02.11.2017 Views

atilim_299

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

HABERDE OBJEKTİF • YORUMDA DEVRİMCİ<br />

• YIL: 5 • 3 Kasım • <strong>299</strong> • 2017 • FİYATI: 1 TL • www.<strong>atilim</strong>haber.org<br />

Bundan 26 yıl önce, SSCB içten içe çürüyen bir ağaç<br />

gibi birden bire devrildiğinde tüm burjuva ideologlar<br />

sevinç naraları eşliğinde ideolojik bombardımana<br />

girişmişti. ‘Sosyalizm ölmüş’, ‘tarihin sonu’ gelmişti!<br />

Ne var ki, bu kapitalist distopyanın boş kubbede hoş<br />

seda olmaktan öte bir ağırlığının olmadığı çok geçmeden<br />

anlaşıldı. Dizginlerinden boşalan kapitalizm<br />

ezilenlerin üzerine çullandıkça devrim düştüğü yerden<br />

yeniden doğrulmaya ve ezilen insanlığın kurtuluş<br />

bayrağı olarak yeniden yükselmeye başladı. Avrupa’nın<br />

göbeğinde yükselen antikapitalist hareket, çok<br />

geçmeden Latin Amerika’yı bir dalga gibi sarıp sarmalayan<br />

toplumsal hareketler ve ayaklanmalarla buluştu.<br />

Uzak Asya’daki gerilla hareketleri emperyalist<br />

sistemin merkezindeki işgal hareketlerine ses verdi.<br />

Ortadoğu’da Arap ayaklanmalarıyla diktatörlükleri alt<br />

ederek ilerleyen devrim dinamiği İspanya’da Öfkeliler,<br />

Yunanistan’da Sintagma, Türkiye’de Haziran ayaklanması,<br />

Kürdistan’da özyönetim direnişi olarak nefes<br />

aldı. IŞİD karanlığını yırtarak Rojava’da yeniden vücut<br />

buldu, Suriye ve Ortadoğu devrimine doğru büyümeye<br />

başladı. 26 yıl önce sosyalizmin ölüm ilanını verip<br />

tarihin sonunu ilan edenler, şimdilerde 21. yüzyılın<br />

yeni ve daha büyük toplumsal patlamalara gebe<br />

olduğu konusunda egemenleri uyarmakla meşguller.<br />

100 yıl sonra ve üstelik bu kadar zafer narasından<br />

sonra, Ekim Devrimi ve sosyalizm yeniden ezilen<br />

insanlığın bayrağı olarak yükseliyor ve tüm dünyayı<br />

adımlayarak korkularını ete kemiğe büründürüyor:<br />

21. yüzyılda sosyalizm kazanacak!


02 GÜNDEM Atılım<br />

Geçmişteki geleceğimiz: Ekim Devrimi<br />

Saray, aykırı her sesin üzerine karabasan<br />

gibi çörekleniyor. Gazete ve<br />

TV’leri kapatıyor, meydanları yasaklıyor,<br />

işten atıyor, siyasi partileri ateş<br />

çemberine alıyor. Kaçırıyor, saldırıyor,<br />

gözaltına alıyor, işkence ediyor,<br />

tutukluyor, infaz ediyor ve katlediyor.<br />

İşgal ve savaş, ‘bir gece ansızın gelebiliriz’<br />

teraneleri ve serseri jargonuna<br />

özgü bir düzeysizlikle topluma korku<br />

ve histeri yaymanın aracı haline getiriliyor.<br />

Seçimler halk iradesinin iç<br />

edildiği üçüncü sınıf bir soygun filmi<br />

havasında geçiyor. İç politikada olduğu<br />

gibi dış politikada da hamaset, şiddet<br />

ve savaş tek siyaset enstrümanı.<br />

Saldırganlık ve faşizm öyle zincirlerinden<br />

boşandı ki, artık sosyal<br />

medyada espri yapan genç, mini etek<br />

giyen kadın, içki içen vatandaş hedef<br />

durumunda. Örgütlü olmak, siyasi iktidara<br />

karşı bir harekete girişmek gerekmiyor<br />

artık. Farklı olmak ve siyasi<br />

iktidarın ‘kültürel’ hegemonyası dışında<br />

kalmak yetiyor. Hayatını burjuva<br />

ideolojinin yayılmasına ‘vakfetmiş’<br />

liberallerin ve patronların bile ‘bıçak<br />

altına’ girebildiği bir siyasi iklimden<br />

bahsediyoruz.<br />

Dünya mı? Hepsi birbirinden beter.<br />

Süngüsü alınmış ama havasından<br />

taviz vermeyen dünya jandarması<br />

ABD’nin Trump şahsında ortaya çıkan<br />

patolojik hali, karmaşadan güç<br />

devşiren soğukkanlı mafya havasındaki<br />

Putin Rusyası, spekülatörler gibi<br />

an kollayarak semiren Çin, iç birlik<br />

ve gelecek görüş açısından yoksunluğuyla<br />

Merkel Almanyası öncülüğünde<br />

fırsatçılar çetesine dönüşmüş<br />

AB, bataklığa dönüşmüş küresel emperyalist<br />

sistemden beslenen yerel<br />

diktatörlükler, faşist ırkçı, cinsiyetçi<br />

ve mezhepçi hareketler kapitalizmin<br />

emperyalist küreselleşme evresindeki<br />

halipür melalinin kimi göstergeleri.<br />

DÜZELTME<br />

298. sayımızda yer alan Aydın<br />

Akyüz’ün “Marksizmde UKKTH ve<br />

bir çözüm olarak Ekim Devrimi” başlıklı<br />

yazısında geçen “II. Enternasyonal<br />

revizyonist olmadan önce 1896<br />

Londra Kongresi’nde ‘Tüm milletlerin<br />

tam özerkliğinden yana’ olduğunu<br />

karar altına alır.(2)” cümlesini aşağıdaki<br />

şekilde düzeltir ve okurlarımızdan<br />

özür dileriz.<br />

“II. Enternasyonal revizyonist olmadan<br />

önce 1896 Londra Kongresi’nde<br />

“Bütün ulusların kendi kaderlerini<br />

tayin etme hakkını tam olarak<br />

desteklediğini beyan eder. (2)”<br />

Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu ve<br />

dünya gittikçe artan oranda karmaşa,<br />

şiddet, korku ve çürüme sarmalına girerken<br />

devrimden bahsetmek ütopyacılık,<br />

devrimin güncelliğinden bahsetmekse<br />

uçukluk gibi görünüyor bir<br />

çok kesime. İyimser yorumlar bu kesif<br />

tablonun gölgesinde kalıyor çoğu<br />

zaman. Bu psikoloji ve görüş açısının<br />

kitleleri etkilemesi belli bakımlardan<br />

anlaşılır görünse de, devrimci hareketin,<br />

kadrolarının ve ilerici toplumsal<br />

öznelerin de bu basınç altında kalması<br />

ideolojik olduğu kadar siyasal perspektif<br />

daralması bakımından dikkate<br />

değer görünmektedir.<br />

Bu bakımdan, devrimin güncelliği<br />

fikrinin güncel, tarihsel ve toplumsal<br />

kökenlerini bilince çıkarmak, ajitatif<br />

değeri kadar propagandif değerine<br />

de yaslanmak büyük önem taşıyor.<br />

Malum büyük Ekim Devrimi’nin<br />

100. yılındayız. Ve devrimin güncelliği<br />

fikrini tarih ve toplum çözümlemesinin<br />

bir unsuru olarak bilincimize katan<br />

Ekim Devrimi’ne ve önderi Lenin’e dönüp<br />

bakmak aydınlatıcı olabilir.<br />

Lenin’in düşüncesinde devrimin<br />

güncelliği fikri, kapitalizmin emperyalist<br />

evreye ulaştığına dair çözümlemesiyle<br />

sıkı sıkıya bağlıdır. Ona göre<br />

kapitalizmin emperyalist aşamaya<br />

varmasıyla birlikte üretimin toplumsallaşması<br />

ile ürünlerinin mülk ediliş<br />

biçimi arasındaki çelişki dünyasal bir<br />

boyut kazanmıştır. Marks’ın kapitalizm<br />

çözümlemesine konu olan serbest<br />

rekabetçi dönemden farklı olarak<br />

tüm dünya kapitalist emperyalizm<br />

sisteminin merkezinde duran güçler<br />

tarafından kendi arasında paylaşılmış<br />

ve bu güçler arasındaki rekabet<br />

paylaşım savaşlarını kaçınılmaz hale<br />

getirmişti. Bu rekabet ve paylaşım<br />

savaşları bir yandan ulusal kurtuluşçu<br />

devrimleri tetiklerken diğer yandan<br />

ise uluslar içinde ve uluslararası düzlemde<br />

sınıf mücadelesini kışkırtarak<br />

devrimin nesnel zeminini tüm dünya<br />

düzleminde olgunlaştırıyordu. Emperyalizm<br />

çağında devrim zincirin en<br />

zayıf halkasında başlayacak ve uluslararası<br />

düzlemde tamamlanacaktı.<br />

Ekim Devrimi, emperyalist zincirin<br />

en zayıf halkası olan Rusya ve bağlı<br />

sömürgelerde başlamış olan yükselen<br />

dünya devrim dalgasının öncü koluydu.<br />

Bu bakımdan vurgulanması gereken<br />

bir diğer unsur, emperyalizmle<br />

birlikte ulusal kurtuluş mücadeleleri<br />

emperyalist sömürgecilik sistemine<br />

yönelerek krizini derinleştiren dünya<br />

sosyalist devriminin müttefiklerinden<br />

biri haline gelmişti. Lenin’in<br />

‘Emperyalizm ve proleter devrimler<br />

çağı’ formülasyonu ve ‘Bütün ülkelerin<br />

işçileri birleşin’ çağrısını ‘Bütün<br />

ülkelerin işçileri ve ezilen halkları birleşin’<br />

biçiminde güncellemesi bu görüş<br />

açısının ürünüydü. Lenin’in görüş<br />

açısı, tüm yüzyıla damgasını vuran<br />

sosyal ve ulusal kurtuluşçu devrimler<br />

tarafından onaylandı. Ekim Devrimi’nin<br />

ürünü olan sosyalist eserin<br />

önce çürümesi, sonra ise yıkılması ya<br />

da ulusal kurtuluşçu devrimler karşısında<br />

tutunamayan klasik sömürgeci<br />

sistemin yerine önce yarı sömürgeci,<br />

sonra ise mali sömürgeci sistemin<br />

ikame edilmesi bu bakımdan oldukça<br />

tali görünmektedir. Ekim Devrimi, işçi<br />

sınıfı ve ezilenlerin kurtuluş mücadelesinin<br />

önünü açan tarihsel bir deney<br />

yaratmakla kalmamış, emperyalist<br />

sistemi daha üst düzeye, emperyalist<br />

küreselleşme evresine doğru iterek<br />

varoluşsal krizini hazırlayan zemini<br />

de döşemiştir.<br />

Lenin’i Marksizmin köşe taşlarından<br />

biri haline getiren çağ çözümlemesinin<br />

merkezinde duran devrimin<br />

güncelliği fikri bu perspektiften<br />

bakıldığında, bugünkü koşulları da<br />

anlamamıza ve yorumlamamıza yol<br />

açan bir fikir olarak güncelliğini korumaktadır.<br />

Ve Ekim Devrimi, bu fikrin<br />

ete kemiğe büründüğü geçmişteki<br />

geleceğimiz olarak yaşamaya devam<br />

etmektedir.<br />

100 yıl sonra Ekim’in aynasından<br />

bugüne bakmak oldukça esinleyicidir.<br />

Bu nedenle, başlangıçta özetlemeye<br />

çalıştığımız tabloya Lenin’in<br />

görüş açısından baktığımızda oldukça<br />

umutlu bir tablo ile karşı karşıya gelmek<br />

işten bile değildir. Emperyalizmin<br />

küreselleşme evresi aynı zamanda<br />

siyasi, ekonomik, askeri, kültürel,<br />

ahlaki ve bir dizi kriz ögesinin üst üste<br />

bindiği çok katmanlı ve kapitalizmin<br />

kendini üretme yeteneğini yitirdiğini<br />

gösteren sistemik yani varoluşsal<br />

bir krize işaret etmektedir. Burjuva<br />

demokrasisi ve normlar sistemi ile<br />

alınan kitle rızası sadece periferide<br />

değil bizzat emperyalist merkezlerde<br />

bile işe yaramaz hale gelmekte,<br />

faşizm ve siyasal gericilik eğilimi kapitalist<br />

sömürünün kölelik koşullarına<br />

yaklaşan uygulamalarına eşlik ederek<br />

iç çelişkilerini derinleştirmekte ve<br />

toplumların ve sistemin kırılganlığını<br />

arttırmaktadır. Irkçı, mezhepçi ve cinsiyetçi<br />

faşist hareketlerdeki yükseliş,<br />

savaşlardaki artış ve ayaklanma ve<br />

devrim girişimleri bu nesnel durumun<br />

bir görünümü olarak hayat bulmaktadır.<br />

Ve bu durum, Ekim Devrimi’nin<br />

ortaya çıktığı koşulları aşan biçimde<br />

ve tüm dünyadaki genel eğilim haline<br />

gelerek ‘devrimin güncelliği’nin altını<br />

güçlü biçimde çizmektedir. Devrim<br />

bir anda Latin Amerika’da gerilla ya<br />

da toplumsal hareketler, bir başka<br />

anda ABD’de ya da Avrupa’da siyahilerin,<br />

göçmenlerin ya da emekçilerin<br />

ayaklanması, diğer anda Ortadoğu’da<br />

emperyalist statükonun dayanakları<br />

olan diktatörlükleri yerle bir eden<br />

Arap ayaklanmaları, öteki anda Uzak<br />

Asya’da gerilla hareketleri, beriki<br />

anda Gezi, Rojava olarak ortaya çıkarak<br />

uzak bir ütopya ya da uçuk bir<br />

hayal olmaktan öte bugünkü gerçeği<br />

değiştiren ve güncel bir olgu olarak<br />

önümüze çıkıyor.<br />

Savaş, faşizm, sömürü ve cinsiyetçilikle<br />

çürüyen ve kendi sonunu<br />

hazırlayan emperyalist kapitalizmin<br />

saldırganlığı, yeni Ekimleri çağıran<br />

her günkü gelişmelerden duyduğu<br />

korkudan kaynaklanmaktadır. Ne var<br />

ki, zorla bir yerde bastırılan devrim<br />

kaçınılmaz biçimde öteki yerde ortaya<br />

çıkmakta ve daha güçlü biçimde<br />

haykırmaktadır: Vardım, varım, var<br />

olacağım!


Atılım<br />

EKİM DEVRİMİ<br />

03<br />

‘Devrimler çağı bitti yalanı, Rojava devrimleriyle boşa çıktı’<br />

↘↘<br />

SYPG Kobanê temsilcisi Beritan Asya, “Kapitalistlerin devrimler çağı bitti yalanı, Rojava devrimleriyle boşa çıktı. Yüzyıl önce<br />

Sovyet devrimi tüm dünya halklarına umut ışığı olduysa, yüzyıl sonra devrimin ışığı Ortadoğu’da Kürt halkının öncülüğünde Rojava’da<br />

yanmaya başladı” dedi.<br />

HABER MERKEZİ - Halkların Birlik<br />

ve Dayanışma Kurumu (SYPG), Kuzey<br />

Suriye’nin Qamişlo ve Kobane kantonlarında,<br />

1917 Ekim Devrimi’nin yıl dönümü<br />

dolasıyla “100. yılında Ekim Devrimi’nin<br />

ışığı Rojava’da büyüyor” şiarıyla paneller<br />

düzenledi.<br />

Qamişlo Kantonu’ndaki Mehmed<br />

Şexo Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen<br />

panele, İnsan Hakları Kurumu, Kongre<br />

Star, PYD, Din Alimleri Kurumu, Rojava<br />

Aydınlar Birliği, YRA, komün eşbaşkanları,<br />

mahalle meclisleri, YCR, TEV-ÇAND ile<br />

MLKP, MLKP/KKÖ, BÖG, TKEP/L, MKP,<br />

TKP/ML TİKKO savaşçıları katıldı.<br />

Saygı duruşu ve sinevizyon gösteriminin<br />

ardından panelin moderatörlüğünü<br />

yapan TEVDEM Yöneticisi Dıjwar Ahmed,<br />

Abdullah Öcalan üzerindeki tecride<br />

dikkat çekerek, tüm dünyanın buna ses<br />

çıkarması gerektiğini söyledi.<br />

BERSUM: ROJAVA<br />

HALKLARI EKİM<br />

DEVRİMİ’NDEN ÖĞRENİYOR<br />

Ardından ilk sözü alan Kuzey Suriye<br />

Demokratik Federasyonu Yürütme Konseyi<br />

Eşbaşkanı, aynı zamanda Süryani<br />

Birlik Partisi Eşbaşkanı Senhelib Bersum,<br />

Kuzey Suriye Federasyon sisteminin<br />

Ekim Devrimi’nin başlangıcındaki gibi<br />

demokratik bir yaşamı öngördüğünü ifade<br />

etti. Bersum, “Bu federasyon projesi<br />

Ortadoğu halklarının özlem duyduğu bir<br />

proje ve ilk olarak Rojava’da yaşam buldu”<br />

diye konuştu.<br />

Kongre Star Koordinasyonu’ndan Ruheyv<br />

Hesen ise Zilan, Sarya ve Arin Mirkan’ı<br />

anarak konuşmasına başladı. Rojava<br />

devrimini diğer devrimlerden ayıran özelliğinin<br />

kadın devrimi olduğuna dikkat çeken<br />

Hesen, “Özellikle ekonomi alanında<br />

üzerine düşen sorumlulukları yerine getirerek<br />

kendi imkanları doğrultusunda çok<br />

sayıda kooperatifler inşa ettiler. Dünyanın<br />

her yerinde kadınların ekonomide söz<br />

sahibi olması engellenirken, Rojava devriminde<br />

kadınlar kendi ekonomilerini ve<br />

kendi üretim alanlarını yarattılar. Kadınlar,<br />

Rojava devrimi ile birlikte kendilerine<br />

bir kez daha güvenmişlerdir ve bugün bu<br />

kadınlar tüm alanlarda, meydanlarda, en<br />

ön saflarda, en ön cephelerde savaşmaya<br />

devam ediyorlar” dedi.<br />

ASYA: DEVRİMLER BİTTİ<br />

PALAVRASI ROJAVA<br />

DEVRİMİYLE BOŞA ÇIKTI<br />

PKK lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan<br />

tecridi kınayarak sözlerine başlayan<br />

SYPG Kobanê temsilcisi Beritan Asya,<br />

Rojava devriminin başarıya ulaşması için<br />

tarihteki devrim örneklerine bakılması<br />

gerektiğini söyledi. Devrim mücadelesinde<br />

zaferler olduğu kadar yenilgilerin de<br />

olacağını söyleyen Asya, “Önemli olan bu<br />

yenilgilerden dersler çıkararak yürümektir.<br />

Kapitalistlerin o gün devrimler çağı<br />

bitti yalanı, Rojava devrimleriyle boşa çıktı.<br />

Yüzyıl önce Sovyet devrimi tüm dünya<br />

halklarına umut ışığı olduysa, yüzyıl sonra<br />

devrimin ışığı Ortadoğu’da Kürt halkının<br />

öncülüğünde Rojava’da yanmaya başladı.<br />

Rojava devrimi de, aynı Sovyet devrimi<br />

gibi içeriğiyle, emekçi ve ezilen halkları<br />

kapsıyor” diye konuştu.<br />

Avrupa’da Ekim Devrimi panelleri<br />

HABER MERKEZİ - Ekim Devrimi’nin<br />

100. yılı dolayısıyla Avusturya’nın<br />

başkenti Viyana ve Belçika’nın<br />

başkenti Brüksel’de paneller düzenlendi.<br />

Viyana’daki panel saygı duruşuyla<br />

başladı. Partizan, Sınıf Teorisi, Atılım<br />

ve Kürt özgürlük hareketi adına konuşmalar<br />

yapıldı. Sınıf Teorisi temsilcisi,<br />

“Ekim Devrimi neden yıkıldı?” sorusuna<br />

yanıt aradı. Sovyetler’de ortaya çıkmış<br />

kır-kent ayrımı, bürokratikleşme,<br />

parti-devlet ve ücret sorunu gibi noktaların<br />

altını çizen Sınıf Teorisi temsilcisi,<br />

komünist adalet anlayışından asla<br />

vazgeçilmemesi gerektiğini vurguladı.<br />

Sovyetler Birliği deneyiminde kadın özgürlük<br />

mücadelesinde olumlu gelişmelerin<br />

olduğunu vurgulayan Sınıf Teorisi<br />

temsilcisi, SBKP merkez komitesinde<br />

tek bir kadının olmayışının eleştirilmesi<br />

gerektiğini kaydetti.<br />

Atılım Gazetesi adına yapılan konuşmada,<br />

Bolşevik Parti’nin devrimde<br />

ısrar etmesinin onu başarıya ulaştırdığını<br />

belirtti ve Bolşeviklerin Avrupa’ya<br />

bakarak, onlardan öğrenmek ve onları<br />

beklemek yerine kendi atılımlarını<br />

yaptıklarını ifade etti. Sosyalizmde geri<br />

dönüş sorununun önemli bir sorun olduğunu<br />

vurgulayan Atılım Gazetesi<br />

temsilcisi, temel meselenin proletarya<br />

diktatörlüğü altında en geniş demokrasiyi<br />

kurmak olduğunu, günümüzde<br />

doğrudan demokrasi taleplerini de ciddiye<br />

almak, bu yaklaşımların geri yanlarıyla<br />

uzlaşmadan, demokratik katılım<br />

noktasında bir sentez oluşturmak gerektiğini<br />

söyledi.<br />

Belçika’nın başkenti Brüksel’de<br />

düzenlenen panele, Partizan ve Atılım<br />

Rojava devrimine tıpkı Ekim Devrimi’nde<br />

olduğu gibi kadınların öncülük<br />

ettiğinin altını çizen Asya, Kuzey Suriye<br />

Demokratik Federasyonu ile yeni bir sistemin<br />

inşa edildiğini kaydetti. Asya, ekledi:<br />

“Bugün önümüzde temel görevlerden<br />

bir tanesi bu sistemi, bu devrimi büyütmektir.”<br />

YÛSÎF: EKİM DEVRİMİ’NDEN<br />

ROJAVA’YA KADINLAR<br />

ROLLERİNİ OYNADI<br />

Kobanê Kantonu’nun Çand û Huner<br />

Baqî Xıdo Kültür Merkezi’nde düzenlenen<br />

panele ise TEV DEM, Kongre Star,<br />

KPC, HPC, İşçi Emekçiler Kurumu, Sağlık<br />

Bakanlığı, Aydınlar Birliği, mahalle meclisleri<br />

ve mahalle komünleri temsilcileri<br />

katıldı.<br />

Saygı duruşuyla başlayan ve Gülbahar<br />

Sadûn’un moderatörlüğünü yaptığı panelde,<br />

ilk olarak SYPG Kobanê Temsilcisi<br />

Beritan Asya sunumu yaptı. Ardından<br />

konuşan Kongre Star Koordinasyon üyesi<br />

Felek Yûsîf, “Ekim Devrimi’nden bugüne<br />

kadar kadınların emeği, verdikleri mücadele<br />

ile Rojava devrimini büyütüyoruz”<br />

dedi.<br />

Suriye Demokratik Kürt Partisi (PDKS)<br />

MK üyesi Gelo Îsa ise Kürtler, Araplar,<br />

Türkmenler, Asuriler, Süryanilerin Rojava<br />

devriminde bir araya geldiğini belirterek,<br />

“Bugün Suriye’nin bir bütün olarak demokratikleşmesi<br />

sorunu var. Rojava devrimiyle<br />

yeni bir ruh, yeni bir renk ortaya<br />

çıktı. Bu da, halkların kardeşliği ve eşitliği<br />

ruhudur. Bu topraklar tüm halklarımıza<br />

yeterlidir” dedi.<br />

temsilcileri katıldı. Panelde sosyalizmdeki<br />

geriye dönüşler, kadının konumu<br />

ve dünya sosyalist ve Türkiye sosyalist<br />

hareketinin bu deneyimi nasıl analiz ettiği<br />

üzerine tartışmalar yapıldı.


