atilim_299
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
HABERDE OBJEKTİF • YORUMDA DEVRİMCİ<br />
• YIL: 5 • 3 Kasım • <strong>299</strong> • 2017 • FİYATI: 1 TL • www.<strong>atilim</strong>haber.org<br />
Bundan 26 yıl önce, SSCB içten içe çürüyen bir ağaç<br />
gibi birden bire devrildiğinde tüm burjuva ideologlar<br />
sevinç naraları eşliğinde ideolojik bombardımana<br />
girişmişti. ‘Sosyalizm ölmüş’, ‘tarihin sonu’ gelmişti!<br />
Ne var ki, bu kapitalist distopyanın boş kubbede hoş<br />
seda olmaktan öte bir ağırlığının olmadığı çok geçmeden<br />
anlaşıldı. Dizginlerinden boşalan kapitalizm<br />
ezilenlerin üzerine çullandıkça devrim düştüğü yerden<br />
yeniden doğrulmaya ve ezilen insanlığın kurtuluş<br />
bayrağı olarak yeniden yükselmeye başladı. Avrupa’nın<br />
göbeğinde yükselen antikapitalist hareket, çok<br />
geçmeden Latin Amerika’yı bir dalga gibi sarıp sarmalayan<br />
toplumsal hareketler ve ayaklanmalarla buluştu.<br />
Uzak Asya’daki gerilla hareketleri emperyalist<br />
sistemin merkezindeki işgal hareketlerine ses verdi.<br />
Ortadoğu’da Arap ayaklanmalarıyla diktatörlükleri alt<br />
ederek ilerleyen devrim dinamiği İspanya’da Öfkeliler,<br />
Yunanistan’da Sintagma, Türkiye’de Haziran ayaklanması,<br />
Kürdistan’da özyönetim direnişi olarak nefes<br />
aldı. IŞİD karanlığını yırtarak Rojava’da yeniden vücut<br />
buldu, Suriye ve Ortadoğu devrimine doğru büyümeye<br />
başladı. 26 yıl önce sosyalizmin ölüm ilanını verip<br />
tarihin sonunu ilan edenler, şimdilerde 21. yüzyılın<br />
yeni ve daha büyük toplumsal patlamalara gebe<br />
olduğu konusunda egemenleri uyarmakla meşguller.<br />
100 yıl sonra ve üstelik bu kadar zafer narasından<br />
sonra, Ekim Devrimi ve sosyalizm yeniden ezilen<br />
insanlığın bayrağı olarak yükseliyor ve tüm dünyayı<br />
adımlayarak korkularını ete kemiğe büründürüyor:<br />
21. yüzyılda sosyalizm kazanacak!
02 GÜNDEM Atılım<br />
Geçmişteki geleceğimiz: Ekim Devrimi<br />
Saray, aykırı her sesin üzerine karabasan<br />
gibi çörekleniyor. Gazete ve<br />
TV’leri kapatıyor, meydanları yasaklıyor,<br />
işten atıyor, siyasi partileri ateş<br />
çemberine alıyor. Kaçırıyor, saldırıyor,<br />
gözaltına alıyor, işkence ediyor,<br />
tutukluyor, infaz ediyor ve katlediyor.<br />
İşgal ve savaş, ‘bir gece ansızın gelebiliriz’<br />
teraneleri ve serseri jargonuna<br />
özgü bir düzeysizlikle topluma korku<br />
ve histeri yaymanın aracı haline getiriliyor.<br />
Seçimler halk iradesinin iç<br />
edildiği üçüncü sınıf bir soygun filmi<br />
havasında geçiyor. İç politikada olduğu<br />
gibi dış politikada da hamaset, şiddet<br />
ve savaş tek siyaset enstrümanı.<br />
Saldırganlık ve faşizm öyle zincirlerinden<br />
boşandı ki, artık sosyal<br />
medyada espri yapan genç, mini etek<br />
giyen kadın, içki içen vatandaş hedef<br />
durumunda. Örgütlü olmak, siyasi iktidara<br />
karşı bir harekete girişmek gerekmiyor<br />
artık. Farklı olmak ve siyasi<br />
iktidarın ‘kültürel’ hegemonyası dışında<br />
kalmak yetiyor. Hayatını burjuva<br />
ideolojinin yayılmasına ‘vakfetmiş’<br />
liberallerin ve patronların bile ‘bıçak<br />
altına’ girebildiği bir siyasi iklimden<br />
bahsediyoruz.<br />
Dünya mı? Hepsi birbirinden beter.<br />
Süngüsü alınmış ama havasından<br />
taviz vermeyen dünya jandarması<br />
ABD’nin Trump şahsında ortaya çıkan<br />
patolojik hali, karmaşadan güç<br />
devşiren soğukkanlı mafya havasındaki<br />
Putin Rusyası, spekülatörler gibi<br />
an kollayarak semiren Çin, iç birlik<br />
ve gelecek görüş açısından yoksunluğuyla<br />
Merkel Almanyası öncülüğünde<br />
fırsatçılar çetesine dönüşmüş<br />
AB, bataklığa dönüşmüş küresel emperyalist<br />
sistemden beslenen yerel<br />
diktatörlükler, faşist ırkçı, cinsiyetçi<br />
ve mezhepçi hareketler kapitalizmin<br />
emperyalist küreselleşme evresindeki<br />
halipür melalinin kimi göstergeleri.<br />
DÜZELTME<br />
298. sayımızda yer alan Aydın<br />
Akyüz’ün “Marksizmde UKKTH ve<br />
bir çözüm olarak Ekim Devrimi” başlıklı<br />
yazısında geçen “II. Enternasyonal<br />
revizyonist olmadan önce 1896<br />
Londra Kongresi’nde ‘Tüm milletlerin<br />
tam özerkliğinden yana’ olduğunu<br />
karar altına alır.(2)” cümlesini aşağıdaki<br />
şekilde düzeltir ve okurlarımızdan<br />
özür dileriz.<br />
“II. Enternasyonal revizyonist olmadan<br />
önce 1896 Londra Kongresi’nde<br />
“Bütün ulusların kendi kaderlerini<br />
tayin etme hakkını tam olarak<br />
desteklediğini beyan eder. (2)”<br />
Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu ve<br />
dünya gittikçe artan oranda karmaşa,<br />
şiddet, korku ve çürüme sarmalına girerken<br />
devrimden bahsetmek ütopyacılık,<br />
devrimin güncelliğinden bahsetmekse<br />
uçukluk gibi görünüyor bir<br />
çok kesime. İyimser yorumlar bu kesif<br />
tablonun gölgesinde kalıyor çoğu<br />
zaman. Bu psikoloji ve görüş açısının<br />
kitleleri etkilemesi belli bakımlardan<br />
anlaşılır görünse de, devrimci hareketin,<br />
kadrolarının ve ilerici toplumsal<br />
öznelerin de bu basınç altında kalması<br />
ideolojik olduğu kadar siyasal perspektif<br />
daralması bakımından dikkate<br />
değer görünmektedir.<br />
Bu bakımdan, devrimin güncelliği<br />
fikrinin güncel, tarihsel ve toplumsal<br />
kökenlerini bilince çıkarmak, ajitatif<br />
değeri kadar propagandif değerine<br />
de yaslanmak büyük önem taşıyor.<br />
Malum büyük Ekim Devrimi’nin<br />
100. yılındayız. Ve devrimin güncelliği<br />
fikrini tarih ve toplum çözümlemesinin<br />
bir unsuru olarak bilincimize katan<br />
Ekim Devrimi’ne ve önderi Lenin’e dönüp<br />
bakmak aydınlatıcı olabilir.<br />
Lenin’in düşüncesinde devrimin<br />
güncelliği fikri, kapitalizmin emperyalist<br />
evreye ulaştığına dair çözümlemesiyle<br />
sıkı sıkıya bağlıdır. Ona göre<br />
kapitalizmin emperyalist aşamaya<br />
varmasıyla birlikte üretimin toplumsallaşması<br />
ile ürünlerinin mülk ediliş<br />
biçimi arasındaki çelişki dünyasal bir<br />
boyut kazanmıştır. Marks’ın kapitalizm<br />
çözümlemesine konu olan serbest<br />
rekabetçi dönemden farklı olarak<br />
tüm dünya kapitalist emperyalizm<br />
sisteminin merkezinde duran güçler<br />
tarafından kendi arasında paylaşılmış<br />
ve bu güçler arasındaki rekabet<br />
paylaşım savaşlarını kaçınılmaz hale<br />
getirmişti. Bu rekabet ve paylaşım<br />
savaşları bir yandan ulusal kurtuluşçu<br />
devrimleri tetiklerken diğer yandan<br />
ise uluslar içinde ve uluslararası düzlemde<br />
sınıf mücadelesini kışkırtarak<br />
devrimin nesnel zeminini tüm dünya<br />
düzleminde olgunlaştırıyordu. Emperyalizm<br />
çağında devrim zincirin en<br />
zayıf halkasında başlayacak ve uluslararası<br />
düzlemde tamamlanacaktı.<br />
Ekim Devrimi, emperyalist zincirin<br />
en zayıf halkası olan Rusya ve bağlı<br />
sömürgelerde başlamış olan yükselen<br />
dünya devrim dalgasının öncü koluydu.<br />
Bu bakımdan vurgulanması gereken<br />
bir diğer unsur, emperyalizmle<br />
birlikte ulusal kurtuluş mücadeleleri<br />
emperyalist sömürgecilik sistemine<br />
yönelerek krizini derinleştiren dünya<br />
sosyalist devriminin müttefiklerinden<br />
biri haline gelmişti. Lenin’in<br />
‘Emperyalizm ve proleter devrimler<br />
çağı’ formülasyonu ve ‘Bütün ülkelerin<br />
işçileri birleşin’ çağrısını ‘Bütün<br />
ülkelerin işçileri ve ezilen halkları birleşin’<br />
biçiminde güncellemesi bu görüş<br />
açısının ürünüydü. Lenin’in görüş<br />
açısı, tüm yüzyıla damgasını vuran<br />
sosyal ve ulusal kurtuluşçu devrimler<br />
tarafından onaylandı. Ekim Devrimi’nin<br />
ürünü olan sosyalist eserin<br />
önce çürümesi, sonra ise yıkılması ya<br />
da ulusal kurtuluşçu devrimler karşısında<br />
tutunamayan klasik sömürgeci<br />
sistemin yerine önce yarı sömürgeci,<br />
sonra ise mali sömürgeci sistemin<br />
ikame edilmesi bu bakımdan oldukça<br />
tali görünmektedir. Ekim Devrimi, işçi<br />
sınıfı ve ezilenlerin kurtuluş mücadelesinin<br />
önünü açan tarihsel bir deney<br />
yaratmakla kalmamış, emperyalist<br />
sistemi daha üst düzeye, emperyalist<br />
küreselleşme evresine doğru iterek<br />
varoluşsal krizini hazırlayan zemini<br />
de döşemiştir.<br />
Lenin’i Marksizmin köşe taşlarından<br />
biri haline getiren çağ çözümlemesinin<br />
merkezinde duran devrimin<br />
güncelliği fikri bu perspektiften<br />
bakıldığında, bugünkü koşulları da<br />
anlamamıza ve yorumlamamıza yol<br />
açan bir fikir olarak güncelliğini korumaktadır.<br />
Ve Ekim Devrimi, bu fikrin<br />
ete kemiğe büründüğü geçmişteki<br />
geleceğimiz olarak yaşamaya devam<br />
etmektedir.<br />
100 yıl sonra Ekim’in aynasından<br />
bugüne bakmak oldukça esinleyicidir.<br />
Bu nedenle, başlangıçta özetlemeye<br />
çalıştığımız tabloya Lenin’in<br />
görüş açısından baktığımızda oldukça<br />
umutlu bir tablo ile karşı karşıya gelmek<br />
işten bile değildir. Emperyalizmin<br />
küreselleşme evresi aynı zamanda<br />
siyasi, ekonomik, askeri, kültürel,<br />
ahlaki ve bir dizi kriz ögesinin üst üste<br />
bindiği çok katmanlı ve kapitalizmin<br />
kendini üretme yeteneğini yitirdiğini<br />
gösteren sistemik yani varoluşsal<br />
bir krize işaret etmektedir. Burjuva<br />
demokrasisi ve normlar sistemi ile<br />
alınan kitle rızası sadece periferide<br />
değil bizzat emperyalist merkezlerde<br />
bile işe yaramaz hale gelmekte,<br />
faşizm ve siyasal gericilik eğilimi kapitalist<br />
sömürünün kölelik koşullarına<br />
yaklaşan uygulamalarına eşlik ederek<br />
iç çelişkilerini derinleştirmekte ve<br />
toplumların ve sistemin kırılganlığını<br />
arttırmaktadır. Irkçı, mezhepçi ve cinsiyetçi<br />
faşist hareketlerdeki yükseliş,<br />
savaşlardaki artış ve ayaklanma ve<br />
devrim girişimleri bu nesnel durumun<br />
bir görünümü olarak hayat bulmaktadır.<br />
Ve bu durum, Ekim Devrimi’nin<br />
ortaya çıktığı koşulları aşan biçimde<br />
ve tüm dünyadaki genel eğilim haline<br />
gelerek ‘devrimin güncelliği’nin altını<br />
güçlü biçimde çizmektedir. Devrim<br />
bir anda Latin Amerika’da gerilla ya<br />
da toplumsal hareketler, bir başka<br />
anda ABD’de ya da Avrupa’da siyahilerin,<br />
göçmenlerin ya da emekçilerin<br />
ayaklanması, diğer anda Ortadoğu’da<br />
emperyalist statükonun dayanakları<br />
olan diktatörlükleri yerle bir eden<br />
Arap ayaklanmaları, öteki anda Uzak<br />
Asya’da gerilla hareketleri, beriki<br />
anda Gezi, Rojava olarak ortaya çıkarak<br />
uzak bir ütopya ya da uçuk bir<br />
hayal olmaktan öte bugünkü gerçeği<br />
değiştiren ve güncel bir olgu olarak<br />
önümüze çıkıyor.<br />
Savaş, faşizm, sömürü ve cinsiyetçilikle<br />
çürüyen ve kendi sonunu<br />
hazırlayan emperyalist kapitalizmin<br />
saldırganlığı, yeni Ekimleri çağıran<br />
her günkü gelişmelerden duyduğu<br />
korkudan kaynaklanmaktadır. Ne var<br />
ki, zorla bir yerde bastırılan devrim<br />
kaçınılmaz biçimde öteki yerde ortaya<br />
çıkmakta ve daha güçlü biçimde<br />
haykırmaktadır: Vardım, varım, var<br />
olacağım!
Atılım<br />
EKİM DEVRİMİ<br />
03<br />
‘Devrimler çağı bitti yalanı, Rojava devrimleriyle boşa çıktı’<br />
↘↘<br />
SYPG Kobanê temsilcisi Beritan Asya, “Kapitalistlerin devrimler çağı bitti yalanı, Rojava devrimleriyle boşa çıktı. Yüzyıl önce<br />
Sovyet devrimi tüm dünya halklarına umut ışığı olduysa, yüzyıl sonra devrimin ışığı Ortadoğu’da Kürt halkının öncülüğünde Rojava’da<br />
yanmaya başladı” dedi.<br />
HABER MERKEZİ - Halkların Birlik<br />
ve Dayanışma Kurumu (SYPG), Kuzey<br />
Suriye’nin Qamişlo ve Kobane kantonlarında,<br />
1917 Ekim Devrimi’nin yıl dönümü<br />
dolasıyla “100. yılında Ekim Devrimi’nin<br />
ışığı Rojava’da büyüyor” şiarıyla paneller<br />
düzenledi.<br />
Qamişlo Kantonu’ndaki Mehmed<br />
Şexo Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen<br />
panele, İnsan Hakları Kurumu, Kongre<br />
Star, PYD, Din Alimleri Kurumu, Rojava<br />
Aydınlar Birliği, YRA, komün eşbaşkanları,<br />
mahalle meclisleri, YCR, TEV-ÇAND ile<br />
MLKP, MLKP/KKÖ, BÖG, TKEP/L, MKP,<br />
TKP/ML TİKKO savaşçıları katıldı.<br />
Saygı duruşu ve sinevizyon gösteriminin<br />
ardından panelin moderatörlüğünü<br />
yapan TEVDEM Yöneticisi Dıjwar Ahmed,<br />
Abdullah Öcalan üzerindeki tecride<br />
dikkat çekerek, tüm dünyanın buna ses<br />
çıkarması gerektiğini söyledi.<br />
BERSUM: ROJAVA<br />
HALKLARI EKİM<br />
DEVRİMİ’NDEN ÖĞRENİYOR<br />
Ardından ilk sözü alan Kuzey Suriye<br />
Demokratik Federasyonu Yürütme Konseyi<br />
Eşbaşkanı, aynı zamanda Süryani<br />
Birlik Partisi Eşbaşkanı Senhelib Bersum,<br />
Kuzey Suriye Federasyon sisteminin<br />
Ekim Devrimi’nin başlangıcındaki gibi<br />
demokratik bir yaşamı öngördüğünü ifade<br />
etti. Bersum, “Bu federasyon projesi<br />
Ortadoğu halklarının özlem duyduğu bir<br />
proje ve ilk olarak Rojava’da yaşam buldu”<br />
diye konuştu.<br />
Kongre Star Koordinasyonu’ndan Ruheyv<br />
Hesen ise Zilan, Sarya ve Arin Mirkan’ı<br />
anarak konuşmasına başladı. Rojava<br />
devrimini diğer devrimlerden ayıran özelliğinin<br />
kadın devrimi olduğuna dikkat çeken<br />
Hesen, “Özellikle ekonomi alanında<br />
üzerine düşen sorumlulukları yerine getirerek<br />
kendi imkanları doğrultusunda çok<br />
sayıda kooperatifler inşa ettiler. Dünyanın<br />
her yerinde kadınların ekonomide söz<br />
sahibi olması engellenirken, Rojava devriminde<br />
kadınlar kendi ekonomilerini ve<br />
kendi üretim alanlarını yarattılar. Kadınlar,<br />
Rojava devrimi ile birlikte kendilerine<br />
bir kez daha güvenmişlerdir ve bugün bu<br />
kadınlar tüm alanlarda, meydanlarda, en<br />
ön saflarda, en ön cephelerde savaşmaya<br />
devam ediyorlar” dedi.<br />
ASYA: DEVRİMLER BİTTİ<br />
PALAVRASI ROJAVA<br />
DEVRİMİYLE BOŞA ÇIKTI<br />
PKK lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan<br />
tecridi kınayarak sözlerine başlayan<br />
SYPG Kobanê temsilcisi Beritan Asya,<br />
Rojava devriminin başarıya ulaşması için<br />
tarihteki devrim örneklerine bakılması<br />
gerektiğini söyledi. Devrim mücadelesinde<br />
zaferler olduğu kadar yenilgilerin de<br />
olacağını söyleyen Asya, “Önemli olan bu<br />
yenilgilerden dersler çıkararak yürümektir.<br />
Kapitalistlerin o gün devrimler çağı<br />
bitti yalanı, Rojava devrimleriyle boşa çıktı.<br />
Yüzyıl önce Sovyet devrimi tüm dünya<br />
halklarına umut ışığı olduysa, yüzyıl sonra<br />
devrimin ışığı Ortadoğu’da Kürt halkının<br />
öncülüğünde Rojava’da yanmaya başladı.<br />
Rojava devrimi de, aynı Sovyet devrimi<br />
gibi içeriğiyle, emekçi ve ezilen halkları<br />
kapsıyor” diye konuştu.<br />
Avrupa’da Ekim Devrimi panelleri<br />
HABER MERKEZİ - Ekim Devrimi’nin<br />
100. yılı dolayısıyla Avusturya’nın<br />
başkenti Viyana ve Belçika’nın<br />
başkenti Brüksel’de paneller düzenlendi.<br />
Viyana’daki panel saygı duruşuyla<br />
başladı. Partizan, Sınıf Teorisi, Atılım<br />
ve Kürt özgürlük hareketi adına konuşmalar<br />
yapıldı. Sınıf Teorisi temsilcisi,<br />
“Ekim Devrimi neden yıkıldı?” sorusuna<br />
yanıt aradı. Sovyetler’de ortaya çıkmış<br />
kır-kent ayrımı, bürokratikleşme,<br />
parti-devlet ve ücret sorunu gibi noktaların<br />
altını çizen Sınıf Teorisi temsilcisi,<br />
komünist adalet anlayışından asla<br />
vazgeçilmemesi gerektiğini vurguladı.<br />
Sovyetler Birliği deneyiminde kadın özgürlük<br />
mücadelesinde olumlu gelişmelerin<br />
olduğunu vurgulayan Sınıf Teorisi<br />
temsilcisi, SBKP merkez komitesinde<br />
tek bir kadının olmayışının eleştirilmesi<br />
gerektiğini kaydetti.<br />
Atılım Gazetesi adına yapılan konuşmada,<br />
Bolşevik Parti’nin devrimde<br />
ısrar etmesinin onu başarıya ulaştırdığını<br />
belirtti ve Bolşeviklerin Avrupa’ya<br />
bakarak, onlardan öğrenmek ve onları<br />
beklemek yerine kendi atılımlarını<br />
yaptıklarını ifade etti. Sosyalizmde geri<br />
dönüş sorununun önemli bir sorun olduğunu<br />
vurgulayan Atılım Gazetesi<br />
temsilcisi, temel meselenin proletarya<br />
diktatörlüğü altında en geniş demokrasiyi<br />
kurmak olduğunu, günümüzde<br />
doğrudan demokrasi taleplerini de ciddiye<br />
almak, bu yaklaşımların geri yanlarıyla<br />
uzlaşmadan, demokratik katılım<br />
noktasında bir sentez oluşturmak gerektiğini<br />
söyledi.<br />
Belçika’nın başkenti Brüksel’de<br />
düzenlenen panele, Partizan ve Atılım<br />
Rojava devrimine tıpkı Ekim Devrimi’nde<br />
olduğu gibi kadınların öncülük<br />
ettiğinin altını çizen Asya, Kuzey Suriye<br />
Demokratik Federasyonu ile yeni bir sistemin<br />
inşa edildiğini kaydetti. Asya, ekledi:<br />
“Bugün önümüzde temel görevlerden<br />
bir tanesi bu sistemi, bu devrimi büyütmektir.”<br />
YÛSÎF: EKİM DEVRİMİ’NDEN<br />
ROJAVA’YA KADINLAR<br />
ROLLERİNİ OYNADI<br />
Kobanê Kantonu’nun Çand û Huner<br />
Baqî Xıdo Kültür Merkezi’nde düzenlenen<br />
panele ise TEV DEM, Kongre Star,<br />
KPC, HPC, İşçi Emekçiler Kurumu, Sağlık<br />
Bakanlığı, Aydınlar Birliği, mahalle meclisleri<br />
ve mahalle komünleri temsilcileri<br />
katıldı.<br />
Saygı duruşuyla başlayan ve Gülbahar<br />
Sadûn’un moderatörlüğünü yaptığı panelde,<br />
ilk olarak SYPG Kobanê Temsilcisi<br />
Beritan Asya sunumu yaptı. Ardından<br />
konuşan Kongre Star Koordinasyon üyesi<br />
Felek Yûsîf, “Ekim Devrimi’nden bugüne<br />
kadar kadınların emeği, verdikleri mücadele<br />
ile Rojava devrimini büyütüyoruz”<br />
dedi.<br />
Suriye Demokratik Kürt Partisi (PDKS)<br />
MK üyesi Gelo Îsa ise Kürtler, Araplar,<br />
Türkmenler, Asuriler, Süryanilerin Rojava<br />
devriminde bir araya geldiğini belirterek,<br />
“Bugün Suriye’nin bir bütün olarak demokratikleşmesi<br />
sorunu var. Rojava devrimiyle<br />
yeni bir ruh, yeni bir renk ortaya<br />
çıktı. Bu da, halkların kardeşliği ve eşitliği<br />
ruhudur. Bu topraklar tüm halklarımıza<br />
yeterlidir” dedi.<br />
temsilcileri katıldı. Panelde sosyalizmdeki<br />
geriye dönüşler, kadının konumu<br />
ve dünya sosyalist ve Türkiye sosyalist<br />
hareketinin bu deneyimi nasıl analiz ettiği<br />
üzerine tartışmalar yapıldı.
