08.11.2020 Views

İSLAM MEDENİYETİ VE FUAT SEZGİN PROJESİ

İSLAM MEDENİYETİ VE FUAT SEZGİN PROJESİ DERGİSİ

İSLAM MEDENİYETİ VE FUAT SEZGİN PROJESİ DERGİSİ

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Prof. Dr.Fuat Sezgin

Mimar Sinan

Ali Kuşçu

Farabi

İbni Sina

Piri Reis

Katip Çelebi

Ömer Hayyam

T.C. BÜYÜKÇEKMECE

İLÇE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ

YIL: 2020 / Büyükçekmece İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Yayınıdır.



“İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi”

Gençlik ve Spor Bakanlığımızın desteklemiş olduğu Büyükçekmece İlçe Milli Eğitim Müdürlüğümüz

koordinesinde yürütülen İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesiyle bizim öğrencilerimize

öğretmenlerimize Prof. Dr. Fuat Sezgin Hocamızın şahsında İslam Bilim Tarihinin ne demek

olduğunu anlatıyoruz. İslam Tarihine mâl olmuş, tarihi ve bilim dünyasını yapılandırmış olan

bilim insanlarının bizlerde hangi hakikatleri ve gelişmeleri orataya koyduğunu bu proje sayesinde

genç kuşaklara anlatmış oluyoruz. Gerek çekilen videolarla gerek okullarda yapılan çalışmalarla,

etkinliklerle öğrencilerimiz Prof. Dr. Fuat Sezgin hocanın şahsında büyük İslam düşünürlerini, İslam

bilginlerini tanıyorlar. İslam Bilim İnsanlarımızın üretmiş oldukları bilimi tekrar bugün daha ileriye

nasıl taşıyabilecekleri konusunda büyük bir öz güvene sahip hale geliyorlar. Bu proje ile Türkiye artık

Büyükçekmece özelinde kendine yeniden bilim dünyasında üretebileceğine dair özgüvenini kazanıyor.

Bu çocuklar gelecekte İbni Sinaların, Farabilerin, Ali Kuşçuların olduğu yerin çok daha ötesinde bir

yere gelerek; batıya doğru akan nehrin batıyı yeniden yıkamasına, batıyı yeniden aydınlatmasına,

batıyı yeniden temizlemesine vesile olacaktır. Bu neslin yetişmesine öncülük ettiği için Prof. Dr. Fuat

Sezgin Hocam ve onun şahsında bütün bilim insanlarımıza; aynı zamanda bu projeyi koordine ettiği

için İlçe Proje Koordinatörümüz İlker Bayrak, projede görev alan tüm öğretmen ve öğrencilerimize

bir kez daha teşekkür ediyorum. Öğrencilerimizin bu projede gerçekten büyük emekleri var, yeniden

bilimsel üretimi gerçekleştirebilecekleri özgüveni sağlamış olmaları ümidi ile hepsine başarılar

diliyorum.

Hasan UYGUN

İlçe Milli Eğitim Müdürü


İmtiyaz Sahibi

Proje ve Büyükçekmece İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Adına

Hasan Uygun

Proje Koordinatörü

Gülden Bayrak

Yayın Yönetmeni

İlker Bayrak

Yayın ve Bilim Kurulu

Prof. Dr. Hülya Aşkın Balcı

Prof. Dr. Yıldız Kocasavaş

Güler Biçici

Grafik Tasarım

Burçak Karahacıoğlu

Basım Tarihi

Nisan 2020


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Etkinliklerden Görüntüler- Videolar

İslam Medeniyeti

Ali Kuşçu

Farabi

İbn-i Sina

Piri Reis

Ömer Hayyam

Katip Çelebi

Mimar Sinan

Prof. Dr. Fuat Sezgin

Islamic Civilization And Fuat Sezgin

6

9

10

20

23

27

30

33

36

40

43

48

Fuat Sezgin

Sahneler

Fuat Sezgin’in

Hayatından

Kesitler

Dünden

Bugüne


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

İslam Medenİyetİ

&

Fuat Sezgİn

Projesİ

PROJENİN TANIMI

Büyükçekmece İlçemizde İslam Medeniyeti ve Müslüman Bilim Adamları üzerine dijital bir portalın

geliştirilmesi sağlanacak; artırılmış gerçeklik teknolojisi ile zenginleştirilecek e-içerikler güvenli ve

ücretsiz bir şekilde başta ortaokul; ortaöğretim ve yükseköğretim öğrencilerinin yararına sunulacak;

projede gönüllü görev alacak gençlerle portalı tanıtan bir konferans gerçekleştirilecek ve bilim yürüyüşü

düzenlenecektir.

PROJENİN GEREKÇESİ

Toplumun değişik katmanlarında meydana gelen değişimlerden eğitim sistemlerinin etkilenmemesi,

değişim ve dönüşümlere karşı duyarsız kalması düşünülemez. Eğitim sistemimizde e-içerikler, e-içerik

geliştirme süreci, teknoloji destekli eğitim çalışmaları yoğun olarak devam etmektedir. Yaptığımız

saha araştırmalarında, ortaokul ve ortaöğretim öğrencilerine yönelik İslam Medeniyeti ve Müslüman

Bilim Adamlarını ihtiva eden e-içeriklere rastlanmamıştır. İslam Medeniyetini merak eden, bu alanda

araştırma yapan, çalışmak isteyen gerçek kişi ve kurumların başvurabilecekleri bir portal yoktur.

Hazırlanan e-içerikler daha ziyade Matematik, Fen Bilgisi, Yabancı Diller gibi belli ilköğretim ve ortaöğretim

müfredat konuları ile sınırlı kalmaktadır; İslam Medeniyetini, İslam Medeniyetinin Dünya

Medeniyetine katkılarını anlatan ve Müslüman Bilim Adamlarını tanıtan e-içerikler geliştirilmesi gerekmektedir.

Yaptığımız anket çalışmasında gençlerin %65’i Müslüman Bilim Adamlarını tanımamaktadır.

İslam Medeniyetinin Dünya Medeniyetine katkıları hakkında fikirleri sorulan gençlerin %52’

“fikrim yok” cevabını vermiştir.

PROJENİN GENEL AMAÇLARI

• İslam Medeniyeti ve Müslüman Bilim Adamları üzerine dijital bir portalın geliştirilmesini sağlamak.

• İslam Medeniyeti ve Müslüman Bilim Adamları üzerine dijital içeriklerin başta ortaokul; ortaöğretim

ve yükseköğretim öğrencilerinin, araştırmacıların sonra genel halkımızın kullanımına sunmak.

6


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

• İslam medeniyetindeki bilimsel ve teknolojik çalışmaların kurumsal çerçevesinin değerlendirilmesi,

eğitim- öğretim ve araştırma mekânlarının tanıtımını yapmak.

• Müslüman bilim adamları ile ilgili inovatif e-içerikler hazırlamak.

• İslam Medeniyetinde bilimsel ve teknolojik etkinliğin ortaya çıkış ve gelişim süreçlerinin aydınlatılmasına

katkı sunmak.

• İslam Medeniyetinin araştırma mekânlarının rasathane, kütüphane, hastane, eczane, medrese vb.

araştırılmasına zemin hazırlamak.

• Müslüman bilim adamlarına temas edilmesini sağlamak.

• Öğrenmenin odağında bulunan insanın yaşam boyu öğrenmesi ve nitelikli yetişebilmesi için en

doğru, etkin ve verimli yöntemler, stratejiler, teknikler geliştirmek ve bu teknikleri belirlenen

konu alanı ile buluşturmak.

Gençlik ve Spor Bakanlığı Gençlik Projeleri Destek Programı 2019-1 Özel Çağrı

Kapsamında Desteklenen “İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin” Projesinin aşağıdaki

başlıklarda e-içerikleri oluşturulmuştur.

I. İslam Medeniyetini Hazırlayan Ȃmiller

1. Medeniyet Tarihi: Yunan, İran, Hint, Mısır,

Mezopotamya Medeniyetleri

2. Farklı Medeniyet Dairelerinin Türk İslam

Medeniyetine Etkileri

3. İslam ve Bilim

II. İslam Medeniyetinin Tanıtılması

1. Eğitim- Öğretim ve Araştırma Mekânları

2. Uzay- Gökyüzü- Rasathane- Astronomi

3. Eczacılık ve Tıp

4. Musiki ve Farklı Disiplinler

III. İslam Medeniyetinin Başta Batı Medeniyeti

Olmak Üzere Dünya Medeniyetine Katkıları

a) Karanlık Oda ve Gözün Özellikleri

b) Uçmak

c) Sabun

d) Kimyanın Gelişimi

e) Mil Sistemi

f) Kubbe ve Kemer

g) Cerrahi Aletler

h) İlk Aşı

i) Keşifler

j) Astronomi

IV. Büyük Şahsiyetler/ Müslüman Bilim

Adamları

a) Farabi

b) İbn-i Sina

c) Ali Kuşçu

d) Ömer Hayyam

e) Mimar Sinan

f) Katip Çelebi g) Piri Reis

V. Prof. Dr. Fuat Sezgin

VI. Kaynakça

7


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

PROJEDE UYGULANACAK YÖNTEMLER

KURAMSAL YAKLAŞIM

• e- İçerik Portalının hazırlanmasında TPİB (Teknoloji, Pedagoji, İçerik Bilgisi) Modeli uygulanacaktır.

TPİB Modeline göre, İslam Medeniyeti ve Bilim Adamları öğretim konularının aktarılmasında

farklı teknikler kullanmada uzman yardımına başvurulacaktır. Video sektöründe, kliplerde, reklamlarda

hatta haber programlarında sıkça gördüğümüz Green Screen teknolojisi, yeşil veya mavi

arka plan ile iki farklı videoyu birbirine iç içe geçirmek için kullanılır. Bu şekilde tehlikeli, yüksek

miktarda harcama gerektiren sahneler ve çekilmesi imkânsız olan bilim kurgu filmlerinin kolay

şekilde çekilmesi mümkün olur.

• Son yıllarda Green Screen teknolojisi hemen hemen her alanda kullanılır hale geldi. Çoğu dizi ve

film sahnelerinde hem maliyet hem de zaman açısından tasarruf sağlamak amacıyla bu teknoloji

yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Peki bu teknoloji eğitimde ve İslam Medeniyeti ve Müslüman

Bilim Adamları E- İçerik Portalında neden kullanılmasın? İslam Medeniyetine dair öğretim

yöntem ve tekniklerinin çeşitli çoklu medya ortamlarla e-içerikler hazırlanarak çeşitlendirilmesi

önemli bir adım olacaktır. Akli bilimler ile nakli bilimler arasındaki etkileşimin değerlendirilmesi

sonucu oluşacak portal, basit bir veri tabanı değildir. Bilimler ve disiplinler arası etkileşimin daha

iyi vurgulanması için farklı alim ve bilim insanı profillerinin karşılaştırılmaları analiz sonuçları ile

beraber yer alacaktır.

• Projede Karşılaştırmalı tarih tekniği de kullanılacaktır. Proje kapsamında çağrı metninin ruhuna

uygun bir fark ve katma değer oluşturacaktır. Gençler bu çalışmanın aktörü olarak, Yapılandırmacı

Eğitim yaklaşımına göre 5 E Öğrenme Döngüsünün bilhassa Explore basamağı ile ilgili

senaryolarda yer alacaklardır. Öğrencilerle İslam Medeniyetine dair dramalar ve küçük videolar

da hazırlanacaktır. Green Screen Teknolojisinde, Sahneler yeşil ya da mavi arka plan önünde çekilir.

Daha sonra özel bilgisayar programları sayesinde bu yeşil ya da mavi fon silinerek videoda

kullanılacak olan arka plan, efektler, ya da istenen başka bir video montajlanır. İslam Medeniyetinin

yetiştirdiği Mimar Sinan’ın konu edindiği e-içerikte, bir senaryoda; arka fonda Mimar Sinan

Köprüsünün verildiği e-içerikler buna güzel bir örnek olarak gösterilebilir. Yine bu teknoloji ile

hazırlanacak e-içeriklerde Selimiye Camii, Şehzadebaşı Camii sırayla yer alabilecektir. Etkili BİT

entegrasyonunun İslam Medeniyetinin ifadesinde etkin bir araç olarak kullanılması düşünülmektedir.

Avrupa’da Ortaçağda ruh hastalığı olanların yakıldığı bir dönemde;

Sultan II. Bayezid Külliyesi Edirne Darüşşifasında, böyle hastalıkları olanlar

Rönesans devrinde ve tıp tarihinde bir eşine daha rastlanamayacak

şekilde musiki ile tedavi edilmekteydiler. Artırılmış Gerçeklik kullanılarak

Darüşşifanın e-içerik konusu olması buna yine güzel bir örnek olarak

gösterilebilir. Gençler bu çalışmanın aktörü olarak, Yapılandırmacı Eğitim

yaklaşımına göre 5 E Öğrenme Döngüsünün bilhassa Explore basamağı ile

ilgili senaryolarda yer alacaklardır. Öğrencilerle İslam Medeniyetine dair

dramalar ve küçük videolar da hazırlanacaktır.

İslam Medeniyeti

ve Fuat Sezgin

Projesi Kolaj

8


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Etkinliklerden Görüntüler

& Videolar

Gençlik Projeleri Destek Programı 2019-1 Özel Çağrı Kapsamında Gençlik ve Spor

Bakanlığı tarafından desteklenen “İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin” Projesi kapsamında

öğrencilerimiz Prof. Dr. Fuat Sezgin başta olmak üzere Ali Kuşçu’dan Farabi’ye; Farabi’den

Ömer Hayyam’a; Ömer Hayyam’dan Piri Reis’e, İbn-i Sina’ya; İbn-i Sina’dan Katip

Çelebi’ye kadar onlarca bilim insanını hazırladıkları kısa filmler ve tarihi kostümlerle

canlandırdılar. Green Screen / Yeşil Ekran teknolojisi kullanılarak montajlanan ve

zenginleştirilen içeriklere ilçe milli eğitim müdürlüğü internet sitemizden ve proje portalı

www.islammedeniyetivefuatsezgin.com ve Büyükçekmece İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü

resmi internet sitesi http://buyukcekmece.meb.gov.tr/ adreslerinden ulaşabilirsiniz.

9


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

İSLAM MEDENİYETİNİ HAZIRLAYAN AMİLLER

1. Medeniyet Tarihi: Yunan, İran, Hint, Mısır ve Mezopotamya Medeniyetleri

Bilim, tüm insanlığın ortak mirasıdır. İslam medeniyetinin

gelişmesinden önce İskenderiye,

Cündişapur ve Edessa (Harran) gibi üç büyük

kültür merkezi bulunmaktaydı. Bu bölgeler aynı

zamanda dönemin önemli birer tercüme merkezleriydi.

Roma İmparatorluğu’nun baskısı altında

olan bilim adamları ve filozoflar Suriye ve Irak

toprakları üzerinde bulunan Edessa’ya sığındılar.

Burada Nesturi ve Ya’kubi bilim adamlarının

Yunan felsefe ve tıp eserlerini önce Süryanice’ye

daha sonra da Arapça’ya çevirmeleriyle birlikte

büyük bir bilimsel atağa geçtiler. Bilim adamları

yine bölgedeki baskıdan kaçmak için Pers ülkesindeki

Cündişapur’a yerleştiler. Bizans imparatoru

Jüstinyen tarafından sürgün edilen bazı filozoflar

da bölgeye gelerek bu bilim adamlarına

katılmış ve İran’ın Ahvaz yakınlarında bulunan

Cündişapur şehri önemli bir entelektüel başkent

haline gelmiştir. Burada yaşanan hoşgörü ortamında

Yunan-Mısır, İran-Hint ve Yahudi-Hıristiyan

geleneksel kültürleri karşılaştılar ve önemli

eserleri tercüme ederek İslam bilim ve medeniyetinin

gelişmesine katkı sağladılar.

2. Farklı Medeniyet Dairelerinin Türk-İslam Medeniyetine Etkileri

İslam dünyası VII. yüzyılda fetihler yoluyla, sınırlarını

kuzeyde Anadolu ve Batı İran’a güneybatı

da ise Mısır’a kadar genişletmişlerdir. Müslümanlar

bu şehirlerde önce Roma ardından Bizans

hâkimiyeti altında yaşayan halka iyi davranmışlar

ve bu dönemde bilim ve teknik bilgilerini de

geliştirmişlerdir. Müslümanlar Kıbrıs, Rodos ve

Sicilya kıyılarını ele geçirerek fethettikleri bölge

halklarıyla (İran, Mısır, Yunan) işbirliği yapmışlar

ve bilimde ilerlemeye devam etmişlerdir. Tercüme

faaliyetleri de bu çalışmalarını geliştirmelerinde

önemli bir rol oynamıştır. Bu kültür bölgeleri

dışında Emeviler döneminde Horasan’ın fethi

ile de alanında önemli eserler Sasanilerden Araplara

geçmiştir. Ayrıca bu dönemde Maveraünnehir,

Sistan, Kuzey Afrika ve Anadolu’ya seferler

düzenlenmiştir. İslamiyet’in Türkler arasında yayılmaya

başlamasıyla birlikte Türk-İslam devletleri

de İslam bayrağının taşıyıcısı ve koruyucusu

olmuşlardır.

10


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

3. İslam ve Bilim

Din kavramı, Mısır, Hind, Yunan ve Mezopotamya gibi medeniyetler üzerinde olduğu gibi İslam medeniyetinde

de etkili olmuş ve onu şekillendirmiştir. Müslüman toplumlarda bilim ve medeniyetin

gelişmesinde temel dinamizm kaynağı İslam dinidir. Peygamberimiz Hz. Muhammed bizzat ilme

önem vermiş ve onu elde etme konusunda teşvik edici olmuştur. Özellikle Bedir’de savaş esirlerini

on müslümana okuma yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakması onun ilme, eğitime verdiği

değeri göstermesi açısından önemli bir örnektir.

Hz. Muhammed ile temeli atılan İslam devleti döneminde olduğu gibi sonrasında kurulan Emevi ve

Abbasi devletleri de bilimi desteklemiştir. Emeviler döneminde başlayan tercüme faaliyetleriyle birlikte

Süryanice, Yunanca hatta Kıptice birçok eser Arapçaya çevrilmiş ve İslam dünyasında bilimsel

çalışmalar büyük bir ivme kazanmıştır. Abbasiler döneminde İslam medeniyeti en parlak ve verimli

dönemlerinden birini yaşamıştır. İspanya’da kurulan Endülüs

Emevileri döneminde İslam medeniyeti en yüksek zirve

noktasına ulaşmıştır. Bu dönemde tarih,

coğrafya, edebiyat, felsefe, tıp, kimya,

astronomi, tıp ve musiki gibi alanlarda

yaşanan gelişmeler sonucunda

İslamiyet artık Avrupa tarafından da

tanınmaya başlanmıştır. Müslüman bilim

adamları farklı alanlarda yapmış

oldukları bu çalışmalar ve tercüme faaliyetleriyle

İslam medeniyetinin gelişmesine

katkı sunmuşlardır.

Bilimsel faaliyetler dini açıdan büyük

bir itibar görmüş ve hükümdarlar

tarafından da teşvik edilerek ödüllendirilmiştir.

İslam medeniyetinde

yaşanan bu gelişmeler neticesinde

Bağdat’tan Endülüs’e kadar modern

bilimsel teorilerin öncülüğünü yapan

bilim adamları,

doğudan batıya

bir bilim köprüsü

inşa etmişler ve Av- rupa’da Rönesans

hareketinin başlamasında etkili olmuşlardır.

