02.01.2023 Views

Turuncu ve Sarı Minimalist Sanat Dergi - Bülten (1)

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Sevgilisine eliyle bir dakika

İLK KAR beklemesini işaret edip üç dört metre

uzaklarındaki papatya bahçesine gitti

ve bir kucak papatya ile geri döndü.

Kiraz ağacının altına oturup

sevgilisine yanına gelmesi için

gözleriyle işaret etti. Sonunda

bitirdiği papatya tacını sevgilisinin

papatyalardan daha güzel kokan

saçlarına hediye etti.

Genç kadının gözleri, genç adamın

açık teninde, açık teniyle aşık olunası

derecede uyumlu olan kahverengi

saçlarında dolaşırken karnındaki

kelebekler daha da hızlandı ve genç

adam her zerresine ölüp bittiği kadını

tekrar tekrar süzdü. Sonrasında ise

Fatma Nur ÇAGAY- 9/A

gözler buluştu.

Bu öyle sıradan bir bakışma değildi. Bu birbirlerine bütün masumiyetleriyle

baktıkları, kiraz ağacının yanındaki yanıp sönen bozuk sokak lambasının bu güne

kadar şahitlik ettiği en güzel andı. Bu an belki de evrenin, yıldızların, tam da güneş

batarkenki o güzel rengin, yağan karın her bir tanesinin aşkla atan bu iki kalbe zevkle

şahitlik ettiği ilk andı...

Derken bir rüzgar esmeye başladı. Alvin' in eli ayağı buz tutmasına rağmen içi hâlâ

sıcacıktı. Çünkü karşısında kalbinin atma sebebi olan, gözlerindeki soğuk okyanusun

yere değen her bir damlasında kalbini yakan sevgilisi vardı. Sevgilisinin saçları

rüzgarla dans ederken yavaşça etraf karardı. Alvin gözlerini açar açmaz sanki birisi

kalbine sıcak nefesini veriyormuş gibi hissetti. Hayal kırıklığına aitti bu his. Ve onun

ardından gelen, yedi ay önce sevdiği kadının ölümünden sonra kendisini bu dört

duvar içine hapseden beyaz önlüklü insanlara karşı olan nefret kapladı içini.

Hayatının bittiği o gün, sevgilisinin kollarının arasında göz yaşları içinde can verdiği o

gün kapatıldı buraya. O gitmişti, hayatını anlamlandıran bir çift okyanusa sahip güzel

kadın gitmişti. Bu adam birçok seveni olmasına rağmen kimsesiz kalmış, derin bir

yalnızlığın içine hapsolmuştu.

Artık çok sıkılmıştı. Her gün gözlerini açar açmaz delikli tavanla karşılaşmaktan, en

çok da her gün onu daha da özlemekten sıkılmıştı. O gün, sevgilisinin ölüm haberini

aldığı o saniye sanki dünya durmuş; tüm hayatlar solmuştu. Sanki tüm duyguları

biliyor ama hiçbirini yaşamıyor, yaşayamıyordu. "O gittiğinden beri göz göze geldiğim

bütün aynalar ağlıyor, ama sadece ağlıyorlar. Ağızlarını açıp da tek kelime

edemiyorlar. Neden diye soruyorum, cevap veremiyorlar. Belki de onun adını her

andıklarında daha çok ağlamaktan korktukları içindir. Belki de kavuşamayacaklarını

düşünüp, adını her andıklarında daha da özleyeceklerini bildikleri içindir. Ama biliyor

musun sevgilim, dün gece yanıma geldin.

1


İÇİNDEKİLER

TARİH

04

06

10

14

ŞİİR

Grab Autumn-Winter '15

WTW : Sarah Barkley

Travel Must: Poler Packs

44

47

51

A Day in the Life : Sean Fraser

60

Secret Islands of Greece 20

Escapism by Nixon Bentley

28


Dün gece adın kadar güzel ellerin saçlarımı okşadı. Dün gece aklımdaki sesleri

susturup beni uyuttun. Bu öyle hoştu ki, öylesine hoşuma gitti ki sana anlatamam. Hiç

uyumak istemedim. Hiç gitme diye, hiç sabah olsun istemedim. Ellerin saçlarımdan

çekildiği an, odamın penceresinden yüzünü hafifçe gösteren güneşe doğru süzüldüğün

an ben de seninle gelmek istedim. Ay, en azından benim acizliğimi yüzüme çarpıyordu.

Ama güneş seni benden aldı. İkinci kez seni kaybettim. Normalde odamın kuytu

köşelerinden gelen karanlığın çığlıklarını duymamak için hiç akşam olmasın isterdim

ama şimdi keşke gündüzler olmasa geceler hiç bitmese de hiç uyumasam ben.

Acınası durumdayım sevgilim. İnsanlar bana acımıyor belki senin bendeki yerini,

hayallerimi bilmedikleri için. Ama inan hayallerim bana acıyor, geceler gündüzler

bana acıyor, her gece seni düşleyen ben bana acıyor, aynalar bana acıyor. 'Unut'

dediler. 'Unut artık'. İyi de nasıl? Unutmak istesem de unutamam. Her şeyi unuturum

ama gözlerini, saçlarını, saçlarınla zıt renkte olmasına rağmen canlı cansız tüm

varlıkları kıskandırırcasına mükemmel şekilde uyumlu olan tenini unutamam. Seni

unutamam güzelim. İnsanlar sevdiklerinin öpüşlerini, sarılışlarını unutamazken ben

seni ilk gördüğümde yanlışlıkla birbirlerine değen ellerimizi unutamıyorum. Her anı,

her zerresi öyle hoştu ki. Her zerreni aklıma, kalbime, her zerreme kazıdım sevgilim.

Şu dört duvar her gün benim acizliğime gülüp duruyor. Senin tek bir saç telini aylardır

saklayan bu aciz adama ne yazık..."

Çıktı hastaneden taburcu edilmemesine rağmen. Yürüyordu ıssız olduğu kadar

yalnızlık kokan bir sokakta elinde topladığı bir kucak açelyayla. Ama sanki bitmez

tükenmez bir yoldu bu sokak. Gözlerinin önünde ölen sevgilisi, yürüdükçe uzaklaşıyor.

Yol bir türlü son bulmuyor ufuktayken gözleri. Yürürken durdurdu vücudunu; zar zor

hareket ettiren, sürekli titreyen bacaklarını. Başından aşağı kaynar sular

dökülüyormuş hissi… Bunu ona duyduğu ses yaşatmıştı. Kafasını kaldırır kaldırmaz

soğuk kaldırım taşlarından sevdiğiyle göz göze geldi. Sonunda kapattığında

aralarındaki mesafeyi, kavramak istedi sevdiğinin yüzünü. Pamuk yanakları kavrar

kavramaz okyanusa ait bir damla su elleriyle buluştu Alvin' in. Sarılmak istediğinde

sevdiğine uzun uzun, sendeleyerek geri çekildi.

Hayal kırıklığı,

Hayal kırıklığı,

Ve hayal kırıklığı...

2


Geldin sanmıştım, her gün olduğu gibi.

Hayal olduğunu bile bile sana koştum, her gün olduğu

gibi.

Ve hayal kırıklığına uğradım, her gün olduğu gibi.

Keşke gelip kalbime o sıcaklığı tekrar yazsan. Yaşadığın

her gün, her gün olduğu gibi.

Beraber bitirsek şu yolu.

Ki sen varsın diye saniye sürmez bitmesi.

Sen varsın diye, hemen sabah olur.

Sen varsın diye, günler tükenir.

Aylar, yıllar tükenir.

Derken bir ömür tükenir.

Sen varsın diye, senin varlığına tükenir.

Sana tükenir, seve seve.

Her geçen gün sana tükenmeye aşık ola ola tükenir.

İçinde küçük bir kırıntı kadar bile yaşama sevinci kalmamış bir şekilde yürürken

dar sokakta, yağan yağmur ona eşlik ediyordu. Bu defa kavuşan ellere değil ayrılıktan

kırılan iki aşık ruha tanıklık ediyor, adeta Alvin' in gözyaşlarıymışçasına yağıyordu.

İçindeki yaşama isteği kocaman ıssız bir mağarada kaybolmuş, bir çocuk gibi tükenmek

üzereydi ve o çocuğu aydınlığa kavuşturacak tek şey ay ışığı yani Rüya'ydı. Kiraz

ağacının yanından geçerken ağlaması daha da şiddetlendi ve gidip bir demet papatya

toplayıp yoluna devam etti.

