28.03.2017 Views

TÜRK TARİHİNİN ŞANLI KADINLARI

TÜRK TARİHİNİN ŞANLI KADINLARI Türk kabileleri, Türk otağları, Türk devletlerinin doğuşuyla Türk kadın tarihçesi de doğmuş olur. Türk kadını yaşamı boyunca çocukalrına anne, tarlalarda çiftçi, devletlere hükümdar olmuştur. Dünya kadın tarihçesine baktığımızda hiçbir devletin başına hükümdar olmazken Türk soyunda kadın hükümdar örnekleri oldukça fazladır. Tomris Han’dan, Kurmancan Datka’ya Kara Fatma’ya tarihimiz hayatlarıyla övüneceğimiz şanlı kadınlarımızla dolu. Bu geçmişte yaşamış olan kahramanlarımızın bugüne baktıklarında “işte bizim tornlarımız!” diyebilmesi için, onlara layık olabilmek için uğraşmalıyız. Bir gaflete düştüğümüzde düşünmeliyiz, düşünmeliyiz ki “Ben Türk kadınıyım!” diyebilmeliyiz. Bir Türk kadını bir erkeğin bütün kabiliyetlerine sahiptir. Ok atabilir, ata binebilir, savaşabilir, yemek de yapabilir. Türk kadınını ayıran özellik de budur. Namusuyla, iffetiyle, elif duruşlu Türk kadını eşine de her türlü yardımda bulunup, tam anlamıyla eş olur, yoldaş olur.

TÜRK TARİHİNİN ŞANLI KADINLARI Türk kabileleri, Türk otağları, Türk devletlerinin doğuşuyla Türk kadın tarihçesi de doğmuş olur. Türk kadını yaşamı boyunca çocukalrına anne, tarlalarda çiftçi, devletlere hükümdar olmuştur. Dünya kadın tarihçesine baktığımızda hiçbir devletin başına hükümdar olmazken Türk soyunda kadın hükümdar örnekleri oldukça fazladır. Tomris Han’dan, Kurmancan Datka’ya Kara Fatma’ya tarihimiz hayatlarıyla övüneceğimiz şanlı kadınlarımızla dolu. Bu geçmişte yaşamış olan kahramanlarımızın bugüne baktıklarında “işte bizim tornlarımız!” diyebilmesi için, onlara layık olabilmek için uğraşmalıyız. Bir gaflete düştüğümüzde düşünmeliyiz, düşünmeliyiz ki “Ben Türk kadınıyım!” diyebilmeliyiz.
Bir Türk kadını bir erkeğin bütün kabiliyetlerine sahiptir. Ok atabilir, ata binebilir, savaşabilir, yemek de yapabilir. Türk kadınını ayıran özellik de budur. Namusuyla, iffetiyle, elif duruşlu Türk kadını eşine de her türlü yardımda bulunup, tam anlamıyla eş olur, yoldaş olur.

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

<strong>TÜRK</strong> <strong>TARİHİNİN</strong> <strong>ŞANLI</strong> <strong>KADINLARI</strong><br />

Türk kabileleri, Türk otağları, Türk devletlerinin doğuşuyla Türk<br />

kadın tarihçesi de doğmuş olur. Türk kadını yaşamı boyunca çocukalrına<br />

anne, tarlalarda çiftçi, devletlere hükümdar olmuştur. Dünya kadın<br />

tarihçesine baktığımızda hiçbir devletin başına hükümdar olmazken<br />

Türk soyunda kadın hükümdar örnekleri oldukça fazladır.<br />

Tomris Han’dan, Kurmancan Datka’ya Kara Fatma’ya tarihimiz<br />

hayatlarıyla övüneceğimiz şanlı kadınlarımızla dolu. Bu geçmişte<br />

yaşamış olan kahramanlarımızın bugüne baktıklarında “işte bizim<br />

tornlarımız!” diyebilmesi için, onlara layık olabilmek için uğraşmalıyız.<br />

Bir gaflete düştüğümüzde düşünmeliyiz, düşünmeliyiz ki “Ben Türk<br />

kadınıyım!” diyebilmeliyiz.<br />

Bir Türk kadını bir erkeğin bütün kabiliyetlerine sahiptir. Ok<br />

atabilir, ata binebilir, savaşabilir, yemek de yapabilir. Türk kadınını<br />

ayıran özellik de budur. Namusuyla, iffetiyle, elif duruşlu Türk kadını<br />

eşine de her türlü yardımda bulunup, tam anlamıyla eş olur, yoldaş olur.<br />

KURMANCAN DATKA<br />

Kocası öldükten sonra, Kurmancan etrafına “batur” denilen savaşçı gençleri toplamaya<br />

