbirimininbirleşmesinden oluşan bu kavramı gösteremezdi.Ayrıca akrabalık bağlarına çok önem veren birkültürü dile aktardığı için Türkçede aynı karındanolma gibi biyolojik bir durumu ifade eden"kardeş" göstergesi tek başına fazla bir anlamtaşımamakta; Fransızca "soeur" göstergesine karşılıktoplumsal-kültürel bir içeriği de olan "abla" ve"bacı" biçimbirimleri kullanılmaktadır. Türk ailesisteminin öncelikle "abla"ya; onun olmadığı yerdede "bacı"ya yüklediği ikinci “ana”lık görevinin,Türkçede de "aba" (anne) göstergesinden yenitürevlerin oluşmasına neden olduğu düşünülebilir. 1Saussure'den sonraki dilbilimcilerin de hareketnoktası hep aynı olmuş; eklemeliliğin bir bakımanedenlilik olduğu dikkate alınmamış; Saussure'ün deifade ettiği "Gösterge görece olarak nedenliliktaşıyabilir" ifadesi gösterenle gösterilen arasındakiilişkinin nedensizliği ön kabulünün gölgesindekalmıştır:"Öyleyse, ses biçimleriyle kavram arasındakibağlantıyı "nedensiz" bir bağlantı olarak niteleyebiliriz.Ancak bu nedensizliği aşan bazı durumlar olabilir.Söz gelimi "kılıç balığı"na "kılıç"a benzediği için bu adınverilmesi gibi. /kılıç/ ses biçimiyle /KILIÇ/ kavramıarasında bağlantı nedensiz, ama kılıç balığının adı birdereceye kadar nedenlidir." (Erkman, 1987. 41.s.)Bu ifade "kılıç balığı" kavramının dileaktarılmasında gözlenen kültürel etkinin "kılıç"kavramının işaretlenmesi aşamasında görülmediğianlamına gelir. Oysa sadece Divan-ı Lügat-itTürk'e bakıldığında bile "kılıç" ın kavram alanınagiren şu göstergeler görülür:Kılıç, kın (kılıç ve başka kesici aletlerin içinekonduğu kılıf.), kıldruk (kıl gibi ince ve kılıç gibibatıcı olan şey), kıy- (kes-, doğra-, kılıcın yaptığı iş)Bu kavram işaretlerinin ilk seslerinin ortakolması acaba tesadüf müdür? Yoksa kılıç nesnesinekarşılık /Kılıç/ biçimbirimini oluşturan bir kültürelbirikimin, yani gösterenle gösterilen arasında varolan bir bağıntının göstergesi midir? "Kılıç"biçimbiriminin " kı- +" kökünden geldiğini yani birbakıma gösteren-gösterilen ilişkisi açısındannedenli olduğunu varsaysak bile bu kez "kı-+"biçimbiriminin gösterileniyle olan ilişkisinin şairArif Nihat Asya'ya:Kılıç, kalkan sesinden, nal şakırtılarındanDilimde ince, kalın "K" harfinin bolluğu;Bellidir ecdadımın at üstünde yaşayıpYeri göğü kılıçla imzalamış olduğu.(Asya, 1990, 161.s.) dizelerini söyleten/yazdıranbir nedeni var mıdır? Yoksa herhangi bir canlınınboğazlanırken çıkardığı "k" sesinin Türkçedekikes-, boğazla, doğra- nın kavram alanına girenkavram işaretlerinde temel ünsüz olması, hatta millîTürk alfabesi olduğu bilinen Orhun yazısında "k"sesinin "ok" anlamına gelmesi ve ok biçiminde (↓)gösterilmesi tesadüf müdür?Saussure, çözümsel (analitik) bir dilden ve eşsüremli bir yaklaşımla "görece olarak nedenliliktaşıyan" pek çok örnek vermektedir. Bu açıdanTürkçeye bakıldığında bu "görece nedenliliğin" dilioluşturan sistemin en dikkat çekici özelliği ol-1 Tuğlacı, "abla" göstergesinin kökenini "ağa+bula" biçiminde göstermektedir."Bula" Eski Anadolu Türkçesinde kullanılmıştır. Bugün Türkşivelerinde bu anlamı ifade eden değişik göstergeler vardır, (bk: Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü) Bu değişik göstergelerin hepsininTürkçenin ilk yazılı belgelerinde geçen "eçü-apa" ile kökteş oldukları düşünülmüştür.bilig-8/Kış’99


80duğu gözlenir. Zaten bireşimsel (sentetik) olaraktanımlanmasının nedeni de bu olsa gerektir. Bir başka ifadeile bireşimsel bir yapı sergilemek, en azından "türev"niteliğindeki göstergelerin gösterilenleriyle "kök"e bağlı ve"nedenli" bir ilişki içinde olmaları anlamına gelmektedir.Çünkü "bireşimsel" yapı, "bireşimsel" düşünme biçiminigerektirmektedir. Felsefede "belli önermelerden kalkıpbunların zorunlu sonucu olarak başka önermelere varmayöntemi" (Hançerlioğlu, 1992, 92.s.) olarak tanımlanan"bireşimsel", dile "belli köklerden hareketle belli türevlereulaşmak" biçiminde uyarlanabilir.Dillerin doğuşuyla ilgili teoriler incelendiğinde deSaussure'ün "göreceli nedenlilik" olarak tanımladığıilişkinin aslında ifade edilenden çok daha etkili olduğugörülebilir:"Kökler birçok biçimde oluşabilirler. Tabii ki kendiliğindenifade değil de benzeyen bir işaretin iradi eklemleşmesiolan doğadaki seslerin taklidi (onomato-pee):"adlandırılmak istenen nesnenin çıkardığı gürültününaynını kendi sesiyle yapmak." Duyular içinde hissedilen birbenzerliğin kullanılmasıyla: "Görünüşü canlı, hızlı, katıolan kırmızı rengin izlenimi, işitme duygusu üzerindebenzer bir izlenim yaratan R (Fransızcada kırmızı: rouge)sesiyle çok iyi aktarılacaktır". Ses organlarına işaretedilmek istenilenlerinkine benzeyen hareketleri dayatarak:"bu duruma geçmiş organın biçim ve doğal hareketlerindenkaynaklanan ses, böylece nesnenin adı haline gelecektir":bir cismin bir başkasına sürtünmesini işaret etmek üzere,gırtlak temizlenmesi sesi çıkarılacaktır; boğaz içbükey biryüzeyi işaret etmek üzere, içsel olarak oyulmaktadır.Nihayet bir organı ifade etmek üzere, onun doğal olarakçıkardığı sesleri kullanarak: ghen eklemleşmesi, gırtlağın(gorge) kaynaklandığı adı vermiştir ve (dents) ifade etmeküzere diş seslerinden (d ve t) yararlanılmaktadır.Benzerliğin, bu anlaşmaya dayalı eklemleşmeleriyle, her dilkendi ilkel kökleri üzerinde yeni oyunlar oynayabilir. Bukısıtlı bir oyundur, çünkü bu köklerin hemen hepsi tekhecelidir ve sayıları çok azdır... Ama her dil kendiözgünlüğü içinde, bunlardan hareketle oluşmuştur."(Foucault, 1992, 158.s.)Türkçenin de bu çok az sayıdaki köklerden hareketle"bir tohumdan büyük bir ağacın oluşa-rak, yeni sürgünlerle koskoca bir ormana can vermesigibi"(Foucault, 1992, 158-159.S.) oluşturulmuş olduğunusöylemek yanlış olmaz. Bu da Türkçenin söz varlığınıoluşturan göstergelerden büyük bir bölümünün gösterengösterilenilişkisi bakımından nedenli olduğu anlamınagelir. Dilin gerek iç tarihi gerekse dış tarihi ile ilgilietkenlerin, bazen bu ilişkinin görülememesi sonucunudoğurmuş olmasına rağmen Türkçenin söz varlığının arkaplanında Türklerin yaşama ve düşünme biçimlerinin, dünyagörüşlerinin birikimi olan Türk kültürünü görmekmümkündür.Meselâ: say- (var say-); say- (sayı say-); san-; sav;savcı; saban; sap; sapla-; sanç-; sancı ... gibi STTitibarıyla ilgisiz gibi görülen pek çok kök/kökenin ortak birsa-(düşün-, söyle-, say-, del-, sanç-) köküne bağlanabilmesibu türevlerin artık nedenli olduğu anlamına gelir. Bugöstergelerin onların ortaya çıkmasındaki nedenlerdenuzaklaşarak başka anlama kaymaları ise dilin iç ve/veya dıştarihine bağlı başka nedenlerle açıklanabilir. Yani dildegörülen biçim ve anlam farklılaşmaları da kültüre bağlı birsüreç izler. Ekin ve kökün rahatça ayrılabildiği türevgöstergelerdeise, gösteren-gösterilen ilişkisinin nedenliliğigözlenebilir. Zaten Saussure de bazı diller için "görecenedenliliğin" önemli bir nitelik olduğunu ifade etmiştir:"Hiçbir öğenin nedenli olmadığı dil yoktur. Her öğeninnedenli olduğu bir dil düşünebilmek ise dilin tanımı gereğiolanaksızdır. Çeşitli diller her zaman iki türden -köktennedensiz ve görece nedenli- öğe kapsar. Ama bunların oranıdilden dile büyük değişiklikler gösterir. Bu da önemli birözelliktir ve diller sınıflandırılırken göz önündebulundurulabilir." (Saussure, 1985, 144.S.)İşte Saussure'ün "görece nedenlilik" olarak adlandırdığıve "salt nedensizlik"ten ayırdığı bu nitelik Türkçe için(belki Türkçe gibi eklemeli olan başka diller için) önemlibir betimleyicidir. Türkçenin söz varlığını oluşturangöstergelerin gösterilen boyutunda Türk toplumunun kültürbirikimini bulmak mümkündür. Yani dil göstergeleri aynızamanda toplumun dünya görüşünü, yaşama biçiminikısacası kültürünü dile aktaran, yorumlanabilir bir felsefîgösterge olma özelliğini kazanmışlar ve zamanla -toplumunkültür yapısına paralel olarak- anlam genişlemesine,daralmasınabilig-8/Kış’99


81veya değişmesine uğramışlardır. Örneğin:Orhun Yazıtları'nda sıkça kullanılan "ilgerü> ileri"göstergesi, Türklerin ruhundaki fetih arzusunu Türkçeye eniyi yansıtan kelimelerden biri olarak değerlendirilebilir."Doğu, ön, önde" anlamlarında kullanılan bu kavramişareti iki biçim birimden oluşmaktadır, "il" isim kökü ve"garu" yön eki. "ileri" "ile doğru" demektir. Bu, "belirli"değil; "genel" bir yerdir. Yani il daima ilerde, öndedir vedaima ulaşılacak bir amaçtır, "fetih" için bir hedeftir.Yahya Kemal'"Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: "ilerle!"Bir yaz günü geçtik Tuna'dan, kafilelerle... (TDK. 1996.185.s.)mısraları ile bu ruhu günümüze taşımayı amaçlamıştır.Dikkat edilirse göstergenin bu kültürel içeriğini tam olarakaktarabilmek ve bu anlamın artık geçmişte kaldığınıanlatabilmek için "bin atlı", "akın", "tolga", "beylerbeyi"gibi bugün kullanılmayan kavramların göstergelerindenyararlanmıştır.Bu gün "ileri", "iler(i)le-" göstergelerinin kazandığıyeni dilsel değer, Türk toplumunun yeni kültürel yapısınında bir göstergesi durumundadır. Yerleşik hayatın birsonucu olarak il: şehir anlamını kazanmış; uygarlığı temsileder olmuştur. Bunun sonucu olarak da ilerle-: uygarlaş-,çağdaşlaş- anlamlarını yüklenmiştir.Yine,"söz" ve "söyle" biçimbirimlerinde Türklerin"Kutadgu Bilig"den, "Atabetü'l Hakayık"tan ata sözlerinekadar uzanan bakış açılarını görmek mümkündür. "Söz"isminin ve "söyle-" fiilinin temelinde "ö-" (düşün-) fiilivardır. Yani söz ve söyle- kavramları düşün- temeliüzerinde işaretlenmişlerdir. Atabetü'l Hakayık'tan alınan şubeyitler, bu dünya görüşünü dile aktarmaktadırlar:eşitgil biliglig ne tip ayur / edepler başı til küdezmektiyürsanıp sözlegen er sözi söz sagı / öküş yangşagan tilunulmaz yagı(İşit bilgili insan ne diyor. En önemli edep, dilimuhafaza etmektir, diyor. Düşünerek konuşanadamın sözü, sözün iyisidir. Çok gevezelik eden dil karşıkonulmaz bir düşmandır.)"Bin düşün bir söyle" "Boğaz boğum boğumdur aklagelen her şey hemen ağıza gelmesin diye" gibi pek çok atasözünde de "söz" ve "söyle-" göstergelerinin kültürelboyutu görülebilir.Örnekleri çoğaltmak, sözlüğümüzdeki her biçimbirimin arka planını oluşturan dünya görüşü hakkındayorum yapmak mümkündür. Hatta dilimize yabancıdillerden gelen sözlük biçimbirimleri bile üstlendiklerikültürel değerler açısından incelenebilir.Ancak dil sözlükten ve dilbilgisi biçimbirimlerindenibaret değildir. Dilin özgünlüğü asıl ikinci boyutunda,kavram ilişkilerinde ortaya çıkar. Toplumların insanlığınortak malı olan dil sistemini kendi kültürleriyle, kendiyaşama biçimleriyle yoğurarak kendilerine mal etmeleriyani millîleştirmeleri de asıl bu seviyede belirir. MeselâTürkçenin son eyleyen bir dil olmasını yani önemli unsurusona atmasını, Türklerin düşünerek konuşma ilkesinebağlamak yanlış olmasa gerektir. Ayrıca cümlelerin sonunabir ek getirilerek yargı öbeğinin sıfat, zarf ya da isimöbeğine dönüşebilmesi, eylem esaslı birliklerin nitelemeişleviyle kullanılması, Türklerin harekete verdikleri önemindile yansıması sonucu ortaya çıkmıştır. Yani toplumunfarklı özellikleri, dilin farklı yapıları sistemine dahil etmesisonucunu doğurmuştur.SONUÇTürkçe tanımlanırken Saussure' ün "Gösterenigösterilenle birleştiren bağ nedensizdir. Göstergeyi birgöstergenin bir gösterilenle birleşmesinden doğan bir bütünolarak gördüğümüzden daha yalın olarak şöyle dediyebiliriz: Dil göstergesi nedensizdir" ilkesinden çok"Hiçbir öğenin nedenli olmadığı dil yoktur. Her öğeninnedenli olduğu bir dil düşünebilmek ise dilin tanımı gereğiolanaksızdır. Çeşitli diller her zaman iki türden -köktennedensiz ve görece nedenli- öğe kapsar. Ama bunların oranıdilden dile büyük değişiklikler gösterir. Bu da önemli birözelliktir ve diller sınıflandırılırken göz önündebulundurulabilir." yargısından hareket edilmelidir. ÇünküTürkçede nedenli dil ögelerinin oranı oldukça fazladır.bilig-8/Kış’99


82KAYNAKLARASYA, Arif Nihat, (1990), Kökler ve Dallar, ÖtükenNeşriyet A.Ş. İstanbul.ERKMAN, Fatma, (1987) Göstergebilime Giriş, AlanYayıncılık, İstanbul.FOUCAULT Michel, (Ç.Mehmet Ali KILIÇBAY),(1994), Kelimeler ve Şeyler, İmge KitabeviYayınları, İstanbul.HANÇERLİOĞLU Orhan, (1992), Türk DiliSözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul.KAŞGARLI MAHMUD, (Çev. Besim Atalay),(1991), Divanü Lûgat-it-Türk, TDK Yayınları,Ankara.KÜLTÜR BAKANLIĞI, (1992), Karşılaştırmalı TürkLehçeleri Sözlüğü, Ankara.MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI, (1995) ÖrnekleriyleTürkçe Sözlük, Ankara.SAUSSURE, Ferdinand de, (Ç. Berke Vardar),(1985), Genel Dilbilim Dersleri, Ankara.TUĞLACI, Pars, (1995), Okyanus AnsiklopedikTürkçe Sözlük, İstanbul.TÜRK DİL KURUMU, (1998), Güzel YazılarOğuz'dan Bugüne, Ankara.TÜRK DİL KURUMU, (1983), Yeni TaramaSözlüğü, Ankara.bilig-8/Kış’99


83AN ESSAY ABOUT TURKISH ACCORDING TO THE RELATION BETWEEN SIGNIFIER ANDSIGNIFIED<strong>Dr</strong>. Mııhsiııe BÖREKÇİAtatürk Uııiversity-ERZURUMABSTRACTLinguistic concepts have been created from the common features ofvarious languages and have aimed to descibe the "language" system.But, however, languages are the systems changing from one societyto another and dependable on the cultures of those societies.Thecultures and thought structures have shaped their languages.In this study, Turkish has been examined from the point ofSousseure's the arbitrarines of sign aspect. As it is known, the mostimportant feature making Turkish different from the otherlanguages is its syntactic structure and aggrotulative word order.These features have been drawing out the impression that thesignifier and signified relation is motivated Sausseur defines as therelavity of arbitrarines.In this study, it has been resulted that the relativity of arbitrarines isan important feature in Turkish by presenting the signifier aspect ofvarious language signs and the relation between these two aspects.Key WordsLanguage, culture, signifier, signified, arbitrarines of the sign, motivation.bilig-8/Kış’99


84bilig-8/Kış’99


85DOBRUCADAKİ TATAR TÜRKLERİNDENEVRUZ GELENEĞİYard. Doç. <strong>Dr</strong>. Mehmet Naci ÖNALMuğla Üniversitesi Fen-Edebiyat FakültesiTürk Dili ve Edebiyatı BölümüÖZETDobruca toprak parçası 1393 yılında Türklerin eline geçmiştir.1878 Osmanlı-Rus savaşları sonunda Dobruca Türklerin elindençıkmış, Berlin antlaşması sonucu, Romanya topraklarına katılmıştır.Dobruca'da resmî rakamlara göre, 29533 Tatar Türkü ve 24449Anadolu'dan gitmiş Osmanlı Türkü yaşamaktadır. Bu rakamlartartışmalıdır. Toplam olarak bölgede yüz bin civarında Türkün (TatarTürkü ve Anadolu'dan giden Osmanlı Türkü) yaşadığı kendilerincebelirtilmektedir.Amacımız Dobruca'da yaşayan Tatar Türklerindeki nevruzgeleneğini ortaya koymaktır. Bu yapılırken geleneklerin yazıya ilkgeçirilmesinden günümüze kadar olan seyri takip edilmeyeçalışılmıştır.Nevruz törenleri hakkında daha önce yapılmış çalışmalar, tarihisırayla ele alınmıştır. Bu törenlerin zamanın akışında, nasıl azaldığıgözler önüne serilmiştir. Her çalışma ayrı ayrı sergilenerek nevruzhakkındaki bilgiler ortaya konmuştur. Nevruz gelenekleri ve türküleriiç içe incelenirken, zamanla geleneklerin değil, sadece türkülerinyaşatıldığı görülür. Bu yönüyle türküler ayrıca ele alınmış tarihisırasıyla kayıplarıyla benzerlik ve farklılıklarıyla incelenmiştir. Buincelemeler içerik ve muhteva bakımından ele alınmıştır.Sonuç bölümünde ise Dobruca'daki Osmanlı Türklerinin gelenekleriile karşılaştırmalar yapılmıştır.Anahtar Kelimeler:Nevruz, nevruz törenleri, nevruz türküsü, zamanla oluşan kayıplar.bilig-8/Kış’99


86GİRİŞDobruca bölgesi, Romanya ile Bulgaristan sınırlarıiçerisinde yer alır. Dobruca topraklarının yaklaşık üçteikisi Romanya'da, üçte biri Bulgaristan'da bulunmaktadır.Bizim ele alacağımız nevruz geleneği, RomanyaDobrucası'nda yaşayan Kırım kökenli Tatar Türklere aitolanıdır.Dobruca 1393-1402 ve 1419-1878 tarihleri arasındaOsmanlı idaresinde kalmıştır. Kırım Türklerinin bölgeyeyerleşmeleri I. Bayezid döneminde başlamaktadır.Gökbilgin (1959). Osmanlı hâkimiyeti altındaki süre içinde,Kırım'dan gelen Tatar Türkleri zamanla Dobruca'yayerleştirilirler. Yavuz Sultan Selim ile devam eden TatarTürklerinin bölgeye gelişleri, daha sonraki yıllarda dasürmüştür. Özellikle Kırım'ın 1783 yılında Rusların elinegeçmesiyle Kırım Türklerinin göç yerlerinden biri deDobruca olmuştur. Decei (1945). Sultan AbdulmecitKırım'dan gelenleri Karasu kasabasına yerleştirmiştir. Dahasonra bu kasabanın adı Mecidiye olarak değiştirilmiştir.1995 yılında vilâyet olan Mecidiye'de, 46586 olan nüfusunyaklaşık dörtte biri (resmî rakamlara göre 4140) TatarTürküdür. Romanya Dobrucası'nda resmî sayımlara göre,24449 Tatar Türkü bulunmaktadır. Osmanlı zamanındaAnadolu'dan gitmiş Türklerin sayıları yine resmîrakamlarca 24449'dur. Bu rakamlar her zaman tartışmakonusu olmuştur. Önal (1998).Amacımız Dobruca'da Tatar Türkleri arasındaki nevruzgeleneklerini ortaya koymak, nevruz törenlerinin seyrinitakip etmek, kayıpların yaşandığı yıllardan geleneğin sonizlerine kadar, törenlerin akışını izlemektir.Dobruca'da Tatar Türklerine ait nevruz kutlamalarınıyazılı kaynaklardan öğreniyoruz. Yazılı kaynakları, tarihikronoloji içinde ele alarak geleneğin akışını takipedebilmekteyiz. Günümüze kadar nevruz törenleriningelmediği ve uygulanmadığını görülmektedir.Ulaşabildiğimiz en eski yazılı kaynaklardan hareket ederekgeleneğin sonraki yıllarda oluşan vaziyeti ele alınmayaçalışılmıştır.Nevruz törenleriyle ilgili, altı yazılı kaynak veiçeriği değerlendirmeleriyle birlikte çalışma konumuzuoluşturacaktır. Ele alacağımız daha önce yapılmış altıçalışmanın ilk üçünde hem nevruz gelenekleri, hem deberaberinde nevruz türküsü yer almakta iken, son üçmetinde yalnız nevruz türküsü gözükmektedir.Geleneklerin akışı kayıplarla sürerken, bir zaman sonra,artık uygulanmayan geleneklerden arta kalan türküleryaşamaya devam etmiştir.1921, 1963, 1966 yıllarında yayımlanan üç metindenevruzla ilgili bilgilere yer verilmiştir. Hiçbir eser nevruzladoğrudan ilgili değildir. Gelenekler genel olarak elealınırken nevruz törenlerinden de söz edilmiştir. Bu üçmetinde geçen her bir nevruz türküsü yayın tarihi sırasıdikkate alınarak numaralandırılmıştır.Nevruz türkülerinin anonim olanlarının tamamı yenidenele alınmıştır. Bu türkülerin tarihi seyri, yayım tarihiverilerek karşılaştırılmıştır. Böylece varyant oluşturanları,kendi aralarında ne kadar farklılık arz ettiği belirlenmiştir.Nevruz törenlerinden sonra, nevruz türküsünün de zamanlaunutulmaya başlandığı giderek eksilen kıtalar ve mısralarlaanlaşılmaktadır.Altı metinde nevruz kelimesi sırasıyla şöyle yeralmaktadır: 1- Nauvrez, 2- Newrez, 3- Navrez, 4- Nevrez,5- Navrez, 6- Naurez. Burada sadece 3. ve 6. yazılardanaurez şekli geçmektedir. Diğerlerinde ses farklılıklarıgörülmektedir. Bu farklılığın oluşumunda TatarTürkçesi'nin ağız farklılıklarının yanı sıra, metinlerinçoğunun Romen alfabesi ile yazılmış olmasının da etkisivardır.Altı metinde geçen bu anonim türkünün dışında,"ilkyaz" başlığı altında bir şiir göze çarpmaktadır. Bu şiirdenevruz törenleri anlatılmaktadır. Buradan hareketle nevruza"ilkyaz" adının verildiği de görülmektedir. Buadlandırmaların dışında, Müstecib Ülküsal'ın verdiğibilgilerde "nevruz", "yenigün" adlarına rastlamaktayız. Ülküsal,(1966). Dumirrescu'ya göre bu törenin adı "AteşBayramı"dır. Dumitrescu, (1921).NEVRUZ KUTLAMALARIDobruca Tatar Türklerinin nevruz kutlamala-bilig-8/Kış’99


87rı hakkındaki ilk bilgileri Analele Dobrugei (DobrucaYıllığı)'de bulmaktayız. 1921 yılında Tatlıcak Köyüİlkokulunda öğretmen olarak görev yapan İ.Dumitrescu adlı bir Romen tarafından nevruztörenleri derlenerek yazıya geçirilmiştir. Dumitrescu(1921).I. Dumitrescu, Nevruz'dan dinî olmayan büyük birbayram olarak söz eder. Çok büyük kalabalıktarafından kutlandığını ve bunun bir bayram olarakidrak edildiğini belirtir. Adına da "Ateş Bayramı"denildiğini söyler. İ. Dumitrescu, bu bayramınHıristiyanlarca kutlanan paskalya (paşte) bayramınabenzediğini belirtir. Çocukların ateş üzerindenatlarken "ağırlığım gavura" dediklerini söyler.Murathan ve Toprakhisar köylerinde de aynıkutlamaların yapıldığı görülmektedir.Bu makalede, bayramın ateş çerçevesindegeliştiğinden ve ateşin "fetiş" durumunda olduğundansöz edilir. 10-15 çocuğun ev ev dolaşarak nevruzşarkılarını söyledikleri ve bu şarkıların Hıristiyanlarcasöylenen Noel şarkılarına benzetildiği görülür. Romenalfabesi ile kaleme alınan bu nevruz türküsü, eldekidiğer varyantları içinde en uzun olanıdır. Dinîterimleri doğru anlaşılıp yazıya doğru olarakgeçirilmediği görülmektedir.Türkünün yazarı bir Romen olduğu için, türküyüRomen alfabesi ile kaleme almıştır. Bazı kelimelerianlamlandırmak (* ile belirlenenler) bu yüzdenmümkün olmamıştır. Özellikle dinî ibarelerin bazılarıböyledir.I-1. "Bis millai men nàne Bismillah men* nene*Errah manù eianeErrahmani eyane*Erai mù diyàneEzà nauvrez - ghiunù mubàrecEray* mi diyeneTeyze nevruz günü mübarek2. Bis milai melcudian Bismilllah melkudyan*Velkudret velburanVelkudret vel Kur'anAcildi giumlé alemé perman Açıldı cümle aleme ferman Ezânauvrez - ghiunù mubàrec Teyze nevruz günü mübarek3. Bis milai vesàpa Bismillah ve sefa Pacrialem MustafaFahri alem MustafaIum metine câil vépaEzà nauvrez - ghiunù mubàrec(o)lum methine kail vefaTeyze nevruz günü mübarek4. Euvelchi iaré Ebu- Bechir Evvelki yâri Ebubekirİdér Allah-ié zichirİder Allahı zikirEl handù lila cioc şucurElhamdülillah çok şükürEzà nauvrez - ghiunù mubàrec Teyze nevruz günü mübarek5. Echingi iare Omer İkinci yari ÖmerEibetânden iertriterHeybetinden yer titrerEzà nauvrez - ghiunù mubàrec Teyze nevruz günü mübarek6. Iucingi iare Osman Üçüncü yari OsmanDilin Dedâr CoranDilindedir Kur'anEzâ nauvrez - ghiunü mubârec Teyze nevruz günü mübarek7. Deotângi iaré Ali Dördüncü yari AliZulpu care duldù-liZülfikârı düldülüEzà nauvrez - ghiunù mubàrec Teyze nevruz günü mübarek8. Beşingi iaré Asen Beşinci yari HasanPengireden pacàsenPencereden bakasınNaurezé iaulâc tacàsenEzà nauvrez - ghiunù mubàrecNevruziyelik takasınTeyze nevruz günü mübarek9. Turnà ider dostlàrâm Turna eder dostlarımIndistandà câşlarâm(H)indistanda kışlarımGiumlé cuşi başlarâmCümle kuşı başlarımEzà nauvrez - ghiunù mubàrec Teyze nevruz günü mübarek10. Duadac aidar inâm ioc Dudak söyler inim yokSoilemeié dilâm iocSöylemeye dilim yokAllahdan cairî zechrâm ioc Allah'tan gayri zikrim yokEzà nauvrez - ghiunù mubàrec Teyze nevruz günü mübarek11. laz gheldi iàban Yaz geldi yabanDechildi iere sàbanDikildi yere sabanEhli aian veliimanEhli ayan vel imanEza nauvrez - ghiunù mubàrec " Teyze nevruz günü mübarekNevruz hakkındaki bir başka bilgiyi, Ali CaferNaci'nin 1963 yılında yayımladığı bir makalesindegörmekteyiz. Nagı (1963). 1921 yılında anlatılangelenek, 1963'te biraz daha azaldığı veya bu makaledekonuya daha az yer ayrıldığı görülür. Buradangeleneğin zayıfladığı hükmünü çıkarabiliriz.1963 yılında nevruz törenleri anlatılırkençocukların ön planda olduğu görülür. Baharbayramının ilanı sayısı 3 ile 8 arasında değişen çocuklarcayapılır. Çocuklar, evden eve baharın geldiğinimüjdeleyen türküler söyleyerek gezerler. Nevruztürküsünde, kış mevsiminin sonunun geldiği, tabiatıncanlanışı ve baharın geldiği anlatılır. Ço-bilig-8/Kış’99