Sonunda gelmişti mezarlığa. Gözyaşlarıyla yıkadığı tacı hediye etti sevgilisine,

sevgilisinin saçları kadar siyah toprağa. Mezar taşına asarken ikinci ve son defa yaptığı

tacı, kendisini bu taç ile almaya gelmesini diledi. Elindeki açelyaları bıraktığında

sevgilisinin kucağına, oturdu huzurla uyumasını dilediği sevgilisinin yanına ve

konuşmaya başladı kırık bir sesle sessizlikle, karanlıkla, toprakla.

"Bedenim bana ihanet ediyor, aklım bana oyunlar oynuyor gibi. İçimde kopan

kıyametten, boğazımı parçalayan çığlıklarımdan bihaber hepsi. Sen de onlar gibi

duymuyor, görmüyor musun Rüya? Birbirimizin acılarını her zaman hissederdik. Peki

sen o gün üzerine atılan buz gibi soğuk toprağı da hissettin mi? Toprağına sarılışımı?

Yokluğun içimde var oluyor. Bunun olmasını hiç istemiyorum ama varlığının yokluğu

buna izin veriyor. Annem beni bıraktıktan sonra her anımda yanımdaydın. Beni teselli

edişin teselli ediyordu beni. O an yanımda oluşunun verdiği huzur susturuyordu

gözyaşlarımı. N'olur şimdi de gel. Şimdi de yanımda ol, okşa saçlarımı...

Kış aylarında ellerin hep soğuk olurdu ya Rüya, ben de yanında olamadığım

zamanlar için bir el ısıtıcısı almıştım sana. Kullanmanı istiyordum ama

kullanmıyordun. Ben de çocuk musun, diye kızıyordum sana. Şimdi anlıyorum. Çocuk

olan da benmişim ellerini benim ısıtmam için ısıtıcıyı kullanmadığını anlamayacak

kadar ve ömrünün, ömrümün her saniyesini senin yanında geçirmeyi düşünemeyecek

kadar aptal olan da. Franz Kafka' nın dediği gibi "Oysa ben bütün vakitlerimi hatta

evrenin tüm vakitlerini sana ayırmak isterdim seni düşünmek ve seni yaşamak için."

Şimdi ne kadar pişman olduğumu sana anlatmaya ömrüm yetmez.

3


Seninle yaşadıklarımın hepsi bir rüya gibi geliyor -gelmiş geçmiş en güzel rüya gibi-.

Bir çocuk için ölümün ağırlığını taşımak çok zordur. Ne kadar çocuk olursa olsun, ne

kadar güçlü olursa olsun bu onu mahveder. Bizim için 'yarınlarımız olsun sevgilim,

sonsuza kadar güzel yarınlarımız olsun' demiştin. Ama şimdi yarınlarımızdan,

yarınlarından oldun. Belki seni sevmeseydim yaşıyor olacaktın, yarınların olacaktı belki.

Bizsiz yarınlar ama yarınlar. Seni sevdiğim için özür dilerim sevdiğim...

Baksana ne kadar uzaksın bana. Bırak bir kenara sarılmayı, elini tutmayı. Düşünsene

Rüya aynı ülkedeydik, aynı şehirde. Düşüncesi bile çok hoş. Bunları sana göz gözeyken

söylemek isterdim ama şu anda göz göze olduğum tek şey karanlık ve sanki senin orda

olduğunu biliyorlarmışçasına gözyaşlarımın bulduğu soğuk toprağın. Şu an o güzel

yıldızlardan birindesin, açelyalarımızı suluyor ve beni bekliyorsun. Açelyaların

hikayesini biliyor musun sevgilim. Birbirini çok seven iki genç ne olursa olsun tüm

zorluklara rağmen birbirlerini sevmekten hiç vazgeçmemişler ama kader onları ayırmış.

Kavuşamamanın verdiği hüzün ve söylenemeyen bütün sözleri anlatırmış açelyalar. Ben

bizim hikayemizin buna benzemesini istemiyorum.

Bak kar yağıyor güzelim. Hatırlıyor musun bir yıl yedi ay önce teklifimi kabul

etmiştin. Sana olan dört yıllık aşkımı senin de bana olan hislerinle güzelleştirmiştin. O

gün, karın düştüğü ilk gün beni dünyanın en mutlu adamı yapan sen, yedi ay önce beni

bu dünyada bir başıma bıraktın. Gözlerimi, tüm evreni içinde sakladığın gözlerinden

mahrum bıraktın. Düşünüyorum da Rüya, keşke bu dünyada aşkımızı var edebilseydik.

Keşke kader buna izin verseydi. İşte o zaman kalple sevmeyi bilmeyenler utanırdı. En

çok da aşkı cinsellik zannedenler utanırdı. Bizim suçumuz, bu dünyaya fazla gelen,

buraya layık olmayacak kadar güzel bir aşka sahip olmaktı. Çok güzel sevdik ve o

sevgide boğulduk. Ama belki de bu imkansızlık bize hediyedir. Aşkımızın, bizim bu

dünyada gerçek olamamamız yaşanan hislerin, hissedilen güzel duyguların nazar

boncuğudur.

Çok özledim. Yaşarken dokunmaya kıyamadığım sana sarılmayı özledim. Elini

tutmayı, gözlerine tutunmayı özledim. Eğer sen gelemiyorsan ben gelmek isterim ve

bunu yapacağım. Çünkü seni tek başına bırakmak zorunda olmanın verdiği hissi sana

anlatamam. Bu his, bizi bizsiz bırakan kadere duyduğum öfke kadar, o öfkeye sebep olan

sensizlik kadar kötü. Geceleri korkmandan korkuyorum, yanında olamamaktan

korkuyorum. Senden nasıl uzak kalınır aklım almıyor güzelim. Doktorlar aklımın bende

olmadığını söylediler. Bana ait değilmiş o günden beri aklım. O zaman ruhum da

bedenime, bu dünyaya ait olmamalı."

Korkmuyordu. İstekliydi. Sevdiğine kavuşmak için sabırsızlanıyordu. Acımazdı. Çünkü

biliyordu ki Rüya'yı öyle görmekten, son sözlerini cevapsız bırakmaktan, onu gecenin

karanlığından koruyamamaktan daha kötü olamazdı. Son kez attı kalbi "Rüya" diye ve

büyük bir arzuyla gitti parmakları ruhunu bedeninden alacak, kalbini sevdiğine

kavuşturacak olan sıcaklığa... Önce büyük bir gürültü sonrasında ise karın duruşuyla

birlikte ağaçlardan fırlayan küme küme kuşların çığlıklarının ardından oluşan sessizlik.

Rüya'nın mezarının çevresini bembeyaz bir ışık ve Alvin' in yedi aydır hasret kaldığı

sevdiğinin en güzel çiçeklerden bile daha güzel olan kokusu sardı. Alvin, yüzünü göğe

kaldırdı.

4


Etraftaki ışıktan da beyaz bir elbisenin içindeki bedene ait bir çift okyanus kendisine

bakıyordu. Yanaklarında içini titreten sıcaklığın sebebi olan elleri ve o ellerin verdiği

huzuru hissetti her zerresinde. Ölüm gittikçe etrafını sararken sevdiğinin saçlarındaki

tacı görmesiyle yüzünde hafif bir tebessüm oluştu. Eller kavuştu ve iki aşık ruh dans

ederek yükseldiler gökyüzündeki onların aşkıyla parlayan en parlak yıldızda aşklarını

sonsuza kadar yaşamaya, sonsuzluğa doğru...

Bahar ATAŞ- 9/C

GİZEMLİ BİR SES

Bir ilkbahar sabahıydı. Odamda

uzanırken mahalleden geçen birinin

ayak seslerini duydum. Bir süredir

duyduğum bu sesteki ritim hiç

değişmiyordu ve merak ettim. Her gün

onlarca kişinin geçtiği bu mahallede

şimdi ne değişmişti de ben bakma

isteği içinde bulmuştum kendimi? Her

geçen kişiyi elbette merak etmiyordum.

Bu seferki çok farklıydı. Sanki içimde

bir şeylerin kıpırdadığını hissettim.

Hislerim davranışlarımın önüne

geçmişti ve yürüyen kişi her kimse

daha fazla uzaklaşmadan baktım.

Hiçbir zaman odamda fazla vakit

geçirmeyen ben, günümün çoğunu

odamda, penceremin önünde

geçirmeye başlamıştım. Her sabah aynı

sesi bekler olmuştum, bekliyordum.Ve

bu birkaç gün böyle devam etti. Yine

böyle bir sabah geçerken gördüm onu

ama her zamankinden daha yakındı

pencereme ve telefonla konuşuyordu.

