26.02.2021 Views

Kalemlik-Dergisi-Sayı-5-Yıl-1-Ekim-2020-5

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

SAYI-5 YIL-1 EKİM 2020

Kalemlik

E d e b i y a t

D e r g i s i

EYÜP EKİNCİ * FATİH TEZCE * MERVE AKYOL * RIDVAN YILDIZ * ÖMER KESKİN * ERDAL

MEMİŞ * AHMET YILMAZ TUNCER * CEMAL KARASAVRAN * HALİME ERVA KILIÇ * SONGÜL

ÖZEL * MÜŞTEHİR KARAKAYA * ENES GÜRBÜZ * SÜMEYYE GÖNÜL ÜLKE * ENES AKDOĞAN *

MUHAMMET BARAN ASLAN * ADEM YAZAR * ERCAN SAĞLAM * ŞAKİR DİCLEHAN * M. FARUK

HABİBOĞLU * AHMET ŞEVKİ ŞAKALAR * ARİF BİLGİN * GÜRHAN GÜRSES * SADIK

YALSIZUÇANLAR * CEMALETTİN GÜNDOĞAN



Kalemlik Edebiyat Dergisi

Eyüp EKİNCİ

YANARSA YÜREĞİM

bu sular günlerden sonra

eğilir sıcaklığıma

verir serinliğini

yaşım ruhuma denk değil

kördüğüm yüreğim

kor gibi yanarken

bu sular soğutmuyor ki

getiremedim yalnızlığımı dize

sev demedim hiç

kendine düş kur

sitemimle yanıyor yüreğim

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 3


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Fatih TEZCE

YARALI AĞAÇ KABUKLARI

Közlerin içinden geçiyorum yalınayak

yanıklarımı tutuşturuyor ellerime yol

kapılar gıcırdayarak el sallıyor gitmelerime

insan üzgün doğar

ki bilinir ağlamasından.

Mavi dudaklarıyla kandırıyor her şeyi deniz

sular boğuluyor çırpınan ben

yosunları yalamaktan usanmış kayalıklar

serçeler göğe batmış kanatları kan.

Işıklar söndü beşikler uslu

sokağın başından bir kedi

vapurdan ürktü.

Elma bahçeleri yalnız kalmış bir hüzün

ay çiçeği yangını sarışın girmiş eylüle

ağaç kabuklarını yaralamışlar

bir sürü isimle.

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 4


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Merve AKYOL

ÖPTÜM

denizi öptüm hasretle gözlerinde,

güneşte demledim özlemle sevdanı,

ey canıma can katan sevgili,

adını söyledim yıldızlara,

bu gece daha çok parlayacak müşteri.

rüzgârı öptüm şefkatle saçlarında,

ılık esecek kalbime karayel,

dağıtacak tüm kederleri.

ey derdimin dermanı olan sevgili,

ağacı öptüm sevgiyle kollarında,

kucaklayacak tutkuyla bedeni,

saracak tüm hevesleri.

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 5


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Rıdvan YILDIZ

BOŞLUĞUN GÖZLERİ

Bilirim ki özgürlük büyüyor

Yalnızlığın en iyi arkadaşı olarak meydanlarda

Kır saçları değişiyorum zamana

Artık her şey başka türlü geriliyor

Çocukluğum korkular gölgesiydi

Baba bir yabancı dil hiç anlaşılmayan

Anne ezbere bildiğim şiir

Kime anlatsam bir şeyler buluyor kendinden

Rüzgâr zamansız yara bende

Umut çileden doğan çiçek

Burada yarım kalan her şey bir boşluğun gözleri

Herkes bir dönem uğruyor utançlara

Hep olmayanı istemek ne tatlıydı

Ve yasak şeyler çekti canımız

En büyük günleri

En küçük deliklerden geçirsem bile

Yine İsmail kurban oluyor Tanrıya

Her şey başa dönüyor

Yöremde konaklayan nasırlaşmış nefret

Bela kanımda dolaşan bitmeyen bir grev

Sıradanlaştığım her gün küçük ölüm

Yadırgarım basit bir şeye gülenleri

Aşağı tükürsem sakal yukarısı dert çekimi

Odaya bir keşif çizdim ısrarla

Yaklaşan güneş çelik soluğumda

Parça parça hırpalandı

Fakat boşluğun gözleri üstümden çekmiyor işgalini

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 6


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Ömer KESKİN

UMUTSUZ SAL

Ah benim uslanmaz, çocuk yüreğim

Kapkara sevdaya tutuldun kaldın

Hoyratça atılan, buruk yüreğim

Kendini onmayan dertlere saldın

Gönlünde sevgiye saraylar kurdun

Yeryüzünde gökte, aradın durdun

Aşkı tatmayandan yol yordam sordun

Cevheri bilinmez diyarda buldun

Anladın sevdaya konulmaz kota

Masal diyarına çevirip rota

Bindin yüreğinden kalkan ilk bota

Aşkla dolu taşkın kabaran seldin

Akıl sır ermedi kavrayışına

Denizler yetmedi, arayışına

Derinlerde aşkı tarayışına

Okyanusa inci bulmaya daldın

Sevdayı anlattın inanmadılar

Onlar gerçek aşkla sınanmadılar

Pervane misali hiç yanmadılar

Son sefere çıkan, umutsuz saldın

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 7


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Erdal MEMİŞ

BİR EVLAT BÜYÜTMELİSİN!

Öyle bir evlat büyütmelisin ki,

gençlikte ihtiyar olmalı

ihtiyarlıkta gençliği yaşamalı

Çelikten kefen giymiş yüreğin,

pas tutmaması

asırlar almalı, aşmalı

Her şeye inat varlığıyla

kelebeklerin ömrünü uzatıp

dünya misafirhanesinde

Kelimeleri boğazlamalı

yiğitçe imbiğini alıp

sonsuzluğa bayrak dikmeli

Kalbinin sınırlarını aşıp

ülkeme geliyorum diyebilmeli

Öyle bir yağmalı ki,

bütün yaralar steril olmalı.

Öyle bir güneş gibi doğmalı ki

bütün yaralar kabuk bağlanmalı.

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 8


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Ahmet Yılmaz TUNCER

YILDIZ DÖKMEK

Sözler kuruyor

Bir çiçek gibi dilde

Bir gece kalıyor

Sadece zamanın birinde

Soruyorsun bana

Yıldız dökmüştüm diye

Onlar gelişinde kaldı

Şimdi gidiyorsun

Döktüğün yıldızları

Toplayarak

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 9


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Cemal KARASAVRAN

SESİMİZİ DUYAN YOK

Aynı çavlanda yüzgeç vuran

Kurbağalar gibiyiz

Her zıplayışımız felaket

Yükseldiğimizden çok daha

Dibe batıyoruz

Derinlik sığ

Kimiz biz sen ben o

Atıyoruz tutuyoruz

Ağzın tavanı yok

Can çekiştikçe çağlıyor su

Çığlığımız hep aynı

Sesimizi duyan yok

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 10


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Halime Erva KILIÇ

ÜÇ BUÇUK DUVAR BİR PENCERE

Bir kasırga yarıyor kenti

Bağrıma çarpıyor yel

Nefesim içime kaçmış

Yutkunamıyorum

Travma!

