22.03.2021 Views

DERGİ

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

BİLİM VE KÜLTÜR DERGİSİ

B İ L İ M K A M P Ü S Ü

1.TEMA: UZAY


“Benim mânevi mirasım ilim ve akıldır"

Mustafa Kemal Atatürk

“BİLİM KAMPÜSÜ” DERGİSİ

HAKKINDA

Gelişen dünyamızda, araştırmacı özellikler

taşıyan bireyler yetiştirilmesi önemli bir

konudur. Yerli ve milli teknolojilerin ortaya

çıkmasının yegane anahtarı budur. Ülkemizde

yetişen gençlerin, yeteneklerini ve eğilimlerini

bilimsel araştırma alanlarına yöneltmek, global çağa

ayak uydurmamız amacıyla gereklidir. Bilimsel

alanlarda çalışma hevesini yaymak ve tanıtmak için

Şanlıurfa Yükseliş Koleji Bilim Kampüsü 7.sınıf

öğrencileri bu derginin yayım sürecini başlatmıştır.

Bilimsel keşiflerin ilk adımı olan merak ve sorgulama

ile araştırmacı zekaların bu alana teşviki ve bilimsel

konuların farkındalığının yayılması için yardımcı

olmasını umduğumuz bu derginin göreceği ilgi

çalışmalarımızın ödülü olacaktır.

BURAK GÜNEŞ

Yükseliş Koleji Bilim Kampüsü

Fen Bilimleri Öğretmeni


MART / 2021

ŞANLIURFA

İÇİNDEKİLER

İMTİYAZ SAHİBİ

Şanlıurfa

Yükseliş Koleji Bilim Kampüsü

YAYIN KOORDİNATÖRÜ

Burak GÜNEŞ

KAPAK RESMİ

Sibel Hoca

EDİTÖRLERİMİZ

Öykü ÖZBEK

Beril ÇAYCI

YAZARLARIMIZ

Öykü ÖZBEK

Beril ÇAYCI

İzgi AĞBUBA

Elif Sude İLDUĞUR

Julia ALGHAFRA

Efe TAŞYİYEN

Serhat Emir SONGÜN

Kemal AKTAŞ

Burak Aziz GÜNEY

Ejin ÇELİK

Arya ŞANSAL

Eymen TOKUR

ASTRONOT OLMAK İSTER MİSİN…………………………….

UZAY HAKKINDA BİLMEDİKLERİNİZ……………………….

UZAYDAKİ BESLENME İHTİYACI…………………………….

GÖK BİLİMİNDE TÜRK-İSLÂM ETKİSİ……………………….

UZAY YOLCULUKLARININ ASTRONOT SAĞLIĞINA

ETKİSİ……………………………………………………………….

UZAYDA BAŞKA AKILLI CANLILAR VAR MI?.......................

ASTROBİYOLOJİ NEDİR?..............................................................

UZAY ÇÖPLERİ…………………………………………………….

UZAYDA GERİ DÖNÜŞÜM……………………………………….

UZAY İLE İLGİLİ 25 İLGİNÇ BİLGİ…………………………….

RÖPORTAJ: ALANUR ARITAN AYDIN

ASTRONOMİ VE UZAY BİLİMLERİ…………………………….

RÖPORTAJ: MAHMUT BIÇAK

ULUĞ BEY……………………………………………………………


İNSANOĞLUNUN UZAY FETHİ

UZAYA SEYAHAT FİKRİ

İnsanlığı antik çağlardan beri meşgul eden bir olgudur; yıldızların gizemli dünyası. Yunan filozof

Sokrates'e ait olan uzaya seyahat etme fikri çok eskidir: "İnsan, yeryüzünün üzerinde, atmosferin

ve ötesinin zirvesine yükselmelidir. Çünkü

böylece, yaşadığı dünyayı tam olarak anlayacaktır.”

19. yüzyıl Fransız yazarı Jules Verne iki

romanında -Ay’a Seyahat, Ay’ın Çevresinde

Seyahat- hayalî bir uzay yolculuğunu kaleme

almıştır.

“ARAŞTIRMA ÖNERİSİ” Jules Verne'nin kahramanları

nasıl bir uzay gemisiyle uzaya seyahat

ediyor? Böyle bir seyahat mümkün olabilir mi?

ROKETLE UZAYA SEYAHAT ETME

Uzay araştırmalarının teorik temellerini 20. yüzyılın başında Rus bilim insanı

Konstantin Tsiolkovsky oluşturdu. Uzayı fethetmenin roketle mümkün olduğu sonucuna vardı.

Konstantin Tsiolkovsky'nin sonuçlarından

etkilenen Alman bilim insanları

1920'li yıllarda roket denemelerine

başladı. Bunlar kısa zamanda Alman

ordusunun dikkatini de çekti. Wernher

von Braun ve onun araştırma

ekibi İkinci Dünya Savaşı sırasında

roket prensibine dayanan birkaç silah

da geliştirdi. Bunlardan biri, uzaya

ulaşan ilk insan yapımı nesne olan

V–2 roketiydi. Soğuk Savaş Dönemi'nde iki süper güç olan ABD ve Sovyetler Birliği arasında bir

uzay yarışı başladı. Bunda ilk başarıya ulaşan Sovyetler oldu. 1957'de Sputnik 1 yapay uydusunu

Dünya çevresinde yörüngeye oturtmayı başardılar.


DÜNYA’NIN YÖRÜNGESİNDE İLK TUR ATAN CANLI

1957 yılının Kasım ayında ise İkinci Sovyet yapay uydusu bir yolcu bile taşıdı. Dünya'nın yörüngesini

dolaşan ilk canlı o oldu. Yolcu, Laika adında

bir köpekti. Onu sağ salim geri getirecek

bir yöntem henüz geliştirilmediğinden, uçuş

esnasında öldü. Uçuşun amacı canlıların fırlatmadan

sağ çıkıp çıkamayacağını, Dünya yörüngesine

yerleşmeyi ve yerçekimsizliği incelemekti.

Uzaydan sağ salim geri dönen ilk canlılar

Belka ve Strelka (Ağustos 1960).

UZAYDA İNSAN VAR

Sonraki büyük atılım Sovyetlerden geldi. Nisan

1961'de Yuri Gagarin'in içinde olduğu Vostok–1

uzay gemisi havalandı. Gagarin 108 dakikalık uçuşu

boyunca Dünya'nın etrafını bir kez dolaşıp

sağ salim Dünya'ya geri döndü. 1965'te ilk uzay

yürüyüşü gerçekleşti. Sovyet astronot Alexey

Leonov uzay gemisinin dışında 12 dakika geçirdi.

“İNSAN İÇİN KÜÇÜK, İNSANLIK İÇİN BÜYÜK BİR ADIM...” NEİL ARMSTRONG

Sovyetlerin peş peşe gelen başarılarının

ardından, Amerika başkanı Kennedy

1961'de Apollo programını duyurdu. Amacı

Ay'a insanlar göndermekti. Uzun denemelerden

sonra nihayet Amerikalılar amaçlarına

ulaştı. 1969 yılının Haziran ayında

Apollo 11'in iki astronotu -ilk önce Neil

Armstrong, sonra Buzz Aldrin– Ay'a

ayak bastı. İnsanlı uzay uçuşu kapsamında


GERÇEKLEŞEN ÜZÜCÜ KAZALAR

1967 yılının Ocak ayında bir test sırasında Apollo 1'in komuta modülünde yangın çıktı ve üç astronot

yaşamını yitirdi.

“FİLM ÖNERİSİ” Apollo 13 adlı film mutlu sonla biten bir uzay kazasını işliyor.

