broşür
Kirmizilar.com
Kirmizilar.com
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
KIRMIZILAR HAREKETİNİN DÜNYAYA BAKIŞI<br />
"Üçüncü bin yıl"ın henüz başlarında olduğumuz şu günlerde,<br />
bilim ve teknikte kaydedilen ilerlemeler hayalleri zorlayacak bir<br />
seviyeye ulaşmıştır ve beklentilerin aksine giderek<br />
hızlanmaktadır.<br />
Teknolojik gelişmelerin yanısıra, küreselleşme ile birlikte ülkeler<br />
arasındaki ilişkilerin her alanda önceki dönemlerle<br />
kıyaslanamayacak ölçüde yoğunlaşmış olmasına bağlı olarak,<br />
dünyâ ticâret hacmi de katlamalı bir şekilde artmaktadır.<br />
Ne var ki, teknolojide ve ekonomideki hayranlık uyandıran<br />
gelişmelere karşılık, açlık ve yoksulluk sınırında yaşayan<br />
insanların dünyâ nüfusuna oranı gün geçtikçe artmakta, gelir<br />
dağılımdaki bozukluk daha da vahim boyutlara ulaşmaktadır;<br />
zenginler ve yoksullar arasındaki uçurum, insanlığın geleceğini<br />
daha da fazla tehdit edecek şekilde, açılmaya devam<br />
etmektedir.<br />
Teknolojik ve iktisâdî gelişmeler, beklendiği şekilde insanlığa<br />
refah, huzur ve mutluluk getirmediği gibi, çıkar çatışmalarının<br />
daha da şiddetlenmesine yol açmıştır. Dünyâ nüfusunun büyük<br />
bir kesimi, "kaynakların" ve "pazarların" üzerinde daha etkin bir<br />
hâkîmiyet tesis etmek isteyen büyük güçler arasındaki<br />
çatışmalardan zarar görmekte ve bu yüzden, “ötekiler-diğer<br />
medeniyet mensupları” var olma, beslenme, barınma, sağlık,<br />
eğitim, güvenlik gibi en temel haklardan yararlanma konusunda<br />
dahi giderek daha büyük sıkıntılar yaşamaktadır.<br />
‘Haklı olduğu, ötekinin de kendisi gibi olması gerektiği, bunun<br />
için de güçlü olmanın zaruret olduğu’ düsturuyla hareket eden
ve 18. yüzyıldan itibâren dünyânın gidişâtının belirlenmesinde<br />
giderek daha fazla söz sahibi olan Batı Medeniyeti, bilim ve<br />
tekniğin gelişmesindeki muazzam katkılarına rağmen, "daha<br />
yaşanabilir bir dünyâ"nın inşâı konusunda beklenen başarıyı<br />
sağlayamamıştır.<br />
Batı Medeniyetini şekillendiren felsefenin özünü teşkîl eden ve<br />
‘Güçlü olmak, Tanrının bir lütfudur; zayıflık ise, Tanrı tarafından<br />
reddedilmiş olmanın işaretidir!’ şeklinde özetlenebilecek "ilâhî<br />
takdir" anlayışı, Batı'nın "evrensel, bütün insanlığı kucaklayan"<br />
bir medeniyet inşaı çabasına yönelmesini engellemektedir.<br />
‘Ötekini var kabul etmeyi ve hak vermeyi Tanrı'nın irâdesine<br />
karşı gelmek’ olarak değerlendiren", "güç" ve "kudret" sâhibi<br />
olmaya kutsallık atfeden Batı Medeniyeti, bu düşüncenin tabii<br />
bir sonucu olarak, "adâlet" kavramını gözardı ederek, ‘Güçlü<br />
olan, kuralları koyar, ötekiler kuralı koyanın istediği gibi<br />
olmalıdır’ ilkesiyle hareket etmektedir. Biyolojik Darwinizm<br />
görüşünün sosyal hayata yorumlanması ile güçlülerin zayıflara<br />
revâ göreceği her türlü muameleyi tabii gören bu anlayış, yalnız<br />
hukûkî konularda değil, hayâtın her alanında güçlülerin varlığa<br />
sahip olmasına ve zayıflara tahakkûmüne meşruiyet<br />
kazandırmaktadır.<br />
Batı Medeniyeti'ne hâkîm olan bu düşünüş biçimi, yalnızca<br />
"öteki" medeniyetlerin mensuplarını hedef almamaktadır, Batılı<br />
toplumlar için de geçerlidir. ‘Sadece haklı olmayı değil, güçlü<br />
