NİSAN SAYISI
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Prof. Dr. Tekin MEMİŞ
Aile Anayası ve Şiketler Hukuku
Arş. Gör. Olcay KARACAN - Öğr. Gör. Dilara Çıplak- Av. Burçak ÜNSAL - Av. Sima BAKTAŞ - Stj. Av. Lorenzo D’ILARIO
Av. İlayda ÇİNDİRLİ - Av. Sevcan EKİNCİ - Elif Merve ŞAHİN - Buse YELTEN - Sema SELEK
A JUST WORLD IN
WHICH THERE IS
RESPECT FOR HUMAN
DIGNITY AND
CULTURAL DIVERSTY
içindekiler
Aile Anayasası ve Şirketler Hukuku
Prof. Dr. Tekin MEMİŞ.........................................4
Cinsel Tacizin Tanımlanması Problemi
Arş. Gör. Dr. Olcan KARACAN.......................12
İstanbul Artbitration Centre: Arbitration Rules
Öğr. Gör. Dilara ÇIPLAK..................................15
Kriptoparalar Nedir Ve Hukuki Durumu
Av. Sima BAKTAŞ................................................20
Which Legal Framework For eSports In Turkey
Stj. Av. Lorenzo D’ILARIO................................24
İş Kazası ve Meslek Hastalıkları
Av. İlayda ÇİNDİRLİ...........................................26
Legal Tech And How Its Shapes
The Future Of Law
Av. Sevcan EKİNCİ.............................................32
Gen Teknolojisinin Hukuki Boyutu
Elif Merve ŞAHİN...............................................35
Robotlaşan Dünyamızda Yapay Zekanın
Hukuka Etkileri
Buse YELTEN......................................................38
Arabuluculuğun Temel İlkeleri
Sema SELEK........................................................40
E-DERGİ
KARANTİNA
ÖZET:
Aile anayasası, son dönemlerde sıklıkla gündeme gelmektedir.
Bazı ticaret odaları örnek metinler yayınlamaya başlamıştır.
Aile anayasası, aile fertlerinin şirketler ve şirketlerin
malvarlığının idaresindeki ilkelerin belirlenmesi olarak tanımlanmaktadır.
Amaç, şirketi aile fertleri ve hissedarların arzu
ve iradelerinden ya da bireysel reflekslerinden kurtararak, şirketin
kurumsal yönetime sevk edilmesi ve sürdürülebilir bir
şirket kurulması için ilkelerin belirlenmesidir.
Aile anayasasının şirketler hukuku ile ilgisinin kurulması, hukuken
nitelendirilmesi ve ona bir bağlayıcılık kazandırılması
gerektiği; aksi takdirde aile anayasasının işlevsiz kalacağı görülmektedir.
Anahtar Kelimeler:
Aile anayasası, Şirketler Hukuku, Şirket Esas Sözleşmesi, Emredici
Hükümler, Yönetici Sorumluluğu.
GİRİŞ
Aile şirketleri, son dönemlerde artan bir şekilde şirketler hukukuna
odaklanmaya başlamışlardır. Esasen bu da şaşırtıcı
değildir. Dünyadaki en büyük 500 şirketin üçte biri, İtalya’daki
en büyük 100 şirketin 43’ü, Fransa’daki en büyük 100 şirketin
26’sı, Almanya’daki en büyük 100 şirketin 17’si aile işletmesidir.
1 Sanayileşmesini tamamlayan ve sanayi ülkesi olan
Almanya’da bile şirketlerin %91’i aile şirketidir. 2 Ülkemizde
ise aile şirketi oranı mevcut şirketlerin %95’idir. 3 Aile anayasası,
özellikle aile fertlerinin şirketleştiği hallerde önem kazanmaktadır.
Hayatta gözlemlediğim olay şudur: İnsanlar azı
daha kolay paylaşırlar. Zor olan fazlayı paylaşmaktır. İktisat
biliminin bize öğrettiğinin tersine insanlar yarım ekmeklerini
daha kolay paylaşmaktalar ama milyonlarını daha zor paylaşmaktadır.
Bu kısır döngü tabii ki şirketler hukukunda da
1Selim Zaim/Halil Zaim,Salih Keskin/Selman Tetik, Kobiler İçin Şirket Anayasasının Önemi ve Oluşturulması,
İstanbul Ticaret Odası Yayınları,İstanbul 2012,s.19; Sema Yolaç/Ebru Doğan,“Küreselleşme Sürecinde
Aile İşletmelerinde Yönetim ve Kurumsallaşma”,İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası,C.62,S.2,
2011,s.104.
2Geniş bilgi için bkz. Fleischer, H. (2017). Familiengesellschaften und Familienverfassungen: Eine historisch-vergleichende
Standortbestimmung. Neue Zeitschrift für Gesellschaftsrecht, (31/2017), s. 1201-1210.
3Yolaç/Doğan, s. 104.
cereyan etmektedir. Aile şirketlerindeki ayrılıklar daha zorlu
geçmektedir. Tarafların daha zorlu bir psikolojik yapı içinde
olduğu, bu durumun da şirketlere bir ayrılıktan daha fazla
zarar verdiğini gözlemlediğimi söyleyebilirim.
Aile anayasasının şirketler hukuku alanında yansımalarını incelemeye
başlamadan önce belirtmem gerekir ki konuya ilişkin
özel bir yasal düzenleme bizde olmadığı gibi mehaz ülke
adını verdiğimiz Almanya ve İsviçre’de de bulunmamaktadır.
Aile anayasası, en klasik tabiri ile aile fertlerinin şirketler ve
malvarlığını idaresindeki ilkelerin belirlenmesi olarak tanımlanmaktadır.
Yani şirketi aile fertleri ve hissedarların arzu ve
iradelerinden ya da bireysel reflekslerinden kurtararak, şirketin
kurumsal yönetime sevk edilmesi ve sürdürülebilir bir
şirket kurulması için ilkelerin belirlenmesidir.
Bu kısa ifadelerden yola çıktığımızda aile anayasasının şirketler
hukuku ile ilgisinin kurulması, hukuken nitelendirilmesi
ve ona bir bağlayıcılık kazandırılması gerektiği; aksi takdirde
aile anayasasının işlevsiz kalacağı görülmektedir.
Aile anayasasının iki yönü ya da anlamı bulunur. Aile anayasası
bütün ortaklar tarafından hazırlanır. Böylece aile fertleri
gerek aile, gerekse şirket için geçerli ilkeleri belirlerler. Aile
anayasasında temel değerler, temel ilkeler tanımlanır, ortak
yarar ve zararlar tayin edilir. Aile anayasası, aile içinde kalan
temel ilke ve değerlendirmeleri içerir. 4 Aile anayasasının diğer
anlamı ise bütün tarafları bağlayıcı bir kurallar bütünü olmasıdır.
5
I. AİLE ANAYASASININ ŞEKLİ VE BAĞLAYI-
CILIĞI
Her ne kadar uygulamada aile anayasası denilse de esasen
eldeki metnin bir anayasa olmadığı açıktır. Ancak anayasa
vurgusu, hukuk sisteminde normlar hiyerarşisi içinde en üst
4Susanne Kals/Stephan Probst,Familienunternehmen-eine erste Vermesssung, Der Gesellschafter, 2013, s.4
5Kals/Probst, s. 4.
4
E-DERGİ
norm olarak kullanılmakta olduğu için bağlayıcılığına ve kolay
değişmezliğine işarettir. Bu nedenle bağlayıcılık ve kolay
değişmezlik karakterinin sağlanması gerekir. Ancak aile anayasasının
sadece hukuki bir metin olmadığı, ayrıca ailenin değerlerinin,
gelecek vizyonunun belirlendiği bir metin olduğu
da vurgulanmalıdır.
Aile anayasasının ihtilaf halinde bağlayıcı bir metin olmadığı
vurgusu yapılır. Ancak bu durum sadece bir davada tarafların
iddiasıdır. Eğer hukuken bir metin imzalanmış ise bu metin
bir şekilde tarafları bağlar, onlara bazı haklar verir ya da
yükümlülükler yükler. Aile anayasası, tarafların sadece imza
çalışması yaptıkları bir kâğıt değildir, olmamalıdır.
Bu sözlerden sonra aile anayasasının nihayetinde aile arasında
yapılmış bir sözleşme olduğu sonucu kendiliğinden ortaya
çıkar. Aile anayasası bir uzlaşma niteliğindedir, taraflar
arasında özel bir güven anlaşması teşkil eder, bu çerçevede
taraflar bazı konularda birbirlerine söz verirler. 6 Kanaatimizce
taraflar arasında oluşan bu güven ilişkisi ileride tarafların
birbirlerine olan hak ve yükümlülükleri konusunda bir temel
oluşturacaktır. Bu güven ilişkisine aykırılık halinde taraflar
arasında ileri sürülecek yaptırımların olduğu söylenebilirse de
şirketler hukuku alanında da bazı sonuçlara bağlanabileceği
kuşkusuzdur. Aile anayasasının şirketler hukukuna etkileri
düşünülür iken esasen şirkette bir yabancının bulunup bulunmadığı
hususu da dikkate alınmalıdır. Yabancı ortağın söz
konusu güven ilişkisini bilip bilmediği konusu da göz önünde
bulundurulmalıdır. 7
Bu sözleşme bir yönüyle şirket sözleşmelerine benzer. Zira
taraflar birbirlerine bir taahhütte bulunmazlar, birbirlerine bir
borç taahhüt etmezler. Buna karşın çoğunlukla yapma ya da
yapmama şeklinde ortaya çıkan davranışları taahhüt ederler.
Aile anayasasının içinde bazı ileriye yönelik ve borçlar hukuku
anlamındaki taahhütlerin yapılması da mümkündür. Ancak
aile anayasası, şirket sözleşmelerinden iktisadi bir amacı
taşımaması yönüyle çoğunlukla ayrılır. 8 Aile anayasası, TBK.
m. 620’de yer alan adi şirket tanımından başka yönleri ile de
açıkça farklıdır. Türk Borçlar Kanunu m. 620’de emek ve
sermayenin bir araya gelmesinden bahsedilirken burada çoğu
kez sadece bir vizyon çalışması ya da değerler tespiti yahut
yönetim ilkeleri belirlenebilir. Borçlar hukuku sözleşmeleri
bakımından aile anayasasının Kanun’da tanımlanmayan atipik
sözleşmeler arasında yer aldığı söylenebilir.
6Tobias Hueck, Die Familienverfassung-Rechtliche Konturen eines Instruments der Governance in Familienunternehmen,
Tubingen 2017, s. 257.
7Hueck, s. 257; bu konuda bkz. BGH., 9.12.1968 (Az. II ZR 4267), BGHZ 51, 204, 206.
8Adi şirketin amacı, gayrı iktisadi de olabilir. Ancak aksi görüşe göre, Borçlar Kanununda bulunan
(eBK.m.521) kazanç paylaşmaya ilişkin hükümler düşünüldüğünde ve iktisadi amacın dışında bir amaçla kurulan
adi şirketin dernekten bir farkı kalmayacağı da dikkate alındığında adi şirketin mutlaka iktisadi bir gaye için
kurulması gerekir (Bkz. Halil Arslanlı, Şirket Mukaveleleri ile Cemiyetler ve İki Tarafa Borç Yükleyen Akitler
Arasındaki Ayrılıklar ve Bunları Tefrika Yarayan Ölçüler, İHFM, C. XI, 1945, Sayı 3-4, s. 130; Mimaroğlu, s.
27, 29; Karayalçın, s. 59, 60; Şener, Adi Ortaklık, s. 103, 104).
Aile anayasası, sadece şirkete ortak olanlar arasında imzalanıyor
ve şirketin yönetimine ilişkin kurallardan oluşuyor ise
buna hissedarlar (pay sahipleri) sözleşmesi adı verilebilir. Pay
sahipleri sözleşmesi, anonim ortaklık pay sahiplerinin tamamının
veya bir kısmının, pay sahibi olarak kendi aralarındaki
hukuki ilişkiyi, kendilerinin ortaklıkla olan ilişkilerini veya ortaklığın
tabi olmasını arzu ettikleri düzeni belirlemek üzere
akdettikleri sözleşme olarak tanımlanır. 9 Pay sahipleri sözleşmeleri
içinde yer alan hükümlerin çeşitliliği, bu sözleşmelerin
tek ve tipik bir sözleşme olarak nitelendirilmesini engeller.
Pay sahipleri sözleşmesi taraflar arasında akdedilmiş bir sözleşme
niteliği taşır. 10 Pay sahipleri sözleşmesi, çoğu kez bir adi
ortaklık olarak nitelenebileceği gibi tek tarafa borç yükleyen
ya da iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme olarak da karşımıza
çıkabilir. Pay sahipleri sözleşmesi, bir başka ortaklığın
yönetimini ele geçirme, yönetimine etki etme gibi bir amaç
da taşıyabilir. Bu halde söz konusu ortak amaç, adi şirketin
amacı kabul edilir. Ortaklığa konulan sermaye ise pay sahipliği
haklarıdır. 11
Aile anayasasının sadece pay sahipleri arasında imzalanmaması
halinde bunun bir hissedarlar sözleşmesi olarak nitelendirilemeyeceği
ortadadır. Ayrı bir iktisadi gaye taşıması elbette
ona adi şirket hüviyeti kazandırabilir. Ancak farklılaşan
sadece taraflar da değildir, aile anayasasını farklılaştıran aynı
zamanda onun içinde yer alan diğer düzenlemelerdir. Bu yönüyle
yine vurgulamalıyız ki aile anayasası, şirketler hukukundaki
şirket sözleşmelerinden farklıdır.
Aile anayasası, şirket sözleşmeleri ile karşılaştırıldığında şu
farklılıklar ortaya çıkmaktadır 12 :
AİLE ANAYASASI
Serbest bir dil ve ifade
Herkes tarafından anlaşılabilir
Hukuken dikkate alınabilir
metinler
Mümkün olduğunca oy
birliği ile kabul
Aile ve aile içindeki ilişkileri
ve aile ile şirket arasındaki
ilişkileri düzenler
Şirket sözleşmesi, evlilik ve
miras sözleşmeleri ile uyuşmazlık
çözümünün ilkeleri
düzenlenir.
KARANTİNA
ŞİRKET SÖZLEŞMESİ
Teknik bir dil ve ifade
Tacir ve hukukçular tarafından
anlaşılabilir
Hukuken bağlayıcı metinler
Çoğunluk prensibi
Şirket içindeki tüm ilişkileri
ayrıntılı olarak düzenler
Şirketin ilkeleri belirlenir.
9Gül Okutan Nilsson, Anonim Ortaklıklarda Paysahipleri Sözleşmesi, İstanbul 2004, s.4.
10Okutan Nilsson, s.79.
11Okutan Nilsson, s. 79-81.
12Rainer Kirchdörfer/Rainer Lorz, Corporate Governamce in Familienunternehmen, Familienverfassungen
und Schnittstellen zum Gesellschaftsvertrag, FuS, 2011, s. 101
5
E-DERGİ
Aile anayasası katılan herkesin anladığı dilde yazılır iken esas
sözleşme daha ziyade ticari ve teknik bir dile sahiptir ve daha
serbest bir ifade ile kaleme alınır. Aile anayasası sadece taraflar
arasında geçerli iken şirket esas sözleşmesi herkesi
bağlayıcı metinlerdir. Yine aile anayasasının değiştirilmesi oy
birliğine tabi iken şirket esas sözleşmesi çoğunlukla değiştirilebilmektedir.
Aile anayasası için şekli bir şart öngörülmemiştir. Bilindiği
üzere atipik bir sözleşme olarak nitelendirilen sözleşme ya da
geniş anlamda “adi şirket” sözleşmesi de şekle tabi değildir.
Ancak tarafları bağlaması ve uzun yıllar bağlayıcılığını gösterebilmesi
için yazılı şekilde yapılması ve taraflarının imzasını
taşıması gerekir. 13
II.AİLE ANAYASASININ ŞİRKETLER HUKU-
KUNA ETKİSİNDE DİKKATE ALINMASI GE-
REKEN UNSURLAR
Aile anayasası olarak düzenlenen metinlerin şirketler hukukuna
yansımaları ya da yansıtılması bakımından dikkate alınması
gereken kriterler şunlardır:
1. Tüzel kişiliğe sahip olup olmamaları bakımından aile anayasasının
etkisi değişecektir. Eğer adi şirket şeklinde örgütlenme
modeli seçilmiş ise bu halde aile anayasası, aynı zamanda
adi şirket sözleşmesi sayılabilecektir. Bu halde aile anayasası
doğrudan şirket sözleşmesi olarak da kullanılabilecek ve tarafların
işletmelerine etki edecektir. Buna karşın tüzel kişiliğe
sahip bir şirket söz konusu ise aile anayasasının unsurlarının
şirketler hukukunda etkisinin sağlanması için şirket sözleşmesine
yansıtılması gerekecektir.
2. Aile anayasasının şirketler hukukunda etkisi de değişebilmektedir.
Şahıs şirketleri ile sermaye şirketleri ayrımında
Türk Ticaret Kanunu bakımından önemli farklılıklar bulunmaktadır.
Kollektif ve komandit şirketler bakımından aile
anayasasının şirket sözleşmesine yansıtılması daha kolaydır.
Buna karşın -aşağıda da incelenecek olmakla birlikte- sermaye
şirketlerinde TTK.m. 340 ve 579 hükümleri, aile anayasasının
şirketler hukukuna etkilerini sınırlayıcı bir etkiye sahip
olacaktır. Emredici hükümler olarak adlandırılan bu düzenlemeler,
şirket esas sözleşmelerine yazılabilecek hususları sınırlamaktadır.
3. Çok ortaklı ve tek ortaklı şirketler bakımından da aile anayasasının
şirketler hukukuna yansıması farklıdır. Çok ortaklı
şirketlerde ve sermaye şirketlerinde belirli bir çoğunluğun
13Bkz. Y. 13. HD., 2.5.1975, E. 5853, K. 2972; 13. HD., 28.6.1984, E. 3290, K. 4923, YKD 1986/1, s. 79.
KARANTİNA
esas sözleşmeyi kabul etmesi gerekirken, şahıs şirketlerinde
oybirliğine ihtiyaç duyulan kararlar daha fazla olacaktır. Buna
karşın tek ortaklı şirketlerde bazen esas sözleşme bazen de
şirket ile aile arasındaki anlaşmalar ya da tek taraflı taahhütlerle
aile anayasası daha kolay bir şekilde şirketler hukukuna
yansıtılabilecektir.
4. Halka açık olup olmamasına göre de aile anayasasının etkileri
değişir. Sermaye Piyasası Kanunu açısından aile anayasasının
ne kadar etkili olacağı konusu ayrı bir konudur.
Kurul’un müdahale yetkileri de düşünüldüğünde bu ayrımın
etkisi kendiliğinden ortaya çıkar.
5. Nihayet topluluk şirketlerinde de aile anayasasının etkileri
farklı olabilmektedir. Burada aile anayasası, şirketler topluluğunda
farklı etkilere sahip olacaktır. Eğer hâkim şirketi elinde
bulunduran aile ise bağlı şirketlere aile anayasasının uygulanması
daha kolay iken eğer hâkim teşebbüs konumunda değilse
aile anayasasının bağlı şirketlere uygulanması zorlaşacaktır.
III.ANONİM ŞİRKETLERE AİLE ANAYASASI-
NIN YANSITILMASI
A. Şirket esas sözleşmesine aile anayasasının nasıl
yansıtılacağı sorunu
Aile anayasasının şirket esas sözleşmelerine yansıtılmasında
asıl sorun, aile anayasasının çok ayrıntılı düzenlenmesidir. Bu
metinlerde kimin nasıl şirkette çalışacağı, aile değerleri gibi
şirket esas sözleşmelerinde bulunmayan -bulunamayacak
olan hükümler yer almaktadır. Diğer tarafta ise, yukarıda değinildiği
üzere, TTK.m. 340’da (limited şirketler için m. 579)
yer alan emredici hükümlerle olan ilişkisidir. 14 Türk Ticaret
Kanunu m. 340 hükmü “Esas sözleşme, bu Kanunun anonim şirketlere
ilişkin hükümlerinden ancak Kanunda buna açıkça izin verilmişse
sapabilir” denmektedir. Hal böyle olunca, şirket yönetimi
de dâhil olmak üzere aile anayasasında birçok konunun
düzenlenmesi bir hüküm ifade etmeyecektir. Örneğin genel
kurulun yetkilerini sınırlandıran bir aile anayasası hükmü acaba
şirket esas sözleşmesine nasıl yansıtılabilecektir? Ankara
Sanayi Odası tarafından hazırlanan aile anayasasından 15 bazı
örneklerle konuyu açıklamak istiyorum. İlk örnek şu şekildedir:
Örnek m. 7: “Bir şirket çalışanının belirli yönetim kademelerine doğrudan
atanması için sadece aile üyesi olması yeterli değildir. Özellikle
şirket(ler)in Yönetim Kurulu, Aile Konseyi gibi organlarına başkanlık
edecek aile üyelerinin, vizyon sahibi, eğitimli, ileri yönetim becerile-
14Bu konuda bkz. Rauf Karasu, Anonim Şirketlerde Emredici Hükümler İlkesi, Ankara 2015.
15Bkz. http://www.ticaretkanunu.net/aile-anayasasi-ornegi/ (13.05.2018).
6
E-DERGİ
rine sahip olması gereklidir.”
Aile anayasasında yer alan böyle bir hükme şirket esas sözleşmesinde
yer verilmesine TTK.m. 340 hükmü engel değildir.
Şirket esas sözleşmesine bu hüküm, yönetici seçimine ilişkin
bir düzenleme ile yöneticiler için lisans, yüksek lisans ya da
tecrübe şartı konularak kolayca yansıtılabilir.
Buna karşın
m. 7: “Performansı ve yöneticilik vasıfları yetersiz bulunan aile üyelerinin
gerekli bilgi ve becerileri kazanması için gerekli olan önlemler
alınmalıdır. Bu önlemlere rağmen yönetim becerisi yetersiz görülen aile
üyesi görevi bırakmaya davet edilir.”
Hükmünün esas sözleşmeye yansıtılması mümkün değildir.
Zira bu türden bir hüküm, şirket esas sözleşmesinde bulunamaz.
TTK.m. 340 hükmüne göre bu düzenleme, genel kurulun
münhasır yetkilerine aykırı olduğu için geçersiz sayılmalıdır.
Ancak bu hususun aile içinde değerlendirilmek suretiyle
genel kurul toplantısına katılacak olanlara hangi yönde karar
alması noktasında bir tavsiye olarak yöneltilmesi mümkündür.
Yine belirtelim ki aile anayasasında düzenleme konusu yapılan
bazı hususların da şirket esas sözleşmesine yansıtılması ve
şirketin bütün yapısının buna göre dizayn edilmesi gerekir.
Örneğin;
Şirket Hisselerinin Elden Çıkarılması
Madde 18– “Şirket(ler)e ait hisselere sahip olan aile üyeleri,
bu hisselerini elden çıkarma yolunu seçtiklerinde bunu ilk
önce Aile Konseyi’ne bildirmekle yükümlüdürler. Mülkiyetin
aile içerisinde kalması açısından, elden çıkarılması düşünülen
hisselerin ailenin diğer üyelerine devri yoluna gidilmesi
şarttır. Hisselerin satış değeri, Konseyde yapılan görüşmeler
yoluyla saptanır. Eğer bu konuda görüş farklılıkları ortaya çıkarsa,
hisse değerinin belirlenmesi için aile dışından uzman
yardımı alınabilir”.
Esasen aile şirketinin hissedarlık yapısının değişmemesi için
getirilmiş bulunan bu düzenleme, eğer şirketler hukuku tarafında
doğru bir düzenlemeye kavuşturulmaz ise işlemez
bir hüküm olarak kalabilecektir. Zira anonim ortaklıklarda
payın serbestçe devredilebilirliği asıl ilkedir. Payların sadece
nama yazılı olması bile devredilebilirliğe engel değildir. Zira
TTK.m. 490 hükmüne göre “Kanunda veya esas sözleşmede aksi
öngörülmedikçe, nama yazılı paylar, herhangi bir sınırlandırmaya bağlı
olmaksızın devredilebilirler”. Hal böyle olunca aile anayasasındaki
hükmün icrası için bir sınırlama konulacak ise şirket payla-
KARANTİNA
rının nama yazılı olması ve TTK.m. 491 hükmüne göre esas
sözleşmeye hüküm konulması, ayrıca pay sahibi bileşenlerine
atıf yapılması gerekir (TTK. m. 493). 16 Yoksa payın devredilebilirliği
esas olduğu için aile anayasasında hangi hüküm
olursa olsun payını devreden kimsenin pay devrine engel olmak
mümkün olmayacaktır.
