16.01.2013 Views

İçindekiler Nejdet Atabek 4-12 Propaganda ve Toplumsal Kontrol ...

İçindekiler Nejdet Atabek 4-12 Propaganda ve Toplumsal Kontrol ...

İçindekiler Nejdet Atabek 4-12 Propaganda ve Toplumsal Kontrol ...

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

<strong>İçindekiler</strong><br />

<strong>Nejdet</strong> <strong>Atabek</strong> 4-<strong>12</strong> <strong>Propaganda</strong> <strong>ve</strong> <strong>Toplumsal</strong> <strong>Kontrol</strong><br />

Filiz Aydoğan 13-20 Kitle Kültürü <strong>ve</strong> Sirk Kültürü<br />

Kadir Canöz 21-29 Tutum Oluşturma Etkinliği Olarak Lobicilik<br />

Ahmet Kalender 30-41 Seçmenin Karar Sürecinde İletişim Araç <strong>ve</strong><br />

Yöntemlerinin Önemi Üzerine Bir Araştırma<br />

İbrahim Toruk 42-55 1970-2000 Döneminde Konya’daki<br />

Siyasi Ortam<br />

Hasret Aktaş 56-63 Siyasi İletişim Kuramsal Bir Çalışma<br />

Nurullah Terkan 64-75 Siyasal Sistemler <strong>ve</strong> Halkla İlişkiler<br />

Sedat Şimşek 76-83 Emperyalizmin Küreselleşme Boyutunda<br />

Modernleşme Sürecine Etkileri <strong>ve</strong> Kitle İletişim<br />

Araçlarının Emperyalist Düşünceler <strong>ve</strong> İmajların<br />

Yayılış Sürecindeki Fonksiyonları<br />

M. Nejat Özüpek 84-89 Halkla İlişkiler Faaliyetleri <strong>ve</strong> Basın<br />

Halil İbrahim Gürcan 90-99 Haber Sitelerinde İçerik <strong>ve</strong> Tasarıma Yönelik<br />

Değerlendirme Ölçütlerine Bir Yaklaşım<br />

Mustafa Şeker 100-113 Haber Söylemi İçerisinde Yapılandırılmış Örtülü<br />

Nesnellik İhlalleri<br />

T. Volkan Yüzer 114-<strong>12</strong>0 Bir İletişim Ortamı Olarak İnternet<br />

Sedat Şimşek <strong>12</strong>1-133 İnternet Sitelerindeki Haberlerin Gündem<br />

Belirlemedeki Etkileri Üzerine Uygulamalı<br />

Bir Çalışma<br />

Ahsen Armağan 134-139 Basın İşletmelerinin Süreç İçinde Çatışma<br />

Olgusuna Yaklaşımı<br />

Gül Karagöz Kızılca 140-148 Milliyet, Mahmut Soydan <strong>ve</strong> Devletçilik<br />

Tartışmaları<br />

Banu Terkan 149-167 Yazılı Basında Kadın İmajı<br />

Hikmet Sofuoğlu 168-179 Sanatta Yansıtma, Yanılsama, Bilgisayar<br />

Görüntüsü <strong>ve</strong> Postmodernizm<br />

Vedat Çakır 180-193 Türkiye’de Yerel Televizyonculuğun Mecut<br />

Kurumsal Yapısı <strong>ve</strong> Bir Örnek Model Tasarımı<br />

Anzavur Demirpolat 194-201 Türkiye’de İslami İktisat Ahlakı’nın Yükselişi,<br />

Rasyonalite <strong>ve</strong> Kapitalizm: Konya Örneği<br />

Hüseyin Altunbaş 202-205 Reklam Spotlarının Gruplandırılması <strong>ve</strong><br />

Uygulanan Stratejiler, Teorik <strong>ve</strong> Pratik Çalışma<br />

206-207 2. Cilt Dizini<br />

208 Yayın Kuralları


PROPAGANDA VE TOPLUMSAL KONTROL<br />

<strong>Nejdet</strong> <strong>Atabek</strong> ∗<br />

ÖZET<br />

<strong>Propaganda</strong>, kitle iletişim araçlarının <strong>ve</strong> bilgi teknolojilerinin gelişmesine paralel olarak özellikle 20.<br />

yüzyılın başından günümüze kadar toplumsal yaşamda önemini giderek arttıran bir olgudur. Demokratik<br />

rejimlerin gelişmesiyle birlikte önem kazanan kamuoyu ise ilk zamanlar siyasal iktidarlar tarafından<br />

“serbest düşünce platformu” sayesinde yönlendiriliyor <strong>ve</strong> idare ediliyordu. Bu yıllarda propaganda<br />

uzmanları da geleneksel propaganda yöntemlerini kullanıyorlardı. İletişim <strong>ve</strong> bilgi teknolojilerinde son<br />

yıllarda ortaya çıkan büyük gelişmeler, propaganda yoluyla kamuoyunun yönlendirilmesini <strong>ve</strong> dolayısıyla<br />

toplumsal rızanın üretilmesini kolaylaştırmıştır. Günümüzdeki ileri kapitalist ülkelerde toplumsal rızanın<br />

üretimi, propaganda amaçlı olarak bilginin toplanması, biriktirilmesi, kontrol edilmesi <strong>ve</strong> yayılması<br />

süreçleriyle inanılmaz ölçüde geliştirilmiştir <strong>ve</strong> bir toplum mühendisliği işi haline gelmiştir.<br />

Anahtar sözcükler: <strong>Propaganda</strong>, kamuoyu, kitle iletişimi, bilgi teknolojisi, toplumsal kontrol.<br />

PROPAGANDA AND SOCIAL CONTROL<br />

ABSTRACT<br />

<strong>Propaganda</strong> is an action which is getting more important in social life from the beginning of the twentieth<br />

centry to up to now paralell to the de<strong>ve</strong>lopment of mass media and information technologies. Public<br />

opinion which acquired importance with the de<strong>ve</strong>lopment of democratic regimes oriented and managed<br />

by political power via “the free platform of ideas” in early times. In these years propaganda specialists<br />

were using traditional propaganda methods. The important impro<strong>ve</strong>ment of communication and<br />

information technologies in last years makes easy to manipulate public opinion by propaganda and<br />

consequently producing social consent. Today de<strong>ve</strong>loped capitalist countries, producing social consent<br />

makes unbeliavable progress and becomes as a matter of social engineering by de<strong>ve</strong>loping the<br />

information processes in collecting, accumulating, controlling and disseminating for propaganda<br />

purposes.<br />

Keywords: <strong>Propaganda</strong>, public opinion, mass communication, information technology, social control.<br />

GİRİŞ<br />

<strong>Propaganda</strong> konusu, gerek siyasal yaşamda bir etmen olarak gerekse akademik inceleme konusu olarak<br />

tam anlamıyla 20 yüzyılın başında sahneye çıkmıştır. 1920’li yıllarda Lenin <strong>ve</strong> Hitler dönemlerinde etkili<br />

olarak kullanılan propaganda, günümüze kadar yaşanan teknolojik <strong>ve</strong> toplumsal-siyasal gelişmeler<br />

nedeniyle önemli değişiklikler göstermiştir. <strong>Propaganda</strong> kavramı, siyasal literatürde kullanıldığı<br />

dönemlerden beri olumsuz nitelemeleri de beraberinde taşımaktadır. Bu durum propaganda konusunda<br />

çalışmalar yapan bilim adamlarını <strong>ve</strong> propaganda tekniklerinden yararlanan kimseleri bu kavramı açıkça<br />

kullanmaktan uzak tutmuştur.<br />

<strong>Propaganda</strong> konusunda yayınlanan kitapları inceleyen Jowett (1987:101-103) propaganda çalışmalarının<br />

ciddi bir şekilde ele alındığına ilişkin açık işaretler bulunduğunu ileri sürmektedir. Ancat Jowett,<br />

propagandanın yöntemleri <strong>ve</strong> kamuoyunu biçimlendirme arasındaki ilişkinin ortada olmasına rağmen bu<br />

konuda yayınlanan Elisabeth Noelle-Neumann’ın (1984) “Sessizlik Sarmalı: <strong>Toplumsal</strong> Dokumuz” <strong>ve</strong><br />

Benjamin Ginsberg’in (1986) “Ele Geçirilmiş Kamu: Kitlelerin Düşüncesi Devletin Gücünü Nasıl<br />

İlerletir” adlı kitaplarının indekslerinde propaganda kavramının anahtar sözcük olarak<br />

gösterilmemesinden yakınmakta <strong>ve</strong> propaganda kavramının kullanımı konusunda bilim adamları arasında<br />

hala bir tereddütün bulunduğuna dikkati çekmektedir. <strong>Propaganda</strong> konusundaki çalışmaların henüz tam<br />

olarak iletişim çalışmaları içine yeniden kabul edilmediğini ileri süren Jowett, bu gerçekleştiğinde iletişim<br />

araştırmalarında bir canlanmanın yaşanacağını düşünmektedir.<br />

Her ne kadar sıkça ifade edilmese de propaganda; siyasal iktidardan topluma doğru yayılan bilgide, kitle<br />

iletişimi kanallarında, demokratik siyasal sistemimizin işleyişinde <strong>ve</strong> sonuç olarak toplumsal rızanın<br />

üretilmesinde hep vardır. <strong>Propaganda</strong>, kendisinden pek az söz ettirse de üzerinde önemle durulması<br />

gereken bir olgudur. Bu makalede önce propagandanın tanımı, daha sonra da siyasi propaganda <strong>ve</strong><br />

kökenlerinden söz edilmektedir. İletişim araştırmaları <strong>ve</strong> propaganda kısmında, propaganda olgusunun<br />

∗ Doç. Dr., Anadolu Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Bilimleri Fakültesi.


iletişim araştırmaları literatürü içinde liberal <strong>ve</strong> eleştirel paradigmalar tarafından nasıl ele alındığı<br />

incelenmektedir. Kamuoyu <strong>ve</strong> propaganda başlığı altında, tarihsel süreçte demokratik siyasal gelişim<br />

sonucu kamuoyunun öneminin artması <strong>ve</strong> kamuoyunu kontrol etme <strong>ve</strong> yönlendirme süreçleri ele<br />

alınmaktadır. Son olarak ise teknoloji, propaganda <strong>ve</strong> toplumsal kontrol kısmında, 20. yüzyılda bilgi <strong>ve</strong><br />

iletişim teknolojilerinde ortaya çıkan baş döndürücü gelişmelerin bilginin kontrolü <strong>ve</strong> propaganda<br />

arasında sıkı bir ilişkinin kurulmasına olanak sağladığı <strong>ve</strong> komuoyunu kontrol anlamında bunun yol açtığı<br />

sonuçlar değerlendirilmektedir.<br />

PROPAGANDANIN TANIMI<br />

<strong>Propaganda</strong> sözcüğünün kökeni Latince’de bahçıvanın taze bir bitkinin filizlerini yeni bitkiler üretmek<br />

için toprağa dikmesi anlamına gelen “propagare” sözcüğüne dayanmaktadır. Dolayısıyla propaganda<br />

sözcüğü belirli fikirleri yeşertmek <strong>ve</strong> yaymak anlamına gelmektedir.<br />

Sosyal bilimciler propaganda kavramı hakkında çeşitli araştırma <strong>ve</strong> gözlemler ışığında pek çok görüş ileri<br />

sürmüşler <strong>ve</strong> tanımlamalar yapmışlardır. Bruce L. Smith (1968:579-588), Sosyal Bilimler<br />

Ansiklopedisi’nde propaganda kavramını, “İnsanların ihtilaflı olarak gördükleri inançlara, değerlere <strong>ve</strong><br />

davranışlara ilişkin düşünce <strong>ve</strong> davranışlarını semboller yoluyla (sözcükler, hareketler, bayraklar, imajlar,<br />

anıtlar, müzik vb.) görece kasıtlı bir şekilde manipüle etmektir.” diye tanımlamaktadır. <strong>Propaganda</strong><br />

çalışmaları konusunda en yetkin bilim adamlarından biri olarak kabul edilen Qualter’a (1980:279) göre<br />

ise propaganda, “bir bireyin <strong>ve</strong>ya grubun başka bireylerin <strong>ve</strong>ya grupların tutumlarını belirleyip<br />

biçimlendirmek, kontrol altına almak <strong>ve</strong>ya değiştirmek için, haberleşme araçlarından yararlanarak <strong>ve</strong> bu<br />

bireylerin <strong>ve</strong>ya grupların belirli bir durum <strong>ve</strong>ya konumdaki tepkilerinin kendi amaçlarına uygun tepkiler<br />

şeklinde olacağını umarak giriştikleri bilinçli bir faaliyettir.” Türk Dil Kurumu sözlüğü de propagandayı<br />

“Herhangi bir düşünceyi, bir kanıyı yaymak <strong>ve</strong> ondan yana olanları çoğaltmak için söz, yazı yad da başka<br />

araçlarla yapılan etki.” olarak tanımlamaktadır (1969:613). <strong>Propaganda</strong> hakkındaki diğer tanımlar da<br />

kontrol, manipülasyon <strong>ve</strong> kasıt konularındaki ayrıntılarda değişiklikler göstermektedir. Bir başka deyişle<br />

bilim adamları arasında propagandanın tanımı konusunda tam bir fikir birliği sağlanamamıştır.<br />

<strong>Propaganda</strong>nın ne olduğunu kavramak için onunla kastedilen şeyin ne olduğunu bilmek gerekir.<br />

<strong>Propaganda</strong> denildiğinde ilk aklımıza gelen şeylerden biri “yaymak”dır. <strong>Propaganda</strong> etkinliği temel<br />

olarak bir takım görüş <strong>ve</strong> fikirleri yaymayı içerir. Ancak propaganda sadece yalanları yaymak, kandırmak<br />

<strong>ve</strong> yalan söylemek şeklinde tarif edilemez. Çünkü propagandayı yapan kaynak ne kadar güçlü olursa<br />

olsun hitap ettiği kitleye karayı ak diye gösteremez (Özsoy 1998:7).<br />

<strong>Propaganda</strong>nın amacı “bireylerin kabule zorunlu olmadıkları bir düşünceyi, istekleriyle kabule, yapmaya<br />

zorlanamayacakları bir hareketi istekleriyle yapmaya yöneltmektir.” Şeklinde ifade edilebilir (Onaran<br />

1984:67). Bundan dolayı propagandanın, iletişim araştırmaları içinde ikna çalışmalarıyla birlikte ele<br />

alınabileceği düşünülmüştür. Fakat propagandanın, kasıtlı olması <strong>ve</strong> manipülasyon içermesi nedeniyle<br />

“ikna”dan farklı olduğu genel kabul görmektedir. Diger taraftan, propagandanın eğitimden <strong>ve</strong> reklamdan<br />

nasıl farklı olduğu konusunda da tam bir fikir birliği sağlanamamıştır (Jowett 1987:97-101).<br />

SİYASAL PROPAGANDANIN KÖKENLERİ<br />

<strong>Propaganda</strong>yı incelemenin en etkin yollarından biri onu, bir iletişim süreci olarak ele almaktır.<br />

<strong>Propaganda</strong>, bireyleri etkilemeyi <strong>ve</strong> bireylerin davranışlarını kontrol etmeyi amaçlayan bilinçli bir<br />

manipülasyondur. Varsayıma göre propaganda sırasında bir ikna süreci bireylerin duyguları/heyecanları<br />

üzerine yönlendirilir <strong>ve</strong> izleyici kitleler içindeki bireyler, gazete, radyo <strong>ve</strong>ya televizyonda yer alan<br />

heyecan <strong>ve</strong>rici iletilerden etkilenebilirler. Söz konusu bu iletiler izleyici bireylerin ilkel duyguları,<br />

nefretleri <strong>ve</strong> geleneksel düşmanlıkları üzerinde iş görmektedir. Siyasi propaganda ise “hükümet, parti,<br />

yönetim <strong>ve</strong> baskı gruplarının kamuoyunun davranışını kendi paralelinde değiştirmek için kullandıkları<br />

etkileme tekniklerini içerir” (İnceoğlu 1985:75).<br />

İnsanların fikirlerini değiştirme <strong>ve</strong> davranışlarını yönlendirme çabaları insanların topluluk halinde<br />

yaşamaya başladığı tarih öncesi çağlara dek uzanmaktadır. Bir başka deyişle propagandanın tarihi yazılı<br />

tarihten daha eskidir <strong>ve</strong> konuşmanın gelişmesiyle birlikte başladığı kabul edilir (Brown 1992:2). Siyasal<br />

propaganda ise siyasal rekabetin ortaya çıkışından beri fiilen vardır. Tarihte ilk kez iktidarın kendini<br />

meşrulaştırdığı, yöneten ile yönetilen farklılaşmasının ortaya çıktığı toplumlarda görülen siyasal


propaganda, iktidarı elinde tutan ya da tutmak isteyenlerin ilgi odağı haline gelmiştir. Siyasal<br />

propagandanın özgün bir çalışma alanına dönüşmesi M.Ö. 5000 yıllarında Antik Yunan’da ortaya çıkan,<br />

görüşleri inandırıcı bir biçimde sunma ilkesi üzerine kurulu retorik çalışmalarına dayandırılabilir.<br />

Kurumsal olarak siyasal propagandanın tarihi ise 17. yüzyıla kadar uzanmaktadır.<br />

1622 yılında Papa XV Gregory, Protestan Reform Hareketi’nin etkilerine karşı mücadele edebilmek <strong>ve</strong><br />

Kilise kurumunun saygınlığını arttırmak için Sacra Congregatio de <strong>Propaganda</strong> Fide’yi kurdu. Roma<br />

Katolik Kilisesi’nin resmi bir organı olan bu kuruluş katolik kilisesi’nin inancını yaymakla<br />

görevlendirildi. Papalığa bağlı propaganda kurumu kurulduktan sonra katolik inancını yayma işi tek bir<br />

merkezden yönetilmeye başlandı. <strong>Propaganda</strong> kurumunun temel çalışma ilkesi, insanlara Roma<br />

Kilisesi’nin inancını gönüllü olarak benimsetmekti.<br />

<strong>Propaganda</strong> sözcüğü ilk zamanlar herhangi bir doktrini yaymak için kurulan örgütleri, daha sonraları<br />

doktrinin kendisini, günümüzde de doktrini yaymak için kullanılan teknikleri ifade etmek için<br />

kullanılmaktadır. Daha 19. yüzyılda bile propaganda hala “çoğu yönetimlerin dehşet <strong>ve</strong> nefretle<br />

karşıladıkları ilke <strong>ve</strong> düşünceleri yaymak için kurulmuş gizli örgütleri” ifade etmekte kullanılıyordu. W.<br />

T. Brande, 1842’de yayınlanan Bilim Ansiklopedisi’nde propagandayı şöyle tanımlamaktadır: “Modern<br />

siyasal dilde propaganda, pek çok hükümet tarafından korku <strong>ve</strong> nefretle karşılanan düşünceler <strong>ve</strong><br />

prensipler yayan gizli kuruluşları kınayan bir terimdir.” (Jowett, 1987:87). <strong>Propaganda</strong> kavramının<br />

içerdiği olumsuz anlam nedeniyle 17. <strong>ve</strong> 18. yüzyıllarda İngilizce’de “propaganda” hakkında neredeyse<br />

hiçbir şey yazılmamıştır. Ancak, bu dönemden sonra “propaganda” bütün dünyada siyaset bilimcilerin en<br />

çok kullandıkları kavramlardan biri olmuştur (Qualter 1980: 256-257).<br />

<strong>Propaganda</strong> terimi her ne kadar 17. yüzyıldan beri kullanılıyorsa da ancak 1789 Fransız Devrimi’nden<br />

sonra siyasal alana aktarılabilmiştir. Birinci Dünya Savaşı propaganda tekniklerinin gelişmesi <strong>ve</strong> modern<br />

toplumda propagandanın oynadığı rolün kabulü bakımından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Birinci<br />

<strong>ve</strong> İkinci Dünya Savaşı arasındaki dönemde propagandanın kullanımı yaygınlaşmıştır. Bunda Sovyetler<br />

Birliği’nin sosyalizmi benimseyerek yeni bir siyasal güç olarak ortaya çıkması önemli bir rol oynamıştır.<br />

1920’li yıllarda propaganda sözcüğü geniş kitleler tarafından öğrenilmiş <strong>ve</strong> yaygın olarak siyaset bilimi<br />

literatüründe yer almıştır.<br />

<strong>Propaganda</strong>nın bilimsel olarak ele alınması <strong>ve</strong> bir etki aracı olarak kullanılması Lenin <strong>ve</strong> Hitler<br />

dönemlerinde gerçekleştirilmiştir. Siyasal propagandanın önem kazandığı 1920’li yıllardan günümüze<br />

kadar yaşanan toplumsal <strong>ve</strong> teknolojik gelişmeler nedeniyle propagandanın yapısı değişmiştir.<br />

İLETİŞİM ARAŞTIRMALARI VE PROPAGANDA<br />

<strong>Propaganda</strong>nın birey <strong>ve</strong> toplum üzerine etkileri konusundaki düşünceler, iletişim araştırmaları tarihinde<br />

ortaya çıkan çeşitli kuramsal <strong>ve</strong> paradigmatik anlayışlardan ayrı düşünülemez. Bir başka deyişle,<br />

propagandanın etkileri konusundaki tartışmaları kitle iletişim araştırmalarındaki paradigmatik farklılıklar<br />

çerçe<strong>ve</strong>sinde <strong>ve</strong> dönemsel olarak ele almak gerekir.<br />

<strong>Propaganda</strong> <strong>ve</strong> iletişim konusu ile ilgili olarak liberal <strong>ve</strong> eleştirel olmak üzere iki paradigmatik yaklaşım<br />

söz konusudur. Liberal yaklaşım, propagandanın incelenmesinde iletişim kuramı bakış açısından<br />

psikolojik bir model kullanır. Bu yaklaşıma göre iletişimdeki/propagandadaki kaynak ile alıcı arasındaki<br />

ilişki uyarı-tepki çerçe<strong>ve</strong>sinde cereyan eden bir süreçtir. Gönderici konumundaki propagandacı alıcıda<br />

arzu ettiği tepkilerin oluşması için uyarıcı mesajlar gönderir <strong>ve</strong> böylece alıcıda arzu ettiği düşüncelerin <strong>ve</strong><br />

davranışların ortaya çıkmasını hedefler (Robins <strong>ve</strong> ark 1987:2-3). Liberal yaklaşımın propagandayı nasıl<br />

ele aldığını tam olarak kavrayabilmek, bu yaklaşım şemsiyesi altında gelişen iletişim araştırmalarının<br />

tarihsel süreçte hangi evrelerden geçtiğini <strong>ve</strong> temel varsayımlarını bilmekten ayrı düşünülemez.<br />

19. yüzyılın sonlarında başlayan kitle iletişim araştırmaları liberal paradigma çerçe<strong>ve</strong>sinde gelişmiştir.<br />

McQuail (1991:252-254), kitle iletişim araçlarının birey <strong>ve</strong> toplum üzerine etkilerini açıklamaya çalışan<br />

araştırmaları güçlü etkiler, sınırlı etkiler <strong>ve</strong> güçlü etkilere geri dönüş olmak üzere üç döneme ayırmıştır.<br />

1890-1930 yılları arasında yer alan Güçlü Etkiler Dönemi’nin karekteristik özelliği tarihte ilk kez<br />

popüler basınının, sinema <strong>ve</strong> radyonun ABD <strong>ve</strong> Batı Avrupa ülkelerinde yaygınlaşmasıdır. İnsanların<br />

kırsal kesimlerden şehirlere göç edişi, buralarda içine düştükleri zorluklar <strong>ve</strong> yanlızlık; kitle iletişim<br />

araçlarının insanların düşüncelerini, inançlarını <strong>ve</strong> yaşam biçimlerini değiştirebilecek kadar güçlü olduğu


imajını yaymıştır. Bu dönemde kitle iletişim araçlarının güçlü etkilerini açıklamak amacıyla “şırınga”<br />

modeli ortaya atıldı. Bu modele göre kitle iletişim araçlarının bir iğne gibi izleyicilere hemen etki ettiği <strong>ve</strong><br />

onlara istediği görüşleri kolayca benimsetebildiği ileri sürülüyordu. Başka bir deyişle kitle iletişim<br />

araçları ile izleyiciler arasında mekanik bir etki-tepki ilişkisi olduğu ima ediliyordu (DeFleure 1975:158).<br />

Ancak bu görüşler bilimsel araştırmalardan çok tarihte ilk kez kitle iletişim araçlarının insanların<br />

yaşamına büyük ölçüde girmesi gözlemine dayanıyordu. Almanya <strong>ve</strong> İtalya’da 1930’lu yıllarda ortaya<br />

çıkan faşist rejimlerin propagandaya yoğun olarak başvurmaları <strong>ve</strong> II Dünya Savaşı yılları, propagandanın<br />

etkinliğine ilişkin inancı aynen kitle iletişim araçlarının Güçlü Etkiler Dönemi’nde sahip olduğu<br />

düşünülen etki gibi 1940’lı yılların sonuna kadar taşımıştır.<br />

1930- 1960 yıllarını kapsayan <strong>ve</strong> Sınırlı Etkiler Dönemi adı <strong>ve</strong>rilen dönemde yapılan araştırmalarla kitle<br />

iletişim araçlarının etkileri hakkında önemli bulgulara ulaşıldı. Lazarsfeld <strong>ve</strong> ekibinin gerçekleştirdiği<br />

1940 Erie seçim araştırmasında iki aşamalı akış kuramı ortaya atılırken, 1948 Elmira seçim<br />

araştırmasında da seçmenlerin ilgi duydukları konuları seçerek izledikleri <strong>ve</strong> kitle iletişim araçlarının<br />

seçmenlerin önceden sahip oldukları fikirleri güçlendirici yönde etki ettiği ortaya çıkarıldı (Berelson,<br />

Lazarsfeld <strong>ve</strong> McPhee 1977:655). Başka bir deyişle, bu araştırmalarda kitle iletişim araçlarının izleyici<br />

bireylerin bakış açılarını değiştirmede tek başına başarılı olamadıkları bulundu. Howland da İkinci Dünya<br />

Savaşı sırasında Amerikan askerlerinin ideolojik eğitimi için kullanılan filmlerin askerler üzerine<br />

etkilerini inceledi. Howland’ın bulguları da kitle iletişim araçlarının bilgi iletmede etkili olabileceğini<br />

ancak tek başına kitle iletişim araçlarının bireylerin kuv<strong>ve</strong>tle sahip olduğu tutumları değiştiremeyeceğini<br />

gösterdi <strong>ve</strong> sayıları gittikçe artan bu yöndeki araştırma bulgularını destekledi (Se<strong>ve</strong>rin <strong>ve</strong> Tankart<br />

1994:260). Kitle İletişiminin Etkileri adlı klasikleşmiş eserinde Klapper (1960:8), kitle iletişim araçlarının<br />

insanlar üzerinde tek başına etkili olamayacağını, seçici süreçler (seçici algı, seçici maruz kalma <strong>ve</strong> seçici<br />

alıkoyma), grup süreçleri <strong>ve</strong> düşünce önderleri gibi farklı etkenlerin de göz önünde bulundurulmasına<br />

gereksinim olduğunun altını çizdi. Böylece sınırlı etkiler döneminde kitle iletişim araçları tamamen<br />

etkisiz olarak değerlendirilmemiştir ancak ortaya konan kanıtlarla, bu araçların bireysel özellikler,<br />

önceden varolan sosyal ilişkiler, belirli sosyal <strong>ve</strong> kültürel ortamlar içinde işlevlerini yerine getirdiği<br />

vurgulanmıştır. Bu dönemde ortaya konan bulgular, ister istemez propagandanın birey <strong>ve</strong> toplum üzerine<br />

etkileri konusundaki “şırınga” modelinde ifadesini bulan anlayışı temellerinden sarsmıştır.<br />

1960’larda başlayarak bugün de geçerli olduğunu söyleyebileceğimiz Güçlü Etkilere Geri Dönüş<br />

Dönemi’nde daha karmaşık kitle iletişim kuramları <strong>ve</strong> istatistiki yöntemler kullanılarak kitle iletişim<br />

araçlarının birey <strong>ve</strong> toplum üzerine kısa <strong>ve</strong> uzun dönemli etkileri araştırılmaktadır. Bu dönemde liberal<br />

paradigma içinde geliştirilen kullanımlar <strong>ve</strong> doyumlar yaklaşımı çerçe<strong>ve</strong>sinde yapılan araştırmalar da<br />

bireylerin medya iletileri karşısında pasif alıcılar olmadığı fikrini ortaya çıkarmıştır. Yine bu dönemde<br />

ortaya atılan gündem belirleme sessizlik sarmalı, bilgi açığı <strong>ve</strong> medya bağımlılığı gibi medyanın birey <strong>ve</strong><br />

toplum üzerine etkilerini araştıran kuramsal yaklaşımlar sonucu bazı bilim adamları “sınırlı etki”<br />

anlayışını terk ederek kitle iletişim araçlarının gerçekten önemli etkilere sahip olabileceğini, ekonomik,<br />

sosyal <strong>ve</strong> siyasal güç sahibi olabilmek için etkili bir araç olarak kullanılabileceğine inanmaktadırlar<br />

(McQuail 1979:73).<br />

Liberal paradigma çerçe<strong>ve</strong>sinde 1960’lı <strong>ve</strong> 70’li yıllarda “propaganda araştırması” adıyla çok az araştırma<br />

yapılmıştır. Bunun bir nedeni propaganda kavramını tanımlamakta karşılaşılan hayal kırıklığı idi.<br />

<strong>Propaganda</strong> çalışmalarını etkileyen diğer neden ise, onun silinemeyen olumsuz çağrışımlarıydı.<br />

<strong>Propaganda</strong> çalışmalarının karışık, üzerine odaklanılamayan doğası <strong>ve</strong> siyasal kirlenme korkusu göz<br />

önünde bulundurulduğunda, iletişim alanında çalışan bilim adamlarının “ikna” üzerine odaklanmış<br />

çalışmalar ile yakın kavramlar olan “etki” <strong>ve</strong> “tutum değişikliği” konuları içinde propaganda kavramının<br />

kapsanmasına izin <strong>ve</strong>rmemeleri anlaşılabilir (Jowett 1987:101).<br />

1960’lı yıllarda Avrupa’da iletişim araştırmaları içinde düşünsel kökenleri itibariyle Marksizme dayanan<br />

<strong>ve</strong> “eleştirel” diye adlandırılan yeni bir paradigma geliştirilmiştir. Neo-Marksist toplum görüşünden<br />

hareketle dilbilim, siyaset bilimi, psikanaliz <strong>ve</strong> felsefe alanından yeni kavram <strong>ve</strong> arayışlar medya<br />

çözümlemelerinde de kullanılmıştır. Marks, Freud <strong>ve</strong> Saussure’un görüşlerinin birleştirilmesiyle<br />

oluşturulan kuramsal çerçe<strong>ve</strong> ile kapitalizme yöneltilen eleştiriler bu kuramsal yaklaşımın ortak paydasını<br />

oluşturmuştur. Frankfurt Okulu ile başlayan eleştirel gelenek daha sonra yapısalcılığı, ekonomi politik<br />

yaklaşımı <strong>ve</strong> kültürel çalışmaları kapsayacak şekilde genişlemiştir. Yapısalcılık, post yapısalcılık <strong>ve</strong><br />

kültürel çalışmalarda dil <strong>ve</strong> metin çözümlemeleri önem kazanmıştır. Hall (1980), “Kodlama-Kodaçma”<br />

adlı makalesinde egemen söylem içinde kodlanan metinlerin bile karşı çıkılarak ya da tartışılarak


okunabileceğini ileri sürer. Bu yaklaşım izleyiciyi/okuyucuyu aktif kabul eden bir anlayıştır. Hall,<br />

makalesinde medya metinlerinin egemen okuma, tartışmalı okuma <strong>ve</strong> karşıt okuma olmak üzere üç tür<br />

okunmasından söz eder. Hall, izleyici metin etkileşimine ilişkin görüşleriyle kültürel çalışmalar içinde bir<br />

kırılmayla, medya metinlerinin çözümlenmesinin izleyici odaklı yapılabilmesine de yol açmıştır.<br />

<strong>Propaganda</strong> çalışmaları açısından eleştirel paradigmanın önemi, onun “aktif izleyici” üzerine yaptığı<br />

vurgudan gelir. Eleştirel paradigma izleyicilerin medya metinleri (bizim konumuzla ilgili olarak<br />

propaganda) karşısında savunmasız, medyada yapılandırılan her anlamı kabul eden pasif bireyler<br />

olmadığını; sosyoekonomik statü, yaş, cinsiyet, eğitim gibi değişkenlere bağlı olarak anlam mücadelesine<br />

girebileceğini ileri sürmektedir.<br />

Kitle iletişim araştırmalarında etki çalışmalarının gelişimi daha çok durumsal yaklaşım lehine “şırınga”<br />

modelinin reddedilmesi şeklinde olmuştur. Bir başka deyişle, “şırınga” modelinde ifadesini bulan kitle<br />

iletişim araçlarının izleyicilerin düşünce <strong>ve</strong> davranışlarını kolayca etkilediği yolundaki inanç, zamanla<br />

yerini aktif izleyici anlayışına bırakmıştır. Aktif izleyici fikrine karşı çıkmak mümkün değildir. Liberal<br />

paradigma içinde yer alan ‘şırınga’ modeli medyanın etkilerini yeterince açıklayamadığına göre aktif<br />

izleyici önemlidir.<br />

Liberal iletişim yaklaşımı çerçe<strong>ve</strong>sinde propagandayı ele aldığımızda “propaganda” buharlaşmaktadır.<br />

Bunun nedeni, liberal iletişim yaklaşımının bireysel düzeydeki etkiler (bireyin tutumu, düşüncesi <strong>ve</strong><br />

davranışı anlamında) üzerine sınırlayıcı vurgusudur. Liberal iletişim yaklaşımında propaganda, ancak<br />

iletişimin ‘şırınga’ modeli <strong>ve</strong>rsiyonu ile anlaşılabilecek dar/kısır psikolojik terimlerle kavramlaştırılmıştır.<br />

Sonuç olarak, araştırmalarda daha karmaşık <strong>ve</strong> ince değişkenler ortaya çıktıkça propaganda kavramı da<br />

gözden düşmüştür. Bu nedenle, liberal yaklaşım içinde önemli bir yer tutan etki araştırmalarının önemsiz<br />

ayrıntılarıyla meşgul bilim adamları, hala yanıt bulunamayan sorulardan uzaklaşarak; kamuoyu,<br />

demokrasilerde nasıl bir rol oynayabilir <strong>ve</strong>ya oynamalıdır, propagandanın <strong>ve</strong> kamuoyu<br />

manipülasyonunun siyasal kuramdaki <strong>ve</strong> demokratik iktidar pratiğindeki rolü gibi konulara yönelmelidir<br />

(Robins <strong>ve</strong> ark 1987:3-4).<br />

Eleştirel yaklaşım çerçe<strong>ve</strong>sinde propaganda, bu yaklaşımın hem aktif izleyici üzerine yaptığı vurgu<br />

bakımından hem de iletişimin ekonomi politiği dolayımıyla toplumsal güç ilişkileri üzerine yaptığı vurgu<br />

bakımından ele alınabilir. <strong>Propaganda</strong>yı aktif izleyici bakımından ele alan yaklaşım mikro düzeyde<br />

değerlendirmeleri kapsamaktadır. Burada propaganda, eleştirel perspektiften, kitle iletişim sistemi <strong>ve</strong><br />

toplumsal güç ilişkileri bakımından (siyasal propaganda anlamında) makro düzeyde ele alınmaktadır.<br />

<strong>Propaganda</strong>yı siyaset bilimi çerçe<strong>ve</strong>sine yerleştiren <strong>ve</strong> konuyu iletişimin ekonomi politiği bakımından ele<br />

alan bu yaklaşım sayesinde dikkatimizi enformasyon/iletişim <strong>ve</strong> güç arasındaki ilişkiye çekerek siyasal<br />

düzenin temel eksenini ortaya koyabiliriz. Bu yaklaşım, propaganda <strong>ve</strong> iletişim incelemesinde<br />

meşrulaştırma, demokrasi, bürokrasi, toplumsal yönetim, kamuoyu, toplumsal kontrol <strong>ve</strong> ulus devlet<br />

kavramlarını ele alır. Asıl olarak da toplumda entegrasyonu <strong>ve</strong> birlikteliği sağlayan zorunlu idari <strong>ve</strong><br />

yönetim prensipleriyle ilgilenir. <strong>Propaganda</strong>yı eleştirel bakış açısı ile ele alarak toplumsal güç ilişkileri<br />

bakımından incelemek, onu davranışçı psikoloji çerçe<strong>ve</strong>sine yerleştirerek incelemekten daha önemlidir.<br />

<strong>Propaganda</strong> olgusunu siyaset bilimi çerçe<strong>ve</strong>sine yerleştirerek onu eleştirel bakış açısından ele alan görüş,<br />

propaganda, enformasyon <strong>ve</strong> kamuoyunun demokratik toplumlardaki rolüyle ilgilenir. Bu literatür içinde<br />

propagandanın demokratik toplumlardaki doğası <strong>ve</strong> önemi üzerine başlıca iki görüş açısı mevcuttur<br />

(Robins <strong>ve</strong> ark 1987:5-14). Birincisi, demokrasiyi, kamusal alan içinde rasyonel <strong>ve</strong> bilgilendirilmiş<br />

tartışma süreci olarak, propagandayı da, rasyonel siyasal söylemin kasıtlı olarak engellenmesi <strong>ve</strong>ya<br />

manipüle edilmesi olarak görür. İkincisi ise demokrasinin demokratik yöntemlerle işletilemeyeceğini<br />

savunur. Bu bakış açısından propagandaya demokratik düşüncenin yönetiminde <strong>ve</strong> demokratik rızanın<br />

inşasında hayati bir rol atfedilir.<br />

KAMUOYU VE PROPAGANDA<br />

<strong>Propaganda</strong> ile ilgili yapılan ilk çalışmalar ile kamuoyu, konusundaki çalışmalar demokrasi, iktidar,<br />

iletişim, medya, manipülasyon gibi konularla ilgileri bakımından birbirleriyle kesişiyordu. Birey ile birey<br />

<strong>ve</strong> birey ile iktidar arasındaki iletişim <strong>ve</strong> bilgi akışı her iki çalışma alanının da odak noktalarını<br />

oluşturuyordu. Ancak, demokratik siyasal sistemlerde kamuoyu <strong>ve</strong> propaganda arasında işlev bakımından<br />

önemli bir fark bulunmaktadır. Kamuoyu, toplumsal talepleri siyasal iktidara <strong>ve</strong> çeşitli karar


mekanizmalarına ileterek olumlu bir işlevi yerine getirmektedir. Öte yandan propaganda ise gerek siyasal<br />

iktidarın gerekse diğer toplumsal güç odaklarının kamuoyunun taleplerini kasıtlı bir manipülasyon<br />

süreciyle engelleme ya da içeriğini değiştirme girişimi olarak ortaya çıkmaktadır.<br />

Bugünkü anlamda kamuoyu tarihte ilk kez 18. yüzyıl Avrupa’sının tarihsel koşullarında ortaya çıkmıştır.<br />

18. yüzyıl Avrupa’sının en büyük kentleri olan Londra <strong>ve</strong> Paris’teki kah<strong>ve</strong>hane <strong>ve</strong> salonlarda başlayan<br />

sosyal etkileşim bugünkü anlamda kamuoyunun ilk örneğini ortaya çıkarmış <strong>ve</strong> toplumdan saraya yönelik<br />

eleştirilere zemin oluşturmuştur (Price 1992:9). Kamuoyu olgusunun daha önce ortaya çıkamaması çeşitli<br />

sosyal <strong>ve</strong> siyasal nedenlerden kaynaklanmaktadır.<br />

Çağdaş anlamda kamuoyu olgusunun ortaya çıkabilmesi için öncelikle bireylerin fikirlerini serbestçe<br />

ifade edebilecekleri demokratik bir ortama <strong>ve</strong> birbirlerinin görüşlerini öğrenebildikleri toplumsal düzeyde<br />

yaygın bir iletişim ağına gereksinim vardır. Kamuoyu sadece toplumdaki bireylerin kendi aralarındaki<br />

etkileşimle değil, siyasal iktidarın, çeşitli toplumsal güç odaklarının, çıkar çevrelerinin, sivil toplum<br />

örgütlerinin <strong>ve</strong> medyanın etkileriyle çeşitli toplumsal sorunlar etrafında ortaya çıkan bir olgudur. Bilginin<br />

serbestçe dolaşımı <strong>ve</strong> ona özgürce ulaşabilme, kamuoyunun etkili bir şekilde ifade edilebilmesi <strong>ve</strong><br />

dolayısıyla demokratik sürecin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için vazgeçilmez öneme sahiptir.<br />

Kamuoyu kuramcılarına göre kamu ancak gelişmiş iletişim altyapısı <strong>ve</strong> serbestçe ulaşılabilen bilgi<br />

sayesinde rasyonel değerlendirmelerde bulunma <strong>ve</strong> böylece siyasal iktidarları toplumsal çıkarlar<br />

doğrultusunda yönlendirme olanağına sahip olabilir.<br />

Ancak 20. yüzyılda ortaya çıkan yeni teknolojiler “kamusal müzakerenin” vazgeçilmez unsurları olurken<br />

kamusal tartışmanın <strong>ve</strong> kamusal alanın manipülasyonunu da olanaklı hale getirdiler. Rasyonel söylem,<br />

propaganda mekanizmaları ile çarpıtılabiliyordu. Bilim adamları, kitle iletişim araçlarının kullanımda<br />

olmasının <strong>ve</strong> bu sayede ortaya çıkan kamusal tartışmanın önemine işaret ederken, kamusal tartışmaya<br />

müdahaleler olduğunu gündeme getirir. Bu nedenle de propaganda, kamuoyu konusunda çalışan bilim<br />

adamlarının önemli ilgi alanları arasında yer alır. “Kamuoyu çalışmaları, rasyonel <strong>ve</strong> demokratik kamusal<br />

söylem olasılığı ile ilgilendikçe, düşünce biçimlenmesini bozan, engelleyen <strong>ve</strong>ya etkileyen güçlerle karşı<br />

karşıya gelmek de zorunlu olmuştur” (Robins <strong>ve</strong> ark 1987:6).<br />

Kamuoyu olgusu genellikle çeşitli toplumsal kesimlerin siyasal iktidarı <strong>ve</strong>ya çeşitli karar mekanizmalarını<br />

belirli talepler doğrultusunda harekete geçirme girişimi olarak algılanır. Bu nedenle, siyasal iktidarlar da<br />

tarih boyunca kamuoyunu ya da başka bir deyişle toplumun taleplerini yönlendirmenin çeşitli<br />

mekanizmalarını kurmuşlardır.<br />

18. yüzyıl öncesi dönemlerde yönetimde bulunan kişi <strong>ve</strong>ya kişilerin ellerinde bulunan yönettikleri halkı<br />

denetleme <strong>ve</strong> yönlendirme mekanizmaları yeterince gelişmiş değildi. Dolayısıyla geçmiş dönemlerde<br />

iktidar sahipleri, halkın genelinin onayını/rızasını çoğu zaman almadan, ancak zorbaca yöntemler<br />

kullanarak geniş coğrafyalara hükmedebilmişlerdir. Bu dönemlerde siyasal iktidarların kitlelerin<br />

düşüncelerini yönlendirememelerinin başlıca nedenleri arasında eğitimin yaygınlaşmaması, yerleşim<br />

birimleri arasındaki ulaşım <strong>ve</strong> haberleşmenin kısıtlılığı <strong>ve</strong> kitle iletişiminin yeterince gelişmemesi<br />

sayılabilir. Bu durumda yöneticiler isteseler bile yönetimlerini haklı çıkaracak fikirlerini toplumun geniş<br />

kesimlerine yeterince iletemiyordu. Yöneticilerin kendilerini haklı çıkarmak, rejimlerini devam ettirmek<br />

için ileri sürdükleri fikirleri <strong>ve</strong> ideolojileri yalnızca ayrıcalıklı sınıfların varolan düzene<br />

inançlarını/bağlılıklarını pekiştiriyordu. Toplumun alt katmanlarında çeşitli nedenlerle toplumsal <strong>ve</strong><br />

siyasal huzursuzluklar baş gösterdiğinde ise bunlar zor kullanılarak bastırılıyordu.<br />

Kapitalizmin giderek gelişmesi sonucu ortaya çıkan toplumsal dönüşümü ünlü sosyologlardan Tönnies,<br />

Gemeinschaft <strong>ve</strong> Gesellschaft kavramları ile, Durkheim ise mekanik dayanışma <strong>ve</strong> organik dayanışma<br />

(mechanical and organical solidarity) kavramları ile açıklamaya çalıştılar (Bozkurt 2000:14). <strong>Toplumsal</strong><br />

dönüşümle birlikte bir taraftan geleneksel bağlılıklar <strong>ve</strong> değerler zayıflamış, birey giderek yalnız kalmaya<br />

<strong>ve</strong> topluma yabancılaşmaya başlamış, geleneksel örgüt yapısı artık toplumsal sistemin dengeli bir şekilde<br />

sürmesini sağlayacak bireylerarası ilişkileri kurmakta yetersiz kalmıştır. Diğer taraftan, sanayileşme ile<br />

ilişkili olarak kentlerdeki nüfus artışı <strong>ve</strong> toplumsal katmanların oluşması beraberinde bireylerin<br />

birbirleriyle uyum içinde yaşama zorunluluğunu getirmiştir.<br />

Avrupa’daki siyasal iktidarlar eğitim, iletişim <strong>ve</strong> hukuk alanlarında düzenlemeler yaparak <strong>ve</strong> iyileşmeler<br />

sağlayarak vatandaşlar arasındaki etkileşimi/iletişimi kolaylaştırdılar <strong>ve</strong> tüm fikirlerin serbestçe değiş


tokuş edilebileceği bir “serbest düşünce platformu” oluşturdular. “Serbest düşünce platformu” sayesinde<br />

bireyler sınırlı fiziksel <strong>ve</strong> sosyal çevreleri dışında da fikirler edinme <strong>ve</strong> kendi fikirlerini de duyurabilme<br />

olanağına kavuştu. Böylece, Batılı toplumlarda bireysel düşünce özgürlüğü sağlandı ancak aynı zamanda<br />

üst sınıfların toplumun diğer kesimlerine egemen olma yolu da açılmış oldu. Prensip olarak “serbest<br />

düşünce platformu” üst sınıfların da alt sınıfların düşüncelerini öğrenebilmelerini, dolayısıyla alt sınıfların<br />

da tüm toplumu etkileyerek kendi düşünceleri doğrultusunda yönlendirebilmeleri fırsatını <strong>ve</strong>rmektedir.<br />

Ancak “Pazar”ın kuralları, yüksek sınıfın lehine işlemektedir. Çünkü bu gruplar fikirleri yaymada <strong>ve</strong><br />

geliştirmede gereksinim duyulan sosyal, finansal <strong>ve</strong> kurumsal kaynaklara ulaşmada alt sınıflara oranla<br />

çok daha büyük olanaklara sahiptir (Gingbergs 1986:71).<br />

Ana hatlarıyla 19. yüzyılda belirginleşmeye başlayan kapitalist pazar ekonomisi feodal düzenin tarıma<br />

dayalı ekonomisinden çok farklıydı. Kapitalizmin önce atölyelerdeki daha sonra fabrikalardaki üretime<br />

dayalı olarak gelişen pazar ekonomisi feodalizmin kapalı ekonomisine göre sosyal huzursuzluklara çok<br />

daha fazla duyarlıydı. Kapitalist ekonomik gelişmelerin sonucu ulus devletlerin ortaya çıkması, ülke<br />

içindeki sınıflararası çatışmayı önleme, sosyal huzursuzlukları azaltma <strong>ve</strong> dış tehditlere karşı koyabilme<br />

gereksinimi, batılı ülkelerde demokratik gelişime, oy <strong>ve</strong>rme hakkının yaygınlaşmasına, dolayısıyla<br />

kamuoyuna gösterilen önemin artmasına yol açmıştır(Gingbergs 1986:4).<br />

19. yüzyıl boyunca siyasal alana damgasını vuran demokratik gelişim parlamenter sistem, seçmenlik <strong>ve</strong><br />

oy kullanma olgularını gündeme getirdi. Artık demokratik yollarla iktidara gelmek durumunda olan<br />

siyaset adamları seçmen kitlesinin onayını (oyunu) almak zorunda olduklarından kamuoyu üzerinde<br />

kontrol kurma işini ciddi biçimde ele almak mecburiyetinde kaldılar. Siyasilerin iktidara gelmek <strong>ve</strong>ya<br />

iktidarlarını sürdürmek için kamuoyunun desteğini almak zorunda kalmaları, kamuoyunun siyasilerin<br />

beklentileri doğrultusunda oluşturulması çalışmalarını gündeme getirmiştir.<br />

Oy kullanma hakkı genişledikten <strong>ve</strong> sonuç olarak siyasi otoritenin kamuoyunu kendisine temel alması<br />

zorunlu kılındıktan sonra siyasal yaşam, kamuoyu üzerinde kontrol kurma işinde profesyonelleşmiş<br />

kişilerin, bir başka deyişle propaganda uzmanlarının, daha bir dikkatle üzerine eğildikleri başlıca alan<br />

olmuştur (Qualter 1980:305). <strong>Propaganda</strong>nın da siyasal yaşam içinde önemli hale gelerek kapsamlı <strong>ve</strong><br />

örgütlü bir şekilde yapılabilmesi için gerekli koşullar ancak 19. yüzyılda sanayileşmenin, kentleşmenin,<br />

demokratikleşmenin <strong>ve</strong> ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla mümkün olmuştur. Bir başka deyişle,<br />

toplumsal gelişim sonucu ortaya çıkan ekonomik <strong>ve</strong> siyasal güçler nedeniyle günümüz toplumları<br />

propaganda olgusu ile karşı karşıyadır.<br />

TEKNOLOJİ, PROPAGANDA VE TOPLUMSAL KONTROL<br />

<strong>Propaganda</strong> olgusunun toplumsal yaşamımıza girmesinde rol oynayan en önemli unsurlardan biri de<br />

kuşkusuz iletişim teknolojilerinde yaşanan büyük gelişmelerdir. Teknoloji alanındaki gelişmeler ulusal <strong>ve</strong><br />

daha sonraları uluslararası çapta oluşan grupların üyeleri arasında haberleşme <strong>ve</strong> ulaştırma olanaklarını<br />

sağlamıştır. Tıpkı mesafelerin mekanikteki gelişmeler sonucu dize getirilmesi gibi, fikir <strong>ve</strong> düşüncelerin<br />

yayılmasında bir başka engel olan zaman da önce telgraf sonra da sırasıyla radyo, televizyon <strong>ve</strong> bilgisayar<br />

sayesinde aşılmıştır.<br />

Geleneksel toplum yapısının yıkılması ile birlikte giderek büyüyen sanayi kentlerinde büyük kalabalıklar<br />

içinde kendini bulan bireyler, birbirleriyle etkili bir iletişim kurabilmek için ortak bir bilgi birikimine<br />

sahip olma gereksinimi içindeydiler. Bunu da kitle toplumunda ancak kitle iletişim araçları sayesinde elde<br />

edebildiler. Teknolojik gelişmelerin bir sonucu olarak özellikle 20. yüzyılın ilk yıllarından başlayarak<br />

toplumda hızla yaygınlaşan kitle iletişim araçları, yeni toplumsal sistem için vazgeçilmez araçlar haline<br />

geldi. Kitle iletişim araçlarının gelişmesi sayesinde insanlar birbirleriyle yüz yüze gelmeden de ortak<br />

görüşler <strong>ve</strong> eğilimler edinebilme, ortak değerler paylaşabilme olanağına sahip oldular. Bu dönemde kitle<br />

iletişim araçları, bireyler, kurumlar, yönetenler <strong>ve</strong> yönetilenler arasında iletişimi sağlayan, dolayısıyla<br />

yeni toplumsal sistemi ayakta tutan en önemli unsurlardan biri olarak görüldü.<br />

19. yüzyıl sonlarında <strong>ve</strong> 20 yüzyıl başlarında teknolojik gelişmeler o zamana kadar görülmedik bilgi<br />

yayma kapasitesiyle demokratik toplumların gelişmesine katkı sağlayacak şekilde kullanılabilirdi. Ancak<br />

bu dönemde çok sayıda siyaset bilimci gelişen iletişim teknolojilerinden yararlanacak olan propagandanın<br />

demokrasi için potansiyel bir tehdit niteliği taşıdığına dikkat çekmişlerdir. <strong>Propaganda</strong> tekniklerinin<br />

giderek artan karmaşıklığı karşısında Walter Lippmann, Harold D. Lasswell <strong>ve</strong> Karl Mannheim gibi bilim


adamları kamuoyunun <strong>ve</strong> dolayısıyla seçmenin profesyonel propagandacılar tarafından manipüle<br />

edilmesinden dolayı demokrasinin yaşayamayacağı korkusuna kapıldılar (Jowett 1987:97).<br />

Günümüzdeki gelişmiş demokratik toplumlarda yönetilen <strong>ve</strong> yönlendirilen kamuoyu, “serbest düşünce<br />

platformu” aracılığıyla oluşturulan kamuoyunun yerini almış gibi gözükmektedir. Gerçekten de bilginin<br />

kontrolünü olanaklı hale getiren iletişim teknolojileri sayesinde bireyleri <strong>ve</strong> dolayısıyla toplumu<br />

yönlendirmek <strong>ve</strong> idare etmek olanaklı hale gelmiştir.<br />

Günümüzdeki ileri kapitalist toplumlarda propaganda <strong>ve</strong> bilginin kontrolü giderek artan bir şekilde<br />

yaygınlaşmakta <strong>ve</strong> tüm sistemi biçimlendirmektedir. İleri kapitalist toplumlarda bilgi yönetim <strong>ve</strong> kontrol<br />

sistemini ayakta tutan birbiriyle yakından ilişkili dört unsurdan söz edilmektedir (Robins <strong>ve</strong> ark 1987:<strong>12</strong>-<br />

13): 1- <strong>Propaganda</strong>, halkla ilişkiler <strong>ve</strong> reklamcılık gibi aktif ikna kuruluşları, 2- Bazı bilgilere toplumun<br />

geniş kesimlerinin ulaşmasını sınırlamak isteyen çeşitli gizlilik, gü<strong>ve</strong>nlik <strong>ve</strong> sansür mekanizmaları, 3-<br />

Bilgiyi metalaşmaya <strong>ve</strong> ticarileşmeye doğru götüren piyasa güçleri, patent <strong>ve</strong> kopyalama hakları gibi<br />

nedenlerle enformasyon akışını iş çevrelerinin değerlerine <strong>ve</strong> önceliklerine bağımlı kılan giderek hızlanan<br />

gelişmeler, 4- Siyasal <strong>ve</strong> sosyal kamuoyu araştırmaları, pazar araştırmaları gibi ticari <strong>ve</strong> siyasi çıkarlara<br />

hizmet eden bilginin toplanmasındaki artış.<br />

Günümüz teknolojilerinin toplumsal yaşamın her alanını çepeçevre sarması <strong>ve</strong> bilimin olanakları<br />

kullanılarak yeni iletişim araçlarının (telefon, radyı, televizyon, video, bilgisayar, internet vb.) devreye<br />

girmesi propagandanın gücünü <strong>ve</strong> etkisini daha da arttırmıştır (Özsoy 1998:13). Çağdaş demokratik<br />

toplumlarda propaganda <strong>ve</strong> bilgi yönetimi sayesinde siyasal iktidarlar <strong>ve</strong> belirli güç odakları, toplumsal<br />

yaşamın her alanını kontrol edebilen <strong>ve</strong> yönlendirebilen bir gücü ele geçirmişlerdir. Artık söz konusu olan<br />

propagandanın <strong>ve</strong> bilgi kontrolünün giderek artan bir şekilde sistemli <strong>ve</strong> tüm sistemi etkileyecek bir<br />

tarzda var olmasıdır. İletişim <strong>ve</strong> bilgi teknolojilerinde sağlanan gelişmeler sonucu birey <strong>ve</strong> kamuoyu<br />

düşüncesinin kontrolü artık baskı ile değil rutin <strong>ve</strong> normal bir şekilde gerçekleşmektedir. İletişim <strong>ve</strong> bilgi<br />

teknolojilerindeki gelişmeler günümüzde toplumsal rızanın üretilmesini bir toplum mühendisliği ya da<br />

bilimsel yönetim sorunu haline getirmiştir.<br />

SONUÇ<br />

20. yüzyılın başından itibaren kitle iletişim araçlarının giderek artan bir şekilde toplumsal yaşamda yerini<br />

alması beraberinde propaganda tekniklerinin de daha yoğun olarak kullanımını getirmiştir. <strong>Propaganda</strong><br />

tekniklerinin gerek savaşlar sırasında gerekse Avrupa’daki faşist rejimlerin kurulması döneminde<br />

başarıyla uygulanması, bireylerin <strong>ve</strong> dolayısıyla kamuoyunun profesyonel propagandacılar tarafından<br />

manüpüle edilebileceği görüşünü pekiştirmiştir. Öte yandan, dünyanın çeşitli ülkelerinde görülen<br />

demokratik gelişmeler sonucu kamuoyuna <strong>ve</strong>rilen önemin artması, siyasal iktidarın <strong>ve</strong> çeşitli toplumsal<br />

güç odaklarının kamuoyunun gücünden <strong>ve</strong> desteğinden yararlanma girişimlerine yol açmıştır. Demokratik<br />

siyasal rejimlerin <strong>ve</strong> toplumsal huzursuzluklara karşı duyarlı serbest piyasa ekonomilerinin ayakta<br />

durabilmesi için kamuoyu desteğinin, bir başka deyişle toplumsal rızanın kazanılması siyasal iktidarlar<br />

için vazgeçilmez bir öneme sahiptir.<br />

Bilgi <strong>ve</strong> iletişim teknolojilerinde son yıllarda gözlenen hızlı gelişmeler, siyasal iktidar <strong>ve</strong> belirli güç<br />

odaklarının hizmetindeki propaganda uzmanlarına da kamuoyunu yönlendirme <strong>ve</strong> yönetme anlamında<br />

yeni olanaklar sağlamıştır. <strong>Propaganda</strong>, son yıllarda yaşanan teknolojik gelişmelere paralel olarak<br />

günümüz toplumlarında önemini giderek arttırmaktadır. Bu durum, bilgi <strong>ve</strong> iletişim teknolojilerinde<br />

ulaşılan seviyenin, bilgisayar ağları sayesinde çok farklı <strong>ve</strong>ri kaynaklarına aynı anda ulaşabilmeyi, <strong>ve</strong>rileri<br />

hızlı bir şekilde analiz ederek bilgiyi elde etmeyi, onu depolayabilmeyi <strong>ve</strong> gerektiğinde geniş kitlelere<br />

kısa sürede <strong>ve</strong> farklı kanalları kullanarak ulaştırabilmeyi olanaklı kılmasından kaynaklanmaktadır.<br />

Bilginin kontrolü yoluyla elde edilen olanakların propaganda amaçlı kullanımı, iktidar sahiplerine<br />

toplumu yönlendirme anlamında göz kamaştırıcı açılımlar sağlamaktadır. Günümüzdeki ileri kapitalist<br />

toplumlarda propaganda <strong>ve</strong> enformasyonun kontrolü giderek artan bir şekilde yaşanmakta <strong>ve</strong> tüm sistemi<br />

biçimlendirmektedir. Bu toplumlarda toplumsal rızanın üretimi geçmiş ile karşılaştırıldığında inanılmaz<br />

ölçüde geliştirilmiştir <strong>ve</strong> bir toplum mühendisliği haline getirilmiştir.<br />

KAYNAKLAR


Berelson BR, Lazarsfeld PF and McPhee WN (1977) Political Process: The Role of the Mass Media, W<br />

Schramm and DF Roberts (eds), The Process and Effects of Mass Communication, Uni<strong>ve</strong>rsity of Illinois<br />

Press, Illinois, pp 655-677.<br />

Bozkurt V (2000) Enformasyon Toplumu <strong>ve</strong> Türkiye, Sistem Yayıncılık, İstanbul.<br />

DeFleur ML. and Ball-Rokeach S (1975) Theories of Mass Communication, David Mckay, New York.<br />

Hall S (1980) Encoding/Decoding, S Hall, D Hobson, A Lowe and P Willis (eds), Culture, Media and<br />

Language, Hutchinson, London, pp <strong>12</strong>8-138.<br />

Jowett GS (1987) <strong>Propaganda</strong> and Communication: The Re-emerge of a Research Tradition, Journal of<br />

Communication, 37, 97-114.<br />

İnceoğlu M (1985) Güdüleme Teknikleri, A.Ü.S.B.F. Basın Yayın Yüksekokulu Basımevi, Ankara.<br />

Klapper JT. (1960) The Effects of Mass Communication, Free Press, New York.<br />

McQuail D (1979) The Influence and Effects of Mass Media, James Curran, M Gurevitch and J<br />

Woollacott (eds), Mass Communication and Society, Edward Arnold and Open Uni<strong>ve</strong>rsity Press,<br />

London, pp 70-93.<br />

McQuail D (1991) Mass Communication Theory, Sage, London.<br />

Onaran AŞ (1984) Kamuoyu, Filiz Kitabevi, İstanbul.<br />

Özsoy O (1998) <strong>Propaganda</strong> <strong>ve</strong> Kamuoyu Oluşturma, Alfa, İstanbul.<br />

Price V (1992) Public Opinion, Sage, New York.<br />

Qualter TH (1980) <strong>Propaganda</strong> Teorisi <strong>ve</strong> <strong>Propaganda</strong>nın Gelişimi, Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi Siyasal Bilgiler<br />

Fakültesi Derg, 35, 255-308.<br />

Robins K, Webster F and Pickering M (1987). <strong>Propaganda</strong>, Information and Social Control, J Hawthorn<br />

(Ed), <strong>Propaganda</strong>, Persuation and Polemic, Edward Arnold, London pp 1-18.<br />

Se<strong>ve</strong>rin WJ and Tankard JW (1991) İletişim Kuramları: Kökenleri, Yöntemleri <strong>ve</strong> Kitle İletişim<br />

Araçlarında Kullanımları, Ali Atıf Bir <strong>ve</strong> N. Serdar Se<strong>ve</strong>r (çev), Kibele Sanat Merkezi, Eskişehir.<br />

Smith BL (1968) <strong>Propaganda</strong>, D L Sills (Ed), Encyclopedia of the Social Sciences, <strong>12</strong>, 579-588.<br />

Türkçe Sözlük (1969) Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara.


KİTLE KÜLTÜRÜ VE SİRK KÜLTÜRÜ<br />

Filiz Aydoğan *<br />

ÖZET<br />

Yunan uygarlığının gelişmesinde en önemli etken, üretim işlerinin köleler <strong>ve</strong> zanaatkarlar tarafından<br />

yapılması nedeniyle özgür vatandaşların sanat, politika <strong>ve</strong> felsefeyle uğraşmalarının sağlanmış olmasıdır.<br />

Eski Yunan’da özgür vatandaşların serbest zamanlarındaki en önemli etkinliği olan siyasete katılım,<br />

modern dönemde tıpkı serbest zamanlar gibi herkesin etkinliğidir. Ama modern birey, bir zamanlar sahip<br />

olduğu politikanın öznesi olma durumundan gittikçe uzaklaşmaktadır.<br />

Bazı yazarlara göre, tarihteki en yıkıcı kurumlar Roma İmparatorluğu dönemindeki sirkler <strong>ve</strong> Nazizmdir.<br />

Yüzyıllar önce, Roma İmparatorluğu insanları politikadan uzak tutmak için Ekmek <strong>ve</strong> Sirk formülünü<br />

kullanmıştı. Bu formül modern dönemde kitle iletişim araçları yoluyla sürüyor.<br />

İşte bu nedenle, bu çalışmada öncelikle sirk <strong>ve</strong> sirk kültürü konusu ele alınıyor. Daha sonra sirk<br />

kültürüyle paralellikler taşıyan kitle kültürü kavramı tartışılıyor. Bunun yanında, Türk medyasındaki Ateş<br />

Hattı adlı tartışma programı Sirk kültürü açısından inceleniyor. Bir tartışma programının seçilmesinin<br />

nedeni, bu tür programların halkın politikaya katılımını desteklemesi <strong>ve</strong> medyadaki ciddi programların<br />

başında gelmesi nedeniyledir.<br />

Anahtar Sözcükler: Kitle iletişim araçları, kitle kültürü, serbest zaman, sirk kültürü, tartışma<br />

programları.<br />

CIRCUS CULTURE AND MASS CULTURE<br />

ABSTRACT<br />

The major factor of the Greek civilization flourishing, mainly was, the free citizens devoting themsel<strong>ve</strong>s<br />

themsel<strong>ve</strong>s to arts, politics and philosophy while sla<strong>ve</strong>s and artisans has been invol<strong>ve</strong>d in prodution of<br />

necessaries. Participation to political life, the most important activity for this free citizens in Ancient age,<br />

is the e<strong>ve</strong>rybody’s activity like leisure time in modern times. But modern individual is gradually getting<br />

far from being the subject of political life once he has had.<br />

According to some writers two most quantiti<strong>ve</strong>ly destructi<strong>ve</strong> institutions of history are Circus and<br />

Nazizm. Long ago, in order to keep people away from political life the Roman Empire used Bread and<br />

Circuses. In modern times, the circus goes on with the mass media.<br />

For that reason, this study primarily examines the circus and the circus culture. Then it discusses the<br />

mass culture which is <strong>ve</strong>ry parallel to circus culture. Besides, it analyzes one of the discussion programs<br />

in Turkish media, with name of Front Line regarding circus culture. Since the discussion programs<br />

supports the people’s participation to the political life and they are the most serious programs among the<br />

TV programs, this study obser<strong>ve</strong> the discussion programs.<br />

Keywords: circus culture, discussion programs, leisure, mass culture, media.<br />

GİRİŞ<br />

Yunan uygarlığının gelişmesinde en önemli etken, üretim işlerinin köleler <strong>ve</strong> zanaatkarlar tarafından<br />

yapılması nedeniyle özgür vatandaşların sanat, politika <strong>ve</strong> felsefeyle uğraşmalarının sağlanmış olmasıdır.<br />

Toplumdaki eşitsizliğin olağan sayılması, beden işlerinin <strong>ve</strong> ticaretin hor görülmesine, yöneticilerin,<br />

savaşçıların <strong>ve</strong> soyluların yarattıklarının <strong>ve</strong> yaptıklarının önemli bulunmasına neden olmuştur. Antik Çağ<br />

boyunca, köleler üretim araçlarını kullanarak ya da üretim araçlarının yerine geçerek özgür vatandaşlara<br />

serbest zaman yaratmışlar, böylelikle vatandaşlar da bu zamanlarını doğrudan siyasete katılarak<br />

geçirebilmişlerdir. Eski Yunan’da özgür vatandaşların serbest zamanlarındaki en önemli etkinliği olan<br />

siyasete katılım, modern dönemde tıpkı serbest zamanlar gibi herkesin etkinliğidir. Ama modern birey,<br />

bir zamanlar sahip olduğu politikanın öznesi olma durumundan gittikçe uzaklaşmaktadır.<br />

İşte bu yazıda, öncelikle bireyi politikadan uzaklaştıran etkinliklerin ilki olduğu varsayılan sirk <strong>ve</strong> sirk<br />

kültürü konusu ele alınacaktır. Daha sonra modern bireyin sahip olduğu serbest zamanlarının büyük bir<br />

bölümünü kapsayan <strong>ve</strong> sirk kültürünün özelliklerini yansıttığını düşündüğümüz medya <strong>ve</strong> kitle kültürü<br />

tartışılacaktır. Son olarak, Türk medyasında sirk kültürüyle benzerlikler taşıyan Ateş Hattı adlı tartışma<br />

programı incelenecektir. Örnek olarak, bir tartışma programını ele almamızın nedeni, bu programların<br />

tıpkı Antikçağ’da siyaset <strong>ve</strong> kamusal olayların tartışıldığı agoranın (1) ya da eski Roma’da cumhuriyet<br />

* Yrd. Doç. Dr., Marmara Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi


döneminin forumunun (2) taşıdığı niteliklere sahip olduğunu ileri sürmesidir. Ayrıca, gene bu tür<br />

programların halkın politikaya katılımını destekleyen, siyaset konusunda halkı bilgilendiren <strong>ve</strong><br />

medyadaki ciddi programların en başında gelmesi nedeniyledir.<br />

SİRK KÜLTÜRÜ<br />

Üretimde son 150 yılda gerçekleştirilen değişikliklere koşut olarak çalışanların çalışma saatleri azalırken,<br />

yaşam düzeylerinde, gereksinimlerinde <strong>ve</strong> serbest zamanlarında artış sağlanmıştır. Çalışma saatlerinin<br />

azalmasıyla ortaya çıkan serbest zaman, çalışan insanların gittikçe artan gereksinimleri <strong>ve</strong> yetileriyle bir<br />

araya gelince kitle serbest zamanı denen modern görüngü ortaya çıkmıştır. Kitleselleştirilmiş serbest<br />

zaman, serbest zaman etkinliklerinin metalaşmasıyla, serbest zaman kullanımının çok geniş bir sanayi<br />

tarafından hazırlanarak kitlelere sunulmasıyla, giderek daha çok sayıda insanın serbest zamanlarında aynı<br />

ya da benzer, kitlesel olarak üretilmiş ürün <strong>ve</strong> hizmetleri tüketmesiyle ortaya çıkmış bir terimdir. Bu<br />

açıdan bakıldığında, günümüzdeki serbest zaman etkinlikleri standartlaşan, birbirine benzeyen,<br />

birbirlerinin yerine geçebilecek etkinlikler haline gelmiştir. Öte yandan, modern dönemle birlikte çok<br />

büyük bir sanayi haline gelen serbest zaman seçenekleri, metalaşmış <strong>ve</strong> homojenleşmiştir. Metalaşma,<br />

hem emeğin kapitalist tarafından satın alınarak bir üretim aracına dönüştürülmesine, hem de malların,<br />

hizmetlerin <strong>ve</strong> deneyimlerin paketlenerek tüketiciye birer nesne olarak satılması sürecine gönderme<br />

yapar. Serbest zaman <strong>ve</strong> kültür, bu metalaşma süreci tarafından şekillendirilir. Örneğin, sporun gelişmesi,<br />

oyun oynamaktan, oyunu para ödeyerek izlemeye <strong>ve</strong> sonunda yalnızca izleyici olma yolundaki değişimin<br />

sonucudur. Profesyonel oyuncular para alarak oynarken, izleyici oyunu para ödeyerek izler. Yıllık ödeme<br />

yoluyla evin konforlu havası içine kadar gelen uydu yayıncılığı, bu sürecin daha ileri bir aşamasını temsil<br />

eder. Homojenleşme, deneyim çeşitliliğinin tek biçimciliğe dönüştürülmesidir. Örneğin, günümüzde<br />

yaygınlaşan paket tatiller XIX. yüzyılda İngiliz firması Thomas Cook ile başlamış <strong>ve</strong> bu tarihten itibaren<br />

yabancı ülkelere yapılacak geziler belli bir biçime sokulmuş, turist deneyimi rutinleşmiş,<br />

mekanikleşmiştir (Rojeck 1995: 4). Böylelikle, günümüzde, giderek daha çok sayıda insan, serbest<br />

zamanlarında aynı şeyleri yapmaya, aynı şeyleri yapmaktan hoşlanmaya, böylelikle birbirlerine<br />

benzemeye başlamıştır. Bu nedenle, tıpkı Roma’da halkın eğlenmek üzere stadyumda toplanması gibi<br />

günümüzde de insanlar televizyonun başında toplanmaktadır.<br />

Pek çok yazar, modern insanın yaşadığı kitleselleştirilmiş serbest zamanın kökeninin Roma<br />

İmparatorluğu dönemine kadar geri gittiğini belirtmektedir. Örneğin, Sabestian de Grazia, günümüzde<br />

kitlelere yönelik eğlence yoluyla yaşanan sözde serbest zamanın Roma’da yaşananlara paralel olduğunu<br />

belirtiyor <strong>ve</strong> ekliyor: “Sirk tıpkı televizyon gibi günün her saatinde devam ediyor. Biz, modern dünyanın<br />

Romalılarıyız” (de Grazia 1964:330).<br />

Roma'da cumhuriyetin çöküntüye uğramasıyla kurulan imparatorluk, siyasal <strong>ve</strong> kültürel bozulmaya neden<br />

olmuştur. Cumhuriyetin imparator diktatörlüğüne dönüşmesiyle birlikte demokrasi kendinin tersine<br />

dönüşmüştür. Tıpkı, aydınlanmanın getirdiği demokrasi <strong>ve</strong> eşitlik anlayışının, yerini modern dönemde<br />

kitle toplumuna bırakması gibi, Ekmek <strong>ve</strong> Sirk de demokrasinin tam karşıtına dönüşmesinin sonucunda<br />

ortaya çıkmıştır. Ekmek <strong>ve</strong> Sirk formülü, Roma imparatorluğu döneminde, çalışmayan kitlelerin anarşiye<br />

kaymamaları için devlet tarafından beslenmelerini, barındırılıp, eğlendirilmelerini sağlamak üzere<br />

uygulanmaktaydı. Bu formüle göre, asayişi sağlamanın yollarından biri, kentte yaşayan herkese yıllık<br />

olarak belli miktarda mısır unu <strong>ve</strong> zeytinyağı <strong>ve</strong>rmekti. Sirk oyunları da, toplum düzeninin korunması<br />

açısından ekmek kadar gerekliydi. Bu dönemde halkın en çok hoşuna giden etkinlik, imparatorların<br />

düzenlediği araba yarışları, hayvan yarışları <strong>ve</strong> gladyatörlerin dövüşlerini içine alan sirk oyunlarıydı.<br />

Yılın 66 gününü kapsayan bu oyunlar, 4. yüzyılda yılda 175 güne çıkmıştı. Antik Çağ’daki oyunlar<br />

kamunun katılımını içerirken, Romalıların oyunları modern dönemin sıradan TV izleyicisinin durumunda<br />

olduğu gibi yalnızca “izleme”ye dayalıydı.<br />

De Grazia gibi Patrick Brantlinger da Bread and Circuses adlı kitabında, teknolojik <strong>ve</strong> bilimsel<br />

gelişmenin yarattığı modern toplumda, medya <strong>ve</strong> genel olarak kültür sanayiinin de eski Roma<br />

imparatorluğunun halkı uyuşturmak için kullandığı ekmek <strong>ve</strong> sirk formülünü kullandıklarını<br />

belirtmektedir. Roma'da da, tıpkı Nazizm'de olduğu gibi kitle cinayetlerinin kurumsallaştırılmasında<br />

nüfusun çok büyük bir bölümü yöneticilerle işbirliği içindedir; buradaki oyunlarda da kitle cinayetleri,<br />

kitle eğlencesi olarak düzenlenmektedir. Gladyatör dövüşleri kitlelerin politikadan uzaklaştırılmasının <strong>ve</strong><br />

kamu ruhunun hastalıklılığının işaretidir. Bugün dünya kupasını izleyen izleyicilerin de farkında<br />

olmasalar bile yüzlerindeki mimikleri Roma'daki edilgin izleyicilerle neredeyse aynıdır. Nasıl Roma


döneminde de bu oyunlar popülerleştikçe, güzel sanatlara olan merak zayıflamış, bu oyunların oynandığı<br />

arenaların ilk kurbanları tiyatrolar olmuşsa, günümüzde de kitle kültürü ürünleri sanatın <strong>ve</strong> estetiğin<br />

önüne geçmiştir. Pek çok izleyicinin edilgin bir biçimde izlediği ama bir kaç kişinin oynadığı bu oyunlar,<br />

tiyatroları zamanla vahşi hayvanların sergilendiği <strong>ve</strong> dövüştürüldüğü yerler haline getirmiştir (Brantlinger<br />

1983: 71-75). Günümüzde de bir yanda kitleselleşmiş insanın herşeyi aynı düzeye indirgeyecek ölçüde<br />

"duyarsızlaşması", öte yanda evrensel aydınlanma idealinin teknik bir uzmanlaşmaya indirgenmiş olması,<br />

kültüre karşı bir husumetin ortaya çıkmasına, bu durum ise bireyin siyasal ilgilerden gittikçe<br />

uzaklaşmasına yol açmıştır.<br />

Roma İmparatorluğu döneminde bu işi yapmak için kullanılan devasa araç gereçlerin <strong>ve</strong> düzeneklerin<br />

yerine bugün serbest zamanların büyük bir bölümünü kapsayan, düpedüz eğlence dediğimiz etkinlikler -<br />

bulmaca çözmeler, reklamlar, vakit öldüren eğlenceler - almıştır. Potansiyel olarak özgür <strong>ve</strong> özgün<br />

olabileceği söylenegelen birey ise, yabancılaşmış işçinin benzeri olan robotlaştırılmış kitle insanına<br />

dönüştürülmüştür (s.1<strong>12</strong>). Bu durumda, çalışma yerinde birey-yurttaş olarak kendine <strong>ve</strong>rilen görevleri<br />

yerine getiren birey, ev yaşamında kültür sanayiinin sunduğu fantazyalarla, kendisine reel yaşama<br />

katlanabilecek bir kişilik kazandıran yanılsamalar yaşamaktadır. Başka deyişle, birey için çalışma yaşamı,<br />

bir mutluluk biçimi olmaktan çok, fantazyalarını yaşayabilmek için katlanılması gereken zorunlu bir<br />

etkinlik haline gelmiştir. Ev yaşamı, bireyin insanı metalaştıran reel yaşama karşı kendini<br />

koruyabileceğine inandırıldığı bir korunak durumuna gelmiştir (Oskay 1982:97). Öyleyse, Max<br />

Horkheimer’in de belirttiği gibi, kitle iletişimi, aslında iletişimsizliktir; cemaat yaşamının <strong>ve</strong> özel<br />

yaşamın ortadan kalkmasıdır. Modern toplumda ailenin dağılması, özel yaşamın serbest zamana, serbest<br />

zamanı da insanın iç dünyasını ortadan kaldıran parklar, top sahalar, filmler, best-seller’lar <strong>ve</strong> radyodan<br />

alınan rutinleşmiş bir hazza dönüştürmüştür (Aktaran Brantlinger: 235).<br />

Böylelikle, modern dönemde serbest zaman, düşük düzeyli eğlence programlarıyla geçiştirilen politika<br />

dışı bir zaman niteliğine bürünmüş, devletin kamusal ilişkilerinin tartılmadığı bir zaman dilimi olarak<br />

kabul edilmiştir. Modern dönemden önceki dönemlerde kamuoyunun egemenlik alanı olarak görülen<br />

kamusal alan, modern dönemde birbiriyle yarışan kurumların <strong>ve</strong> baskı gruplarının çıkarları arasında<br />

karşılıklı ödünler <strong>ve</strong>rilmesinden başka bir şeyi ifade etmemektedir. Bu nedenle, Habermas’a göre, modern<br />

dönemle birlikte kamusal alanda feodal koşullara bir geri dönüş yaşanmaktadır. Gerçekten de günümüzde<br />

büyük örgütler birbirleriyle <strong>ve</strong> devletle yarışırlar; kendi yönelimlerine bir ölçüde halkın desteğini<br />

sağlamak için halkla ilişkiler stratejilerine başvururlar. Bunun sonucunda, kamuoyu giderek küçülmüş,<br />

siyasal yaşamla ilgilenmeyen <strong>ve</strong> hiçbir eleştirel değer taşıyamayan bir duruma gelmiştir (Davies<br />

1989:113-114). Bu yazıda, Habermas’tan bir adım daha ileri ama tarihsel olarak geri giderek Roma<br />

İmparatorluğu dönemine geri dönüldüğü ileri sürülmektedir. Ayrıca günümüzde, kitlelerin siyasetten<br />

uzaklaştırılması, medya başlığı altında toplayabileceğimiz kitle iletişim araçları sayesinde çok daha<br />

gelişkin yöntemlerle yapılmaktadır. Kitleler için yapılacak tek şey ise “vakit geçirmek”, “izlemek”,<br />

“eğlenmektir”.<br />

KİTLE KÜLTÜRÜ VE MEDYA<br />

Gerçekten de günümüzde toplumsal yaşamla ilgili her olayın haberi, kitle iletişim araçlarından<br />

alınmaktadır. Modern insan, dünyayı, yaşamı, insanın kendisini bile bu araçların hazırladığı anlamsal<br />

içerik yoluyla anlamlandırmaktadır. Kitle iletişim araçları yoluyla gerçekleştirilen iletişim süreci, mesajı<br />

gönderen ile alan tarafın başat kültür alanı içinde anlaşabilmesini gerektirmektedir. Bu iletişim sürecinde,<br />

mesajı alan kesimler bağımlı konumdadırlar; eşit ya da özgür değildirler. Çünkü gönderilen mesajlar,<br />

mesajı hazırlayan kişilerin değerlerine, normlarına göre önceden hazırlanmakta, bu nedenle de<br />

toplumdaki egemenlik ilişkilerini taşıyan başat kültüre göre yorumlanmak zorunda kalmaktadır. Bunun<br />

nedeni ise, bireyin var olan toplum yaşamına uyumlanma zorunluluğudur. Başka deyişle, kitle<br />

iletişiminde toplumsal konumları eşit olan insanlar arasında gerçekleşen bir iletişimden çok "buyruk<br />

<strong>ve</strong>rme/güdümleme"ye <strong>ve</strong> "buyruk alma/uyumlanma"ya dayalı bir iletişim söz konusudur. Bu tür bir<br />

iletişim süreci, alıcının mesaja ya da mesajı gönderene karşı eleştirel bir tutum edinmesini<br />

engellemektedir. Alıcı durumundaki bağımlı kesimlerin mesajdan çıkaracağı anlamı, var olan yaşamı<br />

biçimlendiren etik, insanların bir bölümünü bağımlı, diğerlerini de egemen konumda olmasını<br />

haklılaştıran, bunu doğal sayan etik belirlemektedir. Kısacası, kitle iletişimi, varolan toplumdaki<br />

egemenlik ilişkilerinin taşıyıcısı olması nedeniyle toplumsal sistemin etkinliğinden yana bir kültürdür. Bu<br />

nedenle, "kısıtlayıcı, gerçekliği mistifiye edici, sınırlı" bir iletişimdir (Oskay 1998: 15-16).


Buna ek olarak, kitle kültürü bir yandan eşitlik <strong>ve</strong> demokratik hoşgörü yanılsamasını beslerken, öte<br />

yandan iktidarın birkaç elde toplanmasını, totaliteryen koşulları <strong>ve</strong> etkinlikleri de yaratır. Günümüzde<br />

niteliğin nicelikle yer değiştirmesi sonucunda, üreticiler <strong>ve</strong> dağıtıcılar homojenleştirilmiştir; çoğunluğa<br />

ulaşmış olan kitlesel yeniden-üretim araçları yaratıcılığı <strong>ve</strong> orijinalliği ortadan kaldırmıştır. Kitle kültürü,<br />

hiç bir konunun fazla karmaşık olmaması yolundaki tezi sayesinde bayağılığı yüceltmiş, sıradan insanlar,<br />

toplumsal karar alma süreçlerinde etkin katılımcılar olmaktan çıkarılarak gerçeklikten kaçan edilgin<br />

tüketiciler durumuna getirilmiştir. Çağdaş toplumda, bireyin yaşadığı toplumun dışında kalma korkusu,<br />

bireyselliği azaltmış, kişilik kavramı da kitle kültürü ürünlerinin yarattığı özden yoksun starların <strong>ve</strong><br />

idollerin imgeleriyle karşılanmıştır. İmgelemin bu ürünler tarafından yönlendirilmesi, gerçekliğin<br />

algılanmasını hem sınırlandırmış, hem de standartlaştırmıştır. Bu durum, hem insanın kendisinin düş<br />

kurabilme yeteneğini elinden almış, hem de insanın gerçeklikle fantazya alanını birbirinden ayırma<br />

gücünü azaltmıştır. Kitle kültürü, dikkati maddi yaşamın somut koşullarından başka yönlere çekebilen<br />

çok geniş bir alan yaratmıştır. Ama bu alanda, insanlara belli davranış kalıplarının yer aldığı bir<br />

propaganda sistemi sunmuştur. Bu sistem, örgütlenmiş, sürekli <strong>ve</strong> devam eden bir bütündür (Real 1977:<br />

24-25). Hans Magnus Enzensberger’in öne sürdüğü gibi, belki de bu sanayiinin asıl amacı <strong>ve</strong> ilgisi,<br />

ürününü satmak değil, "varolan düzeni" satmak, asıl görevi ise bilincimizi sömürmek için onu eğitmektir.<br />

Bu türden bir eğitim, daha doğru bir deyişle "manüpülasyon" sayesinde kitlelerin siyasal <strong>ve</strong> ekonomik<br />

koşulların bilincine varması engellenmekte, kitleler siyasetten uzak tutulmakta <strong>ve</strong> var olan<br />

kurumsallaşmanın meşrulaştırılması sağlanmış olmaktadır (s.27). Enzensberger gibi Richard Sennett de,<br />

kitle iletişim araçlarının toplumda olup bitenler üzerine insanların sahip olduğu bilgiyi sonsuza dek<br />

arttırdığını <strong>ve</strong> bu bilgiyi politik eyleme dönüştürmelerini sonsuza dek yasakladığını belirtmektedir<br />

(Sennett 1996: 352).<br />

ATEŞ HATTI<br />

Gece 22.45-0.30 arasında yayınlanan bir tartışma programı olan Ateş Hattı’nın oturma düzeni, Roma’daki<br />

stadyumların hemen hemen aynısıdır. Karşıt görüşlere sahip konuklar, birbirlerinin yüzlerini görecek<br />

biçimde karşılıklı otururlarken, halkı temsil etmek üzere stüdyoya çağrılanlar bu kişilerin etrafına <strong>ve</strong><br />

arkasına oturtulmaktadır. Kamera yukardan çektiğinde arena görüntüsü çok açık bir biçimde ortaya<br />

çıkmaktadır. Yaklaşık 2.30 saat yayın süresi olan programın, ilk 1. saatinde genellikle, halk hiç<br />

konuşmayıp, dinlerken, 1 saat sonra halkın soru sormasına izin <strong>ve</strong>rilmektedir. İncelemek üzere<br />

izlediğimiz programda, “Türkiye’de Demokrasi”, “Fransa-Ermeni Tasarısı”, “Türkiye’nin Gelir<br />

Dağılımındaki Eşitsizlik”, “Çocuklara Dayak”, “Kadınlara Dayak”, “Af Sorunu”, “Polis Eylemleri”,<br />

“İslam’da Kadın”, gibi Türkiye’nin haftalık gündemindeki güncel konular yer almıştır. Program sirk<br />

kültürünün dayandığı varsayılan <strong>ve</strong> aşağıda belirtilen temel özellikler açısından irdelenmiştir.<br />

1. Eğlendiricilik<br />

Televizyonda bir tartışma programını ilgi çekici hale getirmenin ya da izlenme oranını arttırmanın en<br />

önemli etkeni, katılan kişiler olduğundan, katılacak kişilerin isimleri günler öncesinden tanıtımlarda<br />

<strong>ve</strong>rilir. Ama maalesef, Ateş Hattı programına çağrılan konuklar, genellikle konuyla ilgileri açısından<br />

ikincil, üçüncül önemde kişilerden seçilmektedir. Örneğin, “Türkiye’de Polis Eylemleri”nin ele alındığı<br />

programda, hapishanelere silah sokulması 3 konuk tarafından tartışılırken 4. konuk bu konuyu tartışacak<br />

kişilerin kendileri olmadığını <strong>ve</strong> zaten yetkilerinin <strong>ve</strong> bilgilerinin de buna müsait olmadığını belirtmiş,<br />

programa reklam arası <strong>ve</strong>rilmiş <strong>ve</strong> reklamlardan sonra konu değiştirilmiştir. Bundan daha önemlisi, bir<br />

konuda daha önce televizyonda tartışmış/”kavga etmiş” olan ya da tartışması/”kavga etmesi” kesin olan<br />

kişiler tekrar konuk olarak çağrılmakta, bu durum halka program tanıtımlarında ısrarla hatırlatılmaktadır.<br />

Tıpkı gladyatör dövüşlerinden birkaç gün önce evlerin <strong>ve</strong> yapıların duvarlarına asılan duyurular yoluyla<br />

halkın dövüşlere çağrılması gibi, günler öncesinden yapılan bu televizyon tanıtımları ise başka bir<br />

“dövüşü” hem stüdyodan, hem de evlerinde televizyonlarının başında izlemeleri için modern dönemin<br />

bireylerine yapılmaktadır. Örneğin, daha önce, 4 yıl önce televizyonda birbirlerine hakarete varacak<br />

derecede kavga eden 2 gazeteci, Ateş Hattı programının “Türkiye’de Demokrasi” adlı bölümüne da<strong>ve</strong>t<br />

edilmiştir. Ama gazetecilerden biri, programa gelerek ”bu horoz dövüşünün içinde olmayacağı”nı, “emir<br />

direktifle kapışmayacağını” belirterek programdan ayrılmış, ertesi günkü köşesinde medyanın kendisine<br />

çeki düzen <strong>ve</strong>rmesi gerektiğini yazmıştır. Gerçekten de programa başka isimlerin de telefonla katılıyor<br />

olmasına karşın, program tanıtımlarında yalnızca bu ikisinin adı geçmiş <strong>ve</strong> kıran kırana bir tartışmanın<br />

olacağı belirtilmiştir. Bu açıdan bakıldığında, Ateş Hattı birbirinden nefret eden iki kişiyi ya da kişileri bir


araya getirip halkın önünde “tartıştırmak” daha doğru bir deyişle, kavga ettirmek ya da programa katılan<br />

konukların farklı görüşlerinden çıkan tartışmayı halka izlettirmek düşüncesine sahiptir.<br />

Günümüzde televizyon bir eğlence aracı olarak kullanılmakla birlikte haber programları da bu formatı<br />

benimseyerek magazinleşti. Bu durumda televizyondaki haber programları bile, izlenebilir olmak<br />

pahasına bir tür eğlence, ya da gösteri haline gelmiştir. Bu programlardaki alkış kısmı, izlenen şeyin,<br />

herhangi bir show programında olduğu gibi beğenip beğenilmediğini onaylama biçimine dönüşmüştür.<br />

Belki de bunun en açık örneği, programın sunucusunun “kendine göre” güzel bir laf ettikten sonra, “nerde<br />

benim alkışım” demesidir. Ayrıca her programda çağrılan konuklardan mutlaka bir tanesi eğlence<br />

dünyasından seçilmektedir. “Kadınlara Dayak” programında, kocasından dayak yiyerek hastanede kalan<br />

<strong>ve</strong> o dönemde ana haber bültenlerini işgal eden iki kadın sanatçı konuk olmuş, çok önemli bir spor<br />

kulübün teknik direktörü de “Çocuklara Dayak” tartışmasında yer almıştır. Televizyondaki bu gösterinin,<br />

eğlencenin “show”un bir başka temel özelliği de kavga ya da şiddettir.<br />

2. Şiddet <strong>ve</strong> Bayağılığın Yüceltmesi<br />

Ateş Hattı’nda tartışıldığı biçimiyle politika, kişiselleştirilmekte, yapay olarak kurgulanmaktadır. Başka<br />

deyişle, politik yaşam fikirlerin çatışması olarak değil, insanların birbiriyle çatışmasına dönüşmektedir.<br />

Yukarıda anlatılan gazeteci, buna örnek olarak <strong>ve</strong>rilebilir. Ama bu örnekler, her programda<br />

çoğalmaktadır. “İslam’da Kadın” adlı programda, İlahiyat Fakültesinin dekanı <strong>ve</strong> İslamcı yazar arasındaki<br />

kavgada, bu ikisi birbirlerine bağırırken, halk ıslıklıyor, alkışlıyor. Bütün bu gürültü içinde, programın<br />

sunucusundan programı düzgün yönetmesi isteniyor. Sunucu, “Ateş hattı dediysek, bu nasıl ateş, ateşi<br />

düşürün” diyor.<br />

Ayrıca, programlara da<strong>ve</strong>t edilen entelektüel konuklara (psikolog, sosyolog, sosyal bilimci vs), genellikle<br />

anlaşılmadıkları söylenmekte, bir tür halkın anlayacağı dilde konuşmadıkları gerekçesiyle<br />

aşağılanmaktadırlar: ”Lütfen bizim anlayacağımız dilden konuşun” diyen programın sunucusu (3)<br />

tarafından uyarılmaktadırlar. Bunun tersine, programın yapımcısı <strong>ve</strong> sunucusu “Kadınlara Dayak” konusu<br />

tartışılırken programa 3 kere evlenmiş, 33 çocuklu, bir adamı çağırmıştır. Sunucu, bir yandan adamın<br />

aksanı ile dalga geçerek, onun taklidini yaparak onunla eğlenirken (onun programa getireceği ratingin<br />

farkında olarak) program boyunca ortaya atılan her farklı konuyu bu adama sormaktan çekinmemiştir.<br />

Aslında bu kadar yanlış bir örneğin televizyonda rating almak için sevimli gösterilmesinin konu açısından<br />

taşıdığı tehlikelilik bir yana cehaletin yüceltilmesinin çok daha dikkat edilmesi gereken bir konu olduğu<br />

da akıllardan çıkarılmamalıdır. Ayrıca, bu adam daha sonra pek çok televizyon programına çağrılmış <strong>ve</strong><br />

televizyonun ünlü yaptığı kişilerden biri haline gelmiştir.<br />

3. İzleyicinin Edilginliği<br />

Tartışma programlarında, halkın da bulunması, programda “temsil edilme”, <strong>ve</strong><br />

“çoğulculuk”,”demokratik” toplumun televizyonda da yaratıldığını göstermek amacını taşır. Ateş Hattı<br />

programında, izleyici tribünleri konuklardan ayrı tutulmuştur. Böylelikle, oraya çağrılan halk, -genellikle<br />

üni<strong>ve</strong>rsite öğrencilerinden seçilmektedir- gerekse ekranlara çağrılan halk, yalnızca izleyicilik edecek,<br />

beğendiğinde alkışlayacak, beğenmediğinde yuh diyecek, kanal değiştirecektir. Ayrıca, diğer tartışma<br />

programlarından farklı olarak bu programda, izleyicilerin ellerine, konuşan kişinin fikirlerini, sözlerini<br />

beğenmediğinde göstermek üzere kırmızı kart <strong>ve</strong>rilmiştir. Buna karşın, programda, izleyici, yalnızca<br />

“sorusu olan var mı” sorusu ile hatırlanmakta <strong>ve</strong> çok büyük bir bölümü olan biteni “seyrederek”<br />

programdan ayrılmaktadır.<br />

Bu tür programlarda, tartışmacıların seçimi, tartışmanın nasıl gelişeceği, konuların ele alınış biçimi<br />

konusunda fikir <strong>ve</strong>rir. “Herhangi bir sorunun önceki tartışmalarında kurulan çerçe<strong>ve</strong>leri, daha sonraki<br />

tartışmaların da ana eksenini az çok, kimi durumlarda da tamamen belirler <strong>ve</strong> bir kez sorunların kamusal<br />

tartışma içinde ele alındıkları çerçe<strong>ve</strong>ler bu yolla sabitleşince, tartışma kapanır, sloganlaşır, dolayısıyla<br />

sorunları alternatif bakış açılarından ele almak bir o kadar zorlaşır”. Başka deyişle, tartışma<br />

programlarındaki çerçe<strong>ve</strong>, aslında egemen olan söylemler dolayımıyla kurulur. Bu nedenle, varolandan<br />

farklı seçenekler duyulmaz, ya da susturulur. Varolan seçenekler ise zıtlıklar içinde sunulur. Ateş Hattı bu<br />

açıdan benzerlerinden farklı değildir. Bu programda da: Laik/Müslüman, Atatürkçü/yobaz,<br />

yurtse<strong>ve</strong>r/hain, kadın dayak yer/yemez gibi zıtlıklar yaratılmakta, izleyiciler de görüşlerini bu sınırlı


çerçe<strong>ve</strong>ler içinde bildirmektedir (İnal: 69, 71). Üstelik Ateş Hattı programında izleyicilerin görüş<br />

bildirmelerini pek tercih edilmemekte, bunun yerine konuklara soru sorulması istenmektedir.<br />

SONUÇ<br />

Günümüzde, Antik Çağ’ın agorası ya da Cumhuriyet dönemi Roması’nın forumunda halkın biraraya<br />

gelerek <strong>ve</strong> her konuda söz söyleyerek tartıştığı, böylelikle etkin olarak siyasete katıldığı bir ortamdan söz<br />

etmek oldukça zordur. Günümüzde, halkın sorunlarıyla ilgili olarak toplumun her kesiminin bir araya<br />

geldiği, özgürce fikirlerini tartıştığı en iyi ortamın ise televizyondaki tartışma programları olduğu ileri<br />

sürülür. Gerçekten de günümüzde forum ya da agoraya benzer tartışma alanlarının işlevini medya<br />

devralmıştır. İncelememizde, bu bakış açısının doğruluğunu, modern dönemde kitleselleştirilmiş serbest<br />

zamanını kitle kültürü ürünlerini tüketerek geçiren apolitik birey açısından ele aldık. Çalışmanın ilk<br />

bölümünde Roma İmparatorluğu dönemindeki Sirk kültürünün günümüzdeki kitle kültürü ile paralellik<br />

taşıdığını belirttik. Çalışmanın daha sonraki bölümünde ise bireyi yukarıda belirttiğimiz sirk kültürünün<br />

ya da kitle kültürünün niteliklerinden farklı olarak, ya da onu uyuşturmak, edilginleştirmek ya da<br />

toplumun başat değerlerini satmak yerine onu daha özgür <strong>ve</strong> daha eşitlikçi bir yaşama ulaştıracak ilgi <strong>ve</strong><br />

bilgi kazandırması gerektiği düşünülen tartışma programlarından birini inceledik.<br />

Agora <strong>ve</strong> forum örneklerinde olduğu gibi, tartışma programlarının amacı da ele alınan konunun mümkün<br />

olduğunca değişik taraflarıyla ortaya konulması, değişik görüşlerin farklı çıkar grupları tarafından dile<br />

getirilmesi, halkın yorumlarıyla, sorularıyla kendisini ilgilendiren sorunlara etkin bir biçimde<br />

katılmasıdır. Bu türden bir demokratik ortamın sağlanıp sağlanmadığı açısından Ateş Hattı programına<br />

bakıldığında, programlarda ele alınan sorunların, halktan çok programa çağrılan konuklar tarafından<br />

yönlendirildiği, onların bakış açılarının programa egemen olduğu görülmektedir. Roma<br />

İmparatorluğu’nun sirklerinde oturtulduğu gibi bu programda da halk tribünlerde oturtulmaktadır.<br />

“Yönetilen kesim”, başka deyişle, halk genellikle konuklara soru sormakta, yorum yapmasına izin<br />

<strong>ve</strong>rilmemektedir. Yorum yaptığı ya da sorusunu uzattığı durumda mikrofon elinden alınmakta ya da<br />

mikrofonun sesi kısılmaktadır. Ayrıca, yukarıda sözü edilen izleyicilerin ellerine <strong>ve</strong>rilen kırmızı kartlar<br />

da, gerçekte, izleyicinin sesini kısmaya, susturmaya <strong>ve</strong> edilginleştirmeye yönelten bir uygulamadır.<br />

Gene, bu tür tartışma programlarının başlıca amacı, bireyleri yaşamdaki toplumsal, ekonomik, siyasal<br />

sorunlardan haberdar etmek <strong>ve</strong> onların düşüncelerini bu yönde bilinçlendirmek, demokratik bir toplumun<br />

oluşumuna katkıda bulunmak olmalıdır. Maalesef, hepimizin bildiği gibi, televizyondaki pek çok eğlence<br />

programı, talk showlar zaten televizyonu tam bir Sirk’e dönüştürmüştür. Ama bu türden programların<br />

dışında, daha ciddi <strong>ve</strong> düzeyli programlar olması gereken tartışma programları da daha fazla izleyicinin<br />

ya da reklamcının “ilgisini çekmek” uğruna bir tür Sirk’e dönüşmektedir Gerçekten de, tıpkı Roma’da<br />

halkı politik yaşamdan uzak tutmak, onların toplumsal yaşamdaki eşitsizlikleri farkettirmemek, bunların<br />

temelinde yatan nedenlerini anlayacak bir bilinç kazanmasını önleyebilmek için halkı ucuz eğlenceye<br />

boğan Sirk’lerde olduğu gibi, Ateş Hattı programı da kitlelerin eğlendirilmesinin gerektiğini<br />

unutmamaktadır. Hemen her programa, bunu yapmak üzere eğlence dünyasından ünlü bir kişi ya da en az<br />

onun kadar kitleleri eğlendirebilecek, izleyiciyi ciddiyetten uzaklaştıracak, konuyla ilgili komik, ya da<br />

tuhaf denebilecek ilgi çekici bir konuk çağrılmaktadır. Bu durum, tartışılan konudan uzaklaşılmasına,<br />

konunun kişinin ya da o kişinin öyküsünün programın odak noktası haline gelmesine yol açmaktadır.<br />

Yukarıda, daha önce sözü edilen iki gazeteci, kadınlara dayak konusundaki Doğulu adam, İslam’da kadın<br />

programında İslamcı yazar <strong>ve</strong> dekan örneklerinde görüldüğü gibi, çağrılan kişiler konunun önüne<br />

geçmiştir. Ayrıca gene yukarıda detaylı bir biçime dile getirilen iki gazeteci örneğinde, gazeteciler sanki<br />

gazeteci değil, iki gladyatörmüş gibi arenaya/stüdyoya da<strong>ve</strong>t edilirken, izleyiciler de daha önce<br />

seyrettikleri dövüşün ikinci raundunu izlemeye televizyonlarının başına çağrılmıştır.<br />

Programa genel olarak bakıldığında, şiddetin (genellikle kavga biçiminde, bağırarak tartışma biçiminde<br />

vb gibi), kabalığın açıkça sergilenmesi doğal görülmektedir. Ayrıca, Roma İmparatorluğu döneminde<br />

kültüre karşı duyulan düşmanlığın bir başka biçimi, Ateş Hattı programında da göze çarpmaktadır.<br />

Programda, konunun uzmanları, entelektüeller (aslında, genellikle entelektüel kesim programa<br />

katılmamaktadır.), akademisyenler, halkın anlayacağı dili kullanmadıkları gerekçesiyle küçük<br />

düşürülmekte ya da hor görülmektedir. Böylelikle, program sunucusu halka iyi görünmeye çalışmakta,<br />

başka deyişle, programda popülist bir yaklaşım sergilemektedir. Gerçekten de uzun zamandır Türk<br />

televizyonlarında, ciddi konuların tartışılmasına, mankenlerin, kendini sanatçı olarak tanıtan kim olduğu<br />

belirsiz kişilerin, eğitim seviyesi düşük disk jokey <strong>ve</strong> video jokeylerin çağrılması nedeniyle halkın


anlayacağı dil, kültür, zevk seviyesi gittikçe aşağılara düşmektedir. Bu durum, tartışma programlarının<br />

ciddiyetini kaybetmesine, eğlence programları gibi bir tür oylanma duygusu içinde izlenip tüketilmesine<br />

neden olmaktadır.<br />

Ayrıca, Türkiye gibi azgelişmiş bir ülkede kolektif kaygıların artması, ekonomik krizler <strong>ve</strong> sıkıntıların<br />

neden olduğu kabuslar karşısında sıradan insan, kabalığı <strong>ve</strong> bayağılığı temel alan televizyon<br />

programlarına yönelmekte ya da bu tür programların sayısı artmaktadır. Belirtmekte yarar var: Ateş hattı<br />

programının bir kopyası gene bir başka medya kuruluşunda her pazartesi yayınlanmaktadır.<br />

Bu tür programlarda, bireyleri orada oturtarak, halkın da temsil edildiğini düşündürerek demokratik bir<br />

ortam yaratılmış gibi görünse de, aslında bu durum bir gereği yerine getirmenin sonucudur. Programın<br />

televizyon karşısındaki izleyicileri genellikle Roma’da olduğu gibi, özellikle siyasal yaşama katılımdan,<br />

<strong>ve</strong> toplumsal yaşamın pek çok nimetinden mahrum kalan alt sınıflardır. Bu kesimin bu programa yönelme<br />

nedeni, günlük yaşamın hırçın, hoyrat, bayağı dilini <strong>ve</strong> üslubunu burada bulması olabilir. Ya da belki,<br />

varolandan daha eşit, daha özgür, daha mutlu bir dünyanın düşlerini görmenin gittikçe güçleştiği bir<br />

toplumsal yaşamda, bu kitleler Ateş Hattı adıyla yayınlanan bu modern medyanın sirkindeki işlevlerini<br />

yerine getirmek için “izlemektedirler” ya da orada bulundurulmaktadırlar.<br />

Gerçekten de, modern dönemde toplumsal sistem gitgide rasyonelleşirken, modern toplumun insanları<br />

yaşamın işleyişini kavrayamayan, hatta politikayla ilgilenecekleri tek zamanları olan serbest zamanlarını<br />

da bundan kaçmak için kullanan "mutlu eblehlere" dönüşmektedirler. Fransız devrimi sırasında içinde<br />

bulunduğu koşulların bilincinde olan aydınlanmış, bireyleşmiş halk, Fransa’ da krala karşı çıkarak Paris<br />

sokaklarında bugünkü Eyfel Kulesi’ nin bulunduğu yerle Emekli Askerler yurdu arasındaki beş tepeyi,<br />

birbirlerini rahatça görebilmek amacıyla dümdüz ettiler; böylece dolaysız siyaset yapabilme olanağına<br />

kavuştular. Bugünse çekildiği evinde yalnızca kendinden oluşan bir dünyaya kapanan, hiçbir yere<br />

gitmesine gerek kalmadan tüm dünyayı televizyondan “izleyen”, ama bu dünyaya anlam <strong>ve</strong>remeyen, bu<br />

anlamsızlık karşısında gittikçe küçülen kitle toplumu insanı durumuna gelmiştir. Yaşamdaki olguları bir<br />

sürecin bütünlüğü içinde görmekten uzaklaşan, alıkonulan insanın siyasal yaşama katılmadaki<br />

gönülsüzlüğü de buradan kaynaklanmaktadır. Bugün varolan şekliyle kitle kültürü <strong>ve</strong> bu kültürün topluma<br />

yaydığı “değerler” ne yazık ki Roma İmparatorluğu dönemindeki Sirk’in kendinde topladığı değerlere,<br />

değersizliklere benzemektedir. Yaşadıklarımız, özellikle Ateş Hattı programı <strong>ve</strong> buna benzer programlar<br />

bakımından Roma’da yaşananların bir uzantısı gibidir. Ama insanoğlu, varolan sistemin içinde yaşarken,<br />

yaşadığı <strong>ve</strong>rili sistemlerden daha iyisini isteyecek bir yaşamın düşlerini görebilmiştir. Bütün bunların<br />

suçlusu olarak medyayı, teknolojiyi suçlayan olumsuz bir bakış açısının da yeterli olduğunu<br />

düşünmüyorum. Bunun yerine, teknolojiyi var olan toplumsal sistemin etkinliğini arttırmak yerine,<br />

insanın özgürleşmesi ya da demokratik bir topluma doğru evrimlenmesi için gereken bilinci kazandırması<br />

için de kullanılabileceği fikrini hatırlamanın, hatırlatmanın daha yararlı olacağını düşünüyorum.<br />

DİPNOTLAR<br />

(1) İ.Ö. 5. yüzyılda Yunanlıların dinsel, siyasal, hukuki, toplumsal <strong>ve</strong> ticari etkinlikleri tartışmak için<br />

toplandıkları alan.<br />

(2) Eski Roma’da halkın toplanması için yapılmış olan, kamu yapılarıyla çevrili olan forum, İmparatorluk<br />

döneminde dinsel <strong>ve</strong> dindışı gösterilere hizmet etmeye başlamış, gladyatör dövüşleri için kullanılan<br />

forumların üzerine izleyiciler için galeriler <strong>ve</strong> dükkanlar yer almıştır.<br />

(3) Ateş Hattı programının yayınlandığı kanalın anahaber bülteninin anchormani de olan yönetici, çağrılan<br />

konukların ortasında ayakta durmaktadır. Bu haber saatinde sunulan haberlerin seçimi, sunuluş<br />

biçimi, söylemi oldukça basit ya da en sıradan insanın bile anlayabileceği bir üslup taşımaktadır. Ayrıca,<br />

haber bülteni genellikle, kolsuz kadınlardan, büyücü hocalardan, rekor denemeleri yapanlardan ya da<br />

cinayet, şiddet içeren olaylardan oluşmaktadır. Bu olayların haber bültenindeki süresi, gündemdeki politik<br />

olayların toplam süresinden çok daha fazladır. Durum böyle olduğundan bu haber bülteninin daha çok bir<br />

magazin programına benzediğini söylemek de çok zor değildir!<br />

KAYNAKLAR<br />

Aydoğan F (2000) Medya <strong>ve</strong> Serbest Zaman, Om Yayınları, İstanbul.<br />

Brantlinger P (1983) Bread and Circuses, Cornell Uni<strong>ve</strong>rsity Press, USA.<br />

Davies M (1989) Another Way of Being: Leisure and the possibility of Privacy, T Winnifrith and C<br />

Barett (eds), The Philosophy of Lesure, Mc Millian Press, London, pp. 104-<strong>12</strong>8.


De Grazia, S (1964) Of Time, Work and Leisure, Doubleday Anchor Books, New York.<br />

Horkheimer M <strong>ve</strong> Adorno, TW (1996) Aydınlanmanın Diyalektiği, Oğuz Özügül (çev), Kabalcı<br />

Yayınları, İstanbul.<br />

Horowitz, IL (ed) (1963) Power, Politics and People. The Collected Essays of C. Wright Mills, Oxford<br />

Uni<strong>ve</strong>rsity Press, New York.<br />

İnal A (1995) Bir İzleyici Gözüyle Siyaset Meydanı, Birikim, 68-69, Aralık 1994/Ocak 1995, ss. 65-75.<br />

Oskay Ü (1982) XIX. Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri, A.Ü. Siyasal Bilgiler<br />

Fakültesi Yayını, Ankara.<br />

Oskay, Ü (1998) Kitapsız Toplumun Televizyonu, Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım, Yapı Kredi<br />

Yayınları, İstanbul.<br />

Real MR (1977) Mass Mediated Culture, Prentice Hall, Englewood Cliffs, N.J.<br />

Rojeck C (1995) Decentring Leisure, Rethinking Leisure Theory, Sage Publications, London.<br />

Sennett R (1996) Kamusal İnsanın Çöküşü, Serpil Durak <strong>ve</strong> Abdullah Yılmaz (çev),<br />

AyrıntıYayınları,İstanbul.


TUTUM OLUŞTURMA ETKİNLİĞİ OLARAK LOBİCİLİK<br />

Kadir Canöz *<br />

ÖZET<br />

İnsanların günlük yaşantılarında yapmış oldukları hareketlerin her ne kadar görünen bir nedeni var ise<br />

de; asıl neden onların zihinlerinde var olan değer <strong>ve</strong> tutumlar olarak bilinmektedir. Elit seçilmişlere<br />

yönelik yapılan lobicilik faaliyetleri de, belirli bir hareketi yaptırmayı hedeflerken bunu daha çok; dikkat<br />

çekme, bilgilendirme <strong>ve</strong> ikna etme gibi tutum oluşturucu yöntemlerden birisi <strong>ve</strong>ya birkaçı ile yapmaya<br />

çalışmaktadır. Çalışmamızın içerisinde ele alınan lobicilik bu bağlamda değerlendirilerek tutum<br />

oluşturma etkinliği olup olmadığı konusunda bilgiler içermektedir.<br />

Anahtar Sözcükler: Tutum, Lobicilik, Kamusal Erk<br />

LOBBYING AS ATTITUDE FORMING ACTIVITY<br />

ABSTRACT<br />

Alhough behaviours in our daily may ha<strong>ve</strong> their apparent moti<strong>ve</strong>s, their actual incenti<strong>ve</strong>s might be rooted<br />

in our val<strong>ve</strong>s and attitudes deeper in the mind. Lobbying activities on elected elites with an aim of a<br />

certain goal are conducted more by attracting attention, attitude forming, informing and persuading. İn<br />

this study we dealt with lobbying to find out whether it is to be considered as an attitude forming activity.<br />

Keywords: Attitude, Lobbying, Public Power<br />

GİRİŞ<br />

Kişilerde karar <strong>ve</strong>rme sürecinin sosyo-psikolojik temellerinin açıklığa kavuşturulmasında önemli<br />

kriterlerden birisi olarak kabul edilen tutum (Kalender 2000: 28); “bir obje, kavram, sembol <strong>ve</strong>ya duruma<br />

karşı, geçmişten gelen öğrenilmiş bazı bilgiler <strong>ve</strong> tecrübelere dayanan, zihinsel karakteristik sonucu<br />

bireyin gösterebileceği fiziksel tepkinin zihindeki hazırlık, yani plan aşamasını oluşturmaktadır”<br />

(Küçükkurt 1988: 75). Buna göre insanoğlu yaptığı <strong>ve</strong>ya yapacağı her fiilin gerekçesini kendi bilincinde<br />

kabul etmek durumunda olacağından; tutum oluşumu siyasal, ekonomik <strong>ve</strong> sosyal içerikli faaliyetler için<br />

önem arz etmektedir.<br />

“Bireyin kendine ya da çevresindeki herhangi bir toplumsal konu, obje ya da olaya karşı deneyim,<br />

motivasyon <strong>ve</strong> bilgilerine dayanarak örgütlediği bilişsel, duygusal <strong>ve</strong> davranışsal bir tepki ön eğilimidir”<br />

(İnceoğlu 1993: 15) şeklinde de tanımlanan tutum; üç öğeden oluşmaktadır <strong>ve</strong> insanın beyninde varlığını<br />

ortaya koyan bir düşünceden ibarettir. Tamamen soyut bir ifade olan tutum, yapılan bir davranışın<br />

nedenini <strong>ve</strong>ya diğer bir ifade ile ön eğilimini oluşturmaktadır. Davranışın nedenini oluşturduğu için de<br />

sosyal bilimler alanında dikkate alınmayı <strong>ve</strong> bilinmeyi gerektirmektedir.<br />

Globalleşen dünya; ekonomik, teknolojik, siyasal <strong>ve</strong> askeri güçleri denetleyen AB <strong>ve</strong> ABD gibi iki süper<br />

gücün çekişmesine sahne olurken, Yeni Dünya düzeni olarak kabul edilen bir düzenin kurulmasına da ön<br />

ayak olmaktadır. Yeni kurulan bu düzen içerisinde, hakim güç durumundaki AB <strong>ve</strong> ABD’de baskı<br />

gruplarının çokluğu, lobiciliğin <strong>ve</strong> lobicilik faaliyetlerinin yoğun olarak yaşanmasına neden olurken;<br />

bundan sonraki yıllarda lobiciliğin öneminin daha da artacağının işaretlerini <strong>ve</strong>rmektedir. Dünya<br />

üzerinde bu denli önem kazanan lobicilik, bilimsel olarak da sosyal bilimlerin içerisinde vardır. Siyaset<br />

bilimi <strong>ve</strong> halkla ilişkiler gibi alanların, hedef kitleyi etkileme amaçlı kullandıkları bir yöntemi de ifade<br />

etmektedir. Amacı hedef kitleyi etkilemek olan lobicilik, tutum oluşumunun bilinmesini zorunlu kılan bir<br />

çabadır. Bunun nedeni ise, lobiciliğin tamamen yeni bir davranışı sergiletme amaçlı olmasından<br />

kaynaklanmaktadır.<br />

Kişilerin <strong>ve</strong> özel çıkar gruplarının siyasal karar alma süreçlerini etkilemek amacıyla başvurdukları<br />

girişimler olarak tanımlanan lobicilik (Peltekoğlu 2001: 381-383); temelinde “etkileyip, istenilen<br />

davranışa sevk etmek” amacı taşıdığı için, davranışın ön hazırlığı olan tutum oluşturma etkinliği olarak<br />

kabul edilebilmektedir. Lobicilik faaliyetinin hedef kitlesi durumundaki siyasal karar alma sürecinde<br />

bulunan üyeleri bir grup olarak değerlendirecek olursak; grup üyelerini birbirinden ayıran boyutlar genel<br />

anlamda baskınlık-çekingenlik, arkadaşlık <strong>ve</strong> iş kabulü-reddi boyutları olarak karşımıza çıkmaktadır<br />

(Yüksel 1994: 95).<br />

* Arş. Gör., Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi


Bu bağlamda tutum oluşturma etkinliği olarak lobicilik faaliyeti kapsamında; tutum kavramının tanımı,<br />

bileşenleri, oluşumu, fonksiyonları <strong>ve</strong> özelliklerinden hareketle; lobicilik kavramı, tanımı, tutum<br />

oluşturmadaki lobi yöntem <strong>ve</strong> teknikleri ile kamusal erki elinde bulunduran azınlığa yönelik tutum<br />

oluşturma çabası olarak lobicilik tartışılacaktır.<br />

I-TUTUMUN TANIMI VE BİLEŞENLERİ<br />

Tutum, Latince bir kelime olan “aptus” kökünden gelmektedir. Uzun süre uygun, uyum <strong>ve</strong> uygunluk<br />

kavramlarının karşılığı olarak kullanılan, birey ile obje arasındaki etkileşim sonucu meydana gelen bir<br />

durumu ifade etmektedir (Gordon W.A. <strong>ve</strong> G. Lindzey’den aktaran. Silah 2000: 363)<br />

Tutum en genel anlamıyla tutulan yol, davranış anlamına gelmektedir. Bir başka ifadeyle tutum, bir nesne<br />

ya da olaylara karşı sürekli olarak aynı biçimde davranmaya neden olan öğrenilmiş eğilim olarak<br />

tanımlandığı gibi; “bir obje ile birey arasında etkileşim sonucu, davranışı hazırlayan bir ön hazırlıktır”da<br />

denilmektedir (Enç 1968: <strong>12</strong>8).<br />

İnsanların günlük yaşantıları içerisinde sergiledikleri bir çok sosyal davranışın nedenini tutumlar<br />

oluşturmaktadır. Bir tutum, motivasyon, heyecan <strong>ve</strong> idrak süreçleriyle öğrenme sürecinin, ferdin<br />

dünyasının bir yönüne göre devamlı bir organizasyonunu oluşturmaktadır. Tutumlar, tutum objesi<br />

hakkında kişinin sahip olduğu inançlarla da karışarak, sürekliliklerini <strong>ve</strong> dinamikliklerini devam ettirme<br />

özelliklerine sahiptirler (Krech <strong>ve</strong> Crutchfield 1980: 180).<br />

Tutumun ortaya çıkması ise; kişinin içerisinde bulunduğu sosyal ortamda bir etkileşim sonucu<br />

gerçekleşmektedir. Bir takım tutum <strong>ve</strong> hareketlerle, bazı şeylere <strong>ve</strong> durumlara karşı dil ya da jestlerle<br />

belirtilen sembolik bir tasavvur olarak anlam kazanmaktadır. Bir anlatım biçimi olan tutum, bir obje ya da<br />

bir fikir olmayıp, bireyle o şey arasında karşılıklı etkileşim sonucu bireyin zihninde oluşan bir hazır olma<br />

eğilimidir (Silah 2000: 364).<br />

Tutumun farklı ancak içerik olarak hemen hemen aynı birden çok tanımı yapıldıktan sonra, doğası <strong>ve</strong><br />

yapısı hakkında da çeşitli bilgiler <strong>ve</strong>rilmesi gerekmektedir. Bu konuda yapılan çeşitli araştırmaların<br />

varlığı bilinmekle beraber netice olarak; tutumlar bilişsel, duygusal <strong>ve</strong> davranışsal olmak üzere üç<br />

bileşenden oluşmaktadır (Kağıtçıbaşı 1999: 103-105).<br />

Tutumları oluşturan bu üç bileşeni kısaca tarif etmek gerekirse; duygusal bileşen kişinin tutum nesnesine<br />

yönelik duygularından; bilişsel bileşen, kişinin tutum nesnesine ilişkin inançlarından <strong>ve</strong> davranışsal<br />

bileşen de, kişinin tutum nesnesine yönelik olarak nasıl davranacağına ilişkin beklentisinden oluşmaktadır<br />

(Silah 2000: 364).<br />

Sonuç olarak, tutum kavramı bireyin kişi <strong>ve</strong>ya olgu karşısındaki davranışının özetidir <strong>ve</strong> üç bileşenden<br />

oluşmaktadır.<br />

II. TUTUMLARIN OLUŞUMU<br />

Çoğu insan davranışı gibi tutumlar da öğrenme yoluyla kazanıldıklarından, bireylerin tutumları,<br />

kazanılmış kişilik özelliklerinin de birer parçası niteliğindedir. Bu nedenle, duygulara uygun hareket etme<br />

eğiliminde olan insanın tutumlarından davranışlarını kestirebilme imkanı da doğabilmektedir (Morgan<br />

1984: 363).<br />

Kişi çevresinden almış olduğu uyarıları <strong>ve</strong>ya olguları derler, düzenler <strong>ve</strong> zihinsel sisteminde saklar.<br />

Tekrar aynı uyarı <strong>ve</strong>ya olgularla karşılaştığında kullanacağı bu düzenlenmiş saklanmış düşünce demeti,<br />

bireyin kendisine yönelik uyaranlara karşı tutumunu oluşturmaktadır (Silah 2000: 363). Tutumların<br />

kazanılmasında, bireyle objeler arasında cereyan eden etkileşimi yönlendiren fiziki <strong>ve</strong> sosyal kurumların<br />

varlığı da bilinmektedir. Bu etkileşim neticesinde bireyler, bulunduğu ortama bağlı, geliştirdiği etkileşim<br />

süreci içerisinde yeni öğrenmeler kaydetmekte <strong>ve</strong> bunların neticesinde yeni tutumlar geliştirmektedir<br />

(Silah 2000: 365). Newcomb’un ABX modelinde ileri sürmüş olduğu denge teorisi de bu durumu<br />

destekleyerek; iletişimin, insanlarda var olan düşünce, tutum, davranış <strong>ve</strong> eğilimleri güçlendirici yönde<br />

bir etkide bulunacağını söylemektedir (McQual <strong>ve</strong> Wındahl 1993: 33). Kişilerin kendilerine yakın


uldukları iletişim kaynaklarından edinmiş oldukları tutumlar arasında da ilişkinin olduğu bilinmektedir.<br />

Eğer bu kaynaklardan edinilen tutumlar arasında tutarlılık varsa, sergilenecek davranışlar arasında da<br />

tutarlılık görülmektedir (Kolasa 1979: 437).<br />

Tutumların oluşumunun bilinmesi bir çok şeyin bilinmesine basamak oluşturmaktadır. Eğer insanların<br />

uzun zaman zarfındaki davranışları önceden kestirilmek <strong>ve</strong> hareketleri kontrol altında tutulmak<br />

isteniyorsa; tutumların oluşumunun <strong>ve</strong> değişiminin bilinmesi gerekmektedir (Milburn 1998: 27-28). Bu<br />

durum insan ilişkileriyle uğraşan bir çok kesimi alakadar etmektedir. Uğraş alanı insan olanlar, yeni<br />

tutumların nasıl geliştirilebileceği <strong>ve</strong>ya zayıflatılabileceği; mevcut olan tutumların da nasıl<br />

kuv<strong>ve</strong>tlendirilebileceği <strong>ve</strong>ya zayıflatılabileceğini bilmek isteyerek, kendi alanlarında başarılı olmayı<br />

hedeflemektedirler (Krech <strong>ve</strong> ark 1970: 298).<br />

Tutumların oluşması çeşitli yollarla olmaktadır. Bunlar (Yüksel 1994: 22-23):<br />

a- Canlı bir varlık olan insanın doğumundan itibaren büyümesi boyunca ailede öğrenilen tepki tarzlarının<br />

birikmesi.<br />

b- Yaşanılan çeşitli olaylardan tecrübe kazanılarak bunlardan genel sonuçlar çıkartılması.<br />

c- İnsanın yaşamı boyunca çok etkilendiği bir olaya dayanarak, benzer olayları da aynı şekilde<br />

değerlendirmesi.<br />

d- Başkalarının tavırlarını (tutumlarını) taklit ederek benimsemek yoluyla tutumlar oluşur.<br />

e- Model almak. Örneğin bir öğrencinin hocasının ders anlatmasını örnek alması, bilerek <strong>ve</strong>ya<br />

bilmeyerek aynı şeyleri yapması gibi.<br />

Tutumların oluşumunda bunlardan başka, diğer etkenler de ana başlıklarıyla şöyledir (İnceoğlu 1993: 94-<br />

95):<br />

a- Genetik (Kalıtımsal) aktarım<br />

b- Fizyolojik etkenler (olgunlaşma, yaşlılık, hastalık vb.)<br />

c- Tutum konusu ile yüz yüze iletişim<br />

d- Kişilik<br />

e- <strong>Toplumsal</strong>laşma süreci (socialisation)<br />

f- Grup üyeliği<br />

g- Sosyal sınıf<br />

III- TUTUMLARIN FONKSİYONLARI<br />

Sosyal bilimcilere göre tutumların bireyler için bir çok fonksiyonu olmakla birlikte, Katz’a göre dört<br />

önemli fonksiyonu vardır. Bunlardan birincisi, “uyumlaştırma fonksiyonu”dur ki, kişilerin iş ortamlarına<br />

uyumlarını sağlar. İkinci fonksiyon “bireysel savunma sistemini geliştirmesi”dir. Üçüncüsü “değerleri<br />

açık hale getirme fonksiyonu”dur. Yani bir ortamda bulunan kişi o ortamın belirli kurallarını algılayacak,<br />

sonunda ise bir değer yargısına sahip olacaktır. Oluşan bu değer yargısının etkisi altında kalarak belirli<br />

olay <strong>ve</strong> durumlara karşı tutumlar oluşturması beklenmektedir. Dördüncü <strong>ve</strong> son fonksiyon ise “bilgi<br />

fonksiyonu”dur. Tutumlar kişilerin elde ettikleri bilgiler doğrultusunda yeni tutumlar oluşturmalarına<br />

yardım ederler (Silah 2000: 365). Yani bireylerin zihinlerindeki tutumların, bulunulan ortama bağlı,<br />

geliştirilen etkileşim süreci içerisinde yeni öğrenmeler kaydetmeye yardımcı olması <strong>ve</strong> bunların<br />

neticesinde yeni tutumlar geliştirmesidir (Kolasa 1979: 437).<br />

IV-TUTUMLARIN ÖZELLİKLERİ<br />

Tutumlar tek başlarına bir bütün olarak <strong>ve</strong>ya kendisini oluşturan öğeler bağlamında bazı özelliklere<br />

sahiptir. Tutumlar <strong>ve</strong> öğeleri sahip oldukları bu özellikleri bakımından farklılıklar gösterirler. Söz konusu<br />

özellikler; güç derecesi, karmaşıklık, diğer tutumlarla ilişki <strong>ve</strong> merkezilik, öğeler arası tutarlılık ile<br />

tutumlar arası tutarlılık olarak sıralanmaktadır (Yüksel 1994: 18-21).<br />

Her tutum bir güç derecesine (şiddete) sahiptir. Tutum sahip olduğu bu gücü kendi bünyesinde varolan<br />

öğelerinin (düşünce, duygu <strong>ve</strong> davranış öğelerinin) güçlerinin toplamından alırken, tutumların gücü<br />

üzerinde en belirleyici öğenin ise duygusal öğe olduğu sonucuna varılmaktadır (Yüksel 1994: 19).