04 EKİM DEVRİMİ<br />
Atılım<br />
Ekim’in 100. yılında kapitalizmin<br />
varoluşsal krizi<br />
҉҉OLCAY ÇELİK<br />
Sosyalizmin 1950’li yıllarda kapitalist<br />
restorasyona uğraması ve nihayetinde<br />
revizyonist blokun 90’ların başında çökmesiyle<br />
birlikte “Tarihin sonunun geldiğini”<br />
vaaz eden burjuva ideolojisinin bizi<br />
getirip bıraktığı yer, büyüme oranları ve<br />
sanayi üretiminin durduğu, üretkenliğin<br />
çakıldığı, işsizlik, gelir dağılımı uçurumu<br />
ve kemer sıkma politikalarının giderek<br />
arttığı bir dünya oldu. ABD ve AB’de faşizm,<br />
ırkçılık ve göçmen karşıtlığı yükselişte.<br />
Dünya barışı şöyle dursun, 3. Dünya<br />
Savaşı’na doğru koşuyoruz. Ancak<br />
asıl sorun, kapitalizmin krizleri aşabilme<br />
kabiliyetinin ortadan kalkmasından kaynaklanıyor.<br />
Ortada ne toparlanmaya<br />
dair bir işaret ne de burjuvazinin yeni<br />
bir umut yaratacak ideolojik ve politik<br />
projesi var. Kısacası kapitalist üretim<br />
tarzı varoluşsal bir kriz içerisinde. Kâr<br />
için üretimin toplum için üretime dönüşmesinin<br />
ve kapitalist demokrasinin yerini<br />
de sosyalist demokrasinin almasının<br />
vakti çoktandır geldi.<br />
KÂRIN HAZİN ÖYKÜSÜ<br />
Kâr rekabeti, kapitalistleri daha az<br />
emekle daha çok üretme teknikleri yoluyla<br />
kendi metalarının değerini toplumsal<br />
değerinin altına düşürüp diğer<br />
kapitalistlerden ekstra kâr emebilmeye<br />
zorlar. Üretilen tüm değer, başlangıçta<br />
ekstra kâr olarak “ilerici” kapitaliste aksa<br />
da mutlak ve göreli artıdeğer sömürüsü<br />
teknikleri yaygınlaştıkça metanın bireysel<br />
ve toplumsal değeri arasındaki fark<br />
kapanacağından, kâr oranları düşer. İşte<br />
burada kapitalizmin temel çelişkisi açığa<br />
çıkar. Kâr rekabeti, üretilen meta sayısını<br />
devasa miktarlara ulaştırırken canlı<br />
emeği giderek daha fazla üretimden dışladığı<br />
için alım gücü kâr getirecek kadar<br />
çok meta satışını karşılayamaz ve yaratılan<br />
artıdeğer kütlesi gerçekleştirilemez<br />
olur. Toplam sermaye ne kadar artarsa<br />
artsın, elde edilen kâr kütlesinin artmadığı<br />
noktada kapitalizm aşırı üretim krizine<br />
girer. Depolardaki stoklar büyür, yeni<br />
üretim yapmak anlamsızlaşır.<br />
Bu, kapitalizmin dönemsel krizinin<br />
tipik bir seyridir. Çözümü, iflaslar ve imhalar<br />
yoluyla üretim araçlarının değerini<br />
düşürmek ve stokları yok etmek, böylece<br />
üretimi ve istihdamı arttırmaktır. Her<br />
dönemsel kriz, sermayeyi biraz daha<br />
merkezileştirir ve yoğunlaştırır. Ancak<br />
bir noktada pazarların doygunluğu krizlerin<br />
burjuva ideologlarının “yaratıcı yıkım”<br />
dediği bu yollarla çözülebilmesine<br />
↘ ↘ Tüm toplumsal sorunların temel kaynağı olan kâr için<br />
üretimin aşılmasının tek yolu, toplum için üretimdir. Üretim<br />
araçlarının mülkiyeti toplumsallaştırıldığı ölçüde üretim, bizzat<br />
üretenler tarafından ve üretenlerin ihtiyaçları doğrultusunda<br />
planlanır, böylece hem üretenlerin refahı yükselir hem de<br />
yaşamın maddi temellerini geliştirecek yatırımlar kapitalist<br />
üretim tarzına kıyasla çok daha yüksek oranda yapılabilir.<br />
Ekim Devrimi bu gerçeği bizzat göstermiştir.<br />
müsaade etmez. İhtiyaç olan şey yeni<br />
pazarlar ve çok daha yüksek bir merkezileşme<br />
ve yoğunlaşma düzeyidir. Bunu<br />
sağlayacak olan şey de sömürgecilik,<br />
tekelleşme, yani emperyalizm olmuştur.<br />
Kapitalizm, ilk ciddi aşırı-üretim krizini<br />
1870’lerde yaşadı ve bu krizi dünya<br />
ülkelerini sömürgeleştirerek aştı.<br />
Emperyalizmin tekelci kapitalizm evresi<br />
olarak adlandırılan bu süreç sonrasında<br />
1930’larda gelişen ikinci büyük aşırı-üretim<br />
krizi ise tekelci devlet kapitalizmi<br />
yoluyla aşıldı. Hem dünya pazarlarını<br />
hem de iç pazarları tehdit eden Bolşevik<br />
Devrimi karşısında kapitalist sınıf, liberalizmin<br />
en temel ilkelerini ve iç çelişkilerini<br />
bir kenara bıraktı ve burjuva devleti<br />
kolektif bir sermaye gücü olarak sahaya<br />
sürdü. 2. Paylaşım Savaşı’nın Büyük Antifaşist<br />
Savaşa dönmesiyle Sovyet iktidarını<br />
alt edemeyen, üstüne üstlük bir<br />
de yeni devrimlerin doğmasına yol açan<br />
tekelci sermaye, bu sefer de SSCB’yi<br />
ekonomik ve ideolojik kuşatmaya aldı.<br />
EMPERYALİST<br />
KÜRESELLEŞME EVRESİ<br />
1974-’75’de kapitalist üretim tarzı<br />
yeni bir aşırı-üretim krizi ile yüz yüze<br />
geldi. Bu kriz, öncelikle emperyalizmin<br />
tekelci devlet kapitalizmi evresinde kendi<br />
eliyle kurduğu ulus-devletlerin parçalanması<br />
ile aşılmaya çalışıldı. Böylece,<br />
giderek büyüyen bir sermaye gücü olan<br />
sosyal devlet aygıtı özelleştirmeler yoluyla<br />
sermayenin krizi aşabileceği yeni<br />
pazarı haline geldi.<br />
Emperyalizmin hala içinde bulunduğumuz<br />
son evresi olan ve emperyalist<br />
küreselleşme evresi olarak adlandırılan<br />
bu evrede, üretim süreci de verimliliği en<br />
üst düzeye çıkaracak ve sermaye devresini<br />
kısaltacak ölçüde dönüşüm geçirdi.<br />
Önceden klasik ve yeni sömürgecilik<br />
yoluyla meta ve sermaye ihracına dayalı<br />
olan üretim örgütlenmesi yerini üretim<br />
sürecinin bizzat kendisinin parçalanarak<br />
tüm dünyaya yayılmasına bıraktı. Uluslararası<br />
tekeller, üretim sürecinin düşük<br />
teknolojili ve emek-yoğun kısımlarını<br />
mali-ekonomik sömürge haline getirdikleri<br />
ucuz emek cenneti klasik ve yeni<br />
sömürge ülkelerin işbirlikçi kapitalistlerine<br />
devrederek hem emek maliyetlerini<br />
azalttılar hem de devasa orandaki sabit<br />
sermaye yatırımından boşanmış oldular.<br />
Bu da, tekel fiyatı uygulayarak bu ülkelerde<br />
üretilen artıdeğeri emebilmelerini<br />
sağladı. Sermaye dolaşımının önündeki<br />
tüm engeller kaldırıldı, iç pazarların yakın<br />
ilişkisine dayalı dünya pazarı, entegre<br />
hale gelmiş tek bir pazara dönüştürüldü.<br />
Ancak bu model kârların azalışını<br />
durduramadığı gibi, bu düşüşü kâr kütlesini<br />
arttırarak telafi etme çabaları da<br />
sıkışmayı engelleyemedi. Üretimden<br />
gelen kâr kütlesi artık yeniden üretime<br />
değil, hiçbir yeni değer üretmeyen ve<br />
tamamen önceden üretilmiş olan değeri<br />
yeniden paylaşmaya ve daha önemlisi,<br />
işçi sınıfının gelecekte üreteceği değeri<br />
bugünden gasp etmeye dayalı olan hayali<br />
sermaye pazarlarına akmaya başladı.<br />
İÇE DOĞRU PATLAMA<br />
Ancak tüm bu önlemler, 2008’de<br />
başlayan son krizin aşılmasına yetmiyor.<br />
2010’da uluslararası tekellerin yüzde 8<br />
olan kâr oranları 2016 itibariyle 2008<br />
krizi seviyesi olan yüzde 5-6’lara düşmüş<br />
durumda.(1) OECD, küresel ekonominin<br />
ortalama büyümesinin 2014-2030 arası<br />
yüzde 3.6 olacağını, 2060 sonrasında<br />
ise yüzde 0.5’e düşeceğini öngörüyor.<br />
(2) Toparlanma sinyalinin aranacağı en<br />
önemli göstergelerden biri olan toplam<br />
sabit sermaye yatırımlarının dünya hasılasına<br />
oranı 1980’de yüzde 26 iken,<br />
2015’de yüzde 23.5’e gerilemiş vaziyette.(3)<br />
Diğer bir önemli gösterge olan<br />
üretkenlikteki, yani göreli artıdeğer sömürü<br />
kapasitesindeki artış hızı da 90’lardan<br />
bu yana geriliyor.(4) Üretime dönmeyen<br />
kâr kütlelerinin hayali sermaye<br />
alanına yönelişinin boyutları da devasa<br />
miktarlara ulaşmış vaziyette. 2017 itibarıyla<br />
toplam borcun küresel ekonomiye<br />
oranı yüzde 220’ye ulaştı. Yani, mevcut<br />
üretimin toplamı kadar bir miktar gelecekten<br />
borç alınmış vaziyette!<br />
Sıkışan kârların işçi sınıfına yoksulluk,<br />
işsizlik ve gelir adaletsizliği olarak<br />
yansımasını da verilerden açıkça görebiliyoruz.<br />
Bugün en zengin yüzde<br />
1 dünya zenginliğinin yarısını alırken,<br />
en yoksul yüzde 80 ise bu zenginiliğin<br />
yüzde 5.5’ini paylaşıyor. Yedek işçi ordusuna<br />
2017 yılında yaklaşık 4 milyon<br />
işsizin daha katılacağı tahmin ediliyor.(5)<br />
Küçük burjuvazinin durumu da farksız<br />
değil. Orta sınıflar mülksüzleştirilip proleterleştiriliyor,<br />
yani proletaryanın tabanı<br />
giderek genişliyor. Öte yandan, kafa<br />
emeği ile kol emeği arasındaki gelir ve<br />
statü farkları ortadan kalkıyor.<br />
Özetle, fethedecek bir “dışarısı” kalmayan,<br />
üretim sürecini yeniden düzenleyen,<br />
mekansal sömürü yetmeyince bu<br />
sefer hayali sermaye yoluyla geleceği<br />
gasba kalkışan kapitalizm aşırı üretim<br />
krizini aşamadıkça içe doğru patlıyor.
Atılım<br />
EKİM DEVRİMİ<br />
05<br />
İDEOLOJİK KRİZ, İSYANLAR<br />
VE DEVRİMLER<br />
Ekonomik düzlemde yaşanan bu kriz<br />
hem giderek azalan yeni pazarlar üzerindeki<br />
emperyalist paylaşım savaşının<br />
şiddetini hem de tekeller üzerindeki<br />
maliyet azaltma baskısını arttırıyor. Bu<br />
da kendini, dışarıda politik İslamcı faşist<br />
hareketlerin yükselmesi ve mültecileştirme<br />
ile içeride ise düşen reel ücretler,<br />
bireysel borçlandırma, çalışma rejiminin<br />
esnekleştirilmesi ve kemer sıkma politikalarıyla<br />
gösteriyor. Giderek daralan<br />
emek pastasındaki payını korumak isteyen<br />
işçi sınıfının eski imtiyazlı üyeleri<br />
ve işçi aristokrasisi arasında ezilen ulus<br />
işçilerine, göçmenlere, mültecilere karşı<br />
faşizm, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı<br />
yükselişe geçiyor. Emperyalistler, kendi<br />
elleriyle yarattıkları bu ayrışmaları egemenliklerinin<br />
yeniden tesisi ve ilerletilmesi<br />
için kendi politika yelkenlerine<br />
rüzgar yapıyorlar ve sağ siyasetlerin<br />
yükselişinin yolunu döşüyorlar. Burjuva<br />
ideolojisinin demokrasi, bir arada yaşam,<br />
çok kültürlülük, refah toplumu vb. söylemlerinin<br />
maddi temeli azalan kârlara<br />
bağlı olarak gelişen kemer sıkma politikalarıyla<br />
birlikte ortadan kalkınca, yeni<br />
ideolojik düzenin üretebildiği tek şey<br />
sözde Batı medeniyetini barbarlardan<br />
koruma politikasından başka bir şey olmuyor.<br />
Bu süreç, eşitsiz gelişim yasasından<br />
kaynaklı olarak mali-ekonomik sömürgelerde<br />
çok daha sert yaşanıyor. Dünya-tarihsel<br />
konumu gereği düşük üretkenlikte<br />
emek-yoğun üretim yaparak,<br />
yaratılan artı-değerin aslan payını uluslararası<br />
tekellere aktarmak zorunda olan<br />
ve bu yüzden büyümeye devam edebilmek<br />
için emeğin çok daha yoğun baskılanmasına<br />
ve yüksek oranda yabancı<br />
sermaye girişine ihtiyaç duyan ülkeler,<br />
fonlar çekilince krize girmeye daha meyilli<br />
oluyorlar. Düşük tasarruf oranına<br />
bağlı olarak sosyal politika anlamında<br />
ileri kapitalist ülkeler kadar marjlarının<br />
olmaması bu ülkeleri hayatta kalabilmek<br />
için demokrasi meselelerini toptan rafa<br />
kaldırmaya, sömürgeci politikalara geri<br />
dönmeye, yayılmacı stratejilere başvurmaya<br />
sevk ediyor. Yaratılan iç savaşlar,<br />
toplumu faşist ve gerici histerilerle örülmüş<br />
bir “kurtuluş” ideolojisi ile ayakta<br />
tutulmaya çalışılıyor.<br />
Tabii bu kriz, devrimci olanakların<br />
doğmasına da yol açıyor. Sömürgeci<br />
boyunduruk altındaki ezilen uluslar bağımsızlıklarını<br />
ve özerkliklerini talep etmeye<br />
başlıyor. Öte yandan, emperyalist<br />
savaşın ortasında yeşeren, antiemperyalist,<br />
demokratik ve halkçı bir devrim<br />
olan Rojava devrimi, ezilenler için yeni<br />
bir yaşamın somut alternatifi olarak öne<br />
çıkıyor ve emperyalizmin içini boşalttığı<br />
ve artık savunulamaz duruma getirdiği<br />
demokratik ve çoğulcu toplumu inşa etmeye<br />
çalışıyor.<br />
KRİZ ANCAK SOSYALİZM<br />
İLE AŞILABİLİR<br />
Sosyalistler bilirler ki, bir toplumsal<br />
sistemin çökmesi ve aşılması, tarihin<br />
belli bir döneminde alınan siyasi yenilgiyle<br />
değil, üretici güçlerin ve mülkiyet<br />
ilişkilerinin ilişkisinin hareketinin sonucu<br />
belirlenir. Üretici güçleri geliştirme<br />
yeteneğini kaybeden üretim tarzları yıkılmak<br />
durumunda kalırlar. Sosyalizm,<br />
emperyalist saldırılar karşısında yenilmiştir.<br />
Ancak kapitalizm Pirus zaferlerinden<br />
bağımsız olarak “çökmektedir”,<br />
çünkü hiçbir dış etken olmadığı halde<br />
kendi kendisinin biricik engeli haline<br />
gelmiştir. Kâr için üretim sürdürülememekte,<br />
üretici güçleri geliştirememekte,<br />
üretimin toplumsallaşma düzeyi ona<br />
giydirilen mülkiyet düzeni gömleğine<br />
dar gelmektedir.<br />
Tüm toplumsal sorunların temel kaynağı<br />
olan kâr için üretimin aşılmasının<br />
tek yolu, toplum için üretimdir. Üretim<br />
araçlarının mülkiyeti toplumsallaştırıldığı<br />
ölçüde üretim bizzat üretenler tarafından<br />
ve üretenlerin ihtiyaçları doğrultusunda<br />
planlanır, böylece hem üretenlerin<br />
refahı yükselir hem de yaşamın<br />
maddi temellerini geliştirecek yatırımlar<br />
kapitalist üretim tarzına kıyasla çok<br />
daha yüksek oranda yapılabilir. Ekim<br />
Devrimi bu gerçeği bizzat göstermiştir.<br />
Planlı dönemde (1930-1956) üretici<br />
güçleri henüz yeterince gelişmemiş olan<br />
SSCB’nin milli geliri işçi sınıfının refahından<br />
taviz vermeden 12, sanayi üretimi<br />
22.7, üretkenlik 7.5 kat artmıştır. Oysa<br />
aynı dönemde kapitalizmin amiral gemisi<br />
ABD’de bu oranlar sırasıyla 2, 2.7 ve 2<br />
kat gibi cılız rakamlar olmuştur.<br />
Toplum için üretim, liberal demokrasinin<br />
maddi temelinden boşandırarak<br />
anlamsızlaştırdığı bir arada yaşama ve<br />
çok kültürlülük ideallerinin tam anlamıyla<br />
vücut bulacağı yegane üretim tarzı<br />
olacaktır. Kendi anayasasına, ordusuna,<br />
anadilde eğitimine ve ayrılma hakkına<br />
sahip olan 15 ayrı cumhuriyetin ve<br />
40’tan fazla halk topluluğunun gönüllü<br />
ve eşit birlikteliğini tesis etmiş olan Ekim<br />
Devrimi bunun en büyük kanıtıdır.<br />
1) UNCTAD World Investment Report<br />
2017<br />
2) Bu arada, gerçek büyümenin<br />
OECD’nin her tahmininden çok daha az<br />
gerçekleştiğini de belirtelim.<br />
3) Dünya Bankası Veri Seti<br />
4) UNCTAD Trade and Development<br />
Report 2016<br />
5) ILO World Employment and Social<br />
Outlook 2017 Report<br />
BEKSAV Ekim devrimini marşlarla kutladı<br />
İSTANBUL- Bilim, Estetik, Eğitim, Kültür, Sanat Araştırmaları Vakfı (BEK-<br />
SAV), Ekim devriminin 100. yılını devrimin marşlarıyla kutladı. “Devrim bir<br />
şiirdir, devrim bitmeyen bir şarkıdır” şiarıyla Su Tiyatro Gösteri Merkezi’nde<br />
gerçekleşen etkinliğe çok sayıda kişi katıldı. Açılış konuşmasını yapan<br />
BEKSAV Yönetim Kurulu Başkanı Kenan Ağbulut “Marksizm’in Leninizm’le<br />
buluştuğu o görkemli günü ve o günü yaratanlar önünde saygıyla eğiliyorum”<br />
dedi.<br />
Konuşmanın ardından devrim ve sosyalizm mücadelesinde yaşamını yitirenler<br />
için saygı duruşu yapıldı. Ekim devrimine can verenlerin fotoğraflarının<br />
yer aldığı sinevizyon gösteriminin yapıldığı gece BEKSAV Müzik Topluluğu’nun<br />
seslendirdiği devrim marşları ve devrim şiirleriyle devam etti.
06 EKİM DEVRİMİ<br />
Atılım<br />
Sovyetler’den Rojava’ya devrim kadınların eseri<br />
↘ ↘ Ekim Devrimi’nin 100. yılını kutlarken sınıfsız, sömürüsüz<br />
ve cins eşitlikçi bir dünyanın yaratılmasında sosyalizmin rolü<br />
ve kadın özgürlüğü bir kez daha güncelleniyor. Sovyet deneyimi,<br />
kazanımlar kadar kazanımları korumak için de kadın devrimine<br />
ihtiyaç olduğunu kanıtlamıştır. Bu nedenle, ayrı kadın<br />
örgütlenmesi ve kadınların geldiği düzey kadın devriminin<br />
garantisi olacaktır.<br />
҉҉EBRU YILDIRIM<br />
Nerede karanlığa karşı bir ışık görürseniz<br />
gözünüz kadınları arasın ve nerede<br />
koyu bir karanlık varsa bilin ki orada<br />
yaşam eksiktir: Kadın yoktur.<br />
Ekim Devrimi’nin 100. yılını kutlarken<br />
sınıfsız, sömürüsüz ve cins eşitlikçi<br />
bir dünyanın yaratılmasında sosyalizmin<br />
rolü ve kadın özgürlüğü bir kez daha<br />
güncelleniyor. Kadınlar kendi kurtuluşları<br />
olan devrimin savunulmasında<br />
Sovyetler Birliği’nden Rojava’ya en ön<br />
cephede can bedeli dövüştü. Ekim Devrimi’nin<br />
fitilini ateşleyen ‘Ekmek istiyoruz’<br />
grevi ile Rus Duma’sına yürüyen ve<br />
Çarı deviren kadınlar, Hitler faşizmine<br />
karşı anavatanını da aynı öfke ve kararlılıkla<br />
savundu. ‘Kobane düştü düşecek’<br />
diyenler gibi iki ayda Stalingard’ı<br />
düşürme hesapları yapanların hevesi<br />
kadınların da eğitimiyle kursağında kaldı.<br />
20 yaşında genç kadınlardan birkaç<br />
aylık eğitimle oluşturulan Gece Hava<br />
Bombardıman Alayları, Nazilerin korkulu<br />
rüyası oldu. Telsiz ve paraşütsüz<br />
havalanan uçakların birçoğu hedefi vurduktan<br />
sonra geri dönemedi ama her<br />
gece uçaklar Nazi askerlerinin üstüne<br />
uçtu. Anavatan savunmasında 1 milyon<br />
kadın yer aldı ve IŞİD barbarlığına karşı<br />
bedenini siper eden Arin gibi yüz binlerce<br />
kadın, Hitler faşizmine karşı bedenini<br />
siper etti devrime. Kadınlar Rojava’da<br />
olduğu gibi Sovyetler’de de devrimin<br />
kurtuluşları olduğunu ve savaşa rağmen<br />
toplumsal yaşamda nasıl bir ilerleme<br />
yaşadıklarını görmüşlerdi. Devrimin savunulmasında<br />
en ön cephede olmalarından<br />
daha doğal bir şey yoktu.<br />
Ekim Devrimi’nden hemen sonra<br />
Çarlık dönemine ait evliliği ve boşanmayı<br />
düzenleyen yasalar kaldırıldı. Çalışma<br />
yasasına ilişkin eşit işe eşit ücretin yanı<br />
sıra ücretli annelik ve bakım izni vb. kadını<br />
toplumsal yaşama katabilmek için<br />
bir dizi yasa uygulandı. Devrim öncesinde<br />
kadınların sadece %13’ü sanayide<br />
çalışıyordu ve erkeklerin aldığı ücretin<br />
3/5’ini alıyordu. 1941 yılına gelindiğinde<br />
sanayide çalışan kadın sayısı %53,<br />
demiryollarında %36, eğitimde % 73,<br />
sağlık alanında % 83’e ulaştı.<br />
Devrimden iki ay sonra kadını eve<br />
bağlayan çocuk bakımı özel bir kararnameyle<br />
“doğrudan devletin yükümlülüğü”<br />
olarak ilan edildi. Anayasanın 122.<br />
Maddesi ile “SSCB’de kadın ekonomik,<br />
kültürel, toplumsal ve politik yaşamın<br />
bütün alanlarında erkeklerle eşit haklara<br />
sahiptir” denilerek kadın hakları güvence<br />
altına alındı. Kürtajı yasal bir hak<br />
olarak tanıyan ilk ülke olan Sovyetler<br />
Birliği’nde kadının ikincil rollerini büyük<br />
ölçüde azaltacak bakım evi, kreş ve çocuk<br />
yuvaları açılması için bütçeden ayrılan<br />
pay 1936 yılında iki katına çıkarıldı.<br />
1914 yılında 9 olan doğum merkezi sayısı<br />
1937 yılında 4 bin 175’e ulaşmıştı.<br />
Çarlık Rusya’sında kadınlar, din, Çarlık<br />
ve koca üçgeninde kölece koşullarda<br />
yaşıyordu. Tarım ülkesi olan ülkede<br />
sabahtan gece yarılarına kadar tarlada<br />
çalışan, hayvanlara bakan ve evin geçimini<br />
sağlayan kadınların toprak üstünde<br />
hiçbir hakkı yoktu. 1941 yılında 100<br />
binin üzerinde kadın biçerdöver, traktör<br />
ve karmaşık tarım makinelerini kullanır<br />
hale geldi.<br />
Aşçı kadından devlet yöneticisi yapmayı<br />
rehber edinen Ekim Devrimi, kadınların<br />
yönetim mekanizmalarında yer<br />
almasını da özel olarak teşvik etti. 1948<br />
yılında SSCB Yüce Sovyet’inde kadın<br />
temsiliyeti %20, Birlik Cumhuriyetleri<br />
Yüce Sovyet’inde %26,5, Özerk Cumhuriyetler<br />
Yüce Sovyet’inde %29’du.<br />
Ayrıca, bölgesel ve yerel mahkeme başkanlarının<br />
%35’i kadındı.<br />
100 yıl önce Ekim Devrimi, dünya<br />
halklarına ve kadınlara başka bir dünyanın<br />
mümkün olduğunu göstermişti.<br />
Emperyalistlerin her türlü gerici saldırısına<br />
ve iç ihanetlere rağmen ezilenlerin<br />
sınıfsız, sömürüsüz ve cins eşitlikçi bir<br />
düzen özleminin somut inşasını gerçekleştirdi.<br />
21. yüzyılda ise aynı ruh ve kararlılıkla<br />
Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu<br />
sadece Ortadoğu halkları ve<br />
kadınları için değil, tüm dünya halkları<br />
ve kadınları için aynı umudun ışığını<br />
taşıyor. Kadınlar, kuşkusuz aradan geçen<br />
100 yılda birçok kazanım elde etti<br />
ve erkek egemen kapitalist sistemde<br />
birçok gedik açtı. Ekim Devrimi’ndeki<br />
kadın alaylarından YPJ’ye, kotadan eşit<br />
temsiliyete, eşit ücretten kadın kooperatiflerine<br />
kadar kadınlar, Ekim Devrimi<br />
kazanımlarını büyüterek yoluna devam<br />
ediyor.<br />
Son olarak Sovyet deneyimi, kazanımları<br />
korumak için de kadın devrimine<br />
ihtiyaç olduğunu kanıtlamıştır. Kadınların<br />
toplumsal yaşamdan dışlandığında<br />
geriye dönüşün hızı çok yüksektir. Bu<br />
nedenle, ayrı kadın örgütlenmesi ve kadınların<br />
geldiği düzey kadın devriminin<br />
garantisi olacaktır.<br />
Yasemin Çakal:<br />
Tacizciler dışarıda, kadınların avukatları tutuklanıyor<br />
İSTANBUL - Özsavunma hakkını<br />
kullanarak kendisine sistematik şiddet<br />
uygulayan erkeği öldüren ve uzun süre<br />
hapishanede tutulan Yasemin Çakal’a,<br />
o süre zarfında en büyük desteği kadın<br />
avukatlar verdi. Ezilenlerin Hukuk Bürosu<br />
avukatları Sezin Uçar ve Özlem<br />
Gümüştaş’ın tutuklanmasına tepki gösteren<br />
Çakal, Sezin’i anlatırken “O, bizim<br />
gibi insanların yanında olan bir kadındı.<br />
Avukattan öte arkadaştı” diyor.<br />
Jin News’ten Evrim Kepenek’e konuşan<br />
Çakal, Sezin Uçar’ın tutuklandığını<br />
duyunca çok şaşırdığını ve halen<br />
şaşkınlığının devam ettiğini anlatırken,<br />
“Siyasetle bir ilgim yok. Ben siyasetten<br />
anlamam. Ancak Sezin gibi insanlar neden<br />
tutuklanır, bunu anlayamıyorum” diyor.<br />
İstismar, taciz, kadın cinayeti suçlularının<br />
cezaevlerinden şartlı tahliyelerle<br />
salıverildiğine dikkat çeken Çakal, şöyle<br />
devam ediyor: “Çocuk tacizcileri, kadın<br />
katilleri dışarıda gezerken, kadınların<br />
avukatları neden tutuklanıyor? Sezin’in<br />
ne kadar iyi bir insan olduğunu herkese<br />
anlatmak istiyorum. Ben bunu kabul<br />
edemiyorum. Umarım bu yanlıştan bir<br />
an önce dönülür ve Sezin’i serbest bırakırlar.<br />
Kadınlara destek olan, kadınlar<br />
için çalışan bir avukat neden tutuklanır?<br />
Kendi müvekkili olsun olmasın tüm kadınlara<br />
yardım eden, destek olan bir kadındı.<br />
Sezin’i tutuklayarak neyi önlüyorlar?<br />
Bizim gibi kadınların ona ihtiyacı var.<br />
Benim ona ihtiyacım var.”<br />
Yasemin Çakal, önümüzdeki günlerde<br />
Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı’na<br />
başvuru yaparak, özel bir izinle Sezin<br />
Uçar’ı görmeyi hedefliyor.