04 EKİM DEVRİMİ<br />

Atılım<br />

Ekim’in 100. yılında kapitalizmin<br />

varoluşsal krizi<br />

҉҉OLCAY ÇELİK<br />

Sosyalizmin 1950’li yıllarda kapitalist<br />

restorasyona uğraması ve nihayetinde<br />

revizyonist blokun 90’ların başında çökmesiyle<br />

birlikte “Tarihin sonunun geldiğini”<br />

vaaz eden burjuva ideolojisinin bizi<br />

getirip bıraktığı yer, büyüme oranları ve<br />

sanayi üretiminin durduğu, üretkenliğin<br />

çakıldığı, işsizlik, gelir dağılımı uçurumu<br />

ve kemer sıkma politikalarının giderek<br />

arttığı bir dünya oldu. ABD ve AB’de faşizm,<br />

ırkçılık ve göçmen karşıtlığı yükselişte.<br />

Dünya barışı şöyle dursun, 3. Dünya<br />

Savaşı’na doğru koşuyoruz. Ancak<br />

asıl sorun, kapitalizmin krizleri aşabilme<br />

kabiliyetinin ortadan kalkmasından kaynaklanıyor.<br />

Ortada ne toparlanmaya<br />

dair bir işaret ne de burjuvazinin yeni<br />

bir umut yaratacak ideolojik ve politik<br />

projesi var. Kısacası kapitalist üretim<br />

tarzı varoluşsal bir kriz içerisinde. Kâr<br />

için üretimin toplum için üretime dönüşmesinin<br />

ve kapitalist demokrasinin yerini<br />

de sosyalist demokrasinin almasının<br />

vakti çoktandır geldi.<br />

KÂRIN HAZİN ÖYKÜSÜ<br />

Kâr rekabeti, kapitalistleri daha az<br />

emekle daha çok üretme teknikleri yoluyla<br />

kendi metalarının değerini toplumsal<br />

değerinin altına düşürüp diğer<br />

kapitalistlerden ekstra kâr emebilmeye<br />

zorlar. Üretilen tüm değer, başlangıçta<br />

ekstra kâr olarak “ilerici” kapitaliste aksa<br />

da mutlak ve göreli artıdeğer sömürüsü<br />

teknikleri yaygınlaştıkça metanın bireysel<br />

ve toplumsal değeri arasındaki fark<br />

kapanacağından, kâr oranları düşer. İşte<br />

burada kapitalizmin temel çelişkisi açığa<br />

çıkar. Kâr rekabeti, üretilen meta sayısını<br />

devasa miktarlara ulaştırırken canlı<br />

emeği giderek daha fazla üretimden dışladığı<br />

için alım gücü kâr getirecek kadar<br />

çok meta satışını karşılayamaz ve yaratılan<br />

artıdeğer kütlesi gerçekleştirilemez<br />

olur. Toplam sermaye ne kadar artarsa<br />

artsın, elde edilen kâr kütlesinin artmadığı<br />

noktada kapitalizm aşırı üretim krizine<br />

girer. Depolardaki stoklar büyür, yeni<br />

üretim yapmak anlamsızlaşır.<br />

Bu, kapitalizmin dönemsel krizinin<br />

tipik bir seyridir. Çözümü, iflaslar ve imhalar<br />

yoluyla üretim araçlarının değerini<br />

düşürmek ve stokları yok etmek, böylece<br />

üretimi ve istihdamı arttırmaktır. Her<br />

dönemsel kriz, sermayeyi biraz daha<br />

merkezileştirir ve yoğunlaştırır. Ancak<br />

bir noktada pazarların doygunluğu krizlerin<br />

burjuva ideologlarının “yaratıcı yıkım”<br />

dediği bu yollarla çözülebilmesine<br />

↘ ↘ Tüm toplumsal sorunların temel kaynağı olan kâr için<br />

üretimin aşılmasının tek yolu, toplum için üretimdir. Üretim<br />

araçlarının mülkiyeti toplumsallaştırıldığı ölçüde üretim, bizzat<br />

üretenler tarafından ve üretenlerin ihtiyaçları doğrultusunda<br />

planlanır, böylece hem üretenlerin refahı yükselir hem de<br />

yaşamın maddi temellerini geliştirecek yatırımlar kapitalist<br />

üretim tarzına kıyasla çok daha yüksek oranda yapılabilir.<br />

Ekim Devrimi bu gerçeği bizzat göstermiştir.<br />

müsaade etmez. İhtiyaç olan şey yeni<br />

pazarlar ve çok daha yüksek bir merkezileşme<br />

ve yoğunlaşma düzeyidir. Bunu<br />

sağlayacak olan şey de sömürgecilik,<br />

tekelleşme, yani emperyalizm olmuştur.<br />

Kapitalizm, ilk ciddi aşırı-üretim krizini<br />

1870’lerde yaşadı ve bu krizi dünya<br />

ülkelerini sömürgeleştirerek aştı.<br />

Emperyalizmin tekelci kapitalizm evresi<br />

olarak adlandırılan bu süreç sonrasında<br />

1930’larda gelişen ikinci büyük aşırı-üretim<br />

krizi ise tekelci devlet kapitalizmi<br />

yoluyla aşıldı. Hem dünya pazarlarını<br />

hem de iç pazarları tehdit eden Bolşevik<br />

Devrimi karşısında kapitalist sınıf, liberalizmin<br />

en temel ilkelerini ve iç çelişkilerini<br />

bir kenara bıraktı ve burjuva devleti<br />

kolektif bir sermaye gücü olarak sahaya<br />

sürdü. 2. Paylaşım Savaşı’nın Büyük Antifaşist<br />

Savaşa dönmesiyle Sovyet iktidarını<br />

alt edemeyen, üstüne üstlük bir<br />

de yeni devrimlerin doğmasına yol açan<br />

tekelci sermaye, bu sefer de SSCB’yi<br />

ekonomik ve ideolojik kuşatmaya aldı.<br />

EMPERYALİST<br />

KÜRESELLEŞME EVRESİ<br />

1974-’75’de kapitalist üretim tarzı<br />

yeni bir aşırı-üretim krizi ile yüz yüze<br />

geldi. Bu kriz, öncelikle emperyalizmin<br />

tekelci devlet kapitalizmi evresinde kendi<br />

eliyle kurduğu ulus-devletlerin parçalanması<br />

ile aşılmaya çalışıldı. Böylece,<br />

giderek büyüyen bir sermaye gücü olan<br />

sosyal devlet aygıtı özelleştirmeler yoluyla<br />

sermayenin krizi aşabileceği yeni<br />

pazarı haline geldi.<br />

Emperyalizmin hala içinde bulunduğumuz<br />

son evresi olan ve emperyalist<br />

küreselleşme evresi olarak adlandırılan<br />

bu evrede, üretim süreci de verimliliği en<br />

üst düzeye çıkaracak ve sermaye devresini<br />

kısaltacak ölçüde dönüşüm geçirdi.<br />

Önceden klasik ve yeni sömürgecilik<br />

yoluyla meta ve sermaye ihracına dayalı<br />

olan üretim örgütlenmesi yerini üretim<br />

sürecinin bizzat kendisinin parçalanarak<br />

tüm dünyaya yayılmasına bıraktı. Uluslararası<br />

tekeller, üretim sürecinin düşük<br />

teknolojili ve emek-yoğun kısımlarını<br />

mali-ekonomik sömürge haline getirdikleri<br />

ucuz emek cenneti klasik ve yeni<br />

sömürge ülkelerin işbirlikçi kapitalistlerine<br />

devrederek hem emek maliyetlerini<br />

azalttılar hem de devasa orandaki sabit<br />

sermaye yatırımından boşanmış oldular.<br />

Bu da, tekel fiyatı uygulayarak bu ülkelerde<br />

üretilen artıdeğeri emebilmelerini<br />

sağladı. Sermaye dolaşımının önündeki<br />

tüm engeller kaldırıldı, iç pazarların yakın<br />

ilişkisine dayalı dünya pazarı, entegre<br />

hale gelmiş tek bir pazara dönüştürüldü.<br />

Ancak bu model kârların azalışını<br />

durduramadığı gibi, bu düşüşü kâr kütlesini<br />

arttırarak telafi etme çabaları da<br />

sıkışmayı engelleyemedi. Üretimden<br />

gelen kâr kütlesi artık yeniden üretime<br />

değil, hiçbir yeni değer üretmeyen ve<br />

tamamen önceden üretilmiş olan değeri<br />

yeniden paylaşmaya ve daha önemlisi,<br />

işçi sınıfının gelecekte üreteceği değeri<br />

bugünden gasp etmeye dayalı olan hayali<br />

sermaye pazarlarına akmaya başladı.<br />

İÇE DOĞRU PATLAMA<br />

Ancak tüm bu önlemler, 2008’de<br />

başlayan son krizin aşılmasına yetmiyor.<br />

2010’da uluslararası tekellerin yüzde 8<br />

olan kâr oranları 2016 itibariyle 2008<br />

krizi seviyesi olan yüzde 5-6’lara düşmüş<br />

durumda.(1) OECD, küresel ekonominin<br />

ortalama büyümesinin 2014-2030 arası<br />

yüzde 3.6 olacağını, 2060 sonrasında<br />

ise yüzde 0.5’e düşeceğini öngörüyor.<br />

(2) Toparlanma sinyalinin aranacağı en<br />

önemli göstergelerden biri olan toplam<br />

sabit sermaye yatırımlarının dünya hasılasına<br />

oranı 1980’de yüzde 26 iken,<br />

2015’de yüzde 23.5’e gerilemiş vaziyette.(3)<br />

Diğer bir önemli gösterge olan<br />

üretkenlikteki, yani göreli artıdeğer sömürü<br />

kapasitesindeki artış hızı da 90’lardan<br />

bu yana geriliyor.(4) Üretime dönmeyen<br />

kâr kütlelerinin hayali sermaye<br />

alanına yönelişinin boyutları da devasa<br />

miktarlara ulaşmış vaziyette. 2017 itibarıyla<br />

toplam borcun küresel ekonomiye<br />

oranı yüzde 220’ye ulaştı. Yani, mevcut<br />

üretimin toplamı kadar bir miktar gelecekten<br />

borç alınmış vaziyette!<br />

Sıkışan kârların işçi sınıfına yoksulluk,<br />

işsizlik ve gelir adaletsizliği olarak<br />

yansımasını da verilerden açıkça görebiliyoruz.<br />

Bugün en zengin yüzde<br />

1 dünya zenginliğinin yarısını alırken,<br />

en yoksul yüzde 80 ise bu zenginiliğin<br />

yüzde 5.5’ini paylaşıyor. Yedek işçi ordusuna<br />

2017 yılında yaklaşık 4 milyon<br />

işsizin daha katılacağı tahmin ediliyor.(5)<br />

Küçük burjuvazinin durumu da farksız<br />

değil. Orta sınıflar mülksüzleştirilip proleterleştiriliyor,<br />

yani proletaryanın tabanı<br />

giderek genişliyor. Öte yandan, kafa<br />

emeği ile kol emeği arasındaki gelir ve<br />

statü farkları ortadan kalkıyor.<br />

Özetle, fethedecek bir “dışarısı” kalmayan,<br />

üretim sürecini yeniden düzenleyen,<br />

mekansal sömürü yetmeyince bu<br />

sefer hayali sermaye yoluyla geleceği<br />

gasba kalkışan kapitalizm aşırı üretim<br />

krizini aşamadıkça içe doğru patlıyor.


Atılım<br />

EKİM DEVRİMİ<br />

05<br />

İDEOLOJİK KRİZ, İSYANLAR<br />

VE DEVRİMLER<br />

Ekonomik düzlemde yaşanan bu kriz<br />

hem giderek azalan yeni pazarlar üzerindeki<br />

emperyalist paylaşım savaşının<br />

şiddetini hem de tekeller üzerindeki<br />

maliyet azaltma baskısını arttırıyor. Bu<br />

da kendini, dışarıda politik İslamcı faşist<br />

hareketlerin yükselmesi ve mültecileştirme<br />

ile içeride ise düşen reel ücretler,<br />

bireysel borçlandırma, çalışma rejiminin<br />

esnekleştirilmesi ve kemer sıkma politikalarıyla<br />

gösteriyor. Giderek daralan<br />

emek pastasındaki payını korumak isteyen<br />

işçi sınıfının eski imtiyazlı üyeleri<br />

ve işçi aristokrasisi arasında ezilen ulus<br />

işçilerine, göçmenlere, mültecilere karşı<br />

faşizm, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı<br />

yükselişe geçiyor. Emperyalistler, kendi<br />

elleriyle yarattıkları bu ayrışmaları egemenliklerinin<br />

yeniden tesisi ve ilerletilmesi<br />

için kendi politika yelkenlerine<br />

rüzgar yapıyorlar ve sağ siyasetlerin<br />

yükselişinin yolunu döşüyorlar. Burjuva<br />

ideolojisinin demokrasi, bir arada yaşam,<br />

çok kültürlülük, refah toplumu vb. söylemlerinin<br />

maddi temeli azalan kârlara<br />

bağlı olarak gelişen kemer sıkma politikalarıyla<br />

birlikte ortadan kalkınca, yeni<br />

ideolojik düzenin üretebildiği tek şey<br />

sözde Batı medeniyetini barbarlardan<br />

koruma politikasından başka bir şey olmuyor.<br />

Bu süreç, eşitsiz gelişim yasasından<br />

kaynaklı olarak mali-ekonomik sömürgelerde<br />

çok daha sert yaşanıyor. Dünya-tarihsel<br />

konumu gereği düşük üretkenlikte<br />

emek-yoğun üretim yaparak,<br />

yaratılan artı-değerin aslan payını uluslararası<br />

tekellere aktarmak zorunda olan<br />

ve bu yüzden büyümeye devam edebilmek<br />

için emeğin çok daha yoğun baskılanmasına<br />

ve yüksek oranda yabancı<br />

sermaye girişine ihtiyaç duyan ülkeler,<br />

fonlar çekilince krize girmeye daha meyilli<br />

oluyorlar. Düşük tasarruf oranına<br />

bağlı olarak sosyal politika anlamında<br />

ileri kapitalist ülkeler kadar marjlarının<br />

olmaması bu ülkeleri hayatta kalabilmek<br />

için demokrasi meselelerini toptan rafa<br />

kaldırmaya, sömürgeci politikalara geri<br />

dönmeye, yayılmacı stratejilere başvurmaya<br />

sevk ediyor. Yaratılan iç savaşlar,<br />

toplumu faşist ve gerici histerilerle örülmüş<br />

bir “kurtuluş” ideolojisi ile ayakta<br />

tutulmaya çalışılıyor.<br />

Tabii bu kriz, devrimci olanakların<br />

doğmasına da yol açıyor. Sömürgeci<br />

boyunduruk altındaki ezilen uluslar bağımsızlıklarını<br />

ve özerkliklerini talep etmeye<br />

başlıyor. Öte yandan, emperyalist<br />

savaşın ortasında yeşeren, antiemperyalist,<br />

demokratik ve halkçı bir devrim<br />

olan Rojava devrimi, ezilenler için yeni<br />

bir yaşamın somut alternatifi olarak öne<br />

çıkıyor ve emperyalizmin içini boşalttığı<br />

ve artık savunulamaz duruma getirdiği<br />

demokratik ve çoğulcu toplumu inşa etmeye<br />

çalışıyor.<br />

KRİZ ANCAK SOSYALİZM<br />

İLE AŞILABİLİR<br />

Sosyalistler bilirler ki, bir toplumsal<br />

sistemin çökmesi ve aşılması, tarihin<br />

belli bir döneminde alınan siyasi yenilgiyle<br />

değil, üretici güçlerin ve mülkiyet<br />

ilişkilerinin ilişkisinin hareketinin sonucu<br />

belirlenir. Üretici güçleri geliştirme<br />

yeteneğini kaybeden üretim tarzları yıkılmak<br />

durumunda kalırlar. Sosyalizm,<br />

emperyalist saldırılar karşısında yenilmiştir.<br />

Ancak kapitalizm Pirus zaferlerinden<br />

bağımsız olarak “çökmektedir”,<br />

çünkü hiçbir dış etken olmadığı halde<br />

kendi kendisinin biricik engeli haline<br />

gelmiştir. Kâr için üretim sürdürülememekte,<br />

üretici güçleri geliştirememekte,<br />

üretimin toplumsallaşma düzeyi ona<br />

giydirilen mülkiyet düzeni gömleğine<br />

dar gelmektedir.<br />

Tüm toplumsal sorunların temel kaynağı<br />

olan kâr için üretimin aşılmasının<br />

tek yolu, toplum için üretimdir. Üretim<br />

araçlarının mülkiyeti toplumsallaştırıldığı<br />

ölçüde üretim bizzat üretenler tarafından<br />

ve üretenlerin ihtiyaçları doğrultusunda<br />

planlanır, böylece hem üretenlerin<br />

refahı yükselir hem de yaşamın<br />

maddi temellerini geliştirecek yatırımlar<br />

kapitalist üretim tarzına kıyasla çok<br />

daha yüksek oranda yapılabilir. Ekim<br />

Devrimi bu gerçeği bizzat göstermiştir.<br />

Planlı dönemde (1930-1956) üretici<br />

güçleri henüz yeterince gelişmemiş olan<br />

SSCB’nin milli geliri işçi sınıfının refahından<br />

taviz vermeden 12, sanayi üretimi<br />

22.7, üretkenlik 7.5 kat artmıştır. Oysa<br />

aynı dönemde kapitalizmin amiral gemisi<br />

ABD’de bu oranlar sırasıyla 2, 2.7 ve 2<br />

kat gibi cılız rakamlar olmuştur.<br />

Toplum için üretim, liberal demokrasinin<br />

maddi temelinden boşandırarak<br />

anlamsızlaştırdığı bir arada yaşama ve<br />

çok kültürlülük ideallerinin tam anlamıyla<br />

vücut bulacağı yegane üretim tarzı<br />

olacaktır. Kendi anayasasına, ordusuna,<br />

anadilde eğitimine ve ayrılma hakkına<br />

sahip olan 15 ayrı cumhuriyetin ve<br />

40’tan fazla halk topluluğunun gönüllü<br />

ve eşit birlikteliğini tesis etmiş olan Ekim<br />

Devrimi bunun en büyük kanıtıdır.<br />

1) UNCTAD World Investment Report<br />

2017<br />

2) Bu arada, gerçek büyümenin<br />

OECD’nin her tahmininden çok daha az<br />

gerçekleştiğini de belirtelim.<br />

3) Dünya Bankası Veri Seti<br />

4) UNCTAD Trade and Development<br />

Report 2016<br />

5) ILO World Employment and Social<br />

Outlook 2017 Report<br />

BEKSAV Ekim devrimini marşlarla kutladı<br />

İSTANBUL- Bilim, Estetik, Eğitim, Kültür, Sanat Araştırmaları Vakfı (BEK-<br />

SAV), Ekim devriminin 100. yılını devrimin marşlarıyla kutladı. “Devrim bir<br />

şiirdir, devrim bitmeyen bir şarkıdır” şiarıyla Su Tiyatro Gösteri Merkezi’nde<br />

gerçekleşen etkinliğe çok sayıda kişi katıldı. Açılış konuşmasını yapan<br />

BEKSAV Yönetim Kurulu Başkanı Kenan Ağbulut “Marksizm’in Leninizm’le<br />

buluştuğu o görkemli günü ve o günü yaratanlar önünde saygıyla eğiliyorum”<br />

dedi.<br />

Konuşmanın ardından devrim ve sosyalizm mücadelesinde yaşamını yitirenler<br />

için saygı duruşu yapıldı. Ekim devrimine can verenlerin fotoğraflarının<br />

yer aldığı sinevizyon gösteriminin yapıldığı gece BEKSAV Müzik Topluluğu’nun<br />

seslendirdiği devrim marşları ve devrim şiirleriyle devam etti.


06 EKİM DEVRİMİ<br />

Atılım<br />

Sovyetler’den Rojava’ya devrim kadınların eseri<br />

↘ ↘ Ekim Devrimi’nin 100. yılını kutlarken sınıfsız, sömürüsüz<br />

ve cins eşitlikçi bir dünyanın yaratılmasında sosyalizmin rolü<br />

ve kadın özgürlüğü bir kez daha güncelleniyor. Sovyet deneyimi,<br />

kazanımlar kadar kazanımları korumak için de kadın devrimine<br />

ihtiyaç olduğunu kanıtlamıştır. Bu nedenle, ayrı kadın<br />

örgütlenmesi ve kadınların geldiği düzey kadın devriminin<br />

garantisi olacaktır.<br />

҉҉EBRU YILDIRIM<br />

Nerede karanlığa karşı bir ışık görürseniz<br />

gözünüz kadınları arasın ve nerede<br />

koyu bir karanlık varsa bilin ki orada<br />

yaşam eksiktir: Kadın yoktur.<br />

Ekim Devrimi’nin 100. yılını kutlarken<br />

sınıfsız, sömürüsüz ve cins eşitlikçi<br />

bir dünyanın yaratılmasında sosyalizmin<br />

rolü ve kadın özgürlüğü bir kez daha<br />

güncelleniyor. Kadınlar kendi kurtuluşları<br />

olan devrimin savunulmasında<br />

Sovyetler Birliği’nden Rojava’ya en ön<br />

cephede can bedeli dövüştü. Ekim Devrimi’nin<br />

fitilini ateşleyen ‘Ekmek istiyoruz’<br />

grevi ile Rus Duma’sına yürüyen ve<br />

Çarı deviren kadınlar, Hitler faşizmine<br />

karşı anavatanını da aynı öfke ve kararlılıkla<br />

savundu. ‘Kobane düştü düşecek’<br />

diyenler gibi iki ayda Stalingard’ı<br />

düşürme hesapları yapanların hevesi<br />

kadınların da eğitimiyle kursağında kaldı.<br />

20 yaşında genç kadınlardan birkaç<br />

aylık eğitimle oluşturulan Gece Hava<br />

Bombardıman Alayları, Nazilerin korkulu<br />

rüyası oldu. Telsiz ve paraşütsüz<br />

havalanan uçakların birçoğu hedefi vurduktan<br />

sonra geri dönemedi ama her<br />

gece uçaklar Nazi askerlerinin üstüne<br />

uçtu. Anavatan savunmasında 1 milyon<br />

kadın yer aldı ve IŞİD barbarlığına karşı<br />

bedenini siper eden Arin gibi yüz binlerce<br />

kadın, Hitler faşizmine karşı bedenini<br />

siper etti devrime. Kadınlar Rojava’da<br />

olduğu gibi Sovyetler’de de devrimin<br />

kurtuluşları olduğunu ve savaşa rağmen<br />

toplumsal yaşamda nasıl bir ilerleme<br />

yaşadıklarını görmüşlerdi. Devrimin savunulmasında<br />

en ön cephede olmalarından<br />

daha doğal bir şey yoktu.<br />

Ekim Devrimi’nden hemen sonra<br />

Çarlık dönemine ait evliliği ve boşanmayı<br />

düzenleyen yasalar kaldırıldı. Çalışma<br />

yasasına ilişkin eşit işe eşit ücretin yanı<br />

sıra ücretli annelik ve bakım izni vb. kadını<br />

toplumsal yaşama katabilmek için<br />

bir dizi yasa uygulandı. Devrim öncesinde<br />

kadınların sadece %13’ü sanayide<br />

çalışıyordu ve erkeklerin aldığı ücretin<br />

3/5’ini alıyordu. 1941 yılına gelindiğinde<br />

sanayide çalışan kadın sayısı %53,<br />

demiryollarında %36, eğitimde % 73,<br />

sağlık alanında % 83’e ulaştı.<br />

Devrimden iki ay sonra kadını eve<br />

bağlayan çocuk bakımı özel bir kararnameyle<br />

“doğrudan devletin yükümlülüğü”<br />

olarak ilan edildi. Anayasanın 122.<br />

Maddesi ile “SSCB’de kadın ekonomik,<br />

kültürel, toplumsal ve politik yaşamın<br />

bütün alanlarında erkeklerle eşit haklara<br />

sahiptir” denilerek kadın hakları güvence<br />

altına alındı. Kürtajı yasal bir hak<br />

olarak tanıyan ilk ülke olan Sovyetler<br />

Birliği’nde kadının ikincil rollerini büyük<br />

ölçüde azaltacak bakım evi, kreş ve çocuk<br />

yuvaları açılması için bütçeden ayrılan<br />

pay 1936 yılında iki katına çıkarıldı.<br />

1914 yılında 9 olan doğum merkezi sayısı<br />

1937 yılında 4 bin 175’e ulaşmıştı.<br />

Çarlık Rusya’sında kadınlar, din, Çarlık<br />

ve koca üçgeninde kölece koşullarda<br />

yaşıyordu. Tarım ülkesi olan ülkede<br />

sabahtan gece yarılarına kadar tarlada<br />

çalışan, hayvanlara bakan ve evin geçimini<br />

sağlayan kadınların toprak üstünde<br />

hiçbir hakkı yoktu. 1941 yılında 100<br />

binin üzerinde kadın biçerdöver, traktör<br />

ve karmaşık tarım makinelerini kullanır<br />

hale geldi.<br />

Aşçı kadından devlet yöneticisi yapmayı<br />

rehber edinen Ekim Devrimi, kadınların<br />

yönetim mekanizmalarında yer<br />

almasını da özel olarak teşvik etti. 1948<br />

yılında SSCB Yüce Sovyet’inde kadın<br />

temsiliyeti %20, Birlik Cumhuriyetleri<br />

Yüce Sovyet’inde %26,5, Özerk Cumhuriyetler<br />

Yüce Sovyet’inde %29’du.<br />

Ayrıca, bölgesel ve yerel mahkeme başkanlarının<br />

%35’i kadındı.<br />

100 yıl önce Ekim Devrimi, dünya<br />

halklarına ve kadınlara başka bir dünyanın<br />

mümkün olduğunu göstermişti.<br />

Emperyalistlerin her türlü gerici saldırısına<br />

ve iç ihanetlere rağmen ezilenlerin<br />

sınıfsız, sömürüsüz ve cins eşitlikçi bir<br />

düzen özleminin somut inşasını gerçekleştirdi.<br />

21. yüzyılda ise aynı ruh ve kararlılıkla<br />

Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu<br />

sadece Ortadoğu halkları ve<br />

kadınları için değil, tüm dünya halkları<br />

ve kadınları için aynı umudun ışığını<br />

taşıyor. Kadınlar, kuşkusuz aradan geçen<br />

100 yılda birçok kazanım elde etti<br />

ve erkek egemen kapitalist sistemde<br />

birçok gedik açtı. Ekim Devrimi’ndeki<br />

kadın alaylarından YPJ’ye, kotadan eşit<br />

temsiliyete, eşit ücretten kadın kooperatiflerine<br />

kadar kadınlar, Ekim Devrimi<br />

kazanımlarını büyüterek yoluna devam<br />

ediyor.<br />

Son olarak Sovyet deneyimi, kazanımları<br />

korumak için de kadın devrimine<br />

ihtiyaç olduğunu kanıtlamıştır. Kadınların<br />

toplumsal yaşamdan dışlandığında<br />

geriye dönüşün hızı çok yüksektir. Bu<br />

nedenle, ayrı kadın örgütlenmesi ve kadınların<br />

geldiği düzey kadın devriminin<br />

garantisi olacaktır.<br />

Yasemin Çakal:<br />

Tacizciler dışarıda, kadınların avukatları tutuklanıyor<br />

İSTANBUL - Özsavunma hakkını<br />

kullanarak kendisine sistematik şiddet<br />

uygulayan erkeği öldüren ve uzun süre<br />

hapishanede tutulan Yasemin Çakal’a,<br />

o süre zarfında en büyük desteği kadın<br />

avukatlar verdi. Ezilenlerin Hukuk Bürosu<br />

avukatları Sezin Uçar ve Özlem<br />

Gümüştaş’ın tutuklanmasına tepki gösteren<br />

Çakal, Sezin’i anlatırken “O, bizim<br />

gibi insanların yanında olan bir kadındı.<br />

Avukattan öte arkadaştı” diyor.<br />

Jin News’ten Evrim Kepenek’e konuşan<br />

Çakal, Sezin Uçar’ın tutuklandığını<br />

duyunca çok şaşırdığını ve halen<br />

şaşkınlığının devam ettiğini anlatırken,<br />

“Siyasetle bir ilgim yok. Ben siyasetten<br />

anlamam. Ancak Sezin gibi insanlar neden<br />

tutuklanır, bunu anlayamıyorum” diyor.<br />

İstismar, taciz, kadın cinayeti suçlularının<br />

cezaevlerinden şartlı tahliyelerle<br />

salıverildiğine dikkat çeken Çakal, şöyle<br />

devam ediyor: “Çocuk tacizcileri, kadın<br />

katilleri dışarıda gezerken, kadınların<br />

avukatları neden tutuklanıyor? Sezin’in<br />

ne kadar iyi bir insan olduğunu herkese<br />

anlatmak istiyorum. Ben bunu kabul<br />

edemiyorum. Umarım bu yanlıştan bir<br />

an önce dönülür ve Sezin’i serbest bırakırlar.<br />

Kadınlara destek olan, kadınlar<br />

için çalışan bir avukat neden tutuklanır?<br />

Kendi müvekkili olsun olmasın tüm kadınlara<br />

yardım eden, destek olan bir kadındı.<br />

Sezin’i tutuklayarak neyi önlüyorlar?<br />

Bizim gibi kadınların ona ihtiyacı var.<br />

Benim ona ihtiyacım var.”<br />

Yasemin Çakal, önümüzdeki günlerde<br />

Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı’na<br />

başvuru yaparak, özel bir izinle Sezin<br />

Uçar’ı görmeyi hedefliyor.


