27.04.2023 Views

GGD 38 Güncel

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

38.SAYI

ISO 9001:2015

27. YIL

MURAT ALSAN

DENETİM SEKTÖRÜNÜN

İNOVATİF YÖNETİCİSİ

EMİNE SABANCI KAMIŞLI

SOSYAL FAYDA YARATMAYI

AMAÇLAYAN BAŞARILI YÖNETİCİ

MEHMET TÜTÜNCÜ

'MUTLU ET MUTLU OL' PRENSİBİYLE

BAŞARIYA ÖNCÜ OLAN İSİM

HAMDİ

ULUKAYA

Girişimciliğin sırlarını paylaşıyor

TEKNOLOJİ VE İNOVASYON

YATIRIMLARIMIZLA BÜYÜYORUZ

ERDEN TİMUR

Şimdi Ve Gelecek İçin Daha İyi Bir Çalışma

Hayatına Liderlik Etmek

BETÜL ÇORBACIOĞLU

ÜCRETSİZDİR



1


KARİYERİNE GİDEN EN KISA YOL

Genel Yayın Yönetmeni

Uygar Özgür DÜZGÜN

Editörler

İlayda Nur DELİBALTA

Seda Sonay BAŞER

38. Sayı Ekibi

Betül DOĞAN

Elif Seniha BASTI

Emine GÜLER

Eray KARADAĞ

Hayrunnisa BAKICI

Naz ÜÇERLER

Oğuzhan İŞCAN

Rumeysa EMEKLİ

Muharrem Talha DİKEN

Tuana ŞAHİN

Zeynep Nur KARATAŞ

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ İŞLETME

FAKÜLTESİ İŞLETME KULÜBÜ,

AVCILAR/İSTANBUL

İmtiyaz Sahibi

Muharrem BELENE

Yayın Türü

Yerel, Süreli, Yılda Bir

Baskı

Mahmutbey Cad. İkizler Sok. No:4/C

34191 Bahçelievler / İstanbul

2022-2023 İŞLETME KULÜBÜ

YÖNETİM KURULU

Yönetim Kurulu Başkanı

Alper ERGEN

Yönetim Kurulu Başkan

Yardımcısı

Aybüke KILINÇ

Girişimcilik Departmanı

Şule DEMİR

Yönetici Geliştirme Departmanı

Berru BAŞARANLAR

Proje Yönetim Departmanı

Arda ARLI

Genç Girişim Dergisi Departmanı

Uygar Özgür DÜZGÜN

Kariyer Planlama Departmanı

Burak BABA

Kurumsal İletişim Departmanı

Ayşe Nazlı ÇAVUŞOĞLU

Mali İşler

Mehmet Yılmaz AKAN

2


4 Editörlerden

Genel Yayın Yönetmeninden

5

6 Röportaj: Mehmet Tütüncü “Mutlu Et Mutlu Ol” Prensibiyle Başarıya Öncü Olan İsim

10

Pınar Kaçar Özkent “Mezun Olduğumda Ne Yapacağım Sorusuna Cevap Buldum”

14 Prof. Dr. Ahmet Şerif İzgören “Genç Girişim Dergisi Okuyucusuna Açık Mektup”

Röportaj: Ali Cicioğlu “Hızlı Teslimat Sektörünün Lider İsmi”

16

20 Atilla Yeşilada “Genç Girişim Dergisi Okuyucusuna Açık Mektup”

Röportaj: Erden Timur “Gayrimenkul Sektörünün Öncü İsmi”

22

28 Sürdürülebilirlik: Can Tarlan “Hazır Giyim Sektöründe Sürdürülebilirlik”

Röportaj: Murat Alsan “Yerel Değerler ile Global Değerleri Birleştiren Başarılı Yönetici”

34 Röportaj: Betül Çorbacıoğlu “İnsan Odaklı Hareket Eden İdealist Lider”

Cumhuriyet: Ali Nasuh Mahruki “100. Yıla Büyük Adımlarla”

38

30

40 Röportaj: Hamdi Ulukaya “Global Devler Arasına Adını Altın Harflerle Yazdıran Başarılı İsim”

Zülfü Livaneli “Genç Girişim Dergisi Okuyucusuna Açık Mektup”

44

46

Yazı: Zafer Maşalacı “Posta Pulu”

Röportaj: İmge Kaya Sabancı “Girişimci Kadınlarımızı Odağına Alan Başarılı Lider”

50

54 Filiz Demiröz “ACCA Perspektifinden Geleceğin Muhasebe ve Finans Profesyoneli”

58

Röportaj: Burcu Yılmaz “Pazarlama Stratejileriyle Alanının Öncü Yöneticisi”

62 Röportaj: Hakan Vatansever “Kozmetik Sektöründe Çığır Açan Başarılı Yönetici”

66

Röportaj: Emine Sabancı Kamışlı “Sosyal Fayda Yaratmayı Amaçlayan Yönetici”

72 Röportaj: Serkan Karabacak “Sermaye Piyasaları'nın Usta İsmi”

Bizden: Etkinliklerimiz

76

78 Arşivden: Girişim Türkiye “Her Girişimcinin İzlemesi Gereken 10 Film”

3

İÇİNDEKİLER


Kıymetli Okurlar,

İlayda Nur Delibalta

İşletme Kulübü ailesi olarak aylardır büyük bir emek ve özenle

hazırladığımız Genç Girişim Dergisi’nin 38. Sayısını sizlerle

buluşturmaktan büyük mutluluk ve gurur duyduğumu belirterek

cümlelerime başlamak istiyorum.

Her yeni sayıda sizlerle daha iyisini buluşturmak mottosuyla çıktığımız

bu yolda, kıymetli yöneticilerle gerçekleştirdiğimiz çeşitli röportajlar

ve değerli yazılarla birlikte dergimizi donattığımız, birbirinden faydalı

içeriklerle dolu bir sayıya imza attığımıza inanıyorum. Genç Girişim

Dergisi Dijital İçerik Editörlüğü görevim boyunca ekip olmanın, belli

bir amaç uğruna çalışmanın ne kadar özel olduğunun bir kez daha

farkına vardım ve inanılmaz tecrübeler edindim. Aylar süren bu özverili

yolculukta doğru takım arkadaşlarıyla çalışmanın nasıl güzel ve verimli

sonuçlar getireceğini gösteren bir ekibin içinde bulunmak büyük bir

keyifti. Sevgili arkadaşım, aynı zamanda dergimizin İçerik Editörü

Seda Sonay Başer’e; direktörüm ve dergimizin Genel Yayın Yönetmeni

Uygar Özgür Düzgün’e güleryüzleri ,destekleri ve hep yanımda oldukları

için çok teşekkür etmek istiyorum. Ardından bu süreçte her zaman

için ellerinden gelenin fazlasını ortaya koyan ve büyük bir titizlikle

çalışan çok kıymetli 38. Sayı ekibine tüm emekleri için teşekkür

ediyorum. Umarım dergiyi okurken bütün bu sürecin kıymetini sizlere

hissettirebilmişizdir. Son olarak İşletme Kulübü ailesinin bir parçası

olduğum için büyük gurur duyduğumu belirtmek isterken, bizi yalnız

bırakmadıkları için tüm kulüp üyelerimize teşekkür ediyorum.

Sayfaları çevirdikçe bilgilendiğiniz ve kendinize bir şeyler

katabileceğiniz parçalar bulabilmeniz dileğiyle…

Kıymetli Okurlarımız,

İşletme Kulübü ailesi olarak sene boyuncu alın terimizi akıttığımız, büyük

uğraş ve emekler verdiğimiz Genç Girişim Dergimiz’in 38. sayısı nihayet siz

değerli okurlarımızla buluşuyor. Dergimizi çıkartmak için aylardır süren

çalışmalarımızda en büyük hedefimiz okurlarımızın dergimizin her bir

sayfasında kendilerine yeni bir deneyim katması ve gelecekteki kariyer

planlamalarını şekillendirebilmelerinde dergimizin katkısının olmasıdır.

İşletme Kulübü olarak yenilik ve gelişimi kendimize amaç edinmiş olup,

köklü ve güçlü bir geçmişe sahip olan dergimizin 38. sayısı için de bu amaç

doğrultusunda çalışmalarımızı sürdürmüş bulunmaktayız. Dergimizdeki

üst düzey yöneticilerimizle yapmış olduğumuz röportajlar, çok değerli

isimlerden almış olduğumuz yazılar umuyorum ki siz saygıdeğer okurlarımıza

hedeflerinize ulaşma aşamasında yol gösterici olur. Ben, öncelikle dergimizin

hazırlanış süreci boyunca her daim yanımda olan, bana güç veren Dijital

İçerik Editörüm İlayda Nur Delibalta’ya ve fikirlerine çok saygı duyduğum,

yönlendirmeleri sayesinde güzel çalışmalar ortaya koyduğumuz; Genel

Yayın Yönetmenim Uygar Özgür Düzgün’e sonsuz sevgi ve teşekkürlerimi

sunuyorum. Dergimizin hazırlanış sürecinde bu işi başarabileceğime olan

inancımdan ne zaman şüphe etsem çok değer verdiğim bu iki ismin desteğini

hissettiğim için çok şanslı bir editör olduğumu söylemekten gurur duyarım.

Sonrasında sene boyunca çalışmalarına çok kıymet verdiğim, dergide çok

büyük emekleri olan sevgili ekip üyelerimize ve her daim Genç Girişim

Dergisi’ne verdikleri destek ve sağladıkları katkılar için İşletme Kulübü

ailesine çok teşekkür ediyorum.

Seda Sonay Başer

EDİTÖRLERDEN

Genç Girişim Dergisi ekibi olarak 38. sayımızı çıkartırken çok mutlu ve

heyecanlıydık. Umarım sizler de dergimizi okurken bir o kadar heyecan ve

mutluluk duyarsınız. Dergimizi okuduğunuz her dakikanın hayatınıza değer

katması dileğiyle…

4


Saygıdeğer okurlar,

Kulübümüz çatısı altında fakültemizle entegre olarak, sene içerisinde

gerçekleştirdiğimiz etkinliklerimizin ve kulübümüzün simgesi

niteliğinde olan; “Gelecekle İletişim” sloganıyla yola çıktığımız ve uzun

bir sürecin ardından büyük emeklerle hazırlıklarını tamamladığımız

Genç Girişim Dergisi’nin 38. Sayı’sını siz değerli okurlarımızla

paylaşmaktan onur ve mutluluk duymaktayım.

İşletme Kulübü vizyonu ve misyonuna bağlı olarak okurlarımızın sosyal

ve kültürel değerler ile birlikte hem akademik gelişmelerden hem de

iş dünyasının güncel konularından haberdar olmaları adına alanında

uzman birçok isimle görüşmeler gerçekleştirerek kendilerinin duygu ve

düşüncelerini otuz sekizinci sayımızda da sizlere aktarıyoruz.

Bu doğrultuda; Amerika pazarının en büyük süt ürünleri tedarikçisi

olan Chobani Kurucusu Hamdi Ulukaya ile girişimciliğin püf

noktalarından, Yıldız Holding Yönetim Kurulu Üyesi ve CEO’su

Mehmet Tütüncü ile stratejik liderlikten, Vigo Kurucu Ortağı Ali

Cicioğlu ile start-up dünyasındaki gelişmelerden, Nef Yönetim Kurulu

Başkanı Erden Timur ile gayrimenkul sektöründen, KPMG Türkiye

Yönetim Kurulu Başkanı Murat Alsan ile öğrenim ve başarının

sırlarından, Mercedes Benz-Türk İK Direktörü ve PERYÖN Yönetim

Kurulu Üyesi Betül Çorbacıoğlu ile insan kaynaklarının öneminden,

Prof. Dr. İmge Kaya Sabancı ile kadın girişimcilerden, Nef CMO’su

Burcu Yılmaz ile pazarlama alanındaki yenilik çalışmalarından,

Esas Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili Emine Sabancı ile

kariyer yolculuğundan, SPL Yönetim Kurulu Üyesi ve CEO’su Serkan

Karabacak ile sermaye piyasalarından, S’he Vec Kurucusu Hakan

Vatansever ile kozmetik sektörünün ülkemizdeki gelişiminden

bahsettiğimiz keyifli söyleşi ve röportajlarımızın yanı sıra; kariyer,

ekonomi, sürdürülebilirlik, tarih, edebiyat, finans ve muhasebe gibi

konularda alanında uzman Pınar Kaçar Özkent, Ahmet Şerif İzgören,

Atilla Yeşilada, Can Tarlan, Ali Nasuh Mahruki, Zülfü Livaneli,

Zafer Maşalacı ve Filiz Demiröz gibi birbirinden değerli birçok ismin

kaleminden dökülen yazıları sizlerle buluşturuyoruz.

Uygar Özgür Düzgün

İki yıl önce kapısından girme şansı yakalayıp çeşitli ekiplerde görevler

alarak birçok arkadaş ve hatıra biriktirdiğim kulübümüzde, bu seneki

serüvenimi Genç Girişim Dergisi 38. Sayı Genel Yayın Yönetmeni olarak

noktalıyorum. Bütün bu süreçte büyük emeği olan ve birlikte her zaman

için özveri ile çalıştığımız Genç Girişim Dergisi 38. Sayı Üst Yönetimi

İlayda Nur Delibalta ve Seda Sonay Başer’e, okumakta olduğunuz bu

derginin yapı taşları olan ekibime, tüm bu süreç boyunca desteklerini

hiçbir zaman esirgemeyen aileme ve dostlarıma, dergimize yıllardır

gösterdiğiniz iliginizle bizleri asla yanlız bırakmayan siz değerli

okurlarımıza ve son olarak ilgileri ve destekleri adına İşletme Kulübü

2022-2023 Yönetim Kurulu'na teşekkürlerimi sunarım.

Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında yayımlama şerefine nail olduğumuz

bu özel sayımızı, milli mücadele ile kazanılan büyük zaferin ardından;

bilim ve nitelikli eğitim çatısı altında geleceği biz Türk Gençliği’ne

emanet eden Gazi Musafa Kemal Atatürk'e ve tüm Cumhuriyet

şehitlerimizin anısına armağan ediyorum.

Okuduğunuz her satırın beklentilerinizi karşılaması dileğiyle...

5

GENEL YAYIN YÖNETMENİNDEN


“MUTLU ET MUTLU OL” PRENSİBİ İLE

BAŞARIYA ÖNCÜ OLAN İSİM:

MEHMET TÜTÜNCÜ

Değişimden etkilenen

değil, değişimi yöneten

bir şirket olarak iş dünyasına

liderlik etmeyi

hedefliyoruz.


Toplumun takdirini

kazanmış, yüksek

performanslı, gıda ve

perakende sektöründe

ülkemizi en iyi şekilde

temsil eden Yıldız Holding’in

Yönetim Kurulu Başkan

Yardımcısı ve CEO’su

Mehmet Tütüncü ile keyifli

bir röportaj gerçekleştirdik.

“Mutlu Et Mutlu Ol” misyonuyla hareket ettiğiniz Yıldız

Holding bünyesinde yaklaşık 27 yıldır çalışmaktasınız.

Yıldız Holding'de Genel Müdür olduğunuzda da ilk kez

Dünya Gazetesi’ne verdiğiniz bir röportajda ‘hedefimiz

Dünya markası olmak’ dediğinizi biliyoruz. Attığınız

doğru adımlar ve ödün vermediğiniz kalitenizle birlikte

yalnız Türkiye’de değil, Dünyada da saygı gören kuruluşlardan

biri olmayı başardınız. Yıldız Holding olarak

kazandığınız bu başarının püf noktası nedir? Sizler

geriye dönüp baktığınızda bu başarıyı nasıl değerlendiriyorsunuz,

bizimle paylaşabilir misiniz?

Aslında işin püf noktası global değerlerimize ve kurucu

neslimizden bu yana değişmeyen ilkelerimize bağlılık.

Yıldız Holding’in global kurumsal değerlerini paylaşayım.

Müşterilerimize ve tüketicilerimize hizmet için varız.

Toplumun takdirini kazanmış, yüksek performanslı, lider

bir kuruluşuz. Kapsayıcılık ve kültürel farklılıkları zenginlik

olarak değerlendiriyoruz. Etik olmak ve şeffaflık temel

ilkelerimizdir. Bunun yanı sıra “Mutlu Et Mutlu Ol”, “İsrafsız

Şirket” ve “İnsana Yatırım” ilkelerimizden asla taviz vermiyoruz.

“Mutlu Et Mutlu Ol” bizlere kurucumuz merhum

Sabri Ülker’den miras kalan bir felsefe. Tek başımıza

mutlu olamayacağımıza, sadece kendimiz için çalışmanın

bir katma değeri olmadığına, topluma ve insanlığa

katkıda bulunduğumuz ölçüde gönülleri kazanacağımıza

inanıyoruz. Bu nedenle de gerek kurumsal ilerleyişimizde

gerekse çalışanlarımızın gönüllülük esasıyla yaptığı

faaliyetlerle daima mutluluk sağlamayı hedefliyoruz.

“İsrafsız Şirket” de yine kurulduğumuz günden bu yana

benimsediğimiz bir ilke. Dünyamızın, insanların, gelecek

nesillerin iyiliği için üretimde ve tüketimde her zaman

israftan kaçınmaya odaklanıyoruz. Atıkları kaynağında

azaltmaktan güçlü arıtım tesisleri kurmaya, geri dönüşümü

desteklemekten sağlıklı tüketimi teşvik etmeye kadar

her noktada israftan uzak duruyor, çalışanlarımıza ve

topluma daima bunu telkin ediyoruz.

Son yıllarda en sık dile getirdiğimiz ilkelerden biri olan

“İnsana Yatırım” ise aslında geleceğe yatırım. İnsanı merkeze

alarak, kültürel değişimi önemseyerek ve organizasyon

psikolojisini gündemde tutarak çalışıyoruz. Çalışanlarımızın

yaş grupları değişiyor. Yeni nesiller bizlerden çok

daha farklı beklentilerle iş gücüne katılıyor. Salgın gibi

koşullarda çalışma modelleri köklü değişimlerden geçiyor.

Değişim bir gereksinim; dijitalleşme ise bir kültürdür.

Organizasyon psikolojisinde bu değişim kültürünü

yönetmek çok kritik bir konudur. Biz de böyle bir kültürel

dönüşümle hem yeni nesil iş gücü için tercih edilen bir

işveren olmayı hem de mevcut çalışanlarımızı da dijital

geleceğe daha iyi hazırlamayı hedefliyoruz. Bunlar kadar

önemli olan bir başka unsur da her bir Yıldız Holding

çalışanının aslında topluma hizmet ettiğinin bilincinde

olması. Biz insanları mutlu eden, hayatlarını kolaylaştıran

ürünler ve hizmetler sunuyoruz. Bunu bilmenin getirdiği

mutluluk sayesinde daima omuz omuza çalışıyor, birlikte

büyüyoruz.

Yıldız Holding olarak Brandon Hall Group tarafından "En

İyi İşe Alım Pazarlaması ve İşveren Markası Programı",

"Yetenek Kararları için Değerlendirme Uygulamalarında

En Büyük İlerleme", "Performans Yönetiminde En Büyük

İlerleme" başlıkları içerisinde 3 altın ödül; "Beceri ve

Yetenek Gelişiminde En Büyük İlerleme" kategorisinde

ise bir bronz ödül kazandınız. LinkedIn Talent Awards

2019 Ödülleri'nde ise “En İyi İşveren Markası” ödülünü

kazandığınızı ve daha nicelerini de biliyoruz. Tüm bu

başarılarınızın temelini oluşturan stratejilerinizden ve

benimsediğiniz ilkelerden bahsedebilir misiniz?

Gençlerin en çok tercih ettiği işverenlerden biri olmamızın

ardında da “İnsana Yatırım” ilkemiz yer alıyor. Her

fırsatta gençlerle bir araya geliyor, onları dinliyor, karşılıklı

fikir alışverişinde bulunuyoruz. Bugünün gençliği bizler

gibi dijitali sonradan öğrenmiş bir nesil değil, onlar dijitalin

içinde doğdular; hayata bakışları, vizyonları, beklentileri

farklı. Biz de bunları karşılamaya ve hem mevcut çalışanlarımızın

yetkinliklerini yeni dünyaya göre geliştirmek

hem de yeni nesil adayların çalışmaktan keyif alacağı ve

gelişeceği bir çalışma ortamı sunmak üzere pek çok proje

yürütüyoruz. Bunlara birkaç örnek vermek isterim:

UYDU adını verdiğimiz yeni nesil esnek çalışma modelimizle

sadece mevcut durumun gereklerini değil, işin

geleceğini bütünsel olarak ele alıyoruz. Çalışma arkadaşlarımıza

ofislerimizde ideal çalışma ortamları sunarken,

evlerinde de ergonomi yardımı ve yemek kartı gibi destekler

veriyoruz. Yeni nesil çalışma modelleri ve dijitalleşmenin

etkisiyle birlikte şirketlerin çalışanlarının mevcut

yetkinliklerini geliştirmesi ve yeni yetkinlikler kazanması

(upskilling & reskilling) için destek sağlaması gerekiyor.

Biz de özellikle dijital teknolojiler ve veri okur yazarlığı alanında

yetkinlik gelişimi sağlamak için Analitik Akademi

programına devam ediyoruz.

Tüm çalışanlarımızın teknolojik yetkinliğini artırmak için

Dijital Yaka programını hayata geçirdik. Çalışanlarımız, dijital

müşteri deneyiminden çevik proje yönetimine, yapay

zekadan büyük veriye pek çok farklı konuda eğitim alma

fırsatını buluyor. Kurumsal Esenlik Programımızla çalışanlarımızın

fiziksel, duygusal ve psikolojik esenlikleri başta

olmak üzere ihtiyaç duydukları her alanda onları desteklemeyi

hedefliyoruz. Yetenek havuzumuzu genişletmek

ve fırsat eşitliğini sağlamak adına, işe alım süreçlerini tamamen

dijital ve şeffaf olarak yürütüyoruz. Başvuran tüm

adaylar, başvurdukları pozisyonun gereklilikleri olan genel

yetenek testi, İngilizce yeterlilik ve envanter çalışması gibi

değerlendirme süreçlerine dahil oluyor. Müdür ve üzeri

pozisyonlarımız için ise ek değerlendirme süreçlerimiz

oluyor. Envanter çalışmalarında adayların yetkinliklerini

değerlendirirken, yapay zekâ uygulamaları ile kurum

kültürümüze uyum sağlama yatkınlıklarını ve yüksek

performans gösterme olasılıklarını öngörüyoruz. Özetleyecek

olursak çalışanlarımızın gelişimine, esenliğine,

mutluluğuna odaklanan; yeni yeteneklere kapıları daima

açık olan bir kurum kültürü içinde çalışıyoruz.


Şu anda 12 farklı ülkede 21 fabrika, Türkiye'de ise 25

fabrika ile birlikte toplam 46 fabrikanız bulunuyor.

Bisküviden çikolataya, kekten, sakız ve şekerlemeye,

işlenmiş etten, dondurulmuş gıdaya, yenilebilir yağ

ürünleri ve kişisel bakım ürünlerine kadar birçok ürünle

müşterilerinize hizmet veriyorsunuz. Sizce 2022’de

büyüme hangi kategorilerden veya hangi ürünler

üzerinden gelecek? Bu yıl en önemli öncelikleriniz

nelerdir?

Yıldız Holding’in ana odak iş alanları gıda ve perakende.

Bu alanlarda yoğun Ar-Ge faaliyetlerimiz, operasyonel

mükemmellik girişimlerimiz, üretimde en yüksek kalite

anlayışımızla çalışmaya devam edeceğiz. Ancak içinde

bulunduğumuz dönemde büyümenin kategoriden

veya üründen ziyade kanal çeşitliliğinden ve çevik

yönetimle farklılaşacağını düşünüyoruz. Özellikle küresel

salgın döneminde gördük ki geleceğe ve gelecekteki

belirsizliklere daima hazır bulunmayı sağlayacak bir

çeviklik kazanmak çok önemli; kurumsal reflekslerimizi

de bu yönde geliştirmek gerekiyor. Kriz dönemlerinde

belirsizliği yönetebilmek, yeni koşullara adapte

olabilmek, veriye dayalı öngörüde bulunmak, karar

alma ve uygulama süreçlerini hızlandırmak çok büyük

önem taşıyor. Bu doğrultuda biz de Yıldız Holding’de

gerekli tüm adımları atıyor, değişimden etkilenen değil,

değişimi yöneten bir şirket olarak iş dünyasına liderlik

etmeyi hedefliyoruz. Özellikle perakende sektörü, yapısı

gereği gelişmelerin ve tüketici eğilimlerinin değişiminin

en çok hissedildiği alanların başında geliyor. Sektörde

bir süredir fiziksel mağazaların yanı sıra e-ticaret de

etkisini arttırırken , salgın dönemiyle birlikte e-ticaretin

payı önemli ölçüde arttı. 2021’de dünya genelindeki

perakende operasyonlarında e-ticaretin payı yüzde

19,6’ya yükseldi; araştırmalara göre 2025’te ise yüzde 25’e

yaklaşması bekleniyor. Türkiye’de de 2021’de e-ticaretin

perakendedeki payı yüzde 15’i aştı; 2025 itibariyle de

yüzde 20'yi geçeceği öngörülüyor. Değişimin bu denli

hızlı olduğu e-ticaret’e “disruptive” bir bakış açısıyla

yaklaşmak, fırsatları önceden fark etmek büyük önem

taşıyor. Yıldız Holding’de inovatif bir çalışmaya imza

atarak, sadece e-ticaret platformlarına hizmet götüren

satış örgütümüz e-Star’ı kurduk. Bununla beraber Yıldız

Ventures şirketinde doğan İstegelsin de Türkiye’nin ilk

online süpermarketi olarak çarpıcı bir büyüme gösteriyor.

Yine perakende sektöründeki şirketlerimizden ŞOK

Marketler, Cepte ŞOK uygulamasıyla siparişleri online

ortamda alarak hanelere doğrudan teslim ediyor. Bizim

Toptan “Tıkla, Gel Al” servisini yaygınlaştırdı. GODIVA

mağazaların yanı sıra süpermarketleri ve e-ticareti de

kapsayan çoklu-kanal stratejisiyle büyük başarı kazandı.

E-ticaret hacmimizi geliştirmek için verinin gücünden

faydalanıyoruz. Veriyi iyi okuyup anlamlandırabilen,

buna göre ürün ve hizmetlerini kişiselleştirebilen

şirketlerin rekabette öne çıkacağını biliyoruz. Biz de

tüm coğrafyalarda faaliyet gösteren bir organizasyon

olarak veriden azami seviyede yararlanmayı amaçlıyoruz.

Kısacası e-ticaret bizim için çok verimli ve yeniliğe açık

önemli bir alan ve bu konuya odaklanmaya devam

edeceğiz. Müşterilerimizle, tüketicilerimizle, çevreyle,

toplumla, doğayla sürdürülebilir ve saygıya dayalı ilişkiler

kurma önceliğimizi de koruyoruz. Sürdürülebilirliği

Yıldız Holding’de değerlerimizin parçası ve iş yapma

biçimimiz olarak görüyor, bu kapsamda tüm şirketlerimiz

ve fonksiyonlarımızda uzun vadeli ve zorlayıcı hedeflerle

sürdürülebilirlik stratejimizi ihtiyaçlar doğrultusunda

güncelliyoruz. Küresel operasyonlarımızı, tüm Holding

şirketlerimizi, fonksiyonlarımızı ve paydaşlarımızı da

kapsayan geniş bir çerçeve içinde ve güçlü iş birlikleriyle

sürdürülebilirlik rotamızda daha etkin bir şekilde

ilerlemeyi hedefliyoruz.

“Çalışanlarımızın gelişimine, esenliğine,

mutluluğuna odaklanan; yeni yeteneklere

kapıları daima açık olan bir kurum

kültürü içinde çalışıyoruz.”

8


Yıldız Holding olarak fırsat eşitliğine verdiğiniz önem

doğrultusunda, kadınların iş dünyasında daha fazla

temsil edilmesine ve kadın liderlerin sayısının artmasına

yönelik çalışmalar yürütüyorsunuz. Bize biraz bu

çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?

Yıldız Holding’in global değerlerinde de belirtildiği gibi,

kültürel farklılıkların zenginlik olduğuna inanıyoruz.

Bizde esas olan yetenekler ve yetkinliklerdir. Bunlar

da beraberinde fırsat eşitliğini getirir. Gerekli yetenek

ve yetkinliğe sahip her çalışanımız cinsiyetinden,

ırkından, inancından, uyruğundan bağımsız olarak eşit

imkânlara sahiptir. Bizi biz yapan bu çok-kültürlülüktür,

farklı bakış açılarından doğan yaratıcı fikirlerle oluşan

gelişim ortamıdır. İş hayatında, özellikle de üst yönetim

kademesinde kadın temsilini artırmak çok önemli bir

gündem maddemiz. Yıldız Holding’de üstümüze düşen

sorumluluğu yerine getirmek için politikalarımızı sürekli

iyileştiriyoruz. Kadınların iş gücüne katılımına ek olarak,

bu istihdamın sürdürülebilirliğinin sağlanmasını da

çok önemsiyoruz. Bugün, Yıldız Holding’in Türkiye’deki

58 bin çalışanının 23 binden fazlasını, yani toplam

istihdamımızın yüzde 40,3’ünü kadın çalışanlarımız

oluşturuyor. Üst düzey yönetim pozisyonlarında yer

alan kadın çalışan oranı ise yüzde 20’nin üzerinde.

Yönetim kurulu üyelerimiz arasında da kadınların

oranı yüzde 12. Fakat bu oranları yeterli bulmuyoruz,

kadın çalışanlarımızın Yönetim Kurulunda Kadın

Derneği’nin Mentorluk ve Mentilik Programı’na katılımını

destekliyoruz. Ben de derneğin mentorlarından biri

olarak iş dünyasında daha çok kadın liderin yer almasına

katkıda bulunmaya çalışıyorum. Yıldız Holding’de de

bana direkt raporlayan yönetim ekibimdeki rollerde

kadın çalışanlarımızın oranının yüzde 40’a ulaşmasından

çok memnunum. Diğer taraftan Yıldız Holding Kadın

Platformu da bu anlamda önemli çalışmalara imza

atıyor. Özellikle UN Women ile iş birliği içinde sadece

Holdingimizde ve şirketlerimizde değil, tedarik

zincirimizde de kadınların etkinliğini artırmayı, kadın

üreticileri daha çok desteklemeyi hedefliyoruz. Yıldız

Holding Kadın Platformu’yla kadınların şirketlerimizin

yönetim kurullarında ve karar mekanizmalarında

da daha aktif olması, üst düzey pozisyonlarda daha

fazla görev alması için çalışıyoruz. Kadın çalışanların

liderlik pozisyonlarında yer almasını teşvik etmek için

önümüzdeki dönemde mentorluk çalışmalarımıza ve

kadın yönetici geliştirme programlarına ağırlık vereceğiz.

Yıldız Holding’in dijitalleşmeye çok önem verdiğini, bu

anlamda teknolojik ve kültürel altyapının pandemiden

çok daha önce oluşturulmaya başladığını çeşitli

vesilelerle dile getirmiştiniz. Dijitalleşme vizyonunuzu ve

rotanızı bizimle paylaşabilir misiniz?

Yıldız Holding için inovasyon ve dijitalleşme kritik bir

konu. Markalarımız ve şirketlerimiz teknolojinin getirdiği

her türlü yeniliğe daima açık . Bunu da bir kurum kültürü

olarak benimsedik, çünkü kültürel değişim olmadan,

teknolojiden ve inovasyondan verim alamazsınız. Biz de

gerek altyapı gerek kültür gerekse inovatif ve “disruptive”

yaklaşımlar anlamında kendimizi sürekli güncelliyor,

yeniliyoruz. Özellikle verinin gücünü biliyoruz. Yıldız

Holding şirketlerinin elindeki verinin hem B2C hem de

B2B alanlarda kısa, orta ve uzun vadede nasıl bir değere

dönüşeceği konusunda modellemeler yapıyoruz. İş

gücümüzü de dijital dünyaya hazırlamak üzere Analitik

Akademi adlı kapsamlı bir program yürütüyor, dijital bir

geleceğe hazır olmak için çalışıyoruz. Analitik Akademi

sayesinde üniversiteden mezun genç programcı

arkadaşlarla orta kademeli arkadaşları, yani işi bizzat

yöneten arkadaşları bir araya getirerek grup içerisindeki

dijital dönüşüm fırsatlarını projelendirdik. Virtual Job

Experience programımızla gençlere proje yönetimi bazlı

bir staj imkânı sunuyor, buradan istihdam fırsatları da

üretiyoruz. Devam eden Global Veri Yönetişimi (GDG)

Projemizle şirketlerimizde ve Holding’de daha doğru bir

veri akışı elde edecek, global anlamda daha güçlü bir veri

yapısına kavuşacağız. Finansal performansın daha sağlıklı

ölçülmesini ve takibini de mümkün kılacak olan GDG

Projesi tamamlandığında global rekabette önemli bir

avantaj kazanacağız.

Ayrıca Yıldız Ventures şirketimiz aracılığıyla start-up’ların

getirdiği yeni teknolojilere odaklanıyoruz. Yapay zekâ

ve 'IoT' gibi teknolojilerden faydalanıyor; ileri analitiktahminleme,

optimizasyon ve modellemenin yanı sıra

güvenlik ve bulut teknolojili servislere yatırım yapıyor;

“blockchain teknolojileriyle sürdürülebilirlik” alanındaki

projelerle ilgileniyoruz. Şunu kabul etmeliyim ki dijital

imkanlar ve gidilebilecek nokta ile ilgili öğrenme

aşamasındayız, dijital imkânlar konusunda halen

öğrenme safhasındayız. Değişim kesintisiz olarak

devam ediyor; biz de bu değişimin doğurduğu fırsatları

yakından takip ediyoruz. Bir de işin liderlik tarafı var ki

bunun da en az dijitalleşme kadar önemli olduğuna

inanıyorum. Artık “dijital lider” kavramından bahsetmemiz

ve şirketlerimizdeki dijital liderlerin sayısını arttırmamız

gerekiyor. Dijital liderler, yalnızca şirkete en yeni

teknolojileri getiren kişiler değil aynı zamanda Sorunlara

açık fikirlilikle yaklaşan, yeniliğe karşı meraklı olan,

yaratıcılığı teşvik eden liderlerdir. Bu liderler aynı zamanda

yanlış bulduğu kararları sorgular ve eski sistemleri kökten

değiştirmek anlamına gelse bile her zaman daha iyi

cevapları ararlar. Biz de Yıldız Holding’de bu gibi yenilikçi

ve açık fikirli liderliğe önem veriyoruz.

