Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
MART 2021 SAYI 2
BU BİR TOPLUMA DESTEK DERNEĞİ DERGİSİDİR
BU BİR TOPLUMA DESTEK DERNEĞİ DERGİSİDİR
" H E R P N C E R E İ M A N Z A R A S I F A R K L I D I , H A Y A T A
F A R K L I P N C E R E L E R D E N B A K M A Y A N E D E S İ N İ Z ?
P E N C E R E
"
TOPLANIN BARIŞ’A
GİDİYORUZ
DÜNYA'NIN GÖZÜ
MARS'TA
SUSUZLUK MEVSİMİ
MARS’IN HIZINI KAYBEDEN
BİR TOPAÇ GİBİ
YALPALADIĞI KEŞFEDİLDİ
CİNSEL ŞİDDETİ
ANLAMAK
GÖK TANRI
CİNSİYETSİZDİR
SAHİBİ
Topluma Destek Derneği
EDİTÖRLER
Ezgi Cansel KARTAL
Pelin SEZER
Ebru GURİ
KAPAK TASARIM
Mustafa ZABUN
TASARIM
Mustafa ZABUN
Davut ASKAR
Agueda MERELLO
Valeria MARCHİORİ
18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri anısına…
Tarihte eşine rastlanmayan en büyük kahramanlık
destanlarından biri olan Çanakkale Zaferi, Milli
Mücadelemize ve Türkiye Cumhuriyeti’ne giden yolda
çok önemli bir aşama olmuştur. Bu şanlı zafer, tarihten
silinmek istenen Türk ulusunun yokluk ve
imkansızlıklarına rağmen vatanını tarif edilemez bir
istek ile canı pahasına savunduğunu gösteren bir
mücadele destanı olarak önemli yere sahiptir. Bu
yüksek ruh göstermiştir ki, dünyada Türk milletinin
varoluş iradesini kıracak hiçbir güç yoktur. Çanakkale’de
ortaya konulan vatan sevgisi ve millet olma bilinci bizim
en büyük zenginliğimiz olacaktır. Bu millet yokluk
içindeyken bile ‘Çanakkale geçilmez’ dedirten sağlam
inanca sahiptir. Bizler de bu inancın, bu ruhun
mirasçılarıyız. Aydınlık geleceğimizin devamı, işte bu ruh
ve inançtır. Çanakkale Zaferi, vatanseverlik, fedakarlık,
cesaret gibi yüksek erdemlerin kahramanca sergilendiği
en önemli destanımızdır. Hiçbir cephe, hiçbir savaş
Çanakkale gibi tarihin akışını değiştirmemiştir.
Pencere Dergisi olarak, Çanakkale Zaferimizin yaratıcısı
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere,
üzerinde yaşadığımız bu kutsal vatan topraklarını
bizlere armağan eden, milletimizin varlığının, birliğinin
ve beraberliğinin ölümsüz sembolleri aziz şehitlerimizi
rahmet ve minnetle anıyoruz.
ADRES:
TOPLUMA DESTEK DERNEĞİ
KEMALPAŞA MAHALLESİ,
KÜÇÜK HAMAM SOKAK,
SELAHİ AKSOY PASAJI NO: 61
MERKEZ/ÇANAKKALE
0534 277 32 13
toplumadestekdernegi@gmail.com
İÇİNDEKİLER
3
4
5
7
8
9
11
12
13
15
16
17
18
20
22
24
26
27
30
MADEM İNSAN DOĞDUM, OLABİLECEĞİM EN İYİ İNSAN OLMALIYIM.
PROJE YAZIMI HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ
DÜNYANIN GÖZÜ MARS'TA
KALBİNİ HEP ÇOCUK TUT
HİPERAKTİVİTE BİR BİREYİN GÖZÜNDEN DÜNYA
DİANA SCULLY- CİNSEL ŞİDDETİ ANLAMAK
ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK
COĞRAFYA KADER MİDİR ?
SIR VERSEM SAKLAR MISIN? ÇOK KÖTÜ BİR ŞEY OLDU
BİR KADIN KAÇ KEZ ÖLÜR ?
GÖK TANRI CİNSİYETSİZDİR
GIDALARDA DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR: MEYVE SULARI
HAYVAN-SEVER
FLÖRT ŞİDDETİNİN FARKINDA OLUN
ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK AMA ÖZLEMEYECEĞİZ DE
SİZE İNSANLIĞIN VE AHLAKIN DEĞERİNİ SORGULATACAK FİLM: DOGVİLLE
DEĞERLENDİR
ANDALUSIAN FESTIVITIES
5 MAGIC SPOTS TO VISIT IN ITALY
31 TDD ŞUBAT BÜLTENİ
Şule ÇELİKEL
“MADEM İNSAN DOĞDUM, OLABİLECEĞİM EN
İYİ İNSAN OLMALIYIM.”
Doğan Cüceloğlu 1938 yılında on bir çocuklu bir ailenin
on birinci çocuğu olarak Mersin Silifke’de dünyaya
gelmiştir. Henüz on yaşında, yani daha bir çocukken
annesini kaybetmiş, ona veda etmek zorunda kalmıştır.
Silifke'de en yüksek dereceli okul olan ortaokulu
bitirdikten sonra eğitimine subay olan ağabeylerinin
yanında Ankara ve Kırklareli'nde devam etti ve Kırklareli
Lisesi'nden mezun oldu. Ankara Atatürk Lisesindeki
edebiyat ve kompozisyon öğretmeni olan Cahit Okurer'in
yönlendirmesi ile İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümüne
yazıldı. Oradan mezun olduktan sonra ABD'de Illinois
Üniversitesi'nde doktorasını yaptı. Amerika'da doktora
öğrencisiyken kendisi gibi doktora öğrencisi olan,
Kaliforniya'da doğup büyümüş Emily ile tanıştı ve
evlendi. Evliliklerinden üç çocukları oldu: Ayşen, Elif ve
Timur. Cüceloğlu, Emily ile on bir yıl süren evlilikleri için
şunları söylemişti; “Evlendiğimde ne kendimi
tanıyormuşum, ne de evliliğin ne olduğunu. Silifke'de
büyürken çevremde gördüğüm evlilik, koca, baba
modelleriyle Kaliforniya'da büyümüş feminist Amerika'lı
bir kıza kocalık yapmaya çalıştım. Sonuç; hem ben çok
ıstırap çektim hem de Emily'e acı çektirdim. Benim şimdi
yüreğimi en çok yakan çocuklarıma verdiğim acılardır.
Onlardan dört yıl ayrı yaşadım. Yaşadığım acılar her şeyi
bilmediğimi, öğrenmem gereken çok şey olduğunu
gösterdi ve yalnız bilgi yönünden değil, insan olarak
gelişmem gerektiğine de ikna oldum.” Bu evliliği
noktalayan Cüceloğlu ikinci evliliğini Yıldız Cüceloğlu ile
yapmıştır.Bilimsel psikoloji alanında yazdığı kitaplarıyla
adından söz ettiren Doğan Cüceloğlu Türk insanının
duygu, düşünce ve davranışlarını bilimsel kavramlar
içinde incelemiştir. Kırktan fazla Türkçe ve İngilizce
bilimsel makalesi yayımlanmıştır. 1990 yılından itibaren
Türkçe kitaplar yazmaya özen göstermiştir. 1996
yılından itibaren ise Türkiye’de üniversite öğrencilerinden,
anne ve babalara kadar birçok insana seminer ve
konferanslar vermiştir.
Küçük yaşta kaybettiği annesine apayrı bir özlem
duyuyordu. Her zaman bahsettiği konu, anne sevgisinin
yerinin asla doldurulamayacağıydı. Annesine duyduğu
özlemi de şu sözlerle ifade etmekteydi: “Annen yoksa
kimsen yok." “Sizi karşılıksız ve sınırsız sadece annenizin
sevme ihtimali var. En yakın dostunuzun bile bir karşılığı
ve sınırı vardır.” Yazdığı kitaplarla birçok kişinin hayatına
dokunan, kılavuzluk yapan Psikolog Doğan Cüceloğlu 16
şubat 2021’de 83 yaşında iken hayatını kaybetti.
Yaşamı süresince 7’den 70’e herkesin hayatına dokundu
Cüceloğlu. Her şeyden önce insan olmak en önemli şeydi
onun için. “Mükemmel değil, merhametli çocuklar
yetiştirin. Karıncaları ezmeyen, ağaç dallarını kırmayan,
çiçekleri ezip geçmeyen, sevgiyi hissettirmeyi ve
hissetmeyi bilen çocuklar…” Diye öğüt vermişti
ebeveynlere. Çok yönlü, çok farklı, çok donanımlı ve
dünyaya çokça katkısı bulunan mükemmel bir insandı.
Onu tanımadan seven, izinden giden binlerce insan
vardı arkasında. Samimiyetiyle birçoğumuzun kalbini
kazanmış, bilgisiyle rehberlik etmiş, bize yol gösterecek
çok değerli kitaplar bırakmıştır. Çok güzel ve naif bir
yürek geçti bu dünyadan. Ondan öğreneceğimiz daha
çok şey vardı. Bir insanlık öğretmeniydi Doğan Cüceloğlu.
Soluğu bugüne kadar hep öğretti, yazdıkları da
bugünden sonra öğretmeye devam edecek...
3 PENCERE MART 2021
Slavica UZAN
PROJE YAZIMI HAKKINDA
BİRKAÇ SÖZ
Son zamanlarda proje yazmaya ilginin arttığını görüyorum.
Bazı öğretmenler ödevleri proje formatında isterken, bazı
kurumlar ise çalışanlarından proje yazmasını istiyor. İnternette
neredeyse her 5 yazıdan 1'i proje hakkında bir şeyler
anlatmakta. Gençler projeler ile yurtdışına gitmek isterken,
dernekler projeler aracılığı ile daha fazla başvuru yapar oldu.
Bu döngü yaşamımızın her alanına girmiş durumda. Ancak
''Proje nedir, ne değildir'' hala çok az konuşulan bir konu. Peki
gündelik yaşamımızda çokça karşımıza çıkan proje ne
anlama geliyor?
Proje kelimesi Latince projectumdan gelir. Latince kelime,
projicereden türetilmiştir ki bu da "bir şeyi ileriye atmak"
demektir.
Kelime kullanılmaya başlandığında yalnızca bir işe
başlanmadan önce yapılan plan demekti ve planın
uygulamaya alındığı safhayı içine almıyordu. Projeyle
beraber yapılagelen şeye ise nesne denirdi. Kelimenin
kullanımının, proje yönetimiyle ilgili birkaç metodun ortaya
çıktığı 1950'lerde değiştiğini görüyoruz. Bundan sonra proje
kelimesi hem ilk baştaki anlamıyla projeyi, hem de nesneyi
kapsar şekilde kullanılmaya başlamıştır. Bir tanıma göre
proje, bir probleme çözüm bulma ya da oluşan bir fırsatı
değerlendirmeye yönelik; bir ekibin, başlangıcı ve bitişi belirli
bir süre ve sınırlı bir finansman dahilinde, birtakım kaynaklar
kullanarak, müşteri memnuniyetini ve kaliteyi göz önünde
bulundururken olası riskleri yönetmek şartıyla, tanımlanmış bir
kapsama uygun amaç ve hedefler doğrultusunda özgün bir
planı başlatma, yürütme, kontrol etme ve sonuca bağlama
sürecidir. Aslında proje, bir probleme çözüm bulma, bir eksiği
giderme ya da beliren bir imkânı değerlendirmeye yönelik,
sınırlı bir süre içinde yapılacak işler veya çalışmaların
bütünüdür. Her projenin belirli bir başlangıcı ve belirli bir sonu
olması gerektiği anlamına gelir. Geçici olması mutlaka kısa
süreli olduğu anlamına gelmez; birçok proje birkaç yıl sürebilir.
Ancak her durumda, bir projenin süresi sınırlıdır. Ayrıca proje
tarafından yaratılan ürün, hizmet veya sonuç için genellikle
geçici olarak geçerli değildir. Çoğu proje kalıcı bir sonuç
yaratmak için yapılır. Projeler genellikle kendisinden çok daha
uzun ömürlü, kasıtlı ve kasıtsız sosyal, ekonomik ve çevresel
etkilere sahip olabilir.
Projeyi yaratan ve yürüten ekip, bir çalışma birimi olarak,
nadiren projeden daha uzun yaşar. Yalnızca projeyi
gerçekleştirmek amacıyla oluşturulan bir ekip, bunu
gerçekleştirebilir ve ardından ekip dağılır. Ekip üyeleri proje
sona erdiğinde yeniden başka bir proje için fikir
oluşturmaya başlar.
Bir projenin olmazsa olması “fikirdir”. En çok duyduğum
cümle; "Ben projeyi yazmasına yazarım ama bir fikrim
yok". Proje için bir fikir şart. Peki iyi proje fikri nasıl
bulabiliriz? Bence kötü fikir yoktur, sadece her fikirden proje
olmaz. Eğer bir proje yazmak istiyorsanız; Analiz ve
araştırma yapın, etrafınıza bakın. Çevrenizde ne gibi sorun
ve eksiklikler var? Ya da yenilik zamanı gelmiş mi?
Amacınız belli mi? Sizi o amaca ulaştıracak hedefler
belirlediniz mi? Amacınız ve hedefleriniz gerçekçi ve
ulaşılabilir mi? Yapacağınız projeden kim faydalanacak,
kaç kişi faydalanacak ve bu kişilere nasıl ulaşacaksınız?
