07.02.2021 Views

E DERGİ PDF

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

1


2


Ekim

2020

Yüzyıllardır aklımızı

kurcalayan bir soru var.

O soru ki, tüm bilimsel

atılımlara rağmen bir

arpa boyu ilerleyemediğimiz

az sayıdaki sorudan

biri:Evrende yalnız

mıyız? Cardiff Üniversitesinden

Prof. Jane

Greaves liderliğindeki

uluslararası bir ekip,

geçtiğimiz günlerde

Venüs’ün atmoferinde

fosfin gazı keşfettiklerini

duyurdu. Bu haber

büyük yankı uyandırdı

çünkü Dünya’da oksijensiz

ortamda yaşayan

bakterilerin fosfin

ürettiği biliniyor. Fosfin

(PH3) bildiğimiz kadarıyla

organiksüreçlerle

bağlantılı bir gaz

ve oldukça zehirli. Bu

özelliğinden ötürü tahıl,

tütün ve hayvan yemleri

depolarında kemirgenlere

ve böceklere

karşı halen sıklıkla kullanılmakta.

Ayrıca yarıiletken

teknolojisinde ve

bazı başkalanlarda da

kullanılıyor.Çeşitli kimyasal

süreçlerle fosfin

ortayaçıkması mümkünse

de elimizdeki

verilere bakılınca bu

reaksiyonların Venüs’te

bulunanmiktarda fosfini

ortaya çıkarmış olması

mümkün görünmüyor.

Bu bilgiden hareketlebazı

bilim insanlarının

Venüs’te bulunan fosfinin

yerleşik bir yaşam

formunun izi olabileceğine

dair yaptıkları açıklamalar

ciddi anlamda

heyecan yarattı.Venüs,

kayalık olması ve fiziksel

büyüklüğü açısından

Dünya’ya benzese

de atmosferinin

%96,5’i karbondioksitten

oluşuyor ve yüzey

sıcaklığı 400 derecenin

üzerinde. Buna bir de

93 bar’lık yüzey basıncını

ve asityağmurlarını

EDİTÖR

eklediğini de “zehirli

ikizimiz”-bizim bildiğimiz-

yaşam için uygun

bir tablo çizemiyor doğal

olarak. Kesin olan

şey Venüs’te fosfinin

olduğu. Bu durumda

iki seçenek var:1-Henüz

bilmediğimiz bir

kimyasal reaksiyonla

fosfin ortaya çıkabiliyor.

Venüs üzerinde fosfin

oluşturan reaksiyonu

tetikleyen fakat varlığından

haberdar olmadığımız

Venüs’e özgü başka

bir parametre olması da

mümkün.2-Dünya’daki

yaşam Dünya şartlarındaoluşup

geliştiği

için Venüs’te var olması

mümkün değil. Fakat

bu durum, Venüs şartlarında

başka bir yaşam

oluşamayacağı anlamına

gelmiyor. Dünyamızda

mikroskobik yaşamın

ortaya çıkışının

3,5 milyar yıl önceye

tarihlendiğidüşünülürse

bu dönemde gezegenimizdeki

koşullarını da

unutmamak gerek.

3

Şahin Ekşioğlu


Ekim

2020

İÇİNDEKİLER

6

8

10

“Venüs Atmosferinde Olası Yaşam

İşareti Olabilecek Fosfin Bulundu”

“ Copernicus’un Renkli Dünya

Resmi ”

“ Karanlık Madde Işık Yayabilir mi? ”

12

14

16

“Betelgeuse’ Un Tuhaf Sönükleşmesi Bir Patlamadan

Kaynaklanıyor ”

“ Zoydak Işığı

Nedir ?”

“Çoklu Evren Teorisinin

Sonu Geldi Mi ?”

4

18

20

“Güneş Neden Sonunda Bir Nötron Yıldızı

Olmayacak?”

“Bir Gezegenin Rengi Yaşanabilirliğini Nasıl

Etkiliyor?”

22

24

“ Galaksimizin Kara Deliğinin Yörüngesinde

Dünya Benzeri Gezegenler Mi Bulunuyor? ”

“ Kriyovolkan Nedir? ”


“İki Nötron Yıldızının Çarpışması,

Yeni Bir Element Oluşturabiliyor!”

“ Güneş Sisteminde Hâlâ Asteroitler Oluşuyor

Olabilir Mi? ”

26

28

Ekim

2020

İÇİNDEKİLER

“ 12 Milyar Işık Yılı Uzakta, Samanyolu’nun

Benzeri Bulundu! ”

“Uzaylılarla Temas Kurduğumuzda Ne

Olacak ?”

Hayalet Dünyalar

(Evrene Dağılmış Durumda Milyarlarca Ötegezegen

Bulunuyor.)

“ Çok Gizli Bir Uzay

Mekiği ”

30

36

42

44

“ Gökyüzü Gözlemcisi ”

(Gökyüzü Rehberiniz)

“ Antikütleçekimi ”

(Antikütleçekimi cisimleri yukarı doğru ‘düşüren’ kuvvet ve eğer

bulunursa yıldızlara yolculuğun en önemli kilometre taşı olabilir.)

51

54

5

“ Antares Ne Kadar

Büyük? ”

“ Avrupa’nın İlk Jüpiter Görevi ”

(Avrupa Uzay Ajansı ESA, Jüpiter’in uydularına gerçekleştireceği ilk

görev için hazırlanıyor.)

