You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
özel
9 Kasım 2022
Örgütlüysek güçlüyüz
Özgürlüğümüz için ayaktayız!
Hazan İLİK
Emek Gençliği MYK üyesi
“Değişecek. Dünya küresinin dağları,
denizleri, okyanusları, gölleri, ovaları,
bozkır ve çölleri, nehir yatakları, buzulları,
kent ve köyleri nasıl değişiyorsa, insan
ilişkileri de değişecek.” *
Genç Hayat’ın sayfaları Türkiye’nin
dört bir yanındaki genç kadınların
kaleminden çıkanlara ev sahipliği
yapıyor. Bu sayfaların her bir satırında
bugün ihtiyaç duyduğumuz değişimlerin,
“Ah keşke” dediğimiz insan ilişkilerinin,
hayal ettiğimiz dünya halinin nüveleri,
ayak izleri mevcut.
Özgür ve demokratik bir üniversite,
güvenli bir kampüs için yan yana gelen
üniversiteli kadınların, “Astığım astık,
kestiğim kestik” diyen atanmışlara rağmen
kendi yaşam alanlarını nasıl koruyup
geliştirdiklerinin… Türkiye’nin ve
dünyanın dört bir yanından genç kadınların
sermaye dostu ve kadın düşmanı
olan, okulda, sokakta, işyerinde ve her
yerde kendini ‘tek adam’ zannedenler
karşısında nasıl bir tek adım bile geri
adım atmadıklarının… Yoksulluk, şiddet
ve taciz gibi tonlarca sorun içinde
bir arada durmanın gücünü tadan genç
kadınların yalnızlaştırılmanın, bireyci,
bencil ve ‘Önce kendini kurtar’cı anlayışın
yerine nasıl da dayanışmacı ve özgeci
insan ilişkilerini ördüklerinin örneklerini
görüyoruz.
İçinde bulunduğumuz memleket hali
bu örnekleri önemsizleştirmeyi ve etkisiz
addetmeyi, umudu yitirmeyi örgütlüyor.
“Kendi okulumda üç kişiyle bir araya
gelsem ne değişir ki?” sorusunu sorduruyor,
tıpkı doğanın devinimi gibi toplumsal
ilişkilerin de hareket halinde olduğunu
gizlemeye çalışıyor. Değişimin olanaklarını
görüp gerçeğe dönüştüremeyelim
diye.
BİRBİRİMİZDEN GÜÇ ALARAK
Ne giydiğimizden ne yiyip içtiğimizin
taciz aklayıcı birer tartışma konusu haline
gelmesine, yurt giriş saatinden aile evinde
yapılacak işlerin çifte standartlı niteliğine,
toplumsal yaşamın her alanında adım
adım örgütlenen şiddet sarmalına, daha
az ciddiye alınmaktan hafife alınmaya
gündelik yaşamda “küçük küçük” maruz
kaldığımız eşitsizliklere… Anne karnından
beri başımıza musallat olan ataerkil
“kader” karşısında örgütlenmenin hayat
kurtardığı bir dönemden geçiyoruz. Faillerin
cezasızlıkla ödüllendirildiği, katillerin
ardından taziye mesajlarının** dahi
yayınlandığı, kadınların şikâyet başvurularının
ciddiye alınmadığı yerde ‘adalet’in
yan yana gelen kadınların ısrarı sonucu elde
edildiği; faillerin korunduğu, kadınlarınsa
yalnız bırakıldığı, hiçbir eşitlik ve
sosyal destek mekanizmasının olmadığı
yerde birlik olmuş kadınların birbirine güvenerek,
birbirinin desteğini arkasına alarak
sesini duyurabildiğini biliyoruz. Yazılı
metinlerde yaşama hakkına sahibiz ama
‘ölmemek için’, hayatlarımız için mücadele
etmek zorunda olan da biziz. Hiçbir
üniversitede Cinsel Tacizi Önleme Birimlerinin
kurulması önünde resmi bir engel
yok ama tacizi önleyici mekanizmaların
sağlanması ancak bir araya gelmiş kadınların
ısrarıyla mümkün. Bu denklem bize
özgürlüğe kavuşmak için, yasalarla ‘garanti
altına alınmış’ veya henüz yazılı olmayan
tüm haklarımız için zorunlu olarak
mücadele etmemiz gerektiğini anlatıyor.
Bu mücadelenin, zorunluluğun araçlarını
güçlendirmek ve büyütmek ise ekmek ve
su gibi bir ihtiyaç artık.
Bu sayfalarda sözü geçen öğrenci kulüpleri,
toplulukları, okuma grupları ve
genç kadınların mücadele aracı olarak
kullandığı her türden birliktelikler… Az
veya çok demeden bu birlikleri sınıflarımızdan,
bölümlerimizden fakültelere ve
üniversite, lise, mahalle geneline yayılacak
genişliğe kavuşturmak; genç kadınlara
hak bile görülmeyen, lüks addedilen ve
gerçekçi bulunmayan psikolojik, kültürel,
ekonomik, insanca yaşama isteğine ilişkin
her türden talebin arkasında birlikte ve ısrarcı
durmak, bizi bekleyen ‘sıradaki daha
kötü günler’de nefes almanın aracı olacak,
çıkış yolunu aydınlatacaktır.
BİZİMLE YÜRÜ!
Çağrımız elbette bununla sınırlı
değil. Bu satırları okuyan tüm genç
kadınları yaşadığımız sistemin kadınlar
üzerindeki büyük baskı mekanizmaları
karşısında bu dünyayı değiştirmeye, sınıfsız
ve sömürüsüz yeni bir dünya inşa etmeye,
dayatılan “kader” karşısında kendi kaderini
yazma sorumluluğunu almış birer özgürlük
savaşçısı olmaya, Emek Gençliği’nin
yoldaşlığında yerini almaya davet ediyoruz
aynı zamanda.
Çünkü Emek Gençliği, genç kadınların
güncel, somut ve gündelik talepler
etrafındaki mücadelesiyle tek adam
yönetimi ve sermaye tahakkümü ile ataerkil
ilişkilerden kurtarılmış bir gelecek
mücadelesinin örgütlenmesi arasındaki
köprünün adı.
Gelecekte, eşit ve özgür olarak yer
almanın tüm gereklilikleri, toplumsal hayatın
tüm alanlarında eşitliğin hüküm sürmesiyle
karşılanabilir. Eşitsizliği yaratan sermaye
sınıfının ortadan kaldırılması ancak işçi
sınıfının, işçi kadınların
* Tezer Özlü, Yaşamın Ucuna Yolculuk
**Adalet Bakanlığı Destek Hizmetleri Dairesi
Başkanlığında çalışan Hâkim Serkan
Tüzün, eşini öldürdükten sonra intihar etti.
Hâkimler Savcılar Kurulu katil hâkim için
taziye mesajı yayımlandı.
***“2030 yılına doğru sürdürülebilir kalkınma
hedefleri doğrultusunda G7 merkezli
başlatılan Empower Women (Kadınları Güçlendir)
Programı kapsamında belirlenen, işyerinde
toplumsal cinsiyet eşitliği ilkeleri:
WE Principles” (Fulya Alikoç,
“Bir 8 Mart sorusu:
‘kadın dostu’ kapitalizm
mi? eşitlik için sınıf
mücadelesi mi?”)
mücadelesiyle,
sosyalizmin
programıyla
mümkün.
Tersi, kadının ezilmişliği ve ikincil
konumunun yok edilmeksizin sermayenin
kârına hizmet edecek biçimler alması ve
sınırları sermaye tarafından çizilen, eğilip
bükülebilen bir eşitlik anlayışıyla baş başa
bırakıyor bizi.
İşte bu yüzden çağrımız, devraldığı
ataerkil ilişkilerle birlikte kapitalist
barbarlığı tarihin çöplüğüne gönderme;
sosyalizm için mücadele etme çağrısıdır
aynı zamanda.
Tüm genç kadınları, 25 Kasım’a anlamını
veren Mirabel Kardeşlerin faşizm
karşısında verdiği mücadelenin ardılları
olmaya; İran’da gerici diktatörlük
karşısında hayatlarını ortaya koyarak
direnen liseli genç kadınların eşit ve özgür
bir dünya özleminin sesini büyütmeye;
çalınan heveslerimizi, yeteneklerimizi ve
yaşama arzumuzu geri almaya çağırıyoruz.
Fotoğraflar: Emek Gençliği
/genclik@evrensel.net /genchayatt /Genç Hayat’ın Sesi
/gencevrensel
/GencHayat
2
15
İÇİNDEKİLER
Sunu.............................................................................2
Arkamıza bakarak yürümek zorunda mıyız?...........3
Selin Kurşun
Topluluklar ve cinsel tacizi önleme birimleri.......4
Sıla Altun
Sistemin “bug”ı tarotta değil........…........................5
Ezgi Kaya
Kahve pahalı, kaygılar şelale, süpürgeyle faraş
şahane..........................................................................6
Cemre Kavuker
Karanlık yolları, çirkin yasakları birlikte aşarız.......7
Aleyna
Boş zaman ve hobi mi, o neydi ya?!..........................7
Özge Türkoğlu
“Bedavadan bir tık fazlaya çalışıyoruz”………..........7
Cansu Şentürk
Güvenli kampüs, demokratik üniversite için
yan yana...................................................................8
Karanlığa mı ferahlığa mı bakmak istersiniz?……10
E.Ava
Hayatlarımızı ellerinden almak için birleşelim!……11
Sude Şener
Zırhlı araçların dört döndüğü kentlerde kadın
olmak.........................................................................12
Nurgül Deniz
Hayalin değil gerçeğin peşinde bir kadın...............13
Berivan Özkara
Genç kadınlar için nasıl birlikler, nasıl bir mücadele,
nasıl bir politik hat?.................................................14
Zehra Özözcal
Örgütlüysek güçlüyüz, özgürlüğümüz için
ayaktayız................................................................…16
Hazan İlik
“Londra’da, Ankara’da, İstanbul’da
ya da Zap Suyu’nun yanı
başında, nerede olursa olsun kadınları
birbirine ortak eden tek bir
şey vardır: Hayat. Sürmekte ve sürecek
olan hayatın tartışılmaz
emekçisi olmak.”*
Derinleşen ekonomik kriz,
günden güne artan yoksulluk,
dişlerini etimize daha
da geçiren sömürü, her köşe başını
tutmuş şiddet… Yaşam hakkımızı
masaya yatıran politikalar,
varoluşumuzu doğrudan hedef
alan söylemler, kamusal alandan
silinmemizi amaçlayan adımlar…
Hep birlikte bölüştüğümüz, şu
ya da bu yerinden sırtladığımız hayat,
bugün açısından yukarıda çizdiğimiz
tablodan çok da ötede
durmuyor. Bazen öyle anlar oluyor
ki gök sanki üstümüze üstümüze
geliyor. Bu yangın yerinin
tam ortasında her şeye rağmen
devam edebilmek hiç olmadığı kadar
güçleşiyor bazen. Bütün bu
çıkmazların içinde takip edilecek
çakıl taşlarını bulabilmek bile pek
kolay olmuyor kimi zaman. Hatta
bazı zaman üstümüze öyle bir
elem yüklüyor ki yolu da yolda eşlik
edeni de görmek imkânsız geliyor.
Sis ve buğu tüm yüzeyi kaplıyor.
Kaybolduğumuzu hissettiğimiz,
ıssızlığın ortasında beyhude bir yol
alma çabası gösterdiğimiz sanrısına
kapıldığımız böyle anlarda elimizden
tutacak, yolu aydınlatacak,
bizimle beraber yürüyecek birileri
var aslında. Çünkü bizi ortaklaştıran
bu hayatı birlikte yaşıyoruz.
Kara bulutları dağıtacak, korkuyu
savuşturacak, umutsuzluğu yatıştıracak
güce, birbirimize sahibiz.
Genç kadınların üzerindeki baskının
bu denli arttığı, öyle ki günlük
hayatın en rutin işlerini icra edebilmenin
dahi kadınlar için adeta
bir yaşam savaş haline geldiği bugünlerde
yan yana gelebilmenin,
ellerimizde hak ve hayat mücadelemizi
yükseltebilmenin olanaklarını
tartışma ihtiyacından vücut
buluyor bu ek. Sayfaları ise bu zamana
kadar hakları için sokakları,
meydanları, alanları doldurmuş
kadınların verdikleri mücadelenin
biriktirdiklerinden; semtlerde, mahallelerde,
üniversitelerde, liselerde,
atölyelerde birliktelikler kurarak
sürdürdükleri tartışmalardan
oluşuyor.
İşte, bu birlikteliklerin sağladıkları
ve bu birlikteliklere duyduğumuz
ihtiyaç bir araya getiriyor bu
özel ekin sayfalarını. Üniversitelerde
kadın topluluklarında mücadele
eden, içine sıkıştırılmaya çalışıldığı
şiddet sarmalında kalmayı
reddeden, örgütlenmeye çalışan,
dinci gerici karanlığa hapsolmaya
razı gelmeyen, zırhlı araçların cirit
attığı sokaklarda özgürce yürüyebilme
hakkından bir an olsun vazgeçmeyen,
dünyanın dört bir yanında
hakları, hayatları, özgürlükleri
için ayağa kalkan genç kadınlar
var bu sayfalarda. Bu sayfalarla
ördüğümüz dayanışmayı daha da
genişletmenin yolu ise bu eki sınıfımıza,
amfimize, fakültemize, çalıştığımız
iş yerine götürerek elimizi
bir kız kardeşimize daha uzatmaktan,
yazılardaki tartışmaları
çevremizdeki genç kadınlarla sürdürmekten
ve birbirimize sahip olmanın
verdiği güvenle asla yalnız
yürümemekten geçiyor. Bu yan
yana gelişlerle, tıpkı bu sayfaları
yazdığımız gibi, bize biçilmeye çalışılan
kaderi de kendi elimize alıp
yeni baştan yazacağız!
*Sevgi Soysal
N
ası
oluşturamaz, çünkü bütün diye bir şey
yoktur” diyerek yapıyor. Bu ideolojik yedekleme
süreçlerinde “burjuva ideolojisinin
ihtiyaçlarına göre” pek çok farklı
başlıkta tartışma türüyor.
Sermayenin çeşitli tonlardaki iktidarları
tüm dünyada “aileyi” bu kadar merkezi
bir tartışma konusu haline getirirken,
dört bir yandan üzerimize “kadın ve
erkeğin eşitsiz fıtratı” tartışmaları boca
edilirken, kadınların kendi bedenleri
üzerinde söz sahibi olma hakkı ellerinden
alınırken, hak talebinde bulunan
her kesim “sapkın, marjinal, suçlu” ilan
edilirken, en temel kolektif medeni haklar
tartışma konusu haline getirilirken…
Son dönemde “cinsiyet” açısından en
öne çıkan popüler tartışmalara bakacak
olursak ne görüyoruz?