Ekibiniz var mı? Hibeye ihtiyacınız var mı ve finansman
desteğini nereden ve nasıl bulabilirsiniz? Ne kadar süre ile
sonuçlara ulaşacaksınız? Etkinizi nasıl ölçebilirsiniz vs. Evet,
kolay iş değil ancak imkansız da değil.
Proje işi zahmetli, zaman, ilgi, bilgi ve sevgi gerektiren bir
iştir. Einstein'ın çok güzel bir sözü vardır; "Hiçbir sorun, onu
yaratan aynı bilinç düzeyinde çözülmez." Güzel ve faydalı
bir proje yaratmak isterseniz araştırın, bir sorunu birçok
açıdan inceleyin ve en önemlisi problem odaklı değil
çözüm odaklı düşünün.
MART 2021 PENCERE 4
Mustafa ZABUN
DÜNYA'NIN GÖZÜ MARS'TA
Dünya’da son günlerin en önemli konularının başında,
ülkelerin uzay ve Mars’a yaptıkları projeler yer almaktadır.
Özellikle Mars projeleri büyük önem arz etmektedir. Aslında
Mars ile ilgili yapılan çalışmalar, uzay çağının başlarından
beri sürmektedir. Önceleri büyük merak uyandıran kızıl
gezegenin etrafına uydular gönderildi ve insanlık tarihi için
büyük adımlar atıldı. Sonraları bilim adamları, Mars
yüzeyine uzay araçları indirip, gezegenin taş ve toprak
yapısı ile ilgili araştırma yapmak için büyük çalışmalar
başlattılar. Birçok ülke bunu denemesine rağmen, geçmiş
yıllarda Mars’a inmek maalesef ki o kadar kolay olmadı.
Çin, Tianven-1 adlı uzay aracının Mars'ın yörüngesine
girdiğini geçtiğimiz haftalarda açıkladı. Pekin, ilk kez Kızıl
Gezegen'e uzay aracı gönderdi. Gezegenin yörüngesinden
gözlem yapacak Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) ilk uzay
aracı Hope, geçen yıl Temmuz'da Japonya'dan fırlatılmıştı.
Hope, Mars'ın atmosferini inceleyecek. Bilim insanları
özellikle Mars'ın atmosferini ve Kızıl Gezegen'in suyunu nasıl
kaybettiğini anlamaya çalışacak. Çin ve ABD'nin uzay
araçlarının aksine Hope, Mars'a inmeyecek. NASA ise son
yıllarda yaptığı büyük projelerle Mars gezegeni ile ilgili
araştırmaların başında yer almaktadır. Gelin şimdi de
Dünya’da son günlerin en önemli konusu olan uzay aracı
Perseverance’in yapacağı çalışmalardan bahsedelim.
Mars: NASA'nın uzay aracı Perseverance, Kızıl Gezegen'de
yaşam izlerini araştırıyor.
Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi'nin (NASA) uzay
aracı Perseverance, yedi aylık yolculuğunu tamamlayıp
Mars'a başarılı iniş yaptı. Bir ton ağırlığındaki araç, 18 Şubat
Perşembe günü TSİ 23.55'te Jezero adlı kratere indi.
Kraterde milyarlarca yıl önce dev bir göl olduğu
düşünülüyor. Araç, Kızıl Gezegen'de kalışı süresince geçmiş
yaşam izlerini araştıracak. Üzerindeki ekipman sayesinde
mikroskobik görüntü elde edebilen Perseverance'ın elde
ettiği veriler Dünya'ya gönderilerek değerlendirilecek.
Mars'tan gelen ilk görüntüler NASA tarafından
paylaşılmaya başlandı ve dünyada şimdiden büyük bir
heyecan yarattı.
Bu uzay aracı teknolojisini yakından takip etmeyenler için,
Perseverance ile 2012 yılında Gale Kraterine indirilen
Curiosity aracı arasındaki farkı yakalamak kolay değil.
Ancak dış kaplamanın altında, Perseverance çok farklı bir
donanıma sahip. Görevi olan bilimsel araştırmaları
yapabilmesi için özel enstrümanlarla donatıldı. Baş
mühendis Adam Steltzner, aracın lastik sisteminin de
Curiosity'den elde edilen tecrübe ile sağlamlaştırıldığını
ifade etti. Perseverance'ın Mars'ın kayalıklı yüzeyinde
yıpranmadan hareket edebilmesi için lastikleri özel şeritlerle
üretildi. Perseverance'ın uzay meraklıları için özel bir seyirlik
ortaya koyacağını söylemek de şimdiden mümkün.
Üzerinde 20 kamera ve bir çift mikrofon olan aracın
Dünya'ya çok sayıda özel görüntü yollamaya başladı bile.
Araçta bulunan ve kamera çekim kabiliyeti olan bir mini
helikopter de uçurulmaya çalışılacak. NASA, 1970'lerde
gezegene ulaşan Viking aracından sonra ilk kez,
Perseverance ile direkt olarak yaşam belirtisi araştıracak.
Neden Salda Gölü örneği veriliyor?
Perseverance'tan önceki Mars görevlerinde, daha çok
gezegenin yaşanabilirliği üzerine araştırmalar yapıldı.
Biyolojik yaşantının varlığı için geçmişteki şartların uygun
olup olmadığı araştırıldı. Bu soru inandırıcı bir şekilde
yanıtlanmış durumda.
5 PENCERE MART 2021
2000'li yıllarda gezegende araştırmalar yapan Spirit ve
Opportunity ile yakın zaman önce Curiosity, Mars'ın bir
zamanlar daha sıcak ve ıslak bir gezegen olduğunu ortaya
koydu. Perseverance, kendinden önceki robotların bilgileri
ışığında, eğer bir zamanlar var oldularsa, ilkel yaşam
formalarının izini arayacak. Bunun için de bir zamanlar
devasa bir göl olan Jezero'ya indirildi. Bu kurumuş krater
gölünün Burdur'daki Salda Gölü ile benzer nitelikler taşıdığı
düşünülüyor. Özellikle de minerolojilerinin. Salda'daki
hidromagnezit tortular, mikropların tarafından aşınarak şu
anki halini almış kayalar. Okyanuslardaki resif veya
mercan kayalıklarına benzeyen bu oluşumlara mikrobiyalit
deniyor. Bilim insanları, Jezero kraterinde benzer bir
oluşumun kalıntılarına rastlamanın, gezegendeki geçmiş
yaşam adına "dev" bir haber olacağını dile getiriyor.
NASA'nın konu ile ilgili makalesinde "Jezero kraterine
seyahat edemeyebilirsiniz ama ona en çok benzeyen yeri
edebilirsiniz: Burası Salda Gölü, Türkiye" ifadesi yer alıyor.
Jezero Krateri ismini Bosna-Hersek'teki aynı adlı şehirden
alıyor. Slav dillerinde "jezero" aynı zamanda "göl"
anlamına geliyor. 45 km çapındaki kraterde kil ve karbonat
dahil birçok kaya türü bulunuyor. Bunların içinde bulunacak
organik moleküller geçmişe dair yaşam belirtisi anlamına
gelecek.
BBC'ye konuşan California Üniversitesi'nden gezegen
bilimci Bethany Ehlmann, tıpkı Dünya'nın ilk yaşam
formlarının araştırıldığı gibi Mars'ta mikrobiyolojik yaşam
kalıntısı araştıracaklarını söyledi. Ehlmann, "Bu yaşam
formlarının Dünya'da 3,5 milyar yıl önce yaşadığını
biliyoruz. Cevabını aradığımız soru; bunların Mars'ta da 3,5
milyar yıl önce, göl diplerinde yaşayıp yaşamadığı" dedi.
Beklenti, Perseverance'ın yapacağı araştırmaların
sonuçlarının Dünya'da alınacağı yönünde. Aracın, elde
ettiği kaya örnekleri, başka bir araçla Dünya'ya geri
getirilecek.
Mars’a Giden Perseverance'in Tasarımında Boğaziçili
İmzası
Mars'a giden uzay aracının tasarım sürecinde ülkemizden
bir bilim insanının imzası olduğu ortaya çıktı.
Perseverance’ın özel yan kamerasını Prof. Dr. Bertan
Bakkaloğlu tasarladı. Perseverance projesinin başkan
yardımcısı Matt Wallace, “İlk kez kendimizi başka bir
gezegene inerken çekilmiş yüksek çözünürlüklü bir videoda
gördük” sözlerinin altında da Bakkaloğlu’nun tasarımı
yatıyor. Halen Arizona State Üniversitesi’nde görev yapan
Bakkaloğlu, geçen yıl da eyaletin en iyi öğretim üyesi
seçildi.
KAYNAK:
www.nasa.gov
bbc.com/turkce
MART 2021 PENCERE 6
Merve Nur YILDIRIM
KALBİNİ HEP ÇOCUK TUT
Konumuz çocuk olunca tebessüm kaçınılmaz oluyor.
Küçükken ''keşke büyüsek'' der, büyüdükten sonra da
çocukluğumuza dönmeyi ister dururuz. Oysa bilseydik
büyüyünce böyle olacağını , hiç büyümek ister miydik ?
Peki çocukluğumuza minik bir seyahate çıkmaya var
mısınız? Hadi şimdi gözlerimizi kapatıp çocukluğumuza
dönelim. Hayatın yoğunluğunu, kafandakileri bir kenara
bırakıp, sadece 5 dakika gözlerini kapa ve tebessüm ederek
çocuk olan seni, oynadığın oyunları, seni en çok mutlu eden
şeyleri, hayatın anlamını, büyüyünce neler yapmak
istediklerini hatırlamaya çalış. Güzel günlerdi değil mi ?
Keşke hep çocuk kalsak, tek derdimiz akşam ne oyun
oynasak olsa , canımız sadece düştüğümüzde acısa... Küçük
şeylerle dağlar kadar mutlu olsak, yeni bir ayakkabının,
küçük bir topitopun, oyunda kazanılan bilyenin, maçta
atılan golün, ebelemecede ebe sobe yapmanın , beş taşta
tüm taşları atıp tutabilmenin verdiği mutluluğu şimdilerde
mumla arıyoruz.
Mutluluk herkesçe farklıdır, mutluluğun bencesi ise kalbimizi
çocuk tutarak, hayata bir çocuğun penceresinden bakarak,
içimizdeki o çocukça heyecanı kaybetmemektir.
Mutlu olmak için kendimizden başka bir şeye ihtiyacımız
yok. Yetinmeyi bilmekten başka bir şey öğrenmemiz
gerekmiyor. İnsanın sınırsız istekleri arasında kendi iç
dünyanıza bakıp yetkin olduğunuzu anlamak dışında bir
felsefe de lazım değil. Mutlu olmak için başkalarına
bakmayı bırakıp biraz da olsa içimizdeki çocuğu
dinlememiz, kendimizi fark etmemiz ve yetinmemiz
gerekiyor.
Kalıplara ve başkalarına göre yaşama hastalığından
kurtulabilirsek, hayata bir çocuğun gözlerinden
bakabilirsek, mutluluğun her zaman yanı başımızda
olduğunu göreceksiniz.
Evet hepimiz mutluluğu arıyoruz. Ardı arkası kesilmeyen
doyumsuzluklarla onu bulacağımızı zannederek. Oysa
kalbimizi çocuk tutsak, gülmek için yüzlerce sebebimiz
olacak. Bir ağaca baktığımızda, kafamızdaki bin beş yüz
üç düşünceden, ağacın kendisini görmeye fırsat
bulamıyoruz. Hayatı o kadar hızlı yaşıyoruz ki; durup
gökyüzüne bakmayı unutuyoruz.
Sözün özü ;
‘‘Hayatını eğlenerek yaşamak
istiyorsan, kalbini hep çocuk tut.’’
-Osho
7 PENCERE MART 2021
Fatma Ferzi ÖZEN
HİPERAKTİVİTE BİR BİREYİN GÖZÜNDEN
DÜNYA
Toplumdaki DEHB yaygınlığı yaklaşık olarak çocuklukta
%8, ergenlikte %6 ve erişkinlikte %4 olarak
bildirilmektedir.
Hiperaktivite yani tam adıyla dikkat eksikliği ve
hiperaktivite bozukluğu çocukluk çağlarında başlayıp
bireyin bütün hayatına etki eden nöropsikiyatrik bir
bozukluktur. Bu bozukluğa eşlik eden bazı eş tanılar:
Davranım bozukluğu, Anksiyete bozuklukları (OKB, Tik
bozukluğu, Panik atak), Depresyon, Bipolarite gibi
Duygudurum bozuklukları, Alkol-madde bağımlılığı ve
Öğrenme bozukluğu, gibi ruhsal hastalıklardır. 6
yaşında dünyayı anlamaya çalışan küçük bir çocuk
tasavvur edin. Bir şeye odaklanmadan onu anlamak
mümkün müdür? Gözümde Dünya 5 milisaniye daha
hızlı dönüyordu. Hiçbir şeye odaklanamıyor, üstüne üstlük
ilgimi çeken konuları bile öğrenmekte zorlanıyor iken
bunun yanı sıra çevremden ve yaşıtlarımdan son derece
kırıcı tepkiler alıyordum. Hiperaktivite benim suçum
muydu? Çevremden gelen tepkiler bu konuda son derece
suçlu hissettirmeye başlasa da bilinçli bir ebeveynim
olduğu için çok şanslıydım. Annem beni psikiyatriste
götürmeye başladığında artık farklılığımın toplumun
etiketlediği gibi bir delilik olmadığını da anlamaya
başlamıştım. Beynimde 1000 bölüm birden çalışıyor
haldeyken her birine aynı anda yetişmeye çalışıyordum.