GÜNÜMÜZDEKİ UZAY ARAŞTIRMALARI

Ay'a inişle uzay araştırmalarının ilk

aşamasının sona erdiğini söyleyebiliriz. O

zamandan beri gitgide daha yeni buluşlar

ortaya konulur ve uzay araçları hep

daha uzaktaki hedeflere gönderilir. Bu

zamana kadar sadece bilim kurgu kitaplarında

okuduğumuz olaylar belki de

çok yakında gerçeğe dönüşür.

UZAY ARAŞTIRMALARINDAKİ KİLOMETRE TAŞLARI

•1903 KONSTANTİN TSİOLKOVSKY UZAY ARAŞTIRMALARININ TEORİK TEMELLERİ İLE İLGİLİ ÇALIŞMASINI YAYIMLAR.

•1944 V–2 ROKETİ UZAYA ULAŞIR.

•EKİM 1957 İLK UYDU SPUTNİK 1 DÜNYA'NIN YÖRÜNGESİNE OTURTULUR.

•KASIM 1957 LAİKA İSİMLİ KÖPEK UZAYA GİDEN İLK CANLI OLUR.

•AĞUSTOS 1960 UZAYDAN SAĞ SALİM DÖNEN İLK CANLILAR BELKA VE STRELKA İSİMLİ İKİ KÖPEK OLUR.

•NİSAN 1961 YURİ GAGARİN UZAYA SEYAHAT EDER.

•HAZİRAN 1963 VALENTİNA TERESHKOVA UZAYDA SEYAHAT EDEN İLK KADIN OLUR.

•MART 1965 ALEXEY LEONOV'UN ''UZAY YÜRÜYÜŞÜ''

•TEMMUZ 1969 NEİL ARMSTRONG AY'A AYAK BASAN İLK İNSAN OLUR.

•NİSAN 1971 İLK UZAY İSTASYONU SALYUT 1'İN FIRLATILMASI

•NİSAN 1981 BİRDEN FAZLA KEZ KULLANILABİLEN İLK UZAY ARACI COLUMBİA UZAY MEKİĞİ HAVALANIR.

•2001 İLK UZAY TURİSTİ DENNİS ANTHONY TİTO UZAYA SEYAHAT EDER.

Kaynakça: Katona Csaba, Molnár László

https://www.mozaweb.hu/tr/Microcurriculum-362073

Düzenleyen: Kemal AKTAŞ



İSTER MİSİN ?

FOTOĞRAF: Amina FILKINS by pexels

ASTRONOT OLMAK

Bir uzay aracıyla uzaya gitmek, yeryüzüne uzaydan bakmak çoğumuzun düşlerini süsler… Peki, nasıl astronot

olunur? Astronotluk aslında ikinci bir meslektir. Uzay ajansları astronotların bir çoğunu biliminsanları ve

mühendislerden, hatta bazıları da pilotlardan seçer.

Uzay projeleri yürüten ülkelerde “uzay ajansı” adı verilen kurumlar vardır. Avrupa Uzay Ajansı,

Japonya Uzay ajansı ya da ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi gibi. Bir uzay ajansı, astronot

adayları yetiştirmek üzere bir program başlattığında, genellikle binlerce başvuru olur. Ancak,

başvuranların çok azı bu programa kabul edilir.

Astronot adayları, birkaç yıl süren yoğun eğitimlerden geçer. Uzay araçlarındaki sistemleri kumanda

etmeyi öğrenirler. İletişim, yön bulma, meteoroloji, uzay araştırmaları gibi konularla ilgili birçok

şey öğrenmeleri gerekir. Karada ve suda hayatta kalmalarını sağlayacak çeşitli beceriler edinirler.

Bu beceriler: paraşütle atlamak ve aletli dalış yapmak gibi! Uzay araçlarını kullanmak üzere eğitilen

pilotlar, uçuş becerilerini geliştirmek için çok çeşitli alıştırmalar yapar ve uzay aracını kaldırıp

indirmeyi öğrenir. Eğitimin sonunda, astronotların ne zaman, hangi görevde çalışacakları ve ekiplerinde

kimlerin yer alacağı belirlenir. Uzayda ekip çalışması çok önemlidir.

Astronotlara verilen görev, bir uzay mekiğiyle Dünya’nın yörüngesine giderek Hubble Uzay Teleskobu’nun

onarımını yapmak olabilir. Dünyanın yörüngesindeki Uluslararası Uzay İstasyonu’na giderek burada

çeşitli bilimsel deneyler yapmak da astronotlara verilen görevler arasındadır. Ayrıca Uzay

İstasyonu’na eklenecek yeni bir parçayı uzay mekiğiyle istasyona götürüp yerine takmak da önemli

görevlerden biridir.


FOTOĞRAF: Samantha Cristoforetti by flickr

Astronotlar, uzaydaki ağırlıksız ortama uyum sağlamak için de özel eğitimlerden geçer. Bu eğitimlerin bir

bölümü çok büyük bir havuzda gerçekleştirilir. Uzay yürüyüşlerinde kullandıkları özel giysileriyle, tıpkı ağırlıksız

ortamda çalışıyormuşçasına sualtında alıştırmalar yaparlar.

Astronotları uzaydaki ağırlıksız ortama hazırlamak için kullanılan başka yöntemse “parabolik uçuş” yapmaktır.

Bu uçuş sırasında özel bir jet uçağı, çok büyük bir hızla ve belli bir açıyla yükselmeye başlar. Daha

sonra da yine aynı şekilde inişe geçer. İnişe geçtiği sırada uçağın içindeki her şey havada yüzmeye başlar. Bu

şekilde yapılan uçuşlarda uçağın içinde 25 saniyeliğine tıpkı uzaydaki gibi ağırlıksız bir ortam oluşur.

Astronotlar, Dünya’nın yörüngesindeki bir uzay aracının

içindeyken tıpkı yeryüzündeki gibi günlük giysileriyle

dolaşırlar. Kimi zaman uzay aracının dışına çıkarak

onarım yapmaları gerekir. “Uzay yürüyüşü” adı verilen

bu çalışmalar sırasındaysa, bedenlerini uzayın olumsuz

etkilerinden koruyan ve soluk alıp vermelerini sağlayan

özel sistemleri olan giysiler giymeleri gerekir.

Kaynakça:

https://www.nasa.gov/topics/

shuttle_station/index.html

https://spaceflight.nasa.gov/gallery/

index.html

Düzenleyen: Elif Sude İLDUĞUR


UZAY HAKKINDA BİLMEDİKLERİMİZ

Uzay , insanlar için hep merak konusu olmuştur.

Uzayın devasa büyüklüğünü gören insanoğlu bu evreni

hep keşfetmek istemiştir. İçinde bulunduğumuz

uzayda keşfedilen veya keşfedilmeyi bekleyen

o kadar çok şey var ki; anlatmaya kalemler yetmez.

Düzenleyen:

Serhat Emir SONGÜN

>> Farz edelim ki uzay mekiğinize atlayıp Jüpiter'e kadar gidebildiniz ve atmosferden içeri girmeyi başardınız; ne

yazık ki iniş yapabileceğiniz katı bir yüzey bulamayacaksınız! Jüpiter, büyük oranda hidrojen ve helyumdan oluşan bir

gaz devidir...

>> Eğer 24 saatlik bir Dünya gününün size yetmediğini düşünüyorsanız, Jüpiter'de işiniz çok zor. Burada gün, yaklaşık

10 saattir. Çünkü Jüpiter kendi etrafında en hızlı dönen gezegendir.

>> Uranüs, diğer gezegenlerden farklı olarak yana yatmış gibidir. 98 derecelik eğimiyle! adeta yuvarlanan bir top

gibidir.

