Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
No.3
Ücretsiz
Yılda bir yayımlanır
ART NİYET 3
Yaz 2020 (Covid Sonrası 1)
Issue 3
Free
Released annually
Summer 2020 (After Covid 1)
Wydanie 3
Bezpłatne
Wydawany raz w roku
Lato 2020 (Po Covid 1)
Брой 3
Безплатно
Ежегодно Издание
Лято 2019 (След Covid 1)
Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı
Visual Arts and Visual Communication Design
TITLE
Spring
2019-2020
DURING QUARANTINE
VA490/580
Professional Practice As a Designer
This is the third annual art and design publication
created and compiled by the students of the Visual
Arts and Visual Communication Design program at
Sabancı University. Under the supervision of Onur
Yazıcıgil, this team of students gathered weekly to
develop its textual and visual content. Presented is
a variety of art and design related subject matter
produced exclusively for this issue.
Artniyetliler
Editorial Design / Editöryel Tasarım
İbrahim Kaçtıoğlu
Seham Hakmi
Content Creators / İçerik Üreticileri
A. Marko Turaç
Alina Mielnik
Begüm Erinç
Burak Dikilitaş
Nazif Can Akçalı
Ceyda Pektaş
İlayda Karagöz
Nagihan Aydınlık
Seham Hakmi
Vayde Kapanak
Artniyet, Sabancı Üniversitesi Görsel İletişim
Tasarımı ve Görsel Sanatlar öğrencilerinin
oluşturduğu sanat ve tasarım yıllığı niteliğinde
bir yayındır. Yayının içeriği ve tasarımını
geliştirmek için Onur Yazıcıgil tarafından
yürütülen haftalık toplantılar sonucunda
güncel sanat ve tasarım ortamından seçilen
çeşitli konular özel olarak bu üçüncü sayıda
sunulmaktadır.
Visit the digital version of our magazine here:
artniyet.cargo.site
Web Design / Web Tasarım
Tuğrul Veli Şalcı
Supervisor and Director / Danışman
Onur Yazıcıgil
Contact / İletişim
onur.yazicigil@sabanciuniv.edu
Sabancı University
Faculty of Arts & Social Sciences
Tuzla, 34956 Istanbul
Colophon
Fonts
Aktiv Grotesk/Dalton Maag
ArtNiyet/Creators of the 3rd issue of Artniyet
Junicode/Peter S. Baker
Mizan/Kristyan Sarkis
Spartan/Matt Bailey, Mirko Velimirovic
NAME
Contents
01
Nerede O Eski Beyoğlu/Ceyda Pektaş - 8
The World of Cigar Bands/İlayda Karagöz - 12
How to Take Care of Plants/İlayda Karagöz - 16
02
Yok Ülke Artsakh/Nazif Can Akçalı - 22
Kimsenin Gitmediği Ama Herkesin Bildiği Ülke/A. Marko Turaç - 28
Yabancı At Sabancı/Vayde Kapanak- 30
“Tepetaklak” Röportajı/Vayde Kapanak - 34
03
Keith Haring Sergı̇sı̇ nden Sokak Sanatına/Nazif Can Akçalı - 38
0/Alina Mielnik - 41
Yaşam/Begüm Erinç - 42
The Beetle/Alina Mielnik and Seham Hakmi - 44
04
The Non-Systems Manifest/Burak Dikilitaş - 48
- 52 Hakmi Seham/مسيرتي مع اللغة العربية
Istype x Raw/Begüm Erinç - 56
05
Collages/Nazif Can Akçalı - 62, 74
I Should Write an Article/Alina Mielnik - 64
Observation Series/Burak Dikilitaş - 66
Houses of Quarantine/Ceyda Pektaş - 76
#STAYATHOME/Alina Mielnik - 79
06
Hibrit Canavarlar/Nagihan Aydınlık - 82
Artniyet Font/İbrahim Kaçtıoğlu - 84
English translations are available for
Arabic, Bulgarian, and Turkish texts.
4—
— 5
6—
01
Nerede
TITLE
O Eski Beyoğlu/Ceyda Pektaş
The World of Cigar Bands/İlayda Karagöz
How to Take Care of Plants/İlayda Karagöz
NAME — 7
8—
GUIDE
NEREDE O ESKİ
BEYOĞLU?
title
2010-2020 arasından bir Beyoğlu anlatısı.
CEYDA NAME PEKTAŞ
— 9
components
beyoglu map
10—
GUIDE
text
Beyoğlu, her neslin kendinden önceki
dönemleri yücelttiği, kendi içinde yaşadığı
dönemi ise olabildiğince beğenmediği bir
şehir efsanesi. Beyoğlu, İstanbul’da kendi
kimliğini oluşturmuş her gencin hafızasında keskin
bir şekilde anı birikimine yol açmış bir toplanma
merkezi. Peki bugün neden “Beyoğlu öldü mü?”
diye soruyoruz yine, peki bugün Beyoğlu’nda ne
oluyor? Yaşadığımız ve paylaştığımız mekanların
değişimi, hafızalarımızda kırılmalar yaratıyor.
Beyoğlu’nun dönüşümü, bana da yeni anılar
getiriyor, eski anılarım hafifledikçe, yenileri de
algımı etkiliyor, değiştiriyor. Kendi kişisel hafızamda
Beyoğlu bir çeşitlilik, toleransın beşiği ve eğlence
merkeziyken, bugün özellikle ana arteri İstiklal
Caddesi’nden başlayarak çok büyük bir dönüşüm
geçirmekte ve ekonomi ve turizm politikaları
dolayısıyla başka bir hale bürünmekte. Değişimden
kaçamayız ancak bugünkü durum yalnızca
“değişim” kelimesiyle açıklamaya çalışırsak eğer
bir şeyleri görmezden gelmiş oluruz; bütün bu
süreç soylulaştırma gibi açgözlü ve kötü bir kavram
barındırıyor. Bugün Beyoğlu, Tarlabaşı’ndan İstiklal
Caddesi’nin kendisine, Tophane’den Karaköy’e
uzanan muhitlerine kadar büyük bir soylulaştırma
geçirmekte. Tarlabaşı’nda yaşayanların evlerinden
edilmesi gibi, İstiklal Caddesi üzerindeki mekanlar
da bir bir yerlerini büyük zincir işletmelere
bırakıyorlar. Peki burada neler oluyor?
Nostalji risklidir. Hatıralar, hafızalar ve
yeni anılar üretmek üzerinden mekana sahip
çıkmak isteyenler, hala Beyoğlu’nun var olan
potansiyellerini görmeye ve kullanmaya
çalışıyorlar. Beyoğlu, geçirmekte olduğu dönüşümle
de hala buluşma, sosyalleşme ve paylaşım
mekanları içermekte. Beyoğlu’nun geçirdiği en
büyük değişim, eskiden sahip olduğu kültür ve sanat
merkezi olma özelliği üzerinedir. Aşağıda Tünel
Meydanı ile yukarıda Taksim Meydanı arasında
tanımlayabileceğimiz bu ana koridor, Galatasaray
Meydanı’nda kıvrılarak ilerliyor. Bu yaklaşık 1,5
kilometrelik aks üzerinde özellikle yıllarca kapalı
kalan Salt Beyoğlu ile Arter, Borusan gibi sanat
galerilerinin Dolapdere’ye taşınması, Tophane’de
yaşanan galeriler ile orada yaşayanlar arasındaki
CEYDA PEKTAŞ
— 11
text
gerilim, yıllar içinde İstiklal Caddesi üzerindeki
Robinson Crusoe, Adam, İstavrit, Megavizyon
gibi kitapçıların bir bir kapanması, Emek
Sineması’nın tüm protestolara rağmen 2009’da
yıkılması, İnci Pastanesi’nin taşınmak zorunda
kalması gibi olaylarla merkez noktalarını birer
birer kaybeden Beyoğlu’nun esas hissedilir
dönüşümü, 2011’de Demirören AVM’nin
inşaatının bitmesi ve açılmasıyla gerçekleşti
denebilir. Demirören AVM, orijinaline imaj
olarak “uygun” inşa edilen alçıpan cephesi
ve cephesiyle tamamen bağımsız ticari iç
mekanları, medyada oldukça tepki çekti.
Demirören’in inşası, yalnızca bir alışveriş
merkezi inşa etmek değildir, İstiklal Caddesi’ne
dair bir ölçek değişimidir ve İstiklal Caddesi’nin
kültürel merkez olma durumunu dev bir alışveriş
merkezi olmaya kaydırmanın bir adımıdır.
Beyoğlu, nasıl bu kadar hızlı değişti? Sergi,
galeri, müze gibi kültür ve sanat mekanlarının,
kitabevlerinin başka yerlere taşınmasının
yanında, 2011’de getirilen dış mekandaki masa
ve sandalyelerin kaldırılmasına yönelik karar,
ÖTV artışları, belediye harçlarının artması,
eğlence vergisinin yıllar içinde yüzde bin
500 artması, TAPDK’nın mekanlara ruhsat
konusunda çıkardığı zorluklar, alkol firmalarına
gelen sponsorluk yasakları, Afet Yasası ile
mekanların el değişiminin kolaylaştırılması hatta
buna teşvik edilmesi, özellikle 2010’dan bugüne
kadar Beyoğlu’ndaki sermayenin kaymasındaki
başlıca sebepler. Bu değişim, yalnızca sayılara
indirgenebilir bir değişim değil, keza alkollü
mekanların sayısının artmış olması, mekanların
niteliğinin korunduğu anlamına da gelmiyor. Bu
mekanlar stabilite olmadan el değiştiriyorlar,
geleneklerini ve yıllarca kendilerine müdavim
olan kullanıcılarını kaybediyorlar. Beyoğlu,
müdavim alışkanlığı olan bir semt diyebiliriz.
Buradaki kullanıcıların belirli samimiyetleri,
rutinler, ahbaplıkları, tanışıklıkları vardır.
Bu bölgedeki mekanların zincir işletmelere
dönmesi, bugün bu bağı koparmakta.
Peki bugün ne yapabiliriz? Ekonomik
ve kültürel stratejilerden ötürü yaşanan bu
değişimin karşısında elimiz kolumuz bağlı
gibi dursa da bırakıp gitmek bir çözüm değil.
Beyoğlu, Beyoğlu Eğlence Yerleri Derneği
eski başkanı Tarkan Konar’ın da dediği gibi
“cebinde beş lirası olanın da, beş bin lirası
olanın da” geldiği bir yerdir. Yaşanan bu
gayrimenkul transferinin yanında, bu elimizde
kalan az sayıdaki mekanları desteklemek,
dayanışmak, bir aradalığı olabildiğince
yaşatmak önemli. Beyoğlu, yalnızca bir
eğlence merkezi değil, aynı zamanda bir hafıza
yeri. İstiklal Caddesi her yıl, Feminist Gece
Yürüyüşü’ne, Onur Yürüyüşü’ne ev sahipliği
yapmakta, internet sansürüne karşı, Emek
Sineması’nın yıkılmasına karşı protestolara
da mekânsal olarak imkan sağlamıştır.
Taksim, 1 Mayısların vazgeçilmezidir. Birlikte
yaşama kültürünü, toplumsal yaşamı,
çeşitliliği, toleransı pek çoğumuz burada
gördük, deneyimledik, paylaştık; Beyoğlu bu
çeşitliliği ve kapsayıcılığıyla özgürlük talebini
de mümkün kılar. Belki eski günlere dönülmesi
bir anda mümkün olmasa da Beyoğlu hala
yaşıyor. Beyoğlu değiştikçe, kendi bireysel
hafızalarımız da, toplanma biçimlerimiz de,
iletişim biçimlerimiz de değişiyor. Gündüzünde
Arada Kafe gibi özel mutfaklar; Pera Müzesi,
İstanbul Modern, Salt Beyoğlu, Atlas Sineması,
Beyoğlu Sineması, TÜRVAK Sinema Müzesi
gibi kültür sanat mekanları; İstos, Ara Kafe,
Güney Restaurant, Kahve6, Çukurcuma 49 gibi
uzun zamandır var olmalarıyla hafızalarda yer
etmiş mekanlar hala müdavimleriyle varlıklarını
sürdürüyorlar. Gece ise Asmalımescit’teki
Babylon’un kapanmasıyla büyük oranda kan
kaybetse de IKSV Salon, Anahit gibi mekanlar
hala her sezon bizi güzel konserlerle neyse ki
buluşturuyor, Cezayir Restoran, Çiçek Pasajı
gibi nostaljik mekanlar ile Peyote, Ziba,
Urban, RX, Pixie gibi bar ve kulüpler, bütün
bu yıldırıcı kent politikalarına karşın ayakta.