Bu durum da etrafımdaki hemen hemen her şeye aynı
anda ulaşma ihtiyacı doğuruyordu. Bu ihtiyaçtan dolayı
tek bir olguya odaklı kalamıyordum. Aradan yıllar geçip
liseye başladığımda artık farklılığımı ve nasıl
yönlendireceğimi öğrenmiş, deli olmadığımı da
kabullenmiştim. Annemin ve öğretmenlerimin doğru
yönlendirmeleriyle gitar çalmayı öğrenmeye karar
verdim. Beyninde 1000 bölüm açık olan bir çocuk için bu
çok zor ve uzun bir süreç olmasına rağmen irademi
sonuna kadar zorladım.
Aynı zamanda ilaç tedavisi alarak hiperaktivitemi
kontrol altına almamda gitar çalmam çok etkili oldu.
Hiperaktivitemi kontrol altına almıştım ama ona eşlik
eden OKB için aynı şeyleri söyleyemezdim. Üniversiteyi
kazanıp gazeteci olmaya karar verdiğimde OKB ile
savaşmak durumunda kaldığımı fark edip tekrar
psikiyatri ve ilaç desteği aldım. Psikiyatri desteği
utanılacak bir şey değil aksine her akıllı insanın
gerçekleştirmesi gereken bir süreçtir. Hiperaktive
bireylerin gözündeki dünya tamamen farklı bir yerdir.
Hiperaktivite yaşamayan bir beyin için 3 yol varken
DEHB sahibi bir beyin için yüzlerce yol vardır. Seçim
yapmakta zorlanmak, odaklanamamak, kendine
kızmak ve çevreden gelen baskılara direnememek bir
DEHB sahibi için alkol bağımlılığı, depresyon gibi ağır
süreçlere varan felaketlere sebep olabilir. DEHB kontrol
altına alınabilen bir bozukluktur. Çevrenizde bu
bozukluğa sahip insanlar gördüğünüzde onlarla dalga
geçmek, odaklanamadığı için ayrı tutmak, hakaret
etmek onlara yapabileceğiniz en büyük kötülüktür. Bir
psikoloji öğrencisinden duyduğuma göre Hiperaktif
insanlar aslında zeki ve dünyaya farklı bakan
insanlardır. Yapabileceğiniz en iyi şey, onlara bu
konuda destek olmaktır.
MART 2021 PENCERE 8
Damla KARAGÜL
DİANA SCULLY- CİNSEL ŞİDDETİ ANLAMAK
TUTUKLU TECAVÜZCÜ ERKEKLER ÜZERİNE BİR İNCELEME
Kitapta Diana Scully isimli profesörün erkek cezaevlerinde
toplam 114 mahkûm tecavüzcü ve 75 diğer grup suçluyla
yaptığı 700 saatlik görüşmelerin incelemesini okuyoruz.
Scully, yaptığı bu görüşmelerle erkek cinsel şiddetinin
ipucunun kadınlarda olmadığını, bunu yapanların
araştırılması gerektiğini düşünüyor. ‘’Erkek cinsel şiddetinin
ipucu kadınlarda değildir.’’ ‘’Bu kitabın amacı da, cinsel
şiddeti tecavüzcünün bakış açısından anlamak olacaktır.’’
Yani; istismara uğrayan tarafı sorguya çekmek yerine
istismarı gerçekleştiren kişiyi anlamak gerek, diyor. Fakat
günümüzde tecavüz, taciz vakalarında sorguya çekilen kişi
hep mağdur olurken suçu gerçekleştiren kişinin bunu
yapma amacı, nedeni, bundaki etkenler sorgulanmıyor.
Aslında bu problemlere, yani tecavüzün arkasındaki asıl
nedenlere odaklanılsa belki bu istismar durumları bu
kadar sık yaşanmayacak. Örneğin; hapishanedeki
tecavüzcüler çoğunlukla iyi eğitim almamış, ekonomik
durumu iyi olmayan veya tek bir ebeveyn tarafından
yetiştirilen kişiler olarak tespit edilmiş. Bu durum birçok
araştırmada aynı sonucu veriyorsa, ekonomik etkenlerin
zarar verme eğilimini arttırdığını söyleyebiliriz. Tabii ki
ekonomik sıkıntıların insanı tecavüz, taciz etmeye
sürüklemesi suçu affedilir kılamaz fakat burada
bahsettiğimiz nokta, gerçekleştirilen suçun arkasındaki
nedenleri bilip bir başka insanın sıradaki kurban
olmamasını sağlamaktır. Bu yüzden sorgulanması
gereken mağdur değil, suçludur. Ben, tecavüze maruz
kalan kadınların sorgulanmasının nedeninin, onlarda da
bir suç bulmaya çalışılması olduğunu düşünüyorum. Bir
kadın ne yaparsa yapsın, ne giyerse giysin ya da ne
söylerse söylesin; tüm bunların, onun tecavüze uğramasını
haklı çıkaracağını düşünmüyorum.
Fakat bunun zıddını düşünen çok kesim var: Kriminolog
Hans Von Hentig ‘’Birçok durumda suçun kurbanı olan
insanın, suçluyu açıkça suça kışkırttığı görülür. Avcı avına
saldırmaya, çeşitli yollardan, avın kendisi tarafından itilir’’
der. Cümle bir nevi kadının bir meta olarak görüldüğünün
örneğini veriyor. Bu, Türkiye’de yaşayan insanlara yabancı
gelmeyen bir bakış açısıdır. Örneğin; 30 Temmuz
2020’deki bir habere göre Adana’da tacize uğrayan
kadınlar şikâyet etmek için karakola başvurduğunda ‘’O
saatte orada ne işiniz vardı?’’ sorusuyla karşılaşıyor. Bu,
tam olarak kurbanı suçlayıcı bir sorudur. Üzerinde
durulması gereken, kadınların gece geç saatte dışarı
çıkması değil de bunu yapan kişilerin kim olduğu, neden
bunu yaptığı olsaydı bu kadar kadın, taciz ve tecavüze
maruz kalmazdı. Neden kadınlar istediği saatte dışarıya
çıkamıyor? Neden kadınlar etek/şort giyince kendisini
rahatsız hissediyor? Tecavüz etmenin gerekçesi olarak
‘’Şort giydi, beni tahrik etti’’ diyen, kendisini bu şekilde
savunan kişiler yüzünden kadınlar özgürlüğün içindeki
tutsaklığı yaşıyor.
Tecavüz bu kadar ağır bir suç olduğu halde ve kadınların
geleceklerinde izi silinmeyecek travmalar yarattığı halde,
kitaptaki araştırmaya göre tecavüz, kayıtlara en az geçen
ağır suçların başında geliyor. Çünkü; kadınların birçoğu
tecavüze uğradığında sesini çıkaramıyor ya da
çıkardığında toplum tarafından uğradıkları baskı, onların
hakkını savunmasında engel oluyor. Günümüzde hala
daha ataerkil toplum yapısı yer yer kendisini
göstermektedir. Kadınlar erkeklerin hep bir adım gerisinde
görülüyor. Güçlü olmak, zor işleri yapmak hatta araba
sürmek bile erkeklere özel kılınıyor.
9 PENCERE MART 2021
Kadınlar güç gerektirmeyen, masabaşı işlere yakıştırılıyor.
Askeri eğitim alan bir kadına bile masabaşı iş veriliyor.
Neden kadınlardan beklenti bu kadar düşük? Halbuki
savaşlarda bu ülkenin kazanmasını sağlayanlardan biri de
kadın değil midir? Halide Edip, Kurtuluş Savaşı’nda
Mustafa Kemal’in yanında savaşmamış mıdır, erkek
kılığına girip Kurtuluş Savaşı’na katılan Halime Çavuş kadın
değil midir ya da 93 Harbi’nde Ruslarla mücadele eden
kadın, Nene Hatun değil midir? Tarih bunları yazdığı halde
ve tüm bu modernleşmelere rağmen kadınlar kabuğuna
çekilmeye zorlanıyor; susturuluyor, bastırılıyorlar. Çünkü
susmasalar, haklarını savunsalar ya öldürülüyor ya da
şiddete maruz kalıyorlar. Kitapta, tecavüzcünün gözünden
olaylara yer veriliyor. Yani ‘’Bunu yapmalarındaki etkenler
neler olabilir?’’ in üzerinde duruluyor. Okurken ataerkilliğin
baskınlığından tüyleriniz diken diken olabilir, kadınlara her
şeyin yapılabileceğini düşünen bir zihniyetin varlığından da
rahatsız olabilirsiniz. Ben, Diana Scully’nin büyük bir
cesaretle yaptığı görüşmeleri kaleme aldığı bu kitabın,
herkes tarafından okunması gerektiğini düşünüyorum. Son
olarak kendi yorumumdan söz etmek gerekirse; bence biz
karanlığın içine sürüklenmeye çalışılan ama bunun
gerçekleşmemesi için direnen kadınlarız. Fakat ışığımız; her
şiddete maruz kalan, tacize ya da tecavüze uğrayan
kadında, bir bir söndürülüyor.
Kitabın Adı: Cinsel Şiddeti Anlamak & Tutuklu Tecavüzcü Erkekler Üzerine
İnceleme
Orijinal Adı: Understanding Sexual Violence
Kitabın Yazarı: Diana SCULLY
Sayfa Sayısı: 216
Çevirmen: Laleper AYTEK
Çevirmen: Şirin TEKELİ
Yayın Tarihi: 24.09.2019
Yayınevi: Metis Yayınları –Beyoğlu, İstanbul 1994, 2019
MART 2021 PENCERE 10
Davut ASKAR
COĞRAFYA KADER MİDİR ?
Bu durum, özellikle son zamanlarda içinde bulunduğumuz
koşullarda, kimimizin kabullendiği kimimizin hala
kabullenemediği bir durum. Bugün bir yazarın, bir bilim
insanının, bir sporcunun gelişimi veya bunların dışında vatandaş
olarak aldığımız kamu hizmetlerinin yararı, verimliliğinin etkin
olması, içinde bulunduğumuz coğrafyanın ve yöneticilerin
etkisindedir. Devletler halkının güvenliğini sağlamak, refah
düzeyini arttırmakla mükelleftir. Bunu gerçekleştiremeyen
ülkelerde toplum çözülmeleri, ayrımcılık hareketleri ve en önemlisi
beyin göçü gerçekleşir. Bunun sonucunda ise devletler kademe
kademe çökmeye mahkum kalırlar. Bu yüzden bizlerin
yaşamında coğrafyanın ve yöneticilerin ne denli bir role sahip
olduklarını sadece bir çitle ikiye ayrılan Nogales kenti üzerinde
anlatacağım.
Nogales kenti ikiye ayrılır. Çitin yanında durup kuzeye bakarsanız
Arizona Santa Cruz County’deki Nogalesi görürsünüz. Hane
başına ortalama gelir yıllık yaklaşık 30 bin dolar kadardır.
Gençlerin çoğu okula gider ve yetişkinlerin büyük çoğunluğu lise
mezunudur. ABD’nin sağlık sisteminin kusurlarına ilişkin tüm o
tartışmalara rağmen burasının nüfusu nispeten sağlıklıdır ve
dünya standartlarına göre uzun bir yaşam süresi ortalamasına
sahiptir. Sakinlerinin çoğu 65 yaş üstündedir ve devletin yaşlılar
için düzenlediği sağlık sigortasından yararlanmaktadır. Bu,
devlet tarafından sağlanan, elektrik, kanalizasyon sistemi, halk
sağlığı, onları diğer kentlere bağlayan yol ağı ve elbette yasa ve
asayiş gibi çoğu insanın hak olarak gördüğü hizmetlerden
yalnızca biridir. Nogales Arizona halkı can ve mal güvenliği,
hırsızlık gasp ya da iş yatırımlarını ve evlerini tehlikeye sokabilecek
başka tehditler konusunda endişe etmeden gündelik işleriyle
meşgul olabilir.
Çitin güney tarafında, yalnızca birkaç adım uzakta, hayat
epey farklıdır. Nogales Sonora sakinleri Meksika’nın nispeten
müreffeh bir kesiminde yaşasalar da, hane başına
ortalama gelir Nogales Arizona’dakinin yaklaşık üçte biri
düzeyindedir. Nogales Sonora’da yetişkinlerin çoğunun lise
diploması yoktur ve gençlerin çoğu okula gitmez. Anneler
bebek ölüm oranının yüksekliğinden endişe duyarlar. Halk
sağlığı koşullarının yetersizliği, bebekler bir yaşını aşacak
kadar yaşasalar dahi sağlık koşullarının iyi olmadığı
anlamına gelir. Nogales Sonora sakinlerinin kuzeydeki
komşuları kadar uzun yaşamamaları şaşırtıcı değildir.
