Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
ÖZCAN KIRIKBAŞ<br />
ARDA DEMİRHAN<br />
MURAT AKDAN<br />
KAAN TUNÇ
<strong>Dergi</strong>mize desteklerinden dolayı;<br />
İ. Oğulcan Ertürk’e<br />
Halit Karalök’e<br />
Ve<br />
Etkinliklerimize katılan tüm dostlarımıza<br />
Teşekkürü bir borç biliriz.<br />
DİKKAT: <strong>Dergi</strong>deki kaynak gösterilmeyen tüm resim (Ara kapaklardaki<br />
resimler hariç.) ve yazılar dergimize aittir. İzinsiz kopya edilemez,<br />
çoğaltılamaz, kısmen de olsa yayınlanamaz.<br />
2
KÜLTÜR - SANAT<br />
BEYOĞLU’NUN ÇINARLARI<br />
TÜRKİYE’DE TİYATRO<br />
Bir toplumun kültür ve sanat seviyesini; zengin olan elit kesime<br />
değil sokaklarda yatan, “dışlanan kesim” e bakarak ölçünüz.<br />
3
BEYOĞLU’NUN ÇINARLARI<br />
AVM SİNEMALARINA DİRENİYOR!<br />
CINE MAJESTIC<br />
Majestic sineması, kendi bünyesinde kafe<br />
ve fal gibi uygulamaları da barındıran Beyoğlu'nun<br />
önemli sinemalarından biri. Sinema,<br />
ortalama kapasitesi 120 kişi olan 5 salona<br />
sahip. Ses sistemi, görüntü kalitesi, konfor<br />
gibi teknik özelliklerini incelediğimizde<br />
fiyatına oranla bir hayli kötü olduğunu görüyoruz.<br />
Ancak Majestic Cineması müşteri<br />
çekmek için farklı çözüm yolları bulmuş.<br />
Anlaştığı bazı şirketlerle kampanyalar düzenlemiş,<br />
özellikle gençlere yönelik yaptığı<br />
kampanyalarda başarılı olmuştur.<br />
Puanımız:<br />
6.5<br />
BEYOĞLU SİNEMASI<br />
Halep Pasajı içerisinde bulunan Beyoğlu<br />
Sineması, vizyondaki filmlerin tek bilet uygulaması<br />
nedeniyle 12 TL’ye satıldığı ve belli<br />
bir izleyici kitlesinin olduğu sinemadır.<br />
Geniş salonu, konforlu koltukları, iyi denebilecek<br />
kalitede görüntü ve ses sistemleri de<br />
elbette ilgi çekmesinde büyük rol oynuyor.<br />
Film öncesi ve sonrasında hatta sinemaya<br />
girmeseniz bile gitmek isteyeceğiniz kafesi<br />
de Beyoğlu Sineması’nın AVM sinemalarına<br />
karşı direnmesinde yardımcı oluyor.<br />
Puanımız:<br />
8.3<br />
4
BEYOĞLU’NUN ÇINARLARI<br />
AVM SİNEMALARINA DİRENİYOR!<br />
YEŞİLÇAM SİNEMASI<br />
Küçük salonu ve şirin kafesiyle sıcak, samimi<br />
bir ortam yakalayan Yeşilçam Sineması<br />
kapanma tehlikesiyle karşı karşıya. Sinemanın<br />
tek salonu, aynı zamanda arada sırada<br />
kullanılan bazı eşyaların konulduğu bir depo<br />
olarak da kullanılıyor. Sinema vizyondaki<br />
filmlerden çok, kült filmlerin festival eşliğinde<br />
gösterime sunulmasıyla tanınıyor. Bu<br />
bakımdan eğitim seviyesi daha yüksek bir<br />
kesime hitap eden sinema, müşteri bulamadığından<br />
AVM sinemalarına direnmekte<br />
güçlük çekiyor.<br />
Puanımız:<br />
7.0<br />
ATLAS SİNEMASI<br />
Atlas Pasajı’nın içerisinde yer alan Atlas<br />
Sineması, modern havayı tarihi bir ortamda<br />
soluyabileceğimiz bir yer. Sinemanın büyük<br />
salonu, ses ve koltuklar bakımından oldukça<br />
kaliteli ve rahat. Bu bakımdan parasının hakkını<br />
sonuna kadar veriyor. Sinema zamana<br />
karşı direnmesine rağmen AVM sinemaları<br />
nedeniyle seyircisiz kalma gibi bir sorunla<br />
yüz yüze. Bu yüzden bir firmanın reklamını<br />
yapıyor ve sponsorluğunu taşıyor.<br />
Puanımız:<br />
8.9<br />
5
BEYOĞLU’NUN ÇINARLARI<br />
AVM SİNEMALARINA DİRENİYOR!<br />
CİNEMAXİMUM FİTAŞ<br />
Beyoğlu’nun en önemli sinemalarından biri<br />
olan Fitaş, büyük bir binada irili ufaklı tam 8<br />
salonla hizmet veriyor. Mars Sinemaları bünyesinde,<br />
Cinemaximum sponsorluğundaki sinema<br />
salonu bazı markalarla yaptığı kampanyalar<br />
sayesinde, özellikle gençler arasında büyük<br />
rağbet görüyor.<br />
Tarihi binanın içinde tamamen modern bir<br />
görünüm bulunmakta. Özellikle tavandaki işlemeler<br />
oldukça ilgi çekici. Ancak bu restorasyon<br />
binanın içindeki tarih kokusunu götürüp,<br />
yerine makine kokusunu getirmiş, ışıl ışıl olan<br />
bir ortamda tuvaletler bile reklam alanı olarak<br />
dizayn edilmiştir. AVM sinemalarına karşı mücadele vermek yerine onlardan biri olarak yoluna<br />
devam etmeyi tercih eden sinema, yine de kalitesinden ödün vermediğinden tercih edilebilir.<br />
Puanımız:<br />
8.7<br />
PERA SİNEMASI<br />
Halep Pasajı’nın içinde Beyoğlu Sineması’na<br />
varmadan hemen solunuzda kalan<br />
Pera Sineması, Beyoğlu Sineması’na<br />
göre oldukça farklı. Beyoğlu Sineması’nın<br />
kardeşi konumundaki sinema,<br />
yaklaşık 60 kişi kapasiteli küçük bir yer.<br />
Küçük olan sinemanın doğal olarak<br />
ekranı da küçük ancak bu görüntünün<br />
daha kaliteli olmasını sağlıyor. Yeşilçam<br />
sinemasında yakalanan samimi hava<br />
burada tam olarak bulunamasa da yakın<br />
zamanda restorasyon yaşadığı belli olan<br />
salonda film izlemesi oldukça keyifli.<br />
Puanımız:<br />
6.0<br />
6
TÜRKİYE’DE TİYATRO<br />
ÖZEL TİYATROLAR<br />
Tiyatro, eski Yunanistan’da doğmuştur. “Dionysos Şenlikleri” adını verdikleri eğlenceler sırasında<br />
insanlar taklitler yapar, güldürücü hikayeler anlatırlardı. Önceleri rastgele seçilen bu kimseler<br />
daha sonra bu işi kendilerine meslek edindiler. Böylece günümüz tiyatrosunun temelleri atılmış<br />
oldu. O dönemdeki tiyatronun kendine has bir kuralı yoktu. Oyuncular ya doğaçlama yapar ya da<br />
kendi kurallarıyla yazdıkları oyunları sergilerlerdi. Tiyatronun ortaya çıktığı ilk zamanlarda tek kişi<br />
ile başlayan tiyatroya monolog adı verilirken, daha sonra bu sayı arttırılarak diyalog ve triyalog<br />
gibi terimler ortaya çıkmıştır.<br />
Günümüzde tiyatro terimleriyle ilgili bazı şeyler değişse de geleneklere bağlı kalınmıştır. Dünyada<br />
tiyatro önemli bir sektör haline gelmiş ve film gibi türevleri üretilmiştir.<br />
Türkiye’de ise devlet ve şehir tiyatroları geleneği Osmanlı’dan aynen devam etse de özel tiyatrolar<br />
büyük bir gelişim göstermiştir. Bugün özellikle İstanbul’da onlarca özel tiyatro salonu vardır.<br />
Eğitim seviyesinin ve refah seviyesinin yükselmesi gibi etkenler tiyatronun (özellikle de özel tiyatronun<br />
) hızla gelişimini sürdürmesine olanak sağlamaktadır.<br />
Özel tiyatroların en büyük olumsuzlukları ise ücretlerinin çok pahalı olması. Ancak iyi araştırıldığı<br />
takdirde her bütçeye uygun tiyatro salonu bulmak mümkündür. Ücreti en uygun salonlarından<br />
biri de Mecidiyeköy’deki Oda Tiyatrosu’dur.<br />
Oda Tiyatrosu, adından da anlaşılacağı üzere bir odanın içerisinde oynanıyor. Bu özelliği onun<br />
en büyük dezavantajı çünkü seyirci kapasitesi çok az. Bu büyük dezavantaj ve seyircinin azlığı nedeniyle<br />
haklı olarak beliren önyargısına rağmen, sahnenin küçüklüğünün verdiği samimiyet, oyuncuların<br />
kaliteli oluşu tüm önyargıları kırıyor ve bir kere gelen herkesi müdavim yapıyor.<br />
7
TÜRKİYE’DE TİYATRO<br />
ŞEHİR TİYATROLARI<br />
İstanbul Büyükşehir<br />
Belediyesi<br />
bünyesinde vatandaşlara<br />
hizmet veren<br />
İstanbul Şehir<br />
Tiyatroları, ilk olarak<br />
1914 yılında<br />
zamanın İstanbul<br />
Belediye Başkanı<br />
Cemil (Topuzlu)<br />
Paşa tarafından Osmanlı<br />
Güzellikler<br />
Evi anlamına gelen<br />
Darülbedayi-i Osmani<br />
adıyla kurulmuştur.<br />
İlk olarak Harbiye de açılan Şehir Tiyatroları,<br />
bugün 4 tane Anadolu yakasında ve 6 tane de Avrupa<br />
yakasında olmak üzere toplamda 10 adet tiyatro<br />
salonuyla günde yaklaşık 3000 kişiye hizmet veriyor.<br />
Şehir Tiyatroları İstanbul'daki diğer tiyatro türlerinden<br />
(Devlet, Özel) en başta ücreti dolayısıyla ayrılıyor.<br />
Devlet Tiyatroları kadar ucuz olmasa da özel<br />
tiyatrolara göre bir hayli ucuz. Oldukça büyük olan<br />
tiyatro salonları bazen ses konusunda sıkıntı yaratsa<br />
da dar salonlarda klorostfobi nedeniyle tiyatro izlemekte<br />
zorlananlar için çok iyi olduğu söylenebilir.<br />
Koltuklar arası mesafe çok dar. Bu hem tiyatroyu<br />
izlerken hem de yan koltuğa biri oturmak istediğinde<br />
size çok zor anlar yaşatabiliyor. Işıklandırma konusuna<br />
da değinirsek farklı renklerde verilen ışıklar<br />
olayın daha rahat anlaşılmasını sağlıyor diyebiliriz.<br />
Son olarak bir de Şehir Tiyatrolarının ayakta alkışlanacak<br />
bir çalışmasından bahsetmek istiyoruz.<br />
Tiyatro içerisindeki<br />
konuşmalar, işitme<br />
engelliler için sahnenin<br />
hemen üstündeki<br />
ekrana yazılıyor.<br />
Bu oyuncuların<br />
doğaçlama yapmasını<br />
engellerken, işitme<br />
engeli olmayan<br />
izleyicilerin de kaçırdığı,<br />
anlamadığı<br />
yeri okuyabilmesine<br />
imkan sağlıyor.<br />
8<br />
DEVLET TİYATROLARI<br />
Devlet Tiyatroları<br />
10 haziran<br />
1949 yılında kabul<br />
edilen 5441<br />
sayılı kanun ile<br />
kurulmuştur. Temel<br />
amacı halkın<br />
dil ve kültür seviyesini<br />
yükseltmek;<br />
Türk dilini<br />
geliştirmek ve şive<br />
birliğini meydana<br />
getirmektir.<br />
Ancak devlet tiyatrolarının<br />
günümüzde<br />
daha farklı<br />
bir amacı var. Kar<br />
etmeyi amaç edinmeyen<br />
devlet tiyatroları<br />
diğer tiyatro<br />
salonlarına<br />
göre en ucuz fiyatla izleyicilere hizmet ediyor. Bu<br />
da tiyatronun sadece elit kesimle sınırlı kalmasını<br />
engelleyip her kesimden insanın tiyatroya gidebilmesine<br />
olanak sağlıyor.<br />
Ancak ne yazık ki Türkiye’nin her yerinde devlet<br />
tiyatroları mevcut değil. Türkiye’de toplamda 22<br />
ilde devlet tiyatrosu vardır. Bu iller arasında Türkiye’nin<br />
kültür başkenti sayılan İstanbul’da 9 adet<br />
devlet tiyatrosu vardır. Bu tiyatrolardan biri de<br />
Taksim’deki Küçük Sahne’dir. Bu sahne adından<br />
anlaşılacağı üzere diğer sahnelere nazaran bir hayli<br />
küçük. Koltuklar arası mesafeyi kısaltarak küçük<br />
bir salona alabileceğinden daha fazla koltuk konulması,<br />
insanların koltuklarına zorlukla ulaşmasına<br />
ve izleyicilerin oyunu konforsuz bir şekilde izlemesine<br />
neden oluyor. Salonun düz bir zemin üzerine<br />
kurulması ise oyuncuların seyirciler tarafından görülmesini<br />
engelliyor.
