12.04.2017 Views

MÜSLÜMAN PAVLUS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

İÇİNDEKİLER<br />

İçindekiler .................................................................................................................................................................................. 2<br />

Giriş ............................................................................................................................................................................................. 3<br />

Sapkın Akımlar ..............................................................................................................................4<br />

Paralel Din ....................................................................................................................................7<br />

Pavlus ...........................................................................................................................................8<br />

Din Kurucusu Olarak Pavlus ............................................................................................................9<br />

Pavlus ‘un Hıristiyanlıktan Ayrıldığı Noktalar ................................................................................. 11<br />

Hizmet Dini ................................................................................................................................. 13<br />

Hizmet Dininin İnanç Esasları ....................................................................................................... 14<br />

Fethullah GÜLEN ......................................................................................................................... 36<br />

Din Kurucusu Olarak Fethullah GÜLEN .......................................................................................... 37<br />

GÜLEN’in Etkilendiği Akımlar ........................................................................................................ 40<br />

Pavlus GÜLEN Karşılaştırması ...................................................................................................... 43<br />

EKLER: Fethullah GÜLEN’e Açık Mektup ........................................................................................ 47<br />

İndeks ......................................................................................................................................... 53<br />

Kaynakça .................................................................................................................................... 54


"ALLAH YENİ BİR DİN GÖNDEREBİLİR!..<br />

Rabbimiz gönderdiği son din ile cahiliyeyi<br />

bitirmek istemişti ama aksine cahiliye İslam ile<br />

birlikte hatta İslam'ın içine gizlenerek güçlendi<br />

ve İslam ile birlikte anılır oldu! İslam ile ilgili<br />

her kavram,düşünce ve eylemin hangisi İslam<br />

hangisi cahiliye artık belli değil! Kudreti sonsuz<br />

Rabbimiz bu son dinini de lağvedebilir ve<br />

yerine yeni bir hak din gönderebilir!.."<br />

Bahri ŞENKAL Sızıntı Yazarı<br />

GİRİŞ<br />

Bütün sapkın akımlar içinde doğup geliştikleri dinlerle bir süre paralel yürürler. Yeterince<br />

taraftar toplanıldığında ya da belli oranda güç devşirildiğinde bağımsızlıklarını ilan eder, doğduğu dine<br />

alternatif yeni bir din oluncaya kadar geçecek yeni bir sürece girerler.<br />

İçinde bulunduğumuz yüz yılda tarihte hiç olmamış bir olay vuku bulmuş, hiçbir sapkın<br />

mezhebin oluşumunda yer almamasına rağmen, Türk milletinin içinden sapkın bir din doğmuştur.<br />

Fethullah GÜLEN tarafından kurulan dinin mensuplarının çoğunluğu da Türklerden teşekkül etmiştir.<br />

“Hizmet” adı verilen bu din, önceleri İslam dini içinde şekillenmiş, güç elde ettiğinde de bağımsızlığa<br />

gitmiştir.<br />

Rüyalar, hikayelerle örülen itikadi yapısıyla sadece insanımız için değil, bütün insanlık için<br />

büyük bir tehlike arz eden bu yeni din, maddi ve manevi desteğini İslam ümmetinin tekrar yükselişine<br />

engel olmak isteyen şer güçler eliyle sağlamaya çalışmaktadır.<br />

Elinizdeki kitap, türünde bir ilk olarak söz konusu bu dini irdelemek, itikadını gözler önüne<br />

sermek ve müminleri uyarmak adına kaleme alınmıştır.<br />

Elbette İslam dininin koruyucusu yüce Allah’tır ve kıyamete kadar devam edecektir. Kaybeden<br />

İslam değil, ancak bu dinin tuzağına düşen bazı Müslümanlar olacaktır.


SAPKIN AKIMLAR<br />

Bütün sapkın akımlar içinde doğup semirdiği dinlerden zemin ve zaman şartları kendilerince<br />

uygun ortam bulduğunda, önce ufak nüanslarla ayrılık göstermeye başlarlar. Zemin ve zaman şartları<br />

tam müsait pozisyon aldığında da, mutlak bağımsızlıklarını ilan ederler. Bu durum hepsi için geçerli<br />

olmasa da, büyük çoğunluk için kaçınılmaz bir hal alır. Dinin ana gövdesinden kopmak anlamına gelen<br />

bu ayrılık, önce itikad noktasında başlar ve zamanla ibadet boyutunda da sirayet eder.<br />

Hareketin lideri, cemaatini yönlendirmek ve tam bir itaat sağlamak amacıyla çeşitli<br />

evrelerden geçer. Bu itaat kemale erdiğinde birinci evreden başlanarak son evreye dek lider, basamak<br />

basamak yükselerek doruk noktaya ulaşır. Liderin doruk noktasına ulaştığı bu evre, artık hareketin<br />

yeni bir din olduğunun açık ilanıdır aslında.<br />

Söz konusu evreler neredeyse kalıplaşmış bir şekilde bütün sakın akımlarda aynı şekilde<br />

tezahür eder. Basamaklar, cemaat içinde iyice sindirilerek yukarılara doğru yol alır. Bunlar şu şekilde<br />

sıralanabilir:<br />

1- Evliyalık: hareketin lideri verdiği vaazlar ve dünya nimetlerinden arınmış yaşam tarzıyla<br />

insanlar arasında dikkat çeker. Bu cazibeye kapılan dini bilgisi zayıf, fakat ihlaslı kalabalıkların<br />

sayısı her geçen gün artar. Hareket genişleme ivmesi kazandıkça, yarı entelektüeller, güçten<br />

ürken aydınlar ve şahsi menfaatini bu cemaatte arayan kişilerce övgüyle anılmaya başlar.<br />

Yazılı ve görsel medyada boy göstermeye başlayan akım içerisinde kendinden menkul<br />

kerametler ağızdan ağıza yayılır. Bunlar lider veya arkasındaki güçler tarafından yazılan basit<br />

senaryolardır aslında. Buna rağmen kitleleri etkiler ve koca toplumu meçhule doğru<br />

sürüklemeyi başarır.<br />

Kerametlerde akıl ve mantık dışı pek çok öğe bulunmasına rağmen, kalabalıkların itiraz<br />

etmeye hakları ve yetkileri olmadığından çok kolay yayılır.<br />

Liderlikten evliyalığa terfi eden baştaki kişi, hemen hayır işlerine yönelir. Bu toplumu<br />

kazanma ve kendisine karşı yönelebilecek tepkilere karşı koymada çok etkili bir yoldur. Fakat<br />

şurası hakikattir ki, hayır işleri için toplanan paraların büyük bir kısmı yerini bulmaz ve<br />

evliyanın mutlak tasarrufuna geçer. Bunların akıbetini de ondan başkası asla bilmez. Buna<br />

rağmen sözde evliya hala zühd ve takva ehli olduğu, dünya nimetlerinde yüz çevirdiği imajını<br />

ısrarla korur.<br />

Burada hemen belirtmek isteriz ki, hakiki evliyayı tenzih ederiz. Zaten ümmete hizmetten<br />

gayri düşüncesi olmayan Allah dostları, hareketlerinden ve sözlerinden kendini belli eder.<br />

2- Seçkinlik: Tebaa çoğaldıkça uydurma kerametler yetersiz olamaya ve maske aralanmaya<br />

başlayınca, lider yeni bir merhaleye terfi eder. Doğuştan veya çocukluğunda seçildiğini el<br />

altından yaymaya başlar. Bu seçilmişlik rütbesi, pek çok çatlak sesi de susmaya mecbur<br />

bırakır. Oysa ki şuurlu bir Müslüman bilir ki ancak peygamberler seçilmiştir. Diğer tüm<br />

insanlar, gayret göstererek ve takva yolunda ilerleyerek çeşitli mertebelere gelebilir. Bu<br />

gerçek görmezden gelinir ve yavaş yavaş sapmalar kendini belli etmeye başlar. Cemaat<br />

Allah’a kulluk zannıyla lidere kulluk etmeye başlar.<br />

Seçilmiş kişinin en temel vasfı, mutlaka seyyit olmasıdır. Bu durum hem lidere ve harekete<br />

karşı çıkabilecek güçler için sigorta, hem de saygınlık açısından kaçınılmazdır. Ehli beyte karşı<br />

muhabbet besleyen gerek Sünni, gerek Alevi kesim böylelikle etkilenmeye çalışılır. Bu uğurda<br />

düzmece secereler hazırlatılır. Ancak tuhaftır ki söz konusu secereler in yazılı metni nedense<br />

kaybolmuştur. Bunun da sebebi çok basittir. Abbasiler devrinde kurulup, Osmanlı’nın son


dönemine kadar devam eden Nakîbü'l eşrâf müessesesi, tüm seyitlerin kaydını tutmaktadır.<br />

Liderin foyasının ortaya çıkmaması için kaybolma numarası en akılcı yoldur.<br />

3- Mehdilik: Seçilmiş kişi, neden seçildiğini tebaasına izah zaruretine düşer. Bu durumda en<br />

kolay izah ta mehdiliktir. Mehdi, Şia kadar olmasa da Sünni alemde önemli bir kişidir. Ahir<br />

zamanda zuhur etmesi de cemaat önderi için çok büyük avantaj taşır. Böylelikle inandırıcılık<br />

gücü artar. Fakat ciddi bir handikap lideri zor durumda bırakır. O da Mehdi’nin gerek<br />

hadislerde, gerekse diğer literatürde hep deccal ile birlikte anılmasıdır. Yani Mehdi’nin<br />

karşısında mutlaka Deccal’in de var olması gerekir. İkisinin de aynı dönemde yaşayacağı<br />

belirtilmişken, lider, bin bir teville ölmüş bir şahsın veya mevcut bir sistemin Deccal olduğunu<br />

söyleyerek zorluğu kolayca aşar.<br />

4- Mesihlik: Gene ahir zamanla ilişkili olan Mesihlik, nedense doruk nokta olarak kabul<br />

edilmemiş, hep basamak olarak kullanılmıştır. Yani sapkın bir cemaat, mezhep veya din kuran<br />

bir kişinin Mesihlik iddia edip orada kaldığı duyulmamıştır. Bunun sebebini birkaç noktada<br />

aramak gerekir. Birincisi Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dinleri Mesihliği kabul eder, ancak<br />

Mesih’in kişiliği hakkında üç dinde de derin ayrılıklar mevcuttur. Hıristiyanlık ve İslam, İsa<br />

alehyisselamın Mesih olduğunu kabul eder. Yahudilik başka Mesih bekler. Konunun<br />

uzamaması için İslam inancındaki Mesih’in iki özelliğinden bahsetmek meseleyi izaha yeterli<br />

olacaktır. Mesih zuhur ettiğinde hadislerde belirtildiğine göre Haçı kıracak ve domuzu<br />

öldürecektir. İslam alimlerince bu durum, Hıristiyanlığın son bulacağı şeklinde algılanmıştır.<br />

Beziüzzaman Said Nursi de söz konusu hadisleri “İslam ve Hıristiyanlığın aynı çizgiye geleceği”<br />

şeklinde açıklamıştır.<br />

Mesihlik iddia eden kişi bu açıklamalar karşısında zor durumdadır. Hıristiyanlığı yok etmek<br />

harcı değildir. Aynı zamanda da çoğunun efendileri pozisyonunda olan batı dünyasının<br />

tepkisini çekmek işlerine gelmez. Tek çıkar yol olarak, Mesihlik mertebesinden kısa zamanda<br />

bir üst merhaleye atlamak zarureti hasıl olur.<br />

5- Peygamberlik: Mesihlik bir anlamda peygamberlik mertebesinin hazırlayıcısı konumundadır.<br />

Zira İsa aleyhisselam peygamberdir. Bu makam cemaatin kesin hatlarla içinde büyüdüğü<br />

dinden kopuşun tam ilanıdır aynı zamanda. Lider artık peygamberdir ve onun her söylediği<br />

mutlak doğrudur. Zayıf dini bilgileri sebebiyle tebaa, vahiy olmayan görüşlerinin ashabı<br />

tarafından tartışıldığı alemlerin efendisinin sallalahualeyhivesellem hayatını ve ölçüsünü<br />

bilmediği için, sahte peygambere kayıtsız şartsız bağlanır. Sahte peygamberin her zaman<br />

alenen peygamberliğini iddia etmesi gerekmez. Zaten son peygamberin gelmiş olması da<br />

kendisini çok zorlayıcı bir durumdur. Bu nedenle bazıları “ben peygamberim” demese de,<br />

Allah ile direkt irtibat kurduğunu söyleyerek te ima ile mesajını iletir.<br />

6- Uluhiyet: liderin en son gelebileceği mertebedir. Çünkü nefsi ve arkasındaki güçler kendisini<br />

en sonunda bu mertebeye getirir. İlahlık iddiası çeşitli şekillerde tezahür eder. Mesela kişi<br />

kendisin ilah olup dünyada bedenleştiğini, birkaç ilahtan biri olduğunu veya ilahın kendisine<br />

hulül ettiğini iddia edebilir.


Bu evreler özellikle İslam tarihi ve mezhepler tarihi incelendiğinde pek çok sapkın oluşumda<br />

karşımıza çıkar. Bu sapık akımların kurucuları ilginç bir tesadüftür ki! Perde arkasında hep batı dünyası<br />

olmuştur. Onalar piyonlarını mertebeden mertebeye yükseltirken, olanonların peşinden giden zavallı<br />

cahil Müslümanlara olmuş, hem imanlarını hem de zaman zaman çıkan fitneler sebebiyle<br />

hürriyetlerini kaybetmişlerdir. Sapkın liderler azgın nefislerini tatmin ederken, İslam alemi cetvelle<br />

parçalara ayrılmıştır.<br />

İki önemli örnek konuya ışık tutacaktır.<br />

On dokuzuncu yüzyılın sonlarında Hindistan da ortaya çıkan Mirza Gulam Ahmet, yazdığı dini<br />

yazılarla dikkat çekmiş, verdiği vaazlarla halkasını genişletip cemaat teşkil etmiş, daha sonra önce<br />

seçilmişlik, Mesihlik mertebelerinden sonra nihayet peygamberliğini ilan etmiştir. İngiliz desteği<br />

arkasında olduğu halde cihadı inkar ederek Hindistan’daki İngiliz emperyalizminin perçinlenmesine<br />

sebep olmuştur. Gene yakın dönemlerde Rusya’nın projesi olarak İran’da ortaya atılan Mirza Ali Bab,<br />

(bab=kapı) kendisinin uluhiyete açılan kapı olduğunu iddia etmiş, o kurşuna dizildikten sonra, talebesi<br />

Mirza Hüseyin Bahaullah, (bahaullah= Allah’ın yüzü)el Akdes isimli Rusların yazdığı uydurma kitapla<br />

kendini göstermiş, Allah’ın kendi bedenine hulül ettiğini (girdiğini) iddia ederek, bir çok insanın helak<br />

olmasına ve çeşitli karışıklıklara sebep olmuştur.


PARALEL DİN<br />

İlahi takdir gereği insanoğlu dünyaya gönderilmiş ve imtihan başlamıştır. Bu imtihanda<br />

başarılı olabilmeleri için rahmetinin tecellisi olarak Yüce Allah, ilk peygamberi Adem aleyhisselam ile<br />

insanlara din göndermiş ve üstünlüğü bu dine uyma derecesine göre tayin etmiştir. Bu arada Şeytan<br />

da boş durmamış, insanları saptırmak adına türlü hilelere başvurmuştur. Bu hilelerin en tehlikelisi de<br />

belki de “Paralel Din’ dir.<br />

Anlaşılmış olmasına karşın burada paralel dinden kastımızın, Allah’ın gönderdiği dine<br />

alternatif olmak üzere uydurulmuş inanç sistemi olduğunu özellikle belirtelim.<br />

Tarihte pek çok paralel din kurulmuş, kimi taraftar bulamadığı için yok olup gitmiş, kimi de<br />

heva ve hevesine uyan veya dini bilgisi yetersiz bulunan insanlar tarafından revaç bulmuş, tarihe yön<br />

vermiştir.<br />

Yaşadığımız döneme kadar kurulan ve insanlık hayatında sahne alan bazı paralel dinlere örnek<br />

olarak şu inançları sayabiliriz;<br />

1- Yahudilik: Musa aleyhisselamın tebliğ ettiği hak dine karşı Hahamlarca kurulan günümüz<br />

Yahudiliğidir. Kur’a n da zikredildiği üzere Allah’ın kitabı Tevrat, Hahamlara emanet edilmişti.<br />

Ancak onlar gerek kelimelerin yerlerini değiştirerek, gerek ayetlere ekleme ve çıkarma<br />

yaparak hak dini bozdular ve paralel bir din oluşturdular. Bu din günümüze kadar geldi.<br />

2- Hıristiyanlık: İsa aleyhisselamın tebliğ ettiği hak dine karşı Pavlus, pagan ve sır dinlerinin<br />

sentezi olan bir inanç sistemi geliştirdi. Allah’ın dini ve kitabı, bu inançla değiştirildi. Bu<br />

nedenle Pavlus, belki de paralel din kuran ilk kişi oldu. Onun dini hala devam etmektedir.<br />

3- İnsanlık Dini: Fransız sosyolog, matematikçi ve filozof, hatta Sosyolojinin babası olarak<br />

tanımlanan .Auguste Comte’nin kurduğu dindir. Bütün dinlere paralel olarak kurulmuştur.<br />

Ancak Comte dahil hiç taraftar bulamamıştır.<br />

4- Hizmet Dini: Fethullah GÜLEN’in İslam dinine karşı kurduğu paralel dindir. Hiçbir ahlaki ve<br />

insani kural tanımayan bu din, günümüz insanı ve milletimiz için büyük bir tehlike arz<br />

etmekte, pek çok cahil kitleyi peşinden sürüklemektedir.


<strong>PAVLUS</strong><br />

Dört İncil’den biri olan Luka İncilinin Pavlus, “Kilikya’dan Tarsuslu bir Yahudi” (Res. İş. 21:39, 22:3)<br />

olarak tanıtılır. Bu gün Mersin ilimizin ilçesi olan Tarsus, Hıristiyan kaynaklarına göre Pavlus’un<br />

doğum yeridir. Pavlus, Filipililere Mektup’ta kendisini, “doğumunun sekizinci günü sünnet olan, İsrail<br />

soyundan, Benjamin kabilesinden, özbeöz bir İbrani” (Filip. 3:5) olarak niteler. ( Pavlus: Hıristiyanlığın<br />

Miman Şinasi GÜNDÜZ Ankara Okulu Yayınları) Her ne kadar Resullerin İşleri’nde Pavlus'un Tarsus<br />

doğumlu olduğu konusundaki ifade genel olarak kabul görse de onun Tarsus doğumlu olduğu Yeni<br />

Ahit’te başka bir yerde geçmez. Diğer taraftan onun aslen nereli olduğu konusunda değişik görüşler<br />

de ileri sürülür. Kilise babası Jerome tarafından nakledilen erken dönemlere ait bir gelenek, onu<br />

Yudea bölgesindeki Giscala (Giscalis, Hieronymus) ile ilişkili görür. Buna göre Pavlus aslen Giscalalıdır;<br />

burasının Romalılar tarafından alınmasından sonra ailesiyle Kilikya’daki Tarsus'a göç etmiştir. Ancak<br />

çeşitli araştırıcılar, bu rivayette yer alan ifadeleri doğrulamanın pek mümkün gözükmediğini ya da bu<br />

rivayette Pavlus’tan ziyade Pavlus’un ailesinin Gischalalı olduğunun vurgulanmak istendiğini<br />

tartışmaktadır.<br />

Pavlus'un nereli olduğu kadar ne zaman doğduğu konusu da tartışmalıdır. İlk elden kaynaklarda<br />

onun doğum tarihiyle ilgili açık bir ifadeye rastlamak mümkün değildir. Çeşitli Yeni Ahit araştırıcıları,<br />

Resullerin İşleri'ndeki “genç Saul’un Stefan’ın taşlanışını izlemesi” (Res. İş. 7:58) ifadesiyle onun bir<br />

Rabbi olduğu ihtimalini çağrıştıran ifadelerden (Res. İş. 8:1, 9:1-2 gibi) hareketle onun muhtemel<br />

doğum tarihini hesaplamaya çalışırlar. Bu çerçevede onun muhtemelen MS ilk 10 yılda doğmuş<br />

olduğu üzerinde durulur. ( Pavlus: Hıristiyanlığın Miman Şinasi GÜNDÜZ Ankara Okulu Yayınları)<br />

Yahudi diyasporasının bir üyesi olduğu anlaşılan Pavlus, baba mesleği olan çadırcılıkla uğraşmaktadır.<br />

Asıl adı ünlü Yahudi savaşçısı Saul’un isminden hareketle “Saul” dur. “Pavlus” Latince adıdır.<br />

Küçük yaşlarda ilim öğrenmesi için ailesi tarafından Kudüs’e gönderilmiştir. Luka’nın<br />

anlatımına göre, ilimde saygın bir yer edinmiş, hatta Yahudi yüksek mahkemesi olan Sanhedrin’in<br />

güvendiği bir kişi olmuştur. Hayatı boyunca hiç evlenmeyen Pavlus, geri kalan hayatını, çeşitli<br />

şehirlerde vaazlar vererek geçirmiştir.<br />

Bir Şam yolculuğu esnasında gördüğü vizyon üzerine bütün hayatı değişmiş, koyu bir<br />

Hıristiyan düşmanı iken, o anda Hıristiyan, hatta İsa’nın en önde gelen havarisi oluvermiştir. Ancak İsa<br />

aleyhisselam’ın gerçek havarileri onu tanımamışlar, onunla mücadeleye girişmişlerdir. Çünkü Pavlus,<br />

İsa aleyhisselam’ın tebliğ ettiği dine paralel bir din kurmuş, gerçek dindarları saptırmak amacıyla<br />

şehir, şehir dolaşmaya başlamış, kısmen de başarılı olmuş, kendine bağlı kiliseler kurmuştur.


DİN KURUCUSU OLARAK <strong>PAVLUS</strong><br />

Hıristiyanlık içi ve dışı hemen hemen bütün otoritelere göre günümüz Hıristiyanlığının<br />

kurucusu Pavlus’tur. Hatta öyle ki, mevcut olan İnciller bile Pavlus sonrası yazılıp onun dini anlayışına<br />

uygun biçimde kaleme alınmıştır. Kendisinin çeşitli kiliselere ve topluluklara gönderdiği varsayılan<br />

mektuplar çerçevesinde oluşturulan paralel din, pagan toplulukları arasında revaç bulmuş, İsa<br />

aleyhisselamın yaşadığı yerlerden çok genellikle çok tanrıya tapan kitlelerin yaşadığı bölgelerde<br />

yayılmıştır.<br />

Pavlus, kurmuş olduğu dine orijinal bir ad vermemesine karşın, bu dinin ismini gene bu<br />

topluluklar ‘Hıristiyanlık’ ismini uygun bulmuşlardır. Başlangıçta İsa aleyhisselamın havarileri ile<br />

mücadele halinde bulunan Pavlusûn dini, büyük bir yenilgiye uğrayıp neredeyse yok olmaya yüz<br />

tutmuşken, Roma İmparatoru Konstantin;in hamiliğinde organize edilen “İznik Konsili’ vasıtasıyla<br />

resmiyet kazanıp, baskıyla tek otorite haline gelmiştir.<br />

Bu baskının neticesinde, gerçek dinin yanında bütün inançlar da yok edilmiştir. Bazı ilim<br />

adamlarına göre Allah’ın vahyi olan İncil, bu dönemde kaybolmuştur.<br />

Aslında Pavlus, Allah’ın dinine karşı kurduğu paralel dine hiçbir orijinalite katmamış olup,<br />

yaşadığı devirde revaçta olan sır dinleri ve pagan inançlarını harmanlamış, böylece Anadolu’da<br />

yaşayan kitlelere hoş gelebilecek bir tasarımda bulunmaya özen göstermiştir.<br />

Bu nedenle onun dini, inançlar sentezi olarak ortaya çıkmış, diğer inançların baskıyla yok<br />

edilmesi sonucu orijinal gibi görünmüştür. Pavlus, sadece inançları sentezlemekle yetinmeyip, aynı<br />

zamanda yukarıda sayılan dinlerin önemli şahsiyetlerini de Hıristiyanlık içine dahil edebilmiştir. Bu<br />

duruma en iyi örnek te Noel Baba’dır.<br />

Felsefenin yoğun etkisi görülen çevrede yetiştiğinden, filozofların pek çok düşüncesini de<br />

dinin dogmaları haline sokmuştur.<br />

“Kendisini “Annesinin rahmindeyken Tanrı tarafından seçilip görevlendirilen kişi” (Galatyalılar<br />

1: 15-16 ) olarak niteleyen Pavlus için, Hıristiyan dininin belki İsa’dan bile daha önemli kişisi demek<br />

sanırım abartı olmaz. Çünkü bu dini şekillendiren hatta oluşturan Pavlus’un fikirleridir. Elçilerin işleri<br />

kitabından ve çeşitli kiliselere gönderdiği varsayılan mektuplarından şahsiyetini öğrenebildiğimiz bu<br />

kişi, gençlik döneminden sonra neredeyse tüm hayatını havarilerle mücadele ve kendi oluşturduğu<br />

dini yaymakla geçirmiştir. Yaptığı işi “Çarmıha gerilerek ölen ve sonra tekrar dirilen Rab İsa Mesih’in<br />

mesajını yaymak” ( Galatyalılar 1:1-2, 2:7, Korintliler 11:23) olarak tarif eden Pavlus’un hayatı ve<br />

kişiliği tarih boyunca çeşitli araştırmalara konu olmuş, ancak günümüzde pek çok yönüyle tanınmaya<br />

başlanmıştır.<br />

Pavlus’un bir din kurucusu mu, yoksa var olan bir dinin neferi mi olduğu sorusuna cevap arayan bir<br />

çok araştırmacı, çeşitli ilmi kriterlerle yaptıkları çalışmaların sonucunda onun mevcut olan bir dini<br />

değiştirip yeni bir vizyonla helenistlere sunduğu görüşünde birleşmektedir. Hıristiyanlığın ilk<br />

yıllarından itibaren “sahtekar-sahte havari” olarak itham edilen Pavlus, aslen bir Yahudi’dir. Bu da<br />

daha İsa Mesih hayattayken getirdiği dine iman etmeyip onun hayatına kasteden Yahudilerle aynı<br />

ırktan olması, gene Elçilerin İşleri kitabının yazarı Luka’nın belirttiğine göre ilk Hıristiyanlara yapılan<br />

zulümlere bizzat iştirak etmesi, onun sonradan Hıristiyanlığı kasten bozmaya çalıştığı şüphelerine yol<br />

açmıştır.<br />

“Kilikya’dan Tarsus’lu bir Yahudi” ( Elçilerin İşleri 21:39, 22:3) , “sekizinci gün sünnet olan<br />

İsrail soyundan, Benyamin kabilesinden, özbeöz bir İbrani” ( Filipeliler 3:5) olarak dünyaya gelen<br />

Pavlus, çocukluğundan itibaren zengin kültüre sahip bir coğrafyada yetişmiştir. Yaşadığı toplumda var<br />

olan yirmiye yakın “sır dini” ve çeşitli felsefelerin etkisiyle şekillendirdiği düşünce yapısıyla günümüz<br />

Hıristiyanlığının temellerini atmıştır.


