Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
BİNDOKUZYÜZ93
İstanbul Köy Hizmetleri Anadolu
Lisesi Mezunlar Derneği Dergisi
10. Sayı 2022
Elips : Mitoloji &
Modern İnsan
Bir Yudum
Kahve
20. Yüzyılın En
Büyük Keşfi:
Transistörler
2
İKHALMEDK H A L M E D
BİNDOKUZYÜZ93 10.SAYI 3
KHALMED
İKHALMED
2022
mtyaz İmtiyaz Sahibi Sahb
KHALMED
İKHALMED
Genel Yayın Yayn
Yönetmen
Yönetmeni
Toprak ALP
Edtörler Editörler
Batuhan KILAÇ
Elf Elif YÜCEL
Buse TANIR
Ufuk Eren DALKIRAN
Görsel Tasarm Tasarım
Onur ALTUN
Ufuk Eren DALKIRAN
İÇİNDEKİLER
ÇNDEKLER
Pandem Dönem
Rehberlk
Hzmetler
Bir Yudum Kahve
Pandemi Dönemi
Rehberlik Hizmetleri
Yurt Dışı İle İlk Tanışma
Yurt D le lk Tanma
ve
ve
Erasmus Yolculuu
Erasmus Yolculuğu
Elips : Mitoloji & Modern İnsan
Karyer Gelmnde Mutluluu
Aramak
Br Yudum Kahve
Elps : Mtoloj & Modern
nsan
Kariyer Gelişiminde Mutluluğu Aramak
Nice 10 Sayılara, Nice 10 Senelere!
Sevgili ailem, değerli İKHAL-MED’liler
27 Aralık 2011’de bir hayal ortaklığı ile birleşen gençlerin kurduğu derneğimiz, bugün 10 yaşını doldurdu. On
sene demek sanki uzun geliyor insana ama sanki dün gibi o gün.
Bu 10 sene içerisinde birbirinden değerli İKHALLİ ile acı-tatlı anılar biriktirdik. Böyle değerli bir ekibin kuruluşu
içerisinde bulunan bir arkadaşınız olarak bana da kurucu başkanlık görevini verdikleri için tüm değerli
üyelerimize teşekkürlerimi sunarım.
Derneğimizi kurarken en büyük motivasyonumuz, okulumuza ait bir tiyatro binamız olması ve kendi
salonumuzda kendi faaliyetlerimizi gerçekleştirmekti. O zamanlar bir derneğin tam olarak ne demek olduğu
ve sivil toplum örgütü olarak, mezunu olduğumuz camiayı temsil edeceğine dair bir düşüncenin bizlerde
oluştuğunu söylemek gerçekten zordu.
2012 senesinde ikinci yönetim kurulu başkanımız Mehmet YİĞİT’in fidan günü etkinliğimizi düzenlemesi
ve bu etkinlikleri kurumsallaştırmaya başlama çabası ile derneğin “kurum kültürü” açısından ilk adımları
atılmaya başlandı. Mehmet YİĞİT ve onunla birlikte gelen çok değerli kardeşlerimle birlikte ben de çok fazla
tecrübe edindim. Bu tecrübeler ile derneğimizin ikinci ailemiz olması ve sosyal kardeşliğin burada başladığını
anlamaya ve bu felsefe ile çalışmaya başladım.
Büyük bir mutlulukla söylemem gerekir ki, bugüne kadar verdiğim sözlerde ve kardeşlerimle yaptığım
paylaşımlar ile ilgili geri dönüşlerinde hep olumlu ve umut dolu oldum.
Ülkenin bu 10 sene içerisinde yaşadığı toplumsal dönüşüm ve toplumsal yapımızdaki bozulmalara rağmen,
bu bozulmaların okulumuz kültüründe asgari şekilde etkilenmesinde başta hocalarımızın ve dahilinde
derneğimizin etkisinin büyük olduğuna inanıyorum.
Umutsuzluğu her zaman elinin tersiyle iten, her inançtan, kültürden, cinsiyetten, aile yapısından gelip bir sınav
ile kader ortaklığı yapan mezunlarıyla, tek hayali İstanbul Köy Hizmetleri Anadolu Lisesi’nde aldığı değerleri
devam ettirmeye ve bu değerler ile kendisine, ailesine ve topluma yeniden değer sağlamayı dert edinen
ekiplerin bir parçası olmaktan, bu 10 sene içerisinde her gün gurur ve mutluluk duydum.
İlk 10 senemizin 4 senesi benim başkanlığım ile acemice geçse de, sonrasında Mehmet YİĞİT ve
şimdi de Onur ALTUN kardeşim ve isimlerini tek tek saymakla bitiremeyeceğim çok değerli
kardeşlerimin destekleriyle bugün İKHAL-MED tanınan bilinen ve daha güçlü kurum
kültürüyle Türkiye Cumhuriyeti’ne değer katan ve daha çok güzel işler yapacak olan bir
sivil toplum örgütüdür.
Nice mutlu 10 yıllara sevgili kardeşlerim!
Nice mutlu yaşlara İKHAL-MED!
Sevgilerimle...
Kapak
Ufuk Eren DALKIRAN
20. Yüzyılın
En Büyük Keşfi: Transistörler
20. Yüzyln
En Büyük Kef: Transstörler
M.Kemal OLCAY
Kapak Görseli Görsel
Esra BAYKAL
19 Yaşında İspanya Ziyareti
19 Yanda spanya Zyaret
Her Hakkı Hakk Saklıdır Sakldr ©
Çizimlerim
Çzmlerm
4
İKHALMED BİNDOKUZYÜZ93 10.SAYI 5
Pandemİ Dönemİ
Rehberlİk Hİzmetlerİ
Covid-19, 2020’nin ilk aylarından itibaren birçok ülkeyi etkisi altına almış ve giderek daha
fazla insana bulaşın olduğu bir pandemidir. Bu pandeminin küresel çapta etki göstermesi
insanlarda merak oluşturmuştur. Ulusal ve uluslararası basının yaşanan süreci yakından
izlemesi yoğun bir ilgi noktasına dönüştürmüştür. Pandemi sürecinde medyada insanları
bilgilendirici nitelikte içerikler olduğu gibi halkı kaos ve karamsarlığa sürükleyebilecek birçok
bilgi izleyiciler ve kullanıcılarla anlık olarak paylaşılmıştır. Medya, insanların bilgilenmesi
anlamında faydalı olsa da kullanımına dikkat edilmediği takdirde birtakım olumsuzlukların
meydana gelmesine neden olabilmektedir. Uygun olmayan içerik ve yayınlardan en çok
etkilenecek olanlar hiç şüphesiz çocuk ve ergenlerdir. Reyting ve daha fazla kullanıcıya
ulaşma kaygısıyla yayınlanan bilgiler, görüntüler ve paylaşımlar ilerleyen süreçte ruhsal
sorunlar yaşanmasına neden olabilmektedir. Ebeveynlerin bu tür konularda dikkatli olmaları
ve çocuklarını yaşanması muhtemel bu tür sorunlara karşı korumaları gerekmektedir. Genel
seyri ve gidişatı çoğu zaman belirsizlikle devam eden pandemi sürecinde çocukların en az
hasarla bu süreci atlatabilmeleri için aileler, okullar, medya yöneticileri ve ülke idarecilerinin
üzerine bazı sorumluluklar düşmektedir.
Pandemi bedensel sağlık üzerindeki etkileri sıklıkla vurgulanmasına karşın, psikolojik
etkilerinin görece geri plana atıldığı gözlemlenmektedir. Salgınların bedensel etkileri yıkıcı
ve hayati olsa da salgınlar sırasında ortaya çıkan psikolojik reaksiyonlar, salgınların bedensel
etkilerinden daha uzun süreli ve kalıcı etkiler bırakabilmektedir. Bu Süreçte en yaygın
şekilde deneyimlenen duygu, kişinin kendi sağlığına ya da yakınlarının sağlığına ilişkin
duyduğu kaygıdır. Kaygı, öznel olarak olumsuz bir içsel deneyim olmakla birlikte, belirli bir
düzeyde bulunması kişinin tehlikelerden uzak durmasına, temkinli olmasına, önlemlere
riayet etmesine yol açacağı için işe yarar; yani işlevseldir. Çocuk ve ergenlerin korunduğu
birinci derece çekirdek alandaki ailelerin sorumlukları önem arz etmektedir.
• Hastalığın yayılım hızını azaltmak ve hasta sayısını düşürmek için uygulanan izolasyon
tedbirleri süresince evde kalan aile bireyleri çocuklarının hastalıkla ilgili sorduğu her türlü
soruya onların merakını giderebilecek nitelikte ve anlayış seviyelerine uygun şekilde
cevap vermelidir,
• Çocuklar pandemi sürecinde yapılan ölüm haberleri veya kaos oluşturabilecek
yayınlardan uzak tutularak etkilenmelerinin önüne geçilmelidir,
• Ebeveynlerin kontrolü dışında gelişebilecek ve telafisi mümkün olmayabilen sorunları
engellemek için çocukların uyuma ortamlarında, yatak odalarında televizyon ve
bilgisayar gibi teknolojik aletleri bulundurulmamalıdır,
Koronavirüs (Covid-19) pandemisi ile beraber yakın geçmişte ütopik olarak
değerlendirilebilecek deneyimler, 2020 yılının başından itibaren küresel olarak tüm
dünyada yaşanmaya başlanmıştır. Hayatın her alanını etkileyen Covid-19 özellikle eğitime
yönelik bakış açısını da yeniden değerlendirmeyi gerektiren sonuçlar doğurmuştur.
