19.01.2021 Views

Dergi Senfoni - Ocak

Dergi Senfoni, yayım hayatına başlıyor! Usta şair Nâzım Hikmet'e adayarak yola çıktığımız sayımızı siz okuyucularımızın ilgi ve beğenisine sunuyoruz.

Dergi Senfoni, yayım hayatına başlıyor! Usta şair Nâzım Hikmet'e adayarak yola çıktığımız sayımızı siz okuyucularımızın ilgi ve beğenisine sunuyoruz.

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

B İ L İ M V E S A N A T I N G Ö L G E S İ A Y D I N L I K T I R !

SÖYLEŞİ:

DENGİN CEYHAN

Y A Ş A M I N S E N F O N İ S İ K Ö H N E O L A N I Y I K A C A K T I R !

AYLIK BİLİM, KÜLTÜR , SANAT DERGİSİ | OCAK 2021 | DAYANIŞMA İLE

SÖYLEŞİ:

ÖZKAN ÖZTAŞ

YUSUF YALÇIN


OCAK AYINDA

E-DERGİ

Bilim, Kültür, Sanat Akademisi’nin Aylık Yayın Organı

YIL: 1 • SAYI: 1 • OCAK 2021

AYDA BİR YAYIMLANIR

SAYFA

02

BKS

AKADEMİ’DEN

MEKTUP VAR!

ÖN KAPAK:

Nâzım Hikmet - Sağ Yumruk

ARKA KAPAK:

Cevdet Yüceer - Covid-19 Günleri

SAYFA

05

SAYFA

10

SAYFA

13

PES ETMEYEN YAZAR:

JACK LONDON

Furkan Davas

VAROŞLARDAN

Gökay Korkmaz

SÖYLEŞİ: Özkan Öztaş ve

Yusuf Yalçın ile

DÎSA Üzerine

İlhan Demir

ÖZGÜRLÜK

FLAMENKOLARI

Cemre Çerçi

SÖYLEŞİ: Dengin Ceyhan

Gökay Korkmaz

NÂZIM USTAYA

ARMAĞAN

MODERN

ARENA

Bilal Kocakaya

SAYFA

03

SAYFA

06

SAYFA

12

SAYFA

14

YAYIN KURULU

Arif Kılıç

Bilal Kocakaya

Furkan Davaz

İlhan Demir

Gökay Korkmaz

Mustafa Asker

PROJE KURULU

Baran Yüksekkaya

Cemre Çerçi

Hasan Abacı

Hatice Gül Çakır

Ufuk Korkmaz

Samahat Burcu Gürbüz

Bizimle İletişime Geç

Yunusemre Mh. Üniversite Cd. No:20 Kat:2

Pamukkale - DENİZLİ

05076399631

www.bksakademi.com

bksakademi@gmail.com

Sosyal Medyalar: @bksakademi

BİZE KATIL

“yüreğini yüreklerimizin yanına at!”

Abonelik ve bağış için:

Gökay Korkmaz

EnPara

TR77 0011 1000 0000 0093 9571 05

Yatırdıktan sonra bizimle iletişime geçiniz

Haydi unutmayalım

Nereden biz gücü alırız

Hem açken hem de tokken

Haydi unutmayalım

Bu dayanışmayı



BKS

AKADEMİ’DEN

MEKTUP VAR!

Yaşamın Senfonisi

Çürümüş Olanı Yenecektir!

U

Logo Tasarım: Denizcan Atal

süldendir, ilk karşılaşmada “merhaba” demek. Merhaba demenin

ötesinde “ilk buluşma”nın heyecanı ve gerekliliğiyle biraz kendimizden,

özlemlerimiz ve düşlerimizden bahsetmek istiyoruz. Çünkü umudumuzu ve

coşkumuzu paylaşmanın okuyucularla kurduğumuz ilişkiyi güçlendireceğine

inanıyoruz.

“ Bu cesaretin

arkasındaki

motivasyon,

memleketimize,

insanlığa ve

dünyaya

duyduğumuz

sevgidir.

02

En başta, ilk amacımızın insanlığa yani “bize” dair

aydınlanmacı değerlerin hepsini sahiplenmek ve yaşatmak

olduğunu söyleyerek başlayalım. Bizler tüm insanlık

tarihini bir bütün olarak kavrayan, insanlığın tüm

bilimsel, kültürel ve sanatsal birikiminin her zaman

tarihin tekerleğini ileriye doğru hareket ettiren bir

niteliği olduğunu görüyoruz. Öyle ki dergimizin ismi de

sloganı da bu gerçekliğin üzerinden yükseldi ve kendini

buldu. Antik Yunan döneminde ortaya çıkan ve “birbiriyle

uyumlu sesler, sesteşlik” anlamına gelen “senfoni”

sözcüğü bizlere, insanlığın tarihsel mücadelesinin

özellikle tarihin kırılma dönemlerinde (örneğin feodaliteden

kapitalizme geçişte) ortak bir biçimde ilerici bir

niteliğe bürünmesini çağrıştırdı. Bu yüzden senfoni

sözcüğü bizim için insanlığın tüm kolektif düşünsel

birikimini ve tarihsel mücadelesini simgeliyor. İşte tam

da bu bağlamdan da yaşamın senfonisi çürümüş olanı

yenecektir sloganı hayat buluyor.

Ancak açık konuşalım, sözünü ettiğimiz “aydınlanmanın

bir parçası olma” ağızdan çıktığı kadar kolay değil.

Binlerce yıllık aydınlanmacı birikime sahip çıkma ve

aydınlanmacı değerleri yaşatma iddiasında olduğumuzun

farkındayız. Ancak bu “farkındalık”tan daha da

önemlisi, bu “misyon”un birikimden önce cesareti

gerektirdiğinin bilincinde olmak. Bu “cesaret” ne

havadan geliyor ne de içi boş bir özgüvenin ifadesinden.

Bu cesaretin arkasındaki motivasyon, memleketimize,

insanlığa ve dünyaya duyduğumuz sevgidir. Birlikteliğimize,

birliğimizi güçlendirme isteğimize ve irademize

güveniyoruz. Çünkü tarihteki büyük bilimsel ve toplumsal

sıçramaların insanlığın kolektif çabasıyla gerçekleştiğini

biliyoruz.

Yola çıkarken, meselenin aynı zaman ve mekanda

değil düşleri ortaklaştırabilmekte olduğunu hatırlıyoruz.

Çünkü Einstein ve Newton, Shakespeare ve Gabriel

Marquez, Beetoven ve Shostakovich, Spartacus ve

Şeyh Bedrettin hepsi birlikte, aynı zaman ve mekanı

paylaşmasalar da, “daha güzel bir dünya düşü”nün ve

yaşamın senfonisinin önemli bir parçasıdırlar. Dolayısıyla

bizler de, insanlığın tüm bu tarihsel mücadelesindeki

ilerici niteliği, insanlığın bütün ilerici düşünsel birikimlerine

sahip çıkarak, tıpkı bir senfonideki ahenk, uyumluluk

ve kararlılıkla ortaya koyacağımıza inandığımız

dergimizde, büyük bir coşkuyla harekete geçiyor ve

sizleri de “Yaşamın Senfonisi”nin bir parçası olmaya

davet ediyoruz.