88cuklar, bir çömlek içine çiçek buketleri koyarlar veonlardan her birini kapısını çaldıkları evin hanımına hediyeederler. Evin hanımı çocukların taşıdığı ağaç dalının birineya bir çiçekli mendil, ya bir işlemeli peşkir, ya da birbaşörtüsü asar. Bunların dışında çocuklara para, şeker veyameyve de verebilirler.1963 yılında yazılan bu makalede, nevruz geleneğinineskiden çok daha yaygın olduğu belirtilir. 1960'lı yıllardayalnız değişik köylerde nevruz törenlerinin kaldığıbelirtilir. Şarkı söyleyen çocuklar evleri bir bir ziyaretederler. Bu ziyaretler köyün en büyüğünden başlanır, sonraöğretmen ve diğer idari görevliler gezilir. Sırasıylabüyüklerin ellerini öperler.Makalede nevruz türküsünün bir parçasına yerverilmiştir.II-" Newrez keldi kòrıñız Nevruz geldi görünüzKòrımnigin beriñizĞennet bolsîn ğerinizAza nawrezim mibarekYaz keldi yabanDikildi yerge saban..."Hediyemi verinizCennet olsun yerinizTeyze nevruzum mübarekYaz geldi yabanDikildi yere saban...Nevruz törenlerinin ele alındığı bir başka eser ise,Müstecib Ülküsal'ın 1966'da yayımladığı Dobruca veTürkler adlı kitaptır. Burada nevruzla ilgili bilgilerbulmaktayız. "Nevrez- Nevruz - Yenigün - Şenliği veTürküsü" başlığı altında nevruzla ilgili şu bilgiler yeralmaktadır: "İlkbahar bayramlarından olan nevruz, kışın vesoğuğun ardından karşılanan canlandıcı, tazeleyici yeni birmevsimin kutlandığı gündür. Otlar, tohumlar ve ağaçlaryeşerir; sular gürül gürül akmaya başlar. İnsanların vehayvanların yaşamları için gerekli olan ürünler belirir,tomurcuklanır. Bütün bunlar yaşama umudu ve sevinciverirler. İnsanlar her tarafta tabiatın canlanmasınıkendilerince kutlarlar. Dualar, ayinler yapılır; türkülersöylenir ve oyunlar oynanır. Bu şenlikleri düzenleyenler,ulu tanrıya, tabiat ilâhına, bereket tanrısına hamd ve senaederek kurbanlar keserler, adaklarda bulunurlar."Kırım Türkleri arasında görülen gelenekler-den bazıları şunlardır: Köy çocuklarından 10-18 yaşarasında olanlar birkaç grup halinde toplanırlar. Büyükçebir ağaç dalının ince çubukları ucuna ilk baharda yetişenakbardak ( kardelen) çiçeklerini takarlar. Toplu halde evdeneve giderek hep bir ağızdan nevruz türküsünü koro halindesöylerler.III-“Navrez keldi körünüz Nevruz geldi görünüzKörümlügün beriniz Hediyemi verinizBahar keldi yaban Bahar geldi yabanDikildi yere saban Dikildi yere sabanHâza navrezim mübarek...” Teyze nevruzum mübarekÇocuklar evleri bir bir türkü söyleyerek ziyaretederlerken onlara çevre, şal, yumurta, para verilir. Çocuklarböylece topladıklarını kendi aralarında paylaşırlar. Buşenlik bir hafta sürer. Türk çocukları köylerindeki ve yakınköylerdeki Romen ailelerinin evlerini de ziyaret ederler.Onlardan da bahşiş toplarlar.M. Ülküsal, "Şam Atlamak yahut Belki Şamanlatmak"başlığı altında, ilk baharda yapılan ve kendisinin ne zamanyapıldığını hatırlayamadığı törenlerden bahseder. Burada,kızların ve delikanlıların köy meydanlarında öbek öbektoplanıp ateş yaktıklarından ve ateşin etrafında halka olupsaf tuttuklarından söz edilir. Her delikanlı ve arkasından birkız koşarak ateşin üzerinden atlarlar. Bu tören bir iki saatsürer.M. Ülküsal'ın Ülküsal, (1966) hatırlayamadığı törenleri,daha önce 1921 yılında İ. Dumitrescu'nun derlediğigörülmüştür. Ateşten atlamak eski bir tören olmakla birliktehem nevruz hem de Hıdırellez (Önal,1995) geleneklerindegörülmektedir. Muhtemelen nevruzda da şam atlama olarakadlandırılan tören uygulanmış olmalıdır. Dikkat edilirse,Dobruca doğumlu olan merhum M. Ülküsal'ın 1966'dayazdığı eserinde bazı şeyleri tam olarak hatırlayamaması,geleneğin her geçen gün unutulduğu ortaya koymaktadır.Her ilk üç yazılı kaynakta nevruz törenlerindeçocukların rolü ağırlık kazanmaktadır. Türküler söyleyerekev ev dolaşmaları, çocuklara ev hanımının hediyelervermeleri geleneğin merkezini oluşturmaktadır.bilig-8/Kış’99


89Bu üç kaynaktan sonra, yılların akışı içinde,artık nevruz gelenekleri ile değil, sadece nevruztürküsü ile karşılaşmaktayız. Nevruz geleneklerinianlatan bir yazıya rastlamıyoruz. Nevruz törenlerianlatılmamış, nevruzdan kalan bir hatıra gibi,nevruz türkülerine yer verilmiştir.Konuyla dolaylı olarak ilgili olan nevruzla ilgilibir şiir, 1980 yılında Boztorgay adlı eserde, yedidörtlük halinde yer almaktadır. Nagi vd.(1980) Adıgeçen kitapta yazarlar, alfabe hususunda birtakımtasarruflarda bulunmuşlardır. Bunları bir listehalinde kitabın başında göstermişlerdir. Meselâw'nin v ile u sesleri arasında olduğunu belirtiliptawuk örneği verilmiştir.IV-Nevrez1. "Nevrez keldi korınız Nevruz geldi görünüzKorımnigin beriniz Hediyemi verinizCennet bolsın ceriniz Cennet olsun yerinizA za, nevrezim mibarek. Teyze nevruzun mübarek2. Yaz keldi yaban Yaz geldi yabanTigildi yerge saban Dikildi yere sabanEl hayatu vel iman El hayati vel imanA za, nevrezim mibarek Teyze nevruzum mübarek3. Yaz keldi carık boldı Yaz geldi aydınlık olduAyvanlar arık boldı Hayvanlar temizlendiKünleri şarık? Boldı Gönleri çarık olduA za, nevrezim mibarek Teyze nevruzun mübarek4. Nevrez keldi yaz keldi Nevruz geldi yaz geldiÖrdek keldi kaz keldi Ördek geldi kaz geldiKuşlardan avaz keldi Kuşlardan avaz geldiA za, nevrezim mibarek Teyze nevruzun mübarek5. Çeşmelerden suw akar Çeşmelerden su akarCencem kapıdan bakar Yengem kapıdan bakarTokızga şevre takar Dokuz da çevre takarA za, nevrezim mibarek Teyze nevruzun mübarek6. Üyüm aldında başka Evim altında bahçeAktar totam bir bokşa Aktar tutayım bir bohçaYa marama, ya akşa Ya mahrama ya akçeA za, nevrezim mibarek Teyze nevruzun mübarek7. Avalarda uçar kaz Havalarda uçar kazMen aytayım özin yaz Ben söyleyim kendin yazİşte keldi bahar yaz İşte geldi bahar yazA za, nevrezim mibarek?" Teyze nevruzun mübarek1981 yılında yayımlanan Mehmet Ali Ekrem'in,Bülbül Sesi adlı folklorik eserinde, navrez adlıtürküye yer verilmiştir. Ekrem (1981) Boztorgay adlıeserden aldığımız yedi kıtadan oluşan şiirin altıdörtlüğü burada da yazıya geçirilmiştir. Bülbül Sesiadlı eserde yer alan türkü de şöyledir:V- Navrez1. "Nevrez keldi korınız Nevruz geldi körünüzKorımligin berinizHediyeniz(i) verinizCennet olsun yeriöizCennet olsun yetinizA za, (Ezan) navrezim mübarek! Teyze nevruzum mübarek2. Yaz keldi yaban Yaz geldi yabanDikildi yere sabanDikildi yere sabanEl hayatü vel imanEl hayatü vel imanA za, navrezim mübarek! Teyze nevruzum mübarek3. Yaz keldi yarık oldı Yaz geldi aydınlık olduHayvanlar arık boldıHayvanlar temizlendiTüylerinden faruk oldu Tüylerinden fark olduA za, navrezim mübarek! Teyze nevruzum mübarek4. Nevrez geldi yaz keldi Nevruz geldi yaz geldiHavadan uçup kaz keldi Havadan uçup kaz geldiBülbülden avaz geldiBülbülden avaz geldiA za, navrezim mübarek! Teyze nevruzum mübarek5. Evin önü gül bahça Evin önü gül bahçeAktar ablam bir bokçaAktar ablam bir bohçaYa marama, ya akşaYa mahrama ya bohçaA za, navrezim mübarek! Teyze nevruzum mübarek6. Havalarda uçar kaz Havalarda uçar kazMen aytayım özin yazBen söyleyim kendin yazİşte keldi bahar, yazİşte geldi bahar, yazA za, newruzim mibarek!" Teyze nevruzum mübarekBu türküler Kırım Türklerinin şivesiyle söylenmiştir.Şive içindeki ağız farklılıkları yanı sıra,bazı dörtlüklerin unutulduğu, bazı mısraların değişikliğeuğradığı görülmektedir.Aynı yazar, Din Istoria Turcilor Dobrogeni adlıeserinde Türk geleneklerinden söz ederken aynıtürküye tekrar yer vermiştir. Burada her kıtada yeralan "A za" yerine E za şekli görülmektedir. Aynıtürküde yer alan nevrez yerine navrez denilmiştir. Aza :Ezan olarak parantezle açıklamıştır. Aynıyazarın iki ayrı eserinde bile aynı türkünün farklıolarak kaydedildiği görülmüştür. Ekrem, (1994).bilig-8/Kış’99


90Dobruca'da Kırım Türklerince çıkarılan Karadenizgazetesinde nevruzla ilgili bir türküye 1994 yılında yerverilmiştir. Burada türküye nevruz ilâhisi denilmiştir.Manye, (1994).VI- Naürez İlahisiŞimdiye kadar ele aldığımız anonim şiirlerindışında, İsmail H.A. Ziyaeddin, Toy şiirler adlı eserindeİlkyaz başlıklı şiirinde nevruzu anlatır. Buradanevruzun bahar şenliğine dönüşümü ve kıştan çıkaninsanların ilkyazda neler yapıp nasıl mutlu olduğu elealınmaktadır. Ziyaeddin (1992).1. "Bismillaha-hi Wessepa, Bismillahi vessafaFahri Ali MustafaFahri alem MustafaÜmmetine kıl vefaÜmmetine kıl vefaNekaret: Aza, Naurezım Mübarek! Teyze nevruzum mübarek!2. Birinci yari Osman Birinci yâri OsmanYazdı tahtı Kur'hanYazdı tahtı Kur'anEkli yahli WelimanEhli yâri veliman Nekaret: Aza,Naurezım Mübarek!Teyze nevruzum mübarek!3. Ekinci yari Ebubekir İkinci yâri Ebubekirİder Alla ya zekirEder Allah'a zikrElham dulilla çok şükür.Elham dulillah çok şükürNekaret: Aza, NaurezımMübarek! Teyze nevruzummübarek4- Üşiincü yari Ali Üçüncü yâri AliZulfükari ZuldaniZülfükârı ZuldaniOdur Tanhri arslaniOdur Tanrı aslanıNekaret: Aza, Naurezım Mübarek! Teyze nevruzum mübarek!İlkyaz"İlkyaz keldi! Karlar eriy! İlkyaz geldi karlar erir!Awa, cer, kök külümsürüy! Hava, yer, gök gülümser!Suwga toldı gene dere, Suyla doldu gene dere,Künge karap şöy yeşeıe! Güne bakıp böyle yeşerir!Suwuk celler esmiy endi, Soğuk yeller esmez şimdiAlay barlık neşelendi; Bütün varlık neşelendiKüzde ketken kuşlar kayta, Güzün giden kuşlar dönerTaw kuwanstan yürkü ayta! Dağ sevinçten türkü söylerŞölde kozılar otlaylar, Çöl (ova)da kuzular otlarlarToygan soñ zıplap oynaylar... Doy(duk)tan son(ra) zıplar oynarlarBallar deseñ epsi tışta; Bal(a)lar desen hepsi dış(ar)daAz can sıkılmadı kışta! Az can sıkılmadı kışınKöyde uzuw-şuw balaban! Köyde yüksek şu balaban (kuşu)Üy altında şıktı saban. Ev altında çıktı sabanAlay çiftlikler altında Bütün çiftlikler altındaTurmay ket-kel anda mında! Durmaz gider gelir orda burda5. Dörtüncü yari Asan Dördüncü yâri HasanBo neüreze bakarsanBu nevruza bakarsanNekaret: Aza, Naurezım Mübarek! Teyze nevruzum mübarek!6. Beşinci yari Üsein Beşinci yâri HüseyinBu neüreze irmişizBu nevruza ermişizHak mubarek eylesünHak mübarek eylesinNekaret: Aza, Naurezım Mübarek! Teyze nevruzum mübarek!Bır yakta traktor maylana,Bır yakta tuhum saylana,Küle er köylinin yüzi!Em işliy em cırlay özi!"Nevruz TürküsüBir yanda traktör yaylanaBir yanda tohum atılaGüle her köylünün yüzüHem işler hem cırlar (türkü söyler) kendi7. Avadan uçar bin kaz Havadan uçar bin kazBinin başı bir kazBinin başı bir kazİşte geldi bahar yazİşte geldi bahar yazNekaret: Aza, Naurezım Mübarek! Teyze nevruzum mübarek!8 Yaz keldi yaban Yaz geldi yabanDikildi yere sabanDikildi yere sabanEhliyali WelimanEhli yari vel imanNekaret: Aza, Naurezım Mübarek! Teyze nevruzum mübarek!9. Naürez keldi korınız Nevruz geldi görünüzKorımlıgın berinizHediyeniz(i) verinizCennet olsun cerinizCennet olsun yerizNekaret: Aza, Naurezım Mübarek!" Teyze nevruzum mübarek!Türkülerin seyrinden de anlaşılacağı üzere, hergeçen yıl kayıplar olmuştur. Konu hakkında yazanlarnevruz türküsünden bir parça almışlardır. Bunlardanbazılarında birkaç kıta birden eksilmiş, bazılarındasadece 5-6 mısra kalmıştır. Yılların akışı içindegeleneğin kaybolmasının ardından, türküsünün dezamanla unutulmaya başlandığı veya ihmal edildiğigörülür.Türkü dememizin sebebi, bir şenliğin kutlanmasıesnasında söylenmesi ile ilgilidir. Bazen türkü bazenilâhi olarak geçen şiir ilâhi motifleriyle de iç içedir.Nevruz şiiri bir ilâhi gibi, Allah'ı zi-bilig-8/Kış’99


91kirle başlar, sonra Hz. Peygamber ve onun dörthalifesinden her biri bir başka kıtada anlatılır. Bu kıtalarınson mısraı "Eza nevruz mübarek" ile biter. Yani hemİslâmî bir hüviyet vardır, hem de İslâm dini ile ilgisibulunmayan nevruzdan söz edilir. Burada nevruztörenlerine dinî mahiyet de kazandırılmıştır. Nitekim dörthalifenin ardından peygamberin torunları Hasan veHüseyin sayıldıktan sonra, tabiattaki olaylar anlatılmayabaşlanır. Bu kıtalardan sonra, İslâmî hüviyet giderekyerini tabiatın canlanışını anlatan mısralara bırakır. İlâhidenilmesi, dinî ibarelerle iç içe yürümesindenkaynaklanır.Yayın tarihi sırasına göre, elimizde Dobruca KırımTürklerinin Nevruzla ilgili altı varyanttan oluşan türkülerbulunmaktadır. Makaleler ve şiirler sırasıyla 1921, 1963,1966, 1980, 1981, 1994 tarihlerinde yayımlanmıştır. Bizde bu tarihi kronolojiyi takip ettik. Yayın tarihi sırasınagöre; ilâhilere I, II, III, IV, V, VI diyerek her birinenumara verdik. Karşılaştırmaların sağlıklı yürütülmesi içinayrıca her üçlük veya dörtlüğü 1,2,3... şekildenumaralandırdık. Yanlarına da tarihlerini verdik. Böyleceyıllar içindeki kayıpları sergilemeye çalıştık. Her varyanttasıralamanın farklı olduğu ve bazılarında yer alandörtlüklerin diğerlerinde olmadığı görülür. Aynımuhtevaya sahip olanlar, sıralanırken a,b,c şeklindebelirtilmiştir. Bu düzenlemeye göre altı yazıda geçentürküleri konu akışı içinde sıraladığımızda türkününzamanla ne kadar farklılaştığı ve kayıplara uğradığı açıkçagörülecektir. Orijinal biçimleri ile konuları dikkatealınarak sıralama yapıldı.1-1/1 (1921)2-VI/K1984)Bismillah men neneErrahmani eyaneEray mi diyeneEza neuvrez güni muberekBismillaha-hi Wessepa,(ve seddekna)Fahri Ali MustafaÜmmetine kıl vefaAza, Naurezım Mübarek!3- 1/2 (1921) Bismilllah melkudyanVelkudret(-il) vel Kur'anAçıldı cümle aleme fermanEza neuvrez güni muberek4-1/3(1921) Bismillah ve sefaFahri alem Mustafa(o)lum methine kail vefaEza neuvrez güni muberek5a-1/4 (1921) Evvelki yari Ebubekirİder Allaha zikirElhamdülillah çok şükürEza neuvrez güni muberek5b-VI/3 (1994) Ekinci yari Ebubekirİder Allaya zekirElham dulilla çok şükür.Aza, Naurezım Mübarek!6-1/5 (1921) İkinci yari ÖmerHeybetinden yer titrerEza neuvrez güni muberek7a-1/6 (1921) Üçüncü yari OsmanDilindedir Kur'anEza neuvrez güni muberek7b-VI/2 (1994) Birinci yari OsmanYazdı tahtı Kur'hanEkli yahli Wel imanAza, Naurezım Mübarek!8a-1/7 (1921) Dördüncü yari AliZülfi yare doldu-liEza neuvrez güni muberek8b-VI/4 (1994) Üşüncü yari AliZulfükari ZuldaniOdur Tanhri arslaniAza, Naurezım Mübarek!9a-1/8(1921) Beşinci yari HasanPencereden bakasınNavreziyelik takasınEza neuvrez güni muberekbilig-8/Kış’99


929b-VI /5(1994) Dörtüncü yari AsanBo neüreze bakarsanAza, Naurezım Mübarek!10-VI/6 (1994) Beşinci yari ÜseinBu neüreze irmişizHak mubarek eylesünAza, Naurezım Mübarek!11- I /9(1921) Turna eder dostlarımHindistanda kışlarımCümle kuşı başlarımEza neuvrez güni muberek12-1/10 (1921) Dudak aydar inim yokSöylemeye dilim yokAllahtan gayri zikrim yokEza neuvrez güni muberek13a-I/ll (1921) Yaz geldi yabanDikildi yere sabanEhli ayan vel imanEza neuvrez güni muberek13b- V/2(1981) Yaz keldi yabanDikildi yere sabanEl hayatü vel imanA za, navrezim mübarek!13c- VI/8(1994) Yaz keldi yabanDikildi yere sabanEhliyali WelimanAza, Naurezım Mübarek!14- VI/7 (1984) Avadan uçar bin kazBinin başı bir kazİşte geldi bahar yazAza, Naurezım Mübarek!15a-II (1963) Newrez keldi korınızKorımnigin berinizCennet bolsın cerinizAza nawrezim mibarekYaz keldi yabanDikildi yerge saban...15b-16a-III (1966) Navrez keldi körünüzKörümlügün berinizBahar keldi yabanDikildi yere sabanHâza navrezim mübarek...15c- IV/K1980) Nevrez keldi korınızKorımnigin berinizCennet bolsın cerinizA za, nevrezim mibarek.15d- V/K1981) Nevrez keldi korınızKorımligin berinizCennet olsun yeriòizA za, (Ezan) navrezim mübarek!15e- VI/ 9 (1994) Naürez keldi korınızKorımlıgın berinizCennet olsun cerinizAza, Naurezım Mübarek16b- IV/2 (1980) Yaz keldi yabanTigildi yerge sabanEl hayatu vel imanA za, nevrezim mibarek17a- IV/3 (1980) Yaz keldi carık boldıAyvanlar arık boldıKünleri şarık? boldıA za, nevrezim mibarek17b-V/3 (1981) Yaz keldi yarık oldıHayvanlar arık boldıTüylerinden faruk olduA za, navrezim mibarek!18a- IV/4 (1980) Nevrez keldi yaz keldiÖrdek keldi kaz keldiKuşlardan avaz keldiA za, nevrezim mibarek18b-V/4 (1981) Nevrez geldi yaz keldiHavadan uçup kaz keldiBülbülden avaz geldiA za, navrezim mübarek!bilig-8/Kış’99


9319- IV/5 (1980) Çeşmelerden suw akarCencem kapıdan bakarTokızga şevre takarA za, nevrezim mibarek20a- IV/6 (1980) Üyüm aldında bakşaAktar totam bir bokşaYa marama, ya akşaA za, nevrezim mibarek20b- V/5 (1981) Evin önü gül bahçaAktar ablam bir bokçaYa marama, ya akşaA za, navrezim mübarek!21a- IV/7 (1980) Avalarda uçar kazMen aytayım özin yazişte keldi bahar yazA za, nevrezim mibarek?21 b- V/6 (1980) Havalarda uçar kazMen aytayım özin yazİşte keldi bahar yazA za, newruzim mibarek!ŞekilEldeki altı varyantın hepsi dört mısradan oluşmamaktadır.Bazıları üç mısradan ibarettir. Buna göre: I.türkünün 5.,6., ve 7. dizeleri; VI. türkünün 5.dizesiüçerlidir. II. türkü 6 dizeden, III. türkü 5 dizeden oluşur.Bu saydıklarımızın dışında değişik varyantlarda 29dörtlük yer almaktadır. Tüm varyantlardaki üçlü, dörtlü,beşli ve altılı birliklerin tamamının sayısı 35'tir.Her üçlüğün, dörtlüğün, beşliğin sonunda - altılı olanII. varyantta dördüncü dizededir - eza / aza / a za / hâzaolarak başlayan ve nevruz/nevruzum mübarek şeklinde birnakarat yer alır. Eza/Aza bir hitap edatıdır. Bir yerde deeza'nın ezan şeklinde açıklandığı görülür. Kafkas NogayTürklerinde "azan" şekli yer almaktadır. Azan, azan!biçiminde hitap vardır. İndraliyev (1995).I. nakaratta "Eza" şekli yer alır ve sonrasında virgülyoktur.II. nakaratta "Aza" şekli yer alır ve sonrasında virgülyoktur.III. nakaratta "Hâza" şekli yer alır ve sonrasındavirgül yoktur.IV. nakaratta "A za" ayrı yazılmıştır ve kelimeninardından virgül konmuştur.V. nakaratta "A za" yine ayrı yazılmıştır vekelimenin ardından virgül konmuştur ve kelime ezanolarak açıklanmıştır.VI. nakaratta "Aza" bitişik yazılmış ve ardındavirgül konmuştur.Virgülün olmaması, Aza / Eza nevruzum aziznevruz biçiminde sıfat tamlaması olabileceğiihtimalini düşündürmekte ise de, Tatar Türkçesindegörülen "E za"nın değişik şekilleri ağızfarklıklarından kaynaklanmaktadır.Aza veya eza, ece anlamına gelmektedir. EskiTürkçe'de "ece" kraliçe anlamındadır. Räsänen(1969). Doğu Anadolu'da kullanılan (meselâErzurum'da) eze teyze manasınadır. Burada daçocuklar kapı kapı dolaşırlarken eze! eze! yani teyze!teyze! diye bağırmaktadırlar. Tatar Türkçesi içindeyer alan ağız farklılıkları aza / eza'dan ibaret değildir.Bu farklılıklar her varyantta yer almaktadır."Aza nevruz mübarek" vezin bakımından 4+3=7'liheceye denk düşmektedir. Değişik yıllarda, değişikTatar Türkçesi ağız yapısıyla ve nihayet değişikhatırlamalarla hece vezni her zaman uyumluolmamakla birlikte yedi hecelidir.MuhtevaHer bir üç mısradan, dört mısradan, beş mısradanve altı mısradan oluşan türkülerin konu içerikleri,nakaratları hariç, sırasıyla şöyledir:I. varyant : 1-7 ve 10. dinî, 8. hem dinî hem tabiat,9-11 tabiat konuludur.II.varyant : Altı mısrada hem dinî ve hem de tabiatkonuları iç içedir.III.varyant: Tabiatla ilgilidir.IV.varyant: 1 ve 2 dinî, 3-7 tabiat konuludur.V.varyant: 1. dinî, 2. Hem dinî hem tabiat, 3-6tabiat konuludur.VI.varyant: 1-6 dinî, 7. tabiat, 8 ve 9 hem dinî hemtabiat konuludur.Nevruz türküsünün nakaratı bütün türkünün izahıgibidir. "Eza, nevruz mübarek" ile nevruzunkutlu/mübarek bir gün olduğu anlaşılmaktadır. Bubilig-8/Kış’99


94kutsiyetin İslâm'a mı yoksa İslâm öncesine mi aitolduğu şüphelidir. Halkın gözünde bunların iç içeyürüdüğü anlaşılmaktadır. Çünkü nevruz geleneğininİslâm dini ile ilgisi yoktur. Mübarek kelimesininkökeni İslâm kültürü ile ilgili olup burada karşıladığıkavram, İslâm öncesi bir gelenekle ilgilidir. Bunakarat ile nevruz günü bayram olarakdeğerlendirilmiştir. Nevruz türküsünün son dizelerdenevruz gününün mübarek bir gün olduğu tekrarlanır.Daha sonraki üçlüklerde/dörtlüklerde baharıngelmesi, tabiatta olan bitenlerin anlatılmasısonrasında aynı nakarat yer alır. Dini motiflerle,tabiatın canlanması birbirini takip eder. Dinî olmayanama mübarek olan bir gün olduğu anlaşılmaktadır.İslâmî motifler "Bismillah" ile başlar. Dinigeleneğe göre her işin başı besmeledir. Besmele ilebaşlayan kıtalar, Kur'an ile, Hz. Peygamberin adı veonun en yakınlarının zikredilmesiyle devam eder. İlkyazılı Türk kaynaklardan başlayarak besmele, tevhîd,na't ve ardından dört halifenin zikri çeşitli manzum vemensur eserlerde görülür. Meselâ Kutadgu Bilig,Hâcib (1069) ve Dede Korkut Kitabı Ergin, (1989)bunlardan bazılarıdır.Müstecib Ülküsal bu bayramda, ulu tanrıya, tabiatilâhına, bereket tanrısına hamd ve sena edildiğini,kurbanlar kesildiğini, adaklarda bulunulduğunuanlatır. İslâm dini ile İslâm öncesi inanışların karışıkyürütüldüğü burada açık bir şekilde görülmektedir.Aynı nakarat ve tabiat içerikli muhteva Kafkasya'dayaşayan Nogay Türklerinin türkülerinde (İndraliyev,1995) ve Tataristan'da "Nevruz mübarekbad"nakaratlı 124 dörtlükten oluşan "Nevruz Beyiti" adlıbir şiirde bulunmaktadır. Özkan (1995). Dinî olan veolmayan muhteva bize bir zamanlar türkü olaraksöylenen sözlerin zamanla İslâmî renklere bürünerekilâhi adını alıp eski ve yeni inançlarla içi içeyürüdüğünü göstermektedir.SONUÇÖzellikle 1936-1939 yıları arasında Romanya'danyaşanan göçlerden sonra, geleneklerin paylaşımındave uygulamasında aksamalar olduğugörülür. 1945 yılından itibaren komünizmi kabul edenRomanya'da birtakım törenlerin yapılmasının iznebağlı olması, geleneğin komünizm öncesinde olduğugibi tabiî seyrini kaybettiği söylenebilir. 1950'li yıllardakooperatiflerin oluşturulması, bölgede sosyalistsistemin oturtulması anlamına gelir. Bu yıllara kadaruygulanan nevruz törenleri ile bu tarihten sonrakitörenler arasında azalmalar göze çarpar. Nevruztörenlerinde söylenen türküler, tıpkı Plevne Savaşı'ndave sonrasında savaşın hatırasını diri tutan "OsmanPaşa Türküleri" gibi, nevruz türküleri de geleneğinhatırasını yıllar sonrasına taşır.Dobruca'da yayımlanan nevruz geleneği üzerineyazılı bilgilerin tamamı Tatar Türklerinin gelenekleriniyansıtmaktadır. Oysa bölgede Anadolu'dan gidenOsmanlı Türkleri de bulunmaktadır. Anadolu'dangiden Osmanlı Türkleri üzerine bir araştırmanındışında başka bir kayıt yoktur. Bizim yaptığımız"Dobruca Türkleri'nde Küfür Akşamı Törenleri" adlıçalışmada Romenlerin paskalya bayramlarına karşıyapılan bir tören olduğu anlatılmıştır. Önal, (1996) İ.Dimutrescu'nun verdiği bilgiler ışığında, Türklerinyaptıkları bu törenler, yeniden gözden geçirildiğinde,küfür akşamı törenlerinin nevruz törenleri olmaihtimalini güçlendirmektedir. Tören zamanıHıristiyanların Paskalya yortularına denk geldiğibildirilmektedir. Hz. İsa'nın dirilişini dile getiren buHıristiyan bayramının zamanı Nisan ayının 15'indensonraki pazara tesadüf eder. Paskalyanın HıristiyanlığaYahudilikteki Pesah'tan geçtiği sanılmaktadır. Bubayram martın 14'ünden sonra gelen ilk pazar günübaşladığı bilinmektedir. Ateş, (1996). Bazı kaynaklaragöre de Paskalya mart ayının yirmi birinci gününedenk düşen veya onu izleyen dolunaydan sonraki ilkpazar olarak belirtilir. Boorstın, (1996). Paskalyatörenlerine denk düştüğünde Hıristiyanlara karşıyapıldığı belirtilen küfür akşamı törenlerinin bir başkacephesinin de nevruz törenleri olduğu söylenebilir.Adı geçen çalışmamızda sözlü kaynaklardanyararlanılmıştır. Kaynak kişilerin hiçbiri nevruzdansöz etmemiştir. Geleneğin "Küfür Akşamı Törenleri"olduğu anlatılmıştır. Bir zamanlar nevruz törenleriolarak kutlanırken zamanla gelene-bilig-8/Kış’99


