14.11.2021 Views

Rİyazet Dergisi 2. Sayı

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

2.SAYI



Nedir Bu Aile

Kavramı?

Beyzanur Tanrıkulu

Süleymaniye

Camii

Ahmet Cengiz

Şimdi Aile

Olma Vakti

Müverrihanım

4-6

7-9

10-11

Sevgisiz

Çocuklarız

Biz

Hasan Kısa

HADİS-İ

ŞERİF

20-22

23

FOTOĞRAF

KÖŞESİ

Sizden Gelenler

12-13

Tahammül-k

Ömer Ateş

14-15

Akifçe

İncimsi

16-19


NEDİR BU

AİLE

KAVRAMI?

fikir

Yazar: Beyzanur Tanrıkulu

Herkesin dilinde olan

içerisinde yaşadığı hem

tatlı hem de zor kavram

karmaşası.

Aile, birbirlerine kan bağı, yasal ve

duygusal bağlarla bağlı kişilerden

oluşan en küçük toplumsal

birimdir. Terim anlamı basit iki

cümleden oluşan bu kavram ne

derin manalar biriktiriyor içinde

oysaki ben gibi kalabalık aileye

mensup biri için anlaşılması daha

muhtemel.

Ahir zaman güruhu içinde insan

olmak bile bu denli zorken aile

olmanın verdiği ehemmiyet en can

alıcı nokta olmalı. Binlerce ev. Her

evde yanan lambalar kim bilir ne

hikâyeler ne yaşanmışlıklar vardır...

Hayat düz bir istikamet olsaydı

kolay olur muydu? Her şey

biraz aynı, çokça sıradan... Lâkin

unutulan bir şey var ki hayat inişli

çıkışlı, gün olur sevinç mutluluk

huzurlu iken gün olur hüzün keder

yoldaşımız olur...

4

Aile bilinci de burada devreye

giriyor, anne ve baba ile

atılan ailenin temeli evlatlarla

filizleniyor...

Bu sebeple anne babaların, yarının

nesillerini şekillendirecek olan

evlâtlarının yetişmesinde, onlara

hayatın sadece tatlı yanlarını

ve toz-pembe manzaralarını

göstermeleri büyük bir hatadır.

Esâsen bu, ilâhî terbiyeye de

terstir. Zira öyle olsaydı, Cenâb-ı

Hak peygamberlerini rahatlık

içinde yetiştirir ve onlara hiç

sıkıntı yüzü göstermezdi. Fakat

Rabbimiz onları insanoğlunun

karşılaşabileceği en ağır sıkıntı

ve musibetlerle yoğurup

olgunlaştırdı...

Meselâ Hazret-i Yûsuf’un (a.s.)

önce kuyuya sonra da zindana

atılmasını takdir etmiş, o mânevî

medreselerde gönül âlemini

yasattıktan sonra Mısır’a sultan

olmasını murâd eylemiştir.


Hazret-i İbrahim (a.s.) malı, canı ve evlâdı

hususundaki zor imtihandan geçmeseydi,

Cenâb-ı Hak ile dostluk makamına

yükselebilir miydi?

Hazret-i Eyyûb (a.s.) uğradığı dert ve

belâlar karşısında sabretmeyip de isyana

düşseydi, “…Ne güzel kul!..” (Sâd, 44)

hitâbına mazhar olabilir miydi?

Ne güzel örnekler ne güzel rehberler

elhamdülillah... Velhasıl kelam aile kavramının

en temeli anne ve baba öyle

doğru olmalı ki gelecekler nesillerde

pür u pak olsunlar... Hayatın bir imtihan

dan ibaret olduğunu ama “Zorlukla her

daim bir kolaylık olduğunu (inşirah 6)”

onlara öğretip yaşayarak göstermek gerek,

hayat tozpembe değildir.

Efendimiz sav “Sen olmasaydın

bu alemleri yaratmazdım sözünün

muhatabının hayatında hiç

mi yokluk olmadı? Elbette oldu

lâkin hiçbir zaman şükürsüzlük

olmadı. Nitekim bir defasında

çok sevdiği kızı Fâtıma arpa

ekmeği pişirip kendisine getirdiğinde,

Peygamber Efendimiz’ in:

“Kızım, üç gündür babanın midesine

giren ilk lokma bu olmuştur.”

demesi , O’nun gönül huzuruyla

hayata her daim göğüs

germesinin sadece bir örneğidir.