Ünlü bilim tarihçisi Fuat SEZGİN de İslam dünyasında bilimsel faaliyetlerin

IX. yüzyıl ve XV. yüzyıl arasında büyük bir gelişme kaydettiğini belirtmektedir.

İslam Medeniyeti

Müzesi

11


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

İSLAM MEDENİYETİNİN TANITILMASI

1. Eğitim-Öğretim ve Araştırma Mekânları

Başlangıçtan itibaren İslam devletleri ilim, bilim,

kültürel-sanatsal faaliyetleri ve benzeri çalışmaları

desteklemişlerdir. İslam tarihinde açılan ilk

eğitim-öğretim kurumu, Hz. Peygamber’in mescidinin

bitişiğine yapılan Ashab-ı Suffe’dir. Abbasiler

zamanında Bağdat’ta kurulan ve içinde

kütüphane, rasathane gibi bölümler olan Beytü’l

Hikme’de Yunanca ve Farsçadan birçok kitap

Arapçaya çevrilmiştir. Astronomi, matematik, tıp

gibi ilimlerle ilgili çalışmalar yapılmıştır.

Büyük Selçuklu hükümdarı Alparslan’ın emriyle

vezir Nizamu’l Mülk tarafından 1066 yılında

Bağdat’ta “Nizamiye Medresesi”nin kurulması

önemli bir dönüm noktasıdır. Nizamiye Medreseleri,

dönemin yükseköğretim düzeyinde derslerin

verildiği bir eğitim kurumudur. Ardından İslam

coğrafyasında Basra, Belh, Nişabur, İsfahan, Herat

ve Musul’da açılan medreselerin yanında Konya’da

açılan Karatay Medresesi, Sırçalı Medrese

ve Sivas’ta açılan Gök Medrese dönemin önemli

eğitim öğretim kurumları olmuşlardır.

İspanya’da Endülüs Emevî Devleti’nde kurulan

Kurtuba Medresesi’nde ileri düzeyde eğitim verilmesi

nedeniyle Hıristiyan aileler de eğitim için

bu medreselere öğrenci göndermişlerdir. Bu eğitim

kurumları Osmanlı Devleti döneminde de gelişerek

devam etmiş ve İstanbul’da Fatih Sultan

Mehmet döneminde Sahn-ı Seman, Kanuni Sultan

Süleyman döneminde ise Süleymaniye medreseleri

bunlardan başında gelmektedir.

İslam medeniyetinde bir eğitim kurumu olan kütüphaneler

aynı zamanda araştırma merkezidir.

İslam dünyasında kültürün en yüksek seviyeye

ulaştığı XI. ve XII. yüzyıllarda pek çok şehirde

kurulan çok sayıda kütüphane ve yüz binlerce

cilt yazma eserin bulunduğu bu mekânlar önemli

birer eğitim ve araştırma mekânlarıdır.

2. Uzay-Gökyüzü-Rasathane-Astronomi

İnsanlar tarih boyunca gökyüzü hareketlerini incelemiş

ve bu hareketliliği anlamlandırmaya çalışmışlardır.

Müslümanlar da kozmoloji hakkında

ilk bilgileri Kur’an-ı Kerim’den öğrenmişler ve

özellikle Hz. Muhammed’in ibadetleri yerinde ve

zamanında yapmak gerektiği konusunda tavsiye-

12


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

lerde bulunması astronomi çalışmalarına önem

verilmesine sebep olmuştur. Müslümanlar, günlük

hayatta ve dini vecibelerin yerine getirilmesi

konusunda gökyüzünden, astronomi biliminden

faydalanmışlardır. Müslümanların bilimsel olarak

astronomi ile ilgilenmeleri Emeviler Dönemi’nde

tercüme faaliyetleri ile başlamıştır. Müslüman

Araplar ibadet vakitlerini belirlemek amacıyla

“Muvakkithaneler” açmışlardır. Astronomi eğitimi

veren bu kurumlar araştırma içerikli bir gözlemevi

vazifesi de görmekteydi.

Birçok araştırmacı ve Fuat SEZGİN de İslam tarihinde

ilk kurulan gözlemevlerinin Abbasi Halifesi

Me’mûn tarafından kurulan Şemmâsiye ve

Kâsiyûn rasathaneleri olduğunu kabul eder. Bu

rasathanelerin kurulmasıyla birlikte sistemli ve

düzenli gözlemler başlamıştır. Gözlemevlerinde

yapılan dakik gözlemler sayesinde elde edilen sonuçlar

İslam Dünyası’nda ilk astronomi tabloları

olan “Zic’i” ortaya çıkarmıştır. Abbasiler döneminde

de astronomi çalışmaları devam etmiştir.

Müslümanların bu dönemde astronomi alanında

yaptıkları tercümeler Hint ve İran astronomisinin

etkisi altındadır. Halife Harun Reşid döneminde

tercüme faaliyetlerinde Yunan astronomisi etkili

olmuştur. Müslümanlar ilk iki asır içinde Süryani,

Hind ve Yunanlılara ait temel astronomi eserlerini

tercüme ederek Batlamyus astronomi sistemini

benimsemişlerdir.

İslâm tarihinde kurulan rasathanelerin en önemlileri

Fahrüddevle (Rey), Melikşâh (İsfahan),

Merâga, Semerkant ve İstanbul rasathaneleridir.

İslâm astronomi bilimi bu rasathanelerde yapılan

gözlemler sonucunda gelişti ve Batı’da Rönesans’ın

temellerini oluşturdu. Batı devletlerinde

ise rasathane kurma çalışmaları İslâm dünyasından

yaklaşık beş yüz sene sonra başlamıştır.

3. Tıp ve Eczacılık

İslâm tarihinde tıp bilimi Hz. Muhammed döneminden

itibaren önem verilen bir bilim dalı olmuştur.

Bu dönemde görülen tıp anlayışı daha

çok tecrübeye ve geleneksel yöntemlere göre

yapılsa da Emeviler döneminde tıp alanında çalışmalar

hız kazanmaya başlamıştır. Muaviye’nin

torunu olan Hâlid b. Yezîd’in tıp alanındaki bilgi

ve çalışmaları özellikle de Hind tıbbına ait

“el-Künnaş fi’t tıbb” adlı eserini Arapça’ya tercüme

ettirmesi Araplar arasında Hind tıp anlayışının

tanınması açısından önemlidir. Ömer b. Abdülaziz’de

Harran’da bir Tıp Okulu kurdurmuştur

ancak İslâm tıbbının gelişmesinde M.350 yılında

Sasanî hükümdarı II. Şâpûr tarafından kurulan

Cündişâpûr Tıp Okulu’nun etkisi büyük olmuştur.

Müslümanlar tarafından yapılan ilk hastane

el-Velid bin Abdülmelik tarafından 706 yılında

Dımaşk’da kurulmuştur. Ardından Mısır, Suriye,

Irak ve Anadolu’da birçok hastane yapılmıştır. Fetihler

nedeniyle geniş coğrafyalara ulaşan Müslümanlar,

farklı medeniyet ve kültürlerle tanıştılar.

Abbasîler döneminde Antik Yunan, Hind ve İran

medeniyetine ait tıp alanındaki eserlerin tercüme

edilmesiyle bilimsel alanda atağa geçmişlerdir.

Abbasî halifesi Mansur döneminde çeviri

faaliyetleriyle tıbbi anlamda büyük bir ilerleme

kaydedilmiştir. Halife Mansur döneminde çevirisi

yapılan her kitabın ağırlığınca altın ödenerek

hekimler ödüllendirilmiştir. Ayrıca bu dönemde

Bağdat, Antakya ve Harran gibi şehirler tıp ilmi-

13


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

nin önemli merkezleri haline gelmişlerdir. Günümüz

anlamında tıp fakülteleri ve hastaneler

kurulması da bu dönemde gerçekleşmiştir. Yine

bu dönemde Süryanice ve Farsça yazılmış tıbbi

eserler tercüme edilmiştir. Bu çeviri faaliyetlerinde

Irak toprakları üzerinde yaşayan Cündişapûr

tıp ekolüne bağlı olarak yetişmiş Nastûrî hekimlerin

katkısı büyüktür. Aynı zamanda din adamı

olan bu Nastûrî hekimler Sâsânîler döneminde

İran dillerine ve Süryaniceye çevrilmiş olan antik

Yunan, Roma ve İskenderiye tıbbına ait kitapları

Arapçaya tercüme etmişlerdir. Bu tercüme faaliyetlerinin

neticesinde tıp, eczacılık ve toplum

sağlığı gibi alanlarda büyük bir ilerleme kaydedilmiştir.

Abbasîler döneminde tıp alanında yaşanan

bu gelişmeler neticesinde Antik Yunan,

Roma ve Mısır tıp anlayışları İran ve Hind tıbbıyla

birleşerek yeni bir sentez oluşturmuştur.

Yunanistan’dan Suriye’ye geçen tıbbi eserler

başlangıçta Süryanî diline, ardından Arâmice

ve Arapçaya aktarılarak Bağdat, Kahire ve Kurtuba

gibi bilim-kültür merkezlerine ulaşmıştır.

İspanya Yahudileri de bu eserleri Latinceye tercüme

ederek Batı dünyasına aktarmıştır. İslam

dünyasında tıp alanında yaşanan bu gelişmeler

neticesinde birer tıp otoritesi olarak kabul edilen

önemli bilim insanları yetişmiştir. Bu dönemde

İslam coğrafyasında eserleri yüzyıllar boyunca

Batı üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulan

Sâbit b. Kurre, Ebû Bekr er-Râzî, Ali b. Abbas

el-Mecûsî, İbnü’l-Cezzâr ve İbn Sînâ gibi büyük

tıp otoriterleri yetiştirmiş bulunuyorlardı.

İslam dünyasında VIII. yüzyıldan itibaren tıp alanında

yaşanan bu gelişmeler neticesinde ilaçlar

ve eczacılık alanıyla ilgili de birçok eser yazılmaya

başlanmıştır. İslâm etkisi altında eczacılık

bilimi (farmakoloji) tıptan ayrıldı ve bir meslek

olarak yeni bir statü kazandı. Emevîlerden Halid

b. Yezid, İskenderiye’deki Yunan Okulu’nun ilaç

hazırlama yöntemlerini öğrendi ve bunu İslam

dünyasına kazandırdı. Ayrıca bu disipline, Cafer-i

Sâdık, Cabîr b. Hayyân, el-Kindî ve er-Razî

gibi dönemin önemli bilim insanları da katkı bulunmuşlardır.

Abbasi Halifesi Me’mûn, ilâçların

devlet kontrolü altında yapılması ilkesini getirerek

tıp ve eczacılık alanına önemli bir katkı sağlamıştır.

Müslüman bilim adamlarının çalışmalarına örnek

olarak el- Kindî birleşik ilâçlar konusunda

da Kitâbü’l-Akrâbâzîn’i yazmıştır. İbn Sînâ’nın

el-Kānûn Fi’t-Tıb adlı eserinin ikinci kitabında alfabetik

olarak 800’ün üzerinde ilâca yer verilmiştir.

Bîrûnî de “Kitab el-Saydala” adlı eserinde ilaç

yapımında kullanılan 720 bitkisel hammadde

olan drogları alfabetik sırayla açıklamıştır. Ayrıca

Bîrûnî, eczacılığın babası olarak kabul edilmiş

ve yazmış olduğu bu eserinde eczacılık mesleğini

tarif ederek eczacının görevlerini açık bir şekilde

belirtmiştir. Dönemin önemli bir ilim, kültür

merkezi olan Kurtuba ‘da dünyaya gelen Zehravî’nin

yazmış olduğu “Kitâb et-tasrif adlı eserinde,

basit ve mürekkep ilâçlar ve hazırlanması,

bitkisel ve hayvansal gıdaların ve basit ilâçların

özelliklerinden madensel, bitkisel ve hayvansal

14


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

ilâç tabletlerinin yapımına kadar pek çok makaleye

yer vermiştir. Farmakoloji alanında yapılan

kimyasal araştırmaların ilerlemesi sonucunda da

lüks boya ve parfüm türleri de çeşitlilik kazanmıştır.

Bu dönemde doğuda Bağdat, batıda ise

Kurtuba iki önemli tıp merkezi hâline gelmiştir.

Osmanlı döneminde ise bugünkü anlamda eczanelerin

kuruluşu XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren

başlamıştır.

4. Musiki ve Farklı Disiplinler

İslâm dünyasında musiki sistemindeki teorik yapı

VIII-XIII. yüzyıllarda gelişerek Endülüs’ten Çin’e

ve Orta Afrika’dan Kafkaslar’a kadar geniş bir

alanda yaygınlaşmıştır. Bu bilgilerin Ortadoğu

coğrafyasına ulaşmasında İskenderiye, Antakya,

Harran ve Urfa gibi İlkçağ’ın önde gelen bilim

merkezlerinin büyük rolü olmuştur. İslâmiyet’in

bölgede yayılmasından sonra İskenderiye’nin

yanı sıra Anadolu, Suriye, Irak ve İran’da birçok

ilim merkezi Müslümanların eline geçmiştir. İslâm

dünyasında ilk musiki nazariyatı çalışmaları

Emevîler ve Abbâsîler devrinde başlamıştır.

İslâm dünyasında musiki çalışmalarının teori ve

sazlarla ilgili olarak yoğunlaştığı söylenebilir. İlk

İslâm filozofu olan Ya‘kūb b. İshak el-Kindî, Arap

musikisinde ilmî ekolün kurucusu olarak kabul

edilir. Kindî, ebced harflerine dayalı bir nota sistemi

kurmuş, musikiyi mantık, felsefe, hesap,

hendese ve heyet ilimleriyle birlikte değerlendirmiştir.

Kindî ayrıca “Ethos Doktrini” çerçevesinde

udun dört teliyle, gök cisimleri, burçlar, ay, rüzgâr,

mevsimler, günler ve dört unsur arasında bağ

kurduktan sonra bunların insan vücuduna etkilerini

açıklamıştır.

Kindî’den sonra musikiye dair çalışmaları günümüze

ulaşan bir diğer İslâm filozofu Fârâbî’dir.

Aynı zamanda iyi bir icracı olan Fârâbî’nin musiki

alanında telif ettiği eserlerle Musiki konusunda

Yunan ve İslâm dünyası arasında köprü vazifesi

görmüştür. Ortaçağ tıbbının önde gelen temsilcisi

olan ve musikiyi riyâzî ve eğitici ilimler arasında

sayan İbn Sînâ ise musiki konusunda müstakil bir

eser yazmamışsa da Batı kaynaklarında Yunan

eserlerini şerh edenler ekolünden sayılmaktadır.

İbn Sînâ, Fârâbî’nin müzik üzerindeki düşüncelerini

daha da genişleterek kendi sistematiği içerisinde

incelemiştir. İbnü’l-Heysem, Nasîrüddîn-i

Tûsî, İbn Bâcce, İbn Rüşd gibi birçok önemli bilim

adamının da bu alanla ilgili çalışmaları bulunmaktadır.

Ayrıca X. yüzyılda yazılan bazı tarih

ve coğrafya kitaplarında musikişinasların hayatlarına,

eserlerine ve musiki tarihine dair geniş

bilgilere yer verildiği görülmektedir. Osmanlı döneminde

İstanbul’un bir kültür ve sanat merkezi

haline gelmesinin ardından musiki nazariyatı

sahasındaki çalışmaların çoğunlukla İstanbul ve

çevresinde devam ettiği görülmektedir.

Tiyatral

Okuma

15


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

İSLAM MEDENİYETİNİN

BAŞTA BATI MEDENİYETİ OLMAK ÜZERE

DÜNYA MEDENİYETİNE KATKILARI

araştırmacılarından olan Prof. Dr. Philip K.Hitti,

Ebu Ma’şer için, “gel-git olayının prensip ve kanunlarını

Avrupa’ya öğreten, bu konudaki teoriyi

ilk defa ortaya atan kişi” diye bahsetmiştir.

Astronomi: Ebu Ma’şer, Latince’ye tercüme edilmiş

eserlerinin en önemlilerinden biri el-Medhalü’l-kebîr

ilâ ‘ilmi ahkâmi’n-nücûm’dur. Eser sekiz

“makale” halinde düzenlenmiştir. Bu makalelerde

sırasıyla astrolojinin filozofik ve tarihî gerekçesi,

sabit yıldızlarla burçların sayıları ve özellikleri,

yedi gezegenin ve bilhassa güneşle ayın yeryüzüne

olan etkileri, gezegenlerin astrolojik karakterleri

ve burçlarla gökyüzünün diğer kısımlarına

olan tesirleri, burçların birbirleriyle ve insanlarla

olan ilişkileri, burçlarla iklimler arasındaki münasebeti,

gezegenlerin güçleri ve aralarındaki

bağıntılar, astrolojiyle ilgili temel tarihî bilgiler

konu edilmiştir. Johannes Hispalensis 1133 yılında

kitabın tamamını, Hermannus Secundus

ise 1140’ta eseri özet halinde Latince’ye çevirmişlerdir.

Kitap ayrıca XIII. yüzyılda İbrânîce’ye,

XIV. yüzyılda Almanca ve İngilizce’ye çevrilmiştir.

Ebu Ma’şer’in ilim dünyası tarafından tanınmasını

sağlayan en önemli çalışması, dünyamızda her

12 saat 25 dakikada bir meydana gelen, her gün

bir önceki günden 50 dakika daha geç tekrarlanan,

Ay’ın Dünya’nın çevresinde dönmesi nedeni

ile oluşan, deniz sularının kabarıp çekilmesi

(gel-git) konusunda yaptığı astronomik temellere

dayalı astrolojik açıklamalardır. İlim tarihi

Cerrahi Aletler: Batı’da “Albucasis” olarak bilinen

Endülüs Emevî hekimlerinden Ebü’l-Kāsım

Halef b. Abbâs ez-Zehravî, yazmış olduğu “Kitâb

et-tasrif fi’t-Tıbb” adlı eserinde farklı hastalıkların

tedavisinde kullanılan cerrahi yöntem ve aletleri

ayrıntılı olarak açıklamıştır. Zehravî, bu eseriyle

cerrahî teknolojisinin gelişmesine büyük katkı

sağlamış, cerrahî makas ve bıçakları ile bistüri

gibi aletlerin şekilleri kadar onların imal edilmesinde

kullanılacak metallerin özellikleri üzerinde

de durmuştur. Ayrıca neşter, kemik testereleri,

kazıyıcı, kanca, göz ameliyatı makaslarının da

aralarında bulunduğu 200 cerrahi alet tıp alanında

hala kullanılmaktadır. Zehrâvî tarafından

ilk defa kullanılan tıp yöntemlerinin biri de açık

yaralarda hayvan bağırsağından yapmış olduğu

16


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

(katgüt) attığı dikişlerin kendi kendine kaybolduğunu

keşfetmesidir. Zehrâvî diş tedavisine yönelik

yöntem ve aletler de geliştirmiştir. Hatta

eksik dişlerin yerine hayvan kemiklerinden yapılan

yapay dişler kullanmıştır. Dünyada bugün

kullanılan cerrahi aletlerinin tümünün tasarımları

Zehravi’ye aittir. Harvard Üniversitesi kütüphanesinde

de ez-Zehravî’nin “Kitâb et-tasrif fi’ttıbb”

adlı bu ansiklopedik eseri yer almaktadır.