Atılım<br />

EKİM DEVRİMİ<br />

Ekim Devrimi’nin can suyu kadın önderler<br />

↘ ↘ “Başlarında eşarp (çok nadiren kızıl bir bandana), eski bir etek, yamalı bir kışlık ceket… Genç ve yaşlı kadın işçiler ve asker eşleri,<br />

köylü kadınlar ve kentli yoksul ev kadınları.” Böyle tanımlıyordu Kollontai, Ekim Devrimi’ne can veren kadınları. Kadın devriminin yolunu<br />

açan Ekim Devrimi 100. yılında. Çoğu erkeklerden oluşan Bolşevik Parti’de yer alan kadın devrimciler, devrimin inşasında büyük<br />

rol aldı ve iç savaş yıllarında muazzam bir özveriyle mücadele etti. İşte devrime can suyu olan kadın önderler...<br />

07<br />

ALEXANDRA KOLLANTAİ<br />

Burjuva bir aileye mensup Alexandra Kollantai,<br />

ailesinin beklentisinin tersine yönünü emekçilerden<br />

yana döner, Marx ve Engels’in yazılarını<br />

okur. 20 yaşında evlenen Kollantai, 1893’de evini<br />

terk eder ve ekonomi eğitimi için Zürih’e gider.<br />

1906’da Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin<br />

(RSDİP) Menşevik kolunda çalışır. Alman komünist<br />

Rosa Luxemburg’tan etkilenerek Rusya’ya<br />

dönen Kollantai, “Sınıf Mücadelesi” üzerine yazıları<br />

nedeniyle Almanya’ya sürgün edilir. Burada<br />

sosyalizm üzerine çalışmalar yapar. 1915’de Bolşeviklere<br />

katılır. 1917’de tekrar Rusya’ya dönerek<br />

hükümetteki tek kadın olur. Çalışmalarında<br />

kadın özgürlüğünü öne çıkaran Kollantai, Lenin<br />

Nişanı ve İşçi Sınıfı Kızıl Sancağı’na layık görülür.<br />

KLAVDİA NİKOLAYEVA<br />

Klavdia, Bolşevik Parti’ye 16 yaşındayken 1908’de<br />

katılır. Uzun yıllar matbaa işçiliği yapan Klavdia defalarca<br />

kez tutuklanır, sürgüne gönderilir. Bu yıllar, onu<br />

yıldırmak yerine iradesini çelikleştirir. Vologda’da sürgündeyken<br />

bir keten bezi fabrikasında örgütlenme<br />

faaliyeti yürütür. 1917 devrimi başlayınca Petrograd’a<br />

döner ve kadın gazetesi Kommunitska’nın sorumluluğunu<br />

üstlenir. Komünist Parti Merkez Komitesi’nin<br />

çalışan kadınlar bölümüne başkanlık eden Klavdia, kadın<br />

işçilerin, asker eşlerinin ve köylü kadınların partiye<br />

çekilmesi gerektiğini söyler ve bunun için çabalar.<br />

ZOYA KOSMODEMSYANSKY<br />

1930’da ailesiyle birlikte Moskova’ya yerleşen<br />

Zoya, 1938’de Komsomol’a katılır. Lise öğrencisiyken<br />

partizan birimi için gönüllü olur. Zoya’nın<br />

partizan birimi, Batı Cephesi Kurmayı olarak atanır.<br />

Birlikteki bin kişiden sadece yarısı savaştan sağ çıkar.<br />

Zoya, Alman askerlerinin konuşlandığı Petrischevo<br />

köyünde bir işbirlikçinin ihbarıyla yakalanır.<br />

Ağır işkencelerden geçen Zoya, kendisine sorulan<br />

hiçbir sorunu yanıtlamaz. Sadece “ismin ne” sorusuna<br />

“Tanya” yanıtını verir. İnfaz edileceği yere çıplak<br />

ayakla yürütüldüğünde “Ölmek için korkmuyorum!<br />

Halkım adına öleceğim için mutluyum!” diye seslenen<br />

Zoya, asılarak katledildiğinde 18 yaşındadır.<br />

YELENA DMİTRİYEVNA STASSOVA<br />

1873’de Petersburg’ta doğan Yelena, örgütçü<br />

nitelikleriyle parti içinde öne çıkan bir devrimciydi.<br />

Uygun işe uygun insanı seçebilmek gibi parti<br />

örgütlenmesi açısından hayati değer taşıyan nitelikler<br />

onun en önemli özelliğini oluşturuyordu.<br />

Davaya adanmış bir hayat sürdürür. Lenin’in zorlu<br />

yeraltı çalışması sırasında yan yana çalışır, Parti<br />

Merkez Komitesi sekreteri olarak mücadelesini<br />

sürdürür. Kollantai, Yelena’yı şu sözlerle anlatır:<br />

“Daima görevinin başında, ama asla ön sıraya, ön<br />

plana çıkmadan. İlgi odağı olmaktan hiç hoşlanmazdı.<br />

Derdi, kendisi değil davaydı.”<br />

NADEJDA KONSTANTİNOVNA<br />

KRUPSKAYA<br />

Krupskaya henüz 10 yaşındayken, Narodnikler<br />

Çar 2. Aleksandr’a bir suikast düzenler. Krupskaya’nın<br />

öğretmeni de tutuklanan çok sayıda devrimci<br />

arasındadır ve Krupskaya, öğretmeni sayesinde<br />

devrimciliğe sempati duyar. 1890’da işçilerin eğitimi<br />

için kurulan okullarda çalışırken Marksizmle<br />

tanışır. 1894’de Lenin’le yolları kesişir ve 1895’de<br />

yoldaşlarıyla “İşçilerin Kurtuluşu İçin Mücadele<br />

Birliği”ni kurar. Örgüt yayınlarında yazıları yayımlanan<br />

Nadejda, illegal yayınların işçilere dağıtılması<br />

ve fabrikalarda ajitasyon sorumluluğunu üstlenir.<br />

Ufa’da Lenin’le birlikte sürgündeyken aynı yerde<br />

kalabilmek için evlenirler. Esas olarak Vperyod<br />

(İleri) ve Proletari (Proleter) gazetelerinin yazı kurullarında<br />

görev alsa da, Bolşeviklerin Avrupa’da çıkardığı<br />

tüm yayınlarda çalışmıştır. Sürgünden döndükten<br />

sonra gençlik çalışmasında sorumluluk alır.<br />

ANNA ILYINIÇNA YELIZAROVA<br />

1864 yılında doğan Anna, 1 Mart 1887’de Çar’a<br />

suikast hazırlığı suçlamasıyla ağabeyi Aleksandr<br />

İlyiç Ulyanov ile birlikte tutuklanır ve 5 yıl hapis<br />

yatar. 1912-’14 yılları arasında Bolşevik Parti’nin<br />

yayın organı Pravda Prosveşçe ve Rabotnitsa’da<br />

(Kadın İşçi) çalışır. Derginin uzun süre editörlüğünü<br />

yapar. Parti için maddi yardım fonu oluşturma işinde<br />

ve parti yayınlarının ülkeye sokulmasının örgütlenmesinde<br />

çalışır. Anna, Lenin’in kardeşidir. Sibirya’da<br />

sürgünde olan Lenin, “Dzhems” kod adını alan<br />

Anna sayesinde Petrograd, Moskova başta olmak<br />

üzere diğer şehirlerdeki parti komiteleriyle iletişimini<br />

sürdürür. Şubat devrimi öncesinde tutuklanan<br />

Anna, ayaklanan halk sayesinde özgür kalır. Pravda’nın<br />

sekreteri olarak görev alan Anna, ayrıca Tkaç<br />

(Dokumacı) dergisinin editörlüğünü de yürütür.<br />

INESSA ARMAND<br />

Burjuva bir aileye mensup Inessa, Paris’ten Moskova’ya<br />

yerleşir. Müzik, sanat dallarında eğitim alan<br />

Inessa, dört dili anadili gibi konuşur. 5 çocuğu varken<br />

1903’de evini terk ederek RSDİP’e katılır ve İsviçre’ye<br />

gider. Sonrasında Bolşevik Parti’ye katılır.<br />

Çarlık Rusya’sına karşı yürüttüğü mücadelede 5 kez<br />

tutuklanır, sürgün edilir. Batı Avrupa’daki tüm Bolşevik<br />

grupları koordine eder ve Yurtdışı Örgütlenme<br />

Komitesi’nin sekreterliğini üstlenir. Ekim Devrimi’nin<br />

ardından Moskova Sovyeti’nin yöneticisi olan Inessa,<br />

Komünist Parti’de ve sendikalarda kadınların eşitliğini<br />

sağlamaya dönük örgütlenmeler yapar. 1920’de<br />

Komünist Kadınlar Enternasyonal Konferansı’nın<br />

toplanmasını sağlar ve başkanlığını yürütür.


08 EKİM DEVRİMİ<br />

Atılım<br />

Rusya’da Ekim Devrimi ve “Yeni İnsan”<br />

҉҉KUTSİYE BOZOKLAR<br />

Mihail Şolohov’un Uyandırılmış<br />

Toprak romanını okudunuz mu bilmiyorum.<br />

Romanın kahramanı Semyon<br />

Davudov’dur. Ünlü Putilov fabrikasından,<br />

Ekim Devrimi’nin komünist<br />

yetiştiren ocaklarından birinden. Toprak<br />

devrimi başladığında yirmi bin komünist<br />

öncü, işçi kökenli yirmi bin kişi<br />

kırsal alanlara gönderilir. “Yirmibinlikler”<br />

denilir bunlara. Kırsal alanda proletaryanın<br />

dünya görüşünü ve yeni<br />

yaşam biçimlerini hayata geçirmenin<br />

öncüsü olacaklardır. Roman, uzun zaman<br />

karşı devrime beşiklik etmiş Don<br />

Kazaklarının yaşadığı bölgede partinin<br />

Kolhozlar ve ortak çiftlikler kurmak<br />

için verdiği mücadeleyi, köylülerin<br />

sosyalizme kazandırılması sürecini<br />

anlatır.<br />

Semyon Davudov ve köydeki parti<br />

temsilcisi Makar Nagulnov bana “Yeni<br />

İnsan” tipinin, sosyalizmin ürünü olması<br />

gereken; kavgacı, mücadeleye,<br />

insana bağlı, direngen, umutlu, ortaklaşacı,<br />

kısaca kolektif insan tipinin<br />

öncüleriymiş gibi görünür. Sosyalizm<br />

davasına bir ömrü adayabilmiş insanlardır.<br />

Halka karşı dürüst, açık ve anlayışlıdırlar.<br />

Kavramaya ve ikna etmeye<br />

çalışırlar. Makar, bir dünya devrimi<br />

beklemektedir örneğin ve bu nedenle<br />

Don kıyısındaki ücra köyde İngilizce<br />

öğrenmeye çalışmaktadır hani. İngiliz<br />

emekçileriyle nasıl ilişki kuracaktır<br />

yoksa?<br />

Ama daha sonra yazılmış pek çok<br />

Sovyet romanını okuduğumuzda bencillikten<br />

arınmış, eşitlikçi ideale bağlı,<br />

bireycilikten uzak yeni insan tipinin,<br />

hiç olmazsa prototipini olsun görmek<br />

mümkün olmaz. Ehrenburg’un<br />

romanlarında emekçi kökenli olmayan<br />

komünist tipler vardır: Sergey,<br />

Mado gibi. Ya da, Paris Düşerken’in<br />

işçi kahramanı Michaud gibi. Ama onlar<br />

da eskinin bağrında yetişmiş “aydın”<br />

tiplerdir. Ve devrimden yıllarca<br />

sonra yazılmış bu romanlarda “Yeni<br />

İnsan”ı bütün özellikleriyle bulmakta<br />

zorlanırız. Oysa romanda ve genel<br />

olarak sanatta, gerçeklik olduğundan<br />

daha saf ve daha sahih haliyle vardır.<br />

Sovyet edebiyatında “Yeni İnsan” tipine<br />

uygun kişilikler bulamamamız<br />

rastlantı değildir. Çünkü sanatçı, tüm<br />

yaratıcılığına rağmen ancak “gerçek”<br />

olanı yansıtabilir. Öyle bir insan tipi<br />

gerçekte var olmadığı için romanlarda<br />

ve genel olarak edebiyatta rastlayamıyoruz<br />

onlara.<br />

Rusya’da Ekim 1917’de gerçekleştirilen<br />

ilk sosyalist devrim, yeni bir<br />

dünyanın kapılarını aralıyordu insan<br />

soyuna (insan oğluna değil). İnsanın<br />

insan tarafından sömürülmediği, ezenin<br />

ve ezilenin olmadığı bir dünya<br />

olacaktı bu. Binlerce yıldır bir sınıflı<br />

toplumun yerini bir diğeri almış, bir<br />

ezenin yerine yeni bir ezen geçmişti.<br />

Ama işte insanlığın tarih öncesi sona<br />

eriyordu artık. Ne ezen, ne ezilen, ne<br />

sınıf, ne de sınıf sömürüsü olacaktı.<br />

Bu yeni bir yaşam biçimi, yeni bir<br />

kültür, yeni bir eğitim ve tüm bunların<br />

yarattığı yeni bir insan tipi demekti.<br />

1919 yılında gençlere yaptığı bir<br />

konuşmada şöyle diyordu Lenin: “Eski<br />

toplum şu ilkelere dayanıyordu: Soy<br />

ya da bırak başkaları soysun; başkaları<br />

için çalış ya da başkalarını kendin için<br />

çalıştır, köle sahibi ol ya da köle. Böyle<br />

bir toplumda yetişen insanlar, doğal<br />

olarak analarının sütünü emerken bir<br />

yandan şu psikolojiyi, alışkanlığı ya da<br />

kavramı da hazmedeceklerdir: Sen,<br />

ya bir köle sahibisin ya da bir köle.<br />

Ya da küçük bir mal sahibi, küçük bir<br />

emekçi, küçük bir memur ya da aydın.<br />

Kısacası, sadece kendisiyle ilgilenen,<br />

başkalarına bir nebze olsun önem vermeyen<br />

bir insan.”<br />

Binlerce yılın, özel mülkiyetin ve<br />

onun yarattığı kültürün; yaşam biçimlerinin,<br />

alışkanlıklarının ürünüydü<br />

bu “başkalarına bir nebze olsun önem<br />

vermeyen” insan tipi. Sosyalizm, böyle<br />

bir zihniyeti böyle bir ruh halini<br />

değiştirmek zorundaydı. Çünkü bu<br />

tarz insanlarla “komünist” bir toplum<br />

kuruluşuna gitmek mümkün değildi.<br />

“Kendimize komünist adını veriyoruz.<br />

Nedir komünist? Komünist, Latince bir<br />

kelimedir. Latince’de Commünis ‘ortak’<br />

anlamına gelir. Komünist toplum, her<br />

şeyin (toprağın, fabrikaların) ortak bir<br />

mülkiyetin olduğu ve halkın ortaklaşa<br />

çalıştığı bir toplumdur. İşte komünizm<br />

budur.” (Lenin) Ortaklaşa çalışmayı<br />

gerçekleştirebilmek kolektif bir zihniyeti<br />

yerleştirmekle mümkündür. Ancak<br />

komünistler, kendilerine ortaklaşacı<br />

adını verseler de eski toplumdan<br />

ortaklaşıcılıkla ilgili olarak üretimin<br />

‘sosyal’liği dışında bir şey miras kalmaz.<br />

Sosyalizmden önceki tüm toplumlarda<br />

yeni toplum eskisinin bağrında<br />

gelişip serpilir. Kapitalist ekonomi, feodal<br />

toplumun bağrında gelişip serpilmiştir.<br />

Ve belli bir olgunluk düzeyine<br />

eriştiğinde politik iktidarı devralmıştır.<br />

Kapitalist kültür de feodalizmin<br />

bağrında gelişip serpilmiştir ve politik<br />

iktidar alındığında kapitalist kültür<br />

belli bir erginlik düzeyindedir. Proletarya<br />

iktidara geldiğinde ise ona kalan<br />

yalnızca insanlığın engin kültürel birikimidir.<br />

Gerektiği biçimde yararlanabilmesi<br />

için.<br />

Proletarya, üretim araçlarına sahip<br />

olmayan mülksüz bir sınıftır. İşte bu<br />

yüzden kültürel üretimin araçlarına<br />

da sahip değildir. Bir sınıfın kültürü,<br />

o sınıfın organik aydınları ve sınıfın<br />

kendisi tarafından yaratılır. Öğrenmenin<br />

araçlarına sahip olmayan proletaryanın<br />

organik aydınları da hemen hemen<br />

yok gibidir. Onun içindir ki ‘bilinç<br />

ona dışarıdan taşınır’. Onun içindir<br />

ki, yeni bir kültürü iktidarı ele geçirdikten<br />

sonra yaratacaktır. Kısaca, her<br />

şeye en baştan başlamak zorundadır.<br />

Yapılması gereken kolay değildi. Hem<br />

yeni zihniyetin ekonomik koşullarını<br />

yaratacaksın hem de yeni bir ekonomiyi<br />

ortaklaşacı bir dünyayı yeni bir<br />

zihniyetle donatılmış insanlarla yaratacaksın.<br />

Geri kapitalist, küçük köylüler<br />

ülkesi Rusya’da gerçekleşti ilk<br />

sosyalist devrim ve geldiğimiz noktada<br />

bir yenilgi yaşandı. Bu ‘Yeni İnsan’<br />

tipinin gelişmesinin de kotarılamaması<br />

demektir.<br />

Köylü ülkesi olmak demek, küçük<br />

meta ekonomisinin yaygınlığı demektir.<br />

Küçük köylünün olduğu her yerde<br />

küçük meta üretimi vardır. Bu, kapitalizmin<br />

durmadan yeniden yeniden<br />

sonsuz sayıda üretilmesi demektir.<br />

Burjuva zihniyetin, tutuculuğun, küçük<br />

burjuva bencilliğinin, disiplinsizliğin<br />

yeniden yeniden üretilmesi<br />

demektir. Kapitalizmin emekçiye ve<br />

köylüye miras bıraktığı alışkanlıkları<br />

yenmek, kapitalistleri ve sömürücüleri<br />

devirmekten ve onların mülkiyet<br />

haklarını ortadan kaldırmaktan daha<br />

zordur. Çoğunlukla edilgen ve pasif<br />

olan, bu yüzden de özellikle direnen<br />

ve üstesinden gelmesi oldukça güç<br />

olan, sayısız küçük çaplı üretim kalıntılarının<br />

direncini yenmek zorunludur.<br />

Bu kalıntılara bağlı olan alışkanlık ve<br />

tutuculuğun büyük gücünü yenilgiye<br />

uğratmak şarttır. Bütün bunları başarma<br />

gücü proletaryada vardır. Ama<br />

Marks’ın “Ölmüş tüm kuşakların geleneği,<br />

yaşayanların beynine bir karabasan<br />

gibi çöker” tespiti, proletarya ve<br />

emekçiler için herkesten fazla geçerlidir.<br />

Bu nedenle, zordur eskiyi fırlatıp<br />

atmak ve yepyeni bir insan tipi yaratmak.<br />

Binlerce yılın zihinlerde yer eden<br />

ya soyacaksın ya da soyulacaksın; ben<br />

kendi çıkarıma bakarım; bizde en iyi<br />

ifadesini “her koyun kendi bacağından<br />

asılır”da bulan psikolojisini değiştirmek<br />

hem bir zihniyet devrimini gerekli<br />

kılar hem de bu zihniyet değişikliğinin<br />

sürekliliğini sağlayacak ekonomik sosyal<br />

koşulların oluşturulmasını. Ekim<br />

Devrimi gerçekleştirildikten sonra<br />

Rusya iç savaş koşullarını yaşadı. Zaten<br />

ülke dünya savaşından yeni çıkmıştı.<br />

1919 yılında Lenin “Rusya’nın<br />

bugünkü ekonomisi ne?” sorusuna şu<br />

yanıtı verir: “... Geniş ölçüde büyük sanayinin<br />

temellerini atma ve kapitalistlerin<br />

milyonlarca biçimlere bürünen inatçı<br />

direnişlerinin üstesinden gelerek eski<br />

kapitalist ekonomiyi yeniden örgütleme<br />

görevlerinden ibaret bulunduğu yanıtını<br />

vermek zorunda kalırız.”<br />

Şüphesiz Marksistler komünizmle<br />

sosyalizm arasında bir aşama farkı görürler.<br />

Sosyalizm yine de komünizmin<br />

kapitalizmden hemen çıktıktan sonraki<br />

halidir. Komünizmde; çalışmanın<br />

gönüllü olduğunu, bütün işlere aynı<br />

ücretin ödendiğini, emek-değer yasasının<br />

tümüyle geçersiz kalındığını<br />

biliriz. İnsanın istediği zaman balıkçı<br />

istediği zaman ressam olabileceği<br />

bir dünya düşünürüz. Tüm bunlar ilk<br />

aşamadan başlayarak gerçekleşme<br />

yoluna girecektir şüphesiz. Ama dünyanın<br />

ilk sosyalist ülkesinde, büyük<br />

ölçekli sanayinin hemen kurulması,<br />

kıtlık koşullarında emeğin üretkenliğinin<br />

acilen artırılması bu gibi nedenleri,<br />

burjuva uzmanların kullanılması<br />

gibi yaşamsal sorunlar vardı. Her türlü<br />

emeğin eşit ücret alması; bilimsel bilgiye<br />

sahip burjuva uzmanların kullanılması<br />

zorunluluğu yüzünden, mujik<br />

alışkanlıkları yüzünden gerçekleşemedi.<br />

Emeğin verimliliğinin yükselmesi,<br />

prim sistemi ve burjuva uzmanların<br />

kullanılması olmadan mümkün<br />

olamadı. “... emeğin ölçüsü ve karşılığı<br />

mutlaka saptanmalıdır, çünkü kapitalist<br />

toplum arkasında birçok kalıntılar ve<br />

alışkanlıklar bırakmıştır: Emeğin parçalanması,<br />

sosyal ekonomiye güvensizlik,


Atılım<br />

EKİM DEVRİMİ<br />

09<br />

bütün köylü ülkelerde hüküm süren küçük<br />

mülk sahibi alışkanlıkları gibi.” “Bütün<br />

bunlar gerçek komünist ekonomiye<br />

aykırıdır. Komünizm öyle bir addır ki,<br />

bu sistemde insanlar görevlerini yerine<br />

getirmek için özel bir zorlama aygıtına<br />

gereksinmezler, bunu gönüllü olarak<br />

yapmayı bir alışkanlık haline getirirler<br />

ve kamu yararı için ücretsiz çalışmak<br />

yaygın bir olay halini alır. Açıkça görüleceği<br />

gibi ‘komünizm’ kavramı, henüz<br />

kapitalizme karşı tam bir zaferin ilk<br />

adımını atmakta olanlar için uzak bir<br />

kavramdır.” (Lenin, 1919) Ancak bu<br />

uzaklığın gittikçe küçülmesi gerekiyordu.<br />

1919 yılı komünist Subbotnikler<br />

deneyiyle de ilgi çekici bir yıl oldu.<br />

Komünist Subbotnikler, emekçilerin<br />

kamu yararına ve ücretsiz çalıştıkları<br />

cumartesilerdi. “Aslında gerçek komünizm<br />

yalnızca bu küçük olayla belirmeye<br />

başlamıştır” diyor Lenin. “Komünizm,<br />

ancak Subbotniklerin ortaya çıkmasıyla<br />

başlayacaktır (Yani işçiler, hiçbir makam<br />

ya da devlet tarafından bir kota<br />

ya da kontenjan saptanmadan ücretsiz<br />

çalışmaya başladıkları zaman).<br />

Subbotnikler bireylerin geniş ölçüde ve<br />

kamu yararına emeğini oluşturmaktadırlar.”<br />

“Bu... toplumun bir tüm olarak<br />

gereksinmesini karşılamak için çalışmaktadır,<br />

geniş ölçüde örgütlenmiştir,<br />

ücretsizdir.” “Rusya’da bugün hüküm<br />

süren sistemin komünist denebilecek<br />

tek bir yönü varsa, yalnızca subbotniklerdir;<br />

geriye kalan her şey, sosyalizmin<br />

pekiştirilmesi için kapitalizme savaştan<br />

başka bir şey değildir.”<br />

Sosyalizm bu savaş sonunda pekiştikten<br />

sonra “Subbotniklerde görülen<br />

türden bir komünizm egemen<br />

olacak” diye düşünülüyordu. “Subbotnikler<br />

deneyiminden çıkarılan teorik<br />

sonuç buydu.” İşte, Subbotniklerin teorik<br />

anlamı budur; ücretsiz emek, tüm<br />

devletin gereksinimlerini karşılayacak<br />

biçimde geniş ölçüde örgütlenmiş<br />

ücretsiz emek biçiminde yepyeni bir<br />

şeyin doğmakta olduğunu bize göstermektedirler.<br />

Eski kapitalist kurallara<br />

aykırı, bugün kapitalizmi yenmekte<br />

olan sosyalist toplumun çok ötesinde<br />

ve ondan çok yüce bir şeyin... “Yeni<br />

bir sosyal emek örgütlenmesidir bu;<br />

çalışmanın zorunlu olmaktan çıkacağı,<br />

bir gönüllü zaman değerlendirmeye<br />

dönüşeceği zamanların ön habercisi.<br />

Ancak bu ön örgütlenme geliştirilip<br />

her türlü emeğe eşit ücret vermeye<br />

ve kamu işlerinin gönüllü yapıldığı bir<br />

emek örgütlenmesine geçilemedi. Kapitalizmden<br />

komünizme geçiş döneminde<br />

kaçınılmaz kabul edilen emeğin<br />

karşılığının farklı belirlenmesi ve birleşik<br />

emeğe daha fazla ücret ödenmesi<br />

giderek söndürülemedi. Ücretlerin<br />

farklı belirlenmesi burjuva uzmanların,<br />

entelektüellerin istihdam edilmesi<br />

gereksinmesinden doğuyordu. Ve<br />

“bilimsel bilgiye sahip insanlarda, bilimi<br />

kişisel bir zenginleşme aracı, insanın insan<br />

tarafından sömürülmesinin bir aracı<br />

olarak kullanmanın ne kadar iğrenç bir<br />

şey olduğu bilincini, bilimi emekçi halka<br />

öğretmek için kullanmanın ne kadar<br />

daha yüksek ve soylu bir amaca yöneldiği<br />

bilincini yaratmalıyız” (Lenin) denilerek<br />

burjuva uzmanlar kazanılmaya<br />

çalışılıyordu. Birleşik emeğe daha fazla<br />

ödenmesi emek-değer yasasının bir<br />

gereğidir. Ancak birleşik emek yani<br />

becerili işgücünü ortaya çıkarmanın<br />

giderlerinin toplumca karşılandığı<br />

sosyalist bir toplumda, bilimsel bilgiye<br />

sahip bu insanları toplum yetiştirdiğine,<br />

toplum bedeli ödediğine göre karşılığını<br />

da o topluma ödemek durumu<br />

vardır.<br />

Ücretlerde eşitliğe yönelinmediği<br />

sürece sınıfların ortadan kaldırılması<br />

nasıl başarılabilecek sorusu geliyor<br />

akla. Bu, aynı zamanda sosyalist insanın<br />

kolektif insana, eski insanın yeniye<br />

dönüşmesinin önündeki engeldir.<br />

Yeni insanın yaratılmasının maddi koşullarının<br />

da engellenmesi demektir.<br />

Ve bu yeni bir kültür yaratılmasıyla da<br />

birleştirilemeyince sosyalizmin kurulması<br />

için mutlaka gerekli olan paylaşımcı,<br />

kavgacı, umutlu, yeni değerlere<br />

bağlı yeni insan yaratılamadı. Büyük<br />

sanayinin kurulması ile başlayan, Lenin’in<br />

eski kapitalizm olarak gördüğü<br />

olay geliştirilirken, emeğin verimliliğinin<br />

artırılmasının yeni yolları bulunamadı.<br />

Batı kapitalizmiyle yarışmak<br />

giderek batının tüketim normlarını<br />

benimsemek olarak şekillendi. Komsomolskaya<br />

Pravda Abba’nın “Money,<br />

Money, Money” şarkısını en çok sevilen<br />

parça olarak açıklarken bu ironiye<br />

işaret ediyordu. Gelişen “Para, Para,<br />

Para” şarkısının liste başı olması oldu.<br />

Bu, bireyciliğin bir yaşam biçimi olduğunu<br />

en iyi gösteren örnekti aslında.<br />

Çalışmanın zorunlu olmaktan çıkarılacağı<br />

bir dünyada yaşayan, duyarlı,<br />

gelişmiş bir insan tipi yerine Mc Donald’s<br />

kuyruklarında dört saat beklemeyi<br />

erdem sayan insan tipi yetişti.<br />

Sokaklarında Dostoyevski ve Kafka<br />

okunan ve devrim olurken bile tiyatroları<br />

dopdolu bir ülkede gençlik çeteleri,<br />

tarikatlar ortaya çıktı. Lenin’in<br />

sosyalizmi kuracak dediği kuşaktan<br />

batının burjuva yaşam tarzına hayran<br />

ve batı mallarını tüketme çılgınlığında<br />

insanlar yetişti. “Sosyalizm, Bruno kadar<br />

inançlı, Balzac kadar meraklı, Thomas<br />

Moore kadar bilge, Erasmus kadar<br />

şakacı, Faust kadar öğrenme tutkunu,<br />

Gide kadar dünya nimetlerine saldırgan,<br />

bir keşiş kadar oruç tutan, doğa<br />

karşısında Einstein kadar şaşıran, kütlesine<br />

Tolstoy gibi mistik saygı duyan,<br />

Bertrand Russel kadar yaramaz, Nazım<br />

kadar saf insanı yaratmaya yazgılıdır.<br />

İlk denemede sadece savunma ve hücum<br />

korkağı yaratıklar ortaya çıkarabiliyor.<br />

Ekim Devrimi ne yazık ki burjuva<br />

devrimi ölçüsünde bile yeni insan yaratamıyor<br />

ve yarattıkları kısa bir zaman<br />

içinde eskiye dönüyor. Asıl başarısızlığın<br />

burada olduğunu düşünüyorum” Yalçın<br />

Küçük böyle diyor. Reel sosyalizm<br />

için eski söyledikleri bir yana görüşlerine<br />

katılmamak mümkün değil. Siz;<br />

Che Guevara kadar enternasyonalist,<br />

Spartaküs kadar asi, Davudov kadar<br />

geleceğe inançlı, Reed kadar devrim<br />

tutkunu insanlar hayal edebilirsiniz<br />

sosyalizmin yaratacağı Yeni İnsan için.<br />

Sonuçta ‘insan’ olmaya değin en güzel<br />

değerlere sahip olması gerektiğini<br />

bilirsiniz sosyalist insanın. Sosyalizm<br />

yeni insanı yaratmada başarılı olamadı.<br />

Ancak sosyalizm yukarıdan aşağı<br />

inşa edilen bir yapılanmadır. Ve yeni<br />

insanı yaratabilmiş olsaydı sosyalizmin<br />

kazanımlarının korunması sisteme<br />

sahip çıkılması mümkün olabilirdi.<br />

Bir yandan sistemin kendisi batının<br />

yüksek sanayi teknolojileriyle yarışmaya<br />

göre şekillenmiş, batı sistemine<br />

yetişmeye yönelmiş. Bu arada, batının<br />

tüketim kalıpları giderek sistemin insanlarına<br />

model olmuştur. Çikita muz<br />

ve Mc Donald’s ve Coca Cola tüketecek,<br />

bunu insani değer ve özlem haline<br />

getirecek ‘eski tip insan’dan öteye<br />

geçemediği, yeni özlemler yeni inançlar<br />

yeni değerleri olan insan yaratamadığı<br />

için de yenildi sosyalizm.<br />

Sosyalizm tüm budalaca söylemlere<br />

karşın vardı, vardır ve var olacak.<br />

Yeni insan artık şimdiden yaratılmalıdır.<br />

Çünkü önümüzde yenilgilerden<br />

çıkarılabilecek dersler duruyor. Yeni<br />

insan eylemin ve çalışmanın içinden<br />

çıkacak. Sosyalist örgütlülüğün amacı<br />

artık bu günden başlayarak yeni insanı,<br />

gelecek insanı yaratmak olmalı.<br />

İçimizde eskiye ait değerler malzemeleri<br />

birikmiş duruyor. Bir bahar<br />

temizliği yapmalıyız kafalarımızda,<br />

çalışma biçimlerimizde. Yeni düşler ve<br />

yeni umutlar, katıksız inanç, katıksız<br />

kavgacılık, katıksız aşk, katıksız umut<br />

ve yaşamın her alanında komünarca<br />

davranma yeteneği, katıksız paylaşımcılık<br />

gerekli bize. Her şeyden önce<br />

ortaklaşacı olmayı öğrenmek gerek,<br />

hemen şimdi. Bu; binlerce yıldır, ya<br />

ezen ya da ezilen olabileceğimizi öğreten<br />

sınıflı sistemin alışkanlıklarını<br />

yok edebilmemiz için şimdiden gerekli<br />

olan şeydir. İnanıyoruz, topraktan<br />

ve ateşten doğanların en mükemmeli<br />

doğacak bizden: YENİ İNSAN. Kendimize<br />

verdiğimiz ada, yani “Komünist”<br />

adına uygun bir insan tipi yaratacağız<br />

ve bugünden başlayacağız yarının insanını<br />

yaratmaya. Sovyet sosyalizmi,<br />

George Busch’un hediye ettiği montla<br />

mutlu olan taşra kurnazı aydınlar<br />

üretti ya da Soljenistin, Kundera,<br />

Pastemak tipi sanatçılar. Bunlar hep<br />

ikinci sınıf tiplerdir. Geçmiş özlemiyle<br />

dolu olan ikinci sınıf aydınlar. Ya da<br />

kendini çabucak tüketen Ehrenburg<br />

tipi yazarlar. Dün yücelttiğini yirminci<br />

kongreden sonra inkar eden. Paris<br />

Düşerken’de geleceğin değerlerini<br />

savunurken Buzların Çözülüşü’yle<br />

söylediklerinin tümünü geri alan ikiyüzlü<br />

değerler yetiştirdi. Biz, sistemin<br />

tümünün revize edildiğini hep<br />

savunageldik. Ama gelişmiş değerlerine<br />

sahip çıkan sosyalist insan yaratabilseydi<br />

sistemde acaba bu denli<br />

bir yenilgi yaşanır mıydı. Sosyalizmin<br />

ideolojik aşılama gücü kapitalizmin<br />

ardında kaldı. Bu yenilginin politik ve<br />

ahlaki yönünün çok etkili olduğunu<br />

gösterir. Zihniyetleri değiştirmeden<br />

sosyalist bir dünya kurulamayacağını<br />

düşünüyorum. En güzel yaşamın “Bir<br />

ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman<br />

gibi kardeşçesine” dercesine bir yaşam<br />

olduğu gerçeğine inanan insanlar<br />

gerek bize. Şimdi bugünden başlamalıyız<br />

değişmeye ve değiştirmeye. Eylem<br />

içinde, bütün kalıpları, putları ve<br />

önyargıları, öncü bir disiplinle yıkarak<br />

başarabiliriz bunu ancak. Yeni insan:<br />

Eylemin sıcaklığında ışıyacaktır.