“Gerekli yetenek ve yetkinliğe

sahip her çalışanımız

cinsiyetinden, ırkından,

inancından, uyruğundan bağımsız

olarak eşit imkânlara sahiptir.”

Son olarak size yönelik bir soruyla noktalayalım.

Üniversite eğitiminizi, o dönemde gerçekleştirdiğiniz

çalışmaları ve şu an kariyerinizde geldiğiniz noktayı göz

önünde bulundurarak, halihazırda üniversite okuyan

gençlere ve özellikle Genç Girişim Dergisi okurlarına ne

gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?

İş dünyasında gençlerin rolü ve payı giderek artıyor;

dolayısıyla ben de birlikte çalıştığımız genç arkadaşlarımızı

giderek daha yakından gözlemliyor, vizyonlarına ve

inovatif düşünce yapılarına yakından tanık olmaktan

çok heyecan duyuyorum. Gördüklerim ışığında şunu

söyleyebilirim: Gençlerin kariyer tavsiyelerine pek de

ihtiyaçları yok. Sizler zaten ne istediğinizi, ne beklediğinizi

çok iyi biliyorsunuz. Sadece maddi anlamda değil,

iş kültürü anlamında da mutlu olduğunuz, topluma

değer kattığınız iyi hissettiğiniz sürece büyük bir şevkle

çalışıyorsunuz. Dolayısıyla Genç Girişim Dergisi okuru olan

genç arkadaşlarıma genel anlamda hayatla ilgili üç tavsiye

vermekle yetineceğim:

Esneklik ve yaratıcı düşünme niteliklerinizi özellikle

sorun çözmede kullanmanızı ve sürekli öğrenmeye

açık olmanızı öneririm. İnsanın ailesi ve sevdikleri

tarafından desteklenmesi en büyük nimetlerden biridir.

Hayallerinize ve hedeflerinize ulaşmanızda sevdiklerinizin

desteğinin çok faydalı olacağını unutmayınız. Kendinizi

iyi tanımanız, kaygılarınızla yüzleşme cesaretini bulmanız

da çok önemlidir. İnsan ancak kendini tanırsa daha

iyisini hedefleyebilir, eksikliklerini giderebilir. Bu konuya

odaklanmanızı da tavsiye ederim.

9


’’MEZUN OLDUĞUMDA NE YAPACAĞIM?’’

SORUSUNA CEVAP BULDUM

“ Kariyerimde sıkışmış hissediyorum

ve başka bir şey yapmak istiyorum, ancak

ne olduğunu bulmak konusunda

yardıma ihtiyacım var. ”

“Ayakları geri

PINAR KAÇAR ÖZKENT

Kariyer Mentoru

geri giderken

kendini

zorlayarak

işe giden

çalışanların

birçoğu

kendince

bir çıkış yolu

bulamamaktan

şikayetçi”

Bundan sadece 5-6 yıl önce bana yazarak para kazanacaksın

deselerdi, ya güler geçerdim ya da bir "New York

Times Bestseller" yazmam gerektiğini düşünürdüm.

Bugünse gerçekten hayatımı yazarak kazanıyorum. Hayır,

çok satan bir kitap yazmadım, reyting rekorları kıran

bir dizinin senaristi de değilim. Sadece; sosyal medyada

ve bu bültende yazarak bir fayda yaratmaya çalışıyorum.

Birilerinin hayatına dokunmaya, birilerine iyi gelmeye.

Sonra bu niyet dönüp dolaşıyor, bazılarının mentorluk

hizmetimle ilgilenmesine ya da Haddini Aş Kulübü'ndeki

topluluğa katılmasına vesile oluyor. Sevgili genç

dostum, bunları sana yazmamın sebebi, kafanda dönüp

dolaşan, “mezun olduğumda ne yapacağım ki?” sorusunun

olağanca ağırlığıyla kalbine oturduğunu biliyor

olmam.

Çünkü 19 yıl önce aynı duyguyla benzer yolları yürüdüm.

Kariyer mentoru olarak çalıştığımdan beri, hem bana

gelen mesajlardan hem de bugüne dek çalıştığım birçok

insandan duyduğum ortak bir konu var:

"Kariyerimde sıkışmış hissediyorum ve başka bir şey

yapmak istiyorum, ancak ne olduğunu bulmak konusunda

yardıma ihtiyacım var."

Ayakları geri geri giderken kendini zorlayarak işe giden

çalışanların birçoğu kendince bir çıkış yolu bulamamaktan

şikayetçi. Çıkış yolunun kapalı görünmesinin en büyük

sebeplerinden biri de; “başka ne iş yapabilirim ki?”

sorusunun uçsuz bucaksız cevapsızlığıyla bizleri köşeye

sıkıştırması. “Ne iş yapmalıyım?” sorusunun cevabını

bulamamamızın nedeni; hem güçlü yönlerimizi ve yet-

10


kinliklerimizi kullanarak kendimizi gerçekleştireceğimiz, hem de koşa koşa gideceğimiz

bir işimizin olması fikrinin hayalden öteye geçmemesi..

Çünkü güçlü yönlerimizin farkında değiliz. Çünkü yetkinliklerimizi nasıl kullanabileceğimizi

bilmiyoruz. Çünkü hobi olarak yaptığımız bir şeyin profesyonel bir dönüşüm

içerisinde yeni kariyerimiz olamayacağına dair sabit fikirlerimiz var. Aslında ne

iş yapabileceğimizin cevabı hemen önümüzde. Ancak bizler kendimize öyle büyük

beklentiler yüklemiş, öyle dikenli duvarlar örmüşüz ki önümüzü göremiyoruz. Tam

önümüzde evet!

Mesela yapmaktan çok zevk aldığın, kimse senden beklemediği ve mecbur olmadığın

halde sık sık yaptığın veya yapmak istediğin bir şeyler var mı? Peki ya derinlemesine

ilgini çeken konular? Yok dersen inanmam, sadece bakmayı bilmiyorsun.

Çok somut ve profesyonelleşebilecek bir şey arıyorsun çünkü. Aslında hepimizin

hayatında mutlaka bir / bir kaç alan var ki ilgimizi çekiyor, o konuyu araştırıyoruz,

okuyoruz, yapıyoruz veya bazı şeylerde yetenekli olduğumuzu içten içe biliyoruz.

Şimdi belki bana soruyorsun:

Evet ben çok iyi yemek yapabiliyorum, ama ne yapacağım, aşçı mı olayım? Bilmiyorum!

Aşçı olabilirsin, yemekle ilgili blog açabilirsin, ilk kez denediği tarifleri paylaşan

insanları buluşturan bir uygulama yapabilirsin. Sonsuz seçenek var, ama önce

duvarlarını aşman gerekiyor. Şunu düşünmeni istiyorum:

Yaptığımız her şeyin, sadece bildiğimiz anlam ve sınırlarla mı bir kariyere dönüşmesi

gerekiyor? Yazarım diyorsan kitap yazmalı, müzisyenim diyorsan albümün

olmalı, tasarımcıyım diyorsan bir butiğin, ajansın olmalı.. Koskoca bir HAYIR! Artık

dünya böyle sıkıcı kurallar için fazla dinamik bir yer. Ve bu koskoca dünya olasılıklarla

dolu...

"Çünkü hobi olarak

yaptığımız bir şeyin

profesyonel bir dönüşüm

içerisinde yeni kariyerimiz

olamayacağına dair sabit

fikirlerimiz var."

Bir şeyler mi çizmeyi seviyorsun, belki sosyal

medyada muhteşem sayfalar tasarlayacak,

belki çarpıcı bir sunum tasarımcısı olacak,

belki çizdiklerinizle kadınların iş yaşamına

katılımına ilham vereceksin.. Bilmiyoruz. Yani

çizebiliyoruz diye, illa ressam olup sergi açıp,

tablo satacağız gibi bir sınırımız yok. Çizerek

bambaşka bir kariyer de inşa edebiliriz.

Eğer günün birinde kendini harika hissettiğin

bir işinin olması hayalin varsa, hemen bugün

başlaman gereken ilk şey yapmaktan keyif

aldığın bir şeyin üzerine gitmek. Ona zaman,

emek, ilgi ve aklını vermek.

İkincisi; her ne yapıyorsan bunu, diğer insanlara

veya dünyaya olumlu bir katkı sunabileceğin

hale getirmek.

Yani başkalarına faydalı olmak, gerçek bir değer

yaratmak için kolları sıvamak..

Çünkü anlamlı ve tatmin edici bir iş yaşamı iki

bileşenin kesişiminden oluşur.

"Sonsuz seçenek var,

ama önce duvarlarını

aşman gerekiyor."

11


Ne yaparken zamanın nasıl geçtiğini

anlamıyorum? Neleri iyi yaptığımı düşünüyorum?

(Kendini sabote edip "çok

da iyi değilim" demeden cevaplandır

lütfen.)

Bu yaptığım şeyle insanların yaşamına

ya da dünyaya nasıl bir katkım olur?

Dünyanın, insanların neye ihtiyacı var?

Bu iki maddenin kesişimine aldığın her

ne / neler varsa, işte onu düzenli olarak

yapmak için zaman ayırmaya başlaman

gerek. Bu beni nereye götürür demeden.

Bundan bir meslek olur mu diye

yargılamadan. Nasıl para kazanacağım

ki, diye düşünmeden. Adım adım

kendinizi geliştirerek. Ve sonra bunu

insanlara,dünyaya faydalı hale getirmenin

kapılarını aralayarak.. Yıllarca ötesini berisini düşünmeden yazarlık atölyelerine

katılıp birçok maddi manevi yatırım yaptım. Kurumsal hayatın içindeki bir yönetici

olarak o an için pek de anlamlı görünmüyordu gece yarılarına dek öykü yazmaya

çalışmak...

Ancak şimdi dönüp bakıyorum da o dönemin, aslında beni bugünkü halime hazırladığını

anlıyorum. Bugün; birçok şeyi beceremeyebilirim, birçok hatam olabilir,

birçok şeyi batırabilirim.

Ama hiçbir zaman çok kötü bir şey yazmam! Hayır, üstün yetenekli olduğumdan

değil; sadece yıllarımı kelimelerin dünyasında geçirdiğim ve sürekli pratik yaptığım

için.

Eğer günün yaptığın işte harika başarılara imza atma hayalin varsa; bugünden onu

en iyi şekilde yapabilmek için eğitimler almaya başla, başarılı insanların hikayelerinden

ilham al ve küçük küçük denemeler yaparak öğrendiklerini pekiştir. Kendine

hata yapma ve onlardan öğrenme izni vermek için öyle gençsin ki..

Gerçek şu; 5 yıl sonra hayatımızda olacak mesleklerin %60'ı henüz keşfedilmemiş

durumda. Yani fotoğraf çekmeyi seviyorsan ve bu konuda enine boyuna bir gelişim

yolculuğuna çıkarsan birkaç yıl sonra çektiğin kareleri Metaverse'te bir deneyim

yaşatmak için de kullanabilirsin. Veya belki fotoğraflarınla dijital bir tiyatro sahnesine

can vereceksin. Diyorum ya, bilmiyoruz. İnan bizi en çok kendimize koyduğumuz

sınırlar yaralıyor. Bildiğim şey şu ki;

becerilerini "derinlemesine öğrenme" +

denemelerle birleştiren herkes için dünya

kollarını yüreklice açmış durumda. Hem

para kazandığımız hem de mutlu ve başarılı

hissettiğimiz "o" işi sürekli aramaya

çalışmak yerine; onu yaratmakla ilgilenmemiz

gerek! Yaratmaksa küçük adımlar

atmaktan, denemekten ve öğrenmekten

geçen bir farkındalık yoludur.

Unutma lütfen;

Bu yolda yalnız değilsin. Ve inan bugün

başarılı bulduğumuz tüm insanlar da, bir

dönem benzer duygular yaşadı.

Ve yine unutma ki; kendine her gün yeni

pencereler açman mümkün. Hayat çok

keyifli bir keşif yolculuğu, tadını çıkart!

12


13


“GENÇ GIRIŞIM DERGISI

OKUYUCUSUNA AÇIK MEKTUP’’

“TÜBİTAK’la ortak bir proje yapıp 615 çiftçi

çocuğuna, girişimcilik ve organik tarım

eğitimleri verdik.”

Edebiyat, iş hayatı, yönetim ve kişisel

gelişim konuları hakkında değerli fikirlerini

ve çalışmalarını okurlarıyla paylaşan Prof.

Dr. Ahmet Şerif İzgören, Genç Girişim

Dergisi okurlarına 'Kara Oklar Ekolojik

Hayat Çiftliği' serüvenini aktardı.

Değerli girişimci dostlarım;

Ülkemizde 31 milyon dönüm tarım arazisi

boş duruyor. Öte yanda işsizlik var. Bizlerin

ne yapıp edip model olması gerekir. Mustafa

Kemal Atatürk ‘’Ülkenin her yerine örnek

tarım çiftlikleri kurulması gerekir‘’ demiş

zamanında. Tabii ki kurulmamış.

Kara Oklar Ekolojik Hayat Çiftliği bunun için

kuruldu.

Çiftliğimizde Alman Ceres sertifikasyon

kuruluşu tarafından yapılan tüm denetlemelerde

hiç kimyasala rastlanmıyor. Zararlı

mücadelesini Beç tavuklarımız gerçekleştiriyor.

Bu mucize canlıyı mikro kredilerle

çoğaltıp tüm bölgeye dağıtacağız.

Ağaçları dikmeden ilk iş çiftliğin ortasına

bir açık hava dershanesi kurduk, TÜBİTAK’la

ortak bir proje yapıp 615 çiftçi çocuğuna, girişimcilik

ve organik tarım eğitimleri verdik.

Demirci’de organik tarım yapan çiftçi sayısı

kurulduğumuz yıl sıfırken, şu anda 329 çiftçi

sertifikalı organik tarım yapıyor. Bölgedeki

badem ağacı sayısı dört kat arttı.

Bu projenin gelişeceğine, yerli, genetiği

oynanmamış tohumların daha fazla kullanılacağına

ve bölgedeki kanser sayısının azalacağına,

bir süre sonra bölgede zehir kullanımının

biteceğine emin olun.

Çiftlikte düzenlenen seminerlerin sayısı 110’u

geçti. Ticari bir çiftlikten öte, tarihi bir Köy

Enstitüsü olma yolunda ilerliyoruz. Bölgede

ilk badem festivalini düzenledik.

FIBL (Dünya Ekolojik Tarım Örgütü) ETO

PROF. DR. AHMET ŞERİF İZGÖREN

Yazar

tarafından düzenlenen en son yarışmada

168 çiftlik arasından Türkiye’nin En Başarılı

Organik Tarım Çiftliği ödülünü aldık.

Denetlemeye gelen öğretim üyelerini en

şaşırtan uygulama, arazinin %13’ünü işlemeyip

yaban hayvanlarının yaşamı için

uygun halde bırakmamız oldu. Bölgede

zirai ilaç da kesinlikle olmadığı için sincap

baykuş, keklik ve tilkiler için şahane bir

yaban alanımız var. Bölgedeki tüm kuşlar

yavrulamak için çiftliğe, ilaçsız bölgeye

geliyorlar.

Bölgeye bombus arıları getirip araziye

bıraktık, şimdi her yerde çoğaldılar, tüm

bölgenin meyve verimini arttırıyorlar.

Kendi arılarımız ise sadece çiçeklerden bal

yapıyorlar,

14


hiç şeker tatmadılar bugüne

kadar; ürettikleri balın

yarısından fazlasını onlara

bırakıyoruz. Böylece kışın

kendi yaptıkları değerli

balın keyfini sürüyorlar.

Bu alanda ülkede tekiz.

Bölgeye yatırım

yapmak isteyen, başka

şehirlerden güvenilir

ve meslek sahibi

yatırımcılara anahtar

teslim 11 ayrı organik

çiftlik kurduk. Ürünlerini

satın alma garantisi verdik.

İki Bin Ağaç Ormanı adıyla

kooperatif girişimi mantığı ile

yeni bir kampüste iki bin badem ağacı

diktik.

Ayrıca franchise yöntemi sayesinde

toplam 11 tane Kara Oklar kampüsü

oldu. Tüm ağaçların bakımı Kara Oklar

ekibi tarafından yürütülüyor. Bu yöntem

sayesinde organik üretim yapmak isteyen

kişiler kolaylıkla arzularına kavuşabiliyor.

Kendilerine ait bir toprakta tam anlamıyla

organik ürünlere sahip olabiliyorlar.

Şimdi çiftliğin içine bir Bilim Merkezi

kuruyoruz, içinde kütüphane, bilgisayarlar,

seminer salonu, çalışma ofisleri,

tohum bankası olacak. Yazın

verebildiğimiz eğitimleri

tüm yıla yayacağız.

Yakında yetmişi aşkın

örnek kadınımızın

hayat hikayesi ve

başardıklarının

anlatıldığı bir

Girişimcilik Müzeciği

kuruluyor.

Kurtuluş savaşından

günümüze ülkemize

değer katan kadınlarımız,

köylü çocuklarımıza örnek

olmaya devam edecekler

müzede.

Orada üretim yapıp, güneşin altında

emek koyarak Türkiye'nin En İyi Organik

Tarım Çiftliği ödülünü Dünya Ekolojik

Tarım Örgütünden almayı başaran

değerli ekibime yürekten teşekkürler…

“Yakında yetmişi aşkın

örnek kadınımızın

hayat hikayesi ve

başardıklarının

anlatıldığı bir

Girişimcilik Müzeciği

kuruluyor.”

“ETO tarafından düzenlenen

en son yarışmada 168 çiftlik

arasından Türkiye’nin En

Başarılı Organik Tarım

Çiftliği ödülünü aldık. ”

15


HIZLI TESLİMAT SEKTÖRÜNÜN

LİDER İSMİ : ALİ CİCİOĞLU

“ Vigo’yu Vigo

yapan kuryelerimiz

için çalışıyoruz. ”


Çalışanlarına verdiği

değerle sektörde

ismini duyurup güven

kazanan Vigo Kurucu

Ortağı Ali Cicioğlu ile

kuruluşlarının üçüncü

yılında, İstanbul

Üniversitesi İşletme

Kulübü bünyesinde

gerçekleştirilen Eureka

girişimcilik etkinliğinde

kariyeri ve şirket

yatırımları hakkında

keyifli bir röportaj

gerçekleştirdik.

Vigo, kuruluşundan kısa bir süre sonra, adını hızla

duyurmaya başladı ve dijitalleşmenin bu denli

önemli olduğu bir dönemde hayatımıza giriş yaptı.

Ali Cicioğlu’nun bu başarıda büyük pay sahibi

olduğunu biliyoruz. Tüm bunların yanında sizleri

daha yakından tanımak adına, bize biraz kendinizden

bahsedebilir misiniz?

2014 yılında Boğaziçi Üniversitesi İşletme bölümünden

mezun oldum. Üniversitenin son senesini

İsviçre’deki St. Gallen Üniversitesi’nde tamamladım.

2022 yılında Stanford Universitesi’nde LEAD Executive

Leadership Programı’na katıldım. Mezun olduktan

sonra 2014 yılında PwC adlı danışmanlık hizmeti

sunan bir şirkette çalışma hayatına giriş yaptım.

2016 yılında kurulan Alca Digital isimli yazılım geliştirme

şirketinin kurucu ortaklarından biriydim. Sonraki

sene Bunch App isimli sohbet mobil uygulama

start-up'ının kurucu ortakları arasında yer aldım.

2017 yılında otopark teknolojileri üreten SureSpot

Inc isimli ABD menşeli şirketin Türkiye yöneticiliğini

üstlendim. 2018 yılında da Getir’de İş Geliştirme Müdür'ü

olarak görev aldım. Son olarak da 2019 yılında

“Kuryeliğin daha itibarlı bir meslek” olmasını amacıyla

önemli çalışmalara imza attığımız Vigo'nun

kurucu ortaklarından biri oldum. Bugün de ortağım

Burç Öztüfekçi ile Vigo'daki serüvenimizi sürdürüyoruz.

Kendi işini kurmak

isteyenlere karşı

her zaman bir

ön yargı vardır. Bu

anlamda herkesin

yaşadığı süreçleri yaşadığımı söyleyebilirim. Vigo’dan

önce bazı başarısız girişimcilik denemelerim

oldu, bunların ardından bir süre kurumsal marka

içerisinde kalmaya karar verdim. Tabi ne kadar

kurumsal hayatın içine girerseniz girin içinizdeki o

girişimcilik isteği kolay kolay kaybolmuyor. Vigo’yu

kurma fikri de bu dönemde ortaya çıktı ve ortağım

Burç Öztüfekçi’yle Vigo’nun temellerini atmış olduk.

Vigo fikri ilk çıktığında asıl amacımız kurye ile markaları

bir araya getiren bir teknoloji geliştirmekti.

Kuruluşumuzla birlikte ortaya çıkan pandemi bizim

operasyona daha fazla yönelmemizi gerektirdi ve iş

modelimiz teknolojiden çok kas gücüne ihtiyacı ortaya

çıkardı. Bugün zorlu pandemi sürecini geride

bırakmış 40 şehirde 5 bini aşkın kuryesi ile ayda 2

milyon teslimat gerçekleştiren güçlü bir marka var.

Bunu yola çıkarken tahtaya yazdığımız bir amaca

borçluyuz: ‘Best Place to Work for Couriers’. Kendimizi

sahada olacak kuryelerin yerine koyarak

hareket ettik ve bugün de aynı şekilde onlar için

çalışıyoruz. Sahadaki tüm arkadaşlarımız da bizim

bu samimiyetimize inanarak özveriyle çalışıyorlar ve

Vigo’yu Vigo yapan gücün ortaya çıkmasında bize

en büyük desteği sağlıyorlar. İlk başta iki kişi olarak

zorluklar karşısında mücadele ederken bugün binlerce

kişinin yer aldığı Vigo ailesi olarak ilerlemeyi

sürdürüyoruz.

E-Ticaret ve hızlı teslimat gibi sektörlerin gelişmesiyle

birlikte bu alandaki rekabet de artış göstermekte.

Hızlı teslimat alanında faaliyet gösteren

bir marka olarak sektörü ve Vigo’nun sektördeki

konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hızlı teslimat sektörü e-ticaret ile bağlantılı bir büyüme

içerisinde. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde

de e-ticaret hacmi yıldan yıla artış gösteriyor.

Yeni alışveriş kanallarının ortaya çıkışı, insanların bu

yeni alışveriş yöntemini ve sunduğu konforu benimsemesi

bu alandaki büyümeyi hızlandırıyor. Ticaret

Bakanlığı’nın verilerine göre 2021 yılında 161 milyar

olan e-ticaret hacmi bu yıl yüzde 116 oranında

Ülkemizde girişimci olmak ve halihazırda sahip olduğunuz

işten ayrılıp bir start-up kurmak cesaret

kararlılık gerektiriyor. Siz bu kararı alıp, hedefinize

ulaşabildiniz. Vigo’yu kurma fikri sizde nasıl oluştu

ve kuruluşunda ne gibi zorluklarla mücadele

ettiniz?


Hızlı teslimat sektörü, pandemiyle birlikte hem

ülkemizde hem de küresel çapta ivme kazanıyor.

Bu ivme ilerleyen dönemlerde de korunabilecek

mi? Vigo’nun geleceği hakkında bizlere neler

söyleyebilirsiniz? Şu an planlarınız arasında ne gibi

hedefler var?

Daha çok yolumuz var. Biz, bir yerde kurye

çalışıyorsa onun Vigolu olmasını, sağladığımız

ayrıcalıklara sahip olmasını istiyoruz. Bununla

birlikte gelişen teknolojiye ayak uydurarak

ilerleyişimizi sürdürmek istiyoruz. Pandemi her

ne kadar teknolojik yatırımların önünü kısmen

kesmiş olsa da biz Vigo olarak ilerleyen dönemde

gerek elektrikli araçlarla gerekse drone gibi

insansız teslimat araçlarıyla da teslimat yapabilen

bir markaya dönüşmek istiyoruz. Her marka gibi

globalleşme planlarımız var. Bu yönde de adımlar

atmak istiyoruz yakın dönemde.

artış göstererek 348 milyar TL’ye ulaştı. Sipariş

adetindeki artış da yüzde 38 oranında oldu. Tabi

bu oranlar tüm sektörleri kapsayan istatistikler.

Hızlı teslimat sektörüyle daha fazla ilişkili olan

sektörlerde de ciddi bir büyüme görüyoruz. Yemek

sektöründe geçen yıla göre yüzde 99, gıda ve

süpermarket sektöründe ise yüzde 124 oranında

büyüme var. Bu istatistikler aslında hızlı teslimat

sektörüne olan ihtiyacın ne denli arttığını ve

sektörün potansiyelini ortaya çıkarması açısından

önemli. Vigo da bu yolda emin adımlarla yürüyen

genç bir marka. Henüz 3,5 yaşındayız ve sektörde

sözü geçen markalardan biriyiz. Biz, kuryelerimizin

Vigo’yu bu kısa sürede bu kadar başarılı bir marka

olma yolunda çok kıymetli emekleri olduğunu

“Biz, bir yerde kurye çalışıyorsa

onun Vigolu olmasını,

sağladığımız ayrıcalıklara

sahip olmasını istiyoruz.

Bununla birlikte gelişen

teknolojiye ayak uydurarak

ilerleyişimizi sürdürmek

istiyoruz.”

Son olarak hem girişimcilik serüveninizde hem de

kurumsal hayatınızda elde ettiğiniz kazanımları

referans alarak Genç Girişim Dergisi okurlarına ne

gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz ?

İhtiyaca odaklanmalarını ve karar verdikleri

işi mutlaka pivot etmelerini öneririm. Çünkü

yapılacak olan işin her yönden iyi öğrenilmesi; iş

fikirlerine 360 derece hâkim olunması ekibe her

konuda liderlik edebilmelerini ve vizyonlarını ekibe

doğrudan aktarabilmelerini sağlayacaktır.

düşünüyoruz. Bu yüzden kuryelerimizin

mesleki standartlarını artırmak için onlara çeşitli

imkanlardan yararlanma fırsatı sunuyoruz ve bu

imkanları da her geçen gün daha iyi noktalara

getirmek için çaba sarf ediyoruz. Örneğin, Vigo

kuryeleri taşıt tanıma desteği ile yakıtlarını indirimli

alıyorlar. Yeni başlattığımız Vigo Card uygulaması

ile market ve yemek alışverişlerinde çalıştıkları

süreye göre yüzde 10’a varan indirimlerden

yararlanabiliyorlar. Dediğim gibi buradaki en

önemli motivasyonumuz hem Vigo’da kurye olarak

çalışmanın bir ayrıcalık olmasını sağlamak hem

de sektör emekçilerinin daha iyi standartlara sahip

olmasını sağlamak.

18


19


“GENÇ GIRIŞIM DERGISI

OKUYUCUSUNA AÇIK MEKTUP’’

“Bilim insanı olarak temel

görevimiz beynimizde hipotezler

kurup bunların kuramsal

doğruluğunu sınamak. ”

HaberTürk

ve CNBC-e

kanallarında

gerçekleştirdiği

programlardan

yakınen

tanıdığımız,

ekonomi ve

işletme alanında

yayımladığı

makaleler ve

kitaplar ile

adını duyuran

Ekonomist Atilla

Yeşilada, Genç

Girişim Dergisi

okuyucularına bir

mektup yazdı...

ATİLLA YEŞİLADA

Ekonomist

Hayatta en nefret ettiğim şey? Nasihat dinlemek. Mesleğimde

tek idolüm Rahmetli Hyman Minsky gelip beni karşısına oturtsa...

Yine sıkılırım. Kışın dondurucu soğuğunda Grönland’ın buzlu

sularında bir tepsi baklavasına kutup ayılarıyla su topu oynamayı

tercih ederim. İkinci en nefret ettiğim şey? Nasihat vermek.

Özellikle sağlık, hukuk ve para yönetimi konusunda, kafama

tabanca dayamadan tek kelime almak zordur benden. Pardon,

pardon yalan söyledim. Siz, gençlere tek bir nasihatım var: altmış

bir yaşındayım, oldukça ”çalkantılı” bir yaşamım oldu. Çoğu

kez istemeden, ama büyük ölçüde isteyerek, kendimi kanun,

ahlak ve dinlerin emrettiği “yeşil alanların” dışında buldum ve

cezasını ödedim. Fırsat bulsam yine yaparım. Ama, lütfen sigaraya

alışmayın. Bunu istatistiki olarak akciğer kanserinden böğürerek

nalları dikecek bir abiniz olarak öğütlüyorum.

Bu kadar mı yani? Siz, gençlere verebileceğim

tek şey bu mu? Yok, size kariyerimdeki en

büyük hatalarımı anlatabilirim. Artık ne ders

alırsınız, o size kalmış.

En büyük hatam? Üniversiteden yüksek lisansa,

oradan da doğrudan doktoraya gitmek oldu.

1990 yılında doktora diplomamı almadan

Rensselaer Polytechnic Institute’u bırakıp

İstanbul’a dönerken, kulağıma kadar kuramsal

bilgi doluydum. Özellikle, finansal krizler ve

balonlar hakkında külliyatı hatmetmiştim. Ama,

önümde mali kriz olsa, göremeyecek kadar da

pratik hayat cahiliydim. Şimdiki aklıma olsa,

yüksek lisanstan sonra bir-iki yıl çalışır bana

öğrettiklerinin “sahadaki karşılığını” öğrenirdim.

Meslek hayatımın ilk dört yılı karşıma çıkan

problemleri kuramsal bilgilerle bağdaştırmaya

çabalamakla geçti. Sonra maça ısınıp formamın

hakkını verebildim.

İkinci büyük hatam? Hata mı emin değilim, belki

de beynim uygun değildi. Ama, matematiği

anlamamaktan her gün büyük bireysel ve

mesleki pişmanlık duyarım. Çabalamadım da

değil ha, akademik kariyerimin sekiz yılında

her sömestir muhakkak yüksek matematik

dersleri aldım. Hey hat, hiç birini ekonomi veya

finansa uygulayamam. Bugün beynim artık

bölme yapmaktan dahi aciz. Matematik bilmekle

bilmemek arasındaki fark? Bir bilim insanı olarak

temel göreviniz beyninizde hipotezler kurup

bunların kuramsal doğruluğunu sınamak. Bunun

da iki yolu var.

Eğer matematik bilirseniz, problemi denkleme

döküp, olası çözümleri veya tezatlarını beş

dakikada görürsünüz. Yok benim gibi matematik

20


Bugün “Abi, en iyi yatırım ne, söylesene?” diye soranlara “Sağlığına iyi bak” diyorum. Yedi büyük ameliyat

geçirip, vücudumun çeşitli yerlerine yerleştirilen üç protezden sonra sağlığın değerini anladım. İki yıldır

her gün spor yapıyorum. Yani, spor derken tenis, basketbol falan değil. Ama ya yüzerim, ya yürürüm

ya da fitness'a giderim. Yine de, kan-ter içinde kaldıktan sonra elde ettiğim tek kazanım otuz beş yıllık

hasarın daha fazla yayılmasını geciktirmektir. Halihazırda şahsi masraflarım içinde birinci kalem özel

sağlık sigortası primidir. Yetmiş beş yaşına geldiğimde birikimlerimin kalan fani günlerimde sağlık

sigortası primlerimi karşılayacağına güvendiğim gün de... Adyö, Karayipler’de küçük ve şirin bir balıkçı

köyünde emeklilik. 1984 yılında, Kaliforniya Üniversitesi Santa Barbara Yerleşkesinde “mesleğe adım

attım”. Yani, üniversite bana öğrencileri eğitmem için

asistan pozisyonundan maaş ödemeye başladı. Bu uzun

yolculuğun sonlarında, zengin değilim. Ama bir aile

kurduk, sürdürüyoruz, çocuğumuzu büyütüp meslek dahi

edindirdik ve maddi sıkıntımız yok. Ha, tabi bir de sağlık

sigortası primlerimizi ödeyebiliyoruz. Herhalde bir kaç

şeyi doğru yapmış olmalıyım. Samimiyetle söylüyorum,

kariyerimde “başarı” olarak taçlandırabileceğim anların

%90’ı tesadüf eseridir. Geri kalanını da ana dilim

gibi İngilizce bilmeye borçluyum. Bakın “konuşmak”

demiyorum. Ben Avusturya Lisesi mezunuyum, İngilizceyi

on yedi yaşında öğrenmeye başladım, ne yaparsam

yapayım bir Amerikalı aksanımdan yabancı olduğumu

anlar. Ama, dil bilgisi ve kelime hazinesi konusunda

ortalama Amerikalının birkaç kademe ötesindeyim.

Nereden mi biliyorum? Çünkü 3 defa ulusal sınava girdim

(TOEFL, ACT ve GRE), üçünde de ortalamanın iki standart

sapma üstünde puan aldım.

Eğer benim kadar İngilizce öğrenirseniz, hayattaki

felsefemi de anlarsınız;

Ego kills talent...

21

cahiliyseniz, deneme yanılma

yöntemine başvurursunuz. Yani

kafanızdaki fikri okuduğunuz

ya da hayal edebildiğiniz her

örnek vakaya uygular, sonuçlarını

incelersiniz. Günler sürer, çoğu

zaman da cevap “belirsiz”

olur. Matematik anlamadığım

için, istatistik ve ekonometriyi

de sadece yüzeysel olarak

anlayabildim. Halbuki, ekonomifinanstan

hayatınızı kazanmanın

en sağlam yolu bu iki alt-branş.

Onları çözerseniz, bilgisayarlar

ve yapay zekayla çalışmanız da

çok daha kolay olur. Benim PC’m

ile ilişkimi kötü bir evlilik olarak

niteliyorum. İstediğimi yapmayı

reddettiğinde, fişini çekiyorum,

bazen de klavyesi maddi hasarlı...

En son çare olarak da bir IT

uzmanı çağırıp “evlilik koçluğu”

yaptırıyorum. Arkadaşı her

çağırdığımda işi gücü bırakıp koşa

koşa geliyor. Çünkü, bir IT uzmanı

için altmış bir yaşında bir tekno-

Neandertal’ın teknolojiyle çaresiz

boğuşmasını seyretmekten daha

keyifli bir tecrübe olamaz.

Üçüncü büyük hatam; kariyerim

uğruna sağlığımı ihmal etmek.