68

72


Ekim

2020

VENÜS ATMOSFERİNDE OLASI

YAŞAM İŞARETİ OLABİLECEK

FOSFİN BULUNDU

14 Eylül günü, diğer bütün gezegenlerle

ilgili tartışmaları bir süreliğine kenarda bırakacak

bir basın açıklaması yapıldı: uluslar arası

bir takım, Venüs atmosferinin üst tabakalarında

olası bir yaşam işareti olabilecek fosfin gazı

(PH3) tespit ettiklerini duyurdu.

Adını Yunan güzellik tanrıçası Afrodit’in

Roma eşdeğerinden alan Venüs için Dünya’nın

‘ikiz kardeşi’ desek de, gezegenin iç yüzü o

kadar da güzel sayılmaz. Hatta Venüs o kadar

çok toksik gaz ile dolu ki, gezegende güzellikten

çok cehennem gibi bir ortam mevcut.

%96’sı karbondioksitten oluşan Venüs atmosferi,

argon, kükürtdioksit ve karbonmonoksit

gibi toksik gazlar içeriyor.

14 Eylül’de Nature dergisinde yayınlanan

ve aynı gün hakkında basın toplantısı yapılan

bulgular, bu toksik gazların arasına fosfini

de ekledi. Ancak fosfin bahsettiğimiz diğer

toksik gazlardan farklı: Biyolojik veya endüstriyel

süreçler sonunda oluşan bir element, bu

da Venüs’ün atmosferinde bakteriyel yaşam

izleri bulmuş olabiliriz demek.

6

Çalışmanın yürütücüsü olan Cardiff

Üniversitesi’nden Jane Greaves, Zoom üzerinden

yaptıkları basın toplantısında “Venüs bulutlarında

bir tür canlı organizma tespit etmiş

olabiliriz.” açıklamasını yaptı. Greaves’in de

söylemi ile “Bu beklenmedik ve çok heyecan

verici bir bulgu.”

Makalenin yazarlarından birisi olan

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden (MIT)

Sara Seager “Venüs’te yaşam bulduk demiyoruz,

kaynağı belli olmayan fosfin gazı tespit ettik.”

diyor.

Venüs atmosferinde fosfin oluşmasını

sağlayacak bilinen bir mekanizma yok. Diğer

taraftan Seager’ın yürütücülüğünü yaptığı

aynı ekiple yapılan ve sonuçları geçtiğimiz ay


Ekim

2020

“Venüs bulutlarında

bir tür

canlı organizma

tespit etmiş olabiliriz.”

yayınlanan bir makale, Venüs atmosferinde

yüzeyden 48 ila 60 kilometre yükseklikte mikrobiyal

yaşamın var olabileceğini öngörüyor.

Venüs atmoferinde fosfin tespitinin

diğer teleskoplarla takip gözlemleri yapılarak

doğrulanması gerekiyor. Keşfi yapan ve alanda

çalışan diğer bilim insanları bu tespitin üzerine

yoğunlaşıp sıkı bir şekilde çalışacaklar.

Sonuçlar her ne olursa olsun, ‘ikiz kardeşimiz’

ile ilgili bilmediğimiz çok şey var. Ancak eğer

keşif doğrulanırsa, Venüs’teki yaşam olasılığı

araştırmalarının ciddi bir ivme kazanacağı net.

“Venüs’te yaşam

bulduk demiyoruz,

kaynağı belli

olmayan fosfin

gazı tespit ettik.”

7


Ekim

2020

COPERNİCUS’UN RENKLİ DÜN-

YA RESMİ

Uzay tabanlı kameralar,

Tabiat Ana’nın

güzelliğini eşsiz bir

bakış açısından yakalayabiliyor.

Copernicus

programı kapsamında

ESA’nın Dünya’yı izleyen

uydu filosu, 31

Aralık 2019’da, Güney

Avustralya’nın kuzeyindeki

önemli bir yer olan

Flinders Sıradağlarının

çarpıcı bir fotoğrafını

çekti. Ancak, Copernicus

Sentinel-2 tarafından

çekilen bu görüntü

yalnızca yakın zamanda

(31 Temmuz 2020)

yayınlandı. Sonradan

renklendirilmiş olan bu

fotoğraf, Dünya’nın jeolojik

özelliklerini vurgulayan

muhteşem çizgiler

içeriyor.

8

SATÜRN RUTİN KONTROLDEN

GEÇTİ

4 Temmuz 2020’de

Satürn, Hubble Uzay

Teleskobu’nun düzenli

olarak gerçekleştirdiği

kontrollerden birinden

geçti. Bunun gibi görüntüler,

halkalı gezegenin

yüzeyinde ve etkileyici

halka sisteminde herhangi

bir değişim olup

olmadığını görmek için

kullanılıyor. Bu görüntü

çekildiği sırada Satürn

Dünya’dan yaklaşık 1,4

milyar kilometre uzaktaydı,

ancak Hubble

halkalar arasındaki boşluğu

(Cassini Boşluğu)

ve aynı zamanda gezegenin

atmosferindeki

kuşakları etkileyici bir

netlikle yakalamayı başardı.


IŞINLA BENİ SCOTTY!

(LIDAR)

Ekim

2020

mosferi hakkında daha

fazla bilgi edinmek için

gökyüzünü tarayabiliyor.