İslâmî kâidelerden uzakta yaşandığı

için günümüzdeki ailelerde

huzursuzluk, geçimsizlik ve

bunun neticesinde boşanmalar

maalesef artmış bulunmakta,

bu çok acı ama uzun süreli saadetlere

ahir zaman da gölge

düştü...

Meselâ Kur’ân tilâveti ve mânevî

sohbetlerle feyizlenip bereketlenmesi

gereken düğünler,

insanların pahalı elbiselerini

birbirlerine sergiledikleri bir defile

havasında geçiyor. Yine bu

düğünlerde haremlik selamlık

kaidesine dikkat edilmiyor. Aile

müessesesinin temellerinin atıldığı

bu güzel günde sergilenen

yanlış tavırlarda temeli sarsıntıya

sokuyor ve ne yazık ki sonu hüsran

oluyor...

5


‘’Erkek ile kadın ne kadar Allah’a yakın olurlarsa birbirlerine de o

kadar yakın olurlar.’’ Sözü geldi ansızın aklıma ne güzel de sükûnet

buluyor insanın kalbi.

Yazıma Rabbi zulcelalin kelâmıyla son vereceğim;

“Rabbimiz, eşlerimizden ve soyumuzdan bize, gözümüzün aydınlığını

armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl” (Furkan 74)

Aminnn... Göz aydınlığı olacak eşler ile hem dem eylesin Mevlam

bizleri ... Evlerimizden huzur bereket eksik olmasın... Rabbimin selamı

bereketi ve inayeti hepimizin üzerine olsun... Esenlikle kalın

6


sanat

SÜLEYMANİYE CAMİİ

Yazar: Ahmet Cengiz

Süleymaniye Camii, Osmanlı mimarisinin harika örneklerinden

birisidir. Sadece mimari olarak değil, biraz bakınca böyle bir

eser karşısında insanın maneviyatında izler bırakıyor. Bu izler neticesinde

ruhumuzda motifler oluşuyor.

Okuduğum kitaplar neticesinde Mimar Sinan’ında çocukluğundan

itibaren gördüğü mimari eserler ruhuna ve aklına işlemiş,

sonuç olarak vefat ettiğinden bu yana 81 cami, 51 mescit, 55

medrese, 26 darül-kurra, 17 türbe, 17 imarethane, 3 darüşşifa

(hastane), 5 su yolu, 8 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen

ve 48 de hamam olmak üzere 375 eser bırakmıştır.

Süleymaniye Camii içerisine girildiğinde büyüleyici

büyüklüğü karşısında insan dona kalıyor. İslam’ın

kalpten akla bütün iç yansımalarıyla güzelliğini ve

sanatını görmek mümkün.

İbadet ederken dahi yankılanmaların kulaktan

kalbe indiğini hissedebiliyoruz.

Feyz almanın açılımını dilim

döndüğünce izah etmek ile camiiyi

anlatmak birbirine yakın

şeyler. İhtişamdan ziyade, ibadetlere

zerk eden manevi haz

mesele.

7


8

Ahmet Cengiz


Feyz almanın açılımını dilim döndüğünce izah

etmek ile camiiyi anlatmak birbirine yakın şeyler.

İhtişamdan ziyade, ibadetlere zerk eden

manevi haz mesele.

Biraz bilgi vermek iyi olur diye düşünüyorum:

“Mimar Sinan’ın kalfalık eseri olarak

tanımladığı Süleymaniye Camisi, Osmanlı

padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle

1551-1558 yılları arasında yapılmıştır.

Süleymaniye Camisi, Klasik Osmanlı

Mimarisi’nin en önemli örneklerinden birisidir.

İkisi üç şerefeli, ikisi de iki şerefeli olmak üzere

dört minareye sahip olan caminin kubbesi 53

metre yüksekliğindedir. İstanbul’un en güzel

yerlerinden birinde inşasına başlanan mabedin

temeline ilk taşı, büyük alim Şeyhülislam

Ebussuud Efendi’nin koyduğu rivayet edilir.

Yaklaşık 6 bin metrekarelik alana sahip olan

cami bahçesinin 11 kapısı bulunmaktadır.