Atılım<br />
EKİM DEVRİMİ<br />
Ekim Devrimi’nin can suyu kadın önderler<br />
↘ ↘ “Başlarında eşarp (çok nadiren kızıl bir bandana), eski bir etek, yamalı bir kışlık ceket… Genç ve yaşlı kadın işçiler ve asker eşleri,<br />
köylü kadınlar ve kentli yoksul ev kadınları.” Böyle tanımlıyordu Kollontai, Ekim Devrimi’ne can veren kadınları. Kadın devriminin yolunu<br />
açan Ekim Devrimi 100. yılında. Çoğu erkeklerden oluşan Bolşevik Parti’de yer alan kadın devrimciler, devrimin inşasında büyük<br />
rol aldı ve iç savaş yıllarında muazzam bir özveriyle mücadele etti. İşte devrime can suyu olan kadın önderler...<br />
07<br />
ALEXANDRA KOLLANTAİ<br />
Burjuva bir aileye mensup Alexandra Kollantai,<br />
ailesinin beklentisinin tersine yönünü emekçilerden<br />
yana döner, Marx ve Engels’in yazılarını<br />
okur. 20 yaşında evlenen Kollantai, 1893’de evini<br />
terk eder ve ekonomi eğitimi için Zürih’e gider.<br />
1906’da Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin<br />
(RSDİP) Menşevik kolunda çalışır. Alman komünist<br />
Rosa Luxemburg’tan etkilenerek Rusya’ya<br />
dönen Kollantai, “Sınıf Mücadelesi” üzerine yazıları<br />
nedeniyle Almanya’ya sürgün edilir. Burada<br />
sosyalizm üzerine çalışmalar yapar. 1915’de Bolşeviklere<br />
katılır. 1917’de tekrar Rusya’ya dönerek<br />
hükümetteki tek kadın olur. Çalışmalarında<br />
kadın özgürlüğünü öne çıkaran Kollantai, Lenin<br />
Nişanı ve İşçi Sınıfı Kızıl Sancağı’na layık görülür.<br />
KLAVDİA NİKOLAYEVA<br />
Klavdia, Bolşevik Parti’ye 16 yaşındayken 1908’de<br />
katılır. Uzun yıllar matbaa işçiliği yapan Klavdia defalarca<br />
kez tutuklanır, sürgüne gönderilir. Bu yıllar, onu<br />
yıldırmak yerine iradesini çelikleştirir. Vologda’da sürgündeyken<br />
bir keten bezi fabrikasında örgütlenme<br />
faaliyeti yürütür. 1917 devrimi başlayınca Petrograd’a<br />
döner ve kadın gazetesi Kommunitska’nın sorumluluğunu<br />
üstlenir. Komünist Parti Merkez Komitesi’nin<br />
çalışan kadınlar bölümüne başkanlık eden Klavdia, kadın<br />
işçilerin, asker eşlerinin ve köylü kadınların partiye<br />
çekilmesi gerektiğini söyler ve bunun için çabalar.<br />
ZOYA KOSMODEMSYANSKY<br />
1930’da ailesiyle birlikte Moskova’ya yerleşen<br />
Zoya, 1938’de Komsomol’a katılır. Lise öğrencisiyken<br />
partizan birimi için gönüllü olur. Zoya’nın<br />
partizan birimi, Batı Cephesi Kurmayı olarak atanır.<br />
Birlikteki bin kişiden sadece yarısı savaştan sağ çıkar.<br />
Zoya, Alman askerlerinin konuşlandığı Petrischevo<br />
köyünde bir işbirlikçinin ihbarıyla yakalanır.<br />
Ağır işkencelerden geçen Zoya, kendisine sorulan<br />
hiçbir sorunu yanıtlamaz. Sadece “ismin ne” sorusuna<br />
“Tanya” yanıtını verir. İnfaz edileceği yere çıplak<br />
ayakla yürütüldüğünde “Ölmek için korkmuyorum!<br />
Halkım adına öleceğim için mutluyum!” diye seslenen<br />
Zoya, asılarak katledildiğinde 18 yaşındadır.<br />
YELENA DMİTRİYEVNA STASSOVA<br />
1873’de Petersburg’ta doğan Yelena, örgütçü<br />
nitelikleriyle parti içinde öne çıkan bir devrimciydi.<br />
Uygun işe uygun insanı seçebilmek gibi parti<br />
örgütlenmesi açısından hayati değer taşıyan nitelikler<br />
onun en önemli özelliğini oluşturuyordu.<br />
Davaya adanmış bir hayat sürdürür. Lenin’in zorlu<br />
yeraltı çalışması sırasında yan yana çalışır, Parti<br />
Merkez Komitesi sekreteri olarak mücadelesini<br />
sürdürür. Kollantai, Yelena’yı şu sözlerle anlatır:<br />
“Daima görevinin başında, ama asla ön sıraya, ön<br />
plana çıkmadan. İlgi odağı olmaktan hiç hoşlanmazdı.<br />
Derdi, kendisi değil davaydı.”<br />
NADEJDA KONSTANTİNOVNA<br />
KRUPSKAYA<br />
Krupskaya henüz 10 yaşındayken, Narodnikler<br />
Çar 2. Aleksandr’a bir suikast düzenler. Krupskaya’nın<br />
öğretmeni de tutuklanan çok sayıda devrimci<br />
arasındadır ve Krupskaya, öğretmeni sayesinde<br />
devrimciliğe sempati duyar. 1890’da işçilerin eğitimi<br />
için kurulan okullarda çalışırken Marksizmle<br />
tanışır. 1894’de Lenin’le yolları kesişir ve 1895’de<br />
yoldaşlarıyla “İşçilerin Kurtuluşu İçin Mücadele<br />
Birliği”ni kurar. Örgüt yayınlarında yazıları yayımlanan<br />
Nadejda, illegal yayınların işçilere dağıtılması<br />
ve fabrikalarda ajitasyon sorumluluğunu üstlenir.<br />
Ufa’da Lenin’le birlikte sürgündeyken aynı yerde<br />
kalabilmek için evlenirler. Esas olarak Vperyod<br />
(İleri) ve Proletari (Proleter) gazetelerinin yazı kurullarında<br />
görev alsa da, Bolşeviklerin Avrupa’da çıkardığı<br />
tüm yayınlarda çalışmıştır. Sürgünden döndükten<br />
sonra gençlik çalışmasında sorumluluk alır.<br />
ANNA ILYINIÇNA YELIZAROVA<br />
1864 yılında doğan Anna, 1 Mart 1887’de Çar’a<br />
suikast hazırlığı suçlamasıyla ağabeyi Aleksandr<br />
İlyiç Ulyanov ile birlikte tutuklanır ve 5 yıl hapis<br />
yatar. 1912-’14 yılları arasında Bolşevik Parti’nin<br />
yayın organı Pravda Prosveşçe ve Rabotnitsa’da<br />
(Kadın İşçi) çalışır. Derginin uzun süre editörlüğünü<br />
yapar. Parti için maddi yardım fonu oluşturma işinde<br />
ve parti yayınlarının ülkeye sokulmasının örgütlenmesinde<br />
çalışır. Anna, Lenin’in kardeşidir. Sibirya’da<br />
sürgünde olan Lenin, “Dzhems” kod adını alan<br />
Anna sayesinde Petrograd, Moskova başta olmak<br />
üzere diğer şehirlerdeki parti komiteleriyle iletişimini<br />
sürdürür. Şubat devrimi öncesinde tutuklanan<br />
Anna, ayaklanan halk sayesinde özgür kalır. Pravda’nın<br />
sekreteri olarak görev alan Anna, ayrıca Tkaç<br />
(Dokumacı) dergisinin editörlüğünü de yürütür.<br />
INESSA ARMAND<br />
Burjuva bir aileye mensup Inessa, Paris’ten Moskova’ya<br />
yerleşir. Müzik, sanat dallarında eğitim alan<br />
Inessa, dört dili anadili gibi konuşur. 5 çocuğu varken<br />
1903’de evini terk ederek RSDİP’e katılır ve İsviçre’ye<br />
gider. Sonrasında Bolşevik Parti’ye katılır.<br />
Çarlık Rusya’sına karşı yürüttüğü mücadelede 5 kez<br />
tutuklanır, sürgün edilir. Batı Avrupa’daki tüm Bolşevik<br />
grupları koordine eder ve Yurtdışı Örgütlenme<br />
Komitesi’nin sekreterliğini üstlenir. Ekim Devrimi’nin<br />
ardından Moskova Sovyeti’nin yöneticisi olan Inessa,<br />
Komünist Parti’de ve sendikalarda kadınların eşitliğini<br />
sağlamaya dönük örgütlenmeler yapar. 1920’de<br />
Komünist Kadınlar Enternasyonal Konferansı’nın<br />
toplanmasını sağlar ve başkanlığını yürütür.
08 EKİM DEVRİMİ<br />
Atılım<br />
Rusya’da Ekim Devrimi ve “Yeni İnsan”<br />
҉҉KUTSİYE BOZOKLAR<br />
Mihail Şolohov’un Uyandırılmış<br />
Toprak romanını okudunuz mu bilmiyorum.<br />
Romanın kahramanı Semyon<br />
Davudov’dur. Ünlü Putilov fabrikasından,<br />
Ekim Devrimi’nin komünist<br />
yetiştiren ocaklarından birinden. Toprak<br />
devrimi başladığında yirmi bin komünist<br />
öncü, işçi kökenli yirmi bin kişi<br />
kırsal alanlara gönderilir. “Yirmibinlikler”<br />
denilir bunlara. Kırsal alanda proletaryanın<br />
dünya görüşünü ve yeni<br />
yaşam biçimlerini hayata geçirmenin<br />
öncüsü olacaklardır. Roman, uzun zaman<br />
karşı devrime beşiklik etmiş Don<br />
Kazaklarının yaşadığı bölgede partinin<br />
Kolhozlar ve ortak çiftlikler kurmak<br />
için verdiği mücadeleyi, köylülerin<br />
sosyalizme kazandırılması sürecini<br />
anlatır.<br />
Semyon Davudov ve köydeki parti<br />
temsilcisi Makar Nagulnov bana “Yeni<br />
İnsan” tipinin, sosyalizmin ürünü olması<br />
gereken; kavgacı, mücadeleye,<br />
insana bağlı, direngen, umutlu, ortaklaşacı,<br />
kısaca kolektif insan tipinin<br />
öncüleriymiş gibi görünür. Sosyalizm<br />
davasına bir ömrü adayabilmiş insanlardır.<br />
Halka karşı dürüst, açık ve anlayışlıdırlar.<br />
Kavramaya ve ikna etmeye<br />
çalışırlar. Makar, bir dünya devrimi<br />
beklemektedir örneğin ve bu nedenle<br />
Don kıyısındaki ücra köyde İngilizce<br />
öğrenmeye çalışmaktadır hani. İngiliz<br />
emekçileriyle nasıl ilişki kuracaktır<br />
yoksa?<br />
Ama daha sonra yazılmış pek çok<br />
Sovyet romanını okuduğumuzda bencillikten<br />
arınmış, eşitlikçi ideale bağlı,<br />
bireycilikten uzak yeni insan tipinin,<br />
hiç olmazsa prototipini olsun görmek<br />
mümkün olmaz. Ehrenburg’un<br />
romanlarında emekçi kökenli olmayan<br />
komünist tipler vardır: Sergey,<br />
Mado gibi. Ya da, Paris Düşerken’in<br />
işçi kahramanı Michaud gibi. Ama onlar<br />
da eskinin bağrında yetişmiş “aydın”<br />
tiplerdir. Ve devrimden yıllarca<br />
sonra yazılmış bu romanlarda “Yeni<br />
İnsan”ı bütün özellikleriyle bulmakta<br />
zorlanırız. Oysa romanda ve genel<br />
olarak sanatta, gerçeklik olduğundan<br />
daha saf ve daha sahih haliyle vardır.<br />
Sovyet edebiyatında “Yeni İnsan” tipine<br />
uygun kişilikler bulamamamız<br />
rastlantı değildir. Çünkü sanatçı, tüm<br />
yaratıcılığına rağmen ancak “gerçek”<br />
olanı yansıtabilir. Öyle bir insan tipi<br />
gerçekte var olmadığı için romanlarda<br />
ve genel olarak edebiyatta rastlayamıyoruz<br />
onlara.<br />
Rusya’da Ekim 1917’de gerçekleştirilen<br />
ilk sosyalist devrim, yeni bir<br />
dünyanın kapılarını aralıyordu insan<br />
soyuna (insan oğluna değil). İnsanın<br />
insan tarafından sömürülmediği, ezenin<br />
ve ezilenin olmadığı bir dünya<br />
olacaktı bu. Binlerce yıldır bir sınıflı<br />
toplumun yerini bir diğeri almış, bir<br />
ezenin yerine yeni bir ezen geçmişti.<br />
Ama işte insanlığın tarih öncesi sona<br />
eriyordu artık. Ne ezen, ne ezilen, ne<br />
sınıf, ne de sınıf sömürüsü olacaktı.<br />
Bu yeni bir yaşam biçimi, yeni bir<br />
kültür, yeni bir eğitim ve tüm bunların<br />
yarattığı yeni bir insan tipi demekti.<br />
1919 yılında gençlere yaptığı bir<br />
konuşmada şöyle diyordu Lenin: “Eski<br />
toplum şu ilkelere dayanıyordu: Soy<br />
ya da bırak başkaları soysun; başkaları<br />
için çalış ya da başkalarını kendin için<br />
çalıştır, köle sahibi ol ya da köle. Böyle<br />
bir toplumda yetişen insanlar, doğal<br />
olarak analarının sütünü emerken bir<br />
yandan şu psikolojiyi, alışkanlığı ya da<br />
kavramı da hazmedeceklerdir: Sen,<br />
ya bir köle sahibisin ya da bir köle.<br />
Ya da küçük bir mal sahibi, küçük bir<br />
emekçi, küçük bir memur ya da aydın.<br />
Kısacası, sadece kendisiyle ilgilenen,<br />
başkalarına bir nebze olsun önem vermeyen<br />
bir insan.”<br />
Binlerce yılın, özel mülkiyetin ve<br />
onun yarattığı kültürün; yaşam biçimlerinin,<br />
alışkanlıklarının ürünüydü<br />
bu “başkalarına bir nebze olsun önem<br />
vermeyen” insan tipi. Sosyalizm, böyle<br />
bir zihniyeti böyle bir ruh halini<br />
değiştirmek zorundaydı. Çünkü bu<br />
tarz insanlarla “komünist” bir toplum<br />
kuruluşuna gitmek mümkün değildi.<br />
“Kendimize komünist adını veriyoruz.<br />
Nedir komünist? Komünist, Latince bir<br />
kelimedir. Latince’de Commünis ‘ortak’<br />
anlamına gelir. Komünist toplum, her<br />
şeyin (toprağın, fabrikaların) ortak bir<br />
mülkiyetin olduğu ve halkın ortaklaşa<br />
çalıştığı bir toplumdur. İşte komünizm<br />
budur.” (Lenin) Ortaklaşa çalışmayı<br />
gerçekleştirebilmek kolektif bir zihniyeti<br />
yerleştirmekle mümkündür. Ancak<br />
komünistler, kendilerine ortaklaşacı<br />
adını verseler de eski toplumdan<br />
ortaklaşıcılıkla ilgili olarak üretimin<br />
‘sosyal’liği dışında bir şey miras kalmaz.<br />
Sosyalizmden önceki tüm toplumlarda<br />
yeni toplum eskisinin bağrında<br />
gelişip serpilir. Kapitalist ekonomi, feodal<br />
toplumun bağrında gelişip serpilmiştir.<br />
Ve belli bir olgunluk düzeyine<br />
eriştiğinde politik iktidarı devralmıştır.<br />
Kapitalist kültür de feodalizmin<br />
bağrında gelişip serpilmiştir ve politik<br />
iktidar alındığında kapitalist kültür<br />
belli bir erginlik düzeyindedir. Proletarya<br />
iktidara geldiğinde ise ona kalan<br />
yalnızca insanlığın engin kültürel birikimidir.<br />
Gerektiği biçimde yararlanabilmesi<br />
için.<br />
Proletarya, üretim araçlarına sahip<br />
olmayan mülksüz bir sınıftır. İşte bu<br />
yüzden kültürel üretimin araçlarına<br />
da sahip değildir. Bir sınıfın kültürü,<br />
o sınıfın organik aydınları ve sınıfın<br />
kendisi tarafından yaratılır. Öğrenmenin<br />
araçlarına sahip olmayan proletaryanın<br />
organik aydınları da hemen hemen<br />
yok gibidir. Onun içindir ki ‘bilinç<br />
ona dışarıdan taşınır’. Onun içindir<br />
ki, yeni bir kültürü iktidarı ele geçirdikten<br />
sonra yaratacaktır. Kısaca, her<br />
şeye en baştan başlamak zorundadır.<br />
Yapılması gereken kolay değildi. Hem<br />
yeni zihniyetin ekonomik koşullarını<br />
yaratacaksın hem de yeni bir ekonomiyi<br />
ortaklaşacı bir dünyayı yeni bir<br />
zihniyetle donatılmış insanlarla yaratacaksın.<br />
Geri kapitalist, küçük köylüler<br />
ülkesi Rusya’da gerçekleşti ilk<br />
sosyalist devrim ve geldiğimiz noktada<br />
bir yenilgi yaşandı. Bu ‘Yeni İnsan’<br />
tipinin gelişmesinin de kotarılamaması<br />
demektir.<br />
Köylü ülkesi olmak demek, küçük<br />
meta ekonomisinin yaygınlığı demektir.<br />
Küçük köylünün olduğu her yerde<br />
küçük meta üretimi vardır. Bu, kapitalizmin<br />
durmadan yeniden yeniden<br />
sonsuz sayıda üretilmesi demektir.<br />
Burjuva zihniyetin, tutuculuğun, küçük<br />
burjuva bencilliğinin, disiplinsizliğin<br />
yeniden yeniden üretilmesi<br />
demektir. Kapitalizmin emekçiye ve<br />
köylüye miras bıraktığı alışkanlıkları<br />
yenmek, kapitalistleri ve sömürücüleri<br />
devirmekten ve onların mülkiyet<br />
haklarını ortadan kaldırmaktan daha<br />
zordur. Çoğunlukla edilgen ve pasif<br />
olan, bu yüzden de özellikle direnen<br />
ve üstesinden gelmesi oldukça güç<br />
olan, sayısız küçük çaplı üretim kalıntılarının<br />
direncini yenmek zorunludur.<br />
Bu kalıntılara bağlı olan alışkanlık ve<br />
tutuculuğun büyük gücünü yenilgiye<br />
uğratmak şarttır. Bütün bunları başarma<br />
gücü proletaryada vardır. Ama<br />
Marks’ın “Ölmüş tüm kuşakların geleneği,<br />
yaşayanların beynine bir karabasan<br />
gibi çöker” tespiti, proletarya ve<br />
emekçiler için herkesten fazla geçerlidir.<br />
Bu nedenle, zordur eskiyi fırlatıp<br />
atmak ve yepyeni bir insan tipi yaratmak.<br />
Binlerce yılın zihinlerde yer eden<br />
ya soyacaksın ya da soyulacaksın; ben<br />
kendi çıkarıma bakarım; bizde en iyi<br />
ifadesini “her koyun kendi bacağından<br />
asılır”da bulan psikolojisini değiştirmek<br />
hem bir zihniyet devrimini gerekli<br />
kılar hem de bu zihniyet değişikliğinin<br />
sürekliliğini sağlayacak ekonomik sosyal<br />
koşulların oluşturulmasını. Ekim<br />
Devrimi gerçekleştirildikten sonra<br />
Rusya iç savaş koşullarını yaşadı. Zaten<br />
ülke dünya savaşından yeni çıkmıştı.<br />
1919 yılında Lenin “Rusya’nın<br />
bugünkü ekonomisi ne?” sorusuna şu<br />
yanıtı verir: “... Geniş ölçüde büyük sanayinin<br />
temellerini atma ve kapitalistlerin<br />
milyonlarca biçimlere bürünen inatçı<br />
direnişlerinin üstesinden gelerek eski<br />
kapitalist ekonomiyi yeniden örgütleme<br />
görevlerinden ibaret bulunduğu yanıtını<br />
vermek zorunda kalırız.”<br />
Şüphesiz Marksistler komünizmle<br />
sosyalizm arasında bir aşama farkı görürler.<br />
Sosyalizm yine de komünizmin<br />
kapitalizmden hemen çıktıktan sonraki<br />
halidir. Komünizmde; çalışmanın<br />
gönüllü olduğunu, bütün işlere aynı<br />
ücretin ödendiğini, emek-değer yasasının<br />
tümüyle geçersiz kalındığını<br />
biliriz. İnsanın istediği zaman balıkçı<br />
istediği zaman ressam olabileceği<br />
bir dünya düşünürüz. Tüm bunlar ilk<br />
aşamadan başlayarak gerçekleşme<br />
yoluna girecektir şüphesiz. Ama dünyanın<br />
ilk sosyalist ülkesinde, büyük<br />
ölçekli sanayinin hemen kurulması,<br />
kıtlık koşullarında emeğin üretkenliğinin<br />
acilen artırılması bu gibi nedenleri,<br />
burjuva uzmanların kullanılması<br />
gibi yaşamsal sorunlar vardı. Her türlü<br />
emeğin eşit ücret alması; bilimsel bilgiye<br />
sahip burjuva uzmanların kullanılması<br />
zorunluluğu yüzünden, mujik<br />
alışkanlıkları yüzünden gerçekleşemedi.<br />
Emeğin verimliliğinin yükselmesi,<br />
prim sistemi ve burjuva uzmanların<br />
kullanılması olmadan mümkün<br />
olamadı. “... emeğin ölçüsü ve karşılığı<br />
mutlaka saptanmalıdır, çünkü kapitalist<br />
toplum arkasında birçok kalıntılar ve<br />
alışkanlıklar bırakmıştır: Emeğin parçalanması,<br />
sosyal ekonomiye güvensizlik,
Atılım<br />
EKİM DEVRİMİ<br />
09<br />
bütün köylü ülkelerde hüküm süren küçük<br />
mülk sahibi alışkanlıkları gibi.” “Bütün<br />
bunlar gerçek komünist ekonomiye<br />
aykırıdır. Komünizm öyle bir addır ki,<br />
bu sistemde insanlar görevlerini yerine<br />
getirmek için özel bir zorlama aygıtına<br />
gereksinmezler, bunu gönüllü olarak<br />
yapmayı bir alışkanlık haline getirirler<br />
ve kamu yararı için ücretsiz çalışmak<br />
yaygın bir olay halini alır. Açıkça görüleceği<br />
gibi ‘komünizm’ kavramı, henüz<br />
kapitalizme karşı tam bir zaferin ilk<br />
adımını atmakta olanlar için uzak bir<br />
kavramdır.” (Lenin, 1919) Ancak bu<br />
uzaklığın gittikçe küçülmesi gerekiyordu.<br />
1919 yılı komünist Subbotnikler<br />
deneyiyle de ilgi çekici bir yıl oldu.<br />
Komünist Subbotnikler, emekçilerin<br />
kamu yararına ve ücretsiz çalıştıkları<br />
cumartesilerdi. “Aslında gerçek komünizm<br />
yalnızca bu küçük olayla belirmeye<br />
başlamıştır” diyor Lenin. “Komünizm,<br />
ancak Subbotniklerin ortaya çıkmasıyla<br />
başlayacaktır (Yani işçiler, hiçbir makam<br />
ya da devlet tarafından bir kota<br />
ya da kontenjan saptanmadan ücretsiz<br />
çalışmaya başladıkları zaman).<br />
Subbotnikler bireylerin geniş ölçüde ve<br />
kamu yararına emeğini oluşturmaktadırlar.”<br />
“Bu... toplumun bir tüm olarak<br />
gereksinmesini karşılamak için çalışmaktadır,<br />
geniş ölçüde örgütlenmiştir,<br />
ücretsizdir.” “Rusya’da bugün hüküm<br />
süren sistemin komünist denebilecek<br />
tek bir yönü varsa, yalnızca subbotniklerdir;<br />
geriye kalan her şey, sosyalizmin<br />
pekiştirilmesi için kapitalizme savaştan<br />
başka bir şey değildir.”<br />
Sosyalizm bu savaş sonunda pekiştikten<br />
sonra “Subbotniklerde görülen<br />
türden bir komünizm egemen<br />
olacak” diye düşünülüyordu. “Subbotnikler<br />
deneyiminden çıkarılan teorik<br />
sonuç buydu.” İşte, Subbotniklerin teorik<br />
anlamı budur; ücretsiz emek, tüm<br />
devletin gereksinimlerini karşılayacak<br />
biçimde geniş ölçüde örgütlenmiş<br />
ücretsiz emek biçiminde yepyeni bir<br />
şeyin doğmakta olduğunu bize göstermektedirler.<br />
Eski kapitalist kurallara<br />
aykırı, bugün kapitalizmi yenmekte<br />
olan sosyalist toplumun çok ötesinde<br />
ve ondan çok yüce bir şeyin... “Yeni<br />
bir sosyal emek örgütlenmesidir bu;<br />
çalışmanın zorunlu olmaktan çıkacağı,<br />
bir gönüllü zaman değerlendirmeye<br />
dönüşeceği zamanların ön habercisi.<br />
Ancak bu ön örgütlenme geliştirilip<br />
her türlü emeğe eşit ücret vermeye<br />
ve kamu işlerinin gönüllü yapıldığı bir<br />
emek örgütlenmesine geçilemedi. Kapitalizmden<br />
komünizme geçiş döneminde<br />
kaçınılmaz kabul edilen emeğin<br />
karşılığının farklı belirlenmesi ve birleşik<br />
emeğe daha fazla ücret ödenmesi<br />
giderek söndürülemedi. Ücretlerin<br />
farklı belirlenmesi burjuva uzmanların,<br />
entelektüellerin istihdam edilmesi<br />
gereksinmesinden doğuyordu. Ve<br />
“bilimsel bilgiye sahip insanlarda, bilimi<br />
kişisel bir zenginleşme aracı, insanın insan<br />
tarafından sömürülmesinin bir aracı<br />
olarak kullanmanın ne kadar iğrenç bir<br />
şey olduğu bilincini, bilimi emekçi halka<br />
öğretmek için kullanmanın ne kadar<br />
daha yüksek ve soylu bir amaca yöneldiği<br />
bilincini yaratmalıyız” (Lenin) denilerek<br />
burjuva uzmanlar kazanılmaya<br />
çalışılıyordu. Birleşik emeğe daha fazla<br />
ödenmesi emek-değer yasasının bir<br />
gereğidir. Ancak birleşik emek yani<br />
becerili işgücünü ortaya çıkarmanın<br />
giderlerinin toplumca karşılandığı<br />
sosyalist bir toplumda, bilimsel bilgiye<br />
sahip bu insanları toplum yetiştirdiğine,<br />
toplum bedeli ödediğine göre karşılığını<br />
da o topluma ödemek durumu<br />
vardır.<br />
Ücretlerde eşitliğe yönelinmediği<br />
sürece sınıfların ortadan kaldırılması<br />
nasıl başarılabilecek sorusu geliyor<br />
akla. Bu, aynı zamanda sosyalist insanın<br />
kolektif insana, eski insanın yeniye<br />
dönüşmesinin önündeki engeldir.<br />
Yeni insanın yaratılmasının maddi koşullarının<br />
da engellenmesi demektir.<br />
Ve bu yeni bir kültür yaratılmasıyla da<br />
birleştirilemeyince sosyalizmin kurulması<br />
için mutlaka gerekli olan paylaşımcı,<br />
kavgacı, umutlu, yeni değerlere<br />
bağlı yeni insan yaratılamadı. Büyük<br />
sanayinin kurulması ile başlayan, Lenin’in<br />
eski kapitalizm olarak gördüğü<br />
olay geliştirilirken, emeğin verimliliğinin<br />
artırılmasının yeni yolları bulunamadı.<br />
Batı kapitalizmiyle yarışmak<br />
giderek batının tüketim normlarını<br />
benimsemek olarak şekillendi. Komsomolskaya<br />
Pravda Abba’nın “Money,<br />
Money, Money” şarkısını en çok sevilen<br />
parça olarak açıklarken bu ironiye<br />
işaret ediyordu. Gelişen “Para, Para,<br />
Para” şarkısının liste başı olması oldu.<br />
Bu, bireyciliğin bir yaşam biçimi olduğunu<br />
en iyi gösteren örnekti aslında.<br />
Çalışmanın zorunlu olmaktan çıkarılacağı<br />
bir dünyada yaşayan, duyarlı,<br />
gelişmiş bir insan tipi yerine Mc Donald’s<br />
kuyruklarında dört saat beklemeyi<br />
erdem sayan insan tipi yetişti.<br />
Sokaklarında Dostoyevski ve Kafka<br />
okunan ve devrim olurken bile tiyatroları<br />
dopdolu bir ülkede gençlik çeteleri,<br />
tarikatlar ortaya çıktı. Lenin’in<br />
sosyalizmi kuracak dediği kuşaktan<br />
batının burjuva yaşam tarzına hayran<br />
ve batı mallarını tüketme çılgınlığında<br />
insanlar yetişti. “Sosyalizm, Bruno kadar<br />
inançlı, Balzac kadar meraklı, Thomas<br />
Moore kadar bilge, Erasmus kadar<br />
şakacı, Faust kadar öğrenme tutkunu,<br />
Gide kadar dünya nimetlerine saldırgan,<br />
bir keşiş kadar oruç tutan, doğa<br />
karşısında Einstein kadar şaşıran, kütlesine<br />
Tolstoy gibi mistik saygı duyan,<br />
Bertrand Russel kadar yaramaz, Nazım<br />
kadar saf insanı yaratmaya yazgılıdır.<br />
İlk denemede sadece savunma ve hücum<br />
korkağı yaratıklar ortaya çıkarabiliyor.<br />
Ekim Devrimi ne yazık ki burjuva<br />
devrimi ölçüsünde bile yeni insan yaratamıyor<br />
ve yarattıkları kısa bir zaman<br />
içinde eskiye dönüyor. Asıl başarısızlığın<br />
burada olduğunu düşünüyorum” Yalçın<br />
Küçük böyle diyor. Reel sosyalizm<br />
için eski söyledikleri bir yana görüşlerine<br />
katılmamak mümkün değil. Siz;<br />
Che Guevara kadar enternasyonalist,<br />
Spartaküs kadar asi, Davudov kadar<br />
geleceğe inançlı, Reed kadar devrim<br />
tutkunu insanlar hayal edebilirsiniz<br />
sosyalizmin yaratacağı Yeni İnsan için.<br />
Sonuçta ‘insan’ olmaya değin en güzel<br />
değerlere sahip olması gerektiğini<br />
bilirsiniz sosyalist insanın. Sosyalizm<br />
yeni insanı yaratmada başarılı olamadı.<br />
Ancak sosyalizm yukarıdan aşağı<br />
inşa edilen bir yapılanmadır. Ve yeni<br />
insanı yaratabilmiş olsaydı sosyalizmin<br />
kazanımlarının korunması sisteme<br />
sahip çıkılması mümkün olabilirdi.<br />
Bir yandan sistemin kendisi batının<br />
yüksek sanayi teknolojileriyle yarışmaya<br />
göre şekillenmiş, batı sistemine<br />
yetişmeye yönelmiş. Bu arada, batının<br />
tüketim kalıpları giderek sistemin insanlarına<br />
model olmuştur. Çikita muz<br />
ve Mc Donald’s ve Coca Cola tüketecek,<br />
bunu insani değer ve özlem haline<br />
getirecek ‘eski tip insan’dan öteye<br />
geçemediği, yeni özlemler yeni inançlar<br />
yeni değerleri olan insan yaratamadığı<br />
için de yenildi sosyalizm.<br />
Sosyalizm tüm budalaca söylemlere<br />
karşın vardı, vardır ve var olacak.<br />
Yeni insan artık şimdiden yaratılmalıdır.<br />
Çünkü önümüzde yenilgilerden<br />
çıkarılabilecek dersler duruyor. Yeni<br />
insan eylemin ve çalışmanın içinden<br />
çıkacak. Sosyalist örgütlülüğün amacı<br />
artık bu günden başlayarak yeni insanı,<br />
gelecek insanı yaratmak olmalı.<br />
İçimizde eskiye ait değerler malzemeleri<br />
birikmiş duruyor. Bir bahar<br />
temizliği yapmalıyız kafalarımızda,<br />
çalışma biçimlerimizde. Yeni düşler ve<br />
yeni umutlar, katıksız inanç, katıksız<br />
kavgacılık, katıksız aşk, katıksız umut<br />
ve yaşamın her alanında komünarca<br />
davranma yeteneği, katıksız paylaşımcılık<br />
gerekli bize. Her şeyden önce<br />
ortaklaşacı olmayı öğrenmek gerek,<br />
hemen şimdi. Bu; binlerce yıldır, ya<br />
ezen ya da ezilen olabileceğimizi öğreten<br />
sınıflı sistemin alışkanlıklarını<br />
yok edebilmemiz için şimdiden gerekli<br />
olan şeydir. İnanıyoruz, topraktan<br />
ve ateşten doğanların en mükemmeli<br />
doğacak bizden: YENİ İNSAN. Kendimize<br />
verdiğimiz ada, yani “Komünist”<br />
adına uygun bir insan tipi yaratacağız<br />
ve bugünden başlayacağız yarının insanını<br />
yaratmaya. Sovyet sosyalizmi,<br />
George Busch’un hediye ettiği montla<br />
mutlu olan taşra kurnazı aydınlar<br />
üretti ya da Soljenistin, Kundera,<br />
Pastemak tipi sanatçılar. Bunlar hep<br />
ikinci sınıf tiplerdir. Geçmiş özlemiyle<br />
dolu olan ikinci sınıf aydınlar. Ya da<br />
kendini çabucak tüketen Ehrenburg<br />
tipi yazarlar. Dün yücelttiğini yirminci<br />
kongreden sonra inkar eden. Paris<br />
Düşerken’de geleceğin değerlerini<br />
savunurken Buzların Çözülüşü’yle<br />
söylediklerinin tümünü geri alan ikiyüzlü<br />
değerler yetiştirdi. Biz, sistemin<br />
tümünün revize edildiğini hep<br />
savunageldik. Ama gelişmiş değerlerine<br />
sahip çıkan sosyalist insan yaratabilseydi<br />
sistemde acaba bu denli<br />
bir yenilgi yaşanır mıydı. Sosyalizmin<br />
ideolojik aşılama gücü kapitalizmin<br />
ardında kaldı. Bu yenilginin politik ve<br />
ahlaki yönünün çok etkili olduğunu<br />
gösterir. Zihniyetleri değiştirmeden<br />
sosyalist bir dünya kurulamayacağını<br />
düşünüyorum. En güzel yaşamın “Bir<br />
ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman<br />
gibi kardeşçesine” dercesine bir yaşam<br />
olduğu gerçeğine inanan insanlar<br />
gerek bize. Şimdi bugünden başlamalıyız<br />
değişmeye ve değiştirmeye. Eylem<br />
içinde, bütün kalıpları, putları ve<br />
önyargıları, öncü bir disiplinle yıkarak<br />
başarabiliriz bunu ancak. Yeni insan:<br />
Eylemin sıcaklığında ışıyacaktır.