TARİH<br />
YANLIŞ BİLDİĞİMİZ TARİH<br />
İnsanlar; bolluk içinde şımarıklık yapanların değil, bir mendil daha<br />
fazla satabilmek için dövüşenlerin tarihini merak etmelidir.<br />
9
YANLIŞ BİLDİĞİMİZ TARİH<br />
Toplum olarak özellikle son dönemde tarihi diziler vasıtasıyla, tarihi merak eder olduk.<br />
Merakımızı gidermek için son birkaç yıl içinde aynı konuyu işleyen yüzlerce kitap yazıldı, onlarca<br />
film çekildi. Peki ya öğrendiklerimiz gerçek mi? Halka sorduk, işte doğru bildiğimiz yanlışlardan<br />
birkaçı…<br />
KISA YANIT: Hayır.<br />
UZUN YANIT:<br />
Osmanlı imparatorluk adı verilen çok uluslu<br />
bir devletti. Selçuklu’dan ayrılan Türk<br />
beylerinden Osman Bey’in kurduğu devlet,<br />
özellikle halifeliğin de Osmanlı’ya geçmesiyle<br />
bir İslam devleti halini aldı. Zaten Ortaçağ<br />
devletlerinin dinlere göre ayrıldığı<br />
düşünülürse Türklerin, Osmanlı Devleti’nde<br />
Müslüman milletlerden biri olduğu<br />
rahatlıkla görülebilir.<br />
1-) Osmanlı bir Türk Devleti miydi?<br />
Bu konu halkımızın bildiğinden en emin olduğu sorulardan<br />
biriydi. Büyük çoğunluk Türk Devleti’ydi derken,<br />
küçük bir grup ise devletin birçok<br />
milletten meydana geldiğini söyledi.<br />
2-) Tarih gerçekten objektif anlatılıyor mu?<br />
KISA YANIT: Kesinlikle hayır.<br />
UZUN YANIT:<br />
Tarih, yaşananların tarihçinin gözünden<br />
anlatılmasıdır. Dolayısıyla tarihin objektif<br />
anlatılması imkansıza yakındır. Türk tarih<br />
kitaplarında Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u<br />
fethettiği, İtilaf devletlerinin ise işgal<br />
ettiği anlatılır. Bu tarih kitaplarının, tarihi<br />
taraflı anlattığının en büyük kanıtlarındandır.<br />
Yine aynı şekilde Şeyh Bedrettin’in<br />
“Ortak Yaşam” için verdiği mücadele Türk<br />
tarih kitaplarında yoldan sapmış bir sapkının<br />
dini içerikli isyanı gibi anlatılmaktadır.<br />
Bu örnekler tarihin tarafsız anlatılmadığını<br />
kanıtlar niteliktedir.<br />
Bu soruyu halkımızın büyük çoğunluğunun bilmesini<br />
bekliyorduk. Ancak sadece yarısı “Hayır.” cevabını<br />
verebildi. Doğru cevap verenlerden biri olan ve<br />
aşağıda resmi bulunan abimiz ise tam olarak aradığımız<br />
cevabı yani “Tarih tarafsız anlatılamaz çünkü tarihi<br />
kazananlar yazar.” cevabını verdi.<br />
10
YANLIŞ BİLDİĞİMİZ TARİH<br />
KISA YANIT: Bilinemez.<br />
UZUN YANIT:<br />
Türk tarihçileri tarihte 16 tane Türk Devleti<br />
olduğunu iddia ederler. Hatta bu iddiadan<br />
öteye geçmiş, cumhurbaşkanlığı forsuna 16<br />
Türk devletini sembolize eden 16 yıldız konmuştur.<br />
Aslında Türk devleti kavramı ne kadar<br />
doğrudur? Bunu cevaplayabilmemiz için<br />
“Kime Türk denir?” sorusunu cevaplamamız<br />
gerekir. Oysa bunun cevabı yoktur. Bilim<br />
adamlarının araştırmalarına göre Türklere<br />
özel bir DNA da bulunamamıştır. Atatürk’ün<br />
tanımına göre Türk, “Ben Türküm.” diyebilendir.<br />
Yani Mete Han’ın Türk olduğunu söyleyebilmemiz<br />
için Mete Han’ı mezarından<br />
kaldırıp bunu kendisine sormamız gerekir.<br />
3-) Tarihteki Türk devleti sayısı kaç tanedir?<br />
Bu soru aslında halkımızın eğitim seviyesiyle<br />
tarih bilgisinin orantılı olmadığını gösteriyor. Zaten<br />
rastgele seçilmiş birkaç kişinin içinden bizim cevabımızı<br />
verebilecek bir kişinin olmadığını tahmin<br />
etmiştik. Ancak “16” cevabını verebileceklerini sanıyorduk.<br />
Daha yaşlı olan kesimin büyük çoğunluğu<br />
“16” cevabını verirken, gençlerimiz “Saymadım,<br />
Bilmiyorum, 5 6 tanedir herhalde” cevaplarını verdiler.<br />
KISA YANIT: Yarı kölelik<br />
vardı diyebiliriz.<br />
UZUN YANIT:<br />
Osmanlı, müslüman bir devletti. Genellikle<br />
de şeriat kurallarına göre yönetilirdi. Şeriat<br />
kurallarına göre ise kölelik bazı şartlarda<br />
vardı. Bu şartlardan biri kazanılan bir savaş<br />
sonrasında kaybeden insanların, kazanan komutanlara<br />
ganimet olarak sunulmasıydı. Osmanlı’da<br />
da bu kurala uyulmuş, esirlerden en<br />
güzel kadınlar padişahın haremine, diğerleri de<br />
komutanlara dağıtılmış, erkek çocuklar ise<br />
devşirilerek devletin çeşitli kademelerinde çalıştırılmıştır.<br />
Devşirmeler; evlenme, mülkiyet<br />
alma, istediği yerde yaşama gibi özgürlükleri<br />
olmadığından yarı köle sayılırlar.<br />
4-) Osmanlı’da kölelik var mıydı?<br />
Bu soruya halkımızın çoğu bilmiyorum derken,<br />
bir kişi “Asla.” ve bir kişi de cariyeliği örnek vererek<br />
‘‘Vardı.’’ cevabını verdi.<br />
11
YANLIŞ BİLDİĞİMİZ TARİH<br />
5-) Türk Dil ve Tarih kurumlarının kurulmasındaki asıl amaç nedir?<br />
KISA YANIT: Sıfırdan bir millet yaratmak.<br />
Bu soruyu halkımız tahmin ettiğimiz gibi,<br />
“Milli bilinci oluşturmak.” olarak cevapladı.<br />
UZUN YANIT:<br />
Osmanlı Devleti’nde İttihat ve Terakki Cemiyeti<br />
kurulana kadar Türk halkında Türk kimliği<br />
yerine müslüman kimliği ön plandaydı. İttihat ve<br />
Terakki’nin kurulup çalışmalara başlaması ve<br />
ardından da T.C.’nin kurulmasıyla Türk kimliği<br />
ön plana çıkmıştır. Türk kimliğinin oluşabilmesi<br />
için abartılı bir tarih ve saf bir dil gerekliydi. İşte<br />
Türk Tarih ve Türk Dil Kurumları burada devreye<br />
girmiştir.<br />
KISA YANIT: Üşenmeyin, uzun yanıtı<br />
okuyun :)<br />
UZUN YANIT:<br />
Kutlu Doğum Haftası, hicri takvimine göre<br />
hesaplanan Hz. Muhammed’in doğumunun,<br />
miladi takvimine göre her yıl 14-20 Nisan<br />
arasında kutlanmasıdır. Ancak burada<br />
önemli olan iki husus vardır. Bunlardan biri<br />
Hz. Muhammed’in ne zaman doğduğunun<br />
bilinememesidir. Mevlit Kandili olarak kutlanan<br />
hicri 12 Rebiülevvel tarihi kesin olmayan<br />
bir varsayımdır. Zaten İslam’ın temelinde olmayan<br />
bu kandil uygulaması Osmanlı’da ortaya<br />
çıkmıştır. Önemli olan diğer bir husus<br />
ise dinle ilgili bütün uygulamalar hicri takvime<br />
göre yapılırken, kutlu doğum haftasının<br />
miladi takvime göre kutlanmasıdır. 1989 yılında<br />
başlanan bu uygulama sadece son 10<br />
yıldır devlet tarafından desteklenmektedir.<br />
6-) Kutlu Doğum Haftası nedir?<br />
Bu soruyu halkımızın büyük çoğunluğu Hz. Muhammed’in<br />
doğumu olarak cevapladı. Mevlit Kandil’ini<br />
sorduğumuzda ise şaşırdılar ve saçma cevaplar<br />
verdiler.<br />
12
SPOR<br />
FUTBOLDA HOLİGANİZM<br />
TÜRKİYE’DE BASKETBOL<br />
CHEDJOU İLE MÜLAKATIMIZ<br />
Spor; bölünmeye değil birlik ve beraberliğe araç olmalıdır.<br />
13
FUTBOLDA HOLİGANİZM<br />
Bilindiği gibi futbol genellikle<br />
erkekler tarafından<br />
takip edilen bir spor dalıdır.<br />
Ataerkil bir toplumda erkeklerin<br />
ilgilendikleri spor dalı<br />
da dönemin en popüler spor<br />
dalı olur.<br />
Biz de dergimizde; futbol<br />
maçında olanları anlatabilmek<br />
için bir futbol maçına<br />
gittik. Maça gelenlerin tamamına<br />
yakını da erkeklerden<br />
oluşuyordu. Bunun üzerine<br />
kadınların neden futbolla<br />
ilgilenmediklerini gözlem<br />
yaparak araştırmaya çalıştık.<br />
Size maç esnasında erkeklerin<br />
hal ve davranışlarını<br />
anlatmak istiyoruz: Kibar bir İstanbul Beyefendisi olarak tanıdığınız erkekler bile o atmosferde<br />
tam bir ayıya dönüşebiliyorlar. 90 dakika boyunca sınırsız küfür edebilme yeteneğine sahip olan<br />
“Canavaruslar” ayrıca; rakip takımın oyuncularına ve taraftarlarına karşı anlaşılmaz bir düşmanlık<br />
besler, sahaya bin bir çeşit yabancı madde fırlatmakla yetinmeyip en sonunda kendilerini atar, rakip<br />
takımın oyuncularına saldırıp, hakemin her türlü kararına karşı çıkarlar. Hatta tuttukları takım<br />
uğruna ölmeyi ve öldürmeyi bile göze alırlar.<br />
İşte yukarıda saydığımız<br />
nedenler futbolda<br />
holiganizmin<br />
Türkiye’de ne kadar<br />
ilerlediğini gözler<br />
önüne seriyor. Bu<br />
nedenler sizce de kadınların<br />
futbolla ilgilenmemeleri<br />
için yeterli<br />
değil mi?<br />
14
TÜRKİYE’DE BASKETBOL<br />
Bilindiği gibi basketbol futbol kadar popüler bir spor dalı değil. Spor kulüpleri zaten az olan<br />
taraftar sayısını kendilerine çekmek için ilginç yollar deniyorlar. Bunların başında da Anadolu Efes<br />
Basketbol Takımı tarafından 2001 yılından itibaren uygulanıyor. Özellikle erkek taraftarların ilgisini<br />
çekebilmek için Amerika’da ortaya çıkmış olan “Ponpon Kız” uygulamasını Türkiye’ye “Efes<br />
Kızları” olarak ithal ettiler. Periyotlar arasındaki molalarda dans şovu yaptırılan kızlar, şüphesiz<br />
dünyada ve ülkemizde kadınların cinsel bir meta olarak görüldüğünün en açık kanıtıdır.<br />
15
CHEDJOU İLE MÜLAKATIMIZ<br />
27 Aralık 2013 Cuma günü Nişantaşı<br />
sokaklarında, Masumiyet Müzesi adlı<br />
romanda adı geçen Merhamet ve Pamuk<br />
apartmanlarını aradık. Bu apartmanlardan<br />
sadece Pamuk Apartmanı’nı bulabildik.<br />
Bildiğimiz apartmanlardan epey farklıydı.<br />
Pamuk Apartmanı’nın fotoğraflarını<br />
çekerken Galatasaray’ın yeni transferi<br />
Aurelien CHEDJOU ile karşılaştık…<br />
1-) Türkiye’yi nasıl buldunuz?<br />
- Gelmeden önce Türkiye hakkında şüphelerim<br />
vardı ama özellikle taraftarların ilgisi ülkeye alışmamı<br />
kolaylaştırdı.<br />
2-) Galatasaray’a transfer olmasaydınız da Türkiye’ye<br />
turist olarak gelir miydiniz?<br />
- Daha önce aklımda yoktu ancak bir yerden Türkiye<br />
hakkında bilgi alabilseydim ya da resimlerine rastlayabilseydim<br />
kesin gelirdim.<br />
3-) Galatasaray’da hedeflediğiniz başarıya ulaştınız<br />
mı?<br />
- Galatasaray’da daha çok yeniyim. İleride daha başarılı<br />
olabileceğimi düşünüyorum.<br />
4-) Türk halkının sizi yolda gördüğündeki tepkisi ne<br />
oluyor?<br />
- Genelde sizin gibi bir şeyler soruyor, fotoğraf<br />
çektirmek veya imza almak istiyorlar.<br />
5-) Şu anda burada bulunmaktan mutlu musunuz?<br />
- Evet, çok mutluyum. İstanbul güzel bir şehir.<br />
16
GEZİ<br />
Dünyanın en güzel yerinde, en güzel yemeği yerken, hemen birkaç sokak<br />
ötede kağıt mendil sattığı halde burnunu silemeyen çocukların var<br />
olduğunu unutmayın.<br />
17
DİYAR-I İSTANBUL<br />
Byzantion, Augusta Antonina, Nova Roma, Konstantinopolis, Konstantiniyye, İslambol ya<br />
da şimdiki adıyla İstanbul… Adının ne olduğunun bir önemi yok. Önemli olan şey ise hepsinin<br />
dünyada iki kıta üzerine kurulu olan tek şehri anlatması.<br />
İstanbul dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri ve ayrıca dünyanın en önemli devletlerine<br />
başkentlik yapmış olan, gerek jeopolitik ve gerekse tarih açısından çok önemli bir şehir. Ama<br />
bence İstanbul’u İstanbul yapan asıl şey tarihinin hala yeraltında kalması ve bir gün keşfedilmeyi<br />
beklemesidir.<br />
Ne yazık ki biz toplum olarak tarihin sadece zaferle döndüğümüz şaşalı kısmıyla ilgileniyoruz.<br />
Oysa tarih kazanılsa da kaybedilse de yaşanılanların bir bütün olarak ele alınmasıdır. Yani tarih<br />
yaşanılan olayların rivayetlerle abartılı ve bazen de büsbütün sallanması demek değil, eldeki<br />
bilgiler, belgeler ve tarihi eserler ışığında olayların objektif bir şekilde değerlendirilmesidir.<br />
Tarih anlatımında çok önemli bir yere sahip olan tarihi eserlere İstanbul’un her köşesinde,<br />
kaldırdığınız her taşın altında rastlayabilirsiniz. Peki bu kadar çok olan tarihi eserler yeterince<br />
araştırılıyor ve yeterince korunuyor mu? İşte bu soruya cevap olabilecek araştırmamız ve bu araştırmamızda<br />
edindiğimiz izlenimler:<br />
18
DİYAR-I İSTANBUL<br />
Araştırmamıza ilk olarak Beyoğlu’nun belki de en az bilinen hanı olan Afrika Hanı’yla<br />
başlıyoruz. 1906 yılında Ragıp Paşa tarafından üç kıtayı temsilen yapılan üç handan biri olan Afrika<br />
Han, zamanında ticarethane ve lüks konut olarak kullanılmıştır. Ancak Afrika Han’ını özel<br />
kılan şey, yukarıya bakıldığında binaların arasından görülen gökyüzünün bir haç şekline bürünmesidir.<br />
Tarihte önemli bir yere sahip olan Han, birçok romana konu olmuş ve birçok evsize kucak<br />
açmıştır. Bu evsizlerin en ünlüsü de 60’lı 70’li yıllarda özellikle yaşadığı bohem hayatıyla dikkat<br />
çeken çevirmen OĞUZ HALUK ALPLAÇİN’dir. Hiçbir mal varlığına sahip olamayan Alplaçin,<br />
yakalandığı akciğer kanserinden dolayı 1975’te 46 yaşında 46 kilo olarak Heybeliada Sanatoryumu’nda<br />
yaşama veda etmiştir.<br />
Zamanla önemini kaybeden Afrika Han, günümüzde özel bir şirket tarafından satın alınmış,<br />
ya tamamen yıkılarak ya da önemli bir restorasyonla otele dönüştürülmek üzeredir.<br />
19
DİYAR-I İSTANBUL<br />
Dönüşüm sadece Afrika Han’ıyla sınırlı kalmıyor ne yazık ki…<br />
Aynı kaderi yaşayan birçok tarihi yapıdan biri de İstanbul’un en güzel manzaralarından<br />
birine sahip olan Haydarpaşa Garı. 1908’de ulaşıma açılan gar, İstanbul’u Anadolu’ya bağlamakla<br />
yetinmeyip tüm Türkiye’nin dünyaya açılan kapısı olmuştur. 1917’de büyük bir yangına<br />
maruz kalmasına rağmen yangının ardından onarılıp tekrar hizmete açılmıştır. Günümüze kadar<br />
birçok yangınla boğuşmuş olan Haydarpaşa Garı, son olarak 2010 yılında büyük bir tehlikeyi<br />
garın çatısının çökmesi ve 4. katının kullanılamaz hale gelmesiyle atlatmıştır.<br />
Haydarpaşa Garı Türk halkı için, bir gardan çok daha fazlasıdır. Kara yolu taşımacılığının<br />
son 40, hava yolu taşımacılığınınsa sadece son birkaç yıldır yapıldığı düşünülürse bu gar<br />
100 yılı aşkın hizmet süresiyle “Türkiye’nin geçmişteki yaşam damarıdır.” Demek yanlış olmaz<br />
sanırım. Ancak bu garın Türk halkı için önemini yalnız ulaşımdaki önemiyle açıklamak<br />
Haydarpaşa Garı’na büyük bir haksızlık olacak kanaatindeyim. Bu gar aynı zamanda Anadolu<br />
insanının anı deposudur da. Köyünden şehre göç eden insanların ayak bastığı ilk yerdir. Birçok<br />
insanın hayatında denizi ilk gördüğü yer de Haydarpaşa Garı’nın merdivenleridir. Kim bilir<br />
kaç ayrılığa, kaç buluşmaya tanıklık etmiştir bu gar, ya da oğlunu askere gönderen kaç annenin<br />
gözyaşlarıyla ıslanmıştır bu garın mermerleri.<br />
Son seferini 1 Şubat 2012’de yapmasıyla ulaşıma kapatılan Haydarpaşa Garı’nın geleceği<br />
hakkında da yöneticilerden çelişkili açıklamalar yapılmaktadır. Hakkında birçok senaryo<br />
ortaya atılsa da gerçekleşmesi muhtemel aralarındaki en büyük olasılık garın yıkılıp yerine otel<br />
yapılmasıdır.<br />
20
DİYAR-I İSTANBUL<br />
Durumu belirsiz olan yerlerden biri de Türkiye’nin tıp tarihinde ilk incelenmesi gereken<br />
hastanelerinden biri olan Heybeliada Sanatoryumu. Bu sanatoryum 1924 tarihinde, Atatürk’ün emriyle<br />
veremle başa çıkabilmek için kurulmuştu. İlk kurulduğunda 16 yatak kapasitesi olmasına rağmen<br />
yıllar geçtikçe ek binalar inşa edildi ve sürekli büyütüldü. Burada hastalara günde 4 öğün yemek<br />
ve beraberinde de et, süt, yumurta gibi besleyici besinler veriliyordu. Haftada bir moral gecesi<br />
düzenleniyor ve hastalara sürekli olarak fotoğrafçılık, saatçilik, ayakkabıcılık gibi kurslar veriliyordu.<br />
Kısa sürede dünyanın bile alkışladığı bir hastane haline geldi. Tek sıkıntısı sürekli artan hasta<br />
sayısına yanıt verebilecek kapasitede olamamasıydı. Bu yüzden de ne yazık ki sadece hastalıkları<br />
kritik olan bazı hastalar tedavi edilebiliyordu. Bu hastalardan bazıları İsmet İnönü, Rıfat Ilgaz, Ece<br />
Ayhan gibi tanınmış isimlerdi.<br />
Ancak iyi işler ne yazık ki uzun ömürlü olmuyordu ülkemizde. Bu sanatoryumunda ömrünün<br />
sonlandırılmasına karar verildi 80 darbesinden hemen sonra. Önce devlet desteği kesildi. Yani hastane<br />
artık kendi kendine yetmeliydi. Çoğu makineyi alacak gücü yoktu, çalışanların maaşı bile<br />
normalin çok altından ödeniyordu. Buna rağmen 99 depremine kadar ayakta kalmayı başarabildi.<br />
Ama büyük darbeyi deprem vurdu. Depremde iki binası kullanılamaz hale geldi. Bazı derneklerin<br />
desteğiyle restore edilip tekrar hizmete girdi sanatoryum. Ama bu uzatmalar 2005 yılına kadar devam<br />