Bir resim bin resim

Yırtılacak şimdi dünyadan

Çok gelmiş gibi, olmayan

Şekerin çaya

Üç buçuk duvar bir pencere

Örtülü bir pencere

Hiç pencere!

Kalemi kırılmış mahkumlar gibi

Vakvak ağacından odalar

Virüslü bakıyor gözleri

Üflüyor üflüyor

Boşalan her yatağa

Bir ışıkla giriyor heyecan

Islık çalıyor

O dinliyor

Susuyorum

O dinliyor

Çıkan her kimse

Çıkıyor kimselikten

Ervahı sıyırıyor beden

Ayrılmadan

Ayrılıyor

İki tutkusuz sevgili gibi

Bu kadar ruh...

Bu kadar ruh...

Ve şu kadar cisim çıkarken odadan

Bir hacim...

Nesne oluyor kapıda

Üç buçuk duvara asılı

Bir pencereden somurtuyorum

Küfrediyor kahkahalarım

Kime

Kime?

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 11


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Songül ÖZEL

GECEYE NE BURAKTIM

Geceye ne bıraktım bilir misin

Uslanmayan kalbimi

Dinlenmeyen gözlerimi

Mecalsiz ellerimi

Dikensiz güllerimi

Sağanak sağanak kendimi

Geceye ne bıraktım bilir misin

Bitmeyen kederimi

İflah olmaz sancımı

Şifa bulmaz hüznümü

Kaybolmuş yüreğimi

Çaresiz hayallerimi

Geceye ne bıraktım bilir misin

Vuslatın sırlı yollarını

Hasretin demli yıllarını

Nefsimin cicili pullarını

Kuruyan kalbimin dallarını

Ve nefret dolu kullarını

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 12


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Müştehir KARAKAYA

BIRAK KONUŞMAK İHANETİM OLSUN

kadrimi ve sabrımı biledim

veyl ettim geceye

ve sen ey beni yakıp yıkan

ne bildin gözlerimdeki utkuyu

ne gece örttü yalnızlığımı

sesimi hapsettimse yüreğimde

konuşanları kalleş bellediğimden

vuracaksan vur artık

beni arsızca bırak

türküleri avuçlarımdan emziriyorum

ne zaman uçursam bir kuşu

boğulan bir yanım oluyor

sesim bırakıp giderken beni

içimin depremlerinde bir çocuk

masum ve gürültülü susuyor

beni hain, beni sinsi süzüyor

her gün yeniden kopan tufanım

dilek ağaçlarını yakışım boşuna değil

dudaklarımın değdiği her yer

morarmış bir karanlık oluyor

gitme diyemem

gideceksen git artık

beni kendime bırak

içimde yankı yankı bir sesin sarhoşuyum

dudaklarımda kadim bir mühür

her gece çıplak bir heykelin soğukluğu

her gece hazan sarısı bir ihanet

engin bir pınardan seni emziren

beni zümrüt yeşiliyle öldürsün istemedim

biraz ayrılık, biraz hasret

biraz da beyaz bir bulut

merhamet denen yalancı şahit

hep aydınlık günlerimde beni arıyor

sen ey aşkını dudaklarında gizleyen

gecenin derin sırlarına terk ettiğim

mavi köpüklü sesimi duyamazsan

yüzüme çiziktirdiğim çizgiler bu yüzden

susmuşsam bana kahretme

kelimelerim ölümün ta kendisidir

bırak içimde zincirli kalsın

susacaksan sus artık

beni dilsizce bırak

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 13


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Enes GÜRBÜZ

GÖZLERİM DE SUSAR

nur taneleri yağınca

gökten yere doğru

gözlerimde yaş kalmadı

sustu ağaçlar, sustu çiçekler

ritim tutturdu kalbim

sade ekmek olunca azığım

aç susuz kaldım, bir yolda

nur taneleri yağdıkça

gökten yere doğru

bir ben değil

gözlerim de sustu

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 14


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Sümeyye Gönül ÜLKE

BİLEMEDİM

Daha kaç idamlaramahkumum

Kaç sehpa devrilecek

Gönül sarayımda

Ellerimde;

Boynumu vurmuş celladımın

Kızıla boyanmış

Yas kokusu var

Bilmem kaç acının boynunu -

büktüm

Gönül hanemde

Başını okşayarak hüzünlerimle

Bilmem kaç gece sabahlayışım bu

Soğumuş mu

Bu günlerde her şeybenden

Yoksa ben mi soğudum

Her şeyden

Buz kesmiş kalbim

Bu kadar mı üşür

Yalnızlık yoksa başıma

Bu kadar mı üşüşür

Bilemedim

Denizi yaran

Musa aşkına

Huu

Kaç denizinde boğuldum

Yüreğimin kızıllığında

Ölüm çığlığını üfledi ruhuma

Son nefesimin

Sesini duydum

Uğurladım Fâtiha’larla

Tek tek umutlarımı

Yoksa uğurlanan

Ben miydim

Bilemedim…

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 15


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Enes AKDOĞAN

TOPRAKTAN TOPRAĞA

ölüm ölümsüzlük getirir kendiyle

koyu bir denizin sularında muammalaşan

bir nimet gibi

bilinmez bir sır olur bu

bir yaylakta bulabilir seni

muhkem bir kalede de olabilir

beni, bizi, hepimizi

bir gün yorulursak dünyadan

sığınak olsun mecalsiz yüreklere

ve hayat bitecek

ve hayat başlayacak

insan topraktan

insan toprağa

bir ses çığlık çığlığa

gökten akseden üzerimize

“kullu nefsin zaiket’ul mevt”

Her canlı

Her nefis

Mahlukat ve mevcudat

İnsan topraktan

İnsan toprağa

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 16


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Muhammet Baran ASLAN

HANGİ YÜREK

Evlerin arasına gerilir kara tülbent.

Kadınların feryadı gök kubbeye yükselir.

Fotoğraf makinesi görmesin küçük gözler,

Silah namlusu sanan minik eller titreşir.

Şaşırma ey insanlık, bunlar senin eserin!

Bizim köyde şiire yüksek sesle başlanır.

Kırılır körpe kızlar bir gül gibi belinden.

Gam yüklü avuçlarla mor uçaklar taşlanır.

Yırtılsın al gömlekler, davacıyım asırdan!

Altı oklu harami mazluma cellatlaşır.

Yere sürtsün burunlar, davacıyım canımdan!

Söyleyin, bunca şerre hangi yürek dayanır?