Tanımlanamaz kimlikler hakkında yapılan
spekülasyonlar, her bireyde “eşsiz”
olan “bir kimlik tahayyülü”, “çok kimlikli”,
“çok kültürlü” “özneler”in parçalandıkça
parçalanması, ezilmemizin, aşağılanmamızın,
şiddet görmemizin nedenlerini
maddi bir gerçeklik içinde açıklamaktan
çok, psikolojik deneyimler olarak teorileştirmek,
baskının kaynağını maddi
dünyada değil, “fikirler”, “söylemler”
dünyasında aramak… Bu “çok kimlikler,
kesişen kimlikler” tanınırsa, “fikirler” ve
“söylemler” değişirse sorunlarımız da ortadan
kalkacakmışcasına soyut tartışmalar…
l
DİĞER YANDA “ORTAK
SORUNLARA KARŞI ORTAK
MÜCADELE” DİYEN BİZ
Bu burjuva tahayyüller bir kenarda
dursun. Peki bugün kadınların ortak bir
hareket etrafında kitlesel bir biçimde örgütlenmesinin
dayanağı olan, dünyanın
çeşitli ülkelerinde patlak veren ve kitlesel
bir hareket işaret fişeğine dönüşen temel
sorunlar ne?
Bu soru aynı zamanda bu yükselişin
ana dayanağı nedir, genç kadınlar yüzünü
mücadeleye dönerken hangi maddi zeminden,
hangi somut olgulardan besleniyor,
yaşadığımız “feminist bilincin yükselmesi”
mi, yoksa “yaşamın maddi koşullarında
yaşanan değişimin zorunlu olarak
getirdiği somut mücadele dayanaklarının
genişlemesi” mi soruları…
Bugün, sermayenin onlarca yıldır uyguladığı
neoliberal politikalarının dünya
çapında yarattığı yıkım, sefalet, aşırı sömürü
ve eşitsizliği onu harekete geçirecek,
isyan ettirecek kadar yakıcı hisseden
çok geniş kadın kesimleri var. Yükselen
ve emekçi karakteri daha belirgin bir biçimde
açığa çıkan kadın hareketi gücünü;
kapitalizmin ve onun uygulayıcı iktidarlarının
yarattığı derin eşitsizliğin, adaletsizliğin,
sömürünün, şiddetin, gerici, baskıcı,
tahakkümcü politikaların ağır sonuçlarına
artık daha fazla katlanmak istemeyen
geniş kadın kitlelerinin başka bir yaşam
hayali ve talebinden alıyor. Ve bu geniş
kadın kesimlerinin en dinamik gücü, beklendiği
gibi genç kadınlar…
birlikler
bir mücadele
bir politik hat
?
?
?
Hareketin yükselişinin maddi zemini
bu. Bu mücadelelerin maddi zeminine,
araçlarına, yöntemlerine ilişkin tartışmalar
kendisini yine kimlik politikalarının çıkmazlarına
soktuğunda, son kertede kadınların
mücadele perspektifinden savrulmasına,
burjuvazinin ideolojik tahakkümüne
sıkışmasına sebep oluyor. Savruk ve dağınık
adımların hakları kalıcı olarak “kazandırmaması”,
taleplerin gereğinin yerine gelememesi
genel bir yenilmişlik havasını
genç kadınların hafızasına yerleştiriyor.
Kadınlarla yan yana gelerek bulunduğu yerelde
-üniversitesinde, sınıfında, işyerinde,
mahallesinde- verdiği mücadelesinin genel
sorunlarını değiştiremeyeceğine dair sonuç
çıkarmasına sebep olan bu durum, kadın
birliklerinin genişlemesinin, mücadele
alanlarında yer almasının önüne geçmeye
hatırı sayılır düzeyde etki ediyor. Hiçbir
kurtuluş programına sahip olmayan bu anlayışlar,
harekete geçmeyi adeta zorunlu
kılan saldırılar karşısında kadınları etkin,
yerellere dayanan, hayatın her alanında
güç gösteren bir örgütlülüğe kavuşturamıyor.
Genel öfke patlamaları yükselen bir
eylemlilik süreci yaşatsa da, istikrarlı bir
örgütlülüğe dönüşmüyor.
İstikrarlı, genişlemeye açık, güven veren
ve ufku tam kurtuluş olan örgütlenmeler
bir zorunluluk. Bu zorunluluğun birçok
açıdan sınandığını görüyoruz. Kadın hareketi
içindeki kimi yaklaşımlar, kadınların
öfkesini boşaltabileceği, özel günlerde yapılan
gece yürüyüşü, kent merkezlerinde
yapılan çeşitli eylemlerle bu çemberin sınırını
dar tutmak istiyor, kimileri kadınların
demokratik hakları ve özgürlüğü için mücadelesinin
dayanak noktalarını yitirmek
pahasına “beklemeyi” öğütlüyor.
Gelen saldırılar etrafını kuşatırken ortadaki
çemberde genç kadınlar için tek çözüm
çemberin daha da daralmasını engellemek
adına kol kola girmek oluyor. Elindeki
kazanımları korumak ve geriletilmesini
engellemek adına yerellerde kurdukları
birlikler, gündelik hayatının içinde yeri
olan, takvimsel ya da eylemsel buluşmalarla
sınırlı olmayan örgütlülüklerle yan yana
gelme deneyimleri de birikiyor. Biz bunu
biriktirmeye çalışıyoruz.
Bu birikimin hem her türden burjuva
seçenek karşısında gençliğin kendi seçeneğini
örgütlemesi için toplam gençlik hareketine
mal edilmesi, hem de genç kadınların
birliklerinin gençlik hareketinin ilerletici
dinamik bir unsuru olmaya devam etmesi
hayati bir önemde. Kadınların mücadele
örgütlerinin yaşamın her alanında daha geniş
mücadele birlikleriyle birbirini güçlendirmesi,
burjuvazinin siyasal çıkış arayışlarında
öne sürdüğü sınırlı çözümlere, kendi
talepleri ve örgütleriyle cevap vermesi bunu
sağlayacak.
Buradan içinde bulunduğumuz tarihe
hep birlikte bir not düşelim. Burjuvazinin
bütün gericiliği geçmişte olduğu gibi yarın
da tarihin mücadeleci güçleri tarafından
öğütülecek. Ve muhakkak, mücadele eden
genç kadınlar, eşit ve özgür yurttaşlar olarak,
şiddetsiz, sömürüsüz bir dünyada yerini
alacak.
Günlük EVRENSEL Gazetesi’nin ücretsiz özel ekidir.
Türü: Yaygın süreli
Bülten Basın Yayın Reklamcılık Tic. Ltd. Şti.
Adına Sa hi bi: Kürşat Yılmaz
Ge nel Ya yın Yö net me ni: Fatih Polat
So rum lu Ya zıiş le ri Mü dü rü: Görkem Kınacı
Yayın Kurulu: Burak Bağçeci - Zehra Özöcal -
Erdal Eren Karaca - Bilge Su Yıldırım
Yö ne tim Ye ri: Mehmet
Akif Ersoy Cad. Mehmet
Çıbıkçı İş Merkezi No: 2 K:
2 Işyeri No: 21 Şirinevler/B.
Evler-ISTANBUL
Tel: (0212) 909 48 01
Faks: (0212) 654 15 04
Sunu fotoğrafı: Pxhere
Kapak çizimi: Dilan Uğurlu/Genç Hayat
Dağıtım: Turkuvaz Da ğıtım AŞ İstanbulBaskı: Kuzey Veb Ofset
San. Tic. Ltd. Şti Tayakadın Mah. Yassıören Cad. No:75/1 Arnavutköy/
İstanbul Tel: 0212 682 61 62 AdanaBaskı: Arslan Güneydoğu Gazetecilik,
Matbaacılık ve Kağıtçılık A.Ş. Yeni Doğan Mh. 2108 Sk. No: 18/A
Yüreğir/ADANA Ankara Baskı: Arslan Güneydoğu Gazetecilik, Matbaacılık
ve Kağıtçılık A.Ş. Saray Osmangazi Mh. Sütçü İmam Sk. 2108 Sk.
No: 33 Pursaklar/ANKARA İzmir Baskı: Arslan Güneydoğu Gazetecilik,Matbaacılık
ve Kağıtçılık A.Ş. Metal İşleri San. Sit. 2. Cadde No.93
Kısıkköy, Menderes/İzmir
Fotoğraf: DHA
Genç kadınlar için
Zehra ÖZÖCAL
İstanbul
Türkiye’de ve dünyada her adımda
mücadelenin ön saflarında gördüğümüz
kadınlar, kendilerine dayatılan
yaşam koşullarına karşı upuzun
bir mücadele birikimiyle yol alıyor.
Önümüzdeki yol da hem uzun hem engebeli,
hem bir yokuşu hem de bakması
nefes kesen uçsuz bucaksız bir düzlüğü
aynı anda anımsatıyor. Hâl böyle olunca
ayağımıza takılan taşın, önümüze çekilen
setlerin, bu kadarı da olmaz dedirten
aymazlıkların, inanılması güç kimi
tartışmaların çetelesini tutmak da,
epey meşakkatli bir iş.
Ama bu meşakkatli işi “iyi” yaptığı
düşünülen bir kadın hareketi var.
Bu “kadın hareketi” sahnesinde kimler
yok ki… Bir yanda çeşitli kazanımları
kabul etmek zorunda kalan burjuvazinin
-en somut örneğini her 8 Mart’ta gördüğümüz-
“Kadınlar yapar, kadınlar güçlüdür,
eşitlik verimliliği arttırır” lafazanlıkları…
Öte yanda iktidarlarının bekasını
koruma görevini kadınlara “vatani görev”
olarak tanımlayıp, üstüne milliyetçilik
mukaddesatçılık soslu “kadın” güzellemeleri
yapanlar… Ve kadınların esas
sorunlarını yalnızca “eril tahakküm ve
sömürü” ile açıklayarak, “kadınlarla erkekler
arasındaki uzlaşmaz cinsiyet farklılıklarına”
indirgeyerek, sorunun tarihselliğinin,
toplumsallığının, sınıfsallığının
üstünü örtüp çözümsüzlüğü örgütlemekte
bir beis görmeyen çeşitli feminist
akımlar ve örgütleri...
Hepsi her yerden yaşadığımız sorunların
demokratik, sosyal ve sınıfsal yönlerine
ilişkin kendi ideolojik tahayyülleriyle
bu sahnede yer alıyorlar. “Kadın
hareketi tarihi” diye kendi görmek istedikleri
tarihi yazıyorlar, harekete kendi
renklerini vermeye çalışıyorlar.
Sahnede bir de kadınların ezilmesini,
ikincilleştirilmesini tarihsel, toplumsal ve
sınıfsal bir olgu olarak ortaya koyan, nedenlerini
sınıf sömürüsüyle eşzamanlı ve
eşgüdümlü olarak açıklayan, yani kadınların
eşitlik ve özgürlük mücadelesini sınıf
mücadelesinin ayrılmaz bir parçası
olarak gören, sınıf mücadelesinin de ancak
kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesini
içererek başarıya ulaşabileceğini
söyleyen bir hat var: Sosyalist hat! Ve bu
hat; bugün bir hak olarak ifade ettiğimiz
pek çok şeyin; tüm sosyal ve demokratik
hakların geçmişte kazanılmasının tarihi
aktörü olarak, kadın hareketinin içinden
silinmeye çalışılsa, görmezden gelinse de
vardı, var ve var olacak!
Kadınların çeşitli ideolojilerde tayin
edilen konumu öyle bir ayna işlevi görüyor
ki yansımasında her defasında bir sınıfı
ve onun dolaysız çıkarlarını görüyoruz.
Bu aynaya özellikle feminist akımlar
ve sosyalist hat açısından biraz daha yakından
bakalım.
BİR YANDA “HEPİMİZİN
EZİLMİŞLİĞİ AYNI”
DİYENLER…
Kadın hareketi esasen kadınların ortak
taleplerinden oluşan asgari bir programa,
en geniş kadın kesimlerini birleştiren
bir platforma sahip olması gereken
bir hareket. Dolayısıyla ideolojik, politik,
kültürel, ulusal farklılıklar hareketin doğasında
var. Kadınların tüm yaşamsal
14
haklarını korumak ve ilerletmek üzere
birleştirici, mücadelenin bileşenlerini,
öznelerini genişleten, geniş kadın kesimlerine
seslenen ve onlarla güçlenen bir
kadın hareketi bütün bu farklılara rağmen
kitleselleşmeyi en temel, en yakıcı,
en ortaklaştırıcı gündemler, talepler etrafında
örgütlenerek sağlayabilir.
Ama dedik ya, her ideoloji, yani aslında
her sınıf, kendi rengini vermeye de
çalışır kadın hareketine diye. İşte burada
kadın mücadelesinin “öznesinin” kim olduğu
sorusu çıkıyor ortaya. “Nasıl yani?
E kadınlar işte, kim olacak?” dediğinizi
duyar gibiyiz. İşte orada biraz duralım.
Elbette ki cinsiyete özgü ezilme, baskı ve
ayrımcılık yalnızca sınıfsal konumlara indirgenemez,
tüm sınıflardan kadınlar,
sadece kadın oldukları için ayrımcılığın
ve eşitsizliğin türlü biçimlerini yaşıyor.
Ama aynı yaşamıyor! Kadınların ve
erkeklerin iki uzlaşmaz kampa bölündüğü
ve uzlaşmaz çıkarlarla tarif edildiği
feminist bir toplum tahlili, kadınların
“ortak ezilmişliğinin” zeminini yanlış bir
biçimde tarif ederek “homojen bir kadınlık
durumu” anlatıyor. İçinde “sınıf
barındırmayan bir kadın hareketi” tahayyülü
yaratılıyor, “sınıflar üstü bir kadın
hareketi” eşittir “feminist hareket”
olarak görülüyor. Bu tanımlamalar, elbette
basit bir kullanım farklılıkları değil,
doğrudan ideolojik bir tercih. Kadınları
“sınıfsızlaştıran”, sınıfsız bir kadın
mücadelesi tahayyülü ile sorunun özünü
gözlerden kaçıran, “uzlaşmaz çıkarları”
sömürü sistemiyle değil, erkeklerle, erkeklikle
açıklayan bu “ideolojik tercih”,
her defasında kapitalist çıkarlara yedeklenmeye
mahkûm olan bir tercih. Üstelik,
tarihin bir cilvesi olarak, bahsettikleri
“tüm kadınların ortak kurtuluşunu getirecek”
bir mücadeleyi de örgütleyemez.
“Bütün” kadınların “ortak çıkarlar” etrafında
birlikte mücadele etmesi fikri
her ne kadar ilk bakışta her ne kadar
“birlikten güç doğar” sağduyumuza yakın
geliyorsa da o “ortak çıkar” kimin çıkarı
ve nasıl belirleniyor soruları önemli.
Toplumda egemen olan burjuva ideolojisinin
kadın sorununa yaklaşımı, sermayenin
çıkarlarını kadınların tamamının
çıkarları olarak göstermek, “kadınlar bir
bütün” derken kadınların sınıfsal farklılıklarını
görünmezleştirmek, onları sorunun
gerçek kaynağından ve çözümünden
uzaklaştırmak ve sınıfsal egemenliğini
koruyan bir hatta yedeklemek ister.
BİR YANDA “HİÇBİRİMİZ
BİRBİRİMİZE
BENZEMİYORUZ”
DİYENLER…
Burjuva ideolojisi bir yandan kadınların
karşı karşıya kaldıkları sorunları derinleştiren
adımları her gün örgütlüyor.