Beyoğlu, öteden beri çeşitliliğin yeri. Hepimizin
kişisel hafızasında bambaşka bir yeri var,
anıları var. Eğer gelmezsen, eksik demektir!
Is Beyoglu dead? In my exploration of this topic, I wanted
to expose what happened between 2010-2020 in
Beyoğlu. Neoliberal urban and architectural politics have
changed lots of things in both the context of user demography
and physical environment. Can we protect and
support what we have? This is a psychological map for
those who still want to spend their time under the cultural
and historical heritage of Beyoğlu. The map shows small
and unique businesses, not third wave franchised coffees.
12— ARTICLE
THINGS I OWN
The World
of Cigar Bands
Fact One
The discipline of collecting cigar bands
is known as "vitolphilia" and comes
from the Spanish word "vitola" which
directly means cigar band.
As cigars become more popular, so does
collecting their bands with their attractive
and colorful designs.
Küçüklüğümden beri ilgi duyduğum, dikkatimi çeken veya sadece
anısı olduğuna inandığım birçok objeyi biriktirdim. Farklı desenlere
sahip peçeteler, gitar penaları, kartvizitler ve puro yüzükleri
gibi birbiriyle alakası olmayan objeleri topladığım küçük koleksiyonumda,
sanırım en sıra dışı olan puro yüzüklerini toplamaktı.
Puro yüzükleri, her an yerde görebileceğiniz veya karşınıza çıkması
çok mümkün olan şeylerden biri değil. Peki, ben nasıl kendimi
bir kutu puro yüzüğü ile buldum? Babamın hobiden bir tutkuya
dönüşen puroya olan ilgisi sayesinde biriktirdiği koleksiyonu, yıllar
sonra aldığım görsel iletişim tasarımı dersleriyle ilgimi tekrar
çekmeye başladı.
My personal inventory of 1213 items
includes 194 cigar bands. Therefore, cigar
bands constitute 16% of the whole inventory.
Since I was a little child, I had a passion to collect items that
caught my attention. I was attracted either by their packaging design
or their visual appearence in general. I accumulated over 250
items that created small groups of collections including napkins,
bottle caps, guitar picks and cigar bands. Yes, cigar bands! You
might think that it was an odd item to collect but if you have a
father who has a “cigar refrigerator” in his house, it is not that
odd at all!
At first, cigars were a hobby to my father but after his trip
to Cuba's cigar clubs that he attented, it become a part of him.
Upon his return from those clubs, my father started giving me
the cigar bands from the cigars he would smoke from day to
day. I was intially very attracted to the designs due to their very
small size. I recently rediscovered my newfound appreciation of
the design of those rings after being educated on typography and
graphic design.
Fact Two
There are 2 types of cigar bands.
The first band represents the brand
and carries the logo. The second band
reresents special editions or properties
of the cigar.
İLAYDA KARAGÖZ
— 13
Cuba
Dominican
Republic
Nicaragua
Fact Three
Amongst the variety of cigar brands, the
style of the cigar is determined by the
country it comes from.
Among the 18 different brands I have,16
were produced in Cuba while the remaining
2 were produced in Nicaragua and
the Dominican Republic.
14—
TITLE
WHAT IS A CIGAR BAND?
A cigar band is a loop made of paper or foil fitted
around the body of a cigar to denote its brand or variety.
The band that wraps around a cigar depends on its
thickness which is usually around 8x3cm.
A QUICK HISTORY OF CIGAR BANDS
Cigar historian Tony Hyman once explained the brief
history of the invention of cigar bands. Cigars were becoming
popular in Europe in the 1800s and like today,
Cuban cigars were considered the best. At that time,
Germany was also producing non-Cuban cigars to the
customers with a very low price which led to fraud. But
as it turns out, German Gustave Bock, an immigrant
in Cuba, originally invented todays cigar bands. He was
trying to protect his cigar brand, so he placed a paper
ring with his signature on each of his cigars for export.
By 1855, most Cuban brands had their own bands and
were registered in the government which caused more
customers to buy only banded cigars.
THE PURPOSE OF THE CIGAR BANDS
Cigar bands carry various design elements such as logos,
illustrations, ornaments and icons. They display a high
level of artistry so as to attract the attention of consumers.
They also play an important role in communicating
the authenticity of the brand to prevent counterfeiting.
İLAYDA KARAGÖZ
— 15
Fact Four
First bands are important because
they make the specific brand stand out.
Colorwise, red was used in more than
half of my collection, further stregthening
brand recognition.
HOW TO SPOT A FAKE CIGAR?
Partagas includes one core cigar band and also a secondary band that
represents its editions/series. Core Partagás bands have remained remarkably
consistent through the years. The band’s brilliant red color
immediately stands out and its saturation is heightened by the contrasting
brilliance of the gold details and the bright white lettering.
Other elements to look for to quickly spot a fake Partagás include:
1
2 3
4
1) High-quality Gilding
The luster of the gold border shows when held up to light. If you run
your fingers along the gilded border, you should feel raised notches.
2) Removal Of “Cifuentes y Cia”
Fact Five
Cigar bands carry various design
elements such as logos, illustrations,
ornaments and icons.
They display a high level of artistry so as
to attract the attention of consumers. They
also play an important role in communicating
the authenticity of the brand and
preventing counterfeiting.
Up until around 2007, these words appeared above the center symbol.
On new bands, though, the words have been removed. (Note: On the
Partagás Culebras band, the word “Culebras” appears in this spot.)
3) Embossed Detail
The gold coins that flank the center symbol on both sides are not
only finely detailed, but embossed, too.
4) Well-printed Text
The bright white text of the lettering should not bleed into the surrounding
red at all. Also, note the serif style font of each letter.
16— TUTORIAL
HOW TO TAKE CARE OF
PLANTS
—— WITHOUT KILLING THEM
THE MoNstEra
Monstera Deliciosa Monstera is a tropical plant
from the Araceae family. Its name comes from
the Latin meaning “abnormal” because of its
odd-looking, perforated leaves that are often
punched through with holes. Monstera can grow
up trees and other plants in the rainforest, and
would benefit from some support indoors.
Sunlight
Water
General Instructions: Water Monstera moderately
and evenly, about once a week. Wait until the soil
is fairly dry before watering again. Keep in a fairly
humid environment. To curb excessive growth,
avoid re-potting too often and prune regularly by
pinching off new growth.
İLAYDA KARAGÖZ
— 17
— 78
THE GOldEn PoThÖS
Epipremnum Golden pothos are one of the most
easily growing plant that develops a trailing habit.
Pothos will grow in soil or directly in water, so it
opens up a new option for decorating that steps
away from the standard container. It can be used
while you decorating your empty wall or you can
trim the leaves according to your needs.
Sunlight
Water
General Instructions: It will grow in almost any
lighting condition. Pothos is at its best in a medium
light environment, but it can also adapt itself
in low-light situations. On watering; it needs to
be very infrequent. Allow the pothos to dry out
between watering, and alternate between light and
deep ones. Pothos is susceptible to root rot, so the
less watering the better.
THE SPIDER
Chlorophytum Comosum Spider plants are one of
the most productive plants in terms of producing
new leaves. Happy spider plants will grow baby
“spiderettes” which can be remain on the mother
plant or propagated separately. It is an ideal
choice for bathrooms and kitchens, the spider
plant thrives in bright light and soaks up atmospheric
moisture.
Sunlight
Water
General Instructions: Shady or filtered light is
NOT for this kind of plant. They like to be showered
with sunlight. On watering; A few steamy
showers a week is enough for most spider plants to
thrive on. Mostly water when the soil is dry.
18— TUTORIAL
THE Dumb CANe
Dieffenbachia Dumb Cane features a large and in
charge leaf. There are several varieties available,
but this speckled green-and-white one is the most
common as a house plant. The name of dumb
cane comes from the dieffenbachia's milky sap
which can cause throat-numbing when eaten.
The dumb cane is not recommended if you have
any pets or children in the house.
Sunlight
Water
General Instructions: Keep it away from direct
sunlight during the middle of the day and early
afternoon when the sun is at its hottest. The large
leaves are sensitive which makes filtered light
more suitable for the plant. You need to keep the
soil moist, but not wet, water it once or twice a
week depending on the heat.
THE ZZ
Zamioculcas Zamiifolia The ZZ plant is a rhizome
plant which is one of the most common
plants displayed in houses. People mention that
it's a slow grower, however, it depends on the
amount of light and water they get. The ZZ plant
grows at a similar pase as tree plants or palms and
has stems with many leaves growing from it. The
leaves are a fleshy type which are only a couple of
inches in length and an inch or so wide.
Sunlight
Water
General Instructions: The ZZ plant tolerates low
light, bright light, and different levels of watering.
However, watering depends on how much light
it receives. For example, if the plant is exposed to
low light then it will need less watering too.
İLAYDA KARAGÖZ
— 19
THE RUbBER
Ficus Elastica The rubber plant offers a bold burgundy
color with large leaves. It is a plant that is
very tolerant of abuse, great for indoor gardeners
who are having a hard time in keeping their plants
alive. When rubber plants are growing; the initial
color of them can be a sharp red color. If you’re
looking for a bold and unique-looking houseplant,
the rubber plant is the one for you.
Sunlight
Water
General Instructions: They like to be under bright
sunlight but in an indirect way. It is a good
solution to place your rubber plant behind a sheer
curtain where it can access indirect light. It needs
heavy watering in summer and spring but less so
during the winter months. Generally the leaves of
the rubber plant enjoy a good misting.
20—
02
Yok
TITLE
Ülke Artsakh/Nazif Can Akçalı
Kı̇msenı̇ n Gı̇ tmedı̇ğı̇ Ama Herkesı̇ n Konuştuğu Yer/A. Marko Turaç
Yabancı At Sabancı/Vayde Kapanak
“Tepetaklak” Röportajı/Vayde Kapanak
NAME — 21
22— TRAVEL GUIDE
Yok
Ülke
Artsakh
NAZİF CAN AKÇALI
— 23
Nasıl Gidilir?
Artsakh’a yalnızca Ermenistan’dan giriş yapılabiliyor.
Goris şehrinden her sabah 10.30’da Mina
Hotel’in karşısından kalkan bir dolmuş var. Ücreti
2000 Ermeni Dramı olan yolculuk 2-2,5 saat süren
bol virajlı ve yemyeşil yollardan sizi Artsakh’ın başkenti
StepANaKErT’e ulaştırıyor!
Vize Nasıl Alacağım?
Dağlık Karabağ sınırında kısa bir pasaport kontrolü
yapılıyor. Turistlere başkente varınca vize alacakları
memuriyetin adresi veriliyor. Dış İşleri Bakanlığı
binasından 3000 Ermeni Dramı ödeyerek 21 günlük
turist vizesi alınabiliyor.
Dikkat!
Bu vizeyi pasaportunuza yapıştırdıkları zaman
Azerbaycan’a girmeniz mümkün olmuyor. O sebeple
rotanızın başına Azerbaycan’ı koymanızı
tavsiye ederim.
24— TRAVEL GUIDE
Nerede Kalacağım?
Artsakh’ta konaklama siteleri çalışmadığı için
önceden kalacak yer ayarlamak biraz zor.Neyse
ki dolmuş şoförü yolculuk sırasında “Kalacak
yeri olmayan var mı?” diye soruyor. Cevabınız
“EVET” ise sizi geceliği 3000 Ermeni Dramı olan
Edward’s Homestay’e bırakıyor. Hostelde iki
tane 4 yataklı oda bulunuyor. Edward amca ve
karısı da orada yaşadığı için gayet temiz ve bir
ev havasında. 80’lerden kalma mobilyaları ile
sanki tarihte bir yolculuk gibi.
Otlu Karabağ Çayı
Hostel’in sahibi Edward Amca gelenleri
ilgiyle karşılıyor. Hemen
Karabağ’ın bol DAĞ OtLu çayından
ikram ediyor. Çay özellikle
dağ kekiği aromalı ve çok lezzetli.