İsa Mesih’in getirdiği dini yaymaya çalışan havarilerin çabalarıyla geniş bir coğrafyaya yayılma<br />

eğilimi gösteren Hıristiyanlık, Pavlus’a kadar ulaşmış, ancak Hıristiyanlardan duyduklarını ve pagan<br />

kültüründen öğrendiklerini sentezleyen Pavlus yeni bir “Rab İsa” sloganıyla yola çıkmıştır. Nitekim<br />

Luka’nın Elçilerin İşleri kitabında perde arkasında göstermesine rağmen Pavlus ve fikirlerine karşı<br />

yoğun bir karşı kampanya başlatan havariler, onu hiçbir zaman aralarına almamış ve<br />

onaylamamışlardır. Bu durum Pavlus’un bir çok mektubunda açıkça görülür.<br />

Elçilerin İşleri ve mektuplarda birbiriyle çelişkili olarak anlatılan rivayetlere göre Pavlus, Şam’a<br />

giderken yolda gördüğü bir vizyon sonucu Hıristiyan, hatta havari olmuştur. Kendisini dini konuda tek<br />

otorite olarak kabul etmiş, gerçek havarileri her zaman küçümsemiştir. Vizyon hadisesinin ve<br />

havarilere karşı takındığı tutumun sebebi aslında onda var olan fizyolojik bir hastalıktan<br />

kaynaklanmaktadır. Bu hastalıkla ilgili kendi ifadeleri detaylı olarak incelendiğinde ortaya Pavlus’un<br />

nasıl bir karakter taşıdığı açıkça görülecektir.<br />

2Ko 12:7 Aldığım esinlerin üstünlüğüyle gururlanmayayım diye bana bedende bir diken, beni<br />

yumruklamak için bir şeytan meleği verildi, gururlanmayayım diye.<br />

2Ko 12:8 Bundan kurtulmak için Rab'be üç kez yalvardım.<br />

Pavlus’un burada güya yaptığı işten şımarmasın diye Tanrı tarafından kendisine verildiğini<br />

iddia ettiği “şeytan meleği” tabiri, bizzat kendisinin Hıristiyanlığa soktuğu “her hastalığın sebebi<br />

cinlerdir.” Safsatasını doğrulamak adına uydurduğu bir yalandır. Gerçekte o, ciddi bir hastalığa<br />

musallat olup ömrünün sonuna kadar tedavi olmamış biridir.<br />

1Ko 2:3 Ben size zayıflık ve korku içinde geldim, nasıl da titriyordum!<br />

Yukarıdaki ayette Pavlus’un sahip olduğu hastalığın belirtileri açıkça kendisi tarafından ifade<br />

edilmiştir<br />

Gal 4:13 Bildiğiniz gibi, Müjde'yi size ilk kez bedensel bir hastalığım nedeniyle bildirdim.<br />

Gal 4:14 Bedensel durumum sizin için çetin bir deneme olduğu halde beni ne horladınız, ne de<br />

benden tiksindiniz. Tanrı'nın bir meleğini, hatta Mesih İsa'yı kabul eder gibi kabul ettiniz beni.<br />

Pavlus’un Galatyalılara yazmış olduğu mektubun 4. bölümünün 14. ayetinde hastalığın teşhisi<br />

tamamen açığa çıkmaktadır. Ancak günümüz kutsal kitap metinlerinde ayette geçen “tiksindiniz”<br />

ifadesi yanlış olmakla beraber, doğrusu “tükürdünüz” olmalıdır. Tüm bu verileri sıralayacak olursak;<br />

1- Bedensel zayıflık.<br />

2- Korku sendromu.<br />

3- Titreme.<br />

4- Yumruklanma hissi.<br />

5- Horlanma.<br />

6- Tükürülme.<br />

7- Kendinden geçme.<br />

Modern tıp uzmanlarına göre tüm bu veriler genellikle tek bir hastalığı akla getirmektedir ki, bu<br />

da epilepsidir. Pavlus’un yaşadığı dönemde bu tip hastalara hastalığın bulaşmaması için tükürüldüğü<br />

ve hastanın hor görüldüğü bilindiğine göre, Pavlus tipik bir epileptik vakadır.<br />

Bu yüzden Pavlus’un Şam yolculuğunda gördüğünü iddia ettiği vizyon ve çeşitli ruhsal tecrübeleri,<br />

epilepsiden kaynaklanan patolojik rahatsızlık ürünü halüsinasyonlardan başka bir şey değildir.<br />

Bedensel ve ruhsal yönden hasta bir kişinin hastalığın tesiriyle gördüğü halisinasyonları, vahiy olarak<br />

nitelendirip, kendine “havari” sıfatı yakıştırarak ortaya çıkıp bir din kurması ve kurduğu bu dini, sırf<br />

pagan inancına yabancı olmadığı için benimseyen ve süratle yayılmasını sağlayan helenistlerin varlığı<br />

tarihin garip bir cilvesidir.<br />

Pavlus yukarıda sayılan etmenler sonucunda Yahudi ve Hıristiyanların hiçte alışık olmadıkları<br />

sapkın fikirler yaymış, çeşitli kiliseler kurmuş ve bir takım mektuplar yazarak düşüncelerini yazılı hale<br />

getirmiştir. Bu yazılı metinler (mektuplar) sonradan kaleme alınan İnciller için ana kaynak oluşturmuş,<br />

böylece gerçek İsa (A.S.), gerçek İncil ve dolayısıyla gerçek din, uydurulan metinlerin arkasında<br />

kalarak kaybolmuştur.” (Allah’a İftira mı Ediyorsunuz? Kitab-ı Mukaddesten Tuhaf Ayetler Yahya<br />

Kemal SAVDIR Ozan Yayıncılık 2010)


<strong>PAVLUS</strong>'UN HIRİSTİYANLIKTAN AYRILDIĞI NOKTALAR<br />

Gerçekten de yüzeysel bazı paralellikler bir tarafa, Pavlus ile İsa’nın tebliğ ettikleri öğretileri<br />

karşılaştırdığımızda, Pavlus’un öğretilerinde ne kadar tarihsel İsa’yı takip ettiği sorusuna olumlu cevap<br />

vermek pek mümkün gözükmemektedir. Zira İsa ile Pavlus’un teolojileri arasında temel birçok farklılık<br />

bulunmaktadır. Bu farklılıklar; öğretilerinin merkezi vurgusu, hukuka yaklaşımdan, Tanrı düşünceleri,<br />

kurtuluş teorileri, tarihsel akışa, geçmişe ve geleceğe bakış tarzları ve benzeri konularda özellikle ön<br />

plana çıkmaktadır. ( Pavlus Hıristiyanlığın Mimarı Şinasi GÜNDÜZ Ankara Okulu Yayınları İstanbul<br />

2001)<br />

1- Teosentrizm (Allah-merkezcilik ) ve Kristosentrizm (Mesih merkezcilik)<br />

Pavlus ile tarihsel İsa arasındaki temel farklılıklardan birisi, her iki şahsiyetin öğretilerinin merkezini<br />

oluşturan farklı yaklaşımlarda ortaya çıkmaktadır. Tarihsel İsa'nın teolojisi Teosentrik (Tanrı merkezli)<br />

bir yapıya sahiptir. İsa’nın yaptığı çağrının özünde, insanları Tanrıya iman edip, kötülükten uzak<br />

durmak suretiyle Tanrının egemenliğine girmeye davet etmek bulunmaktadır. Dolayısıyla onun<br />

öğretilerinin merkezi unsuru; kötülüğün, günahkarlığın ve zulmün ifadesi olan şeytanın boyunduruğu<br />

altında olmaya karşı çıkarak halkı Tanrıya davet etmektir. Tanrı hem kozmogonik ve kozmolojik<br />

düzlemde hem de insan yaşamında egemen olan yüce varlıktır. Bu egemenliğin farkında olmayan ya<br />

da günah ve kötülüğe meylederek buna karşı çıkan insanlan uyarmak İsa'nın görevidir.<br />

İsa’nın bu Tanrı merkezli din anlayışına karşılık Pavlus’un öğretilerinin temelini ise Kristosentrizm ya<br />

da Mesih merkezlilik düşüncesi teşkil eder. Pavlus, "ben artık yaşamıyorum, Mesih bende yaşıyor”<br />

(Gal. 2:20) ya da “benim için yaşamak Mesih’tir” (Filip. 1:21) gibi sözleriyle Mesih kavramının<br />

öğretilerinin temelini oluşturduğuna dikkat çekmektedir. Pavlus’a göre İsa, Tanrısal Oğul’un insanlığın<br />

kurtuluşu için bedenleşmiş halidir, Mesih’tir. Dinsel öğretinin en önemli işlevi, kurtarıcı Rab İsa Mesih<br />

düşüncesini açıklamasıdır. Bu çerçevede kurtuluş ve iman Mesih kavramı çerçevesinde<br />

açıklanmaktadır. Pavlus’a göre kurtuluşun yegane yolu Mesih’e imandır. İsa, iman ve Tanrısal hukuk<br />

da dahil dinsel öğretilere teslimiyet ile Tanrı egemenliğine girme gereğinden söz ederken, Pavlus,<br />

"Mesih’te” olmanın ya da "Mesih cemaatine” girmenin gereğinden söz etmektedir.<br />

2- Tanrının Egemenliği<br />

Aynı şekilde “Tanrının egemenliği” kavramı açısından da Pavlus’un yaklaşımı tarihsel İsa’nın<br />

yaklaşımından oldukça farklıdır. İsa’ya göre Tanrının egemenliği, özel anlamda dünyanın sonunda<br />

gerçekleşecek olan hesap/yargı günüdür; genel anlamda ise o, Tanrının iradesinin insan inanç,<br />

düşünce ve eylemlerine egemen olmasıdır. Bu nedenle İsa, insanları şeytanın egemenliğinden<br />

kurtarmaya ve Tanrının egemenliğine girmeye çağırmaktadır. Pavlus’ta ise Tanrının egemenli ği,<br />

eskatolojik bağlamdaki Mesih’in krallığı beklentisine (Parousia) dönüşmüştür. Ona göre, Tanrı<br />

kendilerini karanlığın egemenliğinden kurtanp Oğul’un egemenliğine aktarmıştır (Kol. 1:13). Onun<br />

beklediği egemenlik, Rab İsa Mesih’in egemenliğidir (2 Tim. 4:1, 18). Pavlus'a göre, yeryüzüne ilk<br />

gelişinde çarmıhta kendisini feda ederek, dünyaya egemen olan günah-ölüm kısırdöngüsüne ilişkin<br />

gerçekleri insanlara bildiren ve onlara bu kısırdöngüden kurtuluşun yollarım öğreten Rab İsa Mesih,<br />

ileride tekrar gelecektir<br />

3- Misyonun Merkezi Vurgusu:<br />

Mesaj mı İsa’nın Şahsı mı?


Bundan başka tarihsel İsa ile Pavlus'un öğretileri arasındaki bir diğer önemli farklılık, misyondaki<br />

merkezi vurgu konusunda ortaya çıkmaktadır. İsa’nın öğretilerinde önemli olan, İsa’nın kendi<br />

şahsiyeti ya da kimliği değil, tebliğ ettiği mesajdır<br />

Diğer taraftan Pavlus’un öğretisinde ise tarihsel İsa’nın temsil ve tebliğ ettiği mesaj değil, şahsı ya da<br />

kimliği önemli bir unsur olarak ön plana çıkar. Bu nedenle Pavlus, mektuplarında tarihte yaşamış bir<br />

şahsiyet olan İsa’nın yaşamını ya da tebliğ ettiği öğretileri/mesajı fazla dikkate almaz; onun için<br />

önemli olan İsa’nın şahsında be- denleşen ilahi Oğul Rab Mesih'tir. Bu nedenle Pavlus, artık kendilerinin<br />

İsa’yı dünyevi haliyle tanımadıklarını, önemli olanın dünyevi İsa'nın ölümü sonrası dirilen, ilahi<br />

aleme yükselen ve ileride yeniden gelecek olan Mesih İsa olduğunu vurgulamakta, öğretilerinde<br />

ısrarla bunun üzerinde durmaktadır.<br />

4- Tanrı Düşüncesi<br />

Tanrı düşüncesi konusunda da İsa ile Pavlus arasında bir fark-lılık dikkati çeker. Tarihsel İsa, Musa<br />

inancı doğrultusunda düşünen tam bir monoteisttir. Ona göre Musa hukukundaki en önemli buyruk,<br />

Tanrının tek olduğunu ve ondan başka Rab olmadığını belirten (Tanrımız olan Rab tek Rabdir' ve<br />

Tanrıyı bütün varlığımızla sevmemiz gerektiğini vurgulayan emirdir (Mark 12:29-32). Tanrı yaratan,<br />

öldüren, dirilten ve yargılayandır (Mark. 10:6); her şeye gücü yetendir (Mark. 10:27); yerlerin ve<br />

göklerin Rabbidir (Mat. 11:25; Luk. 10:21). Hesap gününün ne zaman olacağını yalnızca o bilir; ondan<br />

başka hiçbir kimse, ne melekler ne de bir başkası bunu bile-bilir (Mark. 13:32). Ona göre Tanrı en<br />

üstün olandır. Örneğin bu çerçevede İsa bir deyişinde, Tanrının mutlak iyi olan olduğunu be-lirterek<br />

Tanrıdan başka hiç kimsenin mutlak iyi olamayacağına dikkat çekmektedir (Mark. 10:18). İsa’nın bu<br />

ifadeyi, kendisine “iyi öğ-retmen" diye hitap eden bir kişiye karşı söylemesi de ilginçtir. İsa “Bana<br />

neden iyi diyorsun? İyi olan tek biri var; o da Tanrıdır" diye-rek, bir yandan kendisi için mutlak<br />

üstünlük nitelemelerini uygun görmemiş, diğer taraftan da mutlak üstünlük vasfına yalnızca Tan-rının<br />

haiz olduğunun altını çizmiştir. Ayrıca İsa’ya göre Tanrı her<br />

alanda egemen/kral olandır ve yalnızca ona itaat edilmesi gerekir. Bu nedenle onun tarafından<br />

gönderilen yasalara riayet etmemek doğru değildir; böyle davrananlar asla Tanrının egemenliğine nail<br />

olamayacaklardır.<br />

Diğer taraftan Pavlus'ta ise en azından tarihsel İsa'da gördüğümüz kadar tavizsiz, bir tek/üstün Tanrı<br />

düşüncesi görülmemektedir. Gerçi, C.A.A. Scott gibi bazı yazarlar, Pavlus’un “sonuna kadar taviz<br />

vermez bir monoteist olarak kaldığını” ileri sürmektedirler. Ayrıca Pavlus’un kendisi de “birden fazla<br />

Tanrı olmadığını” (1 Kor. 8:4) ifade etmektedir. Ancak bunların, onun İsa gibi bir monoteist olduğunu<br />

göstermesi şüphelidir. Zira Pavlus teolojisinde, İsa’nın teolojisinde görülmedik şekilde, Baba Tanrı ve<br />

Tanrısal Oğul olan Rab İsa Mesih ikiliği vardır. Örneğin Pavlus, birden fazla Tanrı olmadığı<br />

vurgusundan sonra şunu dile getirir:<br />

... Bizim için tek bir Tanrı Baba vardır. O. her şeyin kaynağıdır ve biz onun için yaşanz. Tek bir Rab<br />

vardır, o da İsa Mesih’tir. Her şey onun aracılığıyla yaratıldı, biz de onun aracılığıyla yaşanz (1 Kor. 8:5-<br />

6).<br />

5- Tanrısal Hukuk<br />

Tarihsel İsa ile Pavlus arasındaki bir diğer önemli farklılık noktası da her iki şahsiyetin Tanrısal hukuk<br />

ya da Musa hukuku konusundaki yaklaşımlannda ortaya çıkar. Bir önceki bölümde değindiğimiz gibi<br />

İsa, yaşamında asla Musa hukukuna karşı çıkmamış, hatta karşı çıkmak şöyle dursun, hukuka riayet<br />

etmenin önemini ısrarla vurgulamıştır. İsa, hiçbir zaman kendi öğretisini hııkukıpı dışında ya da ona<br />

alternatif olarak görmemiştir. Bununla birlikte İsa, hukuk konusundaki bazı tutarsızlıklan, topluma


egemen olan sınıftan kaynaklanan çeşitli istismarları ve sevgi-saygı ilkesinden yoksun, öç alma<br />

dürtüsünden hareket eden acımasız adalet anlayışını eleştirmiştir. Yine İsa, bizzat kendi yaşamında<br />

hukuka bağlı bir fert olarak kalmış; tapınak kurallarına riayet etmiş. Cumartesi yasağına uymuştur. O,<br />

hukukun en küçük bir gereğini dışlamanın kişiyi Tanrı yolundan uzaklaştıracağının altını çizmiştir.<br />

Pavlus ise öğretilerinde bir yandan Tanrısal hukuka karşı oldukça radikal bir yaklaşım sergilerken diğer<br />

yandan hukukla ilgili görüş ve düşüncelerinde zaman zaman tutarsızlıklara yer verir. Örneğin<br />

Pavlus’un, hukukun doğrudan Tanrı tarafından değil melekler aracılığıyla verildiğini savunması (Gal.<br />

3:19), hukuk yoluyla hiç kimsenin kurtulamayacağını ve hukuka bağlananlann lanet altında olduğunu<br />

ileri sürmesi (Gal. 3:10-11) ve hukukun günahı artırarak insanı günahkarlığa yönelttiğini düşünmesi<br />

oldukça radikal, hukuk karşıtı bir tutum ortaya koymaktadır. Diğer taraftan Tanrısal hukukun<br />

kesinlikle günah olmadığını, onun gerçekten de kutsal, doğru ve iyi olduğunu söylemesi (Rom. 7:7, 12)<br />

ve kendisinin Tanrısal hu kuku geçersiz saymadığını, tam tersine onu doğruladığını öne sürerek (Rom<br />

3:31), hukukun Tanrının vaadine aykın olmadığını belirtmesi (Gal. 3:21) ise, sanki hukuk yanl ısı bir<br />

tavır ortaya koyduğu izlenimini vermektedir.<br />

6- Otorite Anlayışı ve Sosyal-Siyasal Yapıya Karşı Tutum<br />

Pavlus’un içinde yaşadığı sosyal-siyasal yapıya ilişkin tutumu, tarihsel İsa’mn tutumundan önemli<br />

farklılıklar göstermektedir. Kısa yaşamında İsa, içinde yaşadığı toplumsal yapıya ve statükoya ciddi<br />

eleş-tiriler getirmiş; din adamlan sınıfının hiyerarşik üstünlüğüne ve top-lumda oluşturduğu rant<br />

düzenine karşı çıkmıştır. Aynca İsa, top-lumdaki ahlaki çöküntüyü ve sosyal düzensizliği/adaletsizliği<br />

eleştirmiş, konuşmalarında sermayeyi ve gücü elinde tutanlara karşı olumsuz görüşler dile getirmiştir.<br />

Başta Yahudi din adamlan ve ileri gelenleri olmak üzere toplumdaki egemen güçlerce bu davranışı<br />

nedeniyle takibat altına alınan İsa, nihayet yörenin yöneticisi tarafından “Yahudilerin kralı” olduğunu<br />

iddia etmekle suçlanmış ve ölüm cezasına çarptınlmıştır. Nitekim tıpkı İsa gibi daha önce Yahya’nın da<br />

siyasal otorite tarafından benzer kaygılarla tutuklanıp öldürüldüğü hatırlanmalıdır. Kısaca eldeki<br />

mevcut kaynaklar, İsa’nın yaşadığı Filistin yöresine egemen olan ne Yahudi ileri gelenleriyle ne de<br />

diğer siyasal otoriteyle olumlu ilişkiler kurmayı bir ön kabul olarak gördüğünü ortaya koymaktadır.<br />

İsa, Tanrının her alanda mutlak egemenliği merkezli öğretileri doğrultusunda toplumsal yapıyı<br />

değerlendirmiş, dolayısıyla yer yer egemen güçlerle karşı karşıya gelmiştir. O, asla statükoculuğu<br />

tercih etmemiş ve mevcut sosyal-siyasal yapıyı olduğu gibi korumayı amaçlayan bir muhafazakar<br />

olmamıştır.<br />

Pavlus’un fikir ve davranışlarına baktığımızda ise onun bir statükocu ve mevcut otoriter yapı yanında<br />

yer alan bir kişi olduğunu görüyoruz. Sosyal-siyasal yapıyla ilişkilerinde Pav- lus’ta görülen üç<br />

karakteristik özellik dikkat çekicidir: dünyevi<br />

egemenliğin Tanrısal iradenin tezahürüyle gerçekleştiğini düşünmesi ve ona itaati emretmesi; (ii)<br />

mevcut sosyal kurum ve değerlerin ya da bu çerçevede statükonun olduğu gibi korunmasına vurgu<br />

yapması; (iii) son olarak bulunduğu her ortama uymayı caiz görmesi. ( Pavlus Hıristiyanlığın Mimarı<br />

Şinasi GÜNDÜZ Ankara Okulu Yayınları İstanbul 2001)


HİZMET DİNİ<br />

Fethullah GÜLEN’in söylemleri ve cemaatinin eylemlerini “Hizmet” olarak isimlendirmeleri,<br />

kurduğu dine de pekala isim olarak yakıştırıla bilinir. Bütün faaliyetlerin ve söylemlerin din olarak<br />

ifade edilmesi, başlangıçta yadırganabilir, ancak itikad ve amel mevzu edildiğinde görülecektir ki,<br />

Fethullah GÜLEN, tüm söylemleri ve eylemleri göz önüne alındığında yeni bir dinin temellerini<br />

atmaktadır. Bu dinin mensuplarına da “cemaat” denilmektedir.<br />

Batıl veya hak olsun bütün dinlerin kendine özgü veya başka dinlerden alıntılanan bir itikadı,<br />

ibadet şekli ve yazılı/sözlü emirleri mevcuttur. Her dinin yapısı da bir kutsal etrafında şekillenir.<br />

Hizmet dininin de temel noktası Fethullah GÜLEN’in kutsiyetidir. Cemaatin inanışına göre O<br />

tartışılmaz, hata yapmaz, kendisinden günah sadır olmaz. Bu nedenle söylediği her söz, dinin kutsal<br />

emridir.<br />

Söz konusu dinin temel aldığı unsurlardan biri de, başka din ve inanç saiklerinin doğru yolda<br />

olmamasıdır. Bu nedenle kul hakkı, ehliyet ve kutsiyet gibi kavramlar başka din mensupları için<br />

geçerliliği olmayan kavramlardır. Kendi mensupları dışında hiçbir kimsenin makam ve mevki sahibi<br />

olmaya hakları yoktur.<br />

İnsanların kıymeti, Hizmet dinine ve cemaate yaptıkları katkılarla ölçülür.<br />

İslam dininin ortaya koyduğu haram ve helal çizgileri, Hizmet dini mensuplarını kuşatmaz.<br />

GÜLEN, bu kaideleri istediği gibi şekillendirebilir. Bir gün verdiği emir ertesi gün bile değişebilir. Bu<br />

durumun pek çok örneği mevcuttur. Böylece Hizmet dini her an tekamül eden bir yapıya sahiptir.<br />

İnanç ve söylemleriyle Hıristiyanlığa daha yakın görünen Fethullah GÜLEN’in ve cemaatinin,<br />

bazı çevrelerce hala İslami bir çizgide olduğunun var sayılması da, Hizmet dininin itikadi yapısından<br />

kaynaklanmaktadır.