Kadınların eşitlik fikrine saldıracağı zemini
inşa edebilmek için demokratik
haklarına saldırıyor. Toplumsal eşitsizliği
derinleştirerek, işçi sınıfının yaşam koşullarını
ağırlaştırarak bu zemini sağlamlaştırıyor.
Diğer yandan da kendisini ideolojik
olarak her gün yeniden örgütlemek,
sermayenin çıkarlarını “ortak çıkar”
haline getirmek zorunda olduğu
için de güncel her türden tartışma ve konuyu
kendi minderine çekiyor. Bunu bazen
“kadınlar bir bütündür” diyerek sorunu
tüm sınıfsallığından soyutlayarak
yapıyor, bazense “hiçbir birey bir bütünü
oluşturamaz, çünkü bütün diye bir şey
Arkamıza bakarak yürümek zorunda mıyız!
Selin KURŞUN
İzmir Demokrasi Üniversitesi
Hayatlarımızı iyileştirmek, şiddetin
duvarını yıkmak, yaşam alanlarının
kadınlar için “güvenli” hale gelmesini
istiyorsak mücadelede buluşmak
zorundayız.
3
Kadınların el ele vererek kazandıkları
haklara saldırılar dünyanın
her köşesinde farklı örneklerle
çeşitleniyor. Türkiye’de de kadınlar
bundan payına düşenleri yaşıyor.
Her gün her an… Yeri geliyor girdiğimiz
markette birisinden kaçarken buluyoruz
kendimizi, yeri geliyor yürüdüğümüz
yolda adımlarımızı hızlandırıyoruz.
Yeri geliyor erkek arkadaşımız, yeri geliyor
ailemiz şiddetin bir uygulayıcısı haline
gelirken kafamızda kime güveneceğiz
soruları dolanıyor. Liseli bir genç kız
flört ettiği çocuk tarafından tehdit edilirken,
nice üniversiteli ayrılmak istedikleri
sevgilileri tarafından öldürülüyor.
Geride kalan söylemler ise sevgili olduğumuz
kişiyi iyi seçmemiz gerektiği, geç
saatlerde evde olmamız gerektiği gibi
“gereklilik yığınlarından” oluşabiliyor.
Yani güvenliğimizi sağlamakta da her
konuda olduğumuz gibi yalnız bırakılıyoruz.
Biz kendimizi “kötü” erkeklerden
korumakla mı bir hayat geçirmeliyiz,
bunun sorumluluğu neden hepimize
tek tek yükleniyor? Biz kendimizi kısıtlayarak
güvenliğimizi sağlayacaksak
devlet neden var? Bizim bedenimiz, cinselliğimizle
bu kadar meşgul olan devlet
sokağı, kampüsü, koridoru neden bizim
için güvensiz hale getiriyor?
Bu artan şiddet kadınlar üzerinde bir
baskı aracı haline getiriliyor. Neoliberalizmin
muhafazakâr politikalar kadınları
aile içerisine çekmek, ev içine çekmek
isterken tek adam iktidarı kadın düşmanlığıyla
bu durumu pekiştirerek karşımıza
çıkarıyor. Hayatlarımız ve bedenlerimiz
üzerinde söz söylemek
AKP’nin ve onun ortağı MHP’nin bir
rutini haline dönüşmüş durumda. En
ufak tweette cumhurbaşkanına hakaretten
dava açtıran Erdoğan bu ülkenin
kadınlarına “sürtük” diyerek hakaret
edebiliyor kürsülerde. Kadınların ne
giydiğinden hangi saatte nerede bulunduğuna,
kadın sanatçıların sahne kostümlerinden
ne söyleyip söyleyemeyeceklerine
iktidar kürsüsünden yorumlar
yapılıyor. Üstten başlayan bu sorgulama
hayatlarımıza kadar iniyor, yeri geliyor
arkadaşlarımız uyarıyor bizi: “Bunu neden
giydin?”
Birbirimizi korumaya çalışıyoruz,
bindiğimiz taksinin plakasını birbirimize
atıyoruz, canlı konumumuzu paylaşıyoruz.
Derginin ilerleyen sayfalarında Balıkesir
Üniversitesinden Cansu’nun
mektubunda anlattığı gibi gerekirse tek
yürümeyelim diye birbirimizi akşam saatindeki
iş çıkışlarımızdan alıyoruz. Akşam
saatinde işten eve, okuldan yurda
yürümeyi düşünürken bile Türkiye’nin
her şehrinde genç kadınlar nasıl en güvenli
şekilde yolu geçireceğini düşünüyor.
Hayatlarımıza şöyle bir dönüp bakınca
bulunduğumuz mekanları bizim için
güvensiz yapan pek çok etken var. Kız
yurtlarında son giriş saati uygulaması
“bizleri şiddetten korumak için en katı
haliyle” uygulanırken yurtlarımızın
önünde tanımadığımız bir erkeğin bizi
rahatsız edeceği davranışlarda bulunmasını
elbette önlemiyor. Gece sokakta,
öğlen kampüste, istediğimiz mekânda
kaygılanmadan yaşayabilmek buralardaki
varlığımızın kısıtlanarak, saat koşulu,
giyim koşulu... gibi çeşitli koşullara bağlanarak
sağlanması şöyle dursun kaygılarımızı
daha da artırıyor, alanlarımızı
daha da daraltıyor.
İktidar kadınları şiddete karşı koruyacak
mekanizmalar ortadan kaldırılıyor.
“Devlet, her türlü şiddet olayıyla ilgili
istatistiksel verileri düzenli aralıklarla
toplayacak, şiddet olayının kökünde
yatan nedenler ve bunların etkilerini,
yaygınlığını, ceza oranlarını ve alınan
tedbirlerin etkililiğini incelemek üzere
araştırmaları destekleyeceklerdir” (11.
madde) diyen İstanbul Sözleşmesi’nden
çıkan iktidar kadın cinayetlerinde, taciz,
tecavüz davalarında soruşturmaların
doğru düzgün yapılmaması, delillerin
toplanmaması hatta yok edilmesi, faillerin
para, mevki, güce sahip olması sebebiyle
üstünün örtülmesi gibi cezasızlıklarla
şiddeti körüklüyor. Sonuç, Türkiye’de
son 10 yılda en az 2534 öldürüldü.
Hayatımızın en küçük birimlerine kadar
işleyen şiddetin palazlanması devletin
kurumlarıyla, kanunlarıyla, kanunların
uygulayıcılarıyla, medyasıyla oluyor.
Ulusal ölçekte kadınları şiddete karşı
koruma sorumluluğunu devletlere yükleyen
sözleşmeler feshedilirken, daha
yerel ölçeklerde kadınların yan yana gelebileceği
üniversitelerdeki kadın kulüpleri
İçişleri Bakanlığı tarafından illegal
ilan ediliyor, öğrenci yurtlarına giden
yolların aydınlatılması için öğrencilerin
yaptığı başvurular görmezden geliniyor,
üniversitelerde, liselerde tacizin, şiddetin
önlenmesi için mekanizmalar işletilmiyor….
Tüm bunlar güvenli bir alan, güvenli
bir kampüs talebini daha da acilleştiriyor.
Çünkü artık sadece yan yana geldiğimizde,
bizimle benzer kaygıları duyan
kadınlarla sorunlarımızı paylaştığımızda,
çözümler üretmeye çalıştığımızda
daha güvende hissediyoruz. Yaşadığımız
sorunlar bizleri yalnızlık ve çaresizliğe
zaman zaman itse de el ele verip sokaklara
çıktığımız da oluyor, mahkeme salonlarına
gittiğimiz de. Birbirimize
omuz olduğumuz alanlar büyüyor. Hayatlarımızı
iyileştirmek, şiddetin duvarını
yıkmak istiyorsak, yaşam alanlarının
kadınlar için “güvenli” hale gelmesini
istiyorsak mücadelede buluşmak zorundayız.
Bugün Tahran’daki kadınların
mücadelesinin işçiler, öğrenciler, öğretmenler,
esnaf, sağlıkçıların talep ve mücadeleleriyle
birleşmesi bu sebeptendir
ki toplumsal bir değişim vadediyor.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
4
13
Topluluklar
ve CİTÖB’LER:
Hayalin değil gerçeğin
KİMDİR?
Nasıl kazanıldı?
peşinde bir kadın: Suat Derviş
Nasıl ilerletilmeli?
Kampüslerin güvenli hale
gelmesi talebinin öğrenciler
içinde örgütlenmesi ile
CİTÖB’ler ve kadın toplulukları
kuruluyor ve varlığını
sürdürebiliyor.
Sıla ALTUN
ODTÜ
Son yıllarda tek adam yönetiminin
ortaya koyduğu anti-demokratik
uygulamalar genç kadınların hayatlarını
da kampüste, sokakta, yurtlarda
yani kadınların var olduğu her alanda
kısıtlamayı ve çekilmez hale getirmeyi
başarıyor.
Üniversiteli kadınlar kampüslerde de
şiddete uğruyor buna karşı mücadele etmek
istediklerinde ise gerekli mekanizmaları
bulamıyor, şiddetle mücadele için
var olan mekanizmalar yetersiz kalıyor
ve en nihayetinde soruşturma sürecinde
yaşadığı şiddetin suçlusu olarak kadınları
gören üniversite personeli ile karşılaşıyor.
Yani üniversitelerde de kadınlar
kendilerine güvenli bir alan yaratma ihtiyacı
hissediyor. Üniversitelerin kadınlar
için birer güvenli alan haline gelebilmesi
için yine kadınların mücadelesi sonucu
kazanılmış kadın toplulukları ve cinsel
tacizi önleme birimleri farklı üniversitelerde
çalışmaya devam ediyor.
KADINLAR TOPLULUKLARI
NASIL KAZANDI?
Üniversitelerde kurulan kadın toplulukları
genel anlamda hem öğrencilerin
dayanışması, bilinçlendirilmesi, bilgilendirilmesi
hem de üniversitelerdeki kadınların
yaşadıkları sorunlar etrafında bir
araya gelmesinin alanını yaratıyor.
ODTÜ’deki kadınların kendi üniversitelerinde
faaliyet yürütebileceği, dayanışma
içinde bir mücadele örgütleyebileceği
bir topluluk ihtiyacının doğduğu süreçte
ODTÜ rektörlüğüne onlarca başvuruda
bulunulmuş ancak uzun yıllar yanıt
alınamamıştı. Bunun üzerine kadınlar
kendi “resmi olmayan” topluluklarını
kurmuş, okuldaki kadın mücadelesini
buralarda yürütmeye devam etmişti. Ancak
okul içinde
tüm kadınlara hitap edebilecek ve onları
ortak bir mücadele etrafında bir araya
getirebilecek resmi bir topluluk talebinden
vazgeçilmiş değildi. Kurdukları kadın
birlikteliklerinin yeniden topluluk
başvuruları yapmaları, üniversitedeki kadın
hareketini bu taleple birlikte görece
düzenli bir şekilde örgütlemeleri 2017’de
ODTÜ’de Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları
Topluluğu’nun kurulmasıyla sonuçlandı.
Hacettepe Üniversitesi örneğinde kadınların
bir araya gelerek bir imza kampanyası
düzenlemesi ile 2014’de Hacettepe
Kadın Çalışmaları Topluluğu
(HÜKÇAT) kuruldu. İstanbul Aydın
Üniversitesi’nde (İAÜ) ise Kadın Araştırmaları
Kulübü’nün resmi olarak kurulmasını,
birlikte hazırladıkları bir bildiriyle
talep eden kadınlara başlangıçta okul
yönetiminin verdiği olumsuz cevap, üniversiteli
kadınların bu talep için bir araya
gelmesi ile birlikte aşılmış ve 2019’da İA-
Ü’de de Kadın Araştırmaları Kulübü kurulmuştu.
Üniversitelilerin en çok ifade ettiği
şey topluluklardaki birlikteliğin hem üniversitede
geniş bir bilinç yaratma hem de
bu ortak bilinçle, birlikte mücadele etmenin
beraberinde getirdiği yalnız olmadığını
bilme durumu. YTÜ’de 2020’de
resmi olarak Kadın Çalışmaları Topluluğu
kurulduktan sonra bir kadının dediği
gibi: “Okulda başıma bir şey gelse yalnız
olmadığımı biliyorum. Artık o kapıları
tek başıma aşındırmam.”
Bu kulüplerin varlığı, eşitsizliğin karşısında
kadın mücadelesinin örgütlendiği
bir odak haline gelmesi açısından büyük
önem taşıyor. Kampüste kadın mücadelesinin
örgütlendiği bu topluluklar, üniversitelerin
güvenli alan haline gelmesini
diğer öğrenci topluluklarını ve öğrencileri
de bu mücadeleye dâhil ederek sağlıyor.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
CİTÖB’ler üniversite içinde cinsiyet
eşitliğini garanti altına almak üzere çalışma
yürütüyor ve üniversite içinde yaşanabilecek
bir şiddet vakasında sürece
farklı şekillerde müdahil olabiliyor. Ancak
bu birimler her ne kadar üniversitenin
bileşenlerinin mücadeleleri ile kurulmuş
olsalar da hem tacizi ve şiddeti önleme
hem de eşitliği sağlayabilecek politika
ve uygulama geliştirmekte oldukça
eksik kalıyor. Bu eksiklik kadınların kendi
mücadele alanlarını yaratmaya çalışırken
gösterdikleri istikrarlı çabayı, birimler
kurulduktan sonra bu birimleri geliştirmek
için gösterememesinden kaynaklanıyor.
ODTÜ, Yıldız Teknik Üniversitesi ve
İstanbul Aydın Üniversitesi örneğini ele
alalım. ODTÜ’ de Cinsel Tacizi Önleme
Birimi (CİTÖB), akademisyenlerin ve
ODTÜ’lü kadınların baskısı sonucunda
kurulmuştu. Kuruluşundan önce bu talep
bir süre varlığını sürdürse de kazanılamamış,
ancak ODTÜ’lü kadınlar kitlesel
bir şekilde örgütledikleri eylemlerde
CİTÖB’ün kurulması talebi öne çıkarmaya
başladığında, kadınlar tarafından
sahiplenip örgütlendiğinde birimin kuruluşunun
bir zemini ortaya çıkabilmişti.
YTÜ’de ise yaşanan bir cinsel saldırı olayı
karşısında 34 öğrenci topluluğunun bir
araya gelip Cinsel Tacizi Önleme Birimi
kurulmasını talep etmesi ve kadınların
bulundukları her alanda bu talebi örgütlemesi
üzerine YTÜ’de CİTÖB kurulmuştu.
İAÜ’de 2019’da bir kadın öğrencinin
akademisyen tarafından tacize uğraması
sonucu bir araya gelip Kadın
Araştırmaları Kulübü’nü kuran kadınların
CİTÖB kurma dilekçesi ilk aşamada
reddedilse de Kadın Araştırmaları Kulübü
okuldaki 16 kulüple ortak bir mücadele
sonucu tekrar CİTÖB için başvuruda
bulundu ve bu sefer onay aldı. Ancak
başvurunun üstünde 2 yıl geçmesine rağmen
okulun onayladığı birim hala yürürlüğe
girmedi.