Bazı aile anayasalarında gördüğümüz evlilik sonrası akrabalıklar,
evlilik sözleşmeleri ya da yeni kayın hısımların yahut
gelinlerin hatta kız çocukların evliliği halinde şirkete karışmayacağı
ya da yönetime katılmayacağına ilişkin konuların şirket
esas sözleşmesine yansıtılması mümkün değildir.
Yine yukarıda Örnek Aile Anayasası’nın 18. maddesinde yer
alan düzenlemede pay değerlerinin aile konseyi tarafından
belirleneceğine ilişkin düzenleme de TTK.m. 340 ve TTK.m.
493/5 hükmü karşısında işlevsiz kalacaktır. Bu gibi hükümlerin
TTK.m. 340 gereğince batıl sayılabileceğini belirtmek
gerekir. 17
Aile anayasasında kurulan aile konseyinin de şirket esas sözleşmesinde
yer alması ya da kurgulanması düşünülebilir. Bu
gibi hallerde esasen genel kurul ya da yönetim kurulunun organ
vasfında olmayan kurul ya da komitelerin oluşturulmasına
bir engel bulunmamaktadır. Şirket esas sözleşmesinde ya
da genel kurul kararı ile şirket organlarının münhasır yetkilerine
girmeyen kurul ya da komiteler kurulabilecektir. Birçok
ülke uygulamasında da bu tür kurul ve komitelerin iş başında
olduğu görülmektedir. 18 Nitekim 2011 yılında Alman aile
işletmelerinin %60’ında isteğe bağlı bir danışma kurulunun
oluşturulduğu görülmektedir. 19
Türk Ticaret Kanunu’na göre ihtiyari organlar da oluşturabilecektir,
yeter ki diğer kurulların devredilmez yetkileri bu organlara
devredilmesin. 20 Bunun yanında şirket genel kurulun
kabulü ya da yönetim kurulunun inisiyatifi ile de bir danışma
kurulu oluşturulabilecektir. Aşağıda aile anayasasının yine
örnek bir maddesi ele alınıp bu bakımdan değerlendirilmesi
yapılacaktır.
Aile Konseyi’nin Faaliyetleri
Madde 16– Aile Konseyinin faaliyet alanına şu konular girmektedir:
gelecekteki yöneticilerin seçimi ve yetiştirilmesi, emeklilik koşullarını
16Kerem Bilge, Pay Sahipleri Sözleşmesi Kapsamında Anonim Şirketlerde Pay Devrinin Kısıtlanması, İstanbul
2017, s. 121.
17Emredici hükümlere aykırılığın yaptırımının ihlalin türüne göre batıl ya da iptal edilebilirlik olduğu görüşü kabul edilir. Emredici
hükümlere aykırılığı genel kurul kararlarının hükümsüzlüğünü düzenleyen 445 ve 447. maddeleri göz önünde bulundurularak değerlendirmek
isabetli olur. Anonim şirketlere ilişkin her emredici hükme aykırılık butlan sonucunu doğurmaz. Bazen iptal edilebilirlik,
bazen butlan veya bazen de yokluk yaptırımı söz konusu olabilir (bkz. Karasu, s. 60; Aynı yönde, Pulaşlı, Şirketler Hukuku Şerhi,
s. 619; Reha, Poroy/Ünal, Tekinalp /Ersin, Çamoğlu, Ortaklıklar Hukuku I, Yeniden yazılmış 13. Bası, İstanbul 2014, s. 529 vd.;
Ömer, Korkut, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’na Göre Anonim Şirketlerde Genel Kurul Kararlarının Butlanı, Adana 2012, s. 63,
91; Ayrıca bkz. Rauf Karasu, “Emredici Hükümler İlkesinin Kapalı Tip Anonim Şirketler Ve Limited Şirketler Açısından Doğurduğu
Sorunlar Ve Çözüm Önerileri”, TFM 2015/1, s. 120).
18Bkz. Ane Sanders, Der Beirat als Instrument der Family Business Governance in der Entwicklung des
Familienunternehmens, NZG 2017, s. 961 vd.
19Sanders, s. 962.
20İsmail Kırca(/Feyzan Hayal Şehirali Çelik/Çağlar Manavgat), Anonim Şirketler Hukuku, C.1, 2013, s. 389.
7
E-DERGİ
belirleme, hisse ve hissedarlık sözleşmesi düzenleme, aile üyelerinin
şirket(ler)de çalışma koşulları, mülkiyet ilişkileri ve mülkiyet devri,
şirket stratejilerini gözden geçirme, konsey başkanı ve üyelerinin seçimi,
görevde kalma süresinin belirlenmesi, aile üyelerinin sorumluluk alanları,
Aile Anayasası üzerinde değişiklik yapma hakkı, Anayasa’ya
aykırılık durumlarında alınacak disiplin önlemleri.
Esas sözleşmesel ya da genel kurul yahut yönetim kurulu
kararı ile bile olsa ve bir kurul ya da komite haline getirilse
dahi yukarıdaki örnek madde 16, Türk Ticaret Kanunu’nda
sayılmış bulunan genel kurul ile yönetim kuruluna bırakılmış
münhasır yetkilere tecavüz eder bir mahiyet taşımaktadır.
Bu nedenle TTK.m. 375 şirket yönetim kurulunun devredilmez
yetkilerini sayarken TTK.m. 408 hükmü de genel kurulun
münhasır ve devredilemez yetkilerini saymaktadır. Şirketin
stratejilerinin belirlenmesi, yöneticilerinin seçilmesi bu
iki organa aittir. Bunun dışında bir takım yetki ve görevler
belirlenerek aile konseyi ya da adı başka türlü adlandırılacak
bir kurula devredilebilir. Nitekim denetime tabi şirketlerde
riskin erken teşhisi komitesinin kurulması bir zorunluluk olarak
Türk Ticaret Kanunu’nda öngörülmüştür (m. 378).
Yine yönetime ilişkin imtiyazlar konusunda dahi belirli bir
grubun imtiyazlı kılınabilmesi de mümkündür. TTK.m. 360,
belirli nitelik ve özellikteki kişilere yönetimde imtiyaz tanınabilmesi
imkanını vermiştir. Bu noktada aile anayasasına taraf
olanlar arasından yönetime seçilmek gibi bir kriterin konulabilmesi
mümkün olmalıdır. Yine esas sözleşmede imtiyaz
tanınacak grubun aile anayasasına göre belirlenen kriterler
içinden seçileceği de belirlenebilir. Bu kapsamda aile anayasasında
belirlenen nitelikleri taşımayan kişilerin yönetime
seçilmemesi gerekir. Bu husus bir taraftan da genel kurulun
gruba mensup birini yeterli nitelikleri taşımaması nedeniyle
reddi için de haklı sebep oluşturabilir.
B.Aile Anayasasına Şirket Esas Sözleşmesinde Yapılan
Atıfların Hukuki Durumu
Aile anayasasını hazırlayanlar, aile şirketlerinde bu anayasa ile
bir takım davranış kurallarını belirleyerek buna göre davranılması
gereğini şirket esas sözleşmesine de yazabilirler. Öncelikle
yukarıda da vurguladığımız üzere bu türden bir kaydın
baştan geçersiz sayılması ya da sayılmaması sorunu, ayrı ayrı
içeriğe bakılarak incelenmesi gereken bir konudur. Burada
yapılan atfın ortaklar ve diğer ilgililer bakımından nasıl bir
geçerlilik kazanacağı ise ilgilenilmeye değer bir alandır.
Esas sözleşmede sadece atıf yapılan bir aile anayasası hük-
KARANTİNA
münün şirketler hukukunda bağlayıcı olmadığı, olamayacağı
baştan söylenmemelidir. Bu sorunu doğru tartışabilmek için
esas sözleşme hükümlerinin mahiyetinin ele alınıp değerlendirilmesi
gerekir. Ama her şeyden önce bu türden atıf yapan
esas sözleşme hükümlerinin geçersiz olmadığını düşünmekteyim.
Zira TTK.m. 367 kapsamında esas sözleşmede hüküm
bulunmak kaydıyla iç yönergeyi şirketin bir kuralı olarak
tanıyan ve sorumluluk düzenlemesinde dikkate alan Kanun
koyucu, elbette esas sözleşmede yer alan aile anayasasını da
baştan geçersiz saymayacaktır. Yine halka açık ortaklıklarda
kurumsal yönetim ilkelerine atıf yapan düzenlemelerimiz de
nazara alındığında (SPK.m. 17) bu türden düzenlemelerin de
baştan geçersiz olduğu söylenemeyecektir.
Daha baştan bu atıfların geçersiz sayılmayacağı söylenebilmesine
karşın acaba bunların bağlayıcılığının ne olacağı
sorgulanmalıdır. Esas sözleşme, korporatif hükümler ve
korporatif olmayan hükümler içerir. Korporatif hükümler
adını verdiğimiz düzenlemeler, şirket yönetimini, organlarını,
ortaklığın özgün yapısını düzenler. Buna karşın korporatif
olmayan düzenlemeler ise daha ziyade ortaklar arasındaki
ilişkilerin düzenlenmesini esas alır. 21 Bu ikili ayrım kapsamında
aile anayasasına yapılan atıflar ya da aile anayasasındaki
düzenlemelerin esas sözleşmeye alınması bu türden hükümlere
korporatif bir nitelik kazandırmayacağını öncelikle vurgulanmalıdır.
Nitekim bu türden hükümler esas sözleşmede
yer alsa dahi bunların kazanılmış bir hak oluşturmayacağını
Yargıtay da belirtmiştir. 22 Yine bir başka kararında Yargıtay,
esas sözleşmede önalım hakkının düzenlenmesine karşın, bu
kurallara riayet etmeksizin payı devralan kimsenin iktisabının
geçerli olacağına hükmetmiştir. Bu kararda ayrıca ticaret sicilinin
olumlu etkisinin de işlemeyeceğine vurgu yapılmıştır. 23
Bu açıklamalardan hareketle aile anayasası hükümlerinin gerek
sözleşme içine derç edilmesinin gerekse esas sözleşmede
buna atıf yapılmasının baştan geçersizlik sebebi sayılmadığı
söylenebilir. Bu düzenlemelerin de korporatif bir esas sözleşme
hükmü olarak görülemeyeceği, hele hele üçüncü kişilere
karşı da ticaret sicilinin olumlu etkisinden yararlanarak ileri
sürülemeyeceğini gösterir. Buna karşın taraflar arasında elbette
hüküm ve sonuçlarını icra edebilecektir.
Aile anayasası, “kurumsal yönetim” ilkeleri gibi bir kurallar
bütünü olarak değerlendirilebilir mi? Bu soruya da baştan
evet denilemeyeceği düşüncesindeyim. Kurumsal yönetim
ilkeleri, şirketin bütününün menfaatlerini gözeten temel değerleri
düzenler. Buna karşın aile anayasası ise ailenin değer-
21Mehmet Bahtiyar, Anonim Ortaklık Anasözleşmesi, İstanbul 2001, s. 236; Sinan Yüksel, Paysahipleri Sözleşmeleri,
Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Bölümü,İstanbul,2003,s.64;Bilge, s.23.
22 11. HD. E. 1982/1551, K. 1982/2136, T. 06.05.1982.
2311. HD. E. 1994/7138, K. 1995/1522, T. 23.02.1995.
8
E-DERGİ
lerini ve aile menfaatlerini, ailenin işletme ile olan ilişkilerini
düzenler. Bu nedenle bir kurumsal yönetim ilkesi olarak düşünülememesi
gerekir.
C. Aile Anayasasının Şirketler Hukukunda Kullanım
Alanları
Aile anayasası, ortaklar arasında düzenlenen bir belge olmasına
ve sadece ortaklar arasında ileri sürülebilir olmasına karşın
ortaklık hukukuna da birçok noktada etkisi bulunmaktadır.
Zira taraflar arasında düzenlenen aile anayasası, şirket ortakları
arasındaki sıkı bağa da işarettir. Ortakların şirket yönetimine
etkileri, şirketin sevk ve idaresi hatta genel kurul
kararlarının alınması gibi çok sayıda karara aile anayasası etki
edebilir. Elbette şu karşı argümanın ileri sürülebileceğinin
farkındayım: Zaten aile anayasası olmasa dahi birbirine yabancı
olan ortaklar da aynı şekilde şirket yönetimi ve genel
kurul kararlarına etki edebilirler. Aşağıda birkaç başlık altında
bunu ele alıp örneklendirmeye çalışacağım.
1. Sorumluluk Bakımından
Türk Ticaret Kanunu’nun yöneticilerin sorumluluğu bakımından
getirilen düzenlemeleri ele alındığında aile anayasası
ile ilişkisi kolayca kurulabilecektir. TTK.m. 553 hükmünde
bahsedilen yöneticiler kavramının fiili yöneticileri de kapsadığı
kabul edilmektedir. Yine inançlı yönetim kurulu üyeleri
de bu hüküm kapsamında sorumlu tutulabilmektedir.
İnançlı yönetim kurulu üyeliği, bir sözleşme ilişkisine dayalı
olarak yönetim kurulu üyeliği görevinin, bir pay sahibinin
veya üçüncü bir kişinin çıkarlarının korunması için, onun
talimatları doğrultusunda yürütülmesidir. 24 Fiili organ, temel
kararları alabilen veya bunların alınmasında etkili olanlar,
kendilerine yönetim kurulu üyesi veya yönetici gibi şeklen bir
konum, statü, pozisyon verilmemiş olunsa bile, gördüğü işlev
esas alınarak şekli organ gibi organ sayılan kişilerdir. 25
Yukarıda izah ettiğimiz üzere aile anayasasının düzenlendiği
hallerde aile konseyi eğer fiilen yönetime etki ediyor ya da
yöneticiler bu konseyin talimatlarına göre şirketi idare ediyor
iseler bu durumda aile konseyinin TTK.m. 553’e göre
sorumlu olması düşünülebilir. Özellikle vurgulamalıyım ki
şirketin menfaati her zaman ailenin menfaati ile aynı yönde
olmayabilir. Bu halde şirketin menfaati ile çatışan ve şirkete
zarar veren kararların olması halinde inançlı/fiili organ da
dâhil yöneticiler sorumlu olacaktır. TTK.m. 369 yöneticiler
için öngörülen özen yükümlülüğü, aile anayasası ya da aile
menfaati gözetilerek verilen kararları da kapsar ve yönetici
24Ömer Korkut, Anonim Şirketlerde İnançlı Yönetim Kurulu, Ankara 2006, s. 5
25Kırca (Şehirali Çelik/ Manavgat), s. 389.
KARANTİNA
elbette şirket menfaatine değil de aile anayasasına uygun davrandığı
savunmasını sorumluluk davalarında ileri süremez.
Bu nedenle tedbirli bir yöneticinin özenini göstermeyen ve
şirketin menfaatlerini dürüstlük kurallarına uyarak gözetmeyen
yöneticiler sorumlu olacaktır.
2. Haklı Nedenle Fesih Davasında Aile Anayasasının
Etkisi
Türk Ticaret Kanunu’nun 531. maddesine göre “şirket paylarının
yüzde onuna sahip olan ortaklar, haklı nedenler varsa şirketin
feshini talep edebilirler. Hâkim, fesih yerine ortağın şirketten çıkarılması
da dâhil diğer uygun çözümlere karar verebilir”.
Aile anayasasının kullanıldığı şirket türlerinin aile şirketleri
olduğu zaten açıktır. Özellikle büyük ortaklı anonim şirket
tipolojisinden uzaklaşan, iç ilişkileri bakımından şahıs ortaklıklarına
yaklaşan aile anonim ortaklıklarında, ortaklar arasındaki
güven ilişkisi öne çıkar.
Mehaz İsviçre hukukunda özellikle güven ilişkisinin kalktığı
hallerde anonim ortaklığın haklı nedenle feshedilebileceği
kabul edilmiştir. 26 Yine kişisel ilişkilerin objektif bir çekilmez
hale geldiği aile şirketlerinde bu durum da haklı neden kabul
edilebilir. 27 Aile şirketi türündeki –ölçeği fark etmeksizinanonim
ortaklıklarda kişisel unsurların dikkate alınacağı Türk
doktrininde de kabul edilmektedir. 28 Gerçekten haklı sebeple
fesih davası, şirket ortaklığının çekilmez hale geldiği hallerde
bunun da dikkate alınması, kanunun amacına daha uygundur.
Kişisel sebep olarak özellikle sıkı bağları bulunan kimseler
arasındaki ihtilaflar temel olabilir. Bu duruma özellikle Fransız
Medeni Kanunu’ndaki tüm ortaklık türleri için düzenlenmiş
olan m. 1844-7 5’te ortaklar arasında meydana gelen
uyuşmazlıklar haklı sebep olarak kabul edilmiştir. 29
Aile anayasasının her ne kadar şirketler hukuku alanında bağlayıcılığı
bulunmasa bile aile anayasasının sürekli ihlal edildiği
hallerde ortak pekâlâ TTK.m. 531’e göre haklı nedenle şirketin
feshini talep edebilmelidir. Zira çalışmamızın en başında
belirttiğimiz üzere aile anayasası, güven temellidir. Tarafların
açık bir şekilde güveninin sarsıldığı olay, aile anayasasına
uyulmamasıdır. Zira bu anayasa, ortaklarca oluşturulmuş,
üzerinde mutabakat sağlanmış ve yazılı hale getirilerek ailenin
nerede ise bütün fertlerince imzalanmıştır. Şirket yönetiminden,
şirketten sağlanan menfaatlere kadar düzenleme yapan
26Bkz. Benedick/ Habegger, s. 853, nr. 8.
27Marc Bauen/Robert Bernet, Schweizer Aktiengesellschaft, Schullthess 2007, s. 217, nr. 628; Enderli/Vogt,
s. 237; Forstmoser/Meier-Hayoz/Nobel, § 55 n. 81.
28Ersin Çamoğlu, Kollektif Ortaklığın Haklı Sebeple Feshi ve Ortağın Haklı Sebeple Çıkarılması, İstanbul
2008, s. 10; Şahin, s. 187; Ayşe Sümer, Anonim Ortaklıkların Haklı Nedenle Feshi, MÜHFD. Cilt 18, Sayı 2,
2012, s. 844, (http://dosya.marmara.edu.tr/huk/fakültedergisi/2012C.18.S.2/18.oturum.pdf).
29Ayşe Şahin, Anonim Ortaklığın Haklı Nedenle Feshi, İstanbul 2013, s. 191.
9
E-DERGİ
ortakların en tabii hakkı da elbette bu sözleşmeye uyulmasıdır.
Pay sahipleri arasındaki şahsi ilişkilerin ancak istisnai hallerde
ve sadece aile şirketlerinde dikkate alınabileceği hususu,
Yargıtay, doktrin ve İsviçre Federal Mahkeme içtihadında
dile getirilmiştir. Gerçekten de Yargıtay TTK.m. 531 ile ilgili
olarak verdiği bir kararında, haklı sebebin gerçekleşmiş olup
olmadığını incelerken, feshi talep edilen şirketin aile şirketi
olmasını ve pay sahipleri arasında yaşanan ihtilafların mevcut
olmasını da dikkate almıştır. 30
3. Eşit İşlem İlkesi Açısından Aile Anayasası
Anonim şirkette TTK.m. 357’de açıkça eşit işlem ilkesi kabul
edilmiştir. Hükme göre “Pay sahipleri eşit şartlarda eşit işleme tabi
tutulur”. Eşit işlem ilkesi iki bakımdan önem kazanır. Bunlardan
ilki, aile anayasasının ortaklar arasında eşit olmayan
hükümleridir. Bunlar özellikle kızların şirketten dışlanmasına
yönelik kurallarıdır ki geçerli olmazlar. 31 Eşit işlem ilkesinin
asıl işlevi ise şirket içinde yabancı pay sahipleri ile aileden
olan ortaklar arasında bir ayrımcılığın yapılmasıdır.
4. Şirketler Topluluğunda Aile Anayasası
Şirketler topluluğunda aile anayasası özel bir öneme sahiptir.
Ailenin birden fazla şirketi yönettiği hallerde şirketle ortaklar
arasındaki ilişkiler de aile anayasası ile yönetilebilir. Bu durumda
esasen arka tarafta şirketleri yöneten ortaklar hâkim
teşebbüs sayılır ve TTK.m. 195/5 hükmünce de tacir sıfatına
sahiptirler. Şirketler topluluğunda hâkim teşebbüsün şirketler
arasında bir kayba sebep olduğu takdirde TTK.m. 202 uyarınca
sorumluluğuna ilişkin düzenlemeler burada da aynen
uygulanır.
Benzer bir durum, tek pay sahipliğinin söz konusu olduğu
şirketlerde aile anayasasının işlevidir. Bu gibi hallerde esasen
başta aile anayasasının işlevi yok gibi görünse de görünürdeki
ortağın tek kişi olması durumu aile anayasasını yine gündeme
taşıyacaktır. Bu gibi hallerde şirketi yöneten tek kişi olmasına
karşın arkadaki aile konseyinin fiili organ sayılması durumu
söz konusu olacaktır.
Gerçek anlamda tek kişi ortaklığında ise ortağın aile anayasasını
şirkete taşıması daha kolaydır. Ancak bu gibi hallerde tek
kişi ortağın aile anayasasını uygulaması ve gelecek nesillere
aktarması mümkündür.
3011. HD 2.6.2014, E. 2014/3669 K. 2014/10238. Karşı görüş, Füsun Nomer Ertan, Anonim Ortaklığın
Haklı Sebeple Feshi Davası -TTK m. 531 Üzerine Düşünceler, İÜHFM 2015, C. LXXIII, S. 1, s. 426.
31Hueck, s. 293.
5. Şirketin Ayrı Bir Sözleşme ile Şirket Anayasasına
Uyacağını Taahhüt Etmesi
Şirketin ayrı bir sözleşme ile şirket anayasasına uyacağını taahhüt
etmesi de mümkündür. Bu gibi hallerde aradaki ilişkinin
nitelenmesi duruma göre değişir. Eğer aile anayasasına
uyacağı konusunda bir taahhüt verilmiş ise bu durum bazı
hallerde hâkimiyet sözleşmesi olarak adlandırılabilecektir.
“Hâkimiyet sözleşmesi, aralarında doğrudan veya dolaylı iştirak ilişkisi
bulunmayan, bulunsa bile bu ilişkiden bağımsız ve soyutlanmış
bir şekilde taraflardan birinin, sermaye şirketi olan diğerinin yönetim
organına hiçbir şarta bağlı olmadan talimat verme yetkisini içeren sözleşmedir”
(Ticaret Sicil Yönetmeliği, m. 106). Yönetmeliğin
ilgili hükmüne göre söz konusu sözleşmenin genel kurulca
onaylanması gerekir. Aile, birden fazla şirkete hükmediyorsa
TTK.m. 195 hükümlerinin uygulanacağı da aşikârdır.
Şirketin aile anayasasına uymayı taahhüt ettiği hallerde şirketle
aile anayasasına taraf olanlar arasında bir sözleşme kurulmuş
olur. Bu durumda şirketin taahhüdüne aykırı davranması
hukuka aykırı bir durum oluşturacaktır.
SONUÇ
KARANTİNA
Bugüne kadar aile anayasası kavramı daha ziyade şirketlere
danışmanlık hizmeti sunmuş olan danışmanlar tarafından
kullanılan ve ele alınan bir kavram olarak karşımıza çıkmıştır.
Ancak iktisat biliminin gösterdiği sonuçlar ve ülkedeki şirket
yapılanmalarının ortaklık yapısı ele alındığında bu kavrama
hukukçuların da daha fazla ilgi göstermesi gerektiği ortaya
çıkacaktır.
Bu çalışmada kısaca temas ettiğimiz konular kapsamında sadece
aile anayasasının düzenlenmesinin şirketler hukuku alanında
her zaman sonuç doğurmadığıdır. Ancak aile anayasası
düzenlemesi yapmanın şirketler hukuku alanında bir etkisi
olmadığını söylemek de mümkün değildir. Aile anayasasının
içinde bulunan düzenlemelerin şirket esas sözleşmelerine nasıl
yansıtılacağı sorunu ilk ele alınması gereken konudur. Aile
anayasası içinde bulunan bazı düzenlemelerin esas sözleşme
içine alınması düşünülebilir. Yine aile anayasasına esas sözleşme
içinde yapılacak göndermeler de söz konusu olabilir.
Bütün bu düzenlemelerin aynı zamanda TTK.m. 340 kapsamında
emredici düzenlemelere de aykırı olmamasına dikkat
edilmelidir.
Aile şirketlerinde aile anayasasının sadece aile içinde kaldığı
hallerde dâhi şirketler hukuku alanına hiç etkisi olmadığı söy-
10
E-DERGİ
lenemez. Gerçekten şirketin yönetiminden şirketin haklı nedenle
feshi alanına kadar birçok alanda aile anayasası dikkate
alınabilecek bir metin olarak karşımıza çıkmaktadır. Benzer
bir şekilde aile şirketinin aile anayasasına uyacağına ilişkin bir
taahhüdün olması halinde hâkimiyet sözleşmesi gündeme gelebilir.