“Meslek hayatımın ilk dört yılı karşıma çıkan problemleri

kuramsal bilgilerle bağdaştırmaya çabalamakla geçti. ”


GAYRİMENKUL SEKTÖRÜNÜN

ÖNCÜ İSMİ: ERDEN TİMUR

22


Türkiye’nin en itibarlı

gayrimenkul firması

unvanına sahip olan NEF’in

Yönetim Kurulu Başkanı Erden

Timur ile şirketin dinamikleriyle

beraber Türk sporuna verdikleri

destek, firma projeleri ve

kurulduğu yıldan itibaren

sahip olduğu başarısının

arkasındaki süreçleri konu alan

bir röportaj gerçekleştirdik.

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun

olarak avukatlık diploması aldınız. Kısa bir yurt

dışı deneyiminden sonra Türkiye’ye dönerek şu an

sektörün devi olarak nitelendirebileceğimiz Nef’in

tohumlarını attınız. Bu başarılı süreci göz önünde

bulundurarak sizi daha yakından tanıyabilir miyiz?

Hedeflerinize yönelik attığınız ilk adımda sizi motive

eden şey neydi?

Dört yaşından yirmi üç yaşına kadar çift anadal

yapmak, yurtdışında okumak ve başbakan olmak

gibi hayallerim vardı ve ben hep bu hayal çerçevesinde

hareket ettim. Matematikçiyim, hukuku bu

hayalim için okudum, ekonomi okumayı o yüzden

istedim. Ama hiç hayalimde olmayan şeyler yaptım.

Babamın rahatsızlığından dolayı yurtdışından geri

dönüp müteahhitin yarım bıraktığı bir yerde babam

mutlu olsun diye inşaat işine başladım. Üç ay

inşaat projesini çalışacağım sonra tekrar yurt dışına

gideceğim diye düşünüyordum. Sonrasında tesadüflerle

bu işe başlamış oldum.

İlk gençlik yıllarım ‘’Allah insana hangi yeteneği verdiyse

o doğrultuda bir görev tanımlamıştır’’ düşüncesi

çerçevesinde gelişti. Dünyevi amaç çok sınırlayıcı

bir dünya yaratıyor. Oysa insan zihni çok geniş ve

yaratıcı. 7-8 yıl kadar önce birilerinden duyup ilham

alarak hayatın tek amacının keşif yani iç yolculuk

olduğunun farkına vardım. Ne iş yapacağım? Nasıl

yapacağım? Nasıl girişimci olabilirim? sorularının ve

yaşanılan her şeyin yegane sebebi yolculuğu daim

kılmaktı. Yeni nesil girişimci Brooklyn’deki tasarımcıyla

da Malatya Arapgir’deki dayıyla da muhabbet

edebilmeli. Benim liseyi okuduğum Tarsus Amerikan

Koleji’nde daha ilk sınıftan itibaren A’dan Z’ye

her şeyiyle bizzat öğrencilerin ilgilendiği etkinlikler

yapılabilmesine imkân tanınıyor, öğrenciler buna

teşvik ediliyordu.

Bu şans verildiğinde herkes çok ciddi kabiliyetlere

ulaşabilir. Zaten bir şeylerin gelişebilmesi için insanlara

fırsat sunulması gerekiyor. İnsanoğlu eğer nefsini

ön plana çıkarmıyorsa her şeyi yapmaya muktedir

bir varlık. İnsan zaferden değil, seferden sorumlu. Ne

yapıyorsak yapalım çabalayalım. Bir şeyler yapınca

aslında yapanın kendiniz olmadığını zaten yapış

sürecinizde görüyorsunuz. Mesela kurduğum şirket

4’üncü yılda milyar lira ciroya ulaştı. Bin defa sorsanız

da bunun sebebinin ‘ben’ olmadığımı biliyorum.

Çünkü ben vizyoner olmak için bir şey yapmadım.

Bu zaten Allah tarafından bana bedava verilmişti.

Bu nedenle yetenekleri verene layık olmam lazım

diye düşünüyorum.

Sıkı bir Galatasaray taraftarı olduğunuzu biliyoruz.

Türkiye’de Nef, reklam ve marka bazında birçok

insanın aklında Galatasaray kulübü ile bütünleşmiş

olarak canlanıyor. Bu durumun marka üzerinde yarattığı

etkilerden bahsedebilir misiniz? Bu noktadan

hareketle ilerleyen süreçte yurt dışından veya

yurt içinden başka kulüplerle de iş birliği yapmayı

düşünüyor musunuz?

Bir Galatasaray taraftarı olmamın yanı sıra, Galatasaray’ın

Türkiye ve dünyadaki başarıları bizleri sponsorluk

için harekete geçirdi. Marka bilinirliğimizin,

dünyanın köklü takımlarının birinde anılması, bizler

için çok kıymetli. Yanı sıra daha önce Barcelona ile

de sponsorluk anlaşmamız vardı. Sporu ve sporcuyu

23


sadece markamızı güçlendirmek için değil, ülkemiz

gençlerine en iyi şekilde fayda sağlamak için

de destekliyoruz. Desteğe ihtiyacı olan çocuk ve

genç sporculardan; kulüplere kadar sporun çeşitli

dallarında şirketimiz ve vakfımız aracılığıyla sürdürülebilir

katkı sağlıyoruz. Gençlerimizin spora ilgi

duymaları, sporla büyümeleri ülkemiz için büyük

kazanımdır. Örneğin bundan tam dört yıl önce

Galatasaray ve FC Barcelona sponsorluklarımızın

yanında dünya devi bir takıma sponsor olduğumuzu

duyurur gibi bir 23 Nisan gününde Osmaniye’de

yer alan bir takımın gençlerine Karaçay’a sponsor

olduk.

Dünya liginde adı geçmese de bizim için diğer

sponsorluklarımız kadar kıymet verdiğimiz bir

sponsorluk bu... Çünkü Karaçay’da imkanı sınırlı

olan, bir topa, bir sahaya ya da antrenman malzemesine

bile ulaşma ihtimali çok düşük olan çocukların,

gençlerin hayallerine dokunduk biz. Düşünsenize

mahalle arasında sekiztaş oynar gibi kendi

aranızda futbol oynarken, global kulüplere sponsorluk

yapan bir takım gelip sizin türlü türlü başarılara,

amatörde şampiyonluklara koşacağınız bir sahaya

imza atıyor. Göğsünde Nef yazan bir forman oluyor.

Hatta hayal bile edemeyeceğin, kapısından girmeye

ihtimal vermediğin tesislerde dünya devi sporcularla

antrenman yapıyorsun, eğitim alıyorsun, aynı

sahada koşuyorsun… O çocukların gözündeki ışıltıyı

görmenizi isterdim.

Tabi, hepsinin bende yarattığı heyecan da başarı

hissi de ortak. Birilerinin hayatına dokunup bir fark

yaratabiliyorsanız hayattaki en büyük başarı da, yaptığınız

işbirliğininin en güzel kazanımı da o.

Nef; hayatta ilk aldığımız, son

vereceğimiz nefes kelimesinden

geliyor. En temel amacımız ise

yine nefes kadar önemli.

Bildiğiniz üzere deprem ülkemizin kaçınılmaz

gerçeklerinden bir tanesi. Yakın gelecekte özellikle

İstanbul ve çevresinde hem ekolojik hem de jeolojik

anlamda istenmeyen sonuçlarla karşılaşmamız

kuvvetle muhtemel. Bu konuya bağlı olarak Nef,

deprem ve sürdürülebilirlik adına ne gibi çalışmalar

yürütüyor? Bize bu çalışmalarınızdan bahsedebilir

misiniz?

Türkiye coğrafyası deprem kuşağında, çeşitli bölgelerinde

riski altında. Bu nedenle Marmara Depremi’nden

bu yana hazırlıklar gündeme alındı ancak

istenilen hızı kazanamadı. Son birkaç yıldır özellikle

bu anlamda kamu tarafından kentsel dönüşüm

çalışmaları daha hızlı yürütülerek riskli yapıların

bertaraf edildiğini görüyoruz. Özel sektör tarafından

yapılan dönüşümler birkaç yıla kadar daha etkindi

ancak artan inşaat maliyetleri, oluşan yüksek fiyatlar;

vatandaşın beklentilerinin yeteri kadar karşılanamaması

bu ortamı engelledi. Bu süredir özel

sektörün kentsel dönüşüm projelerinde daha az rol

aldığını görüyoruz.

Mesela biz bundan dokuz sene önce '81 Kent 81

Vizyon' projesini hayata geçirdik. 81 kentin 10 temel

sorunuyla fırsatlarını ortaya çıkardık, her kente özel

BEK analizlerinin hazırlanmasına katkı sağladık.

Tabi bazı bölgelerde çalışmalarımızı dönüşüm kapsamında

yaptık. Bundan sonra da içinde bulunmaya

devam edeceğiz ancak şartların kamu, şirketler

ve tüketiciler için doğru oluşması önemli. Şu anda

Almanya’da Menhaim bölgesinde otel, rezidans ve

ticari alanları olan bir dönüşüm projesine başladık.

Dönüşüm sadece Türkiye’de değil dünyada da

bölgesel ihtiyaçlara göre hareket edilmesi gereken

bir alan.

Sürdürülebilirlik lafı çok popüler oldu. Sürdürülebilirlik

biraz da yarına yaptığın yatırım aslında. Çevreye,

doğana, insanına, toplumuna. Önce yaptığın

işin özü, marka vaadin ne kadar sürdürülebilir bir

amaca hizmet ediyor ona bakmak lazım.

Nef: Hayatta ilk aldığımız, son vereceğimiz nefes

kelimesinden geliyor. En temel amacımız ise yine

nefes kadar önemli. Nefesin olmazsa hayatta kalabilir

misin, kalamazsın. Daha iyi bir toplum oluşması

için farkındalık ve fayda sağlıyor musun her gün

bunu sorması lazım insanın kendine. Bugün kaç kişinin

hayatına dokunduysan sen osun. Daha fazlası

değil…

Net sıfır karbon hedefi, sürdürülebilir ve yerel malzeme

kullanımı gibi öncelikli ve büyük hedefleri

gerçekleştirmek tabi önemli ama toplumsal alanda

barınma ihtiyacını tamamen çözmeden işin ana

odağını kaçırmamak lazım. Hem konut ihtiyacının

oldukça arttığı, hem de kentsel dönüşüm çalışmalarının

devam ettiği bu ortamda sağlıklı binaların,

sadece insan için değil çevre için de sağlıklı olması

temel amaç olmalı. Yani toplumsal sürdürebilirlik

kapsamında da sosyal açıdan çalışmalar yürütülmesine

her zaman destek olduğumuz ve olacağımızın

bilinmesini isterim.

2016 yılında tanıtımını gerçekleştirdiğiniz “Nef

Foldhome” projesiyle sektöre farklı bir vizyon

katarak, daha önce görülmemiş büyük işlere imza

attınız. “Nef Foldhome” projesi yalnızca ülkemizle

mi sınırlı kalacak? Halihazırda yurt dışında üzerine

çalışmakta olduğunuz ya da hayata geçirdiğiniz

bu tarz projeleriniz mevcut mu?

Türkiye'nin en beğenilen ve en itibarlı gayrimenkul

firması seçilen ve aynı zamanda Türkiye'nin en

değerli 100 markası arasında yer alan tek gayrimen-

24


kul şirketi olan Nef, 2010 yılından bu yana 40’tan

fazla projede 30 binden fazla konut geliştirdi.

Bunların yanı sıra gayrimenkul sektöründe inovasyonla

pek çok yenilik kazandırıyoruz. Çağın

gerektirdiği gibi teknoloji ve inovasyona yaptığımız

yatırımlarla adımlarımızı atıyoruz. Bir Nef

keşfi olan Foldhome ile sadece Türkiye’de değil,

dünyanın çeşitli şehirlerinde sektöre katma

değer sağlıyoruz. Geldiğimiz noktada Nef Global

tarafında yaptığımız çalışmalarla artık gelirimizin

%70’i yurtdışından geliyor. Yerel ortaklıklarla dünyanın

birçok ülkesini geçtim artık farklı kıtalarda

iş yapacak bir tecrübeye ve vizyona sahibiz.

Projelerinizin büyük kısmı İstanbul’da hayata

geçiriliyor. Yüksek nüfuslu şehirlerde özellikle

pandemi sürecinden sonra yaygınlaşan paylaşım

ekonomisi modelinin, öncülüğünü üstlendiğiniz

sektörde ortaya çıkacak olan uzun

ve kısa vadeli etkileri hakkında neler söylemek

istersiniz?

Biz Nef olarak dünyada nerede karşılanmamış

ihtiyaç var bakış açımızı o tarafa çevirdik. Birçok

ülkede olduğu gibi Amerika'da da konut arzında

bir sıkıntı görüyoruz. Enflasyonist dönemlerde

dünyada her zaman gayrimenkul öne çıkıyor.

Enflasyondan korunmalı en güvenli yatırım aracı

gayrimenkul. Mesela Almanya’da da konut arzı

altı yıldır karşılanamıyor. Özellikle Miami’ye büyük

bir kurumsal göç var, zira teknoloji ve finans

sektöründe faaliyet gösteren büyük şirketler

merkezlerini buraya taşıyor; bu da beraberinde

bir barınma ihtiyacı oluşturuyor. ABD’de faaliyet

gösteren Blackstone ve Kushner gibi büyük gayrimenkul

geliştirme ve yatırım şirketleri de artan

konut talebi için projeler geliştiriyor.

Yurtdışı projelerimizin yüzde sekseninden fazlası

kiralanabilir projeler. Globalde satmak için proje

geliştirmiyoruz.

Türkiye’nin kalkınması için uluslararası marka

üretmesi gerekiyor. Bizim modelimizde değer

üreten şey stratejimiz ve ürün bazlı katma değer.

Gayrimenkulde uluslararası marka yok. Amerika’da

en büyük geliştirici en fazla dört eyalette

iş yapıyor. Hacmi bu kadar büyük bir endüstri

olup da dünyanın her yerinde hizmet verebilen

bir marka yok. Markalar Batı’ya gidip rekabet

etmeye çekiniyor. Türkiye’deki herkesin birbirini

yurtdışında iş yapmaya teşvik etmesi lazım.

Sadece birbirimize iş yaparak büyüyüp katma

değer sağlayamayız. Biz bugün aynı anda Amerika’da

birkaç farklı eyalette, Londra’da, Dubai’de,

Almanya’da, Kazakistan’da ve daha birçok metropolde

kiralanabilir ve paylaşım ekonomisinin atası diyebileceğimiz

konseptte bir model sunuyoruz. Pandemi dönemine

denk geldiği için lansmanını yapmadık ama bugün

İstanbul’dan bir Nef projesinde ev sahibi olan biri

Bodrum’a gittiğinde orada sosyal alanları kullanabilir,

Amerika’ya gittiğinde orada toplantı yapabilir, konaklama

imkanı sağlayabilir. Bizim foldhome ve foldcity gibi

tescilli keşiflerimizin foldworld ayağı da bunu kapsıyor.

Nef’i yaşam tarzı ve hayatın bir parçası olarak nitelendirip,

şirketçe ortaya konulan özverinin meyvelerini,

dört yılda bir milyar lira ciroya ulaşıp bir ilki başararak

topladınız. Röportajımızın sonuna doğru gelirken

tüm bu tecrübelerinizden yola çıkarak Genç Girişim

Dergisi okurlarına neler söylemek istersiniz?

Tabi ki tarihimizde, dört yılda bir milyar ciroya ulaşan

ilk şirketiz.

Bugün geldiğimiz noktada ise 25 milyar liralık (1,34

milyar dolar) varlığa ve 13 milyar liraya ulaşan öz kaynağa

sahibiz diyebilirim. Mesela sadece son iki yılda

aktiflerimiz dört kat büyüdü. Bu rakam Türkiye'deki

konut geliştirme faaliyetlerimizden geliyor. Arsa tarafında

yaptığımız çalışmalar ve globaldeki faaliyetlerimiz

buna dahil değil bunun altını çizmek isterim.

Az önce de söylediğim gibi hiçbirimiz başarıdan sorumlu

değiliz. Yalnız dünyada böyle bir boşluk varsa

onun hakkını vermekten sorumluyuz. O yüzden

üniversitedeyken yapacağın işin en iyisini yapmak için

öğrenmek, okumak, sohbetlere katılmak ve her şeyi

merak etmek lazım. Bilgi yarışına girmemek, layık

olmaya çalışmak lazım. Bunların hepsine de imkân var.

Yine de benim en çok tavsiye edeceğim şey borçluluk

hissidir.

Alacaklı olmak bir şey kazandırmıyor. Yaratılan her

şeyin bir sorumluluğu var. O borçluluk hissi insanın

her türlü motivasyonunu sağlıyor. Sektörümüzdeki

rekabette en zorlanan firma Nef olabilir. Çünkü kamunun

hiçbir şeyinden faydalanmıyor, hiç devlet ihalesi

almıyoruz. Hayatımızda hiç imar artışı yapmadık.

Kamu bankasından kredi kullanmadık. Ama bahane

üretmiyor, bunlar yoksa çok daha fazla mücadele etmem

lazım diye düşünüyorsun. Allah bunu muhakkak

benim adıma bir güzellik olsun diye yapmıştır diyorsun.

Mücadele ederek inovasyon gelişiyor. Rekabetteki

büyük farkı eşitlemek ancak bu yolla gerçekleşiyor...

25


26


27


’’HAZIR GİYİM SEKTÖRÜNDE

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK’’

Ekosisteme “gerçekten”

katkı sağlayacak

projeler geliştirmeyi çok

önemsiyoruz.

Son yıllarda

iletişim

dünyasında

birçok yeni

teknoloji

hayatımıza girdi.

Bu teknolojilerin

de getirdiği

avantajla veri

kullanımı işimizi

yapış şeklini

değiştirdi ve

değiştirmeye

devam ediyor.

CAN TARLAN

Nocturne Kurucu & CEO

Hazır giyim sektörüne merhaba dediğimiz 2012

yılından itibaren, gelecek nesillere yaşanabilir bir

gezegen bırakma hedefiyle ilerliyor ve gün geçtikçe

bu alanda etkili adımlar atmaya özen gösteriyoruz.

Son dönemde sıkça sözü edilen sürdürülebilirlik

kavramını Nocturne dünyasına layıkıyla entegre

etmeyi ve ekosisteme “gerçekten” katkı sağlayacak

projeler geliştirmeyi çok önemsiyoruz. Bu alandaki faaliyetlerimize, 2018 yılında

geri dönüştürülmüş kumaşlardan bir kapsül koleksiyon hazırlayarak başladık.

Ardından, İlkbahar/Yaz 2019 koleksiyonumuzda Lenzing Ecovero marka, tamamen

çevre dostu ve geri dönüştürülmüş viskon elyaflara yer verdik. 2020’de;

Tencel Lyocell, Lenzıng Ecovero, Recyling Pes, Recyling Cotton, BSI (Organic

Cotton) gibi %100 geri dönüştürülmüş ve sürdürülebilir kumaşlarla tasarlanan

ürünlerimizi mağazalarımızda, uluslararası ekolojik, organik ve doğal ürün sertifikası

ECO Label ile satışa sunduk. Stoğumuzda atıl halde bulunan aksesuarlarımızı,

üretim ve tasarım süreçlerimize katıp yeniden değerlendirdik. Hala koleksiyonlarımızda,

%100 geri dönüştürülmüş ve sürdürülebilir kumaşlar kullanıyoruz.

2022’de Sürdürülebilirlik departmanımızı kurmamızla birlikte, çevreye duyarlı aksiyon

grafiğimizi de büyük ölçüde yukarıya taşıdık. Yaz sezonunda, dünyaca ünlü

#SUSTAINABLEGIFTING TEMALI “SÜREÇ IYILEŞTIRME” PROJEMIZ HEM

OTOMOTIV HEM DE MODA SEKTÖRÜNDE BÜYÜK YANKI UYANDIRDI.

28


Türk tasarımcı markası Lug Von Siga ile tamamı çevre dostu kumaşlardan oluşan

kapsül koleksiyonumuzu lanse ettik.

Ardından, Sonbahar/Kış 2022-23 koleksiyonumuzun tanıtım çalışmaları kapsamında,

Porsche Türkiye ile dünyada bir ilke imza atarak, tamamen sürdürülebilir

bir ürün gönderimi sürecini hayata geçirdik.

Modada sürdürülebilirliğin ilk

kuralının; bilinçli tüketim anlayışını

benimsemek ve sadece

ihtiyacımız olanı almak olduğu

düşüncesiyle marka dostlarımıza

hediye göndermek yerine, gereksinim

duydukları parçaları bizzat

seçmeleri için Porsche’nin tamamen

elektrikli spor otomobili

Taycan Cross Turismo ile bir QR

kod ilettik. Link üzerinden sepete

ekledikleri kıyafetleri de yine Taycan

Cross Turismo ile adreslerine

ulaştırarak, moda dünyasında her

sezon gerçekleştirilen “gifting”

sürecinde karbon ayak izimizi sıfıra

indirdik. Böylece 100’ün üzerinde

kurye çalıştırıp sera gazı salınımına

yol açmanın aksine, çevre

dostu bir yolculuk yaparak dünya

genelinde sürdürülebilir bir ürün

gönderimi sürecinin öncülüğünü

üstlendik. #SustainableGifting

temalı “süreç iyileştirme” projemiz

hem otomotiv hem de moda

sektöründe büyük yankı uyandırdı.

Elbette sadece üretim ve pazarlama aktivitelerimiz

kapsamında değil, aynı zamanda

çalışma alanlarımızda da farkındalık yaratacak

dokunuşlara odaklanıyoruz. Örneğin; tek

kullanımlık atıkların gezegenimiz üzerinde

yarattığı tahribata dikkat çekmek amacıyla

artık ofisimizde bitki bazlı, sürdürülebilir ve

yeniden kullanılabilir kahve bardaklarını tercih

ediyoruz. Genel merkezimizin çeşitli noktalarında,

plastik kapak vb. malzemeler için

çeşitli geri dönüşüm atık üniteleri bulunduruyoruz.

Biriken atıkları, geri dönüştürülerek

çevreye kazandırılmaları için ilgili birimlere

naklediyoruz.

Organik ve vegan ürün sertifikalarımızın

yanı sıra, adil ücret, eşit haklar ve etik kapsamında

sosyal uygunluğu belirten ISO 26000

sertifikamız da mevcut. Ürünlerimizin etiketlerini

de geri dönüştürülmüş kağıtlardan

üretiyor, çevre dostu alışveriş çantalarımızı

tüketicilerle buluşturuyoruz. 2030’a kadar

%90 oranında sürdürülebilir bir marka olma

hedefimize, 2023 yılında yapacağımız inovatif

projelerle daha fazla yaklaşacağız.

“Nocturne X Porsche Türkiye – Sustainable Gifting”

29


“ Disiplin benim bakış

açımda bir hiyerarşi

değildir, hedefe ulaşmaktır.

YEREL DEĞERLER İLE GLOBAL

DEĞERLERİ BİRLEŞTİREN

BAŞARILI YÖNETİCİ:

MURAT ALSAN

30


Bir hedef için birden fazla

yol çizen, kalıpların

dışında, kendi yöntem

ve araştırmalarıyla yol

kateden KPMG

Türkiye Yönetim Kurulu

Başkanı ve CEO'su Murat

ALSAN ile keyifli

bir röportaj gerçekleştirdik.

Eğitim hayatınızı 1995’te ODTÜ İşletme Bölümü’nde

tamamladıktan sonra aynı sene içerisinde

KPMG ailesine ‘Junior’ olarak katıldınız. Daha sonra

Senior, Manager ve Partner şeklinde devamlı olarak

üst kademeye geçiş yaptığınızı görüyor ve 2007

yılından beri KPMG Türkiye’nin yönetim kurulunda

yer aldığınızı biliyoruz. 2017 yılından bu yana da

KPMG Türkiye’nin CEO’su ve Yönetim Kurulu Başkanı’sınız.

Şu anki konumunuza gelme sürecinizi

anlatabilir misiniz? Başarınızın sırrı nedir?

Ben basit bir CV’ye sahibim. Yani üniversiteyi bitirdim

ve KPMG’de çalışmaya başladım. Aslında benim

kariyerim KPMG’nin Türkiye’deki aktiviteleriyle birlikte

gelişti. Ben çalışmaya başladığımda 30-40 kişilik

küçük bir KPMG ofisi vardı, şimdi neredeyse 2000

kişiye yaklaşan büyük bir şirketiz. Aslında benim kariyerim

bu şirketin tarihiyle birlikte gelişti. Biz burada

arkadaşlarımla birlikte büyük bir danışmanlık şirketi

yarattık. Tabii ki uluslararası şirket de arkamızdaydı,

bize çok destek oldu. Bu hikayede biz kariyer basamaklarını

çok belirgin yapıyoruz.

KPMG beni şirket ortağı yaptı. Ortak olma noktasından

sonra da kolay kolay ayrılamıyorsunuz. Dışarıdan

kendime baktığımda bu süreçte nelere öncelik

verdim ya da neleri önemsedim? Bir kere araştırmayı

çok seviyorum, meraklı bir insanım ve çok sayıda

farklı kanalda okuyorum. Bazen sporla ilgili, bazen

sanatla ilgili, bazen şirket ile ilgili, bazen felsefeyle ve

tarihle ilgili…

Benim birinci iç motivasyonum merak, ikincisi de

disiplin. Disiplin benim bakış açımda bir hiyerarşi

değildir, hedefe ulaşmaktır. Bu anlamda bakarsak

yaratıcı bir şey olduğunu bile söyleyebiliriz. Hedefe

ulaşmak için başka başka yolları denemek gibi böyle

bir iç yapım olduğunu söyleyebilirim.

“Yenilenmeye giden yolda devam eden belirsizliğe

ve istikrarsız risk ortamına rağmen CEO’lar, büyüme

konusunda kendilerinden emin ve iyimser bir

tablo çizerken amaçlarına ilişkin güçlü bağlılıklarını

koruyor ve büyümeyi sağlamanın yollarını arıyorlar.”

diyorsunuz. Peki, bir CEO olarak KPMG’de

siz nasıl bir yol izliyorsunuz?

Buna dört parametreden bakmamız gerekir. Bir

tanesi Dünya, bir tanesi Türkiye, bir tanesi bizim

içinde bulunduğumuz ekonomi ve bir tanesi de bizim

içinde bulunduğumuz sektör olan danışmanlık

sektörü. Yani biz bu parametrelerin hepsini ekibimle

beraber sürekli takip ediyoruz ve buralardan bize

nasıl riskler geliyor, nasıl fırsatlar geliyor devamlı

bunları araştırıyoruz ve olaydan önce hareket etmeye

çalışıyoruz. Yani bir olay olduktan sonra tepki

vermek daha zor, olay olmadan önce eğer hazırlanabilirseniz

o zaman daha kolay tepki verebiliyorsunuz.

Bu işler için tabii kendi

özel reçetelerimiz var.

Dünya ekonomisi sıkıntılı bir

dönemden geçiyor hepimiz

biliyoruz. Bölgemiz ekstra

sıkıntılı, yanımızda savaş var.

Ülkemizde başka sıkıntılar var, hem jeopolitik hem

ekonomik. Bizim Türkiye’de yöneticilerin tecrübesi

öyle ki; bir kere yanlış yaptın mı piyasa öyle bir ceza

kesiyor ki ikinci bir yanlışı yapamıyorsun. O yüzden

biz Türkiye’de çok tecrübeliyiz kriz yönetmek konusunda.

Buna özgü reçetelerimiz var. Mesela bizim

sektörde iş yapan şirketler yıllık cirosunun %5-6’sını

nakit tutar. Biz %20’nin altına indirmiyoruz. Bu büyük

bir konfor sağlıyor. Para, sağlık dışındaki bütün

sorunları çözer. Tersi de geçerlidir. Para yoksa eğer

en küçük problemler bile ciddi problemlere dönüşebilir.

Mesela Batılılar ile Türkler arasındaki önemli

farklardan birisi de bu bence. Biz çok yüksek nakitle

hareket ediyoruz çünkü her şeye hazırlıklıyız. Bunun

dışında bizim ülkemize özgü başka bir durum;

bizim yatırımlarımızın kısa vadede nakit üretir yatırımlar

olması gerekiyor ki yürüyor mu yürümüyor

mu hemen anlayıp “stop-loss” yapmamız gerekiyor.

Bunun gibi ülkemizin koşullarıyla iş yapmakla ilgili

kendi reçetelerimizi geliştirdik ve geliştirmeye devam

ediyoruz.

Büyümeyle ilgili her zaman tabii ki çok istekliyiz

çünkü hizmet işi sadece insanla yapılıyor, insanlar

kariyer istiyor ve insanlara kariyer sunabilmek için

de sürekli bir büyüme gerekiyor. Eğer büyüyemezseniz

yeni gelen arkadaşlara kariyer sunamıyorsunuz.

O yüzden bizim de kendi büyüme reçetelerimiz

var. Az önce de bahsettiğim gibi biz tek bir

büyük uzun vadeli yatırım yerine çok sayıda farklı

alanlarda küçük küçük ama hızla sonuç veren, eğer

başarılı olursa büyüttüğümüz yatırımlar yapıyoruz.

KPMG Türkiye’nin sosyal kulüpleri ve gönüllülük

projelerini destekleyerek bu organizasyonlarda

etkin olarak yer aldığını biliyoruz. Genç Girişim

Dergisi okurlarına biraz bu proje ve organizasyonlardan

bahsedebilir misiniz?

Bu konuda uzun bir listemiz var; spor, sanat, sosyal

sorumluluk gibi çok çeşitli. Örneğin hayvanlarla ilgili

yaptığımız çalışmalardan tutalım çevreyle, temizlikle

ilgili, okullarda ders veren arkadaşlarımız var.

Mesela Darüşşafaka ile büyük bir iş birliğimiz var.

Yani çok farklı alanlarda KPMG’liler işleri dışında

31


da çalışıyorlar. Hem sportif hem sosyal sorumluluk

alanında faaliyet gösteriyoruz. KPMG’deki ana bağlayıcı

unsurlarımızdan birincisi arkadaşlık. Astlarımızla

arkadaşız, üstlerimizle arkadaşız, KPMG’den ayrılmış

kişilerle arkadaşız. Yani biz aslında onlarla büyük bir

aileyiz. Bahsedilen konu da bunun çimentosu. Yani

sahada hizmet veriyoruz ama bir de çıkıp basketbol

oynayınca, beraber bir tiyatro oyununu ortaya koyunca

ya da bir tenis maçı yapınca işin tadı değişiyor,

daha güçlü bir bağ haline geliyor. Biz bu güçlü bağları

önemsiyoruz. Bu sebeple pandemi döneminde

çok sıkıntı çektik.

“ Öğrenmenin, başarının ve

başarmanın sonu yok.

Pandemi ile birlikte dünyada muazzam bir dijitalleşme

yaşadık. Bu dijitalleşmenin gerek insanların

günlük yaşantısını gerek şirketlerin iş modellerini

etkilediğini de söyleyebiliriz. Peki, yeniliklerin yaşandığı

bu son dönemlerde ise sizce bizleri nasıl bir

dünya bekliyor? Ayrıca, yaşanan bu dijital dönüşüm

gelecekte sizce nasıl bir şekil alacak ve iş liderleri

bu dönüşümü kendi şirketlerine nasıl uyarlayacak?

Biz her yıl iş dünyasının trendlerini araştıran çalışmalar

yapıyoruz. Pandemi ile birlikte altı ayda bir yapmaya

başladık çünkü trendler çok hızlı değişiyor. Son

tablo olarak dünya bir durgunluğa giriyor. Bütün kıtalardan

bu durgunluk sinyalleri geliyor. O yüzden şu

an üst düzey yöneticinin ajandasında bu dijitalleşme

yatırımları durduruldu. Neden? Hepsi survivor moduna

geçtiler çünkü hepsi çok ciddi yatırımlar yaptılar,

şimdi bir durgunluk demek cironun düşmesi demek.

O yüzden ajandalar en azından bu bir yıl için dijitalleşme

yatırımlarının olmadığını, bunları biraz park

edip şirketlerin normal çalışmalarına devam etmesiyle

ilgili öncelikler olduğunu gösteriyor. Hatta buna

paralel işe alımları da durdurdular. Yani dünyada çok

ciddi bir işe alımların yavaşlaması, durması trendi var.

Bir iyi tarafı var o da şu; bir yıl kadar süreceği tahmin

ediliyor, ondan sonra tekrar hem dijitalleşme hem

insan kaynağı açısından yatırımların tekrar yükseleceğini

öngörüyoruz. Alışkanlıklarımızı, hayatımızı

hızlı bir şekilde değiştirdiği bir gerçek. Bir dengelenme

aradığını düşünüyorum, hem insan kaynağının

hem de teknolojinin. Teknoloji tabii gelişmesini sürdürecek

ama hem maliyet hem de fayda açısından

optimum noktasına ulaşmaya çalışıyoruz şu an. Aynı

şekilde insan kaynağı, profesyoneller, girişimciler de

bir arayış içinde bence. Hepsinin yapmak istedikleri

var ama dünyada o kadar kaynak yok, bir seçilim var

burada. İnsan kaynağının da (kendimi de dahil ederek)

kafasının karışık olduğunu düşünüyorum.

Yani “Nasıl bir kariyer, nasıl bir gelecek? Girişimcilik

mi beyaz yaka mı? Türkiye mi Amerika mı?” gibi

birçok açıdan yeni bir yol arayışı içinde.

Ülkemizdeki denetim sektörünü, ilke ve standartlar

bakımından değerlendirdiğimizde Avrupa

denetim piyasası ile aralarında çeşitli farklılıklar

var mı? Var ise bizlere bu farklardan bahsedebilir

misiniz?

Ülkemizdeki bağımsız denetim sektörü tamamen

uluslararası kural setini uyguluyor, hem muhasebe

standartları açısından hem denetim standartları

açısından. Dolayısıyla o anlamda önemli bir fark

olduğunu düşünmüyorum. Sonuçta bizim metodolojimiz

sabit. Biz İstanbul’da da işe alsak birini,

Bangkok’ta da işe alsak veya Sibirya’da işe alsak aynı

şeyi öğretiyoruz. Bunu da bildiğimizi düşünüyoruz,

150 yıldır yaptığımız bir iş bu bizim. Türkiye'deki

standartlarda herhangi bir eksiklik yok. Tamamen

dünya standartları. Bunlar Türkçe'ye çevrilmiş ve iyi

bir şekilde uygulanıyor. Biz ve bizim değerli rakiplerimiz

bunun uygulamaya geçmesi konusunda

çok hassasız, çok dikkatliyiz. En iyi insan kaynağını

kullanıyoruz, en iyi cihazları kullanıyoruz ve inanılmaz

eğitim veriyoruz. Geçen yıl ezbere söylemek

gerekirse 140.000 saat civarı eğitim verdik kendi

alanlarımızda. Böyle bir eğitim ile üniversiteyle kapışabiliriz

bu açıdan. Çünkü biz sadece sınıfta eğitim

vermiyoruz, sahada da eğitim veriyoruz. Bizim farkı-

32


mız bu üniversiteden. Dolayısıyla

adamlarımız dünyanın her yerinde

aynı kalitede hizmet veriyor, o

açıdan bir eksiklik yok. Fakat şunu

söyleyebilirim; denetim hizmetinin

ücretlendirilmesi ile ilgili alacağımız

yol olduğunu düşünüyorum.