başlamış. Kısa bir süre içinde, 10000 “yiğit”den oluşan bir orduya kumanda eder hale geldiği<br />

söyleniyor. Böylece, Güney Kırgızistan’daki Alay bölgesinin idaresini eline geçirdiği gibi,<br />

otoritesini Buhara ve Hokand Hanlıklarına da kabul ettirmiş. Ancak, o yıllar, Rus<br />

İmparatorluğunun Orta Asya’ya yayıldığı ve büyük askerî olanaklarla yerel halkları kendisine<br />

bağladığı yıllar. Üstelik, Hokand, Hive ve Buhara Hanlıkları da birbirleriyle anlaşmazlık<br />

içinde. Böyle bir ortamda, Rus Birliklerinin bölgeye gelmesi tabii ki gecikmemiş ve Hokand<br />

Hanlığının işgal edilmesinin ardından, 1877 yılında, Ruslar, Kurmancan’ın yönetimindeki Alay<br />

vadisine ulaşmışlar.<br />

Bu noktada, Kurmancan’ın siyasi yetenekleri ön plana çıkıyor. Çünkü, kadın lider, üstün Rus<br />

birlikleriyle savaşa girip halkını kırdırmak yerine, işgal güçlerinin komutanıyla uzlaşıp, barış<br />

içinde yaşama yolunu seçmiş ve General Skobelev ile bir anlaşma yaparak halkını güvence<br />

altına almış. 1907 yılında ölünceye kadar, tam 30 yıl Alay halkının başında kalan


Kurmancan, Alay Kırgızlarının işgalden en az zarar görmelerini, daha kolay ve onurlu bir<br />

yaşam sürdürmelerini sağlayan lider olarak, bugün bile “Alay Çariçesi” diye anılıyor.<br />

TOMRİS HAN<br />

Aynı çağda Pers ve Medya'da hüküm süren Ahameniş İmparatorluğu ile büyük bir mücadeleye<br />

girişmiştir. Tomris Hatun barışçıl ama savunmaya önem veren bir yapıya önem göstermiş, bunu bir<br />

zayıflık olarak gören Pers İmparatoru Büyük Kiros ise hiç durmadan Saka topraklarına akın<br />

düzenlemiştir. Persler Saka topraklarına girdiği vakit yakılmış tarlalardan başka bir şey<br />

bulamıyorlardı. Çünkü Sakalar geri çekiliyor ve savaş için uygun bir mevzi ve an bekliyorlar, bu<br />

olmadığı takdirde de savaşa girişmiyorlardı. Sakaları kovalamaktan bıkan Büyük Kiros İran'a geri<br />

dönmek zorunda kalıyordu. Bir süre sonra kendisine tabî olması ve kendisiyle evlenmeyi kabul ettiği<br />

takdirde Tomris Hatun ile uğraşmayacağını vaad etti. Tomris Hatun bunun bir oyun olduğunu<br />

biliyordu ve teklifi reddetti.<br />

Buna kızan Büyük Kiros büyük bir ordu toplayarak tekrar Saka topraklarına girdi. Bu orduda savaş<br />

için eğitilmiş yüzlerce köpek de vardı. Tomris Hatun artık kaçmanın yarar sağlamayacağını anlayıp<br />

uygun bir alan seçip Büyük Kiros'un ordusunu beklemeye başlar. İki ordu aralarında birkaç kilometre<br />

kalacak bir biçimde mevzilenir. Güneş battığı için savaşa tutuşmazlar ancak gece Büyük Kiros bir<br />

hile düşünmüş ve iki ordunun arasında bir çadır kurdurmuştur ve içinde güzel kızlar ve yiyecekler ve<br />