HİZMET DİNİNİN İNANÇ ESASLARI<br />

Bütün dinler insanlığın karşısına inanç esaslarını sunarak çıkmışlardır ve her dinde bu hususlar<br />

dogma halindedir. Tamamına veya bir kısmına inanmamak, kişi açısından o dine de inanmama<br />

yükümlülüğü getirir. Kısaca “amentü” olarak adlandırılan bu esaslara inanmak, her dinin mümini için<br />

kaçınılmaz bir kaidedir.<br />

İslam dininin amentüsü Kur’an ve sünnetle tayin edilmiştir ve altı temel esas üzerine bina<br />

edilmiştir. Bir kişinin Müslüman sayılası için altı esasa kayıtsız şartsız, şeksiz, şüphesiz iman etmesi<br />

gerekir. Bir Müslüman şöyle ilan eder: Allah-u Teâlâ'nın varlığına ve birliğine inandım. Allah-u<br />

Teâlâ'nın meleklerine inandım; Allah-u Teâlâ'nın kitaplarına inandım. Allah-u Teâlâ'nın gönderdiği<br />

Peygamberlerine inandım. Âhiret gününe inandım. Kader, hayır, şer her şeyin Allah'ın yaratmasıyla<br />

olduğuna inandım. Öldükten sonra tekrar dirilmek haktır. Şehâdet ederim ki Allah'tan başka hiç bir<br />

ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki Muhammed (aleyhisselâm) Allah'ın kulu ve elçisidir.<br />

GÜLEN’in kurduğu Hizmet dini, bu esaslara yakın bir inanç sistemi getirmesine karşın, anlayışta<br />

İslam amentüsünden farklı bir metod takip eder şöyle kİ;<br />

1- Allah: İslam’ın Allah inancından farklı olarak GÜLEN, onun dünyada da görülebileceğini, hatta<br />

kendisinin gördüğünü de iddia eder. “Bir televizyon programında Yazar Latif Erdoğan "Gülen, bana<br />

'Allah ile konuştuğunu söyledi. Kainatı Hz.Muhammed(Sallallahu Aleyhi Vesellem) için yarattım senin<br />

için de devam ettiriyorum' dedi" diye konuştu.”<br />

Oysaki İslam dinine göre yüce Allah müminlere ancak cennette görülecektir.<br />

2- Vahiy ve melek: Bir televizyon röportajında Rahmetli Savaş Ay’a, Fethullah GÜLEN "Cebrail<br />

hiç görmediğim tanımadığım bir melek. Bu bir parti kursa ben ona diyeceğim ki, sen bir parti kurdun<br />

ama müsaadenle seni desteklemeyeceğim." Demektedir. Bu cümlenin İslam itikadı yönünden<br />

irdelendiğinde, birkaç yönden problemli ve tehlikeli olduğu açıkça görüldüğü gibi ayrıca Gülen’in ve<br />

hareketinin, İslam’ın iman şartlarından biri olan “Meleklere İman” bahsine nasıl baktığı hakkında<br />

önemli ipuçlarını da barındırmaktadır. Gelen tepkiler üzerine; "Hoca efendi, gazetede çalışan çok<br />

sevdiği Cebrail arkadaşını kastetmişti." Gibi komik, komik olduğu kadar insan zekasını küçümseyici bir<br />

savunma yapılmıştır.<br />

Meseleyi daha iyi anlamak bakımından derin bir tetkike tabi tutmaya ihtiyaç vardır.<br />

“Melekler Allah'ın nurdan yarattığı, gözümüzle göremediğimiz ruhanî varlıklardır. Melekler, sırf hayır<br />

işlemek ve Allah'a ibadette bulunmak için yaratılmışlardır. Kötülük yapmaya kabiliyetleri yoktur.<br />

Çünkü Allah onlara, şehvet ve gazap gibi kötülüğe itici duygular vermemiştir. Meleklerin bizim gibi<br />

yemeleri içmeleri, yatıp uyumaları, evlenip çoğalmaları da yoktur. Onlar için erkeklik - dişilik söz<br />

konusu değildir. Gökte, yerde, her tarafta bulunurlar; kısa zamanda en uzak mesafeleri aşıp gitmeye,<br />

diledikleri şekil ve surette görünmeye güçleri yeter. Allah, onlara bu kuvveti vermiştir. Melekler, gece<br />

gündüz Allah'a ibâdetle, zikir, tesbih ve takdîs ile meşgul olurlar. Bu, onların gıdası hükmündedir.<br />

Allah'a asla isyan etmez, onun emirlerinden zerre kadar dışarı çıkmazlar. Mâsum ve itâatlidirler.<br />

Meleklerin varlığını, başta İslâm, bütün semavî dinler haber vermiş, Peygamberler onları hakikî<br />

hüviyetleriyle görüp kendilerinden vahiy almışlardır. Kur'an ve diğer mukaddes kitablar da meleklerin<br />

varlığından bahsetmişlerdir. Bütün bunlar, meleklerin varlığına, gözle görmek gibi kesin bir delil teşkil<br />

ederler. Bütün Hak dinlerin ve Peygamberlerin varlığında ittifak ettiği; Peygamberimizin ve Kur'an'ın<br />

varlığını haber verdiği meleklere "gözümle göremiyorum" diye inanmamak, büyük bir cehalet ve<br />

inkârdır. Allah'a inanan bir kimse için, Meleklere inanmamak söz konusu olamaz. Meleklere îman,


îman esasları içinde mühim bir yer işgal eder. Çünkü melekler, Allah'tan aldıkları İlâhî vahyi<br />

peygamberlere ulaştıran birer elçi durumundadırlar. Bu bakımdan vahye ve peygamberlere inanmak,<br />

önce onlara vahyi ve peygamberliği getiren meleklerin varlığına inanmayı gerektirmektedir.<br />

Meleklere inanmamak, peygamberlere de inanmamayı netice verecektir. Meleklere îmanın Allah'a<br />

îmandan hemen sonra zikredilmesinin sebebi de budur. Melekler nurdan yaratılmış lâtif cevherler,<br />

ruhanî varlıklar oldukları için, aslî hüviyetleri ve gerçek mâhiyetleri ile insan gözüne gözükmezler.<br />

Görme kabiliyetimiz, melekleri görebilecek şekilde yaratılmamıştır. Ancak Cenâb-ı Hak<br />

Peygamberlerine, melekleri görme kabiliyetini verdiğinden, onlar melekleri hakikî şekilleri ile<br />

görebilmişlerdir. (http://www.islammerkezi.com/ilmihal/meleklereiman.htm)<br />

Bu ifadeleri özetlersek;<br />

A- “Melekler, sırf hayır işlemek ve Allah'a ibâdette bulunmak için yaratılmışlardır. Kötülük<br />

yapmaya kabiliyetleri yoktur. Çünkü Allah onlara, şehvet ve gazap gibi kötülüğe itici duygular<br />

vermemiştir” İfadesi, bir meleğin yaptığı eylemin, yaratılışları icabı kötülük değil, ancak hayır<br />

olacağını belirtir. Bu nedenle şayet parti kurarsa sebebi mutlaka hayırdır.<br />

B- “Allah'a asla isyan etmez, onun emirlerinden zerre kadar dışarı çıkmazlar. Mâsum ve<br />

itaatlidirler.” Anlaşılacağı üzere Meleğin her yaptığı eylem Allah’ın emridir. Şayet parti kursa,<br />

bu harekette emir neticesinde olacaktır.<br />

C- “Allah'a inanan bir kimse için, Meleklere inanmamak söz konusu olamaz.” Cümlesi, sadece<br />

Meleklerin varlığına inanmak anlamına gelmez. Aynı zamanda onların getirdiklerine ve<br />

fiillerine inanmak anlamı taşır.<br />

D- “Melekler nurdan yaratılmış lâtif cevherler, ruhanî varlıklar oldukları için, aslî hüviyetleri v e<br />

gerçek mâhiyetleri ile insan gözüne gözükmezler. Görme kabiliyetimiz, melekleri görebilecek<br />

şekilde yaratılmamıştır. Ancak Cenâb-ı Hak Peygamberlerine, melekleri görme kabiliyetini<br />

verdiğinden, onlar melekleri hakikî şekilleri ile görebilmişlerdir. “ Fethullah GÜLEN’in “hiç<br />

görmediğim, tanımadığım bir melek” olarak bahsettiği Cebrail aleyhisselam, bilindiği üzere,<br />

sadece peygamberlere gerçek mahiyetleriyle görünmüşlerdir. Ayrıca Kur’an da Hz. Meryem’in<br />

onu bir erkek şeklinde gördüğü belirtilir. Bu yüzden GÜLEN’in Cebrail aleyhisselam’ı görmesi<br />

zaten mümkün değildir. Fakat asıl fecaat sonra gelen cümlede gizlidir. Zira GÜLEN, “hiç<br />

tanımadığım bir melek” ifadesiyle büyük bir cehalet örneği sergilemektedir. Çünkü söz<br />

konusu büyük meleği her Müslüman tanır/tanımak zorundadır.<br />

Görüldüğü üzere Fethullah GÜLEN, siyasete olan mesafesini belirtmek adına çok yanlış bir örnek<br />

kullanmış, bunu yaparken de sapkın görüşleri ortaya dökülmüştür. İslam dininden bu noktada<br />

ayrılan GÜLEN, kendi kurduğu dinin melekler hakkındaki görüşlerini ifşa etmiş, haşa kendi<br />

makamının Cebrail aleyhisselam!ın makamından üstte olduğunu da güya ima etmiştir.<br />

3- Nikah; 2000 yılına ait Zaman gazetesinde şöyle bir haber dikkati çekti;<br />

“Lester Kurtz ve Mariam (Meryem) Kurtz, Dinlerarası Diyalog toplantısının en ilginç konuklarıydı.<br />

Biri Teksas’tan yani Amerikalı, diğeri Darussalem yani Tanzanya’dan. Biri metodist protestan bir<br />

ailede büyüyüp Quaker (tarikat üyesi)olarak hayatını sürdürüyor, diğeri ise Müslüman. Biri Teksas<br />

Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü, diğeri ise gazeteci. Afrika’da katıldıkları bir konferansta tanışıp<br />

evlenmeye karar vermişler. Amerika’ya yerleşip resmi nikahlarını yapmışlar ve tam bir yıldır dini nikah<br />

kıymak için beklemişler. İşte bu bekleyiş, nihayet Urfa’da son buldu.<br />

Haham, papaz ve müftünün huzurunda kendisini Kelime-i şehadet getirerek ‘hem Hıristiyan, hem<br />

de Müslüman’ ilan eden ve aynen çifte vatandaşlıkta olduğu gibi çifte dinli olmak istediğini ve


Meryem ile evlenerek geçmişinde sahip olduğu Hıristiyan kültürle İslam kültürünü meczetmek<br />

istediğini belirten Lester, ‘ İslamiyet’in güzellikleri ile geçmişimdeki Hıristiyanlıktan kaynaklanan<br />

güzellikler arasında bir tezat görmüyorum ve iki dinin güzelliklerini İbrahim Peygamber’in mekanında<br />

Musevi dostlarımın da duaları ile Meryem’le birlikte dini nikah kıyarak sürdürmek istiyorum’ dedi.<br />

Gözleri dolu bir biçimde bu anı beklediğini belirten Meryem ise, Lester’in geçen yıl bir ay oruç<br />

tuttuğunu, Ramazan boyunca beş vakit namaz kıldığını, birlikte Hıristiyan bayramlarını da<br />

kutladıklarını; fakat İslami usullerle nikah kıymayı hep arzuladıklarını vurguladı. Üç dinin duaları ile<br />

salevatlar eşliğinde gerçekleşen nikah merasimi, katılımcıları derin ve anlamlı düşüncelere sevk etti.<br />

Bu evlilik, diyaloğun bir göstergesi olarak algılandı.” (15 Nisan 2000 Cumartesi-Zaman Gazetesi)<br />

Nassla sabit olmuştur ki, bir Müslüman kadının kafirle evlenmesi kesinlikle haramdır. "İman<br />

etmedikçe müşrik kadınlarla evlenmeyin. Beğenseniz bile müşrik bir kadından imanlı bir cariye<br />

kesinlikle daha iyidir. İman etmedikçe müşrik erkekleri de (kızlarınızla) evlendirmeyin. Beğenseniz<br />

bile, müşrik bir kişiden inanmış bir köle kesinlikle daha iyidir. Onlar (müşrikler) cehenneme çağırır.<br />

Allah ise, izin ve (yardım) ile cennete ve mağfirete çağırır. Allah, düşünüp anlasınlar diye ayetlerini<br />

insanlara açıklar." (Bakara, 2/221)<br />

"(Ey iman edenler) Allah'a eş tanıyan kadınlarla onlar iman edinceye kadar evlenmeyin."<br />

(Bakara, 2/221)<br />

Aynı zamanda bir Müslümanın bir erkeğin ehli kitaptan bir kadınla evlenmesine izin<br />

verilmiştir. "...Kendilerine sizden önce kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar dahi, siz onların<br />

mehirlerini verip nikah edince (size helaldir.)"<br />

(Maide, 5/5)<br />

Fakat bu durum sadece ruhsattır zira Peygamber sallallahualeyhivesellem şöyle buyurmuştur;<br />

"Kadın dört meziyet için nikahlanır; malı için, soyu için, güzelliği için ve dini için. Ama sen dindar olanı<br />

(Allah'ın emirlerine riayet edeni) seç ki, elin bereketli olsun." İmam Şafii ve İmam Malik'e göre Ehl -i<br />

Kitap kadınla evlenmek mekruh kabul edilmiştir.<br />

Bütün bu ayet ve hadisler ışığında ortaya çıkan kesin sonuç şudur ki; Bir Müslüman erkeğin<br />

kitapsız kafir bir kadınla, Müslüman bir kadının da kitapsız kafir ve ehli kitaptan biriyle evlenmesi<br />

kesinlikle haramdır. Yasaklanan evlilikleri yapanlar bilerek ve isteyerek bu eylemi gerçekleştirdilerse<br />

küfre girme ihtimalleri vardır.<br />

Zaman gazetesinin haberi bu bilgiler ışığında okunduğunda büyük bir felaketin varlığı ortaya<br />

çıkar. Toplantıya katılan ilginç konuk erkek metodist protestan, yani Hıristiyan, yani ehli kitap, yani<br />

kafir. Diğer ilginç konuk olan kadın ise maalesef Müslüman. (Bu bahtsız kadının dininden esefle<br />

bahsetmemizin tek sebebi, kafirin nikahına girerek kendini alçaltmasıdır.) bu ikisi, Papaz, Haham ve<br />

Müftünün eşliğinde nikah kıydırıyorlar. Kısaca Allah’ın haram kıldığı bir eylemi alenen icra ediyorlar.<br />

İslam alimleri konuyla ilgili şu görüşü belirtir; “ Müslüman erkek kitapsız kâfirlerle evlenemez.<br />

Kitaplı kâfir kadınla yani Hıristiyan ve Yahudilerle evlenmesi caiz ise de, tahrimen mekruhtur, harama<br />

yakındır. Zimmi ile evlenmesi tenzihen mekruhtur.(Hindiyye)” Çünkü ; İslam idaresi altında zimmi<br />

olarak yaşayan kitap ehli kadın ile evlenmek tenzihen mekruh idi. Zimmi olmayan kendi<br />

memleketinde yaşayan gayrimüslimlere harbi kâfir denir. Bugün yer yüzünde zimmi kâfir yoktur.<br />

Onun için bugün kitap ehli kadınla evlenmek tahrimen mekruhtur. Zaruretsiz evlenmemelidir.<br />

(http://www.mumsema.com/misafir-sorulari/235008-musluman-kadin-hiristiyan-erkekle-evlenebilirmi.html)


Ayrıca “Müslüman kadın, kitapsız kâfirle evlenemediği gibi, ister harbi olsun, ister zimmi olsun<br />

hiçbir kitap ehli kâfirle de evlenemez. Evlenmeye karar verdiği zaman kâfir olur. (Redd-ül Muhtar)”<br />

görüşü de konuya tam ışık tutmaktadır.<br />

Fakat en can alıcı nokta son cümlelerde gizlidir. “Üç dinin duaları ile salavatlar eşliğinde<br />

gerçekleşen nikah merasimi, katılımcıları derin ve anlamlı düşüncelere sevk etti” derken gazete, esas<br />

niyeti vurgulamakta.<br />

Cümlede “Üç dinin duaları ile salavatlar eşliğinde “ vurgusu, içinde çarpık ve tezat teşkil eden<br />

anlamlar içermekte. Zira üç dinin itikadı yönünden meseleye baktığımızda karşılaşacağımız ilginç<br />

durum şu olacaktır. Yahudi haham Allah’ın oğlu dediği Üzeyir aleyhisselam’ın babası ve sadece Yahudi<br />

ırkının tanrısı olan aciz ilaha, (Bozulmuş Tevrat incelendiğinde tanrının ne kadar aciz olduğu görülür.<br />

Bkz. Allah’a İftira mı ediyorsunuz? Yahya Kemal SAVDIR Ozan Yayıncılık İstanbul 2010) Hıristiyan<br />

Papaz, Baba ilaha veya oğul tanrıya, (İsa) veya Kutsal Ruha, ya da hepsine, Müftü, bir tek ve eşi<br />

benzeri olmayan Allah’a dua edecek, Yahudi ve Hıristiyan din adamlarının kabul etmediği tevhid<br />

peygamberi sallallahualeyhivesellem’e salavatlar getirilerek nikah kıyılacak. Ortaya çıkan curcuna<br />

komik, saçma, aynı zamanda da dehşet verici. Bir başka dehşet verici manzara ise orada bulunan<br />

gafillerin derin ve anlamlı düşüncelere dalmasıdır.<br />

Bu toplantının en büyük önemi Gülen’in ve dininin, İslam’ın ehli kitap olarak tanımladığı ve<br />

Allah’ın aşağıladığı kimselere bakış açısını ortaya koyması açısından çok dikkat çekicidir.<br />

“Kendilerine kitap verilenlerden oldukları halde ne Allah'a, ne ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve<br />

Resulünün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyen kimselere alçalmış ol dukları<br />

halde elden cizye verecekleri hale gelinceye kadar savaş yapın.” (Tevbe 29)<br />

4- Amentü; Zaman gazetesi yazarı ve GÜLEN’in fetva emini Ahmet ŞAHİN’in “ehli kitapla<br />

amentüde ittifakımız var” yazısı büyük bir skandala imza attı. (Zaman 17 Nisan 2000) Aslında mesele<br />

dikkatlice incelendiğinde Ahmet ŞAHİN’in ehli kitapla amentüde müttefik olanın İslam değil, GÜLEN’in<br />

icat ettiği din olan Hizmeti kastettiği açıkça anlaşılır. Yazıdaki şu cümle de iddiamızı doğrulamaktadır;<br />

“Zaten dikkatlice bakıldığında görülecektir ki ehl-i kitapla temel noktalarda birlikteyiz. Daha meşhur<br />

ifadesiyle amentüde ittifakımız vardır. Çünkü Allah'ın gönderdiği kitapların hemen hepsinde<br />

tekrarlanan amentüdür: Allah birdir. Peygamberler haktır. Melekler vardır. Kitaplar gönderilmiştir.<br />

Ahiret vardır. Ölen insanlar bir gün dirilecek, yaptıkları iyiliklerin mükafatını, kötülüklerin de<br />

mücazatını göreceklerdir.”<br />

Ayrıca Ahmet ŞAHİN gibi fetva emini! olmuş birinin, ehli kitapla İslam’ın asla bir araya<br />

gelmeyeceğini bilmemesi mümkün değildir. Hem farz edelim İslam’ı kastetmiş olsun. Böyle bir şeyin<br />

var olması eşyanın tabiatına aykırıdır.<br />

İslam amentüsü Yahudi Amentüsü Hıristiyan Amentüsü<br />

1. Allah’a,<br />

2. Meleklerine,<br />

3. Kitaplarına,<br />

4. Peygamberlerine,<br />

5. Ahiret gününe,<br />

6. İyi ve kötü her şeyin<br />

Allah’tan geldiğine<br />

1. Tanrı var olan her şeyi yarattı<br />

ve onlara hükmetmektedir.<br />

2. Tanrı birdir, O’ndan başka<br />

Tanrı yoktur.<br />

3. Tanrı bir cisim değildir ve<br />

1. Göğün ve yerin, görünen ve<br />

görünmeyen kainatın yaratıcısı,<br />

kadir-i mutlak baba olan tek bir<br />

Tanrı'ya;<br />

2. Bütün asırlardan önce<br />

babadan doğan, Tanrı'nın


iman ettim. Ölümden<br />

sonra dirilmek de<br />

haktır. ( Diyanet İslam<br />

Ansiklopedisi<br />

cilt: 23, sayfa: 5-10)<br />

hiçbir şekilde tasvir edilemez.<br />

4. Tanrı ezelî ve ebedîdir.<br />

5. İbadet sadece Tanrı’ya<br />

mahsustur, O’na ortak<br />

koşulmaz.<br />

6. Peygamberlerin bütün sözleri<br />

haktır.<br />

7. Efendimiz Mûsâ’nın<br />

peygamberliği gerçektir. O<br />

kendisinden önce ve sonra<br />

gelen bütün peygamberlerin en<br />

büyüğüdür.<br />

8. Mevcut Tevrat’ın tamamı<br />

Tanrı tarafından Mûsâ’ya<br />

verilenin aynısıdır.<br />

9. Tevrat değiştirilmeyecektir<br />

ve gelecekte Tanrı başka bir<br />

şeriat göndermeyecektir.<br />

10. Tanrı insanın bütün işlerini<br />

ve düşüncelerini bilir.<br />

11. Tanrı, emirlerini yerine<br />

getirenleri mükâfatlandırır,<br />

karşı gelenleri cezalandırır.<br />

12. Mesîh gelecektir, geciktiği<br />

halde geleceğine inanırım.<br />

13. Tanrı’nın bildiği bir<br />

zamanda dirilme<br />

gerçekleşecektir (Diyanet İslam<br />

Ansiklopedisi cilt 43, s 202 )<br />

biricik oğlu, tek bir Rab lsa<br />

Mesih'e,<br />

O'nun Tanrı olduğuna,<br />

Tanrı'dan doğduğuna, nur<br />

olduğuna, nurdan doğduğuna,<br />

gerçek Tanrı olduğuna, gerçek<br />

Tanrı'dan doğduğuna, tevlid<br />

edildiğine, yaratılmadığına,<br />

baba ile aynı tabiatta olduğuna,<br />

her şeyin O'nun vasıtasıyla<br />

yapıldığına, biz insanlar ve<br />

bizim kurtuluşumuz<br />

için semadan indiğine;<br />

3. Kutsal ruh vasıtasıyla bakire<br />

Meryem'de bedenleştiğine ve<br />

insan olduğuna;<br />

4. Bizim için Pontius Pilatus<br />

zamanında çarmıha gerildiğine,<br />

ıstırap çektiğine. mezara<br />

konduğuna ;<br />

5. Kutsal yazılara uygun olarak<br />

üçüncü gün dirildiğine;<br />

6. Ve göğe yükseldiğine,<br />

babanın sağ tarafına<br />

oturduğuna;<br />

7. Ölüleri ve dirileri yargılamak<br />

üzere ihtişam içinde geri<br />

geleceğine ve saltanatına son<br />

olmayacağına;<br />

8. Rab olan ve hayat veren<br />

kutsal ruha, onun baba ve<br />

oğuldan neşet ettiğine. baba ve<br />

oğulla<br />

birlikte aynı tapınma ve<br />

ihtişama layık olduğuna,<br />

peygamberler vasıtasıyla<br />

konuştuğuna;<br />

9. Kiliseye, birliğine,<br />

kutsallığına, evrensel<br />

(catholique) ve havarilere ait<br />

(apostolique) oluşuna inanırım;<br />

10. GünahIarın affı için bir tek


vaftizi kabul ederim;<br />

11. Ölülerin dirilmesini;<br />

12. Ve gelecek dünyayı<br />

beklerim. ( Diyanet İslam<br />

Ansiklopedisi<br />

cilt: 17, sayfa: 345-348 )<br />

5- Tevhid; Müslüman olan bir kimseye, ilk önce (La ilahe illallah, Muhammedün resulullah)<br />

kelimesinin manasını bilmek ve inanmak farzdır. Bu kelimeye Kelime-i tevhid denir. Kısaca manası,<br />

(Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed aleyhisselam da Onun Resulüdür) demektir.<br />

(http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=3595) bütün Müslümanlar böyle inanır/inanmak<br />

zorundadır. Aksi ve eksik durumda o kişiye zaten Müslüman denilemez. Oysa GÜLEN, tarihte hiç<br />

görülmemiş ve duyulmamış bir teoriyle karşımıza çıkıyor ve diyor ki; "Herkes kelime-i tevhid-i esas<br />

alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci<br />

bölümünü, yani 'Muhammed Allah'ın Resulüdür' kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden<br />

kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır. Zira, hadislere göre, kıyamet günü Allah'ın<br />

sonsuz rahmeti öyle bir tecelli edecek ki şeytan bile umuda kapılacak ve bu rahmetten istifade edip<br />

edemeyeceğini merak edecek. Böylesine âlicenap bir merhamet karşısında, bizim cimrilik etmemiz ve<br />

bu cimriliği temsil etmemiz tasavvur edilemez. Hem sonra bunun bizimle alâkası ne? Hükümranlık<br />

O'nun, hazine O'nun, hepsi O'nun kulları... Öyleyse herkes haddi aşmaktan sakınmalıdır"(küresel<br />

barışa doğru kozadan kelebeğe gazeteciler ve yazarlar vakfı yayınları sayfa 131 M.Fethullah GÜLEN)<br />

“Bakın Kur’an-ı Kerim, ehli kitaba çağrıda bulunurken: “Ey kitap ehli! Aramızda müşterek olan bir<br />

kelimeye gelin, Allah’ı bırakıp da bazılarımız bazılarımızı Rab edinmesin.” ( Al-i İmran/64) diyor. Dikkat<br />

edin, bu mesajda “Muhammed’ün Resulallah” yok.” (Hoşgörü ve Diyalog İklimi s. 241)<br />

Bu beyan İslam ölçülerine göre tartıldığında birkaç yönden kesinlikle küfürdür. Fakat bu kat-i<br />

hükmü biraz erteleyerek GÜLEN’in savunmasına bir göz atalım, diyor ki; “Evvela, bir sözü doğru<br />

değerlendirmek için o sözün siyak ve sibakına (öncesine ve sonrasına) da bakmak gerekir. (Söz konusu<br />

yazının yer aldığı kitabı isteyip alakalı bölümü açıyor) Bakın size o bölümü okuyayım da kendiniz<br />

değerlendirin: “Bu konuda bana, başkaları tarafından anlatılan bir vakayı arz etmek istiyorum. Çok<br />

eski yıllarda birisi gelmiş bana İslami cemaatlerden birisini sormuş. Ben de: "Onlar, ufkumuzda yalancı<br />

bir şafağın bile olmadığı dönemde, Edirne'den Ardahan'a kadar ülkemizin her tarafını köy-kent<br />

demeden dolaşarak kurslarla, yurtlarla, pansiyonlarla donattılar." demişim. Aradan bir iki ay geçmiş.<br />

Bornova'da akşam sohbetleri sırasında yine aynı soruyu sormuşlar, ben yine benzer şeyler<br />

söylemişim. Belki aradan birkaç ay geçmiş o zat tekrar gelmiş, yine aynı soruyu sormuş. Ben de ilk<br />

söylediğime benzer şeylerle soruya cevap vermişim. Bu meselenin bir de öteki yüzü var. -Bilmiyorum<br />

söylesem mi?- O zat benim, haklarında böyle konuştuğum cemaate gitmiş, dediklerimi aktarmış.<br />

İhtimal bu hususta ölçüyü tam anlamıyla kavrayamayan birisi benim için "Aktörlük yapıyor." demiş.<br />