10 EKİM DEVRİMİ<br />
Atılım<br />
Ekim Devrimi 100. yılında Rojava’da büyüyor<br />
҉҉RAKEL ASÎMAN<br />
Sovyetler Birliği’nde devrim yenilgi<br />
yaşadığında her renkten burjuva ideologlar,<br />
devrimler çağı bitti demişlerdi.<br />
Büyük bir hevesle ellerini ovuşturdular.<br />
Halklara, emekçilere, işçilere, kadınlara<br />
ve gençlere kan kusturup, iliklerine<br />
kadar sömürerek esaret altına almaya<br />
giriştiler. ‘Devrim hayaletinin’ artık geri<br />
gelmeyeceği demagojisini yayıyorlardı.<br />
Hayatın diyalektik gelişimi bu beklentilerini<br />
Rojava’da paramparça etti. Dört<br />
parçaya bölünen Kürdistan’ın en küçük<br />
parçasında devrim ışığı yanarak dünya<br />
emekçilerine, ezilenlere, halklara, kadınlara<br />
kılavuz olmaya başladı.<br />
Ekim Devrimi ve Rojava devriminin<br />
doğduğu koşulların benzeşmesi tesadüf<br />
değildir. Çarlığın, halkları sömürgeleştirme,<br />
köleleştirme ve boyunduruk altında<br />
tutması; işçilere, emekçilere, köylülere<br />
açlık, yoksulluk ve köleliği dayatması;<br />
emperyalist hedefler doğrultusunda işgallere,<br />
savaşlara girişmesi; kadın ve LG-<br />
BTİ’leri yok sayması... Tüm toplumsal ve<br />
sınıfsal çelişkilere karşı biriken öfke, isyan,<br />
ayaklanmalar… Öncüsüyle, önderliğiyle,<br />
partisiyle buluştuğunda akacak bir<br />
kanal, yürünecek bir yol bulur. Bu buluşma,<br />
Ekim Devrimi’nde olduğu gibi ayaklanmalar<br />
yoluyla devrimsel değişime ve<br />
iktidarın alınmasına götürür.<br />
Emperyalistlerin Avrupa’yı, Asya’yı,<br />
Balkanları, Afrika’yı yeniden paylaşmak<br />
ve sömürgeleştirmek için çıkarttıkları Birinci<br />
Emperyalist Paylaşım Savaşı sürecinde,<br />
Ekim Devrimi, Lenin ve Bolşevik<br />
Parti’nin önderliğinde sosyalist devrimi<br />
gerçekleştirerek dünya işçi sınıfına ve<br />
halklarına umut oldu. Rojava devrimi<br />
de, petrol vb. zenginliklerin yeniden<br />
paylaşılması ve yağmalanması için emperyalistler<br />
tarafından kan deryasına<br />
dönüştürülen Ortadoğu’da savaşların,<br />
isyanların, ayaklanmaların, direnişlerin<br />
ortasında doğdu. Kürt özgürlük hareketinin<br />
öncülüğünde gelişen ve diğer<br />
halkları da kapsayan devrim, emekçi,<br />
halkçı, eşitlikçi, özgürlükçü karakteriyle<br />
Ortadoğu halklarına alternatif bir yaşam<br />
örneği sunuyor.<br />
Lenin önderliğinde gerçekleşen Ekim<br />
Devrimi, kapitalizme, haksız savaşlara,<br />
yoksulluğa ve sömürüye karşı emekçinin,<br />
işçi sınıfının, ezilen halkların ve<br />
kadınların omuzları üzerinde yükselen<br />
onurun ve isyanın simgesi olarak tarih<br />
sahnesine çıktı. Yüz yıl sonra Rojava’da<br />
gerçekleşen devrim, Ortadoğu’yu kana<br />
bulayan, halkları birbirine kırdıran gerici<br />
savaşlara, kadını cins kırımına uğratan<br />
erkek egemen düzene, sömürgeci rejimlere<br />
karşı eşitlikçi, özgürlükçü toplumun<br />
ışığı olarak yükselmeye başladı.<br />
Yüz yıl önce Rusya’da başlayan ve<br />
dünyanın üçte birini kapsayan devrim,<br />
tüm dünya ezilen, emekçi halklarına,<br />
sosyalizmin bir düş değil gerçek olduğunu<br />
gösterdi. Rojava’da büyüyen devrim<br />
henüz sosyalist bir program etrafında<br />
gelişmiyor olsa da emekçi, halkçı karakteri<br />
nedeniyle Ortadoğu ve dünya halklarına<br />
gelecek adına ışık oluyor. Rojava<br />
devriminin ilk günlerinden itibaren mütevazı<br />
güçleriyle katılan komünistlere<br />
düşen görevlerden biri de bu devrimi<br />
sosyalizm programı etrafında geliştirmektir.<br />
Yüz yıl önce kapitalist gericiliğe karşı<br />
dünya halklarının kurtuluşunun yolunu<br />
açan sosyalist devrimi boğmak için<br />
Hitler’de simgeleşen faşizm, Sovyet ve<br />
dünya halklarının karşısına çıkarıldı. Sosyalist<br />
devrim kuşatma altına alınmışken<br />
büyük bir irade ve kahramanlıkla savunuldu.<br />
İnsanlığın başına bela edilen<br />
Hitler faşizmi tarihin çöplüğüne atıldı.<br />
Yenilmez görünen faşist Hitler, büyük<br />
bedeller ödenerek tarihi Stalingrad savunmasında<br />
paçavraya çevrildi. Yüz yıl<br />
sonra Ortadoğu’da yükselen devrim,<br />
tüm bölge gerici güçlerinin ve kapitalizmin<br />
korkusunu büyüttü. Sovyet devrimini<br />
boğmak için yaptıkları gibi faşist<br />
DAİŞ çetesine Hitler’in rolünü verip<br />
Rojava devrimine saldırttılar. İnsanlığın,<br />
onur ve özgürlük savaşımının karşısında<br />
ikisi de aynı hezimete uğramaktan<br />
kurtulamadı. Kobane onur ve özgürlük<br />
savaşında, sayısız kadın ve erkek savaşçının<br />
kahramanca direnişiyle ezilenlerin<br />
direniş tarihine unutulmaz değerler<br />
eklendi. Asıl yenilmez olanın halkların,<br />
ezilenlerin, emekçilerin, direnenlerin iradesi<br />
olduğu bir kere daha tarihe büyük<br />
harflerle yazıldı.<br />
Çarlık rejimi altında kimlikleri, anadilleri,<br />
tarihsel varlıkları yok sayılan uluslar<br />
ve halklara Ekim Devrimi’yle eşitlik,<br />
özgürlük yolu açıldı. Rojava devrimi de<br />
uluslar, halklar için özgürlüğe açılan kapı<br />
oldu. Rojava devriminin inşasında sayısız<br />
ulus ve halklardan savaşçılar aynı<br />
topraklarda aynı amaç için dövüştüler,<br />
kanları birbirine karıştı. Bu kardeşleşme,<br />
halkların eşitlik, kardeşlik, özgürlük düşünün<br />
hayal değil gerçek olduğunu gösterdi.<br />
Halkların kardeşlik bahçesi haline<br />
gelen Sovyetler bugün Rojava’da boy<br />
veriyor. Kürt ulusunun öncülüğünde<br />
başlayan devrim Arap, Süryani, Türkmen,<br />
Çerkes halklarını da sarmalıyor.<br />
Aynı düşü gerçekleştirmek için omuz<br />
omuza yürüyorlar, savaşıyorlar, inşa ediyorlar.<br />
Esad’ın liderliğini yaptığı Baas rejiminin<br />
asimilasyon ve sömürgeci politikaları<br />
altında kimlikleri unutturulan, yok<br />
sayılan halkların ulusal kimlik, anadil ve<br />
kültürleri bugün Kuzey Suriye Demokratik<br />
inşa sistemi içinde geliştiriliyor. Bu<br />
temelde anadilde eğitim, edebiyat, sanatsal,<br />
kültürel vb. alanlarda mütevazı<br />
adımlar atılıyor. Bu gelişmeler, sömürgeci<br />
gerici devletin asimilasyon politikasına<br />
karşı halkların direnişiyle elde ettiği<br />
panzehirdir.<br />
Ekim Devrimi’ni ayırt edici kılan yanlardan<br />
biri, ezilen kadın cinsinin erkek<br />
egemen sistem karşısında özgürleşmesinin<br />
tarihsel yolunu da açmış olmasıdır.<br />
Sovyet devrimi, kadın cinsinin erkek<br />
egemen sisteme taktığı çelme olmuştur.<br />
Rojava devrimi, Ekim Devrimi’nin açtığı<br />
bu yoldan bir adım dahi ileri çıkarak<br />
savunmadan siyasete, toplumsal yaşamdan<br />
kültüre, ekonomiden eğitime bir<br />
çok alanda yeni yaşamın inşasına kadın<br />
iradesi rengini veriyor. Kadın devrimi tanımı;<br />
toplumsal sözleşmeye ruhunu veren,<br />
siyasetten toplumsal yaşama eşitlik,<br />
özgürlük eksenli elde edilen kazanımlardır.<br />
Bugün henüz olmakta olan bu devrimin<br />
elbet aşacağı çok engel, değiştirmesi<br />
gereken eskiye ait çok şey var.<br />
Sovyet halklarının, emekçilerinin<br />
kendi kendilerini yönetme modelleri<br />
Sovyetler, meclis biçimleri bugün Rojava<br />
devriminin komünleri, kooperatif<br />
sistemleriyle yaşatılıyor. Elbette Ortadoğu’nun,<br />
Rojava’nın özgünlüğünde,<br />
gerçekliğinde. Her devrim, kendi özgün<br />
koşullarında var olduğu gibi o zemin<br />
üzerinde gelişir, büyür. Emekçiler, işçiler<br />
72 günlük Paris Komünü’nden sonra ilk<br />
defa Ekim Devrimi’yle kendi kendilerini<br />
yönettikleri, söz sahibi oldukları toplumsal<br />
bir yaşam kurdular. 21. yüzyılda<br />
Ortadoğu’da Rojava devrimi komünlerle,<br />
meclislerle ve bugün inşa edilmeye<br />
çalışılan federasyon sistemiyle emekçi<br />
halkların, kadınların kendi kendini yöneteceği,<br />
yasalarını yapacağı, seçtiklerini<br />
denetleyecekleri örgüt modellerini,<br />
yönetme gücünü oluşturuyor. Rojava<br />
devrimi, kendinden önce kurulan, inşa<br />
edilen devrimlerden sonuçlar çıkararak,<br />
onlardan öğrenerek ama kendi toplumsal<br />
gerçekliği zemininde zenginleştirerek,<br />
kendi yolunu açarak ilerliyor. Rojava<br />
devrimi sömürgeci, asimilasyoncu,<br />
baskıcı Baas rejiminin karşısında kendi<br />
emekçi, halkçı karakterli sistemini inşa<br />
ederek yükseliyor.<br />
Devrim, olmakta olandır. Rojava<br />
devrimi henüz yolun başında ve önünde<br />
çözeceği devasa sorunlar, inşa edeceği<br />
yeni bir yaşam var. Rojava devriminde<br />
yer alan komünistlerin bu devrime karşı<br />
görevleri hem güncel hem de tarihseldir.<br />
Emekçi, halkçı karakterli devrime<br />
sosyalist perspektifle yön vermesi, ona<br />
sosyalizan karakter kazandırması görevleri<br />
önceliğidir. Bu devrimin hem ileriye<br />
çıkartılması hem bölge devrimlerine dönüştürülmesi<br />
sorumluluğu önünde durmaktadır.
Atılım<br />
7 Kasım 1917<br />
↘ ↘ 7 Kasım’da toplanan Sovyetler Kongresi, bütün iktidarın<br />
sovyetlere geçtiğini ilan etti. Geçici Hükümet’in devrildiğini<br />
ve bütün iktidarın sovyetlere geçtiğini ilan ettiğinde yeni bir<br />
çağ açılıyordu. Kongre, Sovyetler’e karşı sorumlu olacak yeni<br />
bir hükümeti, Halk Komiserleri Konseyi’ni seçti. Böylece Rusya’da<br />
İşçi, Asker ve Köylü Sovyetleri’nin devleti kuruldu.<br />
EKİM DEVRİMİ<br />
11<br />
҉҉ALP ALTINÖRS<br />
Rusya işçi ve köylülerinin “Bütün<br />
iktidarı Sovyetlere” devrettiği gün, yani<br />
7 Kasım 1917, yirminci yüzyılın akışını<br />
belirledi. (Eski Rus takvimine göre 24<br />
Ekim’e denk gelen) Bugün, Ekim Devrimi<br />
olarak anıldı.<br />
7 Kasım günü Petrograd’da toplanmış<br />
bulunan 2. Tüm-Rusya İşçi ve Asker Sovyetleri<br />
(Konseyleri) Genel Kurulu, burjuvazinin<br />
Geçici Hükümet’ini devirerek,<br />
bütün iktidarı ellerine aldı. Başkent Petrograd’ın<br />
bütün kilit noktaları, geceden<br />
Kızıl Muhafızlar tarafından tutulmuştu.<br />
Kışlık Saray ele geçirilmişti. Böylece,<br />
Sovyetler Kongresi’nin iktidarı ellerine<br />
almasının askeri güç yoluyla engellenmesi<br />
imkansız hale gelmişti. Ekim Devrimi’nin<br />
kendisi kansız bir geçiş biçiminde<br />
oldu. Bunda, burjuvazinin askeri inisiyatifinin<br />
Eylül ayındaki Kornilov darbesinde<br />
tükenmiş olması da rol oynadı. Bu askeri<br />
darbenin püskürtülmesinde Bolşevikler<br />
baş rolü oynamıştı. Kerenski hükümeti<br />
son çare olarak başkent Petrograd’ı Alman<br />
ordusuna teslim etmeyi planlarken,<br />
Petrograd Sovyeti bünyesinde kurulan<br />
Devrimci Askeri Komite, kentteki bütün<br />
birlikleri kendisine bağladı.<br />
318 yerel sovyeti temsil eden 649<br />
delegenin katıldığı Kongre’de, 505 delege<br />
devlet iktidarının Sovyetler’e geçmesinden<br />
yanaydı (yüzde 77). Delegelerin<br />
390’ı Bolşevik’ti (yüzde 60).<br />
Sosyalist-Devrimciler (SR) Partisi,<br />
köylülük içerisinde güçlü ve etkiliydi.<br />
Narodnik (Halkçı) gelenekten gelen bir<br />
partiydi. Bu parti, Çarlığa karşı on yılların<br />
devrimci mücadele geleneğinin üzerinde<br />
yükseliyordu. Ne var ki, Emperyalist<br />
Paylaşım Savaşı’nda Çarlığı destekleme<br />
kararı almışlardı. Şubat Devrimi’nin ardından<br />
ise Geçici Hükümette çoğunluk<br />
oldukları halde, toprağı köylüye dağıtmayı<br />
reddetmişlerdi. Menşevikler ve<br />
SR’lar, kongreyi ilk günden terk etme<br />
kararı aldıklarında SR delegelerin çoğunluğu<br />
(160 delegenin 96’sı) kongreyi<br />
terk etmeyi reddetti. Maria Spiridonova<br />
liderliğindeki sol SR grubu, Sovyet iktidarını<br />
destekledi.<br />
SR partisinin yeni beliren sol kanadı,<br />
o günlerde soylulara ait malikaneleri<br />
basarak toprağı fiilen ele geçiren köylülüğün<br />
devrimci kabarışını yansıtıyordu.<br />
Bu başkaldırıyı yalnızca Bolşevik Partisi<br />
destekliyordu. Sovyet Kongresi “Toprak<br />
Kararnamesini” kabul ederek, toprak<br />
ağası soylu sınıfın sonunu getiriyordu.<br />
Rusya’da yüzyıllardır süren toprak ağalığı<br />
bir gecede ortadan kaldırılıyordu.<br />
Ekim Devrimi boyunca, kentlerdeki sosyalist<br />
devrime, kırlarda malikâneleri parçalayan<br />
bir köylü savaşı eşlik etti.<br />
Barış, Rusya halklarının en yakıcı talebiydi.<br />
Cephelerde yaşanan bozgunlar,<br />
canını veren yüz binlerce köylü, kentlerde<br />
yaşanan açlık, halkı canından bezdirmişti.<br />
Çarlığın beklenmedik devrilişi, halkın<br />
savaşa öfkesinin de bir sonucuydu.<br />
Ne var ki, Şubat Devrimi’nin ardından iş<br />
başına gelen Geçici Hükümet, Kerenski<br />
liderliğinde, savaşı devam ettirme kararı<br />
aldı. Barış için Çarlığın devrilmesi yetmemişti.<br />
Yeni egemenlerin, yani burjuvazinin<br />
de devrilmesi gerekiyordu. Ekim’in<br />
öngününde “Bütün iktidar sovyetlere”<br />
sloganı, barış ile eşanlamlı hale gelmişti.<br />
Lenin, Kongre’ye hitabında, “Sovyet<br />
hükümeti, bütün uluslara demokratik<br />
bir barış ve bütün cephelerde acil bir<br />
ateşkes önermektedir” diyordu. 4 yıldır<br />
bütün dünyayı kasıp kavuran emperyalist<br />
savaştan çekildiklerini açıklıyordu.<br />
Kongrenin Barış Kararnamesi’ni kabul<br />
etmesiyle, 1. Dünya Savaşı’nda ilk kez<br />
savaşan ülkelerden birisi, halk iradesiyle<br />
barış kararı alıyordu! Ekim Devrimi’nin<br />
zaferinde, “Barış” talebi belirleyici bir rol<br />
oynadı.<br />
Lenin, Nisan ayından itibaren bir<br />
“Sovyet hükümeti” kurulması için “Bütün<br />
iktidar Sovyetlere” sloganını yükseltmişti.<br />
İşçi, asker, köylü meclisleri<br />
ülke genelinde bütün yönetimi ellerine<br />
almalıydı. O tarihte Sovyetler’de çoğunluk<br />
Bolşeviklerde değil, Menşevikler ve<br />
SR’larda idi. Bu “ılımlı” sosyalistler, sovyet<br />
iktidarını kurmaya yanaşmadılar.<br />
İktidarı burjuvazinin ellerinde bıraktılar.<br />
Öyle olduğu için de, işçi ve köylülerin<br />
barış, ekmek ve toprak talepleri karşılık<br />
bulmuyordu. Bolşevikler, bu talepler ile<br />
Sovyet iktidarı arasında güçlü bir bağ<br />
kurdular.<br />
Nihayet 7 Kasım’da toplanan Sovyetler<br />
Kongresi, bütün iktidarın sovyetlere<br />
geçtiğini ilan etti. Geçici Hükümet’in<br />
devrildiğini ilan ederek; Sovyetler’e karşı<br />
sorumlu olacak yeni bir hükümeti, Halk<br />
Komiserleri Konseyi’ni seçti. Böylece,<br />
Rusya’da İşçi, Asker ve Köylü Sovyetleri’nin<br />
devleti kuruldu.<br />
Yeni bir çağ açılıyordu.
12 EKİM DEVRİMİ Atılım<br />
Rusya’yı dönüştüren<br />
100 yıl önce Ekim Devrimi, emekçiler ve ezilen halklar için evrensel ölçekte büyük bir umut ışığı yakmıştı. Hepsi olmasa da<br />
yarattığı beklentilerin önemli bir kısmını gerçekleştirdi. Sosyalist inşada büyük başarılar elde edildi. Bugün sosyalist inşa<br />
döneminin başarıları özlemle anılıyor, umut ışığı olmayı sürdürüyor.<br />
HAYAL DEĞİL GERÇEK<br />
Elde edilen başarılar, sadece Sovyet halklarını<br />
refaha kavuşturmadı, aynı zamanda kapitalist<br />
dünya üzerinde büyük bir ideolojik-politik<br />
basınç oluşturdu. Dünyanın politik çehresi ve<br />
iktisadi-toplumsal dengesi emekçi ve ezilenlerden<br />
yana değişti. Ekim’i takip eden ilk yarım<br />
yüzyılda sosyalizm, açık arayla ideolojik-politik<br />
üstünlüğü elde etti.<br />
- Ekim Devrimi’yle birlikte kitlelerin<br />
en hayati ve acil talebi olan barış, emperyalist<br />
savaştan çekilerek sağlandı.<br />
- Temel gıda ürünlerinin üretimi yeniden<br />
düzenlenip, dağıtımı eşit ve adil<br />
biçimde örgütlenerek açlıktan ölümlere<br />
son verildi. Sovyetler’de emeğe göre<br />
paylaşım ilkesi geçerli kılındı. Eğitim,<br />
sağlık, konut herkesin ulaşabildiği hak<br />
haline geldi.<br />
-Sermaye ilişkilerine son vermek,<br />
özel mülkiyetin tamamen toplumsallaşması,<br />
emek sömürüsünün ortadan<br />
kalkması, sınıfsal farklılıkların silinmesi<br />
hedefleri kapsamında 1930’ların ortalarına<br />
kadar devasa adımlar atıldı. 1940’a<br />
kadar sosyalist inşa çıtası yükseltildi.<br />
-Sanayiye, büyük kapitalist çiftliklere,<br />
bankalara el konularak buralarda özel<br />
mülkiyet kaldırıldı, devlet mülkiyetine<br />
geçirildi. Yoksul ve topraksız köylülere<br />
toprak dağıtıldı.<br />
-1929’da ABD ve Batı Avrupa derin<br />
bir ekonomik krize yuvarlanırken, Sovyetler<br />
Birliği sanayileşme ve tarımın kolektifleştirilmesi<br />
hamlelerini yapıyordu.<br />
İşçi ve emekçilerin fedakarlığı, toplumsal<br />
mülkiyet ve planlı ekonomi sayesinde<br />
bu adımlar atılabildi. En ileri kapitalist ülkelerin<br />
onlarca yılda inşa ettikleri iktisadi-toplumsal<br />
atılımı, Sovyetler Birliği on<br />
yıl gibi kısa bir sürede yaptı.<br />
-Üretimde sanayinin payı 1929’da<br />
yüzde 54,5’ten 1940’ta yüzde 80,6’ya<br />
çıkarılarak sanayide sosyalist devrim<br />
gerçekleştirildi. Ağır sanayinin toplam<br />
sanayi üretimindeki ezici üstünlüğü<br />
ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere’yi<br />
geride bırakarak Sovyetler’i dünyada birinci<br />
konuma getirdi. Devrim yıllarından<br />
Stalin’in vefatına kadar olan dönemde,<br />
ulusal gelir on kattan fazla arttı. Aynı dönemde<br />
ABD’de ise kişi başına ulusal gelir<br />
iki kat bile artmadı. Dünya 1929 ekonomik<br />
kriziyle cebelleşirken ve sanayi üretimleri<br />
büyük oranda gerilerken, SSCB<br />
bu konudaki istikrarını korudu. 1917’ye<br />
göre sanayi üretimi 1956’da 46,3 kat<br />
artarken, ABD’de aynı dönemde 3,5 kat<br />
artabildi. 1950’lerde artık dünya üretiminin<br />
beşte 1’i SSCB’de yapılıyordu.<br />
-SSCB’de teknolojinin modernliği,<br />
mesleki eğitime verilen önem, dolayısıyla<br />
işçilerin yüksek kalifiyeli olmaları, işin<br />
verimliliğini önde gelen kapitalist ülkelere<br />
göre hızla artırdı. Sürekli gelişme yönünde<br />
ilerleyen SSCB ekonomisi daha<br />
fazla iş gücüne ihtiyaç duyuyordu. Aynı<br />
dönemde ekonomik kriz içinde olan<br />
ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere gibi<br />
ülkelerde işsizlerin sayısı on milyonlara<br />
varırken, Sovyetler’de işsizlik 1930 sonu<br />
itibariyle tamamen yok oldu.<br />
-Tarımda modern makinalarla kolektif<br />
üretim sağlandı. Demir döküm sanayi<br />
genişledi. İş aletleri sanayi, kimya gelişti.<br />
Traktör, biçer-döver fabrikaları yaygınlaştı.<br />
Otomotiv ve uçak endüstrisi geliştirildi,<br />
hidroelektrik santralleri inşa edildi.<br />
-İnsanca çalışma ve yaşam koşullarını<br />
sağladı. İş günü 8 saate indirildi,<br />
daha sonra 7 saate çekildi. 16-18 yaşındaki<br />
gençler ve ağır işlerde çalışanlar<br />
için daha da aşağıya indirildi. Çalışmada<br />
hafta tatili, yıllık tatil, hamile kadınlar için<br />
doğum izni yasal güvenceye alındı. Kadınlarda<br />
55, erkeklerde 60 yaşına gelen<br />
her işçinin emekli maaşı alması zorunlu<br />
hale getirildi.<br />
-Kapitalist ülkelerde ücretler düşerken,<br />
SSCB’de ücretler sanayi ve inşaatta<br />
1913’e göre 1956’da 4,8 kat arttı.<br />
Emekçi köylülükte bu oran 6 kat oranında<br />
gerçekleşti. Eğitim ve sağlık gibi<br />
temel hizmetlerin ücretsiz olduğu göz<br />
önünde bulundurulduğunda emekçilerin<br />
ekonomik refahı sağlanmış oldu. Ayrıca,<br />
kapitalist ülkelerde tüketim mallarının<br />
fiyatları yükselirken, SSCB’de temel gıda<br />
maddelerinin fiyatları sürekli düştü.<br />
-Burjuvazinin gereksizliğini açığa çıkardı.<br />
Sosyalizm, burjuvazi olmaksızın<br />
daha verimli, daha adil ve emekçilerden<br />
yana üretimin mümkün olduğunu gösterdi.<br />
Üretilen zenginliklerin az sayıda<br />
burjuvanın elinde toplandığı kapitalizmin<br />
aksine Sovyetler Birliği’nde üretilen<br />
zenginlikler, emekçilere iktisadi ve kültürel<br />
refah olarak geri dönüyordu.