şarap bulunan çadıra ansızın saldırı düzenleyen Tomris Hatun'un oğlu ve beraberindeki kuvvetler,<br />

içerideki birkaç Pers'i öldürüp eğlenceye dalmışlardır. Ancak birkaç saat sonra bir baskın düzenleyen<br />

Pers kuvvetleri çadırı basıp Tomris Hatun'un oğlu da olmak üzere içerideki Sakaları öldürürler.<br />

Tomris çok sevdiği oğlunun ölümüne üzülür. Yemin ederek şöyle söyler: Kana susamış Kirus! Sen<br />

oğlumu mertlikle değil o içtikçe zıvanadan çıktığın şarapla öldürdün. Ama güneşe yemin ederim ki<br />

seni kanla doyuracağım!<br />

Ertesi gün yapılan savaşı Sakalar kazanır. Ok atmakta usta olan ve savaş arabalarını büyük<br />

ustalıkla kullanan Sakalar, savaş köpeklerine rağmen Persleri bozguna uğratır. Ölenler arasında<br />

Pers kralı Büyük Kiros da vardır.<br />

Tomris Hatun sözünde durur ve Büyük Kiros'un kesik başını kan dolu bir tulumun içine atar. Tomris<br />

Hatun, Büyük Kiros'un kafasını kan dolu bir fıçıya atarak "Hayatında kan içmeye doymamıştın, şimdi<br />

seni, kanla doyuruyorum!" der.<br />

KABAÇ HATUN<br />

Kabac Hatun, Maveraü'n-nehr'de Batı Göktürk hakimiyetinin zayıfladığı ve<br />

Göktürkler'in Çin hakimiyetine girdiği dönemlerde Buhara ve çevresinde<br />

yaşanan siyasi kargaşa ve otorite boşluğunda Buhara Melikesi olarak<br />

karşımıza çıkmaktadır. O, kocası Buhar Hudat Bidun'un ölümü üzerine oğlu<br />

Tuğşad henüz süt çocuğu olduğundan, Buhara tahtına oturmuş ve oğlu adına<br />

şehri yönetmiştir. On beş yıl kadar bölgede hüküm süren Kabac Hatun,<br />

başarılı idaresi sayesinde bölge halkının gönlünde taht kurmuştu. Ölümünden<br />

sonra da yerine oğlu Tuğşad geçmiştir<br />

ALTUNCAN HATUN


Tuğrul Bey Altuncan Hatun ile evlenmek için Kündürî'yi görevlendirmiştir. Tuğrul Bey ile Altuncan<br />

Hatun'un ne zaman evlendikleri kesin olarak bilinmemesine rağmen 1040'lı yıllar olduğu ileri<br />

sürülür. Tuğrul Bey eşi Altuncan Hatun'a saygı duyar, bir mesele hakkında görüşlerini sorar, sözünü<br />

dinlerdi. [2] Altuncan Hatun Selçuklu siyasetinde söz sahibi olmuş ve önemli kararlar almıştır.<br />

Tuğrul Bey'in üvey kardeşi İbrahim Yınal isyan başlatıp devletin merkezi Hemedan'a doğru<br />

yönelmesi üzerine Nusaybin'de bulunan Tuğrul Bey kardeşinden önce Hemedan'a ulaşarak silahları<br />

ve hazineyi güvenceye aldı. Hemedan önünde iki kardeş savaştı. Tuğrul Bey kuvveti az olduğu için<br />

mağlup olarak Hemedan kalesine sığındı. Tuğrul, eşi Altuncan Hatun'dan ve veziri Kündürî'den<br />

yardım istedi. Selçuklu ordusunun Bağdat'tan ayrılmamasını isteyen Abbasi halifesi Altuncan<br />

Hatun'a izin vermedi ve vezir Kündürî Hemedan'a gitmemesi için Altuncan Hatun'u ikna etti.<br />

Vezir Kündürî, Altuncan Hatun'un oğlu Enuşirvan'ı Tuğrul Bey yerine tahta çıkarmaya niyetlendi. Bu<br />

durumu anlayan Altuncan Hatun oğlunu ve veziri yakalatıp tutuklatmak üzere harekete geçince ikisi<br />

de kaçarak Hille'ye gittiler. [1]<br />

Altuncan Hatun, Bağdat'taki Selçuklu askerlerini toplayarak Hemedan'a doğru yola çıktı. Tuğrul<br />