İlk Aşı: Konu hakkında muhtelif bilgiler olsa da

kaynaklara göre çiçek hastalığı için ilk aşı günümüzden

yaklaşık bin yıl önce Çinliler tarafından

geliştirilmiştir. Hastalığın ilk çıkış noktasının Asya

ve Afrika olduğu düşünülmektedir. Uygur Türkleri

döneminde yazılmış bazı tıp kitaplarında kızamık

ve çiçek hastalığına ilişkin bilgiler bulunmaktadır.

Bu uygulama daha sonra Anadolu’ya gelen

Türkler tarafından çiçek salgını görüldüğünde

uygulanmıştır. Orta Çağ hekimlerinden Razi, Ali

İbn Abbas ve İbn Sina’nın kitaplarında konuyla

ilgili bilgiler yer almaktadır. Razi’nin “el-Cudari

ve’l-Hasbah” adlı eseri çiçek hastalığına ilişkindir

ve burada Razi, çiçek ve kızamığı ayrı hastalıklar

olarak tanımlamıştır. Razi’nin bu eseri çiçek ve

kızamık hastalıkları hakkında yazılan ilk kitaptır.

X.yüzyılda yaşayan Ali İbn Abbas’ın Ortaçağ’ın

önde gelen hekimlerinden biridir. Tıp bilimiyle

ilgili “Kâmil el-Sınâa” adlı eseri daha sonra Kâmil

el-Sınâa Tercümesi adıyla Aydınoğlu Umur Bey

adına tercüme edilmiştir (14/15 yüzyıl). Eserde

ülser, çiçek ve kızamık hastalıklarıyla ilgili bilgi

verilmektedir. İbn Sina’nın“el-Kanun Fi’t-Tıb” adlı

eserinde de bu hastalıklarla ilgili bilgi verilmiş

ayrıca İbn Sina cüzzam, uyuz, çiçek, veba, kızıl,

tüberküloz gibi hastalıkların bulaşıcı olduğunu,

temasla geçtiğini tespit etmiş ve korunmak için

karantina uygulanmasını önermiştir. Osmanlı döneminde

“deneme yanılma” yoluyla başlayan aşı

uygulamalarıyla çiçek aşısının Avrupa’da kullanılmasından

yaklaşık 50 yıl önce Osmanlı Devleti

döneminde çocuklar çiçek hastalığına karşı

aşılanmaktaydı. Lale devri’nin başlangıcında İstanbul’da

bulunan İngiliz büyükelçisinin eşi Lady

Montagu, bu aşı uygulamasına tanık olmuş ve bu

yöntemin İngiltere’de de uygulanması için kampanyalar

düzenlediyse de bu düşüncesi destek

görmemiştir. Cevdet Paşa’nın kayıtlarında da çiçek

aşısının Anadolu Yörükleri arasında uygulandığı

belirtilmektedir.

Karanlık Oda ve Gözün Özellikleri: İbn Heysem

Batı Dünyası’nda “Alhazen” ve “Alhacen”; İslam

Dünyası’nda “Fizikçi” ve “İkinci Batlamyus”

olarak tanınmıştır. Işık ve kırılma konusunda

uzayı incelemiş ve birtakım çalışmalar yapmıştır.

X.yüzyılda yaşayan İbn Heysem, ilk kez ışığın

göz içine girerek kırılması sonucunda dünyayı

görebildiğini keşfetmiş bir Müslüman âlimdir.

İbn Heysem, duvardaki delikten gelen güneş ışığının,

dışarıdaki görüntüyü karşı duvara ters biçimde

yansıttığını keşfeden ünlü matematikçinin

mucidi olduğu “camera obscura” (karanlık oda),

bugünkü kameraların atası sayılmaktadır. Yazdığı

ünlü kitabında gözün yapısı, yanılsama, serap

17


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

olayı perspektif, ışığın kırılması ve fotoğraf makinesinin

atası olan, “karanlık oda” dan söz etmekte

ve böyle bir delikli kamera ile ters görüntü

elde edilebileceğini belirtmektedir. İbn-i Heysem

ayrıca kendine ait bir gezegenler teorisi de geliştirmiştir.

Keşifler: Batı dillerinde adı Alberuni veya Aliboron

olarak geçen Biruni, 17 yaşında bilimsel çalışmalara

başlamıştır. Dünyanın boyutu, yarıçapı

ve çevresini bugünkü değerlere çok yakın olarak

hesaplamıştır. Dünyanın eksen eğikliği ile ilgili

yaptığı çalışmayla da 23 27’ eğiklik durumunu

gerçek değere en yakın şekilde hesaplamayı

başarmıştır. Biruni, dünyanın döndüğünü, Ümit

Burnu, Amerika ve Japonya’nın varlığından ilk

bahseden bilim insanıdır. Biruni, Amerika kıtasından

ise Kristof Kolomb’un keşfinden 500 sene

önce bahsetmiştir. Matematik, Tıp, Felsefe, Coğrafya,

Fizik, Jeoloji ve Astronomi gibi birçok farklı

alanda eserler yazmıştır. Biruni, trigonometriyi

kullanarak bir dağın yüksekliğini ölçmüş ayrıca

ilk defa meridyen yayının uzunluğunu da hesaplamıştır.

Kimyanın Gelişimi: Modern kimyanın kurucusu

olarak kabul edilen Câbir bin Hayyân, araştırmalarını

deney ve matematik temelleri üzerine

oturtmuştur. O’na göre insan bilgisinin bütün

gerçeklikleri, kendisinin “ölçüler öğretisi” (ilm-el

mizan) adını verdiği denge ilişkileri prensibine

götüren bir nicelik ve ölçü sistemine bağlanabilir.

Sıvıları değişik kaynama noktalarına göre birbirinden

ayırma işlemini ilk kez Cabir bin Hayyan

bulmuştur. Bilinmeyen birçok kimyasal bileşiği

keşfetmiştir. Cabir’in keşiflerinden biri de, hidroklorik

asit ve nitrik asitin karışımıyla hazırlanan

“Kral Suyu”dur. Altını bile eritebilen bu keşif,

uzun yıllar boyunca simyada önemli bir yer

edinmiştir. Hayyan’ın çalışmaları buharlaştırma,

süzme, eritme, damıtma ve kristalleştirme gibi

yöntemler üzerinde toplanmıştır. “İmbik” Cabir

b. Hayyan tarafından geliştirilmiş ve ortaya attığı

“baz” kavramıyla Kimya’nın gelişmesine katkıda

bulunmuştur. Eserlerinden Kitab al-Kimya, XII.

yüzyılda Latince’ye tercüme edilmiştir. Bu eser

Simya ve Kimya kelimelerinin kökeni olmuştur.

Câbir bin Hayyân, eczacılık, fizik, gökbilim, coğrafya,

felsefe gibi farklı bilim dallarıyla ilgili çalışmalar

yapmış ve önemli eserler yazmıştır.

Kubbe ve Kemer: Eski Roma ve Doğu Roma

uygarlıklarında kubbe ve kemerli yapı örnekleri

bulunmaktadır. Örneğin “Ayasofya” kubbeli bir

mimari örneğidir ve 537 yılında yapımı bitmiştir

ancak Avrupa’nın birçok yerinde bulunan gotik

katedrallerin kemerlerinin, İslam mimarisinden

esinlenilerek yapıldığı belirtilmektedir. İslam

mimari anlayışının oluşumunda Greko-Romen,

Sasani ve Hindu mimari teknik ve yapılarından

esinlenilmiş ve ilk defa minare, mihrap ve min-

18


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

ber inşası bu dönemde görülmüştür. Özellikle

kubbe mimarisi konusundaki teknikler Avrupa’ya

İslam bilginleri aracılığıyla taşınmıştır.

Mil Sistemi: Diyarbakır’da Artuklular Beyliği

döneminde yaşamış Cizreli büyük mucit Cezeri’dir.

Bilgisayarın temelini atmıştır. Dünya bilim

tarihi açısından bakıldığında bugünkü sibernetik

ve robot biliminde çalışmalar yapan ilk bilim

adamı ve “sibernetik biliminin asıl kurucusu” dur.

Bu alanının en büyük dâhisi olarak kabul edilmektedir.

Yapmış olduğu robotlar, saatler, su

makineleri, şifreli kilitler, şifreli kasalar gibi 60’a

yakın makinenin mucididir. El-Cezerî’nin Artuklu

hükümdarına takdim ettiği otomatik olarak çalışan

ve ilk robotu yapıp çalıştırdığı kabul edilen

Cezeri’nin Leonardo da Vinci’ye de ilham kaynağı

olduğu düşünülmektedir.

Roma’da sabun benzeri temizlik maddeleri vardı.

Özellikle Roma’da hamam kültürüne özel bir

önem verilmekteydi. Fenikeliler ve Galyalılar için

sabun ticarette önemli bir takas aracıydı. Ancak

Batı Roma’nın 476’da yıkılmasıyla birlikte hamamlar

da tarihe karışmıştı. Roma da yaşanan

bu zengin banyo kültürü, dini açıdan kilisenin

de uygun görmemesi gibi nedenlerle insanlar

arasında giderek kişisel temizliğin de ihmal edilmesine

sebep olmuştu. Kimi tarihçiler, Avrupa’yı

kasıp kavuran veba salgınlarının başlıca sebepleri

arasında kişisel temizlikte gözlenen bu gerileme

ve sağlıksız yaşam şartlarını göstermekteydi.

Yaklaşık XVII. yüzyıla kadar bu karanlık dönem

devam etmiştir. Ancak bugünkü sabunun ilk hali

yine ilk çağlarda Araplar tarafından kullanılmıştır.

Osmanlı Devleti’nde de çok çeşitli sabun imalatı

ve tüketiminin oldukça yaygın olduğu bilinmektedir.

Sabun: Araştırmacılara göre, sabunun tarihi

binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Tarih boyunca

insanlar gerek kişisel bakımlarını yapmak,

gerekse kıyafetlerini ve çevrelerini temizlemek

amacıyla toprak, kil, kül,çeşitli bitkiler ve hayvan

yağlarından yararlanmışlardır. Eski Mısır’da,

Uçmak: Endülüslü astronomi ve kimya bilgini

olan Abbas Kasım İbn Firnas, 852 yılında Cordoba’daki

Ulu caminin minaresinden tahtadan

yaptığı kanatlarla atlayarak uçmayı denedi ancak

uçamadı. Ama tahta kanatların yarattığı paraşüt

etkisi sayesinde yere inmeyi başardı. İbn Firnas,

yapmış olduğu uzun çalışmalar sonunda yeni bir

keşifte bulunarak bir cihaz tasarladı. Bu cihazın

üzerine de kumaş geçirip, büyük kuş kanatları takarak

bir uçurumdan havalanmış ve yaklaşık 10

dakika kadar havada kalmayı başarmış, sonrasında

ise yavaşça yere inmiştir. Bu başarılı uçuş denemesi

Batı’da uçak yapıp uçmayı başaran Wright

Kardeşler’den 1023 yıl öncesine dayanmaktadır.

19


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Ali Kuşçu

Timurlular

döneminde

Semerkant’ta

yetişmiş astronom ve

matematikçi

Asıl adı Alâeddin Ali, babasının adı Muhamed’dir.

Bugün Özbekistan sınırları içinde kalan Semerkantta

XV. yüzyıl başlarında dünyaya geldiği tahmin

edilmektedir.

Babası Muhammed, Timur’un torunu olan Uluğ

Bey’in doğancıbaşısı olduğu için “Kuşçu” lakabıyla

anılmışlardır. Ali Kuşçu, doğuda müspet ilimlerin

çökmeye yüz tuttuğu bir dönemde Uluğ Bey’in

kurduğu rasathanede, onun yanında yetişmiş,

bir süre rasathanede müdürlük yapmıştır. Uluğ

Bey’in, oğlu Abdullatif tarafından katledilmesiyle

hâmîsini kaybeden Ali Kuşçu, Semerkand’dan

Hacc’a gitmek bahanesiyle ayrılarak, Azerbaycan

bölgesine geçerek Tebriz’e ulaşmıştır. Tebriz şehrinde

dönemin Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan,

Ali Kuşçu’ya büyük bir hüsnü kabul göstererek

onu yanında alıkoymuş, sonrasında ise Uzun Hasan,

Osmanlı Sultanı Mehmed Hân ile aralarını

düzeltmesi için ona elçilik teklifinde bulunmuştur.

Uzun Hasan’ın teklif ettiği elçilik görevini

kabul eden Ali Kuşçu İstanbul’a hareket etmiştir.

Ali Kuşçu İstanbul’a ulaştığında II. Mehmet, onun

müspet ilimlerde olan bilgisine ve aklî ilimlerde

olduğu kadar naklî ilimlerdeki liyakatine de hayran

olur. Ona çok ikramda bulunarak İstanbul’da

kalmasını rica eder. Ali Kuşçu, doğunun ve batının

ünlü âlim ve sanatkârlarını yanında toplama

düşüncesinde olan II. Mehmet’’in bu ricasını ancak

elçilik vazifesini tamamladıktan sonra yerine

getirilebileceğini belirterek kabul eder. Ali Kuşçu

elçilik vazifesini yerine getirdikten sonra geçtiği

her yerde saygı ve hürmetle karşılanarak Tebriz’e

geri döner. Uzun Hasan’dan izin isteyerek İstanbul’a

döneceğini söyler. Ali Kuşçu, Uzun Hasan’ın

kabul etmesiyle birlikte padişaha olan vaadi üzerine

iki yüz kişiye ulaşan akrabaları ile İstanbul’a

doğru hareket eder.

II. Mehmet, Ali Kuşçu’nun yola çıktığını duyunca

onu Akkoyunlu devleti ile Osmanlı sınırında

karşılamak için bazı adamlarını göndermiş, her

konakladıkları yer için de bin akçe harcırâh ayrılmasını

ferman buyurmuştur. Ali Kuşçu’nun Üskü-

20


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

dar’a geldiği haberi işitilince, II. Mehmet derhal

bir kadırga donattırarak İstanbul ulemâsından

bir heyeti onu karşılamaya göndermiştir.

Ali Kuşçu ikinci ve son defa İstanbul’a gelişinde

II. Mehmet ‘e hediye olarak, daha önceden Farsça

kaleme almış olduğu eseri daha da genişletip

bazı notlar ilâve ederek Arapça’ya çevirdiği ve

“Muhammediye” adıyla sunduğu bir matematik

kitabı vardır. Bu eser Ayasofya Kütüphânesi’nde

3733 numarada kayıtlı bulunmaktadır.

II. Mehmet’in 1473’de Uzun Hasan üzerine çıktığı

sefere bazı âlimlerle beraber Ali Kuşçu da davet

edilmiştir. Ali Kuşçu, sefer sırasında ve boş

kaldığı zamanlarda ilmî sohbetlerde II. Mehmet

‘in yanında bulunmuştur. Bu seferde II. Mehmet

‘e ithâf olunmak üzere Arapça bir astronomi kitabı

kaleme almıştır. II. Mehmet’in zaferiyle sonuçlanan

Otlukbeli Savaşı (11 Ağustos 1473)

sonrası astronomi kitabının bitimi de Uzun Hasan’a

karşı zaferin kazanıldığı güne rastladığından

Ali Kuşçu eserine “Fethiye” adını vermiştir.

Üç bölümden oluşan bu eserin birinci kısmında;

gezegenlerin hareketleri, ikinci kısmında; yerin

şekli ve yedi iklim, son kısmında ise yere ilişkin

ölçüler ve gezegenlerin uzaklıklarıyla ilgili bilgiler

yer almaktadır. Ali Kuşçu’nun kendi el yazısı

ile olan bu eseri Sultan II. Mehmet, Muhammediye

adlı eserle birlikte ciltletip kendi kütüphanesine

koymuştur.

II. Mehmet’in Uzun Hasan üzerine yaptığı sefer

dönüşünde Ali Kuşçu’yu gündeliği iki yüz akçe

ile Ayasofya Medresesi’ne müderris olarak tayin

etmiştir. Ali Kuşçu’nun Ayasofya müderrisliğine

tayininden önce Sahn-ı Semân medresesinin de

ders programını yaptığı ve müderrisliğinde bulunduğu

bilinmektedir. Ali Kuşçu’nun yapmış

olduğu bu ilmi faaliyetleri İstanbul’daki müspet

ilimlerin canlanmasına öncülük etmiştir. Ayasofya

Medresesi’nde verdiği dersler Osmanlı ulemâsı

arasında büyük alâka görmüş ve derslere devam

eden âlimler tarafından da artık Osmanlı

memleketinde astronomi âlimleri yetiştirilmeye

başlanmıştır. Nitekim dönemin ünlü matematikçilerinden

Sinan Paşa da Molla Lütfi aracılığı ile

onun derslerinden istifade etmiştir.

Ali Kuşçu, daha önceden Batlamyos tarafından

hesaplanan İstanbul’un boylamını yeniden hesaplamıştır.

Daha önceden hesaplandığı gibi enlem

derecesini yine 41 olarak bulmuş ve bu bilgi

doğru olduğu için değişikliğe gerek duymamıştır.

Ancak o güne kadar 60 olarak bilinen boylamı

59 olarak tespit ederek düzeltmiştir. Ali Kuşçu bu

çalışması ile birlikte İstanbul’un boylamını tam

olarak 59 derece, enlemini 41 derece 14 dakika

olarak belirlemiş ve ayrıca Fatih Camii minaresi

üzerine de bir güneş saati çizelgesi yapmıştır.

Ali Kuşçu’nun çalışmaları başta Kopernik olmak

üzere Avrupa’da birçok matematik ve astronomi

çalışmalarına da katkı sağlamıştır. Ayrıca matematik-cebir

ve geometri alanlarında kaleme aldığı

eserleri ile özellikle Osmanlı’da matematik ve

geometri çalışmalarının gelişmesinde de önemli

rol oynamıştır. Yaklaşık 2 yıl gibi bir süre kaldığı

Osmanlı’da, astronomi ve matematik çalışmalarına

ciddi bir düzenleme getiren Ali Kuşçu’nun

ortaya koyduğu çalışmalar, daha sonra Mîrim Çelebi

(torunu) ve diğer pek çok büyük bilim adamının

yetişmesine vesile olmuştur.

Ali Kuşçu’nun kelam, dil bilgisi ve matematik,

astronomi alanında da çalışmaları bulunmaktadır.

Adudüddin’in Risale-i Adüdiye’sine (Adudüddin’in

Risalesi) yaptığı yorumlar ve özellikle

Unkud-üz-Zevahir fi Nazm-ül-Cevahir (Mücevherlerin

Dizilmesinde Görülen Salkım) isimli

eserleri önemlidir.

Ayrıca Uluğ Beyin Zîc’ine yaptığı yorum, en

21


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

önemli yazılarındandır. Bunlardan başka Mahbub-ül-Hamail fi Keşif-il-Mesail (Meselelerin Keşfinde

Tılsımların en Makbulü) isimli ansiklopedik bir eseri daha vardır. Ali Kuşçu bütün bu çalışmalarının

yanında şiirle de uğraşmıştır.