NAZİF CAN AKÇALI
— 25
Başkent Stepanakert
Stepanakert’in aSıl meYDaNı “Veratsnound”da
meclis binası, başkanlık binası, gençlik sarayı gibi idari
binalar bulunuyor. Geceleri ise burası halkın toplanma
noktası, çeşitli konserler, etkinlikler düzenleniyor.
Papik-Tatik
Ülkenin sembolü hâline gelmiş “Papik-Tatik”
heykeli şehir merkezinden yaklaşık 2 km
uzaklıkta bulunuyor. Büyükanne-büyükbaba
anlamına gelen heykel Karabağlılar'ın toprakları
ile kaçınılmaz bağını temsil ediyor. Bir
diğer adı da “WE aRE ouR mOUNTAİNS”
olan heykel halkın ailevi değerlere olan bağlılığı
ve yaşlılara saygısını da anlatıyor.
26— TRAVEL GUIDE
Jinkyalov Hats
Ülkenin en meşhur yiyeceği Jinkyalov Hats! Buranın
gözlemesi olarak tanımlayabileceğimiz yiyeceğin
içinde 20 civarında ot bulunduğu söyleniyor. Bu
otların olmazsa olmazları taze soğan, taze kişniş,
taze sarımsak, ısırgan, ıspanak, pancar yaprağı.
Ve tabi biraz tuz, karabiber ve acı. İçine otu ne
kadar bol gördüğünüze şaşıracaksınız. Hem de
sadece 500 Ermeni Dramı. Başkent Stepanakert'in
MeŞHUr PAZarı Şuka'da ya da otobüs terminalinde
bulabilirsiniz.
Şuşi
Şuşi şehri gelenleri KALESi İlE karşılıyor. Zamanında
Ermeni prensliklerinden Vananda’nın lideri
Melik-Shah nazaryan’ın mülkü konumunda olan
kalenin surlarına çıkıp Karabağ’ın eşsiz dağlık manzarasının
tadını çıkarmak gerek. Surp Amenaprkich
Ghazanchetsots Katedrali, 1887 yılında hizmete
açılmış. Adını da mimarından alan yapı, Karabağ
Savaşı döneminde cephanelik olarak kullanılmış.
2008 yılında Evon Hayrapetyan’ın düzenlediği
500 çiftin evlendiği meşhur düğün gününe ev sahipliği
yapmış. Şehirde 3 tane de cami bulunuyor.
Bu camiler de şehirdeki birçok yapı gibi terk edilmiş
veya harap durumda. Boş binaların arasında gezerken
sokakta birkaç insan görülmese terk edilmiş
bir şehir sanılabilir.
NAZİF CAN AKÇALI
— 27
Vank'a Ulaşım
Gandzasar Manastırı’na gitmek için Stepanakert
Otogarı’ndan sabah 9.15’te kalkan Vank dolmuşuna
binmek gerekiyor. Ücreti 800 Ermeni Dramı olan
yolculuk 1 saat sürüyor. Vank’a vardığınızda yol bitmiyor
çünkü manastır ta tepede bulunuyor. 45 dakikalık
bir TıRMAnIŞ YA Da oTOStOPLa hızlı
bir varış sizin tercihiniz! Dönüş dolmuşu da saat 3’te.
Gandzasar Manastırı
1216-1238 yılları arasında inşa edilen manastır Ermeni
kiliselerinin en önemlilerinden biri. Şu an Artshak
Başpsikoposu’nun merkez kilisesi konumunda
olan yapı 1991 yılında Azeriler tarafından bombalandığı
için bazı önemli kısımlarını yitirmiş. Fakat
halka göre bu KUTSAl YaPIYı hiçbir şekilde yok
edememişler, çünkü Tanrı izin vermemiş. Gandzasar
kelimesi ise hazine anlamına gelen “Gandz” ve
dağ anlamına gelen “Sar”dan türemiş.
VANK
28— ARTICLE
KİMSENİN GİTMEDİĞİ AMA
HERKESİN KONUŞTUĞU YER:
ARTSAKh-KArABAĞ
Ülkemizde maalesef insanlar orada buradan duyduklarını hiç
süzgeçlerinden geçirmeden kabul edip inanıyorlar. Konumuz
başlıktan da anlaşıldığı üzere Artsakh veya herkesin bildiği ismi
ile Karabağ. Öncelikle şunu belirtmek istiyorum ki yazdıklarımda
Nagorno Karabakh is a controversial area
between Armenia and Azerbaijan. However,
there is a country called Artsakh Republic
which is an important region to Armenians
for centuries. It is currently a fast developing
country with beautiful landscapes, rich history,
and great food. The capital city Stepanakert,
Gandzasar Monastery, and Shushi city are
awaiting your visit. If your path falls to Artsakh,
do not return without eating Jinkyalov Hats!
objektif olmaya elimden geldiğince özen göstereceğim. Ama bu
yazımın esas amacı Artsakh’ın pek de BİLiNmeYEn vEYa
KOnuşulmaYan taraflarını kendi naçizane bilgilerimle size
açıklamak. Şunu söylemek isterim ki ben bir Ermeni’yim fakat
Türkiye’de doğmuş, büyümüş bir Ermeni’yim. Evet Karabağ
konusu biraz hassas bir mevzu ama Türkiye kamuoyuna konuyu
olabildiğince en yalın ve dürüst şekilde, medyanın “overdose” nefret
söylemlerinden arındırılmış bir biçimde aktarmaya çalışacağım.
Karabağ veya Ermenice eski adıyla Artsakh gerçekten çok
eski bir geçmişe sahip önemli bir bölge. Artsakh isminin kökeni
hakkında 3 önemli iddia var. Birincisi Urartuların bölgeye verdiği
isim olan Urdekhe/Ardakh zamanla Artsakh’a dönüşmesi, ikincisi
völgenin ismini Ermeni kralı Ardaşes’ten alması ve son olarak da Ar
(bölgenin ilk Ermeni yöneticilerinden Aran) ve tsakh (orman, bahçe)
kelimelerinin birleştirilerek Artsakh (Aran’ın Bahçesi/Ormanı) adının
oluşması. Burada birçok devlet hüküm sürmüş ve kendilerinden izler
de bırakmış doğal olarak. Antik çağlardan itibaren farklı devletlerin
sahip olmaya çalıştığı kilit bir yer yani. Fakat şunu belirtmek gerek
A. MARKO TURAÇ
— 29
ki bu bölge en çok da Ermeni medeniyeti için ÖNEMLİ. Niye
diyeceksiniz çünkü burası çeşitli Ermeni krallık ve prensliklerine ev
sahipliği yapmış bir yer. Ayrıca MS 405 yılında Ermeni Alfabesi’ni
bulan Mesrob Başdots bu harflerin halka öğretilmesi için ilk okulunu
Artsakh’ta bulunan Amaras Manastırı’nda açmış. Urartuların yani
proto-Ermenilerin buraya yerleşmesiyle beraber Artsakh (Karabağ
ismini de kullanacağım fakat şu anki resmi adı Artsakh olduğu için
bu ismi daha çok tercih ediyorum) Ermeni medeniyetinin önemli
merkezlerinden biri olmaya başlamış. Maalesef Türkiye’de bazı
“tarih bilmez” kesimler Ermenilerin buralarda yerinin olmadığını
ve buranın has “Türk toprağı” olduğunu iddia etmektedirler fakat
tarih hiç de böyle demiyor ki dünyadaki her yerin TÜRK TOPRAĞI
olması da gerekmez diye düşünüyorum. Karabağ ismi ise ilk
defa 13. yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır ki bu da Türk-Moğol
akınlarının bölgeyi domine etmesiyle simultane gelişir haliyle. Çok
detay vermek istemiyorum fakat şunu demem gerek ki tarihin hiçbir
Artsakh’ın sade ama
şık beyaz taş binaları
buraya gelen herkesi
eşsiz GÜZELlİğİ
ve savaştan aldığı
unutulmaz yaralarıyla
selamlıyor.
döneminde Artsakh, spesifik olarak Azerbaycanlılara ait olmamıştır
ki tarihte 1918’e kadar devletleri de olmamıştır (ne kadar Safeviler
vb. üzerinde hak iddia etseler de dünya tarihçilerinin de görüşleri
aşağı yukarı aynı yönde). Fakat devletlerinin olmaması da bir
suç değil bence. Sonuçta süper güç ABD de geçmişi çok eskilere
dayanan bir devlet de değil fakat bu işler tarihsel uzantıyla olmuyor
işte. Ayrıca şunu da eklemek gerek, Ermenilerin Artsakh’taki
varlıkları o kadar kayda değer ki büyük devletler buraları ve diğer
Ermeni bölgelerini işgal etmiş olsa da sadece Artsakh’ta Ermenilerin
otonom/özerk prenslikleri olmuştur. Yani sizin anlayacağınız
Ermeniler burada Azerbaycanlıların söylemlerinin aksine misafir
veya konargöçer değil baya baya ev sahibi olmuştur. Sovyetler
dönemine kadar bölgede nüfus hep çeşitli dalgalanmalar yaşamış
fakat şu an da yaşadığımız Karabağ sorununun tohumları Sovyetler
’in haşin totaliter lideri Joseph Stalin tarafından sinsice ekilmiş ve
filizlenmeye bırakılmıştır. Nüfusunun nErEDeYSE tamamı
Ermeni olan bir bölgeyi Azerbaycan Sovyet sosyalist cumhuriyetine
bırakmak hem böl-parçala-yönet siyasetinin hem de Kemalist
Türkiye’yle dostluk bağlarının pekiştirilmesinin bir nişanesi olmuştur
demek pek de yanlış olmaz. Fakat Sovyetlerin dağılmasına yakın
1988’de Artsakh’lı Ermeniler Ermenistan’la birleşmek isteyince
işte işler orada kopmuş. 1991-93 yıllarında gerçekleşen savaş
Ermenilerin zaferi ile sonuçlanmış ve kimsenin tanımadığı Artsakh
Cumhuriyeti resmen kurulmuş.
Çok fazla detay vermeden bölgenin tarihini az çok anlatmak
istedim. Dağlık Karabağ deyince nedense herkesin aklına
savaştan bitap düşmüş ve harabe olmuş bir bölge geliyor. Ne
zaman arkadaşlarıma buranın yeni görüntülerini göstersem
gözlerine inanamıyorlar ki bu beni hem sevindiriyor hem de
kendimce burayı tanıtmak ve anlatmak gibi bir misyon edinesim
geliyor. Artsakh şaşırtıcı gelebilir ama ekonomik olarak bölgenin
en hızlı büyüyen ülkesi. Evet nüfusu, yüzölçümü ve ekonomisi çok
küçük ama bununla beraber yıllardır hızlı bir ivme yakalamış
durumda. Ülke nüfus olarak Ermenistan’ın aksine dış göç vermiyor,
kişi başına düşen milli gelirde bölge birincisi ve yüzölçümü hem
tüm Kıbrıs adasından hem de Lübnan gibi ülkelerden büyük.
Bence bu gibi özellikler bile Artsakh’ın potansiyelini anlamaya
yeterli diye düşünüyorum. Bu kadar sıkıcı bilgilerden sonra biraz
da bölgenin turizm potansiyelini yani tarihi-doğal güzelliklerini
konuşma zamanı geldi. Artsakh bulunduğu coğrafya dolayısıyla
dağlık ve karasal bir bölge denebilir. Fakat temiz havası ve suyu
ile bence kent hayatından kaçmak isteyenler için mükemmel bir
adres. Özellikle dağcılık ve rafting meraklıları için de egzotik
bir bölge. Bölge çok eski bir Ermeni bölgesi olduğundan asırlık
hatta milenyumluk manastır ve kiliseler var. Hıristiyan mirasını
yanında Müslüman izleri de tabi ki bölge için çok çok önemli. Şuşi
ve Ağdam kentlerinde de bir sürü cami ve mescit var. Bunların
büyük çoğunluğu boş ve harabe halinde. Savaştan dolayı
Müslüman ahali gittiği için maalesef cemaat yok. Bu cami ve
mescitlerin keyfini şimdilik sadece bölgeye gelen turistler çıkarıyor
ama umuyorum yakın zamanda Türk ve diğer Müslüman halklar
da buraları ziyaret edebilirler tabi ki Azerbaycan’ın tehditkâr
tavrı biterse. Restorasyonu geçtiğimiz sene biten Şuşi kentindeki
Yukarı Gövhar Ağa Mescidi bence Artsakh Cumhuriyeti’nin
diğer milletlere ve dinlere yaklaşımı açısından bence güzel bir
örnek özellikle de Ermeni kültür ve medeniyetinin Azerbaycan
tarafından yok edilip, silinip, değiştirilmeye çalışılması göz
önünde bulundurulursa. Artsakh’ın çoğu kent ve köyleri eşsiz
fakat bunların içinde Şuşi kesinlikle benim ve birçok turist ve
gezginin favorisi. Burası öyle bir kent ki burada hem Ermeni
hem de Müslüman kültürlerinin mükemmel harmonisini görmek
mümkün. Artsakh’ın sade ama şık beyaz taş binaları buraya gelen
herkesi eşsiz güzelliği ve savaştan aldığı unutulmaz yaralarıyla
selamlıyor. Çeşitli müzeler, sanat galerileri ve tarihi eserleri ile
Şuşi, Artsakh’ın hiç tartışmasız kültür başkenti. Fakat Şuşi’den bu
kadar bahsedip başkent Stepanakert’ten bahsetmezsek ayıp
olur bence. Burası Artsakh’ın kalbi. En çok nüfus burada yaşıyor.