edebildi. 30 Eylül 2005 tarihinde kapısına kilit vurulan sanatoryumun tarihi binası da rahat<br />
bırakılmadı benim güzel ülkemde. 2009 yılında çıkan yangında sanatoryumun ana binası yıkık bir<br />
harabe halini aldı. Ada sakinleriyse rant savaşı için bilerek yakıldığını iddia ediyor.<br />
21
DİYAR-I İSTANBUL<br />
Heybeliada Sanatoryumu, çam ağaçlarının içinde, deniz manzarasına sahip bir konumda.<br />
Onlarca filme ve kitaba konu olmuştur. Sanatoryumun, sınırlarına girdiğiniz ilk andan itibaren tarihte<br />
yaşananlar önünüzden geçiyor adeta. Beyniniz hızlı çalışmaya başlıyor ve baktığınız yerde<br />
bugüne kadar neler yaşanmış olabileceğini bildiklerinizi de katarak hayal ediyor. Ancak o da ne.<br />
Hiç beklemediğiniz bir anda sanatoryumun bekçisi (ısrarla memur olduğunu belirtiyor) çıkageliyor.<br />
İçeride gezmenin ve fotoğraf çekmenin yasak olduğunu söylüyor. Evet, bizim de başımıza bu<br />
geldi. Ancak yoğun ısrarlarımız sonucu fotoğraf çekmemek şartıyla bir bölümünü gezmemize izin<br />
veriyor. Biz yine de bekçinin haberi olmadan birkaç fotoğraf çekmeyi başarıyoruz. Bu sırada bekçiyi<br />
de tanıma şansı yakalıyoruz. Kendisinin 30 yıl önce inşaat teknisyeni olarak buraya atandığını,<br />
buranın kapanmasıyla birlikte diğer 7 çalışanla birlikte yaptıkları tek işin buraya bekçilik yapmak<br />
olduğunu da söylüyor bizlere.<br />
Gezimiz kısa sürdü. Ama biz bununla yetinmedik. Adalılara sanatoryumu sorduk. Hakkında<br />
birçok rivayet anlatıldı. Rivayetlerin birçoğunun sonu da sanatoryumun hemen aşağısındaki kayalıklarda<br />
yapılan intiharlarla bitiyordu. Bu da sanatoryumun terkedilmiş binasının esrarengiz bir hal<br />
almasına neden oldu.<br />
22
DİYAR-I İSTANBUL<br />
Sarıyer’in küçük bir balıkçı köyü olan<br />
Rumelifeneri Köyü’ndeki kalenin ve fenerin de<br />
durumu içler acısı. 17.yy’da IV. Murad zamanında<br />
yapılan kale, yapıldığı dönemde yaklaşık<br />
300 askere ev sahipliği yapıyordu. Fener ise<br />
1856 yılında Fransızlar tarafından yapılmış olup<br />
günümüzde T.C. devleti tarafından halen kullanılmaktadır.<br />
Rumelifeneri Kalesi, köyün tam burnunda,<br />
denize 5-6 metre uzaklıktadır. Kalenin hemen<br />
önü kayalarla çevrilmiştir. Özellikle kış aylarında<br />
neredeyse kimsenin ziyaret etmediği bu kalede,<br />
dalgaların kayalara vurdukları seslerle huzuru<br />
bulmak mümkündür. Ayrıca fotoğrafçılar için<br />
vazgeçilmez bir yerdir. Ancak ne yazık ki biz bu<br />
kaleyi de korumayı beceremiyoruz. Kalenin içi<br />
çöp dolu ve oldukça da kötü kokuyor. Yukarıya<br />
çıkmaya yarayan merdivenler yıkılmış durumda.<br />
Yaklaşık 400 yıldır ayakta kalmayı başarabilmiş<br />
olan kaleyi koruyan ise hiç kimse yok. Kalenin<br />
kaderi ziyaretçilerin vicdanına bırakılmış.<br />
23
DİYAR-I İSTANBUL<br />
Korumayı beceremediğimiz tarihi yapılar belki saymakla bitmez. Ancak içlerinde bazıları<br />
var ki insan, yöneticilerin nasıl bu kadar sessiz kaldığına şaşırıyor. Bunlardan biri Türkiye’nin en<br />
çok bilinen meydanlarından biri olan Sultanahmet Meydanı’nda bulunan dikilitaşlardır. Bizans döneminde<br />
bugünkü Sultanahmet Meydanı’nın bulunduğu yerde bulunan hipodromun ortasına konurdu<br />
bu dikilitaşlar. Hipodromdan geriye bugün tam<br />
olarak neler kaldığı ise ne yazık ki bilinemiyor.<br />
Topkapı Sarayı’nın altından eski hipodroma giden<br />
bir tünel olduğu düşünülmektedir. Ancak devletin<br />
tarihi yapıları korumak adına koyduğu yasalar, yer<br />
altına kazı yapılmayı yasaklamıştır.<br />
Bizans döneminde hipodrom çok önemli bir<br />
konumdadır. Çünkü burası yalnızca at yarışları için<br />
kullanılmazdı. Dönemde kültür-sanat adına her türlü<br />
etkinliğin yapıldığı bir mekandı da aynı zamanda.<br />
Ancak hipodrom insanların yalnızca eğlendikleri bir<br />
yer olmamıştır. Aynı zamanda dönemin en büyük<br />
isyanlarından birine de tanık olmuştur. Tarihe Mika<br />
Ayaklanması diye geçen bu ayaklanmada öldürülen<br />
yaklaşık 40.000 kişinin mezarı da bir söylentiye göre<br />
yine hipodromdur.<br />
24
DİYAR-I İSTANBUL<br />
İşte tarihte bu kadar önemli olan hipodromun günümüzde ayakta kalmayı başarabilmiş olan<br />
3 dikilitaşı ne yazık ki yeterince korunamıyor. Açık havada herhangi bir koruması olmayan dikilitaşlar<br />
mevsimine göre bazen yağmur, kar, dolu yağışına bazen de güneşin kavurucu sıcağına maruz<br />
kalıyor.<br />
Bizans döneminden günümüze ulaşıp bizim koruyamadığımız diğer bir yapı da su kemerleridir.<br />
Belgrad ormanından aldığı temiz içme suyunu şehrin dört bir yanındaki sarnıçlara taşımaya<br />
yarayan su kemerleri tam bir Bizans mühendislik harikasıdır. Hiçbir teknolojik aletin olmadığı bir<br />
dönemde milimetrik hesaplarla eğim hesaplanmış ve sular bu eğimle taşınmıştır.<br />
Ancak biz bu mühendislik harikasını da yine korumayı beceremiyoruz. Zaten sadece küçük<br />
bir bölümünün ayakta kalmayı başarabildiği bu yapının ayakta kalan kısmı da her geçen gün şehrin<br />
keşmekeşi içinde yavaş yavaş toz oluyor.<br />
25
DİYAR-I İSTANBUL<br />
Birde size Çamlıca Tepesi’nden bahsetmek istiyoruz. Çamlıca Tepesi’nin durumu ise bambaşka.<br />
İstanbul’un Üsküdar ilçesinde, denizden 268 metre yükseklikte bulunmaktadır. İki boğaz<br />
köprüsünün tam ortasından muhteşem bir İstanbul manzarasına sahiptir. Bugün İBB tarafından işletilen<br />
bir sosyal tesis konumundadır. Özellikle İstanbul manzarası eşliğinde kahvaltı yapmak isteyenlerin<br />
uğrak yeridir.<br />
Ne yazık ki yöneticilerimiz bu güzelliğe de duyarsız kalmamışlar. Buraya çok sayıda TV<br />
verici kuleleri yerleştirerek güzelliğine büyük bir balta vurmuşlar.<br />
Ancak öldürücü darbe Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla 2013 yılının ağustos ayında Çamlıca<br />
Cami’nin temelinin atılmasıyla vuruldu. Nüfus yoğunluğu normalin çok üstünde olan bölgelerimizde<br />
camiler yetersiz kalırken, hiç gereği olmayan buraya cami yapmayı herhalde sadece göğe<br />
yaklaştıkça alacağı sevabın artacağını düşünen bir zihniyet gerçekleştirebilir.<br />
Yukarıda İstanbul’da özellikle tarih açısından önemli olan yerlerin yeterince korunamadığını<br />
ve her geçen gün elimizden bir bir kaydıklarını anlattık. Peki araştırmamızda gezdiğimiz yerler<br />
içinde çok iyi bakıldığına şahit olduğumuz yapılar yok mu? Tabi ki öyleleri de var. Bize göre buna<br />
en iyi örnekler: Atatürk Arboretumu ve Emirgan Korusu.<br />
26
DİYAR-I İSTANBUL<br />
Atatürk Arboretumu, İstanbul’un Sarıyer ilçesinde, yapımına 1949 yılında başlandığı halde<br />
1982 yılında tamamlanan, İstanbul Üniversitesi’ne ait araştırma ve gözlem yeridir. Ancak küçük bir<br />
ücret karşılığında halkın hizmetine de açılmıştır.<br />
Atatürk Arboretumu bugün 296 hektarlık bir alan üzerinde yaklaşık 2000 çeşit ağacıyla İstanbul’un<br />
canlı ağaç müzesidir. İçerisinde 3 adet yapay gölet de bulunmaktadır. Bu göletlerde kuğular<br />
ve ördekler de dahil onlarca hayvan yaşamaktadır. İçerisinde uzunca bir yürüyüş parkuru bulunduğundan<br />
spor yapmak isteyenler için de vazgeçilmez bir yerdir.<br />
İçeriye girdiğinizde, tüm şehir karmaşasından sıyrılıp kendi iç dünyanızda bir yolculuğa çıkıyorsunuz.<br />
Bol oksijenli bu yerde yürüdükçe buranın İstanbul’da olduğuna şaşırıyorsunuz.<br />
27
DİYAR-I İSTANBUL<br />
Emirgan Korusu ise; Sarıyer ilçesinde İstanbul Boğazı kıyısında müthiş boğaz manzarasına<br />
sahip bir yerdir. 1871-1878 yılları arasında yapılan Sarı Köşk, Pembe Köşk ve Beyaz Köşk adındaki<br />
üç köşk günümüzde özel işletmeler tarafından kahvaltı hizmeti sunmaktadır.<br />
Emirgan Korusu içinde yapay şelale ve yapay gölet de vardır. Bu gölet içerisinde onlarca<br />
kuğu ve ördek yaşamaktadır. Ayrıca koru içerisinde; papağan kafesleri, yürüyüş parkurları, piknik<br />
alanları, spor ve oyun aletleri de vardır. Buralarda çok sayıda sincaba rastlamakta mümkündür.<br />
2006 yılından bu yana Emirgan Korusu’nda lale festivali düzenlenmektedir.<br />
28
Edebiyat<br />
6PACK YAZIYOR<br />
- MEKTUP<br />
- ÖYKÜ<br />
- ŞİİR<br />
Dünyanın en iyi yazarları toplansa, sokakta kazandığı parasının pamuk<br />
şeker almaya yetmediğini öğrenen çocuğun hüznünü anlatabilirler mi?<br />
29
CAREN’İME<br />
Sevgili Caren,<br />
Uzun zamandır haber alamıyordum senden.<br />
Unuttum sanmıştım seni. Oysa dün resim galerisinde<br />
gördüğüm resim depreştirdi duygularımı.<br />
Senin çizdiğin resimlerden biriydi o da.<br />
Ama farklısı. Daha güzeli, daha sevimlisi, daha<br />
içteni, daha samimisi. Farklıydı her yönüyle.<br />
Ya da bana öyle gelmişti. Belki de bizi hatırlatmıştı<br />
bana.<br />
Şu sıralar kafam çok karışık Caren. Çok<br />
yorgun. Yaşlanıyorum belki. Ya da kalbimin<br />
derinliklerine gizlediğim duygular uyanıyor bir<br />
bir. Akademi ve hayat zor geliyor bana. Gece<br />
uyuyamıyor, sabah kalkamıyorum.<br />
Soruyorlar yine bana “Hala yalnız mısın?”<br />
diye. Sen geliyorsun o an aklıma. Çok kısa sürse<br />
de ilişkimiz çok tesirli oldu bana. Makine<br />
mühendisliği okurken resim çizdiriyorum öğrencilerime.<br />
Seni anlatıyorum onlara. İsmini<br />
vermeden, seni kastetmeden. Anlamıyorlar sen<br />
olduğunu. Belki ben de anlamıyorum kim olduğunu.<br />
Seni anlatırken buluyorum kendimi.<br />
Bunları yazmak için almamıştım elime kağıdı<br />
kalemi. Ama Müzeyyen Senar dinlerken<br />
bunlar geliyor aklıma. İstemsiz yazıyorum.<br />
Kalpten doğruca kağıda geçiyor cümleler.<br />
Beyne uğramadan, süzgeçten geçirmeden, tüm<br />
çıplaklığıyla aktarıyorum.<br />
Sana aşık olacağımı arkadaşlarınla üniversitemize<br />
gelip o müthiş konuşmanı yaparken anlamıştım.<br />
Hayatımda hiç resim galerisine gitmediğim<br />
halde her gün gelip seni izliyordum<br />
uzaktan. Resimlerini her anlatışında daha bir<br />
aşık oluyordum sana. Aralarında tek Türkçe<br />
bilen sen olduğundan da tanışma fırsatı doğuyordu<br />
bana. O günden sonra çok şey değişti<br />
hayatımda. Mühendisliği bırakıp sanata adadım<br />
kendimi.<br />
Çizdiğim yüzler senin yüzün, çizdiğim yerler<br />
seninle gezdiğimiz yerler oldu bir ara. Belki<br />
bu yüzden güzel oldu resimlerim. Epeydir yalnız<br />
adamlar, Cin Ali’ler çizsem de hep bir güneş<br />
çizdim tualin sağına. Güneş doğudan doğduğundan<br />
yalnız adamlar, Cin Ali’ler ile bekledik<br />
hep güneşin doğmasını.<br />
6PACK YAZIYOR<br />
30<br />
Mektup<br />
Güneş sendin Caren. Senin gülüşündü, bakışlarındı<br />
güneş. Yaptığın yemek, çizdiğin resimdi.<br />
Söylediklerindi. Boğaza karşı bankta oturup kayan<br />
yıldızdan sonra tuttuğumuz dileklerdi güneş.<br />
Eminönü’nde yediğimiz balık ekmekti güneş.<br />
Şakalaşmalarımız, kırgınlıklarımız, birbirimize<br />
söylediğimiz iltifatlardı güneş. Sen yemeği yaparken<br />
yanına gelip elimi beline sarmamdı güneş.<br />
Birlikte söylediğimiz şarkılardı. El ele tutuşmalarımızdı<br />
güneş. Ne olursa olsun birbirimizi<br />
kırmamızdı güneş. Her anı doyasıya yaşayabilmemizdi<br />
güneş. Güneş seninle geçirdiğimiz<br />
her anımdı. Belki de bu yüzden hep doğuya çizdim<br />
güneşi. Bir gün yeniden doğmasını bekledim.<br />
O güneş tepede olsaydı aşağıdaki insanlar<br />
neşe içinde olurlardı. İşte o zaman çizebilirdim<br />
mutluluğun resmini.<br />
Nazım’ın Abidin’e sorduğu gibi bende sana<br />
soruyorum. Peki sen mutluluğun resmini çizebilir<br />
misin Caren? Anlatabilir misin resimlerinde<br />
dolu dolu geçirdiğimiz her anı, sabah uyanıp gözünü<br />
ilk açtığında karşında beni görünce içinden<br />
geçen duyguları? Sevebilir misin yeniden gözlerime<br />
bakınca umursamadığın dünyayı?<br />
Mektubumun bu bölümünü çok sitemkar yazdım<br />
galiba. İnan bana kırgın değilim hiç sana.<br />
Zaten daha önce de dediğim gibi bunları yazmak<br />
için almamıştım elime kağıdı kalemi. Lakin affet<br />
beni, bunca yılın birikimi var içimde.<br />
Kısaca sana söylemek istediğim şu: Son kez<br />
görsem seni. İhtiyaç duymamak için bir kez daha,<br />
akciğerlerimi patlatana kadar çeksem kokunu<br />
içime. Hatırlasam son kez dudaklarının tadını.<br />
Haykırsam “Seni hala seviyorum.” diye. Yalvarsam<br />
sana “Beni bir daha bırakma.” diye. Ama<br />
uyandığımda sen yine gitmiş olsan. Son kez kapansam<br />
eve. Haftalarca çıkmayıp bekleyenleri<br />
çizsem güneşin doğuşunu. Beyazlar kararsa, kırmızılar<br />
terk etse resimlerimi. Ne kadar üzülsem<br />
de kızamasam sana. Beklesem yine yıllarca, bir<br />
gün gelmeni.<br />
ÖZCAN KIRIKBAŞ
BASİT BİR AŞK ÖYKÜSÜ<br />
Akşam, olanca karanlığıyla şehrin üzerine çökmüştü. Maç<br />
sona ermiş, bir tarafta kazanan takımın taraftarları zafer naraları<br />
atarken, diğer tarafta kaybedenler, kaybetmelerinin vermiş olduğu<br />
mahcubiyet ve üzüntü ile evlerinin yolunu tutmuş, sessizce<br />
yol alıyorlardı. Şehrin en önemli iki takımı olan Karşıyaka ve<br />
Göztepe’nin maçıydı bu maç. Maç, Fırat’ın tuttuğu takım olan<br />
Göztepe’nin 3-0 gibi net bir skorla yenilmesiyle sonuçlanmıştı.<br />
Fırat evin bahçesine girdiğinde çok kızgındı ve hıncını çıkartacak<br />
yer ararcasına eve daldı. Sosyal medyada maç üzerinden<br />
yapılan muhabbetleri merak ederek bilgisayarı açtı. Bilgisayarı<br />
açtığında sınıf arkadaşının attığı mesajı gördü. Bu mesajı atan<br />
arkadaşıyla pek bir samimiyeti yoktu. “Acaba neden bana mesaj<br />
attı.” diye düşünürken alışkanlıkla mesaj kutusunu açtı ve okumaya<br />
başladı. “Fırat, yarın okul nöbetçisi olmam gerekiyor.<br />
Fakat ben yarın gelemeyeceğim. Bu yüzden yarınki nöbet sıramı<br />
sen devralır mısın?” Fırat, sonuçlarının ne olacağını bilmeden<br />
mesaja cevap verdi: “Evet.”<br />
Uyuklamaya başladığı nöbetçi koltuğunda müdür muavinin<br />
çağrısı ile irkildi birden. Müdür muavini Fırat’tan, elinde tuttuğu<br />
dershane broşürlerini tüm sınıflara dağıtmasını istiyordu.<br />
Fırat ruhsuz bir tavırla aldığı broşürleri yine aynı ruhsuz haliyle<br />
dağıttı. Döndüğünde koltuğu beklediği gibi boş değildi. Aksine<br />
güzel olduğunu düşündüğü bir kız oturuyordu. Fırat kızın güzelliği<br />
karşısında durakalmış, ne yapacağını bilememişti. Kızın<br />
gözleri ona öyle güzel gelmişti ki iki büyük kara delik gibi Fırat’ı<br />
içine çekiyordu. Broşürleri dağıtırken her günkü gibi rutin<br />
bir gün olduğunu düşünmüş ve böylesi bir sürprizle karşılaşacağını<br />
aklına bile getirmemişti. Bu şaşkınlığını atlatamadığından,<br />
farkında olmayarak kızın yanına oturdu. Bir şeyler söylemesi<br />
gerektiğinin farkındaydı. Ancak ne söyleyeceğini bilmiyordu.<br />
Sadece konuşmuş olmak için bir konu açtı. Çünkü biliyordu ki<br />
böyle bir fırsat bir daha karşısına çıkmazdı. Her erkek gibi okuduğu<br />
kitaplardan, gezdiği yerlerden ve sporculuğundan abartıyla<br />
bahsediyordu. Kız büyük bir ilgiyle dinlemişti onu. Kısa bir süre<br />
sonra da “Gitmem gerek.” diyerek abartısız bir vedayla ayrılmıştı<br />
Fırat’ın yanından. İlk defa o zaman hissetmişti kalbinden<br />
tüm vücuduna yayılan, tarifi imkansız duyguyu. Fırat böyle bir<br />
hisse alışkın değildi. Kendine yabancı gelen bu hissi günlerce de<br />
atamamıştı içinden. Gündüz okuldayken sürekli kızın olabileceği<br />
yerlere bakıyor, bütün gece yeterince aramadığı için kendine<br />
kızıyor, uykusuz kaldığı halde yine de hiç uykusu gelmiyordu.<br />
Fırat aşık olmuştu.<br />
Aradan geçen süre; dakikalardan saatlere, saatlerden günlere,<br />
günlerden haftalara uzamıştı. Fırat içindeki heyecanı kaybetmemişti.<br />
Her sabah küfrederek kalktığı yataktan tanıştığı kızın<br />
etkisiyle sevinçle fırlıyor, bir an önce okula gidebilmek için can<br />
atıyordu. Geçen her gün umudunu törpülese de o aynı heyecanla<br />
bakıyordu kızın oturduğu koltuğa.<br />
Ve sonunda umut galip gelmişti. Haftalardır beklediği kız<br />
karşısındaydı. Aynı kız, aynı koltukta insanı içine çeken derin<br />
bakışlarla bakıyordu Fırat’a. Fırat bu anın birçok kez hayalini<br />