Ayrıca, çoğu sosyal tesisten yoksundurlar. Çitin güney
yanında yollar kötü durumdadır. Yasa ve asayişte ise
durumu daha da kötüdür. Suç oranı yüksektir ve iş kurmak
riskli bir girişimdir. Bir kentin iki yarısı nasıl birbirinden bu denli
farklı olabilir? Coğrafi ya da iklimsel bir farklılık söz konusu
değildir. Ayrıca mikroplar Birleşik Devletler ve Meksika
arasında gidip gelirken herhangi bir kısıtlamayla
karşılaşmadıklarından bölgedeki hastalık türleri de farklılık
göstermez. Tabii, Nogales’in iki yarısı arasındaki farklılıkların
büyük olasılıkla çoktan tahmin ettiğiniz basit ve apaçık bir
açıklaması var: Kenti ikiye ayıran sınır. Nogales Arizona
sakinleri Birleşik Devletler’in ekonomik kurumlarından
yararlanırlar ve bu kurumlar onların mesleklerini özgürce
seçebilmelerini, eğitim görüp becerilerini geliştirebilmelerini
sağladığı gibi, işverenlerini de en gelişkin teknolojilere yatırım
yapmaya teşvik eder ve bu da onlara daha yüksek ücretler
ödenmesine yol açar. Nogales Sonora’ dakiler ise bu kadar
şanslı değildirler. Farklı kurumların şekillendirdiği farklı bir
dünyada yaşarlar.
Coğrafya Kaderdir.
Kaynakça
Acemoğlu,Daron, Robinson Alan James(2012) Ulusların Düşüşü: Güç,
zenginlik ve yoksulluğun kökenleri, 62. Baskı, Doğan Egmont Yayıncılık,
İstanbul
11 PENCERE MART 2021
Fatma KOYUNCU
ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK
Yeni sayımızda yine psikoloji alanından bir konuyla ama bu sefer
dikkat çekici bir deneyi paylaşmak için sizlerleyim. Psikoloji sosyal
bir bilim dalıdır. Kullandığı testler ve gözlem gibi test dışı
tekniklerle araştırmalar yapar. Bilim dünyasında yerini
aldığından beri çeşitli deneylerle de karmaşık insan
davranışlarına ışık tutmuştur. Gelin, sayısız psikoloji
deneylerinden birini bu yazıda birlikte inceleyelim. Öğrenilmiş
çaresizlik… Tanıdık geldi mi? İlk kez psikolog Martin Seligman ve
arkadaşları (1967) tarafından kullanılmıştır. Günümüzde birçok
kişi tarafından bilinmeyen bu kavramın gizemine ışık tutan bir
deney yaptılar. Araştırmada kaçma, çaresizlik ve kontrol grubu
olmak üzere üç grup köpek kullanılmıştır. Deney iki aşamadan
oluşur. İlk aşamasında kaçma ve çaresizlik grubundaki köpekler
için elektrik şokunu iletilebilecek bir deney kutusu oluşturulur.
Kaçma grubunun kutusunda burunlarıyla dokunduklarında
elektrik şokunu engelleyebilecekleri bir düğme vardır. Çaresizlik
grubunun koyulduğu deney kutusunda ise kaçmalarını
sağlayacak herhangi bir araç yoktur. Deneye alınan köpeklere
64 kez elektrik şok verilir. Kaçma grubundaki köpekler birkaç
şoktan sonra düğmeye dokunarak şoku durdurmayı
öğrenmişlerdir. Geçelim ikinci aşamaya. Kontrol grubunun da
içinde bulunduğu bu aşamada köpeklere kaçma ve kaçınma
eğitimi verilir. Deney ortamı için iki bölmeli deney kutusu kullanılır.
Ayrıca bu kutuda elektrik şokunun geleceğini gösteren uyarıcı da
(ışık) vardır. Köpekler deney kutusuna alınır. Deney yapılırken
elektrik şokundan sonra 60 sn içinde diğer bölmeye atlayan
köpekler şoktan kurtulmuşlardır. Bu süre içinde diğer tarafa
atlayamayanlar ise kurtulamamışlardır. Deneyin sonuçları
gösteriyor ki kontrol grubu köpekleri ile birinci aşamada
düğmeye basarak şoku durduran kaçma grubu köpekleri ikinci
aşamada karşı tarafa atlayarak şoka maruz kalmaktan
kurtuldular. Önemli bir diğer sonuç ise çaresizlik grubu köpekleri
görevi tamamlamakta başarısız olarak doğru tepkiyi
verdiklerinde kaçma imkânları bulunsa bile kullanamamışlardır
ve elektrik şoku geçinceye kadar beklemişlerdir.
Peki, deneyin araştırmacıları nasıl sonuçlara vardılar?
Onlara göre ikinci aşamada pasif tavırlar sergileyen
çaresizlik grubu köpekleri birinci aşamada elektrik şokundan
kaçamayacaklarını kabullendikleri için şoktan kurtulma
imkânları olsa bile şok verildiği zaman kaçmadılar ve
bitinceye kadar beklediler. Seligman ve arkadaşları çaresizlik
grubu köpeklerinin bu davranışlarına “öğrenilmiş çaresizlik”
kavramını verdi. İnsanlar tıpkı Seligman deneyinde olduğu
gibi çeşitli yaşantılar sonucunda koşullanmalar
gerçekleştiriyor. Bu koşullanmalara bazen olumlu yaşantılar
yol açarken bazen olumsuz yaşantılar da sebep olabiliyor.
Öğrenilmiş çaresizlik ise olumsuz yaşantılar sonucunda
koşullandığımız bir davranış olarak karşımıza çıkar.
Çocukluktaki ilgisiz ebeveyn tutumları bu duygu durumunun
açığa çıkmasına temel hazırlayabilir. Travma sonrası stres
bozukluğu, depresyon, anksiyete, yalnızlık gibi psikolojik
sorunlarla da bağlantılı olduğu bilinmektedir. Ancak
belirtmeden geçmeyelim her birey olumsuz yaşantılar
sonucunda öğrenilmiş çaresizlik geliştirmez. Seligman ve
arkadaşlarının bu deneyinden sonra öğrenilmiş çaresizlikle
ilgili insanlar ve hayvanlar üzerinde birçok deney yapılmıştır
ve davranışın kapsamı daha ayrıntılı bir şekilde
araştırılmıştır. Psikoloji uzmanları yapmayı sürdürdüğü
birçok deneyle de bilinmeyen yönlerimizi keşfetmemize,
hayati psikolojik sorunlar için etkili tedavi yollarını bulmaya
ve hayatımızda yeni pencereler açmaya devam etmektedir.
Kaynakça
Ersever, A. G. (tarih yok). Öğrenilmiş Çaresizlik. Dergiler, Ankara
MART 2021 PENCERE 12
Gülçe MUTLUER
SIR VERSEM SAKLAR MISIN?
ÇOK KÖTÜ BİR ŞEY OLDU
“Komşu teyzesine öptürmek istemeyen çocuğu zorla
komşu teyzenin kucağına vererek aslında kendi sınırları
olabileceğini düşünmesine dahi olanak vermiyoruz.”
demiştim önceki sayıda. İstismarın sıklıkla yakın çevreden
ve güvenilen bir kişi tarafından gerçekleştirildiğini üstüne
basa basa söylemiş, elbette ki yakın uzak, tanıdık
tanımadık fark etmeksizin çocuğumuzu bu kişilerden
koruyabilmek adına kullanabileceğimiz iki çocuk kitabı
önermiştim. Bu yazımda ise onları zorlayan durumları
güvendikleri bireylerle paylaşabilmelerini ve iyi-kötü sır
ayrımını yapabilmelerini amaçlayan iki çocuk kitabı
önerisi daha yapacağım.
Sır kelimesi çocuklar için oldukça soyut bir kavram. Bu
sebeple “sırrın” ne olduğunu anlatabilmek için iyi sır-kötü
sır ayrımını yaparak örneklendirmelerle açıklamamızı
yapabiliriz. Örneğin; ablasına yapılacak doğum günü
sürprizini saklaması iyi sırra, birisinin ona izinsiz
dokunması kötü sırra örnek olarak verilebilir. “Sır Versem
Saklar Mısın” kitabı çocuklara bunu onların dilinde
anlatmayı amaçlamış. Kötü sırlar seni içten içe üzen
şeylerdir gibi cümlelerle açıklayarak, tekrar iyi
hissetmesinin, içindeki sıkıntıyı atmasının bunu güvendiği
bir büyüğüne anlatmaktan geçtiğini söylemiş. Anlatım
dili, sorular ve çocuğa hitaplar içerdiğinden oldukça
samimi. Amaç; çocukları büyükler veya akranlar
tarafından gerçekleştirildiği fark etmeksizin tüm fiziksel,
cinsel, duygusal istismarlara karşı güçlendirip kimlere
ulaşabileceklerini öğretmek. İyi sır ve kötü sırrın farkını
anlatırken birbirinden renkli resimler ve örneklerle bu
kavramları pekiştirmelerine de yardımcı olmaya çalışmış.
Sözün kısası oldukça güzel çizimlere sahip, samimi bir
dille çocuğa ulaşan öğretici ve önleyici bir kitap. Çocuklar
iyi ve kötü sır arasındaki farkı öğrendiğinde bu olaylara
karşı doğru tepkilerin neler olduğunu da öğreneceklerdir
ve böylelikle kendi güvenliklerini sağlamak konusunda da
denetimleri, güçleri olacaktır.
"Çok Kötü Bir Şey Oldu" ise travma hakkında yazılmış bir
çocuk kitabı. Çocuklara anlaşıldıkları ve yaşadıkları
duyguları ifade edebilecekleri güvenli bir ortam
sunmaktan bahseden, APA tarafından yayınlanmış bir
kitap. Bazı şeyleri ifade etmeyi geçelim,
anlamlandırmak bile çocuklar için çok daha zordur.
Yanlış-doğru, iyi-kötü gibi ayrımları yapmak, yaşadığı
durumun birine söylenip söylenemeyeceğini tartmak
çocuk için çok da kolay değildir. Bu kitap da çocuklara
“Sır Versem Saklar Mısın?” kitabında olduğu gibi
durumu güvendikleri bireylerle nasıl paylaşabileceklerini
öğretirken, çocukların travmatik olaylara tepkilerini ve
yetişkinlerin nasıl bir yaklaşımda bulunmaları gerektiğini
de gösteriyor. Kitaptaki karakterimiz Bobo kötü bir şey
görüyor ve bunu unutmak istiyor. Fakat sonra bir bakıyor
ki Bobo çok sinirli, çok mutsuz biri olmuş; hatta
uyuyamıyor, yemek bile yiyemiyor. Daha sonra Bayan
Pamuk ile tanışıyor. Onu dinleyen bir yetişkin (uzman
kişi), resim yapıp sohbet edebileceği biri. Bobo'nun
hikayesinin hemen ardına bu kitabı okuyan çocuğun da
Bobo gibi duygularını ifade etmesi için resim çizme
bölümü koymuşlar.
13 PENCERE MART 2021
Onu çok kızdıran, üzen ya da korkutan bir duyguyu, bir
hatırayı çizmesi için bırakılmış bu bölüm. Çocuklar bazı
şeyleri sözcüklere dökemeseler bile bu durumu birçok
şekillerde anlatmaya çalışırlar. Bobo’da olduğu gibi
öfkeli bir çocuğa dönüşebilir, şen şakrak olan bir çocukken
mutsuz bir çocuk olabilir, karnına ağrılar girebilir, iştahı
kesilebilir, bir yerlere/birilerine vurmaya çalışabilir,
oyuncaklarını kırmaya başlayabilir… Bunlar çocuğun
davranışsal anlatımlarına birkaç örnektir. Resim yapmak
ise çocuğun duygularını görmemizi sağlayan oldukça
yardımcı bir yöntemdir.
Kitap bahsettiğim gibi sadece çocuk için değil, ebeveynler
ve eğitimciler için de öğretici. Çocuk için travmatik
olabilecek durumlardan ve duygularını ifade edebilmesi
için 15 öneriden bahsedilmiş. Bu bakımdan ebeveynlerin
ve eğitimcilerin incelemesi gereken bir kitap olduğu
söylenebilir. Çünkü genellikle nasıl tepkiler verilmesi
gerektiği ile ilgili yetişkinlerin kafası karışık oluyor, hatta
yanlış -bazen yaralayıcı- tepkiler verilebiliyor.
Ebeveynler, öğretmenler... Kısacası yetişkinler, çocukların
her anında yanında olamayacağımız gibi onları her kötü
olaydan da koruyamayabiliriz. Ama onlara kendilerini
nasıl koruyacaklarını, başlarına kötü bir olay gelirse
konuşabileceklerini ve onunla nasıl baş edebileceklerini
öğretebiliriz. Keyifli okumalar…
Sır Versem Saklar Mısın?
Yazar: Jennifer Moore-Mallinos
Çizer: Marta Fàbrega
Yayınevi: Redhouse Kidz
Sayfa Sayısı: 32 sayfa
Tür: Çocuk, Eğitim
Çok Kötü Bir Şey Oldu: Travma üzerine bir hikaye
Yazar: Margaret M. Holmes
Çizer: Carl Pillo
Yayınevi: Okuyan Koala (Okuyan Us Yayınları) Psikolojik Hikayeler
Serisi
Sayfa Sayısı: 44 sayfa
Tür: Çocuk, Edebiyat, Hikaye
MART 2021 PENCERE 14
Ebru GURİ
Kadınlar Günü
Mart
BİR KADIN KAÇ KEZ ÖLÜR?