>> Bu nedenle bir mevsim yaklaşık 21 yıl sürer. Ayrıca bir yarısı 42 yıl güneş alırken, diğer yarısı 42 yıl karanlıkta

kalır!

>> Dünya, bir bowling topundan bile daha pürüzsüzdür. Bowling topunun üzerindeki, hissedilemeyen pürüzlerin aksine,

en yüksek dağ ile en derin okyanus bile Dünya yüzeyinin kalınlığının sadece 5.000'de 1'ini oluşturur.

>> Gözlemlediğimiz en parlak gezegen olan ve mitolojide güzellik tanrıçası Afrodit'le özdeşleştirilen Venüs'ün gerçek

yüzü hiç de umduğumuz gibi değildir. Karbondioksitten oluşan atmosferi, 500 derece yüzey sıcaklığı, şiddetli asit

yağmurları, aktif volkanları ve dev lav nehirleriyle Venüs, adeta cehennemi andırır.

>> Dünya'nın en büyük dağı 8800 metre uzunluğunda olan "Everest Dağıdır." Güneş sistemimizde bulunan Mars 21 km

uzunluğunda "Olympus Mons" dağına sahiptir

>> Yeryüzünün %70’ten fazlasının suya sahip olmasına rağmen, suyun, Dünya kütlesinin %1’inden daha azını oluşturduğunu

söylemeliyiz.

Kaynakça:

NASA Resmi Web Adresi, Erişim tarihi: 04.01.2021, https://www.nasa.gov/topics/history/index.html

TÜBİTAK UZAY Resmi Web Adresi, Erişim tarihi: 04.01.2021 , https://uzay.tubitak.gov.tr/


GÖK BİLİMİNDE TÜRK-İSLÂM ETKİSİ

GÖK BİLİMİNİN

ÖNCÜLERİ

HAREZMİ

FERGÂNÎ

EBU MA’ŞER EL-BELHÎ

ÂMÂCÛR EL-TÜRKÎ AİLESİ

BENÛ MÛSA AİLESİ

SÛFÎ

EBU’L-VEFÂ EL- BUZCÂNÎ

BÎRÛNÎ

İBN-İ SÎNA

ÖMER EL-HAYYÂM

HAZİNÎ

ÇAĞMÎNÎ

TÛSÎ

KÂŞÎ

ULUĞ BEY

KADIZÂDE-İ RÛMÎ

ALİ KUŞÇU

MÎRÎM ÇELEBİ

MUVAKKİT MUSTAFA

İBN ALİ

TAKİYUDDÎN

Kaynakça:

TÜRK-İSLAM

RASATHANELERİ

• MERAGA RASATHANESİ

• SEMERKAND (ULUĞ BEY)

RASATHANESİ

• İSTANBUL RASATHANESİ

• BAĞDAT (Şemmâsiyye) RA-

SATHANESİ

• ŞAM (KASSİYÛN) RASATHA-

NESİ

• REY (ESKİ TAHRAN) RASAT-

HANESİ

• KAHİRE RASATHANESİ

• HAMEDAN RASATHANESİ

• MELİKŞAH (ISFAHAN) RA-

SATHANESİ

• TEBRİZ RASATHANESİ

• DELHİ RASATHANESİ

• JAİPUR RASATHANESİ

• MADURA (MATHURA) RA-

SATHANESİ

• UCAYA (UJJAİN) RASATHA-

NESİ

• BENARES (VARANESİ) RA-

SATHANESİ

“GÖK BİLİMİNDE TÜRK-İSLÂM

BİLGİNLERİ” ISBN978-9944-5373-4-6

Dr.Necmi Dayday, Prof.Dr.Vural Altın

TÜRKSAT Kurumsal İletişim Yayınları

Düzenleyen: Julia ALGHAFRA

TÜRK-İSLÂM

GÖZLEM ALETLERİ

ALİDAD

USTURLAP

PUSULA

KADRANLAR, GÜNEŞ KAD-

RANLARI

EKVATORYUM

KÜRELER

KÜRESEL USTURLAP

MEKANİK TAKVİM-

BİLGİSAYAR

MEKANİK (ÇARKLI) USTUR-

LAP

GÖK BİLİMİ SAATİ

VENEDİK KALYONU

GÖLGE KARESİ

KADRAN (ÇEYREK)

DENİZCİ USTURLABI

DÜZLEM KÜRE

BİRBİRİNE DİK DÜZENLİ AĞ

KAVUŞUMLAR PLAKASI

BÖLGELER PLAKASI

(GEZEGENLER BİLGİSAYARI)

ORTOGRAFİK USTURLAP

KAMAL

DOĞRUSAL USTURLAP

TORKU VE TUM

EVRENSEL USTURLAP

VOLVELLE


UZAYDAKİ BESLENME İHTİHACI

İnsanoğlunun en temel ihtiyacı nedir? Tabi ki yeme ihtiyacı. Peki bir gün uzaya gittiğimizde yaşamak için

bu en temel ihtiyacımızı nasıl karşılayacağız?

Bu konu ile ilgili epey araştırma yaptık. Bulabildiğimiz bütün yabancı ve Türkçe kaynakları okuduk, notlar

çıkardık, doğruluklarını araştırdık ve en sonunda elimize epey veri geçti. İnsanlı uzay programlarının

başladığı ilk tarih 1961’den, 2020 yılana kadar aradan geçen 59 yıllık sürede inanılmaz gelişmeler kaydedilmiştir.

Bunun neticesinde Mars’a gitmek artık an meselesi dememiz hiç de zor olmuyor. Gelin isterseniz

aradan geçen bu 59 yıllık süre zarfında gıda ihtiyaçları nasıl karşılanmış ve ilerleyen yıllarda nasıl

karşılanması planlanıyor bunlara göz atalım.

İlk insanlı uzay görevlerinde astronotlar dehidre edilmiş (kurutulmuş) besinleri tükettiler. Bu besinler

uzay aracının ‘Pantry’ (kiler) ismi verilen kısmında muhafaza edildi. Astronotlar, dehidre edilmiş bu yiyecekleri

uzay macerası boyunca tükettiler ve bu şekilde hayatta kaldılar. Ancak işler 1997 yılında Rus

uzay istasyonu Mir’de ilk uzay bitkisi olan şalgamın filizlendirilmesinden sonra değişti. O andan itibaren

artık soru şuydu: Uzayda bitki yetiştirebilir miyiz?

İşte bu soru yıllar içinde Uluslararası Uzay

İstasyonu’nda (ISS) yapılan çalışmalar sonucunda

cevaplandı. 2013 yılında NASA astronotları

ISS’de özel bir plastik torba kullanarak

kabak yetiştirmeyi başardı. Bu

çalışmaların en büyük örneği günümüzde hala

devam eden VEG-01 isimli çalışmadır.

Ancak Mars’ta koşullar pek elverişli değil. Gezegen soğuk, kurak ve radyasyonla bombardıman edilmiş,

toprak potansiyel olarak toksik kimyasallar içeriyor ve incecik atmosfer azot içermiyor. Buna karşı

ileride SpaceX tarafından kurulması planlanan 1 milyon kişilik Mars kolonisi nasıl doyurulacak?


İşte bu sorunun cevabı 2012 yılından sonra yapılan çalışmalar sonucu netlik kazanmaya başladı. 2012 yılında

bilim adamları genetiği değiştirilmiş organizma teknolojisinden (bu noktada bir teknolojidir) yararlanarak

gece karanlığında büyümeye devam eden “hormonlu” bitkiler ürettiler. Mars’ta gecelerin 14 gün sürdüğünü

düşünürsek hiç de mantıksız değil. Ancak Mars’ta uygun ortam yok bu bitki nasıl büyüyecek?’ dediğinizi

duyar gibiyim. İşte bu sorunuzun cevabını ise 2017 ve 2019 yıllarında yapılan iki çalışma verdi.