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 17


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Adem YAZAR

AYÇA KIZIM

(Olmayan Kızıma)

Seneler gelir geçer asla farkedemezsin

Ayça kızım, serpilip dal’ca boy vereceksin

Bu zamanı tersine bil ki çarkedemezsin

Hayatı akışına sen de koyvereceksin

Hatırla bir küçüktün çikolata isterdin

“Almaz isen küseyim, çiykin oluyum” derdin

Büyürsün değişirsin, değişir onca derdin

Ah be kuzum çeşitli, türlü huy vereceksin

Yüreğin ki aklını ezip galip olunca

Anlayacaksın elbet aşka mağlup olunca

O yiğit bir yüzükle gelip talip olunca

Gümüş işli tepside tutup çay vereceksin

İki yarım, aynıdır, unutma bir bütünle

İffetini setreyle sen de edep örtünle

Kucağında emzirip akpak helal sütünle

Yiğidine soyundan asil soy vereceksin

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 18


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Ercan SAĞLAM

RESPONSE

ölümcül bir korku içinde, cehennemde atları koşturarak

titredi dünya, olay ufku karmakarışık, zehirli sarmaşıklar

ve izimi sürecek kurtlar arıyorum, örgütlü tahta kuruları

filancanın oğlu değilim çünkü falancanın işaret ettiği o

malum hazların rahat koltuğunda, üniter yapıya yayılmış

elinde tesbih, elinde yangında kurtarılacak dokümanlar

ezberden konuşuyorum, rastgele koşuyorum karnında

beni alıp götürüyorlar kirlenmiş çarşılardan sürükleyerek

çarşılar evet, gösterişli oğlanlar için biçilmiş kızlar çarşısı

hepsi bir anda ölüyor sessizce sızan mazot kokusundan

şiddetli bir kahkaha nöbet tutuyor ağzımın ortasında

tırısa kaldırıyor atları, çatlayıncaya dek koşturuyor onları

ve ölüler geçiyor gözlerimin önünden, zehirli sarmaşıklar

ezberden konuşuyorum, rastgele koşuyorum karnında

ağzımdan köpükler saçılıyor, derimin altına saklanarak

çok bilinmeyenli ölümler tasarlıyorum kamu tanrılarına

toplu katliamlar, gerekçesi önceden hazırlanmış suçlar

hızla yaklaşıyor gökyüzü, topuklarıma kadar iniyor yasa

daha dün annemizin kollarında yaşarken, çiçekli bahçe

mesnetsiz suçlama gibi vururken alnıma kızgın güneş

ezberden konuşuyorum, rastgele koşuyorum karnında

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 19


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Şakir DİCLEHAN

GENÇ KALEMLER VE DERGİCİLİK

Her insanın içinde bir toplum, bir insanlık ve bir İDEAL yatmaktadır daima. Onun

içindir ki insan, yetenek ve imkânlarıyla sınırlı olarak yalnız kendinden değil, mensup

olduğu toplumdan, uygarlıktan, çağdan ve tüm insanlıktan sorumludur.

Her hareketinde başkalarını hesaba katmak onlara sağlayacağı maddi ve manevi yararı

göz önünde bulundurmak zorundadır daima. Sorumlu insanlar, bir bina duvarını örer

gibi örerler. Gençlerin sorumluluğu; dıştan gelen zorlama bir sorumluluk değil, içten

gelen, kendi toplum kültüründen, kişilik formasyonundan doğan bir sorumluluk

olmalıdır daima…

Bir elin beş parmağını geçmeyecek sayıda gençlerin başlattığı ve bugüne kadar dört

sayısını çıkarmayı başardıkları bir dergi için, önemli olan daha da güzelleşmesi,

kusursuz hale gelmesi ve uzun ömürlü olmasıdır.

Kültür, sanat, bilim ve edebiyat alanına yönelik dergilerin özgün ve etkin bir yeri

vardır ülkenin hayatında. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde dergiler

yayınlanmaya başlamış, hem geçmişin kültürel mirasını gelecek kuşaklara aktarmak

ve hem de yeni bir çevre ve atmosfer oluşturmak için toplumun karşısına çıkmışlardır.

Dergiler; ülkedeki edebi dalgalanmaları, fikir hareketlerini ve kültürel atmosferi

yansıtma ve belli bir çevre oluşturmaya yönelik hizmet veren, aynı zamanda kan

kaybeden sanat ortamını diriltmeye yönelik girişimlerin ürünüdür bir bakıma.Başta

Mehmet Akif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç olmak üzere, edebiyatın üstadları

dergiler vasıtasıyla seslerini duyurmuş ve bir neslin oluşumu için büyük bir çaba

içinde olmuşlardır.

Kitaptan önce dergiler konusunda kafa yoran dava adamları, bir dergide bazı

özelliklerin bulunmasına dikkat etmiş ve bu konuda çok dikkatli davranmışlardır.

Özellikle Sezai Karakoç, Diriliş nesli dediği gençliğe bazı tavsiyelerde bulunmuş ve

bu konuda adeta öncülük etmiştir.

Bir dava peşinde koşan ve “düşünür” olma özelliğini taşıyan hemen hemen tüm yazar,

şair ve aydınlar, eli kalem tutan ve sıra dışı bir çizgide yürüyenler, dergilerin önemini

her fırsatta dile getirmiş ve bunu adeta bir görev telakki etmişlerdir.

İstiklal Savaşı esnasında düşünce ve şiirleriyle büyük bir aksiyon ve hareket içinde

olan Mehmet Akif’in “Sebilürreşad” ve “Sırat-i Müstakim” adındaki dergileri, halk

üzerinde çok etkili olmuş ve uzun süre hizmet etmeyi başarmış birer süreli

yayınlardır.

Cumhuriyet döneminde Kemalist çizgide yayın yapan Kadro Dergisi, Varlık ve

benzeri dergiler, hep belli bir fikre hizmet etmek amacıyla çıkmış ve bazı çevrelerin

maddi desteğini alarak yayınlarını sürdürmüşlerdir.

Kendi dünya ve hayat görüşünü kitlelere ulaştırmak için, birçok yazar ve şair dergi

çıkarmış ve idealist bir neslin yetişmesinde öncülük eder düşüncesiyle at

koşturmaktan geri kalmamışlardır.

Meşrutiyet’ten günümüze dek hemen hemen hiçbir dergi, “süreli yayın” diye

nitelendirilse de pek uzun ömürlü olamamıştır. Bir yazarın ifadesiyle: “Bizde hazin

bir kaderi var dergilerin. Çoğu bir mevsim yaşar, çiçekler gibi. En talihlileri bir nesle

seslenir. Eski dergiler ziyaretçisi kalmayan bir mezarlık. Anahtarı kaybolmuş bir

çekmece. Sayfalarına hatıralar sinmiş, hangi ümitler, hangi heyecanlar gizlenmiş,

merak eden yok”.

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 20


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’su; bir düşüncenin, bir sanatın ve bir dünya görüşünün

kalesi olmuş, hem geçmişe ayna tutmuş ve hem de durgun bir fikir ortamının canlılık

kazanmasına öncülük etmiştir.

Bir dergide bazı özelliklerin bulunması gerektiğine değinen Sezai Karakoç’a göre:

“Dergi demek; görüş birliği demektir, ideal ve düşünce birliği demektir. İlk defa dergi

çıkarma konusunda oldukça istekli görünen Karakoç, Hatıralarında, ilginç bir öyküye

yer verir. “O kış, (1953-1954 ) ilk kez, beni dergi çıkarma düşüncesi meşgul etti.

Bütün İslam amaçlı dergiler kapalıydı. Sanat ve Edebiyat dergileri de taşıdıkları ruh

bakımından ruhuma yabancı. Bir yandan sanat dürtüsü, bir yandan da görev duygusu

idealimi dile getirme düşüncesi, beni kaçınılmaz bir şekilde bir dergi çıkarma fikrine

itiyor. Ama asgari manada maddi bir imkân yok. Böyle olduğu halde yine de

arkadaşlar arasında hep dergi çıkarma üzerinde duruyorum. Sonuçta “Şiir Sanatı”

dergisini 1955 yılında iki sayı da olsa çıkarmayı başarır. Fakat asıl başarısı, 1960

yılından başlayarak aralıklarla da olsa 1992 yılına kadar DİRİLİŞ DERGİSİ’ni

çıkarmasıdır.