Geride bıraktığı eserleri sayesinde yüzyıllar boyunca unutulmayacak olan işlere imza atan Ali Kuşçu,

15 Aralık 1474 tarihinde İstanbul’da hayatını kaybetmiş ve Eyüp Sultan haziresine defnedilmiştir.

***Ali Kuşçu’yu, er-Risâletü’l-Muḥammediyye adlı eserini

Fâtih Sultan Mehmed’e sunarken gösteren bir minyatür (eş-

Şaḳā’iḳu’n-nu’mâniyye, TSMK, Hazine, nr. 1263, vr. 113)

***Risale fi Hall-ü Eşkâl el Kamer adlı

eserinden

***el-Fethiyye adlı eserinden

Kaynakça:

Sultanların Bilim Adamı Ali Kuşçu, Ali Kuşçu,

Uluğ Bey ve Ali Kuşçu

TDV İslam Ansiklopedisi Ali KUŞÇU maddesi

Ahmet KANKAL; Ali KUŞÇU-Makale

***Ali Kuşçu’nun güneş saati

22


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Farabi

İslâm felsefesini

metot, terminoloji ve

problemler açısından

temellendiren ünlü

Türk filozofu

İslâm dünyasının yetiştirdiği en büyük filozoflardan

biri olan ve kaynaklarda kendisinden

“el-Feylesûf et-Türkî” diye söz edilen Ebû Nasr

Muhammed b. Muhammed b. Tarhân b. Uzluğ

el-Fârâbîdir. Farabi, Türkistan’da Sır-Deryâ’ya

Arıs kolunun döküldüğü, eski dönemlerde önemli

bir kültür merkezi olan Fârâb (Otrâr)’a tabi

olan Vesîc Kalesi Türk kumandanı Muhammed’in

oğludur. El-Farabi yaklaşık olarak 257/870 yıllarında

doğmuştur.

Fârâbî’nin iyi bir eğitim gördüğü Farab’daki tahsilini

tamamladıktan sonra bir süre kadılık yaptığı

bilinmektedir. Fakat ilim ve kültürün tadına

varınca mesleğini terk ederek kendisini ilme verdiği

ve hayatı boyunca devam edecek olan bir

seyahate başladığı kaynaklarda belirtilmektedir.

Fârâbî’nin bu akademik seyahat esnasında önce

Buhara, Semerkant, Merv ve Belh gibi kendi bölgesinin

veya İran’ın önemli ilim ve kültür merkezlerini

ziyaret ettiği, daha sonra Bağdat’a vardığı

tahmin edilmektedir.

Fârâbî, Felsefe öğrenimini Bağdat’ta tamamlamaya

çalıştı. Burada özellikle Ebû Bişr Mettâ b.

Yûnus’tan Mantık dersi alarak Aristo mantığını

iyice öğrendi. Arkadaşları arasında çalışkanlığı

ve zekâsıyla tanındı. Daha sonra Harrân’a gitti.

Orada Yûhannâ b. Haylân ile tanıştı ve ondan

ders alarak Mantık alanındaki bilgisini artırdı.

Yeniden Bağdat’a dönerek Aristo ve Eflâtun’un kitaplarını

inceledi. Birçok dil bilen ve çeşitli eserler

yazmış olan bu Türk filozofu, yirmi yıl kadar

Bağdat’ta yaşadı. Kitâbü’l-Hurûf, el-Elfâzü’l-müsta’mele

fi’l-Mantık ve el-Mûsîka’l-Kebîr adlı eserlerinde

bazen Arapça bir kelime veya terimin

Grekçe, Süryânîce, Farsça ve Soğdca’daki karşılıklarını

vermiş olması onun ana dilinden başka

beş altı dili bildiğini kanıtlamaktadır. Eserlerinin

çoğunu burada kaleme alan filozof, şehirde meydana

gelen karışıklıklar sebebiyle 330’da (941)

Bağdat’tan ayrılır. Farabi, önce Halep’e ardından

Dımaşk ve Mısır’a geçer. Bir müddet sonra tekrar

Dımaşk’a döner. Bu büyük Türk düşünürü

339/950 yılında 80 yaşlarında iken Şam’da hayatını

kaybeder.

23


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Fârâbî, Felsefe, Mantık, Psikoloji, Musikî, Kimya,

Matematik ve Tıp alanında önemli çalışmalar

yapmış büyük bir bilgindir. Fârâbî’nin asıl ünü

ise felsefeden ve özellikle felsefenin din ile ilgili

bahislerinden ileri gelmektedir. İslâm dünyasında

ilk defa Kindî’nin başlattığı felsefî harekete ve

onun şekillendirdiği Meşşâî akıma, kendi inanç

ve kültürünün temelini oluşturan ulûhiyyet, nübüvvet

ve meâd akîdesinin yanı sıra Eflâtun ve

Yeni Eflâtunculuk’tan aldığı bazı unsurları da katarak

eklektik bir sistem kuran Fârâbî, kazandığı

haklı şöhretten dolayı Aristo’dan sonra “Muallim-i

Sânî (İkinci Öğretmen) olarak anılmıştır.

“Sen mi daha bilgilisin, Aristo mu?” diye soranlara,

“Eğer Aristo’ya yetişseydim onun en seçkin

talebelerinden olurdum” diyerek kendinden beklenen

ölçülü davranışı göstermiştir.

Bu Türk filozofu siyaset felsefesiyle de uğraşmış

ve “Ârâ’ü Ehli’l-Medîneti’l-Fâdıla” adıyla bilinen

ünlü bir kitap yazmıştır. Bu kitapta genel bir

dünya devletini ve o devletin başkanının nasıl

olması gerektiğini anlatmıştır. Bilim tarihinde

Fârâbî’nin en önemli ve orijinal eserlerinden biri

olan Kitâbü’l-Mûsîkî Avrupa’da musikî teorilerine

temel olmuştur. Kaynaklar “kanun” denen

müzik aletini de ilk defa Fârâbî’nin icat ettiğini

söyler. Bu nedenle Farabi musiki alanında da

birçok tarihçi ve musiki nazariyatçısı tarafından

“Muallim-i Evvel” olarak kabul edilmiştir. “İhsâ’ü’l-‘Ulûm”

(İlimlerin Sayımı) ismindeki eserinde

de Aristo’dan esinlenerek kendi dönemindeki

ilimlerin tasnifini yapmıştır ve her ilmin tanımını,

teorik ve pratik açıdan değerini belirterek

eğitim ve öğretim faaliyetleri içindeki önemine

dikkat çekmiştir. Fârâbî Tahsîlü’s-Sa’âde, et-Tenbîh

‘Alâ sebîli’s-Aa’âde ve et-Tavtı’e adlı eserlerinde

de daha muhtasar bazı tasnifler vermektedir.

Filozof önce ilimleri beş ana başlık altında sınıflandırır,

sonra da aşağıda görüldüğü şekilde her

ilmin kapsamındaki diğer ilimleri sıralar:

1. Dil: Sarf, nahiv.

2. Mantık: Organon’un kapsamında yer alan sekiz

kitap.

3.Matematik: Aritmetik, geometri, optik, astronomi,

müzik, mekanik.

4.Fizik ve Metafizik :Burada fizikten maksat Aristo’nun

tabiat ilimleri alanındaki sekiz kitabıdır.

5. Medenî İlimler: Ahlâk, siyaset, fıkıh, kelâm.

Fârâbî dil ile mantık arasında yakın benzerlik

ve sıkı ilişki bulunduğu hususu üzerinde önemle

durur. Ona göre dil bilgisi hatasız konuşmanın,

mantık da doğru düşünmenin kurallarını

vermektir. Dil bir dış konuşma ise mantık da iç

konuşmadır. Şu var ki gramer bir milletin diliyle

ilgili kuralları içerirken mantık bütün insanlığın

düşüncesine ait kanunları ifade etmektedir. Gramer

bilmeyen hatasız konuşamaz, mantık bilmeyen

de her zaman doğru düşünemez.

Farabi’ye göre din, toplumun mutluluğa ulaşması

için zorunlu temellerden biridir. Toplumsal bir

olgu olan din, toplumu belirli bir yaşayışa yönlendirerek,

belli bir amacı gerçekleştirmeyi hedeflemektedir.

İslâm felsefesi tarihinde Meşşâî okulun İbn Rüşd

dönemine kadar olan yaklaşık 250 yıllık geçmişi

ana hatlarıyla Fârâbî felsefesinin izlerini taşır.

Onun kurmuş olduğu felsefî doktrin gerek öğrencileri

ve eserleri, gerekse onu eleştiren düşünürler

kanalıyla kısa zamanda Mâverâünnehir’den

Endülüs’e kadar bütün İslâm coğrafyasına yayılmıştır.

Onun yapmış olduğu ilimler tasnifi, bu

sahada eser yazan İslâm müellifleri üzerinde olduğu

kadar Ortaçağ Latin yazarları üzerinde de

büyük ölçüde etkili olmuştur.

24


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Eserleri: Fârâbî’den geriye büyük küçük 100’den fazla eser kalmıştır.

El-Medînetü’l-Fâzıla: Fârâbî’nin Bağdat’ta telifine başlayıp Dımaşk’ta 941-942 yıllarında tamamladığı

ve ölümünden iki yıl önce Mısır’da iken tekrar gözden geçirerek konu başlıklarını düzenlediği bu eser,

onun felsefî doktrinini ana hatlarıyla ortaya koyan en olgun eseri sayılmaktadır.

Es-Siyâsetü’l-Medeniyye: Mebâdî’ü’l-Mevcûdât adıyla da anılmaktadır. El-Medînetü’l-Fâzıla kadar sistematik

olmamasına rağmen bu iki kitap içerik bakımından birbirini tamamlar niteliktedir.

Kitâbü’l-Mille: İki bölüme ayrılan eserin birinci bölümünde genel olarak dinin, dinî liderin ve fıkıh

ilminin felsefe ile olan yakın ilişkisi üzerinde durulur.

İhsâ’ü’l-’Ulûm: Filozofun ilimlerin tasnifine dair hazırladığı bir eseridir.

Tahsîlü’s-Sa’âde: Bazı kaynaklarda Neylü’s-Sa’âdât şeklinde de anılan eserde filozofun içtimaî, siyasî

ve ahlâkî problemleri bir arada işlediği görülür. İçinde ilimler tasnifine de yer verilmekle birlikte kitap

genel muhtevası itibariyle ahlâka dair bir eser sayılmaktadır.

Et-Tenbîh ‘alâ Sebîli’s-Sa’âde: Mutluluk ahlâkını konu alan bu eser muhtevası itibariyle bir öncekinin

devamı mahiyetindedir.

Fusûlü’l-Medenî: Fârâbî’nin başta siyaset ve ahlâk olmak üzere çeşitli meselelere dair görüşlerinin

kısa fasıllar halinde ifadesinden ibaret bir eserdir.

El-Cem’ Beyne Re’yeyi’l-Hakîmeyn: Eflâtun ile Aristo’nun görüşlerini uzlaştırmak amacıyla kaleme

alınan eserde ihtilâf konusu olan on üç mesele tespit edilmiş, bunların farklı açılardan yorumlanmasıyla

iki filozofun ortak bir noktada birleşecekleri ispat edilmeye çalışılmıştır.

El-İbâne ‘an Garazi Aristotâlîs fî Kitâbi Mâ Ba’de’t-Tabî’a: Fârâbî, dört sayfa tutan bu risaleyi Aristo’nun

Metafizika adlı eserini tanıtmak amacıyla kaleme almıştır.

Me’âni’l-’Akl: Kaynaklarda isminin başına “kitap”, “risale” ve “makale” kelimeleri getirilerek zikredilen

bu eserde Fârâbî akıl teriminin altı ayrı anlamı bulunduğunu söyler.

Risâle Fimâ Yenbağī En Yükaddem Kable Te’allümi’l-Felsefe: Felsefe öğrencilerine bir kılavuz olmak

üzere yazılan bu risalede Fârâbî İlkçağ’daki yedi felsefe ekolünü tanıttıktan sonra Aristo’nun eserlerinin

tasnifini yapmakta ve bu filozofun doktrinini anlayabilmek için uygulanması gereken yöntem

üzerinde durmaktadır.

‘Uyûnü’l-Mesâ’il: Ahlâk ve siyaset dışında Fârâbî felsefesinin özeti sayılabilecek olan bir eserdir.

El-Mesâ’ilü’l-Felsefiyye ve’l-Ecvibetü ‘Anhâ: Felsefe ve mantık alanında sorulan kırk üç soruya verilen

cevaplardan oluşmaktadır.

25


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Et-Ta’lîkāt: Bazı kaynaklarda Te’âlîḳ fi’l-Hikme adıyla da anılan eser, çeşitli felsefe problemleriyle ilgili

101 kısa notun bir araya getirilmesiyle oluşmuş bir risaledir.

Ed-De’âva’l-Kalbiyye: Fârâbî felsefesinin temel problemlerine ait bir özet niteliğini taşımaktadır.

İsḇâtü’l-Müfârakāt: Ay üstü âleminde maddeden bağımsız şekilde bulunduğu ve gezegenlerin dinamik

olarak hareketini sağladığı kabul edilen akılların ispatını konu alan bir risaledir.

Felsefetü Aristotâlîs: Aristo’nun ahlâk ve siyaset dışındaki eserlerinin bir kritiği mahiyetindedir.

Felsefetü Eflâtûn: Eflâtun felsefesini tanıtmak amacıyla kaleme alınan eserdir.

Risâle fi’l-Hâlâ: Atomculuğa karşı maddî kâinatta boşluğun bulunmadığını ispat etmek üzere kaleme

alınan ve bilim tarihi açısından büyük önem taşıyan eserdir.

El-Fusûlü’-Hams: Mantığa yeni başlayanlar için özet bilgiler içeren ve Fusûlün Yuhtâcü İleyhâ fî

Sınâ’ati’l-Mantık adıyla da anılan bir risaledir.

Şerh li-Kitâbi Aristotâlîs fi’l-’İbâre: Mantık kitapları arasında Fârâbî’nin en hacimli eseridir.

El-Musika’l-Kebir: Asıl adı Kitabü Şına ati İlmi’l-Musiki olan bu eser İbn Ebu Usaybia’nın ifadesiyle

el-Musikal Kebir adıyla şöhret bulmuştur.

Kitabü İhşa’i’l-ika’at: Musiki usullerine dair olan bu eserin tek nüshası 1958 yılında Ahmet Ateş tarafından

Manisa il Halk Kütüphanesi’nde tespit edilmiştir.

Kitab Fi’l-ika At: Farabi’nin usullere dair ikinci eseridir. Eserin tek nüshası Topkapı Sarayı Müzesi

Kütüphanesi’ndedir .

Fârâbî hakkındaki ilk modern çalışmalar XIX. yüzyıldan itibaren

Batı’da başlamış olup bu çalışmalar monografiler, armağan

kitaplar, eser tetkiki ve neşri, makaleler, konferanslar, tebliğler,

tercümeler, ansiklopedi maddeleri, yıllıklar, bibliyografyalar vb.

şekillerde Batı ve Doğu ilim dünyasında halen devam etmektedir.

Kaynakça:

1. Esra TÜRKSEVER, Mehmet ÇİÇEK; INJOSOS AL-FARABI

INTERNATIONAL JOURNAL ON SOCIAL SCIENCES/ AL-FARABİ

ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ ISSN - 2564-7946 2018

Vol. 2/2 21 FARABİ’NİN DÜŞÜNCE DÜNYASI İÇERİSİNDE DİN VE

FELSEFE İLİŞKİSİ

2. TDV İslam Ansiklopedisi “FARABİ” maddesi, (Müellif Mahmut KAYA)

3. Süleyman SÜLÜCÜ, İbrahim Hakkı AYDIN; Fârâbî Bibliyografyasına

Bazı İlaveler, Türk Dünyası Araştırmaları, Haziran, 1987, s. 192-208;

4. Yaşar AYDINLI; FARABİ’NİN BİLGİ ANLAYIŞINA GENEL BİR BAKIŞ,

Bilimname IV, 2004/1, 5-16

26


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Ibn-i Sina

İslâm Meşşâî

okulunun en büyük

sistemci filozofu,

Ortaçağ tıbbının önde

gelen temsilcisi

Asıl Adı Ebu Ali el-Hüseyn b.Abdillâh b.Ali b. Sina’dır

İbn Sina 980 yılında Özbekistan’ın Afşana

şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası önemli bir

bilim insanı olan Abdullah bin Sina’dır. İbn Sina,

Ortaçağ âlim ve düşünürleri tarafından kendisine

verilen “Eş-Şeyhü’r-Reis’’ unvanı ile de bilinir.

Batı’da genellikle Avicenna olarak bilinmekte ve

“filozofların prensi” olarak nitelendirilmektedir.

İbn Sina olağanüstü bir zekâya sahipti ve 10 yaşlarındayken

Kur‘an-ı Kerim’i ezberledi. İbn Sina

babasından geometri, aritmetik ve felsefe konusunda

ilk bilgilerini aldı. Babasının isteği üzerine

Mahmud el-Messah’tan Hint Aritmetiği dersi aldı.

Ardından Ebu Muhammed İsmail ez-Zâhid’den

fıkıh, Ebu Abdullah en Nâtilî’den Porfirios’un İsagucî

kitabını, Öklid’in Elementler kitabını ve Batlamyus’un

Almagest’ini okumuştur. İbn Sînâ

astronomi, felsefe, kimya, tıp ve eczacılık alanlarında

da ileri bir düzeye ulaşmıştır.

Kendi ifadesine göre daha on altı yaşında iken

birçok tabibin onu bir tıp otoritesi olarak görüp

bilgisinden faydalandığı İbn Sînâ, tıpta teoriden

pratiğe geçerek bilgilerini daha da geliştirdi.

Mantık, matematik ve fizik alanlarında ilerleme

kaydedip metafizik alanındaki eserleri incelemeye

başladı. Felsefe ve tıp alanında oldukça

ün kazanan İbn Sina Samani Hükümdarı Nuh b.

Mansur’un ağır bir hastalığa yakalanması üzerine

saraya davet edildi. Saray doktorları ile birlikte

sultanın tedavisi konusunda başarılı oldu.

İbn Sina, bu başarısından dolayı daha on sekiz

yaşında saray hekimi oldu. Bu görevi sayesinde

sarayın zengin kütüphanesine girerek tıpla ilgili

eserleri okuma ve inceleme imkânına kavuştu.

Bir süre sonra yanarak yok olan kütüphanede

daha önce ismini bile duymadığı pek çok tabip

ve düşünürü okuma fırsatını elde etmişti. Böylelikle

18 yaşında çağının bütün ilimlerini öğrendi.

Ebü’l-Hüseyin el-Arüzi’nin, kendisi için ilim ve

felsefe konusunda kapsamlı bir kitap yazmasını

teklif etmesi üzerine matematik dışındaki bütün

ilimleri içine alan “el-Hikmetü ‘l-’Aruziyye” adlı

bir eser kaleme almıştır. İbn Sina’nın hayatında

babasının ölümünden (393/ I003) sonra siyasi

27


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

ilişkiler yoğunluk kazanmıştır. İbn Sina Buhara’dan

Harizm’de bir kasaba olan Gürgenç’e gitti.

Burada mahalli bir emir olan Ali b. Me’mün, İbn

Sina’ya Gürgenç’te kaldığı müddetçe maaş bağladı.

Emirin sarayında Biruni, Ebu Sehl el-Mesihi

ve İbnü’l-Hammar gibi âlimler de bulunuyordu.

İbn Sina ile Birüni arasında fizik ve astronomiye

dair bazı münazaralar bu sırada gerçekleşti.

Ardından Nesa, Tus gibi şehirlerden geçerek

Cürcan’a geldi ve el-Ḳānûn fi’t-Tıbb’ın başlangıcı

ile Muhtasarü’l-Mecisṭî gibi birçok eserini burada

telif etti.

Bir süre Cürcan’da kaldıktan sonra Rey şehrine

gitti burada Büveyhî hükümdarı Şemsüddevle’yi

tedavi etmek için bir müddet onun sarayında bulundu.