olmayı’ önemseyen bu zihniyetin sebep olduğu anlaşmazlıklar<br />
sebebiyle, XVI. yüzyıldan buyana, Batılı toplumların ─hem<br />
birbirleriyle, hem de kendi içlerinde─ sürekli çatışma ve<br />
2
huzursuzluk hâli içinde oldukları, büyük acılar çektikleri,<br />
dünyaya da büyük acılar çektirdikleri bilinmektedir.<br />
İnsanlık târihi boyunca edinilen tecrübeler çerçevesinde<br />
insanların/toplumların huzur ve sükûn içinde yaşamalarını temin<br />
etmek maksadıyla geliştirilen demokrasi, hukûkun üstünlüğü,<br />
lâiklik, uluslararası hukûk gibi kavramların, bu kavramların<br />
oluşumunda çok ciddî katkıları bulunan Batı Medeniyeti'nin<br />
"gücü kutsayan" medeniyet tasavvuru sonunda asıl<br />
anlamlarından uzaklaştıkları; toplumsal/toplumlararası<br />
çatışmalarda, taraflar yenişemeyecek duruma geldiklerinde,<br />
taraflar arasında "geçici barış" tesis edilmesini amaçlayan<br />
"mütâreke" vasfını kazandıkları; dolayısıyla, sözü edilen<br />
kavramların muhatabı/tarafı olan kesimlerden birisi<br />
zayıfladığında söz hakkını da yitirdiği müşahede edilmektedir.<br />
Başka bir anlatımla, Batılı toplumlarda, ‘Yaratılanın, yaratılmış<br />
olmaktan ötürü doğuşundan itibâren kendiliğinden (tabii olarak)<br />
sâhip olduğu hak, hürriyet ve vazifelerin güvence altına<br />
alınması’ demek olan "tabii hukûk" artık dünya ölçeğinde geçerli<br />
değildir.<br />
Bir toplumun, ülke yönetiminde "ortak aklı" ve "ortak vicdanı"<br />
hâkîm kılma çabasının müesseseleşmiş ve müşahhaslaşmış şekli<br />
olması gereken "demokrasi", Batı'nın "gücü kutsayan" ve<br />
"adâletsizliği meşrulaştıran" anlayışı sonucunda, günümüzde,<br />
hâkîm sınıfların karar ve uygulamalarının toplumun geneli<br />
tarafından onaylanmasını sağlayan toplumsal bir gösteriye<br />
dönüşmüş vaziyettedir.<br />
‘Batı’nın ötekine tahakkûm etmesini, zayıfın güçlüye tâbî<br />
olmasını’ esas alan Batı Medeniyeti, toprak ve emeğin hâkîm<br />
3
üretim faktörleri olduğu zamanlara mahsus "sınıflı toplum<br />
yapısı"nın sanayi inkılâbından sonra "evrilerek" devam<br />
ettirilmesini sağlamıştır. Bunun sonucunda, modern toplumlarda<br />
dünün feodal beylerinin yerini "sermâyedar sınıfı (burjuvazi)"<br />
alırken, eski dönemin yarı köle durumundaki serflerinin yerini<br />
ise, gayrımüsâit şartlarda karın tokluğuna çalıştırılan işçi sınıfı<br />
almıştır. Sınıf farklılığına ve sermayenin menfaatine dayanan<br />
kapitalizm, kaynakların daha da arttırılması ve olabildiğince az<br />
mâliyetle elde edilebilmesi için de emperyalizmi dünyaya<br />
dayatmıştır. İşte bu “adâletsiz" toplumsal yapı, XIX. yüzyılın<br />
ortalarından itibaren, başta sanayileşmiş Batılı toplumlar olmak<br />
üzere, dünyânın hemen her yerinde önemli toplumsal<br />
çatışmalara sebebiyet vermiş, kaynakların ve pazarların<br />
"paylaşılması" konusundaki anlaşmazlıklar yüzünden, ülkeler<br />
arasındaki pek çok irili-ufaklı çatışmanın yanı sıra, on<br />
milyonlarca insanın hayatını, çok daha fazlasının da sağlığını,<br />
yerini-yurdunu kaybetmesine sebebiyet veren ve insanlığın<br />
gördüğü en büyük vahşet dönemleri olan iki büyük dünyâ<br />
savaşına neden olmuştur.<br />
Sonuç itibâriyle, Batı Medeniyeti "sömürü"ye dayanmaktadır;<br />
Batılı olan, ötekine, güçlü olan, zayıf olana hayat hakkı<br />