Gerçekten de bugün Türkiye’de belli bir kesimde bilinçli bir gençlik ve okur zümresi

dine, sanata, edebiyata, kültür ve şiire aşina, Doğu ve Batı medeniyetlerine bakmayı

ve onları kritik etmeği bilen akıllı bir kuşak varsa, Diriliş’in bunda büyük payı ve

emeği olmuştur. Yeni bir edebiyat ve şiir anlayışının öncüsü, çizgisini koruyan soylu

bir sanatkârlık örneği olmuştur Diriliş daima.

Kalemlik dergisinin idareci ve yazı kadrosuna Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın şu kıtası

ile seslenmek istiyoruz:

“Bir işi murad etme

Olduysa red etme

Hak’tandır o red etme

Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler”

Kalemlik Dergisi’nin başarılı ve uzun ömürlü olması dileğiyle…

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 21


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Mehmet Faruk HABİBOĞLU

HAZAN SARISI HAFAKANLAR

Kar yağıyor deneme saatinde. Yazıklar olsun diyordun, yazık oluyor bize. Kalkıp bir

dal sigara yakıyorum yeniden. Akşamdan beri bu kaçıncı olsa da. Şimdi yine beni

bekleyen uzun bir gece var. Hayalle korkunun iç içe geçtiği sessiz bir gece. Hem her

geceki gibi kimsesiz bir gece.

Şiir yazmak kaçmak mıdır? Ya da nefes almak mıdır? Bak şimdi buna takıldı aklım.

Sahi nedir şiir yazmak?

Ama ben şiirsiz ölürüm! Elim, kolum, gönlüm tutulur. Aklım tutuklu kalır bir karanlık

boşlukta. Ben şiirsiz yaşayamam, ölürüm. Oysa ben çoktandır ölmüşüm haberim yok

sanırım. Her günü ve gecesi birbirinin aynı olan yaşıyor sayılır mı? Her gece sabaha

kadar devinip duruyorum, düşünüp soruyorum. Cevabını vermekten korktuğum bir

yığın soru zihnimi tırmalıyor.

Ne oldu bana? Ben niye bu hale evrildim? Yapayalnızlığım daha ne kadar? Şimdi

apansız ölsem bir başıma, kaç gün sonra bulurlar beni? Niçin aklımdan bir dem olsun

çıkmıyorsun?

Birileri "Leyla'dan geçme faslında" olsa da ben çoktandır kendimden geçme

faslındayım. Ama henüz tamamlayamadım.

Sigaram yine bitti, ah bu hazan sarısı hafakanlarım hiç bitmedi. Bitmeyecek de sen

olmadığın sürece. Yine de boş ver ha? Boş vereyim bakalım şu İstanbul'un kıyısında.

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 22


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Ahmet Şevki ŞAKALAR

PIT

Çocukluğum, sadece bulunduğu odayı değil orada bulunanların içini de parıldatan bir

gaz lambası gibi. Işığı az da olsa yeter hem bize hem tüm aileye. Bir fırtına, bir ayaz,

bir kaza görmeye görsün islenir, buğulanır, kararır, azaltır ışığımızı, yüzümüzün

aydınlığını. Bir gaz lambasının yere konup etrafına papatya taneleri gibi sıra sıra

dizilen evin büyüklü küçüklü çocuklarını düşünün. Herkes bilemediğini birbirine

soruyor, soruların bazısı cevapsız kalıyor, arada ufak tefek muzipliklerle cevaplar

veriliyordu. Lambanın fitiliyle oynayıp zavallının bir anda sönmesiyle bir tomar azar

yiyip köşemize çekiliyorduk. Okula kuş ve böcek sesleriyle kol kola gidiyor, kış

zamanlarında kolumuzun altındaki bir yaş iki kuru odunu yüksünmüyorduk. Sobayı

evde babam, okulda biz yakıyorduk. Evde hayat sabah namazıyla başlayıp tarhana

çorbasının sobanın üzerinde kaynamaya başlamasıyla biz uyanana kadar devam

ediyordu. Babam, odanın içindeki sonradan yapılma lavaboyu andıran küçük beton

bölümde abdest alırdı, bu soğuk kış sabahlarında da sürerdi. O çağlarda benim için

baba demek, kışın ayazında abdest almak ve sabahın köründe biz üşümeyelim diye

soba yakmaktı. Gün, yazılı olmayan günlük işler taksimatıyla devam ediyordu.

Kimimiz kuzuların peşinde, bazılarımız tarlada, küçük kız isek anamızın yanında aşçı

yamağı oluyorduk. Oyuncaklarımızın birçoğunu kendimiz yapardık: Bilyeli arabalar,

kamıştan sepetler, çayır otundan taçlar, pancardan kamyonlar, lastik ayakkabılarının

eskilerinin topuklarından tekerlekler, daha neler neler… Oyuncak kullanımında

muntazam bir hiyerarşimiz var. Bütün oyuncaklar çok titiz kullanılıyor, kirlendiğinde

kız kardeşlerimiz onları bir güzel yıkıyor ve büyüyen çocuklar, onları bir alt kuşağa

miras olarak bırakıyordu. Hiçbir oyuncağımı saklamadım bu yüzden. Oyuncaklar

bütün çocukların ve büyüyemeyen herkesindi. Defterlerimizin tek sayfasının boş kalıp

atıldığını da hatırlamam. Ölçüleri tutan kullanılmış defterlerin boş sayfalarını

birleştirip diplerini kayısı zamkıyla yapıştırdıktan sonra yeni defterler kazandırırdık

çocukluk dünyamıza.

Bir kalem, bir defter, bir boya insanların hayatını ne kadar etkileyebilir, ne kadar

değiştirebilir? Bir keresinde kardeşlerimizden biri okul yolunda yeşil bir pastel boya

bulmuştu. Bu yeşil boyanın siyah beyaz resim repertuarımız için ne denli bir zenginlik

getirdiğini tahmin edersiniz. Gözümüz gibi sakladık onu. Herkes karakalem

resimlerinin sadece bir bölümünü yeşile boyayabilir, diye tasarruf tedbirli bir

kuralımız vardı. Ben bazen hayalimdeki iki katlı evin çatısını yeşile boyuyordum kimi

zamanda okul yolumun etrafını. Babamın Kâbe resimli seccadesini de yeşile

boyadığım zamanlar oldu. Yeşil boyanın ömrünü nasıl uzatırız, onun hesabını

yapıyorduk sanki. Tarlada çalışan ırgatlara su dağıtan yürek soğutan vazifeli gibi yeşil

boya da eski resim defterlerimizin arasında dolaşıyor, siyah beyaz dünyamıza bir

nefes, bir ferahlık penceresi görevi yapıyordu.