Bey, eşinin ve diğer yardıma gelenlerin sayesinde kardeşi İbrahim Yınal'ı mağlup ederek tehlikeyi<br />

atlattı. Altuncan Hatun cesur karar alarak oğlunun tahta çıkmasına karşı çıkarak Tuğrul Bey'e<br />

yardıma gitmesi Selçuklu Devleti'nin kaderini değiştirmiştir.<br />

Altuncan Hatun Aralık 1060'da Zencan'da vefat etti ve ardından Rey'e defnedildi. [3]<br />

HAYME ANA<br />

Osmanlı padişahlarının müslüman olmayan cariyelerle evlenmeleri geleneği henüz başlamadığı için<br />

Hayma Hâtun'un Türk olduğu kesindir. [1] Bir başka inanışa göre ise, Hayme Ana, Kaya<br />

Alpoğlu Süleyman Şah'ın eşi, Ertuğrul Gazi'nin annesi ve Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman<br />

Gazi'nin de büyükannesidir. Kocası Süleyman Şah'ın Fırat Nehri'ni geçerken boğularak ölmesi<br />

üzerine Kayı Boyu'nun başına geçen Hayme Ana, Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad'ın yer<br />

göstermesi üzerine önce Ankara Karacadağ, ardından da Domaniç ve Söğüt'e yerleşir. Ertuğrul<br />

Gazi, "Devlet Ana" diye de anılan annesi Hayme Ana'yı, Çarşamba köyünde her yıl çadır kurduğu bir<br />

tepe üzerine defnettirdi.<br />

SÜYÜN BİKE<br />

Süyün bike, eşinin vefatının sonar henüz çok küçük olan<br />

oğlnun tahta geçirilmesi üzerine, Kazan Hanlığını yöneten bir<br />

kadın sultan haline gelmiştir. Süyün Bike Can Gali’yi Rusların<br />

oyuncağı haline getirmemek için arzu etmediği halde bu evliliği<br />

gerçekleştirmiştir. Süyün Bikenin amacı o zamanda güzünü<br />

kabetmeye başlayan Türk devletlerini bir araya getirmek, özellikle<br />

daAstrahan Hanlığı, Kırım Hanlığı ve Kazan Hanlığı’nı<br />

birleştirerek bir Türk birliği kurmuştur.<br />

EMİNE BANU HATUN<br />

Anasayfa Osmanlı Hikayeleri KAHRAMAN OSMANLI HANIMI: EMİNE BÂNÛ<br />

OSMANLI HİKAYELERİ


KAHRAMAN OSMANLI HANIMI: EMİNE BÂNÛ<br />

Sene 1782; I. Abdülhamid devri. İstanbul’dan Manisa taraflarına, saray hizmetlerin de<br />

çalıştırılmak üzere zeki, eli yatkın kızlar bulmak için, saray kalfası bir hanım gelir.<br />

Kırkağaç’a da uğrar. Buraya geldiğinde, küçük Emine’yi görür ve dikkatini çeker. Anne<br />

ve babasına, eğer müsaade ederlerse onu saraya götürmek istediğini ve en iyi şekilde<br />

yetiştireceklerini söyler. Onlar da, kızlarının iyi bir geleceğe sahip olacağını düşünerek<br />

buna rıza gösterirler. Emine, saray adamları ve görevli hanımla birlikte saraya gelir.<br />

Topkapı sarayında hizmete başlar. Zekası, çalışkanlığı ve ciddiyetiyle herkesin takdirini<br />

toplayarak, kısa zamanda yükselir. Bu sırada Kırım’dan gelen bir elçilik heyeti, Padişah<br />

tarafından saraya kabul edilir. Kırım ile olan ilişkilerin daha da iyileştirilmesi için bir çok<br />

hediyelerle birlikte Kırım Hanına, sarayında hizmet etmesi için bu kabiliyetli Emine de<br />

gönderilir. Kırım Hanı Kerim Giray, bu hediyeyi çok beğenir ve kendisine nikahlar.<br />