Bu halde dâhi aile anayasasının uygulanabilirliği söz
konusu olacaktır.
KARANTİNA
Nihayet belirtmek gerekir ki, aile anayasasının şirketler hukukuna
olan etkisini hukukçular olarak daha çok incelemek zorundayız.
Aile şirketlerinin üç kuşak sonrasına gidememesi,
ciddi bir sorundur ve bu sorunu giderebilecek olan çözümlere
hukuk sisteminin de yabancı kalmaması gerekir.
KAYNAKÇA
Ane Sanders, Der Beirat als Instrument der Family Business Governance in der Entwicklung des Familienunternehmens,
NZG 2017.
Ayşe Sümer, Anonim Ortaklıkların Haklı Nedenle Feshi, MÜHFD. Cilt 18, Sayı 2, 2012.
Ersin Çamoğlu, Kollektif Ortaklığın Haklı Sebeple Feshi ve Ortağın Haklı Sebeple Çıkarılması, İstanbul 2008.
Füsun Nomer Ertan, Anonim Ortaklığın Haklı Sebeple Feshi Davası -TTK m. 531 Üzerine Düşünceler, İÜ-
HFM 2015, C. LXXIII, S. 1.
Gül Okutan Nilsson, Anonim Ortaklıklarda Paysahipleri Sözleşmesi, İstanbul 2004.
H. Fleischer, (2017). Familiengesellschaften und Familienverfassungen: Eine historisch-vergleichende Standortbestimmung.
Neue Zeitschrift für Gesellschaftsrecht, (31/2017).
Halil Arslanlı, Şirket Mukaveleleri ile Cemiyetler ve İki Tarafa Borç Yükleyen Akitler Arasındaki Ayrılıklar ve
Bunları Tefrika Yarayan Ölçüler, İHFM, C. XI, 1945, Sayı 3-4.
İsmail Kırca/Feyzan Hayal Şehirali Çelik/Çağlar Manavgat, Anonim Şirketler Hukuku, C.1, 2013.
Marc Bauen/Robert Bernet, Schweizer Aktiengesellschaft, Schullthess 2007.
Mehmet Bahtiyar, Anonim Ortaklık Anasözleşmesi, İstanbul 2001, s. 236.
Kerem Bilge, Pay Sahipleri Sözleşmesi Kapsamında Anonim Şirketlerde Pay Devrinin Kısıtlanması, İstanbul
2017.
Ömer, Korkut, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’na Göre Anonim Şirketlerde Genel Kurul Kararlarının Butlanı,
Adana 2012.
Rainer Kirchdörfer/Rainer Lorz, Corporate Governamce in Familienunternehmen, Familienverfassungen und
Schnittstellen zum Gesellschaftsvertrag, FuS, 2011.
Rauf Karasu, Anonim Şirketlerde Emredici Hükümler İlkesi, Ankara 2015.
Rauf Karasu, Emredici Hükümler İlkesinin Kapalı Tip Anonim Şirketler Ve Limited Şirketler Açısından Doğurduğu
Sorunlar Ve Çözüm Önerileri, TFM 2015/1.
Reha, Poroy/Ünal, Tekinalp /Ersin, Çamoğlu, Ortaklıklar Hukuku I, Yeniden yazılmış 13. Bası, İstanbul 2014.
Selim Zaim/Halil Zaim, Salih Keskin/Selman Tetik, Kobiler İçin Şirket Anayasasının Önemi ve Oluşturulması,
İstanbul Ticaret Odası Yayınları, İstanbul 2012.
Sema Yolaç/Ebru Doğan, “Küreselleşme Sürecinde Aile İşletmelerinde Yönetim ve Kurumsallaşma”, İstanbul
Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, C. 62, S. 2, 2011, s. 83-110.
Sinan Yüksel, Paysahipleri Sözleşmeleri, Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Bölümü,
İstanbul, 2003.
Susanne Kals/Stephan Probst, Familienunternehmen-eine erste Vermesssung, Der Gesellschafter, 2013
Tobias Hueck, Die Familienverfassung-Rechtliche Konturen eines Instruments der Governance in Familienunternehmen,
Tubingen 2017.
http://www.ticaretkanunu.net/aile-anayasasi-ornegi/ (13.05.2018).
11
E-DERGİ
KARANTİNA
Cinsel taciz ve saldırı bu davranışa maruz kalan kişilere yönelik
cinsel şiddettir. Bu şiddete maruz kalan kişilerin kendi
bedenleri üzerindeki hakları başta olmak üzere, maddi manevi
varlıklarını geliştirme hakları çalışma hakları eğitim hakları
vs. ihlal edildiği için cinsel taciz bir insan hakkı sorunudur. 1
Bir insan hakları sorunu olan cinsel tacizin ne gibi adaletsizliklere
neden olduğunu ortaya koyabilmek için de cinsel
tacizin nasıl tanımlandığı çok önemlidir. Hatta bu tanımlama
biçimi cinsel tacizle neden ve nasıl mücadele edilmesi gerektiğini
belirlemede ilk adımdır. Bu nedenle de cinsel tacizi
toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle ilgisini kurarak tanımlamaya
çalışmanın cinsel tacizle neden ve nasıl mücadele edilmesi
gerektiğinin belirlenmesinde önemli olduğu ileri sürülebilir. 2
Cinsel tacizin hukuki tanımları hukuken bağlayıcı olması
bakımından önemlidir. Ancak cinsel tacizin doğrudan ilgili
olduğu güç eşitsizlikleri ve baskı mekanizmalarıyla ilgili adaletsizlikleri
değerlendirebilmek için sadece hukuki tanımların
yeterli olmayacağı ileri sürülebilir Bu nedenle bu çalışmada
cinsel tacizin güç eşitsizlikleri ve baskı mekanizmalarıyla ilgisi
kuran bazı tanımlarından söz ettikten sonra bu taciz türünün
Türk hukukuna yönelik hukuki tanımlarının değerlendirilmesi
yapılmaya çalışılacaktır.
Cinsel tacizin toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle ilgili olarak tanımlanması
denilince ilk akla gelen kişilerden ve “Sexsual
Harrasment of Working Women” isimli kitabıyla cinsel tacizin
görünür kılınmasında son derece önemli rol oynayan
Catherina MacKinnon cinsel tacizi eşit olmayan ilişkiler bağlamında
istenmeyen cinsel gereksinimlerin empozesi olarak
tanımlamaktadır.
MacKinnon bu taciz türünü cinsiyet ayrımcılığı ile ilişkilendirmektedir.
MacKinnon bu taciz türünü cinsiyet ayrımcılığı
ile ilişkilendirmektedir. 3
Cinsel tacizin tanımlarken cinsel tacizi ayrımcılıkla ilişkilendirilmenin
son derece önemli olduğu bu taciz türünün ayrımcılıktan
bağımsız biçimde tanımlandığında bu taciz türünün
ayrımcılıktan çok cinsellik suçuna dönüştüğü, başka
bir ifadeyle söylenecek olursa cinsel tacizde karşı çıkılması
gerekenin cinsellik değil ayrımcılık ve taciz olduğu ileri sürülmektedir.
Diğer bir ifadeyle cinsel tacizde cinselliğe odaklanmanın
muhafazakar ve ahlakçı bir bakış açısından hareketle
belirli bir cinsel ahlak dayatılmasına neden olduğu belirtilmektedir.
Bu biçimdeki cinsel ahlak dayatılmasının da özgürlüklere
müdahale etmeye zemin hazırladığı için cinsel tacizin
cinsiyet ayrımcılığıyla olan ilgisinin kurulmasını güçleştirdiği
ifade edilmektedir.ayrımcılıktan çok cinsellik suçuna dönüştüğü,
başka bir ifadeyle söylenecek olursa cinsel tacizde karşı
çıkılması gerekenin cinsellik değil ayrımcılık ve taciz olduğu
ileri sürülmektedir. Diğer bir ifadeyle cinsel tacizde cinselliğe
odaklanmanın muhafazakar ve ahlakçı bir bakış açısından
hareketle belirli bir cinsel ahlak dayatılmasına neden olduğu
belirtilmektedir. Bu biçimdeki cinsel ahlak dayatılmasının da
özgürlüklere müdahale etmeye zemin hazırladığı için cinsel
tacizin cinsiyet ayrımcılığıyla olan ilgisinin kurulmasını güçleştirdiği
ifade edilmektedir. 4
Cinsel tacizde cinselliğe odaklanmanın cinsel ahlak dayatmasına
neden olabileceği oldukça ciddiye alınması gereken
bir iddiadır. Elbette cinsel taciz olaylarının özellikle tacizci
ile tacize uğrayan arasında hiyerarşik ilişkiler söz konusu olduğunda
yani tacizcinin taciz etmek istediği kişiyi kendisine
tabi kılma çabasına yönelik ilişkiler işin içine girdiğinde cinsel
tacizin ayrımcılıkla ilgisini kurulması son derece önemlidir.
Hatta cinsel tacizin cinsiyet ayrımcılığıyla ilişkilendirilmesi
cinsel tacizin işyerinde tacize maruz kalan kişilerin çalışma
performansını düşüren işyerinde düşmanca veya saldırgan-
1Hülya Şimga-Gülriz Uygur, ”Cinsel Taciz Bir Adaletsizlik Formudur”, Üniversitelerde Cinsel Taciz ve
Saldırıyla Mücadele: CTS Çalışmaları Hülya Şimga-Gülriz Uygur, Editörler, Doğu Akdeniz Üniversitesi Yayınları,2018,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti,s.1
2 Hülya Şimga-Gülriz Uygur “Cinsel Taciz…, s 1-3.
3Catherina MacKinnon ,Yale Sexual Harassment of Working Women. University Press, New Haven and
London, 1979.
4Alev Özkazanç, “Cinsel Tacizle Suçlanan Feminist Jane Gallop”, Cinsellik Şiddet Hukuk Feminist Yazar,
Dipnot Yayınları, 2019 Ankara, s. 70
12
E-DERGİ
ca muamele görmelerine neden
olduğunu ortaya koymak
bakımından önemli olduğu
belirtilebilir. 5 Ancak cinsel
tacizi tanımlanırken ayrımcılıkla
ilgi kurulmasının önemli
olması bu taciz türünü tanımlarken
sadece ayrımcılığa
odaklanma ile yetinmeyi gerektirmez.
Cinselliğin eşitliğe
dayanmayan koşullarda yaşandığı
durumlarda özellikle
de cinsel şiddetin söz konusu
olduğu durumlarda cinsel tacizin tanımı yapılırken cinselliğe
de odaklanılması gerektiği ileri sürülebilir. Ancak bu taciz
türünün tanımı yapılırken cinselliğe de odaklanmanın da
kişilerin katlanmak zorunda kaldıkları cinsellik pratiklerine
odaklanmayla sınırlı kalınması gerektiği ileri sürülebilir.
Yukarıda da belirtildiği gibi cinsel tacizin tanımı yapılırken
cinselliğe odaklanmanın cinsel ahlak dayatmasına zemin hazırlayacağı
iddiası ciddi olmasına rağmen kişilerin katlanmak
zorunda kaldıkları cinsellik söz konu olduğunda bu taciz türünün
tanımında cinselliğe de odaklanılması gerektiği belirtilebilir.
Ancak cinsel ahlak dayatmasının önüne geçebilmek
içinde bu taciz türünün tanımında toplumsal ahlaka dayalı
argümanlara yer vermeden de cinselliğe odaklanmayla sınırlı
kalınmaktadır.
İstanbul sözleşmesi olarak da bilinen “Kadına Karşı Şiddetin
ve Ev İçi Şiddetin Önlemesi ve Bunlara Dair Avrupa
Konseyi sözleşmesi” 6 nin cinsel taciz düzenleyen 40.madddesi
cinsel taciz ve saldırıyı devletlerin cezai ve diğer yasal
tedbirleri almasıyla ilgili olsa da bu madde de bir cinsel taciz
tanımı bulunmaktadır. 7 Bu maddeden hareket edildiğinde
cinsel taciz “bir şahsın onurunu ihlal etme etkisi yaratan veya bu
maksatla gerçekleştirilen ve özellikle de aşağılayıcı, düşmanca, hakaretamiz,
küçük düşürücü veya saldırgan bir ortam yaratırken, her türlü
istenmeyen, cinsel mahiyette sözlü veya sözlü olmayan veya fiziksel davranış”
olarak tanımlanmıştır.
İstanbul sözleşmesinin 40. maddesinde göre bir davranışın
cinsel taciz olarak değerlendirilmesi için bir kişiye cinsel içerikli
olarak yapılan ve istenmeyen söz ve fiziksel hareket yanında
düşmanca yaratılan çevre de cinsel taciz tanımına da-
5Yıldız Ecevit-F Umut Başpınar, “Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Bir Üniversite İkileminde Cinsel Taciz ve Saldırıyı
Önleme: ODTÜ Örneği”, Üniversitelerde Cinsel Taciz ve Saldırıyla Mücadele: CTS Çalışmaları Editörler,
Hülya Şimga-Gülriz Uygur, Doğu Akdeniz Üniversitesi Yayınları,2018, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, s.99.
6Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi,
Avrupa Konseyi Sözleşmeler Dizisi - No. 210, 01.08.2014.
7Taraflar bir şahsın onurunu ihlal etme etkisi yaratan veya bu maksatla gerçekleştirilen ve özellikle de aşağılayıcı,
düşmanca, hakaretamiz, küçük düşürücü veya saldırgan bir ortam yaratırken, her türlü istenmeyen, cinsel mahiyette
sözlü veya sözlü olmayan veya fiziksel davranışın cezai veya diğer yasal yaptırıma tabi olmasını temin etmek
üzere gerekli yasal veya diğer tedbirlerialacaklardı
hildir.8 Bu sözleşmenin 40.
maddesindeki tanımda her
ne kadar düşmanca yaratılan
çevre ibaresinden yola çıkıldığında
cinsel tacizle ayrımcılık
arasında ilgi kurulabilse
dahi bu sözleşmede sadece
bireyler arasında yaşanan kişisel
ilişkilerin bağlamına
bakarak cinsel tacizi bireysel
cinsiyetsiz hukuki bir zemin
de tanımlamaya çalışıldığı izlenimine
kapılmak mümkündür.
Ancak bu sözleşmenin bütününde cinsel şiddet başta
olmak üzere tüm şiddet türleri ile eşitsiz güç ilişkileri arsında
ilgi kurulduğu göz önüne alınınca bu sözleşmeden yola
çıkarak cinsel tacizi bireyler arasında kişisel ilişkilerle sınırlı
bireysel cinsiyetsiz bir hukuki zeminde tanımlandığını ileri
sürülemeyeceği belirtilebilir.
İstanbul sözleşmesinin 40. maddesinde göre bir davranışın
cinsel taciz olarak değerlendirilmesi için bir kişiye cinsel
içerikli olarak yapılan ve istenmeyen söz ve fiziksel hareket
yanında düşmanca yaratılan çevre de cinsel taciz tanımına
dahildir. 8 Bu sözleşmenin 40. maddesindeki tanımda her ne
kadar düşmanca yaratılan çevre ibaresinden yola çıkıldığında
cinsel tacizle ayrımcılık arasında ilgi kurulabilse dahi bu
sözleşmede sadece bireyler arasında yaşanan kişisel ilişkilerin
bağlamına bakarak cinsel tacizi bireysel cinsiyetsiz hukuki
bir zemin de tanımlamaya çalışıldığı izlenimine kapılmak
mümkündür. Ancak bu sözleşmenin bütününde cinsel şiddet
başta olmak üzere tüm şiddet türleri ile eşitsiz güç ilişkileri
arsında ilgi kurulduğu göz önüne alınınca bu sözleşmeden
yola çıkarak cinsel tacizi bireyler arasında kişisel ilişkilerle sınırlı
bireysel cinsiyetsiz bir hukuki zeminde tanımlandığını
ileri sürülemeyeceği belirtilebilir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitabındaki “Kişilere
Karşı Suçlar” başlıklı İkinci Kısmının “Cinsel Dokunulmazlığa
Karşı Suçlar” la ilgili altıncı bölümünde cinsel taciz İstanbul
sözleşmesinde olduğu gibi tek başına düzenlenmemiştir.
5237 sayılı TCK’da cinsel taciz ve cinsel saldırı arasında ikili
bir ayrıma gidilmiştir.
5237 sayılı kanunun 105. maddesinin ilk fıkrasında cinsel taciz
düzenlenmiştir. “Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi
hakkında, mağdurun şikâyeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis
cezasına veya adlî para cezasına; fiilin çocuğa karşı işlenmesi hâlinde
8Hülya Şimga-Gülriz Uygur “Cinsel Taciz…, s.3.
KARANTİNA
13
E-DERGİ
altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 9
5237 sayılı kanunun 105. maddesinde herhangi bir cinsel taciz
tanımı yapmamıştır. Bu tanımın madde metninde yapılmayıp,
maddenin gerekçesinde yapılmaya çalışılmıştır. Söz
konusu kanun maddesinin gerekçesinde cinsel taciz; kişinin
vücut dokunulmazlığının ihlâli niteliği taşımayan cinsel davranışlarla
gerçekleştirilebilen, cinsel yönden ahlâk temizliğine
aykırı olarak mağdurun rahatsız edilmesi olarak tanımlanmaya
çalışılmıştır. 10
5237 sayılı TCK’da cinsel tacizde vücut dokunulmazlığının
ihlal edilmemesi gerektiğine yönelik ibarenin madde metninde
yer almayıp sadece söz konusu maddenin gerekçesinde yer
bulmasının da isabetli olmadığı söylenebilir. 11 11 Ayrıca madde
gerekçesinde yer alan cinsel yönden ahlak temizliğine aykırı
ifadesi ibaresinin geçmesinin ceza kanunu aracılığıyla
ahlak bekçiliği yapılmasına ortam hazırlandığı ileri sürülebilir.
Zira burada kastedilen ahlak kadının toplumdaki eşitsiz
konumunu, özgürlüğünün, özerkliğinin olmadığını ve
olmaması gerektiğini içeren değer yargıları bütünü olarak
kadının cinselliği, namusu üzerinde yoğunlaştığı
için ahlakın kadınlara yönelik düşmanca bir tutuma neden
olduğu kadınların haklarını ortadan kaldırıcı bir işlevi olduğu
rahatlıkla söylenebilir. 12
KARANTİNA
ibaresi ile başladığı göz önüne alındığında TCK’da cinsel tacizin
eşitsiz iktidar ilişkileriyle olan bağ kurulmadan bu taciz
türünün bireyler arasında yaşanan hukuki bir konu olarak düzenlenmeye
çalışıldığı ileri sürülebilir.
KAYNAKLAR
1) Uygur G, Ataerkilliğin Hukuka Dayatması, Radikal, 03.02.2008,
2) Aliefendioğlu H, Güven Lisaniler F. Kollektif Deneyimin Gücü: Daü-Kaem’in Deneyimleriyle
Cinsel Taciz ve Saldırıdan Arınmış Kampüsler İçin Üniversite Kadın Çalışmaları Merkezlerinin
İşbirliği Üniversitelerde Cinsel Taciz ve Saldırıyla Mücadele: CTS Çalışmaları Editörler: Hülya
Şimga-Gülriz Uygur. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti: Doğu Akdeniz Üniversitesi Yayınları, 2018.
3) Şimga H, Uygur G. Cinsel Taciz Bir Adaletsizlik Formudur, Üniversitelerde Cinsel
Taciz ve
Saldırıyla Mücadele: CTS Çalışmaları Editörler: Hülya Şimga-Gülriz Uygur. Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti: Doğu Akdeniz Üniversitesi Yayınları, 2018.
4) Özkazanç A. Cinsel Tacizle Suçlanan Feminist Jane Gallop. Cinsellik Şiddet Hukuk
Feminist Yazar,
Ankara: Dipnot Yayınları, 2019.
5) Ecevit Y, Başpınar FU. Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Bir Üniversite İkileminde Cinsel Taciz
ve Saldırıyı Önleme: ODTÜ Örneği”, Üniversitelerde Cinsel Taciz ve Saldırıyla Mücadele: CTS
Çalışmaları Editörler: Hülya Şimga-Gülriz Uygur. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti: Doğu Akdeniz
Üniversitesi Yayınları, 2018.
6) Baş E. Türk Ceza Hukukunda cinsel taciz suçu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, 2006; 65(4);1135-1215.
7) Ünver Y. Türk Maddi Ceza Hukukunda cinsel suçların eleştirel olarak incelenmesi. II.
Türkiye – Slovenya Uluslararası Hukuku Sempozyumu, Ankara:2014.
8) Taner FG. Türk Ceza Hukukunda Cinsel Özgürlüğe Karşı Suçlar. Ankara: Seçkin Yayıncılık,
2013.
Fahri Gökçen Taner “cinsel taciz suçu bakımından
önemli olan failin cinsel özgürlüğünü ihlal etme kastıyla
hareket etmesi, bu davranışlar yapılırken mağdurun
hedef alınması ve davranışın onun bilgisine ulaşacak
mahiyette olması” gerektiğini belirtmektedir. 13 Bu
noktadan hareketle cinsel tacizi “cinsel taciz mağdurun
rızası dışında gerçekleşen cinsel özgürlüğünü ihlal
etmeye elverişli vücut teması olmaksızın gerçekleşen
davranışlar” 14 olarak tanımlamaktadır. Ancak Taner’in
önerdiği cinsel taciz tanımında cinsel tacizin güç eşitsizlikleriyle
olan ilgisinin kurulmamış olmakla beraber
O’nun önerdiği tanımda ahlak bekçiliğine zemin hazırlayarak
kadın haklarını ortadan kaldırıcı bir ibarenin
olmadığı söylenebilir.
5237 sayılı kanunun 105. maddesinin gerekçesinde cinsel tacizin
kişilere karşı suçlar başlığı altında düzenlendiği ve söz
konusu maddenin gerekçesinde kişinin vücut dokunulmazlığı
9(1) 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanunun 61 inci maddesiyle bu fıkrada yer alan “hükmolunur” ibaresi “, “fiilin
çocuğa karşı işlenmesi hâlinde altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur” şeklinde değiştirilmiştir.
10Eylem Baş, “Türk Ceza Hukukunda Cinsel Taciz Suçu, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi”, 65 /4, 2016,
11Gülriz Uygur, Ataerkilliğin Hukuka Dayatması, Radikal, 03.02.2008,
13Fahri Gökçen Taner, Türk Ceza Hukukunda Cinsel Özgürlüğe Karşı Suçlar, Seçkin Yayıncılık,
Ankara, 2013, s, 366
14Taner, Türk Ceza …, s.363
14
E-DERGİ
KARANTİNA
INTRODUCTION
are met).
In 20.11.2014 with the Code Number: 6750, The Istanbul
Arbitration Centre is established in Istanbul as
a new dispute resolution centre. The Rules of ISTAC
entered into force in 26 October 2015. ISTAC is a neutral
and impartial dispute resolution institution that is
available for both international and domestic parties
without any membership requirements. In other words,
anyone can benefit from ISTAC Arbitration by only referring
to ISTAC Arbitration Rules in their contracts in
or in a separate arbitration agreement.
Considering Turkey’s key geographical location, the IS-
TAC, as the newest arbitration centre, shall be a good
option for commercial disputes between Asian, European
and Middle Eastern countries. The main purpose
of this article is to explain the process of ISTAC and
why the parties should refer ISTAC for maritime disputes
as a dispute resolution method considering the
advantages of ISTAC Rules. On the other hand, the
article is going to deal with the incorporation of the
arbitration clauses in the charter parties or in the bill of
ladings that refer to ISTAC arbitration rules.
In Turkey, domestic arbitration is regulated by The
Code on Civil Procedure and international arbitration
is regulated by The Code of Turkish International Arbitration.
Besides these domestic regulations, Turkey is
party to several Bilateral and International Arbitration
Conventions such as 1958 New York Convention on
the Recognition and Enforcement of Foreign Arbitral
Awards (the New York Convention), European Convention
on International Commercial Arbitration of
1961 and International Centre for Settlement for Investment
Disputes (ICSID). Due to these internal regulations
and conventions, arbitral awards are recognised
and enforced in Turkey (if the the relevant conditions
15
For commercial disputes, there are three main arbitration
organizations in Turkey:
•The Union of Chambers and Commodity Exchanges
of Turkey (Turkiye Odalar ve Borsalar Birligi) (TOBB).
Its website is www.tobb.org.tr.
•The Istanbul Chamber of Commerce (Istanbul Ticaret
Odasi) (ITO). Its website is www.ito.org.tr.
•Istanbul Arbitration Centre (İstanbul Tahkim Merkezi)
(ISTAC). Its website is www.istac.org.tr.
A.THE FEATURES OF ISTAC
The Centre prepared the ISTAC Arbitration and Mediation
Rules by taking into consideration of modern
institutional rules. The purpose of the rules is to meet
the current demands of dispute resolution proceedings.