Dağılan ışık sensörler

tarafından kaydediliyor

ve atmosferik

yoğunluk, sıcaklık, rüzgâr

hızı, bulut oluşumu

ve aerosol parçacıklar

hakkında daha fazla bilgi

edinmemizi sağlıyor.

9

MARS’TAKİ ÇİFTE YEŞİL KRA-

TERLER

Avrupa Uzay Ajansı

(ESA) ve Rusya’nın

uzay ajansı Roscosmos,

şu anda Kızıl Gezegen’in

yörüngesinde

dolanan ve zeminin görüntülerini

yüksek netlik

ve çözünürlükle yakalayan

ExoMars Trace

Gas Orbiter uzay aracını

birlikte işletiyor. 27

Nisan 2020’de çekilen

Temel olarak ölçme

işlemi için lazer veya

ışık kullanan bir uzaktan

algılama yöntemidir.

Harita sektöründe,

karmaşık cisimlerin

veya bölgeleri ölçmek

için. Gün ışığının aydınlığı

olmadığında, Light

Detection and Ranging

instrument (LIDAR) lazeri,

gezegenimizin atbu

fotoğrafın konusu,

Yeşil Krater olarak bilinen

büyük bir kraterin

içinde yer alan başka

bir çarpma krateri. Bu

ikili Mars’ın güney yarım

küresindeki Argyre

quadrangle bölgesinde

yer alıyor. ExoMars ekibi

şu anda bu görüntüyü

inceliyor.Amaç nasıl

bir ilişki olduğu.


10


KARANLIK

MADDE

IŞIK YAYABİLİR Mİ ?

Karanlık madde(Karanlık

madde,elektromanyetik

dalgalarla (radyo

dalgaları,görülen ışık)

sayesinde yaşadığımız

ve önem verdiğimiz

şeylerin aslında gerçekliğin

çok küçük bir

parçası olduğunu anlıyoruz.

Ailemiz ve sevdiklerimiz,yeryüzündeki

bütün insanlar ve insanların

verdiği bütün

eserler normal maddeden

oluşuyor.Ancak,

normal madde evrenin

çok küçük bir parçasını

oluşturuyor.Evet,

bu bizi alçakgönüllü

Ekim

2020

olmaya iten çok küçük

bir parça; fakat hayatımıza

anlam katmayı

becerebilirsek aynı zamanda

insan hayatının

en önemli parçası. Öyleyse

uzayda bir türlü

arayıp bulamadığımız,

varlığını borçlu olduğumuz

karanlık maddedir.

Karanlık madde göze

görünmüyor, ama galaksilerdeki

yıldızları

bir arada tutarak uzaya

savrulmasını önleyen

ek yerçekimini sağlıyor.

Bu yüzden de galaksilerin

gizli harcını, yapı

malzemesini, görünmez

“Karanlık ışık yayan karanlık

madde teorileri çeşitli

kısıtlamalara sahip. Bu

teorilerde karanlık madde,

kendisiyle etkileşime giriyor

karanlık ışık üretiyor.”

11

çimentosunu oluşturuyor.Karanlık

maddenin

özellikleri hakkında çok

az şey biliyoruz. Son

birkaç on yılda, karanlık

ışık emisyonu içeren

veya içermeyen çeşitli

karanlık madde teorileri

üretildi. Karanlık

maddenin karanlık ışık

yayması ya da yaymaması,

karanlık madde

teorisini sabitlememize

izin veren anahtar bir

özellik. Karanlık ışık yayan

karanlık madde teorileri

çeşitli kısıtlamalara

sahip. Bu teorilerde

karanlık madde, kendisiyle

etkileşime giriyor

ve karanlık ışık üretiyor.

Etkileşim çok sık meydana

geliyor olsaydı,

galaksilerdeki karanlık

maddenin dağılımı,

mevcut gözlemlerden

çıkan değerlerden çok

farklı hale gelirdi. Yakın

zamanda yapılan araştırmalar,

karanlık maddenin

karanlık ışıkla,

protonların sıradan ışıkla

aynı güçte etkileşime

girmesi durumunda,

karanlık maddenin protonlardan

yüz kat daha

ağır olması gerektiğini

gösteriyor. Daha zayıf

etkileşimler için kütle

üzerindeki sınır daha

zayıftır. Kısıtlama sağlandığı

sürece, karanlık

madde karanlık ışık yayabilir.

Karanlık ışık bizim

için neredeyse görünmez

olmalıdır, aksi

takdirde karanlık madde

artık karanlık olmaz.


Ekim

2020

12

Betelgeuse’un

Tuhaf Sönükleşmesi

2019 sonbahar aylarında

kırmızı dev Betelgeuse

belirgin bir

şekilde sönükleşmeye0

başladı. Şubat ayına

geldiğimizde parlaklığının

yaklaşık üçte ikisini

kaybetmişti. Bu düşüş,

yıldızın ölümünün çok

Bir Patlamadan Kaynaklanıyor

yakın olabileceğine,

hatta bizim bakış açımızla

haftalar içinde

gerçekleşebileceğine

dair spekülasyonlara

neden oldu. Betelgeuse,

Dünya’dan yaklaşık

500 ışık yılı uzaklıkta,

bu nedenle bugün yıldızla

ilgili gördüğümüz

her şey aslında yüzyıllar

önce gerçekleşti. Ancak

tüm bu spekülasyonlara

rağmen, gökyüzünde

dramatik bir ölüm şovu

izlenmedi. Betelgeuse

tekrar gücünü kazanmaya

başladı ve bu yılın

Mayıs ayında normal

parlaklığına geri döndü.