Dünya'daki ücretlendirmesi Türkiye’deki

ücretlendirmesinden çok

daha yüksek. Yani Dünya'da bu işi

yapanlar çok daha yüksek rakamlar

kazanıyorlar. Biraz, Türkiye’deki

kültürle ilgili bir şey de olduğunu

düşünüyorum. Dünya ile karşılaştırdığımızda

öyle bir sıkıntısı olduğunu

düşünüyorum ama verilen

hizmet, kullanılan insan kaynağı,

kullanılan teknoloji, yöntem, metot

bunların hepsi global. Zaten bu

yüzden buradaki adamımız cuma

günü işten ayrılıyor ve hiçbir şey

yapmadan Hollanda'da çalışmaya

başlıyor. Yani sadece uçağa biniyor

orada da aynen devam ediyor.

Yoksa burada başka orada başka

olsaydı eğer böyle bir geçiş olamazdı.

Teknoloji artık hayatımızda

büyük bir konumda. Günümüzde

konuştuğumuz; yapay zeka,

blockchain, fintech, bulut bilişim,

big data veya metaverse gibi

teknoloji trendleri ile birlikte bu

konumun daha da büyümekte

olduğunu söylememiz mümkün.

Ve biliyoruz ki bu teknoloji

uygulamaları geliştikçe siber

güvenliğin önemi de bir o kadar

artıyor. Peki, KPMG olarak sizler

bu alanda nasıl çalışmalar yürütüyorsunuz?

Bizim çok büyük bir teknoloji

ekibimiz var, yaklaşık 300 kişi civarında

bir teknoloji kaynağımız var.

Bunların bazıları denetim işlerinde

çalışıyor, bazıları IT danışmanlığı

işletiyor, bazıları forensic işleri

yapıyor. Bazıları finansal sektörde

fintech işleri yapıyor, dijital finans

işleri yapıyor. Yani bizim ekibimiz

şu an teknoloji anlamında Türkiye’de

ne yapılıyorsa, o işlerin

içinde. En büyük projeleri yapıyoruz.

Tabi teknolojinin kullanımının

artması, siber güvenlik ihtiyacını

da yanında getiriyor. İki tane

yaklaşımımız var; birincisi, tabii ki

kendi siber güvenlik ekibimiz var

yani müşterilerimize hizmet eden

bir ekibimiz var. Başında da Ümit

Şen var. Ancak şimdi siz de takip

ediyorsunuzdur siber güvenlik

işinin birkaç boyutu var. Mesela

siber intelligence diye bir şey var.

Bu nedir? İnternetin dark web

dedikleri, bu hacker dünyasında

bunlar örgütlenerek bir yere atak

yapıyorlar.

Mesela şu an siber intelligence

33

hizmeti veren ekipler oralara gidip

dinliyorlar. Diyelim ki şöyle bir

senaryo var; üç tane hacker kendi

aralarında konuşuyorlar. Örnek

söyleyelim, KPMG Türkiye’ye saldıracak

mı? Siber intelligence onu

dinliyor ve eğer biz onun müşterisiysek

bize geliyor diyor ki bak

böyle bir atak planlanıyor, şu şekilde

planlanıyor ve şuradan tedbir

al diyor mesela. Bu team’lerde çok

özgün teknolojiler kullanılıyor yani

kendilerine özgü şeyleri var. Bu

mesela bir alan, biz yapmıyoruz

fakat bu alanda çalıştığımız çok iyi

Türk firmaları var. Prodaft var mesela

bir tanesi. Ondan sonra, siber

atak anında yapılacak işler var.

Artık saldırı oldu, siz saldırı altındasınız

ve işte fidye istiyor veya

sizin sistemlerinizi bloke ediyor, o

anda yapmanız gerekenler. Mesela

bunu yapan ayrı uzman ekipler

var yine bizim birlikte çalıştığımız.

Siber güvenliğin her alanında bir

ekip oluşturmak zor fakat bizim

core ekibimiz var, kendi KPMG

ekibimiz ve onun etrafında çalıştığımız

çok iyi Türk şirketleri var. Bu

konu çok önemli katılıyorum. Neredeyse

bütün ekonomi dijital alana

kayıyor. Dijital alana kaydığı için

de artık nasıl fiziksel alanda güvenlik

güçleri, askerler vs. önemliyse

bu dünyada da askerler, polisler

bu kişiler. Yani kendimizi, varlıklarımızı

onlara teslim ediyoruz.

Dolayısıyla bizler çok önemsiyoruz

ve çok yoğun çalışmalar yapıyoruz.

Sizlere de tavsiye ederim. Yani bu

siber güvenlik gerçekten geleceğin

işi. İlginiz var mı bilmiyorum,

ben muhasebeciyim sonuçta bu

işin teknoloji tarafından çok anlamıyorum

ama bu işi yapan adamlarımızla

konuştuğumda, onları

dinlediğimde bize de anlatıyorlar

bu işi nasıl yaptığımızı. Gerçekten

geleceğin işi.

KPMG’nin global değerleri ile

Türkiye’nin yerel değerlerini sentezleyerek

içinde bulunduğunuz

topluma ve KPMG Türkiye’nin

bütün çalışanlarına fayda sağlamanın

sizlerin başlıca önceliğiniz

olduğunu biliyoruz. Peki, bunun

yanı sıra iyi bir yönetici veya lider

olmak isteyenlere tavsiyeleriniz

neler olur?

Konuşmamızın başına döneceğim.

Eğer başarılıysam, kendime

ait de başarılı olmuşsam temel

olarak iki şeye bağlıyorum. Bir

tanesi merak, çünkü bitmeyen bir

öğrenme süreci yaratıyor. Diğeri

de risk. Benim için bu ikisi önemli.

Bence bu salondaki herkes gelecekte

çok büyük, çok önemli

liderler olacak, çok önemli işler

yapacak ve herkes kendi yoğurt

yiyişiyle yapacak bunu. Ama öğrenmenin

sonu yok, başarının da

sonu yok. Başarmanın da sonu

yok. Yani işlerinizi her gün, dün

yaptığınızdan daha iyi yapabilirsiniz.

Bunun için bence bir öğrenmek

gerekiyor, bir de azmetmek

gerekiyor. Yani hakikaten çalışmak.

gerekiyor. Benim reçetem bu.


İNSAN ODAKLI HAREKET EDEN

İDEALİST LİDER:

BETÜL ÇORBACIOĞLU

Gelecek, insan

konuşursa başlar.

34


1967'den bu yana ülkemizin

sermayesi en büyük

şirketlerinden biri olan

Mercedes-Benz Türk'ün başarılı

kadın yöneticisi, Ekonomist

Dergisi tarafından "Yılın En

Güçlü 50 İK Lideri" arasına adını

yazdıran PERYÖN Yönetim Kurulu

üyesi Betül Çorbacıoğlu ile keyifli

bir röportaj gerçekleştirdik.

Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünden

1998’de mezun olduktan sonra şu an

İnsan Kaynakları Direktörü olduğunuz Mercedes-Benz

Türk ailesine, 2000 yılında katıldınız. 2016 yılında üyesi

olduğunuz PERYÖN’de ise 2019 yılından itibaren Yönetim

Kurulu üyesi olarak devam ediyorsunuz. Peki, tüm

bu kariyer sürecinin yanı sıra Betül Çorbacıoğlu kimdir?

Sizi daha

yakından tanıyabilir miyiz?

Liseyi İstanbul Erkek Lisesi’nde okudum, ardından

1998’de Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği

Bölümü’nde lisans ve yüksek lisans eğitimlerimi tamamladım.

Yüksek lisans eğitimim esnasında 2 sene aynı

üniversitede araştırma görevlisi olarak çalıştım. 2000

yılında katıldığım Mercedes-Benz Türk’te Kurumsal Planlama

ve Mali Kontrol bünyesinde çeşitli görevler aldıktan

sonra, 2006’da Şirket Planlaması ve Raporlama Müdürü,

2012’de ise Satış ve Kurumsal Mali Kontrol Direktörü

görevlerine atandım.2016 yılının Nisan ayından bu yana

Mercedes-Benz Türk İnsan Kaynakları Direktörü olarak

tüm insan kaynakları süreçlerinin yönetilmesi ve koordine

edilmesi, şirket ana stratejilerine bağlı olarak insan

kaynakları politika ve stratejilerinin belirlenmesi görevlerini

yürütüyorum. Aynı zamanda 2016 yılından beri üyesi

olduğum PERYÖN Türkiye İnsan Yönetimi Derneği’nde,

2019 yılı itibarıyla Yönetim Kurulu üyesi olarak aktif görev

alıyorum.

İş dışında en büyük hobim müzik diyebilirim. Çocukluğumdan

beri TRT’nin ve İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın

korolarında şarkı söyledim. 2004 yılından beri de

Uluslararası bir koro olan İstanbul Avrupa Korosu’nda

şarkı söylüyorum. Pandemide Jazz üzerine bir sertifika

programına katıldım. Bu yıl ise Bahçeşehir Üniversitesi’nde

Müzik Yüksek Lisansına başladım. Bunun haricinde,

şirketimizdeki farklı sosyal kulüplerde de aktif olarak rol

almaya çalışıyorum. Fotoğrafçılık kulübüyle gezilere katılarak

başladım. İyilik maratonlarında oldukça aktif olan

MBT Runners koşu kulübümüz ile birlikte çeşitli

maratonlarda farklı sivil toplum kuruluşlarına bağış toplamak

amacıyla iyilik için koştum ve fırsat buldukça da

katılmaya çalışıyorum.

Öğrenmek benim için bir tutku diyebilirim. Bunun

haricinde değişime ve yeniliklere açık, iletişimin gücüne

inanan, sürekli öğrenme ve gelişimi prensip olarak benimsemiş

biri olarak tanımlayabilirim kendimi.

2000 yılında katıldığınız Mercedes-Benz Türk ailesinde

Kurumsal Planlama ve Mali Kontrol bünyesinde çeşitli

görevler aldıktan sonra; 2006’da Şirket Planlaması ve

Raporlama Müdürü, 2012’de ise Satış ve Kurumsal Mali

Kontrol Direktörü görevlerine atandınız. Son olarak

2016 yılının Nisan ayından bu yana Mercedes-Benz Türk

İnsan Kaynakları Direktörlüğü görevini üstleniyorsunuz.

Kariyer yolculuğunuzdaki bu değişimden biraz bahsedebilir

misiniz? Nasıl bir süreçti?

Mercedes-Benz Türk’te 2003 yılından beri yönetici olarak

çalışıyorum. Yönetici olmanın aslında insan kaynağını yönetmek

olduğunu fark ettim ve bu alanda araştırmalara

başladım. Bu süreçte İnsan Kaynaklarına olan ilgim arttı

ve departman olarak da insan kaynaklarında çalışmak istediğimi

anladım. Mercedes-Benz Türk, rotasyon, değişim

ve öğrenme anlamında çalışanlarına çok fazla seçenek

ve esneklik sunan bir işyeri. Pek çok çalışma arkadaşımız

buradaki kariyer yolculuklarında bambaşka pozisyonlarda

deneyim kazanma şansı edinebiliyor. Farklı tecrübelerin,

öğrenme yolculuğumuza çok büyük katkıları olduğuna

ve bize farklı bakış açıları kazandırdığına inanıyorum.

Nitekim ben de insan kaynakları alanındaki ilgi ve çalışma

isteğimi fark ettikten sonra 2016 yılında İnsan Kaynakları

Direktörü olarak bu yönde bir kariyer değişikliği yaptım.

Mercedes-Benz Türk İnsan Kaynakları Direktörü olarak

tüm insan kaynakları süreçlerinin yönetilmesi ve koordine

edilmesi, şirket ana stratejilerine bağlı olarak insan

kaynakları politika ve stratejilerinin belirlenmesi görevlerini

yürütüyorsunuz. Peki, Mercedes-Benz Türk İnsan

Kaynakları olarak, yöneticisi olduğunuz departman

nezdinde diğer kurumlara göre daha farklı olduğunu

düşündüğünüz ne gibi uygulamalarınız var, bahsedebilir

misiniz?

Çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık bizim için çok önemli.

Çalışma arkadaşlarımızın kişilik ve kimliklerini oldukları

gibi yaşayabildiklerinde, daha motive, güçlü ve memnun

hissettiğine inanıyoruz. Bu nedenle, etnik köken, yaş, dil,

inanç, cinsiyet, cinsel kimlik ve yönelimin saygı gördüğü,

fırsat eşitliği sunulan bir çalışma ortamını teşvik ediyoruz.

Tüm süreçlerimizde Çeşitliliği, Eşitliği ve Kapsayıcılığı

sağlamaya özen gösteriyoruz.

İşe alımdan kariyer fırsatlarına kadar her stratejimizde

‘her alanda fırsat eşitliği’ ilkesinden ilham alıyoruz.

İçinde çeşitliliği barındıran, herkese eşit fırsatlar sunan

büyük bir ekibiz. Bu bakış açımız ile sürdürdüğümüz

işe alım, eğitim, kariyer planlama gibi süreçlerimizdeki

cinsiyet eşitliği yaklaşımımızla 2018’de Türkiye Kadın

Girişimciler Derneği (KAGİDER) tarafından; Fırsat Eşitliği

Modeli (FEM) Sertifikası’na layık görüldük. Bağımsız denetim

sürecinde, üst yönetimin fırsat eşitliği konusundaki

taahhüdü, işe alım ve seçme kriterleri, eğitim fırsatlarına

erişim, performans değerlendirme ve terfi, kariyer destek

uygulamaları, geribildirim ve şikâyetlerin izlenmesi, iletişim

konularındaki tüm politika ve süreçlerimiz incelendi.

Denetim sonunda KAGİDER’in Türkiye’nin iş gücünde

kadının üretkenliğini artırmak için geliştirdiği FEM sertifikasını

alarak, yıllardır her sürecimizde içselleştirdiğimiz

cinsiyet eşitliğine ve istihdamda kadın gücüne gösterdiğimiz

duyarlılık ulusal ve uluslararası kamuoyu nezdinde

tescillenmiş oldu. Fırsat eşitliğinin yanında, işveren

markamız da bizim için çok değerli. 2018’den beri işveren

markası faaliyetlerimizi stratejik bir yaklaşımla ele alarak

kapsamlı bir çalışma yapıyoruz. Var olduğumuz kanalları

ve içerikleri güncel tutarak, potansiyel adaylarımızın ve

gençlerin şirketimiz hakkında doğru ve şeffaf bilgilere

ulaşabilmelerini hedefliyoruz. Farklı kariyer kanalları

üzerinden gençlerin bulunduğu dijital platformlarda

aktif olmaya çalışıyoruz. Nitekim gençlik araştırmalarının

35


küresel lideri olan Universum’un

“Türkiye’nin En Çekici İşverenleri

Araştırması 2022"de de tüm kategorilerde

Otomotiv Sektörü’nün en

çekici işvereni olduk. Tüm bunların

yanında, çalışma arkadaşlarımızın

mutluluğu, sağlığı ve iyi hissederek

çalışmaları önceliğimiz.

Bu doğrultuda şirket içerisinde

esenliğimizi destekleyen pek çok

hizmetimiz mevcut. Spor salonlarımız,

koşu parkurlarımız, çevrimiçi

psikolog, diyetisyen, spor eğitmeni

danışmanlığı sunduğumuz mobil

uygulamamız, aktif sosyal kulüplerimiz,

pandemiyle beraber hayata

geçirdiğimiz yeni esenlik programımız

MBFit bunlardan bazıları.

Sunduğumuz tüm hizmetleri ve iş

süreçlerimizi ihtiyaca yönelik tasarlamaya

özen gösteriyoruz. İşe çalışma

arkadaşlarımızı dinleyerek ve onları

da sürece dahil ederek başlıyoruz.

İnsan yönetimi alanında kurulmuş

ilk sivil toplum kuruluşu olan ve

adının başına Türkiye kelimesini

almayı başaran ender derneklerden

biri olan PERYÖN Türkiye İnsan

Yönetimi Derneği, 1972 yılında küçük

bir grup tarafından değerli bir

hedefle yola çıktı. Zaman içerisinde

aynı aşkı paylaşan 3 bini aşkın

kişinin de ortak olduğu bu hedef,

bugün yaklaşık 2,5 milyon çalışana

ve 1147 kuruma ulaşıyor. Peki, vizyonu

ve misyonu “Şimdi ve gelecek

için daha iyi bir çalışma hayatına

liderlik etmek” olan PERYÖN’de

sizler neler yapıyorsunuz? Bize biraz

çalışmalarınızdan bahsedebilir

misiniz?

PERYÖN’de “Şimdi ve gelecek için

daha iyi bir çalışma hayatına liderlik

etme” vizyonuyla Türkiye’deki

çalışma koşullarını iyileştirmek ve

çalışma hayatına katkı sunmak

için girişimciler, akademisyenler

ve insan yönetimi ile ilgili olan tüm

profesyonellerle bir araya geliyoruz.

Her yıl düzenlediğimiz kongrelerle

global arenadaki en yeni gelişmeleri

katılımcılarımızla paylaşıyoruz.

Bu yıl PERYÖN Kongre’de HRTech

başlığının kurgulayıcılarından biri

oldum. Dijitalleşmenin ve teknolojinin,

İnsan Kaynakları yönetimi

alanına neler getirdiğini kendim de

öğrendim. Her yıl insan yönetimi

alanında iz bırakan, ilham kaynağı

olan ve insana değer veren çalışmaları

ve uygulamaları; PERYÖN İnsana

Değer Ödülleriyle ödüllendiriliyoruz.

PERYÖN Akademi’de kişisel, mesleki

ve yönetsel alanlardaki eğitimlerimizle

binlerce kişiye ulaşıyoruz.

Pandeminin başlangıcından itibaren

dijital ortama taşıdığımız eğitimlerimize,

ücretsiz webinarlar ve

online eğitim programlarıyla devam

ediyoruz. İki ayda bir PY (Popüler

Yönetim) dergisini okurlarımızla

buluşturarak insan yönetimine dair

güncel bilgi ve araştırmaları paylaşıyoruz.

İnsanı ve işi odağına alan yapısıyla

PERYÖN; iki ayda bir çıkartmış olduğu

PY (Popüler Yönetim) Dergisi'yle, yıl

içinde düzenledikleri kongrelerle, eğitim

faaliyetleriyle, üyeler arası iletişimi

güçlendiren toplantılarıyla birlikte iş

dünyası, kamu, üniversite üçgeninde

bağlayıcı ve güçlendirici çalışmalar

gerçekleştiriyor. Gerçekleştirdiği bu

çalışmalar ile de mesleki eğitimin

yaygınlaşmasına ve istihdamın arttırılmasına

katkı sağlıyor ve sektörü

ilgilendiren konularda araştırmalar

gerçekleştirerek geleceğe ışık tutuyor.

Peki, bize PERYÖN’ün ideallerinden

bahseder misiniz? PERYÖN gelecekte

nasıl bir dünya görmek istiyor?

Günümüzdeki dijitalleşme süreci ve

buna bağlı transformasyon hepimizi

derinden etkiliyor. Çalışma hayatında

var olan kabulleri ve normları tekrar

sorguluyoruz. Geleceği birlikte şekillendireceğimize

ve bunu başarmak

için farklı düşünen bireylerin, birbiriyle

diyaloğunun ve etkileşiminin çok daha

önemli olduğuna inanıyoruz. Bu yüzden

‘Gelecek insan konuşursa başlar’

mottosuyla yola devam ediyoruz.

Son olarak üniversite eğitiminizi ve

şu an kariyerinizde geldiğiniz noktayı

göz önünde bulundurarak, kariyer

yolculuğunu insan kaynakları departmanında

başlatmak isteyen üniversite

öğrencilerine veya bu yöne çevirmek

isteyen Genç Girişim Dergisi okurlarına

ne gibi tavsiyelerde bulunmak

istersiniz?

Günümüzde iş dünyasında dinamikler

çok hızlı değişiyor. Bunu pandemiyle

beraber daha da çok hissettik.

Bu değişimde teknolojiyi de takip ederek

çevik olmak, çabuk karar almak ve

proaktif olmak önemli hale geldi.

Değişimle beraber insan kaynaklarında

iki kavram öne çıkıyor: Çalışan deneyimi

ve dijitalleşme. Her geçen gün

insanı merkeze alan, çalışan deneyimine

daha çok önem veren, veriyi anlamlandırabilen

ve günlük operasyonlarını

dijitalleştirebilen bir insan kaynağı

yönetimi yaklaşımına daha çok ihtiyaç

duyuluyor. İnsan kaynaklarında harcanan

operasyonel vaktin yoğunluğu

düşünüldüğünde bunu en aza indirgemek

ve çalışan deneyimine odaklanmak

lazım. Dijitalleşmeyle beraber,

verilerin korunması ve anlamlanması

sağlanarak gelecek dönemlere içgörü

sağlanması amaçlanıyor. Bu yüzden

gelecekte İnsan Kaynaklarının stratejik

açıdan daha çok ön plana çıkacağını

düşünüyorum.

Genç yeteneklere öncelikli tavsiyem;

kariyer hayatlarına başlamadan

önce üniversitede olabildiğince fazla

imkândan faydalanmaları, bu zamanları

hem eğlenerek hem öğrenerek

kendilerini geliştirmeleri olacaktır.

İnsan Kaynakları için iletişim ve insan

ilişkileri kritik öneme sahip.

Sosyal kulüplerde veya gönüllülük

projelerinde aktif olarak, farklı staj

deneyimleri, yurt dışı programlarına

ve değişim programlarına dahil olarak

farklı deneyimler elde edebilirler. Katıldıkları

projeler veya aldıkları eğitimler,

kendilerini keşfetme süreçlerine de

yardımcı olacaktır. Böylece iş hayatında

hangi alana yönelmek istediklerine

karar vermeleri kolaylaşacaktır.

Ek olarak İK alanında kariyer düşünenlerin,

dijitalleşme ve çalışan deneyimi

konusundaki gelişmeleri takip ederek,

bu alanlarda araştırmalar yapmalarını

tavsiye ederim.

İçinde bulunduğumuz bu çağ, bildiklerimizi

ve şimdiye kadar yaptıklarımızı

unutup yeniden öğrenme ve sürekli

olarak gelişme çağı. Yaşam boyu öğrenmeyi

alışkanlık haline getirmek lazım.

İnsanı odağa alarak teknolojiden

nasıl fayda sağlayabilirim ve şirket için

nasıl katma değer yaratırım sorularına

odaklanmaları fark yaratacaktır.

Değişimle beraber insan

kaynaklarında iki kavram

öne çıkıyor; çalışan

deneyimi ve dijitalleşme.

36


37


‘100. YILA

BÜYÜK ADIMLARLA’

“Koca bir milletin, şehitlerin ve

gazilerin, öksüzlerin ve yetimlerin

olağanüstü fedakarlıkları üzerine

kurulan Cumhuriyet, geride

kimseyi bırakmamaktır.”

Rusya Dağcılık

Federasyonu

tarafından

uluslararası

arenada

"Kar Leoparı"

unvanı verilip,

Everest Dağı'na

tırmanan ilk

Türk olarak

tanınan Yazar Ali

Nasuh Mahruki;

cumhuriyetimizin

100. yılında Genç

Girişim Dergisi

okurları için

yazdı...

ALİ NASUH MAHRUKİ

Milli Sporcu / Yazar

Çok zor elde edilen Büyük Zafer’den sonra, halkın O’na karşı benzersiz

sevgisi, sonsuz inancı, güveni ve desteği, kendisinin sınırsız gücü

olmasına rağmen, Atatürk ülke yönetiminde tek adam olmayı, hilafeti

taşımayı, saltanatı sürdürmeyi, Başbakanlıkla Cumhurbaşkanlığını

birleştirmeyi, ömür boyu Cumhurbaşkanı olmayı ve benzeri bütün anti

demokratik talepleri elinin tersiyle itmiştir.

Canından çok sevdiği milletine sadece gerçek ve sürdürülebilir

demokrasiyi, çağdaş medeniyeti layık görmüş ve ‘Türk Milleti'nin

karakterine ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet ilkesidir’

diyerek Cumhuriyet’i armağan etmiştir.

Atatürk, temelinin, büyük Türk milletinin ve onun kahraman evlâtlarından

oluşan büyük ordumuzun vicdanında, akıl ve şuurunda kurulmuş

olduğunu söylediği Cumhuriyet’in tanımını şöyle yapar; ‘Yürütme kudreti,

yasama yetkisi ulusun tek ve gerçek temsilcisi olan mecliste toplanmıştır.

Bu iki kelimeyi bir kelimede anlatmak mümkündür: Cumhuriyet.’

Atatürk; ‘Yurttaşlarım! Az

zamanda çok ve büyük

işler yaptık. Bu işlerin

en büyüğü, temeli Türk

kahramanlığı ve yüksek

Türk kültürü olan Türkiye

Cumhuriyeti’dir’, der.

Atatürk; ‘Cumhuriyet

ahlaki fazilete dayanan

bir idaredir. Sultanlık,

korku, ve tehdide

dayanan bir idaredir.

Cumhuriyet idaresi

namuslu insanlar

38


yetiştirir. Sultanlık ise korkuya ve tehdide dayandığı için

korkak, alçak, sefil ve rezil insanlar yetiştirir. Aradaki fark

bunlardan ibarettir’, der.

Koca bir milletin, şehitlerin ve gazilerin, öksüzlerin ve

yetimlerin olağanüstü fedakarlıkları üzerine kurulan

Cumhuriyet, geride kimseyi bırakmamaktır. Cumhuriyet

için eğitimde feda edilecek birey yoktur çünkü Cumhuriyet

kimsesizlerin kimsesidir. Cumhuriyet herkesin kendi

yeteneği, çalışkanlığı ve gayretiyle en yüksek mevki ve

makamlara ulaşma hakkı, özgürlüğü, imkanı ve fırsatıdır.

Cumhuriyet fırsat eşitliğidir, adil rekabettir, eşitliktir,

gerçekçiliktir. Potansiyellerin özgürleşmesi, gayretin

sonuç alması, ehliyet ve liyakatin, gerçek başarının

ödüllendirilmesidir.

Bu nedenle Cumhuriyet ve Cumhuriyetin kazanımları

her şeyden önce ve ilk önce korunmalı ve kollanmalıdır.

Çünkü Cumhuriyet ilerleme, çağdaşlaşma ve kalkınma

demektir. Devletin padişahın mülkü olmaktan kurtulup

milletin olması, bireylerin de padişahın kulu olmaktan

kurtulup Cumhuriyetin eşit, özgür ve egemen yurttaşları

olması demektir. Ümmetin millet olması demektir. Tebaa

olmaktan kurtulup halk olması, birey olması, yurttaş olması,

yurdunun sahibi olması demektir. Turgut Özakman’ın

dediği gibi; Bu bir Doğu ülkesi için hayal bile edilemez,

emsalsiz, olağanüstü, mucize gibi bir devrimdir.

Cumhuriyet, Türkiye’nin ve Türk milletinin çağdaş medeniyetler içinde layık oldukları yerlere ulaşmasının ön

koşuludur. Çünkü Cumhuriyet hürriyettir, Cumhuriyet’in karakteri hürriyettir. Atatürk; ‘Hürriyet ve istiklal benim

karakterimdir’, der. ‘Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve çöküş vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası

hürriyettir’, der ve ekler; ‘Bir ulusta şerefin, onurun, namusun ve insanlığın var olması ve devam etmesi, mutlaka

o ulusun özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla mümkündür.’ Cumhuriyet yalnızca bedenlerin değil,

düşüncelerin ve bilincin de özgürleşmesi demektir. Bunların sürdürülebilmesi ancak Cumhuriyet’in korunmasıyla ve

geliştirilmesiyle sağlanabilir. Bunu başaracak yegane güç ise Türk Milletidir.

Atatürk’ün bize en büyük armağanı, Türk’ün en büyük gururu Türkiye Cumhuriyeti’mizin 100. yılına 1 kaldı. Atatürk

büyük eseri NUTUK'u, müthiş Gençliğe Hitabesi’yle bitirir ve Ey Türk Gençliği; Birinci vazifen; Türk İstiklâlini, Türk

Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir, diye başlayarak Türk gençliğine kutsal bir armağan, yaşamsal

bir görev olarak bırakır. En kıymetli hazinesini, akıl ve bilimi tek yol gösterici kabul ederek yetiştirilen, yetiştirilecek olan

Türk gençliğine emanet eder. Atatürk; Bütün ümidim gençliktedir, der. Her kafanın anlamaktan aciz olduğu yüksek

39

bir varlıktır gençlik, der.

Atatürk’ün bütün bunları yaparken

tek güvencesi geleceği emanet

ettiği Türk Gençliğiydi. Türk

Gencinin geleceğe sahip çıkması

gerektiğini sayısız kereler dile

getirmişti. Türk Gencini; devrimleri

korumak, Cumhuriyeti yaşatmak ve

yükseltmekle görevlendirmişti. Sizler,

yani yeni Türkiye'nin genç evlatları.

Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz.

Dinlenmemek üzere yürümeye karar

verenler, asla ve asla yorulmazlar.

Türk gençliği gayeye, bizim yüksek

idealimize durmadan, yorulmadan

yürüyecektir, der.

Bugün, Cumhuriyet’in 100. yılında, bu

yüksek ideale yürüyecek olan Türk

gencinin en büyük görevi, kendini ve

Cumhuriyet’ini korumaktır...


“ Biz şirket olarak start-up

zihniyetine sahibiz, genç ve

yenilikçi.

GLOBAL DEVLER ARASINA

ADINI ALTIN HARFLERLE

YAZDIRAN BAŞARILI İSİM:

HAMDİ ULUKAYA

40


Erzincan'dan

Amerika'ya oradan da

tüm dünyaya uzanan,

şu anda Amerika'nın

bir numaralı yoğurt

satışına sahip olan

CHOBANI kurucusu

Hamdi Ulukaya ile bu

başarının sırrını,

inovatif süreçleri

nasıl ilerlettiği ve iş

hayatı tecrübelerini

konu alan sohbet

havasında bir röportaj

gerçekleştirdik.

Başarı hikayeniz tüm dünya tarafından biliniyor ama

yine de bize hikayenizden kısaca bahseder misiniz? İş

insanı kimliğinin dışında Hamdi Ulukaya kimdir?

Erzincan’ın İliç kasabasında doğdum. İlkokul ve lise

yıllarını Erzincan'da geçirdikten sonra üniversite eğitimi

için Ankara’ya gittim. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler

Fakültesi’nde eğitiminin ardından dil öğrenimi için 1994

yılında Amerika’ya geldim. İlk geldiğim yıllarda New

York eyaletinin kuzeyinde küçük bir kasabaya yerleştim.

Bir çiftlikte çalıştım. Türkiye’de ailem mandıracılık işiyle

ilgileniyordu. Koyun ve keçi yetiştiren, peynir ve yoğurt

yapan göçebe kültüründen gelen bir aileyiz. Burada bu

işi yapacağımı hiç düşünmemiştim. Ama işte tamamen

rastlantılar sonrası ben de bir gün kendimi aynı işi yaparken

buldum.

Chobani’nin hikayesi nasıl başladı?

Bahsettiğim çiftlikte çalıştıktan sonra ben de New

York’un kuzeyinde küçük ölçekte peynir üretmeye başladım.

Bir gün, reklam olarak gelen bir postada bu bölgede

tam donanımlı bir yoğurt fabrikasının satışa çıktığını

gördüm. Ertesi gün, fabrikayı ziyarete gittiğimde, buranın

yoğurt sektöründen çekilmeye karar veren Kraft’ın kapattığı,

neredeyse 70-80 yıllık çok eski bir fabrika olduğunu

ve son derece düşük bir fiyat istendiğini gördüm.

ABD’deki Küçük İşletmeler Dairesi’nden aldığım kredi ve

yerel idarelerin de yardımıyla, tesisi 2005 yılında 700 bin

dolara satın aldım. Chobani hikayesi böyle başladı.

Peki ekibiniz nasıl oluştu? Chobani’nin bugün fenomen

haline gelen tarifini nasıl elde ettiniz?

İlk dört çalışanı, tesisin 55 kişilik personeli arasından işe

aldım. Tarifi de iki yıl üzerinde çalışarak oluşturdum. Başarıya

ulaşmak için tek şansım vardı, o da insanlara daha

doğal, lezzetli, daha besleyici ve en önemlisi erişilebilir

yoğurt satın alma seçeneği sunmak. Bu girişimimin ne

kadar ileri gideceğini hiç bilmiyordum ama. Tüm bunlar

markayı hayata geçirdiğimiz 2007 yılındaydı.

Ürünü ilk çıkardığınızda nasıl bir reaksiyon aldınız?

Çok olumlu. Ürünün insanlar arasında gerçekten iyi bir

karşılık bulduğuna dair ilk işaretler erken geldi ve bu da

bana gelecek için umut verdi. Tabii insanlardaki satın

alma arzusu güçlü olunca daha çok çalışmam gerekiyordu.

Bu yüzden de 2007’den 2012 yılına kadar sürekli

fabrikada kaldım, üretimi çok yakından takip ettim.

Ardından 2012 yılında, Idaho’da yeni bir fabrika daha inşa

ettim. Idaho’daki tesisimiz, 130 bin metrekarelik devasa

bir fabrika oldu.

Müthiş hızlı bir büyüme olmuş. Bu serüvende hiç zorluklar

olmadı mı?

Olmaz mı! Ama ben her zaman Chobani’nin ne kadar ileri

gidebileceğine ve bu dönemde ne tür zorluklar ile karşı

karşıya kalabileceğine kafa yoruyordum zaten. Kendimi

ve şirketi de bu zorluklara hazırlamak için çalıştım hep.

Haberlerde okuyorsunuzdur, gıda maddesi ürettiğinizde

ve üstelik bu doğal ve soğutulmuş gıda maddesiyse,

arkasında okuduğunuz haberlerden daha fazla bir hikaye

vardır. Sürekli kaliteyi tutturmak birinci öncelik. Ve bir de

büyük çok uluslu şirketler ile rekabet ediyorsanız, bağımsızsanız

ve çok fazla kaynağınız yoksa, bu işin ticari

zorluklarını oluşturur.

Kalite kısmını nasıl bir yaklaşımla ele aldınız?