Atılım<br />
EKİM DEVRİMİ<br />
13<br />
dünyayı sarsan devrim<br />
ANTİFAŞİST MÜCADELENİN<br />
ÖNCÜSÜ<br />
İkinci Emperyalist Paylaşım<br />
Savaşı sırasında antifaşist mücadeleye,<br />
sömürge ulusların<br />
kurtuluşuna, Doğu Avrupa ve<br />
Çin devrimlerine öncülük etti.<br />
Antifaşist mücadelede Sovyetler<br />
Birliği 26 milyon evladını kaybetti.<br />
Emekçi ve ezilen insanlık,<br />
Sovyetler Birliği’nin fedakarlıklarını<br />
minnetle anmaya<br />
devam ediyor.<br />
KADIN DEVRİMİNE GİRİŞ<br />
Ekim Devrimi’yle birlikte kadınlar<br />
eşit işe eşit ücret hakkı, yasalarda<br />
eşitlik ve eğitim hakkı elde etti. Doğum<br />
izinleri uzatıldı. Meşru ve gayri<br />
meşru çocuk ayrımına son verildi. Evlilik<br />
ve boşanmalar kolaylaştırıldı. Kolektif<br />
çamaşırhaneler, yemekhaneler,<br />
kreşler, çocuk parkları yaygınlaştırıldı.<br />
Yaşamın her alanında özneleşmelerinin<br />
önü açıldı. Kadın devrimine yaptığı<br />
girişle sınıfsız, sınırsız, cins eşitlikçi<br />
bir dünya özlemini diri tuttu.<br />
Kadınlar, ev köleliğinden kurtularak<br />
toplumsal üretime katıldı.<br />
1956’da ücretli çalışan kadınların<br />
yüzde 41’i sanayide ve inşatta, yüzde<br />
24’ü ise eğitim ve sağlıkta çalışıyordu.<br />
Ayrıca, yüksek mühendislerin yüzde<br />
28’i, teknisyenlerin yüzde 39’u, tarım<br />
uzmanlarının, veterinerlerin ve ormancılık<br />
uzmanlarının yüzde 40’ı kadınlardan<br />
oluşmaktaydı. Doktorların<br />
yüzde 75’i, öğretmenlerin yüzde 70’i,<br />
bilim insanlarının yüzde 36’sı, kültür<br />
ve aydınlanma kurumlarında çalışanların<br />
yüzde 66’sı kadındı.<br />
KÜLTÜR DEVRİMİ<br />
İktisadi kültürel yaşam koşulları<br />
hızla düzeldi. Yüzde 80’i okur yazar<br />
olmayan toplum, sadece okur yazar<br />
olmakla kalmadı, edebiyatta ve sanatta<br />
kültürel devrime denk düşecek<br />
atılımlar yapıldı. Parasız zorunlu eğitime<br />
geçildi. Orta dereceli okullar ve<br />
üniversiteler yaygınlaştırıldı. Emekçi<br />
çocuklarına üniversitelerin kapıları<br />
sonuna kadar açıldı. Gazetelerin, kitapların<br />
baskıları katlanarak artırıldı.<br />
Kütüphaneler, tiyatro ve sinema salonları<br />
yaygınlaştırıldı. Tüm sanatsal<br />
ve sportif dallar teşvik edilerek gelişiminin<br />
önündeki engeller kaldırıldı.<br />
Edebi ve kültürel eserler yerel dillere<br />
çevrildi.<br />
ULUSAL<br />
SÖMÜRÜYE<br />
SON VERİLDİ<br />
Sosyalist inşayla sömürücü<br />
sınıflar tasfiye edilerek<br />
emek sömürüsüne son<br />
verilmekle kalınmadı, ulusal<br />
sömürü ve baskıya da son<br />
verildi. Ulusların kendi kaderini<br />
tayin hakkının sovyetik<br />
çözümü emekçi, ezilen insanlığa<br />
armağan edildi.<br />
PROLETARYA DEMOKRASİSİ: SOVYETLER<br />
Ekim Devrimi’nin iktidar organı konsey veya meclis anlamına gelen sovyetlerdi.<br />
Bir avuç burjuvazinin iktidarı olan burjuva demokrasisinin aksine<br />
sovyetler, toplumun çoğunluğunu oluşturan işçi ve emekçilerin söz sahibi<br />
olduğu proletarya demokrasisidir. Demokrasi gerçek anlamına sovyetlerde<br />
kavuştu. Sovyetler Birliği’ni boydan boya bir ağ gibi örgütleyen sovyetlerin<br />
sayısı 60 bine ulaştı. Tüm sovyet meclisleri, halkın doğrudan oy kullanmasıyla<br />
oluşturuluyordu. Halkın beğenmediği temsilcilerini geri çağırarak yerine yenisini<br />
seçme hakkı vardı. İlk defa Ekim Devrimi’yle kadınlar seçme ve seçilme<br />
hakkı elde etti. 18 yaşını doldurmuş her sovyet vatandaşı, oy kullanma ve<br />
yerel sovyetlere seçilme hakkına sahipti. 21 yaşını doldurmuş her genç, birlik<br />
cumhuriyeti ve otonom cumhuriyeti en yüksek sovyetine, 23 yaşından itibaren<br />
de SSCB en yüksek sovyetine seçilebiliyordu.
14 DÜNYA<br />
Atılım<br />
YERYÜZÜ<br />
Ziya Ulusoy<br />
ÇKP 19. Kongresi: ‘Büyük ulus, güçlü devlet’<br />
18-24 Ekim’de gerçekleştirilen ÇKP<br />
19. Kongresi ihtişamlı geçti ve dünya<br />
çapında yankı yaptı.<br />
İhtişam ve yankı, elbette Çin mali<br />
sermayesinin dünya çapında bir güç<br />
haline gelmeye başlamasından kaynaklanıyor.<br />
Çin mali-ekonomik gücüne<br />
bağlı olarak siyasi nüfuzunu artırmaya,<br />
askeri gücünü büyütmeye çalışıyor.<br />
Çin mali sermayesi, doğrudan dış<br />
yatırım lideri ABD’yle arasındaki açık<br />
farkı ancak 2047 gibi orta vadede kapatabilecek<br />
olsa da yıllık doğrudan dış<br />
yatırım miktarını 170 milyar dolar, dış<br />
yatırım stokunu ise -2016 itibariyle-<br />
1,3 trilyon dolar seviyesine çıkarabildi.<br />
(K. Miller, Pekin’in Mali Dış Politikası)<br />
Yalnızca AB ülkelerindeki doğrudan<br />
yatırım stoku 100 milyar dolar. (A. Sever,<br />
Çin Sermayesinin İşleri)<br />
Komşu pek çok ülkeyle ihracat-ithalatında<br />
aracı olarak Çin parası Renminbi<br />
kullanılıyor.<br />
Büyüyen mali-ekonomik kapitalist<br />
güç odağı olması nedeniyle, Obama<br />
döneminden başlayarak ABD, Çin’i<br />
ekonomik bakımdan çevreleme (Asean<br />
aracılığıyla) ve askeri bakımdan kuşatma<br />
stratejisine, askeri yığınağı Ortadoğu’dan<br />
Doğu Asya’ya kaydırma politikasına<br />
geçti.<br />
Çin sermayesine karşı korumacılığı<br />
artırma ajitasyonuyla seçim kazanan<br />
Trump, Obama’dan devraldığı Çin’i kuşatma<br />
stratejisini daha da şiddetlendirdi.<br />
Tayvan’ın kutlama mesajına cevap<br />
vererek Çin’i kızdırması, Kore Demokratik<br />
Halk Cumhuriyeti’ne (KDHC) karşı<br />
savaş gerginlik ve hazırlığını tırmandırması,<br />
nükleer başlıklı füzeler de taşıyan<br />
iki uçak gemisini Çin karasularından<br />
geçirerek bölgeye vardırması, Güney<br />
Çin Denizi üzerine Çin’in hasmı olan<br />
devletleri desteklemesi, Japonya ve<br />
Güney Kore’yi savaş kışkırtıcılığına ortak<br />
etmesi, Çin’in uluslararası yasalara<br />
uymadığı suçlaması yapması, ABD’nin<br />
Çin’i kuşatmayı şiddetlendirmesinin<br />
somut belirtileri.<br />
Çin ve Alman emperyalistleri,<br />
Trump’ın dış ticaret savaşını şiddetlendirmesine<br />
karşılık küresel sermaye akışının<br />
serbestliğini savundular.<br />
Merkel, ABD’yi kastederek “başkalarına<br />
tamamen güvendiğimiz zamanlar<br />
artık geride kaldı. Avrupa artık kendi<br />
kaderini kendi eline almalı” sözleriyle,<br />
Almanya’nın emperyalist güç odağı<br />
olma rüşdünü ispatlayacağını dile getirdi.<br />
Çin, öncesinde Asya Altyapı Yatırım<br />
Bankası’yla, sonra Bir Kuşak Bir<br />
Yol projesiyle, siyasi-askeri alanda ise<br />
Şanghay İşbirliği Örgütü’yle cevap vermişti.<br />
ABD’nin Suriye’deki savaşına karşı<br />
Rusya-İran blokunu Suriye’ye savaşta<br />
sağlık ve mali yardımla destekledi.<br />
Güney Çin Denizi kayalıklarına savaş<br />
gemisi gönderme ve asker bulundurmayla<br />
devam etti. Trump’ın KDHC’ye<br />
karşı savaşı tırmandırmaya, daha sakin<br />
davranmakla erken bir savaşı önleme<br />
politikası izlese de silahlanmasını<br />
hızlandırması, ABD’nin olası savaşına<br />
karşı hazırlanmaktan geri durmadığını<br />
gösteriyor.<br />
19. Kongre kararları, şiddetlenen<br />
Çin’de kadınlara ‘eve dönün’ çağrısı<br />
PEKİN - Bütün eşitlik iddialarına rağmen Çinli yetkililer,<br />
son zamanlarda kadınlara sürekli “evinize dönün”<br />
mesajı veriyor. Çinli kadın hakları aktivisti Wu<br />
Rongrong, Shanxi eyaletindeki bir polis karakoluna<br />
başvurarak lisansüstü eğitim için gideceği Hong Kong’a<br />
seyahat izni almak istedi. Polis, başvurusunu “Okula devam<br />
edip ne yapacaksınız? Evine dön” diyerek reddetti.<br />
Çin’de yapılan bir anket, şirketlerin yüzde 75’inin<br />
doğum hakları nedeniyle kadın işçi istihdam etmekten<br />
kaçındıklarını ortaya koyuyor. Ankete katılan Çinli kadınların<br />
yüzde 33’ü ise doğumdan sonra ücretlerinin<br />
kesildiğini söylüyor. Çin’de son 10 yılda hızlı ekonomik<br />
büyümeye rağmen kadınların işgücüne katılma oranı üç<br />
puan düşmüş durumda.<br />
Devlet medyası ve bazı yerel yönetimler, kadınların<br />
toplumsal hayattan çıkması için yoğun propaganda<br />
yapıyor. Devlet yanlısı medyada “kadınların evde<br />
olmasının yalnızca çocukların gelişimi ve ailenin refahı<br />
için değil aynı zamanda topluma faydaları dolayısıyla<br />
da çok önemli olduğu” yönünde makaleler yer alıyor.<br />
Pekin hükümeti, evlilik kayıt bürosuna astığı afişlerde<br />
“İyi bir ev hanımı ve iyi anne olmak kadınların en büyük<br />
başarısıdır” sözleriyle, cinsiyetçiliği ve ayrımcılığı yaygınlaştırıyor.<br />
rekabet ve artan yeni paylaşım savaşı<br />
tehlikesi koşullarında önem kazanıyor.<br />
Çin emperyalizmi, yeniden parti<br />
Genel Sekreteri seçilen Xi Jinping’in<br />
kongredeki konuşma metnini önümüzdeki<br />
dönemin yol gösterici politikası<br />
olarak belirliyor.<br />
Birincisi, ‘Jinping Düşüncesi’ni tüzüğe<br />
koymakla onu Deng seviyesinde<br />
tabulaştırıp lider istikrarı yoluyla iktidar<br />
istikrarı kazandırmaya çalışıyor. Dünya<br />
emperyalist kurtlarının rekabet sofrasında<br />
bu yolla güçlülüğünü korumak<br />
istiyor.<br />
İkincisi, mali-ekonomik alanda iki<br />
yirmi yıllık gelişme hedefinin birincisini<br />
modernleştirmeyi devam ettirmek,<br />
ikincisini ise teknik temeli yüksek gelişme<br />
olarak önüne koyuyor. Yüzyılın<br />
ikinci yarısında ABD’yi yakalayıp geçme<br />
hedefini tarif ediyor. Devlet tekellerini<br />
bu büyümenin lokomotifi yapacağını<br />
Kongre‘de ilan ederek, dünya<br />
kapitalizminin varoluşsal bunalımı ve<br />
şiddetlenen rekabet koşullarında avantajlı<br />
hale gelmeye çalışıyor.<br />
Üçüncüsü, gelir eşitsizliklerini azaltma,<br />
“piyasa sosyalizmi”, “bir devlet iki<br />
sistem” üzerine temellendirdiğini iddia<br />
ettiği “sosyalist Çin” hedeflediğini söyleyerek<br />
öncelikle içeriye hitap ediyor.<br />
Neoliberal politikaları acımasızca uygulayarak,<br />
hızlı kapitalist büyümeyi ucuz<br />
işgücüne ve çevreyi tahribe dayandırarak<br />
işçi ve emekçi köylülerde tepki ve<br />
hoşnutsuzluk yaratan ÇKP yönetimi bu<br />
söylemle tepkiyi azaltmak için ideolojik<br />
demagojiye daha çok başvuracağını<br />
gösteriyor. Ayrıca, bunu dünyada ABD<br />
karşısında hegemonya için kitle desteğini<br />
artırmada elverişli araç olarak kullanabilir<br />
de.<br />
Dördüncüsü, KDHC’ye yönelik<br />
ABD’nin tırmandırdığı savaş ihtimaline<br />
karşı açık söylem geliştirmeyerek erken<br />
savaş istemediğini gösteriyor. Fakat<br />
“Büyük ulus”, “Güçlü devlet” temel<br />
amacını ifade ederek, ABD’nin yol açmakta<br />
olduğu 3. emperyalist paylaşım<br />
savaşına kendi emperyalist çıkarları<br />
temelinde hazırlanmayı da tarif etmiş<br />
oluyor. Güçlü devlet, tabii ki askeri bakımdan<br />
gelişkinlik demektir, Çin bu hedef<br />
doğrultusunda ilerleyeceğini ifade<br />
etmiş oluyor.<br />
1949’da devrimin zaferi, dev gibi<br />
bir halkı uyandırmıştı. 1970’li yıllarda<br />
başlayan kapitalist restorasyon, önce<br />
yavaş bir gelişmeyle sonra özellikle<br />
1990’lar sonrası hızlanarak kapitalist<br />
bir devi uyandırdı, emperyalizmin kurtlar<br />
sofrasına soktu.<br />
ABD emperyalizminin emperyalist<br />
dünya hakimiyeti yerini “çok kutuplu”<br />
ifade edilen birçok emperyalist güç<br />
odağına terk etmeye başlıyor. Bu, halklarda<br />
“nefes alma” etkisi yaratırken, bilinç<br />
bulandırıyor.<br />
Oysa, Çin kapitalizminin ABD emperyalizmi<br />
karşısında güç odağı olması,<br />
dünyanın ve emek gücünün talan edilmesinde<br />
kimin en kazançlı olacağı rekabetinden<br />
başka bir şey değil.<br />
Oysa başta ABD, Almanya ve Çin<br />
proletaryası olmak üzere tüm dünya<br />
ezilenlerinin kurtuluşu, kapitalist emperyalizmin<br />
eski hakiminin de yeni güç<br />
odaklarının da yıkılmasıyla olanaklıdır.
Atılım<br />
DÜNYA<br />
İspanyol devleti Katalan hükümetini görevden aldı<br />
↘↘<br />
İspanya, Katalonya özerk yönetim üyelerini görevden alarak kendi bakanlarını görevlendirdi. Ayrıca, Katalan siyasetçilere<br />
“isyana teşvik” suçlamasıyla dava açıldı.<br />
15<br />
HABER MERKEZİ - İspanya Başbakanı<br />
Mariano Rajoy, 27 Ekim’de yaptığı<br />
açıklamada Katalonya Özerk Yönetimi<br />
hükümetini feshedip bu bölgede 21<br />
Aralık’ta erken yerel seçime gitme kararı<br />
aldıklarını duyurdu. İspanyol merkezi<br />
hükümeti, bağımsızlık ilan eden Katalonya’daki<br />
yerel hükümetin üyelerini<br />
görevden alarak, yerlerine erken yerel<br />
seçime kadar kendi bakanlarını görevlendirdi.<br />
Resmi Gazete’de yayınlanan<br />
kararnameye göre, Katalonya Özerk<br />
Yönetim Hükümeti Başkanı Carles Puigdemont<br />
ve Başkan Yardımcısı Oriol<br />
Junqueras’ın yerine İspanya Başbakan<br />
Yardımcısı Soraya Saenz de Santamaria<br />
getirildi. Yerel hükümet bakanlıkları da<br />
bundan sonra merkezi hükümetin bakanlıklarına<br />
bağlı olacak.<br />
İspanyol hükümeti, görevden aldığı<br />
Puigdemont’un bölgesel seçimlere katılabileceğini<br />
açıkladı. Katalonya yerel<br />
yönetimi yetkilileri resmi olarak görevlerinden<br />
alınmalarına rağmen bir araya<br />
geldi. Görevine son verilen Katalonya<br />
Özerk Yönetimi Başkanı Carles Puigdemont,<br />
İspanya merkezi hükümetinin<br />
aldığı kararları tanımadıklarını, özgür<br />
bir ülke için çalışmaya devam edeceklerini<br />
söyledi. Puigdemont, Madrid’in bu<br />
kararına karşı “demokratik muhalefet”<br />
çağrısı yaptı. Katalonya’nın özerkliğinin<br />
devre dışı bırakılmasına da tepki gösteren<br />
Puigdemont, “özgür bir ülke kurmak<br />
için çalışacakları” vaadinde bulundu.<br />
KATALAN SİYASETÇİLERE<br />
DAVA AÇILDI<br />
Puigdemont’n yardımcısı Oriol<br />
Junqueras, hafta sonunda Katalan gazetesi<br />
El Punt Avui’ye bir makale yazdı.<br />
Junqueras, “Ülkenin başkanı hala Puigdemont’tur<br />
ve öyle kalacak” ifadelerini<br />
kullandı. Yazıyı, ‘Katalonya Başkan<br />
Yardımcısı’ olarak imzalayan Junqueras,<br />
Madrid’in ‘darbesini’ kabul etmediklerini<br />
vurguladı.<br />
İspanya Devlet Başsavcısı Jose Manuel<br />
Maza, Katalan yönetimi hakkında<br />
‘isyana teşvik, ayaklanma, kamu fonlarını<br />
suistimal’ gibi şikayetler üzerine<br />
dava açıldığını açıkladı. Bu arada Belçika<br />
hükümeti, İspanya yasalarına göre<br />
tutuklanma olasılığı bulunan Katalonya<br />
Başbakanı Carles Puigdemont’a siyasi<br />
sığınma ve koruma hakkı verilebileceğini<br />
duyurdu. Puigdemont çağrıyı kabul<br />
etmediğini açıkladı.<br />
Hafta başında, Puigdemont’un görevden<br />
alınan diğer Katalan yetkililerle<br />
birlikte Belçika’nın başkenti Brüksel’e<br />
gittiği açıklandı. Brüksel’de basın toplantısı<br />
yapan Puigdemont, Katalan liderlere<br />
getirilen suçlamaların temelsiz<br />
olduğunu ve adaletten kaçmadığını<br />
söyledi. Belçika’ya gelerek Katalan sorununu<br />
Avrupa Birliği’nin kalbine getirmek<br />
istediğini ifade eden Puigdemont,<br />
garantiler verilirse Katalonya’ya döneceğini<br />
de ekledi.<br />
İsrail’in tünel<br />
saldırısında 7<br />
Filistinli yaşamını<br />
yitirdi<br />
GAZZE - Siyonist İsrail askerleri,<br />
Gazze Şeridi’nin güney bölgesindeki<br />
Han Yunus’ta bir tünele<br />
saldırı düzenledi. Saldırıda, 7 Filistinli<br />
yaşamını yitirdi.<br />
Gazze’deki Sağlık Bakanlığı<br />
sözcüsü Dr. Eşref El Kudra, saldırıda<br />
13 kişinin de yaralandığını<br />
bildirdi.<br />
Filistin Enformasyon Merkezi’nin<br />
aktardığına göre tüneller<br />
direniş grupları tarafından kullanılıyordu.<br />
Yaşamını yitiren 4 Filistinlinin<br />
İslami Cihad Hareketi’nin<br />
askeri kanadı Kudüs Müfrezesi<br />
savaşçısı, ikisinin ise onları kurtarmaya<br />
çalışan Hamas’ın askeri kanadı<br />
İzzeddin El Kassam Tugayları<br />
savaşçısı olduğu belirtildi.<br />
Sonuç olarak, İspanya Anayasa<br />
Mahkemesi sözcüsü, mahkemenin Katalonya<br />
Bölgesel Parlamentosu’nun 27<br />
Ekim’de yaptığı bağımsızlık ilanını iptal<br />
ettiğini açıkladı. Anayasa Mahkemesi,<br />
Katalonya Parlamentosu Sözcüsü ile<br />
diğer üst düzey vekilleri 2-3 Kasım’da<br />
ifade vermeye çağırdı.<br />
Belçika’da AKP’li faşistler Kürtlere saldırdı<br />
ANTWERPEN - Belçika’nın Antwerpen kentinde,<br />
ırkçı-faşist Türkler, Kürtlere yönelik saldırılarına devam<br />
ediyor.<br />
“Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a özgürlük” sloganıyla<br />
9 Ekim’de Avrupa turuna çıkan otobüsün, 27<br />
Ekim Cuma günü Antwerpen kentinde Türk ırkçılarının<br />
saldırısına uğramasının ardından, olaylar üç gün boyunca<br />
devam etti. Brederodestraat bölgesinde yaşayan Kürt<br />
esnaflar, saldırıların hedefinde. Birçok işyeri tahrip edildi.<br />
AKP’lilerin sosyal medya üzerinden yaptıkları çağrılarla,<br />
Belçika ve Hollanda’nın farklı şehirlerindeki Osmanlı<br />
Ocakları, UETD ve Ülkü Ocakları üyeleri otobüs,<br />
tren ve özel araçlarla kente gelerek, Kürt esnaflara saldırdı.<br />
Saldırıların arkasında, Türk Konsolosluk çalışanları<br />
ve AKP’nin Avrupa’daki kuruluşu olan Avrupa Demokratlar<br />
Birliği’nin (UETD) yöneticileri bulunuyor.<br />
ANF’ye konuşan bir tanık yaşananları şöyle anlattı:<br />
“Pazar günü gruplar halinde bölgedeki sokaklarda dolaşıyorlardı.<br />
Zaman zaman esnaflarımızı tehdit ettiler.<br />
Polisin de Kürt esnaflara ‘sizin güvenliğinizi alamayız.<br />
Dükkanlarınızı kapatın’ açıklamasının üzerine gençler<br />
esnafları korumaya gitti. Akşam saatlerinde ise özellikle<br />
Türk Konsolosluk çalışanları ve Antwerpen UETD<br />
yöneticilerinin öncülüğünde toplanan yüzlerce kişi Kürt<br />
esnaflara saldırdı. Biz de savunmaya geçtik. Yüzü kapalı<br />
gruplar, ellerinde demir, bıçak, balta, yanıcı maddelerle<br />
bize saldırmaya başladı. Polis de o esnada çekildi. Bu<br />
gruplar, ‘Allahuekber’ ve ‘Kahrolsun PKK’ sloganlarıyla<br />
bize saldırıda bulundu. Biz de direnince çatışmalar başladı.<br />
Bizim direnmemiz sonucu amaçlarına ulaşamadılar.<br />
Ama amaçları bizi linç etmekti. Adeta Belçika polisi de<br />
onlara yol açtı. Onlara saldırmak yerine bize saldırıyordu.<br />
Saldırıya uğramamıza rağmen polis herhangi bir önlem<br />
almadı.”<br />
SKB VE HALKEVİ: POLİS<br />
PROVOKASYONU SEYREDİYOR<br />
Sosyalist Kadınlar Birliği ve Belçika Halkevi yaptığı<br />
ortak açıklamada, Belçika polisinin faşist saldırılara göz<br />
yummasını eleştirdi.<br />
Açıklamada, saldırıların Türkiye konsolosluğu eliyle<br />
örgütlendiği ve bölgede yüzlerce MİT elamanının bulunduğu<br />
belirtildi. SKB ve Belçika Halkevi, faşist saldırılara<br />
karşı tepkisiz kalınmaması çağrısı yaptı.<br />
Amerika’daki #MeToo kampanyası Fransa’ya<br />
da sıçradı. “Domuzunu ifşa et” ve “#MeToo (ben<br />
de)” sloganıyla birçok kentte sokağa çıkan kadınlar,<br />
şiddete, taciz ve tecavüze “dur” dedi. Kadınlar,<br />
uğradıkları şiddeti anlatarak mücadele yöntemlerini<br />
tartıştı.