PES ETMEYEN YAZAR:

JACK LONDON

PES ETMEYEN YAZAR:

JACK LONDON

A

sıl adı John Griffith London olan Jack London (12 Ocak 1876 – 22 Kasım 1916)

Amerikan doğalcılığının kurucularından sayılır. Yaşadığı dönem oldukça

zorludur, günde on iki ile on sekiz saat arasında çalışmış ve karşılığında

sadece saat başı on sent kazanmıştır. Daha on üç yaşındayken çalışmaya

başlayan London, hem çocukluk hem de gençlik yıllarında ekonomik ve

sosyal anlamda yaşadığı güçlükleri nitelikli biçimde gözlemlemiş ve eserlerine

yansıtmıştır. Konserve fabrikasında çalışmış, istiridye korsanlığı yapıp

denizcilikle de uğraşmıştır.

FURKAN DAVAZ

London, kapitalist düzen

eleştirilerini de emek,

sermaye, proleter tabaka,

sömürge, örgütlenme,

sınıf bilinci gibi kavramlar

etrafında kaleme almıştır.

Yoğun çalışma temposundan dolayı fiziksel ve ruhsal

olarak çok yorulmuş olmasına rağmen emeğinin

karşılığını almadığını düşündüğünde işinden ayrılmış ve

Amerika’yı gezmeye başlamıştır. Bu süreçteki tecrübelerini

mümkün olduğunca yazılarına aktarmıştır. Sanayi

Devrimi ile birlikte çalışma koşullarının iyice kötüleştiğini

görmüş, kendisini de içinde gördüğü alt tabakaya

mensup insanların, özellikle işçi sınıfının durumunu

yazılarına aktarmıştır. Hatta işçi sınıfını gözlemlemek

için kılık değiştirmişliği de vardır. “Avarelik” olarak

nitelendirilen zamanlarında kazandığı tecrübeleri yazıya

aktarmış ve bunları dergilere yayımlanması için göndermiştir.

Ancak belli düzende yazıları kabul edilene kadar

sürekli reddedilmiştir. İçinde bulunduğu olumsuz

koşullara rağmen yazmaktan vazgeçmemiş ve daim

olarak üretmeye çalışmıştır.

London için emeğin itibarı dünyadaki en etkileyici

şeydir. Çalışmak her şeydir; takdis ve kurtuluştur. “Nasıl

Sosyalist Oldum?” yazısında bu durumu şöyle açıklar:

“Zor bir günün emeğinden duyduğum gurur size

anlaşılmaz gelebilir. … Ücretimi ödeyen adamı

kandırmak ya da işten kaytarmak öncelikle kendime,

sonra da ona karşı bir günahtı. Bunu vatan hainliğinden

sonra gelen, hatta onun kadar kötü bir suç olarak

görüyordum.” Çetin şartlarda birçok işte çalışan

London, tabii olarak yaşadıklarını ve gözlemlediklerini

yazılarında kullanmıştır. Eserlerinde ele aldığı temel

izlekler arasında açlık, geçim kaygısı vardır. Ailesinin

durumu, dönemdeki birçokları gibi iyi değildi, dolayısıyla

belli bir refah seviyesine ulaşana kadar ekonomik

krizin yoksullaştırdığı başta halk kitlelerinin ve kendisinin

içinde bulunduğu sorunlardan biri olan açlık teması,

onun için önemli bir noktadaydı.

İş verenlerin daha çok kazanmak uğruna işçilerini

insani olmayan şartlar altında çalıştırmalarını birinci

dereceden tecrübe etmiş, büyük bir kitlenin bu zor

şartlar altında ezilip gitmesini yaşamış ve gözlemlemiş

biri olarak London eserlerinde bir diğer temel izlek

olarak kapitalist düzen eleştirilerini de emek, sermaye,

proleter tabaka, sömürge, örgütlenme, sınıf bilinci gibi

kavramlar etrafında kaleme almıştır; kentli-taşralı

çatışması, yoksulluk, sosyal adaletsizlik vb. toplumsal

03


“İşçi sınıfının içinde doğdum.

Heves, tutku ve idealleri erken yaşta keşfettim

ve çocukluğumda bunları tatmin etmeyi kendime

dert edindim. İçinde bulunduğum çevre kaba, sert ve vahşiydi.

Kendime ait bir bakış açım yoktu ama gözüm yukarlardaydı.

Toplumdaki yerim en alttaydı.

Burada beden ve ruh için pislik ve sefaletten başka bir şey yoktu;

beden de ruh da aynı şekilde aç ve azap içindeydi”

“ İnanıyorum ki

hayatın senfonisini,

bilinçli yürekler

daha iyi

icra edeceklerdir.

sorunların temelinde kapitalizmi görmüştür. Endüstrileşme

sürecini eserlerine yansıtmış, emek-sermaye

ilişkisi, artı değer, gelir eşitsizliği, sendikalar, grevler,

çocuk işçiliği, iş kazaları gibi birçok kavrama ve olguya

da eserlerinde yer vermiştir.

Günümüz dünyasında her ne kadar enstrümanlar

değişmiş olsa da hâlâ insanlar kapitalist sistem tarafından

sömürülmekte ve hatta birçoğu bunun farkında

olmadan gönüllü bir şekilde sisteme kendini sömürtmektedir.

Bu bağlamda London’ın mücadeleyle ve

“Burjuva zihninde

sınıf mücadelesi dehşet verici,

korkunç bir şeydir; oysa sosyalizm

tam da budur mülksüz işçilerle mülk

sahibi efendileri arasındaki, dünya çapında

bir mücadele. İşçi sınıfı, toplumsal evrim

süreci içinde, (eşyanın doğası gereği)

sermaye sınıfının egemenliğine

başkaldırmak ve onu devirmekle

yükümlüdür.”

üretkenlikle geçen yaşamının bizlere yol gösterebileceğini

düşünüyorum. Kitaplarını okuyarak, kitaplarından

uyarlanmış filmleri izleyerek belki biz de kendi içimizde

fiziksel veya düşünsel bir yolculuğa çıkma yolunda

adımlar atabilir ve onun sayesinde insanın emeğine

saygı duymayı, zorlu şartlar altında mücadele etmeyi

öğrenir ve en önemlisi kendimize savunacak bir olgu

bulabiliriz.

İnanıyorum ki hayatın senfonisini, bilinçli yürekler

daha iyi icra edeceklerdir.

KAYNAKÇA

BUDAN, Cem Yılmaz, (2011), Jack London’ın Romanları Üzerine Bir

İnceleme, Trakya Üniversitesi,

SBE, Yüksek Lisan Tezi, Edirne.

HALEY, James L., (2012), Jack London, (çev. Yiğit YAVUZ), Türkiye İş

Bankası Yayınları, Ankara.

NAZLI, Ogün, (2020), Jack London’ın Eserlerinde Sınıf Çatışması, Çalışma

ve Toplum Dergisi, S. 67, s.

2463-2485.

https://www.karavandakiadam.com/jack-london-kimdir-hayati-ve-kitaplari-jack-london-neden-guluyor/

https://www.birartibir.org/kultur-sanat/503-olumunun-103-yildonumunde-jack-london

https://www.cafrande.org/abdli-gazeteci-ve-roman-yazari-jock-london-anlatiyor-nasil-sosyalist-oldum/

04


VAROŞLARDAN

Kışsa,

vakitlerden

Saatte yedi sekiz.

Birde geçiyorsan

kuru soğan,

zeytin,

ve ekmeğin

Gökay Korkmaz

Tam ortasından…

Kenarından yani

kentlerin.

Varoşlardan!

Yakar ciğerini

Bacadan tüten

yoksulluk

Gözlerin kısılır,

Nefesin, bebek nefesi.

Ama kaplar içini

garip bir neşe,

mutluluk…

Dostluklar.