Pandemi ve Eğitim
Eğitime yönelik değerlendirmelerin kavramsal tartışmalar bağlamında acil uzaktan
eğitim (emergency remote education) ve uzaktan eğitim (distance education) kavramları
gündemde yer edinmiştir. Bunun yanı sıra pandemi süresince ortaya çıkan durumlara göre
eğitim teknolojileri, uzaktan eğitimde ders tasarımı, ölçme değerlendirme, dijital veriler ve
etik, yeni eğitsel roller, dijital yeterlilikler ve dijital beceriler, dijital dönüşüm, dijital bölünme,
eğitimde açıklık felsefesi, sosyal eşitlik, travma ve kaygı, ilgi, anlayış ve empati pedagojisi,
destek toplulukları ve mekanizmaları ile yükseköğretimde ekonomik boyut bağlamında
değerlendirmeler yapılmıştır. Koronavirüs pandemisinin eğitim alanını doğrudan ve
dolaylı olarak birçok şekilde etkilediği, eğitimde sürekliliği her koşulda sağlamak için köklü
reformlara ve stratejik planlamaya ihtiyaç olduğu görülmüştür.
İletişim imkânları, yeni teknolojiler ve eğitimli toplumlar bize söz konusu sorunla baş etmek
için etkin organize gücü sağlıyor. Çaresizlik duyguları baskın olduğunda, bu sorunla baş
etmeye ilişkin kaynaklarımızın eskiye oranla çok daha fazla olduğunu hatırlamak, çözüm
için iyi bir başlangıç noktası olacaktır.
İKHAL Rehberlik Servisi
Aileler için öneriler;
• Ebeveynler kendi medya seçimleri ile çocuklarına iyi bir örnek olmalıdır,
• Bireysel veya grup olarak ev ortamında oynanabilecek oyunlar, kitap okuma seansları ve
müzik dinleme etkinlikleri ile çocuklarla kaliteli zaman geçirilmelidir,
• Çocukların pandemi sürecinde izlediği televizyon programları veya takip ettiği sosyal
medya platformları gözlemlenmeli ve etkilenmelerine neden olabilecek her türlü
içerikten uzak tutulmaları sağlanmalıdır,
6
İKHALMED
BİNDOKUZYÜZ93 10.SAYI 7
Bir Yudum Kahve
Elif Yücel’20
Selamlar, ben Elif Yücel, 20 mezunuyum. Bu yazıda benim hayatımda büyük bir yeri olan ve bana
süreç içerisinde büyük tecrübeler katmış kahveden ve kahvenin tarihinden bahsedeceğim ama
önce bu serüven nasıl başladı ondan bahsetmek istiyorum. Mezuna kaldığım sene içerisinde hem
aileme daha az yük olmak hem de hayat tecrübesi kazanmak için bir işe girmeye karar verdim
ve seçeceğim işin en azından keyifle yapabileceğim ve ileride de kullanabileceğim deneyimler
kazandıran bir türden olmasını istedim. Bu şekilde başvurular yaparken zincir bir kafenin
deneyimsiz, minik baristası oldum. Bu süreçte birçok farklı karakterde insanla iletişim kurmam
gerekti. İnsanları tanımayı, zor durumlarda hızlı çözüm üretmeyi ve daha birçok konunun altından
kalkabilmeyi öğrendim. Bu yüzden herkesin hayatında kısa da olsa bir süre hizmet sektöründe
bulunması ve bu deneyimi yaşaması gerektiğini düşünüyorum.
Bugün dünyada Vietnam, Kolombiya, Brezilya ülkeleri kahve tarımında öncü konumdadır. Tropikal
iklim altında olan ve yüksek bölgelerde de yine ağırlıklı olarak tarımı yapılır. Kahve ağacı 30-40 yıl
yaşayabilen ve bu süreçte sürekli mahsul verebilen bir ağaçtır. Ancak uygun yaşam koşullarına sahip
değilse yaşayamaz. Ani ısı değişiklikleri ya da olması gerekenden fazla soğuk havalar ağacı öldürür.
Kahve ağacının diğer bir özelliği ise yetiştiği bölgedeki özellikleri kendine almasıdır. Örneğin kahve
ağaçları yanardağların eteklerinde yetişiyorsa kahve kül kokar. Portakal ağaçlarına yakın yerlerde
yetişiyorsa tadı daha aromatiktir. Aynı zamanda bu ağaçların aldıkları su, havanın nem oranı ve
güneş gördükleri süre değiştikçe de kahvenin tadı değişir. Doğada kahvenin birçok türü vardır
ancak dünya çapında hem hasat süresi daha kısa olduğu için hem de daha çok tercih edildiği için
yalnızca ‘Coffea Arabica’ ve ‘Coffea Robusta’ adındaki türlerin tarımı küresel ölçüde yapılır. Kahve
meyvesi kiraza benzer. Olgunlaştıktan sonra iki hafta içinde toplanmaları gerekir çünkü çürümeye
başlar. Olgunlaşan meyvelerin hasadı çok önemlidir çünkü hasat şekli kahvenin kalitesinde rol
alır. Günümüzde üç farklı hasat şekli kullanılır: Makine, şerit ve seçici toplama yöntemi. Makineyle
yapılan hasatta ağaçlar makineler tarafından sallanır ve dökülen meyveler makine üstündeki
haznelerde depolanır. Zamandan oldukça tasarruf edilmesine rağmen olgunlaşmamış ya da
çoktan çürümüş meyveleri de ayırt etmeden topladığı için kahvenin kalitesi etkilenir. Şerit yöntemi
de makine yönteminin insan eliyle yapılan halidir. İşçiler ağaç dallarını çekerek dökülen meyveleri
sepetlere doldururlar. Yine meyvelerin ayrıştırılma işlemi olmadığı için kahve düşük kalitede olur.
Seçici toplama yönteminde ise işçilerin elle tek tek meyveleri seçerek topladığı bir yöntemdir.
Sadece tamamen olgunlaşan meyveler tespit edilip toplandığı için kahve en kaliteli halinde olur.
Peki nedir kahve, nereden gelmiştir? Kahvenin bitki şeklinde ilk ortaya çıkışı Etiyopya topraklarına
dayanır. İçecek olarak kullanımının da ilk defa Güney Arabistan’da gerçekleştiği düşünülür. Hatta
kahve isminin Arapça ‘qahwah’ yani keyif veren içki anlamına gelen sözcükten türediği söylenir.
Daha sonra tüccarlar vasıtasıyla dünyaya yayılır ve insanların sıklıkla tükettiği bir içecek halini alır.
Kahvenin hasadı gerçekleştikten sonra hızlıca işlenmesi gerekir. Yine dünya üzerinde üç farklı
işlenme metodu vardır. Bunlar; kuru, yaş ve bal metodudur. Kuru metotta su kaynağı bakımından
yetersiz bölgelerde yere serilen kahve çekirdekleri güneş yardımıyla kurutulur. Yaş metotta kahve
meyveleri yıkanır ve boyut, ağırlık gibi özelliklerine göre sınıflandırma işlemi yapılır. Buradan
fermente edilmeleri ve kurutulmaları için büyükçe tanklara konulur ve bekletilir. Kuruyan
çekirdeklerin içinden hasarlı olanlar çıkarılır böylece geriye en iyileri kalır. Bal metodu ise bu iki
metodun karışımı gibidir. Kahve çekirdeğinin üzerindeki balımsı yapışkan, meyvenin kabuğu
soyulduktan sonra bırakılır ve bu şekil kurutma işlemi gerçekleştirilir. Daha sonra bu bal ya yıkanır
ve çekirdek hazır hale getirilir ya da bu şekilde iyice kurutulur. Bütün bu işlemlerden sonra kahve
çekirdekleri kavrulur ve öğütülür. En son olarak öğütülen kahvenin tadım işlemi gerçekleştirilir.
Uzmanlar tarafından farklı kriterler temel alınarak tadımı yapılan kahve uygun saklama koşulları
içerisinde paketlenir ve tüketiciye ulaştırılmak için hazır hale gelir.
8
İKHALMED
BİNDOKUZYÜZ93 10.SAYI 9
Günümüzde kahvenin birçok çeşidi ortaya çıkmıştır. Genelde çoğu kahve Espresso tabanı üzerinden
türemiştir. Espresso, İtalyanca’da hızlı, çabuk anlamına gelir. Hem hazırlanma süreci hem de içimi
hızlı olduğundan bu adı almıştır. Yoğun aromalıdır ve üzerinde ince bir köpük içerir. Bu bakımdan
Türk kahvesine benzer ancak telve barındırmaz. Espresso’ya daha az su konmasıyla da Ristretto
elde edilir. Daha sert ve yoğundur. Bir değil iki shot ile hazırlanan Espresso’ya ise Doppio yani duble
Espresso denir. Shot denilen ölçü ise genelde 30 mililitrelik cam bardaklardır. Neredeyse herkesin
sıklıkla tükettiği Americano ise Espresso’nun üzerine bolca kaynar su eklenmesiyle hazırlanan bir
kahvedir. Espresso’ya göre daha yumuşak filtreye göre ise daha serttir. 2. Dünya Savaşı sırasında
Amerikan askerlerinin Espresso’yu sert bulup üzerine su eklemeleri ile bulunmuş. Adı da buradan
gelmekte. Filtre kahve ise orta çekilmiş kahve çekirdeklerinin metal ya da kağıt filrte yardımıyla
demlenmesi sonucu oluşur. İçine süt konularak hazırlanan kahvelerin başında Latte gelir.
İtalyanca‘da süt anlamına gelir ve Espresso’nun üzerine süt ve çok az süt köpüğü konularak servis
edilir. Köpük oranının artmasıyla Cappuccino, içine çikolata girmesiyle Mocha adını alır. Son olarak
Türk kahvesi ise kahve üretimimiz olmamasına rağmen kendimize has pişirme tekniği sayesinde
oluşmuş kültürel bir kahve çeşididir. Telvesinden ayrılmadan ve yanında getirilen lokumla servis
edilir.