Bu dönüş, beraberinde

bu sefer de sönükleşmenin

nedeni üzerine

yapılan bir dizi yeni

spekülasyon getirdi.

Bazı bilim insanları sönükleşmeyi

ışığı engel-


13

leyen bir toz bulutuna

bağladı, bazıları ise yıldızın

yüzeyindeki büyük

yıldız lekelerini suçladı.

Toz bulutu teorisine bir

de ekleme yapıldı. Betelgeuse’ün

bulutu yutmuş

olabileceği öne sürüldü.

Araştırmacılar bu

yıldızı 2019 ve 2020’de

Hubble Uzay Teleskobu

ile gözlemledi. Hubble’ın

Eylül Kasım arası

gerçekleştirdiği gözlemlerde

Betelgeuse’un

yüzeyinden dış atmosferine

inanılmaz yüksek

hızlarda (saatte yaklaşık

320 bin kilometre) ve

bol miktarda madde çıkışı

tespit edildi.

“Üç ay süren bu salınım

sırasında Betelgeuse

normalden iki

kat fazla madde kaybetti.”


14

ZODYAK

IŞIĞI

NEDİR ?

Düşük ışık kirliliğine

sahip bir bölgeyegiderseniz,akşamları

gökyüzünün

batı bölgesinin

alacakaranlıktan sonra

bile aydınlık göründüğünü

fark edebilirsiniz.

Bu soluk ışık ekliptik

düzlemden yayılıyor

gibi görünüyor ve akşam

geç saatlere kadar

devam ediyor. Sabah

saatlerinde ise aynı olay

doğuya doğru baktığınızda

meydana geliyor.

Buna, Zodyak ışığı adı

veriliyor. Zodyak ışığı,

Dünya yakınlarındaki

toz parçacıklarının Güneş

ışığı ile aydınlatıldığı

ve ışığın Dünya’dan

bakan gözlemcilere

yansıması ile ortaya

çıkan bir olgu. Astronomlar,

toz parçacıklarının

kökeni hakkında

yüz yılı aşkın süredir

tartışıyorlar. Çok iyi bilindiği

gibi, kuyruklu

yıldızlar (dış Güneş Sistemi’nden

gelen küçük

buz yapıları) Güneş’e

yaklaştıklarında toz ve

gaz salıyorlar. Asteroitler

de çarpışmalar veya

hızlı dönüşleri nedeniyle

toz yayıyor. Mars ve

Jüpiter’in yörüngeleri

arasındaki dış asteroit

kuşağındaki bazı asteroitler,

buz içerebiliyor

ve gazla birlikte toz

püskürtebiliyor. Güneş

Sistemi’nin bu küçük

cisimleri, Zodyak ışığı


olarak gözlemlenebilir

hale gelen önemli toz

kaynakları. Güneş Sistemi’nin

ötesinden gelen

toz parçacıklarının

Zodyak ışığına katkısı

da tartışıldı, ancak göz

ardı edilebilir olduğu

düşünülüyor. Bununla

birlikte, son zamanlarda

keşfedilen ‘Oumuamua’

gibi yıldızlararası

cisimlerle motive edilen

astronomlar, yıldızlararası

tozun da katkısını

bir kez daha değerlendirmek

istiyor. Modern

Ekim

2020

çağlardan önce, Zodyak

ışığını Dünya’nın

hemen hemen her yerinden

gözlemlemek

mümkün olmalıydı. II.

Dünya Savaşı sırasında

Japonya’nın Tokyo

şehir merkezinden görülebildiğine

dair kayıtlar

bulunuyor. Bununla

birlikte, hızlı endüstriyel

büyüme ve etrafımızdaki

yapay ışığın artması

nedeniyle, Zodyak ışığı

şiddetli pus ve ışık kirliliğinin

arkasında gizlendi.

Yapay ışıkla aydınlatılan

gece, Zodyak

ışığının ayırt edilmesini

imkânsız kılıyor ve bu

nedenle, bu olguyu

dünyanın birçok yerinde

gözlemlemek artık

çok zor

“Asteroitler

de çarpışmalar

veya hızlı

dönüşleri

nedeniyle toz

yayıyor.”

15


16

TEORİSİNİN SONU GELDİ Mİ?

Evren, tanım itibari ile,

görebildiğimiz her şeyi

içinde barındırıyor.

Kastettiğimiz sadece

gözlerimizle gördüklerimiz

değil, aynı zamanda

teleskopların ve

bilimsel aletlerin tespit

ettiği her şey. Evren

astronomların çalıştığı

bir olgu ancak astronominin

kozmoloji olarak

adlandırılan alt alanı en

büyük ölçeklerdeki yapıların

ve evrenin yapısı

ve evrimi ile ilgileniyor.

Kozmologların amacı

gördüğümüz her şeyi

açıklayabilecek mümkün

olan en sade teoriyi

üretmek. Bu konuda

her şey 1980’lerde bir

anda tersine döndü ve

bu sade teori çok garip

bir hâl almaya başladı.