Uluorta serili

-beş metrekare- kilim üzerine

Kederli kahkahaların sığdırıldığı

üç kuşak,

beş aile

Dostluklar…

Çocuklar...

Henüz okumamışken bir kitap

Kargaburunla mengeneyi

ayırt eden,

Ay ışığının kudurduğu vakitlerde

Anne, baba yolu gözleyen,

Henüz zapt etmemişken,

gün geceyi

“Var! Boyoz, gevrek!” sesleriyle

Günü doğuran çocuklar.

Varoşun çocukları…

Onlar şarkılarını söylemeye başlamadılar,

05

Henüz!


SÖYLEŞİ:

ÖZKAN ÖZTAŞ

YUSUF YALÇIN

İLHAN DEMİR

06

MÜCADELENİN ANADOLU

TOPRAKLARINDA YOLA

ÇIKIŞININ 100. YILINDA: DÎSA

Ş

üphesizki Sovyetler Birliği, bir çok alanda olduğu gibi, halkların, varolma

çabası ötesinde, dillerini ve kültürlerini geliştirebilecekleri bir dünyanın

nasıl mümkün olabileceğine dair de yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.

Geçtiğimiz yılın son ayında yayınlanan DÎSA isimli albüm üzerine, albüm

yaratıcılarından Özkan Öztaş ve Yusuf Yalçın ile söyleştik.

1- Başlamadan önce okuyucularımıza kendinizi

tanıtabilir misiniz?

Özkan Öztaş: 1989 yılında Konya’da doğdum. İlk ve

orta öğrenimimi burada tamamladıktan sonra Ankara

Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde antropoloji

alanında eğitim gördüm. Burada kültürel antropoloji

alanında, özellikle de Kürt kültürü ve tarihi

üzerine okumalar ve çalışmalar yapmaya gayret gösterdim.

2016 yılında Sovyetler Birliği’nde Kürt Sanatı

adıyla yayınlanan çalışmamda SSCB döneminde

yaşamış Kürtlerin sinema, edebiyat, müzik ve gündelik

hayattaki deneyimlerini incelemeye çalıştım. Çocuklar

İçin Kürtçe Masallar isimli kolektif çalışmada yer alıp

geleneksel Kürtçe masalları derleyerek bir yandan da

evrensel masalları Kürtçeye çevirmeye çalıştık. soL

Haber Portalı, Gelenek Dergisi gibi yayınlarda Kürt

kültürü ve tarihine dönük kimi yazılarım yayınlandı. En

son Yusuf Yalçın ile birlikte ürettiğimiz çalışmada,

Erivan Radyosu’nda 1955 ila 1990 yılları arasında kayda

alınmış Kürtçe eserleri klasik müziğin enstrümanları ile

birleştirerek yeniden ürettik. Aynı zamanda Kürtçe’den

Türkçe’ye bir romanın çevirisiyle ilgileniyorum son

zamanlarda.

Yusuf Yalçın: 1983 Adana doğumluyum. Erken

yaşlarda başladığım müzik eğitimine 1993 yılından

itibaren Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuvarında,

o dönem henüz dağılmış olan Sovyetler Birliği’nden

Türkiye’ye davet edilmiş eğitimcilerden biri olan

Ferhang Hüseyinov’un keman sınıfında başlayarak

devam ettim. 20013 yılındaki yüksek lisans mezuniyetine

dek müzik çalışmalarımı aralıksız olarak sürdürdüm

ve bu süreçte solo müziği ve orkestra konserlerinde yer

alarak birçok ustalık sınıfına katıldım. Aynı zamanda

kompozisyona olan ilgim nedeni ile Prof. Nevit Kodallı

ile bu alanda çalışmalar yaptım. 2000 yılından itibaren

Çukurova Devlet Senfoni Orkestrasında misafir sanatçı

olarak çalışmaya başladım. 2000-2010 yılları arası

Portekiz, Litvanya, Almanya’da gerçekleşen uluslararası

festivallere ve konserlere de katılarak, birçok değerli

müzisyenle çalışma imkânı buldum. 2006 yılından bu

yana Çukurova Devlet Senfoni Orkestrasında kadrolu

keman üyesi olarak çalışmaktayım ve orkestranın

başkemancılığını yapmaktayım. Kemancılık görevi

haricinde geleneksel ve halk müziklerinin polifonik ve

senfonik yapıya uygulanması üzerine de birçok çalışma

yaptım ve bu çalışmalardan bazıları Rusya, Japonya, Çin

ve Almanya’da seslendirildi. Müzik yaşamıma oda

müziği, orkestra ve kompozisyon çalışmaları yanı sıra

klasik müzik tarihi ile ilgili atölyeler gerçekleştirerek

devam etmekteyim.


2- Özkan, senin de daha önce değindiğin üzere

Erivan Radyosu Türkiye’de çok beğenildi ve

takip edildi. Çocukluğumdan beri büyüklerimden

duyduğum bu radyo, sanki yanı başımızdan,

bizim ülkemizden bir ses.

Erivan Radyosu’nun Türkiye’de böylesi bir yankı

uyandırmasının sebebi nedir? Sovyet halkları,

kültürü için neyi ifade ediyor?

Ö.Ö.: Erivan Radyosu, Türkiye’de daha çok bir Kürt

radyosu gibi düşünülüyor. Halbuki Ermenistan

Sovyeti’nin resmî radyosu. Ankara TRT radyosu gibi

düşünebilir okuyucular. Tabii içeriği ve üretimini

benzetmeden. İşte bu radyo kanalında haftada sadece 2

Kürtçe yayınlar yapılıyor. Biraz haber ve yorum biraz da

Kürtçe şarkılar ile. Ancak bu beklenenin ötesinde bir

ilgiye mazhar oluyor. Sadece Erivan’da ya da

Sovyetlerde değil, Ağrı Dağı’nı aşan radyo frekansları

Türkiye Kürtlerini de çok heyecanlandırıyor. Sonra

günde 2 saate çıkarılarak rutin bir programa dönüşüyor.

Bugün Kürt müziğinin ve sanatının önemli isimleri ve

üretimleri o zamanlarda derlenen çıkan kayıtlarla

bugüne ulaştı. Aram Tigran, Karapete Xaco, Susika

Simo gibi isimler buna örnek olabilir.

Türkiye’de bu denli çok sevilmesinin nedeni esasında

Sovyet Kürdoloji Konferansının bir sonucu. O toplantılarda

Kürt dili için bir karar alınıyor. Sovyet Kürt işçilerinin

konuştuğu dil ile üretimleri yapacağız diyorlar. Yani

gündelik hayattaki Kürtçe ile. Baz alınan örneklerden

birisi de Ermenistan’daki maden ocağında çalışan

Kürtlerdir mesela.

Tam da bu nedenle, ilk Kürtçe romanın yazarı Sovyet

Kürtlerinden Erebê Şemo’nun Kürt Çoban adlı romanı

için Maksim Gorki “Kürtler Erebê Şemo’nun diliyle

konuşuyor” der. Burada kast edilen dilin Kürtçe olması

değil, emekçi halkın diliyle yazarının dilinin aynı ahenkte

olmasıyla ilgilidir.

Susika Simo

O yüzden Bağdat ya da

İran radyosundaki

Kürtçe ezgilere kıyasla

Erivan radyosu daha

ari bir Kürtçe inşa

etti ve emekçi halk

tarafından anlaşılan,

beğenilen bir sonuç

yarattı.