The rules introduce useful and needed services such
as Fast Track Arbitration, Emergency Arbitrator. The
ISTAC contains a Board and a Secretariat, constituted
with internationally well-known and respected experts
in the arbitration law. 1 In addition to this, it is important
to state that ISTAC has signed a cooperation agreement
with Permanent Court of Arbitration (PCA) which is
located in Hauge.
B.WHY ISTAC?
ISTAC provides the parties a fair, flexible, confidential,
fast and low cost process for dispute resolution on an
international scale. This part of paper emphasizes the
important and advantageous features of ISTAC that
makes the Centre more preferable.
1Prof. Jan Paulsonn, Bernard Hanotiau and Dr. Hamid Ghravi participate as a Board Member.
E-DERGİ
ISTAC Arbitration ensures the resolution of disputes
effectively and quickly. The arbitral awards rendered
under ISTAC Arbitration Rules are subject to enforcement
by enforcement offices just as court decisions.
The awards can be immediately enforced without being
appealed. Furthermore, the awards rendered under
ISTAC Arbitration Rules are not subject to scrutinize.
The resolution of disputes under ISTAC Arbitration is
even more cost-effective when compared to court litigation.
2
ISTAC Arbitration provides also a flexible dispute resolution
method. The arbitration procedure may be determined
by the parties and arbitrators, in accordance
with the characteristics of the dispute without having
prejudice to right to be heard.
I.COST EFFICIENT
Under the Istanbul Arbitration Centre Rules on Costs
and Fees Scales (Appendix-3), registration fee, advance
on costs and arbitrator’s fee and expenses are regulated.
Considering these regulations, costs are more favorable
compared to other institutions’ fees.
ISTANBUL ARBITRATION CENTRE SCALES
of REGISTRATION FEE and ADMINISTRATI-
VE COSTS
AMOUNT IN DIS-
PUTE (TRY) 3
REGISTRATION
FEE
Up to 300.000 300 TL % 1,5
ADMINISTRATIVE
COST
300.001 - 1.000.000 300 TL 4500TL + % 1
1.000.001 - 5.000.000 300 TL 11.500TL + % 0,5
5.000.001 -
10.000.000
10.000.001 -
50.000.000
50.000.001 and over
this amount
300 TL 31.500TL + % 0,3
300 TL 46.500TL + % 0,1
300 TL 86.500TL + % 0,08
100.000.001 and over 300 TL 130.000TL
1.000.001 - 5.000.000 43.000 TL + % 3 63.000 TL + % 5
5.000.001 -
10.000.000
10.000.001 -
50.000.000
50.000.001 and over
this amount
100.000.001 –
350.000.000
350.000.001 and over
this amount
163.000 TL + % 1 263.000 TL + % 2
213.000 TL + % 0,5 363.000 TL + % 1
413.000 TL + % 0,1 763.000 TL + % 0,5
463.000 TL + % 0,02 1.013.000 TL + % 0,1
513.000 TL + % 0,01 1.263.000 TL + %
0,025
*Arbitrator’s fees must not be less than TRY. 2000.
II.ONLINE ISTAC REQUEST FOR ARBITRA-
TION
Under ISTAC Rules to commence the arbitration proceeding,
it is required to make an arbitration request or
to directly submit a petition. In addition to this, ISTAC
Rules with a major innovation ensures an alternative
submission method. It is available to make an online
ISTAC request for arbitration through ISTAC’s website.
By just filling the online form, parties can commence
the proceeding. After submitting the form, the claimant
can also pay the deposit of registration fee online. The
advantage of the availability of the online request is especially
important for the parties who are not present in
Turkey since they can commence the proceedings without
the need for being in Istanbul.
III.PROCEDURAL TİMETABLE
According to ISTAC Rules, the arbitrators prepare a
procedural timetable at the beginning of the arbitration
proceedings. In other words, the timetable schedules all
the judgement procedure. This makes all the proceeding
foreseeable and predictable not only for the parties
but for the arbitrators. Thus, this prevents the extension
of the time limits.
IV.FAST TRACK ARBITRATION
KARANTİNA
ISTANBUL ARBITRATION CENTRE SCALES
of ARBITRATOR’S FEES*
AMOUNT IN
DISPUTE (TRY)
SOLE
ARBITRATOR
Up to 300.000 % 5 % 7
ARBITRAL
TRIBUNAL
300.001 - 1.000.000 15.000 TL + % 4 21.000 TL + % 6
2Ziya Akıncı, Milletlerarası Tahkim, 4. Baskı, İstanbul, 2016, s. 433.
3 1 Turkish Lira is approximately 0,13 Euro as of 28.04.2020.
16
One of the common advantage of arbitration is its
being faster compared to the other dispute resolution
methods especially litigation. The aim of ISTAC is to
settle the disputes in a short term. Under Article 6, the
sole arbitrator or the arbitral tribunal shall render the
award within 6 months from the date upon which the
completion of the signatures on the terms of reference
or, the date of notification to the sole arbitrator or
E-DERGİ
arbitral tribunal by the Secreteriat of the approval of
the terms of reference if one of the parties does not
participate in the preparation of the terms of reference
or refuses to sign the prepared terms of reference
KARANTİNA
for interim measure. Provided that this situation shall
not be incompatible with the arbitration agreement and
constitute a waiver of the arbitration agreement and
have an impact on arbitrator or arbitrators’ power.
Even a six-month period is not too long to settle a dispute;
a shorter term is provided for the smaller amounted
disputes. According to, Istanbul Arbitration Fast
Track Arbitration Rules, The Rules shall apply to the
disputes that do not exceed 300.000 TRY, unless otherwise
agreed by the parties. According to the rules,
the disputes are resolved by the Sole arbitrator within
3 months. It is crucial to state that Fast Track arbitral
awards are subject to enforcement similar to the court
decisions and enforced directly without being appealed.
V.EMERGENCY ARBITRATION
Recently, some of the main arbitral institutions
including ICC (International Chamber of Commerce,
SIAC (Singapore International Arbitration Chamber),
SCC (Stockholm Chamber of Commerce) introduced
emergency arbitration to expedite their procedures. 4
The aim of this institution is to provide parties to go
to an emergency arbitrator in cases where they need
an urgent interim relief before the arbitral tribunal has
been formed. 5
ISTAC by following these developments and taking
into consideration of the parties’ need regulates
emergency arbitration under Istanbul Arbitration
Centre Emergency Arbitrator Rules as an appendix to
its main rules.
As it is stated under Article 31 Paragraph 1 of the Rules,
in cases of an urgency where the parties cannot wait for
the Sole arbitrator or formation of the Arbitral Tribunal,
the party can apply to Secreteriat in accordance with
Istanbul Arbitration Centre Emergency Arbitrator
Rules. According to Paragraph 2 of the same article,
after the formation of the tribunal, parties may make a
request from the Sole Arbitrator or the Arbitral Tribunal
to grant an interim measure. Paragraph 4 of the Article
regulates the application to the courts for an interim
measure. The Paragraph states that, application to
courts before or after the transmission of the file to the
Sole Arbitrator or the Arbitral Tribunal is also possible
4Chaffetz Lindsey, James Hosking, Valentine David M. Lindsey, “Emergency Measures of Protection: Creeping
Consensus or A Passing Fancy?”, 2011 Spring Meeting-ABA Section of International Law “Changing
The Rules”, s. 1-7.
5Özen Atlıhan, The Main Principles Governing Interim Measures In The Pre-Arbitral Proceedings–Specifically,
The Icc Emergency Arbitrator Rules, 2012, s. 203-262.
One may question the need for an emergency
arbitration while domestic legislations and the rules
of most of the arbitral institutions allow to grant an
interim measure from the state courts yet for instance
Turkish Code of Civil Procedure Article 414 explicitly
states that parties may apply to state courts to grant an
interim measure in cases where arbitral tribunal can not
operate effectively and in due course. Confidentiality,
special expertise, speed of action and opportunity to
apply to one tribunal where the issue relates to multiple
jurisdictions are some of the reasons indicating the need
for such an institution. Besides, it can be argued that
court intervention is limited since with the emergency
arbitration regulations it is not possible to state that the
arbitral tribunal can not operate effectively and in due
course according Turkish Law.
To be able to apply Istanbul Arbitration Centre
Emergency Arbitrator Rules, it is enough for parties to
agree that the dispute is resolved by ISTAC Arbitration
Rules. In other words, Istanbul Arbitration Centre
Emergency Arbitrator Rules are directly applicable to
the dispute except for cases where the parties agreed
in writing that these rules shall not be applied to the
dispute. This regulation does not prevent parties to apply
to a state court for an interim measure before or after
the application to Secreteriat for the appointment of
the emergency arbitrator. According to Rules, following
the application to the Secreteriat for an emergency
arbitrator, the board shall make the appointment within
2 working days from the receipt of the application. The
decision shall be made within 7 days from the receipt
of the file. The applicant must pay 30.000 TRY for
the Emergency Arbitrator and 10.000 TRY for the
administrative costs of the Centre.
According to Article 7 Paragraph 4 of Istanbul
Arbitration Centre Emergency Arbitrator Rules, the
Emergency Arbitrator’s decisions are binding on the
parties. However, the main problem with emergency
arbitration decisions is its enforcement in cases where
the parties do not comply with the decision. It depends
on the decision of the enforcing court and legislation
of the country where the parties seek for enforcement
whether the Emergency Arbitrator’s decision can be
17
E-DERGİ
enforced in the form of an order.
C.COMMENCEMENT OF THE ARBITRATION
PROCEEDINGS
Commencement of the arbitration process is governed
by Article 7 of the ISTAC arbitration rules. Under the
Rules parties have two options to start the proceedings.
The party who would like to commence the arbitration
shall either make a request for arbitration or submit a
statement of claim.
Even though Request for Arbitration is a kind of pleading
that starts the arbitration procedure, it should not
contain details of the claims, arguments and demands
of the claimants. Briefly, the general information is
preferred in the content of the Request for Arbitration
in order to avoid the prolongation of the arbitration
procedure. Thus, preparing a Request for Arbitration
will become much easier and faster than a lawsuit petition.
In this regard, a party that may face with lapse
of time barrier may provide an advantage by submitting
a simple arbitration demand. On the other hand,
It should have bear in mind that arbitration case does
not start just by submitting the Request for Arbitration
however, requested number of copies of the statement
shall be submitted and the cost of Arbitration shall be
deposited as well. Otherwise the Secreteriat may grant
a time limit, not exceeding 15 days, within which the
claimant shall remedy these defects. As it is mentioned
above, the Request for Arbitration can be made online
according to ISTAC rules. The second alternative of
initiating the Arbitration procedure is to submit a Statement
of Claim to the Secreteriat of ISTAC. In both
alternatives, 30 days is given to the respondent in order
to present either its Statement of Defence or its answer
to request for arbitration contrary to the claimant’s Statement
of Arbitration or Statement of Claim.
D.APPOINTMENT OF ARBITRATORS
“Appointment of arbitrators” is regulated between the
articles 12- 16 of ISTAC rules. According to the rules,
Parties are free to choose the arbitrators and the
number of the arbitrators. In other words, the dispute
is resolved either by the Sole arbitrator or the arbitral
tribunal upon parties’ decision.
In cases where the parties fail to choose to arbitrators
KARANTİNA
or number of the arbitrators or do not agree on the arbitrators,
The Board of Centre provides the settlement
of the disputes by the arbitrators who have enough experience.
The Board, while appointing the arbitrators,
pays special attention to choose impartial and independent
arbitrators who have enough time to examine and
settle the dispute.
E.TERMS OF REFERENCE
Following the submission of the Request for Arbitration
and Answer for Request of Arbitration, the terms
of reference is immediately prepared by the Sole arbitrator
or the arbitral tribunal unless otherwise agreed by
the parties. According to Article 26 terms of reference
is a document which contains names, addresses, e-mail
addresses of the parties and arbitrators, summary of
parties’ claims and defences, the place and the language
of arbitration, the applicable procedural rule and also
the reference to the power conferred to the Sole Arbitrator
or Arbitral Tribunal to decide ex aequo et bono.
Terms of reference shall be signed by arbitrators and
parties.
F.HEARINGS
Hearings are held either upon parties’ request or Sole
Arbitrator or Arbitral Tribunal’s decision when it deems
necessary. Sole Arbitrator or Arbitral Tribunal shall decide
settle the dispute without holding a hearing upon
receiving the consents of the parties. The Sole Arbitrator
or the Arbitral Tribunal shall notify the parties in a
reasonable time about the date, time and the place of
the hearing. It should be emphasized that hearing can
be held in any place. In other words, hearing can be held
in a different place from the seat of arbitration upon
the Sole Arbitrator or Arbitral Tribunal’s decision after
consulting with the parties.
G.DECISION
“Decision” is regulated under articles between 33-37.
Following the completion of the signatures or the approval
of the terms of reference, Secreteriat shall notify
the Sole Arbitrator or the Arbitral tribunal. Sole Arbitrator
or the Arbitral tribunal shall render the award within
six months from the date upon notification. In cases
where the parties agree, the time limit for the award
may be extended. The Board may extend the time limit
18
E-DERGİ
ex officio or upon the request by the Sole Arbitrator or
Arbitral Tribunal when it deems necessary.
KARANTİNA
CONCLUSION
ISTAC rules are the rules that are regulated by taking
into consideration of the modern institutions rules and
parties needs in practice. When taken into account the
nature of maritime disputes, ISTAC is a good alternative
for the parties since the rules have too many advantages
such as low costs, online application, experience
arbitrators, fast track and emergency arbitration mechanisms
as mentioned above. The awards are binding and
can be enforced immediately anywhere in the world.
Moreover, Turkey has all required legislative regulations
and is party to New York Convention and Geneva-
European convention. When Turkey’s key geographical
location is considered, it is conceivable to choose
ISTAC as an international arbitration centre especially
for parties from Asian, Middle Eastern and European
countries to settle their disputes.
19
E-DERGİ
KARANTİNA
Dünya’da ve Türkiye’de gelişen teknoloji her alanda yeniliklere
zemin hazırlamaktadır. Bu bağlamda finansal bir devrim
de tamamen merkeziyetsiz, kişisel mahremiyete dayanan,
devletler ötesi bir sistemle hayatımıza giren Bitcoin ve onun
teknolojik alt yapısı BlockChain (Blok Zinciri) teknolojisi
ile başladı. Söylenebilir ki, nasıl ki internet dünya düzeninde
önemli bir rol oynadıysa ilerde blockchain sistemi ile yeni
bir dünya düzenine geçilecektir. Çünkü bu teknoloji mevcut
ARACI kurumları ortadan kaldırmaktadır. Bu sistem sanal
paralar içinde ilk olarak Bitcoin para transferi için kullanılmaktadır.
Ancak sadece para transferi ile sınırlı olmayıp ‘
Aracı’ gerektiren tüm sistemler için kullanılması söz konusudur.
Dünyada para transferi dışında Emlak sektörü için
kullanılacak bir model olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca
ilerde noter hizmeti , oy kullanmada ve gümrük işlemlerinde
bu teknoloji kullanarak zaman ve güvenilirlik alanında oldukça
önemli bir sistem haline gelecektir. Kısacası Blockchain
teknolojisi uçtan uça aracı olmaksızın güvenilir kodlaması ile
kişiler ve kurumlar arasında hizmet verecek devrim niteliğinde
bir teknolojidir.
Blokzincir teknolojisinin ilk kullanımı finans sektöründe gerçekleşmiş,
buna bağlı olarak ilk devrim bitcoinle başlayarak
kriptopara kullanımlarıyla beraber bu sektörde yaşanmıştır:
2008 yılında Satoshi Nakamoto takma isimli bir hacker ‘Cryptography
Mailing List’ isimli kapalı bir mail grubunda
Bitcoin kriptopara birimini duyurdu. Nakamoto yayınladığı
manifestoda merkezi bir otorite tarafından kontrol edilemeyen
ve işlem için modern ödeme sistemlerinin aksine hiçbir
aracıya ihtiyaç duymayan (peer to peer), insanları özgürleştirecek
bir para biriminden bahsediyordu. Satoshi Nakamoto,
Bitcoin: A Peer-to-Peer Electronic Cash System adlı
yazısında, elektronik para birimi olarak adlandırdığı Bitcoin’i
anlatmıştır.
Kripto Paraların en popüleri olan Bitcoin ile birlikte
Etherium, Ripple , Litecoin , Monero, Bitcoin Cash
,AVAX ve daha birçok para birimi gün geçtikçe daha fazla
talep görmekte ve ilgi odağı olmaktadır. Dünya’nın dört bir
yanından her saniye milyonlarca kriptopara satın alınmakta
ve yatırım aracı olarak işlem görmektedir.
Kripto Paraların Temel Özellikleri :
· Bir dijitalpara birimidir ve fiziksel bir karşılığı yoktur.
· Bir merkezi yoktur herhangi bir ülkeye veya otoriteye
ait değildir. Sistemin sahibi ise onu kullanan herkestir.
·
Her kullanıcının sanal bir cüzdanı ve hesabı vardır.
· Herhangi bir noktadan transfer yapılabilir. İnternete
bağlı olmanız yeterlidir.
· A kişisinden B kişisine arada aracı olmaksızın para
transferi sağlar.
· Kripto Paralar, açık kaynak kodla yazılmıştır ve herkese
açıktır yani Anonimdir.
· Tüm ülkelerde kullanılabilir özelliğe sahiptir. Kullanıcıların
kişisel hesaplarına müdahale edilemez.
· 7/24, ücretsiz olarak birkaç dakika içerisinde başka bir
hesaba, kripto para gönderilebilir.
Kripto Paraların ilki ve en popüler olanı Bitcoin:
Bitcoin; İnternet üzerinde herhangi bir merkeze bağlı kalmadan
kullanıcı mahremiyetini gözetir, kripto şifrelemeyle güvence
altına alarak işlem kayıtlarını şeffaflaştırır. Bu sayede
aracısız ve güvenli para transferi sağlar.
· Bitcoin’in merkezi bir otoritesi olmadığı için Enflasyon’dan
20
E-DERGİ
etkilenmez. Ancak Deflasyon vardır.
· Kripto Paralardan olan Bitcoin’nin üretimi sınırlandırılmıştır,
toplamda 21 milyon adet üretilecektir. 2140 yılında tamamen
üretimi bitecektir. Bu yüzden arz- talep dengesinden
ötürü değeri sürekli artan bir özelliğe sahiptir.
· Kripto Para Bitcoin, madenci denilen ücretsiz bir program
tarafından üretilir. Bunun için gerekli olan Ledger adında cihazlara
ve onun kapasitesini kaldırabilecek elektrik enerjisine
ihtiyacınız vardır. Eşsiz bir imza ile imzalanır ve sırayla madenciler
tarafından doğruluğu ve eşsizliği kontrol edilerek onaylanır.
· Bitcoin sisteminde bankalar arası transferlerinde, EFT, Havale,
SWIFT masrafları, hesap işletim ve kredi kartı ücretleri yoktur.
· Ödemelerde gecikme olmaz.( en fazla 15 dk beklersiniz. )
· Bitcoin ikinci kez kullanılamaz ve böylelikle mükerrer ödeme engellenir.
· Bitcoin; TL, USD ve EURO gibi birçok para birimine dönüştürülebilir.
Birçok ülke, gündemi oldukça meşgul eden kripto paraları
mercek altına alıp hukuki statü kazandırarak kendi ülke
ekonomisine alternatif kazanımlar olarak görüp bu kripto
paraların işlem görmesini fırsat olarak değerlendirmektedir
(ABD, Japonya, Estonya, Güney Kore, Danimarka, İsveç,
Hollanda, Finlandiya, Kanada, Avusturalya, Singapur, İngiltere).
Bazı ülkeler ise sanal parayı ulusal paraya karşı tehdit
olarak gördüğünden kripto para uygulamalarına kısıtlamalar
getirmiş ya da doğrudan yasaklama yoluna gitmişlerdir.
(Bangladeş, İzlanda, Ekvator, Bolivya ve Tayland )
Türkiye’de Kripto Paralara Hukuki Yaklaşım
Ülkemizde Kriptoparalar hakkında bir regülasyon henüz
bulunmamaktadır. Bununla birlikte, geçtiğimiz günlerde
Hazine ve Maliye Bakanlığı kripto paralara ilişkin yayınladığı
basın açıklamasında “kriptoparalara ilişkin dünya genelinde
oluşan kaygıları biz de taşıyoruz, konuya ilişkin gelişmeler tarafımızca
takip edilmektedir.” ifadelerine yer vererek konuya
dair hassasiyetlerini kamu ile paylaşmıştır.
Türk Hukuku bakımından Kripto Paraların Değerlendirilmesi
Resmi kurumlar ‘Henüz mevcut bir yasada tanımlanmadığı’
için konuya çekimser yaklaşmakta olup kripto paraları satın
KARANTİNA
almak isteyenleri yasal statüsünün olmamasından kaynaklı
uyarı yoluna gitmişlerdir.
Ceza hukuku kapsamında değerlendirildiğinde; Anayasanın
38. maddesinin 3. fıkrasına göre; “Ceza ve ceza yerine
geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur”.
Ayrıca Türk Ceza Kanun’unun 2. Maddesi Suçta ve cezada
kanunilik ilkesi gereği; “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için
kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı
cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik
tedbirine hükmolunamaz.” Kısacası Yasal Düzenlemelerden
de Anlaşılacağı Üzere ‘ KANUNSUZ SUÇ OLMAZ ‘
Bugün itibariyle Türkiye’de kriptopara kullanılmasını yasaklayan
yasal düzenleme bulunmamaktadır. Ceza hukukunun
‘kanunilik ilkesi gereği’ yasada açıkça yasak olarak tanımlanmayan
bir eylemin yasal olduğu anlaşılmaktadır. Bu kanunların
yasal olanı değil yasak olanı zikretmesi hasebiyle dikkat
çekici bir husustur. Zira kriptopara kullanımı da bu bağlamda
basit bir hukuki yorumla çıkarımı yapılabileceği üzere aksi
belirtilene dek yasaldır. Bitcoin ve diğer kripto para kullanımı
ve madencilik yapılması herhangi bir yasal düzenleme ile
yasaklanmadığından, kullananlar için de suç teşkil etmesi söz
konusu değildir.
Ancak mevcut yasalarımız gereği blokzincir teknolojileri,
kriptopara kullanımı ya da başka teknolojik imkanları kullanmak
sureti ile, KAÇAKÇILIK, DOLANDIRICILIK,
HIRSIZLIK, İNSAN TİCARETİ ve benzeri fiillerin
yapılması suçtur. Bunun için ayrı bir düzenlemeye ihtiyaç
yoktur. Ancak Piyasa Manipülasyonu yapanlar için özel düzenlemelere
ihtiyaç vardır.
Özel Hukuk açısından Resmi kurumlar tarafından kripto paraya
ilişkin yapılan açıklamalar ise şöyledir:
6493 sayılı “Ödeme ve Menkul Kıymet Mutabakat Sistemleri,
Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para Kuruluşları
Hakkında Kanun” uyarınca ilgili kurumlardan alınan
kararlar gereği bu kanun kapsamında yer alan hükümleri taşımadığı,
Bitcoin sisteminde kimliklerin bilinmemesi sebebiyle,
Bitcoin ‘in yasadışı faaliyetlerde kullanılabileceği, değerinin kısa süreler
içerisinde değişiklik göstermesi, sanal cüzdanların dolandırılması, çalınabilmesi,
kaybolabilmesi, usulsüz kullanılabilmesi ve işlemlerin geri
döndürülemez olmasının risklere açık olduğu da vurgulanmıştır. (25
Kasım 2013 BDDK Basın Duyurusu)
2016: SPK ARAŞTIRMA DAİRESİ KRİPTO PARA RA-
PORU’nda daha ılımlı bir yaklaşım gösterilmiştir ve
‘’Bitcoin ve onun getirdiği teknolojilerin, kullanım alanı ve yaygınlığı
21
E-DERGİ
gün geçtikçe artmaktadır, bunun karşısında
ise hükümetler Bitcoin’e karşı olumlu
bir endişelilik hali içindedirler. Ülkemizin
de, tüm dünya devletleriyle birlikte, Bitcoin’i
olumlu bir endişelilikle izlemesinin uygun
olacağı düşünülmektedir. Tüm riskleri
değerlendirilerek, teşvik edici düzenlemeler
yapılırsa, Bitcoin pazarından, gelir elde
etmemiz de mümkün olabilir’’ denilmiştir.
Öte yandan Merkez Bankası ve SPK,
sanal paraların ‘emtia’ olarak kabul
edilip edilmeyeceği tartışılırken,
Gelir İdaresi sanal paralardan nasıl
vergilendirme yapılması konusunda
çalışmalara başlanacağını belirtmiştir
ancak henüz bir gelişme olmadığını
söyleyebiliriz.
KRİPTO PARA ALINAN ŞİR-
KETLERİN ( BORSA ) YA-
SAL DURUMU :
TL ile Bitcoin (BTC) veya diğer altcoinleri almak için Exchange
yani Türkiye’de ‘Borsa’ olarak ifade edilen şirketlerden
hesap açıp paranızı bu sitelere gönderim sağlamanız gerekmektedir.