Teori sonsuz sayıda

başka evrenin varlığına

işaret etmeye başladı,

bazıları bizimkine çok

benzer, bazıları farklı

fizik kanunları barındıracak

kadar değişik.

Bu teoriye göre, akıl


17

almaz büyüklükte bir

çoklu evrenin sonsuz

küçük bir parçası olan

bir evrende yaşıyoruz.

Bu çok fazla tartışmaya

yol açacak bir fikir.

Bazıları bu teoriyi çok

seviyor, özellikle on yıllardır

‘paralel evren’leri

ele alan bilim-kurgu camiası.

Isaac Asimov’un

ilk defa 1972 basılan

İşte Tanrılar kitabı, farklı

evrenlerin farklı fiziksel

sabitlere (fizikteki

evrensel kütleçekimi

sabiti gibi değişmeyen

değerler) sahip olabileceğini

ele aldı. Gelinen

noktada, gerçek dünyada,

çoklu evren teorisi

de tam olarak aynı

şeyi öngörüyor. Teoriyi

kolayca kabullenen diğer

bir grup ise filozoflar.

Filozofların kafasını

kurcalayan en önemli

sorulardan birisi temel

sabitlerin neden sahip

oldukları değerde olduğu.

Onlara göre bu

sadece soyut akademik

bir problem değil, aynı

zamanda varoluşsal bir

problem. Eğer bu sabitlerin

değeri azıcık bile

farklı olsaydı bildiğimiz

kimya ve biyoloji çok

farklı olurdu, yani biz var

olmazdık. Ancak eğer

sonsuz sayıda evren

mevcutsa, sabitler için

mümkün olan bütün

değerler farklı evrenlerde

sağlanıyor demektir

ve biz, bizim için en uygun

olanında yaşıyoruz

demektir. Tabii ki teoriyi

kabullenmeyenler de

var. Öncelikle, sonsuz

sayıda evrenin varlığı

kaygılandırıcı bir konsept.

Eğer mevcut olan

evrenlerle ilgili herhangi

bir sınırlama yoksa,

bu her şeyin mümkün

olabileceği anlamına

geliyor. Farklılığı küçük

ayrıntılarda olan evrenler

olabileceği gibi.


Ekim

2020

GÜNEŞ NEDEN SONUNDA BİR N

Nötron yıldızları, ancak

kütleleri Güneş’ten

yaklaşık sekiz ile 25

katı arasında fazla olan

yıldızların patlayarak ölmelerinden

sonra oluşabilir.

Bizim yıldızımız

ise, bundan yaklaşık 5

milyar yıl sonra ömrünün

sonuna yaklaştığında,

bir dizi genişleme

ve kasılma yoluyla

evrimleşecek ve sessizce

beyaz cüce olarak

bilinen çok küçük ve

yoğun bir nesneye dönüşecek.

Bu çok yoğun

cisim, kabaca 10 bin kilometre

çapında olacak,

kütlesi ise Güneş’in

şimdiki kütlesinin yaklaşık

yarısı olacak. Güneş’in

kütlesinin diğer

yarısı (dış katmanları)

uzaya salınacak, genişleyen

ve parıldayan

büyüleyici bir gaz kabarcığı

gibi görünen bir

gezegenimsi bulutsu

oluşturacak. Gezegenimsi

bulutsunun gazı,

yaklaşık 10 bin yıl içinde

kaybolup uzaya yayılırken,

beyaz cüce, kara

cüce olarak bilinen soğuk,

karanlık, hareketsiz

bir kalıntıya dönüşmeden

önce birkaç bin

milyar yıl boyunca parlamaya

devam edecek.

Nötron yıldızı, yıldızların

yaşamlarının son bulabileceği

biçimlerden

biridir. Bir nötron yıldızı

dev bir yıldız Tip II, Tip

Ib veya Tip Ic bir süpernova

olarak patladıktan

sonra geri kalan kısmın

kendi içine çökmesiyle

oluşur. Bu yıldızlar

18


Ekim

2020

ÖTRON YILDIZI OLMAYACAK?

neredeyse tamamen

nötronlardan oluşsa da

az miktarda proton ve

elektron da içerir. Bu

proton ve elektronlar

olmadan nötron yıldızları

uzun süre var olmaya

devam edemezdi. Çünkü

nötronlar serbest

haldeyken kararsızdır

ve beta ışıması yaparak

kısa süre içinde proton

ve elektronlara ayrışır.

Ancak yıldızın içindeki

yüksek basınç sebebiyle

proton ve elektronların

birleşerek nötronlara

dönüşmesi, nötron

yıldızlarının daha kararlı

bir yapıya sahip olmasını

sağlar. Nötron yıldızlarının

kütleçekimi

etkisiyle daha fazla küçülmemelerinin

nedeni,

Pauli dışarlama ilkesidir.

Bu ilke, fermiyon grubu

iki parçacığın -örneğin

protonlar, elektronlar ve

nötronlar- aynı konuma

ve aynı kuantum durumuna

sahip olamayacağını

söyler. Bu yüzden

kütlesi Güneş’inkinin üç

katından az olan nötron

yıldızlarının yoğunluğu

atom çekirdeğindeki

yoğunluklar düzeyine

ulaştığı zaman çökme

durur. Ancak kütlesi

Güneş’inkinin beş katından

fazla olan nötron

yıldızları kararsızdır ve

çökmeye devam ederler.