Bahçenin etrafında Süleymaniye Medreseleri

diye meşhur olan beşi lise seviyesinde, biri

fakülte biriside ihtisas bölümü olmak üzere

yedi medrese tesis edilmiştir.

Camiilerin eski zamandaki gibi ilim merkezi

olmasını can-ı gönülden isterdim. Asırlardır

camiiler şehrin ilim öğrenilen sosyal mekanlarıydı.

Tekrar eski günleri hatırladık.

Anlayıp yaşayanlardan olmak duası ile...

9


ŞİMDİ AİLE

OLMA VAKTİ

fikir

Yazar:Müverrihanım

Aile kavramı en küçük aile bireyinden,

en büyük aile müessesine

dönüşmesidir. Bu süreçte

ortaya çıkan fizyolojik ,psikolojik,

sosyolojik değişimler bireyin daha

sağlıklı aile kurmasını sağlamaktadır.

Fizyolojik değişim olarak akıl

bâli olup sorumluluğunun farkına

varan bir birey sosyal ortamlarda

kendini gösterebilen daha iyi iletişim

kurabilen bir birey haline gelmektedir.

İyi bir eğitim ile aile kavramının ne

olduğunu, bu sürecin nasıl geliştiğini

öğrenir. Yalnızca aile müessesi için

değil her alan da bu eğitim gereklidir.

Patronuyla , arkadaşlarıyla , tanımadığı

kişilerle olan ilişkisi daha emin adımlarla

sağlamlaşır ve bir birey kendini tanıdıkça

insanlarla daha iyi iletişim kurar.

İnsanın sosyal hayatındaki davranışı bu iken, ailesindeki rolü nedir

sorusunu yönelteceğiz tabi ki. Aile müessesinin huzuru kimin elinde,

bu birey hangi kaidelere riayet etmeli sorusuna gelirse kadının burada

baş rolde olduğunu görürüz. Bir kadın hem anne hem de bir eştir.

Evlilik müessesini ayakta tutan kişi kadındır. Bu kadın başlıca vazifesi

dinen de kanunen de eşe bağlı kalıp onu mesut etmesidir ve o müessesenin

meyvesi olan evlatlarını en güzel şekilde topluma iyi bir birey

yetiştirmesidir.Kadın; oturaklı, güçlü, memnun olan ve memnun edici

bir etken olmalıdır.

10


Yukarıda saydığımız boşanma

unsurlarının tam tersini yaparak

evliliğini en iyi şekilde devam ettirendir.Sorumluluk

sahibi, fedakar,

kendisinin ve eşinin özgür ve

mutlu olmasını sağlamak, planlı

bir şekilde harcama yapan,sabırlı,metanetli,

tevekkül sahibi bir eş

olamalıdır. Aynı kaide erkek içinde

geçerlidir.

Zevc ve zevce Allah’ın rızasını

gözeterek yaptıkları bu kaidelere

karşılık Rabbimizin ;Rahman ve

Rahim isimlerinin tecellidisini o

yuvada hisseder.

Kadın ve erkek birbirine karşı

sorumluluk sahibidirler; hatta bu

evlenmeden öncede geçerlidir.

Erkek ve kadın ilerideki eşine hazırlık

yapmalıdır. İffetli yaşayışıyla

ona karşı fedakar olmalıdır. Ancak

o zaman Nur Suresi 26” Temiz

kadınlar, temiz erkekler içindir.

Temiz erkekler, temiz kadınlar

içindir. İşte onlar, (kendileri haklarında)

söylenenlerden berî (uzak)

olanlardır. Onlar için mağfiret

(günahların sevaba çevrilmesi)

ve kerim (Allah’tan ikram edilen)

rızık vardır” ayetine mazhar olabilirler

.

Peygamber Efendimiz(s.a.v) veda

hutbesinde erkeklere yönelik olarak

! “Kadınlarınız konusunda Allah’tan

korkun.Siz onların Allah’ın

emaneti olarak aldınız ve onlarla

beraberlik ,Allah’ın kelimesi (nikah)

ile size helal oldu... “

Hazreti Allah (c.c) Rum

21.ayette “Ve O’nun âyetlerinden

olarak sizin için nefslerinizden

zevceler yaratmıştır ki, onunla

sukûn bulasınız. Ve sizin aranızda

sevgi ve rahmet (merhamet) kıldı

(oluşturdu). Muhakkak ki bunda,

tefekkür eden (düşünen) bir kavim

için mutlaka âyetler (deliller)

vardır “ bizlere nida ile seslenmektedir.