Yüzündeki gerginlik fark ediliyordu. Telefondan konuştuğu kadın "Daha fazla

katlanamayacağım!.." diyordu. Büyük bir merakla dayanamadığının ne olabileceğini

düşündüm. O kısacık anda dayanılmaz bir gerçeğin varlığının ne olabileceği kafamda

birden çok soru işareti bırakmıştı. Telefondaki kadın kimdi ve neden öyle söyledi?

Aklımda türlü kurgular ve susturamadığım iç sesimle baş başa kalmıştım. Ne

düşündüğümü fark edemez durumdaydım hiç tanımadığım birine dair gelişen bu merak

beni huzuruz ediyordu. Bir sabah kendimi pencerenin önünde yine beklerken buldum,

biraz gecikmişti. Neden geçmiyordu ki? “Geçti de ben mi görmedim” derken istemsiz

bir endişe hissine yenik düşmüştüm. Evet umudumu kestim ve geçtiğini düşündüm,

arkamı döndüm ve odadan çıkıyordum ki penceremin önünde aynı ses, yine biriyle

konuşuyordu. Sesini duymuştum, keşke duymasaydım. "Hayır anne taşınmayacağız!"

diyordu. İllaki bir gün fark edecek diye hayaller kurarken taşınma ihtimalini öğrenmiş

ve yıkılmıştım. İçimdeki ansızın büyüyen bu hissin beni boğduğunu anlayıp dışarı

çıkmak istedim.

5


Akşamdı. Kapımın önünde oturup şarkı dinliyordum. Sol tarafımda top oynayan

çocukları izlerken, sağımdan bir ses duydum. Kalbim hızla atmaya başlamıştı. Onun

sesiydi, arkadaşıyla geçiyordu. Sanki o kapının önünde yokmuşum gibi geçti ve gitti.

Gerçekten bu kadar mı fark edilmezdim? Gözüme uyku girmemiş bir gecenin sabahına

uyandığımızda sokakta gürültülü bir kamyonun işe koyulduğunu gördüm ve kısa bir

süre sonra kasasını eşyalarla doldurup geçti önümden. Yatak, gardırop, koltuk...

Taşınmışlardı. Ağlamaya başlamıştım, ne yapayım elimden bir şey gelmiyordu? Ertesi

sabah gelmeyeceğini bile bile bekliyordum. Sanırım o söze artık anlam veriyordum: "Aşk

bazen sevmek değil gelmeyecek olanı beklemektir." Bir süre sonra sesi değil bir umut

olan tekrar geçme ihtimalini taşımaya başladığımı fark ettim. Kahretsin, ne tükenmez

umudum varmış! Mahalle kamyonla giden üç beş parça eşyayla boşalmıştı adeta, Her

sabah geçtiğinde kuşlar öterdi, ama şimdi sesleri gelmiyor. Bir sabah yatağımda

uzanırken tanıdık bir ayak sesi duyduğumu ve kalbimin küt küt atmaya başladığını

hatırlıyorum. Heyecanla kalkıp baktığımda sokağın hala ne kadar boş olduğunu gördüm.

Bir insan kaç kere yıkılır ki? Mahallede hiç bir şey aynı değildi. Bende de öyle..

KÜÇÜK BİR UMUT

Herkesin arayış ve kaçış içinde olduğu bir hayat bu. Kaçtığımız şey güvensizlik,

sevgisizlik, aile baskısı, kavgalar, gürültüler ve şüphelerin bizi soktuğu girdaplardır.

Arayışımız ise sadece güven ve sevgidir. Bazı insanlar ailesinde bulur bu sevgiyi, bazıları

ise kaçıp arkadaşlarına sığınır. Kimisi ise hayvanlara. Bunların hiçbirine sığınamayan

insanlar ise kimseye sığınamadığı için kimsenin de onlara sığınmasına izin vermezler.

İsteyerek yapmazlar aslında, isteyerek kırmazlar kimseyi. Güven ve sevgi eksikliği

insanlarda arayış oluştururken aynı zamanda sinir, güven sorunları, sevgisini

gösterememe gibi sorunlar da yaratır. Herkesten kaçıp can dostunuz olan hayvanınıza

sığınırsınız ve aileniz bunun sağlıksız olduğunu düşünüp onu sizin elinizden alır ve bir

daha göremezsiniz. Bu seferde arkadaşlarınıza sığınmak istersiniz ama aileniz bu sefer

de arkadaşlarınızın kusurlarını gözlerinde büyüterek birbirinize kardeş olduğunuz,

birbirinizi karşılıksız sevdiğiniz o kişilerle görüşmenizi istemez ve kimi engeller var

eder. Çevrenizin sizi soktuğu bu tükenmişlik ve yetersizlik hissi içinde benliğinizi

kaybedersiniz. Sonra bambaşka bir kapı açılır, sonsuzluğa açıldığını düşündüğünüz bir

kapı. Biri çıkar karşınıza sizi çok seven, sizin çok sevdiğiniz. Umudunuzu tam

yitirmişken o kişi sizi o girdaptan kurtarıp pamuk gibi biri olmanızı sağlar. Her şeyiniz

olur, herkesten kaçıp o kişiye sığınırsınız. Ya da öyle biri bile çıkmaz. Anlamsız

hayatınıza devam edersiniz. Ailenizin oluşturduğu bu boşluğu küçük bir umutla hep

doldurmaya çalışırsınız. Kısacası farklı yüzler, farklı hikayeler, asık suratlar ve

gülümsemelerle dolu bu koskoca dünyada herkese aynı güneş doğar ama herkesi

aydınlatmaz.

Eylem ATEŞ- 9/B

6


KARANLIĞIN BEYAZI

Başıma doğru gelen topu son anda fark ettim,

neyse ki refleksim sayesinde kurtulmuş olsam da tüm

bakışlar bana dönmüştü. Bu durum hoşuma gitti

ancak direkt koşmaya başladım. İçim içimi yiyordu,

sürekli kendime "Neden bu durum hoşuna gider ki?"

diye sorup durdum. Loş ışıklı, lambalarının arasında

en az dört metre olan, tüm binaların kasvetli ve siyah;

çatıları, bacaları ise tuğladan, bazılarından duman

tüten bir sokağa girdim. Aklımdan diğer düşünceler

uçup gitti, bu defa "Neden bu binalar bu kadar aynı?"

diye düşünmeye başladım. Yolun sonunda duvara

yaslandım, sakinleşmeye çalıştım. Kafamdaki

uğultular yavaşça yükseliyordu. Anlaşılmaya

başlamıştı. "Hepsi senin hatan, böyle yapmak zorunda

mıydın!

Arkadaşlarını sevsen onlara yardımcı olurdun." En yüksek ve cırtlak tondaydı "Sen

hiçsin, sadece hiç!" Artık çıldırmıştım. "Yeter!" diye bağırdım, sesim tüm sokağı

inletmişti. Herkes evinden dışarı çıkıp bana bakmaya başladı, hafifçe kafamı eğdim. Yere

çok yakındım, n’oluyor? Aynaya baktım ve anında pişman oldum. Ufacık bir fareydim.

Yavaş yavaş yer yarıldı ve beni içine çekmeye başladı. İnsanlar biraz daha bakıp "cık cık"

layarak evlerine geçti. Yer beni tükürürcesine dışarı fırlattı ve kapandı. Tekrar aynaya

baktım. Dağılmış kahküller, içi kızarmış ve göz kapağı düşük gözler, kepçeye kaçan

kulaklar, kemerli olmasının yanında kızarmış burun, dolgun sayılabilecek ancak

morarmış dudaklar(tek sevdiğim yerim) son olarak beyaz olmasının cezası olarak

ağlamak ve yorgun düşmekten kaynaklanan kızarmış ten. Pantolonum zaten yırtıktı

ancak ağlarken biraz daha yırtmıştım. Bacağımın inceliği(nerdeyse kürdan kadar

inceydi) belli oluyordu, tiksintiyle baktım. Üstüne tişörtümün kolları da yırtılmıştı,

dünya sanki inadıma kürdandan bedenimi öne çıkarıyordu. O an kendime nefretim

tekrar can bulsa da bu saniyelikti çünkü aklıma en iyi ve tek arkadaşım gelmişti. Mike..

Neredesin? Hani hep yanımda olacaktın? Bu kadar ihtiyacım varken nerdesin? Güya ben

de senin en yakın ve tek arkadaşındım. Hatırladım ki, topu atan oydu ve bana

gülüyordu... Ne düşünmüştüm ki? Herkes bunu yaptı, o niye yapmasın? Neden yakın gibi

davranıp en kötü anımı kovalamasın?