Günlerden bir gün misafir var evde. Babam ve anam büyüklerle sohbet ediyor,

ablalarımdan biri dağ çayı kaynatmış, yanında tarhana ve kuru üzüm hazırlamıştı. Biz

de kapıya yakın bir yerde oturmuş büyüklerin konuşmalarına kulak misafiri

oluyorduk. Büyüklerin konuşmaları ve ablamın odaya giriş çıkışında tahta

kaplamalarının gıcırtıları dışında odada pek ses yoktu. En küçüğümüz Münire’nin

elinde gördük yeşil boyayı bir ara. Evin üst köşesinde tahta döşemenin üstündeki

kilimin köşesini kaldırmış boyayla bir şeyler yaptığını görebiliyorduk. Bütün

kardeşler normal ev ortamındaki bakışlarımız arasında yeşil boyayla oynayan

Münire’yi de takip etmeyi ihmal etmiyorduk. Bir ara Münire, hepimizin gözüne tek

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 23


Kalemlik Edebiyat Dergisi

tek baktı ve uzun bir süre hareketsiz durdu öylece. Misafirler gider gitmez Münire’nin

başına toplandık. Münire’nin yüzü kızarmış, gözleri ağlamaya hazır çeşme gibi.

-Ne oldu kuzum anlat?

-Şeyy…Yeşil boya tahtaların arasına düştü.

-Nasıl oldu?

-Pıt dedi.

Kimimiz şaşkınlıkla birbirine bakıyor, bazılarımız Münire’nin oracıkta canını almayı

düşünüyor, tüm sermayesi erimiş buz satıcısı gibi çaresizce birbirimize bakıyorduk. O

gece hepimizin rüyalarına girdi yeşil boya. Yine yeşile boyalı resimler yaptık

uykumuzun en derin yerinde. Münire, bu davadan ceza almadı, en küçük olmanın

dokunulmazlığıyla tek celsede beraat etti. O günden sonra içimizde bir buruklukla

evin o köşesine daha çok oturduk, kilimi kaldırıp tahtaların arasına kaç kere baktık,

bunlar olurken Münire ile kaç kere göz göze geldik bilmiyoruz. İçinde yeşil olmayan

resimlerimiz çoğaldı. Birbirimize bile göstermiyorduk resimlerimizi. Yitik zordur,

derler. Ne zormuş ki yeşilin büyüsü bir bulut gibi üstümüzde geziyor, elimizi

uzattığımızda çabucak yok oluveriyordu.

Bir akşam babamların kapı komşularımızdan birine gideceklerini duyduk.

Komşumuzun askerdeki oğlu tezkereye gelmiş, geldiği hafta da yine başka bir

komşumuzun birinin kızıyla sözünü kesmişler. Bizimkilerin akşam evde

olmayacakları kesinleşince oturduk, ortak bir plan yaptık. Plan basitti. Abim tarla

malzemelerini koyduğumuz kulübedeki keseri alacak, yeşil boyanın üstündeki ahşap

döşemelerden birini sökecek ve biz kaybolan sermayemize kavuşacaktık. Ortanca

kardeşim gözcü olacak, ben de ekibin bir üyesi olarak moral ve malzeme desteği

verecektim. Babamlarla giden Münire de döndüğünde içini kavuran vicdan azabından

kurtulacaktı böylece. İz bırakmamalıydık, eğer döşemelerin birini yerinden doğru

çıkarıp yerine koyamazsak yenisini yapamazdık, yapsak bile bu iş saatlerimizi alırdı.

Plan için her şey hazırdı, babamlar gitmiş, malzemeler hazırlanmıştı. Malzemeler

derken topu topu bir inşaat keseri. Abim, döşemenin çivilerini kanırtıp keserin delikli

yeriyle onları çıkarmayı sonra da aynı şekilde yerine koyup sabitlemeyi teklif etti.

Mantıklıydı, bu iş hem zaman hem de malzeme tasarrufu sağlardı. Döşemeyi sökmeye

başlamadan eğildi ve zemine elini vurup kulağıyla da evin tabanıyla mesafesini

tahmin etmeye çalıştı. Hepimiz bir marangoz ustalığı pozlarına bürünen abimi

hayranlıkla izliyorduk. Birazdan döşeme kalkacak, yeşil boya bize gülümseyecek ve

kışımız bahara çevrilecekti. Sonunda döşemeyi yavaş yavaş kaldırdık ki ne görelim.

Açtığımız yerde yeşil boyadan eser yoktu, üç beş fare pisliğinden başka bir şey

görünmüyordu. Eğer yeşil boya ayaklanıp yürümediyse o alçak fareler, bizim sanat

sermayemizi yok etmişlerdi. Üzgündük. Mevsim kara bulutlu ve zifirikaranlıktı.

Operasyon başarısızlıkla sonuçlanmış, şef ekipmanları toplamak için çoktan talimat

vermişti. Renklerini yitirmiş mevsim kuşları gibi eli boş döndük yuvalarımıza.

Sonraki yıllar yine çok kez resimler yaptık kardeşlerimizle. Çiçekler, pencereler, türlü

türlü ağaçlar, kırılmamış umutlar biriktirdik ellerimizle. Yeşil, hatta başka renklerde

de boya kalemlerimiz oldu ancak hiçbiri pıt diye düşen yeşil boya kalemi kadar

güzelleştirmedi çayırları, yaprakları, çatıları ve sarı kızların yeşil gözlerini.

Şimdi evin o köşesinde ne zaman otursam, o yeşil boya kaleminin orada durduğunu

ve bizi beklediğini düşünürüm. Farelere düşmanlığım biraz da bu sebeptendir. Tahta

her döşemenin altına belki eski zamanlarda bir boya kalemi düşmüştür. Bu yüzden

karakalem resimleri yeşil boyasız hep biraz eksiktir. Kaybolan her boya kalemi,

kalbimize pıt diye resimler çizmiştir. Yeşil boya, çocukların dünyaya yeşil bakan

gözleridir. Yeşil bir kalem, hepimizin düşleri, toprak evlerin, kalabalık sofraların, çok

kardeşlerin ortak kaderidir.

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 24


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Arif BİLGİN

BİLMİYORSAN SÖYLEME

Dilimize yabancı dillerden girmiş birçok kelime vardır.

Başka milletlerle iletişim içinde olan her milletin diline, o milletin dilinden, ilişki

yoğunluğu ile orantılı olarak birçok kelimenin sızması normaldir.

Ekonomi, spor, kültür, edebiyat ve din alanları bu iletişimin en yoğun olduğu

alanlardır. Bu alanlara hâkim, kurucu, geliştirici, üstün ve güçlü olanlar, isimleri,

kavramları belirler ve kendine göre anlam ve derinlik kazandırırlar. Diğerleri de

bunlara uymak zorunda kalır.

Son asrın Türkiye’si gibi kendini bulma, kültürel “devrimini” oturtma dönemlerinde

yani Doğu ile Batı arasında fetret dönemini yaşayan toplumlarda ise bu etkileşim, çok

daha hızlı olur. Halkın yönü hangi kültüre döndürülmüş ise o tarafa ait kelimeler,

kavramlar iyice hazmedilmeden anlamlarının yerine oturması bile beklenmeden alınır

ve kullanılmaya başlanır.

Mesela, bazı kelimelerin, hatalı kullanımı o kadar yerleşmiş ki, ait olduğu dilin

özelliklerine göre şekillenmiş kökü, aldığı eki aslını kaybedip yepyeni bir şekle

bürünerek hayatımıza girmiştir: Çaydanlık, buhurdanlık, gerdanlık... gibi.