kurmuştu. Ancak hayalleri burada bitiyordu hep. Bundan sonrasını<br />
düşünmemişti hiç. Her sabah onun için okula koşarak gelen<br />
ayakları donup kalmıştı o an. Ne bir adım ileri gidiyorlardı ne<br />
bir adım geri. Ne kaçabiliyordu oradan, ne de kızın karşısına<br />
çıkıp konuşabiliyordu. Aradan geçen birkaç saniye Fırat’a saatler,<br />
günler hatta haftalar gibi gelmişti. Kendine geldiğinde ise iş<br />
işten geçmişti artık. Kız çoktan kayıplara karışmıştı.<br />
Mayıs ayı gelmişti. Doğa uykusundan uyanmış, insanlığa<br />
tüm güzelliğini sergiliyordu. Herkes gibi Fırat’ın içi de kıpır<br />
kıpırdı. Kararını vermişti artık. Kıza açılacaktı.<br />
6PACK YAZIYOR Öykü<br />
31<br />
İlk konuşmalarında yabancı dil bölümüne gittiğini öğrenmiş<br />
ve bir arkadaşının kıza leyla diye seslendiğini duymuştu.<br />
Bunları kullanarak kızı sosyal medyada bulabilir ve oradan yüz<br />
yüze olduğundan daha rahat konuşabilirdi. Fırat hemen sınıf<br />
defterlerindeki listelerden leyla adını aradı. Sadece bir kişi vardı.<br />
Eve gidip sosyal medyada aradı. Ama ne yazık ki bulamadı.<br />
Sosyal medyayı kullanamazdı. Başka bir yol aradı. Aklına gelen<br />
tek yol, kendisinin de iyi bildiği İngilizceyi kullanmaktı. Son<br />
sınavların olduğu Mayıs’ın son günlerinde, Leyla’ ya İngilizce<br />
ile alakalı soru soracaktı.<br />
Yine bir haftalık bir bekleyişin ardından okulda gördüğü<br />
Leyla’nın yanına gitti tüm özgüvenini kullanarak. Kısa bir saçmalama<br />
ve bolca dil sürçmesinden sonra nihayet derdini anlatabilmişti.<br />
Kız hiç tereddüt etmeden, gülümseyerek iki gün sonra<br />
ders çalıştırabileceğini söyledi.<br />
O iki gün Fırat’a hem çok uzun hem de çok kısa gelmişti.<br />
Hem o günün gelmesini istemiyor, hem de o gün çabucak gelsin<br />
istiyordu. Bu yaşına kadar hayatında daha önce hiç bu kadar<br />
kararsız kalmamıştı. Ama öyle ya da böyle o beklenen gün gelmişti.<br />
Bir süredir olduğu gibi o gecenin büyük bir kısmını da<br />
uykusuz geçirdi. Yarının hayalini kurmaya çalışıyor ama kuramıyordu.<br />
Erkenden kalktı o sabah. Hem korkuyor hem de çok heyecanlanıyordu.<br />
Güzel bir kahvaltının ardından, en güzel kıyafetlerini<br />
giydi, en güzel parfümünü sıktı, saçlarını en sevdiği şekle<br />
soktu. Artık hazırdı. Koşa koşa okulunun yolunu tuttu. Her sabah<br />
aynı saatte geldiği okula heyecandan yarım saat erken gelmişti<br />
o gün.<br />
Kütüphanedeydiler. Fırat'ın aylardır beklediği an gelmişti.<br />
Leyla bir şeyler anlatıyor, Fırat ise o sırada Leyla'nın bakışlarında,<br />
dudaklarını açışında, şaşırarak kaşını her kaldırışında arıyordu<br />
kendini. Leyla da farkındaydı Fırat'ın kendisini dinlemediğinin.<br />
Sonunda dayanamayıp: "Aslında biliyordun İngilizceyi<br />
değil mi?" diye sordu. Fırat oyunu açığa çıkmış, yaramaz bir<br />
çocuk edasıyla: "Evet." dedi. Leyla da güldü. Hafifçe doğrulup<br />
Fırat'ın yanağına dostça bir öpücük kondurdu ve hemen oradan<br />
uzaklaştı.<br />
Dünyalar Fırat'ın olmuştu. O an öyle bir histi ki içinde<br />
yaşadığı, dünyanın her yerine koşarak gidip dünyanın bütün<br />
insanlarına haykırmak istiyordu aşkını.<br />
Artık geriye yaşadığı hissi Leyla'ya dile getirmek kalıyordu.<br />
Yavaş yavaş o malum sorunun planlarını yapmaya başladı...<br />
Ama yok, garip giden bir şeyler vardı. Soruyu sormuştu<br />
oysa Fırat, ama gelen cümleler klasikti. Sen daha iyilerine layıksın,<br />
ben seni hak etmiyorum ve en sonunda girişten de anlaşıldığı<br />
gibi beklenen cevap; “Hayır.” Bütün bu hazırlanış ve<br />
telaş gözlerinin önünde hiçbir şey yapamadan yok olup gidiyordu.<br />
Böyle olmamalıydı. Çünkü hesapta böyle bir plan yoktu. O,<br />
vereceği evet cevabından sonra gezecekleri yerleri, yiyecekleri<br />
yemekleri, gidecekleri filmleri ve hatta birkaç yıl sonra yapacakları<br />
dünya seyahatini planlamıştı. Bu cevap planlar arasında<br />
yoktu ve hepsini bozuyordu. .<br />
Yalnızdı artık. Sorusuna hayal ettiği cevabı alamamış ve<br />
yalnız kalmıştı. Aslında hiç birlikte olmamışlardı. Sadece Fırat’ın<br />
hayallerinde beraberlerdi. Ancak bu soru ve cevaptan<br />
sonra hayallerinde bile birlikte olamayacaklarını düşündü Fırat.<br />
“Acaba soruyu sormasaydım hayallerimde benimle birlikte kalır<br />
mıydı?” diye geçirdi içinden. Daha sonra soruyu sormanın kendisini<br />
rahatlattığını anladı. En azından içinden geçenleri cesurca<br />
söyleyebilmenin gururu gelmişti içine. Bu bayram havası çok<br />
kısa sürmüş, içine bir acı saplanmıştı. Alışık değildi böyle bir<br />
acıya ve tıbbi bir nedeni de yoktu bu acının. Bu acının adı<br />
“Yalnızlık”tı.<br />
MURAT AKDAN
6PACK YAZIYOR<br />
Öykü<br />
VE İNSAN DEVRİMİ YARATTI!<br />
Partide giyeceği kıyafetin rengini düşünürken bir genç,<br />
Birkaç metre ötede, aynı yaşta bir başka genç son kez<br />
gülümsüyordu, batan güneşe bakarak.<br />
Ve aynı anda, aynı gencin arkasında bir cellat,<br />
Aldığı paranın gereğini yapıyordu...<br />
Çok güzel başlamıştı halbuki o gün. Sabah güneşinin,<br />
sıcacık kucaklayan ve merhaba diyen ışıkları, sımsıkı<br />
kapalı olan gözkapaklarımı ve dolayısıyla da beni rahatsız<br />
etmiş, uyanmama neden olmuştu. Gizem’in öperek<br />
uyandırmasından sonra en sevdiğim uyanma şekliydi<br />
güneşin öperek uyandırması. Belki de bu yüzden fazlasıyla<br />
zinde kalkmıştım o gün. Mutlu bir sabah kahvaltısından<br />
sonra gazeteyi aldım elime. Alır almaz da gözlerim<br />
“Kemal Kutluer Cinayeti” ne takıldı. Halbuki daha<br />
dün yakalamıştık zanlıyı. Türkiye’de mahkemelerin birkaç<br />
yıl sürdüğü düşünülürse; gece yakaladığımız 18 yaşındaki<br />
gencin sabaha kadar sorgulanması, mahkemeye<br />
çıkartılması ve alelacele idam cezası verilmesi oldukça<br />
ilginçti. Daha da ilginç olanı ise bu haberin bugünkü<br />
gazetelere yetişmiş olmasıydı.<br />
Ben bu düşüncelere dalmışken acı acı çalan telefonun<br />
sesiyle irkildim birden. Arayan amirimdi. Beni<br />
izinli olduğum bu günde de acilen merkeze çağırıyordu.<br />
Apar topar çıktım evden. Yol boyunca gencin idam cezasını,<br />
amirimin izinli günümde acilen çağırışını ve bu<br />
olayların birbiriyle bağlantısının olup olamayacağını düşündüm.<br />
Sorumu daha merkeze varır varmaz yine kendim<br />
cevapladım. Merkezde adeta olağanüstü hal ilan<br />
edilmişti. Merakla amirimin odasına çıktım. Havadaki<br />
gerginlik, onu da etkilemişti. Her zaman gülen gözleri,<br />
kederli ve yorgundular. Gergin bir ses tonuyla gencin<br />
idamı esnasında emniyet adına gözcü olarak bulunmam<br />
gerektiğini söyledi. Tüm karşı çıkmalarıma rağmen sonuç<br />
alamadım, ihale bana kalmıştı. Düşünceli bir halde<br />
çıktım odadan. Saate baktım, 13:17’ydi. İdam ise<br />
16:30’da olacaktı. Yolun da ortalama 1 saat süreceği düşünülürse,<br />
yaklaşık 2 saat bana kalıyordu. Bende bu dosyayı<br />
en baştan tekrar incelemeye karar verdim:<br />
“16 Nisan 1979 tarihinde saat 06:45 sularında;<br />
Şişli, Meşrutiyet Mahallesi, Kodaman Sokağı, 49 numaralı<br />
dairesinden çıkıp yazıhanesine gitmek için arabasına binen<br />
51 yaşındaki yazar Kemal Kutluer, arabasını çalıştırmak<br />
üzere kontağı çevirdiğinde, büyük bir patlama sonucu, tüm<br />
müdahalelere rağmen hayatını kaybetmiştir. Yapılan araştırmalar,<br />
18 yaşındaki Selim Erdem adındaki bir üniversite<br />
öğrencisinin aynı sokakta yasadışı afiş yapıştırdığını ortaya<br />
koymuştur. Gözaltına alınıp sorgulaması yapılan Erdem,<br />
sorgusunda Kemal Kutluer’i öldürdüğünü itiraf etmiştir.<br />
Mahkeme Selim Erdem’i idam cezasına çarptırmıştır. İdamı<br />
Sultanahmet Cezaevi’nde, * 25 Nisan 1979 tarihinde, saat<br />
16:30’da yapılacaktır.”<br />
“23 Mayıs 1928 tarihinde Ankara’nın Polatlı ilçesinde<br />
dünyaya gelen Kemal Kutluer, ilkokulu...<br />
Genç yaşlarda girdiği TKP’nin gençlik yapılanmasında,<br />
27 yaşında yönetici olmuştur. 45 yaşına kadar<br />
TKP’de çeşitli birimlerde çalışan Kutluer, 45 yaşında yönetimle<br />
yaşadığı fikir ayrılıkları sonucunda, partinin merkez<br />
komitesi tarafından partiden aforoz ettirilir. Son yıllarda<br />
bir gazetede köşe yazarlığı yapan Kutluer, defalarca hükümete<br />
eleştiri yapmak suçundan hapis cezasına çarptırılmıştır.”<br />
“2 Ocak 1961 tarihinde İzmir’in Bornova ilçesinde<br />
dünyaya gelen Selim Erdem ilkokulu...<br />
Merkezi sınavda büyük başarı göstererek, İstanbul’da<br />
Boğaziçi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazanmıştır.<br />
Üniversitenin daha ilk yılında TKP’nin gençlik yapılanmasını<br />
desteklemiş, sokak eylemlerinde aktif yer almıştır.<br />
2 kez gözaltına alındığı halde hapis cezasına çarptırılamamıştır.”<br />
Kafamı dosyalardan kaldırdığımda, içimde kutsal<br />
bir metin okuduktan sonra hissettiğim duygular vardı.<br />
Gözlerim kör, kulağım sağır, dilim kesik ve ellerim<br />
kollarım bağlı bir şekilde, etrafımda bir şeylerin döndüğünü<br />
hissettiğim halde, yine de bir şey yapamadığım<br />
duygusuydu bu duygular. Gizem geldi o an aklıma duyguyu<br />
tanımlarken. Çocuğumuz öldükten sonra kendini<br />
toparlayamayışı ve bir gece benim silahımla intihar edişi<br />
de. Resmine bakmak arzusu kapladı tüm bedenimi. Gözlerim<br />
dolu dolu, titreyerek gitti elim cüzdanıma. Odalar<br />
üstüme üstüme geldi. Sürekli çalıştıkları halde, aşırı artan<br />
kalp atışlarıma nefes yetiştiremeyen akciğerler bu<br />
aceleye gelemeyip iş bırakmış gibiydiler. Gevşettim yakamı<br />
gevşetebildiğim kadar. Hemen dışarı attım kendimi.<br />
Arabaya atlayıp sahil yolunda dolaştım biraz. Ortaköy’deki<br />
sahil kenarında bir çay içtim. Sultanahmet’e<br />
kadar da deniz manzarasını seyretmeye devam ettim.<br />
Çünkü ancak İstanbul unutturuyordu Gizem’i bana.<br />
Cezaevi’ne girdiğimde merkezdeki gergin havanın<br />
burada da kendini hissettirdiğini anlamak zor değildi.<br />
Birkaç güvenlik işleminden geçtikten sonra cezaevi<br />
müdürü Hasan Kavakçı’nın odasına çıktım. Beni düşündüğümden<br />
daha iyi karşıladı. İdam cezasının uygulanmasına<br />
yarım saatten daha az kalmıştı. Birer çay içip<br />
yargılamanın nasıl bu kadar çabuk hallolduğunu sordum.<br />
Belli ki bu soruyu o da sormuştu daha önce kendine.<br />
Ancak benden daha fazla şey bildiği de yüzünün kızarmasından<br />
belliydi. Ağzını açıp açıp kapadı. Belli ki söze<br />
nasıl başlayacağını bilemiyordu. En sonunda “Eğer sisteme<br />
boğun eğmezsen, boynundan olursun. Hem de bunu<br />
ellerini bile sürmeden yaparlar. Sence Kemal Kutluer’i<br />
gerçekten de Selim Erdem mi öldürdü?” dedi. Düşünmeden,<br />
“Ama, itiraf etmiş.” dedim. Yüzüme baktı.<br />
Babam yaşındaki bu adamın, bana şefkat dolu bakışı,<br />
aslında hala çocuk saflığımda olduğumu hissettirdi bana.<br />
“Belki de sandığımdan daha az kirlenmişimdir henüz.”<br />
dedim içimden.<br />
32
6PACK YAZIYOR<br />
Öykü<br />
Yine düşüncelere dalmış olmalıyım ki Hasan<br />
Kavakçı’nın dürtmesiyle kendime geldim. Artık vaktin<br />
dolduğunu, aşağı inmemiz gerektiğini söylüyordu. Cezaevinin<br />
avlusuna indik birlikte. Onlarca ölüme yakından<br />
şahitlik etmiş olan darağacı tüm korkunçluğuyla karşımda<br />
duruyordu. Eline birkaç kuruş sıkıştırıldığı belli olan<br />
cellat, yeni bir iş çıktığı için halinden memnun gibiydi.<br />
Ekipte Selim istemediği için imam yoktu ancak cellat,<br />
savcı, gardiyanlar ve birkaç gözcü darağacının başında<br />
son kontrolleri denetliyorlardı. Bizimde gelmemizle ekip<br />
tamamlanmıştı. Artık, Selim Erdem getirilebilirdi.<br />
2 dakika sonra kapıda göründü. Gece gördüğümden<br />
çok farklıydı yalnız. Geceki sorguda fena dayak yediği<br />
belli oluyordu. Halsiz ve bitkindi. Gece yakaladığımız<br />
delikanlı gitmiş, ömrünün sonunda olduğunu kabullenmiş<br />
yaşlı birinin ağırlığı gelmişti üzerine. Solgun yüzünde,<br />
ağlamaktan ve belki de uykusuzluktan kızarmış<br />
olsalar da içindeki pırıltıyı kaybetmemiş olan gözleri ve<br />
hiç gitmeyen, içinde alay kırıntıları da hissedilen gülümsemesi<br />
olmasa bu insanın 18 yaşında olduğunu anlayamazdınız.<br />
Titreyen vücudu adımlarını zorlaştırıyor gibi<br />
görünse de, aslında adım atmasını, içindeki yaşama sevincinin<br />
zorlaştırdığını anlayabilirdiniz o an. Düşünceli<br />
kafasında geçmişi düşünüyor olmalıydı. İlkokula gittiği,<br />
sokakta oynadığı yılları. Çocukluk aşkını, üniversiteyi<br />
kazandıktan sonraki sevincini. Belki de ne kadar az yaşadığını<br />
düşünüyordu. Ya da kısa yaşamına ne kadar çok<br />
şey katabildiğini.<br />
25-30 metre bana oldukça uzun gelmiş, bin bir<br />
farklı düşünce her yönden saldırmıştı beynime. Eminim<br />
bu son dakikalar ona da en az benim kadar uzun ancak<br />
sabah uykusundan bile daha değerli gelmişti ona. Ancak<br />
her şey gibi yol da bitmişti onun için. Son istekleri gözlerinin<br />
açık kalması ve Samsun marka sigara içmekti.<br />
Ancak kağıda tütün sarıp birkaç nefes olması koşuluyla<br />
iki dudağının arasına koydular. Henüz yarısına bile gelmeden<br />
komutanın emriyle sigara yere atıldı. Nedenini<br />
bilmeden öne atılıp avucuma sakladım sigarayı. Diğer<br />
isteği de kabul edildi. Ailesine onları çok sevdiğini söylememizi<br />
istedi. Cellat ipi geçirdi boynuna. Düğümü<br />
sıkabildiği kadar sıktı. O sırada doyasıya nefes alıyordu<br />
Selim. Düğümün iyice sıkıldığını anladığında da uzaklara<br />
göz attı son bir kez. O an aramızda değildi sanki. İndirdi<br />
bakışlarını tekrar. Hepimizin yüzüne nefretle baktı.<br />
Batmasına az bir süre kalmış olan güneşe doğru gülümseyerek<br />
bakarken cellat aldığı paranın gereğini yaptı…<br />
Gülümsüyordu, göğüs germişti, dikti, boyun eğmemişti<br />
sisteme. Yüzünde mutlu, yapması gerekeni yapmış<br />
bir insanın huzuru vardı. Ancak mimikleri daha çok<br />
erken olduğunu söylüyordu. Çok erkendi. Yüzü bile kırışmamıştı<br />
henüz...<br />
Daha fazla bakamadım. Nefesim daraldı yine.<br />
Kalp atışlarım hızlanmış, damarlarım genişlemiş, akciğerlerim<br />
nefes alamaz olmuştu. Bu kez nefes almak için<br />
yakamı genişletmeyecektim. Bu kez olmazdı o. Bu kez<br />
koşacaktım. Kimseye aldırmadan, tüm gücümle koşmaya<br />
başladım. Bu kez tutmaya başaramadığım gözyaşları<br />
çılgın bir çağlayan misali akıyordu gözlerimden. Sultanahmet<br />
meydanından aşağıya doğru, çarpa çarpa koşuyordum<br />
insanlara. Onlarda suçlu değiller miydi bir yerde?<br />
Nereye, neden olduğunu bilmeden, nefes bile almadan<br />
koşuyordum yalnızca. Eminönü’ne ulaşmış, Haliç<br />
manzarasına varmıştım ki…<br />
Bayılmışım. Gözümü açtığımda, başıma toplanan<br />
kalabalık beni bir banka yatırmış, kolonya ile ayıltmışlardı.<br />
Nefes alışverişlerim normale dönmüş, gözyaşlarım<br />
dinmişti. Ancak kendim de dahil insanlara karşı<br />
olan nefretim sona ermemişti. Selim’in yüzüme baktığı<br />
nefretle bakıyordum ben de tüm insanlara. Kalktım, tüm<br />
uyarılara rağmen. Balıklara, martılara, halice baktım.<br />
Tuhaftı, hiçbir şey düşünemiyordum. Belimden çıkardığım<br />
tabancayı evirdim, çevirdim. Karşımdaki ilk insana<br />
ateş ettim. Neden yapıyordum? Bilmiyorum. Durmadım.<br />
Başkasına da ateş ettim. Ve başkasına da…<br />
Polislerin gelmesi çok sürmedi. Kendimi vurmak<br />
üzereyken başaramadım. Tutuklandım. Mahkeme 5<br />
kişiyi öldürmek suçundan idam cezasına çarptırdı.<br />
Ve şimdi; Selim Erdem’in yürüğü bu yollarda az<br />
önce ben yürüdüm. Aynı şeyleri düşündük hemen hemen.<br />
Aynı şeyleri hissettik belki de.<br />
Son isteğimi sorduklarında olay anında cebimde<br />
buldukları yarısı içilmiş sigaranın devamını da içmek ve<br />
bir kağıtla bir de kalem almak istedim. Yaşadıklarımın<br />
bir kısmını, diğer insanlarında öğrenmelerini istedim<br />
nedense. İnsanların beni yargılamadan önce, yazdıklarımı<br />
okumalarını isterim. Ve son olarak oğlumun, Gizem’imin<br />
ve Selim’in yanlarına gideceğimden dolayı<br />