Nehir YELKENCİ- 9/D


OLMAK YA DA OLMAMAK

Helin YELBAŞI- 12/G

Karlı bir yılbaşı akşamı… Ben ise şehrin en kalabalık caddelerinden birindeyim.

Herkesin farklı bir telaşı var. Benim ise gelen geçeni izleme gibi bir huyum…

Bilmiyorum, belki de bu huyumdan vazgeçmeliyim. Ama her insanın farklı bir yaşantısı

olduğunu görmek; ihtiyacı olana yardın edebilmek, ihtiyacı olmayanlara ise onun

şahsına sevinmek kâfi geliyor bazen. Ya da içimde bastırmam gereken bazı duyguları

etraftaki insanları izleyerek geçirmem de gerekiyor olabilir. Her neyse bir şeyler oluyor

ve ben de bu olanların içinde yer alıyorum. Karşıda bir hareketlilik oldu. Tıpkı benim

gibi yalnız birisi boş bir banka oturdu. Kendimde olan durumu sanki onda da gördüm.

Bu daha çok dikkatimi çekmeye başladı. Soğukta üşüyordu. Ama ben üşümüyordum. Bir

farklılık olmuş oldu. Sanırım ona çok dikkatli baktığımı anladı, o da bana bakmaya

başladı. Belki yanına gidip konuşabilirdim ya da o benim yanıma gelebilirdi. Ama

gelmedi. Gitti! Her zaman olduğu gibi o da gitti.

KAYBOLAN

Bir akşamüstü, bir kıyı kenarı bir de

umudunu yitirmiş insanlar…

Pek benlik değil buralar.

Ben zaten o boşluktan geliyorum.

Umudumu yitirmiş olsam da güneş parlıyor.

Öylesine, sanki bir yerlerde şansım

bekliyormuş gibi

Fakat tükenmişlik hissi ağır basıyor

yüreğime

bir kapı daha…

sonra girdap, derin derin bakan insanlar gibi

Sen onları bırakıp gidersen kim anlayacak

sonsuz tükenmişliğimi?

Özlem TÜFEKÇİ- 9/B


GEÇMİŞTEN BİR SES

Emine MANAV- 12/G

İçimde bir sıkıntıyla uyandım. Her

zaman güne umutla başlayan ben, artık

içimde bir sıkıntıyla uyanmaya başlayalı

ne kadar olmuştu? İçten içe biliyordum

bunun sebebini ama “bu benim

kuruntumdur” deyip geçiyordum.

Zihnim bas bas bağırıyordu “Hiçbir şey

yolunda değil!” diye ben bunları

düşünürken. Karnımın guruldaması ile

kahvaltı yapmak için mutfağa doğru yol

aldım.

Mutfağa girdiğim an içimdeki sıkıntı yerini korkuya bıraktı, sanki avcının izlediği

ceylan gibiydim mutfak penceresine bakmasam da biliyordum yine beni izliyordu, tıpkı

bir avcı gibi. Ama kaçmayacaktım, ondan üstün olduğumu gösterecektim.

Kahvaltılıkları tepsiye yerleştirip salona geçtim. Sanki benim uyanmamla oyunumuz

tekrar başlamıştı, bıkıp usanmadan beni izliyordu. beni delirtmmek, korkularımla alay

etmek için buradaydı.

Hemen arkamdaki hırıltılı ve ıslak nefes alış verişlerini hissediyordum... Korkumu

belli etmemeye çalışsam da çatalı elimden düşürmüştüm. O korkutucu sesiyle gülmeye

başladı ve dedi ki “Aptal yaratık gerçekten de bana kafa tutabileceğini mi sandın?

Hissediyorum, o güzel korkunun tadını bile alıyorum.” Ben ise kıpırdayamıyordum.

Dilim lâl olmuştu, ilk defa benimle konuşmuştu. Ben böyle put gibi dururken birden

çenemi tutup ona bakmamı sağladı. “Hadi seninle tekrar oyun oynayalım, tıpkı eski

günlerdeki gibi.” Onu tanıyordum. O, benim oyun arkadaşım, sırdaşım, çocukluğumdu.

O, benim yatağımın altındaki canavardı.

ZAMANA KARŞI

Yalnız seninleyken geçiyor zaman

Dinginleşiyorum senin yanında

Yalnızdım, yaralandım

Kanadı kabuk bağladı yaralarımın

Yağmur yağdı, ürperdim soğuktan

Buram buram toprak kokusu burnuma doldu

Sonbahar olunca döküldü yapraklar

Kurtulamadım bulanık bakışlarımdan

Yeri geldi, beni huzursuz etti sezgilerim

Bilincimi kaybettim,

bilincimi kaybettim.

Yaren ÇETİNKIRAN 9/D


YALNIZ ADAM

Kimsesiz, ıssız bir köydü burası. Köyü bitmez tükenmez bir sis

sarmıştı. Köye doğru yürüdüm. Bir kapının eşiğinden ışık sızıyordu.

Acaba birileri mi vardı. Sokaktan adımlayarak eve vardım. Yavaş

yavaş evin kapısını açtım, ama kimse yoktu. Yalnız ben . . . Geceyi

orada geçirmeye karar verdim. Karnım çok açtı. Dolapta biraz

atıştırmalık vardı. Bir güzel yedim. Yedikten sonra uyuyakalmışım.

Sabah olmuştu. Artık burada daha fazla kalamazdım.

Karnımı doyurduktan sonra yola çıktım. İleride bir dağ vardı. Oradaki mağaraya

gidecektim. Yolum bir ormandan geçiyordu. Bu ormanda bazı ağaçlar devrilmiş hatta

kökleri bile görünüyordu. Bu yol, bana sonsuzmuş gibi hiç bitmeyecek gibiydi. Aniden

gökte bir kartal belirdi. Galiba yiyecek götürüyordu yavrularına. Yiyecek kırıntıları yere

dökülüyordu. Bu kırıntılar mağarayı daha iyi bulmama yardım etti, çünkü kartal da

mağaranın bulunduğu dağa gidiyordu. Sonunda mağaraya vardım. Mağara çok derindi.

Oraya uzandım, hava kararmıştı. Yıldızları izlerken ne kadar, ne kadar yalnız bir adam

olduğum aklıma gelmişti. Yüreğim bunu kaldıramadı ve oracıkta gözlerimi hayata

yumdum.

Melek ÖTER- 9/A

SONSUZLUK

Yalnız yalnız gidiyorum bu sokağın

sonuna

Kimsesiz, ıssız bir

Yolda yürüyorum

Ne elimi tutan var

Ne de hal hatır soran

Sonsuzluğa doğru yürüyorum

Bitmez tükenmez bir sabrım var

Mağara gibi bir karanlığa yürüyorum

Yol derin, sessiz ve ürpertici ama

durmadan yürüyorum yalnız

Ufuk göründüğünde bitecek bu rüya,

uyanacağım sonsuzluktan aydınlığa

Kırıntı gibi küçücük kalacağım bu

rüyanın sonunda

Akın ZAPTİYE- 9/A


KÜÇÜK BİR AN

Sabahın o tatlı ve huzurlu sesine uyanmıştı.

Penceresini açıp etrafındaki seslere kulak

veriyordu. Kuş cıvıltıları, araba sesleri,

evlerinin yan tarafında devam eden inşaatın

makinelerinin yüksek sesleri ona gürültü gibi

değil de huzur sesiymiş gibi geliyordu. Birkaç

dakika sonra midesinde guruldamalar başladı,

o huzur dolu sesler yerini midesinden gelen seslere bıraktı. Annesinin onu

kahvaltıya çağırmasının habercisiydi adeta. Kapıyı açtı, ilk adımıyla ipe takılıp yere

düştü. Kardeşinin sırf gülmek için hazırladığı ipli tuzağa takılmıştı. Gürültüyü

duyan kardeşi koşarak kendisini kahvaltıya çağırmaya geliyordu. Onu yerde

görünce, kurduğu tuzağın işe yaradığını anladı ve kahkahalar atmaya başladı.

Kardeşinin gülmesiyle ona katıldı ve haline katıla katıla güldü. Yaşamın tadına

varmak için her anından keyif alabiliyordu. Ya alamasaydı, nasıl katlanırdı ki..