Tutumlar öğelerinin karmaşık olup olmaması yönünden de farklılıklar gösterirler. Örneğin tutumun<br />

öğelerinden birisi olan bilişsel öğede; ilgili konu hakkında insanlar ne kadar detaylı bilgiye sahip olursa o<br />

kadar karmaşık; ne kadar az bilgiye sahip olursa o kadar da yalın bir bilişsel öğeye sahiptir. Aynı şekilde<br />

duygusal öğede de karmaşıklık <strong>ve</strong>ya yalınlık söz konusudur. İnsan daha çok tanıdığı <strong>ve</strong>ya bilgi sahibi<br />

olduğu bir kişi hakkında karmaşık duygusal öğeye, daha genel <strong>ve</strong> yüzeysel bilgi sahibi olduğu kişi<br />

hakkında da yalın duygusal öğeye sahiptir (Yüksel 1994: 19-20).<br />

Tutumun karmaşık yada yalın olması, onun merkezilik durumunu çok fazla etkileme özelliğine sahip<br />

değildir. Merkezilik, insanların sahip olduğu genel <strong>ve</strong> ana bir tutumun (din, ideoloji gibi) diğer tutumları<br />

etkileyerek onların oluşumunda baş belirleyici durumunda olabilmesidir. Yani diğer tutumları etkileyen,<br />

onlarla ilişki içerisinde bulunan <strong>ve</strong> onları kendi çevresinde toplayabilen bir tutumun ortaya çıkması halidir<br />

(Yüksel 1994: 20).<br />

Tutumların sahip olduğu üç öğenin (duygusal, bilişsel <strong>ve</strong> davranışsal) genellikle birbirleriyle uyumlu <strong>ve</strong><br />

tutarlı olması halinde güçlü <strong>ve</strong> aşırı tutumların ortaya çıktığı görülmektedir. Bu nedenle tutumların<br />

öğelerinin bir birleriyle tutarlı olması, oluşacak tutumun gücünü ortaya koyması açısından önemli<br />

görülmektedir (Yüksel 1994: 21).<br />

Güçlü <strong>ve</strong> aşırı bir tutum merkez olmak kaydıyla, insandaki tutumlar birbirlerini etkileyerek yeni oluşan<br />

tutuma şekil <strong>ve</strong>rme özelliğine sahiptirler. Dolayısıyla birbirinin etkisinde kalan tutumların, genellikle<br />

birbirleriyle tutarlı bir örüntü meydana getirdiği görülmektedir. Bireylerin tutumları genellikle tutarlı<br />

olma eğilimi göstermekle beraber bu durum, tutumların var olması için şart koşulmamaktadır (Yüksel<br />

1994: 21).<br />

Tutumun tanımı yapılırken “bir obje ile birey arasında etkileşim sonucu, davranışı hazırlayan bir ön<br />

hazırlıktır” denilmektedir (Enç 1968: <strong>12</strong>8). Bu tanımdan hareketle, öncelikle obje ile bireyin bir iletişim<br />

içerisinde olması zorunluluğunun varlığı ortaya çıkmaktadır ki; tutum oluşabilsin. Aksi halde tutumun<br />

oluşması mümkün görünmemektedir. Obje ile birey arasındaki iletişimin sağlanmasının çeşitli metotları<br />

bulunmakla birlikte, yasa yapıcı <strong>ve</strong> uygulayıcılara yönelik yapılan lobi faaliyetleri de bu iletişim<br />

yöntemlerinden birisini oluşturmaktadır. Bu bağlamda tutum oluşumuna neden olan etkenlerden; tutum<br />

konusu ile yüz yüze gelme, toplumsallaşma süreci <strong>ve</strong> grup üyeliği (İnceoğlu 1993: 94-95) gibilerini<br />

kullanan lobicilik faaliyeti, bir nevi tutum oluşturma etkinliği olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

V-LOBİCİLİK KAVRAMI VE TANIMI<br />

Lobiciliğin çıkış yeri, Amerika Birleşik Devletleri olmakla beraber ilk çıkış tarihi ise, ABD’de<br />

cumhuriyetin benimsendiği ilk dönemlerdir (Dinçer 1998: 51-52). Daha sonraki yıllarda Avrupa<br />

Topluluğu’nu oluşturan ülkelerin toplanma merkezi durumuna gelen Brüksel, lobiciliğin yapıldığı önemli<br />

merkezlerden birisi durumuna gelmiştir. Brüksel’de 10.000’i aşkın lobicinin bulunduğu <strong>ve</strong> bunların<br />

Avrupa Topluluğu üyesi ülkelerin kurumlarını <strong>ve</strong> yöneticilerini etkilemeye çalıştıkları bilinmektedir<br />

(Çamdereli 2000: 292).<br />

Lobicilik denilince üç öğeden müteşekkil bir faaliyet akla gelmektedir. Bu öğeler lobi, lobiciler <strong>ve</strong> lobi<br />

çalışmalarıdır (Kazancı 2002: 282). Bunlardan bilinmesi gereken ilk sözcük “lobi”dir. “Lobi” “koridor”<br />

anlamına gelmektedir (Unat 1964:15). Lobinin sözlükteki anlamı; çok zaman bazı yolsuz çıkarlar<br />

sağlamak amacıyla bir araya gelerek, parlamento koridorlarında, nüfuzlu çevrelerde, basında vb. yerlerde<br />

çıkarcı bir siyaseti geçerli kılmaya çalışan kişilerin oluşturduğu topluluk şeklinde ifade edilmektedir<br />

(Meydan Larousse: Büyük Lugat <strong>ve</strong> Ansiklopedi 1972: 28). Bir başka tanımda ise “bir tür baskı grubu<br />

olan, en geniş anlamda Kongre, Beyaz Saray, Hükümet <strong>ve</strong> mahalli yasa organlarının kararlarını belirli<br />

amaçlar doğrultusunda etkileme faaliyetlerini sürdüren kuruluş <strong>ve</strong> kişiler” olarak tanımlanmaktadır<br />

(Bayramoğlu 1985: 9)<br />

Kavramın ikinci öğesi olan “lobici”, lobi faaliyetlerini yürüten, siyasi amaçla çalışan yada baskı grupları<br />

yararına siyasi mekanizmanın çeşitli kademelerindeki çalışanlarla ilgilenmesi için kiralanan<br />

profesyonellerdir (Weissberg 1988: 646). Kaynaklarda, Lobici’nin kesin tek bir tanımı yapılmamakla<br />

birlikte genel olarak, lobi işiyle uğraşan, ücret karşılığı çalışan <strong>ve</strong> yasama kademesindeki görevlilere etki<br />

etmeye çalışan kişiler olarak karşımıza çıkmaktadır.


Hakim siyasi mekanizmanın, ülkeler, şirketler <strong>ve</strong>ya kamu yararına çalışan derneklerin çıkarına olacak<br />

şekilde etkilenmesi için yapılan çalışmaları organize eden kişiler olan lobicilerin görevlerini de şu şekilde<br />

özetlemek mümkündür (Bayramoğlu 1985: 13):<br />

-Hükümet ilişkileri<br />

-Halkla ilişkiler<br />

-İlişkileri düzenleyici istihbarat<br />

-Yasal danışmanlık<br />

-Washington faaliyetleri<br />

Lobiciler, temsil ettikleri ülke <strong>ve</strong>ya şirketlerin beklentilerine cevap <strong>ve</strong>rebilmek, onları istedikleri sonuca<br />

götürmek amacıyla iletişim tekniklerinin hemen hepsini kullandığı gibi; propaganda, halkla ilişkiler,<br />

reklam, tanıtma, toplantılara katılma, sosyal içerikli kulüplere üye olup onların faaliyetlerine katılma,<br />

hayır kurumlarında yer alma dahil bir çok yöntemi kullanmaktadır.<br />

Üzerinde durulması gereken son öğe “lobicilik”tir. Lobicilik, kişilerin <strong>ve</strong> özel çıkar gruplarının siyasal<br />

karar alma süreçlerini etkilemek amacıyla başvurdukları girişimlerdir. Lobi faaliyetleri ile ifade edilmek<br />

istenen tüm aktivite tanımlarını içeren <strong>ve</strong> yürütülen faaliyetlere <strong>ve</strong>rilen genel addır (Peltekoğlu 2001: 381-<br />

383).<br />

Lobiciliğin en son <strong>ve</strong> en geniş tanımı şu şekilde yapılabilmektedir: Halkın, baskı gruplarının, şirketlerin<br />

yada lobilerin, ülkelerinde <strong>ve</strong>ya yabancı ülkelerdeki yasama, yürütme hatta yargı organlarına yönelik,<br />

çıkarları doğrultusundaki yasaların desteklenip, desteklenmemesi konusunda, baskı gruplarının yetkilileri,<br />

ülke temsilcileri, <strong>ve</strong>ya kiralanan lobiciler aracılığıyla sürdürdükleri bir dizi organize eyleme <strong>ve</strong>rilen addır.<br />

VI- TUTUM OLUŞTURMADA LOBİ YÖNTEMLERİ<br />

Lobicilik, yasa yapıcılar <strong>ve</strong> karar <strong>ve</strong>riciler üzerinde tutum oluşturma çabası olarak kabul edilirse; lobi<br />

yöntemleri de, tutum oluşumunda etkin olan yöntemler olarak kabul edilmek durumundadır. Lobicilik<br />

faaliyetine maruz kalan erk sahibi elitler (yasa yapıcılar <strong>ve</strong> yöneticiler), tutumların “Değerleri açık hale<br />

getirme <strong>ve</strong> Bilgi” fonksiyonları (Kolasa 1979: 437) sayesinde karar <strong>ve</strong>rebilecek duruma gelmektedirler.<br />

Lobiciliğin amacı arasında yer alan “ilgili hedef kitleleri bilgilendirip etkileme çabası,” lobi faaliyetine<br />

ihtiyaç duyanlar kadar, hedef kitle açısından da bir takım faydalar sağlama özelliğine sahiptir. Keza, yasa<br />

yapıcılar <strong>ve</strong>ya bir kongre komitesi, çıkartılacak kanunun zıt yönlerini de bu şekilde uzman görüşlerine<br />

dayanarak öğrenmek fırsatı bulabilmektedir. Lobi faaliyetlerinde <strong>ve</strong>rilecek mesajların, iyi yada kötü;<br />

detaylı, egoistçe <strong>ve</strong>ya fedakarlık özelliğinde; liberalist, ya da tutucu olmasından çok, “aldatıcı olmaktan<br />

uzak, akıllıca bilgilendirici, yalın, açık <strong>ve</strong> anlaşılması kolay olması”, önem taşımaktadır (Bayramoğlu<br />

1985: 24). Bu durum tutum oluşumunda en belirleyici unsur olarak görülmektedir. Lobicilikte <strong>ve</strong>rilmek<br />

istenen mesajların özellikleri tutum oluşumunda gerekli olan temel yöntemi oluştururken, diğer yöntemler<br />

kısaca şu şekilde sıralanabilmektedir (Bayramoğlu 1985: 24):<br />

-Kongre üyeleri senatörler, yardımcıları, Hükümet <strong>ve</strong> Beyaz Saray görevlileri ile ilişki kurmada öğle<br />

yemekleri,<br />

-Büro ziyaretleri,<br />

-Telefonlar,<br />

-Onuruna partiler düzenleme,<br />

-Devam ettikleri kulüp, vb. yerlerde rastlaşma imkanları arama,<br />

-Kongre üyelerine çok sayıda mektuplar yollama,<br />

-Yazarlara-Yayıncılara <strong>ve</strong> Kitle İletişim Araçlarına Yazmak,<br />

-Kongre Üyesi ya da Yardımcısıyla Görüşmek,<br />

-Komitelerde Rol Almak gibi yöntemler lobicilikte sıkça kullanılmaktadır.<br />

VII-TUTUM OLUŞTURMADA LOBİ TEKNİKLERİ<br />

Belirli bir çevrede yaşamlarını sürdüren insanlar <strong>ve</strong> örgütler, çevrelerini oluşturan çeşitli grupların etkisi<br />

altında kalarak çalışmalarında bu grupların beklenti <strong>ve</strong> gereksinimlerine uygun eylemler yapmak<br />

durumundadırlar. Çevreyi oluşturan kişi <strong>ve</strong> gruplar o varlığın çalışmalarını kendi beklentileri<br />

doğrultusunda denetlemek durumundadır (Gürüz 1993: 26). Tutum oluşturma amaçlı bir faaliyet olan


lobicilikte de, istenilen davranışın (oy <strong>ve</strong>rme/<strong>ve</strong>rmeme, destekleme/desteklememe, kanunun<br />

çıkması/çıkmaması gibi davranışların) sergiletilmesi amacıyla; psikolojik, maddi, manevi <strong>ve</strong> duygusal<br />

baskı türleri çeşitli lobi teknikleri ile uygulanıp denetlenmektedir.<br />

İnsan ilişkilerinin yoğun olarak yaşandığı her alanda yapılan faaliyetler, belirli kurallar dahilinde<br />

gerçekleştirilmek durumundadır. Kuralların belirli bir disiplin dahilinde bütünleşmesinden de teknikler<br />

oluşmaktadır. Lobicilik de, insan ilişkilerinin en yoğun yaşandığı faaliyet alanlarından birisi olması<br />

nedeniyle bir takım teknikleri kullanmak zorundadır. Lobicilikte kullanılan teknikler üç ana başlık altında<br />

ele alınabilir. Bunlar (Bayramoğlu 1985: 23):<br />

A. Doğrudan Lobi Faaliyetleri<br />

Doğrudan lobicilik tekniğini kullanan lobiciler, kongre üyeleri <strong>ve</strong> onların personeliyle tanışabilmek için<br />

değişik konularda derinlemesine enformasyon derlemekte <strong>ve</strong> kongre oturumlarında söz almaktadırlar.<br />

Ancak metotları belirtilenlerden daha karmaşıktır. Kişisel bağlantılardan çok bilgiye önem <strong>ve</strong>rmeleri, bu<br />

metodun en önemli yönünü oluşturmaktadır (Ker 1998: 270).<br />

Doğrudan lobi tekniği, lobi teknikleri içinde en etkili olanıdır <strong>ve</strong> tutum oluşumuna neden olan etkenlerden<br />

“tutum konusu ile yüz yüze iletişim” (İnceoğlu 1993: 94) özelliğine uymaktadır. Bu teknikte, lobi<br />

yapanların, özellikle yabancı bir ülke adına faaliyet yapan ajanların hedefle kişisel, doğrudan yüz yüze<br />

ilişkisi esas alınmaktadır. Bu şekildeki lobi faaliyeti, çok kez “komite”, ya da “alt komite” düzeyinde<br />

cereyan etmektedir. Konunun oluşumu ile teknik yönleri arasında aydınlatıcı bilgi <strong>ve</strong>rilmesi esası vardır.<br />

Bu teknikte ifade dili hukuk dilidir; ayrıca, komitelerde söz alacak konuşmacıların listesi, destekleyen<br />

Kongre üyelerinin adları gibi aydınlatıcı hususlar da bu faaliyet türünde belirtilmek durumundadır<br />

(Bayramoğlu 1985: 23).<br />

B. Mahalli Düzeyde Halkın Lobi Faaliyetlerine Katılması (Grass-root)<br />

Çıkar sahiplerinin Kongre üyeleri <strong>ve</strong> basın-yayın organlarına mektup yazmaları, telefon etmeleri,<br />

ziyarette bulunmaları gibi aktivitelerle karar <strong>ve</strong>ricilerin harekete geçirilmesidir. Yapılan bu etkinlikte<br />

“dikkati çekme” amaçlanmaktadır (Bayramoğlu 1985: 23). Mahalli düzeyde ki bu etkinlikte; lobi<br />

faaliyetine maruz kalan erk sahibi seçilmişler; hedef kitlenin istek <strong>ve</strong> düşüncelerini bilip onu dikkate<br />

aldığı takdirde, kendi istekleriyle çevre gerekleri arasında en iyi uyumu sağlayıp, baskı gruplarıyla<br />

çatışmasını en alt düzeye indirebilmektedir (Onal 2000: 88).<br />

Yapılan lobicilik faaliyetini başarıya ulaştırmak için çok sayıda organizasyon seçmenleri harekete<br />

geçirerek, Kongre üyeleri üzerinde etkili olmayı hedeflemektedir. Yerel bazda yapılan bu lobicilik<br />

tekniğine “Seçim Bölgesi (home-district) Baskısı”da denilmektedir. Baskının oluşabilmesi için, baskı<br />

grupları <strong>ve</strong> lobicilerin yüksek orkestrasyona sahip çalışmalarına ihtiyaç duyulur. Bu çalışmalar<br />

neticesinde Kongre üyeleri üzerinde oluşturulan “seçimlerde başarılı olamama” (seçilme <strong>ve</strong>ya tekrar<br />

seçilememe) korkusu, üyeleri seçmen baskısından ürken, çekinen bir hale getirmiştir. Kongre üyelerinin<br />

üzerinde uygulanan bu durum halka dayalı lobi yöntemi <strong>ve</strong>ya diğer adlarıyla “dış lobicilik” ile “doğrudan<br />

olmayan lobicilik” olarak da adlandırılmaktadır (Dinçer 1998: 116-117).<br />

Görüldüğü gibi bu lobi tekniğinde de tutum oluşturma yollarından; “Yaşanılan olaylardan tecrübe<br />

kazanılıp, genel sonuçlar çıkartılması” (Yüksel 1994: 22), “Tutum konusu ile yüz yüze iletişim, Kişilik,<br />

<strong>Toplumsal</strong>laşma Süreci, Grup Üyeliği <strong>ve</strong> Sosyal Sınıf” (İnceoğlu 1993: 94-95) özellikleri baskı unsuru <strong>ve</strong><br />

iletişim şekli olarak kullanılmaktadır.<br />

Halka dayalı mahalli düzeyde yapılan lobi faaliyetlerinde baskı metotları şöyle sıralanmaktadır; istenen<br />

özel bir şey olmasa bile kanun yapıcılarla sağlam ilişkiler kurmak, yerel kurumlara mesainin bitiş<br />

zamanlarında ziyaretler gerçekleştirmek <strong>ve</strong> yerel basın-yayın organlarıyla düzenli bir şekilde<br />

ilgilenmektir (Ker 1998: 275). Ayrıca, yürüyüşler düzenlemek, dava konusu olan hallerde mahkemelerde<br />

tanıklık etmek, üni<strong>ve</strong>rsite, dernek, vb. yerlerde konferanslar <strong>ve</strong>rmek, panellere katılmak gibi etkinliklerle<br />

de dikkati çekme sağlanmaktadır (Bayramoğlu 1985: 23).<br />

C. Kolektif Lobicilik


“Lobicinin lobiciye lobi yapması” olarak da nitelendirilen kolektif lobicilik 1980’lerin ortalarında kendini<br />

göstermiştir. Bu dönemde lobiciler Washington da Amerika Birleşik Devletleri Yürütme Organı yada<br />

Kongre’de değil, kendi aralarında birbirlerine karşı yaptıkları lobicilik faaliyetleri ile zaman<br />

harcamışlardır. Çünkü İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde lobi faaliyetlerinde görülen hızlı artış,<br />

hükümet çalışmalarını anlamayı amaçlayan, Kongre’de etkin olabilmek için diğer lobi gruplarıyla<br />

rekabete giren bir çok grubun oluşmasına zemin oluşturmuştur (Ker 1998: 119-<strong>12</strong>0). Gelinilen şartlar<br />

içerisinde lobicinin bir komite üyesiyle golf oynaması yeterli olmamakta; lobicilerin konuyla ilgili<br />

birbirlerine bilgi alış<strong>ve</strong>rişinde bulunması gerekmektedir. Konunun şekillendirilmesinde karşı tarafı<br />

etkileme, ilerde kullanılmak üzere yasama organında taktik <strong>ve</strong> stratejilerin tartışılması, vb. imkanlar bu<br />

lobicilik tekniği ile elde edilmektedir (Bayramoğlu 1985: 23-24).<br />

Bu lobicilik tekniğinde tutumların oluşması yollarından; “Başkalarının tavırlarını taklit edip benimseme<br />

<strong>ve</strong> toplumsallaşma süreci” (Yüksel 1994: 24, İnceoğlu 1993: 95) yöntemleri geçerlilik göstermektedir.<br />

Newcomb’un denge teorisinde ileri sürdüğü; “insanların kendi pozisyonlarıyla uygunluk içinde olan bilgi<br />

kaynaklarına, kulak <strong>ve</strong>rme eğiliminde oldukları <strong>ve</strong> sergiledikleri davranışları destekleyici <strong>ve</strong> doğrulayıcı<br />

bilgiler aradıkları görüşü” bu lobicilik tekniği ile kendisini bulmaktadır (McQual <strong>ve</strong> Wındahl 1993: 33).<br />

VIII-KAMUSAL ERKİ ELİNDE BULUNDURAN AZINLIĞA YÖNELİK TUTUM<br />

OLUŞTURMA ÇABASI OLARAK LOBİCİLİK<br />

Ülkelerin siyasal sistemleri <strong>ve</strong> ekonomik ortamları, o ülkede hangi lobi tekniğinin uygulanabilirliği<br />

hususunda belirleyici olmaktadır (Onal 2000: 91). Lobicilik faaliyeti direkt olarak karar alma<br />

durumundaki insanlarda istenilen tutumun oluşturulmasına yönelik uygulandığı için, siyasal sistemlerde<br />

görülen farklılıklar, lobiciliğin her ülkeye <strong>ve</strong> şarta göre değişiklik göstermesine neden olmakta, bu durum<br />

da belirli bir sınıflandırmanın yapılmasını zorlaştırmaktadır. Bu farklılığa rağmen, lobiciliğin en yoğun<br />

olarak uygulandığı ülke durumundaki ABD göz önüne alındığında, genel bir sınıflama yapılabilmektedir.<br />

ABD’de, kamusal erki elinde bulunduran azınlıkta (daha global anlamıyla karar <strong>ve</strong>ricilerde) istenilen<br />

tutumun oluşturulması amacıyla yapılan lobi faaliyetleri, “yabancı hükümetler için” <strong>ve</strong> “ulusal düzeyde<br />

çıkar sahipleri için” yürütülen faaliyetler olarak ikiye ayrılmaktadır (Özsoy 1999: 187).<br />

Öncelikle yabancı hükümetlerin ABD’de yaptıkları lobi faaliyetlerine bakıldığı zaman; ABD’nin<br />

uluslararası arenada ekonomi <strong>ve</strong> savunma gücü ile belirleyici pozisyonda olması <strong>ve</strong> Dünyanın iletişim<br />

ağına hükmetmesi nedeniyle; ABD’nin desteğini kazanmak isteyen diğer ülkeler burada lobicilik<br />

yapmaya ihtiyaç duymaktadırlar. Söz konusu bu ihtiyaçlar da ABD’yi lobiciliğin merkezi durumuna<br />

getirmiştir (Rigel 1993: 64-65). Burada yabancı ülkeler adına yapılan lobicilik faaliyetleri genel olarak<br />

yabancı ajanlar aracılığıyla yürütülmektedir. İkinci bir ülkenin çıkarları doğrultusunda çalışan bu yabancı<br />

ajanlar siyaset, hukuk <strong>ve</strong> istihbarat gibi alanlara yönelik faaliyetlerde bulunurlar. Bu bağlamda ABD’de<br />

bulunan yüzü aşkın büyükelçilik <strong>ve</strong> çalışanları, yabancı ajan sıfatıyla kendi ülkelerinin çıkarları<br />

doğrultusunda lobicilik yapmakta, ihtiyaç duyulduğu zaman da profesyonel lobiciler <strong>ve</strong>ya lobi şirketleri<br />

kiralamaktadırlar (Özsoy 1999: 188-189). Bu tür çalışmaların yanı sıra Amerikan vatandaşları da etnik<br />

kökenlerine göre, Yunan, Ermeni, Yahudi, İran, Türk, Arap vb. etnik gruplar oluşturarak bu hususta<br />

anavatanlarına destek olmaktadırlar (Dinçer 1998: 62). Amerika’da ki en etkin baskı gruplarının başında<br />

da bu etnik lobiler gelmektedir (Özsoy 1999: 189).<br />

Sınıflandırmanın ikinci kısmını oluşturan “ulusal düzeyde yürütülen lobi faaliyetleri” ise; ülke içindeki<br />

çıkar sahiplerinin (baskı grupları, lobiler, kişiler, şirketler gibi) siyasal mekanizmayı oluşturan yasama,<br />

yargı <strong>ve</strong> yürütmeye yönelik, çıkarlarına uygun yasal düzenlemelerin gerçekleşmesini sağlamak için<br />

sürdürülen faaliyetleri kapsamaktadır. Bu faaliyetler de kendi içinde ikiye ayrılmaktadır (Dinçer 1998:<br />

64):<br />

A. Bölgesel (Eyalet) Lobiciliği<br />

Amerika Birleşik Devletleri eyalet başkentlerinde Washington DC’de olduğu gibi Senato <strong>ve</strong> Temsilciler<br />

Meclisi’nden oluşan birer meclis bulunmaktadır. Eyaletlerde, lobicilik faaliyetiyle uğraşan lobiciler <strong>ve</strong><br />

diğer baskı grupları bu meclisleri hedef kitle olarak seçerler. Ancak, Eyaletlerdeki bu küçük meclislerin<br />

daha seyrek toplanıp, oturum sürelerinin daha kısa olması, buradaki lobicilerin savundukları fikirleri<br />

anlatabilmesi için zaman kıtlığı çekmesine neden olmakta; bu durum da, lobiciler açısından daha pratik


olmayı gerektirmektedir. Ayrıca buralardaki bölgesel lobiciler tüm lobi yöntem <strong>ve</strong> tekniklerini aktif bir<br />

şekilde kullanamama sorununu da yaşamaktadırlar (Dinçer 1998: 64-65).<br />

Bölgesel lobiciliğin hedef kitlesini “daha az gelire sahip ama daha çok imaja” ihtiyacı olan seçilmişler<br />

oluşturmaktadır. Bölgesel erki elinde bulunduran seçilmişlerin, istikbale yönelik daha büyük<br />

düşüncelerinin varlığı; onların, lobicilik faaliyetlerine kayıtsız kalmamasını gerektirmektedir. İleriki<br />

yıllardaki hedeflerini gerçekleştirmek için bu bir zorunluluk olarak görülmektedir. Lobicilik faaliyetine<br />

maruz kalan bu elitler, şu yada bu şekilde sahip oldukları tutumlarını değiştirmek durumunda<br />

kalmaktadırlar.<br />

B. Başkent Lobiciliği<br />

Bölgesel lobiciliğe göre çok daha fazla çıkarın <strong>ve</strong> daha geniş kapsamlı konuların savunulduğu başkent<br />

lobiciliğinde, lobi yöntem <strong>ve</strong> tekniklerinin hemen hepsinden yararlanılmaktadır. Burada bulunan<br />

insanların sahip olduğu erk, sadece ulusal düzeyde olmayıp dünyanın geneline hitap etmesi nedeniyle<br />

“Dünya ölçeğinde” bir güç olarak kabul edilmektedir <strong>ve</strong> oluşacak tutumun da bu düzeyde bir sonuç<br />

getirmesi beklenmektedir. 1980’lerin başında ABD’de Kongre’ye yönelik 1000 civarında lobicilik<br />

firması, kamuoyuna yönelik 1700 civarında Halkla İlişkiler firmasının varlığı buradaki gücün boyutunu<br />

göstermesi açısından fikir <strong>ve</strong>rmektedir (Özsoy 1999: 188).<br />

Başkentte yapılan lobicilik tam donanımlı bir faaliyet gerektirirken, faaliyeti yürütecek lobicilerde de<br />

sakinlik, konuşkanlık, iyi eğitimlilik, istatistik <strong>ve</strong> araştırma raporları ile donanımlılık gibi bir takım<br />

özelliklerin bulunması gerekmektedir (Peltekoğlu 2001: 384). Ülkenin iç <strong>ve</strong> dış siyasetinin burada<br />

belirlenmesi, diğer ülkelerin menfaat <strong>ve</strong>ya uluslararası siyasetlerinde etkin olan kararların da burada<br />

alınabiliyor olması başkent lobiciliğini <strong>ve</strong> lobicilik faaliyetine maruz kalan kamusal erk sahibi kişileri<br />

önemli kılmaktadır. Başkent lobiciliğinde oluşturulmak istenen tutum milli boyutlarda olabildiği gibi,<br />

daha çok uluslararası boyutlarda da olmaktadır. Amerikan yönetiminin dış politikasını etkilemeye çalışan<br />

baskı grupları sayısının, son yıllardaki artışı bunun bir göstergesi olarak kabul edilmektedir (Özsoy 1999:<br />

189). ABD’deki kamusal erki elinde bulunduran azınlığa yönelik yapılan lobicilik faaliyetleri neticesinde<br />

oluşacak tutum, yerküre üzerindeki bir çok ülkenin menfaatlerini etkileyeceği için önem arz etmektedir.<br />

Başkent lobiciliğinin esasını oluşturan Kongre’ye yönelik lobi faaliyetleri “iç lobicilik” <strong>ve</strong> “dış lobicilik”<br />

olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.<br />

İç lobicilik, kongre üyelerinin hedef alındığı <strong>ve</strong> onlara yönelik doğrudan, bire bir sürdürülen faaliyetleri<br />

kapsar. Daha çok yüz yüze iletişim teknikleri kullanılır. Dış lobicilik ise, yine kongre üyelerini<br />

hedeflemekle birlikte, kongre dışından lobicilerin temsil ettikleri müşterilerince de desteklenen, dışarıda<br />

yürütülen bir lobicilik türü olarak faaliyet yapmaktadır (Dinçer 1998: 65-66).<br />

SONUÇ<br />

İnsanlarda istenilen davranışın oluşturulması için öncelikle tutum oluşumunun tesis edilmesi<br />

gerekmektedir. Çünkü tutumun tanımı yapılırken bir obje ile birey arasında etkileşim sonucu, davranışı<br />

hazırlayan bir ön hazırlıktır denilmektedir Lobicilik faaliyeti ise, genellikle hedef kitle olarak seçtiği<br />

kongre <strong>ve</strong> meclis üyeleri gibi karar alıcılar durumundaki kişileri etkilemeyi <strong>ve</strong> onların oy <strong>ve</strong>rme<br />

davranışlarını yönlendirmeyi amaçlamaktadır. Lobicilik, sonucunda eylem gerektiren bir amaç taşıdığı<br />

için, oy <strong>ve</strong>recek <strong>ve</strong>ya destekleyecek kişilerin çeşitli yöntemlerle ikna edilmesini, dolayısıyla tutum<br />

oluşturulmasını zaruri görmektedir. Bu ihtiyaçtan hareketle denilebilir ki; lobicilik faaliyeti, çalışan<br />

lobiciler aracılığıyla, temsil ettikleri ülke <strong>ve</strong>ya şirketlerin beklentilerine cevap <strong>ve</strong>rebilmek, onları<br />

istedikleri sonuca götürmek amacıyla iletişim tekniklerinin hemen hepsini kullandığı gibi; propaganda,<br />

halkla ilişkiler, reklam, tanıtma, toplantılara katılma, sosyal içerikli kulüplere üye olup onların<br />

faaliyetlerine katılma, hayır kurumlarında yer alma dahil bir çok yöntemden yararlanarak hedef kitlesinde<br />

tutum oluşturmayı amaçlamaktadır.<br />

Sonuç olarak; halkla ilişkiler <strong>ve</strong> siyaset biliminin bir parçası olan lobicilik, hedef kitlesinde tutum<br />

oluşturmayı amaçlamaktadır <strong>ve</strong> bu sayede de istediği davranışa sevk edebilme yetisine sahip olmaktadır.<br />

Bu nedenle kamusal erki elinde bulunduran azınlık, genel olarak lobicilerin <strong>ve</strong> lobicilik faaliyetinin hedef<br />

kitlesini oluşturduğundan bunlara yönelik yapılan lobicilik faaliyetleri de, bilgilendirme amaçlı olduğu


gibi temelde tutum oluşturarak yönlendirme amacını da gütmektedir. Yani, karar alıcılara yönelik<br />

uygulanan lobicilik faaliyeti tutum oluşumunda etkilidir <strong>ve</strong> tutum oluşturmada kullanılan önemli bir<br />

yöntemdir.<br />

KAYNAKLAR<br />

Bayramoğlu NN (1985) Amerika Birleşik Devletlerinde Lobi Faaliyetleri, Dış Politika Enstitüsü, Ankara<br />

Çamdereli M (2000) Dünden Bugüne Belçika’da Halkla İlişkiler, İletişim Fakültesi Derg, İstanbul<br />

Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi Yayını,10.<br />

Dinçer MK (1998) Lobicilik, Alfa Yayınları, İstanbul.<br />

Enç M (1968) Ruh Bilimleri Terimleri Sözlüğü, Gül Yayınevi, Ankara.<br />

Gürüz D (1993) Halkla İlişkiler Teknikleri, Ege Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi Yayınları, İzmir.<br />

İnceoğlu M (1993) Tutum Algı İletişim, Verso Yayıncılık, Ankara.<br />

Kağıtçıbaşı Ç (1999) Yeni İnsan <strong>ve</strong> İnsanlar, Evrim Yayınevi, İstanbul.<br />

Kalender A (2000) Siyasal İletişim Seçmenler <strong>ve</strong> İkna Stratejileri, Çizgi Kitabevi, Konya.<br />

Kazancı M (2002) Kamuda <strong>ve</strong> Özel Kesimde Halkla İlişkiler, Turhan Kitabevi Yayını, Ankara.<br />

Ker M (1998) Lobi Teknikleri İletişim Fakültesi Derg, İstanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi, 7.<br />

Kolasa JB (1979) İşletmeler İçin Davranış Bilimlerine Giriş, Kemal Tosun (çev), İstanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />

İşletme Fakültesi Yayını, İstanbul.<br />

Krech D <strong>ve</strong> Crutchfield RS (1980) Sosyal Psikoloji Erol Güngör (çev), Ötüken Yayını, İstanbul.<br />

Krech D <strong>ve</strong> ark (1970) Cemiyet İçinde Fert Mümtaz Turhan (çev), Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.<br />

Küçükkurt M (1988) Uluslararası Turizm <strong>ve</strong> Türkiye’yi Tanıtma Stratejisi, Akevler Akdeniz Bilimsel<br />

Araştırma Merkezi Yayını, İzmir.<br />

McQuaıl D <strong>ve</strong> Wındahl S (1993) İletişim Modelleri, Mehmet Küçükkurt (çev), İmaj Yayını, Ankara.<br />

Meydan Larousse: Büyük Lugat <strong>ve</strong> Ansiklopedi (1972) Cilt 8, Meydan Gazetecilik <strong>ve</strong> Neşriyat Yayını,<br />

İstanbul<br />

Milburn MA (1998) Sosyal Psikolojik Açıdan Kamuoyu <strong>ve</strong> Siyaset, Ali Dönmez <strong>ve</strong> Veli Duyan (çev),<br />

İmge Kitabevi Yayını, Ankara.<br />

Morgan CT (1984) Psikolojiye Giriş Ders Kitabı Hüsnü Arıcı <strong>ve</strong> ark (çev), Hacettepe Üni<strong>ve</strong>rsitesi Yayını,<br />

Ankara.<br />

Onal G (2000) Halkla İlişkiler, Türkmen Kitabevi, İstanbul.<br />

Özsoy O (1999) Türkiye’yi Dünyaya Açmak, Elit Kitaplar Yayını, İstanbul.<br />

Peltekoğlu FB (2001) Halkla İlişkiler Nedir, Beta Yayınları, İstanbul.<br />

Rigel N (1993) Medya Ninnileri, Sistem Yayıncılık, İstanbul.<br />

Silah M (2000) Sosyal Psikoloji (Davranış Bilimi), Gazi Kitabevi Yayını, Ankara.<br />

Unat NA (1964) Halkla Münasebetler, TODAİ Yayını, Ankara.<br />

Weissberg R (1988) Understanding American Go<strong>ve</strong>rnment, First Edition, Rondom House Inc. New York.<br />

Yüksel AH (1994) Bireyler Arası İletişime Giriş, Anadolu Üni<strong>ve</strong>rsitesi Eğitim, Sağlık <strong>ve</strong> Bilimsel<br />

Araştırma Çalışmaları Vakfı Yayınları, Eskişehir.<br />

Yüksel AH (1994) İkna Edici İletişim, Anadolu Üni<strong>ve</strong>rsitesi Eğitim, Sağlık <strong>ve</strong> Bilimsel Araştırma<br />

Çalışmaları Vakfı Yayınları, Eskişehir.


SEÇMENİN KARAR SÜRECİNDE İLETİŞİM ARAÇ VE YÖNTEMLERİNİN ÖNEMİ<br />

ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA<br />

Ahmet Kalender *<br />

ÖZET<br />

Siyasal partiler <strong>ve</strong> adaylar, seçmenlerin karar süreçlerini etkilemek amacıyla çeşitli çalışmalar yaparlar.<br />

Günümüzde bu çalışmalar daha çok iletişim araç <strong>ve</strong> yöntemleri üzerinde yoğunlaşmaktadır. İletişim araç<br />

<strong>ve</strong> yöntemlerinin seçmenlerin karar süreçlerinde önemli olduğu, bugünlerde genel kabul gören bir<br />

görüştür. Bu çalışmada, çeşitli iletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerinin seçmenlerin karar süreçlerinde ne derece<br />

önem taşıdığı üzerinde durulmaktadır. Teorik görüşler bir alan araştırmasıyla test edilmekte, başta<br />

televizyon, radyo <strong>ve</strong> gazete yayınları olmak üzere, ilan <strong>ve</strong> broşürler, mitingler, afişler, seçmen ziyaretleri<br />

<strong>ve</strong> internet sitelerinin karar sürecindeki önem derecesi belirlenmeye çalışılmaktadır. Alan araştırmasıyla<br />

ortaya çıkan en temel sonuç, iletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerinin seçmenlerin karar sürecinde orta düzeyde<br />

önem taşıdığıdır.<br />

Anahtar Sözcükler: Seçmen davranışı, karar süreci, iletişim araç <strong>ve</strong> yöntemleri<br />

A SURVEY ON THE IMPORTANCE OF THE COMMUNICATION MEDIA AND METHODS IN<br />

THE DECISION MAKING PROCESS OF VOTER<br />

ABSTRACT<br />

Political parties and candidates perform various activities in order to influence the voters’ decision<br />

making process. Today these activities are mostly intensified on the communication media and methods.<br />

It is a generally accepted opinion that communication media and methods are important in the decision<br />

making process of the voters. In this study, we question the extend in which various communication media<br />

and methods influence the decision making process of the voters. Theoretical opinions were tested with a<br />

sur<strong>ve</strong>y. The importance le<strong>ve</strong>ls of various media including television, radio, newspapers, notices and<br />

brochures, meetings, voters’ visits and internet sites were questioned. The principal result of the sur<strong>ve</strong>y is<br />

the communication media and methods influence the decision making process of the voters on an a<strong>ve</strong>rage<br />

le<strong>ve</strong>l.<br />

Keywords: voter behavior, decision making process, communication media and methods.<br />

GİRİŞ<br />

Seçmenlerin herhangi bir siyasal parti <strong>ve</strong>ya adaya oy <strong>ve</strong>rme kararını netleştirmelerinde değişik etmenlerin<br />

varlığı sözkonusudur. Bunlar arasında, günümüzde üzerinde önemle durulan etmen gruplarından bir<br />

tanesi, kitle iletişim araçları <strong>ve</strong> bazı iletişim yöntemleridir. Özellikle kitle iletişim araçlarının seçmenlerin<br />

karar sürecindeki önemi, siyasal iletişimin temel çalışma alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

Kitle iletişim araçlarının seçmenlerin karar sürecindeki önemi konusunda bilinen en eski çalışmalardan<br />

bir tanesi, Lazarsfeld <strong>ve</strong> arkadaşları (1968) tarafından 1940 yılında gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmanın<br />

temel sonucuna göre, gazete <strong>ve</strong> radyonun seçmen tercihinde düşük bir önemi bulunmaktadır. 1960’lı<br />

yıllarda özellikle Klapper’in çalışmalarıyla bu sonuç daha da pekiştirilmiş <strong>ve</strong> kitle iletişim araçlarının<br />

etkilerinin sınırlı olduğu yönündeki görüşler artmıştır. 1968’li yıllara kadar yapılan çalışmalarda, kitle<br />

iletişim araçlarının seçmen davranışı üzerindeki etkilerini net ortaya koyabilecek bulgulara genelde<br />

ulaşılamamıştır. Örneğin Tuchman <strong>ve</strong> Coffin (1971: 326) 1968 başkanlık seçimleri sırasında yaptıkları<br />

araştırmada, televizyon yayınlarının seçmen davranışı üzerinde ölçülebilir bir etkisine rastlayamadıklarını<br />

<strong>ve</strong> bu sonucun 1964 yılındaki araştırmalarla örtüştüğünü belirtmektedir. Daha sonraki çalışmalar seçim<br />

kampanyalarında kitle iletişim araçlarının rolünü büyük bir enformasyon kaynağı olarak görmüştür<br />

(Simon 1996). Şu anda ise siyasal hayatta kitle iletişim araçlarının güçlü <strong>ve</strong> doğrudan etkileri olduğu<br />

konusunda büyük bir eğilim bulunmaktadır (Newton <strong>ve</strong> Brynin 2001:265).<br />

Kitle iletişim araçlarının seçmen tercihinde giderek artan önemiyle ilgili, ülke <strong>ve</strong> yöre bazında<br />

çalışmaların yapılması <strong>ve</strong> sonuçların zenginleştirilmesi gerekmektedir. Bu çalışma böyle bir amaçtan yola<br />

çıkmakta <strong>ve</strong> öncelikle seçmenlerin karar süreçlerinde iletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerinin önemiyle ilgili<br />

* Yrd. Doç. Dr. Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi


görüşlere kısaca yer <strong>ve</strong>rmektedir. Daha sonra Konya’da yapılan bir alan araştırması bulguları<br />

yorumlanmaktadır. Alan araştırmasıyla, seçmenlerin karar süreçlerinde iletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerinin<br />

önem düzeyi belirlenmeye çalışılmakta, her bir araç <strong>ve</strong> yöntemin bağımsız değişkenlerle ilişkisi ortaya<br />

konulmaktadır.<br />

1. SEÇMENİN KARAR SÜRECİNDE İLETİŞİM ARAÇ VE YÖNTEMLERİNİN<br />

ÖNEMİYLE İLGİLİ GÖRÜŞLER<br />

Siyasal parti <strong>ve</strong> adaylar seçmenlerin karar süreçlerini etkilemek <strong>ve</strong> kendilerine oy <strong>ve</strong>rmelerini sağlamak<br />

amacıyla çeşitli iletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerinden yararlanmaktadırlar. Özellikle günümüz seçimlerinde<br />

kampanyaların önemi büyük oranda arttığından, başta televizyon olmak üzere, gazete, radyo, internet,<br />

afiş, ilan, broşür, miting <strong>ve</strong> yüzyüze görüşmeler seçmenlere mesaj <strong>ve</strong>rme aracı olarak yoğun bir şekilde<br />

kullanılmaktadır. Bu araçların etkisi <strong>ve</strong> önemi konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır.<br />

Seçmenlerin karar sürecinde televizyonun en önemli araçlardan biri olduğu konusunda genelde bir görüş<br />

birliğinden söz etmek mümkündür (Kaid <strong>ve</strong> Holtz-Bacha 1995:1, Kavanagh 1995:197, Zuleta-Puceiro<br />

1993:56, Den<strong>ve</strong>r 1989:102, Yıldız 2002:95). Bazı yazarlara göre televizyon, gündemi belirleyen,<br />

insanların tutum <strong>ve</strong> düşüncelerini yönlendiren (Gökçe 1993:91), adayların görüntülerini seçmenlerin<br />

oturma odalarına kadar götüren nitelikleriyle (Oktay 2002: 163) seçim kampanyalarının vazgeçilmez<br />

aracı kabul edilmektedir.<br />

Gazeteler de seçmenlerin karar süreçlerinde önemli görülen araçlardan bir tanesidir. Siyasal iletişimde<br />

gazetelerin kullanımının ikincil düzeye indirgendiği öne sürülse de, son yıllarda teknolojinin gelişmesi <strong>ve</strong><br />

gazete yönetimlerinin bir dizi düzenleme yapması sonucu etkili bir siyasal araç durumuna tekrar geldiği<br />

belirtilmektedir (Oktay 2002: 156-157). LUC medya stratejistleri Werner <strong>ve</strong> Brimer, gazetelerin siyasal<br />

reklamcılıkta belirli bir yerinin bulunduğunu, abonelerinin daha çok yüksek eğitim almış <strong>ve</strong> bilgi arayan<br />

insanlardan oluştuğunu dile getirmektedir (Campaign & Elections 2002: 60). Gazete okuyucularının daha<br />

çok bilgi arayan insanlardan oluşması, onların politikaları öğrenmelerinde <strong>ve</strong> adayların konular<br />

hakkındaki pozisyonlarını algılamalarında bu araçtan önemli ölçüde yararlandıklarını ortaya<br />

çıkarmaktadır. Konuyla ilgili yapılan spesifik çalışmalar da bu doğrultuda sonuçlara ulaşmaktadır.<br />

Quarles (1979: 424-425) 1972 yılında yaptığı alan araştırmasında, özellikle genç seçmenlerin<br />

kampanyalarla ilgili bilgileri gazetelerden almaya daha eğilimli olduklarını bulmuş <strong>ve</strong> gazete okumanın<br />

hem siyasal sistem bilgisi hem de adayların konu pozisyonlarını doğru algılamada yaşlı <strong>ve</strong> deneyimli<br />

seçmenlere oranla genç <strong>ve</strong> ilk oy kullanacak seçmenlerde anlamlı bir farklılık kaynağı olduğunu<br />

belirlemiştir. Yazara göre gazeteler, genç seçmenlerin eğilimlerinin güçlü bir destekleyicisidir (Quarles<br />

1979: 431).<br />

Amprik çalışmaların çoğunluğu gazete okuma <strong>ve</strong> oy <strong>ve</strong>rme arasında güçlü bir ilişkinin olduğu sonucuna<br />

ulaşmaktadır. Bir yazar, 1960-1980 yılları arasında siyah seçmenlerin oy <strong>ve</strong>rmelerinde gazetelerin daha<br />

etkili olduğunu bulmuştur (Latimer 1983:23). Simon’un araştırması (1996) oy <strong>ve</strong>rmeyle sadece gazete<br />

okumanın ilişkili olduğunu, televizyon, radyo <strong>ve</strong> derginin oy <strong>ve</strong>rmeyle bağlantısının bulunmadığını<br />

belirlemiştir. Yine Newton <strong>ve</strong> Brynin (2001: 279) 1992 <strong>ve</strong> 1997 araştırmalarına dayanarak gazete okuma<br />

<strong>ve</strong> oy <strong>ve</strong>rme arasında hala güçlü bir ilişki olduğu sonucuna ulaşmıştır. Gazetelerin oy <strong>ve</strong>rmeyle güçlü bir<br />

ilişki taşıdığını belirleyen yukarıdaki araştırma sonuçlarına ters düşen bazı çalışmalar, az da olsa da<br />

bulunmaktadır. Örneğin İngiltere’deki bir araştırma, partizan gazetelerin okuyucuların oy <strong>ve</strong>rme tercihleri<br />

üzerinde sadece sınırlı bir etkiye sahip olduklarını <strong>ve</strong> genel sonuçlar üzerinde çok az yada hiç etkisinin<br />

bulunmadığı sonucuna ulaşmaktadır (Curtice 1997).<br />

İletişim teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkan <strong>ve</strong> son dönemlerde siyasal kampanyalarda<br />

kullanılan önemli araçlardan bir tanesi de internettir. İnternetin, potansiyel olarak tüm zamanların en<br />

büyük siyasal aracı olduğu yönünde görüşler bulunmaktadır (Thompson 2002: 32). Connel (1998), siyasal<br />

arenada yeni olmasına rağmen internetin, milyonlarca seçmene ulaşmada yeni <strong>ve</strong> güçlü bir araç olduğunu<br />

en kısa sürede kanıtlayacağını belirtmektedir. Bazı araştırmalar siyasal web sitelerinin beş temel<br />

fonksiyonu üzerinde durmaktadır. Bunlar bilgi sağlama, kampanya aracı olarak kullanma, kaynak<br />

oluşturma, parti içi <strong>ve</strong> dışı gruplarla bilgi ağı oluşturma <strong>ve</strong> katılmayı artırmadır (Gibson <strong>ve</strong> Ward 2002:<br />

101).


Siyasal kampanyalardaki diğer çalışmaları gerçekleştirmede tamamlayıcı olduğu dile getirilen internetin<br />

en büyük avantajları arasında, çok geniş bir izlerkitleye mesajların ucuz bir şekilde ulaşmasına izin<br />

<strong>ve</strong>rmesi (Connel 1998, Willis <strong>ve</strong> Perra 2000: 29) gelmektedir. Bunun yanında internet, seçimler sırasında<br />

gönüllüleri organize etmede (Thompson, 2002), adayların mesajlarını diğer kitle iletişim araçlarındaki<br />

filtre olmadan seçmene ulaştırmada, video klipleri, izleyicilerle doğrudan konuşma, interaktif chat<br />

odalarıyla seçmenlerle iletişim kurmada (Willis <strong>ve</strong> Perra 2000: 29-30) son derece yararlı olmaktadır.<br />

İnternet ayrıca, kampanyalara mali destek sağlamada da kullanılmaktadır. Willis <strong>ve</strong> Perra (2000: 28),<br />

1995’li yıllardan itibaren Amerika’daki bazı adayların web siteleri oluşturduklarını <strong>ve</strong> kampanyalarına<br />

seçmenlerin kredi kartı kullanmak suretiyle yardım topladıklarını örneklerle ifade etmektedir. İnternetin<br />

etkileri konusunda son dönemlerde yapılan bir araştırma sonucuna göre ise internetin en büyük avantajı,<br />

geniş hacimli bilgileri partilerin dağıtmasına izin <strong>ve</strong>rmesidir. Bunu hedef kitle <strong>ve</strong> üyelerden feed-back<br />

alma izlemektedir (Gibson <strong>ve</strong> Ward 2002: 114).<br />

Seçmenlerin karar süreçlerini etkilemek için siyasal kampanyalarda televizyon, gazete <strong>ve</strong> internet dışında;<br />

radyo, afiş, ilan <strong>ve</strong> broşürler, aday ziyaretleri gibi araç <strong>ve</strong> yöntemler de kullanılmaktadır. Bu araç <strong>ve</strong><br />

yöntemlerin hepsi kampanyanın bütünleyici unsurları arasında yer almakta <strong>ve</strong> seçmenlerin karar<br />

süreçlerinde önem taşımaktadır. Çoğu çalışmada bu araç <strong>ve</strong> yöntemler bir bütün olarak ele alınmakta,<br />

seçmenlerin karar süreçlerindeki önem düzeyi karşılaştırmalı olarak incelenmektedir. Simon (1996)<br />

gazete, televizyon, dergi <strong>ve</strong> radyonun sadece katılımla anlamlı ilişki taşıdığını belirlemiştir. Yazara göre,<br />

katılımla en yüksek ilişkiyi taşıyan araç gazetedir. Bunu televizyon, dergi <strong>ve</strong> radyo izlemektedir. Başka<br />

bir araştırma sonucuna göre enformasyon kaynağı olarak televizyon <strong>ve</strong> radyonun; kişisel ilişkiler,<br />

broşürler <strong>ve</strong> bilboardlardan daha fazla öneme sahip olduğu ortaya çıkmıştır (Latimer 1984:780).<br />

Avustralya’da yapılan bir araştırmada ise internet; parti mesajlarını iletmede televizyon, yazılı basın <strong>ve</strong><br />

radyodan daha performanslı değerlendirilmiştir. Bu araştırmaya göre en önemli araç <strong>ve</strong> yöntemlerin<br />

başında internet <strong>ve</strong> doğrudan postalama gelmekte, bunu mitingler, parti konferansları, radyo haberleri,<br />

televizyon haberleri, gazeteler <strong>ve</strong> parlamento tartışmaları izlemektedir (Gibson <strong>ve</strong> Ward 2002: 114-115)<br />

2. İLETİŞİM ARAÇ VE YÖNTEMLERİNİN ÖNEMİ ÜZERİNE ALAN ARAŞTIRMASI<br />

2.1. METODOLOJİ<br />

Seçmenlerin karar süreçlerinde iletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerinin ne derece önem taşıdığını belirlemek<br />

amacıyla, Konya Merkez’e bağlı Selçuklu, Karatay <strong>ve</strong> Meram ilçelerinde bir alan araştırması yapılmıştır.<br />

Konya merkez seçmen kütüğüne kayıtlı toplam 483.360 seçmen bulunmaktadır. Araştırma, bu seçmenler<br />

içerisinden tesadüfi örneklemle seçilen 428 kişiyle yüzyüze anket uygulanarak 10-20 Ekim 2002 tarihleri<br />

arasında gerçekleştirilmiştir.<br />

Araştırmaya katılanlara, oy <strong>ve</strong>rme kararlarına ulaşmada iletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerinin ne derece önem<br />

taşıdığına ilişkin sorular yöneltilmiş <strong>ve</strong> her bir araç <strong>ve</strong> yöntem için “çok önemli” den “hiç önemli değil”e<br />

doğru sıralanan 5’li skala üzerinden cevap <strong>ve</strong>rmeleri istenmiştir. Elde edilen <strong>ve</strong>riler istatistiki analize tabi<br />

tutulmuş <strong>ve</strong> SPSS programıyla değerlendirilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde <strong>ve</strong> değişkenler<br />

arasındaki ilişkilerin belirlenmesinde tek yönlü varyans analizi (ANOVA) kullanılmıştır.<br />

2.2. ARAŞTIRMAYA KATILANLARIN GENEL ÖZELLİKLERİ<br />

Araştırmaya katılanların % 62.6’sı erkek, % 37.4’ü kadındır. Yaş açısından % 14.8’i 18-23; % 19.9’u 24-<br />

29; % 18’i 30-35; % 16.9’u 36-41; % 13.3’ü 42-47; % 8.9’u 48-53; % 4’ü 54-59 <strong>ve</strong> % 4.2’si de 60 <strong>ve</strong><br />

daha yukarı yaş dilimlerindendir. Araştırmaya katılanların % 24.4’ü ilkokul, % 11.5’i ortaokul, % 31.6’sı<br />

lise <strong>ve</strong> % 32.6’sı ise üni<strong>ve</strong>rsite mezunudur. Meslek itibariyle en yüksek oranda görüşülenleri ev hanımları<br />

( % 18), memurlar (% 17.5), esnaf (% 15.4), serbest meslek çalışanları (% 13.6), özel sektör çalışanları<br />

(% 10.5) <strong>ve</strong> öğrenciler (% 10.3) oluşturmaktadır. Araştırmaya katılanların gelir düzeylerine bakıldığında<br />

en yüksek oranı 201-400 milyon arası aylık gelire sahip olanların (% 35.4) aldıkları, bunu 200 milyondan<br />

az geliri olanların (% 18.2) izlediği görülmektedir. Bunun yanında araştırmaya katılanların % 17.5’i 401-<br />

600 milyon arası, % 14.3’ü 601-800 milyon arası, % 5.6’sı 801 milyon- 1 milyar arası , % 9’u da 1<br />

milyardan fazla aylık gelire sahiptir.


Araştırmaya katılanların çoğunluğunun, seçim dönemlerinde kampanya <strong>ve</strong> siyasal konularla ilgilendikleri<br />

ortaya çıkmaktadır. Seçim dönemlerinde kampanya <strong>ve</strong> siyasal konularla çok ilgilenenlerin oranı % 27.4,<br />

biraz ilgilenenlerin % 51.1, ilgilenmeyenlerin % 15, hiç ilgilenmeyenlerin oranı ise % 6.6’dır.<br />

Araştırmaya katılanların yarısından biraz fazlası, oy <strong>ve</strong>rme kararına kampanya sürecinde ulaşmaktadır.<br />

Ancak önemli bir kesim (% 45.6) seçim dönemi olmasa bile hangi parti <strong>ve</strong>ya adaya oy <strong>ve</strong>receğini net<br />

olarak kararlaştırmış durumdadır. Sonuçlar incelendiğinde araştırmaya katılanların % 29.7’sinin seçim<br />

kararı alınıp adaylar belirlenince, % 13.3’ünün kampanya ortalarında, % 6.5’inin oylamaya birkaç gün<br />

kala, % 4.9’unun da sandık başında kararını netleştirdiği ortaya çıkmaktadır. Bu durum, önemli bir<br />

seçmen kesiminin kampanya sürecinde karar <strong>ve</strong>rdiğini <strong>ve</strong> etkilenmeye açık olduğunu göstermektedir.<br />

Araştırmaya katılanların yarısına yakını günde en az bir gazete okumaktadır. Günde birden fazla gazete<br />

okuyanların oranı % 14.5, hergün bir gazete okuyanların % 33.9, haftada birkaç gün gazete okuyanların<br />

% 25.2, haftada bir gazete okuyanların % 8.2, 15 günde bir gazete okuyanların % 4.7, ayda bir gazete<br />

okuyanların oranı ise % 4.2’dir. Araştırmaya katılanların % 9.3’ü hiç gazete okumadığını belirtmektedir.<br />

Televizyon izleme oranları açısından araştırmaya katılanlar incelendiğinde; çoğunluğun günlük 2-6 saat<br />

arası televizyon izledikleri anlaşılmaktadır. Araştırmaya katılanların % 9.8’i günde 8 saatten fazla, %<br />

<strong>12</strong>.6’sı 6-8 saat arası, % 25’i 4-6 saat arası, % 34.1’i 2-4 saat arası, % 16.4’ü 2 saatten az televizyon<br />

izlediklerini, % 2.1’i ise hiç televizyon izlemediklerini belirtmektedir.<br />

Televizyona oranla günlük radyo dinleme oranı çok düşüktür. Araştırmaya katılanların % 38.1’i günlük 2<br />

saatten az radyo dinlemekte, % 29.4’ü ise hiç dinlememektedir. Günlük 8 saatten fazla radyo<br />

dinleyenlerin oranı % 5.6, 6-8 saat arası dinleyenlerin % 3, 4-6 saat arası dinleyenlerin % 5.6, 2-4 saat<br />

arası radyo dinleyenlerin oranı ise % 18.2’dir.<br />

Araştırmaya katılanların yaklaşık dörtte üçü (% 72.1) partilerin internet sitelerine bugüne kadar hiç<br />

girmediklerini belirtmektedir. Araştırmaya katılanların % 0.7’si partilerin internet sitelerine çok sık, %<br />

2.6’sı sık, % 11’i arasıra, % 13.6’sı ise çok az girdiklerini belirtmektedir.<br />

Araştırmaya katılanların yaklaşık yarısı (% 48.8) 3 Kasım seçimlerinde AKP’ye, % <strong>12</strong>.7’si MHP’ye, %<br />

9.6’sı CHP’ye, % 6.3’ü SP’ye, % 3.3’ü de Genç Parti’ye oy <strong>ve</strong>receklerini belirtmiştir. Diğer partilere oy<br />

<strong>ve</strong>receklerini ifade edenlerin oranı, her bir parti açısından % 3’ün altındadır. Araştırmaya katılanların %<br />

37’si AKP’nin, % 30’u Genç Parti’nin % 6.8’i CHP’nin, yine % 6.8’i SP’nin 3 Kasım seçimleri için<br />

yaptıkları kampanyayı beğenmektedir.<br />

Araştırmaya katılanların çoğunluğunun oy <strong>ve</strong>recekleri partilere karşı güçlü bağlılık geliştirdiği<br />

gözlenmektedir. Araştırmaya katılanların % 20.3’ü oy <strong>ve</strong>receği partiye bağlılığını çok güçlü, % 47.8’i<br />

güçlü, % 20.1’i zayıf, % 2.6’sı çok zayıf değerlendirmekte, % 9.1’i ise bağlılığının hiç olmadığını<br />

belirtmektedir. Bu sonuçlar yaklaşık üçte birlik bir seçmen grubunun kampanya mesajlarına <strong>ve</strong> değişime<br />

daha açık olduğunu ortaya çıkarmaktadır.<br />

2.3. KARAR VERMEDE İLETİŞİM ARAÇ VE YÖNTEMLERİNİN GENEL ÖNEM DÜZEYİ<br />

Seçmenlerin karar süreçlerinde iletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerin ne derece önem taşıdığını belirlemek<br />

amacıyla, öncelikle bunların aritmetik ortalama <strong>ve</strong> standart sapma puanları incelenmiştir. Tablo 1’de de<br />

görüleceği gibi, en yüksek aritmetik ortalamayı televizyon <strong>ve</strong> gazete yayınları almakta, bunu mitingler <strong>ve</strong><br />

adayların seçmenleri ziyareti izlemektedir. Parti <strong>ve</strong>ya adayların internet siteleri, aday <strong>ve</strong> parti afişleri,<br />

radyo yayınları, ilan <strong>ve</strong> broşürler ile kamuoyu araştırması sonuçları daha düşük ortalama almakta <strong>ve</strong><br />

genelde seçmen tercihinde önemsiz bulunmaktadır. Genel olarak bakıldığında seçmenler karar<br />

süreçlerinde en fazla televizyon <strong>ve</strong> gazete yayınlarını, en az ise internet sitesi ile aday <strong>ve</strong> parti afişlerini<br />

önemli görmektedir. Televizyon <strong>ve</strong> gazete yayınlarının 5’lik bir skalada 3’ün biraz üzerinde puan alması,<br />

bu araçların orta düzeyde önemli bulunduklarının bir göstergesidir.


İletişim araç <strong>ve</strong> yöntemleri N Aritmetik Ortalama Standart Sapma<br />

Televizyon yayınları 428 3,52 1,34<br />

Gazete Yayınları 428 3,23 1,27<br />

Parti mitingleri 428 3,13 1,30<br />

Adayların seçmeni ziyareti 427 3,05 1,35<br />

Kamuoyu araştırması sonuçları 428 2,93 1,27<br />

Parti <strong>ve</strong> adaylara ait ilan <strong>ve</strong> broşürler 427 2,79 1,23<br />

Radyo yayınları 428 2,77 1,14<br />

Aday <strong>ve</strong> parti afişleri 427 2,51 1,17<br />

Parti <strong>ve</strong>ya adayların internet siteleri 428 2,37 1,13<br />

Tablo 1: İletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerinin aldığı ortalama puanlar<br />

İletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerinin hepsinin, seçmenin karar sürecinde önem derecesini belirlemek amacıyla<br />

ayrıca, araştırmaya katılan her bireyin bu araç <strong>ve</strong> yöntemlere <strong>ve</strong>rdiği puan ayrı ayrı toplanmış aritmetik<br />

ortalama (26.33) <strong>ve</strong> standart sapması (7.18) gözönünde tutularak, üçlü bir sınıflama yapılmıştır. Buna<br />

göre araştırmaya katılanların % 26.2’si iletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerini düşük düzeyde, % 56.3’ü orta<br />

düzeyde, % 17.5’i de yüksek düzeyde önemli bulmaktadır. Bu sonuç, iletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerinin<br />

seçmenlerin çoğunluğu tarafından dikkate alındığının önemli bir göstergesidir.<br />

2.4. KARAR SÜRECİNDE TELEVİZYON YAYINLARI<br />

Televizyon, seçmenlerin karar sürecinde en önemli araç olarak ortaya çıkmaktadır. Televizyon yayınlarını<br />

karar süreçlerinde önemli bulmayla; kampanya <strong>ve</strong> konulara ilgi düzeyi, oy <strong>ve</strong>rme kararını belirleme<br />

zamanı, oy <strong>ve</strong>rilen partiler, günlük televizyon izleme sıklığı <strong>ve</strong> eğitim düzeyi arasında anlamlı bir ilişki<br />

gözlenmektedir. Bunlar aşağıda kısaca ele alınmaktadır.<br />

Seçim döneminde kampanya <strong>ve</strong> siyasal konulara ilgi düzeyi yüksek olan bireyler, televizyon yayınlarını<br />

karar süreçlerinde daha önemli görmektedir. Sonuçlar incelendiğinde, en yüksek ortalamayı kampanya <strong>ve</strong><br />

konularla biraz ilgili (3.69) <strong>ve</strong> çok ilgililer (3.58) almaktadır.<br />

Televizyon yayınlarını geç karar <strong>ve</strong>rmeye eğilimli olanlar daha çok önemsemektedir. ANOVA tablosu<br />

incelendiğinde; en yüksek ortalamayı kampanya ortalarında karar <strong>ve</strong>renler (4.08) ile seçimden birkaç gün<br />

önce karar <strong>ve</strong>renler (3.82) almaktadır. Seçim kararı alınıp adaylar belirlenince karar <strong>ve</strong>renlerin aldığı<br />

ortalama 3.72, seçim olmasa da kararı belli olanların diğer bir deyişle seçim öncesinde hangi partiye oy<br />

<strong>ve</strong>receğini kesin olarak belirleyenlerin ortalaması ise 3.23’tür.<br />

3 Kasım seçimlerinde oy <strong>ve</strong>rilecek partiler açısından televizyon yayınlarını önemseme<br />

karşılaştırıldığında; en yüksek ortalamayı ÖDP (5.00), DEHAP (4.45) <strong>ve</strong> Genç Parti’liler (4.14), en<br />

düşük ortalamayı ise LDP (2.83), SP (3.33) <strong>ve</strong> AKP’li (3.35) seçmenler almaktadır.<br />

Televizyon yayınları <strong>ve</strong> değişkenler S.D. F p<br />

Seçim döneminde kampanya <strong>ve</strong> konuları ilgi düzeyi 3 4,94 ,002<br />

Oy <strong>ve</strong>rme kararını belirleme zamanı 4 6,63 ,001<br />

3 Kasım seçimlerinde oy <strong>ve</strong>rilecek partiler 15 2,14 ,007<br />

Günlük televizyon izleme sıklığı 6 6,39 ,001<br />

Cinsiyet 1 3,17 ,076<br />

Yaş 7 ,867 ,532<br />

Eğitim düzeyi 3 4,33 ,005<br />

Aylık gelir düzeyi 5 1,28 ,269<br />

Tablo 2: Oy <strong>ve</strong>rme kararında televizyon yayınları <strong>ve</strong> ilgili değişkenler<br />

Televizyon izleme saatinin artmasıyla birlikte, karar sürecinde bu aracın yayınlarını önemsemenin de<br />

genel olarak arttığı gözlenmektedir. ANOVA tablosu incelendiğinde, en yüksek ortalamayı günlük 6-8<br />

saat arası televizyon izleyenler (3.92) ile 8-10 saat televizyon izleyenlerin (3.91) aldıkları görülmektedir.<br />

Bunu günlük 4-6 saat arası televizyon izleyenler (3.68), 2-4 saat arası televizyon izleyenler (3.60), 2<br />

saatten az televizyon izleyenler (3.10) <strong>ve</strong> hiç televizyon izlemeyenler (1.88) takip etmektedir.


Eğitim düzeyi, televizyon yayınlarını karar sürecinde önemli bulmayla anlamlı ilişki taşıyan son<br />

değişkendir. Eğitim düzeyi arttıkça, televizyon yayınlarını oy <strong>ve</strong>rme karar sürecinde önemli bulma da<br />

artmaktadır. Televizyon yayınlarını önemli bulma konusunda en yüksek ortalamayı lise (3.71) <strong>ve</strong><br />

üni<strong>ve</strong>rsite (3.63) mezunları almakta, bunu ortaokul (3.55) <strong>ve</strong> ilkokul (3.<strong>12</strong>) mezunları izlemektedir.<br />

Televizyon yayınlarını, oy <strong>ve</strong>rme karar sürecinde önemli bulmayla ilgili yapılan analizlerden genel olarak<br />

şu sonuç çıkmaktadır. Televizyon yayınları daha çok kampanya <strong>ve</strong> konulara ilgi düzeyi yüksek olan, geç<br />

karar <strong>ve</strong>rme eğilimi taşıyan, televizyon izleme saati fazla olan <strong>ve</strong> yüksek eğitimli bireylerin karar<br />

süreçlerinde önem taşımaktadır.<br />

2.5. KARAR SÜRECİNDE GAZETE YAYINLARI<br />

Gazeteler, oy <strong>ve</strong>rme karar sürecinde, ikinci derecede önemli gözlenen bir kitle iletişim aracıdır. Gazete<br />

yayınlarını karar sürecinde önemli bulmayla, cinsiyet <strong>ve</strong> yaş dışındaki değişkenler arasında anlamlı bir<br />

ilişki gözlenmektedir. Öncelikle seçim döneminde kampanya <strong>ve</strong> konulara ilgi düzeyi ile gazete<br />

yayınlarını önemli bulma karşılaştırıldığında, ilgi düzeyinin artmasıyla, gazete yayınlarını önemli<br />

bulmanın arttığı da ortaya çıkmaktadır. Kampanya <strong>ve</strong> konularla çok ilgili olan bireyler en yüksek<br />

ortalamayı (3.41) almakta, bunu biraz ilgililer (3.37), ilgisizler (2.79) <strong>ve</strong> hiç ilgilenmeyenler (2.50)<br />

izlemektedir.<br />

Hangi parti <strong>ve</strong>ya adaya oy <strong>ve</strong>receğini geç kararlaştırma eğiliminde olanlar, gazete yayınlarını daha önemli<br />

bulmaktadırlar. ANOVA tablosu incelendiğinde, en yüksek ortalamayı kampanya ortalarında (3.63) <strong>ve</strong><br />

seçimden birkaç gün önce (3.53) karar <strong>ve</strong>renler almaktadır. Adaylar belirlenince karar <strong>ve</strong>renlerin<br />

ortalaması 3.46, seçim olmasa da kararı belli olanların ortalaması ise 2.94’tür.<br />

3 Kasım’da oy <strong>ve</strong>rilecek partiler açısından konuya bakıldığında, gazete yayınlarını daha çok ÖDP (5.00)<br />

Genç Parti (3.92), CHP (3.82) <strong>ve</strong> MHP (3.77) seçmeninin önemli bulduğu gözlenmektedir. Gazete<br />

yayınlarını karar süreçlerinde en az önemli bulanlar ise LDP (2.16), DSP (2.66), SP (2.88) <strong>ve</strong> AK Partili<br />

(3.00) seçmenlerdir.<br />

Gazete okuma sıklığının artması, karar sürecinde bu aracın önemli bulunma düzeyini artırmaktadır. Karar<br />

sürecinde gazete yayınlarını; en çok haftada birkaç gün (3.50), hergün birden fazla (3.43) <strong>ve</strong> hergün bir<br />

(3.42) gazete okuyanlar önemli bulmaktadır. Haftada bir gazete okuyanların aldığı ortalama 2.85, 15<br />

günde bir okuyanların 2.95, ayda bir okuyanların 2.72, hiç okumayanların ise 2.22’dir.<br />

Eğitim düzeyi yüksek olanlar, gazete yayınlarını karar süreçlerinde daha çok önemseme eğilimindedirler.<br />

Buna göre gazete yayınlarını en çok önemli bulanlar lise (3.51) <strong>ve</strong> üni<strong>ve</strong>rsite (3.47) mezunlarıyken, en az<br />

önemli görenler ise ortaokul (3.20) <strong>ve</strong> ilkokul (2.65) mezunlarıdır.<br />

Gazete yayınları <strong>ve</strong> değişkenler S.D. F p<br />

Seçim döneminde kampanya <strong>ve</strong> konuları ilgi düzeyi 3 7,65 ,001<br />

Oy <strong>ve</strong>rme kararını belirleme zamanı 4 5,66 ,001<br />

3 Kasım seçimlerinde oy <strong>ve</strong>rilecek partiler 15 3,78 ,001<br />

Gazete okuma sıklığı 6 7,62 ,001<br />

Cinsiyet 1 ,77 ,378<br />

Yaş 7 1,13 ,339<br />

Eğitim düzeyi 3 <strong>12</strong>,48 ,001<br />

Aylık gelir düzeyi 5 3,13 ,009<br />

Tablo 3: Oy <strong>ve</strong>rme kararında gazete yayınları <strong>ve</strong> ilgili değişkenler<br />

Gazete yayınlarını orta gelir düzeyine sahip olanlar, karar süreçlerinde daha çok önemli görmektedir. Alt<br />

<strong>ve</strong> üst gelir düzeylerinde gazete yayınlarının önemi azalmaktadır. Sonuçlar incelendiğinde en yüksek<br />

ortalamayı aylık 601-800 milyon arası gelire sahip olanların (3.66), 401-600 milyon arası geliri olanların<br />

(3.41) <strong>ve</strong> 801 milyon-1 milyar arası gelire sahip olanların (3.30) aldığı görülmektedir. Aylık 1 milyardan<br />

fazla gelire sahip olanların ortalaması 3.13, 201-400 milyon arası geliri olanların 3.15, 200 milyondan az<br />

olanların ise 2.86’dır.


Gazete yayınları genel olarak değerlendirildiğinde; siyasal kampanya <strong>ve</strong> konulara ilgi düzeyi yüksek, geç<br />

karar <strong>ve</strong>ren, daha sık gazete okuyan, yüksek eğitimli <strong>ve</strong> orta gelir düzeyine sahip olan bireylerin karar<br />

süreçlerinde, bu aracın daha önemli bulunduğu ortaya çıkmaktadır.<br />

2.6. KARAR SÜRECİNDE RADYO YAYINLARI<br />

Radyo yayınlarının önem düzeyi, oy <strong>ve</strong>rme karar sürecinde düşük bulunmuştur. Radyo yayınlarıyla<br />

anlamlı ilişki taşıyan değişkenler ise; oy <strong>ve</strong>rme kararını belirleme zamanı, 3 Kasım seçimlerinde oy<br />

<strong>ve</strong>rilecek partiler, radyo dinleme sıklığı <strong>ve</strong> gelir düzeyidir.<br />

Radyo yayınlarını daha çok kampanyanın başlarında <strong>ve</strong> ortalarında karar <strong>ve</strong>renler önemli görmektedir.<br />

Kampanyanın ortalarında karar <strong>ve</strong>renlerin aldığı ortalama 3.21, seçim kararı alınıp adaylar belirlenince<br />

kar <strong>ve</strong>renlerin ortalaması ise 2.89’dur. Seçim dönemi öncesinde kararı belli olanlar (2.59) <strong>ve</strong> seçimden<br />

birkaç gün önce karar <strong>ve</strong>renler (2.46) radyo yayınlarını çok önemli bulmamaktadır.<br />

3 Kasım’da oy <strong>ve</strong>rilecek partiler açısından radyo yayınlarını daha çok ÖDP’liler (5.00) Genç Partili’ler<br />

(3.14) <strong>ve</strong> ANAP’lılar (3.<strong>12</strong>) önemli bulmaktadır. Radyo yayınlarını en az önemli bulanlar ise LDP (1.50),<br />

SP (2.48), DYP (2.66) <strong>ve</strong> AK Parti (2.74) seçmenleridir.<br />

Radyo yayınları <strong>ve</strong> değişkenler S.D. F p<br />

Seçim döneminde kampanya <strong>ve</strong> konuları ilgi düzeyi 3 1,48 2,19<br />

Oy <strong>ve</strong>rme kararını belirleme zamanı 4 4,37 ,002<br />

3 Kasım seçimlerinde oy <strong>ve</strong>rilecek partiler 15 1,96 ,017<br />

Günlük radyo dinleme sıklığı 6 7,35 ,001<br />

Cinsiyet 1 1,06 ,302<br />

Yaş 7 1,53 ,153<br />

Eğitim düzeyi 3 1,36 ,254<br />

Aylık gelir düzeyi 5 3,18 ,008<br />

Tablo 4: Oy <strong>ve</strong>rme kararında radyo yayınları <strong>ve</strong> ilgili değişkenler<br />

Günlük radyo dinleme oranının yükselmesi, karar sürecinde bu aracın yayınının önemli bulunmasını da<br />

artırmaktadır. Karar süreçlerinde radyo yayınını daha önemli bulanlar günlük 4-6 saat arası (3.54), 8-10<br />

saat arası (3.33) <strong>ve</strong> 6-8 saat arası (2.92) radyo dinleyenlerdir. Günlük iki saatten az radyo dinleyenlerin<br />

aldığı ortalama 2.90, hiç dinlemeyenlerin ise 2.28’dir.<br />

Radyo yayınlarını orta gelir düzeyine sahip olanlar daha çok önemsemektedir. En yüksek ortalamayı aylık<br />

401-600 milyon (3.<strong>12</strong>) <strong>ve</strong> 601-800 milyon arası (2.94) gelire sahip olanlar almaktadır. Aylık 200<br />

milyonun altında geliri olanların aldığı ortalama 2.69, 1 milyardan fazla gelire sahip olanların ise 2.81’dir.<br />

2.7. KARAR SÜRECİNDE İLAN VE BROŞÜRLER<br />

Partilere <strong>ve</strong> adaylara ait ilan <strong>ve</strong> broşürler, seçmenin karar sürecinde genelde düşük önem taşımaktadır. Bu<br />

araçların önemli bulunma düzeyiyle, kampanya <strong>ve</strong> konulara ilgi derecesi, oy <strong>ve</strong>rme kararını belirleme<br />

zamanı <strong>ve</strong> 3 Kasım’da oy <strong>ve</strong>rilecek partiler arasında anlamlı bir ilişki gözlenmektedir.<br />

Seçim dönemlerinde kampanya <strong>ve</strong> konulara ilgi düzeyinin artması, ilan <strong>ve</strong> broşürlerin karar sürecindeki<br />

önemini yükseltmektedir. Diğer bir deyişle ilgi düzeyi yüksek olan bireyler bu araçları, düşük olanlara<br />

oranla daha önemli görmektedir. Sonuçlar incelendiğinde bu aracı daha çok kampanya <strong>ve</strong> konularla ilgili<br />

olanlar (3.19) önemli görmekte, biraz ilgililer (2.76), ilgisizler (2.48) <strong>ve</strong> çok ilgisizler (2.21) önemli<br />

bulmamaktadır.<br />

İlan <strong>ve</strong> broşürleri geç karar <strong>ve</strong>rme eğiliminde olanlar önemli bulmaktadır. Buna göre, ilan <strong>ve</strong> broşürler en<br />

çok kampanya ortalarında (3.40) <strong>ve</strong> seçime birkaç gün kala (2.96) karar <strong>ve</strong>renler nezdinde önemlidir.<br />

Seçim kararı alınıp adaylar belirlenince karar <strong>ve</strong>renler (2.84) ile seçim olmasa da kararı belli olanların<br />

(2.62) aldığı ortalamalar düşük gözlenmektedir.


İlan <strong>ve</strong> broşürleri 3 Kasım’da ANAP’a (3.62), Genç Parti’ye (3.42), MHP’ye (3.26) <strong>ve</strong> DYP’ye (3.11) oy<br />

<strong>ve</strong>recekler, karar süreçlerinde önemli bulmaktadır. LDP (1.66), DSP (2.00) <strong>ve</strong> DEHAP’a (2.27) oy<br />

<strong>ve</strong>recekler ise, ilan <strong>ve</strong> broşürleri en az önemli bulan seçmen kesimi olarak gözlenmektedir.<br />

İlan/broşürler <strong>ve</strong> değişkenler S.D. F p<br />

Seçim döneminde kampanya <strong>ve</strong> konuları ilgi düzeyi 3 7,91 ,001<br />

Oy <strong>ve</strong>rme kararını belirleme zamanı 4 5,65 ,001<br />

3 Kasım seçimlerinde oy <strong>ve</strong>rilecek partiler 15 2,73 ,001<br />

Cinsiyet 1 ,41 ,520<br />

Yaş 7 1,90 ,068<br />

Eğitim düzeyi 3 1,90 ,<strong>12</strong>5<br />

Aylık gelir düzeyi 5 1,31 2,58<br />

Tablo 5: Oy <strong>ve</strong>rme kararında parti <strong>ve</strong> adaylara ait ilan/broşürler <strong>ve</strong> ilgili değişkenler<br />

2.8. KARAR SÜRECİNDE PARTİ MİTİNGLERİ<br />

Seçmenlerin karar sürecinde parti mitingleri orta düzeyde önemli olarak gözlenmektedir. Parti<br />

mitinglerini karar sürecinde önemli bulmayla, sadece kampanya <strong>ve</strong> konulara ilgi derecesi <strong>ve</strong> oy <strong>ve</strong>rilecek<br />

partiler arasında anlamlı bir ilişki bulunmaktadır. Seçim dönemlerinde kampanya <strong>ve</strong> konulara ilgi<br />

düzeyinin artması, mitingleri önemli bulmayı da artırmaktadır. Mitingleri en fazla, kampanya <strong>ve</strong><br />

konularla çok ilgili olanlarla (3.40) biraz ilgili olanlar (3.17) karar süreçlerinde önemli görmektedir.<br />

Kampanya <strong>ve</strong> konulara ilgisiz olanlarla (2.68), çok ilgisiz olanların (2.78) aldıkları ortalama daha düşük<br />

bulunmaktadır.<br />

Parti mitingleri <strong>ve</strong> değişkenler S.D. F p<br />

Seçim döneminde kampanya <strong>ve</strong> konuları ilgi düzeyi 3 5,04 ,002<br />

Oy <strong>ve</strong>rme kararını belirleme zamanı 4 1,33 ,255<br />

3 Kasım seçimlerinde oy <strong>ve</strong>rilecek partiler 15 2,32 ,003<br />

Cinsiyet 1 ,40 ,525<br />

Yaş 7 2,01 ,052<br />

Eğitim düzeyi 3 1,48 ,219<br />

Aylık gelir düzeyi 5 ,89 ,485<br />

Tablo 6: Oy <strong>ve</strong>rme kararında parti mitingleri <strong>ve</strong> ilgili değişkenler<br />

Parti mitinglerini daha çok, 3 Kasım’da ANAP (3.87), MHP (3.62), DYP (3.44), SP (3.14) <strong>ve</strong> Genç<br />

Parti’ye (3.14) oy <strong>ve</strong>recekler önemli bulmaktadır. LDP (1.50) <strong>ve</strong> DSP’ye (2.00) oy <strong>ve</strong>recekler nezdinde<br />

parti mitingleri en az önem taşımaktadır.<br />

2.9. KARAR SÜRECİNDE ADAYLARIN SEÇMENİ ZİYARETİ<br />

Seçmenlerin karar sürecinde adayların ziyaretleri, orta derecede önemli bir iletişim yöntemi olarak<br />

gözlenmektedir. Ancak, adayların seçmen ziyaretleriyle cinsiyet dışında anlamlı ilişki taşıyan değişkene<br />

rastlanılamamıştır. Cinsiyet açısından adayların ziyaretine daha çok erkekler önem <strong>ve</strong>rmektedir.<br />

Erkeklerin aldığı ortalama 3.19, kadınlarınki ise 2.81’dir.<br />

Adayların seçmen ziyareti <strong>ve</strong> değişkenler S.D. F p<br />

Seçim döneminde kampanya <strong>ve</strong> konuları ilgi düzeyi 3 2,43 0,64<br />

Oy <strong>ve</strong>rme kararını belirleme zamanı 4 1,31 2,63<br />

3 Kasım seçimlerinde oy <strong>ve</strong>rilecek partiler 15 1,18 2,84<br />

Cinsiyet 1 7,81 ,005<br />

Yaş 7 ,49 ,840<br />

Eğitim düzeyi 3 ,35 ,786<br />

Aylık gelir düzeyi 5 ,20 ,959<br />

Tablo 7: Oy <strong>ve</strong>rme kararında adayların seçmen ziyareti <strong>ve</strong> ilgili değişkenler


2.10. KARAR SÜRECİNDE ADAY VE PARTİ AFİŞLERİ<br />

Seçmenlerin karar sürecinde, aday <strong>ve</strong> partilere ait afişlerin önemi çok düşük gözlenmektedir. Aday <strong>ve</strong><br />

parti afişleriyle ilgili değişkenler karşılaştırıldığında; sadece oy <strong>ve</strong>rme kararını belirleme zamanı arasında<br />

anlamlı bir ilişki ortaya çıkmaktadır. Buna göre, kampanya ortalarında (2.91) <strong>ve</strong> seçimden birkaç gün<br />

önce (2.78) karar <strong>ve</strong>renler, parti <strong>ve</strong> aday afişlerini diğerlerine oranla biraz daha fazla önemsemektedir.<br />

Aday/ parti afişleri <strong>ve</strong> değişkenler S.D. F p<br />

Seçim döneminde kampanya <strong>ve</strong> konuları ilgi düzeyi 3 2,23 ,084<br />

Oy <strong>ve</strong>rme kararını belirleme zamanı 4 2,71 ,030<br />

3 Kasım seçimlerinde oy <strong>ve</strong>rilecek partiler 15 1,35 ,169<br />

Cinsiyet 1 ,01 ,996<br />

Yaş 7 1,72 ,102<br />

Eğitim düzeyi 3 ,49 ,688<br />

Aylık gelir düzeyi 5 1,51 ,185<br />

Tablo 8: Oy <strong>ve</strong>rme kararında aday/parti afişleri <strong>ve</strong> ilgili değişkenler<br />

2.11. KARAR SÜRECİNDE PARTİ VEYE ADAYLARIN İNTERNET SİTELERİ<br />

Seçmenlerin karar sürecinde en düşük önem taşıyan araç, parti <strong>ve</strong>ya adayların internet siteleri olarak<br />

gözlenmektedir. Kuşkusuz böyle bir sonuçta, internet aboneliğinin ülkemizde henüz yeteri kadar<br />

yaygınlaşmaması <strong>ve</strong> internet kullanıcılığının düşük olmasının büyük rolü bulunmaktadır.<br />

Parti <strong>ve</strong>ya adayların internet sitelerini karar sürecinde önemli bulmayla, kampanya <strong>ve</strong> konulara ilgili<br />

düzeyi, oy <strong>ve</strong>rme kararını belirleme zamanı, internet sitelerine girme sıklığı, eğitim <strong>ve</strong> gelir düzeyi<br />

arasında anlamlı bir ilişki bulunmaktadır.<br />

Siyasal kampanya <strong>ve</strong> konulara ilgi düzeyinin artması, internet sitelerini önemli bulmayı artırmaktadır.<br />

Kampanya <strong>ve</strong> konulara ilgi düzeyi açısından internet sitelerinin önemi düşük olmakla birlikte, çok ilgili<br />

(2.57) <strong>ve</strong> biraz ilgili (2.44) bireyler, ilgisiz (1.93) <strong>ve</strong> çok ilgisiz (2.07) bireylere oranla parti <strong>ve</strong>ya<br />

adayların internet sitelerini daha önemli görmektedir.<br />

İnternet sitelerini geç karar <strong>ve</strong>rme eğiliminde olan bireyler, biraz daha önemsemektedir. İnternet sitelerini<br />

daha çok önemseyenleri, seçimden birkaç gün önce (2.71) <strong>ve</strong> seçim kararı alınıp adaylar belirlenince<br />

(2.59) karar <strong>ve</strong>ren bireyler oluşturmaktadır.<br />

Parti <strong>ve</strong>ya adayların internet sitelerine girme sıklığı ile, bu aracı karar sürecinde önemli bulma arasında<br />

doğrudan bir ilişki gözlenmektedir. Sonuçlar incelendiğinde, internete girme sıklığının artmasıyla, karar<br />

sürecinde bu aracı önemli bulmanın da fazlalaştığı ortaya çıkmaktadır. Parti <strong>ve</strong>ya adayların internet<br />

sitelerine çok sık girenler (4.33), sık girenler (3.72) <strong>ve</strong> arasıra girenler (3.34); çok az girenler (2.67) <strong>ve</strong> hiç<br />

girmeyenlerden (2.09) daha fazla bu aracı karar süreçlerinde önemli bulmaktadır.<br />

Parti <strong>ve</strong>ya adayların internet sitelerine girme sıklığı ile anlamlı ilişki taşıyan diğer bir değişken, eğitim<br />

düzeyidir. Eğitim düzeyinin artması, internet sitelerini önemli bulmayı da artırmaktadır. İnternet sitelerini<br />

karar süreçlerinde daha çok önemli bulanlar üni<strong>ve</strong>rsite (2.74) <strong>ve</strong> lise (2.45) mezunlarıdır. Ancak<br />

ortalamaların düşüklüğü, yüksek eğitimli bu gruplarda da internet sitelerinin çok önemli olmadığını<br />

göstermektedir.<br />

Parti <strong>ve</strong>ya adayların internet siteleri <strong>ve</strong> değişkenler S.D. F p<br />

Seçim döneminde kampanya <strong>ve</strong> konuları ilgi düzeyi 3 5,51 ,001<br />

Oy <strong>ve</strong>rme kararını belirleme zamanı 4 3,05 ,017<br />

3 Kasım seçimlerinde oy <strong>ve</strong>rilecek partiler 15 1,52 ,092<br />

Parti <strong>ve</strong>ya adayların internet sitelerine girme sıklığı 4 25,07 ,001<br />

Cinsiyet 1 ,33 ,564<br />

Yaş 7 1,73 ,099<br />

Eğitim düzeyi 3 <strong>12</strong>,29 ,001


Aylık gelir düzeyi 5 2,63 ,023<br />

Tablo 9: Oy <strong>ve</strong>rme kararında parti <strong>ve</strong>ya adayların internet siteleri <strong>ve</strong> ilgili değişkenler<br />

Aylık gelir düzeyi, parti <strong>ve</strong>ya adayların internet sitelerini önemli bulmayla anlamlı ilişki taşıyan son<br />

değişkendir. Genel olarak bütün gelir düzeylerinde internet sitesinin önemi çok düşük gözlenmekle<br />

birlikte; yüksek gelir düzeylerinde önemli bulma düşük gelir düzeylerinden daha fazladır. Aylık gelir<br />

düzeyi 1 milyardan fazla (2.56), 801 milyon- 1 milyar arası (2.78) <strong>ve</strong> 601-800 milyon arası (2.57)<br />

olanlar, daha düşük gelir düzeyine sahip bireylere oranla internet sitelerini karar süreçlerinde daha önemli<br />

görmektedirler.<br />

SONUÇ<br />

Seçmenlerin karar süreçlerinde iletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerinin önem taşıdığı, günümüzde teorik olarak<br />

kabul gören bir görüştür. Bu görüşü test etmek amacıyla bir alan araştırması yapılmış <strong>ve</strong> seçmenler<br />

nezdinde iletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerinin, daha çok orta düzeyde önemli olduğu sonucuna ulaşılmıştır.<br />

Araştırmanın bu bağlamda diğer bir sonucuna göre, iletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerinin hepsi bir bütün olarak,<br />

seçmenlerin çoğunluğu tarafından önemli bulunmaktadır.<br />

İletişim araç <strong>ve</strong> yöntemleri önem düzeyine göre sıralandığında; televizyon <strong>ve</strong> gazete yayınları ile parti<br />

mitingleri <strong>ve</strong> adayın seçmeni ziyareti önlerde yer almaktadır. Seçmenlerin karar süreçlerinde ilan <strong>ve</strong><br />

broşürler, radyo yayınları, parti <strong>ve</strong> aday afişleri ile parti <strong>ve</strong> adaylara ait internet sitelerinin önem düzeyi<br />

çok daha düşük gözlenmiştir.<br />

İletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerinin önem düzeyini etkileyen en temel değişkenler; seçim dönemlerinde<br />

kampanya <strong>ve</strong> siyasal konulara ilgi düzeyi, karar <strong>ve</strong>rme zamanı <strong>ve</strong> iletişim araçlarını izleme sıklığıdır.<br />

Araştırma sonuçlarına göre, kampanya <strong>ve</strong> siyasal konulara ilgi düzeyinin artması, iletişim araç <strong>ve</strong><br />

yöntemlerini önemli bulma düzeyini de artırmaktadır. Diğer bir deyişle ilgi düzeyi yüksek olan bireyler,<br />

iletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerini karar süreçlerinde daha önemli görmektedir. İlgi düzeyi yüksek olan bireyler<br />

daha çok, televizyon <strong>ve</strong> gazete yayınlarını, ilan <strong>ve</strong> broşürleri, mitinler ile parti <strong>ve</strong>ya adaylara ait internet<br />

sitelerini önemsemektedirler.<br />

İletişim araç <strong>ve</strong> yöntemleri, geç karar <strong>ve</strong>rme eğilimi taşıyan bireyler tarafından daha önemli<br />

bulunmaktadır. Televizyon, gazete <strong>ve</strong> radyo yayınları, ilan <strong>ve</strong> broşürler, afişler <strong>ve</strong> parti <strong>ve</strong>ya adaya ait<br />

internet siteleri; kampanya ortalarında <strong>ve</strong> seçimin hemen öncesinde karar <strong>ve</strong>renler tarafından daha çok<br />

önemsenmektedir.<br />

Araştırmanın en önemli sonuçlarından bir tanesi de, iletişim araçlarını izleme sıklığının artmasıyla, karar<br />

süreçlerinde bu araçları önemli bulma düzeyinin de yükselmesidir. Televizyon izleme, gazete okuma,<br />

radyo dinleme <strong>ve</strong> parti <strong>ve</strong>ya adayların internet sitelerine girme sıklığı daha çok olan bireyler, bu araçları<br />

karar süreçlerinde daha önemli görmektedirler.<br />

İletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerini karar süreçlerinde önemli bulmayla, oy <strong>ve</strong>rilen partiler arasında da anlamlı<br />

ilişkiler ortaya çıkmıştır. Buna göre iletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerinin çoğunluğunu önemli bulan seçmenler,<br />

Genç Parti’lilerdir. Genç Parti’liler televizyon, gazete, radyo yayınlarını, ilan <strong>ve</strong> broşürleri, mitingleri<br />

karar süreçlerinde önemli görmektedirler. Ayrıca televizyon, gazete <strong>ve</strong> radyo yayınları en çok ÖDP<br />

seçmeni tarafından önemli bulunmaktadır. Buna karşılık televizyon, gazete <strong>ve</strong> radyo yayınlarını karar<br />

süreçlerinde önemli bulmayan seçmenler LDP, SP <strong>ve</strong> Ak Parti’li bireylerdir. Bu sonuç, LDP, SP <strong>ve</strong> Ak<br />

Parti seçmenlerinin temel kitle iletişim araçları dışındaki faktörlerden daha çok etkilendiklerini<br />

düşündürmektedir.<br />

Sosyo-demografik değişkenler açısından, iletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerini karar süreçlerinde önemli bulmada<br />

eğitim düzeyi büyük rol oynamaktadır. Eğitim düzeyinin artması, karar süreçlerinde televizyon <strong>ve</strong> gazete<br />

yayınlarıyla, parti <strong>ve</strong>ya adayların internet sitelerinin önemini de artırmaktadır. Yüksek eğitimli bireyler<br />

sayılan bu araçları, düşük eğitimlilere oranla çok daha fazla önemsemektedir.<br />

Aylık gelir düzeyi açısından; gazete <strong>ve</strong> radyo yayınlarının daha çok orta gelire sahip bireylerce, internet<br />

sitelerinin ise yüksek gelir düzeylerinde önemsendiği ortaya çıkmaktadır.


İletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerini önemli bulmayla cinsiyet arasındaki anlamlı ilişki, sadece adayların<br />

seçmenleri ziyaretinde gözlenmektedir. Buna göre erkekler, kadınlara oranla adayların ziyaretlerini daha<br />

çok önemsemektedir.<br />

Son olarak, iletişim araç <strong>ve</strong> yöntemlerini karar süreçlerinde önemli bulmayla yaş arasında anlamlı bir<br />

ilişki gözlenememiştir.<br />

KAYNAKLAR<br />

Campaign & Elections (2002) Trends in Political Media Buying, Jull 23 (6), 52-60.<br />

Connell M (1998) Internet Survival Guide: Designing Li<strong>ve</strong>ly Web Sites, Campaign & Elections,<br />

September, 19 (9), 28-33.<br />

Curtice J (1997) Is the Sun Shining on Tony Blair, Harvard International Journal of Press/Politics, 2 (2),<br />

16-24.<br />

Den<strong>ve</strong>r D (1989) Elections and Voting Behaviour in Britain, Philip Allan, London.<br />

Gibson RK <strong>ve</strong> Ward S (2002) Virtual Campaigning: Australian Parties and the Impact of the Internet,<br />

Australian Journal of Political Science, 37 (1), 99-<strong>12</strong>9.<br />

Gökçe O (1993) Siyasal İletişim <strong>ve</strong> Televizyon, Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi İktisadi <strong>ve</strong> İdari Bilimler Derg, 1 (1),<br />

89-98<br />

Kaid L <strong>ve</strong> Holtz-Bacha C (1995) An Introduction to Parties and Candidates on Television, L Kaid <strong>ve</strong> C<br />

Holtz-Bacha (eds), Political Ad<strong>ve</strong>rtising in Western Democracies, Sage Publication, California.<br />

Kavanagh D (1995) Election Campaigning the New Marketing of Politics, Blackwell Publishers,<br />

Cambridge.<br />

Latimer MK(1983) The Newspaper: How Significant for Black Voters in Presidential Election,<br />

Journalism Quarterly, 60 (1), 16-23.<br />

Latimer MK (1984) Policy Issues and Personel Images in Political Ad<strong>ve</strong>rtising in a State Election,<br />

Journalism Quarterly, 61 (4), 776-784.<br />

Lazarsfeld PF <strong>ve</strong> ark (1968) The People’s Choice How the Voter Makes up His Mind in a Presidential<br />

Campaign, Columbia Uni<strong>ve</strong>rsity Press, New York.<br />

Newton K <strong>ve</strong> Brynin M (2001) The National Press and Party Voting in the UK, Political Studies, 49(2),<br />

265-285.<br />

Oktay M (2002) Politikada Halkla İlişkiler, Derin Yayınları, İstanbul.<br />

Quarles RC (1979) Mass Media Use and Voting Behavior, Communication Research, 6 (4), 407-436.<br />

Simon J (1996) Media Use and Voter Turnout in a Presidential Election, Newspaper Research Journal, 17<br />

(1-2), 25-35,<br />

Thompson N (2002) Machined Politics, The Washington Monthly, May, 34 (5), 27-32.<br />

Tuchman S <strong>ve</strong> Coffin TE (1971) The Influence of Election Night Television Broadcasts in a Close<br />

Election, Public Opinion Quarterly, 35 (3), 315-326.<br />

Yıldız N (2002) Türkiye’de Siyasetin Yeni Biçimi Liderler, İmajlar <strong>ve</strong> Medya, Phoenix Yayınevi,<br />

Ankara.<br />

Willis D <strong>ve</strong> Perra A (2000) The Future of Fundraising, CQ Weekly, January 1, 58 (1), 28-30.<br />

Zuleto-Puceiro E (1993) The Argentina Case: Television in the 1989 Presidential Campaign”, TE<br />

Skidmore (ed), Television, Politics, and the Transition to Democracy in Latin America, The Woodrow<br />

Wilson Center Press, Washington, 55-81.


ÖZET<br />

1970-2000 DÖNEMİNDE KONYA’DAKİ SİYASİ ORTAM<br />

İbrahim Toruk *<br />

Bu çalışmada, 1970 ile 2000 yılları arasındaki süreçte Konya’da yaşanan siyasi gelişmeler, özellikle sayısal<br />

<strong>ve</strong>riler ortaya konarak <strong>ve</strong> bu değerler, Türkiye ortalama <strong>ve</strong>rileriyle karşılaştırılarak değerlendirilmiştir.<br />

Çalışmada 1970’lerden günümüze kadar gelen bir süreçte meydana gelen siyasi gelişmelere Konya<br />

perspektifinden bakılarak açıklık <strong>ve</strong> tanımlamalar getirilmeye çalışılmıştır. Bu dönemde yapılan 7 Millet<strong>ve</strong>kili<br />

Genel Seçimine, 1969 yılında yapılan seçim de dahil edilerek, 8 seçimin sonuçları incelenmiştir. Ayrıca<br />

seçimlerde millet<strong>ve</strong>killiği kazanan adayların isimleri <strong>ve</strong> partileri de <strong>ve</strong>rilmiştir. Bu dönemde yapılan Mahalli<br />

İdareler Seçimlerinden, özellikle Konya Belediye Başkanlığı seçimleri üzerinde durulmuştur.<br />

Yine bu dönemde yaşanan iki askeri müdahale neticesinde bir çok parti kapatılmış <strong>ve</strong> yenileri kurulmuştur.<br />

Çalışmada bu partilerden de bahsedilmektedir. Kısaca 30 yıllık siyasi hayatımızın Konya eksenli bir özeti<br />

<strong>ve</strong>rilmeye çalışılmıştır.<br />

Anahtar Kelimeler:Siyasi ortam, seçimler, Konya.<br />

THE POLITICAL ENVIRONMENT IN KONYA BETWEEN 1970-2000<br />

ABSTRACT<br />

The object of this study is to analyze the political de<strong>ve</strong>lopments in the era between the years 1970-2000 in the<br />

Turkish region Konya by presenting political data and comparing them with the Turkish mean in general.<br />

This certain era-an era <strong>ve</strong>ry important in viev of the de<strong>ve</strong>lopment of modern Turkish political life-and region- it<br />

resembles a pretty good a<strong>ve</strong>rage of Turkey in general as this comparati<strong>ve</strong> study will show - we attempted to<br />

de<strong>ve</strong>lop systematic definitions ha<strong>ve</strong> been included to the eight general elections in this era and together with the<br />

municipality elections of Konya city these data formed the base of the analysis.<br />

As an important input to the system are the two military inter<strong>ve</strong>ntions to be seen which made their impact on the<br />

political structure by making room and opportunity for new political establishment which took place against the<br />

con<strong>ve</strong>ntional structure which was seeking reco<strong>ve</strong>ry.<br />

In short we tried here to summarize the past 30 years of Turkish political life on the axis of Konya region.<br />

Keywords: Political environment, elections, Konya<br />

GİRİŞ<br />

Konya son yıllarda kültürüyle, yaşantısıyla <strong>ve</strong> ekonomik alandaki atılımlarıyla adından sıkça söz ettiren bir<br />

şehirdir. Konya binlerce yıllık tarihi geçmişi <strong>ve</strong> birikimleriyle üzerinde durulması <strong>ve</strong> incelenmesi gereken önemli<br />

bir olgudur. Tarihsel süreçte etkin bir rol oynamış Selçuklu Devleti’nin başkentliğini yapmış, tarihin önemli<br />

olaylarına tanık olmuş önemli bir kültür merkezidir.<br />

Konya, Cumhuriyetten önceki dönemde eski heybetinden uzaklaşmış sıradan bir Anadolu şehri durumuna<br />

düşmüştür. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte gelişmeye <strong>ve</strong> tekrar Selçuklu dönemindeki parlak günlerine<br />

dönmeye başlamıştır. Bu gelişmenin özellikle 1950’den sonra olduğu kabul edilen bir gerçektir.<br />

Sosyal tarihimiz, son asrın en hızlı toplum değişimine şahit olmuştur. Konya da bu sosyal değişim olgusunun<br />

içindedir. O değişimin otuz yıllık dilimi, toplanan malzemeler <strong>ve</strong> yapılan değerlendirmeler ışığında, “tümü”<br />

kavramak için vazgeçilmez parçalardan birini oluşturacaktır.<br />

Bu çalışmada 1970’lerden günümüze kadar gelen siyasi gelişmelere Konya açısından bakılmış <strong>ve</strong> bu süre<br />

içerisinde yapılan genel <strong>ve</strong> mahalli seçim sonuçları analiz edilmiştir. Konuyla bağlantısı açısından 1969 yılındaki<br />

seçimler de ele alınmıştır.<br />

SEÇİMLER<br />

* Arş. Gör., Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi


MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMLERİ<br />

Bu dönemde ilki 1969 yılında olmak üzere, 1973, 1977, 1983, 1987, 1991, 1995 <strong>ve</strong> 1999 yıllarında Türkiye<br />

Büyük Millet Meclisi’ni oluşturacak millet<strong>ve</strong>killerini seçmek için 8 tane genel seçim <strong>ve</strong> 1979 yılında bir de ara<br />

seçim yapılmıştır. Her bir seçimle ilgili değerlendirmeler aşağıda ele alınmaktadır.<br />

1969 YILI MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMLERİ<br />

Bu seçimlerden AP, hem Türkiye genelinde hem de Konya’da birinci parti olarak çıkıyordu. Konya’daki<br />

millet<strong>ve</strong>kili dağılımı: AP=9, CHP=4, CGP=2 <strong>ve</strong> Bağımsız=1 şeklindeydi. Partilerin bu seçimlerde aldıkları oylar<br />

Tablo I, Tablo VI <strong>ve</strong> Tablo V’te <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

Seçilen Millet<strong>ve</strong>killeri: AP: Faruk Sükan, Bahri Dağdaş, Ethem Kılınçoğlu, Yılmaz Öztuna, Baha Müderrisoğlu,<br />

M. Necati Kalaycıoğlu, M. Kubilay İmer, Özer Ölçmen <strong>ve</strong> Sezai Ergun.<br />

CHP: Mustafa Üstündağ, İrfan Baran, Sadi Koçaş <strong>ve</strong> Orhan Okay.<br />

Cumhuriyetçi Gü<strong>ve</strong>n Partisi: İhsan Kabadayı <strong>ve</strong> Vefa Tanır.<br />

Bağımsız: Necmeddin Erbakan (Yeni Meram 14.10.1969).<br />

14 EKİM 1973 MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMLERİ<br />

14 Ekim 1973 Millet<strong>ve</strong>killiği genel seçimlerinde, Türkiye genelinde CHP, Konya da ise (DP (Demokratik Parti)<br />

birinci oluyordu.<br />

Partilerin kazandığı millet<strong>ve</strong>kili sayısı DP=6, CHP=4, MSP=3, AP=2, CGP=1<br />

DP’den seçilen millet<strong>ve</strong>killeri: Faruk Sükan, Bahri Dağdaş, Özer Ölçmen, Necati Kalaycıoğlu, Muzaffer<br />

Demirtaş <strong>ve</strong> Kubilay İmer.<br />

CHP’den seçilen millet<strong>ve</strong>killeri: Mustafa Üstündağ, İsmet Büyükyaylacı, Ali Kökbudak <strong>ve</strong> Hüseyin Keçeli.<br />

MSP’den seçilen millet<strong>ve</strong>killeri: Necmeddin Erbakan, Reşat Aksoy <strong>ve</strong> Şener Battal.<br />

AP’den seçilen millet<strong>ve</strong>killeri: Kemalettin Gökakın <strong>ve</strong> Oğuz Atalay.<br />

CGP’den seçilen millet<strong>ve</strong>kili: Vefa Tanır (Yeni Konya 16.10.1973).<br />

SEÇİM YAPILAN YILLAR<br />

PARTİ ADI 1969 1973 1977 1983 1987 1991 1995 1999<br />

Adalet Partisi (AP) 27.623 8.884 26.820 - - - - -<br />

Anavatan Partisi (ANAP) - - - <strong>12</strong>5.053 117.858 58.338 48.257 16.772<br />

Büyük Birlik Partisi (BBP) - - - - - - - 9,255<br />

Cumhuriyetçi Gü<strong>ve</strong>n Partisi (CGP) - - 3.405 - - - - -<br />

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 11.020 15.432 31.586 - - - 10.395 8.569<br />

Demokratik Parti (DP) - 38.823 5.040 - - - - -<br />

Demokratik Sol Parti (DSP) - - - - 11.280 19.<strong>12</strong>6 21.066 28.102<br />

Doğru Yol Partisi (DYP) - - - - 32.344 58.349 27.390 35.111<br />

Fazilet Partisi (FP) - - - - - - - 153.553<br />

Halkçı Parti (HP) - - - 20.745 - - - -<br />

Islahatçı Demokrasi Partisi (IDP) - - - - 2.515 - - -


Millet Partisi (MP) - 729 - - - - - 1.299<br />

Milli Gü<strong>ve</strong>n Partisi (MGP) - 5.664 - - - - - -<br />

Milli Selamet Partisi (MSP) - 24.482 44.671 - - - - -<br />

Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) - - - - 11.182 - - -<br />

Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) - - - 22.106 - - - -<br />

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) 2.241 3.551 10.952 - - - 32.194 93.835<br />

Refah Partisi (RP) - - - - 57.394 116.630 185.075 -<br />

Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) - - - - 26.189 17.785 -<br />

Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) - - - - - - 5.153 6.<strong>12</strong>2<br />

Bağımsızlar 11.4<strong>12</strong> - - 3545 <strong>12</strong>6 - - 231<br />

TABLO I: Millet<strong>ve</strong>kili Genel Seçimlerinde Konya Merkezindeki Oy Dağılımı (1969-1999)<br />

KAYNAK: DİE Millet<strong>ve</strong>kili Genel Seçim Sonuçları,<br />

Konya İli: 1983, 1987,1991,1995 <strong>ve</strong> 1999, Yeni Meram 14.10.1969 Yeni Konya 16.10.1973; 07.06.1997<br />

5 HAZİRAN 1977 MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMLERİ:<br />

Partilerin kazandığı millet<strong>ve</strong>kili sayısı: CHP=5, AP=5, MSP=3, MHP=2 <strong>ve</strong> DP=1<br />

1977 Yılında Seçilen Millet<strong>ve</strong>killeri Ve Partileri:<br />

CHP: Mustafa Üstündağ, M. Yücel Akıncı, Hüseyin Kaleli, Durmuş Ali Çalık <strong>ve</strong> Ahmet Çobanoğlu.<br />

AP: Aydın Menderes, Kubilay İmer, Oğuz Atalay, Necati Kalaycıoğlu <strong>ve</strong> Mustafa Güzelkılınç.<br />

MSP: Necmeddin Erbakan, Tahir Büyükkörükçü <strong>ve</strong> Şener Battal.<br />

MHP: Agah Oktay Güner <strong>ve</strong> İhsan Kabadayı.<br />

DP: Faruk Sükan.<br />

DP Konya millet<strong>ve</strong>kili Faruk Sükan, DP Genel Başkanı’nın bile seçilemediği seçimlerde tüm Türkiye’de seçilen<br />

tek DP millet<strong>ve</strong>kili olma özelliğini taşıyordu.<br />

1979 MİLLETVEKİLİ ARA SEÇİMİ<br />

Konya’da da yapılan Ara Seçimlere katılım %73 oranında gerçekleşiyor <strong>ve</strong> 443.782 oy kullanılıyordu. 24.196 oy<br />

geçersiz sayılıyor <strong>ve</strong> 204.169 oy alan AP adayı Şaban Karataş millet<strong>ve</strong>kili oluyordu. CHP 94.692, MSP 64.708,<br />

MHP ise 39.999 oy alıyordu Konya merkezde oy dağılımı şöyle gerçekleşiyor: AP 61.808, CHP 16.697, MSP<br />

28.574, MHP 9.743 oy alırken, cezaevindeki sandıktan birinci parti olarak MHP çıkıyordu (Yeni Konya<br />

16.10.1979). Bu ara seçimlerde 5 millet<strong>ve</strong>killiğini de AP’ye kaptıran CHP, hükümetten çekilmek zorunda<br />

kalıyordu.<br />

1983 MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMLERİ<br />

1983 yılında yapılan Millet<strong>ve</strong>killiği genel seçimlerinde; Konya’dan ANAP 8, HP 3, (Milliyetçi Demokrasi<br />

Partisi) MDP ise 2 millet<strong>ve</strong>kili çıkarıyordu. Bu seçimlerde Meclis’e giren Konya Millet<strong>ve</strong>killerinin isimleri <strong>ve</strong><br />

partileri şunlardı:<br />

ANAP<br />

Abdullah TENEKECİ<br />

Ziya ERCAN


Altınok ESEN<br />

Abdurrahman BOZKIR<br />

Nihat HARMANCI<br />

Saffet SERT<br />

Kemal OR<br />

Kadir DEMİR<br />

MDP<br />

Vecihi AKIN<br />

Haydar KOYUNCU<br />

HP<br />

Fahrettin ÖZDİLEK<br />

Sabri IRMAK<br />

Salim EREL<br />

1987 MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMLERİ<br />

29.11.1987 tarihinde yapılan millet<strong>ve</strong>kili genel seçimi sonuçlarında Anavatan partisi bir öncesi seçime oranla<br />

daha fazla millet<strong>ve</strong>kili çıkarıyordu. Bu seçim sonuçlarına göre ANAP <strong>12</strong>, (Doğru Yol Partisi) DYP ise 2<br />

millet<strong>ve</strong>kilini Meclis’e gönderiyordu. Millet<strong>ve</strong>killerin partilere göre dağılımı aşağıda <strong>ve</strong>rilmektedir.<br />

ANAP<br />

Mehmet KEÇECİLER<br />

Haydar KOYUNCU<br />

Mustafa DİNEK<br />

Mehmet ŞİMŞEK<br />

Abdurrahman BOZKIR<br />

Ali Talip ÖZDEMİR<br />

Adil KÜÇÜK<br />

Saffet SERT<br />

Ali PINARBAŞI<br />

Ziya ERCAN<br />

Abdullah TENEKECİ<br />

Kadir DEMİR<br />

DYP<br />

Vefa TANIR<br />

Ömer ŞEKER<br />

1991 MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMLERİ:<br />

Tercihli oy sisteminin de getirildiği 20 Ekim 1991 Millet<strong>ve</strong>kili Genel Seçimlerinde Anavatan Partisi’nin büyük<br />

oranda oy kaybettiğini <strong>ve</strong> il birinciliğini DYP ile (Refah Partisi) RP’ye kaptırdığını görüyoruz. 1991 yılı<br />

seçimlerine MHP <strong>ve</strong> RP tek liste halinde girdiler. Bu seçimlerde DYP <strong>ve</strong> RP, 6’şar millet<strong>ve</strong>kiline sahip olurken<br />

ANAP sadece bir millet<strong>ve</strong>kili çıkarabilmiştir.<br />

RP<br />

Necmeddin ERBAKAN<br />

Ahmet Remzi HATİP<br />

Mustafa ÜNALDI<br />

Musa ERARICI (MHP kontenjanından)<br />

Ser<strong>ve</strong>t TURGUT (MHP kontenjanından)<br />

Abit KIVRAK<br />

DYP<br />

Vefa TANIR<br />

M. Ali YAVUZ<br />

Ömer ŞEKER<br />

Hasan AVŞAR<br />

Ali GÜNAYDIN


Osman ÖZBEK<br />

ANAP<br />

Mehmet KEÇECİLER<br />

24.<strong>12</strong>.1995 MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMLERİ<br />

1995 Millet<strong>ve</strong>kili genel seçimlerinde Konya’dan toplam 16 millet<strong>ve</strong>kili Meclis’e giriyordu. Bu seçim<br />

sonuçlarına göre RP 9, DYP 3, ANAP 2, DSP <strong>ve</strong> CHP birer millet<strong>ve</strong>kili çıkarıyordu. Bu seçimlerde<br />

parlamentoya giren millet<strong>ve</strong>killeri şunlardı:<br />

RP<br />

Necmeddin ERBAKAN<br />

Hüseyin ARI<br />

Veysel CANDAN<br />

Mustafa ÜNALDI<br />

Lütfi YALMAN<br />

Abdullah GENCER<br />

Remzi ÇETİN<br />

H. Hüseyin ÖZ<br />

T. Rıza GÜNERİ<br />

DYP<br />

Mehmet Ali YAVUZ<br />

Necati ÇETİNKAYA<br />

Ali GÜNAYDIN<br />

ANAP<br />

Mehmet KEÇECİLER<br />

Ahmet ALKAN<br />

DSP<br />

A. Turan BİLGE<br />

CHP<br />

Nezir BÜYÜKCENGİZ<br />

19.04.1999 MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMLERİ<br />

19.04.1999 tarihinde yapılan millet<strong>ve</strong>kili genel seçimlerinde (Fazilet Partisi) FP 6, MHP 5, DYP 2, DSP 2 <strong>ve</strong><br />

ANAP da bir millet<strong>ve</strong>kili çıkarıyordu. Bu seçimlerde parlamentoya giren millet<strong>ve</strong>killeri şunlardır:<br />

FP<br />

Hüseyin ARI<br />

Veysel CANDAN<br />

Remzi ÇETİN<br />

T.Rıza GÜNER<br />

Özkan ÖKSÜZ<br />

Lütfi YALMAN<br />

MHP<br />

M. Sait GÖNEN<br />

Faruk BAL<br />

Ömer İZGİ<br />

Ali GEBEŞ<br />

Hasan KAYA<br />

DYP<br />

Mehmet GÖLHAN<br />

Mehmet Ali YAVUZ<br />

DSP<br />

M.Emrehan HALICI<br />

Tevfik BİLGE<br />

ANAP<br />

Mehmet KEÇECİLER


MAHALLİ İDARELER SEÇİMLERİ<br />

KONYA BELEDİYE BAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ<br />

1970-1999 yılları arasında ilki 1970 yılında görevdeki başkanın bir trafik kazasında <strong>ve</strong>fatı üzerine boşalan<br />

başkanlık için olmak üzere, 1973, 1978, 1984, 1989, 1994 <strong>ve</strong> 1999 yıllarında toplam 7 tane belediye başkanlığı<br />

seçimi yapılmıştır.<br />

22 Şubat 1970’te yapılan Konya Belediye Başkanlığı seçimini Yılmaz Kulluk kazanıyor. Kulluk çekişmeli geçen<br />

seçimde rakibi CHP adayı Nazif Yardımcı’yı yaklaşık 1700 oyla geride bırakıyordu. AP adayı Yılmaz Kulluk<br />

21.066 oy alırken, CHP adayı Nazif Yardımcı 19.350 oy alıyordu (Yeni Meram 23.02.1970).<br />

1973 YILI BELEDİYE BAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ<br />

Başkanlık seçimlerinin sonuçları şu şekilde alınıyordu: DP adayı Yılmaz Kulluk: 18.053, CHP adayı Nazif<br />

Yardımcı: 13.160, MSP adayı H.Hüseyin Alp: 10.074, AP adayı Kemal Onsun: 1.707 oy alıyordu. Yılmaz<br />

Kulluk bir dönem daha Başkan oluyordu (Yeni Meram 11.<strong>12</strong>.1973).<br />

SEÇİM YAPILAN YILLAR<br />

PARTİLER 1970 1973 1978 1984 1989 1994 1999<br />

Adalet Partisi (AP) 21.066 1.707 8.933<br />

Anavatan Partisi (ANAP) 78.793 31.091 86.956 <strong>12</strong>.800<br />

Büyük Birlik Partisi (BBP) 1.605 5.008<br />

Cumhuriyetçi Gü<strong>ve</strong>n Partisi (CGP)<br />

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 19.350 13.160 19.182 1.190 6.320<br />

Demokratik Parti (DP) 18.053<br />

Demokratik Sol Parti (DSP) 7.282 5.173 15.557<br />

Doğru Yol Partisi (DYP) 9.639 44.568 11.202 30.630<br />

Fazilet Partisi (FP) 150.515<br />

Halkçı Parti (HP) 4.710<br />

Islahatçı Demokrasi Partisi (IDP) 1,022<br />

Milli Selamet Partisi (MSP) 10.074 34.325<br />

Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) 8.033<br />

Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) 5.476<br />

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) 21.058 82.008<br />

Refah Partisi (RP) 24.354 76.621 130.353<br />

Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) 15.294 4.971<br />

Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) 3.703<br />

Bağımsızlar 299<br />

TABLO II: Konya Merkez Belediye Başkanlığı Seçim Sonuçları<br />

Not:1. Koyu renkle yazılmış olanlar, Belediye Başkanlığını kazanan partinin oylarıdır.<br />

2. 1989 <strong>ve</strong> daha sonraki seçimler Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçim sonuçlarıdır.<br />

KAYNAK: Yeni Meram, 23.02.1970; Yeni Meram, 11.<strong>12</strong>.1973; Yeni Konya, 20.03.1978;


DİE Mahalli İdareler Seçim Sonuçları, 1989, 1994 <strong>ve</strong> 1999.<br />

1977 YILI BELEDİYE BAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ<br />

Bu seçimlerde Mehmet Keçeciler, 27.556 oyla belediye başkanı seçiliyordu. CHP adayı Ertanık 21.927, AP<br />

adayı Ortaer 17.683 oy alıyorlardı (Yeni Meram 13.<strong>12</strong>.1977). 1977 yılında yapılan bu başkanlık seçim<br />

sonuçlarının iptal edilmesi üzerine 1978 yılının Mart ayında yeniden seçime gidiliyordu.<br />

1978 YILINDA YİNELENEN KONYA BELEDİYE BAŞKANLIĞI SEÇİMİ<br />

1977 yılındaki seçim sonuçlarının iptal edilmesi üzerine tekrarlanan seçimde önceki seçimi kazanan MSP adayı<br />

Mehmet Keçeciler 34.325 oy alarak tekrar başkanlığa seçiliyordu. CHP 19.182 <strong>ve</strong> AP ise 8.933 oy alıyordu<br />

(Yeni Konya, 20.03.1978).<br />

1984 YILI KONYA BELEDİYE BAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ<br />

<strong>12</strong> Eylül askeri müdahalesinden sonra 1984 yılında ilk yapılan Mahalli İdareler <strong>ve</strong> Belediye Başkanlığı<br />

seçiminden ANAP’ın başarılı çıktığını görüyoruz. Belediye Başkanlığını ANAP’ın adayı Ahmet Öksüz<br />

kazanıyordu.<br />

1988 YILI KONYA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ<br />

Bu seçimde Refah Partisi’nin idari yapılanmada üç ilçeye bölünerek Büyükşehir belediyesi olma hüviyetini<br />

kazanan Konya merkezde hem Büyükşehir hem de Selçuklu, Meram <strong>ve</strong> Karatay şeklinde isimlendirilen merkez<br />

ilçelerin belediye başkanlıklarını aldığını görüyoruz. Konya Büyükşehir Belediye Başkanlığını Halil Ürün,<br />

Selçuklu ilçesi başkanlığını İsmail Öksüzler, Meram’ı Veysel Candan <strong>ve</strong> Karatay’ı Mustafa Özkafa kazanıyordu.<br />

SEÇİM YAPILAN YILLAR<br />

PARTİLER 1989 1994 1999<br />

Karatay Meram Selçuklu Karatay Meram Selçuklu Karatay Meram Selçuklu<br />

Anavatan Partisi (ANAP) 7.952 <strong>12</strong>.401 10.032 10.299 25.607 18.3<strong>12</strong> 1.949 4.906 4.786<br />

Büyük Birlik Partisi (BBP) 680 787 754 1.094 2.416 2.156<br />

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 300 415 751 833 2.530 3.651<br />

Demokratik Sol Parti (DSP) 2.296 3.332 2.691 1.639 1.623 2.576 2.985 5.180 7.737<br />

Doğru Yol Partisi (DYP) 11.765 23.280 15.808 4.010 7.159 5.948 5.391 7.132 13.313<br />

Fazilet Partisi (FP) 38.891 53.741 51.610<br />

Islahatçı Demokrasi Partisi (IDP)<br />

Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) 2.013 3.560 2.863<br />

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) 4.291 9.419 26.852 15.851 27.872 46.199<br />

Refah Partisi (RP) 24.177 30.295 21.617 41.488 49.930 43.810<br />

Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) 3.327 5.532 9.735 684 1.700 4.156<br />

Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) 1.515 815 1.911<br />

Bağımsızlar<br />

TABLO III: Konya Merkez İlçelere Ait Başkanlık Seçim Sonuçları<br />

KAYNAK : DİE 1989, 1994 <strong>ve</strong> 1999 Mahalli İdareler Seçim Sonuçları


1994 YILI KONYA BELEDİYE BAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ<br />

RP 1989 yılından sonra 1994 seçimlerinde de başarılı oluyor <strong>ve</strong> Büyükşehir ile üç merkez ilçe belediyesini<br />

kazanıyordu. 1989 yılında Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanan Halil Ürün daha sonraki 1994<br />

seçimlerinde de tekrar başkan seçiliyordu. Selçuklu’da İsmail Öksüzler, Meram’da Mustafa Özkan, Karatay’da<br />

ise Mustafa Özkafa belediye başkanlıklarını kazanıyorlardı.<br />

1999 YILI KONYA BELEDİYE BAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ<br />

Önceki seçimlerde RP’den seçilen Başkanlar, 1999 yılında RP’nin kapatılmasıyla, bu seçimlerde yeni kurulan<br />

Fazilet Partisinden aday oluyorlardı. Daha önce iki dönem RP’den Karatay İlçesine Belediye Başkanı seçilen<br />

Mustafa Özkafa bu kez FP’nin adayı olarak Konya Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanıyordu. Selçuklu<br />

ilçesinde Adem Esen, Meram ilçesinde Mustafa Özkan <strong>ve</strong> Karatay ilçesinde Mehmet Şen başkanlığa<br />

seçiliyorlardı. 3 ilçe <strong>ve</strong> Büyükşehiri FP adayları kazanıyorlardı.<br />

GENEL SEÇİMLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ<br />

AP’nin 1969 seçimlerde hem Konya’dan hem de Türkiye genelinden oldukça güçlü olarak çıktığını görüyoruz.<br />

AP’nin 1973 yılı seçimlerinde Konya’da bir hezimete uğradığını söylemek zor olmasa gerekir. AP, 1973 yılı<br />

seçimlerinde yaklaşık 100 bin oy <strong>ve</strong> 7 millet<strong>ve</strong>killiği kaybediyordu. Bu hezimette partiden ayrılıp DP’ye geçen 5<br />

Konya millet<strong>ve</strong>kilinin de etkisi var zira, DP gibi yeni kurulan bir parti 1973 yılı seçimlerinde, 6 millet<strong>ve</strong>kili<br />

kazanarak Konya’dan birinci parti olarak çıkıyordu. 1977 yılı seçimlerinde AP kendini toparlıyordu. Bunda MC<br />

hükümetlerine girmesinin de olumlu bir etkisi olabilir. AP Konya’da kaybettiği prestijini yeniden kazanıyor <strong>ve</strong><br />

ikinci parti durumuna yükseliyor <strong>ve</strong> birinci parti olan CHP ile aynı sayıda 5 millet<strong>ve</strong>killiği kazanıyordu. AP,<br />

1979 yılında boş bulunan 5 millet<strong>ve</strong>killiği için yapılan ara seçimlerden, hem Konya’da hem de Türkiye’de büyük<br />

bir oy patlamasıyla çıkıyor <strong>ve</strong> millet<strong>ve</strong>killiğinin tamamını alıyordu.<br />

Bu sonuçlar CHP hükümetinin istifa etmesine <strong>ve</strong> sağ partilerden destekli bir AP Azınlık Hükümeti’nin<br />

kurulmasına yol açıyordu. 27 Mayıs 1960 darbesinde kapatılan Demokrat Parti’nin seçmen kitlesine yönelik<br />

kurulan AP, misyonunu yüklendiği DP’ye benzer bir şekilde hükümetteyken <strong>12</strong> Eylül 1980 müdahalesiyle<br />

karşılaşıyor <strong>ve</strong> diğer partiler gibi kapatılarak siyasi tarihimizdeki yerini alıyordu.<br />

CHP, 1969 <strong>ve</strong> 1973’te Konya’da ikinci parti durumunda <strong>ve</strong> 4 millet<strong>ve</strong>kiline sahipti. 73’te yine ikinci parti<br />

olurken yine 4 millet<strong>ve</strong>kili alıyordu. Türkiye çapında sıçrama yaptığı 77 seçimlerinde ise, Konya’da da birinci<br />

parti durumuna yükseliyor, fakat AP gibi 5 millet<strong>ve</strong>kili çıkarabiliyordu. İktidar olarak girdiği 1979 yılı ara<br />

seçimlerinde ise, Konya’da ikinci parti durumuna düşüyor ama AP’nin aldığı oyların yarısını bile alamıyordu.<br />

Erbakan, 1969 yılında bağımsız olarak girdiği genel seçimlerde, Konya millet<strong>ve</strong>kili oluyordu. Erbakan aldığı,<br />

22.926 oyla; AP, CHP <strong>ve</strong> CGP’den sonra, 4. sıraya oturuyordu. Erbakan’ın ilk parti denemesi olan Milli Nizam<br />

Partisi laikliğe aykırı söylemlerinden dolayı hiçbir seçime giremeden <strong>12</strong> Mart 1971 müdahalesinin akabinde<br />

kapatılıyordu. Milli Görüş Hareketi 1972 yılında MSP’yi kurduktan sonra katıldığı, 1973 yılı genel seçimlerinde<br />

Türkiye <strong>ve</strong> Konya’da 3. parti durumuna yükseliyor <strong>ve</strong> Türkiye genelinde 48, Konya’da ise 3 millet<strong>ve</strong>kili<br />

çıkarıyordu. MSP, 1977 seçimlerinde, Konya’da aldığı 3 millet<strong>ve</strong>killiğiyle yine 3. parti durumunda yer alırken,<br />

Türkiye genelinde oy kaybediyor <strong>ve</strong> 1973 seçimlerine göre 24 millet<strong>ve</strong>kili kayıpla, 24 millet<strong>ve</strong>kili olan bir parti<br />

durumuna düşüyor fakat Türkiye’nin 3. büyük partisi olma hüviyetini koruyordu. 1979 yılı ara seçimlerinde<br />

aldığı oyla Konya’da yine 3. parti durumunda bulunuyordu.<br />

Demokratik Parti, kurulduktan sonra katıldığı ilk seçimlerde Konya’da büyük zafer kazanıyordu. Türkiye’de ise,<br />

CHP, AP <strong>ve</strong> MSP’den sonra 45 millet<strong>ve</strong>killiğiyle 4. parti durumuna geliyordu. 1977 seçimlerinde Konya’dan 1<br />

millet<strong>ve</strong>kili alarak seçimden 5. parti olarak çıkarken, Türkiye genelinde 6. sırada yer alıyordu. 1977 seçimleri<br />

adeta DP’nin tükenişi oluyordu.<br />

MHP, Konya’da 1969 <strong>ve</strong> 1973 seçimlerinde pek başarılı olamıyor. 1969’da 5. sırada çıkarken, 73’de 6. parti<br />

durumunda bulunuyordu. MHP oy patlamasını 1977 seçimlerinde yapıyor <strong>ve</strong> iki millet<strong>ve</strong>kili alarak 4. parti<br />

durumuna yükseliyordu. 1979 araseçimlerinde ise yine 4. parti oluyordu.<br />

CGP, 1969 seçimlerinde kazandığı 2 millet<strong>ve</strong>killiği ile 3. parti, 1973’te aldığı 1 millet<strong>ve</strong>killiği ile, 5. parti,<br />

1977’de ise 6. parti oluyor <strong>ve</strong> millet<strong>ve</strong>kili çıkaramıyordu.