heyecanlı ve mutlu olduğumu bilmenizi de isterim.<br />
HOŞÇAKALIN BOYUN EĞEREK<br />
YAŞADIĞINIZ DÜNYANIZDA!<br />
Not: Bu öykü bir sonu değil, bir başlangıcı anlatıyor.<br />
* Sultanahmet cezaevi; Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Can<br />
Yücel, Aziz Nesin, Orhan Kemal, Kemal Tahir gibi birçok ünlü yazarımızın<br />
birçok eserini verdiği bir cezaevi olup 1980’li yıllara kadar<br />
hizmet vermiştir. Ancak ne yazık ki bugün otel olarak kullanılmaktadır.<br />
ÖZCAN KIRIKBAŞ<br />
KAAN TUNÇ<br />
33
6PACK YAZIYOR<br />
Şiir<br />
AŞK<br />
Aşk kapıyı çalmıyor ki müsait misin diye,<br />
“Gelebilir miyim?” diye sormuyor bile.<br />
Bir bakmışsın Eros’un oku hipnoz etmişçesine,<br />
Köle yapmış tüm benliğini.<br />
Bir de eziyet olsun diye imkansızı seçiyor<br />
kalbine…<br />
Sen acılar içinde inlerken, karşına geçip güler,<br />
Dalga geçercesine.<br />
İmkansızlığın yanına, şanssızlık da eklenince,<br />
“ 3 ay ömrün kalmış.” der gibi bakar yüzüne…<br />
Artık sana sadece ağrılar içinde kıvranmak<br />
düşer,<br />
Ölümünü beklercesine…<br />
Aşk gelirken kapıyı çalmadığı gibi,<br />
Giderken de sormuyor bile…<br />
Seni tek başına ölümüne terk edercesine…<br />
Eğer öleceksem,<br />
EĞER ÖLECEKSEM<br />
Şimdi seni iliklerime kadar yaşamak<br />
istiyorum.<br />
Eğer öleceksem,<br />
Yağmurun altında senin nefesini hissetmek<br />
istiyorum.<br />
Islanan ve soğuktan üşüyen bedenimi,<br />
Senin kollarında ısıtmak istiyorum.<br />
Belki de son kez tutacağım ellerini,<br />
Ömür boyu çözülmeyecekmiş gibi bağlamak<br />
istiyorum.<br />
Eğer bu son gecemizse, gözlerimi kapayıp,<br />
Senin kollarında son anlarımı yaşamak istiyorum.<br />
Seninle anlamlanan her anımı,<br />
Son nefesimde bile hatırlamak istiyorum.<br />
Seni yaşarken sensizliği düşünüyorum.<br />
Gözlerinden akan yaşların,<br />
Yüzündeki üzüntünün,<br />
Aşka nasıl dönüştüğünü izliyorum.<br />
ÖZCAN<br />
KIRIKBAŞ<br />
ÖZCAN<br />
KIRIKBAŞ<br />
34
ACI GERÇEKLER<br />
BİZ İYİ BİLİRİZ!<br />
NE YALAN SÖYLİİM?<br />
BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT<br />
35
ACI GERÇEKLER<br />
KAÇ YIL OLDU<br />
En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de<br />
Devrim,<br />
O, onun en güzel yüz metresini koştu.<br />
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...<br />
En hızlısıydı hepimizin,<br />
En önce göğüsledi ipi...<br />
Acıyorsam sana anam avradım olsun,<br />
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!<br />
Can Yücel<br />
**Tansu Çiller, “Cenabı Allah’ı size emanet<br />
ediyorum!” diyerek miting alanındakilere büyük bir<br />
sorumluluk yükleyeli 12 yıl oldu.<br />
**Meclisspor, kimsesiz çocuklarla yaptığı moral<br />
maçını 3-2 kazanarak çocukları ağlatalı 7 yıl oldu.<br />
**Hidayet Türkoğlu, Angola karşılaşması sonrası<br />
“Allah da yardım etti, sağ olsun.” diyerek samimiyetin<br />
sınırını zorlayalı 10 yıl oldu.<br />
**Tayyip Erdoğan, “Sadece anneler gününde değil,<br />
yılın 367 günü anneleri seviyoruz.” diyerek anneleri<br />
hepimizden 2 gün fazla seveli 2 yıl oldu.<br />
**Sivas’ta bir grup meraklı insan, 732 yıllık tarihi bir<br />
mermeri, plastik olup olmadığını kontrol amacıyla<br />
kırıp plastik olmadığına kanaat getireli 7 yıl oldu.<br />
**Süleyman Demirel, “Neden İngiliz Dışişleri<br />
Bakanı’nın elini sıktınız?” sorusuna “Ya neresini sıkacaktık<br />
kardeşim?” diyeli 48 yıl oldu.<br />
**NTV spikeri Oğuz Haksever, Erbakan’ın cenaze<br />
haberini “Halk avluya sığmadı. Cenaze namazı ayakta<br />
kılındı.” sözleriyle sunalı 2 yıl oldu.<br />
**Kadir Topbaş’ın katılımıyla gerçekleştirilen bir<br />
temel atma töreninde, öğle vakti havai fişekler patlatılınca,<br />
kafasını gökyüzüne kaldırılanlar hiçbir şey<br />
göremeyeli 6 yıl oldu.<br />
**Reha Muhtar, mahsur kaldığı dağda donmak<br />
üzereyken kurtarılan dağcılara, ‘Soğuk muydu?’ diye<br />
soralı 11 yıl oldu..<br />
**Seda Sayan Amerika dönüşü bebeğini düşürünce<br />
Nihat Doğan, “Hamile olduğunu bilmiyorduk. Bilseydik<br />
arabayla dönerdik.” diyeli 8 yıl oldu.<br />
**Acun Firarda programında o dönem muhabirlik<br />
yapan Acun’un, “Avrupa’da da magandalar var” diye<br />
kast ettiği kişi yanına gelip “Abi nasılsın? Ben de<br />
Türküm.” diyeli 8 yıl oldu.<br />
**Davut Güloğlu , 'Büyük ikramiye size çıkarsa ne<br />
yaparsınız?' sorusuna 'Hayırseverlere yardım ederim!'<br />
cevabını vereli 9 yıl oldu...<br />
**Hüseyin Çelik, YGS’de şifre olduğu ortaya çıkınca<br />
“Ne olmuş şifre varsa bankamatik kartlarında da şifre<br />
var.” diyeli 2 yıl oldu.<br />
**Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından müziği<br />
olmayan "İki dil, bir bavul" filmine en iyi müzik<br />
ödülü verileli 3 yıl oldu.<br />
**Başbakan Erdoğan, "Camide içki içtiklerine dair<br />
elimizde görüntüler var. Haftaya cuma yayınlayacağız."<br />
diyeli 45 cuma geçti.<br />
36
ACI GERÇEKLER<br />
KAÇ YIL OLDU<br />
**İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 8 Mart Dünya Kadınlar<br />
Günü için düzenleyeceği şenliğe tecavüz suçundan<br />
hapis yatan Doğuş ve kadın dövmeyi gerekli<br />
bulan İbrahim Erkal’ı çağıralı 11 yıl oldu.<br />
**Tansu Çiller, Sivas katliamı sonrası “Olayı bu kadar<br />
büyütmek yanlış, bir futbol maçında da bu kadar<br />
insan ölebilirdi.” diyeli 20 yıl oldu.<br />
**Zaytung adlı mizah sitesinin yaptığı haberi gerçek<br />
sanan İ. Melih Gökçek; “Gezi Parkı’ndaki çadırlarda<br />
atom bombası yapıyorlarmış.” diyeli 11 ay oldu.<br />
**Dönemin başbakanı Tansu Çiller’in “Üçüncü köprüyü<br />
yapacağız.” deyişine cevaben dönemin İst. Bld.<br />
Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Üçüncü köprü<br />
cinayettir, yeşil alanların katledilmesinden başka bir<br />
şey değildir.” diyeli 18 yıl, 3. köprünün temelini attıralı<br />
da 1 yıl oldu.<br />
**Cemal Süreya, Turgut Özal’a “Beraber intihar<br />
edelim, ülke kurtulsun!” daveti göndereli 25 yıl oldu.<br />
**İbrahim Tatlıses, “Ben Almanya’ya çok fazla giderim.<br />
Mesela dün Viyana’daydım!” diyerek coğrafya<br />
bilgisini konuşturalı 10 yıl oldu.<br />
**Kenan Evren’in 15 bin TL’ye sattığı “Dam Üstünde<br />
Fesleğen” isimli tablosundaki bitkinin, fesleğen<br />
değil de kuşkonmaz olduğu açığa çıkalı 12 yıl oldu.<br />
**NTV, “Gezi parkı halka açıldı. Şu an kimsenin<br />
girmesine izin verilmiyor.” diyeli 11 ay oldu.<br />
**Bağdat'taki CNN Türk muhabiri, "Maalesef bombardıman<br />
15 dakika önce sona erdi." diyerek aksiyonlu<br />
haber sunamadığı için üzüleli 11 yıl oldu.<br />
**İbrahim Tatlıses, Dalyan'daki Uluslararası Dalyan<br />
Caretta Caretta Festivali'nde "Buradaki kurbağaları<br />
herkes biliyor." diyeli 9 yıl oldu.<br />
** Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “İnsanlar internette<br />
özgürce dolaşmalı.” dedikten hemen sonra Başbakan<br />
Recep Tayyip Erdoğan Twitter’ı kapatalı 2 ay oldu.<br />
** Bursa-Mudanya’da marketin altından Myrelia<br />
Antik Kenti çıkması üzerine belediye 5 katlı yapılaşmaya<br />
izin vereli 2 yıl oldu.<br />
**Recep Tayyip Erdoğan, CHP ve MHP kasetleri<br />
için "Bu özel değil genel genel. Kendi eşiyle mi oluyor<br />
ki özel olsun." diyeli 3 yıl oldu.<br />
**Suriye başkanı Esat:” Eğer ülkemi sevmeseydim,<br />
Erdoğan gibi ülkemin her yerine NATO füzeleri<br />
yerleştirmelerine izin verirdim.” diyeli 2 yıl oldu.<br />
( Birkaç madde okur-yazar.com sitesinden derlenerek<br />
alınmıştır.)<br />
37<br />
Tamam kabul ediyoruz dünya garip<br />
bir yer. Hiçbir habere şaşmamak gerekir.<br />
Ancak bazen dünyada öyle şeyler yaşanıyor<br />
ki “Ben artık hiçbir şeye şaşırmam.”<br />
diyen vatandaşı bile hayretler içerisinde<br />
bırakıyor. İşte bunlardan birkaçı…<br />
** Brunei Sultanı 2012 yılında İstanbul’a geldi.<br />
Onu karşılamak için protokol yapıldı ve<br />
adına bir yemek düzenlendi. Bu yemekte Sibel<br />
can sahne aldı.<br />
-Buraya kadar her şey normal görünüyor, ama<br />
yahu bu Sibel Can’ın “Bu devirde kimse şah<br />
değil, padişah değil.” diye bir şarkısı yok muydu?<br />
**23 yaşındaki Emma Glover, ev telefonuna<br />
dadanan sapığından kurtulamayınca çareyi<br />
evini değiştirmekte buldu.<br />
-Bir an telefon numarasını değiştirmesi daha<br />
mantıklı gibi geldi. O değil de evi değiştirmek<br />
gerçekten çare olmuş mu acaba?<br />
**Ankara’da kendini Hz. İsa olarak tanıtan<br />
adam halkı dolandırdı.<br />
-Hadi Hz. İsa olduğuna inandın da, paraya ihtiyacı<br />
olduğuna nasıl inandın?<br />
** Nehre düşen CHP’li genç kayboldu.<br />
-CHP’li olmasa düşmez miydi? Veya düşse<br />
kaybolmaz mıydı?<br />
**Turunçgiller” adında yeni bir ürün piyasaya<br />
süren Cappy, içindeki meyve oranı bölümüne<br />
“en az %100” yazarak kamuoyunu<br />
paniğe sürükledi.<br />
-Ne yani daha fazlası da mı var?<br />
**Recep Tayyip Erdoğan, Yenikapı mitinginde<br />
Fethullah Gülen’i “ilkokul mezunu”<br />
diye aşağılayınca, miting alanındaki doçentler(!)<br />
ve profesörler(!) Gülen’i yuhaladı.<br />
-Buna biz de yorum yapamadık.
BİZ İYİ BİLİRİZ<br />
**Tezekle okula gidenin, tabletle okula gidenlerle<br />
yarıştırıldığı bir ülkede yaşadığımızı,<br />
**2012 yılında Avustralya’da tecavüze uğrayıp<br />
öldürülen bir kadın için 30 bin kişi gösteri<br />
yaparken, Türkiye’de 2011 yılında 257 kadın<br />
öldürülüp, 102 kadın tecavüze uğradığı halde,<br />
hakimlerin “Onlar da istiyormuş.” dediğini,<br />
**Aynı ülkede aynı yaşlardaki iki gençten biri<br />
ailesi kendisine tekne aldığı için, diğerinin de<br />
sattığı simitler yere düştüğü için ağladığını,<br />
**Dünyanın tuhaf bir yer olduğunu, biri acı<br />
çekerken diğerinin o acının fotoğrafını çektiğini ve<br />
geriye kalan milyarlarca insanınsa o acıyı sadece<br />
izlediğini,<br />
**Tac Mahal’in önü cennet gibiyken, arka tarafının<br />
aslında çöplüğü andırdığını,<br />
**Yeryüzünde açlığı bitirmek için gerekli paranın<br />
yılda 30 milyar dolar olduğunu, bu paranınsa,<br />
dünyada 8 günde yapılan askeri harcamalara eşit<br />
olduğunu,<br />
**Birçok Arap ülkesinde her gün onlarca çocuk<br />
açlıktan ölürken, aynı ülkenin kralının altından<br />
tuvaleti kullandığını,<br />
**Ülkemizde bu kadar vergi alındığı halde, halen<br />
bazı babaların ölü çocuğunu sırtında taşırken,<br />
şehirdeki hastaneye yürüdüğünü, bazı babaların<br />
da polis tarafından aranan çocuklarını makam<br />
arabasında gezdirdiğini,<br />
**Dünya çocuk evlilikleri sıralamasında 3. sırada<br />
olduğumuzu ve cumhurbaşkanımızın bile kendisi<br />
30 yaşındayken, kendisinden 15 yaş küçük olan 15<br />
yaşındaki bir kız çocuğunu (Hayrunnisa Gül) okuldan<br />
aldırarak evlendiğini,<br />
**Zonguldak’ta 14 yaşındaki kız çocuğuna<br />
tecavüz davasından yargılanan Kısmet K.’ ya<br />
duruşmaya sarık takıp seccade getirdiği için ‘iyi<br />
hal’ indirimi uygulandığını,<br />
**Adana Otistik Çocuklar Sağlık ve Eğitim<br />
Derneği Başkanı sosyolog Fehmi Kaya’nın: “<br />
Otistik çocuklar doğuştan ateist, onları inançlı hale<br />
getireceğiz.” dediğini,<br />
**22 yıl önce, TRT'nin Türk halkının ahlak anlayışına<br />
uymadığı gerekçesiyle "Dün gece hiç tanımadığım<br />
bir erkeğe sırf sana benziyor diye usulca sarılıp<br />
merhaba dedim." şarkısını yasakladığını,<br />
BİZ İYİ BİLİRİZ!<br />
550.000<br />
Bir günde bu sayıda televizyon satılıyor.<br />
450.000.000<br />
Dünyada bir günde bu kadar gazete<br />
satılıyor.<br />
$155.310.000<br />
Bir günde video oyunlarına bu kadar<br />
para harcanıyor.<br />
4.700.000<br />
Bir günde bu sayıda telefon satılıyor.<br />
2.951.147.000<br />
Dünyada bu kadar internet kullanıcısı<br />
var.<br />
157.500.000.000<br />
Bir günde bu kadar e-mail atılıyor.<br />
1.103.231.000<br />
Bir günde bu kadar tweet atılıyor.<br />
3.205.929.000<br />
Bir günde Google'de bu sayıda<br />
arama yapılıyor.<br />
1.464.799<br />
Bu yıl bu kadar hektar orman yok<br />
oldu.<br />
14.479<br />
Petrolün tükenmesine bu kadar gün<br />
kaldı.<br />
1.216.263.016.000<br />
Kalan petrol miktarı.(Varil)<br />
1.138.199.382.000<br />
Bu kadar doğalgaz kaldı. (BOE)<br />
59.905<br />
Doğalgazın bitimine bu kadar<br />
gün kaldı.<br />
1.138.199.382<br />
Kalan kömür sayısı.(BOE)<br />
151.175<br />
Kömürün bitimine bu kadar gün<br />
kaldı.<br />
38
BİZ İYİ BİLİRİZ<br />
704.585<br />
Alkol bu yıl bu kadar insanın hayatını<br />
sonlandırdı.<br />
2.141.206<br />
Bu yıl 5 yaşın altında bu kadar çocuk<br />
öldü.<br />
2.313.253<br />
Kanser, bu yıl bu kadar insanın<br />
hayatını sonlandırdı.<br />
1.408.203<br />
Sigara, bu yıl bu kadar insanın hayatını<br />
sonlandırdı.<br />
380.255<br />
Bu yıl trafik kazasında bu sayıda<br />
insan öldü.<br />
302.074<br />
Bu yıl intihardan bu kadar insan<br />
öldü.<br />
3.656.688<br />
Bu yıl bulaşıcı hastalıktan bu<br />
kadar insan öldü.<br />
********GURUR TABLOMUZ*********<br />
1.396.724<br />
Bu yıl tüketilen su miktarı.<br />
(Milyar Litre)<br />
744.406.508<br />
İçecek suya erişimi olmayan<br />
insan sayısı.<br />
1.589.775.386<br />
Dünyada bu sayıda kilolu insan<br />
var.<br />
892.062.983<br />
Dünyada bu sayıda aç insan<br />
var.<br />
$166.798.980<br />
ABD’de bir günde kilo kaybetmek<br />
için harcanan para miktarı.<br />
26.957<br />
Bir günde bu kadar insan açlıktan<br />
ölüyor.<br />
DEEP NOT: Bu sayılar tahminidir.<br />
DEEPER NOT: Bu sayılar sürekli değişiyor,<br />
hatta siz bunu okurken bile.<br />
DEEPEST NOT: Bu veriler,<br />
www.worldometers.com adresinden derlenerek<br />
alınmıştır.<br />
**Mısırdaki Müslüman Kardeşler Örgütü’nün<br />
pazarda kadınların salatalık, muz gibi uzun sebze<br />
ve meyvelere dokunmasını yasakladığını,<br />
**Ülkemizde yaklaşık 50 kadın sığınma evine karşılık<br />
yaklaşık 65 resmi genelev bulunduğunu,<br />
**14.04.2014 tarihinde İstanbul- Moskova seferini<br />
yapan THY uçağında bir yolcunun "Klimaları açın,<br />
sıcaktan patladık." demesinin üzerine konuşmasında<br />
patlama kelimesi geçtiğinden havacılık kuralları<br />
gereği uçakta bomba araması yapıldığını,<br />
**Sokaklar çocuk doğurmadığından, sokak çocuğu<br />
diye bir şeyin olamayacağını,<br />
**Çocuk gelin diye bir şeyin olmadığını, bunun<br />
sapık erkek, şerefsiz baba, göz yuman ahlak yoksunları<br />
ve çanak tutan devletin bir araya gelmesiyle<br />
oluşan duruma verilen genel ad olduğunu,<br />
**Japonya’da şişman olmanın yasaklandığını ve<br />
bunun kanunlarda yazılı olduğunu,<br />
**Ay’daki bütün bayrakların Güneş’ten gelen radyasyonun<br />
etkisiyle beyaza dönüştüğünü,<br />
**1976’da Ronald Wayne’in Apple’daki %10’luk<br />
hissesini 800$’a sattığını ve bu hissenin bugünkü<br />
değerinin 58 milyar dolar olduğunu,<br />
**Hindistan’da kadın haklarını koruyan ve kadınlara<br />
şiddet uygulayan erkekleri cezalandıran, Gulabi<br />
Çetesi adında bir örgüt olduğunu,<br />
**Ülkesi dünyanın çeşitli yerlerinde savaşırken II.<br />
Elizabeth’in sadece yeni ayakkabılarını deneyip<br />
rahat olup olmadıklarını kontrol eden bir hizmetçisi<br />
olduğunu,<br />
**Günde ortalama 274 protesto olan Çin’de herhangi<br />
bir protesto da gözaltına alınan kişi sayısı<br />
Türkiye’deki kadar olsaydı, 54. günün sonunda bütün<br />
Çin nüfusunun gözaltına alınmış olacağını,<br />
**Avrupa’da sendikalaşma oranı ortalaması %23<br />
iken Türkiye’de %9 olduğunu ve bu oranla Türkiye’nin<br />
Avrupa’da sondan ikinci olduğunu,<br />
**Kadınlarımızın cinsel bir meta olarak kullanılıp,<br />
çeşitli baskılarla yıldırıldığı, erkeklerimizin sürekli<br />
ölmeye ve öldürmeye özendirildiği bundan arta<br />
kalan zamanlarında da aptallaştırılmış beden işçisi<br />
olarak kullanıldığı, gençlerimizin birbirine ve hatta<br />
kendine puan verdiği, fiyat biçtiği, çocuklarımızınsa<br />
her geçen gün hayal gücünden yoksun, makine<br />
gibi büyüdükleri bir ülkede yaşadığımızı,<br />
39<br />
BİZ İYİ BİLİRİZ!