İkinci ve üçüncü seferlerde de aynı şekilde cevap alınca "Bir insanın beni tanımadan, nereden<br />

geldiğimi bilmeden, farklı zamanlarda ne niyetle sorulduğunu bilmediği bir soruya hep aynı şekilde<br />

cevap verebilmesi mümkün değildir ve bu katiyen aktörlük olamaz" demiş. Evet bizim için temel ölçü,<br />

din ve diyanete, hangi yolla olursa olsun, hizmet etmektir. Biz az veya çok bu uğurda katkısı bulunan<br />

herkesi, ama herkesi alkışlar, başlarımızı ayaklarının altına kaldırım taşı gibi koyabiliriz. Kaldı ki bu


ölçüyü biz koymuyoruz ki? Allah ve Resulü bu hususla alakalı ölçüyü asırlar önce koymuşlar: "La ilahe<br />

illallah, Muhammedün Resûlullah diyen herkes, bizim din kardeşimizdir. Ayrıca kabirde Münker-<br />

Nekir, "Rabbin kimdir, nebin kimdir, dinin nedir?" diye soracak. O sorular arasında falanı filanı kabul<br />

etme yoktur. Yani onları kabul etme iman esasları arasında değildir. O halde ben, ne diye şu ya da bu<br />

sebeple beni tasvip etmeyen din kardeşlerime cephe alayım ki?"<br />

İşte bunlar söylendikten sonra söz konusu cümle yer alıyor ve deniyor ki: "Hasılı, herkes<br />

kelime-i şehadeti esas alarak etrafındaki insanlara bakış açısını yeniden ayarlamalı. Hatta onun birini<br />

söyleyip diğerini, yani "Muhammedün Resûlullah"ı söylemeyen insanlara bile, rahmet nazarıyla<br />

bakmalı. Çünkü hadislerde anlatıldığına göre, Allah'ın o engin rahmeti ahirette öyle tecelli edecektir<br />

ki, şeytan bile: "Acaba ben de istifade edebilir miyim?" diye ümide kapılacaktır. Şimdi böyle bir<br />

rahmet enginliği karşısında, cimrilik yapma ve o cimriliği temsil etme bize yaraşmaz. Hem bize ne?<br />

Mülk Onun, hazine Onun, kul O'nun...Öyleyse herkes haddini bilmeli...'"<br />

(http://iftiralar.blogcu.com/muhammed-allah-in-resuludur-kismini-soylemeyenlererahmet/8046120)<br />

Ne ilginç bir durum, suçlama ile savunma arasında hiçbir bağlantı yok, suçlamanın konusuyla<br />

savunmanın konusu başka. Bunda şaşılacak bir durum yok aslında. Zira bu olay Fethullah GÜLEN ’in<br />

karakterinin bir tezahürü. Bütün hayatı boyunca çelişkiler, gelgitler, manevralar ve zikzaklar içinde<br />

bocalayıp durmuş, birisinden de ancak böyle bir savunma ortaya çıkabilir, tıpkı Pavlus gibi.<br />

Gelelim sözlerin nasıl küfür anlamına geldiğine, Birincisi kelime-i tevhit iki kısım değildir.<br />

Hiçbir İslam alimi böyle bir iddiada bulunmamıştır. Hatta aklının ucundan bile geçirmemiştir.<br />

İkincisi tevhit kelimesi İslam’ın birinci şartıdır.<br />

Abdullah b. Ömer'in, babası Hz. Ömer'den naklettiği bu hadis şöyledir:<br />

"Bir gün Rasûlullah (s.a.s.)'in yanında bulunduğumuz sırada âniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı<br />

simsiyah bir zat çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse<br />

tanımıyordu. Doğru peygamber (s.a.s.)'in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de<br />

uylukları üzerine koydu. Ve:<br />

"Ya Muhammed! Bana İslâm'ın ne olduğunu söyle" dedi. Rasûlullah (s.a.s.): "İslâm; Allah'tan başka<br />

ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman,<br />

zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt'i hac etmendir" buyurdu. O zat:<br />

"Doğru söyledin" dedi. Babam dedi ki: "Biz buna hayret ettik. Zira hem soruyor, hem de tasdik<br />

ediyordu."<br />

"Bana imandan haber ver" dedi. Rasûlullah (s.a.s.): Âllah a, Allah'ın meleklerine kitaplarına,<br />

peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır" buyurdu. O<br />

zât yine:<br />

"Doğru söyledin" dedi. Bu sefer:<br />

"Bana ihsandan haber ver" dedi. Rasûlullah (s.a.s.):<br />

" Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da, o<br />

seni muhakkak görür" buyurdu. O zat:


"Bana kıyametten haber ver" dedi. Rasûlullah (s.a.s.) "Bu meselede kendisine sorulan, sorandan daha<br />

çok bilgi sahibi değildir" buyurdular.<br />

"O halde bana alâmetlerinden haber ver" dedi. Peygamber (s.a.s.):<br />

"Câriyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta<br />

birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir" buyurdu. Babam dedi ki:<br />

Bundan sonra o zat gitti. Ben bir süre bekledim. Sonunda Allah Rasûlü bana: "Ya Ömer! O soru soran<br />

zatın kim olduğunu biliyor musun?"dedi. "Allah ve Rasûlü bilir" dedim.<br />

"O Cibrîl'di. Size dininizi öğretmeye gelmişti" buyurdular. (Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1)<br />

Hadiste belirtilen birinci şart “Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın<br />

Resulü olduğuna şehadet etmektir.” Dikkat edilirse herhangi bir bölümlere ayırma söz konusu<br />

değildir, bilakis cümle bir bütün olarak geçmekte, kesin ve net bir hüküm olarak karşımıza<br />

çıkmaktadır.<br />

Üçüncüsü, Allah’ın rahmeti elbette sonsuzdur. Ancak yüce Allah aynı zamanda vaadinden<br />

dönmez, Allah’ın Kur’anda ebedi cehennemlik olarak nitelediği kafirler, kelime-i tevhidin ikinci<br />

bölümünü, yani 'Muhammed Allah'ın Resulüdür' kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar etseler<br />

bile cehennemliktir. Yüce yaratıcı GÜLEN’in söylediğinin tam aksine buyurmuştur ki;<br />

“Kim Allah’a ve Resûlüne iman etmezse şüphesiz biz, kâfirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır.” (Fetih<br />

13)<br />

“De ki: Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah, kâfirleri sevmez.” (Ali<br />

İmran 32)<br />

“Ehl-i kitap (Yahudi ve Hıristiyanlar) ve müşriklerden olan inkârcılar, içinde ebedî olarak kalacakları<br />

cehennem ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri onlardır.” (Beyyine 6)<br />

Ve GÜLEN için de yüce Allah’ın şu sözü manidardır, “Allah’a ve Peygamberine hudut yarışına<br />

(onların koyduğu sınırlardan başka sınırlar koymağa) kalkanlar, en alçaklar arasındadırlar.” (Mücadele<br />

20)<br />

Ayrıca GÜLEN ve cemaatinin bu konuda söyledikleri ve yazdıkları da vardır, "Ey kitap ehli<br />

Aramızda müşterek olan bir kelimeye gelin." Nedir o kelime? "Allah'tan başkasına ibadet<br />

yapmayalım." Allah'a kul olan başkasına kul olmaktan kurtulur. İste gelin, sizinle bu mevzu üzerinde<br />

birleşip bütünleşelim. Kur'an devamla, "Allah'ı bırakıp da, bazılarımız bazılarımızı Rab edinmesin"<br />

diyor. Dikkat edin, bu mesajda, 'Muhammedün Rasûlüllah' yok"( hoşgörü ve diyalog iklimi sayfa 241)<br />

6- Hak Din; Vatikan’ın başlattığı ve icrasında GÜLEN hareketini kullandığı Dinler Arası Diyalog<br />

faaliyeti sırasında pek çok sapkın fikir öne sürülmüştür. Bu sapkın görüşlerden bir tanesi de, GÜLEN<br />

hareketinin ortaya sürdüğü “İbrahimi Dinler” kavramıdır. Kur’an’da açıkça belirtilmesine rağmen;<br />

"İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyan! Lakin O, dosdoğru bir Müslüman'dı. O müşriklerden de değildi."<br />

(Ali İmran, 3/67)<br />

“İbrahimi Dinler, Üç Dinin Babası, İbrahim’de Buluşmak” kavramları ısrarla kullanılmış, gerçek<br />

tek hak din olan İslam’ın yanına, yapay dinlerden olan Yahudilik ve Hıristiyanlık yamanmaya


çalışılmıştır. İslamın, hak din görmediği Yahudilik ve Hıristiyanlığı, GÜLEN’in inşa ettiği din, İbrahim<br />

aleyhisselam ile ilişkilendirerek, o büyük peygambere de iftira atmıştır. Çünkü İbrahim aleyhisselam<br />

asla Hıristiyanlar gibi üç ve daha fazla tanrıya tapıp, şirk bataklığına düşmemiş, Yahudiler gibi dinde<br />

ırkçı bir tutum sergilememiştir.<br />

www.iftiralariorg sitesinde Gülen savunulurken şu ifade oldukça dikkat çekicidir.<br />

“Gülen,hayatta 'İslam yegâne hak din' der; der ama çoğulcu düşünceye de sahip olduğu için 'Bu<br />

inancım başka dinlere inananlarla yaşamama mani değildir' ilavesini yapar.”<br />

Bu cümlede büyük bir tuzak gizlidir. “çoğulcu düşünceye sahip olmak” bir Müslüman için söz<br />

konusu olamaz. Nitekim Gülen Yahudilik ve Hıristiyanlığı hak din olarak gördüğünü açıkça söylemese<br />

de, yazdıklarından bu durumu anlamak mümkündür.<br />

“Bir Yahudi’nin Hazret-i İsa’ya, dolayısıyla İncil’e ve Hz. Muhammed’le birlikte Kur’an’a inanması<br />

gerekmez. Yani bir Yahudi bunlara inanmasa da dindar sayılabilir. Bir Hıristiyan da, Hz. Muhammed’e<br />

sav Kur’an’a inanmasa da dindar kabul edilebilir. Çünkü bu dinler kendilerinden sonraki ilahi<br />

sistemleri, kitapları şümullerine almazlar. Bu sebeple Yahudilik ve Hıristiyanlıktan çıkan geniş ilahi din<br />

yelpazesinde kendine bir yer bulabilir. Bu yelpazede sığınacağı bir kitap, bir peygamber her zaman<br />

vardır ve dolayısıyla o bütün bütün tefessüh etmez. Bir mütefekkirin dediği gibi (Üstad Bediüzzaman’ı<br />

kastediyor) “Bozulmuş süt gibi olur ve bir ölçüde bir işe yarar.” (İnsanın Özündeki Sevgi s.220)<br />

"Evet, aynı kökten geldikleri, aynı temel esaslara sahip bulundukları, aynı kaynaktan beslendikleri<br />

halde, asırlarca rakip dinler olarak yaşamış bulunan İslâm, Hıristiyanlık ve Mûsevîlik arasında<br />

başlayan, hattâ eski Hind ve Çin dinlerini de içine alacak şekilde gelişen diyalog teşebbüslerinin<br />

olumlu neticeler verdiği müşâhede olunmaktadır." (F.Gülen, Zaman, 04 Ekim 2004)<br />

"Odessalı Hıristiyanların ise elbette rehberleri, din büyükleri vardır ve onlara söylenmesi gerekeni<br />

söylemektedirler. Bir Müslüman, yani dinlerin temel birliğine inanan biri olarak, onların<br />

söylediklerinin bir Müslüman'ın söylediğinden ve söyleyeceğinden farklı olacağını düşünmüyorum"<br />

(F.Gülen, Favorit, Nîsân 2009)<br />

"Kâfire kâfir demek mü'minin vazifesi değil. Kâfir demek insanın insanlığına saygısızlıktır." (F.Gülen'le<br />

11 Gün. s. 87)<br />

"Biz renk körleriyiz" (F. Gülen'den naklen M. Şener)<br />

"Bütün dinler buluşuyor, biz hepimiz kardeşiz" (4. Türkçe Olimpiyad finali)<br />

"Bütün insanların Müslüman olmaları' dinin, Kur'ân'ın hedefi değildir." (Polemik Değil Diyalog, s. 41);<br />

"Müslümanların çoğu 'Peygamberin, bütün din saliklerini İslâm'a çağırdığına' inanırlar" (Polemik Değil<br />

Diyalog, s. 35);<br />

"Peygamberimiz 'Yahudiler mutlaka Müslüman olsun!' demiyor, 'Hıristiyanlar mutlaka Müslüman<br />

olsun!' demiyor." (Polemik Değil Diyalog, s. 35);<br />

"Diyaloğun hedefi, tek bir dine varmak, dinleri teke indirgemek olmamalı" (Polemik Değil Diyalog, s.<br />

36);<br />

"Kur'ân-ı Kerîm'de Ehl-i kitabla ilgili devamlı vurgulanan şey; Allah'a iman, âhirete iman ve amel-i<br />

salihdir. Kur'ân birçok âyette bunu söylüyor; yani 'Peygambere iman edin' demiyor." (Polemik Değil<br />

Diyalog, s. 37);


"Ben diyorum ki, İslâm, Ehl-i kitâba, tek seçenek olarak –son dinin mensubu olma manasında-<br />

Müslüman olmaya çağırmıyor. 'hanifiyyet' (Hz. İbrahim çezgisindeki tevhîde ve bu manada İslâm'a)<br />

çağırıyor. (Polemik Değil Diyalog, s. 37);<br />

"Bu arada şu var, hani korkulan şey, böyle dersek, böyle inanırsak 'Hıristiyan ve Musevi Müslüman<br />

olmaz' deniyor, bundan endişe ediliyor.<br />

"-E olmazsa olmasın.<br />

"-Peki, ama Kur'ân bunları Müslüman olmaya davet ediyor.<br />

"-Acaba? (Polemik Değil Diyalog, s. 36)<br />

"İslâm'a göre inançsızlar ateistler ve putperestlerdir. Allah'ın kendilerine Kitab verdiği Yahudiler ve<br />

Hıristiyanlar ise inançlıdır." (İman Valeriya Porohova, DA diyalog Avrasya, sayı 21)<br />

Oysa ki Kur’an Gülen’i yalanlamakta ve gerçeği şöyle haykırmaktadır;<br />

"Andolsun ki, 'Allah kesinlikle Meryem oğlu Mesîh'dir' diyenler kâfir olmuşlardır…." (Kur'ân: 5/72)<br />

"Andolsun 'Allah üçün üçüncüsüdür' diyenler de kâfir olmuşlardır…" (Kur'ân: 5/73)<br />

Görüldüğü üzere, Kur'ân'da Ehl-i Kitab sarâhaten tekfir edilmektedir. Hatta Râzî gibi bazı müfessirlere<br />

göre Hıristiyanlar sadece "kâfir" olmayıp, aynı zamanda "müşrik"dirler.<br />

"Yahudi ve Hıristiyanların küfrü hakkında ulemâ-i ümmetden hiç kimseden hilâf vâkı' olmadığı gibi,<br />

keza onların küfrünü inkar eden kimsenin küfrü ve İslâm dininden çıkmış olması husûsunda da hiçbir<br />

ihtilâf olmamıştır."<br />

"Yahut kim Nasârâ gibi İslâm'dan başka bir dîn üzerinde olanları tekfîr etmezse; yahut onların<br />

küfründe şübhe ederse; veya mezhebleri doğrudur, derse... tekfîr olunur" (Risâleti'l-Bedri'r- Reşîd s.<br />

12)<br />

Ebû Hanife rehimehullah şöyle buyurdu:<br />

-Said b. El-Müseyyeb'den bana ulaşdığına göre, kâfirleri bulundukları mevkie indirmeyen onlar<br />

gibidir." (İmam-ı Â'zam'ın Beş Eseri, tercüme, Prof. Dr. Mustafa Öz, İFAV, 3. baskı 2002, s. 43)<br />

7- Nass; Belirlemek, sınırlandırmak; yukarı kaldırmak; üst üste koymak; teşvik ve tahrik;<br />

müellifin kaleminden çıkan asıl ve metin; anlamı açık olan, ihtimalden uzak söz; son sınır; Kitap ve<br />

Sünnet (Şamil İslam Ansiklopedisi)<br />

Söz söyleyenin ifade ettiği mânâya, zahirde açıklık kazandıran şey; ancak bir tek mânâya ihtimali<br />

olan söz, te'vîle ihtimali olmayan şey. "Kur'an'ın nass'ı" veya "sünnetin nass'ı" sözleri ile, bu<br />

kaynaklardaki açık (zahir) sözler ile ifade olunan hükümler anlaşılır (İbn Manzûr, Lisânül -Arab, Beyrut<br />

t.s., VII, 97, 98; et-Tehânevî, Keşşâfu İstilâhâti'l-Fünûn, İstanbul 1404/1984, II,1405 vd.; Taftazanî, et-<br />

Ta'rifât, İstanbul h.1283, s.163).<br />

İslâm'da her türlü hüküm çıkarma temelde Kur'an ve Sünnet nass'larına dayanır. Şer'î deliller ikiye<br />

ayrılır: a) Âyet ve hadisler gibi nass olanlar; b) Kıyas, istihsan, toplum yaran ve kötülüğe giden yolu<br />

kapama (zerâyi) gibi nass olmayanlar. Bunlar da temelde nass'lara dayanan ve onlardan çıkarılmış<br />

olan delillerdir. (Şamil İslam Ansiklopedisi)<br />

Kısacası nass, hüküm çıkarmada kaynak olarak Kur’an ve Sünnettir. İslam fıkhı bir konuda<br />

hüküm vermek için birinci kaynak olarak nassı kullanır. Bu kaynak ayet ve hadis olduğundan<br />

tartışılamaz, itiraz edilemez bir hüviyete sahiptir. Hayatımızın her alanında lazım olan ve uymak<br />

zorunda olduğumuz farzların kaynağı nassdır.


GÜLEN’in dini, genellikle nass olarak Kur’an ve sünneti kaynak kabul etmez. Bu dine göre nass<br />

öncelikle GÜLEN’in fikirleri , rüyalar ve hikayelerdir. GÜLEN’in bütün sohbetleri dikkatlice<br />

dinlendiğinde içinde fıkıh, tefsir, hadis fazla geçmez. Anlatımların çoğu hikayeler ve rüyalardır. GÜLEN<br />

bu hikayeler ve rüyalardan hüküm çıkarır ve takipçilerinden uymalarını ister.<br />

En bariz birkaç örnek;<br />

"Yaklaşırsan, yaklaşırlar; şirin görürsen, şirin görürler; kabul edersen, kabul görürsün. Senin âlemden<br />

beklediğini âlemin de senden beklediğini asla aklından çıkarmamalısın!.."<br />

Arkadaşlarımız ona yakın mektup okudu. Hepsi Peygamber Efendimizin (S.A.V) Olimpiyat Statlarına<br />

teşrif buyurduğunu söylediler.<br />

Şimdi ben kendi içimden hep diyordum ki; 'yav acaba meseleyi tahrif mi diyoruz, aşağıya mı<br />

çekiyoruz, folklorlardır, şarkılardır, şiirlerdir... bunlarla'<br />

Fakat demek ki bazı hakikatlerin ifade edilmesi adına, ittifakın sağlanması adına, kalplerin birbirlerine<br />

karşı yumuşaması adına, bunlar çok önemli faktörler ki; İnsanlığın iftihar tablosu (Peygamberimiz)<br />

bazılarımızın, bir kısım mutasavvıf ve sufi görünümlü kimselerin yadırgamalarına rağmen Efendimiz<br />

(S.A.V) inanın Peygamberimiz teşrif etti... Bu yolla sizin temel değerleriniz sevdiriliyor. Usûle detaya<br />

feda etmeyelim Allah aşkına!"<br />

Konuşmadaki dikkat çeken önemli yerleri tekrar ele alalım;<br />

a) “Yaklaşırsan, yaklaşırlar; şirin görürsen, şirin görürler” ifadesi açıkça haramı helalleştirmektir.<br />

Zira İslam buluğ çağını geçmiş kızlarla ve erkeklerle ilgili hükümler koymuştur. Söz konusu<br />

Türkçe Olimpiyatlarında bu hükümler ayaklar altına alınmıştır. Bu hükümlerin ayaklar altına<br />

alınmasının tek sebebi, “şirin görünmedir.”<br />

b) “Arkadaşlarımız ona yakın mektup okudu. Hepsi Peygamber Efendimizin (S.A.V) Olimpiyat<br />

Statlarına teşrif buyurduğunu söylediler.” Cümlesi içinde komedi, facia, dram barındıran<br />

talihsiz bir beyandır. Öncelikle peygamber sallallahualeyhivesellem haramın alenen icra<br />

edildiği yere gelmez, geldiğini söylemek yalan ve iftiradır, söz konusu mektuplar kimlerden<br />

gelmiştir veya gerçekten bu mektuplar mevcut mudur, kimler tarafından yazılmıştır? Hepsi<br />

meçhul, fıkıhta mektup diye yeni bir kaynak mı türemiştir, alenen haram işlenerek temel<br />

değerler sevdirilir mi? Böyle bir usûl var mıdır? “Usûle detaya feda etmeyelim Allah aşkına!"<br />

demek, “İslam’ın koyduğu esaslar detaydır, esas olan kafire hoş görünmektir” demektir.<br />

Bu da faciadır. GÜLEN meçhul kaynakları esas almakta, İslam’ın çizdiği sınırları geri plana<br />

itmektedir.<br />

Bir başka örnek başörtüsü hakkındadır. Doksanlı yılların sonları, başörtüsü yasağının en katı<br />

uygulandığı dönemler. Ve GÜLEN’den fetva “Kişi kanaatı vicdaniyesi ile bu mevzuda hükmünü verip<br />

öyle davranmalıdır. Bana göre okumayı tercih etmelidirler. (Akşam, Orhan Yurtsever'in Fethullah<br />

Gülen'le Yaptığı Röportaj, 13 Mart 1998)<br />

Gariptir ki GÜLEN burada yeni bir fetva mercii daha icat ediyor. “kannat-i vicdaniyye” hatta bu<br />

metodu şiddetle tavsiye ediyor. Peki ya Kur’an, Sünnet, İcmaa, kıyas nerede? Onların önemi yok,<br />

çünkü GÜLEN’in dininde onlar kaynak değil.<br />

Gülen’in dinde kaynak olarak kullandığı en önemli unsurlardan biri de hikayelerdir. Türk dil<br />

kurumunun sözlüğüne göre “Bir olayın sözlü veya yazılı olarak anlatılması, Aslı olmayan söz, olay”<br />

olarak açıklanan hikayenin en önemli özelliği, abartılı anlatımından dolayı gerçekle pek fazla<br />

bağdaştırılamamasıdır. Fakat cemaat içinde hikayeler önemli yer tutar ve kendilerinin hak yolda<br />

olduklarının en önemli delilidir.