PARTİLERİN KONYA MERKEZDEKİ DURUMU<br />

Konya şehir merkezinin oluşturduğu seçim bölgesindeki oy dağılımı; Konya genelinin oy dağılımına göre daha<br />

bir farklılık göstermektedir. 1969 yılındaki farklılıklar arasında, bağımsız aday Necmeddin Erbakan Konya<br />

genelinde 23 bin oyla 4. sırada bulunurken, bu oyların tam %50’sini Konya şehir merkezinden aldığını <strong>ve</strong> bu<br />

seçim bölgesinde AP’den sonra ikinci sırada bulunduğunu görüyoruz. Necmeddin Erbakan’ın Genel Başkanı<br />

olduğu MSP’yi 1973 yılı seçimlerinde, Konya genelinde 3. parti olmasına rağmen, Konya merkezde mevcut<br />

oylarını %100 artırarak, DP’nin ardından ikinci parti oluyordu. Yine MSP’nin 1977 seçimlerinde Konya<br />

genelinde 3. parti durumunda iken, Konya merkezde aldığı 45 bine yakın oyla <strong>ve</strong> büyük bir farkla, CHP’nin<br />

önünde birinci parti olarak yer aldığına şahit oluyoruz. 1979 seçimlerinde ise, oylarının %35 oranında azaldığını<br />

<strong>ve</strong> 29 bin civarına gerilediğini, ama yine de ikinci parti durumunda olduğunu görüyoruz.<br />

1969 seçimlerinde Konya merkezde 28 bin oyla birinci olan AP’nin, 73’de büyük bir oy kaybıyla (yaklaşık %70)<br />

8 binlere kadar düştüğünü <strong>ve</strong> 4. parti durumuna indiğini görüyoruz. 1977’de aldığı 27 bin oyla, 3. parti<br />

durumuna yükselirken, 1979 ara seçiminde büyük bir patlama ile, 62 bin civarında oy alırken en yakın rakibi<br />

MSP 28.574 oy alabiliyordu. Bir millet<strong>ve</strong>killiği için yapılan bu ara seçimin, seçim analizi için çok net bir sonuç<br />

<strong>ve</strong>rmediği <strong>ve</strong> o dönem iktidarda bulunan CHP’nin indirilmesi için ona alternatif durumunda bulunan AP’ye tepki<br />

oyları geldiği söylenebilir.<br />

1969 seçimlerinde Konya genelinde 2. parti olan CHP, Konya merkezde aldığı 11 bin oyla 3. Durumda yer<br />

alıyordu. 1973 seçimlerinde oylarını artırarak Konya genelinde 2. parti olurken, Konya merkezde 15 bin oyla 3.<br />

parti durumunda bulunuyor. 1977 seçimlerinde Konya genelinde birinci iken, Konya merkezde, 32 bin oyla<br />

MSP’nin ardından 2. sırada bulunuyor. 1979 seçimlerinde Konya genelinde ikinci parti iken, Konya merkezde<br />

ise üçüncü parti durumuna düşüyordu.<br />

MHP, 1969 <strong>ve</strong> 1973 seçimlerinde Konya merkezde hiçbir varlık gösteremiyor <strong>ve</strong> aldığı 3500 oyla 6. sırada<br />

bulunuyordu. 1977’de aldığı 11 bin oyla, oylarını %300 den fazla arttırıyor <strong>ve</strong> 4. parti durumuna yükseliyordu.<br />

1979’da ise, aldığı oyları hemen hemen koruyarak, 4. parti olma konumunu sürdürüyordu.<br />

DP ilk katıldığı 1973 seçimlerinde Konya genelinde olduğu gibi, Konya merkezde de birinci parti oluyor daha<br />

sonraki 1977 seçimlerinde ise her iki seçim bölgesinde de 5. sıraya düşüyor <strong>ve</strong> bu girdiği son seçim oluyordu.<br />

CGP, 1969’da Konya genelinde 3. parti iken, merkezde 4. sırada yer alıyor, 1973’de ise, her iki seçim bölgesinde<br />

de 5. sırada yer alıyor <strong>ve</strong> daha sonraki yıllarda millet<strong>ve</strong>kili çıkaramayan bir parti oluyordu.<br />

1969 yılı seçimlerinde Türkiye, Konya geneli arasında bir uyum vardır. Farklı olarak Konya merkezde bağımsız<br />

aday Necmeddin Erbakan AP’nin ardından 2. olmuştur.<br />

1973’de tam bir uyumsuzluk vardır. Türkiye genelinde CHP ilk sırayı alırken, Konya’da DP ilk sıraya yerleşmiş,<br />

CHP ikinci MSP ise üçüncü olmuştur. Merkezde ise MSP ikincidir.<br />

1977 seçimlerinde Türkiye ile Konya ili arasında aynı uyum <strong>ve</strong> sıralama vardır. Konya merkez ise tamamiyle<br />

farklıdır, zira birinci parti MSP ikinci CHP <strong>ve</strong> üçüncü AP’dir<br />

Yukarıdaki sonuçlardan Konya şehir merkezinin sağ partilere daha çok oy <strong>ve</strong>rdiğini söyleyebiliriz. Erbakan’ın<br />

bağımsız adaylığından sonra kurdurduğu MSP’nin Konya merkezde en büyük parti olduğunu görüyoruz.<br />

<strong>12</strong> EYLÜL SONRASI SİYASİ HAYAT<br />

<strong>12</strong> Eylül’le birlikte bütün siyasi partilerin kapatıldığını görüyoruz. <strong>12</strong> Eylül askeri müdahalesinin sebep olduğu<br />

<strong>ve</strong> yaklaşık 3 yıl süren geçiş döneminden sonra, 1983 yılında parlamenter demokrasinin <strong>ve</strong> onun asli unsuru<br />

siyasi partilerin, halkın ipotek konmamış iradesiyle iktidara gelebilmesi için seçimlerin yapılmasına karar<br />

<strong>ve</strong>riliyordu. Seçimlere siyasi yasaklar nedeniyle bazı parti <strong>ve</strong> adayların katılmasına izin <strong>ve</strong>rilmiyordu. 1983<br />

yılındaki seçimlere yeni kurulan 3 parti girmiştir.<br />

1983 yılında yapılan seçimler, bir müddet ara <strong>ve</strong>rilmiş demokratik hayata yeniden geçiş niteliği taşıyan ilk<br />

seçimlerdi <strong>ve</strong> o yüzden büyük önem taşıyordu. Bu seçimleri, en son (meşru) iktidar olan Demirel Hükümetinde<br />

Başbakanlık Müsteşarı, 24 Ocak Kararlarının mimarı <strong>ve</strong> aynı zamanda <strong>12</strong> Eylül döneminin Ekonomi Bakanı<br />

olan Turgut Özal’ın kurduğu Anavatan Partisi’nin (ANAP) büyük bir farkla kazandığını görüyoruz. Necdet


Calp’in Başkanlığında <strong>ve</strong> sol çizgiyi temsil ettiğini ifade eden Halkçı Parti (HP) seçimlerden ikinci parti olarak<br />

çıkıyordu.<br />

<strong>12</strong> Eylül mimarlarının açıkça desteklediği <strong>ve</strong> Emekli bir General olan Turgut Sunalp’in kurduğu Milliyetçi<br />

Demokrasi Partisi (MDP) ise desteğin belki de yararından çok zararını görerek seçimden sonuncu olarak<br />

çıkıyordu.<br />

Konya ili genelinde ANAP’ın tüm oyların yaklaşık % 60’ını alarak (Türkiye genelinde aldığı oy ortalamasının<br />

üstünde) 8 millet<strong>ve</strong>kili, HP’nin 3, MDP’nin ise 2 millet<strong>ve</strong>kili çıkardığını <strong>ve</strong> böylece Türkiye geneliyle Konya ili<br />

arasında tam bir paralellik olduğunu görüyoruz.<br />

Konya merkezde ise ANAP’ın oy yüzdesinin %72’yi aştığını, MDP’nin ise az bir farkla HP’nin önünde<br />

seçimden ikinci olarak çıktığını görüyoruz. Bu sonuçtan Konya merkezdeki oy dağılımında sol partilerin çok<br />

daha düşük oy aldığını, bu durumun da tüm Konya ili <strong>ve</strong> Türkiye genelinden oldukça farklı bir tablo ortaya<br />

çıkardığını söyleyebiliriz.<br />

1987 yılı seçimlerinin tam manasıyla ANAP’ın büyük bir zaferiyle sonuçlandığını görüyoruz. 292 millet<strong>ve</strong>kiliyle<br />

<strong>ve</strong> öncekine göre daha büyük bir sayısal çoğunlukla iktidara geldiğini görüyoruz. Seçimlerden SHP 99<br />

millet<strong>ve</strong>kiliyle ikinci, DYP ise 59 millet<strong>ve</strong>kiliyle üçüncü parti olarak çıkıyordu.<br />

Konya ili genelinde ANAP yine birinci parti olarak çıkıyor <strong>ve</strong> 16 millet<strong>ve</strong>kilinin <strong>12</strong>’sini alıyor, DYP de kalan iki<br />

millet<strong>ve</strong>killiğini kazanıyordu.<br />

Konya merkezde ise ANAP birinci parti olurken, Refah Partisi (RP) adeta istikbaldeki başarısının işaretlerini<br />

<strong>ve</strong>riyor. ANAP’ın yarısı kadar, yaklaşık 57 bin oy alarak ikinci parti oluyor. DYP ise 32 bin civarında oy alarak<br />

üçüncü parti olarak seçimlerden çıkıyordu.<br />

1991 yılı seçimleri DYP’ye büyük bir başarı getiriyor <strong>ve</strong> uzun süredir tek başına iktidarda bulunan ANAP’ı<br />

iktidardan ediyordu. DYP 178 millet<strong>ve</strong>kili alırken, ANAP 115, SHP 88, RP ise 62 millet<strong>ve</strong>killiği kazanıyordu.<br />

Bu seçimlerde bazı sağ partiler ittifaka gidiyor. MHP <strong>ve</strong> IDP, RP’nin ismi altında seçimlere giriyordu. Partileri<br />

bu ittifaka zorlayan gerekçe ise ülke genelindeki %10 barajını aşamama endişesiydi. Bu ittifak amacına ulaşıyor<br />

<strong>ve</strong> alınan neticelerle bu partiler meclise girmiş oluyorlardı.<br />

Konya ili genelinde ittifak partilerinin başarısı daha büyük oluyor <strong>ve</strong> seçimden RP birinci olarak çıkıyor <strong>ve</strong> en<br />

yakın rakibi DYP’ye 45 bin oy fark atıyordu. Bu seçimlerde RP <strong>ve</strong> DYP 6’şar, ANAP ise 1 millet<strong>ve</strong>kiline sahip<br />

oluyordu.<br />

Konya merkezde ise, DYP <strong>ve</strong> ANAP 58 biner oy alırken, RP 116 binden fazla oy alarak birinci parti oluyordu.<br />

DSP <strong>ve</strong> SHP’ye toplam 37 bin oy çıkıyordu.<br />

1995 yılında RP 158, DYP 135, ANAP 132 <strong>ve</strong> CHP 47 millet<strong>ve</strong>killiği kazanıyordu. Türkiye genelinde ilk kez<br />

RP birinci parti olarak çıkıyordu. MHP ise %10 barajını aşamayarak parlamentoya giremiyordu. 1995 yılı<br />

seçimlerinde cezaevlerindeki tutuklulara <strong>ve</strong> 18 yaşındaki gençlere de oy kullanma hakkı <strong>ve</strong>rilmiş <strong>ve</strong> yaklaşık 8<br />

milyon gence, seçmen kütüklerine isimlerini yazdırmak kaydıyla oy kullanma imkanı sunulmuştur. (Hürriyet,<br />

30.10.1995). Bu seçimlerde millet<strong>ve</strong>kili sayısı 450’den 550’ye çıkarılmıştır. BBP’si, ANAP listesi altında<br />

seçimlere katılmış <strong>ve</strong> 7 millet<strong>ve</strong>kili kazanmıştır. Konya ili genelinde RP tüm oyların %41.7’sini alarak 9<br />

millet<strong>ve</strong>killiğine sahip oluyordu. DYP 3, ANAP 2, DSP <strong>ve</strong> CHP 1’er millet<strong>ve</strong>killiği kazanıyorlardı. Konya<br />

merkezde ise, RP 185 bin oyla tüm oyların %56’sını alırken, ANAP 48 bin oyla ikinci, MHP ise 32 bin oyla<br />

üçüncü parti oluyordu.<br />

1999 yılında yapılan seçimlerin galibi 139 millet<strong>ve</strong>killiği kazanan DSP oluyordu. Daha önceki yıllarda tek<br />

başına barajı aşamayan <strong>ve</strong> bu seçimde de aşacağı konusunda kuşkular duyulan MHP yeni Genel Başkanı Devlet<br />

Bahçeli ile büyük bir sıçrama yapıyor <strong>ve</strong> <strong>12</strong>9 millet<strong>ve</strong>killiğiyle ikinci parti oluyordu. Yeni kurulup ilk kez<br />

seçime giren Fazilet Partisi (FP) 111, ANAP 86 <strong>ve</strong> DYP ise 85 millet<strong>ve</strong>killiği kazanıyordu.<br />

Konya ili genelinde ise kapatılan RP’nin seçmen kitlesine hitap eden Fazilet Partisi seçimlerden 280 bine yakın<br />

oyla birinci parti olarak çıkıyordu. 235 bine yakın oy alan MHP ikinci parti olurken, DSP’ye 30 bin oy fark atan<br />

DYP onu takip ediyordu. Partiler arasında sandalye dağılımı FP 6, MHP 5, DYP <strong>ve</strong> DSP 2’şer <strong>ve</strong> ANAP ise 1<br />

şeklinde oluyordu.


Konya merkezdeki seçim sonuçlarına göre, FP 153 bin oyla birinci parti olurken, MHP 93 bin oyla ikinci, DYP<br />

ise 35 bin oyla üçüncü parti oluyordu. Bu oy dağılımıyla Konya il merkezi Türkiye genelinden daha farklı bir<br />

tablo ortaya koyuyordu.<br />

SİYASİ ORTAM ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME<br />

1969 yılındaki seçimlerden başarıyla çıkan AP’nin Genel Başkanı Süleyman Demirel’in II. <strong>ve</strong> akabinde III.<br />

Demirel Hükümetlerini kurduğunu görüyoruz. Sonuncu hükümet <strong>12</strong> Mart Muhtırası üzerine 26 Mart 1971’de<br />

istifa ediyordu.<br />

<strong>12</strong> Mart sürecinde çoğunluğu TBMM üyeleri dışından teknokrat ağırlıklı partilerüstü I.Erim, II. Erim<br />

hükümetleri daha sonra da, AP, CHP <strong>ve</strong> MGP’den oluşan Ferit Melen Hükümeti <strong>ve</strong> benzer şekilde kurulan Talu<br />

Hükümetini görüyoruz. Ekim 1973 seçimlerinden sonra görevlendirilen CHP <strong>ve</strong> AP Genel Başkanları hükümet<br />

kuramayınca, görevine devam eden Talu da CHP, AP <strong>ve</strong> CGP’li bir koalisyon hükümeti kuramayınca 1974 yılı<br />

başında istifa ediyordu.<br />

I. Ecevit Hükümetinde ise CHP <strong>ve</strong> MSP’nin koalisyon yaptıklarını <strong>ve</strong> 10 ay hükümet olduklarını görüyoruz.<br />

Daha sonra ise Cumhuriyet Senatosu üyesi Sadi Irmak tarafından kurulan, CGP <strong>ve</strong> parlamento dışından<br />

teknokratların oluşturduğu Irmak hükümeti 31 Mart 1975’e kadar görev yapıyordu.<br />

IV. Demirel Hükümeti AP, MSP, MHP <strong>ve</strong> CGP’den oluşan (bir başka deyişle MC “Milliyetçi Cephe”) bir<br />

koalisyon hükümetiydi. Bu hükümet 27 ay iktidarda kalıyor <strong>ve</strong> yerini 1977 seçimlerinden başarıyla çıkan<br />

CHP’nin kurduğu II. Ecevit hükümeti alıyordu. Fakat bu azınlık hükümeti parlamentodan gü<strong>ve</strong>noyu alamayarak<br />

sadece bir ay hükümet olabiliyordu.<br />

V. Demirel Hükümeti (II.Milliyetçi Cephe) yine AP, MSP <strong>ve</strong> MHP’den oluşan bir koalisyon hükümetiydi. Bu<br />

hükümet ilki kadar uzun ömürlü olmuyor <strong>ve</strong> göre<strong>ve</strong> geldikten 6 ay sonra 1978 yılının başında bir gensoru<br />

oylamasıyla düşürülüyordu.<br />

III. Ecevit Hükümeti, bu dönemin uzun soluklu hükümetlerinden biriydi <strong>ve</strong> 1979 yılındaki ara seçimlere kadar<br />

yaklaşık 22 ay görev yapıyordu.<br />

1979 yılında yapılan ara seçimlerden büyük bir oy patlamasıyla çıkan AP’nin yanısıra dışarıdan MSP <strong>ve</strong> MHP<br />

destekli VI. Demirel Hükümeti <strong>12</strong> Eylül Askeri müdahalesine kadar iktidarda kalıyordu.<br />

<strong>12</strong> Eylül’den sonra hükümet kurma görevi, Devlet Başkanı, Genel Kurmay Başkanı <strong>ve</strong> Milli Gü<strong>ve</strong>nlik Konseyi<br />

Kenan Evren tarafından Emekli Oramiral Bülend Ulusu’ya <strong>ve</strong>riliyordu. Bu hükümet Milli Gü<strong>ve</strong>nlik Konseyi’nin<br />

gü<strong>ve</strong>noyunu alıyor <strong>ve</strong> 1983 yılında yapılan genel seçimlere kadar iktidarda kalıyordu.<br />

<strong>12</strong> Eylül’den sonra ülke çapında yeni bir siyasi yapılanma göze çarpıyor. Kapatılan siyasi partilerin yerine<br />

yenileri konuyor <strong>ve</strong> ilk seçimlere sadece bu partiler sokuluyor. Ayrıca eski liderlerin siyaset yapması<br />

yasaklanıyordu.<br />

1983 yılı seçimlerine katılmasına izin <strong>ve</strong>rilen Anavatan Partisi, Halkçı Parti <strong>ve</strong> Milliyetçi Demokrasi Partisi’nin<br />

içinden en fazla oy alan Anavatan Partisi oluyordu. Partinin kurucu Genel Başkanı Turgut Özal’ın<br />

başbakanlığında kurulan hükümet 1987 seçimlerine kadar tek başına iktidarda kalıyordu.<br />

Bu yasaklanma sürecinde eski liderler, emanetçi başkanlar bularak <strong>ve</strong> eski partilerinin isimlerini anımsatan<br />

isimlerde partiler kurdurtarak siyaset arenasında mevcudiyet mücadelesi <strong>ve</strong>rmeye çalışıyorlardı. Daha sonra<br />

yasakların kalması konusunda yapılan bir referandumla adeta bir Pirus zaferiyle seçim yasakları kalkan eski <strong>ve</strong><br />

vazgeçilemeyen liderler, isimleri değişse de aynı çizgideki yeni partilerinin başına tekrar geçiyorlardı. <strong>12</strong> Eylül<br />

döneminin bu yasaklı siyaset yapısının neticesinde, geçmişten belli bir misyonu alıp devam ettiren partiler <strong>ve</strong><br />

liderleri ile <strong>12</strong> Eylül döneminin ortaya çıkardığı yeni parti ANAP <strong>ve</strong> lideri Turgut Özal arasında hep büyük bir<br />

rekabet olmuştur.<br />

1987 seçimlerinden daha büyük bir başarıyla çıkan ANAP <strong>ve</strong> lideri Turgut Özal II. Özal Hükümetini kuruyordu.<br />

Bu hükümet Turgut Özal’ın başbakanlığında yaklaşık 2 yıl görev yapıyordu. <strong>12</strong> Eylül döneminin siyaset<br />

arenasına kazandırdığı yegane büyük parti ANAP <strong>ve</strong> onun kurucu Genel Başkanı Turgut Özal olmuştur. Turgut<br />

Özal, 1989 yılında Başbakanlıktan ayrılarak hemen akabinde Cumhurbaşkanlığına seçiliyordu.


MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİM SONUÇLARI (TÜRKİYE GENELİ)<br />

1969 1973 1977 1983 1987 1991 1995 1999<br />

PARTİLER Aldığı Oy M.S Aldığı Oy M.S Aldığı Oy M.S Aldığı Oy M.S Aldığı Oy M.S Aldığı Oy M.S Aldığı Oy M.S Aldığı Oy M.S<br />

Adalet Partisi (AP) 4.229.7<strong>12</strong> 256 3.197.897 149 5.468.202 189 - - - - - - - - - -<br />

Anavatan Partisi (ANAP) - - - - - - 7.833.148 211 8.704.335 292 5.862.623 115 5.527.288 132 4.<strong>12</strong>2.929 86<br />

Büyük Birlik Partisi (BBP) - - - - - - - - - - - - - - - -<br />

Cumhuriyetçi Gü<strong>ve</strong>n Partisi (CGP) 597.818 15 564.343 13 277.713 3 - - - - - - - - - -<br />

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 2.487.006 143 3.570.583 185 6.136.171 213 - - - - - - 3.011.076 49 2.716.094 -<br />

Demokratik Parti (DP) - - 1.275.502 45 274.484 1 - - - - - - - - - -<br />

Demokratik Sol Parti (DSP) - - - - - - - - - - 2.624.301 7 4.118.025 76 6.919.670 136<br />

Doğru Yol Partisi (DYP) - - - - - - - - 4.587.062 59 6.600.726 178 5.396.009 135 3.745.417 85<br />

Fazilet Partisi (FP) - - - - - - - - - - - - - - 4.805.381 111<br />

Halkçı Parti (HP) - - - - - - 5.285.804 117 - - - - - - - -<br />

Millet Partisi (MP) 292.961 6 62.377 - - - - - - - - - - - -<br />

Milli Selamet Partisi (MSP) - - 1.265.771 48 1.269.918 24 - - - - - - - - - -<br />

Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) - - - - - - - - 701.538 - - - - - - -<br />

Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) - - - - - - 4.036.970 71 - - - - - - - -<br />

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) 275.091 1 362.208 3 951.544 16 - - - - - - 2.301.343 - 5.606.583 <strong>12</strong>9<br />

Refah Partisi (RP) - - - - - - - - 1.717.425 - 4.<strong>12</strong>1.355 62 6.0<strong>12</strong>.450 158 - -<br />

Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) - - - - - - - - 5.931.000 99 5.066.571 88 - - - -<br />

Türkiye Birlik Partisi (TBP) 254.695 8 <strong>12</strong>1.759 1 58.540 - - - - - - - - - - -<br />

Türkiye İşçi Partisi (TİP) 243.631 2 - - 20.565 - - - - - - - - - - -<br />

Yeni Türkiye Partisi (YTP) 197.929 6 - - - - - - - - - - - - - -<br />

Bağımsızlar 511.023 13 303.218 6 370.035 4 195.588 - 89.421 - 32.721 - - - 270.265 3<br />

TABLO IV Not: M.S. Kazanılan Millet<strong>ve</strong>kili Sayısı KAYNAK: DİE Türkiye İstatistik Yıllığı 1993; DİE Türkiye İstatistik Yıllığı 200


MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİM SONUÇLARI (KONYA GENELİ)<br />

1969 1973 1977 1983 1987 1991 1995 1999<br />

PARTİLER Aldığı Oy M.S Aldığı Oy M.S Aldığı Oy M.S Aldığı Oy M.S Aldığı Oy M.S Aldığı Oy M.S Aldığı Oy M.S Aldığı Oy M.S<br />

Adalet Partisi (AP) 144.151 9 48.249 2 132.232 5 - - - - - - - - - -<br />

Anavatan Partisi (ANAP) - - - - - 324.705 8 307.075 <strong>12</strong> 137.521 1 108.234 2 64.282 1<br />

Büyük Birlik Partisi (BBP) - - - - - - - - - - - - - 18.944 -<br />

Cumhuriyetçi Gü<strong>ve</strong>n Partisi (CGP) 31.139 2 34.390 1 19.896 - - - - - - - - - -<br />

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 63.170 4 74.869 4 147.<strong>12</strong>6 5 - - - - - - 47.808 1 47.297 -<br />

Demokratik Parti (DP) - - <strong>12</strong>1.470 6 27.002 1 - - - - - - - - - -<br />

Demokratik Sol Parti (DSP) - - - - - - - - - - 50.831 - 68.525 1 95.477 2<br />

Doğru Yol Partisi (DYP) - - - - - - 136.721 2 188.139 6 116.767 3 <strong>12</strong>3.928 2<br />

Fazilet Partisi (FP) - - - - - - - - - - - - - - 269.793 6<br />

Halkçı Parti (HP) - - - - <strong>12</strong>4.735 3 - - - - - - - -<br />

Millet Partisi (MP) 3.178 3.864 - - - - - - - - - - - -<br />

Milli Selamet Partisi (MSP) - - 59.242 3 92.694 3 - - - - - - - - - -<br />

Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) - - - - - - - - 37.161 - - - - - - -<br />

Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) - - - - - - 111.285 2 - - - - - - - -<br />

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) 8.726 14.332 50.056 2 - - - - - - 232.513 5<br />

Refah Partisi (RP) - - - - - - - - <strong>12</strong>0.259 - 233.8<strong>12</strong> 6 339.278 9 - -<br />

Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) - - - - - - - - 94.189 - - - -<br />

Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) - - - - - - - - - 21.883 -<br />

Türkiye İşçi Partisi (TİP) 5.591 - - - - - - - - - - - - -<br />

Yeni Türkiye Partisi (YTP) 1.886 - - - - - - - - - - - - - -<br />

Bağımsızlar 22.926 1 1.643 362 13.242 - - - -<br />

ÇIKAN MİLLETVEKİLİ TOPLAMI 16 16 16 13 14 13 16 16<br />

TABLO V Not: M.S: Kazanılan Millet<strong>ve</strong>kili Sayısı KAYNAK: DİE Türkiye İstatistik Yıllığı 1993; DİE Türkiye İstatistik Yıllığı 2000


Turgut Özal Cumhurbaşkanı olduktan sonra hükümet kurma görevini ANAP Genel Başkanı Yıldırım Akbulut’a<br />

<strong>ve</strong>riyor <strong>ve</strong> Yıldırım Akbulut Hükümeti kuruluyor <strong>ve</strong> bu hükümet yaklaşık 19 ay iktidarda kalıyordu. 1991<br />

yılında yapılan ANAP olağan büyük kongresinde Genel Başkanlığını Mesut Yılmaz’a karşı kaybediyordu. I.<br />

Yılmaz Hükümeti, 1991 yılı genel seçimlerine kadar yaklaşık 5 ay görev yapıyordu.<br />

1991 seçimlerinden başarıyla çıkan DYP ile III. Parti olarak çıkan SHP bir koalisyon hükümeti VII. Demirel<br />

Hükümetini kuruyordu. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümünden sonra 16.05.1993 tarihinde Demirel’in<br />

Cumhurbaşkanı seçilmesiyle hükümet istifa ediyordu. Demirel’den sonra DYP Genel Başkanlığına seçilen<br />

Tansu Çiller, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından hükümeti kurmakla görevlendiriliyordu. DYP <strong>ve</strong><br />

SHP koalisyonunun oluşturduğu I. Çiller Hükümeti 25.6.1993-05.10.1995 tarihleri arasında görev yapıyordu. II.<br />

Çiller hükümeti bir azınlık hükümeti olarak kuruluyor fakat gü<strong>ve</strong>noyu alamadığı için 1 aydan daha kısa bir süre<br />

hükümet oluyordu.<br />

II. Yılmaz Hükümeti, Mesut Yılmaz’ın başbakanlığında, ANAP-DYP ortaklığı <strong>ve</strong> DSP desteğiyle azınlık<br />

koalisyon hükümeti olarak kuruluyordu.<br />

1995 yılında yapılan seçimlerden birinci parti olarak çıkan RP ile DYP’nin koalisyon olarak kurduğu Erbakan<br />

Hükümeti bir yıl iktidarda kalmıştır. Bu hükümetin Başbakanı Erbakan, başbakanlık devri için istifa edince<br />

hükümetin beklentisinin aksine hükümet kurma görevi Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından ANAP<br />

lideri Mesut Yılmaz’a <strong>ve</strong>riliyordu.<br />

III. Yılmaz Hükümeti ANAP, DSP <strong>ve</strong> DTP azınlık koalisyonu şeklinde kurulup CHP tarafından dışardan<br />

desteklenmiştir. Bu hükümet 18 ay görev yapmıştır.<br />

IV. Ecevit Hükümeti, DYP <strong>ve</strong> ANAP’ın dışardan destek <strong>ve</strong>rdikleri DSP azınlık hükümeti olup seçimlere kadar 4<br />

ay görev yapıyordu.<br />

V. Ecevit Hükümeti, 1999 yılında yapılan genel seçimlerden birinci parti olarak çıkan DSP’nin, MHP <strong>ve</strong> ANAP<br />

ile kurduğu bir koalisyon hükümetidir <strong>ve</strong> bu hükümet 3 Kasım 2002 millet<strong>ve</strong>kili genel seçimlerine kadar görev<br />

yapmıştır. Bu seçimlerde iktidar ortağı üç parti de %10 ülke barajını aşamayarak meclise girememiştir.<br />

SONUÇ<br />

1970’li yıllardan itibaren Türkiye geneli <strong>ve</strong> Konya’da merkez partilerin zayıfladığını MSP <strong>ve</strong> MHP’nin<br />

güçlendiğini görüyoruz. <strong>12</strong> Eylül’den sonra Konya ilinde yaşanan siyasi süreçte 1991 yılı genel seçimlerine<br />

kadar ANAP’ın birinci parti <strong>ve</strong> arkasından RP’nin ikinci parti olduğunu <strong>ve</strong> 1989 yılında yapılan Mahalli İdareler<br />

Seçimlerinde ise RP’nin birinci parti durumuna yükseldiğini <strong>ve</strong> bu siyasi tercih yapısının 1991 <strong>ve</strong> 1995 genel<br />

seçimlerinde <strong>ve</strong> 1994 yılı mahalli idareler seçimlerinde de değişmediğini söyleyebiliriz. RP’nin kapatılmasından<br />

sonra kurulan Fazilet Partisi de Konya ili <strong>ve</strong> merkezde 1999 yılında yapılan genel seçimler <strong>ve</strong> mahalli idareler<br />

seçimlerinden birinci parti olarak çıkmıştır. Konya merkez ilçelerde de bu yapının benzeştiği, hatta sağ partilerin<br />

oy yüzdelerinin il geneline göre çok daha yüksek olduğu söylenebilir. Milliyetçi-muhafazakar çizgideki<br />

partilerin hem Türkiye hem Konya genelinde 1970’li yıllardan başlayan <strong>ve</strong> günümüze kadar artarak gelen bir oy<br />

yüzdesine sahip olduğunu görmekteyiz. Sağ partilerdeki bu oy yüzdelerinin Konya merkezde Konya ili geneline<br />

göre, Konya il genelinde ise Türkiye geneline göre çok daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz. 70’li yılların<br />

başında tek başına AP hükümeti, daha sonra teknokrat hükümetleri akabinde CHP-MSP koalisyonu onu izleyen<br />

dönemde MC koalisyonları <strong>ve</strong> CHP hükümeti <strong>ve</strong> dönemi kapatan <strong>12</strong> Eylül müdahalesine kadar AP azınlık<br />

hükümeti iktidarda bulunmuştur. Bu dönemin genelde koalisyon hükümetleriyle yönetildiğini söyleyebiliriz.<br />

1980’li yılların, Turgut Özal <strong>ve</strong> partisi ANAP’ın dönemi olduğunu söyleyebiliriz. Turgut Özal VI. Demirel<br />

Hükümetinin güçlü bürokratı <strong>ve</strong> 24 Ocak kararlarının mimarıydı, askeri müdahalenin kurdurduğu geçiş<br />

hükümetinde de ekonomiden sorumlu bakan olarak görev yapmasıyla daha sonra kuracağı parti için oldukça<br />

sağlıklı referanslar sağladı.<br />

Turgut Özal’ın ANAP’ın başından ayrılmasıyla ANAP oylarında erime her geçen yıl daha çok artmış <strong>ve</strong> hiçbir<br />

zaman tek başına hükümet olamamıştır. 1991 yılındaki seçimlerden sonra koalisyon dönemleri başlamış <strong>ve</strong><br />

iktidara hiçbir parti tek başına gelememiştir.<br />

Turgut Özal’ın <strong>ve</strong>fatıyla boşalan Cumhurbaşkanlığı koltuğuna 1991 seçimlerinin galibi <strong>ve</strong> Başbakanı Süleyman<br />

Demirel oturmuştur. 500 günde ülkeyi düzelteceği vaadiyle iktidara gelen Demirel 500 günün dolmasından kısa<br />

bir süre önce Cumhurbaşkanı seçilmiştir.


Türkiye 1991-2000 arasındaki dönemi, hemen hemen bütün partilerin içinde bulunduğu çeşitli koalisyon<br />

hükümetleri tarafından yönetilerek geçirmiştir. 1990’lı yıllar, Türkiye için koalisyon hükümetleri <strong>ve</strong> ekonomik<br />

krizleri bol bir dönemdi.<br />

<strong>12</strong> Eylül mimarlarının, “ülkeyi koalisyon hükümetleri batırıyor” şeklinde ifade edilebilecek felsefelerinin<br />

doğruluğunu son 10 yıllık dönemde bir kez daha görmekteyiz. Türkiye 1983-1991 yıllarında tek başına iktidar<br />

olan ANAP hükümeti döneminde, daha sonraki koalisyonlara göre çok daha başarılı neticeler almıştır.<br />

1970-1980’e kadar olan hükümetlerin ilki dışında, hep güçsüz tek başına yeterli çoğunluğa sahip olamayan<br />

hükümetler olduğunu görmekteyiz. Bu hükümetler birçok sorunun büyümesine yol açmış, büyük bir anarşik <strong>ve</strong><br />

yokluk ortamının doğmasına sebebiyet <strong>ve</strong>rince arkasından bir askeri müdahale doğurmuştur.<br />

<strong>12</strong> Eylül’le siyasi hayatımıza giren parti <strong>ve</strong> liderlerden ANAP’ın lideri Turgut Özal dışında kimse siyaset<br />

sahnesinde uzun ömürlü olamamıştır. 80’ler ANAP’ın dönemi olmuştur. Bu parti sayısal çoğunluğuyla ülkeye<br />

istikrarlı <strong>ve</strong> diğer dönemlere göre daha başarılı bir süreç yaşatmıştır.<br />

1990’lar 2000’lere dek koalisyon hükümetlerinin yarattığı istikrarsızlık <strong>ve</strong> birçok önemli ekonomik krizle<br />

geçmiştir. 90’lar ülke için adeta her alanda kayıp yıllar olmuştur.<br />

Kısa bir özetini <strong>ve</strong>rmeye çalıştığımız 30 yıllık siyasi hayatımızın ilginç gelişmelere sahip olduğunu<br />

söyleyebiliriz. Kapatılan partilerin değişik isimlerle kurulduğunu <strong>ve</strong> yasaklanan liderlerinin bir şekilde<br />

yasaklarından kurtulup yeniden partilerinin başına geçtiklerini <strong>ve</strong> hatta iktidara geldiklerini görmekteyiz. Askeri<br />

müdahalelerin partileri kapattığını, fakat yerine yeni parti koymada, (ANAP örneği dışında) pek de başarılı<br />

olamadığı ortadadır. Parti kapatmakla bir sonuca gidilemediği ortadadır. Ülkemizin artık parti kapatma<br />

sendromunu aşması gerekmektedir. Liderleri <strong>ve</strong> Partileri, ancak seçmenlerin kendi gönlünde <strong>ve</strong> sandıkta<br />

kapattığı unutulmamalıdır. Türk halkı neyin doğru <strong>ve</strong> neyin yanlış olduğunu bilecek siyasi bir olgunluğa her<br />

daim sahip olmuştur.<br />

KAYNAKLAR<br />

DİE (1998) Ekonomik <strong>ve</strong> Sosyal Göstergeler Konya, DİE Yayınları, Ankara.<br />

DİE (1993) Türkiye İstatistik Yıllığı 1993, DİE Yayınları, Ankara<br />

DİE (2001) Türkiye İstatistik Yıllığı 2000, DİE Yayınları, Ankara<br />

DİE (1977) 1977 Türkiye İstatistik Yıllığı, DİE Yayınları, Ankara.<br />

DİE (2000) 1999 Mahalli İdareler Seçim Sonuçları, Ankara.<br />

DİE (1989) 1989 Mahalli İdareler Seçim Sonuçları, Ankara.<br />

DİE (1994) 1994 Mahalli İdareler Seçim Sonuçları, Ankara.<br />

DİE (2001) 1999 Millet<strong>ve</strong>kili Genel Seçim Sonuçları Konya ili, Ankara.<br />

http://www.die.gov.tr/TURKISH/ISTATIS/Esg/42Konya/secim1.htm.<br />

http://www.tbmm.gov.tr/ambar/hukumet/htm.<br />

Hürriyet, 30.10.1995.<br />

Yeni Konya, 16.10.1973, 07.06.1977, 20.03.1978, 16.10.1979.<br />

Yeni Meram, 14.10.1969, 23.02.1970, 11.<strong>12</strong>.1973, 13.<strong>12</strong>.1977.


SİYASİ İLETİŞİM - KURAMSAL BİR ÇALIŞMA ∗<br />

Hasret Aktaş ∗∗<br />

ÖZET<br />

Gelişmiş toplumlarda, farklılaşmış çok fazla alt sisteme sahip bir sosyal sistem oluşmuştur. Siyaset bu alt<br />

sistemlerden biridir <strong>ve</strong> diğer alt sistemlerden farklı, siyasi sistem için gerekli fonksiyonları ya da yapısal<br />

özellikleri bulunmaktadır. Siyasi sistem sahip olduğu bu özellikler sayesinde devamlılığı sağlayacak olan<br />

yapısal değişiklik imkanlarını “seçim” ile organize eder.<br />

Siyasi iletişim her ne kadar seçime endeksli bir olgu olarak değerlendirilse de, aslında çok daha<br />

kompleks <strong>ve</strong> uzun bir süreçtir. Bu süreçte ikna edici iletişim temeline dayalı çalışmalar yapılmalıdır.<br />

Seçim dönemlerinde yoğunlaşan reklam kampanyalarında doruğa çıkan ikna süreci, kitle iletişim araçları<br />

ile düzenli yürütülen çalışmalar <strong>ve</strong> parti tabanı, üyeler ile sempatizanları harekete geçirmeye yönelik<br />

halkla ilişkiler faaliyetleriyle desteklenmelidir. Siyasi iletişim bu konseptte yürütüldüğünde başarılı olma<br />

ihtimali artacaktır.<br />

Anahtar Sözcükler : Siyasi iletişim, siyaset, sosyal sistem, ikna edici iletişim, seçim kampanyası, seçim.<br />

POLITICAL COMMUNICATION - THEORITICAL STUDY<br />

ABSTRACT<br />

A social system which has a lot of different subsystems ha<strong>ve</strong> been formed in de<strong>ve</strong>loped countries. Politics<br />

is one of the subsystems and it is different others. It has required functions or structural special features<br />

for political system. Political system owing to these special features thanks to possibilities of structural<br />

alter which will pro<strong>ve</strong> to continouing organize by election.<br />

Although political system is evaluated dependenton selection, indeed it is a process which more more<br />

complex and long. Studies should do based on persuati<strong>ve</strong> communication in this process. In<br />

ad<strong>ve</strong>rtisement compaings appearing process of persuade in election periods, performed studies orderly<br />

by mass communication means and base of party, all of them should be supported by activities of public<br />

relations. If political communication is performed in this comprise probability of being successfull will<br />

increase.<br />

Keywords : Political communication, politics, social system, persuati<strong>ve</strong> communication, election<br />

campaigne, election.<br />

GİRİŞ<br />

İktidar mücadelesi insanlık tarihi kadar eskidir. Bu mücadele sürecinde yakın bir tarihe kadar çoğunlukla<br />

fiziksel güce, sayısal üstünlüğe <strong>ve</strong> entrikalara başvurulmuş; toplumsal sistemlerin yavaş yavaş demokrasi<br />

bilincine ulaşmaları, yönetim sistemi olarak çoğulcu demokrasi anlayışını benimsemeleriyle birlikte<br />

bilimsel yöntemlerin kullanılmaya başlandığı seçim kampanyaları ortaya çıkmıştır.<br />

1952 tarihinde BBDO (Batten, Barton, Durstine, Osborne) reklamcılık şirketinin ABD Başkanlık<br />

seçimlerine katılacak olan Cumhuriyetçi Parti adayı General Eisenhower’ın seçim kampanyasının<br />

yürütülmesi <strong>ve</strong> bu çerçe<strong>ve</strong>de televizyonda yayınlanmak üzere reklam filmlerinin çekimiyle ilgili anlaşma,<br />

seçim kampanyalarının reklam filmleriyle zenginleştirilip televizyonunda bu mücadeleye etkin bir araç<br />

olarak dahil edildiği ilk profesyonel örneği oluşturmaktadır (Turam 1994:207).<br />

Eisenhower’ın danışmanları televizyonun siyasi iletişimdeki gücünü <strong>ve</strong> etkisini farketmiş, kendisini 30’ar<br />

saniyelik televizyon reklamı filmlerinin çekimine ikna etmişlerdi. Spotlarda yer alacak konuların neler<br />

olduğuna karar <strong>ve</strong>rebilmek için güncel olayların araştırılmasında Georges Gallup’a başvuruldu.<br />

Araştırmadan çıkan Kore Savaşı, hayat pahalılığı <strong>ve</strong> yolsuzluk konularında reklam spotları çekilmesine<br />

karar <strong>ve</strong>rildi. Cumhuriyetçi Parti cephesinde bunlar olurken Demokrat Parti daha farklı bir yol izledi.<br />

Demokrat Parti adayı Adlai Ste<strong>ve</strong>nson’du. Hem Ste<strong>ve</strong>nson, hem de Demokrat Parti deterjan reklamı<br />

yapar gibi aday reklamı yapılamayacağı kanısındaydılar. Onlara göre siyasi reklam gereksiz <strong>ve</strong> pahalıydı<br />

(Topuz 1991:56-57).<br />

∗ Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nce kabul edilen yüksek lisans tez özeti<br />

∗∗ Arş. Gör., Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi


Standart partizan mitingleriyle geçen seçim kampanyaları reklam <strong>ve</strong> televizyon gibi etkenlerin<br />

katılmasıyla renklenmeye başlamış, bu ilk renkli seçimleri de televizyonda siyasi reklamı ilk olarak<br />

kullanan, kendisi için başarılı bir siyasi iletişim çalışması yürütülen General Eisenhower kazanmıştır.<br />

Yarım yüzyıl içerisinde siyaset, eğitim, bilim, ekonomi, hukuk, sosyal ilişkiler, kitle iletişim araçları gibi<br />

toplumsal sistemi oluşturan alt sistemler <strong>ve</strong> bizzat toplumsal sistemin kendisindeki gelişmeler; başlangıçta<br />

tereddütle yaklaşılıp gereksiz gözüyle bakılan siyasi reklamları, geniş planda da siyasi iletişimi tek başına<br />

telaffuz edilen, bağımsız, öncelikli bir çalışma alanı haline getirmiştir. Bugün siyaset denilince akla gelen<br />

ilk unsurlardan biri de siyasi iletişimdir. Artık tek bir oy dahi gözardı edilemeyecek derecede önemlidir.<br />

Yakın siyasi tarihe dair yaşadığımız örnekler siyasi sistemin çok hassas dengeler üzerinde olduğunu, çok<br />

az sayıda oy farkıyla partilerin parlamento dışında kalabileceğini göstermiştir. Etkin bir siyasi iletişim<br />

süreci kimi zaman partilerin kaderini değiştirmiş, başarılı ya da başarısız örnekleriyle en küçük bağımsız<br />

adaydan en çok oya sahip partiye kadar mutlak ölçüde vazgeçilmez bir siyaset olgusu haline gelmiştir.<br />

Bu çalışmada; kısa sürede büyük önem kazanan, kimi zaman seçimlerin, dolayısıyla da ülkenin kaderini<br />

etkileyecek, kazananla kaybedenin yer değiştirmesini sağlayacak olan siyasi iletişim kavramı sistem<br />

teorisi çerçe<strong>ve</strong>sinde ele alınmakta, yöntem <strong>ve</strong> teknikleri araştırılarak örnek bir siyasi iletişim konsepti<br />

oluşturulmaya çalışılmaktadır.<br />

1. SİSTEM, SİSTEM TEORİSİ VE BİR SİSTEM OLARAK SİYASET<br />

Sistem teorisi ilk defa 1930’lu yılların başında, sistemi “Karşılıklı ilişki kuran parçalar<br />

kompleksidir.”(Tekeli 1971:6) şeklinde tanımlayan Bertalanffy tarafından ortaya atılmıştır. Teorisinin<br />

amacı şu üç madde ile özetlenebilir(Tekeli 1971:6):<br />

1. İncelenen olguları çevre şartlarından koparmadan, çevre <strong>ve</strong> doğanın mümkün olduğu kadar büyük<br />

kısmının ilişkileri içinde görebilmek <strong>ve</strong> olguların nedenlerinin daha büyük bir kısmını açıklayabilmek<br />

için.<br />

2. Bir bütünün parçalarının <strong>ve</strong>ya bir sistemin elemanlarının tek olarak incelenmesinin, bu elemanlar ile<br />

ilgili olguların açıklanmasında hiç bir zaman yeterli olmadığı, bütünlerin parçalarına ait davranışlarının<br />

ancak sistemin bütün olma özelliklerinin bilinmesi halinde açıklanabileceğinin kabul edilmesi, sistem<br />

yaklaşımını gerekli kılmaktadır.<br />

3. Sistem Teorisini geliştirme isteği, aynı zamanda bütün insan davranışlarını açıklamaya yönelmiş bir<br />

genel teori bulma arzusunu da içermektedir.<br />

4. Bertalanffy’den sonra Boulding sistemi; “Kaos olmayan her şey” şeklinde tanımlayıp bir sistem tasnifi<br />

<strong>ve</strong> sınıflandırması gerçekleştirmiştir. Sınıflandırma teorik bir model görünümündedir (Tekeli 1971:6).<br />

1. Çerçe<strong>ve</strong>ler (Frameworks) : Statik yapılar<br />

2. Otomatik Makineler (Clockworks) : Önceden belirlenmiş hareketleri yapabilen basit dinamik sistemler.<br />

3. Termostatlar (Termostats) : Kendi kendilerini düzenlemek suretiyle dengelerini devam ettirebilen<br />

sistemler.<br />

4. Bitkiler (Plants) : Sosyal yaşamın ilk basamağını oluşturan genetik sistemler.<br />

5. Hayvanlar (Animals) : Var olma bilincine sahip yüksek hareket yetenekleri olan sistemler.<br />

6. insanlar (Humans) : Dil <strong>ve</strong> simge kullanabilme yeteneğine sahip sistemler.<br />

7. Toplumlar (Societies) : insanların birbirleriyle ilişkileri <strong>ve</strong> işbirliği ile ortaya çıkmış sistemler.<br />

8. Aşkın Sistemler (Transcendental Systems) : Sistematik bir yapı <strong>ve</strong> ilişkiler şebekesine sahip, bizce<br />

bilinemeyen, nihai <strong>ve</strong> varlıklarından kurtulunamayan sistemler.<br />

Bu dönemde yapılan çalışmalar sistem olarak ele alınabilecek birimleri sınıflandırmaya yöneliktir.<br />

Tasniflerde her bir madde, bir sistem olarak nitelendirilmiştir. Sonraki dönemde sistem yaklaşımlarında<br />

belirli konulara yönelim görülür. Örneğin Optner sistem yaklaşımını önce fiziksel sistemlere, sonrada<br />

yönetim görevlerine uygulamak suretiyle bir Sistem Teorisi geliştirmiştir. Optner’e göre her sistem beş<br />

ana öğeden oluşur (Dicle <strong>ve</strong> Dicle 1969:88).<br />

1. Sistemin girdileri (inputs)<br />

2. Girdilerin işlenmesini sağlayan merkezi dizge.<br />

3. Sistemin çıktıları (outputs)<br />

4. <strong>Kontrol</strong><br />

5. Sistemin kendini çevreye uydurmasını <strong>ve</strong> böylece yaşayabilmesini sağlayan mekanizma. (Feedback)


Parsons’da gibi sosyal sistemler ile ilgilenmiş, fakat kuramını kendisinden öncekilerden farklı olarak daha<br />

geniş toplumlar kademesinde geliştirmiştir. Ona göre sosyal sistemler insanlar arasındaki ilişkiler<br />

sisteminden başka bir şey değildir. Toplum bir hareket sistemidir <strong>ve</strong> her hareket sistemi, dört ayrı yönden<br />

incelenebilir (Dicle <strong>ve</strong> Dicle 1969:89).<br />

1. Maintenance : Toplumun devam ettirilmesi.<br />

2. Integration : Sistemi meydana getiren çeşitli unsurların entegrasyonu.<br />

3. Goal-attainment : Sistemin amaçlarına ulaşılması.<br />

4. Adaptation : Sistemin çevredeki değişikliklere uydurulması.<br />

Parsons’ın teorilerini yeni yeni şekillendirmeye başladığı dönemde bir siyaset bilimci olan Easton,<br />

Bertalanffy’den etkilenerek sistem yaklaşımı ile ilgilenmiş, <strong>ve</strong> bir “siyasi sistem” kuramı geliştirmiştir.<br />

Easton’a göre; “Sistemleri doğal olarak mevcut <strong>ve</strong>ri kabul etmek yerine; ‘tamamıyla insan düşüncesinin<br />

yarattığı, yapma ampirik sistemler olarak düşünmek mümkündür’.”(Tekeli 1976:<strong>12</strong>7)<br />

Bu düşünce ile siyaseti bir sistem olarak inceleyen Easton’ın, sisteme yaklaşımı şu şekildedir:<br />

“Genellikle sistem yaklaşımı siyasal hayatın içerisine gömüldüğü, <strong>ve</strong> etkilerine daima açık olduğu sosyal<br />

sistemler tarafından çevrelenmiş, sınırları belli bir seri karşılıklı ilişki olduğu kavramından hareket eder.”<br />

(Tekeli 1976:<strong>12</strong>5-<strong>12</strong>6).<br />

Easton’la birlikte sistem, teorik sistem düşüncesinden, insan düşüncesinin yarattığı <strong>ve</strong> unsurları bilim<br />

adamının ilgisine göre tespit edilen analitik sistem kavramına geçmiştir. Easton’un sistem kavramı bizzat<br />

bir takım sonuçlar doğuran bir kavramdır. Sistem üyeliği, alt sistemler, sistem çevresi, açık sistem, çevre<br />

sistem ilişkileri yani transaksiyon, çevre sistem ayırımını sağlayan sınır, açık sistem olmaklığın sonucu<br />

olan cevap <strong>ve</strong>rebilme <strong>ve</strong> feedback, nihayet sistem çevre uyumunun çeşitli türleri olan uyum (adaptation),<br />

kendi kendini düzenleme (self regulation), kendi kendini değiştirme (self transformation) gibi Easton’un<br />

ortaya attığı kavramlar bu tanımın bir sonucudur (Tekeli 1976:<strong>12</strong>9).<br />

Luhmann 1984’de bir sistem tanımı, tasnifi <strong>ve</strong> sınıflandırması gerçekleştirmiştir (Huth 1994:5).<br />

“Sistem, birbirleri arasında düzenli ilişki <strong>ve</strong> iletişim bulunan, ortak anlama sahip parçaların oluşturduğu,<br />

çevreye <strong>ve</strong> diğer sistemlere açık bütündür.”<br />

1. Makinalar<br />

2. Organizmalar<br />

3. Sosyal Sistemler<br />

a. Kişilerarası ilişkiler<br />

b. Organizasyonlar<br />

c. Cemiyetler<br />

4. Ruhsal Sistemler<br />

Sistemler şu özelliklere sahiptir (Huth 1994:1):<br />

1. Sistem bir bütündür.<br />

2. Sistem bütüne göre daha küçük birimlerin birleşmesinden meydana gelir.<br />

3. Sistemi meydana getiren birimler sisteme nazaran bir alt sistem, kendilerini meydana getiren daha<br />

küçük birimlere nazaran sistemdirler.<br />

4. Bir sistemi oluşturan birimler bağımsız olmayıp bilakis karşılıklı uyum içindedirler.<br />

5. Sistemin birimleri arasında sistematik <strong>ve</strong> dinamik ilişkiler bulunmaktadır.<br />

6. Her sistemin çevre evreni vardır. Sistem çevre evrendeki diğer sistemler ile dinamik ilişkilere sahiptir.<br />

7. Sistemler belli bir amaca sahiptir, <strong>ve</strong> bu amaç doğrultusunda hareket ederler.<br />

8. Alt sistemler sistemin amacına uygun ortak bir anlama sahiptirler. Bu ortak anlam çerçe<strong>ve</strong>sinde <strong>ve</strong><br />

sayesinde alt sistemler iletişim kurarak sistemin amacını gerçekleştirmesini sağlarlar.<br />

9. Sosyal sistemler devamlı değişirler. Bu değişim çevreye, başka sistemlere açık olmaktan <strong>ve</strong> iletişimden<br />

kaynaklanmaktadır.<br />

10.Sosyal sistemler daima denge durumunda olmalıdır. Değişme zorunluluğu <strong>ve</strong> denge durumu birlikte<br />

uyum ile gerçekleşmeli, denge bozulmadan düzenli bir değişim yaşanmalıdır.<br />

Sistemin işleyişe uygun özellikleri ise şunlardır:


1. Girdi (input): Sosyal sistemler çevreye açık <strong>ve</strong> devamlı değişen sistemlerdir. Çevreye açıklık birçok<br />

girdi akımının oluşmasını sağlar. Sistem yaşamını sürdürebilmek için çevreden işleyebileceği “girdi”leri<br />

almak zorundadır Girdiler değişik konu <strong>ve</strong> başlıklardan enerji, madde olabilir. Sisteme giren herşey<br />

değerlendirmeye tabi tutulacağından iyi ya da kötü olsun “girdi” olarak adlandırılır.<br />

2. İşleme: Sisteme gelen “girdi”ler sistem içerisinde ilgili alt birimlerce değerlendirilir. Bu herhangi bir<br />

malın ya da hammaddenin işlenerek üretim sürecinde imal edilen bir üründe olabilir, sistem içi <strong>ve</strong>ya<br />

çevreye dönük hizmette. Girdilerin değerlendirilip sistemin amacına uygun bir şekilde dönüştürülmesine<br />

“işleme” adı <strong>ve</strong>rilir.<br />

3. Çıktı (Output): Sistem girdilerinin işlenip dönüştürülmesinden sonra çevreye ürün, hizmet, vb. şekilde<br />

<strong>ve</strong>rilmesine “çıktı” denir. Çıktı, girdinin <strong>ve</strong> işlemenin niteliğine, aynı zamanda sistemin amacına yönelik<br />

olarak değişebilir.<br />

4. Bilgi (Enformasyon): Özellikle sosyal sistemler çevrelerine açık olmaları hasebiyle enerji <strong>ve</strong> madde<br />

girdisinden fazla bilgi (Enformasyon) girdisine sahiptir. Bilgi sadece sisteme girmekle kalmaz tıpkı diğer<br />

girdiler gibi işlenir. Ayrıca kod açımı ile bilgi alt sistemler arasında da gidip gelir. Alt sistemin yapı <strong>ve</strong><br />

amacına uygun olarak bilginin belirli bölümleri <strong>ve</strong>ya tamamı işlenir.<br />

Ayrıca enformasyonun bir diğer önemi sistemin dengelenmesinde kullanılabilecek olan <strong>ve</strong>rileri<br />

içermesidir.<br />

Sosyal sistemin değişimini sağlayabilmesi <strong>ve</strong> çevresine uyumunu gerçekleştirebilmesi için “bilgi” girdisi<br />

çok önemlidir. Çağımız gerekleri de düşünüldüğünde bilginin sistemin yaşamını sürdürebilmesi için<br />

ihtiyaç duyduğu asıl unsurun ‘güç’ olduğu ortaya çıkar.<br />

5. <strong>Kontrol</strong> (Feedback): Sosyal sistemler girdi, girdiyi işleme, çıktı <strong>ve</strong> bilgi aşamalarında hep bir oluşum<br />

<strong>ve</strong> değişimi yaşarlar. Bu oluşum <strong>ve</strong> değişim sürecinin sisteme zarar <strong>ve</strong>rmemesi, dinamik dengenin daima<br />

korunabilmesi için sistemin kendi kendini kontrol etmesi gerekir. Bu kontrol birincil olarak bilginin<br />

sayesinde gerçekleşir. Sisteme gelen bilgi alt sistemler arasında da deşifre edilir <strong>ve</strong> ilgili birimlere<br />

iletilerek kontrol sağlanır.<br />

<strong>Kontrol</strong> (Feedback) bir sosyal sistemin işleyiş organlarındandır. Çünkü, kontrol olmadığı zaman devamlı<br />

değişen <strong>ve</strong> dinamik dengelenimini sürdüren sistemin bu yapısı bozulur. Değişim dinamik dengelenim ile<br />

uyum içerisinde yürümediğinden bir süre sonra sistemin var olması için gerekli olan değişim onu yavaş<br />

yavaş yıkan bir olgu haline dönüşür.<br />

Gelişmiş toplumlarda, farklılaşmış çok fazla alt sisteme sahip bir sosyal sistem oluşmuştur. Bu sosyal<br />

sistemde zaman içersinde formulize edilmiş bir yapı ortaya çıkar. Bu şartlar altındaki kompleks<br />

toplumlarda genel bağlantı kurulacak kararlar için konsens organizasyonu güç beğenilen <strong>ve</strong> başarılması<br />

zor bir vazifedir. Bunlar siyasi sistemin spesifik bir alt sistemi olarak atanmışlardır. Bu alt sistemin yapısı<br />

her güncel problemi kanalize etmek <strong>ve</strong> eğer gerekli ise bağlantılı bir karar sağlayabilmek için yeter<br />

derecede kompleks olmalıdır. Siyasi sistemin diğer sistemlerden farklı, siyasi sistem için gerekli<br />

fonksiyonları ya da yapısal özellikleri bulunmaktadır.<br />

Luhmann bu özellikleri şöyle sınıflandırmıştır (Wachtel 1988:8).<br />

1. Bürokratik idare<br />

2. Parti ölçüsünde politika<br />

3. Kamunun rolü<br />

Bu yapısal özellikleri <strong>ve</strong> diğer sistemlerden farklılık noktalarını değerlendirdiğimizde akla şöyle bir soru<br />

gelir:<br />

Siyasi sistem yeterli mevcudiyeti, devamlılığı sağlayacak olan yapısal değişiklik imkanlarını nasıl<br />

organize eder ? (Wachtel 1988:9)<br />

Bu organizasyon ancak “seçim” ile gerçekleşir. Bu nedenle “seçim” siyasi sistemin bir alt sistemidir.<br />

“Seçim” alt sistemi ile diğer alt sistemler olan “siyasi partiler” arasında, siyasi sistemin mevcudiyeti <strong>ve</strong><br />

dengeli devamlılığını sağlayacak olan yapısal değişiklik imkanları çerçe<strong>ve</strong>sinde değişim sağlanır. Böylece<br />

denge devam ettirilmiş olur. Yani iktidardaki partinin politikası ölçüsünde, bürokratik idare <strong>ve</strong><br />

işlemlerdeki aksamalar kamuya yansır. Kamu rolü memnuniyetsizlik olarak devreye girer <strong>ve</strong> “seçim”<br />

olur. Seçim alt sisteminde “kamunun rolü” bir kez daha devreye girerek “oy” <strong>ve</strong>rme davranışı ile siyasi<br />

sistemdeki yapısal değişikliği sağlar.


“Seçim kampanyaları” seçim sisteminin bir alt sistemidir <strong>ve</strong> ikna edici iletişimi kullanarak kamunun<br />

rolünü herhangi bir yöne çekmeye yarayan gü<strong>ve</strong>n unsurunu oluşturmak için kullanılır. Bu alt sistem<br />

dolaylı olarak siyasetin spesifik bir alt sistemidir <strong>ve</strong> sistemin yapısı her güncel problemi kanalize etmek<br />

<strong>ve</strong> eğer gerekli ise bağlantılı bir karar (kamunun rolü, oy <strong>ve</strong>rme davranışı) sağlayabilmek için yeter<br />

derecede kompleksdir (Wachtel 1988:9).<br />

2. SİYASİ İLETİŞİM<br />

Radunski’den hareketle siyasi iletişim çalışmalarını üç ana grupta inceleyebiliriz (Radunski 1980:44):<br />

1. Reklam Kampanyaları.<br />

2. Kitle iletişim Araçları ile Yürütülen Faaliyetler.<br />

3. Parti Tabanı <strong>ve</strong> Seçmenleri Harekete Geçirmeye Yönelik Çalışmalar.<br />

Reklam Kampanyaları bütün seçmenlerce seçim kampanyası olarak algılanmaktadır. İyi organize edilen<br />

bir kampanyanın amacı adayı teknik <strong>ve</strong> maddi sıkıntılardan kurtararak, zamanını düşünmeye <strong>ve</strong> politik<br />

alandaki görevlerine ayırmasına olanak sağlamaktır. Reklam kampanyaları sayesinde siyasetçiler <strong>ve</strong><br />

partiler, siyasi imajlarıyla savundukları idealleri genişletmeye <strong>ve</strong> güçlendirmeye çalışmaktadırlar. Bu<br />

reklam kampanyalarının siyasilere <strong>ve</strong> partilere getirdiği bir başka fayda da; siyasilerin <strong>ve</strong> partilerin hangi<br />

içeriği nasıl <strong>ve</strong> ne zaman iletmek istediklerini kendilerinin belirleyebilmeleridir (Gökçe 1993:92).<br />

Reklam kampanyası planlama süreci şu aşamalardan oluşur (Erdil <strong>ve</strong> Pirtini 1994:78).<br />

1. Kampanya Amaçlarının Belirlenmesi<br />

2. Kampanya Stratejisinin Belirlenmesi<br />

3. Hedef Kitlenin Tanımı<br />

4. Kampanya Temasının Sağlanması<br />

5. Medya Kullanım Kararları<br />

Kitle iletişim Araçları toplumsal sorunlar <strong>ve</strong> hedeflere ilişkin bir öncelikler sırası oluşturulmasına yardım<br />

etmektedir. Bunu, bizzat girişimde bulunarak ya da belirleyerek değil, başka yerlerde, çoğunlukla siyasal<br />

sistem içinde benimsenen bir değerler ölçeğine göre belirlenmiş olanı yayarak yaparlar. Mc Combe <strong>ve</strong><br />

Shaw’un (1972) “gündem belirleme” (agendasetting) olarak adlandırdıkları teori bu konu ile ilintilidir.<br />

Mc Combe Shaw, 1968 başkanlık seçimlerinde Amerikan kamuoyuna oldukça tekdüze bir konular dizisi<br />

sunulduğunu, kamuoyunun da içerik <strong>ve</strong> sıralama açısından bu kalıpla uyum içinde olduğunu<br />

bulmuşlardır. Bu olgu seçim kampanyaları üzerine yapılan daha önceki çalışmalarda da fark edilmiştir.<br />

Bu çalışmalar; kampanya boyunca konuların önem sırasının <strong>ve</strong> kampanyada bunlara iletişim araçları<br />

içeriğinde <strong>ve</strong>rilen yerin, değişebileceğinin önceden kestirilebileceğini göstermektedir. iletişim araçları bir<br />

anlamda geçmişi sadece kaydederler, şimdiki durumdan bir görünüm yansıtırlar, fakat böyle yaparken de<br />

geleceği etkileyebilirler. Gündem analojisinin önemi işte buradadır. “Liberal-demokrat genel bir çevrenin<br />

bulunduğu toplumlarda, siyaset kurumu, kamunun başlıca bilgi kaynağının kitle iletişim araçları olduğunu<br />

bilerek, değişen toplum koşullarına daha fazla uyum sağlayabilmektedir. Bu durumda modern kitle<br />

iletişim araçları kamunun <strong>ve</strong> baskı guruplarının sesi, seçmenlerin <strong>ve</strong> politikacıların tercih <strong>ve</strong> kararlarının<br />

oluşmasında bilgi kaynağı olarak basından miras kalan yerleşik bir işlevi yerine getirirler.”(Erdoğan <strong>ve</strong><br />

Alemdar 1990:91)<br />

Basının siyasal süreçte daha önceden de yer alıyor oluşu <strong>ve</strong> radyo televizyon yayınlarının başlamasının<br />

kendinin de siyasal eylem olması gibi nedenlerle, bu araçların etkileri özellikle güçlü olmuştur. Siyasal<br />

etkinliklere ayrılan zamanının azalması; dikkatlerin, enformasyonla ideolojinin partizan kaynaklarından,<br />

daha kolay ulaşılan, daha etkili olan, oldukça yeni nesnel siyasal değerlere, bağımsız “uzman” yargılarını<br />

içeren ayrıca daha çekici <strong>ve</strong> daha yetkili kaynaklara yöneltilmesinden daha az önem taşımaktadır. Kitle<br />

iletişim araçlarının “gündem”i belirledikleri <strong>ve</strong> sorunları günü gününe sürekli yeniden tanımladıkları<br />

görüşü giderek ağırlık kazanmaktadır. Bu nedenle partiler, ulusal platformda kendilerine yer bulabilmek<br />

için kısmen iletişim araçları kurumlarının belirlediği koşullar çerçe<strong>ve</strong>sinde diğerleriyle rekabet halinde<br />

bulunmak zorundadırlar(Erdoğan <strong>ve</strong> Alemdar 1990:95). “Kitle toplumundan”, “iletişim toplumuna”<br />

geçen coğrafyalarda, basın, radyo <strong>ve</strong> televizyon, siyaset ile doğrudan bir ilişki alanı oluşturmaktadır. Kitle<br />

iletişim araçlarının süzgeçlerinden geçen “enformasyon” bir tarafta siyasetçilere, diğer tarafta<br />

siyasetçilerin kitlesine ulaşır (Kentel 1991:41).


Televizyon eşitlikçi demokrasinin vazgeçilmez aracıdır: Herkese aynı haberi <strong>ve</strong>rir, siyaset adamlarını<br />

gösterir, tartışmaları açar, Dünyadan görüntüler sunar, yorum yapar. Böylesine kolay ulaşabilen, -okuma<br />

yazma bilmeyen <strong>ve</strong> yazı kültürü olmayanlara bile kolayca ulaşır-, bir medya sayesinde, eşitlikçi bir<br />

demokratik ortamda halk doğru fikir sahibi olur (Wolton 1992:191). Televizyonun çarpıcı hale getirdiği<br />

siyasi gösteriyi yadsımak demek, siyaset tarihini görmezden gelmek demek olur. Politika tarihin bütün<br />

dönemlerinde bir gösteri olmuştur. Basit bir anlatımla, televizyondaki sirk gösterileri bir kitleye<br />

ulaşmaktadır (Bombardier 1992:92). Bu gün seçim kampanyalarının kalbi, can damarı televizyondur.<br />

Siyasi parti liderlerinin seçmenleri üzerinde oluşturacakları olumlu ya da olumsuz etkiler, iyi bir imaj <strong>ve</strong><br />

bir çok unsur da televizyon temel mihenk <strong>ve</strong> basamak taşıdır. Kimi zaman bir adayın siyasi hayatı<br />

başlamadan bitmekte, kimi zamanda başka bir adayın oyları beklenmeyecek şekilde yükselmektedir.<br />

Siyasi iletişimin üçüncü aracını “Parti tabanı <strong>ve</strong> seçmenleri harekete geçirmeye yönelik çalışmalar”<br />

oluşturmaktadır. Bu çalışmaların amacı diğer iki araç ile gerçekleştirilemeyen <strong>ve</strong> oldukça önemli olan<br />

yüzyüze iletişimin sağlanmasıdır. Çünkü sadece kitle iletişim araçları <strong>ve</strong> kampanya medyaları ile seçmene<br />

ulaşmak, onda ikinci plana itildiği <strong>ve</strong> önemsenmediği duygusu oluşturur. Oysa iknanın en önemli <strong>ve</strong><br />

geçerli araçlarından biri organik diyaloglardır. Bugün <strong>ve</strong> önümüzdeki yollarda siyasette başarı, büyük<br />

ölçüde, siyasal çalışmaların toplumun her bir noktasına ulaşabilecek, böylece demokratik siyasetin<br />

inanılırlık <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nilirliğini, artırabilecek biçimde örgütlenmesi <strong>ve</strong> sürdürülmesine bağlı kalacaktır.<br />

Seçmenlere <strong>ve</strong> parti tabanını harekete geçirmeye yönelik organik diyaloglar özel toplantılar, canvassing,<br />

telefonla seçim kampanyası, posta ile adreslere mesaj yollama <strong>ve</strong> ev toplantıları şeklinde<br />

maddeleştirilebilir (Varol 1994:82).<br />

3. ETKİN BİR SİYASİ İLETİŞİM KONSEPTİ<br />

Siyasi iletişim oldukça geniş olmasına rağmen temelde seçmeni oy <strong>ve</strong>rme davranışına yönlendirecek<br />

tutumu kazandırmaya yönelik ikna edici iletişim sürecini kapsar. Bu alandaki tüm faaliyetler tek bir gün,<br />

seçim günü o kişinin “e<strong>ve</strong>t” oyunu almak üzerine kurulmuştur. Fakat unutulmamalıdır ki ikna edici<br />

iletişim süreci için oldukça kapsamlı, geniş zaman dilimine yayılmış etkin stratejiler geliştirilip çalışmalar<br />

yapılmalıdır. Bizim önereceğimiz siyasi iletişim siyasi iletişim konsepti Radunski ile benzerlik<br />

taşımaktadır. Bizce siyasi iletişim şu üç ana başlık altında değerlendirilmeli <strong>ve</strong> çalışılmalıdır.<br />

1. Seçim kampanyası<br />

2. Kitle iletişim araçlarıyla yürütülen düzenli faaliyetler<br />

3. Parti tabanı, üyeler <strong>ve</strong> sempatizanları harekete geçirmeye yönelik halkla ilişkiler çalışmaları<br />

İlk maddemiz seçim zamanına endeksli, diğer ikisi ise her zaman yapılması gereken aktivitelerdir.<br />

Unutulmamalı ki; seçim bir gün, seçime hazırlık ise her gün sürer.<br />

Seçim kampanyası ancak iyi bir kampanya ekibi <strong>ve</strong> yönetimi ile gerçekleştirilir. Çağdaş anlamda artık her<br />

ne konuda olursa olsun ekip ruhu geliştirememiş kurumların başarılı olması mümkün değildir. Özellikle<br />

bu husus konunun tabiatı gereği büyük bir strateji savaşının <strong>ve</strong>rildiği seçim kampanyaları içinde<br />

geçerlidir. Seçim kampanyalarını yürütmek büyük bir ekip işidir. Kampanyanın yönetiminde artık<br />

uzmanlaşmış kişilerin görev aldığı görülmektedir(Topuz 1991:195).<br />

Kampanya planlamasında en önemli görev kampanya yöneticisine düşmektedir. Kampanya yöneticileri<br />

seçmene tıpkı bir elçi gibi ulaşma imkanını sağlayan iletişim yollarını tespit eder. Amerikalıkların<br />

“Campaign Manager” diye adlandırdıkları kampanya yöneticileri bu yüzden oldukça geniş yetkilere<br />

sahiptirler.<br />

Kampanya yöneticisinin görev alanı <strong>ve</strong> yetkileri konusunda belirli bir kriter yoktur. Fakat bir seçim<br />

kampanyasının başarılı olabilmesi için kampanya yöneticisinin mutlak surette sahip olması gereken<br />

yetkiler bulunmaktadır. Bu yetkileri Radunski’den hareketle şu şekilde tasnif edebiliriz (Radunski<br />

1980:23).<br />

1. Kampanya yöneticisi parti lideri <strong>ve</strong>ya seçilmesi amaçlanan adaylar ile direkt bağlantı imkanına sahip<br />

olmalı <strong>ve</strong> kendisine parti alt guruplarındaki bütün önemli konuşmalar bildirilmelidir.


2. Kampanya yöneticisi bütçenin seçim harcamaları için ayrılan bölümü üzerinde tam harcama yetkisine<br />

sahip olabilmeli, bunun için kullanılacak olan uzman ajans ya da kişileri kendisi belirleyebilmeli <strong>ve</strong>ya<br />

gereğince seçip sunabilmelidir.<br />

3. Kampanya yöneticisi seçim çalışmalarının zamanını belirlemelidir. Önlemlerin ne zaman <strong>ve</strong> nasıl<br />

uygulanacağına dair tam bir yetkisi olmalıdır.<br />

Kampanya yöneticilerinin iyi bir koordinatör olması gereklidir. Tahmin edilir ki bir siyasi parti liderine<br />

seçimi kazandırmak oldukça zor, adım adım <strong>ve</strong> planlı işleyen bir süreçtir. Bir kampanya yöneticisinin<br />

seçim zamanı yapılan reklam kampanyasındaki görevleri şunlardır(Topuz 1991:196).<br />

1. Kampanyanın stratejisini saptamak.<br />

2. Kampanyada örgütünü oluşturan bütün bölümlerin etkinliklerini belirtmek<br />

3. Kampanyanın bütün ayrıntılarını saptamak.<br />

4.Kampanyanın nasıl uygulandığını incelemek <strong>ve</strong> değerlendirmek.<br />

Adayın çalışmalarını yürüteceği mekan oldukça önem taşımaktadır. Burası adaya hem hareket imkanı<br />

sağlayabilecek bir yer olmalı, hem de seçmenlerle olan ilişkileri kolaylaştırıcı özellikler taşımalıdır.<br />

Karargah özellikle Amerikan seçim kampanyalarında ayrı bir önem taşımakta, şehrin en merkezi yerinde<br />

bir depo <strong>ve</strong>ya salon değiştirilerek kampanya karargahı haline getirilmektedir. Ülkemizde partilerin<br />

teşkilat binaları, il merkezleri bu iş için kullanılan karargahlardır. Basınla ilişkiler, haber bültenleri,<br />

kuryeler, gönüllülerin organizasyonu <strong>ve</strong> görev dağıtımları, liderin basın toplantıları, kampanya materyali<br />

<strong>ve</strong> dağıtımı bu merkezden sağlanacağından karargah ayrı bir öneme sahiptir. Kampanyanın gidişi,<br />

aksayan yönler, karargahtan kontrol edilir <strong>ve</strong> müdahale edilemeyecek oluşumların yeşermesi önlenmiş<br />

olunur (Dalkıran 1991:84).<br />

Seçim kampanyasında araçlar; reklam çalışmaları (televizyon, radyo, gazete, dergi reklamları, afişler vb.),<br />

bilgilendirmeye yönelik enformasyon yaprakçıkları (el ilanları, broşürler vb.) <strong>ve</strong> kitlesel<br />

aktivitelerdir(miting, toplantı <strong>ve</strong> gösteriler).<br />

Kitle iletişim araçlarıyla yürütülen düzenli faaliyetler, Eslin her ne kadar televizyonda çok sık görünen<br />

siyasilerin bir müddet sonra halkın gözünden düştüğünü <strong>ve</strong> ilgisini çekmediğini iddia etmekteyse de;<br />

yapılan araştırmalar, yaşanılan örnekler bugün seçim mücadelelerinin can damarının, kalbinin televizyon<br />

olduğunu çıkarmıştır.<br />

Televizyon hiç tanınmayan bir adayı alarak insanların oturma odalarına, yemek ya da kahvaltı masalarına<br />

taşımakta; onlara bu kişiyi en iyi şekilde tanıma fırsatı <strong>ve</strong>rmektedir. Televizyonun bir diğer yararı da;<br />

ulaşılması imkansız denecek kadar zor olan siyasetçileri, insanların ayağına getirmesidir. Her ne kadar<br />

yüz yüze iletişim yoksa da teknoloji çağında hiç de kişiler arası iletişimi aratmayacak bir iletişim<br />

gerçekleşir. Üstelik yüz binler <strong>ve</strong> milyonlarca kişinin evinde sanki onların misafiri <strong>ve</strong> karşılıklı<br />

konuşuyormuş gibi gerçekleşir. Bu bir noktada siyasetçiye gü<strong>ve</strong>ni de beraberinde getirebilir. Çünkü hiç<br />

kimse evine gü<strong>ve</strong>nmediği birini almaz.<br />

Televizyonun en önemli özelliklerinden biri hem düzenli hem de seçim zamanı yapılan kampanyalarda<br />

kullanılmasıdır. Siyasetçi normal zamanlarda ülke gündemindeki konulara yaklaşımı, uzman kişiliği,<br />

basın toplantıları <strong>ve</strong> muhalefet yaklaşımları gibi fırsatları değerlendirerek televizyona çıkıp kamunun<br />

gü<strong>ve</strong>nini kazanabilir. Ayrıca göz <strong>ve</strong> kulak aşinalığı seçim için çok önemlidir. Çünkü seçim zamanı<br />

yapılan kampanyada, seçmen bilinçaltı mesajlara kapanabilir. Oysa normal zamanlarda seçim gibi<br />

bilinçaltının kapanmasını gerektirecek bir mekanizma olmadığından <strong>ve</strong> farklı yollarla <strong>ve</strong>rildiğinden ikna<br />

edici iletişim uygulanmış olur. Tabi bu seçim zamanı için mükemmel bir yatırımdır.<br />

Hem normal zamanda, hem de seçim zamanı uygulanabilecek bir nevi halkla ilişkiler faaliyetleri<br />

bütünüdür. Kişilerarası iletişim geçerli olduğu için, özel yetiştirilmiş “canvasser”ler çalışmalıdır. Oskay’a<br />

göre siyasal demokrasiyi korumak için, partilerin yerel örgütlerini, sendika toplantılarını, seçmenlerle<br />

seçilecek olanların yüzyüze iletişimde bulunabilecekleri ortamları (dernek lokalleri, okuma salonları,<br />

kıraathaneler gibi) canlandırmak önem kazanmaktadır (Oskay 1992:85).<br />

Bu bölüm için önerebileceğimiz en iyi çalışma normal zamanda kurup örgütleyeceğimiz kadınlar kolu,<br />

gençlik kolu gibi guruplardır. Özellikle kadınlar, normal zamanlarda ev ev dolaşarak, sohbetler,


kermesler, hayır faaliyetleri <strong>ve</strong> yakınlaşmalar ile kendilerini tanıtmalı; böylece hem parti tabanı harekete<br />

geçirilmeli, hem de seçim zamanı daha önceden atılmış temeller üzerine binalar dikilmelidir. Aynı şey<br />

gençlik kolu ya da duruma <strong>ve</strong> şartlara göre düzenlenmiş diğer kollar için de geçerlidir.<br />

SONUÇ<br />

<strong>Toplumsal</strong> sistemin bir alt sistemi olan siyaset kavramı günlük hayatla iç içe geçmiş, bir çok mesele ile<br />

girift bir kavramdır. Bu sosyal ilişkiler üzerine kurulu toplumsal sistem <strong>ve</strong> alt sistemlerinin bir gereğidir.<br />

Siyasi iletişim çalışmaları sadece seçim zamanları geçerli olan bir konu <strong>ve</strong> faaliyet olarak<br />

değerlendirildiğinde toplumsal sistemin sosyal ilişki üzerine kurulu dinamizmi, alt sistemlerle bütünlüğü<br />

yadsınmış olur. Başarılı bir siyasi iletişim çalışmasının temelinde yatan ikna edici iletişim süreci ancak<br />

geniş zamana yayılmış, düzenli, planlı aktiviteler bütünüdür. Kitle iletişim araçlarıyla yürütülen<br />

faaliyetler tüm yıla yayılmalı, uzman <strong>ve</strong> danışmanlar eşliğinde yapılan televizyon programları ile halka<br />

olumlu mesajlar <strong>ve</strong>rilmelidir. Seçim zamanı düzenlenen kampanyada iyi bir ekip oluşturulmalı, kampanya<br />

yöneticisi alanında profesyonel bir deneyime <strong>ve</strong> bilgiye sahip olmalı, reklam mecralarından karargah<br />

seçimine mesajdan kullanılacak malzemeye kadar her şey en ince ayrıntısına kadar tasarlanmalıdır. Parti<br />

tabanı, üye <strong>ve</strong> sempatizanları harekete geçirecek organizasyonlara ağırlık <strong>ve</strong>rilmeli, oluşturulacak kol<br />

faaliyetleri ile gençler, kadınlar moti<strong>ve</strong> edilmelidir.<br />

Siyasi iletişim ancak bir bütün olarak algılanırsa başarı şansı artar, çünkü sadece seçim zamanı yapılan<br />

yoğun kampanyalar seçmeni oy <strong>ve</strong>rme davranışına sevkedecek ikna sürecinde yetersiz kaldığı gibi kimi<br />

zaman ters tepkilerde <strong>ve</strong>rebilmektedir.<br />

KAYNAKLAR<br />

Bombardier D (1992) Görüntü Kültürünün Tiranlığı, JM Charon (der), Medya Dünyası, Oya Tatlıpınar<br />

(çev) İletişim Yayınları, İstanbul.<br />

Bongrand M (1991) Politikada Pazarlama, Fatoş Ersoy (çev), İletişim Yayınları, İstanbul.<br />

Brown JAC (1994) Beyin Yıkama, Behzet Tanç (çev), Boğaziçi Yayınları, İstanbul.<br />

Brown JAC (1992) Siyasal <strong>Propaganda</strong>, Yusuf Yazar (çev), Ağaç Yayınları, İstanbul.<br />

Dalkıran N (1991) Siyasal Reklamcılık <strong>ve</strong> Basının Rolü Kanaatlerin Etkilenmesi Sürecinde Siyasal<br />

Reklamcılık, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, İstanbul.<br />

Dicle Ü <strong>ve</strong> Dicle İA (1969) Sistem Kuramı <strong>ve</strong> <strong>Toplumsal</strong> Örgütlere Uygulanışı, TODAİE Derg, 2 (4).<br />

Domenach JM (1995) Politika <strong>ve</strong> <strong>Propaganda</strong>, Tahsin Yücel (çev), Varlık Yayınları, İstanbul.<br />

Erdil TS <strong>ve</strong> Pirtini S (1994) Siyasal İletişim <strong>ve</strong> Seçim Kampanyaları, İktisat Derg, Yıl 30, Sayı 353-354.<br />

Erdoğan İ <strong>ve</strong> Alemdar K (1990) İletişim <strong>ve</strong> Toplum Kitle İletişim Kuramları Tutucu <strong>ve</strong> Değişimci<br />

Yaklaşımlar, Bilgi Yayınları, İstanbul.<br />

Esslin M (1991) TV Beyaz Camın Arkası, Murat Çiftkaya (çev), Pınar Yayınları, İstanbul.<br />

Gökçe O (1993) Siyasi İletişim <strong>ve</strong> Televizyon, S. Ü. İktisadi <strong>ve</strong> İdari Bilimler Fakültesi Derg, 1 (1).<br />

Huth L (1994) Grundzüge der Systhemtheorie, Vorlesung im Sommmersemester 1994, Berlin.<br />

Kentel F (1991) Demokrasi, Kamuoyu <strong>ve</strong> Siyasal İletişime Dair, Birikim Derg, 5 (30).<br />

Oskay Ü (1992) İletişimin ABC'si, Simavi Yayınları, İstanbul.<br />

Radunski P (1980) Wahlkaempfe Moderne Wahlkampfführung als Politische Kommunikation, Günter<br />

Olzog Verlag München-Wien, München.<br />

Tekeli İ (1971) Çeşitli Sistem Yaklaşımları <strong>ve</strong> Bunların iç ilişkileri Üstüne, TODAİE Derg, 4 (4).<br />

Tekeli Ş (1976) David Easton'un Siyaset Teorisine Katkısı Üzerine Bir inceleme, Güryay Matbaacılık,<br />

İstanbul.<br />

Topuz H (1991) Siyasal Reklamcılık Dünyadan <strong>ve</strong> Türkiye'den Örneklerle, Cem Yayınları, İstanbul.<br />

Turam E (1994) Medyanın Siyasi Hayata Etkileri, İrfan Yayıncılık, İstanbul.<br />

Ural M (1988) Siyasal Reklamcılık Kamuoyu Araştırmaları Birinci Uluslararası Sempozyumu, A.Ü.<br />

BYYO Yayınları, Ankara.<br />

Varol M (1994) Siyaset <strong>ve</strong> Halkla İlişkiler Bir Başlangıç, İmaj Yayıncılık, Ankara.<br />

Wachtel M (1988) Die Darstellung von Vertrauenswürdigkeit in Wahlwerbespots, Eine<br />

Argümentationsanalytische und Semiotische Untersuchung zum Bundestagswahlkampf 1987, Max<br />

Niemeyer Verlag, Tübingen.<br />

Wolton D (1991) Siyasal İletişim: Bir Model Yaratmak, Birikim Derg, Hülya Tufan <strong>ve</strong> Ömer Laçiner<br />

(çev), 5 (30).<br />

Wolton D (1992) Televizyon <strong>ve</strong> Politika : Demokratik Oyunun Bozulması mı?, JM Charon (der) Medya<br />

Dünyası, Oya Tatlıpınar (çev), İletişim Yayınları, İstanbul.


SİYASAL SİSTEMLER VE HALKLA İLİŞKİLER *<br />

Nurullah Terkan **<br />

ÖZET<br />

Bu çalışma siyasal sistemlerdeki halkla ilişkilerin incelenmesine yönelik yapılmıştır. Çalışmanın amacı siyasal<br />

sistemin yapısından etkilenen halkla ilişkilerin bugünkü anlamı ile hangi siyasal sistemde bulunabileceğinin<br />

belirlenmesidir.<br />

Bu çalışmada halkla ilişkilerin bugünkü anlamı ile (örgüt <strong>ve</strong> kamuları arasındaki karşılıklı iletişime dayalı)<br />

demokratik sistemlerde bulunabileceği tespit edilmiştir. Demokratik sistemin iknaya dayalı bir onaya dayanması <strong>ve</strong><br />

demokrasinin bilgili vatandaş koşulu ile halkla ilişkilerin karşılıklı kabul <strong>ve</strong> kamuoyuna bilgi <strong>ve</strong>rme amacı<br />

birbirlerini gerektirmektedir.<br />

Anahtar Sözcükler: Halkla İlişkiler, Sistem, Siyasal Sistem, Kamu, Demokrasi<br />

POLITICAL SYSTEMS AND PUBLIC RELATIONS<br />

ABSTRACT<br />

This study has been made in view of searching the relations between the public relations and the political systems.<br />

The aim of the study is to determine the update the public relations, which is affected by the structure of the political<br />

systems, in what political systems should it be included.<br />

According to this study, it has been found that the up to date public relations (depending on unions and communes<br />

interrelations) could take place in democratic systems. It is essential that the democratic system is dependent upon<br />

persuasion and the public relations' aim to inform community on condition that the citizens are knowledgeable, who<br />

belong to democracy, should correlate.<br />

Keywords: Public Relations, System, Political Systems, Public, Democracy<br />

GİRİŞ<br />

<strong>Toplumsal</strong> <strong>ve</strong> ekonomik yapıya göre biçimlenen siyasal <strong>ve</strong> yönetsel yapı, toplumsal değişim süreci içerisinde sürekli<br />

değişime uğramıştır (Sencer 1992:9). İnsanların bir arada yaşamaya başlamaları <strong>ve</strong> birbirleri ile ilişkiye girmiş<br />

olmaları siyasal yapının ortaya çıkmasına neden olmuştur (Kongar 1995:56). Bunun doğal sonucudur ki toplumsal<br />

yapıdaki değişme siyasal yapıyı da değiştirmektedir. <strong>Toplumsal</strong> yapıdaki değişme -toplumsal yapı sistem özelliğine<br />

sahiptir- yapının bütün unsurlarını etkilemektedir (Erkal 1997:236).<br />

Hayvancılık ekonomisine dayalı kabilecilik döneminde, işbölümü <strong>ve</strong> toplumsal örgütlenmeyle birlikte ortaya çıkan<br />

(Sencer 1992:9) siyasal (yönetsel) yapı, Ortaçağ'daki feodal düzende toplumun çeşitli kesimlerinde egemenliği elinde<br />

bulunduran derebeylerin kendi egemenliği altındaki kesimlerde yaşayan toprağa bağlı köylüleri denetlemesi (Ergun<br />

<strong>ve</strong> Polatoğlu 1992:29) şeklinde belirmiştir.<br />

Ticaretin gelişmesinin bir sonucu olarak kentlerin büyümesi <strong>ve</strong> kentlerde ortaya çıkan zenginlik kaynağı, yeni bir<br />

toplumsal <strong>ve</strong> ekonomik biçim ortaya çıkarmıştır (Sencer 1992:19). Burjuva yeterince güçlendikten sonra siyasal<br />

iktidarın gerçekte halkın oylarıyla belirlendiği rejimlere geçilmiştir (Kışlalı 1991:180).<br />

Halkın kendisini bir güç olarak yönetime kabul ettirmesi, yönetimi çevre ile düzenli ilişki kurmaya zorlamıştır.<br />

Yönetim yaptığı her eylem <strong>ve</strong> işlemin gerekçesini bütün açıklığıyla topluma açıklamak zorunda kalmıştır. Artık halk<br />

yönetimden hem gerekçe hem faaliyetlerle ilgili bilgi istemekte hem de hesap sorabilmek gücünü gösterebilmektedir.<br />

Birey statüsünden vatandaş statüsüne geçen çağımız yönetileni yönetim üzerinde denetim kurmak istemekte <strong>ve</strong><br />

yönetimi açık olmaya zorlamaktadır (Kazancı 1995:11).<br />

Yüzyılımızın toplumsal <strong>ve</strong> ekonomik yapısının bir sonucu olarak örgütlerin varlıklarını sürdürebilmeleri için,<br />

çevreyle ilişki kurmaları, çevreden gelen etkilere açık olmaları <strong>ve</strong> kendilerini çevresel etkilere göre düzenlemeleri<br />

gerekmektedir (Onal, 1997:1).<br />

Anlatılan bu toplumsal değişmeye paralel olarak siyasal sistemin biçimlenmesi süreci, yöneten-yönetilen ilişkisi<br />

* Gazi Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nce kabul edilen yüksek lisans tez özeti<br />

** Arş. Gör., Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi


ağlamında halkla ilişkilerde kamunun dikkate alınmamasından, kamunun yalnızca bilgilendirilmesinin gerekliliği<br />

(Tortop 1990:14) fikrine <strong>ve</strong> daha sonra kamu ile karşılıklı anlayış yaklaşımına (Varol 1994:<strong>12</strong>) varan bir süreci<br />

ifade etmektedir.<br />

Bu çalışmada, "örgütle toplumun karşılıklı çıkarları arasında, iki yönlü bir bildirişmeye, bilgi alış<strong>ve</strong>rişine dayanarak<br />

denge sağlama çabası" (Mıhçıoğlu 1986-87:2) olarak halkla ilişkilerin varlık koşulları belirlenmiştir. Siyasal<br />

sistemler, yönetim-yönetilen ya da yöneten-yönetilen ilişkileri düzleminde ortaya konularak hangi siyasal sistemde<br />

kendine yer bulabileceği ya da hangi siyasal sistemde tanımı <strong>ve</strong>rilen anlamda halkla ilişkilerin olabileceği<br />

araştırılmıştır.<br />

Siyasal sistemle ilişkili olan halkla ilişkilerin varlık koşullarını <strong>ve</strong> uygulanabilirliğini sistemin niteliği<br />

etkileyebilmektedir (Varol 1988:262). Siyasal sistemin, yönetimle halk arasından çıkarılması mümkün olmayacağına<br />

göre, siyasal sistem ile halk ilişkisini düzenlemek <strong>ve</strong> onun aracılığı ile yönetime yön <strong>ve</strong>rmek en doğru davranış<br />

olacaktır (Kazancı 1973:81).<br />

Halkla ilişkiler uygulamalarının başlangıcı eski çağlara kadar götürülse de, düzenli, planlı <strong>ve</strong> belirli bir amaca<br />

yönelik bir çalışma olarak çağımızda gerçekleşmiştir. Halkla ilişkilerin kökenini, halkın kendisini yöneten karşısında<br />

bir güç olarak kabul ettirmesinde (Kazancı 1995:11) aramak gereklidir.<br />

Genel anlamıyla bir tanıma <strong>ve</strong> tanıtma süreci olan halkla ilişkiler, çevreyi tanımak <strong>ve</strong> çevreye kendini tanıtmak için<br />

yapılan uğraşları kapsamaktadır. Çevreden beklentileri <strong>ve</strong> o çevreye götürülecek mesajları iletişim araçları <strong>ve</strong> diğer<br />

etkinliklerle sağlayarak çevre ile sürekli bir iletişim <strong>ve</strong> etkileşim (Gürüz 1993:37) olan halkla ilişkiler; örgütün,<br />

çevresindeki bireylerin gü<strong>ve</strong>nini kazanmak amacıyla, onların istekleri yönünde ne yapması gerektiğini belirlemek<br />

<strong>ve</strong>ya kendi eylemlerinin gerekliliğini kanıtlamak için giriştiği planlı çabayı ifade etmektedir. Yönetimin halkla<br />

ilişkilerinde yönetim bir tarafı oluştururken, halk ikinci yanı oluşturmaktadır. İletişim süreci bu iki taraf arasında<br />

işlemektedir. Etkinliği tarafların özelliklerine göre değişen halkla ilişkiler, tarih boyunca yönetimin kazandığı konum<br />

<strong>ve</strong> yönetilenlerin statüsüne göre biçimlenmiştir (Kazancı 1973:75-76).<br />

Halkla ilişkilerin onay ya da görüş birliği yaratmaya yönelik olması onun demokratik bir ortamda yer almasını<br />

gerektirir. Bu ortamda halkla ilişkiler, önce kuruluş içinde kuruluş ile kitle arasında karşılıklı kabulün gerçekleşmesi<br />

zorunluluğunun kabulüne, sonra kuruluş ile kitle arasında karşılıklı olarak amaç, tutum <strong>ve</strong> eylemlerin kamu yararı (1)<br />

etrafında bütünleştirilmesine, bu konuda onay ya da görüş birliği yaratılmasına <strong>ve</strong> böylece demokrasinin işlerliğinin<br />

geliştirilmesine yönelik (Uysal-Sezer 1987:22) bulunmaktadır.<br />

Bu niteliği ile halkla ilişkiler; içinde yer aldığı toplumun demokratiklik düzeyine, bu düzeye bağlı olarak yasal<br />

düzenlemelerin içeriği <strong>ve</strong> iletişim sisteminin demokratiklik derecesine <strong>ve</strong> yine bu düzeye bağlı olarak yönetsel <strong>ve</strong><br />

toplumsal alanda davranışların otoriter ya da demokratik olma ölçüsüne (Uysal-Sezer 1987:22) göre belirle-necektir.<br />

Konuya siyasal sistem açısından bakıldığında siyasal sistemin niteliği halkla ilişkilerin yönünü <strong>ve</strong> kapsamını<br />

belirlemektedir. Bu anlamda halkla ilişkilerin varlık koşullarını siyasal sistem belirlemektedir.<br />

Çalışmaya konu olan siyasal sistemler; Demokrasi <strong>ve</strong> demokrasinin karşıtı Otoriter <strong>ve</strong> Totoliter siyasal sistemler<br />

(Sartori 1996:202) olarak ele alınarak, söz konusu sistemler yöneten-yönetilen ilişkileri düzleminde<br />

değerlendirilmeye çalışılmıştır. Bu sistemlerde yönetim anlayışı <strong>ve</strong> kamuoyunun durumu ortaya konularak halkla<br />

ilişkiler ile demokrasi bağlantısı kurulmuştur.<br />

SİYASAL SİSTEM<br />

Siyasal sistem, toplum bütününü oluşturan sistemlerden -bio-sosyal sistem, ekolojik sistem, ekonomik sistem,<br />

kültürel sistem <strong>ve</strong> siyasal sistem- birisidir. Siyasal sistem, toplumun varlık <strong>ve</strong> değerlerinin otoriter dağılımını<br />

sağlayan ilişkilerden oluşmaktadır. Siyasal sistem, müessese <strong>ve</strong> yapıların tümünü içermektedir (Akçalı 1989:2).<br />

Bütün bu siyasal kurumların, onların düzenleniş şekillerinin yanısıra ülkenin sosyo-ekonomik yapısı, gelişme düzeyi,<br />

tarihi, kültürü <strong>ve</strong> ideolojisi siyasal sistemi oluşturmaktadır (Gürbüz 1987:3).<br />

Diğer bir tanımlamaya göre siyasal sistem, toplumların kollektif amaçlarını belirlemek <strong>ve</strong> gerçekleştirmek üzere<br />

geliştirdikleri bir örgütler dizisidir. Bu örgütler, birbiri ile bağlantısı olan bir bütünü oluşturmaktadır. Siyasal sistem


diğer örgütleşmelerden farklıdır. Bir kere, siyasal sistem, toplumsal hayatın daha çok sayıda boyutu ile ilgilenir,<br />

faaliyetleri tüm toplum üyelerini etkiler. Sistemin kararları (sistem ürünü olan kanunlar, kararnameler <strong>ve</strong> diğer<br />

kararlar) toplum üyelerini bağlayıcı nitelik taşır. Siyasal sistem bir çevre içinde vücut bulup faaliyet göstermektedir<br />

(Turan 1986:16).<br />

ULUSLARARASI ÇEVRE<br />

TOPLUMSAL<br />

ÇEVRE<br />

SİYASAL SİSTEM<br />

(İKTİSADİ, SİYASAL, SOSYAL VE DOĞAL, vb.)<br />

Siyasal Sistem <strong>ve</strong> Çevresi (Turan 1986: 17)<br />

Kışlalı (1991:168) siyasal sistemin, siyasal çatışmanın hem ürünü hem de çevresi olduğunu belirterek (1991:9)<br />

siyasal sistemde çatışma <strong>ve</strong> uzlaşma üzerinde durmaktadır.<br />

Her siyasal sistem, aynı zamanda çatışmayı <strong>ve</strong> uzlaşmayı içermekte, çatışmanın olmadığı yerde -açık ya da kapalı,<br />

yumuşak ya da sert- uzlaşmadan söz etmek mümkün olmamaktadır. Her uzlaşma mutlaka bir çatışmanın ürünü<br />

olduğu gibi; her çatışma da, mutlaka ileriye dönük bir uzlaşmaya zemin hazırlamaktadır. En katı baskı rejimleri bile,<br />

belirli bir "en az" düzeyde uzlaşmaya dayanmaktadır. Siyasal sistem, toplumsal güçler arasında uzlaşmanın olduğu<br />

yerde varolabilmektedir.<br />

Easton (1965), geliştirdiği modelde siyasal sistemlerin girdiler (<strong>ve</strong> iç girdiler, sistemin kendi iç bünyesindeki<br />

kuv<strong>ve</strong>tler), çıktılar <strong>ve</strong> feedbackten ibaret olduğunu belirtmektedir. Girdiler siyasi sistemin çevresindeki kuv<strong>ve</strong>tler<br />

<strong>ve</strong>ya siyasal değişkenler; dilekler, <strong>ve</strong> destektir. Desteğin elde edilmesi, sistemin çevreye gönderdiği çıktılar<br />

(kanunlar, kararlar) ile mümkündür. Feedback ise çevredeki şartların, tepkilerin öğrenilmesi <strong>ve</strong> gereken karar <strong>ve</strong><br />

tedbirlerin alınmasına imkan <strong>ve</strong>ren mekanizmadır.<br />

HALKLA İLİŞKİLER<br />

"Halkla ilişkiler, örgüt <strong>ve</strong> kamuları arasında uyum sağlama amaçlı iletişim yönetimidir." Ya da, "örgüt <strong>ve</strong> kamuları<br />

arasında uyum sağlama amaçlı ilişkilerin yönetimidir" diye tanımlanabilir (Varol 1994:29).<br />

Örgüt ile ilgili çevreleri (hedef kitleleri) arasında karşılıklı iletişime, anlamaya, kabul <strong>ve</strong> işbirliği sağlayıp<br />

sürdürmeye yardımcı bir yönetim işlevi olarak tanımlanan halkla ilişkiler, genel anlamıyla bir tanıma <strong>ve</strong> tanıtma


süreci olarak, çevreyi tanımak <strong>ve</strong> çevreye kendini tanıtmak için yapılan uğraşları kapsamaktadır (Gürüz 1993:37).<br />

Halkla ilişkiler bugüne kadar yüzlerce defa tanımlanmıştır.<br />

Halkla İlişkiler;<br />

"Bir kuruluşun sosyal yapıya karşı sorumluluğunu vicdanlı bir biçimde gerçekleştirmeye yarayan, halkın, o firmanın<br />

faaliyetlerini tasvip <strong>ve</strong> kabulünü sağlayan bir bilim dalıdır" (Göksel 1989:<strong>12</strong>).<br />

Halkla İlişkiler Araştırma <strong>ve</strong> Geliştirme Vakfı 1975'te şu tanımı yapmıştır: "Halka ilişkiler; örgüt <strong>ve</strong> kamuları<br />

arasında karşılıklı iletişimi, anlayışı, kabulü <strong>ve</strong> işbirliğini kurma <strong>ve</strong> sürdürmeye yardım eden bir yönetim işlevidir<br />

(Varol 1994:14).<br />

Yapılan bütün tanımlamalar değerlendirilmiş <strong>ve</strong> içeriklerinin şunlar olduğu belirlenmiştir:<br />

Halkla İlişkilerin; Bir yönetim işlevi olduğu; İletişim olayı olduğu; Kamuoyunu etkileme <strong>ve</strong> kamuoyunu yorumlama<br />

etkinliği olduğu; Sosyal sorumluluk çerçe<strong>ve</strong>sinde yapılan bir etkinlik olduğu (Harlow 1976:34-36).<br />

Yönetim İşlevi Olarak Halkla İlişkiler<br />

Yönetsel bir ortamda yer alan (Uysal-Sezer 1987:21) halkla ilişkilerin yönetim işlevi, bir taraftan örgütsel amaçlar <strong>ve</strong><br />

felsefenin tanımlanmasına, öte yandan da örgütsel değişmenin gerçekleştirilmesine katkı yapmaktadır. Bu katkılarını<br />

kamuoyunu izleme, ölçme <strong>ve</strong> örgütsel kararları kamulara aktarma, tepkileri alma ekinlikleri yoluyla yapabilir (Varol<br />

1994:15).<br />

Bu işlev kamuoyu hakkında yönetimin bilgilenmesi <strong>ve</strong> çevredeki değişmeler konusunda yönetimin uyarılması<br />

görevlerini içermektedir. Bu görevler, hedef kitleleri etkilemek için hazırlanan planlı, programlı, inandırıcı iletişim<br />

çabaları, etkin araştırma <strong>ve</strong> iletişim teknikleri kullanılarak yerine getirilmektedir (Gürüz 1993:37). Halkla ilişkiler,<br />

yöneticilerin davranışlarını <strong>ve</strong> yönetsel eylemlerini değiştirmek <strong>ve</strong> yol göstermek amacını gütmektedir.<br />

Özetle, halkla ilişkiler, yönetimin halka açılması <strong>ve</strong> ondan etkilenerek kendisine çeki düzen <strong>ve</strong>rmesi için yaptığı<br />

planlı çalışma olmaktadır (Kazancı 1995:66-67).<br />

İletişim Olarak Halkla İlişkiler<br />

İletişim olarak halkla ilişkiler, örgütle kamuları arasında karşılıklı iletişim hatlarının kurulması <strong>ve</strong> işletilmesi <strong>ve</strong> bu<br />

iki yönlü iletişimin sistematik yürütümü bakımlarından ele alınmaktadır (Varol 1994:15).<br />

Halkla ilişkilerin temelinde iletişim vardır (Kazancı 1995:66). İletişim ya da halkla ilişkiler örgüt ile kitle arasında<br />

gerçekleşen, bir araç kanalı ile bilgi, duygu, düşünce <strong>ve</strong> deneyimleri içeren mesajların aktarımı <strong>ve</strong> paylaşımı<br />

sürecidir (Uysal-Sezer 1987:20).<br />

Kamuoyunu Etkileme <strong>ve</strong> Kamuoyunu<br />

Yorumlama Olarak Halkla İlişkiler<br />

Kamuoyunu etkileme olarak halkla ilişkiler, örgütü, öncelikle kamuları <strong>ve</strong> toplumun tümüne anlatma <strong>ve</strong> halkın<br />

kendisi ile aynı görüşte olmasını sağlayacak (Kazancı 1995:69) şekilde görüşlerin benimsetilmesidir.<br />

Kamusal desteğin örgütlerin varlıklarını sürdürebilmeleri <strong>ve</strong> gelişmeleri bakımından hayati önem taşıması<br />

(Mıhçıoğlu 1986-87:6) örgütleri, kamuların desteğini almaya itmektedir. Bu da yönetimin izlemekte olduğu<br />

politikaların halka benimsetilmesi, yönetime karşı olumlu havanın yaratılmasının gerekliliğine işaret etmektedir.<br />

Kamuoyunu yorumlama ise, örgütün kamuları <strong>ve</strong> toplum ile ilgili <strong>ve</strong>ri toplama etkinlikleri anlamına gelmektedir.<br />

Örgütsel değişmeyi kolaylaştırma işlevinin bir parçası olarak görülmektedir (Varol 1994:16).<br />

Yönetimin kendisine bir yol çizmesi, karar almadaki bilgi eksikliğini gidermesi ile yönetimin çevresini tanıması <strong>ve</strong>


halkın isteklerini öğrenmesi arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır (Kazancı 1995:117-118). Yönetimin halkı, halkın<br />

yönetimi etkileyebilmesi olanaklarını bünyesinde barındıran halkla ilişkiler (Uysal-Sezer 1983:25), kamuoyunu<br />

yorumlama, değerlendirme <strong>ve</strong> buna bağlı olarak kamuoyundan etkilenme ile kamuoyunu etkileme işlevini yerine<br />

getirmektedir.<br />

Halkla İlişkilerin Sosyal Sorumluluk<br />

Olarak Ele Alınışı<br />

Halkla ilişkilerin sosyal sorumluluk olarak ele alınışı, örgütün, işlem <strong>ve</strong> eylemlerinin sosyal, siyasal <strong>ve</strong> ekonomik<br />

sonuçlarından dolayı sorumluluk duyması <strong>ve</strong> bu nedenle kendini kamu yararına hizmet etmekle yükümlü sayması<br />

anlamına gelmektedir (Varol 1994:16).<br />

Kamu yararı, halkla ilişkileri sadece bir etkileme süreci olmaktan çıkarmaktadır. Halkla ilişkiler, kamu yararı ile<br />

örgütün amaçlarının birleştirilmesi gerekliliğiyle, sadece etkileme aracı olmamakta, toplumun <strong>ve</strong> örgütün ortak<br />

amaçlarını gerçekleştirmesi yönünde etkilenmesi niteliğini kazanmasını sağlamaktadır (Uysal-Sezer 1983:25).<br />

YÖNETİM-YURTTAŞ İLİŞKİSİ<br />

Her toplumda yöneten ile yönetilen arasındaki temel ayrım, karar alan <strong>ve</strong> kararları yürüten ile bunların dışında kalan<br />

yönetilen kitledir (Kapani 1989:111).<br />

Yönetim-yönetilen ilişkisi çok eskilere dayanmasına rağmen yönetim-yurttaş ilişkisi daha yenidir. Yönetim-yurttaş<br />

ilişkisi, yönetilenlerin bazı siyasal haklar elde etmeleri; uyruk (teba) konumundan yurttaş (vatandaş) konumuna<br />

gelmeleri, demokratik hak <strong>ve</strong> özgürlükleri elde etmeye <strong>ve</strong> siyasal katılma haklarını kullanmaya başlamaları sonucu<br />

gerçekleşmiştir. 18. yüzyıla kadar uyruk statüsündeki birey, siyasal iktidarın almış olduğu kararlara, yapmış olduğu<br />

işlem <strong>ve</strong> eylemlere karşı pasif konumdadır. Yönetim tek yönlü olarak, yukarıdan aşağıya doğru otoriter bir biçimde<br />

işlemiştir (Buran 1995:2<strong>12</strong>).<br />

Devletin düzeni koruyabilmek için siyasal gelişme <strong>ve</strong> düzenlemelerin daha insancıl olarak nitelendirdikleri denetim<br />

araçlarını kullanmaya zorlanması, yönetilenlerin teb'a durumundan vatandaş statüsüne geçmelerinin hem nedeni hem<br />

de sonucudur. Devlet denilen -hem toplumsal sistemin yeniden üretilmesinde araçsal özelliği bulu-nan hem de kimi<br />

alanlarda belirleyiciliği olan- otorite de sistemi ayakta tutabilmek için eskilerde uyguladığı baskıcı tavrı terk etmek<br />

zorunda kalmıştır (Kazancı 1981). Kamunun gücü artmış, siyasal iktidarı sınırlandırma <strong>ve</strong> yasamanın denetimi<br />

kamuoyunun işlevleri olarak yorumlanmaya başlanmıştır (Bektaş 1996:22).<br />

İnsan hak <strong>ve</strong> özgürlüklerinin kabul edilmesini sağlayan gelişmeler sonunda bireyin seçme <strong>ve</strong> seçilme hakkının<br />

genişletilmesi ile bireyin bir güç olarak ortaya çıkması, zamanla yönetime karşı uyruk olan bireyin devlet karşısında<br />

korunma, isteme <strong>ve</strong> yönetime katılma haklarını almasını da beraberinde getirmiştir (Buran 1995:2<strong>12</strong>).<br />

İktidarın ilahi dayanaktan yönetilenlerin rızasına dayandırılması anlayışına ulaşılan süreç sonunda iktidarın gücünü<br />

yönetilenlerden alması ilkesi <strong>ve</strong> buna paralel olarak Sanayi Devrimi'nden sonra yönetilenlerin yönetimin karar<br />

işlemine katılma isteği siyasal sürece yönetilenlerin katılması anlayışını yerleştirmiştir. Demokrasinin gelişim<br />

sürecinde görüldüğü gibi, sanayileşme <strong>ve</strong> ticaretin gelişmesiyle birlikte insanlar ürettiklerini satarak yeni bir sınıf<br />

olarak ortaya çıkmışlar <strong>ve</strong> siyasal sistemi kendi lehlerine denetleme çabalarına girişmişlerdir. Bu gelişmeler iktidar<br />

sahiplerinin de yönetimin paylaşılabileceğini kabulüyle (Turan 1986:67-68) son bulmuştur.<br />

Demokrasilerde yurttaşlığın temeli, siyasal kontrolün sağlanmasına katılma olarak kabul edilmektedir. Yurttaşlık<br />

katılmayı <strong>ve</strong> aktif olmayı teşvik eden bir demokrasiyi zorunlu kılmaktadır ki bu da katılımcı demokrasidir (Sarıbay<br />

1992:89).<br />

Yurttaşların, devletin çeşitli düzeydeki karar <strong>ve</strong> uygulamalarını etkileme eylemleri olarak tanımlanabilecek katılma<br />

(Kışlalı 1991:154) çevre-işlem ayrımı ölçütünde (Kazancı 1995:141) değerlendirilmelidir.<br />

Yönetsel örgütün içinde bulunduğu toplumun özelliklerinin; ekonomik, toplumsal, teknolojik <strong>ve</strong> kültürel koşulların<br />

bütünü toplumsal çevreyi oluşturmaktadır. En geniş anlamı ile toplumsal çevre, örgütü çevreleyen toplumsal yapıdır.<br />

İşlem çevresi ise örgütün amaçlarının belirlenmesi <strong>ve</strong> gerçekleştirilmesini doğrudan etkileyen, örgü-tün ilişki içinde


ulunduğu kuruluş, birey <strong>ve</strong> kümelerdir (Kazancı 1995:141).<br />

YÖNETİMDE HALKLA İLİŞKİLERİN BOYUTLARI<br />

Bir yönetim için en önemli konulardan biri halk desteğini sağlamaktır. Bu anlamda halkla ilişkiler bütün örgütlerin<br />

başvurduğu bir yöntem olma niteliğindedir (Ergun <strong>ve</strong> Polatoğlu 1992:248).<br />

Her ne kadar halkla ilişkilerin kökenleri insan topluluklarının yönetenler <strong>ve</strong> yönetilenler olmak üzere iki gruba<br />

ayrılışı kadar eskilere dayanıyorsa da, halkoyu kavramının yönetim olayı içerisinde ne denli büyük bir önem taşıdığı<br />

ilk kez 18. yüzyılda siyaset bilimciler <strong>ve</strong> devlet adamları tarafından vurgulanmış, bu dönemde, halkı ile<br />

bütünleşmeyen idarelerin, yani halkla ilişkilerde zayıf olan yönetim tarzlarının başarılı olmasının mümkün<br />

olamayacağı (Göksel 1989:13) anlayışı yerleşmeye başlamıştır.<br />

Yönetimde halkla ilişkiler teknik bir iletişim konusunun çok ötesinde, yönetimin çevresi ile geniş boyutlu bir alış<strong>ve</strong>riş<br />

gerçekleştirme, bir uyum <strong>ve</strong> denge sağlama konusu olarak görülmektedir (Yalçındağ 1988:55).<br />

Yönetimde halkla ilişkiler, "bir kamu kuruluşunun ilişkide bulunduğu toplum kesiminin gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong> desteğini sağlamak<br />

için giriştiği, iki yönlü iletişime dayalı, sonuçta kamuoyunda kuruluşun, kuruluşta da toplumun istediği yönde<br />

değişikliklerin gerçekleşmesine, böylece kuruluş ile çevresi arasında olabilecek en uygun ölçekte uyum <strong>ve</strong> denge<br />

sağlanmasına yönelik sistemli <strong>ve</strong> sürekli çabalar"dır (Yalçındağ 1988:57).<br />

"Bir örgüt ile onun başarı ya da başarısızlığının kendilerine bağlı olduğu çeşitli kamular arasında karşılıklı yarara<br />

dayalı ilişkileri belirleyen, kuran <strong>ve</strong> sürdüren bir yönetim işlevi" (Cutlip, Center <strong>ve</strong> Broom 1985:4) olan halkla<br />

ilişkiler, bütün bunları yaparken kamuoyunu anlamak <strong>ve</strong> değerlendirmek, kamuoyu ile iyi ilişkiler kurmak, <strong>ve</strong><br />

kamuoyunu etkilemeye çalışmak gibi işlevleri yerine getirmektedir. Bu işlevler:<br />

Kamuoyunu aydınlatma, izlenen politikayı benimsetme: Halkın aydınlatılması, kararların açıklanması, bunun<br />

yanında günümüzde karmaşık bir yapıya ulaşmış yönetim aygıtının yol açtığı tanıma/bilme eksikliğini gidermek için<br />

halka bilgi aktarma çalışmalarıdır. Kamuoyunun gittikçe daha büyük bir güç kazandığı çağda, kamunun<br />

benimsemesi, desteği, örgütlerin gerek varlıklarını sürdürmeleri gerek gelişmeleri bakımından büyük önem<br />

taşımaktadır (Mıhçıoğlu 1986-87:6)<br />

Yönetime karşı olumlu tutumlar yaratma: Toplumun desteğini <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nini sağlamak, kamu kuruluşları için yaşamsal<br />

bir önem taşır. Toplumda yarattığı olumlu görüntünün kamu kuruluşu için yararı, toplumun gü<strong>ve</strong>nini, sevgisini <strong>ve</strong><br />

desteğini kazanmaktır (Yalçındağ 1988:60).<br />

Kamuyu tanıma: Halkla ilişkiler bir yönü ile çevreye dönük iken, bir yönüyle de yönetimin karar almada bilgi<br />

eksikliğini gidermek, çevreyi tanımak, halkla kimi konularda sorumluluğunu bölüşmek, değişen koşulları <strong>ve</strong> onlarla<br />

ilişkili halk isteklerini öğrenmekle ilgilidir (Kazancı 1995:117).<br />

Yöneten-yönetilen uzaklığını giderme/uyum sağlama: Yönetilenlerin yönetsel sorunlarla ilgilenmelerini <strong>ve</strong> bunlar<br />

üzerinde söz sahibi olmalarını sağlamada anlamını bulan uyum sağlama <strong>ve</strong> yönetimle yönetilenler arasında iletişim<br />

eksikliğinden kaynaklanan uzaklığı giderecek bir köprü görevi üstlenme işlevidir (Uysal-Sezer 1983:24).<br />

Halkla ilişkiler yalnızca, yönetilene bilgi <strong>ve</strong>rmek için yürütülen bir çaba olmadığı gibi (Kazancı 1978:28) yönetimin<br />

yürüttüğü hizmetlere ilişkin halkın beklentilerinin, yakınmalarının halkla ilişkiler programı aracılığı ile kuruluşa<br />

aktarılması da değildir (Yalçındağ 1988:59). Halkla ilişkilerin bütün bunların ötesinde bir anlamı bulunmaktadır.<br />

Halkla ilişkiler, yönetim-yönetilen ilişkisini iyileştirmeye yönelik, temelinde iletişimin yattığı bir etkileşimdir. Başka<br />

bir ifade ile, halkla ilişkiler, yönetimin eylem <strong>ve</strong> işlemlerini halka onaylatma çabası değil, eylem <strong>ve</strong> işlemleri<br />

yönetilenlerle etkileşerek gerçekleştirme <strong>ve</strong> böylece kendiliğinden oluşan bir onay elde etme (Kazancı 1978:28) <strong>ve</strong><br />

yönetim süreci içerisinde alınan bilgileri özümseyip istek <strong>ve</strong> beklentiler doğrultusunda bir örgütsel davranış<br />

gerçekleştirmektir.<br />

SİYASAL SİSTEMLER<br />

Otoriter Sistem


Zorlama ile devletin işlemesi <strong>ve</strong> varlığını sürdürmesi için şart olan düzen <strong>ve</strong> otoriteyi temin etmek hakkını öne süren<br />

bir doktrindir.<br />

Otoriter nazariyeye göre, demokrasi siyasi faaliyet hürriyetini tanımakla, ister istemez, siyasi uyuşmazlığa yol<br />

açmaktadır. Uyuşmazlığa izin <strong>ve</strong>rmek ise, siyasi anlaşmazlık kapılarını açmaktır. Bundan otoritenin bozulması<br />

demek olan düzensizlik doğmaktadır. Hükümet, devletin ahenk <strong>ve</strong> istikrarını bozan rekabet <strong>ve</strong> kavgaların içine<br />

düşerse halkın değişken isteklerinin kontrolünde olacağı için otoritenin korunması mümkün olamayacaktır. İstikrarın<br />

sağlanması için kuv<strong>ve</strong>tli bir otoriter hükümetin oluşturulması şarttır. Sağlanan bir merkezi iradeye sabit <strong>ve</strong> kararlı,<br />

tek bir teşkilat, tek bir disiplin, tek bir inanç empoze eden <strong>ve</strong> hiç bir itiraza tahammül etmeyen bir iradeye dayanması<br />

lazımdır. Bu görüşe göre, devletin bütünlüğü, toplumun barış <strong>ve</strong> düzeni için zorunlu olan otorite ancak bu yolla<br />

sağlanabilir (Spitz 1994:248).<br />

Otoriterci görüşün temel dayanak noktası; 'demokrasinin <strong>ve</strong> vasat insanın kifayetsizliği' doktrinidir.<br />

Bu görüşe göre, demokrasi vasat insanın idaresi, hakimiyetidir; oysa ki vasat insan uslamlama yeteneği olmayan,<br />

başarısız bir insandır. Vasat insan, sıradan bir yaratıktır <strong>ve</strong> bu sıfatla çeşitli karmaşık devlet işleri hakkında akıllıca<br />

karar <strong>ve</strong>remez. Devletin itibarı <strong>ve</strong> refahı ancak siyasetinin akıllı <strong>ve</strong> işi yapan idareciler tarafından tayin edilmesine<br />

bağladır. Aksi halde işler mutlaka aksar <strong>ve</strong> istikrarsızlık doğar (Spitz 1994:30).<br />

Demokratik <strong>ve</strong> totaliter olmayan siyasal sistemler şu nitelikleri taşımaları halinde otoriter olarak tanımlanır:<br />

"Sınırlı, fakat sorumlu olmayan bir siyasal plüralizme yer <strong>ve</strong>ren; işlenmiş <strong>ve</strong> yol gösterici bir ideolojiye değil,<br />

kendine özgü zihniyetlere sahip olan; gelişimlerinin bazı aşamaları dışında, yaygın <strong>ve</strong> yoğun bir siyasal mobilizasyon<br />

yaratmayan; bir liderin <strong>ve</strong>ya bazen küçük bir grubun, biçimsel yönden iyi belirlenmemiş fakat fiiliyatta oldukça<br />

tahmin edilebilir sınırlar içinde iktidarı kullandıkları siyasal sistemler" (Linz 1984:130).<br />

Bu niteliklerin yanında, otoriter rejimlerde <strong>ve</strong> diktatoriyal sistemlerde de mutlak siyasal hayata katılma vardır (Da<strong>ve</strong>r<br />

1993:214). Otoriter rejimlerde kamuoyunun hiç olmadığını <strong>ve</strong> hükümeti etkilemediğini söylemek pek de doğru<br />

değildir. Otoriter rejimlerde iki kamuoyundan söz edilmektedir; biri açık, resmi kamuoyu, diğeri gizli, kapalı; çok<br />

kere fısıltı ile yayılan kamuoyu. Bu iki kamuoyu demokrasilere nazaran birbirlerinden oldukça farklı özellikler<br />

göstermektedir (Da<strong>ve</strong>r 1993: 258).<br />

Totaliter Sistem<br />

<strong>Toplumsal</strong> yaşantının her boyutunu, müdahale edebileceği alan sayan totaliter sistemde yürütme görevinde bir kişiye<br />

büyük yetki tanınabileceği gibi, bu yetki kollektif olarak da kullanılabilmektedir (Turan 1986: 195).<br />

Z. K. Brzezinski'nin ifadesiyle totoliter sistemin genel özellikleri şu şekilde ortaya konmaktadır:<br />

"Bu sistemde siyasal iktidarın teknolojik yönden ileri araçları, topyekün bir sosyal devrimi gerçekleştirmek amacıyla,<br />

bir elit hareketinin merkezi liderliği tarafından, bir kayıt <strong>ve</strong> şarta bağlı olmaksızın kullanılır; tüm halkın zorla<br />

sağlanan oybirliği atmosferi içinde liderlikçe ilan edilen bu devrim, insanın, bir takım keyfi ideolojik varsayımlara<br />

göre şartlandırılmasını da kapsar" (Linz 1984:20).<br />

Bir sistemin totaliter olarak nitelendirilebilmesi için; bir ideoloji; kütlesel bir tekparti ile diğer mobilize edici<br />

örgütler; iktidarın, geniş bir seçici çevreye hesap <strong>ve</strong>rme durumunda olmayan <strong>ve</strong> iktidardan kurumlaşmış yöntemlerle<br />

uzaklaştırılamayan bir kişide <strong>ve</strong> yardımcılarında <strong>ve</strong>ya küçük bir grupta toplanmış olmalıdır (Linz 1984:21).<br />

Bu anlatılanlar çerçe<strong>ve</strong>sinde totaliter sistemin nitelikleri şunlardır: Monist, fakat monolitik olmayan bir iktidar<br />

merkezi tekelci, özerk <strong>ve</strong> fikren az çok geliştirilmiş bir ideoloji mevcuttur. Yönetici grup <strong>ve</strong>ya liderle, onların emri<br />

altındaki parti, kendilerini bu ideoloji ile özdeştirmekte, onu politikalarına temel yapmakta <strong>ve</strong>ya bu politikaları<br />

meşrulaştırmakta kullanmaktadırlar; vatandaşların, siyasal görevlere <strong>ve</strong> kollektif sosyal görevlere katılmaları <strong>ve</strong> bu<br />

amaçla aktif bir mobilizasyon içinde olmaları özendirilmekte <strong>ve</strong> ödüllendirilmektedir (Linz 1984:25-26).<br />

Totaliter rejimlerde katılma, toplumsal ölçüde kitlelerin seferber edilmesi (mobilizasyon) aracı olarak ortaya


çıkmaktadır. Yöneticiler kadrosu tarafından güdümlü olarak düzenlenen bu kitle seferberliğinin başlıca amacı,<br />

ideoloji yayma <strong>ve</strong> ideolojik destek sağlamadır. Rejimin, resmi ideolojinin kitlelere benimsetilmesi <strong>ve</strong> onlar<br />

tarafından desteklenmesi ölçüsünde, yeni bir toplum düzeni yaratabilme hedefine ulaşacağı (Kapani 1989:141)<br />

düşünülmektedir.<br />

Çoğulcu demokrasilerde başlıca katılma yollarından biri olan seçimlerin, tek partiye dayanan totaliter sistemlerde<br />

önemli bir fonksiyonu olmadığı gibi, hangi ölçüde olursa olsun yönetilenlerin tercih özgürlüğü bulunmamaktadır.<br />

Toplum üyeleri herhangi bir tercih yapabilme durumunda değildirler, kendilerine bir alternatif sunulmamaktadır<br />

(Kapani 1989:142).<br />

Totaliter yönetimi diğer siyasi sistemlerden; demokratik <strong>ve</strong> otoriter sistemlerden kesin olarak ayıran özelliği, yönetici<br />

parti, yönetim, üretim <strong>ve</strong> haberleşme sayesinde devletin araçlarını, bütün toplumu bürokratik bir şebeke aracılığıyla<br />

denetim altına almak <strong>ve</strong> düzenlemek için kullanılmasıdır. Totaliter yönetimler bütün toplumu yönetmeye, gerçekte<br />

bütün toplumsal faaliyetlerle talepleri denetim altına almaya isteklidirler (Wagner 1993:305- 313).<br />

Demokratik Sistem<br />

Halkın halk tarafından idaresi olan demokraside (Meriç 1993:48), kişi-toplum ilişkilerinin belirlenmesi sürecine<br />

halkın tümüyle katılması, azınlık haklarına saygılı bir çoğunluk yönetiminin sağlanması, kişiye ait hak <strong>ve</strong><br />

özgürlüklerin korunması, toplumun tüm üyelerine fırsat eşitliğinin sağlanması esastır. Demokrasi iktidarın halkçı<br />

kökenli olduğunu savunur <strong>ve</strong> iktidarı halka dayandırır. Çam (1984:155), Amerika Cumhurbaşkanlarından Abraham<br />

Lincoln'un şu tanımını aktarır: "Demokrasi halkın, halk için, halk tarafından yönetimidir".<br />

Sartori (1996:22), demokrasinin halkın iktidarı olduğunu belirtmektedir. Ancak Sartori (1971: 60), halk kavramının<br />

çerçe<strong>ve</strong>sini çizerken "aktif halk" sözünü kullanır:<br />

"Siyaset daima siyasal bakımdan aktif olanların işi olmuştur <strong>ve</strong> daima da öyle kalacaktır. Bu bakımdan demokrasi,<br />

iktidarın aktif demos'da halk'da bulunduğu bir siyasal sistemden başka bir şey olamaz. Gerçekte demokrasi "aktif<br />

halkın iktidarı"dır."<br />

Kışlalı (1991:169) ise, demokrasiyi, günümüzde, azınlıkta olanların haklarına saygı gösterildiği <strong>ve</strong> onlara bir gün<br />

çoğunluğa dönüşebilme yollarının açık tutulduğu özgürlükçü bir çoğunluk yönetimi biçiminde tanımlar.<br />

Demokraside, yönetilenler, yaptıklarından dolayı, seçilmiş temsilcilerinin rekabeti <strong>ve</strong> işbirliği yoluyla, dolaylı olarak<br />

hareket etmektedir. Yönetenler, vatandaşlar tarafından, kamusal alanda sorumlu tutulmaktadırlar (Schmitter <strong>ve</strong> Karl<br />

1993: 4).<br />

Demokrasileri diğer sistemlerden ayıran özellikleri <strong>ve</strong> olmazsa olmazları, demokrasiye anlamını <strong>ve</strong>rmektedir. Temel<br />

özellik (Turan 1987:14-16) demokrasilerde rejimin meşruluğunun yönetilenlerin istekleri yönünde hareket<br />

etmesinden kaynaklanmasıdır. Vatandaşlarından itaat bekleyen çeşitli siyasal sistemler değişik yollarla kendilerini<br />

haklı göstermek isteyebilmektedirler. Demokrasilerde yönetme hakkı, yönetilenlerin istekleri yönünde hareket etme<br />

tezine dayanmaktadır.<br />

İkinci olarak, yönetenlerin meşruluğu, bunların yönetimde kalıp kalmayacaklarının belirli ya da makul aralıklarla<br />

yapılan seçimlerle belirlenmesine bağlıdır.<br />

Üçüncüsü, demokrasilerde yönetilenlerin siyasal sürece her düzeyde katılma hakkı <strong>ve</strong> olanağının bulunmasıdır.<br />

Son olarak, demokrasilerde, siyasete katılma, siyasal tercihleri şekillendirme <strong>ve</strong> bunları kamuoyuna duyurma,<br />

benimsetme, bu tercihleri benimseyen kadroları örgütleme, iktidar yarışına girme gibi eylemlerin gerçekleşebilmesi<br />

için vatandaşların düşünce <strong>ve</strong> ifade, haberleşme, toplanma, örgütlenme özgürlüklerine sahip olması gereklidir.<br />

Özetle, demokrasinin evrensel nitelikte üç temel öğesi vardır: Seçim, özgürlük <strong>ve</strong> bağımsız yargı. Demokrasi,<br />

azınlıkta olanların da gü<strong>ve</strong>nce altında olduğu, özgürlüklere saygılı bir çoğunluk yönetimidir. İktidar her siyasal<br />

sistemde vardır; ama muhalefetin yasal olarak tanındığı <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nce altına alındığı tek sistem demokrasidir (Kış-lalı<br />

1991:174).