10 EKİM DEVRİMİ<br />

Atılım<br />

Ekim Devrimi 100. yılında Rojava’da büyüyor<br />

҉҉RAKEL ASÎMAN<br />

Sovyetler Birliği’nde devrim yenilgi<br />

yaşadığında her renkten burjuva ideologlar,<br />

devrimler çağı bitti demişlerdi.<br />

Büyük bir hevesle ellerini ovuşturdular.<br />

Halklara, emekçilere, işçilere, kadınlara<br />

ve gençlere kan kusturup, iliklerine<br />

kadar sömürerek esaret altına almaya<br />

giriştiler. ‘Devrim hayaletinin’ artık geri<br />

gelmeyeceği demagojisini yayıyorlardı.<br />

Hayatın diyalektik gelişimi bu beklentilerini<br />

Rojava’da paramparça etti. Dört<br />

parçaya bölünen Kürdistan’ın en küçük<br />

parçasında devrim ışığı yanarak dünya<br />

emekçilerine, ezilenlere, halklara, kadınlara<br />

kılavuz olmaya başladı.<br />

Ekim Devrimi ve Rojava devriminin<br />

doğduğu koşulların benzeşmesi tesadüf<br />

değildir. Çarlığın, halkları sömürgeleştirme,<br />

köleleştirme ve boyunduruk altında<br />

tutması; işçilere, emekçilere, köylülere<br />

açlık, yoksulluk ve köleliği dayatması;<br />

emperyalist hedefler doğrultusunda işgallere,<br />

savaşlara girişmesi; kadın ve LG-<br />

BTİ’leri yok sayması... Tüm toplumsal ve<br />

sınıfsal çelişkilere karşı biriken öfke, isyan,<br />

ayaklanmalar… Öncüsüyle, önderliğiyle,<br />

partisiyle buluştuğunda akacak bir<br />

kanal, yürünecek bir yol bulur. Bu buluşma,<br />

Ekim Devrimi’nde olduğu gibi ayaklanmalar<br />

yoluyla devrimsel değişime ve<br />

iktidarın alınmasına götürür.<br />

Emperyalistlerin Avrupa’yı, Asya’yı,<br />

Balkanları, Afrika’yı yeniden paylaşmak<br />

ve sömürgeleştirmek için çıkarttıkları Birinci<br />

Emperyalist Paylaşım Savaşı sürecinde,<br />

Ekim Devrimi, Lenin ve Bolşevik<br />

Parti’nin önderliğinde sosyalist devrimi<br />

gerçekleştirerek dünya işçi sınıfına ve<br />

halklarına umut oldu. Rojava devrimi<br />

de, petrol vb. zenginliklerin yeniden<br />

paylaşılması ve yağmalanması için emperyalistler<br />

tarafından kan deryasına<br />

dönüştürülen Ortadoğu’da savaşların,<br />

isyanların, ayaklanmaların, direnişlerin<br />

ortasında doğdu. Kürt özgürlük hareketinin<br />

öncülüğünde gelişen ve diğer<br />

halkları da kapsayan devrim, emekçi,<br />

halkçı, eşitlikçi, özgürlükçü karakteriyle<br />

Ortadoğu halklarına alternatif bir yaşam<br />

örneği sunuyor.<br />

Lenin önderliğinde gerçekleşen Ekim<br />

Devrimi, kapitalizme, haksız savaşlara,<br />

yoksulluğa ve sömürüye karşı emekçinin,<br />

işçi sınıfının, ezilen halkların ve<br />

kadınların omuzları üzerinde yükselen<br />

onurun ve isyanın simgesi olarak tarih<br />

sahnesine çıktı. Yüz yıl sonra Rojava’da<br />

gerçekleşen devrim, Ortadoğu’yu kana<br />

bulayan, halkları birbirine kırdıran gerici<br />

savaşlara, kadını cins kırımına uğratan<br />

erkek egemen düzene, sömürgeci rejimlere<br />

karşı eşitlikçi, özgürlükçü toplumun<br />

ışığı olarak yükselmeye başladı.<br />

Yüz yıl önce Rusya’da başlayan ve<br />

dünyanın üçte birini kapsayan devrim,<br />

tüm dünya ezilen, emekçi halklarına,<br />

sosyalizmin bir düş değil gerçek olduğunu<br />

gösterdi. Rojava’da büyüyen devrim<br />

henüz sosyalist bir program etrafında<br />

gelişmiyor olsa da emekçi, halkçı karakteri<br />

nedeniyle Ortadoğu ve dünya halklarına<br />

gelecek adına ışık oluyor. Rojava<br />

devriminin ilk günlerinden itibaren mütevazı<br />

güçleriyle katılan komünistlere<br />

düşen görevlerden biri de bu devrimi<br />

sosyalizm programı etrafında geliştirmektir.<br />

Yüz yıl önce kapitalist gericiliğe karşı<br />

dünya halklarının kurtuluşunun yolunu<br />

açan sosyalist devrimi boğmak için<br />

Hitler’de simgeleşen faşizm, Sovyet ve<br />

dünya halklarının karşısına çıkarıldı. Sosyalist<br />

devrim kuşatma altına alınmışken<br />

büyük bir irade ve kahramanlıkla savunuldu.<br />

İnsanlığın başına bela edilen<br />

Hitler faşizmi tarihin çöplüğüne atıldı.<br />

Yenilmez görünen faşist Hitler, büyük<br />

bedeller ödenerek tarihi Stalingrad savunmasında<br />

paçavraya çevrildi. Yüz yıl<br />

sonra Ortadoğu’da yükselen devrim,<br />

tüm bölge gerici güçlerinin ve kapitalizmin<br />

korkusunu büyüttü. Sovyet devrimini<br />

boğmak için yaptıkları gibi faşist<br />

DAİŞ çetesine Hitler’in rolünü verip<br />

Rojava devrimine saldırttılar. İnsanlığın,<br />

onur ve özgürlük savaşımının karşısında<br />

ikisi de aynı hezimete uğramaktan<br />

kurtulamadı. Kobane onur ve özgürlük<br />

savaşında, sayısız kadın ve erkek savaşçının<br />

kahramanca direnişiyle ezilenlerin<br />

direniş tarihine unutulmaz değerler<br />

eklendi. Asıl yenilmez olanın halkların,<br />

ezilenlerin, emekçilerin, direnenlerin iradesi<br />

olduğu bir kere daha tarihe büyük<br />

harflerle yazıldı.<br />

Çarlık rejimi altında kimlikleri, anadilleri,<br />

tarihsel varlıkları yok sayılan uluslar<br />

ve halklara Ekim Devrimi’yle eşitlik,<br />

özgürlük yolu açıldı. Rojava devrimi de<br />

uluslar, halklar için özgürlüğe açılan kapı<br />

oldu. Rojava devriminin inşasında sayısız<br />

ulus ve halklardan savaşçılar aynı<br />

topraklarda aynı amaç için dövüştüler,<br />

kanları birbirine karıştı. Bu kardeşleşme,<br />

halkların eşitlik, kardeşlik, özgürlük düşünün<br />

hayal değil gerçek olduğunu gösterdi.<br />

Halkların kardeşlik bahçesi haline<br />

gelen Sovyetler bugün Rojava’da boy<br />

veriyor. Kürt ulusunun öncülüğünde<br />

başlayan devrim Arap, Süryani, Türkmen,<br />

Çerkes halklarını da sarmalıyor.<br />

Aynı düşü gerçekleştirmek için omuz<br />

omuza yürüyorlar, savaşıyorlar, inşa ediyorlar.<br />

Esad’ın liderliğini yaptığı Baas rejiminin<br />

asimilasyon ve sömürgeci politikaları<br />

altında kimlikleri unutturulan, yok<br />

sayılan halkların ulusal kimlik, anadil ve<br />

kültürleri bugün Kuzey Suriye Demokratik<br />

inşa sistemi içinde geliştiriliyor. Bu<br />

temelde anadilde eğitim, edebiyat, sanatsal,<br />

kültürel vb. alanlarda mütevazı<br />

adımlar atılıyor. Bu gelişmeler, sömürgeci<br />

gerici devletin asimilasyon politikasına<br />

karşı halkların direnişiyle elde ettiği<br />

panzehirdir.<br />

Ekim Devrimi’ni ayırt edici kılan yanlardan<br />

biri, ezilen kadın cinsinin erkek<br />

egemen sistem karşısında özgürleşmesinin<br />

tarihsel yolunu da açmış olmasıdır.<br />

Sovyet devrimi, kadın cinsinin erkek<br />

egemen sisteme taktığı çelme olmuştur.<br />

Rojava devrimi, Ekim Devrimi’nin açtığı<br />

bu yoldan bir adım dahi ileri çıkarak<br />

savunmadan siyasete, toplumsal yaşamdan<br />

kültüre, ekonomiden eğitime bir<br />

çok alanda yeni yaşamın inşasına kadın<br />

iradesi rengini veriyor. Kadın devrimi tanımı;<br />

toplumsal sözleşmeye ruhunu veren,<br />

siyasetten toplumsal yaşama eşitlik,<br />

özgürlük eksenli elde edilen kazanımlardır.<br />

Bugün henüz olmakta olan bu devrimin<br />

elbet aşacağı çok engel, değiştirmesi<br />

gereken eskiye ait çok şey var.<br />

Sovyet halklarının, emekçilerinin<br />

kendi kendilerini yönetme modelleri<br />

Sovyetler, meclis biçimleri bugün Rojava<br />

devriminin komünleri, kooperatif<br />

sistemleriyle yaşatılıyor. Elbette Ortadoğu’nun,<br />

Rojava’nın özgünlüğünde,<br />

gerçekliğinde. Her devrim, kendi özgün<br />

koşullarında var olduğu gibi o zemin<br />

üzerinde gelişir, büyür. Emekçiler, işçiler<br />

72 günlük Paris Komünü’nden sonra ilk<br />

defa Ekim Devrimi’yle kendi kendilerini<br />

yönettikleri, söz sahibi oldukları toplumsal<br />

bir yaşam kurdular. 21. yüzyılda<br />

Ortadoğu’da Rojava devrimi komünlerle,<br />

meclislerle ve bugün inşa edilmeye<br />

çalışılan federasyon sistemiyle emekçi<br />

halkların, kadınların kendi kendini yöneteceği,<br />

yasalarını yapacağı, seçtiklerini<br />

denetleyecekleri örgüt modellerini,<br />

yönetme gücünü oluşturuyor. Rojava<br />

devrimi, kendinden önce kurulan, inşa<br />

edilen devrimlerden sonuçlar çıkararak,<br />

onlardan öğrenerek ama kendi toplumsal<br />

gerçekliği zemininde zenginleştirerek,<br />

kendi yolunu açarak ilerliyor. Rojava<br />

devrimi sömürgeci, asimilasyoncu,<br />

baskıcı Baas rejiminin karşısında kendi<br />

emekçi, halkçı karakterli sistemini inşa<br />

ederek yükseliyor.<br />

Devrim, olmakta olandır. Rojava<br />

devrimi henüz yolun başında ve önünde<br />

çözeceği devasa sorunlar, inşa edeceği<br />

yeni bir yaşam var. Rojava devriminde<br />

yer alan komünistlerin bu devrime karşı<br />

görevleri hem güncel hem de tarihseldir.<br />

Emekçi, halkçı karakterli devrime<br />

sosyalist perspektifle yön vermesi, ona<br />

sosyalizan karakter kazandırması görevleri<br />

önceliğidir. Bu devrimin hem ileriye<br />

çıkartılması hem bölge devrimlerine dönüştürülmesi<br />

sorumluluğu önünde durmaktadır.


Atılım<br />

7 Kasım 1917<br />

↘ ↘ 7 Kasım’da toplanan Sovyetler Kongresi, bütün iktidarın<br />

sovyetlere geçtiğini ilan etti. Geçici Hükümet’in devrildiğini<br />

ve bütün iktidarın sovyetlere geçtiğini ilan ettiğinde yeni bir<br />

çağ açılıyordu. Kongre, Sovyetler’e karşı sorumlu olacak yeni<br />

bir hükümeti, Halk Komiserleri Konseyi’ni seçti. Böylece Rusya’da<br />

İşçi, Asker ve Köylü Sovyetleri’nin devleti kuruldu.<br />

EKİM DEVRİMİ<br />

11<br />

҉҉ALP ALTINÖRS<br />

Rusya işçi ve köylülerinin “Bütün<br />

iktidarı Sovyetlere” devrettiği gün, yani<br />

7 Kasım 1917, yirminci yüzyılın akışını<br />

belirledi. (Eski Rus takvimine göre 24<br />

Ekim’e denk gelen) Bugün, Ekim Devrimi<br />

olarak anıldı.<br />

7 Kasım günü Petrograd’da toplanmış<br />

bulunan 2. Tüm-Rusya İşçi ve Asker Sovyetleri<br />

(Konseyleri) Genel Kurulu, burjuvazinin<br />

Geçici Hükümet’ini devirerek,<br />

bütün iktidarı ellerine aldı. Başkent Petrograd’ın<br />

bütün kilit noktaları, geceden<br />

Kızıl Muhafızlar tarafından tutulmuştu.<br />

Kışlık Saray ele geçirilmişti. Böylece,<br />

Sovyetler Kongresi’nin iktidarı ellerine<br />

almasının askeri güç yoluyla engellenmesi<br />

imkansız hale gelmişti. Ekim Devrimi’nin<br />

kendisi kansız bir geçiş biçiminde<br />

oldu. Bunda, burjuvazinin askeri inisiyatifinin<br />

Eylül ayındaki Kornilov darbesinde<br />

tükenmiş olması da rol oynadı. Bu askeri<br />

darbenin püskürtülmesinde Bolşevikler<br />

baş rolü oynamıştı. Kerenski hükümeti<br />

son çare olarak başkent Petrograd’ı Alman<br />

ordusuna teslim etmeyi planlarken,<br />

Petrograd Sovyeti bünyesinde kurulan<br />

Devrimci Askeri Komite, kentteki bütün<br />

birlikleri kendisine bağladı.<br />

318 yerel sovyeti temsil eden 649<br />

delegenin katıldığı Kongre’de, 505 delege<br />

devlet iktidarının Sovyetler’e geçmesinden<br />

yanaydı (yüzde 77). Delegelerin<br />

390’ı Bolşevik’ti (yüzde 60).<br />

Sosyalist-Devrimciler (SR) Partisi,<br />

köylülük içerisinde güçlü ve etkiliydi.<br />

Narodnik (Halkçı) gelenekten gelen bir<br />

partiydi. Bu parti, Çarlığa karşı on yılların<br />

devrimci mücadele geleneğinin üzerinde<br />

yükseliyordu. Ne var ki, Emperyalist<br />

Paylaşım Savaşı’nda Çarlığı destekleme<br />

kararı almışlardı. Şubat Devrimi’nin ardından<br />

ise Geçici Hükümette çoğunluk<br />

oldukları halde, toprağı köylüye dağıtmayı<br />

reddetmişlerdi. Menşevikler ve<br />

SR’lar, kongreyi ilk günden terk etme<br />

kararı aldıklarında SR delegelerin çoğunluğu<br />

(160 delegenin 96’sı) kongreyi<br />

terk etmeyi reddetti. Maria Spiridonova<br />

liderliğindeki sol SR grubu, Sovyet iktidarını<br />

destekledi.<br />

SR partisinin yeni beliren sol kanadı,<br />

o günlerde soylulara ait malikaneleri<br />

basarak toprağı fiilen ele geçiren köylülüğün<br />

devrimci kabarışını yansıtıyordu.<br />

Bu başkaldırıyı yalnızca Bolşevik Partisi<br />

destekliyordu. Sovyet Kongresi “Toprak<br />

Kararnamesini” kabul ederek, toprak<br />

ağası soylu sınıfın sonunu getiriyordu.<br />

Rusya’da yüzyıllardır süren toprak ağalığı<br />

bir gecede ortadan kaldırılıyordu.<br />

Ekim Devrimi boyunca, kentlerdeki sosyalist<br />

devrime, kırlarda malikâneleri parçalayan<br />

bir köylü savaşı eşlik etti.<br />

Barış, Rusya halklarının en yakıcı talebiydi.<br />

Cephelerde yaşanan bozgunlar,<br />

canını veren yüz binlerce köylü, kentlerde<br />

yaşanan açlık, halkı canından bezdirmişti.<br />

Çarlığın beklenmedik devrilişi, halkın<br />

savaşa öfkesinin de bir sonucuydu.<br />

Ne var ki, Şubat Devrimi’nin ardından iş<br />

başına gelen Geçici Hükümet, Kerenski<br />

liderliğinde, savaşı devam ettirme kararı<br />

aldı. Barış için Çarlığın devrilmesi yetmemişti.<br />

Yeni egemenlerin, yani burjuvazinin<br />

de devrilmesi gerekiyordu. Ekim’in<br />

öngününde “Bütün iktidar sovyetlere”<br />

sloganı, barış ile eşanlamlı hale gelmişti.<br />

Lenin, Kongre’ye hitabında, “Sovyet<br />

hükümeti, bütün uluslara demokratik<br />

bir barış ve bütün cephelerde acil bir<br />

ateşkes önermektedir” diyordu. 4 yıldır<br />

bütün dünyayı kasıp kavuran emperyalist<br />

savaştan çekildiklerini açıklıyordu.<br />

Kongrenin Barış Kararnamesi’ni kabul<br />

etmesiyle, 1. Dünya Savaşı’nda ilk kez<br />

savaşan ülkelerden birisi, halk iradesiyle<br />

barış kararı alıyordu! Ekim Devrimi’nin<br />

zaferinde, “Barış” talebi belirleyici bir rol<br />

oynadı.<br />

Lenin, Nisan ayından itibaren bir<br />

“Sovyet hükümeti” kurulması için “Bütün<br />

iktidar Sovyetlere” sloganını yükseltmişti.<br />

İşçi, asker, köylü meclisleri<br />

ülke genelinde bütün yönetimi ellerine<br />

almalıydı. O tarihte Sovyetler’de çoğunluk<br />

Bolşeviklerde değil, Menşevikler ve<br />

SR’larda idi. Bu “ılımlı” sosyalistler, sovyet<br />

iktidarını kurmaya yanaşmadılar.<br />

İktidarı burjuvazinin ellerinde bıraktılar.<br />

Öyle olduğu için de, işçi ve köylülerin<br />

barış, ekmek ve toprak talepleri karşılık<br />

bulmuyordu. Bolşevikler, bu talepler ile<br />

Sovyet iktidarı arasında güçlü bir bağ<br />

kurdular.<br />

Nihayet 7 Kasım’da toplanan Sovyetler<br />

Kongresi, bütün iktidarın sovyetlere<br />

geçtiğini ilan etti. Geçici Hükümet’in<br />

devrildiğini ilan ederek; Sovyetler’e karşı<br />

sorumlu olacak yeni bir hükümeti, Halk<br />

Komiserleri Konseyi’ni seçti. Böylece,<br />

Rusya’da İşçi, Asker ve Köylü Sovyetleri’nin<br />

devleti kuruldu.<br />

Yeni bir çağ açılıyordu.


12 EKİM DEVRİMİ Atılım<br />

Rusya’yı dönüştüren<br />

100 yıl önce Ekim Devrimi, emekçiler ve ezilen halklar için evrensel ölçekte büyük bir umut ışığı yakmıştı. Hepsi olmasa da<br />

yarattığı beklentilerin önemli bir kısmını gerçekleştirdi. Sosyalist inşada büyük başarılar elde edildi. Bugün sosyalist inşa<br />

döneminin başarıları özlemle anılıyor, umut ışığı olmayı sürdürüyor.<br />

HAYAL DEĞİL GERÇEK<br />

Elde edilen başarılar, sadece Sovyet halklarını<br />

refaha kavuşturmadı, aynı zamanda kapitalist<br />

dünya üzerinde büyük bir ideolojik-politik<br />

basınç oluşturdu. Dünyanın politik çehresi ve<br />

iktisadi-toplumsal dengesi emekçi ve ezilenlerden<br />

yana değişti. Ekim’i takip eden ilk yarım<br />

yüzyılda sosyalizm, açık arayla ideolojik-politik<br />

üstünlüğü elde etti.<br />

- Ekim Devrimi’yle birlikte kitlelerin<br />

en hayati ve acil talebi olan barış, emperyalist<br />

savaştan çekilerek sağlandı.<br />

- Temel gıda ürünlerinin üretimi yeniden<br />

düzenlenip, dağıtımı eşit ve adil<br />

biçimde örgütlenerek açlıktan ölümlere<br />

son verildi. Sovyetler’de emeğe göre<br />

paylaşım ilkesi geçerli kılındı. Eğitim,<br />

sağlık, konut herkesin ulaşabildiği hak<br />

haline geldi.<br />

-Sermaye ilişkilerine son vermek,<br />

özel mülkiyetin tamamen toplumsallaşması,<br />

emek sömürüsünün ortadan<br />

kalkması, sınıfsal farklılıkların silinmesi<br />

hedefleri kapsamında 1930’ların ortalarına<br />

kadar devasa adımlar atıldı. 1940’a<br />

kadar sosyalist inşa çıtası yükseltildi.<br />

-Sanayiye, büyük kapitalist çiftliklere,<br />

bankalara el konularak buralarda özel<br />

mülkiyet kaldırıldı, devlet mülkiyetine<br />

geçirildi. Yoksul ve topraksız köylülere<br />

toprak dağıtıldı.<br />

-1929’da ABD ve Batı Avrupa derin<br />

bir ekonomik krize yuvarlanırken, Sovyetler<br />

Birliği sanayileşme ve tarımın kolektifleştirilmesi<br />

hamlelerini yapıyordu.<br />

İşçi ve emekçilerin fedakarlığı, toplumsal<br />

mülkiyet ve planlı ekonomi sayesinde<br />

bu adımlar atılabildi. En ileri kapitalist ülkelerin<br />

onlarca yılda inşa ettikleri iktisadi-toplumsal<br />

atılımı, Sovyetler Birliği on<br />

yıl gibi kısa bir sürede yaptı.<br />

-Üretimde sanayinin payı 1929’da<br />

yüzde 54,5’ten 1940’ta yüzde 80,6’ya<br />

çıkarılarak sanayide sosyalist devrim<br />

gerçekleştirildi. Ağır sanayinin toplam<br />

sanayi üretimindeki ezici üstünlüğü<br />

ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere’yi<br />

geride bırakarak Sovyetler’i dünyada birinci<br />

konuma getirdi. Devrim yıllarından<br />

Stalin’in vefatına kadar olan dönemde,<br />

ulusal gelir on kattan fazla arttı. Aynı dönemde<br />

ABD’de ise kişi başına ulusal gelir<br />

iki kat bile artmadı. Dünya 1929 ekonomik<br />

kriziyle cebelleşirken ve sanayi üretimleri<br />

büyük oranda gerilerken, SSCB<br />

bu konudaki istikrarını korudu. 1917’ye<br />

göre sanayi üretimi 1956’da 46,3 kat<br />

artarken, ABD’de aynı dönemde 3,5 kat<br />

artabildi. 1950’lerde artık dünya üretiminin<br />

beşte 1’i SSCB’de yapılıyordu.<br />

-SSCB’de teknolojinin modernliği,<br />

mesleki eğitime verilen önem, dolayısıyla<br />

işçilerin yüksek kalifiyeli olmaları, işin<br />

verimliliğini önde gelen kapitalist ülkelere<br />

göre hızla artırdı. Sürekli gelişme yönünde<br />

ilerleyen SSCB ekonomisi daha<br />

fazla iş gücüne ihtiyaç duyuyordu. Aynı<br />

dönemde ekonomik kriz içinde olan<br />

ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere gibi<br />

ülkelerde işsizlerin sayısı on milyonlara<br />

varırken, Sovyetler’de işsizlik 1930 sonu<br />

itibariyle tamamen yok oldu.<br />

-Tarımda modern makinalarla kolektif<br />

üretim sağlandı. Demir döküm sanayi<br />

genişledi. İş aletleri sanayi, kimya gelişti.<br />

Traktör, biçer-döver fabrikaları yaygınlaştı.<br />

Otomotiv ve uçak endüstrisi geliştirildi,<br />

hidroelektrik santralleri inşa edildi.<br />

-İnsanca çalışma ve yaşam koşullarını<br />

sağladı. İş günü 8 saate indirildi,<br />

daha sonra 7 saate çekildi. 16-18 yaşındaki<br />

gençler ve ağır işlerde çalışanlar<br />

için daha da aşağıya indirildi. Çalışmada<br />

hafta tatili, yıllık tatil, hamile kadınlar için<br />

doğum izni yasal güvenceye alındı. Kadınlarda<br />

55, erkeklerde 60 yaşına gelen<br />

her işçinin emekli maaşı alması zorunlu<br />

hale getirildi.<br />

-Kapitalist ülkelerde ücretler düşerken,<br />

SSCB’de ücretler sanayi ve inşaatta<br />

1913’e göre 1956’da 4,8 kat arttı.<br />

Emekçi köylülükte bu oran 6 kat oranında<br />

gerçekleşti. Eğitim ve sağlık gibi<br />

temel hizmetlerin ücretsiz olduğu göz<br />

önünde bulundurulduğunda emekçilerin<br />

ekonomik refahı sağlanmış oldu. Ayrıca,<br />

kapitalist ülkelerde tüketim mallarının<br />

fiyatları yükselirken, SSCB’de temel gıda<br />

maddelerinin fiyatları sürekli düştü.<br />

-Burjuvazinin gereksizliğini açığa çıkardı.<br />

Sosyalizm, burjuvazi olmaksızın<br />

daha verimli, daha adil ve emekçilerden<br />

yana üretimin mümkün olduğunu gösterdi.<br />

Üretilen zenginliklerin az sayıda<br />

burjuvanın elinde toplandığı kapitalizmin<br />

aksine Sovyetler Birliği’nde üretilen<br />

zenginlikler, emekçilere iktisadi ve kültürel<br />

refah olarak geri dönüyordu.