Burada hükümdarı iyileştirmeyi başaran

İbn Sînâ birçok mükâfatla birlikte hükümdarın

dostluğunu da kazandı hatta hükümdarla birlikte

savaşa da katıldı. Savaş sonrası kendisine vezirlik

teklif edilen İbn Sînâ bu görevi kabul etti. Fakat

ordu içerisinde huzursuzlukların ardından isyan

çıktı. İbn Sînâ’nın evini kuşatan isyancılar onu

hapse atıp bütün mallarına el koydular; ayrıca

Şemsüddevle’den filozofun öldürülmesini istediler.

Bu isteği kabul etmeyen hükümdar isyancıları

yatıştırmak için onu görevinden uzaklaştırmak

zorunda kaldı. Ancak yeniden hastalanan Şemsüddevle

İbn Sina’dan tekrar kendisini tedavi etmesini

istemiş ardından İbn Sînâ yeniden vezirlik

makamına getirilmiş ve öncekinden daha fazla

itibar görmüştür.

Gündüzleri devlet işleriyle meşgul olan İbn Sina,

öğrenci yetiştirme işini de ihmal etmeden geceleri

ders vermeye devam etmiştir. Bir süre sonra

siyasi sebeplerle İbn Sînâ ile Büveyhîler arasındaki

gerginlik artmış, hatta İbn Sînâ kendisine

düşmanlık besleyen bazı kişilerin de faaliyetleri

üzerine Ferdecân Kalesi’ne hapsedilmiştir. Kalede

dört ay kalan İbn Sina, Alâüddevle’nin Hemedan’a

bir sefer düzenleyip orayı ele geçirmesinden

sonra serbest bırakılmıştır. Alâüddevle’de

İbn Sînâ’yı vezirliğe getirmiş ve önemli işleri onun

yetkisine bırakmıştır. Alâüddevle’nin düzenlediği

ilmî toplantılar filozofun şöhretinin İsfahan çevresinde

yayılmasını sağlamıştır. İsfahan’da kaldığı

yıllar boyunca sakin bir hayat süren İbn Sînâ,

Gazneli Hükümdarı Sultan Mesud’un İsfahan’ı

ele geçirmesinden sonra evinin ve kütüphanesinin

yağmalanması üzerine büyük bir üzüntü geçirmiş

ve sağlığı da bozulmuştur. Alâüddevle ile

Hemedan üzerine sefere çıktığında yolda hastalanan

İbn Sina 57 yaşlarında iken Hemedan’da

hayatını kaybetmiştir. Ardında yüzlerce eser bırakan

bu önemli bilim insanı henüz mikroskobun

keşfedilmediği bir dönemde, “Her hastalığı

yapan bir kurttur. Yazık ki onu görecek elimizde

alet yoktur.” sözleri ile dikkat çekmiş yapmış olduğu

çalışmalarla tıp ilminde çığır açmıştır. Kindî

ile başlayan İslâm felsefe geleneğinin zirvesinde

bulunan İbn Sînâ, felsefe alanında Fârâbî’nin öğrencisi

ve halefi olmakla birlikte üstadını aşmış

önemli bir bilim insanıdır.

*İbn Sina’nın çizimiyle insan

anatomisi

Kaynakça:

TDV İslam Ansiklopedisi; “İbn Sînâ”, maddesi,

(Müellif Ömer Mahir ALPER)

Hilmi Ziya Ülken, “İbn Sînâ”, İA, s. 807-824

28


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Eserlerinden örnekler:

Kitabü’ş-Şifa: 22 ciltlik bir eser olup mantık, fizik, geometri, astronomi, matematik, müzik ve metafizik

konularında dönemin tüm bilgilerini bir araya getiren bir ansiklopedidir.

El Kanun fi’t Tıb: Bu kitap Yunan hekimlerinin bulgularıyla birlikte kendi gözlem ve deneylerine de

dayanan sistematik bir ansiklopedidir. İbn Sina’nın en ünlü kitaplarının başında gelir. Bu eser XII.

yüzyılda Latinceye çevrilmiş ve Batı’da büyük bir etki yaratmıştır. Fransa’nın en meşhur tıp fakültelerinde

temel tıp kitabı olmuştur. Yaklaşık 700 yıl boyunca Batı’da üniversitelerde ders kitabı olarak

okutulmuştur. Günümüzde Paris Üniversitesi’nin tıp fakültesi öğrencileri St. Germain Bulvarı yakınlarındaki

konferans salonunda İbn Sina ve er-Razi gibi iki bilginin portreleri ile karşılaşırlar. Beş

kitaptan oluşan bu ansiklopedik eserin birinci kitabı, anatomi ve koruyucu hekimlik, ikinci kitabı

basit ilaçlar, üçüncü kitabı patoloji, dördüncü kitabı ilaçlarla ve cerrâhî yöntemlerle tedavi ve beşinci

kitabı ise çeşitli ilaç terkipleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler vermektedir.

Kitabu’n-Necat: Felsefenin temel konularında okuyucuya bilgi vermek amacıyla yazılmış bir eserdir.

(1026/1027)

Kitabu’l-İşaret ve’t-Tenbihat: Felsefenin mantık, tabîiyyât, ilâhiyyât ve ahlâk konularında yazılmış

olup eş-Şifâ’daki ilgili bölümlerin özeti niteliğinde olmasına rağmen ortaya konulan görüşlerin yeni

bir sistematik içerisinde verilmesi nedeniyle özgün bir eserdir.

Dânişnâme-i ‘Alâ’î: Felsefe alanında Farsça olarak yazılmış ilk ansiklopedik eserdir.

El-Mebde’ ve’l-Me’âd: Metafizik ve ahlâk konusunda yazılmış olup üç bölümden oluşmaktadır.

Ahvâlü’n-Nefs: Nefsin tanımı, oluşumu, güçleri, bedenle ilişkisi, ölümsüzlüğü ve mutluluğu gibi

konuları ele alan bir eserdir.

Lisânü’l-’Arab: Müellifin İsfahan’da bulunduğu sırada yazdığı Arapça sözlüktür. Bir Arap bilgini

onun Arapça bilgisini yetersiz gördüğünden İbn-i Sina üç yıl Arapçaya çalışarak müsvedde biçiminde

Lisanü’l Arab’ı yazmıştır.

*Kitab’ üş Şifa

*El-Kanun Fi’t Tıb

29


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Piri Reis

Kitâb-ı

Bahriyye müellifi,

ünlü Osmanlı denizci

ve kartografı

Piri Reis’in doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle

birlikte Gelibolu’da 1470’de doğduğu tahmin

edilmektedir. Asıl adı Pîrî Muhyiddin, babası

Hacı Mehmed’dir. Karamanlı bir ailenin çocuğu

olan Muhyiddin Piri’nin ailesi, Fatih Sultan Mehmed

döneminde padişahın emri ile Karaman’dan

İstanbul’a göç ettirilmiş, aile bir süre İstanbul’da

yaşadıktan sonra Gelibolu’ya yerleşmiştir.

Hayatı hakkındaki bilgiler daha çok Kitab-ı Bahriye’de

yazdıklarına dayandırılmaktadır. Burada

anlattığına göre amcası Kemal Reis’le birlikte

Venedik’e ait kale ve sahiller başta olmak üzere

bütün Akdeniz’de korsanlık yapmıştır. II. Bayezid

tarafından donanmayı kuvvetlendirmek için

Kemal Reis gemileri ve leventleriyle birlikte Osmanlı

hizmetine çağrılmıştır. Piri Reis deneyimli

bir denizci olarak Kemal Reis ile birlikte Osmanlı

donanmasına katılmıştır. 1499’da başlayan Osmanlı-Venedik

deniz savaşlarında Piri Reis, ilk

kez kendi savaş gemisinin kaptanı olarak görev

almıştır. 1499’da İnebahtı fethedilmiş, donanma

da kışı orada geçirmiştir. Aynı zamanda Pîrî Reis,

1495-1510 yılları arasında yapılan Moton, Koron,

Navarin, Midilli ve Rodos gibi deniz seferlerinde

görev almıştır. Piri Reis, Ege’de ticaret

güvenliğini sağlamak amacıyla amcasıyla birlikte

denizlerde mücadele etmiştir.

Kuzey Afrika ve Endülüs’teki Müslümanların korunmasında,

İspanya’ya düzenlenen akınlarda,

Portekizlilere karşı Memlükler’e yardım götürülmesinde

yine amcasının yanında yer almıştır.

1511’de amcasının bir deniz kazasında ölümünden

sonra Pîrî Reis’in hayatında yeni bir dönem

başlamış ve Gelibolu’ya yerleşmiştir. Pîrî Reis,

Gelibolu’da kaldığı dönemde dünya haritasını

hazırlamıştır.(1513) Bugün elimizde olan, Orta

ve Güney Amerika’nın doğu kıyıları ile Avrupa ve

Afrika’nın batı kıyılarını gösteren harita, bu dünya

haritasının bir parçasıdır.

Yavuz Sultan Selim’in 1516-1517 yıllarında yapılan

Mısır seferine gemi reisi olarak katılan Pîrî

30


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Reis, Nil nehri üzerinden Kahire’ye ulaştığında

yapmış olduğu ilk dünya haritasını padişaha takdim

etmiştir. Kanûnî Sultan Süleyman’ın Belgrad

seferi (1521) sırasında Tuna donanmasında bulunmuştur.

Hâin Ahmed Paşa isyanını bastırmak

için (1524) deniz yoluyla Mısır’a giden Sadrazam

Makbul İbrâhim Paşa’nın filosunda da “kılavuz”

olarak görev yapmıştır. Ancak hava muhalefeti

nedeniyle yola devam edemeyen gemiler Rodos’a

sığınmak zorunda kalmıştır. Piri Reis, bu

yolculukta Sadrazam İbrahim Paşa ile yakından

görüşme fırsatı bulmuş, sadrazam da Pîrî Reis’in

yazmış olduğu ilk Kitâb-ı Bahriyye müsveddesini

gemide incelemiştir.

Deniz ilminde usta olduğunu görünce de“Kitabı

düzeltip tamamla getir, Cihan Şahı Kanuni Sultan

Süleyman’a sunalım” demiştir. Pîrî Reis de sadrazamın

isteği üzerine kitabını temize çekmek için

Gelibolu’ya döner. 1526’da Kitâb-ı Bahriyye’nin

ikinci telifini ve 1528’de ikinci dünya haritasını

Kanûnî’ye sunar. Daha sonra Barbaros Hayreddin

Paşa’nın yeniden kurduğu donanmaya katılır.

Korfu kuşatması (1537) için Avlonya’da toplanan

Osmanlı donanmasında Pîrî Reis’e bir hil‘at giydirilmiştir.

1547’de Ferhad Paşa’nın yerine Hint

kaptanlığına getirilmiştir. Piri Reis, Süveyş’ten hareketle

Hint Okyanusu’nda bir Osmanlı üssü olan

Aden’e gelmiş ve burada Portekizlilerle yapılan

mücadele sonucunda 1549’da Aden fethedilmiştir.

Mısır Beylerbeyi Dâvud Paşa’nın Aden’in fethi

haberini İstanbul’a bildirmesi üzerine Pîrî Reis’e

100.000 akçelik terakkî verilmiş, diğer kumandanların

da ulûfeleri arttırılmıştır. Ayrıca 1550 de

sancak beyi rütbesindeki Hint Kaptanı Pîrî Reis’e

25.000 akçe terakkî verildiğine kaynaklarda rastlanmaktadır.

1552’de önemli bir Portekiz üssü

olan Maskat ele geçirilmiş, Hürmüz kalesi kuşatılmışsa

da Piri Reis bu kuşatmanın uzun sürmesi

üzerine Portekiz donanmasının baskınına

uğramaktan endişe duyarak muhasarayı kaldırmış

ve Basra’ya doğru hareket etmiştir. Ancak bu

kuşatmanın kendisine verilen altın ve mücevher

karşılığında kaldırıldığı haberleri de Basra’da yayılmaya

başlamıştır. Piri Reis asıl donanmayı burada

bırakarak 3 kadırga ganimet ile Süveyş’teki

donanma merkez tersanesine dönmek üzere

yola çıktığı yolda kadırgalardan birinin battığı

ancak 2 kadırga ile Süveyş’e geri dönebildiği belirtilmektedir.

Bu gelişmeler üzerine Basra Valisi

Kubad Paşa’nın kışkırtması ve Mısır Beylerbeyi

Davud Paşa’nın iftira mektupları üzerine Dîvân-ı

Mısır’da Piri Reis, kuşatmayı kaldırmak ve donanmayı

bırakmak suçlarından yargılanmıştır.

Halep’te bulunan Kanuni Sultan Süleyman’ın fermanı

üzerine de 1554’te boynu vurularak idam

edilmiştir. İdam edildiğinde 80 yaşının üzerinde

olan Piri Reis’in terekesi Mısır’daki idareciler tarafından

müsadere edilerek İstanbul’a gönderilmiştir.

*Kitâb-ı Bahriyye’de Venedik’i

tasvir eden minyatür (Millet Ktp.,

Coğrafya, nr. 1, vr. 79b)

31


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Eserleri:

Dünya Haritası: Pîrî Reis’in en önemli eserlerinin başında çizmiş olduğu dünya haritaları gelir. Gelibolu’da

çizdiği 1513 tarihli dünya haritasının parçası İspanya, Portekiz ve Batı Afrika kıyıları ile

Amerika kıtasının doğu kıyılarını göstermektedir. Günümüzde mevcut en eski dünya haritası olması

bakımından oldukça önemlidir. Haritanın kaynaklarını ise Doğu ve Batı dünyasından kendisine ulaşan

eski haritalar ve Kristof Kolomb’un haritası oluşturur. 1528-29 tarihleri arasında çizdiği ikinci

dünya haritası Atlas Okyanusu’nun kuzeyini, Kuzey ve Orta Amerika kıyılarını göstermektedir. Bu

dünya haritaları renkli olarak ve deri üzerine yapılmıştır.

Kitab-ı Bahriye: Ege ve Akdeniz kıyılarının atlası niteliğindeki Kitâb-ı Bahriyye adlı eseriyle Piri Reis

büyük ün kazanmıştır. İlki 1521’de mensur olarak, ikincisi gözden geçirilmiş ve temize çekilmiş, kısmen

manzum şekilde 1526’da Kanûnî Sultan Süleyman’a takdim edilmiştir. Birinci telif Kitâb-ı Bahriyye

nüshalarında en fazla görülen 134 olan harita sayısı ikinci telifte 223’e ulaşmaktadır Asıllarından

kopya edilmiş nüshaları İstanbul ve dünyada önemli merkezlerinin (Berlin, Dresden, Paris,

Viyana, Londra gibi) özel ve devlet kütüphanelerinde bulunmaktadır. Yabancı dillerde tam ve kısmî

tercümeleri bulunmaktadır.Temel olarak önemli bir denizcilik kılavuz kitabıdır.

Ayrıca Hadikat’ül Bahriye, Bilad-ül Aminat ve Eşkalname adlı eserleri de bulunmaktadır.

*Kitâb-ı

Bahriyye’de

Venedik’i tasvir

eden minyatür

(Millet Ktp.,

Coğrafya, nr. 1, vr.

79b)

*Pîrî Reis’in Kitâb-ı

Bahriyye adlı eserinin

ilk sayfası (TSMK,

Hazine, nr. 642)

*Piri Reis’in Kaş

Haritası”

Kaynakça:

Afet İnan, Piri Reis’in Hayatı ve Eserleri, Türk

Tarih Kurumu

TDV İslam Ansikopedisi, “Piri Reis” maddesi,

Müellif, İdris BOSTAN

Mine Esiner Özen, Piri Reis ve Müntehab-ı Kitab-ı

Bahriye, Osmanlı Bilimi Araştırmaları

“Piri’nin Dünya Haritası”

32


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Ömer Hayyam

İranlı âlim,

matematik bilgini,

fizikçi, astronom, şair

ve filozof

Horasan eyaletinin merkezi Nîşâbur’da 1048 yılında

doğduğu düşünülmektedir. Asıl adı Ebü’l-

Feth Gıyâsüddîn Ömer b. İbrâhîm el-Hayyâm’dır.

Hayatının büyük bir kısmını Nişabur ve Semerkant’ta

geçirdi. Sözlükte Hayyâm kelimesi “çadır

yapımcısı” anlamına gelmektedir. Ayrıca

Hayyam’ın İran’a yerleşmiş Arap asıllı Hayyâmî

kabilesine mensup olabileceği ile ilgili görüşler

bulunmaktadır. İbn Sînâ ekolüne mensup bir

âlim-filozof olarak kabul edilen Ömer Hayyâm

matematik, geometri, astronomi, fizik ve tıp bilimleriyle

ilgilenmiş, birçok icadı ve eseri bulunmaktadır.

Ayrıca müzikle uğraşmıştır. Doğu

edebiyatında rubai türünün kurucusudur. İbn Sina‘dan

sonra Doğu’nun yetiştirdiği en büyük bilgin

olarak kabul edilmiştir. Hayyam, İran’ın Büyük

Selçuklu yönetiminde olduğu dönemde

yaşamış ve Selçuklu veziri Nizamülmülk, bilgisine

çok güvendiği için devlet yönetimi konusunda

Hayyam’dan yardım istemiştir. Ancak Hayyam,

saray entrikalarından uzak kalmayı tercih ettiği

için bu teklifi kabul etmemiş, kendini bilimsel

araştırmalara adamıştır. Horasan bölgesindeki

Semerkant, Belh, Buhara, İsfahan ve Merv gibi

şehirleri ve bilim merkezlerini gezmiş ve Bağdat‘a

da gitmiştir.

Ömer Hayyâm, Doğu’nun en fazla hayranlık duyulan

şairi ve en tanınmış âlimlerinden biridir.

Hayyâm’ın genelde matematiğin ve özelde analitik

geometrinin gelişimi üzerindeki etkisi çok büyüktür.

Hayyâm’ın katkıda bulunduğu alanların

en önemlisi cebirdir. İlk olarak Öklid tarafından

ikinci dereceye kadar özel durum olarak keşfedilen

denklemler Ömer Hayyam tarafından genişletilmiştir.

Bu alanda üçüncü dereceden kübik

denklemleri de kapsayan birçok cebirsel denklemi,

matematik tarihinde ilk kez Ömer Hayyam

sınıflandırmıştır. En değerli cebir eserlerinden

biri olan Risâle fi’l-Berâhîn ‘alâ Mesâ’ili’l-cebr

ve’l-Mukabele’de denklemlerin birden fazla köklerinin

bulunabileceğini göstermiş ve bunları kök

sayılarına göre sınıflandırmıştır. Bu arada üçüncü

dereceden denklemleri terim sayılarına göre tasnif

etmiş ve her grubun çözüm yöntemlerini belirlemiştir.

Matematik bilgisi ve yeteneği zamanın

33


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

çok ötesinde olan Ömer Hayyam, 13 farklı 3. dereceden

denklem tanımlamıştır. Denklemleri çözerken

çoğunlukla geometrik metod kullanmıştır.

Hayyam, binom açılımını ve bu açılımdaki katsayıları

bulan ilk kişidir. Üçüncü dereceden denklemleri

sistemli bir şekilde çözdüğü için Hayyâm,

cebirde Hârizmî’nin gerçekleştirdiği gelişmenin

ötesine geçmiştir. Paskal Üçgeni olarak bilinen

matematik kavramı da aslında Ömer Hayyam tarafından

oluşturulmuş “Hayyam Üçgeni”dir.

Astronomi alanına da büyük katkıları olan Ömer

Hayyâm, İbnü’l-Esîr’in verdiği bilgiye göre 1074-

75 yılında Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah tarafından

İsfahan’a davet edilerek bir bilim heyetinin

başkanlığına getirilmiş ve bir rasathâne

kurup o yıllarda kullanılan Yezdicerd takvimini

düzeltmekle görevlendirilmiştir. Ömer Hayyâm

ile diğer bilim adamları yaptıkları çalışmalar sonucunda

bu takvimi düzeltmek yerine mevsimlere

tam uyum gösterecek yeni bir takvim düzenlemenin

daha doğru olacağına karar vermiştir.