Güzel insanlar Rabbim Furkan

Suresi 74 . ayetteki gibi göz aydınlığı

eş ve evlatlar nasip eylesin...

Selam ve dua ile ...

11


1

FOTOĞRAF KÖŞESİ

Sizden gelenler

12

isehirdegeceyarisii


2

aliyebaydil

gezgin.fotografcilik61

b.gl34

munzevi_bir_ses

13


Tahammül-k

Yazar: Ömer Ateş

Son iki asır insanlık tarihi açısından

başkalaşmanın en fazla olduğu

zaman dilimidir. Gelişen teknoloji

beraberinde insanları bambaşka bir

hale sokmuştur. Öyle ki insanda var

olan pek çok duygu körelmiş yerini

dünyevi ve bencil duygulara bırakmıştır.

fikir

Toplum içerisinde önemli bir konuma sahip olan şairler, aşıklar, ozanlar

yerlerini sahte şarkıcılara, popstarlara, fenomenlere bırakmış, dillerden

dillere destan olan aşk hikayeleri yerlerini fenomenlerin haftalık değişen

aşk magazinlerine bırakmıştır. Kısacası insan başkalaşmış, ilgi alanları

değişmiş ve sonuç olarak insanlığın manevi ve duygusal yönü can

çekişir hale gelmiştir.

İnsanda oluşan bu başkalaşmada

yeniliğin bizden alıp götürdüğü

önemli zenginlik kaynaklarından

biri ise tahammül olmuştur. Tahammülün

tanımını yapmak gerekirse

kısaca insanın insana olan

sabrı, saygısı ve hatrıdır. Tahammülün

ortadan kalkması insanlık

içinde aile, arkadaşlık, akrabalık

gibi müesseselerinde farklılaşıp

daha zayıf bir hal almasına sebep

olmuştur. Çünkü tahammülsüz

insanlar en ufak bir durumda birbirlerini

kırar hale gelmiştir.

Vuslat gülüne ermez elim pes

nicesi ben

Bunca tahammül eyleyem ol

hâre ey sabâ.

Ahmedi

Yaşadığımız çağda insanın maddi

yönü hiç olmadığı kadar büyük

bir hız kazanmıştır. Öyle ki insanın

manevi yönü hızlanan maddi yöne

yetişemez hale gelmiştir. Geçmişle

mukayese edildiğinde günümüz

insanı hızın esiri haline gelmiştir.

İnsan, bir yerden bir yere hemen

gitmek, olacak bir şeyin hemen olması,

dertlerin hemen gitmesi gibi

sabır ve tahammülden uzak bir

yaşam sürme eğilimine girmiştir

ve bu eğilim insandan tahammülü

çalmıştır.

Tahammül insan hayatında en çok

sevginin karşılığıdır yani insan en

çok sevdiği insanlara tahammül

göstermektedir.

14


Bu tespiti günümüze yansıttığımızda ise esasında sevgilerinde içi

boş bir yapıda olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü bu çağ ayrılıkların

en çok ve en hızlı olduğu çağ haline gelmiştir. Oysa ki birbirini gerçekten

seven insanlar birbirinin kusurunu görmez, hatasını affeder

ve tahammül gösterir.

Sosyolojide toplumun en önemli birimi aile olarak kabul edilmiştir.

İşte tahammül bu en önemli birimin olmazsa olmaz bir parçasıdır.

Aynı çatı altında yaşayan insanlarda tahammül eksikliği kavgalara

anlaşmazlıklara ve işin sonunda ailelerin çatırdamasına sebep olmuştur.

Oysa ki tahammül sahibi insanlardan oluşan bir aile yapısı

düşünüldüğünde bu ailede biri bir hata yaptığında diğeri onu mazur

görür, biri bir sıkıntı yaşayıp zor durumda olduğunda ise diğer aile

bireyleri tahammül gösterip o zorluğu birlikte çekerler.