VAR OLAN CİTÖB’LER
NASIL GELİŞECEK?
Var olan CİTÖB’lerin işleyişi arkasında
onu itebilecek ve dönüştürebilecek istikrarlı
bir üniversiteli kadın hareketi olmadığı
sürece, bu birimler olduğu yerde
sayıyor ya da çok küçük değişimler gerçekleştiriyor.
ODTÜ’de genç kadınların
CİTÖB kurulduktan sonra geliştirilmesi
için sürekli, devamlılığı olan bir çalışmayı
örgütlemesinde yaşanan sorunlar, CİTÖ-
B’ün geliştirilmesi ve aktifleştirilmesi sürecini
yavaşlatıyor. ODTÜ’de CİTÖB’ün
geliştirilmesi talebinin CİTÖB’ün kendisini
tehlikeye sokabileceği illüzyonundan
dolayı böyle bir mücadelenin örgütlenmesi
önüne çeşitli engeller çıkartılıyor.
Ancak Hacettepe’deki örnek bu “tehlike”
algısının neden bir illüzyon olduğunu
daha net ortaya koyuyor. Hacettepe’deki
kadınlar birimin geliştirilmesi için, içinde
öğrenci temsilcisinin bulunması gerektiği
üzerine açık forumlar yaparak ve bu talebi
örgütleyerek bu hakkı kazanmıştı.
Üniversitelerdeki topluluklar ve Cİ-
TÖB’lerin kazanılma deneyimleri, bugün
mücadelenin yalnızca takvimsel ve refleksif
noktalarından tutarak ilerletilmeye
çalışılan üniversiteli kadın hareketi açısından
güvenli alan talebinin mücadele
içinde sürekli olarak örgütlendiği süreçte
kazanılabileceğini bizlere gösteriyor.
Kampüslerin güvenli birer alan haline
gelmesi talebinin öğrenciler içinde örgütlenmesi
ile CİTÖB’ler ve kadın toplulukları
kuruluyor ve varlığını sürdürebiliyor.
Bu kazanımlar, kadın mücadelesinin kazanımlarıyken
aynı zamanda kampüslerdeki
mücadelenin elde edilen kazanımlarla
ilerletilmesi ve genişletilmesinin yolunu
açıyor.
Berivan ÖZKARA
Anadolu Üniversitesi
Suat Derviş’in ismini sanıyorum ilk
lise yıllarımda duymuştum. O zamanlar
bildiğim tek şey “Fosforlu
Cevriye” romanının yazarı olmasıydı.
Fakat daha sonra Suat Derviş’i tekrar
keşfetme fırsatı buldum. Bu kendiliğinden
gelişen bir şey değildi elbette. Derviş’in
giderek merak edilen bir yazar olmasındaki
en büyük etki Türkiye’deki
kadın hareketinin Derviş’i yeniden sahiplenmesi
oldu. Çünkü Derviş kadınlara
çok değerli bir mücadele örneği bırakmıştı.
Bu vesileyle aslında yeniden
okumak ve yaşamını detaylıca araştırmak
gerektiğini gördüm.
Hatice Suat Derviş 1903 yılında İstanbul’da
varlıklı bir ailenin çocuğu olarak
dünyaya gelir. On beş yaşındayken “Kara
Kitap” romanı yayımlanır. Derviş’in
toplamda otuza yakın romanı, pek çok
hikayesi, makalesi, eleştirisi ve çevirisi
NEDİR?
Bir şiddet türü: Israrlı takip
Israrlı takip şiddet türleri arasında en
yaygın olan ama hakkında çok az şey
bilinen, tanımlaması güç olan şiddet
türlerinden biri.
Sürekli telefonla aramak, sürekli
mesaj ya da e-posta göndererek
rahatsızlık vermek, sosyal medya
hesaplarını denetlemek, kadın adına
sosyal medya hesapları açmak, özel
bilgilerini ifşa etmek, kadının
arkadaşlarına, patronuna, ailesine
mesaj ya da e-posta göndermek ısrarlı
takip yöntemlerindendir.
Israrlı takip, korku uyandırmayı,
var. Aynı zamanda ilk basın sendikasının
beş kurucusundan biri, ilk başkanı ve
Devrimci Kadınlar Birliği’nin kurucusu.
Derviş Avrupa’ya muhabir
olarak giden ilk kadın gazeteci
ve eserleri yabancı
dillere çevrilen ilk Türkiyeli
yazarlardan. Suat
Derviş’e ‘ilklerin kadını’
demek yerinde
olur diye düşünüyorum.
DERVİŞ’İN
BAKIŞ AÇISI
HEP SINIFSAL
Derviş gazetede çalıştığı
yıllarda yoksulları,
emekçileri, kadın işçileri
yani konaklarda yalılarda
oturanlardan farklı
hayatları gözler önüne sermiştir.
Son Posta gazetesi için “Çöken
Boğaziçi” adlı röportajlarında bunu görmek
mümkün. Bu röportajlar ilk olarak
Fotoğraf: Canva
gözdağı vermeyi ve güvencesiz
hissettirmeyi hedefler. Eski sevgilinin
haber vermeden veya davet edilmeden
eve, okula, kişinin bulunduğu mekana
gelmesi, kişinin karşısına çıkması,
sürekli hediye, çiçek vb. alması veya
göndermesi, arkadaş çevresi
aracılığıyla iletişim kurması ve kişi ile
ilgili bilgi almaya çalışması da ısrarlı
takiptir.
Kadınların mücadelesi sonucunda
Türk Ceza Kanunda “ısrarlı takip” suç
kapsamına alındı.
1935’te Cumhuriyet Gazetesi’nde 9 gün
boyunca yayımlanır.
“İstanbul Halkı Nerede Oturur?”
röportaj dizisi çok ilgi
çekmiş olacak ki bu röportaj
dizisinden hemen
sonra “Veremliler ile
konuştum” adlı röportajı
yayımlanır.
Derviş röportajında
İstanbul’da yaşayan
işçi-emekçilerin verem
hastalığıyla nasıl
baş başa bırakıldıklarını
sınıfsal bir
bakış açısı ile ifade
etmiştir.
Derviş röportajına
şu sözleri ile başlar:
“İstanbul’da verem korkunç
bir afet gibi fakir
mahalleleri sarmış durumda.
Evleri eski, harap. Fakir sokakların
her birinde bu eski ve harap evlerden
bir veya ikisinin ocaksız, ateşsiz. Gıdasız
yarı çıplak hastalar ümitsiz gözlerle tahta
tavanlarının budak yerlerini sayarak ölümü
bekliyorlar…”
MÜCADELEDEN YANA
KADINLARIN HİKAYESİ
Suat Derviş’in 1930-1938 yılları arasında
kaleme aldığı öyküleri, İthaki’den
yayımlanan “Daktilo Nebahat” adlı kitapta
toplandı. Bu kitaptan da görüleceği
üzere Suat Derviş öykülerinde genellikle
kadın karakterleri merkeze alır. Erkek
şiddeti mağduru Fatma, ahlaki normları
reddeden Meliha, ergenlik çağına gelmiş
Rezzan ve oyuncaklarının hikayesi vb.
öykülerinde kadınlar boyun eğmiyor, özgürlükleri
için mücadele ediyorlar.
Suat Derviş’i konuşurken yalnızca gazeteci-yazar
demek haksızlık olur. Komünistti
Derviş. Mücadele dolu yılları
içinde tavrı her zaman ezilenden yana oldu.
50 yıl geçti ölümünün ardından. Ama
birbirinden değerli eserleri ile hâlâ aramızda…
Fotoğraf: Süs Dergisi 21.sayısı kapağından
NE DEĞİLDİR?
Part-time çalışma kölelik değildir!
İş Kanunu uyarınca “kısmi süreli çalışma” olarak
adlandırılan part time işlerde çalışanların hakları
var!
Tam süreli sözleşmede haftalık çalışma süresi
45 saat olarak uygulanıyor. Kısmi süreli sözleşme
ise haftada 30 saat ve altındaki süreler için yapılıyor.
Part time çalışacak kişiler ile işveren arasında
“kısmi süreli” sözleşme imzalanması gerekiyor.
Part time çalışan işçilerin, diğer çalışanlar gibi
sigortalarının yaptırılması zorunludur ve SGK’ya “6-
Kısmi istihdam” veya “7-Puantaj” koduyla bildirilir.
Part time çalışma sözleşmesi saat ücreti üzerinden
yapılmışsa bu durumda bir ayda çalışılan
süreler toplanır ve günlük 7 buçuk saat olan çalışma
süresine bölünür. Hesaplanacak gün sayısı
üzerinden prim yatırılır. Hesaplama sırasında, 7
buçuk saatten az olan küsuratlar 1 gün kabul
edilir.
Kısmi süreli sözleşme aylık
ücret üzerinden yapılmışsa,
haftalık
çalışma süresi dikkate alınmaksızın 30 günlük
sigortalı bildirilir. Bu durumda ödenecek ücret de
brüt asgari ücretten az olamaz.
Kısmi süreli çalışanların da yıllık ücretli izin
hakları bulunuyor. Ancak, yıllık izinler, çalışılan süre
üzerinden hesaplanır. Kısmi süreli sözleşme yapılmış
bir kişi ayda ortalama 10 gün çalışmışsa, bir
yıllık sürenin sonunda yıllık izne hak kazanır. Bir
yıllık normal işçi 14 gün izin kullanabilirken, ayda
ortalama 10 gün çalışmış olan part time çalışan kişi
5 gün yıllık izin kullanabilir.
Part time çalışanlar, ihbar ve kıdem tazminatı
bakımından da tam zamanlı çalışanlarla aynı haklara
sahip. En az bir yıl çalışmış olmak kaydıyla,
kısmi çalışma sözleşmesinin işveren tarafından
haklı bir nedene dayanmadan feshedilmesi durumunda
kıdem tazminatı ödenmesi
gerekir. Kıdem tazminatı tutarı,
bir ayda ödenen ücret üzerinden
hesaplanır.
Görsel: Canva
Zırhlı araçların dört döndüğü kentlerde erde kadın olmak
Nurgül DENİZ
Dicle Üniversitesi
Tek adam ve tek parti iktidarının
artan baskı ve şiddet politikalarının,
derinleşen ekonomik krizin,
barınma sorununun kadınların yaşamındaki
etkisi daha derinden hissediliyor.
Kürt kadınları için ise bu madalyonun
daha fazla ve karanlık yüzü var.
Bölgedeki kentlerde, şehirlerin iç kesimlerindeki
mahallelerde, cadde başlarında
ağır silahlı askeri araç ve ekipler
güvenliği sağlamakla (!) görevlendirilmiş.
Bir OHAL rüzgârı esiyor bu güvenlik
noktalarından denilirse abartılı
olmaz. Bölgede yaşayan halk için yeni
olmayan ancak 2015’ten bu yana katlanarak
artan bir durum bu. Yıllardır bölgedeki
üniversitelerin neredeyse tamamında
zırhlı araçlar ve ağır silahlı kolluk
güçleri/ordu mensuplarının olduğu gibi...
Herhangi bir basın açıklaması, yan yana
gelişte TOMA’lara ek zırhlı araçların,
ağır silahlı ekiplerin toplandığı görülüyor.
Üniversitelerin bir kısmında kampüsün
orta yerine dikilmiş karakollar mevcut.
Kürt illerindeki üniversitelerin büyük
çoğunluğunda cinsel taciz önleme birimleri
aktif değil ve kadınların bir araya gelebileceği
topluluk\kulüp vb. oluşumlar
ya yok ya da kapatılmaya çalışılıyor. Barınma
sorunu özellikle Kürt illerinde
genç kadınlar için çok daha ağır. Yurt
olanaklarının çok kısıtlığı olduğu illerde
bavullarıyla sokak sokak ev arayan üniversiteli
kadınlar ciddi bir tacizle, cinsel
şiddetle karşı karşıya kalıyor. Bu şiddet
faillerinin bir kısmının kolluk güçleri oluşu,
kadınların yaşadıkları karşısında adalet
arayışlarının önünde bir engel oluyor.
Şiddete karşı cezasızlık da şiddeti, tacizi
adeta teşvik eder durumda. Söz konusu
Kürt kadınları olunca bu cezasızlık iki
misli artıyor. Örneklerine bakalım…
GÜLİSTAN DOKU’DAN
İPEK ER’E
Munzur Üniversitesi öğrencisi Gülistan
Doku, kaybolduğunda 21 yaşındaydı.
5 Ocak 2020 Günü Zainal Abarakov ile
tartıştıktan sonra üniversiteye giden bir
minibüse binen Gülistan’dan bir daha haber
alınamamıştı. Gülistan’ın intihar ettiği
iddiasıyla farklı zamanlarda defalarca
kez Uzunçayır Baraj Gölü’nde aramalar
yapılmış olsa da Gülistan’dan bir iz bulunamamıştı.
Tüm süreç boyunca baş şüpheli
Zainal Abarakov önceleri görmezden
gelinmiş, kamuoyu baskısıyla gözaltına
alınsa da kısa bir süre sonra serbest
bırakılmıştı. Zainal Abarakov’un polis
olan üvey babası Engin Y., Gülistan’ın
kayıp haberinden itibaren dosyaya dair
bilgileri, şüpheli Abarakov’la paylaşmaktan
açığa alınana kadar emniyette çalışmaya
devam etmişti. Sonuç olarak Gülistan
Doku, neredeyse 3 yıldır kayıp, baş
şüpheli Zainal Abarakov dışarıda ve dosyada
kamuoyunun baskısıyla gidilen bir
arpa boyu yoldan başka ilerleme yok. Üstelik
Dersim’de kolluk kuvvetlerinin kadınlara
yönelik baskıları Gülistan Doku
olayıyla sınırlı değil, sistematik bir hal almış
durumda.
Siirt’te de 18 yaşındaki İpek Er, uzman
çavuş Musa Orhan’ın tecavüzünden
sonra bir mektup bırakarak intihar etmişti.
1 ay yoğun bakımda kaldıktan sonra
hayatını kaybetmişti. Fail Musa Orhan,
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
Tek adam iktidarının tüm politikaları,
bölgede yaşayan genç kadınların
yaşamını daha güvencesiz ve şiddete
açık bir hale getiriyor.
12
CENDEREDEN BİRLİKTE ÇIKARIZ
Kadınlar her gün artan ve Kürt kentlerinde taşıdığı öznel özelliklerle
daha da hissedilir olan bu baskı ve şiddet politikalarına karşı
cendereyi kırmanın yollarını deneyimleri ile kendileri yaratıyor.
Üniversitesinde, lisesinde kadın topluluklarını kurmaya çalışıyor, Ekmek
ve Gül gruplarında diğer genç kadınlarla yan yana geliyor, kadın
derneklerinde buluşuyor, kolluk tacizine karşı basın açıklaması yapıyor,
yurt yollarının ışıklandırılması için imza topluyor, birbiriyle bir dayanışma
ağı oluşturuyor, başka şehirlerdeki genç kadınların deneyimlerini
tartışarak kendi birikimi haline getiriyor… Sıkıştırılan cendereyi
kırmak için yan yana gelme araçlarını kadınlar işte böyle oluşturuyor.
tutuksuz yargılandığı davada 10 yıl hapis
cezası almış fakat mahkeme tarafından
kaçma olasılığının olmadığı gerekçe gösterilerek
adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı.