Bir kadın içinden geldiğince gülemiyorsa,
Neşesi ölür.
Bir kadın gönlünce giyinemiyorsa,
Hevesi ölür.
İstediği yere gidemiyor,
Evine istediği saatte dönemiyorsa,
Özgürlüğü ölür.
Daha 14 -15 yaşında evlendiriliyorsa,
Çocukluğu ölür.
Bir kadın okutulmuyorsa,
Geleceği ölür.
Sahi bir kadın kaç kez ölür?
Bir kadın bir defa ölmez,
Her kadın cinayetinde yeniden ölür.
Kaldırın yerden başınızı, haykırın adınızı:
Ben Münevver, Leyla.
Ben Pınar, Aleyna.
Ben, öldürülen bir kadınım.
Duyun artık sesimizi.
Atmayın ateşe canımızı.
15 PENCERE MART 2021
Kahraman UZAN
Mart
Günü
Kadınlar
Türk kültür ve devlet geleneğinde ‘’kadın’’ önemli bir
değere sahiptir. Bu değerde en büyük pay Türk kültürünün
kadına bakış açısıdır. Orta Asya Türk devletlerinde
kadının önemli hak ve yetkileri vardı. Türklerin bilinen ilk
toplumu olan İskitler’de, her kadın İskit erkekleri gibi
savaşçı ve asker olarak yetiştirilirdi. Kadınların
oluşturduğu ordu bile bulunuyordu. Tarihte bilinen ilk
kadın hükümdar İskit Türkü Tomris Hatun’dur.
Türklerin ilk devleti olan Asya Hun Devleti zamanında
kadın erkeğin tamamlayıcısı olarak kabul edilir ve
kadınsız hiçbir iş yapılmazdı. Emirnameler “Hakan ve
Hatun buyuruyor ki‟ ifadesiyle başlardı. Elçilerin
kabulünde hakanla beraber hatun da bulunurdu. Asya
Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını
Mete’nin eşi imzalamıştır. Avrupa Hun ülkesine gelen
elçiler Attila’nın eşi Arıg Han tarafından kabul edilirdi.
Kabul törenlerinde ve ziyafetlerde hatun hakanın solunda
oturur, devlet konularındaki görüşmelerde fikrini beyan
ederdi.
Orhun Kitabeleri’nde devlet işleri ile ilgilenen Katunlardan
(hatun) bahsedilir. Kağanın hanımı olan Hatun, kağan ile
birlikte ülkeyi yönetirdi.
Kadınlar devlet siyasetine sık sık yön vermişlerdir. Sabar
Türkleri’nin kağanı Balak Han öldüğünde yerine eşi Boarık
Hatun geçmiştir. Boarık Hatun 100.000 kişilik Sabar
ordusunu yönetmiş ve Bizans imparatoru I. Justinianus ile
mücadele etmiştir. Ayrıca Türk destanlarında ve
hikayelerinde Türk kadınları iyi ata binen ve iyi savaşan
kadınlardır.
Benzer yıllarda dünyada kadının yerine baktığımız
zaman Çinlilerde kadınlara isim bile verilmezdi.
İngiltere’de kadınlar incil okuma hakkına ancak 16. yy’da
sahip olmuşlardı. Cahiliye döneminde Araplar kız
çocuklarını diri diri gömerlerdi ve kız çocuğa sahip olmak
onursuzluk sayılırdı. Hint anlayışında erkek çocuk aile için
saadet, kız çocuk ise felaket sayılmaktaydı. Dul kadınlar
yeniden evlenemezdi. Ölen kocasının onun sevgisine
ihtiyacı olduğu düşünülerek yakılarak öldürülürdü.
GÖK TANRI CİNSİYETSİZDİR
Selçuklularda Terken unvanı ile anılan hükümdarın eşinin
kendisine ait yurtlukları, divan teşkilatları, askerleri ve
önemli gelirleri olan toprakları vardı. Aynı durumu
Osmanlı sarayında da görmek mümkündür.
Hükümdarın eşleri veya anneleri yönetimde söz sahibi
olmuş, önemli kararlar alarak devletin devamlılığını
sağlamışlardır. Halk arasındaki teşkilatlanmalarda da
kadınlar önemli yere sahipti. Kurmuş oldukları Bacıyan-I
Rum teşkilatı ile ele geçirilen bölgelerin iskanı için
çalışmışlardı.
Türk kadınının Kurtuluş Savaşı’nda canıyla siper ettiği
Anadolu’da kadının önemi her geçen gün artmaya
başlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında kadının
önceki yıllarda kaybettiği hakları ve toplumdaki önemi
geri getirilmeye çalışılmıştır. 1926 yılından itibaren
hukuki, 1930 yılından itibaren ise siyasi haklar verilerek,
çoğu çağdaş ülke kadınlarından önce Türk kadınları
önemli haklar elde etmiştir.
Unutulmamalıdır ki; Türklerin öz kültüründe kadın her
zaman baş tacı olmuştur. Hiçbir zaman cinsiyet
ayrımcılığı olmamıştır.
Ve Gök Tanrı (Kök-Tengri) cinsiyetsizdir.
MART 2021 PENCERE 16
Özlem ŞAHİNER
GIDALARDA DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR:
MEYVE SULARI
Çoğumuz ambalajlanmış, paketlenmiş meyve sularının
kimyasal koruyucularla saklandığını, çok sağlıklı
olmadığını düşünüyoruz. Aslında bu yanlış.
Ambalajlanmış meyve sularının içerisinde koruyucu
kimyasal bir madde bulunmaz. Çünkü yönetmeliklerce
bu yasaktır. Meyve sularında bozulmaya yol açabilecek
mikroorganizmalar vardır. Bunların ölmesi için belirli bir
sıcaklıkta belirli bir süre tutulur ve hemen ardından
soğutulur, böylece meyve suları mikroorganizmalardan
arındırılmış olur. Steril ambalajlara doldurulur ve aynı
anda kapatılır. Böylece kimyasal bir koruyucu
eklenmeden meyve suları korunmuş olur; besleyici
değerinde kayıp oluşmaz. Meyve sularının raf ömrü
uygulanan ambalajlama tekniğine göre değişir.
Kapakları açılmadığı zaman bozulmazlar. Eğer
kimyasal bir koruyucu olsaydı; kapakları açıldığı halde
bozulmazdı. Çünkü eklenen kimyasal her türlü
mikroorganizmanın gelişmesini engellerdi. Haberlerde
de görmüşsünüzdür; bazı meyve suları kapakları
açılmadığı halde bozulmuş olabiliyor, içerisinde küf
gelişimi olabiliyor. Bunun sebebi de uygun ısıl işlem
uygulanamaması ya da fabrikadan satış noktasına
gidene kadar geçen sürede ambalajda zedelenme veya
fark edilemeyen, ilk bakışta gözle görülemeyen bir delik
oluşmasıdır. Bu delik yüzünden meyve suyu hava alabilir
bu hava yüzünden de küf oluşumu olabilir.
Paketlenmiş meyve suları doğal vitamin, mineral ve
antioksidan kaynağı olarak kullanılabilir. Ayrıca
yönetmeliğin izin verdiği miktarda vitamin ve mineral
de eklenebilir. Bu da meyve sularını daha sağlıklı hale
getirir. Meyve suları hakkında doğru bildiğimiz bir diğer
yanlış, meyve suları üretilirken ezik veya çürük
meyvelerin kullanıldığını düşünmemizdir. Meyve suyu
üretiminde çürük ya da ezik meyveler kullanılmaz. Eğer
kullanılırsa son ürüne renk, tat bakımından zarar verir ve
tüketici tarafından kolaylıkla anlaşılır. Bu yüzden
yönetmelik buna da izin vermez. Meyve suları meyve
oranlarına göre; meyve suyu (%100 meyve içeren),
meyve nektarı (%25- %99 meyve içeren), meyveli
içecek (%10- %24 meyve içeren) ve aromalı içecek
(%10’dan az meyve içeren) olarak sınıflandırılır. Bazı
meyveler %100 meyve suyu olarak işlemeye uygun
değildir. Eğer işlenirse lezzet ve akıcılığında sorunlar
meydana gelebilir. Bu tür meyveler işlenirken belirli
miktarda su ile seyreltilip, tat dengesinin korunması için
de şeker ilave edilir, bunlara; meyve nektarları denir.
Meyve sularının ve meyve nektarlarının tüketiminde
hiçbir sıkıntı yoktur. İçerisinde zararlı kimyasallar yoktur.
Doğal olarak da meyvelerden üretildiği için besin
değerleri yüksektir. Gönül rahatlığıyla tüketilebilir.
17 PENCERE MART 2021
Büşra ALTINIŞIK
HAYVAN-SEVER
Yeryüzündeki her bir insanın geçmiş deneyimleri ve
belleğinin birikimiyle şekillenen yürekleri birbirinden
farklıdır. İnsanlar arasında tamamen aynı iki yürek olamaz.
Bunu bir kitapta okudum. Hiçbir insan böylesine birbirinin
aynısı değilken hepsinin bazı ortak özellikleri vardır.
Bunların en basiti temel ihtiyaçlarıdır. Sevgi de evrensel bir
temel ihtiyaçtır.
İnsan sever. Ailesini sever, arkadaşlarını sever, işini sever,
hayatını sever. Bir kitabı sevebileceği gibi bir kitap
karakterini de sever. Bazen bir şarkıyı, bazen bir filmi, bazen
gökyüzünü ve bazen de bir ayakkabıyı… İnsanlar her birinin
birbirinden farklı olduğunun bilincinde, sevilecek şeylerin bir
sınırı olmadığının da farkındadır. Sevmek, insanı harekete
geçiren bir eylemdir ve sevgiyle hareket etmek var
olabilecek tüm güzelliklerin kaynağıdır. Henüz
bahsetmediğim ve çoğu zaman sevgiye her şeyden çok
layık olan bir grup daha var: Hayvanlar. Sizi görünce gelip
kucağınıza yatan bir kedi, şefkatinize karşılık her koşulda
yanınızda olan bir köpek, sakin yüzüşüyle huzur veren bir
balık, buğday koyduğunuz pencerenizin önüne konmasıyla
sizi heyecanlandıran bir kuş, sapsarı bir civciv, sudaki bir
ördek, rengarenk kanatlarıyla insanı büyüleyen bir kelebek,
yazın yemyeşil otları renklendiren uğurböcekleri… Hepsi ve
daha nicesi, bir yerlerde insanların sevgi yumağına
karışmıştır. Farklı ulusların farklı dillerindeki “hayvansever”
sıfatı bunun sayesinde ortaya çıkmıştır.
Eğer gördüğünüz hayvanları- sadece sözlerinizle bile olsasevmeden
geçemiyorsanız, yakın çevrenizdeki hayvanları
besliyorsanız, herhangi bir hayvanın sağlığından
endişeleniyorsanız, onlara ufak da olsa bir yardımda
bulunmak için harekete geçiyorsanız; hayvan haklarının
bilincinde olup hayvanları koruyorsanız ve en önemlisi de
onlar tarafından sevildiğinizi hissediyorsanız siz de
hayvansever birisiniz demektir.
Hoş; onları severken, beslerken, izlerken ve onlarla vakit
geçirirken yüzünüzdeki gülümsemeden, kalbinizdeki
sıcaklıktan bunun zaten farkındasınızdır. Bir hayvan kaç yıl
yaşarsa yaşasın, her zaman yeni doğmuş bir bebek
gibidir. Her zaman masum ve her zaman insana,
insanlığa biraz muhtaçtır. İşte bu noktada, “hayvansever”
kişilerin varlığı bir lütuftur. Üstelik sadece hayvanlar için
değil, tüm hayvanseverler için de öyledir. Su
doldurduğunuz bir kaptan susuzluğunu gideren herhangi
bir hayvan belki de sizin sayenizde yaşamına devam
edecek. Sizin koyduğunuz sudan yararlanan bir hayvanın
olması sizi mutlu edeceği gibi, bir başka hayvansever birini
de mutlu edecektir. Neticede hem kendisi gibi, hayvanları
düşünen birinin varlığını hem de o civardaki hayvanların
susuzluğunu giderebildiğini fark etmiş olacak. Bazen onlar
için yaptığınız bir bağış sayesinde bazen de yol kenarında
yaralı halde bulduğunuz masum bir hayvanı görmezden
gelmeyip veterinere götürmeniz sayesinde bir can hayata
yeniden bağlanabilir. Her zaman bir umut vardır ve siz o
umut olabilirsiniz. Bu yolda yürümeye devam ettikçe
kendiniz gibi umut taşıyıcısı olan kişilerle denk geleceksiniz.
İşin özü; hayvanlara yardım etmek, onları sevmek zor
değildir. Aksine bunlar, kolayca yapabileceğiniz, yaptığınız
hâlde sizi mutlu edebilecek ve yüreğinizi güçlendirecek
eylemlerdir. Bir hayvanı sevdiğinizde, onu sadece izlemek
bile size mutluluk verecek iken onunla geçirdiğiniz vakitler,
sadece ikinize ait bir dünya içindeymişsiniz gibi
hissettirecektir. Onun aç veya susuz kalmasına göz
yummaz, üşümesinden endişelenirsiniz. Bu durumların
ışığında o minik canlar sevildiğini anlar. Buna karşılık
olarak da kendi yöntemlerince, bir şekilde size,
yüreklerinde ki sevgiyi hissettirmeyi başarırlar. Bu sayede,
sevgi paylaşıldıkça yumakları da birbirine eklenerek
bütünlüğe doğru ilerler.