95ğin Hıristiyanların törenlerine karşı bir korunma /tedbir şeklini aldığı anlaşılmaktadır. Bu törenler içindeçocukların rolü görülmez. Ateşten atlama gibigelenekler 1921 yılında yazılanlara denk düştüğüanlaşılmaktadır. Dobruca'daki Anadolu kökenliTürklerde de bu törenler günümüze kadarulaşamamıştır. Bu törenlerin farklı bir seyirle asılmecraından çıktığı bu yönüyle bazı köylerdeHıristiyan komşularıyla kavga ve çekişmelerinyaşandığı görülmüştür. Zamanla da yapılmaz olduğuanlaşılmaktadır. Önal, (1996).Dobruca'da hem Tatar Türkleri hem deAnadolu'dan giden Osmanlı Türkleri, nevruzgeleneklerini bir zamanlar kutlamakta idiler.Zamanla, çeşitli sebeplerden dolayı, gelenekzayıflamış ve yapılmaz olmuştur. Geleneklerinardından o törenleri anlatan ve en akılda kalanyönününnevruz türküsü olduğu anlaşılmaktadır. Bu türkügeleneğin son kalıntısı gibi, halkın hafızasındakayıplarıyla birlikte canlıdır. Sadece yaşlılarınhafızalarında kalan nevruz törenleri günümüzdeuygulanmamaktadır. Bu gelenek zamanla Tepreş veyaHıdırellez törenlerine devamını bırakır durumagelmiştir.Zamanla kaybolan geleneğin bir hatırası olannevruz türküsü 1990'lı yıllara kadar gelmiştir. On kıtakadar girişi olan bir türkünün, elimizdeki kıtalardançok daha fazla uzun olacağı kesindir. Burada, zamanlabir geleneğin ve bu gelenek içinde yer alan türkününnasıl bir değişime ve kayba uğradığı gözler önüneserilmeye çalışılmıştır. Geleneklerin bir parçası olarak,türkülerin yaşama gücünün törelerden daha fazlaolduğunu söyleyebiliriz.KAYNAKLARATEŞ, Ali Osman 1996, İslam'a Göre Cahiliye veEhl-i Kitab Örf ve Adetler. Beyan Yayınları,İstanbul.BOORSTIN, Daniel J. 1996 Keşifler ve Buluşlar.(Çev. Fatoş Dilber) Türkiye İş Bankası KültürYayınları, Ankara.DECEİ, Aurel 1945, "Dobruca", İslâm Ansiklopedisi,c.III.DUMİTRESCU, İ. 1921, "Sârbâtorile La Tâtari"Analele Dobrugei. Sayı II ( Aprile-Junie).EKREM, Mehmet Ali 1981, Bülbül Sesi. KriterionYayın Evi, Bükreş.EKREM, 1994, Din Istoria Turcilor DobrogeniKriterion Yayın Evi, Bucureşti.ERGİN, Muharrem 1989, Dede Korkut Kitabı I Giris-Metin-Faksimile. 2.b. TDK Yayınları, Ankara.GÖKBİLGİN, Tayyip 1957, Rumeli'de Yörükler.Tatarlar ve Evlâd-ı Fatihan. İstanbul.İNDRALİYEV, İsa 1995, "Nevruz Bayramında NogayHalk Adetleri" (Çev: Mariyam Bulga-rova veCelaletttn Erbay) Nevruz , Atatürk KültürMerkezi Yayını, Ankara.NAGI, Ali Geafer 1963, "Notes concernant lescoutumes et le folklore de la population tata-re dela Republique Populare Roumaine"Studia et acta orientalia. IV-1962. extrait.NAGİ, Ahmet, G. Ali, Memet Ablaı, Nuri Vuap,1980. Boztorgay, Kriterion Yayınevi, Bükreş.ÖNAL, M. Naci 1998 Dobruca Türkleri. TrabzonTürk Ocağı Yayını, Trabzon, 1998.ÖNAL, Mehmet Naci 1995 "Dobruca TürklerindeHıdırellez Geleneği" Renkler.ÖNAL, M. Naci 1996, "Dobruca Türkleri'nde KüfürAkşamı Törenleri" Türk Kültürü. Sayı 403.ÖZKAN, İsa 1995, "Tatar ve Uygur TürklerindeNevruz Bayramında Şiir Söyleme Geleneği"Nevruz , Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara.RASANEN, Martti 1969, Versuch EtmologischenWorterburchs Der Türksprachen. Helsinki.MANYE, Tayme. 1994 "Naürez İlahisi", Karadeniz.Sayı (27) ; 3-,.4.ÜLKÜSAL, Müstecib 1966 Dobruca ve Türkler.T.K.A.E Yayını, Ankara.YUSUF HAS HACİB, 1069, Kutadgu Bilig. (Çev.Reşid Rahmeti Arat), 6.b. TTK Yayınları,Ankara.ZİYAEDDİN, İsmail H.A. 1992, Tov Şiirler.Kri-terionYayın Evi, Bükreş.bilig-8/Kış’99


96NEVROOZ TRADITION OF TATAR TURKS IN DOBRUCAAss. <strong>Prof</strong>. Mehmet Naci ÖNALMuğla ÜniversityABSTRACTDobruca territory has been annaxed by the Turks in 1393. As aresult of 1878 Ottoman Russian War Turks left Dobruca and afterBerlin Treatment, it became a part of Romanian territory.According to official figures in Dobruca, 29 533 Tatar Turks and24 449 Ottoman Turks formerly immigrated from Anatolia, havebeen living there. These figures are disputable. It has beenremarked by the outhorities that Turkish population in the area(Tatars and ottoman Turks) is approximately 100 000.In this study our aim is to find out Nevrooz tradition of TatarTurks living in Dobruca. Meanwhile we tried to follow the orderof tradition from the first written document up to now.Previous researches on Nevrooz tradition has been studied in achronological order. How the traditions deformed in the course oftime has been displayed. Every study dealt with, has been exposedto the readers by studying on cerefully and information aboutNevrooz has been present by this method. Whilst studyingNevrooz ballads, it can easily be observed that in the course oftime the traditions disappeared but ballads existed. From this pointof view ballads have been studied and losses, similarities anddifferences in ballads in the course of time have been dealt with.These studies have been dealt with from the point of content.In the conclusion part there is a comparison of traditions ofOttoman Turks in Dobruca.Key Words:Nevrooz, Nevrooz Ceremonies, Nevrooz Ballad, DeficienciesWhich took place in the cource of timebilig-8/Kış’99


97bilig-8/Kış’99


99HAFIZ DİVANINDAKİ İLK BEYTİN OSMANLIEDEBİYATINA ETKİSİİ. Hakkı AKSOYAKGazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Araştırma GörevlisiÖZET"Elâ yâ eyyühe's-sâkî edir ke'sen ve nâvilhâ"Ki ışk âsân nemûd evvel velî üftâd-ı müşkilhâbeyti Şirazlı Hâfız'ın (ö. 1389) divanındaki ilk gazelin ilk beytidir.Hâfız'ın beytinin ilk dizesi muhtemelen Muaviye oğlu Yezid'in (ö.683)Ene'l-mesmûmu mâ indî bi-tiryâkin velâ râkîElâ yâ eyyühe's-sâkî edir ke'sen ve nâvilhâmanzumesinden alınmadır. Hâfız'ın bu manzumenin ikinci dizesiniiktibas etmesi gerek Fars edebiyatında gerekse Osmanlıedebiyatında tartışmalar ve etkiler yaratır. Bu etkiyle Osmanlışairlerinden Behiştî, Mirî, Zikrî, Sırrî, Sânî, Hisalî, Nimeti, Derviş veHıfzî divanlarındaki ilk gazele Hâfız'ın iktibas ettiği dize ile başlarlar.Gelibolulu Mustafa Âlî ve Yahya ise söz konusu dizeyi aynen iktibasetmek yerine ilk gazellerine aynı anlam ve vezinde Arapça başkabeyit ile başlamayı tercih eder. Şirazlı Hâfız'ın Yezid'den iktibasettiği bir dize ve onun etrafında oluşan tartışma ve rivayetler, en az10 Osmanlı şairini etkiler.Anahtar KelimelerŞirazlı Hafız, Muaviye oğlu Yezid, Osmanlı Edebiyatı,Fars Edebiyatı, İktibasbilig-8/Kış’99


100GİRİŞ"Elâ yâ eyyühe's-sâkî edir ke'sen ve nâvilhâ"Ki ışk âsân nemûd evvel velî üftâd-ı müşkilhâ(Ey sâkî! Kadehi dolaştır ve bana sun. Çünki aşkbaşlangıçta çok kolay göründü; ancak içine girince nezorluklar ortaya çıktı.) beyti meşhur İran şairi ŞirazlıHâfız'ın (ö. 1389) divanındaki ilk gazelin ilk beytidir.Hâfız'ın beytinin birinci dizesi, Muaviyeoğlu Yezid'in (ö.683)Ene'l-mesmûmu mâ indî bi-tiryâkin velâ râkî Elâ yâeyyühe's-sâkî edir ke'sen ve nâvilhâ (Ben zehirlenmişim.Yanımda ne tiryak, ne şarap var. Ey sâkî! Kadehi dolaştırve bana sun.) beytinin ikinci dizesidir (Mazıoğlu, 1956).Hâfız'ın Yezid'in olarak bilinen bu mısraı şiirindekullanması zamanın sanat çevrelerinde sansasyona sebepolur. "Hâfız’a "Neden bu beyitten iktibasta bulundun" diyesorulduğu, onun da "kâfirin malı mümine helâldir" diyecevap verdiği rivayet edilegelmiştir. Ehlî-i Şîrâzî bu konudaşunları söylüyor: "Bir gece rüyada Hoca Hafız'a ey faziletve bilgide eşidi olmayan, bu kadar fazilet ve kemalinleneden Yezid'in şu şiirini aldın, kendi şiirine kattın, diyesordum. Dedi ki: Bu meseleyi anlamazsın. "Kâfirin malımümine helâldir". Kâtibî de bu beyit yüzünden "Hâfız'ınşiirine öyle şaşmaktayım ki akıl bunu anlamadan âciz kalır.Ne hikmet gördü de divanına Yezid'in şiiri ile başladı.Kâfirin malı müslümana helâldir; bunda söz yok... fakatarslanın, köpeğin ağzından lokma kapması ne büyük ayıp"mealindeki kıtayı söyler (Gölpınarlı, 1992).Muhammed-i Kazvînî yaptığı bir araştırmada bilineninaksine Hâfız'ın bu mısraı Yezid'den almadığı, Harunürreşiddönemi şairlerinden Ebulfazl Abbas bin Ahnef inYâ eyyühe 's-sâkî edir ke 'senaVekrir aleynâ seyyidü'l-eşribât(Ey sâkî bardağını dolaştır ve sık sık bize bu içeceklerinen önde gelenini ikrâm et.) beytinden esinlendiği ilerisürülmüştür (Seyyid Ebulkasım Encevî-i Şirazî, 1369;Aydemir, 1999).Bu mısra ister Yezid'den iktibas edilmiş, isterseEbulfazl Abbas bin Ahnef’in şiirinden ilhamla söylenmişolsun Osmanlı şairleri arasında etkileryaratmıştır. Bu etkiyle Osmanlı şairleri de aynı dizeyidivanlarındaki ilk gazelin başına yerleştirirler. Sözü edilenuygulamaya katılan şairlerden Vizeli Behiştî (ö. I571)'ningazelini örnek olarak aşağıya alıyoruz:1 "Elâ yâ eyyühe's-sâkî edir ke'sen ve nâvilhâ"Bizi öldürmedin gam gâfil olma çâremüz kılhâ2 Ezelden mekteb-i ışkun bir üstâd-ı safâ-bahşıGörüp âyîne-i tab'um dimiş bu hayli kâbilhâ3 Görürsen mug-beçe yanında bir yanlış hayâlitmeBizi ey pîr-i mey-hâne hemân oglun gibi bilhâ4 Olur mı dîdeden dîdâra perde eşk-i hûnâlûdİrişdi cilve eyyâmı gönül demdür gözün silhâ5 Perî-rû dil-rübâlarda sana benzer melekyokdurKemâl ehlini sevmezsin musâhibin erâzilhâ6 Behiştî dil-rübâlarla mülâkata du'â kılsanKabul olmaga sînende gerekmez kıl kadargıl hâ (Aydemir, 1999)Mirî (?), Zikrî (ö. 1688), Sırrî (?), Sânî (ö. 1688), Hıfzî(ö. 1799), Hisalî (ö. 16. yüzyıl), Zikrî (?), Ni'metî (?) veDervîş (?) gazellerinin ilk beytinde bu dizeyi tam iktibasolarak kullanırlar. Gelibolulu Mustafa Alî (ö. 1600) veYahya Bey (ö. 1582) ise söz konusu dizeyi iktibas etmekyerine aynı anlam ve vezinde Arapça başka beyit söylemeyitercih ederler. Gazellerin matlaları şöyledir:"Elâ yâ eyyühe's-sâkî edir ke'sen ve nâvilhâ"Tutuşup âteş-i 'ışk ile yanmak hayli müşkil hâ(Mirî, ?)"Elâ yâ eyyühe's-sâkî edir ke'sen ve nâvilhâ"Bu ömr-i bî-karârı hod bilirsin çünki zâil hâ(Zikrî, ?)"Elâ yâ eyyühe's-sâkî edir ke'sen ve nâvilhâ"Humâr-ı gamdan öldün kandasın gel çâremüz kıl hâ(Zikrî, ?)bilig-8/Kış’99


101"Elâ yâ eyyühe's-sâkî edir kesen ve nâvilhâ"Nihân olmak gönülden aşk-ı dilber hayli müş-kil hâ(Sırrı, ?)Humarın ıztırâbın çekmemişsin çâremiz kıl hâ"Elâ yâ eyyühe's-sâkî edir ke'sen ve nâvilhâ"(Sânı, ?)"Elâ yâ eyyühe's-sâkî edir ke'sen ve nâvilhâ"Ki sen ey pîr-i mey-hâne bizi oğlun gibi bil hâ(Hisalî, ?)"Elâ yâ eyyühe's-sâkî edir ke'sen ve nâvilhâ"Harâbâtileriz ko her ne dirlerse disünler hâ(Ni'metî, ?)"Elâ yâ eyyühe's-sâkî edir ke'sen ve nâvilhâ"Geçer sür'atle 'ömr-i nâzenînün olma gâfil hâ(Derviş, ?)"Elâ yâ eyyühe's-sâkî çeşânem (mey ) ve nâvilhâ"Ezkanî bi'l-yedi'l-beyzâ ki nâlem hem-çü bülbül-hâ(Hıfzı, 1988)(Bana meyi tattır ve içtir. Bana beyaz eliyle su verdi kibüller gibi inliyorum)Hurüfü'n-nazmi alidâhun ve sahbâhâ ma'ânîhâElâ yâ ma'şer e'l-uşşak fassâlnâhu tafsîlâ (Yahya,1977)(Şiirin harfleri kadehlerdir. Ve kadeh onunanlamlarıdır. Dikkat edin ey âşıklar topluluğu, onu bizayrıntılı bir biçimde açıkladık.)Edir ke'sel-hamiyyâ (?) eyyühe's-sâkî ve nâvilhâEne'l-ma~mûru 'işken feskınî minhâ ve kemmilhâ(Âlî, ?)(Ey içki sunan onu ver. Ben aşkın sarhoşuyum. Benionla sula ve sulama işini mükemmel yap.)Söz konusu mısraı aynen iktibas edenlerin yanısıragazellerine Arapça veya Farsça bir veya iki dize ilebaşlayan şairler de vardır. Nevayî (ö. 1441), Cem Sultân(ö. 1495), İbni Kemal (ö. 1534), Fuzulî (ö. 1556),Bağdatlı Ruhî (ö. 1605) ve Şahidî İbrahim Dede (ö. 1550)divanlarının gazeller bölümüne sakiden yani içki dağıtangüzelden, aşk kadehinden ve âşıklardan söz eden bir veyaiki Arapça dize ile başlamalarına rağmen bu uygulamanınHafız'ın Yezid'den iktibas ettiği beytin etkisindenkaynaklandığına dair elimizde yeterli kanıt yoktur.Örneklerle de görüldüğü gibi Hafız'ın divanındaki ilkdize gerek Fars edebiyatında gerekse Osmanlıedebiyatında tartışmalar ve etkiler yaratır. Bu etkininsonucu Osmanlı şairlerinden Behiştî, Mirî, Zikrî, Sırrî,Sânî, Hisalî, Nimeti, Derviş ve Hıfzî Hafız'ın yaptığı gibibu dizesiyi gazellerinin matla beytine alırlar. GeliboluluMustafa Âlî ve Yahya ise söz konusu dizeyi iktibas etmekyerine aynı anlam ve vezinde Arapça başka beyit ilegazellerine başlar. Şiirleri batı dillerine defalarca çevrilenünlü İran şairi Şirazlı Hafız'ın divanındaki ilk dizeyi en az10 Osmanlı şairi iktibas etmiştir. Bu da Hâfız'ınedebiyatımızdaki etkisinin somut kanıtlarındandır.KAYNAKLARAYDEMİR, Yaşar, (1999), Behiştî Divanı, GaziÜniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü YayınlanmamışDoktora Tezi, Ankara, 481 s.BAHAUDDİN, Hurremşahî, (1366), Hâfıznâme, s. 1,Tahran, C. I, 654 s.BEHİŞTÎ, Mecmua, Ankara Millî Kütüphane, Yz. C. 4,51b.ÇAVUŞOĞLU, Mehmet, (1977), Yahya Bey Dîvân, s. 279,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları,İstanbul, 646 s.DEMİREL, Mustafa, (1996), îbni Kemâl Divan, s. 9,Fakülteler Matbaası, İstanbul, 229 s.DİVAN-I HAFIZ, (1369), Seyyid Ebulkasım Encevî-iŞirazî, Çâphâne-i İlmî, s. 1, Tahran 1369.EMİR ŞÂHÎ, (1871), s. 1, Divan-ı Farisî, 250 s.ERSOYLU, Halil, (1989), Cem Sultân’ın Türkçe Divanı, s.44, Ankara, 356 s.FÂİK, Divan-ı Fâik, "Elâ yâ eyyühe's-sâkî edir ke'sen venâvilhâ" Mısranın Şerhi, İstanbul Üniversitesi, T.2234, lb-2a.MUSTAFA ÂLÎ, Gelibolulu, Mecmau'l-bahreyn, AnkaraMillî Kütüphane, Yz. A 136, 16a.GÖLPINARLI, Abdulbaki, (1992), Hâfız Divanı, s. 664-665, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 722 s.İNAL, İbnülemin Mahmud Kemal, (1988), Son Asır TürkŞairleri, s. 608, Dergâh Yayınları, İstanbul, O 2, 617s.bilig-8/Kış’99


102KARAHAN, Abdülkadir, (1988), Şirazh Hafız veŞiirlerinden Seçmeler, s. 123, Kültür ve TurizmBakanlığı Yayınları, Ankara, 125 s.KOMİSYON, (1969), Türkçe Yazma Divanlar Katalogu,Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, C. 4, 125 s.LE<strong>VE</strong>ND, Agâh Sırrı, (1966), Ali Şir Nevayî, s. 19, TürkTarih Kurumu Basımevi, Ankara , C II, 272 s.MAZIOĞLU, Hasibe, (1956), Fuzulî-Hâfız, s. 313, İşBankası Yayınları, Ankara, 384 s.MUHAMMED-İ KAZVİNÎ, Mecelle-i Yâdigâr, s. 45-78, Sâl-i Evvel, Şomare-i Nüh, Ürdibehişt 1324,78 s.NAZÎRE-İ MİRÎ, Mecmua, Dil ve Tarih-CoğrafyaFakültesi Kütüphanesi, İS. I, 575, 38a.NAZÎRE-İ ZİKRÎ, Mecmua, Dil ve Tarih-CoğrafyaFakültesi Kütüphanesi, İS. I, 575, 38a.RÛHÎ, (1287), Külliyat-ı Eş'âr-ı Rûhi-i Bağdâdî, s. 84,İstanbul, 356 s.SÂNÎ, Divan, Mısır Millî Kütüphanesi, nr: 1 ,88b.SÂNÎ, Mecmua, Dil ve Tarih-CoğrafyaFakültesiKütüphanesi, İS. I, 4125 115b.KONEVÎ, Seyyid Vehbi, (1273), Şerh-i Divan-ıHâfız, s. 1, Bulak, C 1, s. 1., 503 s.SIRRÎ, Mecmua, Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiKütüphanesi, İS. I, 4125, 115b;SIRRÎ, Mecmua, İstanbul Üniversitesi, T. 1802, 39b.SUDÎ, (1250), Şerh-i Divan-ı Hâfız, s. 2-3, Bulak, C 1,411 s.TARLAN, Ali Nihat, (1985), Fuzulî Divanı Şerhi, s. 12,Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, CI, 350 s.bilig-8/Kış’99


103INFLUENCE OF ONE COUPLET IN HAFIZ'S DİVAN TO TURKISHWORLD LITERATUREİ Hakkı AKSOYAKResearch Assistant, Gazi UniversityABSTRACT"Elâ yâ eyyühe'ssâkî edir ke'sen ve nâvilhâ"Ki ışk âsân nemûd evvel velî üftâd-ı müşkilhâThis couplet is from the first ghazel in Hâfız-ı Şirazî (ö. 1389) 's Divan. Hafız,borrowed probable the first line from the poem of Yezid (ö. 683), the son ofMuaviye:Ene'1-mesmûmu mâ indî bi-tiryâkin velâ râkîElâ yâ eyyühe'ssâkî edir ke'sen ve nâvilhâTo borrow the first line from Yezid have influence upon not only PersianLiterature but also Ottoman Literature. In the same way, Ottoman poetscomposed a lot of ghazals something like that. Behişü, Mirî, Zikri, Sırrî, Sânî,Hisalî, Nimeti, Derviş and Hıfzî borrowed Yezîd's line, like Hâfız-ı Şirazî.Gelibolulu Mustafa Alî and Yahya Bey wrote the Arabic couplets in the samemeaning and meter instead of Yezid's line. As a result, this way effected morethan ten Turkish poet.Key WordsHâfız-ı Şirazî, Yezid the son of Muaviye, Ottoman Literature,Persian Literature, Borrowingbilig-8/Kış’99


104bilig-8/Kış’99


105BÂBÜR UN "RİSÂLE-İ VÂLİDİYYETERCÜMESİ" ADLI ESERİDoç. <strong>Dr</strong>. ALİ FUAT BİLKANFatih Üniversitesi Fen-Edebiyat FakültesiÖğretim ÜyesiÖZETHindistan'da kurduğu Bâbür Devleti ile Türk tarihinde önemlibir sayfa açan Bâbür Şâh, sanat ve edebiyatla yakından ilgilenenve hükümdar şahsiyetinin yanısıra, sanatkâr hüviyetiyle detanınan büyük bir isimdir. Çağatay Türkçesi'nin bilhassaHindistan coğrafyasına taşınmasında etkili rol oynayan Bâbür,aynı zamanda burada gelişen Türk şiir geleneğinin ilk temsilcisisayılmaktadır. Nesir ve nazım alanında yazdığı eserleri, onunçok yönlülüğünü göstermektedir. Bâbür'ün yazdığı eserlerden enönemlisi Divân'ıdır. Divân nüshalarında bulunan ve esasenmüstakil bir eser olarak kabul edilmesi gereken "Risâle-iVâlidiyye Tercümesi", bu hükümdar şairin mistik yönelişlerini deyansıtması bakımından önem arz etmektedir. Bâbür Divânı'nınHindistan'ın Rampur şehrindeki Raza Kütüphanesi'nde bulunannüshası, bir rubâ'inin bizzat Bâbür tarafından yazılması yönüyleBâbür'ün kendi el yazısını ihtivâ etmesi bakımından dikkatçekicidir. Batılı araştırmacıların da üzerinde pek çok çalışmayaptıkları Bâbür'ün hatıralarında, onun hususî hayatına aitbilgiler yer almaktadır. Bâbür, rahatsızlandığı bir sırada, şifabulmayacağı inancıyla Türkistan'ın manevî dinamiklerindenHoca Ubeydullah Ahrârî'nin "Risâle-i Vâlidiye" adlı eserini nazmentercüme etmiştir. Şair, kısa bir zamanda iyileşmesini de Ahrârî'ninkudsiyetine bağlamış ve böylece büyük mutasavvıf HocaUbeydullah Ahrârî'ye olan bağlılığını göstermiştir.Anahtar Kelimeler:Bâbür, Risâle-i Vâlidiyye Tercümesi, Yazılış Sebebi, Ubeydullah Ahrârîbilig-8/Kış’99


106GİRİŞRİSÂLE-İ VÂLİDİYYE TERCÜMESİBâbür Devleti'nin kurucusu büyük Türk hükümdarıZahîrüddîn Muhammed Bâbür (1483-1530), siyasî veaskerî dehasının yanısıra, Hindistan'da Türk dili ve Türkşiir geleneğini sürdürmekle, çok önemli bir tarihî vekültürel misyonu da gerçekleştirmiştir. Etrafına ünlü şair,musikişinâs, hattat ve âlimleri toplayan Bâbür, sanatınhemen her türüyle ilgilenmiştir. O, sadece şiir söylemeklekalmamış, şiirin ve edebî eserlerin teorik yönleriyle deilgilenmiştir. Bâbür'ün, Uygur ve Arap harflerinibirleştirerek "Hatt-ı Bâbürî" adı verilen yazı sitilini icatettiği de bilinmektedir. (Alparslan ; 1980)Eğlence ve içki alemlerine çok düşkün olan Bâbür,musikî icrâ etmedeki kâbiliyeti ile de ün yapmıştır.Bâbür'ün en tanınmış eseri olan Bâbürnâme, "Vekayi' "adıyla da bilinmektedir. Nesir alanında ÇağatayTürkçesi'yle yazılmış en önemli eserlerden biri olanBâbürnâme'de, Bâbür'ün hayatı, düşünceleri, mâceraları vepek çok hususiyeti samimî ve akıcı bir dille anlatılır. XVI.yüzyıl sonunda Bayram Han'ın torunlarından AbdürrahimMirza Han tarafından Farsça'ya çevirilen eser, 1922'dePavet de Courteille tarafından Fransızca'ya ve aynı yıl A. S.Baveridge tarafından İngilizceye tercüme edilmiştir. Eser,Reşit Rahmeti Arat tarafından günümüz Türkçesineaktarılmıştır. Eserin en önemli neşirlerinden biri ŞinasiTekin ve Gönül Alpay Tekin tarafından HarvardÜniversitesi yayınları arasında gerçekleştirilmiştir. (Tekin ;1993)Bâbür'ün bir diğer eseri, M. Fuad Köprülü tarafından1923 yılında Paris'te bulunan ve Türklere mahsus bazınazım şekilleri, aruz vezniyle ilgili bilgiler ve pekbilinmeyen birkaç edebî sanatın anlatıldığı "AruzRisâlesi"dir. Eserin en önemli özelliklerinden biri de bizzatBâbür tarafından geliştirilen aruz kalıplarını ihtivâetmesidir. Bâbür'ün "Mübeyyen" adındaki eseri ise, onunedebî kişiliği kadar, fikrî ve dinî hususiyetini de göstermesibakımından dikkate değer eserlerindendir. Hanefî fıkhıylailgili olan bu manzum eser, Hümâyûn ve Kâmrân'a öğütvermek amacıyla kaleme alınmıştır.Bâbür Divânı'nın mevcut 8 nüshası bilinmektedir. Bunüshalardan altısını mukayese ederek sağlam bir metinoluşturan Bilâl Yücel'in çalışması yakın zamandayayınlanmıştır. (Yücel ; 1995) Bilâl Yücel'in neşrettiği ve"klâsik divan tarzında tertip edilmemiş olan" BâbürDîvânı'nın muhtevası şu şekildedir : Risâle-i VâlidiyyeTercümesi, 119 gazel, 18 mesnevi, 210 rubâ'î, 57 mu'ammâ,19 kıt'a, 15 tuyuğ, 79 matla', 7 masnû' şiir, 16 nâtamamgazel, 3 nazm, 16 musarra' beyit, 5 müfred, 4 mensur parçabulunmaktadır. Ayrıca, Farsça olarak 2 gazel, 12 rubâ'î, 8kıt'a, 17 matla', 1 mensur parça vardır.Bâbür Divânı'nın nüshaları arasında yer alan veHindistan'ın Rampur şehrindeki Raza Kütüphanesi'ndebulunan Bâbür Dîvânı, "Risâle-i Türkî" adıyla 19 numaradakayıtlıdır. Eserin faksimilesi, 1910 yılında Denison Rosstarafından yayınlanmıştır. (Ross ; 1910) Eser, aslında şairinUbeydullah Ahdârî'nin "Risâle-i Vâlidiyye" adlı eserinintercümesinden oluşmaktadır. Ancak eserde, çeşitli nazımşekilleriyle yazılmış şiirlerin de yer alması, onun "Divân"olarak yorumlanmasına yol açmıştır. Bâbür'ün "Risâle-iVâlidiye Tercümesi", Bâbür Divânı'nın diğer nüshalarındada bulunmaktadır. Eseri, Raza Kütüphanesi'ndeincelememiz neticesinde, şimdiye kadar eser hakkında -bilhassa E. Denison Ross neşrinde- eksik gördüğümüz bazıhususları tamamlamayı uygun gördük."Risâle-i Vâlidiyye Tercümesi" veya diğer adıyla"Bâbür Divânı'nın Rampur Nüshası", yaprakları koparılmışve büyük boy kağıtlara yapıştırılmak suretiyle tamirgörmüştür. Orijinal cilt yerine karton büyük boy ciltleyeniden ciltlenmiştir. Eserin tavsifi şu şekildedir :Kapakta, daha sonradan yazılmış "Risâle-i Türkî,manzum" ifadesi bulunmaktadır. Zahriyyede, eserdeBâbür'ün yazısının bulunduğu kaydı ile "Türkî, 19" yazısıve hepsi de okunamaz durumda olan 5 ayrı mühürbulunmaktadır. Sondaki mühürler de okunamamaktadır.Eser, 20 yapraktır. Her sayfada muhtelif satırlar mevcuttur.Eserde lb.2a, 12b, 18b tezhiplidir. Eserin sonunda 935bilig-8/Kış’99