Bölgede çok sayıda şüpheli kadın ölümü,
intihar vakası söz konusu. “Şırnak’tan,
Van’dan” diye başlayan kadın cinayeti
haberleri ise her geçen gün artıyor.
SESİN FAZLA
ÇIKMAYAGÖRSÜN!
Kaybolan Kürt kadınların nerede olduğunun
hesabını sormak bile bir üniformanın
koruyucu gücüne takılıyor. Basın
açıklamaları çeşitli bahanelerle engellenirken,
kadın derneklerinin faaliyetleri sınırlandırılıyor
hatta “sesi fazla çıkanlar”
kapatılıyor. Taciz faili kolluk güçleri, üniformalarıyla
aklanıyor, gazeteci kadınlar
şafak baskınlarıyla evlerinden uzun namlulu
silahlarla alınıyor. İki ay önce MA
Muhabiri Berivan Kutlu polis tarafından
ölümle tehdit edilirken geçtiğimiz günlerde
gözaltına alınan başka bir MA Muhabiri
Zemo Ağgöz’ün 45 günlük bebeği
emniyete getirildiğinde bezinin içine kadar
aranıyor. Bu cendere Kürt kadınlarının
yaşamını, tüm siyasal gericiliğiyle, giydikleri
kıyafetlerin renklerine müdahale
edecek kadar kuşatmış durumda.
Artan devlet ve aile baskısının yanında
çalışan kadınlar için işveren baskısı da ortaya
çıkıyor. Örneğin tekstil atölyesinde
çalışan 18 yaş altı kadınlar regl sancısı
nedeniyle hastaneye gitmek için izin istediğinde
işverenin beş karış suratıyla karşılaşıyor.
Bölgede iş olanaklarının çok kısıtlı
olması nedeniyle, kadınlar işyerinde
türlü çeşit baskı ve şiddete uğruyor, bu iş
sanki onlara bir nimet olarak sunulmuş
gibi davranılarak susmaları bekleniyor.
Kız çocuklarının eğitimden yoksun bırakılması,
kadın kaçırmalar ve çocuk gelinler
bilmem kaç sezonluk töre dizisi senaryoları
değil, bölgede hâlâ kadınlar için
güncelliğini koruyan sorunlar. Dolayısıyla
antidemokratik uygulamalar, cezasızlık
politikası başta olmak üzere tek adam iktidarının
tüm politikaları bölgede yaşayan
genç kadınların yaşamını daha güvencesiz
ve şiddete açık bir hale getiriyor.
Bütün bunlar kadınlar arasında bir
araya gelme ve birlikte hareket etme ihtiyacını
artıyor. İstanbul Sözleşmesi’nin
feshi, kadın cinayetlerinin davaları, kadınların
yaşamına yönelik doğrudan saldırılar
ve bu saldırılara yönelik cezasızlık
politikaları sonucunda kadınlar arasındaki
bu bir araya gelme, birlikte hareket etme
ihtiyacı somut bir birlikteliğe ve eylemliliğe
dönüşüyor.
Fotoğraf: MA
Her yere 777’leri
yazsak da değişen,
düzelen bir şeyler
göremedik...
Ezgi KAYA
Hacettepe Üniversitesi
777, 333, Kupaların Ası, burç uyumu:
Sistemin “bug”ı tarotta değil!
Bu yazıyı okuyan tahminimce benzer
yaş gruplarında olduğum genç kadınlar,
çok da iyi bir zamana ve ülkeye
“denk gelmeyişimize” hayıflanıyordur
herhalde. AKP iktidarında doğmuş
veya hayatının önemli bir kısmını AKP’li
yıllarda geçirmiş pek çokları gibi... Büyük
bir baskı ortamı var, özgürlük desen yok,
her gün yeni bir yasak, bir hak kaybı…
Neredeyse haber okumaya, sosyal medyada
ciddi bir mecra takip etmeye tahammül
bile kalmadı. Kadınlar bu tabloda üstü en
çok çizilenler. Hâl böyle olunca öfkenin
de arayışın da en büyüğü kadınlarda.
Her yıl üniversitelerde kadın çalışmaları
topluluklarına ilgi de katılım da artıyor.
Üniversiteye adım atıp da kadın topluluk
standına gelen genç kadınların genelde ilk
cümlesi “Hah ben de burayı arıyordum!”
oluyor. Benzer sorunları yaşayan genç kadınlar
en büyük rahatlamayı, bu sorunu
yaşayan tek kişi olmadıklarını gördüklerinde,
çok kişi olmanın bir şeyleri değiştirebilme
ihtimalinde yaşıyor.
Dönemin başındaki bu coşku ve birlikteliğin
verdiği heyecan aynı düzeyde kalmıyor
çoğunlukla. Bunun pek çok nedeni
var. Örneğin yaşam hakkı, güvenli alanlar
için paneller düzenleyen, sınıf arkadaşlarıyla
pankartlarını hazırlayan, eyleme katılan
genç kadınlar belki de eylemden dönerken
tacize uğruyor. Ertesi gün akademide
cinsiyetçi dil yeniden üretiliyor. Bütün
bunlar İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi
engelleyemiyor. Yoksulluk, taciz, antidemokratik
uygulamalar ve baskı üstüne,
bir de “Ben bir şeyler yapsam da hiçbir
şey değişmiyor” söylemlerinin yaygınlaştırılması
ve aslında giderek de kabul edilmesi
genç kadınları umutsuzluğa ve karamsarlığa
sürüklüyor. Kendi hayatıyla ilgili
karar verme hakkı yok sayılan kadınlar,
salgın gibi yayılan bir değersizlik hissi
yaşıyorlar. Belli bir süre sonra sorunlara
dair hemen, anında, hızlı bir kazanım göremeyince
de “Yapabileceğimi yaptım” diyerek
geri çekilebiliyorlar.
“Yarın güzel olacak, bu yaşadıkların seni
güçlendiriyor” inancını diri tutmak için
popüler şeylere sığınmaya başlayan çok.
Misal yurda kapanıp dizi izleme, manifesting,
astroloji, tarot falı gibi evrene havaleli
spiritüel arayışları bugün daha çok duyar
hale geldik. Sizce bu neden olabilir?
Bunlar daha çok kafa dağıtma, anlık
rahatlama yöntemi olarak görülüyor. Yaşamının
her alanı yarına dair kaygı sebebiyken
ve tek başına elinden bir şey gelmezken
birkaç sayıyı yan yana yazarak
“evrenin iyi şeyleri kendine çekeceği”
inancını tazelemek, morali bozukken moralini
bozan durumların düzeleceğini fallarda
görüp kendini inandırmak aslında
bir nevi “başa çıkma yöntemi.”
Sadece psikolojik başa çıkma yöntemi
olarak da düşünmemeli. Ekonomik zorluklar
dışarda vakit geçirmeyi zorlaştırdıkça,
bir yandan okurken diğer yandan geçinmek
için 2-3 işte birden çalışmak gibi
zorunluluklar, zamanı yurt odasında geçirmeyi
de mecbur hale getiriyor.
Ama “neden” sorusuna yanıt vermek
için genç kadınların karşı karşıya kaldığı
başka zorluklardan da bahsetmeli.
BİR ŞEY DEĞİŞTİĞİNDE HER
ŞEY NASIL DEĞİŞİR?
Gençler üzerine ailelerin “akademik
başarının, okulu iyi bir dereceyle bitirmenin
tek kurtuluş olduğu” vurgusuyla yapılan
baskı, genç kadınlarda, mücadelenin
bir şekilde parçası olmanın akademik başarılarına,
hatta doğrudan eğitim hakkına
zarar vereceği kaygısını yaratıyor.
Üniversitelere gönderilen güvenlik ve
5
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
barınma tedbirleri genelgesi kadın topluluklarını
kriminalize ediyor, zar zor barınabilen
öğrencilerde “bir şey yaparlarsa”
yurtsuz kalabileceği korkusunu körüklüyor.
Üniversitelerinde bir talep için yan yana
gelip kazandıklarında bile, bunun bir
şeyi değiştirmeye yetmeyeceği, iktidar değişmediği
sürece bu kazanımların veya deneyimlerin
bir karşılığı olmadığı yönündeki
görüşler de yaygın.
Mücadelenin bir parçası olmasının
önüne çekilen bu kaygı ve korku bariyerleri
yüzünden, mücadeleci güçlerle bir
araya gelmeleri “kalabalığın içinde kaybolacakları”
8 Mart ya da 25 Kasım gibi takvimlerle
sınırlanabiliyor.
Bir yandan da mücadelenin takvimle
sınırlı kalmasının en büyük sebeplerinden
biri, genç kadınların yakın zamanda bekledikleri
düzeyde büyük bir kazanım elde
edilemediğini düşünmesi, elde edilen kazanımların
hayatlarını değiştirebilecek nitelikte
olmadığını düşünmeleri ve talepleri
için yan yana gelebilecekleri alanların
her geçen gün sınırlandırılması.
Mevzuya manifesting, tarot falı, telefon
oyunları ya da art arda izlenen diziler gibi
popüler “uğraşların” yaygınlaşmasından
girdik. Bunlar bir yanıyla mevcut baskı atmosferinde
yakın gelecekten beklentileri
olan kadınların “bekleyişleri.” Hayatını
yaşanabilir kılmanın sığınakları gibi. Ama
unutmamalı, tam da genç kadınların bu
duygu durumunu gören sistem, manifesting,
spiritüel yoga, mindfulness gibi şeyleri
özel olarak örgütlüyor. Netflix’e koyuyor,
telefon uygulamaları geliştiriyor. Sosyal
medya mecralarında kişisel gelişim
içerikli videolar milyonluk izleniyor. Spotify’da
son yılda en çok dinlenen içerikler
psikolojik iyilik halini kendi kendimize nasıl
sağlayabileceğimizi, “kişisel motivasyonumuzu”
ne yaparsak koruyabileceğimizi anlatan
içerikler olmuş mesela. Tüm bu sistematik
dayatma özünde “İyi hissetmek, mutlu olmak,
güçlü kalmak senin bireysel sorumluluğun”
fikrini aşılıyor. (Söylemeden geçmeyelim,
bu “bireysel sorumluluk” dayatmasında
“Tacize uğradıysan kim bilir sen
ne yaptın” anlayışının izleri de var.)
Bu türden bireysel kaçış alanları, yan
yana gelerek, bizi hayatta kalabilmek için
bu yöntemlere mecbur bırakan koşulların
karşısına dikilmenin verdiği gücü vermiyorlar,
veremezler.
Tüm bu tabloya rağmen altı kalınca çizilecek
bir şey var, gelecek kaygısı ile başa
çıkmak için bireysel yöntemlere yönelimin
artmasından kadınların mücadele etmekten
vazgeçtiği anlamını çıkaramayız. Tam
tersine, değiştirmenin bir aracını arayan
kadınların sayısı artıyor. Bir yandan, sistematik
bir mücadele yürütmek koşulların
etkisiyle zorlaşsa da alan bulduğunda taleplerini
dile getirmekten geri durmuyor
genç kadınlar.
SİSTEMİN TEK BUG’I ONU
YIKACAK MÜCADELE!
Aşk-ı Memnu’nun en bilinen repliğinde
geçen cümle gibi: “Zehirli sarmaşıklarımızdan
kurtulmalıyız.” Bir araya gelmemize
engel olan toplumsal koşulların bizi
ittiği bireysel baş etme yöntemlerinden bize
yarar gelmiyor belli ki. Her yere 777’leri
yazsak da değişen, düzelen bir şeyler
göremedik. Bizim birlikte olmamız gerek.
Bugüne değin ne kadar kazanım elde ettiysek,
hepsi birlikteliğimizin bir sonucu.
Gerçek hayatta hile kodunu girip bir anda
kazanabileceğimiz bir durum yok maalesef
ki. Ancak içinde yaşadığımız sistemin
“bug”ı birlikte ve sürekli mücadelemiz
onu biliyoruz, biz oradan devam.
Kahve pahalı, kaygılar şelale
Cemre KAVUKER
Kocaeli
Yan yana gelip şöyle biraz kafa
dağıtalım, sohbet muhabbet
ederek vakit geçirelim dediğimiz
her günün artık ortak bir noktası
var: “Git-gel yol parası şu kadar etse…
Bir de kahve içsek… Bir şey yemesek…”
diye kendi içimizde yaptığımız
hesaplar, oturduğumuz masaların
başrolünde. Alınacak tek bir
ekmeğin, içilecek tek bir kahvenin
hesabı kalem kalem yapılıyor. Her
günün sonunda kafada alınan Z raporu,
ayın sonuna giderken yaptığımız
planlarda da değişikliklere neden
oluyor. Şöyle bir dinlenmek, rahatlamak
için oturduğumuzda yaşadığımız
bu değil mi?
DOLUDA BOŞTA; BİR
DEREDE, İKİ ARADA
Bir kahvenin bile hesabını yapmak
zorunda kalmak, gençliğin geleceğe
dair, gelecekte yapacaklarına dair
umutlarını birer birer kırıyor. Üniversiteye
gitsem mi gitmesem mi? Üniversite
bitecek, ne yapacağım? Üniversite
bitince de bu işte çalışmaya devam mı
etsem? Akademide devam etsem masraflarını
karşılayabilir miyim? Daha
birçok soru gidip geliyor.
Bu sorular en çok genç kadınların
kafasında dolaşıyor. Şimdi bir bakalım.
Üniversiteye yeni gelmenin heyecanı
ile ay sonunu çıkarma kaygısı arasında
kalan genç kadınlar, okul-iş ikileminin
içinde buluyor kendini. Bazen bir
kafede garsonluk yapma, bazen özel
ders verme, bazen bir mağazada
part-time çalışma, bazen günlük ev temizliği…
Üniversitede okumanın yanına
iş telaşı da eklenerek hayata adapte
olma süreci başlıyor.
ARKAYA BAKARAK KAT
EDİLEN O YOL
Bu işlerin çoğunda çalışma saatleri
esnek. Gün içerisinde dersinin olmadığı
saatleri işte geçirmen, bazen geç saatlere
kadar çalışman isteniyor. Tüm
bunlar yeni sorunları getiriyor. Uzun
saatler çalışmanın yarattığı yorgunluk,
okul için gerekli motivasyonun önüne
geçiyor. Yetmiyor, geç saatlere kadar
kalınan iş yerinde, dönüş yolunda taciz
tehdidi ile karşı karşıya kalınıyor.
Şimdi bir düşünelim, işten geç saatte
çıkıp, dönüş yolunda yürürken, otobüse
bindiğimizde hep arkamıza bakarak
yürümüyor muyuz? Ya da iş yerindeki
çalışanların, patronun ya da iş yerine
gelenlerin bakışlarından rahatsız
süpürgeyle faraş şahane
olup kendimizi saklamaya çalışmıyor
muyuz? Böyle anlatınca türlü türlü anılar
canlandı kafanızda, değil mi?