Daha sonra da ‘Sanal Cüzdan’ oluşturmanız gerekmektedir.
Dünya’da ve Türkiye’de yüzlerce borsa yer almaktadır.
Ancak hukuki statüleri henüz tanımlanmış değildir.
“Türk Borsaları” Açısından Değerlendirildiğinde; Mevcut
düzende en az sermaye ile kurulan şirketler bu faaliyetleri
gerçekleştirebiliyor ve sadece aldığı kullanıcıdan aldığı ‘fee’
denilen komisyon bedellerine ilişkin fatura kesiyor. Mevcut
düzenlemeler çerçevesinde ‘ Kripto Paranın’ tanımı yapılmadığı
için bu borsa şirketleri Banka ya da Döviz Bürosu
olarak tanımlanamamaktadır. Bu yüzden en az sermayeli bir
LDT ya da Anonim Şirket olarak açılan herhangi bir şirket
ilgili diğer yasal düzenlemelere tabi değildir.
Bu şirketlerin kuruluş aşamasında yeterli teminatı olmaması
kullanıcılar açısından tedirginlik yaratmaktadır. Bu sebeple
Türk Borsaları, İşlem yapanlardan KİMLİK, İKHA-
METGAH, FOTOĞRAFLI İMZALI DİLEKÇE istemeleri
ileride yapılacak düzenlemelere karşın önlem
niteliğindedir.Ancak bu önlemler yeterli gözükmemektedir.
Zira günde milyonlarca liranın işletildiği bir sistemin
devlet tarafından akredite edilmiş ve kullanıcıların
paralarını güvenceye altına alacak bir sistem geliştirilmelidir.
Bundan dolayı ilk olarak Borsa Şirketleri için yasal
22
KARANTİNA
düzenlemeler ve belli kriterler getirilmelidir.
Ancak yasal düzenlemenin olmamasını
fırsat görenlerde vardır: Kanun
koyucuların finansal kuruluşların
üzerinde gerçek dünya ekonomisinde
geniş kontrolleri bulunmasından, akabinde
vergi yükü getirilmesinden dolayı
düzenleme olmamasını fırsat olarak
değerlendirenler bulunmaktadır.
Bu nedenle son zamanlarda DE-FI
yani Merkeziyetsiz Finans oluşumları
rağbet görmektedir. Kripto paraların
felsefesinin en temel taşı olan Merkeziyetsizlik
felsefesi kullanıcılar tarafından
her daim yeni girişimlerin çıkmasına
vesile oluyor.
Ayrıca bu düşüncede olan çoğu kişi Kripto
Para birimlerinin herhangi bir merkezi otoriteye ait olmamasını
Anarşist yönü itibari ile cazip görmektedir. Devletlerin serbest piyasaya
müdahalesini hoş karşılamamaktadır. Birçok kullanıcı bu platformu
özgülük alanı olarak da görmektedir.
Her ne kadar merkezi otoriteye bağlı olunmaması cazip
görülse de son zamanlarda kripto para kullanımında
ciddi artışlar meydana geldi. Birçok kişi kripto paraların yasal
güvencesi olmamasından kaynaklı yatırım ve ödeme metodu
konusunda çekimser bakmaktadır. Bu kişilerin bir derece
güvence hissetmeleri kripto para piyasasını oldukça hareketlendireceğini
rahatlıkla söyleyebiliriz.
Devletler Açısından Değerlendirildiğinde: Kripto para
birimlerine dayanan ekonominin takibi ve kullanıcıların
kontrol edilmesi kanun koyucu için problem oluşturmaktadır
Yargılama Yetkisi Sorunsalı ile karşı karşıya kalınmaktadır.
Çünkü herhangi bir coğrafi sınır yoktur ve ilgili açık düzenlemelerin
olmadığı durumlarda hangi ülke kuralların uygulanacağını
tespit etmek zordur.
Bu durum ancak ULUSLARARSI SÖZLEŞMELER ile
Devletlerarası Özel Hukuk Normlarında yer alması ile bir
nebze olsun kontrol edilebilirliği sağlanabilir. Ancak her geçen
gün yeni bir teknolojik sistem çıkmakta ve devletlerin
hantal ve bürokratik yapılarının gelişen teknoloji ile aynı derecede
performans sergilemeleri oldukça zor gözükmektedir.
Devletlerin, bu denli rağbet gören, kontrolünü elinde tuta-
E-DERGİ
madığı, ilerleyen zamanlarda ülkelerin kendi para birimlerini
değersizleştiren bir mekanizmaya dönüşmesi ihtimali gündeme
gelmektedir. Bazı ülkeler ile Çin gibi kendi resmi parasını
dijitalleştirme yoluna başvurmuşlardır. Öte yandan Türkiye
Merkez Bankası’nın da bu gelişmeleri yakından izlediği ve
kendi dijital parasını geliştirme yönünde adımlar atmıştır. Burada
Türkiye’nin bu yeni teknolojiyi kanıksama yoluna girmesi
dünya basınında oldukça ilgiyle karşılanmıştır. En son
olarak Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi’nin kriptoparalara
yönelik bilgilendirici sözlük yayınlaması Türkiye’nin
blockchain ve kriptopara teknolojisi ile yakından ilgilendiğini
gösterir.
Özetle; Mevcut yasaların çıkması ile var olan şirketlerin yasalara
göre şekillenmelerini, yeni yatırımcıların çıkması ile yeni
iş olanaklarının ortaya çıkmasını akabinde istihdama ve ülke
ekonomisine olumlu yönde katkı sağlayacağı düşüncesindeyim.
Ayrıca bitcoin ile hayatımıza giren BLOCKCHAIN teknolojisinin
birçok alanda kullanılması mümkün olup dünyada
pilot çalışma olarak blockchain sistemini emlak ve gümrük
sistemlerine entegre edilmiştir. Güvenilir şifreleme teknolojisi
ile birçok sektörün çağ atlamasına önayak olacaktır.
Türkiye’nin bu sistem karşısında izleyici olmayıp lider ülke
konumunda olması gerekmektedir. Bunun için silikon vadisi
gibi Türkiye’de Teşvik politikası çıkarmalı ve hatta İstanbul’un bir
Crypto City haline getirmelidir bu sayede özel teşvik ve serbest
bölge statüsünde dünyanın birçok ülkesindeki şirketi Türkiye
pazarında yer edinmesine olanak sağlamalıdır. Teknoloji ve
sanal şirketlerin lider olduğu bir devirde devlet ve şirketlerin
bu konuya duyarsız kalması düşünülemez. Buna ek olarak
İSTANBUL ULUSLARARASI KRİPTO PARA TAHKİM
MERKEZİ kurulması ile Türkiye bu alanda lider ülke olmalıdır.
KARANTİNA
Dünya’da dolaşımda olan Bitcoin miktarı
18,646,925,00
Günlük onaylanan işlem miktarı
317,976
Av.Sima BAKTAŞ
Blockchain uzunluğu
330.7 GB
23
E-DERGİ
KARANTİNA
In today’s world, computers are not only used for commercial purposes but also for individual entertainment. With the effect
of digitalisation and technological developments, computer games may be played in multiple from different places and have
been transformed from a leisure activity to a professional sports field. Eletronic sports, better known as eSports, represent
the world of competitive and organised video gaming: competitors from different leagues or teams face off in popular
games, such as Fortnite, League of Legends, Counter-Strike, Call of Duty, Overwatch and Madden NFL. These particular
matches are watched and followed by millions of all age fans all over the world, who attend live events or tune in on TV
or online. In 2018, the Turkish eSports Federation was established within the body of Youth and Sport Ministry, which
has so far provided more than 1000 licenses to eSports professionals. Additionally, there are almost 15000 unprofessional
eSports teams in the country. It is curious that Turkey’s three biggest football clubs (Beşiktaş, Fenerbahçe and Galatasaray)
have eSports teams. Even though the industry keeps growing, Turkey does not have any specific laws regarding eSports.
There are applicable references in the general rules of law but it is crucial to implement a special legal framework because
various issues, such as intellectual property, broadcasting rights, contracts, match fixing, doping and violence, in eSports
24
E-DERGİ
KARANTİNA
have different aspects than the ones in traditional sports. Turkish law
defines “work” as any intellectual or artistic product bearing the characteristic
of its author, which is deemed a scientific and literary or
musical work or work of fine arts or cinematographic work. There
are no specific clauses that define digital games as “work”. A digital
game consists of many components such as images, music, animations,
motions, underlying code, etc.. In this context, game developers
have to pay attention not to violate image rights, copyrights or trademarks,
and own the intellectual property rights of their games: the
right to publicize, to be named, to deny any changes to the game, for
instance. Such exclusive rights also affect broadcasting: broadcasters
do not have the right to publicise the event without authorisation.
Moreover, there are several contracts that have to be enacted in this
sector: on one side the eSports teams have to conclude agreements
with game developers and brands, on the other the players with teams
and sponsors. It is also important to protect the young professionals
from unfair contract terms. Many players, in fact, start their careers
around the ages of 15-16 and retire at about the age of 25. At such
young age they may not realise the importance of the legal provisions
and must be safeguarded. Doping, generally defined as the use of artificial
enhancements and methods to gain an advantage over others
in competition, is a huge problem not only in traditional sports. In
eSports there is another method of doping, usually called eDoping.
External factors, such as software, malwares and drugs, can create unfair
competition. For this reason, organisers try to prevent the use of
an integrated software into the system, cheat injectors and hardware
triggerbots by providing computers and hardware to the players at
the arena. With regards to drugs, Turkish law applies World Anti-Doping
Agency’s (WADA) rules and prohibits the use of substances, such as stimulants and amphetamines, mentioned in the
prohibited list. It is so important to produce adequate laws and regulations that define what doping is in eSports to ensure a
fair and honest competition. Another obstacle to integrity in eSports is match-fixing: the teams or some of the players may
be bribed by third parties and it might be difficult to prove the corruption. It is need to regulate precautions and sanctions
against match-fixing or cheating because, according to market researches, the amount of bets placed for the major eSports
organisations is estimated to be around 12.9 billion dollars at the end of 2020. Legal eSports betting should be authorised
only for tournaments and leagues approved by the Federation.
Last but not least, according to the Turkish law, supporters are forbidden from insulting players or other supporters. It is
also not allowed to act or speak offensively about religion, language, ethnicity, sex or sects in and around sports stadiums.
Supporters who violate these rules are punished with criminal and administrative sanctions, including banning from sports
events. In traditional sports, violence is perpetrated in real life and the guilty parties are usually at the arena. But eSports are
generally broadcast through online platforms: is it possible to ban from online eSports platforms viewers who use racial slurs
or sexist swear words?
25
E-DERGİ
KARANTİNA
I. İŞ KAZASI
Kaza, kast olmadan beklenmeyen bir şekilde oluşan ve genelde
bir zarar sonucu ortaya çıkaran olaydır.
Uluslararası Çalışma Örgütünün İş Sağlığı ve Güvenliği Ansiklopedisine
göre, iş kazası “belirli bir zarara ya da yaralanmaya
sebep olan, beklenmeyen ve önceden planlanmamış bir
olaydır.”
Dünya Sağlık Örgütüne göre iş kazası, “önceden planlanmamış,
çoğu zaman yaralanmalara, makine ve teçhizatın zarara
uğramasına yol açan olaydır.”
Avrupa Birliği İstatistik Ofisi tarafından ise iş kazası, “iş sırasında
fiziksel ve ruhsal zarara yol açan ani bir olay” olarak
tanımlanmıştır. 1
Resmi istatistiklere göre her geçen yıl iş kazaları nedeniyle
ölümler artmakta olup bu istatistiklere göre Türkiye, ölümlü
iş kazalarında Avrupa’da birinci, Dünyada üçünü sırada yer
almaktadır. 2
SSGSSK ve İSGK bakımından bir olayın iş kazası sayılabilmesi
için taşıması gerekli olan unsurlar farklılık taşımaktadır.
A.İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ KANUNU HÜ-
KÜMLERİ AÇISINDAN
İSGK iş kazasını, “işyerinde veya işin yürütümü nedeniyle
meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü
ruhen ya da bedenen engelli hâle getiren olay” olarak
tanımlamıştır. Bu madde uyarınca bir olayın iş kazası olarak
nitelendirilebilmesi için;
- Kaza işyerinde veya işin yürütümü sebebiyle meydana gelmiş
olmalı,
1SÜMER, Halûk Hâdi, İş Sağlığı ve Güvenliği Hukuku, 3. Baskı, Ankara, Seçkin Yayıncılık 2019, s. 89
2EROL, Selahattin, “İş Sağlığı ve Güvenliği Konusunda İşveren, Çalışan ve Devletin Rolü”, ASSAM
Uluslararası Hakemli Dergi, 2015, s. 119.
26
- Kaza işçinin ölümüne sebep olmuş veya onun vücut bütünlüğünü
bozmuş ya da ruhen ya da bedenen engelli duruma
getirmiş olmalıdır.
1.Dış Etkenler Sonucu Meydana Gelen ve İstenmeyen
Olay
Zarar sonucunu doğuran olay, işçinin bünyesel bir rahatsızlığı
değil dışsal etkilerle oluşan bir olay olmalıdır. Bu dışsal
unsuru sağlayan şey iş kazalarında, üçüncü kişinin, işverenin,
işçinin ya da işyerinde bulunan araç, gereç ve teçhizatın etkileridir.
Sosyal Güvenlik Hukuku bakımından bir olayın iş kazası olarak
nitelendirilebilmesi için gerekli olmayan bu dışsal unsur
Bireysel İş Hukuku anlamında gerekli olan bir unsurdur. Kazaya
uğrayan işçinin veya üçüncü kişinin iradesiyle meydana
getirdiği zararlar Bireysel İş Hukuku anlamında iş kazası sayılmayacaktır.
Bu şekilde oluşan zararlardan işverenin sorumluluğu
da doğmayacaktır. 3 Örneğin, işçinin işyerinde intiharı
olayı SSGSSK açısından olay işyerinde gerçekleştiği için iş
kazası sayılacak iken İSGK açısından iş kazası sayılmayacak
ve işverenin bu olayla ilgili sorumluluğuna gidilmeyecektir. 4
Uyuşmazlığın konu olduğu YHD kararı şu şekildedir: “Dava,
Kurum sigortalısı işçinin işyerinde çalışırken bunalıma girerek
mesai saati bitimine yakın işini bırakarak işyerinin çatı katında
ikametine tahsis edilen işçi yatakhanesinde kendisini asmak
suretiyle gerçekleşen böylece iş kazası olduğu iddia edilen
sigorta olayından kaynaklanmaktadır… O nedenle işverenin
sorumluluğu altında çalıştırdığı sigortalının güvenliği beden
ve ruh sağlığı için gerekli tedbirleri almak yükümü var ise de
bu hal her zaman için zorunlu değildir. Belirtelim ki böyle bir
ilgi ve ilişki söz konusu olmadığı hal ve durumlardan birinde
dahi meydana gelen bir olayın da iş kazası sayılması mümkündür.
Sözgelimi intihar eylemi eğer işyerinde gerçekleşmiş
ise, olayın salt işyerinde meydana gelmesi durumunda bile,
3YILMAZ, Gürbüz, “İş Kazalarından Doğan Sorumluluklar”, Mühendis ve Makine Dergisi, 2005, s. 7.
4SÜMER, İş Sağlığı ve Güvenliği Hukuku, s. 93.
E-DERGİ
intihar eden sigortalının gördüğü işle ilgili ve işverenin kusurundan
kaynaklanmamış olmasına rağmen 506 sayılı yasanın
110 maddesi açıklığı gereği olay yine de iş kazasıdır. Ancak
bu durumda olaylarla iş ve işveren arasında nedensellik bağı
bulunamayacağı için işveren ve onun halefi olanlar Kuruma
karşı sorumlu tutulamaz…” 5
Açıkça anlaşıldığı üzere işverenin sorumluluğuna gidilmese
dahi aşağıda anlatılmış olduğu üzere SSGSSK uyarınca iş kazası
durumlarında sigortalı sayılan işçiye ve hak sahiplerine
SGK tarafından gereken ödemeler yapılacaktır. 6
2. Nedensellik Bağının Bulunması
İlliyet bağı sorumluluğun temel öğesidir. Zararla eylem arasında
illiyet bağının mevcut olması, zararın eylemin bir neticesi
olarak ortaya çıkması, yani eylem olmadan zararın meydana
gelmeyeceğinin kesin olarak bilinmesidir. Hiçbir hukuk
düzeni mantık yasalarına göre mevcut olmayan illiyet bağını
yaratamaz. Mantık bakımından bu illete sonsuz zincir halinde
neticeler bağlanabilir. Hukuki netice olarak zararın tazmin
sorumluluğunun kabulü için, bir sebebe illi olarak bağlanan
neticeler silsilesinin içinde hangi kesimin gerekli ve yeter olacağını
belirlemek yine hukuk düzeninin görevidir. 7
KARANTİNA
bep, zarar görenin ve üçüncü kişinin ağır kusuru nedenleriyle
kesilebilir. 9 Uygun illiyet bağının kesildiğinin ispatı halinde,
işverenin sorumluluğuna gidilmesi mümkün değildir. (HGK,
20.03.2013 tarih, 2012/21-1121 Esas, 2013/386 Karar)” 10
YHD’nin başka bir kararında ise temyiz edilmiş olan BAM
kararının bozulmasına şu metin ile karar verilmiştir: “Somut
olayın; zamanın sabaha doğru olduğu saatlerde, davalı sürücü
...’ın araçta uyuklaması sonucu kontrolünü kaybederek çok
şeritli tek yönlü yolun emniyet şeridine girerek, emniyet şeridinde
bekleyen kazazede yayaya çarptığı ve ölümüne sebep
olduğu, 27/06/2016 kusur raporunda da davalı sürücünün
2918 sayılı KTK’nin 52., 82. ve 84. Maddelerine, kazazedenin
2918 sayılı KTK’nin 68/a-c Maddelerine muhalefetten
kusur verildiği, anılan bu raporun oluşa uygun olduğu anlaşılmakla,
gerçekleşen iş kazasında işverenin özen yükümlülüğü
kapsamında alabileceği bir tedbirin bulunduğundan ve giderek
sorumluluğunu gerektirecek bir kusurunun olduğundan
bahsetme imkanı bulunmadığının, kazanın gerçekleşmesinde
üçüncü kişinin ve zarar görenin ağır kusuru nedeniyle, iş
kazası ile işveren şirket arasındaki illiyet bağının kesildiğinin
kabulü ile davalı işveren yönünden davanın reddine karar verilmesi
gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olmuştur.”
Meydana gelen olayın İSGK uyarınca iş kazası olarak nitelendirilmesi
ve işverenin bu olaydan sorumluluğunun doğması
için, işçinin uğradığı zararın bu olayın uygun bir sonucu
olması gerekmektedir. Ancak yalnız olay ile zarar arasında
nedensellik bağının bulunması işverenin sorumluluğuna gidilebilmesi
için yeterli değildir. Olayın ek olarak işverenin
ifa ettiği iş ile uygun nedensellik bağı içerisinde bulunması
gerekmektedir. Olay ile uygun nedensellik bağı içerisinde bulunması
gereken unsur, işçinin işi, yapılan iş ya da işverenin
iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerini alma borcuna aykırı hareketidir.
8 İfa edilen iş ile kaza arasında uygun illiyet bağının bulunduğu
durumlarda söz konusu olan işverenin sorumluluğu,
nedensellik bağı kesildiği hâlde ortadan kalkacaktır. Uygun
illiyet bağının kesilmesine sebep olan durumlar, kazaya uğramış
olan işçinin ağır kusuru, üçüncü kişinin ağır kusuru ve
mücbir sebeplerin meydana gelmesidir. Bu durumda kazaya
uğramış olan işçi, işverenin sorumluluğuna başvuramayacak
ve SGK’nin yardım ve ödeneklerinden yararlanabilecektir.
Bu sonuç YHD’nin bir kararında şöyle ifade edilmiştir: “İşvereni,
zararlandırıcı olay nedeniyle sorumluluktan kurtaracak
olan durum, eylem ile meydana gelen zarar arasındaki
uygun illiyet bağının kesilmesidir. Kusursuz sorumlulukta
olduğu gibi kusur sorumluluğunda da illiyet bağı; mücbir se-
5Yargıtay 10. HD, T. 05.07.2004, 4465/6425.
6SÜZEK, Sarper, İş Hukuku, 18. Baskı, İstanbul, Beta Yayıncılık, 2019, s. 400.
7TANDOĞAN, Haluk, Türk Mesuliyet Hukuku, 1. Baskı, İstanbul, Vedat Yayıncılık, 2010, s. 74-75
8YILMAZ, Gürbüz, “İş Kazalarından Doğan Sorumluluklar”, Mühendis ve Makine Dergisi, 2005, s. 7.
27
3. Zararın Varlığı
Meydana gelen olayda işverenin sorumluluğunun doğabilmesi
için maddi bir zararın ortaya çıkması gerekmektedir. SSGS-
SK anlamında iş kazası oluşturan hallerde Kurum tarafından
karşılanan zarar işçinin sağlık masrafları ve kazanç kaybına
ilişkindir. İSGK anlamında ise işveren, işçinin iş kazası sonucu
uğradığı bedensel, ruhsal zararlar ile gelir kayıpları harici,
ileride doğabilme ihtimali olan çeşitli zarar kalemlerini de
karşılayacaktır. 11
B.SOSYAL SİGORTALAR VE GENEL SAĞLIK
SİGORTASI KANUNU HÜKÜMLERİ AÇISIN-
DAN
İş kazasının tanımı SSGSSK’nin 13. maddesinde yapılmıştır.
Bu maddede hangi hâllerin iş kazası olarak nitelendirileceği
de yer almaktadır. Anılan hüküm şu şekildedir: “İş kazası;
a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada, b) İşveren tarafından
yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına
ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle,
c) Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli
olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle
asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda, d) Bu Kanunun 4
9 SÜZEK, s. 413.
10Yargıtay 21. HD, T. 06.11.2019, 84/6574.
11YILMAZ, Gürbüz, s. 9.
E-DERGİ
üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki
emziren kadın sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna
süt vermek için ayrılan zamanlarda, e) Sigortalıların, işverence
sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında,
meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen
ya da ruhen engelli hâle getiren olaydır.”
Zarar meydana getiren bir olayın 5510 sayılı Kanun uyarınca
iş kazası sayılabilmesi için zarara uğrayan kişinin mutlaka aynı
Kanun uyarınca sigortalı kavramına dâhil olması (kişi unsuru),
bu sigortalının bir zarara uğramış olması (zarar unsuru)
ve bu zararın Kanun maddesinde sayılan durumlardan birisinin
meydana gelmesi neticesinde ortaya çıkmış olması (olay
unsuru) gerekmektedir. 12
1. Sigortalı Olma
İş kazası ve meslek hastalığı sigorta kolu, 5510 sayılı Kanunun
4/1-a ve 4/1-b kapsamına giren sigortalılar 13 ile iş kazası
ve meslek hastalığı sigortasının kapsamına girdiği düzenlenen
kişileri kapsamaktadır. Aynı Kanunun ek 5. maddesine göre
tarım ve orman işlerinde süreksiz çalışanlar da iş kazası ve
meslek hastalığı sigorta koluna dâhildir.
İş kazası ve meslek hastalığı sigorta kolunun uygulama alanı
bulması sigortalı kişinin belirli bir süre sigortalı sayılmasına
veya prim ödeme koşuluna bağlı değildir. Sigortalılık kapsamına
girebilecek bir işte çalışmaya başlamak bu niteliğin kazanılması
açısından yeterli olacaktır. Bu sebeple işçi SGK’ya
bildirilmemiş olsa dahi iş kazası ya da meslek hastalığına uğradığında
bu Kanun kapsamındaki haklardan yararlanabilecektir.
14 Böyle bir durumda Kurum, yaptığı ödemeleri, işçiyi
koruma borcunu kusuruyla yerine getirmemiş olan işverene
rücu edebilecektir. (SSGSSK m. 21.)
Konuyla ilgili olan YHD kararında bu husus şu şekilde ifade
edilmiştir: “5510 sayılı Kanunun Süresinde Bildirilmeyen
Sigortalılıktan Doğan Sorumluluk başlıklı 23’üncü maddesinin
1. ve 2. fıkralarındaki düzenlemeye göre; işverenin rücu
alacağından sorumluluğu için, çalıştırılan sigortalının işe giriş
bildirgesinin süresi içinde Kuruma verilmemiş olması ve zararlandırıcı
sigorta olayının da işe giriş bildirgesinin Kuruma
verilmesinden veya sigortalı çalıştırıldığının Kurumca tespit
edildiği tarihten sonra meydana gelmemiş olması gerekir.