2017 yılında Villanova astrobiyoloji öğrencilerinin

başlattığı ‘Mars Bahçeleri Programı’

ile komşu gezegen koşullarında yetiştirilebilecek

sebzeler araştırılmaya

başlandı. Günümüze kadar 45 farklı bitki

test edildi. Bazı bitkilerde uygun yapay

ortam sağlanması koşulu ile özellikle şerbetçi otu ve arpa tohumlarında olumlu sonuçlar elde edildi.

2019 yılında Dortmouth Üniversitesi’nin fütürist öğrenciler ekibi ‘Mars Serası Projesi’ ile NASA’nın

2019 BIG Idea Challenge ödülünü kazandı. Bu proje, hidroponik tarım yöntemi (topraksız tarım) baz alınarak

oluşturulan yapay seralar sayesinde 8 farklı ürün ile Mars’ta tarım yapmanın mümkün hale gelmesini

planlıyor. Bu ürünler; lahana, soya fasulyesi, tatlı patates, patates, brokoli, çilek, buğday ve yer

bademi.

Patates demişken, 2017 yılının şubat ayında Uluslararası Patates Merkezi (CIP) tarafından “Mars’ta

Patatesler” isimli proje başlatıldı. Bu proje ile “cube-sat” adı verilen minik bir uydu içerisine bir patates

yumrusu ile Peru’nun güneyinde yer alan ve dünya üzerinde Mars’a en çok benzer toprak olarak

bilinen Pompas de la Joya çölünden alınan toprak kilitli bir kaba konulmuş. Kabın etrafı ise Mars yüzeyi

ile benzer özellikler gösterecek şekilde düzenlenmiş. 2 aylık gözlemin sonunda, olumlu sonuçlar alındığı

kaydedilmiştir. CIP’in resmi internet sitesinde yayınlanan son makalelere göre olumlu sonuçların devamlı

olarak elde edildiği ancak henüz istenilen boyuta ulaşmadığı belirtiliyor. Buraya bir dipnot düşmek istiyoruz.

İlgililer için CIP’in resmi YouTube kanalında bu çalışmanın videoları mevcuttur.


Sebze yetiştiriciliği ile ilgili gelişmeler her geçen gün artarken protein ile ilgili gelişmeler ise çok az.

Ancak bilim adamları yaptıkları çalışmalar ve ön görüleri sayesinde Mars’ta böcek çiftliklerinin kurulabileceğini

ve bu böcekler sayesinde protein ihtiyaçlarını karşılayabileceklerinin altını çiziyorlar. Çünkü

Mars’a inek götürmek insan götürmekten daha masraflı. Diğer bir seçenek ise laboratuvar ortamında

üretilen yapay etler. Bunların Mars yaşamında insanoğlunun protein kaynakları olması planlanıyor.

3 boyutlu gıda yazıcılarının ise uzay görevinde önemli bir yeri var. NASA’nın 125 bin dolar yatırım desteği

sağladığı ‘Chef 3D’ isimli gıda yazıcısı pizza üretimi yapabiliyor. Ancak pişirme işlemi başka bir fırında

yapılıyor. 3D gıda yazıcıları özellikle insanlı uzay görevi için çok önemli. Bu konu üzerine birçok kurum

ve kuruluş aldığı destek ile gıda toneri üretme çalışmaları sürdürmekte. Karbonhidrat ve yağ tonerleri

bugün üretilebilirken protein tonerleri hala istenildiği gibi üretilemiyor. Bu tonerlerin üretilebilmesi

için tek protein kaynağı olarak ise yine böcekler gösteriliyor. Ancak şimdilik bu da zaman alacak

gibi.

Değinmek istediğim diğer bir konu ise tat alma duyumuz. 50 yılı aşkındır yapılan insanlı uzay görevlerinin

sonuçları gösteriyor ki uzayda tat alma duyusu azalıyor. Bu yüzden yediğiniz yiyeceğin acı mı yoksa tatlı

mı olduğu çok önemli olmuyor. Ancak Mars’ta durumun nasıl olacağı ise bizim için bir merak konusu.

NASA sözünü tutup 2030 yılında ilk insanlı Mars yolculuğunu gerçekleştirebilir mi bilmiyoruz ama yukarıdaki

araştırma sonuçlarına göre Elon Musk’ın Mars hayali hiç de uzak durmuyor. İlerleyen yazılarımızda

konu içerinde geçen bazı çalışmalara ve kavramlara detaylı olarak değineceğiz.

Kaynaklar

*The potatoes can grow on Mars https://futurism.com/scientists-potatoes-can-grow-on-mars

*NASA winner demos red berries on the red planet https://phys.org/news/2019-04-nasa-winnerdemos-red-berries.html

*What Will Humans Eat on Mars? https://www.smithsonianmag.com/innovation/what-will-humans

-eat-mars-180973260/

*How Will We Eat On Mars? https://www.popsci.com/how-will-we-eat-on-mars/

*https://www.space.com/how-feed-one-million-mars-colonists.html

*https://theconversation.com/how-to-grow-crops-on-mars-if-we-are-to-live-on-the-red-planet-

99943

*Şık,Bülent. ‘Uzayda İştah Duygumuza Ne Olur’, Metro Gastro Dergisi 86. Sayı S.58

*Öney,Sezin. ‘Yıldızlı Hayaller “Uzay Yolu”nun İştah Maceraları’, Metro Gastro Dergisi 87. Sayı, S. 52

Düzenleyen:

Efe TAŞYİYEN


NASA: CURIOSITY SPACE ROBOT


UZAYDA GERİ DÖNÜŞÜM

20 yıldır Dünya’nın yörüngesinde dolanan Uluslararası Uzay İstasyonu

(ISS) geçmişten günümüze birçok araştırmacı astronota ev sahipliği yapıyor.

Çoğunlukla altı ay süren görevleri boyunca Dünya’dan uzakta kalan

astronotlar, su ve hava gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak için ISS’nin özel

sistemlerinden yararlanıyor.

Astronotlara görev süreleri boyunca yetecek kadar su ve hava uzay araçlarıyla

istasyona taşınabilir ancak istasyonda yeterli saklama alanı bulunmadığı

için bu uygulanabilir bir çözüm değildir. Bu soruna çözüm bulmak

için ISS mühendisleri istasyonda su ve hava döngüsünü sağlayan sistemler

geliştirmiş. Bu sistemler suyu %90 oranında, havayı ise %40 oranında geri

dönüştürebiliyor. Peki, bu sistemler nasıl çalışıyor?

İstasyonda hava ve su döngüsünü sağlayan üç sistem bulunuyor: su geri

dönüşüm sistemi, sabatier sistemi ve oksijen üretim sistemi.


Su geri dönüşüm sistemi iki düzenekten oluşur. Bunlar idrar işleme düzeneği

ve su işleme düzeneğidir. İlk aşamada istasyonda açığa çıkan idrar ince

borularla idrar işleme düzeneğine aktarılır. İdrar işleme düzeneğinin

içinde basınç düşüktür. Bu nedenle suyun kaynama noktası düşer ve idrardan

buharlaşarak ayrılır. Buharlaşan su arıtma işleminin sonraki aşamaları

için su işleme düzeneğine gönderilir. Bu düzenekte kirletici özellikteki diğer

gazlardan ve katı parçacıklardan arındırılan su yüksek sıcaklıklara ısıtılarak

içindeki mikroorganizmaların yok edilmesi sağlanır. İçindeki kirleticilerden

tamamen arındırılan suya elektrik iletkenliği testi uygulanır. İçinde

kirletici bulunan suyun elektrik iletkenliği arttığı için bu suyun iletkenliği

düşüktür. Bu nedenle arıtma işlemi tamamlanan su, elektrik iletkenlik

testini geçerse mürettebatın kullanımına tekrar sunulmak üzere su tankında

depolanır. Astronotlardan çıkan ter de havalandırma yoluyla su geri dönüşüm

sistemine aktarılır. Su geri dönüşüm sisteminden elde edilen suyun

bir kısmı ise astronotlara oksijen sağlaması için oksijen üretim sistemine

gönderilir.