Gıda üreticilerine, gıda şirketlerine her zaman, kendi

çocuklarına yedirmeyecekleri yiyecekleri üretmemelerini

söylüyorum. Üç çocuk babası olarak, her türlü zararlı

maddenin gıdalardan çıkartılmasını ve çocuklarımızın

sağlıklı şekilde büyüyebilmeleri için elimizden geleni

yapmanın gıda üreticileri olarak bizim sorumluluğumuz

olduğuna inanıyorum. Bir baba olarak, bunu ciddi ve kişisel

bir mesele olarak ele alıyorum.

Çocuklarımıza ve gelecek nesillere sağlıklı bir dünya

devredebilmeliyiz.

Chobani olarak tüm büyük gıda şirketlerinin takip ettiği

yolu izlemek yerine; rekabet etmek, büyümek ve markayı

geliştirmek için yeni yollar ve kaynaklar bulmak için çalıştık.

Dolayısıyla, bugüne kadar zorlu, aynı zamanda keyifli

bir deneyim yaşadık, ama saçlarım da ağardı. Haliyle, bu

pek kolay olmadı diyebilirim.

İşime çok vakit harcıyorum doğru, ama artık biri kız, ikisi

erkek üç çocuk babasıyım. Babalık hayatın bir erkeğe

en büyük armağanı. Babalık, en sevdiğim ve en önem

verdiğim unvanım. Dünyayı çocukların gözünden görebilmek

sihirli bir deneyim. Artık yaptığım her şeyi onlar

için yapıyor, her kararımda çocuklarımdan ilham alıyorum.

İşte bu yüzden, Chobani’de ebeveyn iznini uzattık,

dünyada çocuk açlığı ile mücadele etmek için büyük bir

çaba içine girdik ve yaşadığımız dünyaya yardımcı olmak

için büyük bir özen gösteriyoruz. Her şey çocukların ve

ailelerin başarılı olmasını sağlamak için. Bu benim için

çok önemli.

Amerikan rüyası olarak adlandırılan olgu sizi nasıl etkiledi?

Chobani ancak Amerika’da kurulabilirdi. Gelenek ve

bilgiden oluşan tohumu ben getirdim, ama o tohumun

büyümesine imkan veren toprak Amerika’ydı. Amerika’nın

büyüsü de işte burada. Yani nasıl bir özgeçmişiniz

41


olursa olsun, gerekli

çabayı gösterdiğinizde

yapmaya koyulduğunuz

işi başarabilirsiniz.

Fabrikayı ilk satın

aldığınızda bugünlere

ulaşabileceğinizi düşünmüş

müydünüz?

Doğrusu hayır. Ben,

Mevlana'nın “Yola çık,

yol görünür.” sözünden

ilham alıyorum. Zira

Chobani’yi kurmaya

giriştiğimde, ne daha

önce bir şirket yönetmiştim

ne de ortada

bir iş planım vardı. Gözüme fabrikanın eskimiş duvarları

takıldı; bu duvarların fena halde boyanmaya ihtiyacı vardı.

Ben de oradan başladım. Niye mi? Çünkü bu kolaylıkla

halledilebilecek bir sorundu da ondan. Çalışanlardan

biri, çok sessizce, “Hamdi, ne olur bana bundan daha

iyi fikirlerin olduğunu söyle. Bu duvar son 30 yıldır hiç

boyanmadı. Bunu neden dert ediyorsun?” dedi hatta.

Ben de: “Mike, ikinci bir planım yok.” dedim. Gidip biraz

boya aldım ve ilk dört çalışanımızla beraber kolları sıvayıp

işe giriştik. Bu, benim o güne kadar aldığım ilk ve en iyi

karardı. Harekete geçmenin, bir eylemde bulunmanın

sihirli bir tarafı vardır; insana düşünmenin, yeni fikirler

geliştirmenin kapısını açıyor ve bir ilerleme kaydettiğinizi

hissettiriyor. Bu yüzden, oturup beklemeyin, yürümeye

başlayın, merak etmeyin yol kendiliğinden görünür.

"Ticarette doğru şekilde yapılan iş,

iyilik için kazanılmış çok büyük bir

güçtür."

Sıfırdan başladığınızda takip ettiğiniz en önemli strateji

neydi?

En başından itibaren, çalışanlarımızı ve toplumlarımızı

merkeze koyup her şeyi onların etrafına inşa ettik. Bu,

esas olarak çalışanlarınızı motive ediyor. Chobani’de ben

sürekli küçük şeyleri mercek altına alıp kendimizi geliştirmenin,

daha iyiye doğru gitmenin yeni yollarını arıyorum.

Çalışanlarınızı, büyük bir ailenin parçasıymış gibi

kendi “evlerinde” hissettirmek önemli. Bu, kapsayıcılığın

ve saygının son derece önemli olduğu anlamına geliyor.

Chobani çalışanları, birçok farklı sosyal çevreden geliyor

ve farklılıklarımızın ekiplerimizi daha güçlü ve daha hızlı

hale getirdiğini öğrendim. Herkes yeni fikirler, bakış açıları

getiriyor ve bu da inovasyona ilham veriyor.

Yoğurdu ABD’de sevdiren bir marka olarak, Chobani’nin

pazarı yönlendirmedeki etkisini nasıl oluşturdunuz?

Chobani’yi kurarken alışılagelmişten farklı bir iş yapma

modelini benimsedim. Bu, ürünümüzün kalitesi ve besleyiciliğinden

asla taviz vermeyeceğimiz, herkes için erişilebilir

gıda üreteceğimiz, çalışanlarımızı gözeteceğimiz

ve toplumumuza destek vereceğimiz anlamına geliyordu.

Chobani, gıda sektöründe sıradan düzeni yıkan bir aktör.

Biz şirket olarak start-up zihniyetine sahibiz, genç ve

yenilikçi… Halıhazırda büyük ve büyümeye devam eden

bir pazarda gerçek bir ölçeğe sahibiz. Her iki kulvarda

lideriz diyebilirim. 90’lı yıllarda Amerika’ya ilk geldiğimde

marketlerde erişebilecek birçok gıdanın besin değerinin

yetersiz olduğunu fark ettim. Kaliteli gıdaya erişim ancak

büyük şehirlerde mümkündü ve pahalıydı. Ben Chobani’yi

kurduğumda, çocukken severek yediğim, o basit

lezzetli yoğurdu yapma hedefiyle yola koyuldum. Market

raflarını besin değeri yüksek seçenekler ile doldurarak

yoğurt pazarında alışılmış düzeni yıktık. Şimdi bunu yulaf

sütü ve kahve kremaları gibi diğer inovatif ürünlerimiz ile

yeniden yapıyoruz.

Chobani olarak yulaf sütünü 2019’da üretmeye başladık.

Yulaf sütünün ilginç yanı, geleneksel süt ve kahve kremalarına

benzer dokuya ve çok yönlülüğe sahip. Chobani,

tüketici nezdinde marka güvenini ve sevgisini zaten yıllar

içinde oluşturmayı başardığı için, yulaf sütümüz de çok

başarılı oldu. Chobani kısa zamanda kategorinin en çok

satan üç yulaf sütü markasından biri haline geldi. Aynı

zamanda, probiyotik içecekler, soğuk kahve ve kahve

kremaları gibi diğer heyecan verici kategorilere de girdik.

Yenilik yapmaya, yeni kategorilere girmeye ve herkese

lezzetli ve besleyici yiyecekler sunmaya devam edeceğiz.

Bu asla değişmeyecek. Buradaki en kritik konu yenilik.

Nerede gelişebileceğinizi, büyüyebileceğinizi ve yeni şeyler

deneyebileceğinizi görmek çok önemli.

Bugüne kadar gördüğümüz CEO’lar, toplumdan aldıklarının

küçük bir bölümünü topluma geri verdiler.

Ancak, siz servetinizin ciddi bir kısmını topluma harcamanız

itibariyle klasik CEO konseptine bir alternatif

haline geldiniz. Sizi buna iten ne oldu?

Son 40 yılda işletmelere ve CEO'lara rehberlik eden “oyun

kitabı”nın bozulduğunu kabul etmenin zamanı geldi.

Sadece hissedarlara fayda sağlamak amacıyla kârı maksimize

etme fikri, hayatım boyunca duyduğum en aptalca

şey diyebilirim. Kapatılmakta olan eski bir gıda fabrikasını

satın almaya karar verdiğimde bu kararı almamı sağlayan

da orada çalışan insanlarla tanışmak oldu. O an beni en

çok etkileyen şey, oranın yalnızca eski bir fabrika olması

değildi. Orası adeta bir zaman makinesiydi. İnsanların

hayatlarını inşa ettiği bir yer. Şirket yalnızca yoğurttan

değil, çalışanlarından da vazgeçiyordu. Sanki yeterince

iyi değillermiş gibi. İşte beni en çok etkileyen insanların

o kapanma sürecindeki davranışlarını görmek oldu. Öfkelenen

yoktu. Sadece sessizlik vardı. Onurlu bir şekilde

fabrikayı kapatıyorlardı. Çok sinirlenmiştim. CEO orada

bile değildi, cam kulesinde bir yerde, önündeki bilanço

tablolarına bakıyor ve fabrikayı kapatıyordu.

Bilançolar ve kâr-zarar tabloları size her zaman işin sadece

bir kısmını gösterir. İnsanlar ve topluluklar hakkında

hiçbir şey söylemezler. Ne yazık ki günümüzde işle ilgili

birçok karar da bu şekilde alınıyor. Bilançoların ötesine

geçip büyük resme bakmak olmalı asıl yaklaşım. Zira

insanları kârın önüne koyan işletmeler hayatları değiştirebilir

ve dünyayı bulduklarından daha iyi bir durumda

bırakabilir. Buna mülteciler gibi işe ihtiyacı olan insanlara

işbirliği sağlamak ve onlara geçimlerini sağlamaktan

daha fazlasını veren adil ücretler ödemek de dahil.

“Etki Yaratan”, “Sosyal CEO” olarak değerlendirilen bir

profil çiziyorsunuz. Siz bu konuda kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Chobani’yi daha en başından anti-CEO kuralları izleyerek

kurdum ben. İlhamımı da, çalışanlarımızın, topluluklarımızın,

tüketicilerimizin ve toplumumuzun öncelik hale

getirilmesini hedef alan bir iş yapma biçiminden aldım.

Doğru yapılan işin her zaman, başarıyı ve güçlü sonuçları

desteklediğine, aynı zamanda yaşamları değiştirme ve

toplulukları güçlendirme yeteneğine sahip olduğuna

inandım. CEO'lar olarak daha fazlasına sahip olmamıza

gerek yok, ancak insanlık için daha fazlasını yapmamız

gerekiyor. Bir haksızlık gördüğümüzde sesimizi çıkarmamız

gerekiyor. Sorunları çözmek için kaynaklarımız

olduğunda bunları kullanmalıyız.

Bir defa insanlık üzerinde çalışmaya başladıktan sonra

bu durum bir mıknatıs görevi görüyor. Sosyal meseleleri,

yani toplumumuzu, çalışanlarımızı merkeze koyduğunuzda,

kâr onun arkasından gelir, merak etmeyin. Nitekim

Chobani’nin başarısı, bir şirketin faaliyetlerini nasıl

yürüttüğünün, en az ürettiği ürün kadar önemli olduğunu

teyit ediyor. Şirketlerin sadece kâra değil, insanlara

da odaklandığı, dünyayı daha iyi hale getirmeye çalıştığı

bu yeni iş yapma tarzı, her modern şirketin kalbinde yer

almalı. Her biriniz bugün değişiklik yapmak için gerekli

güce sahipsiniz. Markayı ve şirketlerin işlerinde yaptıklarını

beğenmiyorsanız, bunları çöpe atabilirsiniz. İşini

42


doğru yapanları görürseniz de onları ödüllendirebilirsiniz.

Sonunda, bunların hepsi bizim sorumluluk alanımıza giriyor.

Yeni iş yapma biçiminde, biz hesabı şirket yönetim

kurullarına değil tüketicilere veriyoruz.

Global mülteci krizine cevaben, dünyanın dört bir yanındaki

büyük şirketleri mültecilerin ekonomik entegrasyonunu

sağlamak üzere seferber etmek amacıyla

Tent’i kurdunuz. Nasıl çıktı bu fikir?

Mülteciler ve göçmenler en başından itibaren Chobani’nin

iş gücünün hayati bir parçasını oluşturdular. Mültecileri

ilk defa işe almaya başladığımızda, bu “mülteciler

için çalışmak” değil, topluma bir hizmetti. Yaşadığım

toplumda işe ihtiyacı olan mülteciler vardı, Chobani’ye de

işçi gerekiyordu. Biz de haliyle onları işe almaya başladık.

Chobani kurulduğundan bu yana, New York ve Idaho'daki

fabrikalarımızda yüzlerce mülteciyi işe aldık, almaya da

devam ediyoruz. Beni, dünyanın dört bir yanındaki diğer

iş liderlerini mültecileri işe almaları, eğitmeleri ve mentorluk

sağlamaları için seferber etmeye iten de bu oldu.

İşte Tent’i, 2016 yılında, global iş dünyasını mültecilere iş

ve kariyer fırsatları konusunda harekete geçirmek için

kurdum.

Tent böylesine karmaşık ve yaygın bir meseleyi nasıl

özgün bir şekilde ele alıyor? Şirketlere karşı gerçekleştirdiğiniz

bu çağrı nasıl karşılık buldu?

Chobani’de edindiğim tecrübeler, beni başka şirketlerin,

mültecileri işe alıp eğitip mentörlük sağlayarak onların

ekonomik entegrasyonlarına ivme kazandırabileceklerine

ve yeni hayatlarına katkıda bulunabileceklerine inandırdı.

Bu, iki tarafın da kazançlı çıkacağı bir senaryo. Mülteciler,

her şirketin iş gücüne katkı sağlayacak çalışkan,

metanetli ve dürüst insanlar. Hep söylerim: “Bir mülteciyi

işe aldığınızdan itibaren, o insan artık bir mülteci değildir.

Mültecilik ancak kendi ayaklarınız üzerinde durduğunuzda

biter.” İş bulduklarında hayatlarını değiştirecek bir

özgüvene kavuşurlar, uzun ömürlü ekonomik, sosyal ve

toplumsal bağımsızlık elde ederler. Kritik şekilde, mültecileri

işe alan şirketlerde çalışanların birbirlerine olan

bağlılıklarının arttığı görülürken, tüketicilerin de mültecileri

destekleyen şirketlerden ürün satın almaları daha

olasıdır; dolayısıyla bu senaryoda herkes kazanır.

Bugün Tent, Hilton, Pfizer, Amazon gibi dünya çapında

300'den fazla büyük şirketten oluşan bir ağ. Bunların

hepsi, finansal bağışların ötesine geçmeyi taahhüt eden

ve mültecileri işe alarak, aynı zamanda mülteci girişimcileri

destekleyerek ve mültecilere yardım etmek için ticari

ürünler ve hizmetler geliştirerek mültecileri kendi işlerine

entegre eden şirketler. İlerleyen zamanlarda daha birçok

şirketin bize katılmasını umuyorum.

Sosyal faydalar açısından gerçekleştirdiğiniz projelere

ek olarak, Türkiye’de gençlere girişimcilik konusunda

destek sağlayan çalışmalarınız da bulunuyor. Hamdi

Ulukaya Girişimi olarak bugüne kadar Türkiye’de faaliyet

ve hedefleriniz neler oldu?

Hamdi Ulukaya Girişimi, işletmelerin toplumu daha

iyiye dönüştürme gücüne sahip olduğu vizyonuyla

2017 yılında başlattığımız bir girişimci destek programı.

İnanıyorum ki, girişimcilik, şu dünyada iyilik namına bir

şeyler yapabilmenin en etkili yollarından biri. Benim için

girişimcilik; insanlara daha yaşanır bir hayat sunmak için

fırsatlar yaratmanın bir diğer adı.

Chobani’yi kurarken, elimde başarının garantili yollarını

bana göstersin diye açıp bakabileceğim bir harita yoktu.

Ama yaşadıklarımdan çıkardığım birkaç dersin bana

faydası dokundu ve şimdi ben de bunları bulduğum her

fırsatta kendi yolculuklarına başlayan yeni girişimcilerle

paylaşmak için Hamdi Ulukaya Girişimi’ni kurdum. Anadolu'nun

girişimcilik açısından gücü olduğuna inandığım

için, bu benim için aynı zamanda hayatta başardıklarımı

vatanıma geri verme projem.

Anadolu’nun potansiyelini harekete geçirmek istedim ve

bugüne kadar 100.000'e yakın başvuru ve eğitimlerimize

katılan 300'e yakın genç girişimci ile Türkiye'nin en çok

rağbet gören destek programlarından biri olduk. Katılımcıların

yarısından fazlasını ise kadınlar oluşturuyor. Dört

yıldan kısa bir süre içinde girişimlerin yüzde 66'sı ürünlerini/hizmetlerini

küresel pazarlara taşıdı. Anadolu’dan

çıkacak daha çok başarı hikayesi var. Gelecek programla

ilgili ayrıntıları paylaşmaktan büyük heyecan duyuyorum.

Son olarak, başarılı bir girişimci olarak, Genç Girişim

Dergisi okurlarına ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

Hepimiz dünyayı daha iyi bir yer haline getirme sorumluluğunu

paylaşıyoruz. Geleceğin liderleri, yenilikçileri

olarak siz değerli öğrenciler bana umut veriyorsunuz.

Çocukken, her zaman yaşadığım yerdeki o dağların

ardında neler olduğunu merak ederdim. Uzakta nasıl bir

dünya vardı?

Türkiye’nin doğusundan, önce Ankara’ya sonra da New

York’a uzanan hayatımda edindiğim tecrübelerle konuşuyorum.

Öğrendiğim en önemli şey; hepimiz insanlığın

bir parçasıyız ve aramızdaki farklar çok az. Dolayısıyla,

bunun bilincinde olmalıyız ve insanlığa fayda, toplumlara

katkıda bulunmak için çaba sarf etmeliyiz. Sesimizle,

kazancımızla, zamanımızla... Yapabileceğimiz ne varsa...

İnanın bu çabalar sizlerin hayatına da çok büyük bir zenginlik

katacaktır.

43


GENÇ GİRİŞİM DERGİSİ

OKUYUCUSUNA AÇIK MEKTUP

EDEBİYATTA

KISKANÇLIK

Sanat dünyasının

duayen isimlerinden,

edebiyat ve müzik

alanında sayısız

eserler ortaya

koymuş; 1997

yılında "Engereğin

Gözü" romanıyla

kazandığı Balkan

Edebiyat Ödülü ile

beraber ulusal ve

uluslararası alanda

adını altın harflerle

yazdıran Ömer Zülfü

Livaneli Genç Girişim

Dergisi okurları

için "Edebiyatta

Kıskançlık" adlı açık bir

mektup kaleme aldı.

ZÜLFÜ LİVANELİ

Yazar / Müzisyen

Bütün insani temalar gibi kıskançlık da edebiyatın çok ilgilendiği

bir konu. Kadın erkek arasındaki kıskançlık, mesleki rekabet,

yükselme hırsı, komşusunu, işyerindeki arkadaşını kıskanma gibi

temalar, büyük yazarların başyapıtlar vermesine neden olmuş.

Gogol'un “Palto” hikâyesi bu alandaki en unutulmaz örneklerden

biri. İşyerindeki arkadaşlarının hepsinden daha pahalı bir palto

yaptırıp giymek isteyen zavallı, yoksul memurun trajikomik

öyküsü o kadar etkili olmuş ki daha sonraki büyük Rus yazarları,

“Hepimiz Gogol'un paltosundan çıktık.” demiş.

Kendini küçük görme, rakibini kıskanma olgusu, Dostoyevski'nin

de en sevdiği konulardan biridir. Yeraltından Notlar'la bu konuda

erişilmez bir noktaya ulaşmıştır. Kadın erkek kıskançlığının

başyapıtlarını saymam gerekirse aklıma hemen Binbir Gece

Masalları ve Othello gelir. Binbir Gece Masalları aldatma üstüne

hikâyelerle doludur ama burada söz konusu olan kadının

aldatmasıdır.

Yoksa erkeklerin yüzlerce kadınla yatıp kalkması aldatma

sayılmaz. Alberto Moravia'nın “Kıskançlık” adlı romanı da 20. yüzyıl

kıskanma anlayışına bir örnektir. Ama edebiyat ve kıskançlık

denilince akla başka bir konu, yani edebiyatçılar arasındaki

kıskançlıklar geliyor. Bu konu inanılmayacak kadar zengin

örneklerle dolu. Yalnız edebiyatta değil, sanatın her alanında

sanatçılar arasında kıskançlık eksik olmamış.

Bunun en unutulmaz örneklerinden birisi, iki besteci arasında

yaşanmış: Salieri ve Mozart. Genç dahi Mozart'ı bir türlü

hazmedemeyen, hatta onu öldürttüğü söylenen Salieri hayatını,

Mozart'ı kıskanmak üzerine kurmuş dense yeridir. Çünkü

yaşamında başka hiçbir tutku yok. Edebiyatçılar arasında da böyle

ölümcül kıskançlık krizlerine rastlanıyor. Bir Arap yazarı işi gücü

bırakmış, ünlü şair Adonis'in Fransız şiirinden nasıl aşırı derecede

etkilendiğini kanıtlamaya çalışan 1000 sayfalık bir kitap yazmış.

44


Dile kolay, 1000 sayfa bu. Kim bilir kaç yılını

almıştır. Aynı emeği kendi eserine harcasa

belki doğru dürüst bir şeyler koyabilecek

ortaya ama o kör olası kıskançlık zehiri

düşmüş bir kere içine.

Fransız yayımcım Gallimard'ın Yabancı

Edebiyat Direktörü, ilginç bir hikâye

anlatmıştı. Nobel Ödülü'nün Camilio Cela'ya

verilmesi üzerine, yıllarca Nobel bekleyen

başka bir İspanyol yazar üzüntüsünden

ölüvermiş. Saçmalığa bakın! Bir jüri ödül

verdi ya da vermedi diye koca bir hayat

gidiyor. Oysa Nobel almamış olan Tostoy

gibi büyük yazarlar, ödülün ve paranın

getireceği yüklerden kurtulmuş oldukları için

sevinmişlerdi bile. Bildiğiniz gibi Jean Paul

Sartre ise reddetmişti. Edebiyatçılar arası

kıskançlık konusu pek uzundur, bitmez ama

biraz da bizim buralara getireyim sözü.

Hepimizin bildiği gibi Türkiye zaten

kıskançlıkların çok yüksek olduğu bir ülke.

Dilimiz bu konuda ne kadar zengin!

Bir düşünsenize: Kıskançlık, haset, gıpta, çekememezlik vs. (Bunların içinde bir tek gıpta olumlu). Yazarlar

arasında da kıskançlık eksik olmaz. Birbirleri aleyhine dedikodu eder, kötü ve bazen de iftira dolu yazılar

yazarlar.

Bence bunun çok önemli bir ölçüsü var: İyi ve yaptığı işe güveni olan yazarlar kesinlikle başka yazarlara

sataşmıyor, onları karalayan yazılar yazmıyor, ömürlerini meyhanelerde başka yazarları kötüleyerek

tüketmiyorlar. Mesela Nazım'ın “Hayatım boyunca hiç kimseyi kıskanmadım.” diye başlayan bir yazısı var.

Zaten koskoca Nazım kimi kıskanacaktı ki? Düşünelim Yahya Kemal, Tolstoy, Marquez, Verlaine, Yunus

Emre, Mevlana, Hafız, Danthe, Goethe kimseyi kıskanmış mıdır? Düşüncesi bile saçma geliyor değil mi?

Onlar büyük eserlerini yaratırken, bir takım finolar paçalarına saldırmışlardır sadece. Çoğu da bunlara

cevap bile vermemiştir. Çünkü bir Arap ata sözü “Yol boyunca sana havlayan her köpeğe cevap verirsen

menzile ulaşamazsın.” der ki, doğrudur.

İşte size şaşmaz bir ölçü: Her kim ki başka yazarlar, şairler hakkında buram buram kompleks ve kıskançlık

kokan yazılar yazmıyor, onlara hakaret etmiyorsa, büyük bir yaratıcıdır. Bunun tam tersine, her başarılı

meslektaşına saldıran birini gördünüz mü anlayın ki o bir zavallıdır. Ve ne yazık ki bazıları 70-80 yaşına da

gelse bu illetten kurtulamaz.

Mezara bile birilerini kıskanarak gider..

45


POSTA

PULU

Beni farklı kılan sadece

tutkulu bir meraklı

olmamdır.

"Aslında herkes

gibi başarılı

insanlar da

yolculuklarında

tuzaklar ile

karşı karşıya

kalıyorlar ancak

bunları aşıyorlar,

sorunlar ile

mücadeleden

asla

vazgeçmiyorlar."

ZAFER MAŞALACI

Zingat İnsan Kaynakları ve

Eğitim Genel Müdür Yardımcısı

"Beni farklı kılan sadece tutkulu bir meraklı olmamdır."

Üstün zekası ile dünyanın gelmiş geçmiş en önemli

bilim insanlarından biri olan Albert Einstein zekası ile

ilgili iltifat aldığında durumu böyle tarif etmiş. Bu sözü

o gün işitenler ya da sonrasında duyup okuyanlar tevazu

gösterdiğini düşünebilirler. Oysa belki de gerçekliğe

son derece bağlı olarak basitçe doğuştan gelen bir yeteneği

değil de sürekli beslediği kazanılmış bir becerisinin

ne kadar önemli olduğunu paylaşıyordur bizimle.

Gerçekten de merak öğrenme yolculuğunun anahtarı

aslında. Üstelik siz onu besledikçe hiç doymayan ve açlığı

artan, gittikçe daha da güçlü olan bir aslan, ihmal

ettiğinizde de bir köşede kurumaya terk edilmiş değerli

bir çiçek gibi.

Yaşamda iz bırakan insanların hayatlarında güçlü kişisel

amaçlarının olduğunu, amaçlarına ulaşabilmek

için sürekli bir öğrenme yolculuğunda meraklarını

canlı tuttuklarını ve elbette gideceği yere gidene kadar

zarfın üzerinden kopmayan bir posta pulu gibi inatçı

ve tutkulu olduklarını görebiliyoruz. Einstein bu sözü

söylediğinde basitçe hayata ve mücadeleye dair en

değerli şifrelerden birini vermiş oluyor.

Aslında herkes gibi başarılı insanlar da yolculuklarında

tuzaklar ile karşı karşıya kalıyorlar ancak bunları aşıyorlar,

sorunlar ile mücadeleden asla vazgeçmiyorlar. Bununla

birlikte kişisel dünyalarını da çok iyi yönetiyorlar.

Böyle olunca özellikle en sinsi tuzaklara karşı hep güçlü

bir duruş sergileyebiliyorlar.

Bunlardan bir tanesi de tatmin ve yetinmek tuzağı.

Alkış aldığımız performans ile tatmin olmak, azına razı

46


gelmek, daha fazla zorlanmadan kaçmak.

Yetinmek aklımızın bedenimizi

ele geçirdiği önemli bir olgu. Kontrolü

elden bıraktığımızda bizi hayallerimizden

uzaklaştıran o ses. Üstelik kontrolü

ele geçirmek için bize gayet mantıklı

argümanlar ile gelir. Yoruldun artık uyu

biraz! Bırak biraz da başkaları uğraşsın.

Biz de zaman zaman bu mantıklı sesi

dinler ve gayretin, çabanın ateşinden,

yetinmenin gölgesine kaçarız. Oysa

bizi amacımızın yolunda tutacak olan

o ateştir. Bizi güçlü kılacak o sıcaklık

ve oradaki gayretimizdir. Öyle ya “Bizi

buraya getiren buradan sonraya götürmez”.

Sahip olduğumuz, bildiklerimiz,

öğrendiklerimiz ve geliştirdiklerimiz bulunduğumuz noktaya ulaşmamızı sağlamıştır,

belki biraz daha fazlası için biriktirdiğimiz de vardır ama hayalimiz ya da ulaşmak istediğimiz

yer için yetmez. Başka yolların belirgin olabilmesi ve ufkumuz açılması için yetmez.

Bu ideallerin hepsi bir yanımız “dur, yetin” dese de bize mücadeleye devam etmemiz

gerektiği gerçeğini yüksek sesle söyler. Bu yolculuklarında başarılı olanların öğrenme

konusunda geldikleri nokta bir reçete niteliğinde. Dikkatle izlenmesi gereken bir rota.

Öncelikle bir hedefleri var. Kendilerine ait bir hedefleri! Bu herhangi bir konuda öğrenme

hevesinden çok daha fazlasını sağlıyor onlara çünkü insanlar hedefleri olduğunda daha

meraklı oluyor ve “merak” öğrenme macerasının rehberi niteliğinde. Sizin vazgeçmenize

izin vermeyen, yeni yollar denemenizi isteyen ve hep yanınızda olan bir rehber.

Reçetenin diğer bölümünde öğrenme konusundaki heveslilerin bu heveslerini besleyen

şeyin tutkuyla bağlı oldukları “idealleri” olduğunu görüyoruz. Hepsinin istisnasız bir

kişisel hedefi var ve bu karşımızda tunç bir heykel gibi duran tartışmasız gerçek. Harika,

zaten hepimizin hedefleri var öyle değil mi? İster henüz akademik eğitimi devam eden

genç bir birey, ister aile şirketimizin başında bir patron ister çok uluslu bir firmada iyi bir

konumda ücretli beyaz yakalı çalışan olalım. Hedeflerimiz var… Var da acaba o hedefler

bizim hedeflerimiz mi?

Bugün dünyanın en önde gelen şirketlerinin insan kaynakları üniversite mezuniyetine

bakmadan ‘kişilerin becerilerine odaklanarak’ işe alım yapmaya başlamışken acaba biz

ailemizin istediği ve verdiği hedef doğrultusunda iyi bir üniversite eğitimi için çabalıyor

olabilir miyiz? Aile şirketimizin başında babamızın ya da annemizin hayallerini gerçekleştirmeye

çalışıyor olabilir miyiz? Herkesin girmek için can attığı o şirkette Genel Müdür

Yardımcısı'nın bu yıl verdiği satış hedefleri için yarışan Bölge Müdürü olabilir miyiz? Tabii

ki bu yönlendirmeler ve istenenler benim asli hedefime ulaşmamı sağlayacak adımlarsa

yolumuz doğru. Ya değilse!

Bu durumda aslında yetinmekten de

önce ilk tuzak sadece söyleneni yapmak,

birilerinin yaşamımızı tayin etmesine,

kazancımızı belirlemesine, hayalimizi

tarif etmesine izin vermek, yani

bizim dışımızdaki birilerinin istediklerini

kendi hedefimiz gibi benimsemek!

İşin özü insan muhteşem bir mekanizma.

Harika bir donanım ile geliyor yaşama.

Sadece sahip oldukları, yatkınlıkları

ve her seferinde yeni amaçları için yeni

edineceği bilgi ve beceriler ile potansiyelinin

daha fazlasını kullanabileceği,

kalıcı tatmin elde edebileceği,

47


tüm yaşamı boyunca daha fazla üretip mutlu

olabileceği oyuna başlayamadan kurulu mekanizmalar

içinde buluyor kendisini ve kendi

hedeflerini gerçekleştirmek isteyenlerin ona

sunduklarıyla yetinerek süresini tüketiyor.

Üstelik bu olurken mutlu da oluyor, olduğunu

sanıyor. Tüm istenenler, başkalarının

verdiği hedefler gerçekleştirildiğinde alkışlanıyor,

takdir ediliyor. Şimdi bu konuda biraz

düşünelim. Aslında o istenenleri yapana

kadar geçen sürede yani tükettiğimiz yaşamımızın

o periyodunda bizden isteneni

yaparak ve alkış alarak ne elde ediyoruz?

Takdir denen bağımlılık yaratan ve etkisi çok

hızlı geçen lezzetli içeceğin tadı damağımızdan

gitmeden yeni isteğin gerçekleşmesi

için yola çıkarılıyoruz. Peki günün sonunda

yine başarsak da aldığımız alkış ve ödüllerden bir öncekinden daha az keyif almamızın

nedeni nedir sizce? İçimizdeki o açlığın, susuzluğun nedeni? Adını koyamadığımız o his

‘başka birinin hedefini gerçekleştirmek’ için çabalarken aldığımız ödül ile tatmin olmadığımız

gerçeği olabilir mi? İşte başarılı olanların keşfettikleri bir gerçek de bu.

Yaşamımızın süresini uzatamıyoruz ancak yaşamımızı daha zengin hale getirerek dolu

dolu yaşayabiliriz! Okuyarak, öğrenerek, gezerek, dinleyerek, paylaşarak, kişisel hedefleri

için her gün bir tuğla koyarak yaşamı zenginleştirmek, daha çok yaşamak mümkün. O

halde ne zaman karar verirsek verelim asla geç olmayacak olan “kişisel hedefimizi belirlemeye”

ve o yolda her gün en az bir adım atmaya başlamak tükettiğimiz süreyi daha

anlamlı hale getirecek.

Bir amacı olmalı insanın, amacını bulmalı! Sonra öğrenme ve gerçekleştirme yolculuğuna

çıkmalı. Bir posta pulu gibi tutku ile bağlanmalı ve asla vazgeçmemeli. Böylece alkış

tutulacak performansından çok daha fazlası olduğunu görecek, potansiyelinin her zerresini

fark edip daha fazlasına ulaşabilecek, bahşedilen yaşamını dolu dolu yaşayabilecek.

Bu amaç için de bir posta pulu gibi inatçı ve tutkulu yapışacak hedefine giden zarfa. Hiç

kopmadan yolculuğun tadını çıkararak. İşte reçete bu!

Keyifli yolculuklar...

48


@Duzey_as

KOD: GGD38

49


GİRİŞİMCİ KADINLARIMIZI

ODAĞINA ALAN BAŞARILI LİDER:

İMGE KAYA SABANCI

Kadın ve erkek hayatın her

alanında eşit ve dengeli

roller benimsemeli.

50


"En Etkili 250 Kadın

Lider" arasında

gösterilen, kadın

girişimcilere sonsuz

desteklerini sunan ve

başarılarını

çeşitli ödüllerle

taçlandıran İmge Kaya

Sabancı ile keyifli bir

röportaj gerçekleştirdik.