Emine halinden memnundur. Devlet işlerinde de eşi Kerim Giray’a yardımcı olmaya<br />

başlar. Han eşi olduğu için adı Emine Bânû olur. Rus tahtında oturan II. Katherina ise<br />

ahlak bakımından çok aşağıdır. Kırım’a göz dik miştir, ama ordularının gücü orasını<br />

almaya yetmeyecektir. Bu yüzden Mirza denilen Kırım beyleri arasına, para ile nifak<br />

sokmaya çalışır. Bunda da başarılı olur, Kırım’da iç karışıklık başlar. Bundan istifade<br />

eden Ruslar, büyük bir ordu ile Kırım’a girerler. Kerim Giray, toplaya bildiği bir ordu ile<br />

Ruslara karşı durmaya çalışır, ama bazı Kırım kabileleri düşman karşısın da firar<br />

ederler. Bu durumda Rus ordusuna karşı koyamayacağını anlayan Kırım Hanı, askerini<br />

kırdırmamak için kaçmaya karar verir. Fakat çok sevdiği hanımı Emine Bânû buna karşı<br />

çıkarak: “Ben bu canı vatanım için taşıyorum. Siz gitseniz de ben tek başıma karşı<br />

koyarım” diyerek yanına yirmi kadar gönüllü süvari alıp düşmana karşı durur. Süvarilerin<br />

kumandanı: “Efendim, bu yirmi kişi on bin kişilik Rus ordusuna karşı ne yapabilir ki?”<br />

deyice Emine Bânû “Ruslar gelinceye kadar bu civarda onlara yiyecek, su ve cephane<br />

bırakmayacağım. Onları yoklukla geberteceğim” diye cevap verir.Gerçekten de beş-altı<br />

gün sonra orada olacak olan Rus ordusu gelinceye kadar Acem kave civardaki elli<br />

kadar köyde, bütün erzak ve mühimmat depolarını yirmi serdengeçti ile imha eder.<br />

Emine Bânû, uyku ve istirahat nedir bilmez. Ruslar oraya geldiklerinde göklere kadar<br />

çıkan yangın alevleriyle karşılaşırlar. Emine Bânû, yanındaki yirmi aslan ile Rus<br />

ordusunu karşılar. Bu çelik yürekli hanım, Rusları ekin gibi biçer. Bir yandan da yeni<br />

yerleri yakar. Son yaktığı kalenin duvarından Rus lara mermi atarken, ayağının altındaki<br />

duvar yangın sebebiyle birdebire çöküverir. Bu dire nişten şaşkına dönen Rus<br />

kumandanı, duvar yıkılınca cesaretlenip askerini hücuma geçirir. Yıkık kaleye saldıran<br />

Ruslar, yarıdan çoğu yanmış bir hanım cesediyle karşılaşırlar. Bu hanı mın kim<br />

olduğunu sorduklarında yaşlı bir köylü ağlayarak, bunun kahraman Emine Bânû ol<br />

duğunu söyler.Bu direniş idare eden erkek kumandanı günlerce arayan Ruslar,<br />

kendilerine adım attır mayan bu kahramanın bir kadın olduğunu öğrenince kahrolurlar,<br />

kazandıkları zafere sevine mezler bile.<br />

ÇETE AYŞE<br />

Yunanların 1919 yılında, Aydın'ı ilk işgal etmeleri üzerine Aydın Savunması'nda rol almak<br />

üzere Yörük Ali Efe grubuna katılmış ve Malgaç Baskını'nda yer almıştır. Aydın'ın Yunanlar


tarafından ilk işgali efelerin yardımıyla bertaraf edilmiştir. Bu ilk işgal Çete Ayşe tarafından şöyle<br />

anlatılıyor:<br />

“<br />

Yunan kuvvetleri Aydın'a geldiğinde İmamköyü'nde idim... On beş gün evvel<br />

düşman Nazilli'ye vardı... Dayanamadım martin tüfeğimi aldım çıktım. ”<br />

Yunanların, Aydın'ı ikinci işgali üzerine Köşk cephesinde de mücadele etmiştir. Yunan kuvvetlerinin<br />