3- Peki böyle bir albüm yapma fikri nasıl

doğdu? İçinden geçtiğimiz dönemi de hesaba

katarak çalışmayı yürütürken ne gibi zorluklarla

karşılaştınız? Süreç nasıl gelişti?

YY: Pandemi sürecinde kayıtta yer alan müzisyenler

olarak yaşadığımız en büyük sorun bir araya gelememek

oldu. Parçaların düzenlemelerine devam ederken

bu engeli de hesaba katarak yol almak durumundaydık.

Bu sorunu ayrı zamanlarda her bir çalgıyı sırayla kaydederek

çözdük. Bu, popüler müzik albümlerinin kayıt

aşamasında en çok uygulanan yöntemdir, kanal kayıt

denir. Aslında klasik müzik geleneğinde böyle bir

yöntem yoktur, müzisyenler konserde olduğu gibi

kayıtta da beraberdir. Birlikte nefes alır, hisseder ve icra

ederler. İlk kez böyle bir deneyim yaşadık çoğumuz ve

ilk aşamada hem duyuş hem de icrada alışması oldukça

zor oldu.

ÖÖ: Almanya Kürt Enstitüsü’nün derlediği 10 bin adet

Erivan Radyosu kaydı erişime açılınca bu alana dair bir

üretim yapmayı düşünmüştüm ilk olarak. İlk işaret

fişeği de bir dengbêj kaydı derlemesi sırasında Kars’ın

Digor ilçesine bağlı Dağpınar Beldesi’ndeki amcanın

Erivan radyosu hakkında anlatılarıydı. Yaşlı dengbêj

bize Erivan debgbêjlerinden söz ederken onların

konservatuar mezunu olduğunu söylüyordu. Bu yansıma

kıymetliydi hepimiz için. Konservatuar onu için bir

dengbêj okuluydu. Düşünsenize, bugün Kürdistan

dışından bakınca bir Stockholm, Viyana ya da Paris

denbêjleri yok. Ama Sovyet dengbêjleri diye bir şey var.

Bu sosyalizmin emekçi halklar için hayata geçirdiği

kıymetli bir deneyimi gösteriyor hepimize. Buradan

yola çıkarak yeniden üretme fikri gelişti.

4- Kürt tarihinin Rönesans’ı olarak tanımladığınız,

Kürt halkının kültürü, sanatı ve politik hattı

Sovyetler üzerinden edindiği, dönemin bir

çalışması “DÎSA”. Manası nedir?

Neden DİSA?

ÖÖ: Dîsa Kürtçede “bir daha” demek. Yeniden manasında

da kullanılıyor. Biz de geçmiş üretimleri

bir kez daha yorumlayacağımız için adına “bir kez daha”

demeyi düşündük. Bu hem bu şarkıların

kendisini işaret ediyordu hem de SSCB’nin 1917 yılında

açtığı o kıymetli yolun kendisini “bir kez

daha” hayata geçirme motivasyonuydu. Albüm

çalışmaları bu mücadelenin Anadolu topraklarında

yola çıkışının 100. Yılında gerçekleştirildi. Dîsa tüm

bunların ortak çıktısı bizim için.

Albüm çalışmaları

bu mücadelenin

Anadolu topraklarında

yola çıkışının

100. yılında

gerçekleştirildi.

07


Çalışmamızın özü,

şarkıları baştan yorumlamak

değil, kolektif çalışmaları

yeniden hatırlamak,

gündeme getirmek

ve güncel bir biçimde

yorumlamaktı.

SSCB Döneminde

Yaşanmış İlkler

1926 - İlk Kürtçe film

Zare

1935 - İlk Kürtçe roman

Kürt Çoban

İlk Kürt rock müzik topluluğu

Koma Wetan

En uzun soluklu gazete

Reya Teze

Tiyatro toplulukları

ve daha nicesi.

5- Yusuf, Albümdeki şarkıları yeniden seslendirmek

yerine korunmuş olan özgün halin klasik

müziğin çalgılarıyla buluşturulduğunu görüyoruz.

Böylesi bir tercihin amacı nedir?

YY: Aslında çalışmamızın özü, şarkıları baştan yorumlamak

değil, zamanında yapılmış olan bu ortak, kolektif

çalışmaları yeniden hatırlamak, gündeme getirmek ve

güncel bir biçimde yorumlamaktı. Eski kayıtları yeni bir

biçimle buluşturma fikri bu şekilde doğdu ve bu sık

yapılan türden bir çalışma olmadığından dikkat çekici

olacağı sonucuna vardık.

6- Onlarca şarkı arasından 8 şarkı seçmek

oldukça zor bir iş olmalı. Parçaların seçiminde

nelere dikkat ettiniz?

YY: Özkan bu fikrini ilk açıkladığında aslında bu kadar

fazla kayıt ile karşılaşacağımı beklemiyordum. Seçim

yapmak gerçekten zor olacaktı ve zamanımız tüm

şarkıları dinlemek için kısıtlıydı. Bu yüzden çemberi

daraltma kararı aldık. Özkan seçim yapmam için yaklaşık

40-50 civarı parçadan oluşan bir liste hazırladı ve

ben de müzikal olarak birbiriyle ilişki kurabildiğim

sekizini seçtim. Lenin ile ilgili olan parçalar zaten açıkça

belliydi ve diğerleri için hem ezgisel ve ritmik yapısı hem

de düşündüğümüz yeniden çalgılamaya uygunluğu

açısından uygun gördüğüm şekilde seçtim. Özellikle o

dönemlerde kendi doğal akışı içinde yorumlanıp kaydedilmiş

kayıtlar olunca, günümüz koşullarında bu

kayıtlara ayak uydurmanın zorluklarını da düşünmemiz

gerekiyordu. Tempo, ritim, üslûp açısından kayıtlarla

uyumlu bir iş çıkması gerekiyordu. Bir diğer yandan da

çok seslilik kavramı hem teori hem de yaratıcılık açısından

dikkatli bir çaba, özen gerektiren diğer unsurlardır.

Bir parçayı gelişigüzel bir şekilde çok sesli yapmaya

çalışmak biraz zorlama olabilir. Bu açılardan en uyumlu

olanları seçmeye çalıştık diyebilirim. Daha birçok parça

olabilirdi fakat biz çalışmayı zamanında bitirebilmek için

sekiz parça ile sınırlı tutmak durumunda kaldık.

7- Albümü incelediğimizde, Lenin ile ilgili iki

şarkı bulunduğunu görüyoruz. Albümün Lenin

ile başlayıp Lenin ile bitmesinin nedeni nedir?

Bize ne anlatıyor tüm bu şarkılar?

ÖÖ: Sembolik bir değeri var her şeyden önce. Tüm bu

çalışmaların temelinde Sovyet Sosyalizmi var. Onun

motivasyonu onun heyecanı. Düşünsenize, Karapete

Xaco, hayata veda etmeden önce, SSCB dağıldığı için

yaşadığı üzüntüyü tarif ederken

Biz Kürtler Sovyetler olmadan ne

değerimiz var ki. Kim gider de bir

Kürdün peşinde müzik yapar her

şey bu kadar pahalıyken

diyor. Kıymetli bir özet bu. Kürtçe ve Karapete Xaco

Kürt müziği çok para ettiği için değil,

Sovyetler için önemli olduğu için 10 bin adet şarkı kayda

alınmıştı. Bu yüzden Kürtçe şarkıların önemli bir

kısmında Lenin, Sovyetler ve Kolhozlar ibaresine

rastlarız. Seçtiğimiz şarkılardan da 2 tanesi Lenin’e atfen

olunca onunla başlayıp onunla bitirelim dedik.