Oldukça farklı şekillerde tüketimi olan kahvenin birçok faydası vardır. Metabolizma hızını arttırarak
yağ yakımını arttırır. Aynı zamanda içerdiği kafein adrenalin hormonu üretimini arttırır. Bu sayede
dinçlik kazandırır. Bu özellikleri sayesinde sporcular tarafından spor öncesi sıklıkla tüketilir. Alzheimer,
demans, Parkinson gibi hastalıkların görülme olasılığının düzenli kahve tüketiminde büyük oranda
azaldığı da yapılan araştırmalar tarafından kanıtlanmıştır. Antioksidan içeriği ile karaciğer kanseri
gibi birçok kanser türü için de koruma sağlar. Kahve her ne kadar oldukça sağlıklı bir içecek olsa
da çok fazla tüketiminin zararları vardır. Tansiyon, aritmi, taşikardi gibi kalp rahatsızlığı olanlarda
kahve tüketimi çarpıntıya yol açabilmektedir. Çarpıntı sadece bu tür rahatsızlıkları olan bireylerde
değil aşırı kahve tüketen bireylerde de oluşabilmektedir. Tansiyon hastalarında kahve tüketimi
kan basıncını arttırabilmektedir. Kemik erimesi, gerginlik, uyku düzensizliği ve hassasiyet gibi
olumsuzluklar da aşırı kahve tüketiminin sonuçlarıdır.
10
İKHALMED BİNDOKUZYÜZ93 10.SAYI 11
YURT DIŞI İLE İLK
TANIŞMA VE ERASMUS
YOLCULUĞU
Seda Işık’17
Herkese Merhabalar! Ben 2017 mezunlarından Seda Işık. Marmara Üniversitesi Metalurji ve
Malzeme Mühendisliği son sınıf öğrencisiyim. Sizinle bu yazımda ilk yurtdışına çıkış heyecanımı,
adını sıkça duyduğunuz Erasmus öğrenci değişim programına katılmaya karar verdiğim dönemi
ve bu programla ilgili Google’layarak bulamayacağınız bazı bilgileri paylaşmak istiyorum.
Şimdiden keyifli okumalar!
Üniversite 1. Sınıfa yeni başladığım sıralarda liseden sıra arkadaşım arkadaş grubuyla birkaç günlük
bir İtalya tatili planladıklarını söyledi. Yeni yerler görmek beni hayatta en çok heyecanlandıran
şeydi ama yurtdışına daha önce çıkmamıştım hatta bırakın yurtdışını daha ailemden ayrı bir tatile
bile gitmemiştim. Bir anlık kararla arkadaşıma “Tamam, geliyorum” dedim ve daha pasaportum
bile yokken Nisan ayına Roma biletlerini aldık. Aradaki 3-4 aylık sürede hızlı bir şekilde pasaport
ve vize işlemlerini hallettim. Vize işlemleri gibi işin gerçekten insanı çok zorlayan, bir dünya
uğraştıran kısımlarını hiç anlatmıyorum çünkü zaten Schengen bölgesinde olmayan bir ülke
vatandaşıysanız ve benim gibi bordo pasaportluysanız tüm bunları az çok biliyorsunuzdur ve
göze almışsınızdır. Size yorulmayacağınızın garantisini zaten veremem ama içinizde o heyecanı
az da olsa barındırıyorsanız değeceğinin sözünü verebilirim. O dönem yaşadığım yoğunluğumun
ve belirli bir hedefe yönelik çalışmanın beni nasıl tatmin/mutlu ettiğini size anlatamam.
Sırasıyla Floransa, Verona ve Roma üzerinden bir rota oluşturduk. İnanılmaz keyifli bir tatildi,
Floransa’da harçlığımın önemli bir kısmını çaldırmam da dahil hiçbir şey keyfimizi bozamadı,
bambaşka kültürlerden insanlar tanıdık, sokaklarda kaybolduk, yeni tatlar denedik, ırkçılığa
bile maruz kaldık ama bu bizi demoralize etmek yerine bizim de kendi kültürümüzü elimizden
geldiğince önyargıları olabilecek insanlara tanıtmamız gerektiğini öğretti. İtalya’ya dair en
çok aklımda kalan şey bir sabah Roma’da kaldığımız Airbnb evinde uyanıp perdeyi açtığımda
gördüğüm manzaranın beni çok mutlu ettiğiydi. Böylesine iyi korunmuş tarihi ve mimari yapılar,
şehrin içine muhteşem bir doğallıkla planlanarak yerleştirilmiş kocaman parklar/bahçeler…
Herhalde bundan sonra daha önce birkaç arkadaşımdan duyduğum Erasmus+ düşüncesi
kafamda daha çok yer edindi. Döndüğümde araştırmaya karar verdim ve bu vesileyle önümdeki
ilk engelin minimum 2,20 ortalama olduğunu öğrenmiş oldum, 1. dönemin sonunda elde
ettiğim üstün başarıyla(!) dil sınavına bile başvuramıyordum. 2. yarıyıldan itibaren bu planı cebe
atıp derslerde biraz daha çaba göstermeye başladım. Ortalamamı toparlayarak ikinci yılın ikinci
dönemi Erasmus sınavına girdim ve gerçekten hiç abartısız hayatımda girdiğim en zor sınavlardan
biriydi. O yıla özel bir şeydi sanırım çünkü sonraki yıllarda tekrar denemek için girdiğimde hiç o
kadar zor bir Erasmus sınavıyla karşılaşmadım. %50 GANO + %50 dil puanı şeklinde hesaplanan
bu yerleştirme sonucunda çok yüksek bir puan alamadığımı hatırlıyorum ama sınavı geçmiştim,
ilk sonuçlar açıklandığında sıralamada bir kişi farkla hibe alamadığımı gördüm ve böyle olunca
karşılayamayacağımızı düşündüğüm için aileme söyleme gereği bile duymadım. Aradan bir
süre geçtikten sonra okul tercihlerinin yapıldığı hafta annem hissetmiş gibi “Sen böyle bir sınava
girmiştin, n’oldu hala açıklanmadı mı sonuçlar?” diye sordu. Ben de durumu açıklayınca aynı
günün akşamı babamla beraber eğer böyle bir fırsatım varsa değerlendirmem gerektiğini, her
zaman destekçim olacaklarını söylediler. Tercih yaparken başlangıçta ekonomik sebeplerle sonra
da fakültemin anlaşmalı olduğu okulların imkânları açısından en iyisi olduğunu düşündüğüm
için ilk sıraya Bükreş’i yazdım ve oraya da yerleştim zaten. Romanya’da bir okul tercih ettiğimi
duyanlardan “Keşke Almanya’yı seçseydin.” “Fransa daha iyi olmaz mıydı? En azından Schengen’in
olurdu.” diyerek hevesimi kaçırmaya çalışanlar tabii ki oldu. Ama siz neyi başarırsanız başarın
onu küçümsemeye çalışacak, aksini söyleyecek birileri mutlaka olacaktır. İnsanlar her zaman
eleştirmenin bir yolunu bulurlar, siz yıkıcı eleştirilerden uzak durun ve yapıcı eleştirileri makul
oranda yanınıza alarak yola devam edin. Erasmus yolculuğunda bu alışkanlığa ihtiyacınız olacak.
Yaz geldiğinde ani bir kararla bahar dönemi olan değişim dönemimi okulumun Erasmus ofisine
bir dilekçe vererek güze aldım ve 2019 yılı Eylül ayının son haftası Romanya’daydım. Birkaç ay
sonra bu kararın hayatımdaki en doğru kararlardan biri olduğunu anlayacaktım çünkü bahar
döneminde gitseydim muhtemelen COVID-19 nedeniyle program süremin büyük kısmını yurt
odasında geçirmek zorunda kalacaktım. Türkiye’deki okulumdan benimle beraber gelen iki erkek
arkadaşım daha vardı. Bütün Erasmus öğrencilerini topladıkları bir yurtta onlar da hemen yan
odama yerleştirildiler. Yurt görevlileri ve okulun Erasmus Koordinatörü çok ilgiliydi. Kaldığımız
yurdun odaları diğer yurtlara göre çok daha temiz, Avrupa’daki çoğu yurdun aksine tuvalet
ve banyosu her odanın kendisine ait olacak şekilde yapılmıştı. Mutfak işini ise yasak olduğu
söylenmesine rağmen küçük bir elektrikli ocak satın alarak çözmüştük, sonra yurt görevlileri
görüp sesini çıkarmamışlardı zaten. Oda iki kişilikti ve banyomu, tuvaletimi ve mutfağımı
onlarca insanla paylaşmayacak olmak beni çok rahatlatmıştı. Gider gitmez bizden daha önce
yurda gelmiş olan birkaç kişiyle tanıştık ve telefon hattı çıkarmamıza kadar her şeye yardımcı
oldular. Kaldığımız yurtta İspanyollar, Fransızlar ve Almanlar çoğunlukta olmak üzere birçok farklı
milletten Erasmus öğrencisi vardı.
Bükreş Politeknik Üniversitesi çevresinde öğrenciler için yurtların ve fakültelerin hemen
karşılıklı olduğu, şehir merkezi olan Old Town’a metroyla, otobüsle ve Uber’le
ulaşımın çok kolay olduğu; marketlere, alışveriş merkezlerine ve yemyeşil
parklara yakın, inanılmaz güzel bir gündoğumu manzarası sunan
Dâmbovița Nehri’nin ortasından geçtiği Regie adında bir kampüs
bölgesi oluşturulmuş. Herhangi bir Avrupa ülkesinde, öyle güzel
bir konuma sahip bir ev veya yurt odasını 100€’ya bulabilmek
oldukça zordur diye tahmin ediyorum. Romanya’ya
varmamdan yaklaşık 10 gün sonra Türkiye’deki okulumun
Erasmus Ofisi’nden hibeyi kazandığıma dair bir mail aldım.