Çok eski ve tarihi bir dokusu kalmamış maalesef ama inşa edilen
ve edilmekte olan yeni ve modern tarzdaki binalarıyla başkent
sıfatını taşımaya layık olma yolunda hızla ilerliyor tabi ki. Artsakh
bence sadece Avrupalı, Amerikalı, Çinli veya Japon değil Türk
turistler için de çok enteresan bir destinasyon olabilir veya en
azından medyadan duydukları yalan ve nefret suçlarına bir
tokat indirmek için bile bir kereliğine bile olsa ziyaret edebilirler.
Zira burası SAKİN VE gErÇEKTeN RUHU OLan BİR
Yer. İnsanlar kimseye karşı kin veya nefret beslemiyorlar.
Artsakh Ermenileri misafirperver ve tevazu sahibidirler ve gönül
rahatlığıyla da söyleyebilirim ki gelen kişinin Türk olması ona
tehlike değil bolca Jinkyalov Hats(Ekmek) getirecektir.
30—
AB
NAT SABANCI
I am Vayde a from Bulgaria and this is my personal story
as a foreigner at Sabanci University in Istanbul. I share
why I decide to come to Turkey. I also investigate what
Turkish culture is like, and whether it is easy to adapt to
it. Here are some pieces of advice I have gathered for
people considering coming to Istanbul.
VAYDE KAPANAK — 31
Започвайки с типичното клише, Истанбул е единствен
по рода си град, в който може да си на два континента.
С времето разликата между Европейската
и Азиатската част се усеща в начина на живот, архитектурата
и най-вече хората. Поради тези си причини
Истанбул е доста интересен мегаполис за учене и
запознанства с различни и интересни хора.
Това че градът е на два континента не е единствената
причина поради която може да се влюбите
в градът. Истанбул има дълбока и дълга история
започвайки с това колко различни имена има градът
и красивата архитектура останала от историята.
Това е отговорът на въпросът, който всеки
турчин и интернейшанъл човек задава веднага щом
се запознаете. Друга важна причина поради, която
емигрирах тък през 2015 година е университетът в
който уча. Хареса ми идеята за Американска образователна
система на Английски език, но в една
съвсем различна обстановка от Америка или Англия.
Истанбул има няколко от най-добрите университети
в света и Европа.
Пригответе се да качите доста килограми в първите
няколко месеца или изобщо. Турската кухня е
доста мазничка и всичко вредно и вкусно е събрано
на едно място. Турската кухня е всичко свързано
с месо и много захар. Започвайки от кебап, дюнер
и всяка възможна форма под която месото може
да бъде сервирано. Стигайки до баклава, османски
сладолед и още много други видове десерти.
Турската кухня определено има своят идентичен
привкус нещо, което не се среща навсякъде.
Лично аз съм в Сабанджъ Университет (
Sabanci University ) и определено има за какво да се
говори. Истанбул е хост на хиляди интернационални
студенти всяка година, давайки възможността
за размяна на различни контакти, преживявания и
приятелства. Интернационалните приятелства ти
дава усещането, че знаеш всичко за държавата на
другия, навиците им, начина им на мислене и техните
изживявания.
Колкото до турците в Истанбул те са доста гостоприемни
и винаги заинтересовани от националността
на чужденците. Винаги са готови да помогна
с насоки или да ви ослужат с каквото могат дори
без да сте ги помолили. Истанбул е сравнително
безопасна обстановка за живеене, но все пак избягвайте
да се разхождате в тъмни улички в тъмните
часове на вечерта.
От друга страна живота с младите турци в кампуса
на Сабанджъ е маааалко по-различен. Имайки
предвид, че освен с интернационалните ученици
искам да завържа приятелства с турците също. Тук
обаче възниква едно разминаване зарази езикът.
Турците са доста срамежливи налага ли се да говорят
английски. Повечето от тях нямат практика с
английския език или пък прекарват по две години в
езиковия факултет. От там в тях се поражда несигурност
и липса на самочувствие. Лично аз, мисля
че е излишно тъй като не съм срещнала колега, който
да не се справя с английския език. Друга причина
има разминаване между турци и интернационални
е факта, че повечето се познават от гимназия или
поради други причини. Следователно те не искат да
излизат от зоната си комфорт и страничат от нас.
Точе обаче не се отнася за всички турци, тъй
като с доста усилия успях да намеря турски приятели.
С времето
32— ARTICLE
най-вече с третата или последната година те успяват
да се отпуснат и доста по лесно да се комуникира с
тях.
Все пак без лоши чувства реших да споделя
някои ситуации в които съм попадала и съм се
чувствала изолирана и съм се чудила за собственото
си съществуване.
Първи пример: когато някой седне до теб по
време на лекция и ти зададе въпрос на турски, в
първата си година не знаех турски както и повечето
чуждестранни ученици, затова отговарям на английски
нещо от сорта на “не говоря турски може ли да
питаш на английски”. Обаче в повечето случаи човека
решава просто да се обърне и да пита другия съученик,
но не и да зададе въпроса на английски. Това не
прави впечатление първия и вторият път, но в даден
момент аз и много други чуждестранни приятели се
чувстваме така сякаш не сме част от обществото в
университета и също сякаш не ставаме след като не
говорим турски.
Втори пример: Това ми е любимо, не ме разбирайте
погрешно сега това го приемам напълно на шега.
В много от началните предмети имаме така наречените
упражнения, в които сме на големи кръгли маси
(около девет човека) и имаме задачи, които развиваме
като екип. Сега си представете, че приятелите
ви не са в това упражнение и вие стоите с още осем
турция. Упражнението започва, вече имаме дадените
задачи и въпреки че асистента е помолил да се говори
само на английски всички започват да осъждат на
турски. Разбирам че е много по-лесно да говориш на
майчиния си език с някой, който споделя същия майчин
език, но никой не си задава въпроса как се чувствам
аз като интернационален студент. Чувството е
трагикомично, става ми тъпо от факта че съм тотално
игнорирана, губи се смисъла от упражнението
за мен и също не получавам уважение.
Сега след пет години прекарани в Истанбул и в
Сабанджъ гледам на това повече като на шега тъй
като вярвам, че никой не е искал да обиди интернационалните
ученици, а по-скоро стеснителността
в турците е надделява до едно определено време.
След известно време самите те търсят контакт с
нас. И това делене на турци и ябанджъ (чужденци)
се изпарява.
Моята препоръка все пак е да се опитате да
научите малко турски защото това дава възможност
за повече комуникация с турците. Естествено
не казвам да научим турския перфектно, освен
ако не сте си го поставила за цел, но поне най-използваните
фрази. Сега когато знам малко турски,
всеки път когато ми зададат въпрос отговарям на
турски след което бавно сменям с английски и така
само те нямат време да мислят и да се стресират,
че трябва да говорят на турски. Защото тях доста ги
вълнува защо някой от европа или където и да било
би дошъл да живее и учи в Турция. Също така, както
вече споменах те са доста заинтересовани от чуждите
традиции, религии и манталитети. Затова моят
съвет е опитайте се и вие да проявите интерес като
запомните най-използваните фрази на турски език.
Друг много често задаван въпрос е: Би ли живял
тук, след завършването?
Не, лично аз не бил останала в Истанбул. И не
причината не е хората, напротив както казах тук
хората са доста гостоприемни и мили. Истанбул от
друга страна е плашещо голям и една от причините
поради които не бих останал тук е именно това
“много от всичко”. Град, които никога не спи и е винаги
шумен. Понякога имам чувството, че не чувам
собствените си мисли. Голяма част от времето ми
минава в пътуване, пътуване и много трафик.
Лично аз не бих прекарала остатака от живота
си по този начин. От друга страна ако харесвате
шумни места и сте социален човек, то тогава горещо
ви препоръчвам Истанбул.
Заключението ми за това петгодишно
преживяване е, заслужаваше
си! Ако трябва да
претегля положителните и
отрицателните изживявания
тук определено щастливите
моменти надделяват.
VAYDE KAPANAK — 33
34—
TITLE
Adile
Hadzhieva,
“Tepetaklak”
Röportajı
Merhabalar, isminizi alabilir miyim?
Adım Adile Hadzhieva.
Kaç yaşındasınız?
Yakında 24’ümü doldurmuş olacağım.
Nerelisiniz?
Doğma büyüme Bulgaristan. Küçük bir kasabada
yetiştim.
Aslen Türk değilsiniz yani?
Hayır, ama kökenimin Türk olduğuna dair bilgi ve
hikâyeler var.
İlk defa ne zaman bir kitap yazma isteği uyandı sizde?
Açık olmam gerekirse hiçbir zaman böyle bir
düşüncem olmadı. Oturup “kitap yazmak istiyorum”
diye düşünmedim. Her zaman boş sayfalara,
defterlerimin köşelerine yazılar yazıyordum, bir
gün yazdığım bir şeyi daha uzun ve kalıcı olarak
yazmak istedim ve zamanla aslında bunun bir kitap
olabileceğini anladım.
Neden Türkiye?
Beni buraya getiren aslında çocukluk aşkım,
İstanbul… Tabii ki zamanla doğru tercih yaptığımı
daha iyi anladım. Ülkenin kültürü, insanların
sıcakkanlılığını başka yerde bulabileceğimi
sanmıyorum.
Ne zamandır buradasınız?
Türkiye’ye 2015 sonunda geldim, yani artık beş
senedir buradayım diyebiliriz.
Kitabınızı kimsenin okumayacağını bilseniz bile yazar
mıydınız?
Evet, sonuçta kitabımı bitirene kadar bastırma
düşüncem hiç yoktu.
Nerede ve ne zaman yazarsınız genelde?
Kitabımın büyük bir kısmını geceleri yazdım. Çok
kere gündüz de yazmaya çalıştım ama sonradan
o kısımları başarılı bulmayıp değiştirdim. Yazma
saatlerim nedeniyle de evimde yazmak tercihimdi.
Türkiye’de ne yapıyorsunuz?
Okuyorum; Marmara Üniversitesi’nde, işletme
bölümünde öğrenciyim.
Yakında ilk kitabınız çıktı, değil mi?
Evet, doğrudur.
Kitabınızın adı ve türü nedir?
Kitabım roman türünde ve adı “Tepetaklak”.
Kitabı nerde bulabiliriz?
Kitabımı tüm online satıcılardan temin edebilirsiniz.
İmzalı kitap isteyen biri olursa, onu nerden talep
etmeli?
Eğer imzalı kitap isteyen olursa yapması gereken
tek şey benimle irtibata geçmesi, ben kitaplarını
imzalayıp adreslerine gönderebilirim veya
Instagram sayfamda duyuracağım imza günlerime
katılarak imzalı kitap alabilirler.
Yazım tarzınızla alakalı ilginç olan nedir sizce?
Bir yazım tarzımın olmaması. Her zaman anında
aklıma geleni ve geldiği şekliyle yazarım. Kitabı
okuyan aslında çok farklı yazım tarzlarına rastlar.
Ben farklılığı severim ve her zaman kalıplardan uzak
durmaya çalıştım, bunu da kitabıma yansıtmak için
çaba gösterdim.
Kitabı nasıl yayınladınız, zorlandığınız şeyler oldu mu
bu süreçte?