8-Geçtiğimiz haftalarda Boyun Eğme dergisiyle

yapmış olduğunuz söyleşide Sovyetler Birliği

Kürt emekçilerin eşit ve özgür bir şekilde kültürlerini

yaşayabildikleri tarihteki ilk ve tek örnek

olduğunu söylemişsiniz. Biraz daha açar mısınız?

ÖÖ: Evet. SSCB bunun şu ana kadar yaşanmış tek

örneği. İlk Kürtçe film (1926 Zare) ilk Kürtçe roman

(1935 Kürt Çoban), ilk Kürt rock müzik topluluğu (Koma

Wetan), en uzun soluklu gazete (Reya Teze), tiyatro

toplulukları ve daha nicesi. Bunlar hayata geçirilirken

insanlar canlarından olmadı, dilleri yasaklanmadı

kimsenin evine çarpı işaretleri konulmadı. Tüm Sovyet

halkları gibi Kürtler de bu nimetlerden faydalandı.

Önümüzde iki soru duruyor. İlki şudur bence: Kürtler,

kendi topraklarından bu kadar uzakta bunca ilksel

üretimi nasıl hayata geçirebildi? İkincisi de “bu kadar

kıymetli üretimlerden neden haberdar değiliz ya da çok

az bilgimiz var?” Tamamı bize sosyalizmin tüm halklar

için kıymetini ve bu düzen için yarattığı kaygıyı gösteriyor.

Birçok Kürt araştırmacı SSCB kesiti için “Kürt

halkının Rönesans’ı” diyor. Bence güzel bir tarif. En

güzeli de fotoğraflar. O yıllarda Kürt demek ya da

Kürtçe konuşmak dahi yasaktı bizim topraklarımızda.

Kürt halkının

Rönesans’ı:

SSCB

08

Yusuf Yalçın

Özkan Öztaş


9- Özkan, çevremde gördüğüm kadarıyla farklı çevrelerden, albüme karşı yoğun bir ilgi var. Tanıtım

videosunda bahsettiğin, çalışmanın temel motivasyonunu bir kez de BKS okuyucuları için nedeniyle

birlikte anlatır mısın?

ÖÖ: Geniş bir kesime ulaştı mı sorusuna evet demek erken. Ama güzel bir ilgi ile karşılandı. Şu an için 30 bin kişiye

erişmiş çalışmanın kayıtları. Bu sayı esasında hem çok az hem de popüler olmayan ve güncel olmayan bir üretim için

olumlu sayılacak bir sonuç. Kısa bir süre sonra youtube dışında paylaşım mecralarında da yer alacak şarkılar.

Dayanışma ve benzeri kurgular dışında herhangi bir maddi beklentimiz yoktu bu çalışmaya başlarken. Bu nedenle de

satışa sunulmaması gibi bir hassasiyetimiz vardı. Erişimi ücretsiz olmalıydı ki şantiyede çalışan, kamyon kasalarında

mevsimlik işlere giden, Karadeniz’de fındığa büyük kentlerde inşaata giden Kürt emekçiler dinleyebilsin diye düşündük

.

Bazı yolculuklardan, inşaatlardan videolar geliyor, çalışırken dinleyenlerden. Bu kıymetli bir şey. Konuştuğu ana

dilinden bağımsız bir kıymet bu. Kürtçe bilsin bilmesin bu çalışmaları, SSCB’nin üretimlerini, bizim mütevazi katkımızı

bilmeleri yeterli.

Okuyuculardan bu nedenle tek bir ricamız olabilir. Bu şarkıları ulaşabildikleri en geniş çevreye iletmeleridir bu da.

Çünkü bu çalışmanın ardında şirketler ya da sponsorluklar yok. Bize ait olanı bizimle olanla buluşturmamız gerekir. O

zaman geniş bir kesime ulaştı mı konusu sayısından bağımsız olarak cevabını bulacaktır.

İnsana yakışır bir çok ilkin madeni Sovyetler Birliği’nin ve var ettiği toplumsal düzenin

sağladığı imkânla, bu madende titizlikle çalışıp gün yüzüne çıkarılan değerli ürünlerin

işlenerek önümüze getirilmesinde emeği olan herkese ve BKS Akademi olarak çıkartmaya

başladığımız E-dergimizin ilk sayısında bizimle birlikte okuyucularımıza seslenen

Özkan Öztaş ve Yusuf Yalçına Teşekkür ederiz.

Biz Özkan’ın yaptığı çağrıya kulak veriyor ve albümü siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz.

Bize ait olanı bizimle olanla buluşturmak için:

Bu

çalışmanın ardında

şirketler ya da

sponsorluklar

yok.

Bize ait olanı

bizimle olanla

buluşturmamız

gerekir.

Albüme emeği geçenler:

Yapımcı:

Özkan Öztaş

Müzik Direktörü: Yusuf Yalçın

Klasik Ensturmanlar: Nâzım Ensemble

Kamera/Düzenleme: Batukan Ceyran

Grafik Tasarım: Alican Kayhan

Albüm’ü dinleyebileceğiniz platformlar:

Youtube: https://www.youtube.com/

playlist?list=PLAXCuqYJmH1LTwKn8t6hJZn0zxTWAZh8v

ITunnes: https://music.apple.com/tr/album/stran

%C3%AAn-kurd%C3%AE-y%C3%AAn-radyoya-yer

%C3%AEvan%C3%AA-bi-mus%C3%AEka-qlas%C3

%AEk-d%C3%AEsa/1547397298?at=1l3v9Tx&uo=

4&app=itunes

Play Music: https://play.google.com/

store/apps/theme/promotion_gpm_shutdown_ctp

Deezer: https://www.deezer.com/tr/

album/191781742

09


Çizim: Arda Güler

NÂZIM USTAYA ARMAĞAN

B

ugün Ocak'ın 15'i... BKS Akademi'nin aylık yayın organı Senfoni

E-Dergisi yayın hayatına başlıyor. Yayına bugün girmemiz bir

raslantı değil. Bugün büyük usta Nâzım Hikmet'in 119. Doğum günü.

Ve kendisini şiirleri kadar, ömründe yalnızca övündüğü, eylem ve

hareketiyle de tanıdığımız bu büyük ustaya verilebilecek en anlamlı

armağanın gine eylem ve hareket içinde verilebileceğine inanıyoruz.

Bu nedenle ilk sayımızı Nâzım Hikmet'e adamanın onuru ve gururu,

ilk adımlarımızın heyecanıyla:

İyiki doğdun Nâzım!

Gelin Nâzım'ı kendisinden dinleyelim...

OTOBİYOGRAFİ

1902'de doğdum

doğduğum şehre dönmedim bir daha

geriye dönmeyi sevmem

üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim

on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği

kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu

ve on dördümden beri şairlik ederim

kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir

ben ayrılıkların

kimi insan ezbere sayar yıldızların adını

ben hasretlerin

NÂZIM HİKMET

hapislerde de yattım büyük otellerde de

açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir

otuzumda asılmamı istediler

kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini

verdiler de

otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu

elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ'dan Havana'ya

Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de

961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır

10

partimden koparmağa yeltendiler beni

sökmedi

yıkılan putların altında da ezilmedim


Ricamız Var...

951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün

52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü

sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım

şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile

aldattım kadınlarımı

konuşmadım arkasından dostlarımın

içtim ama akşamcı olmadım

hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana

başkasının hesabına utandım yalan söyledim

yalan söyledim başkasını üzmemek için

ama durup dururken de yalan söyledim

bindim tirene uçağa otomobile

çoğunluk binemiyor

operaya gittim

çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın

çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri

camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye

ama kahve falıma baktırdığım oldu

Bugün sizlerinde Nâzım’a

bir armağan verin.