107tarihi bulunmaktadır. Eser, altın renginde cetvelli olupbaşlıklar, ayetler ve Bâbür adının geçtiği mısralar da altınrengindedir. Yazı cinsi, "nesih", kağıt cinsi "Keşmir'i"kağıttır. Eserin orijinal cildi yerine sonradan yapılmışkarton cilt bulunmaktadır. Eserin ebatları : 36 x 29 , 17.5 xll'dir. Vr.4a, 7b , 9b'de kenarda tashihler vardır.Nüshanın başında Risâle-i Vâlidiyye Tercümesibulunmaktadır. Toplam 243 beyitlik bu mesnevi, "Fe'ilâtün/ Fe'ilâtün / Fe'ilün" vezniyle yazılmıştır. 20a'da :"Harrarahu Bâbür düşenbe 15 Rebiulahir, sene 935" telifkaydı vardır.Eserde 1 gazel, 2 mesnevi, 22 rubâi, 6 matla',1 nâtamâmgazel, 2 Farsça rubâi, 3 Farsça kıt'a, l Farsça matla'(12b-19a) ve mensur Aruz Risâlesi (19a-20a) yeralmaktadır.Eser : Hak ta'âlâga diyin hamd ü sipâsKünhiga yitmes anıng vehm ü kıyâsbeyitiyle başlamakta ve :"Hindistân cânibi 'azîmet kılgalı itilgan eş'âr bu irdikim tahrîr kıldım ve kiçkan vakâyi' ol durur kim tahrîr kılıptûrmin neçük kim bu evrâkta mesturdur ve ol eczâdamezkûr.Harrarahu Bâbür düşenbe 15 Rabiu'l-ahir sene 935"ifadesiyle son bulmaktadır.Eserde, son yaprakta farklı bir yazıyla yazılan bir rubâibulunmaktadır. Bu rubainin üçüncü mısraının ilk kelimesive son mısraı okunamaz durumdadır. Rubâinin sadece ilkiki mısraı sağlıklı olarak okunabilmektedir :"Her vakt ki görgesin mining sözümiSözümni okuyup yâd kılgasın özümni..........bile gönglümi Hudâ iylep şâd………………………………….E.Denison Ross, "The Poems of The Emperor Bâbür"adlı neşrinde, eserin orijinalindeki bu son iki mısraıalmamış ve hatta orijinal fotoğrafta da bu son iki mısraıgöstermemiştir. Oysa şiirin bir rubâi olduğunu, yinekenardaki(20a) bir nottan anlıyoruz. Bâbür'ün torunlarındanŞâh Cihân'a ait olan ve bu son şiirin Bâbür'ün kendi hattıylayazılmış bir rubâi olduğunu bildiren Farsça ifadeler şuşekildedir :"In rubâ'î-i Türkî ve ism-i mübârek be-tahkîk hatt-ı ânhazret-i firdevs-mekânî Bâbür Pâdişâh Gâzî enârallahuburhânehu est. Harrerehu Şâh Cihân Bin Cihângir PâdişâhBin Ekber Pâdişâh Bin Hümâyun Pâdişâh Bin BâbürPâdişâh"'(Bu Türkçe rubâ'î ve kutlu isim, gerçekten, Ocennet-mekân Bâbür hazretlerinin -Allah delilini yücekılsın, nurlandırsın- hattıyla yazılmıştır. Bunu Bâbür oğluHümâyun oğlu Ekber oğlu Cihangîr oğlu Şâh Cihan yazdı.)RİSÂLE-İ VÂLİDİYYE'NİN YAZARI :UBEYDULLAH AHRÂRÎBâbür'ün Tercüme ettiği Risâle-i Vâlidiyye adlı eser,Türkistan âlimlerinden Ubeydullah Ahrârî'ye aittir. Asıl adıUbeydullah bin Mahmûd bin Şehâbüddîn olan bu zât,kaynaklarda Hoca Semerkandî ve Nâsırüddin UbeydullahAhrar olarak da geçer. 1403 yılında Dağıstan'da doğanUbeydullah Ahrârî, Ya'kûb-ı Çerhî'nin talebesidir.Nakşibendi tarikatının ileri gelenlerindendir. Abdullah İlâhî,Emîr Ahmed Buhârî, Abdullah-ı Semerkandî, MevlânâMuhammed Kâdî gibi talebeler yetiştirmiştir. FeridüddînAttar'ın Tezkiretü'1-Evliyâ adlı eserinde fizikî vasıfları vesosyal çevresi şöyle anlatılır :"Uzun boylu, esmer renkli,güler yüzlü,sakalı büyük vebeyazdı. Nurlu yüzünü gören duâ ve sena ederdi.Müridlerini bir baba şefkatiyle sever,saâdete gark ederdi.Zâhiri ve bâtınî ilimlerle mücehhezdi. Herkes tarafındansevilmesine ve aranmasına güzel ve samimî sözleri birerhüccettir. Neseben Hazret-i Ömer'e mensuptu. Taşkent'tezirâatle uğraştı. Sayısız geliri vardı. İkbalde külfetikaldırmıştı. "Yâr çün yanındadır; beyhude feryâd eyleme"derdi." (Feridüddîn-i Attar ; 1983)Alî Şîr Nevâyî, "Nesâyimü'l-Mahabbe min Şemâyimi'l-Fütüvve" adlı eserinde, Ubeydullah Ahrârî hakkında şubilgileri verir: "Alamın mevlidi Taşkenddür. Ve atalarıderviş kişi irmiş. Ve ana tarafıdın hemânâ ki Şeyh Zuhûr kiol vilâyetde müte'ayyin şeyh imiş, ana yiterler. Ve özleridebilig-8/Kış’99


108bu iş çâşnîsi tufûliyyet eyyâmıdın bar irmiş. Yiğitbolgandın sonra kim seyâhatka kadem koyupturlar, köpmeşâyıh ve evliyâ hıdmetiga yitip sohbetleriga müşerrefbolupturlar. (…… ) Ve Mâverâu'n-nehr meşâyıhıdın HâceMuhammed-i Pârsâ rahi-mehu'llâhu ta'âlâ mülâzemetigayitipdürler. Mevlânâ Nizâmu'd-dîn-i Hâmûş bile sohbettutupdurlar. Mevlânâ Ya'kûb-ı Çerhî kuddise sırruhudınirşâdlar ve terbiyetler tapıpdırlar." (Eraslan ; 1979)Fındıklık İsmail Efendi, Ubeydullah Ahrârî'den"meşhûr-ı cihân" ve "gavs-ı edvâr" olarak bahseder.(Özcan ; 1989) Şeyhî Mehmed Efendi de "Vekayiü'l-Fudalâ"sında : "Silsile-i 'aliyyenün ser-levha-i 'âşıkânıHâce Nasrü'd-dîn Abdullah Ahrâr hazretleridür. (....)'Ubeydullah Ahrâr hazretlerinün halifeleri Şeyh Abdullahİlahî'dür." diyerek onun Nakşîbendiyye büyüklerindenolduğunu belirtir. ( Özcan ; 1989)Kaynaklarda belirtildiğine göre, Hoca UbeydullahAhrârî, 1490 yılında Semerkand'da vefat etmiştir.ESERİN YAZILIŞ SEBEBİHoca Ubeydullah Ahrârî'nin tasavvufî ahlak konusundaFarsça yazdığı Risâle-i Vâlidiyye, Ortaasya ve Uzakdoğumüslümanları arasında çok sevilmiş ve okunmuştur. Eser,pek çok dile çevirilmiş ve bilhassa Nakşî çevrelerin elkitaplarından biri olarak kabul edilegelmiştir. Bâbür, ünlüVekayi'sinden öğrendiğimize göre, hastalandığı bir sırada,tıpkı Kasîde-i Bürde şairinin yazdığı şiirin hikmetimucibince felçten kurtulması gibi, bu eserin manzumtercümesini gerçekleştirerek hastalıktan kurtulacağınainandığını belirtmiş ve neticede hastalıktan kurtulunca,"risâle nazmının kabul edildiğini" anlayacağını dasöylemiştir. Bir nevi tefeül sayabileceğimiz bu hadise,Bâbür gibi büyük bir Türk hükümdarının arkasındakimanevî dinamikleri belirtmesi bakımından önemlidir.Ayrıca eserin tasavvufî ahlâk ve nasihatnâme özelliğitaşıması da şairin tasavvufa olan meylinin bir göstergesisayılmaktadır. Bâbürnâme'de yer alan aşağıdaki ifadeler,şairin manevî hayatını da ihtivâ eder niteliktedir :"Âdîna küm aynıng yegirme üçide harâratîbedenimde zâhir boldı, andaq kim jum'a namâzınımasjidte taşvîş bile ötedim. Namâz-ı peşîn ihtiyâtınıkelip kitâbhâne bir zamândın song meşakkat bileötedim. İndi yekşembe küni ısıtıp azraq tepredim.Sişembe giçesi Sefer ayınıng yigirmi yidiside Hâce'Ubeydullahnıng Vâlidiyye risâlesini nazm kılmakhâtırımga kiçti. Hazretning rûhıga ilticâ kılıpgönglümga giçürdüm kim eger bu manzûr ol hazretningmakbûlı bo-lur hod neçük kim sâhib-i Kasîde-iBürdening kasidesi makbül tüşüp özi iflîc marazıdınhalâs boldı, min dağı bu 'ârızadın kutulup nazmımningkabûlıga delili bolgusıdur. Uşbu niyyet bile remel-imüseddes-i mahbûn 'aruz u darbgâh ebtergâh mahbûnmahzûf veznide kim Mevlânâ 'Abdu'r-rahmanCâmîning Subha'sı hem bu vezndedür, risâle nazmıgaşürû' kıldım. Hem uşal giçe on üç beyt aytıldı. İltizâmyosunluk künde on beyttın kemrak aytılmas idi. Gâlibâbir kün terk boldı. Otken yıl ve her mühmel mundak'âriza kim boldı akalli bir ay kırk günge tarttı. Tengri'inâyeti bile hazretning himme-tidin pencşenbe güniaynıng yigirme tokuzıda andaki efsürde boldı. Özge bu'ârizadın halâs boldum. Şenbe güni Rabî'u'l-evvelaynıng sekizinde risâle sözlerining nazm kılmagihtitâmıga yiti. Bir kün ellig iki beyt aytıldı." (Tekin ;1993)Yukarıdaki ifadelerden de anlaşıldığı gibi Bâbür, bumesneviyi 27 Safer 935 salı (6 Kasım 1528) gecesiyazmaya başlamış ve tam onbeş günde, 8 Rebiülevvel 935cumartesi (21 Kasım 1528) günü bitirmiştir.Bâbür'ün yukarıdaki ifadeleri, şairin bu eseri yazmaşeklini, ruh hâlini ve samimi inanç sahibi bir kişi olarakduygularını da yansıtmaktadır. Cuma günü ateşi yükselipnamazı bile zor kılacak derecede rahatsızlanan Bâbür,nihâyet Hoca Ubeydullah'ın "Risâle-i Vâlidiyye"sini nazmaaktarıp hazretin ruhaniyetine ilticâ ederek içinden niyettutar. Buna göre, eğer bu hareketi ma'nen makbulkarşılanırsa, bunun işareti olarak şair de hastalıktankurtulacaktır. Eserini, Molla Câmî'nin "Sub-bilig-8/Kış’99


109ha" adlı eserinin yazıldığı vezinde kaleme alan Bâbür,neticede Allah'ın inayeti ve hazretin himmetiyle buhastalıktan kurtulur. Bâbür'ün bilhassa bu olaydansonra mistik bir hayat yaşamaya başladığı, hatta birara "devlet idaresini bırakıp, yanına sadece tekhizmetçi ve ibrik alarak bahçenin kuytu bir köşesineçekilmeyi" (Yücel ; 1995) düşündüğü bilinmektedir.ESERİN MUHTEVASIŞairin, Vekayi' adlı eserinde de görüleceği gibi,Bâbür büyük bir azim ve cesaret sahibi birhükümdardır. Onun, "Risâle-i Vâlidiyye" gibiTürkistan'da önemli bir referans eser olan bu tasavvufîeseri, manzum olarak tercüme etmesi, aksiyonerkişiliğinin köklü bir manevî temel üzerine binâedildiğini göstermektedir. Şairin bu önemli eserininmetni, Bâbür Divânı (Yücel; 1995) içerisindeneşredilmiştir. Eser, pek çok klasik eserde olduğugibi, Allah'a hamd ü senâ ile başlamaktadır. Yedibeyitlik bu "tevhit"ten sonra, altı beyit-KAYNAKLARALPARSLAN, Ali , (1976), "Bâbür'ün icat ettiği"Bâbürî yazısı" ve onunla yazılmış olan Kur'an I,Türkiyat Mecmuası, XVIII, (1973-75), s. 161-168.ALPARSLAN, Ali. (1980), "Bâbür'ün icad ettiğiBâbürî yazısı, Türkiyat Mecmuası, XIX (1977-1979), s. 207-211.ERASLAN, Kemal. (1979), Alî Şîr Nevâyî, Nesâyimü'l-Mahabbemin Şemâyimi'l-Fütüvve,İstanbul, 507 s.FERÎDÜDDÎN-İ ATTAR. (1983) Tezkiretü'l Evliyâ,Sehâ Neşriyat, İstanbul, 292 s.ÖZCAN, Abdülkadir, (1989), Fındıklılı İsmailEfendi.Tekmiletü'ş-Şakaik Fî Hakk-ı Ehli'l-Hakaik, Çağrı Yayınları, İstanbul, C.5, 517+47s.ÖZCAN, Abdülkadir, Şeyhî Mehmed Efendi, Ve-lik bir na't yer almaktadır. Bâbür, "Risâle NazmınıngSebebi" bölümünde, Hoca Ubeydullah Ahrârî'yişöyle övmektedir :Hâceler hâcesi ol Hâce 'UbeydHâdim ü çâkeri Şiblî vü Cüneyd (vr.2b)Eserin "feyizlerinden istifade ettiği"ni söyleyenBâbür, eserin mütercimi olduğunu da yine bu bölümdebelirtmiştir. (vr.3a) "Risâle Şürû'ı" başlığı ile eserintercümesine başlayan şair, toplam 213 beyitte, eserihülâsa etmiştir. Eserin sonunda, üç beyitlik "RisaleHâtimesi" bulunmaktadır. Hoca UbeydullahAhrârî'nin, Bâbür tarafından nazmen tercümesiyapılan bu eserinde, "tasavvufun esasları"anlatılmaktadır. Nefis terbiyesi, tecellî, muhabbetullah,vahdet, zâhir-bâtın, feyz, cezbe gibitasavvufî konuların işlendiği bu eser, Bâbür'ün dinîkonulardaki seviyesini göstermesi bakımındanönemlidir. Anlatımda yer yer âyet ve hadislerdenalıntılar yapan şair, eseri Farsça'dan Türkçe'yemanzum olarak tercüme ederken nazım tekniğibakımından da başarı göstermiştir.kayiü'l-Fudalâ, C.I, Çağrı Yay., C.3,İstanbul,528+41 s.ROSS, E. Denison. (1910), A Collection of Poems bythe Emperor Bâbür, Dîvân-ı Bâbür Pâdishâh,Journal of the Asiatic Society of Bengal, Vol.6,Extra No., Calcutta, 91 s.TEKİN, Şinasi. TEKİN. Gönül Alpay. (1993),Zahiruddin Muhammad Bâbür Mirza, Bâbürnâma,Chaghatay Turkish Text with Abdul-Rahim Khankhanan's Persian Translation by W.M. Thackston, Jr., Published at The Departmentof Near Eastern Languages and CivilizationsHarvard University, A.D. 1528-29, 737 s.YÜCEL, Bilâl. (1995), Bâbür Dîvânı, Gramer-Metin-Sözlük-Tıpkıbasım, Atatürk Kültür MerkeziYay. Ankara, 575bilig-8/Kış’99


110BABUR'S WORK OF "RİSÂLE-İ VÂLİDİYYE TERCÜMESİ"Assoc. <strong>Prof</strong>. Ali Fuat BİLKANFatih UniversityABSTRACTShah Babür, who by founding Babür State, opened new horizons inTurkish history. He not only acted as an artisan shah but also dealtclosely with art and literature which has made him well-known.Having an effcetive role in spreading Cagatai Turkish in India, he is,at the same time, regarded as the firs representative of Turkish poemtradition. The works he wrote both in prose and verse indicate his multidimensional art. Divan is the most signifi' cant work anong the worksthat he wrote. Risale-i Validiyye Tercümesi which is found in thetranscripts of Divan and which should be, infact, regarded as acomplete work is important for showing the writer's mysticaltendencies. The transcript of Babür's Divan in Raza Library, Rampur,India is significant because it includes a rubai which is written in thehandwriting of Babür. Babür's diary on which western scholars havemade many studies, includes information about his private life. Babürtranslated "Risale-i Validiyye" by the spiritual leader HodjaUbeydullah Ahrari in order to recover from an illness while he wassick. The poet believes that his recovery was due to Ahrari's hollynessand therefore he showed his hyality to the great mystic HodjaUbeydullah Ahrari.Key WordsBabür, Risale-i Validiyye, translation, the purpose of writing, Ubeydullah Ahraribilig-8/Kış’99


111bilig-8/Kış’99


113TÜRKLERDE KADIN HAKLARI ÜZERİNE BİRDEĞERLENDİRMEDoç. <strong>Dr</strong>. Ali SARIKOYUNCUOsmangazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim ÜyesiÖZETKadın, doğuştan sahip olması gereken insan haklarına çok kolayulaşmamıştır. Bunu tarihsel süreç içinde de görebiliriz. ÖzellikleTürk kadınının dününe baktığımız zaman, başlangıçta erkeğinyanında yer alan kadının sonra bir adım geriye itildiğine şahitoluyoruz.İslamiyeti din olarak seçişleri öncesinde, Türklerde kadının durumuözellikle diğer toplumlardan çok daha iyi idi. Hatta bazı konularda dakadınların bugünkünden daha çok hakka sahip olduklarınısöyleyebiliriz. İslamiyetin kabulü ile birlikte Türk toplumları arasındakadın hakları açısından bir gerileme söz konusudur. Bunun başlıcanedeni, İslam öğretilerinin yanlış yorumlanması ve uydurma sözlerinhadis (Hz. Muhammed'in sözleri) olarak kabul edilmesidir. Ayrıcayabancı kültürlerin İslama nüfuz etmesi de etkili olmuştur.Türk kadınının çağdaş dünya kadınının sahip olduğu haklarakavuşması Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa KemalATATÜRK sayesinde olmuştur. Ulu önder Atatürk'ün Türk kadınınakazandırdığı haklara hep birlikte kadın-erkek sahip çıkalım.Anahtar Kelimeler:Türk, Kadın, İslamiyet, Atatürkbilig-8/Kış’99


114GİRİŞİlk çağlardan beri kadın, medeniyetin gelişmesininen önemli unsurlarından biri olmuştur. Erkek avagittiği zaman meyva toplayan, tarım yapan kadın;yerleşik yaşama geçmeyi kolaylaştırmış, dokumacılık,çanak çömlekçilik, dikicilik, tahta ve hasır işleri, evyapımı, üretim maddelerinin değiş tokuşu(ticaret) ileuğraşmış, günümüzün pek çok işkolunun yaratıcısıolmuştur. Kısaca, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusuM. Kemal ATATÜRK'ün de ifade ettiği gibi"...Dünya yüzünde gördüğünüz her şey kadınıneseridir." (Sağlam, 1998, 161)Kadının bu denli çok üretken olmasına karşılık,insan hakları açısından bakıldığında erkekle eşit, aynıhakka sahip bulunduğunu söylemek olanaksızdır. Bubakımdan tarihsel süreç içinde kadın - erkek eşitliğitoplumsal sorun olarak günümüze kadar sürüpgelmiştir. Kadın, doğuştan sahip olması gerekenhaklarını çok kolay kazanamamış ve uzun bir gelişimaşamasından geçmiştir. Dünyada çağdaş toplumlarınarzuladığı kadın hakları, her ülkede hatta her millettedeğişik dönemlerde ve farklı ölçülerde verilmiştir.Bunda devletlerin yönetsel yapılarının, dinlerin,geleneklerin ve farklı kültürlerin etkileri vardır.Tarihsel süreç içinde bunu görmek mümkündür.Örneğin, konu olarak seçtiğimiz Türk kadını,başlangıçta erkeğinin yanında yer alırken, İslamiyet'indin olarak seçilmesinden sonra siyasal, sosyal,ekonomik ve hukuksal açıdan eşitsizliklekarşılaşmıştır. Bunun başlıca nedeni, İslamöğretilerinin yanlış yorumlanması ve uydurma sözlerinhadis (İslam peygamberi Hz.Muhammed'in sözleri)olarak kabul edilmesidir. Ayrıca yabancı kültürlerinİslama nüfuz etmesi de etkili olmuştur.Aslında, Sevinç Sağlam'ın da belirttiği üzere"İslam dininin beşeri eşitlik tanıdığı kadın, günümüzkadınının sahip olduğu haklara aşağı yukarı sahiptir.İslam dini, kadınlara seçme hakkı tanıdığı gibi(M.630'da Mekke fethedildiği zaman bütün reşitkadınların birer birer onaylarının alınmasına dikkatedilmiştir.), çeşitli meslek dallarında çalışmalarına,hatta devlet başkanlığı yapma-larına izin verilmiştir. Çeşitli İslam ülkelerinde 20kadın hükümdarlık yapmış, 13 kadın da çocuk yaştakioğlu adına naibe olarak hüküm sürmüş, Cumahutbelerinde adını okutup, kendi adına parabastırmıştır." (Sağlam, 1998,161-162) .Çalışmamızda İslam dininin yanlışyorumlanmasına ve buna bağlı yanlış ve eksiktatbikatına oldukça geniş yer verilecektir. Bizce herşeyden önce İslam dininin bütünüyle doğruanlaşılması çok önemlidir. Zira, karşılaşılanproblemlerin pek çoğu dini kaynaklıdır. Dinin yanlışanlaşılması, hatta hiç bilinmemesiyle ilgilidir. Yukarıdada ifade edildiği üzere; İslam Dini özünde akla değerverdiği halde sonradan bir takım olumsuz etkiler, İslamdünyasında akılcı ve bilimsel düşünceyi geriletmiştir.Dini taassup, skolastik eğitim, mistik düşünce, akıl vebilimsel düşüncenin yerini almıştır. Sözü edilen bumenfi gelişmeler, kimi konularda özellikle kadınhakları açısından Müslüman -Türk insanını daetkilemiştir.TARİHTE KADIN HAKLARIEski çağlarda, hemen bütün toplumlarda kadınınhiçbir değere sahip olmadığı yaygın bir görüştür. EskiÇinlilerde kadın kocasının kölesi sayılır, kocası veçocuklarıyla birlikte yemeğe oturamazdı. Ayaktadurur, onlara hizmet ederdi. (Arat, 1986 : 26)Eski Hint toplumunda da kadının evlenme vemiras hakkı yoktu. Manu kanunu onu, çocukluğundababasına, gençliğinde kocasına, kocasının ölümündensonra da oğluna veya kocasının akrabasından birerkeğe bağlı olmaya mecbur etmişti. Vedalarda kadınkasırgadan, ölümden, zehirden ve yılandan daha kötübir yaratık olarak tasvir edilmiştir.Öte yandan Budizm'in kurucusu Buda, öncelerikadını dinine kabul etmiyordu. Çok yakın dostu olanamcazadesi Anende'nin ısrarı ile kadınları sonradanBudizm'e kabul etmiştir. Bu arada Buda, Anenda'ya"Kadını dine kabul etmeseydik Budizm saf bir şekildeuzun asırlar devam ederdi" diyerek tepkisinigöstermekten de geri kalmamıştır. (Topaloğlu, 1972:16-17)bilig-8/Kış’99


115Mısır'da başlangıçta kadınlar erkeklerle aynı haklarasahip idiyseler de bu fazla uzun sürmemiş, Firavun'unemriyle köleleştirilmişlerdir. Uygarlığın beşiği olarakbilinen "Yunan'da ise kadının hemen hemen kölelerle birtutulduğunu görüyoruz. Koca karısını dövebildiği gibibaşka birisine de armağan edebilirdi. Tüm miras erkekçocuklara düşerdi. Bir erkeğe edilebilecek en büyük küfürona "kadın" demekti." Bu arada kadın tüm kötülüklerinkaynağı olarak da kabul ediliyordu . Eski Roma'da kadınbabasından kocasına aktarılan bir maldı. Sonraları kadınabirçok hak tanınmışsa da eğitim eksikliği yüzünden buhaklarını kullanamamıştır (Akdemir, 1991: 262).Diğer taraftan bozulmuş Yahudilik ve Hıristiyanlık gibisemavi dinlerde de kadının hiçbir değeri yoktu. İsrailhukukunda ailede erkek mutlak hâkimdi. Yahudi kızlarıbabalarının evlerinde bile hizmetçi gibiydiler. Baba onlarısatabilirdi. Boşanma hakkı keyfi bir surette kocaya aitti.Kızlar ancak başka bir varis bulunmadığı takdirdebabalarının mirasına sahip olabilirlerdi (Topaloğlu, 1972:17). Muhtemelen bunlardan dolayıdır ki, Yahudierkeklerinin her sabah yaptıkları dualarında;"Ezeli ilahımız, kainatın kralı, beni kadın yaratmadığıniçin sana hamd olsun" cümlesi yer almaktadır (Okiç, 1979:7; Akdemir, 1991: 262) .Kadını aşağılama Hıristiyanlıkta daha ileri safhadadır."Zira kadın, haram meyveyi Adem (a.s)'e yedirerekCennetten kovulmasına ve böylece insan neslinin günahkarolmasına neden olmuştu. Bu yüzden Hıristiyanlık cinselilişkiyi bir günah ve kirlenme saymaktadır." TanınmışHıristiyan ilahiyatçılarından biri olan İskenderiyeliClement; "Kadın, kadın olmaktan ötürü utanmalıdır"demektedir (Akdemir, 1991: 262) .Hıristiyan din adamlarının kadına bakışları dolayısıylaHıristiyan toplumlarda yıllarca kadın aşağılanmış,horlanmıştır. Düşünen, soru soran kadınların"Engizisyonun"un hışmına uğradığı ve "cadılık"gerekçesiyle yakıldığı Ortaçağ Avrupası'nda kadınındurumunu şu sözler özetlemektedir:- Bir kadın evinden dışarıya üç kez çıkmalıdır.Vaftiz edildiği, evlendiği ve öldüğü zaman .Kadın, kedi ve baca evi hiç terk etmemelidir (Ateş,1991: 252).Öte yandan Demokrasinin beşiği sayılan İngiltere'dekadın murdar bir yaratık sayıldığından İncil'e el süremezdi.Bu ilkel durum ancak Kral VIII. Henri'nin (1509-1547)zamanında İngiliz parlamentosundan çıkan bir kararla sonaerebildi (Ogan, 1956: 71)İslâm'ın doğuşu sıralarında Arabistan yarım adasında dakadının durumu pek feci idi. Öyle ki, kadın olmak utançverici bir durumdu. Bu yüzden kız çocukları diri diritoprağa gömülüyorlardı. Kadının miras hakkı yoktu. Kısacakadın erkeğin kölesinden başka bir şey değildi (Topaloğlu,1992: 19 ; Akdemir, 1991: 263)Eski Türklerde ise kadının durumu çağdaşlarına göreoldukça farklı idi. Toplumda tek evlilik esastı. Bununlabirlikte yönetici ailelerde, çok evliliğe de rastlanılmaktaydı .Yalnız, sonraki hanımlar hiçbir zaman "katun" durumunagelemezler, çocukları da yönetimi ele geçiremezlerdi. Katundaima hakanın yanında yer alır, hakan savaşa gidince onungörevlerini yerine getirirdi. Miras babadan oğula geçer,ancak erkek çocuk olmadığı zaman kıza kalırdı. Evliliksırasında oğlan tarafı kız tarafına "Kalıng" denilen bir parave mal verirdi. Boşanma söz konusu olduğunda kadın suçluise "kalıng" erkeğe verilir, erkek suçlu ise kadında kalırdı.Bu arada ölen kardeşin dul kalan eşi ve üvey anne ileevlenme geleneği de vardı (Kurnaz, 1991: XI-XII) .Öte yandan karı-kocanın mal ve mülkleri ortaktı.Bununla birlikte kadın, kocasından ayrı mal edinmehakkına sahipti. Erkek eşine karşı saygılıydı. Onu arabayabindirir, kendi ardından yürürdü (Yörükoğlu, 1984: 53 ;Akdemir, 1991: 264).Kısaca sunduğumuz bilgilerden de anlaşılacağı üzereeski Türklerde kadının durumu özellikle diğer toplumlardançok daha iyi idi. Hatta, bazı konumlarda bugünkünden dahafazla hakka sahip olduklarını söyleyebiliriz.Bundan dolayıdır ki, "İslam dininin Türkler arasındayayılmasından sonra kadının özgürlüğünün eski etkinliğiniyitirdiği" görüşü yaygındır.bilig-8/Kış’99