Listede benim önümde olan adaylardan biri Erasmus
hakkından feragat etmişti ve sıra direkt olarak bana
gelmişti. Böylelikle Romanya için aylık 300€ olan
eğitim desteğime kavuşmuştum. Türkiye’de kendi
adıma bir banka hesabı açtırmam gerektiği için
ve ben Türkiye’ye dönemediğim için bu parayı
dönünce alacaktım. Ama başlangıçta hibeli
olarak gitmiş bir öğrenci olsaydım; %80
ödemeyi hareketlilik öncesi, kalan %20’yi
ise 30 kredilik dersi devamsızlık problemi
olmadan tamamladığımı gösteren
birtakım belgeleri iki okula da karşılıklı
onaylattıktan sonra alabilecektim. Bu
birtakım belgeleri okulunuzun Erasmus
ofisiyle iletişime geçerek rahatlıkla
öğrenebileceğinizi düşündüğüm için
detaya inmiyorum ama yine de aklınıza
takılan bir soru olursa benimle iletişime
geçmekten çekinmeyin. Benim
durumumda söylediğim gibi tamamını
dönünce, 1 ay içinde evraklarımı
tamamladığımda aldım. Bir yerlere
imzalatılması gereken, onayda problem
çıkaran, günlerce kargoda takılı kalıp
gelmeyen evrakların sizi yıldırmasına
izin vermeyin ve Dünya’nın her yerinden
binlerce öğrencinin bu prosedürleri
tamamlayarak bu hareketliliğe katıldığını
12
İKHALMED BİNDOKUZYÜZ93 10.SAYI 13
unutmayın. Başlangıçta gözünüzde büyüse
ve bitmeyecek gibi gelse de inanın bana
hayatınızın en güzel deneyimlerinden biri
olacağına emin olduğum Erasmus için değer!
Bahsettiğim bu hibe Almanya, Avusturya,
Belçika, Fransa, Güney Kıbrıs, Hollanda,
İspanya, İtalya, Malta, Portekiz, Yunanistan gibi
birkaç ülke için aylık 500€ iken; Bulgaristan,
Çekya, Estonya, Hırvatistan, Letonya, Litvanya,
Macaristan, Makedonya, Polonya, Romanya
gibi ülkeler için aylık 300€ olarak değişiklik
gösteriyor. Romanya için verilen miktar
oldukça yeterliydi çünkü Erasmus’un en keyifli
taraflarından biri olan gezi kısmında ülke içi
tüm trenlere öğrencilerin ekonomi sınıfında
seyahat etmesi ücretsizdi, para birimi Rumen
Leyi, Euro’nun 1/5’i değerinde olduğu için
market alışverişi, yurt ücretleri gibi harcamalar
da Avrupa ortalamasının epey altındaydı. Ayrıca
Balkan ülkelerini gezmek için mükemmel bir
konumdaydı. Okulun Noel tatilinde yani Aralık
ayının son iki haftasında orada tanıştığım
arkadaşlarımla Sırbistan, Hırvatistan, Bosna
Hersek, Karadağ, Bulgaristan, Makedonya’dan
oluşan toplam 7 ülke 10 şehirden oluşan bir
rota çizdik ve on günde Balkanların en güzel
şehirlerini otobüs ve trenlerle gezdik. Bu gezi
sırasında özellikle sınır polisleriyle birçok sorun
yaşasak da onlarca yeni yer görmüş, yeni insanlar
tanımış hatta aylar sonra Makedonya’da güzel
bir Türk kahvaltısı yapmıştık. Ülkenizden uzak
kalmanız yalnızca 5 ay sürse de hemen gurbetçi
rolüne bürünebiliyorsunuz, Türkçe konuşan
birini gördüğünüzde duygulanabiliyor, yeni
tatlar denemeye gittiğiniz bir ülkede Türk
restoranı görünce yemek yemeseniz bile
kapıdan kafanızı uzatıp döner ustasına bir
selam vermek isteyebiliyorsunuz.
Romanya 16. yüzyıldan itibaren birkaç yüzyıl
Osmanlı egemenliği altında kalmış bir ülke
olduğu için mutfağı Türk mutfağından bir
hayli etkilenmiş: Mesela çorbaya ciorbe,
sarmaya sarmale ve pişiye gogoşi diyerek kendi
mutfaklarına dahil etmişler. Okulun girişinde
her sabah alıp fakülteye yürürken yediğim
dilim pizzalar ve covridog adındaki hamur
işleriyse benim en çok özlediklerim.
Okuldaki derslere gelirsek, biz 3 farklı bölümden
30 kredi şartını sağlamak üzere, müfredata
uygun olarak 6 ders almıştık. Bizim aldığımız
derslerin öğretim dili normalde de İngilizce
olduğundan Erasmus öğrencileri için ayrıca bir
sınıf açılmadı. Biz de herkes gibi aynı devam
koşullarına, ekstra laboratuvar saatlerine ve
aynı sınav sorularına tabi tutulduk. Başlarda
bazı profesörlerin İngilizcelerine karışmış
Rumen aksanları, ders programlarındaki
farklılıklar ve eğitim sistemleri bizi zorlamış
olsa da bu süreçte Rumen sınıf arkadaşlarımız
bize yardımcı olup hızlıca adapte olmamızı
sağladılar. Derslerin çok fazla öğrenci odaklı,
bol alıştırma, görsel ve laboratuvar saatleriyle
desteklenerek yapılması sağlam temelli
mühendisler yetiştirmeye çalıştıklarının bir
göstergesiydi. Derse aktif katılım gösteren
öğrenciler her zaman 1-0 öndeydi.
Okuldaki arkadaşlarımız dışında marketlerdeki
kasiyerlerden tutun, Uber sürücülerine,
sokaktaki gençlere kadar neredeyse herkesin
İngilizce konuşabiliyor olması bizi çok şaşırtmıştı. Bu yüzden Erasmus etkinlikleri dışında da
bulunduğumuz herhangi bir ortamda insanlarla anlaşabilmemiz zor olmuyordu. Bükreş’teki hatırı
sayılır Türk nüfusunu da es geçmemek lazım. Türk öğrenciler olarak 29 Ekim’de şehir merkezinde
bulunan Atatürk büstünü ziyarete gittiğimizde yapılan törende T.C. Romanya Büyükelçisi, bazı
önemli iş insanları ve elçilik görevlileriyle tanıştık. Bizi Ateneul Român’da yapılacak Cumhuriyet
Bayramı Resepsiyonu’na davet ettiler. Büyükelçilik ev sahipliğinde klasik müzik konseri eşliğinde
güzel bir akşam yemeği yedik. Daha sonra da Romanya’da bulunduğumuz süre boyunca
elçilik bizimle iletişimi hiç kesmedi ve Romanya’daki Türk öğrenciler olarak farklı ülkelerden
arkadaşlarımızı davet edip kendi yemeklerimizi, halk danslarımızı, müziklerimizi tanıttığımız bir
etkinlik bile düzenledik.
Okul, yemekler, yurt hayatı derken Erasmus’un ve hatta Bükreş’in de en keyifli taraflarından
biri olan gece hayatından bahsetmeden geçeceğimi düşünmediniz heralde. Eğer alkol
kullanıyorsanız Romanya’da Türkiye’ye kıyasla çok ucuz ve erişilebilir olduğunu söylemeliyim.
“Linea Closer to the Moon” isimli restoran ve teras barda denediğim Piña Colada şimdiye kadar
içtiğim en iyi kokteyldi. Bazaar kendi ülkelerimizden, hayatlarımızdan konuşarak İngilizcemizi
geliştirmek için bir araya geldiğimiz ve alkol kullanmayan arkadaşlarımızın da kahve içerek bize
eşlik ettiği; Revenge’se beer pong oynayıp, Faslı DJ arkadaşımız Houssam’a İzmir marşı çaldırarak
eğlendiğimiz küçük bir pub’dı. Cuma ve Cumartesi günleriyse Bükreş genelindeki öğrencilerin
gözdesi Kulturhaus, Silver Church ve kampüsün içindeki Princess Club’dı. Benim favorimi soracak
olursanız Erasmus’un ilk ve son partisine gittiğim Beluga benim en sevdiğim gece kulübüydü
ancak kapısında bodyguardların beklediği, kıyafete göre içeriye girecek insanların seçildiği ve diğer
kulüplere göre biraz daha pahalı bir yer olduğu için genelde öğrencilerin tercihi olmayabiliyordu.
Erasmus’ta muhteşem arkadaşlıklar edinip Dünya’nın dört bir yanına uzanan çok sağlam bağlar
kurabilirsiniz, Dâmbovița’nın ardından doğacak güneşi izleyebilmenin motivasyonuyla sabahları
7’de koşuya çıkmak için kendinizi ikna edebilir, yabancı dilinizi en eğlenceli yoldan pratikle
geliştirebilir, meslek hayatınız için önemli networkler oluşturabilir ya da belki hayatınızın aşkıyla
bile tanışabilirsiniz. Konfor alanınızdan çıkın, gözünüzde dağ gibi büyüyen zorlukların halledilebilir
şeyler olduğunu kendinize hatırlatın ve eğer Bükreş’e de giderseniz Van Gogh Cafe’de güzel
bir kahve içip, pandemi şartlarında ayakta kalabildiyse şehir merkezindeki Georgys’te likörsüz
tatlılardan herhangi birini deneyin.
La revedere!
14
İKHALMED BİNDOKUZYÜZ93 10.SAYI 15
Elips : Mitoloji &
Modern İnsan
Buse Tanır’19
Şüphesiz ki şu an, içinde olduğumuz bu
zamanlar; dünyamızın, veya en azından
bizim onu bildiğimiz kadarının, şimdiye
kadar görülmüş en modern, en global, en
ileri teknolojilerle donatılmış zamanları.
Sanattan çok bilime, soyuttan çok somuta
kulak asmak, şimdiki zamanda geçmişe
kıyasla hayli normal, hatta ve hatta çoğu
insan için “olması gereken”. 18. Yüzyıldan
itibaren yaşanan yoğun fabrikalaşma ve
sanayileşme ile ivmelenen bu durum,
şu anda yaşanan sağlık krizleri ve
ekolojik problemlerle de dimdik duruyor.