Farsça’ya ait olan -dan eki, bizim -lık yapım ekinin görevini görür. Onlar ‘çaydan’

derler ve çaylık yani çay demlenen, pişirilen kap demiş olurlar. Hani bizim; ‘biderlik,

kebaplık...’ dediğimiz gibi...

Ama, biz, çay kelimesinin sonuna Farisîlerin -dan ekini olduğu gibi almış, bununla

yetinmeyip yine aynı görevi gören ve anlamı veren -lık ekini de ekleyerek

çay+dan+lık (çaydanlık) kelimesini oluşturmuşuz; ama böyle söylerken ne demiş

oluyoruz, biliyor musunuz; Çaylıklık.

Tıpkı böyle, mesela eskiden bazı mübarek günlerde veya bir kısım özel törenlerde

tütsüler yakılır, buhurlar tüttürülürdü. Halk, o buhurların konulduğu kaba;

‘buhurdanlık’ derdi. Hâlbuki Yahya Kemal’in Rindlerin Ölümü şiirindeki “Gönlü

her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter” mısraında, olduğu gibi buhurdan şeklinde

ifade edilmesi gerekirdi.

Bizim halkımızın pek çoğu; buhurdanlık demekle, buhurlukluk, gülabdanlık

demekle gülaplıklık, çaydanlık demekle çaylıklık, yağdanlık demekle yağlıklık,

sürmedanlık demekle de sürmeliklik demiş olmaktadır...

Bunlar kulağa hoş gelenleri… Zaten, buhurdan, gülabdan, sürmedan gibi çoğu

unutuldu gitti; çaydan (çaylık) yani çaydanlık gibi bir iki kelime kaldı ki bu yanlış

ifadelerin de değişmesi artık mümkün görünmüyor.

Gelelim sadâde...

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 25


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Anlamını tam bilmediğimiz kelimeleri kullanmak bir garabettir, ukalalıktır; dilimize

ve hitap edilen insan(lar)a hakarettir.

Nihat Sami Banarlı’nın bir cümlesini ve tarifini buraya almak istiyorum:

“G a r a b e t: Anlamını herkesin kavrayamayacağı kelimeleri bildiğini

göstermek, aydın görünmek, kendini belli bir zümrenin üyesi gibi göstermek ve

taklit gibi sebeplerle ortaya çıkar.”

Evet, garabet; terk edilmiş diyecek kadar eski veya dilimize dün girmiş kadar yeni bir

kelimeyi; anlamını tam olarak bilmediği halde, biliyor gibi yapıp sözünde veya

yazısında kullanmaktır. Bu da dilimize yapılacak en büyük kötülüklerden biridir.

Son zamanlarda azalsa da bir ara ekranlarda birçok konuşanın dilende muhaTTap

kelimesi pelesenk olmuştu. Asla böyle bir kelime yok iken, Urfa’daki Sorbonne

mezunu(!) İbo’nun bir programda “Muhattap olmam...” demesiyle başlayıp

yaygınlaştı gitti. Yok böyle iki t harfli muhattap şeklinde yazılıp telaffuz edilen

kelime yok! Tek t harfli muhatap var.

Bir başka örnekle bitirelim: “Nüans farkı“. Birbirinden ayrı anlam taşıyan iki

kelimeymiş gibi yan yana getirilmiş, biri Fransızca, biri de Türkçe iki kelime...

Yıllar önce, ilk duyduğum zaman bile sevmemiştim bu söyleyişi. Bazıları, garabete

bakınız ki; bu iki kelimeyi yan yana, sanki önemsenmeyecek kadar küçük farkı

anlatmak için kullanıyormuş gibi, üstelik hiç de öyle olmayan bir anlam yükleyerek

kullanırlar.

Fransızca olan nüans (nuance) kelimesi; ayrıntı, başkalık, küçük fark demektir.

Fark ise; başkalık, ayrıntı anlamındadır.

Nüans farkı denilince, aynı kelimeyi tekrar ediyor gibi “farkı farkı” (veya başkalık

başkalık) denmiş olur. En zengin anlamıyla(!); ‘küçük fark farkı’...

İnsanların, hele de yazıp çizenlerin ve toplum karşısında konuşmaları dinlenenlerin,

böyle ipe sapa gelmez kullanış tarzını ve yaşattıkları anlamsızlığı biraz çokbilmişlik,

biraz da modernlik havasında etrafa saçıp savurmaktan kaçınmaları gerekmez mi?

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 26


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Gürhan GÜRSES

RABBİM BİZİ AYNI YÜREKTE BİRLEŞTİR

- Nasıl da güzel bir duadır ettiğin.

+ Nasıl?

- Rabbim bizi aynı yürekte birleştir. dedin ya demin onu kastediyorum. Eksik olmasın

hiçbir aşığın dilinde bu dua. Mırıldansın dursun her an. Firakta kalmış gönüller bu

duanın gücüyle şifa bulsun.

+ Dua gibi senin sözlerin de! Ben de bunu söylemeden geçemeyeceğim. Yaralı

gönüllere merhem, hasta gönüllere ilaç, yanık canlara su misali…

- Mübalağa sanatını sen mi icat ettin azizem?

+ Ne alaka?

- Dediğin kadar değilim onu biliyorum. Bu yüzden öyle dedim sana.

+ Sen seni bilmezsin ama cümle âlem seni iyi bilir, farkında değilsin sadece.

- Sen bil yeter, cümle âlemim sensin.

+ Mahcup oluyorum öyle durup durup söz kurşunuyla yüreğimden vurma beni!

- Sen de bana bu kadar güzel olma!

+ Değilim ya!

- Bütün çiçeklerin toplamısın ve bütün çiçeklerin içinde var olduğu baharsın.

+ Deme öyle ama!

- Geç kaldın, yağmur buluttan düştü, gözyaşı kirpikten süzüldü.

+ Daha sürecek mi bu iltifat yağmuru?

- Neden?

+ Çok ıslandım da üşüyorum.

- Çiçek yağmuru olarak görsen!

+ Bu kez dikenleri canımı acıtıyor derim.

- O zaman öpücük yağmuru…

+ İlla ki bir şey diyeceksin.

- Gülücük yağmuru…

+ Anladım senden kurtuluş yok.

- Canım kelebek olsun canına konsun. Rüzgâr olsun tenine… Sancı olsun yüreğine

saplansın.

+ Sancılanayım mı?

- Sancı incinin habercisidir.

+ Sana laf yetiştirmek için lügatleri ezberlemem lazım.

- Beni ezberle, lügatin olmak istiyorum. Aklına takılmak ve dilinde sarf edilmek…

Cümlelerinde yer etmek istiyorum. Vurgun olmalıyım yüreğinden gelen.

+ Şımarıyorum bak!

- Sahi ne güzel bir duadır ettiğin. “Rabbim bizi aynı yürekte birleştir.” Yüreğinden

akıp gelen gül sularında yıkanıyorum şimdi boydan boya. Sarf ettiğin her cümlede

ayrı bir güzellik var, ayrı bir aroma ve ayrı bir renk var.

+ İki ayrı nehiriz, buluşacağımız o büyük denizi düşlüyorum. İki ayrı dalız ve bizde

bitecek olan o muhteşem çiçeği bekliyoruz. Anlıyor musun beni?