Atılım<br />

EKİM DEVRİMİ<br />

13<br />

dünyayı sarsan devrim<br />

ANTİFAŞİST MÜCADELENİN<br />

ÖNCÜSÜ<br />

İkinci Emperyalist Paylaşım<br />

Savaşı sırasında antifaşist mücadeleye,<br />

sömürge ulusların<br />

kurtuluşuna, Doğu Avrupa ve<br />

Çin devrimlerine öncülük etti.<br />

Antifaşist mücadelede Sovyetler<br />

Birliği 26 milyon evladını kaybetti.<br />

Emekçi ve ezilen insanlık,<br />

Sovyetler Birliği’nin fedakarlıklarını<br />

minnetle anmaya<br />

devam ediyor.<br />

KADIN DEVRİMİNE GİRİŞ<br />

Ekim Devrimi’yle birlikte kadınlar<br />

eşit işe eşit ücret hakkı, yasalarda<br />

eşitlik ve eğitim hakkı elde etti. Doğum<br />

izinleri uzatıldı. Meşru ve gayri<br />

meşru çocuk ayrımına son verildi. Evlilik<br />

ve boşanmalar kolaylaştırıldı. Kolektif<br />

çamaşırhaneler, yemekhaneler,<br />

kreşler, çocuk parkları yaygınlaştırıldı.<br />

Yaşamın her alanında özneleşmelerinin<br />

önü açıldı. Kadın devrimine yaptığı<br />

girişle sınıfsız, sınırsız, cins eşitlikçi<br />

bir dünya özlemini diri tuttu.<br />

Kadınlar, ev köleliğinden kurtularak<br />

toplumsal üretime katıldı.<br />

1956’da ücretli çalışan kadınların<br />

yüzde 41’i sanayide ve inşatta, yüzde<br />

24’ü ise eğitim ve sağlıkta çalışıyordu.<br />

Ayrıca, yüksek mühendislerin yüzde<br />

28’i, teknisyenlerin yüzde 39’u, tarım<br />

uzmanlarının, veterinerlerin ve ormancılık<br />

uzmanlarının yüzde 40’ı kadınlardan<br />

oluşmaktaydı. Doktorların<br />

yüzde 75’i, öğretmenlerin yüzde 70’i,<br />

bilim insanlarının yüzde 36’sı, kültür<br />

ve aydınlanma kurumlarında çalışanların<br />

yüzde 66’sı kadındı.<br />

KÜLTÜR DEVRİMİ<br />

İktisadi kültürel yaşam koşulları<br />

hızla düzeldi. Yüzde 80’i okur yazar<br />

olmayan toplum, sadece okur yazar<br />

olmakla kalmadı, edebiyatta ve sanatta<br />

kültürel devrime denk düşecek<br />

atılımlar yapıldı. Parasız zorunlu eğitime<br />

geçildi. Orta dereceli okullar ve<br />

üniversiteler yaygınlaştırıldı. Emekçi<br />

çocuklarına üniversitelerin kapıları<br />

sonuna kadar açıldı. Gazetelerin, kitapların<br />

baskıları katlanarak artırıldı.<br />

Kütüphaneler, tiyatro ve sinema salonları<br />

yaygınlaştırıldı. Tüm sanatsal<br />

ve sportif dallar teşvik edilerek gelişiminin<br />

önündeki engeller kaldırıldı.<br />

Edebi ve kültürel eserler yerel dillere<br />

çevrildi.<br />

ULUSAL<br />

SÖMÜRÜYE<br />

SON VERİLDİ<br />

Sosyalist inşayla sömürücü<br />

sınıflar tasfiye edilerek<br />

emek sömürüsüne son<br />

verilmekle kalınmadı, ulusal<br />

sömürü ve baskıya da son<br />

verildi. Ulusların kendi kaderini<br />

tayin hakkının sovyetik<br />

çözümü emekçi, ezilen insanlığa<br />

armağan edildi.<br />

PROLETARYA DEMOKRASİSİ: SOVYETLER<br />

Ekim Devrimi’nin iktidar organı konsey veya meclis anlamına gelen sovyetlerdi.<br />

Bir avuç burjuvazinin iktidarı olan burjuva demokrasisinin aksine<br />

sovyetler, toplumun çoğunluğunu oluşturan işçi ve emekçilerin söz sahibi<br />

olduğu proletarya demokrasisidir. Demokrasi gerçek anlamına sovyetlerde<br />

kavuştu. Sovyetler Birliği’ni boydan boya bir ağ gibi örgütleyen sovyetlerin<br />

sayısı 60 bine ulaştı. Tüm sovyet meclisleri, halkın doğrudan oy kullanmasıyla<br />

oluşturuluyordu. Halkın beğenmediği temsilcilerini geri çağırarak yerine yenisini<br />

seçme hakkı vardı. İlk defa Ekim Devrimi’yle kadınlar seçme ve seçilme<br />

hakkı elde etti. 18 yaşını doldurmuş her sovyet vatandaşı, oy kullanma ve<br />

yerel sovyetlere seçilme hakkına sahipti. 21 yaşını doldurmuş her genç, birlik<br />

cumhuriyeti ve otonom cumhuriyeti en yüksek sovyetine, 23 yaşından itibaren<br />

de SSCB en yüksek sovyetine seçilebiliyordu.


14 DÜNYA<br />

Atılım<br />

YERYÜZÜ<br />

Ziya Ulusoy<br />

ÇKP 19. Kongresi: ‘Büyük ulus, güçlü devlet’<br />

18-24 Ekim’de gerçekleştirilen ÇKP<br />

19. Kongresi ihtişamlı geçti ve dünya<br />

çapında yankı yaptı.<br />

İhtişam ve yankı, elbette Çin mali<br />

sermayesinin dünya çapında bir güç<br />

haline gelmeye başlamasından kaynaklanıyor.<br />

Çin mali-ekonomik gücüne<br />

bağlı olarak siyasi nüfuzunu artırmaya,<br />

askeri gücünü büyütmeye çalışıyor.<br />

Çin mali sermayesi, doğrudan dış<br />

yatırım lideri ABD’yle arasındaki açık<br />

farkı ancak 2047 gibi orta vadede kapatabilecek<br />

olsa da yıllık doğrudan dış<br />

yatırım miktarını 170 milyar dolar, dış<br />

yatırım stokunu ise -2016 itibariyle-<br />

1,3 trilyon dolar seviyesine çıkarabildi.<br />

(K. Miller, Pekin’in Mali Dış Politikası)<br />

Yalnızca AB ülkelerindeki doğrudan<br />

yatırım stoku 100 milyar dolar. (A. Sever,<br />

Çin Sermayesinin İşleri)<br />

Komşu pek çok ülkeyle ihracat-ithalatında<br />

aracı olarak Çin parası Renminbi<br />

kullanılıyor.<br />

Büyüyen mali-ekonomik kapitalist<br />

güç odağı olması nedeniyle, Obama<br />

döneminden başlayarak ABD, Çin’i<br />

ekonomik bakımdan çevreleme (Asean<br />

aracılığıyla) ve askeri bakımdan kuşatma<br />

stratejisine, askeri yığınağı Ortadoğu’dan<br />

Doğu Asya’ya kaydırma politikasına<br />

geçti.<br />

Çin sermayesine karşı korumacılığı<br />

artırma ajitasyonuyla seçim kazanan<br />

Trump, Obama’dan devraldığı Çin’i kuşatma<br />

stratejisini daha da şiddetlendirdi.<br />

Tayvan’ın kutlama mesajına cevap<br />

vererek Çin’i kızdırması, Kore Demokratik<br />

Halk Cumhuriyeti’ne (KDHC) karşı<br />

savaş gerginlik ve hazırlığını tırmandırması,<br />

nükleer başlıklı füzeler de taşıyan<br />

iki uçak gemisini Çin karasularından<br />

geçirerek bölgeye vardırması, Güney<br />

Çin Denizi üzerine Çin’in hasmı olan<br />

devletleri desteklemesi, Japonya ve<br />

Güney Kore’yi savaş kışkırtıcılığına ortak<br />

etmesi, Çin’in uluslararası yasalara<br />

uymadığı suçlaması yapması, ABD’nin<br />

Çin’i kuşatmayı şiddetlendirmesinin<br />

somut belirtileri.<br />

Çin ve Alman emperyalistleri,<br />

Trump’ın dış ticaret savaşını şiddetlendirmesine<br />

karşılık küresel sermaye akışının<br />

serbestliğini savundular.<br />

Merkel, ABD’yi kastederek “başkalarına<br />

tamamen güvendiğimiz zamanlar<br />

artık geride kaldı. Avrupa artık kendi<br />

kaderini kendi eline almalı” sözleriyle,<br />

Almanya’nın emperyalist güç odağı<br />

olma rüşdünü ispatlayacağını dile getirdi.<br />

Çin, öncesinde Asya Altyapı Yatırım<br />

Bankası’yla, sonra Bir Kuşak Bir<br />

Yol projesiyle, siyasi-askeri alanda ise<br />

Şanghay İşbirliği Örgütü’yle cevap vermişti.<br />

ABD’nin Suriye’deki savaşına karşı<br />

Rusya-İran blokunu Suriye’ye savaşta<br />

sağlık ve mali yardımla destekledi.<br />

Güney Çin Denizi kayalıklarına savaş<br />

gemisi gönderme ve asker bulundurmayla<br />

devam etti. Trump’ın KDHC’ye<br />

karşı savaşı tırmandırmaya, daha sakin<br />

davranmakla erken bir savaşı önleme<br />

politikası izlese de silahlanmasını<br />

hızlandırması, ABD’nin olası savaşına<br />

karşı hazırlanmaktan geri durmadığını<br />

gösteriyor.<br />

19. Kongre kararları, şiddetlenen<br />

Çin’de kadınlara ‘eve dönün’ çağrısı<br />

PEKİN - Bütün eşitlik iddialarına rağmen Çinli yetkililer,<br />

son zamanlarda kadınlara sürekli “evinize dönün”<br />

mesajı veriyor. Çinli kadın hakları aktivisti Wu<br />

Rongrong, Shanxi eyaletindeki bir polis karakoluna<br />

başvurarak lisansüstü eğitim için gideceği Hong Kong’a<br />

seyahat izni almak istedi. Polis, başvurusunu “Okula devam<br />

edip ne yapacaksınız? Evine dön” diyerek reddetti.<br />

Çin’de yapılan bir anket, şirketlerin yüzde 75’inin<br />

doğum hakları nedeniyle kadın işçi istihdam etmekten<br />

kaçındıklarını ortaya koyuyor. Ankete katılan Çinli kadınların<br />

yüzde 33’ü ise doğumdan sonra ücretlerinin<br />

kesildiğini söylüyor. Çin’de son 10 yılda hızlı ekonomik<br />

büyümeye rağmen kadınların işgücüne katılma oranı üç<br />

puan düşmüş durumda.<br />

Devlet medyası ve bazı yerel yönetimler, kadınların<br />

toplumsal hayattan çıkması için yoğun propaganda<br />

yapıyor. Devlet yanlısı medyada “kadınların evde<br />

olmasının yalnızca çocukların gelişimi ve ailenin refahı<br />

için değil aynı zamanda topluma faydaları dolayısıyla<br />

da çok önemli olduğu” yönünde makaleler yer alıyor.<br />

Pekin hükümeti, evlilik kayıt bürosuna astığı afişlerde<br />

“İyi bir ev hanımı ve iyi anne olmak kadınların en büyük<br />

başarısıdır” sözleriyle, cinsiyetçiliği ve ayrımcılığı yaygınlaştırıyor.<br />

rekabet ve artan yeni paylaşım savaşı<br />

tehlikesi koşullarında önem kazanıyor.<br />

Çin emperyalizmi, yeniden parti<br />

Genel Sekreteri seçilen Xi Jinping’in<br />

kongredeki konuşma metnini önümüzdeki<br />

dönemin yol gösterici politikası<br />

olarak belirliyor.<br />

Birincisi, ‘Jinping Düşüncesi’ni tüzüğe<br />

koymakla onu Deng seviyesinde<br />

tabulaştırıp lider istikrarı yoluyla iktidar<br />

istikrarı kazandırmaya çalışıyor. Dünya<br />

emperyalist kurtlarının rekabet sofrasında<br />

bu yolla güçlülüğünü korumak<br />

istiyor.<br />

İkincisi, mali-ekonomik alanda iki<br />

yirmi yıllık gelişme hedefinin birincisini<br />

modernleştirmeyi devam ettirmek,<br />

ikincisini ise teknik temeli yüksek gelişme<br />

olarak önüne koyuyor. Yüzyılın<br />

ikinci yarısında ABD’yi yakalayıp geçme<br />

hedefini tarif ediyor. Devlet tekellerini<br />

bu büyümenin lokomotifi yapacağını<br />

Kongre‘de ilan ederek, dünya<br />

kapitalizminin varoluşsal bunalımı ve<br />

şiddetlenen rekabet koşullarında avantajlı<br />

hale gelmeye çalışıyor.<br />

Üçüncüsü, gelir eşitsizliklerini azaltma,<br />

“piyasa sosyalizmi”, “bir devlet iki<br />

sistem” üzerine temellendirdiğini iddia<br />

ettiği “sosyalist Çin” hedeflediğini söyleyerek<br />

öncelikle içeriye hitap ediyor.<br />

Neoliberal politikaları acımasızca uygulayarak,<br />

hızlı kapitalist büyümeyi ucuz<br />

işgücüne ve çevreyi tahribe dayandırarak<br />

işçi ve emekçi köylülerde tepki ve<br />

hoşnutsuzluk yaratan ÇKP yönetimi bu<br />

söylemle tepkiyi azaltmak için ideolojik<br />

demagojiye daha çok başvuracağını<br />

gösteriyor. Ayrıca, bunu dünyada ABD<br />

karşısında hegemonya için kitle desteğini<br />

artırmada elverişli araç olarak kullanabilir<br />

de.<br />

Dördüncüsü, KDHC’ye yönelik<br />

ABD’nin tırmandırdığı savaş ihtimaline<br />

karşı açık söylem geliştirmeyerek erken<br />

savaş istemediğini gösteriyor. Fakat<br />

“Büyük ulus”, “Güçlü devlet” temel<br />

amacını ifade ederek, ABD’nin yol açmakta<br />

olduğu 3. emperyalist paylaşım<br />

savaşına kendi emperyalist çıkarları<br />

temelinde hazırlanmayı da tarif etmiş<br />

oluyor. Güçlü devlet, tabii ki askeri bakımdan<br />

gelişkinlik demektir, Çin bu hedef<br />

doğrultusunda ilerleyeceğini ifade<br />

etmiş oluyor.<br />

1949’da devrimin zaferi, dev gibi<br />

bir halkı uyandırmıştı. 1970’li yıllarda<br />

başlayan kapitalist restorasyon, önce<br />

yavaş bir gelişmeyle sonra özellikle<br />

1990’lar sonrası hızlanarak kapitalist<br />

bir devi uyandırdı, emperyalizmin kurtlar<br />

sofrasına soktu.<br />

ABD emperyalizminin emperyalist<br />

dünya hakimiyeti yerini “çok kutuplu”<br />

ifade edilen birçok emperyalist güç<br />

odağına terk etmeye başlıyor. Bu, halklarda<br />

“nefes alma” etkisi yaratırken, bilinç<br />

bulandırıyor.<br />

Oysa, Çin kapitalizminin ABD emperyalizmi<br />

karşısında güç odağı olması,<br />

dünyanın ve emek gücünün talan edilmesinde<br />

kimin en kazançlı olacağı rekabetinden<br />

başka bir şey değil.<br />

Oysa başta ABD, Almanya ve Çin<br />

proletaryası olmak üzere tüm dünya<br />

ezilenlerinin kurtuluşu, kapitalist emperyalizmin<br />

eski hakiminin de yeni güç<br />

odaklarının da yıkılmasıyla olanaklıdır.


Atılım<br />

DÜNYA<br />

İspanyol devleti Katalan hükümetini görevden aldı<br />

↘↘<br />

İspanya, Katalonya özerk yönetim üyelerini görevden alarak kendi bakanlarını görevlendirdi. Ayrıca, Katalan siyasetçilere<br />

“isyana teşvik” suçlamasıyla dava açıldı.<br />

15<br />

HABER MERKEZİ - İspanya Başbakanı<br />

Mariano Rajoy, 27 Ekim’de yaptığı<br />

açıklamada Katalonya Özerk Yönetimi<br />

hükümetini feshedip bu bölgede 21<br />

Aralık’ta erken yerel seçime gitme kararı<br />

aldıklarını duyurdu. İspanyol merkezi<br />

hükümeti, bağımsızlık ilan eden Katalonya’daki<br />

yerel hükümetin üyelerini<br />

görevden alarak, yerlerine erken yerel<br />

seçime kadar kendi bakanlarını görevlendirdi.<br />

Resmi Gazete’de yayınlanan<br />

kararnameye göre, Katalonya Özerk<br />

Yönetim Hükümeti Başkanı Carles Puigdemont<br />

ve Başkan Yardımcısı Oriol<br />

Junqueras’ın yerine İspanya Başbakan<br />

Yardımcısı Soraya Saenz de Santamaria<br />

getirildi. Yerel hükümet bakanlıkları da<br />

bundan sonra merkezi hükümetin bakanlıklarına<br />

bağlı olacak.<br />

İspanyol hükümeti, görevden aldığı<br />

Puigdemont’un bölgesel seçimlere katılabileceğini<br />

açıkladı. Katalonya yerel<br />

yönetimi yetkilileri resmi olarak görevlerinden<br />

alınmalarına rağmen bir araya<br />

geldi. Görevine son verilen Katalonya<br />

Özerk Yönetimi Başkanı Carles Puigdemont,<br />

İspanya merkezi hükümetinin<br />

aldığı kararları tanımadıklarını, özgür<br />

bir ülke için çalışmaya devam edeceklerini<br />

söyledi. Puigdemont, Madrid’in bu<br />

kararına karşı “demokratik muhalefet”<br />

çağrısı yaptı. Katalonya’nın özerkliğinin<br />

devre dışı bırakılmasına da tepki gösteren<br />

Puigdemont, “özgür bir ülke kurmak<br />

için çalışacakları” vaadinde bulundu.<br />

KATALAN SİYASETÇİLERE<br />

DAVA AÇILDI<br />

Puigdemont’n yardımcısı Oriol<br />

Junqueras, hafta sonunda Katalan gazetesi<br />

El Punt Avui’ye bir makale yazdı.<br />

Junqueras, “Ülkenin başkanı hala Puigdemont’tur<br />

ve öyle kalacak” ifadelerini<br />

kullandı. Yazıyı, ‘Katalonya Başkan<br />

Yardımcısı’ olarak imzalayan Junqueras,<br />

Madrid’in ‘darbesini’ kabul etmediklerini<br />

vurguladı.<br />

İspanya Devlet Başsavcısı Jose Manuel<br />

Maza, Katalan yönetimi hakkında<br />

‘isyana teşvik, ayaklanma, kamu fonlarını<br />

suistimal’ gibi şikayetler üzerine<br />

dava açıldığını açıkladı. Bu arada Belçika<br />

hükümeti, İspanya yasalarına göre<br />

tutuklanma olasılığı bulunan Katalonya<br />

Başbakanı Carles Puigdemont’a siyasi<br />

sığınma ve koruma hakkı verilebileceğini<br />

duyurdu. Puigdemont çağrıyı kabul<br />

etmediğini açıkladı.<br />

Hafta başında, Puigdemont’un görevden<br />

alınan diğer Katalan yetkililerle<br />

birlikte Belçika’nın başkenti Brüksel’e<br />

gittiği açıklandı. Brüksel’de basın toplantısı<br />

yapan Puigdemont, Katalan liderlere<br />

getirilen suçlamaların temelsiz<br />

olduğunu ve adaletten kaçmadığını<br />

söyledi. Belçika’ya gelerek Katalan sorununu<br />

Avrupa Birliği’nin kalbine getirmek<br />

istediğini ifade eden Puigdemont,<br />

garantiler verilirse Katalonya’ya döneceğini<br />

de ekledi.<br />

İsrail’in tünel<br />

saldırısında 7<br />

Filistinli yaşamını<br />

yitirdi<br />

GAZZE - Siyonist İsrail askerleri,<br />

Gazze Şeridi’nin güney bölgesindeki<br />

Han Yunus’ta bir tünele<br />

saldırı düzenledi. Saldırıda, 7 Filistinli<br />

yaşamını yitirdi.<br />

Gazze’deki Sağlık Bakanlığı<br />

sözcüsü Dr. Eşref El Kudra, saldırıda<br />

13 kişinin de yaralandığını<br />

bildirdi.<br />

Filistin Enformasyon Merkezi’nin<br />

aktardığına göre tüneller<br />

direniş grupları tarafından kullanılıyordu.<br />

Yaşamını yitiren 4 Filistinlinin<br />

İslami Cihad Hareketi’nin<br />

askeri kanadı Kudüs Müfrezesi<br />

savaşçısı, ikisinin ise onları kurtarmaya<br />

çalışan Hamas’ın askeri kanadı<br />

İzzeddin El Kassam Tugayları<br />

savaşçısı olduğu belirtildi.<br />

Sonuç olarak, İspanya Anayasa<br />

Mahkemesi sözcüsü, mahkemenin Katalonya<br />

Bölgesel Parlamentosu’nun 27<br />

Ekim’de yaptığı bağımsızlık ilanını iptal<br />

ettiğini açıkladı. Anayasa Mahkemesi,<br />

Katalonya Parlamentosu Sözcüsü ile<br />

diğer üst düzey vekilleri 2-3 Kasım’da<br />

ifade vermeye çağırdı.<br />

Belçika’da AKP’li faşistler Kürtlere saldırdı<br />

ANTWERPEN - Belçika’nın Antwerpen kentinde,<br />

ırkçı-faşist Türkler, Kürtlere yönelik saldırılarına devam<br />

ediyor.<br />

“Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a özgürlük” sloganıyla<br />

9 Ekim’de Avrupa turuna çıkan otobüsün, 27<br />

Ekim Cuma günü Antwerpen kentinde Türk ırkçılarının<br />

saldırısına uğramasının ardından, olaylar üç gün boyunca<br />

devam etti. Brederodestraat bölgesinde yaşayan Kürt<br />

esnaflar, saldırıların hedefinde. Birçok işyeri tahrip edildi.<br />

AKP’lilerin sosyal medya üzerinden yaptıkları çağrılarla,<br />

Belçika ve Hollanda’nın farklı şehirlerindeki Osmanlı<br />

Ocakları, UETD ve Ülkü Ocakları üyeleri otobüs,<br />

tren ve özel araçlarla kente gelerek, Kürt esnaflara saldırdı.<br />

Saldırıların arkasında, Türk Konsolosluk çalışanları<br />

ve AKP’nin Avrupa’daki kuruluşu olan Avrupa Demokratlar<br />

Birliği’nin (UETD) yöneticileri bulunuyor.<br />

ANF’ye konuşan bir tanık yaşananları şöyle anlattı:<br />

“Pazar günü gruplar halinde bölgedeki sokaklarda dolaşıyorlardı.<br />

Zaman zaman esnaflarımızı tehdit ettiler.<br />

Polisin de Kürt esnaflara ‘sizin güvenliğinizi alamayız.<br />

Dükkanlarınızı kapatın’ açıklamasının üzerine gençler<br />

esnafları korumaya gitti. Akşam saatlerinde ise özellikle<br />

Türk Konsolosluk çalışanları ve Antwerpen UETD<br />

yöneticilerinin öncülüğünde toplanan yüzlerce kişi Kürt<br />

esnaflara saldırdı. Biz de savunmaya geçtik. Yüzü kapalı<br />

gruplar, ellerinde demir, bıçak, balta, yanıcı maddelerle<br />

bize saldırmaya başladı. Polis de o esnada çekildi. Bu<br />

gruplar, ‘Allahuekber’ ve ‘Kahrolsun PKK’ sloganlarıyla<br />

bize saldırıda bulundu. Biz de direnince çatışmalar başladı.<br />

Bizim direnmemiz sonucu amaçlarına ulaşamadılar.<br />

Ama amaçları bizi linç etmekti. Adeta Belçika polisi de<br />

onlara yol açtı. Onlara saldırmak yerine bize saldırıyordu.<br />

Saldırıya uğramamıza rağmen polis herhangi bir önlem<br />

almadı.”<br />

SKB VE HALKEVİ: POLİS<br />

PROVOKASYONU SEYREDİYOR<br />

Sosyalist Kadınlar Birliği ve Belçika Halkevi yaptığı<br />

ortak açıklamada, Belçika polisinin faşist saldırılara göz<br />

yummasını eleştirdi.<br />

Açıklamada, saldırıların Türkiye konsolosluğu eliyle<br />

örgütlendiği ve bölgede yüzlerce MİT elamanının bulunduğu<br />

belirtildi. SKB ve Belçika Halkevi, faşist saldırılara<br />

karşı tepkisiz kalınmaması çağrısı yaptı.<br />

Amerika’daki #MeToo kampanyası Fransa’ya<br />

da sıçradı. “Domuzunu ifşa et” ve “#MeToo (ben<br />

de)” sloganıyla birçok kentte sokağa çıkan kadınlar,<br />

şiddete, taciz ve tecavüze “dur” dedi. Kadınlar,<br />

uğradıkları şiddeti anlatarak mücadele yöntemlerini<br />

tartıştı.