YURT SAATİ, İŞ SAATİ, DERS
SAATİ: ERROR
Çalışma hayatının getirdiği başka
zorluklar da oluyor üstelik. İş yeri saatleri
ile “kız” yurtlarının giriş-çıkış saatleri
uyuşmadığı için genç kadınlar ya
yurttan eve taşınıyor ya da başka bir iş
aramak zorunda kalıyor. Eve taşınmak,
evin getirdiği sorumluluklar, yeni masraflar
derken daha çok çalışma döngüsü
içine giriliyor. Tam da kiraların bir
maaşı aştığı bugünlerde yurt gibi bir
imkânı terk etmek de zor bir karar. O
zaman yeni bir iş arama serüveni başlıyor.
Saatleri derslere uyan, yurdun giriş-çıkış
saati ile uyumlu bir iş bulma
fikri “O derse girmesem de olur”,
“Notları alır öyle çalışırım derse”ye dönüşmeye
başlıyor.
KAFAMIZIN İÇİNDE
HESAP MAKİNESİ
Bir yarımız bunları yaşarken diğer
yarımız KYK kredisi ile barınmasından
beslenmesine bir ayın sonunu 850 lirayla
getirmeye çalışıyor. Aldığı bir suyun
dahi hesabını yapıyor; gideceği yere
otobüse binmeden gidilip gidilemeyeceğini
tartıyor. Adeta kafamızın içinde
bir hesap makinesi ile yaşıyoruz hayatlarımızı.
Çünkü iş görüşmelerinde
baştan aşağı süzülerek neler giyeceğimiz
söylenmiş bir gün. Bir diğer gün iş
tanımından çok fazlası istenip, işi yapınca
da böyle sürüp gitmiş. Bir başka
gün kadın olduğumuz için başvurduğumuz
işi yapamayacağımız söylenmiş ya
da çalışma saatleri değiştirilmemiş,
yurtla problemler yaşanmaya başlamış.
Yine hep tanıdık senaryolar değil mi?
HİJYEN KİŞİSEL DEĞİLDİR,
SOSYAL BİR MESELEDİR!
Okul-iş ikilemi, “Nasıl geçineceğim,
hayatımı nasıl idame ettirebileceğim”
yorgunluğu arasında çoğu zaman bizim
bile atladığımız bir şey daha var. Aslında
her markete girdiğimizde gözümüzün
ucuyla şöyle bir fiyatlarına baktığımız,
kimi zaman oda arkadaşından, abladan,
komşudan bulup geçici bir şekilde
çözmeye çalıştığımız temel ihtiyacımız,
kişisel bakım malzemeleri ve hijyen
ürünleri. Beslenme, barınma, ulaşım
gibi temel ihtiyaçlarımızı daha acil
görerek bir şekilde çözmeye çalışıyoruz.
Ama ya kişisel hijyen ürünleri?
Her ayın belli günlerinde sağlıklı bir
bedenimiz olduğunu göstermek için
kapıyı çalan regl karşısında ped, tampon
gibi hijyen ürünlerine ulaşmak da
her geçen gün zorlaşıyor. Stok yapayım
desen olmuyor, regl olunca alayım desen
yetmiyor. Burada da yine dayanışmayla
çözmeye çalışıyoruz, ortak ped
paketleri almak gibi mesela. Ama bazen
öyle anlar oluyor ki, hiç ulaşılamaz
olduğunda, hijyenik olmayan ama ekonomik
olarak içine itildiğimiz geçici çözümler
bulmaya çalışıyoruz. Bez, pamuk,
uzun süre aynı pedi kullanmak
vesaire vesaire.
Sadece hijyenik pedler değil. Mesela
yurt odalarına bakalım; tuvalet kağıdını
da kendimiz alıyoruz, sabunu da.
Evet, temel ihtiyaçlara ulaşmak tüm
toplum açısından giderek zorlaşıyor.
Ancak özellikle genç kadınlar, elimdeki
parayla ped mi tuvalet kâğıdı mı alayım
gibi ikilemler içerisinde bırakılırken,
yaşamını toplum baskısına rağmen
sürdürmeye çalışırken, yaşanan
yoksullukla birlikte sağlığını koruması
da giderek güçleşiyor.
ÇUKURDAN NASIL ÇIKILIR?
Şimdi tekrar bir dönüp bakalım yaşadıklarımıza.
“Doluya koyuyoruz almıyor,
boşa koyuyoruz dolmuyor” deyimi
cuk oturuyor. Her bir sorunun her
birimiz için ayrı ayrı cevapları olsa da
tek tek çözebileceğimiz bir şey değil
bahsettiğimiz. Bizi içine ittikleri bu
yoksulluk çukurundan tek tek tırmanarak
çıkma gayesi çukurun daha derinine
doğru düşmemize neden oluyor çoğu
zaman. Peki nasıl gidecek bu soru
işaretleri?
Oturup bir kahve içme planı yaptığımız
arkadaşlarımızla oturduğumuz o
masaya geri dönelim. Herkes dertlerini
savuşturarak oturdu masaya, biraz kafa
dağıtma isteğiyle. Ama yine döndü dolaştı
geldi soru işaretleri masaya. İşte
çözümlerin başladığı nokta, o masaya
soru işaretlerinin konulduğu nokta. İçimizden
biri “Bu böyle gitmez” dediği
anda kalıyoruz hepimiz. Evet, bu böyle
gitmez. Bunu ben, sen, o; o masadaki
herkes, yan odadaki arkadaşımız, hepimiz
biliyoruz. Eğitim hayatımızı maddi
kaygılar gütmeden, sadece derslerimize
odaklandığımız bir şekilde sürdürebilme
hakkımızı elimizden almaya çalışanlara
karşı o masada buluyoruz çözümü.
Çalışma yaşamının içerisinde
maruz kaldığımız tacizi, baskıyı bağıra
bağıra o masada anlatıyoruz. Çünkü
hepimiz o masadaki her birimizin yan
yana gelişinden güç buluyoruz. Bizi hayatın
içinde bu koşullara iten, normali
buymuş ve buna uyum sağlamalıymışız
gibi sunanlara karşı yapacağımız şey
yan yana durmak. Bir kenara attığımız
soru işaretlerini sen süpürürken faraşı
ben tutacağım.
6
Görsel: Freepik
Baskı, gericilik ve tahakküm:
Hayatlarımızı ellerinden almak için birleşelim!
Sude ŞENER
Boğaziçi Üniversitesi
Baskı, gericilik ve tahakküm,
bazen rektörlük bazen faşist
gerici örgütlenmeler bazen de
“kariyer kulübü” levhası adı altında
dört dönüyor.
Üniversiteler hem bürokratik mekanizmalarla
hem de adeta bu mekanizmaların
kolluk gücü haline gelmiş
AKP Gençlik Kolları, Ülkü Ocakları
vs. gibi örgütlenmelerle, “gençlik kulübü”,
“gençlik ofisi” adı altında “tek
adam rejiminin küçük adamlarının
racon kestiği” alanlar haline getiriliyor.
Bunun karşısında özgür, demokratik,
güvenli bir üniversite isteyen
güçler ise her türlü baskıyla karşı
karşıya kalıyor. Soruşturmalar, okuldan
atma, toplulukları kapatma tehditleri
ile hedef gösterme ve hatta fiili
saldırılarla büyük bir baskı ortamı,
gerici bir tahakküm yaratılmaya çalışılıyor.
Bu tahakküm ve baskı ortamının
özellikle üniversiteli genç kadınları
ve LGBTİ’leri hedef aldığı ise açık.
Kimi üniversitelerde kadın ve LGB-
Tİ topluluklarının çalışamaz hale getirilişi,
hatta kapatılması, kimi üniversitelerde
kolluk güçlerinin, kollanan
akademisyenlerin cinsel şiddetinin
üstünün kapatılması bunun çeşitli
görünümleri. İstanbul Üniversitesinde
8 Mart etkinlikleri yasaklanırken,
tarikatların çağrısıyla kampüs
etrafında şeriat mitingi yapılması,
Boğaziçi Üniversitesinde kayyım rektöre
karşı büyüyen mücadeleyi değersizleştirmek
için “Sapkın gruplar
dini değerlerimize saldırıyor” propagandasıyla
öğrencilerin tutuklanması
örnekler.
Bu baskı ve tahakküm ise her zaman
“despotik” yöntemlerle işlemiyor.
Kimi üniversitelerde kadın çalışmaları
toplulukları engellenirken, bir
yandan da üniversite kampüsü “kadın
dostu kampüs” ilan edilebiliyor.
Kadınlara “hanım olma rollerini öğreten”
panel ve söyleşilerle bir makbul
kadın inşası da söz konusu.
Çarpıcı olan, sadece LGBTİ ve
kadın topluluklarının kapatılması,
baskı altına alınması değil. Cinsiyete
ve cinselliğe dair herhangi
bir eşitlikçi, hak temelli yaklaşımın
ağza alınmasına izin
verilmezken, tüm gerici fikir
ve örgütlenmelerin önü açılıyor,
teşvik ediliyor.
Gerici iktidarlara karşı tüm dünyada direnen
kadınlar ve LGBTİ’lerin mücadeleleri hayatımızın
her alanında, bir araya gelebildiğimiz her yerde
birleşerek güçlenecektir.
REKTÖR, BAKAN, CEMAAT
TESLİSİ NEFRET
ÖRGÜTLÜYOR
Yakın zamanda düzenlenen Büyük
Aile Buluşması Mitingi de körüklenen
gerici zihniyetin ve nefretin en çarpıcı
örneklerinden biri. “Mili değerlerin,
aile değerlerinin ve çocukların”
tehdit altında olduğunu
iddia eden miting örgütleyicileri,
6284 Sayılı Yasa’yı,
çocuk istismarını engellemek
için devlete sorumluluk veren
Lanzarote Sözleşmesi’ni,
eşitlik hakkını güvenceye
alan Medeni Kanun maddelerini
hedefe koyarken,
aynı zamanda kadın
ve LGBTİ örgütlerinin
kapatılmasını
bir talep olarak öne
sürdü. Talep deyip
geçmeyin; bu çevre,
yakın çevresindeki
tarikat ve cemaat ağları
ile birlikte İstanbul
Sözleşmesi’ni “sapkınlığı
teşvik ediyor” diyerek hedefe
koyan ve iktidarın
sözleşmeyi bir gecede
ortadan kaldırmasına
dayanaklık eden çevre.
Birkaç ay önce İçişleri
Bakanlığının gönderdiği
genelgede
üniversitede kadın
topluluklarının faaliyetleri
illegal ilan
edilmişti. Genelgede
öğrenciler
barınma krizine
dair de “spekülasyon”
veya
“propaganda”
11
yaparsa disiplin cezası almakla hatta
hakkında kamu davası açılmasıyla tehdit
edilmişti. Öğrencileri yönlendirdikleri
yerler ise tarikat yurtları oldu. Buralarda
ise özellikle kadın öğrencilerin
özgürlüklerini elinden alarak fanuslara
kapatıyor, kendi “ahlak” anlayışlarına
göre giriş-çıkış saatleri koyuyor, kadınların
aileleriyle direkt iletişime
geçiyor ve hatta kıyafetlerine
dahi karışıyorlar. KYK yurtlarının
tablosu ise tarikat yurtlarından
pek farklı değil.
Öğrencilerin yaşadığı bütün
sorunlarda iktidarın
aldığı tutum dinci-gericiliğin
hayatın dışından değil,
tam aksine ortasından,
gündelik ihtiyaçlardan
doğru örgütlendiğini
gösteriyor.
Barınma, burs,
akademik başarı
gibi temel ihtiyaçlarımızı
karşılayabilecek
şekilde hayatı
düzenlemektense
bu ihtiyaçların hiçbirini
karşılamayıp öğrencileri
tarikat yurtlarına,
dershanelerine, burslarına
mecbur bırakıyor. Öğrencileri
gündelik ihtiyaçların
aciliyetini kullanarak
sömürüyor.
NEDEN KADINLAR
VE LGBTİ’LER
HEDEFTE?
AKP iktidarının toplumun
bu kesimlerine karşı
özel bir nefreti olsa da baskıların
tek kaynağı nefret
değil. Türkiye’nin son birkaç
yılına baktığımızda cinsiyet
temelli toplumsal hareketlerin
artan şiddet ile birlikte en hızlı
büyüyen ve ortaklaşılabilen mücadele
alanları olduğunu söyleyebiliriz. Geniş
gençlik kesimlerinin bu mücadele alanlarına
yüzünü dönmesinde, somut ve
acil talepler etrafında geniş çaplı birlikler
kurulabilme potansiyeli yatıyor. Her
ne kadar iktidar kadın ve LGBTİ hareketini
“sapkınlık, aile değerlerini tehdit
etmek vs.” ile suçlamaya, marjinalleştirmeye
çalışsa da hayatın orta yerindeki
çıplak şiddet, hak gaspları, adaletsizlik
geniş kesimler açısından özellikle kadın
hareketinin meşru bir hareket olarak
görülmesinde etkili. Özellikle gençler
açısından büyük baskı ve gericilik ortamında
sokaktan vazgeçmeyen bir hareket
olarak kadın hareketinin eylem çağrılarına
kulak kabartmak, bir parçası olma
ihtiyacı da gözle görülüyor. İktidarın
bu “meşru” mücadele alanını sürekli
baskılarla, suçlamalarla hedef göstermesi,
biraz da hareketin bu genişleme
potansiyelinden kaynaklanıyor.
Bu potansiyel önemli, ancak okul,
yurt, öğrenci mahalleleri gibi yaşam
alanlarında baskıcı, gerici tahakkümü
çok derinden hisseden gençlik kesimleri
içinde bu mücadeleyi güçlendirmek çok
daha hayati.
GERİCİLİĞE KARŞI
BİRLEŞELİM!
Kulüp faaliyetlerin en önemli yanlarından
biri, sadece kendi bulundukları
alanlarla sınırlı kalmayan, öğrencileri ve
diğer kulüpleri genel siyasete dair de
söz söylemek için birleştirebilen organlar
olması. İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi
tartışmalarında kulüplerin ortak
metinler yayınlaması, her yerde bu
konuyu tartışmaya açması örneğinde olduğu
gibi. Tüm baskılara rağmen kampüslerde
faaliyetlerimizden vazgeçmemeli,
kulüplerimizi kapatmalarına, gayrimeşrulaştırmalarına
izin vermemeliyiz.
Bütün mücadele alanlarını tutmak
bugün her zamankinden daha önemli.
Tabii ki bu yolda biz güçlenirken iktidar
da kendi araçlarıyla önümüze türlü türlü
engeller koymakta geri durmayacaktır.
Bütün engellere rağmen kendi hayatlarımızda
bizim söz sahibi olacağımız
bir dünyayı örgütlemeye devam etmeliyiz.
Gerici iktidarlara karşı tüm dünyada
direnen kadınlar ve LGBTİ’lerin
mücadeleleri hayatımızın her alanında,
ürettiğimiz her sözde, bir araya gelebildiğimiz
her yerde birleşerek güçlenecektir.
Görsel: Freepik
E.AVA
Dünyaya açılan pencere:
10
Karanlığa mı ferahlığa mı bakmak istersiniz?
Sanki bir bavula her şeyi tıkıştırıp
“özgürlükler ülkesine” gidiversek
tüm dertler, tasalar, umutsuzluklar
geride kalacakmış gibi bir
rüzgâr esiyor. Bu memleket halinde
bir çıkış yolu aramak çok normal.