tanımamaktadır. Hálbuki, varlık âlemi, "yaşamak için, yaşat"<br />
esâsı üzerine binâ edilmiştir ve Batı'nın "yaşamak için, itaat<br />
ettir" felsefesinin ilâhî irâde ile bağdaşması mümkün değildir.<br />
Batı Medeniyeti’nin içinde bulunduğu açmazlar, onun kendini<br />
sorgulamasına da izin vermemekte; aksine, onu daha da<br />
saldırgan hâle getirmektedir. Bu şartlar altında, Batı<br />
Medeniyeti'nin, bütün insanlığın refah ve huzura kavuşmasını<br />
sağlayacak bir "dünyâ düzeni" tesis edebilmesi mümkün<br />
görünmemektedir. Sonuçta artan adâletsizlikler, dünyâda yaygın<br />
4
olarak yaşanan zulümler, büyük çoğunluğu oluşturan<br />
dünyanın ezilen insanlarını daha adâletli ve huzurlu bir gelecek<br />
arayışına itmektedir. Bütün dünya zemini yeni söylemlerin<br />
çalışma alanı olacak derecede duyarlı ve hiddetli; yeni<br />
medeniyetler arayacak kadar da yüreği açık ve insanî bir hâlde<br />
beklemektedir. Doğu’dan gelen her türlü insanî söylem çabası<br />
ise yaşananlar karşısında yetersiz kalmış, umutlara çâresizlik<br />
göstermekten öteye geçememiştir.<br />
***<br />
Türkler, târih sahnesine çıktıkları ilk anlardan itibâren,<br />
‘Yeryüzünün tamâmında, bütün varlık âleminin sulh-sükûn,<br />
huzur, emniyet, adâlet ve refah içinde yaşayabileceği<br />
cihanşumûl bir düzen tesis etmeyi ve bu düzeni korumayı’ ilâhî<br />
bir vazife addetmişler; bu ilâhî vazifeyi yerine getirmekte zaaf<br />
gösterdikleri takdirde, "yeryüzünü yönetme yetkisinin (Kut)"<br />
kendilerinden alınacağı inancıyla, Batı Medeniyeti'nin tam zıddı<br />
bir anlayışla, "en güçlü" zamanlarında "en âdil" uygulamaları<br />
gerçekleştirmişlerdir.<br />
"Adâlet" kavramını mihenk alan, bireyler/toplumlar arasındaki<br />
üstünlüğün ancak "iyi ve güzel" uygulamalarla olabileceğini<br />
kabûl eden, "insanın insana tahakkûmüne izin vermeyen" İslâm<br />
Dîni, Müslüman olduktan sonra, Türklerin yukarıda bahsedilen<br />
"insanlık ülküsü"nün daha da derinlik ve mânâ kazanmasını<br />
sağlamıştır.<br />
Türklük, bu yüksek ahlâkî vasıfları sebebiyle, İslâm inancının<br />
kabûlünden sonraki çağlarda, "İslâm/Müslümanlık"<br />
kavramlarıyla eşanlamlı addolunmuş; yeryüzünün ─kudretinin<br />
5
eriştiği─ bölgelerinde, şiâr edindiği yüksek insanlık ülküsünün<br />
tatbikini her hál ve şartta kendisi için en mühim ve ulvî vazife<br />
saymış; yönetimi altında bulunan toplulukların "saadet asırları"<br />
yaşamasını temin etmiştir. Bu dönemi “Türk Medeniyeti” dönemi<br />
adıyla anmak gerekir.<br />
Ancak, XI - XII. yüzyıllarda temelleri atılan ve hızla Batılı<br />
toplumları sarıp sarmalayan "aydınlanma hareketi" yeni<br />
dönemlerin felsefi temellerinin atılmasını ve Batı’da gerekli<br />
kurumların kurulmasını teşvik etmiş, kolaylaştırmış; XV. yüzyılın<br />
sonlarında gerçekleşen coğrâfî keşifler sonucunda, Batı, üretim<br />
ve gelir imkânlarını muazzam bir şekilde artırma imkânına<br />
kavuşmuş, o döneme kadar üretimin esaslı unsurları olan emek<br />
ve toprağın üretimdeki önemi zaman içinde azalırken, "bilgi",<br />
"sermâye", "teşebbüs gücü" gibi yeni unsurlar insan hayatına<br />
girmiştir. Batılılar, yeni dönemin gerektirdiği zihniyet<br />
dönüşümünü ve bunun gereği olan ilke, kural, müessese, araç<br />