116<strong>Prof</strong>. <strong>Dr</strong>. Salih Akdemir'in de belirttikleri gibi "bu görüşekatılmamak mümkün değildir" (Akdemir, 1991: 264).Ancak aşağıda açıklayacağımız gibi bunun nedeni, İslâmdininin kendisinden çok O'nun yanlış anlaşılması, yaniKur'an ayetlerinin doğru yorumlanamamasıdır. Ayrıcaİslam'a uydurma hadisler sokulması ve temas kurulanBizans, İran ve Arap kültürleriyle etkilenilmesi gibinedenlerden ötürü asırlar boyu kadına zulüm edilmiştir. Bukonuya girmeden önce, İslâm'ın kadına bakışını görelim.İSLAM'IN KADINA BAKIŞIYukarıda da değinildiği üzere İslamiyet'ten önceAraplardan, küçük kız çocuklarını öldürenler, diri diritoprağa gömenler olurdu. Kur'an-ı Kerim'de yıllarca budavranış içinde bulunan toplumun adeti, "Onlardan birinekız çocuğu olduğu müjdelendiği zaman içi öfke ile dolarakyüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdeninkötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Şimdi ne yapsın,onu hakaretle tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün (diyedüşünür). Bak ne kötü hüküm veriyorlar" (Kuran-ı Kerim:33:58-59) denilerek kınanmaktadırlar. Talat Halman'ın dabelirttikleri gibi "İslam dini bu korkunç adete sonvermiştir" (Milliyet Gazetesi, 15 Şubat 1998).Yine İslam'dan önce Arap erkeği, istediği kadar kadınlaevlenebilirdi. Bazı kimselerin 5, 10, 15, 20 hatta daha fazlakadınları vardı. Çok kadınla evlenme âdeti, eskitoplumların bir çoğunda geçerli idi. Eski Hindular, sınırsızkadınla evlenmeyi mübah gördükleri gibi Lidyalılar,Babilliler, İranlılar, Yahudiler istedikleri kadar kadınlaevlenirlerdi (Ateş, 1991: 321). Örneğin Kitab-ı Mukaddes'egöre Hz. İbrahim'in iki karısı, Yakub'un ise birden fazlakarısı vardı (Ateş, 1991: 321 ; Tekvin,Bab: 28, Cümle 8-9'dan). Hz. Davut'un yüz karısının olduğu, Tevrat'tan veKur'an-ı Kerim’den anlaşılıyor. Hz. Süleyman'ın ise, 700karısı, 300 cariyesi vardı (Ateş, 1991: 321).İşte "İslam Dini, sayıyı azami 4'e indirmiş ve her birineiyi muamele edilmesi (eşit davranılması) şartınıkoymuştur" (Halman, 1988). Bununlabirlikte İslamiyet'te tek kadınla evlilik makbul sayılmış vetavsiye edilmiştir. Kadının hasta olması, çocuk sahibiolamaması gibi durumlarda erkeğin bir başka kadınlaevlenmesine izin verilmektedir. Ancak bu takdirde de"eşler arasında eşit davranma" koşulu öngörülmüştür .Kadına İslamiyet'in sağladığı haklar sadece sözüedilenlerden ibaret değildir. Her şeyden önce Kur'an-ıKerim'deki "İman edenler", "güzel amel işleyenler"şeklindeki umumi ifadeye kadınlar da dahildir. Bu aradaKur'an-ı Kerim’e göre Hz. Muhammed kadını ve erkeğiylebütün beşeriyetin peygamberidir. O, bütün insanlaramüjdeci ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. Onun getirdiğiaydınlıkta dünya hayatını tamamlayan kadın ve erkeğecennet vaad edilmektedir. İster kadın olsun, ister erkek,Allah'a inanmış olarak kim hayırlı iş yapmışsa emeği boşaçıkmayacaktır (Hatipoğlu, 1991: 231).Şimdi de kadına İslamiyet'in tanıdığı diğer bazı haklarıda <strong>Dr</strong>. Fahri Demir'in "İslam ve Kadın" adlı çalışmasındanizleyelim: "İslamiyet'ten önce Araplarda, evli kadın,kocasının malı sayılırdı. Öyle ki, kocası ölünce, değil onavaris olmak; kocasının diğer eşyası ile birlikte, mirasçılaramal olarak intikal ederdi. İslamiyet kadını, ölen kocasınavaris kılmıştır:"Eşlerinizin, eğer çocukları, yoksa, yapacaklarıvasiyetten ve borçtan sonra, bıraktıklarının yarısı, sizindir.Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir.Çocuğunuz yoksa, sizin de yapacağınız vasiyetten veborçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır(karılarınızındır). Çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizdebiri onlarındır..."(Kuran-ı Kerim, 4:12)Kadın, eş olarak da (Kuran-ı Kerim 4:12), evlat olarakda(Kuran-ı Kerim 4:11), ana olarak da (Kuran-ı Kerim4:11), kardeş olarak da (Kuran-ı Kerim 4:12 ve 176)varistir.Kadın, anne olarak, çocuğunu emzirmede söz sahibidir.Çocuğun babası koca, çocuğun annesi ile karşılıklı rızaçerçevesinde anlaşacaktır . Bu anlaşmada anne, babakarşısında, hukuken "taraf" hakiki bir şahsiyettir:"-...Eğer ana ve baba birbiriyle görüşerek vebilig-8/Kış’99


117karşılıklı anlaşarak çocuğu memeden kesmek isterlerse,kendilerine günah yoktur...(Kuran-ı Kerim 2:233)"İslamiyet'te kadın, kendisine evlenme teklif edilenveya kendisi evlenme teklif eden hakiki bir tarafşahsiyettir:"(İddet) beklemekte olan kadınla evlenmehususundaki teklifinizi açmanızda veya onu içinizde saklıtutmanızda size bir günah yoktur ... (Kuran-ı Kerim 2 :235) ."". . . kendisini peygambere hibe eden mümin kadın(Kuran-ı Kerim 33 : 50) ."Geçimsizlik durumunda, yuvayı yürütüp yürütmemeyedair verilecek karar, karı-kocanın ortakiradesine bağlıdır ve kadın burada da kocası karşısındataraf hakiki şahsiyettir:"Karılarınızdan boşandığınız ve onlar da beklememüddetlerini bitirdikleri zaman, aralarında iyilikleanlaştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıylaevlenmelerine engel olmayın..."(Kuran-ı Kerim, 2:232)."Eğer bir kadın kocasının serkeşliğinden yahutkendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarındabir sulh yapmalarında onlara günah yoktur. Sulh (daima)hayırlıdır..."(Kuran-ı Ke-rim,4:128)İftiraya uğrayan kadının, kocasına tanınan "ispat hakkı"nakarşı, "red hakk"ına sahiptir. Şöyle ki: Bir koca karısınazina isnad eder ve kendisinden başka şahit bulamazsa,hakimin huzurunda, 4 kere: "Allah şahit, doğrusöylüyorum" diye yemin eder. Beşincisinde: "Yalansöylüyorsam, Allah'ın lâneti üzerime olsun" demeksuretiyle, onu, ispat edebilir. Buna karşılık kadın da şayetbunun iftira olduğunu iddia eder de 4 kere "Allah şahit, oyalan söylüyor" dedikten sonra beşincide: "Eğer kocamdoğru söylüyorsa, Allah'ın laneti üzerime olsun!" demeksuretiyle bu ispatı reddedebilir: (Kuran-ı Kerim,24:6-9).Kadın oy hakkına sahiptir: "Ey peygamber, inanmışkadınlar Allah'a hiçbir şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak,zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, iftira etmemek veuygun olanı (maruf) işlemekte sana karşı gelmemek şartıylasana "bi'at" etmek üzere geldikle-rinde, onları kabul et..."(Kuran-ı Kerim,60:12) ."Bilindiği gibi "bi'at" bağlılık sözü vermektir vemodern uygulamadaki oylamalarda gördüğümüz "kabul"anlamına gelmektedir.Kadınların, İslamiyet'le birlikte, oy hakkına sahipkılındığını görmek herkes için, hele bugün, çok "orijinal"olsa gerek!" (Demir, 1994: 5-6)Ayrıca kadının, seçme hakkının yanı sıra, tartışmalı daolsa devlet başkanlığı dahil olmak üzere seçilme hakkı dabulunmaktadır .Yukarıdan beri söz konusu edilen haklar, 1400 yılöncesi özellikle Arap kadını için fevkalade önemlidir. Buarada İslam, kadının hakları uğruna verdiği mücadelesinedestek vermiş; hatta mücadele veren kadın, Kur'an-ıKerim'de bir sureye (Mücadele: 58. sure) ad olacak kadaryücedir. Mücadele suresi, örnek Müslüman kadının siyasiotorite nezdinde hakkını elde edebilmek için gösterdiğiçabaları anlatan bir suredir. Siyasi otoritenin itirazlarınarağmen kadın haklı davasında ısrar etmiş, uğradığı zulmüAllah'a şikâyet etmiştir. Bu kadının haklarını eldeedebilmek için gösterdiği örnek gayret ve çaba Allah' ıntakdirine mazhar olmuştur."Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyettebulunan kadının sözünü işitmiştir. Esasen Allahkonuşmanızı işitir; şüphesiz ki Allah işitendir, bilendir."İlk ayetinin manasını arz ettiğim Mücadele suresi'ninnazil olmasına neden olan olay, kaynaklarda geçtiğine göreşöyle olmuştur: Huveyle binti Sa'lebe (r.a) uğradığı zulmügidermek için Hz. Peygamber (a.s)'in huzuruna vararak:- Ey Allah'ın elçisi! Kocam benimle evlendiğinde bengençtim. O zaman beni arzuluyordu. O'na bir çok çocukverdim. Yaşım ilerlediği bir sırada beni anasına benzeterek,yalnız bırakıverdi. Eğer bir yolunu bulup da aramızıdüzeltirsen çok iyi olur.Hz .Peygamber (a.s):-Yüce Allah'ın şimdiye kadar bana bu konuda herhangibir emri ulaşmış değildir. Bana göre artık sen kocanaharamsın.Kadın:- Ey Allah'ın elçisi, kocam vallahi talak keli-bilig-8/Kış’99


118mesini kullanmadı, deyince; Hz. Peygamber yine:- Artık sen kocana haram olmuşsun, diye tekrarladı.Kadın Hz. Peygambere (a.s) yalvararak:- Kurbanın olayım, Ey Allah'ın elçisi! Halime acı, diyeyalvardı. Sonra da halini Allah'a arz etti. Peygamberine birvahiy indir diye dua ediyordu. Kadın henüz oradanayrılmadan Mücadele suresinin yukarıda açıklanan ayetinazil olmuştur (Akdemir, 1991: 265).Kadınların haklarına sahip çıktıklarına dair de örneklervardır. Bu cümleden olarak, bir gün Halife Ömer, Mescittehalka hitap ederken "Kadınlarınızın mehrini niye yüksektutuyorsunuz. Hz. Peygamber ve ashabı döneminde mehirmiktarı dört dirhem veya daha aşağı idi..." demesi üzerineMescitte bulunan bir kadın, "Şayet hanımınızı boşar da birbaşka hanımla evlenmek isterseniz, onlardan birineyüklerle mehir vermiş olsanız dahi, hiçbir şeyi gerialmayın!" (Kuran-ı Ke-rim,4:20) ayetini okuyarak Hz.Ömer'e karşı çıkar. Kadının itirazı üzerine Halife Ömerkararından dönmek zorunda kalır (Kırbaşoğlu, 1991: 275).İslam'ın ilk dönemlerine ait bu kadın hakları açısındanörnek davranışlar zamanla azalmıştır. <strong>Prof</strong>. <strong>Dr</strong>. NeclaArat'ın ifadesiyle "... Kadın için bir baş eğme, suskunluk,ezilme, ölümden sonraki yaşamda cennet mutluluğunakavuşma avuntusu içinde bekleme ve her yönden birsömürülme dönemi..." başlamıştır. Bunun sorumlusu İslamdini olmadığı gibi, kadın da değildir. Kısaca yukarıdabelirtilen haklarına rağmen kadın asırlar boyu erkeğindûnunda bir muameleye tabi tutulmuştur. Bu arada İslâmceza hukukunda kadının şahitliğinin bile kabul edilmediğinigörüyoruz. Hanefi, Şafiî, Hanbeli ve Maliki olarakadlandırılan dört mezhebin bu konuda ittifak etmesidüşündürücüdür. İşin daha da düşündürücü boyutu, aynıgörüşlerin günümüz Müslümanları arasında dini bir sonuçolarak devam ettiğinin müşahede edilmesidir. Şimdi deİslam'ın tanıdığı haklara rağmen kadının toplum hayatındansoyutlanmasının kaynağı nedir? Bundan söz edelim.KADIN ERKEK EŞİTLİĞİNDE YANLIŞANLAMA <strong>VE</strong> UYGULAMANINNEDENLERİİslam dininin anayasası, ana kaynağı Kur'an-ı Kerimdir.6666 ayet ve 114 sureden ibaret olup, 23 sene gibi birzaman içerisinde Hz. Muhammed'e parça parça, ayet ayetnazil olmuştur. Kur'an-ı Kerim'in dili Arapça'dır. <strong>Prof</strong>. <strong>Dr</strong>.Salih Akdemir'in konunun uzmanı olarak belirttiği gibi,"Kur'an-ı Kerimden bir konuyla ilgili bir hüküm çıkarırkenilgili bir ya da birkaç ayete dayanmak yerine konuyla ilgilitüm ayetleri dikkate almak gerekir. Ancak bütün ayetlerdeğerlendirildikten sonradır ki, Kur'an-ı Kerim'in konuylailgili görüşü isabetli bir şekilde ortaya konmuş olabilir. Aksihalde, hatalara düşmekten kurtulunamaz. Bunun en tipikörneklerinden biri de kadının şahitliği ile ilgili 2/ BakaraSuresi 'nin 282. ayetidir. Müfessirler ve hukukçular buayette yer alan "Eğer iki erkek yoksa razı olduğunuzşahitlerden bir erkek ve iki kadın (şahitlik etsin)" ibaresinedayanarak, kadınının şahitliğinin erkeğin şahitliğininyarısına denk olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Oysa kiKur'an-ı Kerim'de şahitlikle ilgili bütün ayetlerincelendiğinde varılan bu sonucun yanlış olduğu ve kadınınşahitliğinin erkek şahitliğine denk olduğu görülür"(Akdemir, 1991:264).Daha önce de ifade edildiği üzere Mümtahine suresinin12. ayetinde ise, 14 asır önce kadına seçme hakkınıbahşetmiştir. Ancak Hz. Muhammed (a.s) den sonrakadınların Kur'an-ı Kerim'in kendilerine vermiş olduğuseçme, yönetimi belirleme hakkından mahrumbırakıldıklarını görüyoruz (Akdemir, 1991: 265). Türkkadını seçme hakkını kullanmak için 1930'lu yıllara değinbeklemek zorunda kalacaktır. Sonunda Mustafa KemalAtatürk ile bu hakkını kazanabilecektir.Öte yandan kimi Müslüman erkeklerin Kur'an-ıKerim'in "Tek kadınla evlenme" konusundaki tavsiyelerine"Eşler arasında eşit davranma" şartını gözetmeksizinuymadıkları müşahede edilir. Böylece İslam'ın kadınınhasta olması, çocuk sahibi olmaması gibi mazeretlernedeniylebilig-8/Kış’99


1194'e kadar kadınla evlenme ruhsatı istismar edilmiştir. Aynışekilde boşanma da istismar edilmiştir. Bu konudakikolaylığı, Müslüman erkekleri hep kendi lehlerindekullanmışlardır. Bu arada Hz. Muhammed (a.s) zamanındauygulamada görülmesine rağmen daha sonraki asırlardakadının kocasını boşaması pek gündeme getirilmemiştir .Uygulamada görülen bu aksaklıkların yanı sıra Kur'anayetlerinin erkekçe yorumlandığını görüyoruz. ÖrneğinNebe suresinin 33. ayetinin manası müfessirlerce(Dünyada Allah'ın emirlerine uyanlar için Ahirettesunulacak nimetlerden birisi olarak) "memeleritomurcuklanmış yaşıt kızlar var" şeklinde açıklanır(Çantay, 1996: 3/1137).Böyle bir yorum Kur'an-ı Kerim'in Nahl-97 ("Erkekkadın inanmış olarak kim iyi iş işlerse, ona hoş bir hayatyaşatacağız") Ali İmran-195 ("... Ben sizden erkek ya dakadın olsun çalışan hiç kimsenin amelini zayietmeyeceğim...") ve diğer benzer ayet hükümleriyle çelişirvaziyettedir.Görüldüğü gibi Kur'an-ı Kerim'in ayetlerininyorumlanması yani tefsiri çok önemlidir. Bu arada herkonuda olduğu gibi Kur'an'ın tefsiri konusunda da MustafaKemal Atatürk önderlik etmiştir. Onun direktifleridoğrultusunda 1925 Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinekonan 20 bin liralık ek ödenekle İslam'ın iki temelkaynağının Türk halkınca daha iyi anlaşılmasına yönelikçalışmalar başlatılmıştır. Devletin bu işe ayırdığı ödenekmüteakip yıllarda da devam etmiştir. Böylece ElmalılıMuhammed Hamdi Yazır'ın hazırladığı Hak Dini Kur'anDili 9 ciltlik meal ve tefsir; Ahmet Naim ve <strong>Prof</strong>. <strong>Dr</strong>. KamilMiras'ın hazırladıkları Tecrid-i Sarih Tercemesi adlı 12ciltlik hadis tercemesi ortaya çıkmıştır .Değişen ve gelişen dünyada Kur'an-ı Kerim'in yenidenyorumlanmasına çok büyük gereksinim vardır. Bu, kadınhakları açısından olduğu kadar, İslam'ın diğer hükümlerininanlaşılması için de önem arz etmektedir. Bu nedenle,Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an'ın çağdaş yorumlanmasıkonusunda faaliyete geçmiş bulunmaktadır. Bu sevindiricihaberi bilgilerinize arz ediyorum.KADINLARA İLİŞKİN UYDURMAHADİSLERDEN BİRKAÇ ÖRNEKHadis, İslam Peygamberi Hz. Muhammed' in söz, fiil vedavranışlarıdır. Hadisler, Peygamberin sağlığında yazıyageçirilmemiştir. Hadislerin yazılması ve toplanması HicriII. asırda olmuştur. Hz. Muhammed’in sağlığında pekgörülmeyen hadis uydurmacılığı, sonraki dönemlerdebirçok neden ve vesilelerle artarak ve çeşitlenerek devametmiştir. Bu nedenler arasında fırka, mezhep ve kabilesinisavunmak, milliyetçilik duygusu, kişisel çıkar teminiyanında; İslam'a düşmanlık kadar bu dine hizmet etmesanısı da rol oynamıştır...Bu sözlerden, dindarlık adına veya İslam Dininisuçlamak üzere yaygınlıkla kullanılan birkaç örnekşunlardır:"Kadınları Allah-u Teala geride bıraktığı gibi siz degeride bırakın""Kadınlara itaat, nedamettir." (Ateş, 1991: 255).Hadis ilmiyle bağdaşmayan bu sözler ve daha nicelerimaalesef geniş kitlelere ulaşmış ve benimsenmiştir. Busözler ve benzerleri, ilim sahiplerince eleştirilmiştir.Örneğin İbn Hazm, "İnsanın insana secde etmesi caizolsaydı, kadınların kocalarına secde etmelerini emrederdim"sözünü reddetmektedir. Üstelik Kur'an ve Sahih Hadis,böyle bir hükmü geçersiz kılmaktadır (Ateş, 1991:255-256).-Kadınlara danışmak ve dediklerinin aksini yapmakgerekir.-Eğer kocanın tepesinden ayağına kadar bütün bedeniirinler içinde kalıp hanımı o irinleri diliyle silerse, yine deona karşı teşekkür etmek vazifesini eda etmiş sayılmaz.-Uğursuzluk evde, kadında ve kısraktadır.- Havva olmasaydı, hiçbir kadın kocasına ihanetetmezdi (Ateş, 1991: 254-256)Sözleri;-Ey insanlar, kadınların haklarını gözetmenizi ve buhususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. (Vedahutbesinde)- Kadınlara ancak iyi insanlar iyi davranır. Onlara ancakkötü insanlar kötü davranır. Ben eşlerime karşı en iyidavrananlardanım.bilig-8/Kış’99


120- Bir kadın iki kızını yetiştirir; sıraya katarsa cennettebenimle beraber olur.- Cennet annelerin ayağı altındadır (Demir, 1994: 7-8). diyen Hz. Muhammed'in sözleri olabilir mi?Nitekim "Uğursuzluk evde, kadında ve kısraktadır"şeklindeki Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği bu söze, Hz. Aişe(Hz. Muhammed'in eşi) duyduğu zaman itiraz ederekşunları söylemiştir:"Kur'anı Ebu'l Kasım'a indirenin hakkı için, bu hadisiaktaran yalan söylemiş. Resul (S) ancak, şunu dedi:"cahiliye ehli şöyle derdi: Uğursuzluk; binek; kadın veevdedir" (Aktaş, 1991: 256).Aynı şekilde "Kadınları göze çarpan mevkilereoturtmayın, yazıyı da öğretmeyin, dikiş öğretin..." (Aktaş,1991: 257)Bu söz de, ilk emri "Oku" olan, "Hiç bilenle bilmeyenbir olur mu?" diyen bir dinin (Kur' an-ı Kerim) "İlimÇin’de olsa gidin öğrenin" "İlim öğrenmek kadın erkek herMüslüman'a farzdır" diyen bir Peygamberin (Hz.Muhammed) sözleri olabilir mi?Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük insan MustafaKemal Atatürk'ün de belirttiği gibi, akıl ve mantık dini olanİslam'ın (Gürtaş, tarihsiz: 86) onun peygamberiMuhammed'in sözleri olamaz bunlar.Olsa olsa bu sözler, dindarlık adına, veya dindarlığıöne sürerek kadınların "yanlış şeyler okuyup yazabileceği,yazı vasıtasıyla yabancılarla temas kurabileceğini" (Aktaş,1991: 257) iddia eden ham sofuların sözleridir.Kadının uygulamada erkekle eşit haklara sahipolmamasının bir diğer nedeni de; temasa gelinen Bizans,İran, ve Arap kültürlerinin Türkler arasındaki tesirleridir.Özellikle Osmanlılar döneminde Bizans ve İran tesirleridaha belirgindir. "Başta şehirler olmak üzere, kadınlardaçarşaf ve peçenin kıyafet olarak yaygınlaşması, giyim vesokağa çıkma gibi dışa dönük davranışlar ülkenin heryanında kurallar dahiline sokulmuş, bu hususta fermanlarçıkarılmıştır" (Aktaş, 1991: 527). Diyanet İşleriBaşkanlarından <strong>Prof</strong>. <strong>Dr</strong>. Süleyman, Ateş'in de belirttiğigibi " kadına peçeyi ge-tiren İslâm değildir. Elbise üstüne baştan aşağı bir örtüörtmek eski bir Arap geleneği idi. Kadın eğer örtü almadandışarı çıkarsa, bazı kimseler onu cariye sanarak ardınadüşerdi. İşte tanınıp da sataşılmaması için hür kadınlara,geleneklere uygun olarak sokağa çıkarken (abâye veyacilbâb) denen dış örtülerini almaları emredilmiştir"(Kurnaz, 1991:527)Kısaca açıklanan nedenlerin de etkisiyle asırlar boyuMüslüman Türk kadına zulüm edilmiştir.ATATÜRK <strong>VE</strong> TÜRK KADINIBugün dünyanın Müslüman ülkeleri arasında, kendinikurtarmış, özellikle kadın hakları açısından hepsinin önünegeçmiş tek ülke Türkiye'dir. Bu da Cumhuriyetimizinkurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk' le olmuştur. Ohenüz daha 1916 yılında Doğu Cephesi kumandanıykenkadın sorunlarıyla ilgilenmeye başlamıştır. Çevresindekikişilerle yaptığı sohbetlerinde, kadınların iyiyetiştirilmesinin topluma sağlayacağı yararları, çalışmayaşamında kadına da yer verilmesi gibi hususlarıvurguluyordu. 1918'de Karlsbad'da tuttuğu notlardananlaşıldığı gibi sosyal yaşamdaki inkılaplarıgerçekleştirmeyi daha o tarihlerde düşünmüştür (İçli, 1992:70).Atatürk, Cumhuriyetin ilanından dokuz ay önce kadınhukukunda inkılâp ihtiyacı konusundaki düşüncelerini şusözleri ile açıklamıştır:"Bir toplum, cinsinden yalnız birinin yeni gerekleriedinmesiyle yetinirse o toplum yarıdan fazla kuvvetsizlikiçinde kalır...""Bizim toplumumuzun başarı gösterememesinin sebebikadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlik ve kusurdandoğmaktadır...""Yaşamak demek faaliyet demektir. Bir toplumun birorganı faaliyette bulunurken diğer organı işlemezse otoplum felç olmuştur... Bizim toplumumuz için ilim veteknik gerekli ise bunları aynı derecede hem erkek hem dekadınlarımızın edinmeleri lâzımdır. Malûmdur ki, hersafhada olduğu gibi sosyal hayatta dahi iş bölümü vardır..Bu günün gereklerinden biri kadınlarımızın her husustayükselmelerini temindir." (Kocatürk, 1984: 97-98).bilig-8/Kış’99


121Cumhuriyetin ilanından sonra da Atatürk, sözü edilendüşüncelerini yaşama geçirmek için çalışmalarıbaşlatmıştır. Kadınların sosyal ve siyasal hakları eldeetmeleri de aşamalı bir şekilde gerçekleştirilmiştir: 1924'deTevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilmiştir. Siyasal vesosyal yaşamda bilimin ve aklın önderliğine inananAtatürk, eğitimin önemini vurgularken, toplumun bütünfertlerinin kadını, erkeği, çocuğu, köylüsü ve işçisiyleeğitilmesi gerektiğini ifade ediyordu. Çünkü toplumun herbir parçasının ayrı bir fonksiyonu olduğuna, bufonksiyonların mükemmel bir şekilde yerine getirilmesi ilesosyal bütünleşmenin ve kalkınmanın mümkün olacağınainanıyordu.Atatürk'ün kadın konusundaki uygulamalarının enönemlilerinden biri olan Medeni Kanun , 4 Nisan 1926'dakabul edilerek yürürlüğe girdi. Böylece erkeğin birdenfazla kadınla evlenmesi yasaklanarak bu yolla aile içiilişkilere düzen ve huzur kazandırılması amaçlanıyordu.Ayrıca, kadın evlenme ve miras hukukunda erkekle eşithale getiriliyor ve dini nikâh yerine medenî nikâh şartkoşularak evlilik yaşamı süresince olduğu gibi, sonrasındada kadın ekonomik ve hukuksal yönden güvence altınaalınıyordu.Daha sonra, 3 Nisan 1930'da belediye seçimlerinekatılmak için yalnızca Türk olma şart koşulmuş ve kadınmahallî seçimlere erkekle eşit haklara sahip olarakkatılmıştır. 26 Ekim 1933'de çıkan Köy Kanunu ile muhtar,5 Aralık 1934'de de milletvekili seçimlerinde kadınlaraseçme ve seçilme hakkı tanınmıştır (İçli, 1992: 71-72).SONUÇİslâmiyet'i Din olarak seçişleri öncesinde, Türklerdekadının durumu özellikle diğer toplumlardan çok daha iyiidi. Hatta bazı konularda kadınların bugünkünden daha çokhakka sahip olduklarını söyleyebiliriz. İslamiyet'in kabulüile birlikte zaman içinde Türk toplumlarında kadın haklarıaçısından bir gerileme söz konusudur.Aslında İslâm dini, metinde belirtildiği gibi, insanhaklan, özellikle kadın hakları açısından birçok iyileştiricihükümler içermektedir . Ayrı-ca, Hz. Muhammed devrinde kadınlar, cami ve mescitleregeldikleri gibi Uhud, Hendek ve Huneyn savaşlarındadüşmanla çarpışmışlardır. Bu arada savaşlarda destekhizmetlerini kadınlar yürütmüştür. Peygamberin hanımlarıbizzat savaşa katılmış, kimileri hasta bakıcılık yapmıştır(Ateş, 1991: 326).Yine Hz. Muhammed’in hanımları özellikle Hz. Aişe,kendisinden sonra, Peygamberin sözlerini öğretmiştir(Ateş, 1991: 326). Halife Ömer, Şifa adlı bir kadına çarşıve pazarın denetimi görevini vermiştir (Akkaya, 1991: 249)Bununla birlikte İslâm öğretilerinin yanlışyorumlanması, özellikle uydurma sözlerin hadis olarakkabul edilmesi ve <strong>Prof</strong>. <strong>Dr</strong>. Salih Akdemir'in de belirttiğigibi "kadın aleyhtarı yabancı kültürlerin İslâma girmesisonucu, kadın asırlar boyu aşağılanmış ve toplumdan adetasoyutlanmıştır. Ve hala soyutlanmaya devam edilmektedir.İşte kadının toplumdan soyutlanması ve cahil bırakılmasısonucudur ki, insanlığın en azından yarısı âtıl, işe yaramazhale getirilmiştir. Oysa ki, erkeklerle aynı hak vesorumluluklara sahip olan kadın, tıpkı erkek gibi devletbaşkanlığı da dahil olmak üzere onun yapabileceği bütünişleri ve görevleri yapabilir. Aksi görüşte olanlara önerim,Belkıs kıssasını dikkatle okumalarıdır" (Akdemir, 1991:270)Türk kadınının, çağdaş dünya kadınının sahip olduğuhaklara kavuşması Atatürk'le olmuştur. Ulu Önder'in, Türkkadınına kazandırdığı haklara hep birlikte kadın-erkek sahipçıkalım. Çünkü; ülkemizin, insanlığın geleceği kadın veerkeğin el ele vererek uyum içinde çalışmalarına bağlıdır.Şu halde bu iki cins arasındaki insicamı bozucu uygulamave davranışlardan kaçınılmalıdır. Bunun için de, toplumunyıllar, asırlar boyu ihmal edilmiş kesimi olan kadını,yeniden topluma kazandırmak üzere İslam öğretilerininçağdaş yorumu ile işe başlanabilir.Bu düşüncelerle konumuzu Türkiye Cumhuriyeti'ninkurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK'ün şu anlamlısözleriyle tamamlamak istiyorum (İçli, 1992: 70-71) :"Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolukadınından daha fazla çalıştım, milletimi kur-bilig-8/Kış’99