İnsan sever.
Hayvan-sever.
MART 2021 PENCERE 18
Pelin SEZER
FLÖRT ŞİDDETİNİN FARKINDA OLUN
Özlem ÇELİKTAŞ
Günümüzde pek fazla rastladığımız, bilinçli ya da bilinçsiz olarak ikili ilişkilerde yapılan ve ciddi bir
problem olan flört şiddetini; Psikolog Özlem ÇELİKTAŞ ile gerçekleştirdiğimiz bir röportajla konuştuk.
1-Öncelikle kendinizden bahseder misiniz?
2010 yılında psikoloji bölümünden mezun oldum. 10-11
senedir alanda aktif hizmet vermekteyim. Öncesinde, özel
eğitim ve rehabilitasyon merkezinde özel çocuklarla
çalıştım. Sonrasında kamuya atandım. Yetişkin
popülasyonu olan kurumda madde bağımlılığı, intihar,
travma gibi alanlarda çalıştım. Şuan da da bu konular
üzerinde terapi hizmeti vermekteyim.
2-Flört şiddeti nedir? Flört şiddetinin çeşitleri nelerdir?
Flört şiddeti; romantik ilişkide olan bireylerin birbirlerine
yaptığı şiddet türlerini kapsar. Psikolojik, cinsel, dijital ve
fiziksel şiddet flört şiddetinin çeşitlerindendir.
3-Bize yapılan şiddetin flört şiddeti olduğunu nasıl
anlayabiliriz?
Partneriniz, sizi aşağılıyor, sizinle alay ediyor, belli bir
özelliğinizle dalga geçiyor ve sizin tutumunuzu daimi olarak
eleştiriyorsa burada flört şiddetinin varlığından
bahsedebiliriz. Psikolojik şiddette, mağdur olan taraf
genellikle içine kapanır. Kendini eskisi kadar mutlu
göremez, kendini yargılamaya ve kendi içinde dönüşmeye
başlar. Kendini sorgulama hali içine girer. Zaman
içerisinde de tartışmaların sonunda kendini suçlu görür.
‘’Benim yüzümden oldu’’ gibi kendini suçlayıcı ifadeler
kullanmaya başlar. Cinsel şiddet dediğimiz durum ise
partnerin diğer partnere zorla, rızaya dayanmaksızın taciz,
tecavüz gibi durumları kapsayan şiddet türüdür. Fiziksel
şiddet ise; psikolojik şiddet ile başlayıp daha sonra
kaçınılmaz olarak fiziksel şiddete dönüşür. Kaçınılmaz
olmasının sebebi psikolojik şiddete uğrayan tarafın,
durumu normalleştirip, sonrasında ise bu durumu bir
problem haline getirmemesi, oluşabilecek bir fiziksel
şiddeti öngörememesinden kaynaklanır. Vurma, çarpma,
itme, zarar verme fiziksel şiddet örnekleridir. Son
zamanlarda şiddet türlerine dijital(sosyal) şiddet eklendi.
Sosyal medya kullanımıyla artan bir şiddet döngüsü var.
Kişinin sosyal medya hesaplarına izinsiz olarak bakma, şifre
isteme, bilgisayarlarını ele geçirme, konum atmaya
zorlama, zorla fotoğraflarını isteme gibi örnekler dijital
şiddettir.
4-Flört şiddeti karşında neler yapabiliriz?
durumda tutumumuz nasıl olmalıdır?
Böyle bir
Yapılacak en güzel şey tutum, gözlem ve önlem. Gözlem
yapmaz ve duygusal açıdan yaklaşırsak bu durumu normal
görmeye başlarız. Gözlem yaptıktan sonra sorunu tespit
etmişsek ilk olarak uyarmamız, konuşmamız, sonuçlarını
anlatmamız gerekir. Çünkü; bu tespiti yaptıktan sonra
kendimizin farkındayızdır ve neyi istediğimizi net
biliyoruzdur. Durumu netleştirdikten sonra durum tekrar
ediyorsa artık döngüsel bir hale girmiştir ve önlem almamız
gerekir. Ayrılmak, görüşmeyi sonlandırmak, arkadaş
kalmak talep edilebilir. Bu önlem kararlarının arkasında iki
tarafta durmazsa şiddet döngüsüne girildi demektir. Bu
döngü barışma evresi, balayı dönemi ve aynı şiddet
türünün tekrarı şeklinde oluşur. Eğer ayrılık kararını karşı
taraf kabul etmiyorsa; yasal önlemler almak, içinde
bulunduğumuz durumu en yakın arkadaşlarımızdan
başlayarak aile bireylerimize anlatmamız gerekiyor.
5-Şiddet döngüsü nedir?
Şiddet döngüsünü bir daire olarak düşünelim. Başlangıç ve
bitiş noktası aynıdır. Başlangıçta iki tarafta olumlu yönlerini
ortaya çıkarır. Sonrasında tarafların birbirine psikolojik,
fiziksel, cinsel, dijital şiddeti başlatmasıyla döngü başlar.
Mağdur olan tarafın durumdan şikâyetçi olmayarak,
ilişkiye devam ediyor olması, diğer tarafı güçlendirir. Daha
fazla manipüle imkanı doğurur. Şiddeti gerçekleştirmek için
neden aramaya başlar. Ayrılma barışma durumu içine
girilir. Bu hayatlarında bir normal olmuştur ve bu döngüden
çıkabilmek için kişilerin destek alması gereklidir. Çünkü
mutsuz olduğu bir ilişkiye devam ettiren insanların sağlıklı
bir düşünce yapıları yoktur.
19 PENCERE MART 2021
7-Güvenli ve güvensiz ilişki nedir?
Güvenli ilişki iki tarafında birbirlerinde maddi, manevi
güvencedir. Sevgide yoksunluk duymama, kendini ifade
ederken zorlanmama, yanlış anlaşılmadan korkmadan
fikirlerini söyleyebilme rahatlığıdır. Güvensiz ilişki ise güvenli
ilişkinin tam tersidir. Kişi yaptığı her eylemde kendini suçlu
bulur. Özgüveni kalmaz ve öz benliğinden ayrılır. ''Bu şekilde
davranırsan senden ayrılırım. Gör bak sana daha neler
yapacağım'' gibi tehditler vardır. Bu taraflardan herhangi
biri olabilir; araştırmalar %80 erkeğin kadına şiddet
uyguladığını göstermektedir.
PSİKOLOJİK ŞİDDET FİZİKSEL ŞİDDETİN HAZIRLIK
AŞAMASIDIR.
8-Flört şiddetini tahmin etmek mümkün müdür?
KİMSE KİMSENİN SAHİBİ OLABİLMEK İÇİN BU DÜNYAYA
GELMEMİŞTİR.
6-Toplumsal cinsiyet kalıplarını yıkmak kelimelerden
başlar, diye bir akım var. Flört şiddetiyle
bağdaştırabileceğimiz bu tip cümleler var mıdır?
Kullanılan kelimeler algımızı, daha sonrasında
davranışlarımızı etkiler. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin
getirdiği, kadın olmak ve erkek olmak kavramları da
insanlara dayatılan farklı düşünceleri doğurmuştur.
Kadınlığını bil, kadınlar böyle konuşmaz, kadınsan ağırbaşlı
ol, hanım hanımcık ol. Erkek dediğin elini masaya vurur,
erkek dediğin kadınına sahip çıkar. Kimse kimsenin sahibi
olmak için bu dünyaya gelmemiştir. Kadın ve erkek
olmanın farkı fiziki yapı ve cinsel organlardır. Bizler;
cinsiyetler arası farklılıkları değil, benzerlikleri ortaya
çıkarırsak eğer toplumsal eşitsizliği gidermiş oluruz.
Elbette. Kişiler birbirlerinin özelliklerini reddediyorsa, ayırt
ediyorsa, davranış ve alışkanlıklarınızı partneriniz kendisine
göre şekillendirmek istiyorsa, aşağılama, hor görme varsa
bu aleni bir şekilde bellidir.
Özlem Hanım’a bu röportaj için çok teşekkür ediyorum.
Değerli okuyucumuz ; kimsenin seni eksik hissettirmesine izin
verme. Unutma ki sen, sen olduğun için özelsin.
Son olarak: ‘Kendin olmaktan korkma.’
MART 2021 PENCERE 20
Gamze Nur BAŞKURT
Prof.Dr. Alper ŞENER
‘‘ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK AMA ÖZLEMEYECEĞİZ DE’’
11 Mart 2020 itibariyle hayatımızın başrolüne oturan Covid-19 ile mücadelemizin birinci yılına yaklaşıyoruz.
Korona dünya savaşı devam ederken gündemimizde aşı, mutasyon ve gelecek var… Çanakkale Onsekiz
Mart Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji
Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alper Şener gündemdeki soruları yanıtladı.
Günümüzün yaygınlaşan tutumlarından biri de aşı
karşıtlığı. İnsanlar aşıların bileşenlerine, etkinliğine ilişkin
şüphe duyuyorlar. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nedir?
Biz aşı kararsızlığı deyimini daha çok tercih ediyoruz. Bu
şüphe ne yaparsak yapalım kalacaktır. Çünkü en iyi sonuca
sahip aşılar, yan etkisi olmayan aşılar, organik aşılar
bulunsa dahi her on kişiden biri şüphe duymaya devam
edecektir. Bu sebeple bizler artık kararını vermiş gruba aşı
ulaştırmaya konsantreyiz.
Hocam, Türkiye’de Çin aşısı CoronaVac kullanılıyor ve bu
aşıya duyulan güven yetersiz. Koruyuculuğu yüksek olan
diğer aşılar ile kıyaslandığında CoronaVac tercih edilmesini
nasıl değerlendiriyorsunuz? İnaktif bir aşı oluşunu da
düşünürsek uzun vadede aşılanma durumumuz sürekli
olacak diyebilir miyiz?
Bu bir tercih meselesi. Biontech anlaşması da yapıldı,
geliyor. Ben Çin aşısına bakışı ön yargı olarak
yorumluyorum. Sonuçta diğerleri gibi oransal olarak yüksek
görünmese de etkisi var! Hepsi için söyleyebiliriz, yılda bir aşı
olacağız.
Aşı önceliği olan vatandaşlar özelinde baktığımızda,
aşılanmaya gelme oranları için ne söyleyebilirsiniz hocam?
Çanakkale için ilgi yüksek diyebiliriz. Yoğun kar yağışının
olduğu gün bile ÇOMÜ Araştırma Hastanesi’nde 300
civarında aşılama yapıldı. Diğer günler daha yoğun, bence
sırası gelen hemen herkes bu sürece dahil olacaktır.
Önceki haftalara göre 100.000 nüfusta vaka sayısı en
çok artan illerden biri olarak Çanakkale karşımıza çıkıyor.
Bu artışın sebepleri neler olabilir? Mutasyonlu virüsün bu
artışa etkisi nedir? Bu bağlamda alınacak önlemler nasıl
olmalıdır?
Aslında teknik olarak bu artışı önceki haftalara göre oransal
bir atış olarak yorumlamak lazım. Mutasyonun yayılıma
etkisi büyük tabii ki, daha bulaşıcı olduğunu biliyoruz.
Önlemler aynı: Maske, mesafe, hijyen! Kapalı alanlardan
uzak durmak eğer duramıyorsanız çift maske takmak. Çift
maske ile bariyeri iki katına çıkarıyorsunuz. Tek kat %60 -
%80 engellerken çift kat %90 süzüyor partikülü, neredeyse
N95’e eşit.
Pandemi sonrasında yaşamın eskisi gibi olmayacağına
yönelik bir algı var. Pandemi öncesi ve sonrasını
düşündüğünüzde, zihninizde oluşan gelecek görüntüsünü
tarif edebilir misiniz?
Şimdiden bir tahmin yapmak zor. Ben bu algıya şöyle
bakıyorum; değişiklik yapmak zordur. Alıştığı şekilde
devam etmek kolay gelir herkese ama alışınca da kimse
eskiyi özlemez. Gelecekte bazı şeyler çok değişecek, o kesin,
ama ben bunun herkesin yararına olacağını düşünüyorum.
Bu son pandemi değil, gelecekte benzerleri ile mutlaka
karşılaşacağız.
Aşı kararsızlığı yaşayan insanlar için bir çağrınız olur mu?
Aşı ile ilgili isimsiz sosyal medya hesaplarından sadece
ortalığı bulandırmak için yapılan paylaşımlara güvenmeyin.
Bizde şöyle bir şey gözüme çarpıyor; Amerikalı, Alman vs. ne
doktoru olduğu belli olmayan insanlar, belki hekim bile
değil, ‘’Aşı ile ilgili gerçeği açıkladı‘’ benzeri videolar
paylaşılıyor. İnsanlar buna göre bir karar veriyor. Bu
konularda kaynak bilimsel makalelerdir. Bu açıklamalara
güvenmeyin.
21 PENCERE MART 2021
Hocam şimdiden bir tahmin yapmak zor dediniz,
bulunduğumuz noktada sürecin neresindeyiz sizce?
Ülkemizde yürütülen aşı çalışmaları da düşünüldüğünde
önümüzdeki aylarda pandemi karşısında verdiğimiz
mücadelede nasıl bir yol katetmiş oluruz?