16 HABER<br />
Atılım<br />
4 Kasım’ın 1. yılı:<br />
HDP Saray faşizmine teslim olmadı<br />
↘↘<br />
HDP, Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile 7 milletvekilinin tutuklanmasıyla başlayan baskılara<br />
teslim olmadı. Siyasi operasyonlardan parti binalarına yönelik saldırılara kadar Saray faşizmine “adalet ve özgürlük” talebiyle yanıt<br />
verirken, Eş Genel Başkanlar ve milletvekilleri duruşmalarda faşizmi yargıladı.<br />
HABER MERKEZİ - AKP/Saray faşizmi,<br />
HDP’nin Meclis ve sokaktaki muhalefetini<br />
kırmak için 4 Kasım’da siyasi<br />
operasyonlar yaptı. 3 Kasım’ı 4 Kasım’a<br />
bağlayan gece, Saray kalemşorlarının bir<br />
süredir dilinden düşürmediği “HDP operasyonu”<br />
başlatıldı. HDP Eş Genel Başkanı<br />
Figen Yüksekdağ Ankara’daki, HDP<br />
Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş<br />
Diyarbakır’daki evinden gözaltına alındı.<br />
YÜKSEKDAĞ: SAVCINIZ GİBİ SİZ<br />
DE HAYDUTSUNUZ<br />
Yüksekdağ, polislere kapıyı açmadı,<br />
polisler kapıyı kırarak eve girdi. Yüksekdağ’ın<br />
“Savcınız gibi siz de haydutsunuz”<br />
sözü, tarihe düşülen önemli bir not oldu.<br />
Polis, aynı gece, HDP Genel Merkezi’ni<br />
de basarak Grup Başkanvekili İdris<br />
Baluken’i gözaltına aldı. Milletvekilleri<br />
Sırrı Süreyya Önder, Ziya Pir, Ferhat<br />
Encü, Leyla Birlik, Selma Irmak, Nursel<br />
Aydoğan, Gülser Yıldırım, İmam Taşçıer,<br />
Abdullah Zeydan da gözaltına alınan vekiller<br />
oldu.<br />
Milletvekilleri ve eşbaşkanlar, ertesi<br />
gün adliyeye çıkartılırken, iradesine sahip<br />
çıkan halka polis tüm kentlerde saldırdı.<br />
Saray yargısı, Eş Genel Başkanlar<br />
Yüksekdağ ve Demirtaş ile milletvekilleri<br />
Baluken, Aydoğan, Birlik, Encü, Irmak,<br />
Zeydan ve Yıldırım’ın tutuklanmasına<br />
karar verdi. Ardından, Hakkari Milletvekili<br />
Nihat Akdoğan ve milletvekilleriyle<br />
dayanışmak amacıyla adliyeye giden<br />
DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel<br />
de tutuklandı.<br />
Milletvekilleri, daha önce aldıkları<br />
karar doğrultusunda ortak savunma<br />
yaptı, “Başkanlık adı altında ülkemize ve<br />
halkımıza dayatılan bu faşist düzenden<br />
kurtulacağımızdan şüphemiz yoktur. Er<br />
ya da geç demokrasi mücadelemiz kazanacaktır.<br />
Erdoğan şahsında köhnemiş bu<br />
rejim değişecektir. Sizden hiçbir talebim<br />
ve beklentim yoktur. Siyasi faaliyetlerim<br />
nedeniyle ancak beni seçen halkım sorgulayabilir”<br />
dedi.<br />
DEMİRTAŞ: MUTLAKA<br />
KAZANACAĞIZ<br />
Eşbaşkanların mahkeme salonlarından<br />
halklara mesajı da “direniş” oldu.<br />
Yüksekdağ, tüm kadınlara “Şen olmaya,<br />
dirençli olmaya devam” mesajını gönderdi.<br />
Demirtaş ise mahkeme salonunu terk<br />
ederken, “Mutlaka kazanacağız” dedi.<br />
4 Kasım Tutsak Seçilmişlere Özgürlük Günü<br />
ANKARA - Halkların Demokratik Partisi (HDP), Meclis tarafından dokunulmazlıkların<br />
kaldırılmasının ardından HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ<br />
ve Selahattin Demirtaş ile milletvekillerinin tutuklandığı 4 Kasım’ı “Tutsak<br />
seçilmişlere özgürlük günü” ilan edecek. 4 Kasım etkinlikleri, Temmuz<br />
ayında başlatılan “Durmayalım, faşizmi durduralım” kampanyasının üçüncü<br />
ve son ayağı olacak. Eylem ve etkinliklerde tutuklu siyasetçilerin durumuna<br />
dikkat çekilecek. HDP, 3-4 Kasım tarihlerinde örgütlü olduğu tüm il ve<br />
ilçelerde tutsak vekillere özgürlük isteyecek. Meclis’te de tutuklu vekillerin<br />
durumuyla ilgili kanun teklifleri sunulacak, kürsü etkin kullanılacak. HDP,<br />
ayrıca bir yıllık süreçte yaşananları raporlaştırarak, kamuoyuna açıklayacak.<br />
Kandıra F Tipi Hapishanesi’ne götürülen<br />
Yüksekdağ, Edirne F Tipi Hapishanesi’ne<br />
götürülen Demirtaş ile diğer milletvekilleri<br />
uzun süre tecrit altında tutuldu.<br />
4 Kasım’dan bu yana, HDP milletvekilleri<br />
defalarca haklarında açılan davalar<br />
kapsamında gözaltına alındı. 4 Kasım’da<br />
tutuklanan milletvekillerinden Leyla Birlik,<br />
bir süre sonra serbest bırakıldı. İdris<br />
Baluken de özgürlüğüne kavuştu ancak<br />
kısa süre içinde yeniden tutuklandı. Saray<br />
yargısı Ferhat Encü ve Nursel Aydoğan<br />
için de aynı pratiği sergiledi. Besime<br />
Konca ise iki kez tutuklanıp serbest bırakıldı.<br />
HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen ve<br />
Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş<br />
da Saray operasyonlarından nasibini aldı,<br />
tutuklandı, ardından serbest bırakıldı.<br />
Tutuklanan vekiller arasında HDP Grup<br />
Başkanvekili Çağlar Demirel ve Burcu<br />
Çelik de yer aldı.<br />
HALK İRADESİYLE<br />
SEÇİLEN VEKİLLER<br />
EMİRLE DÜŞÜRÜLDÜ<br />
AKP/Saray iktidarı, HDP operasyonlarına<br />
Meclis içinde de devam etti.<br />
Meclis Başkanvekili Pervin Buldan’ın bu<br />
hakkı elinden alındı. Buldan, bu durumu<br />
“Yerime kayyum atandı” şeklinde yorumladı.<br />
Milletvekillerinin tutuklanmasını, bu<br />
kez “milletvekilliğinin düşürülmesi” saldırısı<br />
takip etti. İlk olarak 21 Şubat’ta Yüksekdağ’ın<br />
milletvekilliği düşürüldü. Yüksekdağ’ın<br />
Saray’ın bu saldırısına yanıtı<br />
“Geri aldıkları vekillik mazbatası sadece<br />
bir kağıt parçasıdır. Bize vekilliğimizi veren<br />
yoksullar ve yok sayılanlardır. Onların<br />
sesi ve iradesiyiz, onlar istediği müddetçe<br />
de vekilliğimize devam edeceğiz”<br />
oldu. Yüksekdağ’ın ardından Nursel Aydoğan,<br />
Tuğba Hezer, Faysal Sarıyıldız ve<br />
Besime Konca’nın vekillikleri düşürüldü.<br />
AYM’NİN HDP YANITI:<br />
BU ÜLKENİN EN<br />
KAHRAMANI BİZ MİYİZ?<br />
HDP avukatları, tutuklu milletvekilleri<br />
için, daha önce milletvekillerinin tutuklanamayacağı<br />
(Balbay örneği) kararı<br />
veren Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda<br />
bulundu. Ancak AYM başvurunun<br />
üzerinden bir yıl geçmesine karşın hala<br />
kararını vermedi. HDP’li vekiller, AYM<br />
önünde adalet nöbeti tuttu. Avukatların,<br />
“Neden hala karar verilmedi?” sorusuna,<br />
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği yanıt<br />
“Bu ülkenin en kahramanı biz miyiz”<br />
oldu.<br />
Eş Genel Başkan ve milletvekillerinin<br />
yargılandıkları davaların duruşmaları da<br />
hukuksuzluklarla geçti. Duruşmalara getirilmeyen<br />
vekiller, SEGBİS ile ifade vermeye<br />
zorlandı. Yüksekdağ ve Demirtaş<br />
bu durumu reddedince, zorla SEGBİS ile<br />
ifadelerinin alınması kararı çıktı. Yüksekdağ,<br />
tutuklu olduğu davanın duruşmasına<br />
4 Temmuz’da çıktı. Salona, partililerin<br />
“Figen başkan onurumuzdur” sloganları<br />
ve alkışları eşliğinde girdi. Mahkeme<br />
salonunda faşizmi yargıladı, tahliye edilmedi.<br />
18 Eylül günü görülen ikinci duruşmasına<br />
“izleyicilerin salona alınmayacağı”<br />
kararı üzerine çıkmadı. Selahattin<br />
Demirtaş hala mahkemeye çıkarılmadı.<br />
HDP’LİLER HER YENİ GÜNE<br />
OPERASYONLA UYANDI<br />
4 Kasım saldırısını, HDP’nin üye ve<br />
yöneticilerine yönelik siyasi operasyonlar<br />
takip etti. HDP’liler İstanbul’dan<br />
Hakkari’ye neredeyse her güne gözaltı<br />
operasyonuyla uyandı. Milletvekillerinin<br />
danışmanları da siyasi soykırım operasyonlarının<br />
kapsamına alındı.<br />
AKP ve Saray faşizmi, sadece eşbaşkanlar<br />
ve vekiller değil, binlerce HDP<br />
yönetici ve üyesini gözaltına aldı ve tutukladı.<br />
VİCDAN VE ADALET<br />
NÖBETLERİ TUTTU<br />
HDP, Eş Genel Başkanları ve milletvekillerinin<br />
tutsaklıklarının sona ermesi<br />
için Diyarbakır, İstanbul, Van ve İzmir’de<br />
adalet ve vicdan nöbetleri tuttu. Nöbetler,<br />
polisin yoğun ablukası altında<br />
gerçekleşti. Nöbetin tutulduğu parkları<br />
çevreleyen polis, nöbete katılacaklara<br />
sayı sınırlaması getirmekten gelenleri<br />
gözaltına almaya kadar çeşitli engelleme<br />
yöntemlerini devreye soktu.<br />
HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ<br />
ve Selahattin Demirtaş ile milletvekilleri,<br />
cezaevindeki tecrit koşullarına<br />
karşı direnirken, yazmaya, üretmeye<br />
devam etti. Demirtaş’ın öyküleri, “Seher”<br />
adıyla yayınlandı. Kitap, kısa sürede on<br />
binlerce kişi tarafından okundu.<br />
HDP, binlerce üye ve yöneticisinin<br />
tutsak olmasına rağmen kuruluşunun 5.<br />
yılını kitlesel etkinliklerle kutladı.<br />
2016 yılının 4 Kasım gününden bu<br />
yana HDP, Saray’ın faşist saldırılarına<br />
teslim olmadı. Siyasi operasyonlardan<br />
parti binalarına yönelik saldırılara kadar<br />
Saray faşizmine, “adalet ve özgürlük” talebi<br />
ile yanıt verirken, Eş Genel Başkanlar<br />
ve milletvekilleri duruşmalarda faşizmi<br />
yargıladı.
Atılım<br />
POLİTİKA<br />
17<br />
BÜYÜTEÇ<br />
Zafer Emektar<br />
İYİ de...<br />
Meral Akşener nihayet “parti”sini<br />
kurdu. İYİ de oldu!<br />
Siyasal kaosun ve krizin devletçi<br />
geleneğin parti ve yapılanmalarını saran<br />
boyutu biraz daha derinlik kazandı.<br />
Zaten Akşener hareketinin genel tablo<br />
bakımından yaratabileceği objektif tek<br />
sonuç da budur.<br />
Bunun dışındaki parsiyel tüm yorumlar,<br />
egemen sermaye-devlet cephesi<br />
mevzisi içinde güç ve iktidar<br />
hesabı olanların beklentilerinden kaynaklanan<br />
İYİ niyetlerin dile getirilmesinden<br />
öte bir şey değil.<br />
Haliyle, halihazırda bolca laf döndürülüyor<br />
ve daha çok döndürülecek<br />
İYİ’lik hakkında. Böyle olacak, çünkü<br />
mevcut siyasal kaosun giderek derinleştirdiği,<br />
çeşitlendirdiği toplumsal,<br />
iktisadi, politik, jeo-stratejik/askeri belirsizlik<br />
atmosferi ve bunun büyüttüğü<br />
tehlike/risk boşluğundan başı derde<br />
düşen yerli ve yabancı her türden ve<br />
düzeyden çok sayıda çıkar grubu var.<br />
Malum, bu siyasal krizin tam merkezinde<br />
aktüel olarak Erdoğan’ın tekçi<br />
Saray diktatörlüğü durduğu ve Akşener<br />
de mindere “ben cumhurbaşkanı<br />
olacağım” diye çıktığı için, bu çıkar<br />
grupları içinden açık ya da gizli epey<br />
bir potansiyel destekçi bulacağı/bulduğu<br />
kesin. Erdoğan “KÖTÜ”lüğü karşısında<br />
İYİ’liğin faziletleri hakkında laf<br />
döndürmeye başlayan ve döndürecek<br />
olan dediklerimiz de bunlar zaten.<br />
Şimdilik dolaylı da olsa ABD ve AB<br />
emperyalist basın ve diplomatik çevrelerden<br />
gelen meşrulaştırıcı cilalama<br />
yorum ve beyanları ilk elden piyasaya<br />
sürülmüş durumda. İçeride ise “heyecan”<br />
haliyle daha fazla; “şimdi seçim<br />
olsa” anketlerinde İYİ’lik patlaması<br />
yaşanıyor/yaşatılıyor; TV programlarında<br />
ve köşe yazılarında merkez sağı<br />
AKP’den alacak İYİ’lik hareketi başlatılıyor;<br />
“yenilikçi” Akşener’e gömlek<br />
değiştirtilerek “milliyetçilik-ırkçılık”tan<br />
“vatanseverliğe” yükseltiliyor; Akşener<br />
“turnayı gözünden vurmak” için<br />
“erkeğin karşısına dikilen cesur kadın”<br />
oluveriyor vb. vb...<br />
“Koyunun bulunmadığı yerde keçiye<br />
Abdurrahman Çelebi demek” misali<br />
bu yağlama-yıkama faaliyetlerinin, Akşener<br />
hareketini mensubu ve sözcüsü<br />
olduğu burjuva sistem içinde Saray/<br />
AKP karşısında bir çözüm gücü ve alternatifi<br />
haline getirebilme kudreti yok<br />
elbette. Ama zaten hareketin yapısal<br />
kapsayıcılık/birleştiricilik bakımdan<br />
böyle bir örgütlenme alt yapısı olmadığı<br />
gibi (kurucular kurulunun %90’ı<br />
MHP kökenli), ilan ettiği programın<br />
toplumsal ve siyasal yaşamın en temel<br />
sorunları karşısında (Kürt sorunu, Alevi<br />
sorunu, yoksulluk, işsizlik vb.) suya<br />
sabuna dokunmayan iddiasızlığı da<br />
dikkat çekici.<br />
Dolayısıyla, Akşener’in sözünü ettiğimiz<br />
misyonda ve anlamda bir parti<br />
kurmaktan çok, mevcut krizi ve Erdoğan-Bahçeli<br />
ittifakının/iktidarının<br />
açmazlarını, çürüyüş, çöküş eğilimini<br />
gören ve bunu kendileri için fırsata çevirerek<br />
palazlanmak isteyen bir siyasi<br />
klik örgütlenmesi inşa ettiğini söyleyebiliriz.<br />
Besbelli ki, İYİ adı ve söylemi,<br />
soyutluğu ve algıda oluşturduğu pozitif<br />
belirsizlik nedeniyle tam da bu kliğin<br />
gerçek amaçlarını gizlemeye hizmet<br />
eden, ama aynı zamanda toplumsal bir<br />
ilgi, beklenti ve çekim gücü yaratmayı<br />
da hesaplayan bir demagoji icadıdır.<br />
Ve eğer bu demagoji ve proje tu-<br />
Sanat ve Hayat dergisinin yeni sayısı çıktı<br />
HABER MERKEZİ - Sanat ve Hayat<br />
dergisinin merakla beklenen yeni sayısı<br />
çıktı. Derginin yayımlanma tarihinin<br />
Ekim Devrimi’nin 100. yıl dönümüne<br />
denk gelmesi sebebiyle, Tartışma Kültürü<br />
bölümünün ana konusunu “Devrim”<br />
oluşturdu.<br />
Kutsiye Bozoklar’ın “Hangi Kültür?”<br />
başlıklı yazısının yanı sıra P. Deniz Tekin’in<br />
“Devrim Başlıyor” yazısı, Ekim<br />
Devrimi’nin öncesi, anı ve sonrasında<br />
yeni yeni formlar kazanan devrimci sanatın<br />
temel izleğini anlatıyor.<br />
Mevsimler bölümünün okları, bu kez<br />
“popüler kültür/popüler dergiciliği” hedef<br />
alıyor. B. Sadık Albayrak Türkiye’deki<br />
dergicilik serüvenini, kalibrenin neden<br />
ve nasıl düştüğünü anlatırken, Hikmet<br />
Işık popüler dergiciliğin anlamsızlığını<br />
çok referansla ortaya seriyor. Genç yazar<br />
Hakan Güngör, yakın zamanda gündeme<br />
gelen şairlerin mezarlarının tahrip<br />
edilmesinden hareketle, “şair mezarlarını”<br />
merkezde tutan hareketli ve eğlenceli<br />
bir yazısıyla daha derginin sayfalarındaki<br />
yerini alıyor.<br />
Harman bölümü, bu sayıda da son<br />
derece zengin. Öyküleri, şiirleri, masalları<br />
ve denemeleriyle dergide yer alan<br />
isimler sırasıyla; Mustafa Angın, Onur<br />
Koca, İsmet Alıcı, Serkan Ece Şengül,<br />
Berdar Doğan, Sevde Aycıl, Güneş Kara,<br />
Ruhan Mavruk, Ulaş Ömer Sezgin, Tan<br />
Doğan ve İbrahim Kamer.<br />
Mozaik bölümünün konukları, Kürtçe<br />
bir öykü, Çeçence ve Osetçe birer<br />
masal ve Arapça bir şiir.<br />
Çentik ise “devrim dokusu” son derece<br />
belirgin olacak şekilde hazırlanmış.<br />
Vladimir Mayakovski, Hristo Botev, Cesar<br />
Vallejo, Konstantin Simonov, Vesselin<br />
Hançev, Sergey Yesenin Çentik’in<br />
konukları.<br />
Pano’da, Yener Orkunoğlu yazısında<br />
Türkiye’de gericiliğin ve muhafazakarlığın<br />
tarihsel kökenleri irdelenirken, BEK-<br />
SAV emekçisi İnan Söker, BEKSAV’ın<br />
düzenlediği Direniş Günleri’yle ilgili yazıyla<br />
derginin sayfalarında yerini almış.<br />
Pano’nun bir diğer yazısı ise Alevilik ve<br />
edebiyat üzerine pek çok konferans<br />
veren Haydar Karataş. Karataş, Dersim<br />
üzerine hacimli bir yazıyla Sanat ve Hayat<br />
okurlarına selam gönderiyor.<br />
Emin Karaca, Ayraç bölümünde<br />
Nâzım Hikmet hakkında yazılan kitaplardaki<br />
vahim hatalar üzerine yazmaya<br />
devam ediyor.<br />
Öte yandan, Sanat ve Hayat dergisinin<br />
abonelik kampanyası devam ediyor.<br />
tarsa, bunun genel tabloda objektif<br />
karşılığı ve sınırı Erdoğan diktatörlüğünün<br />
toplumsal ve siyasi olarak kıskaca<br />
alınmasında, etkisinin sınırlanması ve<br />
eritilmesinde yeni bir gücün devşirilmesi<br />
olacaktır. Emperyalist merkezlerden<br />
Türkiye’deki güç odaklarına<br />
kadar, Akşener’in arkasında şu ya da<br />
bu biçimde duran ve duracak olanların<br />
beklentisi de esasen bu eksende<br />
olacaktır. İYİ’nin matematiğinde; MHP<br />
kitlesinin ve örgütünün Akşener tarafından<br />
önemli ölçüde soğurulması ve<br />
Erdoğan-Bahçeli ittifakının buradan<br />
da zayıflatılması, AKP’deki memnuniyetsizlerden<br />
dişe dokunur puanda oy<br />
devşirilmesi, CHP-Akşener ittifakının<br />
yollarının döşenerek yerel, genel ama<br />
özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde<br />
işbirliğinin koşullarının olgunlaştırılması<br />
gibi denklem hesapları var<br />
kuşkusuz.<br />
Tüm bunların hangi somut seyir<br />
içinde ve nasıl biçimleneceğini yaşayarak<br />
göreceğiz elbet. Ancak son zamanlarda<br />
çokça dile getirilmeye başlandığı<br />
gibi Türkiye’nin siyasi iklimi giderek<br />
“Ortadoğu ülkelerine” benzemeye<br />
başlıyor ve sabah başka akşam başka<br />
dengeler kurulabiliyor. Mevcut kriz<br />
koşullarında Akşener üzerine iyi ya da<br />
kötü hesap yapan çok olacak. Geçmiş<br />
siyasi serüveni ve sicilinden biliyoruz<br />
ki, Akşener’in de kirli ilişkileri ve<br />
hesapları çok. Velhasıl, her şey İYİ’ce<br />
karışabilir memlekette! Bir de tabi “cehennemin<br />
yolları İYİ niyet taşlarıyla<br />
döşenir” derler...Ve o her zaman olası.<br />
İnternet üzerinden abone olmak isteyen<br />
okurlar sanatvehayat2015@gmail.com<br />
ya da beksav2014@gmail.com adreslerine<br />
mail yazabilir ya da 0544 538 30 93<br />
nolu telefondan dergiye ulaşabilir.
18 HABER<br />
Atılım<br />
‘Bombalayarak sindiremediniz tutuklayarak mı sindireceksiniz?’<br />
↘↘<br />
ESP’nin 12 sosyalistin tutuklanmasına ilişkin düzenlediği basın toplantısında konuşan Suruç gazisi Yasin Can “Bu, sindirme politikasıdır.<br />
Sivil, silahsız insanları bombalarla parçalayarak sindiremediniz, hapishanelerinizde tutuklayarak mı sindireceksiniz” dedi.<br />