Vatandaşlar demokrasilerde ayırt edici bir unsurdur. Her rejimde yönetenler <strong>ve</strong> bir kamusal alan vardır. Ama<br />

yalnızca demokrasilerde vatandaş kavramı bir rejimin demokratik olup olmadığını belirlemektedir (Schmitter <strong>ve</strong> Karl<br />

1993:5).<br />

Halk tarafından yönetim olan demokrasinin temel dayanaklarından biri katılmadır. Demokrasi teorisi, bütün ergin<br />

vatandaşların hür <strong>ve</strong> eşit iradeleriyle toplum yönetimine katılmaları anlayışına dayanır (Kapani 1989:139). Katılma,<br />

yönetilenlerin yönetimde söz sahibi olmaları biçiminde anlaşılmalıdır (Eroğul 1991:13).<br />

Katılım, demokrasi kavramının teorik özündeki "halk yönetimi" öğesine uygun düşmektedir. Halk yönetimi öğesinin<br />

pratiğe aktarılmasıdır (Turgut 1993:10).<br />

Demokrasilerin işleyebilmesi için toplumda farklı çıkarlara <strong>ve</strong> dolayısıyla farklı görüşlere sahip bulunanların<br />

örgütlenebilmeleri <strong>ve</strong> görüşlerini barışçı yollarla rahatlıkla savunabilmeleri gerekir. Demokrasi farklılıkların birlikte<br />

yaşama biçimidir. Demokrasinin amacı farklılığı yok etmek değil, uzlaştırmaktır (Kışlalı 1991:174).<br />

Muhalefet, demokrasilerde sistemin zorunlu bir parçası olarak vardır. Siyasi muhalefet reddedilmez. Fikirlerde<br />

ayrılık demokratik siyasetin can damarı sayılmaktadır (Spitz 1994:15).<br />

Demokrasilerde iktidarın sınırlandırılmasının <strong>ve</strong> bu sınırın bağımsız yargının denetimi <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>ncesi altında<br />

olmasının önemi açıktır. Bir demokraside, adaletin <strong>ve</strong> özgürlüğün gereklerinin yerine getirilmesi, yöneticilerin<br />

keyfine ya da sağduyularına bırakılmamalıdır. Adaletin <strong>ve</strong> özgürlüğün gerekleri, kurumsal gü<strong>ve</strong>ncelere bağlanmak<br />

zorundadır (Kışlalı 1991:174).<br />

Totaliter bir devlet, gerekli doğrulara daha az bağlı kalmakla yetinebilir. Halkın itaat etmesini yeterli sayar. Ancak<br />

demokraside zorla dayatma yoktur. Demokratik düzende bağımsız düşüncenin politik eyleme dönüştürülmesi imkanı<br />

vardır (Chomsky 1993: 80).<br />

Demokraside diyalog vardır. Diyaloga (tartışma-görüşme) inanma insanların karşılıklı görüşerek, tartışarak gerçeğe<br />

daha kolay varabileceklerini ifade eder. Çok partinin yer aldığı karar <strong>ve</strong>rici meclisler diyalog yönetimine göre<br />

işlemekte, kararlar çoğunluk <strong>ve</strong> muhalefet arasında bir diyalog sonucu alınmaktadır. Devlet iktidarını o-luşturan<br />

organ <strong>ve</strong> iktidarların birbirinden ayrılmasını belirleyen güçler ayrılığı da (özellikle yasama <strong>ve</strong> yürütme güçleri<br />

arasında) temel bir diyalog ifade eder. Diyalog anlayışını seçmen-seçilen ilişkisinde de bulmak mümkündür. Siyasal<br />

temsil edilme mekanizmaları seçmenler ile seçilenler arasında kurulan ilişki <strong>ve</strong> etkileşim bir tür diyalogdur (Çam<br />

1984:166).<br />

Demokraside enformasyon <strong>ve</strong> iletişim vardır. Enformasyon <strong>ve</strong> iletişim olmadan demokrasinin olamayacağı kabul<br />

edilir. Yurttaşlar <strong>ve</strong> kurumlar kendilerini kamu önünde doğru enformasyon ile ifade ederler. Böylece medya<br />

aracılığıyla sürdürülen enformasyon <strong>ve</strong> iletişim, siyasetin alanını genişletir <strong>ve</strong> siyasetçinin bu alanı tek başlarına<br />

denetlemelerini engeller (Encabo 1997: 283).<br />

Medya, demokratik sürecin vazgeçilmez bir öğesidir, çünkü halkın birer vatandaş olarak haklarını kullanabilmesi<br />

için gerekli olan enformasyonu sağlamasından ötürü yurttaşlar, medya aracılığıyla olayların yorumlanmasına <strong>ve</strong><br />

tartışmalara katılabilirler, toplumun gelişimini <strong>ve</strong> siyasal tercihleri etkileyen tutumlar edinebilirler <strong>ve</strong> eylem-lerde<br />

bulunabilirler. Bu, medyaya <strong>ve</strong> kamusal tartışmalara erişimi gerektirir (Lundby <strong>ve</strong> Ronning 1997:25-26).<br />

Medyanın bir diğer demokratik işlevi temsil aktörü olarak hareket etmesidir. Medyanın temsil rolü, içinde alternatif<br />

görüşlerin <strong>ve</strong> bakış açılarının tümüyle yer alabildiği koşulların yaratılmasına yardım etmeyi içerir. Medyanın üçüncü<br />

demokratik işlevi, çatışan çıkarlar arasında anlaşma <strong>ve</strong> uzlaşma yoluyla toplumun ortak hedeflerinin gerçekleşmesine<br />

yardımcı olmaktır (Curran 1997:176).<br />

Demokrasilerin özelliği, serbest bir kamuoyuna sahip olmalarıdır. Gerçek anlamda serbest bir kamuoyu, haberlerin<br />

<strong>ve</strong> fikirlerin serbestçe yayılabildiği bir ortamda gelişebilir. Bu en başta, haberleşme <strong>ve</strong> düşüncenin açıklanması<br />

özgürlüğü olmak üzere, hemen bütün temel hak <strong>ve</strong> özgürlüklerin sağlandığı bir hukuk düzenini gerektirir. Kamuoyu<br />

ancak böyle bir düzende, çeşitli fikirlerin, karşıt görüşlerin, değişik yorumların, çatışan tezlerin açıkça ortaya<br />

döküldüğü <strong>ve</strong> tartışıldığı hür bir ortamda oluşabilecektir. Bu düzeni <strong>ve</strong> ortamı getiren çoğulcu demokratik sistemin,<br />

kamuoyunun kayıtsız <strong>ve</strong> baskısız belirmesini sağlayan en el<strong>ve</strong>rişli sistem olduğu söylenmelidir (Kapani 1989:152).


Demokrasilerde herkes kamuoyunun oluşumuna hür <strong>ve</strong> eşit şekilde katılır. Ancak bu her zaman gerçekleşmeyebilir.<br />

Örneğin her vatandaş bir gazete kurabilir <strong>ve</strong> kamuoyunu etkileyebilir. Ama, bunu gerektiren maddi olanaklar<br />

herkeste bulunmayabilir (Da<strong>ve</strong>r 1993: 258).<br />

Halka dayalı yönetimlerde sistemin işleyişi <strong>ve</strong> sürekliliği açısından, kamuoyunun oluşumu <strong>ve</strong> ifadesi önkoşuldur.<br />

Bunun için de her şeyden önce, dileklerin, istemlerin, düşüncelerin açığa vurulabileceği, temel hak <strong>ve</strong> özgürlükleri<br />

gü<strong>ve</strong>nce altına alan özgürlükçü <strong>ve</strong> eşitlikçi bir anayasa gerekir. Siyasal özgürlükleri, kişi hak <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nliğini sağlayan<br />

yasal düzenleme, genel anlamda demokrasinin göstergesidir de. Demokratik tartışmaları olanaklı kılan temel<br />

ögelerden biri iletişim özgürlüğüdür. Bireye, kamuya ilişkin sorunlarda düşüncesini ifade etme özgürlüğü sağlar.<br />

Bilgi, düşünce dolaşımı özgürlüğü olan iletişim özgürlüğü, demokratik tartışmayı olanaklı kılarken, karar alma<br />

sürecinde etkili olan temel faktörlerden biri olarak önemli bir işlev yerine getirir. Diğer bir öge kamuoyu bilincinin<br />

olmasıdır. Demokrasilerde birey bir değerdir <strong>ve</strong> çağdaş demokrasiler, her yurttaşın kendisi için düşünmesini <strong>ve</strong><br />

davranmasını ister (Arat 1993: 43).<br />

Demokratik yönetimler, "kamu iradesinin" çeşitli yönleriyle belirlenmesine, kamuoyunun eğilimini öğrenmeye <strong>ve</strong><br />

"kamu isteklerinin" siyasal eyleme dönüşmesine önem <strong>ve</strong>rir <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>rmek zorundadır. Genel bir ilke olarak<br />

demokrasilerde, siyasal iktidarlar kamuoyunun eğilimlerine, istemlerine uygun kararlar <strong>ve</strong>rmek zorunda oldukları<br />

gibi kitlelerin onayına da ihtiyaç duyarlar (Bektaş 1996:189).<br />

Modern demokrasilerde siyasal gücü elinde bulunduranların kitlelerin düşüncelerine <strong>ve</strong> arzularına önem <strong>ve</strong>rmeleri<br />

sistemin kuralları gereğidir. Yöneticilerle yönetilenler, başka bir değişle siyasal iktidar ile kamuoyu arasındaki<br />

ilişkiler ancak bu şekilde demokratik kurallar çerçe<strong>ve</strong>sinde gelişebilir. Yöneticilerin seçimle işbaşına geldikleri<br />

demokratik sistemlerde, özellikle seçim dönemlerinde seçmen eğilimlerini, kanaatlerini <strong>ve</strong> tutumlarını saptamak<br />

önemlidir. Öte yandan, kitle iletişiminde mesajların iletimi tek yönlü bir süreç biçiminde işlemektedir. Az sayıda kişi<br />

kitlelere doğrudan durmaksızın çeşitli mesajlar iletmektedirler. Kamuoyu yoklamaları bu süreci iki yönlü hale<br />

getirmekte, geri besleme (feedback) olgusunu mümkün kılmakta <strong>ve</strong> nihayet toplumun nabzının ölçülmesine yardımcı<br />

olmaktadır (Bektaş 1996: 191-193).<br />

HALKLA İLİŞKİLER DEMOKRASİ BAĞLANTISI<br />

Halkla ilişkiler kavramının doğuşu <strong>ve</strong> gelişimi demokratikleşme süreciyle örtüşmektedir (Varol 1987:322).<br />

Uysal-Sezer (1995:150-151) halka ilişkiler ile demokrasi arasındaki bağı; demokrasinin halkla ilişkiler için gerekli<br />

olan çevreyi oluşturması <strong>ve</strong> halkla ilişkilerin toplumda ortaya çıkan sorunları giderme çabası bağlamında<br />

değerlendirmektedir.<br />

Yönetsel bir araç olarak halkla ilişkilerin varolabilmesi için her şeyden önce iknaya dayalı (demokratik) bir onay<br />

olgusu, bunun önkoşulu olan halkın yönetim üzerinde denetiminin geçerli olduğu demokratik bir ortamın olması<br />

gerekmektedir.<br />

Öte yandan, teknolojik gelişme, uzmanlık <strong>ve</strong> işbölümüne dayalı olarak yönetsel etkinliklerin karmaşıklaşmasının<br />

getirdiği yönetim-halk iletişimsizliğini gidermek <strong>ve</strong> halktan yönetime, yönetimden halka bilgi akışının sağlanmasını<br />

gerektirmiştir. Bu noktada yönetsel bir işlev olarak halkla ilişkiler, yönetim ile halk arasında iki yönlü iletişime<br />

dayalı bir köprü görevi yapmaktadır.<br />

Hakla ilişkiler yönetim ile halk ilişkilerinin niteliğinin geliştirilmesi için halka bilgi <strong>ve</strong>rilmesini, halkın<br />

aydınlatılmasını amaçlamaktadır (Tortop 1990:27). Bu da yönetimsel eylemin açıklık ilkesi gereğidir. Yönetimsel<br />

eylemin doğrudan doğruya dokunduğu kişisel menfaatleri korumak için, yönetim işlemlerini mutlaka<br />

alenileştirilmesi zorunludur (Soysal 1968:111).<br />

Halkla ilişkilerin bilgi <strong>ve</strong>rme işlevinin bir yönü katılımla ilgilidir. Halkla ilişkilerin konu ettiği katılma, örgütün<br />

çevresi içinde olanların yönetimin kararlarına katılmasıdır (Kazancı 1995:142). Demokrasilerdeki bilgi, düşünce<br />

dolaşımı özgürlüğü olan iletişim özgürlüğü, tartışmayı olanaklı kılarken karar alma sürecinde bireye ifade öz-gürlüğü<br />

sağlamaktadır (Arat 1993:43).


Halkla ilişkilerin bir yönü de kırtasiyecilikle savaştır. Yönetsel yöntemlerdeki uzun, pahalı, gereksiz işlemlerin<br />

halkta yarattığı olumsuz izlenimleri ortadan kaldırma, yönetim-halk ilişkilerine egemen olan havanın yumuşatılması<br />

bakımından önem taşımaktadır (Mıhçıoğlu 1986-87:9).<br />

Anlatılan nitelikleri ile halkla ilişkiler, ortamın <strong>ve</strong> iletişim sisteminin demokratikliği derecesine bağlıdır (Uysal-Sezer<br />

1987:22). Çevreye açılmak zorunda olan bir yönetimin halkla ilişkileri ile halka dayanma gereği duymayan, ondan<br />

uzak durmaya çalışan yönetimin halkla ilişkileri farklıdır (Kazancı 1995:66).<br />

SONUÇ<br />

İnsanlık tarihinin başlangıcına kadar götürülse de halkla ilişkiler uygulaması yüzyılımızda asıl anlamını bulmuştur.<br />

Her siyasal sistemde mutlaka var olan halkla ilişkilerin uygulanması, boyutu <strong>ve</strong> yönü siyasal sistemin yapısıyla<br />

yakından ilişkilidir.<br />

Yöneten-yönetilen toplumsal bölüntünün ortaya çıkmasından bu yana, yönetenden yönetilene doğru olan ilişki,<br />

tarihsel süreç içerisinde yöneten yönetilen ilişkisinin yöneten-yurttaş ilişkisine dönüşmesi halkla ilişkilerin yönünü<br />

iki yönlü hale getirmiştir: Örgütten kamuya, kamudan örgüte.<br />

İnsanı makine gibi gören, içerisinde bulunduğu toplumsal çevrenin önemsiz olduğunu kabul eden klasik örgütlerden,<br />

çevresini dikkate alan, insanın değerini anlayan çağdaş örgüt anlayışına varan sürece işaret eden bu anlatılan<br />

değişim, aynı zamanda bir demokrasi tarihine denk düşmektedir. Örgüt ile çevreleri arasında karşılıklı iletişime,<br />

anlamaya, kabul <strong>ve</strong> işbirliği sağlayıp sürdürmeye yardımcı bir yönetim işlevi olan halkla ilişkiler, genel anlamıyla bir<br />

tanıma <strong>ve</strong> tanıtma sürecidir. Halkla ilişkiler çevreyi tanımak <strong>ve</strong> çevreye kendini tanıtmak için yapılan uğraşları<br />

kapsamaktadır.<br />

Bu anlamda halkla ilişkilerde bir etkileşim vardır. Örgüt kamularını (ilişkide olduğu halk) bilmek isteyecek, onlardan<br />

aldığı bilgilere göre kendini düzenleyecek <strong>ve</strong> kamularını etkilemeye çalışacaktır.<br />

Bu anlayış bir sistem yaklaşımı ürünüdür. Kendisini meydana getiren unsurlar arasında birlik <strong>ve</strong> tutarlılığa sahip <strong>ve</strong><br />

kendisini oluşturan unsurlar arasında etkileşimi bulunan bir bütünü ifade eden sistem, çevresi ile diyalog kurması<br />

ölçüsünde açık ya da kapalı sistemler olarak sınıflandırılmaktadır.<br />

Çevresi ile alış<strong>ve</strong>rişte bulunması temeline dayanan açık sistemler, bu anlamda halkla ilişkilerin yaşam alanını<br />

oluşturmaktadırlar.<br />

Toplumların kolektif amaçlarını belirlemek <strong>ve</strong> gerçekleştirmek için geliştirdikleri örgütler dizisi olan siyasal<br />

sistemler de çevrelerine bakışları boyutuyla halkla ilişkilere yaşama imkanı tanımaktadır.<br />

Siyasal sistemin merkeziyetçi-bürokratik, ya da adem-i merkeziyetçi, sivil topluma dayalı oluşu halkla ilişkilerin<br />

yönünü <strong>ve</strong> kapsamını etkileyen bir değişkendir. <strong>Toplumsal</strong> hayatın bütün boyutlarına müdahale eden <strong>ve</strong> tek inanç,<br />

tek kişinin egemen olduğu bir sistemin hakim olduğu bir toplum ile iknaya dayalı bir onay anlayışının olduğu bir<br />

sistemde halkla ilişkilerin yönü <strong>ve</strong> kapsamı aynı olmayacaktır.<br />

Bu bağlamda otoriter <strong>ve</strong> totaliter sistemlerde örgütten kamuya doğru tek yönlü bir halkla ilişkilerden, bir<br />

propagandadan söz edilebilirken iknaya dayalı onayın var olduğu bir demokratik sistemde örgütten kamuya,<br />

kamudan örgüte doğru çift yönlü halkla ilişkilerden söz edilmektedir.<br />

Halkla ilişkilerin doğru bilgi <strong>ve</strong>rme, onay yaratma, etkileme, onaya dayalı ikna etme işlevleri ancak demokratik bir<br />

sistemde mümkün olabilmektedir. İnsanların bir değer olarak karşımıza çıktığı demokratik sistemlerde insanlar<br />

hakkını arayabilmekte, gelecekleri konusunda söz sahibi olabilmektedir.<br />

Sonuç olarak onay <strong>ve</strong> görüş birliğine, insan hak <strong>ve</strong> özgürlüklerine dayalı demokratik bir sistemde, halkla ilişkilerin<br />

belirlediğimiz anlamıyla; örgüt içinde, örgüt ile kitle arasında karşılıklı anlayış <strong>ve</strong> kabulün gerçekleşmesi, örgüt ile<br />

kitle arasında karşılıklı olarak amaç, tutum <strong>ve</strong> eylemlerin kamu yararı etrafında bütünleştirilmesi, bu konuda onay <strong>ve</strong><br />

görüş birliği yaratılması mümkün olabilmektedir.


DİPNOT<br />

(1) Kamu Yararı: Kamu hizmetinin kamuya yöneltilmiş <strong>ve</strong> kamuya yararlı olmasıdır (Gözübüyük 1983:162).<br />

Devletin kamuya yararlı olmak için var olması genel amacı çerçe<strong>ve</strong>sinde kurulan kamu yönetimi, o ülkede<br />

yaşayanların, kamunun, ihtiyaç duyduğu mal <strong>ve</strong> hizmetleri üretmek <strong>ve</strong> bunları sunmakla yükümlüdür. Bu bağlamda,<br />

kamu yönetimi, kamu hizmetlerini sunarken, temel alması gereken ilke, "kamuya yararlı olması" ilkesidir (Bil-gin<br />

1995:174).<br />

KAYNAKLAR<br />

Akçalı N (1989) Siyasi Rejimlerin Sınıflandırılmasının Gelişme Yolunda Ülkeler Bakımından Önemi, Ege<br />

Üni<strong>ve</strong>rsitesi, BYYO Düşünceler Derg, Şubat.<br />

Arat Ü (1993) Demokrasilerde Kamuoyunun Oluşumu İçin Gerekli Koşullar, İstanbul Ü. İletişim Fakültesi Derg,<br />

1992-1993,<br />

Bektaş A (1996) Kamuoyu, İletişim <strong>ve</strong> Demokrasi, Bağlam Yayınları, İstanbul.<br />

Bilgin KU (1995) Kamu Yönetiminde Kaliteli Hizmet Anlayışı, Kamu Yönetimi Disiplini Sempozyum Bildirileri, 1.<br />

Cilt, TODAİE Yayını Ankara.<br />

Buran H (1995) Yönetim Yurttaş İlişkileri <strong>ve</strong> Katılımlı Yönetim, Kamu Yönetimi Disiplini Sempozyum Bildirileri,<br />

1. Cilt, TODAİE Yayını, Ankara.<br />

Chomsky N (1993) Medya Gerçeği, Abdullah Yılmaz (çev), Tüm Zamanlar Yayıncılık, İstanbul.<br />

Curran J (1997) Medya <strong>ve</strong> Demokrasi: Yeniden Değer Biçme, Medya, Kültür, Siyaset, Süleyman İrvan (der), Ark<br />

Yayınları, Ankara.<br />

Cutlip SM, Center A <strong>ve</strong> Broom H (1985) Effecti<strong>ve</strong> Public Relations, Prentice-Hall Inc., Englewood Cliffs, New<br />

Jersey.<br />

Çam E (1984) Siyaset Bilimi, Der Yayınları, İstanbul.<br />

Da<strong>ve</strong>r B (1993) Siyaset Bilimine Giriş, Siyasal Kitabevi, Ankara.<br />

Easton D (1965) A Framework for Political Analysis, Prentice-Hall, Inc., Englewood Cliffs, New Jersey.<br />

Encabo MN (1997) Gazetecilik Etiği <strong>ve</strong> Demokrasi, Medya, Kültür, Siyaset, Süleyman İrvan (der), Ark Yayınları,<br />

Ankara.<br />

Ergun T <strong>ve</strong> Polatoğlu A (1992) Kamu Yönetimine Giriş, Türkiye <strong>ve</strong> Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayını,<br />

Ankara.<br />

Erkal ME (1997) Sosyoloji (Toplumbilim), Der Yayınları, İstanbul.<br />

Eroğul C (1991) Devlet Yönetimine Katılma Hakkı, İmge Kitabevi, Ankara.<br />

Göksel AB (1989) Halkla İlişkiler Kavramı,Tanımı,Tarihsel Gelişimi <strong>ve</strong> Uygulamalarına Ana Hatları İtibariyle Bir<br />

Bakış, Ege Üni<strong>ve</strong>rsitesi Düşünceler Derg, Şubat.<br />

Gözübüyük AŞ (1983) Yönetim Hukuku, S Yayınları, Ankara.<br />

Gürbüz Y (1987) Karşılaştırmalı Siyasal Sistemler, Beta Basım Yayım <strong>ve</strong> Dağıtım A.Ş, İstanbul.<br />

Gürüz D (1993) Halkla İlişkilerde Çevresel Faktörler, Ege Üni<strong>ve</strong>rsitesi Düşünceler Derg, 6.<br />

Harlow RF (1976) Building a Public Relations Definition, Public Relations Review, Winter'dan aktaran Muharrem<br />

Varol (1994), Siyaset <strong>ve</strong> Halkla İlişkiler Bir Başlangıç, İmaj Yayınları, Ankara, s.13.<br />

Kapani M (1989) Politika Bilimine Giriş, Bilgi Yayınevi, Ankara.<br />

Kazancı M (1973) Türk Kamu Yönetiminde Halkla İlişkiler Anlayış <strong>ve</strong> Uygulaması, Amme İdaresi Derg, 6 (3).<br />

Kazancı M (1978) Halkla İlişkiler Açısından Yönetim <strong>ve</strong> Yönetilenler, Sevinç Matbaası Ankara.<br />

Kazancı M (1981) Kitle İletişim Olayı ile Yığınların İdeolojik Yönlendirilmesi <strong>ve</strong> İki Örnek Üzerin Tartışma, A.Ü.<br />

SBF. BYYO Yıllık, 1981-VI.<br />

Kazancı M (1995) Kamu da <strong>ve</strong> Özel Sektörde Halka İlişkiler, Turhan Kitabevi, Ankara.<br />

Kışlalı AT (1991) Siyasal Sistemler, İmge Kitabevi, Ankara.<br />

Kongar E (1995) <strong>Toplumsal</strong> Değişme Kuramları <strong>ve</strong> Türkiye Gerçeği, Remzi Kitabevi, İstanbul.<br />

Linz J (1984) Totaliter <strong>ve</strong> Otoriter Rejimler, (çev:Ergun Özbudun), Siyasi İlimler Türk Derneği Yayınları, Ankara.<br />

Lundby K <strong>ve</strong> Ronning H (1997) Medya-Kültür-İletişim: Medya Kültürü Aracılığıyla Modernliğin Yorumlanışı",<br />

Nilgün Gürkan (çev), Medya, Kültür, Siyaset, Süleyman İrvan (der), Ark Yayınları, Ankara.<br />

Meriç C (1993) Sosyoloji Notları <strong>ve</strong> Konferanslar, İletişim Yayınları, İstanbul.<br />

Mıhçıoğlu C (1986-87) Kamusal İlişkiler, A. Ü. Basın-Yayın Yüksek OkuluYayını, Ankara.<br />

Onal G (1997) Halkla İlişkiler, Türkmen Kitabevi, İstanbul.<br />

Sarıbay AY (1992) Siyasal Sosyoloji, Gündoğan Yayınları, Ankara.


Sartori G (1971) Demokrasi Kuramı, Deniz Baykal (çev), Siyasi İlimler Türk Derneği Yayını, Ankara.<br />

Sartori G (1996) Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, Tunçer Karamustafaoğlu <strong>ve</strong> Mehmet Turhan (çev), Yetkin<br />

Yayınları, Ankara.<br />

Schmitter PC <strong>ve</strong> Karl TL (1993) Demokrasi Nedir... Ne Değildir, Le<strong>ve</strong>nt Gönenç (çev), Sosyal&Siyasal Teori Seçme<br />

Yazılar, Attila Yayla (der), Siyasal Kitabevi, Ankara.<br />

Sencer M (1992) Türkiye'nin Yönetim Yapısı, Alan Yayıncılık, Ankara.<br />

Soysal M (1968) Halkın Yönetime Etkisi, TODAİE Yayınları, Ankara.<br />

Spitz D (1994)Antidemokratik Düşünce Şekilleri, Şiar Yalçın (çev), Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul.<br />

Tortop N (1990) Halkla İlişkiler, G. Üni<strong>ve</strong>rsitesi Basın-Yayın Yüksekokulu Matbaası, Ankara.<br />

Turan İ (1986) Siyasal Sistem <strong>ve</strong> Siyasal Davranış, Der Yayınları, İstanbul.<br />

Turan İ (1987) Siyasal Demokrasi, Siyasal Katılma, Baskı Grupları <strong>ve</strong> Sendikalar, Türkiye Belediye İş Sendikası<br />

Eğitim Dizisi, İstanbul.<br />

Turgut N (1993) Çevre <strong>ve</strong> Yurttaşlar, Savaş Yayınları, Ankara.<br />

Türkdoğan O (1996) Değişme Kültür <strong>ve</strong> Sosyal Çözülme, Birleşik Yayıncılık, İstanbul.<br />

Uysal-Sezer B (1983) Halkla İlişkiler: Bir Değerlendirme, Amme İdaresi Dergisi, 16(3).<br />

Uysal-Sezer B (1987) Bir Halkla İlişkiler Kuramı Olabilir mi?, Amme İdaresi Dergisi, 20 (2)<br />

Uysal-Sezer B (1995) Halkla İlişkiler: Katılmadan Tanıtıma, Kamu Yönetimi Disiplini Sempozyum Bildirileri, C.1,<br />

TODAİE Yayını, Ankara.<br />

Varol M (1987) Türkiye'de Halkla İlişkilere Bakış: İki Toplantının Ardından, A.Ü. BYYO Yıllık 1986-1987, IX.<br />

Varol M (1988) Halkla İlişkilere Toplumbilimsel Bir Yaklaşım, A.Ü. BYYO Yıllık, .X.<br />

Varol M (1994) Siyaset <strong>ve</strong> Halkla İlişkiler Bir Başlangıç, İmaj Yayınları, Ankara.<br />

Wagner H (1993) Parti Diktatörlüğünün Çöküşü: Komünist Yönetimin Safhaları, Siyasal-Sosyal Seçme Yazılar,<br />

Attila Yayla (der), Siyasal Kitabevi, Ankara.<br />

Yalçındağ Selçuk (1988) Kamu Yönetiminde Halkla İlişkiler, Halkla İlişkiler Sempozyumu-87, A.Ü. BYYO <strong>ve</strong><br />

TODAİE Yayını, Ankara.


EMPERYALİZMİN KÜRESELLEŞME BOYUTUNDA MODERNLEŞME SÜRECİNE<br />

ETKİLERİ VE KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ EMPERYALİST DÜŞÜNCELER VE<br />

İMAJLARIN YAYILIŞ SÜRECİNDEKİ FONKSİYONLARI<br />

Sedat Şimşek *<br />

ÖZET<br />

Bu çalışmada kitle iletişim araçları sayesinde küçük bir köy “global köy” haline gelen dünyamızda<br />

güçlü ülkelerin güçsüz ülkeler üzerindeki emperyalist düşüncelerini uygulamalarında kullandıkları<br />

silahlardan birisi olan marka olgusu üzerinde durulmuştur. Dünyaca ünlü MC Donald’s, Coca Cola<br />

<strong>ve</strong> Lipton Yellow Çayları örnek <strong>ve</strong>rilerek ülkelerin marka silahı ile emperyalist düşüncelerini<br />

gelişmemiş <strong>ve</strong> gelişmekte olan ülkelere nasıl empoze ettikleri vurgulanmaya çalışılmıştır. Ayrıca<br />

Üçüncü Dünya ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanmalarıyla emperyalist baskıların bitmediği, şekil<br />

değiştirerek kültür emperyalizmi şeklinde varlığını sürdürdüğü de gözler önüne serilmeye çalışılmıştır.<br />

Anahtar sözcükler: İletişim, reklam, emperyalizm, ticari marka<br />

THE EFFECTS OF IMPERIALISM ON MODERNISATION PROCESS TO THE EXTENT<br />

GLOBALISATION AND THE FUCTIONS OF MASS MEDIA ON THE EXTENDING<br />

PROCESS OF THE IMPERIALIST IDEAS ON IMAGES<br />

ABSTRACT<br />

In this study, in our world which has turned in to a small village thanks to the mass media means, are of<br />

the weapons of brand e<strong>ve</strong>nt which de<strong>ve</strong>loped countries use to practise their imperialist ideas on the<br />

de<strong>ve</strong>loping ones has been examined. It’s tried to emphasize how countries impose their imperialist ideas<br />

with brand weapon to de<strong>ve</strong>loping and under de<strong>ve</strong>loped countries by modelizing Mc Donald’s, Coca-Cola,<br />

Lipton Yellow Tea which are famous throughout the world. Besides, with getting freedoms of third world<br />

countries, it’s tried to be shown that imperialist pressure hasn’t finished and it has been surviving in the<br />

form of cultural imperialism by changing it’s form.<br />

Keyword: Communication, ad<strong>ve</strong>rtising, imperialism, trade marks<br />

GİRİŞ<br />

Küreselleşme günümüzde sıkça kullanılan bir kavramdır. Bugün dünyada gözle görülür şekilde hızlı bir<br />

değişim yaşanmakta; ancak söz konusu bu değişim sadece olgularla sınırlı kalmamakta, olguları kavrama<br />

<strong>ve</strong> anlamlandırma biçimleri de değişmektedir. 21.yüzyıla adım attığımız günümüzde, toplumsal değişime<br />

işaret etmek için kullanılan kavramsal araçlardan biri de küreselleşmedir. Ekonomiden politikaya,<br />

iletişimden kültürel yaşamımızın birçok alanında varlığını gösteren küreselleşme kavramı oldukça<br />

karmaşık bir yapıya sahip olup çeşitli biçimlerde tanımlanabilmektedir. Küreselleşme ile birlikte ülkeler<br />

<strong>ve</strong> insanlar arasında toplumsal, kültürel, ticari, ekonomik <strong>ve</strong> siyasal değişimler yaşanmaktadır. Bilgi <strong>ve</strong><br />

iletişim teknolojisindeki gelişmeler hızla artmakta, piyasa ekonomileri evrensel bir nitelik kazanmaktadır<br />

(Ilgaz 2000:2). Dünyanın her hangi bir bölgesinde patlak <strong>ve</strong>recek büyük ölçekli ekonomik bir bunalım,<br />

etkisini tüm dünyada anında hissettirebilmektedir. Sonuçta böylesi bir ekonomik dünya sistemi, batılı<br />

güçlü, ekonomik açıdan gelişmiş ülkelerin ekmeğine yağ sürmekte <strong>ve</strong> çarklar, güçsüz, az gelişmiş<br />

ülkelerin aleyhine işlemektedir (Hamelink 1991:4). Said, batının diğer toplumlar üzerindeki<br />

hegomanyasını, onlar hakkında belirli kavrayışlar, anlayışlar üreterek kurduğunu ileri sürmektedir. Ayrıca<br />

batı ülkelerindeki şarkiyatçılık kurumları <strong>ve</strong> etkinliklerinin tamamiyle bu amaca hizmet etmekte olduğunu<br />

belirtmektedir (Said 1995). Biz de Said’in bu görüşünden yola çıkarak kitle iletişim araçları vasıtasıyla<br />

batılı kültür <strong>ve</strong> dünya görüşünün farklı toplumlara yayıldığını söyleyebiliriz.<br />

Küresel dünya, toplumsal dünyanın yerini almış <strong>ve</strong> insan varlığının bedensel <strong>ve</strong> zihinsel varoluş<br />

biçimlerini yöneten, belirli düzenliliklere sokan <strong>ve</strong> anlamlı bütünlüklerin parçaları olmalarını sağlayan<br />

zaman <strong>ve</strong> mekandan bağımsız bir yaşam alanı yaratmaktadır (Hülür 2000:31). Küreselleşme sürecinde<br />

Batı ülkeleri küreselleşmeyi üçüncü dünyanın farklı kültürlerinin tanık oldukları anlamda<br />

yaşamamışlardır, çünkü bu ülkeler küreselleşmenin kaynağıdırlar. Bu açıdan küreselleşme bilim <strong>ve</strong><br />

teknolojinin bunların arkasında yatan ideolojilerle birlikte yayılarak yerleşmesi süreci demektir (Hülür<br />

2000:36).<br />

Giddens’e göre:<br />

* Arş. Gör., Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi


“Çok karmaşık bir olgu olan küreselleşme, mekansal açıdan uzakta oluşan olayların bireyin kişisel<br />

yaşamına etkide bulunabildiği bir durum ifade etmektedir” (Işık 2001: 38).<br />

Albrova göre de:<br />

“Küreselleşme doğrudan ulusalcılık ile uluslararacılığın karşılıklı etkileşiminin, dolaylı olarak da geride<br />

kalan bütün evrelerin bir sonucudur”( Robertson 1999: 41).<br />

Bugün dünyada devlet sayısından çok, çeşitli uluslararası ekonomik kuruluşlar vardır. Bu kuruluşlar ise,<br />

tüm ulusların ekonomi politikalarını belirlemede şu ya da bu şekilde önemli ölçüde etkin roller<br />

üstlenmektedir. Küreselleşme olgusu açısından önemli bir yere sahip olduğunu düşündüğümüz çok uluslu<br />

şirketler, çalışmamızda ele alınacak <strong>ve</strong> dünya ekonomisinin şekillendiricisi olarak ortaya çıkan bu<br />

şirketler küreselleşme açısından değerlendirilecektir. Ayrıca güçlü devletlerin güçsüz devletler üzerindeki<br />

emperyalist düşlerini gerçekleştirmede güç dışında kullandıkları, marka silahları yine çalışmamızın<br />

önemli konularından birini teşkil edecektir. Fukuyama, “Endüstriyel bakımdan gelişmiş bir ülke daha az<br />

gelişmiş olana kendi geleceğinin bir aynasını sunar.” (Fukuyama 1999: 80) diyerek sanayileşmiş ülkelerin<br />

ürettikleri ürünleri pazarlayacak daha az gelişmiş “üçüncü dünya ülkeleri” aramasının doğal olduğunu<br />

vurgulamıştır. Bizde çalışmamızın ilerleyen bölümlerinde, gelişmiş olan bu ülkelerin dünyaca ünlü bazı<br />

markaları sayesinde, gelişmemiş üçüncü dünya ülkelerini nasıl emperyalist bir baskı altına aldıklarını <strong>ve</strong><br />

bu gelişmemiş ülkelerin bu emperyalist baskılar karşısında düştükleri acizlikleri ortaya koymaya<br />

çalışacağız. Aynı zamanda çalışmamızın son kısmında küreselleşme sonucunda, emperyalizmin hızla<br />

tüm dünya ülkelerini tehdit eden, bir tehlike olarak büyüdüğü ortaya konulacaktır. Kısaca günümüzde<br />

global köy haline dönüşen dünyamızın süper güçlerinin gelişmemiş ülkeler üzerindeki emperyalist<br />

amaçlarını <strong>ve</strong> baskılarını gerçekleştirmekte, kaba kuv<strong>ve</strong>t (askeri güç)’ten daha çok uluslararası markalar<br />

yardımıyla yürürlüğe koyduklarını gözler önüne serilecektir. Bu anlamda çalışmamızdan çıkarılacak<br />

sonuçlardan birisi de daha çalışmamızın başında kendini göstermektedir. Yani emperyalizmin kaba<br />

kuv<strong>ve</strong>tle tutunmasının mümkün olmadığı durumlarda bu markalar; kültür <strong>ve</strong> değerlerin belirli bir<br />

doğrultuda gelişmesini sağlamaktadır.<br />

I-KÜRESELLEŞME VE TELEKOMÜNİKASYON<br />

Günümüz dünyasında ulaşım <strong>ve</strong> iletişim masraflarındaki geometrik düşüş, bugün yatırım stratejisi<br />

sınırlarının yeryüzüne yayılmasını kolaylaştırmıştır. Dünya ekonomisi, küresel yatırım kararları <strong>ve</strong><br />

uluslararası kaynak sağlanması sayesinde, daha önce hiç görülmeyen ölçüde bütünleşmiştir. Eski dünya<br />

düzeninin yerini yenisi almıştır <strong>ve</strong> bu oluşuma ağırlığını koyan ise küreselleşme kavramı olmuştur<br />

(Soyak 2002: 41). Giddens küreselleşmeyi, “yerel düzeyde olan bitenin kilometrelerce uzaklıkta meydana<br />

gelen olaylar tarafından biçimlendirilmesinde görüldüğü gibi uzak bölgeleri birbirine bağlayan dünya<br />

çapındaki toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması olarak” tanımlamaktadır (Robertson 1999: 230).<br />

Küreselleşmenin telekomünikasyonsuz olamayacağını vurgulayan Geray ise, küreselleşmeyi: “Malların,<br />

sermayenin, enformasyonun <strong>ve</strong> emeğin tek tip düzenlemeler altında dünya çapında dolaşımı <strong>ve</strong> bunun<br />

giderek anındalaşmaya yönelmesidir.”diye tanımlamaktadır (Geray,- 1996: <strong>12</strong>). Kapitalizmin doğasında<br />

var olan eşitsiz gelişim kurallarının şimdiye dek bilinenden dahi hızlı <strong>ve</strong> daha katı bir biçimde işlemesidir.<br />

Böyle bir olgu ise bireylerin bakış açısı <strong>ve</strong> yaşam çevresinin toplumsal süreçlerden ziyade global<br />

süreçlerin etkisi altına girmesi sonucunu doğurmaktadır (Işık, 2001: 38). Endüstriyalizmin küreselleştirici<br />

içerimlerinin ana özelliklerinden biride makine teknolojilerinin dünya çapındaki yayılışıdır.<br />

Endüstriyalizmin etkisinin üretim alanıyla sınırlı olmadığı açıktır.; İnsanların maddi çevreyle<br />

etkileşimlerinin genel karakterini olduğu kadar, günlük yaşımın birçok yönünü de etkiler. Ancak;<br />

endüstriyalizm, “tek dünya” içinde yaşama bilincimizin özünü de kesinlikle belirlemiştir. Çünkü;<br />

endüstriyalizmin en önemli etkilerinden biri de iletişim teknolojilerinin biçim değiştirmesi olmuştur<br />

(Giddens 1998:76-77).


Giddens’ın yukarıdaki şekilde belirttiği gibi ulus-devlet olgusu başlangıç kabul edilerek küreselleşme<br />

olgusunun araçları; kapitalist dünya ekonomisi <strong>ve</strong> askeri dünya düzeni olarak iki şekilde kendini<br />

göstermektedir. İki şekilde (ticari <strong>ve</strong> askeri) küreselleşme amacına ulaşan ülkeler birbirlerine yaklaştıkları<br />

için uluslararası iş bölümü yapmaya başlamışlardır (Giddens 1998: 72). Bunun içinde global köyleşmeyle<br />

birlikte birbirine yakınlaşan ülkelerin ortak olarak kurduğu kurumlar zaman içinde kendini göstermiş <strong>ve</strong><br />

üyesi olan ülkelerin çıkarları doğrultusunda çalışmalar yapmaya başlamıştır. Buna Birleşmiş Milletler<br />

örgütünü örnek olarak <strong>ve</strong>rebiliriz (Giddens 1998:75).<br />

II- KÜRESELLEŞMEYİ ETKİLEYEN İLETİŞİM ARAÇLARININ TEKNİK ÖZELLİKLERİ<br />

Geray, telekomünikasyon ağlarının küreselleşmeyi destekleyen teknik özelliklerini şu şekilde<br />

sıralamaktadır.<br />

- Telekomünikasyon ağları, görüntü, ses metin, bilgisayar <strong>ve</strong>rileri <strong>ve</strong> her türlü elektriksel sinyali ortak bir<br />

sayısal temelde birleştirmiştir.<br />

- İletişim maliyetleri düşmüş, sayısal araçlar daha ucuza üretilmeye başlanmış, sayısal ağlardaki <strong>ve</strong>rimlik<br />

artmış, belirli kapasitede akan enformasyon miktarı hızla çoğalmıştır.<br />

- İletişim teknolojilerindeki gelişme sayesinde, coğrafi uzaklıkların maliyete etkisi azalmıştır.<br />

- İletişim süreci üzerinde hem alıcının hem de <strong>ve</strong>ricinin enformasyonu toplama, işleme, sunma <strong>ve</strong>ya<br />

alma sürecindeki esneklik artmıştır (Geray 1996;<strong>12</strong>).<br />

III-EMPERYALİZM KAVRAMI<br />

Emperyalizm; bir devletin başka bir devlet ya da devletler topluluğu üzerindeki iktisadi, askeri, kültürel<br />

<strong>ve</strong> benzeri egemenliği olarak tanımlanmaktadır (Büyük Larousse 1993: 3382). Türk Dil Kurumu<br />

tarafından hazırlanan Türkçe sözlükte emperyalizm, bir milletin başka bir milleti siyasi <strong>ve</strong> ekonomik<br />

egemenliği altına alarak yayılması <strong>ve</strong>ya yayılmayı istemesi; yayılmacılık olarak tanımlanmaktadır (TDK<br />

1992: 132). Edward W. Said ise emperyalizmi: “Emperyalizm çok temel bir düzeyde, sizin<br />

mülkiyetinizde olmayan, uzak, başka birilerinin yaşadığı <strong>ve</strong> sahibi başkaları olan topraklara yerleşmeyi,<br />

denetim altına almayı düşünmek anlamına gelmektedir.” diye tanımlamaktadır. Said Avrupa’da<br />

19.yüzyılın sonlarında emperyal olguların dokunmadığı yaşam parçasının hemen hemen hiç kalmadığını<br />

ekonomilerin, deniz aşırı pazar, hammadde, ucuz emek <strong>ve</strong> büyük kar sağlayacak toprakların açlığı içinde<br />

olduğunu, savunma <strong>ve</strong> dış politikanın ileri gelenlerinin, artan bir he<strong>ve</strong>sle uçsuz bucaksız uzak ülkelerin <strong>ve</strong><br />

boyunduruk altına alınmış kalabalık halkaların emperyalizmin acımasızlığı ile çekip çevrilmesi görevini<br />

üstlendiklerini vurgulamaktadır (Said 1995:42-43).<br />

James Lull “Medya, İletişim, Kültür” adlı eserinin sonuna koyduğu sözlükte şöyle bir tanımlama<br />

yapmaktadır. “Emperyalizm, gerçekte bir ulusun diğerleri üzerinde siyasal, ekonomik, kültürel<br />

hegemonyasını uygulamasıdır. Çağdaş eleştirel kuramda ise o çoğunlukla kültürel emperyalizm ya da<br />

medya emperyalizmi kavramlarına gönderme yapar. Buna göre iletişim araçlarına sahip olan süper güçler<br />

kendi siyasal, ekonomik-kültürel değerlerini, onlardan yoksun olan daha güçsüz uluslar <strong>ve</strong> kültürlere<br />

empoze ederler.” (Lull 2001: 238). Ali Mohammadı ise benzer bir tanım kullanmakta <strong>ve</strong> emperyalizmi<br />

şöyle nitelendirmektedir: “Emperyalizm en genel anlamıyla bir ulusun-haksız yere- bir başka ulus<br />

üzerinde egemenlik kurmaya çalışmasıdır. Bu egemenlik kurma olayı dolaylı ya da doğrudan olabilir <strong>ve</strong><br />

askeri, siyasal <strong>ve</strong> ekonomik temellere dayandırılabilir (Mohammadı 1991: 324).<br />

Marksistler, emperyalizmi kapitalizmin dışa vurması olarak tanımlamaktadırlar. Emperyalizm hangi<br />

konuyla, alanla ilişkilendirilirse o kadar çok çeşit emperyalizmden bahsedilmektedir. <strong>Toplumsal</strong> gelişim<br />

sürecinde bugün gelinen nokta; Bilgi Çağı, İletişim Çağı, Haberleşme Çağı vs. olarak adlandırılmaktadır.<br />

Bilgi çağı olarak adlandırdığımız çağımızda enformasyon dengesizliği adı altında bir olgu kendini<br />

göstermeye başlamıştır. Enformasyon dengesizliği olgusu, her şeyden önce, enformasyonun toplanması,<br />

işlenmesi <strong>ve</strong> kullanımı süreçlerinde, çevre ülkelerle merkez ülkeler arasındaki teknolojik olanakların<br />

oldukça farklı bir görünüm sergilemesinden kaynaklanmaktadır. Enformasyon dengesizliği, sömürgecilik<br />

sonrası dünyada uluslararası ilişkilerin yaşamsal bir parçası olmuştur artık. Çünkü bu dengesizlik <strong>ve</strong> adil<br />

olmayan durumdan pek çok çıkar çevresi sorumludur <strong>ve</strong> bu son derece önemli sorunun çözümlenmesi<br />

uzun bir zaman alacağa benzemektedir (Kaplan 1991: 276).<br />

1880-1914 yılları arasında Avrupa <strong>ve</strong> Amerika dışındaki dünya ülkelerinin çoğu, bir avuç sömürgeci<br />

devletin egemenliğine girmiş <strong>ve</strong> kimileri eski yönetimlerini sürdüren, kimileri de sömürgeciler tarafından


yönetilen küçük parçacıklara bölünmüştü. Bu bir avuç sömürgeci devlet İngiltere, Fransa, Almanya,<br />

İtalya, Hollanda, Belçika, Amerika <strong>ve</strong> adalar ülkesi Japonya’ydı. Dünyanın yaklaşık dörtte biri, yarım<br />

düzine devlet arasında paylaşılmıştı. İşte bu paylaşım olayı, sömürgeci egemenliğe dayalı emperyalizm<br />

çağının başlamakta olduğunu haber <strong>ve</strong>rmişti. Bu doğrudan siyasi <strong>ve</strong> idari egemenlik biçimi, dünyanın en<br />

ücra <strong>ve</strong> sessiz köşelerine yığınla insanın, eşyanın <strong>ve</strong> sermayenin akmasına yol açarak tüm dünya çapında<br />

kapitalist bir ekonomi anlayışının <strong>ve</strong> kapitalist ilişki biçimlerinin boy <strong>ve</strong>rmesine, yeşermesine yardım etti.<br />

Dünya, temelde güçlü <strong>ve</strong> zayıf, ileri <strong>ve</strong> geri diye adlandırılan bölgelere bölündü. Emperyalizme karşı hem<br />

“ana” emperyalist devletler de hem de üçüncü dünya ülkelerinde çeşitli tepkiler gösterilmiş, bu olay<br />

sonuçta tüm dünyada son derece önemli toplumsal olayların patlak <strong>ve</strong>rmesine neden olmuştur (Kaplan<br />

1991:277).<br />

Üçüncü dünya ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanmasıyla birlikte emperyalizmin öyküsünün belki sona<br />

erdiği düşünülebilir, oysa bu olay gerçekte kültür emperyalizmi yada kültürel bağımlılık olarak<br />

nitelendirilebilecek yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Sömürgecilerin doğrudan kendilerinin<br />

yönettikleri, sömürdükleri ülkelerin hükümetlerin <strong>ve</strong> ekonomilerin yönetimlerinden ellerini çekip<br />

çantalarını sırtlayarak ülkelerine yollanmaları, üçüncü dünya ülkelerindeki nüfuzlarının sona ermesi<br />

anlamına gelmiyordu. Her şeyden önce, sömürgeciler, sömürdükleri ülkeleri terk ederken arkalarında bir<br />

Avrupa dili bırakmışlardı <strong>ve</strong> bu dil, yeni bağımsızlığına kavuşan ülkelerdeki yönetici-elit kesim<br />

tarafından ortak konuşma dili olarak benimsenmişti. Yine Avrupalılar, arkalarında kendi değer <strong>ve</strong><br />

davranışlarını, dinlerini, günlük toplumsal yaşamı düzenleme yöntemlerini, siyaset anlayışlarını, eğitim<br />

biçimlerini, mesleki eğitim yollarını, giyim kuşam stillerini <strong>ve</strong> diğer kültürel alışkanlıklarını<br />

bırakmışlardır. Bu değerlerin hiç birisi sömürgecilik öncesi dönemde üçüncü dünya ülkelerinde yoktu.<br />

Tüm bu toplumsal <strong>ve</strong> ideolojik gelişmeler, sömürgecilerin daha önceki doğrudan siyasal egemenlikleri<br />

sona erdikten sonra da etkilerini sürekli attırarak devam etmiş <strong>ve</strong> ardından yeni sömürgecilik olarak<br />

adlandırılan, yeni bir egemenlik biçiminin <strong>ve</strong> döneminin doğmasına önderlik etmişlerdir (Kaplan 1991:<br />

325-326).<br />

IV- TOPLUM OLUŞUMLARI VE GELİŞMELERİ<br />

A- Tarım Toplumu, Sanayi Toplumu, Bilgi Toplumu<br />

Çağın adlandırılması, genel olarak toplumların çalışan kesimlerinde yaşanan değişimle ilgilidir. Örneğin;<br />

tarım toplumu, tarım kesimince çalışan nüfusun çokluğundan dolayı, sanayi toplumu da yine toplumun<br />

büyük kesiminin sanayide çalışıyor olmasıyla bu adları almıştır. Ancak; zamanla tarım sektöründe de<br />

değişiklikler meydana gelmeye başlamıştır. Köylüler yığınlar halinde köylerden kentlere göçmüşler<br />

büyük toprak sahipleri, sermayedarlar ise tarımsal üreticilere dönüşmüşlerdir. Verimliliklerini arttırarak<br />

ulusal <strong>ve</strong> uluslar arası piyasa koşullarına ayak uydurmaya başlamışlar kırsal alanda kalan köylüler ise<br />

tarlalarda çalışarak emeğini satan işçiler haline gelmişlerdir (Fukuyama 1999:91). Günümüzde iletişim<br />

çağı yada iletişim toplumu şeklindeki nitelemeler de benzer bir gelişmeden kaynaklanmaktadır. Dünya<br />

nüfusunun büyük kısmı halen yoksulluk sebebiyle belki sanayi toplumu bile olamadı ama dünya<br />

liderliğini yürüten ülkelerin toplumlarına bakıldığında, bilgi teknolojilerinin büyük ağırlık kazandığı, bu<br />

toplumlarda nüfusun büyük kısmının iletişim hizmetlerinde istihdam edildiği görülmektedir. Dünyamızın<br />

iletişim araçları sayesinde küçük bir köy halinde geldiği günümüzde, klasik emperyalist söylemler de bu<br />

gelişmelerle yeni bir boyut kazanmış <strong>ve</strong> kapitalistlerin yeni güç kaynakları da ağırlıklı olarak bilgi<br />

teknolojileri konusunda faaliyet gösteren şirketler <strong>ve</strong> sektörler olarak kendini göstermeye başlamıştır.<br />

B- Dünya Üzerindeki Gelişmiş Ülkelerin, Gelişmekte Olan Ülkeler Üzerindeki Emperyalist<br />

Tutumları<br />

Ekonomik, askeri, kültürel alanlarda emperyalizmden bahsedildiği gibi iletişim <strong>ve</strong> medya<br />

emperyalizminden de bahsetmek hatta bu alandaki emperyalizmin daha etkili <strong>ve</strong> diğer alanlardaki<br />

emperyalizmlere de etkide bulunduğundan söz etmek yanlış olmayacaktır. İkinci Dünya Savaşı sırasında<br />

<strong>ve</strong> sonrasında ABD’nin elit kesimleri hazırladıkları global planlarda ABD’nin gücüne karşı çıkılamayan<br />

bir ülke olarak gereksinimlerinin diğer ülkeler tarafından karşılanacağından yola çıkarak “kontrol altına<br />

alma “adı altında bir politika üretmişlerdir. “kontrol altına alma” söylemi global yönetim projesine<br />

savunmacı bir çehre kazandırmak amacıyla geliştirilmiş <strong>ve</strong> dolayısıyla ülke içindeki düşünce denetimi<br />

sisteminin bir parçası işlevini görmüştür. Daha yakından incelendiğinde “kontrol altına alma” kavramının<br />

altında pek çok gizli amacın olduğu fark edilmektedir. Bu planda temel varsayım, ABD’nin savunmak


zorunda olduğu istikrarlı bir uluslararası düzenin bulunduğudur. Bu uluslararası düzenin genel dış<br />

çizgileri ise İkinci Dünya Savaşı sırasında <strong>ve</strong> sonrasında ABD’nin plancıları tarafından çizilmiştir.<br />

Ülkelerin gücünün olağanüstü boyutlara ulaştığının farkında olan ABD’li plancılar, ABD’nin egemen<br />

olacağı <strong>ve</strong> ABD’li iş<strong>ve</strong>renlerin çıkarlarının gözetileceği bir global sistem kurulmasını önermişlerdir<br />

(Chomsky 1999: 48). Dünya’nın olabildiğince büyük bir bölümünü, ABD ekonomisine bağlı kılacak bir<br />

Büyük Alan (gran area) oluşturulacak, bu büyük alan içinde diğer kapitalist toplumların da gelişmesi<br />

özendirilecek, fakat ABD’nin ayrıcalıkların etkileyecek koruma araçlarına sahip olmalarına izin<br />

<strong>ve</strong>rilmeyecektir. Özellikle, bölgesel sistemlerde yalnızca ABD’nin egemenlik kurmasına olanak<br />

tanınacaktır. Bu sistemin parçaları, ABD’nin yönetimindeki “düzenin genel çatısı” altında kendi “bölgesel<br />

çıkarlarını” kovalayan bağımlı devletler olarak, sanayi merkezleri, pazarlar <strong>ve</strong> ham madde kaynakları<br />

olarak rol oynayacaktır (Chomsky 1999: 49).<br />

Amerikalı plancıların, bu planında anlaşılmaktadır ki dünya üzerinde süper güç olan Amerika kendi<br />

çıkarları için emperyalist düşüncelerle gelişmemiş <strong>ve</strong> gelişmekte olan diğer ülkeleri birer sömürge ülke<br />

olarak görmektedir. Emperyalizmden bahsederken gelişmiş ülkeler topluluğu anlamına gelen Batılı<br />

Devletlerin tüm iletişim ortamlarını özellikle de medya kurumlarını kullanarak emperyalist davranışlarına<br />

değinmekte fayda vardır. Küreselleşmenin, “modernliğin doğal sonucu olan küreselciliğin” (Robertson<br />

1999:231) en büyük faktörü olan medya kuruluşları sayesinde kültürel, askeri, ekonomik <strong>ve</strong> siyasi<br />

hegemonyayı devam ettirmek, en azından bu yolda lehte önemli destek sağlamak mümkündür (Özdemir<br />

1998: 143). Böylelikle kitle iletişim araçları sayesinde, güçlü devletlerin başka uluslar üzerindeki sömürü<br />

olgusu, baskın bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Çünkü; emperyalist düşünceler geniş kitlelere ulaşmak<br />

suretiyle istenilen etkiyi ortaya koyabilmektedir. Geniş kitlelere ulaşmanın yolu da medya kanallarına<br />

sahip olmakla gerçekleşebilmektedir. Fakat küreselleşme <strong>ve</strong> emperyalizm kavramlarından bahsederken <strong>ve</strong><br />

bu iki olgunun birbirinden kopamayacak bağlantılarının ortaya çıktığını fark etmek çok da büyük çabalar<br />

istememektedir. Küreselleşme dünya ülkelerinin birbirine yaklaşması birbirleriyle her türlü ilişkilerinin<br />

artması anlamına gelmektedir.<br />

V- EMPERYALİZM OLGUSUNA MARKALARIN ETKİSİ<br />

Küresel bakımdan ilk çok-ırklı, çok-kültürlü, çok-kıtalı toplumlar, hangi geçerli ölçek alınırsa alınsın<br />

gelişmiş ülkelerde değil, çevrede emperyalist düşüncelerle sömürgeleştirilmiş ülkelerdeydiler. Bu<br />

toplumlar sömürgeciliğin o çok özgül ekonomik, siyasal, toplumsal <strong>ve</strong> uzamsal koşullarının ürünleriydiler<br />

(King 1998:25). Küreselleşme olgusunda, güçlü ülkelerin markaları da diğer ülkeler üzerinde son derece<br />

etkili olmaktadır. Coca Cola , Mc Donald’s, Burger King, Microsoft, Elektrolux, Bosh, Adidas, Nike, LA<br />

Gear, Lewis, Lee, Le Cooper, IBM, Sony, Hitachi, Hyundai, Lipton Yellow çayları vs...gibi markalar,<br />

emperyalist düşüncelerin gerçekleşmesinde sahibi olduğu ülkeye büyük katkılar sağlamaktadır.<br />

Türkiye örneğini <strong>ve</strong>recek olursak; Elektronik <strong>ve</strong> elektrikli aletlerde kendi markamız olan Arçelik, Beko<br />

son zamanlarda müthiş atılımlar yapmış olsalar da yıllardır piyasalarımızda alınıp satılan Amerikan,<br />

Alman, Japon vs. ülkelerin ürünleriyle baş edememektedir. Amerikan emperyalizminin tüm dünya da<br />

hissedildiği günümüzde; ülkemizde de bu ülkenin hamburgerinin, bizim lahmacunumuz <strong>ve</strong> dönerimizle<br />

savaşması bizim üzerimizdeki emperyalist düşüncelerini basit bir örnekle ortaya koymaktadır.<br />

Küresel markalı ürünlerin kullanımıyla ilgili sosyopsikolojik boyutu da gözönüne almak gerekir.<br />

“Modern insan, markaları pratik yararından çok, kendini konumlamak, kullanım eşyasına bir anlam<br />

katmak yada statüsünü belirlemek gibi nedenlerle tercih etmektedir.” (Bıçakcı 2001: 53). Bizim de<br />

toplum olarak marka düşkünü olmamız, bir Mc Donald’s da bir Burger King’te karnımızı doyurmamız<br />

içimizdeki -bak ben de buralarda karnımı doyurabiliyorum öyleyse artık bende medeniyim yada artık ben<br />

de gelişmişlik ölçütlerine uyan bir insanım egomuzu tatmin ediyor olmamız, Amerikan hegomonyasının,<br />

emperyalist düşüncesinin, diğer ülkeler üzerindeki, markaları ile gerçekleştirmeye çalıştığı emeline<br />

ulaştığını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Dünya’ya hakim olmak düşüncesine güden güçlü ülkeler,<br />

doğrudan giremedikleri ülkelere, önce dünyada yer edinmiş (Mc Donald’s, Lewis vs...) markalarıyla<br />

girmekte, zaten pek çok şeye aç <strong>ve</strong> önüne gelen her şeye saldıran bu ülkenin insanları üzerindeki<br />

emperyalist düşüncelerini uygulamaktadır.<br />

A- Mc. Donald’s Örneği


Batının akıl almaz sayılarda, vahşi bir oburlukla yiyip yuttuğu Amerikanın ayak üstü yiyeceği<br />

hamburgerinin etinin elde edilmesi için, büyük baş hayvan yetiştiriciliği, bugün dünyamızın yüzde 24’üne<br />

yayılmış durumdadır. Meksika’da yetiştirilen tahılların dörtte biri, Amerikalıların o korkunç Mc<br />

Donald’s’ı tıkınabilmeleri için, bu sığırları beslemek için kullanılmaktadır. Brezilya’nın ekilebilir<br />

topraklarının bir çeyreği, dış ülkelere satılan sığırları beslemek için kullanılmaktadır. Bu da Latin<br />

Amerika köylülerinin temel besini olan tüm yiyecek ürünlerinin, mısır <strong>ve</strong> fasulyenin yerini almaktadır.<br />

Amerika’ya bu sığır işi 40 milyar dolarlık bir yük getirmektedir. Yani Amerikan nakit parasının dörtte<br />

biri sığır bağlantısından gelmektedir. Amerika’nın sığır ticareti yoluyla dünyamızı bu şekilde<br />

sömürgeleştirmesi inanılır gibi bir şey değildir. Fransız Çiftçiler Konfederasyonu Başkanı Jone Bov,<br />

(Asteriks” namıyla anılmaktadır. Bunun nedeni, Galyalıların Roma imparatoru Sezar’a direnişi gibi, onun<br />

da son zamanlarda bir başka “işgale”, Amerikan fast-food devlerinin dünya mutfaklarını işgaline kafa<br />

tutmasıdır). Bo<strong>ve</strong>, bu işgalinde sadece Fransız çiftçilerini değil, bütün dünyada yerel yiyecek kültürünü de<br />

yok ettiği gerekçesiyle bir Mc Donald’s restoranını basıp 67 milyar liralık tahribat yapmıştır. O<br />

mahkemede yargılanırken, mahkeme dışında 35 bin Fransız “Mc Donald’s” defol diye bağırarak <strong>ve</strong><br />

Bov’un yaptığı eylemi desteklemiştir. Batıda tüketilenler dünyamızın çehresini değiştirmektedir. Çünkü;<br />

ürünlerimiz, yaşam biçimimiz <strong>ve</strong> yeme alışkanlıklarımız tüm dünyayı sömürgeleştirmektedir. Zaten<br />

kapitalizmin yasası da budur. Mc Donald’s günümüzde “küreselleşme”nin <strong>ve</strong> “tek kültür” tehdidinin<br />

simgesi haline gelmiştir (Dündar 2001: 42).<br />

B- Lipton Yellow Çayları<br />

Çayın Coca-Colası olan Lipton Yellow çayları reklamlarının bir kısmı Himalaya’da çekilmiştir. Bu<br />

reklamların birinde: ünlü bir oyuncu, henüz yarı uykulu bir halde, çadırdan çıkıyor <strong>ve</strong> kendine bir çay<br />

yapıyor. Yanına arkadaşı geliyor <strong>ve</strong> ikisi birden anlamlı anlamlı gülümseyerek, dumanı tüten çaylarını<br />

zevkle içiyorlar. Anlaşılan şudur ki: Asya’da, Hindistan’da, Seylan’da <strong>ve</strong>ya Latin Amerika’da yani<br />

dünyanın dört bir yanında, bu çayı bulmak mümkündür. Türkiye’de de her markette karşımıza çıkan bu<br />

çay tatsız bir çaydır. Herkesin içebileceği, çay seçmeyenler için üretilen bir çaydır. Dikkat edecek olursak<br />

bu çayın reklamı dünyanın en iyi çaylarından birkaçının, özellikle ünlü Himalaya çayının yetiştiği bir<br />

ülkede çekilmiştir. Lipton burada bir oyun oynayıp çayıyla tanınmış bir bölgenin ününü kendine mal<br />

etmeye kalkışmıştır. Bu reklam dünyaca ünlü bir çay markası olan Lipton Yellow çayının dünyanın bir<br />

ucunda, Asya’nın büyük çay bölgelerinin bağrında bile Lipton çayının kendini benimsettiğini göstermek<br />

amacındadır (Toscani 1996,151).<br />

Bu olay markaların başvurduğu kültür sömürgeciliğine güzel bir örnektir. Halk, tükettiğinin, dünyanın<br />

çehresini ne derece değiştirdiğini hayal bile edemez. Örneğin; tarımsal beslenme endüstrisi tarafından<br />

üretilen doğal aromaların sentetikleştirilmesi, üçüncü dünya ülkelerinin tamamını değilse bile, çok geniş<br />

bölgeleri baştan başa yıkıma sürüklemiştir. Böylelikle Madagaskar’da vanilya yetiştiren binlerce köylü,<br />

sentetik bir vanilyanın, çok daha lezzetsiz olsa da bulunması sonucu büyük bir sefalete düşmüştür<br />

(Toskani 1996 :151).<br />

C- Coca-Cola Örneği<br />

Yüzyıl başlarında, her ülkede maden suyu sodaları, mey<strong>ve</strong> suyu kokteylleri gibi onlarca tür serinletici<br />

içecek bulunmaktaydı. Sonra Coca-Cola her şeyi ele geçirdi. Dağıtım <strong>ve</strong> reklam sistemi tüm rakip<br />

markaları gölgede bıraktı. Tüm dünya Coca-Cola aşığı oldu (Toskani 1996: 153). Bu öyle bir aşk ki<br />

bugün Amerikanın bir yıllık Coca-Cola <strong>ve</strong> Pepsi-Cola tüketim harcaması, nüfusu yüz milyonu aşan<br />

Bangladeş’in GSMH’sının iki katına ulaşmıştır (Şenses 2001: 20).<br />

Amerikan kapitalizminin simgesi olan Coca-Cola afişleri Pekin sokaklarını donattığında bu görüntü<br />

anında tüm dünyaya ulaştı. Bu Çin’in değişmesinin işaretiydi. Başka bir deyişle marka emperyalizmine<br />

teslim olmasının resmiydi. Latin Amerika’da “guarana”lı içecekler, diriltici <strong>ve</strong> nefis olmalarına karşın bir<br />

Coca Cola’dan çok daha zor bulunmaktadırlar. Moskova’da ilk Mc Donalds’ın açılması, tıpkı Çin’de<br />

olduğu gibi bir siyasal değişimin meşalesi olmuştur. Coca-Cola Amerikan rüyasının gü<strong>ve</strong>nce altına aldığı<br />

iyi yaşamın vazgeçilmezlerinden birini temsil etmekle beraber, Amerika’nın görkemli gücünü eleştiren<br />

sol eğilimli kişiler tarafından da Coca-Colonization (Coca-Sömürgeleştirme) olarak anılmaktadır<br />

(Rutherford 2000: 64-65). Markalar ile dünyanın sömürgeleştirilmesinin en iyi örneğini Amerika, en<br />

güçlü marka silahı Coca-Cola ile sadece <strong>ve</strong> sadece neşeli görüntülerin yer aldığı tanıtımlar <strong>ve</strong> demokratik<br />

ürpertiler sayesinden gerçekleştirmektedir (Toscani 1996: 153-154).


Bunun gibi, Anglosakson tipi sabah kahvaltısı da Kellogg’s marka tahıl yiyecekleriyle beş kıtada kendini<br />

benimsetmiştir. Sosyal sorumluluk kampanyalarıyla markasını kuv<strong>ve</strong>tlendiren Kellogg (Pringle <strong>ve</strong><br />

Thomson, 2000:165) artık dünyanın neredeyse tüm otellerinde aynı tür kahvaltı yapılmasına sebeb<br />

olmuştur. Oysa ki mısır yemenin onlarca yolu vardır. İtalya’da polente, Meksika’da galeta vs. gibi. Fakat<br />

o yaşlı tutucu Kellogg’un beslenmeye ilişkin saplantıları dünyayı ele geçirmiş, ağız tadı alışkanlıklarını<br />

tek düzeleştirmiştir (Toskani 1996:152). Sömürü düzeni içinde sabahları mısır gevrekleriyle kahvaltı<br />

yapmakta, öğle yemeğinde hamburger yemekte, alış-<strong>ve</strong>rişe Ford marka arabayla gitmekte, susadığımızda<br />

da Coca-Cola içmekteyiz. Yani bazıların dediği gibi; modern bir hayat için benliğimizi kaybetme<br />

pahasına yaşasın emperyalizm...<br />

SONUÇ<br />

Küreselleşme, emperyalizm <strong>ve</strong> markalarla ilgili yaptığımız bu çalışmanın sonucunda, yukarıda da<br />

belirttiğimiz gibi kitle iletişim araçları (televizyon, radyo, gazete, İnternet vs...) sayesinde küçük bir köy<br />

haline “global köy” gelen dünyamızın sömürü düzeni ile birileri tarafından nasıl ele geçirilmeye<br />

çalışıldığını örnekleriyle görmüş olduk. Öyle ki şuan dünyanın tek süper gücü olan Amerika Birleşik<br />

Devletleri güçle giremediği ülkelere dünya çapında ün yapmış markalarıyla girerek emperyalist<br />

düşüncesinin tohumlarını rahatlıkla atabilmektedir. Amerikanın, Çin’deki Coca-Cola afişleri <strong>ve</strong> Rusya da<br />

açılan ilk Mc Donald’s Restaurant’ı ile bu amacını nasıl gerçekleştirdiği açıkça görülmektedir. Bu<br />

markalar girdikleri ülkelerde kendi etkilerini sağlarken aynı zamanda o ülkenin kendine özgü yerel,<br />

kültürel ürün <strong>ve</strong> bilgilerini yok etmekte <strong>ve</strong> tarihsel, kültürel yaşam değerlerinin gelişimine kat<br />

vurmaktadırlar. Amerikan firmalarının ülke dışında halkla ilişkiler için harcadıkları para milyonlarca<br />

doları bulmaktadır. Firmalar reklam ile sadece ürünlerinin satışını arttırmaktadır. Ancak; halkla ilişkilerde<br />

amaç firmanın bizzat kendisini satmaktır. Amaç; içinde bulunduğu toplum için faydalı, karlı, <strong>ve</strong>rimli<br />

olduğuna o ülke insanlarını inandırmak <strong>ve</strong> bu yolla Amerikanın gizli emperyalist düşüncelerini zemin<br />

hazırlamaktır (Schiller, 1993: 215). Tüketim <strong>ve</strong> medya dünyasında, emperyalist güç odaklarının<br />

saldırılarına maruz kalan gelişmemiş toplumların tarihsel <strong>ve</strong> kültürel değerleri, gelişmelere adapte olma<br />

zorlukları çekmektedirler. Bunun nedeni de batılı ülkelerin teknolojik bakımdan en son teknik donanıma<br />

<strong>ve</strong> bilgiye sahip olmalarıdır. Bu nedenle de emperyalist ülkeler kendi değerlerini yaymada gelişmemiş<br />

ülkelerden daha avantajlıdırlar. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz, globalleşen günümüz dünyasında,<br />

güçlülerin güçsüzlere daima hakim olmak <strong>ve</strong> yönetmek düşüncesinden ortaya çıkan <strong>ve</strong> en büyük ben<br />

olmalıyım egosuyla yola çıkan her ülke, kendinden daha güçsüz olan ülkeler üzerinde hegomanya<br />

kurmaya <strong>ve</strong> emperyalist düşüncelerini gerçekleştirmeye çalışmaktadır.<br />

KAYNAKLAR<br />

Bıçakcı İ (2001) İletişim Dünyamız, Media cat Kitapları, Ankara.<br />

Büyük Larousse (1993) Milliyet Yayınları, İstanbul.<br />

Chomsky N (1999) Medya Gerçeği, Şen Süer Kaya (çev), Tümzamanlar Yayıncılık, İstanbul.<br />

Dündar C (2001) Nereye?, İmge Kitapevi, Ankara.<br />

Fukuyama F (1999) Tarihin Sonu <strong>ve</strong> Son İnsan, Zülfi Dicleli (çev), Gün Yayıncılık, İstanbul.<br />

Geray H (1996), Küreselleşme, Telekominakasyon Derg, 1,<br />

Giddens A (1998) Modernliğin Sonuçları, Ersin Kuşdil (çev), Ayrıntı Yayınları, İstanbul.<br />

Hülür H (2000) Küreselleşme <strong>ve</strong> Toplumbilimsel Kuramlaştırma Sorunu, Selçuk İletişim Derg, 1(2).<br />

Hamelink C (1991) Merkez <strong>ve</strong> Çevre Ülkeler Arasındaki Enformasyon Dengesizliği, Yusuf Kaplan (der),<br />

Enformasyon Devrimi Efsanesi, Rey Yayıncılık, Kayseri.<br />

Ilgaz C (2000) Küreselleşme <strong>ve</strong> 1980 Sonrası Türk Toplumuna <strong>ve</strong> Basınına Yansıması, İ.Ü. İletişim<br />

Fakültesi Yayınları, Doğan Ofset, İstanbul.<br />

Işık M (2001), Globalleşme-Yerelleşme <strong>ve</strong> Medya, Selçuk İletişim Derg, 1(4).<br />

Kaplan Y (1991) Enformasyon Devrimi Efsanesi, Rey Yayıncılık, Kayseri.<br />

King AD (1998) Kültür, Küreselleşme <strong>ve</strong> Dünya-Sistemi (Derleme), Bilim <strong>ve</strong> Sanat<br />

Yayınları, Ankara.<br />

Lull J (2001) Medya, İletişim, Kültür Nazife Güngör (çev), Vadi Yayınları, Ankara.<br />

Mohammadi A (1991) Kültür Emperyalizmi <strong>ve</strong> Kimlik Sorunu, Yusuf Kaplan (der), Enformasyon<br />

Devrimi Efsanesi, Rey Yayıncılık, Kayseri.<br />

Özdemir S (1998) Medya Emperyalizmi <strong>ve</strong> Küreselleşme, Timaş Yayınları, İstanbul.<br />

Pringle H <strong>ve</strong> Thomson M (2000) Marka Ruhu, Canan Feyyat <strong>ve</strong> Zeynep Yelçe (çev), Scala Yayıncılık,<br />

İstanbul.


Robertson R (1999), Küreselleşme, Bilim <strong>ve</strong> Sanat Yayınları, Ankara<br />

Rutherford P (2000) Yeni İkonalar, Yapı Kredi Yayınları, Mustafa K. Gerçeker (çev), İstanbul.<br />

Said WE (1995) Kültür <strong>ve</strong> Emperyalizm, Necmiye Alpay (çev), Hil Yayınları, İstanbul<br />

Said WE (1995) Şarkiyatçılık, Berna Ülner (çev), Hil Yayınları, İstanbul.<br />

Şenses F (2001) Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk, İletişim Yayınları, İstanbul.<br />

Shiller H (1993) Zihin Yönlendirenler, Cevdet Cerit (çev), Pınar Yayınları, İstanbul.<br />

Soyak A (2002) Küreselleşme, Om Yayınevi, İstanbul.<br />

Türk Dil Kurumu (1992), Türkçe Sözlük-1, Milliyet Yayınları, İstanbul.<br />

Toscani O (1996), Reklam Bize Sırıtan Bir Leştir, Nihal Önol (çev), Milliyet Yayınları, İstanbul.


HALKLA İLİŞKİLER FAALİYETLERİ VE BASIN *<br />

M. Nejat Özüpek **<br />

ÖZET<br />

Halkla ilişkilerin insanların toplum halinde yaşamaya başlamaları ile ortaya çıktığı genel olarak kabul<br />

gören bir görüştür. Halkla ilişkiler faaliyetleri, yüzyıllardan beri çeşitli şekillerde çeşitli araçlar<br />

kullanılarak sürmektedir. Basının ortaya çıkışıyla bu çalışmalarda basın da kullanılmaya başlanmıştır.<br />

Daha sonra teknolojik gelişmelere paralel olarak basın geliştikçe kullanılan yöntem <strong>ve</strong> teknikler de buna<br />

paralel olarak değişmiş <strong>ve</strong> gelişmiş, basının toplumdaki gücü <strong>ve</strong> etkinliği de artmış <strong>ve</strong> halkla ilişkilerde<br />

basının yeri <strong>ve</strong> önemi de artmıştır.<br />

Anahtar sözcükler: Halkla ilişkiler, Basın<br />

PUBLIC RELATIONS ACTIVITIES AND PRESS<br />

ABSTRACT<br />

When the people began to li<strong>ve</strong> together as a community the public relations consisted. Public relations<br />

can done in <strong>ve</strong>ry different means and in different various since centuries. The Press is also using public<br />

relations activities during his lifes. The technicial de<strong>ve</strong>lopement influences the power and the impression<br />

of the press in communities infact this the place and the importance of public relations in the press grows<br />

up.<br />

Keywords: Public relations, press<br />

GİRİŞ<br />

Halkla ilişkiler, insanların toplum halinde yaşamaya başlamaları ile ortaya çıkmıştır. Çeşitli şekillerde ,<br />

çeşitli araçlar kullanılarak yapılan halkla ilişkiler faaliyetleri, yüzyıllardan beri sürmektedir. Eski<br />

Roma’da “Wox Populi Wox Dei” (Halkın Sesi Hakk’ın Sesidir) sözü de , halkla ilişkilere <strong>ve</strong>rilen önemi<br />

açıkça ortaya koymaktadır. Günümüzde ise , halkla ilişkilerin öneminin daha da arttığını , kullanılan araç<br />

<strong>ve</strong> yöntemlerin sayısının da fazlalaştığını görmekteyiz. İşadamından sporcuya, politikacıdan sanatçıya <strong>ve</strong><br />

özel sektörden kamu sektörüne kadar her insan <strong>ve</strong> kuruluş, çeşitli şekillerde, çeşitli yöntem <strong>ve</strong> araçlar<br />

kullanarak da olsa, halkla ilişkiler faaliyetinde bulunmaktadır. Basının ortaya çıkışıyla halkla ilişkiler<br />

çalışmalarında basın da kullanılmaya başlamıştır. Daha sonra teknolojik gelişmelere paralel olarak basın<br />

geliştikçe, gücü <strong>ve</strong> toplumdaki etkinliği artmış <strong>ve</strong> buna paralel olarak da halkla ilişkilerde basının yeri <strong>ve</strong><br />

önemi artmıştır. Halkla ilişkilerin esas gelişmesine, Ivy Lee isimli bir gazeteci öncülük etmiştir.<br />

Günümüzde; gazetelere ek olarak radyo <strong>ve</strong> televizyon da günlük hayatımıza girerek önemli bir yer<br />

edinmiştir. Basından “dördüncü güç” olarak söz edilmektedir.<br />

GENEL OLARAK HALKLA İLİŞKİLER<br />

Halkla İlişkiler Kavramı<br />

Halkla ilişkilerle ilgili olarak literatürde pek çok tanım bulunmaktadır. Bunlardan birkaç tanesi şöyledir:<br />

Halkla ilişkiler; bir kuruluş ile ilgili olduğu kitleler arasında karşılıklı anlayış, kabul <strong>ve</strong> uyumu<br />

gerçekleştirmek amacıyla kuruluşun amaç <strong>ve</strong> politikalarını ilgili olduğu kitleye açıklamak, kitlenin amaç<br />

<strong>ve</strong> gereksinimlerini, kuruluş <strong>ve</strong> yönetimine yorumlamak, kuruluş <strong>ve</strong> kitlenin amaç, tutum, gereksinme <strong>ve</strong><br />

davranışlarını kamu yararı etrafında bütünleştirmeye yönelik iki yönlü iletişime dayalı bir yönetim<br />

anlayışı <strong>ve</strong> uygulamasıdır (Geylan 1994:10).<br />

Halkla ilişkiler; karşılıklı olarak iki yönlü iletişime dayalı, toplumsal sorumluluğu içeren bir işleyişle<br />

kamuoyu oluşturma <strong>ve</strong> sonuçta kurum ile kamuoyu arasında consensus sağlanması <strong>ve</strong> kurum amaçları ile<br />

personelin bütünleşmesini sağlamak amacıyla araştırma, planlama <strong>ve</strong> uygulama safhalarını kapsayan<br />

bilinçli <strong>ve</strong> resmi bir süreçtir (Gökçe 1993:4).<br />

Tanımlardan ortaya çıkan ortak sonuçları şu şekilde sıralayabiliriz:<br />

* Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü tarafından kabul edilen yüksek lisans tez özeti<br />

** Arş. Gör., Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi


1)Halkla ilişki kurma<br />

2)Halk tarafından tanınma<br />

3)Yapılan işin halk tarafından bilinmesi<br />

4)Yapılan işin halk için yapıldığının gösterilmesi<br />

5)Bir fikir <strong>ve</strong>ya hareket için halkın desteğinin sağlanması<br />

6)Örgütten halka <strong>ve</strong> halktan örgüte iki taraflı bir iletişimin kurulması<br />

7)Halk arasında iyi niyet yaratma politikası<br />

8)Halkla örgüt arasında iyi niyet yaratma politikası<br />

9)Halkla örgüt arasında karşılıklı bir anlaşma zemininin oluşturulması<br />

10)Dürüst <strong>ve</strong> organize bir tarzda kendinizin ne olduğunu karşınızdakine anlatma isteği<br />

11)Karşınızdakini tanıma <strong>ve</strong> kendinizi ona tanıtma.<br />

Bu doğrultuda; halkla ilişkilerin amacı;bir kuruluş ile kamuoyu arasında karşılıklı anlayış, kutum <strong>ve</strong><br />

kuruluş amaçlarıyla kamuoyunun genel amaçlarının ahenkleştirilmesi <strong>ve</strong> de kuruluş <strong>ve</strong> üyelerinin kuruluş<br />

amaçları etrafında bütünleştirilmesidir. Bu anlamda halkla ilişkiler, şu dört örgütsel amacı<br />

gerçekleşmesine önemli katkıda bulunmaktadır:<br />

1)Halkta kuruluş için destek <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>n sağlamaya yönelik olumlu çalışmalar.<br />

2)Kuruluşun hizmet politikalarının halk beklentileri doğrultusunda geliştirilmesi <strong>ve</strong> bu politikalara ilişkin<br />

uygulamaların daha <strong>ve</strong>rimli <strong>ve</strong> etkili duruma getirilmesi<br />

3)Kuruluş <strong>ve</strong> kamuoyunun bütünleştirilmesi<br />

4)Kuruluş amaçlarının kuruluş üyelerine benimsetilmesi.<br />

Bütün bu tanım, amaç <strong>ve</strong> işlev belirlemelerine istinaden halkla ilişkileri; Gökçe’nin de ifade ettiği gibi,<br />

amaca yönelik, medya sayesinde gerçekleştirilen iletişim olarak tanımlayabiliriz (Gökçe 1993:4).<br />

HALKLA İLİŞKİLER ÇALIŞMALARINDA SAFHALAR<br />

Halkla ilişkiler kampanyalarında izlenecek yol dört adımdan ibarettir: Bilgi toplamaaraştırma,planlama,uygulama,<strong>ve</strong><br />

sonuçların değerlendirilmesi (Asna 1993:77-86).<br />

Bilgi Toplama-Araştırma Safhası<br />

Hedef kitlenin özellikleri;görüşleri <strong>ve</strong> davranışları ile bağlantılıdır (Asna 1993:81). Bu safhada kurumun<br />

çeşitli ilişkiler sahası gözönünde bulundurulmalıdır. Önemli olan husus; hedef kitleyi kesin hatlarıyla<br />

belirlemek, bunları araştırmak <strong>ve</strong> yaratılmak istenen imaj için gerekli halk liderlerini bulmak olduğu<br />

için,kurumun her türlü ilişkileri araştırmaya dahil edilmelidir.<br />

Planlama<br />

Halkla ilişkiler planlamasında izlenmesi gereken süreç altı maddeden oluşur:<br />

1) Durum değerlendirmesi<br />

2) Amaç tanımlama<br />

3) Hedef kitlenin tanımlanması<br />

4) İletişim araçları <strong>ve</strong> tekniklerinin seçimi<br />

5) Bütçeleme<br />

6) Sonuçları değerlendirme<br />

Uygulama<br />

Hazırlanan programın uygulanması, kampanyanın üçüncü adımıdır. Toplanan bilgilere göre hazırlanan<br />

tanıtma mesajları , kararlaştırılan araçlarla, belirli bölgelerde, belirlenmiş hedeflere ulaştırılır. Çoğunlukla<br />

bir halkla ilişkiler kampanyası, çeşitli haberleşme araçlarının birarada kullanılmasıyla ortaya çıkan yoğun<br />

bir çalışma demektir. Yapılacak çalışmaların tümünde önceden hazırlanmış sloganlar topluma<br />

maledilerek , mesajların belirli kalıplarla akıllarda kalması , unutulmayacak <strong>ve</strong> kolayca anlaşılacak<br />

biçimde alınması sağlanacaktır (Sabuncuoğlu 1992:66).<br />

Sonuçların Değerlendirilmesi


Sonuçların değerlendirilmesi, esas olarak yaptığımız çalışmada hedef kitleye ulaştırdığımız mesajlara<br />

gösterilen tepkinin (feed-back) ölçülmesi ile sağlanır. Yapılan sonuç yorumları, başarı derecesini ortaya<br />

koyar. Bu adımdan, bir sonraki çalışmanın ilk adımına, bilgi toplama safhasına geçilir. Böylece halkla<br />

ilişkiler çalışması , sürekli bir oluşum olarak yürümektedir (Asna 1993:86).<br />

BASIN<br />

Basın, toplum içinde düzenli olarak yayınlanan haber ya da bilgi ögelerinin, düşünce <strong>ve</strong> kanılarının biçim<br />

ya da koşullarının tümüdür (Danışman 1982:1).<br />

Basın hem kamuoyu oluşturucu, hem de oluşan kamuoyunun ifadesi olarak birbirini tamamlayan <strong>ve</strong><br />

izleyen bir dizi işlev üstlenmiştir. Radyonun <strong>ve</strong> özellikle günümüzde televizyonun, kamuoyu oluşturmada<br />

kitleleri büyük ölçüde etkileme gücüne karşılık; yazılı basının da bugün için kamuoyu oluşturmadaki<br />

etkinliği sürmektedir. Güreli´nin de belirttiği gibi ‘ Radyo <strong>ve</strong> televizyon siyasal iktidarların etkisine açık<br />

olduğu oranda, yine de kamuoyu oluşturmada etkinliğini korumakla beraber, siyasal iktidarların etkisinde<br />

kaldığı oranda kamuoyu oluşturmada yazılı basına da önemli ölçüde etki alanı bırakmaktadır.’’(Güreli<br />

1983:86).<br />

Çağdaş demokratik rejimlerde, vatandaşların devlet yaşantısında oluşan olayları öğrenmek, bilmek hakkı<br />

söz konusudur. Kişilerin günlük yaşamla ilgili her konuda bilgi edinmeleri, öğrendikleri konularda<br />

yorum,inceleme <strong>ve</strong> eleştiride bulunmaları en doğal haklarıdır. Bu da ancak olayların kendilerine<br />

duyurulması ile mümkün olmaktadır. Bu duyuru işlemini de etkin bir şekilde basın<br />

gerçekleştirebilmektedir (Sancar 1993: 40).<br />

Basının önemli işlevlerinden biri, yönetenler ile yönetilenler arasındaki iletişim köprüsü görevidir. Bu<br />

nedenle basın, bir kamu hizmeti olarak nitelendirilir. Yönetenlerin uygulamalarını, düşüncelerini basın<br />

aracılığıyla öğreniriz. Yönetilenlerin yakınmaları yine basın aracılığıyla yönetenlere ulaşır (Kadıbeşegil<br />

1986:3).<br />

Özellikle Türkiye açısından, kamu kurumlarının, basınla ilişkilerinde değinmek zorunda oldukları bir<br />

özellik, basının halkın yönetime ilişkin dilek , yakınma <strong>ve</strong> düşüncelerinin yansıtılmasında <strong>ve</strong> bir kısım<br />

bireysel işlemlerin sonuçlandırılmasında, çok önemli bir yere sahip olduğudur. Türkiye’ de yazılı basın,<br />

kamu yönetiminin çeşitli unsurlarında olduğu gibi, aksaklık <strong>ve</strong> yakınmaların kamuoyuna duyurulmasında,<br />

bir türlü sonuçlanmayan bazı bireysel işlemlerin yönetim tarafından ele alınmasında, çabuklaştırılmasında<br />

önemli bir etkiye sahiptir (Acar 1993: 133).<br />

Basının Haber Verme İşlevi<br />

Haber <strong>ve</strong>rme işlevi, basının en önemli <strong>ve</strong> temel işlevidir. Kamusal ilişkiler üzerinde hüküm <strong>ve</strong>rme<br />

yönünden değerlendirilen hep haberler olur. Çağımızda basın, toplumsal kurumlar olarak toplumun<br />

iletişim yapısı içinde, kendilerine özgü merkezi bir konuma sahiptirler. Temel işlevleri olan haber <strong>ve</strong>rme<br />

ile, topluma çeşitli girdileri, olgular <strong>ve</strong> değer yargıları arasında çeşitli bağlantılar kurarak, devamlı olarak<br />

sunarlar. Bu sunuş sırasında gördükleri toplumsal işlevler yanında bazı psiko-sosyal işlevler de<br />

yüklenmişlerdir. Haber <strong>ve</strong>rme işleviyle, aynı zamanda bazı fikirlerin savunuculuğunu yaparak, toplumda<br />

belirli yönde fikir değişikliği getirerek yeni tutumların yerleştirilmesini isterler. Bu işlevi görürlerken,<br />

zaman zaman siyasal karar alma yönünden ikna etmeye yönelerek, bazı fikirlerin değiştirilmesinde,<br />

şekillendirilmesinde rol oynarlar. Günümüzde basının temel işlevi, haber <strong>ve</strong>rme olmakla birlikte, bu işlev<br />

içinde kitle iletişim araçlarının diğer işlevleri de yerine getirilmektedir (Tokgöz 1994:38-39).<br />

HALKLA İLİŞKİLERİN İKİ YÖNÜ:TANIMA VE TANITMA<br />

Halkla ilişkiler; iki yönlü bir iletişimi ifade eder. Sistemli <strong>ve</strong> bilinçli olarak yürütülen halkla ilişkiler<br />

çalışmalarında en başta yapılan, kuruluştan halka, halktan da kuruluşa bilgi akımını sağlamaktır. Bu da<br />

bizi halkla ilişkilerin iki yönüne götürür: Tanıtma <strong>ve</strong> tanıma<br />

Tanıtma


Tanıtma; kuruluşun halka tanıtılması, halkta kuruluş için olumlu bir görüntü yaratılması çabaları olarak<br />

tanımlanabilir. Kazancı’ya göre tanıtma ‘ halkın aydınlatılması, kararların açıklanması, bunun yanında<br />

günümüzde karmaşık bir yapıya ulaşmış yönetim aygıtının yol açtığı tanıma-bilme eksikliğini gidermek<br />

için halka bilgi aktarma çalışmasıdır’ (Kazancı 1995 : 69).<br />

Tanıtmada amaç, örgütü halka benimsetmek <strong>ve</strong> örgüt amaçlarının gerçekleşmesine katkıda bulunmaktır.<br />

Tanıtma genellikle tek yönlü bir faaliyet olmakla beraber iki yönlü halkla ilişkiler sisteminin diğer<br />

unsurlarıyla tamamlanmak zorundadır.<br />

Tanıtma faaliyetinde en etkin rolü haberleşme araçları oynamaktadır. Bu araçlar arasında en yaygın<br />

kullanılanlar radyo, televizyon, gazete <strong>ve</strong> dergiler yani basındır.<br />

Yönetim, halka duyurmak istediği birçok bilgiyi <strong>ve</strong> halktan beklentilerini, basın aracılığıyla duyurma<br />

yoluna gidebilir. Kamu kuruluşları, halka bilgi <strong>ve</strong>rme ödev <strong>ve</strong> yükümlülüklerini büyük ölçüde televizyon<br />

<strong>ve</strong> basın aracılığıyla yerine getirirler (Tortop 1990 : 303).<br />

Tanıma<br />

Tanıtım işlevi çevreye dönükken, tanıma işlevi yönetimin karar almada bilgi eksikliğini gidermek,<br />

çevreyi tanımak, değişen çevre <strong>ve</strong> hizmet koşulları ile bunlara bağlı olarak halkın istek <strong>ve</strong> şikayetlerini<br />

öğrenmekle ilgilidir.<br />

Yönetimin belirli işlemlerine <strong>ve</strong> halka yolladığı mesajlara karşı yönetilende belirli tepkiler oluşur. Bu<br />

tepkiler, yönetime haberleşmenin doğal gelişimi içinde dönebilir ya da yönetim, halk tepkilerini saptamak<br />

için özel bir çaba harcayabilir. İşte bu çaba da, halkla ilişkilerin tanıma yönünü oluşturur.<br />

Halkı tanıma yöntemlerini kısaca; yüzyüze ilişkiler, kamuoyu araştırmaları, vatandaşları yazılı<br />

başvuruları <strong>ve</strong> basını izleme olarak sıralayabiliriz.<br />

TANIMA VE TANITMADA BASININ ROLÜ<br />

Tanıtma <strong>ve</strong> Basın<br />

Başarılı bir halkla ilişkiler uygulaması için kitle iletişim araçlarından yararlanılmasının zorunlu olduğu<br />

bilinmektedir. Diğer yöntemlere göre daha az bir emekle çok daha geniş bir yığına anında açıklayıcı,<br />

yönlendirici mesajlar yollamak bu araçlarla gerçekleşebilmiştir. Kitle iletişim araçlarından yararlanma,<br />

yönetim için hem bir zorunluluk, hem de ussal bir girişim olmaktadır (Kazancı 1982 : 44).<br />

Kitle iletişim araçlarının gözcülük, yığınların ulusal ya da yerel kararlara katılmasını sağlama <strong>ve</strong> inanç<br />

aşılama görevi ile örgütün halkla ilişkilerinde iki temel evre olan tanıma <strong>ve</strong> tanıtma işlevleri arasında sıkı<br />

bir bağlantı vardır. Basının bilgi <strong>ve</strong>rme, buna karşılık yönetilenlerin düşündüklerini açıklama dolayısıyla<br />

halkın isteklerini yönetime duyurma işlevi, yönetimin halkla ilişkiler uygulaması için el<strong>ve</strong>rişli bir<br />

ortamdır. Basının kamuoyu oluşturan güçlerden biri olarak ortaya çıkması <strong>ve</strong> bu olguda etkinliğinin<br />

büyük olması, yönetim ile basın arasında kurumsal ilişkilerin kurulması <strong>ve</strong> geliştirilmesini gerektirmiştir<br />

(Kazancı 1982: 45).<br />

B. Tanıma <strong>ve</strong> Basın<br />

Yönetimin başka yol <strong>ve</strong> yöntemlerle uzun sürede <strong>ve</strong> güçlükle elde edebileceği bilgileri kolaylıkla sağlama<br />

açısından, toplum kesimlerinin isteklerini, tepkilerini tanımada, yönetime yardımcı iletişim araçlarının<br />

başında yer almaktadır. Basında yer alan ; bireylerin tek tek okuyucu mektupları, röportajlar, haberler,<br />

inceleme yazıları, araştırma sonuçları, hep toplum ile yönetim arasında köprü kuran, ona halk tepkilerini<br />

sürekli olarak aktaran kaynaklardır (Yalçındağ 1980: 154). Bu tip yöntemlerle vatandaşların, çeşitli kamu<br />

<strong>ve</strong> özel sektör kuruluşlarıyla ilgili şikayetleri, yakınmaları dile getirilmekte <strong>ve</strong> genellikle bu başvurular<br />

sonucu elde edilen sonuçlar, şahsen <strong>ve</strong>ya resmi yollarla yapılan başvurulara oranla daha çabuk<br />

sonuçlanmakta, daha hızlı sonuçlar alınmaktadır.


Yönetim için basının bilgi aktarma işlevi, özellikle toplumsal katmanları temsil eden, belirli kümelerin<br />

sözcülüğünü yapan basın organlarının çoğalması ile önem kazanmaktadır. Basının toplumsal bir güç<br />

olarak temsil ettiği toplum kesimlerinin sesine yönetimin kulak tıkaması, demokratikleşmiş toplumlarda<br />

olanak dışıdır. Ama burada yönetimin, yine çeşitli grup çıkarları ile genel kamu yararı arasındaki dengeyi<br />

hep gözönünde tutması gerekecektir (Yalçındağ 1980: 154). Yönetim basını izleyerek ülkede mevcut<br />

değişik baskı gruplarının yönetime dönük eleştirilerini öğrenme fırsatını elde etmektedir. Bu durumda<br />

basının bir nevi aracı görevini yerine getirdiğini söylemek mümkündür. Bu görevden doğal olarak basın<br />

da fayda sağlamaktadır. Okuyucu tutma <strong>ve</strong> çekme bu faydaya örnek teşkil eder (Kazancı 1982:134-135).<br />

BASINLA İLİŞKİLERDE İLKELER<br />

Basınla girilecek ilişkilerde bazı ilkeleri göz önünde tutmak gerekir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:<br />

1- Bir gazete muhabirine gerçek bilgiler en hızlı biçimde <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />

2- Muhabirden gerçek bilgileri saklamamak gerekir.<br />

3- Yayınlanmaya değer bulunmadıkça, bir haber basın yayın organlarında yer almayacaktır. Bu gerçek<br />

unutulmamalıdır.<br />

4- Basın bildirileri ile reklam birbirine karıştırılmamalıdır.<br />

5- Küçük matbaa hataları <strong>ve</strong> yanlışlar için şikayetçi olunmamalıdır.<br />

6- Bazı haberlerin yayınlanmaması nedeniyle, basın mensuplarıyla ilişkiler kesilmemelidir.<br />

7- Gazeteci, daima baskı <strong>ve</strong>ya yayın zamanına yetişmek zorunda kaldığı için zamanı azdır. Eğer bir bilgi<br />

için müracaat etmişse; o konu hakkında ne biliniyorsa kısaca söylenmelidir.<br />

8- Gazeteciyi yemeğe götürmekle <strong>ve</strong>ya kokteyle çağırmakla satın alınabileceği sanılmamalıdır.<br />

9- Basın mensupları arasında ayrım gözetilmemeli, biri diğerine üstün tutulmamalı <strong>ve</strong> birine <strong>ve</strong>rilen bilgi<br />

diğerine de <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />

10- Bu kuralların bileşkesi <strong>ve</strong> belki de en önemlisi basına saygılı olmaktır (Maviş 1987, Koryürek 1971,<br />

Kılıç 1971, Kayaca 1980).<br />

Bütün bu ilkelerin yanısıra bir noktayı da her zaman gözönünde bulundurmak gerekir: Basınla ilişkiler;<br />

ilgili basın kuruluşuyla değil, gazetecilerle ilişkiyi kapsar.<br />

BASINLA İLİŞKİLERDE KULLANILAN ARAÇLAR<br />

İster kamu ister özel sektör olsun, halkla ilişkiler kampanyalarında en çok faydalanılan araç basındır. Her<br />

kuruluş, ekonomik başarıları, yaptıkları çalışmaları, konuları içinde olsun <strong>ve</strong>ya olmasın, düzenledikleri<br />

sosyal etkinlikleri halka tanıtarak halkın gü<strong>ve</strong>nini kazanmak isterler. Burada amaç yalnızca tanıtma değil;<br />

aynı zamanda beğendirme <strong>ve</strong> toplumun gözünde, kurumun amaçlarına uygun bir imaj yaratmaktır. Bu<br />

amaçları gerçekleştirmek için yapılanları en kısa sürede, en geniş kitlelere, en masrafsız yoldan<br />

iletilmesini sağlayan araç ise basındır. Bu nedenle kuruluşların halkla ilişkiler görevlileri mümkün olduğu<br />

kadar kuruluşu tanıtmak, bunu yaparken de basının ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. Tabi bu arada<br />

halkla ilişkiler görevlileri bazı unsurları dengede tutmak zorundadır. Görevli hem basının haber alma<br />

ihtiyacını hem de çalıştığı kurumun halkla ilişkiler ihtiyacını gidermek zorundadır. Bu işi yerine<br />

getirirken, başından beri belirttiğimiz gibi basınla iyi ilişkiler kurmaları, onlara kuruluşun kapılarını açık<br />

tutmaları, gereken bilgileri <strong>ve</strong>rmeleri, ancak gerektiğinde de kapılarını <strong>ve</strong> dosyalarını kapalı tutmaları<br />

gerekmektedir. Görüldüğü gibi çok hassas bir denge kurulması gereklidir. Kuruluşun kapılarının basına<br />

çok kapalı olması; basının istediği bilgileri başka yollardan elde etmeye çalışmasına yol açar. Bu da;<br />

basının belki de gerçeğe aykırı, hatta dedikoduya varan yanlış bilgiler edinmesine, bu şekilde de kuruluş<br />

imajının zedelenmesine neden olur. Kuruluş kapılarının ardına kadar açık tutulması durumundaysa;<br />

duyulması kuruluş için zararlı olabilecek bilgilerin basın tarafından öğrenilmesi durumu ortaya çıkar. Bu<br />

sebeplerden ötürü; halkla ilişkiler görevlisinin dengeleri iyi kurması <strong>ve</strong> muhafaza etmesi şarttır.<br />

Her basın kuruluşunun yöneticisi, okuyucusunun istekleri doğrultusunda hareket eder. Halkla ilişkiler<br />

görevlisi basınla olan ilişkilerinde bunu gözardı etmemelidir. Bir haber tüm basın organlarına uygun<br />

olacaktır diye bir kural yoktur. Bu nedenle halkla ilişkiler görevlileri, basın organları arasında da hedef<br />

kitlelerini doğru seçmelidir. Basının okuyucu <strong>ve</strong> izleyici profillerinin, yayın dönemleri, baskı günleri,<br />

program saatleri, tirajları <strong>ve</strong> dağıtım biçimlerinin iyice araştırılması <strong>ve</strong> öğrenilmesi gerekir. Bu sebeple,<br />

bir halkla ilişkiler personeli tüm basın organlarının okuyucu <strong>ve</strong> izleyici kitlesini titizlikle incelemelidir<br />

(Mardin 1994 : 50).


Daha önce de belirttiğimiz gibi, basınla kurulan ilişkilerde yapılması gereken şey, basın için haber<br />

üretmektir. Basın mensuplarının esas görevi haber <strong>ve</strong>rmektir. Hem de yerinde <strong>ve</strong> zamanında haber. Haber<br />

basına geç geldiğinde aktüalitesini kaybeder. Bu yüzden haberler mümkün olduğunca çabuk basına<br />

ulaştırılmalıdır (Tortop 1993 : 62). Bu ilişkide en doğru olan, gerçekleri saklamadan, önlemleriyle birlikte<br />

haber üretmektir. Bu haber üretiminde kullanılabilecek araçlar kısaca şunlardır:<br />

1. Basın Bildirisi<br />

2. Basın Toplantısı<br />

3. Basın Turları<br />

4. Basın Kokteylleri<br />

5. Basın-Yönetici Yemekleri<br />

6. Röportaj<br />

7. Ziyaretler <strong>ve</strong> yüzyüze İlişkiler<br />

8. Yayına Hazır Bildiriler<br />

9. Kupür Derleme<br />

10. Yayınlanmaması Kaydıyla Verilen Bilgiler ( Off The Record )<br />

SONUÇ<br />

Yeryüzünde kardeş meslekler vardır. Doktorluk-hemşirelik, mimarlık-mühendislik gibi. Bu mesleklerin<br />

çalışma alanları aşağı yukarı ortak olmasına rağmen, her biri çalışma alanının belli bir bölümünde<br />

uzmanlaşmıştır. Halkla ilişkiler <strong>ve</strong> gazetecilik de bu kardeş meslekler arasındadır. Çünkü her ikisinin de<br />

birbirine yakın çalışma saha <strong>ve</strong> stilleri vardır. Yanlış bir düşünceyle, halkla ilişkiler <strong>ve</strong> basınla ilişkiler<br />

aynı faaliyetlermiş gibi düşünülmektedir. Halkla ilişkiler <strong>ve</strong> basınla ilişkiler muhakkak ki aynı olgular<br />

değildirler, ancak basınla ilişkilerin; halkla ilişkilerin büyük <strong>ve</strong> hatta en önemli kısmını teşkil ettiğini<br />

söylemek de yanlış olmayacaktır.<br />

Halkla ilişkilerin iki yönlü bir olgu olduğunu, bunların da tanıma <strong>ve</strong> tanıtma olduğunu daha önce detaylı<br />

olarak açıklamıştık. Her ikisinin de gerçekleştirilmesinde basının ön planda olduğunu görürüz. Resmi<br />

<strong>ve</strong>ya özel tüm kuruluş <strong>ve</strong> örgütler, kamuoyuna amaçlarını, çalışmalarını iletmek, bunun yanısıra onlardan<br />

gelen şikayet, istek <strong>ve</strong> mesajları da gözönünde bulundurmak zorundadırlar. Kuruluşların varlığını<br />

sürdürmesi, kapalı bir sistem haline gelmemesi <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>rimli bir şekilde çalışmalarını devam ettirebilmesi<br />

için yapılması gereken bu faaliyetler son derece önemlidir. Gerek kurum içinde gerekse kurum dışında bu<br />

faaliyetlerin süreklilik arzetmesi şarttır. Ancak günümüzde örgütlerin <strong>ve</strong> toplumların; nüfus, bölge <strong>ve</strong><br />

çalışmalar yönünden büyümesi <strong>ve</strong> genişlemesi, yüzyüze ilişkilerle bu faaliyetlerin gerçekleştirilmesini<br />

zorlaştırmakta hatta imkansızlaştırmaktadır. Ayrıca kuruluşlar kapılarını kamuoyuna kapattıkları takdirde<br />

kuruluşlardan kamuoyuna bilgi akışı kesilecek, böylece kamuoyu kuruluşça bilgilendirilme imkanından<br />

yoksun kalacaktır. Bu şekilde, yanlış bilgilerle donatılacak <strong>ve</strong> yönlendirilecektir. Bu yüzden kuruluşların<br />

kamuoyuna bilgi akışını sağlamaları gerekmektedir. İşte bu noktada basının önemi <strong>ve</strong> sorumluluğu daha<br />

da artmaktadır. Çünkü basın aracılığıyla; herhangi bir mesajı mümkün olan en kısa sürede, mümkün olan<br />

en geniş kitleye ulaştırmak mümkün olmaktadır.<br />

Bunun yanısıra, toplumun beklenti <strong>ve</strong> isteklerinin doğrudan kuruluşlara aktarılmasında, aktarılabilse dahi<br />

sonuç alınmasında zaman zaman zorluklarla karşılaşılmaktadır. İşte bu noktada, basın aracılık etmekte, bu<br />

istekler basın aracılığıyla ilgili kuruluşlara iletilmekte <strong>ve</strong> sonuçlar daha etkili bir şekilde alınabilmektedir.<br />

Bunun en büyük nedeni ise basının kamuoyunun gücünü de arkasına alarak ortaya çıkmasıdır. Dördüncü<br />

kuv<strong>ve</strong>t olarak adlandırılan basının, kamuoyu oluşturma gücü <strong>ve</strong> etkisi, kuruluşlar <strong>ve</strong> basın arasında<br />

kurumsal ilişkiler kurulması <strong>ve</strong> geliştirilmesini gerektirmektedir. Kuruluşlar, basını izlemeleri sonucunda,<br />

ülkedeki değişik grupların, yönetimle ilgili görüşlerini <strong>ve</strong> eleştirilerini, çok önemli bir kaynaktan öğrenme<br />

şansına sahip olmaktadırlar. Bu şekilde de daha etkili bir şekilde kuruluşlara ulaşabilmektedirler.<br />

Görüldüğü gibi; kuruluşların halkla ilişkiler çalışmalarında en büyük rol basına düşmektedir. Basınla iyi<br />

ilişkiler kurulduğu, kuruluş amaçları ile basının amaçları aynı noktada birleşip <strong>ve</strong>rimli <strong>ve</strong> dengeli çalışma<br />

sağlandığı takdirde, kuruluşun tanıma <strong>ve</strong> tanıtma çalışmaları da başarılı <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>rimli bir şekilde<br />

gerçekleşecektir. Elbette basınla ilişkilerde belirli ilkeleri de gözönünde bulundurarak, bunlara uygun<br />

hareket edilmesi gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki, basınla doğru <strong>ve</strong> iyi ilişkiler kurulduğu takdirde<br />

basın; kuruluşların halkla ilişkiler çalışmalarındaki en iyi <strong>ve</strong> etkili aracıdır.


KAYNAKLAR<br />

Acar M (1993) Belediyelerde Halkla İlişkiler, Uzmanlık Tezi, DPT Yayınları, Ankara.<br />

Asna A (1993) Public Relations, Temel Bilgiler, Der yayınları, İstanbul.<br />

Danışman A (1982) Basın Özgürlüğünün Sağlanması, Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi, BYYO Yayını, Ankara.<br />

Geylan R (1994) İşletmelerde Halkla İlişkiler, Birlik Yayınları, Eskişehir.<br />

Gökçe O (1993) Halkla İlişkiler: Modern Yönetim Fonksiyonu , Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyal Bilimler<br />

Enstitüsü Derg, 2.<br />

Güreli N (1983) İletişim Olayları İçinde Yazılı Basının Durumu, İletişim Olayları <strong>ve</strong> Türk Basınının<br />

Sorunları, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, Ankara.<br />

Kadıbeşegil S (1986) Halkla İlişkilerde Temel İlkeler, Tükelmat A.Ş., İzmir.<br />

Kayacan İ (1980) Genel Olarak Kamu Kuruluşlarında <strong>ve</strong> Orman Bakanlığı’nda Basın <strong>ve</strong> Halkla İlişkiler,<br />

Yüksek Lisans Tezi, Ankara.<br />

Kazancı M (1982) Halkla İlişkiler: Kuramsal <strong>ve</strong> Uygulamaya İlişkin Sorunlar, Savaş Yayınevi, Ankara.<br />

Kazancı M (1995) Kamuda <strong>ve</strong> Özel Sektörde Halkla İlişkiler, Turhan Kitabevi, Ankara.<br />

Kılıç A (1971) Halkla İlişkilerde Kitle İletişim Araçları, Halkla İlişkiler Semineri, MPM Yayınları,<br />

Ankara.<br />

Koryürek CE (1971) Halkla İlişkiler <strong>ve</strong> Reklamcılık, İş<strong>ve</strong>ren Derg, 10 (3).<br />

Mardin B (1994) Değerli Dostum, Gül Ulkat (der), İstanbul.<br />

Maviş F (1987) Otel işletmelerinde Halkla İlişkiler <strong>ve</strong> Reklamcılık, Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir.<br />

Sabuncuoğlu Z (1992) İşletmelerde Halkla İlişkiler, Ezgi Kitabevi, Bursa.<br />

Sancar Y (1993) Kurum- Çevre İletişiminde Basın <strong>ve</strong> Halkla İlişkiler: Belko Örneği, Yüksek Lisans Tezi,<br />

Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sos. Bil. Enst., Ankara.<br />

Tokgöz Oya (1994) Temel Gazetecilik, Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi Yayınları, Ankara.<br />

Tortop N (1990) Kamu Yönetiminde Halkla İlişkilerin Önemi, Uygulanması <strong>ve</strong> Kalkınma Planlarındaki<br />

Yeri, G.Ü.İ.İ.B.F. Derg, 6(2).<br />

Yalçındağ S (1980) Kamu Yönetiminde Halkla İlişkiler , Amme İdaresi Derg,19(1).


HABER SİTELERİNDE İÇERİK VE TASARIMA YÖNELİK DEĞERLENDİRME<br />

ÖLÇÜTLERİNE BİR YAKLAŞIM<br />

Halil İbrahim Gürcan *<br />

ÖZET<br />

İnternetle birlikte haber yayımcılığında hızla yerini alan haber siteleri, internet kullanıcılarının fazlaca<br />

rağbet ettikleri siteleri oluşturmaktadır. Her geçen gün sayıları artan haber sitelerinin içerik <strong>ve</strong><br />

tasarımına yönelik değerlendirmeler, çoğunlukla bireysel yaklaşımlar <strong>ve</strong> beğenilerle yapılmaktadır. Ne<br />

var ki, haber sitelerinin analizinde, belli ölçütleri göz önünde bulundurmak <strong>ve</strong> yapılacak<br />

değerlendirmenin somut ölçütlere dayandırılması gereği bulunmaktadır. Bu bağlamda, haber sitelerinin<br />

içeriğine <strong>ve</strong> tasarımına yönelik olarak, diğer web sitelerinden ayrılan özellikleri de göz önünde<br />

bulundurarak kendine özgü ölçütleri belirlemek önem taşımaktadır. Bu çalışma, haber sitelerine yönelik<br />

yapılacak çalışmalarda göz önüne alınacak ölçütlerin neler olacağı üzerinde durmakta <strong>ve</strong> örnek bir<br />

değerlendirme formu sunmaktadır.<br />

Anahtar sözcükler: Haber siteleri, haber sitelerinin değerlendirilmesi, değerlendirme ölçütleri, içerik <strong>ve</strong><br />

tasarım değerlendirmesi<br />

THE APPROACH OF THE NEWS SITES EVALUATION CRITERIAS ON CONTENT AND<br />

DESIGN ELEMENTS<br />

ABSTRACT<br />

News sites on the internet has becaming powerfull medium for internet users who want to get news. News<br />

sites which are increasing number by e<strong>ve</strong>ryday, analysing on content and design are making individual<br />

approaches and likes. Howe<strong>ve</strong>r, for analysing news sites, there must look around some evaluation<br />

criteria and the evaluation of news sites must be supported on concrete criterias. In this case, content and<br />

design of news sites differ from other web sites that they are important to bring special evaluation criteria<br />

for news sites. This article is about to show evaluation criterias for news sites and to de<strong>ve</strong>lop special<br />

evaluation form for news sites analysing.<br />

Keywords: News sites, evaluation of news sites, evaluation criteria, content and design evaluation<br />

GİRİŞ<br />

İnternet, modern yaşamdaki eğitim, çalışma, araştırma, ticaret, eğlence amaçlarına hitap eden yaşam<br />

yaklaşımlarında yeni bir iletişim aracı olarak önemini her geçen gün daha fazla göstermekte,<br />

hissettirmektedir.<br />

İnternet üzerinde çeşitli amaçlar için hazırlanmış, ticari, kurumsal, resmi ya da kişisel olarak 38 milyonu<br />

aşkın site (netcraft.com, 2002) <strong>ve</strong> 2,5 milyar web dokümanı (google.com 2002) bulunmaktadır <strong>ve</strong><br />

bunların birtakım kullanılabilirlik değerlendirmelerinin yapılması, özellikle kurumsal <strong>ve</strong> toplumsal<br />

amaçla hizmet <strong>ve</strong>ren sitelerin belirli kriterleri göz önünde bulundurularak ölçümlenmesi önem<br />

taşımaktadır.<br />

Web sitelerinin yayım amaçlarına bakıldığında şöyle bir sınıflandırma yapılabilir: Enformasyon yayımı,<br />

eğitim <strong>ve</strong> öğretim, ticaret <strong>ve</strong> reklam, eğlence, iletişim, haber yayımı...(cornell.com, 2002). Bu temel<br />

yayım amaçlarına göre web sitelerinin içerikleri <strong>ve</strong> tasarımları farklılaşmakta, internet kullanıcılarının<br />

sitelere bakış açıları da içeriğe göre değişmektedir. İnternet kullanımında haberi web’den okuma en çok<br />

tercih edilen internet kullanımı türleri arasında bulunmaktadır (Eriksen 2002).<br />

Web sayfalarının hazırlanmasında dikkat edilmesi gereken birçok nokta bulunmaktadır. Gerek içerik,<br />

gerekse görüntü bakımından önemli olan bazı kriterlere uyma, web sayfasının amacına uygunluğunu<br />

göstermektedir. Hazırlanmış bir web sayfasının amacına uygunluğunu <strong>ve</strong> fonksiyonel olup olmadığını,<br />

kısacası bir sayfanın ne kadar kullanılabilir olduğunu, ilgili web sayfasını çözümleyerek ortaya koymak<br />

mümkündür.<br />

* Doç. Dr., Anadolu Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Bilimleri Fakültesi


Bilgiye ulaşmada günümüzün önemli bir kaynağı olan web sitelerinin kullanışlılığı, içeriği, sayfa<br />

düzenlemesi, dil seçeneği <strong>ve</strong> dilin anlaşılır biçimde kullanımı, sunulan hizmetler <strong>ve</strong> teknik özellikler,<br />

sitenin değerlendirilmesinde önemli unsurları oluşturmaktadır.<br />

Bir müşteri aradığı ürünü bulamadığında onu almaktan vazgeçecektir. Web sayfaları da kullanıcıların<br />

yani müşterilerin etkilenebildiği en önemli ortamlardır. Herhangi bir mal için rakip firmalara yönelmek<br />

bir internet kullanıcısı için çok yakınında, bir “tık” mesafesindedir. Bu bağlamda bakıldığında, web<br />

sayfalarının değerlendirilmesi <strong>ve</strong> geliştirilmesi, üzerinde durulması gereken önemli bir konuyu<br />

oluşturmaktadır.<br />

<strong>Toplumsal</strong> olarak haber sunma <strong>ve</strong> kamuoyunun oluşumu görevleri bağlamında internetten haber yayımı<br />

yapan sitelerin içerik <strong>ve</strong> kullanılırlığının ölçülmesinde hangi ölçütlere bakmalı, içerik, tasarım, kolay<br />

anlaşılır dil kullanımı, sunulan hizmetler <strong>ve</strong> teknik özelliklere göre haber sitelerine yönelik<br />

değerlendirmelerde bulunmada yararlanılabilecek diğer ölçütleri belirleme <strong>ve</strong> örnek bir ölçüt geliştirme<br />

bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır.<br />

1. WEB SİTELERİ DEĞERLENDİRME YAKLAŞIMLARI<br />

İnternet kullanıcılarının internete bağlandıkları anda hemen hepsinin öncelikle ziyaret ettikleri yerler<br />

çeşitli web siteleri olmaktadır. Web ziyaretçileri, siteyi <strong>ve</strong> sayfaları, içeriğindeki bilgilerin yararlılığına<br />

<strong>ve</strong> sayfada ne kadar yer <strong>ve</strong>rildiğine göre değerlendirmektedirler. Bunun için sitede yer alan bilgilerin en<br />

iyi şekilde <strong>ve</strong> iyi yönlendirmelerle düzenlenmesi gereklidir.<br />

Web siteleri, içerisinde birçok dosya türünü (html, gif, jpeg, mpeg, avi, fla, cgi, css, applet vb.)<br />

barındıran, çoklu ortam olanaklarının sunulduğu bütünleşik yapıdaki çok sayıda farklı içerikten oluşan<br />

sayfaları bünyesinde barındıran dijital bir yerleşim yeridir. Bu farklı dosya türlerine bağlı olarak web<br />

siteleri yapı olarak; yazı, resim, video, ses gibi birçok dosya türünü desteklemekte, birbirinden farklı<br />

öğelerin uyum içerisinde, web tarayıcı program kullanılarak ekran üzerinde, farklı ortamlarda da olsa<br />

benzer olarak görünmesi sağlanmaktadır.<br />

Web siteleri, sanal yerleşim alanlarıdır <strong>ve</strong> bünyelerinde web sayfası olarak adlandırılan içeriklerin<br />

işlendiği bireysel <strong>ve</strong> birbirinden bağımsız alanlardan oluşur <strong>ve</strong> sayfalar arası bağlantılarla site bir<br />

bütünlük oluşturur (Gümüştepe 1999:4). İnternette kurumsal ya da kişisel olsun, amaçlara ulaşmada en<br />

büyük araç web siteleridir. Web sitelerinin hazırlanmasında ise bazı kuralların göz önünde<br />

bulundurulması gerekmektedir. Web sitesinin başarısını ölçmedeki en etken unsur, siteye gelen ziyaretçi<br />

sayılarıyla <strong>ve</strong> sitede kaldıkları zamanla ölçülmektedir.<br />

Bir sitenin amacına ulaşabilmesi için; ziyaretçilerinin aradığı konuya kolayca ulaşmasını sağlayacak<br />

şekilde iyi tasarlanmış olması, kolay ulaşılabilmesi <strong>ve</strong> amacına hizmet etmesi gibi önemli bazı ölçütleri<br />

bünyesinde bulundurması gerekmektedir.<br />

Bir web sitesinin en önemli özelliği, hangi amaçla hazırlandığı <strong>ve</strong> bu amaca hizmet edip etmediğidir. Bu<br />

bağlamda bir web sitesi, bireysel, ticari, reklam, kamu hizmeti, haber amaçlı vb. olması <strong>ve</strong> bu amaca<br />

yönelik içerikte yayımlanması önemli bir kriteri oluşturmaktadır. Bunun için bir web sitesi hazırlarken<br />

yanıtlanması gereken en önemli soru, kullanıcının bu siteden neyi bilmek isteyeceği <strong>ve</strong> sitede nelerin<br />

<strong>ve</strong>rilebileceğidir (lehigh.edu 2002).<br />

Web sitelerinin değerlendirilmesine yönelik çeşitli ölçütler bulunmakta, ancak bunlarda pekçok nokta<br />

benzeşmektedir. Birçok ölçütün birleştiği noktalar ise; doğruluk, yetkinlik, yansızlık, güncellik <strong>ve</strong> kapsam<br />

olarak beş kategoride ele alınmaktadır. Site değerlendirmelerinde, ana kategorilerin altında yer alan<br />

soruları 1-5 arası puanlama <strong>ve</strong> bu puanları toplayarak iyi-orta-kötü olarak not <strong>ve</strong>rme şeklinde<br />

yapılabildiği gibi, bu soruları e<strong>ve</strong>t-hayır olarak değerlendirerek yanıtların çokluğuna göre site<br />

değerlendirmesi de yapılmaktadır.<br />

Günümüzde web sitelerinin değerlendirilmesinde, kimileri tasarım <strong>ve</strong> içerik esasına kimileri ahlaki <strong>ve</strong><br />

eğitsel esaslara dayanan bir ölçü geliştirmişlerdir (Cebeci 2001). İnternet üzerinde yer alan ticari, kişisel<br />

<strong>ve</strong> kurumsal 38 milyon site bulunmaktadır. Bu sitelerin dikkat çekici bir tasarım, yararlı <strong>ve</strong> kolay


ulaşılabilir bilgi içerme gibi ölçütler bakımından değerlendirilmesi, sitelerin kalitelerinin ortaya<br />

konulması bakımından gerekli olmaktadır.<br />

Web sayfalarının değerlendirilmesi ile ilgili yapılmış bazı çalışmalar içerik üzerine, bazıları ise tasarım<br />

üzerine yoğunlaşmıştır (cornell.edu, oakton.edu, 2002). İçerik bakımından yapılan değerlendirmeler,<br />

genel olarak beş ana ölçüt <strong>ve</strong> her bir ölçütün altında değişen sayıda sorulardan oluşmaktadır (cornell.edu,<br />

2002). Web sayfalarını içerik bakımından değerlendirmede, genel olarak 5 ana ölçüt ele alınmakta <strong>ve</strong><br />

bunlar, basılı materyallerin değerlendirmelerinde de kullanıldığı için “geleneksel değerlendirme ölçütleri”<br />

olarak adlandırılmaktadır:<br />

• Doğruluk (accuracy)<br />

• Yetkinlik (authority)<br />

• Yansızlık (objectivity)<br />

• Güncellik (currency)<br />

• Kapsam (co<strong>ve</strong>rage). (Cebeci 2001, widener.edu 2002).<br />

Yahooligans’lar (2002), web sitesi değerlendirmeyi dört A olarak belirttiği kıstaslara göre yapılması<br />

üzerinde durmakta <strong>ve</strong> özellikle eğitim amaçlı etkinliklerde öğreticilere, bu kurallara uygun site<br />

belirmelerini vurgulamaktadırlar. Bu dört A; accessible (erişim), accurate (doğruluk), appropriate<br />

(uygunluk) <strong>ve</strong> appealing (hitap etme).<br />

Ralph Wilson (webmarketingtoday.com 2000), web yayımında <strong>12</strong> unsura karar <strong>ve</strong>rmek gerektiği üzerinde<br />

durmakta <strong>ve</strong> bu unsurları şöyle sıralamaktadır: Amaç, index sayfası <strong>ve</strong> site organizasyonu, site <strong>ve</strong> domain<br />

adı, temel görsel unsurlar, yazı <strong>ve</strong> zeminin rengi, temel sayfa elemanları, sayfayı bitirme unsurları,<br />

fotoğraflar <strong>ve</strong> grafikler, kullanıcılara yönelik form köşeleri, sayfayı indirme <strong>ve</strong> test etme, arama<br />

makinelerine kayıt <strong>ve</strong> sitenin reklamı, sitenin yayındaki devamlılığı.<br />

Lehigh Üni<strong>ve</strong>rsitesi (lehigh.edu 2002) ise web stilleri olarak belirlediği temel ölçütleri; içerik, görsel<br />

malzeme, giriş olanakları, devamlılık, kullanışlılık, özgünlük, birbirine benzerlik, özgürlük yaratma<br />

olarak anlatmaktadır.<br />

Nancy E<strong>ve</strong>rhart’ın (duke.edu 2002) web değerlendirmelerinde; güncellik, içerik/enformasyon, yazarlar <strong>ve</strong><br />

yetkinlikleri, dolaşma, sayfa sunumunda deneyim, çoklu-ortam özellikleri, amaca uygunluk, sayfalara<br />

erişim/giriş, çeşitlilik başlıkları göze çarpmaktadır.<br />

ALSC (Association for Library Service to Children)’nin (ala.org 2002) yaklaşımına göre de iyi bir web<br />

sitesinin değerlendirmesinde; sitenin sahibi/yazarı/yayımcısının yetkinliği, sitenin amacı, sitenin tasarım<br />

<strong>ve</strong> yapılandırması, içerik olarak ölçütler belirtilmektedir.<br />

Web sitelerinde, her tür bilginin elektronik ortamda sunulduğu alanlar olarak enformasyon; içerik,<br />

tasarım, teknik altyapı olarak bir süreç içerisinde hazırlanarak yayına konulmaktadır. Çünkü web<br />

sitelerinde, enformasyonu içeren yazılı, görsel ya da sesli bir içerik bulunmakta, bunlar estetik bir<br />

yaklaşımla tasarlanarak web sayfası denilen pencerelerde dijital olarak sunulmakta, içerik <strong>ve</strong> tasarımın<br />

sunulmasında bir teknik altyapı <strong>ve</strong> elektronik yayım olanaklarından yararlanılan bir teknik destek<br />

bulunması söz konusu olmaktadır.<br />

İçeriğe yönelik olarak değerlendirmeler, içeriğin kalitesinden <strong>ve</strong> daha önemlisi, yayımlanan içeriğin<br />

doğruluğunun ölçülmesinden kaynaklanmaktadır. İnternette yer alan milyonlarca dokümanın gü<strong>ve</strong>nilir<br />

olduğunu söylemek imkansızdır. Özellikle, internetin “bireysel yayımcılığı” destekleyen <strong>ve</strong> buna imkan<br />

tanıyan en önemli iletişim aracı konumuna gelmeye başlamasıyla birlikte, yetkili <strong>ve</strong> yetkisiz binlerce kişi,<br />

her türlü bilgiyi elektronik ortama aktararak internette yayımlamaya başlamışlar, bu da internette ister<br />

istemez bilginin gü<strong>ve</strong>nilirliği konusunda ciddi sorunların yaşanmasına yol açmıştır. Bu nedenlerle,<br />

internette içeriğin gü<strong>ve</strong>nilirliğinin kontrolü <strong>ve</strong> elde edilen bilginin yetkili bir kaynak tarafından<br />

yayımlanıyor olması, temel bir yaklaşım olarak ele alınmalıdır. Bireysel sitelerden elde edilen bilgilerin<br />

gü<strong>ve</strong>nilirliğinde ciddi şüpheler bulunacağı gözden kaçırılmamalıdır.<br />

Tasarım, basılı medyada olduğu gibi internet aracında da hedef kitlenin beğenisini kazanmaya yönelik<br />

estetik figürlerin ön plana çıkarıldığı önemli bir unsurdur. Web sitelerindeki sayfaların da rahat okunması,


kullanıcıyı yormadan <strong>ve</strong> onun ilgisini en üst seviyede çekecek şekilde tasarlanması, kullanıcıların yeniden<br />

siteye gelmelerinde <strong>ve</strong> sayfalarda daha uzun süre kalmalarında temel etken olmaktadır.<br />

Web siteleri, gerek donanım gerekse de yazılım olarak teknik desteğe ihtiyaç duymaktadır. Web sitesinin<br />

yayımlandığı sunucu bilgisayardan, gü<strong>ve</strong>nliği sağlayan gü<strong>ve</strong>nlik duvarı yazılımlardan, asp, php, html, cgi<br />

gibi web yayımının gerçekleştirildiği yazılımlara kadar, web yayımında güçlü bir teknik destek olması<br />

gereklidir. Web siteleri genellikle web alanı <strong>ve</strong>ren <strong>ve</strong> yayım imkanı sağlayan servis sağlayıcıların sunucu<br />

bilgisayarlarından yapıldığından dolayı, teknik desteği bu kuruluşlar sağlamakta, ancak sayfaların yayıma<br />

konulup, form, anket gibi köşelerin sürekli kontrol altında tutulması, sayfaların sürekli güncellenmesi<br />

işlemlerini servis sağlayıcılar dışında içeriği oluşturan kişi ya da kuruluşlar yapmaktadır.<br />

Bir web sitesinin yayımdaki başarısını yukarıda değinilen üç unsur yerine; tasarım, performans, gü<strong>ve</strong>nlik<br />

<strong>ve</strong> kullanışlılık başlıkları altında ele alanlar da bulunmaktadır (pcmagazin.com 2002).<br />

Bir web sitesinin mutlaka bir ismi olmalı <strong>ve</strong> bu isim sitenin içeriğine uygun seçilmiş olmalıdır. Site<br />

isimleri, ülke uzantılı olanlar, ilgili ülkenin belirlediği koşullara uygun alınabilirken, .com gibi ülke<br />

uzantısı bulunmayan <strong>ve</strong> ABD için tahsis edilen isimler, internet üzerinden, isim <strong>ve</strong>ren çeşitli kuruluşların<br />

sitelerine girilerek ilgili formları doldurup kredi kartı ile ödeme yapılarak da alınabilmektedir.<br />

Web sitelerinin en önemli noktalarından biri de, hangi amaçla hazırlandığı <strong>ve</strong> bu amacına hizmet edip<br />

etmediğidir (lehigh.edu 2002). Bir web sitesi kişisel olabileceği <strong>ve</strong> site sahibinin özellikleri <strong>ve</strong><br />

uğraşılarıyla ilgili bilgiler içerebileceği gibi, bir işletmenin/örgütün/kurumun kendini ya da<br />

ürünlerini/hizmetlerini tanıtmak, reklam yapmak amacıyla da hazırlanıp yayıma konulmuş olabilmektedir.<br />

Web ziyaretçileri, siteleri, içeriğindeki bilgilerin yararlılığına <strong>ve</strong> sitede ne kadar yer <strong>ve</strong>rildiğine göre<br />

değerlendirmekte, buna bağlı olarak siteyi beğenmekte <strong>ve</strong> yeniden ziyaret edebilmekte <strong>ve</strong>ya bunun tersi<br />

olarak bir daha o siteye gelmemektedir.<br />

2. HABER SİTELERİNDE DEĞERLENDİRME ÖLÇÜTLERİ<br />

Web siteleri, yayım amaçlarına göre (yukarıda değinildiği gibi) ticari, kişisel, kurumsal, reklam gibi<br />

sınıflara ayrılmaktadır. Web değerlendirme ölçütleri, her yayım amacı için bazı farklılıklar<br />

göstermektedir. Haber sitelerinin en önemli özelliği sürekli güncellenen haber içeriklerine sahip olması <strong>ve</strong><br />

ziyaret eden insanların temel hedefini de son gelişen olaylar hakkında bilgi sahibi olmaları<br />

oluşturmaktadır. Durum böyle olunca, haber sitelerinin tasarımında <strong>ve</strong> teknik boyutlarında, ticari, kişisel<br />

<strong>ve</strong>ya kurumsal sitelerden farklılaşan bir amaç ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle haber siteleri de günlük<br />

olayları <strong>ve</strong> anlık gelişmeleri internet kullanıcılarına aktaran bir araç olarak site değerlendirmelerinde,<br />

genele göre bazı farklılıklar taşımaktadır. Bu bölümde, haber sitelerine yönelik farklılıklar üzerinde<br />

durulacak <strong>ve</strong> bu bağlamda geliştirilen örnek bir değerlendirme formu üçüncü bölümde <strong>ve</strong>rilecektir.<br />

2.1 Haber sitelerinin özellikleri<br />

Haber siteleri, anlık <strong>ve</strong> günlük gelişmeleri sıcağı sıcağına internet kullanıcılarına ileten, internette hızla<br />

gelişmiş <strong>ve</strong> gelişmesini de sürekli sürdüren siteler olarak göze çarpmaktadır. Diğer enformasyon<br />

içeriklerine göre haber içerikleri farklılıklar göstermekte <strong>ve</strong> haberler sürekli olarak değişmekte, içerik<br />

(haberler) çok çabuk eskimekte <strong>ve</strong> internet kullanıcısı da anlık gelişmeleri izleyeceği siteler aramaktadır.<br />

Bu nedenle, internet siteleri, günlük gazeteler gibi bir gün öncesinin haberlerini <strong>ve</strong>rmek yerine, haber<br />

ajanslarından <strong>ve</strong> kendi kaynaklarından derledikleri haberleri, gecikmeksizin anında okurlarına<br />

iletmektedirler.<br />

Haber siteleri bu görünümüyle, internette yer alan 38 milyonu aşkın sitede farklı özellikleriyle dikkat<br />

çekmekte, pekçok sitedeki sabit <strong>ve</strong>ya uzun zaman aralıklarıyla değişen içeriğe karşın, sürekli yenilenen <strong>ve</strong><br />

değişen, çok farklı yapıda <strong>ve</strong> konudaki haberleri aktaran siteler olarak göze çarpmaktadır.<br />

2.2 Haber sitelerinin gü<strong>ve</strong>nilirliği<br />

Haber siteleri, gazete, radyo <strong>ve</strong> televizyonda sunulan haberlerle; gerek haberin doğruluğu, gerek etik<br />

değerlere uygunluğu <strong>ve</strong> toplum tarafından tepki çekebilecek içerik taşımaması bağlamında, benzer olarak<br />

gü<strong>ve</strong>nilirlik kontrollerinin yapılarak yayıma konulmasını zorunlu kılmaktadır.