Tahammülün ortadan kalkmasıyla birlikte aile içinde diş geçirme

sendromu adında yeni bir hastalık da ortaya çıkmıştır. Bu hastalıkta

aile bireyleri birbiri için o benim dediğimi yapmıyor veya o beni sözümü

dinlemiyor şeklinde birbirine diş geçirememenin verdiği huzursuzluktan

yakınmaktadır. Bu hastalığa yakalanan insanlar birbirine

tahammül gösterip saygı duymak yerine diş geçirip baskı kurmanın

derdine düşmüşlerdir.

Sonuç olarak tahammül insan hayatında önemli bir etkendir. İnsan

mutlu olmak ve mutlu etmek istiyorsa tahammül sahibi olmalıdır.

Tahammülü bir saat gibi mülk edinip yanından ayırmamalıdır çünkü

insan olmak bunu gerektirmektedir. Eğer biz karşımızdaki bizi kırdığında

tahammül göstermeyip aynı şekilde ona karşılık veriyorsak

hayvandan bir farkımız yok demektir çünkü bu refleks genel olarak

hayvanlarda mevcuttur. Bu refleksle yaşarsak da hayatımız kırılmaya

karşı kırmakla yani boş bir mücadeleyle geçecek demektir.

15


AKİFÇE

Yazar:İncimsi

2 0 Aralık 1873’ de İstanbul’un Fatih sem-

tinde mütevazı bir aile ve evde dünyaya

geldi Mehmed Ragıf. Asıl ismi Ragıf olma-

sına rağmen dilimizde telaffuzu zor olduğu

için zamanla aşikâr bir hale dönüşerek Akif

olarak yerleşmiştir. Annesi Buhara asıllı

abide bir kadın olan Emine Şerif Hanım,

babası ise ismi gibi temiz bir ahlaka sahip

olan aslen Arnavut asıllı olup Kosova’da

dünyaya gelen İpekli Tahir Efendi’dir.

biyografi

Sevgi dolu ve disiplinli bir ailede büyümeye başlayan Mehmet Akif,

Osmanlı Devleti eğitim sistemi gereği 4 yaş, 4 ay,4 günlük olunca Fatih’te

ki Emir Buhari Mektebi ‘ne kaydolur ve aldığı üç yıllık eğitimin ar-

dından ilkokula gitmeye başlar. Bu süreçte de evde babasından Arapça

tahsili alır. İlkokul ve ortaokul sürecinde derslerinde ki başarılarının yanı

sıra yabancı dilleri öğrenmede ki kabiliyeti nedeniyle erken yaşta Arap-

ça, Farsça ve Fransızca lisanlarını öğrenmiş, bu dillerde yazılan birçok

eseri asıllarından okuyup tercüme etme olanağı bulmuştur. Edebiyata

olan sevgisi dolayısıyla erken yaşta şiir yazmaya başlamıştır. Döneminin

önemli birçok ilim adamlarından ders alan Akif, okul hayatı boyun-

ca parmakla gösterilen istisnai öğrencilerden biri olmuştur. Annesi her

ne kadar Akif in babası gibi dini ilimlerde ilerlemesini istese de babası

onu döneminin en seçkin okullarından biri olan ‘Mülkiye’ye gönderir.

1888’de babasını ve bir yıl sonrada Fatih’te çıkan büyük bir yangınla

evlerini kaybeden Akif ve ailesi ekonomik anlamda çalkantılı bir döneme

girer. Ailesinin geçimini bir an önce üstlenebilmek için çok severek gitti-

ği Mülkiye’yi gönülsüz olarak bırakmak zorunda kalarak Ziraat ve Baytar

Mektebi’ne geçiş yapar ve tahsil hayatına bu şekilde devam eder. Ancak

Yaşanılan bütün bu olumsuzluklar Akif’çe bir ruhta olumsuzluklara yol

açmıyor, karşılaştığı her sorun ile edindiği deneyimler onun güçlü karakterinde

derin izler bırakıyordu. Akif, hali, tavrı, duruşu, ahlakı ve ders-

lerinde ki üstün başarısıyla parmakla gösterilen bir öğrenciydi. Edindiği

başarılar mütevazı kişiliğinde kibre sebebiyet vermiyor, onu taassubluğa

düşürmüyordu.