Kitap yayınlama sürecim biraz zorlu geçti ve
tahmin ettiğimden çok daha uzun sürdü. Elbette
ilk defa yaptığım bir şey olduğundan her adımda
tedirgin oluyordum ve her şeyin mükemmel
olmasını istiyordum, bu da beni biraz yıprattı.
Kitabı yazmakla bitmiyormuş, onu anladım.
Maalesef çalıştığım yayınevinden yeterince destek
almayınca işler uzadı, başka yayınevine yönelmem
benim için süreci kolaylaştıracaktı ancak ben seçimi
zor olanda buldum.
VAYDE KAPANAK
— 35
“KEDİMİ de
kitaba katmaya
çalıştım ve
kesinlikle onla
alakalı tüm
kısımlar çok
eğlenceli.”
Kitap yazma ve kitap yayınlama süreçlerinden hangisi
en çok hoşunuza gitti?
Kitap yayınlama sürecinde yaşadığım
olumsuzluklardan dolayı, kitap yazma sürecinin
benim için daha zevkli olduğunu söyleyebilirim.
İyi bir kitap yazmak neyi gerektirir?
İyi bir hikâyeyi.
Kitabınızdan en sevdiğiniz kısım hangisi?
Kitapta olan bütün sırların çözüldüğü ve okuyucuyu
şaşkın bırakan kitabın son kısmı.
Kitapla alakalı eğlenceli bir şey var mı?
Kedimi de kitaba katmaya çalıştım ve kesinlikle
onla alakalı tüm kısımlar çok eğlenceli. Az önce
bahsettiğim gibi kitapta her türü bulundurmaya
çalıştım. Kedi hikâyelerini ekleyince, genel olarak
dram ve gerilim bulunan bir kitaba az olsa da
komediyi de katmış oldum.
Kitaptan beklentilerimiz ne olmalı?
Son sayfaya kadar devam eden bir belirsizlik.
Kitabınızın basım için hazır olduğunu nasıl anladınız?
Aslında hâlâ hazır olmadığını düşünüyorum. Bir
yazar kitabını kaç kere okursa okusun kitabında
her zaman değiştirmek isteyeceği yerler olur. Bir
gün kitabı bastırmak istediğimi anladım ve direkt
yayınevine gönderdim.
Kitabınızı önceden belirlediğiniz bir kurgu üzerine mi
yazarsınız, yoksa bütün olay örgüsü siz yazdıkça mı
gelişir?
İlk başta daha önce planladığım ve takip ettiğim bir
hikâyem vardı; fakat zamanla ona göre yazmanın
mümkün olmadığını anladım ve devamını yazdıkça
belirledim.
Gerçek bir hikâye ya da karakterlere dayalı mı?
Hayır.
Kitabınızı yazdığınız esnada ne yapmaktan
hoşlanırsınız?
Kahve içmek ve tek başıma olmaktan.
Hiçbir zaman yazmaktan vazgeçmeyi düşündünüz mü?
Evet, bu çok kere oldu; bazen aklıma fikirler
gelmezdi ve belki kitabı bitiremem düşüncesi
geliyordu. Aylar boyunca yazmazdım, sonra bir
ilham gelip geri dönüyordum kaleme.
Takdir ettiğiniz veya çok sevdiğiniz bir yazar var mı?
Dan Brown ve Nicholas Sparks kesinlikle çok
sevdiğim yazarlar arasında.
Küçükken büyüyünce ne olmak isterdiniz?
Babamın adımlarını takip ederek hep doktor olmak
isterdim; ama büyüyünce sanırım bende de olduğu
gibi insanın istekleri ve bakış açıları değişiyor.
Okuduğunuz bölüm yazarlıkla alakalı değil. Mezun
olduktan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz, yazmaya
mı okuduğunuz mesleğe mi odaklanırsınız?
Henüz net bir şey söylemem, bu soruyu kendime
defalarca kez sordum ve sanırım hiçbir zaman
cevabını bulamayacağım. Fakat belki kitap
yazmaya hobi olarak devam edebilirim çünkü
onu bir meslek haline getirmek gibi bir isteğim yok
şimdilik.
Yeni bir kitap için yeni fikirleriniz var mı?
Bütün kitap yayınlama sürecim daha yeni bittiği
için böyle bir şeye düşünmeye vakit bulamadım
diyebilirim.
Yeni kitabı ne zaman beklemeliyiz?
Eğer ilk kitabıma ilgi duyulursa belki de ikincisi
üzerinde çalışmalarıma başlayabilirim; ama şimdilik
öyle bir düşüncem yok.
Röportajımıza katıldığınız için teşekkürlerimi
sunuyorum, umarım çıktığınız bu yolda güzel başarılar
elde edersiniz.
Ben teşekkür ederim, bu hoş sohbeti gerçekleştirmek
benim için bir mutluluktu. Şimdi ise geriye her şeyi
okuyucunun takdirine bırakmak kalıyor.
Ya Türk yazarları?
Elif Şafak ve Oğuz Atay.
Kitabınızın türü ne?
Dram, gizem, gerilim, romantik, sanırım her türden
biraz var.
En sevdiğiniz kitap türü nedir?
Polisiye, gizem.
This is an interview with the young Bulgarian
author Adile Hadzhieva who is currently a
business administration student in Istanbul. At
the age of 23, she wrote her first book called
“Tepetaklak/Upside down". Adile shares more
about her passion for writing and her inspiration
behind writing and publishing this book.
36—
03
Keith
TITLE
Haring Sergı̇sı̇ nden Sokak Sanatına/Nazif Can Akçalı
0/Alina Mielnik
Yaşam/Begüm Erinç
The Beetle/Alina Mielnik and Seham Hakmi
NAME — 37
38—
TITLE
Keith Haring
Sergı̇sı̇nden
Sokak Sanatına
Ocak ayında Belçika’ya gerçekleştirdiğim
seyahatin en güzel yanı Brüksel’de yer alan kültür
ve sanat merkezi BOZAR’da gerçekleşen Keith
Haring sergisiydi diyebilirim. 1958 yılında doğup
31 yaşında AIDS sebebiyle hayata veda eden Keith
Haring, 80’li yılların New York’unun önemli
isimlerinden biriydi. Soyut dışavurumculuk,
Pop Art ve Japon kaligrafisini sokak sanatı
ile birleştirerek sanatı halk ile buluşturdu.
Kolajları ve video işleri de bulunsa da biz onu
genel olarak basit renkler ve çizgiler ile yaptığı
kendine has çizimleri ile hatırlıyoruz. AIDS’e,
ayrımcılığa, ırkçılığa ve emperyalist dünyaya karşı
ürettikleri günümüzde hâlâ önemini koruyor.
6 Aralık 2019 - 15 Nisan 2020 tarihleri
arasında açık olması planlanan sergi tüm dünyayı
evlerine kapatan virüsten dolayı erkenden
kapılarını kapamak zorunda kaldı. Bir gün her şey
düzeldiğinde yeniden açarlarsa Brüksel’e gitmeniz
için güzel bir sebep onu da söyleyebilirim.
İstanbul Uniq Expo’da da geçtiğimiz aylarda
gerçekleşen Andy Warhol sergisinde Haring’in
birkaç eseri bulunuyordu. Ama doğrusunu
söylemek gerekirse Keith Haring’in Brüksel’deki
bu retrospektifi seyahat bahanesi olacak
kadar başarılıydı. Keith Haring’in kısa süren
hayatını incelediğinizde resimden devlet
politikalarına, sağlıktan performans sanatına
kadar her konuda düşüncelere dalıyorsunuz.
Benim de şu an sanat ve tasarım öğrencisi
olmamda özellikle duvar resimleri ile etkisi
olan bir isim Keith Haring. Gittiğim şehrin
sokak sanatçılarının boya aldığı dükkandan
bütçeme göre birkaç boya alıp akciğer filminden
hazırladığım stencil ile şehrin duvarlarına tag’imi
bırakmak seyahatlerimin “Yapmadan dönme!”
listesinin başına yerleşti. Havanın kararıp ortamın
sakinleşmesini beklemek ve işe koyulmak; belki
hiçbir zaman yeniden gidemeyeceğim bir ülkede
ya da şehirde iz bırakmak… Berlin Duvarı,
Lizbon’un yokuşlu sokakları, Ermenistan’ın mor
tüften yapılmış binalarına spreyimi sıkarken
şehirlere ve insanlarına daha farklı gözle bakmaya
başladım. Her ne kadar kafamızın bir kenarına
“vandalizm” olarak işlenmişse de sokak sanatı
halkın bir parçası; müzelere, galerilere gitmeyen
halkın da sanatla buluşmasının bir yolu. Kendime
sokak sanatçısı diyemem ama elimden geldiğince
kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Yaşamadığın
bir şehirde bulunduğun kısa sürede bir eser
ortaya çıkarmak bence o kadar da kolay değil.
Şehri o kadar iyi tanımıyorsunuz, insanların
nasıl tepki vereceğini bilemezsiniz o yüzden
hızlı ve kolayca stencil ile tag bırakmak, bunu da
olabildiğince çok yapıp dikkat çekmek en iyisi
bence. Hele geçtiğimiz yıl hızlıca değişen Dolar
ve Euro kurlarıyla bir sprey boyanın fiyatının 30
TL’yi de aştığını görünce sokak sanatı benim
gibi kendini yeni geliştirenler için oldukça
masraflı bir hale geldi. Usta sanatçılar bile sokak
sanatının halk sanatı olmaktan uzaklaşıp elit
sanatı olmaya yöneldiğini söylemeye başladı.
Derine inersek duvar sanatı aslında tarihin
başlangıcını da simgeleyen mağara resimlerinden
bu yana varolan bir olgu. Bugün algıladığımız
şekline ise 1960 ve 1970’lerdeki Amerikan Hip
Hop kültürünün gelişmesiyle ulaşıyor. Kendisini
tanıtmak isteyen hiphopçıların sprey boyalar
ile attıkları imzalar bir yarışa dönüşüyor. En
güzelini ve özgününü yapma hedefi oluşuyor.
İlk başlarda “tag” adı verilen takma adların
duvarlara özensizce yazılmasıyla başlayan sokak
NAZİF CAN AKÇALI
— 39
Last winter, the exhibiton of Keith Haring
was held in Brussels’ Fine Arts Center
(BOZAR). Keith Haring was one of the
most important figures in 80s. He was
against racism, discrimination, emperialism,
and become an icon of war on AIDS.
He brought art to the people by mixing
Pop Art, calligraphy, abstract expressionism
with his own style. We know him
with his simple colored figures contoured
with thich black lines. He died as a result
of AIDS when he was only 31.
sanatı çalışmaları, tagları güzelleştirmek ve
boyutunu artırmak amacıyla sprey boyaların
kullanılmasıyla çok farklı stillere ulaşıyor ve
sokaklar renklenmeye başlıyor. Sonuç olarak
sokak sanatı Yunanca yazmak anlamına gelen
“graphein”den türeyen; özellikle Antik Yunan
ve Roma İmparatorluğu’nda politik anlamı da
olan“Graffiti” üzerine yoğunlaşmış oluyor. Antik
Yunan’da bugünkü Efes antik kalıntılarında
bulunan ilk graffiti olan “fahişelik ilanı”, bize en
başından beri sokak sanatına başvuranların genel
olarak düşük ücretle çalışan insanlar, öğrenciler
ve alt sınıfta bulunan bireylerin olduğunu
da gösteriyor. Bunun sebebi bu kesimin para
kazanmak, bulunduğu kötü durumu ifade etme ve
görünür olma ihtiyacı olabilir. Yani graffti mevcut
düzene karşı düşüncelerin belirtilmesi için halk
ve yetkili sınıfın aynı anda bilgilendirilebileceği
bir araç olarak da tanımlanabilir.
Keith Haring’in de sokak sanatı ile
tanışması aslında tam olarak bu Amerikan Hip
Hop kültürünün popüler olduğu zamanlara
denk geliyor. New York’a taşındığında şehirdeki
sokakların resmen bir açık hava galerisi gibi
olduğunu fark ediyor. Çünkü graffiti her yerde!
Onu daha çok Çinli ve Japon kaligrafların
yaptıkları, soyut, çizgisel çalışmalar etkiliyor.
1978 yılında ilk sokak işlerini yapmaya başlıyor.
Soyut çizgisel resimlerini, gazete başlıkları
ile birleştirerek toplu alanlara yerleştiriyor.