Günümüz insanı, haklı ve doğal olarak,
kendini modern hayatta kaybolmuş,
aklına gelen her soruya kesin, net, somut
cevaplar ararken buluyor.
İlginç olan şu ki, içinde kaybolduğumuz
bu kaotik modern hayat, aslında çok
zengin, ortak bir kültürel birikimin yansımalarını taşıyor. Bu aslında globalize olmuş
şuan ki yaşantımızla oldukça uyumlu bir birikim, zira bu birikim dünyanın her yerinde
farklı kültürler tarafından öyle veya böyle, az veya çok ama bir şekilde tanınmış, kendini
duyurmuş ve kendini var etmiş: Mitoloji.
Aslında “mitoloji” dediğimiz, tam da günümüz insanının oldukça benimsemiş olduğu
“somut problemler, somut cevaplar” konseptinin zıttı. Mitoloji, biz onu her ne kadar
büyük şairler aracılığıyla tanımış, ve şanslıysak da sevmiş olsak da, zamanında çocuklara
dahi anlatılan hikayeler esasında. Onu özel kılan ise, sıradışılığı, olağanüstülüğü. Modern
hayatımızdaki gibi somut bir problem sunması, ancak bu probleme hiçbir zaman somut
bir cevap getirmemesi de onu felsefeden veya tarih kitaplarından ayıran özelliği. Peki
neden somut bir cevap yok? Çünkü bunlar hikaye. Bu hikayelerde amaçlanansa keyifli
bir dinleti, ve olayın nasıl neticelendiğinden çok nasıl geliştiğini anlatmak. Bu gelişme
vasıtasıyla da aslında dünyayı kavramak, varoluşsal sorular, insanın dünyada, doğada
yeri ve tanrılara karşı pozisyonunu ortaya koymak.
Mitolojik yaklaşım, alışık olduğumuz günümüz uygarlıklarının yaklaşımlarından oldukça
farklı: bizim için gayet açık olan kavramları mitoloji, tamamen bir bilinmeyen olarak
ele alıyor. Örneğin, ölüm hakkında nasıl düşünülmeli? Bu soruyu kendimize 7-8
yaşlarında sorarız aslında. Ancak yetişkin modern insan için, ölüm bir
nevi tabudur, düşünülmez. Çünkü modern hayatta her birey, yeri
doldurulamaz eşsiz bir varlıktır. Mitolojiyse burada kendine
bu soruya muhtemel bir cevap bulmak adına bir rol
biçer, ve bunu modern insandan farklı olarak bir teori
ya da kuram şeklinde değil de, güzel bir öykü
aracılığıyla yapar. Nihayetinde, ölümle ilgili bir
strateji, bir ihtimal önerir; kendini dünyada
konumlandırmanın bir başka yolunu sunar.
Elips. Günümüz toplumları tarafından
kabul gören moral normların da
mitolojiye dayandığını söyleyebiliriz.
Tabi ki bu moralitelerin tek tanrılı
dinlerce de ranforse edildiği
aşikar ancak, öncesinde,
toplumu düzene sokan ve bazı
ahlaki değerleri ele almasını
sağlayan, mitolojinin ta
kendisi. Yaklaşımıysa, alışık
olduğumuz dinlerden
oldukça farklı. Mitlerde sözü
geçen tanrılar, tanrı anababaları,
yarı tanrılar ve
çeşitli insan dışı yaratıkların;
denizlerin tanrısı Poséidon
ve tanrıların kralı Zeus’un
ortak bir yönü var: hiçbiri
mükemmel değil. İstisnasız
hepsi hata yapıyor, ve hatta
bu hatalardan yeri geliyor
ders alıyor yeri geliyor ceza
çekiyor. Hepsi kusurlu…
Bu ne demek? Hepsi biraz
insan aslında. Yanlışlar
insana özgüdür, bu tanrılar
da, siz veya ben gibi, belki
aynı ölçüde değil ama, insan
olarak ele alınmış mitlerde.
Bu da, ilginçtir ki, modern
insanın kendine karşı olan
perspektifiyle birebir örtüşüyor.
21. Yüzyıl insanı, örneğin, ortaçağ
insanıyla karşılaştırdığınızda, kat be
kat bencil. Bencil olmayı öğreniyoruz,
öğretiyoruz, hatta bunu iyi bir şey olarak
görüyoruz. Kendimizi herşeyden ve
herkesten önemli tutup, buna “diğerlerine
faydam olması için önce kendime faydalı
olmak zorundayım” gibi çeşitli afirmasyonlar
yapıştırmayı da ihmal etmiyoruz. Bu da,
bahsettiğim “elips”i oluşturuyor. Mitolojide tanrılar
kusurlu, tanrılar insan. Tanrı insansa, insan tanrıdır.
Modern hayatta da, insan, bir bakıma kendi kendinin tanrısı.
Her birey, bir tanrı: kusurlu, insan bir tanrı; tek tanrılı dinlerdeki
gibi yüce ve kusursuz bir tanrı değil de, basbayağı mitolojik bir tanrı!
16
İKHALMED BİNDOKUZYÜZ93 10.SAYI 17
Mitolojik dönemle 21. Yüzyıl arasındaki zamanda insanın kendine, hayata, birbirinden
farklı, zaman zaman ilginç, zaman zaman mantıklı bakış açıları oldu. Ancak bir şekilde
kendine bakış açısının bir zamanlar, mitolojik dönemde, tanrıya bakış açısıyla örtüşmesi,
oluşması öngörülmemiş bir elips oluşturuyor…
Peki, neden? Çünkü aslında mitolojiyle modern insanın objektifleri, tamamıyla
komplemanter: birbirlerini bir avokadonun iki yarısı gibi tamamlıyorlar. Mitoloji, somut
problemleri hikayeleştirip, yani aslında romantize edip, ucunu açık bırakarak bilime
ilham oluyor. Modern insan da bu ilhamdan yola çıkarak bilim aracılığıyla somut
cevaplar buluyor, veya bulmaya çalışıyor. Bu durum da mitolojinin asıl amacına, dünyayı
kavramaya, insanın evrendeki yerini anlamaya bir geri dönüş olmuş oluyor.
Mitoloji-modern hayat arasındaki bu eliptik ilişkiyi nasıl gözlemleriz? Gözlerimizi açmamız
yeterli. Baktığımızda, açıkça fark edebiliriz ki bu elips, sanat ve bilimin senkronize
gelişmesinde kendini güpegündüz belli ediyor. Örneğin, bilimin gelişmesinden
dolayı, “aydınlanma” dediğimiz, Fransızca tam karşılığı “yeniden doğuş” (renaissance)
Rönesans tablolarından belki de en meşhuru, Venüs’ün doğuşu. Bilimin hızla geliştiği
bu yeniden doğuş döneminde Botticelli, bir tanrıçanın doğuşunu resmetmiş. Tabloyu
biraz incelediğimizdeyse görüyoruz ki bu tanrıça, az sonra, doğada bulunan alelade
çiçeklerle ve sıradan bir kumaşla giydirilmek üzere. Burada tanrıçanın insanlaştırılması,
modern hayatta da rastladığımız elipse bir gönderme.
Demek istediğim, “mitoloji” dendiğinde çoğu modern insanın zihninde belki anlamadığı,
kendinden uzak, konu dışı, alakasız bir konsept canlanıyor. Fakat asıl durumu ele
aldığımızda görüyoruz ki, buna tamamen kontrast oluşturuyor. Mitoloji ve modern insan
arasındaki eliptik ilişki, uçsuz bucaksız; ve bu tanrısal sonsuzluğu da açıkça görüldüğü
gibi bilimi ve sanatı kırbaçlıyor, insanlığın kendini ileri taşımasını sağlayarak kendi
objektifini de yerine getirmiş oluyor. Geçmişten bu yana gelen bu kültürel zenginliğe
tanıklık etmek içinse uzaklara gitmeye gerek yok, aynaya bakmanız dahi yeterli.
18
İKHALMED BİNDOKUZYÜZ93 10.SAYI 19
Kariyer Gelişiminde
Mutluluğu Aramak
Onur Ozan Şahin’10
Merhabalar! Yazıya başlamadan önce beni hayatımın sonraki bölümlerine hazırlayan
tüm öğretmenlerime saygılarımı sunmak istiyorum. Gördüğümüz ilginin, eğitimin
ve öğretimin gelecekteki yaşamlarımız üzerindeki etkisini bilerek, büyük özveriler ile
bizleri mezun ettiniz. Umarım ki bizlerden sonraki öğrencileriniz daha iyi noktalardan
sizleri selamlar.
Kariyerimin gelişimine değinmek için hikayemi ve kendimce önemli bulduğum
noktaları paylaşacağım bu yazıda eğitimimden başlamak isabetli olacaktır. Lisemizden
2010 yılında mezun olduktan sonra İTÜ Bilişim Sistemleri Mühendisliğine başladım.
Bu bölümü tercih etmemde iki sebep vardı: Çocukluğumdan beri programlamaya
duyduğum ilgi ve yurtdışında bu ilgiyi derinlemesine tanıyacağım bir eğitim fırsatı.
İKHAL’in organize ettiği İTÜ Ayazağa Kampüsü gezisi bu düşünceleri doğrulamamda
büyük bir rol oynadı. Bölüm UOLP1 programına dahil olduğu için eğitimim İTÜ ve
Binghamton University tarafından ortak yürütülecek ve bu bağıl eğitim iki diploma ile
sonuçlanacaktı. Üniversite yıllarımı kampüs hayatının güzelliklerini, farklı geçmişlerden
ve kültürlerden gelen insanları tanımayı, yabancı dilde eğitim almayı ancak aynı
zamanda da yurt dışındaki yaşam ve eğitime uyum sağlamanın zorluklarını tecrübe
ederek geçirdim. Bunların yanı sıra bana katkı sağlayacak olan kazanımlarım ise yapay
zekaya karşı oluşan ilgim ve istemci-sunucu modelini baz alan yazılımlar hakkında
öğrendiğim bilgiler oldu. Bu edinimler kariyerimin gelişiminde önemli roller oynayacak
fakat benim o noktaya varmam için çok çalışmam ve daha da önemlisi neye çalışacağımı
tespit etmem gerekecekti.