Aydın'dan Anadolu'nun iç kesimine girmesini önlemek için mücadele etmiş, 7 Eylül 1919 'a (Aydın'ın<br />

kurtuluşuna) kadar Yunanlarla Milli Mücadele'nin sonuna kadar savaşmıştır. Çete Ayşe milli<br />

mücadele ile ilgili düşüncelerini de şöyle dile getirmiştir:<br />

“<br />

Bazı kadınların içinde bir pehlivan; bazı erkeklerin içinde de, korkaklıklarından dolayı,<br />

bir kadın gizlidir. Kemer belindir, çizme ayağın börk başındır. Madem ki burası bizim<br />

vatanımız; biz de bu vatanın olmalıyız. ”<br />

1933 yılında Aydın'da Mustafa Kemal Paşa tarafından kendisine (istasyon meydanında) İstiklâl<br />

Madalyası verilmiştir. Çete Ayşe bu anısını şöyle dile getirmiştir: [3]<br />

“<br />

O günlerden iki hatıram kaldı. Biri kadınlığımla verdiğim savaş, öteki de<br />

rahmetli Atatürk'ün göğsüme taktığı İstiklal Madalyasıdır. ”<br />

Şefika GASPIRALI<br />

20. yy ‘ın başlarında Dilde, Fikirde, İşte Birlik diyerek Türk Dünyasında kültürel ve siyasi uyanışın<br />

önderliğini yapan ve ebedileştiren ünlü gazeteci, eğitimci, politikacı ve reformcu Gaspıralı İsmail<br />

Bey’in kızı ve en önemli yardımcısı Şefika Gaspıralı Rusya’daki Türk Kadın Hareketi’nin öncüsü, ilk<br />

kadın dergisi “Alem’-i Nisvan”ın (Kadınlar Dünyası) editörü , Azerbaycan Türk Cumhuriyeti’nin<br />

başbakanlarından Nasip Yusufbeyli’nin eşi, Kırım Türk Cumhuriyeti’nde Kurultay (Parlamento)<br />

Başkanlık divanı üyesi ve iki dönem milletvekili ve anaokulları eğitimcisidir.<br />

KARA FATMA<br />

1888’de Erzurum’da doğdu. Subay Dervişlerden Ahmet Bey ile evlendikten sonra Balkan Savaşı’na<br />

katıldı, askerlik hayatını eşi ile birlikte paylaştı. I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi'nde kendi<br />

ailesinden dokuz-on kadınla birlikte savaştı. Eşi Binbaşı Ahmet Bey'in Sarıkamış'ta şehit olduğu<br />

haberini aldıktan sonra memleketi Erzurum'a döndü.<br />

1919'daki kongre günlerinde, Mustafa Kemal'le bizzat görüşebilmek için Sivas'a gitti. Milis Müfreze<br />

Komutanı olarak batı cephesinde görevlendirildi. Aldığı talimatla İstanbul'a gitti, silah ve adam<br />

kaçırma faaliyetlerinde bulundu. İzmir'in Yunan işgaline uğraması üzerine İzmir'e geçerek kurtuluşu<br />

için savaştı.<br />

300 kişiyi aşkın birliği ile I., II. İnönü Muharebesi, Sakarya Meydan Muharebesi ile Dumlupınar<br />

Meydan Muharebesi’nde çarpıştı. Büyük Taarruz’un ilk günlerinde General Trikopis‘in birliğine esir<br />

düşmüşse de, kaçarak yeniden müfrezesinin başına geçti; Bursa'nın Yunan işgalinden kurtuluşunda<br />

rol oynadı. Bir keresinde, onbaşı olduğunda neredeyse sadece kadınlardan oluşan birliği ile


düşmanın cephe gerisine bir saldırı düzenledi ve aralarında bir Yunan subayı toplam 25 esir askerle<br />

geri döndü<br />

GÖRDESLİ MAKBULE<br />

Makbule Hanım daha bir yıllık evli iken eşinin yanında Kuvay-i Milliye'ye katılmıştır. 15 Mayıs 1919<br />

tarihinde Yunan ordusunun İzmir'i işgaliyle Batı Anadolu'yu işgale başlaması sonrası 7 Kasım<br />

1921'de eşi Halil Efe ile Türk direniş çetelerine katıldı. [1] kuvvetleriyle çıkan çatışmalarda bulundu.<br />

Yunanlar Sakarya Muharebesi'ni kaybederek Afyon mevzilerine çekildiklerinde, bir taraftan da Halil<br />