İSTANBUL- Katıldıkları cenaze, taziye<br />
ve demokratik eylemler nedeniyle<br />
tutuklanan 12 sosyaliste özgürlük talebiyle,<br />
İHD İstanbul Şubesi’nde basın<br />
toplantısı düzenlendi. İlk olarak açıklama<br />
yapan İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren<br />
Yoleri, soruşturmada arama ve<br />
yakalama kararına gerekçe olarak “suç<br />
delillerini elde etmek üzere...” denildiğini<br />
hatırlattı. Yoleri, “İnsanları baştan suçlu<br />
ilan etmişler, ama ellerinde deliller yok”<br />
dedi.<br />
Avukat Kamil Ağaoğlu, Ezilenlerin<br />
Hukuk Bürosu avukatları Özlem Gümüştaş<br />
ve Sezin Uçar’ın avukatlık mesleğinden<br />
dolayı tutuklandığını belirtti. ETHA<br />
editörü İsminaz Temel’in de yine gazetecilik<br />
mesleğinden dolayı tutuklandığını<br />
kaydeden Ağaoğlu, “Suç işlediği iddia<br />
edilen olaylarda İsminaz elinde fotoğraf<br />
makinesi ile fotoğraf çekiyor” dedi. Gözaltıların<br />
ardından avukatların çok güçlü<br />
bir dayanışma gösterdiğini ifade eden<br />
Ağaoğlu, “Hem tutuklanan arkadaşların<br />
tutumları baş eğmezdi hem de dayanışma<br />
çok güçlüydü. Çünkü, haklılıklarına<br />
inançları güçlü. Biz de üzerimize düşeni<br />
yapacağız. Oradan meslektaşlarımızı ve<br />
müvekkillerimizi alacağız” dedi.<br />
KOÇYİĞİT: DAHA FAZLA<br />
DİRENİŞ DAHA FAZLA UMUT<br />
Basın toplantısına katılan HDK Eşsözcüsü<br />
Gülistan Kılıç Koçyiğit, ESP ile<br />
dayanışma içinde olduklarını söyledi.<br />
Koçyiğit, “Ne bombalar ne de tutuklamalar<br />
bizi eşitlik, özgürlük, demokrasi ve<br />
barış mücadelesinden alıkoyabilir. Daha<br />
fazla direniş, daha fazla umutla yürüyelim”<br />
dedi.<br />
Partizan’dan Rahime Karvar, ESP’ye<br />
geçmiş olsun dileklerini iletti. Sokağın en<br />
militan gazetecilerinden ikisinin, sokağın<br />
en militan avukatlarından ikisinin tutuklandığını<br />
söyleyen Karvar, “Sokağın sesini<br />
kısmaya çalışıyorlar” dedi.<br />
Sosyalist Meclisler Federasyonu’ndan<br />
Tahir Demirtaş, AKP’nin bu tür<br />
saldırılarla kendi yaşamını uzatmaya<br />
çalıştığını söyledi. Demirtaş, devrimci<br />
demokratik kurumların daha birleşik bir<br />
zeminde bu süreci karşılaması gerektiğini<br />
ifade etti.<br />
Suruç Aileleri İnisiyatifi’nden Hacer<br />
Elçin, Suruç katliamı davası avukatlarının<br />
yanı sıra katliamda yaralanan<br />
Mazlum Demirtaş ve Havva Cuştan ile<br />
yaşamını yitiren Ezgi Sadet’in ablası Özgen<br />
Sadet’in tutuklandığını hatırlatarak,<br />
davanın 3. duruşmasının 13 Kasım’da<br />
görüleceğini, tutuklananların katılamayacağını<br />
kaydetti. Suruç gazisi Yasin<br />
Can da avukatlarının tutuklandığını<br />
hatırlatarak “Bu, sindirme politikasıdır.<br />
Sivil, silahsız insanları bombalarla parçalayarak<br />
sindiremediniz, hapishanelerinizde<br />
tutuklayarak mı sindireceksiniz”<br />
diye konuştu.<br />
‘DEĞERLERİMİZİ<br />
SAHİPLENMEYE<br />
DEVAM EDECEĞİZ’<br />
Ölümsüzlerin ve Tutsakların Sesi<br />
Platformu’ndan Ümran Yurdayol, ETHA<br />
adına Deniz Bakır, ESP Genel Başkan<br />
Yardımcısı Fadime Çelebi yaptıkları konuşmalarda,<br />
baskılara karşı mücadeleyi<br />
büyüterek yanıt vereceklerini söyledi,<br />
değerleri sahiplenmekten vazgeçmeyeceklerini<br />
belirtti. Alınteri, Tutsaklarla<br />
Dayanışma İnisiyatifi bileşenleri ve Devrimci<br />
Anarşist Faaliyet temsilcileri de<br />
destek verdi.<br />
Adalet nöbetinde<br />
tutsak avukat ve<br />
gazetecilere<br />
özgürlük istendi<br />
Ailelerinden ‘Hopa tutsaklarına özgürlük’ talebi<br />
HABER MERKEZİ - Hopa’da sosyal<br />
medya paylaşımları gerekçe gösterilerek<br />
tutuklanan SKM Hopa Sözcüsü<br />
Nurcan Vayiç, HDP İlçe Başkanı Cemil<br />
Aksu ve ESP üyesi Efraim Vayiç’in aileleri<br />
yaşanan hukuksuzluğa tepki gösterdi.<br />
Hopa’da basın toplantısı düzenleyen<br />
aileler, çocuklarının derhal serbest<br />
bırakılmasını istedi. “Çocuklarımızı<br />
serbest bırakın” ve “Hopa tutsaklarına<br />
özgürlük” pankartlarının asıldığı basın<br />
toplantısında, “Hopa halkı bu çocukları<br />
tanıyor. Hopa’da yaşayan sosyalistlerin<br />
halka, doğaya karşı herhangi bir suç işlemeyeceğini<br />
biliyor” denildi.<br />
İstanbul’da ise Hopa Dayanışması<br />
basın toplantısı düzenleyerek, tutsak<br />
Hopalılara destek oldu. Makine Mühendisleri<br />
Odası İstanbul Şube binasında<br />
düzenlenen basın toplantısında,<br />
Dayanışma adına Hikmet Akçiçek bir<br />
açıklama yaptı. Akçiçek, “Fikir ve ifade<br />
özgürlüğünün ötesine geçmeyen sosyal<br />
medya paylaşımlarıyla tutuklu yargılanmaları<br />
hangi hukuktur, hangi adalettir,<br />
hangi vicdandır” dedi. Cemil, Nurcan<br />
ve Efraim’in Hopa’da yaşanan ilk tutuklamalar<br />
olmadığını kaydeden Akçiçek,<br />
şöyle devam etti: “Özellikle 31 Mayıs<br />
2011 sonrasında Hopalılar bir çok kez<br />
benzer gözaltı ve tutuklamalar yaşadı.<br />
Hukuki olmaktan çok siyasi nedenlere<br />
dayalı bu gözaltı ve tutuklamalar, Hopa’nın<br />
‘Hayır’ diyen, yılmayan, baskı ve<br />
adaletsizliğe sesini yükselten, eşitlik<br />
ve özgürlükten yana iradesini kırmaya<br />
yöneliktir. Hopa’daki haksız, mesnetsiz,<br />
hukuksuz tutuklamaları protesto<br />
ediyor, arkadaşlarımızın derhal serbest<br />
bırakılmasını istiyoruz.”<br />
ESP MYK üyesi Sedat Şenoğlu da,<br />
halklara karanlık ve zor günleri reva görenlere<br />
en iyi cevabın tutuklanan arkadaşlarının<br />
gülüşleri, dirençleri olduğunu<br />
söyledi, zorbalığın sona yaklaştığını<br />
belirtti.<br />
HABER MERKEZİ - Her Perşembe<br />
İstanbul Adliyesi önünde<br />
adalet nöbeti tutan avukatlar, 30.<br />
kez bir araya geldi. Adliyenin içinde<br />
bir araya gelen çok sayıda avukat,<br />
daha sonra adliye önünde basın<br />
açıklaması yaptı. Avukatlar, tutsak<br />
meslektaşları, gazeteciler ve hak<br />
arama mücadelesinde hapsedilen<br />
direnişçiler için adalet istedi.<br />
HDP’DEN ADALET<br />
BAKANINA SORU<br />
HDP Grup Başkanvekili Filiz<br />
Kerestecioğlu, Av. Özlem Gümüştaş<br />
ile Av. Sezin Uçar’ın tutuklanmasını<br />
Meclis gündemine taşıdı.<br />
Savunmanların gözaltı ve tutuklanma<br />
süreçlerindeki usulsüzlükleri<br />
gündeme getiren Kerestecioğlu,<br />
“Ülkede yaşanan hak ihlallerine<br />
karşı mücadele eden avukatlara yönelik<br />
bu uygulama bilginiz dahilinde<br />
midir?” diye sordu.<br />
İZMİR’DE AVUKATLAR<br />
GÖZALTINA ALINDI<br />
677 Sayılı KHK ile kapatılan<br />
Çağdaş Hukukçular Derneği’nin<br />
(ÇHD) İzmir Şubesi üyesi 7 avukat<br />
27 Ekim’de gözaltına alındı. Avukatlar,<br />
31 Ekim’de serbest bırakıldı.
Atılım<br />
HABER<br />
ESP Genel Başkanı Otlu’nun davası 8 Kasım’da<br />
↘↘<br />
Geçtiğimiz Ağustos ayından bu yana tutsak olan ESP Genel Başkanı Çiçek Otlu, 8 Kasım’da Dersim’de hakim karşısına çıkacak.<br />
İHD tek tipe karşı eyleme başlayacak<br />
HABER MERKEZİ - İnsan Hakları<br />
Derneği (İHD) İstanbul Şubesi<br />
Hapishane Komisyonu, hapishanelerde<br />
hayata geçirilmek istenen<br />
tek tip elbise dayatmasına karşı<br />
eylem takvimini açıkladı.<br />
Şube binasında düzenlenen<br />
basın toplantısında konuşan İHD<br />
İstanbul Şube Başkanı Gülseren<br />
Yoleri, “Herhangi bir infaz uygulamasının<br />
intikamcı bir tarzla gerçekleştirilmesi<br />
kabul edilemez”<br />
dedi. Tek tip elbisenin 1983’de de<br />
uygulandığını hatırlatarak, bunun<br />
bir işkence olduğunu söyleyen<br />
Yoleri, tek tip elbisenin masumiyet<br />
karinesine de aykırı olduğu,<br />
mahkumların kişiliksizleştirilmesinin<br />
amaçlandığını kaydetti. Yoleri,<br />
uygulamanın karşısında olacaklarını<br />
belirtti.<br />
İHD’nin, tek tip elbiseye karşı<br />
Kasım ve Aralık ayında yapacağı<br />
eylem takvimi şöyle:<br />
1 Kasım Çarşamba: İHD Şube<br />
binasında basın toplantısı.<br />
8 Kasım Çarşamba: TÜYAP’ta<br />
basın açıklaması.<br />
12 Kasım Pazar: TÜYAP’ta bildiri<br />
dağıtımı.<br />
15 Kasım Çarşamba: Bakırköy<br />
Özgürlük Meydanı’nda bildiri dağıtımı.<br />
20 Kasım Pazartesi: Kadıköy<br />
İskele’de bildiri dağıtımı.<br />
28 Kasım Salı: İHD Şube binasında<br />
hak ihlalleri raporu açıklanacak.<br />
4 Aralık Pazartesi: Bakırköy<br />
Kadın Hapishanesi önünde basın<br />
açıklaması.<br />
16 Aralık Cumartesi: Tek tip<br />
elbise konulu dernek binasında<br />
panel düzenleyecek.<br />
TDİ: MÜCADELENİN<br />
BÜYÜTÜLMESİ<br />
Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi<br />
de, İHD İstanbul Şubesi’nde<br />
basın toplantısı düzenleyerek, hapishanelerdeki<br />
hak ihlallerine ilişkin<br />
bilgi verdi.<br />
Basın toplantısında, ilk olarak<br />
5 yılı aşkın tutukluluğun ardından<br />
yakın zamanda tahliye olan Serda<br />
Göçer konuştu. Göçer, en son<br />
kaldığı Gebze Kadın Kapalı Hapishanesi’nde<br />
hasta tutsakların tedavilerinin<br />
engellendiğini belirtti.<br />
İçeride mücadelenin sürdüğünü,<br />
ancak dışarıdan gelen güçle hapishane<br />
idaresinin geri adım attığını<br />
ifade eden Göçer, tutsakların beklentisinin<br />
dışarıda mücadelenin<br />
büyütülmesi olduğunu söyledi.<br />
TDİ adına yapılan açıklamada<br />
ise hapishanelerin bütününe yönelik<br />
topyekün bir saldırı olduğu,<br />
en sık yaşanan hak ihlallerinin sürgün<br />
sevkler, tecrit, kimlik dayatması,<br />
sayım dayatması, ayakkabı<br />
dayatması yaşandığı, görüş, avukat,<br />
spor, sohbet, kitap, gazete,<br />
tedavi ve telefon haklarının engellendiği<br />
kaydedildi.<br />
19<br />
HABER MERKEZİ - Gözaltına alınıp<br />
serbest bırakılan ancak savcılığın itirazı<br />
üzerine tutuklanan ESP Genel Başkanı<br />
Çiçek Otlu, tutsaklığının 3. ayında hakim<br />
karşısına çıkacak.<br />
Otlu, Dersim merkezli 11 ilde 4<br />
Nisan sabahı yapılan operasyonda İstanbul’da<br />
gözaltına alınarak Dersim’e<br />
götürülmüş ve 7 günlük gözaltı sürecinin<br />
ardından serbest bırakılmıştı. Ancak<br />
savcılığın itirazı üzerine hakkında<br />
yakalama kararı çıkarılmıştı. Otlu, 21<br />
Ağustos’ta Ankara’da gözaltına alınarak<br />
“örgüt üyesi olduğu” iddiasıyla tutuklanmıştı.<br />
Otlu, karşı karşıya bırakıldığı hukuksuzluğu<br />
hakimlikte verdiği ifadede<br />
“Siyasi faaliyetlerimi engellemeye dönük<br />
bu kararı reddediyorum” diyerek<br />
değerlendirmiş, kararı da “Kimse bizi<br />
teslim alamaz” sözleriyle karşılamıştı.<br />
Sincan F Tipi Hapishanesi’nde tutuklu<br />
bulunan Otlu’nun Dersim’e götürülmeyerek,<br />
SEGBİS’le ifadesinin alınacağı<br />
tahmin ediliyor.<br />
İddianamede, itirafçı Emre Çakar’ın<br />
“Otlu’nun MLKP gerillası Berfu Dilan<br />
Canbay’ın cenazesini almak için operasyon<br />
bölgesine gittiği, ardından törenine<br />
katılarak konuşma yaptığı” yönündeki<br />
ifadesi yer aldı. Ancak Canbay’ın<br />
cenazesini almak için oluşturulan ve<br />
aralarında aile ile milletvekillerinin de<br />
olduğu heyet, Valilik izni ile cenazeyi<br />
almıştı. Otlu’nun sosyal medya hesaplarındaki<br />
paylaşımları da “delil” olarak<br />
gösterildi. Söz konusu paylaşımların,<br />
devrim şehitleri ve Rojava ile ilgili haberler<br />
olduğu görüldü.<br />
Otlu’nun ifadesi ve mahkemedeki<br />
tutumu da savcı Aykut Çelik tarafından<br />
“delil” olarak değerlendirildi. Bu durum<br />
iddianamede, “şüphelinin kısmi ikrar<br />
içeren beyanları” şeklinde yer aldı.<br />
Ayrıca, Otlu’nun Berfu Dilan Canbay<br />
ile şehit düşen MLKP savaşçıları için<br />
“şehit” ifadesini kullanması da savcılık<br />
tarafından “suç” olarak kabul edildi.<br />
AVUKATI TUTUKLANDI<br />
Otlu hakkında hazırlanan iddianamede,<br />
avukatı olarak yer alan Ezilenlerin<br />
Hukuk Bürosu avukatlarından<br />
Özlem Gümüştaş ise 19 Ekim’de<br />
ESP’ye yönelik operasyonda avukat<br />
Sezin Uçar ile birlikte gözaltına alınmış,<br />
26 Ekim’de 11 kişi ile birlikte tutuklanmıştı.<br />
HBDH: Zindanlardaki<br />
saldırıların hesabını<br />
soracağız<br />
HABER MERKEZİ- Halkların Birleşik Devrim Hareketi<br />
(HBDH), hapishanelerde artan hak ihlallerine ilişkin<br />
yazılı açıklama yaptı. Hapishanelerde son süreçte<br />
yoğun baskılar uygulandığını ve bunun her geçen gün<br />
derinleştirildiğini belirten HBDH, siyasi tutsakların revire<br />
çıkartılmadığı, mahkemelere götürülürken şiddette<br />
maruz kaldığı, çıplak arama dayatıldığı, mektupların<br />
verilmediği, verilen gazetelerin bile sansürlendiği, görüş<br />
ve telefon haklarının engellendiği, baskı ve işkencenin<br />
rutinleştiği aktarıldı. Açıklamada, tüm bunlar yetmiyormuş<br />
gibi tek tip kıyafet uygulamasının hayata geçirilmek<br />
istendiğine işaret edildi. Açıklamada şöyle denildi:<br />
“Faşist AKP devleti ve çeteleri, özellikle 15 Temmuz<br />
2015’den bu yana farklı renkte, seste olan herkesi katletmeye,<br />
tutuklamaya, işkencelerden geçirmeye başlamış.<br />
Bu yaklaşımlara boyun eğmeyen, kabul etmeyen<br />
başkaldıran ya da eleştiren tüm kesimlere katliam ve<br />
zindanlar reva görülmüştür. Kürt halk önderi Abdullah<br />
Öcalan üzerinde ağırlaştırılmış tecrit derinleştirilmiş ve<br />
bununla birlikte son süreçte de yaşamına ilişkin faşist<br />
medya tarafından çirkin haberler yapılmıştır. Faşist<br />
AKP çeteleri ve devleti bilmelidir ki; halkların iradeleri<br />
bu tür baskı ve katliamlarla teslim alınamaz. Ne tek tip<br />
elbise uygulaması, ne de onur kırıcı başka uygulamalar,<br />
devrimci tutsaklar tarafından asla kabul edilmeyecek.<br />
Zindanlarda direnen yoldaşlarla birlikte HBDH de bu<br />
yaklaşımların hesabını soracaktır. Bu saldırılar ve baskılara<br />
geliştireceği eylemlerle cevap verecektir. İnsanlık<br />
onurunu hiçe sayan AKP faşizmine karşı başta devrimci<br />
demokrat sosyalist yurtsever gençlik ve kadınlar olmak<br />
üzere tüm halklarımız tepkilerini ortaya koymalı; boyun<br />
eğmeyeceğimiz gösterilmeli. Devrimci tutsakların geliştirdiği<br />
tüm eylemler desteklenmeli.”
20 GÜNCEL Atılım<br />
Açlık grevindeki direnişçilerin aileleri:<br />
Çocuklarımız organlarından yiyor<br />
↘↘<br />
Açlık grevi direnişçileri Nuriye ve Semih’in son durumlarına ilişkin açıklama yapan aileleri, yağ ve kasları eriyen iki direnişçinin<br />
artık organlarından yediklerini söyledi. Aileler, “Tek isteğimiz çocuklarımızın işlerine geri dönmeleri” dedi.<br />
HABER MERKEZİ - Nuriye Gülmen<br />
ve Semih Özakça’nın işe geri dönme<br />
talebiyle başlattığı açlık grevi 240’lı<br />
günlerinde. Çocuklarının son durumlarına<br />
ilişkin Ankara’da basın toplantısı<br />
düzenleyen Gülmen ve Özakça’nın aileleri,<br />
olası zorla müdahale konusunda<br />
uyarıda bulundu.<br />
Nuriye Gülmen’in babası Şaban<br />
Gülmen, Numune Hastanesi’nde tutulan<br />
kızını 27 Ekim’de ziyaret ettiğini,<br />
ancak 5 dakika görüşebildiklerini söyledi.<br />
“Biz, çocuğumuzla rahatlıkla konuşamadık,<br />
ihtiyaçlarını öğrenemedik,<br />
sıkıntılarının ne olduğunu öğrenemedik.<br />
Bize zaman tanınmadı” diyen baba<br />
Gülmen, Nuriye’nin yanında refakatçi<br />
olmadığını hatırlattı.<br />
Nuriye’nin 3. duruşmaya da getirilmediğini<br />
ve savunma hakkının engellendiğini<br />
söyleyen Gülmen, dava<br />
sürecinin uzatılmasının Nuriye’nin hayati<br />
tehlikesini arttırdığını ifade etti.<br />
Mahkeme heyetine Nuriye’nin neden<br />
duruşmaya getirilmediğini sorduğunu<br />
ve “biz yazı yazarız getirilir, getirilmez o<br />
bizim sorunumuz değil” yanıtını aldığını<br />
aktaran Gülmen, hukukun işlemesini<br />
istediklerini dile getirdi. Baba Gülmen,<br />
“Kamu görevinden atılan 140 bin çocuğun<br />
işe iade edilmesi herkesin isteğidir.<br />
Sorumluluk bu hükümete aittir” dedi.<br />
ÖZAKÇA: ÇOCUKLARIMIZ<br />
ÖLÜNCE Mİ O KOMİSYON<br />
KURULACAK?<br />
Semih Özakça’nın annesi Sultan<br />
Özakça da, çocuklarının Süleyman Soylu’nun<br />
kitapçık çıkarmasıyla terörist<br />
ilan edildiğini belirterek “Fakat çocuklarımız<br />
işi, ekmeği, onuru için mücadele<br />
ediyordu” dedi. Semih’in tahliyesini<br />
“yarım” olarak yorumlayan anne<br />
Özakça, açlık grevinin tek nedeninin<br />
işini geri istemek olduğunu hatırlattı.<br />
17 Mayıs’ta kurulacağı söylenen OHAL<br />
Komisyonu’nun hala kurulmamasına<br />
tepki gösteren Özakça, “Bizim çocuklarımızın<br />
yağları eridi, kasları eridi, şimdi<br />
de organları eriyor. Öldükten sonra mı<br />
o komisyon kurulacak? İşsiz kalan kişi<br />
ekmeğini kazanabilir mi, ekmeği olmayan<br />
insan tok kalabilir mi? Çocuklarımız<br />
organlarından yiyor, hiçbir suçları yok”<br />
sözleriyle tepkisini dile getirdi.<br />
‘NURİYE TANINMAYACAK<br />
KADAR ZAYIFLADI’<br />
Nuriye ve Semih İçin Dayanışma,<br />
Nuriye ve Semih’in dosyasının öncelikli<br />
incelenmesi talebiyle OHAL Komisyonu’na<br />
faks gönderdi. Faksta “Nuriye<br />
ve Semih’in komisyona yapmış olduğu<br />
başvurunun hayati tehlikelerinin varlığı<br />
da göz önüne alınarak ivedilikle ve<br />
öncelikli olarak ilk sırada incelenmesi”<br />
talep edildi.<br />
Nuriye ve Semih İçin Dayanışma’nın<br />
Kadıköy Süreyya Operası önünde her<br />
cuma yaptığı eylemde de, Nuriye ve<br />
Semih’in sağlık durumları aktarıldı. Dayanışma<br />
adına konuşan Meltem Servi,<br />
Nuriye’nin 34 kiloya düştüğünü söyledi.<br />
20 Ekim’deki 3. duruşmada tahliye<br />
olan Semih Özakça’da da kas çökmesi<br />
yaşandığını aktaran Servi, OHAL Komisyonu’nun<br />
Nuriye ve Semih’in dosyasını<br />
inceleyerek sorumluluk almasını<br />
istedi, 17 Kasım’da görülecek davaya<br />
çağrı yaptı.<br />
Açlık grevi devam ederken, Yüksel<br />
HDP’li vekiller<br />
Semih ve Esra’yı<br />
ziyaret etti<br />
ANKARA - HDP Grup Başkanvekili<br />
Filiz Kerestecioğlu ve Mardin<br />
Milletvekili Mithat Sancar, açlık<br />
grevindeki eğitim emekçileri Semih<br />
ve Esra Özakça’yı ziyaret etti.<br />
Kerestecioğlu ve Sancar’a sağlık<br />
durumları hakkında bilgi veren eğitimciler,<br />
işe geri dönme taleplerinin<br />
sürdüğünü ifade etti. Görüşmenin<br />
ardından açıklama yapan Kerestecioğlu<br />
ve Sancar, “Açlık grevindeki<br />
eğitimciler Nuriye Gülmen ve Semih<br />
Özakça’nın durumları giderek<br />
kritikleşmektedir. Durum acildir.<br />
Geçen her günün ne kadar hayati<br />
sonuçlar doğurabileceğini görmek<br />
için hekim ya da uzman olmaya<br />
gerek yoktur” dedi. HDP’li vekiller,<br />
taleplerin kabul edilmesi için hükümete<br />
çağrı yaptı.<br />
Caddesi’ndeki direniş de 1. yılını dolduruyor.<br />
Bu haftaki eylemlerde de polisin<br />
saldırısı devam etti. Öğle ve akşam<br />
saatlerindeki tüm eylemlerde gözaltı<br />
yaşandı. Direnişin 355. günkü eyleminde<br />
gözaltına alınanlar plakasız araçlara<br />
bindirilirken, araç içinde işkence yapıldı.<br />
Öte yandan, OHAL kararnamesi ile<br />
ihraç edildikten sonra İstanbul ve Ankara<br />
Yüksel’de direnişe başlayan ve 12<br />
gündür gözaltında olan öğretmen Nazife<br />
Onay tutuklandı.<br />
Hüseyin Toraman ve Düzgün Tekin için adalet<br />
İSTANBUL - Cumartesi Anneleri, bu<br />
hafta gözaltında kaybedilen Düzgün Tekin<br />
ve Hüseyin Toraman için bir araya<br />
geldi.<br />
Galatasaray Meydanı’ndaki 657. buluşmada,<br />
27 Ekim 1991’de evinin önünden<br />
beyaz Toros’a bindirilerek kaçırılan<br />
ve bir daha kendisinden haber alınamayan<br />
Hüseyin Toraman’ın akıbeti soruldu.<br />
Eylemde, 26 yıldır oğlunu arayan ve 25<br />
Ekim’de hayatını kaybeden baba Ali Rıza<br />
Toraman da anıldı.<br />
Eylemde konuşan HDP Milletvekili<br />
Hüda Kaya, “Hak arama, onların anılarına<br />
sahip çıkma noktasında mücadelemizden<br />
asla vazgeçmeyeceğiz. Yıllardır<br />
burada mücadele eden, sesini dünyaya,<br />
yönetimlere duyurmaya çalışan Berfo<br />
Ana gibiler, Cumartesi Annelerimiz, babalarımız<br />
son nefeslerini veriyor. Bunlardan<br />
biri de Hüseyin Toraman’ın sevgili<br />
babası. Onlara göstereceğimiz en büyük<br />
vefa mücadelemizi sonuca ulaştırmak,<br />
kazanmak olacaktır” dedi.<br />
TEKİN’İN AKIBETİ BELGELERE<br />
RAĞMEN AÇIĞA ÇIKARILMADI<br />
21 yaşında gözaltında kaybedilen<br />
tekstil işçisi Düzgün Tekin’in kaybedilme<br />
sürecini aktaran Leyla Kaya, ailenin<br />
avukatlarla birlikte tüm resmi kurumlara<br />
başvurduğunu ancak sonuç alınamadığını<br />
hatırlattı. JİTEM’le bağlantılı itirafçı<br />
Kasım Açık’ın verdiği bilgilere rağmen<br />
etkin soruşturma yürütülmediğini söyleyen<br />
Kaya, cezasızlık zincirinin devam<br />
ettirildiğine dikkat çekti.<br />
Oğlunun kemiklerini bulmaya çalışan<br />
baba Veli Tekin’in oğluna kavuşamadan<br />
aralarından ayrıldığını söyleyen Kaya,<br />
anne Elif Tekin’in oğluna kavuşmayı<br />
beklediğini belirtti. Anne Tekin’in “Dağlar,<br />
taşlar, kuşlar bana yön verin, ben<br />
oğluma kavuşayım” haykırışını hatırlatan<br />
Kaya, “Gözaltında kaybedilişinin 22. yılında,<br />
Düzgün Tekin dosyasında cezasızlığa<br />
son verilene kadar davanın takipçisi<br />
olmaya devam edeceğiz” diye konuştu.
Atılım<br />
HABER<br />
21<br />
‘Gazetecinin kalemi otorite karşısında boyun eğerse kırılmıştır’<br />
↘↘<br />
Adliyeler tutuklu gazeteciler için çalışıyor. Davalarda sadece gazeteciler değil gazetelerin yayın politikaları, Saray’a biat etmeyen<br />
gazetecilik yargılanıyor. Özgür Gündem ana davasında iki gazeteci özgürlüğüne kavuşurken, Cumhuriyet davasında 4 gazeteci<br />
hala hapis. Dışarıdaki gazeteciler “Onlar özgür değilse biz de özgür değiliz” diyor.<br />
İSTANBUL- İstanbul Adliyesi bu<br />
hafta yine gazetecilere çalıştı. Cumhuriyet<br />
ve Özgür Gündem davalarına devam<br />
edildi. Özgür Gündem davasından<br />
son tutuklular tahliye edilirken, Cumhuriyet<br />
davasında tahliye çıkmadı.<br />
İstanbul Adliyesi’nde 31 Ekim günü<br />
iki basın davası görüldü. İlk olarak kapatılan<br />
Özgür Gündem Gazetesi’nin<br />
tutuklu Yazı İşleri Müdürü İnan Kızılkaya<br />
ve gazetenin imtiyaz sahibi Kemal<br />
Sancılı ile tutuksuz yargılanan yazar<br />
Aslı Erdoğan, dilbilimci Necmiye Alpay,<br />
gazeteci Bilir Kaya, yayıncı Ragıp Zarakolu,<br />
avukat Eren Keskin, siyasetçi Filiz<br />
Koçali’nin İstanbul Adliyesi 23. Ağır<br />
Ceza Mahkemesi’nde görülen davasına<br />
devam edildi.<br />
Kızılkaya, yaptığı savunmada, 441<br />
gündür özgürlüğünden yoksun ve tecrit<br />
altında olduğunu ifade ederek, “Bir<br />
gazetecinin kalemi otorite karşısında<br />
boyun eğerse ya da vicdan/cüzdan arasında<br />
cüzdanı tercih ederse kırılmıştır.<br />
Benim başıma gelen en kötü şey, benim<br />
441 gün tutuklu olmam değil, gazetemin<br />
kapatılmasıdır. Gazetecilik suç<br />
değildir. Gazetecilikten yargılanan herkesin<br />
tutuksuz bırakılması gerekiyor. O<br />
gazete hiçbir ihale ve paraya buluşmaz,<br />
hiçbir güce itaat etmez” dedi.<br />
Mahkeme heyeti, Kızılkaya ve Sancılı’nın<br />
tahliyesine karar verdi.<br />
CUMHURİYET DAVASINDA<br />
TAHLİYE YOK<br />
Aynı gün, Cumhuriyet Gazetesi’nin<br />
4’ü tutuklu 18 yazar, yönetici, çizer ve<br />
çalışanının yargılandığı davanın 4. duruşması<br />
görüldü. İstanbul 27. Ağır Ceza<br />
Mahkemesi’ndeki duruşmaya, tutuklu<br />
yargılanan Cumhuriyet Genel Yayın<br />
Yönetmeni Murat Sabuncu, İcra Kurulu<br />
Başkanı Akın Atalay, muhabir Ahmet<br />
Şık ve muhasebe çalışanı Yunus Emre<br />
İper ile tutuksuz gazete çalışanları katıldı.<br />
Duruşmada dinlenen Adli Bilişim<br />
Mühendisi Tuncay Beşikçi, Emre İper’in<br />
telefonunda bulunduğu ileri sürülen<br />
ByLock konusundaki görüşünü açıkladı.<br />
Beşikçi, “FETÖ bağlantısı göremedim.<br />
Hiçbir ByLock emaresine rastlamadım.<br />
Sanık hiçbir zaman ByLock kullanmadı”<br />
dedi.<br />
Mahkeme Başkanı Abdurrahman<br />
Orkun Dağ, Osman Kavala’nın soruşturması<br />
kapsamında cep telefonu inceleme<br />
tutanağının dosyaya girdiğini açıkladı.<br />
Kavala ile Aydın Engin arasındaki<br />
bir yazışmayı okudu.<br />
Duruşmada söz alan Ahmet Şık, “Bizim<br />
manşetlerimizden örgüt arıyorsunuz.<br />
Ama örgütün yerini size söyledim.<br />
Örgüt bu adliye binasının içinde, hakim<br />
savcı kılığında, işbirlikçileri de medya”<br />
dedi.<br />
Tutuklu Murat Sabuncu da “Biz gazeteciliği<br />
savcılardan mı öğreneceğiz?”<br />
derken, Akın Atalay tutukluluklarının<br />
yasal veya hukuki bir gerekçesi olmadığını,<br />
siyasi bir plan ve karara dayandığını<br />
söyledi.<br />
Ara kararını açıklayan mahkeme heyeti,<br />
Sabuncu, Atalay, Şık ve İper’in tutukluluğunun<br />
devamına karar vererek,<br />
duruşmayı 25-26 Aralık’a erteledi.<br />
GAZETECİLİK SUÇ DEĞİLDİR<br />
Dışarıdaki gazeteciler, hem davalar<br />
öncesi adliye önünde hem de Cumartesi<br />
günü Kadıköy’de eylem yaparak,<br />
tutuklu meslektaşlarına özgürlük istedi.<br />
Kadıköy Mehmet Ayvalıtaş Parkı’nda<br />
bir araya gelen gazetecilere CHP ve<br />
HDP milletvekilleri destek verdi. “Gazetecilere<br />
özgürlük” pankartı arkasında<br />
Altıyol’a yürüyen gazeteciler, “Hemen<br />
şimdi adalet”, “Hemen şimdi özgürlük”,<br />
“Susma haykır özgür basın haktır”<br />
sloganlarını attı. El ele gerçekleştirilen<br />
yürüyüşte ayrıca Ahmet, İnan, Murat,<br />
İsminaz, Havva, Meşale’nin isimleri söylenerek,<br />
“Çıkacak yine yazacak” sloganları<br />
atıldı.<br />
Yürüyüşün ardından Dışarıdaki Gazeteciler<br />
adına açıklama yapan Gülşah<br />
Karadağ, “Onlarca gazeteci tutsak oldukça<br />
hiçbirimiz özgür olamayacağız”<br />
dedi. Karadağ, şöyle devam etti: “Çünkü<br />
gazetecilerin tutsak edilmesi, muktedirin<br />
çevirdiği organize işleri gözden kaçırmak<br />
içindir. Yolsuzlukların hesabının<br />
sorulmaması, memleketin kilerine dadanmış<br />
kravatlı farelerin rahatça kemirebilmesi<br />
ve soyguncuların yüzündeki<br />
maskenin düşmemesi içindir. Gazetecilerin<br />
tutsak edilmesi, gerçeğin gizlenmesi<br />
ve yalanların ortaya çıkmaması içindir.<br />
Hakkın, hukukun, adaletin ayaklar altına<br />
alınıp çiğnenmesi içindir. İşkencecilere<br />
yol vermek, evlatlarımızın neden katledildiklerini<br />
unutturmak, katillerden<br />
hesap sormamak içindir. Çünkü gazetecilerin<br />
tutsak edilmesi, iş cinayetlerine<br />
kurban verilen işçinin, iliğine kadar sömürülen<br />
emekçinin, hayatın her alanında<br />
taciz ve tecavüze uğrayan, katledilen<br />
kadınların çığlığının bastırılması içindir.<br />
Eğitimsizliğe ve oyun çağında açlık fiyatına<br />
çıraklığa mahkûm edilen minicik<br />
yavrularımızın alınlarından damlayan<br />
teri, gözlerinden akan yaşı, maruz kaldıkları<br />
eziyeti kirin, pasın içinde tamamen<br />
görünmez kılmak içindir.”<br />
Dışarıdaki gazeteciler, Özgür Gündem<br />
ve Cumhuriyet davaları öncesinde<br />
adliye önünde gerçekleştirdiği açıklamada<br />
da “Hakikati boğmaya çalışmaktan<br />
vazgeçin” çağrısı yaptı.<br />
Ulm’de Meşale Tolu için 22. eylem gerçekleştirildi<br />
ULM - Meşale Tolu ile Dayanışma Komitesi, Türkiye’de<br />
30 Nisan’dan bu yana tutuklu bulunan gazeteci<br />
Meşale Tolu ve tutuklu tüm gazetecilere özgürlük<br />
için Almanya’nın Ulm kentinde 22. kez bir araya<br />
geldi.<br />
Münster Meydanı’nda düzenlenen eylemde konuşan<br />
komite sözcüsü, “Sadece Meşale değil tüm gazeteciler,<br />
tüm insan hakları savunucuları, tüm vekillerimiz<br />
serbest kalana kadar etkinliğimiz sürecek. Yani,<br />
her cuma buradayız” dedi. Eylemde, Nuriye Gülmen<br />
ve Semih Özakça’nın taleplerinin kabul edilmesi de<br />
istendi.<br />
Öte yandan, Alman Gazeteciler Birliği (DJV), Peter<br />
Steudtner’in tahliye edilmesinin ardından tutuklu<br />
gazeteciler Deniz Yücel ve Meşale Tolu’nun da serbest<br />
bırakılması çağrısı yaptı.<br />
DJV Başkanı Frank Überall, “Peter Steudtner için<br />
seviniyorum ve nihayet cezaevinden çıkabildiği için<br />
onu kalpten kutluyorum” derken, Yücel ve Tolu’nun<br />
da serbest bırakılması gerektiğini ifade etti. Überall,<br />
“Onların tek suçu eleştirel gazetecilikleri. Gazeteciler<br />
mesleki faaliyetleri nedeniyle cezaevinde olduğu sürece<br />
Berlin diplomatik gündemini sürdüremez” dedi.<br />
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) Almanya<br />
Başkanı Christian Mihr de, Türkiye yargısına<br />
8 aydır iddianamesiz Silivri Hapishanesi’nde tutulan<br />
Die Welt gazetesi Türkiye muhabiri Deniz Yücel’in<br />
iddianamesini hazırlama çağrısı yaptı. Mihr, Deniz<br />
Yücel ve Meşale Tolu hakkındaki iddiaların ‘absürt’<br />
olduğunu söyledi.