ve yöntemleri oluşturma konusunda, dünyânın geri kalanından<br />
hızla ayrılmışlardır. Yeni dönem, ağırlıklı olarak Batı ve Kuzeybatı<br />
Avrupa ülkelerinde, akıl, eleştiri, araştırma ve muhakemeye<br />
dayalı bilim zihniyetinin teşekkül etmesine; teknolojinin<br />
gelişmesine, millî servetin artmasına; sosyo-ekonomik yapının<br />
durağanlıktan kurtulmasına ve bütün bu değişim ve<br />
dönüşümlerle ilintili olarak, her alanda büyük bir atılım<br />
gerçekleştirilmesine imkân ve zemin hazırlamıştır.<br />
Bilim zihniyetinin gelişmesi, ilmî gelişmenin önünde engel olarak<br />
görülen dînî inançlar karşısında pozitivist ve sekûler bir<br />
düşünme/yaşama biçiminin hayat bulmasını sağlamış; dînin<br />
toplumsal alandaki belirleyici konumu sınırlanırken,<br />
6
inanma/inanmama hürriyeti de “lâiklik ilkesi” ile teminat<br />
altına alınmaya çalışılmıştır.<br />
Sosyo-ekonomik yapının değişmesiyle birlikte, nüfusun önemli<br />
bir kesimi şehirlerde yaşama yolunu seçerken, feodal sistem<br />
hızla zayıflamış; burjuvazi, esnaf-zanaatkâr kesimi ve işçi<br />
sınıfının nüfus içindeki oranı ve millî gelirden aldıkları paylar<br />
artmıştır. Bu dönüşüm, tabiatıyla, sözkonusu sosyal gurupların<br />
siyâsî-sosyal hak taleplerinin de güçlenmesine yol açmış; gerek<br />
sözkonusu kesimler arasında, gerekse bunlarla devlet (yâhut,<br />
hâkîm sınıflar) arasında yüzyıllarca süren ve büyük acıların<br />
yaşanmasına sebebiyet veren mücâdele ve çatışmalar<br />
sonucunda, çalışma hayâtı ve içtimâî-siyâsî alandaki ilke, anlayış<br />
ve kurumlar (sendikalar, sosyal haklar, siyâsi partiler, fikîr ve<br />
düşünce hürriyetini güvence altına alan ilke, kural ve kurumlar,<br />
demokrasi, hukûkun üstünlüğü vs.) yeniden yapılanmıştır; vahşi<br />
kapitalizmden sürdürülebilir kapitalist modele geçilmiştir.<br />
Batı'da bu değişimler yaşanırken, Medeniyetimiz yeni dönemin<br />
gerekleri ile kendi ilke ve esaslarına uygun şekilde yeni bir<br />
“yeryüzü nizamı” vücuda getirme konusunda yetersiz kalmıştır.<br />
İnsanlar arasında sınıf ve statü farkı gözetmeksizin, kamusal<br />
hakların ve yükümlülüklerin paylaşımında adâlet ve hakkaniyetin<br />
mutlak olarak sağlanması esasına dayanan Türk (-İslâm)<br />
Medeniyeti, XV. asır sonrasında, Batı'da meydana gelen<br />
gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkan sorunlara rağmen,<br />
sözkonusu kendine ait ilkelerin her ne pahasına olursa olsun<br />
yaşatılmasını varlık sebebi saymış; fakat, bu durum, giderek<br />
daha da güçlenen Batı karşısında, takatinin tükenmesini<br />
önleyememiştir. Yeni dönemin şartları, sorun ve imkânlarına<br />
7
cevap veremeyen, çözümler üretemeyen medeniyetimize<br />
olan inancımızda tereddütler belirmesine de yol açmıştır.<br />
XVIII. yüzyılın sonlarındaki sanayi inkılâbı ve sonrasında Batı<br />
Medeniyeti'ndeki gelişimlerin baş döndürücü bir hál alması<br />
sebebiyle medeniyetimizi, dayandığı ilkelerle birlikte ayakta<br />
tutma çabasının sürdürülemez duruma gelmesi, Haldun'un<br />
"mağluplar gâlipleri taklid eder" ilkesini bir kez daha<br />
doğrularcasına, Batı karşısında teslimiyete kadar varan bir<br />
çözülmeye yol açmıştır.<br />
‘Bütün insanlığın sulh-sükûn, huzur, emniyet, adâlet ve refah<br />