16 HABER<br />

Atılım<br />

4 Kasım’ın 1. yılı:<br />

HDP Saray faşizmine teslim olmadı<br />

↘↘<br />

HDP, Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile 7 milletvekilinin tutuklanmasıyla başlayan baskılara<br />

teslim olmadı. Siyasi operasyonlardan parti binalarına yönelik saldırılara kadar Saray faşizmine “adalet ve özgürlük” talebiyle yanıt<br />

verirken, Eş Genel Başkanlar ve milletvekilleri duruşmalarda faşizmi yargıladı.<br />

HABER MERKEZİ - AKP/Saray faşizmi,<br />

HDP’nin Meclis ve sokaktaki muhalefetini<br />

kırmak için 4 Kasım’da siyasi<br />

operasyonlar yaptı. 3 Kasım’ı 4 Kasım’a<br />

bağlayan gece, Saray kalemşorlarının bir<br />

süredir dilinden düşürmediği “HDP operasyonu”<br />

başlatıldı. HDP Eş Genel Başkanı<br />

Figen Yüksekdağ Ankara’daki, HDP<br />

Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş<br />

Diyarbakır’daki evinden gözaltına alındı.<br />

YÜKSEKDAĞ: SAVCINIZ GİBİ SİZ<br />

DE HAYDUTSUNUZ<br />

Yüksekdağ, polislere kapıyı açmadı,<br />

polisler kapıyı kırarak eve girdi. Yüksekdağ’ın<br />

“Savcınız gibi siz de haydutsunuz”<br />

sözü, tarihe düşülen önemli bir not oldu.<br />

Polis, aynı gece, HDP Genel Merkezi’ni<br />

de basarak Grup Başkanvekili İdris<br />

Baluken’i gözaltına aldı. Milletvekilleri<br />

Sırrı Süreyya Önder, Ziya Pir, Ferhat<br />

Encü, Leyla Birlik, Selma Irmak, Nursel<br />

Aydoğan, Gülser Yıldırım, İmam Taşçıer,<br />

Abdullah Zeydan da gözaltına alınan vekiller<br />

oldu.<br />

Milletvekilleri ve eşbaşkanlar, ertesi<br />

gün adliyeye çıkartılırken, iradesine sahip<br />

çıkan halka polis tüm kentlerde saldırdı.<br />

Saray yargısı, Eş Genel Başkanlar<br />

Yüksekdağ ve Demirtaş ile milletvekilleri<br />

Baluken, Aydoğan, Birlik, Encü, Irmak,<br />

Zeydan ve Yıldırım’ın tutuklanmasına<br />

karar verdi. Ardından, Hakkari Milletvekili<br />

Nihat Akdoğan ve milletvekilleriyle<br />

dayanışmak amacıyla adliyeye giden<br />

DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel<br />

de tutuklandı.<br />

Milletvekilleri, daha önce aldıkları<br />

karar doğrultusunda ortak savunma<br />

yaptı, “Başkanlık adı altında ülkemize ve<br />

halkımıza dayatılan bu faşist düzenden<br />

kurtulacağımızdan şüphemiz yoktur. Er<br />

ya da geç demokrasi mücadelemiz kazanacaktır.<br />

Erdoğan şahsında köhnemiş bu<br />

rejim değişecektir. Sizden hiçbir talebim<br />

ve beklentim yoktur. Siyasi faaliyetlerim<br />

nedeniyle ancak beni seçen halkım sorgulayabilir”<br />

dedi.<br />

DEMİRTAŞ: MUTLAKA<br />

KAZANACAĞIZ<br />

Eşbaşkanların mahkeme salonlarından<br />

halklara mesajı da “direniş” oldu.<br />

Yüksekdağ, tüm kadınlara “Şen olmaya,<br />

dirençli olmaya devam” mesajını gönderdi.<br />

Demirtaş ise mahkeme salonunu terk<br />

ederken, “Mutlaka kazanacağız” dedi.<br />

4 Kasım Tutsak Seçilmişlere Özgürlük Günü<br />

ANKARA - Halkların Demokratik Partisi (HDP), Meclis tarafından dokunulmazlıkların<br />

kaldırılmasının ardından HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ<br />

ve Selahattin Demirtaş ile milletvekillerinin tutuklandığı 4 Kasım’ı “Tutsak<br />

seçilmişlere özgürlük günü” ilan edecek. 4 Kasım etkinlikleri, Temmuz<br />

ayında başlatılan “Durmayalım, faşizmi durduralım” kampanyasının üçüncü<br />

ve son ayağı olacak. Eylem ve etkinliklerde tutuklu siyasetçilerin durumuna<br />

dikkat çekilecek. HDP, 3-4 Kasım tarihlerinde örgütlü olduğu tüm il ve<br />

ilçelerde tutsak vekillere özgürlük isteyecek. Meclis’te de tutuklu vekillerin<br />

durumuyla ilgili kanun teklifleri sunulacak, kürsü etkin kullanılacak. HDP,<br />

ayrıca bir yıllık süreçte yaşananları raporlaştırarak, kamuoyuna açıklayacak.<br />

Kandıra F Tipi Hapishanesi’ne götürülen<br />

Yüksekdağ, Edirne F Tipi Hapishanesi’ne<br />

götürülen Demirtaş ile diğer milletvekilleri<br />

uzun süre tecrit altında tutuldu.<br />

4 Kasım’dan bu yana, HDP milletvekilleri<br />

defalarca haklarında açılan davalar<br />

kapsamında gözaltına alındı. 4 Kasım’da<br />

tutuklanan milletvekillerinden Leyla Birlik,<br />

bir süre sonra serbest bırakıldı. İdris<br />

Baluken de özgürlüğüne kavuştu ancak<br />

kısa süre içinde yeniden tutuklandı. Saray<br />

yargısı Ferhat Encü ve Nursel Aydoğan<br />

için de aynı pratiği sergiledi. Besime<br />

Konca ise iki kez tutuklanıp serbest bırakıldı.<br />

HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen ve<br />

Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş<br />

da Saray operasyonlarından nasibini aldı,<br />

tutuklandı, ardından serbest bırakıldı.<br />

Tutuklanan vekiller arasında HDP Grup<br />

Başkanvekili Çağlar Demirel ve Burcu<br />

Çelik de yer aldı.<br />

HALK İRADESİYLE<br />

SEÇİLEN VEKİLLER<br />

EMİRLE DÜŞÜRÜLDÜ<br />

AKP/Saray iktidarı, HDP operasyonlarına<br />

Meclis içinde de devam etti.<br />

Meclis Başkanvekili Pervin Buldan’ın bu<br />

hakkı elinden alındı. Buldan, bu durumu<br />

“Yerime kayyum atandı” şeklinde yorumladı.<br />

Milletvekillerinin tutuklanmasını, bu<br />

kez “milletvekilliğinin düşürülmesi” saldırısı<br />

takip etti. İlk olarak 21 Şubat’ta Yüksekdağ’ın<br />

milletvekilliği düşürüldü. Yüksekdağ’ın<br />

Saray’ın bu saldırısına yanıtı<br />

“Geri aldıkları vekillik mazbatası sadece<br />

bir kağıt parçasıdır. Bize vekilliğimizi veren<br />

yoksullar ve yok sayılanlardır. Onların<br />

sesi ve iradesiyiz, onlar istediği müddetçe<br />

de vekilliğimize devam edeceğiz”<br />

oldu. Yüksekdağ’ın ardından Nursel Aydoğan,<br />

Tuğba Hezer, Faysal Sarıyıldız ve<br />

Besime Konca’nın vekillikleri düşürüldü.<br />

AYM’NİN HDP YANITI:<br />

BU ÜLKENİN EN<br />

KAHRAMANI BİZ MİYİZ?<br />

HDP avukatları, tutuklu milletvekilleri<br />

için, daha önce milletvekillerinin tutuklanamayacağı<br />

(Balbay örneği) kararı<br />

veren Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda<br />

bulundu. Ancak AYM başvurunun<br />

üzerinden bir yıl geçmesine karşın hala<br />

kararını vermedi. HDP’li vekiller, AYM<br />

önünde adalet nöbeti tuttu. Avukatların,<br />

“Neden hala karar verilmedi?” sorusuna,<br />

Anayasa Mahkemesi’nin verdiği yanıt<br />

“Bu ülkenin en kahramanı biz miyiz”<br />

oldu.<br />

Eş Genel Başkan ve milletvekillerinin<br />

yargılandıkları davaların duruşmaları da<br />

hukuksuzluklarla geçti. Duruşmalara getirilmeyen<br />

vekiller, SEGBİS ile ifade vermeye<br />

zorlandı. Yüksekdağ ve Demirtaş<br />

bu durumu reddedince, zorla SEGBİS ile<br />

ifadelerinin alınması kararı çıktı. Yüksekdağ,<br />

tutuklu olduğu davanın duruşmasına<br />

4 Temmuz’da çıktı. Salona, partililerin<br />

“Figen başkan onurumuzdur” sloganları<br />

ve alkışları eşliğinde girdi. Mahkeme<br />

salonunda faşizmi yargıladı, tahliye edilmedi.<br />

18 Eylül günü görülen ikinci duruşmasına<br />

“izleyicilerin salona alınmayacağı”<br />

kararı üzerine çıkmadı. Selahattin<br />

Demirtaş hala mahkemeye çıkarılmadı.<br />

HDP’LİLER HER YENİ GÜNE<br />

OPERASYONLA UYANDI<br />

4 Kasım saldırısını, HDP’nin üye ve<br />

yöneticilerine yönelik siyasi operasyonlar<br />

takip etti. HDP’liler İstanbul’dan<br />

Hakkari’ye neredeyse her güne gözaltı<br />

operasyonuyla uyandı. Milletvekillerinin<br />

danışmanları da siyasi soykırım operasyonlarının<br />

kapsamına alındı.<br />

AKP ve Saray faşizmi, sadece eşbaşkanlar<br />

ve vekiller değil, binlerce HDP<br />

yönetici ve üyesini gözaltına aldı ve tutukladı.<br />

VİCDAN VE ADALET<br />

NÖBETLERİ TUTTU<br />

HDP, Eş Genel Başkanları ve milletvekillerinin<br />

tutsaklıklarının sona ermesi<br />

için Diyarbakır, İstanbul, Van ve İzmir’de<br />

adalet ve vicdan nöbetleri tuttu. Nöbetler,<br />

polisin yoğun ablukası altında<br />

gerçekleşti. Nöbetin tutulduğu parkları<br />

çevreleyen polis, nöbete katılacaklara<br />

sayı sınırlaması getirmekten gelenleri<br />

gözaltına almaya kadar çeşitli engelleme<br />

yöntemlerini devreye soktu.<br />

HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ<br />

ve Selahattin Demirtaş ile milletvekilleri,<br />

cezaevindeki tecrit koşullarına<br />

karşı direnirken, yazmaya, üretmeye<br />

devam etti. Demirtaş’ın öyküleri, “Seher”<br />

adıyla yayınlandı. Kitap, kısa sürede on<br />

binlerce kişi tarafından okundu.<br />

HDP, binlerce üye ve yöneticisinin<br />

tutsak olmasına rağmen kuruluşunun 5.<br />

yılını kitlesel etkinliklerle kutladı.<br />

2016 yılının 4 Kasım gününden bu<br />

yana HDP, Saray’ın faşist saldırılarına<br />

teslim olmadı. Siyasi operasyonlardan<br />

parti binalarına yönelik saldırılara kadar<br />

Saray faşizmine, “adalet ve özgürlük” talebi<br />

ile yanıt verirken, Eş Genel Başkanlar<br />

ve milletvekilleri duruşmalarda faşizmi<br />

yargıladı.


Atılım<br />

POLİTİKA<br />

17<br />

BÜYÜTEÇ<br />

Zafer Emektar<br />

İYİ de...<br />

Meral Akşener nihayet “parti”sini<br />

kurdu. İYİ de oldu!<br />

Siyasal kaosun ve krizin devletçi<br />

geleneğin parti ve yapılanmalarını saran<br />

boyutu biraz daha derinlik kazandı.<br />

Zaten Akşener hareketinin genel tablo<br />

bakımından yaratabileceği objektif tek<br />

sonuç da budur.<br />

Bunun dışındaki parsiyel tüm yorumlar,<br />

egemen sermaye-devlet cephesi<br />

mevzisi içinde güç ve iktidar<br />

hesabı olanların beklentilerinden kaynaklanan<br />

İYİ niyetlerin dile getirilmesinden<br />

öte bir şey değil.<br />

Haliyle, halihazırda bolca laf döndürülüyor<br />

ve daha çok döndürülecek<br />

İYİ’lik hakkında. Böyle olacak, çünkü<br />

mevcut siyasal kaosun giderek derinleştirdiği,<br />

çeşitlendirdiği toplumsal,<br />

iktisadi, politik, jeo-stratejik/askeri belirsizlik<br />

atmosferi ve bunun büyüttüğü<br />

tehlike/risk boşluğundan başı derde<br />

düşen yerli ve yabancı her türden ve<br />

düzeyden çok sayıda çıkar grubu var.<br />

Malum, bu siyasal krizin tam merkezinde<br />

aktüel olarak Erdoğan’ın tekçi<br />

Saray diktatörlüğü durduğu ve Akşener<br />

de mindere “ben cumhurbaşkanı<br />

olacağım” diye çıktığı için, bu çıkar<br />

grupları içinden açık ya da gizli epey<br />

bir potansiyel destekçi bulacağı/bulduğu<br />

kesin. Erdoğan “KÖTÜ”lüğü karşısında<br />

İYİ’liğin faziletleri hakkında laf<br />

döndürmeye başlayan ve döndürecek<br />

olan dediklerimiz de bunlar zaten.<br />

Şimdilik dolaylı da olsa ABD ve AB<br />

emperyalist basın ve diplomatik çevrelerden<br />

gelen meşrulaştırıcı cilalama<br />

yorum ve beyanları ilk elden piyasaya<br />

sürülmüş durumda. İçeride ise “heyecan”<br />

haliyle daha fazla; “şimdi seçim<br />

olsa” anketlerinde İYİ’lik patlaması<br />

yaşanıyor/yaşatılıyor; TV programlarında<br />

ve köşe yazılarında merkez sağı<br />

AKP’den alacak İYİ’lik hareketi başlatılıyor;<br />

“yenilikçi” Akşener’e gömlek<br />

değiştirtilerek “milliyetçilik-ırkçılık”tan<br />

“vatanseverliğe” yükseltiliyor; Akşener<br />

“turnayı gözünden vurmak” için<br />

“erkeğin karşısına dikilen cesur kadın”<br />

oluveriyor vb. vb...<br />

“Koyunun bulunmadığı yerde keçiye<br />

Abdurrahman Çelebi demek” misali<br />

bu yağlama-yıkama faaliyetlerinin, Akşener<br />

hareketini mensubu ve sözcüsü<br />

olduğu burjuva sistem içinde Saray/<br />

AKP karşısında bir çözüm gücü ve alternatifi<br />

haline getirebilme kudreti yok<br />

elbette. Ama zaten hareketin yapısal<br />

kapsayıcılık/birleştiricilik bakımdan<br />

böyle bir örgütlenme alt yapısı olmadığı<br />

gibi (kurucular kurulunun %90’ı<br />

MHP kökenli), ilan ettiği programın<br />

toplumsal ve siyasal yaşamın en temel<br />

sorunları karşısında (Kürt sorunu, Alevi<br />

sorunu, yoksulluk, işsizlik vb.) suya<br />

sabuna dokunmayan iddiasızlığı da<br />

dikkat çekici.<br />

Dolayısıyla, Akşener’in sözünü ettiğimiz<br />

misyonda ve anlamda bir parti<br />

kurmaktan çok, mevcut krizi ve Erdoğan-Bahçeli<br />

ittifakının/iktidarının<br />

açmazlarını, çürüyüş, çöküş eğilimini<br />

gören ve bunu kendileri için fırsata çevirerek<br />

palazlanmak isteyen bir siyasi<br />

klik örgütlenmesi inşa ettiğini söyleyebiliriz.<br />

Besbelli ki, İYİ adı ve söylemi,<br />

soyutluğu ve algıda oluşturduğu pozitif<br />

belirsizlik nedeniyle tam da bu kliğin<br />

gerçek amaçlarını gizlemeye hizmet<br />

eden, ama aynı zamanda toplumsal bir<br />

ilgi, beklenti ve çekim gücü yaratmayı<br />

da hesaplayan bir demagoji icadıdır.<br />

Ve eğer bu demagoji ve proje tu-<br />

Sanat ve Hayat dergisinin yeni sayısı çıktı<br />

HABER MERKEZİ - Sanat ve Hayat<br />

dergisinin merakla beklenen yeni sayısı<br />

çıktı. Derginin yayımlanma tarihinin<br />

Ekim Devrimi’nin 100. yıl dönümüne<br />

denk gelmesi sebebiyle, Tartışma Kültürü<br />

bölümünün ana konusunu “Devrim”<br />

oluşturdu.<br />

Kutsiye Bozoklar’ın “Hangi Kültür?”<br />

başlıklı yazısının yanı sıra P. Deniz Tekin’in<br />

“Devrim Başlıyor” yazısı, Ekim<br />

Devrimi’nin öncesi, anı ve sonrasında<br />

yeni yeni formlar kazanan devrimci sanatın<br />

temel izleğini anlatıyor.<br />

Mevsimler bölümünün okları, bu kez<br />

“popüler kültür/popüler dergiciliği” hedef<br />

alıyor. B. Sadık Albayrak Türkiye’deki<br />

dergicilik serüvenini, kalibrenin neden<br />

ve nasıl düştüğünü anlatırken, Hikmet<br />

Işık popüler dergiciliğin anlamsızlığını<br />

çok referansla ortaya seriyor. Genç yazar<br />

Hakan Güngör, yakın zamanda gündeme<br />

gelen şairlerin mezarlarının tahrip<br />

edilmesinden hareketle, “şair mezarlarını”<br />

merkezde tutan hareketli ve eğlenceli<br />

bir yazısıyla daha derginin sayfalarındaki<br />

yerini alıyor.<br />

Harman bölümü, bu sayıda da son<br />

derece zengin. Öyküleri, şiirleri, masalları<br />

ve denemeleriyle dergide yer alan<br />

isimler sırasıyla; Mustafa Angın, Onur<br />

Koca, İsmet Alıcı, Serkan Ece Şengül,<br />

Berdar Doğan, Sevde Aycıl, Güneş Kara,<br />

Ruhan Mavruk, Ulaş Ömer Sezgin, Tan<br />

Doğan ve İbrahim Kamer.<br />

Mozaik bölümünün konukları, Kürtçe<br />

bir öykü, Çeçence ve Osetçe birer<br />

masal ve Arapça bir şiir.<br />

Çentik ise “devrim dokusu” son derece<br />

belirgin olacak şekilde hazırlanmış.<br />

Vladimir Mayakovski, Hristo Botev, Cesar<br />

Vallejo, Konstantin Simonov, Vesselin<br />

Hançev, Sergey Yesenin Çentik’in<br />

konukları.<br />

Pano’da, Yener Orkunoğlu yazısında<br />

Türkiye’de gericiliğin ve muhafazakarlığın<br />

tarihsel kökenleri irdelenirken, BEK-<br />

SAV emekçisi İnan Söker, BEKSAV’ın<br />

düzenlediği Direniş Günleri’yle ilgili yazıyla<br />

derginin sayfalarında yerini almış.<br />

Pano’nun bir diğer yazısı ise Alevilik ve<br />

edebiyat üzerine pek çok konferans<br />

veren Haydar Karataş. Karataş, Dersim<br />

üzerine hacimli bir yazıyla Sanat ve Hayat<br />

okurlarına selam gönderiyor.<br />

Emin Karaca, Ayraç bölümünde<br />

Nâzım Hikmet hakkında yazılan kitaplardaki<br />

vahim hatalar üzerine yazmaya<br />

devam ediyor.<br />

Öte yandan, Sanat ve Hayat dergisinin<br />

abonelik kampanyası devam ediyor.<br />

tarsa, bunun genel tabloda objektif<br />

karşılığı ve sınırı Erdoğan diktatörlüğünün<br />

toplumsal ve siyasi olarak kıskaca<br />

alınmasında, etkisinin sınırlanması ve<br />

eritilmesinde yeni bir gücün devşirilmesi<br />

olacaktır. Emperyalist merkezlerden<br />

Türkiye’deki güç odaklarına<br />

kadar, Akşener’in arkasında şu ya da<br />

bu biçimde duran ve duracak olanların<br />

beklentisi de esasen bu eksende<br />

olacaktır. İYİ’nin matematiğinde; MHP<br />

kitlesinin ve örgütünün Akşener tarafından<br />

önemli ölçüde soğurulması ve<br />

Erdoğan-Bahçeli ittifakının buradan<br />

da zayıflatılması, AKP’deki memnuniyetsizlerden<br />

dişe dokunur puanda oy<br />

devşirilmesi, CHP-Akşener ittifakının<br />

yollarının döşenerek yerel, genel ama<br />

özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde<br />

işbirliğinin koşullarının olgunlaştırılması<br />

gibi denklem hesapları var<br />

kuşkusuz.<br />

Tüm bunların hangi somut seyir<br />

içinde ve nasıl biçimleneceğini yaşayarak<br />

göreceğiz elbet. Ancak son zamanlarda<br />

çokça dile getirilmeye başlandığı<br />

gibi Türkiye’nin siyasi iklimi giderek<br />

“Ortadoğu ülkelerine” benzemeye<br />

başlıyor ve sabah başka akşam başka<br />

dengeler kurulabiliyor. Mevcut kriz<br />

koşullarında Akşener üzerine iyi ya da<br />

kötü hesap yapan çok olacak. Geçmiş<br />

siyasi serüveni ve sicilinden biliyoruz<br />

ki, Akşener’in de kirli ilişkileri ve<br />

hesapları çok. Velhasıl, her şey İYİ’ce<br />

karışabilir memlekette! Bir de tabi “cehennemin<br />

yolları İYİ niyet taşlarıyla<br />

döşenir” derler...Ve o her zaman olası.<br />

İnternet üzerinden abone olmak isteyen<br />

okurlar sanatvehayat2015@gmail.com<br />

ya da beksav2014@gmail.com adreslerine<br />

mail yazabilir ya da 0544 538 30 93<br />

nolu telefondan dergiye ulaşabilir.


18 HABER<br />

Atılım<br />

‘Bombalayarak sindiremediniz tutuklayarak mı sindireceksiniz?’<br />

↘↘<br />

ESP’nin 12 sosyalistin tutuklanmasına ilişkin düzenlediği basın toplantısında konuşan Suruç gazisi Yasin Can “Bu, sindirme politikasıdır.<br />

Sivil, silahsız insanları bombalarla parçalayarak sindiremediniz, hapishanelerinizde tutuklayarak mı sindireceksiniz” dedi.<br />

İSTANBUL- Katıldıkları cenaze, taziye<br />

ve demokratik eylemler nedeniyle<br />

tutuklanan 12 sosyaliste özgürlük talebiyle,<br />

İHD İstanbul Şubesi’nde basın<br />

toplantısı düzenlendi. İlk olarak açıklama<br />

yapan İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren<br />

Yoleri, soruşturmada arama ve<br />

yakalama kararına gerekçe olarak “suç<br />

delillerini elde etmek üzere...” denildiğini<br />

hatırlattı. Yoleri, “İnsanları baştan suçlu<br />

ilan etmişler, ama ellerinde deliller yok”<br />

dedi.<br />

Avukat Kamil Ağaoğlu, Ezilenlerin<br />

Hukuk Bürosu avukatları Özlem Gümüştaş<br />

ve Sezin Uçar’ın avukatlık mesleğinden<br />

dolayı tutuklandığını belirtti. ETHA<br />

editörü İsminaz Temel’in de yine gazetecilik<br />

mesleğinden dolayı tutuklandığını<br />

kaydeden Ağaoğlu, “Suç işlediği iddia<br />

edilen olaylarda İsminaz elinde fotoğraf<br />

makinesi ile fotoğraf çekiyor” dedi. Gözaltıların<br />

ardından avukatların çok güçlü<br />

bir dayanışma gösterdiğini ifade eden<br />

Ağaoğlu, “Hem tutuklanan arkadaşların<br />

tutumları baş eğmezdi hem de dayanışma<br />

çok güçlüydü. Çünkü, haklılıklarına<br />

inançları güçlü. Biz de üzerimize düşeni<br />

yapacağız. Oradan meslektaşlarımızı ve<br />

müvekkillerimizi alacağız” dedi.<br />

KOÇYİĞİT: DAHA FAZLA<br />

DİRENİŞ DAHA FAZLA UMUT<br />

Basın toplantısına katılan HDK Eşsözcüsü<br />

Gülistan Kılıç Koçyiğit, ESP ile<br />

dayanışma içinde olduklarını söyledi.<br />

Koçyiğit, “Ne bombalar ne de tutuklamalar<br />

bizi eşitlik, özgürlük, demokrasi ve<br />

barış mücadelesinden alıkoyabilir. Daha<br />

fazla direniş, daha fazla umutla yürüyelim”<br />

dedi.<br />

Partizan’dan Rahime Karvar, ESP’ye<br />

geçmiş olsun dileklerini iletti. Sokağın en<br />

militan gazetecilerinden ikisinin, sokağın<br />

en militan avukatlarından ikisinin tutuklandığını<br />

söyleyen Karvar, “Sokağın sesini<br />

kısmaya çalışıyorlar” dedi.<br />

Sosyalist Meclisler Federasyonu’ndan<br />

Tahir Demirtaş, AKP’nin bu tür<br />

saldırılarla kendi yaşamını uzatmaya<br />

çalıştığını söyledi. Demirtaş, devrimci<br />

demokratik kurumların daha birleşik bir<br />

zeminde bu süreci karşılaması gerektiğini<br />

ifade etti.<br />

Suruç Aileleri İnisiyatifi’nden Hacer<br />

Elçin, Suruç katliamı davası avukatlarının<br />

yanı sıra katliamda yaralanan<br />

Mazlum Demirtaş ve Havva Cuştan ile<br />

yaşamını yitiren Ezgi Sadet’in ablası Özgen<br />

Sadet’in tutuklandığını hatırlatarak,<br />

davanın 3. duruşmasının 13 Kasım’da<br />

görüleceğini, tutuklananların katılamayacağını<br />

kaydetti. Suruç gazisi Yasin<br />

Can da avukatlarının tutuklandığını<br />

hatırlatarak “Bu, sindirme politikasıdır.<br />

Sivil, silahsız insanları bombalarla parçalayarak<br />

sindiremediniz, hapishanelerinizde<br />

tutuklayarak mı sindireceksiniz”<br />

diye konuştu.<br />

‘DEĞERLERİMİZİ<br />

SAHİPLENMEYE<br />

DEVAM EDECEĞİZ’<br />

Ölümsüzlerin ve Tutsakların Sesi<br />

Platformu’ndan Ümran Yurdayol, ETHA<br />

adına Deniz Bakır, ESP Genel Başkan<br />

Yardımcısı Fadime Çelebi yaptıkları konuşmalarda,<br />

baskılara karşı mücadeleyi<br />

büyüterek yanıt vereceklerini söyledi,<br />

değerleri sahiplenmekten vazgeçmeyeceklerini<br />

belirtti. Alınteri, Tutsaklarla<br />

Dayanışma İnisiyatifi bileşenleri ve Devrimci<br />

Anarşist Faaliyet temsilcileri de<br />

destek verdi.<br />

Adalet nöbetinde<br />

tutsak avukat ve<br />

gazetecilere<br />

özgürlük istendi<br />

Ailelerinden ‘Hopa tutsaklarına özgürlük’ talebi<br />

HABER MERKEZİ - Hopa’da sosyal<br />

medya paylaşımları gerekçe gösterilerek<br />

tutuklanan SKM Hopa Sözcüsü<br />

Nurcan Vayiç, HDP İlçe Başkanı Cemil<br />

Aksu ve ESP üyesi Efraim Vayiç’in aileleri<br />

yaşanan hukuksuzluğa tepki gösterdi.<br />

Hopa’da basın toplantısı düzenleyen<br />

aileler, çocuklarının derhal serbest<br />

bırakılmasını istedi. “Çocuklarımızı<br />

serbest bırakın” ve “Hopa tutsaklarına<br />

özgürlük” pankartlarının asıldığı basın<br />

toplantısında, “Hopa halkı bu çocukları<br />

tanıyor. Hopa’da yaşayan sosyalistlerin<br />

halka, doğaya karşı herhangi bir suç işlemeyeceğini<br />

biliyor” denildi.<br />

İstanbul’da ise Hopa Dayanışması<br />

basın toplantısı düzenleyerek, tutsak<br />

Hopalılara destek oldu. Makine Mühendisleri<br />

Odası İstanbul Şube binasında<br />

düzenlenen basın toplantısında,<br />

Dayanışma adına Hikmet Akçiçek bir<br />

açıklama yaptı. Akçiçek, “Fikir ve ifade<br />

özgürlüğünün ötesine geçmeyen sosyal<br />

medya paylaşımlarıyla tutuklu yargılanmaları<br />

hangi hukuktur, hangi adalettir,<br />

hangi vicdandır” dedi. Cemil, Nurcan<br />

ve Efraim’in Hopa’da yaşanan ilk tutuklamalar<br />

olmadığını kaydeden Akçiçek,<br />

şöyle devam etti: “Özellikle 31 Mayıs<br />

2011 sonrasında Hopalılar bir çok kez<br />

benzer gözaltı ve tutuklamalar yaşadı.<br />

Hukuki olmaktan çok siyasi nedenlere<br />

dayalı bu gözaltı ve tutuklamalar, Hopa’nın<br />

‘Hayır’ diyen, yılmayan, baskı ve<br />

adaletsizliğe sesini yükselten, eşitlik<br />

ve özgürlükten yana iradesini kırmaya<br />

yöneliktir. Hopa’daki haksız, mesnetsiz,<br />

hukuksuz tutuklamaları protesto<br />

ediyor, arkadaşlarımızın derhal serbest<br />

bırakılmasını istiyoruz.”<br />

ESP MYK üyesi Sedat Şenoğlu da,<br />

halklara karanlık ve zor günleri reva görenlere<br />

en iyi cevabın tutuklanan arkadaşlarının<br />

gülüşleri, dirençleri olduğunu<br />

söyledi, zorbalığın sona yaklaştığını<br />

belirtti.<br />

HABER MERKEZİ - Her Perşembe<br />

İstanbul Adliyesi önünde<br />

adalet nöbeti tutan avukatlar, 30.<br />

kez bir araya geldi. Adliyenin içinde<br />

bir araya gelen çok sayıda avukat,<br />

daha sonra adliye önünde basın<br />

açıklaması yaptı. Avukatlar, tutsak<br />

meslektaşları, gazeteciler ve hak<br />

arama mücadelesinde hapsedilen<br />

direnişçiler için adalet istedi.<br />

HDP’DEN ADALET<br />

BAKANINA SORU<br />

HDP Grup Başkanvekili Filiz<br />

Kerestecioğlu, Av. Özlem Gümüştaş<br />

ile Av. Sezin Uçar’ın tutuklanmasını<br />

Meclis gündemine taşıdı.<br />

Savunmanların gözaltı ve tutuklanma<br />

süreçlerindeki usulsüzlükleri<br />

gündeme getiren Kerestecioğlu,<br />

“Ülkede yaşanan hak ihlallerine<br />

karşı mücadele eden avukatlara yönelik<br />

bu uygulama bilginiz dahilinde<br />

midir?” diye sordu.<br />

İZMİR’DE AVUKATLAR<br />

GÖZALTINA ALINDI<br />

677 Sayılı KHK ile kapatılan<br />

Çağdaş Hukukçular Derneği’nin<br />

(ÇHD) İzmir Şubesi üyesi 7 avukat<br />

27 Ekim’de gözaltına alındı. Avukatlar,<br />

31 Ekim’de serbest bırakıldı.


Atılım<br />

HABER<br />

ESP Genel Başkanı Otlu’nun davası 8 Kasım’da<br />

↘↘<br />

Geçtiğimiz Ağustos ayından bu yana tutsak olan ESP Genel Başkanı Çiçek Otlu, 8 Kasım’da Dersim’de hakim karşısına çıkacak.<br />