Mehmet Sağlam- 12/G

TAM DA TÜKENMİŞİM DERKEN

Güneş, umut olur aydınlığa

Açılır kapılar sonsuzluğa

Hayallerimi yitirirken sonu olmayan bir

boşlukta

Tükenmiş benliğimle sürüklendim bir

girdaba

Girmiştim sonsuzluğa çıkmamak üzere bir

daha

Bir anda doğdu güneş umut oldu bana

Çıkardı beni bu zindandan açıldı kapılar

İşte bitmişti tükenmişliğim sonunda

Boran ERZİN- 9/B

GİRDAPTAN KURTULUŞ

Yeni günde doğan güneş

Tükenmiş umutlarımı yeşertti.

Bir kapı açıldı.

Benliğimi kaybedip düştüğüm girdabın

içinden

Sonsuzluğun içinde yok olurken

Boşluğun içine düşmüş kaybolurken

Yeşeren küçük bir umutla

Kurtuldum o girdabın içinden

Benim aşkıma derler sonsuzluk

Yeni bir kapı açacağım seni bulup

Sensizken içimde oluşan boşluk

Doğan güneşle yeniden dolacak

Bir haber yolla umuttan

Elini ver bana, çıkayım bu girdaptan.

Mustafa Burak AKCAN- 9/B


DÜŞÜNCE YAPISI

Bireylerin düşünce yapısı birbirinden farklıdır. Kişinin bilinçaltındaki

hayalleri ve umutları da ne düşündüğünü ve düşünce yapısını ortaya çıkarır.

Sizce bir insanın kayıp hayallerinin olması ne demektir? Aslında bu söz bireyin

geleceğe dair olan plan ve hayallerinin bazı nedenlerden dolayı kişiye imkansız

gelmesi ve o hayalini asla gerçekleştiremeyeceğini düşünmesi anlamı içerir.

Hayallerden ve düşünceden yoksun insanlar bende çok kötü bir his

uyandırmaktadır. Bir insanın geleceğe dair umutlarının olmaması düşünce

yapılarını dolaylı olarak toplumsal ilişkileri etkiler. Bireyin hayallerinin

olmaması kendini boşlukta hissetmesine yol açar.

İşin esası düşünce yapımızı etkileyen bir çok faktör vardır. Kültürel

miras, bilgi, bireyin hayalleri ve daha birçok şey bireyin düşünce yapısında

etkin rol oynar. Kişiden kişiye değişen düşünce yapısı bireyin günlük hayatını

da etkiler. Düşünce yapımızı geliştirmek için kitap okumak, merak ettiğimiz

konu hakkında araştırma yapmak hayal dünyamızın gelişmesinde temel bir

öneme sahiptir.

Düşünce yapımızın gelişmesinin bize birçok faydasını sıralamak mümkün.

Fakat en dikkat çekenin bir yandan günlük hayatımızdaki kararlarımızı daha

sağlıklı ve doğru almamızı sağlarken diğer yandan insanlarla daha usturuplu ve

daha güzel bir biçimde konuşmamıza yardımcı olmasıdır. Bu sebeple düşünce

yapısı günlük hayatımızda yani toplumsal ilişkilerimizde önemli rol

oynamaktadır.

Hazalnur KARAŞAHİN- 9/B


YOK HİKAYE

Yolu telaşla adımlayan, gecenin soğuğu yüzüne vurmuş kadın yolunu

bulmaya çalışıyordu. Ağlamaktan gözleri şişmişti ve kendinde değildi. Issız

sokakta kafasını eğip sessiz sedasız ağlarken karşısında kocaman bir ev

gördü. Göz yaşlarını silip gözlerini ovaladı ve istemsizce durarak eve dikkatli

bir şekilde baktı. Hava karanlıktı, ayın parlaklığı dışında etrafı aydınlatacak

tek bir ışık yoktu. Kadın ürkmüş ama bir o kadar da meraklanmıştı.

Ağlamanın etkisinden çıktı, gözlerindeki bulanıklık gitti ve eve daha

yakından baktı. Buna ev demek haksızlık olurdu, kocaman bir malikaneydi.

Tüyleri ürperen kadın bir yandan da sokağı süzdü ve yavaşça malikaneye

doğru ilerledi. Kadın malikaneye yaklaşınca telefonuna bir bildirim geldi.

Bildirimin sesiyle korktu. Telefonunun ekranında beliren bildirimde ‘içeriye

gir’ yazıyordu. Kadın şaşkın gözlerle telefonuna bakakaldı ve hemen kafasını

kaldırıp etrafı güzelce kolaçan etti, olduğu yerden tüm sokağı ve evin

çevresini tekrar süzdü. Kimsecikler yoktu. Kadın korkuyor ama neler

olduğunu da anlamaya çalışıyordu. Merakla malikaneye yavaş ve temkinli

şekilde yaklaşmaya başladı. Pas tutan demirlerini sarmaşıkların boğduğu

kapıyı hafifçe ittirdi, başarısız oldu. Biraz uğraşınca açılan kapıdan içini

çizen bir gıcırdama sesi yankılandı. Karanlıkta önünü göremiyordu.

Telefonunun fenerini açtı. İçeriye bir kaç adım atan kadın bahçeyi hızla

geçerek evin kapısını aralamak üzere kapının tokmağına yeltendi. Fakat kapı

aralıktı. Her adımında gıcırdayan ahşap zemin kadının kalp atışının

hızlanmasına sebep oldu ve birden kapı kapandı. Kapının kapanmasıyla


panikledi ve kendi kendine ‘ben ne yapıyorum, niye girdim gecenin bir

yarısı hiç bilmediğim bu tuhaf eve.’ diye panikle söylenirken kadının

telefonuna bir bildirim daha geldi. ‘Sağ odaya git.’ Yazıyordu. Kadın

şaşkın, korku ve panikle temkinli adımlarla ilerlerken aynı zamanda

etrafı kolaçan ediyordu. Sağ odanın kapısına geldiğinde ‘Kimse var mı?’

diye bağırdı, yanıt gelmeyince bir anlık bir rahatlama yaşadı. Devam

etti, birkaç adım daha ilerleyerek odanın içine girdi. Yerdeki fotoğrafa

doğru yöneldi, pek bir şey gözükmüyordu. Fotoğraf çok tozluydu.

Kadın baş parmağıyla toz katmanını sildi ve gördüğü şey karşısında

dondu kaldı. Fotoğraftaki onun bir yıldır kayıp olan kızıydı. Panik oldu

ve ‘Ne istiyorsunuz benden, siz kimsiniz?’ diye bağırmaya başladı.

Telefonuna gelen bir bildirimin ardından kadın sustu. Elindeki

fotoğrafı öperek cebine kattı. Kendini toparlamaya çalıştı, hemen gelen

yeni bildirime baktı. ‘Soldaki odaya git.’ Yazıyordu şimdi de.

Derin nefes alıp güçlükle koridora doğru yöneldi, telefonunun

fenerini bir sağa bir sola doğru çevirerek ilerliyordu. Odaya

yaklaştığında korkmaya başladığını hisseti. İçinden kızının en sevdiği

şarkıyı mırıldanarak korkusunu azaltmaya çalışıyordu. Odanın önüne

geldiğinde boğazına kaçan toz yüzünden hafif öksürdü, girmek için

odanın kapısını nazikçe ittirdi. Yüzüne keskin bir koku çarptı. Mantıklı

düşünemiyordu. Olduğu yerde bekledi. Göreceği şeye hazır değildi.

Birkaç saniye sonra gözlerini yavaşça açtı. Dizlerini kontrol edemeyip

yere yığıldı. Kadının hikayesi şimdi başlıyordu.

İkra Yaren DÜNDAR- 9/C

TANRI’NIN GAZABI

Yıllar öncesinde bir pazar sabahıydı. Şehrin her

tarafı zifiri karanlıktı adeta. Dünya ilk zamana

dönüşü gibiydi. Her gün tıka basa dolu gördüğüm

yerler bomboş bırakılmıştı. Acaba ne olmuştu bu

insanlara?.. Yoksa, yok oluş çanları mı bunlar?

İnsanlar varoluşundan beri Tanrı’ yı çok fazla

kızdırdılar yaptıkları her hareketle. Tanrı’ nın

onlara sunduğu bunca güzel şey varken, insan

hep ama hep kızdırmaya çalıştı Tanrı’ yı. Acaba

diyorum, Tanrı bunlara büyük bir ceza mı verdi?

Hepsi yok oluşa mı mahkum edildi?

İsmail DEMİR- 12/G


YENİ HAYAT

Kasımın son haftasıydı ve Sude yine gecenin zifiri karanlığında pencerenin

kenarında yağan yağmuru seyrediyordu. İçeriden gelen sesi, yağmurun sesi ile

kapatmaya çalışıyordu. Çünkü eğer o sese odaklanmasaydı içinden gelen sesi

daha çok duyacaktı. Ve bu da onu daha da beter hale getirecekti. Annesinin

çığlıkları, kardeşinin ağlama sesi ve babasının kükreyişi onu olduğu yerde

dondurmuştu. Birden ses kesilince içeriye gidip gitmemekle kararsız kaldı.