Önerdiklerimiz:

1- Nazıma adadığımız sayımızı

dostlarınıza ulaştırmak.

2- Ustanın bir kitabını almak,

okumak.

3- Oyun Sandalı Ekibi’nin

Bugün saat 21:00’de

Sahneden Naklen yayınlanacak

“TARANTA BABU” isimli

oyununu izlemek.

SAHNEDEN NAKLEN

TARANTA BABU

15 OCAK - 21.00

yazılarım otuz kırk dilde basılır

Türkiye'mde Türkçemle yasak

kansere yakalanmadım daha

yakalanmam da şart değil

başbakan filân olacağım yok

meraklısı da değilim bu işin

bir de harbe girmedim

sığınaklara da inmedim gece yarıları

yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında

ama sevdalandım altmışıma yakın

sözün kısası yoldaşlar

bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da

insanca yaşadım diyebilirim

ve daha ne kadar yaşarım

başımdan neler geçer daha

kim bilir.

11 Eylül 1961 / Doğu Berlin.

Heykeltıraş Mehmet Aksoy

tarafından, Nâzım Hikmet’in

ölümünün 51. yıl dönümünde,

NHKM’ye armağan ettiği

Nâzım hikmet rölyefi.

11


ÖZGÜRLÜK

FLAMENKOLARI

CEMRE ÇERÇİ

“ Ortaya çıkan bu albüm

bizlere sanatın sosyal

olarak dönüştürücü bir

gücü olduğunu da

göstermektedir.

12

ÖZGÜRLÜK FLAMENKOLARI

1

991 yılının şubat ayında, Antoino Estevez

Fernandez ile Rafael Trenas Kordoba

Cezaevinde görevliyken İspanya çapında

bütün hapishaneleri kapsayan bir şarkı yarışması

yapmak isterler. Ancak bu yarışmaya katılmak için

iki şart belirlerler. Bu şartlar Flamenko söyleyebilmek

ve özgür kalacağı günü bekliyor olmaktır.

Gerekli planlamaları yaparak ve teknik desteği sağlayarak

yola koyulan Antoino ve Rafael tüm hapishanelere

haber yollayarak adayların zorunlu üç şarkı yanında bir

de kendi istedikleri bir şarkıyı seslendirip kaydedeceklerini

bildirirler. Kısa zamanda, ülkenin dört bir yanından

kayıtlar gelmeye başlar ve Ön jüri 150 aday arasından

seçim yaparak, yarışmaya katılmaya hak kazanan

mahkumları belirler. Yarışmacılar gerekli nakil izinleri

alınarak Kordoba’ya doğru yola çıkarlar. Bazıları için 15

gün sürecek olan bu heyecanlı yolculuk, mahkumların

sınırlı hayatlarında farklı bir pencere açar.

Yarışmacılar cezaevlerine ulaştıklarında

hayatları tamamen farklı bir hal alır. Çünkü burada

profesyonel sanatçılar eşliğinde çalışmaya,

müzikle iç içe olmaya, edindikleri amaçla

kendilerini geliştirmeye başlarlar. Yarışmaya

katılamayanlar ise kendi el sanatlarını üretme ve

sergileme fırsatı bulurlar. Birbirini izleyen provalar

yarışma heyecanını artırarak cezaevinde eşi

benzeri bulunmayan bir atmosfer yaratır.

Cezaevlerinin birbirinden farkı olmadığı halde

yarışmacılar nakillerini yarışmanın düzenlendiği

buraya aldırmak bile isterler çünkü burada müzik

vardır ve kendilerini geliştirebilirler. Ödül olarak

konan 5000 peseta ise kurallara göre mahkumun

cezasını yarı yarıya azalttığı gibi bu tür bir etkinliğe

katılmak da ceza süresinin kısalmasına yardımcı

olur. 1991’den itibaren iki yılda bir yapılan

yarışmalar Flamenko dünyasına iki yetenekli isim

kazandırır. 1991 ve 1995 yılları birincisi Jose

Serrano Campos ve 1993 birincisi Antonio El

Agujetas. Bu albümün ilk bölümünde bu yarışma

birincilerinin seslendirdiği Flamenko parçaları

bulunmaktadır.

Albümün ikinci kısmında ise İspanya’nın bir

sanayi kenti olan Huelva’nın,okula devam etme

oranının çok düşük, halkın çoğunun işsiz ve

uyuşturucunun büyük bir sorun olduğu varoş

kesiminden çıkan Los Activos grubunun parçaları

bulunmaktadır. Los Activos’un amacı başıboş

dolaşan gençlerin okula devam etmelerini ve

müzik yeteneklerini geliştirmelerini sağlamaktı.

10-16 yaşlarındaki bütün gençlere açık olan müzik

atölyelerine en az 30-40 genç katılıyordu. Gençler

elleriyle ayaklarıyla kapı ve kutularla ritim tutuyor

zamanla kendi ritim aletlerini kendileri yapmaya

başlıyordu. Flamenko böyle bir çalışma için

doğduklarından itibaren bildikleri bir tür

olmasının yanında en masrafsız seçenekti. Los

Activos başladığı bu yolda bir ekip kurarak önce

lokallerde çalıp kendi enstrümanlarını karşıladı.

Daha sonra adlarını duyurarak Amerika ve

Avrupa’ya uzanan konser yolculukları devam etti.

Bu albümde ise Los Activos’un kendi albümleri

olan Hasta Los Huesos’an parçalar bulunmaktadır.

1991’de Kordoba cezaevinde düzenlenen ve

İspanya’daki tüm mahkumların katılımına açık

olan Flamenko yarışması, mahkumların kısa

zamanda İspanya’nın dört bir yanından Kordoba

cezaevine getirilmesini sağladı. Burada

profesyonel sanatçılar eşliğinde çalışmaya,

müzikle iç içe olmaya, varoluşlarını sanatla

anlamlandırmaya başlayan mahkumlar,

kendilerini eşi benzeri bulunmayan bir atmosferin

içinde buldular ve farklı yıllarda tekrar edilen bu

yarışmada, birincilerin seslendirdiği Flamenko

parçalarından 2 Gritos De Libertad albümü ortaya

çıktı. Bu albümün ilk bölümünde, yarışma

birincilerinin seslendirdiği Flamenko parçaları,

ikinci kısmında ise eğitimsizliğin, yoksulluğun,

işsizliğin ve uyuşturucu kullanımının büyük bir

sorun olduğu Huelva’da, tüm bunlarla mücadele

etmek amacıyla kurulan Los Activos grubunun

parçaları bulunmaktadır. Ortaya çıkan bu albüm

hem sanatın, cezaevindeki mahkumların

yaşantısında yarattığı olumlu değişimler açısından

hem de Los Activos’un elde ettiği başarıyla,

oluşturduğu müzik atölyesini, gençlerin katılımına

açık bir hale getirerek onların hayatına bir anlam

kazandırmaya çalışması üzerinden, bizlere sanatın

sosyal olarak dönüştürücü bir gücü olduğunu da

göstermektedir.