İHD tek tipe karşı eyleme başlayacak<br />

HABER MERKEZİ - İnsan Hakları<br />

Derneği (İHD) İstanbul Şubesi<br />

Hapishane Komisyonu, hapishanelerde<br />

hayata geçirilmek istenen<br />

tek tip elbise dayatmasına karşı<br />

eylem takvimini açıkladı.<br />

Şube binasında düzenlenen<br />

basın toplantısında konuşan İHD<br />

İstanbul Şube Başkanı Gülseren<br />

Yoleri, “Herhangi bir infaz uygulamasının<br />

intikamcı bir tarzla gerçekleştirilmesi<br />

kabul edilemez”<br />

dedi. Tek tip elbisenin 1983’de de<br />

uygulandığını hatırlatarak, bunun<br />

bir işkence olduğunu söyleyen<br />

Yoleri, tek tip elbisenin masumiyet<br />

karinesine de aykırı olduğu,<br />

mahkumların kişiliksizleştirilmesinin<br />

amaçlandığını kaydetti. Yoleri,<br />

uygulamanın karşısında olacaklarını<br />

belirtti.<br />

İHD’nin, tek tip elbiseye karşı<br />

Kasım ve Aralık ayında yapacağı<br />

eylem takvimi şöyle:<br />

1 Kasım Çarşamba: İHD Şube<br />

binasında basın toplantısı.<br />

8 Kasım Çarşamba: TÜYAP’ta<br />

basın açıklaması.<br />

12 Kasım Pazar: TÜYAP’ta bildiri<br />

dağıtımı.<br />

15 Kasım Çarşamba: Bakırköy<br />

Özgürlük Meydanı’nda bildiri dağıtımı.<br />

20 Kasım Pazartesi: Kadıköy<br />

İskele’de bildiri dağıtımı.<br />

28 Kasım Salı: İHD Şube binasında<br />

hak ihlalleri raporu açıklanacak.<br />

4 Aralık Pazartesi: Bakırköy<br />

Kadın Hapishanesi önünde basın<br />

açıklaması.<br />

16 Aralık Cumartesi: Tek tip<br />

elbise konulu dernek binasında<br />

panel düzenleyecek.<br />

TDİ: MÜCADELENİN<br />

BÜYÜTÜLMESİ<br />

Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi<br />

de, İHD İstanbul Şubesi’nde<br />

basın toplantısı düzenleyerek, hapishanelerdeki<br />

hak ihlallerine ilişkin<br />

bilgi verdi.<br />

Basın toplantısında, ilk olarak<br />

5 yılı aşkın tutukluluğun ardından<br />

yakın zamanda tahliye olan Serda<br />

Göçer konuştu. Göçer, en son<br />

kaldığı Gebze Kadın Kapalı Hapishanesi’nde<br />

hasta tutsakların tedavilerinin<br />

engellendiğini belirtti.<br />

İçeride mücadelenin sürdüğünü,<br />

ancak dışarıdan gelen güçle hapishane<br />

idaresinin geri adım attığını<br />

ifade eden Göçer, tutsakların beklentisinin<br />

dışarıda mücadelenin<br />

büyütülmesi olduğunu söyledi.<br />

TDİ adına yapılan açıklamada<br />

ise hapishanelerin bütününe yönelik<br />

topyekün bir saldırı olduğu,<br />

en sık yaşanan hak ihlallerinin sürgün<br />

sevkler, tecrit, kimlik dayatması,<br />

sayım dayatması, ayakkabı<br />

dayatması yaşandığı, görüş, avukat,<br />

spor, sohbet, kitap, gazete,<br />

tedavi ve telefon haklarının engellendiği<br />

kaydedildi.<br />

19<br />

HABER MERKEZİ - Gözaltına alınıp<br />

serbest bırakılan ancak savcılığın itirazı<br />

üzerine tutuklanan ESP Genel Başkanı<br />

Çiçek Otlu, tutsaklığının 3. ayında hakim<br />

karşısına çıkacak.<br />

Otlu, Dersim merkezli 11 ilde 4<br />

Nisan sabahı yapılan operasyonda İstanbul’da<br />

gözaltına alınarak Dersim’e<br />

götürülmüş ve 7 günlük gözaltı sürecinin<br />

ardından serbest bırakılmıştı. Ancak<br />

savcılığın itirazı üzerine hakkında<br />

yakalama kararı çıkarılmıştı. Otlu, 21<br />

Ağustos’ta Ankara’da gözaltına alınarak<br />

“örgüt üyesi olduğu” iddiasıyla tutuklanmıştı.<br />

Otlu, karşı karşıya bırakıldığı hukuksuzluğu<br />

hakimlikte verdiği ifadede<br />

“Siyasi faaliyetlerimi engellemeye dönük<br />

bu kararı reddediyorum” diyerek<br />

değerlendirmiş, kararı da “Kimse bizi<br />

teslim alamaz” sözleriyle karşılamıştı.<br />

Sincan F Tipi Hapishanesi’nde tutuklu<br />

bulunan Otlu’nun Dersim’e götürülmeyerek,<br />

SEGBİS’le ifadesinin alınacağı<br />

tahmin ediliyor.<br />

İddianamede, itirafçı Emre Çakar’ın<br />

“Otlu’nun MLKP gerillası Berfu Dilan<br />

Canbay’ın cenazesini almak için operasyon<br />

bölgesine gittiği, ardından törenine<br />

katılarak konuşma yaptığı” yönündeki<br />

ifadesi yer aldı. Ancak Canbay’ın<br />

cenazesini almak için oluşturulan ve<br />

aralarında aile ile milletvekillerinin de<br />

olduğu heyet, Valilik izni ile cenazeyi<br />

almıştı. Otlu’nun sosyal medya hesaplarındaki<br />

paylaşımları da “delil” olarak<br />

gösterildi. Söz konusu paylaşımların,<br />

devrim şehitleri ve Rojava ile ilgili haberler<br />

olduğu görüldü.<br />

Otlu’nun ifadesi ve mahkemedeki<br />

tutumu da savcı Aykut Çelik tarafından<br />

“delil” olarak değerlendirildi. Bu durum<br />

iddianamede, “şüphelinin kısmi ikrar<br />

içeren beyanları” şeklinde yer aldı.<br />

Ayrıca, Otlu’nun Berfu Dilan Canbay<br />

ile şehit düşen MLKP savaşçıları için<br />

“şehit” ifadesini kullanması da savcılık<br />

tarafından “suç” olarak kabul edildi.<br />

AVUKATI TUTUKLANDI<br />

Otlu hakkında hazırlanan iddianamede,<br />

avukatı olarak yer alan Ezilenlerin<br />

Hukuk Bürosu avukatlarından<br />

Özlem Gümüştaş ise 19 Ekim’de<br />

ESP’ye yönelik operasyonda avukat<br />

Sezin Uçar ile birlikte gözaltına alınmış,<br />

26 Ekim’de 11 kişi ile birlikte tutuklanmıştı.<br />

HBDH: Zindanlardaki<br />

saldırıların hesabını<br />

soracağız<br />

HABER MERKEZİ- Halkların Birleşik Devrim Hareketi<br />

(HBDH), hapishanelerde artan hak ihlallerine ilişkin<br />

yazılı açıklama yaptı. Hapishanelerde son süreçte<br />

yoğun baskılar uygulandığını ve bunun her geçen gün<br />

derinleştirildiğini belirten HBDH, siyasi tutsakların revire<br />

çıkartılmadığı, mahkemelere götürülürken şiddette<br />

maruz kaldığı, çıplak arama dayatıldığı, mektupların<br />

verilmediği, verilen gazetelerin bile sansürlendiği, görüş<br />

ve telefon haklarının engellendiği, baskı ve işkencenin<br />

rutinleştiği aktarıldı. Açıklamada, tüm bunlar yetmiyormuş<br />

gibi tek tip kıyafet uygulamasının hayata geçirilmek<br />

istendiğine işaret edildi. Açıklamada şöyle denildi:<br />

“Faşist AKP devleti ve çeteleri, özellikle 15 Temmuz<br />

2015’den bu yana farklı renkte, seste olan herkesi katletmeye,<br />

tutuklamaya, işkencelerden geçirmeye başlamış.<br />

Bu yaklaşımlara boyun eğmeyen, kabul etmeyen<br />

başkaldıran ya da eleştiren tüm kesimlere katliam ve<br />

zindanlar reva görülmüştür. Kürt halk önderi Abdullah<br />

Öcalan üzerinde ağırlaştırılmış tecrit derinleştirilmiş ve<br />

bununla birlikte son süreçte de yaşamına ilişkin faşist<br />

medya tarafından çirkin haberler yapılmıştır. Faşist<br />

AKP çeteleri ve devleti bilmelidir ki; halkların iradeleri<br />

bu tür baskı ve katliamlarla teslim alınamaz. Ne tek tip<br />

elbise uygulaması, ne de onur kırıcı başka uygulamalar,<br />

devrimci tutsaklar tarafından asla kabul edilmeyecek.<br />

Zindanlarda direnen yoldaşlarla birlikte HBDH de bu<br />

yaklaşımların hesabını soracaktır. Bu saldırılar ve baskılara<br />

geliştireceği eylemlerle cevap verecektir. İnsanlık<br />

onurunu hiçe sayan AKP faşizmine karşı başta devrimci<br />

demokrat sosyalist yurtsever gençlik ve kadınlar olmak<br />

üzere tüm halklarımız tepkilerini ortaya koymalı; boyun<br />

eğmeyeceğimiz gösterilmeli. Devrimci tutsakların geliştirdiği<br />

tüm eylemler desteklenmeli.”


20 GÜNCEL Atılım<br />

Açlık grevindeki direnişçilerin aileleri:<br />

Çocuklarımız organlarından yiyor<br />

↘↘<br />

Açlık grevi direnişçileri Nuriye ve Semih’in son durumlarına ilişkin açıklama yapan aileleri, yağ ve kasları eriyen iki direnişçinin<br />

artık organlarından yediklerini söyledi. Aileler, “Tek isteğimiz çocuklarımızın işlerine geri dönmeleri” dedi.<br />

HABER MERKEZİ - Nuriye Gülmen<br />

ve Semih Özakça’nın işe geri dönme<br />

talebiyle başlattığı açlık grevi 240’lı<br />

günlerinde. Çocuklarının son durumlarına<br />

ilişkin Ankara’da basın toplantısı<br />

düzenleyen Gülmen ve Özakça’nın aileleri,<br />

olası zorla müdahale konusunda<br />

uyarıda bulundu.<br />

Nuriye Gülmen’in babası Şaban<br />

Gülmen, Numune Hastanesi’nde tutulan<br />

kızını 27 Ekim’de ziyaret ettiğini,<br />

ancak 5 dakika görüşebildiklerini söyledi.<br />

“Biz, çocuğumuzla rahatlıkla konuşamadık,<br />

ihtiyaçlarını öğrenemedik,<br />

sıkıntılarının ne olduğunu öğrenemedik.<br />

Bize zaman tanınmadı” diyen baba<br />

Gülmen, Nuriye’nin yanında refakatçi<br />

olmadığını hatırlattı.<br />

Nuriye’nin 3. duruşmaya da getirilmediğini<br />

ve savunma hakkının engellendiğini<br />

söyleyen Gülmen, dava<br />

sürecinin uzatılmasının Nuriye’nin hayati<br />

tehlikesini arttırdığını ifade etti.<br />

Mahkeme heyetine Nuriye’nin neden<br />

duruşmaya getirilmediğini sorduğunu<br />

ve “biz yazı yazarız getirilir, getirilmez o<br />

bizim sorunumuz değil” yanıtını aldığını<br />

aktaran Gülmen, hukukun işlemesini<br />

istediklerini dile getirdi. Baba Gülmen,<br />

“Kamu görevinden atılan 140 bin çocuğun<br />

işe iade edilmesi herkesin isteğidir.<br />

Sorumluluk bu hükümete aittir” dedi.<br />

ÖZAKÇA: ÇOCUKLARIMIZ<br />

ÖLÜNCE Mİ O KOMİSYON<br />

KURULACAK?<br />

Semih Özakça’nın annesi Sultan<br />

Özakça da, çocuklarının Süleyman Soylu’nun<br />

kitapçık çıkarmasıyla terörist<br />

ilan edildiğini belirterek “Fakat çocuklarımız<br />

işi, ekmeği, onuru için mücadele<br />

ediyordu” dedi. Semih’in tahliyesini<br />

“yarım” olarak yorumlayan anne<br />

Özakça, açlık grevinin tek nedeninin<br />

işini geri istemek olduğunu hatırlattı.<br />

17 Mayıs’ta kurulacağı söylenen OHAL<br />

Komisyonu’nun hala kurulmamasına<br />

tepki gösteren Özakça, “Bizim çocuklarımızın<br />

yağları eridi, kasları eridi, şimdi<br />

de organları eriyor. Öldükten sonra mı<br />

o komisyon kurulacak? İşsiz kalan kişi<br />

ekmeğini kazanabilir mi, ekmeği olmayan<br />

insan tok kalabilir mi? Çocuklarımız<br />

organlarından yiyor, hiçbir suçları yok”<br />

sözleriyle tepkisini dile getirdi.<br />

‘NURİYE TANINMAYACAK<br />

KADAR ZAYIFLADI’<br />

Nuriye ve Semih İçin Dayanışma,<br />

Nuriye ve Semih’in dosyasının öncelikli<br />

incelenmesi talebiyle OHAL Komisyonu’na<br />

faks gönderdi. Faksta “Nuriye<br />

ve Semih’in komisyona yapmış olduğu<br />

başvurunun hayati tehlikelerinin varlığı<br />

da göz önüne alınarak ivedilikle ve<br />

öncelikli olarak ilk sırada incelenmesi”<br />

talep edildi.<br />

Nuriye ve Semih İçin Dayanışma’nın<br />

Kadıköy Süreyya Operası önünde her<br />

cuma yaptığı eylemde de, Nuriye ve<br />

Semih’in sağlık durumları aktarıldı. Dayanışma<br />

adına konuşan Meltem Servi,<br />

Nuriye’nin 34 kiloya düştüğünü söyledi.<br />

20 Ekim’deki 3. duruşmada tahliye<br />

olan Semih Özakça’da da kas çökmesi<br />

yaşandığını aktaran Servi, OHAL Komisyonu’nun<br />

Nuriye ve Semih’in dosyasını<br />

inceleyerek sorumluluk almasını<br />

istedi, 17 Kasım’da görülecek davaya<br />

çağrı yaptı.<br />

Açlık grevi devam ederken, Yüksel<br />

HDP’li vekiller<br />

Semih ve Esra’yı<br />

ziyaret etti<br />

ANKARA - HDP Grup Başkanvekili<br />

Filiz Kerestecioğlu ve Mardin<br />

Milletvekili Mithat Sancar, açlık<br />

grevindeki eğitim emekçileri Semih<br />

ve Esra Özakça’yı ziyaret etti.<br />

Kerestecioğlu ve Sancar’a sağlık<br />

durumları hakkında bilgi veren eğitimciler,<br />

işe geri dönme taleplerinin<br />

sürdüğünü ifade etti. Görüşmenin<br />

ardından açıklama yapan Kerestecioğlu<br />

ve Sancar, “Açlık grevindeki<br />

eğitimciler Nuriye Gülmen ve Semih<br />

Özakça’nın durumları giderek<br />

kritikleşmektedir. Durum acildir.<br />

Geçen her günün ne kadar hayati<br />

sonuçlar doğurabileceğini görmek<br />

için hekim ya da uzman olmaya<br />

gerek yoktur” dedi. HDP’li vekiller,<br />

taleplerin kabul edilmesi için hükümete<br />

çağrı yaptı.<br />

Caddesi’ndeki direniş de 1. yılını dolduruyor.<br />

Bu haftaki eylemlerde de polisin<br />

saldırısı devam etti. Öğle ve akşam<br />

saatlerindeki tüm eylemlerde gözaltı<br />

yaşandı. Direnişin 355. günkü eyleminde<br />

gözaltına alınanlar plakasız araçlara<br />

bindirilirken, araç içinde işkence yapıldı.<br />

Öte yandan, OHAL kararnamesi ile<br />

ihraç edildikten sonra İstanbul ve Ankara<br />

Yüksel’de direnişe başlayan ve 12<br />

gündür gözaltında olan öğretmen Nazife<br />

Onay tutuklandı.<br />

Hüseyin Toraman ve Düzgün Tekin için adalet<br />

İSTANBUL - Cumartesi Anneleri, bu<br />

hafta gözaltında kaybedilen Düzgün Tekin<br />

ve Hüseyin Toraman için bir araya<br />

geldi.<br />

Galatasaray Meydanı’ndaki 657. buluşmada,<br />

27 Ekim 1991’de evinin önünden<br />

beyaz Toros’a bindirilerek kaçırılan<br />

ve bir daha kendisinden haber alınamayan<br />

Hüseyin Toraman’ın akıbeti soruldu.<br />

Eylemde, 26 yıldır oğlunu arayan ve 25<br />

Ekim’de hayatını kaybeden baba Ali Rıza<br />

Toraman da anıldı.<br />

Eylemde konuşan HDP Milletvekili<br />

Hüda Kaya, “Hak arama, onların anılarına<br />

sahip çıkma noktasında mücadelemizden<br />

asla vazgeçmeyeceğiz. Yıllardır<br />

burada mücadele eden, sesini dünyaya,<br />

yönetimlere duyurmaya çalışan Berfo<br />

Ana gibiler, Cumartesi Annelerimiz, babalarımız<br />

son nefeslerini veriyor. Bunlardan<br />

biri de Hüseyin Toraman’ın sevgili<br />

babası. Onlara göstereceğimiz en büyük<br />

vefa mücadelemizi sonuca ulaştırmak,<br />

kazanmak olacaktır” dedi.<br />

TEKİN’İN AKIBETİ BELGELERE<br />

RAĞMEN AÇIĞA ÇIKARILMADI<br />

21 yaşında gözaltında kaybedilen<br />

tekstil işçisi Düzgün Tekin’in kaybedilme<br />

sürecini aktaran Leyla Kaya, ailenin<br />

avukatlarla birlikte tüm resmi kurumlara<br />

başvurduğunu ancak sonuç alınamadığını<br />

hatırlattı. JİTEM’le bağlantılı itirafçı<br />

Kasım Açık’ın verdiği bilgilere rağmen<br />

etkin soruşturma yürütülmediğini söyleyen<br />

Kaya, cezasızlık zincirinin devam<br />

ettirildiğine dikkat çekti.<br />

Oğlunun kemiklerini bulmaya çalışan<br />

baba Veli Tekin’in oğluna kavuşamadan<br />

aralarından ayrıldığını söyleyen Kaya,<br />

anne Elif Tekin’in oğluna kavuşmayı<br />

beklediğini belirtti. Anne Tekin’in “Dağlar,<br />

taşlar, kuşlar bana yön verin, ben<br />

oğluma kavuşayım” haykırışını hatırlatan<br />

Kaya, “Gözaltında kaybedilişinin 22. yılında,<br />

Düzgün Tekin dosyasında cezasızlığa<br />

son verilene kadar davanın takipçisi<br />

olmaya devam edeceğiz” diye konuştu.


Atılım<br />

HABER<br />

21<br />

‘Gazetecinin kalemi otorite karşısında boyun eğerse kırılmıştır’<br />

↘↘<br />

Adliyeler tutuklu gazeteciler için çalışıyor. Davalarda sadece gazeteciler değil gazetelerin yayın politikaları, Saray’a biat etmeyen<br />

gazetecilik yargılanıyor. Özgür Gündem ana davasında iki gazeteci özgürlüğüne kavuşurken, Cumhuriyet davasında 4 gazeteci<br />

hala hapis. Dışarıdaki gazeteciler “Onlar özgür değilse biz de özgür değiliz” diyor.<br />

İSTANBUL- İstanbul Adliyesi bu<br />

hafta yine gazetecilere çalıştı. Cumhuriyet<br />

ve Özgür Gündem davalarına devam<br />

edildi. Özgür Gündem davasından<br />

son tutuklular tahliye edilirken, Cumhuriyet<br />

davasında tahliye çıkmadı.<br />

İstanbul Adliyesi’nde 31 Ekim günü<br />

iki basın davası görüldü. İlk olarak kapatılan<br />

Özgür Gündem Gazetesi’nin<br />

tutuklu Yazı İşleri Müdürü İnan Kızılkaya<br />

ve gazetenin imtiyaz sahibi Kemal<br />

Sancılı ile tutuksuz yargılanan yazar<br />

Aslı Erdoğan, dilbilimci Necmiye Alpay,<br />

gazeteci Bilir Kaya, yayıncı Ragıp Zarakolu,<br />

avukat Eren Keskin, siyasetçi Filiz<br />

Koçali’nin İstanbul Adliyesi 23. Ağır<br />

Ceza Mahkemesi’nde görülen davasına<br />

devam edildi.<br />

Kızılkaya, yaptığı savunmada, 441<br />

gündür özgürlüğünden yoksun ve tecrit<br />

altında olduğunu ifade ederek, “Bir<br />

gazetecinin kalemi otorite karşısında<br />

boyun eğerse ya da vicdan/cüzdan arasında<br />

cüzdanı tercih ederse kırılmıştır.<br />

Benim başıma gelen en kötü şey, benim<br />

441 gün tutuklu olmam değil, gazetemin<br />

kapatılmasıdır. Gazetecilik suç<br />

değildir. Gazetecilikten yargılanan herkesin<br />

tutuksuz bırakılması gerekiyor. O<br />

gazete hiçbir ihale ve paraya buluşmaz,<br />

hiçbir güce itaat etmez” dedi.<br />

Mahkeme heyeti, Kızılkaya ve Sancılı’nın<br />

tahliyesine karar verdi.<br />

CUMHURİYET DAVASINDA<br />

TAHLİYE YOK<br />

Aynı gün, Cumhuriyet Gazetesi’nin<br />

4’ü tutuklu 18 yazar, yönetici, çizer ve<br />

çalışanının yargılandığı davanın 4. duruşması<br />

görüldü. İstanbul 27. Ağır Ceza<br />

Mahkemesi’ndeki duruşmaya, tutuklu<br />

yargılanan Cumhuriyet Genel Yayın<br />

Yönetmeni Murat Sabuncu, İcra Kurulu<br />

Başkanı Akın Atalay, muhabir Ahmet<br />

Şık ve muhasebe çalışanı Yunus Emre<br />

İper ile tutuksuz gazete çalışanları katıldı.<br />

Duruşmada dinlenen Adli Bilişim<br />

Mühendisi Tuncay Beşikçi, Emre İper’in<br />

telefonunda bulunduğu ileri sürülen<br />

ByLock konusundaki görüşünü açıkladı.<br />

Beşikçi, “FETÖ bağlantısı göremedim.<br />

Hiçbir ByLock emaresine rastlamadım.<br />

Sanık hiçbir zaman ByLock kullanmadı”<br />

dedi.<br />

Mahkeme Başkanı Abdurrahman<br />

Orkun Dağ, Osman Kavala’nın soruşturması<br />

kapsamında cep telefonu inceleme<br />

tutanağının dosyaya girdiğini açıkladı.<br />

Kavala ile Aydın Engin arasındaki<br />

bir yazışmayı okudu.<br />

Duruşmada söz alan Ahmet Şık, “Bizim<br />

manşetlerimizden örgüt arıyorsunuz.<br />

Ama örgütün yerini size söyledim.<br />

Örgüt bu adliye binasının içinde, hakim<br />

savcı kılığında, işbirlikçileri de medya”<br />

dedi.<br />

Tutuklu Murat Sabuncu da “Biz gazeteciliği<br />

savcılardan mı öğreneceğiz?”<br />

derken, Akın Atalay tutukluluklarının<br />

yasal veya hukuki bir gerekçesi olmadığını,<br />

siyasi bir plan ve karara dayandığını<br />

söyledi.<br />

Ara kararını açıklayan mahkeme heyeti,<br />

Sabuncu, Atalay, Şık ve İper’in tutukluluğunun<br />

devamına karar vererek,<br />

duruşmayı 25-26 Aralık’a erteledi.<br />

GAZETECİLİK SUÇ DEĞİLDİR<br />

Dışarıdaki gazeteciler, hem davalar<br />

öncesi adliye önünde hem de Cumartesi<br />

günü Kadıköy’de eylem yaparak,<br />

tutuklu meslektaşlarına özgürlük istedi.<br />

Kadıköy Mehmet Ayvalıtaş Parkı’nda<br />

bir araya gelen gazetecilere CHP ve<br />

HDP milletvekilleri destek verdi. “Gazetecilere<br />

özgürlük” pankartı arkasında<br />

Altıyol’a yürüyen gazeteciler, “Hemen<br />

şimdi adalet”, “Hemen şimdi özgürlük”,<br />

“Susma haykır özgür basın haktır”<br />

sloganlarını attı. El ele gerçekleştirilen<br />

yürüyüşte ayrıca Ahmet, İnan, Murat,<br />

İsminaz, Havva, Meşale’nin isimleri söylenerek,<br />

“Çıkacak yine yazacak” sloganları<br />

atıldı.<br />

Yürüyüşün ardından Dışarıdaki Gazeteciler<br />

adına açıklama yapan Gülşah<br />

Karadağ, “Onlarca gazeteci tutsak oldukça<br />

hiçbirimiz özgür olamayacağız”<br />

dedi. Karadağ, şöyle devam etti: “Çünkü<br />

gazetecilerin tutsak edilmesi, muktedirin<br />

çevirdiği organize işleri gözden kaçırmak<br />

içindir. Yolsuzlukların hesabının<br />

sorulmaması, memleketin kilerine dadanmış<br />

kravatlı farelerin rahatça kemirebilmesi<br />

ve soyguncuların yüzündeki<br />

maskenin düşmemesi içindir. Gazetecilerin<br />

tutsak edilmesi, gerçeğin gizlenmesi<br />

ve yalanların ortaya çıkmaması içindir.<br />

Hakkın, hukukun, adaletin ayaklar altına<br />

alınıp çiğnenmesi içindir. İşkencecilere<br />

yol vermek, evlatlarımızın neden katledildiklerini<br />

unutturmak, katillerden<br />

hesap sormamak içindir. Çünkü gazetecilerin<br />

tutsak edilmesi, iş cinayetlerine<br />

kurban verilen işçinin, iliğine kadar sömürülen<br />

emekçinin, hayatın her alanında<br />

taciz ve tecavüze uğrayan, katledilen<br />

kadınların çığlığının bastırılması içindir.<br />

Eğitimsizliğe ve oyun çağında açlık fiyatına<br />

çıraklığa mahkûm edilen minicik<br />

yavrularımızın alınlarından damlayan<br />

teri, gözlerinden akan yaşı, maruz kaldıkları<br />

eziyeti kirin, pasın içinde tamamen<br />

görünmez kılmak içindir.”<br />

Dışarıdaki gazeteciler, Özgür Gündem<br />

ve Cumhuriyet davaları öncesinde<br />

adliye önünde gerçekleştirdiği açıklamada<br />

da “Hakikati boğmaya çalışmaktan<br />

vazgeçin” çağrısı yaptı.<br />

Ulm’de Meşale Tolu için 22. eylem gerçekleştirildi<br />

ULM - Meşale Tolu ile Dayanışma Komitesi, Türkiye’de<br />

30 Nisan’dan bu yana tutuklu bulunan gazeteci<br />

Meşale Tolu ve tutuklu tüm gazetecilere özgürlük<br />

için Almanya’nın Ulm kentinde 22. kez bir araya<br />

geldi.<br />

Münster Meydanı’nda düzenlenen eylemde konuşan<br />

komite sözcüsü, “Sadece Meşale değil tüm gazeteciler,<br />

tüm insan hakları savunucuları, tüm vekillerimiz<br />

serbest kalana kadar etkinliğimiz sürecek. Yani,<br />

her cuma buradayız” dedi. Eylemde, Nuriye Gülmen<br />

ve Semih Özakça’nın taleplerinin kabul edilmesi de<br />

istendi.<br />

Öte yandan, Alman Gazeteciler Birliği (DJV), Peter<br />

Steudtner’in tahliye edilmesinin ardından tutuklu<br />

gazeteciler Deniz Yücel ve Meşale Tolu’nun da serbest<br />

bırakılması çağrısı yaptı.<br />

DJV Başkanı Frank Überall, “Peter Steudtner için<br />

seviniyorum ve nihayet cezaevinden çıkabildiği için<br />

onu kalpten kutluyorum” derken, Yücel ve Tolu’nun<br />

da serbest bırakılması gerektiğini ifade etti. Überall,<br />

“Onların tek suçu eleştirel gazetecilikleri. Gazeteciler<br />

mesleki faaliyetleri nedeniyle cezaevinde olduğu sürece<br />

Berlin diplomatik gündemini sürdüremez” dedi.<br />

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) Almanya<br />

Başkanı Christian Mihr de, Türkiye yargısına<br />

8 aydır iddianamesiz Silivri Hapishanesi’nde tutulan<br />

Die Welt gazetesi Türkiye muhabiri Deniz Yücel’in<br />

iddianamesini hazırlama çağrısı yaptı. Mihr, Deniz<br />

Yücel ve Meşale Tolu hakkındaki iddiaların ‘absürt’<br />

olduğunu söyledi.