Ardından kapı sesi gelince kendini içeriye attı. Annesinin yüzünü kanlar içinde

görünce hemen onun yanına koştu. Aslında alışkındı da ama işte annesinin o

hali her defasında onu dehşetler içerisinde bırakıyordu. Sonra kendini

toparlayıp annesine su verdi. Ve ağlayan kardeşini de susturmak için kucağına

aldı. Sanki tüm dünya onun başına yıkılmıştı. Olanları bir kenara bırakıp

kafasını toparlaması lazımdı ve bu evden ve bu hayattan bir an önce

kurtulmaları için çözüm yolu bulmalıydı. Babası gelmeden o evi terk

etmelilerdi. Annesi de kimsesizdi, gidecek kimseleri de yoktu. Ama Sude' nin bir

an önce bir yol bulup her şeyi toparlaması lazımdı. Babası gelirse her şey daha

da sarpa saracaktı. Aklına hemen iki mahalle ötede oturan Ayşe Teyze geldi ve

annesine ‘babam gelmeden hemen gitmeliyiz’ diye söylemesi gerekiyordu.

Zavallı kardeşi de perişan olmuştu. Yaşananlardan sonra Sude, annesi ve küçük

kardeşi Ayşe Teyzedeydiler. Ayşe Teyze önce çok şaşırmıştı ama o da alışkındı

ve hemen çözüm yolu aramaya kalkıştı. Polisi aradı ve hemen Salim Bey’ in

hapse girmesi için elinden geleni yapacaktı. Sude ne halde olduğunu

anlamamıştı bile, babası hapse girecekti. Bunu istiyor muydu? Başka türlü nasıl

huzura kavuşacaklardı ki? Annesi, o ve kardeşi tek kalacaklardı. Ama başka

çareleri de yoktu, olanlar olmuştu. Sude, annesi ve kardeşi artık mutlu ve

huzurlu bir hayat yaşamak istiyorlardı. Annesi yeni bir işe başlamıştı. Sude

okuluna devam ediyordu. Kardeşine de Sude eve gelene kadar Ayşe Teyze

bakıyordu. O kötü günler artık geride kalmıştı. Kavga, gürültü artık

hayatlarında yoktu. Ve artık hayatlarına üç kişi devam edeceklerdi. Her şey bu

kadar güzel gidiyorken Sude yine kötü günlerin tekrarlanacağı endişesi taşısa

da artık öyle şeyler olmayacaktı. Her şeyin daha farklı olacağına inanmak

yaşayabilmelerinin tek mümkünü olmuştu. Hayatın içini ısıtan her şeyi ona ve

ailesine cömertçe sunacağına emindi.

Esra AYDIN- 12/ G


UMUDA YOLCULUK

Bir umut vardı oralarda

Sonsuz bir boşluğun içinde tükenen güneş

‘Yarını da var bunun’ dercesine tükenmiş gibi

Uzaklarda bir yerde kapılar açılıyor ama

Benliğim hala aynı yerde.

Sonsuzluğun bittiği

O derin keder gibi

Girdaba kapılmışçasına

Bilinmeze açılan bir kapı,

Bitmez tükenmez bir yol..

Gitmek ve kalmak arasında

Düşünceler kısıtlanıyor.

Ama hala aynı yerde

Bitmiş tükenmişliğin hissi.

Şimdi bütün umutlar

Yeşermeye hevesli.

Eylül KAYA- 9/B

İÇİMDEKİ KARANLIK

Güneş gibi doğdun boşluğuma

Umut gibi geldin bana

Yüreğimin kapısını açtım

Yitirmekte olduğum duyguları

Kurtaran sen oldun anlasana

Sonsuzluğun boşluğuna düşmek üzereyken ben

Umut gibi geldiğin yolları sayıkladım

Benliğimin çağrısıyla

Son buldu girdaplarım

Tükenmiş olan duygularım

Seninle canlandı

Kalbimdeki kapılar

Ansızın aralandı

Ben tutsakken kendime

Uzattığın ellerle

Karanlığımdan çıkıp

Aydınlıklar kuşandım

Hatice KILIÇ- 9/B


KİLİT

Gözlerine baktığımda dipsiz bir boşluk

kaybolmuş gibisin sesinde çocukluk

Gözyaşlarından damlarken güz

İçinde küçücük bir soluk

Rıhtımın kenarındaki küçük ev

Kulaklarımda acı bir ağıt gibi

Karşımda yeşil bir ırmak

Elimizde açılmaz bir kilit gibi

İrem YAVAŞ- 9/C

BEYAZ GİBİ

Dipsiz bir kuyuya düşmüşçesine,

Kayboluyorum gözlerinin derinliğinde.

Evim, hayatım sensin derken.

Tüm ışıklar sönüyor her yerde...

Küçük de olsa bir umut arıyorum,

Bazen dalıyor boşluğa gözlerim,

Evim, hayatım sensin derken.

Tüm umutlar sönüyor birden...

SEN OLSAN

Yine bir güz yağmuru

Küçük bir ırmak kıyısında

Derin düşüncelerdeyim

Evim yolun sonunda

Umutsuz hayallerime seslendim

Dipsiz ırmağa bakarken

Anlatıyorum derdimi

Su usulca akarken

Karanlıkta durmuşum

Bir ışık bekliyorum

Umutlarım kaybolmuş

Bir boşlukta dönüyorum

Yitirdim tüm hayallerimi

Dayanacak gücüm yok

Dallarım devriliyor

‘Sen’ diyecek sözüm yok.

Gamze ÇOLAK- 9/C

Kendimi sende kaybettim,

Onca yağmur damlası arasında,

Bir kar tanesi aramak gibi,

Her saniye kalbimi sende arıyorum

Uçsuz bucaksız boşluklarda,

Sahillerde yakıyorum ağıtlarımı,

Sonsuz bir gecedeyim sanki,

Seninle dolduruyorum tüm boşluklarımı

Güz akıyor gözlerimden,

Irmaklar gibi durgunum,

Beyaz gibi saf seviyorum seni,

Rıhtımımsın, sığınağımsın sanki.

Merve BALACALI- 9/C

UMUDUN HÜZNÜ

Tükenmişti hayallerim

Bir boşluk içindeyim

Umudumu hepten

Yitirmek üzereyim

Bir gün bir güneş doğsa da

Yeniden aydınlansam

Bir girdap derinliğinde

Kaybolmaktan kurtulsam

Açılan bir kapıyla

Sonsuz huzuru bulsam

Sudenaz ÇİRKİN- 9/B


KURTULUŞ

Kabuk tutmuş yaralar

Kızıl renkli yapraklar

Tek kurtuluşudur

Yalnız geçen zamanlar

Sezgilerim söyler kaçmamı

Bırakmak isterim huzursuz yaşamımı

Görürüm derin uykularımda

Bu huzursuz hayattan kaçışımı

Bilinçaltım dolu ürperişlerle

Severim varlığını sonsuz bir özlemle

Tek kurtuluşum bu toprak

Kimsenin bilmediği bir yitişle

Aylin KAHRAMAN- 9/D

YALNIZ KADIN

Yalnız bir kadındım

Yollarım kapalı

Kalbim bulutluydu

Aklımsa fırtınalı

Limanlar dolu ama

Benim gelenim yoktu

Gözlerim ararken hep

Ondan bir haber yoktu

İçimde kopan tufan

Bir türlü durulmuyor

Yağmurlara karışan

Geçmişim arınıyor.

Hatice KILIÇ- 9/B

RENK YOK BU DÜNYADA

Aldığını geri vermiyor topraklar

Kabuk bağlamış derin yaralar

Artık yeşermek istemiyor

Sararan yapraklar

Huzursuz yalnız sokaklarda

Tek başına kader yolunda

Kaç kurtar kendini

Renk yok bu dünyada

Zaman çare değil derde

Hiç gerek yok sevince

Bir de diğer tarafından bak

Hayat dingin bir endişe

Bulanık bir akşamda

Derin sezgiler aklımda

Kurtuluşu yok bunun

Aldatma kendini asla

Helin KAYA- 9/D

GÜZ YAĞMURLARI

Güz yağmurları da güzel

Yitirilmişlik yoksa

Kutu gibi bir evde

Sıcak duygular çoksa

Rıhtıma gidiyorum

Gözlerim kapalı

Derin düşüncelerim

Bir bilinmezliğe aralı

Dipsiz duygular var içimde

Hiçbir zaman anlayamadığım

Hiçbir zaman anlatamadığım

Ağıtlarla açıkladığım

İkra Yaren DÜNDAR - 9\C


ADANA’NIN ÜNLÜ İNSANLARI*

ŞAİR, YAZAR VE ÂŞIKLAR

Ahmet Ada: Şair, yazar. Ceyhan

Lisesinde sürdürdüğü öğrenimini

yarıda bırakarak çeşitli işlerde çalıştı.