Ama nerede o çıkış, hangi çıkış? Gelin,
dünyaya bir bakalım, bulalım cevabı.
Kadınların “özgür” olduğu ülkeler
denince akla ilk gelen ülkelerden
başlayalım mesela.
DÜŞMANLIK SİYASETİ
HER YERDE
Son yıllarda otoriter, ırkçı, faşist, sağ
parti ve hareketlerin dünya genelinde
güçlenmesi, seçimleri kazanması yaşadığımız
kapitalist sistemin gerçekliğinin bir
görünümünü oluşturuyor. Pandemi, savaşlar,
ekonomik daralma, kapitalist ekonominin
tıkanma hali ve peş peşe patlayan
krizler, ülkelerde siyasi dinamiklerin
yeniden kurulmasına yol açıyor.
Geçtiğimiz ay İsveç ve İtalya’da seçimler
yapıldı. Toplumsal ve siyasal gelenekleri
oldukça farklı olmasına rağmen bu
iki Avrupa ülkesinde de benzer biçimde
faşist eğilimler yeni mevziler kazandılar.
Yeni kurulan hükümetlerde faşist partilerin
ana parti konumunda olacakları ya da
oy oranlarının yükselmesiyle belirleyici
rol oynayacağı bariz. İki ülkede de faşist
partiler kadınlara, özellikle de genç kadınlara
seslendiler. Peki neden?
Yaşadığımız sistemin “fıtratında”
olan krizler işsizliği, güvencesizliği, göçü,
toplumsal yozlaşma ve çürümeyi istikrarlı
biçimde artırıyor. İşçi, emekçiler,
kadınlar, gençler artan yükü sırtlanırken,
çaresizlik ve geleceksizlik hissiyle
yalnız bırakılıyorlar. Kendisini
“kurtarıcı” rolüne büründürenler ise
halklara, özellikle de kadınlara “beni
seçin, sizi kurtarayım” diyor. Örneğin,
“Tanrı, Vatan, Aile” sloganını Mussolini’den
devralan İtalya’nın Kardeşleri
Partisi lideri Meloni, “güçlü kadın siyasetçi”
imajıyla yaptığı miting konuşmasında
hep bu “kurtarıcılık” rolüne
vurgu yaptı. Kadınların “vatanı kurtaracağını”
söyleyip, halkın ve kadınların
sorunlarının kaynağı olarak kolay bir
hedef olan göçmenleri gösterdi, “yerli
ve milli değerler” diyerek, “bozulan aile
yapısı”na vurgu yaparak kadınları
“göreve” çağırdı.
Meloni yalnız değil. Aynı söylemler
Brezilya’nın Bolsonaro’sunun, Rusya’nın
Putin’inin, Macaristan’ın Orban’ının,
Hindistan’ın Modi’sinin de
dilinde. Aşırı sağ ve faşist partiler geleneksel
biçimde LGBTİ haklarına, kadının
toplumda aile ve annelik rolünün dışında
bağımsız varlığına saldırmaktan geri durmuyorlar.
Bir örnek de “Özgürlüklerin beşiği”
diye atfedilen ABD’den: ABD Yüksek
Mahkemesi 1973 tarihli kürtajın anayasal
bir hak olmasına temel teşkil eden Roe v.
Wade kararını iptal etti. Kürtaj anayasal
bir hak olmaktan çıkarken bu konudaki
kanunlar eyaletlerin kendi inisiyatiflerine
bırakıldı. 50 yıllık bir kazanımın ortadan
kaldırılması deprem etkisi yarattı. Öfkeleriyle
sokakları inleten kadınlar, “Bu bir
kadın isyanıdır, bu bir yaşam mücadelesidir”
diyerek haftalarca meydanları terk
etmedi.
İSVEÇ’TE DE DURUM
PARLAK DEĞİL
İsveç’te 20. yüzyılın tamamına yakın
bölümünde ve 21. yüzyılın şu ana kadarki
büyük bölümünde iktidar olan Sosyal Demokratlar
her ne kadar seçimden birinci
parti olarak çıktılarsa da İsveç Demokratları
(SD) adını taşıyan faşist parti yüzde
20’yi aşarak ikinci parti oldu. İtalya’da olduğu
gibi İsveç’teki seçimde de SD’nin
kaydettiği yükseliş ve yeni hükümetin politikaları
üzerinde belirleme gücü tümüyle
kapitalizmin derin kriziyle bağlantılı.
Burada da göçmenler sorunu başrolde
yer alıyor ve dermanı kalmamış geniş
emekçi kitleleri demagojik söylemlere
açık hale geliyor.
UMUTSUZLUK DEĞİL
UMUTLAR YOL AÇIYOR
Aman içimizi kararttınız diyorsanız,
dünyaya açılan ferah pencereleri aralayalım.
Yaklaşık 20 yıldır darbecilerin, gerici
dinci güçlerin, iç savaş ve çatışmaların yaşandığı
ülkelerde halk üzerindeki büyük
baskı ve terörün etkisiyle suskunluğa ve
geri çekilişlere zorunlu kalan kadınlar
patlayan öfkenin başrolüne soyundular.
Başta Latin Amerika ülkeleri olmak üzere,
Yunanistan’dan Sri Lanka’ya, Mısır’dan
İran’a, Afganistan’dan Kazakistan’a
kadar birçok ülkede yükselen halk
hareketlerinde kadınlar önemli bir rol
üstlendi.
Örneğin Arjantin, kadınların uzun soluklu
mücadelesinin ardından 2020’de
kürtaj hakkının yasal hale getirildiği ilk
Latin Amerika ülkesi olmuştu. İtirazlarına
rağmen geçen yasayla kürtaj tüm kadınlar
için ücretsiz hale getirildi. Bu kazanım
uzun soluklu ve kitlesel bir mücadelenin
sonucunda elde edilmişti. Bir başka
örnek Şili. 2019’da kadınlar Pinochet anayasasını
geride bırakmak ve yeni bir anayasa
talep etmek için sokaktaydı. Yapılan
referandumda ezici bir çoğunluk oyu ile
kadın ve erkeklerin Mecliste eşit temsili
sağlandı. 2020’de başkent Santiago’da 1
milyondan fazla kadının katıldığı devasa
8 Mart mitingi “eşitlik” şarkılarıyla gerçekleşti.
ORTA DOĞU’NUN
KADERİNİ DEĞİŞTİRENLER
14 Eylül’de İran’ın başkenti Tahran’da
22 yaşındaki Mahsa (Jina) Amini’nin ahlak
polisi tarafından öldürülmesi kadınların
öncülüğünde ülke çapında protestolara dönüştü.
Kadınlar İran rejimine karşı “Kadın,
yaşam, özgürlük” ve “Diktatöre ölüm” sloganıyla
50 günü aşkındır sokaklarda. Bu
hareket, geniş halk kesimlerinin desteğiyle
molla rejimine karşı büyük bir isyanı besledi.
Dünyada da karşılık buldu.
İran’da diktatörlüğe karşı süren mücadele
yanı başındaki Afganistan’da farklı biçimiyle
sürüyor. 2021’de Taliban Afganistan’ı
yeniden işgal ederek kadınların tüm
yaşam alanlarını ele geçirdi. Haklarının
gasbına karşı kadınlar Taliban’ın vahşi şiddetine
göğüs gererek sokaklarda eylem
yapmayı bırakmıyor. Taliban’a karşı “İş, ekmek,
özgürlük” sloganıyla yürüyen kadınların
mücadelesi yeraltı örgütlenmeleriyle sürüyor.
Lübnan’da, Filistin’de ve birçok Orta
Doğu ülkesinde kadınlar ağır koşullara
rağmen mücadeleden vazgeçmiyor.
Bir yanı karanlığa, bir yanı aydınlığa açılan
bu dünya halinden çıkaracağımız en temel
sonuç; üzerimize giydirilmeye bir elbise
giydirilmesi değil, tüm renkleriyle kendi
elbisemizi kendimizin dikmesi gerektiği.
Makbul kadın, kutsal anne, damızlık, namahrem,
yük taşıyıcı, ev kölesi değiliz, eşit,
özgür, şiddetsiz bir hayat yaratmak isteyen
örgütlü güçler olmalıyız!
Fotoğraf: Ekmek ve Gül | Dünya illüstrasyonu: Freepik
Boş zaman ve hobi mi, o neydi ya?!
Özge TÜRKOĞLU
Çukurova Üniversitesi
Üniversiteli genç kadınlar daha okulları
bitmeden kendilerini geçim sıkıntısının
içinde buluyorlar. Kendi aramızda sohbet
ederken bile her şeyin fiyatının nasıl arttığını
ve yaşadığımız psikolojik sorunları konuşmadan
geçemez olduk.
Çalışacak bir iş bulabilsek bile sorunu
çözmüş olmuyoruz. Bu sefer karşımıza
mobbing, taciz tehlikesi çıkıyor. Patronlar işyerlerinde
nasıl giyineceğimize bile karışma
hakları varmış gibi davranıyorlar. Özelikle kadın
çalışanlarla istediği gibi konuşabiliyorlar.
Ben Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisiyim.
Eğitim hayatımın çoğu çalışarak geçti.
Şu an ise iki öğrenciye özel ders vererek geçinmeye
çalışıyorum. Mezun olup avukat
olarak çalışmak istiyorum ama şimdiden geçim
kaygısı güdüyorum. Ben özel ders vererek
az da olsa derslerime vakit ayırabiliyorum
ama garsonluk yapan arkadaşlarım fiziksel
olarak çok yoruluyorlar. Çoğu zaman
gece bitiyor işler. Bırakın ders çalışmayı ertesi
gün uyanıp okula gelmeleri bile çok zor
oluyor.
NE ZAMAN VAR NE PARA!
Ben çocukluğumdan beri bağlama çalarım.
Son yıllarda gerilediğimi düşünüp kursa
gitmek istiyorum ama dinlenecek vakit bile
bulamıyorum. Ben üniversite birinci sınıfta
iken İngilizce kursuna ve dans kursuna gidiyordum.
Şu an hiçbirine ayıracak bütçem
“Bedavadan bir tık
fazlaya çalışıyoruz”
Cansu ŞENTÜRK
Balıkesir Üniversitesi
Balıkesir Üniversitesi Psikoloji Bölümü
öğrencisiyim. Markette bir şey almadan
önce kırk kere düşünmek, öğrenci
olduğumuz için kendimizi birçok
şeyden mahrum bırakmaya çalışmak beni
ve ev arkadaşımı rahatsız ediyor. Çalışmak
artık bir zorunluluk haline geldi. Fakat
bir kadın öğrenciyseniz iş seçenekleriniz
ister istemez daralıyor. En sonunda
aklımızın birbirimizde kalmasına engel
olacak ve içimizi rahatlatacak şekilde aynı
işyerinde çalışmaya başladık. Sırayla
çalıştığımız için sık sık geceleri birbirimizi
işyerinden almaya gidiyorduk. Bunun üzerine
hiç düşünmeden birbirimizi korumak
içgüdüsüyle yapmaya devam ettik.
1 SAATLİK ÇALIŞMAYA EN UCUZ
KAHVEYİ ALAMIYORUZ
Saati 15 TL’ye çalışıyoruz. Üstüne günlük
15 TL yemek ücreti ile. Günlük olarak
sadece simit tüketebileceğimiz ve yeterli
besin değerlerini alamayacağımız komik
bir ücret. Seçenekler çok da farklı olmadığından
ve paraya gerçekten ihtiyaç
duyduğumuz için mecbur kaldığımız bir
İngilizce kursuymuş, bir müzik aleti çalmakmış, dans
kursuymuş… Hayal oldu. Antidepresan kullanımı tavan
yaptı. Bu hep böyle mi gidecek? Yok daha neler…
ücret bu. Fakat çalıştığımız her dakika
vaktimizin bundan çok daha kıymetli olduğunu
bilmek, üstelik bir saatlik ücretimizle
menüdeki en ucuz kahveyi bile alamıyor
olmak tüm şevkimizi kırdı.
Çalışma saatlerimiz dolayısıyla ya
derslerimizden ya kültürel aktivitelerimizden
ya da sosyal hayatımızdan ödün veriyorduk.
Kendimize ayırdığımız vaktin bu
kadar azalması mental sağlığımıza zarar
vermeye başladı. Üstelik 7 saatlik çalışmanın,
hayatımızdan ödün vermenin sonucunda
temel ihtiyaçlarımızı karşılamak
bile bizim için halen lüks durumda.
Balıkesir’in imkanlarının azlığı nedeniyle,
kendimizi var edebilmek için Panderma
Gençlik Kolektifi ya da çeşitli topluluklar
ile çalışmalar yapıp hayatımızın
okul-ev-iş üçgeninin dışına çıkması için
çabalamak bizi en çok motive eden şeylerden
oldu. Her şeye yetişebilmek için
çalışma günlerimizi azalttık. Zaman yönetimi
konusunda çok daha rahatken maddi
kaygılarımız arttı. Gençliğin kendini ve
çevresini geliştirmeye yönelik enerjisi
ekonomik sıkıntılar yüzünden hak ettiğinin
çok daha azında ücretler aldığı işyerlerinde
sömürülüyor.
yok. Kurs ücretleri iki katına çıktı. Artık üniversite
hayatında hobilerle ilgilenmek hayal
oldu.
ANTİDEPRESAN KULLANMAYAN
KALMADI
Aleyna
Erciyes Üniversitesi
Yeni dönemin başlaması ile geçen
senelerde yaşadığımız
problemlerinin çok daha kötülerini
yaşayacağımızı kestirememiştik.
Kampüs içinde yaşanan sözlü tacizler
toplu taşımadan indiğimiz andan başlayıp
fakültemize gidene kadar bitmiyor.
Benim fakültem toplu taşımaya en uzak
olan fakülte ve ikinci öğretim öğrencisiyim.
Derslerim akşam oluyor, 21.00 gibi
dersten çıkmış oluyorum. Tek başımıza
toplu taşımaya yürümeye korktuğumuz
için kadın arkadaşlar ile birbirimizin dersten
çıkmasını bekliyoruz. Hep beraber yürümemiz
bir nebzede olsa bizleri rahatlatırken
yürüdüğümüz yolun ışıklarının çok yetersiz
olduğunu ve korkutucu olduğu gerçeği
ile karşılaşıyoruz. Birçok kez talep etmemize/
edilmesine rağmen pandemide kaldırılan fakülte
içi ring araçları tekrardan aktif hale getirilmedi.
“KAMUSAL ALANDA BİR ERKEK İLE
SARILAMAZSIN”
Öte yanda KYK kız yurtlarında bu sene yemekhanelere
askılı, kısa, şort, kabri tarzı kıyafetler
ile gidilmesinin yasaklanması. Bu durum
Ruhsal olarak da çok yoruluyoruz. Devlet
hastanesinden randevu bulup psikiyatri polikliniğine
gidebiliyoruz ama terapiye ulaşmak
çok zor bizler için. Artık antidepresan
kullanmayan bir üniversiteli genç kadın görünce
şaşırıyoruz. Yaşam koşullarımızın iyi
olmaması, okurken çalışmak zorunda olmamız,
bizi mutlu edecek hobilerimize bile ulaşamıyor
olmamız, hayatın her alanında karşımıza
çıkan ikincil sırada olma hissi, taciz,
tecavüz ve şiddetle karşılaşma ihtimalimizin
yüksek olması ya da bizzat bunları yaşamış
olmak biz genç kadınları psikolojik olarak
çok yıprattı, yıpratmaya da devam ediyor.