Ama bu tarz çalışmak onu pek sarmıyor ve
hepimizin de aşina olduğu serbest hareketlerle
oluşturduğu çizgisel işlerini ön plana çıkarıyor.
New York metro istasyonunu stüdyo gibi
kullanıyor. Eski reklam afişlerinin üstüne
siyah kartonları asıp tebeşirle çizimler yapıyor.
Oldukça hızlı ve günde bazen 40’tan fazlaya
varan çalışmaları bir nevi performans sanatına
da dönüşüyor. Sokak sanatının “hızlıca üretip
yok olma” felsefesinden uzaklaşmıyor.
Metrodaki çizimlerini yanı sıra kamusal
alanda gerçekleştirdiği duvar resimleri sanat
yaşamının da önemli bir parçası haline geliyor.
“Performans resmi” olarak tanımladığı duvar
resmi tarzı ile topluluk önünde sanatı ön plana
çıkarıyor. Her ne kadar o da duvar resimlerine
illegal olarak başlasa da ünü de artıkça tıpkı
günümüzde olduğu gibi sipariş üzerine çeşitli
yapıları boyamaya başlıyor. Ve projelerini de
genel olarak bir farkındalık projesi havasında,
toplumsal sorunlar adına gerçekleştiriyor.
Geniş açıdan baktığımızda okul
sıralarından, tuvalet duvarlarına, metrolardan
yönetim binalarına kadar her yerde
görebileceğimiz çalışmalar, çıkartmalar, heykeller,
duvar resimleri ve performans sanatı hep birlikte
sokak sanatı kavramını oluşturuyor. Tartışmalı
olarak birçok ülkede sokakları boyamak ya da
kurulu düzene herhangi bir şekilde müdahale
etmek yasak. Bu sebeple sokak sanatı eski kültür
ve anıtları yakıp yıkma düşünce ve davranışı olarak
tanımlanan vandalizm ile eşdeğer tutulmakta.
Halbuki başta da söylediğim gibi sokak sanatı
müzelere ve galerilere sıkışıp kalan sanatın halkla
buluşmasının, toplumun yaşadığı duyguları,
düşünceleri ve tepkileri dile getirmesinin en
kolay yolu bence. Keith Haring de bu konuda
şöyle diyor: “Halkın sanat hakkı vardır… Sanat
herkes içindir.” Her ne kadar her sokak sanatı
örneği sosyal mesaj vermese de her sanat eserinin
sahibinin izlerini ve düşüncelerini taşıdığını
söylemeden edemeyiz. Böylece her şekilde halk
40—
ARTICLE
sanat hakkında düşünmeye fırsat bulmuş oluyor
ve her şekilde halktan birininin bir düşüncesi
yine halkla buluşuyor. Bu yolla da insanlar sanata
değil, sanat insanın ayağına gitmiş oluyor.
Keith Haring’in sanat hayatına
baktığımızda da halkın sanat hakkını da
gözettiğini, sanatında genel olarak küresel politik
problemleri odağına aldığını görüyoruz. 1980’li
yıllarda ABD ve Sovyet Rusya arasında başlayan
nükleer savaş gerilimine karşı oluşturulan
Anti-nükleer Hareketi’nin ön saflarında ürettiği
posterler ile yer alan Haring’in asıl dikkat çeken
çalışmaları yaşadığı muhidi değiştirmesi ile ortaya
çıkıyor. East Village’a yerleşmesiyle dışavurumcu
ve provokatif erotik resimler üretiyor. Tutucu bir
yerde doğup büyümesine rağmen buradaki yeni
hayatında eşcinsel yaşantısını özgürce yaşamaya
başlıyor. Sonucunda da çalışmalarında cinselliği
ön plana çıkarıyor. Bu cinselliğe odaklanmanın
bir sebebinin de onu 2 yılda hayattan alan AIDS
hastalığı olduğunu söylemeden geçemeyiz.
ABD’de HIV/AIDS bir salgın haline
gelmeye başlıyor ve on binlerce kişinin ölümüne
sebep oluyor. Haliyle bu konuda birçok aktivist
grup da ortaya çıkıyor. HIV/AIDS konusunda
medikal araştırmaları bütçe ayrılmaması ve
eşcinsel toplulukta gittikçe yaygınlaşan bu
virüs ve yol açtığı hastalığın göz ardı edilmesi
önemli bir mesele haline geliyor. Haring de
HIV virüsünün kurbanı olarak 1990 yılında
hayatını kaybediyor. O bu hastalığı pahalı bir
hastalık olarak tanımlıyor. Çünkü devletin
önemsemediği bu hastalık için doğru tedavi
büyük miktarlar bütçe gerektiriyor. Haring de
bu sebeple sanat çalışmalarının büyük kısmını
kendisi gibi HIV/AIDS mağduru insanlar için
yardım toplamak üzere gerçekleştiriyor, Keith
Haring Foundation’ı kurarak yardımlar topluyor.
Öte yandan HIV/AIDS salgınının büyümesi
Amerika’da bir homofobiye de yol açmaya
başlıyor. Haring’in de birçok çalışmasında
belirttiği gibi “Cahillik korkuya, sessizlik
de ölüme eşit” idi. Bu sebeple AIDS’e karşı
örgütlenmek ondan kurtulmanın en kolay
yoluydu. 2 yıl kadar bir sürede hayattan alsa da
Haring, bu hastalıkla mücadelenin aynı zamanda
homofobiye karşı savaşın da sembolü haline
geldi. Dolaysız ve mizah duygusu olan çalışmaları
ile özellikle genç nesle hitap edebiliyor, onları
bilinçlendirebiliyordu. Homofobiye olduğu
kadar Amerika başta olmak üzere tüm dünyada
yapılan ırkçılığa da karşıydı. Bu konuda şöyle
diyordu: “Beyaz adamların tüm genişleme,
sömürge ve egemenlik kurma hikayeleri gücün
kötüye kullanıldığı korkunç detaylar ile dolu.
Farklı olmaktan mutluyum. Eşcinsel olmakla
gurur duyuyorum. Her renkten arkadaşım ve
dostumun olması da beni gururlandırıyor. Ancak
atalarımdan utanıyorum, onları sevmiyorum.”
Metrolar, gece kulüpleri, billboardlar,
duvarlar, otomobiller derken Haring, çalışma
alanını vücuda da taşıyor. Şarkıcı model Grace
Jones ile birlikte yaptıkları vücut resimleri,
Madonna’ya tasarladığı kıyafetler onu karşıt
kültürün bir parçası iken popüler kültürün de
en önemli isimlerinden biri haline getiriyor.
Cinsiyetsiz figürleri, havlayan köpekleri,Uzak
Doğu’da kullanılan mürekkep ve fırçalarla yaptığı
çizimleri ile günümüzde dahil olmak üzere birçok
eşya ve aksesuar ile hayatımızda kalmaya devam
ediyor. İnsan varlığının saf, temiz ve pozitif
yanını temsil ettiği düşünülen “emekleyen bebek”
figürü de bence onun o mücadelelerle dolu kısa
yaşamını temsil ediyor. Hayatının sonuna kadar
üretmekten vazgeçmiyor. Onun mücadelesi HIV
virüsü ile oluyor, şu günlerde de bizim, tüm
dünyanın mücadelesi Covid-19 ile. İnsanlığın
evlerine kapandığı bu dönemi en güzel atlatmanın
yolu bence üretmeye devam etmek. Üretelim,
tıpkı Haring’in yaptığı gibi basit bir çizgi ve bir
renk kullanımı bunun için yeter ve artar bile.
Hayatları renkli kılalım elbet bir gün sokaklar
yeniden bizim olacak yeniden sanatla dolacak!
1. Bal, B. (2014). Grafiti ve sokak santatında eser ve akımların tarihsel süreçte değerlendirilmesi ve analizi (Doctoral dissertation, Sosyal Bilimler Enstitüsü).
2. Beaux Arts TTM Éditions Magazine (2013). Keith Haring au musée d’Art moderne de la Ville de Paris et au Centquatre. Beaux Arts Magazine.
3. Demir, V. I. (2018). Türkiye’de Kamusal Alanlarda İktidar Karşıtı Sivil Hareketler Ve Bunların Sanat Pratiği Bağlamında Değerlendirilmesi.
4. Dogheria, D. (2014). Street art. Giunti.
5. Grande, J. (1997). Keith Haring: l’art, de la rue au musée. Vie des Arts, 41(169).
6. Taş, O., & Taş, T. (2015). Ankara’da Sokak Sanatı: Kent Hakkı, Protesto ve Direniş. Mülkiye Dergisi.
ALINA MIELNIK
— 41
O
Ornamenty
Orientalne
Oriental
Ordinary
Ornaments
Decorate the buses
Making them cozier
it surrounds us
overwhelms us
Scares us?
Ordynarne
But its funnier and more
sophisticated in polish and it
all starts with o and rhymes.
Ozdabiają
Otobusy
Ocieplają
Otaczają
Ociekają
Odstraszają?
42— POEM
Yaşam
BEGÜM ERİNÇ
— 43
ben aslında ne?
yaşatan işte
neyle, nasıl
Yaşamak ama n’için?
Sadece yaşıyorum mu?
konuşmak insan-larla.
onlara bakmak, izlemek
ne farklı
birbirinden yüzleri
sesleri
sanki hepsi tanıdığı?
Onları bende bilmiyorum.
Sadece yaşıyorum.
doğduğun yer nerde şimdi?
ne uzak, belki değil
temas ettiğin tüm şehirler
hepsi seninle mi?
anılar gibi
Unuttuğum var mı bilmiyorum?
Sadece yaşıyorum.
belki bir çok insan geçti
kendileri gibi
götürdüler her şeyi
götürebildiler mi?
sadece yaşamak mı kaldı geriye
Neredeler bilmiyorum.
Sadece yaşıyorum.
bedenin seninle mi?
ait mi
yoksa taşıyıcı?
farklı bedenlerin olur
bir tanesine hapsol
Bunların hepsi benim.
Sadece yaşıyor muymuşum?
44— SHORT STORY
The
Beetle.
A collaboration between writers and an
illustrator exploring perception and the
process of creating meaning.
ALINA MIELNIK × SEHAM HAKMI
— 45
Sluggish, dull, monotounous, and mundane. Thats the life that paints that
of a beetle that doesn't know better. The endless ticks and tacks of its slender
narrow feet hitting the earth drums back to it's core a certain will to do what
it has to survive. It often wonders why it can't shut it out.
That mindless will.
The trees, the food, and the grass have always looked the exact way that they
should. However the beetle felt particularly dwarfed as it rolled around the
slender body of the stem.
From the corner of it's many eyes, it caught sight of the shiny protuding black
twig that makes up its limb. It paused for a beat. Whether it lasted longer or
shorter than our known concept of a beat is unknown, but it's profound gravity
and hesistance is the same nontheless.
Dissoriented, a tickle it has never felt before, the beetle fell off and landed on
it's back. It attempted to roll on its side but to no avail. But something got
caught in one of it's claws.
A thread of light from the warm bulb above.
The beetle felt a tug from the other end, and so it mirrored it. It went on and
on until it forced it's claws to start weaving. It weaved one after the other with
the same rigourous focus it gives to everything the forces of the earth pushes
it to do.
Until the light dimmed.
Until the blinding ball of light was stacked on its back.
The beetle started hearing voices from the balls of light, and it thought
that it somehow finally has the world in its hands. That somehow it worked
itself tirelessly all this time to finally get a grip.
The beetle sat there. A mere insect that suddenly got dumped with philosophical
questions and power it was never meant to have.
46—
04
The
TITLE
Non-Systems Manifest/Burak Dikilitaş
Seham/مسيرتي Hakmi مع اللغة العربية
Istype x Raw/Begüm Erinç
NAME — 47
48—
THE NON-SYSTEMS MANIF
ystems:
EST 1. non-s
that
Systems
are
s
till there, but uns
een. You can feel it.
But it is hard to explain what you feel.
Systems are moving too
fast to grasp. But also
the world as
geography is a non-sy
stem.
We
are born into it.