Yıllar önce cemaat mensubu bir arkadaşımdan dinlemiştim, aynen aktarıyorum, “bir gün<br />

Gülen ve arkadaşları yaz kampına giderler. Çadır içinde ibadet ederken dışarıdan dıgıdık, dıgıdık diye<br />

at koşturması sesi duyarlar. Derken çadıra bir ok saplanır. Bakarlar ki okun ucunda bir kağıt, alıp<br />

okurlar” dikkat tehlikedesiniz imza hz Hamza” hemen okumaya, dua etmeye başlarlar. Bir süre sonra<br />

dıgıdık, dıgıdık sesi tekrar duyarlar. Bu sefer çadıra saplanan okun ucundaki kağıtta şu ifadeler<br />

yazılıdır. “tehlike geçti imza hz Hamza” hemen hazırlanıp dönerler, yolda bir askeri araçla karşılaşırlar,<br />

araç yanmaktadır.” arkadaşım heyecanla anlatırken dehşete düşmüştüm. Hz Hamza, imza, cip,<br />

yangın… gözlerimin önünden geçerken, onu kırmamak için sustum. Zavallı bunu dini bir konu sanıyor,<br />

tüm benliğiyle inanıyordu.<br />

8- Ehli Necat; Ehl-i necat (yani cehennemden kurtulmuş kimseler) konusu son yıllarda Dinler<br />

Arası Diyalog ile tekrar tartışmaya açılmış, GÜLEN ve kurduğu din mensupları , Yahudi ve<br />

Hıristiyanların da Ehli Necat olduklarını savunmaya başlamışlardır. Gelen yoğun tepkiler üzerine, bunu<br />

reddetmişler, konuyla ilgili hiçbir yazılı beyanatları olmadığını ileri sürmüşlerdir. Fakat icraatları da<br />

kendilerini yalanlamıştır. Nitekim 2004 yılında Mardin’de Kasımiye Medresesinde, GÜLEN cemaati ve<br />

bakanlık işbirliği ile yapılan toplantıda, camdan oluşturulan ve “Sırat Köprüsü” adı verilen köprüden<br />

haham, papaz ve müftü geçirilmiş, gayrimüslimlerin de cennetlik olacağı mesajı verilmiştir.<br />

“Üç dinin temsilcilerinin oluşturduğu koro ilahi söylerken toplantının finali görülmeye değerdi.<br />

Dinî önderler havuz üzerine kurulan temsili "sırat köprüsü"nden geçti. Daha sonra bir grup çocuk<br />

törene katılanlara zeytin dalı uzatırken üzerlerinden güvercin uçuruldu.”<br />

(http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-9524-34-mardin-kapisinda-baris-turkusu.html)<br />

Ayrıca GÜLEN’in ilahiyatçılarında birinin sözleri, adeta tepkilerden çekindikleri için<br />

söyleyemediklerinin açıkça dışavurumudur.<br />

“İslam’ın temel anlayışı, Allah’ın varlığı ve birliğine dayanır. Birliği konusunda değişik<br />

spekülasyonlar olsa da, varlığını kabul ettikten sonra, gerisi üzerinde fazla durmaz İslam. Nitekim bir<br />

hadiste, ‘Allah’tan başka ilah yoktur diyenler cennete girecektir’ denilir. Bu hadisten dolayı İslam<br />

bilginleri Hıristiyanların, Yahudilerin, Zerdüştilerin, hatta Budist gibi herhangi bir şekilde bir tanrıya<br />

inananların cennete gireceklerini kabul ederler. (Kendisi gibi düşünenlerin dışında böyle söyleyen<br />

İslam alimi yoktur).Halbuki, Kuran tanrıtanımazlığa karşı derin bir hassasiyet göstermektedir. Ancak<br />

bu hassasiyet onların canına, malına kıyma noktasında değildir. Her çağ, dini metinleri kendisine göre<br />

yorumlama yetkisine ve imkánına sahiptir. Dolayısıyla, günümüzde ateistlere karşı olumsuz bir tutum<br />

takınılması söz konusu bile olamaz. Kaldı ki, ben ateistim diyen insanların, Kuran’da söylenen tarzda<br />

ateist oldukları kanaatinde değilim.” (Prof.Dr. Bekir Karlığa, Hürriyet, 18.4.2004)<br />

Ayrıca GÜLEN’in bizzat kendisi Hıristiyanlığı hak din olarak gördüğünü ve Hıristiyanların Ehli Necat<br />

olduklarını şu röportajda belirtmiştir;<br />

“Bütün dünya insanlığı için faydalı gayretlerde bulunan biri olarak, Odessa'lı Hıristiyanlara ne<br />

söylemek ve onlardan ne gibi dileklerde bulunmak istersiniz?<br />

Fethullah Gülen: Estağfirullah, bin defa estağfirullah. Yukarıda arz etmeye çalıştığım gibi, kimseye bir<br />

şey söyleme, yol gösterme mevkiinde değilim. İnsanlık için faydalı gayretlerde bulunduğum şeklindeki<br />

sözünüzü de sadece bir dua ve sizlerin bir teveccühü, hüsnüzannı olarak kabul edebilirim. Odessalı<br />

Hıristiyanların ise elbette rehberleri, din büyükleri vardır ve onlara söylenmesi gerekeni<br />

söylemektedirler. Bir Müslüman, yani dinlerin temel birliğine inanan biri olarak, onların<br />

söylediklerinin bir Müslüman'ın söylediğinden ve söyleyeceğinden farklı olacağını düşünmüyorum.<br />

Hz. İsa gibi, bizim nazarımızda ülü'l-azm, yani tarih boyu gelmiş peygamberler arasında en büyük beş


peygamberden biri olan bir zatın ardından gitmek, onu takip etmek, yapılabilecek en güzel<br />

şeylerdendir.”<br />

Oysa amentüsü “Görünen ve görünmeyen varlıkları Yaradanı, yeri ve göğü yaratan, Her şeye<br />

Kadir Tanrı Baba'ya inanıyorum. Tanrının biricik Oğlu tek Rab ve ezelde Baba'dan doğmuş olan Mesih<br />

İsâ'ya inanıyorum: O Tanrı'dan gelen Tanrı, Nur'dan Nur, Gerçek Tanrı'dan Gerçek Tanrı'dır. Yaratılmış<br />

olmayıp, Baba ile aynı özdedir ve her şey onun aracılığıyla yaratılmıştır…." (Katolik Kilisesi Din ve<br />

Ahlak İlkeleri, Fransızca'dan tercü-me eden: Dominik Pamir, s. 64) olan Hıristiyanlık ile tevhid dini olan<br />

İslamiyet nasıl beraber olabilir?<br />

9- İman; “Bir Alman Müslüman bana, (Sizler hep İslam’ı anlatıyorsunuz Halbuki insanların<br />

ihtiyacı İslam’a değil, imanadır) dedi. Bir hoca da şöyle vaaz etti: (Yeryüzü bir kitaptır. Bitkiler, varlıklar<br />

da bu kitabın harfleridir, satırlarıdırlar. Bu kitabı iyi okuyan imanı öğrenir. Kâinatın bir yaratıcısı<br />

olduğunu anlar. Bitkiler çamur yer bize meyve verir. Hayvanlar ot yer, bize et verir, süt verir. Bunların<br />

bir yaratıcısı oluğunu düşünmek imandır.)Bu hoca gibi kimse imanı anlatmıyor, herkes, imanı değil<br />

hep İslam’ı anlatıyor. Kaybımız da buradan oluyor.” (bkz. Ahmed Şahin, 21 Şubat 2007, Zaman<br />

Gazetesi)<br />

Görüldüğü üzere GÜLEN’in fetva emini Ahmet ŞAHİN, iman meselesine ilginç açılımlar getiriyor.<br />

Kimliği meçhul bir Almam Müslüman’ı referans göstererek çok önemli itikadi meselelere öneri<br />

getiriyor. Meçhul Alman’ın ŞAHİN’in hocası olma ihtimalini bir kenarda tutarak bazı sorulara cevap<br />

arayalım,<br />

a- İman ve İslam ayrı şeyler midir?<br />

b- İslam’ı anlatmak kayıp mıdır?<br />

c- İslam’a ihtiyaç yok mudur?<br />

d- İmanlı biri aynı zamanda Müslüman mıdır?<br />

e- Müslüman zaten imanlı değil midir?<br />

İman; “Güvenme, verilen bir habere kalbten inanma, haberi getireni tasdik etme; bir şeye<br />

tereddüde düşmeksizin inanma; Allah'a, ondan başka îlâh olmadığına, Hz. Muhammed (s.a.s)'ın<br />

Allah'ın kulu ve Resulu olduğuna, Allah'ın meleklerine, kitaplarına, ahiret gününe, kadere, hayır ve<br />

şerrin Allah tarafından yaratıldığına inanma (Buhârî, iman, 37; Müslim, iman, 1, 5, 7; Ebû Dâvud,<br />

sünne, 15).(Şamil İslam Ansiklopedisi)<br />

İslami ıstılah olarak "iman", Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s)'in Allah (c.c.) tarafından<br />

getirdiği kesin olarak bilinen haber, dini esas ve hükümlerin doğru ve gerçek olduğuna tereddütsüz<br />

inanmak, bunların tamamını iz'an ve kabul ile tasdik ve itiraf etmektir. Yani Allah'a, Hz. Muhammed'in<br />

son Peygamber olduğuna ve "Zarûrât-ı diniyye" diye bilinen İslâmî esaslara, hükümlere ve haberlere,<br />

kesin olarak inanmak, tamamını kabul ve itiraf etmektir. (Şamil İslam Ansiklopedisi)<br />

Açıklamada görüldüğü gibi İman, İslami esaslara inanmaktır. Yani İman ile İslam ayrılamaz.<br />

İslam’ı anlatmanın kayıp olduğunu iddia etmek sarf edeni küfre götüren bir sözdür, İslam’a ihtiyaç<br />

yoksa, kainatın da bir anlamı yoktur.<br />

Aslında Ahmet ŞAHİN, GÜLEN’in kurduğu “Hizmet” adlı dinin inanç esaslarının bazı<br />

ipuçlarını vermektedir. “İman” mevzuunun sırf İslam’a has bir kavram olmadığını, kendi dinlerinin de<br />

iman esasları olduğunu beyan etmektedir.<br />

10- Cihad; Gülen diyor ki; Müslümanlıkta adam öldürmek ,Allah'a küfretmekle eş<br />

tutulmuştur. İbn Abbas ve bazı alimler göre adam öldüren ebediyyen cehennemde kalır. Müslüman<br />

cennet girmesi için bile bir tek adam öldüremez. Yanı bütün engeller aşılmış ol sa, bir de adam öldürse


cennet girecek, işte bunun için bile adam öldüremez. Bir vapur dolusu adamın cennete girmesi için<br />

bile bir tek adam öldüremez. İstanbul halkının cennet girmesi için bile bir tek adam öldüremez. Bu<br />

meselenin kuranda ve sünnetteki yerinin gösterilmesi lazımdır. Hiç bir terörist Müslüman değildir.<br />

Şirkin İslam’da ne kadar yeri yoktur, teröründe İslam’da o kadar yeri yoktur. Çok ulvi gayelere dahi<br />

ulaşmak için bile teröre başvurmak İslam’dan o kadar uzaktır.”<br />

(http://tr.fgulen.com/content/view/9905/3/)<br />

ADAM ÖLDÜRMEK<br />

Başkasının hayatına kıymak, katl. Cinayet, bir terim olarak insanın hayatına ve vücut tamlığına<br />

karşı işlenmesi yasaklanmış fiillerdir. Cinayet, öldürme ve yaralama olmak üzere iki kısma ayrılır.<br />

Öldürme, dünya ve ahirette cezayı gerektiren bir fiildir. Dünyadaki cezası kısas*, ahiretteki ise<br />

cehennem azâbıdır. Çünkü o, dünyada Allah'ın yaratmasına tecavüz, toplumun ve toplum hayatının<br />

emniyetini tehdid eden bir fiildir.<br />

Kur'an-ı Kerim'de adam öldürmenin haram olduğunu bildiren birçok ayet vardır. Bu ayetlerin<br />

birinde şöyle buyurulur:<br />

"Allah'ın haram kıldığı cana, haklı bir sebep olmadıkça kıymayın. Kim mazlum olarak<br />

öldürülürse biz onun velisine (mirasçısına hakkını isteme konusunda) bir yetki vermişizdir. O<br />

da öldürmede aşırı gitmesin. Çünkü o, zaten yardıma mazhar kılınmıştır." (el -İsrâ, 17/33)<br />

Âdem (a.s.)'ın oğlu Kâbil*in Hâbil'i öldürme suçu, öldürmenin insanlığa tecavüz anlamına<br />

gelen bir suç olduğunu gösterir. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: "Bu yüzden İsrâiloğulları'na şu<br />

gerçeği hükmettik: Kim bir canı, bir can karşılığında veya yeryüzünde bir fesat çıkarmaktan dolayı<br />

olmaksızın, öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur." (el-Mâide, 5/32)<br />

Katil için kısas cezası şu ayetle sabittir:<br />

"Ey iman edenler, öldürenler hakkında size kısas (misilleme) yazıldı. Hür hür ile; köle köl e ile;<br />

dişi dişi ile kısas edilir. Fakat öldürenin lehinde, öldürülenin kardeşi (velisi) tarafından cüz'î bir<br />

şey af * olunursa kısas düşer. Artık örfe uyarak, maktulün velisine güzellikle ödemede<br />

bulunmak gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve esirgemedir. O halde kim bu aftan ve<br />

diyetin edâsından sonra, katile veya yakınlarına karşı tecavüzde bulunursa, onun için pek<br />

acıklı bir azap vardır. Ey akıl sahipleri kısasta sizin için bir hayat vardır. Umulur ki sakınırsınız. "<br />

(el-Bakara, 2/178-179)<br />

Kısas hükmü, geçmiş semâvî dinlerde de yer almıştır: "Biz onda (Tevrat*ta) onların üzerine<br />

şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş karşılıktır. Sonuç olarak<br />

yaralar birbirine kısastır. Fakat kim bu hakkını bağışlarsa, o kendisine keffârettir. Kim Allah'ın indirdiği<br />

ile hükmetmezse onlar zalimlerin ta kendileridir." (el-Mâide, 5/45)<br />

Kur'an-ı Kerim, başkasını kasden öldüren katil için bir ceza daha bildirir:


"Kim bir mümini kasden öldürürse, cezası içinde ebedî kalıcı olmak üzere cehennemdir. Allah<br />

ona gazab etmiş ve lânet etmiştir. Ve ona büyük bir azap hazırlamıştır. " (en-Nisâ, 4/93)<br />

Hadiste, kişinin ancak üç durumda ve hâkim kararıyla öldürülebileceği bildirilmiştir. Hz.<br />

Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:<br />

"Müslümanın kanı ancak üç şeyden birisi ile helâl olur. Zina eden evli, cana karşılık can, dinini<br />

terkeden ve İslâm toplumundan ayrılan kimse." (Buhârî, Diyet, 6; Müslim, Kasâme 25; Ebû<br />

Davud, Hudud, I; Tirmîzî, Hudud, 15) Bu hadisi İbn Mes'ud (r.a.) rivâyet etmiştir.<br />

Başka bir rivâyet şöyledir: "Kişinin kanı üç durumda helâl olur: İmandan sonra kâfir olan yahut<br />

evlilikten sonra zina eden yahut da haksız yere bir cana kıyan kimse."<br />

Katlin ve intiharın haramlığı konusunda çeşitli hadisler nakledilmiştir: "Bir müminin<br />

öldürülmesi, Allah katında, dünyanın sona ermesinden daha büyük bir olaydır."<br />

"Şüphesiz, sizin kanlarınız ve mallarınız; bu gününüzün, bu ayınızın ve bu beldenizin haram<br />

olduğu gibi birbirinize haramdır." (Buhâri ilim, 37; Hacc, 132; Hudûd, 9; Müslim, Hacc, 147;<br />

Tirmîzî, Fiten, 6)<br />

"Yedi helâk edici şeyden sakınınız. Bir tanesi de haklı durumlar müstesna Allah'ın haram<br />

kıldığı cana kıymaktır. " (Buhârî, Müslim, Ebû Davud ve Nesâi)<br />

Kasden öldürmenin cezasını hadis tesbit etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu:<br />

"Kasden öldürmede kısas vardır. Ancak, maktulün velisinin affetmesi halinde durum değişmektedir."<br />

Yani başkasını kasden öldüren, maktulün akrabaları tarafından affedilmedikçe ona kısas<br />

uygulanması gerekir.<br />

Kasden adam öldüren kimse asî ve fâsık olur. Onun işi Allah'a kalmıştır. Dilerse ona azap eder,<br />

dilerse bağışlar. İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre katilin tevbesi makbûldür. Böyle diyenlerin<br />

delilleri şu ayetlerdir:<br />

"Şüphesiz Allah, kendisine şirk (ortak) koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları<br />

dilediği kimseler için bağışlar. " (en-Nisâ, 4/48-116)<br />

"Şüphesiz Allah bütün günahları mağfiret eder." (ez-Zümer, 39/53) İbn Abbâs (r.a.) katilin<br />

bağışlanabileceği konusunda aksi görüştedir. Çünkü birisini kasten öldürenin cehenneme<br />

gireceği, Nisâ sûresi 93. ayetle sabittir.<br />

Diğer yandan yüz kişi öldüren kimsenin tevbesinin bile kabule şayan olduğunu bildiren hadis -i<br />

şerif malûm ve meşhurdur. (Buhâri, Enbiya, 54; Müslim, Tevbe, 46-47). Kâtilin, sürekli cehennem<br />

ateşine gireceğini bildiren ayetin, tevbe etmeden ölmesi haliyle ilgili olduğu yahut durumunun Cenâbı<br />

Hakk'ın dilemesine bağlı bulunduğu öne sürülmüştür.


Şâfiî mezhebi, öldürmenin hükümlerini beş kısma ayırır: Farz, haram, mekruh, mendub ve<br />

mubah.<br />

1- Farz: Mürted (dinden çıkan)'ın tevbe etmediği ve düşman savaşçısının İslâm'a girmediği<br />

yahut cizyeyi vermediği zaman öldürülmesi farzdır.<br />

2- Haram: Kanının dökülmesi caiz olmayan masum kimsenin öldürülmesi haramdır.<br />

3- Mekruh: Bir kimsenin, kâfir olan hasmını Allah'a ve Resulüne sövdüğü zaman onu<br />

öldürmesi mekruhtur.<br />

4- Mübah: Kısas tatbik edilecek kimseyi veya devlet başkanının savaş esirini öldürmesi<br />

mubahtır. Çünkü o maslahata göre öldürüp öldürmemekte serbesttir. Nefis müdafaası için<br />

saldırganı öldürmek de mubahtır.<br />

Dört büyük mezheb imamı, öldürmenin mübah olduğu halleri şu şekilde sıralarlar: Bir kimse<br />

yabancı birisinin evine girdiğini; yabancı bir erkeği karısı veya yakın akrabası ile zina ederken görse<br />

onu öldürmesi helâldir. Katile kısas gerekmez. Zina, erkekle kadının rızası sonucu oluşmuşsa Hanefi ve<br />

Hanbelîlere göre kadının kocası onları suçüstü yakalaması halinde her ikisini de öldürebilir. Eğer<br />

erkek, kadını zinaya zorlamışsa kadının bu erkeği öldürmesi mübah görülmüştür. ( Hamdi DÖNDÜREN<br />

Şamil İslam Ansiklopedisi)<br />

Dikkat edilirse İslam’ın konuya bakışı “kaden öldürme” üzerine yoğunlaşmıştır. “Kasden adam<br />

öldüren kimse asî ve fâsık olur” hükmü ortadayken Gülen bu hükmü “küfür” olarak değiştirmektedir.<br />

"Şüphesiz Allah, kendisine şirk (ortak) koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları<br />

dilediği kimseler için bağışlar. " (en-Nisâ, 4/48-116)<br />

Ayeti cinayetin günah olduğuna ve tövbe halinde bağışlanabileceğini belirtmektedir. Şayet adam<br />

öldürmek küfür olsaydı, katil bağışlanmazdı.<br />

Konunun özüne dönersek Gülen’in bu sözleri, sarf ettiği konjonktür irdelenirse daha farklı bir<br />

anlam kazanacaktır. Gülen bu sözleri Filistin, Afganistan, Irak direnişi devam ederken söylemiştir.<br />

Ayrıca sözlerindeki çelişki de oldukça dikkat çekicidir. “Yanı bütün engeller aşılmış olsa, bir de<br />

adam öldürse cennet girecek, işte bunun için bile adam öldüremez.” Sözü anlamsız ve boştur. Madem<br />

ki bir kişi adam öldürünce cennete girecek , o halde bu durum onun için iyi mi, kötü müdür?<br />

11- BEDA: Bedâ inanışı, Şiî çevrelerde ortaya çıkmış bir inanış biçimidir. Önce aşırı Şiî gruplar<br />

arasında ortaya çıkmış; ancak bütün Şiîler tarafından kabul görmemiştir. Bu inanç, Allah‟ın ilim ve<br />

irade sıfatında değişmeyi öngördüğü için, tevhid inanışına aykırı bulunmasından dolayı bu inanca Ehl -i<br />

Sünnet kelâmcıları tarafından şiddetle karşı çıkılmıştır. İmâmiyye Şîası kelâmcılarının, özellikle de son<br />

dönem teologlarının bedâ inancının açıklanmasında farklı bir anlayış öne sürerek, Ehl-i Sünnet<br />

kelâmcılarının kabul ettikleri nesh teorisi ile birleştirme çabası içine girdikleri görülmektedir. Fakat<br />

mahiyet bakımından bedâ teorisi ile nesh teorisi arasında bir benzerlik bulunmamaktadır. Çünkü nesh<br />

hukuk alanında geçerli olup, itikat alanında geçerli değildir. Hâlbuki bedâ inancı bir yönüyle ilahi ilim<br />

ile diğer yönüyle de kader inancı ile ilgilidir. (KELÂM İLMİ AÇISINDAN BEDÂ’ ANLAYIŞI Orhan AKTEPE<br />

Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XIII, Sayı: 23 (2011/1), s. 97-116 )<br />

Özet olarak beda, Allah’ın verdiği sözden dönmesi, sonradan fikrini değiştirmesi, görüşünü<br />

yenilemesidir. Tarihte ilk olarak Cafer-i Sadık tarafından ortaya atıldığı iddia edilse de, esas fikir babası


Keysaniyye mezhebinin kurucusu Muhtar bin Ebu Ubeydullah es-Sekafidir. Muhtar Beda görüşünü<br />

siyasi çıkarları için icat etmiş, kendine bağlı olanları bu yolla kandırarak iktidarını devam<br />

ettirebilmiştir. Tıpkı Fethullah GÜLEN gibi.<br />

Kendisinin İsa aleyhisselam olduğunu iddia eden GÜLEN, yakın çevresinden gelen itirazları<br />

susturabilmek için Beda inancına sarılmış, böylelikle hem makamını yükseltmiş, hem de otoritesini<br />

sağlamlaştırmıştır.<br />

“Nur talebelerince önemli başvuru kaynakları arasında gösterilen İttihad Yayınları'nın Genel<br />

Müdürü Mesut Zeybek Yeni Şafak gazetesine anlatıyor: Kendisi ben Hz İsa'yım demiyor ama<br />

yanındakilere İsa (a.s)nın nasıl geleceğini 40 yıl önce 'Bir gün valizle İzmir'e çıkar gelir' sözleri ile<br />

anlatmış. 'Hoca da elinde valizle geldi tamam budur' demişler. Hoca da Hz.İsa değilim demiyor. Ben<br />

İsa'yım (as) da demiyor ama bütün adresler ona çıkıyor.<br />

Bu konuyu Gülen ile konuştunuz mu?<br />

Bu konu İzmir esnafı abiler arasında konuşulunca hocanın kulağına gitmiş. Hoca rahatsız olmuş.<br />

'Siz niye ulu orta konuşuyorsunuz' demiş. Bu konu üzerinde bir toplantı yapıldı. Bize de bunu<br />

yaydığımız gerekçesiyle kızdı. Biz de 'yanında kalan adamlar bunu yayıyor, sen kızacaksan bize değil<br />

onlara kız' dedik. Bu lafımız üzerine kontrolünü kaybetti 'Mehdi'yi de İsa'yı da ben bilirim. Ne zaman<br />

nereye geleceğini ben bilirim' dedi ve sinirlendi.”<br />

İsa aleyhisselam’ın ahir zamanda gelmesi meselesi pek çok hadis-i şerifte detaylı olarak<br />

anlatılmasına rağmen, hiç birinde valizden ve İzmir’den bahsedilmez. Hadis kaynağının da vahiy<br />

olduğu göz önüne alınırsa Gülen, İslami literatürde var olmayan bir bilgiyi ortaya atmakta, kendisinin<br />

yücelmesi için “beda” inancını kullanarak, pek çok vahye dayanan bilgiyi değiştirip kendine<br />

uyarlamaktadır. Özellikle 17 aralık girişiminden sonra Gülen pek çok kehanette bulunmuş, hiç biri<br />

gerçekleşmeyince kitlesini ayakta tutabilmek adına Beda inancına sık sık baş vurmuştur.<br />

12- KUR’AN: Fethullah GÜLEN, İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’i ehil olmamasına<br />

rağmen "Meryem, onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Derken, Biz ona ruhumuzu gönderdik de o,<br />

kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü." (Meryem sûresi, 19/17) ayetini tefsir etmekte ve<br />

şöyle demektedir;<br />

“Hz. Meryem, ailesinden ayrılarak kaldığı yere nispeten daha bir doğuya çekildi; çekilmekle de<br />

kalmadı, ailesi ile kendi arasına bir sütre ve perde koydu. Bu asude ve kimsesiz yerde, insanlarla kendi<br />

arasına bir engel ve perdenin yerleştirilmesi, onun kadınlık hâllerini hissettirmeme hassasiyetinden,<br />

temizlenme ihtiyacından olabileceği gibi, sessiz bir ortamda ibadeti, teveccühü ve en mükemmel<br />

şekilde bir konsantrasyon yakalama adına da olabilir ki, siyakı bezeyen kelimeler bu mülâhazalara açık<br />

gibidir... Evet işte onun, bu ölçüde bir cismanî ve ruhanî nezaheti benliğinin derinliklerinde tastamam<br />

duyması sonucundadır ki, 5<br />

mantukunca, lebrîz edilmiş bu ruh ve tertemiz bir hâl almış o<br />

atmosferde, yeni bir ruh mesajıyla gelen Hz. Ruh temessül edivermiştir. Bununla insanlık yeniden<br />

dirilecek ve kıyamete kadar da bu dirilişler birbirini takip edecekti.<br />

Acaba ne idi bu ruh? Hemen büyük çoğunluğu itibarıyla bütün tefsirler, âyet-i kerimedeki “<br />

...ruhumuzu gönderdik..." diye belirtilen ruh'un Cebrail (aleyhisselâm) olduğunu ifade etmektedirler.<br />

Ne var ki burada Kur'ân "ruh" tabiri kullanıyor; ruhun tayininde ise ihtilaf vardır. İhtimalin sınırları ise<br />

ihtilafın çerçevesini aşkındır; hatta Efendimiz'in ruhunu içine alacak kadar da geniştir. Evet bu da


muhtemeldir; zira Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı. Bu itibarla da gözlerinin içine başka<br />

hayal girmemişti ve girmemeliydi de. Ona sadece kendisine helâl olan biri bakmalıydı. O da olsa olsa<br />

Efendimiz olabilirdi, zira O bir münasebetle Hz. Meryem'in kendisiyle nikâhlandığına işaret<br />

buyuruyordu. [6] Bu açıdan da "ruh"un Efendimiz'in ruhu olabileceği de ihtimal dahilindedir. Ancak bu<br />

kat'î değildir, sadece bir ihtimaldir. İhtimaller ise delillerle takviye edilecekleri ana kadar kat'iyet ifade<br />

etmezler.”<br />

Gülenin de belirttiği gibi bütün tefsirler ayette geçen “Ruh” un Cebrail aleyhisselam olduğu<br />

konusunda ittifak halinde iken, o, aksini iddia etmekte ve giriştiği “Dinler Arası Diyalog” faaliyetine<br />

zemin hazırlamakta, Kur’an’ı kendi menfaatine göre tefsir etmektedir. Gene adı geçen faaliyet<br />

çizgisinde başka ayetleri de tefsir ederek, İslam tarihinde görülmemiş, duyulmamış fikirleri gerçekmiş<br />

gibi serdetmektedir;<br />

“Kur'ân-ı Kerim'de Hristiyanlık ve Yahudilik hakkında kullanılan ifadelerin çok sert olduğu söylenir.<br />

Bence bu meseleye yaklaşırken çok dikkatli olmak gerekir. Geçmiş dönemlerde, belli Hristiyan ve<br />

Yahudilerin apaçık gerçek karşısında gösterdikleri inat, ayak direme ve düşmanlığı ifade için<br />

Kur'ân'ın kullandığı aynı üslûp, bugünün Yahudi ve Hristiyanları için de kullanılacak diye bir şart,<br />

bir mecburiyet olamaz. Bu tür âyetlerde sübût-u kat'iye arandığı gibi, delâlet-i kat'iye de<br />

aranmalıdır. Yani, bu âyetlerin Kur'ân âyetleri olduğu kesindir. Fakat, o âyetlerin ilk günden bu<br />

yana bütün her Yahudi ve Hristiyanı içine aldığı kesin değildir.”<br />

(http://tr.fgulen.com/content/view/11224/3/ Hoşgörü ve diyalog iklimi 155-156)<br />

“Yahudileri ve Hıristiyanları kınayan ve azarlayan âyetler ya Hazret-i Muhammed (A.S.M)<br />

döneminde yaşayan ya da kendi peygamberlerleri döneminde yaşayan bazı Yahudi ve<br />

Hıristiyanlar hakkındadır.” ( Küresel Barışa Doğru, s.45)<br />

Maalesef tarihselci yaklaşım günümüz Müslümanları açısından ciddi bir tehlike arz<br />

etmektedir. Tariselcilik konusu geniş bir konu olduğu için burada Gülen’in tavrını irdelemekle<br />

yetineceğiz.<br />

Yüce Allah’ın ayetlerini sert veya yumuşak olarak tahlil etmek kimsenin haddi değildir. Kur’anı<br />

Kerim tek hak kitaptır ve kıyamete dek hükmü devam edecektir. Ayetlerdeki l hükümler<br />

kıyamete kadar yaşayacak tüm insanlığı içine alır ve belirtilen hal üzerine olan tüm topluluklar için<br />

hüküm değişmez.<br />

Ayrıca Gülen’in asr-ı sadet dönemindeki Yahudi ve Hıristiyanlarla, günümüzdeki Yahudi ve<br />

Hıristiyanların farkını mutlaka belirtmesi gerekir. Kanaatimize göre itikadi açıdan bir fark<br />

olmamasına karşın, Müslümanlara karşı tutundukları tavır bakımından şimdikiler daha şedittir.<br />

13- TAKİYYE: "Müminler, müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık<br />

onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kafirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız<br />

başkadır." (Ali İmran-28)<br />

Takıyye, kendini gizlemek, olduğundan farklı görünmek, inandığının aksini söylemek ve<br />

tehlikelerden korunmak için hileli yola başvurmak demektir. Bazıları, takıyyeyi İslam’a mal etmek<br />

isteseler de, İslam’da takıyye yoktur.