Bizi kendimize getiren şey ise kadın mücadelesi
oluyor. Yaşadığımız sıkıntıları konuşup
birlikte çözüm üretmeye çalışıyoruz. Çukurova
Kadın Çalışmaları Topluluğu olarak
kadınlara dayanışma çağrısında bulunuyoruz.
Çünkü ne kadar dayanışma içinde olursak
sesimiz o kadar gür çıkar. Sesimizin gür
çıkması ise taleplerimizi kazanımlara dönüştürür.
Karanlık yolları, saçma yasakları
birlikte aşarız
ise sözlü olarak, “erkek personellerin rahatsız
olması” ile açıklanıyor. Yurt önünde ise bir erkek
ile sarılmak, vedalaşmak yasak. Bu kişinin kim
olduğunun önemi yok babamız, kardeşimiz veyahut
erkek arkadaşımız kim olursa olsun kınama
cezası verilebiliyor. Eğer yurt yakınlarındaki
bir parkta vedalaşmak tercih edilmiş ise de kamusal
alanda bir erkek ile sarılamazsın diyerek
sözlü uyarı yapılıyor.
GÜVENİLİR MEKANİZMALARA
İHTİYAÇ VAR
Kampüste geçen sene bahar şenlikleri gerçekleşti.
İki yıllık pandeminin ardından bir nebzede
olsa problemlerimizi bir kenara bırakarak
eğlenmek isterken üniversitemizin şenliklerinde
çok sayıda taciz yaşandı. Tacize uğrayan kadınların
önemli bir bölümü şenlikte stant açan KA-
ÇAUM’a (Erciyes Üniversitesi Kadın Çalışmaları
Araştırma ve Uygulama Merkezi) başvurdu. Güvenlik
veyahut polise gitmek yerine kendini güvende
hissettiği kadın çalışmaları merkezine
geldiler. Üniversitelerde kadın kulüplerini ve KA-
ÇAUM’a benzer araştırma ve uygulama merkezlerini
ve toplulukları geliştirmemiz gerekiyor.
Çünkü kadınların yaşadığı sorunları, yine o yerdeki
kadın toplulukları üzerinden tartışmak ve
çözümler geliştirmek gerekiyor. Yaşanan sorunların
getirdiği doğal tepkiyi bir adım öteye götürerek
bu tepkiyi örgütlemeliyiz.
7
Görseller: Pixabay
G d a ü s i n ı
v k m i i t i
n m k e y
i ü
a a
ü e l a p e o r t k n v r i e ç n a y n z
s,
y
Merhaba üniversiteli kız kardeşim.
Kadına yönelik şiddetin,
yoksulluğun, baskının ve birçok
başka sorunun sırtımızı yük olduğu
bugünlerde dayanışmanın gücünü
deneyimlemen, kız kardeşliği hissetmen için
Türkiye’nin dört bir yerinden
üniversitelerden kadın ve toplumsal cinsiyet
çalışmaları toplulukları seni çağırıyor!
Çukurova Üniversitesi Kadın Çalışmaları Topluluğu
hayatın her anında yaşadığımız taciz, tecavüz ve şiddete
karşı bir araya gelmiş öğrenci topluluğudur. Güvenli
kampüs, güvenli yaşam, güvenli gelecek diyerek çıktığımız
bu yolda 5 yıldır çalışma yürütüyoruz. 2019’da imza
kampanyasıyla dile getirdiğimiz cinsel tacizi önleme birimi
talebimiz geçen yıl kazanımla sonuçlandı. Üniversitemizde
kurulan bu birim ile çalışmayı genişletmeyi hedefliyoruz.
Güvenli kampüs ve yurt sorunları ile ilgili çalışmalar
yürütüyoruz. Kadın gündemini takip ederek 25 Kasım, 8
Mart gibi önemli günlerde çalışma yürütüp sesimizi
yükseltiyoruz. Okuma etkinlikleri ile birlikte kadın
mücadelesinin, İstanbul Sözleşmesi’nin, 6284 Sayılı
Yasa’nın önemini ve daha birçok şeyi konuşup
tartışabileceğiz. Biz, yaşadığımız sorunlara karşı gerçek
anlamda yan yana olup dayanışmayı güçlendireceğimiz
için çok mutluyuz, umutluyuz. Seni de umudumuza ve
mutluluğumuza ortak olmaya çağırıyoruz.
Fotoğraflar: Ekmek ve Gül
İllüstrasyon: Canva
Çukurova Kadın
Çalışmaları Topluluğu
@cukurova_n
cukadintoplulugu
Hacettepe Üniversitesi Kadın
Çalışmaları Topluluğu
HÜKÇAT, cinsler arasındaki eşitsizlik,
cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimlere dayalı
sorunların çözümüne ilişkin öneriler
geliştirmeyi, üniversitelerden başlayarak
bunların çözümüne ilişkin faaliyet alanları
yaratmayı hedefliyor. Üniversitede,
toplumsal cinsiyet farkındalığı yaratmak
asıl hedeflerimiz arasında. Buraları yaptığımız
paneller, söyleşiler, film gösterimleri
ile kurduğumuz okuma gruplarıyla
beslemeye çalışıyoruz. Bir de tiyatro
ekibimiz var, her sene bir oyun çalışıp
sene sonunda sergiliyorlar. 8 Martlara,
25 Kasımlara birlikte katılıyoruz, kadın
davalarına müdahil olmaya çalışıyoruz.
Derdimizi en çeşitli şekilde anlatmaya,
mücadelemize de bir genç kadını daha
katmaya, bulunduğumuz her alanda bir
araya gelmeye çalışıyoruz.
hukcat
Arel Kadın
Çalışmaları Klübü
Arel Üniversitesi öğrencisi genç kadın
ve LGBTİ’ler olarak kampüs içinde de
mücadelemizi sürdürmeye devam ediyoruz.
Yaptığımız çeşitli buluşmalarla bir araya
geldik şu ana dek. Oluşan mücadele ruhu
her birimize yalnız olmadığımızı, birliğimizi
ve gücümüz hissettirdiği 25 Kasım’a
giderken eşit, özgür, şiddetsiz yaşam; güvenli
kampüs taleplerimiz etrafında atölyeler
ve buluşmalar gerçekleştirmeye devam
ediyoruz. Yaşasın haklı mücadelemiz!
arelkcak
ODTÜ Toplumsal
Cİnsiyet Çalışmaları
Topluluğu
Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Topluluğu
olarak kadınlar ve LGBTİ’ler
olarak var olduğumuz her alanı güvenli
bir alan haline getirmeyi amaçlayan bir
topluluğuz. Bu doğrultuda öğrencilerin
bir araya gelebileceği etkinlikler, söyleşiler,
film gösterimleri, okuma atölyeleri
düzenliyoruz. Ancak TCÇT’yi yalnızca
bir topluluk olarak da nitelendirmeyiz,
TCÇT eşit, özgür ve güvenli bir
dünya için mücadele etmek isteyen herkesin
var olabildiği bir mücadele alanı
da aynı zamanda. Ülke içerisinde ve aynı
zamanda ODTÜ kampüsü içerisinde
her geçen gün artan baskı, şiddet ve ayrımcılık
hayatımızın her alanında
kendini hissettirirken baskı,
şiddet ve ayrımcılık üçgeninde
sıkışmış hisseden, eşit ve özgür
bir yaşam için mücadele
etmek isteyen öğrencilerin
bir araya gelinen bir
zemini olmak için çalışmalar
yürütüyoruz.
odtutoplumsalcinsiyet
metugend
YTÜ Kadın Çalışmaları
Topluluğu
Yıldız Teknik Üniversitesi Kadın
Çalışmaları Topluluğu temel olarak kampüs
içerisinde yaşadığımız sorunlara dair bir
dayanışma alanı olan, iş hayatı ve diğer
yaşam alanlarında da eşitsizlik karşısında
çözümleri birlikte aramak üzere faaliyet
göstermekte.
Bu arayışla birlikte topluluğun kurulduğu
ilk aylarda üniversitedeki 34 kulüp ve
topluluk uzun bir süreden sonra ilk kez yan
yana gelerek üniversite yönetiminden bir
Cinsel Tacizi Önleme Komisyonu
kurulmasını talep etmiş ve kazanmıştı.
Bugün hâlâ komisyonun işler hale gelmesi
için çalışmalarımız devam ediyor.
Yaşam alanlarımızı eşit ve güvenli
alanlara dönüştürmek için sen de bize katıl!
ytukacat
Kocaeli Üniversitesi Ekmek ve Gül
Kadın Çalışmaları Topluluğu
Topluluğumuz pandemi döneminde ev işlerinin yükü,
kampüsteki yaşadığımız korku ve güvensizlik, cinsiyet eşitsizliği
ve niteliksiz eğitim gibi birçok derdimizi konuşabildiğimiz
ve eğitimler yürüttüğümüz bir topluluk olarak kuruldu. Bir
araya gelip okuma çalışmaları yaptığımız, cinsiyet eşitsizliği
gibi konuları ele alan film izleme etkinlikleri düzenlediğimiz
ve daha çok katılımla geliştirip güçlendiğimiz bir çalışmaya
dönüştürdük ve gelişmeye devam ediyoruz. Kampüslerimizde
korkuyla değil özgürce ve güven içinde yaşamak ve akademik
yaşamda cinsiyetçiliğe karşı durmak için hep birlikte mücadele
veriyoruz. Daha eşitlikçi ve güvenli bir kampüs için
seni de bu dayanışmanın bir parçası olmaya davet ediyoruz.
ekmekvegulkou
İÜ Kadın Çalışmaları
Komisyonu
Üniversitemizin Kadın Çalışmaları Komisyonu
birçok fakültedeki kadın arkadaşımızın üniversitedeki
en temel istek ve ihtiyaçları doğrultusunda,
kendi çabalarıyla ortaya çıkardığı bir komisyon
oldu. Özlemini hissettiğimiz güvenli kampüsleri
inşa etmek adına adım attığımız bu yolda
bir yanındaki kadından güç alarak dayanışmanın
ağlarını birlikte örmek, yalnız olmadığımızı hissetmek/hissettirmek
ve kadınların maruz bırakıldığı
cinsiyete dayalı ayrımcılığı ortadan kaldırmak
için yan yana geliyoruz. Ders aralarında
kahve/çay içerken, yaptığımız etkinliklerde, gittiğimiz
sergi ve izlediğimiz filmde/tiyatroda kadınların
sohbetlerindeki sıcaklığı hissediyoruz.
Birlikte başlattığımız mücadeleyi birlikte sürdürmek
için üniversitede kadınların kendini ait
hissedebileceği; sevincini, üzüntüsünü paylaşabileceği
ve yaşadığı herhangi bir sorunu anlatabileceği
güçlü bir ağı birlikte
iukadinkomisyon
İAÜ Kadın Araştırmaları Klübü
Pandemide bir arkadaşımızın kampüste tacize
uğraması sonucu kurulan kulübümüz kampüste
kadınların yan yana getiren, dayanışmayla mücadeleyle
çalışmalarını yürüten bir mecra.
2020’de kurulmasına vesile olduğumuz Tacizi
Önleme Birimimizin bir an önce faaliyete geçmesi
için bu sende canla başla çalışacağız. Daha güvenli
bir kampüste eğitim görmenin yanı sıra, kendi hayatlarımızı
etkileyen tüm sorunları, atölyeler, söyleşiler,
tartışma günlerinde yan yana gelerek konuşmak,
kafa kafaya vermek bizleri daha güçlü kılacak.
Sorunlarımızın çözümünü yalnız aramanın ne
kadar zor olduğunu biliyoruz. Birbirimize umut
olmak, daha iyi bir hayat mümkün demek için
kampüsümüzdeki tüm kadınları bizimle mücadele
etmeye çağırıyoruz.
iaukadinarastirmalari
iaukatt
Panderma Kadın Çalışmaları
Topluluğumuz üniversitemizin neredeyse
ilk resmi kadın örgütlenmesi. Topluluk
olarak Topluluğumuz üniversitemizin neredeyse
ilk resmi kadın örgütlenmesi. Topluluk
olarak amacımız üniversiteli genç
kadınlarla dayanışmayı büyütmek. Kampüsümüzü
daha güvenli ve yaşanabilir hale
getirmek için çalışmalar yapıyoruz.
Amacımız; din, dil, ırk, cinsiyet, ideoloji,
siyasi görüş fark etmeksizin toplumun
her alanında başta kadın olmak üzere üniversite
bünyesindeki tüm bireyler için güvenli
ve eşit; taciz, şiddet ve cinsiyetçi yaklaşımlardan
uzak bir alan yaratmak ve üniversite
öğrencilerinde bu konuda bir bilinç
oluşturmak için hareket etmektir.
Bizler bu yola çıkarken çok heyecanlıydık,
heyecanımızı ilk günkü gibi taşıyoruz.
Bu heyecanı, dayanışmayı büyütmeye sizleri
de bekleriz.
pandermakultursanat
Dicle Üniversitesi
Ekmek ve Gül Grubu
Biz Dicle Ekmek ve Gül Grubu olarak
daha önceki buluşmalarımızdan, 8
Mart’ta birbirimizden aldığımız güçten
biliyoruz ki yalnız değiliz ve daha güvenli,
daha yaşanılır bir gelecek inşa
etmek ancak yan yana gelmek ve birlikte
mücadele etmekle mümkün. Her
ay gerçekleştirdiğimiz buluşmalar,
okumalar bu yılda devam ediyor. Dicle’deki
tüm kadınları ve LGBTİ’leri
birlikte öğrenmeye gelişmeye ve mücadele
etmeye çağırıyoruz.
dicleekmekvegul
Yüzüncü Yıl
Kadın Çalışmaları
Topluluğu
PANDERMA Kadın Çalışmaları son
bir yıldır özellikle Bandırma
Üniversitesinde, lisede okuyan genç
kadınların buluştuğu, mücadele
etmek içi bir araya geldiği bir
topluluk. Özellikle Bandırma
Üniversitesinde kadınların dayanışma
ve mücadele için yan yana
gelebilecekleri bir mecranın
olmaması, bu mecranın kurulması
önünde çeşitli engellerin olması
nedeniyle Panderma Kadın
Çalışmaları Bandırma’da bulunan
kadınların mücadele edebileceği,
kendini ifade edebileceği, sorunlarını
paylaşabileceği topluluklardan biri.
Panderma Kadın Çalışmaları
Bandırma’da hem kültür sanat
faaliyetlerinde kadınlara alan açan
hem mücadele ve dayanışma için yan
yana gelen kadınların buluşma
noktası.
yyukacat
yyu_kacat
Üniversiteni bu tabloda
bulamadın mı?
Hiç kaşlarını çatma. Kolları sıva.
Okulundaki kız kardeşlerini topla,
“Gelin elimizi taşın altına koyalım”
de. Birlikte mücadele ve dayanışma
mecranızı kurmak için önayak ol…