Oksijen üretim sistemi de iki düzenekten

oluşur. Bunlar oksijen üretim

düzeneği ve güç destek ünitesidir.

Oksijen üretim sisteminde; geri

dönüşüm sisteminden gelen su

elektroliz yöntemiyle oksijen (O2)

ve hidrojen (H2) moleküllerine ayrıştırılır.

Elde edilen oksijen kabin

atmosferine dağıtılırken, hidrojen

sabatier sistemine aktarılır. Elektroliz

için gereken güç ise güç destek

ünitesinden sağlanır.

ISS’de solunum sonucu açığa çıkan karbondioksit (CO2) havalandırma yoluyla

sabatier sistemine aktarılır. Burada karbondioksit ve oksijen üretim

sisteminden gelen hidrojen 400°C’de tepkimeye girer ve su (H2O) ve metan

(CH4) gazı oluşur. Metan gazı istasyondan dışarı atılırken oluşan su,

su geri dönüşüm sistemine iletilir.

Dünya genelinde kullanılan günlük su miktarı ülkeden ülkeye değişiyor.

Örneğin; kişi başı günlük su tüketimi Kuzey Amerika’da ortalama 400

litreyken, Avrupa’da ortalama 200 litre, Afrika’da Sahra Çölü’nün güneyinde

kalan ülkelerin çoğunda bu değer 10-20 litreye kadar düşüyor. Türkiye’de

bir insanın su içmek, yıkanmak, el yıkamak veya diş fırçalamak gibi

ihtiyaçları için kullandığı günlük su miktarı ise ortalama 217 litre.

ISS’deki geri dönüşüm sistemi sayesinde astronotların günlük su tüketim

miktarı ise yaklaşık 11 litreye karşılık geliyor.

Kaynaklar

*https://www.popsci.com/how-iss-recycles-air-and-water/

*https://www.nasa.gov/centers/marshall/pdf/104840main_eclss.pdf

*https://www.nasa.gov/pdf/146558main_RecyclingEDA(final)%204_10_06.pdf

*https://www.nasa.gov/vision/earth/everydaylife/jamestown-needs-fs.html

*https://www.rwcc.nsw.gov.au/save-water/average-water-usehttp://www.worldwatercouncil.org/

fileadmin/wwc/Library/WWVision/Chapter2.pdf

Düzenleyen:

Eymen TOKUR



ASTROBİYOLOJİ

Evrende yaşamın ortaya çıkmasını sağlayan jeokimyasal ve biyokimyasal süreçleri konu

alan disiplinler arası çalışan bir bilim dalıdır. Bir başka ifadeyle evrende dağılımın ve canlıların

geleceğinin incelenmesidir.

Resim: OSIRIS-REx Mission

Evrende yalnız mıyız?

İnsanlık tarihinin cevabını en çok merak ettiği sorulardan bir tanesi "Evrende yalnız mıyız?"

sorusu. Yapılan yeni bir çalışma bu soruya cevap bulur nitelikte. Araştırmaya göre Samanyolu

Galaksisi, kendi bilim ve teknolojileri tarafından yok edilmiş “ölü uzaylılarla” dolu olabilir. Açıklama,

olası akıllı yaşamın varlığını hesaplamak için bir denklemin güncellenmiş versiyonları temel

alınarak yapıldı. Dünya dışı varlıkların kendilerini yok etmiş olabilecekleri ihtimaline benzer

onlarca farklı teoriden bahsetmek mümkün. Bu teorilerin ortak noktası insanın evrende yalnız

olduğu noktasında birleşiyor oluşu. Bilim insanları bu düşünceye, yarım asırdır evrene gönderilen

radyo sinyallerine cevap alamadığımızı göz önüne alarak varıyor.

Dünya’dan yayılan radyo sinyalleri 80 ışık yılı içerisinde 8531 yıldıza ve 3555 Dünya benzeri

gezegene ulaşmıştır. Bu sayılar Samanyolu galaksisi baz alındığında galaksimizin sadece %

0,125’ini temsil ediyor. Bu sayıların içerisine evrendeki yıldızları da hesaba katarsanız evrenin

her yerine radyo sinyalleri iletmenin bugünün teknolojisine göre milyonlarca yıl alacağı hesap

ediliyor. Bu durumda iki ihtimal ortaya çıkıyor; ya dünya dışı canlılar bizim gözlemleyeceğimiz

seviyede değil ya da bu canlılar Dünya'dan iletişime geçemeyeceğimiz kadar uzaktalar.


Resim: ODTÜ Astrobiyoloji

Astrobiyoloji araştırma alanının örneklerinden biri ve adından en sık söz edileni “Mars’ta

Yaşam’dır. Buna göre astrobiyoloji, “Mars canlılık için uygun mu?” , “Eğer uygunsa hangi şartlar

en uygun?” , “Mars yer çekimi insan biyolojik sisteminde ne gibi sorunlar yaratır?” gibi sorulara

çözüm arar. Ayrıca uzaylılarda Astrobiyolojinin araştırma alanına girer. “Uzaylılar var mıdır?” ,

“Uzaylılarla iletişim kurabilir miyiz?” , “Yaşam sistemleri nasıldır?” gibi sorulara, Ulusal Havacılık

ve Uzay Dairesi (NASA) tarafından kurulan SETI (Search for Extraterrestrial Intelligence –

Dünya Dışı Akıllı Yaşam Araştırmaları) enstitüsünde çözüm arar. Evrenin biyolojik kökeni demiştik.

Bulunan fosiller üzerinden evrenin ve canlılığın yaşını hesaplama, evrenin nasıl oluştuğu

ve canlılığın dünyadaki yaşam

koşullarına nasıl uyum sağladığı

yine astrobiyolojinin araştırma

konusudur.

Astrobiyoloji çalışmalarının

sürdürüldüğü en meşhur

yer Ulusal Havacılık ve Uzay

Dairesi(NASA)dır. Bünyesinde

birçok astrobiyoloğu barındırır

ve ileride astrobiyolog olmak

isteyen insanlarında hayallerini

süsler. Sadece NASA’da değil,

Dünya’nın birçok yerinde astrobiyoloji

alanında çalışmalar

yapılıyor. Ayrıca birçok üniversite

bünyesinde astrobiyoloji

bölümünü barındırıyor. Türkiye’de

astrobiyoloji açısından diğer birçok bilim dalı gibi iç açıcı değil. Her yıl gazetelerde mutlaka

görürsünüz: “Türkiye Uzay Ajansını kuruyor” diye. Ne zaman kurulacağı muamma; fakat bilim

durmaksızın ilerlediği için Türkiye’nin de bu ilerlemeye yetişebilmesi için gerek astrobiyoloji

gerek diğer alanlar da adından söz ettirecek çalışmalar yapması gerekiyor. Astrobiyoloji

açısından bugüne kadar Türkiye’de yapılan en güzel etkinlik ODTÜ’de düzenlenen Astrobiyoloji

Konferansı’ydı. Bu yıl ilki düzenlendi ve çok faydalı, güzel bir etkinlik oldu. Önümüzdeki yıllarda

da düzenlenmeye devam edecekmiş. Dört gözle bekliyorum, size de tavsiyem; kaçırmayınız

efendim

ASTOBİYOLOG OLMAK

Gelelim astrobiyolog olmaya. İnsanlar astrobiyolog olmak istediğinizi duyunca, ilk önce astrobiyolojiyi

açıklıyorsunuz sonra da “Yaa Türkiye’de n’apıcan iş yok onda” tepkisiyle karşılaşıyorsunuz.