içinde yaşatılmasını’ şiar edinen medeniyetimiz, günümüzde<br />
hava ve su kadar ihtiyaç duyulan bu değerlerin sürdürülebilir<br />
şekilde insan ve toplum hayâtında hükûm ifâde etmesini<br />
sağlayacak ilke, kural ve kurumları geliştirme konusunda hâlâ<br />
yeterli seviyeye yükselebilmiş değildir.<br />
Adâletsizliğin/hakkaniyetsizliğin her alanda kendisini en bâriz<br />
şekilde gösterdiği günümüz dünyâsında, insanlık, huzur ve<br />
emniyet içerisinde yaşamasını temin edecek yeni ve âdil bir<br />
yeryüzü nizâmının özlemi içindedir. Bu bekleyişi karşılıksız<br />
bırakmayacak değerleri ve potansiyel olarak ilke ve kurumları<br />
bünyesinde bulunduran tek medeniyet anlayışı ise, Türk<br />
Medeniyetidir. Bu itibarlâ, medeniyetimizin, tıpkı geçmişte<br />
olduğu gibi, bütün insanlığın huzur ve refah içerisinde<br />
yaşatılmasını sağlayacak bir mevkie yükseltilmesini sağlamak,<br />
bu müstesnâ medeniyetin vârisleri olarak, bizler için tarihî bir<br />
sorumluluk ve görev olmak gerekir.<br />
8
Hál böyle olmakla birlikte, Medeniyetimiz, şahsiyet, hürriyet,<br />
akıl, irâde, çalışma/gayret, tahkikî imân, birey/toplum<br />
sorumluluğu, hak ve yükümlülüklerin bireyler ve toplum<br />
kesimleri arasında hakkaniyet esaslarına göre paylaşılması gibi<br />
konularda fevkalâde mühim ve insanlığın huzur ve mutluluğu<br />
için mutlak surette yaşatılmasında zaruret bulunan değerlere<br />
sâhip olmasına karşılık, yaklaşık dört-beş asırdan buyana her<br />
bakımdan içe kapanmış olmanın etkisiyle söz konusu değerlerin<br />
"müesses biçimde" yaşatılmasında güçlük çekilmektedir.<br />
Hâlihazırda, İslâm toplumları, gelir dağılımının alabildiğince<br />
bozulduğu, hukûkun üstünlüğü kavramının uygulamada pek<br />
ciddî sıkıntılarla karşılaştığı, birey-toplum arasında çıkar<br />
dengesinin kurulamadığı, belli zümrelerin toplumun kaderine<br />
hükmettiği, toplumun eğilim ve düşüncelerinin yeterince dikkate<br />
alınmadığı; miskinliğin ve uyuşukluğun dinî bir kaide/vecibe<br />
olarak algılanmasına yol açan kaderci bir zihniyetin aklın ve<br />
irâdenin kullanımını ve gayret/azim/sebat gibi değerleri işlevsiz<br />
kıldığı; medeniyetimizin temel değerlerinin hayatımızı tanzim<br />
etme gücünü yitirdiği ve "teferruat kabilinden" şeklî hususların<br />
esasın önüne geçtiği, buna karşılık ‘insanlığa acı ve elemden<br />
başka bir şey vermeyen’ Batı Medeniyetine ait müessese,<br />
anlayış ve kavramların hızla medeniyetimize ait kavramların<br />
yerini aldığı "vahim ve hızlı" bir çöküş sürecinin içinde<br />
sürüklenmektedirler.<br />
9
YENİDEN TÜRK MEDENİYETİ TASAVVURU<br />
Türkler, tarihlerinin en derin kültürel soğuma günlerini yaşıyor;<br />
milli ve ahlâkî değerleri tahrip ediliyor, maddî ve insanî<br />
yoksulluk yayılırken, toplumun engin bir geçmiş ve birikimle inşa<br />
ettiği değerleri toplum hayatından kararlılıkla siliniyor; egemen<br />
güçlerin istediği genel bir sıradanlaşma yaygınlaşıyor. Bu şartlar<br />
altında, yeni bir medeniyet tasavvurunun yapılması bir yana,<br />
Türk ve İslâm topluluklarının ─birkaç asırdan buyana akıl, irâde,<br />
çalışma, kişi ve hak ve özgürlüklerinin korunması gibi değerleri<br />
kendilerine şiar edinmiş olan Batılı toplumlar karşısında─<br />
varlıklarını sürdürebilmelerinin dahi güçleştiği, çok açıkça<br />