122122tuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını gibi emekverdim diyemez. Belki erkeklerimiz memleketi istilaedenlere karşı süngüleriyle, düşmanın süngülerinegöğüslerini germekle düşman karşısında buldular. Fakaterkeklerimizin teşkil ettiği ordunun hayat kaynaklarınıkadınlarımız işletmiştir... Çift süren, tarlayı eken, ormandanodunu, keresteyi getiren, aile ocaklarının dumanınıtüttüren, bütün bunlarla beraber sırtıyla kağnısıyla,kucağındaki yavrusuyla yağmur demeyip, kış demeyip,sıcak demeyip cephenin harp malzemesini taşıyan hep onlar,hep o yüce, o fedakâr, o ilahî Anadolu kadınları olmuştur.Bundan ötürü hepimiz, bu büyük ruhlu ve büyük duygulukadınlarımızı şükran ve minnetle sonsuza kadar aziz vekutsal bilelim."KAYNAKLARAKDEMİR, Salih, (1991), "Tarih Boyunca ve Kuran-ıKerim'de Kadın", İslami Araştırmalar, C. 5, Sayı 4.AKKAYA, Nejla (1991), "İslam Hukukunda Kadının SiyasiHakları", İslami Araştırmalar, C.5, Sayı 4.AKTAŞ, Cihan (1991, "Kadının Toplumsallaşması veFitne", İslami Araştırmalar, C.5, Sayı 4.ARAT, Necla, (1986), Kadın Sorunu, Say Yayınları,İstanbul, 239 s.ARMENER, Neda, (1967), "VII. Yüzyılda İslam KadınınınSosyal Dururmuna Mukayeseli Bir Bakış", KadınınSosyal Tetkik Kurumu Aylık Konferansları, (1953-1964), Ankara.ATEŞ, Süleyman, (1991), "İslam'ın Kadına GetirdiğiHaklar", İslami Araştırmalar, C.5, Sa-yı:4.ÇANTAY, Hasan Basri (1963), Kuran-ı Kerim ve MealiKerim, İstanbul, C. 3.GÜRTAŞ, Ahmet, (1997), Atatürk ve Din Eğitimi,Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, 4. Baskı, 180 s.HATİPOĞLU, S. Mehmet, (1991), "İslam'ın KadınaBakışı", İslami Araştırmalar, C.5,Sayı:4.İÇLİ, Tülin, "Atatürk ve Türk Kadını", AtatürkAraştırmaları Merkezi Dergisi, C. 1, Sayı 25.KIRBAŞOĞLU, Mehmet Hayri, (1991), "Kadın KonusundaKuran'a Yöneltilen Başlıca Eleştiriler", İslamiAraştırmalar, C.5, Sayı:4.KOCATÜRK, Utkan, (1984), Atatürk'ün Fikir veDüşünceleri, Turhan Kitabevi, Ankara, 3.Baskı, 374-s.OGAN, M. Raif, (1956), İslam Hukuku, İstanbul.OKİÇ, M. Tayyip, (1979), İslamiyette Kadın Öğretimi,Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, Ankara, 61 s.SAĞLAM, Sevinç, (1998), "Atatürk ve Türk Kadını",Atatürk Haftası Armağanı, Genel Kurmay AskeriTarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Yayını, Ankara.TALAT, Halman, (15 Şubat 1998), Milliyet Gazetesi.TOPALOĞLU, Bekir, (1992), İslamda Kadın, YağmurYayınları, İstanbul, 270 s.bilig-8/Kış’99


123AN EVALUATION UPON WOMEN RIGHTS IN TURCSAli SARIKOYUNCUInstructor in the Department of History, Faculty of Letters,Osmangazi UniversityABSTRACTIt has never been easy for the Turkish woman to attain therights she ought to have from the birth. We can observe thisfact in the historical process. Especially, when we look at theTurkish woman we observe that although she had been nearher man in the in the beginning, she was pushed backafterwards.Before chosing Islam as a religion, in the Turkish society theposition of woman was better than the other societies. We caneven say in that period woman had much more rights thantoday. After the accaptence of Islam, the women rights inTurkish society retrograded. The main cause was incorrectinterpretation of islamic teachings. The interpretation ofQur'an along 14 centuries has been a male expounding andsome made-up narratives were accepted as Prophet's traditions.Furthermore foreign cultures penetrated into islamic teachings.Attaining of Turkish woman the rights that women have in themodern world, is due to Mustafa Kemal Atatürk, the founder ofTurkish Republic. We have to stand as protector to the rightswhich Atatürk caused Turkish woman to get.Key Words:Turk, Woman, Islam, Ataturk.bilig-8/Kış’99


124bilig-8/Kış’99


125MUSA CARULLAH BİGİYEF-Hayatı, Mücadelesi, Fikirleri-Hamdi MERTAhmet Yesevi ÜniversitesiYayınlar Genel MüdürüÖZETMusa Carullah Bigiyef yenilikçi, mücadeleci, araştırmacı, velûd bir Türk-İslâmbilginidir.Rusya içerisindeki Türk topluluklarının problemli bir döneminde yaşamıştır.Rusların, özellikle 1905 ve 1917 devrimleri dönemlerinde Rusya'dayaşayan azınlıklara bazı dahilî hak ve hürriyetler va'detmeleri sebebiyle"Müslüman-Türk" topluluklarına yeni haklar verilmesi istikametinde ilmî,siyasî ve kültürel çalışmalar yapmıştır.Rusya içerisinde hizmet etme imkânı kalmayınca bu ülkeyi terketmiş; ilmîaraştırmalarını ve siyasî çalışmalarını Rusya dışında sürdürmüştür. İlmiaraştırma maksadıyla uzun seyahatlara çıkmış; Fıkıh, Tefsir, Hadis baştaolmak üzere genel İslâmî konularda 120 civarında eser vermiştir. Dinîilimler alanında özgün fikir ve teklifleri olan Bigiyef-benzer bazı yenilikçi ilimadamlarının aksine- selef alimlerinin re'ylerini tamamiyle reddetmemiş amaonları bilimsel olarak eleştirmiş ve bu konularda yeni görüş ve tekliflergetirmiştir.O'nun, din ilimleri alanındaki kendine mahsus, özgün fikirlerinin tanınması,düşünce hayatımıza yeni bir zenginlik katacaktır.Anahtar Kelimeler:Bigiyef, İslâm'da Yenileşme, Türk-İslâm Kongreleribilig-8/Kış’99


126GİRİŞMusa Carullah Bigiyef, Kazanlı Türk-İslâm bilgini,fikir ve aksiyon adamı, müellif, müceddid, araştırmacı..1875 yılında Rusya'nın Rostov-Na-Don şehrinde doğdu.Bigiyef, Türk dünyası -ve toplulukları-nın en problemlizamanında yaşamıştır. Doğduğu toprakların Rus Çarlığı'nınişgali altında olduğu bir dönemde dünyaya gelmiş; KazanTürklüğü'nün geleneksel kültür ortamında yetişmiş;Buhara'da Arapça, Farsça ve İslâmî ilimleri tahsil etmiş;orada -ve döndüğü zaman Kazan'da- yenilikçi İslâmalimleri ve fikirleriyle tanışmış, Rusya'da (Petersburg),mevcut İslâmî eğitimine modern batı eğitimini de katmış,nev'i şahsına münhasır araştırıcı, mütefekkir, mücadelecibir Türk-İslâm alimidir.Önceleri kendisini Kazan Türklüğü'nün uyanışı veRusya müslümanlarının kurtuluşu idealine kaptırmış; bumaksatla Rusya içerisinde mücadeleler vermiş; makaleler,kitaplar, gazeteler yayınlamış; dersler vermiş;konferanslara, kongrelere, şûralara katılmış; emsali fikirdüşünceve din adamlarının aksine Rusya'yı terketmemiş,kendi toplumu ve diğer Türk toplulukları için Ruslardanbazı haklar ve ödünler koparmaya çalışmıştır. Bu konudabazı mesafeler almış ise de, sonunda bunların geçiciolduğunu anlamış ve Rusya'yı terketmek zorunda kalmıştır.Hayatının bu döneminde kendisini ilmî araştırmalaravakfetmiş; o dönemde büyük ilim ve kültür merkezleri olanİstanbul, Kahire, Bağdat, Şam, Meşhet, Tebriz, Tahran,Necef, Bombay, Berlin, Helsinki gibi şehirlerde bulunmuş;buralarda o dönemin şarkı ve garbı tanıyan büyükbilginleriyle tanışmış; çoğu İslâmî konularda araştırmalaryapmış; bir kısmı basılmış 120 civarında eser vermiştir.Bigiyef'in bu seyahatları Ek: 1 'deki haritada tarihleriylebirlikte gösterilmiştir.Bigiyef Kazan'da, Buhara'da ve Kahire'de bulunduğusırada o devrin yenilikçi müslüman, düşünür ve dinadamlarıyla karşılaşmış ve onlardan etkilenmiştir. Fakatkendilerine yenilikçi/müceddid sıfatı verilen birçoklarınınaksine Bigiyef, yenilikçi fikirlere karşı çıkanlarca dahibütünüyle reddedilmemiştir. Zira o, bir taraftan din anlayı-şında yeni fikirler ve içtihatlar arayışına girerken, selefalimlerinin görüşlerini ve geleneksel İslâm anlayış veyorumunu -eleştiriye tabi tutmuşsa da-reddetmemiştir.Musa Carullah Bigiyef, çileli, problemli son dönemTürk Tarihi içerisinde Türk ve İslâm âlemininuyandırılması için iyi niyetli, orijinal ve içtihat derecesindefikirler ortaya koymuş velûd bir yazar; mücadeleci birTürk-İslâm büyüğüdür. Son dönem alimlerimizin birçoğugibi araştırılmamış ve gözden kaçmış bir mütefekkirşahsiyettir. "Rahmet-i İlâhiyyenin Umumiliği Mes'elesi"gibi sınırlı bir kaç konuda eleştiri almış olması onun -vefikirlerinin- bütünüyle reddedilmesine sebep olmamalı;aksine re'y ve teklifleri değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.Bigiyef'i araştırmak ve anlamak, bir Türk büyüğünevefakârlık göstermekten ibaret kalmayacak, günümüzproblemlerine çözüm arayışlarına da büyük ölçüde ışıktutacaktır.ÖĞRENİM HAYATIMusa Carullah Bigiyef'in babası Yârullah Efendi,annesi aynı yerde bir din adamı olan Habibullah Efendi'ninkızı Fatma Hanımdır.İlk öğrenimini annesi Fatma Hanım'dan aldı. 11 yaşındaRostov Rus Teknik devlet Lisesi'ne girdi. Yükseköğrenimini bu liseyi bitirdikten sonra Buhara'da yaptı.Buhara'da Farsça, Arapça ve İslâm ilimlerini öğrendi. Butahsili esnasında yenilikçi İkram Efendi ve İvaz Efendi'denfıkıh ve felsefe; Şerif Efendi'den matematik ve astronomidersleri aldı. Oklid, Pisagor, Arşimed, Eflâtun, Aristo,Descartes, Bacon ve fikirlerini öğrendi. Rusça bilmeyenhocaları için matematik alanındaki bazı eserleri Rusça'danTürkçe'ye çevirdi.Buhara'da din ilimleri yanında felsefe, matematik veastronomi alanlarında da derinleşen Bigiyef; tahsiliniilerletmek üzere lise tahsilini tamamladığı Rostov'a, oradanİstanbul'a geldi. Burada önce Mühendislik Mektebi'nekaydoldu. Ancak, yakınlarının ve hocalarının tavsiyesiyletekrar İslâmî ilimler tahsiline yöneldi. İstanbul'dan aynıamaçla Mısır'a geçti. Kahire el-Ezher Üniversitesi'nekaydoldu. Bir süre sonra bu okul-bilig-8/Kış’99


127dan da ayrıldı ve tahsilini özel araştırma ve çalışmalaryaparak sürdürdü. Muhammed Abduh'un derslerine devametti. Mısır Millî Kütüphanesinde Kur'an tarihi üzerinearaştırmalar yaptı.Mısır'dan Hicaz'a geçti. Mekke ve Medine'de iki yıldinî araştırmalar yaptıktan sonra Hindistan'a intikal etti.Hintli alimlerle görüş alış-verişinde bulundu. Deobandİslâm Üniversitesi'nde altı ay süreyle ilmî çalışmalar yaptı.Hindistan'dan tekrar Kahire'ye dönen Bigiyef; üç yılburada kaldıktan sonra, önce Beyrut'a, oradan Şam'a gitti.O dönemin bu ilim merkezlerinde de kezâ araştırmalaryaptı.Onbir yıl süren bu seyahatlardan sonra 1904 yılında birbilgin kişi olarak, doğduğu topraklara/Kazan'a döndü.Bigiyef, bu seyahatları şu sözleriyle değerlendirir:"-Büyük ümitlerle İslâm âlemini gezdim. Buhara,Türkiye, Mısır, Hicaz, Hint ve Şam diyarlarındadolaştım. Dinî medreselerin herbirini gördüm. Fakatvatanıma maalesef temam-ı hayretle döndüm" (Bigiyef1907; Görmez, 1994'den).1904 yılında Arapça, Farsça ve İslâmî ilimleriöğrenmiş olarak doğduğu topraklara/vatanına dönen MusaCarullah Efendi, burada "Tarih'ü-l-Kur'an ve'1-Mesahif" adlı eserini yazdı ve büyük takdir topladı(Görmez, 1994).1905 yılında Kahire'de tanıştığı İbrahim ŞevketKemal Efendi'nin kızkardeşi Esma Aliyye Hanım ileevlendi.Musa Efendi ilim tahsiline doymayan bir kişi idi.Nitekim sekiz çocuk sahibi olduğu bu mutlu evliliktensonra da eşini ve çocuklarını annesine bırakarak PetersburgRus Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu. Bir taraftan hukuktahsili yaparken, diğer yandan özel çalışmalarıyla Arapçave İslâmî bilgilerini artırmaya devam etti (Taymas, 1958;Görmez, 1994'den; ve Togan 1947).MÜCADELESİRusya'da 1905 yılında patlak veren ihtilâl, MusaCarullah Efendi -ve Kazan Türkleri- 'nin hayatında birdönüm noktası oldu. Zira bu ihtilâlden sonra Rusya'nınotokratik devlet yapısı meş-rutî monarşiye dönüşmüş ve Rus halkıyla beraber Rusyadahilindeki Türklere de bazı siyasî-dinî hürriyetlerverileceği ümidi doğmuştur. Bunun üzerine Kazan Türkleri,Musa Carullah Bigiyef ve emsâli din ve fikir adamlarınınöncülüğünde kapsamlı bir faaliyet başlatmışlardır.Musa Carullah Bigiyef, bu amaçla Ülfet Gazetesi'ndeyazılar yazdı. Bu gazetede ve diğer yayın organlarındayazdığı fikrî yazılarla Kazan Türklerinin fikrî uyanışdönemine önemli katkılarda bulundu. Bu dönemdegerçekleştirilen beş büyük kurultayın öncüleri arasında yeraldı (Hee-Soo-Lee, 1988; Görmez, 1994).1906 yılında yapılan Nijni Novogorod MüslümanKurultayında baş kâtiplik yaptı ve bu kurultayın zabıtlarını"Umum Rusya Müslümanlarının III. Resmi Nedveleri"adıyla yayınladı. Aynı yıl içerisinde aynı şehirdegerçekleştirilen 3. kurultayda, kurulmasına karar verilensiyasî partinin yönetiminde yer aldı (Devlet, 1985).Bu faaliyetler Rus Çarlığı'nı rahatsız etti. Ülfet Gazetesikapatıldı ve baskı dönemi tekrar başladı (Togan, 1947).Musa Efendi bu dönemde de boş durmadı ve kitaplaryayınlamaya başladı. Bu sırada yayınladığı yirmi kadareserin en önemlileri, dipnot ve şerhlerle kendimüktesebâtını da kattığı Endülüslü alim Şatıbî'nin "el-Muvafakat"ı ile bizzat kaleme aldığı "Kavaid-iFıkhiyye"dir (Şura,1909). Kendisine ayrıca Rusya'dayaşayan müslümanlar için "Mecelle-i Ahkâm-ı Şer'iyye"hazırlaması görevi de verilmiştir.Musa Carullah 1910 yılında Orenburg HuseyniyeMedresesi'nde Arapça ve dinler tarihi dersleri vermeyebaşladı. Bu derslerdeki kendine mahsus yenilikçi fikirleri ve"Şura Dergisi"nde yayınladığı aynı istikametteki görüşlerisebebiyle buradaki hocalığından ayrılmak zorunda kaldı.Aynı yıl içerisinde Finlandiya'ya geçti. Burada "UzunGünlerde Oruç, Kuzey Kutbunda Akşam, Yatsı veSabah namazlarının nasıl olacağı" konusundaaraştırmalar yaptı ve gözlemlerde bulundu (Bigiyef, 1911).1913 yılında Petersburg'ta Emanet Matbaası'nı kurdu(Türk Yurdu, 1329).bilig-8/Kış’99


1281914'te yapılan Rusya Müslümanları IV. Kurultayınaiştirak etti. Bu kurultayda Sadri Maksudî, RizaeddinFahrettin ve Ali Merdan da vardır (Türkyurdu, 1331). Buaktif siyasî faaliyetlerini sürdürürken Bigiyef fiilî-ilmîçalışmalarından da geri durmamıştır. Matematik veAstronomi alanlarında araştırmalar yapmış, ay ve güneştutulmalarını gözlemlemek için uzun seyahatlar yapmıştır.Bu seyahatları sırasında tutuklanmış, dört ay süreyletutuklu kalmıştır.1917 yılında toplanan "Rusya MüslümanlarıV. Büyük Kongresi"nde Divan Başkanlığı'na getirilenBigiyef, kongre sonunda oluşturulan on kişilik MillîŞura'ya seçilmiştir. Bigiyef'in kongre'ye sunduğu tebliğlerbüyük tartışmalara sebep olmuş, "Kadın Hakları"na dairtebliği kongre tarafından kabul edilmiştir.Musa Carullah Bigiyef'in asıl aktif siyasi hayatı 1917Bolşevik ihtilaliyle başladı. Bolşevikler, 1917 ihtilâlindensonra Rusya içindeki asıl ve azınlık toplumlara hürriyet veistiklâl vereceklerini büyük gürültülerle ilân etmişlerdi.Musa Efendi, bu vaadlere inananlar arasındaydı. Fakat çokgeçmeden bu vaadlerin bir aldatmacadan ibaret olduğuanlaşılmış, yoğun baskı dönemi yeniden başlamış ve MusaEfendi'nin çevresindeki birçok vatanperver Rusya'dankaçmak zorunda bırakılmışlardır. Musa Carullah, her şeyerağmen Rusya'yı terketmedi, hatta komünist yöneticilereyakın durmaya çalışarak onlardan Türk toplumu için kendiifadesiyle "faydalar koparmaya" çalıştı.Nitekim 1918'de Petersburg'ta "el-Minber"dergisini çıkarmayı başarmış ise de, ancak dergininyayınına kısa zamanda son verildi. Bunun üzerinePetesburg'tan gelen din ve ilim adamlarıyla ilmî çalışmalaryaptı (Carullah, 1933).16-20 Eylül 1920 tarihleri arasında "Ufa"da toplananve Ziyaeddin Kemali, Kırım Müftüsü İbrahim Efendi ilebirlikte binlerce kişinin iştirak ettiği "Ufa Kongresi"neMusa Efendi de katıldı. "Türkiye Büyük MilletMeclisi'ne Müracaat" adlı, küçük fakat önemli eserini busırada kaleme aldı. Bigiyef, bu eserinde Türkiye BüyükMillet Meclisi'ne Türkiye ve dünya müslümanları hak-kında teklifler sunmuş ve bu tekliflerini T.B.M.M'negöndermiştir (Togan, 1945).Musa Carullah, kendisini artık Rusya'daki soydaşlarınınproblemleri ile sınırlı saymadı ve bütün Türk vemüslümanların mes'eleleriyle ilgilenmeye başladı. Nitekimaynı yıllarda "İslâmiyetin Elifbası" diye bir eser hazırladı."Anayasa" uslûbunda kaleme aldığı kitapta "Hilâfet","İnsan Hakları", "Kadın Hakları", "Harp Hukuku" vedevletlerarası "Sözleşmeler"e yer verdi. Bigiyef bu eseriniUfa Ulema Meclisi'nde sundu ve Meclise katılanlarıntakdirini aldı. Eser, çoğaltılarak Türkistan, Afganistan,Kâşgar ve Türkiye'ye gönderildi. Rusya'da matbu halegetirilemeyen eser, Finlandiya'daki Kazanlı Türklervasıtasıyla 1923 yılında Berlin'de bastırıldı."Dinî, Edebî, İctimaî, Siyasî Meseleler ve TedbirlerHakkında İslâm Milletleri"ne adı ilebastırılan eserin gelirleri, I. Dünya Savaşı'nda şehit düşenTürk askerlerinin yetimlerine bağışlanmıştır. MusaCarullah bunu -eseri, Çanakkale'de savaşan Türk askerininşerefine te'lif ettiğini de belirterek' eserin kapağında ifadeetmiştir (Bigiyef, 1997).Eser, kısa zamanda Rusya'da yankılandı ve MusaEfendi Moskova'da hapse atıldı (Taymas, 1958). Bu durumTürkiye'de ve "Batı"da tepki topladı. 3 ay sonra hapistençıkarıldı ise de, Moskova dışına çıkmasına izin verilmedi.1925 yılında Kırım'a geçmeye muvaffak oldu. 1926'daMekke'de toplanan "Bütün Dünya MüslümanlarıKongresi"ne Kâşgarlı Müslümanlar adına bağımsız delegesıfatıyla katıldı. Bu kongrenin zabıtlarını "El-Mu'temeru'1-Mekkî ve Küllü-ma Cera fihi ve KüllüMesalihihi" adıyla yayınladı (Carullah, 1933). Dönüşteİstanbul ve Ankara'ya uğradı. Ankara'da devlet ricali ilegörüşmeler yaptı. TB.M.M'ni ziyaret ederek toplantılarıizledi. Buradan Mısır'a geçti ve Kahire'de toplanan "HilâfetKongresi"ne katıldı.1927 yılında Hac maksadıyla Suudi Arabistan'a geçti.Giderken İstanbul'a uğradı ve "Şeriat-ı İslamiyeNazarında Müskira" adlı eserini yayınladı. Dönüşte iseKudüs'te yapılan II. Hilâfet Kongresi'ne iştirak etti.bilig-8/Kış’99


129RUSYA DIŞINDAKİ HAYATIBu yıllarda Rusya'da muhalif görüşlere izin verilmezolmuştur. Türk aydınları yakalanarak sürgünleregönderilmektedir. Musa Efendi, artık Rus yönetiminden birşey koparılamayacağını, aksine hayatının tehlikedeolduğunu anlamıştır. Bunun üzerine 1930 yılının sonaylarında Rusya'yı terketti. Önce Kâşgar'a, oradanAfganistan'a geçti. Hindistan'ın Bombay şehrine, oradan daMısır'a geçmesi aynı yıl içerisinde gerçekleşmiştir. Mısır'dada kısa bir süre kalan Musa Efendi, 1932 yılındaFinlandiya'ya gitmeye karar verdi. Bu ülkeye giderkenAnkara'ya uğradı. Ankara'da I. Türk Tarih Kongresi'nekatıldı. Büyük müfessir Elmalılı Hamdi Yazır ile görüştü(Uralgiray, 1975) ve Finlandiya'ya geçti. Orada da fazlakalmadı. 1933 yılında Berlin'e geçti, orada bir matbaakurdu ve kendi ifadesiyle;"-Büyük inkılâp tufanlarıyla fikirleri ve kalemleriboş kalıp, lisanları susmuş olan içtihad ehli"nineserlerini basabileceğini ilân etti (Görmez, 1994). Buradapeşi peşine kendi eserlerini bu matbaa vasıtasıylaneşretmeye başladı. Fakat kaderin bir cilvesi olarak bir süresonra, Berlin'den de ayrılmak zorunda kaldı.1934 yılında tekrar Finlandiya'ya döndü. Oradanİstanbul yoluyla İran'a geçti. "Şia", "hadis" ve "fıkıh"kitapları üzerinde araştırmalar yaptı. Meşhed, Tebriz veTahran'da bulundu. Oradan Bağdat'a geçti. Bağdat'ta"İmam-ı Azam"a mücavir oldu (Hakim, 1950). Suriye'yegeçmek istediyse de sınırdan geri çevrildi. Oradan çileli birkara yolculuğundan sonra Cizre, Mardin ve Adanaüzerinden İstanbul'a geldi.1935 yılında tekrar Kahire'ye döndü. "El Ve-şîa fiNakd-i Akaid-i Şia, Nizamü-t Takvim fi-1 İslâm, Nizamün'Nesi' İnde'l Arabi ve Eyyâmü Hayatin Nebî" adlıeserlerini birbirini takiben yayınladı (Görmez, 1994).1937 yılında Hindistan'a, oradan Japonya'ya, Çin, Cavave Sumatra'ya seyahat etti. 1939'da tekrar Hindistan'a,oradan Afganistan'a geçti. Pe-şâver'de İngilizler tarafından iki yıl süreyle hapsedildi.Hapisten çıktıktan sonra 1945 yılına kadar Afganistan'dagöz hapsinde tutuldu. Bu süre zarfında sekiz ayrı eseriniyayınlama imkânı buldu (Taymas, 1958).1946 yılında Delhi'ye, oradan Bombay'a geçti.Bu uzun yolculuklar Musa Carullah'ın sağlığını iyideniyiye bozmuştur. 1947'de Kahire'ye döndü. Sıhhati birazdüzelince Rusya'ya gitmek üzere Mısır'dan İstanbul'ahareket etti. İstanbul Guraba Hastanesi'nde bir süre tedaviedildikten sonra Ankara'ya geldi (Özbay, 1947). Tekrarİstanbul'a döndü ve 1947-48 yılının kışını İstanbul'dageçirdi. 1948 yılında Kahire'ye döndü ve 28 Ekim 1949yılında vefat etti.FİKİRLERİMusa Carullah Bigiyef, Türk kültür tarihinde -kendinemahsus fikrî çizgisi ile yeralan- nev'i şahsına münhasır birkişiliktir. 120 civarında eser veren velûd bir yazar; fıkıh -veusul-, Kur'an ve tefsir, sünnet -ve hadis- kelâm ve tasavvufkonularında yeni fikirler ortaya koyan yenilikçi -fakat selefulemasını reddetmeyen- bir mütefekkir; uzakdoğudanAvrupa'ya çok az insanın katlanabileceği ilimyolculuklarına çıkan bir araştırmacı; Kazan Türklüğü veTürk dünyası için yapılan siyasî çalışmalara, kongrelere,şûralara öncülük eden bir aksiyon adamı; kısaca Türklüğetutkun, kendisini Türk dünyasının bütünleşmesine vebüyümesine adayan bir idealist şahsiyettir.Musa Efendi kendi kaynaklarımızı incelemeklekalmamış; Rus ve Batı alimlerinin -ve müsteşriklerin-İslâmiyet ve İslâm ülkeleri konusundaki fikirlerini deincelemiş; bunları değerlendirmiş; fikrî şahsiyetininoluşmasında bu görüşlerden yararlanmıştır (Tasvir Gazetesi,1947).1- Kur'an ve Kur'an İlimleri Konusundaki FikirleriMusa Carullah'a göre Kur'an kâinatın -ve varlıkâleminin- bir aynası, izahı ve tefsiridir. İslâm âleminin fikrîdurgunluğunun sebebi, Kur'an-ıbilig-8/Kış’99