Web’de herkesin kolaylıkla yayım yapabilmesinden kaynaklanan <strong>ve</strong> bilgilerin gü<strong>ve</strong>nilirliği konusunda<br />

şüphelerin ortaya çıktığı internet ortamında, haber sitesi olarak sunulan bilgilerin gü<strong>ve</strong>nilir olması da<br />

büyük önem taşımaktadır. Bir haber sitesinde sunulacak eksik ya da yanlış bilgiler, sonradan telafisi çok<br />

zor olacak gelişmeler ortaya çıkarabilir <strong>ve</strong>ya kamuoyunun gözünde kötü imajlar oluşmasını sağlayabilir.<br />

Anlık haber üretmenin <strong>ve</strong> yayımlamanın <strong>ve</strong>rdiği zamanla yarış etme çerçe<strong>ve</strong>sinde, haberlerin<br />

kontrollerinin yapılmadan <strong>ve</strong> doğruluklarından emin olmadan <strong>ve</strong> tam olarak kontrol edilmeden yayıma<br />

konulması, habercilik etiği açısından önemli sıkıntılar doğurmaktadır. Bu nedenlerle, internetten<br />

yayımlanan haberlerin de geleneksel araçlarda olduğu gibi, editörlük işlemlerinden tam olarak geçirilerek<br />

<strong>ve</strong> haberde geçen bilgilerin doğrulukları kontrol edilerek yayımlanması zorunluluğunu ortaya<br />

çıkarmaktadır.<br />

İnternetin özgür bir ortam olarak herkese yayım hakkı sunması, diğer insanların kötülenmesi, karalanması<br />

<strong>ve</strong> toplumdaki değerini düşürücü ifadelerle yermek anlamına gelmemeli, habercilerin bu konularda daha<br />

hassas olarak web’de yayımlayacakları haberleri, geleneksel medyadaki hassasiyetle aynı <strong>ve</strong> hatta daha<br />

üst seviyede bir duyarlılıkla kontrol edip yayına koymaları gerekmektedir.<br />

Haber sitelerinin birincil amacı, “haber <strong>ve</strong>rmek” olduğundan, yukarıda bahsedilen üç unsurdan en<br />

önemlisi olarak “içerik” önem taşımaktadır. Haber siteleri, web üzerinde düzenli <strong>ve</strong> sürekli yenilenen<br />

içerik sunan en önemli siteleri oluşturmaktadır. Her an güncellenen içerikleri yayımlamakta da gü<strong>ve</strong>nirlik<br />

konusunda çeşitli sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Bu sorunun giderilmesi, gerekli editasyon işlemleri ile<br />

büyük ölçüde engellenebilecektir.<br />

Bir haber sitesinde yayımlanan haberlerin internet kullanıcıları tarafından gü<strong>ve</strong>nilir bulunması, önemli bir<br />

değerlendirme ölçütüdür. Bu nedenle, haber sitelerinin gü<strong>ve</strong>nirliğine yönelik de değerlendirmeler<br />

yapılması, değerlendirme ölçütlerinde bunlara da yer <strong>ve</strong>rilmesi önemli bir kategoriyi oluşturmaktadır.<br />

2.3 Haber sitelerinde değerlendirme ölçütleri<br />

Bir haber sitesini nasıl tanımlarız? Aşağıdaki sorulardan birçoğuna “e<strong>ve</strong>t” yanıtı <strong>ve</strong>rebiliyorsanız, sitenin<br />

yüksek enformasyon kalitesine sahip olduğuna karar <strong>ve</strong>rebilirsiniz. Buna göre bir haber sitesinin<br />

değerlendirmesinde içerikle ilgili şu kategorileri oluşturmak mümkündür (widener.edu 2002):<br />

a. Yetkinlik:<br />

• Sayfanın içeriğinden sorumlu olan kişi belli mi?<br />

• Haber sitesinin amaçlarının tanımlandığı bir sayfaya bağlantı var mı?<br />

• Haber sitesinin meşruluğunu (gerek ticari, gerek hukuki) gösterecek bir ibare mevcut mu? (E-posta<br />

dışında, telefon <strong>ve</strong> posta adresi gibi)<br />

• Haber sitesinin basılı <strong>ve</strong>ya başka yayım şekli de (gazete, dergi, radyo, televizyon vb) var mı?<br />

• Sitede kişisel yazılar varsa bunların kime ait olduğu belirtilmiş mi? Bu yazıyı yazan konusunda etkin <strong>ve</strong><br />

söz sahibi mi?<br />

• Sitenin künyesi var mı?<br />

• Ana sayfa ile diğer bölüm haberlerine belirli oranda linkler <strong>ve</strong>riliyor mu?<br />

b. Doğruluk:<br />

• Haber kaynakları açıkça belirtilmiş mi?<br />

• Haber birincil kaynaklardan mı alınıyor?<br />

• Enformasyon başka kaynaklardan doğrulanabilir özellikte mi?<br />

• Haberlerin editöryel işlemden geçmiş izlenimi var mı?<br />

• Haber, gramer, hece <strong>ve</strong> yazım hatalarından arındırılmış mı? (bu tür hatalar, yalnızca sitenin kalitesinin<br />

kontrolünün yoksunluğunu değil, fakat haberin doğru olarak üretilmediğini de gösterebilir)<br />

c. Yansızlık:<br />

• Haber içeriği, reklam <strong>ve</strong>ya fikir yazılarından kolaylıkla ayırt edilebiliyor mu?<br />

• Köşe yazıları ile diğer fikir yazıları açık olarak gösterilmiş mi?


d. Kapsam:<br />

• Haber kaynaklarına ilişkin sayfalara bağlantı var mı?<br />

• Site, basılı gazetenin <strong>ve</strong>rsiyonu ise, benzeşik mi ayrı mı?<br />

e. Güncellik:<br />

• Site haberleri ne kadar süreyle güncelleniyor?<br />

• Günlük haberler <strong>ve</strong>riliyor mu?<br />

• Anlık haberler <strong>ve</strong>riliyor mu?<br />

• Arşiv bulunuyor mu?<br />

• Kelime, tarih ya da haber olarak arama yapılabiliyor mu?<br />

f. Haber yazım kuralları <strong>ve</strong> dil kullanımı:<br />

• Haber yazım kurallarına uygun mu yazılmış?<br />

• Haberin yapısı doğru <strong>ve</strong> açık anlamaya uygun mu?<br />

• Gramer kullanımı doğru mu?<br />

• Noktalama işaretleri doğru mu?<br />

• İmla hataları var mı?<br />

• Uzun <strong>ve</strong> eksik paragraflar var mı?<br />

• Haber tüm detayları ile <strong>ve</strong>riliyor mu?<br />

• Haber: Başlık-spot-haber metni olarak <strong>ve</strong>rilmiş mi?<br />

• Ana sayfadan habere ulaşmada sıkıntı var mı?<br />

• Habere ilişkin fotoğraf desteği var mı?<br />

2.4 Haber sitelerinde tasarım<br />

Haber siteleri de diğer web siteleri gibi tasarım açısından belirli özellikleri taşıması gereklidir. Tasarım,<br />

okuru çeken <strong>ve</strong> haberleri rahat okumasına yardımcı olan önemli bir özelliktir. Buna göre bir haber<br />

sitesindeki tasarımda şu unsurların bulunmasında yarar vardır:<br />

2.4.1 Amaç<br />

Haber sitesinin amacının belirli olması, günlük, anlık haberler, köşe yazıları, fotoğraflar gibi materyalleri<br />

sunup sunmadığı <strong>ve</strong> nasıl sunduğu gibi. Ayrıca sitede haber ile yorum arasında de kesin belirleyicilerin<br />

bulunması da gereklidir.<br />

2.4.2 Ana sayfa <strong>ve</strong> site organizasyonu<br />

Web siteleri, bir ana sayfaya bağlı olarak çalışan çok sayıda sayfadan oluşur. Bu nedenle ana sayfalarda,<br />

iç sayfalara geçişi sağlayacak bağlantılar bulunması <strong>ve</strong> sitenin organizasyonunda hiyerarşik, birbirine<br />

bağlantıları bulunan sayfalar olarak bir tasarım şablonu benimsenmesi gereklidir.<br />

2.4.3 Sitenin domain ismi<br />

Haber sitelerinin domain isimlerinin, kolay hatırlanır, yazarken hata yapıldığında başka siteye girme<br />

olasılığının bulunmadığı bir isim almak yararlı olacaktır.<br />

2.4.4 Görsel unsur kullanımı<br />

Haber sitelerinde sunulan haberler, sayfanın yüklenmesini yavaşlatmayacak oranda fotoğraf <strong>ve</strong> grafiklerle<br />

sunulması yararlı olacaktır. Görsel unsurlar haberlerin kavranmasında <strong>ve</strong> akılda kalmasında yardımcı<br />

unsurlar olmalarından dolayı, haber sayfalarında belirli ölçülerde kullanılmalıdır.<br />

Ayrıca, mevcut popüler yazı karakterlerinin dışında, taranmış fontların kullanımı, sayfa yüklenmesinde<br />

yavaşlatıcı bir unsur olacağı için haber sitelerinde tercih edilmemesinde fayda bulunmaktadır.<br />

2.5 Haber sitelerinde teknik altyapı


İnternet kullanıcıları, teknik altyapı olanaklarının neler olduğuyla fazlaca ilgilenmemekte, temel olarak<br />

siteye rahat <strong>ve</strong> kolay erişerek gereksinilen bilgiyi tüm hatlarıyla sorunsuz elde etmeyi amaçlamaktadır. Bu<br />

nedenle teknik olanaklar, kullanıcıdan çok yayımcıyı ilgilendirmektedir.<br />

Haber sitelerindeki teknik altyapı, sayfaların kolay indirilmesinden başlayıp siteye kolay <strong>ve</strong> rahat<br />

bağlanmaya, görüntü <strong>ve</strong> ses unsurları, java script/applet <strong>ve</strong> diğer yazılım desteklerine kadar, sitenin<br />

yayımlandığı servis sağlayıcıya kadar, donanım, yazılım <strong>ve</strong> yayımla ilgili unsurları kapsamaktadır.<br />

Bunlardan birçoğu ise ISS tarafından çözümlenmekte, teknik destek haber sitelerinde, haberleri yayıma<br />

koymakla sınırlı kalmaktadır. Hatta geliştirilen yazılımlarla, ajanslardan gelen haberleri, hiçbir editasyon<br />

işlemi yapmadan <strong>ve</strong> kontrol dahi etmeden doğrudan web’de yayıma koyan sistemler de bulunmaktadır.<br />

2.6 Haber sitelerinde tasarım öğeleri<br />

Haber sitelerinin tasarımında dört çeşit sunum biçimi <strong>ve</strong> haber sitelerinin kavramsal modelinde de beş<br />

çeşit kavramsal unsur bulunmaktadır. Eriksen <strong>ve</strong> Ihlstrüm’ün (viktoria.se 2002) üç İskandinav<br />

(Danimarka, İs<strong>ve</strong>ç <strong>ve</strong> Nor<strong>ve</strong>ç’ten birer) gazetesinin web sitelerinde yaptıkları araştırmayla ortaya<br />

koydukları sunum <strong>ve</strong> kavramsal çeşitlilikler, haber sitelerinin diğer sitelerden ayrımında önemli unsurları<br />

da göstermektedir.<br />

Haber sitelerinin tasarımında dört öz sunum ünitesi bulunmaktadır:<br />

Makale: Bir makale <strong>ve</strong>ya haberi içermektedir <strong>ve</strong> bir yazı konusu üzerine odaklanan bir sunum öğesi<br />

olarak dikkati çarpmaktadır. Haber sitelerindeki makalenin içerik <strong>ve</strong> biçimi, basılı gazetedeki makalelerle<br />

karşılaştırılabilir özelliktedir.<br />

Karma elemanlar: Tek bir öğe içerisinde birçok yazı içeriğini birleştiren iki tür karma eleman<br />

bulunmaktadır. Karma elemanlar arasında ne kadar boşluk bulunduğuna bakılarak “sert” (hard) <strong>ve</strong><br />

“yumuşak” (soft) karma olarak ikiye ayrılabilmektedir. Sert karma, bağımsız makaleler arasında daha az<br />

boşluk bırakılır <strong>ve</strong> sınırlı alan içerisinde daha fazla makaleye yer <strong>ve</strong>rilebilir. Yumuşak karmada ise, sınırlı<br />

bir alan içerisinde diğerine göre daha az makale sunulabilmektedir. Buradaki temel ayrım,<br />

makaleler/yazılar/haberler arasında fazla boşluk bırakılıp bırakılmamasında yoğunlaşmaktadır.<br />

Yapı elemanı, Eriksen <strong>ve</strong> Ihlstrüm’ün üç İskandinav gazetesinin sitesinde ortaya çıkardığı dördüncü bir<br />

unsuru oluşturmaktadır. Yapı unsuru, haber sitesinin örgütsel unsurları <strong>ve</strong> siteyi oluşturan sayfalar<br />

arasındaki gezinti imkanlarını (navigation) tasarım bağlamında ele almaktadır.<br />

Eriksen <strong>ve</strong> Ihlstrüm, haber sitelerindeki kavramsal modeli oluşturan unsurları ise şöyle belirtmektedir:<br />

Başlıklar: Haberin en çok ilgi gören bölümünün sunumudur. Önem sırasına göre giriş sayfasında başlıklar<br />

kendilerine yer bulur. Bu, basılı gazetenin birinci sayfasıyla benzerdir.<br />

Haber akışı: Yeni gelen haberler, önem <strong>ve</strong> haberin akış zamanına göre bir sıra içerisinde dizilerek<br />

sunulmaktadır.<br />

Sert haberler: Özel konularla ilgili haberlerde en son gelişmeler <strong>ve</strong>rilmektedir.<br />

Yumuşak haberler: Özel konularla ilgili haberler öykülenerek <strong>ve</strong>rilmektedir.<br />

Arşiv: Daha önce yayımlanan makale <strong>ve</strong> yazılara girişi sağlamaktadır.<br />

3. HABER SİTELERİNE YÖNELİK ÖRNEK BİR DEĞERLENDİRME FORMU<br />

Haber siteleri, genel <strong>ve</strong> ticari içerikli sitelerle benzer noktaları olmasına karşın yukarıda belirtilen<br />

nedenlerle farklı yönleri daha fazla olan, etki <strong>ve</strong> etkileşim yönü daha fazla <strong>ve</strong> güçlü yanlar taşıyan özel<br />

siteler olarak göze çarpmaktadır. Bu nedenle haber sitelerinin değerlendirilmesinde, yukarıda belirtilen<br />

ölçütleri derleyerek bir değerlendirme formu oluşturulması, sitelere yönelik yapılan değerlendirme<br />

çalışmalarında kolaylıklar sağlayacak <strong>ve</strong> daha somut değerlendirmeler yapabilmeye olanak tanıyacaktır.<br />

En önemlisi de, farklı siteler olmasına karşın benzer olarak haber içeriği sunan sitelere yönelik yapılacak<br />

değerlendirmelerde ortak ölçütlerin ele alınarak, aynı bakış açısıyla bir değerlendirmede bulunmak,<br />

değerlendirmenin objektif temellere dayanmasında en önemli noktayı oluşturacaktır.


Bu nedenle, aşağıda belirtilen değerlendirme formu, haber sitelerine yönelik olarak, yukarıda belirtilen<br />

ölçütlerin <strong>ve</strong> özelliklerin göz önünde bulundurulmasıyla hazırlanmıştır. Form, genel olarak alana yönelik<br />

araştırmacılara bir yol göstermesi bakımından önem taşıdığına inanılmaktadır. Ancak, yapılan<br />

araştırmanın konusu <strong>ve</strong> kapsamına göre, bu formun daha değişik şekillerde <strong>ve</strong> bilgilerle donatılarak yeni<br />

ölçütler eklenmesi, bazı ölçütlerin çıkartılması da söz konusu olacaktır. Önemli olan nokta, bir siteye<br />

yönelik yapılacak değerlendirmelerde, “iyi” ya da “kötü” diyebilmek için somut ölçütlerin bulunması <strong>ve</strong><br />

buna ilişkin <strong>ve</strong>rilerin toplanmasıdır.<br />

1. SİTEYE ULAŞILABİLİRLİK<br />

• Siteye erişim rahatlığı<br />

• Sitenin yüklenme süresi<br />

• Site haritası<br />

2. GENEL GÖRÜNÜŞ<br />

• Ana sayfanın genel görünüşü<br />

• Ana sayfanın kullanım rahatlığı<br />

• Sayfalarda renk kullanımı<br />

• Zemin rengi<br />

• Sayfalar arası uyum<br />

• Türkçe karakter desteği<br />

• Sayfa uzunluğu<br />

• Sayfa kenar boşlukları<br />

• Haberlerde fotoğraf kullanımı<br />

• Sayfadaki butonların işlerliliği<br />

• Mesaj panosu / forum / anket<br />

• Sayfalarda ikon <strong>ve</strong> banner yoğunluğu<br />

• Ziyaretçi sayacı<br />

3. KULLANIM KOLAYLIĞI<br />

• Font kullanımı <strong>ve</strong> rahat okunabilirlik<br />

• Ana sayfadan haberlere ulaşmada sıkıntı var mı?<br />

• Sayfalar arası geçiş-bağlantı<br />

• Site içi arama<br />

• Arşiv <strong>ve</strong> arşi<strong>ve</strong> erişim imkanı<br />

• Kelime, tarih, haber olarak arama yapılabiliyor mu?<br />

• Sayfadan çıktı alma imkanı<br />

• Dil seçim olanağı<br />

4. İÇERİK<br />

A. YETKİNLİK<br />

• Sayfanın içeriğinden sorumlu olan kişi belli mi?<br />

• Haber sitesinin amaçlarının/yayın politikasının tanımlandığı bir sayfa var mı?<br />

• Sayfalar amaca/yayın politikasına uygun mu?<br />

• Haber sitesinin meşruluğunu (gerek ticari gerekse hukuki) gösterecek ibare mevcut mu? (posta adresi<br />

<strong>ve</strong> telefon gibi)<br />

• Haber sitesinin başka bir yayım şekli var mı? (gazete, dergi, radyo, tv gibi)<br />

• Gündem anlık takip ediliyor mu?<br />

• Haber yoğunluğu (sayısal adet)<br />

• Haber özetlerini tek sayfada görebilme<br />

• Haberlerin türlerine göre gruplandırılması<br />

• Sitede kişisel yazıların yazarları belirtilmiş mi?<br />

B. DOĞRULUK<br />

• Haber kaynaklarının belirtilmesi<br />

• Haber birincil kaynaklardan mı alınıyor?<br />

• Haber başka kaynaklardan doğrulanabilir özellikte mi?<br />

• Haberlerin editöryel işlemden geçmiş izlenimi var mı?<br />

• Haber, gramer, hece <strong>ve</strong> yazım hatalarından arındırılmış mı?<br />

• Yazarların uzmanlığı <strong>ve</strong> konuya yetkinliği


C. YANSIZLIK<br />

• Ana sayfada reklam kullanım yoğunluğu (sayısal adet)<br />

• Haber içeriği, reklam <strong>ve</strong> yorum yazılarından kolaylıkla ayrılabiliyor mu?<br />

• Yorum yazıları açık olarak gösterilmiş mi?<br />

D. KAPSAM<br />

• Haber kaynaklarına ilişkin sayfalara bağlantı varmı?<br />

• Site, basılı gazetenin <strong>ve</strong>rsiyonu ise benzeşik mi, ayrı mı?<br />

• İnteraktif dosyalara yer <strong>ve</strong>rme<br />

• Özel / araştırma dosyalarına yer <strong>ve</strong>rme<br />

• Haber dışı konulara yer <strong>ve</strong>rme<br />

• Anket, test vb. okur katılımına yönelik olanaklar<br />

• Hobi, oyun, e ticaret, vb. bölümler var mı?<br />

E. GÜNCELLİK<br />

• Haberler ne kadar süreyle güncelleniyor?<br />

• Sitenin son güncelleme bilgisi<br />

• Günlük haberler <strong>ve</strong>riliyor mu?<br />

• Anlık (son dakika) haberler <strong>ve</strong>riliyor mu?<br />

F. HABER YAZIM KURALLARI VE DİL KULLANIMI<br />

• Haberler, yazım kurallarına uygun yazılmış mı?<br />

• Haberlerin yapısı doğru <strong>ve</strong> açık anlamaya uygun mu?<br />

• Gramer kullanımı doğru mu?<br />

• Noktalama işaretleri doğru mu?<br />

• İmla hataları var mı?<br />

• Uzun <strong>ve</strong> eksik paragraflar var mı?<br />

• Haber tüm detayları ile <strong>ve</strong>riliyor mu?<br />

• Haber; Başlık-spot (haber özeti)-haber metni olarak <strong>ve</strong>rilmiş mi?<br />

5. TEKNİK ÖZELLİKLER<br />

• Bütün linklerin çalışması<br />

• Bağlantıları yeni pencerede açma<br />

• Ana sayfaya dönüş kolaylığı<br />

• Ekran çözünürlüğü bilgisi<br />

• Sayfa öğeleri için yazılım desteği (java, applet vb)<br />

• Geri bildirim (feedback) butonu <strong>ve</strong> işlevselliği<br />

• Yazıcı çıktısı alabilme butonu<br />

• Haberi bir başkasına gönderme butonu<br />

• Sık kullanılanlara ekleme butonu<br />

• Sıkça sorulan sorular sayfası<br />

• Yararlı site linklerine yer <strong>ve</strong>rme<br />

• Mac <strong>ve</strong> IBM uyumu<br />

• Netscape <strong>ve</strong> I.E.’da görünüm<br />

6. KURUMSAL BİLGİLER<br />

• Künye<br />

• Sitenin telif bilgileri<br />

• Kullanıcılar için iletişim amaçlı e-mail, adres <strong>ve</strong> telefon var mı?<br />

7. GENEL DEĞERLENDİRME VE YORUM<br />

SONUÇ<br />

İnternet, günümüzün en hızlı gelişen <strong>ve</strong> toplumların tüm katmanlarına hızla yayılan küresel bir iletişim<br />

aracı olarak gücünü her geçen gün daha fazla hissettirmektedir. Web olarak anılan internet ortamında<br />

haber yayımının başlamasından bu yana, diğer iletişim araçlarıyla karşılaştırıldığında kısa bir zaman<br />

geçmesine karşın günümüzde 700 milyona yaklaşan kullanıcı sayısıyla gelecekte hakim bir iletişim aracı<br />

konumuna gelmesi söz konusu olabilir. Bu konuda tartışmalar devam etmektedir <strong>ve</strong> sonucu zaman<br />

gösterecektir.


Ne var ki, haber siteleri, internet kullanıcıları tarafından sürekli takip edilen <strong>ve</strong> haberlerin anlık olarak<br />

izlenebildiği alanlar olarak internette farklı bir güce sahip bulunmaktadır. Bu özellikleri nedeniyle <strong>ve</strong><br />

hemen her gün yeni bir haber sitesinin açılması, haber sitelerinin üzerinde kalite sorununu ortaya<br />

çıkarmakta <strong>ve</strong> haber sitelerinin “iyi” ya da “kötü” olarak değerlendirilmesinde objektif ölçütlerin<br />

belirlenerek uygulanmasını zorunlu kılmaktadır. Buna bağlı olarak bu çalışmada, haber sitelerinin gerek<br />

içerik, gerekse yayım olarak kalitesinin ölçülmesinde belirli ölçütlerin kullanılması gerektiği üzerinde<br />

durulmuş <strong>ve</strong> haber sitelerinin değerlendirilmesine yönelik örnek bir değerlendirme formu geliştirilerek<br />

sunulmuştur.<br />

Web’e yönelik değerlendirmelere yönelik çeşitli yaklaşımlar bulunmasına karşın, bunların birçoğu benzer<br />

noktalar üzerinde durduklarından benzeşmektedir. Ayrıca web’e yönelik değerlendirmeler, yapılan<br />

çalışmanın niteliği <strong>ve</strong> içeriğine bağlı olarak, ele alınan konular <strong>ve</strong> sorular üzerinde farklılıklar<br />

yaşanmasına neden olabilecektir. Bu bağlamda haber sitelerinin değerlendirilmesine yönelik sunulan<br />

formdaki unsurlar, yapılan araştırmanın konusuna <strong>ve</strong> amaçlarına bağlı olarak değişkenlikler<br />

gösterebilecektir. Buradaki temel hedef, ortaya konacak “iyi” ya da “kötü” şeklindeki bir<br />

değerlendirmenin somut ölçütler göz önüne alınarak yapılması, bireysel yaklaşımlardan çok somut<br />

kriterlere bağlı kalarak değerlendirmelere ışık tutmasıdır.<br />

KAYNAKLAR<br />

Ala.org, “Selection Criteria”, www.ala.org/parentspage/greatsites/criteria.html, 13.08.2002.<br />

Cebeci, Zeynel <strong>ve</strong> Yüksel Bek, “İnternet Bilgi Kaynaklarının Kalitesi”,<br />

http://www.info.cu.edu.tr/Content/ Asp/MakaleArsiv/intbilkalite.asp, 20.11.2001.<br />

Cornell.edu, “Evaluating Information Found on the Internet”,<br />

http://trochim.human.cornell.edu/webeval/webintro/webintro.htm, 06.08.2002.<br />

Cornell.edu, Evaluating Web Sites: Criteria and Tools,<br />

http://www.library.cornell.edu/okuref/research/webeval.html, 06.08.2002.<br />

Cornell.edu, Fi<strong>ve</strong> Criteria for Evaluating Web Pages, http://www.library.cornell.edu/okuref/webcrit.html,<br />

20.11.2001.<br />

Eriksen, Lars Bo <strong>ve</strong> Carina Ihlström, “Evolution of the Web News Genre – The Slow Mo<strong>ve</strong> Beyond the<br />

Print Metaphor”, www.viktoria.se/results/result_files/104.pdf, 02.03.2002.<br />

E<strong>ve</strong>rhart ,Nancy, “Web Page Evaluation Worksheet”, http://www.duke.edu/~de1/evaluate.html,<br />

19.08.2002.<br />

www.google.com, 6.08.2002.<br />

Gümüştepe Y (1999) Frontpage 2000, Türkmen Kitabevi, İstanbul.<br />

Lehigh.edu, Web Style Guide, Guiding Principles,<br />

http://www.lehigh.edu/~inwww/styleguide/principles.html, 30.07.2002.<br />

www.netcraft.com/, 5.08.2002.<br />

Oakton.edu, http://ser<strong>ve</strong>rcc.oakton.edu/~wittman/find/eval.htm, 06.08.2002.<br />

Pcmagazin.com, www.pcmagazin.com.tr/dergi/nisan 2001/int3.htm, 22.03.2002.<br />

Webmarketing.com, “<strong>12</strong> Website Design Decisions Your Business or Organization will Need to Make”,<br />

www.webmarketingtoday.com/articles/<strong>12</strong>design.htm, 24.02.2000.<br />

Widener.edu, www2.widener.edu/Wolfgram-Memorial-Library/webevaluation.html, 8.3.2002.<br />

Yahooligans.com, “Evaluating Web Sites”, www.yahooligans.com/tg/evaluating websites.html,<br />

27.02.2002.


HABER SÖYLEMİ İÇİNDE YAPILANDIRILMIŞ<br />

ÖRTÜLÜ NESNELLİK İHLALLERİ<br />

Mustafa Şeker *<br />

ÖZET<br />

Nesnellik meslek kodlarında <strong>ve</strong> gazetecilik kitaplarında evrensel normları belirlenen bir gazetecilik ilkesidir.<br />

Gazetecilik mesleğinin geçirdiği evreler sonucunda bugün nesnellik itiraz edilmeyen bir norm haline gelmiştir.<br />

Gazeteciler, meslek kuruluşlarının <strong>ve</strong> toplumun baskısı sonucu normatif nesnelliğe büyük oranda uymaktadırlar.<br />

Ancak nesnelliğin örtük olarak ihlali de mümkündür. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak yapılan bu ihlaller,<br />

haberin söylemi içine gizlenmekte <strong>ve</strong> ancak söylemin nitel analizi ile ortaya çıkartılabilmektedir.<br />

Anahtar sözcükler: Haber, Nesnellik, Söylem, Haber Söylemi Analizi.<br />

COVERED VIOLATIONS OF OBJECTIVITY PRINCIPLE<br />

WITHIN NEWS DISCOURSE<br />

ABSTRACT<br />

Objectivity is a journalism principle of which uni<strong>ve</strong>rsal norms were set within journalism books and professional<br />

codes. Today objectivity has become a uni<strong>ve</strong>rsal and unobjectible norm after se<strong>ve</strong>ral phases journalism profession has<br />

come through. Journalists generally comply with the normati<strong>ve</strong> objectivity principle because of the heavy pressure<br />

from the professional organizations and the society. Howe<strong>ve</strong>r a co<strong>ve</strong>red violation of objectivity principle is possible.<br />

Such violations made consciously or unconsciously are hidden in the news discourse and can only be re<strong>ve</strong>aled with the<br />

objecti<strong>ve</strong> analysis of discourse.<br />

Keywords: News, Objectivity, Discourse, News Discourse Analysis<br />

GİRİŞ<br />

Gazetecilik mesleğinin gelişimi içinde önemli noktalardan biri, yanlı <strong>ve</strong> partizan anlayıştan, nesnel habercilik anlayışına<br />

geçiş olmuştur. İlk olarak Amerikan gazeteciliğinde <strong>ve</strong> 19. yüzyılda ortaya çıkan nesnel habercilik ilkesi günümüzde<br />

de mesleğin temel kurallarından biri olarak kabul edilmektedir (1). Gerek gazetecilikle ilgili meslek kitaplarında,<br />

gerekse gazetecilik kuruluşlarının geliştirdiği meslek ilkelerinde haber yazımında <strong>ve</strong> sunumunda nesnelliğin nasıl sağlanacağına<br />

ilişkin birçok ilke bulunmaktadır. Gazetecilikle ilgili meslekî kitaplarda (Schlapp 2000, Tokgöz 2000,<br />

Hackett 1998, Güz 1997, Postman <strong>ve</strong> Powers 1992) <strong>ve</strong> meslek kuruluşlarınca belirlenen ilkelerde (Matelski 1996,<br />

Demir 1998, Koloğlu 1999, Topuz 1996, Aziz 1995, Schneider <strong>ve</strong> Raue 2000) nesnelliğin sağlanması için tarafsızlık,<br />

dengelilik, doğruluk, haber ile yorumun ayrılması, kesinlik, öznel yargıların aktarımından kaçınma gibi noktalara vurgu<br />

yapılmaktadır.<br />

Diğer yandan günümüz gazeteciliğinde, nesnellik ilkelerinin açıkça ihlaline çok sık rastlanmamakta, zaman zaman<br />

ortaya çıkan ihlaller hem toplumun çeşitli kesimleri hem de meslek kuruluşları tarafından tepkiyle karşılanmaktadır.<br />

Daha sık meydana gelen <strong>ve</strong> araştırılması gereken nesnellik ihlalleri ise haberin söylemi içine gizlenmiş olarak yapılananlardır.<br />

Bilinçli ya da bilinçsiz olarak yapılan bu ihlaller, medyanın ekonomi politiğinin sonucu olarak <strong>ve</strong>ya medya<br />

örgütlenmesinin <strong>ve</strong> günlük rutinlerinin getirdiği akredite kaynaklara bağımlılık nedeniyle ya da toplumsal-kültürel<br />

fenomenlerin gazetecilerin olaylara bakış açısında temel belirleyici olması sonucunda meydana gelmektedir. Haber<br />

söylemine gizlenen nesnellik ihlalleri, meslekî norm <strong>ve</strong> kurallara tamamen uyulduğunda da gerçekleşebilir. Bu yüzden<br />

ortaya çıkarılmaları için nicel analizler yeterli olmamakta farklı yöntemlerle çözümlemeler yapmak gerekmektedir.<br />

Bu çalışma, Türk basınında haber söylemi içine gizlenen nesnellik ihlallerini bir örnek olay üzerinden, söylem analizi<br />

yöntemiyle belirlemeyi amaçlamaktadır. 23 Aralık 1999 <strong>ve</strong> 23 Ocak 2000 tarihleri arasında Zaman <strong>ve</strong> Cumhuriyet<br />

gazetelerinde yayınlanan Egebank’ın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devriyle ilgili toplam 22 adet haber, van<br />

Dijk’ın haber söylemi analizi yöntemine göre incelenmiştir. Çalışmanın temel varsayımı, günümüzdeki gazetelerde<br />

yanlılığın, nesnellik norm <strong>ve</strong> kurallarını açıkça ihlal ederek değil, haber söylemi içerisinde örtülü olarak yapılandırıldığıdır.<br />

Zaman <strong>ve</strong> Cumhuriyet gazeteleri, incelenen örnek olaya farklı toplumsal-kültürel fenomenlerin etkisiyle bakacakları<br />

<strong>ve</strong> siyasal yaklaşımlarının ayrı olduğu yargısıyla seçilmiştir. İnceleme süresinin bir ayla sınırlandırılmasının<br />

* Öğr. Gör., Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi.


nedeni, 23 Aralık’ta başlayan Egebank’la ilgili haberlerin her iki gazetede üçüncü haftadan itibaren azalması <strong>ve</strong> dördüncü<br />

haftada sona ermesidir.<br />

Çalışmanın ilk başlığı nesnelliğin normatif kurallarını <strong>ve</strong> pratikte nasıl gerçekleştirileceğine dair ilkeleri ele almaktadır.<br />

Haber söylemi içine gizlenen örtülü nesnellik ihlalleriyle ilgili görüşlere de bu başlık altında kısaca yer <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

İkinci başlıkta nitel analizin özellikleri üzerinde durulmuş <strong>ve</strong> van Dijk’ın haber söylemi analizinin temel noktaları ele<br />

alınmıştır. Üçüncü başlık uygulama kısmını içermektedir. Zaman <strong>ve</strong> Cumhuriyet gazetelerinde Egebank’a el konulması<br />

olayıyla ilgili olarak yayınlanan toplam 22 haber tarih sırası gözetilerek van Dijk’ın haber söylemi analizi yöntemine<br />

göre incelenmiş <strong>ve</strong> bulgular sonuç başlığı altında değerlendirilmiştir.<br />

1. NORMATİF NESNELLİK KURALLARI VE ÖRTÜLÜ NESNELLİK İHLALLERİ<br />

Nesnellik terimi, haberlerle ilgili olarak kullanıldığında, iletişimci ile olay arasındaki öznellikten uzak ilişkileri <strong>ve</strong> iletişimcinin<br />

olayları aktarırken kendi öznelliğini dışlayabilme yetisini ifade etmektedir (Mutlu 1995: 256). Gazetecilikte<br />

nesnel yaklaşımın bir norm olarak kabul edilmesi 19. yüzyılda gerçekleşmiştir. ABD’de gelişen bu nesnel gazeteciliğin<br />

temelinde, taraf tutmadan, dengeli haber <strong>ve</strong>rme ilkesi bulunmaktadır. Tokgöz (2000: 308), nesnelliğin bir gazetecilik<br />

ilkesi olarak doğuşunun Amerikan İç Savaşı döneminde gerçekleştiğini belirtmektedir. Nesnel yaklaşım<br />

1860’lardan sonra, çok sayıda dergi <strong>ve</strong> gazeteye hizmet <strong>ve</strong>ren haber ajanslarının gelişmesiyle günlük kullanıma girmiştir.<br />

Nesnellik, 20. yüzyılın ilk yarısında, gazete, dergi <strong>ve</strong> radyonun hakim olduğu dönemlerde, popüler kitle gazetelerinin<br />

siyasal yanlılığına <strong>ve</strong> sansasyonel haberlerine karşı geliştirilmiş demode bir standart olarak değerlendirilirken,<br />

1950’ler’den itibaren televizyonun ortaya çıkışı <strong>ve</strong> yaygınlaşması ile birlikte, yeniden haberciliğin temel kurallarından<br />

biri haline gelmiştir. Nesnelliğin başlangıcını gazetelerin diğer girişimlerden bağımsız bir kapitalist girişim olarak kendisini<br />

kanıtlama çabası olarak değerlendirenler de bulunmaktadır. Daha önce siyasal parti <strong>ve</strong> girişimci elitlerle iç içe<br />

geçen basın, 1800’lerin ortalarından itibaren, kapitalist bir girişim olarak pazardaki yerini almış <strong>ve</strong> bu konumunu haklılaştırmak<br />

için nesnelliği bir ilke olarak benimsemiştir (İnal 1996: 16).<br />

Nesnellik günümüzde haberin temel gereklerinden biri sayılmaktadır. Bir gerçeğin tek yanlı sunumu, ciddi haber gazeteciliğine<br />

ters bir davranış olarak kabul edilmektedir (Schlapp 2000: 21) Hatta Amerikan İletişim Yasası <strong>ve</strong> Federal<br />

İletişim Komisyonu, gazetecileri, kamusal olarak önem taşıyan konularda karşıt tarafların görüşlerine yer <strong>ve</strong>rmeye<br />

zorlamaktadır.<br />

Uygulamada nesnelliğin sağlanabilmesi için geliştirilmiş ilkeleri Tokgöz (2000: 311) şöyle sıralamaktadır: “Bir sorunun<br />

farklı yönlerini sunarken dengeli <strong>ve</strong> tarafsız olmak, haber yazarken kesinliğe <strong>ve</strong> realizme uymak, haberde tüm ana<br />

geçerli noktaları sunmak, yorum ile olguları birbirinden ayırmak, fakat fikri geçerli olarak kabul etmek, yazarın kendi<br />

tutumu, yorumu <strong>ve</strong>ya katılımının etkisini azaltmak, aykırı, yanlı olma <strong>ve</strong> hınç alma amaçlarından kaçınmak.”<br />

Gazetecinin nesnelliğinin boyutuyla ilgili olarak ortaya atılan “Mars’tan Gelen Adam” kadar tarafsız olmak ölçütü<br />

(Rigel 1993: 1<strong>12</strong>), de nesnel haberciliğin gerçekleştirilmesi için belirlenmiş ilkelerden biridir. Güz (1997: 50-51), haberde<br />

nesnelliği önce yazımında, sonra yayınında olmak üzere iki aşamada değerlendirmektedir.<br />

Schlapp (2000: 22-27), nesnelliği sağlamak için uyulması gereken kuralları sıralarken, doğruluk, kesinlik <strong>ve</strong> dengenin<br />

altını çizmektedir. Ayrıca gazeteci, olaydan duygusal ya da akılcı olarak etkilense de bu etkiyi haber metnine yansıtmamalı,<br />

haberle ilgili ön yargılar taşımamalıdır. Haber yapılan olay gerçekle bağdaşmalı, olayın hiçbir yönü gizlenmemeli,<br />

kasıtlı ya da yanlış aktarılmamalıdır. Haberler kaynak gösterilerek kanıtlanmalıdır. Haber metni içinde, değerlendirmelerden<br />

<strong>ve</strong> abartılardan kaçınılmalıdır. Aksi halde haber gü<strong>ve</strong>nilirliğini yitireceği gibi yanlılık etkisi doğacaktır.<br />

Haberin yazımı sırasında niteleme sıfatlarından <strong>ve</strong> değer yargısı içeren ifadelerden kaçınmak gerekir. Bir haberde öznelliğe<br />

yer yoktur. Yorum içeren cümleler, ancak bir kaynağın sözleri olarak <strong>ve</strong> alıntı şeklinde <strong>ve</strong>rilebilir.<br />

Haber yazımında dilin kullanımı da nesnelliği sağlamak bakımından önemlidir. Dil üç şekilde kullanılabilir (Postman<br />

<strong>ve</strong> Powers 1992: 84-85): Birincisi olayı sadece tanımlayan “tanım cümleleridir”. İkincisi olayı değerlendirmek üzere<br />

kurulan “yorum cümleleridir.” Üçüncüsü ise olayın bilinen temelinden yola çıkarak bilinmeyene ulaşmayı amaçlayan<br />

“çıkarım cümleleridir”. Nesnel haber yazmak için dilin tanım cümleleri şeklinde kullanılması gerektiği açıktır. Yorum<br />

<strong>ve</strong> çıkarım cümleleri nesnelliği bozacak, öznel yaklaşımı öne çıkaracaktır.


Nesnelliğin sağlanması için gazetecilik örgütleri de kuramlardakine benzer ilkeleri içeren meslek kodları belirlemişlerdir.<br />

Bu kodlar farklı ülkelerde düzenleme amacıyla konulduğu gibi, bir ülkede çeşitli kuruluşların belirlediği birden<br />

fazla meslek kodu da bulunabilmektedir (Harris 1998: 85-86). Meslek kodları hazırlayanlara <strong>ve</strong>ya ülkelere göre küçük<br />

farklılıklar gösterse de, temelde benzer ilkeleri içermekte <strong>ve</strong> hemen hepsinde nesnelliğin nasıl sağlanacağına ilişkin<br />

düzenlemeler bulunmaktadır. Yansızlık, haberde denge, tarafların görüşlerine yer <strong>ve</strong>rme, bilgiyi gerçeğe uygun olarak<br />

<strong>ve</strong> çarpıtmadan iletme, haber <strong>ve</strong> yorum ayrımı gibi nesnelliğin temel gerekleri hem yazılı basın hem de radyotelevizyonlar<br />

için hazırlanan meslek kodlarında <strong>ve</strong> yasal düzenlemelerde bulunmaktadır. Dünya üzerinde belirleyici<br />

olan meslek ilkeleri genellikle, ABD Profesyonel Gazeteciler Birliği (Sigma Delta Chi), ABD Radyo Televizyon Haber<br />

Yönetmenleri Birliği (Matelski 1996: 101-104), Alman Basın Konseyi (Schneider <strong>ve</strong> Raue 2000: 182-184), Uluslararası<br />

Basın Enstitüsü (IPI) (Koloğlu 1999: 74) gibi kuruluşların koyduğu meslek ilkelerinden esinlenilerek oluşturulmaktadır.<br />

Avrupa Sınırötesi Televizyon Sözleşmesi (Aziz 1995: 33) de televizyonculuk alanındaki düzenlemelerde<br />

birçok ülke için belirleyicidir. Türkiye’de radyo-televizyon yayınlarıyla ilgili düzenlemeler –<strong>ve</strong> dolayısıyla nesnellikle<br />

ilgili kurallar- daha çok yasal düzenlemelerle gerçekleştirilmekte, yazılı basın için ise meslek kuruluşlarının çeşitli<br />

koyduğu ilkeler bulunmaktadır. Cemiyet-i Matbuat-ı Osmaniye tarafından hazırlanan ilk meslek kodlarından bu yana<br />

birçok meslek kuruluşu tarafından nesnelliğe de vurgu yapan çeşitli meslek kodları geliştirilmiş <strong>ve</strong> zaman içinde değişerek<br />

(Demir 1998: 38-72, Koloğlu 1999: 71-74, Topuz 1996: 203) Gazeteciler Cemiyeti tarafından 18 Kasım<br />

1998’de açıklanan Hak <strong>ve</strong> Sorumluluk Bildirgesi’ne ulaşılmıştır. Bu meslek kodlarının hepsinde nesnelliği pratikte<br />

nasıl sağlanacağına ilişkin ayrıntılı kurallar konulmuş, gazetecilerin yapması <strong>ve</strong> yapmaması gerekenler maddeler halinde<br />

belirlenmiştir.<br />

Görüldüğü gibi gazetecilik kitaplarında <strong>ve</strong> meslek kuruluşlarınca belirlenen ilkelerde, nesnelliği açıkça ihlalini engellemeye<br />

yönelik birçok ilke bulunmaktadır. Günümüzde bu ilkelere genellikle uyulmakta, nesnelliği açıkça ihlal eden<br />

gazeteciler ise çeşitli yaptırımlarla karşılaşmaktadır. Ancak günümüzde, nesnellikle ilgili ihlaller çoğunlukla meslek<br />

kodlarını açıkça göz ardı etmek yerine, haberin söylemi ile gerçekleştirilmektedir. Bu tür örtülü ihlallerin, sadece meslek<br />

kodları açısından yapılacak incelemelerle ortaya çıkarılamayacağı açıktır. 70’li yıllardan bu yana, özellikle eleştirel<br />

yaklaşıma mensup araştırmacılar haberdeki örtülü yanlılığı ortaya çıkarmak için farklı yöntemler geliştirmişlerdir.<br />

Özellikle kültürel yaklaşımcılar İngiltere’de haberlerin taşıdığı örtük yanlılığı ölçmeyi amaçlamışlardır. Glasgow Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />

Medya Grubu’nun (1976) grevlerin İngiliz televizyonlarında nasıl yansıtıldığına ilişkin çalışmaları, Çağdaş<br />

Kültürel Çalışmalar Merkezi’nin (Hall 1981, Hall <strong>ve</strong> ark 1981) araştırmaları örtülü yanlılığı bulup çıkarmayı hedeflemiştir.<br />

Ekonomi politik yaklaşımcıların araştırmaları (Murdock 1981, Herman <strong>ve</strong> Chomksy 1999, Morley 1981, Elliot<br />

<strong>ve</strong> ark 1986) haberlerin mevcut statükoyu koruyacak <strong>ve</strong> sağlamlaştıracak şekilde seçildiğini <strong>ve</strong> yapılandırıldığını, haberin<br />

söylemi içinde egemen söylemlerin doğallaştırılıp yeniden kurulduğunu ortaya koymayı amaçlar. Gazetecilik<br />

örgütlenmesinin <strong>ve</strong> günlük rutinlerin, haber üretimi sürecinde gazetecilerin birincil kaynaklara bağımlılığını artırdığını<br />

<strong>ve</strong> bunun sonucunda haberlerin hakim söylemlerin yeniden üretildiğini savunan (Tuchmann 1978, Fishman 1990,<br />

Molotch <strong>ve</strong> Lester 1981) araştırmacılar da nesnelliği haber söyleminde gizli bir şekilde ihlal edildiğini vurgularlar.<br />

Toplumlardaki hakim kültürel değerlerin haber söyleminde örtülü bir şekilde belirleyici olması da gazetecinin nesnellikten<br />

uzaklaşmasına, olayları toplumsal fenomenlerin belirlediği gözlükle değerlendirmesine yol açmaktadır<br />

(Hartmann <strong>ve</strong> Husband 1981, Pearce 1981, van Dijk 1999, Gans, 1979).<br />

Nesnelliğin açık olarak ihlal edilmediği ancak haber söyleminde kurulan yapı ile örtülü bir yanlılık yapıldığı durumları<br />

ortaya çıkarmak için haber söylemi analizi adı <strong>ve</strong>rilen nitel bir analiz türü geliştirilmiştir. Van Dijk tarafından ortaya<br />

atılan <strong>ve</strong> kuralları belirlenen bu analiz yöntemi, eleştirel araştırmacılar tarafından içerik analizinin yerine kullanılan<br />

başlıca yöntem olmuştur.<br />

2. HABER SÖYLEMİ ANALİZİ<br />

Sosyal bilimlerle ilgili araştırmalarda, 1970’lere kadar yaygın olarak içerik analizi yöntemi kullanılmıştır. Ancak, eleştirel<br />

medya çalışmalarının yaygınlaşmasıyla birlikte, nicel bir yöntem olan içerik analizi sorgulanmaya başlamış <strong>ve</strong><br />

nitel yönelimler doğmuştur. İçerik analizinde, dilin bir anlamlandırma süreci olarak ele alınmaması <strong>ve</strong> tekrarların, sıklıkların<br />

tespitine yönelik yaklaşımların istenilen sonucu <strong>ve</strong>rmediği ortaya çıkmıştır. Belirlenen bir varsayım etrafında<br />

oluşturulan kategorileştirme işleminin çoğu zaman açıklayıcı olmadığı görülmüş <strong>ve</strong> haberi oluşturan sözcüklerin, cümle<br />

yapılarının yani söylemin analiz edilmesi arayışları ortaya çıkmıştır. van Dijk’ın ilk olarak 1983’te ortaya attığı <strong>ve</strong><br />

1988’de “News as Discourse” adlı kitabında ilkelerini belirlediği haber söylemi analizi nitel analiz yöntemleri arasında


öne çıkmıştır (İnal 1996: 73-99). Esasen 1940’larda doğmuş olan söylem analizi 70’lerden sonra sosyoloji <strong>ve</strong><br />

linguistik dallarının etkileşimi yoluyla genişlemiş <strong>ve</strong> interdisipliner bir nitelik kazanmıştır (Sözen 1999: 101-<strong>12</strong>5).<br />

van Dijk(1988: 24-25)’a göre, söylem analizi, dile <strong>ve</strong> dilin kullanımına dair teorik <strong>ve</strong> yöntemsel bir yaklaşımı ifade<br />

etmektedir. Bu anlamda çözümlemenin konusu olan söylemler; metinler, mesajlar, konuşmalar, diyaloglar <strong>ve</strong> haberleşmeler<br />

tarafından belirlenmektedir. van Dijk (1988: 19), medya söylemini haber toplama faaliyetlerinin hazır bir<br />

ürünü olarak görmez. Ona göre, haber üretimi, olayların yanlı ya da yansız doğrudan bir sonucu değil, söylem sürecinin<br />

bir formudur. Muhabirler olaylara nadiren tanıklık etmekte <strong>ve</strong> genelde haberlerini görgü tanıklarının ifadelerinden,<br />

söyleşilerinden, dokümanlarından, diğer medya kuruluşları <strong>ve</strong> ajanslardan gelen bilgilerden oluşturmaktadırlar. Dolayısıyla<br />

haberin yapılanması süreci çoğunlukla mevcut söylemlerin yeniden üretilmesi şeklinde olmaktadır. Haber üretiminin<br />

<strong>ve</strong> algılamasının özel şartları kadar, haberin ana iletişimsel fonksiyonları da haberin yapısını her düzlemde<br />

etkilemektedir. Genel ilkeye göre önemli bilgi önce gelmelidir. Bu ilke haberin konusal <strong>ve</strong> dizgesel düzenini tamamen<br />

etkilemekle kalmaz, bir bölümü anlatan paragrafların içindeki cümlelerin sıralanışını <strong>ve</strong> cümlenin iç düzenini bile<br />

etkiler (van Dijk 1988: 19-20). Kaynaklarla bağlantı, mülakatlar, sunumlar, alıntılar, egemen konu başlıkları, çağrışımlar,<br />

haber yazma üslubu gibi unsurları, birçok toplumsal <strong>ve</strong> ideolojik konumu içinde taşır (van Dijk 1999: 375) <strong>ve</strong> dolayısıyla<br />

haber üretiminin örtülü bir yanlılık taşımasına yol açar.<br />

van Dijk’ın söylem analizini, nitel <strong>ve</strong> nicel çözümleme yöntemlerinin birleştirilmesi şeklinde değerlendiren <strong>ve</strong> “önermeye<br />

dayalı söylem analizi” olarak niteleyen Sözen, bu yöntemin içerik analizine bir ila<strong>ve</strong> ya da alternatif olarak<br />

düşünülebileceğini belirtmektedir (1999: <strong>12</strong>4). Söylem analizini, içerik analizi ile karşılaştıran İnal (1996: 85) içerik<br />

analizinde gü<strong>ve</strong>nilirlik, geçerlilik <strong>ve</strong> istatistiksel anlamlılık testlerinin kolayca yapılabildiğine dikkat çekmekte, söylem<br />

analizinde ise kodlama, kategorize etme gibi işlemler kullanılmadığından, bu tür bir testlerin yapılamadığını belirtmektedir.<br />

Ancak bu durum, söylem analizinin anlamlı <strong>ve</strong> somut sonuçlar elde etmede kullanılamayacağına işaret etmez.<br />

Haber söylemi analizinde, inceleme için somut <strong>ve</strong> daimi ölçütler belirlenmiştir. Söylem analizini bu yöntemlere uyarak<br />

yapan farklı araştırmacıların, kabul edilebilir sapmalarla yaklaşık aynı sonuçlara ulaşması mümkün olacaktır.<br />

Diğer yandan, van Dijk’ın haber söylemi analizinin önemli bir bölümünü oluşturan mikro inceleme, kelime seçimleri,<br />

metaforik <strong>ve</strong> retoriksel anlatımlar üzerinde ayrıntılı olarak durmayı gerektirdiğinden, fazla sayıdaki metinlere uygulanmasında<br />

güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Nitekim, van Dijk’ın bizzat yaptığı analizlerde nicel açıdan incelemeleri<br />

daha kapsamlı tuttuğu (Beşir Cemayel’in öldürülmesi olayını incelemek için 99 ülkeden 252 gazetenin incelenmesi<br />

gibi), tematik analizleri ise daha dar örneklemler üzerinde yaptığı görülmektedir (İnal 1997: 157).<br />

2.1. Makro Yapı İncelemeleri<br />

van Dijk, mesajların yapıları üzerinde durmakta <strong>ve</strong> haber metinlerini, metinin anlambilimsel yönünü, haber şemalarını,<br />

üslup <strong>ve</strong> retoriği, sosyo kültürel bağlamları incelemekte (Sözen 1999: <strong>12</strong>5) <strong>ve</strong> bunu makro yapı <strong>ve</strong> mikro yapı olmak<br />

üzere iki bölüm halinde uygulamaktadır. Makro yapı bölümü tematik <strong>ve</strong> şematik çözümleme olmak üzere iki başlık<br />

halinde incelenir (van Dijk 1988: 30).<br />

2.1.1. Tematik Çözümleme<br />

Tematik çözümlemede, üst başlık, başlık, alt başlık, spot <strong>ve</strong> haber girişleri incelenmektedir. Gazete okuyucusu, ilk<br />

olarak başlıkların birbirleriyle ilişkileri, başlık metin ilişkisi, uzunluğu, kısalığı, spotlarda özet bilginin <strong>ve</strong>rilip <strong>ve</strong>rilmediği,<br />

bir hiyerarşi içinde genelden özele gidilip gidilmediğiyle karşılaşır. Her haber metni belli temaların hiyerarşik<br />

örgütlenmesinden oluşur. Önemlilik atfedilen temalar önce, diğerleri ise sonra <strong>ve</strong>rilir. van Dijk’a göre, belli temaların<br />

metnin yapısı içinde öne geçmesi, habere konu olan olayların anlamlandırılmasında egemen olması, okuyucu üzerinde<br />

etkili olur (1988: 30). Başlıklar <strong>ve</strong> haber metninin tutarlı olup olmaması da önemlidir. Zira başlıklar, anlama dayalı<br />

makro önermeler; metinler ise ardışık önermelerdir (Sözen 1999: <strong>12</strong>6).<br />

2.1.2. Şematik Çözümleme<br />

Makro yapının diğer bir unsuru olan şematik çözümleme ise, durum <strong>ve</strong> yorum bölümlerinden oluşmaktadır. Durum<br />

bölümünde hikaye örgüsü incelenir, durum hakkında bilginin tamam olup olmadığına bakılır, ana olayın işleniş biçimi<br />

ele alınır, sonuçlar değerlendirilir. Yorum kısmında ise, haber kaynakları <strong>ve</strong> habere konu olmuş olayın taraflarının


sözlü tepkileri incelenir (van Dijk 1988: 34) Habere konu olan ana olay <strong>ve</strong> onun sonuçları durum bölümünde <strong>ve</strong>rilirken,<br />

olayın geçtiği ortama ilişkin bilgiler, olayın hemen öncesine ilişkin background bilgiler de durum bölümünü oluşturur.<br />

Haberin ana metninin önemli bir bölümü ise yorumlardan oluşur (İnal 1997: 156). Haberlerde olayla ilgili durum<br />

bilgileri ile arka plan bilgilerin <strong>ve</strong>rilip <strong>ve</strong>rilmemesi, konunun algılanış biçimini <strong>ve</strong> dolayısıyla da nesnelliği etkilemektedir.<br />

2.2. Mikro Yapı İncelemeleri<br />

van Dijk’ın haber çözümlemesinin ikinci kısmını ise mikro yapı incelemesi oluşturmaktadır. Bu amaçla, sentaktik<br />

(sözdizimsel) uyum, kelime (lexical) seçimleri <strong>ve</strong> haberin retoriği incelenir.<br />

2.2.1. Sentaktik Çözümleme<br />

Sentaks, hangi sentaktik sınıflandırmaların, hangi kombinasyonlarda kullanıldığını tanımlar. Yani söz dizim kuralları,<br />

sentaktik sınıflardan oluşan cümle kalıplarından hangilerinin düzgün kurulmuş olduğunu tespit eder. Cümlelerin kısauzun,<br />

basit-karmaşık <strong>ve</strong> aktif-pasif durumları incelenir. Art arda gelen cümlelerin <strong>ve</strong> cümlenin bölümlerinin birbirleriyle<br />

olan ilişkisine bakılır. van Dijk (1988: 37)’a göre, söylemin temelinde yatan birbiriyle bağlantılı olma duygusunu<br />

anlatmak için, birbirini izleyen cümlelerin anlamlarının nasıl birbirine ilişkin olduğunu tespit etmek yeterli değildir,<br />

aynı zamanda bu cümlelerin atıfta bulunduğu gerçek <strong>ve</strong>rilerin birbiriyle nasıl ilişkili olduğunu da tespit etmek gerekir.<br />

Haberin sentaktik yapısı içinde belli kişi <strong>ve</strong> kurumların eylemlerinin pasif cümleler aracılığıyla aktarılması, haberde<br />

yanlı yaklaşımın tespiti için önemlidir. Bu üslup, faili gizlemek amacına hizmet ettiği gibi, genellikle fail egemen güçlerden<br />

biri olduğunda (askerler, polisler, mahkemeler, devlet birimleri gibi) tercih edilmektedir.<br />

2.2.2. Lexical Çözümleme<br />

Seçilen kelimeler gazetecinin sınıfsal konumunu yansıtabilir, aynı insanın “terörist” ya da “özgürlük savaşçısı” olarak<br />

tanımlanması muhabirin <strong>ve</strong> gazetenin ideolojisini açığa çıkarır (van Dijk 1988: 28). Yine kelime seçimi, muhabir <strong>ve</strong>ya<br />

editörün aktardığı olayı destekleyip desteklemediğini de hissettirir. Haber yazımı sırasında “belirtti”, “ifade etti”, “açıkladı”,<br />

“vurguladı”, “altını çizdi” gibi kelimeler seçilmişse, bu açıklamaları yapan kişinin desteklendiği izlenimi doğar.<br />

Oysa, “iddia etti”, “ileri sürdü”, “ortaya attı” gibi fiiller kullanıldığında muhabir <strong>ve</strong>ya editörün, bu açıklamalara katılmadığı<br />

dolaylı olarak hissettirilmiş olur.<br />

2.2.3. Retorik Çözümlemesi<br />

Haberde kullanılan kafiye <strong>ve</strong> çağrışım gibi sesli işlemler, anlatım koşutluğu gibi söz dizim işlemleri ile kıyas <strong>ve</strong> mecaz<br />

gibi anlambilimsel işlemler, haberin inandırıcılığını arttırmaya yöneliktir. Haber anlatımlarında abartma <strong>ve</strong>ya küçültme<br />

işlevi gören kelimeler kullanılması, cümlelerde zıtlıkların anlatımı güçlendirmek için öne çıkarılması gibi yöntemler<br />

haberdeki bilginin daha yoğun düzenlenmesine katkıda bulunmakta <strong>ve</strong> haberin okuyucu tarafından daha iyi özümsenmesini<br />

sağlamaktadır. Haberlere canlılık katmak için örneğin bir gösteriyi işlerken, askeri terimler olan hücum, savunma<br />

gibi karşılaştırma <strong>ve</strong> mecazlar kullanılması, muhabirlerin, doğruluğunu önemsemeden sürekli rakam <strong>ve</strong> sayı<br />

<strong>ve</strong>rmesi retoriksel anlatımın yöntemlerindendir. Diğer yandan haberin ikna edici olması için olayın taraf <strong>ve</strong> tanıklarından<br />

tırnak içinde alıntılar yapılması yöntemi ile muhabirler kendileri yorum katmaksızın olayı yorumlamış olurlar (van<br />

Dijk 1988: 28).<br />

3. ZAMAN VE CUMHURİYET GAZETELERİNDE EGEBANK’A EL KONULMASIYLA İLGİLİ HA-<br />

BERLERE UYGULANAN SÖYLEM ANALİZİ BULGULARI<br />

Çalışmanın uygulama bölümünde, Zaman <strong>ve</strong> Cumhuriyet gazetelerinde yayınlanan Egebank’a el konulmasıyla ilgili<br />

haberlerin nesnellik açısından bir incelemesi yapılmıştır. Van Dijk’ın söylem analizi yöntemi kullanılarak yapılan çalışma<br />

olayın meydana geldiği tarihin ertesi gün olan 23 Aralık 1999 gününden başlayarak 23 Ocak 2000 tarihine kadar<br />

yayınlanan haberleri kapsamıştır. Bu süre içinde Egebank’a el konulması olayıyla ilgili olarak Cumhuriyet gazetesinde<br />

<strong>12</strong>, Zaman gazetesinde ise 10 adet haber yayınlanmıştır. Bu haberler, Van Dijk’ın söylem analizi yönteminde belirlediği<br />

yöntem <strong>ve</strong> kurallara göre tek tek incelenmiştir.


3.1. Cumhuriyet Gazetesinde Yayınlanan Haberlerin Söylem Analizi<br />

Cumhuriyet gazetesinde Egebank’a el konulmasıyla ilgili ilk haberler, 23 Aralık 1999 tarihinde yer almıştır. Cumhuriyet<br />

aynı gün olayla ilgili üç ayrı haberi birinci sayfasından <strong>ve</strong>rmiş <strong>ve</strong> devam sayfasında işlemiştir. Bu gazetenin olayla<br />

ilgili ana haberi “5 bankaya el konuldu” başlığını taşımaktadır. Üst başlıkta ise “Sümerbank, Egebank, Esbank,<br />

Yurtbank <strong>ve</strong> Yaşarbank, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredildi” cümlesi kullanılmıştır. Haber spotsuz olarak<br />

<strong>ve</strong>rilmiş, girişte bankaların devri haberi <strong>ve</strong>rilirken, bu işlemin IMF’nin stand-by anlaşmasını onaylamadan önce yapılmasına<br />

dikkat çekilmiştir. Tematik yapı incelemesine göre, öne çıkarılan tema, bankalara el konulması <strong>ve</strong> bunun IMF<br />

ile yapılacak stand-by anlaşmasıyla ilgili olduğudur. Bankalara el konulacağı bilgisinin 1 aydır söylenti olarak dolaştığı,<br />

bazı mudilerin paralarını bir gün önce çektiği, Bakan Recep Önal’ın ise bu gelişmeleri yalanladığı arka plan bilgi<br />

olarak <strong>ve</strong>rilmektedir. İnterbank’ta olduğu gibi banka sahiplerinin bankaların içlerini zaten boşaltmış olabilecekleri iddiası<br />

da tematik açıdan önde <strong>ve</strong>rilmiştir. Hazine Müsteşarlığı’nın devirle ilgili açıklaması, Başbakan Ecevit’in konuyla<br />

ilgili demeci, Hazine Müsteşar Yardımcısı Teoman Kerman’ın devir işlemiyle ilgili teknik açıklamaları, daha sonra<br />

<strong>ve</strong>rilmekte <strong>ve</strong> tematik açıdan daha az önemli oldukları izlenimine yol açılmaktadır. van Dijk’ın yaklaşımına göre, bazı<br />

temaların öne çıkarılması haberdeki nesnellik, dengelilik <strong>ve</strong> tarafsızlığı ortadan kaldırmaktadır. Gerçekten bu haberde,<br />

olayla ilgili açıklamalardan önce iddia, söylenti <strong>ve</strong> yorum içeren bazı bilgilerin <strong>ve</strong>rilmesi haberde nesnel bir yaklaşımı<br />

zedelemektedir.<br />

Makro yapı incelemesinin diğer ayağı olan şematik inceleme açısından bakıldığında, üst başlık, başlık <strong>ve</strong> haber girişinin<br />

olayı özetlediği, ana metnin ise ana olay ile sonuçlarından, olayın öncesindeki gelişmelerden <strong>ve</strong> arka planın bilgisinden<br />

oluştuğu görülmektedir. Bu bilgiler ana metnin “durum” kısmını oluşturmuştur. Metinde, olayın doğuracağı<br />

sonuçlar, sebepleri <strong>ve</strong> meydana gelişiyle ilgili birçok yorum da bulunmakta <strong>ve</strong> bu yorumlar ana metnin önemli bir<br />

bölümünü oluşturmaktadır.<br />

Mikro incelemede göze çarpan ilk özellik sentaktik yapıda edilgen cümlelere yer <strong>ve</strong>rilişidir. Başlık <strong>ve</strong> üst başlıkta olduğu<br />

gibi haberin ana metninde de sürekli “el konulma”, “devredilme” gibi edilgen yapı kullanılmıştır. “El konulma”<br />

ifadesi aynı zamanda haberi güçlendirici retoriksel bir anlatımdır. Haberin ana metninin önemli bir bölümünün hükümet<br />

yetkililerine <strong>ve</strong> bürokratlara dayandığı görülmektedir. Haberde eksik bilgi yoktur. Ancak iddialar, söylentiler <strong>ve</strong><br />

varsayımlar kesin bilgilermiş gibi sunulmuştur. Haber okunduğunda, hükümet yetkililerinin devir işlemini gizlediği,<br />

ancak banka sahiplerinin bir aydır bu durumu bildikleri gibi yorumlarda bulunulduğu <strong>ve</strong> haberin yapısının hükümet<br />

aleyhine bir yanlılık taşıdığı anlaşılmaktadır.<br />

Cumhuriyet aynı gün birinci sayfasında “Paniğe kapılmaya gerek yok” şeklinde başlıklandırılan bir başka habere yer<br />

<strong>ve</strong>rmiştir. Başlıktaki cümle Ecevit’e aittir. Alıntı olduğu belli edilerek <strong>ve</strong>rilmesi, gazetenin aynı görüşü paylaşmadığını<br />

göstermektedir. Üst başlıkta “Bankalardaki mevduatın devlet gü<strong>ve</strong>ncesinde olduğuna ilişkin açıklama karmaşayı engelledi”<br />

cümlesi seçilmiştir. Bu başlık bilgilendirmeyi amaçlayan ancak çıkarım içeren bir cümledir. Alt başlıkta ise<br />

“Bankalar Birliği <strong>ve</strong>rileri el konulan 5 bankanın mali durumunu ortaya koyuyordu” ifadesi seçilmiştir. Bu cümle ise<br />

yorum içermektedir. Haberin ana metni resmî kaynakların ifadeleriyle oluşturulsa da, özellikle alt başlıkta öne çıkarılan<br />

tematik anlam, hükümetin bankaların durumunu önceden bildiği <strong>ve</strong> önlem almadığı yönündedir. Bu alt başlık,<br />

başlıkların haber metinleriyle uyumlu olmasını gerektiren profesyonel meslek ilkesine de aykırıdır. Zira, haber metninde<br />

alt başlıktaki bilgiyle ilgili ya da tamamlayıcı hiçbir bilgiye rastlanmamaktadır. Bu haber kısa bir metin olduğu<br />

için, sentaktik, lexical ya da retoriksel seçim açısından kayda değer bir <strong>ve</strong>ri bulunamamıştır.<br />

Cumhuriyet’te aynı gün birinci sayfada yayınlanan bir başka haberde ise banka operasyonu ile ilgili değerlendirmeler<br />

yer almaktadır. Haberin başlığı “Muhalefette ‘siyasi tercih’ kuşkusu” şeklindedir. Üst başlık olarak “DYP Genel Başkanı<br />

Çiller büyük bir faturanın daha devletin sırtına yüklendiğini söyledi” cümlesi seçilmiştir. Haberin spotu bulunmamakta,<br />

girişte ise Çiller’in sözleri değil, Banka Uzmanları Derneği Başkanı ile Ankara Sanayi Odası Başkanı’nın<br />

sözleri alıntılanmıştır. Esasen haberin ana metninde de Çiller’in açıklamaları iki paragraf işgal etmekte, bunun yanı<br />

sıra, FP Genel Başkan Yardımcısı Lütfü Esengün <strong>ve</strong> ANAP İstanbul Millet<strong>ve</strong>kili Aydın Ayaydın’ın açıklamaları yer<br />

almaktadır. Ancak aslında haberin önemli bir bölümünü Banka Uzmanları Derneği Genel Başkanı Haluk Aytekin ile<br />

ASO Başkanı Zafer Çağlayan’ın açıklamaları oluşturmaktadır. Bu anlamda bakıldığında, başlık <strong>ve</strong> üst başlığın haberle<br />

uyumlu olmadığı görülmektedir. Haberde görüşlerine yer <strong>ve</strong>rilen kişilerin içinde sadece ikisinin muhalefete mensup<br />

olduğu düşünülürse, ana başlığın haber metnini çarpıttığı söylenebilir. Haber tamamen birincil tanımlayıcıların ifadele-


inden oluşmuştur. Muhabirin ana metin içerisinde kendi öznel yorumlarına rastlanmamaktadır. Bu haberin, aynı sayfada<br />

yer alan ana haberi dengelemek için yayınlandığı düşünülebilir. Ana haberde hükümetin <strong>ve</strong> bürokratların açıklamalarına<br />

yer <strong>ve</strong>rilmiştir. Bu haberde ise muhalefetin görüşleri <strong>ve</strong>rilerek dengeleme çabası gösterilmiştir. Ancak, bu<br />

haberdeki görüşler sadece muhalefetin görüşlerinden oluşmadığı için, başarılı bir dengeleme gerçekleşmemiştir.<br />

24 Aralık 1999 tarihli Cumhuriyet’te konuyla ilgili sadece bir kısa haber yer almıştır. 1. sayfadaki bu haber “Banka<br />

operasyonunu IMF istedi” başlığını taşımaktadır. Haberin üst <strong>ve</strong> alt başlığı, spotu bulunmamakta, ana metni iki kısa<br />

paragraftan oluşmaktadır. Muhabir, IMF’ye <strong>ve</strong>rilen niyet mektubunun bazı maddelerinden yola çıkarak banka devrinin<br />

IMF tarafından istendiğini ileri sürmektedir. Haberin kaynağı bulunmamakta, bilgiler yazılı bir belgeye dayandırılmamakta,<br />

ancak iddia şeklinde kurgulanmaktadır. Gazete, IMF’ye karşı olduğundan, haberdeki bilgi hükümet aleyhinde<br />

yanlı bir şekilde yazılmıştır. Haberde <strong>ve</strong> başlıkta aktif bir sentaktik yapı seçilmiş, “IMF’nin Bankalar Yasası’nda yapılacak<br />

değişiklikleri ön koşul olarak koyduğu ortaya çıktı” cümlesinde olduğu gibi sözcük seçiminde aleyhte bir tutum<br />

takınılmıştır. Başlıktaki “operasyon” kelimesinin de retoriksel açıdan haberin anlamını pekiştirmek için kullanıldığı<br />

düşünülebilir. Haberde konuyla ilgili taraf <strong>ve</strong> uzmanların görüşlerine başvurulmadığı, ana metnin muhabirin sübjektif<br />

değerlendirmelerinden ibaret olduğu görülmektedir.<br />

25 Aralık 1999 tarihli Cumhuriyet’te, “Sorun holding bankacılığı” başlığıyla DYP-CHP Hükümetinin Ekonomiden<br />

Sorumlu Devlet Bakanı Onur Kumbaracıbaşı’nın görüşlerine yer <strong>ve</strong>rilmiştir. Haberin iki spotu bulunmaktadır. Spotlarda<br />

haber özetlenmekte, Kumbaracıbaşı’nın kendi dönemlerinde holding bankalarına izin <strong>ve</strong>rmedikleri, mevduatlara<br />

devlet gü<strong>ve</strong>ncesini kaldırmaya çalıştıkları şeklindeki görüşleri ile, holding bankalarının içi boşaltıldıktan sonra devletin<br />

devralmasına yönelik eleştirileri <strong>ve</strong>rilmektedir. Haberin başlık <strong>ve</strong> spotları ana metine uyumludur. Tematik inceleme<br />

açısından bakıldığında başlık <strong>ve</strong> spotta “banka batırılması sorununun, hükümetlerin yanlış kararları <strong>ve</strong> göz yummalarının<br />

sonucu olduğu” temasının öne çıkarıldığı gözlenmektedir. Haberin ana metni tamamen “durum”dan oluşmakta,<br />

ancak olaya değil açıklamaya dayalı bir haber olduğu için arka plan bilgi bulunmamaktadır. Haberin yazımında profesyonel<br />

nesnellik ihlallerine rastlanmamıştır. Haber muhabirin <strong>ve</strong>ya editörün yorumunu içermemektedir. Gazete sadece<br />

aktaran rolünde kalmıştır. Ancak, Kumbaracıbaşı’nın <strong>ve</strong> mensup olduğu CHP’nin doğru işler yaptığı, bankalarla<br />

ilgili durumun sonraki hükümetlerin yanlış yaklaşımlarının bir sonucu olduğu yönündeki ana fikir, gazetenin CHP ile<br />

yakınlığının göstergesidir.<br />

26 Aralık 1999 tarihli Cumhuriyet’te, banka devriyle ilgili olarak “Banka vurgunu” başlıklı bir haber yer almıştır. Birinci<br />

sayfadan <strong>ve</strong>rilen <strong>ve</strong> devamda işlenen haber ANAP İstanbul Millet<strong>ve</strong>kili Bülent Akarcalı’nın görüşlerini yansıtmaktadır.<br />

Haberin üst başlığı “ANAP’lı Bülent Akarcalı sorumluların hesap <strong>ve</strong>rmesini istedi” şeklindedir. Haberin iki<br />

spotunda Akarcalı’nın ana metindeki görüşleri özetlenmiştir. Haber tematik açıdan incelendiğinde Akarcalı’ya dayanarak<br />

<strong>ve</strong>rilen ana temanın banka sahiplerinin bankaları bilerek batırdığı, içini boşalttığı <strong>ve</strong> bu durumun siyasilerin hatalarından<br />

kaynaklandığı şeklinde olduğu görülmektedir. Habere başlık olarak seçilen “Banka vurgunu” cümlesi Akarcalı’ya<br />

ait değildir. Muhabir <strong>ve</strong>ya editör tarafından atılan bu başlık, her ne kadar haberin ana metniyle çelişmese de, tam<br />

bir uyum da söz konusu değil. Zaten haberin ana metni içinde, Akarcalı’ya dayanmayan, doğrudan muhabirin kendi<br />

cümlelerinden oluşan yorumlar bulunmaktadır. Örneğin “… bu operasyon, Türkiye’de soygunların denetim altında<br />

yapıldığını ortaya koyuyor” cümlesi muhabire aittir <strong>ve</strong> açıkça hükümet aleyhinde yanlılık içermektedir. Haberin mikro<br />

incelemesinde lexical seçimlerin hükümet aleyhinde olduğu görülmektedir. Yukarıdaki cümlede kullanılan “denetim<br />

altında soygun” nitelemesi buna örnek <strong>ve</strong>rilebilir. Ayrıca, başlığa çıkarılan “vurgun” kelimesi de hem lexical seçime<br />

hem de haber retoriğine örnektir. Retoriksel açıdan önemli yöntemlerden biri olan sürekli rakam <strong>ve</strong> sayı kullanma eğilimi<br />

de bu haberde görülmektedir. Akarcalı’ya dayanarak <strong>ve</strong>rilen rakamlarda Egebank’ın son üç aylık reklam kampanyasının<br />

20 milyon dolar olduğu, 250 dolara bile hesap açıldığı, devletin üzerine aldığı toplam borcun 4-5 milyar<br />

doları bulduğu belirtilmekte <strong>ve</strong> böylece haber daha inandırıcı <strong>ve</strong> etkili kılınmaya çalışılmaktadır.<br />

27 Aralık 1999 tarihli Cumhuriyet’te de kaynakların açıklamalarından, gazetenin genel yayın politikasına <strong>ve</strong> ideolojik<br />

yanlılığına uygun düşenler seçilmiştir. Bu nüshada, CHP Genel Başkanı Altan Öymen’in açıklamaları birinci sayfadan<br />

haber olarak <strong>ve</strong>rilmiştir. “Öymen, CHP Parti Meclisi’nde banka operasyonu konusunda hükümeti eleştirdi” üst başlığını<br />

<strong>ve</strong> “Bankacılar kurtarıldı” başlığını taşıyan haberin, spotu bulunmamaktadır. Haberin giriş paragrafında Öymen’in<br />

banka devri ile ilgili açıklamaları özetlenmiştir. Tematik olarak başlık <strong>ve</strong> girişte öne çıkarılan banka operasyonu konusu<br />

aslında haberin ana metnini oluşturmamaktadır. Öymen’in Parti Meclisi’nde yaptığı konuşma, gündemdeki birçok<br />

konuyu kapsamaktadır <strong>ve</strong> haber bu konulardan oluşmuştur. Dolayısıyla banka konusu önce çıkarılarak diğer temalar<br />

üzerinde egemenlik kurması sağlanmış <strong>ve</strong> haberdeki dengelilik, tarafsızlık <strong>ve</strong> nesnellik zedelenmiştir. Habere konu


olan malzeme dengeli <strong>ve</strong> dürüstçe dağıtılmamıştır. Başlık <strong>ve</strong> üst başlık metinle uyumlu değildir. Haberin şematik yapısı<br />

açıklamaya dayandığından, olay <strong>ve</strong> sonuçları ile arka plan bilgisini içeren “durum” çok ayrıntılı değildir. Haber,<br />

yazımı itibariyle yorum taşımamaktadır. Ancak, hem habere konu açıklamanın seçilişi, hem de ana metnin içinden<br />

çıkarılan başlık <strong>ve</strong> bu başlığın <strong>ve</strong>riliş tarzı editoryal bir yanlılığı ortaya çıkarmaktadır.<br />

27 Aralık 1999 tarihli nüshadaki konuya ilişkin bir diğer haber ise “2. banka operasyonu” başlığını taşımaktadır. Üst<br />

başlıkta “Banka birleşmelerine ilişkin kararnamenin Cumhurbaşkanı’na gönderildiği öne sürüldü” cümlesi yer almıştır.<br />

Haberin tek spotu bulunmakta, spotta, devredilen bankaların mali yapısı güçlü bankalarla birleştirilmesi <strong>ve</strong> 5 bankaya<br />

2 yeni bankanın daha eklenmesinin gündeme geldiği ileri sürülmektedir. Haberin hem üst başlığı, hem spotu, hem de<br />

ana metni edilgen bir yapıda kurgulanmıştır. Kaynak açıkça belirtilmemiş, haberin bir bölümü muhabirin iddiaları<br />

şeklinde kaleme alınmış, bir bölümü ise “üst düzey bir yetkili”, “kamu bankasında üst düzey bir yetkili” olarak adlandırılan<br />

kaynaklara dayandırılmıştır. Haberde açıklık <strong>ve</strong> kesinlik bulunmamakta, iddialar, söylentiler <strong>ve</strong> varsayımlar<br />

bilgi olarak <strong>ve</strong>rilmektedir. Bu açıdan nesnelliği sağlamaya yönelik meslek ilkelerinin açık ihlali söz konusudur.<br />

29 Aralık 1999 tarihli Cumhuriyet’in birinci sayfasında <strong>ve</strong>rilen habere “Büyük banka soygunu” başlığı atılmıştır. Üst<br />

başlık “Devletin el koyduğu 5 bankadan 4’ünün içi boş… Yargı süreci başlatılmadı” şeklindedir. Alt başlıkta “Devlet<br />

batık kredileri üstlendi. Ayrıcalık yapılan bankalar var” cümlesi kullanılmıştır. Haberin iki spotu bulunmakta, birinci<br />

spotta, CHP <strong>ve</strong> FP’nin, devletin 2.5 katrilyon lira zarara uğratıldığı iddialarına, 5 bankanın borçlarının devlet tarafından<br />

üstlenildiği bilgisine <strong>ve</strong> 5 bankadan 4'ünün içini boşaltanlar hakkında yargı sürecinin başlatılmamış olduğuna yer <strong>ve</strong>rilmektedir.<br />

İkinci spotta 5 banka arasında Yaşarbank’a ayrıcalık yapıldığı iddiasına, Yurtbank ile Egebank’ın 31 Mart<br />

1999’dan itibaren Bankalar Birliği’ne bilançolarını göndermediği bilgisine, Sümerbank, Egebank <strong>ve</strong> Yurtbank’ın batık<br />

kredilerinin 1998’e göre artış gösterdiğine dikkat çekilmektedir. Haberin belirtilmiş bir kaynağı bulunmamaktadır.<br />

İddialar <strong>ve</strong> saptamalar, muhabirin kendisine ait tarzda kurgulanırken, Fon’a devredilen bankalarla ilgili arka plan bilgiler,<br />

ana metnin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Başlığa taşınan “Büyük banka soygunu” ifadesini destekleyen<br />

somut bilgiler ana metinde yer almamıştır. Haber retoriği açısından çok miktarda rakam <strong>ve</strong> sayı kullanılmışsa da bunların<br />

hiçbirinin resmi açıklamalara ya da kanıtlara dayanmadığı görülmektedir. Habere konu olan bilgiler, tahminlerden,<br />

varsayımlardan <strong>ve</strong> iddialardan oluşmaktadır. Bu anlamda yazım sırasında bir nesnellikten söz edilemez. Ayrıca<br />

haberdeki “büyük banka soygunu”, “batık krediler” gibi sözcük seçimleri yanlılık taşımaktadır. Alt başlıktaki “Ayrıcalık<br />

yapılan bankalar var” iddiası da haberde kanıtlanmamaktadır.<br />

Aynı gün Cumhuriyet’in birinci sayfasında “Demirel Grubu’na usulsüz kredi” başlığıyla başka bir haber daha yer almıştır.<br />

Üst başlığı <strong>ve</strong> spotu bulunmayan haberin girişinde Yahya Murat Demirel hakkında soruşturma başlatıldığı <strong>ve</strong><br />

hazırlanan raporda Demirel’in kendi şirketlerine kaynak aktardığının belirlendiği vurgulanmaktadır. Haberin metninde<br />

Egebank’la ilgili soruşturmanın 22 Haziran 1999 tarihinde rapor edildiği bilgisine yer <strong>ve</strong>rilmekte, Yahya Murat Demirel’in<br />

Egebank’ı alırken bankanın eski sahibi Hüseyin Bayraktar tarafından kandırıldığına ilişkin açıklaması <strong>ve</strong> Bayraktar’ın<br />

cevabı ele alınmaktadır. Başlığa çıkarılan bilgi ise haberin sadece son paragrafında yer almıştır. Tematik<br />

açıdan incelendiğinde, haberin ana metninde bulunan bilgiler arasından “usulsüz kredi” ile ilgili bilginin öne çıkarıldığı,<br />

diğer bilgiler üzerinde egemenlik kurmasının sağlandığı <strong>ve</strong> böylece okuyucunun haberdeki bilgileri algılayışının<br />

etkilenmek istendiği söylenebilir. Profesyonel kodlar açısından bakıldığında haberle ilgili kişilerin görüşlerine yer <strong>ve</strong>ren,<br />

dengeli, yorum içermeyen <strong>ve</strong> kaynaklara dayalı bilgilerden oluşan bu haber, söylem analizinin sonuçlarına göre,<br />

tematik açıdan yanlıdır. Ayrıca haberin retoriğinde inandırıcılığı sağlamaya yönelik olarak çok sayıda rakam <strong>ve</strong> sayı ,<br />

tarih, yasa numarası vb. bilgi kullanılmıştır. Haberde sadece Egebank’ın usulsüz kredi eylemiyle öne çıkarılması <strong>ve</strong><br />

haber girişinde Yahya Murat Demirel’i nitelerken, “Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in yeğeni” vurgusunun yapılması<br />

da sözcük seçimleri açısından bir yanlılık olduğunu ortaya koymaktadır.<br />

Yine 29 Aralık 1999 tarihli Cumhuriyet’in birinci sayfasında FP Genel Başkanı Recai Kutan’ın konuyla ilgili açıklamalarından<br />

oluşan bir başka haber yer almıştır. Başlık “Kutan: Hükümet göz yumdu” şeklindedir. Üst <strong>ve</strong> alt başlığı,<br />

spotu bulunmayan haberin girişinde başlıktaki cümle tekrarlanırken, haberin TBMM Genel Kurulu’nda bütçe görüşmeleri<br />

sırasındaki konuşmalardan derlendiği anlaşılmaktadır. Haberde ayrıca, Çiller <strong>ve</strong> Ecevit’in başka konulardaki<br />

açıklamalarıyla, Kutan’ın bankalar konusu dışındaki sözleri de yer almaktadır. Bu açıdan bakıldığında haberin ana<br />

metninin belli bir olaya dayanmadığı, dolayısıyla şematik yapıda “durum”un sağlıklı olmadığı söylenebilir. Tematik<br />

inceleme sonucunda, habere konu olan kişiler arasından Kutan’ın, Kutan’ın açıklamaları arasından da bankalarla ilgili<br />

olanların öne çıkarıldığı görülmektedir. Bu da belli bir temanın haberin tümüne egemen olması <strong>ve</strong> diğer bilgilerin okuyucu<br />

tarafından, hakim temanın egemenliği altında algılanması demektir.


Cumhuriyet’te yılbaşı sırasında bankalar konusu ile ilgili haberler yer almamış, inceleme yapılan 23 Aralık/23 Ocak<br />

tarihleri arasındaki son haber 7 Ocak 2000 tarihinde yayınlanmıştır. “Bankaların yükü devlete” başlığını taşıyan bu<br />

haberin üst başlığı “2.5 milyar dolarlık yükü devletin üstlenmek zorunda kalacağı belirtiliyor” şeklindedir. Haberin<br />

spotunda ise Devlet Bakanı Recep Önal’ın 5 bankanın öz kanyaklarının yitirildiği açıklamasından yola çıkarak yapılan,<br />

182 trilyon lira zarar olduğu yönündeki hesap yer almaktadır.<br />

Haberin metni incelendiğinde, inandırıcılığı sağlamak bakımından, sayılara dayalı bir haber retoriği kurulduğu göz<br />

çarpmaktadır. Fona devredilen bankaların öz kaynakları hesaplanmış, herhangi bir resmi kaynağa ya da kanıta dayanmaksızın,<br />

edilgen bir yapı kullanılarak bankalar operasyonunun tek tek banka bazında <strong>ve</strong> toplamda kaç dolara mal<br />

olduğu habere konu edilmiştir. Haberdeki hesaplamaları muhabirin yaptığı anlaşılmaktadır. Haberin kendi metni içinde<br />

de, “gerçek zararın yeminli murakıpların hesaplamalarıyla ortaya çıkacağı” belirtilmektedir. Yani muhabir tarafından<br />

yapılan hesaplamalar bir tahminden <strong>ve</strong> varsayımdan ibarettir. Bu da haberin nesnelliğinin en önemli temellerinden<br />

olan gerçeklik/kesinlik ilkesine aykırıdır. Bu varsayımsal hesaplamalardan yola çıkarak devletin 2.5 milyar dolarlık<br />

yük üstlendiğinin üst başlığa taşınması ise nesnelliğe tamamen aykırıdır.<br />

3.2. Zaman Gazetesinde Yayınlanan Haberlerin Söylem Analizi<br />

Zaman gazetesinde de olayla ilgili ilk haber 23 Aralık 1999 tarihinde yer almıştır. Birinci sayfada “Türkiye’nin nesi<br />

meşhur?” başlığıyla manşetten <strong>ve</strong>rilen haberin devamı ekonomi sayfasından oldukça uzun bir metin şeklinde <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

Alt başlıkta, başlıkta olduğu gibi metaforik bir anlatım tarzı kullanılmış, o günlerde televizyonlarda yayınlanan<br />

Egebank reklamından yola çıkılarak, “Siyasilerle yapılan işbirliği sayesinde banka kurma izni alma kolaylığı, kurulan<br />

bankaya yatırılan paraların kredi, teminat gibi yöntemlerle iç edilmesi, denetim görevi yapması gerekenlerin bankalar<br />

soyulurken seyretmesi, içi boşaltılan bankanın, vatandaştan alınan <strong>ve</strong>rgilerle bataktan kurtarılması, bütün soygun <strong>ve</strong><br />

talanların gariban vatandaşa fatura edilmesi meşhurdur” şeklinde bir başlık retoriği kurulmuştur. Gazete, banka batırma<br />

<strong>ve</strong> yetkililerin tutumu karşısında açıkça yanlı olduğunu başlık <strong>ve</strong> alt başlıkta sergilemektedir. Habere ait iki spotta<br />

ise, olayla ilgili maddi bilgiler aktarılmaktadır. Spotlarda el konulan bankaların isimleri, mevduat sahiplerine <strong>ve</strong>rilen<br />

gü<strong>ve</strong>nce gibi, haberle ilgili özet bilgiler yer almıştır. Haberin ekonomi sayfasının tamamını kaplayan ana metninde ise<br />

hem habere konu olayla ilgili gelişmeler <strong>ve</strong> ark plan bilgiler <strong>ve</strong>rilerek “durum” oluşturulmakta, hem de bankaların<br />

içinin boşaltıldığı, kararın IMF’nin şartlarından biri olduğu, yöneticilerin ihmal gösterdiği gibi “yorumlar”a yer <strong>ve</strong>rilmektedir.<br />

Muhabirin olayla ilgili bilgileri aktarırken “Kamuoyu şimdi bugüne kadar niçin beklenildi sorusunu soruyor”<br />

gibi cümleler kurarak, kendi öznel tepkisini dolaylı olarak aktarma yoluna gittiği gözlenmektedir. Haberin sentaktik<br />

<strong>ve</strong> lexical incelenmesinde, seçilen bazı kelimelerin önemli olduğu görülmektedir. Örneğin “bankaların soyulması”,<br />

“gariban vatandaş” “paraların iç edilmesi” gibi kelimelerin seçilmesi, muhabirin <strong>ve</strong> gazetenin yanlı olduğunu göstermektedir.<br />

Aynı gün ekonomi sayfasında manşet haberle birlikte paketlenen <strong>ve</strong> konuyla ilgili görüşlerden oluşturulmuş bir başka<br />

haber daha mevcuttur. Sakıp Sabancı, Dünya Bankası eski Başkan<strong>ve</strong>kili Atilla Karaosmanoğlu <strong>ve</strong> Yaşar Holding İcra<br />

Kurulu Başkanı Ünal Korukçu’nun olayla ilgili farklı görüşleri haberleştirilmiştir. Bu haber olayla ilgili tarafların görüşlerine<br />

yer <strong>ve</strong>rilmesi bakımından meslek ilkeleri bağlamında nesnel bir yaklaşım taşımaktadır. Benzer bir yaklaşım<br />

yine aynı sayfadaki bir başka haberde yer alan “Yaşarbank farklı” ara başlığında da göze çarpmaktadır. Bu bölümde,<br />

Yaşarbank’ın diğer el konulan bankalardan farklı bir gerekçeyle fona devredildiği vurgulanmaktadır. Ayrıca haberde<br />

Ecevit’in <strong>ve</strong> Hazine Müsteşarlığı’nın olayla ilgili açıklamaları yansız olarak <strong>ve</strong>rilmiştir. Ekonomi sayfasındaki “5 bankanın<br />

künyesi” başlıklı bir başka haberde ise fona devredilen bankalarla ilgili arka plan bilgi <strong>ve</strong>rilmektedir. Bankaların<br />

kuruluş <strong>ve</strong> el değiştirme tarihleri, şube sayıları, kâr/zarar durumları gibi bilgiler çok sayıda rakam <strong>ve</strong> sayı kullanılarak<br />

<strong>ve</strong>rilmekte <strong>ve</strong> habere inandırıcılık katılması amaçlanmaktadır. Zaman’ın olayla ilgili ilk günkü haberlerine tek bir haber<br />

gibi yaklaşıldığında, makro yapının şematik incelenmesinde olayın <strong>ve</strong> olayla ilgili bilgilerin yeterli şekilde <strong>ve</strong> profesyonel<br />

nesnellik kurallarına uyularak <strong>ve</strong>rildiği görülmektedir. Ancak mikro incelemede seçilen sözcükler, kurulan<br />

retoriksel anlatım bakımından yanlılık vardır. Ayrıca haberin tematik kuruluşu, başlıkta <strong>ve</strong> altbaşlıkta, “Türkiye’nin<br />

banka batırması meşhur” temasının öne çıkarılması şeklindedir. Böylece okuyucunun haberdeki diğer bütün bilgileri<br />

bu temanın egemenliğinde algılamasına yol açılmış <strong>ve</strong> nesnellikten uzaklaşılmıştır.<br />

24 Aralık 1999 günkü Zaman’da olayla ilgili dört ayrı haber bulunmaktadır. Birinci sayfadan spotlarla duyurulan ana<br />

haberin yanında, ekonomi sayfasında haberle ilgili başka gelişmeler ayrı haberler olarak <strong>ve</strong>rilmiştir. Birinci sayfadaki


haber “Sıra iyileştirmede” başlığını taşımaktadır. Alt başlıkta “Bugünkü <strong>ve</strong>rilerle sırada operasyon yapılacak başka<br />

bankanın bulunmadığını açıklayan Bakan Önal, ‘Bundan sonra yapılacaklar tümüyle rehabilitasyonla ilgilidir’ dedi”<br />

cümlesi kullanılmıştır. Habere ait iki spotta da Bakan Önal’ın açıklamaları <strong>ve</strong>rilmiştir. Haberin ekonomi sayfasında<br />

<strong>ve</strong>rilen devamı incelendiğinde; başlık, alt başlık <strong>ve</strong> spotların ana metinle uyumlu olduğu, “durum”u oluşturan bilgilerin<br />

Önal’ın açıklamalarına dayandığı, haberde muhabirin <strong>ve</strong>ya editörün yorumunun bulunmadığı görülmektedir.<br />

Aynı gün <strong>ve</strong>rilen bir başka haber “Söylentiler sağlam bankayı bile götürür” şeklinde bir başlık taşımakta <strong>ve</strong> Merkez<br />

Bankası Başkanı Gazi Erçel’in açıklamalarını içermektedir. Haberlerde, hükümet <strong>ve</strong> bürokratların açıklamaları tarafsız<br />

olarak <strong>ve</strong>rilmiştir. Ancak, muhalefet partilerinin konuyla ilgili açıklamaları haber yapılmamıştır. Zaman gazetesinin bu<br />

yaklaşımı, hükümetin bu konudaki önlemlerini desteklediği izlenimi uyandırmaktadır.<br />

Gazetenin aynı nüshasındaki bir diğer haberde, el konulan bankalara yeni yöneticilerin atandığı belirtilmekte <strong>ve</strong> bu<br />

yöneticilerin isimleri <strong>ve</strong>rilmektedir. 4 bankanın da hükümet tarafından uyarıldığı aktarılmakta, operasyon öncesinde<br />

bazı banka patronlarının Ankara’da görüşmeler yaparak 5 banka dışında kalmayı başardığı iddiaları da aynı haberde<br />

yer bulmaktadır. Bu kısa haberde, iddia niteliğindeki son bilgi dışında nesnelliğe aykırı bir durum gözlenmemektedir.<br />

Aynı sayfada yer alan bir başka haber ise çeşitli çevrelerin banka operasyonu ile ilgili görüşlerinden alıntılar yapılarak<br />

oluşturulmuştur. Bu görüşler arasında operasyonu destekleyen <strong>ve</strong> geç kalındığını ileri sürenler bulunmaktadır. Bu anlamda<br />

haberin nesnelliğe aykırı bir durumu bulunmamaktadır.<br />

25 Aralık 1999 tarihli Zaman’da MÜSİAD Başkanı Ali Bayramoğlu’nun “Faturayı banka patronları ödesin” şeklindeki<br />

açıklaması başlık yapılarak bir haber hazırlanmıştır. Haberin spotunda Bayramoğlu <strong>ve</strong> Türk İş Başkanı Bayram<br />

Meral’in, bankaların zararını devletin ödemesiyle ilgili eleştirileri yer almaktadır. Ancak haberin ana metninde sadece<br />

Ali Bayramoğlu’nun açıklamaları bulunmaktadır. Bu anlamda haber/başlık/spot uyumu yoktur. Ana metin<br />

Bayramoğlu’nun açıklamalarını yansıttığı için birincil tanımlayıcının görüşlerini aktarılmasından ibarettir. Haberde<br />

muhabirin <strong>ve</strong>ya editörün öznel yaklaşımları bulunmamaktadır.<br />

28 Aralık 1999 tarihli Zaman’da, “Yıkmayacak, ama sarsacak” başlıklı bir haber yer almıştır. Haberin alt başlığı “FP,<br />

bankalar operasyonu sebebiyle gensoru <strong>ve</strong>rdi. Ancak aritmetik olarak hükümetin gensoruyla yıkılmayacağı biliniyor.<br />

Fazilet’in stratejisi hükümeti sallamak” cümlesine yer <strong>ve</strong>rilmektedir. Haberin ana metninde ise FP’nin gensorusu ile<br />

ilgili açıklamaları yer almakta <strong>ve</strong> başlık ile uyumlu bir yapı oluşturmaktadır. Haberin tematik yapısı incelendiğinde,<br />

başlık <strong>ve</strong> alt başlıktaki “<strong>ve</strong>rilen gensorunun hükümet açısından endişe <strong>ve</strong>rici olmadığı” temasının diğer bilgilere egemenlik<br />

kurduğu gözlenmektedir. Bu başlık <strong>ve</strong> alt başlık, sözcük seçimi <strong>ve</strong> retorik bağlamında incelendiğinde “yıkmak”,<br />

“sarsmak”, “sallamak” gibi sözcüklerin anlatımı güçlendirmek için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Haberin ana<br />

metninde “durum”u oluşturan bilgiler yer almakta “yorum” bulunmamaktadır. Ancak haberin, başlık <strong>ve</strong> alt başlığı<br />

itibariyle FP aleyhine, hükümet lehine bir yanlılık taşıdığı açıktır.<br />

Zaman’da yılbaşı öncesi <strong>ve</strong> sonrasında banka operasyonu ile ilgili hiç haber çıkmadığı gözlenmiştir. 28 Aralık’tan<br />

sonra konuyla ilgili ilk haber 9 Ocak 2000 günkü nüshada yer almıştır. Bu haber “Sadece kurtarıldılar” başlığını taşımaktadır.<br />

Alt başlıkta, “Başbakanlık Teftiş Kurulu, mali yapısı bozulduğu <strong>ve</strong> içinin boşaltıldığı gerekçesiyle el konulan<br />

5 bankayı denetlemekten sorumlu hiçbir kurum hakkında soruşturma başlatmadı” ifadesine yer <strong>ve</strong>rilmiştir. Haberin<br />

ana metninde ise, depremde yetersiz kalan cep telefonu şirketlerini denetlemediği için Ulaştırma Bakanlığı görevlileri<br />

hakkında soruşturma açılması örnek gösterilerek, bankaları denetlemeyenler hakkında böyle bir çalışmanın olmamasına<br />

dikkat çekilmektedir. Haberin ikinci bölümünde ise 1999’un ilk dokuz aylık bölümünde el konulan bankaların<br />

mevduatlarında yüzde 100’e varan artışlar olduğu dile getirilmekte <strong>ve</strong> bu bilgi sayılarla desteklenmektedir. Haberle<br />

birlikte paketlenen <strong>ve</strong> ara başlıklarla ayrılan diğer bilgilerde ise, banka denetlemekle görevli Türkiye Bankalar Birliği<br />

<strong>ve</strong> Hazine hakkında bilgiler <strong>ve</strong>rilmekte, “Cevap bekleyen sorular” başlığı altında 5 bankanın mali yapısı bilindiği halde,<br />

mevduat toplamasına neden izin <strong>ve</strong>rildiği, sorumlular hakkında neden soruşturma başlatılmadığı gibi sorular yanında,<br />

“IMF’den alınacak 4 milyar dolar için 3 yıl kemer sıkacak olan Türkiye, el konulan 5 banka için gerekli 3-5<br />

milyar doları da milletin sırtına mı yükleyecek?” sorusu sorulmaktadır. Haberin genel yaklaşımı muhabirin <strong>ve</strong> editörün<br />

olayla ilgili görüşlerini içermektedir. Herhangi bir kaynaktan alınmış açıklama ya da bilgi yerine, haber yazı işlerinde<br />

oluşturulmuş görünmektedir. “Kurtarılma” teması başlık <strong>ve</strong> alt başlıkta öne çıkarıldığı için nesnelliği zedeleyici bir<br />

yaklaşım söz konusudur. Şematik açıdan incelendiğinde haberin ana metninde “durum”u oluşturan olayla ilgili bilgi <strong>ve</strong><br />

arka planlardan ziyade “yorum”a yer <strong>ve</strong>rildiği görülmektedir. Mikro incelemede, cep telefonu soruşturması ile bankalar<br />

konusu arasında retoriksel bir karşıtlık yaratılmak istendiği saptanmıştır. Doğruluğundan emin olunmayan sayılar,<br />

haber metninde bolca yer almaktadır. Örneğin banka operasyonunun maliyeti 3-5 milyar dolar gibi muğlak bir ifadeyle


geçiştirilmiştir. Sözcük seçiminde “sadece kurtarıldılar”, “milletin sırtına yüklenmek” gibi yaklaşımlar haberde hükümet<br />

aleyhine açıkça yanlılık olduğu izlenimi <strong>ve</strong>rmektedir.<br />

11 Ocak 2000 tarihli Zaman’da “Egebank’a talip oldu” başlığıyla tek paragraflık küçük bir haber yer almıştır. Haberde<br />

İzmir Ticaret Odası’nın Egebank <strong>ve</strong> Yaşarbank’ın Egeliler’e <strong>ve</strong>rilmesini istediği yönünde bilgiler bulunmaktadır.<br />

Haber kaynağın açıklamalarına dayanmakta, yorum ya da yanlılık içermemektedir.<br />

Zaman gazetesinde, banka operasyonuyla ilgili olarak incelenen 23 Aralık 1999- 23 Ocak 2000 tarihleri arasında yayınlanan<br />

son haber 14 Ocak 2000 günkü nüshada yer almıştır. “Banka sahipleri <strong>ve</strong> Hazine’ye suç duyurusu” başlıklı<br />

kısa haberde, MÜSİAD Başkanı Ali Bayramoğlu’nun 5 bankanın denetleme <strong>ve</strong> yönetim kurulu üyeleri ile Hazine<br />

Müsteşarlığı hakkında görevi suiistimal ettikleri gerekçesiyle suç duyurusunda bulunduğu bildirilmektedir. Haber tamamen<br />

Bayramoğlu’nun açıklamalarına dayanmakta, muhabir <strong>ve</strong> editörün öznel yorumunu içermemektedir. Haberdeki<br />

yaklaşımın gazetenin “sorumlular hesap <strong>ve</strong>rsin” şeklindeki yaklaşımıyla örtüştüğü görülmektedir. Meslek ilkeleri<br />

bakımından nesnel görünen haber, ideolojik <strong>ve</strong> politik bir yanlılık içermektedir.<br />

SONUÇ<br />

5 bankaya el konulmasıyla ilgili haberlerden yola çıkarak 23 Aralık 1999-23 Ocak 2000 tarihleri arasında incelenen<br />

Cumhuriyet <strong>ve</strong> Zaman gazetelerinin, banka operasyonu ile ilgili olaylara yaklaşımlarının temelde aynı olduğu gözlenmiştir.<br />

“Bankalar, devletin ihmali sonucu içleri boşaltıldıktan sonra, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilmiştir.<br />

Bedel, halka ödetilecektir. Hükümet <strong>ve</strong> bürokratlar olayda kusurludur” şeklinde özetlenebilecek olan ana yaklaşım,<br />

genellikle bürokratik kaynakların ifadelerine dayanarak işlenmiştir.<br />

Haberler, olayın meydana geldiği 23 Aralık 1999 tarihinde <strong>ve</strong> takip eden günlerde yoğun olarak birinci sayfadan <strong>ve</strong>rilmiş<br />

<strong>ve</strong> iç sayfalarda genişçe işlenmiştir. İlk günlerde manşetten <strong>ve</strong>rilen haberler, sonraki günlerde gelişmelerin önemine<br />

göre daha altlardan <strong>ve</strong> daha az yer kaplayacak şekilde düzenlenmiş, ancak daima birinci sayfadan girmiştir. Sayfa<br />

düzeni anlayışının sonucu olarak, Cumhuriyet bazı haberlerin ana metinlerini de birinci sayfadan <strong>ve</strong>rip, devama<br />

gönderirken, Zaman gazetesi, haberleri birinci sayfadan başlık <strong>ve</strong> spotlarla duyurmuş, ana metni ekonomi sayfasında<br />

<strong>ve</strong>rmiştir. Her iki gazetede olayla ilgili haberler yılbaşı civarında azalmış, ocak ayının ortalarından itibaren de sona<br />

ermiştir.<br />

Haberlerin makro incelemesi tematik <strong>ve</strong> şematik olmak üzere iki açıdan ele alınmıştır. Tematik incelemede, gazetelerin<br />

yanlılığını gösteren bazı temaların devamlı öne çıkarıldığı tespit edilmiştir. Önemli bulunan temaların başlığa, spota<br />

ya da metnin giriş paragraflarına yerleştirildiği görülmüştür. Bu hiyerarşi daima gazete editörlüğünün yaklaşımına<br />

uygun olarak düzenlenmiştir.<br />

İncelemede, nesnelliğin temel yaklaşımlarından olan başlık/metin uyumu her iki gazetede başarısız bulunmuştur. Haberin<br />

ana metni, çeşitli kaynakların açıklamalarını <strong>ve</strong> farklı birçok konuyu içerdiği halde, başlıkta bazı temalar öne<br />

çıkarılmıştır. Söylem analizi açısından bakıldığında başlık <strong>ve</strong> spotlarda bir temanın öne çıkarılması, ana metindeki<br />

diğer temaların yanlı okunmasına yol açacaktır. Böyle durumlarda, profesyonel normlar olan tarafsızlık, dengelilik,<br />

kesinlik gibi nesnellik ilkelerine uyulmuş olsa da, haberin nesnel olması mümkün değildir. Bazı günler, açıkça yorum,<br />

hatta çıkarım içeren cümleler, başlık, alt başlık <strong>ve</strong>ya spot olarak kullanılmıştır. Ana metin içerisinde de, gerek muhabirin<br />

kendi cümleleriyle, gerekse taraflı alıntılar yapılarak yorum cümleleri kurulduğu gözlenmiştir. Ana metnin “durum”<br />

bölümünü oluşturan, olayla ilgili bilgiler <strong>ve</strong> olayın sonuçları ile arka plan bilgilerin birçok haberde yeterli olduğu<br />

görülmüştür. Haberlerin mikro yapı incelemesinde ise; cümle yapıları, kelime seçimleri <strong>ve</strong> haber retoriği açısından<br />

bazı bulgular elde edilmiştir. Devlet <strong>ve</strong> hükümetin faili olduğu banka operasyonunun çoğunlukla edilgen cümle yapısı<br />

içerisinde <strong>ve</strong>rildiği görülmüştür. “Bankaların batırıldığı, soyulduğu, içlerinin boşaltıldığı, faturanın gariban vatandaşa<br />

ödetildiği” gibi cümlelerde nesnellikten uzak kelime seçimlerine rastlanmıştır. Haberlerde inandırıcılığı artırmak için<br />

bol miktarda rakam, sayı, tarih, kanun numarası vs. kullanılmış, haber akredite kaynakların açıklamaları ile güçlendirilmeye<br />

çalışılmıştır. Ancak kimi zaman, muhabirin kendi görüşlerini, hayali “üst düzey yetkililere” dayandırarak açıkladığı<br />

da gözlenmiştir.<br />

Gazeteler, esasen toplumun zararına olduğunu varsaydıkları banka batırma işlemi karşısında yanlıdırlar. Ancak iki<br />

gazete arasında hükümetin el koyma kararıyla ilgili yaklaşımda bazı farklar vardır. Cumhuriyet gazetesi haberlerinde


sürekli olarak, “bankaların batırılmasına göz yumulduğu, bazı bankalara ayrıcalık yapıldığı, hükümetin bir türlü soruşturma<br />

başlatmadığı” gibi temaları işleyerek yanlı bir tavır sergilemiştir. Gazete ayrıca, habere kaynak olarak aldığı<br />

kişileri seçerken, muhalefeti <strong>ve</strong> özellikle de CHP’li siyasetçileri öne çıkarmıştır. Buna karşılık, hükümetin açıklamaları<br />

ya <strong>ve</strong>rilmemiş, ya da tematik hiyerarşide geri planda bırakılmıştır. Banka operasyonunun iyi yönleriyle ilgili habere<br />

rastlanmazken, çeşitli kaynakların bu yöndeki açıklamaları da göz ardı edilmiştir. Cumhuriyet’in, yayın politikası gereği,<br />

hükümet aleyhinde olduğu <strong>ve</strong> banka operasyonu ile ilgili gelişmeleri bu açıdan değerlendirerek yanlı bir şekilde<br />

<strong>ve</strong>rdiği söylenebilir.<br />

Zaman ise, tıpkı Cumhuriyet gibi, banka batırma olayı karşısında açıktan yanlıdır. Ancak hükümetin çalışmaları konusunda,<br />

lehte <strong>ve</strong> aleyhte görüşlere de yer <strong>ve</strong>rmiştir. Gazetenin, eleştirel görüşleri kendisine yakın çevreleri kaynak<br />

göstererek (genellikle MÜSİAD Başkanı Ali Bayramoğlu) <strong>ve</strong>rmesi, Cumhuriyet’in bu tür haberleri CHP’li siyasetçilere<br />

dayandırarak <strong>ve</strong>rmesine benzetilebilir. Gazeteler, aynı görüşleri paylaşırken bile, haberleri kendilerine yakın kaynaklara<br />

dayandırma yoluna gitmişlerdir. Sonuç olarak, olayın kendisi hakkında açıkça yanlı olan Cumhuriyet <strong>ve</strong> Zaman<br />

gazetelerinin, hükümetin olaydaki sorumluluğu <strong>ve</strong> payıyla ilgili yaklaşımları farklıdır. Cumhuriyet, bu anlamda<br />

son derece yanlı bir tutum sergilemiştir. Zaman ise, hükümeti eleştirmekle beraber, konuyla ilgili gelişmelerin olumlu<br />

taraflarını <strong>ve</strong> gelişmeleri olumlu değerlendiren çevrelerin görüşlerini de haber yapmıştır.<br />

DİPNOTLAR<br />

(1) Nesnelliğin kuramsal olarak mümkün olmadığını (Edgar 1998) ya da günümüzde giderek önemini yitiren bir paradigma<br />

haline geldiğini (Hackett 1998, Çebi, 1997) savunan yeni yaklaşım giderek güçlense de, nesnel habercilik<br />

gazetecilik ilkelerinde temel kural olarak önemini korumaktadır. Bu çalışma nesnelliğin kuramsal tartışmasını yapmak<br />

gibi bir amaç taşımadığı için bu yöndeki tartışmalara bilinçli olarak değinilmemiştir.<br />

KAYNAKLAR<br />

Aziz A (1995) Radyo <strong>ve</strong> Televizyon-Yasal Düzenlemeler, A.Ü. İletişim Fakültesi Yayınları, Ankara.<br />

Çebi MS (1997) Haber İçeriğinin Nesnelliği Efsanesi, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, 1, (1), 13-42.<br />

Demir V (1998) Türkiye’de Medya <strong>ve</strong> Özdenetimi, İletişim Yayınları, İstanbul.<br />

Edgar A (1998) Nesnellik, Yanlılık <strong>ve</strong> Hakikat, Medya <strong>ve</strong> Gazetecilikte Etik Sorunlar, A. Belsey <strong>ve</strong> R.<br />

Chadwick (der.), Nurçay Türkoğlu (çev.), Ayrıntı Yayınları, İstanbul.<br />

Elliot P <strong>ve</strong> ark (1986), Terrorism and the State: A Case Study of the Discourses of Television, R. Collins<br />

(Ed.), Media, Culture and Society: A Critical Reader. Sage and Kegan Paul, London.<br />

Fishman M (1981) Crime Wa<strong>ve</strong>s as Idology” The Manufacture of News, S. Cohen <strong>ve</strong> J. Young (ed), Sage,<br />

California.<br />

Fishman M (1990) Manufacturing the News, Uni<strong>ve</strong>rsty of Texas Press, Austin.<br />

Gans HJ (1979) Deciding What’s News: A Study Of CBS E<strong>ve</strong>ning News, NBC Nightly News, Newsweek<br />

And Time, Pantheon Books, New York.<br />

Glasgow Uni<strong>ve</strong>rsity Media Group (1976), Bad News, Routledge, London.<br />

Güz N (1997) Türk Basınında Kamuoyu Araştırmalarının Yönlendirme Aracı Olarak Kullanılması, Türkiye<br />

Sosyal Araştırmalar Dergisi, 1(1), 45-72.<br />

Hackett RA (1998) Bir Paradigmanın Önemini Yitirişi: Haber Medyası Çalışmalarında Yanlılık <strong>ve</strong> Nesnellik”,<br />

Ayşe İnal (çev), A.Ü. İletişim Fakültesi Yıllık 1997-1998, 31-72.<br />

Hall S (1981) The Determinations of News Photographs, The Manufacture of News, S. Cohen <strong>ve</strong> J. Young<br />

(ed), Sage, California.<br />

Hall S <strong>ve</strong> ark (1981) The Social Production of News: Mugging in the Media, The Manufacture of News, S.<br />

Cohen <strong>ve</strong> J. Young (ed), Sage, California.<br />

Harris, Nigel, G.E. (1998) Gazeteciler İçin Davranış Kodları, Medya <strong>ve</strong> Gazetecilikte Etik Sorunlar, A.<br />

Belsey <strong>ve</strong> R. Chadwick (der.), Nurçay Türkoğlu (çev.), Ayrıntı Yayınları, İstanbul.<br />

Hartmann P <strong>ve</strong> Husband C (1981) The Mass Madia and Racial Conflict, The Manufacture of News, S. Cohen<br />

<strong>ve</strong> J. Young (ed), Sage, California.<br />

Herman ES <strong>ve</strong> Chomsky N (1999), Medya Halka Nasıl E<strong>ve</strong>t Dedirtir, İsmail Kaplan (çev.), Minerva Yayınevi,<br />

İstanbul.<br />

İnal A (1996) Haberi Okumak, Temuçin Yayınları, İstanbul.


İnal A (1997) Haber Metinlerine Eleştirel Bir Bakış: Temel Sorunlar <strong>ve</strong> Örnek Çalışmalar, A.Ü. İletişim Fakültesi<br />

Yıllık 1994,135-164.<br />

Koloğlu O (1999), Medya-Devlet <strong>ve</strong> Sermaye Birikim 117, 69-76.<br />

Matelski MJ (1996) TV Haberciliğinde Etik, Bahar Öcal Düzgören (çev.), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.<br />

Molotch H <strong>ve</strong> Lester M (1981), News as Purposi<strong>ve</strong> Behavior: On The Strategic Use of Routine E<strong>ve</strong>nts,<br />

Accident and Scandals, The Manufacture of News. S. Cohen <strong>ve</strong> J. Young (Ed.) Sage, California.<br />

Molotch H <strong>ve</strong> Lester M (1981), News as Purposi<strong>ve</strong> Behavior: On The Strategic Use of Routine E<strong>ve</strong>nts,<br />

Accident and Scandals, The Manufacture of News. S. Cohen <strong>ve</strong> J. Young (Ed.) Sage, California.<br />

Morley D (1981) Industrial Conflict and the Mass Media, The Manufacture of News, S. Cohen <strong>ve</strong> J. Young<br />

(ed), Sage, California.<br />

Murdock G (1981) Political Deviance: The Press Presentation of a Militant Mass Demonstration, The<br />

Manufacture of News, S. Cohen <strong>ve</strong> J. Young (ed), Sage, California.<br />

Mutlu E (1995) İletişim Sözlüğü, Ark Yayınları, Ankara.<br />

Pearce F (1981) The British Press and the ‘Placing’ of Male Homosexuality, The Manufacture of News, S.<br />

Cohen <strong>ve</strong> J. Young (ed), Sage, California.<br />

Postman N <strong>ve</strong> Powers S (1992) Televizyon Haberlerini İzlemek, Aslı Tunç (çev), Kavram Yayınları, İstanbul.<br />

Rigel N (1993) Kağıt Kaplanlar, Der Yayınları, İstanbul.<br />

Schlapp H (2000) Gazeteciliğe Giriş, Işık Aygün (çev), Konrad Adenauer Vakfı Yayınları, Ankara.<br />

Schneider W <strong>ve</strong> Raue JP (2000) Gazetecinin El Kitabı, Işık Aygün (çev), Konrad Adenauer Vakfı Yayınları,<br />

Ankara.<br />

Sözen E (1997), Medyatik Hafıza, Timaş Yayınları, İstanbul.<br />

Sözen E (1999), Söylem, Paradigma Yayınları, İstanbul.<br />

Tokgöz O (2000) Temel Gazetecilik, İmge Yayınları, Ankara.<br />

Topuz H (1996) 100 Soruda Türk Basın Tarihi, Gerçek Yayınları, İstanbul.<br />

Tuchman G (1978) Making News: A Study in The Construction Of Reality The Free Press, New York.<br />

van Dijk TA (1988), News as Discourse, Lawrence Earlbaum Associates Publication, New Jersey.<br />

van Dijk TA (1999), Söylemin Yapıları <strong>ve</strong> İktidarın Yapıları, Medya İktidar İdeoloji, Mehmet Küçük (der. <strong>ve</strong><br />

çev.), Ark Yayınları, Ankara.


BİR İLETİŞİM ORTAMI OLARAK İNTERNET<br />

T. Volkan YÜZER ∗<br />

ÖZET<br />

İletişim alanında büyük gelişmelerin yaşandığı yirminci yüzyılda ortaya çıkan iletişim araçlarından biri<br />

de internettir. İnternet, 1990’lı yıllardan sonra dünya çapında büyük bir yayılma göstermiştir. 2000’li<br />

yılların başında ise dünya çapında hemen herkesin bildiği bir kavram haline gelmiştir. Şüphesiz her<br />

iletişim aracı gibi internetin de kendine özgü iletişim özellikleri vardır. Yapılan araştırmada bu iletişim<br />

ortamının kullanılma amaçları, iletişim özellikleri <strong>ve</strong> iletişim şekli incelenmiştir. Bu sayede internet<br />

ortamının temel iletişim özelliklerinin saptanmasına çalışılmıştır. Sonuçta internetin araştırmadan<br />

eğlenceye geniş bir kullanım yelpazesi sunması, demokratik olduğu kadar anarşist bir iletişim ortamına<br />

sahip olması <strong>ve</strong> etkileşimli iletişime olanak sağlaması gibi özellikleri olduğu görülmüştür.<br />

Anahtar sözcükler: İnternet, iletişim ortamı, kullanım amacı, iletişim özelliği, iletişim şekli.<br />

THE INTERNET AS A COMMUNICATION ENVIRONMENT<br />

ABSTRACT<br />

One of the communication media appeared in the twentieth century in which important de<strong>ve</strong>lopments<br />

occured about communication field is the Internet. The Internet began to spread out around the world<br />

after 1990’s. It has been a commonly known concept with the years of 2000’s. The Internet has some<br />

characteristics like the other communication media. In this study, the usage aims, communication<br />

characteristics and styles of the Internet environment has been searched. Therefore, in this study, the<br />

basic communication features of the Internet is established as well. In conclusion, it is determined that<br />

internet ser<strong>ve</strong>s a wide usage spectrum from research to entertainment, ha<strong>ve</strong> an anarchist communication<br />

as possible as democratic and enables interacti<strong>ve</strong> communication.<br />

Keywords: The Internet, communication environment, usage aim, communication characterictics and<br />

styles.<br />

GİRİŞ<br />

2000’li yılların başlarında, ırkları, dinleri, milliyetleri ne olursa olsun, dünya çapında büyük, küçük,<br />

onaylayan <strong>ve</strong>ya onaylamayan, neredeyse bütün insanların tanıdık olduğu bir kavram insanoğlunun bilgi<br />

dağarcığı içinde yerini almıştır. Bu kavram internettir. Gerekli teknik donanıma <strong>ve</strong> bağlantı olanağına<br />

sahip olan herkese kullanım <strong>ve</strong> iletişim olanağı sunan internet.<br />

Gelişme sürecine bakıldığında internetin, 1950’li yıllardan sonra yaşanan çeşitli gelişmeler sonrasında<br />

ortaya çıktığı görülür. 1957 yılında Sovyetler Birliği uzaya ilk yapay uyduyu yolladıktan sonra, Amerika<br />

Birleşik Devletleri tarafından buna tepki olarak DARPA (Savunma İleri Düzey Araştırma Projeleri<br />

Kurumu) kurulmuştur (Çağıltay 1996: 6). Temel amaç bu devleti askeri alandaki bilim <strong>ve</strong> teknoloji<br />

gelişiminde öne geçirmekti. 1960’lı yılların ortalarında ilk bilgisayar ağı çalışmasına (APRANET) maddi<br />

destek <strong>ve</strong> olanak sağlayan kurum da adı geçen bu kuruluş olmuştur (Çağıltay 1996: 6). Böylece sonraki<br />

yıllarda internet olarak anılacak iletişim ortamının temelleri de atılmıştır. Takip eden yıllarda gerek<br />

teknik, gerek içerik anlamda yaşanan çeşitli gelişmeler ışığında, internet özellikle 1993 yılından sonra<br />

büyük bir ivmeyle gelişmeye <strong>ve</strong> dünya çapında yayılmaya başlamıştır (Kollock <strong>ve</strong> Smith, 1999: 3).<br />

Bilindiği gibi, yirminci yüzyıl iletişim alanında önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönem olmuştur.<br />

Sanayi devriminden sonra yaşanan teknolojik gelişmeler üç döneme ayrılmaktadır. Birinci <strong>ve</strong> ikinci<br />

teknolojik gelişmelerin belirleyici öğeleri olarak kullanılan enerji türleri <strong>ve</strong> bunların özellikleri<br />

gösterilirken, üçüncü teknolojik gelişmede ise belirleyici öge bilgi <strong>ve</strong> bilgiyi iletmek olarak<br />

gösterilmektedir (Şaylan 1995: 110). Bu bağlamda, özellikle 1990’lardan sonra, üçüncü teknolojik<br />

dönemin belirleyici öğesinin içinde internet de yerini almıştır.<br />

Neredeyse bütün insanlığın tanıdığı bir kavram haline gelmesi, üçüncü teknolojik dönemin belirleyici<br />

öğelerinin içinde yer alması, internetin önemini de vurgulayan durumlardır. Bütün bunların yanında, bilgi<br />

∗ Yrd. Doç. Dr., Anadolu Üni<strong>ve</strong>rsitesi Açıköğretim Fakültesi


toplumu kavramından bahseden yazıların içinde de, bu toplumun önemli araçları olarak gösterilen<br />

bilgisayarlar <strong>ve</strong> internete rastlamak mümkündür (Örn.: Drucker 1994, Mutlu, 1999).<br />

Şüphesiz, internet de bir iletişim aracı olarak, telefondan televizyona, gazeteden radyoya, diğer bütün<br />

iletişim araçlarının sahip olduğu kendine has bazı özelliklere sahiptir. Bu özelliklerin ortaya çıkarılması<br />

sayesinde, yirmibirinci yüzyılın daha ilk yıllarında herkes için tanıdık bir kavram haline gelen internetin<br />

iletişim açısından hangi potansiyellere sahip olduğunun ortaya çıkarılmasının mümkün olacağı<br />

söylenebilir. Bir iletişim ortamı olarak interneti incelerken, onun kullanım amaçlarının, internet ortamının<br />

iletişim özelliklerinin <strong>ve</strong> internet aracılığıyla yapılan iletişimin temel özelliklerinin ortaya çıkarılmasının<br />

internetin iletişim potansiyelinin daha iyi anlaşılmasına olanak sağlaması mümkündür.<br />

İNTERNET İLETİŞİMİNİN KULLANIM AMAÇLARI<br />

1999 yılında, Sur<strong>ve</strong>y.net tarafından, internet kullanıcılarının katılımı ile yapılan araştırma sonucunda,<br />

internetin kullanım amaçları dokuz temel başlık altında sıralanmıştır (tekadres.com). Bu başlıkları<br />

kullanım oranı yüksek olan amaçlar oluşturmaktadır (Tablo 1). Kullanım oranları düşük olan amaçlar ise<br />

“Diğer” başlığı altında toplanmış <strong>ve</strong> bunlar belirtilmemiştir. Araştırma global olarak yapılmış, bir ülkeyle<br />

sınırlı kalınmamıştır.<br />

1<br />

2<br />

3<br />

4<br />

5<br />

İletişim<br />

Araştırma<br />

Eğitim<br />

Oyun/Eğlence<br />

Haberler/Finansal Bilgiler<br />

6<br />

7<br />

8<br />

9<br />

10<br />

Online Chat (Sohbet)<br />

Online Alış<strong>ve</strong>riş<br />

Newsgroups (Haber Grupları)<br />

Kişisel Web Sayfası<br />

Diğer<br />

Tablo 1. Dünyada internetin en fazla kullanılma amaçları.. (tekadres.com)<br />

Yukarıdaki araştırmada “Diğer” başlığı altında toplanmış amaçların neler olduğunu bulabilmek için<br />

konuyla ilgili yapılmış başka araştırmalar incelenebilir. Örneğin, Ankara Sosyal Araştırmalar Merkezi<br />

(ANAR) tarafından yapılmış, Türkiye’deki internet kullanımıyla ilgili bir araştırmada (Tablo 2), internet<br />

kullanım amaçları 14 başlık altında toplanmıştır (medyakronik).<br />

1<br />

2<br />

3<br />

4<br />

5<br />

6<br />

7<br />

Bilgi Almak<br />

Oyun/Eğlence<br />

Chat Yapmak<br />

Gazete Okumak<br />

İş için<br />

Araştırma Yapmak<br />

Mail, Yazışma<br />

8<br />

9<br />

10<br />

11<br />

<strong>12</strong><br />

13<br />

14<br />

Ticari Yaşamı İzlemek<br />

Sörf Yapmak (surfing)<br />

İletişim<br />

Bankacılık İşlemleri<br />

Alış<strong>ve</strong>riş<br />

İş aramak<br />

Ekonomi, Borsa Haberleri<br />

Tablo 2. Türkiye’de internetin kullanılma amaçları.. (medyakronik)<br />

İki araştırma karşılaştırıldığında, iş aramak, bankacılık işlemleri yapmak gibi başlıkların ilk araştırmada<br />

görülmediği, dolayısıyla bunların dünyada düşük yüzdeli kullanım amaçları arasında olduğu ileri<br />

sürülebilir. Sonuçta, biri dünya çapında, biri yerel olarak yapılmış iki araştırmadan ortaya çıkan <strong>ve</strong>rilerin,<br />

internetin insanlar tarafından genel kullanım amaçlarını belirttiği söylenebilir.<br />

Tablo 2’de görülen “sörf yapmak”, genellikle internetle yeni tanışan kullanıcıların (newbie), internet<br />

sayfaları arasında dolaşmalarını, bir sayfadan diğerine geçmelerini ifade edebilir (Kadow’s Internet<br />

Dictionary). Ancak, sadece yeni kullanıcılar değil, bütün kullanıcılar, zaman zaman sayfalar arasında<br />

dolaşabilir, sörf yapabilirler. Dolayısıyla, internetteki “sörf yapmak” teriminin, bir dalgadan öbürüne<br />

geçilen gerçek sörfün bir metaforu olduğu söylenebilir. İnternette dalgaları sayfalar oluşturmaktadır.<br />

İnternet sörfünün hızı ise kullanıcının sayfalar arasında geçişine göre değişmektedir. Bu kullanımın, diğer<br />

kullanım amaçları arasında farklı bir yeri olduğu ileri sürülebilir. Bu iki şekilde açıklanabilir. İlk olarak,<br />

kullanıcı sörf yaparken, herhangi bir amaç gütmeksizin sayfalar arasında gezinebilir. Bu amaçsızca<br />

gezinme sırasında sayfalar arasında ilgisini çeken konuların, kullanıcıyı bir amaca yönlendirmesi


mümkün olabilir. Örneğin, kullanıcı, bir sayfada ilgilendiği bir hobi ile ilgili bilgilere rastlayabilir <strong>ve</strong><br />

bununla ilgili konulara, sayfalara yönelebilir. Bu durumda kullanımın, bilgi alma <strong>ve</strong>ya araştırma amaçları<br />

altına girmesi mümkün olabilir. Sörf yapmak, yukarıda belirtilen kullanım amaçlarının herhangi birine<br />

doğru kullanıcıyı yönlendirebilir. İkinci olarak ise, herhangi bir amaç hakkında bilgi edinmek, bilgi<br />

toplamak için sörf yapılabileceği söylenebilir (NetLingo: The Internet Dictionary). Örneğin, kullanıcı<br />

yeni bir iş bulmak için internet sayfaları arasında gezinebilir. Dolayısıyla, sörf yapmak, bir kullanım<br />

amacı olarak ele alınabileceği gibi, bir kullanım şekli olarak da ele alınabilir.<br />

Kullanıcılar, çeşitli programları <strong>ve</strong>ya müzik parçalarını bilgisayarlarına yüklemek gibi amaçlar için de<br />

interneti kullanabilirler. Bu gibi amaçlar yukarıda belirtilen amaçların alt kullanım amaçları olarak ele<br />

alınabilir. Örneğin, bir kullanıcının bir programı yüklemesindeki amacı eğlence amaçlı olabilir. (Program<br />

oyun programı olabilir). Başka bir kullanıcı ise bilgisayarında varolan çeşitli programları güncellemek<br />

için yükleme yapabilir. Bu da iletişim başlığı altında incelenebilir.<br />

Kullanıcıların kendi amaçları doğrultusunda internet ortamını kullanabilmeleri birkaç şekilde<br />

olabilmektedir. Bunlar ise web sayfalarını, e-mail <strong>ve</strong> sohbet (chat) ortamlarını kullanmak olarak üçe<br />

ayrılabilir (Estabrook 1997). İstenilen web sayfalarına, konulara, kullanıcılara rahatça ulaşabilmek için<br />

arama motorları (search tools) yardımcı olarak kullanılabilmektedir. Google, Yahoo, Altavista gibi birçok<br />

arama motoru internet sayfalarına, diğer kullanıcılara, gruplara erişim için kullanıcılara hizmet<br />

etmektedir.<br />

İNTERNET ORTAMININ İLETİŞİM ÖZELLİKLERİ<br />

İnsanların çeşitli amaçlar için kullandıkları internet ortamı, süper bilgi otoyolu (information<br />

superhighway), ağ (“the Net” <strong>ve</strong>ya “the Web”), siberalem (cyberspace) gibi isimlerle adlandırılmaktadır<br />

(Kollock <strong>ve</strong> Smith 1999: 3). Hangi isimle adlandırılırsa adlandırılsın, internet ortamı, kullanıcılarına<br />

iletişim olanağı <strong>ve</strong>ren bir dünya sunmaktadır.<br />

Bu iletişim dünyasını kimin kontrol ettiği sorusuna <strong>ve</strong>rilebilecek tek bir cevap yoktur. Dolayısıyla,<br />

internetin yönetim yapısı açısından merkezi olmadığı söylenebilir. Buna rağmen, internetle ilgili bazı<br />

kararları hayata geçiren kuruluşlar da vardır. Örneğin, İnternet Society (ISOC), internet aracılığıyla bilgi<br />

sunumunu geliştirmek için kurulmuş gönüllü bir kuruluştur. Farklı çeşit bilgisayarların birbiriyle iletişim<br />

kurabilmeleri için standart yöntemleri geliştirmek ISOC’un çalışmalarından biridir (Shelley 1997: 19,20).<br />

Go<strong>ve</strong>rnment systems Inc. (GSI) internette adreslemeyle ilgili servisleri sunarken, Internet Activities<br />

Board (IAB) acil problemleri gidermeye <strong>ve</strong> gelecekteki internet teknolojisini geliştirmeye çalışır<br />

(Çağıltay 1996: 17). Bu kurumlar gibi internetin bazı hayati özellikleri konusunda çalışan daha başka<br />

kurumlar da vardır. Dolayısıyla interneti kontrol eden tek bir merkez olmamakla beraber, bazı<br />

fonksiyonların yönetimi açısından merkezi kuruluşların varlığından sözedilebilir. Bu kuruluşların daha<br />

çok internetin teknik olarak gelişimiyle ilgilendiği de söylenebilir. Bu durumda, iletilerdeki içerikleri<br />

merkezi olarak denetleyen bir kuruluşun olmadığı görülebilir.<br />

Merkezi bir kontrol mekanizmasının olmadığı internet ortamının, dünyada ulaşamayacağı bir noktanın<br />

varlığından sözetmek de güçtür. İnternet, Antartika’dan, Afrika’nın balta girmemiş ormanlarına kadar her<br />

yerde gerekli teknik donanıma sahip kullanıcılara kendi ortamını sunabilmektedir. Hatta, son zamanlarda<br />

uzay mekiklerinin dahi internet bağlantısına sahip oldukları düşünülürse (Çağıltay 1996: 4), internet<br />

ortamının dünya ile sınırlı kalmayıp, uzaya dahi ulaştığı söylenebilir. Gerekli teknik donanım olarak,<br />

internet ortamına giriş kapısı olan bilgisayarlar kastedilmektedir. Bunun yanında, ortama ulaşmak için<br />

ikinci bir basamak olarak, internet bağlantısının kurulması gerekmektedir. 2000’li yıllardan sonra internet<br />

ortamına ulaşmak için sadece bilgisayarlar değil, başka teknolojiler de kullanılmaya başlamıştır.<br />

Kullanıcılar cep telefonları <strong>ve</strong>ya televizyonlarından dahi internete ulaşabilmektedirler. Cep telefonları ile<br />

ortama ulaşmak için WAP teknolojisi kullanılmaktadır. Televizyonlar ile internet ortamına ulaşmak için<br />

ise çoğunlukla STB-set top box (set üstü aparat-decoder) adı <strong>ve</strong>rilen cihazlar kullanılmaktadır. Bu sayede<br />

bilgilerin, televizyon <strong>ve</strong> telefon aracılığıyla kurulan iki yönlü iletişim sayesinde diğer kullanıcılara<br />

ulaştırılması mümkün olmaktadır (Durmaz 1999: 355). Örneğin, Türkiye’de Digiturk adlı kuruluş,<br />

kurduğu sistem sayesinde kullanıcılara televizyondan bankacılık hizmetleri <strong>ve</strong> e-mail hizmetleri gibi<br />

internet servislerinin kullanımına olanak sağlamaktadır.