Dinimizde, bir Müslümanın savaş anında düşmanın zülmünden kurtulmak ve canını kurtarmak<br />

maksadıyla imanını gizleyerek müdarâtta bulunması şeklinde ifade edebileceğimiz, “İllâ en tettekû<br />

minhum tükâh - Ancak onlar tarafından gelebilecek bir tehlike olursa başka!” (Âl-i İmran, 3/28)<br />

hakikatına bağlı bir disiplin var ise de, Şiilik’te söz konusu olan takıyyenin Müslümanlıkta yeri yoktur.<br />

Takıyye, Şii anlayışında, özellikle de İran Şiiliğinde bir esastır; dolayısıyla, Anadolu’daki saf Alevî<br />

vatandaşlarımız da takıyye bilmezler.<br />

Fakat Gülen cemaati için Takiyye, vaz geçilmez bir yöntemdir. Bu yöntemi ullanarak yıllarca<br />

devletin önemli birimlerine sızmayı başarmışlar, bunu yaparken de İslam’ın çok önem verdiği “kul<br />

hakkı” kavramını fütursuzca ihlal etmişlerdir.<br />

Bütün bu değerlendirmelerden sonra görülecektir ki, Gülen’in adım adım inşa ettiği din<br />

terminolojisi, İslam’ın özünü kavrayamamış kitleler tarafından “din” addedilerek hayat bulmuş, 21.<br />

Yüz yıla girerken, İslam ümmetinin başına bela olmuştur.<br />

14- İmamet: “Din’de mutlak rehberlik, ya masumiyet, ya masuniyet gerektirir. Masumiyet,<br />

peygamberlerde hususî bir ilim ve haldir –ki, Kur’ân’da peygamberlere bahşedildiği buyrulan ilim ve<br />

hüküm, bir manâda buna bakar. Masuniyet ise, hususî korunma manâsı taşır. Her günah kalbde bir<br />

leke olduğu ve her günahta küfre giden bir yol bulunduğu için, günahlar peygamberler için vahye,<br />

diğer rehberler içinse ilhama mânidir. Ayrıca, Din’e gerçekte hizmet eden bir Cemaat’in şahs -ı<br />

manevîsi velâyet-i kübra sahibidir ki, bu da, peygamberlere veraset demektir. Dolayısıyla,<br />

peygamberler, masumiyetle Din’in emir ve yasaklarına muhalefet manâsında günah işlemezler; Sırat-ı<br />

Müstakîm’in peygamberler dışındaki rehberleri ise, masuniyetle en azından büyük günahlara karşı<br />

korunurlar…..” diyor Gülen’in yazarlarından Ali Ünal Fethullah Gülen’in masuniyetini açıklarken.<br />

Oysa Sünni inanışta imamet, masuniyet gibi kavramlar yoktur. Bu kavramlar Şii mezheplerinde<br />

mevcuttur.<br />

On iki İmam Şiiliğini diğer İslam mezheplerinden ayıran en belirgin özellik, Usûl-i Din’in beş<br />

rüknünden birisi olan İmamet doktrinidir. Şia kelamcılar Usül-i Din adını verdikleri Tevhit, Nübüvvet<br />

ve Mead ilkelerine Adalet ve İmamet şartlarını da ekleyerek, beşli itikat prensipleriyle diğer İslam<br />

Mezheplerinden daha farklı bir inanç minvali geliştirmişlerdir.<br />

“İsmet, yani musum oluş, temelde nübüvvetle alakalı bir ıstılah olup "nebilerin ve resullerin<br />

büyük ve küçük günahlardan kasıd yoluyla masum" olmaları şeklinde anlaşılmaktadır 10'1.<br />

Perdevi, bu hususa şu . ifadeyi eklemek ihtiyacı hisseder: onlar (nebiler ve resuller) "çok .. --<br />

küçük hatalardan uzak değillerdir" 108. Çağdaş Şii müelliflerden M.R. el-Muzaffer de ismeti<br />

şöyle tarif eder: "İsmet, yani masum oluş kü- çük büyük bütün günahlardan, yanılmaktan ve<br />

unutmaktan münezzeh olmaktır"109.T usi'nin ve' diğer müelliflerimizin meseleye bakışlarını<br />

daha iyi değerlendirebilmemiz için M.R. el-Muzaffer'in bu konuda söylediklerini nakletmek<br />

faydalı olur kanaatındayız. Ona. göre, peygamberlerin masum olmasının esas sebebi,'<br />

insanların peygamberlere inanmak hususunda şüpheye düşmemeleridir Aynı durum imamlar<br />

için de gereklidir; çünkü imamlar da halkın hidayeti için çalışmaktadırlar, .dolayısıyla onların<br />

da masum olmaları lazımdır'! (Şİİ İMAMET NAZARIYESI Dr. Hasan ONAT<br />

http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/776/9925.pdf )


Gülen’in taraftarlarınca “Kainat İmamı” olarak adlandırılması, her kıtaya, her ülkeye, şehre, hatta<br />

her kuruma imam atanması, İslami hiçbir delile dayanmaz. Bu yapılanma Gülen’in siyasi çıkarları için<br />

İmamiyye Şiasından alıntıdır.<br />

15- Peygamber: İslam dininin kaynaklarına göre Peygamberlerin görevleri şunlardır;<br />

1-) TİLAVET-KIRAAT ETME: “Tilâvet” ve “kıraat”, ayetleri okuyarak insanlara duyurmadır. “Rabbinin<br />

Kitabından sana vahyedileni (insanlara) oku.” (ANKEBÛT SURESİ – 45. AYET)<br />

2-) DAVET, VAAZ ETME VE ÖĞÜT VERME: “Davet”; insanları İslâm’a çağırmak¸ “vaaz” ve “öğüt”<br />

(tezkire);insanlara nasihat etme, onları iyiye, güzele ve doğruya teşvik etme, ilâhî gerçekleri<br />

hatırlatma görevidir. “(Resûlüm!) Rabbi’nin yoluna (insanları) hikmetle ve güzel öğütle çağır ve<br />

onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O,<br />

hidayete erenleri de çok iyi bilir...” (NAHL SURESİ – 125. AYET)<br />

3-) TALİM: Bu; Kur’an’ı, hikmeti ve insanların bilmediklerini öğretme görevidir. “O (Allah) ki,<br />

ümmîler içinde kendilerinden olan, onları temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir<br />

peygamber gönderdi. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.” (CUMA SURESİ –<br />

2. AYET)<br />

4-) TEBŞİR VE İNZÂR: “Tebşir”; ödül vaad ederek insanları, iman ve salih amellere teşvik etmek,<br />

iman edip Salih ameller işleyenleri, Allah’ın nimeti ve cenneti ile müjdelemektir. “İnzâr” ise, ilâhî<br />

ceza olduğunu bildirerek, inkâr ve isyan olan inanç, söz, fiiller ve davranışlardan<br />

sakındırmaktır. “Ey Peygamber! Biz seni şahit, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.” (AHZAB<br />

SURESİ – 45. AYET)<br />

5-) TEZKİYE: Bu, Peygamberin insanları tevhide (Allah’ı bir olarak kabul etmeye) davet ederek, onları<br />

şirk (Allah’a ortaklar koşma), inkâr ve isyandan kurtarmaya vesile olma görevidir. “Nitekim içinizden<br />

size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de<br />

öğreten bir peygamber gönderdik.” (BAKARA SURESİ – 151. AYET)<br />

6-) ŞAHİT OLMA: Bu, peygamberin dünyada; Kur’an hükümlerini tatbik ederek insanlara gösterme,<br />

kıyamet günü ise, müminlere ve diğer ümmetlerin şahitlerine tanıklık etme görevidir. “İşte böylece<br />

sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl’ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık. Senin<br />

(arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe'yi) biz ancak Peygamber’e uyanı, ökçeleri üzerinde<br />

geri dönenden ayırt etmemiz için kıble yaptık. Bu, Allah’ın hidayet verdiği kimselerden başkasına<br />

elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve<br />

merhametlidir.” (BAKARA SURESİ – 143. AYET)<br />

7-) EMR-İ Bİ’L MA’RUF VE NEHY-İ AN’İL MÜNKER: Bu, İslâm’a ve akl-ı selime uygun olan iyi, güzel ve<br />

faydalı şeyleri emretme ve insanları İslâm’ın ve akl-ı selimin iyi, güzel ve faydalı görmediği, çirkin<br />

kabul ettiği şeylerden men etme görevidir. “Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o<br />

ümmî Peygamber’e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men<br />

eder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O<br />

Peygamber’e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nur’a<br />

(Kur’an’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (A’RAF SURESİ – 157. AYET)<br />

8-) CİHAT VE KITÂL: “Cihâd”, İslâm’ın bilinmesi, tanınması ve yaşanması için çalışma; “kıtâl” ise<br />

gerektiğinde İslâm düşmanlarıyla savaşma görevidir. “Ey Peygamberim! Kâfir ve münafıklara karşı<br />

cihad et. Onlara karşı sert davran...” (TEVBE SURESİ – 73. AYET)


9-) HÜDA: Bu, Peygamber (SAV)’in, Allah’ın izni ile insanlara doğru yolu gösterme görevidir. “İşte<br />

böylece sana da emrimizle Kur’an’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu<br />

kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir<br />

yolu göstermektesin.” (ŞÛRA SURESİ – 52. AYET)<br />

10-) TEBYÎN: Bu, Kur’an hükümlerini açıklama ve dinî konularda hüküm verme görevidir. Kur’an<br />

hükümlerini, sözlü ve uygulamalı olarak açıklamak peygamberin temel görevidir. “(Ey Muhammed!)<br />

Sana bu zikri (Kur’an’ı) indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın; tâ ki, düşünüp öğüt<br />

alsınlar.” (NAHL SURESİ – 44. AYET)<br />

11-) ÜSVE-İ HASENE: Bu, Peygamber (SAV)’in söz, fiil ve davranışlarıyla insanlara örnek olma<br />

görevidir. “And olsun ki, Allah’ın Elçi'sinde sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve<br />

Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır.” (AHZAB SURESİ – 21. AYET) (DİYANET AYLIK DERGİ<br />

Nisan 2009)<br />

Bizler şahidiz ki; Allah Resulü, Sallallahu Aleyhi ve Sellem bütün bu görevleri layıkıyla yerine<br />

getirmiştir. Ancak Gülen ve cemaatine göre onun bu görevleri dışında, bütün yurtları dolaşmak,<br />

yatakhaneleri teftiş etmek, kermeslere katılmak, arsa teftişi, rüyalarla destek olmak, tiwit attırmak,<br />

dizilerde figüran olarak rol almak, Türkçe olimpiyatlarına katılmak, konferans ve seminerlere dinleyici<br />

olarak teşrif etmek, her gece Gülen’in rüyalarına girmek, yaz kamplarına eşlik etmek, her konuda<br />

Gülen’i tasdik etmek, devleti Gülen’e teslim etmek gibi haşa çeşitli görevleri vardır.<br />

Bu bakıştan hareketle Gülen ve cemaati için Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, insanlığın<br />

doruk noktasından çok, ikinci plandaki bir yardımcı, müfettiş, yardımcı statüsüne indirgenmektedir.<br />

Pek çok video sohbetinde kendisine Peygamber aşığı süsü veren Gülen, Ahmet Keleş’in<br />

anlattığına göre; “ şu kapı açılsa o kapı ki cennetten daha kıymetli olur benim için, o kapıdan kainatın<br />

efendisi girse içeriye ve bana dese ki Fethi! Ne bu gittiğin yol, senin bu gittiğin yol benim gittiğim yol<br />

değil dese , ve ben ona derim ki; ya Resulallah! Ama sen bize kitap bıraktın, sünnet bıraktın, senin<br />

artık kitabın, sünnetin bizde, ona bakarım, yorumlarım, anlarım yoluma devam ederim.” Diyecek<br />

kadar fütursuz olabiliyor.


FETHULLAH GÜLEN<br />

Fethullah Gülen, 1938 yılında Erzurum Pasinler ilçesi Korucuk köyünde doğmuştur. Babası<br />

Ramiz adında cami imamı, annesi ise ev hanımıdır.<br />

Altısı erkek, ikisi kız olmak üzere sekiz kardeştirler.<br />

Fethullah Gülen, askerliğini Ankara Mamak’ta ve İskenderun’da yapmıştır.<br />

Askerlik öncesinde ve sonrasında Edirne’de 4 yıl imam hatiplik görevi yaptı. Ardından,<br />

1966’da İzmir’e vaiz olarak atandı. Kestanepazarı camiinde vaizlik ve Kuran kursu yöneticiliği yaptı.<br />

1971’ de 12 Mart döneminde hakkında kavuşturma sürdürüldü ve bir süre tutuklu kaldı. Af<br />

Kanunuyla davası düştü.<br />

Daha sonra, Balıkesir’de, Manisa’da ve Bornova’da vaizlik yaptı.<br />

12 Eylül’de hakkında tutuklama emri verildi, 6 yıl çalışmalarına ara verdi ve tutuklanmamayı<br />

başardı. 1986’da DGM’den takipsizlik kararı sağladı.<br />

1989’dan 1992 ye kadar İzmir ve İstanbul’da, fahri olarak vaizlik yaptı.<br />

1992’de Yaşamında “kozadan çıkış” olarak belirlenen bir misyon dönem başladı. Bu “Yeni<br />

Dünya Düzeni”nde “Ilımlı İslam”ı oluşturma ve sürdürme misyonudur. Okulların açılması, Samanyolu<br />

televizyonunun kurulması, bu dönemde gerçekleşti.<br />

Gülen hiç evlenmedi.<br />

1997 yılında gittiği Amerika Birleşik Devletlerinden dönmedi. Halen teşkilatını oradan idare<br />

etmekte ve yeni kurmuş olduğu dini şekillendirmektedir.


DİN KURUCUSU OLARAK GÜLEN<br />

Başlangıçta Müslüman bir din adamı şeklinde ortaya çıkan Fethullah GÜLEN, kendi inancını<br />

taşıyan fikirleri uzun yıllara serpiştirerek paralel dinini geniş bir kitleye fark ettirmeden kabul<br />

ettirebilmiş, oldukça başarılı bir din kurucusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gün bile onun hala<br />

İslami çizgide olduğunu düşünen ve inanan geniş bir kitle mevcuttur.<br />

Vaazlarına başladığı yıllarda aslında içindekini saklayabilen GÜLEN, ancak çok yakın çevresinin<br />

bilebildiği sırlar şeklinde kalan yeni dinini, Amerika’ya yerleştikten sonra dışa vurabilmişse de, tam<br />

anlamıyla devlete hakim olmadan harekete geçmeme temayülündedir.<br />

Her paralel din gibi GÜLEN’in dini de sentezlerden ibarettir ve hiçbir orijinalitesi yoktur. O da<br />

tıpkı Pavlus gibi yaşadığı ve geçmiş dönemlerde var olmuş dini akımlardan ve düşüncelerden<br />

beslenmiştir. Ancak, yabancı güçler tarafından İslam dünyasına sokulan dini ve mezhepsel akımlar göz<br />

önüne alındığında, GÜLEN’in kurduğu dine de katkı yaptıkları açıkça görülecektir.<br />

Faaliyetlerinin en başından beri çok kutsal bir kişilik olduğunu çevresine empoze eden<br />

Fethullah GÜLEN, zamanla halkayı daha da genişletmiş, kurduğu veya sahip olduğu medya<br />

organlarıyla reklamını aralıksız yaptıran bir figür durumuna gelmiştir. Kendisini öven özellikle<br />

Hıristiyan kişiliklere, bu medya organlarında sık sık yer vermesine rağmen, onun hakkında müspet<br />

konuşan bir tek Müslüman alime rastlanmaması da oldukça ilginçtir. GÜLEN bu durumu “kıskançlık”<br />

olarak nitelemektedir.<br />

Vaazlarında kendi nefsini aşağılarken kullandığı “Kıtmir” sözcüğü bile onun ne kadar nefsine<br />

köle olduğunun da ispatı olduğu kadar, cemaat içindeki mevkiini de gözler önüne sermektedir.<br />

Zira “Kıtmir” Kur’an da bahsi geçen ashab-ı Kehf’in köpeğinin ismidir ve cennetliktir.<br />

“Hayvanların ruhları bâkî kalacağını ve Hüdhüd-ü Süleymânî (a.s.) ve Nemli ve Naka-i Sâlih (a.s.) ve<br />

Kelb- Ashab-ı Kehf gibi bazı efrad-ı mahsusa hem ruhu, hem cesediyle bâkî âleme gideceği ve her bir<br />

nev’in ara sıra istimal edeceği bir tek cesedi bulunacağı rivayat-ı sahihadan anlaşılmakla beraber,<br />

hikmet ve hakikat, hem rahmet ve rububiyet öyle iktiza ederler.”(Şualar, s. 45)<br />

GÜLEN bu karşılaştırmayla baştan kendini cennetlik addetmekte, hatta kendi kendine büyük<br />

payeler ihsan etmektedir. Cemaatin inanışına göre GÜLEN, ahirette cennetin kapısında duracak ve<br />

cemaatini oraya sokacaktır. Hepsi bu kadar değil tabi.<br />

GÜLEN, cemaatinin gözünde kâinat imamıdır. Başlangıçta bu, kıta ve bölge imamları<br />

düşünüldüğünde onun gibi bir görev sanılabilir. Ancak konu irdelendiğinde meselenin gerçek<br />

yönleriyle vahameti ortaya çıkacak, cemaatin arz ettiği tehlike daha iyi anlaşılacaktır.<br />

GÜLEN’in makamını anlamak adına konuyu biraz daha açalım. Cemaat içindeki yaygın inanışa<br />

göre, GÜLEN kâinat imamıdır. Yani tüm kâinatın mutlak yöneticisidir. O bu yetkiyi bizzat Allah’tan<br />

almıştır. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) bizzat görünerek (rüyada değil) özellikle Türkiye’nin<br />

bütün işlerini Fethullah GÜLEN’e devretmiştir. O nedenle GÜLEN’in imamlığı hem dünyevi hem de<br />

uhrevidir. O hata yapmaz, günah işlemez, sözleri ve eylemleri tartışma konusu edilemez.<br />

Ancak burada tuhaf olan şudur ki; GÜLEN ile ilgili bütün bu özelliklerin kaynağı, gene<br />

GÜLEN’dir. Yani hiç kimse onun uhrevi halini görmez ve bilmez, sadece kendisi görür ve aktarır. Bu<br />

konuda da tek kaynak kendisidir, tıpkı rüyalar ve vizyonlar gibi.<br />

Bazen GÜLEN’in maneviyattaki değerini belirtmek adına gene GÜLEN, rüyalar ve hikâyeler<br />

anlatır. Hemen hemen hepsinin tek ortak noktası, hikâyelerde şahıs isimlerinin, mekânın ve zamanın<br />

olmamasıdır. “bundan seneler evvel ??? (kaç sene olduğu belirtilmez), bir muttaki kişi ??? (kim


olduğu bilinmez), falan yerde ??? (mekan belirtilmez) gibi öğeler barındıran hikayelerin tek kaynağı<br />

gene kendisidir. Gariptir ki; şimdiye kadar GÜLEN cemaatine mensup olmayan hiçbir âlim, veya sade<br />

bir Müslümanın GÜLEN’in yüceliğini işaret eden rüyalar gördüğü olmamıştır.<br />

Bu durum sorgulanmaz ve tartışılmaz. Hikâyelerin üzerinde düşünüldüğünde pek çok tuhaflık<br />

göze çarpar;<br />

"Çocukluğumda kazlarımız vardı. Ben onları çok severdim. Bir gün bu kazlar, Necip Ağa<br />

adındaki çok muhterem, abit, zahit komşumuzun tarlasına girmişler. O da kızmış, kazları bir güzel<br />

dövmüş. Baktık bizim kazlar kan revan içinde. Kiminin ayağı kırılmış, kiminin gözü çıkmış. Onları öyle<br />

görünce içim sızladı, çok rikkatime dokundu. Fakat ne ben ne de evimizden bir başkası tek kelime<br />

söylemedi. Çok geçmedi. Havada bir bulut belirdi. Necip Ağa'nın tarlasına öyle bir dolu yağdı ki,<br />

bahçede ne var ne yok hepsini aldı götürdü. O da, biz de hayret içinde kaldık. Çünkü köyde başka<br />

hiçbir yere dolu yağmamıştı..." ( Küçük Dünyam Latif ERDOĞAN sayfa 43)<br />

"O sıralarda Kâbe ve çevresinin temizliğine bugünkü kadar dikkat edilmiyordu. Harem'in<br />

duvarlarına dahi idrar yapan oluyordu. Pislik sebebiyle de çok sinek bulunuyordu. Bilhassa geceleri,<br />

sinekler ciddi şekilde çoğalıyor ve rahatsız edecek oranda insanlara saldırıyorlardı. Ben on beş gün<br />

kadar Harem'den hiç ayrılmamıştım. Buna rağmen herkesi ısıran sinekler bir kere dahi olsun beni<br />

ısırmadı..." ( Küçük Dünyam Latif ERDOĞAN sayfa 137)<br />

“Sinekler, ah onlardan öyle rahatsızdık ki.. Pencereyi kapasan sıcaktan boğuluyorsun, açsan<br />

onların istilasına uğruyorsun.. Sineklerin çokluğu hakkında bir fikir vermek için hapishanedeki<br />

mütehammil Gültekin Bey'in sineklerle mücadele metodunu anlatabilirim: Tuvalete giderken yanında<br />

DDT filiti de götürüyor... girmeden önce orada DDT sıkıyor, sonra tuvalete giriyor ve ihtiyacını çok<br />

acele görüp çıkıyordu. Çünkü biraz daha beklese bin tane sineğin hücumuna maruz kalacak. İşte<br />

sineğin bu kadar bol olduğu bir yerde yatmak mecburiyetindesiniz. Her sabah artık sineklerin<br />

ısırmasına dayanamadığınız için uyanırsınız. ( Küçük Dünyam Latif ERDOĞAN sayfa 97)<br />

"...Cihan Harbi'nden evvel çok şiddetli bir zelzele olmuştu. Köyde (Pasinler, Korucuk köyü)<br />

yıkılmadık bina kalmamıştı. Herkes harman yerinde yatıyor, evlerine gidemiyordu. Halbuki kış<br />

bastırmış ve kar da yağmıştı. Bir gün ben de harmana gidiyordum. Karşıma Mehmet Efendi çıktı. Bana<br />

'Şamil Ağa! (Hocaefendinin dedesi) Nereye gidiyorsun?' diye sordu. 'Harmana' diye cevap verdim. 'Git<br />

evine yat! Bir tek taş dahi düşerse getir onu benim kafama çal' dedi. 'Hoca niye?' dedim. Bana şunları<br />

söyledi: Bu gece köye Fahri Kâinat Efendimiz geldi. Arkasında Raşid halifeler vardı. Hz. Ali'nin elinde<br />

ise birçok kazık bulunuyordu. Ben hemen koştum ve yanına vardım. Efendimiz bana dönerek:<br />

- Molla Muhammed! Bu köy senin mi? diye sordu. Ben de 'Evet ya Resulallah! Benimdir' dedim.<br />

Bunun üzerine Fahri Kâinat Efendimiz (s.a.v.) Hz. Ali'ye döndü ve 'Ya Ali! Bu köye de bir kazık çak, bir<br />

daha bu köy de sallanmasın!' dedi. O da elindeki kazıklardan birini ovaya çaktı. Dedem Şamil Ağa, bu<br />

hadiseyi çok defa anlatmıştı. Her defasında da 'İşte manaya açık, ruh insanı bir tek şahıs var. O da<br />

Mehmet Efendi'dir' derdi." ( Küçük Dünyam Latif ERDOĞAN sayfa 9)<br />

Kendisinin hatırına dolu yağdırılan, depremden korunan, sineklerin rahatsız etmediği<br />

GÜLEN’in dedeleri de masal kahramanlarını andıran muhteşem kişilerdir!<br />

“ - Her iki ailenin de seyyid olduğu söyleniyor. Siz ne dersiniz?<br />

- Olabilir, öyle diyorlar. Ancak bu mezvu bizim aile içinde ne annem ne de babam tarafından<br />

konuşulmazdı. Ben annemden iki defa böyle bir merbutiyetten bahis duydum. Her ikisi de şeçerenin<br />

kaybolduğundan bahsederken oldu. Babam daha da dikkatliydi. Ahmed dedem de bu mevzuda birşey<br />

anlatmazdı. Zaten çok az konuşurdu. Ben daha çok bu tür konuşmalara yakın akrabalarımızda muttali<br />

oldum. Ancak, şu anda şecere var mıdır, yok mudur onu da bilmiyorum. Onun için kesin bir şey<br />

söylemem mümkün değil...” ( Küçük Dünyam Latif ERDOĞAN sayfa 19)