Ernst & Young “Girişimci Kadın Liderler Programı”

Avrupa, Orta Doğu, Hindistan ve Afrika

Bölgesi Direktörü Goldman Sachs 10.000 Kadın

Programı Türkiye Yöneticisi olarak birçok

çeşitli çalışmalarda bulunmuşsunuz. Şu an

ise IE Business School'da, İşletme bölümünde

akademisyen olarak görev alıyorsunuz. Bunun

yanı sıra uluslararası danışmanlık görevi

de üstleniyorsunuz. Peki, tüm bu kariyer sürecinin

yanı sıra İmge Kaya Sabancı kimdir? Sizi

daha yakından tanıyabilir miyiz?

Tabii ki. Çok kişisel bilgilerle başlayacak olursam;

evliyim, şu anda ilk çocuğumuza hamileyim,

yıllardır bizimle ülke ülke, şehir şehir

gezen ailemizin çok önemli bir parçası bir köpeğimiz

var. Fethiyeliyim, İzmir’de büyüdüm.

Tam bir Egeli olarak iyi zeybek oynarım.

Her zaman gururla söylüyorum ki BAL’lıyım

(Bornova Anadolu Lisesi) ve Sabanci Üniversitesi’nin

ilk mezunlarındanım. Birlikte yaratmak

ve geliştirmek felsefesini o yıllardan beri

özümsedim ve yıllarca aktif olarak Toplumsal

Duyarlılık Projeleri’nde çalıştım. Ayrıca Özyeğin

Üniversitesi’nde Yöneticiler için İşletme Yüksek

Lisansı (Executive MBA) yaptım. Şimdi ise o

benim aldığım dersleri veren konumdayım. IE

Business School’da akademisyen olarak çalışıyor

ve bir yandan da doktoramı yapıyorum.

Goldman Sachs 10.000 Kadın ve EY Girişimci

Kadın Liderler Programları ile, çok büyük bir

zevkle ve şevkle ve harika bir ekiple yıllarca

kadının ekonomik güçlenmesi, cinsiyet eşitliği

ve girişimcilik için çalıştım. Bu alanlardaki

pratikteki bu yoğun deneyimimi teori ile de

güçlendirmek ve mevcut sorunların çözümüne

bilgi üreterek de katkıda bulunmak amacıyla

akademisyen olmaya karar verdim. Bunu da

dünyanın en iyi işletme okullarından birinde

yapmak istedim ve böylece IE ve İspanya maceram

başladı.

Bir yandan akademik araştırmalarımı yürütürken

bir yandan da sosyal politika belirleyiciler,

uluslararası organizasyonlar, özel sektör, üniversiteler

ve sivil toplum kuruluşlarıyla ortak

çalışmalar yapmaya devam ediyorum. Ayrıca

yıllardır yaptığım gibi, hem kadın girişimcilere

hem kariyerinin başındaki gençlere mentorluk

yapıyorum.

IE Business School; inovasyon, küresel bir vizyon,

girişimci bir zihniyet ve beşeri bilimlere

benzersiz bir odaklanma yoluyla olumlu değişim

yapmak için yarının liderlerini bugünün

dünyasına ve yarının dünyasına hazırlayan,

onlara başarılı olmak için ihtiyaç duydukları

ilgili bilgi ve becerileri sağlayarak etki yaratan

ve daha nice çalışmalar yürüten yenilikçi bir

kurum. Peki, IE Business School’da sizler neler

yapıyorsunuz? Bize biraz çalışmalarınızdan

bahsedebilir misiniz?

Gene inanıştan farklı olarak, aslında akademisyenlerin

öncelikli işi araştırma yapmak. Ben de

51


girişimcilik alanında çeşitli makaleler üzerinde

çalışıyorum. Makalelerimde mutlaka cinsiyet

eşitliği perspektifini tutmaya çalışıyorum. Mesela

şu an üzerinde çalıştığım makalem girişim

yatırımlarında cinsiyet eşitsizliğine yol açan,

daha önce fark edilmemiş bir mekanizmayı

ortaya çıkarmak üzerine. Ne mutlu ki bu makalem,

hem İşletme biliminin hem de onun alt

dalı Girişimcilik’in en önemli konferanslarında,

bağımsız bir akademik jüri tarafından, katılan

yüzlerce makale arasından en iyi makaleler

arasına seçildi. Ayrıca da IE Sürdürülebilir Araştırma

Ödülü’nü kazandı. Araştırmalarımın yanı

sıra, hem Sosyal Girişimcilik ve Etki Yatırımı (Social

Entrepreneurship and Impact Investing)

üzerine ders veriyorum, hem de lisans öğrencilerine

tez danışmanlığı yapıyorum.

Bu sene verdiğim dersler için öğrencilerin

değerlendirmeleri sonucu “IE Teaching Excellence

Award”u (öğretim mükemmelliği ödülü)

kazandım. Emeklerinin bu kadar güzel takdir

edilmesi, tabii ki çok onore edici… Tüm öğrencilerime

tekrar gönülden teşekkür ediyorum.

Bir yandan da, çalışma ve örgütlenmenin

demokratik ve sürdürülebilir yollarını arayan,

ülkeler arası ve disiplinler arası bir sosyal bilimciler

ekibiyle çalışıyorum. Bu iş birliğinin

bir parçası olarak, Harvard, Yale gibi dünyanın

önde gelen üniversitelerinden 12 kadın akademisyen

ile birlikte yazdığım ilk kitabım, “Democratize

Work: The Case for Reorganizing the

Economy”, Ekim 2020’de yayımlandı. Kitapta

ben, özellikle toplumsal cinsiyet eşitsizliğine

odaklanarak, pandeminin eşitsizlikler üzerindeki

etkisi üzerine bir bölüm yazdım. Kitap şu

anda İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve Portekizce

olarak raflarda. Diğer dillere çeviriler ise

devam ediyor.

Türkiye’deki çoğu sektörde, kadın yönetici

sayısının olması gerekenin altında olduğu

maalesef bilinen bir gerçek… Ancak biliyoruz

ki kadınlar her sektörde son derece başarılı,

çalışkan, üretken, vizyoner ve lider roller

oynayabiliyor. Peki, fırsat eşitliğini baz alan

şirketlerin daha başarılı olduğu gerçeğini de

bilmemize rağmen sizce bu mevcut eşitsizliğin

en temel sebebi nedir? Fırsat eşitliğinin

yakalanması için günümüzde nasıl çalışmalar

yürütmeliyiz?

İş dünyasındaki cinsiyet eşitsizliğinin en temel

sebebi tabii ki toplumsal cinsiyet eşitsizliği. İş

dünyasındaki durum toplumsal durumun bir

yansıması. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sebebini

ise tek bir maddeye indirgememiz çok

zor. Fırsat eşitsizliği, eğitime ve sağlık hizmetlerine

erişim, toplumsal önyargılar, cinsiyete dayalı

yanlış inanış ve uygulamalar, ev ve bakım

sorumluluklarının büyük

çoğunlukla kadının üzerinde

olması, siyasi temsil

eksikliği, rol modellerin

yeterli sayıda ve görünür

olmaması gibi birçok sebep

sıralayabiliriz.

Fırsat eşitliğini yakalayabilmemiz için ise her

seviyede müdahale gerekiyor; yani hem toplumsal,

hem devlet, hem şirketler, hem aile,

hem de bireysel düzeyde aksiyonlar alınması

gerekiyor.

Sorunuza cevaben iş dünyasındaki kısma

odaklanacak olursak, önce politika bazında

fırsat eşitliğini kuvvetlendiren ve ayrımcılığı

cezalandıran uygulamalar, kanunlar çıkarılması

ve bunların uygulandığından emin olunması

gerekiyor. Bir yandan toplumsal düzeyde önyargılarla

savaşan, ev, çocuk ve yaşlı bakımının

eşit paylaşılmasını destekleyen bilinçlendirme

çalışmaları yapılması gerekiyor. Şirketlerin

mutlaka eşit işe eşit maaş uygulamalarını

benimsemesi gerekiyor. Ne yazık ki şu anda

dünyada hiçbir ülkede eşit işe eşit ücret sağlanabilmiş

değil.

Aynı işi yapan kadınlar erkeklerden -ülke ve

şirkete göre değişen oranlarda- daha az maaş

alıyorlar. Eşimin de içinde olduğu 15 ülkeden

bir akademisyen grubu bu etkiyi bilimsel

metotlarla çok net ortaya koyan bir araştırma

yaptılar, yakında yayınlanacak. Ayrıca başka bir

önemli aksiyon, şirketlerin, şirket içi eşitliği artırmak

üzere hedefler koymaları ve buna göre

harekete geçmeleri.

Bu hedefler yönetim kurulu, yönetici seviyesi

ya da genel olarak kadın çalışan oranına kadar

farklı seviyelerde olabilir. Bir yandan da doğru

rol modellerin görünür kılınması, şirket içi

sponsorluk ve mentorluk çalışmaları ve aile yaşamını

destekleyici, kolaylaştırıcı uygulamaların

devreye sokulması önemli.

52


Nerede yaşıyor olursak

olalım, toplumsal

cinsiyet eşitliği temel

bir insan hakkıdır. Toplumsal

cinsiyet eşitliğini

geliştirmek, yoksulluğu

azaltmak, sağlığı, eğitimi,

korumayı ve refahı

desteklemek dâhil olmak

üzere hepsi, herkes

için sağlıklı bir toplum

demektir. Sizler de bu

alanda yaptığınız çalışmalar

ile birçok insanı

motive etmektesiniz.

Size göre eşitliğin sağlanmış

olacağı yeni bir

dünya için, günümüzdeki

kadın veya erkek tam

olarak nasıl roller benimsemeli?

Toplumsal cinsiyet eşitliği

aslında en temelde ailede

başlıyor. O sebeple evde eşitliği başlatmak büyük

önem taşıyor. Bunun için ev işleri, çocuk

ve yaşlı bakımı gibi sorumlulukların kadınlar

ve erkekler arasında eşit paylaşılması çok

kritik. Şu anda bu yükler ne yazık ki tüm dünyada

çoğunlukla kadınların üzerinde. Bu da

kadınların kendilerine ve kariyerlerine daha az

vakit ayırmaları ve daha fazla yorulmaları anlamına

geliyor. Ayrıca araştırmalar gösteriyor ki

bu işlerin gelir getirmeyen işler olması, onların

önemsiz algılanmasına sebep oluyor. Bu işleri

yapanların da çoğunlukla kadınlar olması,

genel olarak kadınların yaptığı işlerin önemsiz

algılanmasını tetikliyor. Halbuki bu sorumluluklar

olmazsa olmaz, hatta yapılmadıklarında

hayatı durduracak kadar kritik sorumluluklar.

Bu yüzden bu işlerin öneminin kavranması,

kadın-erkek, kız çocuğu-oğlan çocuğu arasında

sorumlulukların dengeli paylaşılması, evde

herkesin elini taşın altına koyması ve üzerine

düşeni yapması çok önemli. Tam sorunuzun

kelimeleri ile cevap vererek bitirecek olursam

kadın ve erkek hayatın her alanında eşit ve

dengeli roller benimsemeli.

Yürütmekte olduğunuz; girişimcilik konuları,

toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadınların

ekonomiye katılımı gibi konular hakkındaki

çalışmalarınız ve bu çalışmalara göstermiş

olduğunuz özveri ile birlikte birçok kadına rol

model olmaktasınız. Peki, sizlerin rol model

aldığı biri ya da birilerinin olduğunu söyleyebilir

miyiz?

Çok teşekkür ederim. Birilerini biraz motive

edebiliyor, onlarda daha iyiye ulaşmak için

heyecan yaratabiliyorsam ne mutlu bana…

Tabii ki benim de rol model gördüğüm, ilham

aldığım çok fazla kadın var. Bu, aslında hep

beraber birbirimizden öğrenme, birbirimizi

destekleme, yukarı çekme ve birbirimizden

ilham alma yolculuğu…

Mesela Goldman Sachs 10.000 Kadın, EY Girişimci

Kadın Liderler programları gibi yönettiğim

programlarda tanıdığım, tuttuğunu

koparan, her gün çeşitli zorluklarla yılmadan

mücadele eden, hem gelişen hem geliştiren

kadın girişimciler…

İçinde bulunduğum ağlarda, kadının ekonomik

güçlenmesi ve cinsiyet eşitliği için beraber

omuz omuza mücadele ettiğim arkadaşlarım…

Farklı kurumlarda beraber çalıştığım, kendilerinden

birçok şey öğrendiğim yöneticilerim,

çalışma arkadaşlarım…

Yıllardır elimi tutan, yoluma ışık olan mentorlarım…

Dünyanın dört köşesinde herkesin eşit

fırsatlara ulaşması için mücadele eden, başkalarına

ses olan, ayrımcılığa karşı duran, toplumsal

önyargıları yıkmak için mücadele eden

tüm kadınlar…

“ Hepsi benim rol

modellerim, hepsi ilham

kaynaklarım…

53


ACCA PERSPEKTİFİNDEN

GELECEĞİN FİNANS VE

MUHASEBE PROFESYONELİ

ACCA (Association of Chartered Certified

Accountants), 1904 yılında Londra’da

kurulmuş, finans ve muhasebe mesleğinin

ekonomilerin büyümesi ve gelişmesi için

hayati olduğu inancıyla, bu mesleği inşa

etmek, mesleğin saygınlığının ve etkisinin

artarak devamını sağlamak ve toplumları

daha adil ve şeffaf hale getirmek için dünya

çapında çalışmalar gerçekleştiren dünyanın

önde gelen küresel finans ve muhasebe

meslek kuruluşudur. ACCA, bu misyonu

doğrultusunda tüm dünyada finans,

muhasebe ve yönetim alanlarında üst düzey

bir kariyere sahip olmak isteyen kişilere

geleceğin iş dünyasının beklentilerine

yönelik, uluslararası tanınırlığı olan prestijli

ruhsat ve sertifikalar sunmaktadır.

FİLİZ DEMİRÖZ

ACCA Türkiye

Azerbaycan ve Gürcistan Bölge Başkanı

Dünyanın 178 ülkesinde 241,000’den fazla

üyesi ve 542,000’den fazla adayı bulunan

ACCA, uluslararası standartlarda eğitim ve

kariyer gelişim imkânı sağlayan 8,000’den

fazla onaylı işveren, 2,000’den fazla akredite

üniversite programı ve başta hükümetler,

meslek kuruluşları, iş dünyası kuruluşları, eğitim

kurumları olmak üzere mesleğe yön veren

kurum ve kuruluşlarla oluşturmuş olduğumuz

650’den fazla küresel ortaklığın yer aldığı bir

küresel ağa sahiptir.

ACCA olarak, mesleki araştırma ve yayınlar

hazırlayan ACCA Professional Insights ekibinin

küresel araştırmaları sayesinde, hem iş dünyası

hem de finans ve muhasebe mesleğindeki

trendleri, gelişmeleri, değişikleri düzenli

olarak tespit ederek, bütün bulguları düzenli

olarak ACCA üye ve adayları başta olmak

üzere uluslararası kamuoyu ile ücretsiz olarak

paylaşmaktayız.

54


Finans ve muhasebe alanındaki kariyerde genç profesyonelleri neler

beklemekte?

ACCA Professional Insights ekibinin geçtiğimiz bahar aylarında yayımladığı

Accounting for a Better World: Priorities for a Transforming Profession

isimli küresel araştırma raporumuzda, yedi temel öncelik alanı belirlenmiş

durumda. Günümüzün ve geleceğin finans ve muhasebe mesleğinden

dayanaklı ekonomilerin inşa edilmesi, yarının yeteneklerinin yetiştirilmesi,

işletmelerin sürdürülebilirliğine yön verilmesi, ulusal ve uluslararası

standartların ve regülasyonların geliştirilmesi, dünya genelinde kamu

sektörünün dönüştürülmesi, girişimciliğe dayalı büyümenin desteklenmesi

ve etik ile güvenin güçlendirilmesi konularını öncelikli olarak ele alıp, daha iyi

bir dünyanın inşa edilmesinde rol almasının beklendiğini tespit ettik.

Tabii ki, iş dünyası bütün olarak ve hiçbir meslek tek başına daha iyi bir

dünyayı yaratamaz; ancak gerçekleştirdiğimiz başka araştırmalarda

da, mesleğin kurumların içinde sahip olduğu hayati pozisyonu ve

profesyonellerinin sahip olması gereken kilit bilgi ve becerilerin

hepimizin arzusu olan ve sonraki nesillere bırakmak istediğimiz daha iyi

ve sürdürülebilir bir dünyanın inşasında önemli role sahip olacağını da

tespit ettik. Yine geçtiğimiz sene uluslararası kamuoyu ile paylaştığımız

“Professional accountants at the heart of sustainable organisations isimli

küresel araştırma raporumuzda, finans ve muhasebe profesyonellerinin

sahip olmaları gereken yetkinlikler masaya yatırıldı. Buna göre,

önümüzdeki dönemde iş dünyasında revaçta olacak finans ve muhasebe

profesyonellerinden kurumların ticari, sosyal ve çevresel etkilerine

dair kararları alabilme ve böylelikle kurumlarının sürdürülebilir değer

yaratmalarından, yaratılan değerin korunmasından ve bu değerlerin

raporlanıp dış dünyaya aktarılmasından sorumlu olmalarının beklendiği

ortaya çıkıyor.

ACCA’e göre geleceğin finans ve muhasebe profesyonelleri nasıl olmalı?

ACCA olarak, gerçekleştirdiğimiz küresel araştırmalardan elde ettiğimiz

bulguları bir araya getirdiğimizde, 2020’li yıllarda finans ve muhasebe

profesyonellerinin sağlam etik

değerler başta olmak üzere, güncel

ve kariyer hayatları boyunca

güncelleyecekleri mesleki ve teknik

bilgi ve beceri setlerine, güçlü

mesleki muhakeme yeteneklerine

sahip olmaları gerektiğini

düşünüyoruz. Ayrıca içinde

bulunduğumuz on yılda, analitik

ve stratejik düşünme kapasitelerini

geliştirmiş, ACCA gibi finans ve

meslek kuruluşlarından alınan

kapsamlı ve güncel mesleki eğitimler

ile finansal, ticari, dijital becerilerini

sürekli geliştirip zenginleştiren

ve ileriyi düşünebilen finans ve

muhasebe profesyonellerinin,

kurumlarının geleceğe yönelik

stratejilerini de oluşturmada kilit role

55


sahip olacağını öngörmekteyiz. İş dünyasındaki karışıklıklar ve belirsizlikler ile

mücadele edebilen ve farklı kuşaklardan ve farklı mesleki geçmişten gelen

profesyoneller, iş ortakları ve paydaşları ile başarılı bir şekilde iletişim sağlayıp

ve ilişki kurabilen muhasebe ve finans profesyonellerinin kurumları için

vazgeçilmez olacağına inancımız tam.

ACCA Ruhsat Yolculuğu: Geleceğin finans ve muhasebe profesyonellerine

nasıl katkı sağlıyor?

Kariyer yolculuklarına ACCA Ruhsat Yolculuğu ile başlayacak olan geleceğin

finans ve muhasebe profesyonelleri öncelikle geniş kapsamlı ve düzenli

olarak güncellenen ACCA müfredatı ve sürekli eğitim olanakları ile dijital

dönüşüm, kurumsal yönetişim, denetim ve güvence, finansal raporlama gibi

13 ana konuda finans ve muhasebe mesleğinin geniş yelpazedeki alanlarında

mesleki bilgi ve becerilerini artırıp daha etkin kullanabilmeyi öğrenirken, Etik

ve Mesleki Beceriler Modülümüz (EPSM) sayesinde, etik ve profesyonellik,

kişisel verimlilik, inovasyon, ticari farkındalık, liderlik ve takım çalışması,

iletişim ve uyum becerisi ve veri analitiği gibi alanlarda bilgi ve beceriler

elde ederek, modülün sonundaki kapsamlı vaka çalışmasıyla bilgilerini

pekiştirebilmektedirler.

ACCA Ruhsat Yolculuğuna başlayan geleceğin profesyonelleri, yolculukları

boyunca ve sonrasında dünyaca kabul görmüş sertifika ve dereceleri elde

edebilmektedirler. ACCA Ruhsat sürecinde ilk üç sınavı başarıyla tamamlayan

adaylarımız, Diploma in Accounting and Business’ı almaya hak kazanır. İlk

dokuz sınav ile EPSM modülü başarıyla tamamlandığında ise Advanced

Diploma in Accounting and Business’a hak kazanılmakta. 13 sınavın tamamı

başarıyla tamamlanıp EPSM modülü ve ilgili alanda 3 yıllık iş tecrübesinin

tamamlanmasıya ACCA Üyeliğine kabul hakkı elde edilmektedir. Bu saygın

mesleki derece ve unvanlara ilave olarak akademik derece de elde etmeyi

hedefleyenler ise, ACCA ile dünyanın önde gelen üniversiteleri arasındaki

çok özel ve ayrıcalıklı iş birlikleri sayesinde Oxford Brookes Üniversitesi’nden

lisans derecesi, University of London’dan da yüksek lisans derecesi

alabilmektedirler.

ACCA olarak, geleceğin sürdürülebilir kurumlarına, iş dünyasına ve daha

iyi bir dünyanın inşasına katkı sağlamayı düşünen, geleceğin finans ve

muhasebe profesyonellerini aramızda görmekten mutluluk duyacağız.

56


57

GGD38


PAZARLAMA STRATEJİLERİYLE

ALANININ ÖNCÜ YÖNETİCİSİ:

BURCU YILMAZ

58


Gayrimenkul sektörünün

öncüsü Nef’in CMO’su ve

geçmiş yıllarda yolu

İşletme Kulübü'nden

geçen, Genç Girişim

Dergisi'nin ilk sayısınının

basımında yer alan Sayın

Burcu Yılmaz ile; NEF’in

pazarlama stratejileri,

foldhome konsepti,

globalde izlediği yol ve

sektörün trendlerini

konuştuğumuz bir

röportaj gerçekleştirdik.

Türkiye’nin Gayrimenkul Liderleri denince akla gelen

ve bulunduğu sektörde de yakalamış olduğu

bu ivmeyi başarıyla devam ettiren Nef’te Pazarlama

ve Satış Departmanı Yöneticisi olarak çalışıyorsunuz.

Genç Girişim Dergisi okurlarına kendinizden

bahsederek, şu anki konumunuza gelme

sürecinizi bizlerle paylaşabilir misiniz? Başarınızın

sırrı nedir?

Aslında zor bir soru ama önemli de bir soru çünkü

açıkçası kendimi biraz sorumlu da hissediyorum.

Arkadaşlarımıza iyi örnek olmak lazım, okulumu

çok severek bitirdiğim için bu röportajı okuyan

arkadaşlarımın da örnek alması benim için önemli.

Nef’te chief marketing officer olarak çalışıyorum

yani tüm pazarlama birimlerinden sorumluyum. İş

hayatıma okuldan mezun olduğum sene 1997’de

başladım. Başarının sırrı nedir diye baktığımız

zaman hakikaten içinizde severek yaptığınız işin

ucunu bırakmadan ve sabırla onun peşinden gitmek

diyebilirim. Aslında hep klişe gibi geliyor ama

iş hayatında 30 yıla yakın bir zamanı devirdiğiniz

zaman ki ben okulda da çok aktif olarak sürekli çalıştım,

hiçbir yazımı boş geçirmedim. Şimdi alıştık

artık biliyorsunuz ki birtakım sitelerde “Başarının

3 sırrı.” gibi maddeler sıralanması moda oldu. Ben

de şunu söylemek istiyorum bu konuda; ilk olarak,

hakikaten sevdiğiniz işi yapın. İkincisi başkalarının

deneyimlerini dinleyin çünkü deneyim çok pahalı

bir şey, kendiniz öğrenirseniz eksisiyle artısıyla çok

pahalıya patlayabiliyor. Tabii ki bu demek değil ki

deneyimlemeyin. Deneyimleyin ama deneyimlemeden

önce deneyimleyenlerin bilgilerini alın,

kendi öz süzgecinizden geçirin. Ne olursa olsun hedefe

doğru pes etmeyin, düşseniz de kalkıp devam

etmeyi bilin. Bütün eğitim öğretim hayatı boyunca

okulda öğretilmeyen en önemli şeyin bu olduğunu

düşünüyorum. Hayat iniş ve çıkışlarla dolu, hayat

hiçbir zaman dümdüz lineer bir çıkış değil. Bir

düşüyorsunuz, bir kalkıyorsunuz bu yüzden başarı

ve başarısızlık noktalarında da kendinizi içsel olarak

kaldırma gücünüz zaten sizin başarınızı belirliyor.

O yüzden hayata böyle bakmak lazım. “Ben hedefe

gidiyorum, hedefime giderken gerçekçi olacağım,

orada birtakım inişler çıkışlar engeller olabilir ama

ben bütün bunlara rağmen hedefime inançla gidiyorum

ve her türlü engeli aşacak güce sahibim.”

Bu olgunluğa gelmek insanı başarıya götürüyor ve

buna ne kadar erken ulaşırsanız o kadar şanslısınız.

Uzun yıllar önce Genç Girişim Dergisinde yer almış

birisi olarak şu an aynı dergiye röportaj vermek

size ne hissettiriyor? Dergimizin bugün geldiği

noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu dergiyi

çıkarttığınız dönemlerde kendinizi bu noktada

hayal edebiliyor muydunuz?

1992 yılında İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi

İngilizce İşletme Bölümüne girdim. O zamanlar

İşletme Kulübü kapanmıştı, yeni ekibin gelmesi

bekleniyordu. Tabii kulüp kapanmıştı, dolayısıyla

bir boşluk olmuştu ve biliyorsunuz aslında insanları

birleştiren şey ortak birçok sosyal faydayı bir yerde

toplamak. Biz de bunu böyle düşündük. Hani

derler ya yola koyulunca yol görünür, gerçekten

de yol göründü ve ilk sayımızı çıkarttık. Steve Jobs

garaj hikayelerini okuyunca insan diyor ki gerçekten

böyle fikirler hep basit yerlerde beklentisiz, çabasız,

ortak zihinle ortaya çıkıyor. Bence bunun kıymetini

iyi bilin. Üniversite hala bunun yemyeşil olduğu bir

yer. Stajyerlerime de aslında hep şunu söylüyorum;

önümüzdeki yıllara kendini taşımak bu 4-5 yıldaki

temiz ve yeşil zihni ne kadar koruduğun ve geliştirdiğinle

çok bağlantılı.

Çalışma hayatınızda da göreceksiniz, çabanız başarınızın

önündedir. Ne kadar çabalarsanız başarı gelir,

çabanız hatalarınızı da kapatır. O yüzden çabayı

göstermek çok önemlidir. Tabii ben o zamanlar bir

şirketin CMO’su olacağımı hayal etmemiştim. Kulüpte

dergiyle paralel olarak kariyer günleri düzenliyorduk.

Bir sürü denetim firmaları vs geliyordu, baktığım

zaman “ben böyle olamam, ben bu değilim.”

diyordum. Hatta beni bir denetim firması görüş-

59


meye çağırdı ona bile ayaklarım geri geri gitmişti.

Aslında İşletme Kulübündeki çalışmalar orada bana

kendimi görmemi sağladı. Kendi kendime dedim ki

sen pazarlamacı olacaksın. O zamanlar pazarlama

araştırmalarında iyiydim ve pazarlama araştırmaları

bana birçok kapı açtı. Buradaki çalıştığım deneyimim,

her yıl yaptığım stajlar burada da benim biraz

kendi kabiliyetimi de yani hangi alanda daha iyi değer

üretebileceğimi de görmemi sağladı dolayısıyla

kulüp bu açıdan önemli bir araçtı benim için de.

hizmetlerdeki bakış açısını ne kadar onların yaşamının

içine girerek derinleştirirseniz bu da başarıyı

getiriyor. NEF’in de başarısının özünde bu yatıyor.

Çünkü NEF’te bizim felsefemiz, ‘iyi yaşamı sürekli

hale getirmek’. NEF, nefesten geliyor. Biz diyoruz

ki aldığımız her nefes aslında bir şükür çünkü

onu alıyoruz ve veriyoruz. Alırken bize faydası var,

o zaman verirken de o aldığımız nefesin şükranı

olarak mutlaka faydalı bir değer üretmeliyiz diyoruz.

O yüzden de yaşamdaki ‘daha iyisini aramak’ da

buradan geliyor ve diyoruz ki biz bu yaşamın daha

iyisini yaşam alanları yaratarak vereceğiz bu yüzden

de inovatif çözümlerle pekiştiriyoruz. Foldhome

çözümlerimiz var bizim. Foldhome çözümlerinde

aslında siz NEF’ten sadece barınma ihtiyacınızı ya

da istediğiniz bölgede incelikle düşünülmüş bir

tasarımla ihtiyacınızı karşılamıyorsunuz, bununla

beraber ek faydalarınız oluyor. Foldhome sisteminde,

mesela misafiriniz gelecekse onlara çok rahat

bir misafir odası kiralayabiliyorsunuz veya sinema

odasından playstation odalarına kadar arkadaşlarınızla

beraber hiç evinizi dağıtıp kirletmeden kullanabileceğiniz

alanlar var. Foldhome sistemlerimiz

de her yerde mevcut. Dünyanın neresine giderseniz

gidin bundan faydalanabilirsiniz. İhtiyaçlar basit, basit

ihtiyaçların talebini müşteri gözünden bakarak

nasıl tanımladığınız çok önemli. NEF’in başarısının

altında bu yatıyor.

2007’de kurulan, vizyonu; ‘sektörde en iyi uygulama

örneği olarak bilinmek’ olan ve ilk günden

beri “Neden daha iyisi olmasın?” sorusuna cevap

arayarak çalışan Nef; Capital ve Ekonomist dergileri

iş birliğinde gerçekleşen Real Estate Stars

Ödülleri’nde en çok konut satışı yapan şirketler

kategorisinde birinci, Marketing Türkiye tarafından

sektörün en itibarlı markası, Brand Finance

tarafından da Türkiye’nin en değerli markaları

arasında seçildi. Nef’in bu saydıklarımızın yanında

daha nice başarılara ve ödüllere de sahip olmasıyla

birlikte sizler, bu başarılara sahip olmak için

nasıl stratejilerle ilerliyorsunuz?

Bulunduğumuz sektörde aslında markalaşmak için

bir numaralı etken “Nasıl daha fazla değer üretirim?”e

odaklanmak. Çünkü normlar ihtiyaçlar eğrisinde

barınma

gibi basit bir

ihtiyacı karşılıyor

gibi gözüküyorsunuz

ama barınmanın

ötesinde aslında

bir yaşam,

yaşam stili var

ve o yaşam stilinin

aslında en

büyük mimarı

siz oluyorsunuz.

Dolayısıyla bu

bakış açısından

yani hedef

kitlenize verdiğiniz

ürün ve

60

Şu zamana kadar elde ettiğiniz başarıları ve

tecrübeleri 2018 yılından itibaren Nef Global

platformuyla yurt dışına; İngiltere, Amerika ve

Kazakistan’a taşıdınız ve her yerde ilham veren bir

marka olmak için hazırlanmaya devam ediyorsunuz.

Peki, Nef’in bu yolculuktaki bir sonraki adımı

hangi nokta olacak? Globale açılma fikrinin nasıl

geliştiği ile ilgili ve nasıl devam edeceğiniz konusuna

dair belirlediğiniz hedeflerden bahsedebilir

misiniz?

Zaten görüyoruz yaşam artık sınırlara sığmıyor,

pandemi de bunu bize iyice öğretti ve kesinleştirdi.

O yüzden biz, daha iyi yaşama doğru ve her zaman

daha iyisini hedeflediğimiz bu yaşamı Dünya'nın

her yerinde çeşitli hedef kitledeki insanlara hizmet

olarak sunmak istiyoruz. Global stratejimiz biraz

böyle şekillendi. Çünkü özellikle Foldhome sistemi,

globaldeki yatırımcılar için de çok cazip geliyor bu

sebeple globalde bizimle çok fazla gayrimenkul

geliştiricisi olarak iş birliği yapmak isteyen çeşitli

firmalarla da buluşuyoruz. O yüzden bu alandaki

barınma ihtiyacına olan bakış açımızın globalde sınırların

kalktığını söyleyebiliriz. Fakat tabii barınma

ihtiyacı ve hayat stilleri de farklılaşıyor. Görüyorsunuz

artık çocuklu ailelerin sayısında daha da düşüş

var, tek başına yaşayan kişilerin sayılarında fazlalaşmalar

var veya çok daha fazla mobil olmak isteyen

kişilerin sayısında artış var.

Ekonomik koşullar, insanların alışkın olduğumuz

tarzda ev sahibi olma modellerinden çok, farklı kiralama

modelleri, değişik ev sahibi olma modellerine

doğru kayıyor. Dolayısıyla biz bu trendlerin hepsini

çok yakından takip ediyoruz. Aslında Foldhome

sistemiyle de biraz daha trendsetter olarak bunu

globalde de yayma fikrimiz var. Bunun yanında

biliyorsunuz bir inovasyonla markalı arsayı getirdik

sektöre. Burada da aslında NEF’ten arsa aldığınız

zaman kendinize istediğiniz bir yaşam tarzını inşa

edebiliyorsunuz. Yine Foldhome sistemleri bütün

arsalarda da oluyor. Dolayısıyla yine dünyanın neresinde

yaşarsanız yaşayın NEF’in sosyal Foldhome

imkânlarından faydalanabiliyorsunuz. Dolayısıyla

biz biraz dünya çapında insanların daha iyi yaşamasını

kendimize amaç edindiğimiz için bu amaçla

da global stratejimiz yeni ürünlerle de şekilleniyor

diyebilirim. O yüzden arsa önemli tabii bir de tekno-

Zaten pazarlamanın bütün temelinde o

problemi bulup, probleme bir çözüm üretmek

ve bu çözümü sunmak var.


loji yatırımları önemli. Teknoloji yatırımlarını da her

şekilde düşünüyoruz. Yani gayrimenkuldeki yatırım

potasından tutun yaşam alanları içerisindeki teknolojik

kolaylıklara kadar birtakım teknolojik yatırım

hedeflerimiz de bulunuyor.

Sektörünüzdeki yeni trendlerin ürün portföyünüze

ne gibi yansımaları oluyor?

Dediğim gibi şimdi biliyorsunuz son ekonomik kriz

nedeni ile kira artışları vs. kurdaki artışların inşaat

maliyetlerine yansıması aslında bunların hepsi

barınma ihtiyacına farklı gözle bakmayı da getiriyor.

Bizde buna göre “Nasıl farklı ev modelleri inşa

edebiliriz?” ona bakıyoruz. O yüzden de segmentasyonla

ilerliyoruz. Yani hem orta segmentte hem de

üst segmentte çözümlerimiz var. Mesela Reserve

projelerimiz daha üst segment projeler. Bahçelievler,

Çekmeköy ve bütün İstanbul’daki Nef’ler gibi de

orta segmentteki çözümlerimiz var. Bunun yanı sıra

mesela arsa; bu sektördeki, farklılaşma ve değişime

karşı direkt verdiğimiz iyi bir çözüm. Çünkü daha

ulaşabilir bir fiyatlarla arsa alıp kendi evinizi yapma

olanağınız var. Ama bunun yanı sıra Konya, Urla,

Beykoz projesi gibi yeni projelerimizde gelecek.