Tek bir yönetim merkezinin olmaması, dolayısıyla tek bir denetleme merkezinin olmaması <strong>ve</strong> dünya<br />

çapına yayılması, internetin, bu ortamla iletişim kuran kullanıcılara, iletişim açısından büyük bir özgürlük<br />

sağladığı söylenebilir. Sadece bilgisayarlar değil, cep telefonu, televizyon gibi araçlarla da bu ortama<br />

ulaşabilmelerinin, özgürlüklerini daha da arttırdığı söylenebilir. Örneğin kullanıcılar e-maillerinde<br />

istediklerini yazıp, istedikleri kişilere düşüncelerini yollamakta büyük bir serbestliğe sahiptirler. Sınırsız<br />

olan düşüncelerini, sınırsızca istedikleri kişilerle paylaşabilirler. İlgilendikleri alanlarla ilgili sohbet<br />

ortamlarına katılıp sadece söylenenleri dinlemek <strong>ve</strong>ya istedikleri zaman tartışmalara katılmak,<br />

kullanıcıların kendi tercihlerine kalmıştır (McDougle 1999). İnternet sayfaları arasında (web pages)<br />

siyaset, cinsellik, şiddet, sağlık <strong>ve</strong>ya hobi gibi istedikleri konu hakkında dolaşmak da kullanıcıların<br />

tercihlerine kalmıştır. Dolayısıyla, internetin dünya üzerindeki en özgür <strong>ve</strong> demokratik iletişim<br />

ortamlarından birini sunduğunu söylemek mümkündür.<br />

Ancak, bu özgürlüğün bazı problemleri de beraberinde getirdiği ileri sürülebilir. Örneğin, internet dünya<br />

çapında yaygınlaşırken, ülke sınırlarını da yok etmiştir (Çağıltay 1996: 20). Bir ülke için ahlak, politika,<br />

ticaret <strong>ve</strong>ya kültür gibi başlıklar açısından sakıncalı <strong>ve</strong>ya yayınlanması yasak olan bazı konular, başka bir<br />

ülke açısından serbest olabilir. Kullanıcılar ise yasak dinlemeden bu konulara rahatça ulaşabilirler.<br />

İnterneti yöneten tek bir kurumun bulunmamasının, bu tür durumlarda herhangi bir kısıtlamanın<br />

yapılmasının zorluğunu artıran bir faktör olduğu söylenebilir. Bunun yanında küçük çocukların aşırı<br />

şiddet <strong>ve</strong>ya cinsellik içeren sayfalara erişmeleri <strong>ve</strong> bunlardan etkilenmeleri gibi durumlar da ortaya<br />

çıkabilir. Bu gibi durumlarda bazı yerel kontrol mekanizmalarının varlığından sözedilebilir. Örneğin, bir<br />

üni<strong>ve</strong>rsite kendi ağından hangi konuların kullanılabileceğini denetleyebilir. İzin <strong>ve</strong>rdiği konular dışında<br />

başka internet sayfalarına erişimi engelleyebilir (Shelley 1997: 20). Benzer şekilde aileler de küçük<br />

çocukların evlerindeki bilgisayarlardan çeşitli konulara ulaşmalarını engelleyebilirler. Bu da toplum içi<br />

denetleme mekanizması olarak adlandırılabilir. Ancak, bu tür sınırlamaların da sadece bir noktaya kadar<br />

geçerli olacağı söylenebilir. Çünkü, bir kullanıcı, kendisini sınırlayan bir ortamın dışında, başka bir<br />

ortamdan ağa bağlanma şansına her zaman sahip olabilir. Bu gibi özellikleri sayesinde, internetin özgür<br />

<strong>ve</strong> demokratik olmasının yanında, “anarşist” bir yapısının, bu tür bir özelliğinin olduğunu da söylemek<br />

mümkündür.<br />

İnternet ortamındaki iletişim özgürlüğü, bazı iletilerde dezenformasyon gibi durumları da ortaya<br />

çıkarabilir. Dezenformasyon, yanlış bilgilendirme olarak tanımlanabilir (Postman 1994: 119). Herhangi<br />

bir konu hakkında iletiyi yayan bir kişi (özellikle e-mailden), <strong>ve</strong>ya konu hakkında bir web sayfası<br />

hazırlamış bir kişi, çeşitli nedenlerden dolayı bilerek <strong>ve</strong> isteyerek diğer kullanıcıları yanlış bilgi <strong>ve</strong>rerek,<br />

yanlış yönlendirebilir. Kullanıcıların bu gibi yanlış yönlendirmelerden sakınmalarını sağlamak için,<br />

sadece bir kaynakla sınırlı kalmayıp, birçok kaynaktan konu hakkında bilgi edinmeleri yeterli olabilir.<br />

İnternet ortamının ise birçok kaynağı içinde barındırdığı gözönüne alınırsa, bu ortamda yapılacak bir<br />

taramanın dahi yeterli olacağı söylenebilir. Dolayısıyla, internet ortamının kendi içinde varolan<br />

dezenformasyonları kendisinin yokedebileceği ileri sürülebilir. Ancak, bunun için kullanıcıların<br />

duyarlılıkları gerekmektedir.<br />

Bir başka konu da bir kişinin özgürlüğünü bir başka kişinin kısıtlaması olarak ortaya çıkabilir. İnternet<br />

ortamını her kullanıcının aynı kapasitede kullanmaya yetkin olmadığı söylenebilir. Bilgisayar sistemini<br />

gerek yazılım, gerek donanım olarak çok iyi bilen <strong>ve</strong> bilgilerini internet ortamında çeşitli amaçlar<br />

doğrultusunda kullanan kişilere hacker adı <strong>ve</strong>rilmektedir (NetLingo: The Internet Dictionary). Bu<br />

kullanıcılar internet sayfalarının yazılı olduğu programların içine girip, sayfalardaki bütün içerikleri<br />

değiştirebilirler. Bazı siteler ciddi anlamda şifreleme sistemleri gibi sistemlerle korunsa da hacker’ların<br />

bunları geçmesi olasıdır. Program dilini çok iyi bilen kullanıcılar ise çeşitli virüs programları geliştirip<br />

bunları diğer kullanıcıların adreslerine gönderip, onların bilgisayarlarına yazılım anlamında ciddi zararlar<br />

<strong>ve</strong>rebilirler. Bu tür problemler, internetin iletişim ortamını kullanan herkesin başına gelebilir. Böyle<br />

saldırıları önlemek için lokal olarak anti-virüs programları kullanılabilir. Bu tür uygulamaların da<br />

internetin “anarşist” tavrını ortaya çıkaran uygulamalara örnek olduğu söylenebilir.<br />

Bir kullanıcının teorik olarak internet ortamında bulunan bütün sitelere, bütün kullanıcılara ulaşması<br />

mümkündür. Ancak, bu durum o kullanıcının ulaştığı herkesi, her siteyi anlayabileceği anlamına<br />

gelmeyebilir. Burada lisan sorununun ortaya çıktığı görülebilir. Eğer kullanıcı x dilini konuşuyorsa,<br />

ulaştığı kişi <strong>ve</strong>ya sitede ise kullanıcının bilmediği bir y dili sözkonusuysa, bu durumda iletişimin, bilgi<br />

akışının sağlanamayacağı söylenebilir. Dolayısıyla, kullanıcıların çoğu için, internetteki iletişim akışının<br />

tamamının anlaşılır olamayacağı ileri sürülebilir. İnternet ortamında bu sorun için de çeşitli alternatifler


getirilmeye çalışılmıştır. Örneğin, herhangi bir internet sayfası, sadece tek bir dil olarak değil, birkaç dil<br />

olarak hazırlanabilmektedir (Lowe, 2000). İtalyanca olan bir sayfa, İngilizceye de çevrilebilmektedir. Bu<br />

durum da kullanıcıların internet dünyasında daha fazla iletişim potansiyeli kazanmaları açısından<br />

önemlidir. Diğer diller arasında İngilizcenin iletişim dili olarak daha baskın olmasının (Çağıltay 1996: 21)<br />

bu dili bilen kullanıcılar için avantajlı bir durum yarattığı söylenebilir.<br />

İnternetin iletişim açısından önemli özelliklerinden biri olarak, bu ortamda vücut dilinin kullanılamaması<br />

gösterilebilir (Baker 1999, McDougle 1999). İnternet ortamının e-mail kullanımlarında, çeşitli tartışma <strong>ve</strong><br />

sohbet gruplarında insanlar birbirlerini görmeden iletişim kurmaktadırlar. Bu kullanımlarda birbirlerine<br />

duygularını iletmek için ise bu ortamda ortaya çıkan özel bir iletişim şekli yaygın olarak kullanılmaktadır.<br />

Bunlara duygu ikonları (emoticons) adı <strong>ve</strong>rilmektedir (McDougle 1999, Küçük <strong>ve</strong> Bulut 2000) Duygu<br />

ikonları bilgisayar klavyesi yardımıyla, neredeyse bütün duyguları, davranışları internet aracılığıyla canlı<br />

olarak sohbet edilen ya da gönderilen elektronik mektubu okuyacak birine aktarmaya yarayan ikonlardır<br />

(Küçük <strong>ve</strong> Bulut 2000). En çok kullanılan duygu ikonlarından biri gülümseyen bir yüzdür [ :-) ]. Bu<br />

ikonların önemli özelliklerinden biri de çoğunun yanlamasına bakıldığında anlaşılabilmesidir.<br />

İNTERNET ORTAMINDAKİ İLETİŞİM ŞEKLİ<br />

İnternet kullanıcıları, bu ortamda iletişimi etkileşimli olarak kurmaktadırlar. “Etkileşimli (interacti<strong>ve</strong>)”<br />

kelimesi “birbirini etkileyen” anlamına gelmektedir (Redhouse 1974: 513, The Grolier International<br />

Dictionary 1986: 683). Dolayısıyla, etkileşimli iletişim kavramının içinde iki yönlü iletişimin varlığından<br />

sözedilebilir. İki insanın karşılıklı olarak konuşması etkileşimli iletişime örnek olarak <strong>ve</strong>rilebilir. Aynı<br />

kelimeye bilgisayar ortamlarında kullanılan özel bir anlam da yüklenmektedir. Bu özel anlama göre<br />

kelime, kullanıcının bilgisayar programlarını çalıştırabilmesi için klavye <strong>ve</strong> ekranı kullanarak bilgisayarla<br />

doğrudan iletişime geçmesini belirtmektedir (Collins Cobuild English Language Dictionary 1994: 760).<br />

Bu bağlamda, etkileşimli iletişimin sadece canlılar arasında değil, insan-makine iletişiminde de (özellikle<br />

bilgisayar–temelli kullanımlarda) kurulabildiği görülmektedir.<br />

İnternet ortamı, her ne kadar bilgisayar-tabanlı bir ortam olsa da, burada sözedilen etkileşimli iletişim<br />

kavramının, bilgisayarlar için yüklenen özel anlamdan daha farklı olduğu söylenebilir. Özel anlam olarak<br />

etkileşimlilik, bilgisayar programlarını çalıştırmak için insan <strong>ve</strong> bilgisayar arasında kurulan iki yönlü<br />

iletişimi ifade etmektedir. İnternet ortamında ise, bu ortamı bilgisayarda çalıştırdıktan sonra da etkileşim<br />

devam etmektedir. Bu etkileşim iki farklı noktada incelenebilir. Birincisi, kullanıcıların internet sayfaları<br />

arasında gezip, bu sayfalardan beğendiklerini daha detaylı incelemeleri, sayfaların onları kendi içlerindeki<br />

bağlantı noktalarıyla başka sayfalara göndermesi gibi durumlarda kurulan iki yönlü iletişim şeklidir. Her<br />

internet sayfası bir program gibi düşünülürse, kullanıcının sayfalar arasında gezerken kurduğu iletişim<br />

şeklinin insan-makine arasındaki iki yönlü iletişim şekline uyacağı söylenebilir. Dolayısıyla bu durumda<br />

yukarda açıklanan bilgisayar kullanıcıları için etkileşimlilik kavramının bu uygulamayı içine alacağını<br />

söylemek mümkündür. Ancak, interneti diğer kullanım şekillerinde, e-mail göndermede <strong>ve</strong> canlı<br />

sohbetlere katılmada makineler, bilgisayarlar sadece iletici rolünü üstlenmektedirler. Bu da ikinci başlık<br />

olarak ele alınabilir. Bu kullanım şekillerinde, özellikle canlı sohbetlerde insanlar makineler ile değil<br />

birbirleriyle anında internet ortamının içinde iletişim kurmaktadırlar (Estabrook 1997: 105, Wellman <strong>ve</strong><br />

ark 1996: 211, 238). Dolayısıyla, internet ortamındaki etkileşimli iletişim, insan-insan <strong>ve</strong> insan-makine<br />

etkileşimi olarak iki başlık altında incelenebilir.<br />

“Kullanıcı” (user) kelimesi, hem bilgisayar kullanan, hem internet ortamlarına giren kişileri ifade<br />

etmektedir (NetLingo: The Internet Dictionary). İnternet ortamına giren kişilerin neden “kullanıcı” olarak<br />

adlandırıldıklarının temelinde de etkileşim kavramının olduğu söylenebilir. Bu durum radyo <strong>ve</strong> televizyon<br />

ile karşılaştırılarak açıklanabilir. Radyoyu dinleyen kişilere “dinleyici” denmektedir, çünkü radyo sadece<br />

kulağa hitap eder. Televizyonda ise kişi “izleyici” konumuna yükselir, çünkü işitselliğin yanına görsellik<br />

de eklenmiştir. İnternet ortamında ise işitsellik <strong>ve</strong> görselliğin yanına bir özellik daha eklenebilir ki, bunun<br />

da kullanım olduğu söylenebilir. Radyo <strong>ve</strong> televizyonda tek yönlü iletişim (sunumdan, programdan<br />

dinleyicilere <strong>ve</strong> izleyicilere) başatken, internet ortamında iki yönlü iletişim başattır. Bir kişi radyo <strong>ve</strong>ya<br />

televizyonu açtıktan sonra, iletilerin ona hazır olarak gelmesi sözkonusudur. Daha başka bir şey yapmaya<br />

ihtiyacı yoktur. Ancak, aynı kişi internet ortamına girip beklerse (örneğin bir internet sayfasını açıp<br />

beklerse), devamında hiçbirşey olmayacaktır. Kişinin iletilere ulaşabilmesi için bu ortamı yönlendirmesi<br />

gerekmektedir. Bu bağlamda, interneti kullanması gerektiği söylenebilir. Dolayısıyla, kişi “kullanıcı”


olmalıdır. Bu sayede kendisini hazır bekleyen birçok internet sayfasına <strong>ve</strong> sohbet ortamındaki kişilere<br />

ulaşması, istediği kişilere e-mail yollaması mümkün hale gelecektir.<br />

SONUÇ<br />

Görüldüğü gibi internet, araştırmadan iletişime, bankacılık işlemlerinden iş aramaya kadar bir çok açıdan<br />

kullanım imkanına sahiptir. Kullanıcılarına etkileşimli iletişim olanağı sunan internet, sayfaları, sohbet<br />

ortamları <strong>ve</strong> e-mail kullanımlarıyla, özellikle bilgisayar aracılığıyla olmak üzere, cep telefonları <strong>ve</strong><br />

televizyonlar aracılığıyla da ortamına, dünyasına katılımı sağlamaktadır. Eğer internet bir sahne oyunu<br />

olarak ele alınırsa, onun tiyatro salonlarını yukarıda sayılan üç aracın oluşturduğu söylenebilir.<br />

İnternetin önemli özelliklerinden biri de özgür <strong>ve</strong> sınır tanımayan bir iletişim olmasıdır. Bu iletişim<br />

ortamının, hem iletilerdeki içerikler, hem dünyada ulaşamayacağı yer olmaması açısından sınır tanımadığı<br />

söylenebilir. İnsanlar, bu iletişim ortamı sayesinde dünyanın herhangi bir yerindeki bilgilere <strong>ve</strong> insanlara<br />

anında ulaşabilmektedirler. Bu da, küresel köy kavramı açısından da internetin önemli bir yeri olduğunu<br />

göstermektedir. Küresel köy kavramının yaratıcısı McLuhan bazı araçlar için şu tanımları yapmıştır (Akt.<br />

Doherty 1995); telefon: duvarları yıkan ses, fotoğraf: duvarları yıkan müze, sinema, radyo <strong>ve</strong> televizyon:<br />

duvarları yıkan sınıflar. Bu aşamada McLuhan’ın düşüncelerine kısa bir ekleme daha yapılabilir. İnternet:<br />

duvarları yıkan etkileşimli iletişim.<br />

Özellikle 1993 yılından sonra dünya çapında gittikçe yaygınlaşmaya başlayan internet dünyasına<br />

(Kollock <strong>ve</strong> Smith 1999: 3) insanların katılımı ise günden güne artmaktadır. 1998 yılında 95 milyon olan<br />

kullanıcı sayısının 2003 yılında 350 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir (Tekadres.com). Devam eden<br />

yıllarda bu sayının yükselerek artacağı söylenebilir. Dolayısıyla bir iletişim ortamı olarak internetin, daha<br />

çok kullanıcıya hizmet edeceği <strong>ve</strong> daha çok kullanıcıyı sınırsız ortamına katacağı gözlenmektedir.<br />

KAYNAKLAR<br />

Baker C (1999) Entering the New World, http://www.suite101.com.<br />

Collins Cobuild English Dictionary (1994)<br />

Çağıltay K (1996) İnternet, Metu Press, Ankara.<br />

Doherty ME (1995) Marshall McLuhan Meets William Gibson in Cyberspace, CMC Magazine,<br />

September.<br />

Drucker PF (1994) Yeni Gerçekler, Birtane Karanakçı (çev), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,<br />

Ankara.<br />

Durmaz A (1999) Dijital Televizyonun Temelleri, Anadolu Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Eğitim, Sağlık <strong>ve</strong> Bilimsel<br />

Araştırma Çalışmaları Vakfı Yayını, Eskişehir.<br />

Dünyada <strong>ve</strong> Türkiye’de İnternet Kullanıcıları, Tekadres.com, http://www.tekadres.com<br />

Estabrook N (1997) Teach Yourself the Internet in 24 Hours, Sams Publishing, Indianapolis.<br />

İnternet Kullanımı, Medyakronik, http://www.medyakronik.com/arsiv/<br />

İnternete Bağlanma Amaçları, Tekadres.com, http://www.tekadres.com<br />

Kadow’s Internet Dictionary, http://www.msg.net/kadow/answers<br />

Küçük B <strong>ve</strong> Bulut I (2000) İnternet Cinlikleri, Oğlak Yayıncılık, İstanbul.<br />

Lowe R (2000) What’s so Special About the Internet, http://www.suite101.com.<br />

McDougle DJ (1999) E<strong>ve</strong>rything You Always Wanted Know About Communication.<br />

http://www.suite101.com.<br />

Mutlu E (1999) Televizyon <strong>ve</strong> Toplum, TRT Genel Sekreterlik Basım <strong>ve</strong> Yayım Müdürlüğü Ofset<br />

Tesisleri, Ankara.<br />

NetLingo: The Internet Dictionary, http://www.netlingo.com<br />

Postman N (1994) Televizyon: Öldüren Eğlence, Osman Akınhay (çev), Ayrıntı Yayınları. İstanbul.<br />

RedHouse (1974)<br />

Shelley J (1997) The Internet and World Wide Web Explained, Bernard Babani (publishing) Ltd.,<br />

London.<br />

Smith M <strong>ve</strong> A Kollock P (1999) Communities in Cyberspace , P. Kollock, M.A. Smith (eds),<br />

Communities in Cyberspace, Routledce, London and New York.<br />

Şaylan G (1995) Değişim, Küreselleşme <strong>ve</strong> Devletin Yeni İşlevi, İmge Kitabevi. Ankara.<br />

The Grolier International Dictionary (1986)<br />

Wellman B, Salaff J <strong>ve</strong> Garton L (1996) Computer Networks as Social Networks, Annual Review of<br />

Sociology.


İNTERNET SİTELERİNDEKİ HABERLERİN GÜNDEM BELİRMEDEKİ ETKİLERİ ÜZERİNE<br />

UYGULAMALI BİR ÇALIŞMA *<br />

Sedat Şimşek **<br />

ÖZET<br />

Bu çalışmada 21.yüzyılın en önemli buluşlarından olan İnternet’in tarihçesi, gelişim süreci <strong>ve</strong> günümüzde ne<br />

kadar popüler olduğuyla ilgili pek çok konu incelenmeye çalışılmıştır. Ancak çalışmamızın asıl hedefi on-line<br />

yayın yapan gazetelerin gündemi belirlemedeki etkilerinin, belirlenen kriterler ışığı altında incelenmesidir.<br />

Çalışmamızın, gündem belirlemede on-line gazetelerin etkilerinin ölçülmesi bölümünde, 1-15 Nisan 2001<br />

tarihleri arasında, beş on-line gazetede, Filistin <strong>ve</strong> İsrail arasındaki savaşla ilgili çıkan haberler incelenmiş <strong>ve</strong><br />

inceleme sonucunda elde edilen <strong>ve</strong>rilen değerlendirilerek, bulunan sonuçlar tablolar yardımıyla gözler önüne<br />

serilmeye çalışılmıştır.<br />

Anahtar Sözcükler: Gazetecilik, internet gazeteciği, internet’te marka, internet protokolü, haber<br />

A PRACTICAL STUDY ON THE EFFECTS IN DEFINING<br />

AGENDA OF THE NEWS OF INTERNET SITES<br />

ABSTRACT<br />

In this study, the history, de<strong>ve</strong>lopment process of Internet which is the most important in<strong>ve</strong>ntion of the 21 st<br />

century and many subjects about how popular it is today ha<strong>ve</strong> been studied to examine. Howe<strong>ve</strong>r, the effects in<br />

defining agenda of the newpapers which broadcast as on-line are the basis target of our study to be examined<br />

under the lights of defined criteria. In defining agenda, in the section which the effects of newspaper, the news<br />

about the war between Palestine and Israel has been examined, and at the end of the study, the obtained data<br />

has been tried to show the results which <strong>ve</strong>re found with the help of tableaus by being asset.<br />

Keywords: Journalism, journalism on Internet, trade mark on Internet, the protocole of the Internet, news.<br />

GİRİŞ<br />

Bilgi, teknolojiyle birlikte, bilgi toplumunun özünü, çekirdeğini <strong>ve</strong> dinamosunu oluşturur (Dura <strong>ve</strong> Atik<br />

2002:134). Bilginin hızla işlendiği <strong>ve</strong> saklandığı, 20. yüzyılın sonlarına geldiğimiz bugünlerde insanlık oldukça<br />

ilginç bir dönemden geçmektedir. Bu dönem pek çok uzman tarafından “üçüncü endüstri devrimi” adıyla<br />

adlandırılmaktadır. Günümüz dünyasını ilginç kılan en önemli gelişmelerden birisi de insanlık tarihinde ilk kez,<br />

şehirlerde yaşayan insan sayısının kırsal alandaki insan sayısını geçmesi, diğer bir deyişle insanlığın büyük<br />

kısmının uygarlaşmasıdır. Bu noktaya nereden geldik? Uzmanlara göre birinci endüstri devrimi, kömür <strong>ve</strong><br />

demirin kullanımı ile fabrikalarda toptan üretim yolunun açılmasıdır. Bu dönemi” producer oriented” yada<br />

“üretici bazlı” makinalar yaratmıştır. İkinci endüstri devrimine ise yeni keşifler sayesinde plastik, petrol <strong>ve</strong><br />

elektriğin yaygın kullanımı ile girilmiştir. Bu dönemi de “consumer oriented” yada “tüketici bazlı” makinalar<br />

(örneğin yolcu araçları, elektrikli ev aletleri vb.) açmıştır. Üçüncü endüstri dönemini ise bilgisayarlar <strong>ve</strong><br />

bilgisayar ağlarının gelişimi açmak üzeredir (Çağıltay 1997:3).<br />

Günümüzde artık insanlar dışarıya çıkmadan alış-<strong>ve</strong>riş yapmakta, banka hesaplarını yönlendirebilmekte (kredi<br />

kartları, telefon, su, elektrik, okul, ev kirası ödemeleri, döviz alım-satımı, borsa takibi vb...), günlük gazeteleri<br />

okuyabilmekte, istedikleri bilgilere ulaşabilmektedirler. Eskiden satışlar el sıkışmayla sonuçlandırılırdı. E-ticaret<br />

ile artık satışlar bilgisayarımızda bir “fare tıklaması” ile sonuçlandırılmaktadır. Bu aysbergin görünen kısmını<br />

oluşturmaktadır. İnternet öyle çılgın bir hal almıştır ki çöpçatanlıktan-fal sitelerine, hava durumundan–yemek<br />

tariflerine kadar pek çok bilgiye ulaşmamız da başvurduğumuz ilk adres haline gelmiştir. İnternet çılgınlığı insan<br />

hayatını kolaylaştırmada akıl sınırlarını öyle zorlaya başlamıştır ki örneğin; ABD’li Jenangenie.com sitesi model<br />

seçmekte zorlanan müşterilerine blue jean pantolonlarını tasarlama imkanı bile sunmaktadır (Milliyet Temmuz<br />

2001:9).<br />

İnternet’in ortaya çıkışı <strong>ve</strong> geçirdiği evreler ile İnternet bilinmeyenleri olarak adlandırdığımız (WWW, İnternet,<br />

Intranet, Extranet, HTTP, HTML, Switch, Hub vs...) terimlerinin, ne anlama geldiğini ortaya koymaya<br />

çalışacağımız araştırmamız da ayrıca; İnternet’in Türkiye’ye gelişi <strong>ve</strong> günümüze kadar olan sürede geçirdiği<br />

evreler göz önüne konulmaya çalışılmıştır. Çalışmamızın ikinci bölümünde ise İnternet haber sitelerinde<br />

yayınlanan haberlerin gündem oluşturmada etkileri var mıdır? Yok mudur? Sorusundan yola çıkılarak İnternet<br />

üzerinden yayın yapan <strong>ve</strong> tesadüfi seçilen 5 İnternet gazetesinin (on-line gazete), 1-15 Nisan 2002 tarihleri<br />

arasında İsrail-Filistin savaşı ile ilgili yayınlamış oldukları haberler incelenmiş, haberlerdeki gündem belirleme<br />

etkileri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Çalışmamızda içerik analizinin yöntem olarak seçilmiş olmasının sebebi<br />

* Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyal Bilimler Ensitüsü’nce kabul edilen yüksek lisans tez özeti.<br />

** Arş., Gör., Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi


ise haberi yazan kişilerin neyi anlatmak istedikleri değil de, bizim haberde ne bulduğumuzun çalışmamızda<br />

önem taşımasından kaynaklanmaktadır.<br />

Geleneksel gazetecilikten ayrılarak sanal ortamda özgür biçimde yayınladıkları haberleri, gündem belirleme<br />

adına taraflı bir şekilde yayınlayıp-yayınlamadıkları incelenen gazetelerin, manipulasyon yapıp-yapmadıkları,<br />

gazetecilik etik anlayışıyla hareket edip-etmedikleri, haber sitelerinin takip edileceği gün <strong>ve</strong> saatlerde<br />

yayınladıkları haberler incelenerek ortaya konulmaya çalışılmıştır.<br />

Hayatımızın her bölümünde karşımıza çıkan İnternet, çalışmamızın birinci bölümünde teknik terimleri <strong>ve</strong><br />

çalışma prensiplerinin ortaya konmasıyla daha anlaşılır bir hale getirilmeye çalışılmıştır. Çalışmamızın ikinci<br />

bölümünde incelemiş olduğumuz beş on-line gazetenin 1-15 Nisan 2002 tarihleri arasında okuyucularına<br />

ulaştırmış oldukları haberler arasında İsrail <strong>ve</strong> Filistin arasındaki savaşla ilgili tesadüfi seçilen haberlerde,<br />

izlemiş oldukları habercilik anlayışları, tarafımızdan belirlenmiş olan haber başlığının içeriği nedir? Haber<br />

kimden yana. Haber açıklayıcı mı? Haber tanımlayıcı mı? Haberde fotoğraf kullanılmış mı? Haber kaç kb.<br />

Haberde Türkiye’ye öneriler var mı? Haberde okuyucu yorumu var mı? Gibi sorularla haber yapısı irdelenmeye<br />

<strong>ve</strong> haber sitesinin tutumu belirlenmeye çalışılmıştır. Her gün için düzenlenen tablolar ile incelenen on-line<br />

gazetelerdeki savaşla ilgili haberlerin yoğunluğu gözlenmeye çalışılmış <strong>ve</strong> aynı zamanda incelenen haberlerin<br />

kısa bir özeti çalışmamızda yer almıştır.<br />

I- İNTERNET, GELİŞİMİ, ARAÇLARI VE GAZETECİLİKTE KULLANIMI<br />

A- İNTERNET’İN ORTAYA ÇIKIŞI<br />

İnternet, iki <strong>ve</strong>ya daha çok sayıda bilgisayarın birbiriyle bağlantısı anlamına gelen bilgisayar ağları<br />

(network)’nın aralarında tekrar bağlantı kurmalarıyla oluşan, dünya çapında yaygın bilgisayar ağlarına dayalı bir<br />

iletişim sistemidir (İçel 1998: 407). İngilizce “International Network”un kısaltılmışı olan İnternet’in tanımına<br />

başka bir kaynaktan bakacak olursak, İnternet olarak adlandırılan <strong>ve</strong> genel bir tanımıyla “bilgisayar ağlarının<br />

ağı” ya da “evrensel bilgisayar ağı” olarak nitelendirilen, dünyanın pek çok ülkesindeki milyonlarca bilgisayarın<br />

kendi aralarında oluşturdukları yerel yada geniş alan ağlarının birbirine bağlanması ile oluşturulan bir elektronik<br />

iletişim ağıdır. Bu ağ, 1969’da Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı tarafından kurulan ARPANET’in<br />

1990 yılında “İnternet”adını alması ile oluşmuştur (Gürcan 1999: 38).<br />

B- İNTERNET’İN GELİŞİM SÜRECİ<br />

İnternet’in ortaya çıkışı <strong>ve</strong> gelişimi, zaman zaman bazı bilimsel buluşların olduğu gibi, rastlantısal <strong>ve</strong><br />

konjonktürel değişim <strong>ve</strong> dönüşümlere paralel bir çizgide gerçekleşmiştir. Daha da açmak gerekirse, İnternet<br />

olgusu başlı başına bir amaç olarak ortaya konulmamış ancak bir amacın yan ürünü biçiminde ortaya çıkmış,<br />

geliştirilmiş <strong>ve</strong> bugünkü kullanım düzeyine erişmiştir (Özgen 2000:59). ARPANET; 1957’de Ruslar’ın<br />

Sputnik’le uzaya çıkmaları karşısında, ABD Başkanı Einsenhower’in emriyle, 1958’de kurulan İleri Araştırma<br />

Programları Ajansı’nın (Advanced Research Programme Agency-ARPA) paket yönlendirmeli bilgisayar ağı<br />

olarak ortaya çıkmış, askeri amaçlı araştırma yapan laboratuvarları <strong>ve</strong> üni<strong>ve</strong>rsiteleri birbirine bağlamak üzere<br />

geliştirilmiştir. Daha sonra ARPA’dan NASA doğmuş <strong>ve</strong> ARPA’nın adı da 1970’lerin başında İleri Savunma<br />

Araştırmaları Ajansı’na (DARPA) dönüşmüştür. ARPANET Haziran 1990’da ortadan kalkarak yerini İnternet’e<br />

bırakmıştır. İlk önce Amerika Birleşik Devletleri’ndeki üni<strong>ve</strong>rsiteleri birbirine bağlamış, daha sonra da genel<br />

kullanıcılara açılmıştır. 1993’den başlayarak hızla gelişen WWW aracı sayesinde İnternet kullanımı her geçen<br />

gün daha da yaygınlaşmıştır.<br />

Bilgisayarların ortak bir ağ altında birleşmesi, kullanıcılara şu kolaylıkları sağlamıştır.<br />

1- Herhangi bir departman ya da dünyanın öbür yakasındaki bilgiye kolay erişim olanağı doğmuştur.<br />

2- Mesajların <strong>ve</strong> datanın, diğer kullanıcılarla değiş-tokuşunu sağlamıştır.<br />

Bilgisayarların ağ oluşturmasında ise benzer iki teknoloji kullanılmıştır.<br />

İnternet: Dünya çapında yaygın bilgisayar ağları <strong>ve</strong> kullanıcıları olan <strong>ve</strong> açık endüstri standartlarına<br />

dayanmaktadır. Bu, binlerce <strong>ve</strong>ri tabanı <strong>ve</strong> diğer kaynaklardan bilgi sağlamaya <strong>ve</strong> bilginin diğer kullanıcılarla<br />

değiş-tokuşuna, paylaşımına olanak tanır.<br />

Intranet: İnternet teknolojisine dayanan bir kurum-içi bilgisayar ağı sistemidir. Bu, farklı sistemlerde tutulan<br />

<strong>ve</strong>rilerin, kolay kullanım ara yüzü ile birlikte kullanımını sağlar. Intranet’te amaç, çalışanlara, güncel firma<br />

enformasyonu <strong>ve</strong> son gelişmeleri sunmak <strong>ve</strong> çalışanlar arasında, güçlü <strong>ve</strong> hızlı iletişimi sağlamaktır. (Gürcan<br />

1999: 40-41).


İnsanlar, İnternet’te chat yaparken de kendilerine yeni bir dil edinmişler <strong>ve</strong> hep bir yerlere yetişme telaşındaymış<br />

gibi düşünen, konuşan, yazan bir neslin kendine özgü dilini geliştirmişlerdir. Cinsel yönden baskıcılığıyla dikkat<br />

çeken bu yalnız neslin macera ihtiyacını yine İnternet karşılamaktadır. AIDS sonrası yirminci yüzyılın<br />

sonlarında “İnternet ortamında dokunmadan seks” moda olmuştur (Dündar 2000:24).<br />

Özellikle haberlerin İnternet ortamından erişilebilir hale gelmesi ile birlikte geleneksel gazeteciliğin yapısında da<br />

değişimler başlamıştır. İnternet’in medya için ne kadar önemli bir dönüm noktası olduğunu, Boston’da yapılan<br />

Uluslararası Basın Enstitüsü’nün (IPI) son genel kurulunda, diplomasi sihirbazı Henry Kissinger, şu sözleriyle<br />

çok güzel bir şekilde ortaya koymuştur:<br />

“Yazının bulunuşu insanlığın ilk önemli devrimidir. Çünkü bu yolla sözlü kültürün belgelenme şansı doğdu.<br />

İkinci önemli devrim ise matbaanın icadıdır. Böylelikle yazılı belgeler çoğaltılarak, geniş kitlelere ulaştı. Üçüncü<br />

önemli devrim ise İnternet’tir. Şimdi bu sayede artık herkes kendi gazetesini çıkarabilme <strong>ve</strong> onun genel yayın<br />

yönetmeni olma imkanına kavuşmuştur.” (Nurgün 2000: 3).<br />

Hayatımızın neredeyse vazgeçilmez bir unsuru hale gelmiş olan İnternet’in kıtalardaki kullanıcı sayıları ise<br />

Kasım 2000 <strong>ve</strong>rilerine göre şöyledir:<br />

Afrika 3.11 milyon<br />

Asya-Pasifik 104.88 milyon<br />

Avrupa 113.14 milyon<br />

Orta Asya 2.40 milyon<br />

Kanada-ABD 167.<strong>12</strong> milyon<br />

Latin Amerika 16.45 milyon<br />

İnternet’te evrensel erişime açık 1 milyar dokümanın bulunduğu da tahmin edilirken Türkiye’de yaklaşık 2<br />

milyon kişinin (% 3.05) İnternet’te kullandığı tahmin edilmektedir. Ülkeler arasında büyük farklar bulunsa da,<br />

eldeki <strong>ve</strong>riler ışığında, dünya çapında Şubat 2001 itibariyle 1.066 milyon (% 17.78) kişinin İnternet’le tanıştığı<br />

belirtilmektedir (GÜRCAN 2001: 4). İnternet, globalleşen dünya üzerinde çeşitli dillerde hazırlanan web<br />

sayfaları ile insanlara ulaşmaktadır. Ancak; dünya dil egemenliğini eline geçiren İngilizce burada da ağırlığını<br />

ortaya koymuş <strong>ve</strong> aşağıdaki tablodan da anlaşılacağı gibi İnternet sayfalarında en fazla kullanılan dil konumuna<br />

gelmiştir.<br />

İnternet’teki Lisan Kullanım Sayısı<br />

İngilizce 192.000.000<br />

Çince 29.000.000<br />

Japonca 38.800.000<br />

Almanca 22.400.000<br />

İspanyolca 21.100.000<br />

Fransızca 14.200.000<br />

Korece 16.800.000<br />

İnternet ortaya çıktığı ilk zamanlarda başlarda teknolojik gelişmeden kopmamak için düşük sermayelerle kurulan<br />

İnternet şirketleri şu an milyonlarca dolar değerindeki televizyon, gazete, dergi <strong>ve</strong> radyo gibi yayın şirketlerini<br />

satın alacak konuma gelmişlerdir. Dünyanın zengin insanları da petrol, altın gibi yatırımlarının yanında İnternet<br />

alanında da yatırım yapmaya başlamışlardır. Örneğin; Dünya’nın en zengin isimlerinden biri olan Suudi<br />

milyarder Prens El-Velid yeni teknolojiye yatırım yapan isimlerden biridir. El-Velid 2001’in son aylarında 450<br />

milyon dolarlık “AOL Time Warner” <strong>ve</strong> 100 milyon dolarlık “Priceline.com” hissesi satın almıştır (Hürriyetim<br />

2002: 1). Türkiye’de de bugün İnternet alanındaki atılımlar, derin ekonomik krize rağmen devam etmektedir.<br />

Kısa sürede yirmibin büyük <strong>ve</strong> küçük işletmeyi bünyesine katan www.turkticaret.net <strong>ve</strong> dünya mobil bilişim<br />

sektöründe söz sahibi olmayı hedefleyen, www.mobilera. net gibi iki büyük ticaret sitesi bunun somut<br />

örneklerini oluşturmaktadır (Hürriyet Pazar Aralık 2001:18).<br />

1-İnternet’i Kullanma Amaçları<br />

Günümüzde hemen hemen her işimize yarayan İnternet’i temelde şu amaçlarla kullanırız.<br />

1- Bilgisayar ağına bağlı tüm bilgisayarlarla iletişim kurmak, mail atmak yani anında mektup<br />

göndermek, sohbet etmek (chat), anında karşılıklı bilgi alış<strong>ve</strong>rişinde bulunmak,<br />

2- Bilgi, makale, teknik rapor, ders notu gibi dünyadaki sınırsız kaynağa erişmek,<br />

3- Herkese açık yazılımlara ücretsiz erişmek,


4- Kitap, konferans, duyuru <strong>ve</strong> kayıt işlemleri yaptırmak,<br />

5- Bilgi bankalarına <strong>ve</strong> arşivlere erişmek,<br />

6- Kütüphane kataloglarına ulaşmak,<br />

7- Giderek her türden alış-<strong>ve</strong>riş yapmak,<br />

8- Tatil rezervasyonları yaptırmak, uçak <strong>ve</strong> diğer yolculuk biletleri ayırtmak <strong>ve</strong> satın almak,<br />

9- Bankacılık işlemleri yapmak,<br />

10- Çeşitli resmi başvuru işlemlerini gerçekleştirmek,<br />

11- Her konuyla ilgili uzmanların adreslerine ulaşıp iletişim kurmak,<br />

<strong>12</strong>- Günlük gazete haberlerini izlemek,<br />

13-Konferans duyurusu, başvurusu yapmak, özet makale sunabilmek <strong>ve</strong> konferans örgütleyebilmek,<br />

14-"On Line" üni<strong>ve</strong>rsitelerden ders alıp diploma alabilmek,<br />

15- Bilim, meslek adamlarının, sanatçıların <strong>ve</strong> kuruluşların adreslerini bulabilmek,<br />

16- İnternet'teki müzeleri ziyaret edebilmek,<br />

17-Ticari kurumların <strong>ve</strong>ri tabanlarına erişebilmek,<br />

18-Haber amaçlı yazılı <strong>ve</strong> görsel organlara ulaşabilmek <strong>ve</strong> televizyon izleyip <strong>ve</strong> radyo dinleyebilmek (Işık 2001:<br />

9).<br />

C- İNTERNET ARAÇLARI<br />

İntenet’te enformasyon alış<strong>ve</strong>rişinde değişik araçlar kullanılmaktadır. Bunlar: World Wide Web (WWW), eposta,Telnet,<br />

FTP (Dosya Aktarım Protokolü), Listserv, Usenet, Archie, WAIS (Geniş Alan bilgi Sistemi),<br />

Gopher’dır.<br />

1-World Wide Web (WWW) : WWW’in tasarımında üç ana ilke bulunmaktadır.<br />

a)Merkezi <strong>ve</strong>ri depolama kavramının ortadan kalması <strong>ve</strong> bunun sonucunda isteyen herkesin bilgi yaratma <strong>ve</strong><br />

sunma imkanının ortaya çıkması.<br />

b)Coğrafik konumun hiçbir öneminin kalmaması.<br />

c)Dökümanların transferinde kullanılan protokoller <strong>ve</strong> düzenlemelerin detaylarını gizleyen oldukça basit bir<br />

arabirim olması (Akın 2001:49).<br />

İnternet kullanıcıları arasında, en çok yararlanılan imkanlardan olan World Wide Web (dünyayı saran ağ)’in<br />

ortaya çıkmasıyla İnternet kullanımındaki yaygınlık artmıştır. World Wide Web temelli İnternet araçları 1993<br />

yılında ortaya çıkmış <strong>ve</strong> bilgiye ulaşım daha da kolaylaşmıştır. Ulaşılabilen bilgiler ile sunulan hizmetler miktar<br />

<strong>ve</strong> çeşit olarak artmıştır. Bugün İnternet’in en popüler uygulaması “Web Taramasıdır”. World Wide Web, metin,<br />

grafik, ses <strong>ve</strong> programlama içeren bilgi sayfaları sunan, İnternet’e bağlı sunucuların ağıdır (Işık 2001: 11).<br />

2-Elektronik Posta: İnternet karma bir şebekedir <strong>ve</strong> yenilikçi uygulamalarından biri olan posta kutusu onun<br />

bileşenlerinden biri olan Usenet’in içinde gelişmiştir ( Barbier <strong>ve</strong> Ark 2001:372). Kullanıcıların birbirlerine<br />

mesaj göndermede kullandıkları, yazılı mektupların <strong>ve</strong> yazışmaların elektronik ortamda gerçekleştirilen bir<br />

biçimidir.<br />

3-Telnet:Kullanıcıların İnternet’te bulunan herhangi bir bilgisayara bağlanmalarını <strong>ve</strong>ya girişlerini (Login)<br />

sağlar.<br />

4-FTP (Dosya Aktarım Protokolü): Kullanıcıların yalnız dosya aktarımı amacıyla uzak bilgisayara<br />

bağlanmalarını sağlar.<br />

5-Listserv: Ortak ilgileri doğrultusunda bir grup insanın birbirlerine mesaj göndermelerini sağlayan tartışma<br />

grupları ortamıdır.<br />

6-Usenet (Haber Grupları) : Bir konu ile ilgili insanların tartışabileceği Listserv gibi olan başka bir ortamdır.<br />

7-Archie FTP bilgisayarlarının içeriklerini sorgulamak <strong>ve</strong> bilgiyi kullanıcıya sunmak amacıyla yaratılmıştır.<br />

8-WAIS (Wide Area Infomation System-Geniş Alan Bilgi Sistemi): Bu, bilgi bulmaya yardımcı olan bir araçtır.<br />

9-Gopher: İnternet’te çeşitli araçları kullanarak, kullanıcıya, çok çeşitli bilgiye ulaşımında basit, tutarlı bir<br />

arabirim sağlar.


10-Chat: İnternet’teki bir sunucu (ser<strong>ve</strong>r) üzerinde bir chat programı kullanarak, diğer İnternet kullanıcılarıyla<br />

(Net-daşlarla ) yazıya dayalı konuşma yapabilme olanağı sağlayan bir araçtır. Chat odaları, yazımı basitleştirmek<br />

<strong>ve</strong> yazılamayan bazı şeyleri (gülümseme, hoşnut kalmama, alaya alma vb.) yazıyla göstermek amacıyla kendi<br />

söylemini oluşturmuştur. Bu söylemlerle chat kullanıcısı, karşısındaki kişinin tavırlarını öğrenebilmektedir.<br />

Örneğin;<br />

:) Gülümseme<br />

O:-) Size karşı iyi<br />

:( Hoşnut kalmama<br />

:-( Ağlama, üzülme<br />

:- Dil çıkarma (Derleme, 2000:53).<br />

11-Sesli <strong>ve</strong>ya video konferans: İki <strong>ve</strong>ya daha fazla kişinin birbirini duymasını <strong>ve</strong> görmesini, whiteboard <strong>ve</strong> diğer<br />

uygulamaları paylaşabilmelerini sağlar (Derleme 2000:6).<br />

D-TÜRKİYE’DE İNTERNET KULLANIMININ BAŞLANGICI VE GELİŞİM SÜRECİ<br />

Türkiye global İnternet ağına <strong>12</strong> Nisan 1993’te, TÜBİTAK-ODTÜ (TR-NET) işbirliğiyle bir DPT projesi<br />

çerçe<strong>ve</strong>sinde bağlanmıştır. 64 kbit/sn hızındaki bu hat ODTÜ’den uzun bir süre ülkenin tek çıkışı olmuş, daha<br />

sona Ege Üni<strong>ve</strong>rsitesi(1994), Bilkent (1995), Boğaçiçi (1996), İTÜ (1996) bağlantıları gerçekleştirilmiştir.<br />

İnternet’e 53. Ülke olarak giren Türkiye’de, ODTÜ <strong>ve</strong> TÜBİTAK’ın tanıtma <strong>ve</strong> yayma çabaları, TR-NET<br />

Grubu’nun yoğun çalışmalar ile akademik çevre hakimiyetli İnternet, hemen hemen bütün kesimler tarafından<br />

günden güne artan bir taleple karşılanmıştır. 1995 yılı hedefini 50 bin kişiye hizmet olarak açıklayan TR-Net ‘in<br />

çalışmaları sonuç <strong>ve</strong>rmiştir. Türkiye’deki taransmisyon hatlarını kurma yetki <strong>ve</strong> bunlar üzerindeki mülkiyet<br />

hakkı 10. 06.1994 tarih <strong>ve</strong> 4000 sayılı kanunla değişik 406 sayılı Telgraf <strong>ve</strong> Telefon Kanunu’nun 1. Maddesi<br />

gereğince Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi’ne ait bulunmaktadır. Böylece Türk Telekom’un İnternet<br />

omurgası konusunda da tekel yetkisi vardır (Kırdı 1999:36).<br />

Türkiye’deki iletişim hizmetlerin bünyesinde toplayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin, 1995 yılında açtığı<br />

Ulusal İnternet Altyapı Ağı “TURNET” ihalesini Sprint-Satko –ODTÜ konsorsiyumu kazanmış <strong>ve</strong> 1 Mart 1996<br />

tarihinden itibaren İnternet alt yapı hizmetleri bu konsorsiyum tarafından yürütülmüştür. İnternet ağının<br />

kurulması <strong>ve</strong> işletilmesi dokuz yıl süre ile TURNET’e <strong>ve</strong>rilmiştir. Turnet bu hakkı kullanmak isteyen<br />

sağlayıcıların bu isteklerini ağır koşullar sunarak kabul etmiştir. Tekel özelliğinin dışında TURNET’in<br />

eleştirildiği bir diğer konu ise işletim sisteminin yavaş olmasıdır. TURNET’in yanı sıra 1996 Haziranın da<br />

TÜBİTAK bünyesinde Ulusal Akademik Ağ <strong>ve</strong> Bilgi Merkezi (ULAKBİM) adıyla yeni bir merkez kurulmuştur.<br />

ULAKBİM’in temel görevi ise en yeni teknolojileri kullanarak Türkiye çapında tüm eğitim <strong>ve</strong> araştırma<br />

kuruluşlarını birbirine bağlayacak Ulusal Akademik Ağ (ULAKNET) adıyla hızlı bir iletişim ağı kurmak <strong>ve</strong> bu<br />

ağ aracılığı ile bilgi hizmetleri <strong>ve</strong>rmektir (Kırdı 1999:36). Bugün Türkiye’de İnternet kullanıcılarının sayısı hızla<br />

artmaktadır.Türkiye’de İnternet kullanıcılarının çoğalmasında son iki yılda sayıları hızla artan <strong>ve</strong> en ücra<br />

kasabalara kadar yayılan İnternet cafelerin etkisi çok büyüktür.<br />

E- TÜRK MEDYASINDA İNTERNET’İN KULLANILMAYA BAŞLANMASI<br />

Türk medyasında İnternet’in 1995 itibariyle bir yayın aracı olarak kullanılmaya başlanmasından kısa bir süre<br />

sonra yaygın yayın yapan araçların hemen hepsi İnternet’te de yerlerini almışlar <strong>ve</strong> mevcut geleneksel<br />

yayınlarını İnternet ortamına da aktarmışlardır. Türkiye’de elektronik medyanın geçmişine baktığımızda ilk<br />

olarak karşımıza çıkan, Temmuz 1995’te yayına başlayan Aktüel Dergisi’dir. Ancak Aktüel Dergisi’nin İnternet<br />

üzerindeki arşivinde, 2 Ocak 1997’den beri yayınlanan dergilere ulaşılabilmektedir. Leman dergisi aynı yılın<br />

Ekim ayında on-line olurken, Zaman; 2 Aralık 1995 tarihinden itibaren gazetesindeki haberleri <strong>ve</strong> köşe yazılarını<br />

başlıklar halinde İnternet üzerinden <strong>ve</strong>rmeye başlamış, 31 Temmuz 1996 tarihinde ana sayfasının görünümünü<br />

değiştirerek, köşe, güncel, politika, dünya ekonomi, spor, medya gibi bölüm başlıkları oluşturmuştur. Zaman<br />

gazetesi, 7 Haziran 2000’den bugüne kadar şu an ki tasarımıyla yayın yapmaktadır. Gazetenin tamamını düzenli<br />

olarak on-line <strong>ve</strong>ren ilk günlük gazete ise Milliyet’tir. Milliyet 27 Kasım 1996’da on-line yayına başlamıştır.<br />

Hürriyet <strong>ve</strong> Sabah gazetelerinin İnternet ortamına geçiş tarihleri ise1 Ocak 1997’dir. Radikal gazetesinin on-line<br />

yayına başlama tarihi ise 28 Mart 1998’dir. Cumhuriyet gazetesi kuruluş yıldönümü olan 7 Mayıs 1998<br />

tarihinden itibaren on-line hizmet <strong>ve</strong>rmeye başlamış, 11 Haziran 1999’da “Tadilat Nedeniyle Kapalıyız”<br />

başlığıyla yayın yaşamına son <strong>ve</strong>ren yeni Yüzyıl gazetesi ise Şubat 1998’den itibaren İnternet ortamında yer<br />

almıştır. Sabah grubundan Esquire 1 Ocak 1998, Cosmopolitan, Fastbreak, Gezi, Gurme, Outdoor, Para, PC<br />

Magazine, Power, Sinema <strong>ve</strong> Top Sante 1 Şubat 1998, Oto haber ise 7 Şubat 1998’den itibaren on-line<br />

olmuşlardır (Gürcan 2001: 3). Türkiye’de şuan İnternet üzerinden yayın yapan ulusal televizyon, ulusal <strong>ve</strong> yerel


gazeteler ile İnternet üzerinden sıcak haber <strong>ve</strong>ren, haber akışını sağlayan haber siteleri web adresleri toplu<br />

olarak aşağıda belirtilmiştir.<br />

1-İnternet’te Yayınlanan Ulusal Gazeteler<br />

Hürriyet, Milliyet, Sabah, Radikal, Türkiye, Turkish Daily News, Zaman, Akşam, Yeni Asır Yeni Asya, Resmi<br />

Gazete, Dünya Gazetesi, Güneş, Cumhuriyet, Yeni Şafak, Star,Milli Gazete Akit, Finansal Forum, Fotomaç <strong>ve</strong><br />

Fanatik<br />

2-İnternet’te Yayınlanan Yerel Gazeteler<br />

Bolunun Sesi, Başkent’in Sesi, Bakırköy Postası, Balıkesir'in sesi, Burdur Haber, Yöremiz,<br />

Bursa Ekohaber, Değişim, Demokrasi Zemini, Gerçek, Gazete Boğaz, Gazete Işık, Gaziantep Ekspres, Giresun<br />

Gazetesi, Karabüknet, Karamanweb, Kadıköy Gazetesi, Kocaeli Gazetesi, Kuşadası Haber, Manisa Haber,<br />

Merhaba Gazetesi, Mudanya Online, Niğde Expres, Özgür Kocaeli, Silivri İnternet, Trakya'nın Sesi,Yeni<br />

Meram,Yeni Alanya,Yeni Ufuk.<br />

3-İnternet’te Yayın Yapan Bazı Haber Siteleri<br />

www.antimedya.net,www.ajanturk.com,www.aykirihaber.com,www.derinanadolu.com,www.dorduncukuv<strong>ve</strong>tm<br />

edya.com,www.ehaber.net,www.finansalforum.com.tr,www.basla.com/gazetem/turkiye.shtml,www.gecce.com,<br />

www.gercekturkiye.com,www.habercininsitesi.net,www.haberturk.com,www.haberatak.com (Gürcan 2001: 6).<br />

4-İnternet’ten Yayın Yapan Televizyon Kanalları<br />

Kanal D, Atv, Show Tv, Star, Ntv, Samanyolu, TGRT, Kanal 6, Kanal E, Kral TV, Kanal 7<br />

F-GELENEKSEL GAZETECİLİKTEN İNTERNET GAZETECİLİĞİNE GEÇİŞ SÜRECİNDE<br />

ORTAYA ÇIKAN FARKLAR<br />

1-On-line gazete okuyucunun hareket tarzı geleneksel gazete okuyucusundan çok farklıdır. Bazıları İnternet<br />

üzerinde gezinerek eğlence ararken, bazıları araştırma yapmaktadır.<br />

2-On-line gazetecilik için basılı gazetelerin dağıtım sorunları <strong>ve</strong>ya radyo ile televizyon yayınlarının alınamaması<br />

gibi coğrafik sorunlar bulunmamaktadır.<br />

3-On-line gazetecilik farklı ilgi grupları oluşmasını, bunların güçlenmesini sağlamıştır. Bu da haber sitelerinin<br />

hedef kitlesini genişletmiştir. Ancak geleneksel gazetecilikte gazetelerin belirli okur kitleleri bulunmaktadır.<br />

4-On-line gazeteler, geleneksel gazetelerdeki klasik haber tanımına uymayan <strong>ve</strong> bugüne kadar gazetelerde<br />

ayrıntılı bir yer bulamayan hava tahminleri, yol <strong>ve</strong> deniz durumlarını anlatan raporlar, tren, uçak, metro tarifeleri<br />

gibi pek çok ayrıntılı bilgiye okurun kolay erişimini sağlamaktır<br />

5-Haber sitelerinde bireyselleştirme (personalization) özelliği sayesinde okura, yalnızca ilgilendiği alandaki<br />

haberleri alabilmesi olanağı sunulmaktadır.<br />

6-On-line gazetelerin büyük çoğunluğuna okur ücretsiz olarak ulaşabilmektedir. (Bazı sanal gazete haberlerinin<br />

ayrıntılarına ulaşabilmek için ücretsiz olarak o gazeteye üye olmak gerekmektedir). Oysaki basılı gazeteyi<br />

okurun ücret ödeyerek satın alması gerekmektedir (Ersöz 2000: 152).<br />

7-On-line gazetelerde sunulan haberler, basılı gazetelerdeki sütun sınırlılığı, radyo <strong>ve</strong> televizyondaki süre<br />

kısıtlılığını ortadan kaldırarak yayımlanmaktadır.<br />

8-İnternet’in sunduğu, yazı, fotoğraf, grafik, ses, animasyon <strong>ve</strong> görüntü unsurlarının aynı sayfada <strong>ve</strong>rilebilmesi<br />

olanağı, günümüzde yavaş yavaş haberlerin yazı yanında video <strong>ve</strong> sesli görüntüleriyle de desteklenerek on-line<br />

sunumuna başlanmasına imkan <strong>ve</strong>rmektedir. Böyle bir haber sunumu ise geleneksel basılı yayın organları için<br />

mümkün değildir.<br />

9-On-line gazete okuyucusu haberleri farklı haber sitelerinden takip edebilme serbestisine sahipken, basılı<br />

gazete okuru para karşılığında satın aldığı gazete ile yetinmek zorundadır.


10-On-line gazete okurları, evrensel düzeydeki on-line yayınları, sorunsuz olarak takip edebilmektedirler.<br />

11-İnternet’in sansürsüz <strong>ve</strong> özgürlükçü bir ortam sunması sayesinde okur, on-line gazeteler aracılığıyla sansüre<br />

uğramamış haber <strong>ve</strong> enformasyona rahatça erişebilmektedir.<br />

<strong>12</strong>- İnternet’teki haber sitelerini <strong>ve</strong> sanal gazeteleri yöneten kişi ya da kişiler bulunmakla beraber on-line<br />

gazeteler, merkeziyetçi değildir. Basılı gazetelerin belirli nüshalarının, basımını takiben merkezi bir otoriteye<br />

sunulması gerekirken, on-line gazetelerde <strong>ve</strong> haber sitelerinde, şu anda mevcut bir İnternet yayımcılığı yasası<br />

olmamasından dolayı bu gerekli değildir.<br />

13- Basılı gazeteyi belirli saatler dışında bulabilmek imkansızken, on-line gazetelere haftanın her günü 24 saat<br />

erişmek mümkündür. Radyo <strong>ve</strong> televizyonda da program saatini kaçırma olayı vardır.<br />

14-Sanal gazetecilikte kağıt <strong>ve</strong> kalem kullanılmadığı için ormanlar yok edilmemektedir.<br />

15-Sanal gazeteler basılı bir malzeme olmadığı için geri dönüşümü düşünülmemektedir.<br />

16-Geleneksel yöntemlerle yapılan gazetecilikte gazeteci enformasyon denizinde, kayda değer bulduğu<br />

haberleri ayıklamakla yükümlüdür. İnternet ile birlikte ortaya çıkan olanaklarda ise okuyucu istediği<br />

enformasyonu kendisi seçmektedir.<br />

17-Sanal gazetelerde haberlerdeki başlıklar iki yada üç kademeden oluşmaktadır. Genel sayfa başlığı, alt başlık<br />

<strong>ve</strong> daha alt başlıklar. İç içe geçmiş başlıklar sesli ekran okuyucular sayesinde görmeyen okuyucular içinde<br />

kullanılabilir hale getirilmiştir.<br />

18-On-line gazetelerde, geleneksel gazetelerdekinin tersine başlıklar uzun yerine kısa kullanılmaktadır. Ve bu<br />

kısa başlıklar okuyucuya metnin içeriğini açıklayabilecek niteliklerde olmaktadır.<br />

19-On-line gazetelerde başlıklar <strong>ve</strong> alt başlıklar kullanıcının dikkatini çekecek biçimde; renkli, yazıların altları<br />

çizili <strong>ve</strong> okuyucunun rahat okuyabileceği şekilde <strong>ve</strong>rilmektedir (Gürcan Batu 2001: 6).<br />

II- İNTERNET TEKNOLOJİSİNİN ALT YAPISI VE DEĞİŞİK ALANLARDA İNTERNET<br />

A- İNTERNET’TE ALAN İSİMLERİ SİSTEMİ<br />

Alan isimleri sistemi İnternet’te kullanıcıların dolaşım yeteneklerin kolaylaştıran merkezi bir fonksiyon<br />

hizmetini görmektedir. Bu ise iki bileşenin yardımı ile yerine getirilir: alan ismi (domain name) <strong>ve</strong> buna karşı<br />

gelen İnternet Protokol (IP) numarası alan isimleri kullanıcılara bir anlam ifade eden, hatırlanması <strong>ve</strong><br />

belirlenmesi kolay kısaltmalardan oluşan İnternet adresleridir. www.wipo.int buna örnek olarak <strong>ve</strong>rilebilir. IP<br />

sayısı ise, uluslararası telefon numarası, örneğin 192.91.247.53 gibi, sayısal bir adrestir.<br />

Geniş <strong>ve</strong>ri tabanlarında (registry), alan isimleri ile bunların karşılığı olan IP sayısal adreslerinin bir listesi yer<br />

alır. Bu <strong>ve</strong>ri tabanları, alan isimleri ile bu isimlere karşı gelen IP sayısal adreslerinin eşleştirilme fonksiyonunun<br />

yerine getirirler. İnternet kullanıcısı bir alan ismini bilgisayarına yazdığı zaman, İnternet yazılımı (software)<br />

otomatik olarak bu alan ismini IP sayısal adresine dönüştürür, ilgili servis sağlayıcı (ser<strong>ve</strong>r) ile bağlantı kurar <strong>ve</strong><br />

alan ismine karşı gelen ana sayfa bilgisayarda görünür. WIPO ana sayfası alan ismi “http:www.wipo.int” ön<br />

ekinde “http” İnternet protokolünü ya da yazılımını; “www” birtakım tekniklerin kullanımı ile dünyanın<br />

herhangi bir yerindeki bilgiye erişme yöntemini ifade etmektedir. Böylece bilgisayara “http:www.wipo.int”<br />

yazıldığı zaman WIPO’nun ana sayfası ekranda görünmektedir. Alan ismi en az iki kısımdan oluşmak<br />

zorundadır. Bunlar; “birinci-derece alan ismi” (top le<strong>ve</strong>l domain-TLD) <strong>ve</strong> “ikinci-derece alan ismi” (second le<strong>ve</strong>l<br />

domain-SLD). Alan isimlerinin “dereceleri” sağdan sola doğru sayılmaktadır.<br />

WWW. WİPO. İNT<br />

SLD TLD<br />

“wipo.int” alan isminde “int” birinci-derece alan ismidir (TLD). Birinci-derece alan isimleri sınırlı sayıdadırlar.<br />

“wipo”ikinci-derece alan ismidir (SLD). Her bir TLD için sınırsız sayıda SLD olabilir, ancak her bir TLD için<br />

belirli bir SLD’den sadece bir tane vardır (Işıklı 2001:10).<br />

1-ALAN İSİMLERİ KATEGORİLERİ<br />

Birinci-derece alan isimleri iki kategoriye ayrılmıştır.


a- Jenerik Birinci Derece Alan İsimleri<br />

(generic top le<strong>ve</strong>l domains-gTLD)<br />

b- Ülke Kodu Birinci Derece Alan İsimleri<br />

(country-code top le<strong>ve</strong>l domains-ccTLDs)<br />

Mevcut durumda yedi adet gTLD vardır, ancak bunlardan üç adedi, “.com”, “.net”, <strong>ve</strong> “.org” olmak üzere,<br />

kişilerin <strong>ve</strong>ya kurumların kullanımına açıktır. Diğer dört adet gTLD ise, “.int”, “.edu”, “.gov” <strong>ve</strong> “.mil” sadece<br />

belirli kriterleri sağlayan kurumlara tahsis edilmektedir.“gTLD” lerin çoğu küresel bir işlev sahiptir, bu nedenle<br />

de iki yada daha çok ülkede faaliyet gösteren yada göstermeye niyeti olan kuruluşlara <strong>ve</strong>rilirler. Günümüzde<br />

“.com”, “.edu”, “.net” <strong>ve</strong> “.int” en çok kullanılan “gTLD” lerdir. Ticari kuruluşlar için ise hiç şüphesiz ki “.com”<br />

dünyada en fazla aranan <strong>ve</strong> ticari değer ifade eden TLD olmuştur. Dolayısıyla, alan ismi ihtilaflarının bir çoğu<br />

“.com” TLD’si içinde ortaya çıkmıştır.<br />

Fonksiyonel olarak gTLD ile ccTLD arasında hiçbir fark yoktur. ccTLD içinde tahsis edilmiş bir alan ismi , bir<br />

gTLD içinde tahsis edilmiş bir alan ismi gibi aynı bağlantıyı sağlar. gTLD’lerin herkese açık, ccTLD’lerin ise<br />

kısıtlı olduğu gibi bir düşünce yanlıştır. Daha önce de belirtildiği gibi, kullanımında herhangi bir kısıt olmayan<br />

açık gTLD <strong>ve</strong> ccTLD’ler ile kullanımı belirli kriterlere bağlı gTLD <strong>ve</strong> ccTLD’ler bulunmaktadır. GTLD’lerin en<br />

önemli özelliği “dümdüz” bir yapıya sahip olmalarıdır. Bu nedenle TLD’nin solunda yer alan bilgi, alan ismi<br />

sahibinin kimliğini belirleyen tek bir kelime olmaktadır ki bu da SLD olarak tanımlanmaktadır. Bu durumun<br />

aksine ccTLD’ler ise, alan isimlerini daha karmaşık <strong>ve</strong> uzun hale getirmektedir. Bazı ülkelerde ikinci-derece alan<br />

isimleri gTLD’lerde kullanılan belirleyicilerden oluşabilmektedir. Örneğin “.com.uk”, “virgin.com.uk” gibi bir<br />

alan ismini ifade edebilmektedir (Işıklı 2001:11).<br />

c-Alan Adı Ülke Kısaltmaları (Bazı Ülkeler Örnek Olarak Verilmiştir)<br />

Ülke İsmi Alan İsmi<br />

Afganistan .af<br />

Birleşik Krallık .uk<br />

Danimarka .dk<br />

Endonezya .id<br />

Fransa .fr<br />

İsviçre .ch<br />

İtalya .it<br />

Kanada .ca<br />

Makedonya .mk<br />

Rusya .ru<br />

Japonya .jp<br />

Türkiye .tr<br />

(Kırcova 2002:20)<br />

B- ALAN İSİMLERİ SİSTEMİNİN GELİŞİMİ VE YÖNETİMİ<br />

İnternet’in hızlı bir şekilde gelişimi <strong>ve</strong> kullanımının artarak ticaret, eğitim, iletişim gibi farklı alanlara da<br />

yönelmesi, kullanıcıların alan isimlerine talebin arttırmış, bunun sonucunda da alan isimleri sisteminin idare<br />

ediliş yöntemi dünyada son dönemde tartışılan önemli konulardan biri olmuştur. Her bir alan ismine karşı gelen<br />

tek bir IP numarası vardır. Her ne kadar ABD Hükümeti ile yapılan sözleşme 1998 yılında sona ermiş olsa da<br />

günümüzde bölgesel IP numaraları karşıt kurumlara (Regional Internet Registrars-RIRs) bu sayısal adresleri blok<br />

şekilde tahsis etmektedir. Dünyada üç tane RIRs vardır.<br />

1-Dünyadaki IP Numarası Karşıt Kurumları (RIRs-Regional Internet Registrars)<br />

a-ARIN (American Registry for Internet) : Kuzey Amerika, Güney<br />

Amerika, Güney Afrika <strong>ve</strong> Karaipler<br />

b-RIPE (Reseaux IP Europeens) : Avrupa<br />

c-APNIC (Asia Pacific Network) : Asya/Pasifik Bölgesi<br />

Büyük İnternet sağlayıcıları bu bölgesel kurumlara başvurarak IP sayıların blok olarak alır <strong>ve</strong> daha sonra<br />

aldıkları IP sayısal adreslerini bu kez daha küçük servis sağlayıcılara <strong>ve</strong> nihai kullanıcılara tahsis ederler (Işıklı<br />

2001: 10-14).


C- İNTERNETTE MARKA OLGUSU<br />

“Zamanı gelmiş bir fikri hiçbir şey hatta gecenin güleri bile durduramaz.” Der Victor Hugo. Herhangi bir fikrin,<br />

ne kadar devrim gibi görünse de özel olarak bir bireye atfedilmesi yanıltıcıdır. Geçmişe bakacak olursak gerçek<br />

anlamda tüm büyük devrimci gelişmelerin (otomobil, uçak, kişisel bilgisayar vs.) pek çok girişimci tarafından<br />

eşzamanlı olarak keşfedildiğini görebiliriz. Fakat sonuçta kazanan kişi daima en iyi fikri ortaya atan kişi değildir.<br />

Çoğunlukla ilk harekete geçen kim olursa, o kazanmıştır. Güçlü bir internet markası oluşturmak için muhakkak<br />

ki iyi bir fikre sahip olmak gereklidir (Rıes 2001: 1). 1950 yılından itibaren her on yılda bir fikrin ürünü olarak<br />

ortaya çıkan ürünleri sıralayacak olursak şöyle bir tablo önümüze çıkar:<br />

1950’ler Televizyon<br />

1960’lar Mainframe bilgisayar<br />

1970’ler Elektronik çip<br />

1980’ler Kişisel bilgisayar<br />

1990’lar İnternet<br />

1994’te, Satnford mezunu iki genç (Jerry Yang <strong>ve</strong> David Filo) bir internet arama motoru olan Yahoo’yu<br />

oluşturarak çağın buluşu İnternet’te, altına hücum fırsatını tam zamanında yakalamışlardır. Bu iki gencin kurmuş<br />

olduğu şirketin borsa değeri sadece beş yıl sonra 114 milyar doları bulmuştur. (Rıes 2001: 1). Türkiye’de ünlü<br />

firmaların isim haklarını satın alan internet avcılarına karşı çeşitli firmalar tarafından hukuki savaş açılmıştır.<br />

Örneğin; Koç Grubu’nun bankası olan <strong>ve</strong> İnternet avcıların tarafından devri için 100 bin dolar istenen sitenin<br />

isim hakkı mahkeme tarafından gruba iade edilmiştir. Bunu örnek alan Bursa’daki Sönmez Grubu’nun radyosu<br />

RadyoS’in ardından, Sabancı Grubu’da 1998 yılında üçüncü bir kişi tarafından kendi adına tescil ettirilmiş<br />

bulunan “sabanci.com” alan adını, Dünya Fikir Hakları Teşkilatı (WIPO) kararıyla devir almıştır (Hürriyet Pazar<br />

Ekim 2001:10). Sanal ortamda bazı isimler fahiş fiyatlarla alıcı bulmaktadır. Yüksek rakamlara satılan isimlere<br />

birkaç örnek <strong>ve</strong>recek olursak;<br />

Business.com 7.5 milyon dolar<br />

Wine.com 3 milyon dolar<br />

Telephone.com 1.75 milyon dolar<br />

Bingo.com 1.1 milyon dolar<br />

Wallstreet.com 1.03 milyon dolar<br />

Drugs.com 823.456 dolar<br />

Uni<strong>ve</strong>rsity.com 530.000 dolara satılmıştır ( Rıes 2001:67).<br />

D- MODERN İNSANIN YALNIZLIĞINDA TEK ARKADAŞ İNTERNET<br />

“Ortega’nın “Yaşamak kökten yalnızlıktır.”sözünden yola çıkacak olursak 21.yüzyılda insanlar yalnızlıklarından<br />

kurtulmak için gerçek dostluklar yerine İnternet deyimiyle chat aleminde sanal dostluklara yönelmişler <strong>ve</strong><br />

toplumdan daha da uzaklaşmışlardır. İnsanlık tarihi insanın kendisini doğadan ayırmasıyla <strong>ve</strong> ona karşı güç<br />

kazanmasıyla başlar. Doğa ile olan ilişkilerinde edilgen olmaktan çıkıp etken <strong>ve</strong> aktif bir rol almasıyla oluşur.<br />

Üretken olur miskinlikten kurtulur <strong>ve</strong> güç dengelerini eline alır. Alet kullanır” (Özodaşık 2001:9).<br />

İnsan ilk çağlarda yiyecek ihtiyacını karşılamak için mızrak <strong>ve</strong> ok kullanarak avlanır. Tekerleği bulur. Ağır<br />

yüklerini kağnı benzeri arabalarla taşımaya başlar. 21. Yüzyıl’da çağın buluşu İnternetle dünyayı evine getirir.<br />

Ancak doğa yasalarını etkileyemediğini anlar. Tarihin her aşamasında, yalnız olduğunu anlar <strong>ve</strong> bu yalnızlığı<br />

ona çaresizliğini hatırlatır. İlkel insan, din <strong>ve</strong> mitoloji yaratarak <strong>ve</strong> birlikte yaşadığı kabileye sıkıca sarılarak<br />

kaderinden kaçmayı düşler. Grup bağları onu yalnızlığından <strong>ve</strong> çaresizliğinden kurtarır. Günümüzde de yalnız<br />

insan modern insanoğlu yalnızlığından <strong>ve</strong> çaresizliğinden chat ortamında edindiği arkadaşlarıyla kurtulmaya<br />

çalışmaktadır (Özodaşık 2001: 95).<br />

1-Çocukları <strong>ve</strong> Gençleri Sanal Ortama Karşı Korumanın Yolları<br />

İnternet çocuklar <strong>ve</strong> gençler için tehlikeli bir mekan olabilir. Öyle ki sanal ortamda her an suçlular <strong>ve</strong> açgözlü<br />

satıcılarla karşı karşıya kalabilirler. Bu konuda ABD Ulusal Tüketici Derneği On-line Suçlar Ofisi Kamu<br />

Yönetimi Sorumlu Başkan Yardımcısı Susan Grant “Çocuğunuzu şiddet <strong>ve</strong> hırsızlık olaylarının hat safhaya<br />

çıktığı şehrin arka sokaklarına bırakıp gitmezsiniz öyle değil mi?” diye soruyor. Daha sonra ise aşağıdaki<br />

maddeleri içeren bir yol izleyerek çocukları bu zararlardan korumanın yollarını gösteriyor (PC Life Mayıs<br />

2001;72).


1-Çocuğunuza önce gü<strong>ve</strong>n aşılayın. Onu izlemekteki ana nedenin on zarar gelmesini önlemek olduğunu<br />

hissettirin.<br />

2-Onların gü<strong>ve</strong>nde olduğunu bildiğiniz sürece özel yaşamının mahremiyetine saygı gösterin.<br />

3-Gerçekçi olun çocuğunuzun İnternet’te takip ettiği sitelere sınırlama getirmeden önce onun dinlediği müzik<br />

tarzı <strong>ve</strong> izlediği filmler gibi olguları gözden geçirin.<br />

4-Onlarla beraber İnternet’te sörf yapmaya zaman ayırın.<br />

5-Çocuğunuzun İnternet’te sörf yaparken uyması gereken kuralları içeren bir liste yapın <strong>ve</strong> katıldığı İnternet<br />

aktivitelerini takip edin.<br />

6-Çocuğunuza İnternet’te kişisel bilgi <strong>ve</strong>rmenin sakıncalarını anlatın. Çünkü e-mail pazarlamacıları ailevi<br />

adreslerinizi <strong>ve</strong> alışkanlıklarınızı öğrenmek için çocuklarınızı hedef seçebilir.<br />

7-Çocuklarınızın arkadaşlarını tanıyın. Arkadaşlarının anne-babalarıyla tanışıp çocuklarınızın İnternet’te gü<strong>ve</strong>nli<br />

sörf yapabilmesi için fikirlerinizi karşılaştırın.<br />

8-İnternet kullanan bir çocuğun ebe<strong>ve</strong>yni olarak hukuki haklarınızın neler olduğunu bilin. Çocuğunuzu korumak<br />

için bazı haklara sahipsiniz. Bunları bilmeniz çocuğunuzun gü<strong>ve</strong>nliği açısından çok önemlidir. Ulusal Tüketici<br />

Derneği’de ebe<strong>ve</strong>ynlerin ‘çocukların İnternet’te kendilerine ait ne kadar bilgi <strong>ve</strong>rdiğini öğrenme hakkının<br />

olduğunu’ belirtmektedir.<br />

9-Çocuğunuza İnternet’te kullandığı kullanıcı adının <strong>ve</strong> şifrenin deşifre edilemeyen uzunlukta <strong>ve</strong> karmaşık<br />

olması gerektiğini söyleyin. Ayrıca İnternet servis sağlayıcı yetkilileri bile istese kullanıcı adı <strong>ve</strong> şifresini<br />

kimseye söylememesini ısrarla hatırlatın. Çünkü; İnternet servis sağlayıcıları bu bilgilere zaten sahiptir. Öyleyse<br />

çocuğunuzun kullanıcı adı <strong>ve</strong> şifresini isteyen kişi yada kurumlar kesinlikle ardniyetlidirler.<br />

10-Aile fotoğraflarınızın web sitesinde olmasından sakının. Yada şifre <strong>ve</strong> diğer koruma yöntemleri ihtiva eden<br />

foto-sharing web sayfalarını tercih edin.<br />

11-Erişimi istenmeyen sayfaları bloke edebilmek için www.surfcontrol.com gibi filtreli yada www.family.com<br />

ön filtreli yazılım kullanın.<br />

<strong>12</strong>-Bilgisayarı evin en işlek yerine kurun.<br />

13-Sanal arkadaşlarıyla sohbetlerine sınır koyun.<br />

14-Çocuklara zaman zaman gönderilen cinsel materyallerle dolu olan spam mailleri önleyen<br />

www.spamkiller.com gibi programları indirerek istenmeyen bu tür mailleri bloke edin.<br />

15-Çocuklarınızın ödevleri için erişim imkanı <strong>ve</strong>rirken sohbet odalarına erişimlerine sınırlamalar getirin. Bunun<br />

için www.securştysoft.com gibi sitelerden yararlanabilirsiniz.<br />

16-Browser history dosyasını kontrol ederek çocuğunuzun gün içinde hangi siteleri ziyaret ettiğini kontrol edin.<br />

17-Çocuklarınızın kendi kredi kartları olsa bile sizin onayınızı almadan İnternet üzerinden alış-<strong>ve</strong>riş yapmalarına<br />

izin <strong>ve</strong>rmeyin.<br />

18-Eğer çocuğunuzun on-line olarak taciz edildiğini düşünüyorsanız yerel gü<strong>ve</strong>nlik güçlerine konu ile ilgili bilgi<br />

<strong>ve</strong>rin <strong>ve</strong> şikayette bulunun.<br />

İnternet yararlı olduğu kadar zarar getirebilecek karanlık taraflarının da olduğu bir ada gibidir. Yapmanız<br />

gereken çocuklarınızın adanın yasak bölgelerine geçmemeleri konusunda eğitmektir (PC Lıfe Mayıs 2001:72)<br />

E- İNTERNET’TE BANKA HİZMETLERİ<br />

Gelişen teknoloji teknik hayatı etkilediği gibi hizmet alanlarını da etkilemeye devam etmektedir. Yapılan her<br />

yenilik insan hayatını kolaylaştırdığı gibi geleceğe yönelik çalışmaların da sınırlarını zorlamaktadır (Türk<br />

Telekom 2002:34). Bankacılık hizmetlerinde, bir bankanın İnternet şubesinde yapılabilen bazı işlemler şunlardır:<br />

1) Para transferleri: hesaplar arasında transfer, üçüncü kişilere havale <strong>ve</strong> EFT.<br />

2) Döviz alımı <strong>ve</strong> satımı.<br />

3) Yatırım Fonu alımı <strong>ve</strong> satımı.<br />

4) Hisse Senedi alım <strong>ve</strong> satımı, halka arz işlemleri.<br />

5) Kredi Kartı borcu ödeme.<br />

6) Elektrik, doğal gaz, cep telefonu, su faturaları ödeme.<br />

7) SSK prim ödemeleri.<br />

Bankaların “İnternet Şubelerinde” yapılan <strong>ve</strong> yukarıda saymaya çalıştığımız işlemler her banka için ila<strong>ve</strong>ler <strong>ve</strong><br />

eksiklikler içerebilmektedir. Yukarıda saydığımız işlemler örnek olarak <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

F- İNTERNET’LE DEĞİŞİM<br />

Dünya çapında bir bilgisayar yazılım firması olan Oracle Corporation’un CEO’su Larry Ellison, “İnternet her<br />

şeyi değiştirir. İnternet sadece bir teknoloji değil, yeni bir iş yapma şeklidir.”diyerek klasik işletmelerin müşteri<br />

hizmetleri hızlandırmak <strong>ve</strong> memnuniyetini arttırmak için hızla İnternet kullanmaya başlamaları gerektiğini<br />

vurgulamıştır. İnternet yalnızca birkaç yıl önce elektronik bir ilan tahtası olarak algılanıyordu. Firma<br />

broşürlerinin tutulduğu <strong>ve</strong> potansiyel müşterilerin telefon <strong>ve</strong> adres bilgisine ulaşılmasının sağlandığı statik bir


sunu ortamıydı. Fakat bugün pek çok işletme İnternet’i kullanarak dinamik, <strong>ve</strong>ri tabanlı yönelimli “Web”<br />

uygulamaları oluşturabileceklerini, bu uygulamaların yalnızca ürün <strong>ve</strong> hizmetlerinizin satışında değil, pazarların<br />

genişletilmesi, müşteri hizmet <strong>ve</strong> memnuniyetinin arttırılması <strong>ve</strong> şirket genelinde <strong>ve</strong>rimi artırmada büyük etken<br />

olduğunun bilincine varmışlardır (Oracle 2001:97).<br />

G- İNTERNET’TE SATIŞ VE YAPILMASI GEREKENLER<br />

İnternet’in arkasındaki felsefe, merkezi tutulan bilginin paylaşılması <strong>ve</strong> herhangi bir web tarayıcı ile bu bilginin<br />

evrensel olarak erişilebilir olmasıdır (Oracle 2001:97). Türkiye’de İnternet üç dört yıl öncesine kadar pek az kişi<br />

tarafından bilinirken gerek web’te dolaşma gerekse chat yapma furyası insanları sardıkça, bir iki yıl gibi kısa bir<br />

süre içinde birçok e<strong>ve</strong> <strong>ve</strong> iş yerine girmiştir (Vee-mail 2000:31). Her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de<br />

İnternet’le ilk tanışma oyunlarla, sohbetlerle, faydalı kısa bilgilere ulaşmakla başlamıştır. İlk başlarda İnternet’te<br />

alış<strong>ve</strong>riş <strong>ve</strong> ticaret yapmak bir çok insana hayal gibi gelmiştir. Ancak “Ay’a Seyahat” yada “Denizler Altında<br />

Yirmibin Fersah” gibi hayaller nasıl bir gün gelip gerçek olduysa insanların İnternet’le ilgili hayal olarak<br />

nitelendirdikleri pek çok şey de bugün gerçek olmuştur. Günümüzde değişen pazar koşulları <strong>ve</strong> yeni teknolojiler<br />

hızlı hareket edebilen kurumlara pek çok avantajlar sunmaktadır. Kurumlar bu fırsatlardan yararlanmak için<br />

tekrar yapılanırken , İnternet başarı için anahtar konuma gelmiş durumdadır (Oracle 2001:97). Artık İnternet’le<br />

ilgilenen herkesin aklında İntenet’i kullanarak ticaret yapma fikri oluşmaya başlamıştır. Ancak bunun için<br />

aşağıdaki maddelere bir göz atmakta fayda vardır.<br />

1) İnternet’te satış yapmak sabır isteyen bir iştir.<br />

2) Herhangi bir fiziksel mağazada ürünler üzerinde nasıl çalışılıyorsa İnternet’te de ürünler üzerinde<br />

yoğunlaşarak çalışmak gerekmektedir.<br />

3) İnternet mağazasının, ön yüzünde gözlenmese de sorunsuz hizmet sunabilmek için arka planda profesyonel<br />

bir kadro çalıştırması gerekmektedir.<br />

4) Bir İnternet satış sitesinin standart olarak “sepete ekle” <strong>ve</strong> “satın al” yapısında olması yeterli değildir. Bu<br />

format birçok sitenin geldiği noktadır. Bu nedenle siteler, müşterilerin isteklerine <strong>ve</strong> alış<strong>ve</strong>riş davranışlarına<br />

göre yeni birtakım fonksiyonlar geliştirmek zorundadırlar.<br />

5) Müşteri memnuniyeti için kesintisiz <strong>ve</strong> uzman destek sunulması gerekmektedir<br />

6) Sanal ortamda satılması planlanan ürünün, temin edilmesi ambalajlanması, dağıtılması, faturalanması<br />

dikkatli bir şekilde planlanmalıdır.<br />

7) Satış sonrası hizmetler detaylı olarak planlamalı <strong>ve</strong> diğer unsurlarla birlikte müşterilere açık bir şekilde<br />

duyurulmalıdır.<br />

Bu önemli noktalardan da anlaşılacağı gibi e-ticaretde başarılı olabilmek için bu konuda yoğunlaşmak,<br />

uzmanlaşmak <strong>ve</strong> sürekli gelişmeleri takip etmek gerekmektedir (Vee-mail 2000:31).<br />

H- İNTERNET SAATİ ( @ SAAT )<br />

İnternet saati, İsviçreli saat üreticisi Swatch tarafından geliştirilen bir kavramdır. Bu ünlü saat firması İnternet’te<br />

büyük bir problem olarak karşımıza çıkan saat sorununu ortadan kaldırmak için yeni bir teknik geliştirmiştir.<br />

Günün 24 saatinin 1000’e bölündüğü bu teknikle dünyanın her yerinde aynı saat kullanılabilmektedir.<br />

Günümüzde sık sık yenilenen pek çok site bu saati kullanmaktadır. Örneğin, CNN’de: www.cnn.com İnternet<br />

saati Swatch firması tarafından geliştirilen bir kavramdır. Bu saat sayesinde Ankara’lı bir İnternetçi<br />

Washington’lu arkadaşına bu saate göre randevu <strong>ve</strong>rebilmektedir (Hürriyet Haziran 2000:6).<br />

I-İNTERNET İLE HUKUKİ VE DİĞER DÜZENLEMELER<br />

İnsanların ortaklaşa faydalandığı unsurlar söz konusu olduğunda mutlaka bunları düzenleyen kuralların olması<br />

gerekmektedir. İşte, haberleşme özgürlüğünü saptayan, düzenleyen <strong>ve</strong> sınırlayan hukuk kurallarının bütünü kitle<br />

haberleşmesinin hukuk rejimini yada “Kitle Haberleşme Hukukunu”oluşturur (İçel 1990:13). Şuan bu hukuk<br />

düzeni içinde görünmese de İnternet’le ilgili kanuni sınırlıklar, İstanbul’da İnternet <strong>ve</strong> Hukuk Platformunda<br />

oluşturulmuştur. (Akgül Aralık 2001:29). Türkiye Basın Konseyi’de, 2002 yılında Basın Konseyi sözleşmesinde<br />

yaptığı bir düzenlemeyle, İnternet Gazeteciliğinin Yüksek Kurulda temsil edilmesine karar <strong>ve</strong>rmiştir (Hürriyet<br />

Mart 2002:14).<br />

İ-WEB TELEVİZYON (SANAL TELEVİZYON)


Günümüzde sanal ortama girmek <strong>ve</strong> web sitelerinden faydalanmak için mutlaka bir bilgisayara ihtiyaç<br />

kalmamıştır. Artık televizyon kullanarak da İnternet’e erişilebilmektedir. Örneğin Microsoft’un kısmen sahibi<br />

olduğu) Web Televizyon, en popüler Tv tabanlı İnternet bağlantısıdır. Web Televizyonu kullanmak için hem bir<br />

Televizyon hem de bir telefon hattına bağlı Web Televizyon alıcısı gerekmektedir. Bu alıcıları ise beyaz eşya<br />

satan mağazaların birçoğunda bulmak mümkündür. Web Televizyonu kullanırken monitör olarak televizyon<br />

ekranını, sayfaları taramak içinde televizyon kumandası kullanılmaktadır. Sisteme bağlanacak bir klavye<br />

yardımıyla ise istenirse e-posta almak <strong>ve</strong> göndermek bile mümkün olmaktadır (Alfa 1999: 8).<br />

J- MEDYA KURULUŞLARININ İNTERNET VERSİYONLARI<br />

Çalışmamızın ikinci bölümünde yapacağımız gündemi belirlemede on-line gazetelerin etkileri araştırmasında<br />

görüleceği gibi günümüzde geleneksel diyebileceğimiz işletmelerin hemen hepsi mevcut yapılarını korumaya<br />

çalışırken, bir yandan da İnternet ortamına girmeye çalışmaktadırlar İnternet günümüzde insanların evlerinden<br />

çıkmadan pek çok şeye sahip olabilmelerini sağlayan sihirli bir değneğe benzemektedir. İnternetin bu denli<br />

önemli bir konuma geleceğini gören Westfield Capital’de finans yöneticisi olan Ste<strong>ve</strong> Demirjian bir konferansta<br />

İnternet’in önemini şöyle dile getirmiştir:<br />

“Eğer, işinizi İnternet modeline uyarlamayı düşünmüyorsanız, başınız belada demektir.” (Murphy 2000:15).<br />

III- BEŞ İNTERNET GAZETESİNİN FİLİSTİN-İSRAİL SAVASIYLA İLGİLİ HABERLERİNİN<br />

DEĞERLENDİRİLMESİ<br />

Çalışmamızın asıl amacını oluşturan on-line gazetelerin gündemi belirlemedeki rollerinin ortaya konulması<br />

aşamasında Radikal On-line, Akşam On-line, Güneş On-line, Zaman On-line <strong>ve</strong> Star On-line gazeteleri tesadüfi<br />

olarak seçilmiş <strong>ve</strong> tarafımızdan belirlenen 01-15 tarihleri arasında gündemi yoğun olarak işgal ettiği düşünülen<br />

Filistin-İsrail savaşı ile ilgili haberler yine tarafımızdan belirlenen soru kriterleri ışığı altında incelenerek elde<br />

edilen sonuçlar tablolar yardımıyla gözler önüne serilmeye çalışılmıştır. Çalışmamızın bu bölümünde incelenen<br />

haberlerin kısa özetleri <strong>ve</strong> tabloların değerlendirmeleri her gün için ayrı ayrı yapılmış <strong>ve</strong> elde edilen sonuçlar<br />

açık bir şekilde ifade edilmiştir. Sonuç bölümünde de değinileceği gibi on-line gazetelerin ulaşılmasının kolay<br />

olması <strong>ve</strong> geleneksel medya gibi ayrı ayrı para <strong>ve</strong>rilerek satın alınmaması nedeniyle gündemi belirlemedeki<br />

etkilerinin göz ardı edilemeyecek kadar büyük olduğu <strong>ve</strong> okuyucu yorumlarına da açık olması nedeniyle<br />

kamuoyunda çok seslilik yarattığı gözlenmiştir. İnceleme konusu yapılan Filistin-İsrail savaş haberlerinde, beş<br />

on-line gazetenin de okuyucu üzerinde bıraktıkları etkilerinin Filistin taraflı haberlerin yoğun olması nedeniyle<br />

haksızlığı uğrayan tarafın Filistin olduğu gözlenmiş <strong>ve</strong> okuyucu yorumlarında da bunun açık bir şekilde<br />

görüldüğü saptanmıştır.<br />

SONUÇ<br />

Günümüzden 30 yıl önce, Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti tarafından başlatılan bir araştırma projesinin<br />

ürünü olarak ortaya çıkan İnternet insanoğlunun hayatını son derece kolaylaştırmıştır. Türkiye İnternet ile <strong>12</strong><br />

Nisan 1993’de tanıştı. Neredeyse dokuz yıl bitmek üzere 2001 yılı ise Türkiye’de yaşanan derin ekonomik kriz<br />

nedeniyle her sektörde olduğu gibi İnternet sektörü için de zorlu bir yıl oldu. Küçük firmalar yok olurken, güçlü<br />

olanlar ayakta kaldı. 20. Yüzyılın en önemli gelişmesi olan İnternet varlığını her geçen gün güçlendirerek<br />

devam ettirmekte <strong>ve</strong> hayatımızın vazgeçilmez bir unsuru olarak gelişme yolunda hızla ilerlemektedir. Ancak,<br />

İnternet bir otorite <strong>ve</strong> kontrolden uzaktır. Diğer sosyal oluşumlarla karşılaştırıldığında, kendiliğinden geliştiği<br />

görülmektedir. İnternet’in teknik gelişimi ise, İnternet Mühendisliği Çalışma Grubu (Internet Engineering Task<br />

Force- IETF) <strong>ve</strong> bunun alt komiteleri ile İnternet Tahsisli Sayılar Otoritesi (Internet Assigned Numbers<br />

Authority-IANA) gibi kurumlarca katılımcı karar alma mekanizmaları aracılığıyla oluşturulan protokoller<br />

tarafından yönlendirilmektedir (Işıklı 2001: 6-7).<br />

Çalışmamızın başında belirttiğimiz gibi İnternet pek çok alanda insanoğlunun hayatını kolaylaştırmaktadır.<br />

Fakat, üzerinde yasal bir otorite <strong>ve</strong> düzenleyici olmadığı için kontrol edilmesi şu an mümkün gözükmemektedir.<br />

Çalışmamızın birinci <strong>ve</strong> ikinci bölümlerinde taranılan kaynaklar ışığı altında İnternet’le ilgili bilinmesi gereken<br />

bizce önem arz eden konular işlenmeye <strong>ve</strong> ortaya konulmaya çalışılmıştır. Üçüncü bölümde ise İnternet<br />

üzerinden yayın yapmaya çalışan beş on-line gazete 1-15 Nisan 2002 tarihleri arasında incelenmiş <strong>ve</strong> gündemi<br />

belirlemede <strong>ve</strong>rdikleri haberlerin nabzı ölçülmeye çalışılmıştır. Değerlendirme kriterleri olarak seçilen soruların<br />

ışığı altında tablolar hazırlanmış <strong>ve</strong> gün içinde <strong>ve</strong>rdikleri toplam haber sayılarıyla bu tarihler arasında Türkiye <strong>ve</strong><br />

Dünya kamuoyunda büyük bir yer işgal eden Filistin-İsrail savaşı konusunda <strong>ve</strong>rdikleri haberler arasındaki,<br />

oranlar doğrultusunda, gündemi belirleme açısından etkileri ortaya konulmaya çalışılmıştır.


Sanal ortamda yayınlanan Zaman gazetesinin İnternet <strong>ve</strong>rsiyonunda açık bir şekilde Filistin tarafı tutulurken,<br />

haber etik anlayışına ters bir şekilde toplumu doğru bilgilendirme konularında haberlerinde manipülasyon<br />

yapmış olduğu görülmüştür. İnternet Zaman gazetesinin dışında incelenen İnternet Radikal, İnternet Akşam,<br />

İnternet Güneş <strong>ve</strong> İnternet Star gazetelerinde de Dünya kamuoyu tarafından da İsrail’in Filistin’de katliam<br />

yaptığı düşünceleri hakim olmasına rağmen gazetecilik etik anlayışı <strong>ve</strong> doğru haber <strong>ve</strong>rme adına savaşla ilgili<br />

haberlerinde abartılar olmasına rağmen manipülasyon yapmadıkları <strong>ve</strong> tarafsızlık ilkesine bağlı kalmaya<br />

çalıştıkları izlenmiştir.<br />

Çalışmamızın sonunda yaptığımız değerlendirmeden de anlaşılacağı üzere 1-15 Nisan 2002 tarihleri arasında<br />

incelenen beş on-line gazetenin yayınladıkları haberler ile gündemi belirlemede diğer medya organlarıyla birlikte<br />

önemli bir yere sahip oldukları ortaya çıkmıştır. Ancak gündemi belirlerken habercilik etik anlayışına <strong>ve</strong><br />

kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi ilkelerine biraz daha özen göstermeleri halinde yaptıkları iş şüphesiz daha<br />

<strong>ve</strong>rimli <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nilir olacaktır. Ancak çalışmamız sınırlı sayıda on-line gazete <strong>ve</strong> bu on-line gazetelerde<br />

yayınlanan sadece Filistin-İsrail savaşı haberleri üzerine oturtulduğu için konunun daha da derinlemesine<br />

incelenmesi yolunun herkese açık olduğu <strong>ve</strong> bu konu ile ilgili gerekli çalışmaların yapılmasının pek çok açıdan<br />

faydalı olacağı tarafımızdan düşünülmektedir.<br />

KAYNAKLAR<br />

Akın HB (2001)Yeni Ekonomi, Çizgi Kitapevi, Konya.<br />

Barbier Frederic <strong>ve</strong> ark. (2001) Medya Tarihi, Kerem Eksen (çev), OkyanusYayınları, İstanbul.<br />

Çağıltay K (1997) İnternet, Metu Press Yayınları, Ankara.<br />

Derleme (2000) İnternet Kullanma Klavuzu, Alfa Yayınları, İstanbul.<br />

Dura C <strong>ve</strong> ark (2002) Bilgi Toplumu Bilgi Ekonomisi <strong>ve</strong> Türkiye, Literatür Yayınları,<br />

Dündar C (2001), Nereye?, İmge Kitapevi, Ankara.<br />

Ersöz Ö (1999) 2000’li Yıllarda Yazılı Basının Geleceği, Gazete Sahipleri Birliği<br />

Fakültesi Yayını, Eskişehir.<br />

Gürcan Hİ (1999) Sanal Gazetecilik, Anadolu Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Yayını, Eskişehir.<br />

Gürcan Hİ <strong>ve</strong> ark (2001) Habercinin El Rehberi, Anadolu Üni<strong>ve</strong>rsitesi Yayınları, Eskişehir.<br />

Gürcan Hİ <strong>ve</strong> ark (Aralık 2001) İnternet Haberciliğinde Sanal Yazı İşleri Ve Gazetecilikte Değişen Roller,<br />

(www.inetr.org.tr).<br />

Hürriyet (27 Ekim 2001) Sabancı’da İnternette Adını Geri Aldı, s.10.<br />

Hürriyet Pazar İla<strong>ve</strong>si (16 Aralık 2001), “Krizin Keyfini Çıkartanlar (Turkticaret.net, Mobilera), s.18.<br />

Hürriyet (3 Haziran 2000), @ 208’de kalkarım, @ 917’de yatarım, s.6.<br />

Hürriyet, (24 Mart 2002), Basın Konseyi 1 yılda <strong>12</strong>3 karar aldı, s.14.<br />

Hürriyetim İnternetim, (2002), “Suudi prensten internet yatırım”, Anasayfa<br />

Işık H (2001) İnternet Alan İsimleri Sistemi, T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Yayınları, Ankara.<br />

İçel K (1990) Kitle Haberleşme Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul.<br />

Kırcova İ (2002),İnternet’te Pazarlama, Beta Yayınevi, İstanbul<br />

Kırdı M (1999) İnternet Gazeteciliği <strong>ve</strong> Haber İçerikleri, Yüksek LisansTezi, İstanbul.<br />

Milliyet (Temmuz 2001), İnternet Terzisi Hizmete Girdi, s.9.<br />

Murpy T (2000) Web Kuralları, İnci Berna Kalınyazgan (çev),MediaCat Kitapları, Ankara.<br />

Oracle Yazılım Şirketi Dergisi (E-İş’te Başarı),(2001), İstanbul.<br />

Özgen M (2000) İnternet <strong>ve</strong> Türkiye’de İnternet Gazeteciliği, İstanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi Derg,10,<br />

İstanbul.<br />

Özodaşık M (2001) Modern İnsanın Yalnızlığı, Çizgi Kitapevi, Konya.<br />

PC Lıfe, (Mayıs 2001) Hacker Dedikleri, S.14,<br />

Rıes AL (2001), İnternette Marka Yaratmanın 11 Değişmez Kuralı, İnci Berna Kalınyazgan (çev), MediaCat<br />

Kitapları, Ankara.<br />

Türk Telekom Dergisi, (Şubat 2002), İnternet’te yer almak artık daha kolay. İstanbul.<br />

Vee-mail (Veezy Aboneleri İnternet Kültürü Dergisi), (Aralık 2000), S.16, İstanbul.


BASIN İŞLETMELERİNİN SÜREÇ İÇİNDE ÇATIŞMA OLGUSUNA YAKLAŞIMI<br />

Ahsen Armağan *<br />

ÖZET<br />

Konjonktürel değişime bağlı olarak yaşanan yeniden yapılanma süreci her alanda olduğu gibi basın<br />

işletmelerinde de gözlenmektedir. Ne var ki bu süreç her zaman düzgün <strong>ve</strong> dengeli bir trend izlemeyip,<br />

çoğu zaman çatışmayı beraberinde getirmektedir.<br />

Çatışma bir çok bileşenin baskısı ile ortaya çıkan <strong>ve</strong> kurumların iç <strong>ve</strong> dış dinamiklerinde etkinliklerin<br />

durması yada karışmasına neden olan bir olgudur. Aynı zamanda süreç içinde çatışmaya yüklenen<br />

anlamlar da değişmektedir.<br />

Geleneksel (unitarist) basın işletmeleri çatışmaya kurumsal birlik <strong>ve</strong> bütünlüğü bozan, ancak<br />

yöneticilerle çözümlenebilecek bir olgu olarak bakarken, post modern toplumun kazandırdığı elektronik<br />

medyanın (Radikaller) bakış açısı karşıt kutupta toplanmakta, çatışma ile değişimi eşdeğer görerek zaten<br />

kurumlarının doğasının çatışma olduğunu ifade etmektedirler. Günümüzde geçerli olan <strong>ve</strong> matriks<br />

organizasyon yapısına göre yeniden örgütlenen çoğulcu (pluralist) yazılı basın için ise çatışma çift anlam<br />

taşımakta işlevsel olup olmadığına göre farklı değerlendirilmekte <strong>ve</strong> optimum düzeyin dışındaki<br />

çatışmaların kurumsallaşıp zarar <strong>ve</strong>rmemesi için, interdisipliner yaklaşım <strong>ve</strong> teknikler kullanılarak<br />

önleme yoluna gidilmektedir.<br />

Bu çalışmada koşulsallık kuramı temel alınarak, gelişim süreci içinde farklı yapılaşma gösteren basın<br />

işletmelerinde yaşanan çatışma olgusu örgütsel boyutu ile analiz edilmekte <strong>ve</strong> ayrıca çatışma çözme<br />

stratejileri önerilmektedir.<br />

Anahtar sözcükler: Unitarist, Pluralist, Radikal yapılar, çatışma, çatışma çözme, koşulsallık kuramı<br />

THE APPROACH OF PRESS ORGANIZATIONS TO THE CONCEPT OF “CONFLICT” IN<br />

THE PROCESS OF DEVELOPMENT<br />

ABSTRACT<br />

The process of restructuring in which change has occurred has also been experienced in press<br />

enterprises as in e<strong>ve</strong>ry field. Ne<strong>ve</strong>rtheless this process does not always work regularly in a linear way but<br />

it brings conflicts together with it.<br />

Conflict is a fact that comes to the scene under the pressure of many components and that affect activities<br />

as well as inner structures and dynamics of press enterprises, causing them to become mixed or to stop.<br />

Ne<strong>ve</strong>rtheless, the meanings attached to the conflict in this process undergo a change.<br />

Unitarist press enterprises describe conflict as fact that spoils unity and wholeness, and that can only be<br />

sol<strong>ve</strong>d by administrators while the viewpoint of electronic press by radical society concentrate in<br />

opposite group and conflict inevitably forms the nature of the organization. For press enterprises that are<br />

organized according to matrix structures which are still valid today, conflict has got double meaning and<br />

they are evaluated according to their being functional. In order for the conflicts that are outside optimum<br />

le<strong>ve</strong>l become institutionalized and become harmful, conflict resolution strategies are used with<br />

interdisciplinary approach and techniques.<br />

In the current study, conflicts being experienced in press enterprises are analysed at the organisational<br />

le<strong>ve</strong>l, taking contingency theory as a basis, and separately conflict resolution theories are cited.<br />

Keywords: Unitarist, Pluralist,radical structures and conflict ,Conflict Resolution Techniques<br />

GİRİŞ<br />

İşletmeler <strong>ve</strong> organizasyon konusunda geliştirilen çağdaş kuramlar (Carrol 1990: 521, Borgatti 1999: 4),<br />

ile görgül alanda karşılaşılan sorunlara ilişkin <strong>ve</strong>rilerin hemen hemen hepsi de günümüz işletmelerde<br />

yapısal <strong>ve</strong> dinamiksel dönüşümün kaçınılmazlığını vurgulamaktadır. Aynı koşullar basın işletme <strong>ve</strong><br />

organizasyonları içinde söz konusudur. (Armağan 2001: 210)<br />

Özellikle; Sosyal, kültürel, Siyasal <strong>ve</strong> Ekonomik alanda gözlemlenen değişim hareketleri, yaşanan<br />

karmaşa, belirsizlik <strong>ve</strong> farklılığın yarattığı baskılar (Dancan 1983: 10, Galbraith 1984:4), görsel <strong>ve</strong><br />

elektronik basına koşut gelişen acımasız rekabet ortamı, teknolojik yenilikler, işgücünün kalifiye hale<br />

gelmesi, hedef kitlenin bilinçlenerek yargı <strong>ve</strong> karar merkezi haline gelmesi gibi, daha sayılabilecek pek<br />

* Yrd. Doç. Dr., Ege Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi


çok etmenin çapraz olarak etki yörüngesi altına giren basın kurumları bir taraftan yeniden yapılanma<br />

mücadelesi <strong>ve</strong>rmekte, diğer yandan da içine düştüğü çatışmayı çözmeye çalışmaktadır.<br />

Bu bağlamda çağımız basın örgütlerinde; çatışmanın pek çok biçimine rastlamak mümkündür. Örneğin;<br />

bireysel düzlemde (iç çatışma, rol <strong>ve</strong> amaç çatışmaları) grupsal düzlemde (grup içi <strong>ve</strong> gruplararası<br />

etkileşimden doğan çatışma), yapısal eksende (dikey, yatay çapraz, işlevsel, formel, informel yapılardan<br />

kaynaklanan çatışmalar) organize olarak kabul edilen (grevler, toplu pazarlığa götüren koşullar <strong>ve</strong> yasal<br />

boşluğun yarattığı çatışmalar) organize olmayan (Yönetim – işgücü ekseninde yoğunlaşan iş<br />

yavaşlatmaları kuralları çalıştırma, ayrıcalıkların tanınması), örgütsel (iş yerinin, büyüyüp, küçülmesi,<br />

kapatılması), bağlı yaşanan çatışmalar gibi.<br />

Yukarıda da söz edildiği gibi çatışma pek çok biçim <strong>ve</strong> yönüyle yaşanan bir olgu olarak karşımıza<br />

çıkmaktadır. Ayrıca; gizli <strong>ve</strong> açık biçimlerde kök salmakta <strong>ve</strong> pozitif <strong>ve</strong> negatif anlamları aynı anda<br />

içeriğinde barındırabilmektedir. Süreç içinde değer yargılarının değişmesi ile de anlam değişimi<br />

taşıyabilmekte olduğu içindir ki, olguya farklı perspektifle yaklaşmayı gerektirmekte (Edwards 1983: 18)<br />

<strong>ve</strong> kolay kolay tanımlanamaz duruma sürüklemektedir. Buna karşın çok genel olarak örgütsel çatışma;<br />

bireylerin <strong>ve</strong> grupların birlikte çalışma sorunlarından doğan (Eren 1984: 449) ekonomik, politik, sosyal<br />

psijik çevrelerin çapraz bileşenlerinin baskısı nedeniyle ivme kazanan bu bağlamda etkinliklerin durması<br />

yada karışmasına neden olan durumlar olarak tanımlanabilir.<br />

Çoğu bilimsel çalışma sonuçları; çatışmanın neden <strong>ve</strong> sonuç ilişkisine dayanmakla birlikte, çatışma<br />

konusunda yapılacak çalışmalarda bu ilişkiyi ortaya çıkarabilmek için öncelikle, çatışmanın ne sıklıkla<br />

nerede nasıl meydana geldiğinin, yoğunluğu <strong>ve</strong> şiddetinin ne olduğunun, kimleri nasıl etkilediğinin<br />

belirlenmesi gerektiğini vurgulamaktadırlar. Ayrıca çatışma konusunda yapılan araştırma sonuçları,<br />

çatışmaya interdisipliner yaklaşımla yaklaşılmasını, çok yönlü bir olgu olduğunun dikkate alınmasını <strong>ve</strong><br />

çatışmanın bir değil bir çok evreden geçerek olgunlaştığının göz önünde bulundurulup, kaynak <strong>ve</strong> sürece<br />

göre çözümlenmesini (Hartley 1984: 149) önermektedirler.<br />

Bu çalışmada basın örgütlerinde yaşanan çatışma olgusuna, koşulsallık kuramı ile yaklaşılmaktadır.<br />

Sistematikliği sağlamak amacı ile çatışma süreç içindeki anlam farklılaşması dikkate alarak<br />

değerlendirilmekte <strong>ve</strong> geleneksel yapılı basın işletmeleri (unitarist) çağdaş yapılı basın işletmeleri<br />

(pluralist <strong>ve</strong> radical) bakış açılarından hareketle çatışma olgusu analiz edilmekte, ayrıca çatışma önleme<br />

stratejileri üzerinde de durulmaktadır.<br />

1-GELENEKSEL BASIN ORGANİZASYONLARI (UNİTARİST) VE ÇATIŞMA<br />

Koşulsallık kuramından hareketle basın işletmeleri <strong>ve</strong> organizasyon yapıları analiz edildiği zaman, dış<br />

dinamiklerin görece statik, belirli <strong>ve</strong> sade olduğu koşullarda, iç dinamiklerinse çok fazla uzmanlaşma,<br />

teknoloji, kalifiye iş gücü gerektirmediği evrelerde, basın işletmelerinin, kamunun istek <strong>ve</strong> beklentilerini<br />

kolayca yerine getirebilecek, dikey, dikey kurmay <strong>ve</strong> dikey fonksiyonel biçimdeki örgütsel yapıları tercih<br />

ederek, hizmet sundukları görülmektedir. Açık anlatımla piramidi andıran bu dikey yapılar, daha fazla<br />

hiyerarşik yönetsel katmanlardan oluşmakta <strong>ve</strong> bu katmanlara bağlı birimlerin görevleri, statü rolleri<br />

kesin hatlarla ayrılmakta <strong>ve</strong> yönetim, merkezi uygulamalarla, karar <strong>ve</strong>rme işlemlerini, iletişim akışını,<br />

yetki <strong>ve</strong> sorumluluk göçerimini, büyük bir sorumluluk alarak kendi elinde toplamaktaydı.<br />

Hem yönetsel katmanların hem de diğer çalışan personelin genel örgütsel amaç etrafında bütünleşip<br />

birleştiği bu yapılarda aynen aile yada yerel gruplar meteforunda olduğu gibi, uzlaşma temel alınmakta <strong>ve</strong><br />

çatışma disfonksiyonel bir olgu olarak değerlendirilmektedir. Eğer çatışma çıkarsa, kurumun çözüleceği<br />

görüşü, herbir bireyde egemen düşünce haline gelmiştir. Blau (Blau 1996: 34) Weberyen özelliğin<br />

egemen olduğu bu yapılarda, bürokratik kuralların <strong>ve</strong> resmiyetin etkileşimi en aza indirgeyerek çatışmayı<br />

çoğu zaman önlediğini ifade etmektedir. Diğer taraftan farklı görüşü savunan Drucker (Drucker 1992:<br />

134) geleneksel kurumlarda çatışma nedenlerini şu şekilde özetlemektedir.<br />

Geleneksel yapılardaki aşırı iş bölümü <strong>ve</strong> uzmanlaşma gruplararası farklılığı, kendine özgü jargonu,<br />

iletişim düzeneği <strong>ve</strong> davranış kalıpları ile daha da artırmakta <strong>ve</strong> çatışma yaratmaktadır. Aynı şekilde<br />

hiyerarşik düzen yetkeyi kişiselleştirmekte <strong>ve</strong> çift yönlü iletişim yapısı kısa sürede sadece yukardan<br />

aşağıya emredici biçimde çalışmakta, işgörenler arasında engellemeden kaynaklanan çatışma<br />

yaşanmaktadır. Kural <strong>ve</strong> prosedürler de ayrıca yöneticiye sığınak oluşturmakta yönetici kolayca herşeyi<br />

kendi lehine çevirebilmektedir.


Görüldüğü gibi, geleneksel basın örgütlerinde çatışma, bireyin <strong>ve</strong> çalışma gruplarının doğasını <strong>ve</strong><br />

varoluşunu hiçe sayması, birlik <strong>ve</strong> bütünlüğü bozarak zararlı sonuçlara yol açması nedeni ile<br />

disfonksiyonel bir olgu olarak görülmekte <strong>ve</strong> herkesçe öyle algılanmaktadır.<br />

2. ÇAĞIMIZDAKİ BASIN ORGANİZASYONLARININ (PLURALIST, RADICAL)<br />

GÖRÜNÜMÜ VE ÇATIŞMA<br />

Koşulsallık perspektifini temel alan bilim adamları (Lawrence <strong>ve</strong> Lorsch 1967: 7, Burns <strong>ve</strong> Stalker 1971:<br />

69, Mansfield 1984: <strong>12</strong>2) dış çevresel koşulların değişken, belirsiz, tutarsız <strong>ve</strong> farklılık gösterdiği<br />

durumlar ile, iç çevresel faktörlerden teknoloji, insan kaynakları <strong>ve</strong> strateji politika gibi etmenin çok<br />

gelişmiş <strong>ve</strong> farklılaşmış olduğu durumda olmaları halinde, organizasyon yapılarının belirtilen iç <strong>ve</strong> dış<br />

dinamiklere uyum sağlayabilmek için, basık <strong>ve</strong> esnek yapılara dönüştüğünü belirtmektedirler.<br />

Bu durumda iki türlü yapı biçimi oluşmaktadır (Fox 1991: 499). Fox <strong>ve</strong> diğerlerinin de belirttiği gibi iç <strong>ve</strong><br />

dış dinamiklerin aşırı hareketlenmesi <strong>ve</strong> değişmesi “Radikal” yada farklı bir anlatımla Virtual (dağınık<br />

merkezi), Donut (Sanal), Nowledge (Bilgi), organizasyonlarını ortaya çıkarmaktadır ki, bugünkü<br />

elektronik basın, bu türe bir örnektir. İkinci tür yapı örneği ise, Fox’un çok özellikli (pluralist) kavramı ile<br />

ifade ettiği esnek <strong>ve</strong> basık yapılardır. Yazılı basın işletmelerinde karşılaşılan matriks yapı, bu tipin bir<br />

örneği olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

Belirtilen bu iki organizasyon yapısı için de çatışmanın anlamı farklılık taşımaktadır.<br />

2.1. Radikal Organizasyon Yapısının Çatışmaya Bakış Açısı<br />

Radikal örgütsel yapılar ya da, dağınık, sanal, bilgi organizasyonları olarak anılan <strong>ve</strong> elektronik basına<br />

denk düşen bu yapılar, biçimsel olarak örgüt şeması üzerinde gösterilemeyen, ancak network (bilgisayar<br />

ağları) ile, bir şebekeden idare edilen, farklı ilgi <strong>ve</strong> amaçları olan, üstün güce sahip <strong>ve</strong> güç dengesine<br />

inanmayan, nasıl hissediyorsa anında direnç gösteren bireylerin meydana getirdiği yapı biçimleri olarak<br />

bilinmektedir.<br />

Birbirleri ile bağlantısız olan bu işgörenler, ekonomik <strong>ve</strong> sosyal varlıklarını, kritik bileşenleri dikkate<br />

alarak devam ettireceği bilinci ile hareket etmektedirler. Açık iletişim kurarak birbirlerini bilgilendirip,<br />

bilgiyi paylaşabilmek için proses ağ sistemi ile bağlantılıdırlar. Onun için “yaratılan” örgütler olarak da<br />

bilinmekte <strong>ve</strong> kalite, değişim, gelişim, farklılık, yaratıcılık gibi olgular temel ilke olarak<br />

benimsenmektedir.<br />

Bu organizasyonlar için, çatışma, yapısal <strong>ve</strong> dinamiksel olarak zaten örgütün doğasında mevcut olarak<br />

görülmekte <strong>ve</strong> radikal kavramı ile çatışma özdeşleştirilmektedir (Fox 1981: 489).<br />

2.2. Çok Özellikli (Pluralist) Matrix Yapıların Çatışmaya Bakış Açıları<br />

Günümüz koşullarında ulusal çaplı basın organizasyonları, Fox’un Pluralist kavramına denk düşen matrix<br />

yapılar biçiminde örgütlenmiştir.<br />

Farklı <strong>ve</strong> karmaşık amaçları gerçekleştirmek için bireylerden <strong>ve</strong> gruplardan meydana gelen, işbirliğini<br />

gerçekleştirmek için oluşturulan bu esnek yapılar, orta hiyerarşik basamakların azaltılarak, dikey<br />

farklılaşmayı en aza indirgeyen, bunun yanında işlevsel bölümlerle, proje bölümlerinin üst üste oturtarak,<br />

yana doğru genişleyen yapı modelleridir (Luthans 1994: 536). Bu yapının iç dinamikleri de, dış formel<br />

yapıya uygun olarak geliştirilmiştir. Açık anlatımla, yönetim esnekleşerek ademi merkezi özellik<br />

göstermekte, farklı <strong>ve</strong> zengin nitelikli, kalifiye uzman kadrolarla hizmette yenilik, yaratıcılık, kalite<br />

paradigmaları dikkate alınarak, saydam iletişim <strong>ve</strong> ekip çalışmaları ile dinamik bir ortam yaratılarak<br />

kamusal hizmet üretilmektedir.<br />

Çoklu bileşenlerin (Pluralist) kombinasyonuna göre yeniden yapılanan <strong>ve</strong> esnekleşen basın işletmelerinin<br />

çatışmaya bakış açıları, geleneksel (Unitarist) basın işletmelerininkinden oldukça farklıdır. Çatışma<br />

işlevsel tarafı ağır basan ancak, önlem alınmadığı zamanda işlevsel olmayan çıktılara neden olan, çift<br />

anlamlı bir olgu olarak belirmektedir. Örneğin, farklı fikir, öneri, bakış açısı yaklaşımların ortaya çıkması,<br />

yenilik <strong>ve</strong> yaratıcılığın geliştirilmesi, alternatif çözüm seçeneklerinin üretilerek daha sağlıklı karar<br />

<strong>ve</strong>rilmesi, proaktif planlama <strong>ve</strong> strateji saptamada genel vizyonun oluşturulması, sık yaşanan sorunlara<br />

sinerjistik çözümler bulunması, motivasyonu artırarak daha üst amaçlara yönelinmesi açısından çatışma<br />

işlevsel görünmektedir. Buna karşıt olarak iyi sonuçlandırılmamış bir çatışma; stres, tükenmişlik <strong>ve</strong><br />

yenilgi duygusunu yaratması iletişim çatışmaları doğurması, kuşku <strong>ve</strong> şüpheyi artırıp iş doyumunu<br />

engellemesi, statükoyu pekiştirip değişime direnç yaratması, motivasyonu engellemesi açısından da<br />

difonksiyonel çıktı yarattığı (Blum 1997: 45) kabul edilmektedir.