130Kerim'in sınırsız tekâmül kudretini idrak edip, hayatı oistikâmete yönlendirmek yerine, yaşadıkları devrin anlayışseviyesi içine hapsetmektir (Tasvir Gazetesi, 1947).Cenab-ı Hakk'ın koyduğu hükümler, onu tefsir edeninsanların yorum ve fikirlerinden şüphesiz daha geniştir.Kur'an-ı Kerim'i her devrin yeni ihtiyaç ve şartlarına veher devrin bilimsel seviye ve anlayışına göre yorumlamakyerine yaşanan hayatın gerisinde kalan mevcut tefsir vefetvalarla yetinmek herşeyden önce Kur'an'a ve İslâm'akarşı bir bühtandır.O, bu anlayışla Kur'an'ın her dönemde ve her toplumunkendi dilinde tefsir ve tercüme edilmesinin dinî birgereklilik olduğunu belirtir. Musa Carullah bu amaçlaKur'an-ı Kerim'i Kazan Türkçesi'ne tercüme etmiş, fakatbastıramamıştır. Bilâhare Hindistan'da bulunduğu sırada 6ciltlik yeni bir tefsir hazırlamış, maalesef onu dabastıramamıştır.Gurbet hayatının büyük kısmını geçirdiği Kahire'de ilkçalışmaları Kur'an ve Kur'an ilimleri üzerine olmuştur.Nitekim Endülüs'lü kıraat alimi Ebu Muhammed Kasım eş-Şatıbî'nin "Akiletü'l-Kasâid fî-Esne'1-Makâsıd";"Nazımâtü'z-Zahr fî-Tadâdi'1-Ayâti ve's-Sûver"eserleri ile manzum bir eser olan "Eş-Şatıbiyye" veCezerî'nin "Tayyi-bâtü'n-Neşr fî-Kıraati'l Aşr" adlıArapça eserlerini şerh etmiştir. Yine Kahire'de Arapçaolarak hazırladığı Kur'an tarihine dair "Tarihü'l-Kur'anve'1-Mesahif" adlı eserini Kazan'a döndükten sonrabastırmıştır."Kitabü'l-Mesahif" ve "Mesahifü'l-Emsâl"onun yine Kahire'de hazırladığı Kur'an ilimlerine dair ikiayrı eseridir. Musa Efendi bu eserlerini de bastıramamış,fakat Mısır Millî Kütüphanesine el yazması olarakbağışlamıştır (Görmez, 1994).2- Fıkıh ve Usul Konusundaki FikirleriBigiyef, fıkıh ve fıkıh usulü konusunda 28 ayrı eservermiştir. "Fıkhü'l-Kur'an" adlı eseri onun Kur'an fıkhınıyani doğrudan Kur'an'dan istimbât edilen fıkhî hükümlerikritize eden ilk eseridir (Togan, 1948). Bilâhare kalemealdığı "İfa-dâtü'l-Kiram fı Şerh-i Ehadis-î Büluği'1-Me-râm" adlı eseri ise İbnü Hacer el-Askalani'nin "Bülûgu'l-Meram Min Edilleti'l-ahkâm" adlı eserinin şerhi olupsünnetten istinbât edilen fıkhî hükümleri ele alan eseridir."Usulu'1-Fıkh ve Menâbiuhu" eseri onun fıkıh usulükonusundaki önemli eseridir, "El-Usu-lü'1-Celâliyye"adlı eseri de keza usul konusunda kaleme aldığı bir önemlieseridir.İslâm alemindeki Mukayeseli İslâm Hukuku ve fıkhınkodifikasyonu çalışmalarına katkıda bulunmuştur. Buamaçla 1946 yılında Hindistan'da (Bombay) "Kanûnü'l-Medeniyyi'l-Islâmî" adlı eserini neşretmiş; Arapça olarakkaleme aldığı bu önemli eserini TC. Cumhurbaşkanı İsmetİnönü'ye ithaf etmiştir."Kavaid-i Fıkhiyye" adlı eseri ile Bigiyef, AhmetCevdet Paşa'nın "Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye"sinin genelkurallara dair 100 küllî kaidesi ile kendisinin tedvin ettiğifıkhî hükümlere dair 101 kaideyi kaynaklara dayanarakizah etmiştir.Musa Carullah'ın usûl anlayışı lafızlara bağlıkalmamak; gerek Kur'an, gerek sünnet fıkhında Şari'inmuradını -ve maksadını- bulmaktır.Şari'in maksad -ve muradı- ile toplumun maslahatıparalel olmalıdır. O'na göre maslahat önemli bir fıkıhkaynağıdır. Ameller mutlaka hayatî bir maslahat ile meşrûolur (Bigiyef, 1907).Musa Carullah, İslâm ahkâmını;a) Ahkâm-ı ibtidaiyyeb) Ahkâm-ı vifakiyyeolarak ikiye ayırır ve teabbüdî hususlar olan ahkâm-ıibtidaiyyenin değişmez olduğunu; ahkâm-ı vifakiyye olarakisimlendirdiği muamelât hükümlerinin ise değişkenliğiniifade eder.Bigiyef, muamelâtın insan ve toplumun ihtiyaç veşartlarına, bu ihtiyaç ve şartların gerektirdiği maslahatagöre değişeceğini; bu sebeple her toplumda ve her dönemdeo toplumun ve o dönemin ihtiyaç ve şartlarının gerektirdiğimaslahata uygun içtihatlar ve istimbatlar yapılmasıgerektiğini ifade eder. Bu maksadla sosyal kanunlar vetabiat kanunları dediği "Sünnetullah"ı da "Edille-iŞer'iyye" içerisinde sayar (Görmez, 1994).bilig-8/Kış’99


1313- Sünnet ve Hadis Alanındaki FikirleriMusa Carullah, sünnet ve hadis alanında da kendinemahsus özgün fikirler ortaya koymuştur. İmam Malik'in"El-Muvatta"ını 1910 yılında; İbni Hacer'in "Bülûğü'l-Meram Min Edilleti'1-Ahkâm" adlı eserini ise 1916yılında şerhetmiş ve bastırmıştır."Kitâbü's-Sünne" adlı eserini ise 1945 yılında kalemealmıştır.Musa Carullah, hadis usûlünde Ravi'nin "adl" ve"zabt" sahibi olmasının araştırılmasından önce metintedkikini esas alır (Bigiyef, 1907). Yani ravi'ninsîkalığından önce rivayetin aklî verilere, vakıa vegerçekliğe uygun olup olmadığının araştırılmasını ister.Bigiyef'e göre bir rivayeti fikirsiz ve mülâhazasız kabuletmektense, onu aklî ve fikrî mülâhaza sonunda reddetmekdaha evlâdır (Bigiyef, 1907).Bigiyef, Hz. Peygamberin din olarak getirdiği herşeyin "sünnet" mefhumu içerisine dahil olduğunu kabuleder. O'nun anlayışına göre Kur'an da, sünnet kavramıiçerisinde kabul edilmelidir.4- Kelâm Konusundaki FikirleriMusa Carullah, kelâm ilmini ve kelâmcıları ağırşekilde tenkit etmiştir.O'na göre kelâmcılar, delilleri kendi hevâlarına tâbikılmışlar; şer'i nassları zannî delillerle te'vil etmişlerdir. Busuretle ulaştıkları kanaatlarını kabul etmeyen insanları ise,ya tekfîr etmişler veya sapıklıkla suçlamışlardır (Bigiyef,1912).celtmez. Dinin hedef aldığı ruhî yücelikten; ahlâkî faziletve olgunluktan uzak olarak ibadet edenler, ibadetlerini birşeklî teminat olarak gördüklerinden ecir ve olgunlukkazanmaktan öte günah işlemiş sayılırlar.Dinin hareket noktası ve amacı iyi anlaşılırsa, hemakla, hem kalbe güven ve yücelik verir. Yanlış din anlayışıise toplumun ruhunu katleder. İslâm milletlerinde görülenbuhranların sebebi bu yanlış din anlayışıdır.6- Aristo Mantığı- Kur'an MantığıBigiyef, Aristo mantığını tenkid etmiştir. Ona göremüslüman bilginler arasında İmam Gazali'ye kadar red vezemmedilen Aristo mantığı, Gazali tarafından öncekilerinaksine benimsenmiş ve Gazali'den itibaren -adeta-İslâmîleştirilmiştir. İslâm âleminde Gazali'den sonra aklınve aklî ürünlerin duraksamasının ve donuklaşmasınınsebebi budur. Zira Aristo mantığı, zihni hatadan koruyanbir savunma mantığıdır. Bu mantık kendi zamanı itibariylebir kıymettir ama onun kıymeti artık kendi dönemindekalmıştır. Onun yerine insanı aramaya, keşfetmeye vebulmaya teşvik eden Kur'an mantığını koymak lâzımdır.Kur'an mantığı, korumacı, pasif Aristo mantığının aksineaktif, aksiyoner bir mantıktır. Usulcülerimizin, fıkıhcılarımızınve kelâmcılarımızın en büyük hataları, aktif veaksiyoner Kur'an mantığı yerine, koruyucu ve savunmacıAristo mantığına sığınmalarıdır (Görmez, 1994).5- İslâm AnlayışıDin iyi anlaşılırsa, toplumu ileriye götürür, yanlış dinanlayışı ise toplumun ruhunu dumura uğratır (Bigiyef,1907).Musa Carullah Bigiyef'e göre dinde iman ve ibadetdünyaya ve yaşanan hayata dönüktür. Ahlâkî olgunluğagötürmeyen iman ve ibadet makbul değildir. İmanın daibadetin de hedefi dünyaya ve sosyal faydaya medarolmaktır. Cennet arzusu ve cehennem korkusuyla yapılanibadet murad-ı ilâhiyyeye uygun değildir. Bu amaçtan gafilolarak yapılan ibadet, şeklî ibadettir ve insanı yü-7- Aklın ve Fikrin Hürlüğü Konusundaki FikirleriBütün dünyada -ve özellikle doğu ülkelerinde ve islâmdünyasında- pozitif bilimlerin aksine sosyal bilimlergelişmemiştir. Zira, pozitif bilimlerde "hür" olan akıl,sosyal bilimlerde hür olma özelliğini kaybetmektedir.Bunun sebebi sosyal olaylarda nefis, kibir, hırs, ideoloji,menfaat gibi sübjektif unsurların öne çıkmasıdır.Bu sübjektiflik sebebiyle "hür fikir" örtülükalmaktadır. Fikir, zihinde depolanmış bilgileri zamanıgelince hatırlamaktan ibaret değil, bilgi-bilig-8/Kış’99


132lerden neticeler çıkarmaktır. İslâm tarihinin ilkdönemlerindeki eşsiz ilim hamlesi bu fikir hürriyetisayesinde gerçekleşmiştir.8- Kadın Hakları Hususundaki FikirleriKadın haklan konusu İslâm âleminde de, bütün insanlıkâleminde de henüz halledilebilmiş değildir (Bigiyef, 1933).İnsanlığın bilim ve teknikte katettiği mesafe ve başarıyı,sosyal olaylarda gösterememesinin sebep ve sonuçlarındanbiri de kadının hakettiği yerde olmamasıdır. Musa Carullah,Tevrat, İncil ve Kur'an-ı Kerim'deki kadınlarla ilgilihükümlerin yanlış yorumlandığını; İslâm hukukunda miras,şahitlik, örtünme ve nikâh konusundaki yanlışuygulamaların Kur'an'ı anlamamaktan doğduğunu uzunuzun anlatır.O'na göre ilmî, içtimaî ve siyasî sükûtumuzun enbüyük sebebi, milletin anası olan kadını lâyık olmadığı birdereceye indirmemizdir. Zira "Hatun sefil olursa, ümmetrezîl olur; hatun dûn olursa, ümmet zebûn olur."Bigiyef, daha 1916 yılında kadın hakları konusundakapsamlı bir rapor hazırlamış ve bu raporu "KazanTürkleri Kongresi"ne sunmuştur. Aynı rapor 1917'detoplanan "Umumî Rusya Müslümanları I. Kongresi"nede sunulmuştur (Ilgar, 1990).Bigiyef'in daha Rusya'da iken bastırdığı "İslâmınElifbası" kitabının 122-159. maddeleri kadın haklarınadairdir.Musa Carullah Bigiyef, 1916 yılında "Kur'an-ı KerimAyet-i Kerimelerinin Nurları Huzurunda Hatun" isimlikitabını kaleme almış, bu kitabını 1933 yılında Berlin'debastırmıştır.9- Rahmet-i İlâhiyye'nin Umumiyyeti MeselesindekiGörüşleriMusa Carullah Bigiyef'in kendine mahsus orijinalgörüşlerinden birisi de rahmet-i ilâhiyyenin umumiliğimeselesidir. Ona göre ilâhî rahmet herkesi kuşatır. Hiçkimse ebediyyen cehennemde kalmaz. Zira cehennem ebedîdeğildir. İnsanla-rın sonsuza dek cehennem ateşinde yanmaları ilâhîrahmetin genişliğine münâfîdir. Kemâle ermeyen akılmazurdur. Mazur olan insandan teklif sâkıt olur.Bigiyef, bu fikirlerini Rusya'dan henüz ayrılmadan öncegençlik yıllarında Orenburg Hüseyniyye Medresesi'ndeverdiği derslerde konuşmaya başlar. Bu konuda Kazan'dayayınlanan "Şûra" mecmuasında 2 makalesi yayınlanır.Bigiyef'in bu görüşleri tepki ile karşılanmıştır. Nitekimİdil-Ural Müftüsü Rızaeddin Efendi, Musa Carullah'ınhemen hemen bütün görüşlerini kabul etmesine karşılık, buhusustaki kanaatlarına karşı çıkar ve "Rahmet-i İlâhiyyeMeselesi" adındaki bir kitapçıkla bu yaklaşımı eleştirir(Fahreddin, 1911). Kırım Türklerinin büyük düşünürü veBigiyef'in çağdaşı İsmail Gaspıralı ise, tartışılan bu konuyu"zamansız bir gündem" olarak değerlendirir (Görmez,1994).Bigiyef, bilâhare "Rahmet-i ilâhiyye Burhanları" ve"Akıde-i İlâhiyyelere Bir Nazar" isimli kitaplarını kalemealdı. Bu kitaplar da değişik dozlarda tenkîd edilmiştir.Büyük Türk-İslâm düşünürü Musa Carullah'ın buyaklaşımlarının en güzel yorumunu Hilmi Ziya Ülkenyapmıştır. Hilmi Ziya Ülken'e göre Carullah, bu konuya,Rusya'da yaşayan müslümanlarla Ruslar arasındaki dinîgerginliği gevşetmek ve müslümanlar arasında dinîtoleranssızlığı azaltmak amacıyla girmiştir (Ülken, 1996).10- İslâm Aleminin Geri Kalışının Sebepleri veTaklid HastalığıMusa Carullah, İslâm aleminin geri kalışının sebeplerinişöyle özetler:a) Geri kalışımızın en büyük sebebi İslâmiyeti pratikhayattan ayırma yanlışlığıdır.O'na göre ilmin de, dinin de ölçüsü amelî fayda, içtimaîmenfaat ve maslahattır. Bu ölçülerden uzaklaştırılmış din,aslını ve özünü kaybetmiştir.b) İslâm alemi, ilmî çalışmalarında hep "nazariyyat"ile meşgul olmuş. Pratik, sosyal ihtiyaçları ihmal etmiştir.bilig-8/Kış’99


133c) Yanlış "kaza" ve "kader" anlayışı müslümanlarıatâlete sevkeden bir başka sebeptir.İslâm âlimleri Allah'ın ilm-i ezelisini açıklayacağızderken, insanın ihtiyar ve hür iradesini elinden almışlardır.d) Okul (medrese), cami -ve minber-lerimizinbozulması, geri kalışımızın bir başka sebebidir.e) Taklid hastalığı, bir hayat dini olan İslamiyetihayatın dışına iten bir sebep olmuştur.Bigiyef'e göre İslâm alemi, iki alanda taklid hastalığınakapılmıştır:Bunlardan birincisi, "geçmişi taklid"tir. Bu, selefalimlerinin fikirleri üzerine yeni fikir koymama sonucunudoğurmuştur. Gelişen -ve yeni şartlara göre geliştirilmesigereken- fikrî hayatı dondurup, kendi dönemlerinde biryenilik de olsa, eski müçtehitlerin rey/görüşlerinehasretmek gelişmemizi dondurmuştur. "Varolan veyavarolacak olan mezheplerden birini aynen taklîd etmekvaciptir" demek, her konuda hüküm istinbâtına kaynakKur'an-ı Kerim -ve sünnet- o mezheple "nesh" kılındıdemektir.İslâm aleminin taklid tutkusunun ikincisi "Batıyıtaklid"tir. Bigiyef, batı kültürünün toptan ve körü körünetaklid edilmesine de karşı çıkmıştır.1931 yılında Ankara'da aktedilen "I.Türk TarihKongresi"ne katılmış, aynı seyahatta Yusuf HikmetBayur'un "Şarkta İnhitat Sebepleri"konferansını dinlemiş; bu kongre ve konferansta ortayakonulan yaklaşımlara karşı üzüntülerini belirtmiş; Batıtaklitçilerinin geri kalışımızı "İslâm"da aramalarına şiddetlekarşı çıkmıştır. Bu amaçla Ankara'da görüştüğü kimselereve Ankara'dan ayrıldıktan sonra suçu İslâm'da değil, bizimİslâmı yanlış anlayış ve yorumumuzda aramamızgerektiğini savunmuştur (Görmez, 1994).ESERLERİBugün Türk dünyasınca adeta unutulmuş olan MusaCarullah Bigiyef, çok geniş ve derin düşüncelerini,fikirlerini yalnız sözlü görüşler olarak dile getirmeklekalmamış, onlardan gelecek nesille-rin de yararlanabilmeleri için birçoğunu yazılı eserlerhaline dönüştürmüştür.Bigiyef'in eserlerinin listesi metin sonuna eklenmiştir(Ek:2). Bu listede de görüleceği üzere Bigiyef, Tefsir veKur'an ilimleri konusunda 23, Fıkıh ve Fıkıh Usullerikonusunda 28, Hadis ilimleri hususunda 3, Dinler Tarihineait 6, Takvim ve Mikat ilmine dair 8, Genel İslâmDüşüncesiyle ilgili 21, Siyasi ve İçtimai meselelere dair 21,Arap, Fars ve Türk Dili Edebiyatı hususunda 10 olmaküzere toplam 120 adet kitap yazmıştır.Ayrıca çeşitli dergilerde yayınlanmış 23 makalesibulunmaktadır. Bigiyef'in Türkiye kütüphanelerinde tesbitedilebilen eserlerinin sayısı 31 olup, Ek:3'de sunulmuştur.SONUÇMusa Carullah Bigiyef'in özgün fikirleri, yılmayanmücadelesi, nev'i şahsına münhasır şahsiyeti, araştırmaları -ve eserleri- ülkemizde ve Türk dünyasında yeteri kadarbilinmemektedir. Ahmet Yesevi Üniversitesi MütevelliHeyet Başkanı Sayın Namık Kemal ZEYBEK,üniversitemizin lisans üstü öğrencilerine sunulmak üzereadıgeçen hakkında bir seminer vermemi istediklerindeöncelikle bunu düşündüm.13 Ocak 1998 Çarşamba günü sunduğum semineriizleyen ve tartışmalara bizzat katılan Sayın Zeybek,böylesine fikir yüklü bir kişiliğin Türkiye'de ve Türkdünyasında gündeme getirilmesini istediler ve merhumunirtihalinin 50'nci yılı olan 28 Ekim 1999 tarihinin "BigiyefHaftası" olarak değerlendirilebileceğini belirttiler.Bu amaçla TC. Kültür ve Milli Eğitim Bakanlıklarına,bünyelerinde İlâhiyat Fakültesi bulunan üniversiterektörlüklerine, Diyanet İşleri Başkanlığına, TürkiyeDiyanet Vakfı'na, konuya ilgi duyduğu bilinen akademisyenve uzmanlara Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli HeyetBaşkanlığı tarafından -konuyu içeren- yazılar yazıldı.28 Ekim 1999 gününün içinde bulunduğu haftaiçerisinde bu büyük ilim adamının geçmişi ve geleceğikucaklayan fikirlerinin çeşitli kültürel etkinliklerle gündemegetirilmesini; tartışılmasını ve değerlendirilmesini gönüldentemenni ediyo-bilig-8/Kış’99


134rum. Bu tanıtma yazısının bir amacı da budur. Kutlamaprogramlarında yararlanılmak üzere merhumunyayınlanan -ve henüz yayınlanmayan-eserleri ileTürkiye Diyanet Vakfı İSAM (İslâm AraştırmalarıMerkezi) kaynaklarına göre Türkiye'dekikütüphanelerde mevcut -matbu- eserlerinin listesi Ek-3'te sunulmuştur.Sözü edilen semineri ve bu tanıtma yazısınıhazırlarken en çok başvurduğum kaynak, AnkaraÜniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim elemanı<strong>Dr</strong>.Mehmet GÖRMEZ'in, Türkiye Diyanet Vakfıtarafından 1994 yılında bastırılan, özenle hazırlanmış"Musa Carullah Bigiyef" adlı kitabı ol-muştur. Sayın Görmez'i, Bigiyef'i gündeme getirdiğiiçin kutluyorum.İlgili kuruluşlarca düzenlenecek kültürel faaliyetlerdeyararlı olabileceği düşüncesi ile bu tanıtmayazısını benden isteyen ve hazırlanması hususundateşvik eden; merhumun seyahatlarıyla ilgili "Harita"yıbizzat hazırlayan Bilig Editörü Sayın <strong>Prof</strong>. <strong>Dr</strong>. MüminKÖKSOY'a teşekkürlerimi sunuyorum."Bigiyef Haftası"nın ve unutulmaya yüz tutmuş birmüfekkirenin Türk düşünce hayatına katkılardabulunmasını temenni ediyorum.KAYNAKLARBİGİYEF, Musa Carullah, 1907; El-Lüzumiyat,Kazan.BİGİYEF, Musa Carullah, 1912; Halk Nazarına BirNice Mesele, Kazan.BİGİYEF, Musa Carullah, 1933; Kur'an-ı KerimAyet-i Kerimelerinin Nurları Huzurunda Hatun,Berlin.BİGİYEF, Musa Carullah, 1933; Uzun GünlerdeRûze, Kazan.BİGİYİF, Musa Carullah, 1997; İslamın Elifbatı,Yayına Haz: Seyfetti ERŞAHİN, İbrahimMARAŞ.DEVLET, Nadir, 1985; Rusya Türklerinin MilliMücadele Tarihi, Ankara.FAHREDDİN, Rızaeddin, 1911; Rahmet-i İlâhiyeMeselesi, Kazan.GÖRMEZ, Mehmet 1994; Musa Carullah BİGİYEF,Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara.HAKİM, Veli Ahmet, 1950; Şehit Musa CarullahHakkında Mülâhazalar, Helsinki.HEE-SOO-LEE, 1988; İslam ve Türk KültürününUzak Doğuya Yayılması, T. Diyanet Vakfı,Ankara.ILGAR, İhsan, 1990; Rusya'da Birinci MüslümanKongresi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.ÖZBAY, Aziz, 1947; Musa Carullah ile Mülâkat, 10Eylül 1947, Tasvir Gazetesi, İstanbul.ŞURA MECMUASI, 1909; S. 10, Kazan.TASVİR GAZETESİ, 24 Eylül 1947; İstanbul.TAYMAS, Abdullah Battal, 1958; Musa CarullahBİGİ, İstanbul.TOGAN, Zeki Velidi, 1947; Musa Carullah, Mesleği,Şahsiyeti ve Eserleri, 23 Eylül 1947, TasvirGazetesi, İstanbul.TÜRK YURDU, 1329; Yıl 2, C.V, İstanbul.TÜRK YURDU, 1331; C.III, İstanbul.URALGİRAY, Yusuf, 1975; Uzun Günlerde Oruç,Ankara.ÜLKEN, Hilmi Ziya, 1966; Türkiye'de ÇağdaşDüşünce Tarihi, Selçuk Yayınları, Konya.bilig-8/Kış’99


135EK-1: HARİTA (Makalenin Sonundadır)EK-2: ESERLERİ (Görmez, 94'ün Tasnif ve TesbitineGöre)Tefsir ve Kur'an İlimlerine Dair Eserleri1. Tefsiru'l-Kur'ani'l-Kerim2. Kur'an'ın Türkçe Tercümesi3. Tarihu'l-Kur'an ve'1-Mesahif4. Şerhu Tayyibati'n-Neşr, fi Kıraati'1-Aşr5. Şerhu Nazımati'z-Zahr6. Şerhu Akileti Etrabi'l-Kasaid fi Esne'1-Ma-kasid7. Mesahifu'l-Emsâr8. Akidetu'l-Umme fi'1-Kur'ani'l-Kerim ve'l-Masahif9. Sarfu'l-Kur'ani'l-Kerim10. Tefsiru'l-Hurufi'l-Mukattaa11. Tertibu Suvari'l-Kerime ve Tenasubuha fin-Nüzûl vefi'1-Mesahif12. Tarihu'l-Kıraati'l-Kur'aniyye13. Şerhu'ş-Şâtıbiyye fi Vücuhi'l-Kur'an14. La Neshe fi'l-Kur'an15. Vücûhu İ'cazi'l-Kur'ani'l-Kerim16. Ma'nal-İnzal fi'1-Kur'ani'l-Kerim17. Cevâbu'l-İtiradât Ala Şi'riyyeti'l-Kur'ani'l-Kerim18. Târihu't-Temedduni'l-İctimai fi'l-Kur'an19. el-Hurûfatu'1-Kur'aniyye20. Tefsiru ve Aileme Ademe'1-Esma21. el-Ayât fi Hilkati'l-İnsan22. La Yecûzu Hamlu Zu'l-Karneyn fi'l-Kur'an Alaİskenderi'l-Kebir23. Emânet-i îlâhiyyeFıkıh ve Fıkıh Usulüne Dair Eserleri1. El-Muvâfakat2. Kavaid-i Fıkhiyye3. Fıkhu'l-Kur'an4. Târihu't-Teşri'l-İslâmî5. El-Usûlu'l-Celâliyye6. Sahifetu'l-Feraiz7. Te'minu'l-Hayat ve'1-Emlâk8. Zekat9. Şeriat-ı îslâmiyye Nazarında Müskirat Meselesi10. Uzun Günlerde Rûze11. Meyyit Yakmak12. el-Kanunu'1-Medeni fi'1-İslâm13. er-Ribâ ve'1-Bunuk fi'1-İslâm14. Usûlu'1-Fıkh ve Menâbiuhû15. Hakikatu'1-İcma ve Kuvvetuhû16. Hakîkatu'l-Kıyas inde'l-Fukaha17. Kitabun fi Hilâfi'l-Fukaha18. Kitabun fi Mantıki'l-Fukaha19. el-Burhan İnde'l-Fukaha20. Edilletu'l-Kur'an Kulluha Akliyyetun ve Edilletu'1-Fıkh Kulluha Kat'iyyetun ve N ususu'ş-Şer' KulluhaUmumiyyetun21. el-Mulku ve Esbabuhu ve Usulûhu22. et-Tevafut fi'1-Hukuk23. Kitabu't-Talâk24. Nikâhu't-Tahlil25. Kitabun fi Teslisi Ezâni'1-Cuma26. La Rikka fi'1-İslâm27. Zebâihu'l-Milel28. Kitabun fi Usuli'l-MevârisHadis İlmine Dair Eserleri1. İfadatu'l-Kiram Şerhu Ahadis-i Bulugi'1-Meram2. Kitabu's-Sünne3. el-MuvattaDinler Tarihine Dair Eserleri1. Kur'an-ı Kerim Ayet-i Kerimelerinin Mu'cizİfadelerine Göre Samilerin Enbiyalarıve Semavi Kitapları2. Kur'an-ı Kerim Ayet-i Kerimelerinin Mu'cizİfadelerine Göre Mesih İbn-i Meryem3. el-İncil Ma'nahu ve Hakikatuhu (İncil'in Manası veHakikati)4- Hikayetu'l-Kutubi'l-Kadimeti's-Samiye5. Nazaru'l-İslâm fi Akaidi'l-Kurûni'l-Kadime6. Mes'eletü'l-Yehud fi'1-İslâmbilig-8/Kış’99