(CCT
ndustry 4.0)
V, Social Media, Virus, P
ical Warfare, Data Flux, I
sycholog
2. The world is de-objectified.
It is possible
have more control. (Coca-Cola, Ipana, iPhone)
MANIFESTO
to see is it in the hidden connections of objects. And the w
orld is not about the
is not important anymore. There is a reason for that, which is the overpopulated world needs to
BURAK DİKİLİTAŞ
aterial of the object
ppearance. The raw m
— 49
y with the same a
elements, and the qualit
mpanies are constantly changing the contents,
And the co
T H E
A N I F E S T
N O N - S Y ST E M S M
control device.
object but a remote
ble objects. They were always there and we can not see them anymore. Non-objects are not an
ts 3. non-objects: The invisi
objects anymore. Several years ago it was. There was a period that they we
re about the non-objec
50— MANIFESTO
The 10-Steps Legend for “THE NON-SYSTEMS MANIFEST”:
1. There are hidden systems around us, defining the conjuncture of reality for
each of us.
2. These systems are hidden very carefully, and they are really hard to and
find out. One must show an extra effort to find and reveal.
It is a work.
3. The first step is reverse-engineer a thing. Take a thing, for instance a
Coca-Cola. There is a huge system behind it. Production, advertisement, and
distribution. But, as we know this system is hidden in every bubble inside of
it.
4. Take an iPhone, it is a centralized terminal device. It is not an object itself.
You do not buy it as an object, you buy the system.
fig.3 The poem
has never
been decently
rendered in
English.
fig.5 This is still
habit thinking.
5. Take a virus, for the last time. It is unseen, hidden. It is a metaphor for a
hidden balance and shows the vulnerability of the body. It is an uncontrolled
system. It needs to be revealed.
6. Systems bloom objects. Non-systems bloom non-objects. The
advertisements’ main role is to be sure that it should remain hidden. It
constantly recreates the façade.
7. The façade is normal. By the sense of communicating systems, it is saying
what needs to be said.
8. The second step is to deconstruct categories carefully.
9. There are some different categories here:
fig.1 Into
communication
between man
and the dolphin
may prove to
be extremely
useful.
fig.4 Changes
were run on
its molecular
structure.
a. Astronomical representation.
b. Protection for the civil war.
c. Drone imagery.
d. Artist’s studio practice.
e. History of the image production.
10. These categories can be expanded.
fig.2 We thought
it is from inside
but obviously
shaping from
outside.
fig.14 From their
actions we may
learn the course of
coming events.
fig.20 Economics
is on the side of
humanity now.
fig.26 Then, like click
again, and full volume
back on, but all static this
time.
fig.27 There will be
no kyrt monopoly
within a year,
whether or not there
is nova.
fig.28 This is not
for you.
fig.31 Investigation
of lines of ‘hidden
energy’.
fig.33 The map
on the right is a
route drawn by
W.
fig.32 I step
outside and look
to the east at this
building.
BURAK DİKİLİTAŞ
— 51
fig.10 Technocrats suffer
from myopia.
fig.9 Sick societies
need scapegoats.
fig.11 It’s not very
informative.
fig.12 On the Hyper video
newcast there had been the
news of a doctor dying in a
gyro-crash during a short
failure in one of the local
transit power-beams.
fig.6 Now here’s
A-25 building.
fig.8 We may
even need to
manufacture
ritual.
fig.7 The razor,
the heater,
the vacuum
cleaner, the
sonotube.
fig.15 A reinforced
euphoric base to
establish guidelines.
fig.13 Elliminate
the impossible
and what ever
remained, however
improbable, was
truth.
T H E
A N I F E S T
N O N - S Y ST E M S M
fig.16 Push button
pain killers are
already being used
by certain cardiac
patients.
fig.17 It claims, in
short, the right to
be different.
fig.18 Moreover,
in the educational
world of tomorrow,
that relic of mass
production,
the centralized
work place, will
also become less
important.
fig.21 After all,
had external
conflict as their
chief cause.
fig.22 One
quadrillion
winners.
fig.23 Duplicated
the visible and
ultraviolet
spectrum only.
fig.24 On the
Hyper video
newcast.
fig.25 From their
actions we may
learn the course of
coming events.
fig.19 The machanical
age smashed all this,
for industrialism
required a new kind
of man.
fig.29 The Istanbul
Psychogeographical
Society is not
networked.
fig.30 A more severe
criticism states.
fig.34 We are
not interested in
being part of your
research.
fig.35 Other rituals and
activities during the
celebration are unannounced
and spontaneous.
One of the most things that I am incredibly ashamed of
52—
TITLE
is my inability to express myself in Arabic as much as I
can do so in english. It is frankly selfish to put the blame
on my parents when their main aim was to give me the
adequate tools to confront the modern world. The reality
of the situation is that the trajectory of progressive society
and its relentless pace waits for no one, especially
See now I'm using empty
sophisticated explanations to
not the civilizations that are falling behind due to their
strengthen my stance.
inability to advance and build on their ideologies purely
Nothing can excuse this.
because the system is built to prey on the ignorant. It is
selective and brutal and it leaves us scrambling to catch
up, and only the strong willed can achieve that without
losing his sense of identity completely.
This visual piece explores the internal
struggle when the borrowed language
overpowers one's mother tongue.
سهام حاكمي
— ٥٣
١٤/شعبان/١٤٤١
مسيرتي مع اللغة العربية
من المؤسف أن أكون عربية لا أجيد العربية. كوني فتاة عربية سورية من المفترض
أن أكون بارعة في اللغة العربية لكنني درست في مدرسة عالمية تدرّس المنهج
الأمريكي جعلني أبتعد قليلاً عن ثقافتي العربية و أنجذب للثقافة الغربية أكثر، مما
أضعفَ لغة تواصلي وجعلني أجد صعوبة بالتعبير . من المواقف المتكررة عندما
أذهب إلى المجالس العربية لا أجد المفردات الكافية لأعبّر عما بداخلي. ليس من
العدل أن أقوم بإلقاء اللوم على والداي لإختيارهم مدرسة عالمية ، ولكن حرصهم
على ضمان مستقبل أجيد فيه أدوات العصر الحديث ، ولكل دواء آثاره الجانبية
فكانت لغتي هي الضحية.
I refused to even write this
with my own hands. I asked my
cousin to translate my thoughts
I am only comfortable
typing lamma oktob bil
englizi el m3arab.
اللغة هي مجموعة من الرموز والأصوات التي هي أكثر من مجموع
أجزائها ، فهي كونت في سنوات عديدة من الثقافة و لديها جذور
عميقة. ينمو المرء و يمتلك هذه الهوية و ينقلها إلى الأجيال القادمة
(انظر الآن أنا أستخدم تفسيرات فارغة مثل عقلية العالم الأول الغربية
المقترضة) التعابير تتجاوز معناها لتكون جزءًا من الذاكرة الاجتماعية و انا لا
This is way too exhausting to write.
افهمها. المخجل في الموضوع هو انه أنا فتاة عربية سورية نشأت في المملكة
It shouldn’t be as exhausting as it is.
العربية السعودية وليس لدي المهارة للتواصل في نفس اللغة مع المجتمعات
I have to admit that I used google to
المحيطة بي لانني بنيت نغفسي لاقترب إلى القارات بعيدة عني لم ازرها قط.
into words.
translate half this crap.
The curse and blessing that comes
with my extensive western knowledge
is that it never leaves. So how can I
utilize it effectively without losing my
sense of identity
لقيام بذلك باللغة الإنجليزية. على ال
ندما كان هدفهم الرئيسي هو تزويد
Nothing is more frustrating
than irony of the fact that I can
express my thoughts easily in
English although I have always
found the language to be dull
ع الحال هو المسار الذي يتخذه ال empty. and
سيما الحضارات التي ما زالت تعوق
ن النظام مبني على فرض الجهلاء.
م ، والراغب الوحيد هو الذي يستط
Even the very linear structure
of latin letters creates walls
that leaves no room to touch
on abstact thought in a manner
that feels adequate and original.
امً ا. اللغة هي عبارة عن مجموعة م
يغة ومسار ينبعان من سنوات من ا
له إلى الأجيال المقبلة. التعبيرات الا
معانيها لتكون جزءًا من ذاكرة اجتما
سورية عربية نشأت في المملكة الع
سي باللغة العربية بقدر ما يمكنني ا
ن لا يمكنني إلقاء اللوم على والدي ع
ناسبة لمواجهة العالم الحديث. واق
سرعة الثابتة التي لا تنتظر أحدا ، لا
ن التقدم والبناء على أيديولوجياتها لأ
There are definitely elements of
theatrics and false sense of prestige
that forces us to adopt foreign
language and ideology.
حشي ويتركنا وراء الهرولة للحاق به
ك دون أن يفقد إحساسه بالهوية تم
لأصوات أكثر من مجموعها ، إنها ص
ميق الجذور ينمو المرء لامتلاكه ونق
I have a borrowed identity and
personality that fits into the mold of
something manufactured and forced.
I feel like an impostor in both worlds.
عبيرات ، العبارات الملطفة تتجاوز
ماعية. في خضم كل ذلك ، أنا فتاة
56— REVIEW
SType ×
İstanbul’da Anadolu yakasının kalbinde
Kadiköy. Kadife Sokak’ın içinde Arkaoda
diye bir mekândasın. Önüne geldiğini ancak
navigasyon veya kapıda duran insanlara sorarak
anlayabileceğin gizli kalabilmiş bir yer, tam
olarak eski bir evin girişini andırıyor kapısı ve iki
penceresi. İçeriye girdiğinde hafif loş karşılıyor
seni, birazda meraklandıyor. Çünkü önünde
2 kat ayrımı ve sağında bir bar. Biraz ileride
aşağı iniş merdivenlerini görebiliyorsun ancak
yukarısında kalan o kalın ve arkası gözükmeyen
bordo perde de ne? diye de soruyorsun kendine.
Seçim nedir? Uzakta, aşağıda görünen geniş ve
kalabalık alana mı gitmek, yoksa yol yakınken
perdenin arkasına mı bakmak? Görünüşe göre
etkinlik başlamamış, perdenin merdivenleri boş.
Aşağı yönel. Evet herkes burada; tanıdık simalar,
sanatçılar ve diğerleri. Herkesin elinde çeşitli
içecekler, çoklu gruplar, birtakım kahkahaların
ardı kesilmiyor, çok fazla kişinin sesi… Merhabalar,
nasılsınlar… Bir süre böyle. Ve bir anons ‘’
Etkinlik başlıyor!’’. Aşağı kattan yukarı uzanan
This is a series of articles
delineated to the ISType×RAW
event on February 23, 2020.
The venue of the event and the
kind of activity are discussed.
o sıraya girdin bile. Performans için heyecana
artı olarak sadece bu geceye özel tasarlanmış
o sınırlı sayıdaki çoraplara ulaşabilme isteği.
Çifte ödül gibi, hem güzel bir an geçirme şansı,
hem de hep hatırlayacağın, giyeceğin o havalı
çoraplar. Alana girdin, çevrende ne var. Yine bir
loşluk ve ona eşlik eden güçlü projeksiyon ışığı,
şimdilik. Gerekli diğer kurulmlar, fısıldaşmalar,
çekimler… Gece Onur Yazıcıgil’in konuşması ile
başlıyor, kalabalık artık sessiz. ISType’ın kuruluşu,
konferansları, söyleşileri, çalışma arkadaşları Emre
Parlak ve Murat Ersoy’dan bahsediyor. Artık
devrin değiştiğinden ve tipografinin hayatımızdaki
yerinden, gelecek etkinliklerinin günümüzde
tipografi ile temas eden unsurlar üzerine de
olacağını söylüyor. Öyle de değil mi aslında? Fark
etmediğimiz o ayrıntılar. Her gün aynı iş veya okul
rotasında olup sadece baktığımız birtakım levhalar,
billboardlar, öylesine asılmış ilanlar, grafitiler…
Hiç dikkat ettin mi, bir sanat eseri inceler gibi
inceledin mi onları, ayrıntılarını, kullanılan onca
görseli, yazıları, yazıların fontlarını, hiyerarşisini
ve bunun gibi birçok şeyi. Tipografi, tasarımın
dile gelen hali diyor son olarak Onur Yazıcıgil.
Tipografik elemanlar hayatının tam ortasında. İşte
tam da etkinliğin amacı gibi; müzik ve yazı. Peki
ya birleştiklerinde? RAW, yeni nesil müzik grubu
denebilir mi? Bilgisayarlar enstrüman olabilir mi?