Şairliğiyle ünlendi. Şiirleri ödüller

kazandı.Pek çok şiir kitabı var. Gün

Doğsun Gül Üstüne(1980), Begonyalı

Pencere(1998) ilk ve son şiir

kitaplarıdır.

Dadaloğlu( XIX.yy.): Âşık. Doğum yeri

ve tarihi, hakkındaki diğer bilgiler

kesin değildir.Toroslarda göçebe

yaşayan Avşarlardan Dadaloğlu Âşık

Musa adlı şairin oğludur. Asıl adı

Veli’dir. İyi saz çalıp, şiir söylemekte ve

hikâye anlatmaktadır. Bazı bilgilere

göre Avşar beyleri yanında kâtiplik ve

imamlık yapmıştır. Kozanoğullarının

ayaklanması üzerine Fırka-i İslahiye

adlı orduyla Derviş Paşa

görevlendirilmiş ve ayaklanmayı

bastırmıştır. Avşarların bir kısmı

Sivas’a yerleştirilmiş, bazı Avşar beyleri

İstanbul’da oturmaya mecbur

edilmişlerdir. Dadaloğlu şiirlerinde bu

mücadeleyi işlemiş, kahramanlık ve

yiğitlik şiirleri söylemiştir.

Demirtaş Ceyhun: Romancı, öykücü ve

denemeci. Devlet Güzel Sanatlar

Akademisi mezunu. Serbest mimarlık

yaptı. Bir ara kitapçılık yaparak yayın

dünyasında yerini aldı. Yazarlığı uğraş

edindi.

Öykü ve romanlarıyla ödüller kazandı.

Son zamanlarda araştırmaya yönelik

ürünler vermektedir. Çamasan’la Sait

Faik(1972), Apartman’la Türk Dil Kurumu

Öykü Ödülünü kazandı(1974). Asya

romanıyla TRT Roman Başarı Ödülünün

sahibi oldu (1974). Haçlı Emperyalizm ilk

deneme kitabıdır. Türk Edebiyatında

Anadolu, araştırma alanında verdiği

ürünlerden biridir.

Feymani:Asıl adı Osman Taşkaya’dır.

Âşıklığa merakı yüzünden ilkokuldan

sonra okumadı. Askerliğe kadar köyünde

çiftçilik ve çobanlık yaptı. İstanbul’da bir

oyuncak fabrikasında çalıştı. Başka işler

de yaptıktan sonra 1968 yılında âşıklığa,

1971 de ise köyüne döndü.

Kamuran Şipal: Öykücü, çevirmen.

Pertevniyal Lisesini ve İ.Ü Edebiyat

Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı

Bölümünü bitirdi. Almanya’da iki yıl

ihtisas gördükten sonra fakültesinde

okutmanlık yaptı ve emekli oldu. Şiirle

edebiyat dünyasına girip öyküyle devam

etti. Bir öyküsüyle TDK Hikâye

Yarışmasını kazandı. Elbiseciler Çarşısı

kitabıyla da Sait Faik Hikâye Armağanını

kazandı(1964).Köpek İstasyonu adlı

yapıtıyla 1988 Türkiye Yazarlar Birliği

Hikâye Ödülünü aldı.

Karacaoğlan(XVII.yy.): Hakkındaki

bilgilerin çoğu rivayet özelliğindedir.

Buna göre badeli bir şairdir. İyi saz

çaldığı ve birçok yöreyi dolaştığı onunla

ilgili bilgilerimiz arasında

bulunmaktadır. Karacaoğlan onun

mahlasıdır. Şiirleri geniş bir coğrafyada

yayılıp tanınmıştır. Hatta bir

Karacaoğlan geleneği oluşmuştur.

Karacaoğlan’ı taklit eden pek çok âşık

vardır. Bunun sonucunda birden çok da

Karacaoğlan ortaya çıkmıştır. Bugüne

ulaşan şiirlerinin sayısı beş yüzün

üzerindedir.


Kul Mustafa: Dadaloğlu soyundandır.

Dadaloğlu’nun torunu olduğundan

Posoflu Müdami ona Toruni mahlasını

vermişse de o bunu benimsememiştir.

Pek çok kez aşıklar bayramına katılıp

dereceler aldı. Adana aşıklarının

ustaları arasında yer alır.

Muzaffer İzgü: Romancı, öykücü, çocuk

kitapları yazarı. Diyarbakır

İlköğretmen Okulunu bitirdikten sonra

değişik yerlerde öğretmenlik yaptı.

Aydın’da görev yaparken emekli oldu

ve yazarlığa yöneldi. Özellikle gülmece

öyküleriyle tanındı. Roman alanında

ürün vermekle birlikte öyküde

yoğunlaştı. Öykü kitaplarının sayısı

kırkın üzerindedir. Çocuklara yönelik

de pek çok yapıt verdi. Radyo için

yazdığı skeçler beğenildi. Donumdaki

Para (1977) adlı öykü kitabıyla 1978

yılında Türk Dil Kurumu Öykü Ödülünü

aldı. Halo Dayı Ve İki Öküz (1973)adlı

romanı televizyon dizisi oldu.

Kaynanalar-Kaynatalar( 1972) ve Her

Devrin İti(1975) sahnelenen

oyunlarından sadece iki örnektir.

Muzaffer İZGÜ

Nihat Ziyalan: Şair, aktör. İlk şiirleri

Adana’da Bugün gazetesinde çıktı. Kimi

şiirleri 2. Yeni çizgisindedir. Bir ara

Adana Şehir Tiyatrosu ve Ankara Sanat

Tiyatrosu’nda aktörlük yapan Nihat

Ziyalan Avustralya’ya göç etmiş, halen

orada yaşamakta ve şiirlerini

Türkiye’de çeşitli dergilere

göndermektedir.

Orhan Kemal (1914-1970

Sofya) : Roman ve öykü

yazarı. Asıl adı Mehmet

Raşit Öğütçü’dür.

Yüksek okul mezunu bir

babanın oğlu olmasına

karşılık öğrenimini

sürdürmedi ve orta

okuldan ayrıldı.

Hayatını kazanmak için her türlü işte

çalıştı. Askerliğinin bitmesine 40 gün

kala tutuklandı. Edebiyata şiirle

başladı. Şiirlerini Kayseri cezaevinden

dergilere gönderdi. Bursa cezaevinde

Nazım Hikmet’le tanışmasından sonra

onun önerisiyle öyküye geçti. 1945

yılında Varlık dergisi okuyucularınca

en beğenilen öykücü seçildi. Öyküde

kendisini biledikten sonra romana

geçti. Öykü yazmayı da bırakmadı. Son

öykü kitabı 1968’de son romanı da

1970’te çıktı. Orhan Kemal bazı öykü ve

romanlarını tiyatro haline koydu.

Oyunları pek çok kez sahnelendi.

Orhan Kemal pek çok da senaryo yazdı.

Bunların çoğunda adı geçmedi. Gezmek

ve tedavi olmak için gittiği Sofya’da

vefat etti.

Recep Bilginer: Oyun yazarı, gazeteci.

İlk öğrenimini Adana’da yaptı. Bir yıl

İstanbul Gazetecilik Enstitüsüne devam

etti. Vatan’da gazeteciliğe başladı.

İstanbul Belediyesi’nde çeşitli

görevlerde bulundu. Şiirle edebiyata

giren Bilginer sonra oyun yazarlığına

yöneldi.1968’de yazdığı Utanç Dünyası

ile İlhan İskender En Başarılı Oyun

Yazarı Ödülünü aldı. Yunus Emre ile

1980 TDK Tiyatro Ödülünü aldı. Sarı

Naciye, Parkta Bir Sonbahar Günüydü

de onun tanınmış oyunlarındandır.

Turan Oflazoğlu: Oyun yazarı, şair.

Yüksek öğrenimini İÜ İngiliz Dili ve

Edebiyatı ile Felsefe Bölümünde yaptı.


Askerliğini bitirdikten sonra gittiği

Amerika’da Wasington Üniversitesinde

tiyatro ve oyun yazarlığı dersleri aldı.