Gülen, 1995 yılında yayınlanan Küçük Dünyam adlı kitabındaki açıklamalarını unutmuş olacak<br />

ki, Nevval Sevindi'nin 1997 basımı "Fetullah Gülen ile New York Sohbeti" adlı kitabının 23. Sayfasında<br />

karşımıza bu sefer "Seyyid" olarak değil, "Şerif" olarak çıkar.<br />

Oysa;<br />

Dini konularda en küçük eğitimi olan şunu bilir ki; Soy olarak Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e<br />

dolayısıyla Hz. Muhammed'e (sav) dayanan kişilere Seyyid, Hz. Muhammed'in kızı Hz. Fatma'nın<br />

ölümünden sonra çok sayıda evlilik yapan Hz. Ali'nin bu eşlerinden doğan çocukların nesebinden<br />

gelenlere de "Şerif denmektedir.” (Ergün Poyraz - Amerika'daki İmam)<br />

"Halil Dedemin oğlu, Şamil Ağa'nın iki oğlu vardır. Bunlardan biri Süleyman Efendi, ikincisi<br />

Molla Ahmet'tir. Molla Ahmet benim dedem, Şamil Ağa'nın (Gülen) babasıdır. Molla Ahmed ilim ve<br />

takvasıyla temayüz etmiş müstesna bir insandı. Hayatının son otuz senesinde ayağını uzatıp<br />

yatmamış, daha doğrusu sırtı yatak yüzü görmemiştir. Denildiğine göre uykunun ağır bastığı anlarda<br />

sağ elini alnına koyar ve biraz kestirir. İşte onun bütün uykusu, alnı eline dayalı bu kestirmeden<br />

ibarettir." ( Küçük Dünyam Latif ERDOĞAN sayfa 7)<br />

"Vaktinin diğer kısmını hep çalışarak ve ibadet ederek geçirir. Pehlivan yapılı, uzun boylu,<br />

mehabet dolu, fiziği görünümünün yanında onun bu surete denk bir de sireti ve ruhi yapısı vardır.<br />

Onu tanıyanlar günde birkaç zeytinle iktifa ettiğini söylemektedirler. Onun zühd ve takvası<br />

dillere destandır. Çünkü o varlık içinde bir zahid hayatı yaşamıştır. Zira, babalarından kalan mirası iki<br />

kardeş pay ederken altınları tas tas paylaşmışlardır. Teker teker saymak çok vakitlerini alacağı için<br />

böyle yapmışlardır. O devirlerde onların bu miras bölüşme keyfiyetleri de çok meşhur olmuş bir<br />

hadisedir.” (age)<br />

“Dedem Şamil Ağa'nın babasına benzer yönleri vardı. O da bir ukba adamı gibiydi. En şiddetli<br />

dönemlerde bile sarıksız gezdiğini görmedim. Sarığını Osman Gazi Hazretleri gibi sarardı... (age)<br />

“Şamil dedemin hakiki ulemaya çok saygısı vardı. Fakat o gerçek veliyi babası Molla Ahmed'in<br />

şahsında görmüş, tanımıştı. Molla Ahmed ki, yemez içmez, kimseden hediye dahi kabul etmez.<br />

Sabaha kadar namaz kılar, bir zeytinle yetinir. Günlerinin çoğunu oruçlu geçirirdi. İşte dedeme göre<br />

velinin tarifi buydu. O bu tarifin dışında kalanları meşayıhtan kabul etmez ve bunlar şeyh değil pilavcı<br />

takımı derdi..."<br />

"Halil dedemin oğlu, Hurşit Ağa'nın iki oğlu vardır."<br />

"Bunlardan biri Süleyman Efendi, ikincisi Molla Ahmed'dir. Molla Ahmed, benim dedem Şamil<br />

Ağa'nın babasıdır.<br />

Molla Ahmed ilim ve takvasıyla temayüz etmiş müstesna bir insandı. Hayatının son otuz<br />

senesinde ayağını uzatıp yatmamış, daha doğrusu sırtı yatak yüzü görmemiştir. Denildiğine göre<br />

uykunun ağır bastığı anlarda sağ elini alnına koyar ve biraz kestirir. İşte onun bütün uykusu, alnı eline<br />

dayalı bu kestirmeden ibarettir.<br />

Vaktinin diğer kısmını hep çalışarak ve ibadet ederek geçirmektedir. Pehlivan yapılı, uzun<br />

boylu, muhabbet dolu, fiziki görünümünün yanında onun bu surete denk te bir sireti ve ruhi yapısı<br />

vardır." (age)<br />

"Molla Ahmed dedem riyazat'ı ömrü boyunca terk etmemiştir. Onu tanıyanlar günde bir kaç<br />

zeytinle yetindiğini söylemektedirler..." Fetullah'ın anlatımlarına göre bu zat asla sırt üstü<br />

yatmamakta ve sadece elini alnına dayayarak kestirmekte, gündüzleri tarlada çalışan "bu pehlivan


yapılı, yani koca cüsseli adam" tarladan geldiğinde kitap okumakta ve günde sadece bir kaç zeytin ile<br />

doymaktadır.” (age)<br />

"Molla Ahmed tamamen bir ukba (öbür dünya) insanıdır. Tarlada çalışır. Kitap okumaya<br />

düşkündür. İbadetle meşgul olmayı hayatının gayesi haline getirmiştir. Babam Ramiz Efendi,<br />

dedesinin bu davranışını biraz fazla bulur." (age)<br />

"Babam Kur'an'ı otuz yaşlarında öğrenmiş. Ben dört veya beş yaşlarındaydım. Evimize<br />

herkesin hürmet ettiği ‘İyi Molladır' dediği Halil Efendi Hoca namında bir zat gelmişti. Babam onun<br />

dizinin dibinden hiç ayrılmazdı. İhtimal babam Kur'an okumayı ondan öğrenmişti." (age)<br />

Bir evliyanın soyunu ve yaşantısını kısaca anlatan GÜLEN’in kaynağı, ısrarla vurguladığımız<br />

üzere gene kendisidir. Kendinden başka hiç kimse onun olağanüstü durumundan bahsetmez.<br />

Bir din kurucusunun bu tuhaf durumu nedense, kurduğu din mensuplarının gözüne takılmaz,<br />

hatta bir kusur olarak bile addedilmez.


GÜLEN'İN ETKİLENDİĞİ AKIMLAR<br />

Gülen cemaatinin fikirleri ve eylemleri bütüncül olarak ele alındığında, başlangıçta İslami bir<br />

hareket olarak başlamasına karşın, İslam dışı pek çok din, mezhep ve felsefeden etkilendiği,<br />

neredeyse her sapkın akımdan çeşitli görüşleri bünyesinde taşıdığı görülecektir. Oldukça karmaşık<br />

görünen cemaat yapısının geçen yüzyılda İngilizler tarafından İslam dünyasında oluşturulan<br />

mezheplere çok benzemesi oldukça dikkat çekicidir. Gülen’in bu cereyanları titizlikle inceleyip, istediği<br />

görüşü benimsemesi, veya tesadüfen oluşan bu fikir birlikteliği maalesef pek çok araştırmacının bu<br />

güne kadar gözünden kaçmış bir gerçektir. Gülen hareketinin arka planını görmek için görüşlerinde<br />

paralellik arz eden bazı gruplar şunlardır;<br />

1- Tapınak Şövalyeleri: kökeni Ortaçağ’a dek uzanan, faaliyetleri ve yandaşları ise zamanla<br />

değişikliğe uğrayan gizli bir örgüttür. Tapınakçılar bu karanlık öğretiye özgü tören ve ritüelleri<br />

gizlice uygularken, aynı zamanda da servet ve güç sahibi olmak için her türlü yöntemi meşru<br />

saymışlardır. GÜLEN’in faaliyetlerinde tüm İslami esasları ayaklar altına alıp her şeyi meşru<br />

görmesi, Tapınak Şovalyelerinden alınma bir yöntemdir.<br />

2- Masonluk: kökleri her ne kadar 16. yüzyılın sonu ve 17. yüzyılın başlarına kadar dayanıyor<br />

olsa da, 24 Haziran 1717 tarihinde Londra'da bir araya gelen dört locanın girişimiyle Londra<br />

Büyük Locası'nın kurulması ile başlar. Masonlara göre masonluk akılcılık, bilimsellik ve<br />

insanlığın oluşumundan bu yana ortaya çıkarak, insanlığın gelişimine ve bilgi birikimlerine<br />

katkıda bulunmuş bir kültür ve fikir üst yapı kurumudur. Ezoterik ve sadece üyelerine açık<br />

olan örgüttür. Dünyanın birçok ülkesinde 5 milyon üyesi ile değişik biçimlerde mevcuttur.<br />

Sadece İngiltere, İskoçya ve İrlanda'da 480.000; Amerika Birleşik Devletleri'nde ise 2 milyonu<br />

aşkın üyesi bulunmaktadır. GÜLEN dininin teşkilatlanması Mosonik yapı örnek alınarak<br />

oluşturulmuştur. 1-<br />

3- Keysaniyye: Şiilik'te İmam ünvanını ilk defa kullanan ve Mehdi kavramını ilk defa ortaya atan<br />

mezheptir. Aynı zamanda “Beda” inancını üreten sapkın bir topluluktur. GÜLEN de bu inancı<br />

dinine sokmuştur.<br />

4- Kadiyanilik: Bir diğer adı Ahmedilik olan Kadıyanilik 19.yüzyılda Mirza Ahmet Gulam (1839 -<br />

1908 ) tarafından 1889 da Hindistan 'da kurulmuş bir dini akımdır. Mirza Gulam Ahmed<br />

zaman zaman kendisinin Mehdi, Mesih ve Krişna olduğunu iddia ederek Müslüman, Hıristiyan<br />

ve Hindulara sempatik görünmek istemiş 1889 'da yayınladığı bir bildiriyle Allah tarafından<br />

yenileyici olarak tayin edildiğini açıklamıştır.<br />

Ahmedi 'lere göre ahiret, yeni bir oluşum değildir. Gulam Ahmed , İslam Peygamberi Hz.<br />

Muhammed 'den sonra nebevi vahyin gelmeyeceğini (peygamber vasıtasıyla yeni vahiy<br />

gelmeyeceğini) savunmuş, asıl şefaat edenin Allah olduğunu söylemiştir. Ahmedilik İslam,<br />

Hıristiyan ve Hindu çevrelerince sapkınlıkla suçlanıp yeni bir din olarak kabul edilmemesine<br />

rağmen, Kadıyanilik bahsedilen bu üç dinden çeşitli oranlarda etkilenerek bunların<br />

birleştirilmiş sentezinden ortaya çıkmış bir dindir. Fethullah GÜLEN ile Mirza Gulam Ahmed’in<br />

serüveni detaylı incelendiğinde aralarındaki hayret verici paralellik görülecektir.<br />

5- Bahailik: 1800'lerde İran'da Mehdi inancının uzantısı olarak doğan Babiliğin Bağımsız Dine<br />

dönüşmüş biçimi. Tüm dünyada inananları olan evrensel bir dindir. Bahai Tarihi, 1844'te<br />

Bab'ın (Seyyid Ali Muhammed) yeni bir çağın gelmekte olduğunu ve yeni bir Peygamber'in<br />

geleceğini ilan etmesiyle başlar. Bahailiğin kurucusu ve peygamberi, lakabı Bahaullah olan<br />

Mirza Hüseyin Ali'dir 21 Nisan 1863'te yeni dini ve yeni prensipleri Bağdat'ta sürgünde iken<br />

ilan etti.


a- Prensipleri<br />

b- İnsanlık alemi tek bir ailedir<br />

c- Irk, din, dil, cinsiyet gibi tüm önyargılar kaldırılmalıdır<br />

d- Tüm dinlerin temeli birdir (şimdilik son din İslam ya da Bahailik değildir, gelecekte de<br />

dinler gelecektir)<br />

e- Din bilim ve akıl ile uyum içinde olmalıdır<br />

f- Kadın ve erkek eşittir<br />

g- Genel barış için çalışılmalıdır<br />

h- Evrensel eğitim hedeflenmelidir<br />

i- serbest düşünce ile gerçek araştırılmalıdır<br />

j- Aşırı zenginlik ve yoksulluk kaldırılmalıdır.<br />

k- Bahai Dininde tek evlilik (monogami) esastır, kadınlar türban takmak zorunda değillerdir.<br />

Tüm dünya ülkelerinde değişik ırksal ve dinsel kökenden gelme (İslam, Hıristiyan, Yahudi,<br />

Zerdüştî, Hindu vs) Bahailer vardır. Bahai Dinine göre tüm dinlerin kaynağı ve amacı<br />

ortaktır ve birbirine aykırı değildirler. Düşmanlık aracı haline gelmeleri tarihte insanların<br />

dinleri güç elde etme amaçlarına alet etmelerinden kaynaklanmıştır. Buna göre Bahailikte<br />

"eğer din sevgi ve birliğe değil, düşmanlık ve ayrılığa neden oluyorsa dinsizlik daha iyidir".<br />

Daha önceki dinlerde olduğu gibi bundan sonra da insanlara ahlaki ve ruhani eğitim<br />

sağlamak amacıyla başka peygamberler geleceğine inanılır.<br />

Prensipler incelendiğinde “gülen Prensipleri” ile benzerliği görülecektir.<br />

6- Şia: Hz. Ali'nin imam olması gerektiğini, bunun Peygamber'in buyruğu, dinin özü anlamını,<br />

içerdiğini savunan mezheptir. GÜLEN’in bu mezhepten aldığı prensip “takiyye” metodudur.<br />

7- İsmailiyye (Haşhaşilik): Kurucusu, genellikle "imam" diye anılan İsmail 'in Halife Ali'nin<br />

torunlarından olduğu 8 inci yüzyılda yaşadığı söylenir. Kimi kaynaklara göre İsmail, Oniki<br />

İmamdan Cafer Sadık'ın en büyük oğludur. İsmail şaraba düşkün olduğundan yerine Musa<br />

Kazım getirilmek istenmiş se de, buna karşı çıkılmıştır.<br />

İsmail'in kurduğu İsmaillik siyasal bir topluluktur, kaynağı imamlık (yönetim) sorunudur, eski,<br />

çoktanrıcı inançlardan esinlenmiş, İslam inançlarına aykırı bir içerik kazanmıştır. Bu kuruluşun<br />

ilkelerini düzenleyen Abdullah bin Meymun 'dur, mezhebin genel ilkeleri şunlardır:<br />

* İmamlık İsmail'den, sıra ile soyuna geçer, başkasının yönetimi eline alması yasaya, inanca<br />

aykırıdır.<br />

* İmamlar yanılmazdı, yaptıkları da, söyledikleri doğrudur, tartışılmaz. İmamın sözlerinden<br />

kuşkulanmak, onları tartışmak kurala aykırıdır.<br />

* İmamın tüm sözü Kur'andır, buyruğu tanrı buyruğudur.<br />

* İmam, yeryüzünde, tanrı'nın elçisidir, onun yerine geçen (tanrının yerine) yüce varlıktır<br />

(/ıalifetııllah). İmam, tanrı ışığının yoğunlaştığı ulu bir varlıktır.<br />

* İmama bağlanmak dindir, zamanın özüdür, mezhebin çekirdeğidir.<br />

Tasavvufla Şiilik'i birbirine karıp karıştıran İsmaililik, İslam ülkelerinde "gizli imamlık " adı<br />

verilen inancı geliştirmiştir., Bu inanca göre imam nesnelleşmiş, insan biçimine girmiş<br />

tanrı'dır, ona karşı çıkmak doğrudan doğruya tanrı'yı tanımamaktır, tanrıya karşı çıkmaktır.<br />

İsmaililik'te işini, özellikle kuruluş la ilgili olanları, gizli tutmak ilk koşuldur. Yedi sayısı<br />

kutsaldır, evrende, peygamberlerde yedi aşamayı gösterir. Adem, Şit, Nuh, İbrahim, İsmail,<br />

Muhammed, Ali bu dizinin temelidir. Gökler yedi kattır, yerler yedi kattır, gezegenler yedidir.<br />

Bütün bunlar "yedi" sayısının önemini, taşıdığı gizli anlamı gösterir. İsmaillilik'e göre


Muhammed son peygamber değildir, ondan sonra da peygamber gelmiştir; ancak "ben<br />

peygamberim" diye ortaya çıkmamıştır. Namaz, oruç, hac, zekat, kelime-i şahadet (tann'mn<br />

birliğine inanma) gibi beş koşul geçersizdir.<br />

İsmaililik yanlıları, Peygamber'in kızı Fatıma'nın soyundan geldiklerini ileri sürerek, Mısır' da<br />

Fatimiler Devleti'ni kurdular. Kimi kaynaklar, Fatimi Devletini kuranların İranlı olduklarını,<br />

İsmaililik'in ikinci kurucusu sayılan Abdullah'ın soyundan geldiklerini bildirir.<br />

İsmaililik'te kurtuluşa girmek için gizli tutulan, belli aşamalar vardır. Birinci aşama, kuruluşa<br />

girmek için istekli olanın uyarılması, kendisine giriş yolunun öğretilmesi; ikinci 'si İslam dininin<br />

geçersizliği, Muhammed'in son peygamber olmadığı, üçüncüsü ağzını tutmak, kuruluşun<br />

gizemlerini kimseye söylememek, dördüncüsü istekliye yedi imamdan sonra yedi<br />

peygamberin bulunduğunu (yukarda adı geçen/er), beşincisi de olayların önemli olmadığını<br />

öğretmektir.Bu arada Kur'an okutulup öğretilir. Altıncı aşama İslam dininin koşullarının<br />

gereksizliği, yedinci aşamada İsmaililik'i özü anlatılır, bütün peygamberi ortaya çıkaranın Ali<br />

olduğu söylenirdi.<br />

Bu mezhepte, çağrıcı (dai) denen görevliler vardır, bunlar; Anadolu, İran, Hindistan, Türkistan<br />

gibi birbirinden uzak ülkelere yayılmış, kuruluşun genişlemesine çalışmışlardır. Bunların en<br />

ünlüleri, Eba Hatım, Ahmed Nefesi, Ebu Yakub Siczi, Ahmed bin Keyyal bg. kimselerdir.<br />

İsmaililik, daha sonra Hasan Sabbah'ın kurduğu Batinilik'le Karamita adlı topluluğu<br />

etkilemiştir. (www.duyadinleri.com)<br />

Hizmet dini mensuplarının karakterleri ve davranışları açısından Haşhaşilere ne kadar<br />

benzediğini herkesçe malumdur.


<strong>PAVLUS</strong>-GÜLEN KARŞILAŞTIRMASI<br />

Pavlus ve Fethullah GÜLEN’in en önemli ortak noktaları, Allah’ın göndermiş olduğu<br />

dine alternatif olarak paralel, yeni bir din kurmalarıdır. Kendileri bizzat kurdukları dinleri<br />

şekillendirmişler, etraflarına topladıkları saf topluluklar vasıtasıyla kendi otoritelerini<br />

sağlamlaştırıp, yapay dinlerini, gerçek dinin yerine ikame etmeye çalışmışlardır.<br />

Gerek teknolojik yokluk, gerekse, yaşadığı ortam itibariyle Pavlus, hedefine tamamen<br />

ulaşmış, Allah’ın dini yerine, kendi kurduğu dini oturtmakta hayli başarılı olmuştur. Bu gün<br />

Hıristiyanlık namına bilinen neredeyse her şey, Pavlus’un eseridir.<br />

Fethullah GÜLEN ise, Pavlus ile aynı gayeleri gütmesine karşın sadece taraftarlarınca<br />

saygın kabul edilmiş, İslam dinine mensup çoğunluk, onun sapkın fikirlerine rağbet<br />

göstermemiş, hatta mücadele etmiştir.<br />

GÜLEN’in mücadelesinin başarısızlığına, İslam dininin son din oluşu ve yüce Allah<br />

tarafından korunmasını da eklemek gerekir.<br />

Pavlus-GÜLEN ortak özellikleri en baştan, hatta doğumdan önce başlar;<br />

Pavlus; nesebini Benyamin’e, yani Hz Yakup aleyhisselam’a nispet ederken; “Sekiz<br />

günlükken sünnet oldum. İsrail soyundan, Benyamin oymağından, özbeöz İbrani'yim. Kutsal<br />

Yasa'ya bağlılık derseniz, Ferisi'ydim. (Filiplilere Mektup.3: 5)<br />

GÜLEN, Ailesinin Seyyid (peygamber sallallahu aleyhi vesellem soyu) olup olmadığı<br />

sorulduğunda “"Olabilir, öyle diyorlar. Ancak bu mevzu bizim aile içinde ne annem ne babam<br />

tarafından konuşulmazdı. Ben annemden iki defa böyle bir mecburiyetten bahis duydum. Her<br />

ikisi de şecerenin kaybolduğundan bahsederken oldu..." demektedir.<br />

Pavlus daha doğmadan tanrı tarafından seçilmiştir. “ Ama beni daha annemin<br />

rahmindeyken seçip lütfuyla çağıran Tanrı, uluslara müjdelemem için Oğlu'nu bana<br />

göstermeye razı olunca hemen insanlara* danışmadım;” (Galatyalılara Mektup 1: 15-16)<br />

GÜLEN de ondan aşağı kalır durumda değildir. Doğacağı ev depremde bile yıkılmamış,<br />

onu beklemiştir;<br />

"Dedem o imama inanırdı. O köyün imamı bir alim. Şiddetli zelzele oluyor binalar yıkılıyor<br />

kütür kütür, herkes harmanlıkta yatıyor. Harmana giderken Şamil ağa nereye gidiyorsun diye<br />

sordum 'Gitme' dedi. 'Git evinde yat eğer bir taş düşerse gel benim başıma vur' dedi. 'Ne<br />

demek o' dedim. Dedi ki bu gece ben baktım Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem geldi<br />

arkasında da insanlar vardı. Bana dedi ki 'Molla Muhammed bu köy senin mi' diye<br />

sordu. 'Ben de evet benim ya Resullullah' dedim. Bunun üzerine döndü Hz. Ali'ye dedi ki 'Ya<br />

Ali bir kazık da buraya çak, burada zelzele olduğunda binalar yıkılmasın' Ve hakikaten çok<br />

şiddetli zelzelelerde de binaların yıkıldığı görülmedi.” (360. Nağme: Kum Tepeleri, Kasırgayla<br />

Gelen Azap ve Harikulâde Kurtuluşlar başlıklı sohbeti)<br />

Pavlus İsa tarafından görevlendirilmiştir;<br />

Rab.<br />

"Ben de, ‘Ey Efendim, sen kimsin?' dedim. "‘Ben senin zulmettiğin İsa'yım' diye yanıt verdi


‘Haydi, ayağa kalk. Seni hizmetimde görevlendirmek için sana göründüm. Hem gördüklerine,<br />

hem de kendimle ilgili sana göstereceklerime tanıklık edeceksin.<br />

Seni kendi halkının ve öteki ulusların elinden kurtaracağım. Seni, ulusların gözlerini açmak ve<br />

onları karanlıktan ışığa, Şeytan'ın hükümranlığından Tanrı'ya döndürmek için gönderiyorum.<br />

Öyle ki, bana iman ederek günahlarının affına kavuşsunlar ve kutsal kılınanların arasında yer<br />

alsınlar.' ( İncil Elçilerin İşleri .26: 15-18<br />

Fethullah GÜLEN de peygamber Aallallahu Aleyhi Vesellem tarafından görevlendirilmiştir.<br />

"Huzur-u Risâletpenâhîdeydim. Ümmet-i Muhammedin ve hususiyle Türk insanının derdiyle<br />

iki büklümdüm. Bir inledim, bir de sonra murakabe yaptım. Sonra "Ya Resûlallâh", dedim,<br />

"halimiz ne olacak bizim?» Birden bire Resûlü Ekrem temessül buyurdu –rûya değil–<br />

Buyurdular ki: "Türkiye'nin mes'elesini falanlara (Fethullah GÜLEN’e) bıraktık biz". Bakış bu!<br />

Şimdi hakkınızda Nebi'nin hüsn-ü zannı bu! Hâşâ, O doğru söyler, doğru görür. Siz bilmem bu<br />

hüsn-ü zannı nereye koymayı düşünürsünüz?"<br />

“Birgün bu arkadaşlardan biri rüya görüyor. Hatice validemiz kapının dışında. Efendimiz de<br />

içerde oturuyor. Ders yaptığımız bu dört-beş kişiyi kastederek Hatice validemiz, efendimize:<br />

‘Ya Resulullah’ bunlar ‘Bizden hoşnut musun Ya Resulullah’ diye soruyorlar diyor. Ve<br />

Efendimiz’den cevap geliyor: ‘Evet hoşnudum. Hele birisi, hele birisi!...’ diyor<br />

Pavlus ve GÜLEN evlenmemişler, ikisi de psikolojik rahatsızlık geçirmişlerdir;<br />

Pavlus, bedensel hastalığından Galatyalılara mektubunda da bahseder. Bu mektubunda o,<br />

Galatyalılara hitaben şöyle der: “Bildiğiniz gibi mesajı size ilk kez bedensel bir hastalığım nedeniyle<br />

bildirdim. Bedensel durumum sizin için çetin bir deneme olduğu halde beni ne horladınız ne de<br />

bundan dolayı bana tükürdünüz. ...” (Gal. 4:13-14). Yine Pavlus, Korintlilere Birinci mektubunda<br />

taraftarlanna “Ben size zayıflık ve korku içinde geldim, nasıl da titriyordum!'" (1 Kor. 2:3) der.<br />

Pavlus’un mektuplannda geçen bu ifadelerde bahsolunan ve zayıflık, korkma, titreme gibi<br />

semptomlarla birlikte bedene rahatsızlık veren bu hastalık ne olabilir? Hıristiyan yazarlann genellikle<br />

karşı çıkmalanna rağmen çeşitli araştırıcılar, bu semptomlann bir epilepsi vakasını akla getirdiği<br />

düşüncesindedirler. M. Krenkel gibi araştırıcılar, özellikle Galatyalılara Mektup 4:14’te geçen ”...<br />

bundan dolayı bana tükürmediniz” ifadesinin bu konuda oldukça önemli ol duğunu, zira Pavlus'un<br />

yaşadığı dönemde epilepsi vakalannda hastalığın bulaşmaması amacıyla epileptiğe karşı tükürme<br />

adetinin mevcut olduğunu ifade ederler. Aynca Pavlus’un, yaşadığı bu ruhsal tecrübeler esnasında<br />

zaman zaman kendinden geçmiş olduğu da anlatılmaktadır. Örneğin, Luka'nın anlatısına göre Şam<br />

vizyonu hadisesinden sonra Kudüs’e gelen Pavlus, burada yaşadığı bir vizyon esnasında kendisinden<br />

geçmiş, bu ekstazi halindeyken kendi ifadesiyle “Rabbi" görmüştür (Res. İş. 22:17-18). Bu durumda,<br />

sıkça görülen vizyonlara ilaveten titreme, korkma, kendinden geçme ve benzeri bedensel<br />

rahatsızlıklar, Pavlus’un bir epileptik olabileceği ihtimalini güçlendirmektedir.” ( Pavlus Hıristiyanlığın<br />

Mimarı Şinasi GÜNDÜZ Ankara Okulu Yayınları)<br />

“Müftü ’ye müracaatla o sırada izinli olan bir vâizin yerine onu vazifelendirilmesini teminle bir<br />

deneme yapmak istedim. Bir gün vaaz ederken kürsüde düşüp bayıldı. Kendisini hastaneye kaldırdık.<br />

Doktorlar depresyon geçirdiğim söyleyerek, O'mı Manisa'daki Akıl Hastanesi’ne şevketliler.”<br />

(Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri 3. Cilt Kadir Mısıroğlu Sebil Yayınevi)<br />

İkisi de şiddetli takiyyecidir;


“Tanrı'nın Yasası'na sahip olmayan biri değilim, Mesih'in Yasası altındayım. Buna karşın, Yasa'ya sahip<br />

olmayanları kazanmak için Yasa'ya sahip değilmişim gibi davrandım.<br />

Güçsüzleri kazanmak için onlarla güçsüz oldum. Ne yapıp yapıp bazılarını kurtarmak için herkesle her<br />

şey oldum. (1.Korintliler 9: 21-22<br />

GÜLEN’in de dinini yaymak ve devleti ele geçirmek adına her şey olmuştur.