Çatışma herşeyden önce günümüzde, ekonomik, sosyal, politik, psikolojik yönü olan kompleks bir olgu<br />

olarak görülmektedir. Luthans olguyu değişimin doğasında gizli olan integral (bütün) olarak algılamakta<br />

hem yararlanılabilecek, hem de kaçınılmaz insani bir durum olarak betimlemektedir. Bununla birlikte her<br />

alanda olduğu gibi değerler sistemindeki anlam değişimi <strong>ve</strong> yüklemelerinin, bu olguya ilişkin bakış<br />

açılarını değiştirdiği de ila<strong>ve</strong> edilmektedir. (Kochan 1981: <strong>12</strong>9)<br />

Örneğin günümüzde çatışmalar çoğu zaman manifesto kapsamında “Organize çatışma” işi kapatma işi<br />

küçültme, sosyal imtiyazların ortadan kaldırılması, ücret politikalarındaki adaletsizlik, kadro<br />

sağlayamama gibi nedenlere bağlı olarak yaşanan çatışmalar olarak ortaya çıkmakta <strong>ve</strong> kendisini grevler,<br />

yürüyüşler, mitinglerle göstermektedir. Yada, manifesto niteliği taşımayan “organize olmayan çatışmalar”<br />

kariyerde ilerleyememe, şirket içi güç ayırımı farklılığı, işler arası bağımlılık, rol fazlalığı, karar sürecine<br />

katılımın engellenmesi, antidemokratik iş ortamı <strong>ve</strong> bunun gibi pek çok değişkene bağlı olarak beliren,<br />

dikey ya da yatay eksende odaklanan işi sabote etme, iş kazalarına neden olma, aktif ya da pasif, gizli ya<br />

da açık tavırlarla kendini belli eden çatışmalar biçimindedir. (Kelly 1980: 31)<br />

Çoğu çağdaş işletmeler gibi, basın işletme anlayışında da optimum düzeyde olabilecek çatışmalar,<br />

işlevsel olacağı için örgüt içinde özendirilmektedir. (Özer 1997: 314) Çünkü, çatışmanın minimum<br />

düzeyde seyretmesi, yada yaşanması, mikro çapta birey <strong>ve</strong> grupların, makro çapta ise kurumun amaca<br />

erişme <strong>ve</strong> iyi bir performans elde etmesinde engel yaratmakta <strong>ve</strong> kayıtsızlık, ilgisizlik, statiklik <strong>ve</strong><br />

edilgenlikle eşdeğer görülmektedir. Bunun tersi olarak aşırı olması ise, amaçtan sapma <strong>ve</strong> riske girmekle<br />

eş anlamlı olması anlamına gelmektedir. Optimum düzeydeki çatışma, bireylerin gurupların <strong>ve</strong> kurumun<br />

gerilim <strong>ve</strong> uyarılmışlık düzeyinin en uygun noktası olarak, performansta en yüksek olduğu durumu<br />

göstermektedir.<br />

Özellikle kamuoyunun her türlü istek <strong>ve</strong> beklentilerine yanıt <strong>ve</strong>rmek <strong>ve</strong> kaliteli düşün ürünü üretebilmeyi<br />

amaçlayan basın işletmeleri, bu işlevini yerine getirebilmek için ekip çalışmalarını da en çok gereksinen<br />

kurumlardır. Bu nedenle işletme yapılarını da, proje, proses, bölüm geliştirme temelinde (matriks yapı)<br />

ekip ya da grup çalışmalarına uygun olarak yeniden düzenlemişlerdir. Ekip çalışmaları farklı amaçları<br />

gerçekleştiriliyor olsalar da, nihai olarak basın kurumunun genel amacının gerçekleştirilmesi için, işbirliği<br />

<strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya rekabet eksenine göre odaklanan gruplardır. Gruplararası rekabetin olumlu çıktıları olmakla<br />

birlikte, zaman zaman da işlevsel olmayan çatışmaların yaşamasına neden olduğu da izlenmektedir.<br />

Yapılan bilimsel araştırma sonuçları (Tajfel 1978: 149) amaca ulaşmak için rekabet ortamı yaratıldığı<br />

zaman ortaya çıkan sakıncalar konusunda şu ortak noktalarda buluşmaktadırlar.<br />

“Rekabet sürecinde gruplar farklılaşmakta iç grup – dış grup ayırımı doğmakta, grubun kendi içinde<br />

bütünleşme artmakta, diğer grupta bağlantılarını <strong>ve</strong> iletişimi kesmekte, karşı gruba yansız<br />

davranacaklarına düşmanca ya da hoş olmayan sözel yüklemelerde bulunmakta, kendi grup kimliğini<br />

belirginleştirmekte, ötekini yaratarak aşağılamaktadır. Grup içinde, eğer rekabeti kaybedeceklerine<br />

inanıyorlarsa kendi içinde de bütünleşme çözülmekte <strong>ve</strong> tansiyon artarak şamar oğlanı aranmakta, eğer<br />

kazanacaklarına inanıyorlarsa grup içinde tam tersi bütünleşme daha da artarak çatışma en aza<br />

indirgenmekte böylece bir ayarlamaya gidilmektedir.<br />

Çatışmanın yapısal olduğu kadar olgusal (psikoloji) boyutunun olması sonucunda çatışmanın sona<br />

ermesi, ya da grupların yeniden uzlaşıp, işbirliği içinde çalışması durumunda dahi, bireylerin algı, tavır <strong>ve</strong><br />

davranışları üzerindeki olumsuz etkileri sürmekte <strong>ve</strong> uzun süren kırgınlıklar ya da sosyal psikolojik<br />

mesafenin açılmasına neden olmaktadır. İki farklı grubun birbirini yeniden kabullenmesi uzun bir süreci<br />

gerektirmektedir. Özellikle Lawler (Luthans 1994: 387) grupların rekabette güçlerinin eşit olup<br />

olmamasına göre, tarafların çatışmayı ya çatışmanın tırmanması” ya da “çatışmanın önlenmesi” kuramı<br />

çerçe<strong>ve</strong>sinde sürdürdüklerini ifade etmektedir. Lawler’e göre taraflar kaybedilecek şeylerin öneminin,<br />

kazanılacak şeylerden yüksek olması durumunda karşılıklı önleyicilik kuramına, zıt durumlar için,<br />

tırmanan çatışma kuramına göre davrandıklarını belirtmektedir.<br />

Çağdaş nitelikli basın işletmeleri için çatışmanın hiç yaşanmaması <strong>ve</strong>ya çok az olması da kurum için<br />

önemli bir problem olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durumda sakinliğin büyük patlamalara yol açmaması,<br />

yada çalışanlar arasında edilgenliğe neden olmaması için, yöneticilerce çatışma teknikleri (iletişim,<br />

heterojenlik, rekabet) kullanılarak (Luthans 1994: 388) çatışma yaratılmaktadır.<br />

Görüldüğü üzere çatışma günümüzde çift anlamlı yani, hem işlevsel hem de işlevsel olmayan bir olgu<br />

olarak karşımıza çıkmakta <strong>ve</strong> optimum düzeyli çatışmayı yaratabilmek için kurum düzeyinde çalışmalar<br />

yapılmaktadır.<br />

3-ÖRGÜTSEL ÇATIŞMA ÇÖZME STRATEJİLERİ


Basın işletmelerinde ortaya çıkan çatışmanın nasıl çözümleneceği <strong>ve</strong> çözümlenirken hangi yöntemin<br />

kullanılacağının saptanması, çatışmanın nasıl ortaya çıkıp ne gibi süreç izlendiğinin saptanmasıyla<br />

olanaklıdır. Ayrıca her farklı basın işletme yapı <strong>ve</strong> dinamikleri, çatışma çözümüne farklı bakış açısı ile<br />

yaklaşmaktadır. (Fox 1981: 137, Hartley 1984: 175)<br />

Geleneksel akım (Unitarist) temsilcileri çatışmayı ondan kaçınılacak, örgüt <strong>ve</strong> işleyişini bozan bir olgu<br />

olarak gördükleri için çatışmanın çözümünün de, sorumluluk yüklenen merkezi otoritelerce yerine<br />

getirileceğine inanmaktadırlar. Eğer yönetici iş görenler arasında <strong>ve</strong> iş görenlerle yönetici arasında iyi bir<br />

gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong> sadakat ortamı yaratabilirse çatışmanın ortadan kalkacağı düşünülmektedir.<br />

Radikal akımın (Radikal) temsilcileri, çatışmanın örgütün doğasında mevcut olduğu görüşünden<br />

hareketle, zaten çatışmanın radikal değişimin kendisi olduğunu ifade etmektedirler. Bu durumda birey <strong>ve</strong><br />

grupların algısal perspektiflerinin paylaşılması ya da iletişim düzeneğinin artırılması gibi basit işlemler<br />

manzumesi ile, çatışma çözümüne yaklaşılamayıp, eğer çatışma işlevsel olmayan boyutuyla ortaya<br />

çıkıyorsa o zamanda, yapısal <strong>ve</strong> dinamiksel değişimin zorunlu olduğu ilkesini paylaşmaktadırlar. Örneğin<br />

yönetsel değişim, iletişim ağlarındaki değişim, stratejik, politik değişim, kontrol biçimlerindeki değişim<br />

gibi.<br />

Günümüz yazılı basınında halen geçerli olan <strong>ve</strong> çoklu (pluralist) bileşenlere göre örgütlenen matriks<br />

yapılarda çatışmayı giderme biçimi, koşullara uygun olarak farklılık göstermektedir. Herşeyden önce<br />

çatışma hem işlevsel hem de işlevsel olmayan bir olgu olarak kabul edildiği için, interdisipliner yaklaşımı<br />

gerektirmekte <strong>ve</strong> nedenleri irdelenerek sorgulanmaktadır. Aksi takdirde (Feldman 1990: 243) işlevsel<br />

olmayan çatışmada iyi saptanamayan yöntem uygulanacak olursa <strong>ve</strong> tekniklerin iyi kullanılması<br />

durumunda çatışmanın kuramsallaşacağını <strong>ve</strong> önü alınamaz duruma geleceğini düşünmektedir. Bu<br />

nedenle kurum içinde oluşturulacak çatışma grupları <strong>ve</strong> karar çözme ekipleri vurgulayacağı tekniklerle<br />

(Brainstorming, Nominal, Delphi, Synectics; Yanal Düşünme ) çatışmaya, çözüm üretmektedir.<br />

Özer (Özer 1997: 323) çatışma giderim biçimi için bu tipteki esnek yapılarda uygulanabilecek beş farklı<br />

yöntem önermektedir. a) Zorlama: Hızlı karar <strong>ve</strong>rmeyi gerektiren acil <strong>ve</strong> önemli durumlarda, işletmenin<br />

geleceğini etkileyen durumlarda, yöneticinin gücünü tehdit düzeyinde kullanması. b) Uzlaşım: Çatışma<br />

için ortaya konan, her seçeneğin önemli olması karmaşık sorunlara geçici çözüm aranılması, konsensüsün<br />

olanaksız olması <strong>ve</strong> tarafların eşit güçte olması durumunda iki tarafın da isteğinin tatminini sağlayacak<br />

görüş birliğine ulaşması c)Kaçınma: Önemsiz konuların olduğu, belirli bir süre insanların yatışması<br />

gerektiği <strong>ve</strong> karşı ile anlaşmanın zarar getireceği durumlarda, iki tarafın da, isteklerinin devre dışı<br />

bırakıldığı durumlar. d) Ödün: Daha iyi çözümün arandığı, güçsüz hissedildiği, ilişkileri sürdürmenin<br />

önemli olduğu durumlarda, karşı tarafın isteklerini tümüyle kabul etmesi. e)Pazarlık: Hızlı zamana<br />

endeksli, karmaşık sorunlara geçici çözüm gerektiği, tarafların eşdeğer güç yetki <strong>ve</strong> denetim gücü olduğu<br />

durumlarda, iki tarafın da bazı isteklerinden vazgeçerek çatışmayı çözmesi yolunu önermektedir.<br />

Kağıtçıbaşı (Kağıtçıbaşı 2001: 317) pazarlık yönteminin günümüz örgütlerinde en geçerli yöntem<br />

olduğunu kabul etmekle birlikte, pazarlık sürecinde; karşıtlık hatalarının (karşıt görüşleri savunma),<br />

yanlış algılamaların, bu süreci zora soktuğunu (Thompson 1990:210) çıkarlar <strong>ve</strong> öncelikler hakkında<br />

tarafların net bir geribildirim almasının yarar sağlayacağını ifade etmektedir. Pazarlıkta taraflar en çok<br />

birbirlerine kazan kaybet, kazan kazan anlayışı ile yaklaşmaktadır. Çözümün mümkün olmadığı<br />

durumlarda, üçüncü bir gözün devreye girerek çözüm sağlamak için arabuluculuk ya da hakemlik<br />

yapması da (Kochan 1981: 177) önerilmektedir.<br />

Ayrıca, işletme kültürü <strong>ve</strong> ikliminin değiştirilmesi, reorganizasyona gidilmesi, yarışmacı ortam yaratılıp,<br />

farklı düşüncelerin bir araya toplanması <strong>ve</strong>ya yeni eleman transferleri, üst amaçlar yaratma ilişkiler <strong>ve</strong><br />

etkileşim örüntülerini değiştirme de diğer çatışma çözme ya da çatışmayı işlevsel hale getirme yöntemleri<br />

olarak görülmektedir. (Pinkley 1990: 117)<br />

SONUÇ<br />

Çatışma tüm alanlarda gözlemlendiği gibi basın işletmelerinde de başlangıçtan günümüze kadar yaşanan<br />

temel bir olgudur. Ancak süreç içinde konjonktürel değişime koşut olarak çatışma olgusunda da yapısal<br />

<strong>ve</strong> algısal değişim yaşanmaktadır. Geleneksel (Unitarist) dönemde basın işletmeleri için çatışma kuruma<br />

<strong>ve</strong> kurum çalışanlarına zarar <strong>ve</strong>ren bir durum olarak algılanırken, postmodern yaklaşımın temsilcilerinden<br />

radikaller, tam tersi bir anlayışla örgütlerin temel doğasının zaten çatışma olduğunu savunmaktadırlar.<br />

Günümüzde yeniden yapılanma sürecinin sonuçlandığı <strong>ve</strong> halen geçerli olan, matriks (esnek)<br />

organizasyon yapı <strong>ve</strong> dinamiklerini temsil alan, çoğulcu (pluralist) basın işletmeleri için ise çatışma,<br />

işlevsel <strong>ve</strong> işlevsel olmayan yönü ile çift anlamlı bir olgu olarak görülmekte <strong>ve</strong> farklı platformlarda


yaşanılacak optimum düzeydeki çatışmanın yararına inanılmaktadır. Bu dengenin dışına çıkan çatışma<br />

unsurları, interdisipliner yaklaşım <strong>ve</strong> teknikler uygulanarak kurumsallaşmadan önlenmekte <strong>ve</strong> kurum için<br />

yararlı hale getirilmektedir.<br />

KAYNAKLAR<br />

Armağan A (2001) Basın Organizasyonlarında <strong>ve</strong> Karar Süreçlerinde Yeniden Yapılanma, Engin<br />

Yayınlara, Ankara.<br />

Blau MP (1996) Decentralization in Bureucracies, Venderbit, NY.<br />

Blum W (1997) Managing Conflict in the Firm, Business Horizons May, June, Vol 40.<br />

Burns T <strong>ve</strong> Stalker GM (1971) The Management and Innovation, Tavistoc, London.<br />

Borgatti P (1997) Organizational Structure, www. Analytictech. Com/mb.021<br />

Carrol (1990) Organizational Dynamics, Prentice Hall. NY.<br />

Drucker P (1992) Managing For The Future The Nineteen Nineties and Beyond, All Right Res, NY.<br />

Duncan BR (1983) Enviromental Uncertanity, Wesley, NY.<br />

Edwards PK (1983) The Pattern of Collecti<strong>ve</strong> Indutrial Actions. Backwell, Oxford.<br />

Eren E (1984) Yönetim Psikolojisi, İ.Ü. Yayını. İstanbul.<br />

Feldman D (1990) Managing Individual and Group Behavior, MC Graw Hill, N.Y.<br />

Fox (1991) Industrial Relations, Allen and Unwin, London.<br />

Galbraith J (1984) Designing Complex Organization, Addison Wesley, NY.<br />

Hartley JK (1984) Steel Strike, Batsford, London.<br />

Kelly (1980) The Cousation of Strikes. McGraw Hill, NY.<br />

Kochan (981) Research in Organizational Behavior, Irwin, Illinois.<br />

Kağıtçıbaşı Ç (2001) Yeni İnsan <strong>ve</strong> İnsanlar, Evrim Yayını, İstanbul.<br />

Özer K (1997) Gerçekçi Yönetişim Varlık Yayını, İstanbul.<br />

Lawrence P <strong>ve</strong> Lorsch J (1967) Organization and Enviranment, D. İrwin, NY<br />

Luthans F (1994) Organizational Behavior, McGraw Hill, NY.<br />

Pinkley LR (1990) Dimensions of Conflict Dorsey Irwin, NY.<br />

Mansfield R (1984) Formal and Informal Structure John Willey, NY.<br />

Tajfel H (1978) Introducing Social Psychology, Penguin, London.


MİLLİYET, MAHMUT SOYDAN VE DEVLETÇİLİK TARTIŞMALARI<br />

Gül Karagöz Kızılca ∗<br />

ÖZET<br />

Bu yazıda Mahmut Bey’in (Soydan) sahibi olduğu Milliyet aracılığıyla yerli özel sermaye çevrelerinin<br />

dahil olduğu devletçilik tartışmaları incelenmiştir.<br />

1923-1929 arasında Türkiye’de liberal iktisat politikası egemendir. Dönemin ana özelliği çeşitli teşvik <strong>ve</strong><br />

ayrıcalıklarla yerli özel sermayenin desteklenmesidir. Ancak 1929’da yaşanan ekonomik gelişmeler<br />

sonucunda Türkiye, devletçilik politikasına yönelmiştir. Yerli burjuvazi kendi ayrıcalıklarını aynı şekilde<br />

devam ettiren bir devletçilik politikasından yanadır. Bu dönemde sesini İş Bankası idare heyeti reisi<br />

Mahmut Bey’in Milliyet’i ile siyasi iktidara duyurmuştur.<br />

Anahtar Sözcükler: Devletçilik, Milliyet, İş Bankası, Yerli Burjuvazi<br />

MİLLİYET, MAHMUT SOYDAN AND STATISM CONTROVERSY<br />

ABSTRACT<br />

In this article I in<strong>ve</strong>stigated the statism contro<strong>ve</strong>rsy in which Milliyet and domestic private capitalist took<br />

part. In the 1923-1929 period, liberalist thought was dominating Turkish economic policies. Main<br />

characteristic of the period was the support of private capital accumulation by go<strong>ve</strong>rnment subsidies and<br />

privileges. Howe<strong>ve</strong>r, after Great Depression in 1929, Turkish go<strong>ve</strong>rnment started to follow a statist way<br />

of accumulation. Domestic capitalists were supporting a kind of statism that preser<strong>ve</strong>s their privileges.<br />

They were pursuing their lobbying efforts through Milliyet and İş Bankası. Mahmut Soydan was both the<br />

owner of the Milliyet and a member of board of go<strong>ve</strong>rnors of İş Bankası.<br />

Keywords: Statism, Milliyet, İş Bankası, domestic capitalist<br />

GİRİŞ<br />

Bu çalışmada, Mahmut Bey (Soydan)’in sahip olduğu Milliyet aracılığıyla iktisat politikalarını etkileme<br />

çabaları, Kadro <strong>ve</strong> dönemin iktisat <strong>ve</strong>kili ile çatışması örneği çerçe<strong>ve</strong>sinde ele alınacaktır. Soydan’ın<br />

iktisat politikalarını etkileme çabasının ardında yatan neden, üyesi bulunduğu bankanın devletçilik<br />

politikası konusunda taşıdığı görüşlerdir. Soydan, devletçilik ilkesinin yürürlükte olduğu yıllarda Siirt<br />

mebusu <strong>ve</strong> İş Bankası’nda İdare Heyeti başkanıdır (1). İş Bankası’nın siyasi kadrolarla sermaye çevreleri<br />

arasında bir köprü işlevini üstlenmesi bakımından özel önemi bulunmaktadır. Umum müdürlüğünü Celal<br />

(Bayar) Bey’in yaptığı <strong>ve</strong> kurucuları arasında çok sayıda mebus ile yüksek dereceli bürokrat bulunan<br />

Banka, dönem boyunca, siyasi iktidarın aldığı iktisat politikası kararlarının özel sermaye çevrelerinin<br />

istekleri doğrultusunda benimsenmesinde etkin bir rol oynamıştır. Bu isteklerin kamuoyu önünde dile<br />

getirildiği alanlardan biri, Milliyet’tir. Bu yazıda, Soydan’ın İş Bankası adına devletçilik tartışmalarındaki<br />

rolü, kendisi için biçtiği ya da biçilen rol tanımları çerçe<strong>ve</strong>sinde ele alınacaktır. Çalışmanın amacı,<br />

devletçilik politikasının içeriğinin belirlenmesinde Milliyet’in oynadığı roldür.<br />

Yazının ilk bölümünde, dönemin iktisat politikasına değinilecek, daha sonra Mahmut Bey (Soydan)<br />

tarafından dile getirilen görüşler temelinde, Kadro <strong>ve</strong> İş Bankası merkezinde birleşen özel sermaye<br />

çevreleri arasındaki çatışma incelenecektir.<br />

1. 1923-1929 ARASI İKTİSADİ GELİŞME POLİTİKASI VE BU POLİTİKALARIN İLETİŞİM<br />

ALANINA YANSIMASI<br />

Cumhuriyetin ilanından 1929 yılına kadar geçen sürede, Kemalist yönetici kadronun izlediği iktisat<br />

politikasının başlıca özelliği, iktisadi büyümenin gerçekleştirilmesi amacıyla bir yerli burjuva sınıfı<br />

yaratılmasıdır (Boratav 1995:28-29). Sanayiinin de bu milli özel sermaye tarafından kurulacağı <strong>ve</strong><br />

geliştirileceği düşünülmüştür. Bu nedenle 1923-1929 yılları Türk özel teşebbüsüne sanayi alanında çeşitli<br />

<strong>ve</strong> geniş ayrıcalıkların tanındığı bir dönemdir (1927 Teşvik-i Sanayii Kanunu vb. düzenlemeler). Bununla<br />

birlikte, ayrıcalıklar tek başına yeterli değildir. Yeni kurulan devletin ekonomisinde önemli bir sorun<br />

bulunmaktadır: Birikimin kısıtlılığı.<br />

Lozan Anlaşmasının imzalanmasından sonra ekonomik yaşam canlanmıştır <strong>ve</strong> para gereksinimi artmıştır.<br />

Ancak emisyon hacminin sınırlılığı ekonomide kredinin ön plana çıkmasına neden olmuştur. Bu durum<br />

∗ Arş. Gör., Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi


ankaların gelişmesi sonucunu doğurur. Enflasyon korkusu ile emisyon hacminin sabit tutulduğu bir<br />

ülkede, sanayileşme hareketinin başlaması için gereken finansmanın sağlanmasında bankalar özel<br />

önemdedir. Yerli bir burjuva sınıfının yaratılmasında gerekli olan birikimin, bankaların aracılığı<br />

kullanılarak tasarrufların toplanması yoluyla sağlanması benimsenmiştir. Dolayısıyla birikim sorunu, mali<br />

aracı sistemin özü olan bankalarla aşılmaya çalışılmaktadır. İş Bankası da bu dönemde kurulmuştur.<br />

Bankanın milli ekonomi için tasarrufların toplanması <strong>ve</strong> yatırımcılar için kredi <strong>ve</strong>rme görevini<br />

üstlenmesinin yanında önemli bir özelliği daha bulunmaktadır: çeşitli alanlara bir girişimci olarak yatırım<br />

yapmak.<br />

Yerli burjuvazinin yaratılmasında iletişim politikaları da bir araç olarak düşünülmüştür. Bu dönemde,<br />

çeşitli alanlarda tekeller kurulup özel kesime –ki bunların arasında hükümete yakın çevrelerin kurduğu<br />

şirketler ile millet<strong>ve</strong>killerinin şirketleri bulunmaktadır- devredilmektedir (Avcıoğlu 1969:266, Boratav<br />

1995:29). Böylece devlet altyapının kurulması <strong>ve</strong> riski üstlenmekte, kârı özel sermaye çevrelerine<br />

bırakmaktadır. Bu, Telsiz Telefon Anonim Şirketinin kurulmasında da kendini gösterir. İş Bankası<br />

yatırım yapma görevini iletişim alanında da yerine getirmiştir. 1926’da kurulan Şirket’te Banka, Anadolu<br />

Ajansı ile birlikte sermayenin yüzde 70’ini elinde tutmaktadır (Kocabaşoğlu 1980:22). Anadolu<br />

Ajansı’nda da benzer bir durum söz konusudur. İçerisinde Mahmut Bey’in de bulunduğu çeşitli<br />

millet<strong>ve</strong>killerinin hisseleri bulunmaktadır (Alemdar 1996:58).<br />

2. DEVLETÇİLİK İLKESİNİN GÜNDEME GELİŞİ<br />

Bankaların kurulduğu, iletişim politikaları da dahil olmak üzere devletin siyasi <strong>ve</strong> hukuki yapısının yerli<br />

burjuva sınıfı yaratılması için örgütlendiği bu dönem, 1929 yılıyla birlikte farklı bir görünüm kazanmıştır.<br />

Bu yıl, Cumhuriyet yönetimi açısından bir dönüm noktasını ifade etmektedir. Bunda, Cumhuriyet<br />

yönetiminin heyecanla beklediği Lozan Antlaşmasının sınırlayıcı hükümlerinin kalkması <strong>ve</strong> bunun<br />

sonucunda yeni kurulan ulus devletin gümrük <strong>ve</strong> dış ticaret rejimini kendi iradesi ile belirleme hakkını<br />

elde etmesinden çok, aynı yıl başlayan dünya iktisadi buhranın Türk iktisat politikasını farklı bir<br />

doğrultuya sokmasının payı bulunmaktadır. Buhranla birlikte, o yıla kadar geçerli olan serbest dış ticaret<br />

ilkesinin yerini, dış ticarette korumacılık alacaktır. Artık Türk iktisat politikası dışa kapalı <strong>ve</strong> devlet<br />

desteği yerine devlet eliyle oluşturulacak bir “milli sanayileşme” hareketini hedef alan bir model<br />

temelinde belirlenecektir.<br />

Buhranın Türkiye üzerindeki etkisinin hissedilmesinden daha önce, 1929 yılına dek devam eden dış<br />

ticaret açığının söz konusu yılda büyüyerek, Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısında hızla değer<br />

kaybetmesi <strong>ve</strong> Türk parasından kaçış sürecinin diğer bir deyişle sermaye kaçışı hareketinin başlaması<br />

nedeniyle, yeni bir iktisat politikası arayışına girilmişti. 1930 yılıyla birlikte, dış ticaretteki göreli<br />

fiyatların Türkiye’nin aleyhine dönmesiyle iç ticaret hadlerinde de bozulmanın ortaya çıkması <strong>ve</strong> bunların<br />

kitleler arasında yarattığı hoşnutsuzluğun yeni kurulan Serbest Fırka’nın kazandığı başarıda ifadesini<br />

bulması gibi nedenler, bu arayışı güçlendirmiştir. Siyasi iktidar, dış açık ile bütçe açığına karşı duyarlıdır<br />

<strong>ve</strong> söz konusu politika arayışında, tercihini liberal ekonomiden yana kullanmamakta kararlıdır. 1929-1930<br />

yıllarında yapılan tercih beraberinde denk bütçenin gerçekleştirilmesi için Türk Parasını Koruma Kanunu<br />

<strong>ve</strong> dış ticaret denetimlerini getirmiştir. Bununla birlikte 1930 yılının Haziran ayında yeni devletin kendi<br />

para otoritesi olan TC Merkez Bankası kurulur.<br />

Buhranın baskısının hissedildiği bu dönemde, siyasi iktidarın yeni bir iktisadi politika aramasının <strong>ve</strong><br />

kontrollü ekonomi yönünde adımlar atmasının altında yatan neden, yaratılmaya çalışılan yerli özel<br />

sermayenin Cumhuriyet rejimine sağlam bir iktisadi temel kuramamasıdır. Buhrana karşı yeni bir<br />

politika önerisinin bulunmayışı, ancak o güne kadar güçlü bir biçimde süregelen ayrıcalıklarını sürdürme<br />

isteği, siyasi iktidarı milli iktisada yeni bir yön <strong>ve</strong>rmeye itmiştir. Yeni politika, ilk kez 1930 yılında İsmet<br />

Paşa tarafından dile getirilen devletçiliktir. Bundan sonra milli iktisat, dışa kapalı <strong>ve</strong> devlet eliyle bir<br />

sanayileşme hareketi çizgisinde tanımlanmaya başlayacaktır. Bununla birlikte, kabul edilen yeni politika<br />

yerli özel sermaye çevrelerinin mutlak bir muhalefetiyle karşılaşmadığı gibi desteklenecektir de. Sermaye<br />

çevrelerinin istediği, “güdümlü ekonomi” dir (Kuruç 1987:66). Diğer bir deyişle, devletin desteğiyle<br />

sermaye birikimini gü<strong>ve</strong>nce altına almak <strong>ve</strong> bu birikimi akılcı <strong>ve</strong> merkezden kontrollü bir ekonomi<br />

yapısıyla arttırmaktır. Ancak devletçilik politikası, farklı çevrelerce farklı biçimlerde anlaşılmış <strong>ve</strong><br />

uygulanmıştır. Dolayısıyla devletçiliğe yüklenen değişik anlamlar beraberinde çatışmaları da getirecektir.<br />

2.1 Devletçiliğin Yorumu Konusunda Farklı Yönelimler


Devletçilik ilkesinin benimsenmesinden sonra, uygulanması konusunda değişik yorumlar belirmiştir.<br />

Bunlar Tekeli <strong>ve</strong> İlkin’e göre (1982:79), dönemin iktidar bloğu içinde yer almayan kişi yada grupların<br />

görüşleri ile iktidarda etkili olan kişi yada grupların görüşleri olmak üzere başlıca iki grupta<br />

toplanmaktadır. İlk grupta Şevket Süreyya önderliğinde çıkan Kadro ile Ahmet Hamdi Başar tarafından<br />

ortaya atılan “İktisadi Devletçilik” görüşü bulunmaktadır. Diğer grupta ise iktidar bloğu içinde yer<br />

almakla birlikte, gerçekte liberal iktisat politikasını benimseyip, buhranın yarattığı koşullar içerisinde<br />

devletin girişimciliğini geçici olarak kabul eden çevreler ile devletçiliği geçici değil sürekli bir çözüm<br />

biçiminde değerlendiren iki farklı görüş vardır. Âli İktisat Meclisi, İş Bankası çevresi, İstanbul<br />

Darülfünunu, Ahmet Ağaoğlu vb. devletçiliği geçici bir çözüm olarak kabul ederken; İsmet İnönü, Recep<br />

Peker, Mustafa Şeref Özkan, Şükrü Kaya <strong>ve</strong> çevresi devletçilik çerçe<strong>ve</strong>sinde sürekli bir karma ekonomi<br />

önermektedirler. Ancak burada çalışmanın amacı gereği, söz konusu görüşlerin tümünün anlatılması<br />

yerine İş Bankası’nın devletçilik anlayışı ile Bankanın doğrudan çatışma içine girdiği devletçilik görüşleri<br />

ele alınacaktır. Bunlardan biri dönemin iktisat <strong>ve</strong>kili Mustafa Şeref Bey ile diğeri Kadro ile girişilen<br />

çatışmadır. Bu çatışma içinde Mahmut Bey (Soydan)’in kaleminden Milliyet’e yansıyan İş Bankası’nın<br />

durduğu nokta, bir gazetenin iktisat politikasının belirlenmesinin aracı olarak kullanılması açısından, ilgi<br />

çekici özellikler taşımaktadır. Bununla birlikte, kamuoyu önünde tartışmayı yürüten Mahmut Bey’in<br />

kimliği de, Banka’nın niteliği <strong>ve</strong> devletçiliği yorumlayışındaki farklılıkları algılamaya olanak tanıyacak<br />

kimi özellikler taşımaktadır.<br />

2.1.1 İktisat Vekili Mustafa Şeref Bey’in Devletçilik Anlayışı, İş Bankası <strong>ve</strong> Milliyet<br />

1931 yılının Mayıs ayında yapılan C.H.F kurultayında, devletçilik parti programının ana ilkelerinden biri<br />

olarak resmen benimsenmiştir. Mustafa Şeref Bey’in, İktisat Vekili oluşu ise, 28 Eylül 1930 tarihinde<br />

gerçekleşmiştir. Devletçiliğin C.H.F programına girmesi <strong>ve</strong> ekonomide somutlaşmasında önemli bir rol<br />

üstlenmiştir (Kuruç 1987:88).<br />

Yeni iktisat <strong>ve</strong>kilinin devletçilikten anladığı, milli iktisadın gerçekleşmesi için ekonomideki egemen<br />

noktaların devletin eline geçmesi gerektiğidir. Mustafa Şeref Bey, milli iktisadın amacını da sermaye<br />

birikiminin arttırılması yönünde tanımlamıştır. Ancak söz konusu amacın gerçekleştirilmesi için dış<br />

ticaretin denk tutulması ile ithalatta kontenjan sistemini getirişi, bazı çevreleri rahatsız etmiştir. Çünkü<br />

ithalatta kontenjan sistemi, ithalatçının kazancını mal ihraç etmedeki yeteneğine bağlamakta <strong>ve</strong><br />

dolayısıyla kâr olanaklarını daraltmaktadır. Bununla birlikte, Mustafa Şeref Beyden rahatsızlık duyanlar<br />

yalnızca ithalat işi ile uğraşanlarla sınırlı kalmayacaktır.<br />

Mustafa Şeref Bey, sermaye birikimin arttırılması için dış ticaret ile ilgili yeni çerçe<strong>ve</strong>yi oluşturduktan<br />

sonra, cumhuriyetin ilân edildiği tarihten itibaren üzerinde önemle durulan sanayi kurma düşüncesi ile<br />

ilgilenecektir. Ancak, bu ilgi şüphesiz kendi devletçilik algılayışının biçim <strong>ve</strong>rdiği çerçe<strong>ve</strong>ye göre<br />

oluşmuştur. Yeni iktisat <strong>ve</strong>kilinin düşündüğü sanayi modeli, hem olmayan sanayilerin devlet eliyle<br />

kurulması hem de çeşitli ülke kaynaklarını harekete geçirecek bir çekim merkezinin yaratılması yönünde<br />

örgütlenecektir. Ancak bu, sanayii <strong>ve</strong> bankacılığın birbirinden tamamen ayrı işler olarak örgütlenmesi<br />

demektir. Mustafa Şeref Bey, bu düşünceye dünya buhranın nedenlerini tahlil ederken varmıştır. Ona<br />

göre bireyciliğe dayanan liberal sistemde, pazarların genişlemesi birikimin kaynağıdır. Bu birikime,<br />

büyüyüp anonimleşen şirketler ile banka sermayesi el koymaktadır. Bu sistemde şirketler, ortak<br />

çıkarlardan çok kişisel çıkarlara hizmet etmektedir. Banka sermayesi ise, sanayi sermayesini de<br />

egemenliği altına alan bir niteliğe sahiptir (Kuruç 1987:91). Dolayısıyla, yeni iktisat <strong>ve</strong>kilinin getireceği<br />

modelin, fabrika kurmak <strong>ve</strong> işletmenin başka, sanayi kredilemenin ise başka işler olarak değerlendirildiği<br />

yeni bir niteliği bulunmaktadır (Kuruç 1987:92). Amaç, sanayileşme yoluyla birikimin sağlanması ancak<br />

bu gerçekleştirilirken finans kapitalin gelişmesine izin <strong>ve</strong>rmeyen bir yapının kurulmasıdır. Artık banka<br />

sahipliğiyle sanayi kurma <strong>ve</strong> yönetme eylemleri aynı elde toplanamayacaktır.<br />

Getirilecek yeni yapıdan özel sermaye çevreleri ile İş Bankası rahatsızlık duymaktadır. Çünkü<br />

devletçilikten anlamak istedikleri, özel kesim koruyuculuğudur. Siirt Mebusu Mahmut Bey, İş Bankası <strong>ve</strong><br />

özel sermayenin kaygılarının belirdiği bu durumlarda gazetesi ile imdada yetişmektedir. Bu endişeleri, 6<br />

Nisan 1932 tarihli Milliyet’te, kamuoyu önünde dile getirir. “Ümit <strong>ve</strong> enerjiyi kıran rivayetler” başlığını<br />

taşıyan yazısında, Sanayii Teşvik Kanununun değiştirileceği ya da kaldırılacağı yönündeki söylentilerin<br />

aslı olmadığını/olmaması gerektiğini; çünkü bu tür haberlerin sanayicileri tedirgin edeceği gibi,<br />

kanunlarımızda istikrar olmadığı düşüncesini uyandırabileceğini ifade etmektedir.


Hissettirilen hoşnutsuzluğa rağmen, Mustafa Şeref Bey, sanayileşmenin gerçekleşmesi için gerekli<br />

sermaye birikimini yaratmakta düşündüğü yeni modeli kanunlaştırmaktan çekinmeyecektir. Model, iki<br />

temel kuruma dayanmaktadır: Devletin sanayideki yatırım <strong>ve</strong> işletmeciliğini sağlama amacıyla 1932<br />

yılının Temmuz ayında kurulan Devlet Sanayi Ofisi ile devlet <strong>ve</strong> özel sanayi girişimlerine makine ile<br />

gerekli sanayi malzemesini sağlaması için kredi <strong>ve</strong>recek olan Türkiye Sanayi Kredi Bankası.<br />

Yeni yapı, sanayileşmeye karşı olmamakla birlikte, birikim içindeki kendi payının küçülmesinden<br />

hoşnutsuzluk duyan yerli özel sermayenin tepkilerini artırmıştır. Çeşitli alanlarda farklı tepkiler dile<br />

getirilir. Sonunda İş Bankası’nın kurmak istediği kağıt fabrikası için Sanayi Umum Müdürlüğünün aldığı<br />

tavır, Mustafa Şeref gitmesi için tepkilerin dile getirilmesiyle başlayan süreci, “Yalova Olayı” ismiyle<br />

anılan bir gelişme sonrasında yeri özel sermaye lehine sonuçlandırır (2). Böylece özel sermaye<br />

çevrelerinin <strong>ve</strong> tabii İş Bankası’nın karşı çıktığı devletçilik anlayışının farklı bir biçimde yorumlanması<br />

için istenen zemin sağlanabilecektir. Ancak bu zeminin sağlanabilmesi için mücadele edilmesi gereken<br />

bir anlayış daha vardır <strong>ve</strong> bu anlayışın tasfiye edilmesinde Mahmut Beye <strong>ve</strong> Milliyet’e önemli görevler<br />

düşmektedir.<br />

2.1.2 Kadro Dergisinin Devletçilik Anlayışı <strong>ve</strong> Siirt Mebusu Mahmut Bey<br />

Kadro 1932 yılının Ocak ayında yayınlanmaya başlamıştır. Ancak yayın hayatına başlamasından kısa bir<br />

süre sonra, tepkileri üzerine çekmekte gecikmemiştir. Dergiye karşı olanların özellikle altını çizdikleri<br />

nokta, savunduğu düşüncelerin Marksizm’den alındığıdır. Dergiye karşı çıkanlardan biri de Mahmut<br />

Beydir. İş Bankasının <strong>ve</strong> dolayısıyla Mahmut Bey’in, devletçiliği, özel sermaye koruyuculuğu biçiminde<br />

algılayıp tasarladığı hatırlandığında, Kadro’nun savunduklarının bu karşı çıkış için gerekli argümanları<br />

barındırdığı görülecektir.<br />

Kadro’ya göre, devletin iktisat politikası ancak bir plan çerçe<strong>ve</strong>si dahilinde uygulanabilir. Bu plan, milli<br />

iktisadın kendi kendine bireyci esaslar dahilinde gelişiminin aksi bir sistemi ifade etmektedir. Bununla<br />

birlikte söz konusu plan, hiçbir zaman özel mülkiyetin tasfiyesine dayalı sosyalist bir plan değildir;<br />

yalnızca büyük sanayi, bankalar, dış ticaret <strong>ve</strong> ulaştırma işleri gibi milli iktisadın kumanda merkezlerini<br />

devletin eline bırakan <strong>ve</strong> böylelikle milli iktisadı gerçekleştirecek bir programdır (3). Dolayısıyla, İsmail<br />

Hüsrev Tökin’in satırlarında özetlenmiş olan Kadro’nun devletçilik anlayışı kuşkusuz yerli özel<br />

sermayeyi <strong>ve</strong> Mahmut Beyi rahatsız edecektir. Bir kere, Kadro’nun yalnızca bankalar konusunda<br />

düşündükleri bile Mahmut Bey’in hoşnutsuzluk duyması için yeterli bir nedendir. Banka sistemi üzerinde<br />

yaygın kontroller getirilmesine Mahmut Bey, daha 1930 yılında Hakimiyet-i Milliye’de (4) karşı<br />

çıkmıştır. Ancak Mahmut Bey’in <strong>ve</strong> İş bankası grubunun dergiye karşı çıkması için birçok neden<br />

bulunmaktadır. Kadro, sermaye birikiminin gerçekleştirilmesi için devlet kontrolünde bankalar kurulması<br />

gerektiğini savunmaktaydı. Aynı zamanda tıpkı Mustafa Şeref Bey’in politikalarını andırır bir biçimde, İş<br />

Bankası grubunun devlet ile ortaklık kurarak sanayi planı içinde önemli bir yer edinmesine karşıdır<br />

(Türkeş 1999:180). Çünkü Kadro’nun istediği sanayileşmenin devlet tarafından üstlenilmesi <strong>ve</strong> özel<br />

kesimin ekonominin karar alma merkezlerinin dışında bırakılmasıdır (Türkeş 1999:116). Bu durumda,<br />

Kadro açısından, İş Bankasının kömür <strong>ve</strong> bakır madenlerinin işletilmesi, şeker <strong>ve</strong> cam sanayiinin<br />

kurulması ile işletilmesinde ayrıcalıklar sağlamasının eleştirilmesi gereği doğmaktadır.<br />

Kadro’nun örtük biçimde de olsa banka ile ilgili <strong>ve</strong> bankanın çıkarına ters düşen görüşleri, ister istemez<br />

Mahmut Bey’in ilgisini çekecektir. Bununla birlikte, sahibi <strong>ve</strong> başyazarı olduğu Milliyet’te bile uzun süre<br />

Kadro aleyhinde yazı yazmamıştır. Bu durumun belki de, 1932 yılında Banka çevresinin Mustafa Şeref<br />

Bey ile ilgilenmesinden kaynaklandığı düşünülebilir. Mustafa Şeref Bey’in tasfiyesi işlemi tamamlanıp,<br />

Banka Umum Müdürü Celal Bey İktisat Vekili yapıldığına göre, artık Mahmut Bey açısından Kadro ile<br />

ilgilenmenin zamanının gelmiş olduğu düşünülebilir.<br />

Mahmut Bey’in Milliyet sütunlarında Kadro ile ilk sürtüşmesi, İsmet Paşa’nın Yakup Kadri Bey’in<br />

isteğiyle, kaleme aldığı Fırkamızın Devletçilik Vasfı yazısının (5) dergide yayınlanması sonucunda<br />

olmuştur. İsmet Paşa’nın burada dile getirdiği görüşler, ne Kadro’nunki gibi etkin bir devletçilik ne de<br />

Siirt Mebusu <strong>ve</strong> İş Bankası çevresinin anladığı gibi özel sermaye koruyuculuğu devletçiliğine yakındır.<br />

Bununla birlikte, Kadro’nun devletçiliğine daha yakındır (Alemdar 1996b:42). Yazıda, özel sermayeyi<br />

rahatsız edecek kimi görüşler bulunmakla birlikte, yine onlar tarafından kullanılabilecek ifadeler de<br />

vardır: “...Biz, iktisatta devletçilik’i, inkişaf için <strong>ve</strong> yeni düzeni kurmak için de feyizli <strong>ve</strong> müspet bir yol


sayıyoruz. Demek istiyorum ki, yalnız müdafaa gibi muhafazakar bir noktainazardan değil, ilerlemek <strong>ve</strong><br />

inkişaf etmek gibi genişleyici politika için de müspet <strong>ve</strong> en müessir vasıta sayıyoruz.”. Devletçilik, bu<br />

ifadede olduğu gibi bir taraftan gelişme için temel sayılmakta, diğer taraftan özel kesimin yapabileceği<br />

işleri devletin üstlenmesini gereksiz bulmaktadır: “...Bir defa, efradın yapabileceği bir şeyi Devletin,<br />

bahusus bizim devletimizin yapmaması, şayanı arzudan da fazla bir şey, lâzım bir şeydir.”<br />

Mahmut Bey, hiçbir zaman açıkça İsmet Paşa’nın yaklaşımını eleştirmemiştir. Ancak, Paşa’nın<br />

yazdıklarını yorumlayışı, rahatsız olduklarını ortaya koyması açısından ilginç özellikler taşımaktadır.<br />

Cumhuriyet’in yaptığı gibi (6), Baş<strong>ve</strong>kilin yazısının tamamını yayınlamamış, bunun yerine kendi<br />

devletçilik anlayışını güçlendirecek alıntılarla <strong>ve</strong>rme yolunu seçmiştir. Mahmut Bey Milliyet’te, İsmet<br />

Paşa’nın açıklamalarıyla “Fırka programındaki devletçilik vasfını komünist <strong>ve</strong> Marksist bir fırkanın”<br />

programında egemen olan devletçilik anlayışı ile aynı nitelikte olduğunu göstermeye çalışan “gayrimes’ul<br />

unsurların” savlarının önüne geçtiğini yazmaktadır (7). Aynı yazıda açıkça Kadro’yu hedef alarak,<br />

“Orijinal <strong>ve</strong> milli olduğu iddiasıyla ileriye sürülen bazı tezlerin –belki de farkına varılmadan-, Komünist<br />

Fırkasının kongre mukerreratı (kararları), bu fırka müzakerelerinin zabıtları, Marksizm prensipleri <strong>ve</strong><br />

tatbik esasları meyanında yer bulması hususi bir dikkate değer” diyerek, kamuoyunu özel teşebbüsü<br />

“sistematik bir şekilde imha <strong>ve</strong> inkıraza sürükleyen, vatandaş faaliyetlerine meydan bırakmayan, bütün<br />

istihsal vasıtalarını <strong>ve</strong> mevzularını münhasıran kendi eline geçirmeye azmetmiş mutlak bir devletçilik”<br />

yanlısı olarak gördüğü dergiye karşı uyarmaktadır.<br />

Kadro ise, bu saldırıyı yanıtsız bırakmayacaktır. “Hakikaten uzun emeklerle hazırlanan <strong>ve</strong> usta bir<br />

gazetecilik tekniğinin bütün ince hesapları ile” işlendiğini belirttiği yazıya, aynı tarzda bir karşılık<br />

<strong>ve</strong>rmenin mümkün olduğunu; ancak konunun bu şekilde davranmanın önüne geçen bir niteliği<br />

bulunduğunun özenle altı çizilmiştir. Çünkü Kadro’ya göre Baş<strong>ve</strong>kilin yazısı uyulması gereken “bir<br />

DİREKTİF” (8)ti <strong>ve</strong> Mahmut Bey bu direktifi “itiraz <strong>ve</strong> tefsir”e uğratmıştı. Bununla birlikte dergi, İsmet<br />

Paşa’nın yazısı üzerine “endişe <strong>ve</strong> mütalaaların....bizzat fırka dahilinde” ya da Hakimiyeti Milliye<br />

sütunlarında dile getirilebileceği, ancak “bilhassa ticari teşekküller mahiyetinde çalışan gazete<br />

sayfaları”nda yapılamayacağını belirtilmiştir. Aynı zamanda dergi, Mahmut Beyi, sözünü ettiği komünist<br />

“<strong>ve</strong>sikaları” hemen çevirip tanıtmaya çağırmıştır (9). Mahmut Bey “Vicdani Bir Vazife” başlığını taşıyan<br />

yazısında, dergiye yanıt <strong>ve</strong>rmiştir. “Vicdani <strong>ve</strong> milli bir vazife” ile, okuyucularına, “Kadro <strong>ve</strong> inkılaptaki<br />

esaslar”ın komünizmden alındığını bildirmiştir. Mahmut Beye göre, İsmet Paşa’nın söz konusu yazıyı<br />

Hakimiyeti Milliye’ye değil de Kadro’ya <strong>ve</strong>rmesinin özel bir anlamı bulunmaktadır. Bu anlam, İsmet<br />

Paşa’nın “...bu mecmuanın sütunlarında öteden beri fırkamızın devletçilik vasfının pek aykırı, fırkamızın<br />

esas programında mevcut olmayan hükümlere istinaden anlatıldığını görmüş olmasındandır”. Mahmut<br />

Bey, son olarak Kadro’nun kendisinden istediğini yerine getireceğini “..yani Kadro <strong>ve</strong> İnkılaptaki<br />

esasların komünizmin esaslarından nasıl kopya edildiğini göstermekle iktifa edeceğini” belirterek yazısını<br />

bitirmiştir (10). Bundan sonra Kadro’ya dair hiçbir yazı yayınlanmadığı gibi, Mahmut Bey 4 Mayıs 1934<br />

tarihine kadar herhangi bir yazı da yazmamıştır.<br />

2.1.3 Siirt Mebusu Mahmut Bey’in Devletçilik Anlayışı<br />

Mahmut Beye göre, o günün “hayat <strong>ve</strong> iktisadi şeraiti içinde devletçilik en tabii bir müdafaa vasıtasıdır.<br />

Milli varlıklar ancak bu vasıta ile müdafaa edilir.” Ancak devletçilik, özel teşebbüse engel olmak,<br />

memleketin bütün “istihsal mevzularını ele almak, mevcut hususi müesseselere el atmak” değildir.<br />

Çünkü, “bu memlekette hususi teşebbüslere, hususi sermayelere yer kalmamalı, her şey <strong>ve</strong> her teşebbüs<br />

devletin olmalıdır yolunda bir propaganda, hususi teşebbüsleri öldürebilir, yerli <strong>ve</strong> yabancı sermayeleri<br />

ürkütebilir, politika cereyanlarının <strong>ve</strong> umumi buhranın Türkiye’ye arz ettiği geniş vasıta <strong>ve</strong> imkanlardan<br />

istifade fırsatını kaçırtır. Şüphe yok ki devletçiliği böyle anlamak <strong>ve</strong> anlatmakta, memleket hesabına,<br />

yalnız zarar vardır” (11). Bununla birlikte devletçilik, merkezi kontrolü dışlamamaktadır. Çünkü bu<br />

dönemde özel kesime göre merkezi kontrol, yerli sermaye birikiminin gü<strong>ve</strong>nceye alınmasını<br />

sağlayabilecek en etkili yöntemdir. Mahmut Bey’in deyişiyle “Hele iktisadiyatımızı gelişi güzel bir<br />

cereyana bırakmak, bugünkü zaruretlerin icaplarına hiç uymaz. Onu pek sıkı bir kontrole tabi tutmak<br />

lâzımdır. Bu kontrolü ancak <strong>ve</strong> yalnız devlet yapabilir.” (<strong>12</strong>) Dolayısıyla, devletçilik buhran döneminde<br />

özel sermayenin korunması için uygulanan geçici bir çözümdür. Bu çözüm, ne Mustafa Şeref Bey’in ne<br />

de Kadro’nun düşündüğü gibi bankaların milli sermaye birikiminin sağlanması için yalnızca mevduatların<br />

toplanması <strong>ve</strong> kredi dağıtma işi ile ilgilenmesi anlamına gelmemektedir. 1932 yılının Eylül ayında<br />

Mustafa Şeref Bey’in istifası ile boşalan İktisat Vekilliğine, İş Bankası Umum Müdürü Celal Bey’in<br />

atanması ile çizilen devletçilik anlayışı da, bu doğrultudadır. Celal Bey, 1927 Teşviki Sanayi Kanunu ile


özel sermayeye <strong>ve</strong>rilen ayrıcalıkları geri <strong>ve</strong>ren bir model getirmemekle birlikte, Haziran 1933’te kurulan<br />

Sümerbank ile Devlet Sanayi Ofisi’nin yetkisi dahilinde bulunan işlerin bu kuruma devredilmesini <strong>ve</strong><br />

böylece devlet ile özel kesimin yeniden rahatça ortaklık kurmasını sağlamıştır.<br />

Mahmut Bey, yeni iktisat <strong>ve</strong>kilinden memnundur. Haziran 1933’te Berlin’den yazdığı yazıda, hükümetin<br />

“mali <strong>ve</strong> iktisadi sahalarda aldığı tedbirleri mübalağalı” görenleri eleştirmekte <strong>ve</strong> “hükümetimizin basit <strong>ve</strong><br />

tabii telakki olunan muvazene politikaları sayesinde” alınan sonuçlara Avrupa’da “gıpta ile bakıldığını”<br />

anlatmaktadır (13). Bir yandan da İş Bankasının bir üyesi olarak bankanın çıkarlarını savunan yazılar<br />

yazmaya devam etmektedir. Bu yazılarında vurguladığı, Bankanın devletçilik anlayışına uygun olarak <strong>ve</strong><br />

kamu çıkarı için hareket ettiğidir (14) . Bununla birlikte İş Bankasının her zaman kamu çıkarı için değil<br />

kişisel çıkarlar için de çalıştığı yönünde görüşler bulunmaktadır. Hatta dilimizdeki “aferizm” <strong>ve</strong> “aferist”<br />

sözcüğü doğrudan Banka ile ilişkilidir. İş Bankası, Fransız “les banques d’affaires” model alınarak<br />

yapılandırılmıştır. Buradaki “aferizm” sözcüğü asıl kaynağını “iş” ya da “iş ilişkisi” anlamına da gelen<br />

Fransızca “affaire” sözcüğünden almakla birlikte, sözcük aynı zamanda “çıkarcılık” anlamını da taşıyor<br />

<strong>ve</strong> bankayı temsil eden politikacılara “aferistler” deniliyordu (Aydemir 1999:452-55, Atay 1984:455-57).<br />

(15)<br />

Mahmut Bey’in de, bankadaki konumu nedeniyle gerçekleştirme olanağı bulduğu, bizim bildiğimiz en<br />

azından bir tane yatırımı bulunmaktadır. Ancak bu yatırımından söz eden herhangi bir yazısına ise<br />

rastlanmamaktadır. Atay, Çankaya’da “birkaç defa bankayı pek ağır ziyanlardan kurtarmak için, onu<br />

çıkmaz işlere sokmuş olanları kazandırarak kurtarmak lâzım”(1984:456) geldiğinden söz etmektedir.<br />

Burada Mahmut Bey’in rüş<strong>ve</strong>t aldığını da imâ etmektedir (16) . Bildiğimize göre Mahmut Bey, İş<br />

Bankası ile Atay’ın sözünü ettiği biçimde bir ilişkiye girmiştir (17).<br />

SONUÇ<br />

İş Bankası, 1920’lerin ortamında ulusal banka kurmak <strong>ve</strong> birikimleri çekebilmek için olumlu bir kamuoyu<br />

yaratmak gereğinin bilincindeydi. Bu nedenle basının desteğini kazanmak zorundaydı. Bankanın idare<br />

heyeti reisliğine o dönemde Hakimiyet-i Milliye’nin başyazarı Mahmut Bey’in (Soydan) getirilmesi bu<br />

çerçe<strong>ve</strong>de yorumlanabilir (Kocabaşoğlu <strong>ve</strong> ark 2001:149). Mahmut Bey, Bankanın kuruluşundan iki yıl<br />

sonra, 1926’da Milliyet’in başına geçmiştir. Bu tarihten sonra artık Milliyet, hem hükümet hem de<br />

kamuoyu karşısında İş Bankası ile yerli özel sermaye gruplarının görüşlerinin savunucusu <strong>ve</strong> dillendiricisi<br />

görevini üstlenmiştir. Mahmut Bey’in kaleminden dile getirilen görüşler, 1929 sonrası benimsenen yeni<br />

iktisat politikasını, yerli burjuvazinin kendi çıkarları doğrultusunda belirleme kaygısı taşımıştır.<br />

1929 Dünya Ekonomik Buhranının, gündeme getirdiği devletçilik, özünde özel kesimin karşı olduğu bir<br />

uygulama değildir. Çünkü buhran, yarattığı belirsizlik ortamı nedeniyle özel kesimi de olumsuz yönde<br />

etkilemiştir. Devletin kendisine destek olmasını, birikimini gü<strong>ve</strong>nceye alıp artırmasını istemektedir.<br />

Devletçilik tanımını, ‘geçici bir çözüm dönemi’ çerçe<strong>ve</strong>sinde ortaya koymaktadır. Dönemin önemli<br />

bankalarından <strong>ve</strong> aynı zamanda müteşebbislerinden biri olan İş Bankası’nın devletçilik anlayışı, bu<br />

noktalarda özel kesim ile örtüşmektedir. Yerli burjuvazinin istediği, yatırımlarını destekleyecek “merkezi<br />

bir kontrol sistemi”nin egemen kılınmasıdır. Ancak bu merkezi kontrol sisteminin başında bulunan devlet<br />

aynı zamanda birikimlerini artırması için de yardımcı olmalıdır. Bu istekleri dile getiren Milliyet,<br />

devletçilik politikasının bir tür entelektüel üretim merkezi işlevi gören Kadro ile de çatışmanın <strong>ve</strong> iktisat<br />

politikasının belirlenmesinin bir aracı olarak bu çevrelerce kullanılmıştır.<br />

DİPNOTLAR<br />

(1) 1883 yılında Siirt’te doğan Mahmut Bey, Harbiye’yi bitirdikten sonra ilk görevine Rumeli 3.Ordu<br />

Komutanlığı’nda başlamıştır. Abdülhamit’in tahtan indirilişinden sonra Selanik’teki Alatini köşkünde<br />

muhafız subaylığı görevine getirilmiştir. Abdülhamit’in İstanbul Beylerbeyi’ne getirilişinde sonra burada<br />

muhafız subaylığına devam etmiş, daha sonra Şehzade Abit’e edebiyat öğretmenliği yapmıştır (İş<br />

Dergisi, Sayı:277, Kasım 1989). Milli Mücadele’nin başlamasıyla birlikte, Anadolu’ya geçerek Mustafa<br />

Kemal Paşa’nın emir subaylığını yapmıştır (Türk Parlamento Tarihi, 1995). Cumhuriyetin ilân<br />

edilmesinden sonra ise birçok eski asker gibi, yeni devletin çeşitli kurumlarında görevler alacaktır. II.,<br />

III., IV. <strong>ve</strong> V. dönemlerde Siirt mebusu seçilmiştir. 1924 yılının Kasım ayında yenilenen C.H.F. Grup<br />

Yönetim Kurulu seçimlerinde, fırkanın heyet-i idare azâlarından biri olmuştur (Tunçay 1992:247).<br />

Bununla birlikte, C.H.F’nın organı olan Hakimiyet-i Milliye gazetesinde devrimle birlikte gelen


yeniliklerin açıklayıcısı <strong>ve</strong> savunucusu konumundadır. Aynı zamanda, yeni devletin Milli İktisat <strong>ve</strong><br />

Tasarruf Cemiyeti, Türk Eğitim Derneği, Anadolu Ajansı gibi birçok kurumunun kurucusu arasında yer<br />

almış <strong>ve</strong> yönetim kurulu üyeliği yapmıştır. Türkiye İş Bankasının ilk idare heyeti reisidir. Diğer bir<br />

deyişle, Banka Umum Müdürü Mahmut Celal (Bayar) Bey’den sonra ikinci adam konumundadır. İş<br />

Bankası için kamuoyunda bankayı tanıtıp savunması açısından da önemli bir yere sahiptir. Öldüğü 1936<br />

yılına dek, özellikle sahibi bulunduğu Milliyet’te Banka’nın sözcülüğünü üstlenmiş; Banka ile yerli özel<br />

sermaye çevrelerinin devletçiliğin farklı bir çizgiye çekilmesi çabaları sırasında bu sözcülük görevi daha<br />

da net bir görünüm kazanmıştır.<br />

(2) O dönemde, kağıt fabrikası kurulması hükümete yakın çevrelerin gündemindedir. Gümrük <strong>ve</strong><br />

İnhisarlar Vekaleti, bu konuda bir girişimde bulunmuş, ancak netice alamamıştır. 2 Mayıs 1932 tarihli<br />

Vakit’te yer alan bir haber, milli bir bankanın yabancı bir grupla, yarı yarıya ortak bir kağıt fabrikası<br />

kuracağını bildirmektedir. Bu, İş Bankasıdır. Bankanın Umum Müdürü Mahmut Celal Bey, kağıt üretimi<br />

konusuyla yakından ilgilenen Ali Kağıtçıbaşı’ya bir proje hazırlatmış <strong>ve</strong> bu projeyle Temmuz ayında<br />

kabul edilen Devlet Sanayi Ofisi Kanunu gereğince müteşebbisler yatırım kararlarını kendileri uygulama<br />

olanağına sahip bulunmadıklarından İktisat Vekaletine başvurmuştur (Kocabaşoğlu <strong>ve</strong> ark. 1996). Ancak<br />

<strong>ve</strong>kaletin, bunun bir devlet teşebbüsü biçiminde örgütlenmesi yönündeki eğilimi banka çevresince<br />

öğrenilecek, Banka Umum Müdürü Mahmut Celal Bey <strong>ve</strong> İdare Heyeti Reisi Mahmut (Soydan) Bey<br />

tarafından Yalova’da Mustafa Kemal Paşaya bildirilecektir (Bozdağ 1972:54). Bu olayın tanıklarından<br />

Karaosmanoğlu (1968:116-<strong>12</strong>0), gelişmeleri kitabında şöyle anlatmaktadır: “...Mesela İş Bankası Umum<br />

Müdürü Celal Beyle, İdare Meclisi Reisi Siirt Millet<strong>ve</strong>kili Mahmut Bey’in, birkaç günden beri, adeta<br />

bizlere görünmekten çekinir gibi Yalova’ya gelip gidişlerini bir iki saat Atatürk ile temas ettikten <strong>ve</strong> kısa<br />

bir süre Çınaraltı kah<strong>ve</strong>sinde ‘mutat zevat’ ile baş başa <strong>ve</strong>rip konuştuktan sonra, akşama kalmaksızın<br />

hemen İstanbul’a dönüşlerini görerek o meselenin İş Bankasıyla İsmet Paşa ya da hükümet arasında bir<br />

anlaşmazlıktan çıkmış olabileceğini tahmin ediyordum”<br />

Bu günlerde, Mustafa Şeref Bey’in sağlık nedeniyle çıkacağı bir Avrupa yolculuğu öncesinde,<br />

“muhtemelen İş Bankası yöneticilerinin etkilerini azaltma amacıyla” Yalova’ya yaptığı <strong>ve</strong>da ziyareti, yine<br />

Karaosmanoğlu’ndan öğrendiğimize göre İktisat Vekilinin beklemediği bir hâl alacaktır:“...E<strong>ve</strong>t, Atatürk<br />

her vakit ki gibi hoş fıkralar <strong>ve</strong> hatıralar anlatıyor; sofrasında ilk defa gördüğü Konya Millet<strong>ve</strong>kili Hamdi<br />

ile sanki kırk yıllık ahbapmışçasına şakalaşıyordu. Fakat yemeğin sonlarına doğru, ne oldu <strong>ve</strong> hangi<br />

<strong>ve</strong>sileyle bilmiyorum, sözlerinin mecrasını şöyle değiştirmişti <strong>ve</strong> hassaten Mustafa Şeref’e hitap ederek: -<br />

“Biz” demişti, ‘yanımızda vazife gören kimselerin mahiyetlerini tayinde çok defa hataya<br />

düşeriz......’Mesela, sizin maiyetinizde de bir Sanayi Umum Müdürü mü ne varmış, onu nasıl bilirsiniz?’<br />

diye sordu.”<br />

Mustafa Şeref Bey soruyu, “Dürüst, çalışkan <strong>ve</strong> kıymetli bir mesai arkadaşı bilirim” diye yanıtlamış <strong>ve</strong><br />

bunun üzere Mustafa Kemal Paşa’nın büyük tepkisiyle karşılaşmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Bankaya<br />

istenilen yatırım izninin <strong>ve</strong>rilmeyişini, Sanayi Umum Müdürünün ‘kötü niyetle hareket etmesi ya da bazı<br />

menfi tesirler altında kalmasına” bağlamıştır. Bu olay üzerine Mustafa Şeref Bey, telgrafla istifasını<br />

bildirerek Avrupa’ya gitmiştir.<br />

(3) İsmail Hüsrev Tökin, “Milli Kurtuluş Devletçiliği”, Kadro, Sayı:19, Temmuz 1933, s.30-31<br />

(4) Mahmut Bey, 1930 yılında merkez bankasının kurulması ile ilgili tasarıyı incelemek üzere kurulan<br />

komisyonda görevlidir. Önceleri Merkez Bankasının İş Bankası tarafından kurulması yönünde bir eğilim<br />

vardır. Ancak bundan vazgeçilince, o güne kadar devamlı bankanın kuruluşunu destekleyen Mahmut Bey,<br />

artık, banka fikri çerçe<strong>ve</strong>sinde yaratılan “çok yıldızlı hayaller”e dikkat çekmeye başlayacaktır. Bkz, 2<br />

ocak 1930 Hakimiyeti Milliye<br />

(5) Kadro, Teşriniev<strong>ve</strong>l 1933, sayı 22, s.4-6<br />

(6) Cumhuriyet, 31 Teşriniev<strong>ve</strong>l 1933<br />

(7) Milliyet, 5 Teşrinisani 1933<br />

(8) Vurgu Kadro’ya ait<br />

(9) Kadro, “Siirt Mebusu Mahmut Beyefendiye Açık Mektup”, Sayı:23, İkinci teşrin 1933, s.41-44<br />

(10) Milliyet, 30 Kanunuev<strong>ve</strong>l 1933<br />

(11) “Nasıl Devletçiyiz?”, Milliyet, 9 Teşrinisani 1933<br />

(<strong>12</strong>) “Ne yapacağız?”, Milliyet, 22 Kanunuev<strong>ve</strong>l 1933<br />

(13) “Almanya’da Yahudiler <strong>ve</strong> Yeni Mali Tedbirler”, Milliyet, 18 Haziran 1933; aynı gazetede 27<br />

temmuz 1933 tarihinde yayınlanan “Türkiye Hariçten Nasıl Görünüyor?” başlıklı yazısı da aynı konu<br />

üzerinedir.<br />

(14) 13 Kanunuev<strong>ve</strong>l 1933’te Milliyet’te, “Tasarruf Borcu” başlığı ile yayınlanan yazısında şu ifadeler<br />

bulunmaktadır: “Milli tasarruf mevzuunda, Ergani Bakır yolu istikrazına iştirak etmenin en güzel, en


faydalı bir iş olduğunu hatırlatmamak eksik bir şey olurdu. Bu ikramiyeli, <strong>ve</strong>rimli, kuv<strong>ve</strong>tli <strong>ve</strong> teminatlı<br />

istikraza iştirak etmek hem şahsi hem de milli menfaat icabıdır”<br />

(15) Atay, Çankaya’da İş Bankasının “bir nevi politikacılar bankası olarak” kurulmasının, bir aferizm<br />

salgını başlattığını belirtmektedir(1984:455-457).<br />

(16) “Hiç unutmam, Hakimiyeti Milliye gazetesindeki odamda oturuyordum. Başyazarlardan <strong>ve</strong> banka<br />

idare meclisi reisi Siirt Millet<strong>ve</strong>kili Mahmut, yanımdaki odada çalışırdı. Arada kapı yoktu. Beraber<br />

konuşurken, İstanbullu sigorta müdürünün geldiğini haber <strong>ve</strong>rdiler. Pek neşeli müdür, Mahmut’un<br />

masasının üstüne üç zarf bıraktı: ‘Bu zati alinizin .. Bu *** beyefendinin, bu da *** beyefendinin.. dedi.<br />

bu zarflar hisse senedi dolu idi. Bahsettiğim sigorta müdürü, elde ettiği başarıdan sonra, ser<strong>ve</strong>t <strong>ve</strong><br />

samanını toplayarak Fransa’ya gitti.”<br />

(17) Bu konuda bkz (Kocabaşoğlu <strong>ve</strong> ark 2001:233). Burada anlatıldığına göre Milliyet kapanmadan üç<br />

yıl önce Mahmut Bey, gazete <strong>ve</strong> matbaa ile ilişkisini kesmiş <strong>ve</strong> bu gazete dolayısıyla Bankaya borçlu<br />

olduğu 150.000 TL’yi ödemek için Gazetecilik <strong>ve</strong> Matbaacılık Türk Anonim Şirketi’ni kurmuştur.<br />

Aralarında Muammer Eriş <strong>ve</strong> Şevket Mehmet Ali Bilgiç’in de yer aldığı, beş kurucu üyeden oluşan<br />

şirketin sermayesi 350.000 TL’dir. Gerçekte ise şirket hisselerinin tümü Mahmut Beye aittir. İş Bankası<br />

Mahmut Beye, 150.000 TL’lik borcu dışında başka bir hesapta 350.000 TL’lik kredi açmıştır. Dolayısıyla<br />

kurulan şirketin asıl amacı da, Mahmut Bey’in Bankaya olan borcunun ödenmesinin sağlanmasıdır<br />

Milliyet matbaası yeni şirkete, 325.000 TL’ye satılmıştır. Daha sonra yeni şirketin elinde bulunan 3500<br />

hisseden 1750’si Yüniş, Anadolu Sigorta, İpekiş gibi Bankanın iştiraki bulunan 10 kuruluşa satılmıştır.<br />

Bu satıştan 500.000 TL sağlanmıştır. Geriye kalan 1750 hisse senedinin 350 tanesi 35.000 TL<br />

karşılığında Ahmet Şükrü Esmer’e devredilmiştir. Geride 1400 hisse kalmıştır. 1935 yılına gelindiğinde<br />

Gazetecilik <strong>ve</strong> Matbaacılık Türk Anonim Şirketi’nin tasfiyesi gündeme gelmiştir. Ancak bu işlemden<br />

önce Bankanın Mahmut Bey’den alacağını sağlamak amacıyla bir derece iptali yapılır. Eski Milliyet yeni<br />

Tan matbaası, 27 Ekim 1936 tarihinde 165.000 TL karşılığında, Ahmet Emin <strong>ve</strong> Rıfat Yalman kardeşlerin<br />

sahip olduğu Gazetecilik <strong>ve</strong> Neşriyat Limited Şirketi’ne satılmıştır. Dolayısıyla Mahmut Bey’in, Milliyet<br />

<strong>ve</strong> onun yerine kurulan Tan gazetesi ile ilişkisi 1936 yılına kadar sürmüştür. Şirketin tasfiyesi işlemleri<br />

ise ancak 1944 yılında, Mahmut Bey’in ölümünden sonra gerçekleştirilmiştir.<br />

KAYNAKLAR<br />

Alemdar K (1996) Anadolu Ajansı (1920-1980) Devlet <strong>Propaganda</strong> Örgütünün Gelişimi, İletişim <strong>ve</strong> Tarih<br />

içinde, İmge Yayınevi, Ankara, ss. 58-<strong>12</strong>8.<br />

Alemdar K (1996b) Kadro Dergisi, İletişim <strong>ve</strong> Tarih içinde, İmge Yayınevi, Ankara, ss. 32-54.<br />

Atay FR (1984) Çankaya, Bateş Yayınları, İstanbul.<br />

Avcıoğlu D (1969) Türkiye’nin Düzeni, Bilgi Yayınevi, Ankara.<br />

Aydemir ŞS (1999) İkinci Adam, Remzi Kitapevi.<br />

Boratav K (1995) Türkiye İktisat Tarihi: 1908-1985, Gerçek Yayınevi, İstanbul.<br />

Bozdağ İ (1972) Bir Çağın Perde Arkası: Atatürk-İnönü İnönü-Bayar Çekişmeleri, Kervan Yayınları,<br />

İstanbul.<br />

Hakimiyet-i Milliye<br />

İş Dergisi<br />

Kadro Dergisi<br />

Karaosmanoğlu YK (1968) Politikada 45 Yıl, Bilgi Yayınevi, Ankara.<br />

Kocabaşoğlu U (1980) Şirket Telsizinden Devlet Radyosuna (TRT Öncesi Dönemde Radyonun Tarihsel<br />

Gelişimi <strong>ve</strong> Türk Siyasal Hayatı İçindeki Yeri), Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi SBF Yayını, Ankara.<br />

Kocabaşoğlu U <strong>ve</strong> ark (1996) Seka Tarihi, Seka Genel Müdürlüğü Yayını.<br />

Kocabaşoğlu U <strong>ve</strong> ark (2001) Türkiye İş Bankası Tarihi, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.<br />

Kuruç B (1987) Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Bilgi Yayınevi, Ankara.<br />

Milliyet<br />

Tekeli İ <strong>ve</strong> Selim İ (1982) Uygulamaya Geçerken Türkiye’de Devletçiliğin Oluşumu, O.D.T.Ü, Ankara.<br />

Tunçay M (1992) Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), Cem<br />

Yayınevi, İstanbul.<br />

Türk Parlamento Tarihi:1923-1927, III. Cilt, Ankara.<br />

Türkeş M (1999) Kadro Hareketi, İmge Yayınevi, Ankara.


YAZILI BASINDA KADIN İMAJI *<br />

Banu Terkan* *<br />

ÖZET<br />

Toplumda kadın <strong>ve</strong> erkek rollerinin belirlenerek, belli davranış şekillerinin oluşması, toplumsallaşma süreci<br />

içinde gerçekleşmektedir. <strong>Toplumsal</strong>laşmanın içinde barındırdığı değerler, kadın <strong>ve</strong> erkek açısından farklı<br />

özellikler göstermektedir. <strong>Toplumsal</strong>laşmaya bağlı olarak gelişen kalıp yargılar, kadının toplumda geleneksel<br />

bir takım roller içinde yer almasına neden olmaktadır. Bu çalışma toplumsallaşma sürecinde aracı<br />

kurumlardan biri olan basının bu süreçte nasıl bir rol oynadığını, Türk basınının, kadını geleneksel kadın<br />

imajı çerçe<strong>ve</strong>sinde ele alıp almadığını <strong>ve</strong> kamusal yaşamda kadının varlığını gözardı edip etmediğini ortaya<br />

koymak amacıyla yapılmıştır. Çalışmada, basının; toplumsallaşma sürecinde toplum tarafından belirlenen <strong>ve</strong><br />

kadına uygun görülen rolleri pekiştirdiği <strong>ve</strong> kadını daha çok cinsel kimliği ile ön plana çıkardığı<br />

belirlenmiştir.<br />

Anahtar sözcükler: Kadın, toplumsallaşma, yazılı basın.<br />

THE WOMEN'S IMAGE IN THE PRINTED PRESS<br />

ABSTRACT<br />

The designation of roles for men and women in society and the shaping of certain behaviours are conducted<br />

through the socialization process. The values implied by the socialization process are showing distinct<br />

attributes for each man and woman. Social patterns directing women to take on some traditional roles in<br />

society. The object of this study is to inquire the role of the Turkish press in relation with this as an important<br />

agent in the socialization process, whether the press co<strong>ve</strong>rs the woman in the context of her traditional roles<br />

and if the press neglects the woman in public life. As a result, it is found out that the press as a socialization<br />

agent more consolidates the roles designated by the society and that it places the woman more in her sexual<br />

identity to the foreground.<br />

Key Words: Woman, socialization, printed press.<br />

GİRİŞ<br />

Kitle iletişim araçları günümüzde sahip oldukları güç <strong>ve</strong> etki doğrultusunda yaşantımızın ayrılmaz bir parçası<br />

haline gelmiştir. İçinde yaşadığımız toplum hakkında bilgi edinmek, bir takım değerleri paylaşabilmek için bu<br />

araçlara ne derece ihtiyaç duyduğumuz ortadadır. Toplumda ortak değer yargılarının, düşünce <strong>ve</strong> davranış<br />

biçimlerinin öğrenilmesinde, yani toplumsallaşma sürecinde kitle iletişim araçları önemli roller<br />

üstlenmektedir. Ancak bu araçlar aynı zamanda kar amacı taşımaktadır <strong>ve</strong> tüketim adına pek çok konu piyasa<br />

koşullarında yeniden anlamlandırılmaktadır. Tüketimin bu derece hissedildiği bir ortamda piyasa şartlarında<br />

rekabet <strong>ve</strong> tiraj adına herşeyin istenildiği gibi kullanılabileceği şeklindeki bir inanış ise adeta kanıksanmış<br />

görünmektedir. Bu süreçte cinsellik ögesi de en fazla istismar edilen konulardan biri olarak karşımıza<br />

çıkmaktadır.<br />

Günümüzde, cinsellik ögesi gerek kitle iletişim araçlarında gerek reklamlarda sürekli olarak ön planda<br />

tutulmakta (Kuruoğlu 1991:105-106) kadının kamusal yaşamdaki varlığı gözardı edilmektedir. Bu durum<br />

toplumsallaşma sürecinde zaten yabancılaşarak toplumsallaşan kadının kitle iletişim araçları yoluyla bir kez<br />

daha yabancılaşmasına neden olmaktadır (Aziz 1992:271).<br />

Bu süreçte kitle iletişim araçları <strong>ve</strong>rmiş oldukları mesajlarla bireylerin toplumsallaşmasını sağlamada bir araç<br />

durumuna gelirken aynı zamanda bu mesajları alan bireylerin de toplumsallaştırma aracı durumuna gelmesine<br />

olanak tanımaktadır (Yaktıl <strong>ve</strong> ark. 1990:223). Konuya bu açıdan yaklaşıldığında, toplum tarafından kadına<br />

yüklenen rollerin kitle iletişim araçlarından topluma <strong>ve</strong> toplumdan kitle iletişim araçlarına yansıması bu<br />

araçların toplumsallaşma sürecinde ne derece etkili olabileceklerini bize bir kez daha göstermektedir. Bireyin<br />

toplumsallaşmasında aracı kurumlardan biri olan kitle iletişim araçları, bu işlevleriyle kişilerin toplumdaki<br />

* Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nce kabul edilen yüksek lisans tez özeti<br />

* * Arş. Gör., Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi


ollerine ilişkin ipuçları da <strong>ve</strong>rmektedir (Özgür 1996:235).<br />

Bu çalışmada belirtilen noktalardan hareketle, Türk toplumunda, toplumsal değişme sürecine paralel olarak,<br />

kadının geleneksel rollerinde bir farklılaşma olup olmadığı, küçük yaşlardan itibaren başlayan toplumsallaşma<br />

kalıplarının kadının toplumdaki konumunu ne şekilde etkilediği <strong>ve</strong> toplumsallaşmanın aracı kurumlarından<br />

biri olan basının bu süreçte nasıl bir rol oynadığı ortaya konmaya çalışılmıştır. Basının kadına hangi kimlikle<br />

yaklaştığı, kadının bu araçlarda ne şekilde yer aldığı belirlenerek, basında yansıtılan kadın imajının toplumsal<br />

bağlamla ne derece uyum içinde olduğuna dair bir takım <strong>ve</strong>riler de elde edilmiştir.<br />

I. TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE KADIN<br />

A. Tarihte Kadın Olgusu<br />

Tarihsel süreç içerisinde, gerek dünyada gerek ülkemizde kadının toplum içindeki yeri, rol <strong>ve</strong> statüsü sürekli<br />

olarak irdelenmiş <strong>ve</strong> farklı dönemlerde farklı bakış açılarıyla kadın olgusuna yaklaşımlar olmuştur. Kadın<br />

olgusunun bir sorun olarak ele alınması <strong>ve</strong> bu konuda çeşitli politikaların üretilmeye çalışılması bir takım<br />

problemlerin varolduğunu göstermekle birlikte, temelde sorun doğumdan itibaren başlayan toplumsallaşma<br />

sürecine dek uzanmaktadır.<br />

Kadın <strong>ve</strong> erkeğe ayrılan roller genel olarak değerlendirildiğinde, her toplumda bu rollerin geleneksel bir<br />

takım norm <strong>ve</strong> değerlere dayandırıldığı görülmektedir. Kadın <strong>ve</strong> erkeğe uygun görülen davranışlar, sonuçta<br />

bir takım toplumsallaşma kalıplarının belirmesine neden olmuştur. Bu kalıpların altında yatan tavırların<br />

ataerkilliğin sonucu olduğu ileri sürülmektedir ( Tan 1979: 161).<br />

Kadın <strong>ve</strong> erkek eşitsizliği konusu, tarihsel gelişim içerisinde incelendiğinde, toplumlarda geçerli üretim <strong>ve</strong><br />

bölüşüm ilişkilerinin büyük önem taşıdığı görülmektedir. Toplayıcılık <strong>ve</strong> avcılık temeline dayanan ilkel<br />

toplumlarda eşitlikçi ilişkilerin varlığı göze çarpmaktadır. (Toyanç <strong>ve</strong> Toyanç 1972:19-22). Beauvoir<br />

(1993:85-86) erkek egemenliğinin toplumsal yaşam içinde toprağa yerleşmeyle başladığını <strong>ve</strong> kadının elinden<br />

her türlü mülkiyet <strong>ve</strong> miras hakkının alındığını belirtmektedir. Batı Hukuk sisteminin önemli merkezlerinden<br />

biri olan Roma uygarlığında da kadın, doğumundan ölümüne kadar <strong>ve</strong>sayet altına alınmıştır. (Bensadon<br />

1990:31)<br />

Ortaçağ'da kadınlar, yaşlarına, güzelliklerine göre loncalara <strong>ve</strong>rilmişler <strong>ve</strong> bu dönemde her ticaret lonca<br />

temeline dayandığı gibi, fuhuşta bu esasa dayandırılmıştır (Bebel 1977:51-52). 15. <strong>ve</strong> 16. yüzyıllarda, gerek<br />

kilise, gerekse burjuvazi, kadınları daha fazla baskı altına almaya başlamıştır. Fransa'da hukukçular, Roma<br />

hukukundan yaptıkları aktarmalarla, 16. yüzyılda evli kadını hukuken kısıtlı bir kişi durumuna<br />

düşürmüşlerdir. Kadınlar yeni ulus-devletin birey-yurttaş kavramına dahil edilmemişlerdir. 17. <strong>ve</strong> 18.<br />

yüzyıllarda burjuvazi pek çok mesleği kadınların ellerinden alarak, kadınları e<strong>ve</strong> kapatmaya çalışmıştır<br />

(Michel 1993:34-46). 1789 devriminden sonra, feminist akımlar ortaya çıkmakla beraber, feminizmin<br />

sözcülerinin bir takım yasal düzenlemeler için önerilerde bulunmaktan öte fazla bir şey yapamamaları<br />

istenilen sonuçların alınmasına engel olmuştur (Çitçi 1982:9).<br />

19. yüzyılın başında da kadınların fiilen hiçbir hakkı söz konusu değildir. Evlendikleri zaman mülk sahibi<br />

olamamakla birlikte, çocukları üzerinde de herhangi bir hakları bulunmamaktadır (Mitchell 1998:25-26). 19.<br />

yüzyılda dikkat çeken bir husus da kamunun ahlak dışı bir alan olarak görülmesidir. Kadınlar için kamu<br />

erdemlerini yitirme tehlikesine girdikleri bir yer olarak algılanmaktadır (Sennett 1996:40) <strong>ve</strong> kadının yeri evin<br />

içidir görüşü hakim bir düşünce olarak karşımıza çıkmaktadır (Giddens 1993:<strong>12</strong>3).<br />

19. yüzyılın ortalarından itibaren ise, kadınların gelişen kapitalist sanayinin ihtiyaçlarını giderebilmek için<br />

daha önce erkeklerin çalıştığı işlerde çalışmaya başladıkları görülmektedir (Çitçi 1982:22). İkinci Dünya<br />

Savaşı'ndan bu yana, tüm batı ülkelerinde kadının iş gücü içindeki rolü önemli miktarda artmıştır (Giddens<br />

1993: <strong>12</strong>5). Ancak Arat (1996:45) gelenekle kültür arasındaki sıkı bağın, ataerkil toplumların tümünde geçerli<br />

olan geleneksel ideolojinin, cinsiyetçi iş bölümü, kadını her şeyden önce ev işlerinden <strong>ve</strong> çocuk bakımından<br />

sorumlu tutma anlayışını tamamen ortadan kaldıramadığını belirtmektedir. Bu durum, kadınların büyük


çoğunluğunun, küçük yaşlardan itibaren benimsetilen toplumsal cinsiyet, düşünce <strong>ve</strong> davranış kalıplarına göre<br />

beceriler elde etmelerine neden olmaktadır.<br />

B. Türk Tarihinde Kadın<br />

Türk tarihinde kadının toplum içindeki yeri, çeşitli dönemlerde farklı özellikler göstermiştir. Eski Türkler'de,<br />

İslamiyet'te, Osmanlı'da <strong>ve</strong> Cumhuriyet döneminde kadın konusuna yaklaşımlarda belirgin farklılıklar göze<br />

çarpmaktadır.<br />

Tanzimat dönemiyle birlikte, kadının toplum içindeki konumunun tartışılmaya başlanması (Göle 1992:18;<br />

Tekeli 1982:198) konumuz açısından önem taşımaktadır. Doğramacı (1989:11) Cumhuriyet'in ilan<br />

edilmesinden sonra kadınların bütün haklarını kazanmalarının kökeninde Tanzimat Fermanı'nın getirdiği<br />

reformların büyük rolü olduğunu ifade etmektedir. Tanzimat dönemi, üst <strong>ve</strong> orta tabaka kadının toplumsal<br />

yaşama girişinde çok önemli bir dönem olmuş <strong>ve</strong> kız okullarının sayılarında artış sağlanarak, 19. yüzyılın<br />

sonunda eğitim derecesi liseye kadar yükselmiştir (Ortaylı 1984:86). Bu dönemde, Arazi Kanunu, esaretin <strong>ve</strong><br />

cariyeliğin kaldırılması, yabancılarla evlenme, giyim kuşam <strong>ve</strong> sokağa çıkma ile ilgili değişiklikleri kapsayan<br />

kadınlarla ilgili bir takım hukuksal düzenlemeler de yapılmıştır (Arıkan 1998:29).<br />

1870'lerden itibaren özellikle kadın dergilerinin sayılarında artış görülmüş <strong>ve</strong> kadınlar bu dergilerde yazarlık<br />

yapmışlardır. 1868-1900 yılları arasında kadınlara yönelik 13 adet magazin yayınlanmıştır (Kurnaz 1991: 39-<br />

44).<br />

Meşrutiyet'in ilan edilmesiyle birlikte, kadın hakları bir çok yazar <strong>ve</strong> kuruluş tarafından ele alınmış, kadınların<br />

aile <strong>ve</strong> toplum içindeki konumu tartışılmaya başlanmıştır (Arıkan 1998:30). Meşrutiyet'in getirdiği özgürlük<br />

havası, basında da kadınlarla ilgili tartışmaların daha rahat yapılmasına neden olmuştur. İslamcılık, Türkçülük<br />

<strong>ve</strong> Batıcılık akımları kadın meselesine farklı açılardan bakmışlardır (Kurnaz 1991:62) ancak tüm bu fikir<br />

akımları kadınların eğitimi konusunun önemi noktasında uzlaşmışlardır (Erol 1996:153).<br />

Dünyada 1910'lu yıllarda güç kazanan feminist hareket, Türkiye'de de II. Meşrutiyet yıllarında görülmeye<br />

başlanmıştır (Toprak 1992: 230-231). Çaha (1996:104) bu akımı kadınların toplumdaki spesifik sorunlarını<br />

politize ettiği için yerli feminizm olarak adlandırmaktadır. Bu dönemde ayrıca, kadınların örgütlenerek çeşitli<br />

dernekler kurdukları (Alkan 1990:92) <strong>ve</strong> kadınların yürüttükleri bir takım cemiyetçilik faaliyetlerinin olduğu<br />

görülmektedir (Erol 1996:153).<br />

Milli Mücadele döneminde ise, Türk kadınları, gerek basın yoluyla, gerekse kurmuş oldukları cemiyetlerle<br />

çok önemli roller üstlenmişlerdir (Kurnaz 1991:107).<br />

Cumhuriyet'in ilan edilmesiyle birlikte kadın hakları açısından pek çok gelişme yaşanmıştır. Kadınlar<br />

açısından en önemli gelişmelerden biri, Tevhid-i Tedrisat Kanunu'dur. 1924 yılında kabul edilen bu kanunla<br />

kadın <strong>ve</strong> erkeğin eşit öğretimden yararlanma olanağı doğmuştur (Doğramacı 1989:136). 1926 yılında Medeni<br />

Kanun kabul edilmiştir. Tekeli (1988:73) Medeni Kanun'un kadın haklarının sınırını çizmekle birlikte,<br />

kadının hukuki bir kişilik kazandığını, evlenme, boşanma, <strong>ve</strong>raset <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>layet gibi hakları açısından erkekle<br />

eşit bir statüye kavuştuğunu belirtmektedir. Cumhuriyet dönemi kadına siyasal haklarının <strong>ve</strong>rilmesi açısından<br />

da ayrı bir öneme sahiptir. Kadınlar siyasal hakları için mücadele etmişler <strong>ve</strong> 16 Haziran 1923'de Kadınlar<br />

Halk Fırkası ismiyle bir partinin kurulmasına ön ayak olmuşlardır. 7 Şubat 1924'te de Türk Kadınlar Birliği<br />

adıyla bir dernek kurulmuş (Çakır 1991:137-139), Türk Kadın Yolu 1925 yılında derneğin yayın organı<br />

olarak çıkmıştır (İlyasoğlu <strong>ve</strong> İnsel 1984:172). Verilen mücadeleler sonucunda kadınlara, Türkiye'de 1930'da<br />

Belediye seçimlerine seçmen olarak katılma hakkı, 1934'te de parlamentoya seçme <strong>ve</strong> seçilme hakkı<br />

<strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

Cumhuriyet döneminde de her ne kadar kadınlar açısından bir takım düzenlemeler yapılsa da Çitçi (1982:93)<br />

kadın sorunun bir takım isteklerin yarattığı tartışmalar içinde bir simge olarak ele alındığını <strong>ve</strong> sonuçta<br />

toplumda üst yapı kurumlarına ilişkin bir takım düzenlemelerle sorunun çözümlenebileceğinin<br />

düşünüldüğünü belirtmektedir.


II. TOPLUMSAL DEĞİŞME SÜRECİNDE TÜRK KADINININ PSİKOSOSYAL KİMLİĞİ<br />

<strong>Toplumsal</strong> değişmenin bireyler üzerinde kaçınılmaz olarak pek çok etkiye sahip olduğu bir gerçektir. Bu<br />

değişmeler kadın <strong>ve</strong> erkek açısından farklı özellikler göstermektedir. İlal (1992:97) toplumsal değişmelerden,<br />

her toplumda insanların etkilendiğini <strong>ve</strong> bu etkilenmenin kadınlar <strong>ve</strong> erkekler açısından aynı özelliklere sahip<br />

olmadığını, rollere bağlı olarak belli davranış biçimlerinin oluşup kalıplaştığını belirtmektedir.<br />

<strong>Toplumsal</strong>laşma bir süreç olarak, bünyesinde barındırdığı değerleri, inançları <strong>ve</strong> imgeleri diğer kuşaklara<br />

aktararak insanların yaşamlarını yönlendirmekte, kadın <strong>ve</strong> erkeğe uygun görülen davranışları belirleyen cinsel<br />

rol anlayışlarının benimsenmesine yardımcı olmaktadır (Tan 1979:181).<br />

<strong>Toplumsal</strong> değişme <strong>ve</strong> toplumsallaşma sürecinde kadının statüsü geleneksellikten modernliğe doğru bir yapı<br />

sergilemekte <strong>ve</strong> kadının bu süreçten etkilenmesi bu çerçe<strong>ve</strong>de gerçekleşmektedir. Modernleşme temelde<br />

endüstrileşme <strong>ve</strong> kentleşmenin sağlamış olduğu imkanlarla kadına özgürlük <strong>ve</strong> bağımsızlık kazandıran bir<br />

süreç olarak algılanmakta (Tan 1979:32) <strong>ve</strong> değişen norm <strong>ve</strong> değerlerin, kadınların toplum içindeki rollerine<br />

de değişik şekillerde yansıdığı görülmektedir.<br />

Sonuçta toplumsal değişme süreciyle birlikte, modernlik söylemi aileyi, cinselliği, cinsiyete dayalı kimlikleri<br />

bir şekilde hedef olarak seçmiş <strong>ve</strong> Türkiye'de yeni kadın <strong>ve</strong> erkek kimliklerinin ortaya çıkmasına neden<br />

olmuştur (Kandiyoti 1997:16). Bu bağlamda, kadının toplumdaki rolü <strong>ve</strong> değişmenin doğrultusunu göstermek<br />

açısından dört tip kadın <strong>ve</strong> psikososyal kimlikten bahsedildiği görülmektedir.<br />

A. Kırsal Kadın<br />

Kırsal kesim <strong>ve</strong>ya köy topluluklarında kadının en önemli görevi, çocuklarına iyi bir gelecek hazırlayarak,<br />

itibarlı bir hanenin çocukları olmalarını sağlayabilmektir (Sirman 1993: 271-272). Kırsal yörede kadın anne<br />

olabildiği <strong>ve</strong> parasız üretim işçiliği yaptığı miktarda saygınlık kazanmaktadır (Arat 1986:156). Kırsal kesimde<br />

kadın, üretimde büyük bir emek harcamasına rağmen, statüsünü belirleyen şey, çocuk doğurmak <strong>ve</strong><br />

yaşlanmaktır (Gökçe 1996:182). Bu kesimde kadınlar çalışma yaşamında etkin bir rol oynamakla birlikte aile<br />

yaşamında geleneksel, edilgen role girmek zorunda kalmaktadırlar (İlal 1992: 109).<br />

B. Kasaba Kadını<br />

Kasaba kadınlarıyla kırsal kesim kadınlarının yaşamları kıyaslandığında, kırsal kesim kadınlarının daha kapalı<br />

bir yaşam içinde oldukları görülmektedir. Kasaba kadınının statüsü açısından kocasının toplumsal konumu<br />

önemli bir gösterge olmaktadır (Unat 1982:24). Kasaba kadını, evdeki anlaşmazlıkları gidermek, aile içi<br />

sorunlara müdahale etmek, ekonomik açıdan iş gücü <strong>ve</strong> kalite sağlamak, ailenin şerefini korumak gibi<br />

sorumlulukları üzerine almaktadır (Kıray 1982:494).<br />

C. Gecekondu Kadını<br />

Gecekondularda yaşayan kadınlar, geleneksel alışkanlıklarını sürdürmek istemekle beraber, kentsel yaşama da<br />

ayak uydurmak için çaba harcamaktadırlar. Gecekondu kadını kent kadınının yaşamını yakından takip<br />

etmekte <strong>ve</strong> onlardan etkilenmektedir (Gökçe 1996:182). Gecekondu kadını ayrıca, yaşam düzeyini orta sınıf<br />

seviyesine getirmek istediğinden, kentsel yaşantıya uyum sağlama noktasında kocasından daha istekli<br />

davranmaktadır (Tolan 1990:500).<br />

D. Kentsel Kadın<br />

Kentsel aile gelecek için yüksek beklentilere sahiptir. Bu durum hem kadının hem de erkeğin çalışmasını<br />

zorunlu hale getirmektedir (Özkalp 1993:116). Kıray (1984:72) büyük kent yaşamında kadının evde<br />

üretimden tüketime, üyeler arası ilişkilere kadar her şeyi düzenlemekle yükümlü olduğunu <strong>ve</strong> önemli ölçüde<br />

e<strong>ve</strong> gelir getirdiğini <strong>ve</strong> ev dışında da çalıştığını belirtmektedir. Kent ailelerinde, kadının evin idare


edilmesinde, merkezi bir rolü vardır <strong>ve</strong> eşler önemli kararları birlikte almaktadır. Erkeğin her konuda söz<br />

sahibi olduğu bir yapılanma söz konusu değildir (Ozankaya 1986: 306).<br />

III. KADININ TOPLUM İÇİNDEKİ KONUMUNU BELİRLEYEN DİNAMİKLER<br />

20. yüzyılın son çeyreği kadın sorunlarının daha fazla tartışıldığı <strong>ve</strong> kadınlar açısından eşitlik politikalarının<br />

ele alınmaya başladığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğitimli, çalışan, ekonomik özgürlüğe sahip<br />

kadınların sayılarındaki artış, hem toplum açısından bir takım değişmelerin yaşanmasına hem de kadının,<br />

toplumsal statüsü konusunda, yeni sorgulamalar yapmasına neden olmuştur (Koray <strong>ve</strong> Topçuoğlu 1995: 141).<br />

Ancak, bu süreçte yapılan tüm düzenlemeler, yeterli sosyal <strong>ve</strong> ekonomik temele dayandırılamadığı için,<br />

kadınların hem çalışma yaşamında, hem de sosyo-ekonomik durumlarının iyileştirilmesinde yeterli sonuçların<br />

alınması sağlanamamıştır (Nazlı 1995:44-46). Özellikle 1950 sonrası dönemde kadınlar siyasal alanda<br />

gerilemeye başlamışlardır (Çaha 1996:<strong>12</strong>6).<br />

Oysaki; eğitim, çalışma <strong>ve</strong> siyasal katılma kadının toplum içindeki konumunu belirlemede büyük öneme<br />

sahiptir. Eşitlikçi ilkelere dayanan bir toplum düzeni açısından kadınların eğitimine önem <strong>ve</strong>rilmesi, kadının<br />

ekonomik özgürlüğüne kavuşması <strong>ve</strong> siyasal süreçte aktif bir konumda olması gerekmektedir (Alkan<br />

1981:36).<br />

A. Eğitim<br />

Eğitim kavramı geniş anlamda ele alındığında, toplumsallaşma süreciyle eş anlama gelmektedir. Eğitim<br />

kavramı bireylerin doğup büyüdüğü, yaşamlarını sürdürdükleri toplumun değerlerini, bilgilerini,<br />

geliştirdikleri becerileri öğrenmelerini <strong>ve</strong> daha sonra bunları, diğer kuşaklara aktarmaları sürecini ifade<br />

etmektedir (Özkalp 1993:154). Eğitim aynı zamanda toplumsal denetim aracı olarak görülmekte <strong>ve</strong> mevcut<br />

kültürü korumaya <strong>ve</strong> düzeni bozacak şekilde görülen davranışları denetlemeye yöneliktir (Tezcan 1996:202).<br />

Eğitim bir takım işlevleri yerine getirirken, toplumun sınıf yapısının <strong>ve</strong> cinsiyete dayalı iş bölümünün<br />

yeniden üretildiği bir alan haline de gelmektedir. Bu noktada kadınlar toplumsal iş bölümünde daha sınırlı<br />

ekonomik olanaklar sağlayan mesleklere yönelmektedir (Gök 1993:183). Pek çok durumda ortaya çıkan<br />

eşitsizlik politikaları, sadece kadının toplumsal üretime katılma derecesini değil, iş gücüne katılan kadının<br />

konumunu da belirlemektedir. Bu açıdan eğitim düzeyi, iş gücüne katılmada etkili olduğu gibi, kadın<br />

işgücünün sektörlere göre dağılımını da etkilemektedir (Çitçi 1982:<strong>12</strong>7).<br />

B. Ekonomik Yaşam<br />

Kadının toplum içindeki rolü genel olarak değerlendirildiğinde öncelikle eş <strong>ve</strong> anne rollerinin ön plana çıktığı<br />

görülmektedir. Ancak Endüstri Devrimi'yle birlikte, geleneksel kabul edilen bu roller dışında, kadın toplum<br />

içinde başka roller de oynamaya başlamıştır (Tokgöz 1987:24). 1970'lerin ikinci yarısından itibaren, işsizlik<br />

oranları, kent yaşamına bağlı olarak gelişen bir takım olumsuz dayatmalar, kent kültürünün etkisi kentlerde<br />

çalışmak isteyen kadınların sayısını arttırmıştır (Ecevit 1993:119-<strong>12</strong>0). Ancak çalışan kadınların<br />

sayılarındaki artış, kadınların çalışma hayatında erkeklerle aynı koşullar içinde iş yaşamına katıldığı anlamına<br />

gelmemektedir. Kadınlar için ekonomik yaşamda aktif rol almak kadar, iş yaşamının pek çok alanında eşit<br />

şartlar içinde çalışmak da bir o kadar önem taşımaktadır. Cinsiyete dayalı bir iş bölümü kadının ekonomik<br />

yaşamdaki hareket alanını kısıtlamaktadır.<br />

C. Siyasal Yaşam<br />

Siyaset alanı cinsiyet ayrımının en belirgin hissedildiği alanlardan biridir <strong>ve</strong> siyaset adeta erkek işi olarak<br />

algılanmaktadır. Türkiye'de (Arıkan 1991:<strong>12</strong>9) sosyo-kültürel normların kendini sürekli hissettirmesi,<br />

öngörülen bir kadın imajının olması, kadınların toplumu ilgilendiren kararlara çok fazla katılmaması<br />

yönündeki fikirlerin devam etmesi ise bu inanışı daha da güçlendirmektedir. Tokgöz (1994:105) özellikle<br />

Türkiye'de 1980'lerden sonra, kadının topluma katılımı yönünde yeni rol tanımlamaları yapıldığını <strong>ve</strong> kadının<br />

da bizzat yeni kimlikler kazandığını belirtmektedir. Kadının toplumda etkin bir yer edinebilmesinde elbette


siyasal yaşamda aktif rol oynaması önem taşımaktadır ancak bu konu sadece Türkiye'de değil, dünyanın pek<br />

çok ülkesinde kadınlar açısından henüz tam olarak aşılamamış bir sorun olarak görülmektedir.<br />

IV. BASININ TOPLUMSALLAŞMA VE KÜLTÜR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ<br />

A. <strong>Toplumsal</strong>laşma Sürecinde Basının Rolü<br />

1. <strong>Toplumsal</strong>laşma <strong>ve</strong> <strong>Toplumsal</strong>laşma Süreci<br />

<strong>Toplumsal</strong>laşma kavramı genel olarak değerlendirildiğinde bir öğrenme sürecini ifade etmektedir.<br />

<strong>Toplumsal</strong>laşma süreci, insanların belirli bir toplumda belirli şeyleri öğrenmeleri <strong>ve</strong> belirli davranışlar<br />

göstermeleridir. Bu süreçte birey aynı zamanda bir kişilik kazanmaktadır (Özkalp 1993:81). <strong>Toplumsal</strong>laşma<br />

kişiliğin kazanılmasında temel bir süreç olduğundan, kişilik <strong>ve</strong> toplum da birbirleriyle sıkı bir ilişki<br />

içerisindedir. İnsan kişiliğini oluştururken başkalarının tutumlarından etkilenmekte <strong>ve</strong> kendisini başkaları<br />

aracılığıyla da tanımaktadır (Ozankaya 1986:109-110). Bu noktada toplumsal benlik kavramı büyük önem<br />

taşımaktadır. <strong>Toplumsal</strong> benlik kavramı bir kimsenin kendinden beklenen rolleri nasıl algıladığını <strong>ve</strong> kendi<br />

rolleri ile başkalarının rolleri karşısında nasıl bir tutum takındığını açıklamaya çalışmaktadır (Lundberg <strong>ve</strong><br />

ark. 1985:162).<br />

<strong>Toplumsal</strong>laşma kavramı, bireyleri örnek biçimlere sokmaktan çok, benzerlik <strong>ve</strong> farklılıklarıyla <strong>ve</strong><br />

kişilikleriyle uyumlu olarak toplumun bir işlevi durumuna getirmeyi amaçlayan toplumsal süreçlerden biri<br />

olarak değerlendirilmektedir (Tolan <strong>ve</strong> ark. 1985:51).<br />

Bireyin doğumuyla başlayan bu sürecin her aşamasında farklı süreçler yaşanmakta <strong>ve</strong> bir çocuğun<br />

toplumsallaşmasıyla, bir yetişkinin toplumsallaşması aynı özellikler göstermemekle birlikte, her birey eski<br />

rollerine ek olarak yeni roller edinmekte, gerek daha önceki toplumsallaşma gerekse fiziksel özelliklerinin<br />

belirlediği bir takım farklılıklar bu süreçte etkili olmaktadır (Aziz 1982:22). Ayrıca, her toplumun cinsiyeti<br />

bir sosyal statü olarak kabul etmesi <strong>ve</strong> mevkilere bağlı olarak roller koyması cinsler arasında tavır <strong>ve</strong> değer<br />

farklılıkları oluşturmakta <strong>ve</strong> toplumun onlardan beklentilerini <strong>ve</strong> isteklerini de göstermektedir (Güngör<br />

1993:59).<br />

<strong>Toplumsal</strong>laşma sürecinde bireylerin statü kazanmalarında uygun olan rol <strong>ve</strong> davranışları, etkileşim<br />

kurallarını öğrenmelerinde, bilgi, tekrar, taklit, başkalarının tepkileri, sosyal destek gibi etkenler önemli bir<br />

yere sahiptir (Özkalp 1993:86-97). <strong>Toplumsal</strong>laşma süreci içerisinde bir diğer önemli konuda<br />

toplumsallaşmada aracı kurumlardır. Her toplumda kültürün diğer kuşaklara aktarılmasında çeşitli aracı<br />

kurumlar devreye girmektedir. Bu kurumlar arasında en önemlileri, aile, arkadaş grupları, eğitim kurumları <strong>ve</strong><br />

kitle iletişim araçlarıdır (Özkalp 1993:88-89). Aile toplumsallaşma sürecinde etkisi olan en önemli birincil<br />

gruplardandır. Arkadaş grupları aileden sonra bireylerin tutum <strong>ve</strong> davranışlarının şekillenmesinde ayrı bir<br />

öneme sahiptir. Eğitim kurumları bireylerin bilgi <strong>ve</strong> beceri edinmelerinde tartışmasız önemli işlevleri yerine<br />

getirmektedirler. Kitle iletişim araçları ise Aziz'in de (1982:21) belirttiği gibi taşımış oldukları bir takım<br />

özelliklerden dolayı toplumsallaşmaya yardımcı başlıca etmenlerden biri olarak kabul edilmektedir.<br />

2. <strong>Toplumsal</strong>laşma <strong>ve</strong> Basın<br />

Kitle iletişim araçları günümüzde büyük bir güce sahiptir. Kitle iletişim araçlarının toplum <strong>ve</strong> birey<br />

üzerindeki etkileri kitle iletişim araştırmalarının en temel konusunu oluşturmaktadır. Ancak bu alanda<br />

yapılan çalışmalarda etki konusu sürekli olarak tartışılmış <strong>ve</strong> etkinin derecesine yönelik farklı yaklaşımlar<br />

geliştirilmiştir.<br />

Kitle iletişim araçlarının sahip oldukları güç <strong>ve</strong> etki tartışıla dursun, toplumsal yaşamdaki fonksiyonları,<br />

yaşantımızda edindikleri yer, bu araçları kaçınılmaz olarak daha da önemli bir hale getirmektedir. Unesco<br />

Komisyonu'nca hazırlanan MacBride Raporu'nda kitle iletişim araçlarının temel fonksiyonları, haber <strong>ve</strong> bilgi<br />

sağlama, toplumsallaştırma, güdüleme, tartışma ortamı hazırlama, eğitim, kültürün gelişmesine katkı sağlama,<br />

eğlendirme <strong>ve</strong> bütünleştirme olarak sekiz başlık altında toplanmıştır (Kaya 1985:15-16).


Gökçe (1993:87) kitle iletişim araçlarının ana fonksiyonunun sosyalizasyon olduğunu belirtmektedir.<br />

Doğuştan hiçbir kültürü olmayan birey, haberleşme yoluyla yeni bilgiler edinmekte <strong>ve</strong> edindiği bilgileri<br />

işlevsel hale getirmektedir. Haberleşme bu açıdan toplumsallaşmayı kolaylaştırırken, toplumsallaşmanın bir<br />

ürünü olarak da karşımıza çıkmaktadır. Haberleşme bu özelliği ile, bireyin yaşam biçimini tanımlarken,<br />

benimseyeceği ya da uyum göstereceği kültürel sistemle ilgili bilgileri edinmesinde de rol oynamaktadır<br />

(Tokgöz 1982:3-4).<br />

<strong>Toplumsal</strong>laşmayı sağlayan aracı kurumlar işlevlerini iletişim süreci içinde yerine getirirlerken, iletişim<br />

insanın toplumsallaşmasının bir yansıması olmaktadır (Bektaş 1996:99). İletişimin toplumsal işlevlerinden<br />

toplumsal normların <strong>ve</strong> rol beklentilerinin toplumun yeni üyelerine aktarılmasının iletişim aracılığıyla<br />

gerçekleştiriliyor olması da ayrı bir önem taşımaktadır (Aşkun 1989:10).<br />

Günümüzde kitle iletişim araçlarının bireylerin tutum <strong>ve</strong> davranışları üzerinde ne derece etkili olduğu<br />

ortadadır. Bu araçlar mesajlarıyla toplumdaki bireylerin düşüncelerini etkileyebilmekte <strong>ve</strong> ortak bir davranış<br />

biçimi kazandırabilmektedir (Özkalp 1993:91-92).<br />

Zıllıoğlu (1986:38-39) kitle iletişim araçlarının iletileriyle bireylerin dünya görüşü üzerinde etkide<br />

bulunduklarını <strong>ve</strong> iletişim araçlarında yer alan "ideal" kadın, anne, erkek, aile gibi kalıpları yansıtan<br />

klişelerin; yargıları, tutumları, statükoyu korumaya <strong>ve</strong> bireyleri toplumsal çevrelerine uyumlandırmaya<br />

yaradığının altını çizmektedir. Ellul'a (1998:174) göre ise, kitle iletişim araçlarından özellikle televizyon bir<br />

sosyalizasyon, standardizasyon <strong>ve</strong> dünyaya uyum sağlama aktörüdür.<br />

<strong>Toplumsal</strong>laşma sürecinde, bireylere bazı alışkanlıkların, gelenek <strong>ve</strong> normların aşılandığını <strong>ve</strong> toplumların,<br />

uyulmasını istedikleri davranış kalıplarının meydana geldiğini belirtmiştik. Konu açısından<br />

değerlendirildiğinde örneğin cinsel rollerin öğrenilmesinde her kültürün kadın <strong>ve</strong> erkeğe bakış açısı, atfettiği<br />

önem, üyelerinin karşı cins hatta kendi cinsinin üyelerine de nasıl davranacağını belirlemede, önemli bir unsur<br />

olarak karşımıza çıkmaktadır (Tolan <strong>ve</strong> ark. 1985:4).<br />

Oysaki kadının toplumdaki rolü sadece eş <strong>ve</strong> anne kimliğiyle sınırlı değildir. Toplumun yarısını oluşturan<br />

kadınların bu kimlikleri dışında toplumda üstlendikleri pek çok rolleri vardır. Basında kadının cinselliği ile ön<br />

plana çıkması, gazete sayfalarında dikkat çekmek <strong>ve</strong> ilgi uyandırmak için bir malzeme olarak kullanılması<br />

elbette kadın konusunda tartışılması gereken bir noktayı daha gündeme getirmektedir.<br />

Gevgilili (1993:222) çağdaş dünyada yazılı basının sorumluluklarını değerlendirirken, kadınları sadece bir<br />

moda <strong>ve</strong> süsleme perspektifi içinde ele almanın doğru bur tavır olmadığını, kadınların toplumsal oluşuma<br />

katılma isteği içinde olduğunu, gazetelerin kadını modern kimliği, arayışları, beklentileriyle sayfalarına<br />

yansıtmaları gerektiğinin altını çizmektedir.<br />

Genel olarak değerlendirildiğinde basının toplumsallaşma sürecinin pek çok safhasında etkin bir rol oynadığı<br />

görülmektedir. Kararların alınması <strong>ve</strong> uygulanması, kanaat, tutum <strong>ve</strong> değerlerin paylaşılarak, bilginin<br />

oluşması gibi süreçlerde bu araçların ne derece etkili olduğu ortadadır (Oskay 1974:100).<br />

B. Basının Kültürel İşlevleri<br />

1. Kültür Kavramı<br />

Kültür <strong>ve</strong> toplumsallaşma kavramları birbirleriyle ilişkili iki kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bireyler<br />

doğdukları toplumun kültürünü, toplumsallaşma süreciyle öğrenerek kazanmaktadırlar (Tolan 1996: 229).<br />

Kültür en genel anlamda bir toplumun yaşam tarzını, hal <strong>ve</strong> hareket kodlarını, giyim şeklini, dilini, davranış<br />

şekli <strong>ve</strong> inanç sistemlerini içermektedir (Mutlu 1994:29). Kültür gelenekleri, insanların davranışlarını<br />

belirlemekle birlikte, bireylerin kişilikleri de kültüre göre biçimlenmektedir (Çeçen 1996:51-52). Kültür<br />

toplumdan bağımsız, toplumun dışında gelişen bir olgu değildir. Kültürün en temel özelliği toplumsal<br />

olmasıdır (Turan 1990:21). Kültür bu özelliği ile hem toplumsal hem de bireysel ihtiyaçların giderilmesinde


önemli roller üstlenmektedir (Çeçen 1996:52).<br />

Kültür kavramı, içinde pek çok unsuru barındırmakla birlikte, kültürün içinde barındırdığı maddi <strong>ve</strong> manevi<br />

değerler değişmez, statik bir olgu özelliği göstermemektedir. Her toplumun kültürü hızlı ya da yavaş bir<br />

değişme göstermekte <strong>ve</strong> gerek birey gerekse toplum bazında farklılıklara neden olmaktadır (Özkalp<br />

1993:263).<br />

Kültürel değişme sürecinde pek çok etken rol oynamakla beraber, bu süreçte kitle iletişim araçlarının konumu<br />

da oldukça önem taşımaktadır. Kitle iletişim araçları kültürel değişme yönünde, hem kültürel bütünleşmeyi<br />

sağlamaya çalışmakta hem de bireyselleşme yönünde etkide bulunmaktadır. Kitle iletişim araçları var olan<br />

kültürel farklılığı koruyup, bu kültürlerin yaşamasını sağlayarak, insanların yeni görüşler üretmesine katkıda<br />

bulunurken (Vural 1992:141) aynı zamanda bireyselleşme, statü kazandırma, belli konularda imaj oluşturma,<br />

kimlik <strong>ve</strong>rme gibi işlevleri de yerine getirmektedirler. Bu durumda,<br />

medya kültürünün gerçek kültür üzerindeki etkileri <strong>ve</strong> bu kültürün tüketim toplumundaki yansımaları farklı<br />

sonuçları beraberinde getirmektedir.<br />

2. Basının Kültür Üzerindeki Etkileri<br />

Tüm iletişim araçları, toplumsal <strong>ve</strong> maddi koşulların yaratılmasında bir şekilde etkide bulunmaktadır. İletişim<br />

örüntülerinin; kültürel biçimler <strong>ve</strong> toplum arasında bir bağlantı oluşturması (Lundby <strong>ve</strong> Ronning 1997:13) bu<br />

durumu kaçınılmaz kılmaktadır. İletişim <strong>ve</strong> kültür arasında sıkı bir ilişki olmakla birlikte, ayrıca günümüzde<br />

kitle iletişim araçları insanların kültür deneyimlerini etkileyerek gelecek kuşaklar için de yeni bir kültür<br />

yaratmaktadır (Usluata 1995: 67).<br />

Kitle iletişim araçlarının bireylerin tutum <strong>ve</strong> davranışlarını etkileyerek, kültür <strong>ve</strong> kültürel değişmede önemli<br />

roller oynamasında, bu araçların kimlik <strong>ve</strong>rme <strong>ve</strong> meşrulaştırma fonksiyonlarının önemli yeri vardır. Özellikle<br />

kitle iletişim araçlarından televizyonun sunduğu dünyada, toplumun önemli bir bölümünün kimliğini<br />

belirleyebilmesi, medyanın kendi kültürünü kolaylıkla oluşturmasını sağlamaktadır (Wolton 1992:189).<br />

Kitle iletişim araçları tarafından yaratılan kültür, aynı zamanda gerçek kültürü hammadde olarak kullanarak,<br />

gerçek kültürün çeşitli yönlerini yeniden yaratmakta, değiştirmekte <strong>ve</strong> şekillendirmektedir (Lundby <strong>ve</strong><br />

Ronning 1997:18-19). Kazancı (1981:423-425) kitle iletişim araçlarının yarattığı kitle kültürünün kar amacına<br />

yönelik bir pazar oluşturduğunu, toplumda belirsiz kalıpların meydana geldiğini, bireylerin bu kültür<br />

karşısında yalnız olduğunu, tüm yaşantının kitle iletişim araçları ile çevrildiğini <strong>ve</strong> kuramsal eğitim <strong>ve</strong> ailenin<br />

birey üzerindeki etkilerinin belirli bir yaşa kadar kendini hissettirirken, kitle iletişim araçlarının bireyi tüm<br />

yaşamı boyunca günü gününe izlediğini <strong>ve</strong> bireyi fiziksel özellik dışında yeniden ürettiğinin altını<br />

çizmektedir.<br />

Medyanın yarattığı bu kültür karşısında, tüketim toplumunda bireyler çoğunlukla tüketim aracı niteliğine<br />

dönüşmekte <strong>ve</strong> kaçınılmaz olarak toplumda herşey tüketim boyutunda algılanmaktadır. Bu süreçte pek çok<br />

şey gibi cinsellikte metalaşıp tüketilmektedir (Tolan 1985:3<strong>12</strong>). Medyada yansıtılmaya çalışılan kadın<br />

kimliklerinin, giderek artan bir şekilde erkek egemen söylemlerce tanımlanan bir cinsellikle örtüşür hale<br />

geldiği bir gerçektir (Saktanber 1993:213). Çoğu zaman gazetelerde haberi desteklemeyen fotoğraflar bile<br />

yer alabilmekte kadın bedeni bir araç olarak kullanılmakta, ilgi <strong>ve</strong> tirajı arttırmada cinsellik ögesi ön plana<br />

çıkarılmaktadır. Gerek gazetelerde gerekse gazetelerin hafta sonu <strong>ve</strong>rdikleri dergilerde özellikle şarkıcılar,<br />

mankenler sürekli olarak habere konu olmakta, kadın magazin haberleri içinde geniş bir yer almakta, diğer<br />

alanlarda adeta yok sayılmaktadır. Smith'e (1997:357-358) göre bu kadınlar hem cinsellikleriyle hem de<br />

tüketim toplumunu simgeleyen büyüleyici rol modelleri olarak, her türlü tüketimi teşvik etmek amacıyla<br />

kullanılmaktadır. Her ne kadar cinsellik kişiye özgü bir mesele gibi görünse de sürekli olarak kamusal alanda<br />

gündeme getirilen bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır (Giddens 1994:7).<br />

Medya kültürü her şeyi metalaştırırken, kamusal <strong>ve</strong> özel alan arasındaki sınırları da adeta kaldırarak pek çok<br />

popüler kişinin yaşamını kamuya ait görüşünden hareket ederek, sürekli yaşantımıza sokmakta (Bostancı<br />

1996:1540-1541) <strong>ve</strong> sonuçta kitle iletişim araçlarının yarattığı dünya görünüşte kamusal olmaktadır


(Habermas 1997:297). Ancak basının yarattığı bu kültür, pek çok kültürel ürünün değer kaybetmesini<br />

sağladığı gibi kadın konusunda da bir takım değerlerin yok olmasına neden olmaktadır.<br />

V. YAZILI BASINDA KADIN İMAJININ DEĞERLENDİRİLMESİ<br />

A. Kullanılan Yöntem <strong>ve</strong> Analizin Amacı<br />

Çalışmanın bu bölümünde, yazılı basının kadına hangi kimlikle yaklaştığı, kadını nasıl bir tanımlamayla<br />

sunduğu, kadına hangi rolleri yüklediği tespit edilmeye çalışılmıştır. Çalışma, basının, toplumsallaşma<br />

sürecinde, toplum tarafından belirlenen <strong>ve</strong> kadına uygun görülen rolleri pekiştirdiği, kamusal yaşamda<br />

kadının varlığını gözardı ettiği <strong>ve</strong> daha çok kadının cinsel kimliğini ön plana çıkardığı varsayımı üzerine<br />

kurulmuştur. Ayrıca seçilen gazetelerin her birinin kendi okur özellikleri doğrultusunda bir kadın imajı<br />

yansıttıkları da varsayımlar içinde yer almıştır. Araştırma, değişik yapıda okur gruplarına sahip altı ulusal<br />

gazetenin incelenmesiyle gerçekleştirilmiştir. Bu gazeteler Hürriyet, Milliyet, Sabah, Cumhuriyet, Türkiye <strong>ve</strong><br />

Zaman'dır. Bu altı gazetenin seçilmesi tesadüfi değildir. İncelenen altı gazete Türkiye'de tirajı yüksek olan<br />

gazetelerdir. Bu gazeteler belirlenirken okuyucuların tamamını temsil edebilecek nitelikte olmalarına özen<br />

gösterilmiş <strong>ve</strong> belli okuyucu kitlelerine sahip oldukları göz önünde bulundurulmuştur. Araştırma kapsamına<br />

01.07.1998-31.07.1998 tarihleri arasında, belirtilen gazeteler girmiştir. Ayrıca Hürriyet gazetesinin Kelebek<br />

eki, Cumartesi günleri yayınladığı Hürriyet Tatil gazetesi <strong>ve</strong> Pazar günleri yayınladığı Hürriyet Pazar hafta<br />

sonu gazeteleri, Milliyet gazetesinin Cumartesi günleri <strong>ve</strong>rdiği Vitrin eki <strong>ve</strong> Pazar günleri <strong>ve</strong>rdiği Gazete<br />

Pazar isimli gazete, Sabah gazetesinin Cumartesi günleri yayınladığı Melodi eki, Cumhuriyet gazetesinin<br />

Cumartesi günleri <strong>ve</strong>rmiş olduğu Bilim Teknik Teknoloji dergisi <strong>ve</strong> Pazar günleri yayınladığı Cumhuriyet<br />

Dergi Pazar ekleri, Zaman gazetesinin Zaman 2 eki de kadının konu edildiği haberleri <strong>ve</strong> köşe yazılarını<br />

içermesi açısından incelenmiştir.<br />

Çalışmada içerik analizi yöntemine başvurulmuştur. Gazetelerde kadınla ilgili haberler incelenerek, konuları<br />

itibariyle sınıflandırılmıştır. Haberler sayısallaştırılarak <strong>ve</strong> kategorilere ayrılarak elde edilen konuların toplam<br />

haberler içerisindeki ağırlıkları yüzdesel olarak <strong>ve</strong>rilmiştir. Çalışmada, haberlerin ne şekilde sunulduğu,<br />

fotoğraflı ya da fotoğrafsız olduğu belirlenmiştir. Haber tercihi <strong>ve</strong> sunumu gazetenin kadına yaklaşımını<br />

belirleme açısından önemli bir nokta olduğundan, gazetelerin hangi konuları haber konusu yaptığı <strong>ve</strong> nasıl bir<br />

sunumla <strong>ve</strong>rdiği dikkate alınmıştır. Çalışmada, kadın konulu haberlerde işlenen konuların genel toplam<br />

içerisindeki oranları tespit edildikten sonra, kadının gazete haberlerinde ne şekilde yer aldığı, kadının nasıl bir<br />

kimlikle sunulduğu genel bir değerlendirme ile ortaya konulmaya çalışılmıştır.<br />

B. Ulusal Gazetelerde Kadının Konu Edildiği Haberlerin Analizi<br />

1. Hürriyet<br />

Hürriyet gazetesinde incelenen dönem içerisinde kadının konu edildiği 446 haber tespit edilmiştir. Bu<br />

haberlerin 133'ü magazin (% 29.8), (<strong>12</strong>3 fotoğraf , % 92.48) 49'u şiddet, (% 10.9), (42 fotoğraf, % 85.71),<br />

37'si kültür-sanat (% 8.29), (33 fotoğraf, % 89.1), 35'i ekonomik yaşam (% 7.84), (28 fotoğraf, % 80), 31'i<br />

siyasal yaşam (% 6.95), (25 fotoğraf, % 80.64), 30'u toplumsal yaşamda örgütlenen, fikirlerini eyleme<br />

dönüştürebilen kadın (% 6.72), (27 fotoğraf, % 90), 23'ü sağlık (% 5.15), (14 fotoğraf, % 60.86), 21'i<br />

politikacı, sporcu ya da ünlü birinin eşi <strong>ve</strong>ya sevgilisi (% 4.70), (17 fotoğraf, % 80.95), 19'u moda <strong>ve</strong> güzellik<br />

(% 4.26), (19 fotoğraf , %100), 13'ü spor (% 2.91), (13 fotoğraf, % 100), 13'ü skandallara karışan kadın (%<br />

2.91), (13 fotoğraf, % 100), 11'i kaza <strong>ve</strong> ölüm (% 2.46), (11 fotoğraf, % 100), 9'u kadını yargılayan <strong>ve</strong> küçük<br />

düşüren haberler (% 2.01), (5 fotoğraf, % 55.5), 7'si eğitim (% 1.56), (5 fotoğraf, % 71.42), 6'sı ev kadını, eş<br />

<strong>ve</strong> anne kimliği ile sunulan kadın (% 1.34), (6 fotoğraf , % 100), 1'i bilim (% 0.22), (1 fotoğraf % 100)<br />

alanındadır.<br />

Hürriyet gazetesinde 446 haberin 133'ünü magazin haberleri oluşturmuştur. 133 haberin 65'inde kadının<br />

cinselliği ön plana çıkarılmıştır. Hürriyet gazetesi magazin haberlerini büyük bir oranda ikinci sayfadan<br />

<strong>ve</strong>rirken, son sayfasının sağ üst köşesini mutlaka çıplak kadın fotoğrafına ayırmıştır. Haberi desteklemeyen<br />

sekiz çıplak kadın fotoğrafı (%1.79) gazetede gelişi güzel kullanılmıştır. Hürriyet gazetesi magazin


haberlerinde kadınların güzellik <strong>ve</strong> çekiciliklerini sürekli gündeme getirmiştir. 133 magazin haberinin<br />

<strong>12</strong>3'ünde fotoğraf kullanılmıştır.<br />

Gazetede, 49 haber şiddet olaylarına ayrılmış <strong>ve</strong> kadına uygulanan şiddet haberlerinin ağırlıkta olduğu göze<br />

çarpmıştır. Şiddet haberlerinde % 85.71 oranında fotoğraf kullanılmıştır. Hürriyet gazetesi özellikle üçüncü<br />

sayfasında şiddet haberlerine yer <strong>ve</strong>rerek kadınların kaçırılması, dayak yemesi, tecavüze uğraması, taciz<br />

edilmesi gibi olayları gündeme getirmiştir.<br />

37 haber kültür-sanat alanında, kadınların çalışmalarını konu etmiştir. Kültür <strong>ve</strong> sanat haberlerine konu olan<br />

kadınlar cinsellikleriyle değil, ortaya çıkardıkları ürünle <strong>ve</strong> başarılarıyla haberde yer almışlardır. Hürriyet<br />

gazetesinde ekonomik yaşam kategorisinde 35 haber belirlenmiştir. Kadın ekonomik yaşamda özgürse <strong>ve</strong> iyi<br />

bir eğitim almışsa, kadına yaklaşım çok daha farklı olmakta <strong>ve</strong> başarılı, toplumda saygı gören bir kadın imajı<br />

yaratılmaya çalışılmaktadır. Siyasal yaşamda kadını destekleyen neredeyse hiçbir haber yer almamıştır.<br />

Siyasal yaşamda kadını konu eden 31 haberin 23'ünün Tansu Çiller'e yönelik olması siyaset haberlerinin<br />

oranının daha yüksek çıkmasına neden olmuştur. Siyasal yaşam kategorisinde karar alan, görüş bildiren<br />

kadınların sayısının azlığı kadının politika dünyasında olması gereken yerde olmadığını göstermektedir.<br />

Hürriyet gazetesinde toplumsal yaşamda fikirlerini eyleme dönüştürebilen (derneklerde çalışan,<br />

örgütlenebilen) kadınlar, mücadeleci <strong>ve</strong> toplumsal olaylara karşı duyarlı bir yapı içerisinde sunulmuştur.<br />

Gazetede 30 haber bu konu başlığı içinde yer almıştır. Sağlık kategorisinde 23 haber belirlenmiş <strong>ve</strong> bu<br />

haberler, hamilelik döneminde dikkat edilmesi gereken hususlar, menopoz dönemi rahatsızlıkları gibi<br />

kadınların önemli sağlık problemlerini <strong>ve</strong> dikkat edilmesi gereken hususları öğüt <strong>ve</strong>rici bir dille işlemiştir. Bu<br />

tip haberlerin oranı % 5.15'dir. Politikacı, sanatçı, sporcu eşi <strong>ve</strong>ya sevgilisi kimliği ile sunulan kadın ise,<br />

kamusal yaşamda önemli işlere imza atsa bile yaptığı işten çok, eşinin ya da sevgilisinin ismi <strong>ve</strong> unvanı<br />

altında haberde bir yer edinebilmiştir. Gazete incelenen dönemde 21 haberde kadını bu kimlikle sunmuştur.<br />

Moda <strong>ve</strong> güzellik haberleri incelendiğinde dikkati çeken nokta, kadının görsel güzelliğinin ne derece önemli<br />

olduğunun vurgulanması <strong>ve</strong> istenilen kadın tipinin sunulmasıdır. Hürriyet gazetesi 19 haberini, % 100<br />

fotoğraf kullanımıyla bu şekilde <strong>ve</strong>rmiştir.<br />

Gazete dört sayfasını spor haberlerine ayırmakla birlikte, incelenen dönemde 13 haber kadınların bu alandaki<br />

çalışmalarını dile getirmiştir. Hürriyet gazetesinde, dolandırıcılık, soygun, sansasyon vb. olaylara karışan,<br />

skandallarla gündeme gelen kadınların haberlerine de yer <strong>ve</strong>rilmiştir. Bu kategoride yer alan haberlerde<br />

kadına yönelik genel imaj zedelendiğinden, kadın ilgi uyandırma adına gazete sayfalarında yerini almıştır. 13<br />

haber bu sınıflandırma içerisinde <strong>ve</strong> tamamı fotoğraflı şekilde <strong>ve</strong>rilmiştir. Herhangi bir kaza <strong>ve</strong>ya çeşitli<br />

olaylarda yaralanan <strong>ve</strong>ya hayatını kaybeden kadınlar da haber konusu yapılmıştır. Bu tür haberlerde olay<br />

dramatize edilmekte <strong>ve</strong> bol fotoğraf kullanılmaktadır. 11 haber bu başlık altında ele alınmıştır. İncelenen<br />

dönem içerisinde kadını yargılayan, küçük düşüren haberlere de yer <strong>ve</strong>rilmiştir. Bu tür haberlerde akılsız,<br />

zayıf, bir süs unsuru haline getirilen kadın, çok rahat bir şekilde her konuya alet edilebilmektedir.<br />

Kadının toplumsal statüsünü belirleyen unsurlardan biri de eğitimdir. Kadının toplumsal yaşamında arzu<br />

edilen yere gelebilmesinde <strong>ve</strong> çalışma yaşamında aktif bir rol alabilmesinde eğitim faktörü büyük önem<br />

taşımaktadır. Ancak incelenen dönemde Hürriyet gazetesi bu konuya gereken önemi <strong>ve</strong>rmemiş <strong>ve</strong> güdüleyici<br />

nitelik taşıyan haberleri ele almamıştır. Eğitim kategorisinde kadınların konu edildiği haberlerin oranı %<br />

1.56'dır. Hürriyet gazetesinde kadını, ev kadını, eş <strong>ve</strong> anne kimliği ile sunan altı habere rastlanmıştır <strong>ve</strong> genel<br />

toplam içinde oldukça düşük bir orana sahiptir. Ancak haberlerin genel oranına bakıldığında kadının siyaset,<br />

eğitim gibi alanlarda yeterince desteklenmemesi <strong>ve</strong> ön plana çıkarılmaması zaten geleneksel kadın imajının<br />

pekiştirildiğini göstermektedir. Bir aylık süre boyunca bir haber kadının bilim dünyasındaki çalışmalarına<br />

ayrılmıştır.<br />

2. Milliyet<br />

Milliyet gazetesi araştırma süresi boyunca 242 kadın konulu habere yer <strong>ve</strong>rmiştir. Bu haberlerin 82'si magazin<br />