16


Ruhunda yer alan ve ailesinde de gördüğü terbiye ile hareket eden

Akif, sözlerine çok sadık biriydi. Baytarlık Mektebi’nde okurken yaşadığı

kasvetli dünyada en yakın arkadaşı Hasan’la her türlü mevzuyu tartışır,

toplumsal yapıda ki bozuklukları eleştirir, etrafında olup bitenlere, yol-

suzluk ve haksızlıklara kayıtsız kalamazdı. Yine bir gün arkadaşı Baytar

Hasan’la toplumsal sorunları eleştirirken birbirlerine söz verdiler. Kim

önce vefat ederse geride kalan kişi, diğer kişinin ailesine sahip çıkacaktı.

Nitekim öyle de oldu. Akif arkadaşının ölümünden sonra onun, kendisi-

ne bıraktığı aile emanetine seve seve sahip çıktı. İşte bu ‘söz’ kuru kuru

cümlelerden oluşan bir söz değil, Akif’çe bir biatti, Okul hayati boyun-

ca yüzme, gülle atma gibi değişik spor dalları ile ilgilense de ata sporu

olan güreş onun gönlünde ayrı bir yere sahipti. Katıldığı çeşitli müsa-

bakalarda dereceye girerek bir miktar gelir elde edip, geçimine katkıda

bulunmuştur.1893’te Baytarlık Mektebi’ni 1.likle bitiren Akif, Anado-

lu, Rumeli ve Arabistan’ın çeşitli yerlerinde göreve başlamış, bu süreç

Akif’in çeşitli coğrafyalardaki halkı yakından tanıyıp, yaşadıkları sorunları

birebir görmesini sağlamıştır.

1908’de ittihat ve Terakki Cemiyeti’ne katılan Akif, hem vatani hizmet-

lerde canla başla görev alıyor hem de doğrudan vazgeçmeyen tavrı ile

hükümette gördüğü olumsuzlukları Akif’çe haykırabiliyordu. Bu doğru-

luk bazı kesimlerin hoşuna gitmese de Akif yapılan haksızlıklarına kendi

üslubu ve tarzı ile karşı çıkıyordu.

17


Akif 1.Dünya Savaşı yıllarında çe-

şitli devlet görevlerinde yer alarak

Almanya ve Arabistan’a gönderilmiş

Osmanlı Devleti’ne karşı bi-

linçsizce kışkırtılan asker ve halkı

aydınlatmaya çalışmış, bunun için

beyannameler yazmıştır. Bütün bu

vatani görevleri yaparken devletten

kendisine, ailesinin geçimi te-

min edebilmesi için vereceği hiçbir

maddi desteği kabul etmemiştir.

Çünkü Akif’çe bir ruhta hiçbir dev-

let görevi maddi bir gelir temin

etmek için yapılamazdı. Onun için

vatan sevgisi katıksız bir sevgiydi.

Bu sevgi kendinden ve ailesinde

üstündü.

1.Dünya Savaşı’ndan yenik bir va-

ziyette çıkılmış Akif’in çok sevdiği

Anadolu toprakları işgale uğramış

zamanla kurtuluş çareleri arayan

Türk halkı bağımsızlık mücadele-

sine girmişti. İşte bu zor sürecin

en önemli destekçilerinden biride

Akif’tir. Canla başla kurtuluş mü-

cadelesinde yer alan Akif, halkı

bilinçlendirmek için Balıkesir Za-

ğanos Camii’nde yapmış olduğu

hutbe ile halk üzerinde derin yan-

kılar uyandırmıştır. Akif’in vatanı

için yapmış olduğu mücadeleler

bununla kısıtlı kalmıyor, Mustafa

Kemal Paşa’nın isteği üzerine Ankara

ve Kastamonu’ya giderek halkı

şuurlu hale getirmeye çalışıyor-

du. Yine kendisi talep etmese de

Akif 1.TBMM’de Burdur Milletvekili

olarak görev almaya başlamıştır.

18


7 Kasım 1920’de gazeteler ‘Milli Marş’ husu-

sunda bir yarışmanın yapılacağını duyurdu.

Mükâfat olarak 500 lira gibi büyükçe bir meb-

lağ belirlendi. Herkes Akif’in şiir yazacağını

umdu ancak Akif çok sessizdi.

Çünkü o vatanla ilgili hiçbir hususta maddi bir amaç gözetmiyordu.