NE YALAN SÖYLİİM<br />
MASALLAR HER ZAMAN MUTLU<br />
BİTMEZ!<br />
Bir varmış, bir yokmuş. Tuhaf dünyanın,<br />
acımasız insanlarıyla dolu bir ülkesinde bir<br />
kız çocuğu dünyaya gelmiş. Daha hayata<br />
geldiği ilk gün, babasının kız olduğunu öğrenmesiyle<br />
başlamış dünyayla çatışması.<br />
Erkek kardeşine “Hadi amcalara pipini göster,<br />
sana karı alacağım.” denirken, ona<br />
“Kapat çabuk oranı.” denmiş sonra. Erkek<br />
olan yaşıtları sokaklarda oyun oynarken<br />
evde yemek yapmayı, evi toplamayı öğrenmiş<br />
yıllarca. İlk başlarda yadırgasa da bu<br />
durumu, alışmış zamanla sorgulamaması<br />
gerektiğini. Çok zeki olsa da aptalı oynamak<br />
zorunda kalmış çoğu zaman. Kafası<br />
çalışan kadın en büyük tehditmiş çünkü erkeğin<br />
egemen olduğu ülkesinde.<br />
Zamanla büyümüş bu kız çocuğu. Büyümüş<br />
dediysek 13 yaşına gelmiş henüz. Ve<br />
eziyet dolu hayatının belki de en zor günlerini<br />
yaşamış bu yaşında. Kendi istediği gibi<br />
giyinemezmiş en başta. Açık giyinirse erkeklere<br />
kuyruk sallamış olurmuş mesela.<br />
Sadece bununla da sınırlı kalmamış bu yasaklar.<br />
Öyle her istediği yere gidemez, her<br />
istediği saatte gelemez, her istediğiyle konuşamazmış.<br />
Ama tüm bu yasaklar bile engel<br />
olamamış zarar görmesine.<br />
13 yaşında tam 24 erkeğin tecavüzüne<br />
uğramış ilk olarak. Bu kötü büyüklerini, iyi<br />
olduklarını düşündüğü büyüklerine şikayet<br />
etmiş sonra korkarak da olsa. Ama iyiler<br />
savaşını çoktan kaybetmiş o ülkede. Kötülerin<br />
yönettiği bir sistemde de mahkeme<br />
kızın bağırmadığını delil göstererek:<br />
“Rızası var.” demiş utanmadan. Tecavüz<br />
edenlerden bazıları serbest bırakılırken, bırakılmayanlara<br />
da suçlarında indirim uygulanmış<br />
bu gerekçeyle. Bu kararla bir kez<br />
daha değil, milyonlarca kez daha yıkılmış<br />
“Küçük Kadın.”<br />
ÖZCAN KIRIKBAŞ<br />
Biber gazı orucu bozar mı?<br />
İlahiyat profesörü Hacı Hoca: “Yanlışlıkla<br />
solunduysa bozmaz. Öncesinde ‘Sık<br />
bakalııııım, sık bakalıııım.’ diye slogan<br />
atıldıysa bozar.” dedi.<br />
Diyanet İşleri Başkanı’ndan Şok Sözler<br />
Diyanet İşleri Başkanı İmam Mümin Müezzinoğlu:<br />
“Mezara dua etmek için gidildiği<br />
halde mezar taşlarına neden dua isteyen yazılar<br />
yazarlar? Amaç etraftan geçenden dua dilenmek<br />
midir?” dedi.<br />
Spiker İşinden Kovuldu!<br />
Geçen hafta oynanan Samsunspor - Kastamonuspor<br />
maçında, her iki tarafa (takıma) da başarılar<br />
dileyen spiker işinden kovuldu. Kanal yöneticileri<br />
basın açıklamasında: “Yahu bir müsabakada<br />
iki taraf da kazanmak için oynuyorsa,<br />
her iki tarafta nasıl kazanabilir? Bu ne samimiyetsizlik?”<br />
dedi.<br />
Kaçak Sigaralara Rağbet Artıyor.<br />
Kaçak sigaraların üzerinde ‘Öldürür, kanser<br />
eder.’ gibi yazılar yazılmadığından dolayı,<br />
zararlı olmadığı düşüncesi halk arasında<br />
salgın gibi yayılıyor. Bu durumu Kaçakçı<br />
Şahan Bey’e sorduk: “Valla, efenim<br />
ne deyim. Kanser sigaradan değil, kaderden<br />
dolayı.” dedi.<br />
40
NE YALAN SÖYLİİM<br />
O AN!<br />
Ösym Başkanı’ndan açıklama!<br />
Ösym Başkanı Ali Demir, öğrencilere<br />
açıklama yaptı: “Puanlar komodinin<br />
üstünde.”<br />
TDK Başkanı’ndan Açıklama<br />
TDK Başkanı yaptığı açıklamada: “Halk<br />
dilinde ‘Kibrit kutusu’ olarak anılan ölçü<br />
birimi, metre, litre, kilogram gibi<br />
birimlerden daha çok kullanılmasına<br />
rağmen hala literatüre girmedi.<br />
Eski sevgiliden arkadaş olur mu?<br />
Bu soruyu sorduğumuzda birçok<br />
kişiden ''Nefes alsın yeter.''<br />
cevabını alacağımızı bildiğimiz<br />
için kimseye sormamaya<br />
karar verdik.<br />
Pandaların geleceği !<br />
Panda sevgisiyle bilinen Nil<br />
Karaibrahimgil, yeni aldığı yavru pandasıyla<br />
alakalı olarak “Nesillerinin devam<br />
etmesi için pandaya yardım ediyorum.”<br />
diyerek akıllarda soru işareti bıraktı.<br />
Bir varmış, bir yokmuş. Tuhaf dünyanın,<br />
acımasız insanlarıyla dolu bir ülkesinde bir<br />
erkek çocuğu dünyaya gelmiş. Ailesi sevinçle<br />
karşılamış bu yeni fertlerini. Tüm olanaklarını<br />
seferber etmeye karar vermişler onun<br />
için.<br />
Çocuk büyümüş, 20 yaşında çakı gibi bir<br />
delikanlı olmuş. Ülkenin en iyi okullarında,<br />
en iyi eğitimi almış bu yaşına kadar. Ve bu<br />
eğitimi süresince, vatan aşkı işlenmiş zihnine.<br />
Kör gözle sevdalanmış vatanına.<br />
Vatanının kralı ölmüş günün birinde.<br />
Onun yerine acımasız, kötü kalpli kardeşi<br />
geçmiş tahta. Geçer geçmez de komşu ülkenin<br />
iç işlerine karışmış ve komşu ülkeyi büyük<br />
bir kaosa sürüklemiş. Hemen ardından<br />
da komşu ülkeye özgürlük getireceğini vadederek<br />
büyük bir askeri operasyona başlamış.<br />
Bizim genç de duyarsız kalır mı bu duruma.<br />
“Özgürlük getirecekse vatanım başka vatanlara,<br />
ben de olmalıyım o savaşta.” deyip orduya<br />
katılmış derhal.<br />
Operasyona saatler kalmış. Neden savaşıyormuş?<br />
Kim için, ne için? Hiçbir şey bilmiyormuş.<br />
Aslında savaşa katılan kimse bilmiyormuş<br />
bunu. Tek bildikleri karşılarına çıkan<br />
kim olursa olsun öldürmek zorunda olduklarıymış.<br />
Başlamış operasyon. Ama bizim genç tahmin<br />
ettiğinden daha fazlasını görmüş bu savaşta.<br />
Birini öldürmek sandığından çok daha<br />
zormuş.<br />
Karanlık, tozun dumana karıştığı bir ortamda<br />
ilerlerken köşeye sinip, sessizce ağlayan<br />
ve elindeki oyuncak ayısına sarılan bir<br />
kız çocuğu görmüş bizim genç. Kucağına<br />
almak istemiş kızı ama kız kaçmış ondan.<br />
Ve koşarak biraz önce ölen anne ve babasının<br />
arasına saklanmış.<br />
Genç, işte o an anlamış yanlış tarafta olduğunu...<br />
ÖZCAN KIRIKBAŞ<br />
41
BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT<br />
Her gün sosyal medyada binlerce resim ve yazı paylaşılıyor. Öyle bir bakıp geçiyoruz çoğu zaman.<br />
Hayatın akışından birkaç dakikanızı ayırıp dikkatle bakmanız ve okumanız için sosyal medyalardan<br />
derlediklerimiz...<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Hiçbir ordu zamanı gelmiş<br />
bir düşünceye karşı<br />
koyamaz.<br />
Victor Hugo<br />
İnsanlar hükümetlerden<br />
değil, hükümetler insanlardan<br />
korkmalıdır.<br />
V For Vendetta<br />
İtaat sona ererse, efendilik<br />
de sona erer.<br />
Max Stirner<br />
Körlerin ülkesinde, tek<br />
gözlü insan kral olur.<br />
Desiderius Erasmus<br />
42
BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT<br />
Ademoğulları, Havvakızları<br />
tuhaf mahluklardı. Kurtçuğa<br />
benzetsen alınır, ipekböceğine<br />
benzetilmekten keyif<br />
duyarlardı. Böceklerden iğrenir<br />
ama parmaklarına uğurböceği<br />
konsa hayra alamet<br />
sayarlardı. Sıçanlardan tiksinir,<br />
sincaplara bayılırlardı.<br />
Akbabaları itici, kartalları<br />
heybetli bulurlardı. Sinekleri<br />
hor görür, ateşböceklerine<br />
bayılırlardı. Bakır ve demire<br />
ehemmiyet vermez, altına taparlardı.<br />
Ayaklarının altındaki<br />
taşlara dönüp bakmazken<br />
mücevherler için delirirlerdi.<br />
Elif Şafak<br />
43
BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT<br />
<br />
Özgürlüğün en büyük<br />
düşmanı, halinden memnun<br />
olan kölelerdir.<br />
Ernesto Che Guevara<br />
<br />
Delirmek bazen gerçekliğe<br />
verilebilecek en uygun<br />
tepkidir.<br />
Philip K. Dick<br />
<br />
Diktatörlük hakikat haline<br />
geldiğinde, devrim<br />
hak haline gelir.<br />
Victor Hugo<br />
44
BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT<br />
<br />
Fakirin gayri meşru çocuğu<br />
olursa piç, zenginin<br />
olursa yasak aşkın meyvesi<br />
olur. Fakir, kız peşinde<br />
koşarsa sapık, zengin<br />
koşarsa “Playboy”<br />
olur. Fakir toplanırsa çete,<br />
zengin toplanırsa toplantı<br />
olur. Fakir çalarsa<br />
hırsızlık , zengin çalarsa<br />
yolsuzluk olur. Kavramların<br />
bile cepteki paraya<br />
göre değiştiği bir dünyada<br />
adalet arıyoruz.<br />
Can Yücel<br />
45
BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT<br />
<br />
Doğru olanı yapman<br />
için ihtiyaç duyduğun<br />
korku mu? İyi olman<br />
için tehdit edilmen mi<br />
gerekiyor? Ceza almaktan<br />
mı korkman gerekiyor?<br />
F. Nietzsche<br />
<br />
Diğerleri lüks otomobillere<br />
binebilsin diye neden<br />
bazı insanlar çıplak<br />
ayaklarla yürümek zorunda?<br />
F. Castro<br />
46
BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT<br />
<br />
Bir yerde küçük insanların<br />
büyük gölgeleri<br />
varsa, o yerde güneş batıyor<br />
demektir.<br />
Konfüçyus<br />
<br />
Başka gezegenlerde de<br />
hayat var mı diye merak<br />
ederiz, sanki bu gezegende<br />
yaşamayı becerebilmişiz<br />
gibi.<br />
Aldous Huxley<br />
47
BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT<br />
<br />
Düşüncenin üstesinden<br />
gelemeyen, düşünenin üstesinden<br />
gelmeye çalışır.<br />
Paul Valery<br />
<br />
Uykun gelmiyor diye<br />
gözlerini suçlama; belki<br />
de beklediğin uyku değildir.<br />
Bob Marley<br />
<br />
Eğer farklıysan, yalnızlığa<br />
mahkum oluyorsun.<br />
Aldous Huxley<br />
48
BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT<br />
<br />
Afrika’da bir anne çocuğuna:<br />
“Tabağını bitir.”<br />
diye bağırana kadar<br />
dünyanın bütün<br />
tabaklarını kırmak istiyorum.<br />
Morgan Freeman<br />
<br />
Eğer bir tanrı varsa,<br />
onu affetmem için bana<br />
yalvarmak zorunda<br />
kalacak..<br />
Nazi kampı duvarına<br />
kazınmış bir cümle<br />
49
BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT<br />
50<br />
“Böyle Buyurdu Zerdüşt” bölümündeki<br />
görsel materyaller Facebook’taki ‘Düşünen<br />
Palyaço’ sayfasından derlenerek ve izni alınarak<br />
yayına hazırlanmış.