FETHULLAH GÜLEN’E AÇIK MEKTUP<br />

Size “hoca efendi” diye hitap etmeyeceğim. Zira mübarek İslam alimlerinin bu sıfatını<br />

sizin için kullanırsam, onların ahirette yakama yapışacaklarından korkarım. “Sayın” dersem<br />

de, imanımda gedik açılır endişesi taşırım.<br />

Devamlı ağlayıp gözyaşı döktüğünüz ve soyadınızla tam tezat teşkil ettiğinden, size<br />

“gülen” de demeyeceğim. Fetih, Nusret kavramlarını içeren isminizi, size yakıştırmaktan haya<br />

ederek ve son günlerdeki popülaritenizden de ilham alarak size “BEDDUACI” diye hitap<br />

edeceğim. Kastım asla hakaret değildir. Siz de takdir edersiniz ki, bu tanım sizin alışılmadık<br />

tavrınızın ürünü olarak şahsınıza yapışmıştır.<br />

On beş sene var ki sizi ve cemaatinizi yakından takip ediyorum. Peşin hükümlü<br />

değilim, her Müslümanı kardeş kabul eder, kendimi her cemaate, tarikata müntesip sayarım.<br />

İtikadi konular mevzu bahis olmadıkça pek çok kusuru da görmemezlikten gelirim, her<br />

mümin gibi. Kusurları araştırmak, ayıbı ortaya çıkarmak gibi şeytani işlerden Allah’a sığınırım.<br />

Lakin son yirmi yılda öyle işler ettiniz ki, sanki bile bile gözümüze soktunuz. “gık” diyecek<br />

olduk, haddimizi bildirdiniz. Her türlü illegaliteyi kullanarak nefesimizi kestiniz.<br />

ARTIK YETER<br />

Son oynadığınız oyunla her şey değişti, takke düştü kel göründü. Sizinle ilgili yazdığım<br />

her yazı için yediğim hakaretler, küfürler belki bana ecir oldu, size mihnet. Bir mümin olarak<br />

hep uyarmak için yazdım. Görev addettim, anlattım etrafıma. Şimdi arayıp özür<br />

dileyenlerden de şiddetli eleştiriler geldi. Oysa niyetim halis, yaptığım normaldi. Tek farkım<br />

bazılarının kabullendiği gibi onlar kadar saf değilim. Sahi bu Müslümanlar ne kadar saf, ne<br />

kadar zavallı değil mi?<br />

Arşivime baktığımda oldukça birikmiş belgelerin arasından birkaçını hatırlatmak<br />

isterim Milletimize. Bu konularda defalarca kendinizi ve cemaatinizi savundunuz ama,<br />

savunmalar cemaat üyeleriniz dışında kimseyi tatmin etmedi.<br />

Hakkınızdaki suçlamalarda itikadi meselelere akaidden, fıkhi meselelere fıkıhtan<br />

cevap vermek yerine, ya hikaye, ya menkıbe, ya da gerçek olması imkansız bir peygamber<br />

rüyası anlattınız. Belki size bağlı saf insanlar bunlara inandı, fakat Müslümanların kahir<br />

ekseriyetinin size bakışı bir anda değişti.<br />

Gelinen noktada bana göre tüm foyanız ortaya çıktı. Beklenen gün geldiği için veya<br />

zaferden emin olmanızdan dolayı pervasızlığınız had safhada. Müslümanlar bu kadar saf<br />

olunca işiniz iyice kolaylaşıyor. İslam’a ve Müslümanlara karşı tutunduğunuz alaycı tavrın pek<br />

çok kimse hala farkında bile değil.<br />

Yine de Allah rızasını gözeterek müminlerin uyanması için ipe sapa gelmez söz ve<br />

davranışlarınızdan bazılarını tekrarlayalım;


“Müslüman cennete girmek için bile olsa adam öldüremez” dediniz. Ancak hangi<br />

hallerde ve ne sebeple Müslümanın adam öldürebileceğini açıklamadınız. Bu sözü El Kaide<br />

için söylediğinizi hatırlıyorum. Afganistan’da Amerikan askerilerini öldürüyorlardı. Şu anda El<br />

Kaide Suriye’de Müslümanları öldürüyor. Aynı sözü gene söyler misiniz veya yüce kitabımızın<br />

onca cihad ayeti (Nisa 74, 84, 95, Tevbe 19,20,111, Maide 35, Muhammed 1) varken bu ayetleri<br />

gene görmezden mi gelirsiniz?<br />

“Cebrail parti kursa oy vermem” buyurmuştunuz. Çok tehlikeli olduğu kadar anlamsız<br />

da olan bu cümleniz üzerine çok polemik yapıldı. Yıllarca vaizlik yapan biri olarak; Cebrail<br />

aleyhisselamın parti kurmayacağını, kendi başına iş yapmayıp sadece emirle hareket ettiğini,<br />

velev ki parti kursa bile destek veya yandaş olmayanın kafir olacağını en vasat Müslüman bile<br />

bilirken sizin bilmiyormuşçasına bu sözleri sarf etmeniz ancak gafletin bir üstü olarak<br />

nitelenmez mi?<br />

“Kenan EVREN cennetliktir.” Demenizin ve her darbeye destek vermenizin sebebi de,<br />

Yeşil Kuşak, BOP, Irak ve Afganistan işgali, Suriye, Filistin ile beraber düşünüldüğünde oldukça<br />

anlam kazanıyor.<br />

Ya hayatını batıl bir dava için tüketip bu milletin değerlerine yer yer düşmanlık eden “Ecevit’e<br />

şefaat derim” sözünüzü nereye koyalım? «Ecevit 'in ayağına kadar gitmeyi nezâkete uygun buldum»<br />

demeniz; Hele şiirlerinde tasavvuf kokusu aldım “ sözünüze ne demeli?<br />

Rabbim sizi Ecevit ile beraber haşr etse buna razı olur musunuz?<br />

Tamamıyla bir Vatikan projesi olan “Dinler Arası Diyalog” faaliyeti adına (yetkiniz<br />

varmış gibi) dinden taviz verdiniz. Adamlarınızdan Suat YILDIRIM, Allah’ın tek hak kitabı<br />

Kur’anın içine referans olarak bozulmuş Tevrat ve İncil ayetlerini soktu. Derginiz Aktüel,<br />

Hıristiyanların bir putu olan Noel Babayı bir Anadolu ereni yaptı. Birkaç yerde Allah’ın evi<br />

cami ile puthane kilise ve havrayı bir araya getirip “dinler bahçesi” kurdunuz. Bu uğurda nice<br />

masum çocukların ( üç dinde ortak ibadet)imanlarını kaybetmelerine sebep oldunuz.<br />

(Çağlayan dergisi, Nisan 2000, Tabuları Yıkan Seyahat, Tercan Ali Baştürk) Putperet Yahudi ve<br />

Hıristiyanları cennete soktunuz. (Hürriyet gazetesi, -F.Gülen ile ilgili raportajdan- 17 Nisan 2004)<br />

Bazı Ramazan aylarında Papaz ve Hahamları davet ederek mübarek iftar sofralarını kirlettiniz.<br />

Derin güçlerin katlettiği, Hıristiyan olduğu bilinen Hrant DİNK için mevlüt okutturdunuz.<br />

Cemaatinize mensup bir gafil,( Niğde İl Milli Eğitim Müdürü) kutlu doğum haftası nedeniyle<br />

hazırlattığı logoda, putperest Hıristiyanlığın en önemli simgelerinden “FLEUR DE LİS” i, hilalin<br />

ortasına yerleştirdi. “Müslüman İsevi” gibi tuhaf terimler literatüre sayenizde girdi.<br />

“ Kur’anın Ehli kitapla ilgili ayetleri sert” geldi size. (Bkz. Küresel Barışa Doğru, s. 45)<br />

Allah’ın mübarek ayetlerini nitelemek haddiniz olmasa da pek çok hurafeyi dillendirip<br />

cemaati ağlatan birinin ayetlerdeki hikmeti araştırmaması çok ilginç bir durum. (Al-i İmran<br />

23-70, Bakara 88, Maide 68, A’raf 157, Yunus 68) Fakat Ehli Kitapla diyalog sürecindeyseniz<br />

ilginçlik gaflete, ihanete hatta maazallah mübarek ayetleri sapkın tevillerle küfre kadar<br />

götürür insanı. Maalesef “Bazı ayetler tarihsel” sözünüz de bizi haklı çıkarır mahiyette.


Tarihselcilik sapkınlığına kapılmış olduğunuzu da öğrenmişken “Tevhid kelimesi iki kısım,<br />

ikincisine iman kemalat” gibi abuk ifadeler de (Bkz. Küresel Barışa Doğru, s. 131) tam bu<br />

durumların üzerine tüy dikmekte.<br />

Başörtüsüyle alâkalı hususta sizden fetva soran bir grup mümine kıza karşı «TV ekranından<br />

ilim mi? başörtüsü mü?» sözünüzle kızlarımıza başınızı açın, ilim tahsilinize devam ediniz, demiş<br />

oldunuz. Allah’ın farz kıldığını, “tefferrutat” terimiyle izaha kalktınız. Güya kurnazlık yaparak hem ilmi<br />

bir gerçeği izah etmek bahanesiyle kafirlerin arzusunu yerine getirdiniz.<br />

“Ehli Kitapla amentüde ittifak var” deyip Allah’a ve Resulüne büyük iftira atan Ahmet<br />

ŞAHİN isimli şahsı, Fetva Emini yaptınız, bu çirkin iftirasını desteklediniz. Bu konuda sitenizde<br />

yazı yazdınız. (Zaman gazetesi, Ahmet Şahin, 17 Nisan 2000)<br />

“Yahudi ve Hıristiyanlar da cennetlik” gibi Allah’ın kitabına muhalif bir söz, cemaatiniz<br />

kaynaklı yayıldı. Tepkilerin sertliğinden devamını getiremediniz.<br />

“Mavi Marmara” olayında şehitlerin yanında değil de, İsrail’in yanında yer aldınız.<br />

Hatta katledilenlerin şehadetini bile meşru saymadınız.<br />

"İsrail’de, bomba tehdidi altındaki Yahudi çocukları için yüreğimin yağları eriyor,<br />

onların başında patlayan bombalar sanki içimde patlıyor” diyen ağzınız, masum Filistinli<br />

çocukları bir kere bile anmadı. Yüreğinizin yağları erimediği gibi, İsrail’in zulmünden dolayı bir<br />

damla gözyaşı bile dökmediniz.<br />

“Rabbimin hatırına, Muhammedün Resulullah demese bile, onun hatırına alır başıma<br />

koyarım ben” derken, bir kafir için hatırını güttüğünüz Rabbinizin katında, o’nun (Sallallahu<br />

Aleyhi Vesellem) hatırını aklınıza getirmediniz. Ve gene Rabbinizin sözlerini haşa tekzip<br />

ettiniz.<br />

“Hz Meryem ile Resulallah’ın nikahı” mevzuunu, tarih boyunca gelmiş geçmiş hiçbir<br />

müfessir iddia etmemişken, siz sırf dinler arası diyalog ihanetine katkı olsun diye dile<br />

getirdiniz.<br />

Ukrayna 'da yayınlanan tirajı yüksek bir dergiye verdiğiniz mülakatta, "Burada Hıristiyan<br />

cemaate bir mesajınız olacak mı? Sualine;<br />

«Estağfirullah, bin kere estağfirullah! Benim o, cemaate mesaj vermek ne haddime onların<br />

başlarındaki papazları lâzım gelen mesajı kendilerine vermektedirler. Hazreti İsa'nın yolunda<br />

gitmelerinden daha doğru ve güzel ne olabilir ki? Diyerek putperest Hıristiyanlığı haşa<br />

meşrulaştırdınız.<br />

Yıldırım Han’dan sonra gelen bütün Osmanlı Padişahlarını kötülediniz, onların kul hakkına<br />

girdiniz.<br />

“İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyan’dı; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir<br />

Müslümandı, müşriklerden de değildi.” (Âl-i İmrân / 67) Ayetine nazire yapar gibi “İbrahim-i<br />

Dinler” gibi sapkın bir kavramı ortaya attınız.


“Hıristiyan bir erkekle Müslüman kadını evlendirdiniz” bunu nass kesinlikle<br />

yasaklamışken, umurunuzda bile olmadı. (Zaman gazetesi, 14 Nisan 2000)<br />

28 Şubat İsrail operasyonunun yanında durdunuz. Hatta darbeci satılmışları, haşa<br />

müçtehitlere benzeterek, Müslümanlara karşı yapılan darbeyi güya haklı çıkarmaya çalıştınız.<br />

“İki dinlilik” diye akıl almaz bir projeyi gazeteniz seslendirdi.<br />

Katolik dünyanın putu olan Papa’yı ziyaret ettiniz ve hizmetinde bulunmayı dilediniz.<br />

Yanınızdaki çömezleriniz, onun elini öpme gafletinde bulundu. Bilir misiniz ki! Papa<br />

Katoliklerin Rab edindikleri bir puttur. Papaya tazimde bulunmak küfürdür, elini veya başka<br />

bir yerini öpmek te aynıdır. (Zaman gazetesi,10 Şubat 1998)<br />

“Vatikan’da ölmek” istemenize, sizi çok iyi tanıdığım için hiç şaşırmadım. Hatta Şirkin<br />

merkezi olan ve bazı araştırmacılara göre de beyaz kadın ve uyuşturucu ticaretinin üssü kabul<br />

edilen Vatikan’ı kutsal kabul etmenize de şaşırmış değilim. Maalesef beni şaşırtan bunları<br />

söyleyen birinin arkasında hala birkaç Müslüman bulabilmesi oldu.<br />

“Budizm’i ahlak dini” olarak tanımlayıp, dinlerin birleşmesinden bahsettiniz.<br />

Müslümanlar gene anlamadı.<br />

“Kötü bir şey değildir” diye tanımladığınız Masonluğun, Siyonizm’in hizmetinde<br />

olması, “aynı merkeze hizmet” gibi sinsi bir düşünceyi aklımıza getirdi. Hatta hakkınızdaki<br />

zannımızı pekiştirdi.<br />

(küçük Dünyam 'da). Kabe-i Muazzamayı tavafınız esnasında ayaklarım yerden kesildi.<br />

Peygamberimizin «li maallahi vaktün lâyeseûni melekûn mukarrebun velâ ne-biyyün mürselün sırrı<br />

bende tecelli etti» demeye cüret ettiniz. Ne dehşet bir durum ki bu kitabınızı gene Müslümanlar satın<br />

alıp okudu.<br />

“Türkçe olimpiyatlarına” Allah resulü Sallallahu Aleyhi Vesellem efendimizin teşrif<br />

buyurdukları iftirası, bardağı taşıran son damla oldu.<br />

Neredeyse dinlediğim her sohbetinizde rüyalardan veya illüzyonist bazı olaylardan<br />

bahsediyorsunuz. Bu rüyalarda genellikle peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem teşrif<br />

buyurup bazı emirler veriyor veya yaşanan olaylarla ilgili tavır takınıyor. Güvenilir kaynaklara<br />

göre hayatınızın her gecesi teşrif etmiş. Sadece bir gece müstesna. Siz de “ne günah işledim<br />

de gelmedi” diye sabaha kadar ağlamışsınız. Bizim için gülünüp geçilecek bu vaziyet maalesef<br />

cemaat mensuplarınız için “din”<br />

Onlar için fıkıh, Hadis, Tefsir, Ahlak, muamelat, İtikad, hiçbir anlam taşımıyor. Onlar<br />

için dinin tek kaynağı sizin gördüğünüzü iddia ettiğiniz sahte rüyalar.<br />

Bu sonuç ortaya şöyle bir tablo çıkarıyor. Bir tarafta Allah’ın vahyettiği, Resulallah<br />

Sallallahu Aleyhi Vesellem’in tebliğ ettiği İslam dini, bir tarafta da sizin rüyalar, menkıbeler ve<br />

şahsi görüşlerinizle şekillendirdiğiniz, adına da “Hizmet” dediğiniz batıl din.


Sakın abarttığımı düşünmeyin iki dinin farklarını ortaya koyarak bu iddiamı ispata<br />

hazırım. Mesela;<br />

İslam faizi yasaklar, siz banka işletirsiniz.<br />

İslam rüya ile amel ettirmez, siz rüya ile din tesis edersiniz.<br />

İslam kafirin bile kul hakkını korur, siz, sizden olmayanların her türlü hakkını yersiniz.<br />

(sınavlar, terfiler vs.)<br />

İslam alın teriyle geçimi emreder, siz hayır diye topladıklarınızı mülk edinirsiniz.<br />

İslam İftirayı men eder, siz sizden olmayanlara her türlü iftirayı caiz görürsünüz.<br />

İslam Yahudi’yi lanetler, siz dost görürsünüz.<br />

İslam, Müslüman kadının kafirle evlenmesini yasaklar, siz bunu teşvik edersiniz.<br />

İslam bütün din mensuplarını kendine çağırır, size göre çağırmaz, oldukları gibi kabullenir.<br />

İslam Ehli Kitabı kafir ilan eder, siz cennete koyarsınız.<br />

İslam amaca ulaşmada meşru yolları emreder, siz her türlü yolu mübah görürsünüz.<br />

İslam cihadı farz kılar, siz cihaddan alıkoyarsınız.<br />

İslam’ın değişmeyen emir ve yasakları vardır. Size göre rüyalarla bunlar değişebilir.<br />

İslam’a göre takiyye haramdır. Size göre takiyye en birinci önceliktir.<br />

Allah kafirlerle dostluğu yasaklar, siz her konuda küfrün yanında yer alırsınız.<br />

İslam bütün Müminleri kardeş bilir, siz kendinizden olmayanları dışlarsınız.<br />

İslam’da imanın şartı altıdır. Siz ikiye indirirsiniz. (Allah’a ve Ahirete iman)<br />

İslam, Allah katında tek dindir. Size göre Yahudilik, Hıristiyanlık, hatta Budizm hak dindir.<br />

………………………………………………………<br />

Örnekler o kadar fazla ki, yazılsa bir kitap eder.<br />

İşte bu yüzden dini hiçbir telkin, delil, belge onlar için bir anlam ifade etmiyor. Zavallı<br />

Müslümanlar da o iğfal edilmiş kalpleri sıratı Mütakim’e sevk etmek için ayet, hadis anlatıyor.<br />

Başbakan bile davranışlarınızın Müslüman’a yakışmayacağını defalarca ifade ediyor. Lakin<br />

boşuna. Çünkü sizin naslarınız farklı. Delilleriniz ayrı.<br />

Gene de medresede eğitim görürken -belki öğretmişlerdir- diye ümitsizce tekrar<br />

ediyorum "Mu'minin rüyası, nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür” Buhari, Ta'bir 4,


Muvaatta 1, (2, 956). Ama, RÜYA İLE AMEL EDİLMEZ. Yani peygamberler hariç, hiç kimsenin<br />

rüyası dinde senet olmaz.<br />

Nitekim Hz. Ömer, Fatıma binti Kays r. a.’nın Hz. Peygamber s.a.s.’den (rüya<br />

aracılığıyla) bir konuda yaptığı rivayeti, “Doğru mu, yalan mı söylediğini bilmediğimiz bir<br />

kadının sözü üzerine Allah’ın Kitabı’nı terk edemeyiz” demiştir (Müslim, Talak, 46.).<br />

Ama nafile, siz rüyalarla camaate yön vermeye, imanları yok etmeye devam<br />

edeceksiniz. Biz de rabbim izin verdikçe sizinle mücadeleye.<br />

Sayfalar uzamasın diye Moon Tarikatı, Masonluk, Siyonizm, Graham Fuller,<br />

Neokonlar, Evanjelizm konularına giremiyorum. Ha.. bu arada sizin imanınızı da konuşalım<br />

isterseniz son olarak.<br />

Eminim çok sağlam bir müminsiniz. Ama o kadar da eminim ki, bizim dinimizin<br />

mümini değil.


İNDEKS<br />

A<br />

Ahiret, 18<br />

Allah, 3, 4, 5, 6, 7, 9, 10, 11, 15, 16, 17, 18, 20, 21, 22, 23,<br />

24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 32, 34, 35, 37, 41, 44, 47,<br />

48, 49, 50, 51, 52<br />

Kadiyanilik, 41<br />

K<br />

M<br />

Bahailik, 41, 42<br />

Beda, 31, 41<br />

Ehli Kitap, 48, 49<br />

B<br />

E<br />

Masonluk, 41, 52<br />

Musa, 7, 12, 42<br />

Nikah, 16<br />

N<br />

P<br />

Fethullah GÜLEN, 2, 3, 7, 14, 15, 16, 20, 21, 31, 37, 41,<br />

44, 45<br />

F<br />

G<br />

GÜLEN, 2, 3, 7, 14, 15, 16, 18, 20, 21, 22, 23, 25, 26, 27,<br />

31, 36, 37, 38, 40, 41, 42, 44, 45, 46, 47<br />

H<br />

Paralel Din, 2, 7<br />

Pavlus, 2, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 21, 37, 44, 45<br />

Peygamber, 17, 22, 25, 27, 29, 34, 35, 37, 41, 42, 43, 52<br />

Sapkın, 2, 6<br />

Şia, 5, 33, 42<br />

S<br />

Ş<br />

Hıristiyanlık, 5, 7, 9, 10, 22, 23, 27, 44, 51<br />

Hizmet Dini, 2, 7<br />

İncil, 8, 9, 10, 23, 34, 45, 48<br />

İsa, 5, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 18, 23, 26, 31, 44, 49<br />

İslam, 3, 5, 6, 7, 14, 15, 16, 17, 18, 20, 21, 22, 23, 24, 25,<br />

26, 27, 28, 30, 31, 32, 33, 34, 36, 37, 41, 42, 43, 44,<br />

47, 50, 51<br />

İ<br />

Takiyye, 33<br />

Tapınak Şövalyeleri, 41<br />

Tevrat, 7, 18, 28, 34, 48<br />

Vahiy, 15<br />

T<br />

V<br />

Y<br />

Yahudilik, 5, 7, 22, 23, 32, 51


KAYNAKÇA<br />

"Altın Nesil"in Peşinde Fethullah Gülen'de Toplum Devlet Ahlak Otorite Yavuz Çobanoğlu<br />

"Altın Nesil"in Peşinde Fethullah Gülen'de Toplum Devlet Ahlak Otorite Yavuz Çobanoğlu İLETİŞİM<br />

YAYINLARI 2012<br />

100 Soruda Fethullah Gülen ve Hareketi Prof. Dr. Doğu Ergil TİMAŞ YAYINLARI<br />

Bütün Eserleri -1 (M.Fethullah GÜLEN Nil Yayınları<br />

Fethullah GÜLEN'in 40 Yıllık Serüveni Hikmet Çetinkaya Cumhuriyet Kitapları 2014<br />

Fethullah Gülen'in Dini Söyleminin Eleştirisi Mehmet Şahin EVRE 2014<br />

Fethullah Gülen'in Dönüşü Ahmet Yavaşoğlu KENT KİTAP 2014<br />

Fethullah Gülen'in Konuşmaları ve Pensilvanya İfadesi Nusret Senem KAYNAK YAYINLARI 2012<br />

Gençlere Pırlanta Ölçüler – 1 M. Fethullah Gülen MUŞTU YAYINLARI 2010<br />

Gençlere Pırlanta Ölçüler – 2 M. Fethullah Gülen MUŞTU YAYINLARI 2010<br />

Gurbette Fethullah Gülen Nuriye Akman ZAMAN KİTAP 2004<br />

İLETİŞİM YAYINLARI 2012<br />

Kendi Ruhumuzu Ararken Fethullah GÜLEN Nil Yayınları 2013<br />

Kutsal Kitap Bilgisayar Versiyonu<br />

Küçük Dünyam Latif ERDOĞAN Doğan Kitap 1995<br />

Pavlus Hıristiyanlığın Mimarı Şinasi GÜNDÜZ Ankara Okulu Yayınları 2001<br />

Prizma 1 Fethullah GÜLEN Nil Yayınları 2004<br />

Prizma 2 Fethullah GÜLEN Nil Yayınları 2004<br />

Prizma 3 Fethullah GÜLEN Nil Yayınları 2004<br />

Prizma 4 Fethullah GÜLEN Nil Yayınları 2004<br />

Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri Kadir Mısıroğlu Sebil Yayınevi 2013

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!