22 RÖPORTAJ<br />

Atılım<br />

Gazeteci Necmettin Salaz: Çıkış ulusal kongrede<br />

↘ ↘ Güney Kürdistan’da referandum ve sonrasında yaşanan gelişmeleri değerlendiren gazeteci yazar Necmettin Salaz, “Halk<br />

umutsuz. Yeniden moral kazandıracak olan Kürdistan Ulusal Kongresi’ni toplamak olacaktır” dedi.<br />

SÜLEYMANİYE - Mesut Barzani,<br />

2013 yılından bu yana “seçimsiz” bir şekilde<br />

elinde tuttuğu başkanlık yetkilerini<br />

devretti. Yetki devri ile birlikte başkanlık<br />

sistemi ortadan kalkarken, Güney Kürdistan<br />

yönetiminin Irak merkezi hükümeti<br />

ile yaptığı anlaşma bir bir hayata<br />

geçiriliyor. En son sınır kapılarının devri<br />

tamamlandı. Sırada havalimanları var.<br />

Peşmergenin geleceğinin ne olacağı<br />

belirsiz. ETHA editörü Arzu Demir, yaşananları<br />

Süleymaniye’de yaşayan gazeteci<br />

Necmettin Salaz’a sordu.<br />

Bugün Türk basınında da sınır kapılarının<br />

devredildiğine dair haberler genişçe<br />

yer aldı. Somut durum nedir?<br />

Sınır kapılarında ya da havalimanlarında<br />

durumun ne olduğuna dair tek tek<br />

bakma zamanı geçti artık. Gerçek şu ki;<br />

yönetim Irak yönetimine teslim edildi.<br />

Gelişmeler de bir anlaşma bütünü olarak<br />

ele alınmalı. Bu anlaşmanın içinde<br />

neler olduğunu önümüzdeki günlerde<br />

daha net göreceğiz. Referandum öncesinde<br />

bedellerinin çok ağır olacağını anlatmaya<br />

çalıştık. “Uyumuş bir düşmanı<br />

uyandırıyorsunuz. Dostunuz yok. Dost<br />

zannettikleriniz de zaten fırsat kollayan<br />

düşmanlar” dedik. Referandum yapmak,<br />

bağımsızlık ilan etmek bir ulusun hakkıdır.<br />

Ancak öncesinde bazı çalışmalar<br />

yapılmalıydı. Yapılmadı. Referandum zamansızdı.<br />

Sizin bu gördüğünüzü Güney Kürdistan’daki<br />

iktidar güçleri göremediler<br />

mi?<br />

Birilerine güvendiler. Güvendiklerinden<br />

biri de Türk devletiydi, özellikle<br />

Erdoğan’dı. Erdoğan ile 50 yıllık petrol<br />

anlaşması yapılmıştı. Ancak biz, Türk<br />

devletinin ikiyüzlü bir politika izlediğini<br />

defalarca söyledik. Bölge yönetiminin<br />

bu kadar kendilerine güvenmeleri, perde<br />

arkasında bazı görüşmelerin olduğunu<br />

gösteriyor. İkincisi, ABD’ye de önce<br />

çok güvendiler. ABD, referanduma bir<br />

gün kala çok ciddi bir heyet gönderdi,<br />

“Kendinizi yalnız bulursunuz, biz referandumu<br />

desteklemiyoruz” dedi. Güney<br />

yönetimi, iktidarını sürdürebilmek<br />

için bağımsızlık tartışması başlatacaktı.<br />

Goran Hareketi’nde belli bir büyüme<br />

var. İslamcılar bölgenin her yerinde belli<br />

bir büyüme sağlıyorlar. KDP eksiliyordu.<br />

Barzani, 2013’den bu yana seçimle<br />

gelmemiş bir başkan pozisyonundaydı.<br />

Dostlarına güvendi ancak o dostların da<br />

dost olmadığını Sayın Barzani’nin dışında<br />

herkes biliyordu.<br />

BU OPERASYON AYNI<br />

ZAMANDA ERDOĞAN’A<br />

YAPILDI<br />

Referandum yerine ne olmalıydı?<br />

Halkların bir arada yaşamasının yolunu<br />

bulmalıyız. Arap halkıyla son derece<br />

iyi ilişkiler içine girmiştik. Süleymaniye,<br />

Bağdatlıların tatil merkezi olmuştu. Ancak<br />

şimdi bu durum ortadan kalktı. Çünkü<br />

bir taraf sömürgeci, bir taraf sömürge<br />

durumuna düştü. Şu an işgal başladı.<br />

Barzani’ye yapılmış bu operasyon, aynı<br />

zamanda bir Erdoğan operasyonudur.<br />

Bunu, önümüzdeki günlerde tarih bize<br />

kanıtlayacak.<br />

İlginç bir yorum yapıyorsunuz. Bu,<br />

nasıl aynı zamanda Erdoğan’a karşı bir<br />

operasyon olabilir?<br />

Erdoğan’ın etrafını daraltmayı ve<br />

para musluğunu kapatmayı amaçladılar.<br />

Erdoğan’ın ABD ile ilişkileri gergin ve Kasım<br />

ayında Rıza Zarraf’ın mahkemesi var.<br />

Yargılamanın Erdoğan ailesine uzanacağı<br />

biliniyor. Erdoğan ile ilişkileri daha da gerilecek<br />

olan Amerika tedbirler alıyor. Bu<br />

söylediğimi birkaç hafta sonra biraz daha<br />

iyi hissetmeye başlayacağız. Buradan ne<br />

kadar petrolün Türkiye’ye gittiği belli değil.<br />

Erdoğan’ın örtülü ödeneği Kürtlerin<br />

sırtından karşılanıyordu. ABD, bu kaynağı<br />

kesmiş oldu. Türkiye’de petrol fiyatlarında<br />

ciddi tırmanışlar başlayacak. Çünkü<br />

Irak, Türk devletine Güney Kürdistan yönetiminin<br />

verdiği fiyattan vermeyecektir.<br />

Sınır kapılarında sadece nöbet tutmayacaklar,<br />

gümrük de koyacaklar. Türkiyeli<br />

iş adamları buraya neredeyse vergisiz giriyorlardı.<br />

Ancak artık böyle olmaz. Belki<br />

Irak şimdi yapmaz ama ABD bir süre<br />

sonra buradaki Türk askeri güçlerinin<br />

varlığını da tartışma konusu yapacaktır.<br />

Özetle, bu sadece bir Barzani operasyonu<br />

değil aynı zamanda bir Erdoğan operasyonu<br />

olarak da görülmelidir.<br />

Barzani yetkilerini devrediyor. Bu<br />

kadar yaşanan sorunun, krizin sorumlusu.<br />

Adeta ortaya sis bombası attı ve<br />

çekildi. Bu yetki devrini nasıl değerlendiriyorsun?<br />

Barzani’nin başkanlığı aslında 4 yıl<br />

önce bitmişti. Başkanlık sistemi de lağvedildi.<br />

Barzani, kendisinden sonra bir<br />

başkan da istemedi. Burada da ince bir<br />

siyasi taktik var. “Ben bölgenin tek başkanı<br />

oldum, şimdi de bir danışma merci<br />

olarak devam ederim” gibi bir hesap<br />

içinde. Aslında Meclis “Seçim yapıyoruz”<br />

kararı çıkarabilirdi. Bu son yıkımdan sonra<br />

Barzani herhangi bir seçime gitmek<br />

istemez.<br />

Bu durumda aslında zaman kazanmış<br />

mı oluyorlar?<br />

Evet, kendisine başka bir sıfat bularak<br />

süre kazanmayı düşünüyor. Şimdilik<br />

köşesine çekilmiş durumda. Meclis’in<br />

açılıp da bunları tartıştığı gün bizi bir şey<br />

çok korkuttu. Bir kardeş kavgasından<br />

çok korktuk. Neyse ki atlatıldı, umut ediyorum<br />

ki hava daha da gerilmez. Artık<br />

bundan sonra hükümetin de bir esprisi<br />

kalmadı. Eskiden Kerkük vardı, havaalanları,<br />

gümrükler vardı. Yönetimin bir<br />

ekonomisi vardı. Artık bunlar yok. Batı<br />

müdahale edip de Irak’tan maaşlar gelirse<br />

ancak burası ayakta durur. Yoksa<br />

burayı bir sefalet dönemi bekliyor. Irak<br />

hükümeti, peşmergeyi de istiyor. Peşmerge<br />

yönetimini alıp, sayıyı düşürmeyi<br />

ve tüm bölgeye dağıtmayı planlıyor. Güney<br />

Kürdistan’da da peşmergeden boşalan<br />

yere Irak Arap askerini yerleştirecek.<br />

Bunun adı nedir? Yeniden sömürge olmadık<br />

mı? Ne yazık ki evet. Kimin eliyle?<br />

Kendi projemizle.<br />

KÜRT ULUSAL KONGRESİNİ<br />

TOPLAMA ZAMANI<br />

Yeni siyasi ve sosyal durum, yeni siyasi<br />

güçleri açığa çıkartabilir mi?<br />

Halk, Başûrê Kürdistan’da şu anda<br />

kendi geleceğine, ülkesinin geleceğine<br />

dair umutsuz. Bu umudu yaratacak bir<br />

tek enerji var; Kürt Ulusal Kongresi. Çok<br />

ciddi biçimde toplanır ve bütün yapılar<br />

buna dahil olursa, önüne çalışmalar koyarsa,<br />

bu Kürdistan halkının moralini toparlayacaktır.<br />

Bu olanlardan sonra KDP, ulusal<br />

kongreye dahil olur mu?<br />

Barzani’nin son söylediği “Anlaşıldı<br />

ki Kürt halkının tek dostu, kendisi ve<br />

dağlardır” sözünü önemsiyorum. Umut<br />

ediyorum ki bunu gerçekten anlamıştır.<br />

Sayın Barzani’nin bu sözünün ardından<br />

Türk devleti ile ilişkilerini kesip, pratikte<br />

kanıtlaması lazım. Eğer Sayın Barzani,<br />

kendini bu hale getirenlerle ilişkisini kesip,<br />

gerçek anlamda dostları ile buluşursa,<br />

Kürt Ulusal Kongresi’ne de katılırsa,<br />

bu moral bozukluğundan kurtuluşu getirebilir.<br />

Süreci yıpratıcı bir şekilde devam<br />

ettirmemeliyiz. İçine düşülmüş çok<br />

ciddi yanlışlar var ancak kimseye “hain”<br />

dememek lazım. Siyasi partilerin siyasi<br />

hataları vardır, halklarına özeleştiri yapmak<br />

durumundadırlar. Bizim işimiz şimdi<br />

ulusal birliği sağlamaktır.<br />

Bu son gelişmeler, PKK’nin durumunu<br />

nasıl etkiler?<br />

Bugün yaşanan durumun benzeri<br />

geçmişte de defalarca oldu. KDP ve Yekiti<br />

arasındaki savaş döneminde, Irak’la<br />

savaş döneminde de PKK, bir güç olarak<br />

burada var oldu. PKK’nin buraya dair<br />

hiçbir olumsuz etkisi bugüne kadar olmadı.<br />

Bundan sonra da olmaz. PKK, buraya<br />

yakın dağlık alanda kampları olan<br />

Kürdistani bir harekettir. Kürt halkının<br />

özgürlüğü için 40 yıldır savaşan bir örgüttür.<br />

Burada ne zaman Kürt halkı bir<br />

saldırı ile karşı karşıya kalsa, sokaklarda<br />

gerilla görmeye başlarız; Şengal’de,<br />

Maxmur’da olduğu gibi. KDP ya da Yekiti’nin<br />

alanlarından biri tehdit altındaysa,<br />

gerilla birkaç saatte dağdan iner ve<br />

savunma hattı oluşturur. Yöneticilerinin<br />

açıklamalarında görüyoruz, “Kürt halkı<br />

hangi parçada olursa olsun, bir tehdit<br />

altında ise orada savunma alırız” diyorlar.<br />

PKK, 40 yıldır NATO’nın saldırılarına<br />

rağmen yerindedir. Bu son gelişmelerden<br />

de etkileneceğini sanmıyorum.<br />

Irak’ın, Türkiye’nin PKK ile başetme<br />

şansları yok.


Atılım<br />

Sömürgeciliğin Kürdistan çıkmazı<br />

POLİTİKA<br />

23<br />

҉҉SİNAN BORAN<br />

Faşist Saray iktidarı, bağımsızlık<br />

referandumunun ardından Haşdi Şabi’nin<br />

Kerkük işgaliyle başlayan Güney<br />

Kürdistan saldırısını sevinçle karşıladı.<br />

Birkaç ay öncesine değin Saray katında<br />

türlü aşağılamaların hedefinde tutulmuş<br />

Irak Başbakanı İbadi, Erdoğan için<br />

birden bire “aziz dostum” oluverdi. Ne<br />

de olsa, Güney Kürdistan yönetiminin<br />

bağımsızlık referandumu adımı karşısında,<br />

Erdoğan’ın savaş tehdidi ile İbadi’nin<br />

işgal girişimi, yani Kürt düşmanı bu iki<br />

sömürgeci çizgi hızla buluşmuştu. Şimdi,<br />

Kerkük’ten Musul’a ve Maxmur’dan<br />

Şengal’e Başûr’un kritik noktaları, sınır<br />

kapıları ve havalimanları gitgide Bağdat’ın<br />

kontrolüne geçerken, savaş ganimetinden<br />

gözleri kamaşan sömürgeci<br />

yağmacıların havasındalar. Ve tabii asıl<br />

dertleri Başûr’da Kürtlerin federe ulusal<br />

statülerini olabildiğince budamak.<br />

Saray güdümlü sömürgeci Türk ordu<br />

birlikleri, Rusya’yla anlaşma sonucunda<br />

İdlib’e çıktı. Diktatör Erdoğan, Afrin’i<br />

önce kuşatıp nefessiz bırakmayı, ardından<br />

doğrudan işgal etmeyi planladıklarını<br />

açıkça dile getirmeye başladı. Rojava<br />

devrimini durdurmak ve Kuzey Suriye<br />

Federasyonu’nun statü kazanmasını engellemek,<br />

geçen yıl Cerablus işgalinde<br />

dolaysız ifadesini bulduğu üzere, sömürgeci<br />

faşizmin başlıca hedefi haline geldi.<br />

Faşist politik İslamcı şef, Kuzey Kürdistan’da<br />

yeni savaş teknolojisine ve<br />

tam donanımlı paralı askerlerine çok<br />

güveniyordu. “Nisan’a kadar bitireceğiz”<br />

nakaratı, Saray sözcülerinin ağızlarından<br />

düşmüyordu. Sömürgeci zulüm makinası,<br />

Bakur’un direngen kentlerini yerle<br />

bir etmekle kalmadı, dağını taşını bombaladı,<br />

ormanlarını yaktı. Kitlesel tutuklama<br />

terörü yetmedi, köylüler SİHA’larla<br />

vuruldu, Kürtçe tabelalar kayyumlu<br />

belediyelerce silindi. Kürtlere işkence<br />

Muğla’da olduğu gibi ayan beyan sokağa<br />

yayıldı.<br />

Ölçüsüz faşist yalan ve demagojiyle,<br />

aşağılık ırkçı propaganda sağanağıyla, İslamı<br />

şovenist bilinç zehirlenmesini rezilce<br />

alet edişiyle Saray diktatörlüğü, Türk<br />

halk yığınlarını bu sömürgeci saldırganlığa<br />

arkalamak istedi. Kürt mevsimlik işçilerine,<br />

Kürt cenazelerine ırkçı saldırılar<br />

birbirini izledi.<br />

Varyos Yayıncılık adına İmtiyaz Sahibi ve<br />

Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali<br />

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt.<br />

No: 12/1 D:7 Aksaray/İSTANBUL<br />

Tel: (0212) 529 15 94 Faks: (0212) 529 06 75<br />

e-mail: <strong>atilim</strong>gazetesi@gmail.com<br />

Yayın Türü: Yaygın Süreli<br />

Peki ya sonuç?<br />

Sonuç şu ki, artık Türk burjuva devleti<br />

“beka sorunu”nu tarihinde hiç olmadığı<br />

kadar yakın ve derin hissediyor.<br />

“Nisan’a kadar bitireceğiz” nakaratı,<br />

gerillanın aylara yayılan amansız ve sayısız<br />

vuruşlarıyla tuzla buz oldu. Devasa<br />

askeri birlikler, SİHA’lar, güdümlü füzeler,<br />

yeni termal kameralar Kürt özgürlük<br />

gerillasının iradesini kıramadı. MİT’in<br />

PKK liderliğine dönük suikast girişiminin<br />

Süleymaniye’de tam bir fiyaskoya dönüşmesi,<br />

faşist Saray rejimini siyaseten<br />

cidden hırpaladı.<br />

Bir yandan Kuzey Suriye Federasyonu’nda<br />

gerçekleşen komün seçimleri ve<br />

hazırlanan federasyon seçimleri, diğer<br />

yandan DSG’nin Rakka zaferi ve Deyrez<br />

Zor hamlesi, Rojava devrimine yeni<br />

bir itilim kazandırdı. PYD’nin siyasi iradesi<br />

emperyalist kurtlar sofrasını daha<br />

fazla zorlarken, Türk sömürgeciliğinin<br />

Suriye’deki siyasi inisiyatifi zayıfladı.<br />

Başûr’da Kürt halkı, en güçlü şekilde<br />

dile getirdiği bağımsızlık arzusunun Türk,<br />

Arap ve Fars sömürgecilikleriyle uzlaşma<br />

veya emperyalistlerle işbirliği yolundan<br />

asla hayat bulamayacağı gerçeğini<br />

deneyimledi. Haşdi Şabi’nin saldırısı karşısında,<br />

sınıf çıkarlarını ulusal çıkarların<br />

üstünde görenlerin ihaneti ile KDP ve<br />

YNK’nin direnmekten nasıl kaçtıklarını,<br />

halka nasıl sırtlarını döndüklerini gördü.<br />

Yenilginin güncel kaotik ortamında, Kürdistan’ın<br />

diğer parçalarında olduğu gibi<br />

Başûr halkı nezdinde de ulusal demokratik<br />

özlemleri gerçekleştirmenin yegane<br />

alternatifi olarak devrimci mücadele<br />

yolu belirginleşmeye başladı.<br />

Bu, aynı dönemde Rojhilat’ta kolberlerin<br />

art arda katledilmesinden sonra<br />

patlayan halk öfkesi de Kürdistan’ın tüm<br />

sömürgecilerini telaşlandıran diğer bir<br />

başkaldırı işareti oldu.<br />

Hızla artmaya devam eden dış borç<br />

stoku, büyüyen dış ticaret açığı, yeniden<br />

tırmanışa geçen döviz kuru, durgunluğa<br />

sürüklenen konut piyasası ve inşaat sektörü,<br />

artan vergi ve zamlar, emekçilerin<br />

hayatlarına dolaysızca etki eden sonuçlar<br />

ürettikçe, Erdoğan’ın ve AKP’nin<br />

ırkçı-şoven ideolojik manipülasyon<br />

hamlelerinin maddi temeli de aşınma<br />

tehlikesiyle yüz yüze geldi.<br />

Öte yandan, seçim sevdalısı pozları<br />

Almanya/Frankfurt:<br />

avrupa<strong>atilim</strong>@hotmail.com<br />

İngiltere: Ali Akgül<br />

<strong>atilim</strong>uk@hotmail.com<br />

Tel: 00447956078533<br />

İsviçre: S. Göl,<br />

isvicre_<strong>atilim</strong>@hotmail.com<br />

Fransa: Cemal Öztürk,<br />

45 Rue Lavoisier, 77000<br />

Melun -Paris<br />

fransa<strong>atilim</strong>@hotmail.com<br />

Hesap No: Postaçeki:<br />

Serdal Işık 05145562<br />

Türkiye Abonelik:<br />

100 TL (1 yıl)<br />

takınmaktan ve “milletin sandıktaki iradesi”<br />

lafını gevelemekten vazgeçmeyen<br />

faşist diktatör için seçimin ancak onun<br />

tekçi diktatörlüğünü pekiştirmeye hizmet<br />

ettiği ölçüde anlam taşıdığı çoktan<br />

açığa çıktı. 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarını<br />

iptal eden, 1 Kasım 2015 seçimlerini<br />

de bombalı katliamlarla kazanan,<br />

ardından Kürdistan’ın seçilmiş belediye<br />

başkanlarını tutuklatıp belediyeleri kayyumla<br />

ele geçiren Erdoğan iktidarı, 16<br />

Nisan referandumunda ancak hileyle<br />

sonuç alabildiği bir seviyeye kadar irtifa<br />

kaybetti. Ve işin ucu, 16 Nisan yenilgisinin<br />

siyasi faturasının çıkarıldığı AKP’li<br />

“seçilmiş” belediye başkanlarının zorlamayla<br />

istifalarına vardıkça, Saray rejimi<br />

saflarındaki iç huzursuzluklar da dışa<br />

vurdu.<br />

Evet, artık Türk burjuva devleti “beka<br />

sorunu”nu tarihinde hiç olmadığı kadar<br />

yakın ve derin hissediyor. Üstelik “beka<br />

sorunu”na, zaten sorunun kaynağı olan<br />

ırkçı sömürgeci saldırganlığı daha da<br />

tırmandırmanın ötesinde hiçbir çözüm<br />

getiremiyor. Bir başka ifadeyle, tarihin<br />

Kürdistan’ın ulusal özgürleşme saatinin<br />

hızla dönmeye başladığı bir döneminden<br />

geçiliyor. Elbette Kürt halkımız için gelgitlerle,<br />

ulusal çapta politik parçalılığın<br />

dezavantajlarıyla, büyüyen bedellerle<br />

beraber hızlanan bir dönüş bu. Ve ama<br />

Kürt ulusal statüsünün gelişimini olgunlaştıran,<br />

sömürgeci Türk burjuva rejiminin<br />

politik çaresizliğini kesinkes derinleştiren<br />

bir dönüş...<br />

Diktatör Erdoğan ve Saray kulları<br />

çıkmazdalar! Bakur’da ne yapsalar gerillayı<br />

yenilgiye uğratamadıklarından,<br />

Rojava’da devrimci gelişmeyi halen<br />

frenleyemediklerinden, Başûr’da bölgeyi<br />

düzenleyici bir politik aktör pozisyonu<br />

alacak kudrete sahip olmadıklarından<br />

dolayı çıkmazdalar. Ama tam da aynı<br />

nedenle, üstelik emperyalistlerle sürtüşmelerinin<br />

artması pahasına, en “çılgın<br />

macera”ya bile girebilecek, en gözü dönmüş<br />

haliyle saldırılara pekala imza atabilecek<br />

durumdalar.<br />

Tüm bu vurgulananlardan çıkaracağımız<br />

temel sonuç, sömürgeci saldırı<br />

ve katliamların, savaş tehditleri ve işgal<br />

girişimlerinin gündemin baş köşesinde<br />

olmayı sürdüreceği bir dönemde olduğumuzdur.<br />

Basıldığı Yer: Gün Matbaacılık<br />

Adres: Sefaköy Telsizler Mevki Beşyol<br />

Mah. Akasya Sok. No: 23/6<br />

Küçükçekmece/İST.<br />

Tel: (0212) 580 63 75<br />

Bu dönemde Kürdistanlı komünistler,<br />

Rojava’da veya Başûr’da işgalci<br />

saldırganlığa karşı ulusal savunma savaşında<br />

mevzilenmekte, Bakur’da faşist<br />

sömürgeciliğe karşı ulusal devrimci mücadeleyi<br />

büyütmek için öne atılmakta,<br />

Kürdistan’ın proleter öncüleri olarak dövüşmekte<br />

duraksamayacaklardır.<br />

Türkiyeli komünistler ise Saray iktidarının<br />

bölgesel saldırganlığına barikat<br />

olma, sömürgeciliğin gerçeklerini bıkıp<br />

usanmadan emekçi yığınlara açıklama,<br />

Kürt ulusal demokratik haklarının meşruluğunu<br />

açıkça savunma, ırkçı faşist<br />

güruhların karşısında kararlılıkla durma<br />

sorumluluklarını tereddütsüzce yerine<br />

getireceklerdir.<br />

Kürdistan çıkmazının Erdoğan’ın başında<br />

bulunduğu faşist sömürgeciliğin<br />

yıkılışına dönüşmesi, hiç kuşkusuz, yalnızca<br />

halklarımızın birleşik direnişi ve<br />

savaşımının örgütlenip büyütülmesiyle<br />

olanaklı olacaktır.<br />

1 Kasım Dünya<br />

Kobanê Günü<br />

kutlandı<br />

KOBANÊ - 2014 yılında, IŞİD<br />

çetelerinin kuşatması altındayken<br />

Kobanê ile dayanışmak için ilan edilen<br />

“1 Kasım Dünya Kobanê Günü”<br />

Kobanê’de kutlandı. “İnsanlığın<br />

Direniş Başkenti Kobanê” şiarıyla<br />

düzenlenen etkinliğe binlerce kişi<br />

katıldı.<br />

MLKP Rojava, 1 Kasım Dünya<br />

Kobanê Günü’ne ilişkin “1 Kasım<br />

Dünya Kobanê Günü kutlu olsun!<br />

Şan olsun Kobanê direnişine<br />

ve onu zafere taşıyanlara” başlıklı<br />

açıklama yaptı. Açıklamada şöyle<br />

denildi: “Kobanê, zulme, faşizme,<br />

sömürgeciliğe, gericiliğe karşı verilmiş<br />

bir yanıttır. Kobanê direnişi, özgür<br />

ve direnen kadının, AKP-DAİŞ<br />

çetelerine, onların erkek egemen<br />

zihniyetlerine vurulmuş en büyük<br />

darbedir. Kobanê direnişi, ezilenlerin<br />

özgür, eşit bir bölge ve dünya<br />

isteğinin adıdır.<br />

Kobanê direnişi, şehitlerimizin<br />

bizlere armağanıdır. Kobanê direnişi,<br />

Arin Mirkanların, Paramazların,<br />

Saryaların, Alişerlerin, Alganların,<br />

Diyar Bagokların, Cudi Amedlerin<br />

bizlere bıraktığı özgürlük meşalesidir.”

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!