Bu yıldızlar karadeliğe

dönüşür. Bazı nötron

yıldızlarının kendi etrafındaki

dönme hızı çok

büyüktür. Bu durumun

nedeni açısal momentumun

korunumudur.

19


20


Bir Gezegenin

Rengi Yaşanabilir

liğini Nasıl Etkiliyor ?

Tıpkı bir yaz gününde

beyaz bir tişörtün insan

serin tutuyor olması

gibi, bir gezegenin rengi,

bir gezegenin sıcaklığını

yaşam için doğru

seviyede tutmada

önemli bir rol oynuyor.

Uzayda yaşam arayışımız

şu anda yüzeyde

sıvı su bulunmasına

izin veren bir aralıkta

sıcaklıklara sahip ötegezegenler

bulmaya

odaklanmış durumda.

Okyanus veya bazalt

gibi karanlık bir yüzeye

sahip bir ötegezegen,

gelen yıldız enerjisinin

çoğunu emer ve ısınır.

Kar veya kum gibi daha

parlak bir yüzey söz konusu

ise, ötegezegen

yıldız enerjisini yansıtır

ve sıcaklığının yükselmesi

engellenir. Renk,

sıcaklıkta çok önemli

bir rol oynadığından,

yıldız ışığı türü, ötegezegen

rengi ve ötegezegen-yıldız

mesafesi arasındaki

etkileşimde sıvı

suyun var olmasına izin

veren bir kesişim noktası

bulunuyor. Bu karmaşık

etkileşim sistemini

daha iyi anlamak,

yaşanabilir bir gezegen

bulmamıza yardımcı

olacaktır. Önümüzdeki

on yılda, ötegezegenlerin

yaşanabilirliğini

doğrudan ölçümlerle

değerlendirebileceğiz.

O zamana kadar birçok

farklı senaryoyu modellememiz

gerekiyor, bu

yüzden çok çeşitli olası

ortamlar için hazırlıklıyız.

Ötegezegenlerin

renklerinin yaşanabilirliği

etkileme biçimini

modelleyerek, araştırmamızı

yaşam için en

fazla umut vaat eden

ötegezegenlere odaklanabiliriz.

Bu bize, gerçek

gözlemleri tahminlerimizle

karşılaştırma

imkânı verecek.

21


GALAKSİMİZİN

KARA DELİĞİNİN

YÖRÜNGESİNDE

DÜNYA BENZERİ

GEZEGENLER Mİ

BULUNUYOR?

22

Süper kütleli kara deliklerin

(Supermassive

black hole SMBH),

evrendeki galaksilerin

merkezlerinde bulunduğu

düşünülüyor. Bunlar,

bir yığılma diski üzerinden

gaz ve toz emen

ve çekirdeklerinden

X-ışını yayan devasa

gök cisimleri. Yaydıkları

ışınım o kadar güçlü

ki, milyarlarca ışık yılı

öteden fark edilebiliyor.

Bu gök cisimlerinin bulunduğu

bölge, gezegen

barındırabilecek bir ortam

gibi görünmüyor,

ancak Japonya’daki Kagoshima

Üniversitesi’nde

astrofizikçi olan Dr.

Keiichi Wada tarafından

yürütülen son araştırmalar

bunun mümkün

olabileceğini öne sürüyor.

Wada ve araştırma

ekibi, Samanyolu’nun

kalbinde on binlerce

kara delik gezegeni olabileceğine

inanıyor. Bir

gezegenin oluşumu,

küçük enkaz yığınlarından

devasa kaya, gaz

ve sıvı kürelerine karmaşık

bir geçiştir. Bir

SMBH etrafında gerçekleştiğinde

ise daha

da karmaşık bir süreçtir

çünkü bazı toplanma

diskleri gezegen oluşumuna

izin vermez. Bu

bölgeler genç yıldızların

çevresinde bulunandan

çok daha az yoğundur

ve bir kara deliğin olay

ufkunun yakınındaki salınımlar,

gaz ve buzun

etkili bir şekilde birikmesini

önleyebilir. Buz,

bu oluşum sürecinin

önemli bir parçasıdır;

enkazın, kütlenin yapışkan

donmuş yüzeyde

birikmeden önce birleşmesini

sağlar. Bazı

SMBH’lerin etrafında,

merkezlerinden belirli

bir mesafede, ortamın

yeterince soğuk olduğu

bir bölgede sadece buz

dolanıyor ve bu bölgeye

“kar çizgisi” adı veriliyor.

Wada, karadelik

gezegenlerin kar çizgisinin

ötesinde oluşabileceğini

ve bun-


ların Dünya gibi (ancak

10 kat daha büyük) kayaç

gezegenler ve Neptün

gibi gaz gezegenler

öngörüyor. Bu kayaç

gezegenlerin tam anlamıyla

oluşması 10 milyon

yıl sürecektir ve koşullar

uygunsa, daha da

fazla enkaz biriktirerek

gaz devlerine dönüşebilirler.

Bu gezegenlerin

oluşumu ancak süper

kütleli kara deliklerin

belirli bir yüzdesi civarında

gerçekleşebilir.

Eğer bir kara delik son

derece güçlü ve aktifse,

buzu eritecek ve önemli

miktarda birikmeyi

imkânsız kılacak kadar

ışınım yayacaktır. Bunu,

iki kartopunu havada

çarptırıp birleşmelerini

beklemek yerine,

iki taşı fırlatıp onları

birbirine yapıştırmaya

çalışmak gibi düşünebilirsiniz.