Albümün Spotify Linki:

https://open.spotify.com/album/6ahil1JwK9AN

qclRMMXYvD?si=buYbClQtRzqVcnHnJN4KbA


MODERN ARENA

BİLAL KOCAKAYA

MODERN ARENA

S

tadyumlar; bir diğer adıyla kitlelerin uyutulduğu

devasa beşikler. Spor günümüzde halkın büyük bir

ilgiyle takip ettiği, desteklediği takım uğruna

kendisine dayatılan fahiş fiyatlı formayı aldığı,

desteklediği takımı sahada izleyebilmek için yüksek

fiyatlara çoğu zaman da kara borsadan aldığı, uğruna

arkadaşlarıyla saatlerce şiddetli tartışmalar yaşadığı,

sırf başka bir takımı desteklediği için tanımadığı

insanlara ağız dolusu küfürler yağdırdığı ve bazen de

ucu cinayete uzanan kavgalar yaratan bir mecra haline

gelmiştir.

İnsanlar sanki hayatları buna bağlıymışçasına

maçları takip ediyor, ardından kendine pek de faydası

olmayan maç başına milyon dolarları cebine indiren

oyunculara övgü yağdırıyor, saatlerce ekran başında

kimi kanallarda oyuncuların özel hayatlarını kurcalayan

kimi kanallarda da spor programı yaptığını iddia eden

ama karşılıklı mahalle kavgası havasındaki programları

izlemekle meşgul oluyor.

Peki şimdi soruyorum size yukarıdaki iki paragrafta

anlattığım maalesef Türkiye halkının başına bela olan

ve halkın da inatla bu belanın üzerine sarıldığı durum

halkın ne işine yarıyor ? Halkın sorunlarını dile getiren

bir olay değil. Halkın hak ve özgürlüklerini savunan bir

durum değil. Halkı bilinçlendiren aydınlatan bir durum

değil. Halkın insanca ve insan onuruna yakışır bir

şekilde hayat sürmesini sağlayan bir durum değil. Yani

bize pek de faydası olmayan bir şey sanırım. Ve bunca

kelimenin tek ve kısaca bir özeti var: Fanatizm

Fanatizm faşizmle aynı kökenden türemiş bir

kelimedir. Yani körü körüne bağlı olduğu takım ve

taraftar grubunun isteklerini düşünmeden şiddetle

savunan birey adeta gerçek dünyadan soyutlanmış gibi

yaşamaktadır. Kişi destek verdiği takımının kendine

hiçbir faydası olmayacak politika ve tutumlarını öyle bir

benimsemiştir ki adeta desteklediği takımı hayatının

merkezine oturtmuş gibidir. Ve artık bir taraftar olarak

kapitalizmin değirmenine düşmüş demektir. Ama bu

değirmen bizim bildiklerimizden biraz farklı maalesef,

bu değirmene ne atarsan at karşılığında un

alamıyorsun. Bu değirmen üzerinde kendi ismi olan

formalar aldırıyor bize, bu değirmen yatak

çarşaflarımızın üzerine çıkıyor, bu değirmen

anahtarlıklarımıza yapışıyor, bu değirmen

televizyonlarımıza girip bize yayın satın aldırtıyor, bu

değirmen sosyal hayatımızı da ele geçiriyor, ondan

başka bir şey konuşamıyoruz artık. Peki karşılığında ne

alıyoruz: Koca bir hiç. Emekçi halkın alın teriyle

kazandığı paranın dolaylı yoldan gasp edilmesine seyirci

kalıyoruz sadece. Aslında biz emek harcayıp

kazandıklarımızı yine kendi elimizle teslim ediyoruz

sermayenin eline.

İsterseniz bir de madalyonun diğer yüzünden

bakalım olaya sahanın arkasındaki top toplayan

çocukların gözünden. Ya da maç bittikten sonra sahanın

çöplerini toplayan emekçilerin gözünden. Tahmin

edersiniz ki her sektör gibi bu sektörün de emekçileri

var, birileri milyonlar alırken insanca yaşamaya

yetmeyecek ücret alan emekçiler. Ya da Anadolu’da

halkın desteğiyle kurulup oynadığı takımda ücretini

alamayan futbolcular var.

Maalesef bu kadarıyla bitmiyor. Emekçi halkın

kanını son damlasına kadar emen bu sistem bir de

uyanmasın diye adeta halkın gözünü bantlıyor.

Yurttaşlar büyük beşiklerdeki bu hülyaya o kadar

kapılmış ki yurt parsel parsel satılıyorken bu sezonki

transferleri konuşuyor, tarım emekçileri faizin altında

eziliyorken şu oyuncunun ayağındaki burkulmaya

üzülüyor, maden emekçileri yerin altında can verip tüm

yeşil alanlarımız katledilirken takımın haftaya hangi

taktikle oynayacağını tartışıyor. Peki ya sonuç

Roma’dan bize kalan modern arenalarda bir şeyler

izliyor. Ama bir fark var bu sefer ölenler arenanın içinde

değil, yurtta kıyametler kopuyor ama yurttaşlar meşin

yuvarlaktan gözlerini ayıramıyor. Çocuklar ölüyor ama

gol kaçtı diye üzülüyor.

Belki bu yazımda spor kötü algısı yaratmaya

çalıştığım düşünülebilir. Tam aksine spor, özellikle de

takım oyunları, mücadeleyi takım uyumunu yani

örgütlü mücadeleyi büyük küçük herkese öğretebilecek

bir araçtır. Ayrıca vücudu dinç ve zinde tutmaya da

yarar. Ama bunların hiç birisini mevcut spor anlayışında

göremiyoruz. Gelin yurttaşlar, bize dayatılan bu

algıları tek tek yıkalım gözlerimiz takımımızın

renklerine boyanıp körelmesin, aydınlığı görelim, gelin

yurttaşlar holigan değil sporsever olalım.

“ Yurttaşlar, Roma’dan bize

kalan modern arenalarda

bir şeyler izliyor. Ama bir

fark var, bu sefer ölenler

arenanın içinde değil!

Yurtta kıyametler kopuyor

ama yurttaşlar meşin

yuvarlaktan gözlerini

ayıramıyor.

13


SÖYLEŞİ:

DENGİN CEYHAN

“SİSTEM VE DÜZEN DEĞİŞMEDİKÇE

HİÇBİR ŞEY KOLAY KOLAY

DÜZELMEYECEK.”

S

enfoni’nin ilk sayısında, klasik müzik piyanisti Dengin Ceyhan ile

Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze müziğin ve sanatın durumundan

Covid-19 Pandemisi’nde kültür-sanat dünyasının nasıl etkilendiğine,

müziğe nasıl başladığından albümlerine uzanan bir sohbet gerçekleştirdik.

Biz söyleşirken keyif aldık, sizlerede keyifli okumalar dileriz.

GÖKAY KORKMAZ

14

1- Sanatın, müziğin bizimle tanıştırdığı Dengin

Ceyhan müzikle nasıl tanıştı? Müzik ile bugüne

ulaşan yolculuğunun, notalarla süslediğin

kilometre taşlarını bizimle paylaşabilir misin?

Dengin Ceyhan: Ben Antakya'da doğduktan 8 yıl

sonra ailem beni bir müzik evine götürdü. Piyano ile

orada tanıştım ve ders almaya başladım. 11 yaşımda

Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı

sınavlarını kazanarak orada okumaya başladım.

Üniversite eğitimime de orada devam ettim ve mezun

olduktan sonra hem ders vermeye başladım hem de

yüksek lisansa yapmaya başladım. 2019' da yüksek

lisanstan mezun oldum ve Hacettepe Üniversitesi’nin

yanı sıra Bilkent ve DTCF'de de ders verdim. Eğitim ve

öğretim hayatımı şimdilik böyle özetleyebilirim.