Henüz bu noktaya gelirken unutmamam gereken tek bir şey vardı: Öğrenciliğimin
tadını çıkartmak. Sınav hazırlık stresi iki kere hayatımı ele geçirmişti zaten, her sene
final düşünerek kendimi aynı stresi yaşarken mi bulacaktım? Derken ilk dönem çok
düşük bir ortalama ile akademik gözetim listesine kaldım ve önemli bir şey öğrendim:
yaptığım her şeyi ancak ve ancak sorumluluklarımı kaçırmadığım sürece yapabilirdim.
Bu dönüm noktasından sonra dengeli bir şekilde, mümkün olduğu kadar eğlenerek
ama bir o kadar da çok çalışarak akademik hayatımı tamamladım. Ekonominin görece
daha iyi olduğu bir dönemde yurt dışı tecrübesi yaşamayı bir şans bilerek Birleşik
Devletler ve Kanada’yı gezebildiğim kadar gezdim. Akademik durumumu tutabildiğim
kadar iyi noktada tutup, stajlarımda hem akademiyi hem de endüstriyi tanımayı
hedefledim. Yapay zekaya olan ilgimi
İTÜ AIRLAB2’deki stajım ile keşfetmeye
çalıştım. Endüstrideki merakımı da yerli bir
yazılım firmasında yaptığım staj sırasında
giderdim. Buna rağmen uzun vadeli
kariyer planımda neyi isteyebileceğimi
kestirmek benim için mümkün
olmuyordu. Özellikle kariyerimin başında
neyi istemediğimi anlamaya çalışmanın
da faydalı olabileceğini düşünerek ikisinde
de biraz daha derinleşmeye karar verdim.
Böylece bir danışmanlık firmasında
yazılım geliştirici olarak işe girip finans
sektöründe hizmet sağlayarak ilk endüstri
deneyimime atılmış oldum. Bu çok
önemli tecrübede bir bankada ve büyük
bir kod tabanı içinde, takımım içerisinde
onlarca çalışma arkadaşıyla birlikte ve
organizasyon geneline yayılmış çeşitli
departmanlar ile uyum içerisinde bir
seneyi aşkın çalıştım. Büyük bir ürünü
geliştirmenin benden talep ettiği iş
becerileri ve iletişim yeteneklerini
gözlemledim. Sürekli gelişmenin ve
öğrenmenin bu organik yapıda yer almak
için kritik olduğunu düşünerek, içinde yer
aldığımız projelerin dinamiklerini daha
da iyi anlayabilmek adına proje yönetimi
eğitimi aldım. Bu eğitim, projeleri
oluşturan bileşenleri ve takımların çalışma
prensiplerinin bu bileşenlere olan etkisini
anlamam için önemliydi. Bu anlayışı
pratikte de desteklemek adına banka
içerisinde yeni içselleşmeye başlayan
çevik yazılım geliştirme metodolojilerinin
denemelerine katıldım ve süregelen
“waterfall” çalışma prensibi ile bu yeni
“agile” prensibin organizasyonda yarattığı
farkı birinci elden gözlemledim. Bu süreç
içerisinde yüksek lisans başvurularımdan
da olumlu sonuçlar alarak Politecnico
di Milano’ya, hayatımdaki ilk büyük
başarısızlığa yelken açmaya karar verdim.
Değerli bir teknik okul olan Polimi benim
için çok zor bir başlangıcı temsil ediyordu.
Eşim ile birlikte verdiğimiz yurt dışına
çıkma kararı kendimizi farklı şehirlerde
bulmamıza sebep oldu. İkimiz de asıl
20
İKHALMED BİNDOKUZYÜZ93 10.SAYI 21
hedefimiz olan Utrecht University’e kabul almış ancak ben mezuniyet ortalamamın
pek de yeterli olmamasından olsa gerek, burs kazanamamıştım. Bu ve birçok başka
sebeple planlarımıza uymayarak başlayan yurt dışında yüksek lisans maceram sadece
altı ay içerisinde başarısız olmuş ancak bana değerli ödüller vermeyi de ihmal etmemişti:
Gerekliliklerini tamamlayabildiğim az sayıdaki derslerden biri olan Yazılım Mühendisliği
sayesinde artık mesleğimin teorisini akademik olarak incelemiş ve Bilgisayar Etiği
sayesinde de yazılım geliştirmeye yepyeni bir perspektiften bakmaya başlamış oldum.
Bu noktadan sonra kariyerime endüstriden devam edeceğim kesin olacak ancak
geliştireceğim ürünlerin toplumsal faydası ve yer aldığım organizasyonların sadık
olduğu prensipler benim için önemli hale gelecekti.
Dönüş yapmadan önce şansımı zorlayarak Hollanda’da çeşitli iş görüşmeleri
gerçekleştirmeye karar verdim. Bu arayışta sosyal medyayı daha etkin kullanmayı
öğrenerek, yüzü aşkın başvurunun sonunda birkaç firma ile görüşme şansı yakaladım.
Eğitim sektöründe iyi işler başaran bir girişim ile birlikte çalışmaya karar verdim. Bu
girişimde yaklaşık beş sene boyunca Google’ın bulut teknolojisi3 üzerinde Java ve
Javascript programlama dillerini kullanarak dijital eğitim uygulamaları geliştirdim. Bu
noktada önem verdiğim iki prensip, her zaman gelişmeye devam etmek ve edindiğim
tecrübeleri iyi kullanmak adına derinlemesine analiz etmek oldu. Çocukluğumda
oynadığım efsanevi oyun Age of Empires 2 ve amatörce kurcaladığım yazılım dili Visual
Basic, İKHAL’de aldığım İngilizce eğitimi ve akademik tecrübelerim sırasında artan dil
kullanımım sayesinde olgunlaşan yabancı dilim bu dönemde bana kapılar açmaya
başladı. Zaman geçtikçe asıl işimin yanı sıra takım ve kaynak yönetimi sorumlulukları
alarak tecrübemi zenginleştirmeye çalıştım. Fakat bütün bunları yaparken gerektiğinden
uzun süren mesailerin ve ek sorumlulukların gerektirdiği ek çalışmaların olumsuz etkileri
sebebiyle bu yoğun maceraya veda ettim. Bu süreçte en çok gurur duyduğum işlerden
bir tanesi İstanbul’dan Hollanda’ya bulut teknolojileri üzerinde eğitim uygulamaları
üreten butik bir yazılım evinin kurucu ortaklığını yürütmek, bir diğeri de uluslararası
profesyonellerden oluşan bir takım ile birlikte Hollanda’da okulların kullanacağı bir
dijital sınav uygulaması geliştirmek oldu. Şimdilerde yeniden finans sektöründe, bu
sefer bir ödeme sistemleri firmasında yazılım geliştiriciliği yaparak kariyerime devam
ediyorum. Henüz bir şey söylemek için erken olsa da, şu ana kadar yüksek performans
ile çalışması gereken ve hata toleransı düşük bir ürün üzerinde çalışmak heyecan verici.
Yazıyı da sonlandırmak vesilesiyle henüz daha emekleme aşamasında olan kariyerimden
şu ana kadar edindiğim çıkarımları sıcağı sıcağına paylaşmak isterim. Fiziksel
mesafelerin dijitalleşerek yok olduğu bu dönemde kendinizi geliştirmenin neredeyse
her zaman çevrimiçi bir yöntemi sizlere birkaç tık uzakta. Olabildiğiniz kadar güncel ve
haberdar olun. Günün sonunda her şey üniversite başarısı değil ve çoğu zaman yolda
aldığınız yaralar sarılabiliyor. En önemlisi ise, bunlar için endişe etmek anormal veya
tabu değil, aksine, doğal bir tepki. Bu endişeyi ve stresi yönetmek, onu yok etmekten
çok daha kolay. Zoom görüşmeleri bitip de kameralar kapandığında sorumluluklarınızı
kaçırmadan yapmaktan mutluluk duyacağınız şeyleri de yapmaya çalışın. Bunu
alışkanlık edinmeniz sizi hayatınızdaki en zor zamanlarda bir yastık gibi saracak. Sizi
tatmin eden bir iş yaşam dengesi arayışında olmanızı da aynı şekilde önerebilirim
çünkü zorluklara rağmen ayakta kalabilmek için fiziksel dinginliğiniz kadar zihinsel
dinginliğiniz de önemli olacak.
Umuyorum ki kariyer maceranızda ilginizi mesleğe çevirebilir yahut mesleğinize ilgi
oluşturabilir, dengeli bir gelişimin izini sürer ve yol üzerinde engebelerle karşılaşsanız
dahi uzun mesafeler kat edersiniz.
Sağlık, mutluluk ve başarı dolu yıllar dileğiyle.
22
İKHALMED BİNDOKUZYÜZ93 10.SAYI 23
20. Yüzyılın En Büyük
Keşfi: Transistörler
Toprak Alp’19
20. yüzyılın bir açma kapama anahtarı olsaydı bu anahtar transistör olurdu. Transistör?
Anahtar? Nasıl Yani?
İnsanlığın son dönemde sağladığı teknolojik gelişmeleri düşünelim. Bilgisayarlar,
telefonlar, internet, her alanda akıl bahşedilen cihazlar ve hatta uzay seyahatleri… Kısacası
günlük yaşantımızda vazgeçilmez olarak gördüğümüz çoğu büyük icadın gelişimi, bu
küçücük transistörler sayesinde gerçekleşti.