Bunlar moralinizi bozmasın.


Çünkü Türkiye’deki birçok insan -Tıp veya Hukuk okumuyorsanız – ileride işsiz kalacaksın

mantığıyla hareket ediyor. Unutmayalım! Bilim evrenseldir. Nerede olduğunuz değil yaptığınız

işin insanlığa ne kadar faydası dokunduğu önemlidir. Belki de siz gelecekte yurtdışında astrobiyoloji

alanında uzman olup, Türkiye’ye gelip astrobiyoloji çalışmalarının öncüsü olabilirsiniz.

Ayrıca astrobiyolog Dr. Betül Kaçar’ın Türkiye’den Nasa’ya uzanan çok başarılı bir hikayesi var.

Kendisi NASA’da astrobiyoloji alanında çalışmalar yapıyor. Görüyorsunuz, imkansız değil.

DR. BETÜL KAÇAR

Türk astrobiyolog, profesör. Yeryüzünde

kalıntı bırakan mikro-boyuttaki canlıların

biyolojik yapısını anlamak için çalışmalar

yapan Kaçar, laboratuvarda canlandırdığı

geçmişe dair biyolojik yaşamı, güneş sistemi

ve dışındaki gezegenlerden elde edilen

veriler ile karşılaştırarak evrendeki yaşamın

izlerini arayan bir bilim insanıdır. 2017 yılından

bu yana çalışmalarını Atlanta'daki Arizona

Üniversitesi'nde sürdürmektedir.

İstanbul'da dünyaya gelen ve Giresunlu bir ailenin çocuğu olan Betül Kaçar'ın çocukluğu Giresun'un Bulancak

ilçesinde geçti. Yüksek öğrenimini 2004 yılında Marmara Üniversitesi Kimya Bölümünde tamamladı.

2003'te, Marmara Üniversitesi'nde öğrenciliği sırasında Amerikan Howard Hughes Tıp Enstitüsü (HHMI)'ne

başvurduğu proje ile lisans öğrencileri yaz araştırma bursu alarak ABD'deki araştırmalarına başladı. Üniversiteden

mezun olunca Atlanta'daki Emory Üniversitesi'nde doktora programına başladı. Parkinson ve Alzheimer

gibi hastalıklara neden olan proteinler üzerine hem Emory Üniversitesi Kimya Bölümü hem de Emory

Tıp Fakültesi'nde çalışmalar yaptı. Doktora çalışmaları sırasında evrim ve astrobiyoloji konularına ilgi duydu;

2010 yılında doktorasını tamamladı. Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA)'ya başvurarak doktora sonrası

çalışmalarını NASA'da sürdürdü. Çalışmaları NASA Genç Araştırmacı ödülü, NASA Astrobiyoloji Enstitüsü

ödülü ve NASA Egzobiyoloji Araştırmacı ödülüne değer görüldü.. Bu ödüller sayesinde ABD'de ve Avrupa'da

birçok laboratuvarı ziyaret etme ve araştırma yapma fırsatı buldu. 2011 yılında NASA Astrobiyoloji Enstitüsü'nün

desteğiyle kurulan SAGANet adlı astrobiyoloji eğitim platformunun kurucuları arasında yer aldı. 2014

ve 2017 yılları arasında Harvard Üniversitesi'nde Organizma ve Evrimsel Biyoloji Bölümü'nde Araştırma Görevlisi

olarak bağımsız bir araştırma grubuna liderlik etti. 2018 yılından beri Arizona Üniversitesi'nde Astronomi

ve Moleküler Biyoloji bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 2016

yılından beri ABD'deki göreviyle eş zamanlı olarak Japonya hükûmeti tarafından kurulan

Yer-Yaşam Enstitüsü'nde (ELSI) öğretim üyesi olarak görevini sürdürmektedir.

Kendisi gerçekten bütün gençler için gerçek bir rol model, umarız onun yolundan giden

birçok arkadaşımız olur.

Kaynaklar

*https://www.kreatifbiri.com/evrenin-dnasini-inceleyen-bir-alan-astrobiyoloji/

*https://tr.sputniknews.com/bilim/202001171041083230-turk-bilim-insani-betul-kacar-evrendeyasamin-izlerini-arastirmak-icin-olusturulan-nasa-ekibine/

*https://bilimveutopya.com.tr/betul-kacar

Düzenleyen:

Öykü ÖZBEK



“Uzay Kirliliği”

Uzay Kirliliği;

*İşlevini tamamlayan uyduların uzay istasyonlarının kendi başlarına uzayda bırakılmaları,

*Uzay araçlarının uzayda atıklar bırakması,

*Uzay istasyonlarına bırakılan çöpler,

*Uzay araçlarının meteorlarla, diğer uydularla çarpışarak parçalara bölünmeleri uzay kirliliğinin

başlıca nedenleridir.

1957 yılından günümüzde kadar uzaya fırlatılan uydu sayısının yaklaşık 7000 civarında

olduğu düşünülmektedir. Bu uydulardan yaklaşık 1000 kadarının aktif şekilde görevine devam

ettirdiğini biliniyor. Yapay uyduların da bir kullanım ömrü bulunuyor. Görev süresi dolan yapay

uydular uzay çöpü oluyor.

Görev sürelerini tamamlayan bazı yapay uydular uzayda yörüngede kalmaya devam ederken

bazıları da dünya atmosferine girerek yanıp parçalanıyor. Yörüngede kalan uzay çöpü olmuş

yapay uydular, uzay araştırmaları sonucu oluşan atıklar, roket parçaları ve çeşitli gök cisimlerinin

görevi tamamlamış yapay uydulara çarpması sonucu oluşan enkazlarının tamamı

“Uzay Kirliliği” olarak tanımlanmaktadır. Uzay kirliliği, günümüz itibariyle çoğu insan tarafından

bir sorun olduğu düşünülmese de önlem alınmazsa yaklaşık 25-30 yıl içinde önemli sorunlara

neden olacağı tahmin edilmektedir. Dünya yörüngesinde dolanan birçok aktif uydunun yanı

sıra görevini tamamlamış uyduların gün geçtikçe sayılarının artması özellikle uluslararası uzay

istasyonu başta olmak üzere uzayda aktif olarak görev yapan birçok uydu için önemli risk taşımaktadır.

Uzay kirliliğinin önlenebilmesi için belirtilen çözüm yollarından biri ömrü tükenen

uyduların ve diğer uzay aracı atıklarının dünyaya düşmelerinin sağlamasıdır.

Yapılan hesaplamalara göre uzay çöplerinin %40’ı Çin tarafından, %27,5’i ABD tarafından

ve %25,5’i Rusya tarafından bırakılmış. Şu anda belirtilen sayılara göre, 10 cm’den büyük

olan 21.000 parça uzay çöpü yörüngede dolaşmakta. Ayrıca 1 ile 10 cm arasında boyutlara sahip

500.000 parça da söz konusu. Bunların büyük bir çoğunluğu oldukça hızlı bir şekilde hareket

ediyor..


Radarlarla tespit edilebilecek boyuttaki yaklaşık 12 bin büyük parça sürekli gözlem altında

tutuluyor. Bu çöpler her ne kadar uzay kuruluşları tarafından izlenmeye çalışılsa da tümünü

izlemek maalesef mümkün olamıyor.