Başka bir deyişle; sigortalının bildirimi kanunda belirtilen
sürelerden sonra yapılsa bile, zararlandırıcı sigorta olayı işe
12ALPER, Yusuf, KILKIŞ, İlknur, İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku, 4. Baskı, Bursa, Dora Yayıncılık, 2018, s.
256.
13SSGSSK madde 4- Bu Kanunun kısa ve uzun vadeli sigorta kolları uygulaması bakımından; a) Hizmet akdi
ile bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılanlar, b) Köy ve mahalle muhtarları ile hizmet akdine bağlı
olmaksızın kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan ise; 1) Ticarî kazanç veya serbest meslek kazancı nedeniyle
gerçek veya basit usûlde gelir vergisi mükellefi olanlar, 2) Gelir vergisinden muaf olup, esnaf ve sanatkâr
siciline kayıtlı olanlar, 3) Anonim şirketlerin yönetim kurulu üyesi olan ortakları, sermayesi paylara bölünmüş
komandit şirketlerin komandite ortakları, diğer şirket ve donatma iştiraklerinin ise tüm ortakları.
14SÜMER, İş Sağlığı ve Güvenliği Hukuku, s. 90-91.
28
giriş bildirgesinin verildiği veya çalışmanın Kurumca tespit
edildiği tarihten sonra meydana gelmiş ise; işverenin anılan
düzenleme kapsamında sorumluluğu yoluna gidilemez. Sözü
edilen madde ile işverenin kaçak işçi çalıştırmasının önlemesi
amaçlanmış olup, maddenin düzenleniş şeklinden de açıkça
anlaşılacağı üzere, 23’üncü maddeye göre işverenin sorumluluğu
kusursuz sorumluluk ilkesine dayanır. Zararlandırıcı
sigorta olayında işverenin hiç kusuru olmasa bile, şayet sigortalının
işe girişi süresinde Kuruma bildirilmemiş ise, Kurumca
yapılan sosyal sigorta yardımlarının tamamından sorumlu
tutulması gerekir.” 15
2. Kazaya Uğrama
KARANTİNA
Sigortalının uğramış olduğu kazanın iş kazası olarak nitelendirilmesi
için kazanın 5510 sayılı Kanunda sayılmış olan hâllerden
birisi şeklinde oluşmuş olması yeterlidir. Bu hâller şu
şekildedir:
-Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada meydana gelen kazalar;
aranan tek şart sigortalının işyerinde 16 bulunması ve kazaya
uğramasıdır. Başka herhangi bir hususun gerçekleşmesi
önemli değildir. Ayrıca işçinin o anda işi yürütmekte olması
gibi bir şart da aranmayacaktır. Yani iş ile kaza arasında uygun
bir nedensellik bağının oluşup oluşmadığı önemsizdir. 17 Örneğin;
sigortalıların işyeri sayılan yerlerde; avluda yürürken
düşmesi, dinlenme saatinde top oynarken ayağının burkulması,
bahçede meyve ağacından meyve toplarken düşmesi,
tarlada çalışır iken traktör ile kaza geçirmesi, yemek yerken
elini kesmesi, dinlenme odasında dinlenirken sobadan zehirlenmesi,
işyerinde intihar etmesi, işyeri sınırları içinde bulunan
havuzda boğularak ölmesi, ücretli izinli bulunduğu sırada
çalıştığı işyerindeki arkadaşlarını ziyaret için geldiğinde kaza
geçirmesi, araçlarla çalışanların bu araçlarda geçirecekleri
kazalar iş kazası olarak kabul edilecektir. 18 Yukarıda işçinin
işyerinde intihar etmesi olayının da Yargıtay Mahkemesi tarafından
iş kazası olarak nitelendirildiğinden de bahsetmiştik.
Ayrıca işyerinde meydana gelen kazaların iş kazası olarak
nitelendirilebilmesi için günlük çalışma süreleri içerisinde
meydana gelmesi de zorunlu değildir. Örneğin, işçinin mola
sırasında işyerinde yediği yemekten zehirlenmesi de iş kazası
olarak sayılacaktır. 19
-İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle meydana
gelen zararlar; işyeri dışında meydana gelse de işveren tarafından
yürütülmekte olan iş ile bağlantılı olan hâllerde oluşan
kazalar da iş kazasıdır. “İşveren tarafından yürütülmekte olan
15Yargıtay 10. HD, T. 04.07.2019, 2402/5926.
16SSGSSK madde 11- İşyeri, sigortalı sayılanların maddî olan ve olmayan unsurlar ile birlikte işleriniyaptıkları yerlerdir. İşyerinde
üretilen mal veya verilen hizmet ile nitelik yönünden bağlılığı bulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen işyerine bağlı yerler, dinlenme,
çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek eğitimi yerleri, avlu ve büro gibi diğer eklentiler
ile araçlar da işyerinden sayılır.
17SÜMER, İş Sağlığı ve Güvenliği Hukuku, s. 92.
18T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu, 2016/21 Sayılı Genelge, Ankara, 2016, s. 2.
19SÜMER, İş Sağlığı ve Güvenliği Hukuku, s. 94.
E-DERGİ
iş” ifadesiyle, işyerinde veya işyeri dışında meydana gelen kazanın
işverenin görevlendirmesi veya işin niteliği gereği yapıldığı
sırada karşılaşabileceği kaza riskine karşı sigortalı teminat
altına alınmaktadır. Buna göre, torna atölyesinde çalışan
sigortalının elini torna makinesine kaptırması, tarlada çalışan
sigortalının ilaçlama yaparken zehirlenmesi, tarlada çalışan
sigortalının traktörün devrilmesi sonucu yaralanması ya da
işverene ait traktör ile tarlaya giderken yolda traktörle kaza
geçirmesi, beyaz eşya tamir bakım servisinde çalışan sigortalının
buzdolabı tamiri için gittiği binada dengesini kaybederek
düşmesi sonucunda yaralanması, kasap olarak işyeri
işleten sigortalının getirilen etleri almak için işyeri dışına çıktığında
bir aracın çarpması, marangoz atölyesi işleten sigortalının
işyeri dışında mutfak dolabı monte ederken ayağına
parçalardan birinin düşmesi sonucu yaralanması ya da çiftçilik
yapan bir sigortalının tarlasına giderken yolda traktörü
ile kaza geçirmesi gibi olaylar işlerin yürütümü sırasında ve
çalışma esnasında meydana geldiğinden iş kazası sayılması
gerekmektedir. 20
KARANTİNA
-Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere
gidiş gelişi sırasında meydana gelen kazalar; sigortalıların işverence
sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında
meydana gelen kazalar iş kazası sayılacaktır. Burada
önemli olan işverence sağlanan bir taşıtın bulunması ve sigortalıların
işin yapıldığı yere getirilip götürülmeleri sırasında
meydana gelen olayın, yine işverenin kiraladığı bir minibüs
veya işyerine ait servis aracı ile sigortalıların evlerinden işyerine,
işin bitiminde de işyerlerinden evlerine getirilip götürülmeleri
sırasında meydana gelen trafik kazasının, sigortalının
servis aracından inerken düşerek yaralanması veya araç içinde
herhangi bir nedenle meydana gelen olayın, iş kazası sayılması
gerekmektedir. Ancak, sigortalının işe gitmek için bindiği
servis aracından indikten sonra yolun karşı tarafında bulunan
işyerine geçmek için yolu geçerken uğradığı trafik kazası, sigortalının
getirilip götürülme hali sona ermesi nedeniyle iş
kazası sayılamayacaktır. 22 Aynı sebeple YHD vermiş olduğu
bir kararda sigortalının işverence sağlanan bir taşıtı beklerken
geçirmiş olduğu trafik kazasını iş kazası olarak saymıştır. 23
-Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak
işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini
yapmaksızın geçen zamanlarda meydana gelen zararlar;
burada önemli olan işçinin kendi kişisel sebepleri ile başka
bir yere gitmiş olması durumunda geçirdiği kazanın iş kazası
kapsamında sayılmayacağıdır. Örneğin, işverenin, işyerinde
çalışan bir sigortalıyı evindeki bir malzemeyi almak üzere görevlendirmesi
halinde, sigortalının işverenin evine gidip gelmesi
sırasında uğradığı kazanın, muhasebe bürosunda çalışan
sigortalının işvereni tarafından mükellefin hesaplarını kontrol
etmek için görevlendirilmesi halinde bu iş için gidip gelmesi
sırasında ve mükellefin bulunduğu yerde çalışması sırasında
meydana gelen olayların iş kazası sayılması gerekmektedir.
Ancak, görevli olarak gönderilen sigortalının görev konusu
ile ilgili olmayan ve görevinin dışında meydana gelen kazalar
iş kazası sayılmaz. Bu nedenle görevli gönderilen sigortalının
işi dışında eğlenmek için gittiği sinema veya gece kulübünde
herhangi bir nedenden dolayı uğradığı kazanın iş kazası olarak
kabul edilmesi mümkün değildir. 21
-Emziren kadın sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna
süt vermek için ayrılan zamanlarda meydana gelen kazalar;
İK’nin 74. maddesi uyarınca, kadın işçilere bir yaşından küçük
çocuklarını emzirmeleri için günde toplam bir buçuk saat
süt izni verilir… Bu süre günlük çalışma süresinden sayılır.
İşte kadın sigortalının bu süre zarfında işyerindeki emzirme
odasında merdivenden düşmesi sonucu meydana gelen kaza,
çocuğun bulunduğu yere gidiş gelişi sırasında geçireceği trafik
kazaları iş kazası sayılmalıdır.
20T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu, 2016/21 Sayılı Genelge, Ankara, 2016, s. 3.
21T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu, 2016/21 Sayılı Genelge, Ankara, 2016, s. 3.
29
3. Bedensel veya Ruhsal Bir Zararın Meydana Gelmesi
Sigortalı yukarıda açıklanan durumlardan biri ile oluşan kaza
sonucunda bedenen veya ruhen zarara uğramış olmalıdır.
Uğranılan bu zarar iş kazasının olduğu anda ortaya çıkabileceği
gibi kazadan bir süre sonra da ortaya çıkabilir.
4. Kaza ile Zarar Arasında İlliyet Bağının Bulunması
Sigortalının uğramış olduğu bedensel veya ruhsal zarar ile iş
kazası olarak nitelendirilen durum arasında uygun nedensellik
bağının bulunması gerekmektedir. Bu illiyet bağı meydana
gelen her somut olayda ayrı ayrı incelenecektir. Örneğin, inşaat
yaparken iskeleden düşmüş olan bir işçinin ayağının kırılması
ile bu iş kazası arasında illiyet bağının bulunduğu söylenebilir.
Ancak bu işçi hastanede tedavi görürken geçirmiş
olduğu bir kalp krizi sonucu hayatını kaybederse bu durumda
düşme olayı ile ölüm arasında illiyet bağının bulunmadığı söylenebilecektir.
24
Aşağıda belirtilmiş olan durumlar çeşitli yargı kararlarında iş
kazası olarak nitelendirilmiştir:
22T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu, 2016/21 Sayılı Genelge, s. 5.
23 Yargıtay 21. HD, T. 14.05.1996, 2674/2738: “Sosyal Sigortalar Kanunu’nun bu davanın yasal dayanağını
oluşturan 11-A/e maddesine göre, sigortalıların işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere toplu olarak
götürülüp getirilmesi sırasında, bedence ve ruhça arızaya uğratan olay işkazasıdır. Somut olayda sigortalı, servis
aracına binmek üzere işveren tarafından belirlenen yerde beklediği sırada, ruhca arızaya maruz kaldığı açıktır.
Hal böyle olunca ve özellikle zararlandırıcı sigorta olayının, yukarıda sözü geçen maddenin (e) bendinde vurgulandığı
üzere sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere toplu olarak götürülmesi sırasında,
başka bir anlatımla, servis aracına binmek üzere işveren tarafından belirlenen yerde beklediği sırada oluştuğuna
göre, sigorta olayının iş kazası sayılması gerektiği hukuksal gerçeği ortadadır. Zira, (e) bendinde; “götürülmesi
sırasında” sözcüklerinin sigortalıların işveren tarafından belirlenen yerde servis aracına binmek üzere toplu
olarak bulundukları hazırlık dönemini de kapsadığı söz götürmez. Öte yandan, “götürme sırasında” sözcüklerinin
salt-servis aracında geçen süreyi değil, servis aracına binmeden önceki süreyi de kapsadığı biçiminde
yorumlamak, sosyal güvenlik hukukunun ilkelerine de uygun düşeceği tartışmasızdır. Mahkemece, bu madde ve
hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın davanın kabulüne karar vermek gerekirken, yazılı şekilde reddine karar
verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.”
24SÜMER, İş Sağlığı ve Güvenliği Hukuku, s. 98.
E-DERGİ
-Sigortalının işyeri avlusunda koşarken düşüp yaralanması,
-Sigortalının işyeri içerisinde herhangi biriyle kavga edip yaralanması,
-Sigortalının öğle arası sırasında işyeri içerisinde kendi arkadaşları
ile voleybol oynarken düşerek sakatlanması,
-Sigortalının işyeri yatakhanesi ya da yemekhanesinde oluşan
çökme veya yangın sonucunda yaralanması,
-Sigortalının işyeri bahçesinde meyve toplarken düşerek yaralanması,
-Sigortalının kendisine ait tarlada traktör ile çalışırken traktörün
devrilmesi sonucu ezilmesi,
-Sigortalının tarlasındaki ağacın altında dinlenmekteyken bir
hayvanın ısırması nedeniyle yaralanması,
-Sigortalının yağış sonucu yıldırım düşmesi nedeniyle yaralanması,
-Sigortalının otelin yemekhanesinde çalışırken dinlenme zamanı
içerisinde serinlemek nedeniyle girdiği otel havuzunda
boğulması,
-Sigortalı apartman görevlisinin site sakinlerinin ihtiyaçlarını
karşılamak için yapmakta olduğu alışveriş sırasında yaralanması,
-Sigortalı oto tamircinin yedek parça temin etmek amacı ile
işyerinden ayrılmış olduğu zamanda meydana gelen durumlar,
-Çalışmış olduğu işyerinde vergi daireleri ya da adliyedeki işleri
takiple görevli sigortalının bu işleri yürütürken uğradığı
trafik kazası,
-Fabrikada gece bekçisi olan sigortalının bahçeden kaçan
bekçi köpeğini kovalarken yaralanması,
-Tahsilat sebebiyle işyerinin yer aldığı şehrin dışındaki bir şehirde
görevlendirilen sigortalının bu görev esnasında uğradığı
olaylar,
-Sigortalı işçi ile düşmanlığı olan kişilerin işyerine gelip sigortalıyı
silahla yaralaması,
-İşverence sağlanan taşıt hizmeti ile işten eve dönüş esnasında
silahlı saldırıya uğrayan gazetecinin maruz kalmış olduğu
saldırı,
-Ayakkabı tamircisi olan işyeri sahibinin tamir etmiş olduğu
ayakkabıyı sahibine götürürken trafik kazası sebebiyle yaralanması,
-Pazarcılık işi ifa etmekte olan kişinin halden mal alma amacıyla
giderken kaza geçirmesi. 25
25ALPER, KILKIŞ, s. 259-260.
30
II. MESLEK HASTALIĞI
KARANTİNA
Meslek hastalığına yönelik yasal düzenlemelerde yer alan
tanımlara bakıldığında; 6331 sayılı Kanunun 3. maddesinde
meslek hastalığı “mesleki risklere maruziyet sonucu ortaya
çıkan hastalık” olarak tanımlanmıştır.
5510 sayılı Kanununun 14. maddesinde meslek hastalığı, “sigortalının
çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden dolayı tekrarlanan
bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı
geçici veya sürekli hastalık, bedensel veya ruhsal engellilik
halleridir” şeklinde tanımlamıştır.
İş kazasının mesleki nitelikte bulunmayan olayları da kapsamasına
karşılık, meslek hastalığı tamamen yürütülen işle
ilgili olayları kapsamaktadır. Örneğin; kömür madenlerinde
çalışan sigortalıların tutuldukları “pnömokonyoz” ve “antrekozis”,
mermer ocakları veya kot taşlama işyerlerinde çalışanların
tutuldukları “silikozis”, tütün işletmelerinde çalışan
sigortalıların yakalandıkları “tabakozis” gibi hastalıklar, işin
niteliğine göre tekrarlanan bir sebeple meydana gelen tipik
meslek hastalıklarından olduğu gibi, sıtma ile mücadele işlerinde
çalışan sigortalıların bataklıkların kurutulması işinde
çalıştıkları sırada yakalandıkları “sıtma” hastalığı veya hayvanlarla
ilgili işlerde çalışanların yakalandıkları “şarbon” hastalığı,
vb. hastalıklar da işin yürütüm şartları yüzünden meydana
gelen meslek hastalıklarından sayılmaktadır. 26
Meslek hastalığına yönelik yapılan tanımlardan görüleceği
üzere bir hastalığın meslek hastalığı şeklinde değerlendirebilmek
için tekrarlanan bir durum olması gereklidir. İş kazası ile
meslek hastalığını ayıran en temel fark da böyle bir durumun
olmasıdır. Çünkü iş kazasının oluşabilmesi için aniden, beklenmedik
şekilde meydana gelen bir durum olması gerekir
oysa meslek hastalığında ise sürekli tekrarlanan bir durum söz
konusudur. Örneğin, bir işyerinde çalışan bir kişinin düşerek
kolunu kırması olayı aniden, beklenmedik şekilde meydana
gelen bir olaydır. Ancak, madenler gibi tozlu bir ortamda çalışan
işçinin sürekli olarak bu tozları soluması sonucu solunum
yoluyla bulaşan bir hastalığa yakalanmasında ise tekrarlanan
bir duruma bağlı ortaya çıkan bir hastalık söz konusudur. 27
A. MESLEK HASTALIĞININ UNSURLARI
Bir hastalığın meslek hastalığı olarak nitelendirilmesi için SS-
GSSK uyarınca iş kazasının unsurlarında ele almış olduğumuz
üzere sigortalı olma unsuru aranacaktır. Bunun dışında
işin niteliği ya da işin yürütüm şartlarına bağlı bir hastalığın
ortaya çıkmış olması, işçinin bu hastalık sonucu bedensel ve
26T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu, 2016/21 Sayılı Genelge, s. 7.
27SONGUR, Levent, SONGUR, Gökçen, “Ekonomik Büyümede İş Kazası ve Meslek Hastalıklarının
Önemi ve Sosyal Tarafların Sorumlulukları”, Akademik Bakış Dergisi, 2018, s. 46.
E-DERGİ
ruhsal zarara uğraması ve meslek hastalığı ile uğranılmış olan
zarar arasında uygun nedensellik bağının bulunması gerekmektedir.
KARANTİNA
1. Sigortalı Olma
İş kazası ve meslek hastalığı sigorta kolu, 5510 sayılı Kanunun
4/1-a ve 4/1-b kapsamına giren sigortalılar ile iş kazası
ve meslek hastalığı sigortasının kapsamına girdiği düzenlenen
kişileri kapsamaktadır. Aynı Kanunun ek 5. maddesine göre
tarım ve orman işlerinde süreksiz çalışanlar da iş kazası ve
meslek hastalığı sigorta koluna dâhildir
31
E-DERGİ
KARANTİNA
Without a doubt, Legal Tech is a term that we have been hearing
quite often particularly in the last few years. In the light
of technological developments and innovations in every area
of life, it would be wrong to assume that law, which is seen
as a traditional field, would not be affected by these trends.
In a world full of rapid changes and transformations, we as
lawyers need to adapt to the current situations and equip
ourselves accordingly.
What is Legal Technology?
There are various ideas regarding the definition of this quite
new term. Legal technology is basically the use of technology
and software to provide legal services that facilitates
the legal process and access to justice. According to Markus
Hartung 1 , who is the director of the Bucerius Center of the
Legal Profession (CLP), there are different concepts in legal
technology such as artificial intelligence, legal databases,
speech recognition programs, software, and e-discovery that
have different functions. With the use of technological insruments
such as software and algorithms, it becomes easier
and faster to analyse complex contracts and set out agreements
easily.
is www.geblitzt.de. This platform deals with fines received
regarding speed, distance, using mobile phone during driving,
etc. on German road traffic and the partner law firms
examine if the proceedings are justified or adequately documented.
The consumers who are using their services do not
have to pay any fees as the costs are covered by the software
licence fees the firms pay to the geblitzt.de platform. 2
Contract Management
How does it affect customers?
For a long time, it was usual for many customers to seek
compensation from companies by going to a lawyer. Now
the tendency has changed and the customers opt for various
websites to learn about their rights since this process is faster
and cheaper. For example, the website flightright.com deals
with the enforcement of the law in delayed and cancelled flights.
The fact that it eliminates a lot of transaction costs and
that the customers wouldn’t have to bear a long legal process
is what appeals to many customers.
Another website that helps clients with their legal problems
1https://www.law-school.de/news-artikel/legal-technology-und-die-digitalisierung-des-rechtsmarkts-interview-mit-markus-hartung-und-dirk-hartung
32
Although it may not seem too complicated to draft a contract
between parties, the complexity of some contracts constitutes
a real challenge to legal practitioners. Now with the use
of software that presents digital contracts, businesses tend
to enjoy their services as these drafting methods are more
efficient, faster, and cheaper. With contract management
software, businesses create templates and this enables them
to eliminate the risks and manage the regulation of contracts
properly.
The legal landscape can now also benefit from the other
opportunities the technology has to offer. Via smart contracts,
which are self-executing contracts that enable trusted
2https://www.geblitzt.de/haeufige-fragen/
E-DERGİ
transactions and agreements to be carried out without the
need for an external enforcement mechanism, the users can
exchange money, property, etc. in a much cheaper and faster
way. In a traditional method, the parties must have to go to
a third-party/middleman to get some transactions done and
this costs a substantial amount of money and time. By using
smart contracts, which offer safer solutions as well, the parties
can also eradicate the question of trust between parties.
Document Automation
Another example of technological innovation that accelerates
the legal process is document review services. These are
outsourced organisations that review high volumes of legal
documents at a lower cost, sometimes by non-legally trained
individuals. 3 The jurists in common law countries such as
England and Wales, whose system is based on precedence,
needs to go through many judicial decisions to be able to
manage their claims accordingly. With the help of document
review services, which are based on algorithms and software,
they can analyse case law in a much more effective way.
Artificial Intelligence (AI)
Artificial Intelligence is often used to describe machines that
demonstrate intelligence and can mimic cognitive functions
that are associated with the human mind, such as learning
and problem-solving. In the legal landscape, it is used by jurists
for legal research as the AI mechanism sorts the information
by relevance. In this way, legal practitioners can reach
court decisions much faster. To give some examples:
AI algorithms are used in criminal law systems such as the
UK and US in assessing the level of risk posed by suspects,
through which the judges are able to decide on bail. The algorithm
processes lots of data and makes assessments acordingly.
However, some biased decisions of AI are observed,
which proves that these algorithms cannot always offer the
right results. UK police have tested the AI Harm Assessment
Risk Tool and discovered that the mechanism has created
discriminating results against certain individuals, such
as assessing an individual as high risk based on where he/
she lives.
A recent development in Estonia regarding the usage of robots
instead of judges has been greeted with enthusiasm by
professionals. This initiative has started in 2019 and if it succeeds,
1.3 million Estonians will be subject to a robot using
Algorithmic Decision Making (when a computer determines
the best possible decisions based on previous data and a variety
of inputs) rather than human judgment in small claims
of dispute less than 7000 Euros.
E-Discovery
Another area that is closely connected with the usage of technology
is electronic discovery. The term discovery is used
for the initial phase of litigation where the parties in a dispute
are required to present their records and relevant evidence
to the court. In parallel, e-discovery means that this
discovery process is carried out in an electronic format that
covers electronically stored information, or ESI. Thisinformation
can be in the form of emails, accounting databases,
Websites, and any other electronic information that could
be relevant to the present case. E-discovery companies such
as KLDiscovery automate classification of electronic data
and thus reduce the time required for legal review as well as
costs.
Conclusion
KARANTİNA
Considering the tendencies especially in the last 10 years, the
need for faster and more efficient solutions rise rapidly. Not
only the customers but also businesses and law firms are in
need of a practical system. According to a survey conducted
by Allen & Overy 4 , a considerable amount of their clients
have been using alternative legal service providers such as
contract lawyers and online legal services.
These tendencies show us the need for adaptation to the
‘new normal’. Instead of thinking that the judicial system
took its toll as a result of the automated technological services
and that these systems will replace lawyers, we should
embrace these transformations and include them in our lives
to be able to offer more efficient solutions.