Peki ya yazılımlar notalara dönüşebilir mi? Hepsine
koca bir evet dediğini gözlerinle görerek onayladın
bile. O güçlü projeksiyon ışında birçok farklı
katman açılıyor. 2 bilgisayarın ekranları, bir tepe
kamerası ve kodlarla oluşan ISType ve RAW görsel
efektleri… Gerçek bir deneysellik, yazı şekillerinin
kodlarla anlık olarak değişmesi ve buna aynı
zamanda doğaçlama olarak eşlik eden birbirinden
farklı yükselen ve alçalan ritimler bütünlüğü.
Bazen gözlerin kapalı, bazen ekrana takılı ama
ritmi hep vücudunda hissedebiliyorsun ve
performans bitene kadarda sanki o sete bağlıymış
gibi hayattan kopacaksın. Andasın, gelecek veya
geçmişte değil. Sadece gözlerin ve kulakların bu
anda. Hayattan 1 saatliğinede olsa kopuşunu kutla,
ritmi takip et, zihnini aç.
BEGÜM ERİNÇ
— 57
ISType Nedir?
ISType tipografi alanındaki bilgi ve deneyimlerin
paylaşıldığı tecrübeli ve gelişmekte olan
tasarımcılar ile düzenlenen uluslararası bir
konferanstır. ISType 2011’de Onur Yazıcıgil ve
Alessandro Segalini tarafından kurulmuştur. Hem
2 yılda bir düzenlenen ISType konferansları hem
de her yıl düzenlenen ISType Mono söyleşileriyle
insanları tipografi ve tipografinin gelişimiyle
bir araya getiriyor. 2019 yılında Emre Parlak
ve Murat Ersoy’un eş organizatörler olarak
katılımıyla birlikte ISType her yıl düzenlenmeye
ve gelişmeye devam etmektedir. Konferans ve
söyleşiler de yerel ve uluslararası akademisyenleri,
profesyonelleri ve öğrencileri tipografinin çeşitli
meselelerini tartışmak, tipografi geleceğinin
yönünü araştırmak üzere bir araya getirmektedir.
Gelecek projeleri hayatın içinde tipografiyle
temas eden çoğu durumu ele alacaktır. İlki
ISTypexRAW etkinliği ile başlamış olup, daha
farklı alanlarda bu oluşum devam edecektir.
58— REVIEW
RAW Nedir?
RAW ses ve görüntü maddelerini eş zamanlı
programlayarak canlı bir performansa dönüştüren
bir deneysel müzik grubudur. RAW livecoding
2011 yılında Selçuk Artut ve Alp Tuğan
tarafından kurulmuştur. Uluslararası birçok
Elektronik Müzik ve Medya etkinliklerinde
sahne aldılar. Sonar İstabul’un yanı sıra Berlin,
Tokyo, Londra, Belgrad gibi farklı şehirlerde
ve etkinlikte performanslarını segiledi. Tepe
kameraları ve büyük ekranlarda yansıtılan kod
görünümleri ile sahnede o anda üretilen işitsel ve
görsel bir performans sergileyen RAW, bilgisayarı
bir enstrüman olarak kullanıyor ve çeşitli kod
kanalları ile performanları sırasında hem görüntü
hem de ses üretiyor. Ortaya çıkan görsel ve
işitsel deneyim doğaçlama biçimleri yapısındaki
gürültü, elektronik, tekno, minimal ve ambient
estetik anlayışları arasında dolaşmaktadır.
BEGÜM ERİNÇ
— 59
Captures from the Performance
60—
05 #STAYATHOME/Alina
TITLE
Collages/Nazif Can Akçalı
I Should Write an Article/Alina Mielnik
Observation Series/Burak Dikilitaş
Houses of Quarantine/Ceyda Pektaş
Mielnik
NAME — 61
62— COLLAGE
Fig. 1
NAME — 63
Fig. 2
64—
I should start writing
an article.
— 65
I should start writing an article. But all these
things around my laptop. Maybe I should clean
up first? Oh, I’ve just noticed, they look so good
together. I should draw them first. But what then?
I won’t start writing if I will go too much into
the drawing. But I have to, I feel this unstoppable
urge to draw. Ok, I will write later.
I CAn’T foCus. Is everyone having such a
hard time putting their minds together? Or maybe
it’s a lie, maybe I’m more focused now than ever.
Can you see? How can I write an article if I don’t
even know what I think?
My head wonders from everyday thoughts
(what to eat for breakfast?) to why am I a human
and why do I even have to eat breakfasts. his article
should be about the current world situation.
I think that, if you and your beloveds are safe and
healthy and you don’t have to worry about making
ends meet, then it may be a good time to take a
breath, take a brEak. On the other hand, there
are so many people now that are struggling with
everyday problems and are unsure about the future
in a way that doesn’t bring them any hope and just
makes them feel anxious. hose people cannot focus
on the philosophy behind it all. I feel the urge to
apolo-gize for being so philosophical, 90% of my
brain is questioning everything.
Maybe this feEling now, that you can’t
plan anything, that the future is unclear, this is
what makes me (us?) feel that nothing is sure
(except the mOMeNT that we are in?). Now, you
are reading this, that’s for sure, but what next?
I don’t really want to think about it. hat’s why I
would like to focus on something, that’s why I’m
focusing randomly on things that I shouldn’t do.
Or maybe that’s exactly what I should do? And I
should stop thinking that I should or shouldn’t do
this or that? I guess that’s what is happening now.
I stopped thinking that I should write the article.
Actually, I should be doing something different
now, because in a few hours I have an online talk
about my illustrations, which are not finished yet.
But I RAndoMly focused on the article, and
maybe that’s the only way for it to exist. Although
I should’ve finished it a week ago.
And maybe this is how it works with everything,
that everything that wants to exist eventually
comes out, in its own tİME. Or maybe none
of this makes any sense. And maybe this article
shouldn’t exist. But hey, here it is, and you’ve just
read it.
66— PHOTOGRAPHY SERIES
Two police women are
taking pictures of each
other in Istiklal Street
during the CuRFEW.
BURAK DİKİLİTAŞ
— 67
68—
TITLE
NAME — 69
A bİRD flies, someone passing by, two
policemen are chatting and there are
no other people (Just a construction)
in Taksim Square during the curfew.
70—
— 71
72—
TITLE
NAME — 73
74—
TITLE
Fig. 3
NAZİF CAN AKÇALI
— 75
Fig. 4
76—
ILLUSTRATION
houses of quarantine
the sun
A graphic narrative tells the same story in quarantine as a
way to observe and understand the banalities of daily life.
CEYDA PEKTAŞ — 77
the moon
ˈkwɔr ənˌtin:
A strict isolation imposed to prevent the spread of
disease.
Balconies, views, flowers, cats, blue skies, bluer
skies, butterflies, pools, seas, food, so much food,
baking breads, stocking, “working from home”s,
washing your hands, cleaning the house, cooking,
cooking, endlessly cooking, working all the time, p
r o d u c t i v i t y, meditations, positive thinking,
yoga, WhatsApp groups, Zoom meetings, curfews,
exploiting shipping workers, walking, empty
streets, social distancing, masks, hand gloves, afraid
of the others, massive deaths, doctors, hospitals,
emergencies.
ˈWhat is virtual? What is real? Everyone keeps
telling each other “this is the new normal”.
They are trying to live “poetically” even during a
pandemic. For obvious facts about relations: who is
single is much lonelier, who is in the family must
live this dimension in a much more cohesive way.
Apathy leaks out of here.
How many days did pass? We lost counting. Wash
your hands until they hurt. All these live videos
on Instagram, YouTube, streaming, people who
stream them all day long in general, how do they
find motivation? Probably they are extroverts. Pass
to another social media turn. Close twitter, open
Instagram. Listen podcasts.
Pandemic is changing the world we live in, there is
so much ambiguity. Be prepared.
78—
ILLUSTRATION
TITLE
the sun
ALINA MIELNIK
— 79
sTAYaTHoME
80—
06
Hibrit
TITLE
Canavarlar/Nagihan Aydınlık
Artniyet Font/İbrahim Kaçtıoğlu
NAME — 81
82—
ILLUSTRATION
TITLE
HİBRİT CANAVARLAR
—— HYBRID MONSTERS
Orta Çağ canavarlarını keşfederek başladığım bu yolculuk,
kendi hibrit canlılarımı yaratma süreciyle devam
ediyor. Dini otoritenin, kutsal güzelliğin resmedildiği Orta
Çağ’da, canavar ve garip yaratıkların illüstrasyonlarıyla
karşılaşmak beni oldukça şaşırttı. Bu çizimler kendi döneminin
sınırlarını tanımlamak; ahlak ile günah, uygun
ile uygunsuzluk arasında ki ayrımı yapmak için kullanılmışlardır.
Orta Çağ sanatçıları ahlaksızlığı görsel olarak
aktarabileceklerini düşünerek, Hristiyan olmayanları,
kadınları, yoksulları ve engelliler de dahil olmak üzere
dışlanmış insanları bu şekilde resmetmişlerdir. Nasıl ki 17.
yüzyıl din otoritesi beden üstünden bu ayrımcılığı yapmaya
başvurduysa, günümüzde de sosyal ya da siyasi baskı
buna çeşitli biçimlerde devam etmektedir. Bu sayfada
yer alan hibrit canlılar ise bu ayrımcılığa bir başkaldırı
niteliğinde yaratılmış olup, zamansız ve mekansız olarak
konumlandırılmışlardır.
This journey I’ve embarked on by exploring medieval
monsters continues with a series of hybrid creatures I’m
creating. In the Middle Ages, when religious authority
and sacred beauty were depicted, drawings of monsters
and strange creatures were used to portray marginalized
people such as jews, poor, and disabled people. The
illustrations on this page are created as an insurrection
to this discrimination and are positioned as timeless and
without space.
NAGİHAN NAMEAYDINLIK — 83
84—
TITLE
arTniyEt
IS A CURIOUS
CoLlECTIVe
PLAYFUl & AMUsING
tyPEFACE
THAT INClUDeS
164 unIqUE
GlYPHs
NAME — 85
A A A B B B C C C Ç Ç Ç D D
D E E E F F F G G G Ğ Ğ Ğ
H H H H I I I İ İ İ J J J K K K L
L L M M M N N N O O O Ö Ö
Ö P P P Q Q R R R S S S Ş
Ş Ş T T T U U U Ü Ü Ü V V V
W W W X X X Y Y Y Z Z Z
! # & & , - . : ; ? • …
0 0 0 1 1 1 2 2 3 3 3 4 4 4 5
5 5 6 6 6 7 7 7 8 8 8 9 9 9
Ą Ą Ą Ć Ć Ć Ę Ę Ę Ł Ł Ł Ń
Ń Ń Ō Ō Ō Ś Ś Ś Ź Ź Ż Ż Ż
Artniyet dergisinin üçüncü sayısının içerik üreticileri bu projede,
birlikte çalışma ruhunu ve derginin üçüncü sayısına has bir
yaklaşımı ortaya koyacak özel bir ifade biçimi oluşturmayı
amaçlıyordu. Tasarım süreci, tasarlanacak her harf/rakamın
içerik oluşturcularına eşit olarak bölüştürülmesiyle başladı.
Her takım üyesi rastgele 3 veya 4 harf/rakam seçti ve seçilen
her harf/rakam için üçer alternatif tasarlamak şartıyla üretim
sürecine başlandı. Tasarlanan harfler ve rakamlar sayısal
ortamda font dosyası oluşturmak üzere toplandı. Üretim ve
mühendislik aşamalarından sonra, Latince dillerinin çoğunu
(Türkçe ve Lehçe dahil) destekleyen ArtNiyet yazıtipi herkes için
ücretsiz olarak kullanıma hazırlandı! 164 özgün gliften oluşan
Arniyet, kullanıcıların kendi zevklerine göre düzenleyebileceği
bir font dosyası olarak internet sitemizden indirilebilir!
ArtNiyet is created with content creators of the third issue of
ArtNiyet magazine. This project aimed to create a specific
form of expression that reflects the collective spirit and a
unique approach for the third issue. The design process started
by distributing each letter/number to be designed equally
among the content creators. Every creator picked 3 or 4 letter/
number randomly and started to design with the condition
of creating three alternatives for each letter they picked. All
letters collected and edited to form a font. After the production
and engineering stages, ArtNiyet typeface that supports
most of the Latin languages (including Turkish and Polish) is
ready to use for everyone, for free! It is served with 164 unique
glyphs that could be combined by the user according to their
taste. ArtNiyet can be downloaded from our website!