Dinamik ve çoğunlukla değişken bir süreç olan

tüketici davranışında markaların tüketicide sadakat

oluşturmak için yürüttükleri pazarlama stratejileri

sizce nasıl olmalıdır? Nef bu noktada müşteri

kazanmak için nasıl bir yol izliyor?

Müşteri davranışını sürekli izlemek lazım ve aslında

müşteri davranışından da bir geri gelip aslında

müşterinin iç görüsüne yani kendisine söyleyemediği,

kendisinin fark etmediği fakat hayatında bir

problem alanı oluşturan esas ana olgu nedir sorusuna

yönelmek lazım. Zaten pazarlamanın bütün

temelinde o problemi bulup o probleme bir çözüm

üretmek ve bu çözümü sunmak var. Çünkü bazen

bakıyoruz problem sandığımız şey aslında problem

olmuyor, o yüzden o problemi doğru tespit etmek

lazım.

Biz de tabi Nef’te bunun için sürekli araştırmalar

yapıyoruz. Ayrıca hem müşteri ilişkileri departmanımız

var hem sosyal medyada da güçlü bir ağımız

var. Sürekli gelen talepler, gelebilen bazı memnun

durumlar, memnuniyetsiz durumlar gibi bunların

hepsini objektif olarak değerlendirip anında çözüm

üretmeye çalışıyoruz. Genelde bizim sistemimizde

yaptığımız bütün alanlarda, konut alanlarında yönetimi

bir süre sonra üçüncü partilere bırakıyoruz.

Sitelerimiz, konut projelerimiz olduğu için orada yaşayan

insanların memnuniyeti bizler için hakikaten

çok önemli. O yüzden sürekli onları izleyip onların

daha da iyi yaşamaları için elimizden geleni yapıyoruz.

Sadece satıp bitmiyor iş. Bizden konut aldılar,

Nef’ten aldılar bitmiyor.

Devamında da kendimizi daha çok iyileştirme konusunda

çalışmalarımız var. O yüzdenden de daha

iyi bir müşteri deneyimi nasıl sunarız kısmını sürekli

müşterilerimizi dinleyerek, gözlemleyerek bunu

gerçekleştirmeye çalışıyoruz.

İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İşletme

Kulübünün her sene çıkartmış olduğu, iş dünyasının

önde gelen firmaların yöneticileri ile başarılı

iş insanlarını röportaj/yazı yoluyla okuyucularla

buluşturan Genç Girişim Dergisinin ilk sayısında

görev aldınız ve şu anda da başarılı işlere imza

atmış ve atmakta olan sizlerden de bizler röportaj

almaktayız. Peki, son olarak öğrenciyken peşinden

koştuğunuz bir hayaliniz var mıydı? İş dünyasına

atılmadan önceki öğrencilik hayatı nasıl değerlendirmeli

konusunda genç okurlarımıza ne gibi

tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

Ben hayallerimi gerçekleştirdiğimi düşünüyorum, o

yüzden kendimi şanslı hissediyorum. Çünkü lisedeyken

hatta lisenin birinci sınıfındayken ben yönetici

olmak istiyorum diye bütün öğretmenlerimle

konuşuyordum. Hepsi bana “Mühendis ol yönetici

olursun, doktor ol yönetici olursun” diyerek beni

bir meslek grubuna yönlendirmeye çalışıyorlardı.

Ben de diyordum ki bunun okulu yok mu? Tabi

o zamanda işletme çok popüler değildi yani yeni

yeni popüler oluyordu ve çok fakültede yoktu, şimdi

işletme fakülteleri daha fazla arttı. Sonra bir arkadaşımdan

duydum, ablası İstanbul Üniversitesi İngilizce

İktisat okuyormuş. İngilizce iktisat için tamam

dedim sonra işletmesi de var onun dediler. Bu sefer

işletme tamam, ben onu yazacağım dedim. Ve

gerçekten de istediğim okulda okudum, istediğim

gibi okudum. İngilizce olmasının çok büyük avantajı

vardı.

Mesela hep onu söylüyorum, işletmede bütün

dünya literatürü İngilizce olduğu için bütün arkadaşlarımın

İngilizce öğrenip kesinlikle bir dil

geliştirmelerini hatta bence ikinci bir yabancı dili

bile geliştirmelerini özellikle tavsiye ediyorum. Yani

öğrenciyken biraz önce dediğim gibi, o içinizdeki

heyecanı; akşam ne yiyeceğiniz umurunuzda değil,

yarın nerede yatacağınız umurunuzda değil bilinci

bence hayat boyunca devam ederse zaten sizi

başarıya götürüyor. Yani umurunuzda değil derken

takmıyorsunuz manasında değil de o güven oluyor

ya, nasılsa bir kapı açılır güveninden bahsediyorum.

O yüzden bence bunu devam ettirmek ve ne olursa

olsun kimseyi yani sizi hedefinizden uzaklaştıracak

şeylerin farkına varıp o farkındalıkla ilerlemek lazım.

Bütün öğrenci arkadaşlarıma ve şu an okuyanlara

da onu tavsiye ediyorum. Biraz da deneyimlerden

faydalansınlar çünkü şimdiki zamanın en büyük

dezavantajı bence çok fazla elektronikle beraberiz

olmamız. Dolayısıyla beynimizi, düşünme kapasitemizi

çok fazla cihazlara veriyoruz. Ondan birazcık

uzak kalıp o taze beyinlerin düşünme kapasitesini

sürekli canlı tutmanız lazım. Çünkü o düşünme

kapasitesi gerçekten önümüzdeki 10 yılın, 15 yılın

adımlarını sizler için atıyor.

61


KOZMETİK SEKTÖRÜNDE ÇIĞIR

AÇAN BAŞARILI YÖNETİCİ:

HAKAN VATANSEVER

S’he Vec. Ailesi olarak hayata

geçireceğimiz birçok sosyal

sorumluluk projelerimiz olacak.

62


2015 yılında kurduğu

başarılı girişimi FreeSepet

ile kozmetik sektörüne giriş

yapıp, sektöre adını altın

harflerle yazdıran S'he Vec

kurucusu Hakan Vatansever

ile sohbet tadında bir

röportaj gerçekleştirdik

Sizi, başarılı girişiminiz olan ve cilt bakım sektörüne

damgasını vuran S’he Vec. markasının kurucusu olarak

tanımaktayız. Bu girişimci kişiliğin yanı sıra Hakan

Vatansever kimdir? Bize biraz kendinizden bahseder

misiniz?

Ben 1994 yılında Bursa’da doğdum. Evli ve bir çocuk

babasıyım. Uşak Üniversitesi’nde İktisat bölümü öğrencisiyken

üçüncü sınıfta üniversitemi bıraktım. Daha sonra iş

bulma konusunda en hızlı istihdamın mağaza sektöründe

olduğunu düşündüğüm için mağazacılık sektörüne

atıldım. İlk olarak mağaza danışmanlığında görev aldım

ve birçok firmada çalıştım. Defacto, Lc Waikiki ve Bursa’da

yer alan sizlerin ismini bilmediğiniz bir sürü firmada

çalıştım. Sonrasında Tudors’ta genç yaşımda mağaza

müdürlüğü yaptım. Oradan ayrılıp bir inşaat sektöründe

proje satmaya başladım. Kendi işim olan e-ticaret benim

hep merak ettiğim ve üniversite zamanlarımda çok fazla

araştırma yaptığım bir sektördü. Benim gençlik çağlarımda

e-ticaret Türkiye’de çok fazla bilinir ve keşfedilmiş

bir sektör değildi. Ben de bunun üzerine birçok araştırma

yaptım, bununla ilgili çok güzel blog yazıları yazdım ve

e-ticaretle ilgili yurt dışı pazarlarını araştırdım. Özellikle

Amazon’u çok yakından takip ettim. Daha sonrasında

Freesepet firmasını kurmaya karar verdim. Freesepet

firmasının kuruluş amacı da Türkiye’de olmayan ürün

gruplarını Türkiye’ye getirebilmekti ve bunu başardık.

P&G’nin Crest marka ağız bakım ürünlerini ülkemize

getirttik. P&G her ne kadar ülkemizde olan bir marka olsa

da Crest markası Türkiye’de yoktu. Biz de bu ürünlerin

ithalatını yapmaya başladık ve çok güzel bir şekilde sattık.

Ürün kendince pahalı bir ürün olduğu için biz bunu farklı

pazarlama teknikleri ve kendi içinde bundle ürün yaparak

insanların alım gücüne inebildik. Sonrasında dermokozmetik

sektöründe bir iki tane yabancı markanın var

olduğunu ve yerli bir markanın olmadığını fark ettim. Bu

sayede de bundan beş sene öncesinde bizler S’he Vec.’in

ismini akılda kurduk. Ama bunun doğru bir karar olmadığını

düşündük. Sonra Ordinary markasının Türkiye’de

kullanıcılarının olduğunu ama bu markanın Türkiye’de olmadığını

gördük. Bu markayı, üretmek istediğimiz ürünlerin

tam anlamıyla muadili olabilecek bir marka olduğu

için ülkemize getirdik. Fakat pandemi, sektörü olumsuz

anlamda etkiledi. Her ne kadar pandemi döneminde

e-ticaret çığırını aşmış ve e-ticaretle uğraşan birçok kişiyi

zengin etmiş olsa da pandemi döneminde ithalat ürünlerinin

tedariğini sağlayamadık. O süre zarfında bir iki tane

yerli marka kuruldu. İşte Hakan Vatansever zamanında

Türk Kozmetik pazarına dermokozmetiği Ordinary markasıyla

tanıtmış daha sonrasında da pandeminin getirmiş

olduğu olumsuzluktan dolayı ürün getirememenin acısını

yaşamış ardından da iki üç sene öncesinde kafasında

canlandırmış olduğu o markayı hayata geçirmiş ve 1 Ocak

2022’de satışa başlayıp da markanın on birinci ayında her

yerde S’he Vec dedirtebilmiş bir kişidir diyebilirim.

S’he Vec.'i kurmaya nasıl karar verdiniz? Bu girişimi fikir

aşamasından pratiğe taşırken zorlandığınız noktalar

oldu mu?

Elbette oldu. Her şeyden önce zorlayan tarafı ifade etmek

gerekirse biz zaten sektörün içindeydik ve kozmetik

ürünleri satıyorduk. Tabii ki de kendi markana yapacak

olduğun yatırım yolları ve tutarları ile var olan bir markaya

yapılacak yollar ve tutarlar bir değil. Bu o zamanlar için

benim en büyük riskimdi. Ama hayatta her zaman şunu

feyz aldım; Risk olmadan başarı da olmuyor. Kişi ne kadar

akıllı, yaratıcı, inovasyona açık ve bu anlamda kendini

yenileyen biri de olsa maalesef risk yoksa kişinin çok da

başarılı olabileceğini düşünmüyorum. Biz bu yolda gerçekten

çok zorlandık. Markayı kurduk ve ekip olarak önce

biz inanmaya çalıştık. Önce geceleri uyuyabilmeyi başarabildim.

Sonrasında bir şeylerin olabileceğine inandım.

Bizim son tüketici tarafında Ordinary markasını sattığımız

ve güvendiğimiz bir portföy vardı. S’he Vec’in en büyük

faydası bu. Ordinary markasını satarken müşteri memnuniyetine

önem verdiğimiz için müşterilerimiz bizim

yönlendirmelerimize ve paylaşımlarımıza güvenir hale

geldiler. Sonra da kendi markamızı bu insanlara tanıttığımızda

ürünlerimizi kullanır oldular. İnanmakta zorlandık,

her zaman bir hayal basamağımız vardı ve o günden

bugüne hedeflerine ulaşan firmalardan biri olduk.

Cilt bakımı sektöründeki belli başlı ürünlere ve markalara

alışmış tüketici kitlesinin dikkatini ciddi ölçüde

çekmiş bulunmaktasınız. Bu başarıyı elde ederken nasıl

bir stratejiyle ilerlediniz?

Firmalar istihdam sağlamak, para kazanmak gibi sebeplerden

ötürü kuruluyor. Elbette bizlerin kuruluş amacı

da markamızın ismini insanlara duyurabilmek ve firmanın

varlığını duyurduğumuz kişilerle alışveriş yapıp gelir

elde etmek gibi sebeplerden ötürü. İşin mantıksal yönü

bu şekilde. Ama bizler aynı zamanda son tüketiciyi de

çok önemsiyoruz. Memnun kalmayan müşteriyi daha

ayrı önemsiyoruz. Müşterinin ürünü kargo aşamasında

ezilmiş olabilir, kargosu kaybolmuş olabilir, ürünü kullanıp

memnun kalmamış da olabilir. Her ürün her ciltte başarılı

olacak diye bir kural yoktur. Cilt çok hassas bir konudur.

Kişinin yediği herhangi bir yiyecek bile o kişinin cildinde

tepkimeye sebep olabilir. Bu sebepten biz müşterileri çok

önemli bir noktaya koyduk. Biz insanlara hayal satmadık.

Biz web sitemizdeki bilgilerden, ilan açıklamalarına

kadar ürünü ve içeriğini en saf haliyle anlattık. Kimya

denilen bir şey var ve biz bu kimyanın gücüne inanarak

bir bileşen yaptık, formül çizdik, bu formülün AR-GE’ sini

63


yaptık, denedik, başarılı olduk ve ortaya çıkan ürünümüzü

insanlarla buluşturduk. Bugün sektörde olup da

influencer marketing pazarını kullanmayan yoktur. Başka

firmaların tanıtımlarında dört al üç öde, linke yönlendirip

satış yapma gibi çalışmalar gördüm. Ama biz influencerlara

dahi brief veren belki de sınırlı sayıda firmalardan bir

tanesiyizdir. Eğer bir influencer bizim ürünümüzü tanıtacaksa

verdiğimiz bilgilerle ürünümüzü tanıtmalıdır. Bizim

ürünümüz için onay vermediğimiz birçok içerik oldu. Biz

burada yine son tüketicinin gerek cebini gerek cildini

düşündük. Biz bir kampanya planlanması yaparken kaç

milyon satarız diye değil, kaç kişiyi tanıyabiliriz diye düşünen

nadir firmalardan olduğumuz için on dört ayda çok

güzel bir noktaya ulaştık.

S’he Vec. ailesi olarak ürünlerinizin alkol, paraben, parfüm

ve boyar madde gibi zararlı kimyasallardan uzak

ve %100 vegan üretildiğini bilmekteyiz. Cilt bakımına

verilen önemin arttığı günümüz dünyasında, piyasada

pek çok çeşitte ve içerikte ürün var. Doğru ve güvenilir

içeriğe sahip olan ürünü bulmak adına neler yapmalıyız?

Ürün içeriğinin cilt bakımı üzerindeki öneminden

bahsedebilir misiniz?

Konuşmama bir örnekle başlamak istiyorum. Bugün

piyasada üç yüz bin ₺’ye de bir araba bulabilirsiniz, üç yüz

milyon ₺’ye de bulabilirsiniz. İlk aracın pazarlanma şeklini

incelediğimizde aracın her yerde reklamlarının yapıldığını

görebilirsiniz. İkinci aracın üreticileri ise bu aracı satın alan

kişilerin televizyon izlemeye dahi vakitleri olmadığını düşünerek

kullanıcı kitlelerinin hızla geçebileceği yerlerde

billboardlarda yaratıcı reklamlar yaparlar. Gerek geçmişte

gerekse de günümüzde ne yazık ki piyasada işin mutfağının

ne olduğunu bilmeden ürünler üreten, televizyon

ve dijital marketing yollarıyla satış yapan firmalar mevcut.

Bu tarz firmaların tek düşündükleri gün sonunda

elde ettikleri gelir oluyor. Ülkemizin denetim kanalları da

maalesef belli bir noktaya kadar denetleme faaliyetlerinde

bulundukları için bu tarz kişi ve firmaların da hareket

alanları genişleme gösteriyor. Bizler yapmış olduğumuz

formüllerin içeriklerinde en kaliteli hammaddeleri kullanıyor,

Avrupa’ya dayanan ve kendini ham madde açısından

yeniliğe açmış ham madde tedarikçileri ile ilerliyoruz.

Bir ürünü satışa sunmadan önce kendimiz kullanıyoruz.

Bizler ürünün maliyetini değil, ürünün bize kazandıracağı

müşteriye önem veriyoruz. Kendi ürünümüzü üretip satıyoruz

diyerek yüksek kar marjlarıyla satış yapıp ürünün

maliyetinden kısmak yerine ambalajlarımızı çok yüksek

adette üreterek oradan elde ettiğimiz karla firmamızı

döndürmeye çalıştık. Müşterinin cildiyle temas eden

ürünün maliyeti kendi AR-GE çalışmalarımız sonucunda

ne kadar olması gerekiyorsa, her zaman o maliyeti finanse

etmeye çalıştık. Kaliteden ödün vermediğimiz için

ürünlerimiz kalıcı oldu. Bu nedenle fasonculukla ilerleyen

firmalar işin mutfağını bilmedikleri sürece insanın cildinde

ne denli durabileceklerini de bilemeyeceklerdir. Biz

Türkiye’nin ilk yerli dermokozmetik markası değiliz ama

Türkiye’nin kendi fabrikasında kendi ürününü üreten ilk

yerli firma olacağız. Bununla ilgili bütün çalışmalarımızı

da başlattık. Nedenimiz tamamıyla işin mutfağında yer

alabilmek ve insanların cildine daha doğru ürünlerle dokunabilmek.

Burada tüketiciye büyük bir görev düşüyor.

Tüketicinin kendi cildini iyi bilmesi ve cildine uygun içerikleri

barındıran ürünleri tercih etmesi gerekiyor. Kendi

cildiyle örtüşen içerikteki ürünleri bulabilmesi için bolca

içerik okuması gerekiyor. Piyasada çok sayıda marka ve

ürün var fakat kozmetik sektöründe bilinirliği yüksek ve

kullanıcılar tarafından güvenilen markalar aslında sadece

isim değil, formül de satmış oluyor. Kullanıcıların görevi

sadece içerik okumakla da bitmiyor. Satın almak istediği

ürünün üretim yeri, paketleme şekli, yetkili satıcı olup olmadığı

da çok önemli bir konu... Yani özetlemek gerekirse;

tüketici kulaktan dolma bilgilerle hareket edip emeklemek

yerine, kendisi bilgi sahibi olup adımlarını doğru ve

güçlü bir şekilde atmalı.

Bir S’he Vec. kullanıcısı olarak siparişim elime ulaştığımda,

paketin içindeki Haçiko anlaşmalı köpek maması

hediyesi dikkatimi çekmişti ve bu incelikte bir markanın

ürününü kullanmak beni çok mutlu etmişti. Bu ve benzeri

sosyal sorumluluk projelerine S’he Vec. ailesi olarak

destek verdiğinizi görmekteyiz. Bu konu hakkında bir

şeyler söylemek ister misiniz?

Biz firma olarak, ekip olarak kendi duygularımız ve vicdanımızla,

hayatın paylaştıkça daha güzel ve mutluluk verici

olduğunu savunuyoruz. Bu yüzden biz sadece Haçiko

Derneği değil, Yoncadır Kadın Derneği ile de iş birliği

yapıyoruz. Farklı derneklere de aynı şekilde yardımcı olmaya

çalışıyoruz. Daha farklı projelerimiz de var. Deprem

bölgesi için şu anda her kargo paketinde, her siparişle

beraber AFAD’a bir tuğla bağışlamayı düşünüyoruz. Böyle

bir proje geliştiriyoruz. Bugün orada birçok insanın canını

yakan müteahhitlerin kullanmış oldukları deniz kumları

ile fırınlanmış kalitesiz tuğlalar yerine, kaliteli tuğlalarla bu

projeyi hayata geçirmeyi düşünüyoruz. Biz burada sosyal

anlamda gerçekten markaya değer katabilmek ve markanın

sosyal sorumluluk projelerinde kreatif bir firma olduğunu

insanlara göstermek istiyoruz. Yardımı göstermek

için yapmak gerçekten garip, keşke bu şekilde olmasa...

Aslında bunu gösterip reklamını yapmaktan ziyade, biz

buradaki ince düşünceye portföyümüzdeki son tüketiciyi

ortak etmeye çalışmaktayız ve bu duyguyu tüketicimizin

kendisiyle paylaşmaktayız. Haçiko bizim için başından

beri planladığımız bir süreçti, sokaktaki sessiz dostlarımızı

sevdiğimiz için, onların bugünkü koşullarda olmalarını

savunanlardan olmadığımız için, onları önemsediğimizi

binlerce müşterimizle beraber paylaşmak istedik ve bugüne

kadar bu noktaya dokunmaya çalıştık. İyilik yaptıkça

mutlu olup, mutlu oldukça da işimizi daha mutlu yapmak

bizim felsefemiz. S’he Vec ailesi olarak hayata geçireceğimiz

daha fazla sosyal sorumluluk projeleri olacak. Bütün

firmaları da bu ince düşünceye davet ediyoruz.

2022 yılında Türkiye Altın Yaşam Ödül Töreni gecesinde

S’he Vec. ‘Yılın En Trend Kozmetik Markası’ ödülüne layık

görüldü. Ödül konuşmanızda, kozmetik sektörüne yirmi

bir yaşında ve sosyal medyaya hakim olarak başladığınızdan

bahsetmiştiniz. Sizce sosyal medya kozmetik

sektörü için ne ifade ediyor? Kozmetik sektörü adına

doğru sosyal medya yönetimi nasıl olmalı?

Biz şu an, e-ticaret sektöründe, kozmetik sektöründeyiz.

Ben, 21 yaşında üniversite çağlarımdayken e-ticarette

hangi sektörden ilerlemem gerektiğinin araştırmasını

yaptığımda kozmetiğin bu alanda gerçekten çok zayıf

kalmış durumda olduğunu gördüm. Tabiri caizse eskilerin

bildiği markaların günümüze gelmesiyle beraber ilerleyen

açık bırakılmış bir sektördü. Bunun için yaptığım çalışmaların

en büyük örneği The Ordinary markasıdır. Türkiye’de

bu markayı resmi yollarla ithal edip getiren ikinci bir firma

olmadı, olacağına da ihtimal vermiyorum. Sosyal medya

gerçekten önemli ama bu aşamada biz neyi hedefliyoruz,

64


satış odaklı mıyız, yoksa bilgi odaklı mıyız? Bu anlamda

zaten birçok klişeleşmiş fikirlerden uzak kalan, tabiri caizse

geri kafalı biriyimdir. Bunu bir yatırım gibi düşünmek

lazım. Bitmiş bir daireyi aldığınızda size hızlı kazandırır.

Fakat bugün bir arsa, tarla statüsünde bir şey aldığınızda

mesela 3 senede kazandırır ama daha fazla kazandırır.

Burada sosyal medya, dijital marketing yönetimi, influencer

briefleri vs. önemli. Bizler satışa odaklı çalışma yapmadık

mı? Evet, yaptık. Kampanya yaptık, influencerlara

söyledik ama bizler çoğunlukla sosyal medyalarımızda bir

ürünün ne olduğunu anlattık. Bir ürünü, bu ürünü kullanan

kişilerin cildindeki etkileşimlerinin neler olabileceğini

anlatmaya çalıştık ve ürünün kullanım kılavuzu kısmında

da ‘şöyle bir durumunuz varsa kullanmayın’ şeklinde çok

net uyaranlarla sunduk. Sosyal medya satış odaklı değil

de bilgi edinilmesi için takip edilecek bir mecra olmalı.

Bir insan bir bilgiyi bulabiliyorsa sosyal medyada sizi takip

ediyor, sizi takip ediyorsa doğruları öğreniyor, doğruları

öğrendikçe bir yerden sora sizin gibi bakıyor ve düşünmeye

başlıyor. Bu da marka bilinirliğini arttıran bir olay.

Daha doğru bir şekilde piyasaya giriyorsunuz, daha doğru

bir şekilde kalıyorsunuz ve uzun vadede markanın kalıcı

olmasını sağlayarak bunların hepsini satışa dönüştürüyorsunuz.

Aslında markanın para kazanmasının ötesinde,

kalıcı bir müşteri kazanmış oluyorsunuz. Günümüzde

artık herkesin elinde teknoloji mevcut. Sosyal medya

doğru kullanılması ve yönlendirme yapılması gereken

mecralardan bir tanesi. İnsanlara doğru bilgi aktarmak

lazım. Şu an çok sağlam bir bütçeyle influencerla vs bir

marka bir gecede tanınabilir ama kalıcı olabilir mi burası

bir soru işareti.

Markanızın %100 yerli sermaye ile kurulduğunu biliyoruz.

Bu sebeple S’he Vec. markasını yalnızca yurt

içine değil yurt dışına da tanıtmış olmanız; girişimcilik

konusunda bizlere önemli bir örnek teşkil ediyor . Tüm

bunları göz önünde bulundurarak Genç Girişim Dergisi

okurlarına ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

Yerli sermaye ile kurulduk. Bunu kime söylesem bana

inanmadı. Ben bu işi 500 TL para ile kurdum. Bu para

o günün şartlarında sadece ve sadece bir şahıs şirketi

kurabilmeye yetti. Ardından ben bu işin sermayesini

nasıl biriktirebilirimin araştırmasını yaptım, benim temel

dileklerimden bir tanesi bu oldu ve inşaat sektöründe

bulunmamdan kaynaklı gayrimenkul sektörüne girdim.

Orada çok kısa sürede güzel bir sermaye biriktirdim diyebilirim.

Daha sonrasında al-sat para kazan derken iş güzel

bir noktaya geldi. S’he Vec, Free Sepet in sermayesi ile

kuruldu. Buradaki en önemli nokta, bence Free Sepet’ in

olmayan bir parayla kurulabiliyor olması. Bugün bulunduğumuz

dalda ithalatta büyük başarılara sahip firmalardan

bir tanesiyiz. Para bulunabilmesi kolay bir kaynak. Bankalar

vs. ama parayı nerede kullanacağımızı düşünmek

buradaki asıl olay. Günümüzde etrafta yaşı genç çok arkadaş

tanıyorum, şöyle bir fikrim var ne yapabiliriz diyen ve

o riski göze alamayan. Girişimci olmak demek her şeyden

önce kendine inanabiliyor olmak demektir. Hangi parayla,

ne zaman yapacağım, nerede yapacağımdan ziyade,

öncesinde kendilerine inanıp, hayallerine güvenmeliler.

Hayal, günün birinde azmimizle hayata geçirebileceğimiz

bir yol aslında gerçekleşemeyecek düşler dünyası değil.

21-22 yaşlarımda eşime, dostuma her zaman söylediğim

bir söz vardı: Hakkım olan hayatı yaşayana dek, azmimden

hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim. Gençlerin kendilerine

bir söz vermeleri gerekiyor. Çünkü gerçekten bugün

girişimcilik bir firma kurup para kazanıyor olmak demek

değil. Google’ın CEO’su olmak da bir girişimdir. Çünkü

bize kimse bunu nasıl yapacağımızı öğretmedi. Eğitim

çok standart bir seviyede kalmış durumda. Değişen tek

şey; bizler tebeşirle tahtaya yazardık sizler projeksiyonla

dokümanı yansıtıyorsunuz. Türkiye’de çok zeki çocuklar

olduğuna inanıyorum ve vakit buldukça gençlerle beraber

olmaya çalışıyorum. Hayalleri olan insanları dinlemek

çok güzel bir nokta. Bir gençle tanıştım, çok güzel bir

fikri vardı, nasıl hayata geçirebilirim diye sordu. Bankalar

var, yatırımcılar var dedim yok dedi, ben destek vereyim

dedim, istemedi. Daha sonra genç arkadaşın kredi çekip

araba satın aldığını duydum. Bu araba birden bir kaza ile

yok olabilir, bu da bir risk. Hiç kimse babasından, dedesinden

kalanlarla varlık içerisinde bir firma kurmadı. Bugün

en başarılı firmaları araştırın. Kimsenin güllük gülistanlık

bir hayatı yoktu, herkes zorlu yollardan geldi. İşte bunlar,

hayallerinden vazgeçmeyen ve çabalayan insanlardan

oluşan kişiler. Kimse azim ve çabaya yatırım yapamıyor,

uykusuz kaldığında uyku satın alamıyor, fakat para

bulunuyor, yatırım yapılabiliyor. Gençlerin bunları bilmesi

lazım diye düşünüyorum.

65


GENÇLİK VE İSTİHDAM ALANINDA SOSYAL

FAYDA YARATMAYI AMAÇLAYAN BAŞARILI

YÖNETİCİ: EMİNE SABANCI KAMIŞLI

“ Gençlerin artık çekingen

olmak gibi bir lüksü yok

66


Liderliği ve yönetim

anlayışının yanı sıra

akademik başarılarıyla

da öne çıkan Esas

Holding Yönetim Kurulu

Başkan Vekili Emine

Sabancı Kamışlı ile

gündemi ve geleceği

değerlendirdiğimiz

keyifli bir röportaj

gerçekleştirdik.

Kariyerinize Londra'da bir süre Willis Corroon

Reasürans Brokerliği şirketinde görev

yaparak başladınız. Sonra 1989 yılında

Türkiye'ye dönerek Aksigorta'da Ticaret

Direktörü olarak çalıştınız. Esas Holding'in

kurulmasından önce ise Aksigorta, Akhayat

ve Sabancı Holding’de yönetim kurulu

üyeliği görevinde bulundunuz ve 2000

yılında babanız Şevket Sabancı ve kardeşleriniz

ile birlikte Esas Holding'i kurdunuz.

Peki bu başarılı iş kimliği dışında Emine

Sabancı Kamışlı kimdir?

Emine Sabancı Kamışlı, gelenek ve göreneklerine

bağlı kalabalık bir ailede sevgi ve

saygı içerisinde büyümüş biri. Ben hiçbir

zaman soyadımın getirdikleri ile hareket

eden biri olmadım. Hayal kurdum, bu

hayale giden yolda durmadan çabaladım,

çalıştım ve sonsuz bir emek verdim. Bugün

buralara gelmemde azmimin büyük

bir önemi olduğunu düşünüyorum. Yurt

dışında okuduğum dönemlerde ait olduğum

yere, Türkiye’ye dönüp ekonomik

kalkınmaya katkı sağlamayı, sosyal fayda

yaratmayı ve birlik beraberlikle adım atmayı

hayal ettim. Bugün geldiğimiz noktada

ise Esas Holding ve Esas Sosyal olarak

yatırımlarımızla adımızdan söz ettiriyoruz.

Böylesine büyük bir yapbozda birkaç parçayı

da ben koyabiliyorsam ne mutlu bana.

Beni sosyal hayatta da tıpkı profesyonel

hayattaki bakış açımla düşünebilirsiniz, iş

yaşamında sürdürülebilirlik, verimlilik ve

çalışkanlığı benimsiyorum. Sosyal ve aile

yaşantımda da aynı şekilde. Bir kadın ve

anne olarak günün her anından verim

almaya, yaptığım iş ne ise onu elimden gelen

en iyi şekilde yapmaya özen gösteriyorum.

Ben insanlarla akıl paylaşmayı seven

biriyim. Akıl alarak ve paylaşarak büyüyüp,

gelişilebileceğine inanıyorum.

Esas Holding perspektifinden baktığımızda;

herhangi bir kriz ile karşı karşıya kaldığınız

durumda bu krizi nasıl yönetirsiniz?

Günümüzde hemen her sektör pek çok

krize gebe. Biz de Esas Holding olarak farklı

kriz konularını öngörüyor ve kriz hazırlığı

yapıyoruz. Kriz yönetme süreci içinde farklı

adımları barındırıyor. Yapılan durum analizleri

akabinde, kriz sırasında ve sonrasında

aldığınız aksiyonlar çok önemli oluyor. Bir

kriz anında öncelikle kamuoyuna gerekli

tüm açıklamaları yaparak durumun çeşitli

yönleriyle anlaşılmasını sağlıyoruz. Sonrasında

krizin etkilerini analiz edip üstümüze

düşen sorumlulukları ekip olarak konuşuyor

ve planlamalarımızı yapıyoruz. Bu noktada

krizin fırsata çevrilmesinden çok yarattığı

etkinin doğru yönetilmesine önem

veriyoruz.

Günümüzde mevcut sosyal etki yatırımı

anlayışının Türkiye’deki örneği olan ve

toplumsal sorunlar için ortak çözümler

üretmeyi amaçlayan Esas Sosyal’den bahsedebilir

misiniz?

Esas Sosyal’i, Esas Holding’in değerlerini,

merhum babam Şevket Sabancı ve ailemizin

topluma geri verme vizyonu ile

birleştirerek toplumsal fayda yaratmayı

amaçlayan bir sosyal yatırım birimi olarak

hayata geçirdik. Esas Sosyal olarak “Gençlere

Fırsat, Geleceğe Yatırım” mottosunu

benimsiyor, 2015 yılından bu yana sürdürülebilir

ve ölçülebilir sosyal yatırımlar yaparak

ülkemizin kalkınmasına katkıda bulunmayı

hedefliyoruz. Yaptığımız araştırmalar sonucunda

odağımızı “gençlik ve istihdam”

olarak belirledik. Bu hedef doğrultusunda

genç istihdamında fırsat eşitliği, çeşitlilik ve

kapsayıcılığın önemini vurgulayarak “Şevket

Sabancı Vizyonuyla İlk Fırsat” ve “Hayırlı

Sabancı Desteğiyle İngilizce Fırsatım” Programlarını

hayata geçirdik.

67


Bu iki Programın ardından bu senenin

başında, mezunlarımızı bir arada tutmak,

aidiyetlerini artırmak ve aralarındaki dayanışmayı

güçlendirmek için 3. Programımız

olarak Mezunlar Programı’nı başlattık.

Esas Sosyal etrafında oluşturduğumuz

3.000 kişiyi aşan ekosistemimizle el ele

vererek çok daha fazla sosyal fayda yaratmak

en büyük amacımız. Biz, gençlerin her

daim yanındayız çünkü geleceğimizi siz

şekillendireceksiniz.

Nisan 2015’te başlayan, yeni mezunların

okuldan işe geçiş sürecinde sivil toplum

kuruluşlarında (STK) deneyim kazanmalarını

destekleyen Şevket Sabancı Vizyonuyla

İlk Fırsat Programı’nızı inceledik. Esas

Sosyal’in geliştirdiği ve paydaşlarla ortaklaşa

uyguladığı programdan daha detaylı

bahsedebilir misiniz?