müşahede edilmektedir. Bu müşahade de bize şimdilerde,<br />
mensubu olduğumuz medeniyet dairesi içinde, geçmişte sadece<br />
teoride kalmayıp uygulamada da yaşanan insani değerlerin<br />
yeniden yorumlanmasına mutlaka çok ihtiyaç olduğunu<br />
göstermektedir. Ve aslında bu durum sadece içinde<br />
bulunduğumuz kültür dairesinde değil, dünyanın da kültürel ve<br />
insani sorunlarının çözülmesi yönünde büyük bir ihtiyaçtır.<br />
Türk Milleti içselleştirilmiş kültür, haksızlık, zulüm ve zorlanan<br />
sıradanlaşmaya karşı milli duyarlılığının diriltilmesini ve yeniden<br />
inşa edilmeyi beklemektedir. Genel toplum kitlelerinin ortayoksul<br />
yapısı, eziklik ve ahlâkî değerlere saldırı, bu kitlelerin yeni<br />
medeniyet modelleri için çalışılacak önemli bir zemin olduğunu<br />
göstermektedir.<br />
Yukarıda belirtilen hususlar çerçevesinde, medeniyetimize ait<br />
kavramların yeniden ihyâ edilmesini, müesses biçimde devamını<br />
ve hayatımızı tanzim edecek etkinliğe kavuşturulmasını<br />
sağlayacak "yeniden medeniyet tasavvuru" çalışmalarının vakit<br />
10
geçirilmeden başlatılması ve yaygınlaştırılması gerekmektedir.<br />
İşte bu sorumluluğu üstelenecek "aydınlar grubu" oluşmasını<br />
sağlayacak çalışmalar, en öncelikli konu olarak karşımızda<br />
durmaktadır.<br />
Doğru okunan toplum yapı ve dinamiklerinin doğru yöntemlerle<br />
kurgulanması durumunda inanılmaz bir başarı ve “tarihin önemli<br />
fırsatlarından birisi” nin yeniden tasarlanması ve hayata<br />
geçirilmesi imkânları vardır. Kırmızılar Hareketi, tarihin yeni bir<br />
dönüm noktasında olduğu kanaatiyle, yeniden Türk Medeniyet<br />
Tasavvuru ve dönüşümü noktasında Türk Kültürünün yeni ve<br />
insani bir “medeniyet modeli” çıkarabileceği inancıyla ortaya<br />
çıkmıştır.<br />
11
KIRMIZILAR HAREKETİNİN AMAÇ ve HEDEFLERİ<br />
KIRMIZILAR HAREKETİNİN AMAÇLARI<br />
Kırmızılar Hareketi, yalnızca Türkiye’nin ve mensubu olduğu<br />
medeniyet dâiresinin değil, bütün insanlığın geleceğine ilişkin<br />
“Yeni Türk Medeniyeti Tasavvuru” nun felsefî ve sosyolojik<br />
temellerinin oluşturulmasına dâir çalışmaların, tarihin birikimi ve<br />
geleceğin beklentileri ekseninde, daha da vakit kaybedilmeden,<br />
hızla yapılması gerektiğine inanmaktadır.<br />
Medeniyetimizin yeniden bütün insanlığın beklentilerine cevap<br />
verecek bir güç ve kudrete sâhip olabilmesini sağlayacak<br />
“medeniyet tasavvuru” çabalarının istenen neticeleri verebilmesi<br />
için, muhtelif sebeplerin tesiriyle yaklaşık dört-beş asırdan<br />
buyana "sığlaşma" ve "donuklaşma" sürecine girmiş bulunan<br />
kültür ve düşünce iklimimizin yeniden canlılık kazanmasına ve<br />
üretken hâle gelmesine katkıda bulunmak, Kırmızılar<br />
Hareketi’nin öncelikli amacıdır.<br />
Medeniyetimizin yeniden ihyâ ve inşasını üstelenecek öncü<br />
aydınlar topluluğunun teşekkülü ve, çalışmalarını verimli bir<br />
şekilde sürdürebilmesi için uygun zeminin oluşturulması,<br />
Kırmızılar Hareketi’nin varlık sebepleri arasındadır.<br />
Türk kültür ve düşünce hayâtının en önemli sorunlarından birisi<br />
olan ve Tanpınar'ın ifâdesiyle "değişerek devam etmek, devam<br />
ederek değişmek" için lüzumlu olan geçmiş-hâl-gelecek<br />