Böylece güneş yılı uzunluğu 365,2424 (modern

ölçümlere göre gerçek uzunluk 365,2422 gün

ve dolayısıyla hata payı 5000 yılda 1 gün olan

“Celâlî takvimi” ortaya çıkmıştır. Heyet ayrıca

“Zîc-i Melikşâhî” adlı bir zîc hazırlamış, kurulan

rasathâne de Melikşah’ın ölümüne (ö.1092) kadar

faaliyetlerini sürdürmüştür.

Hayyâm, rubâîleriyle tanınmış bir şairdir. Kendine

özgü üslûbunu yansıtan rubâîlerin sayısı 100

civarındadır. Rubâîlerinin Latince çevirileri XVIII.

yüzyılda ortaya çıkmaya başlamıştır. Hayyâm’ı

bir şair olarak Batı’ya asıl tanıtan ve sevdiren ise

Edward Fitzgerald’ın yaptığı İngilizce tercümelerdir.

Ömer Hayyam, yaptığı çalışmaların birçoğunu

kaleme almamış olmasına rağmen kendisi

birçok teori ve icadın isimsiz kahramanıdır. Bu

büyük bilginin Nîşâbur’da net olarak bilinmemekle

birlikte 1131/1132 yılında seksen beş yaşlarında

hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir.

Ömer Hayyam’ın ismi 1970’te Ay’ın üzerindeki

bir kratere, 1980’de de yeni bulunan bir kuyruklu

yıldıza adı verilmiştir.

*Ömer Hayyâm’ın Nîşâbur’daki türbesi

KAaynakça:

TDV İslam Ansiklopedisi, “Ömer Hayyam” maddesi,

Müellif, Yavuz UNAT

Yakup Kenan, Ömer Hayyâm ve Rubaîleri, İstanbul 1967

*Ömer Hayyâm’ın Rubâ’iyyât’ının

ilk iki sayfası (Süleymaniye Ktp.)

34


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Eserleri:

Levâzımü’l-Emkine: Felsefî bir eserdir.

Risâle fî taksîmi Rub’i’d-Dâ’ire: Üçüncü dereceden denkleminin çözümüne ilişkindir.

Risâle fi’l-Berâhîn ‘alâ Mesâ’ili’l-cebr ve’l-Mukabele: Denklemlerin sınıflandırılmasına ve her grubun

çözüm yöntemlerine ilişkindir.

Risâle fî Şerhi mâ Eşkele min Musâderâti Kitâbi Öklîdes: Öklid’in Elementler’i üzerine bir yorumdur.

Nevrûznâme: İsfahan’da Celâlî takvimi dâhil kendi yönteminde hazırlanan takvimler üzerinedir.

Zîc-i Melikşâhî: Hayyâm’ın kendi kurduğu gözlemevinde yapılan gözlem sonuçlarını içerir.

Mîzânü’l-hikem fî İhtiyâli Ma’rifeti Mikdârey ez-Zeheb ve’l-Fidda fî cismin Mürekkebin Minhümâ: Metal

alaşımlarındaki altın ve gümüş miktarının cebirsel yöntemlerle belirlenmesi hakkındadır. Abdurrahman

el-Hâzinî tarafından tamamlanmıştır.

Fi’l-kustâsi’l-Müstakīm: Hayyâm’ın icat ettiği hidrostatik teraziyle ilgili olup Hâzinî’nin Mîzânü’l-hikem’inin

yedinci kitabının sekizinci bölümünde geçer.

Silsile-i Tertîb: Dört bölüm halindeki eserde birinci ve ikinci bölümler Fârâbîci ve İbn Sînâcı kozmolojinin

temel öğelerini, üçüncü bölüm külliyyât ve kategoriler, dördüncü bölüm ise hakikat konularını

içerir.

el-Kavl ‘ale’l-Ecnâs elletî bi’l-Erba: Eserde müzikte diatonik, kromatik ve harmonik olmayan tonlar ele

alınır ve bu üç ton dışında 4/3 oranıyla gösterilen dördüncü bir ton daha verilir.

el-Kevn ve’t-Teklîf

Cevâb’an Selasi Mesâ’il: Żarûretü’t-Teżâd fi’l-’âlem ve’l-Cebr ve’l-Beka

ez-Ziyâ’ el-’Aklî fî Mevzû’i’l-’İlmi’l-Küllî

Risâle fi’l-Vücûd

Şerhu’l-Müşkil min Kitâbi’l-Mûsîka

Rubâ’îyyât: Pek çok dile çevrilmiştir.

*Ömer Hayyam’ın

matematik el

yazmalarından

35


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Katip Çelebi

XVII. yüzyıl Türk

ilim dünyasının

müspet düşünceyi

temsil eden büyük

siması ve çeşitli

konulara dair pek çok

eserin müellifi

Şubat 1609’da İstanbul’da doğdu. Asıl adı Mustafa,

babasının adı ise Abdullah’tır. Osmanlı uleması

arasında adı Kâtib Çelebi, Dîvân-ı Hümâyun

üyeleri arasında ise Hacı Halîfe olarak bilinir.

Kâtip Çelebi, Osmanlı Türklerinin yetiştirdiği nadir

zekâya sahip tarih, coğrafya ve bibliyografya

konularında dünyaca ünlü bilginlerden biridir.

Babası Abdullah, Enderun’da yetişmiş silâhdarlık

göreviyle saraydan emekli olmuştu. Ayrıca devrin

âlim ve şeyhlerinin meclislerine katılarak ilim

faaliyetlerine karşı büyük bir ilgi içinde olmuştur.

Kâtib Çelebi beş yaşında iken babasının isteği

üzerine İsa Halîfe el-Kırîmî’den ilk dinî bilgileri

almış ve Kur’an’ı Kerim’i kısmen ezberlemiştir.

Daha sonra dönemin ünlü âlimlerinden dil bilgisi

ve yazı dersleri almıştır.

Kâtib Çelebi on dört yaşına geldiğinde babasının

çalıştığı Dîvân-ı Hümâyun kalemlerinden Anadolu

Muhasebeciliği Kalemi’ne girerek burada hesap

kaidelerini, erkam ve siyâkat yazısını öğrendi.

Ertesi yıl Abaza Paşa isyanını bastırmak için

Erzurum ve Bağdat seferlerine katıldı. İstanbul’a

dönünce Kadızâde Mehmed Efendi’nin derslerine

devam etti.

Sadrazam Hüsrev Paşa’nın ordusunda Hemedan

ve Bağdat seferlerine katıldı. Bu seferler sırasında

geçtikleri Gülânber Kalesi, Hasanâbâd, Hemedan,

Bîsütûn gibi şehir ve menziller hakkındaki

gözlemlerini Cihannümâ ve Fezleke adlı eserlerinde

anlattı ve savaşın safhalarını canlı bir şeklide

tasvir etti. Daha sonra İstanbul’a dönen Kâtib

Çelebi yine Kadızâde’nin tefsir derslerine devam

etti. Tabanıyassı Mehmed Paşa’nın kumandasındaki

ordu ile tekrar Şark seferine gitti (1633-

1634); ordunun Halep’e çekilmesinden istifade

ederek hac farizasını yerine getirdi. 1635’te IV.

Murad’ın Revan seferine katıldı. İstanbul’a döndükten

sonra kendini tahsile ve ilmî çalışmalara

verdi. Yine kendi ifadesiyle “cihâd-ı asgardan

cihâd-ı ekber”e döndü. Yoğun şekilde ilim ve telifle

uğraştığından IV. Murad’ın Bağdat seferine

katılmadı.

36


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Döneminin faziletli ve meşhur âlimlerinden dersler

alarak medrese öğrenimindeki eksikliklerini

giderdi. Arapça, Farsça ve biraz da Latince biliyordu.

Çok yönlü bir âlimdi. Dini bilimler, edebiyat,

tarih, coğrafya, hesap, astronomi, kitabiyat ve tıp

alanına kadar geniş bir yelpazede çalışmalarına

devam etti. Hayatı okumak, yazmak ve okutmakla

geçti. Yaklaşık on yıl geceli gündüzlü ilimle

uğraşan Kâtib Çelebi bazen kendini tamamen bir

kitaba verir, her şeyi unutur odasında güneşin

doğmasına kadar mum yakar ve çalışmalarına

devam ederdi. 1645 Girit seferi münasebetiyle

harita yapımıyla da ilgilendi. Bu sıralarda divanda

hak ettiği makama getirilmediği için memuriyetten

ayrıldı. Ancak 1648’de Takvimü’t-Tevarih

adlı eseri dolayısıyla Şeyhülislam Abdürrahim

Efendi aracılığıyla ikinci halifeliğe tayin edildi.

Bundan dolayı Hacı Halife olarak tanındı.

Bir taraftan öğrenci yetiştirmeye de devam eden

Kâtib Çelebi, hastalığı sırasında tedavi yollarını

öğrenmek amacıyla bir yandan tıp kitaplarını

okurken bir yandan da mânevî çareler aramak

için esmâ ve havas kitaplarını inceledi. Müslüman

olan Fransız asıllı Mehmed İhlâsî’nin yardımıyla

bazı eserleri Latince’den Türkçe’ye çevirdi.

6 Ekim 1657 tarihinde 48 yaşındayken vefat etmiş

ve Zeyrek Camii civarındaki kabristana defnedilmiştir.

Vakur bir kişiliği olan Kâtib Çelebi hicivden pek

hoşlanmazdı. Çiçek yetiştirmek gibi ince bir zevk

ve merakının bulunduğu, hatta katmer, salkımlı

mavi sümbüller yetiştirdiği bilinmektedir. Devrinin

kaynaklarından Kâtib Çelebi’nin aşırı derecede

kitaba düşkün olduğu ve en çok tarihî ve

biyografik eserlerle meşgul olduğu belirtilmektedir.

Kâtip Çelebi, tarihî bir olayı aydınlatmak

için birçok kitap incelemekten çekinmemiştir. Örneğin

Arapça Fezleke’sini yazarken elinden 1300

eserin geçtiğini belirtmektedir.

Savaşlarda serdarların işledikleri hataları onların

tarih bilmemesine bağlayan Kâtib Çelebi, devlet

adamlarının ve iktidarda bulunanların tarih ve

coğrafya okumalarının gerekliliği konusunda ısrar

etmektedir. Ayrıca tarih yazarken duyguları

bir yana bırakıp tarafsızlığa bağlı kalmayı da savunur.

Kâtib Çelebi tarihten başka coğrafya ile de

ilgilenmiş, Batılılar’ın ve Yunanlılar’ın bu alanda

İslâm coğrafyacılarından ileride olduğunu belirterek

bu eksikliği gidermek için Cihannümâ’yı

yazmaya karar vermiştir. Müellif, kâinattaki hakikatleri

anlamak hususunda hey’et (astronomi)

ilminin önemi üzerinde durmuş, hey’et ve teşrîh

(anatomi) bilmeyenin Allah’ı tanımaktan âciz kalacağını

bir hadise dayanarak belirtmiştir.Kâtib

Çelebi, toplumun düzeni ve devamı için ilmi bir

vasıta olarak kabul etmiş ve âlimleri toplumun

kalbi saymıştır. Bilgiye dair hiçbir şeyin küçük görülmemesi

gerektiğini belirtmiştir.

XVII. yüzyıl Osmanlı ilim ve kültür hayatına

âdeta damgasını vuran Kâtib Çelebi, Türkiye’de

olduğu kadar Batı dünyasında da büyük bir takdir

ve şöhret kazanmış, eserlerinden hayranlıkla

bahsedilmiştir. Franz Babinger onu Osmanlılar’ın

Süyûtî’si olarak nitelemiştir. Kâtib Çelebi’nin çeşitli

eserleri ve özellikle Keşfü’z-zunûn, Batı’da

İslâm araştırmaları yapan hemen herkesin müracaat

ettiği temel bir başvuru eseri olmuştur.

Kâtib Çelebi, daha çok yaşadığı dönemde veya

daha önce ortaya çıkarak Osmanlı devlet ve toplum

düzenini sıkıntıya sokan meselelerle uğraşmış,

bunları çözmeye çalışmıştır. Bu yönden Kâtib

Çelebi aynı zamanda yaşadığı döneme şahitlik

yapmış bir düşünürdür. Kâtib Çelebi çeşitli yönlerden

İbn Haldun’un önemli bir takipçisi olmuştur.

İlmin toplumsal hayatın devamı açısından

önemli olduğunu vurgulayan Kâtib Çelebi, dinle

hayat arasında sağlıklı bir ilişki kurmanın ancak

ilim yoluyla olabileceğini belirtmiştir.

37


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Kâtip Çelebi’nin Eserleri:

Fezleketü’t-tevârîh: Târîh-i Kebîr olarak da nitelendirilir. Kâinatın yaratılışından 1641 yılına kadar

gelen umumi bir tarih olup müellif hattıyla yazılmış tek nüshası Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ndedir.

Fezleke: 1592-1655 yılları arasındaki olayların anlatıldığı bir Vekāyi‘Nâmedir.

Tuhfetü’l-kibâr fî esfâri’l-bihâr: 1645’te başlayan ve yıllarca süren Girit seferi münasebetiyle kaleme

alınan bu eserde 1656 yılına kadar gelen Osmanlı deniz savaşları anlatılmıştır. Osmanlı denizcilik tarihi

için önemli bir kaynak olan kitap çok ilgi çekmiş ve 1729 da Müteferrika Matbaası’nda basılmıştır.

Takvîmü’t-tevârîh: Hz. Âdem’den başlayıp 1648’e kadar gelen vak‘aların, bu arada müellifin Arapça

Feẕleke’sinin bir nevi kronoloji cetvelidir.

Kanunnâme: Bazı teşrifat kaidelerinin toplandığı ve günümüze ulaşamayan bir eserdir.

Târîh-i Frengî Tercümesi: Johann Carion’un 1548’de Paris’te yayımlanan Chronicle adlı eserinin tercümesidir.

Kâtib Çelebi Kanûnî Sultan Süleyman’dan, Müslümanların İspanya’dan çıkarılışından da

bahsetmiştir. Eserin tek yazma nüshası Konya İzzet Koyunoğlu Kütüphanesi’ndedir.

Târîh-i Kostantîniyye ve Kayâsire: Johannes Zouaras Nicestas Acominate, Nicephorus Gregoras ve Atinalı

Laonicos Chalcondyle tarafından yazılmış Historia rerum in Oriente gestarum (Frankfurt 1587)

adlı büyük eserin İstanbul’la ilgili kısımlarının çevirisidir. Eserde İslâmiyet’in yayılışından, Bulgar

Devleti’nin çöküşünden, Bizanslılar’dan, Selçuklular’dan, Haçlı seferlerinden, İstanbul’un su yollarından,

yangınlarından, zelzelelerinden söz edilmektedir. Bunun da bir nüshası Konya İzzet Koyunoğlu

Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.

İrşâdü’l-Hıyârâ ilâ Târîhi’l-Yûnân ve’r-Rûm ve’n-Nasârâ: Avrupa ülkeleri hakkında bilgisi olmayan müellif

ve tarihçileri bilgilendirmek amacıyla yazılmış elli sekiz varaktan ibaret bir risâle olup Atlas Minor

vb. eserlerden faydalanıp kaleme alınmıştır.

*Müntehab-ı

Bahriyye

Kaynakça:

TDV İslam Ansiklopedisi, “Kâtip Çelebi”

maddesi, Müellif Orhan Şaik GÖKYAY

38


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Süllemü’l-Vüsûl ilâ Tabakāti’l-Fuhûl: Alfabetik sıraya göre hazırlanmış Arapça bir tabakat kitabı olup

iki ana bölüme ayrılmıştır. İlk bölümde kendi adlarıyla meşhur olmuş kişiler, ikinci bölümde nesep,

künye ve lakaplarıyla bilinen şahıslar yer alır. Daha çok Keşfü’ẓ-Zunûn’da geçen kitapların yazarlarına

ait indeks özelliği taşır.

Cihannümâ: Kâtib Çelebi’nin coğrafyaya dair ünlü eseridir.

İlhâmü’l-Mukaddes min Feyzi’l-Akdes: Müellifin astronomiyle meşgul olduğu sıralarda zihnini kurcalayan

bazı meselelere cevap arayan ilmî bir risâledir.

Keşfü’z-Zunûn ‘an Esâmi’l-Kütüb ve’l-Fünûn: Kâtib Çelebi’nin yirmi yılda hazırladığı büyük bibliyografik

eseridir. Arapça-Türkçe eserlerin bibliyografyası ve aynı zamanda bir ilimler sözlüğüdür. Eser,

on beş bine yakın kitap ve risale, on bin kadar müellif adı ve üç yüzü aşkın ilim dalı hakkında bilgi

vermektedir.

Tuhfetü’l-Ahyâr fi’l-Hikem ve’l-Emsâl ve’l-eş‘âr: Alfabetik olarak hazırlanan bir nevi ansiklopedik sözlüktür.

Arapça, Farsça ve Türkçe yazılmış çeşitli eserlerden bilgiler bir araya toplanmıştır.

Dürer-i Müntesire ve Gurer-i Münteşire: Niyet, istikbâl-i kıble, yeme içme âdâbı, anne karnındaki

cenin, Kâbe içinde namaz, kanaat vb. konuların ele alındığı eser merak ve tecessüs sonucu ortaya

çıkmıştır. Başlıca kaynağı Gazzâlî ve diğer tanınmış İslâm âlimleridir.

Düstûrü’l-Amel li-Islâhi’l-Halel: Devlet bütçesindeki açığın sebeplerini araştırmak ve buna çare bulmak

amacıyla 1653 yazılarak Dîvân-ı Hümâyun’a sunulmuş bir rapordur.

Hüsnü’l-hidâye: Mahmud adlı bir talebesinin ricası üzerine Ali Kuşçu’nun er-Risâletü’l-Muhammediyye’sine

yazdığı bir şerhtir ancak öğrencisinin ölümü üzerine yarım kalmıştır.

Câmi’u’l-Mütûn min Celli’l-Fünûn: Kâtib Çelebi’nin çeşitli konulara dair okuduğu ve okuttuğu yirmi

yedi eserin özetleri ve şerhlerinden meydana gelmiş antoloji mahiyetinde bir mecmuadır.

Mîzânü’l-Hak fî İhtiyâri’l-Ehak: Kâtib Çelebi’nin telif ettiği son eser olup devrinin tartışmalı konularının

müspet fikirlerle açıklanmasından ibarettir.

39


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Mimar Sinan

Osmanlı Mimarbaşı

Mimar Sinan dönemi, Osmanlı mimarisinin bir

dönüm noktası, dünya mimarlığının zirvesidir.

Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte

doğumu 1491’in öncesi olarak tarihlenmektedir.

Mimar Sinan’ın hayatı ile ilgili en ayrıntılı bilgileri

çağdaşı ve en yakın arkadaşı olan şair Sai

Mustafa Çelebi’den öğrenmekteyiz. Sai Mustafa

Çelebi’nin yazdığı Tezkiretü’l-Bünyan’ da (1586

-1587) Sinan’ın kendi ağzından anlattığı hayat

hikâyesi ve eserlerinin bir dökümü bulunmaktadır.