Samanyolu’nun

merkezindeki kara delik,

Sagittarius A* çevresindeki

nükleer diskte

buz oluşumuna izin verecek

kadar soğuk. Wada’nın

hesaplamalarına

göre, Sagittarius A* etrafında

bu tür binlerce

gezegen doğmuş olabilir.

Ancak, gözlerden

gizlenecekleri kalın bir

madde yığınına gömülü

olacaklarından dolayı

onları gözlemlememiz

son derece düşük bir

ihtimal.

Ekim

2020

“Gezegenlerin

oluşumu

ancak süper

kütleli kara

deliklerin belirli

bir yüzdesi

civarında

gerçekleşebilir.”

23


Ekim

2020

24

Volkanizma, en yaygın

olarak bilindiği şekliyle,

sıcak, erimiş kaya veya

külün püskürmesini içerir.

Bununla birlikte, Güneş

Sistemimizdeki çok

sayıda gezegen, erimiş

kaya yerine kriyojenik

karışımların (örneğin

tuzlu su, amonyak-su

bulamaçları veya buz

parçacıkları ve su buharı

karışımı) püskürdüğü

kriyovolkanizma adı

verilen buzlu volkanik

hareketler sergiler. Kriyovolkanizma

dış Güneş

Sistemi’ndeki birkaç

uyduya ek olarak,

cüce gezegen Ceres ve

Plüton’un yüzeylerinin

şekillendirmesinde de

rol oynadı. Tıpkı Dünya’nın

volkanlarının lav

ve külün püskürmesi ve

kademeli olarak birikmesiyle

oluşması gibi,

kriyovolkanlar da aynı

şekilde buzlu lav veya

kriyolava’nın püskürüp

birikmesiyle meydana

geliyor. Ceres ve Plüton’daki

Ahuna Mons

ve Wright Mons gibi uykuda

olan kriyovolkanlar,

sırasıyla NASA’nın

Dawn ve Yeni Ufuklara

uzay aracı tarafından

görüntülendi. Jüpiter’in

uydusu Europa’da görülen

kubbe benzeri yapılar

da küçük kriyovolkanlar

olabilir. Şu anda,

Güneş Sistemi’mizdeki

Kriyovolkan Nedir?


25

aktif kriyovolkanizma,

Jüpiter, Satürn ve

Neptün’ün uydularında

gayzer patlamaları gibi

görünüyor. NASA’nın

Voyager 2 ve Cassini

uzay araçları, sırasıyla

Neptün’ün uydusu

Triton ve Satürn’ün

uydusu Enceladus’un

güney kutup bölgelerinde

gayzer benzeri

patlamalar görüntüledi.

Galileo uzay aracından

alınan verilerin tekrar

analizi ve Hubble Uzay

Teleskobu ve Keck Gözlemevi’nden

alınan görüntüler

de Jüpiter’in

uydusu Europa’da gayzer

benzeri bulutların

tespit edilmesini sağladı.

Buna ek olarak, Triton,

Europa ve Titan’da,

yakın zamanda ortaya

çıkmış kriyolava akışları

görülüyor ve bu da kriyovolkanizmanın

yüzey

şekillerini etkilediğini

gösteriyor.

“Kriyovolkanlar

Da Aynı Şekilde

Buzlu Lav Veya

Kriyolava’nın

Püskürüp Birikmesiyle

Meydana

Geliyor.”


26

Ekim

2020


İki Nötron Yıldızının Çarpışması,

Yeni Bir Element Oluşturabiliyor!

İki nötron yıldızının

çarpışması sadece

uzay-zaman dokusunu

bozmakla kalmaz; aynı

zamanda nötronların

yüksek enerjisi, yeni

ağır metalleri meydana

getirir. Gök bilimciler

aslen teorik olarak ileri

sürülen bu olguyu ilk

defa gerçekten gözlemeyi

başardılar. 2017

yılında yapılan spektral

analizler, ikili bir nötron

yıldızı çarpışmasında

ağır stronsiyum

oluşabileceğini doğruladı.

Stronsiyum, altın,

kurşun veya uranyum

yalnızca böyle güçlü

kozmik çarpışmalar sırasında

ortaya çıkabilmektedir.

Periyodik tabloda yer

alan çoğu element,

Büyük Patlama’dan

hemen sonra oluşan

uzay-zaman dokusunda

Evren’in ilk yıllarında

henüz var olmamışlardı.

“Nötron yıldızlarının

çarpışmasının

evrende

bu elementi

yarattığını

kanıtladık.”

O zaman uzay-zamanı

dolduran elementler,

hidrojen ve bir miktar

helyum ile lityumdu.

İlkel yıldızların oluşmaya

başlamasıyla birlikte

atomlar, nükleer füzyonla

birlikte ilk ağır

elementleri oluşturmaya

başladılar.

Buna rağmen bu ilk oluşan

yıldızlardaki nükleer

füzyon, demirden daha

ağır atom çekirdeği

üretme gücüne sahip

değildi. Mevcut teoriye

göre bu tür elementler,

nötronların, ayrı ayrı ve

kademeli olarak mevcut

atom çekirdeğine

Ekim

2020

bağlanması olarak bilinen

nötron yakalanması

olgusuyla oluştular.