Devre içerisinde akımın geçişinde karar mekanizması olarak görev alan transistörleri
birer elektrik anahtarı olarak düşünebiliriz, tıpkı anahtarını kapattığımızda yanan
ampüller gibi. İşte bu açık kapalı durumu, bizi bilgi çağının en önemli özelliğine getiriyor:
binary. Bilgisayarlarımızın dilinden ve çalışma mantığından bahsediyoruz; evet veya
hayır, doğru veya yanlış, 1 veya 0. Bu mantık durumları aslında transistörlerin açık veya
kapalı olduğunu ifade eder.
Transistörler icat edilene kadar, bu alanda vakum tüpleri kullanılmıştır. Vakum tüpleri,
klasik transistörlere kıyasla yüksek sıcaklıklara ve ışınımlara daha dayanıklılardı. Sağlam
yapıları çok iyi bir avantaj olsa dahi; çabuk ısınmaları, yüksek enerji tüketmeleri ve
boyutlarının büyük olması yeni bir icadın kapısını çalmış durumdaydı.
Transistörlerin icadı büyük bir devrim olsa
dahi, bugünkü halini alması için yeterli
değildi. Bu da bir başka büyük icadın
önünü açtı: entegre devreler. Entegre devre
dediğimiz şeyler ise bugün microchip
olarak bildiğimiz; içerisinde transistör, diyot
gibi farklı parçaları barındıran devrelerdir.
Burda da ilk entegre devreyi silikon
kullanarak icat eden Robert Noyce’dan söz
edebiliriz, kendisi daha sonra hepimizin
yakından tanıdığı Intel şirketini Gorden
Moore ile birlikte kurmuştur. Bu noktada
ufak bir ara bilgi vermeden de geçmek
istemiyorum, Amerika’daki Silikon
Vadisi’nin ismi de buradan gelmektedir.
Transistörlere geri dönecek olursak Gorden
Moore’un yasasından bahsederek devam
edelim; Moore Yasası, entegre devre
içerisindeki transistörlerin yoğunluğunun
her yıl ikiye katlanacağını söylemektedir.
Yani bu sayede her yıl entegre devreler
daha da küçülecek ve gittikçe küçülen
bilgisayarlar üretebileceğimizi söylemiştir.
Bina büyüklüğündeki bilgisayarlardan,
akıllı kol saatlerine kadar uzanan bu
yolda Moore’un yasasının doğruluğunu
yüzeysel olarak gözlemleyebiliriz. Numerik
olarak bakmak istersek 1970’lerde 100
milimetre çapındaki bir entegre devre
içerisinde 10 bin adet kadar transistör
bulunurken bugünlerde bu sayı 2 milyarı
aşmış durumdadır. Yani Moore Yasası’nın
bugüne kadar oldukça başarıyla geldiğini
görüyoruz fakat günümüz teknolojisinde
bir sınıra gelmiş durumdayız. Transistörler
küçüldükçe, nano boyutlardan
bahsediyoruz, elektronların geçişini
denetleyen anahtarlama görevini yapacak
bariyer gerilimini elde edemez duruma
geldik. İşte Moore Yasası’nın tıkandığı
nokta.
Belki bu noktada çoğumuzun çıkarımı
aynı olacaktır. Bir şeyi bu kadar
küçülttüğümüz zaman; artık zarlarımızı
Newton’un evreninde, klasik fizik
evreninde atmıyoruzdur. Bu noktada,
oyunumuzu Heisenberg’in evreninde
Kuantum dünyasının kurallarına göre
oynamak zorunda kalıyoruz. Sonuç olarak
bizi kuantum bilgisayarlarına getiren bu
konudan kısaca bahsetmek çok kolay
olmayacaktır, bu bağlamda sizde ufak
bir merak uyandırabildiysem yüzeysel bir
araştırma ile hayranlık doğuran bilgilere
bir göz atmanızı tavsiye ederim.
24
İKHALMED BİNDOKUZYÜZ93 10.SAYI 25
bulma süreci kolaylaşmış oldu.
19 Yaşında İspanya
Ziyareti
Duygu Tutluoğlu’14
2014 yılında İKHAL’den mezun olurken
lisans eğitimi için seçeceğim bölüm
konusunda büyük bir kararsızlık
yaşıyordum. Hem sayısal hem sözel yönü
olan hem de bana yurtdışında bir kapı
açabilecek bir bölüm ararken kendimi
İstanbul Bilgi Üniversitesinin Ekonomi
ve İşletme bölümünü tam burslu
olarak tercih ederken buldum. Lisans
eğitiminde ilk yılımı yüksek bir ortalamayla
tamamladığım için ikinci yılımdan itibaren
İstanbul Bilgi Universitesinin Üstün Başarı
Programı’na geçis hakkı kazandım. Bu
program kapsamında “The London School
of Economics and Political Science”ta (LSE)
Ekonomi ve İşletme alanında uzaktan
eğitimime başlamış oldum. Bu sayede 4
yıllık lisans eğitimimi tamamladığımda
hem LSE’den hem de İstanbul Bilgi
Üniversitesinden ayrı ayrı diplomam olmuş
oldu.
Ekonomi veya işletme alanında eğitim
aldıktan sonra finans, pazarlama, ekonomi,
veri analizi, satış gibi departmanlarda ve
FMCG, bankacılık, danışmanlık, teknoloji
gibi çeşitli sektörlerde çalışmak mümkün.
Bu alanlarda çok fazla iş seçeneği olsa da
yeni mezun sayısının yüksek olmasından
dolayı tam zamanlı iş ararken zorluk
yaşanabiliyor. Bu aşamada lisans eğitimi
süresince yaptığınız stajlar sizi öne çıkarıyor.
Bu yüzden ben de lisans eğitimim boyunca
Coca Cola İçecek, EY ve GSK gibi çeşitli şirketlerin farklı departmanlarında staj yaparak iş
deneyimi kazanmaya önem verdim. Yaptığım stajlar sayesinde hangi alanda çalışırken
mutlu olabileceğimi keşfettim. Bununla birlikte tam zamanlı bir işe başvurmam gerektiği
zaman başvuru süreçleri ve mülakat teknikleri konusunda tecrübeliydim ve benim için iş
Lisans eğitimimin son yılına geldiğimde hayatımın bir kısmında yurt dışında yaşamak
istediğime çoktan karar vermiştim. Benim için bunun en kolay yolu yurt dışında bir
yüksek lisansa burslu kabul almaktı. Avrupa ülkelerinde yüksek lisansa başvurmaya
karar verdikten sonra ilk aşama başvuru süreçleriyle ve okullarla ilgili araştırma yapmak
ve hedeflerimi belirlemek oldu. Araştırmalarım sonucunda Avrupa ülkelerinde iyi bir
ekonomi programında yüksek lisans başvurusu yapmak için genelde İngilizce bir niyet
mektubu, iki ya da üç adet referans mektubu, İngilizce seviyenizi gösteren bir IELTS
testi ve global ve çoktan seçmeli bir sınav olan GRE’den yüksek bir matematik puanı
gerektiğini öğrendim ve belgelerimi hazırlamaya başladım.
Yüksek lisans yapacağım ülke muhtemelen sonrasında yaşayıp çalışacağım ülke
olacağı için benim için kültürünü ve dilini sevdiğim bir ülkeyi seçmek çok önemliydi. Bu
aşamada 19 yaşındayken ziyaret ettiğim ve kendime hayatımın bir aşamasında mutlaka
burada yaşayacağım diye söz verdiğim İspanya öne çıktı. Aynı zamanda, ekonomi
alanında çoğu Avrupa ülkesinde iş bulabilmek için iyi bir okuldan mezun olmak çok
avantajlı oluyor. Bu yüzden İspanya’nın en iyi üç okuluna başvuru yaptım. Benim icin
kritik başka bir kriter ise yüksek lisansı burslu bir şekilde yapmaktı. İspanya bu konuda
en cömert ülkelerden biri değil, bu yüzden
burslu bir şekilde yüksek lisansa kabul
alma ihtimalimi artırmak için Hollanda ve
Fransa’daki okullara da başvuru yaptım.
Başvuru yaptıktan sonraki 3 ay
hayatımın o zamana kadarki en yoğun
dönemiydi. Bir yandan yarı zamanlı
olarak staj yapıyordum, bir yandan
LSE ve İstanbul Bilgi Üniversitesinin
sınavlarına hazırlanıyordum, ayrıca
yüksek lisansa burslu bir şekilde kabul
alamazsam korkusuyla tam zamanlı
işlere başvuruyordum. 3 aylık stresli
bir bekleyişten sonra çeşitli okullardan
kabullerim gelmeye başladı. Tüm
kabullerim geldikten sonra ilk tercihim
olan İspanya Merkez Bankasının
enstitüsü olan CEMFI’de (Centro de
Estudios Monetarios y Financieros)
yüksek lisansımı yapmaya karar verdim.
Yüksek lisans programlarına burslu kabul
almamdaki en büyük etkenlerin The
London School of Economics and Political
Science gibi uluslararası alanda tanınan
bir okuldan uzaktan eğitimi yüksek bir
not ortalamasıyla tamamlamış olmamın,
İstanbul Bilgi Üniversitesi İşletme
Fakültesi fakülte birincisi olmamın ve iyi
bir İngilizce seviyesine sahip olduğumu
kanıtlamış olmamın olduğunu
düşünüyorum. Not ortalamasının insanın
bilgi seviyesini ve başarısını ölçmekte
önemli kriterlerden birinin olmasına karşı
çıksam da ekonomi alanında Avrupa’da burs verirken dikkat edilen özelliklerden biri
olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda ilgili çalışma/staj ve araştırma deneyimleri de
adayları öne çıkarabiliyor.