3https://blogs.thomsonreuters.com/answerson/revolution-legal-services/
4https://www.allenovery.com/en-gb/global/news-and-insights/legal-services-models/survey-highlights
33
5 Nisan
Avukatlar Günü
Kutlu Olsun
E-DERGİ
Günümüzde, klonlama, kök hücre çalışmaları, hastalık teşhisinde
gen tedavisinin uygulanması gibi çalışmalar hızla ilerlemeye
devam ediyor. Gen teknolojisi, bir canlıdan başka bir
canlıya gen aktarılması yapılarak o gene yeni özellikler kazandırılmasını
sağlayan teknolojidir ve bu teknoloji ile canlıya
doğal bir yolla elde edemeyeceği genetik organizmalar
aktarılır. (M.S. Özyurt, 2005 )Bu teknolojinin sadece tıp değil,
tarım, hayvancılık, doğal kaynakların devamlılığına kadar
faydası vardır (M.S. Özyurt, 2005 ). Bunun beraberinde getirdiği
riskler göz ardı edilemez. Genetik çeşitliliğin azalması,
genetik kaynakların yok olması ve bunların sonucunda doğal
dengenin bozulması gibi sorunlar olarak karşımıza çıkar ve
bu teknolojik girişim eğer kontrolsüz bir biçimde gerçekleştiğinde
biyolojik felaketlerle karşılaşmamız olasıdır (M.S. Özyurt,
2005 ).
Gen teknolojisi ya dünyamıza bir ışık tutacak ya da bizi kontrol
edilemez bir duruma sürükleyecektir. Gen teknolojisi üzerinde
çalışmalar yaparken en sıkı şekilde önlemler alınmalıdır.
Bunların yanı sıra gen teknolojisi sayesinde protein, vitamin,
mineral gibi nitelikli ürün elde edilebilir ve hastalıkların tedavisinde
düşük maliyetli bir uygulama sağlanabilir (M.S.
Özyurt, 2005 ). Ancak bu hastalar için ne kadar uygun ve
ucuz bir teknoloji olduğu tartışılır. Tabiki de bu ülkeden ülkeye
göre değişim gösterir. Örneğin gelişmemiş ülkelerin bu
teknolojiden ne kadar yararlanacağı tartışılır. Bu teknolojinin
ekonomik sınıflar arasında uçurumu daha da arttıracağı aşikardır.
1. Klonlama
Gen teknolojisinde klonlama, yetişkin bir canlıdan alınan
herhangi biyolojik bir hücrenin kullanılarak canlının genetik
ikizinin oluşturulmasıdır (Bio. İrem Seyalıoğlu (MSc), 2005).
Klonlama ile ilgili birçok uluslararası bildirge ve sözleşme
mevcuttur.
a. Uluslararası Düzenlemeler
KARANTİNA
1997’de UNESCO “İnsan Genomu ve İnsan Hakları
Evrensel Bildirgesi” ni kabul etmiştir. (Bio. İrem Seyalıoğlu
(MSc), 2005) Bildirgenin 2.maddesinde: “a. Genetik
özellikleri ne olursa olsun herkesin onuru ve haklarına saygı
görme hakkı vardır. b. Bu onur, bireyleri genetik özelliklerine
indirgememeyi ve insanların benzersizlik ve çeşitliliğine saygı
gösterilmesini zorunlu kılar. ” (UNESCO, 1997).
İnsanın genetik hakkının ve insan onurunun önemine vurgu
yaparken çeşitliliğe saygı gösterip ayrımcı olunmaması
gerektiğini belirtir. Bildirgenin hukuki bir bağlayıcılığı yoktur
(Bio. İrem Seyalıoğlu (MSc), 2005).
1997 yılında, National Bioethics Advisory Commission,
klonlamayla çocuk yaratmanın araştırma veya klinik içinde
olsa etik olmadığına karar vermiştir (Bio. İrem Seyalıoğlu
(MSc), 2005).
1997 yılında Avrupa Parlementosu hiçbir şekilde ne sebeple
olursa olsun klonlamanın yapılamayacağını belirtmiştir, bu
sebeple klonlama yasaklanmıştır. (Bio. İrem Seyalıoğlu (MSc),
2005)
UNESCO’nun bildirgede belirttiği gibi insanların çeşitliliğine
saygı gösterilmesi gerekir ve her şeyden önce burada insan
onuru söz konusudur. İnsanların genetik kimliği onların
eşitlik hakkıyla bağdaşır.
Gen teknolojisi üzerine danışmanlık yapan komisyon
sonradan, yapılan gen çalışmalarının genetik hastalıkları
azaltabileceğini fark etmiş ve gen teknolojisinin hastalığın
tedavisinde başka bir yöntemin olmadığı durumlarda
yapılması gerektiğini belirterek bir sınırlama getirmiştir. (Bio.
İrem Seyalıoğlu (MSc), 2005)
1997 yılında klonlama hakkında en ayrıntılı düzenleme olan
“Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları
ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi” çıkmıştır (Bio.
İrem Seyalıoğlu (MSc), 2005). Buna ek protokol olarak “İnsan
Kopyalanmasının Yasaklanmasına İlişkin Protokol” çıkmıştır
ve ek protokolün 1. Maddesi: “Bir insana genetik olarak
özdeş, canlı veya cansız başka bir insan yaratmayı amaçlayan
herhangi bir müdahale yasaktır”. (İnsan Kopyalanmasının
Yasaklanmasına İlişkin Protokol, 1998)
4 Nisan 1997’de yürürlüğe giren “Avrupa İnsan Hakları ve
Biyotıp Sözleşmesi”, devletin, gen tedavisi ile ilgili araştırma
yapma veya gen tedavisini yasaklama kendi takdirindedir.
(Bio. İrem Seyalıoğlu (MSc), 2005).
Yani üreme için klonlama yasaklanmıştır ancak tedavi amaçlı
klonlamanın yapılamayacağıyla ilgili bir sınırlamadan söz
edilmemiştir. Bu sözleşmenin önemi uluslararası alanda
bağlayıcılığa sahip ilk düzenleme olmasıdır. Türkiye bu
sözleşm
35
E-DERGİ
sözleşemeye taraftır.
KARANTİNA
lanılmasını yasaklanmıştı (Bio. İrem Seyalıoğlu (MSc), 2005)
b. Ülkemizdeki Mevzuat
Türkiye, “Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan
Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi” ni imzalayarak
yürürlüğe koymuştur (Bio. İrem Seyalıoğlu (MSc),
2005). Türkiye bu sözleşmeye taraf olduğundan yapılacak
düzenlemelerin bu sözleşmenin hükümleriyle uyumlu olması
gerekir.
Sözleşmenin 18.maddesinin 2.fıkrasında araştırma amacıyla
insan embriyolarının kullanımının yasaklanması açıkça belirtilmiştir
(Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan
Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi, 2003).
2010 yılında “Üremeye Yardımcı Tedavi Uygulamaları ve
Üremeye Yardımcı Tedavi Merkezleri Hakkında
Yönetmelik” in girmesiyle, yürürlülükten
kaldırılan 1987 yılı Üremeye Yardımcı
Tedavi Merkezleri Yönetmeliği’nin
17. Maddesinde: “Kendilerine ÜYTE uygulanacak
adaylardan alınan yumurta ve
spermler ile elde edilen embriyoların bir
başka maksatla veya başka adaylarda, aday
olmayanlardan alınanların da adaylarda kullanılması
ve uygulanması ve bu Yönetmelikte
belirtilenlerin dışında her ne maksatla
olursa olsun bulundurulması, kullanılması,
nakledilmesi, satılması yasaktır. Bu yasağa
ve bu Yönetmelik hükümlerine uymadığı tespit edilenlerin
faaliyetleri Bakanlıkça durdurulur.” (Üremeye Yardımcı Tedavi
Uygulamarı ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkezleri
Hakkında Yönetmelik , 2003).
Yeni getirilen yönetmeliğe; bilim komisyonunun kurulması,
ÜYTE yöntemleri uygulayan merkezlerin müstakil olarak
açılamaması, ÜYTE ünitesi ve ÜYTE labaratuar sorumlusunun
tam zamanlı/kadrolu çalışması, merkezlerde kayıt bilgileri
güvenli tutulabilsin diye kayıt sisteminin oluşturulması,
kişilerin yönetmelikte belirtilen hususlara aykırı uygulama
yapıldığı tespit edildiğinde cumhuriyet savcısına bildirilmesi,
çoğul gebeliklerin önlenmesi, merkezlerin hasta takibinden
sorumlu olması gibi düzenlemeler gelmiştir (Erdem&Erdem).
Türk Medeni Kanunu’nun 28. Maddesine göre, kişilik, sağ
olarak tamamıyla doğduğu anda başlar ve ölümle sona erer.
(TMK m. 28). Buna göre, bizim mevzuatımızda kişilik sağ
olarak tamamıyla doğduğu anda başladığına göre, embriyonun
yaşam hakkını tartışmak yerine ülkemizde genetik deneylerin
etik boyutunun tartışılması gerekir (Tauscher, 2015).
Mevzuatımızda hukuki boşluk vardır. Sağlık Bakanlığı buna
istinaden 2005/141 sayılı genelge çıkarmış ve genelgeyle
embriyo kök hücre araştırmalarını yasaklamıştır (Bio. İrem
Seyalıoğlu (MSc), 2005). Genelgede bahsedilen, çalışmaların
çağdaş bilim ve kamu vicdanının gerekliliklerine göre ve
AB mevzuatı uyumu kapsamında, hukuksal düzenlemelerin
sonuçlanması için sürmesi gerektiği ve bu çalışma sonuçlanıncaya
kadar embriyo kök hücre çalışmaları yasaklanmıştır
(Bio. İrem Seyalıoğlu (MSc), 2005). 2006
yılında, klinik amaçlı embriyo olmayan kök
hücre çalışmalarının yapılmasına izin veren
Sağlık Bakanlığı, bu çalışmaların çağdaş bilim
gereklilerine göre yapılması için Bakanlık
bünyesinde çalışan Kök Hücre Nakilleri
Bilimsel Danışma Kurulu oluşturulmuştur
(Bio. İrem Seyalıoğlu (MSc), 2005).
Ancak yine de ülkemiz, kök hücre araştırmaları,
gen teknolojisinin diğer alanları ile
ilgili mevzuat anlamında yetersizdir. Her
şeyden öte insanın onuru söz konusu olduğu
bu durumda, hukuki boşlukların doldurulması gerekir ve
bu çalışmalar hakkında sınırlamaların her yönüyle belirtilmesi
ve yaptırımlarının daha kesin bir çizgiyle belirlenmesi gerekmektedir.
Bu çalışmaların risklerini ve faydalarını bir arada
düşünerek bu çalışmaların yasaklanıp yasaklanmayacağını
tartışmak yerine bu çalışmaların hangi koşullarda, hangi sınırlar
içerisinde yapılacağını tartışmak daha yerinde olacaktır.
Gen teknolojisinin uygulanması hususunda mutlaka sıkı bir
denetim olmalıdır. Ancak bu denetimin uluslararası bir denetim
olup olmayacağı veya hükümetin kendi ülkesini bu konu
hakkında denetlemeli midir tartışılır. Eğer denetim uluslararası
bir alanda olduğunda ve ülkeler bunu kendi mevzuatlarına
uyarladığında, ülkelerin kendi ülkeleri üzerinde keyfi
uygulamaların önüne geçilmesi sağlanabilir. Şimdilik sadece
hastalıkların tedavi edilmesinde kullanılsada ilerde daha farklı
boyutlara çıktığı zaman bu teknolojiyi kullanan ülkelerle kullanmayan
ülkelerin arasında bir uçurum olacak ve bu ayrımcılığı
daha da arttıracaktır. Diğer bir yandan ülkeler, kendi
2003 tarihli yönetmelikte, araştırma amaçlı embriyo meydana
getirilmesini yasaklayan bir ifade yoktu, bu yönetmelik sadece
üreme amaçlı üretilen embriyoların başka bir amaçla kullanılmasını
yasaklanmıştı (Bio. İrem Seyalıoğlu (MSc), 2005). ülkelerinde daha çok görülen gen hastalıklarına yoğunlaşırsa
36
E-DERGİ
ülkelerinde daha çok görülen gen hastalıklarına yoğunlaşırsa
o hastalıkların tedavi edilmesi süreci de hızlanabilir. Ülkelerin
ihtiyacı sosyal, kültürel birçok yönden farklılık gösterebilir.
KARANTİNA
Sonuç
Gen teknolojisindeki hızla gelişen alanlar etik açıdan ciddi
endişeleri de doğurmaktadır. En temel kaygı da bu işin insan
onuruna karşı olduğudur. Bu etik kaygıları göz önünde
bulundurarak mevzuatımıza bir düzenleme gelmesi ve bu
düzenlemelerin ışığında çalışmaların devam ettirilmesi gerekmektedir.
Kaynakça
Bio. İrem Seyalıoğlu (MSc), U. D. (2005). Klonlamaya
Genetik, Etik ve Hukuksal Açıdan Yaklaşım . İ.Ü. Adli
Tıp Enstitüsü Adli Tıp Dergisi .
Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan
Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi.
(2003).
Erdem&Erdem. Erdem&Erdem . http://www.erdem-erdem.av.tr/yayinlar/hukuk-postasi/uremeye-yardimci-tedavi-uygulamalari-ve-uremeye-yardimci-tedavi-merkezleri-hakkinda-yonetmelik-yururluge-girdi/
en/ adresinden alınmıştır
M.S. Özyurt, H. C. (2005 ). Gen Teknolojileri ve İnsan
Hayatına Etkileri . Dumlupınar Üniversitesi Fen Bilimleri
Enstitüsü Dergisi .
Tauscher, A. G. (2015). Genetik Teknolojisinin Siyasi ve
Etik Sınırları: Genetiği Yönetmek. Uluslararası Politik
Araştırmalar Dergisi .
UNESCO. (1997). İnsan Genomu ve İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi .
Üremeye Yardımcı Tedavi Uygulamarı ve Üremeye Yardımcı
Tedavi Merkezleri Hakkında Yönetmelik . (2003).
37
E-DERGİ
Yapay zekâ ve robotlar konusu son günlerde tüm dünyanın
odağı haline gelmiştir. En basit ifadeyle yapay zekâ, görevleri
yerine getirmek için insan zekâsını taklit eden ve topladıkları
bilgilere göre süreç içerisinde kendilerini iyileştirebilen
sistemler veya makineler anlamına gelmektedir. 1 Yapay zekâ
denildiğinde akılda insan benzeri robotlar canlansa da yapay
zekâ, insanların yerine geçmek üzere tasarlanmamıştır; insan
yeteneklerini ve katkılarını önemli ölçüde geliştirmek üzere
tasarlanmıştır. 2 Her alanda kullanılmaya başlanan teknoloji,
yargı sisteminin içine de girmiştir. Dünyadan örneklerini gördüğümüz
üzere yapay zekâ ve robotların hukuk aleminde kat
ettiği yol aslında sandığımızdan da hızlı ilerlemektedir. Her
ne kadar tüm robotların yapay zekâsı olmasa da bu yazımızda
robot ifadesini yapay zekâ tanımlanmış olan robotlar anlamında
kullanacağız. Yargı sisteminde yapay zekânın ne derece
rol oynaması gerektiğinin kararını en başta hukukçular
vermelidir. Hukukun bir alanda düzenleme yapması açısından
öncelikle bu konuda bir adım atılması, ardından oluşan
hukuki boşluğun doldurulması gerekir. Robotlar yargı sisteminin
öznesi konumuna getirilmek istense öncelikle şu anki
Türk Hukuku açısından; hak ehliyeti ve fiil ehliyeti sahibi
olabilirler mi?
Öncelikle hak ehliyeti; Türk Medeni Kanunu’na göre ‘’insanın’’
sağ ve tam doğmak şartıyla hak ve borç sahibi olabilme
iktidarı olarak tanımlanmaktadır. Türk Medeni Kanunu
madde 8’e göre her insanın hak ehliyeti vardır. 3 Görmekteyiz
ki hak ehliyeti kişinin insan olma vasfından kaynaklı sahip
olduğu bir ehliyet türüdür. Buna göre bütün insanlar, hukuk
düzeninin sınırları içinde, haklara ve borçlara ehil olmada
eşittirler. İnsanlar tam ve sağ doğmak kaydıyla anne karnına
düştüğü andan itibaren hak ehliyeti kazanır. Hak ehliyeti
kişiye tanınmış bir hak değildir. Zira bu kişinin hak sahibi
olabilmesinin başlı başına bir şartıdır. Bunu robotlara uyarlamak
için hak ehliyetinin tanımının baştan değiştirilmesi
gerekmektedir. Nasıl ki medeni hukuk açısından hayvanların
hakları olmasına karşın hak ehliyetine sahip değillerse robotlar
da bu açıdan hak ehliyeti sahibi olamayacaklardır. Fiil ehliyetiyse
kişinin bizzat fiil ve işlemleriyle lehine haklar, aleyhine
ise borçlar oluşturabilme yeteneğidir. Aktif bir ehliyettir.
Hakların kullanılmasını ifade eder. Şartları ise ayırt etme gücüne
sahip olmak, ergin olmak ve kısıtlı olmamaktır. 4 Hak
ehliyetine sahip olmak demek her zaman fiil ehliyetine de
sahip olmak anlamına gelmez. Fiil ehliyetine ilişkin düzenle-
1A Journal. (2019). Yapay zekâ: 2019’un en çok konuşulan teknoloji atılımı. A Journal.
2 Oracle. (2021). Yapay Zekâ Nedir? Oracle.
3 A Hukuk & Danışmanlık. (2019). Hak Ehliyeti ve Fiil Ehliyeti Kavramları. A Hukuk & Danışmanlık.
4 Alonot. (2017). HUKUKUN TEMEL KAVRAMLARI SOSYAL HAYATI DÜZENLEYEN KURALLAR.
38
KARANTİNA
meler tamamen emredicidir. Aksinin kararlaştırılması mümkün
değildir. 5 Dolayısıyla hak ehliyeti sahibi olmayan otonom
robotların fiil ehliyeti sahibi olmaları hususu şu düzenlemeler
ışığında tartışmaya açık dahi olamayacaktır. Her şeyden önce
robotların ‘’kişi’’ sayılıp sayılmayacağı tartışmalarının çözüme
kavuşturulması gerekmektedir. Robot terimi Çek dilindeki
“zorunlu olarak çalışan”, “çalışmaya mecbur”, “köle emeği”
gibi anlamlara gelen robota kelimesinden türemiştir. Kelime
kökeni ve iş benzerliğinden dolayı bazı hukukçular, robotlar
ile Roma Hukukunda detaylıca düzenlenmiş olan kölelerin
durumlarının yaratılacak olan robot yasalarına uyarlanabileceğini
savunmaktadır. Roma Hukuku kölelere dair hak ehliyeti
tanımamış, özgür insanların malvarlığına dahil olan
şeyler olarak nitelendirmiş ancak aynı zamanda malvarlığına
dahil olabilen şeylerden bir bakıma da ayrı tutulmuşlardır.
Dünyadaki gelişmelere bakacak olursak; öncelikle şu an Çin,
vatandaşlara hukuki rehberlik yapması amacıyla yüzlerce robotu
adliyelerde kullanmaya başladı. Bu gelişme ne vatandaşların
de hukukçuların aleyhine bir sonuç doğurmayacaktır.
Halbuki bu adımın bir sonraki aşamasının yargılamada kullanılmalarına
ilişkin olduğunu görmek şüphesizdir. Bunun
yanında Estonya’da 7000 Euro altındaki alacak davalarına
bakacak “robot hakim” çalışması başlatıldı. 6 Yapay Zekâ
Hakimin vereceği kararlara karşı temyize gidilmesi halinde,
temyize giden dosyayı insan hakimler karara bağlayacağı bir
sistem oluşturulmuştur. Bunların yanı sıra Avrupa Komisyonu
yapay zekânın yargı alanında kullanımının etik prensiplerini
bir tüzükle belirleme ihtiyacı duymuştur. Çağın gerisinde
kalmamak adına benzer uygulamaların bizde de başlayacağını
öngörmek yadsınamaz bir gerçektir. Her ne kadar hukuk,
oluşan boşluğa göre düzenlemeler yapar demiş olsak da yakın
gelecekte karşımıza çıkacağını öngördüğümüz gerçekleri
şimdiden tartışmaya başlayıp çözümler aramak bizi ileriye taşıyacaktır.
Şu an planlanan her şey ileride olacak olan gelişmelere
zemin hazırlamaktadır. Gerçekten de yapay zekâ ve robotlar;
hukuka dair her şeyi tam anlamıyla yerine getirebilir
mi? Robot bir hakim önündeki davayı incelediğinde
elbette başarılı sonuçlar alınabilir fakat ya söz konusu
uyuşmazlık hakimin takdir yetkisine veyahut hakimin
hukuk yaratma yetkisine yönelik olmaya başlarsa? Robotların
ve yapay zekânın bilgisayar korsanları tarafından
saldırıya uğraması söz konusu olabilecekken her dava bu
ihtimaller ışığında kim tarafından ve hangi yöntemlerle
incelenebilir? Ayrıca Anayasamızın 138. maddesi: ’’Hakimler,
görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna
5 AD-HOC Hukuk & Danışmanlık. (tarih yok). Hak Ehliyeti ve Fiil Ehliyeti Kavramları. AD-HOC Hukuk
& Danışmanlık.
6 Hukuki Haber. (2019). ROBOT YARGIÇ GÖREVE BAŞLIYOR... YAPAY ZEKA YARGISI NASIL
İŞLEYECEK? Hukuki Haber
E-DERGİ
KARANTİNA
ve hukuka uygun olarak vicdanı
kuk’’ kavramını teke indirgemek
kanaatlerine göre hüküm verirler.
her şeyi yerle bir edebilir. Hepsinden
önce hukuk öncelikle var
Hiçbir organ, makam, merci veya
kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında
mahkemelere ve hakimlere
şı hukuki düzenlemeler yapmalı,
olan yapay zekâ sistemlerine kar-
emir ve talimat veremez; genelge
robot yasaları tartışmaları sonuca
gönderemez; tavsiye ve telkinde
bağlanmalı ve böylece robotların
bulunamaz.’’ demektedir. Bu yasa
insanlar karşısındaki herhangi
hükümleri uyarınca yargısal robotların
bağımsızlığından söz etmek
çözümün ne olacağını belirlen-
bir sorununda tahminen de olsa
nasıl mümkün kılınabilir? İnsanın
melidir. Henüz ne olacağı yasal
programlaması ile çalışmakta olan bir makinenin tarafsızlığının
garantisi nasıl ve kim tarafından verilebilir? içerisinde çözümler bulunarak girilecek çıkmazların en-
bir zemine oturtulmamış bir oluşumun kendi sınırları
Günümüzde hakimler hak ve fiil ehliyetine sahip birer gellenmesi gerekmektedir. Örneğin Türk Hukukunda
insandır. Yaşayan, kendilerince düşünce yapılarına sahip bir robot, borç ilişkisinin karşı tarafına veya bir üçüncü
olan ve duygusal çıkarımlar yapabilen kişilere karşılık; kişiye zarar verdiği takdirde adam çalıştıranın sorumluluğu
(TBK md. 66) veya yardımcı kişilerin fiillerinden
herhangi bir sorunda kendilerine programlanmayan
bir duygu sebebiyle karşısındakini anlamama ihtimali sorumluluk (TBK md. 116) mu uygulanacaktır? Ya da
bulunan, yalnızca yazılımlardan ibaret olan robotların en başa dönecek olursak, hukuk sabit vakalardan ibaret
sorun çözme potansiyelleri; insanların adalet fikrine olmadığı gibi bunlar düzenlenmeden bir robotun sebep
olan inançlarını azaltabilecektir. Yanlış karar veren bir olduğu bir haksız fiil yine bir robot hakimin karşısına
hakime karşı denetleme mekanizmaları varken, robot çıksa idi bu hakim soruna nasıl bir çözüm önerisi getirecekti?
Hukuk kuralları elbette soyut, genel ve sürek-
hakimin yapacağı yanlış nasıl denetlenebilir? Denetlense
dahi bunun herhangi bir yaptırımı olabilir mi? Doktrinde
ileride gelişmiş otonom robotların sözleşmeler gı organlarına da takdir yetkisi bırakılmak zorunludur.
lidir. Fakat hukuk, her geçen gün gelişmektedir ve yar-
hukuku açısından sorumluluğu söz konusu olabilirse Robotlaşan dünyamızda artık insanla ve onun hayatıyla
de ceza hukuku açısından mahkemede hâkim önüne çıkarılması
ve suçlu bulunmalarının mümkün olmayacağı çattığında; peki ya siz yargılanmak ister miydiniz?
ilgili kararları dahi bir insanın vermeyeceği gün gelip
belirtilmektedir. Başka bir açıdan olayı ele aldığımızda
temel hukuki terim ve kavramların yapay zekâ ile karar
merciine dönüştürülmesi fikrini kabul etsek dahi kültürümüzde
uzun yıllardır bulunmakta olan teamüller ve
çözümlerinin örf ve adetle sağlanması gereken konular
da bulunmaktadır. Bu konuların yapay zekâ ile çözüme
kavuşturulmak istenmesi; incelenen konunun irdelenememesi
ancak yüzeysel bakılması sonucunu doğuracaktır.