Radyoaktif bozunma

nedeniyle, bu nötronların

bazıları protonlara

dönüşerek yeni bir element

yaratma gücünü

sahip oldular.

“Şimdiye kadar,

keşfedilen nötron

yakalama olarak

bilinen ve periyodik

tablodaki daha

ağır elementleri

oluşturan sürecin

nerede gerçekleştiğini

bilmiyorduk;

ancak bu araştırma,

onlarca yıldır

süregelen bu tartışmanın

kökenine

dair son faza girdiğimizi

gösteriyor.”

27


28


Ekim

2020

Güneş Sisteminde Hâlâ

Asteroitler

Oluşuyor

Olabilir Mi?

Asteroiler, Güneş Sisteminin

erken evrelerinde,

Güneş, birbiri ile

çarpışarak daha büyük

cisimler oluşturan bir

gaz ve toz parçacıkları

diskiyle çevriliyken

oluşmuştu. Bu nesneler,

şu anda çoğunlukla

Mars ve Jüpiter arasındaki

asteroit kuşağında

bulunan gezegen yapıtaşlarının

kalıntıları.

Artık bu mekanizma ile

asteroit oluşumu söz

konusu değil, çünkü

mevcut asteroitler arasındaki

göreceli hızlar

çok yüksek. Bu yüzden

birbirleriyle çarpıştıklarında,

sonuç artık bir

birleşme değil dağılma

oluyor. Bununla birlikte,

asteroitler arasında

meydana gelen çarpışmalar

bazen büyük bir

asteroidin parçalanmasına

neden oluyor. Aynı

yörünge özelliklerini

ve bileşimini paylaşan

asteroit grupları olarak

tanımlanan asteroit aileleri,

bu tür bozulmaların

bir kanıtı. Her aileyi

oluşturan parçalar, bir

büyük asteroidin parçalanması

ile oluşuyor.

Bu anlamda, çarpışma

nedeniyle parçalanan

büyük asteroitlerden

dolayı ortaya çıkan küçük

asteroitler hâlâ oluşuyor.

Aslında, mevcut

anlayışımıza göre, çapı

50 kilometreden daha

küçük olan asteroitlerin

çoğunu, bu tür ikinci

nesil asteroitler oluşturuyor.

29


30

12 Milyar

Işık Yılı Uzakta,

Samanyolu’nun

Benzeri Bulundu!

Evrenin erken dönemlerini gözlemleyen astronomlar

bir sürprizle karşılaştı: Samanyolu’na çok

benzeyen genç bir galaksi. Yeni bulunan bu galaksiye

SPT0418 47 adı verildi ve Dünya’dan uzaklığı

göz önüne alındığında, bu galaksi görüntüsünün

evren 1,4 milyar yaşındayken, yani yaklaşık 12

milyar yıl öncesinden geldiği düşünülüyor. Bu keşif

araştırmacıları oldukça şaşırttı: Yıldızlar, beklenildiği

gibi, çok hızlı oluşuyor. Zira evrenin ilk dönemlerinde

uzayda çok fazla gaz vardı. Ancak tüm

bu kaosa rağmen, SPT0418 47’nin belirgin bir dönen

diski ve ortasında bir galaktik “şişkinlik” (bulge)

bulunuyor. Bu yapı, Samanyolu’nun durumuna

çok benziyor. Ancak,SPT0418 47 ve Samanyolu

arasındaki benzerlikler tam olarak mükemmel de-


ğil. Samanyolu’nun belirgin

bir sarmal yapısı

var, yıldızlar ve gazdan

oluşan 12 milyar ışık

yılı uzakta, Samanyolu’nun

benzeri bulundu!

Elizabeth Howell büyük

“kolları” bulunuyor. Ancak

SPT0418 47’de bu

kollar yok. Dahası, bilim

insanları bu galaksinin

tamamen farklı bir tür

olan bir eliptik galaksiye

evrimleşeceğini düşünüyor.

Yine de, yeni

keşfedilen galaksi, bu

devasa yıldızlarla dolu

yapıların çağlar boyunca

geçirdiği evrim hakkında

bir fikir veriyor.

Bu yeni keşiften yola çıkarak,

galaksilerin daha

önce hayal edilenden

daha az dramatik değişimler

geçirdiği düşünülebilir.

Almanya’daki

Max Planck Astrofizik

Enstitüsü’nde doktora

öğrencisi olan Francesca

Rizzo, “Yakındaki

sarmal galaksilerde ve

Samanyolu’nda gözlemlediğimiz

yapılar 12

milyar yıl önce de zaten

vardı.” diyor. Astronomlar

SPT0418 47 galaksisini

güçlü ALMA ile

gözlemlediler. ALMA,

Ekim

2020

Şili çölüne yayılmış, birlikte

çalıştığında dev bir

radyo teleskop 66 anten

içeriyor. Yeni bulunan

galaksi doğrudan gözlemlenemeyecek

kadar

sönüktü, bu yüzden

ALMA bu problemin

üstesinden gelmek,

SPT0418 47’nin ışığını

artırmak için yakın bir

galaksinin kütleçekimini

kullanan “kütleçekimsel

merceklenme” tekniğine

başvurdu. Kütleçekimsel

merceklenme

bazen görüntüyü bozabiliyor,

31


32

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!