arasındaki irtibatın yeniden ve güçlü bir şekilde tesis edilmesi,<br />
en önemli amaçlarımız arasındadır.<br />
12
Türk kültür ve medeniyet coğrafyasındaki bilim, kültür, san’at<br />
ve düşünce insanları arasındaki ilişkiler, XVI. yüzyıldan itibâren<br />
zayıflamıştır. Bu ilişkilerin artırılması, canlı ve üretken bir kültür<br />
ve düşünce ikliminin tesisi için hayâtî önem taşımaktadır.<br />
Kırmızılar Hareketi bu konuda dâimi bir çaba içinde olacaktır.<br />
Türk toplumu ve aydın zümresi, bilhassa modernleşme<br />
döneminde, birbirleriyle irtibatı ve asgarî müşterekleri olmayan<br />
─varsa da, en alt seviyede olan─ irili-ufaklı toplulukların<br />
oluşturduğu kompartımanlara bölünmüş durumdadır. Bu durum,<br />
farklı düşüncelere sâhip kesimler arasında etkileşimi son derece<br />
güçleştirdiğinden, ülkemizde canlı bir kültür ve düşünce iklimi<br />
tesisine imkân vermemektedir. Ülkemize, Türk Milletine ve<br />
insanlığa hizmet, hakikate ulaşmak, ahláklı olmak ve her hál ve<br />
şartta adâletin tesis edilmesi için çalışmak konularında müşterek<br />
değerleri paylaşan aydınlarımız arasındaki irtibatın tesis edilmesi<br />
ve bu ilişkilerin sürdürülebilir kılınması, en çok önem verdiğimiz<br />
hususlardan birisidir.<br />
Türk kültür ve medeniyet dâiresindeki bireylerin/toplumların<br />
yüzyıllardan buyana en önemli sorunlarından birisi de, geçmiş<br />
ve hâldeki gelişmeler ile gelecekteki muhtemel gelişmelerin<br />
öğrenilmesi/tahmin edilmesi ve yorumlanması konusunda<br />
umûmiyetle "yabancı" kaynaklardan yararlanma zorunluluğunda<br />
kalmış olmalarıdır. Hâdiselere kendi zâviyemizden bakabilmek,<br />
toplumun “güncel olaylar” ve “gelecekteki muhtemel gelişmeler”<br />
konusunda güvenilir kaynaklardan bilgilenmesini temin etmek,<br />
medeniyet tasavvuru çabalarının sağlıklı ve istikrarlı bir şekilde<br />
ve ayakları yere basan bir bakış açısıyla yürütülebilmesi için,<br />
lüzumludur. Kırmızılar Hareketi, bu ihtiyâcı gidermek ve "en<br />
güvenilir bilgi, haber ve yorumların dileyen herkesin istifâdesine<br />
13
sunulacağı imkân ve kaynakları oluşturmak, gerekli araçları<br />
ve müesseseleri ihdas etmek; bu yöndeki çabalara destek<br />
olmak" azim ve kararlılığındadır.<br />
Kırmızılar Hareketi, “Yeni Türk Medeniyeti” için ortaya<br />
çıkarılacak Türk Felsefesi’nin, dünya görüşünün gelişeceği<br />
entelektüel zemini oluşturmak ve ideolojisini kurgulamak<br />
idealindedir.<br />
KIRMIZILAR HAREKETİNİN HEDEFLERİ<br />
Kırmızılar Hareketi’nin kuruluş ve çalışma hedefleri şöyledir:<br />
<br />
<br />
<br />
Yurtiçinde ve dışında, farklı düşüncelerdeki insanların<br />
tereddütsüz güveneceği bilgi ve haber kaynaklarını<br />
oluşturmak,<br />
Farklı düşünceleri taşıyan, fakat müşterek hassasiyetleri<br />
bulunan kesimler arasında, entelektüel çalışmalar<br />
bağlamında iletişimi ve etkileşimi sağlamak,<br />
Düşündüklerini "her hál ve şartta" ifâde etmeyi düstur<br />
edinen ve hattâ bu hususu yaratılış gâyesine uygun<br />
yaşamanın gereği sayan; bu sebeple de, mâhiyeti ve<br />
derecesi ne olursa olsun hiç bir baskı altında eğilipbükülmeyen,<br />
inandığı değerlerin yaşaması ve yaşatılması<br />
konusunda gereken her türlü çabayı göstermeyi ve bu<br />
konuda her türlü fedakârlığa katlanmayı kendisi için ibâdet<br />