Emin değiliz. Aşılama yaygınlaşmadan yorum yapmak çok
zor. Nüfusun %60’ını aşılama hedefimiz olduğuna göre,
aşının yaygınlaşması tedarik durumuna kalmış olacak.
Pandemi bitecek. Normalleşeceğiz ama geçmişteki gibi
yaşamayacağız ve onu da özlemeyeceğiz.
Ülkeden ülkeye değişiklik gösteren salgın yönetimlerine
şahit olduk. Size göre ülkemizde benimsenen yöntemler
pandeminin gidişatını nasıl etkiledi? Pandemi sürecini
başarıyla yürüttüğünü düşündüğünüz ülke ya da ülkeler var
mı?
Karşılaştığınız ilk vakadan şu ana kadar olan süreçte
kişisel olarak neler yaşadınız? Sizi etkileyen/aklınızda kalan
bir olay oldu mu? Anlatabilir misiniz? Yaşadığınız zorluklar,
pişmanlıklarınız, iyi yaptıklarınız, daha iyi yapabilirdim
dediğiniz neler var?
Evet var tabii. Birlikte çalıştığım asistanım hastalandı.
Korktum; toparlayamaz ise diye. Üzüldüğüm oldu; iyileşip
taburcu olup beni şikayet eden… Kızdığım oldu; zarar verip
servisten kaçan… Sevindiğim oldu; gebe ve iyileşip bebeğini
sağlıklı doğuran… Dostum dediğim hastalarım oldu;
iyileşen… Hepsi hayatın gerçekleri. Bir pişmanlığım yok,
salgının başından beri geceli gündüzlü ekipçe çalışıyoruz.
Daha iyisini yapabilir miydik? Tabii. Kayıplar verdik. Her
zaman daha iyisi vardır. Olmalı da. Ama elimizden bu
kadarı geldi.
Bence bu yönetimin ideali henüz yok. Çünkü herkes ilk kez
yaşadı bu durumu. Üstelik bir taraftan da yıkıcı önlemler
almak zorundasınız ama hasta sayısı fazla ve virüs çok
bulaşıcı olduğu için kontrolü sağlamak mümkün olmadı.
Kapanmaktaki hedefe ulaşıldı. Hastaneler tıkanmadı.
Sağlık sistemi iyi bir sınav verdi. Diğer alanları tam olarak
değerlendiremiyorum.
Dünyada olmadan yaşanamayacak tek şey
sağlığımızdır. Tüm emekleriniz için teşekkür
ediyor, tüm sağlık personellerine ve sağlık
emekçilerine şükranlarımızı sunuyoruz.
MART 2021 PENCERE 22
Ezgi Cansel KARTAL
Size İnsanlığın ve Ahlakın Değerini Sorgulatacak Film:
DOGVİLLE
5 Aralık 2003 / 2s 57dk / Gerilim, Dram
Yönetmen: Lars von Trier
Oyuncular: Nicole Kidman, Paul Bettany, Patricia Clarkson
Film analizine geçmeden hemen önce yönetmeni olan Lars
von Trier’den bahsedelim; günümüzün en cesur
yönetmenlerinden biri olarak, sürekli yenilikçi arayışlarda
olması ve prensiplerine sahip çıkan tavrıyla temsilcisi olduğu
Dogma akımının öncü isimlerinden biri olmuştur. Elde ettiği
Oscar adaylığı ile öne çıkan Dancer in the Dark’ın ardından
çektiği filmi Dogville, Dogma’nın bütün prensiplerine sahip
bir çizgiyle ilerliyor ve Trier’in kaleminden çıkan karakterlerin
güçlü yanlarıyla değerli bir hale geliyor. Trier’in
filmografisinin en önemli parçalarından biri olan Dogville, iki
yüzlü toplum yapısını ve insan doğasının kötülük
potansiyelini yansıtan güçlü bir toplum alegorisi olarak
karşımıza çıkıyor. Lars von Trier’in şüpheci ve kışkırtıcı
sinemasının özel örneklerinden biri olan Dogville, dağların
arasında kalmış küçük bir Amerikan kasabasından tüme
vararak Büyük Buhran’ın sıkıntılarıyla boğuşan Amerikan
halkı portresi çizmeyi amaçlıyor. Tek mekan kullanımını
yenilikçi bir şekilde yorumlayarak ortaya çıkardığı bu alegorik
portre, sınırları kesin bir şekilde çizilmiş kasabalarına
hapsolan halkın yabancılara karşı besledikleri şüpheyi, kini,
bastırdıkları nefreti ve belli konulardaki kıskançlığı karakterler
üzerinden beslerken, oldukça başarılı bir şekilde genel
atmosfere de yaymayı başarıyor. Kasabanın gözlerden uzak
olan her köşesinin aslında gözler önünde olması, Trier’in
mekan tasarımını manipüle ederek yarattığı yenilikçi bir
illüzyon olarak karşımıza çıkıyor. Dogville, açılış sekansıyla bu
basit illüzyonu büyüterek, filmin merkezine alıyor ve
izleyicisinin filmi hangi ön yargılarla izleyeceğine de önayak
oluyor.
Dikkat spoiler içerebilir! İlk sahnede bir kroki çizimi gibi
görünen Dogville kasabası, kameranın Elm Sokağı’na doğru
yaklaşmasıyla birlikte bütün çıplaklığıyla kendini gösteriyor.
Duvarların, kapıların, kilitlerin ve insanlara herhangi bir
mahremiyeti vadeden hiçbir kavramın sembolik bir şekilde
dahi temsil edilmediği bu kasabada kendilerine yetebilen ve
huzurlu bir hayat süren Dogville halkı, bir gün Grace adında
yabancı bir kadının (Nicole Kidman) kasabaya gelmesiyle
neye uğradığını şaşırıyor. Grace’in gangsterlerden kaçtığını
öğrendikleri anda ise misafirperver yüzlerini gösteriyorlar.
Hoşgörü ve misafirperverlik, bütün Dogville halkının taktığı,
gerçek gibi duran ama yüzlerine tam oturmayan bir maske.
Bu maske öyle ki, bütün karakterlerin kendilerini
gizleyebildiğini ve asıl hırslarını saklayabildiğini sağladığına
inandıkları ve benimsedikleri bir araç haline gelmiş. Aslında
bütün kasaba sakinleri birbirlerinin gerçek yüzünü bildiği
halde, tek gördükleri bu maske haline geliyor; çünkü yalnızca
birbirlerine sahip olan bu insanlar, komşusunun maskesinin
ardını görecek olursa, kendi maskesinin de düşeceğini gayet
iyi biliyorlar. Etik ve ahlaki değerleri göstermelik olarak
yaşayan yozlaşmış bir toplumun küçük bir örneğini
simgeliyorlar. Bu yozlaşmışlık kendi içinde dengesini bir şekilde
bulabilmiş iken, Grace’in bir anda ortaya çıkışı bütün dengeleri
alt üst ediyor. Kin ve kıskançlık tırmanıyor, tutkular ve hırslar
tetikleniyor. Trier’in toplumun yozlaşmışlığını ve kötülük
sınırlarını anlatış tarzı ise oldukça yavaş ve sindirerek ilerliyor.
Brechtvari ele aldığı yerli Amerikan halkının faşizmini tiyatral
bir anlatıma dayandırarak anlatıyor.
Dogville: Kavramlarla Zenginleşen Bir Toplum Eleştirisi
Dogville, senaryosunu temellendirdiği değerler ve kavramlar
bazında ele alındığında oldukça derin bir analiz imkanı
sunuyor. Trier, kavramların yer etmesini ve iyice
somutlaşmasını sağlamak adına karakterlerini birer birey
olarak yansıtmamayı tercih ediyor. İstisnasız bütün karakterler
belli bir tonda ve tempoda hareket ediyor ve konuşuyor. Aynı
zamanda kasabanın şeffaflığı, oyuncuların performansına
ve bu bağlamda karakterlerine yansıyor.
23 PENCERE MART 2021
Bu yaklaşımı, yönetmenin prensiplerine bağlılığına ve ne
istediğini net bir biçimde biliyor oluşuna bağlamak çok
mümkün. Dogville, bütün sakinlerinin kendi işini en iyi
yaptığı ve bununla övündüğü bir kasaba olarak tasvir
ediliyor. Hiç yardıma ihtiyacı olmayan bu insanların aslında
ne kadar da yardıma ihtiyacı oluyor? Hikaye dahilinde
Grace’in üstlendiği rol, filmin kilit noktalarıyla karakter
gelişimlerini kökten etkileyen bir yerde duruyor. Ahlaki
olarak kendini çok üstün gören ve merhameti hayat felsefesi
haline getirmiş olan Grace, kasaba halkının ona
yaşattıklarına bir azize gibi katlanıyor, affediyor. Grace’in
üstünden maddi ve iş gücü sömürüsü alışkanlığı ve anlayışı
yine Grace’in ağzından birçok defa dile getiriliyor. Onun
geçmişi, gangsterlerden neden kaçtığı kimse tarafından
sorgulanmıyor.
Riyakarlığın bütün bir kasabada hayat bulmasıyla,
Grace’in kırılganlığı porselen biblolarla sembolize ediliyor.
Çevresindeki herkesin darbelerini ve ihanetlerini sineye çekip
affederken, kendisine layık gördüğü ahlaki ve etik mertebeyi
de farklı yorumlamaya başlıyor. Filmin finali, Grace’in
açıklanmayan geçmişiyle birlikte karakter analizini de
barındırıyor. Gücün ve kibrin nasıl bir ikili olduğunu ve etik
değerleri ne kadar manipüle edebileceğini, Grace’in
Dogville’de başına gelenlerin ardından yaşadığı
dönüşümle gözler önüne seriyor. Bu dönüşüm, tıpkı Grace’in
sıkı sıkıya sarıldığı ve bir an bile tereddüt etmediği ahlaki
yönünün abartılı hali gibi ani, sert ve abartılı oluyor. Bir
açıdan, Grace’in kendini tanıması adına çıktığı bir yolculuk
ve deneyimlediği bir tecrübe olan Dogville, sonunda vardığı
nokta ile izleyicisine, yönetmenin karakteristikleşen
karamsar finallerinden birini sunuyor.
MART 2021 PENCERE 24
Saadet GÖKMEN
DEĞERLENDİR
Hepimizin annesi, anneannesi veya babaannesi mutlaka örgü örer. Örgü bittikten sonra arta
kalan ipler vardır. Farklı renklerde, parça parça bir sürü ip kalır. Bu ipler farklı şekillerde
değerlendirilebilir. Duvarınıza veya kapınıza asmak için bir süs yapmaya ne dersiniz?
İhtiyacımız olan malzemeler; arta kalmış
istediğiniz renklerde ip, hasır ip (yoksa
herhangi bir ip olabilir), pamuk şeker çubuğu,
12*6 cm ölçüde karton, makas ve uhu.
Öncelikle pamuk şeker çubuğunu temizleyelim
ve hasır ipi etrafına hiç boşluk kalmayacak
şekilde dolayalım.
12*6 ölçüde kartonun etrafına, ipi istediğimiz
kalınlıkta dolayalım(2), bir parça iple
doladığımız ipleri bağlayalım (3) ve diğer
kenarı makas yardımıyla keselim. (4)
Kestikten sonra kartonu alalım ve iplerin
ucunu makasla düzeltelim. İstediğimiz bir
iple resimdeki gibi bağlayalım (5).
25 PENCERE MART 2021
Bu işlemi farklı renkte iplerle tekrarlıyoruz.(6)
En başta hazırladığımız çubuğa istediğimiz
uzunluk ve sırada yaptıklarımızı bağlayalım
(7).
Son olarak, 3 parça iple (aynı veya farklı
renk) örgü yapıp çubuğumuzun her iki
kenarından bağlayarak süsümüzün askısını
yapalım (8).
Duvara veya kapıya asmak
için yaptığımız süsümüz hazır.
MART 2021 PENCERE 26
Águeda RUBIO
ANDALUSIAN FESTIVITIES
Andalusia is a charming spot, situated in the southernmost
point of Europe. It is a diverse and colourful region, very well
known for its warm weather and its easy and joyful way of
living. It is said that Andalusian people have the most
extrovert and jubilant personality in Spain. This might be
due to the fact that Andalusia is the spanish place with the
highest rate of sunshine hours per year, or maybe because
Andalusians diligently observe the legate of their ancestors,
who seriously instilled them being cheerful persons. It is in
the Andalusians DNA, spending their free time outdoors
surrounded by large families and group of friends.
Those reasons, together with the fact that Andalusians take
very seriously their traditions, many festivities happen each
year and they are carefully prepared all the year round.
Some of the most popular ones are the following:
In this festival, flamenco, adorned horses, traditional
flounced dresses and gastronomy are involved. In a big
fair ground, many booths are built and they are decorated
with colourful paper lanterns. There are exhibitions of
horses and carriages, the equestrians have different
costumes depending on their gender,although, the usual
scene is the horseman riding an embellishment horse and
the “flamenca” (lady wearing the traditional flamenco
costume) sitting at the buttock of the horse.
La Feria de Abril
This festivity takes place each spring in the beautiful city of
Seville. In its origins it was a livestock fair, but it ended up
being one of the most popular festivals in Spain. It lasts one
week, usually it occurs in April, but its exact date depends on
the catholic celebration of Holy Week.