Yarışmaya katılan 7241 şiirin hiçbiri gerçek bir ‘Milli Marş’ coşkusu

uyandırmıyordu. Aslında bu marşı tek bir kişi yazabilirdi, vatanı Akif’çe

hislerle seven biri. Arkadaşlarının yoğun ısrarı ve ödülü almama koşulu

ile şiir yazmaya karar verdi. 1 Mart 1921 ‘de Hamdullah Suphi Bey tara-

fından okunulan ‘istiklal Marşı’ yoğun bir coşkuyla defalarca okunarak

alkış topladı. Bu şiiri sadece tek bir kişi sukut dinliyordu. Bir tek Akif’çe

bir gönlün mütevazılığı ses çıkarmıyordu. Şiir 12 Mart 1921’de Ulusal

Marş olarak kabul edilmiş, Akif kazandığı 1.’lik ödülünü fakir kadın ve

çocuklara dağıtılarak ‘İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir.

Mısır Hıdivi Abbas Halim Paşa’nın daveti ile Mısır’a giden Akif bu süreçte

iç âlemine çekilmiştir. Gece, Vahdet, Hicran, Secde şiirlerini bu dönemde

kaleme almıştır. 1925 yılında özlem duyduğu vatanına geri dö-

nen Akif yıllarca şiirlerinin yayımlandığı derginin kapatıldığını öğrenince

çok üzüldü. Düşünce dünyasına set çekilmek istendiğini anladı. Maddi

anlamda sıkıntılı bir sürece girdi. Çünkü yapmış olduğu hiçbir vatani

görev için devletten bir talepte bulunmamış, maaş bile istememişti.

Arkadaş çevresi de zamanla Akif’ten uzaklaşmaya başlayınca, büsbütün

iç dünyasına çekildi. Dönemin hükümeti onu göz hapsine almış, peşine

polis takmıştı. Sanki yıllarca menfaatsiz bir şekilde vatanına hizmet eden

o değilmiş gibiydi. Bu durum Akif’çe bir vatanseverin çok zoruna gitti.

Gönüllü olarak Mısır’a sürgün edildi. 10 yıl gibi uzun bir müddet çok

sevdiği vatanından ayrı kaldı. İçinde artıp bir türlü dinmeyen vatan özle-

mini gidermek için İstanbul’a geri döndü. Gelişinden bir kaç ay sonra 27

Aralık 1936’da vefat etti. Minnet ve Rahmetle...

19


Sevgisiz Çocuklarız Biz

Yazar:Hasan Kısa

N asıl yani!? Sevgisiz çocuklarız biz… Bir be-

devi, Peygamberimiz

i torunları Hz. Hasan

ve Hz. Hüseyin’i öperken görür ve “Benim on

çocuğum oldu, hiç birini öpmedim” der bunun

üzerine Peygamberimiz

“Allah senin kalbin-

den merhameti almışsa ben ne diyebilirim ki?”

cevabını verir. Bugüne baktığımızda ise saygıdan

ötürü çocuğun sevilmediği bir dönem gördük.

Ki bu çocuklar sevgisiz addediliyor…! Yani bir

bakıma kavramlar arasındaki bağlantıyı doğ-

ru kuramadığımızdan dolayı sonuç aleyhimize

sonuçlanıyor. Bunun sonucu ise bize sevgisizlik

olarak yansıyor. Bizler, toplum olarak esasen bu

sevgisizliğin karşılığını görüyoruz. Sevgi görme-

yen, sevginin nasıl bir şey olduğunu bilmeyen

çocukların diğer insanlara vedahi diğer canlılara

sevgi göstermesini nasıl bekleyebiliriz? Her duy-

gunun başı sevgidir. Merhamet sevgiden doğar,

zalimlik ise sevginin yoksunluğundandır. Sevgi

de şiddet de domino taşı gibidir. Adam eşine

sevgi gösterirse eşi de çocuğa sevgi gösterecek-

tir. Sevgi gören çocuk ise hayvanlara sevgi ve

merhamet gösterecektir. Aksi halde de durum

aynen kendi halinde karşılık bulur.

Peki, nedir bu dilden düşmeyen sevgi? Aslında biz sevginin membaı-

nı gönülden dile taşıdığımız için sözcüklerle ifade etmek dışında pek

bir çaba sarf etmiyoruz. Sevgi hissedilen bir şeydir ki dile getirmek en

son şey olmalı diye düşünüyorum. Hissettirilmeyen sevginin söylen-

mesinin pek bir etkisi olacağını sanmıyorum. Söylenmesin mi? Tabi ki

söylensin. Ama dediğimiz gibi ilk önce hissettirilsin.