14
sayan hakîkî münevverlerin yetişmesini ve bunların<br />
müşterek bir çaba içinde olmasını sağlamak,<br />
<br />
“Zihniyet” planında tasarlanan “Yeni Türk Medeniyeti”<br />
tasavvurunun uygulamadaki yön verici nitelikli insanlarını<br />
yetiştirmek,<br />
Okuyan, düşünen, tartışan, muhakeme eden,<br />
düşündüklerini sözlü ve yazılı olarak ifâde eden insanlardan<br />
müteşekkîl nitelikli bir toplumun inşâsına katkıda bulunmak,<br />
<br />
<br />
Bir “Türk Felsefesi” ortaya çıkarmak,<br />
“Yeni Türk Medeniyeti” için gerekli dünya görüşünü ve<br />
ideolojisini ortaya koymak.<br />
15
KIRMIZILAR HAREKETİNİN DEĞERLERİ<br />
Kırmızılar hareketi;<br />
Türk Milliyetçisidir.<br />
Töre’ye ve İslâm inancına samimiyetle bağlıdır.<br />
Ülkemizi, vatanımızı, milletimizi, kültür ve medeniyetimize ait<br />
değerlerin korunmasını ve geliştirilmesini varlık sebebi olarak<br />
addeder.<br />
Türk Milleti’nin mutluluğunu, bütün beşeriyetin mutluluğunda<br />
görür.<br />
Türk Milleti’nin, "bütün insanlığın sulh-sükûn, huzur ve refah<br />
içinde yaşadığı, nimetlerin ve külfetlerin birey/toplum ve<br />
ülkeler arasında hakkaniyet çerçevesinde paylaşıldığı, adâlet<br />
ve hakkaniyetin hâkîm olduğu" bir yeryüzü nizâmı tesis<br />
edilmesi konusunda Yüce Tanrı tarafından öncülük etmekle<br />
vazifelendirildiğine inanmaktadır.<br />
Türk Milleti'nin, târih boyunca olduğu gibi, kendi öz<br />
değerlerinin farkında olduğu sürece, bu kutlu vazifeyi yerine<br />
getirmesini sağlayacak güç ve kudrete sâhip olacağı<br />
inancındadır.<br />
Toplumu bütün hâlinde kucaklayan; bireylerin ve toplumu<br />
oluşturan kesimlerin soy-sop, inanç vb. farklılıklarına saygılı,<br />
ancak kamusal hak ve yükümlülüklerin birey ve toplum<br />
kesimleri arasındaki dağılımında ─sözkonusu farklılıkları<br />
değil─ "müşterek değerleri" dikkate alan; geçmişte olduğu<br />
gibi, gelecekte de "hep birlikte" ve "bir arada" mutlu ve<br />
huzurlu yaşamayı şiar edinen herkesi milletin aslî<br />
ferdi/mensubu sayan "millî devlet" anlayışının her daim<br />
yaşatılmasını, vazife addeder.<br />
Her türlü baskı düzeninin karşısındadır.<br />
16
Hukûk önünde, hiç bir ayrım yapılmaksızın, bütün<br />
insanlarımızın eşit olduğuna inanır.<br />
Siyâsetin dîne, dînîn siyâsete bulaştırılmasına şiddetle<br />
karşıdır. Din ve siyâsetin birbirinin aracı hâline getirilmesini,<br />
"toplumsal huzuru" ve "güçlü bir gelecek inşâsını" tehdit<br />
eden en büyük tehlike olarak görür.<br />
İnsanların dînî inançlarında hür ve serbest olmasının, her<br />
şeyden önce inancımızın en önemli ilkelerinden birisi olduğu<br />
kanaatindedir.<br />
Düşünce hürriyetine taraftardır. Bunun, huzurlu ve müreffeh<br />
bir toplum yapısının ve daha iyi bir gelecek inşâsının zorunlu<br />
şartı olduğunu kabul eder.<br />
İnsan ve toplum hayâtının huzurlu ve bütüncül bir şekilde<br />
devamı bakımından yakın tehlike oluşturan fikir ve eylemlerin<br />
savunulmasını "düşünce hürriyeti" çerçevesinde<br />
değerlendirmemektedir.<br />
İnsan, akıl, irâde ve şahsiyet sahibi bir varlıktır. Yukarıda<br />
sıralanan değerlerin hangi gerekçe ile olursa olsun göz ardı<br />
edilmesi Kırmızılar Hareketi tarafından kabul edilemez.<br />
17
www.kirmizilar.org.tr<br />
18