SOSYAL SORUMLULUK<br />
“ÇOCUKLAR İÇİN” ETKİNLİĞİ<br />
YEŞİLÇAM’A DESTEK<br />
ÇEVREMİZİ AĞAÇLANDIRALIM<br />
“KAZOVA İŞÇİLERİ’NE DESTEK<br />
Yapılması gereken fakirlere yardım etmek değil, ortada yardım edilecek<br />
bir fakir bırakmamaktır. Bu gerçekleşmediği sürece yapılacak<br />
yardımların amacı insanları bir nebze gülümsetmekten öteye geçemez.<br />
51
“ÇOCUKLAR İÇİN”<br />
6 Şubat gününün dondurucu soğuğunda sinemaya gitmeye karar verdik.<br />
Taksim Meydanı'nda buluştuk. Sinemaya girmeden önce alışveriş yapmak için<br />
meydana en yakın bakkala girdik. Bazılarımız alışveriş yaparken bazılarımız<br />
kapıda bekliyordu. O sırada bu dondurucu kış gününde yırtık pırtık elbiselerle<br />
ve çıplak ayaklarla iki kardeş bakkala geliyordu. Ellerinde henüz satamadıkları<br />
mendiller ve sattıkları mendillerden kazandıkları bozuk paralar vardı. Büyük<br />
kardeş olan abla, elindeki bütün bozuk paraları erkek kardeşine veriyordu. Kardeşinde<br />
de biraz para vardı. Küçük kardeş bütün paraları alarak sevinçle bakkala<br />
girdi. En üstteki pamuk şekeri kaptığı gibi kasaya yöneldi. Avucundaki bütün<br />
paraları kasiyere uzattı. Ancak ne yazık ki iki kardeş sabahtan beri bu soğukta<br />
yalınayak mendil sattıkları halde paraları yetmemişti. Üstelik kasiyer, pamuk<br />
şekeri ezdiği gerekçesiyle çocuğa bağırıyor ve bütün parasını geri vererek dükkandan<br />
kovuyordu. Çocuk bütün parasını aldı ve ağlayarak ablasının yanına<br />
gitti. Ablasının da yapacak bir şeyi yoktu. Bu yüzden de çaresizce geri dönmek<br />
zorunda kaldılar.<br />
52
“ÇOCUKLAR İÇİN”<br />
İşte bu olay bizim zihinlerimizde derin bir iz yarattı. Çocuklar ağlayarak<br />
geri dönerken biz donup kalmış ve hiçbir şey yapamamıştık. Bu hatamızı telafi<br />
edemezdik ancak vicdanımızı bir nebze rahatlatabilmek için sınıfımızdaki birkaç<br />
arkadaşımızdan da destek alarak ''Çocuklar İçin'' adını verdiğimiz sosyal<br />
yardım etkinliğini düzenledik.<br />
53
“ÇOCUKLAR İÇİN”<br />
Bu etkinlik kapsamında Taksim Meydan'ı ve Gezi Park'ı çevresinde 40'ın<br />
üzerindeki pamuk şekeri, öncelikle sokakta çalışmak zorunda kalan çocuklarımız<br />
olmak üzere tüm çocuklara dağıttık. Etkinliğimize o sırada çevrede bulunan<br />
vatandaşlardan da büyük destek geldi.<br />
54
“ÇOCUKLAR İÇİN”<br />
Etkinliğimiz esnasında Taksim Meydanı'ndan geçmekte olan ünlü oyuncu<br />
Metin Yıldız da yaptığımız etkinliği fark ederek yanımıza gelerek bir destek fotoğrafı<br />
çektirmek ve bu fotoğrafı sosyal medyaya yayarak etkinliğimizi duyurmak<br />
istedi.<br />
55
Yardımlarından ve desteklerinden dolayı;<br />
“ÇOCUKLAR İÇİN”<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Hüseyin Yıldız,<br />
Gökay Aydın,<br />
Ufuk Yüksel,<br />
Oğulcan Ertürk,<br />
Halit Karalök,<br />
Metin Yıldız<br />
ve pamuk şekerleri dağıttığımız sırada çevreden bize destek veren tüm<br />
vatandaşlarımıza,<br />
TEŞEKKÜR EDERİZ!<br />
56
“YEŞİLÇAM’A DESTEK”<br />
Türkiye’de sinema denilince çoğumuzun<br />
aklında AVM içerisinde, makine<br />
kokularının ve bir reklam silsilesinin<br />
egemen olduğu mekanlar uyanıyor.<br />
Sanata ve sanatçıya değer vermeyen,<br />
“En çok izlenen film, en iyi filmdir.”<br />
anlayışıyla, çok kötü filmlerin bile<br />
getirisi olduğu gerekçesiyle haftalarca<br />
vizyonda kaldığı, tüm sistemin<br />
paraya göre döndüğü sinemalardır aynı<br />
zamanda bu sinemalar. Peki onlarca<br />
yıl geriye gitsek ve zamanın sinema<br />
anlayışına baksak, yine aynı şeylerden mi bahsederiz?<br />
Tabi ki hayır. Sinemalar dönemlerinde gerek ekonomik, gerek düşünce, gerek<br />
statü bakımından daha elit bir kesime hitap eden yerlerdi. Genellikle aynı sinemalara,<br />
aynı kişiler gelir; filmler sinema sahiplerinin siyasi düşüncelerine göre<br />
seçilirdi. Böylelikle aynı siyasi düşünceye sahip olan kişilerin bir araya gelmesi,<br />
birbiriyle tanışması ve sohbet etmesi sağlanırdı. Yani bu dönemde sinemalar; sadece<br />
film izlenen ruhsuz yerler değil de insanların sosyalleştikleri, kendilerini<br />
birçok yönden geliştirebildikleri yerlerdi de.<br />
57
“YEŞİLÇAM’A DESTEK”<br />
Tekrar günümüze dönecek olursak sinemalarımızın, biraz önce bahsettiğimiz<br />
sinemalardan çok uzak olduğunu tekrar hatırlatmak isteriz. Peki eski sinemaların<br />
geleneğini sürdüren; sıcak, samimi bir ortam yakalamaya çalışan sinemalar<br />
yok mu? Sayısı çok az olsalar da evet, varlar. Özellikle İstiklal Caddesi çevresinde,<br />
tüm maddi sıkıntılara rağmen yaşamını sürdürmeye çalışıyorlar. Biz de<br />
dergimizin “Sosyal Sorumluluk” bölümü kapsamında, bu sinemalardan biri olan<br />
Yeşilçam Sineması’na destek etkinliği yaptık. Bu etkinlik kapsamında yaklaşık<br />
50 dostumuzla birlikte, Yeşilçam Sineması’nın gün içindeki 3 seansından birini<br />
kiralayıp Hint Sineması’nın seçkin örneklerinden biri olan Rang De Basanti<br />
(Paint İt Saffron - Onu Sarıya Boya) filmini birlikte izledik. Böylelikle Yeşilçam<br />
Sineması’na destek olurken aynı zamanda az bilinen bir filmi de etkinliğe katılanlara<br />
tanıtmış olduk.<br />
58
“YEŞİLÇAM’A DESTEK”<br />
59
“YEŞİLÇAM’A DESTEK”<br />
Etkinliğimiz esnasında bizden yardımlarını esirgemeyen<br />
İskender Ünal’a<br />
ve<br />
Etkinliğimize katılan tüm dostlarımıza<br />
Teşekkür ederiz.<br />
60
ÇEVREMİZİ AĞAÇLANDIRALIM!<br />
***<br />
Ağaçların serbest Wi-fi sinyaller üretebildiği bir dünya hayal edin. Muhtemelen<br />
herkes yaşadığı yerin etrafına birçok ağaç dikerdi ve gezenimiz daha yaşanılır bir yer<br />
olurdu.<br />
Ama ne kötü ki, onlar sadece nefes aldığımız oksijeni üretebiliyorlar.<br />
***<br />
Evet, ne yazık ki bugün dünyamız yukarıda anlatıldığı gibi...<br />
Hızla artan nüfus ve şehirleşmenin yarattığı olumsuz koşullar, yaşadığımız<br />
çevreyi her geçen gün biraz daha “Gri Kent” e çeviriyor. Zaten çevremizde eser<br />
miktarda bulunan yeşil alanlar da yöneticilerimizin rant uğruna pazarlanmalarına<br />
maruz kalıyor. Ayrıca ülkemizdeki yasalarda; yangınlara maruz kalan ormanlık<br />
araziyi imara açarak ormanların bilerek yakılmasına neden oluyor.<br />
İnsanoğlu doğayı yakarak, kurutarak kendi sonunu hazırlıyor. Ve bu son, acilen<br />
önlem alınmazsa pek de uzak gibi görünmüyor. Elbette biz, dergi adına yapacağımız<br />
çalışmalarla bu kötü gidişata ufak önlemlerle “Dur!” demeyi isterdik<br />
ve bu doğrultuda etkinlikler de düzenleyebilirdik. Ancak bu sefer biliyoruz ki bu<br />
amaç doğrultusunda yapacağımız tüm çalışmalar, duyarlı yöneticilerimizin (!)<br />
ağzından çıkacak değersiz cümlelerle heba olacağını ve bunun bizi derinden<br />
üzeceğini bildiğimizden dolayı sadece bir fidan dikmeye karar verdik.<br />
61
ÇEVREMİZİ AĞAÇLANDIRALIM!<br />
Fidan dikmeyi düşündüğümüz günlerde, yoğun çalışma temposundan kendimize<br />
ayırmayı başarabildiğimiz bir gün turistik gezi amaçlı Bursa’ya gittik. Yeşil<br />
yeşil, yeni olmaya başlamış zeytinlerin asılı olduğu ağaçların altında yaptığımız<br />
nefis kahvaltının ve zeytin ağaçlarının bilinmeyen yönlerini yerinde öğrendiğimiz<br />
an, okulumuzun bahçesine zeytin fidanı dikmeye karar verdik. Kendini<br />
yenileyebilme özelliğine sahip olmasıyla yüzyıllarca dimdik ayakta kalmayı başarabilen<br />
zeytin ağaçları, uzun ömrünün de etkisiyle; çoğumuzun sadece barışı<br />
temsil ettiğini düşünmesine rağmen aslında biraz da bizim verdiğimiz değer dolayısıyla<br />
dostluğumuzun uzun yıllar devam edeceğini simgeliyor.<br />
Ve yıllar sonra ekmek kavgasından fırsat bulabilirsek belki bir gün, kocaman<br />
olmuş ağacımızın gölgesinde, bir arada piknik yapabilme ümidiyle...<br />
62
KAZOVA İŞÇİLERİ’NE DESTEK<br />
DİREN KAZOVA!<br />
Kazova İşçileri, bilindiği gibi çalıştırıldıkları fabrikadan tüm yasal hakları<br />
ayaklar altına alınarak işten çıkarılmış bir grup insandır. Haklarını aramak için<br />
başlattıkları direniş, çok zor bir sürecin ardından kendi fabrikalarını ve mağazalarını<br />
açmalarıyla sonuçlanmıştır. Özellikle yaşama geçirdikleri “Patronsuz Fabrika”<br />
fikri tüm dünyada büyük yankı uyandırmıştır.<br />
Birkaç ay önce Küba, Bask ile yaptıkları futbol maçının formalarını Kazova<br />
İşçileri’ne yaptırarak dünya kamuoyunun ilgisini bu olaya çekmeyi başarmıştır.<br />
Başta devletimiz olmak üzere birçok otoritenin baskısı altında direnişini<br />
sürdüren Kazova İşçileri’ni daha yakından tanımak için mülakat yapmaya karar<br />
verdik.<br />
İşte mülakatımızdan kesitler…<br />
1-)Fabrikada çalışan emekçilerin<br />
önemli bir kısmının<br />
tazminatı bile ödenmeden<br />
işten çıkarılmıştı. Peki bu<br />
işçileri direnme hakkını<br />
aramaya hangi etmenler<br />
itti?<br />
- Biz 2013'ün ocak ayında<br />
işten çıkarıldık. Paramızın<br />
verileceğini söylediler. Tabi<br />
biz bir hafta sonra geldiğimiz<br />
de patronlar kaçmıştı. O gün<br />
bağrışmalarla geçti. Hiçbirimizin<br />
başına daha önce böyle<br />
bir olay gelmemişti. En son<br />
toplam 94 kişiydik. Biz de<br />
avukat tutmaya karar verdik.<br />
Gittiğimiz avukatlar ilk başta<br />
en az 600 TL istiyor. Bizde<br />
zaten para yok. 4 aydır maaş<br />
alamamışız. Bir süre bu şekilde<br />
düşünerek geçti. Sonunda<br />
DİH' te (Devrimci İşçi Hareketi)<br />
tanıdığımız bir arkadaş<br />
aracılığıyla Çağdaş Hukukçular<br />
Derneği avukatlarına müracaat<br />
ettik. Onlarda davamızı hiç para istemeden üstlendiler. Daha önce bu şekilde 5-6 dava kazandıklarını,<br />
bu davayı da kazanabileceklerini ama bunun için büyük bir direniş başlatarak kamuoyuna<br />
duyurulması gerektiğini söylediler. Biz de kabul ettik. Eylemlerimiz 2013'ün 1 Mayıs gününe<br />
kadar devam etti. Mahkemeye 28-29 kişi başvurdu. Şu anda ise baskılardan dolayı yıkılan birkaç<br />
arkadaşımızın daha gitmesiyle 11 kişi kaldık.<br />
63
KAZOVA İŞÇİLERİ’NE DESTEK<br />
DİREN KAZOVA!<br />
2-)Fabrikayı ele geçirdiğiniz önemli bir süreçten geçtiniz. Bu süreçte ülkenin belirli kurumlarından,<br />
özellikle de devletten baskı gördünüz mü?<br />
- Zaten bizim fabrika işgalimiz, eylemlerin sona ermesinden yaklaşık 2 ay sonra 28 Haziran 2013<br />
tarihinde gerçekleşti. O sırada polisten büyük baskı gördük. Fabrikanın etrafını çevik kuvvet sarmıştı.<br />
İçeriye 7 kişi girmiştik. 4 arkadaşımızda dışarıdan destek veriyordu. Polisin müdahale yapacağı<br />
sıralarda halkımızdan bize büyük destek geldi. Sosyal medyadan örgütlenen özellikle öğrenci<br />
arkadaşlarımız polisin müdahale yapmasını engellediler.<br />
3-)Türkiye'de önemli kurum ve kuruluşlar var. Sizin direnişinize destek veren ve karşı çıkanlar<br />
hangileridir?<br />
- Bize destek verenler zaten belli. Özellikle öğrenci arkadaşlarımız siyasi görüşleri ne olursa olsun<br />
bize destek verdiler. Karşı çıkanlar da belli: patronlar. Diğer işçilere kötü örnek olduğumuz<br />
için özellikle patronlar tarafından sevilmiyoruz.<br />
4-)İşçi sendikaları direnişinize destek verdi mi?<br />
- İşçi sendikalarından sadece DİSK'in nakliyat bölümü başkanı Ali Rıza Bey bize sürekli destek<br />
verdi. Onun dışında hiçbir sendikadan, hiçbir destek almadık. Destek almayı bırakın, arayıp sormadılar<br />
bile.<br />
5-)Bildiğimiz kadarıyla ''Patronsuz Fabrika'' olarak Türkiye'de bir ilksiniz. Peki bu fikir ilk<br />
nasıl ortaya çıktı? Karşılaştığınız sorunlar neler?<br />
- Bizim ilk hedefimiz patronlar kaçtığı için fabrikadaki makinelere haciz koydurup, satıp, paramızı<br />
alabilmekti. Ama o süreç içinde bazı gelişmeler oldu. Birkaç arkadaşımız: ''Makineleri satacağız,<br />
paramızı alacağız. Ama birkaç ay sonra tekrar başka bir fabrikada çalışmaya başlayacağız. Ve<br />
aynı şeyler yine başımıza gelecek.” dedi. Buna çözüm olarak ne yapabiliriz diye düşündük. Ve bu<br />
işi patronsuz da yürütebileceğimize karar verdik. Sonra bir deneyelim dedik. Bu amaçla 75 gün<br />
fabrikada üretim yaptık. Üretimi yaptığımız sırada daha çok kitle destek verdi. Bursa'dan Ankara'dan,<br />
Antalya'dan destek vermek amacıyla siparişler geldi. Hatta yurtdışından Güney Kore Sendika<br />
Başkanı, Hollanda ve Amerika parlamento milletvekilleri geldi. Onlar geldi ama Türkiye'deki<br />
sendika yöneticilerinden hiçbiri gelmedi.<br />
6-)Daha direnişinizden ülkemizin bile haberi yokken Küba'dan Bask ile yaptıkları maçın<br />
formasını yapmanız için sipariş verildi. Bu başarınızı neye bağlıyorsunuz?<br />
- Bu fabrika işgalleri daha çok Latin Amerika'da olduğu için onlar bu konuya daha duyarlı. Bizim<br />
direnişimize destek veren Metin Yeğin adında bir arkadaşımızda yılın 11 ayını Küba'da geçiriyordu<br />
ve Küba'dan tanıdığı üst düzey arkadaşları vardı. Onun aracılığıyla Küba'dan sipariş alabildik.<br />
Ve Küba milli futbol takımı sezon boyunca bizim ürettiğimiz formaları giyecek.<br />
7-)Fabrikayı ele geçirdiğinizde, eski sahipleri size karşı bir hukuki mücadeleye girişmedi<br />
mi?<br />
- Girişti. Bayağı uğraştılar. Fabrikayı işgal etmemizi delil göstererek emniyete suç duyurusunda<br />
bulundular. Bu yüzden polis bizi gözaltına aldılar. Ancak bir gün sonra serbest bıraktılar. Hukuki<br />
mücadelemiz hala sürüyor.<br />
64
KAZOVA İŞÇİLERİ’NE DESTEK<br />
DİREN KAZOVA!<br />
8-)Mağaza açmak fikri ilk nasıl aklınıza<br />
geldi. Bu şekilde küresel kapitalist<br />
şirketlere benzemekten korkmadınız<br />
mı?<br />
- Güzel bir soru. Aslında bu konuda yani<br />
şirket haline gelmemiz konusunda çok<br />
sorun yaşadık. Bizim amacımız kazandığımız<br />
paranın bir kısmını aramızda paylaşmak<br />
ve bir kısmını direnişe ayırmaktı.<br />
Ancak devlet bunu kabul etmiyor. ''Böyle<br />
bir havuz oluşturulamaz. Direniş için para<br />
ayıramazsınız.'' diyorlar. Zaten kuracağımız<br />
şirketin ismini de kabul etmiyorlar.<br />
''Diren Kazova olabilir ama DİH olmaz.''<br />
diyor. Biz bunlara karşı da direniyoruz.<br />
Eğer bu dediklerimizi yapıp şirket haline<br />
gelirsek kesinlikle kapitalist bir şirket olmayacağız.<br />
Bizde her şey kolektif olacak.<br />
Çalışan herkes şirketin ortağı olacak.<br />
9-)Kaliteli tekstil ürünleri üretiyorsunuz. Peki gerekli malzemeleri nasıl ve nereden tedarik<br />
ediyorsunuz?<br />
- Biz fabrikada çalışırken ipler, kumaşlar vs. İtalya'dan ithal ediliyordu. Fabrikayı işgal ettiğimiz<br />
ilk zamanlarda 75 gün boyunca çalışmıştık. Bu sırada kullandığımız ipler eski patronun beğenmediği<br />
için kaçırmadığı iplerdi. Zaten daha sonra bir üretim gerçekleştirmedik. İleride üretime başladığımızda<br />
büyük ihtimal bizde İtalya'dan almak zorunda kalacağız. Çünkü o kalitede ip, Türkiye'de<br />
üretilmiyor. Türkiye'de üretilen iplerle üretim yaparsak kaliteden ödün vermiş oluruz.<br />
Ama zaten bunları konuşmak için daha çok erken. Elimizde bir sermaye bile yok. Ürettiğimiz<br />