- Hem de çok iyi anlıyorum. Aynı göğün yağmuruyuz, aynı toprağın çiçeği, aynı

suyun dalgacığı ve aynı havanın kabarcığı…

+ Şu duamı da senin için yaptım. Rabbimden seni diledim. Seni istedim. İmkânsız

olduğunu bile bile… Ama bir umut derler ya, ondan.

- Duana âmin diyorum kocaman. Ve var gücümle de haykırıyorum: “Rabbim bizi aynı

yürekte birleştir” diye.

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 27


Kalemlik Edebiyat Dergisi

Sadık YALSIZUÇANLAR

BENİM ADIM SAM

On iki Temmuz İki bin iki yılında gösterime girmişti Benim Adım Sam (I am Sam)

Jessie Nelson’ın yönetmenliğini yaptığı, başlıca rollerini Sean Penn, Dakota

Fanning, Michelle Pfeiffer, Dianne West, Richard Schiff ve Loretta Devine’in

paylaştığı bu muhteşem filmde ana karakter Sam Dawson, psikiyatristlerin “donuk

zekâ” olarak nitelediği bir tür “zihinsel engelli” bir kişi. Zekâ yaşı altı-yedi civarında

olduğu varsayılan ama ahlakî bakımdan neredeyse dorukta bulunan bu ana karakter,

bir kafede garson olarak (engelli kontenjanından) çalışmaktadır. Evlidir. Karısı

duyarsız ve evliliğinden/halinden gayr-ı memnundur. Nihayet kafede çalışırken

hastaneden telefon gelir ve doğruca doğum kliniğine gider. Kızı doğar. Karısı

hastaneden taburcu olur. Bir taksiye binmek üzereyken karısı otobüs durağına yönelir;

Sam’i orada, bebeğiyle baş başa bırakır ve terk eder. Film ana dramatik düğümü

buradadır. Artık Sam, bebekle yalnızdır. Çocuğu çilelerle büyütür, sevgi ve şefkatle

sarmalar. Komşusunun, dostlarının yardımıyla yedi sekiz yaşına kadar getirir. Doğum

gününde pasta yapmak için yumurtayı kırar, “özür dilerim bay yumurta” der. Donuk

zekâ denilerek küçük görülen bu soylu ruh, bize filmin hemen her sahnesinde bir

insanlık dersi verir. Tüm zihinsel engellerine rağmen iyi bir sosyal çevresi ve mutlu

bir ailesi olan Dawson'ın asıl sorunları kızı yedi yaşına geldiğinde başlar. Kızı

Lucy'nin doğum günü partisinde eve gelen bir sosyal güvenlik çalışanı baba ve kızı

trajik bir sona sürükleyecektir. Çocuğa devlet el koymağa, bir koruyucu aileye

vermeğe kalkışır. Sam dava açar, sonunda kazanır ve film mutlu sonla biter.

Oscar olmak üzere çeşitli törenlerde ödüle aday gösterilen film, iyilik, güzellik ve

gerçekliğin saf bir kişilik üzerinden yansıtıldığı son derece etkili bir anlatıma sahiptir.

Modern(leşmiş) Batı insanını, onun insanî değerler bakımından nasıl kendisini ve

dünyayı çölleştirdiğini, kapitalizmin çarkları arasında nasıl yaşamların öğütüldüğünü,

insanların nasıl birbirine oyunlar oynadığını, erişkin/yetişkinlerin, sözüm ona

deneyimlilerin, dış görünümü hayli parıltılı olan insanların, yaşamların, insanı sürekli

ezen, üzen ve çürüten sözde kuralların, normların tümüne karşı köktenci bir eleştiri

filmin dibinde sürekli kendisini göstermektedir.

Grubun hararetli bir hayranı olan Sam’ın kızı, adını Beatles’ın “Lucy in the sky with

diamonds”ından alıyor. Ön adı Lucy olan kız, büyüdükçe babasının zekâsının altıyedi

yaşında donmuş olduğunu fark eder. Bu, başlarda bir gerilime ve kısmen

tatsızlığa yol açsa da, babasının saf, temiz bir kalbe sahip olması, kendisiyle hiçbir

babanın yapamayacağı kadar ilgilenmesi, ona tutkuyla bağlanmasını sonuç verir.

Yaşanan bir tatsızlık sonrası, sosyal güvenlik kurumunun devreye girerek Lucy’yi

Sam’dan koparmağa çalışması ikinci dramatik düğümdür. Bu süreçte Sam, avukat

arar ve ünlü-başarılı bir kadın avukat bulur. Onun da çocuğuyla iletişim sorunları

vardır, kocasıyla da arasındaki duygusal ilişki sorunludur. Sam, avukatın yaşamına da

güzellikler armağan edecektir.

Filmin en ilginç sahnelerinden birisi, Lucy’ye babası ve arkadaşlarının birlikte bir

ayakkabı alma sahnesidir.

Kendisi gibi donuk zekâ vb. sorunlara sahip arkadaşları Sam’i de zorlayarak Lucy’ye

yeni bir ayakkabı almağa sürüklerler. Mağazaya birlikte giderler ve uzun uzun

ayakkabı seçerler. Hayli denemeden sonra birinde karar kılınır. Fakat Sam’in parası

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 28


Kalemlik Edebiyat Dergisi

yetmez. Arkadaşları ceplerindeki küçük paraları birleştirir, tezgâhtara uzatırlar.

Tezgâhtar tam da burada, kendi kendine, “kesin inanıyorum Tanrı var” der.

Özellikle Sam ile kızı arasında geçen diyaloglar çok etkileyici ve ezber bozucudur.

Lucy büyüdükçe sorular sormağa başlar. Sam, bu sorulara mantıken sorunlu ama son

derece soyut ve şiirsel cevaplar verir. Bazen de, insanların yaygın bir norm haline

getirdiği ilkeleri sarsan, sorgulayan sözler eder.

Mesela şu diyaloğa bakalım:

“Sam: John Lennon da küçükken annesini kaybetmiş. Annie, (Sam’in komşusu)

Tanrı’nın bazen özel insanları erken aldığını söylüyor.

Lucy: Baba, böyle olman Tanrı istediği için mi yoksa bir kaza mıydı?

Sam: Ne demek istiyorsun?

Lucy: Demek istediğim, sen farklısın.

Sam: Fakat ne demek istiyorsun?

Lucy: Sen diğer babalar gibi değilsin.

Sam: Özür dilerim, üzgünüm. Evet üzgünüm.

Lucy: Sorun değil baba, önemli değil. Özür dileme, ben şanslıyım. Kimsenin babası

parka gelmiyor.

Sam: Evet biz şanslıyız, şanslıyız değil mi? (…)”

Sam, Lucy’yi büyütürken akşam uyumadan önce mutlaka kitap okumaktadır.

Okuduğu kitaplar, kendi zekâ yaşına karşılık gelebilenlerdir. Lucy, bir adım öne

geçtiğinde kitap ve onu okuyan baba zorlanır. Bu sürecin bir anında yine bir gerilim

yaşarlar. Lucy ilkin kitabı anlayamadığını çünkü aptal olduğunu söyler. Sonradan

babasını üzmemek için yaptığı anlaşılır. Sam, kitabı okurken zorlanır, kızının ise

zorlanma taklidi yaptığını hissedip çıkışır. Bir tartışma yaşarlar. Sonu yine tatlıya

bağlanır.