Efe'nin Gördes-Sındırgı-Akhisar bölgesinde faaliyet gösteren çetesinin saldırıları [1] ile<br />

karşılaşıyorlardı. Kocayayla baskınında geri çekilen silah arkadaşlarına cesaret vermek için öne<br />

atılınca başından vurularak ölmüştür.<br />

KILAVUZ HATİCE HANIM<br />

8 Mayıs 1920 tarihinde Pozantı’ya sıkıştırılan Fransızlar çok kritik bir duruma düşmüşlerdi. Zira,<br />

etrafı kuşatmış olan Türk kuvvetlerinin yapacakları taarruz, kendilerinin yok edilmesine sebep<br />

olabilirdi. Fransız kumandanı buhranlı dakikalar geçirmekteydi. Bu sırada, bir Hızır gibi yetişen genç<br />

bir Türk kadını, güya ufak bir ücret mukabilinde Fransızları bu müşkül durumdan kurtarmayı kabul<br />

etmişti... Kendilerine sözde kılavuzluk ederek Türkler tarafından ihmal edilmiş bir istikâmetten onları<br />

selâmete çıkaracaktı.<br />

Kararlaştırılan saatte harekete geçen Fransızlar; gece karanlığında –güvendikleri bu Türk kadının<br />

kılavuzluğunda– onlar için meçhul bir semte doğru gidiyorlardı. Güneş ışımağa başlayınca<br />

kılavuzların ortada görülmediğini farkeden Fransızlar o civarın en ârızalı bir yerine, Karaboğazı’na<br />

sıkıştırdıklarını büyük bir acı ile anlamakta gecikmediler. Ama, iş işten geçmişti. Tam bu sırada,<br />

başlayan Türk taarruzu vaziyetin vehametini büsbütün arttırmış ve Fransızlar için tek ümit,<br />

Karaboğazı’nı vurup geçmek olmuştur. Ancak bu hareketin başlaması ile beraber çok kuvvetli bir<br />

yaylım ateşine maruz kalan Fransızlar’ı, bu baskını yapan müfrezeye bir kadının kumanda ettiğini<br />

dehşetle görmüşlerdi. Bu kadın, kendilerine kılavuzluk eden kadından başkası değildi. Ve onun<br />

cesaret ve mahareti sayesinde bu Fransız kuvveti tamamen esir edilmiş, küçük de olsa bir çıban<br />

ortadan kaldırılmış oldu.<br />

ONBAŞI NEZAHAT<br />

Nezahat Onbaşı (Nezahat Baysel) (ö. 24 Eylül 1994, İstanbul), henüz dokuz yaşında bir kız çocuğu<br />

iken babası ile birlikte Kurtuluş Savaşı’na katılmış savaş kahramanı.<br />

70. Alay Komutanı olan babasıyla Geyve Savaşı, Konya İsyanı, I. ve II. İnönü<br />

Savaşları ile Sakarya ve Gediz muharebelerine katılmış; İnönü Savaşı'ndaki katkıları<br />

nedeniyle Mustafa Kemal Atatürk'ün takdirini almıştır. [1] . 12 yaşında tümen komutanı Ahmet Derviş<br />

Paşa tarafından onbaşılığa terfi ettirildi. TBMM'nin 30 Ocak 1921 tarihli oturumunda verdiği kararla,<br />

kendisine İstiklal Madalyası takdim edilmesine kararlaştırılan ilk kişi oldu.


NENE HATUN<br />

Nene Hatun (d. 1857 - ö. 22 Mayıs 1955, Erzurum), 93 Harbi sırasında Erzurum'da Aziziye<br />

savunmasına katılan, Rus işgaline karşı Erzurum’daki halk direnişinin simgesi hâline gelmiş Türk<br />

kadın kahraman.<br />

Rus askerlerin 8 Kasım 1877 gecesi Aziziye Tabyası’nı ele geçirdiği haberinin Erzurum’da sabah<br />

ezanında minarelerden duyurulması üzerine Osmanlı askerine yardım için taş ve sopalarla<br />

mücadeleye giren şehir halkına katılmış ve gösterdiği yararlılıklar sonucu efsaneleşmiştir.<br />

1955’te Türk Kadınlar Birliği tarafından Yılın Annesi seçilen Nene Hatun, Türkiye’de “Yılın Annesi”<br />

unvanı verilmiş ilk kadındır. [

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!