malları da olabildiğince ucuza satmaya çalışıyoruz. Eskiden 100-150 TL'ye satılan bir kazağı biz<br />
şu an 40 TL'ye satıyoruz.<br />
10-)Kazova şu an gözümüzde büyük bir marka haline geldi. Peki şu an devlete vergi veren<br />
bir şirket mi ya da böyle bir hedefi var mı?<br />
Biz zaten devletten kaçmayacağız. Yasal olarak kooperatif kurulduğu zaman; işçilerin güvenliğini<br />
sağlayacağız, haklarını yemeyeceğiz. Biz bu konuda çok şeylere tanık olduk. İş kazası geçirenleri<br />
devlet hastanesine götürmüyorlardı. Tutanak filan tutulmasın diye özel hastanelere götürüyorlardı<br />
ve her hakkımızı da yiyorlardı. Biz kesinlikle bu tür şeylere müsaade etmeyeceğiz.<br />
11-)Üretim araçlarının ve mağazanın karının ortak olması, aranızda sorun çıkmasına neden<br />
olmuyor mu?<br />
- Güzel bir soru. Şu an ürettiğimiz mallardan hiçbir kar elde edemedik.15 aydır cebimizden veriyoruz.<br />
7 arkadaşımız dışarıda çalışmak zorunda kaldı. Biz şu an mağazada 5 kişiyiz. En kısa zamanda<br />
makineleri alıp üretime başladığımızda onları da çağıracağız. O zaman sorun olur mu bilmiyorum.<br />
Ama şu an hiçbir sorun yaşamıyoruz.<br />
65
KAZOVA İŞÇİLERİ’NE DESTEK<br />
DİREN KAZOVA!<br />
12-)Dünyada bile önemli yerlerden sipariş almaya başladınız. Ancak kalitenizi gösteren bir<br />
internet sitesine ve yeterli miktarda tanıtıma sahip değilsiniz. Bu konudaki yetersizliğinizi<br />
neye bağlıyorsunuz?<br />
- Şu anda tüm işlerle 4-5 kişi uğraşıyoruz. Dolayısıyla yetişemiyoruz. İspanya'dan 100.000 adet<br />
sipariş aldık. Üretime henüz başlayamadık ama başlar başlamaz tüm eksiklerimizi tamamlayacağız.<br />
13-)Sizden sonra ülke çapında birkaç işçi ayaklanması daha oldu. Onlara ne tür desteklerde<br />
bulundunuz?<br />
- Bizim ülkemizde bizden sonra önce Feniş Alüminyum, daha sonra da Greif İşçileri ayaklandı.<br />
Onların yanına 3 defa gittik. Direnişlerine destek verdik. Onlar da polisin baskılarına maruz kaldılar.<br />
Birkaç defa gözaltına alındılar. Her zaman onların yanında olmaya devam edeceğiz. Umarız<br />
ileride bu ayaklanmalar artar ve işçi hakları da güzel bir seviyeye gelir. Biz denize bir taş attık artık<br />
ne kadar yayılırsa.<br />
66
T<br />
E<br />
K<br />
C<br />
Ü<br />
M<br />
L<br />
E<br />
D<br />
E<br />
67
ÖZCAN<br />
KIRIKBAŞ<br />
Tanıdığımda Özcan; derslerini çok dikkate alan, örnek öğrenci tipli, sınıfta pek arkadaşı olmayan ve<br />
hatta sınıf değiştirmek isteyen, düşünceleri hakkında pek bilgi sahibi olmadığım bir adamdı.<br />
Şu Anda Özcan; gireceği LYS sınavı yüzünden okulu iplemeyen bir adam.<br />
Gelecekte Özcan; 10 yıl sonra herhangi bir mağazanın herhangi bir departmanında müdür, 15 yıl<br />
sonra saçlarının önemli bir bölümü dökülen ama çalıştığı yerin vazgeçilmezi olan bir yönetici, 25 yıl<br />
sonra ise evli, mutlu, torunlu biri olur.<br />
Tanıdığımda Özcan; 10.Sinifta tanıştığım arkadaşlarımdan, isyankar bir genç olarak bütün sınıfa<br />
tanınan, derslerinde ise gayet başarılı birisiydi.<br />
Şu anda Özcan; zorla yaptığı organizasyonlarıyla çoğumuzu bir araya toplayarak uyguladığı programlarla<br />
uğraşmayı seven, lise hayatından çoğu öğrenci de olduğu gibi bıkmış ve hayata atılmayı<br />
bekleyen birisi.<br />
Gelecekte Özcan; ailesinden uzak kalmayı seçerek hayatın keyfini sürecek, üniversitede okuyacağı<br />
iyi bir bölümle iyi bir işe girip bol bol gezecek birisi.<br />
Tanıdığımda Özcan; öğrenciliğin nasıl yapılmasını ve kılık kıyafetin nasıl olmasını bizlere gösteren,<br />
sessiz biriydi.<br />
Şu Anda Özcan; derslerinde başarılı ve liderlik özellikleri üst düzey olan biri.<br />
Gelecekte Özcan; iyi bir üniversitede işletme okuyan ve iyi bir restoran açmış biri.<br />
Tanıdığımda Özcan; sessiz, arkadaşlarına ve öğretmenlerine karşı saygılı, okul üniformasını eksiksiz<br />
giyen ve özen gösteren, derslerine önem veren biriydi.<br />
Şu anda Özcan; çok konuşkan, girişken, arkadaşlarıyla yaptığı planlarda önemli rol oynayan biri.<br />
Gelecekte Özcan; Mağaza gibi bir yer de ya da bir şirkette müdür olacağını düşünüyorum.<br />
Tanıdığımda Özcan; sessiz, derslerine önem veren ,arkadaşlarına ve öğretmenlerine saygı gösteren<br />
biriydi.<br />
Şu Anda Özcan; arkadaş ortamında planlama ve yönetimi çok iyi idare eden birisi.<br />
Gelecekte Özcan; restoran da müdür olabilir, otel işletebilir veya çevre planlama okuyabilir.<br />
68
MURAT<br />
AKDAN<br />
Tanıdığımda Murat; çok konuşkan, çok atik, çok yalaka, çok idealist gibi her konuda “çok’lar”da<br />
yaşayan biriydi.<br />
Şu anda Murat; esprili, konuşkan, hareketli ama eskiye nazaran çok daha hayatı, sınavları, geleceği<br />
takmayan bir adam haline geldi.<br />
Gelecekte Murat; ya kendi işini kuracak ya da babasının işinde çalışmaya başlayacak, uzun bir süre<br />
evlenmeyecek, kafasına göre yaşayacak, bol bol gezecek ve tüm hayatı boyunca sorumluluk taşımaktan<br />
kaçınacak.<br />
Tanıdığımda Murat; Sınıf tarafından en farklı gözle bakılan, lider vasıflı, kravat ve ceketini bizle<br />
tanısana kadar üstünden eksik etmeyen, öğretmenlerinin gözlerinin içine bakarak göz hapsine alan<br />
yağcı bir öğrenciydi.<br />
Su anda Murat; okulunun bitmesini dört gözle bekleyen lise hayatından sıkılmış, sosyal hayatinin<br />
doldurmayı seven, kötü esprileri yaptığı halde aramızda değer verilen bir arkadaşımız.<br />
Gelecekte Murat; üniversitede dil ile ilgili bir bolum okuyarak öğretmen veya tercüman olup, farklı<br />
ülkelerden insanlar ile iyi ilişkilere sahip olan gezgin bir birey olacak.<br />
Tanıdığımda Murat ile ilkokuldaydık ancak asıl arkadaşlığımız 10.sınıfta aynı sınıfa düşmemizle<br />
başladı ve o zaman Murat’ın sevecen, konuşkan biri olduğunu söyleyebilirim.<br />
Şu Anda Murat; kendine, saçlarının ön planda olduğu yeni bir tarz veren, sürekli espri yapma gayreti<br />
içinde olan, sempatik biri.<br />
Gelecekte Murat; genç yaşta çoluk çocuğa karışan bir aile babası olacak.<br />
Tanıdığımda Murat; okul üniformasına özen gösteren, konuşkan, derslerine önem veren, kısa saçlı<br />
biriydi.<br />
Şu anda Murat; okul üniformasına önem vermeyen, çok konuşkan biri ve artık uzun saçlı.<br />
Gelecekte Murat; ya babasının konfeksiyonunda son ütücü ya da dil bölümü okumuş birisi olacağını<br />
düşünüyorum.<br />
Tanıdığımda Murat; sınıf başkanı olmayı seven, okul üniformasını düzgün şekilde giyen biriydi.<br />
Şu Anda Murat; okul üniformasını giymeyen, saçlarını uzatan ve kurallara pek dikkat etmeyen biri.<br />
Gelecekte Murat; Düzenli, disiplinli, çalışkan biri olacak ve yurtdışında dil üzerine eğitim alacak.<br />
69
ARDA<br />
DEMİRHAN<br />
Tanıdığımda Arda ile muhabbet edecek ortak bir ilgi alanımız yoktu ve tanıştığımızda sürekli spordan<br />
söz eden, fanatik Fenerbahçeli biriydi.<br />
Şu anda Arda; hala sürekli spordan bahseden ama sporun dışında da kendini geliştirmeye çalışan,<br />
her işte başarılı olamasa da başarısızlığı kendine yediremeyecek kadar hırslı biri.<br />
Gelecekte Arda; özel bir üniversitede, İstanbul’da okuyacak ancak okuduğu işi değil de daha çok<br />
vasıf gerektirmeyen işlerde çalışacak ve büyük bir ihtimalle de 25-26 yaşlarında evlenecek ama ne<br />
olursa olsun hayatının her anında hep kararsız kalacak.<br />
Tanıdığımda Arda; diğer arkadaşlar gibi sessiz sakin bir adamdı, ilk gördüğümde çok uzun olduğunu<br />
düşünmüştüm, lakin zaman geçtikçe ya o kısaldı ya da ben uzadım.<br />
Şu Anda Arda; Sınav maratonuna kendi kaptırmış ve her Türk genci gibi ne yapması gerektiğini<br />
bilmeyen bir durumda.<br />
Gelecekte Arda; Herhangi bir şirketin mavi yakalısı veya devlet içerisinde bir memur.<br />
Tanıdığımda Arda; belirli bir grup içerisinde kendini kanıtlamaya çalışan, önceleri özenti biri zannetsem<br />
de daha sonra gayet dürüst, kendi halinde olduğunu anladığım biriydi.<br />
Şu Anda Arda; sürekli sporla ilgilenen, derslerine düzenli çalışan biri.<br />
Gelecekte Arda; hasbel kader gittiği bir üniversite de okuyacak ,farklı mesleklere yönelecek ve iyi<br />
bir eş olacak.<br />
Tanıdığımda Arda; sporla, özellikle futbolla ilgilenen, derslerine önem veren biriydi.<br />
Şu anda Arda; futbolla hâlâ fazlasıyla ilgileniyor, çevresinin ne dediğine fazla önem veren biri,<br />
üniversite sınavlarına çalışıyor.<br />
Gelecekte Arda; beden eğitimi öğretmeni ya da memur olacağını düşünüyorum.<br />
Tanıdığımda Arda ile ilkokuldaydık ve o zamanlar derslerine önem veren, sene sonu mutlaka takdir,<br />
teşekkür getiren bir arkadaşımdı.<br />
Şu Anda Arda; Lys'ye hazırlanıyor ama aynı zamanda sporla yakından ilgileniyor.<br />
Gelecekte Arda; öğretmen ya da öğretmen olabilir.<br />
70
KAAN TUNÇ<br />
Tanıdığımda Kaan; sessiz, zeki, etliye sütlüye karışmayan, derslerde her zaman özenli ve dikkatli,<br />
içekapanık biriydi.<br />
Şu anda Kaan; aşırı derecede rahat, hiçbir zaman sorumluluk almayan; gözlerimi kaparım, vazifemi<br />
yaparım tarzında bir adam olmakla birlikte bir arkadaş olarak sırtınızı emanet edebileceğiniz, güvenilir<br />
bir dosttur.<br />
Gelecekte Kaan; devlette memur olacak ya da özel sektörde hiçbir sorumluluk almadan bir memur<br />
gibi çalışacak, kısa süre içerisinde evlenecek ve karısına iyi bir eş, çocuklarına da iyi bir baba olacak.<br />
Tanıdığımda Kaan; kapalı bir kutu gibiydi ve çok rahattı.<br />
Şu Anda Kaan; İlk gördüğüm anda nasılsa hala öyle.<br />
Gelecekte Kaan; için özel bir meslek bulamamakla birlikte, her mesleği yapabileceği düşüncesi içerisindeyim.<br />
Bkz: “Ne iş olsa yaparım ağğbi.”<br />
Tanıdığımda Kaan; eğlenceli her iste başarılı hırsını ve sabrını saklamayı çok iyi bilen iyi birisiydi.<br />
Su anda Kaan; hayatin neşesinden bir şey kaybetmeyen her alanda basarisini arttırmaya devam<br />
eden, geleceği için kosan, yanınızda olduğu surece gülmekten eksik olamayacağınız birisi.<br />
Gelecekte Kaan; gelecekte üniversitede okuduğu iyi bir bölümle parasını hakkıyla kazanan sorumluluklarının<br />
farkında olacak birisi olacak.<br />
Tanıdığımda Kaan; arkadaşlarına karşı saygılı, fazla konuşmayan ve derslerine çok önem veren<br />
biriydi.<br />
Şu anda Kaan; konuşkan, özgüveni yüksek, satranç, bilgi yarışı gibi oyunları seven ve bu oyunlarda<br />
başarılı olan biri.<br />
Gelecekte Kaan’ın hangi mesleği seçeceği hakkında bir fikrim yok fakat bilgi yarışmalarını takip<br />
eden ve katılan biri olacağını düşünüyorum.<br />
Tanıdığımda Kaan; sessiz, sakin ama bir o kadarda patlamaya hazır biriydi.<br />
Şu Anda Kaan; derslerini takip eden ve satranç oynamayı seven birisi.<br />
Gelecekte Kaan; öğretmenlik ya da hukuk okuyacağını düşünüyorum.<br />
71
İ. OĞULCAN<br />
ERTÜRK<br />
Tanıdığımda Oğulcan; aşırı sessiz, kelimeleri ağzından kerpetenle aldığınız biri olmakla birlikte,<br />
kimseye karışmayan ama ona karışıldığında aslan kesilen biriydi.<br />
Şu anda Oğulcan; hepimizden daha farklı ilgi alanları olan, yaptığımız aktivitelere çoğu kez katılmayı<br />
reddeden, birlikte hareket etmekten çok bireysel hareket etmeyi tercih eden biri.<br />
Gelecekte Oğulcan; geç evlenecek, evden işe, işten eve gidip kendi vazifesi olmayan bir işe karışmayacak,<br />
ömrünün büyük bir kısmını tek başına geçirecek.<br />
Tanıdığımda Oğulcan; çok sessiz, sakin, kendisi hakkında en ufak bir ipucu bile vermeyen biriydi.<br />
Şu Anda Oğulcan; hala sessizliğini üstünden atamamış olsa da sessizliğine hepimizin alıştığı biri.<br />
Gelecekte Oğulcan; herhangi bir caminin müdavim cemaat üyesi, müezzini ve yahut imamı olacak.<br />
Tanıdığımda Oğulcan; soğukkanlı, tanınması çaba gerektiren, çoğu konuda kendinden fazla ödün<br />
vermeyen ruh psikolojisiyle ilgilenmeyi seven birisiydi.<br />
Su anda Oğulcan; dil öğrenmeyi seven, sosyal hayatinin öneminin farkına vardığı ve ilerde bu kadar<br />
dolu olmayacağını bildiği için hayatını boş işlerle doldurmayan birisi.<br />
Gelecekte Oğulcan; dil ve işe yarar konuları incelemeyi sevdiği için dil ile ilgili bir meslek sahibi<br />
olup hayatının büyük bir kısmını tek tabanca olarak geçirecek birisi.<br />
Tanıdığımda Oğulcan; sınıfın derinliğinde kaybolmuş, pek fark edilmeyen biriydi.<br />
Şu Anda Oğulcan; hala sessiz, sürekli bilgisayar oyunu oynayan, bilimsel bilgilerle ilgilenen biri.<br />
Gelecekte Oğulcan; kendi halinde, başında patron olmadan çalışacak, bilgisayarlarla uğraşmaya<br />
devam edecek.<br />
Tanıdığımda Oğulcan; sınıf ve sınıf arkadaşlarına yeni yeni ayak uyduran biriydi.<br />
Şu Anda Oğulcan; sınıfımızın en bilgili ve en araştırmacı öğrencisi.<br />
Gelecekte Oğulcan; psikoloji okuyacağına inanıyorum.<br />
72
HALİT<br />
KARALÖK<br />
Tanıdığımda Halit; hepimizden hatta tüm sınıftan ayrı, en arkada uzun süre kimseyle konuşmadan<br />
okula gidip gelen biriydi.<br />
Şu anda Halit; yaptığımız aktivitelere çoğu kez ayak uyduran, ortamı bozmamaya çalışan, kendini<br />
yormaktan kaçınan, zorluklarla ailesinin yardımıyla başa çıkabileceğini düşünen biri.<br />
Gelecekte Halit; özel bir üniversitede İstanbul’da okuyacak ve hemen ardından babası yardımıyla<br />
bulduğu muhasebe tarzı masa başı bir işte çalışmaya başlayacak, her zaman ailesine yakın yaşayacak<br />
ve 26-27 yaşında evlenecek.<br />
Tanıdığımda Halit; sessiz, sakin ve ev-okul-okul-ev döngüsü içinde görünen bir adamdı.<br />
Şu Anda Halit; eskisinden pek farklı değil, hatta aslına bakılırsa ne yaptığına dair bir fikrim yok.<br />
Gelecekte Halit; ERROR 404 NOT FOUND. ( şaka şaka. Kendi işinin patronu olur.)<br />
Tanıdığımda Halit; fen dersleriyle uğraşmayı seven, içine kapanık, çözülmesi zor biriydi.<br />
Su anda Halit; mesleki seçimleri için ikilemler arasında gidip gelen sporla uğraşan, bir işe devam<br />
ettiğinde ayni süreklilikte gidip başladığı işi bitiren birisi.<br />
Gelecekte Halit; Verimli bir eğitim döneminden geçtikten sonra istediği mesleği yapan, bir araba<br />
satın alıp sosyal hayatını fazlasıyla dolduran birisi olur.<br />
Tanıdığımda Halit; tam bir sessizlik abidesi, öğretmenlerine karşı saygılı ve çalışkan biriydi.<br />
Şu Anda Halit; sessizliğini koruyan, çok üşengeç ve tembel birisi.<br />
Gelecekte Halit; üniversite okuyacağı konusunda kesin emin olamasam da bence zaten okusa da<br />
gelecekte kendini rahat hissettiği bir işte çalışacak.<br />
Tanıdığımda Halit; sessiz, sakin biriydi ve matematiği seviyordu.<br />
Şu anda Halit; eski haline göre daha konuşkan olsa da hâlâ sessiz birisi, matematik sevgisini ilerletti<br />
muhasebeci olmak istiyor ve bunun için üniversite sınavına hazırlanıyor.<br />
Gelecekte Halit; kendi muhasebe bürosunu açmış olacağını düşünüyorum.<br />
73
74
Müziğin sesini duymayanlar,<br />
dans edenleri deli sanıyor.<br />
F. Nietzsche<br />
75