İşverenlerce daha az tercih edilen devlet

üniversitelerinden yeni mezun gençlerin, iş

hayatına katılımında akranlarıyla eşit şartlara

sahip olmaları, işe alım süreçlerinde

üniversitelerinin bilinirliklerine göre değil,

kişisel yetkinlikleri ve becerileri üzerinden

değerlendirilmeleri için durmadan çalışıyoruz.

Şevket Sabancı Vizyonuyla İlk Fırsat Programı

ile katılımcılarımız 12 ay boyunca sivil

toplum kuruluşlarında ilk iş deneyimlerini

kazanıyor, İlk Fırsat Akademisi kapsamında

aldıkları 250 saatten fazla eğitimle

donanımlı bireyler olma yolunda ilerliyorlar.

Böylece okuldan işe geçiş süreçlerini

kolaylaştırırken aynı zamanda sivil toplum

sektörünü keşfetmelerine ve sosyal sorumluluk

bilinçlerini geliştirmelerine olanak

sağlıyoruz. Biz yola çıktığımızda %100 istihdamı

hedefledik. Her yıl bu hedefimize

ulaşmanın mutluluğunu yaşıyoruz.

Şevket Sabancı Vizyonuyla İlk Fırsat Programı’ndan

edindiğimiz deneyimler ve aldığımız

geri bildirimler sonucunda iş hayatında

gençlerin karşılaştıkları dil yetkinliği

sorununa da bir çözüm modeli yaratmak

istedik. 2021 yılında hayata geçirdiğimiz

Hayırlı Sabancı Desteğiyle İngilizce Fırsatım

Programı ile gençlerin önlerine çıkan

İngilizce yetkinlik engellerini ortadan kaldırmayı

ve istihdam edilebilirliklerini artıran

desteklerle onlara daha fazla donanım

kazandırmayı hedefliyoruz.

Havacılık, lojistik, gıda, sağlık, perakende

ve gayrimenkul üzerinde faaliyet gösteren

Esas Holding ailesinin, çok farklı sektörlerde

bu denli başarıyı yakalamış olması hayranlık

verici. Bu başarının kaynağı nedir?

Başarı motivasyonunuzdan bahsedebilir

misiniz?

Aileden gelen, profesyonel hayatta da

benimsediğimiz vizyoner ve stratejik düşünme

prensibimiz bizi her daim ileri götürüyor.

Esas Holding olarak çalışma prensibimizde

her zaman sürdürülebilir çıktılar

yaratma gayesi yatıyor. Bu amacı Esas

Sosyal gibi sosyal yatırımı temeline alan bir

birimle taçlandırmak sürdürülebilirlik yönünde

attığımız en faydalı adımlardan biri.

Çalışmalarımızın hedefinde araştırmaların

yapılması, doğru ihtiyacın belirlenmesi ile

toplumsal fayda yaratma yolunda gerçek

bir adanmışlık yatıyor. Başarılı olmanın en

büyük sırrı organize olmak ve odaklanabilmek.

Biz tüm iş süreçlerimizde fikir alışverişinde

bulunuyor, daha iyisini yapmak için

beyin jimnastikleri yapıyor ve durmadan

çalışıyoruz.

Yaptığımız araştırmalar

sonucunda odağımızı

“gençlik ve istihdam”

olarak belirledik

68


Tüm Esas Holding ailesi bu anlayışla çalıştığında

başarı kendiliğinden geliyor. Gündemi

ve teknolojik gelişmeleri yakından takip

ediyoruz. İçinde bulunduğumuz ekosistemi

dinliyor, ihtiyaçları tayin ediyor ve adımlarımızı

buna göre atıyoruz. Böylece doğru

noktaya parmak bastığımız her an sağladığımız

fayda bizi başarıya götürüyor.

Türkiye İş Kadınları Derneği'nde Yönetim

Kurulu Başkan Yardımcılığı görevini üstlenmektesiniz.

Geleceğin iş kadınları için

okul yıllarında neler yapmalarını önerirdiniz?

Birçok girişimde bulunmuş bir iş

kadını olarak günümüz girişim dünyası

hakkındaki izlenimleriniz nelerdir?

Kadınların hayatın her alanında gösterdiği

başarıyı çok değerli buluyorum. Şu an

profesyonel hayatta kadının konumu güçleniyor

ve bu durum gelecek için büyük

bir anlam ifade ediyor. Kadın naifliği, zekâsı

ve pratikliği ile ayrı bir fark yaratıyor. Fakat

cinsiyet fark etmeksizin iş insanı olmak,

iyi bir öngörüye ve liderlik vasıflarına sahip

olmaktan geçiyor. Profesyonel hayatta

yıllarını geçirmiş ve işini halen şevkle yapan

bir yönetici olarak iş hayatında başarılı olabilmek

için ne istediğini bilmek ve kararlı

bir tutum sergilemek gerektiğini düşünüyorum.

Yeni mezun genç arkadaşlarımıza

önerim her zaman başta hayal kurmaları

ve bu hayallerinin peşinden gitmek için

ellerinden geleni yapmalarıdır. Gençler;

merak edin, araştırın ve öğrenmekten

asla vazgeçmeyin. Düştüyseniz, kalkın ve

yolunuza devam edin. Diziniz mi kanıyor

bırakın kanasın bu sizin sarf ettiğiniz çabayı

gösteriyor. Zorluklarla mücadele ettiğiniz

her an sizi daha ileriye götürecek. Gençlerin

artık çekingen olmak gibi bir lüksü yok.

İçinde bulundukları kurum, organizasyon

ya da projeyi geliştirmek için fikirlerini

paylaşmaktan çekinmemeliler. Fikirlerini

geliştirmek için araştırmalı, girişimlerini hayata

geçirmeliler. Aksi takdirde çok güzel

ve faydalı fikirler bir heves olarak kalıyor.

Sosyal sorumluluk bilinçlerini artırıp gönüllülük

faaliyetlerine katılmalılar. Üstünde

yaşadığımız toprakları maddi manevi

daha değerli hale getirmek için çalışmalılar.

Gündemi takip ederken özellikle dijital

çağa ayak uydurarak bilgi birikimlerini

artırmalılar. Ayrıca yabancı dili hayatlarının

her anında önemseyip geliştirmeye çabalamalılar.

Gençlere girişimci olmaktan

korkmamalarını öğütlüyor, onlara inanıyor

ve güveniyorum. Sayenizde her geçen gün

geleceğe daha umutlu bakıyorum.

“ Kadınların iş hayatına

dahil olmasıyla dünya

daha verimli ve daha

zengin bir yer olmaya

başladı

69


Kadın girişimci olmanın zorlukları

nelerdir? İş kimliğinizin yanı sıra iki

çocuk sahibi bir annesiniz. Özel hayat

ve iş hayatı arasındaki dengeyi nasıl

sağlıyorsunuz?

Kadınların iş hayatına dâhil olmasıyla

dünya daha verimli ve daha zengin bir

yer olmaya başladı. Bu noktada kadın

girişimciliğinin önemi yadsınamaz. Ülkemizdeki

kadınları cesaretlendirmeyi,

girişimcilikle ilgili onlara umut vermeyi

kendime görev ediniyorum. Kadınlar

olarak yapamayacağımız, üstesinden

gelemeyeceğimiz bir konu yok.

Biraz önce de bahsettiğim gibi hayatımda

önem verdiğim ana konular hem

sosyal hem profesyonel hayatımın temelini

oluşturuyor. Fakat önemli olan

ikisini birbirine karıştırmamak. Ben öncelikle

bir anneyim. İş insanı kimliğim

ikinci sırada geliyor.

İnsan kendini odaklayabilirse hiçbir şeyden

geri kalmadan tüm görevlerini yerine

getirebiliyor. İş yerinde Esas Holding

Yönetim Kurulu Başkan Vekili olarak bir

takım görevlerim var ve bunları yerine

getirmek ve hatta daha ileriye götürmekle

yükümlüyüm. Aynı zamanda

anne, eş, evlat, kardeş gibi çok daha fazla

rolüm var. Biliyorum ki ben iyiysem

çevrem de buna pozitif bir karşılık veriyor.

Bu bilinçle hareket ettiğinizde özel

hayat ve iş dengesini kurmakta güçlük

çekmiyorsunuz.

Son olarak Genç Girişim Dergisi okurlarına

bir not bırakmak ister misiniz?

Öncelikle böylesine zengin içerikli bir

dergiyi hayata geçirdiğiniz için sizi tebrik

etmek isterim. Dergi kanalıyla farklı

fikirleri paylaşmak, gençlere ulaştırmak

ve bunu sürdürülebilir kılmak çok kıymetli.

Okuyuculara önerim her biri konusunda

uzman sektör profesyonellerinin

deneyimlerini, yaşanmışlıklarını dikkate

almaları ve kendilerine dersler çıkarmalarıdır.

Gençler olarak networklerinizi

güçlendirmeniz iş yaşamında oldukça

işinize yarayacaktır. Yılmadan çalışmaya

devam edin, yolunuz açık olsun.

70


71


SERMAYE PİYASALARI'NIN USTA İSMİ:

SERKAN KARABACAK

72

Uygulamanın önünde

koşabilen, sürekli olarak

dünyayı takip edebilen

kişilerden bahsediyoruz.


Sermaye Piyasası

Lisanslama Sicil ve

Eğitim Kuruluşu

CEO'su Serkan

Karabacak ile başarılı

kariyer yolcuğunun

yanı sıra sermaye

piyasaları ve yatırım

değerlendirmeleri

üzerine keyifli bir söyleşi

gerçekleştirdik.

Kariyerinize Planlama Uzman Yardımcısı olarak

başladığınızdan, sonrasında çeşitli kurumlarda

Uzman Yardımcısı, Uzman, Başuzman, Finansal Danışman,

Genel Müdür Yardımcısı konumlarında bulunmuş

ve şu anda Genel Müdür Vekili ve Yönetim

Kurulu Üyesi olarak görev aldığınızdan bahsetmiştik.

Kariyerinizin başından bulunduğunuz noktaya

yani CEO olma aşamasına nasıl geldiğinizden ve

bunun için neler yaptığınızdan bizlere bahsedebilir

misiniz?

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi İşletme

Bölümü mezunuyum. Benim okulum kamu kesimine

bürokrat yetiştirmek amacıyla kurulmuş bir üniversitedir

dolayısıyla ben de kamusal alanda yoluma

devam ettim. Mezun olduktan sonra ilk olarak kamu

kurumlarının sınavlarına girdim. Benim başlangıcım

DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) oldu. Sonrasında SPK

sınavlarına (Sermaye Piyasası Kurulu) girmeye karar

verdim ve kariyerime SPK ile devam ettim.

Daha sonra master yaparak yurt dışı deneyimi kazanma

şansım oldu. Bir süre Londra’da çalıştım ve

sonrasında Türkiye’ye döndüm. Daha sonra SPL’nin

ilk kuruluş yıllarında kuruluşa hizmet ettim. Sonrasında

Borsa İstanbul Denetim ve Gözetim Başkanı

olarak görev aldım. Daha sonra özel bir holding

CEO’su olarak görev aldım. Şimdi ise tekrar SPL’de

görev almak nasip oldu. Gençlere tek bir şey söylemek

istersem sadece ve sadece disiplinli çalışmayı

tavsiye ederdim. Bir şeye heves edip sonrasında çok

önemli bir gelişme olmadıkça, seçilen alanda disiplinli

çalışmanın hayatımda çok faydasını gördüm ve

sizlerin de hevesle başladığı bir işi yarım bırakmaması

gerektiğini düşünüyorum. Bundan ötürü örneğin

gençlerin derslerine çok önem vermesi gerektiğini

düşünüyorum. Emin olun öğrenmiş olduğunuz

teknik bilgiler hayatta bir yerde karşınıza mutlaka

çıkıyor. Emek vermeli ve sabırla çalışmalısınız. Bence

Dünya'daki en önemli şey emek vermek. Bu çabalar

sonucunda önünüze gelen fırsatları da güzel değerlendirmenize

yol açıyor. Kendinizi tanımanız ve

iş hayatında yöneleceğiniz alanı mutlaka belirlemiş

olmanız gerekiyor. Benim hayattaki tecrübem bu.

Kariyeriniz boyunca karşılaştığınız en büyük zorluk

neydi? Zorlandığınız anlarda kendinizi nasıl motive

ettiniz?

Kariyerin her aşamasında zorluklar oluyor. En büyük

zorluğu açıkçası yurt dışında çalışırken ve orada

okurken yaşadım çünkü fark ettim ki her ne kadar

iyi çalışmış olsam da arada bir açıklık vardı. Maalesef

bunu söylemek zorundayım. Oradaki rekabetin

ülkemizdekinden çok daha farklı olduğunu gördüm.

Rekabet daha ağır. Kocaman ödevler veriliyor. Mesela

işletme öğrencisine, Londra metrosunu simüle

edin, sıkışıklığı nasıl giderebiliriz çözüm bulun diyor.

Size datayı veriyor ve modelleme yapmanızı istiyor.

Bunlar ciddi ve hayatın içinden ödevler. İş hayatı da

bu şekilde gerçekten.

Sermaye piyasalarını; “Fon sahibi kişilerin yani yatırımcıların

birikimlerini, belli bir getiri beklentisi ile

yatırım araçlarında değerlendirdiği piyasa” olarak

nitelendiriyoruz. Peki, sizler bir firmaya yatırım

yapacak olsanız, o firmanın hangi özelliklerini göz

önünde bulundurursunuz? Yatırım yapacağınız

kuruluşun SPL’nin istek ve ihtiyaçlarını ne ölçüde

karşılayacağı sizin için ne kadar önemlidir?

Sermaye piyasalarının tanımını yaparsak: “Uzun

vadeli fon arz ve talebinin karşılaştığı pazardır.” diyebiliriz.

SPL olarak bir firmaya bizim şu anda öyle bir

projeksiyonumuz yok. Ama kişisel olarak bir firmaya

yatırım yaparken neyi değerlendirirsiniz sorusuna

cevap vermek gerekirse; profesyonel yönetim kadrosu

ve yönetim kurulunu, içindeki insan kaynağını, iş

yapma potansiyelini, sektördeki durumunu değerlendirirsiniz.

Borsada yatırım yapıyorsanız temettü

oranlarına bakarsınız. İyi yönetiliyorsa size daha yüksek

bir temettü getirebilir.

Sermaye Piyasası Lisanslama Sicil ve Eğitim Kuruluşu

(SPL) olarak tüm bölgelerde elektronik sınav

merkezi açma çalışmalarınızı gerçekleştirip, üniversitelerle

birlikte farkındalık çalışması yaparak aynı

zamanda da eğitimler verirken sermaye piyasalarının

daha bilinçli tanınması konusunda payınız çok

büyük. Siz mevcut sermaye piyasaları hakkında ne

düşünüyorsunuz? SPL olarak bu alanda gerçekleştireceğiniz

farklı çalışmalarınız var mı?

Elbette var. Elektronik sınav merkezi bireysel bir

çalışmadan ziyade SPK’nın ve ekibimin çok büyük

destekleri sayesinde oldu. Dünya artık kağıt sınavlardan

ziyade elektronik hatta online sınavlara doğru

gidiyor.

Eski sistemimizde sınavları kağıt sınav formatında

yapıyorduk. Şimdi ise ülkemizin yedi bölgesinde

elektronik sınav merkezlerimizi açtık ve Türkiye’nin

bütün bölgelerinde şubelerimiz bulunuyor. Bu sayede

şirketimizi büyütmüş olduk ve daha da büyütmek

73


için çalışmalarımız devam ediyor. Ülkemizin genelinde

şubelerimizin açılmasıyla beraber sınava daha

çok kişi girebilmeye başladı ve buna bağlı olarak

transportasyon maliyetleri de düştü. Sınava girecek

olan kişiler bulundukları şehirden rahatça sınava

girebilme imkanı elde etti. Bu girişim SPL’nin de

tanınmasında ön ayak olmuş oldu. Elektronik sınav

merkezlerinin açılmasının sermaye piyasasına katkısı

olduğunu düşünüyorum. Adaylara sağlamış olduğumuz

kolaylıkların yanında SPL olarak dış paydaşlara

bağımlılığımızı azalttık ve bu da satış rakamlarımıza

artış olarak yansımaya başladı. Akabinde daha farklı

çalışmalarımız elbette var. Elektronik sınav merkezleri

projemizi bitirdikten sonra eğitimlerimize yoğunlaştık.

Adaylar, eğitimlerimiz sonucu lisansını aldıktan

sonra hikaye bitmiş olmuyor, aksine ömür boyu

bizimle iletişim halinde kalıyor. Çünkü üç yılda bir

regülasyon kapsamında bir yenileme eğitimi alması

gerekiyor. Bu sene de hedefimiz kişilerin üç yılda bir

aldıkları yenileme eğitimlerini çok daha modern hale

getirmek.

Sermaye Piyasası Lisanslama Sicil-Eğitim Kuruluşu

ve İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi arasında

gerçekleşecek olan iş birliği hakkında bizleri

bilgilendirebilir misiniz? Bu iş birliğinin fakültemiz

öğrencilerine ne gibi katkıları olacaktır?

Sizler şu anda okullarınızda teorik bilgiler alıyorsunuz.

Lisanslama sınavlarımız kapsamında gireceğiniz

sınavların bir kısmı teoriğe dayalı sınavlar. Bu teorik

bilgileri üniversitede öğrenirken sınavlara girerseniz

ve lisansınızı alabilirseniz üniversiteden mezun olduğunuzda

ikinci bir diplomanızın olacağını söylemek

hiç de abartı olmayacaktır. Lisans almanızın sizlere

çok büyük katkıları olacaktır.

Sermaye piyasasında çalışacak olan kişilerin belli

pozisyonlarda mutlaka lisanslarının olması gerekiyor.

Bu lisansları almak okuldan sonra da elbette mümkün

fakat okul yıllarınızda bunu başarabilmek sizler

için kolaylık olacaktır. Bunun sebebi de eğitiminiz

sırasında ihtiyacınız olan bilgileri alıyor olmanızdır.

İstanbul Üniversitesi'ndeki değerli hocalarımızın

büyük katkılarıyla bu protokolü gerçekleştirdik. Peki

sonucunda neler olacak? İlk olarak sınavla ilgili sizde

bir farkındalık olacak. İkincisi, bilgileriniz tazeyken bu

seçeneği değerlendirebilmiş olacaksınız. Üçüncüsü

de, sınav ücretinde protokol yaptığımız üniversitelere

%64 oranında indirim imkanı sunuyoruz. Bunların

haricinde bugün sizlerle olduğu gibi üniversite

kulüpleriyle bir araya gelme imkanı buluyoruz ve bu

bizleri çok mutlu ediyor. Bu çalışmayı ülkemizdeki

bütün üniversitelerle gerçekleştirmek istiyoruz. İstanbul

Üniversitesi protokol imzaladığımız ilk devlet

üniversitesi oldu ve bu adım bizleri çok mutlu etti.

Geçtiğimiz günlerde bir başka devlet üniversitemiz

ile de protokolümüzü imzaladık. Hatta projemiz

Cumhurbaşkanlığı'mızın eylem planlarına da girmiş

bulunmakta. Projenin, gençlere sınavın tanıtılmasında

ve onların sınava girmesinde öncülük eden çok

güzel bir proje olduğunu düşünüyorum.

Son yıllarda sermaye piyasalarına olan ilgi ülkemizde

fazlasıyla artmış durumda. Birçok kişi ufak

da olsa bir yatırım fonunda hisse barındırıyor. Bu

durum bizlere sermaye piyasalarına karşı bilinç seviyesinin

yükselmiş olduğunu gösterir mi? Bu konu

hakkında düşünceleriniz nelerdir?

Sermaye piyasalarına ilgi gerçekten artmış durumda.

Bu bence çok büyük bir başarı. Yatırım sadece para

piyasalarında yatırım yapmak, yalnızca bankaya gidip

parayı koyup ondan bir getiri elde etmek elbette

değil.

Yatırım aslında uzun vadeli düşünerek ondan getiri

elde edebilmektir. Bu noktada bu tespitiniz çok doğru,

ilgi arttı. Yatırım fonlarına da ilgi artıyor. Yatırım

fonlarına yatırım yapmak çok daha iyi çünkü çeşitlendirme

var. Bir tek enstrümana yatırım yapmak

doğru bir strateji değil, en azından uzun vadede.

Borsada yatırım yapmayı bu şekilde algılamamak

lazım. Tek bir paya yatırım yapıp beş gün sonra şu

kadar getiri elde edeyim düşüncesini çok doğru

bulmuyorum. Bu yüzden fonlara ilgi artması bizim

açımızdan çok olumlu bir süreç. Bu bilinçlenme

seviyesinin arttığını gösteriyor. Ama hala yapmamız

gereken şeyler mevcut. Türkiye için bireysel emeklilik

fonları bu kapsamda çok iyi oluyor. Onlar bir nevi

stabilizatör oluyorlar. İlgi arttı ve devamının gelmesi

temennimiz.

Son olarak Genç Girişim Dergisi okurlarına akademik

kariyerleri ve bilinçli yatırımcı olma yolunda ne

gibi önerilerde bulunabilirsiniz? Akadamik kariyerlerini

sermaye piyasaları üzerine ilerletmek ve bu

alanda kendini geliştirmek isteyen kişilere önerileriniz

nelerdir?

Akademik kariyer apayrı bir kariyer. Mesleklerin en

üstünde kalan bir kariyer. Uygulamanın önünde koşabilen,

sürekli olarak Dünya'yı takip edebilen kişilerden

bahsediyoruz. Eğer akademik kariyer yapılacaksa

burada çok klasik şeyler var. Dersi çok iyi çalışmak,

hocayı çok iyi dinlemek, hocayla bir ilişki kurabilmek

çok önemli. Bence ülkemize katkı sağlamak açısından

mutlaka yurt dışı görmek gerekiyor diye düşünüyorum.

Bunu aileye yük olarak değil, kişisel burslarla; mesela

bir başarı elde edip dışarıda bir burs bularak yaparsanız

çok iyi olur. Bizim ülkemiz kaynaklarını dışarı

çıkartabilecek bir ülke olmalı. Yurtdışındaki olanakları

iyi kovalamanızı öneriyorum. Yurtdışına gidip orada

öğrenip, ülkemize gelip öğrendiklerinizle ülkemize

katkıda bulunmanız çok önemli. Finans alanında

akademik kariyer düşünüyorsanız, ABD veya İngiltere

sizin için doğru tercihler olabilir.

74


75


ETKİNLİKLERİMİZ

İŞLETME KULÜBÜ

GELENEKSEL KAHVE GÜNÜ

Ana Sponsor

Tarih: 27 Eylül 2022

Saat: 17.30

Yer: Amfi 1

Dopdolu bir dönem geçirmek istiyorsan

İşletme Kulübü Ailesi olarak seni de aramıza bekliyoruz!

İ.Ü. İşletme Kulübü İşletme Kulübü isletmekulubu isletmekulubu www.isletmekulubu.com

76


77


ARŞİVDEN GİRİŞİM TÜRKİYE / 2008

“ HER GİRİŞİMCİNİN

İZLEMESİ GEREKEN 10 FİLM

1. Silikon Vadisi'nin Korsanları (Pirates of Silicon Valley)-1999

"İyi sanatçılar kopyalar, harika sanatçılar çalar." -Steve Jobs.

Bilgisayar ve internet dünyasında devrim yaratan insanların yaşam hikayeleri

artık daha çok insanın ilgisini çekiyor. Bunlardan birisi de şüphesiz Steve Jobs.

geçtiğimiz yıllarda aramızdan ayrılan Steve Jobs hakkında çok sayıda kitap yazıldı,

ancak onun yaşamını anlatan bir sinema filmi henüz yapılmadı diye düşünebilirsiniz.

Ancak 1999 yapımı Pirates of Silicon Valley(Silikon Vadisi'nin Korsanları),

hem Steve Jobs'ın, hem de hayatının erken döneminde yollarının kesiştiği Bill

Gates'in üniversite yıllarından, şirketlerini kurup çıkışa geçtikleri yılları anlatan

bir biyografi filmi.

2. Zeka Pırıltısı (Flash of Genius)-2008

"Adalet adını verdiğimiz o küçük şeye ne oldu?" -Bob Kearns

Little Miss Sunshine'deki performansından da hatırlayacağınız Oscar adayı

oyuncu Greg Kinnear, Amerika'nın en güçlü kurumlanından olan Detroit

Otomotiv Sektörü'ne kafa tutan Robert Kearnes’in gerçek hikayesini ekranlara

getiriyor. Kearnes ailesi ‘Amerikan Rüyası’nı yaşayan mutlu bir ailedir. Robert,

bir üniversite hocasıdır ve çok sevdiği eşi Phyliss öğretmendir. Altı çocuklarıyla

meşgul ama mutlu bir hayat sürmektedirler. Boş zamanlarında mucitlikle

uğraşan Robert, bir gün Dünya'nın her yerinde kullanılacak olan bir cihaz keşfeder

cam sileceği. Ancak Detroit otomotiv sektörü bu icadı beğense de icat

eden adamı düşünmeden köşeye atar. Robert Kearnes ise başarılı olacağını

kimsenin ummadığı bir mücadeleye başlar. Detroit'teki otomotiv devlerinden

her ne pahasına olursa olsun hakkını alacaktır...

3. Umudunu Kaybetme (The Pursuit of Happyness)- 2006

"Hiç kimsenin sana yapamazsın demesine izin verme. Benim bile.

Bir hayalin varsa onu korumalısın. İnsanlar kendileri yapamadıkları için sana

senin de yapamayacağını söylerler. Eğer bir şey istiyorsan, git ve onu al. Nokta.

Tamam mı?"-Chris Gardner

İyi bir baba olan Chris Gardner, işinde sorunlar yaşayan, maddi açıdan sarsıntıda

olan ve aynı zamanda iyi bir eş olan bir adamdır. Ancak ne yazık ki eşi sıkıntılara

daha fazla katlanamayacağına karar vererek onu terk eder. Christopher

adındaki oğulları da babasının yanında kalır. Karısının terk edişi de yetmezmiş

gibi bir de ev sahibi dışarı atar baba-oğulu. Sokaklarda kalıp, tuvaletlerde,

düşkünler evinde çalışarak ayakta durmaya çalışır. Oğlunun sevgisi bu mücadeleci

baba için her şeydir ve sevgiye eklenen bir var olma savaşı hiç şüphesiz,

vakti geldiğinde en mükemmel kapıları açacaktır.

78


4. Ofis Çılgınlığı (Office Space) – 1999

Peter Gibbons orta yaş krizine biraz erken dalmış, işi ve çalıştığı şirket için kendini heba

eden bir bilgisayar programcısıdır. Fakat bu dayanılmaz ve beynini uyuşturan bitmek

tükenmek bilmeyen rutinden artık çok sıkılmış ve bunalmıştır. Özel hayatı da doğrusunu

isterseniz pek parlak değildir. Bir kız arkadaşı vardır elbette ama aldatıldığından da

emindir.

5. Sosyal Ağ (The Social Network) - 2010

"Çiftliklerde yaşadık, şehirlerde yaşadık, şimdi ise internet üzerinde

yaşayacağız." -Sean Parker.

Tüm dünyada olduğu kadar Türkiye'de de bir fenomene dönüşmüş,

milyonların sosyal paylaşım sitesi Facebook'un kurucusu Mark Zuckerberg

ve arkadaşlarının öyküsü.

Bir Ekim gecesi, yıl 2003. Mark Zuckerberg, sarhoş kafayla Harvard

Üniversitesi’nin sistemine sızar. Kız arkadaşı tarafından terk edilmiştir

ve bunun acısını kampüsteki tüm kızların bilgisinin olduğu bir veri

tabanında birleştirmek ister. Yazdığı uygulamada ekranın iki yanındaki

kızların fotoğraflarını oylayarak hangisinin daha güzel olduğu seçilebilmektedir.

Mark sayfanın adına Facemash adını verir. Sitenin başarısı

hızla yayılır fakat Mark'ın kadınlara olan nefreti ve bu yolda gizlilik

kurallarını ihlal etmiş olması Harvard Üniversitesi'nin de tepkisi çeker.

Bu durum sitenin evrilerek Facebook'a dönüşmesine olanak sağlar.

Öncelikle yalnızca Harvard'da kullanılan Facebook, daha sonra diğer

üniversitelerde de açılır ve Ivy League'den Silikon Vadisi'ne tüm Dünya'da

yayılmaya başlar. Sosyal medya denince günümüzde akla gelen

ilk uygulamalardan olan Facebook'un arkasında yatan gerçekler, oluşumunun

öyküsü ve günümüz dünyasına sunduğu artı ve eksiler Mark Zuckerberg'in hikayesinden yola

çıkılarak ele alınıyor.

6. Para Avcısı (The Wolf of Wall Streen) – 2013

“Benim ölmeye cesaretim var. Bilmek istediğim ise senin

ölmeye cesaretin var mı?” – Jordan Belfort

Jordan Belfort 24 yaşında genç ve hırslı bir adamdır. Para

kazanma arzusuyla Wall Street borsasında önce komisyoncu

ve ardından Stratton Oakmont adında bir yatırımcı

firmasında zengin olmak için her şeyi yapmaya hazır bir

CEO olur. 90’ların en hızlı günleridir ve New York işlem salonunda

her şey olabilmektedir. Önemsiz tahvillerle birçok

yatırımcıyı aldatarak, Belfort kısa zamanda bir para makinesine

ve aynı zamanda bir harcama makinesine dönüşür.

Bir günde hesapları milyon dolarlarla doldururken o gece

hepsini aynı hızda harcayabilir. Profesyonel hayatının yanı

sıra uyuşturucu, fahişeler, son derece pahalı lüks fantezilerle

dolu kirli bir oyunun içindedir. Bu karakterin hayatındaki

her şey abartılı bir şekilde devam ederken, çöküş ise

çok uzakta değildir.

Yönetmenliğini Martin Scorcese’nin üstlendiği film Amerikan

Borsası’nda komisyoncu olan Jordan Belfort’un

biyografisinin bir uyarlaması. Filmin başrolünde Leonardo

DiCaprio yer alırken kadroda Jonah Hill, Kyle Chandler ve

Jean Dujardin kendisine eşlik ediyor.

79


7. Stajyer (The Intern) – 2015

Başarılı bir şirketin sahibi olan Jules Ostin, çalışanlarından birinin tavsiyesiyle yeni bir

stajyer programı başlatır. Biraz yaşını almış insanlara yönelik olan ve deneysel programa

ilk başlayan kişi ise 70 yaşındaki Ben Whittaker olur. Şirketin genç kadrosunun yaş

ortalamasını bir hayli yükselten Whittaker ile yanında çalıştığı Ostin arasında zamanla

iş ilişkisi sağlam bir dostluğa dönüşecektir. Yönetmen koltuğunda Nancy Meyers’in

oturduğu komedi filminin başrollerini ise Anne Hathaway ile Robert De Niro paylaşıyor.

“Dünyada bir iz bırakmaya çok yaklaşmıştım ve şimdi iz bırakabileceğim tek

yer kaldırımlar.” -Eddie Morra

Yazar Alan Giynn’in çok satan ilk romanından uyarlanan filmin yönetmenliği

daha önce 2006 tarihli ‘Sihirbaz (The Illusionist)’ filmiyle tanıdığımız Neil Burger’a

ait. Tüm filmlerinin senaryosunda da parmağı olan yönetmenin ilk defa

sadece yönetmenliğiyle öne çıktığı filmin konusu şöyle:

Yaşamı pek de parlak olmayan Eddie, New York’ta düzensiz bir hayat yaşayan

ve pek de başarılı sayılmayacak bir yazardır. Kız arkadaşından ayrıldığı bir gün

yolda eski bir arkadaşıyla tanışan Eddie’nin hayatı tamamen değişecektir. Eski

arkadaşından aldığı bir hap, Eddie’nin beyninin tam kapasite çalışmasını sağlıyordur.

Bu ilaç sayesinde eski dünyası değişen, hayata farklı bir gözle bakmaya

başlayan Eddie; paraya, çekiciliğe ve yüksek bir zekaya sahip olur. Ama aradan

çok zaman geçmeden, bu yüksek gücün yan etkileri ortaya çıkar.

8. Limit Yok (Limitless) – 2011

9. Ge(n)ç Çıraklar (The Internship) – 2013

Billy ve Nick bir şirketin pazarlama departmanında çalışan ve dijital dünyanın

yeniliklerine ayak uydurmakta zorlanan iki pazarlama elemanıdır. Nihayetinde

beklenen olur ve işlerinden kovulurlar. İşsizlik sorunuyla baş etmeye çalışan

ikili, bir plan yaparak medya devi Google’ın stajyerlik pozisyonlarına başvuruda

bulunurlar. Mülakata ve eğitim programına yoğun bir başvuru olmaktadır

ve başvuruda bulunanların küçük bir kısmı, sadece bu konuda çok zeki olanlar,

kabul edilmektedir. Başvuruda bulunanlarla karşı karşıya gelen ikili, eğitim

programındaki herkesin yarı yaşlarındaki gençler olduğunu ve hepsinin

alanında uzman olduğunu fark eder. Kendi farklarını ve tecrübelerini kanıtlamaya

çalışırlar ve kıyasıya bir rekabet başlar. Dahası Billy ve Nick bu süreçte

birbirleriyle de rekabet etmek zorunda kalır.

Komedi türündeki filmin başrollerini Owen Wilson ve Vince Vaughn paylaşırken,

yönetmenliğini en son Çelik Yumruklar’a imza atmış olan Shawn Levy

üstleniyor.

10. Kazan Dairesi (Boiler Room)-2000

Başarısız bir öğrencinin bir borsa şirketindeki hızlı yükselişini

anlatan ilginç bir yapım.

Özellikle genç yeteneklerden oluşan kadrosuyla dikkat çekiyor

: Giovanni Ribisi, Vin Diesel, Ben Affleck, Nia Long...

80


SOSYAL MEDYA

HESAPLARIMIZ

İşletme Kulübü

Sosyal Medya Hesapları:

www.isletmekulubu.com

isletmekulubu

Web sitesi ve geçmiş sayılar için:

İşletme Kulübü

isletmekulubu

Genç Girişim Dergisi

Sosyal Medya Hesapları:

gencgirisimdergisi

ikgencgirisim

81


82


BBB hhyyy rrrr,

uuuyy kkyyyy.

SSSıııı nsssıı hhyaaııı eeişşşrrrr.

SSSSS hhyyyyyyyyyy

uuuyy ıımmyaccc kaddd iii

uullkk tttıımmm issssss.

@eerrrricc.ccc

ccccicaaiinn@@eerrrricc.ccc

83


Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!