20


Sevgi kavramı aslında son-

lu varlıklara yüklenemeyecek

kadar yüce bir kavramdır. Sevginin

asıl amacı Allah’a varmaktır.

Biz insanların en bü-

yük hatası ise o sonsuz değeri

maddeye yükleyerek anlamını

yitirmek oluyor. Allah dışında

sevilen her şey yine Allah’a

ulaştıracak bir vesile olmalıdır.

Bizim hatamız ise bu vesileleri

amaçmış gibi görmemizden

kaynaklanıyor. Bundan dolayı

da anlamını tam olarak kavrayamadığımız

bir değeri yaşamak

ve yaşatmakta sıkıntı çek-

mekteyiz.

Bu değerden yoksun yetişen

çocuklar içine kapanık oluyorlar

ve yalnız hissediyor, dertlerini

anlatacak insanlar bulamı-

yorlar. Bunun neticesinde ise

çocuk aileden bulamadığı sevgiyi

dışarıdan, sokaktan, gü-

nümüzde ise daha çok sosyal

medyadan arkadaş edinerek

sağlamaya çalışıyor çünkü sev-

gi bir ihtiyaçtır ve boşluk kabul

etmez. Gidişat maalesef pek de

iyi görünmüyor.

Bu gidişatı değiştirmek ancak

bilinçli çocuklar yetiştirmekle

mümkün olacaktır. Bu bilinç ise

ancak eğitimle kazandırılacak-

tır. Çocuklara verilen eğitimde

de sevgi olmadığı zaman söy-

lenen sözler kulakta kalıyor.

Kalbine giremediğiniz çocuk-

ların aklına girmeniz ne yazık

ki pek mümkün görünmüyor.

Peki sadece salt sevgi yeterli

mi bu eğitimde. Kesinlikle ha-

yır. Çok fazla sevgi de çocukta

ters etki yapacaktır. Bizim çiz-

gimiz ifrat ve tefritten uzak, her

daim itidal üzere olacaktır.

Çocuk eğitiminde itidalli sevgi-

yi sağladıktan sonra en önemli

etken rol-model olmaktır. Yani

samimi ebeveynler olarak söy-

lediklerimiz gibi olmalı, onlara

ters hareket etmemeliyiz. Yani

çocuğa namaz kıl diye ısrar-

cı olmak yerine ilk önce onun

önüne namaz kılan örnekler

olmalıyız. Kitap oku diye nasi-

hat vermek yerine bizleri kitap

okurken görmeli.

21


Çocuklar duyduklarına değil gördüklerine göre şekil alan varlıklardır.

Bu detayı da atlamadan geçmek istemedim. Pedagog değilim lakin

Peygamberim Hz. Muhammed

’in metodu buydu. Bizim metodumuz

her daim nebevi metot olmalıdır. Ki ben inanıyorum Hz. Pey-

gamber

’in her hareketinin bizim bilmediğimiz bir hikmeti vardır.

Sonuç olarak Allah bizi sevgi ve muhabbet için yaratmışken bizim

bundan mahrum olmamız ve mahrum bırakmamız hiç hayra alamet

değildir. Bu nedenle sevgiden korkmamalı aksine sevmeyi öğren-

meliyiz ki öğretebilelim. “İnsan sevmeli; bazen bir insanı, yahut da

bir ağacı ya da kanadı kırık bir kuşu.” Diyor Cahit Zarifoğlu. Yani sev-

giden kastımız salt insan sevgisi değil tüm mahlukata yaradandan

ötürü sevgi nazarıyla bakmaktır. Vesselam…

22


“Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir

bağışta bulunmamıştır.”

Tirmizî, Birr ve sıla, 33

“Bir kimsenin harcadığı paraların en değerlisi, ailesinin

ihtiyaçlarına harcadığı paradır.”

Müslim, Zekat 38

“Allah, kime saliha bir eş

nasip etmişse, şüphesiz ki

dininin yarısını yaşamak üzere

o kimseye yardım etmiştir.

O halde, dininin diğer yarısı

hakkında Allah’tan korksun ve

takvaya sarılsın!’

buyurmuştur.

Beyhakî, 1410, c. 4, s. 383)

23


Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!