Kız büyüdükçe babasının durumunu anlamağa, zaman zaman sorgulamağa

çalışmaktadır. Bu süreçte, zaman zaman benzeri tartışmalar ve gerilimler yaşamaktan

kurtulamazlar.

Sam, durumu gereği oldukça takıntılı, alışkanlıkları konusunda ısrarcıdır. Örneğin

yemeğe gittiklerinde Sam; hep aynı gün, aynı lokantada, aynı şeyi yer ve kızına da

yedirmeğe çalışır. Lucy bir kezinde duruma itiraz eder, yine sert bir tartışma yaşanır.

Bütün bunlara rağmen Lucy, babasının durumunu fark eder, kabullenir ve ona aşırı

biçimde bağlanır.

Seyirciyi pek çok sahnede gözyaşlarına boğan filmin ilginç bir diyaloğu, Sam ile

avukatı arasında yaşanır :

“ (…)

Sam: Evet ama denedim, çok denedim.

Rita: Daha fazla dene!

Sam: Evet ama bilmiyorsun, bilmiyorsun!

Rita: Neyi bilmiyorum?

Sam: Deneyip deneyip deneyip hiçbir zaman başarmanın yakınına bile

yaklaşamamanın nasıl bir şey olduğunu bilmiyorsun! Çünkü sen kusursuz doğdun,

bense böyle.

Rita: O, öyle mi?

Sam: Senin gibi insanlar bilmez...

Rita: Benim gibi insanlar?

Sam: Senin gibi insanlar canının yanmasının nasıl bir şey olduğunu bilmez. Çünkü

senin duyguların yok. Senin gibi insanlar hiçbir şey hissetmez!

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 29


Kalemlik Edebiyat Dergisi

(…)”

Filmin en şanslı yanlarından birisi, kuşkusuz ana karakter olan Sam’ı oynayan Sean

Penn’in oyunculuk performansıdır. Filmin anlatımına ciddi anlamda katkı veren bu

üstün oyunculuk, iletiler açısından gerçeklik efektini de güçlendiriyor. Penn, bir

söyleşisinde beş-altı ay kadar bu haldeki insanları gözlediğini, izlediğini, okuduğunu

ve dinlediğini; evinde kendi kendine sürekli çalışmalar yaptığını söylüyor. Bunun

gerçek olduğunu filmdeki performansı yeterince gösteriyor. Gerek fiziksel gerekse

psikolojik tepkileri, jest ve mimikleri son derece inandırıcı ve gerçeğe uygun. Bu da

filmin dibindeki iletilerin gerçekliğini besliyor.

Filmin ana iletisini, “zekâsını kurnazlıkta ve yıkımda kullanan yetişkinlerdense, saf ve

temiz kalma uğruna düşük zekâlı olmak evladır” biçiminde niteleyebiliriz. Tabi

aslolan, yetişkinlikte de çocukluğun büyüklüğünü koruyabilmektir. Film bir alt ileti

katmanında ise bunu bize öğütlüyor.

Sean Penn‘in ne kadar inanılmaz başarılı filmlere imza attığını daha önce de

anlatmıştık. I am Sam, Sean Penn’in aktörlükteki tüm maharetlerini en muhteşem

şekilde aktardığı filmlerin başında gelir. Benim Adım Sam adıyla Türkçe’ye çevrilen

bu film, en taş kalpli insanı bile derinden etkileyebilir, gözyaşlarına boğabilir,

kalbindeki taşı söküp atabilir.

Zihinsel engelli bir babanın son derece zeki olan küçük kızı Lucy 7 yaşına geldiğinde,

artık onun ihtiyaçlarını karşılayamayacağı gerekçesiyle yanından alınmasına karar

verilir. Ama Sam’in kızı Lucy ile arasındaki sevgi bağı, beyaz gömlekli adamların

gücüyle savaşacak kadar kuvvetlidir. Bu muazzam filmi izlemeniz için onlarca sebep

sunabiliriz. Fakat sadece filmin replikleri bile çok şey anlatabilir…

Lucy büyüdükçe sorular sorar demiştim. Bu sorular, düşünmeğe sınır tanımayan,

soyutlama yeteneği henüz gelişmemiş olsa da son derece zengin çağrışımlar içeren

çocuk aklının sorularıdır. Sorular kadar babanın cevapları da ilginçtir:

“ (…) Baba, kar neden kaybolur?

Çünkü kar… Çünkü kar kaybolur.

Baba, hardal neden yapılmıştır?

Çünkü… Sarı ketçaptır.

Baba, neden adamlar keldir?

Bazen keldirler çünkü kafaları parlaktır ve saçları yoktur.

Baba, yalnızca kızlar mı yalnızdır yoksa yalnız erkekler de var mıdır? Varsa onlara ne

denir?

Onlara ‘Beatles’ denir.

Baba kar niye tane halindedir?

Çünkü kar, kar tanesidir.

Baba güneş niye sarıdır?

Ee çünküü üstünde sarı ketçap var.

Baba niye erkekler kel olur?

Çünkü bazen kafaları parıldar ve kafalarında saç yoktur, yani kafaları biraz da

yüzlerinin devamı gibidir.

Baba şu benekli böceklerin Lucy olanları da var mıdır? Yoksa hepsi oğlan mı? Ne

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 30


Kalemlik Edebiyat Dergisi

deniyor onlara?

O uç uç böceği

Baba gökyüzü nereye kadar uzanıyor?

Ay niye beyaz?

Baba güneş niye hep aynı yerden doğar?

Baba ben büyüdükçe daha çok sana mı benziyorum anneme mi? (…)”

Yine Sam’ın bazı sözleri, temiz kalpli bir insanın bu dünyada nasıl zorluklarla yüz

yüze gelebileceğini ima ediyor:

“ (…) Her sabah uyanıyorum ve hayal kırıklığına uğruyorum. Sonra etrafıma

bakıyorum ve herkes ilerliyor. Ama nedense ben yapamıyorum. Ne kadar uğraşırsam

uğraşayım asla yeterli olmuyor. (…)”

“Bir oğlunuz var. Rita Rothman…

Eğer onu sizden alırlarsa…

Çok hızlı konuşan bir avukat tutar mıydınız?”

“İnsanlar akıllı olmadığın için endişeleniyor.”

Bunları uzatabiliriz. Aynı sonuca çıkıyorlar.

Filmin bir başka yönü ise, Sam’ın Beatles takıntısından dolayı, bu grubun şarkılarına,

müziğine fazlaca yer vermesi. Bu da filmi, oluşturmağa çalıştığı duygusal/dramatik

dünya açısından destekliyor.

Benim Adım Sam, bize, hukuk ile insanî duygular ve manevî değerler arasında zaman

zaman beliren çatışmaların da ancak sevgiyle alışabileceğini anlatıyor.

Küçük oğlum Ali de benzer bir sorunu yaşıyor. Ve sözüm ona donuk zekâ olarak

nitelenmesine rağmen, zekâsını asla çıkarcılıkta, kurnazlıkta kullanmadığı için bize

hep baskın çıkıyor.

Hâsılı bize iyiliği ve güzelliği öğütlüyor.

Sayı: 5 Yıl: 1 Ekim 2020 Sayfa 31


Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!