22 RÖPORTAJ<br />
Atılım<br />
Gazeteci Necmettin Salaz: Çıkış ulusal kongrede<br />
↘ ↘ Güney Kürdistan’da referandum ve sonrasında yaşanan gelişmeleri değerlendiren gazeteci yazar Necmettin Salaz, “Halk<br />
umutsuz. Yeniden moral kazandıracak olan Kürdistan Ulusal Kongresi’ni toplamak olacaktır” dedi.<br />
SÜLEYMANİYE - Mesut Barzani,<br />
2013 yılından bu yana “seçimsiz” bir şekilde<br />
elinde tuttuğu başkanlık yetkilerini<br />
devretti. Yetki devri ile birlikte başkanlık<br />
sistemi ortadan kalkarken, Güney Kürdistan<br />
yönetiminin Irak merkezi hükümeti<br />
ile yaptığı anlaşma bir bir hayata<br />
geçiriliyor. En son sınır kapılarının devri<br />
tamamlandı. Sırada havalimanları var.<br />
Peşmergenin geleceğinin ne olacağı<br />
belirsiz. ETHA editörü Arzu Demir, yaşananları<br />
Süleymaniye’de yaşayan gazeteci<br />
Necmettin Salaz’a sordu.<br />
Bugün Türk basınında da sınır kapılarının<br />
devredildiğine dair haberler genişçe<br />
yer aldı. Somut durum nedir?<br />
Sınır kapılarında ya da havalimanlarında<br />
durumun ne olduğuna dair tek tek<br />
bakma zamanı geçti artık. Gerçek şu ki;<br />
yönetim Irak yönetimine teslim edildi.<br />
Gelişmeler de bir anlaşma bütünü olarak<br />
ele alınmalı. Bu anlaşmanın içinde<br />
neler olduğunu önümüzdeki günlerde<br />
daha net göreceğiz. Referandum öncesinde<br />
bedellerinin çok ağır olacağını anlatmaya<br />
çalıştık. “Uyumuş bir düşmanı<br />
uyandırıyorsunuz. Dostunuz yok. Dost<br />
zannettikleriniz de zaten fırsat kollayan<br />
düşmanlar” dedik. Referandum yapmak,<br />
bağımsızlık ilan etmek bir ulusun hakkıdır.<br />
Ancak öncesinde bazı çalışmalar<br />
yapılmalıydı. Yapılmadı. Referandum zamansızdı.<br />
Sizin bu gördüğünüzü Güney Kürdistan’daki<br />
iktidar güçleri göremediler<br />
mi?<br />
Birilerine güvendiler. Güvendiklerinden<br />
biri de Türk devletiydi, özellikle<br />
Erdoğan’dı. Erdoğan ile 50 yıllık petrol<br />
anlaşması yapılmıştı. Ancak biz, Türk<br />
devletinin ikiyüzlü bir politika izlediğini<br />
defalarca söyledik. Bölge yönetiminin<br />
bu kadar kendilerine güvenmeleri, perde<br />
arkasında bazı görüşmelerin olduğunu<br />
gösteriyor. İkincisi, ABD’ye de önce<br />
çok güvendiler. ABD, referanduma bir<br />
gün kala çok ciddi bir heyet gönderdi,<br />
“Kendinizi yalnız bulursunuz, biz referandumu<br />
desteklemiyoruz” dedi. Güney<br />
yönetimi, iktidarını sürdürebilmek<br />
için bağımsızlık tartışması başlatacaktı.<br />
Goran Hareketi’nde belli bir büyüme<br />
var. İslamcılar bölgenin her yerinde belli<br />
bir büyüme sağlıyorlar. KDP eksiliyordu.<br />
Barzani, 2013’den bu yana seçimle<br />
gelmemiş bir başkan pozisyonundaydı.<br />
Dostlarına güvendi ancak o dostların da<br />
dost olmadığını Sayın Barzani’nin dışında<br />
herkes biliyordu.<br />
BU OPERASYON AYNI<br />
ZAMANDA ERDOĞAN’A<br />
YAPILDI<br />
Referandum yerine ne olmalıydı?<br />
Halkların bir arada yaşamasının yolunu<br />
bulmalıyız. Arap halkıyla son derece<br />
iyi ilişkiler içine girmiştik. Süleymaniye,<br />
Bağdatlıların tatil merkezi olmuştu. Ancak<br />
şimdi bu durum ortadan kalktı. Çünkü<br />
bir taraf sömürgeci, bir taraf sömürge<br />
durumuna düştü. Şu an işgal başladı.<br />
Barzani’ye yapılmış bu operasyon, aynı<br />
zamanda bir Erdoğan operasyonudur.<br />
Bunu, önümüzdeki günlerde tarih bize<br />
kanıtlayacak.<br />
İlginç bir yorum yapıyorsunuz. Bu,<br />
nasıl aynı zamanda Erdoğan’a karşı bir<br />
operasyon olabilir?<br />
Erdoğan’ın etrafını daraltmayı ve<br />
para musluğunu kapatmayı amaçladılar.<br />
Erdoğan’ın ABD ile ilişkileri gergin ve Kasım<br />
ayında Rıza Zarraf’ın mahkemesi var.<br />
Yargılamanın Erdoğan ailesine uzanacağı<br />
biliniyor. Erdoğan ile ilişkileri daha da gerilecek<br />
olan Amerika tedbirler alıyor. Bu<br />
söylediğimi birkaç hafta sonra biraz daha<br />
iyi hissetmeye başlayacağız. Buradan ne<br />
kadar petrolün Türkiye’ye gittiği belli değil.<br />
Erdoğan’ın örtülü ödeneği Kürtlerin<br />
sırtından karşılanıyordu. ABD, bu kaynağı<br />
kesmiş oldu. Türkiye’de petrol fiyatlarında<br />
ciddi tırmanışlar başlayacak. Çünkü<br />
Irak, Türk devletine Güney Kürdistan yönetiminin<br />
verdiği fiyattan vermeyecektir.<br />
Sınır kapılarında sadece nöbet tutmayacaklar,<br />
gümrük de koyacaklar. Türkiyeli<br />
iş adamları buraya neredeyse vergisiz giriyorlardı.<br />
Ancak artık böyle olmaz. Belki<br />
Irak şimdi yapmaz ama ABD bir süre<br />
sonra buradaki Türk askeri güçlerinin<br />
varlığını da tartışma konusu yapacaktır.<br />
Özetle, bu sadece bir Barzani operasyonu<br />
değil aynı zamanda bir Erdoğan operasyonu<br />
olarak da görülmelidir.<br />
Barzani yetkilerini devrediyor. Bu<br />
kadar yaşanan sorunun, krizin sorumlusu.<br />
Adeta ortaya sis bombası attı ve<br />
çekildi. Bu yetki devrini nasıl değerlendiriyorsun?<br />
Barzani’nin başkanlığı aslında 4 yıl<br />
önce bitmişti. Başkanlık sistemi de lağvedildi.<br />
Barzani, kendisinden sonra bir<br />
başkan da istemedi. Burada da ince bir<br />
siyasi taktik var. “Ben bölgenin tek başkanı<br />
oldum, şimdi de bir danışma merci<br />
olarak devam ederim” gibi bir hesap<br />
içinde. Aslında Meclis “Seçim yapıyoruz”<br />
kararı çıkarabilirdi. Bu son yıkımdan sonra<br />
Barzani herhangi bir seçime gitmek<br />
istemez.<br />
Bu durumda aslında zaman kazanmış<br />
mı oluyorlar?<br />
Evet, kendisine başka bir sıfat bularak<br />
süre kazanmayı düşünüyor. Şimdilik<br />
köşesine çekilmiş durumda. Meclis’in<br />
açılıp da bunları tartıştığı gün bizi bir şey<br />
çok korkuttu. Bir kardeş kavgasından<br />
çok korktuk. Neyse ki atlatıldı, umut ediyorum<br />
ki hava daha da gerilmez. Artık<br />
bundan sonra hükümetin de bir esprisi<br />
kalmadı. Eskiden Kerkük vardı, havaalanları,<br />
gümrükler vardı. Yönetimin bir<br />
ekonomisi vardı. Artık bunlar yok. Batı<br />
müdahale edip de Irak’tan maaşlar gelirse<br />
ancak burası ayakta durur. Yoksa<br />
burayı bir sefalet dönemi bekliyor. Irak<br />
hükümeti, peşmergeyi de istiyor. Peşmerge<br />
yönetimini alıp, sayıyı düşürmeyi<br />
ve tüm bölgeye dağıtmayı planlıyor. Güney<br />
Kürdistan’da da peşmergeden boşalan<br />
yere Irak Arap askerini yerleştirecek.<br />
Bunun adı nedir? Yeniden sömürge olmadık<br />
mı? Ne yazık ki evet. Kimin eliyle?<br />
Kendi projemizle.<br />
KÜRT ULUSAL KONGRESİNİ<br />
TOPLAMA ZAMANI<br />
Yeni siyasi ve sosyal durum, yeni siyasi<br />
güçleri açığa çıkartabilir mi?<br />
Halk, Başûrê Kürdistan’da şu anda<br />
kendi geleceğine, ülkesinin geleceğine<br />
dair umutsuz. Bu umudu yaratacak bir<br />
tek enerji var; Kürt Ulusal Kongresi. Çok<br />
ciddi biçimde toplanır ve bütün yapılar<br />
buna dahil olursa, önüne çalışmalar koyarsa,<br />
bu Kürdistan halkının moralini toparlayacaktır.<br />
Bu olanlardan sonra KDP, ulusal<br />
kongreye dahil olur mu?<br />
Barzani’nin son söylediği “Anlaşıldı<br />
ki Kürt halkının tek dostu, kendisi ve<br />
dağlardır” sözünü önemsiyorum. Umut<br />
ediyorum ki bunu gerçekten anlamıştır.<br />
Sayın Barzani’nin bu sözünün ardından<br />
Türk devleti ile ilişkilerini kesip, pratikte<br />
kanıtlaması lazım. Eğer Sayın Barzani,<br />
kendini bu hale getirenlerle ilişkisini kesip,<br />
gerçek anlamda dostları ile buluşursa,<br />
Kürt Ulusal Kongresi’ne de katılırsa,<br />
bu moral bozukluğundan kurtuluşu getirebilir.<br />
Süreci yıpratıcı bir şekilde devam<br />
ettirmemeliyiz. İçine düşülmüş çok<br />
ciddi yanlışlar var ancak kimseye “hain”<br />
dememek lazım. Siyasi partilerin siyasi<br />
hataları vardır, halklarına özeleştiri yapmak<br />
durumundadırlar. Bizim işimiz şimdi<br />
ulusal birliği sağlamaktır.<br />
Bu son gelişmeler, PKK’nin durumunu<br />
nasıl etkiler?<br />
Bugün yaşanan durumun benzeri<br />
geçmişte de defalarca oldu. KDP ve Yekiti<br />
arasındaki savaş döneminde, Irak’la<br />
savaş döneminde de PKK, bir güç olarak<br />
burada var oldu. PKK’nin buraya dair<br />
hiçbir olumsuz etkisi bugüne kadar olmadı.<br />
Bundan sonra da olmaz. PKK, buraya<br />
yakın dağlık alanda kampları olan<br />
Kürdistani bir harekettir. Kürt halkının<br />
özgürlüğü için 40 yıldır savaşan bir örgüttür.<br />
Burada ne zaman Kürt halkı bir<br />
saldırı ile karşı karşıya kalsa, sokaklarda<br />
gerilla görmeye başlarız; Şengal’de,<br />
Maxmur’da olduğu gibi. KDP ya da Yekiti’nin<br />
alanlarından biri tehdit altındaysa,<br />
gerilla birkaç saatte dağdan iner ve<br />
savunma hattı oluşturur. Yöneticilerinin<br />
açıklamalarında görüyoruz, “Kürt halkı<br />
hangi parçada olursa olsun, bir tehdit<br />
altında ise orada savunma alırız” diyorlar.<br />
PKK, 40 yıldır NATO’nın saldırılarına<br />
rağmen yerindedir. Bu son gelişmelerden<br />
de etkileneceğini sanmıyorum.<br />
Irak’ın, Türkiye’nin PKK ile başetme<br />
şansları yok.
Atılım<br />
Sömürgeciliğin Kürdistan çıkmazı<br />
POLİTİKA<br />
23<br />
҉҉SİNAN BORAN<br />
Faşist Saray iktidarı, bağımsızlık<br />
referandumunun ardından Haşdi Şabi’nin<br />
Kerkük işgaliyle başlayan Güney<br />
Kürdistan saldırısını sevinçle karşıladı.<br />
Birkaç ay öncesine değin Saray katında<br />
türlü aşağılamaların hedefinde tutulmuş<br />
Irak Başbakanı İbadi, Erdoğan için<br />
birden bire “aziz dostum” oluverdi. Ne<br />
de olsa, Güney Kürdistan yönetiminin<br />
bağımsızlık referandumu adımı karşısında,<br />
Erdoğan’ın savaş tehdidi ile İbadi’nin<br />
işgal girişimi, yani Kürt düşmanı bu iki<br />
sömürgeci çizgi hızla buluşmuştu. Şimdi,<br />
Kerkük’ten Musul’a ve Maxmur’dan<br />
Şengal’e Başûr’un kritik noktaları, sınır<br />
kapıları ve havalimanları gitgide Bağdat’ın<br />
kontrolüne geçerken, savaş ganimetinden<br />
gözleri kamaşan sömürgeci<br />
yağmacıların havasındalar. Ve tabii asıl<br />
dertleri Başûr’da Kürtlerin federe ulusal<br />
statülerini olabildiğince budamak.<br />
Saray güdümlü sömürgeci Türk ordu<br />
birlikleri, Rusya’yla anlaşma sonucunda<br />
İdlib’e çıktı. Diktatör Erdoğan, Afrin’i<br />
önce kuşatıp nefessiz bırakmayı, ardından<br />
doğrudan işgal etmeyi planladıklarını<br />
açıkça dile getirmeye başladı. Rojava<br />
devrimini durdurmak ve Kuzey Suriye<br />
Federasyonu’nun statü kazanmasını engellemek,<br />
geçen yıl Cerablus işgalinde<br />
dolaysız ifadesini bulduğu üzere, sömürgeci<br />
faşizmin başlıca hedefi haline geldi.<br />
Faşist politik İslamcı şef, Kuzey Kürdistan’da<br />
yeni savaş teknolojisine ve<br />
tam donanımlı paralı askerlerine çok<br />
güveniyordu. “Nisan’a kadar bitireceğiz”<br />
nakaratı, Saray sözcülerinin ağızlarından<br />
düşmüyordu. Sömürgeci zulüm makinası,<br />
Bakur’un direngen kentlerini yerle<br />
bir etmekle kalmadı, dağını taşını bombaladı,<br />
ormanlarını yaktı. Kitlesel tutuklama<br />
terörü yetmedi, köylüler SİHA’larla<br />
vuruldu, Kürtçe tabelalar kayyumlu<br />
belediyelerce silindi. Kürtlere işkence<br />
Muğla’da olduğu gibi ayan beyan sokağa<br />
yayıldı.<br />
Ölçüsüz faşist yalan ve demagojiyle,<br />
aşağılık ırkçı propaganda sağanağıyla, İslamı<br />
şovenist bilinç zehirlenmesini rezilce<br />
alet edişiyle Saray diktatörlüğü, Türk<br />
halk yığınlarını bu sömürgeci saldırganlığa<br />
arkalamak istedi. Kürt mevsimlik işçilerine,<br />
Kürt cenazelerine ırkçı saldırılar<br />
birbirini izledi.<br />
Varyos Yayıncılık adına İmtiyaz Sahibi ve<br />
Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali<br />
Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt.<br />
No: 12/1 D:7 Aksaray/İSTANBUL<br />
Tel: (0212) 529 15 94 Faks: (0212) 529 06 75<br />
e-mail: <strong>atilim</strong>gazetesi@gmail.com<br />
Yayın Türü: Yaygın Süreli<br />
Peki ya sonuç?<br />
Sonuç şu ki, artık Türk burjuva devleti<br />
“beka sorunu”nu tarihinde hiç olmadığı<br />
kadar yakın ve derin hissediyor.<br />
“Nisan’a kadar bitireceğiz” nakaratı,<br />
gerillanın aylara yayılan amansız ve sayısız<br />
vuruşlarıyla tuzla buz oldu. Devasa<br />
askeri birlikler, SİHA’lar, güdümlü füzeler,<br />
yeni termal kameralar Kürt özgürlük<br />
gerillasının iradesini kıramadı. MİT’in<br />
PKK liderliğine dönük suikast girişiminin<br />
Süleymaniye’de tam bir fiyaskoya dönüşmesi,<br />
faşist Saray rejimini siyaseten<br />
cidden hırpaladı.<br />
Bir yandan Kuzey Suriye Federasyonu’nda<br />
gerçekleşen komün seçimleri ve<br />
hazırlanan federasyon seçimleri, diğer<br />
yandan DSG’nin Rakka zaferi ve Deyrez<br />
Zor hamlesi, Rojava devrimine yeni<br />
bir itilim kazandırdı. PYD’nin siyasi iradesi<br />
emperyalist kurtlar sofrasını daha<br />
fazla zorlarken, Türk sömürgeciliğinin<br />
Suriye’deki siyasi inisiyatifi zayıfladı.<br />
Başûr’da Kürt halkı, en güçlü şekilde<br />
dile getirdiği bağımsızlık arzusunun Türk,<br />
Arap ve Fars sömürgecilikleriyle uzlaşma<br />
veya emperyalistlerle işbirliği yolundan<br />
asla hayat bulamayacağı gerçeğini<br />
deneyimledi. Haşdi Şabi’nin saldırısı karşısında,<br />
sınıf çıkarlarını ulusal çıkarların<br />
üstünde görenlerin ihaneti ile KDP ve<br />
YNK’nin direnmekten nasıl kaçtıklarını,<br />
halka nasıl sırtlarını döndüklerini gördü.<br />
Yenilginin güncel kaotik ortamında, Kürdistan’ın<br />
diğer parçalarında olduğu gibi<br />
Başûr halkı nezdinde de ulusal demokratik<br />
özlemleri gerçekleştirmenin yegane<br />
alternatifi olarak devrimci mücadele<br />
yolu belirginleşmeye başladı.<br />
Bu, aynı dönemde Rojhilat’ta kolberlerin<br />
art arda katledilmesinden sonra<br />
patlayan halk öfkesi de Kürdistan’ın tüm<br />
sömürgecilerini telaşlandıran diğer bir<br />
başkaldırı işareti oldu.<br />
Hızla artmaya devam eden dış borç<br />
stoku, büyüyen dış ticaret açığı, yeniden<br />
tırmanışa geçen döviz kuru, durgunluğa<br />
sürüklenen konut piyasası ve inşaat sektörü,<br />
artan vergi ve zamlar, emekçilerin<br />
hayatlarına dolaysızca etki eden sonuçlar<br />
ürettikçe, Erdoğan’ın ve AKP’nin<br />
ırkçı-şoven ideolojik manipülasyon<br />
hamlelerinin maddi temeli de aşınma<br />
tehlikesiyle yüz yüze geldi.<br />
Öte yandan, seçim sevdalısı pozları<br />
Almanya/Frankfurt:<br />
avrupa<strong>atilim</strong>@hotmail.com<br />
İngiltere: Ali Akgül<br />
<strong>atilim</strong>uk@hotmail.com<br />
Tel: 00447956078533<br />
İsviçre: S. Göl,<br />
isvicre_<strong>atilim</strong>@hotmail.com<br />
Fransa: Cemal Öztürk,<br />
45 Rue Lavoisier, 77000<br />
Melun -Paris<br />
fransa<strong>atilim</strong>@hotmail.com<br />
Hesap No: Postaçeki:<br />
Serdal Işık 05145562<br />
Türkiye Abonelik:<br />
100 TL (1 yıl)<br />
takınmaktan ve “milletin sandıktaki iradesi”<br />
lafını gevelemekten vazgeçmeyen<br />
faşist diktatör için seçimin ancak onun<br />
tekçi diktatörlüğünü pekiştirmeye hizmet<br />
ettiği ölçüde anlam taşıdığı çoktan<br />
açığa çıktı. 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarını<br />
iptal eden, 1 Kasım 2015 seçimlerini<br />
de bombalı katliamlarla kazanan,<br />
ardından Kürdistan’ın seçilmiş belediye<br />
başkanlarını tutuklatıp belediyeleri kayyumla<br />
ele geçiren Erdoğan iktidarı, 16<br />
Nisan referandumunda ancak hileyle<br />
sonuç alabildiği bir seviyeye kadar irtifa<br />
kaybetti. Ve işin ucu, 16 Nisan yenilgisinin<br />
siyasi faturasının çıkarıldığı AKP’li<br />
“seçilmiş” belediye başkanlarının zorlamayla<br />
istifalarına vardıkça, Saray rejimi<br />
saflarındaki iç huzursuzluklar da dışa<br />
vurdu.<br />
Evet, artık Türk burjuva devleti “beka<br />
sorunu”nu tarihinde hiç olmadığı kadar<br />
yakın ve derin hissediyor. Üstelik “beka<br />
sorunu”na, zaten sorunun kaynağı olan<br />
ırkçı sömürgeci saldırganlığı daha da<br />
tırmandırmanın ötesinde hiçbir çözüm<br />
getiremiyor. Bir başka ifadeyle, tarihin<br />
Kürdistan’ın ulusal özgürleşme saatinin<br />
hızla dönmeye başladığı bir döneminden<br />
geçiliyor. Elbette Kürt halkımız için gelgitlerle,<br />
ulusal çapta politik parçalılığın<br />
dezavantajlarıyla, büyüyen bedellerle<br />
beraber hızlanan bir dönüş bu. Ve ama<br />
Kürt ulusal statüsünün gelişimini olgunlaştıran,<br />
sömürgeci Türk burjuva rejiminin<br />
politik çaresizliğini kesinkes derinleştiren<br />
bir dönüş...<br />
Diktatör Erdoğan ve Saray kulları<br />
çıkmazdalar! Bakur’da ne yapsalar gerillayı<br />
yenilgiye uğratamadıklarından,<br />
Rojava’da devrimci gelişmeyi halen<br />
frenleyemediklerinden, Başûr’da bölgeyi<br />
düzenleyici bir politik aktör pozisyonu<br />
alacak kudrete sahip olmadıklarından<br />
dolayı çıkmazdalar. Ama tam da aynı<br />
nedenle, üstelik emperyalistlerle sürtüşmelerinin<br />
artması pahasına, en “çılgın<br />
macera”ya bile girebilecek, en gözü dönmüş<br />
haliyle saldırılara pekala imza atabilecek<br />
durumdalar.<br />
Tüm bu vurgulananlardan çıkaracağımız<br />
temel sonuç, sömürgeci saldırı<br />
ve katliamların, savaş tehditleri ve işgal<br />
girişimlerinin gündemin baş köşesinde<br />
olmayı sürdüreceği bir dönemde olduğumuzdur.<br />
Basıldığı Yer: Gün Matbaacılık<br />
Adres: Sefaköy Telsizler Mevki Beşyol<br />
Mah. Akasya Sok. No: 23/6<br />
Küçükçekmece/İST.<br />
Tel: (0212) 580 63 75<br />
Bu dönemde Kürdistanlı komünistler,<br />
Rojava’da veya Başûr’da işgalci<br />
saldırganlığa karşı ulusal savunma savaşında<br />
mevzilenmekte, Bakur’da faşist<br />
sömürgeciliğe karşı ulusal devrimci mücadeleyi<br />
büyütmek için öne atılmakta,<br />
Kürdistan’ın proleter öncüleri olarak dövüşmekte<br />
duraksamayacaklardır.<br />
Türkiyeli komünistler ise Saray iktidarının<br />
bölgesel saldırganlığına barikat<br />
olma, sömürgeciliğin gerçeklerini bıkıp<br />
usanmadan emekçi yığınlara açıklama,<br />
Kürt ulusal demokratik haklarının meşruluğunu<br />
açıkça savunma, ırkçı faşist<br />
güruhların karşısında kararlılıkla durma<br />
sorumluluklarını tereddütsüzce yerine<br />
getireceklerdir.<br />
Kürdistan çıkmazının Erdoğan’ın başında<br />
bulunduğu faşist sömürgeciliğin<br />
yıkılışına dönüşmesi, hiç kuşkusuz, yalnızca<br />
halklarımızın birleşik direnişi ve<br />
savaşımının örgütlenip büyütülmesiyle<br />
olanaklı olacaktır.<br />
1 Kasım Dünya<br />
Kobanê Günü<br />
kutlandı<br />
KOBANÊ - 2014 yılında, IŞİD<br />
çetelerinin kuşatması altındayken<br />
Kobanê ile dayanışmak için ilan edilen<br />
“1 Kasım Dünya Kobanê Günü”<br />
Kobanê’de kutlandı. “İnsanlığın<br />
Direniş Başkenti Kobanê” şiarıyla<br />
düzenlenen etkinliğe binlerce kişi<br />
katıldı.<br />
MLKP Rojava, 1 Kasım Dünya<br />
Kobanê Günü’ne ilişkin “1 Kasım<br />
Dünya Kobanê Günü kutlu olsun!<br />
Şan olsun Kobanê direnişine<br />
ve onu zafere taşıyanlara” başlıklı<br />
açıklama yaptı. Açıklamada şöyle<br />
denildi: “Kobanê, zulme, faşizme,<br />
sömürgeciliğe, gericiliğe karşı verilmiş<br />
bir yanıttır. Kobanê direnişi, özgür<br />
ve direnen kadının, AKP-DAİŞ<br />
çetelerine, onların erkek egemen<br />
zihniyetlerine vurulmuş en büyük<br />
darbedir. Kobanê direnişi, ezilenlerin<br />
özgür, eşit bir bölge ve dünya<br />
isteğinin adıdır.<br />
Kobanê direnişi, şehitlerimizin<br />
bizlere armağanıdır. Kobanê direnişi,<br />
Arin Mirkanların, Paramazların,<br />
Saryaların, Alişerlerin, Alganların,<br />
Diyar Bagokların, Cudi Amedlerin<br />
bizlere bıraktığı özgürlük meşalesidir.”