Dünya’nın etrafında 27.000 km/saatten daha yüksek bir hızda turlayan bu nesneler, yanlış

bir hesaplama sonucu astronotları ve uyduları büyük bir risk altında bırakabilir.

Oscar ödüllü Gravity filmine konu olan bu sorun, basit bir uzay çöpünün ne kadar büyük yıkımlara

neden olabileceğini gösteren küçük bir örnek.

Tüm bu sorunlara bağlı olarak gelecekte uzay projelerini ve araştırmalarını tehlikeye sokabilecek

“uzay çöpü sorununun” çözümü için bazı projeler geliştiriliyor. Uzay çöpünü temizlemek

için bazı projeler son aşamaya geldi. Uzay çöplük temizleme çalışmaları yeryüzünün 1200

mil yukarısını temiz tutmayı hedefliyor.

Temizlik için geliştirilen projelerin bir kısmı, çöpü robotik kollarla toplamayı hedeflerken,

bazıları ise büyük ağlarla yakalamayı planlıyor.

Bazı uzay şirketlerinin uzay çöpü temizlemek için geliştirdikleri projeleri şöyle:

İngiltere, “RemoveDebris” adını verdiği

bir proje üzerinde çalışıyor. Surray Uzay Merkezi

tarafından yapılan bir duyuruya göre RemoveDebris

sıradışı ve oldukça etkili bir tekniğe

sahip. Söz konusu görev kapsamında dev

bir ağ sistemiyle çöpler bir araya getirilerek

toplanmaya başlanacak. Kanca, yelken çıpa

(drag-sail), ağ metotlarıyla çöpleri toplamaya

çalışacak aracın içinde dört deneysel faydalı

yük, kameralar ve uzay çöpü rolü üstlenecek iki uydu (CubeSat DS-1 DS-2) bulunuyor. Yörüngede

tatbik edilecek ilk deneyde DS-1, RemoveDebris tarafından düşük hızla uzaya fırlatılacak.

Yaklaşık 7 metre menzilde RemoveDebris ağırlaştırılmış ağı ateşleyecek. Ağın DS-12i sarması

ve birlikte atmosferde yanmaları bekleniyor.

NASA ise uzay çöpünü tespit edece özel bir sistem

üzerinde çalışıyor. 5 santimden büyük tüm nesneleri

tespit edecek sistemin 21.000 üzerinde çöpü belirlemesi

hedefleniyor.

“Astrocale” adlı uzay firması ise uzaydaki çöpü toplayacak

uydular tasarlıyor. Uydular yapışkan bir madde

ile kaplanacak ve çevresinde uçan çöpleri toplayacak.


Rusya da artık kullanılmayan uyduları, sondaları ve benzeri artıkları imha etmek için bir sistem

geliştiriyor. Söz konusu temizleyici uzay aracı, iyon motorlarıyla donatılmış. Araç, ortadan kaldıracağı

uyduya yaklaşınca motoru aktif hale geliyor. Araç, söz konusu uzay çöpünün motoru ile

etkileşime geçerek onu yavaş yavaş yörüngeden çıkarıyor. Böylece araç sabit kalıyor. Bu projeye

göre bir uydunun yörüngeden tamamen temizlenmesi, ağırlığı ve boyutuna göre 5 ila 10gün

sürüyor. Rusya, 10 yıl içerisinde en az 20 kez temizleme görevi gerçekleştirmeyi hedefliyor.

Proje yöneticisi Alexander Danilyuk olayı şöyle özetliyor:

“Temizleyicinin iki seçeneği var: Ya karşısındaki çöpü yörüngeden çıkartıncaya kadar ittirecek

ya da onu çekerek Pasifik Okyanusu’ndaki Christmas Adası uzay çöplüğüne doğru yönlendirecek.

Bu, karşısındaki çöpün yapısına bağlı olarak şekillendirilecek.”

NASA ve ESA, uzay

çöpü yaratmayacak uydu

tasarımları üzerinde çalışıyorlar.

Bu tasarımlar

arasında ömrü dolan uydunun

manyetik kuvvetle

Dünya’ya indirilmesi gibi

planlar var. Uzay çöpü

toplama çalışmalarının

önümüzdeki 5 yıl içinde

başlaması bekleniyor.

İnsanlar uzay keşiflerinin

sınırlarını zorladıkça

ve Dünya'nın ötesine daha

fazla insan gönderdikçe,

"uzay çöpü sorununu"

çözmek gerçekten daha da önemli hale geliyor. Neyse ki, dünyanın en iyi bilim insanları

ve mühendislerinden bazıları bu konu üzerinde çalışmalarına devam ediyor.

Kim bilir? Bir gün yepyeni bir endüstrinin başladığını görebiliriz: Uzay çöplerinin kaldırılması!

Kaynaklar

*“Orbital Debris,” NASA, [Çevrimiçi]. Available: https://www.orbitaldebris.jsc.nasa.gov/. [Erişildi: 1

Mart 2021].

*“Russian Satellite Hit by Debris from Chinese Anti-Satellite Test,” Space.com, [Çevrimiçi]. Available:

https://www.space. com/20138-russian-satellite-chinese-space-junk.html. [Erişildi: 12 Mart 2021].

*R. Mola, “How Things Work: Space Fence,” Air & Space Magazine, [Çevrimiçi]. Available: https://

www.airspacemag.com/space/ how-things-work-space-fence-180957776/. [Erişildi: 13 Mart 2021].

Düzenleyen:

Ejin ÇELİK



MYSTERİOUS MİCROBES İN SPACE

ASTRONAUTS HAVE

IDENTIFIED UNKNOWN

MICROBES IN SPACE

FOR THE FIRST TIME

Wheresoe'er humans roam, there

you will also find microbes. It's just a

fact of life we contaminate everything

we touch.

Which means, hundreds of kilometres

above the Earth, there are trillions

of bacteria predicted to be living on

the International Space Station.

The ability to identify these microbes

right there on the station is something

NASA has been working on for

a while.

If we can sequence these microbes

in space, it could help diagnose

astronaut ailments, study how microbes

survive in microgravity, and even identify

extraterrestrial life if there is any

floating around up there.

Now, thanks to the “Genes in

Space-3” project, NASA astronauts and

biochemists have done just that. They've

identified microbes aboard the space

station for the very first time.

These turned out to be ordinary

microbes that are commonly found

where humans live. But now that the

technique has been shown to work in

space, there's no telling what astronauts

might find next.

Previously, the only way to identify

microbes on the International Space

Station was to send them back to

Earth for testing. Microbes had been

sequenced on board the ISS, but those

samples had been prepared on Earth.

There was no way to find something in

space and genetically identify it straight

away.

"We have had contamination in

parts of the station where fungi was

seen growing or biomaterial has been

pulled out of a clogged waterline, but

we have no idea what it is until the

sample gets back down to the

lab," Wallace said in April.

There are a lot more microbes

out there in space than you may think.

We do our best to sterilise space

equipment here on Earth before launch,

but even the most extreme techniques

can only reduce the number of microbes

to 300 per square metre

(compared to billions for a clean kitchen

floor).

Given that microbes have demonstrated

the ability to survive in the

vacuum of space, having been found

living outside the ISS, being able to

quickly identify them will help rule out -

or confirm - whether they're Earth microbes

or not. (So far, all microbes found

in and on the ISS have been terrestrial

in origin.)

Identifying the microbes was a

two-step process. First, NASA astronaut

and biochemist Peggy Whitson had to

collect samples and subject them

to Polymerase Chain Reaction (PCR), a

technique that amplifies a sample of

DNA to create many of copies of it.