136Takvim ve Mikat İlmine Dair Eserleri1. Şeriat Niçin Ru'yete İ'tibar Etmiş2. Eyyam-u Hayati'n-Nebi3. Nizamu't-Takvim fi'l-İslâm4. Nizamu'n-Nesi Kable'l-İslâm5. Takvimu'l-İslâm fi Hisabi'l-Eyyam6. Fi Eyyi Yevmin Buyiat Hilâfetu'r-Raşide Hilafetti 's-Sıddıyk7. El-Mekadir İnde'l-Fukaha8. Kitabun fi Hisabi'l-Fukaha (Fakihlerin HesapAnlayışı)Genel islâm Düşüncesi ile İlgili Eserleri1. Halk Nazarında Bir Nice Mesele2. Büyük Mevzularda Ufak Fikirler3. Kuran-ı Kerim Ayet-i Kerimelerinin NurlarıHuzurunda Hatun4- Rahmet-i İlahiyye Burhanları5. İnsanların Akide-i İlahiyyelerine Bir Nazar6. el-Veşia Fi Nakd-i Akaidi'ş-Şia7. Kur'an-ı Kerim Ayet-i Kerimelerinin Mu'cizifadelerine Göre Ye'cuc8. Hukuku'n-Nisa Fi'1-İslam9. Tahkiku'l-Cihad Fi'1-İslam10. Hallu Mes'eleti'l-Kader11. Hallu Mes'eleti Halki'l-Kur'an12. el-Hikmetü'1-İlahiyye13. el-İradetu Hurretun14. Kitabu Bismillah15. Hasaisu'n-Nebi16. Hakikatu'l -Mucize17. Hürriyetü'l-İnsan ve Hurmetuhu Fil Kur'an18. Hurmetu'l-Hukuki'l-lnsaniyye19. Maide20. el-Mesailu'1-Felsefiyye Fi Futuhati'l-Mekki-ye21. Tarihu'l-Medaris ve Tarihu'1-Efkari'l-Kelâ-miyyeSiyasi ve İçtimai Mes'elelere Dair Eserleri1. İslam Milletlerine Dini, Edebi, İçtimai, SiyasiMeseleler ve Tedbirler Hakkında -2. Islahat Esasları3. Türkiye Büyük Millet Meclisine Müracaat4. el-Camiatu'1-İslamiyyeti'l-İlmiyye5. Mâverau'n-Nehire Seyahat6. Nizamu'l-Hilafeti'l-İslamiye7. Medeniyyet Asırlarında Hilafet-i İslamiye Nizamı8. Rusya Müslümanları İttifakının Programı9. Siyonizm10. Mülahaza11. Şeriat Esasları12. el-Efkaru'1-Latife13. Mustakbelü'l-Mileli'l-İslamiyye14. Tarihu'l-Hareketi'l-Edebiyye Ve'1-İçtimaiyye BeyneMüslimi Rusya15. el'Hukuku'l-Esasiyye16. Aile Meseleleri17. et-Tedabir Fi Muhimatil-Mesail18. Tevfiku't-Tearuz Beyne'l-Vezaifi'l-İmaniyyeve'lVazaifi's-Siyasiyye Ala Şuubi'l-İslamiyye TahteDuveli'l-Ecnebiyye19. Mulahazat Ala Karareyi'l-Etrak Fi Mesaili'l-HilafetilOsmaniyye20. el-Mu'temeru'1-Mekki ve Kullu ma Cera FihaArap, Fars ve Türk Dili Edebiyatına DairEserleri1. El-Luzumiyyat Tercümesi2. En Nukud Ala Tefasil-i Ukud Kitabi İhyai'n-Nahv3. Kitabu'l-Hucce (Tahkik)4. Divan-ı Hafız Tercümesi5. İlimde Kuvvet6. el-Hurufati'1-Arabiyye Eshelu ve Eslahu mi-ne'1-Hurufi'l-Latiniyye7. El Edebiyat ve Lügat ve Elif Ba8. Tarihu'l-Kitabe9. Kitabun fi Sarfi'1-Arab10. Mustakbelu'l-Edebiyati't-TürkiyeMakaleleriA- Orenburg'ta Yayınlanan Şûra Mecmuasında ÇıkanMakaleleri1. "Kur'an-ı Kerim'in Vucuh-i Arabisi"bilig-8/Kış’99


1372. "Kur'an Ayetleri ve Tanışları Hakkında"3. "Ramazan 29'da Küllî Küsûf4. "Büyük Mevzularda Ufak Fikirler"5. "Rahmet-i İlâhiyye'nin Umumiyeti6. "Rahmet-i İlâhiyye'nin Umumiyeti HakkındaDelillerim"B- İstanbul'da Çıkan İslâm Dünyası DergisindeYayınlanan Makaleleri1. "Kur'an-ı Kerim Tercümesi"2. "Teessüf Etmiştim, Artık Anladım"3. "Medeniyet Dünyası Terakki Etmiş İken İslâmDünyası Niçin Tedenni Etti?"C- Kırım Akmescid'de Çıkan Asrî MüslümanlıkDergisinde Yayınlanan Makaleleri1. "Müskirat Mes'eleleri"2. "Teşekkürâtım"3. "Son Zaman'ın Vahhabileri'nin Siyasi Gayeleri"D- İstanbul'da çıkan Selamet mecmuasındakimakaleleri1. "Siret-i Muhammediye'nin En Büyük Günleri"2. "Şiiliğin Hakiki Çehresi"3. Cebir ve kader MeselesiE- Sebilu'r-Reşad Dergilerindeki Makaleleri1. "Kadının Hukuku ve vazaifine Dair"2. Muharebe Hallerine Dair3. Millet'in Hukuk-i Teşriiyyesine Dair"4. Bugünün Mühim Hacetlerine Dair Tedbirler5. Ehl-i İslam'ın Birliği Hakkında Tedbirler6. Ehl-i İslam'ın TearifiF- Mısır'da çıkan el-Menar Dergisinde1. Tarihu'l-Kur'an ve'1-MesahifG- Mısır'da çıkan el-Fetih Dergisinde1. el-Lika Ma'a Şeyhi'l-İslam er-RusyaEK-3: MUSA CARULLAH BIGIYEF'IN TÜR-KİYE KÜTÜPHANELERİNDE BULUNANESERLERİNİN LİSTESİ(İSAM Bilgi İşlem Merkezi Kayıtlarına Göre)1- Büyük Mevzularda Ufak Fikirler, Petersburg, 1914(Türkçe, Türk Tarih Kurumu)2- Devlet Dumasında Meyt Yakmak Meselesi,Petrograd, 1914(Türkçe, Türk Tarih Kurumu)3- Dini, İçtimaî Meseleler Hakkında Şanlı TürkAskerine, Berlin, 1923(Türkçe, Türk Tarih Kurumu)4- Edebiyat-ı Arabiye ile Ulum-ı İslâmiyye,Kazan, ..., (Osmanlıca, M.Ü. İlahiyat Fak.)5- Fihrist-i Kütüb, ..., ..., (Arapça, Yazma.Millî Kütüphane)6- Halk Nazarına bir Nice Mesele, Kazan, 1912(Osmanlıca, M.Ü. İlahiyat. Fak., Süleyma-niye)7- Kur'an-ı Kerim Ayet-i Kerimelerinin NurlarıHuzurunda Hatun, Berlin, 1933(Osmanlıca, İSAM)8- Islahat Esasları, Petersburg, 1917 (Türkçe,Türk Tarih Kurumu)9- İlâhî Adalet, Rahmet-i İlâhiye Bürhanları,İstanbul, ..., (Türkçe, Kayseri İlahiyat Fak.)10- İlhamü'r-Rahman fî Tefsiri'l-Kur'an alaUsuli'1-İman ..., ..., Arapça, M.Ü.İlahiyat Fak.)11- İslâmın Elifbası, Ankara, 1997 (Türkçe, İSAM,Çorum İlahiyat Fak.)12- Kavaid-i Fıkhiyye, Kazan(Osmanlıca, M.Ü. İlahiyat Fak., Diyanet,Süleymaniye)13- Kİtabü's-Sünne, ..., 1945 (Arapça,Diyanet, İSAM)14- K. Kerim Ayeti Kerimelerinin Muciz İfadelerineGöre, Berlin, 1933(Türkçe, Türk Tarih Kurumu)15- Kur'an-ı Kerim'e Göre Ye'cüc .. Berlin, 1933(Türkçe, İSAM)16- el-Lüzûmiyyat, Kazan, 1907 (Osmanlıca, İSAM,M.Ü. İlahiyat Fak.)bilig-8/Kış’99


13817- Mecmua-i Fevaid, ..., ...,(Arapça, Milli Kütüphane)18- Akile Etrabi'l-Kasaid, ..., ...,(Osmanlıca. Süleymaniye)19- Tayyibati'1-Neşr fi'l-Kıraat, .........(Osmanlıca, Süleymaniye)20- Şeriat Esasları, Petrograd, 1917(Türkçe, Türk Tarih Kurumu)21- Şeriat-ı İslâmiyye Nazarında Müskirat Meselesi,İstanbul, 1927 (Osmanlıca, Süleymaniye, Diyanet,M.Ü. İlahiyat Fak.)22- Şeriat Niçin Rü'yete İtibar Etmiş, ..., ...,(Osmanlıca,İSAM)Süleymaniye, İzmir İlahiyat Fak,23- Tarihü'l-Kur'an Ve'l-Mesahif, Petersburg, 1323(Arapça, T. Tarih Kurumu, Süleymaniye, Konyaİlahiyat Fak.)24- Uzun Günlerde Oruç, Ankara, 1975 (Türkçe,Diyanet, Ankara İlahiyat. Çorum İla. Süleymaniye)25- el-Veşia fi Nakd-i Akaidü'ş-Şia, Mısır, 1355(Arapça, T.Tarih Kurumu, Diyanet, M.Ü. İlahiyatFak. )26- Kur'an-ı Kerim Ayet-i Kerimelerinin Mu-ciz İfade,Berlin, 1933(Osmanlıca, İSAM, İzmir İlahiyat Fak.)27- Zekat, Petrograd, 1916(Türkçe, Türk Tarih Kurumu)bilig-8/Kış’99


139MUSA CARULLAH BIGIYEF-His Life, Strugle, Thoughts-Hamdi MERTAhmet Yesevi UniversityGeneral Director of PublishingABSTRACTMusa Carullah Bigiyef is a modernist, nationalist, research scientistof Turkish-Islamic World.He had lived in a problematic period for Turkish Communities withinRussia, he had continued to defend his ideas and bliefs in so manycountries outside of Russia.Besides his ideological, nationalist and political activities, he hadwritten 120 books and so many articles in a variety of islamic subjects.He did not intended to reject previous views completely but critisizedthem scientifically.In this paper, Bigiyef's life, ideology and his struggle along this line issummarised.Key Words:Bigiyef, Modernisation of Islam, Turco-Islamic Congress'bilig-8/Kış’99


BILIG/EDITORIAL PRINCIPLESB İ L İ G / YAYIN İLKELERİ


BILIG/EDITORIAL PRINCIPLESBILIG is published quarterly: Spring,Summer, Autumn and Winter. At the end of each year, anannual indice series will be offered. Each issue will be forwarded to the subscribers and to the librariesand international institutions to be determined by the editorial board within one month after itspublication.GOALS AND OBJECTI<strong>VE</strong>SThe goals in publishing BILIG are :To bring forth the cultural riches, historical and current realities of the Turkish World in a scholarlymanner.To reach the experts and scholars who show interest in and produce and/or offer ideas related to theTurkish World.To follow the studies related to the Turkish World internationally and inform about them to theexperts, scholars and public.SUBJECT MATTERSBILIG is the social science Journal of the Turkish World. The articles to be published in this Journalshould be dealing with the historical and current issues and problems and suggesting solutions for theTurkish World.CONTENTSThe contents of the articles to be published in BILIG are to include ;Those that are based on an original research which contribute knowlegde and scientific informationin its area.Those that bring forth new views and perspectives on previously written scholarly works based onextensive research and resources.Those that are the result(s) of studies / researches executed by well reputed individuals and researchgroups in the Turkish World on contract basis.Those that inform/announce briefly about new/original works, articles, indiviuals and activities relatedto the Turkish World.In order for any article to be published in BILIG , it should not have been previously published oraccepted to be published elsewhere, papers presented at a conference or symposium may be accepted forpublication if stated so beforehand.EVALUATION OF ARTICLESThe articles forwarded to be published in BILIG are first studied by the Editorial Board in view of theJournal's objectives, subject matter, rules and regulations in writing. Those that are


found acceptable are then sent to two referees who are authorities in their fieldfor scientificevaluation. Referee reports are secret and safe-kept for five years. In case one referee report isnegative and one is favourable , the article may be sent to a third referee for re-evaluation.The authors of the articles are to consider the criticisms, suggestions and corrections of theeditorial board and referees. If they are in disagreement with the editorial board and/or thereferees, they are entitled to counterpresent their views and Justifications. Only the original copyof the unaccepted articles may be returned upon request.The royalty rights of the accepted articles are considered transferred to the Ahmet YeseviUniversity Foundation. However the overall responsibility for the published articles belongs tothe author of the article. Quotations fram articles including pictures are permitted during fullreference to the articles.Payments to the authors and referees for their contribudions are made within one month ofpublication.The amounts of payments are determined by the Editorial Board subject to theapproval by the Board of Managers.THE LANGUAGE OF THE JOURNALTürkiye Turkish is the language of the journal. Articles presented in other Turkish dialectsmay be evaluated after they are translated into Türkiye Turkish if necessary.Abstracts in English and Russian along with Turkish are given for each article published inBILIG.WRITING RULESThe Structure of the ArticlesIn general the following are to be observed in writing the articles for BILIG:1. Title of the Article2. Name(s) and address(es) of the author(s). (All in Latin letters.Names and surnames are incapital letters. Addresses in normal italic letters)3. Abstracts (with key words)4. Each article is to begin with an introductory section stating the purpose, scope andmethods utilised; and should continue with main section to include data, observations, views,comments and discussions (pros and cons) and should end with a final section to includeimportant results and, conclusion.5. Acknowledgements (if necessary)6. List of references.7. Title and abstract in English (as in Turkish Abstract)8. Title and abstract in Russian (as in Turkish Abstract)


TITLEShould state the subject clearly.Should not exceed 12 words and should be capitalised inbold.ABSTRACTShould not exceed 250 words.lt should be written in a clear, concise and complete way toreflect the purpose and conclusion of the study so that it could be re-published separately fromother parts of the article. The summary with its title should be writen in italics. Within abstract noreferances and formulae should not be given. At least 3, maximum 8 key words should be givenat the bottom of the abstracts after a double space.MAIN SECTIONArticles should be written in computer 10 points (Times New Roman or similar othercharacters with double space on A4 (29.7*21 cms) papers. 3cms margins should be left on bothends of the pages. Pages should be numbered. Each article should be composed of at least fivethousands and maximum ten thousands words.SUB-SECTIONSIn order to provide an orderly transition of information and ideas of the main text and todetermine a clear structure of the article other sub-titles may be used for different sections andparts of the article.Main Heading: These can be used for the summary , sections of the main text,acknowledgement (if any), referances and appendice (if any). THESE HEADINGS SHOULDBE CAPITALISED.Interval Headings: Only The First Letters Should Be in Bold Capital.Sub-headings : Only the first letter should be in bold capital, and writing shouldcontinue on the same line after a colon (:).FIGURES AND TABLESFigures should be drawn on transparent or white paper in ink so as not to cause problemsin printing or reducing in size. Each figure should be on a separate page and should benumbered with a caption of the title in Turkish first and English below it.Tables should also be numbered. It should have the title in Turkish first and English belowit. The titles of the figures and tables should be clear and concise. The first letters of each wordshould be capitalised.When necessary footnotes and acronyms should be below the captions.PICTURESShould be on highly contrasted photo papers.Rules for figures and tables are applied forpictures as well. In special cases colored-pictures may be printed.


The number of pages for figures, tables and pictures should not exceed to ten pages.Authors having the necessary technicalfacilities may themselves insert the related figures,drawings and pictures into text Those without any technicalfacilities will leave the proportionalsizes of empty space for pictures within the text numbering them.Stating the Source within the Text:The following examples should be observed when giving the source within the text.Sources will not be given as footnotes.a. Quoting a single or multi-authored source; first the last name of the author is written andthen the date is written in parenthesis as shown in the example.................. Koksoy (1998)................ Some authors (Bilgegil, 1970; Kaplan, 1974; Aktaş, 1990)b. When multi-authored sources are mentioned , the name of first author is written for others (etal) is added........................ Ipekten,et.al, (1975).Full referance including all the names should be given in the list of referances at the end ofthe article.c If an unreachable source is quoted within the text from an available source it should beindicated as follows :...................... Köprülü (1911: in Çelik 1998)d. Personel communications can be indicated by giving the last name(s), the date(s) but fullreferances should be stated at the end of the article.LIST OF REFERENCESList of references should be listed in alphabetic order by authors' last names.a. For periodicals :The name(s) of author(s), date, the title of the article, the name of the periodical in full,volume #,issue# and page numbers should be quoted.b. For submitted papers at conferences and /or symposiums:The name(s) of author(s) , the date, the title of the paper(s), the name/title of theconference/symposium, editor(s), publishing company, volume number, place of organizationand page number should be indicated.


c. For booksThe name(s) of author(s) , the date, the title of the book (first letters capitalised) publishing company,, the city where it was published , number of pages should be specified.d. For reports, theses and dissertationsThe name(s) of author(s), the date, the title of the theses or report, name of the institution oruniversity, archieves number, published or unpublished should be specified.HOW TO FORWARD THE ARTICLESThe articles duly prepared in accordance with the principles set forth on the foregoing pages are to besent in three copies (one original, two phocopied forms) to BILIG for publication to the address givenbelow. The last corrected fair copies in diskets and original figures are to reach BILIG within not later thanone month. Minor editting and re-arrangements may be done by the editorial board.CORRESPONDENCE ADDRESS:Bilig Dergisi Editörlüğü Ahmet YeseviÜniversitesi Mütevelli Heyet BaşkanlığıTaşkent Caddesi, lO.sok. No: 30 06430Bahçelievler, Ankara-TürkiyeTe: (0312) 215 22 06Fax: (0312) 215 22 09e-mail : Bilig @ yesevi.edu.tr


B İ L İ G / YAYIN İLKELERİBilig bahar, yaz,sonbahar, kış olmak üzere yılda dört sayı yayımlanır. Her yılın sonundaderginin yıllık dizini çıkarılır; Yayın Kurulu tarafından belirlenecek kütüphanelere,uluslararası endeks kurumlarına ve abonelere -yayımlandığı tarihten itibaren bir ayiçerisinde- gönderilir.Bilig'in yayım amacı;AMAÇ• Türk dünyasının kültür zenginliklerini, tarihî ve güncel gerçeklerini bilimsel ölçüleriçerisinde ortaya koymak;• Türk dünyasına ilgi duyan, bu konuda fikir üreten uzman ve bilim adamlarına ulaşmak;• Türk dünyası ile ilgili olarak, uluslararası düzeyde yapılan bilimsel çalışmaları izlemek,bunları ilgili bilim adamlarına, uzmanlara ve ilgili kamuoyuna duyurmak;tır.KONUBilig, Türk dünyasının sosyal bilimler dergisidir. Bilig'de yayımlanacak yazılar sosyalbilimler alanı ile ilgili konular başta olmak üzere, Türk dünyasının tarihî ve güncelproblemlerini ortaya koyan, bu problemlere çözüm önerileri içeren yazılar olmalıdır.MUHTEVABilig'e gönderilecek yazılarda;• Alanında bir boşluğu dolduracak; araştırmaya dayalı özgün makale,• Daha önce yazılmış yazı ve çalışmaları zengin bir kaynakçaya dayanarak değerlendiren,eleştiren ve bu konuda yeni ve dikkate değer görüşler ortaya koyan araştırma ve incelemeyazısı,• Türk Dünyası ile ilgili konularda eser ve çalışmalarıyla tanınmış kişi ve gruplara anlaşmalıolarak yaptırılacak araştırma,• Türk Dünyası ile ilgili eser, yazı, şahsiyet ve yeni faaliyetleri tanıtan, duyuran, haber verenkısa yazılar,olma özelliği aranır.Araştırma ve inceleme yazılarının Bilig'de yayımlanabilmesi için daha önce bir başka yayınorganında yayımlanmamış veya yayımlanmak üzere kabul edilmemiş olması gerekir. Dahaönce bir bilimsel kongrede sunulmuş tebliğler, bu durumu belirtmek şartıyla yayıma kabuledilebilir.


YAZILARIN DEĞERLENDİRİLMESİBilig'de yayımlanmak üzere gönderilen yazılar önce amaç, konu, muhteva, sunuş tarzı ve yazımkurallarına uygunluk yönlerinden Yayın Kurulu'nca incelenir. Bu yönleriyle uygun bulunanlar,bilimsel bakımdan değerlendirilmek üzere, alanında eser ve çalışmalarıyla tanınmış iki hakemegönderilir. Hakem raporları gizlidir ve 5 yıl süreyle saklanır. Hakem raporlarından biri olumlu,diğeri olumsuz olduğu takdirde, yazı üçüncü bir hakeme gönderilebilir.Yazarlar, hakem ve Yayın Kurulu'nun eleştiri, öneri ve düzeltmelerini dikkate almakzorundadırlar. Katılmadıkları hususlar olduğunda bunları ayrı bir sayfada, gerekçeleri ile birlikteaçıklama hakkına da sahiptirler. Yayıma kabul edilmeyen yazıların yalnızca birinci nüshalarıistek halinde yazarlarına iade edilir.Bilig'de yayımlanması kabul edilen yazıların te'lif hakkı Ahmet Yesevi ÜniversitesineYardım Vakfı'na devredilmiş sayılır.Yayımlanan yazılardaki görüşlerin sorumluluğu yazarlarına aittir. Yazı ve fotoğraflar, kaynakgösterilerek alıntı yapılabilir.Yayımlanması kararlaştırılan yazıların yazarlarına ve hakemlerine, te'lif ve inceleme ücreti, yayımtarihinden itibaren 1 ay içerisinde ödenir. Ücret miktarı Yayın Kurulu'nun önerisi üzerineYönetim Kurulu'nca belirlenir.YAZIM DİLİBilig'in yazım dili Türkiye Türkçesi'dir. Ancak her sayıda derginin üçte bir oranını geçmeyecekşekilde İngilizce yazılara da yer verilebilir. Türkiye Türkçesi dışındaki Türk lehçelerindehazırlanmış yazılar, gerektiği takdirde Yayın Kurulu'nun kararı ile Türkiye Türkçesi'neaktarıldıktan sonra değerlendirilir.Yayımlanacak yazıların Türkçe özetlerinin yanısıra İngilizce ve Rusça özetleri de verilir.YAZIM KURALLARIMakalenin YapısıMakalenin genel olarak aşağıda belirtilen düzene göre sunulmasına özen gösterilmelidir:1) Başlık2) Yazar ad(lar)ı ve adres(ler)i(Hepsi Lâtin/Türk harfleriyle olmak üzere yazar adları, soyadı büyük harflerle olmak üzerekoyu karakterde, adresler normal italik karakterde)3) Özet (anahtar kelimeler eklenerek)4) Makale, çalışmanın amaç, kapsam, çalışma yöntemlerini belirten bir giriş bölümüyle


aşlamalı; veriler, gözlemler, görüşler, yorumlar, tartışmalar.. gibi ara ve alt bölümlerle devametmeli; ve nihayet tartışma ve sonuçlar (veya sonuçlar ve tartışmalar) bölümüyle sonbulmalıdır.5) Katkı belirtme (gerekiyor ise)6) Kaynaklar Dizini7) İngilizce başlık ve İngilizce Özet (Türkçe özette olduğu gibi)8) Rusça başlık ve Rusça Özet (Türkçe özette olduğu gibi)BaşlıkKonuyu en iyi şekilde belirtmeli, 12 kelimeyi geçmemeli, tamamı büyük harflerle ve bold olarakyazılmalıdır.Özet250 kelimeyi geçmeyecek şekilde ve yayının diğer bölümlerinden ayrı olarak yayımlanabilecekdüzeyde yazılmış, yazının tümünü en kısa, öz biçimde (özellikle çalışmanın amacını vesonucunu) yansıtacak nitelikte olmalıdır. Özetin başlığı ve metin kısmı italik karakterleyazılmalıdır. Özet içinde, yararlanılan kaynaklara, şekil, çizelge ve eşitlik numaralarınadeğinilmemelidir. Özetin altında bir satır boşluk bırakılarak en az 3, en çok 8 anahtar kelimeverilmelidir.Ana MetinMakale, A4 boyutunda (29.7x21 cm.) kâğıtların üzerine bilgisayarda 1,5 satır aralıkla ve 10punto (Times New Roman veya benzer bir yazı karakteri ile) yazılmalıdır. Sayfa kenarlarında3'er cm. boşluk bırakılmalı ve sayfalar numaralandırılmalıdır. Yazılar en az beş-bin, en çok onbincivarında kelimeden oluşmalıdır.Bölüm BaşlıklarıMakalenin yapısını belirlemek ve ana metinde düzenli bir bilgi aktarımı sağlamak üzere yazıdaana, ara ve alt başlıklar kullanılabilir. Başlıklara numara veya harf verilmemelidir.Ana Başlıklar: Bunlar, sıra ile özet, ana metnin bölümleri, teşekkür (varsa), kaynakça, ekler(varsa)'den oluşmaktadır. ANA BAŞLIKLAR BÜYÜK HARFLERLE YAZILMALIDIR.Ara Başlıklar: Yalnız Birinci Harfleri Büyük Bold harfle yazılmalıdır.Alt Başlıklar: Yalnız birinci harfleri büyük bold harflerle yazılmalı ve hemen başlık sonunda ikinokta üst üste konularak yazıya aynı satırdan devam edilmelidir.


Şekiller ve çizelgelerŞekiller, küçültmede ve basımda sorun yaratmamak için siyah mürekkep ile, düzgün ve yeterliçizgi kalınlığında aydınger veya beyaz kağıda çizilmelidir. Her şekil ayrı bir sayfada olmalıdır.Şekiller 1 (bir)'den başlayarak ayrıca numaralandırılmak ve her şeklin altına başlığıyla birlikteönce Türkçe, sonra İngilizce olarak yazılmalıdır.Çizelgeler de şekiller gibi, 1 (bir)'den başlayarak ayrıca numaralandırılmalı ve her çizelgeninüstüne başlığıyla birlikte önce Türkçe, sonra İngilizce olarak yazılmalıdır. Şekil ve çizelgelerinbaşlıkları, kısa ve öz olarak seçilmeli ve her kelimenin ilk harfi büyük, diğerleri küçük harflerleyazılmalıdır. Gerekli durumlarda açıklayıcı dipnotlara veya kısaltmalara şekil ve çizelgelerinhemen altında yer verilmelidir.ResimlerParlak, sert (yüksek kontrastlı) fotoğraf kâğıdına basılmalıdır. Ayrıca şekiller için verilen kurallarauyulmalıdır. Özel koşullarda renkli resim baskısı yapılabilecektir.Şekil, çizelge ve resimler toplam 10 sayfayı aşmamalıdır. Teknik imkâna sahip yazarlar, şekil,çizelge ve resimleri aynen basılabilecek nitelikte olmak şartı ile metin içindeki yerlerineyerleştirebilirler. Bu imkâna sahip olmayanlar, bunlar için metin içinde aynı boyutta boşlukbırakarak içine şekil, çizelge veya resim numaralarını yazarlar.Metin İçinde Kaynak VermeMetin içinde kaynak vermede aşağıdaki örneklere uyulmalı, kesinlikle dipnot şeklinde kaynakgösterilmemelidir:a) Metin içinde tek yazarlı kaynaklara değinme yapılırken, aşağıdaki örneklerde olduğu gibi, öncearaştırıcının soyadı, sonra parantez içinde yayım tarihi verilir.... Köksoy (1998)... Bazı araştırmacılar (Bilgegil, 1970; Kaplan, 1974; Aktaş, 1990)b) Çok yazarlı yayınlara metin içinde değinilirken, aşağıdaki gibi ilk yazar adı belirtilmeli, diğerleriiçin vd. harfleri kullanılmalıdır. Ancak kaynaklar dizini'nde bütün yazarların isimleri yer almalıdır.... İpekten vd. (1975)c) Ulaşılamayan bir yayına metin içinde değinme yapılırken bu kaynakla birlikte alıntınınyapıldığı kaynak da aşağıdaki gibi belirtilmelidir....Köprülü (1911; Çelik, 1998'den)d) Kişisel görüşmelere metin içinde -soyadı ve tarih belirtilerek- değinilmeli, ayrıca kay naklardizini'nde de belirtilmelidir.


Kaynaklar DiziniKaynaklar dizini yazar soyadlarına göre alfabetik sıraya dizilmelidir.a) Süreli yayınlar için:Yazar ad(lar)ı, tarih, makalenin başlığı, süreli yayının adı (kısaltılmamış), cilt no (sayı no), sayfano.b) Bildiriler için:Yazar ad(lar)ı, tarih, bildirinin başlığı, sempozyumun veya kongrenin adı, editör(ler), basımevi,cilt no, düzenlendiği yerin adı, sayfa no.c) Kitaplar için:Yazar ad(lar)ı, tarih, kitabın adı (ilk harfleri büyük), yayınevi, basıldığı şehrin adı, sayfa sayısı.d) Raporlar ve tezler için;Yazar ad(lar)ı, tarih, raporun veya tezin başlığı, kuruluş veya üniversitenin adı, arşiv no (varsa),sayfa sayısı, yayımlanıp-yayımlanmadığı.YAZILARIN GÖNDERİLMESİBilig'de yayımlanmak üzere -yukarıda belirtilen ilkelere uygun olarak- hazırlanmış yazılar, biriorijinal, diğer ikisi fotokopi olmak üzere aşağıdaki adrese gönderilir. Yayıma kabul edilenyazıların son düzeltmeleri yapılmış bilgisayar disketleri ile şekillerin orijinalleri en geç bir ay içindeyukarıda belirtilen adrese ulaştırılır. Yayın Kurulu'nca, esasa yönelik olmayan küçük düzeltmeleryapılabilir.YAZIŞMA ADRESİBilig Dergisi EditörlüğüAhmet Yesevi ÜniversitesiMütevelli Heyet BaşkanlığıTaşkent Cad. 10. Sok. No: 30 06430Bahçelievler /ANKARATel: (0312)215 22 06Fax: (0312) 215 22 09e-mail: bilig @ yesevi. edu. tr

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!