26
İKHALMED BİNDOKUZYÜZ93 10.SAYI 27
CEMFI’ye kabul aldıktan sonra Madrid’e
taşınana kadar geçen sürede stresimin
yerini tatlı bir telaş aldı. İspanya vizesi
ve yüksek lisans kaydı için belgeleri
toparlamak, sevdiklerime veda etmek,
Madrid’de kalacağım evi bulmaya
çalışmak… İspanya’ya taşınmak benim için
konfor alanımın tamamen dışına çıkmak
gibiydi çünkü hem ilk defa ailemden
farklı bir evde yaşayacaktım, hem de farklı
ülkelerden hiç tanımadığım insanlarla
ev paylaşacaktım. İspanya’da yaşadığım
üç sene boyunca Hindistan, Avustralya,
İsviçre, İtalya, ve Amerika gibi çesitli
ülkelerden insanlarla ev paylaştım. Farklı
kültürlere sahip kişilerle ev paylaşmak
ve herkesin mutlu olabileceği ortak bir düzeni sağlamaya çalışmak, hem insanlara karşı
sabrımı arttırdı hem de başka kültürleri tanıyıp anlayış göstermemi sağladı. CEMFI’de
de Çin, Vietnam, Almanya, Avustralya, Mısır, İran, İspanya, Hindistan ve İtalya gibi farklı
ülkelerden sınıf arkadaşlarım oldu. Çeşitli karakter, kültür ve çalışma disiplinine sahip
kişilerle iletişim kurmak ve ders çalışmak beni uluslararası bir çalışma hayatına hazırlayan
önemli etkenlerden biri oldu.
CEMFI’ye başladığım zaman yüksek lisans sonrası doktora yaparak akademik kariyer
yapmayı planlıyordum. Bunun en büyük sebebi lisans eğitimi boyunca yaptığım stajlarda
çok iyi ekip arkadaşlarıyla çalışmış olsam da tamamen içime sinecek işi keşfetmiş
olmamamdı. Akademik kariyerin benim için doğru bir seçenek olup olmayacağına karar
verebilmek için yüksek lisansım süresince bir öğretim görevlisine araştırma asistanlığı
yaptım. Bu süre zarfında ekonomi alanında akademisyenlik yapmanın bana uygun
olmadığına karar verip yüksek lisansım sonrasında Avrupa ülkelerinden birinde özel
sektörde çalışmaya devam etmeye karar verdim. Bu aşamada önüme çok önemli bir
engel çıktı. Avrupa ülkelerinde çalışma iznim yoktu ve İspanya çalışma izninin kolay
alındığı ülkelerden biri değildi çünkü yeni mezun olarak çalışma iznini alabilmek için
İspanya standartlarına göre yüksek bir maaşla iş bulmak gerekiyordu. Bu sebeple ne
kadar İspanya’da kalmak istesem de diğer Avrupa ülkelerinde de iş aramaya başladım.
Yüksek lisans sonrasında iş arama süreci
yaşadığım en zorlu dönemlerden biriydi.
Yaptığım yüzlerce başvuru başvurduğum
ülkede çalışma iznim olmadığı için direkt
reddediliyordu. Bu zamanlarda kendimi
motive etmekte bazen güçlük çeksem
de pes etmeden çabalamaya devam
ettim. Aynı zamanda Türkiye’de de iş
ilanlarına başvurmaya başladım. Pandemi
başlamadan hemen önce İspanya’da iki
pozisyon için iki farklı şirketle işe alım
sürecim ilerlemeye başladı. Biri büyük bir
bankanın araştırma departmanında data
analisti pozisyonu, diğeriyse şu an çalıştığım
şirket olan Compass Lexecon’da ekonomik
danışmanlık departmanında analist
pozisyonuydu. Tam yakında İspanya’da
bir iş bulabilirim ve içinde bulunduğum
belirsizlikten çıkabilirim diye düşünürken
İspanya’da pandemi sebebiyle yaklaşık 3
aylık tam kapanma başladı. Bu süre içinde
İspanya’da iki şirketle de pandemi sebebiyle
işe alım sürecim belirsiz süreliğine duraklatıldı. Ben de Türkiye’ye dönmem gerekeceğini
kabullenip, Türkiye’deki işe alım süreçlerine odaklandım. Teklif aldığım birkaç şirket
arasından içime sinen Vodafone Türkiye’nin Discover isimli management trainee
programı oldu. Bu program kapsamında tam zamanlı pozisyonunuzu seçmeden önce
iki farklı departmanda altışar aylık süreyle rotasyon yapabiliyorsunuz. Böylece çalışmak
istediğiniz departman ve bölümü daha bilgili bir şekilde seçebiliyorsunuz.
Tam kapanma bittiğinde temelli olarak geri taşındığımı düşünerek döndüm Türkiye’ye.
Türkiye’ye geri döndüğüm gün Compass Lexecon beni arayarak süreci devam
ettireceklerini ve yüksek lisans tezimi Zoom üzerinden sunmamı istediklerini haber verdi.
Yaklaşık 4-5 hafta sonra da bana iş teklifi yaptılar. İş teklifini aldıktan sonra çalışma izni
için belgelerin toplanması, çalışma izninin çıkması ve benim İspanya’ya geri taşınmam
6 ay sürdü. Şu an Compass Lexecon’un ekonomik danışmanlık departmanında analist
olarak çalışmaya devam ediyorum. İşim kapsamında şirket birleşmelerinin pazardaki
rekabete etkisini veya şirketlerin rekabet karşıtı davranışlarının ekonomik ve istatistiki
analizini yapıp Avrupa Komisyonu’na ya da çeşitli ülkelerin rekabet kurumlarına
sunuyorum. Ekonomi bölümünü tercih ederken umduğum gibi hem Stata gibi
programlarda istatistiki analiz yaparak sayısal bir iş hedefimi gerçekleştiriyorum, hem
de sonuçları hukuk firmalarına ve rekabet kurumlarına özetleyecek raporlar yazarak
sözel bir iş hedefimi gerçekleştiriyorum.
Özetlemek gerekirse, Avrupa ülkelerinde burslu yüksek lisans yapmak ve çalışmak
için en önemli gerekliliğin iyi araştırma yapmak ve erken hazırlanmaya
başlamak olduğunu düşünüyorum. Bunları yapabilmek için
de iyi bir İngilizce seviyesine sahip olmanın kritik olduğuna
inanıyorum. Ayrıca özellikle sosyal bilimler alanında yüksek
lisans yapıyorsanız, yüksek lisans yapacağınız okulun özel
sektördeki şirketlerle iyi bir bağlantısının olması ya da
tanınır olması önemli. Benim şu an çalıştığım şirketin
CEMFI’nin eğitim tarzını kendilerine uygun görüyor
olması beni tercih etmelerinde önemli bir etmen
oldu. Aynı zamanda lisans ve yüksek lisans
boyunca bol bol staj yaparak ilgilendiğiniz
alanı kısa bir süre için deneyimlemek, hayal
ettiğiniz işle uyuşup uyuşmadığını önceden
görmenin faydalı olduğuna inanıyorum.
28
İKHALMED BİNDOKUZYÜZ93 10.SAYI 29
#sanat
çİzİmlerİm
Esra Baykal-Gebze
Teknik Üniversitesi
30
İKHALMED BİNDOKUZYÜZ93 10.SAYI 31
30 Ağustos Zafer Bayramı
30 Ağustos 1922 tarihinde düşman askerleri büyük bir yenilgiye
uğratıldı ve bu zafer, yurdun düşman işgalinden temizlenmesinin
yolunu açan bir zafer olarak tarihe geçti. Ancak bu zafer sadece bir
gün içerisinde değil öncesine ve sonrasına yayılan bir zaman dilimi
içerisine yayıldı. Milli Mücadelenin zirvesiydi 30 Ağustos.
Ünlü şair Nazım Hikmet, Büyük Taarruz Zaferi’ni anlattığı şiirinde
muharebeninin başlangıç anlarını şu sözlerle tasvir eder:
“Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı
adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat
günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu
Paşalar: ‘Üç’, dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.”
Bu zafer, Türk milletini yok etmeye çalışan işgal güçlerinin
haksızlıklarına, yoksulluğa ve tüm olumsuzluklara karşı aziz
milletimizin Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde
tüm dünyaya Türk milleti bağımsızdır ve bağımsız kalacaktır,
ay yıldızlı bayrağımız milletimiz var oldukça gökyüzünde
dalgalanacaktır diye haykırdığı, aziz milletimizin şanlı zaferidir.
Vatanımızın birliği ve Milletimizin bağımsızlığı uğruna verilen
mücadelenin kazanıldığı bu anlamlı zaferin yıldönümünde,
Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Atatürk’ü, silah
arkadaşlarını, Kurtuluş Savaşı’nın tüm kahramanlarını, kanlarıyla,
canlarıyla bu toprakları vatan yapan Aziz Şehitlerimizi, ebediyete
intikal eden Gazilerimizi İKHALMED olarak rahmet, saygı ve
minnetle anıyoruz ve ulusumuzu en içten dileklerimizle kutluyoruz.
32
İKHALMED BİNDOKUZYÜZ93 10.SAYI 33
Mezunlar arasında mesleki dayanışma
sağlamak ve yine mezunlarımız
arasında sevgi ve saygı bağlarını
korumak adına çıktığımız bu yolda
siz de bize eşlik etmek isterseniz
İKHALMED web adresimizden üyelik
formunu doldurarak derneğimize üye
olabilirsiniz. En yakın etkinlikte de
aidatınızı ödeyerek üyeliğinizi aktif
hale getirebilirsiniz.
ikhalmed
www.ikhalmed.com
BİZE ULAŞIN
Mezunlarımızın bilgi ve tecrübelerini aktardıkları,
İKHALMED ailesinin yolunu aydınlattıkları
e-dergimiz “bindokuzyüz93”ün 10. ve son sayısı
ile sizlerle vedalaşıyoruz. Başka mecralarda
görüşmek dileğiyle!
dergiikhalmed@gmail.com
34
İKHALMED
“Siyasî, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle
taçlandırılmazlarsa kazanılacak başarılar yaşayamaz ve sürekli olamaz”
Mustafa Kemal Atatürk