Bu eserde Mimar Sinan, kendisiyle ilgili “Bu

hakir, Sultan Selim Hân-ı Evvel’in gülistân-ı saltanatının

devşirmesi olup Kayseriye sancağında

ibtidâ oğlan devşirmek ol zamanda vâki olmuştur.”

demiştir. Bu bilgiden hareketle Yavuz Sultan

Selim döneminde Anadolu’dan da devşirme

yapıldığı anlaşılmaktadır. Fakat sultanın ölümü

üzerine bizzat Sinan’ın yazmış olduğu bir şiirde

devşirmelik durumundan şöyle bahseder: “Anın

devşirmesiyem ben kemîne / Aceb lutf eylemiştir

bu hazîne.”

Ayrıca Mimar Sinan’ın kaleme aldığı ileri sürülen

taslak halinde kalmış üç eseri daha vardır. Mimar

Sinan’ın kökeniyle ilgili farklı görüşler olmakla

birlikte Kayseri-Ağırnas bölgesinde yerleşik Ortodoks-Türk

ailelerinden birinin çocuğu olması

kuvvetle muhtemel görünmektedir. Sinan, Osmanlı

kültüründe yetişmiş, çocukluğundan beri

Türkçe konuşulan bir aile çevresinde büyümüştü.

Sinan’ın daha çok Karamanlı cemaatine yakın

olduğu düşünülmektedir. Osmanlı dönemindeki

bütün belgelerde adı Sinan olmasına rağmen

kendi yapmış olduğu Büyükçekmece Kanuni

Sultan Süleyman Köprüsü’ne kazınmış kitâbede

“Amilehû Yûsuf İbn Abdullah” olarak, Dâyezâde’nin

Risâle-i Selîmiyye’deki bir derkenarda ise

Sinâneddin Yûsuf şeklinde farklı bir isim yazdığı

görülmektedir. Sinan’ın İstanbul’a geldiğinde yirmi

iki yaşlarında olduğu ileri sürülmektedir. İstanbul’da

sultanın sarayına ve Ayasofya Camii’ne

yakın bir yerde Atmeydanı’na bakan bir okulda

eğitime başladığı düşünülmektedir. Bu sırada

kendi isteğiyle neccârlık sanatıyla da ilgilendiği-

40


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

ni belirtmektedir. Yavuz Sultan Selim döneminde

orduyla birlikte Çaldıran Seferi’nde bulunduğuna

dair bilgiler çelişkilidir. Kendisi bir süre

padişahın hizmetinde Arap ve Acem diyarlarını

gezmiştir. Ayrıca Sinan’ın Mısır seferine katıldığı

ve bu sefer esnasında mimari çevreyi tanıdığı,

Selçuklu ve Safevî dönemi yapılarından ve Mısır

piramitlerinden çok etkilendiği, mimari-şehir

ilişkileri konusunda zengin bir birikim kazandığı

anlaşılmaktadır.

Paşa onun bu çabasını karşılıksız bırakmayarak

1537’de Sinan’ı mimarbaşılık görevine getirmiştir.

Kendisi de birçok seferde padişaha hizmet ettiğini,

çeşitli rütbeler aldığını, ancak asıl amacının

mimarlık olduğunu belirtmektedir.

Mimar Sinan’ın bizzat katıldığını belirttiği ilk iki

sefer Kanûnî Sultan Süleyman’ın Belgrad (1521)

ve Rodos (1522) seferleridir. Bu seferlere yeniçeri

piyadesi olarak katılmıştır. Mohaç Savaşı’nda

acemi oğlanların yayabaşılığı görevi kendisine

verilmiştir. 1532 Alman seferi,1534’te Irakeyn

seferlerinde gösterdiği başarı ile dikkat çekmiş

ve Lütfi Paşa’nın emriyle Tatvan’da üç kadırga

yapmıştır. Bu gemileri top, tüfek gibi silâhlarla

donatarak Safevîler üzerine keşif seferi yapmış

ve onlar hakkında bilgi toplamıştır.1537 Korfu

Seferi’ne de katılmıştır. Ardından 1538’deki

Boğdan Seferi sırasında Prut Nehri üzerinde bir

köprü kurularak ordunun karşıya geçirilmesi gerektiğinden

Lütfi Paşa’nın önerisi üzerine köprü

kurma görevi de kendisine bırakılmıştır. Kırk sekiz

yaşında, on üç günde yaptığı bu ahşap köprü

onun ustalığını gözler önüne sermiştir. Sinan’ın

köprü yapımındaki başarısının ardından Lütfi

*Nakkaş Osman’ın Kanûnî

Sultan Süleyman’ın cenazesinin

Süleymaniye Camii’ne getirilişini

tasvir eden minyatüründe Mimar

Sinan’ın resmedildiği detay (Seyyid

Lokmân, Zafernâme, Chester Beatty

Library, nr. T. 413, vr. 115b)

*Ömer Hayyâm’ın Nîşâbur’daki türbesi

*Müntehab-ı

Bahriyye

41


Sinan’ın Mimarlık Aşamaları:

İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

1537 yılından sonra yaptığı projelere kendi imzasını atmaya başlayan, 48 yaşında mimarbaşı olan ve

vefatına kadar “Reîs-i Mimârân” kalan Sinan, mesleğinde kaydettiği aşamaları üç ayrı yapıyla ifade

eder: “Çıraklık Aşaması” 1548 yılında Kanuni Sultan Süleyman, ölen şehzadesi için bir külliye yaptırmak

istemiştir. Mimar Sinan, çıraklık eseri olarak nitelediği Şehzade Camii’ni 54 yaşında inşa etmiştir.

Böylelikle ilk büyük sultan camisini tamamlamıştır. “Kalfalık Aşaması” Şehzade Camii’nin tamamlanmasının

ardından Sultan adına bir külliye yapması istenir ve külliyenin inşasına başlanır. Yedi yıl içinde

Osmanlının ve İstanbul’un en görkemli külliyesi olan “Süleymaniye” tamamlanır (1557). Mimar

Sinan’ın “ustalık eserim” dediği ve II. Selim adına Edirne’de inşa ettiği cami ise en büyük eseridir. Bu

yapı tamamlandığında Sinan, seksen üç yaşındaydı ve yaşlılığından dolayı artık “Koca” lakabıyla anılıyordu.

Sinan 1584 yılında hacca gitmiştir. Hac dönüşünde ve 100 yaşına yaklaştığı halde görevini

şevkle yapmaya devam eden büyük usta 1588’de vefat etmiştir.

Yakın arkadaşı Sâî Mustafa Çelebi ise onun mezar kitâbesini şu satırlarla bitirir: “Geçti bu demde cihandan

pîr-i mi‘mârân Sinân.” Bugün türbesi Süleymaniye Külliyesi’nde olan Sinan’ın tarihi belirsiz

olan vakfiyesine göre hanımı Mihrî kendisi hayattayken ölmüş, oğlu Mehmed ise şehid olmuştur. Vakfiyeden

iki kızının ve iki torununun olduğu anlaşılmaktadır. Vakfiyesinde ayrıca on sekiz ev, otuz sekiz

dükkân, araziler, bahçe, kayıkhane, değirmen gibi mal varlığından bahsedilmektedir. Nakit miktarı

ise 300.000 akçedir.

Mimar Sinan’ın hayatı boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok şehrinde inşa ettiği eserlerin sayısı

net değildir. Bazı kaynaklarda 452 bazı kitaplarda ise 350 civarında eser inşa ettiği yazılıdır. Mimarın

yüz yıla yakın yaşadığı bilinmektedir. Osmanlı coğrafyanın genişliği ve dönemin ulaşım imkânları göz

önüne alındığında bütün eserleri bizzat Mimar Sinan’ın yapmasının pek mümkün olmadığı, baş mimarın

bazı yapıların sadece planlarını çizdiği, projeyi gözden geçirdiği, uzak yapı alanlarına ise yetiştirdiği

ustalar, kalfalar vasıtasıyla ulaştığı ve inşaat sürecini bu şekilde denetlediği düşünülmektedir.

Mimar Sinan, hayatı boyunca yapmış olduğu eserlerle sadece mimari alanda değil aynı zamanda mühendislik,

lojistik, şehir tasarımı ve planlamacı olarak da kendini göstermektedir. Osmanlı ve dünya

mimarisine damgasını vurmuştur. Yaşadığı dönem “Sinan Çağı” olarak adlandırılmıştır. Çağını aşan

bu büyük usta Osmanlı mimarisinde daha yaşarken güçlü bir Sinan ekolü ortaya çıkarmıştır. Mimar

Sinan, yetiştirdiği öğrencileri ve yapmış olduğu eserleriyle sonraki dönemlerde de Osmanlı mimarisinde

etkisini ve yol göstericiliğini sürdürmüştür. Dâvud Ağa, Sedefkâr Mehmed Ağa gibi yetiştirdiği

öğrencilerin yapmış olduğu eserler bunun bir göstergesidir. Mimar Sinan’ın, mimarlık hayatı boyunca

92 cami, 52 mescit, 55 medrese, 7 darülkurra, 20 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa, 10 köprü, 20 kervansaray,

36 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere yaklaşık 350’nin üzerinde eser inşa ettiği

belirtilmektedir.

Kaynakça:

TDV İslam Ansiklopedisi, “Mimar Sinan” maddesi,

Selçuk Mülayim, cilt: 38, sayfa: 223-227, yıl: 2010

42


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Prof. Dr. Fuat Sezgin

“Âlimler yeryüzünün

kandilleridir.”

Hadis-i Şerif

İslam medeniyetinin altın çağının kâşifi, Müslüman

bilim insanlarının pek çok eser ve buluşunu

gün yüzüne çıkaran dünyaca ünlü bilim tarihçimiz

Prof. Dr. Mehmet Fuat Sezgin, 24 Ekim 1924

tarihinde Bitlis, Kızıl Mescit’te dünyaya geldi.

Babası Mirza Mehmet Efendi, annesi Cemile Hanım’dır.

Fuat Sezgin’in ailesi aslen Siirt´in Şirvan

ilçesinden olup ataları yüzyıllarca Şirvan beyleri

olarak Osmanlı Devleti’ne hizmet etmişlerdir.

Fuat Sezgin 1936 yılında ilkokulu Doğubeyazıt’ta

okudu. Babası Mirza Mehmet Efendi’nin vefatı

üzerine Bitlis’e giderek, 1939 yılında burslu ve

yatılı olarak ortaokulu bitirdi. 1942 yılında ise

Erzurum’a giderek yine burslu ve yatılı olarak Erzurum

Lisesi Fen Bölümü’nü bitirdi.

Fuat Sezgin, 1943 yılında matematik okuyup

mühendis olma düşüncesiyle İstanbul’a geldi. Bir

yakınının tavsiyesi üzerine İstanbul Üniversitesi

Şarkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde alanında

en tanınmış uzmanlardan olan Alman şarkiyatçı

Hellmut Ritter (1892-1971) tarafından verilen

bir seminere katıldı. Katıldığı bu seminerden o

kadar etkilendi ki, mühendis olma sevdasından

vazgeçerek Hellmut Ritter’in talebesi olmaya karar

verdi. Sezgin’i, bu kesin kararından ne Hellmut

Ritter´in disiplini ne de alanının zorluğu

vazgeçiremedi. Hiç zaman kaybetmeden kayıt

olmak üzere Şarkiyat Araştırmaları Enstitüsü’ne

gitti ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

Arap ve Fars Filolojisi bölümünde lisans eğitimi

almaya başladı. Bu esnada yabancı dil muafiyet

sınavına ortaokul yıllarında da görmüş olduğu

Fransızca’dan girerek muaf tutuldu.

Türkiye İkinci Dünya Savaşına katılmadığı halde

bu savaşın etkisi altında kalmıştı. Dönemin şartları

sonucu 1943 yılında Türkiye’de üniversite öğretimi

askıya alındığında, Ritter öğrencilerine bu

uzun arayı değerlendirmelerini ve Arapça öğrenmelerini

tavsiye etti. O sırada Fuat Sezgin, İslam

âlimi Cerîr et-Taberî’nin Kur’ân-ı Kerîm tefsirini,

Türkçe mealini içeren kitaplarla karşılaştırmaya

karar verdi. Zor bir dille yazılan tefsiri anlayabilmek

için bu zaman zarfında sürekli Arapça çalış-

43


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

tı. Altı ayın sonunda Taberî tefsirinin Arapçasını

rahatlıkla okuyabiliyordu. Hellmut Ritter, İslam

düşünürü Ebû Hamid el-Gazâlî’nin İhyâu Ulûmi´d-Dîn

kitabını okuması için Fuat Sezgin’in

önüne koyduğunda, öğrencisinin bunu kolayca

başarabilmesine çok memnun oldu. Dil öğrenmede

büyük yeteneğe sahip olan Fuat Sezgin’in

beş dile aynı anda başlayarak her yıl yeni bir dil

öğrenmesini tavsiye etti. Sezgin de ileri yaşlarına

kadar bu yüksek çalışma temposunu devam

ettirdi.

Fuat Sezgin, üniversite üçüncü sınıfa başladığı

dönem olan 1945’te Arap Filolojisi’nden tezli,

Eski Türk Edebiyatı, Yeni Türk Edebiyatı ve Fransız

Edebiyatı’ndan tezsiz sertifika almak üzere

serbest lisansa başvurdu. Hellmut Ritter, Fuat

Sezgin’in ilmî çalışmalardaki azmini ve kendisine

olan bağlılığını gördükçe çalışmalarında

onu da yanına alarak kütüphanelerde bulunan

İslam Bilim Tarihi alanındaki yazma eserleri ve

araştırmaları birlikte incelemeye başladılar. Fuat

Sezgin, bu incelemelerin neticesinde İslam bilim

tarihi çalışmalarındaki eksikleri daha iyi tespit

etme fırsatı bulmuştu. Bu alanda yazılmış olan

Carl Brockelmann´ın eseri Geschichte der Arabischen

Litteratur’u (Arap Edebiyatı Tarihi) okuduktan

sonra bu eserin bazı eksikliklerini fark

etti ve tamamlanması gerektiği kanaatine vardı.

Nitekim hocası Ritter de bu hususta ona hak veriyordu.

Henüz öğrenci iken araştırma yapacağı

konular hakkında kaynak toplamaya başlamıştı.

Fuat Sezgin 1947 yılında İstanbul Üniversitesi

Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Filolojisi’nden lisans

öğrenimini tamamlayarak mezun oldu. Aynı

zamanda Bedî’ İlminin Tekâmülü ve İstanbul’da

Bulunan Bedîiyyat Yazmalar Kataloğu başlıklı lisans

bitirme tezini de tamamladı. Bu tez, edebiyatın

bir kolu olan güzel söz söyleme sanatının

klasik İslam Medeniyetinde gelişimini ele almaktaydı.

1947 yılı Ekim ayında doktoraya başvurarak

Hellmut Ritter’in danışmanlığında ilmi çalışmalarına

devam etti. Doktora tez çalışmasını,

Arap dili ve tefsir ilimleri âlimi Ebû Ubeyde Ma´mer

İbn el-Musenna et-Teymî’nin (ö.210/824-

5) bir tefsiri üzerine yaptı. Bu tezin konusu ise

Kur’ân-ı Kerim’de gerçek anlamı dışında kullanılan

mecazî ifadeler hakkındaydı. Doktora tezini

1950 yılında tamamlayıp teslim etti. Fuat Sezgin

bu tarihlerde İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde

memur olarak çalışmaktaydı.

Fuat Sezgin, doktoraya devam ettiği ve görev

yaptığı İstanbul Üniversitesi´nden Ankara Üniversitesi

İlahiyat Fakültesi´nde asistanlık görevini

yürütmek üzere 1950 yılında ayrıldı. Ankara

İlahiyat’ta Prof. Muhammet Tayyib Okiç’in Dogmatik

İlimler Kürsüsü’nün (Temel İslam Bilimleri

Bölümü) ilk asistanlarından olan Fuat Sezgin,1950-1953

yılları arasında bu görevi yürüttü.

Bu zaman diliminde askerlik görevini yedek subay

olarak ifa etti. Asistanlık yaptığı dönemde,

doktorada ele aldığı çalışmayı yayımlamak isteğiyle

bir süre Kahire’de bulundu. Fuat Sezgin

uzun yıllar bünyesinde bulunduğu İstanbul Üniversitesi’ne

dönmek üzere 1953 yılında asistanlık

görevinden ayrıldı.

28 Şubat 1953 tarihinde İstanbul’da Zeki Veli Togan’ın

başkanı olduğu Umumi Türk Tarihi Kürsüsü’nde

asistan olarak vazifeye başladı. Fuat

Sezgin, doktora tezi için araştırmalarını sürdürdüğü

sırada, Buhârî’nin hadis kitabından bazı

yerlerin Mecâz’ul-Kur’ân’dan alındığını fark etti.

Buhârî’nin yazılı kaynakları kullanmış olması,

hadis derlemelerinin sadece sözlü geleneğe dayandığına

dair önceki tezlerin yanlış olduğunu

kanıtladı.

Bir taraftan asistanlık görevini yürütürken, diğer

taraftan da doçentlik tezi olarak aldığı Buhari

Tefsirinin Yazılı Kaynakları konusuyla ilgili

materyal toplamakla meşgul oldu. İslam Tetkik-

44


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

leri Enstitüsü Kütüphanesi’nde, gelen kitapların

kayıt ve kataloğunu yaptı. İslam Tetkikleri dergisinin

basımına yardım edip bu dergiye makale

hazırladı.

Umumi Türk Tarihi Kürsüsü asistanı Fuat Sezgin,

1953/54 eğitim yılı içinde tezini bitirdi ve doçentlik

imtihanının yabancı dil safhasını başarıyla

tamamladı. Fuat Sezgin Buhârî’nin Kaynakları

Hakkında Araştırmalar adındaki doçentlik tezini

1956 yılında yayımladı.

1957 yılında merkezi Almanya´da olan ve tüm

dünyadaki bilim insanlarını destekleyen Alexander

von Humboldt Vakfı bursunu kazandı. Bu

burstan faydalanarak ilmî incelemelerde bulunmak

ve Almancasını ilerletmek için 1957-58 yılları

arasında Almanya’da bulundu.

1960 yılında Türkiye’de askerî darbe ile iktidara

gelen hükümet tarafından hazırlanan ve 147

akademisyenin üniversitelerden ihraç edildiği listede

kendi adının da bulunması üzerine Sezgin,

çalışmalarını Türkiye dışında sürdürmek durumunda

kaldı.

Fuat Sezgin, “Hayatımın belki de en mühim hadiselerinden

biri, hayatımdaki talihli bir tesadüf”

diyerek bahsettiği eşi Dr. Ursula Hanım ile

1966 yılında evlendi.

Fuat Sezgin araştırma ve öğretim faaliyetlerine

Frankfurt Üniversitesinde devam etti. Buradaki

bilimsel çalışmalarının ağırlık noktası Arap-İslam

Doğa Bilimleri Tarihi oldu. Bu alanda Câbir

bin Hayyân konulu doçentlik tezini 1965 yılında

Frankfurt Üniversitesi Institut für Geschichte

der Naturwissenschaften’da yazdı ve bir yıl sonra

profesör unvanı kazandı.

Öğrencilik yıllarından beri Carl Brockelmann´ın

eseri Geschichte der Arabischen Litteratur’u geliştirme

niyetiyle kaynak toplamaya başlayan

Sezgin, yaptığı araştırmalar sonucu bilimin başlangıcından

bugüne kadar sahasında yazılan en

kapsamlı eser olan Arap-İslam Bilimler Tarihi’nin

(Geschichte des Arabischen Schrifttums) ilk cildini

1967 yılında yayımladı. 17 ciltten oluşan

bu kapsamlı eserin muhtelif ciltlerinde bulunan

konulardan bazıları şöyledir: Kur’an ilimleri, hadis

ilimleri, tarih, fıkıh, kelam, tasavvuf, şiir, tıp,

farmakoloji, zooloji, veterinerlik, simya, kimya,

botanik, ziraat, matematik, astronomi, astroloji,

meteoroloji ve ilgili alanlar, dilbilgisi, matematiksel

coğrafya ve haritacılık.