Unutulmamalıdır ki hukuki bir meselenin en ince
ayrıntılarına kadar irdelenip, hakkaniyete uygun karar
verilmesi gerekliliği yargı sisteminin en temel gayelerinden
biri olmalıdır. Estonya’daki sistem üzerine olası
gelecek senaryolarına baktığımızda tahmin edebiliriz ki
insanların bu fikre alışamaması ve her davaya bir insan
hakimin incelemesini istemeleri çok olasıdır. Bu durum
hukuktaki gelişmelerin önünü tıkamayacak mıdır? Şahsi
kanaatimce hukuk sosyal bir bilimdir ve robotlaşmak
hukuku geliştirmekten çok gelişmelerin önünü tıkayacaktır.
Teknoloji çağına ayak uydurmamız elbet gereklidir
fakat bu insanların işlerini yapmaya değil yalnızca
insanlara yardımcı olmaya yönelik olmalıdır. Hukuk kesin
yargılardan ibaret hiçbir zaman olmamıştır ve hiçbir
zaman da olmayacaktır. Tartışmak, yeni çözüm önerileri
sunmak, kendini yenilemek doğasında var olan ‘’hu-
39
E-DERGİ
A. GENEL OLARAK
Yaşadığımız çağ düşünüldüğünde her alanda sürekli bir değişim
söz konusudur ve hukukta onu takip etmektedir. Mahkeme
yargısının yanına alternatif uyuşmazlık çözüm yollarından
olan arabuluculuğun eklenmesi bu değişimlerden biri olarak
kabul edilebilir. Alternatif uyuşmazlık çözüm yolları yargının
beraberinde yargıyı tamamlar mahiyette yer bulmaktadır. 1
Yargının yerine ikame edilme gibi bir amacı söz konusu değildir.
Zaten günümüzde uyuşmazlık çözümünde dava yolunun
her zaman en uygun yol olmadığı gibi başvurulacak tek
yol da olmadığı fikri güçlenmiştir. 2 Uyuşmazlığın temelinde
genelde iletişimsizlik yattığından hâkim önünde kişiler kendilerini
doğrudan ifade edebilecek ortam bulamazken arabuluculuk
kurumu sayesinde kendilerini daha iyi ifade etme
imkânı bulabilirler. Böylece arabuluculuk faaliyetinde taraflar
kendilerini bizzat ifade edebilme ve kendilerinin menfaatleri
doğrultusunda bir çözüm yolu bulma şansına sahiptirler.
Arabuluculuk Daire Başkanlığının yayınladığı ihtiyari arabuluculuk
uygulama istatistikleri de bize bu yolun uygulama
aşamasında ne kadar olumlu sonuçlar doğurduğunu göstermektedir.
02.01.2018 ile 27.05.2018 tarihleri arasında 15655
uyuşmazlıkta 15234 tanesinde anlaşılması üzerine anlaşma
oranı %97 olarak açıklanmıştır. 3 Arabuluculuk sürecinin benimsenmesinde
ve uygulanmasında temel ilkeler büyük önem
arz etmektedir. Bizde bu yazımızda temel ilkeleri ele alacağız.
B. TANIM
Alternatif uyuşmazlık çözüm yollarından biri olan arabuluculuk
(mediation); taraflara eşit mesafedeki üçüncü kişinin
(arabulucu), tarafların kendisini doğrudan ifade etme imkânı
bulabileceği bir ortamda aralarındaki iletişimi sağlamak amacıyla
tarafları bir araya getiren ve uygun çözüm yolları bulabilmeleri
için doğru ortamı hazırlayan, tarafları uzlaşmaya teşvik
eden gönüllü bir usuldür. 4 Arabulucu ise tarafların çözüm
önerileri üretmeleri için uygun ortamı hazırlayan, çözüm üretemedikleri
takdirde tarafları empoze etmeden uygun çözüm
önerileri sunan, uyuşmazlık konusu hakkında bilgi sahibi tarafsız,
üçüncü kişi olarak tanımlanabilir.
1Resul Kurt, s.416; Ayrıca bkz. RG: 25.01.2014, 28893.
2Adalet Bakanlığı Yargı Stratejisi
3Serkan Odaman/ Eda Karaçöp, İş Hukukunda Zorunlu Arabuluculuk Müessesesinin Bugünü ve Geleceğine
İlişkin Genel Bir Değerlendirme, Sicil İşveren Dergisi, S.39/2018, s.53; Arabuluculuk Daire Başkanlığı, http://
www.adb.adalet.gov.tr/Sayfalar/istatistikler/index.html, 02.01.2019.
4Mürsel Çukur/Muzaffer Koç, Ülkemizde Bireysel İş Uyuşmazlıklarının Çözümünde Özel Hakem, Çimento
İş Veren Dergisi, Eylül2010, S.5 C.24, s.10; Eda Manav Özdemir, İş Mahkemelerinde İşleyiş ve Bireysel İş
Uyuşmazlıklarında Alternatif Çözüm Yöntemleri, Çalışma ve Toplum Dergisi, S.4/2015 ss.205; Kürşat Karacabey,
Zorunlu Arabuluculuğun Hukukun Temel İlkelerine Aykırılığı ve Uygulanabilirliğine Dair Sorunlar,
Ankara Barosu Dergisi, S.2016/1, ss.459.
40
KARANTİNA
6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıkları Arabuluculuk Kanunu
(bundan sonra HUAK olarak anılacaktır) 2. maddesi b bendinde
ise “Sistematik teknikler uygulayarak, görüşmek
ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya
getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle
çözümlerini kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında
iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştiren,
tarafların çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması hâlinde
çözüm önerisi de getirebilen, uzmanlık eğitimi
almış olan tarafsız ve bağımsız bir üçüncü kişinin katılımıyla
ve ihtiyarî olarak yürütülen uyuşmazlık çözüm
yöntemi” olarak tanımlanmıştır. 5
Türk doktrinindeki bir tanıma göre ise arabuluculuk, uyuşmazlık
içine düşmüş olan tarafları, konuşmak ve müzakerelerde
bulunmak amacıyla bir araya getiren, birbirlerini
anlamalarını ve bu suretle kendi çözümlerini kendilerinin
üretmelerini sağlamak için aralarındaki iletişimi kolaylaştıran,
tümüyle bağımsız, tarafsız ve objektif bir konumda bulunan
üçüncü kişinin katkısı yahut katılımıyla yürütülen gönüllü bir
usul olarak tanımlanmıştır. 6
Tüm bu doğrultusunda diyebiliriz ki arabuluculuk süreci;
menfaat dengesi bozulmuş iki tarafın aralarındaki hukuki ilişkiden
kaynaklanan haklarına zarar vermeden çıkarları doğrultusunda
çözümlenmeye çalışılan bir süreçtir. Uyuşmazlığın
menfaat temelli çözümlenmesi ile tarafların yaşadıkları
sorunu büyütmeyip tek bir tarafı haklı bulmaktan ziyade tarafsız
üçüncü bir kişinin yardımıyla iletişimi güçlendirerek,
aradaki gerilimi azaltmaya çabalayan, her iki tarafın menfaati
doğrultusunda iki taraflı kazanç sağlaması hedeflenmektedir.
Bu hedef sayesinde süreç içerisinde her iki taraf da menfaatlerinden
ödün vererek kazanmış olurlar. 7 Tarafların menfaati
haklarının tam olarak karşılanması yönünde de olabilir.
8
Arabuluculuk faaliyeti sırasında tarafların aralarındaki ilişkiye
zarar verilmeden bir denge kurulması amaçlanır böylelikle
hukuki uyuşmazlık menfaat temelli çözümlenmeye çalışılır.
Taraflar arasında iletişim kurulmaya sağlanır ve taraflara “bu
sorunu nasıl çözebilirim” sorusunu sordurmaya ve kendi
kendilerine çözüm önerileri bulmaları amaçlanır. Sonuçta
arabuluculuk faaliyeti, yargılamaya göre daha esnek ilerler ve
tarafların uyuşmazlığı çözmedeki tavrına göre şekil alır. Arabulucunun
ilk gayesi tarafların kendilerine ve menfaatlerine
en uygun çözüm önerisini kendilerinin bulabilmesidir fakat
taraflar kendi çözüm önerilerini bulamazlarsa arabulucu taraflara
çözüm önerisi sunabilir. Arabulucu önerilerini taraflara
bir seçenek olarak sunmalıdır, öneriyi taraflara empoze
5RG.,07.06.2012,28331
6Süha Tanrıver, Hukuk Uyuşmazlıkları Bağlamında Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Yolları ve Özellikle Arabuluculuk,
Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S.64, 2006, s.165.
7İsmail Ergin, Alternatif Çözüm Yöntemleri ve Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk, s.151
8Zeki okur, Bireysel İş Uyuşmazlıklarında Dava Şartı Olarak Arabuluculuk, Karahan Kitabevi, Adana; 2019,
sf.5
E-DERGİ
etmemelidir. Empoze etmemek kelimesinden anlaşılması
gerekenin tarafların bu öneriyle bağlı olmamaları ve kabul
edip etmemek konusundaki kararın taraflara ait olmasıdır.
Yani arabulucunun sunduğu çözüm önerisi hakim bir çözüm
önerisi olamaz, arabulucu sadece tarafların çözüm önerileri
üretmelerine yardımcı olur. 9 Eğer arabulucu somut olayı değerlendirip
taraflar çözüm önerisi üretmeden taraflara çözüm
önerisi sunuyor ise alternatif çözüm yöntemi arabuluculuk
olmaktan çıkar. 10
KARANTİNA
miştir. Kanun maddesinden anlaşılacağı üzere iradi olma ilkesi
arabuluculuk sürecinin çeşitli aşamalarında söz konusudur.
Bunlar,
-Arabuluculuğa başvurmada iradilik
-Süreci devam ettirmede iradilik
-Süreci sonlandırmada iradilik
-Süreçten vazgeçmek konusunda iradilik
Tanımda da belirtiği üzere tarafların üzerinde serbestçe tasarruf
edebildikleri ve arabuluculuğa elverişli özel hukuktan
kaynaklı her uyuşmazlık arabuluculuk yöntemi ile çözümlenebilir.
Kamu hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıklar
arabuluculuğun konusu olamazlar. 11 Hukuki uyuşmazlığın
konusunun özel hukuktan kaynaklanıyor olması gerekir. Arabuluculuğa
başvuruda her ne kadar iş anlaşmazlıkları, işçi-işveren
uyuşmazlıklar, sözleşemeden kaynaklanan alacaklar,
tüketici hukuku anlaşmazlıkları, ticari anlaşmazlıklar yaygın
olsa da tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edilebilecekleri
tüm hukuki uyuşmazlıklar arabuluculuk yöntemi ile çözümlenebilir.
12
C. TEMEL İLKELER
Arabuluculuğa hakim olan ilkeler HUAK 3. ve 5. maddeleri
arasında “Arabuluculuğa İlişkin Temel İlkeler” başlığı altında
düzenlenmiştir. Kanunda düzenlenen ilkeler sırasıyla; iradi
olma ve eşitlik, gizlilik, beyan ve belgelerin kullanılamaması
ilkeleridir. Beyan ve belgelerin kullanılamaması ilkesinin gizlilik
ilkesinin bir uzantısı olduğunu savunan bir görüş bahsi
geçen ilkeyi gizlilik ilkesinin içinde ele almaktadır. Bir görüş
de arabuluculuğun tanımında var alması sebebiyle arabulucunun
tarafsız ve bağımsız olmasını da temel ilkeler arasına yer
vermektedir. 13 Fakat biz bu çalışmamızda beyan ve belgeler
ilkesini gizlilik ilkesinden ayrı olarak inceleyeceğiz ve arabulucunun
tarafsız ve bağımsız olmasını hususunu da temel ilkeler
arasında ele almayacağız.
1.İradi Olma ve Eşitlik
6325 sayılı HUAK m.3’de iradi olma ve eşitlik ilkeleri birlikte
düzenlenmiştir. Bahsi geçen kanunda birinci fıkra iradi olma
ilkesi düzenlenmiş işken ikinci fıkrasında eşitlik ilkesi düzenlenmiştir.
Bahsi geçen fıkradaki iradi olma ilkesi; “Taraflar,
arabulucuya başvurmak, süreci devam ettirmek, sonuçlandırmak veya
bu süreçten vazgeçmek konusunda serbesttir.” şeklinde düzenlen-
9Çağatay Akça, Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Yollarından Arabuluculuk ve Uzlaştırma, Ankara barosu
Dergisi, 2019-1, s.28
10Çağatay Akça, s.29
11Okur Zeki, s.6
12Arabuluculuk Daire Başkanlığı, http://www.adb.adalet.gov.tr/sayfalar/istatistikler/index.html, 12.12.2019
13Çiğdem Yazıcı Tıktık, Arabuluculukta Gizliliğin Korunması, On İki Levha Yayıncılık, 2013, s.28
41
olarak sınırlandırılmıştır. Her aşamayı ayrı ayrı ele almak gerekirse
ilk olarak tarafların arabuluculuk faaliyetine başvurması
konusundaki iradiliği irdelememiz gerekir. Kanun maddesinden
anlaşılacağı üzere asıl olan tarafların sürece başvurmak
konusunda iradi olmasıdır fakat bunun istisnası dava şartı
arabuluculuktur. Bu arabuluculuk türü ile arabuluculuk sürecine
başvurması konusunda iradilik ilkesine bir sınırlama
getirilmiştir. Bahsedilen kanun maddesinin ilk fıkrasının devamında
“Şu kadar ki dava şartı olarak arabuluculuğa ilişkin
18/A maddesi hükmü saklıdır.” denilerek ilgili kanunlarda
bazı hallerde arabuluculuğa başvurmayı dava şartı olarak düzenlemiştir.
Günümüzde İş Mahkemeleri Kanunu ve Ticaret
Kanun’da arabuluculuk bazı konular için dava şartı olarak düzenlenmiştir.
Dava şartının koşulduğu hallerde taraflar arabulucuya
başvurmadan mahkemeye gitmeleri davanın usulden
reddine şeklinde sonuçlanmasına neden olacaktır. Yani bahsi
geçen kanunlarda dava şartı konulmuş hususlarda arabulucuya
başvurma konusunda iradilik bulunmamaktadır fakat
taraflar süreci sona erdirmekte ve süreci devam ettirmekte
serbesttirler. Doktrinde yer alan bir görüş arabuluculuk süreçlerinden
birine dahi iradilik bakımından istisna getirilmesi
ile ilkenin zarar göreceğini savunmaktadır yani bu görüşe
göre “dava şartı” arabuluculuk sürece başlama aşamasındaki
iradiliğe istisna getirdiği için dava şartının öngörüldüğü hallerde
iradilik ilkesinin zedelendiği savunulmaktadır. 14
Taraflar süreci devam ettirmek konusunda ise tamamen serbesttirler.
Arabuluculuk sürecine iradi veya dava şartı olarak
başvurmuş olmaları süreci devam ettirmek zorunda oldukları
anlamına gelmez. Taraflar süreci başlattıktan sonra iradi
olarak ilk toplantıya katılmayabilirler veya ilk toplantıya katılmış
olsalar da sonraki süreci devam ettirmek istemeyebilirler.
Yani süreç içerisinde tam bir serbestlik söz konusudur.
Taraflar aynı zamanda süreci sonlandırmak konusunda da
serbesttirler, sürecin sonunda uyuşmazlık konularının tamamında
olabileceği gibi sadece bir kısmı üzerinde de anlaşmaya
varmış olabilirler. Bu husus sürecin sona erdirilmesi için
bir engel teşkil etmez.
Bahsi geçen maddede bir diğer düzenlenen ilke eşitlik ilke-
14Ömer Ekmekçi/ Muhammed Özekes/ Murat Atalı, Hukuk Uyuşmazlıklarında İhtiyari ve Zorunlu Arabuluculuk,
On İki Levha Yayınları,2018, s.26
E-DERGİ
sidir. Bahsi geçen madde metnine
göre “Taraflar, gerek arabulucuya
başvururken gerekse tüm süreç
boyunca eşit haklara sahiptirler.”
denilerek eşitlik ilkesi düzenlenmiştir.
Bu hükümde de ele alınan
ilke başvuruda ve süreçte eşitlik
olarak ikiye ayrılmıştır. Eşitlik ilkesinin
gereği gibi sağlanabilmesi
çok da kolay değildir. Çünkü taraflar
aralarındaki maddi, hukuki,
statüsel denge ve çıkarlar her zaman
eşit olmayabilir. Ancak her
ne kadar tarafların eşit olduğundan bahsedemesek de arabuluculuk
faaliyeti sırasında eşitliğin sağlanabilmesi için süreci
başlatmak konusunda taraflara eşit haklar sunulmuştur. Örneğin
işçi ve işveren söz konusu olduğu iş uyuşmazlıklarında
iki taraf eşit değildir ve hatta iş kanununun düzenlenmesinde
de işçinin korunması esastır. Fakat iş uyuşmazlıklarından
doğan davalarda arabuluculuk sürecine başvururken taraflar
tamamen eşittirler. Yukarıda bahsettiğimiz gibi tarafların eşit
haklara sahip olması hem sürece başvururken hem de süreç
devam ederken olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Süreç
devam ederken de eşitliğin korunabilmesi için arabulucunun
çabası gerekir. Arabulucu; çok da kolay olmasa da süreç içerisinde
taraflar arasındaki denge ve eşitliği sağlayabilmelidir.
Hatta yukarıda değindiğimiz gibi iş uyuşmazlıkları gibi bir
tarafın daha fazla korunmaya muhtaç olduğu durumlar söz
konusu olduğunda fazladan çaba sarf etmelidir. Çünkü güçlü,
güçsüz dengesinin söz konusu olduğu bu tarz uyuşmazlıklarda
süreç sırasında eşitlik; menfaat temelli çözümün söz
konusu olabilmesi için çok önemlidir. Sağlanması gereken bu
eşitliğe nicelik bakımından değil nitelik bakımından bakılmalıdır.
Yani süreç içerisinde önemli olan mutlak eşitlik değil
sürecin eşit olarak ilerlediğini taraflara hissettirebilmektir. 15
2.Gizlilik
6325 sayılı HUAK m.4’de “Taraflar aksi kararlaştırılmadıkça
arabulucu, arabuluculuk faaliyeti çerçevesinde kendisine sunulan veya
bir diğer şekilde elde ettiği bilgi ve belgeler ile diğer kayıtları gizli tutmakla
yükümlüdür. Aksi kararlaştırılmadıkça taraflar ve görüşmelere
katılan diğer kişiler de bu konudaki gizliliğe uymak zorundadır.”
denilerek gizlilik ilkesi düzenlenmiştir.
Kanun maddesinin anlaşılacağı üzere arabuluculuk faaliyeti
boyunca gizlilik ilkesi esastır fakat taraflar bu ilkenin aksini
kararlaştırabilirler. Aksini kararlaştırmadıkları takdirde faaliyet
süresince esas olan gizliliktir bu yüzden taraflar, arabu-
15Ömer Ekmekçi/ Muhammed Özekes/ Murat Atalı, s.29
42
lucu ve görüşmeye katılanlar
bu ilkeye uyun olarak hareket
etmelidirler. Sürecin çözümlenmesi
için çeşitli beyan, belge
vb. kayıtlara gerek duyabilir
fakat bu beyan, belge ve kayıtlar
taraflar aksini kararlaştırmadığı
sürece sadece süreç
içerisinde kullanabilir.
Gizlilik ilkesi mahkemenin
aleniliğine karşı arabuluculuğu
çekici kılmaktadır. Çünkü
yargılamada asıl olan alenilik
ilkesiyken arabuluculukta asıl olan gizliliktir. Bu sebeple gizlilik
arabuluculuğun en temel prensibi ve tercih edilmesinin
en büyük sebebidir. 16 Taraflar uyuşmazlığı çözebilecek bazı
hususları sırf gizli kalması gerektiği için mahkeme sırasında
sunmayıp yargı sürecini uzatabilirler; fakat arabuluculuk süreci
ile arabulucu taraflar ile ayrı ayrı özel görüşmeler yapabilir,
tarafların aleni belirtmek istemedikleri fakat uyuşmazlığı
çözmeye yarayacak bilgileri her iki tarafın menfaatine uygun
kullanarak uyuşmazlığı daha hızlı ve her iki tarafın menfaatine
uygun olacak şekilde sonuçlandırabilir. Yani gizlilik ilkesi
sayesinde taraflar süreç içerisinde daha rahat hareket edebilirler.
17 Arabuluculuk faaliyeti boyunca orada bulunanlar bu
süreçte öğrendiği beyan, belge ve kayıtları gizli tutmalıdır.
Kaynak : https://adb.adalet.gov.tr/Resimler/SayfaDokuman/712021154456%C4%B0HT%C4%B0YAR%C4%B0.pdf
KARANTİNA
3.Beyan ve Belgelerin Kullanılamaması
Beyan ve belgelerin kullanılmaması ilkesinin kimi yazarlar
tarafından gizlilik ilkesinin bir uzantısı olarak değerlendirildiğine
değinmişti. Yazımızda biz her ne kadar iki ayrı iki ilke
olarak ele alıyor olsak da değinilen iki ilkenin bağlantılı olduğu
yadsınamamakta. 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında
Arabuluculuk Kanunu m.5’de Beyan ve Belgelerin Kullanılamaması
İlkesi Alman hukukundan farklı olarak açıkça düzenlenmiştir.
18 Hangi beyan ve belgelerin kullanılmayacağı ilgili
kanun maddesinin ilk fıkrasında sayılmıştır. Bunlar;
1.Taraflarca yapılan arabuluculuk daveti veya
bir tarafın arabuluculuk faaliyetine katılma isteği.
2.Uyuşmazlığın arabuluculuk yolu ile sona erdirilmesi
için taraflarca ileri sürülen görüşler
ve teklifler.
3.Arabuluculuk faaliyeti esnasında, taraflarca
ileri sürülen öneriler veya herhangi bir vakıa
16Resul Kurt, İş Yargısında Arabuluculuk, TBBD, S.135 s.139; Serkan Odaman/Eda Karaçöp, İş Mahkemeleri
Kanun Tasarı Taslağında Öngörülen Zorunlu Arabuluculuk Müessesi, Sicil İş Hukuku Dergisi, S.35,2016,
s.55
17Gizem Yazıcı Tıktık, s.28
18Okur Zeki, s.31
E-DERGİ
veya iddianın kabulü.
4.Sadece arabuluculuk faaliyeti dolayısıyla hazırlanan
belgeler.
KARANTİNA
Arabuluculuk sürecinde elde edilen beyan ve belgeler
delil olarak kullanılamayacağı gibi bunlarla ilgili tanıklık
da yapılamaz. Arabulucu, taraflar ve sürece katılan
üçüncü kişilerin kullanılamayacağı ve üzerinde tanıklık
yapamayacakları beyan ve belgeler kanun maddesinde
açıkça sayılmışlardır. Bu beyan ve belgelerin şekli önem
arz etmeksizin arabuluculuk sürecinden sonra hukuk
davası veya tahkim yolunda kullanılamayacaktır. Beyan
veya belgenin arabuluculuk konusu ile alakalı olması
şart değildir. Ancak bu beyan ve belgeler hukuk davası
ve tahkimde delil olarak ileri sürülebiliyorsa sırf arabuluculuk
faaliyeti sırasında ileri sürülmüş olduğu için kabul
edilemeyecek deliller haline gelmez.
Bu beyan veya belgeler hakem veya herhangi bir idari
makam tarafından istenemeyeceği gibi delil olarak ileri
sürülmüş iseler de mahkeme tarafından esas alınmaz.
Ancak bu kuralın istisnası bu beyan ve belgeler bir kanun
hükmü tarafından emrediliyor ise veya arabuluculuk
sonucunda varılan anlaşmanın icra edilmesinde veya
uygulanmasında gerekli ise gerektiği ölçüde kullanılabilir.
Tüm bu açıklamalarla gizlilik ilkesi ile beyan ve belgelerin
kullanılmaması ilkesinin bağlantılı olduğunu bir
kere daha ileri sürebiliriz.
43
2020 - 2021
Elsa Adana
Yönetim Kurulu
Presindent
Başkan
Mustafa Aslan ÇELİK
Secretary General
Genel Sekreter
Emrekağan TEKMAN
Treasurer
Sayman
Gülcan USANMAZ
VP in Charge of Marketing
Tanıtımdan Sorumlu Başkan Yardımcısı
Özgür Diyar KIYAK
VP in Charge of Academic Activities
Akademik Aktivitelerden Sorumlu Başkan Yardımcısı
Berfin KURUL
Vice President in Charge of Seminars & Conferences
Seminer ve Konferanslardan Sorumlu Başkan Yardımcısı
Sema SELEK
Vice President in Charge of STEP
Stajyer Ögrenci Değişim Programından Sorumlu
Başkan Yardımcısı
Süheyla ŞİŞMAN