The second step was sequencing

and identifying the microbes. To do this,

Whitson used petri dishes to collect

samples from various surfaces around

the space station. Then, she just let the

samples grow for a week before transferring

them into small test tubes inside

the Microgravity Science Glovebox -

the first time this has ever been done

in space.

Weather on Earth threatened

the experiment when Hurricane Harvey

blocked the microbiologists from their

lab at Johnson Space Center, which

meant they had to find a workaround.

They ended up connecting via

Wallace's personal cell phone so that

she could provide support to Whitson as

she sequenced the DNA using the

handheld MinION sequencer.

This is the same sequencer NA-

SA astronaut Kate Rubin used in 2016

to sequence DNA in space for the first

time ever.

The data was sent down to NA-

SA's team in Houston for analysis.

"Right away, we saw one microorganism

pop up, and then a second one, and

they were things that we find all the

time on the space station," Wallace said.

In this case, the microbes were

all ordinary, known microbes that are

common where humans live and work

(NASA didn't specify exactly which species

they were).

But confirmation would have to wait

until the samples could be returned to

Earth and re-tested to make sure the

results were correct.

As you already know, they were -

marking the first time that PCR and

DNA sequencing have both been successfully

performed in microgravity as

part of the same process, using

equipment specially designed for that

purpose.

"It was a natural collaboration to put

these two pieces of technology together

because individually, they're both great,

but together they enable extremely

powerful molecular biology applications,"

Wallace said.


UZAYDAKİ GİZEMLİ MİKROPLAR

ASTRONOTLAR UZAYDA İLK KEZ BİLİN-

MEYEN MİKROPLARI TANIMLADILAR

Dolaşırken orada mikrop bulacaksınız. Bu sadece

hayatın bir gerçeğidir. Dokunduğumuz her şeyi

kirletiyoruz.

Yani, Dünya’dan yüzlerce kilometre yukarıda, Uluslararası

Uzay İstasyonunda yaşayacağı tahmin edilen

trilyonlarca bakteri var.

Bu mikropları istasyonda tanımlama yeteneği, NA-

SA’nın bir süredir üzerinde çalıştığı bir konu.

Uzaydaki bu mikropları sekanslayabilirsek, astronot

hastalıklarını teşhis etmede, mikrogravitede mikro

organizmanın hayatta kalmasını incelemekte ve hatta

çevremizde dolanan herhangi bir şey varsa bu dünya

dışı yaşamı tanımlamamıza yardımcı olabilir.

Şimdi Uzaydaki Genler-3 projesi sayesinde NASA

astronotları ve biyokimyacılar sadece bunu yapıyor.

İlk defa uzay istasyonunda mikro organizmaları tespit

ediyorlar.

Bu organizmaların, insanların yaşadığı yerlerde yaygın

olarak bulunan sıradan mikroplar olduğu ortaya çıktı.

Ancak tekniğin uzayda çalıştığı gösterildiğine göre,

astronotların daha sonraları neler bulabileceğini söylemek

pek mümkün değil.

Daha önce, Uluslararası Uzay İstasyonu’ndaki mikro

organizmaları belirlemenin tek yolu test etmek için

onları Dünya’ya geri göndermekti. Mikroorganizmalar

ISS üzerinde dizilenmişti, ancak bu numuneler Dünya

üzerinde hazırlanmıştı. Uzayda bir şey bularak onu

genetik olarak hemen tanımlayamayacağımız bir yol

yoktu.

Wallace, “İstasyonun, mantarların büyüdüğü veya

biyolojik materyalin tıkanmış bir su hattından dışarı

çekildiği kısımlarda kirlilik yaşadık, ancak örnek laboratuara

geri dönene kadar ne olduğunu bilmiyoruz,”

dedi.

Uzayda düşünülenden çok daha fazla mikrop var.

Uzaya göndermeden önce yeryüzündeki teçhizatları

sterilize etmek için elimizden geleni yapıyoruz, ancak

en uç teknikler bile mikrop sayısını metrekare başına

300’e düşürebilir (temiz bir mutfak zemini için milyarlarca

mukayese edildiğinde).

Mikroorganizmaları, ISS’nin dışında bulunmuş olan

boşlukta yaşayarak, hayatta kalma kabiliyetine sahip

olduklarını göz önüne alındığında, bunları hızlı bir

şekilde tanımlayabilmek, bunların Dünya mikropları

olup olmadıklarına karar vermek ve teyit etmeye yardımcı

olacaktır. (Şimdiye kadar, ISS’de ve üzerinde

bulunan tüm mikroplar köken olarak karasal olmuştur.)


UZAYDAKİ GİZEMLİ MİKROPLAR

Mikropları tanımlamak iki aşamalı

bir süreçti. İlk olarak, NASA astronotu

ve biyokimyacı Peggy Whitson

örnek toplamalı ve bunları bir

çok DNA kopyası oluşturmak

için ( DNA örneğini çoğaltan bir

teknik olan ) Polimeraz Zincir Reaksiyonu’na

(PCR) tabi tutmak

zorundaydı.

İkinci adım, mikropların sıralanması

ve tanımlanmasıydı.

Bunu yapmak için, Whitson uzay

istasyonu çevresinde çeşitli yüzeylerden

numuneler toplamak için

petri kaplarını kullandı. Sonra, Microgravity

Science Glovebox içindeki

küçük test tüplerine aktarılmadan

önce numunelerin bir hafta

büyümesine izin verdi.

Not: Bu, uzaya ilk defa yapıldı.

Harvard Kasırgası, Johnson Space

Center’daki laboratuarlarında bulunan

mikrobiyologları engellediğinde,

Buna geçici bir çözüm bulmak

zorunda kalındı.

Wallace’ın kişisel cep telefonu vasıtasıyla

bağlantı kuruldu ve böylece

elinize sığabilecek kadar küçük

olan Minion sequencer kullanarak

DNA dizilenerek Whitson’a destek

sağlanabildi.

Bu, NASA astronotu Kate Rubin’in

2016 yılında DNA’yı ilk defa uzayda

dizilemek (sekanslamak) için kullandığı

cihazdır.

Bu yazıyı yazarken, oxford minion dizi

analizi cihazının bir kapsülle ISS’ye fırlatıldığı

zamanları hatırlıyorum. Biz Dünyada

aynı şeyi yapmaya çalışırken onlar

bir kutunun içinde bunu başarıyorlar.

Veriler analiz için Houston’daki NASA

ekibine gönderildi.

Wallace, “Hemen, bir mikroorganizmanın

açıldığını gördük ve bir saniye sonra

ikinci bir tanesinin, uzay istasyonunda

her zaman bulduklarımız dandı ” dedi.

Bu durumda, mikro organizmalar, insanların

yaşadığı ve çalıştığı yerde yaygın

olan bilinen sıradan mikro organizmalardı.

(NASA tam olarak hangi tür belirtmedi).

Fakat örneklerin onaylanması için, örneklerin

Dünya’ya geri gönderilene ve sonuçların

doğru olduğundan emin olmak

için tekrar test edilene kadar beklemek

zorunda kalacaklardı.

Zaten bildiğiniz gibi, PCR ve DNA dizi

analizinin, aynı işlemin bir parçası olarak,

bu amaca yönelik olarak özel olarak

tasarlanmış ekipmanı kullanarak, mikrogravitede

başarıyla gerçekleştirildiğini ilk

kez gösterdiler.

Wallace, “Bu iki teknolojiyi bir arada

tutmak doğal bir işbirliği idi, çünkü bireysel

olarak, ikisi de harika, fakat beraber

son derece güçlü moleküler biyoloji

uygulamaları sağlıyorlar” dedi.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!