“Hayatımda çizdiğim yeni yol”

Fuat Sezgin çok sevdiği vatanına veda etmek ve

Almanya’ya gitmek zorunda kaldı. Vatanından

ayrılacağı için hüzünlü fakat ilim uğruna atacağı

bu adımda son derece kararlıydı.

Carl Brockelmann’ın Geschichte der Arabischen

Litteratur adlı eserini geliştirmekle ilgilenen ve

farklı ülkelerden seçilen ondan fazla akademisyenden

oluşan bir komite GAS’yi takdir etti ve

Brockelmann’ın eserini geliştirme işini Sezgin’e

bırakmaya karar verdi. Fuat Sezgin o dönemde

İstanbul’da bulunan Hocası Ritter’in uzman gözüyle

GAS‘yi değerlendirmesi için birinci cildin

bir kopyasını gönderdiğinde, tecrübeli şarkiyatçı

“böyle bir çalışmayı daha önce kimsenin yapamadığını

ve bundan sonra da hiç kimsenin yapama-

45


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

yacağını” ifade ederek öğrencisini tebrik etti.

1978 yılında Kral Faysal İslamî İlimler Ödülü’ne

lâyık görülen Fuat Sezgin, bu ödül kendisine takdim

edildiğinde, verilen bu desteği değerlendirerek

1982 yılında Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi’ne

bağlı olan Institut für Geschichte der

Arabisch-Islamischen Wissenschaften´ı (Arap-İslam

Bilimler Tarihi Enstitüsü) kurdu.

Alman fizikçi Eilhard Wiedemann 1900 yılında

İslam bilim tarihi eserlerinde bulunan aletleri tanıtmak

amacıyla aslına uygun olarak modellemeye

başlamıştı. 1928 yılına kadar, hayatının yaklaşık

30 yılında sadece beş aletin modelini yapmayı

başarmıştır. Prof. Dr. Fuat Sezgin “Acaba 30 aleti

yapmayı başarabilir miyim?”, “Bir müze olmasa

bile bir odayı doldurabilir miyim?” düşüncesi ile

çalışmalara başladı. Frankfurt’ta kurduğu İslam

Bilim Tarihi Müzesi’nde 700’den fazla aleti modelleyerek

hayal ettiğinin çok ötesinde bir başarıya

imza attı. Aynı binada hayatı boyunca dünyanın

her yerinden büyük bir özen ve çabayla bir

araya getirdiği 45.000 ciltlik kitabı ihtiva eden

Bilimler Tarihi Kütüphanesi bulunmaktaydı.

Prof. Dr. Fuat Sezgin, Almanya’da kurduğu İslam

Bilim Tarihi Müzesi’nin bir benzerini kendi vatanında,

İstanbul’da kurmaya karar verdi. Hedefi,

Türklerin kendi medeniyetlerinin bu olağanüstü

başarılarını ve Müslüman bilim insanlarının

ilimler tarihine katkılarını daha somut bir şekilde

görmelerini sağlamaktı. Türkiye’ye dönerek müzenin

hazırlıklarına başladı. Fuat Sezgin’in kendi

ülkesinde, kendi milleti için sarf ettiği bu çaba ve

emekleri neticesinde yıllardır hayalini kurduğu

İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nin açılışı

25 Mayıs 2008 tarihinde gerçekleşti. Açılışını

Kaynakça:

*İslam Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı sayfasından alınmıştır.

http://www.ibtav.org/sayfa/1/ozgecmisi

dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan yaptı.

İstanbul’da Gülhane Parkı içerisinde bulunan

müze yaklaşık 600 eser ihtiva etmektedir. İslam

bilim tarihi alanında kurulan bu iki müze, bilim

tarihinin değişik disiplinlerdeki evrimini, Müslüman

bilim insanlarının yüzyıllar boyu insanlığa

armağan ettiği icat ve keşiflerini kapsamlı şekilde

sunarak kendi sahasında büyük bir yenilik arz

etmektedir.

Bu müzelerdeki aletleri tanıtıcı mahiyette Prof.

Dr. Fuat Sezgin tarafından yazılmış 5 ciltlik İslam’da

Bilim ve Teknik adlı katalog eser bulunmaktadır.

Müze kataloğu olarak böyle kapsamlı

ve bütüncül bir eser bugüne kadar ilk kez yazılabilmiş,

Türkçe, İngilizce, Almanca ve Fransızca

olarak 4 dilde yayınlanmıştır.

Müzenin faaliyetlerini desteklemek amacıyla

2010 yılında Prof. Dr. Fuat Sezgin İslam Bilim Tarihi

Araştırmaları Vakfı kuruldu. Ayrıca yine Fuat

Sezgin’in öncülüğüyle 2013 yılında Fatih Sultan

Mehmet Vakıf Üniversitesi bünyesinde lisans,

yüksek lisans ve doktora alanlarında eğitim veren

Bilim Tarihi Bölümü açıldı. Fuat Sezgin’in bilim

tarihi alanında Türkiye’ye yaptığı son büyük

hizmet, Prof. Dr. Fuat Sezgin ve Dr. Ursula Sezgin

Bilimler Tarihi Kütüphanesi’ni kurmak oldu. Fuat

Sezgin’in bütün bu çalışmaları sırasında Dr. Ursula

Sezgin de eşine daima destek verdi.

46


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

2017 yılında Gülhane Parkı içerisinde kurulan kütüphanede yaklaşık 27.000 kitap bulunmaktadır.

Kütüphanedeki envanteri çıkarılan kitapların çalışmalarını yakından takip eden Fuat Sezgin, bu çalışmada

yer alan Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Bilim Tarihi Bölümü talebelerini sık sık ziyaret

ederdi. Kataloglaması yapılan kitapların önemini vurgulayıp İslam Bilim Tarihi alanını talebelerine

emanet bıraktığını, azimle çalışmaları gerektiğini öğütlerdi. Hayatının son günlerinde dahi İslam bilim

tarihi alanından ve kitaplarından uzak kalmamıştı.

“Âlimin Ölümü Âlemin Ölümü Gibidir”

Prof. Dr. Mehmet Fuat Sezgin son yıllarını geçirdiği ve çalışmalarını sürdürdüğü İstanbul’da 30 Haziran

2018 tarihinde hayata veda etmiştir. Eşine az rastlanan azim ve beşeri gücün sınırlarını zorlayan

çalışkanlıkla geçirdiği ömrünü ilme adamış, geriye çok kıymetli eserlerini ve düşüncelerini bırakmıştır.

Fuat Sezgin İslam Bilim ve Düşünce Tarihi üzerine çalışan ilim erbabı tarafından ilgiyle takip

edilip eserlerinden faydalanılan, alanında önemli bir yere sahip müstesna bir değerdi.

“Fuat Sezgin hocanın ruhu şâd, ilim câmiasının duaları onun ilme olan katkısının şâhidi ve sadaka-i

câriyesi olsun.”

Başlıca Eserleri:

İslâm Bilimleri Tarihi (10 cilt, Almanca)

İslâm Bilimleri Bibliyografyası (5 cilt, Almanca)

İslâm Kültür Dünyasının Bilimler Tarihindeki Yeri (2004)

Fuat Sezgin

Veda

İslâm’da Bilim ve Teknik (Çev. Abdurrahman Ali, Ankara, 2007)

47


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Islamic Civilization And Fuat Sezgin

ALİ KUŞÇU

Astronomer and mathematician who grew up in

Samarkand during the Timurid period.

Ali Kuşçu recalculated the longitude of Istanbul

previously calculated by Batlamyos. As it was calculated

before, he found the degree of latitude as

41 again and this information was correct and did

not need any change. However, he has corrected

the longitude as 59, which was knownas 60

before, until that day. With this study, Ali Kuşçu

determined the longitude of Istanbul exactly 59

degrees and its latitude 41 degrees 14 minutes

and also made a sundial on the Fatih Mosque

minaret. Ali Kuşçu’s work has also contributed to

many mathematics and astronomy studies in Europe,

especially Copernicus.

He also played an important role in the development

of mathematics and geometry studies especially

in the Ottoman Empire with his works in

mathematics-algebra and geometry. The studies

put forward by Ali Kuşçu brought a serious arrangement

to the studies of astronomy and mathematics

in the Ottoman Empire, where he stayed

for about 2 years and later led to the training

of Mîrim Çelebi (his grandson) and many other

great scientists.

Ali Kuşçu also has studies in theology, grammar

and mathematics and astronomy. Adudüddin’s

comments to Risale-i Adüdiye (The Risalesi of

Adudüddin) and especially his works named Unkud-Üz-Zevahir

fi Nazm-ül-Cevahir (Clustering

of Gems) are important. In addition, his comment

to Uluğ Brain Zic is one of his most important

writings. In addition, he has an encyclopedic

work called Mahbub-ül-Hamail fi Keşif-il-Mesail

(the most admired of talismans in the discovery

of issues). Ali Kuşçu has also dealt with poetry in

addition to all these Works.

FARABİ

The famous Turkish philosopher who based Islamic

philosophy in terms of method, terminology

and problems.

Fârâbî is a great scholar who has done important

studies in the field of Philosophy, Logic, Psychology,

Music, Chemistry, Mathematics and Medicine.

The real fame of Fârâbî comes from philosophy

and especially from philosophy’s bets on religion.

For the first time in the Islamic world, Fârâbî,

who established an eclectic system by adding

some elements from EfLâtun, to the philosophical

movement initiated by Kindî and the Meşşâî

movement formed by him, as well as some of

the theoretical, prophetic and spiritual culture,

which was the basis of his belief and culture.

This Turkish philosopher also dealt with political

philosophy and wrote a famous book known as

“ârâ” Ehli’l-Medîneti’l-Fâdıla “. In this book, he

explained a general State and how the president

of that State should be. Kitâbü’l-Mûsîkî, one of

the most important and original works of Fârâbî

in the history of science, became the basis of

his musical theories in Europe. Sources say that

Fârâbî invented the musical instrument called

“kanun(cither)” for the first time.

He emphasizes that there is a close resemblance

and close relationship between language and

logic. According to him, grammar is to give the

rules of speaking correctly and logic to think

correctly. If language is external speech, logic is

internal speech. However, while it contains the

rules of the language of a grammatical nation,

48


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

logic refers to the laws of the thought of all humanity.

Those who do not know grammar cannot

speak correctly, and those who do not know logic

cannot always think correctly. According to Farabi,

religion is one of the essential foundations for

the society to reach happiness. Religion, a social

phenomenon, aims to achieve a certain purpose

by directing the society to a certain life.

FUAT SEZGİN

A Life Specially Dedicated to Science.

Our world-wide known science historian Professor

Dr Fuat Sezgin, who found many works

and discoveries of Muslim scientists, is the discoverer

of the golden age of Islamic Civilization.

While he was working as an assistant, he was

also busy collecting materials related to the Written

Sources of Bukhari Tafsir. He made records

and catalogs of incoming books in the Library of

Islamic Studies Institute. He helped publish the

Islamic Studies magazine and prepared an article

for it. Fuat Sezgin, assistant of the General

Turkish History Chair, completed his dissertation

in the 1953/54 academic year and successfully

completed the foreign language phase of his associate

professor exam. In 1956, he published his

associate professorship thesis called “Research

on the Sources of Buhârî”.

German physicist Eilhard Wiedemann started

modeling in 1900 in order to introduce the tools

found in Islamic science history. Until 1928, he

managed to model only five tools in about 30

years of his life. Professor Dr. Fuat Sezgin: “Can

I manage to make 30 tools?”, “Can I fill a room

even if it is not a museum?” started to work with

the thought. He modeled more than 700 tools in

the Islamic History of Science Museum he founded

in Frankfurt, and he achieved a great success

beyond his imagination. In the same building,

there was a History of Sciences Library containing

45,000 volumes of books, which he brought

together with great care and effort from all over

the world.

Professor Dr. Fuat Sezgin decided to set up a museum

of the Islamic History of Science Museum in

his homeland, in Istanbul. His goal was to enable

Turks to see these extraordinary achievements of

their civilization and the contribution of Muslim

scientists to the history of science in a more concrete

way.As a result of his efforts,the opening of

the Islamic Science and Technology History Museum,

took place on 25 May 2008.

Professor Dr. Fuat Sezgin passed away on 30

June 2018 in Istanbul, where he spent his last

years and continued his studies. He devoted his

life to science with his diligence and hard work

that pushes the limits of human power, and left

his very valuable works and thoughts behind.

Fuat Sezgin was an exceptional value with an

important place in his field.

İBN-İ SİNA

The biggest systematic philosopher of the Islamic

Meşşâî school, the leading representative of medieval

medicine.

Ibn-i Sina had an extraordinary intelligence and

he memorized the Quran when he was 10 years

old. Ibn-i Sina has reached an advanced level in

the fields of astronomy, philosophy, chemistry,

medicine and pharmacy.

He made progress in the fields of logic, mathematics

and physics and began to study the works

in the field of metaphysics. Ibn-i Sina was invited

to the palace after Sultan Mansur had a severe

illness. Together with the palace doctors, he

succeeded in the treatment of the sultan. Ibn-i

49


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

Sina became a palace

physician at the

age of eighteen

due to this success.

Thanks to

this task,

he got into

the rich

library of

the palace

and had the opportunity

to read

and study medical

works. After a

while, he had the opportunity

to read many

physicians and thinkers whom

he had not even heard their names in

the library.At the age of 18 he learned all the sciences

of his age. Upon the proposal of Ebü’l-Hüseyin

el-Arüzi to write a comprehensive book on

science and philosophy for himself, he wrote a

work called “al-Hikmetü ‘l-’ Aruziyye” that covers

all sciences except mathematics.

This important scientist, who left hundreds of

works behind, at a time when the microscope

was not discovered,stated that, “It is a wolf that

makes every disease. Unfortunately we have no

tools to see it.” He drew attention with his words,

and he made a breakthrough in medical science.

Being at the top of the Islamic philosophical tradition

that started with Kindî, İbn Sînâ is a student

and successor of Fârâbî in the field of philosophy,

but is an important scientist who has

surpassed his master.

KATİP ÇELEBİ

Being trained by virtuous and famous scholars

of his time, he filled the deficiencies in the education

of the madrasah. He knew Arabic, Persian

and a little Latin. He was a sophisticated scholar.

He continued his studies in a wide range from

religious sciences, literature, history, geography,

calculus, astronomy, literature and medicine. He

spent his life reading, writing and searching.

Kâtib Çelebi, who had a dignified personality, did

not like satire very much. It is known that there is

a delight and curiosity, such as growing flowers,

even growing blue, hyacinth hyacinths. It is stated

that one of the sources of his era, Kâtib Çelebi

was extremely fond of books and was mostly engaged

in historical and biographical works. Kâtip

Çelebi did not hesitate to examine many books to

illuminate a historical event. For example, when

writing the Arabic Fezleke, he stated that he had

overviewed 1300 works.

Franz Babinger described him as the Sufi of the

Ottomans. Various works of Kâtib Çelebi, and especially

Keşfü-Zunûn, have become a basic reference

work that is practiced by almost everyone

who studies Islam in the West. Kâtib Çelebi dealt

with the issues which aroused in the Ottoman

state and social order to emerge during his life

or earlier, and tried to solve them. In this respect,

Kâtib Çelebi is also a witness who witnessed the

period he lived in. Kâtib Çelebi has been an important

follower of Ibn Haldun in various ways.

Emphasizing that science is important for the

continuation of social life, Kâtib Çelebi stated

that establishing a healthy relationship between

religion and life can only be achieved through

science.

MİMAR SİNAN

Mimar Sinan, expresses the stages he has recorded

in his profession with three different structures:

“Apprenticeship Stage” . Mimar Sinan built

the Şehzadebaşı Mosque, which he described

as an apprenticeship, at the age of 54. Thus, he

completed the first big sultan mosque. After the

50


İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi

completion of the “Journeyman Stage” Şehzade

Mosque, he is asked to make a complex for the

Sultan and the construction of the complex begins.

“Suleymaniye”, the most magnificent complex

of Ottoman and Istanbul, was completed in

seven years (1557). What Sinan said “My masterpiece”

and is the mosque he built in Edirne on

behalf of Selim.This is his greatest work. When

this structure was completed, he was eighty-three

years old and was now known as “Koca” because

of his old age. Sinan went on pilgrimage in 1584.

Mimar Sinan continued his influence and guidance

in Ottoman architecture with his students

and his works. Dâvud Ağa, Sedefkâr Mehmed

Ağa’s works produced by students he trained are

an indication of this. Throughout the architectural

life of Mimar Sinan, there are 92 mosques, 52

mosques, 55 madrasahs, 7 darülkurra, 20 tombs,

17 imaret, 3 hospital, 10 bridges, 20 caravanserais,

36 palaces, 8 cellars and 48 baths.

ÖMER HAYYAM

Ömer Hayyâm is one of the most admired poets

and well-known scholars of the East. Hayyâm’s

influence on the development of mathematics

in general and analytical geometry in particular

is enormous. The most important fields that

Hayyâm contributed to are algebra. The equations

that were first discovered by Euclid as a

special case until the second degree were extended

by Ömer Hayyam.

For the first time in the history of mathematics,

Ömer Hayyam classified many algebraic equations

in this field, including third-order cubic

equations. Hayyâm is a poet known for his rubâîs.

The number of rubâîs reflecting its unique style

is around 100. It is the English translations made

by Edward Fitzgerald who introduced Hayyâm to

the West as a poet. Ömer Hayyam is the anonymous

hero of many theories and inventions,

although he has not written many of his works.

Although this great information is not clearly

known in Nîşâbur, it is estimated that he died at

the age of eighty-five in 1131/1132. The name of

Ömer Hayyam was given to a crater on the Moon

in 1970, and a comet that was newly discovered

in 1980.

PİRİ REİS

The information about his life is mostly based

on his writings in Kitab-ı Bahriyye. According to

what he explained here, he worked in the Mediterranean

with his uncle Kemal Reis. In order to

strengthen the navy by Bayezid, Kemal Reis was

invited to the Ottoman service with his ships.As

an experienced sailor, Piri Reis joined the Ottoman

navy with Kemal Reis. Piri Reis was the captain

of his own warship for the first time in the

Ottoman-Venice naval wars that started in 1499.

At the same time, Pîrî Reis took part in sea voyages

such as Moton, Koron, Navarin, Mytilene and

Rhodes between 1495-1510. Piri Reis struggled

in the seas with his uncle to ensure trade security

in the Aegean.

The world maps he drew at the top of

Pîrî Reis’ most important works. Part

of the world map dated 1513 in Gallipoli shows

the coasts of Spain, Portugal and West Africa and

the east coast of the American continent. It is very

important in terms of being the oldest world map

available today. The sources of the map are the

old maps reaching him from the East and West

world and the map of Christopher Columbus.

The second world map he drew between 1528

and 29 shows the north of the Atlantic Ocean and

the shores of North and Central America. These

world maps are made in color and on leather.

Piri Reis gained great fame with his work titled

Kitâb-ı Bahriyye, which is the map of Aegean and

Mediterranean coasts.

51


Projeyle İlgili Videolara QR Kodu Tarayarak Ulaşabilirsiniz

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!