La Feria de Abril is full of colour, music and joy. It is an
inclusive festival where everyone, no matter the age, is
allowed to have fun; you can attend as a family, with
friends, and even with your colleagues. You can also enjoy
bullfighting shows on that week.
27 PENCERE MART 2021
About the gastronomy of this festivity, you can find
traditional andalusian meals as fried fish, Iberian ham,
seafood, churros, and, of course, the Spanish potatoes
omelette; these meals are usually pairing with local wine.
This festivity is not one of a kind, it is biggest and most
popular one, but if you don´t enjoy that much the big
crowded parties you can also attend to other “ferias” in
different municipalities. The second biggest and most
outstanding “feria” is celebrated in my home city and it is
called “La Feria del Caballo”.
During the week that lasts the competition, a party occures
in the city, as there are so many visitors in Córdoba, the
streets ar full of live and people gather in the squares
enjoying the spring weather while drinking and eating
local wine and meals, as the well-known “salmorejo”
(cold tomato soup) and “flamenquín” (fried roll of iberian
ham and pork meat).
Las Cruces de Granada
This is a very popular celebration in Andalusia. In May, the
nasrdi city of Granada is bustled with flower crosses. In this
festivity, the manila shawl, the granadine ceramic and the
arabian artisanry of city of La Alhambra, are also involved.
The traditional costumes appear again, women wearing
the “flamenca” dress and men wearing their equestrian
costume. The festival consists in walking around the city
visiting the flower cross and celebrating together with the
best wine and folkloric dances.
Los P atios de Córdoba
This festivity is a competition which takes place in May in
the city of Córdoba. The participants spend many hours
decorating their courtyards with flowers, and people from
different parts of the world come to visit this spectacular city
and also the embellished courtyards.
MART 2021 PENCERE 28
El Carnaval de Cádiz
This Carnival is known all around the globe and for the
locals is the event of the year. The Carnival takes place in
February in the city of Cádiz, in my province, a magical
place called “the original Havana” for its similarities with
the capital of Cuba. This celebration can lasts even more
than a month.
The music competition takes place in the theatre of the city,
where the carnival groups fight for winning the favour of the
people and the judges with their emotive and joyful music.
Most of the lyrics of the Carnival songs deal with political
and social topics, as well as humour and fantasy. The
musicians, with their costumes and performances, try to
evoke the emotions of the audience.
Many tourists come to Cádiz for the show, and the streets
are full of music, carnival costumes, and people gathering
in each corner watching the non-official carnival music
groups performing.
Romería de la Virgen del Rocío
Is a catholic pilgrimage to the sanctuary of the Virgin of
Rocío. A whole village has been built around the sanctuary
in order to accommodate the one million pilgrims which
visit the place every spring.
The pilgrimage has different starter points, and it can be
done by feet or by horse. The pilgrims wear traditional
costumes and the pray and sing flamenco together along
the way. The horses pull carriages where they keep the
essentials for the way. As a part of the pilgrimage, the
pilgrims walk through the national park of Doñana, a
beautiful natural reserve.
Once the pilgrims arrived at the sanctuary and pray with
awe in front of the image of the Virgin of Rocío, then the
image is taken for a procession. Afterwards, the pilgrims
celebrate all together singing and dancing folklore music.
29 PENCERE MART 2021
Valeria MARCHIORI
5 MAGIC SPOTS
TO VISIT IN ITALY
When you think about Italy you probably think about the
capital Rome with its important history, Milan with its
fashion boutiques or Verona and Venice with their lovely
spots. They are surely beautiful places but if you'd like to
leave the big cities and explore the surroundings, then
follow this advice for five "not-so-unusual" Italian
destinations.
LAMPEDUSA
Located in the Mediterranean ocean, Lampedusa sits
halfway between Tunisia and Malta. It's the most southern
part of Italy and it's a beautiful island with incredibly warm
and clear waters around it. In Lampedusa you can
experience the chance to swim with turtles, dolphins and
countless other marine wildlife. Also, a trip to Lampedusa
wouldn't be complete without a scooter ride around the
island while enjoying amazing sunsets and real adventures.
ABBAZIA DI SAN GALGANO
Known as the church with no roof and with the sword in the
stone, San Galgano Abbey it is a magical spot that won’t
disappoint you. Built as a chapel and monastery, this gem
has a fascinating history. When the knight Galgano
Guidotti decided to give up his noble life he plunged his
sword into a stone, which can still be seen today, and lived
the life of a hermit.
Although in ruins, this Abbey is a beautiful place to visit
and get a feel of those medieval times.
LAGO DI TENNO
A turquoise diamond set in green woods: Lake Tenno is in
the very north of Italy, situated close to the mountains and
to a beautiful medieval village. A hike to the lake is an
opportunity to immerse yourself in its waters and enjoy
moments of deep contact with nature. The lake is one of the
cleanest alpine lakes in Italy and it's characterized by the
presence of a small island covered with vegetation.
Don't forget to visit also Canale di Tenno, the close medieval
village with a mix of history, architecture, art and tradition,
preserved almost intact to the present day.
VAL GARDENA
If you like hiking in the mountains, climbing or mountain
biking then you should definitely visit Val Gardena.
It's located in South Tyrol and is the perfect place to live an
intense experience in the heart of the Dolomites
mountains. This charming alpine valley is the perfect place
to enjoy life and recharge your batteries.
ALBEROBELLO
Alberobello is the Puglia's trulli town!
Trulli are little houses in white stones with pointed roofs and
they are an icon of this Italian southern region. Trulli have
also been preserved as a UNESCO World Heritage Site.
Nature and clean air make Alberobello the perfect place
for open-air activities and for people who is searching for
a relaxing holiday. The best plan to visit this town is simply
wander the trulli-lined streets, enjoying the most peculiar
aspects of this Italian gem.
MART 2021 PENCERE 30
TDD ŞUBAT BÜLTENİ
İlk ESC Gönüllerimiz Çanakkale'de
Avrupa Dayanışma Programı ESC 11 Gönüllülük Projeleri kapsamında 2 gönüllümüz
Çanakkale'ye geldi. Türk Ulusal Ajansı tarafından onaylanan ESC projemiz "A pandemic of
Solidarity" kapsamında, 1 Şubat 2021 tarihinden itibaren 2 gönüllüye 2 ay boyunca ev sahipliği
yapacağız. Gönüllülerimiz Valeria ve Agueda online ortamda çeşitli aktiviteler ve atölyeler
düzenliyorlar. Onların yaptığı çalışmaları instagram (esc_toplumadestek) sayfamızdan takip
edebilir ve katılabilirsiniz.
"11 Şubat Uluslararası Bilimde Kadın ve Kız Çocukları Günü'' Söyleşi
11 Şubat Uluslararası Bilimde Kadın ve Kız Çocukları
Günü kapsamında 11 Şubat Perşembe günü saat
17.00'de İstanbul Kültür Üniversitesi Fizik Bölümü
Öğretim Üyesi Dr. Ayşegül Fulya Yelkenci ile
"Astronomi Biliminde Kadınlar" konusunu konuştuk.
Çok keyifli geçen bir yayın oldu. Bizi kırmayan Sn.
Ayşegül Fulya Yelkenci'ye çok teşekkür ederiz.
31 PENCERE MART 2021
TDD talks ile Online Buluşma Devam Ediyor!
ESC Gönüllümüz Cevdet Bulgaristan'da
Dernek gönüllümüz Cevdet Kocaoğlu, Bulgaristan
Sofya'da bulunan Art Centre Karnolsky derneğinde 12 ay
boyunca ESC projesinde yer alacak.
7 Şubat Pazar günü saat 17.00'de "Türk Sinema ve Dizi
Sektörü" konusunu sinema ve dizi oyuncusu Serkan Tınmaz
ile konuştuk. Bu harika söyleşi için kendisine teşekkür ederiz.
ESC Almanya gönüllümüz Ozan'ın size bir mesajı var!
"14 Şubat Sevgililer Günü" kapsamında 14 Şubat Pazar günü
saat 14.00'da Psikolog Özlem Çeliktaş ile "Flört Şiddeti"
konusunu konuştuk. Çok keyifli geçen bir yayın oldu. Bizi
kırmayan Sn. Özlem Çeliktaş 'a çok teşekkür ederiz.
"Merhaba! Almanya'da gönüllü olarak Kindergarten'da
10 ay boyunca çalışacağım. Öncelikle ESC projesi size
mükemmel bir deneyim sağlayacak ve farklı kültürleri
tanımanıza olanak sağlayacak. En önemlisi, konfor
alanınızdan çıkarak farklı bir ülkede tek başınıza
kendinizi daha çok geliştirmenize olanak sağlayacak.
Henüz gönüllülüğe başlayalı 1 ay olmasına rağmen, ben
bir ayda bir çok tecrübeye sahip oldum. Ev sahibi kuruluş
Almanya'da yapmam gereken kurumsal işleri ve benzer
işlerin hepsini ayrıntılı bir şekilde anlattı ve toplamda 2
toplantı yapılarak bilgilendirildik. Bu süreçte en başından
beri Topluma Destek Derneği bana proje ile ilgi her
konuda yardımcı oldu. Herkesin kesinlikle ESC yapmasını
ve bu deneyimi yaşamasını tavsiye ederim." Ozan
Eyrice'ye faydalı bir proje ve güzel bir deneyim dileriz.
MART 2021 PENCERE 32
TDD Haklar Sözlüğü
TDD Haklar Sözlüğü Topluma Destek Derneği olarak insanca yaşamanın temel hak ve özgürlüklere sahip
olmaktan geçtiğini biliyor, bu hak ve özgürlüklerin talep edilmelerinin de bu ancak bu konudaki bilinçle mümkün
olduğuna inanıyoruz. Hak bilincinin yaratılmasında öncelikli olarak hakkın içeriği konusunda bilgi sahibi
olunması gerektiğini düşünüyor, bu bilgi aktarımını sözlükle yapıyoruz. Sözlükler günlük hayatta yabancı bir
kavramla karşılaştığımızda başvurduğumuz bize en yakın kaynaklar olduğu için, herkes ulaşabilsin ve
anlayabilsin diye TDD Haklar Sözlüğünü, çeşitli temel hak ve özgürlükleri açıklayacak şekilde ve her gün
yayınlıyoruz.
33 PENCERE MART 2021
AB PROJELERİ ORTAK GELECEĞİMİZ
Türkiye ve AB iş birliğinin kazanımlarını tanıtmak için AB
projeleri yürüten kurumların katılımlarıyla, Avrupa Birliği
Başkanlığı’nın koordinasyonuyla yeni bir dijital iletişim
kampanyası Şubat ayında gerçekleştirildi. Kampanya ile,
AB Projeleri sonuçlarının insana dokunan yönleri,
ekonomik ve sosyal kalkınmaya olan katkıları tanıtıldı. Bu
kapsamda Instagram ve Twitter üzerinden 22-26 Şubat
2021 tarihlerinde gerçekleştirilen kampanyaya biz de
dahil olduk. Erasmus+ Avrupa Birliği Gençlik Değişimi
projesi olan ve 7 ülkeden 35 katılımcının yer aldığı "In the
end, we are all human" projemizi 16-23 Kasım 2019
tarihinde Çanakkale'de gerçekleştirdik. Genel amacımız; 7
farklı Avrupa ülkesinden gelen 35 katılımcı arasında farklı
ayrımcılık biçimleri, klişeleşme ve cinsiyet eşitsizliği
hakkında bilgi ve deneyim alışverişinde bulunmak,
ülkelerindeki durumları tartışmak, bu sorunlarla nasıl
mücadele edileceğine dair ortak çözümler ve yöntemler
bulmayı amaçlamaktır. Proje, Türkiye Ulusal Ajansı,
Erasmus plus programı ve Avrupa Komisyonu tarafından
onaylanan ve finanse edilen bir Gençlik Değişim projesidir.
6.MADDE SOKAK HAYVANLARINI KORUYOR !
''Sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanların en hızlı
şekilde yerel yönetimlerce kurulan veya izin verilen
hayvan bakımevlerine götürülmesi zorunludur. Bu
hayvanların öncelikle söz konusu merkezlerde
oluşturulacak müşahede yerlerinde tutulması sağlanır.
Müşahede yerlerinde kısırlaştırılan, aşılanan ve
rehabilite edilen hayvanların kaydedildikten sonra
öncelikle alındıkları ortama bırakılmaları esastır.”
Belediyelerin ceza kapsamına alınmasını bekliyoruz.
Belediyeler sokak hayvanlarına sahip çıkmak yerine
onları ya ormanlık alanlara terk ederek açlıktan ya da
zehirleyerek öldürüyor. Suçların cezasız kalmamasını
bekliyoruz. Cezaların indirilerek, indirilmiş hallerinin
para cezasına çevrilmemesi için ceza alt sınırının 3 yıl
hapis cezası olarak belirlenmesini istiyoruz. Hayvanların
deney, hayvan dövüşü, kürk çiftlikleri, hayvanat
bahçeleri ve sirkler yoluyla sömürülmemesini.
Hayvanlara anayasal güvence sağlanması
beklenmektedir.
MART 2021 PENCERE 34
18 Mart Çanakkale Zaferi
B i z i s o s y a l m e d y a d a n t a k i p e d e b i l i r s i n i z :
l i n k t r . e e / t o p l u m a d e s t e k d e r n e g i