2- 8 yaşında merhaba demişsin piyano tuşlarına.

Bugün ise iki albüm çalışmasına sahip bir

müzik eğitimcisisin. Türkiye’de müzik eğitimini,

özel okul-devlet okulu ve kırsal-kentsel eğitim

bağlamında ele aldığında neler söyleyebilirsin?

Gördüğümüz her şey istenilen politikadan ötürü

böyle. Sanat eğitimi de aynı şekilde. Ülkenin bazı

yerlerinde her şey var bazı yerlerinde hiçbir

şey yok. Eğitimde de bu şekilde. Eşit eğitimin

olduğu bir ortamdan bahsedemeyiz. Hatta kutuplaştırılmış

bir eğitim sistemimizin olduğunu

söylersek yanlış olmaz. Bu duruma da sadece

müzik eğitimi açısından değil genel eğitim açısından

da bakmamız gerekir. Çünkü hepsi birbiriyle

bağlantılı şeyler.

3- Cumhuriyetin ilk yıllarında “Türk Müzik

İnkılabı” olarak anılan çağdaşlaşma çabalarını

görüyoruz. Sonrasında Köy Enstitülerince

müziğe dair atılan önemli adımlar var. Günümüzden

bakıldığında bu adımların neresindeyiz?

Nasıl değerlendiriyorsun?

Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte sanata dair çok

değerli adımlar atıldı. Sanatçıların yetiştirilmesi

için öğrenciler yurt dışına eğitime gönderildi.

Daha sonra o öğrenciler geldiler ve konservatuvarları

kurdular, sanatçı oldular, sanatçılar yetiştirdiler,

sahneler açıldı, piyano yapımına bile başlanmıştı.

Fakat dünya üzerinde savaşların artması ve

ekonomik dengelerin değişmesi ile her ülkenin

farklı bir yapı içine girmesine sebep oldu, ülkemiz

de bu durumlardan çok etkilendi. Sonraki dönemde

de sanata dair yeterli ilginin gösterilmemiş


olması, sanatın ve sanatçının dışlanıyor olması,

kültürel ve entelektüel anlamda çok iyi yerlerde

olunabilecekken, sanat maalesef sadece imkanı

olanın ulaşabileceği bir olgu haline gelmiş

durumda. Şimdilerde de iyi bir gelişme

göremiyoruz...

4- Bir klasik müzik piyanisti ve Türkiye’nin

birçok ilinde ilk defa piyano konseri veren

sanatçısı olarak, sermaye ve onun hizmetindeki

gericilik tarafından, klasik müziğe yapılan

“seçkinlerin müziği” saldırısına karşı neler

söylenebilir? Neler yapılabilir?

Cehalet. Eğitim şart.

5- Albüm çalışmalarına döndüğümüzde, ilk

albümünün ülkemiz için de bir “ilk” niteliğinde

olduğunu görüyoruz. Bir metal grubun

Türkiye’deki ilk piyano düzenlemesi olan

“Dengin Plays Pentagram” albümüne dair

deneyim ve izlenimlerini aktarabilir misin?

Rock müziğe tutkum her zaman farklıydı. Pentagram'ın

da enstrümantal parçalarını düzenlemesini yapıp

çalmak çok keyif veriyordu bana. Bir konserde

parçalarını çalmak için izin istemek ile başladı bu hikaye.

Sevgili Tarkan Gözübüyük ile iletişim içinde olduk, çok

büyük destek verdi. Babajim İstanbul Stüdyoları'nda

kaydedip yayınladık. Zaman içerisinde gruptaki diğer

abilerimiz ile tanışma imkanımız oldu. Gerçekten

muhteşem insanlar, benim için de onları tanıyor olmak

büyük şans. İlk ve sıradışı diyebileceğimiz bir proje oldu.

Yaptığımız şey de beni çok mutlu ediyor. Elimizden

geldiğince insanlara bu albümü tanıtmaya çalışıyoruz.

6- İkinci albümün olan “Dengin Plays Chopin

Nocturnes”e baktığımızda Chopin’in 21

Nocturne’ünden 5 tanesini seçmiş olduğunu

görüyoruz. Özel bir sebebi var mı? Buradan

“devamı gelecek” anlamını çıkarabilir miyiz?

Chopin'in bütün Nocturne'lerini yayınlamaktansa,

kendime daha yakın hissettiklerimi yorumlamak

istedim. Devamı gelecektir.

7- Bir yıl arayla iki farklı türde albüm çıkardığını

görüyoruz. Bu müzik dünyasında olağan bir

durum mu? Nasıl tepkiler aldın?

Çok olağan bir durum değil. Sadece kendi istediklerimi,

yorumlamayı hoşlandığım eserleri insanlarla

buluşturmaya çalışıyorum. Şu ana kadar olumsuz bir

şey duymadım.

8- Piyasa kurallarına göre yönetilen bir ülkede

yaşıyoruz. Haliyle de yapılan işler, değerine göre

değil cepteki paranın oranına göre halka

ulaşabiliyor. Bu soruna müzik alanından

bakıldığında durum nasıl? Sen çalışmalarında

bunun sıkıntısını nasıl hissettin?

Bir şey üretip onu halka tanıtmak istiyorsanız eğer, bu

durum günümüzde daha çok “pr” çalışmalarıyla

yürüyor. Bir sektör haline gelmiş durumda. Kaliteden

daha çok neyin daha çok insanlara ulaşacağına bu

yöntemle karar veriliyor bu yüzden kaliteli şeyler

görmek eskiye göre daha da zor. Bu durumun bana

karşı olan yansımasını çok düşünmüyorum, daha çok

üretmeye odaklıyım.

9- 2. Albümünü pandemi sürecinde yaratan bir

sanatçı olarak sürecin senin açından nasıl

geçtiğinden bahsedebilir misin?

Çok yoğun çalışma temposunda hayatım geçiyordu

uzun zamandır. Pandemi döneminde dinlenmeye,

düşünmeye vaktim oldu ve hayatımda bazı kararları

vermem için zamanım oldu. Sadece pandemi süreci için

değil, genel olarak hangi durumun içinde bulunursam

bulunayım, o durumdan bana yarayan şeyleri nasıl

çıkartabilirim diye düşünüyorum genelde. Olumsuz

şeyleri düşünerek motivasyon açısından kendimi

düşürmeyi sevmiyorum.

10- Kapitalizm doğası gereği insana bir gelecek

sunamıyor. Pandeminin daha da görünür kıldığı

bu geleceksizleşme hali Kültür-Sanat dünyasını

nasıl etkiliyor? Sen nasıl bir çıkış öneriyorsun?

Sistem ve düzen değişmedikçe hiçbir şey kolay kolay

düzelmeyecek. Sadece pandemi değil genel olarak

büyük sıkıntı hakim. Bu sıkıntılara karşı mücadele

dışında pek bir çıkış yolu da görmüyorum.

BKS Akademi’nin ilk “Senfoni”sinden

okuyucularımıza bizimle birlikte

merhaba dediğin için teşekkür ederiz.

Yaşamın senfonisi köhne olanı yıkacaktır!

sıkıntılara karşı

mücadele dışında

çıkış yolu

görmüyorum.

Sistem ve düzen

değişmedikçe

hiçbir şey

kolay kolay

düzelmeyecek.

15


Y A Ş A M I N S E N F O N İ S İ K Ö H N E O L A N I Y I K A C A K T I R !

COVİD-19 GÜNLERİ

CEVDET YÜCEER

B İ L İ M V E S A N A T I N G Ö L G E S İ A Y D I N L I K T I R !

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!