İlk oyunları Keziban ile Allahın Dediği

Olur’u 1967’de Amerika’da yazdı.

Keziban Amerika’da oynandı. Turan

Oflazoğlu ilk oyunu dışındaki

oyunlarında konu ve kişilerini tarihten

seçti. Oyunlarında tarihi olaylardan çok

kişilerin içdünyalarını yansııtığı dikkati

çeker. Oflazoğlu çeviriler de yaptı.

Oyunlarıyla ödüller kazandı.

Yücel Kayıran: Eleştirmen, şair.

Hacettepe Ü. Edebiyat Fakültesi Felsefe

Bölümünü bitirdi. 1984’ten bu yana

çeşitli dergilerde şiir ve eleştirileri

çıkmaktadır. Hayaline Firar

Edemeyenlerin Afsunu(1997) onun şu an

için tek şiir kitabıdır.

Yaşar Kemal: Asıl adı

Kemal Sadık Göğceli’dir.

Öğrenimini orta son

sınıfa kadar sürdürebildi.

Şiirler de yazdı. 1951’de

İstanbul’a

gidip

Cumhuriyet gazetesine

girdikten sonra yaşamı

değişti.

Bu gazetedeki röportajlarıyla ünlendi.

Gazeteden ayrıldıktan sonra tüm

vaktini edebiyata ayırdı. Önce şiirden

öyküye, sonra öyküde de çok kalmayıp

romana geçti. Öyküden uzaklaştığı

düşünülürken Kuşlar da Gitti ile

öyküden kopmadığını gösterdi. Yaşar

Kemal çocuklar için de bir kitap yazdı.

Sabahattin Eyüboğlu ile Ağacın Çürüğü

adında bir de antoloji çıkarttı. Yaşar

Kemal bugün de verimli bir yazar olarak

çalışmalarını sürdürmektedir.

Ziya Bey (Adanalı), (1870-1932): Şair.

Adana valisi şair Ziya Paşa tarafından

yetenekli bulunup İstanbul’a

gönderilmiştir. Bir süre tıbbiyeye

devam etmiştir. Kalıplara sığacak bir

yapıda olmadığından serseriyane

yaşamıştır.

Seraskere hakaretten

tutuklanıp Fizan’a

sürülmüştür. Afla

döndüğünde de

merkezden

uzaklaştırmak için

Afyon Evkaf Müdürü

yapılmıştır. Çok

yetenekli bir şair

olmasına rağmen

yaşantısına dikkat etmemiş, sürekli

kendini bilmeyecek derecede içmiş,

sefil bir hayat sürmüştür. Şiirleri

dağınık olarak kalmıştır.

SİNEMA- TİYATRO OYUNCULARI,

YÖNETMEN VE YAPIMCILARI

Ali Şen: Sinema ve tiyatro oyuncusu.

Adana Halkevinde sahneye çıktı. Sadi

Tek’te profesyonel oldu. 1953’te

Ahretten Gelen Adam filmiyle sinema

oyunculuğuna başladı. 500 kadar

filmde rol aldı.

Aytaç Arman: Orta kuşağın başarılı

aktörü. Ses dergisinin açtığı yarışmada

Tarık Akan’ın ardından ikinci

olmasıyla sinemaya girdi. Yakışıklı jön

rolleri oynadı. Süreyya Duru’nun

filmleriyle tanındı. Bedrana, Kara

Çarşaflı Gelin filmlerinden örnekler

arasında sayılabilir. Düşman filmiyle

de büyük bir çıkış yaptı.

Bilal İnci: Sinema oyuncusu.

Yönetmen Kemal İnci’nin kardeşi.

Çeşitli işlerde çalıştı. 1966’da

Karanlıkta Vuruşanlar filmiyle

sinemaya girdi. Kötü adam rollerinde

oynadı. Karakter oyuncusu olarak öne

çıktı. Almanya’ya yerleşince sinemaya

ara verdi. Rol aldığı filmler arasında

Ezo Gelin, Dönüş sayılabilir.

Menderes Samancılar: 1975 yılında

Kelebek gazetesinin açtığı yarışmada

fotoroman kralı seçildikten sonra

sinemaya girdi. İnce Memet Vuruldu

ilk filmidir. Ezik Anadolu genci tipiyle

dikkati çekti.


Meral Zeren: Sinema oyuncusu,

şarkıcı. On beş yaşında sahneye çıkıp,

şarkı söylemeye başladı.1971’de

sinemaya geçti daha çok güldürü

filmlerinde rol aldı. Televizyon

filmlerinde de oynadı.

Şener Şen: Tiyatro ve sinema oyuncu.

Ali Şen’in oğlu. Şehir Tiyatrosunda

sahneye çıktı. 1970’ten sonra sinemaya

geçmiş, başarılı bir güldürü karakter

oyuncusu olmuştur. Birçok filmde

başrol oynadı.

Yılmaz Güney (Pütün): Nüfus kağıdına

göre 1937, kendi açıklamasına göre

1931 Yenice-Adana doğumlu. İlk ve

orta öğrenimini Adana’da yaptı.

Yüksek öğrenimini yarıda bıraktı.

Kendisini geçim sıkıntısı ve yaşam

kavgası içinde buldu. Irgatlık da dahil

olmak üzere geçici işlerde çalıştı. And

filmin Adana bürosunda çalıştı. Atıf

Yılmaz’ın Bu Vatanın Çocukları

filmiyle oyunculuğa başladı. Asistanlık

yaptı. Senaryo çalışmalarına katıldı. At

Avrat Silah’la yönetmenliği denedi.

Geçim kaygısıyla sıradan filmlerde de

oynadı. Başarılı oyuculuğuyla yakışıklı

jön anlayışını yıkıp “Çirkin Kral”

mitini yarattı.

1961’de bir öyküsü nedeniyle kısa süre

hapis yatmıştı. 1972’de yasadışı bir

örgüte yardım suçuyla tekrar hapse

konuldu. 1974 affıyla özgür kaldı. Aynı

yıl bir film çekimi için geldiği

Yumurtalık’ta savcıyı öldürdüğü için

24 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Hapisteyken en olgun senaryolarını

yazdı.

Şener ŞEN- Ali ŞEN- Yılmaz GÜNEY

1981’de Isparta cezaevinden bayram

iznine çıktıktan sonra yurt dışına kaçtı.

1983’te vatandaşlıktan çıkartıldı.

1982’de Cannes Film Festivalinde Yol

filmiyle birinciliği Costa Gavros’la

paylaştı. 1984’te Paris’te mide

kanserinden öldü.

Yılmaz Güney daha sinemada

tanınmazken öyküler yazmaktaydı.

Salkım(Adana), Yeni Ufuklar, Pazar

Postası dergilerinde öyküleri

yayımlandı. On Üç Dergisine yazdığı Üç

Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri adlı

öyküsü yüzünden 1.5 yıl hapis altı ay

sürgün cezasına çarptırıldı. Öykü,

roman, mektup türlerinde ürünler

verdi. Boynu Bükük Öldüler romanıyla

Orhan Kemal Roman Ödülünü kazandı.

MÜZİK ADAMLARI

Atilla Taş : Pop müzik sanatçısı.

Erol Büyükburç : Hafif müzik sanatçısı.

Ferdi Tayfur: Asıl adı Turan

Bayburt’tur. Babasının Adalet

Cimcoz’un kardeşi olan sinema

oyuncusu Ferdi Tayfur’a olan

düşkünlüğü nedeniyle onun adını aldı.

Ününü müzik ve sahne dünyasında ve

arabesk şarkılarla yaptı. Kasetleri satış

rekorları kırdı. Çeşme filmiyle

oyunculuğa başladı.

Hakkı Bulut : Arabesk şarkıcısı

Haluk Levent : Pop şarkıcısı ve besteci.

Murat Göğebakan : Pop şarkıcısı.

Murat Kekilli : Pop şarkıcısı.

Suna Kan: Keman virtüözü. Beş yaşında

babası Nuri Kan’dan keman çalmasını

öğrendi. Tanınmış hocalardan ders

aldı. Özel bir yasayla devlet tarafından

Fransa’ya gönderildi. Dünyanın pek çok

yerinde konserler verdi. Yurt dışında

pek çok ödülün sahibi oldu.

Macaristan’da sefire olarak ülkemizi

temsil eden Suna Kan devlet sanatçısı

unvanı sahibidir.

Yaşar : Pop şarkıcısı.

*Çukurova Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve

Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi Dr. Bedri AYDOĞAN'ın

"Adana'nın Ünlü İnsanları" başlıklı makalesinden alıntıdır.


Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!