(% 33.88), (81 fotoğraf, % 98.7), 24'ü şiddet (% 9.91), (22 fotoğraf, % 91.6), 23'ü siyasal yaşam (% 9.50), (21<br />

fotoğraf, % 91.3), 18'i kültür-sanat (% 7.43), (18 fotoğraf, % 100 ), 18'i spor (% 7.43), (18 fotoğraf, % 100 ),


15'i moda <strong>ve</strong> güzellik (%6.19), (15 fotoğraf, % 100), 10'u kadın hakları (% 4.13), (4 fotoğraf, % 40), 10'u<br />

politikacı, sporcu ya da ünlü birinin eşi <strong>ve</strong>ya sevgilisi (% 4.13), (9 fotoğraf, % 90), 9'u toplumsal yaşamda<br />

örgütlenen, fikirlerini eyleme dönüştürebilen kadın (%3.71), (9 fotoğraf, % 100 ), 8'i kaza <strong>ve</strong> ölüm (% 3.30),<br />

(6 fotoğraf, % 75), 8'i skandallara karışan kadın (% 3.30), (7 fotoğraf, % 87.5), 6'sı ekonomik yaşam (%<br />

2.47), (6 fotoğraf, % 100 ), 6'sı sağlık (% 2.47), (6 fotoğraf, % 100 ), 3'ü eğitim (% 1.23), (3 fotoğraf, % 100<br />

), 2'si kadını yargılayan <strong>ve</strong> küçük düşüren haberler (% 0.82), (2 fotoğraf, % 100 ), 2'si ev kadını, eş <strong>ve</strong> anne<br />

kimliği ile sunulan kadın (% 0.82), (fotoğraf kullanılmamış), 1'i bilim alanındadır (% 0.41), (1 fotoğraf, %<br />

100 ).<br />

Milliyet gazetesinde magazin haberleri ilk sırada yer almıştır. Magazin haberlerinin kadının cinselliğini ön<br />

plana çıkaracak bir tarzda sunulduğu dikkat çekmektedir. İncelenen haberler içerisinde haberi desteklemeyen<br />

<strong>ve</strong> gelişi güzel kullanılan 2 fotoğraf (% 0.82) belirlenmiştir.<br />

Magazin haberleri değerlendirildiğinde 82 haberin 33'ünde cinsellik unsuru belirgin olarak kullanılmıştır.<br />

Milliyet gazetesi magazin haberlerini büyük bir oranda ikinci sayfadan <strong>ve</strong>rmiştir.<br />

Milliyet gazetesinde kadının habere konu edildiği ikinci başlık şiddet haberleridir. 242 haberin 24'ünde (%<br />

9.91) şiddete maruz kalan kadın <strong>ve</strong> kadının uyguladığı şiddet konu edilmiştir. Bu tür haberlerin % 91.6'sı<br />

fotoğrafla destelenerek daha ilgi çekici bir hale getirilmiştir. Milliyet gazetesinde yer alan şiddet haberleri<br />

incelendiğinde kadına uygulanan şiddet haberlerinin ağırlıkta olduğu görülmektedir. Özellikle üçüncü sayfada<br />

<strong>ve</strong>rilen şiddet haberleri, kadının maruz kaldığı taciz, tecavüz, dayak gibi eylemlere ayrılmıştır. Kadının<br />

uyguladığı şiddet haberlerinde ise olayın nasıl gerçekleştiğinden çok kadınların içinde bulundukları zor durum<br />

gündeme getirilmiş, mağduriyetleri ortaya konulmaya çalışılmış <strong>ve</strong> daha çok olaylar dramatize edilmeye<br />

çalışılmıştır. Gazetede üç köşe yazısı <strong>ve</strong> bir haber kadına uygulanan şiddeti eleştirmiştir.<br />

Siyasal yaşam kategorisinde 23 haber yer almıştır. 23 haberin 15'inde Tansu Çiller habere konu olmuştur.<br />

Kadınların siyasal yaşamda yer alması gerektiğini vurgulayan <strong>ve</strong> bu alanda kadını destekleyen yazılara yer<br />

<strong>ve</strong>rilmemiştir. Milliyet gazetesinde dördüncü sırayı kültür-sanat haberleri almıştır. Milliyet gazetesi de<br />

Hürriyet gazetesinde olduğu gibi kadınların kültür-sanat alanındaki çalışmalarından bahsederken kadının<br />

cinselliğini kullanmamıştır. % 7.43 oranla 18 haber spor kategorisinde yer almıştır. Spor haberlerinin tamamı<br />

fotoğrafla desteklenmiştir. 18 haberin üçünde kadınların sportif uğraşlarından çok cinsellikleri ön plana<br />

çıkarılmıştır. Bu haberlerde kadın bu sahadaki başarılarıyla değil atletik vücudu <strong>ve</strong> güzelliğiyle habere konu<br />

edilmiştir.<br />

Moda <strong>ve</strong> güzellik kategorisinde, incelenen dönem içerisinde 15 haber tespit edilmiştir. Bu haberlerin tamamı<br />

fotoğrafla desteklenmiştir. Moda <strong>ve</strong> güzellik haberlerinde yüz <strong>ve</strong> vücut güzelliğine ilişkin yazılar, günün<br />

moda giysileri özellikle vurgulanarak bakımlı <strong>ve</strong> alımlı bir kadın imajı yaratılmaya çalışılmış <strong>ve</strong> kadının<br />

görsel güzelliği ön planda tutulmak istenmiştir.<br />

Milliyet gazetesinde, Hürriyet gazetesinden farklı olarak kadın haklarını savunan yazılar da yer almıştır.<br />

İncelenen dönem içerisinde on haber kadınların sorunlarını dile getirerek, kadın hakları konusuna destekleyici<br />

anlamda yaklaşmıştır. Milliyet gazetesinde kadınların kendi kimlikleriyle değil de politikacı, sanatçı, sporcu<br />

<strong>ve</strong>ya ünlü birinin eşi <strong>ve</strong> sevgilisi kimliğiyle habere konu edilenleri de olmuştur. Kadını bu şekilde sunan on<br />

haber yer almıştır. Gazetede, toplumsal yaşamda fikirlerini eyleme dönüştürebilen, aktif, mücadeleci kadınlar,<br />

marjinal bir kimlikle sunulmuştur. Bu başlık altında dokuz haber <strong>ve</strong>rilmiş <strong>ve</strong> tamamı fotoğraflı kullanılmıştır.<br />

Gazetede, kadının konu edildiği bir diğer başlık kaza <strong>ve</strong> ölüm haberleridir. 242 haberden sekizi bu tür<br />

haberlere ayrılmıştır. Bu haberlerin % 75'i fotoğrafla desteklenmiştir. Gazete bu kategoride daha çok deprem,<br />

patlama, afet gibi olağanüstü durumlarda yaralanan <strong>ve</strong>ya hayatını kaybeden kadınları haber yapmayı tercih<br />

etmiştir. Bir takım skandallara karışan, siyasi sansasyonel olaylar içinde yer alan, dolandırıcılık, soygun gibi<br />

eylemleri gerçekleştiren kadınlar da habere konu edilmişlerdir. İncelenen sürede sekiz haber bu konu başlığı<br />

içinde yer alırken, haberlerin % 87.5'i fotoğrafla desteklenmiştir. Milliyet gazetesinde kadının ekonomik<br />

yaşamda varlığını gösteren pek fazla habere rastlanmamıştır. Sadece altı haber kadının bu alandaki<br />

faaliyetlerinden bahsetmektedir. İlginç olan habere konu olan kadınların özellikle bir şirket sahibi olması,<br />

güçlü <strong>ve</strong> ayaklarının üzerinde durabilen, piyasada söz sahibi olan kadınlar arasından seçilmesidir. Milliyet


gazetesinde kadının konu edildiği haber kategorilerinden biri de sağlıktır. İncelenen dönemde kadınların<br />

sağlık problemlerini ilgilendiren altı habere yer <strong>ve</strong>rilmiştir. Kadının eğitim alanındaki faaliyetleri ya da kadın<br />

eğitiminin önemini vurgulayan haberlere gazetede çok az rastlanmıştır. Bu konu başlığı altında sadece üç<br />

haber tespit edilmiştir.<br />

Gazetede kadını yargılayan <strong>ve</strong> küçük düşüren haberlerde yer almıştır. Bunlar genel toplam içerisinde % 0.82<br />

gibi bir oranı teşkil etse de kadına bakışın nasıl olduğunu göstermek açısından önem taşımaktadır. Milliyet<br />

gazetesinde ev kadını, eş <strong>ve</strong> anne kimliği ile sunulan kadınların oranı yüksek değildir. İncelenen haberler<br />

içerisinde ikisi kadını bu kimlikle ön plana çıkarmıştır. Genel toplam içerisinde bu tür haberlerin oranı %<br />

0.82'dir. İncelenen dönem içerisinde bir haberde kadının bilim alanındaki başarılarından söz edilmiştir.<br />

3. Sabah<br />

Sabah 491 haberle kadınla ilgili konulara en fazla yer <strong>ve</strong>ren gazete olmuştur. Gazetede 206 magazin (%<br />

41.9), (202 fotoğraf, % 98), 90 şiddet (% 18.32), (80 fotoğraf, % 88.8), 28 kültür-sanat (% 5.70), (27 fotoğraf,<br />

% 96.42), 26 siyasal yaşam (% 5.29), (26 fotoğraf, % 100), 22 politikacı, sporcu ya da ünlü birinin eşi <strong>ve</strong>ya<br />

sevgilisi (% 4.48), (22 fotoğraf, % 100), 18 kaza <strong>ve</strong> ölüm (% 3.66), (18 fotoğraf, % 100), 18 sağlık (% 3.66),<br />

(16 fotoğraf, % 88.8), 17 toplumsal yaşamda örgütlenebilen, fikirlerini eyleme dönüştürebilen kadın (% 3.46),<br />

(17 fotoğraf, % 100), 16 moda <strong>ve</strong> güzellik (% 3.25), (16 fotoğraf, % 100 ), <strong>12</strong> skandallara karışan kadın (%<br />

2.44), (11 fotoğraf, % 91.6), 9 kadın hakları (% 1.83), (6 fotoğraf, % 66.6), 7 ekonomik yaşam (% 1.42), (6<br />

fotoğraf, % 85.71), 7 spor (% 1.42), (7 fotoğraf, % 100), 4 fuhuş (% 0.81), (4 fotoğraf, % 100 ), 4 ev kadını eş<br />

<strong>ve</strong> anne kimliği ile sunulan kadın (% 0.81), (4 fotoğraf, % 100), 3 bilim alanında kadın (% 0.61), (3 fotoğraf,<br />

% 100), 2 kadını yargılayan <strong>ve</strong> küçük düşüren (% 0.40), (fotoğraf kullanılmamış) habere rastlanmıştır.<br />

İncelenen gazeteler içerisinde, magazin haberlerinin oranı en fazla Sabah gazetesinde çıkmıştır. Hemen<br />

hemen haberlerin yarısını magazin haberleri teşkil etmiştir. Magazin haberlerinde bol fotoğraf kullanmayı<br />

tercih eden gazete, haberlerinde gelişi güzel iki çıplak kadın fotoğrafını (% 0.40) haberi desteklemeden<br />

kullanmıştır. Sabah gazetesindeki magazin haberleri incelendiğinde 206 haberden 88'i tamamen kadını cinsel<br />

bir meta olarak sunmuştur. Sabah gazetesi magazin haberlerini genellikle ikinci sayfadan <strong>ve</strong>rmiştir. Ayrıca<br />

incelenen dönem içerisinde 15. sayfanın sağ üst köşesi <strong>ve</strong> son sayfanın sağ üst köşesi bol fotoğraf kullanımı<br />

ile magazin haberlerine ayrılmıştır. Dikkati çeken nokta, son sayfada yer alan magazin haberlerinde yabancı<br />

mankenler habere konu olmakta <strong>ve</strong> cinsellikleriyle ön plana çıkmaktadır. Sabah gazetesi de son sayfasında<br />

çıplak kadın fotoğraflarına yer <strong>ve</strong>rerek, insanların gazeteyi ellerine aldıklarında en çok dikkatlerini çeken bir<br />

sayfayı, kadının vücudunu sergileyerek daha fazla ilgi uyandırmaya çalışmıştır. Magazin haberlerinin %<br />

98'inde fotoğraf kullanılmıştır.<br />

Gazetede kadınların konu edildiği diğer bir konu başlığı şiddet haberleridir. İncelenen gazeteler içerisinde<br />

şiddet haberlerine en fazla yer <strong>ve</strong>ren gazete Sabah gazetesidir. 491 haberin 90'ı (% 18.32) şiddet haberlerine<br />

ayrılmıştır. Ayrıca bu haberlerin % 88.8'i fotoğrafla desteklenmiştir. Sabah gazetesinde özellikle üçüncü<br />

sayfa, kadınların maruz kaldığı ya da kadınların uyguladığı şiddeti konu edinmiştir. Günün İçinden başlıklı<br />

sayfada kadınlara uygulanan şiddet haberleri dramatize bir dille sunulmuştur. Kadınlara uygulanan şiddet<br />

haberlerinde taciz <strong>ve</strong> tecavüz olayları önemli bir yer tutmuştur.<br />

Sabah gazetesinde kültür-sanat alanında 28 haber belirlenmiştir. Genel toplam içerisindeki oranı % 5.70'dir.<br />

Sabah gazetesi kültür <strong>ve</strong> sanat alanında faaliyet gösteren kadınları cinsellikleriyle ön plana çıkarmamıştır.<br />

Ancak 491 haberin 206'sının magazin haberi olması, buna karşılık 28'inin kadının kültür <strong>ve</strong> sanat alanındaki<br />

faaliyetlerine ayrılmış olması bu gazetenin de kadına daha çok hangi kimlikle yaklaştığını ortaya<br />

koymaktadır. Sabah gazetesinde kadınların konu edildiği haberler incelendiğinde dördüncü sırayı siyasal<br />

yaşam kategorisindeki haberler almıştır. Ancak Hürriyet <strong>ve</strong> Milliyet gazetelerinde de olduğu gibi diğer konu<br />

başlıklarına göre politik yaşamda kadınla ilgili haberlerin fazla çıkmasının nedeni 26 haberin 18'inin Tansu<br />

Çiller'e ayrılmış olmasıdır. Sabah gazetesi de kadına politik yaşamda bir yer tanımamaktadır. Araştırma<br />

süresince sadece 19 Temmuz 1998 tarihli gazetenin 24. sayfasında Zeynep Göğüş'ün "Erkek erkeğe" başlıklı<br />

köşe yazısında kadının siyasal yaşamda yer alması gerektiği, 21'inci yüzyılda erkek erkeğe süper<br />

olunamayacağı, kadınsız birlik de olunamayacağı hele hele dünya devleti hiç olunamayacağının altı<br />

çizilmektedir. Sabah gazetesinde kadını politikacı, sporcu ya da ünlü birinin sevgilisi <strong>ve</strong>ya eşi kimliği ile


yansıtan 22 haber tespit edilmiştir. Genel toplam içindeki oranı % 4.48'dir. Bir diğer kategori kaza <strong>ve</strong> ölüm<br />

haberleridir. 18 haber % 3.66 oranıyla bu şekilde <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

Gazete kadınların sağlık sorunlarına da sayfalarında yer ayırmıştır. Gazete içerisindeki 18 haber kadınların<br />

sağlıkları açısından dikkat etmeleri gereken hususları öğüt <strong>ve</strong>rici bir dille işlemiştir. Çeşitli derneklerde<br />

çalışan, fikirlerini eyleme dönüştürebilen kadınlar toplumsal yaşamda mücadeleci, istediğini elde edebilen bir<br />

yapıda karşımıza çıkmaktadır. Ancak Sabah gazetesinin bu kimlikle sunduğu kadınlar da marjinal kadınlardır.<br />

Gazete 17 haberini bu kimlikle sunduğu kadınlara ayırmıştır.<br />

Moda <strong>ve</strong> güzellik alanında 16 haber yer almıştır. 16 haberin iki tanesi kadının cinselliğini ön plana çıkaracak<br />

tarzda <strong>ve</strong>rilmiştir. İncelenen dönem içerisinde <strong>12</strong> haber kadınların karışmış oldukları çeşitli skandalları konu<br />

etmiştir. Bu haberlerin % 91.6'sı fotoğrafla desteklenmiştir. Gazete haberleri incelendiğinde kadın haklarını<br />

savunan dokuz habere rastlanmıştır. Genel toplam içerisinde bu tür haberlerin oranı % 1.83'dür. Kadının<br />

ekonomik yaşamda varlığını gösteren haberler Sabah gazetesinde de yeterli şekilde ele alınmamıştır.<br />

İncelenen süre içerisinde yedi haber kadınların çalışma yaşamında varlıklarını gösterebilmiştir. Bu haberlerin<br />

oranı % 1.42'dir. Üç sayfasını spor haberlerine ayıran gazete bu alanda da kadınların varlığını göz ardı<br />

etmiştir. 491 haberden yedisi kadınların sportif faaliyetlerine ayrılmıştır. Yedi haberin ikisi kadını bu<br />

alandaki başarılarıyla değil cinsellikleriyle ön plana çıkarmıştır. Spor haberlerinin tamamı fotoğrafla<br />

desteklenmiştir.<br />

Sabah gazetesi incelenen dönem içerisinde dört fuhuş haberine yer <strong>ve</strong>rmiştir. Ayrıca bu haberlerin tamamı<br />

fotoğrafla desteklenmiştir. Bu haberlerde olaydan çok, olayın nasıl gerçekleştiği önem kazanmıştır. Sabah<br />

gazetesinde kadının ev kadını, anne <strong>ve</strong> eş kimliğiyle sunulduğu haberlerin oranı % 0.81'dir. Bilimsel alanda<br />

kadınları konu eden haberlerin oranı ise % 0.61'dir. Gazetede iki haber kadını yargılayan <strong>ve</strong> küçük düşüren bir<br />

tarzda kaleme alınmıştır.<br />

4. Cumhuriyet<br />

Cumhuriyet'te araştırma kapsamında kadının konu edildiği 108 haber belirlenmiştir. Bu haberlerin genel<br />

dağılım içindeki oranları şu şekildedir: 27'si kültür-sanat (% 25), (25 fotoğraf, % 92.59), 19'u magazin (%<br />

17.5), (18 fotoğraf, % 94.73), 16'sı siyasal yaşam (% 14.81), (5 fotoğraf, % 31.25), 9'u toplumsal yaşamda<br />

örgütlenebilen, fikirlerini eyleme dönüştürebilen kadın (% 8.33), (7 fotoğraf, % 77.7), 8'i spor (% 7.40), (8<br />

fotoğraf, % 100), 6'sı şiddet (% 5.55), (fotoğraf kullanılmamış), 4'ü sağlık (% 3.70), (2 fotoğraf, % 50), 3'ü<br />

kadın hakları (% 2.77), (1 fotoğraf, % 33.77), 3'ü ekonomik yaşam (% 2.77), (3 fotoğraf, % 100), 3'ü<br />

skandallara karışan kadın (% 2.77), (3 fotoğraf, % 100), 2'si moda <strong>ve</strong> güzellik (% 1.85), (2 fotoğraf, % 100),<br />

2'si fuhuş (% 1.85), (fotoğraf kullanılmamış), 2'si kaza <strong>ve</strong> ölüm (% 1.85), (2 fotoğraf, % 100), 2'si kadınlarla<br />

ilgili hukuki düzenlemeler (% 1.85), (fotoğraf kullanılmamış), 1'i eğitim (%0.92), (fotoğraf kullanılmamış),<br />

1'i politikacı,sanatçı ya da ünlü birinin eşi <strong>ve</strong>ya sevgilisi (% 0.92), (1 fotoğraf, % 100).<br />

Cumhuriyet gazetesinde kadının konu edildiği haberlerde, ilk sırayı kültür-sanat haberleri almıştır. İncelenen<br />

gazeteler arasında kültür-sanat kategorisinde kadınla ilgili haberlerin ilk sırayı aldığı tek gazete Cumhuriyet<br />

gazetesidir. Diğer gazetelerde olduğu gibi Cumhuriyet gazetesinde de bu alanda faaliyet gösteren kadınların<br />

cinsellikleri ön planda tutulmazken, yaptıkları işler haber konusu edilmiştir. Cumhuriyet gazetesinde kültürsanat<br />

haberleri incelendiğinde diğer gazetelerden farklı olarak sinema-sahne haberlerinin dışında, diğer sanat<br />

dallarında da kadınların faaliyetlerine yer <strong>ve</strong>rildiği görülmektedir.<br />

Cumhuriyet gazetesinde ikinci sırayı magazin haberleri almıştır. 108 haberin 19'u magazin haberlerine<br />

ayrılmıştır. Gazetenin magazin haberlerinde izlediği politika, Hürriyet, Milliyet <strong>ve</strong> Sabah gazetelerinden<br />

farklıdır. Cumhuriyet gazetesi magazin haberlerinde izlediği politikayla, kadını cinsel bir obje olarak sunup<br />

tirajı artırma yolunu seçmemiştir. İncelenen süre içerisinde magazin haberlerinden üçünde kadının güzelliği<br />

<strong>ve</strong> çekiciliği vurgulanmıştır. 108 haberin 16'sı kadınların siyasal yaşamdaki yerlerine işaret etmektedir. 16<br />

haberin on tanesinde DYP Genel Başkanı Tansu Çiller konu edilmiştir. İncelenen haberler içerisinde karar<br />

alan, görüş bildiren kadınların sayısı birkaç kişiyle sınırlı kalmıştır.


Kadının konu edildiği haberlerde dördüncü sırayı, toplumsal hayatta herhangi bir olay karşısında direnen,<br />

örgütlenen, fikirlerini eyleme dönüştürebilen kadınlar almıştır. Bu tür haberlerin genel toplam içerisindeki<br />

oranı % 8.33'tür. Cumhuriyet gazetesinde de bu konu başlığı altında habere konu edilen kadınlar mücadeleci,<br />

başarılı <strong>ve</strong> tam anlamıyla amaçlarına ulaşmak için direnen kadınlar arasından seçilmiştir. Bu şekilde haberde<br />

yer alar kadınlar marjinallikleriyle dikkat çekmektedir. Cumhuriyet gazetesinde beşinci sırayı spor haberleri<br />

almıştır. Genel toplam içerisinde spor haberlerinin oranı % 7.40'dır. Spor haberlerinin tamamı fotoğrafla<br />

desteklenmiştir.<br />

Cumhuriyet gazetesi şiddet haberlerine incelenen diğer gazetelere oranla daha az yer <strong>ve</strong>rmiştir. 108 haberden<br />

altı tanesi şiddet haberlerine ayrılmıştır. Şiddet haberlerinin hiçbirisinde fotoğraf kullanılmamıştır .Haberlerin<br />

beş tanesi kadına uygulanan şiddeti ele almıştır. Diğer bir haber ise kadına uygulanan şiddeti eleştirmektedir.<br />

Cumhuriyet gazetesinde, sağlık kategorisinde kadınların karşı karşıya kaldıkları sağlık problemlerine<br />

değinilmiş <strong>ve</strong> çözüm önerileri getirilmiştir. Sağlık haberlerinin genel toplam içerisindeki oranı % 3.70'dir.<br />

Gazetede, kadın haklarını savunan üç habere yer <strong>ve</strong>rilmiştir. Bu haberlerde kadınların günlük yaşamda<br />

karşılaştıkları sorunlar dile getirilmiştir. Cumhuriyet gazetesi ekonomik yaşamda kadının varlığını ön plana<br />

çıkaran haberlere pek yer <strong>ve</strong>rmemiştir. Üç haber kadının ekonomik yaşamdaki aktivitelerini içermektedir. Bu<br />

konu başlığı içerisinde yer alan haberlerin genel toplam içerisindeki oranı % 2.77'dir. Cumhuriyet gazetesinde<br />

kadınların konu edildiği bir diğer kategori de skandal haberleridir. Gazete incelenen süre içerisinde üç skandal<br />

haberine yer <strong>ve</strong>rmiştir. Bu haberlerin tamamında habere konu olan kişi Monica Lewinsky olmuştur. Gazete<br />

108 haberden ikisini moda <strong>ve</strong> güzellik haberlerine ayırmıştır. Bu haberlerin tamamı fotoğrafla<br />

desteklenmiştir. Kadınların konu edildiği bir diğer konu başlığı da fuhuş haberleridir. Bu haberlerde, fuhuş<br />

yaparken basılan ya da yakalanan kadınlar haber yapılmamıştır. Fuhuş olayının sosyolojik yönleri incelenmiş<br />

<strong>ve</strong> kadınları bu yöne iten olayların arkasında neler olduğu araştırılmıştır. Cumhuriyet gazetesinde kaza <strong>ve</strong><br />

ölüm nedeniyle habere konu olan kadınların sayısı azdır. Bu konuda iki habere yer <strong>ve</strong>rilmiştir. Genel toplam<br />

içerisindeki oranı % 1.85'dir. Kadınlarla ilgili hukuki düzenlemelerin yer aldığı haberlerin oranı % 1.85'dir.<br />

108 haberden sadece biri kadının eğitim alanındaki faaliyetlerine değinmiştir. Genel toplam içerisindeki oranı<br />

% 0.92'dir. Cumhuriyet gazetesi diğer incelenen gazetelerden farklı olarak kadını toplumsal hayatta kendi<br />

kimliği ile sunmayı tercih etmiştir. İncelenen haberler içerisinde sadece biri, kadını politikacı eşi kimliği ile<br />

sunmuştur. Genel toplam içerisindeki oranı % 0.92'dir.<br />

5. Türkiye<br />

Türkiye gazetesinde araştırma süresince kadınların konu edildiği 188 haber belirlenmiştir. Haberlerin genel<br />

dağılımı şu şekilde karşımıza çıkmaktadır: 49'u siyaset (% 26.06), (43 fotoğraf, % 89.7), 36'sı şiddet (% 19.1),<br />

(24 fotoğraf, % 66.6), 23'ü ev kadını, eş <strong>ve</strong> anne kimliği ile sunulan kadın (% <strong>12</strong>.23), (23 fotoğraf, % 100),<br />

18'i magazin (% 9.57), (16 fotoğraf, % 88.8), 10'u kaza <strong>ve</strong> ölüm (% 5.3), (7 fotoğraf, % 70), 8'i toplumsal<br />

hayatta örgütlenebilen, fikirlerini eyleme dönüştüren kadın (% 4.25), (7 fotoğraf, % 87.5), 6'sı politikacı,<br />

sporcu ya da ünlü birinin eşi <strong>ve</strong>ya sevgilisi (% 3.19), (6 fotoğraf, % 100) 6'sı ekonomik yaşam (% 3.19), (6<br />

fotoğraf, %100), 5'i eğitim (% 2.65), (5 fotoğraf, % 100), 5'i kültür-sanat (% 2.65), (4 fotoğraf, % 80), 5'i spor<br />

(% 2.65), (4 fotoğraf, % 80 ), 5'i skandallara karışan kadın (% 2.65), (5 fotoğraf, % 100), 4'ü moda <strong>ve</strong> güzellik<br />

(% 2.<strong>12</strong>), (4 fotoğraf, % 100), 3'ü din ile ilgili konular (% 1.59), (3 fotoğraf, % 100), 2'si fuhuş (% 1.06), (1<br />

fotoğraf, % 50), 1'i bilim (% 0.53), (1 fotoğraf, % 100 ), 1'i sağlık (% 0.53), (1 fotoğraf, %100 ), 1'i kadınlarla<br />

ilgili hukuki düzenlemeler (% 0.53), (fotoğraf kullanılmamış).<br />

Türkiye gazetesinde 188 haberin 49'u (% 26.06) kadınların siyasal yaşamdaki faaliyetlerine ayrılmıştır.<br />

Türkiye gazetesinde de siyasal yaşamda kadının konu edildiği haberlerin fazla çıkmasının nedeni gazetenin<br />

neredeyse tüm haberlerini Tansu Çiller'e ayırmasından kaynaklanmaktadır. 49 haberin 44'ü Çiller'in<br />

çalışmalarıyla ilgilidir. Gazete ne haberlerinde ne de köşe yazılarında siyasal yaşamda kadını destekleyen<br />

yazılara yer <strong>ve</strong>rmemiştir. İncelenen süre içerisinde görüş bildiren, karar alan <strong>ve</strong> politika dünyasında varlığını<br />

gösteren kadın sayısı birkaç kişiyle sınırlı kalmıştır.<br />

Türkiye gazetesinde ikinci sırayı şiddet haberleri almıştır. Genel toplam içerisindeki oranı % 19.1'dir. Şiddet<br />

haberlerinin % 66.6'sı fotoğrafla desteklenmiştir. Gazete, kadının başkalarına uyguladığı şiddetten çok kadına<br />

uygulanan şiddeti haber konusu yapmıştır. 36 haberin 23'ü kadına uygulanan şiddet haberlerine yöneliktir. Üç


haber kadının uyguladığı şiddet eylemlerini konu etmiştir. Diğer haberler ise intihar vakalarını ele almıştır.<br />

Kadına uygulanan şiddet haberlerinde kocasından dayak yiyen töre vahşetine kurban giden, kaçırılan<br />

kadınların yaşadıkları sıkıntılar gündeme getirilirken, kadının uyguladığı şiddet eylemlerini <strong>ve</strong> intihar<br />

eylemlerini içeren haberlerde de diğer gazetelerde olduğu gibi olay dramatize edilerek, kadınların<br />

mağduriyetleri <strong>ve</strong> çaresizlikleri vurgulanmıştır.<br />

Gazetede ev kadını, eş <strong>ve</strong> anne kimliği ile sunulan kadınlar üçüncü sırada yer almıştır. Bu kategoride 23 haber<br />

belirlenmiştir. Bu kimlikle sunulan kadınların oranı genel toplam içerisinde % <strong>12</strong>.23'lük bir dilimi<br />

kapsamıştır. Türkiye gazetesi Kadın <strong>ve</strong> Ev başlığı altında <strong>ve</strong>rdiği haberlerde geleneksel kadın imajını<br />

pekiştirmeye çalışmıştır. Bu bölümde ele aldığı konular el işi örnekleri, kadınların günlük hayatta işlerine<br />

yarayabilecek pratik bilgiler, yemek tarifleri gibi kadınların özellikle ev kadınlarının ilgisini çekebilecek<br />

tarzda haberlerdir.<br />

Türkiye gazetesinde magazin kategorisinde, 18 haber belirlenmiştir. Genel toplam içerisindeki oranı %<br />

9.57'dir. Magazin haberlerinin % 88.8'i fotoğrafla desteklenmiştir. Türkiye gazetesinde yer alan magazin<br />

haberleri incelendiğinde kadınların cinselliklerini ön plana çıkaran ne bir habere ne de bir fotoğrafa<br />

rastlanmıştır. Türkiye gazetesi kadını cinsel bir meta olarak görmemekte <strong>ve</strong> tirajı artırmanın bir yolu olarak<br />

kabul edilen cinsellik unsuru Türkiye gazetesince kullanılmamaktadır.<br />

İncelenen dönemde 188 haberin on tanesi kaza <strong>ve</strong> ölüm haberlerine ayrılmıştır. Kaza <strong>ve</strong> ölüm haberlerinin %<br />

70'i fotoğrafla desteklenmiştir. Çeşitli derneklerde görev alan, hayır işlerinde çalışan kadınlarda gazete<br />

sayfalarında yerlerini almıştır. <strong>Toplumsal</strong> hayatta kadınların bu tarz faaliyetlerini konu edinen haberlerde,<br />

Türkiye gazetesi incelenen diğer gazetelerden farklı olarak, marjinal kadın imajı değil de, iyilikse<strong>ve</strong>r,<br />

merhametli kadın imajını yansıtmıştır. Türkiye gazetesinde kadını kendi kimliği ile değil de eşinin <strong>ve</strong>ya<br />

sevgilisinin kimliği ile sunan haberlerin sayısı ise altıdır. Bu altı haberin tamamı Berna Yılmaz'ı konu<br />

edinmiştir. Ancak bu haberlerde Berna Yılmaz çalışmaları ile değil Mesut Yılmaz'ın eşi olması sıfatıyla<br />

habere konu olmuştur.<br />

Türkiye gazetesinde ekonomik yaşam kategorisinde altı haber belirlenmiştir. Gazete kadını ekonomik<br />

yaşamda destekleyen hiçbir yazıya yer <strong>ve</strong>rmemiştir. Sadece 30 Temmuz 1998 tarihli Türkiye gazetesinin<br />

ikinci sayfasında "Gelecek Kadınların" başlıklı haberde Focus dergisinde yayınlanan bir araştırma yer<br />

almıştır.<br />

Türkiye gazetesinde 188 haberden beşi kadınların eğitim alanındaki başarılarını vurgulamıştır. Genel toplam<br />

içindeki oranı ise % 2.65'dir. Türkiye gazetesinde yer alan kültür-sanat haberleri incelendiğinde sinema,<br />

tiyatro gibi sanat dallarından çok, hat sanatları, boyama, vitray gibi alanlarda çalışmalar yapan kadınların<br />

habere konu edildiği görülmüştür. Türkiye gazetesi üç sayfasını spor haberlerine ayırmakla birlikte, incelenen<br />

dönem içerisinde beş haberde kadınların sportif aktivitelerine yer <strong>ve</strong>rilmiştir. Kadınların karışmış oldukları<br />

çeşitli skandallar genel toplam içerisinde % 2.65'lik dilimi kapsamıştır. Bu haberlerin tamamında fotoğraf<br />

kullanılmıştır.<br />

Türkiye gazetesi moda <strong>ve</strong> güzellik haberlerine sayfalarında geniş yer <strong>ve</strong>rmemiştir. Dört haber moda <strong>ve</strong><br />

güzellik kategorisi içinde yer almıştır. Din ile ilgili konularda üç haber tespit edilmiştir <strong>ve</strong> genel toplam<br />

içerisindeki oranı % 1.59'dur. Türkiye gazetesinde iki fuhuş haberine rastlanmıştır. Bu haberler kadınların<br />

içinde bulunduğu zor durumu ortaya koymaya çalışmıştır. Genel toplam içerisindeki oranları % 1.06'dır.<br />

Bilim, sağlık <strong>ve</strong> kadınla ilgili hukuki düzenlemeler kategorilerinde ise birer haber belirlenmiştir.<br />

6. Zaman<br />

Zaman gazetesinde incelenen konu kapsamında 105 haber belirlenmiştir. Genel dağılım şu şekildedir: 23'ü<br />

siyasal yaşam (% 21.9), (19 fotoğraf, % 82.60), 14'ü din ile ilgili konular (% 13.3), (8 fotoğraf, % 57.14),<br />

<strong>12</strong>'si şiddet (% 11.4), (6 fotoğraf, % 50), 11'i ev kadını, eş <strong>ve</strong> anne kimliği ile sunulan kadın (% 10.47),<br />

(fotoğraf kullanılmamış), 8'i kültür-sanat (% 7.6), (fotoğraf kullanılmamış), 7'si toplumsal yaşamda<br />

örgütlenen, fikirlerini eyleme dönüştürebilen kadın (% 6.66), (5 fotoğraf % 71.42), 5'i politikacı, sporcu ya da


ünlü birinin eşi <strong>ve</strong>ya sevgilisi (% 4.76), (fotoğraf kullanılmamış), 4'ü magazin (% 3.80), (fotoğraf<br />

kullanılmamış), 4'ü sağlık (%3.80), (3 fotoğraf , % 75), 3'ü ekonomik yaşam (% 2.85), (2 fotoğraf , % 66.6),<br />

3'ü skandallara karışan kadın (% 2.85), (1 fotoğraf, % 33.3), 3'ü kaza <strong>ve</strong> ölüm (% 2.85), (1 fotoğraf, % 33.3),<br />

2'si eğitim (% 1.90), (1 fotoğraf, % 50), 2'si moda <strong>ve</strong> güzellik (% 1.90), (fotoğraf kullanılmamış), 2'si spor (%<br />

1.90), (fotoğraf kullanılmamış), 2'si kadınlarla ilgili hukuki düzenlemeler (% 1.90), (fotoğraf kullanılmamış).<br />

Zaman gazetesinde ilk sırayı siyasal yaşam kategorisindeki haberler almıştır. Siyasal yaşamda kadının konu<br />

edildiği haberler incelendiğinde 23 haberin 21'inin Tansu Çiller'e ayrıldığı görülmektedir. Siyasal yaşamda<br />

kadını destekleyen ne bir habere ne de köşe yazısına yer <strong>ve</strong>rilmiştir. Gazetede, ikinci sırada din ile ilgili<br />

konularda kadını konu alan haberler yer almıştır. 105 haberin 14'ü bu içerikte sunulmuştur. Genel toplam<br />

içerisindeki oranı % 13.3 olup bu tür haberlerin % 57.14'ü fotoğrafla desteklenmiştir.<br />

Şiddet haberlerinin genel toplam içerisindeki oranı % 11.4'tür. Şiddet haberlerinin % 50'si fotoğrafla<br />

desteklenmiştir. Zaman gazetesinde yer alan şiddet haberlerinde, kadının maruz kaldığı şiddet haberlerinin<br />

daha fazla yer aldığı görülmüştür. Tecavüz, kaçırılma, terör <strong>ve</strong> intihar eylemleri kadının uyguladığı <strong>ve</strong> kadına<br />

uygulanan şiddet haberlerinin içeriğini oluşturmuştur. Zaman gazetesi de kadının uyguladığı şiddet<br />

eylemlerinde kadının çaresizliğini <strong>ve</strong> mağduriyetini dile getirirken, kadınların bu eylemler sonucu ölmeleri<br />

ya da öldürmeleri diğer alanlara göre daha fazla haber konusu edilmiştir.<br />

Zaman gazetesinde ev kadını, eş <strong>ve</strong> anne kimliği ile sunulan kadınlar genel dağılım içerisinde dördüncü sırayı<br />

almıştır. 105 haberden 11'i kadını bu kimlikle sunmuştur. Zaman gazetesinin, Zaman 2 ekinde gazetenin bir<br />

sayfasını Kadın-Aile başlığı altında, kadın <strong>ve</strong> aile yaşamına ilişkin haberler <strong>ve</strong> yazılara ayırdığı<br />

görülmektedir. Bu sayfada yer alan haberler incelendiğinde çiçek bakımı, ev temizliği, el işi örnekleri, çocuk<br />

bakımı gibi özellikle ev kadınlarının ilgisini çekebilecek haberlere yer <strong>ve</strong>rilmiştir. Zaman gazetesinde<br />

kadınların konu edildiği haberler incelendiğinde beşinci sırayı kültür-sanat haberleri almıştır. 105 haberin<br />

sekizi kadının bu alandaki çalışmalarına ayrılmıştır. Genel toplam içerisinde bu haberlerin oranı % 7.6'dır.<br />

Gazetede yedi haber çeşitli derneklerde çalışan, hayır işlerinde aktif rol alan kadınlara ayrılmıştır. Bu<br />

kategoride yer alan haberlerin, % 71.42'sinde fotoğraf kullanılmıştır. İncelenen dönem içerisinde beş haber<br />

kadını kendi kimliğiyle yansıtmaktan çok eşinin kimliği altında habere konu etmiştir. Bu tür haberlerin oranı<br />

% 4.76'dır. Zaman gazetesinde incelenen süre içerisinde dört magazin haberine yer <strong>ve</strong>rilmiştir. Magazin<br />

haberleri fotoğrafla desteklenmezken, kadının cinselliğini ön plana çıkaracak hiçbir habere yer <strong>ve</strong>rilmemiştir.<br />

Zaman gazetesinin magazin haberlerinde izlediği politika Türkiye gazetesiyle aynı doğrultuda olmuştur.<br />

Zaman gazetesi kadınların sağlık problemlerini dile getiren haberlere de yer <strong>ve</strong>rmiştir. Bu haberlerin genel<br />

toplam içerisindeki oranı % 3.80'dir. Haberlerin tümünde kadınların hamilelik dönemlerinde dikkat etmeleri<br />

gereken hususlar öğüt <strong>ve</strong>rici bir dille ele alınmıştır.<br />

Gazetede kadının çalışma yaşamındaki faaliyetlerinden bahseden üç haber belirlenmiştir. Bu alanda kadını<br />

destekleyen ne bir habere ne de köşe yazısına rastlanmıştır. Zaman gazetesinde özellikle politik skandallara<br />

karışan kadınlar haber konusu edilmiştir. Bu tür haberlerin oranı % 2.85'dir. Zaman gazetesi de kadının<br />

toplumsal yaşamda statüsünü belirleyen unsurlardan biri olan eğitim konusunu gereken düzeyde ele<br />

almamıştır. Bu konu başlığı altında iki haber belirlenmiştir. Moda <strong>ve</strong> güzellik haberlerinin genel toplam<br />

içerisindeki oranı ise % 1.90'dır. Bu kategorideki haberlerde fotoğraf kullanılmamıştır. Zaman gazetesi rutin<br />

olarak iki sayfasını spor haberlerine ayırmakla birlikte, 105 haberden ikisi kadının sportif çalışmalarını konu<br />

etmiştir. Spor haberlerinin tamamı fotoğrafsız <strong>ve</strong>rilmiştir. İncelenen dönemde kadınlarla ilgili hukuki<br />

düzenlemelere yönelik iki tane de haber yer almıştır. Bu haberlerin genel toplam içerisindeki oranı %<br />

1.90'dır.<br />

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ<br />

Araştırma kapsamında yer alan gazeteler incelendiğinde, kadının, basında geniş bir biçimde yer aldığı<br />

görülmektedir. İncelenen sürede kadının konu edildiği 1580 haber belirlenmiştir. Araştırma bulguları<br />

değerlendirildiğinde basının, toplumda var olan geleneksel kadın imajını yansıttığı <strong>ve</strong> pekiştirdiği<br />

görülmektedir. Bu araçlarda kadın, cinselliği ile ön plana çıkmakta, <strong>ve</strong>rilen mesajlarla kadın, gelenekselleşmiş<br />

kadın rolleri ile tanımlanmaktadır.


İncelenen dönem içerisinde kadınların konu edildiği haberlerde, magazin haberleri genel toplam içerisinde ilk<br />

sırayı almış <strong>ve</strong> kadının cinselliği basın tarafından sürekli kullanılmıştır. Araştırmada dikkati çeken bir nokta<br />

ise, gazetelerin okuyucu kitleleri <strong>ve</strong> yayın politikaları doğrultusunda, kadına farklı kimliklerle yaklaşmış<br />

olmalarıdır.<br />

Hürriyet, Milliyet <strong>ve</strong> Sabah gazetelerinde magazin haberleri ilk sırayı almıştır. Bu gazetelerde, kadının<br />

cinselliği, güzelliği <strong>ve</strong> çekiciliği sürekli olarak haberde konu edilmiştir. Bu tarz haberler bol fotoğraf<br />

kullanımı ile daha dikkat çekici hale getirilmiştir. Cumhuriyet, Türkiye <strong>ve</strong> Zaman gazeteleri, kadının<br />

cinselliğini kullanarak tiraj arttırma yoluna gitmemişlerdir. Özellikle Hürriyet, Milliyet <strong>ve</strong> Sabah<br />

gazetelerinde mankenler, şarkıcılar kamuya mal olmuş kişiler olarak görüldüklerinden, her türlü davranışları<br />

haber konusu yapılmış <strong>ve</strong> bu kategori dışındaki kadınlar, ancak bir takım şiddet olaylarına, skandallara,<br />

sansasyonlara karıştıklarında gazete sayfalarında yer edinebilmişlerdir.<br />

Cumhuriyet gazetesi, diğer gazetelerden farklı olarak kadını, kültür-sanat alanındaki çalışmalarıyla ön plana<br />

çıkararak, kadına daha farklı bir kimlikle yaklaşmıştır. Ancak bu gazete de, kadının kamusal yaşamdaki<br />

varlığına yeterince dikkat çekememiştir.<br />

İncelenen dönem içerisinde tüm gazeteler kadına siyasal alanda da bir yer tanımamışlardır. Gazetelerde<br />

siyaset alanında görüş bildiren kadınların sayısı birkaç kişiyle sınırlı kalmıştır. Siyasal yaşamda kadını<br />

destekleyen haberler yok denecek kadar azdır. Araştırmada, siyasal yaşamda kadınların konu edildiği<br />

haberlerin oranı, diğer bazı kategorilere göre yüksek çıkmıştır. Bunun da sebebi bir parti genel başkanının<br />

muhalefet partisinin başında bulunmasından <strong>ve</strong> gazetelerin yayın politikaları doğrultusunda bu kişiyi sürekli<br />

haber yapmalarından kaynaklanmıştır.<br />

İncelenen gazetelerde dikkat çeken bir diğer nokta ise, moda <strong>ve</strong> güzellik haberlerinde ortaya konulmaya<br />

çalışan kadın imajıdır. Hürriyet, Milliyet <strong>ve</strong> Sabah gazetelerinde moda <strong>ve</strong> güzellik haberlerinde, kadının<br />

güzelliğinin <strong>ve</strong> çekiciliğinin ne derece önemli olduğu vurgulanarak, bakımlı <strong>ve</strong> alımlı bir kadın imajı<br />

yaratılmaya çalışılmıştır. Cumhuriyet, Türkiye <strong>ve</strong> Zaman gazeteleri ise bu tür haberlere genel toplam içinde<br />

daha az yer <strong>ve</strong>rmişlerdir.<br />

Hürriyet, Milliyet <strong>ve</strong> Sabah gazeteleri kadını; ev kadını, anne <strong>ve</strong> eş kimliğiyle ön plana çıkarmamakla birlikte<br />

geleneksel bir takım rollerle sunmayı tercih etmişlerdir. Türkiye gazetesinde bu kimlikle sunulan kadınlar<br />

genel toplam içerisinde üçüncü, Zaman gazetesinde ise dördüncü sırada yer almıştır. Cumhuriyet gazetesinde<br />

kadının bu kimlikle sunulduğu bir habere rastlanmamıştır.<br />

Sonuçta kadının rol belirsizliği bu araçlarda da meşrulaştırılmakta, geleneksel kadın imajı değişen koşullar<br />

çerçe<strong>ve</strong>sinde yeniden anlamlandırılamamakta <strong>ve</strong> kadın toplumsal yaşamda cinsiyetçi bir iş bölümü içinde<br />

kendine bir yer edinmeye çalışmaktadır. Modernleşme <strong>ve</strong> toplumsal değişme süreçleri ülkemizde kadın <strong>ve</strong><br />

erkek rollerinde bir takım değişmeler meydana getirse de toplumsallaşmanın barındırdığı değerler özellikle<br />

kadınların toplumsal yaşamda istenilen düzeyde kendilerini temsil etmelerine izin <strong>ve</strong>rmemektedir.<br />

Kadın, kitle iletişim araçlarında bir tüketim aracı durumuna düşmekte <strong>ve</strong> medya yaratmış olduğu sembolik<br />

kadın imajıyla, kadının çocukluk döneminden başlayan toplumsallaşma sürecindeki kalıp yargıları sürekli<br />

olarak pekiştirmekte <strong>ve</strong> geleneksel kadın imajının sürdürülmesine katkıda bulunmaktadır.<br />

KAYNAKLAR<br />

Alkan MÖ (1990) Tanzimattan Sonra Kadının Hukuksal Statüsü <strong>ve</strong> Devletin Evlilik Sürecine Müdahalesi<br />

Üzerine, Toplum <strong>ve</strong> Bilim 50 Yaz.<br />

Alkan T (1981) Kadın Erkek Eşitsizliği Sorunu, A.Ü. SBF Yayını, Ankara.<br />

Arat N (1986) Kadın Sorunu, Say Yayınları, İstanbul.<br />

Arat N (1996) Türkiye'de Kadınların Çalışma Yaşamında Karşılaştıkları Zorlukların Sosyo-Kültürel<br />

Nedenleri, Türkiye'de Kadın Olmak, Yay. Haz: N. Arat, Say Yayınları, İstanbul.


Arıkan G (1998) Osmanlı İmparatorluğu'nda Tanzimat <strong>ve</strong> II. Meşrutiyet Dönemlerinde Kadınların Statüsü İle<br />

İlgili Gelişmeler, Türk Yurdu, 18 (133).<br />

Arıkan T (1991) 2000'lere Doğru Siyasette <strong>ve</strong> Yönetimde Kadın, Gelişen Türkiye'de Kadının Rolü <strong>ve</strong><br />

Etkinliği, İstanbul.<br />

Aşkun İC (1989) İletişimin Kavramsal Anlamı Üzerine Düşünceler, Kurgu Derg, 6, Eskişehir.<br />

Aziz A (1982) <strong>Toplumsal</strong>laşma <strong>ve</strong> Kitlesel İletişim, Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi BYYO Yayınları, Ankara.<br />

Aziz A (1992) Kadın <strong>ve</strong> Yabancılaşma, Her Yönüyle Türkiye'de Kadın Olgusu, Yay. Haz: N. Arat, Say<br />

Yayınları, İstanbul.<br />

Beauvoir S (1993) Kadın İkinci Cins, B. Onaran (çev), Payel Yayınları, İstanbul.<br />

Bebel A (1977) Kadın <strong>ve</strong> Sosyalizm, S. Z. Sertel (çev), Toplum Yayınevi, Ankara.<br />

Bektaş A (1996) Kamuoyu İletişim <strong>ve</strong> Demokrasi, Bağlam Yayınları, İstanbul.<br />

Bensadon N (1990) Başlangıçtan Günümüze Kadın Hakları, Ş. Tekeli (çev), İletişim Yayınları, İstanbul.<br />

Bostancı MN (1996) Medya Ulus İlişkisi, Yeni Türkiye Derg, Yıl 2, <strong>12</strong>.<br />

Çaha Ö (1996) Sivil Kadın, Türkiye'de Sivil Toplum <strong>ve</strong> Kadın, E. Özensel (çev), Yay. Haz: Y. Aktay, Vadi<br />

Yayınları, Ankara.<br />

Çakır S (1991) Siyasal Yaşama Katılım Mücadelesinde Türk Kadını, Kadınlar Siyasal Yaşam Eşit Hak-Eşit<br />

Katılım, Yay. Haz: N. Arat, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Yayını, İstanbul.<br />

Çeçen A (1996) Kültür <strong>ve</strong> Politika, , Gündoğan Yayınları, Ankara.<br />

Çitçi O (1982) Kadın Sorunu <strong>ve</strong> Türkiye'de Kamu Görevlisi Kadınlar, TODAİE Yayını, Ankara.<br />

Doğramacı E (1989) Türkiye'de Kadının Dünü <strong>ve</strong> Bugünü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara.<br />

Doğramacı E (1996) Siyasette Türk Kadını, Kastamonu'da İlk Kadın Mitingi'nin 75. Yıldönümü Uluslararası<br />

Sempozyumu, Kastamonu 10-11 Aralık 1994, Atatürk Kültür Dil <strong>ve</strong> Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma<br />

Merkezi Yayını, Ankara.<br />

Ecevit Y (1993) Kentsel Üretim Sürecinde Kadın Emeğinin Konumu <strong>ve</strong> Değişen Biçimleri, 1980'ler<br />

Türkiye'sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, Yay. Haz: Ş. Tekeli, İletişim Yayınları, İstanbul.<br />

Ellul J (1998) Sözün Düşüşü H. Arslan (çev), Paradigma Yayınları, İstanbul.<br />

Erol B (1996) Tanzimattan Cumhuriyete Türk <strong>ve</strong> Batı Kadını, Kastamonu'da İlk Kadın Mitingi'nin 75.<br />

Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu, Kastamonu 10-11 Aralık 1994, Atatürk Kültür Dil <strong>ve</strong> Tarih Yüksek<br />

Kurumu Araştırma Merkezi Yayını, Ankara.<br />

Gevgilili A (1993) 2000'li Yılların Eşiğinde Modern İletişim Toplumu <strong>ve</strong> Yazılı Basının Geleceği, İstanbul<br />

Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi Derg 1992-1993.<br />

Giddens A (1993) Sosyoloji, R. Esengün <strong>ve</strong> İ. Öğretir (çev), İhtar Yayınları, İstanbul.<br />

Giddens A (1994) Mahremiyetin Dönüşümü, İ. Şahin (çev), Ayrıntı Yayınları, İstanbul.<br />

Gök F (1993) Türkiye'de Eğitim <strong>ve</strong> Kadınlar, 1980'ler Türkiyesi'nde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, Yay.<br />

Haz: Ş. Tekeli, İletişim Yayınları, İstanbul.<br />

Gökçe B (1996) Türkiye'nin <strong>Toplumsal</strong> Yapısı <strong>ve</strong> <strong>Toplumsal</strong> Kurumlar, Savaş Yayınları, Ankara.<br />

Gökçe O (1993) İletişim Bilimine Giriş, Turhan Kitabevi Yayınları, Ankara.<br />

Göle N (1992) Modern Mahrem: Medeniyet <strong>ve</strong> Örtünme, Metis Yayınları, İstanbul.<br />

Güngör E (1993) Değerler Psikolojisi, Hollanda Türk Akademisyenler Birliği Vakfı Yayınları.<br />

Habermas J (1997) Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, T. Bora <strong>ve</strong> M. Sancar (çev), İletişim Yayınları, İstanbul.<br />

İlal KG (1992) <strong>Toplumsal</strong> Değişim İçinde Türk Kadınının Psikososyal Kimliği, Türkiye'de Kadın Olgusu,<br />

Yay. Haz: N. Arat, Say Yayınları, İstanbul.<br />

İlyasoğlu A <strong>ve</strong> İnsel D (1984) Kadın Dergilerinin Evrimi, Türkiye'de Dergiler Ansiklopedisi 1849-1984,<br />

Gelişim Yayınları, İstanbul.<br />

Kandiyoti D (1997) Cariyeler Bacılar Yurttaşlar, A. Bora <strong>ve</strong> ark. (çev), Metis Yayınları, İstanbul.<br />

Kaya AR (1985) Kitle İletişim Sistemleri, Teori Yayınları, Ankara.<br />

Kazancı M (1981) Kitle İletişim Olayı ile Yığınların İdeolojik Yönlendirilmesi <strong>ve</strong> İki Örnek Üzerine<br />

Tartışmalar, A.Ü. BYYO Yıllık, VI, Ankara.<br />

Kıray MB (1982) Toplumbilim Yazıları, G.Ü.İİBF Yayını, Ankara.<br />

Kıray MB (1984) Büyük Kent <strong>ve</strong> Değişen Aile, Türkiye'de Ailenin Değişimi Toplumbilimsel İncelemeler,<br />

Yay. Haz: T. Erder, Türk Sosyal Bilimler Derneği Yayını, Ankara.<br />

Koray M <strong>ve</strong> Topçuoğlu A (1995) Sosyal Politika, Ezgi Kitabevi, Bursa.<br />

Kurnaz Ş (1991) Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını 1839-1923, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu<br />

Başkanlığı Yayınları, Ankara.


Kuruoğlu H (1991) Televizyon Reklamlarında Kadın Ögesi, Düşünceler Ege Üni<strong>ve</strong>rsitesi BYYO Dergisi, Yıl:<br />

5, 8.<br />

Lundberg GA <strong>ve</strong> ark. (1985) Sosyoloji, Ö. Ozankaya (çev), I, Ankara.<br />

Lundby K <strong>ve</strong> Ronning H (1997) Medya-Kültür-İletişim: Medya Kültürü Aracılığıyla Modernliğin<br />

Yorumlanışı, N. Gürkan (çev), Medya Kültür Siyaset, S. İrvan (der), Ark Yayınları, Ankara.<br />

Michel A (1993) Feminizm, Ş. Tekeli (çev), İletişim Yayınları, İstanbul.<br />

Mitchel J (1998) Kadın <strong>ve</strong> Eşitlik, Kadın <strong>ve</strong> Eşitlik, J. Mitchell <strong>ve</strong> A. Oakley, Çev. <strong>ve</strong> Yay. Haz: F. Berktay,<br />

Pencere Yayınları, İstanbul.<br />

Mutlu E (1994) İletişim Sözlüğü, Ark Yayınları, Ankara.<br />

Nazlı A (1995) Çalışan Evli Kadınlar İçin Normatif Öncelik Sorunu (İzmir Örneği), Doktora Tezi, EÜ Sos.<br />

Bil. Enst., İzmir.<br />

Ortaylı İ (1984) Osmanlı Toplumunda Aile, Türkiye'de Ailenin Değişimi Toplumbilimsel İncelemeler, Yay.<br />

Haz: T. Erder, Türk Sosyal Bilimler Derneği Yayını, Ankara.<br />

Oskay Ü (1974) Yapısal Bir Sorun Olarak Kültür Değişimi, Amme İdaresi Derg, 7(1).<br />

Ozankaya Ö (1986) Toplumbilim, Tekin Yayınları, Ankara.<br />

Özgür AZ (1996) Reklam Filmlerinde Görünen Kadınların İşlevsel Rolleri, Kurgu Anadolu Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />

İletişim Bilimleri Fakültesi Derg, 14.<br />

Özkalp E (1993) Sosyolojiye Giriş, Anadolu Ü. Eğitim Sağlık <strong>ve</strong> Bilimsel Araştırma Vakfı Yayınları,<br />

Eskişehir.<br />

Saktanber A (1993) Türkiye'de Medya'da Kadın: Serbest Müsait Kadın <strong>ve</strong>ya İyi Eş Fedekar Anne, 1980'ler<br />

Türkiye'sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, Yay. Haz: Ş. Tekeli, İletişim Yayınları, İstanbul.<br />

Sennet R (1996) Kamusal İnsanın Çöküşü, S. Durak <strong>ve</strong> A. Yılmaz (çev), Ayrıntı Yayınları, İstanbul.<br />

Sirman N (1993) Köy Kadınının Aile <strong>ve</strong> Evlilikte Güçlenme Mücadelesi, 1980'ler Türkiye'sinde Kadın Bakış<br />

Açısından Kadınlar, Yay. Haz: Ş. Tekeli, İletişim Yayınları, İstanbul.<br />

Smith R (1997) İmgeler <strong>ve</strong> Eşitlik: Kadınlar <strong>ve</strong> Ulusal Basın, Medya Kültür Siyaset, S. İrvan (der), Ark<br />

Yayınları, Ankara.<br />

Tan M (1979) Kadın Ekonomik Yaşamı <strong>ve</strong> Eğitimi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara.<br />

Tan M (1981) Toplumbilime Giriş, Temel Kavramlar, Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi Eğitim Fakültesi Yayınları,<br />

Ankara.<br />

Tekeli Ş (1982) Kadınlar <strong>ve</strong> Siyasal <strong>Toplumsal</strong> Hayat, Birikim Yayınları, İstanbul.<br />

Tekeli Ş (1988) Kadınlar İçin Yazılar (1977-1987), Alan Yayınları, İstanbul.<br />

Tezcan M (1996) Eğitim Sosyolojisi, Feryal Matbaası, Ankara.<br />

Tokgöz O (1982) Televizyon Reklamlarının Anne Çocuk İlişkisine Etkileri, AÜSBF Yayını, Ankara.<br />

Tokgöz O (1987) Türkiye'de Kitle İletişim Araçlarında Çalışan Olarak Kadının Konumu: Kadın Yönetici<br />

Olgusu, A.Ü. BYYO 1986-1987 Yıllık, IX, Ankara.<br />

Tokgöz O (1994) Kadın Seçmen İmgesi: Türkiye'de Kadının Bireysel Siyasal Katılımı Üzerine Bir Deneme,<br />

Amme İdaresi Derg, 27(4).<br />

Tolan B (1985) Toplumbilimlerine Giriş, Sosyoloji <strong>ve</strong> Sosyal Psikoloji, Gazi Üni<strong>ve</strong>rsitesi Yayınları, Ankara.<br />

Tolan B (1990) Geleneksel Aileden Çağdaş Aile Yapısına Doğru... Dünyada <strong>ve</strong> Türkiye'de Aile Yapısının<br />

Evrimi", Aile Yazıları 2, Kültürel Değerler <strong>ve</strong> Sosyal Değişme, B. Diçekligil <strong>ve</strong> A. Çiğdem (der), Aile<br />

Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayını, Ankara.<br />

Tolan B (1996) Toplum Bilimlerine Giriş, Murat Yayınevi, Ankara.<br />

Tolan B <strong>ve</strong> ark. (1985) Ben <strong>ve</strong> Toplum Sosyal Psikolojisi 1, Teori Yayınları, Ankara.<br />

Toprak Z (1992) II. Meşrutiyet Döneminde Devlet Aile <strong>ve</strong> Feminizm, Sosyo Kültürel Değişme Sürecinde<br />

Türk Ailesi 3, Başbakanlık Araştırma Kurumu Yayını, Ankara.<br />

Toyanç F <strong>ve</strong> Toyanç T (1972) Dünyada <strong>ve</strong> Türkiye'de Tarih Boyunca Kadın, Toplum Yayınları, Ankara.<br />

Turan Ş (1990) Türk Kültür Tarihi, Bilgi Yayınları, Ankara.<br />

Unat NA (1982) <strong>Toplumsal</strong> Değişme <strong>ve</strong> Türk Kadını, Türk Toplumunda Kadın, N. Abadan Unat (der),<br />

Araştırma Eğitim Ekin Yayını, İstanbul.<br />

Usluata A (1995) İletişim, İletişim Yayınları, İstanbul.<br />

Vural S (1992) Değişme <strong>ve</strong> İletişim, Amme İdaresi Derg, 25 (4).<br />

Wolton D (1992) Televizyon <strong>ve</strong> Yaşam Biçimleri: Bir Kimlik, Değişim <strong>ve</strong> Meşrulaştırma Faktörü", J. M.<br />

Charon (ed.), Medya Dünyası, O. Tatlıpınar (çev), İletişim Yayınları, İstanbul.<br />

Yaktıl G <strong>ve</strong> ark. (1990) Ulusal Gazetelerde Kadın İmajı, Kurgu Derg, 8. Eskişehir.


Zıllıoğlu M (1986) Sinematoğrafik Bilim-Kurgu Yayınlarının Çocukların Dünya Görüşünün Oluşumu<br />

Üzerindeki Etkileri, Anadolu Üni<strong>ve</strong>rsitesi Yayınları, Eskişehir.


SANATTA YANSITMA, YANILSAMA , BİLGİSAYAR<br />

GÖRÜNTÜSÜ VE POSTMODERNİZM<br />

Hikmet Sofuoğlu ∗<br />

ÖZET<br />

Sanat <strong>ve</strong> toplumdaki dönüşümlerde teknolojinin her türü önemli roller oynamıştır; örneğin fotoğrafın<br />

bulunuşu sanatın işlevi sorununu getirmiştir. Özellikle foto-mekanik yeniden üretimin kullanımı, sanat<br />

yapıtının kopyalarında "biriciklik" sorunsalını gündeme getirmiştir. Bu tür olgular sanatçıları,<br />

yapıtlarında yeni bir sosyal işlev katmaya, yeni bir konu bulmaya, yeni bir görme biçimi oluşturmaya,<br />

yeni sanat formaları ile deneyselliklere <strong>ve</strong> özgün yapıtın değerinin zıttı olarak kopya sorununu dışlamaya<br />

itmiştir. Fotoğrafın getirdiği bu yeni olgularla karşılaşmak yerine "saf" sanat gibi temelinde doğaüstü<br />

kavramlar içeren, büyülü bir kategorileşmeye dayanan modernist estetiği geliştirmişlerdir. Buna karşın,<br />

postmodernizm, elektronik olarak yönlendirilen toplumlarda bir çok farklı disiplinleri bilgilendiren<br />

dinamik <strong>ve</strong> sistematik bir durum oluşturmuştur. Bilgisayar görüntüsü , sentetik görüntüden oluşmuş<br />

"simulakrum"lu toplumlarda birçok yönlerden postmodern özellikleri yansıtmaktadır. Bu makale,<br />

bilgisayar görüntüsünün, geleneksel <strong>ve</strong> çağdaş yansıtma kuramlarında biçim <strong>ve</strong> içerik açışından ortaya<br />

çıkan olguları açıklar.<br />

Anahtar sözcükler: Modernizm, Postmodernizm, Yansıtma (taklit), Simulasyon.<br />

RELATIONS OF COMPUTER IMAGERY WITH TRADITIONAL AND<br />

CONTEMPORARY IMITATIONAL THEORIES AND POSTMODERNISM<br />

ABSTRACT<br />

Technology of various kinds ha<strong>ve</strong> played a crucial role in this transformations in the art and society; for<br />

example, the disco<strong>ve</strong>ry of photography essentially questioned the functions of art. Especially, using<br />

photomechanical reproduction raised questions about the "uniqueness" of copies as works of art. These<br />

issues had to do with a new social function for artist’s work, a new subject matter, a new way of seeing<br />

and experimenting with new art forms and of dealing with the question of copy as opposed to the value of<br />

the original. Instead of facing with these issues, they de<strong>ve</strong>loped modernist aesthetic, that is, a theology<br />

based idea of "pure" art, which canonized as it as spiritual entity which lay beyond categorization.<br />

Howe<strong>ve</strong>r, postmodernism is a dynamic, systemic cultural condition that informs most disiplins in<br />

electronically mediated societies. Computer generated images reflect many issues of postmodern<br />

characteristics in the image-synthetic, "simulacrum" society. This paper explores the issues of the<br />

traditional and contemporary immitation theories that appear related to form and content of computer<br />

generated images.<br />

Keywords: Modernizm,Postmodernizm, Immitation, Simulation.<br />

“Sanatın egemenliği, yanılsamanın uzlaşırsal bir biçimde, yanılsamanın çılgınca<br />

etkilerinin yayılmasına engel olan, yanılsamayı aşırı bir görüngü olarak mahkum<br />

etmeye dayanan bir uylaşım içinde yönlendirilmesine dayalı bir egemenliktir. Estetik,<br />

dünyanın toptan yanılsamasına ilişkin bir yüceltme biçimi olarak, öznenin dünya düzeni<br />

üzerindeki egemenliğini yeniden kurar; aksi durumda bu yanılsama bizi yok ederdi.”<br />

(Baudrillard 1995a:97)<br />

GÜZEL SANATLAR VE ORTAM<br />

Günümüzde bilgisayar görüntüsü, fotoğraf, film, video bilgisayar gibi yeniden üretim teknolojilerin<br />

kuramsal anlamda karşılaşmış olduğu bir çok sorun <strong>ve</strong> belirsizliklere ilişkin tartışma konularının odak<br />

noktasını oluşturmaktadır.<br />

Sanatta, öyküleme, anlatı, masal, mitoslar vb. gibi sözel sunuma yönelik öğelerden çok, şekil, renk, çizgi<br />

gibi biçimsel öğelere öncelik tanıyan biçimci estetik kuramın temelleri 18.yüzyıl düşünürü Kant<br />

tarafından atılmıştır. Kant güzel sanat olarak estetik sanatı, organik duyumdan çok, düşündürücü yargı<br />

gücüne sahip sanat olarak yorumlayarak, sanata estetik açıdan bakılmasını <strong>ve</strong> sanatın üretim biçimini bir<br />

tür “amaçsız amaçlılık” olarak yorumlar. Kant'a göre;"...Güzel sanat doğası gereği amaçlı bir tasarım<br />

∗ Doç., Anadolu Üni<strong>ve</strong>rsitesi Güzel Sanatlar Fakültesi


içimidir. ...Bir niyet güdülerek, yönelimsel olarak meydana getirilen <strong>ve</strong> dolayısı ile amaçlı olan şey<br />

burada asla bir düşünce, bir kavram ile ilişkiye sokulmamalıdır; doğa güzelliğine ilişkin durumda olduğu<br />

gibi, yalnızca yargılanmasında hoşlanma edinilmeye çalışılmalıdır."(Altuğ 1989:<strong>12</strong>5).<br />

19. yüzyılda fotoğrafın bulunuşu <strong>ve</strong> mekanik yeniden üretim, sanatçıları, yapıtlarına yeni sosyal işlevler<br />

katmaya, yeni görme biçimleri oluşturmaya yöneltmiş <strong>ve</strong> bu yeni sanat anlayışında özgün yapıtın zıttı<br />

olarak görülen yeniden üretim, taklidin dışlanmasına neden olmuştur. Bu nedenle Kant'ın sanat <strong>ve</strong> estetik<br />

üzerine düşünceleri, evrensel değerlerin soyut formlar biçiminde yansıtılması amaçlayan biçimci estetik<br />

kuramın geliştirilmesi yönünde benimsenerek, 19. yüzyıl İzlenimcilik sonrası sanat <strong>ve</strong> eleştirisinin<br />

merkezini oluşturur. Tarabukin, Fransız izlenimcilerinin biçim üzerine öncelik <strong>ve</strong>ren ilk sanatçılar<br />

olduklarını <strong>ve</strong> resmi biçime egemen olan “öyküden” kurtarmayı amaçladıklarını vurgular (Tarabukin :96).<br />

19. yüzyıl sonlarına doğru K. Fiedler, A. Von Hilderbrand, B. Croce, Fry, Bell <strong>ve</strong> Focillon’un başını<br />

çektiği yeni sanat eleştirisi eğilimini P.E Lasko şu şekilde açıklar; “Bu eğilimin özelliği, sanat yapıtını<br />

kendi içerisinde <strong>ve</strong> kendi renk <strong>ve</strong> biçimi tarafından oluşması ile tanımlamasıdır”(Duffrenne 1978:65).<br />

Fotoğrafın bulunması ile bir tür gerçeklik krizine giren sanat anlayışı, aynı zamanda gerçeğin yeniden<br />

üretimine <strong>ve</strong> daha önemlisi gerçeği yeniden üreten makinaya tepki olarak yorumlanabilir. Örneğin Bell<br />

“sanat yapıtını değerlendirmek için, biçim, renk <strong>ve</strong> üç boyutlu uzam duygusu dışında hiçbir ölçüte<br />

gereksinim olmadığını öne sürer... <strong>ve</strong> taklit yolu ile <strong>ve</strong> fotoğraf aracılığı resim yapan sanatçıları<br />

eleştirir.”(Bugin 1990:11). Modern Sanat, her zaman dolaylı ya da dolaysız bir biçimde yararlandığı<br />

sanat yapıtı içerisindeki makine ögesini gizlemeye çalışmıştır. Eğer bir sanat yapıtı içerisinde teknolojik<br />

öğeler çok belirginse o sanat yapıtı estetik “yüce” olarak değerlendirilmemiştir.<br />

20. yüzyılda biçim, Matisse, Picasso gibi modern sanatçılarda başat konuma getirilir. 1939 yılında<br />

Clement Greenberg’ün “Avant-Garde and Kitsch” adlı makalesi ile modernizmin belirgin bir biçimde<br />

kuramsallaşma aşamasına girdiği söylenebilir. Greenberg bu makalesinde “yüksek kültür” ile “alçak<br />

kültür”, “saf sanat” ile “sahte sanat(kitsch)” arasında kesin bir ayrım yapar. Greenberg, kitle kültürüne<br />

ilişkin her türlü kültürel olguyu(dergi kapaklarını, çizgi romanları, Holywood filmlerini, bir anlamda<br />

günümüze kadar uzanan hem geleneksel hem de bilgisayar animasyon filmlerini, fotoğrafı, bilgisayar<br />

görüntüsünü vb. gibi) Kitsch olarak değerlendirir. Greenberg’ün tanımına göre Kitsch: “mekaniktir <strong>ve</strong><br />

formüllerle işler...Kitsch’de sanat <strong>ve</strong> yaşam arasında bir ayrım, bir kesiklik yoktur"(Greenberg 1990:342-<br />

345). Greenberg, kitle kültürünü <strong>ve</strong> onun kültürel ürünlerini bu şekilde aşağılarken, Avant-garde sanatçıyı<br />

tanrısallaştırarak yüceltir; ”Avant-garde sanatçı, değeri ancak kendi varlık nedeni açıklanabilen, kendi<br />

doğası ile geçerliliği olan...estetik bir gerçerliliği, anlamdan bağımsız <strong>ve</strong> biricik sanat eseri yaratmakla<br />

tanrıyı taklit eder.” (Greenberg 1990:339).<br />

1960 yıllarında Greenberg kuramı daha da netleştirir. Greenberg, Kant'ın düşüncelerinin yalnızca biçimci<br />

estetik kuramın değil, modernizmin temeli olduğunu vurgular. 1960 yılında yazmış olduğu "Modernist<br />

Resim" adlı makalesinde Kant'ı "eleştirinin içselleştirilmesini" gerçekleştiren ilk düşünür <strong>ve</strong> ilk gerçek<br />

modernist olarak tanımlar "(Greenberg 1961:103-8). Greenberg makalesinde her sanat dalının, kullandığı<br />

araç (medium) içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayarak, ayrımcı bir görme biçimini savunur;<br />

"...her sanat, kendi çalışma <strong>ve</strong> uygulamaları içerisinde tanımlanmalıdır....Her sanatın kendisine özgü<br />

biricikliği <strong>ve</strong> özel alanları, kullandığı aracın (medium) doğasının biricikliğinden gelir" (Greenberg<br />

1961:103-9).<br />

Greenberg'ün "sanat kendi aracının sınırlılıkları içerisinde tanımlanmalıdır" önermesin modern sanatçılar<br />

tarafından hayata geçirilmesi ile birlikte, sanat, bilinçli olarak kitle kültüründen <strong>ve</strong> onun ortamından<br />

(medyadan) ayrımlanmış <strong>ve</strong> "saf" bir konuma indirgenmiştir. Greenberg'ün düşüncelerine koşut bir<br />

yaklaşımla, Karl R. Poper’ın “göreceli tarih “ felsefesinden etkilenen sanat tarihçisi Gombrich de buna<br />

benzer görüşleri koşullu bir biçimde paylaşır. “Sanatın Öyküsü” kitabında sanatın “katıksızlaştırılmasını”<br />

bir anlamda saflaştırılmasını onaylar; “Eğer sanatta önemli olanın, doğanın taklidi değil de, çizgi <strong>ve</strong><br />

renklerin seçimi aracılığı ile duyguların ifade edilmesi doğruysa, konu dünyasından uzaklaşarak yalnızca<br />

tonların <strong>ve</strong> biçimlerin etkisine dayanarak sanatın daha katıksızlaştığını ileri sürmek haklı bir şeydi”<br />

(Gombrich 1976:450).<br />

Sanatta soyutlamanın kuramsal açıdan bu şekilde meşrulaştırıldığı böyle bir ortamda sanatçı, bir bilim<br />

adamı gibi kendi alanında uzmanlaşmış <strong>ve</strong> geniş kültürel etkinliklerin gerçekliklerinden <strong>ve</strong> gündelik<br />

yaşamın gerektirdiği iletişim sorumluluklarından arındırılmıştır. Böylelikle kültür, metalaşmanın egemen<br />

hale gelmeye başladığı gündelik hayatın kaygılarından kaçmak için bir dünya sağlamanın yanında,


toplumun varolan örgütlenişinde yadsınan yüksek ideallerin <strong>ve</strong> özgürlük istemlerinin barınabileceği bir<br />

sığınak sağlar. Bu nedenle modernizmin eleştirel <strong>ve</strong> özgürleşimci işlevler sunan yüksek kültür ideallerini<br />

olumladığı söylenebilir.<br />

Suzan Sontag, Greenberg'ün <strong>ve</strong> Bell’in modernist görüşlerine karşıt olarak, yeniden üretim teknolojisi<br />

olan fotoğrafın, ilgilendiği konuları sanat eserine dönüştürme kapasitesini vurgulayarak, fotoğrafın sanat<br />

için yeni hedefler yaratması gerçeğinin, onun bir sanat olup olmadığı sorununun yerini aldığını belirtir;<br />

"fotoğrafı belli konulara <strong>ve</strong> belli tekniklerle sınırlama girişimlerinin tümü, <strong>ve</strong>rimli olduklarını ne kadar<br />

çok kanıtlamış olurlarsa olsunlar, rakip bulmaya <strong>ve</strong> çökmeye mahkumdurlar. Çünkü fotoğrafın doğası,<br />

onun fark gözetmeyen görme biçimi, yetenekli ellerdeyse şaşmaz bir yaratma ortamı olmasıdır" (Sontag<br />

1993:157). Sontag, bu nedenle fotoğrafın bir sanat olup olmadığının tartışılmasını yanıltıcı bulur. Ona<br />

göre "fotoğraf sanat biçimi değildir. Dil gibi, başka şeylerin yanında, sanat eserleri üretilen bir<br />

ortamdır."(Sontag 1993:157).<br />

Fotoğrafın, ayrımcı ya da saflaştırılmış bir görme biçiminin <strong>ve</strong> gerçek başarıyı ender rastlanan bir şey<br />

durumuna getiren modernist sanat anlayışı ile çelişkisi günümüze kadar sürmüştür. Walter Benjamin,<br />

“Tekniğin Olanaklarıyla Çoğaltılabildiği Çağda Sanat Yapıtı” adlı makalesinde fotoğrafı sanatta gerçek<br />

devrim olarak tanımlar <strong>ve</strong> fotoğrafın sanat yapıtına teknik çoğaltılabilirliği getirdiği için dünya tarihinde<br />

ilk kez olarak sanat yapıtını, kutsal törenin bir asalağı olmaktan çıkardığını vurgular (Benjamin 1981:23).<br />

Gerçekte fotoğrafın hem modernist yüksek sanatların, hem de ticari sanatların bir ortama daha doğrusu<br />

medyaya dönüştürülmesinin ilk örneğini oluşturduğu <strong>ve</strong> günümüzde bu işlevi farklı açılımlarla video,<br />

film, <strong>ve</strong> bilgisayar görüntüsünün üstlendiği söylenebilir.<br />

Jameson, Sontag'ın fotoğraf üzerine olan görüşlerine benzer bir yaklaşımla, video sanatını, video'nun<br />

kendi sınırları içerisinde değerlendirmenin yanlışlığını vurgular; "Tümüyle yanlış olan, bir video yapıtı<br />

tek başına ele alarak incelemektir; bu anlamda şunu belirtmek mümkündür ki video başyapıtları yoktur,<br />

hiç bir zaman bir video ölçütü geliştirilemez <strong>ve</strong> hatta (imzaları hala mevcut olduğu) bir "auteur" video<br />

kuramı bile oldukça sorunsallaşır." (Jameson 1994:119).<br />

Kant <strong>ve</strong> onun düşüncelerinden oluşturulan modernist sanat kuramında, güzel sanatlar “elitist”tirler:<br />

bunların tanımlayıcı biçimi Kant'ta daha belirgin olarak ortaya çıkar; sanat eseri, tek bir kişinin ürettiği<br />

tek bir eserdir, biriciktir <strong>ve</strong> kendi kendisinin nedenidir (Altuğ 1989:<strong>12</strong>4). Bu nedenlerden dolayı güzel<br />

sanatlar, ilgilendikleri konuların bazılarının önemli, engin, soylu, bazıların ise, önemsiz, basit <strong>ve</strong> aşağılık<br />

saydığı bir konu <strong>ve</strong> teknik sanat-güzel sanat türünden bir üretim biçiminin ayrımcılığından kaynaklanan<br />

hiyerarşik anlayışı belirginleştirir. Kant'a göre teknik sanat öğrenilebilir bir şeydir <strong>ve</strong> isteğe göre<br />

tekrarlanabilir, yeniden üretilebilir. Buna karşılık güzel sanat, varlık nedenini kendisinde taşıyan bir oyun<br />

türüdür (Altuğ 1989:<strong>12</strong>4).<br />

19. yüzyıl başlarında teknolojik buluşlarla gelişen sinema sanatı da mekanik olarak yeniden üretilebildiği<br />

için sanat olamayacağı görüşüne karşı, Arnheim "Film sanatı...diğer sanatlar gibi eski yasa <strong>ve</strong> ilkeleri<br />

izlediğini" (Arnheim 1958:7) belirterek sinemayı modernist sanat kuramına uyumlandırmaya yönelmiştir.<br />

Arnheim'a göre" mekanik üretimin bittiği yerde sanat başladığı" (Arnheim 1958:69) için kuram da o<br />

ölçüde belirginleşmiştir. Arnheim, Greenberg'e koşut bir anlayışla, kuramdaki sanat nesnesinin<br />

biricikliğini, aracın (medium) biricikliğine kaydırarak, modernist anlamsa "saf" sanatla birleşir; "Bir şeyin<br />

sanat ürünü olması için, kullanılan araç (medium) o üründe açık seçik belli olmalı. Bir kimsenin bir<br />

yeniden üretime baktığını bilmesi yeterli değildir. Nesneyle onu betimleyen aracın (medium) birbirini<br />

karşılıklı olarak nasıl etkilediği bitmiş üründe açıkça belli olmalıdır. Aracın özellikleri en büyük sanat<br />

ürünlerinde kendilerini en çok hissettirirler."(Arnheim 1958:45).<br />

Arnheim, "fotoğrafın yeniden üretim bağlarından kendini kurtararak, canlı resim gibi insanoğlunun arı<br />

yapıtı haline geldiğinde, filmin öteki sanatların düzeyine erişebileceğini" (Arnheim 1958:45)<br />

savunmuştur. Sanatlarda bu ayrım <strong>ve</strong> hiyerarşileşme sürecini Walker, Kitle İletişim Ortamları Çağında<br />

Sanat" adlı kitabında şu şekilde vurgular; "...güzel sanat sözcüğü artık, güzellik, beceri, üstünlük,<br />

mükemmellik, zerafeti vurgulamak için <strong>ve</strong> fayda değerinden soyutlanmış olarak kullanılmaktadır. Güzel<br />

sanatlar mekanik uygulamalı ya da yararlı sanat <strong>ve</strong> zanaatların zıttı olması ile değer kazanmıştır."(Walker<br />

1983:16). Yeniden üretim teknolojilerinin oluşturdukları ortamın(medya), özelleşmiş üreticilerin ya da<br />

auteur'ün rolünü zayıflatması, herkesin öğrenebileceği mekanik teknikleri kullanabilmesi <strong>ve</strong> toplu ya da<br />

ortak çabalar olarak üretime katılabilmeleri açılarından dinamik olduğu söylenebilir. Buna örnek olarak,


ilgisayar animasyonunda son 40 yıldaki hem teknolojik hem de sanatsal gelişmeler gösterilebilir:<br />

Kurulan ekipler, bilim adamı-sanatçı işbirliğindeki ortak çabalar açılarından bilgisayar sanatındaki<br />

gelişmeler neredeyse genel sanat tarihindeki bireyselliğin <strong>ve</strong> ayrımcılığın zıttını oluşturur.<br />

Geleneksel güzel sanatlar özgün, sahte, orjinal <strong>ve</strong> kopya, iyi zevk <strong>ve</strong> kötü zevk arasındaki farkı<br />

önemserken, ortam (medya) ise bu farklılıkları bütünüyle ortadan kaldırmasa bile aralarındaki uzaklıkları<br />

azaltır. Güzel sanatlar bazı deneyimlerin ya da konuların bir anlamı olduğunu varsayar. Ortam (medya)<br />

ise Marshall Mc Luhan'ın "ileti ortamın kendisidir" biçimindeki saptamasında olduğu gibi esas olarak<br />

içeriksizdir. Bunun yanında Mc Luhan’a göre yeni medyaların ortaya çıkması varolan duyumlarımızı<br />

değiştirir, bunun da ötesinde yeni, medyalar eski medyaların konumunu <strong>ve</strong> ilişkilerini değiştirir (Walker<br />

1983:72).<br />

Bir çağın görme biçimi, o çağın düşünce yapısını da oluşturmuştur. Bugün gördüklerimiz <strong>ve</strong><br />

düşündüklerimiz dünden farklıdır. Görme <strong>ve</strong> düşüncemizdeki tüm bu deşiklikler, yaşamımızdaki ağırlığı<br />

gitgide artan teknolojik gelişme koşullarının dramatik değişimi <strong>ve</strong> insanın algılama duyumlarına yönelik<br />

anlatım biçimlerinin yeniden düzenlenmesinden kaynaklanmıştır. Bu açıdan bakıldığında sanatın,<br />

dönüşüm yaratma işlevi bulunur. Ortam <strong>ve</strong> sanat arasındaki ilişkiyi, yaşadığımız kültürü, bir tarafta<br />

teknisyenlerin kullandığı pahalı donanımlar, diğer tarafta kültürel yansımalardan kuşku duyan yaklaşımlar<br />

olmak üzere, teknik <strong>ve</strong> kültürel olarak ayrımlanması biçiminde Kant'çı bir ayrımcılıkla<br />

değerlendirilmemesi gerekir. “Üretici Olarak Yazar” (1934) adlı makalesinde Benjamin, sosyal ilişkilerin<br />

üretim ilişkilerinden kaynaklandığını <strong>ve</strong> bu nedenle sanatçıların bu ilişkileri değiştirerek geliştirmesi<br />

gerektiğini vurgular (Walker 1983:72). Öyle ki teknolojinin gelişmesi ile birlikte bilgisayarlar günümüzde<br />

ortalama bir insanın erişebileceği bir araç durumuna gelmiş, bilimadamı-sanatçı, teknik-estetik biçiminde<br />

dilde yapılan ikili kodlamalar ortadan kalkarak daha genel bir tanım olan “kullanıcı” sözcüğü ile yer<br />

değiştirmiştir.<br />

Bu nedenlerden dolayı, sanat kuramındaki tartışmalardan hareketle, bilgisayar görüntüsünün estetik <strong>ve</strong><br />

teknik olmak üzere iki alana ayrılamayacağı açıktır. Genel sanat kuramındaki modernist görüşlerin<br />

aksine, bilgisayar görüntüsü hem estetik hem de teknik alanlarının bütünleşmesi sonucunda gelişmiş <strong>ve</strong><br />

kültürel gerçekliğin geniş yelpazesinde bulunan gerçeklik modelleri oluşturmuştur. Sanat <strong>ve</strong> teknoloji, bu<br />

tür gerçeklik modelleri tarafından karşılıklı olarak birbirlerini etkileyerek bir gelişme süreci izler. Bu<br />

yaklaşım hem post-yapısalcı hem de postmodern kuram ile benzerlikler oluşturur. Örneğin Faucault'ya<br />

göre arşivlerin arkeolojik analizi, uygulamanın bir dizi koşulları ile, yine uygulamadan doğan bütünsel ya<br />

da bölümsel değişebilir yeni önermeleri birlikte ortaya koyar. Faucault'ya göre; “ Herşey sistem, kural <strong>ve</strong><br />

ölçüt düzeni içinde dönüşebilir. İnsan bilimleri alanı kendisini çoğullaştırırken-çünkü sistemler<br />

soyutlanmış durumdadırlar, çünkü kurallar kapalı sistem oluşturmaktadırlar, çünkü ölçütler kendilerini<br />

özerklikleri içinde koymaktadırlar- birleşmiş hale gelmişlerdir.” (Faucault 1994:466).<br />

Bir başka anlatımla, işleyen kurallar katılımcılar tarafından bilinçli olarak, Kant’çı bir anlatımla “bir amaç<br />

güdülerek” bulunmuş ya da formüle edilmiş değillerdir. İlişkiler uygulama olanakları sunmalarına karşın,<br />

kurallar bazılarına görülmez gelebilir. Bu böyle ise, katılımcılar(sanatçılar) bilinçli değiştirici değillerdir.<br />

Derrida, bu kuralların içinde bulundukları metinlerde kendilerini yapıçözüme uğratabildiklerini vurgular.<br />

Derrida için yapıçözüm, “bütünsel tehlikeyi ayrımsayarak, ona karşı savaş açmak” (Sayın 1994:30)<br />

olduğuna göre bu noktada yapılması gereken, varolan sanat söylemine yeni teknolojilerle karşıt görüş ya<br />

da alternatif oluşturmak değil, varolan söylemin yanında yani yan yana yer almaktır. “Çünkü varolan<br />

dizge, varolan söylem, karşıtlıklara da kendisinin bir parçası olarak bakarak, onları da karşıt olma<br />

özellikleri ile dizgesinin içine alma tehlikesi yaratabilecektir.” (Sayın 1994:31).<br />

Görüntülerin seçimi <strong>ve</strong> sunum biçimi sanatçı tarafından gerçekleştirilir <strong>ve</strong> bu seçimler ister bilinçli ister<br />

bilinçsiz olsun sanatçının içinde bulunduğu estetik <strong>ve</strong> teknolojik gelişmelerin oluşturduğu kültürde<br />

gerçekleşir. Sanatçı bu gelişmelere uygun ya da eleştirel bir konumda bulunabilir. Bütün durumlarda,<br />

ortaya çıkan yapıt, tarihsel <strong>ve</strong> kültürel koşulları yansıtır. Sanatçının bu konumu, sanatın kavramsal<br />

yönünü oluşturan diğer kültürel yaklaşımlarla da desteklenir. Bu kültürel yaklaşımlar bilgi sosyolojisi,<br />

sanat tarihi, sanat felsefesi, arkeoloji olarak ortaya çıkar. Bu açıdan bakıldığında bilgisayar görüntüsü<br />

üreten sanatçının, kültürel olguları dışa vurma işlevlerini yerine getirdikleri söylenebilir. Bu durum gerek<br />

bilim gerekse sanat ya da her iki eğitimi almış bireyler için geçerlilik taşımaktadır.


Bilgisayar görüntülerinin ilk olarak ortaya çıktığı dönemlerde, bilgisayar sistemleri bilimsel amaçlara<br />

yönelik kurulmuşlardır. Bu nedenle çok az sanatçı (güzel sanat eğitimi almış) bu sistemlere<br />

ulaşabiliyordu. Bununla birlikte, bilgisayar sistemlerini kullanan bilim adamları <strong>ve</strong> mühendisler, sanat<br />

eğitimleri olmamasına karşın, bilinçli ya da bilinçsiz estetik olguları içeren çalışmalar ortaya<br />

çıkarmışlardır. Günümüzde ise bilgisayar, sanatçılar için, daha doğrusu her “kullanıcı” ya da katılımcı<br />

için görüntü üretiminde büyük olanaklar <strong>ve</strong> kullanım kolaylığı sağlamaktadır. Sanatçı <strong>ve</strong> yazılımcılar<br />

ekipler oluşturarak, sinema, animasyon alanlarında üretim yapabilmektedirler. Kullandıkları yazılımlar,<br />

bilimsel amaçlar için tasarlanmış olmalarına karşın, ortaya çıkan ürünler sanatsal ya da başka amaçlara<br />

yönelmiştir.<br />

YANSITMA VE SİMULASYON<br />

Sanatın bir yansıtma (taklit) olduğu görüşü en eski <strong>ve</strong> günümüze kadar sürekli tartışılan bir görüştür.<br />

Platon ideal olanın yansıtılmasını, fiziksel gerçekliğin edebi olarak yansıtılması olarak görmüştür. Platon<br />

<strong>ve</strong> Aristotales yansıtmanın temel konuları üzerine fikirler öne sürmüşler <strong>ve</strong> yansıtma kuramlarının<br />

çeşitlemeleri diğer kuramcılar tarafından tarihin belirli dönemlerinde ele alınmıştır.<br />

Realizm <strong>ve</strong> İdealizm iki temel klasik kuram olarak, sanatın bir yansıtma olduğu görüşünde birleşirler.<br />

İdealizm, fiziksel gerçekliğin edebi temsilini, Realizm ise fiziksel gerçekliğin bilimsel temellerle ilişkisini<br />

açıklamaya yönelmiştir. Çağdaş sanat kuramcıları ise, sanatta yansıtma sorununu, günümüzün teknolojik<br />

<strong>ve</strong> kültürel olguları ile açıklamaya yönelmişlerdir. Bilgisayar görüntüleri ile ortaya çıkan <strong>ve</strong> tartışma<br />

konusu olan "hiper-gerçekçilik", "simulasyon", "simulakra" <strong>ve</strong> "yeniden üretim" kavramları çağdaş<br />

kuramlara örnek gösterilebilir.<br />

Çağdaş kuramcıların aksine, modernist olarak tanımlayabileceğimiz kuramcılar, “gerçeği olduğu gibi<br />

yansıtma” kuramları ile ilgilenmedikleri söylenebilir. Onlara göre sunum, gerçeği olduğu gibi<br />

yansıtmamalıdır. Başka bir anlatımla, ancak yansıtmanın(sunumun) gerçek olmadığının bilgisiyle gerçeğe<br />

ulaşabiliriz. Henri Lefebr<strong>ve</strong> modern sanatın uzam anlayışını irdelerken saptadığı gibi modern sanatta<br />

özne/nesne birliği ortadan kalkar; "Bu bir anlamda resimsel nesnenin, resmin, ne nesnel<br />

gerçeklikten(doğa ile benzerliği tarafından tanımlanan "gerçeklik") ne de duygu <strong>ve</strong> kişisel duyumlarla<br />

bağlantısı olan dışavurum tarafından ortaya çıkmasıdır."(Lefebvre 1991:25).<br />

Teknoloji değiştikçe, geleneksel medyanın örneğin resmin <strong>ve</strong> heykelin, tıpkıbasım, fotoğraf, video <strong>ve</strong><br />

bilgisayar görüntüsü ile kaynaşması, sanat kuramında yeni tartışma konuları ortaya çıkarmıştır. Çağdaş<br />

kuram yalnızca görüntü ile değil, onun kültürel işlevlerinin de sorgular. Böylece çağdaş kuramda, sanat<br />

ile psikoloji, eleştiri politika <strong>ve</strong> sosyal kuramlar arasındaki sınırlar ortadan kalkar.<br />

İDEAL YANSITMA<br />

Platon, Aristotales <strong>ve</strong> Plotonius'un fikirleri, yansıtma kuramının ilk çeşitlemelerini oluşturur. Yurttaşlık<br />

üzerine <strong>ve</strong> gençlere yönelik söylemlerinde Platon, fiziksel dünyanın ideal sunumunu savunmuştur. Platon<br />

fiziksel dünyaya ait nesnelerin taklidini yapmak yerine, onun ideal taklidinin, bir anlamda nesnenin<br />

mükemmel ideasını ortaya çıkarmayı savunur. “İdea”lar bilgi, doğru, güzel anlamındaki<br />

“paradikma”lardır. Bir idealist olarak Platon, fiziksel bir nesneyi idealar dünyasının ideal parçalarının<br />

değersiz kopyaları olarak görür. Bu sunumlar değersiz bir “kopyanın kopyası”dırlar. Bozkurt, Platon’un<br />

görüşlerini şu şekilde açıklıyor; "Platon'a göre sanat bir taklittir. örneğin ressam, bir masayı resmettiği<br />

zaman, bütün masaları aslı olan o tek <strong>ve</strong> öz gerçekliğin, masa "idea"sının benzerini değil, marangozun<br />

elinden çıkan masaların benzerini yaptığı için üçüncü dereceden uzaktan bir taklitçi ya da benzetmeci<br />

olmaktadır. Çünkü masaya yandan, karşıdan ya da başka bir taraftan bakınca, masa değişmez ama<br />

değişik bir görünüş kazanır. Resim ise nesneleri oldukları gibi değil, göründükleri gibi <strong>ve</strong>rdiğinden<br />

gerçekliğin değil görünenin benzetmesidir." (Bozkurt 1992:79).<br />

Platoncu bir yaklaşımla resim “görünenin benzetimi” olurken, bilgisayar görüntüsünü oluşturan, özellikle<br />

<strong>ve</strong>ktörel üç boyutlu yazılımların <strong>ve</strong> kullandıkları <strong>ve</strong>ritabanlarının nesnenin mükemmel ideasını oluşturan<br />

“paradikmalar” oldukları söylenebilir. Çünkü üç boyutlu yazılımlarda, nesnelerin bilgileri <strong>ve</strong>ritabanında,<br />

nesnenin görüntüsü biçiminde olmaktan çok, sayısal kod’lar (0-1) biçiminde bulunur. Yazılım, bu<br />

kod’ları ilişkilendirerek tıpkı Platon’un masa örneğinde olduğu gibi, ressamın işlevini yüklenerek,<br />

<strong>ve</strong>ritabanında bulunan öz gerçekliğin “idea”sını, ressam gibi farklı görünüşlerini(perspektif, yukarıdan,


yandan, karşıdan vb. gibi) çok kısa bir sürede yaratabilmektedir. Bilgisayar görüntüsü, resim, fotoğraf <strong>ve</strong><br />

sinema görüntüsünden farklı olarak, dışarıdan içeriye olmaktan çok, içeriden dışarıya doğru bir yapılanma<br />

süreci izler. Görüntünün bu şekilde yazılımla (matematiksel ifadelerle) oluşturulması, temelde geleneksel<br />

doğu sanatını anıştırır; Geleneksel doğu sanatlarında bir nesnenin görüntüsü, gözün gördüğü biçimde<br />

olmaktan çok, bir kavramın şematik anlatımını oluşturur <strong>ve</strong> felsefik anlamlara gönderme yapar. Aynı<br />

biçimde bilgisayar ekranındaki araç düğmeleri (ikonlar), bir kavramın ya da düşüncenin matematiksel<br />

ifadelerinin görsel anlatımı olabilmektedirler.<br />

Diğer yandan Platon, bir nesnenin mükemmel ideasının temsilini sezgi yoluyla gerçekleştirilen sanat<br />

yapıtlarını da onaylamıştır. Onun görüşüne göre bu tür yaklaşım, idealar dünyasından kopyalanmış<br />

mükemmel uyumları temsil edebilecektir. Bu biçimle mükemmel oranlara sahip olurken, tanrısallık,<br />

gerçek <strong>ve</strong> güzellikle bütünleşebileceklerdir. Genel olarak Platon <strong>ve</strong> Yunan sanatının, sayısal oranlar,<br />

uyum <strong>ve</strong> güzellik arasındaki ilişkilerle ilgilendikleri söylenebilir. Platon bu konuda şunları söyler;<br />

"Gerçekten de her şeyin güzel olmasını sağlayan bir güzellik vardır; her şeyde ölçü <strong>ve</strong> oran erdem gibi<br />

güzelliği de oluşturur...şeylere, görünen ya da görünmeyen, gerçek güzelliği <strong>ve</strong>ren ne ise işte onu<br />

tanımlamamız gerekir”(Bozkurt 1992:69).<br />

Platon'un mükemmel biçimin kopyası fikri Charles Csuri <strong>ve</strong> James Shaffer'in, "Sanat, Bilgisayar <strong>ve</strong><br />

Matematik" adlı ortak makalelerinin yorumlanmasına yardımcı olabilmektedir. İlk bilgisayar<br />

sanatçılarından Charles Csuri'nin düşünceleri bilgisayar sanatı üzerinde ilk çalışmaların soyut formlar<br />

üzerindeki ideal biçimlerin matematiksel ilişkilere dayanan deneysel çalışmalar olduğu göz önüne<br />

alındığında matematiksel ilişkilerin sanattaki önemi daha belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Csuri,<br />

Rönesans'tan örnekle, görsel uzamın(üç boyutlu uzamın benzetimi), matematiksel ilişkilere dayanan<br />

perspektifle oluşturulduğuna dikkatleri çekerek matematiğin sanatçı üzerindeki önemini vurgular. O’na<br />

göre sanatçı içinde bulunduğu ortamdan etkilenir <strong>ve</strong> önyargılara sahip olur. Matematik, sanatçının bu<br />

önyargılardan uzaklaşmasını sağlar; "Görsel sorunlara matematiksel yaklaşım, sanatçının hem<br />

önyargılardan hem de diğer çözüm olasılıklarını ortaya çıkarmasına olanak tanır. ...Çünkü sanatçılar<br />

önyargıları nedeniyle, konunun temel yapısı üzerinde yüzeysel bilgilere sahip olurlar" (Csuri 1968:<strong>12</strong>95).<br />

Çalışmalarında matematikten yararlanan modern sanatçılar arasında Duchamp, Arp, Lissitzky, Naum<br />

Gabo, Antonio Pevsner örnek gösterilebilir. Duchamp, Büyük Cam eserinde Yunan sanatının temeli olan<br />

altın kesit oranını kullanmıştır. Geçmişte karmaşık hesaplamaları nedeniyle zaman kaybına neden olan<br />

matematik, sanatçılar için estetik form oluşturmada sınırlı bir araç olarak kaldığı söylenebilir. Sanatsal<br />

uygulamalarda mekanik çözümlemeler de makineyi anımsattığından çoğunlukla başarısız sayılmıştır.<br />

Sonuçta sanatçıların formların yapısı hakkındaki geliştirdikleri estetik kavramlar, el çizimi ile sınırlı<br />

kalmıştır. Günümüzde bilim adamı Clifford Picko<strong>ve</strong>r'ın çalışmaları matematiksel formüllere dayanan<br />

soyut formları içerir. Picko<strong>ve</strong>r ürünlerinin "insan eli değmediği için oldukça "arı" olduklarını bu nedenle<br />

sanat kabul edilmediğini” (Portfolio 1992:63) açıklar. Bu tür görüşlere karşın Picko<strong>ve</strong>r son derece<br />

karmaşıklık duygusunu <strong>ve</strong> matematiğin çeşitliliğini görsel bir ortama uygulanabilirliğini ortaya koyması<br />

açısından önem kazanır.<br />

Bilgisayarın gelişmesi ile birlikte yoğun matematiksel hesaplamalar, makinaya devredildiğinden,<br />

sanatçılar görsel formlar üzerinde daha derin araştırmalara yönelmişlerdir. 1960 yıllarında bilgisayar<br />

çalışmaları bilim adamları tarafından gerçekleştiriliyor olmasına karşın, modernist sanat çalışmalarından<br />

büyük ölçüde etkilenmiş oldukları görülür. Sonuçta galeride görülen geleneksel yöntemlerle üretilmiş<br />

sanat eserleri ile bilgisayarda matematiksel formüllerle üretilen görüntüler arasında büyük benzerlikler<br />

bulunduğu söylenebilir.<br />

GERÇEKÇİ YANSITMA<br />

Platon'un idealist sanat felsefesine karşın, Aristotales realist kuramın kurucusu olarak kabul edilir.<br />

Aristotales'e göre sanat, yansıtma (mimesis) ile başlar arınma (katharsis) ile son bulur; "mimesis'de<br />

sanatçı <strong>ve</strong> nesne, katharsis'de ise alımlayıcı <strong>ve</strong> sanat yapıtı arasında bir iletişim <strong>ve</strong> etkileşim söz<br />

konusudur. Bu bağlamda form güzelliği, nesne güzelliğinden başka bir şeydir" (Bozkurt 1992:86). Bu<br />

durumda doğa yasaları <strong>ve</strong> sanat yasaları arasında önemli farklılıklar bulunur. Sanat gerçeklikten daha<br />

fazla bir şeydir. Sanat yasaları hoşlanma, bilgi <strong>ve</strong> zihinle ilgili olan estetik haz'a dayanır. Bu nedenle<br />

Aristotales sanatı insan aklı ile bütünleştirdiği için rasyonalisttir. O'na göre sanat yapıtı doğanın edebi<br />

kopyası olmak zorunda değildir. Bunun yerine sanat yapıtı varlıkların özünü yansıtmalıdır. Aristoteles


sanat yapıtını şu şekilde tanımlar; "Sanat yapıtı form yetkinliğine <strong>ve</strong> kullanılan yöntemin gü<strong>ve</strong>nirliğine<br />

sahiptir; bunlardan ikincisi sanat yapıtının kendinde bir bütünlüğü olmasını <strong>ve</strong> yapıtın kendi içinde bir<br />

etkinliğinin bulunmasını sağlar" (Bozkurt 1992:86).<br />

Yeni Platon'cu idealist olarak Plotinus, varlığın-öz'ün yansıtılması üzerinde önemle durur. Doğada<br />

bulunan geometrik biçimler bazı formların özünü anımsatır. Plotinus, yeryüzündeki güzelliklerden daha<br />

yüksek güzelliklere geçmenin yollarını araştırır <strong>ve</strong> sanat yapıtındaki “gereksizliklerin”, “yanlışlıkların”<br />

ortadan kaldırılmasını, önemli olanın varlıkların özünün yansıtılması olduğunu vurgular; “...Ama biçim<br />

maddeye geçerken ne saflığını koruyabildi, ne de sanatçının iradesine tamamıyla uyabildi. Demek oluyor<br />

ki sanatın güzelliği, dış nesnelere geçen güzellikten daha büyük <strong>ve</strong> daha hakikidir. Her yaratıcı ilke<br />

yaratılan şeye üstündür”(Yetkin 1972:32).<br />

Bugün bilgisayar animasyonunda doğa kurallarını temel alan(bitkiler, su, rüzgar vb. gibi), yazılımlar<br />

aracılığı ile Plotinus’un önerdiği formlar üretilebilmektedir. Bu formlar doğada bulunmamasına karşın,<br />

doğa yasalarını temel alarak gerçekleştirilirler. Bu tür çalışmalar formların temel yapılarını ele<br />

aldığımızda, varlıkların özlerinin yansıtılması olarak kabul edebiliriz. Doğanın yapısal dokularının<br />

özlerinin yansıtılmasına, bilgilerin modellenmesine ilişkin bilgisayar animasyon sistemlerinde bulunan,<br />

artık makinenin bir işlevi haline gelmiş küçük yazılım öbekleri bu yaklaşıma örnek gösterilebilir. Bunlar,<br />

fraktallar, parçacık sistemlerin modellenmesi, kaos kavramı <strong>ve</strong> dördüncü boyut gibi yordamsal<br />

yöntemlerle gerçekleştirilen modelleme <strong>ve</strong> animasyon yazılımlarıdır. Bu tür yazılımlarda görsel “öz”ün,<br />

yapısal “öz”den daha baskın olarak kullanıldığı söylenebilir.<br />

Görsel “öz” olarak kullanılan önemli yöntemlerden biri fraktal eğrileridir. Fraktal eğrileri, gezegen<br />

yüzüyleri, dağ, bulut gibi doğal formların görsel olarak yeniden üretimlerini içerir. Fransız matematikçi<br />

Mandelbrot tarafından bulunmuş <strong>ve</strong> geliştirilmiştir (Foley <strong>ve</strong> ark. 1990:1024). Kerlow’a göre fraktal<br />

geometri karmaşık, düzensiz formlar için basit matematiksel tanımlamalar gerektirir. Fraktal eğrilerinin<br />

özgün sayılabilecek özelliği ise ayrıntılı çözünürlük düzeylerine <strong>ve</strong> bu ayrıntılardaki “düzensizlikleri”<br />

yeniden düzenleme yeteneklerine sahip olmalarıdır. Tanım olarak “fraktallar, doğanın benzetisini,<br />

başlangıç yapısının, tekrarlamalı olarak gittikçe küçülen ayrıntılara bölünmesi ile elde edilir.” (Kerlow <strong>ve</strong><br />

Rosebush 1986:166). Bu tanımdan da anlaşıldığı gibi görsel “öz”ün başlangıç olarak alınarak, fraktalların,<br />

Plotonius’un önerdiği sanat yapıtındaki “gereksizliklerin”, “yanlışlıkların” ortadan kaldırılması<br />

önermesine, en küçük ayrıntıya ulaşabilen tekrarlamalı yapısıyla, karşılık geldiği söylenebilir.<br />

Parçacık sistemleri, kaos kuramı <strong>ve</strong> Rüzgar, su, ateş, kuş sürülerin uçma hareketleri gibi doğa olaylarının<br />

benzetisi üzerindeki bilgisayar çalışmaları <strong>ve</strong> yöntemleri, hareketli formdaki dönüşümleri <strong>ve</strong> bu<br />

dönüşümlere neden olan dinamikleri sunabilmektedirler. Örneğin parçacık sistemler, özel bir biçime sahip<br />

olmamalarına karşın diğer nesneleri <strong>ve</strong> özelliklerini kontrol ederler. Bir ateş topunun ışıklarını<br />

oluşturacak parçacıklar, bir ışığın yoğunluk, renk, kuyruk izi vb. gibi özelliklerini içeren bir noktayı<br />

temsil edebilirler. Parçacık sistemler düzensiz <strong>ve</strong> her biri farklı davranışa sahip olan karmaşık nesneleri<br />

içerirler. Parçacıkların canlılarda olduğu gibi yaşam süreleri, belirli bir davranış şekli, yaşları <strong>ve</strong> ölümleri<br />

bulunur. Parçacıkların aynı zamanda kar, su, kuş sürüsü, bitkilerin büyümesi gibi üç boyutlu modellerin<br />

hareketlerini ya da davranışlarını çevrelerinde bulunan diğer nesnelere ya da davranışlara tepki <strong>ve</strong>rme<br />

yetenekleri vardır. Örneğin sürü içindeki bir kuş, kendisini hem sürünün uçuş hareketlerine, hem de<br />

çevresindeki diğer kuşlara, hem de karşısına çıkabilecek her türlü engele çarpmamak için, kendisine<br />

gerekli olan davranış modelleri üretir.<br />

Doğal olayların bilgisayar ortamında yeniden üretimi, bir anlamda doğal sahnelerin varlıkların özlerinin<br />

taklidini oluşturmaktadır. Üstelik bu taklit, görüntünün üretim zamanı ile tüketim zamanı arasındaki<br />

zaman farkının ortadan kalktığı “gerçel zamanda” gerçekleşmektedir. Örneğin dünyadan alınan gerçek<br />

<strong>ve</strong>rilerle etkileşim halinde bulunan bulut, yağmur olayları, televizyonda, bir hava durumu programında<br />

gerçel zamanda görüntülenebilmektedir. Fizik, biyoloji gibi bilimsel alanlarda bilgisayar ortamında<br />

gerçekleştirilen bilimsel görselleştirmelerin(bir hastalıkta hücre ya da genlerin davranışları vb. gibi), yine<br />

Plotonius’un “Her yaratıcı ilke yaratılan şeye üstündür” görüşünü doğrular niteliktedir. Çünkü bu tür<br />

görselleştirmelerde “ilkeler” ya da “yasalar” temel alınarak görselleştirme yapılmaktadır.<br />

NESNEL GERÇEKÇİ YANSITMA


Nesnel gerçekçi görüşe göre, gerçeklik bir dizi kavramsal modeller tarafından modellenebilirler.<br />

Perspektif görüntüde olduğu gibi, dünya varlıkları içerir; bu varlıkların özellikleri ile birbirleri arasındaki<br />

ilişkiler varlıkların birlikteliğini sağlar. Nesnel gerçekçi taklit kuramına göre, üç boyutlu grid sisteminde<br />

(bir kavramsal sistemde) olguların mekansal görünümleri tanımlanabilir.<br />

Nesnel gerçekçiliğin 15. <strong>ve</strong> 16. yy ortalarında Avrupa sanat eleştirisinde baskın görüşler oldukları<br />

söylenebilir. Nesnel gerçekçilik sanatçının fiziksel dünyanın gözlenmesi yoluyla kendi ideal güzelliğini<br />

türetmesi olarak tanımlanabilir. Böylelikle ideal olan doğada bulunabilecektir. Sanatçı yanlış olanı<br />

düzeltir, kendi gözlemlerine eklemelerde bulunur. Buluş bir anlamda bellekte bulunan <strong>ve</strong> daha önce<br />

toplanan görüntülerin yeni düzenlemelerinden daha fazla bir şey olamaz. Rönesans’la birlikte nesnellik,<br />

perspektif görüntünün temel özelliği olmuştur. Pefley’e göre nesnellik sanatsal görüntüye yeni nitelikler<br />

kazandırırken bilimde yeni bir devrime neden olmuştur. Perspektif, insan gözünden biçimi ayırdığı için,<br />

görüntüyü tıpkı nesneler gibi ölçülebilir <strong>ve</strong> gözlemlenebilir bir duruma getirmiştir (Pelfley 1988:62).<br />

Perspektif tarafından gerçek dünyadan ayrılan bu görüntüler, denetim altına alınarak kolaylıkla<br />

değiştirilebilme özelliklerine sahip olmuşlardır. Munford’a göre Perspektif, “nesnelerin sembolik<br />

ilişkilerini görsel ilişkilere dönüştürmüştür. Görsel dönüşüm bir tür nitel ilişkiler üretmiştir...bedenler<br />

bağımsız mutlak büyüklükler olmaktan çıkarak, ölçeklendirilmiş <strong>ve</strong> görüntünün aynı karesi içinde diğer<br />

bedenlerle ilişkilendirilmiştir” (Mumford 1962:30).<br />

Rönesans sanatçılarından Dürer, bir anlamda x, y eksenlerinden oluşan düzleme görüntüsel bir z ekseni<br />

ekler <strong>ve</strong> gerçeğin izomorfik yansıtmasını gerçekleştirir. Bu da günümüzde üç boyutlu bilgisayar<br />

animasyon yazılımlarında görülen yöntemlerin temelini oluşturan bilimsel nesnel gerçekçiliğin görsel<br />

biçimidir. Görsel gerçekliğin açıklanmasında batı kültürü kamera <strong>ve</strong> video teknolojilerinden önemli<br />

ölçüde yararlanmıştır. Aynı zamanda bilgisayar yazılımları <strong>ve</strong> donanımlarının gelişmesi bu etkileşimi<br />

hızlandırmıştır. Bilgisayarların bu tür yayılım göstermesi <strong>ve</strong> ortak bilgisayar yazılımlarından elde edilen<br />

üç boyutlu görüntülerin elde edilmesi, görsel kültürün homojenleşmesini de getirmiş olduğu söylenebilir.<br />

Örneğin Japon görsel kültüründe uzam algısı, geleneksel Japon sanatından kaynaklanmasına karşın,<br />

bilgisayarlaşma ile birlikte Japon kültüründeki uzam algısı, Batı kültürünün nesnel gerçekçi, uzam<br />

algısına dönüşmüş olduğu söylenebilir.<br />

İlk bilgisayar görüntüleri oldukça basit, geometrik düzlemleri içeriyordu. 1960 yıllarında tel kafes (wire<br />

frame) olarak adlandırılan üç boyutlu görselleştirme yöntemleri geliştirildi. Çizgilerin gizlenmesi, ışık,<br />

renk, doku, gölgeleme, hareketlendirme <strong>ve</strong> görüntüleme (render) yazılımlarının gelişmesi ile birlikte katı<br />

modelleme, doku haritalama, farklı ışıklandırma yöntemleri ile üç boyutlu gerçekliğin bilgisayar<br />

ortamında üretilmesi gerçekleştirilmiştir. Geleneksel medyadan ya da fotoğraf film video görüntülerinden<br />

yararlanarak elde edilen bilgisayar görüntülerinin nesnel gerçekçi yansıtma kuramına uygun düştükleri<br />

söylenebilir. Bunun yanında gerçekçi görüntüler elde etmek amacıyla, görüntü sayılaştırma araçlarından<br />

da yararlanılmaktadır. Sayısal olsun ya da olmasın, fotoğrafik olarak elde edilen <strong>ve</strong>riler, bilgisayar<br />

yazılımları ile elde edilmiş görüntülerle birleştirilebilmektedir. Günümüzde bu yöntemler sinemada<br />

oldukça yoğun bir biçimde uygulanmaktadır. Sanal karakterlerin, gerçek aktörlerle ya da gerçek mekan<br />

görüntüleri ile kaynaştırılması buna örnek gösterilebilir. Bilgisayar animasyonundaki son gelişmelerle<br />

birlikte gerçek <strong>ve</strong> onun sunumu arasındaki farkı ortadan kaldırdığı söylenebilir.<br />

Bilgisayar yazılımlarının temelinde ışık kaynaklarının, saydamlığın <strong>ve</strong> yansımaların, optik kurallarla,<br />

nesne hareketlendirmelerinde fizik kuralları, biyolojik modellerin tanımlanmasında ise gözlemlere<br />

dayanan bilimsel kurallar bulunur. İlk katı modelleme (solid modelling) <strong>ve</strong> ışın izleme (ray tracing)<br />

yazılımları, bakış açısına <strong>ve</strong> ışık kaynağına göreceli olarak yüzeyleri hesaplayarak görselleştirir. Işık <strong>ve</strong><br />

atmosfer kalitesindeki değişimler <strong>ve</strong> doku haritalama (texture mapping), Gerçel zaman hareket yakalama<br />

(motion capture) (gerçek aktörlerin hareketlerini, bilgisayarda oluşturulmuş bir karaktere aktaran en<br />

gelişmiş hareketlendirme) yöntemlerinin tümü bilgisayar görüntüsünün nesnel gerçekçi yansıtma kuramı<br />

kapsamına girdiği söylenebilir.<br />

YANSITMANIN SONU: HİPERGERÇEK GÖRÜNTÜ VE SİMULASYON<br />

İnsan algısı <strong>ve</strong> sosyokültürel yapısının, gerçeklik hakkındaki inanışların <strong>ve</strong> dolayısı ile modelin arkasında<br />

ne bulunduğunun, simulasyonun, taklidin ya da yeniden sunumun tanımlanmasından önemli ölçüde<br />

etkilendiği söylenebilir.


Günümüzde sanat yapıtlarında <strong>ve</strong> felsefik çalışmalarda, kendilerini yansıtan çalışmalar ağırlık<br />

kazanmıştır. Sanatçılar kendileri için, sanat galerileri <strong>ve</strong> kurumları için, kitle iletişim araçları için<br />

geleneksel ya da çağdaş yöntemlerle sanat yapıtı üretmektedirler. Fotoğrafçılar, fotoğrafın yeniden<br />

üretimine, ressamlar döngüsel bir biçimde tarihsel sanat biçemlerinin taklidine yönelmişlerdir. Bu<br />

yaklaşım kendisini sanatın devşirmeci yönünün tüm açılımlarında gösterir. Özelliklikle Baudrillard'ın<br />

simulasyon kavramları ile birlikte ele aldığı hiper-uyum olgusu çerçe<strong>ve</strong>si içinde bakılırsa günümüzün<br />

sanatının yaşanmış tüm gerçeklikleri bir arada barındırma çabasının kökenleri de anlaşılabilir. Bir yandan<br />

geçirdiği yüzyıllık yabancılaşma sürecinin belirleyicisi olan "kategorileşmeyi" karşı çıkma kaygısı,<br />

dolayısıyla da her sanat akımını <strong>ve</strong> döneminin bir başkasını yadsıyan <strong>ve</strong> dışlayan bir kategori olarak<br />

değerlendirilmesine duyulan tepkinin aşılması çabası, bir yandan da yeni gerçekçiliğin kopmalarla,<br />

kırılmalarla değil, bütünleşmelerle oluşmasına yönelik değerlendirmeler sanatsal üretimi farklı anlamları<br />

üst üste çakıştırarak gerçekleştirmiştir.<br />

Çağdaş kuramcılardan Baudrillard, Platon'un edebi taklidini, kopyanın kopyası olarak ele alır. Buna<br />

karşın yapaylık her zaman kopyanın kopyası olarak kalır. Kopyalar Platonik anlamda bir bozulma<br />

değildir.Gerçekte fotoğraf, film <strong>ve</strong> bilgisayar görüntüsü bir “simulacrum”dur, yani aslı olmayan<br />

kopyalardır. Ama daha önemlisi gerçekte izlediğimiz kopyaların, diğer kopyalarda ortaya çıkan<br />

belirsizliktir. Warhol'un çalışmaları buna örnek olarak gösterilebilir. Warhol, doğrudan istemdışı bir<br />

makinesellikle özdeşleşir. Warhol, düşsel niteliği dışlamak <strong>ve</strong> katıksız bir görsel ürüne dönüştürmek için<br />

herhangi bir görüntüden yola çıkar. Diğer sanatçıların yaptığı gibi sanat eseri üretmek için hammaddeyi<br />

<strong>ve</strong> makineyi kullanmak yerine Warhol’un kendisi makinenin yerine geçer. “Warhol bize resmin<br />

yanılsamasından çok daha üstün olan tekniğin katıksız yanılsamasını-temel yanılsama olarak tekniğisunar”<br />

(Baudrillard 1995a:93).<br />

Baudrillard’a göre taklitler nesnelerin ya da olayların temsilleri ya da kopyaları olurken taklit düzenleri<br />

ise, taklitler <strong>ve</strong> gerçek arasındaki ilişki bakımından görüş düzenlerindeki çeşitli evreleri biçimlendirir.<br />

Jean Baudrillard başlangıçta “simulacra”nın üç düzeyde gerçekleştiğini kabul eder; Birinci düzey: Asıl<br />

<strong>ve</strong> Kopya ilişkisi(Örneğin Platon’da ilk örnekler olarak "idea”larda duyusal varlıkların ilişkisi). İkinci<br />

düzey: Endüstriyel değer yasasına göre seri halinde yeniden üretilebilme(endüstri devrimi <strong>ve</strong> fotoğraf).<br />

Üçüncü düzey: Modelin gerçekliğe egemen olduğu asıl anlamında "simulasyon"(yapısal evre, bilgisayar<br />

görüntüsü <strong>ve</strong> kod) (Baudrillard 1995b:11-<strong>12</strong>). Baudrillard bu düzey için şunları söylüyor; "Simulasyon<br />

bir alanın, kendisine gönderme yapılan varlığın, bir tözün benzetisi değildir. Modeller yoluyla, ne<br />

başlangıcı ne de gerçekliği olan bir gerçeğin yani gerçekte gerçek olanın (hipergerçek) üretmesidir.<br />

Baudrillard, bu üç evreye bir dördüncüsünü ekler Fraktal evre; bu evrede artık hiçbir gönderme yoktur.<br />

Çoğalma <strong>ve</strong> zincirleme tepki her çeşit değerlendirmeyi olanaksız kılar. Baudrillard'a göre artık<br />

günümüzde, ne gerçeğin yerine geçen, ne de gerçeği yansıtmaya temel olacak bir bir ortam bulunmuyor;<br />

sadece gerçeği yeniden üretmeye yarayan çeşitli modeller, aslında gerçeğin genetik bir küçülmesi olan<br />

benzeşimler var elimizde. Gerçeğin yeniden üretimi, küçültülmüş matrislerle, komut modellerine göre<br />

yapılıyor artık. Benzeşimler herhangi bir gerçeğe göndermede bulunmadan gerçek olanın yerine<br />

geçmektedir (Watt 1991:147). Dolayısı ile üretimin ya da anlamlandırmanın(signification) gerçekliğin<br />

yerini, benzeşimlerden oluşma bir "hipergerçekliğe" bırakıyor. Gerçek reel kadar, hayali, düşsel olanın<br />

da, bir geçerliği de bulunmuyor.<br />

Simulasyon uzamı gerçekle modelin birbirine karıştıkları bir uzamdır. Gerçekle rasyonel arasında ne<br />

eleştirel ne de spekülatif bir yakınlık vardır. Modellerin gerçek içinde yansıtılması diye bir şey yoktur.<br />

Ancak burada dönüşüm aynı alan içinde, şu anda burada, gerçekten de model'e inilerek yapılmaktadır.<br />

Bunu gerçekliğin gerçekten daha gerçekmiş gibi göründüğü, yakalaması ya da algılaması çok güç, çok<br />

gizli <strong>ve</strong> çok kurnazca çizilmiş çizgiler görmek olasıdır. Bu durum bilgisayar görüntüsü için de<br />

söylenebilir. Yazılımla gerçeğin yeniden üretimi, sanatçının bilinçli amaçlarını göz ardı eder. Bu açıdan<br />

bakıldığında bir simulacra olarak bilgisayar görüntüsü gerçeği önceller <strong>ve</strong> gerçek ile gerçek olmayan<br />

arasındaki ayrımın artık belirgin ya da geçerli olmadığı, taklitlerin gerçeği oluşturduğu <strong>ve</strong> gerçek sayıldığı<br />

hipergerçek bir toplumda yeniden üretilirler.<br />

SONUÇ<br />

Bu çalışmada bilgisayar görüntüsünün, postmodern görüş tarafından da benimsenen disiplinler arası<br />

özelliğinin önemi vurgulanmıştır. Postmodern görüş tarafından eleştirilen disiplinlerin kendi sınırları<br />

içerisinde tanımlanması ile ortaya çıkan olgular, bilgisayar görüntüsü üretimine katkıda bulunan sanatçı


<strong>ve</strong> bilim adamlarının karşılaşmış oldukları sorunlarla bütünleşir. Ayrıca bu çalışmada bilgisayar<br />

görüntüsünün estetik kuramlarla ilişkileri belirli sınırlar içerisinde olmaktan çok, bütünsel anlamda<br />

irdelenerek, insan öğesinin bilinçli olmayan yaratma <strong>ve</strong> kültürel olgulardan yararlanma eylemlerinin<br />

önemi vurgulanmıştır. Kant’ın <strong>ve</strong> aydınlanma düşünürlerinin savundukları bilinçli olarak tanımlanmış<br />

kültürel amaçlarla, teknolojik gelişmeyi <strong>ve</strong> onun yaratacağı kültürel sonuçları önceden kestirebilmek<br />

olanaklı mıdır? Sinemayı yaratanlar başlangıçta rasyonel, belgesel, haber yönü güçlü, toplumsal bir<br />

iletişim aracı olabileceğini düşünürken, sinema kısa bir süre sonra düşselin alanı içine girmiştir. Aynı<br />

şekilde bilgisayar görüntüsü için de benzer şeyler söylenebilir. Bu noktada teknoloji ile bütünleşmiş<br />

kavramsal olguların ayrıntılı analizi önemli bir sorumluluk alanı oluşturur. Bu analizler, gerçekliğin<br />

doğası, insan-gerçeklik ilişkisine <strong>ve</strong> bu ilişkileri tanımlayan sanat <strong>ve</strong> teknoloji işlevlerini içeren geniş<br />

kapsamlı felsefik tartışmalara olanak tanımaktadır.<br />

Gerçeğin araştırılması <strong>ve</strong> bulunması modern felsefenin <strong>ve</strong> bilimin temel amaçlarını oluşturur. Gerçeğe<br />

ulaşmak, onun temelini oluşturmak için, Kant'la birlikte modern bilim, felsefe <strong>ve</strong> sanat, bir görünüş olarak<br />

aldığı gerçekliği parçalayarak, kırarak <strong>ve</strong> yeniden düzenleyerek, kısaca kendinden başka bir şeye<br />

dönüştürerek, her zaman gerçekle görünüş arasında bir ayırım, bir uzaklık, bir çatışma, olduğunu<br />

savunmuştur. Modern sanatta, özgün-kopya arasında, modern dil biliminde <strong>ve</strong> sinema göstergebiliminde<br />

göstergenin gösteren <strong>ve</strong> gösterilen olarak bölünmesi, dil <strong>ve</strong> göz arasındaki farklılığa gönderme yapılması<br />

yine benzer bir uzaklık bilincinin ürünüdür. Görünüşle gerçeklik arasındaki ayrımlama yoluyla, bilginin<br />

saf, temiz <strong>ve</strong> lekesiz bir şey olarak algılanması sağlanarak, gerçek sağlam bir temele oturtulmaya<br />

çalışılmıştır. Bu yüzden gerçek ancak insani öge yıkıldıkça varolur; Rüyalar, anlatılar <strong>ve</strong> öyküler insani<br />

ögeleri barındırdıkları için bilimsel gerçekten daha az bir gerçeklik içerirler. Modernlik her zaman<br />

anlatılarla çatışma içinde olmuş; bilim ölçütü tarafından yargılanan anlatıların çoğunluğu masal olarak<br />

çıkmıştır. Böylelikle gerçek <strong>ve</strong> düzen, insani eylemden soyutlanarak, aklın tek sesliliğine terk edilerek,<br />

değişmez, yıkılamaz bir konuma getirilmiştir. Oysa gerçek ne Kant’taki zihnin hayaletimsi formlarında ne<br />

de Habermas’ın tanımladığı “genellikle herkesin tam <strong>ve</strong> eşit katılımının sağlanacağı şekilde<br />

dönüştürülmüş toplumsal kurumların varolduğu” (Eagleton 1998:422) ortamlarda değil, çok çeşitli olan<br />

duyusal güçlerimizdedir. Nietzsche bunu açıkça dile getirir “erişebileceğimiz her gerçeği beden<br />

üretir.”(Eagleton 1998:243). Merleau Ponty de bu görüşü bir başka açıdan destekler: “Ruh vücuda göre<br />

düşünür, kendine göre değil.” (Ponty 1996:56).<br />

Postmodern uygulamalar, gerçeği anlatır gibi görünse de, bunun sadece bir görünüş olduğunu<br />

vurgulayarak, gerçekle görünüş arasında bir yorum yapma çabasını ortadan kaldırır. Bir gerçekliği değil,<br />

gerçekliğin etkisi oluşturduğunu <strong>ve</strong> ürünün ne anlama geldiğinden çok ''nasıl o şey olduğunu” göstermeyi<br />

amaçlar. Bu nedenle Postmodern sanatçı bir anlatı etkisi yaratarak, modern öncesinin geleneksel yansıtma<br />

yöntemlerine geri döner, eski anlatıları taklit eder <strong>ve</strong> her anlatının gerisinde bir gerçeğin değil,<br />

gerektiğinde hiçlik <strong>ve</strong> anlamsızlığa kadar uzanan başka anlatıların bulunduğunu gösterir. Postmodern<br />

resmin öncüsü sayabileceğimiz Magritte'in bize resmin ancak resmi anlatabileceğini anlatan resimleri, bu<br />

yaklaşımın ilk örneklerini oluşturur. Daha genel anlamda, postmodernizm gerçek ile gerçek olmayan<br />

arasındaki ayrımın artık belirgin ya da geçerli olmadığı, taklitlerin (simulasyonların) gerçeği<br />

oluşturduğunu vurgular.<br />

Bilgisayar görüntüsünün çoğulculuğu, postmodern dönemin en başta gelen özelliklerinden birisidir. Bu<br />

çoğulculuk; biçemsel çeşitlilik, fazlalığın uygulamadaki olumlaması <strong>ve</strong> ''başkalığın'' amaç haline<br />

getirilmesi ile özdeş sayılabilir. Ancak bu çoğulculuk, farklı kültür kökenli özellikleri değişik işlevleri<br />

yerine getirecek şekilde kullanmak ya da karıştırmaya dayanır. Bunun yanında modernist bir resim,<br />

sinema ancak <strong>ve</strong> sadece kendine gönderme yaparak varoluş gerekçesi ile kanıtlanabilir. Bunun aksine<br />

postmodern çoğulcu bağlantılı bir ürün, sadece çevresiyle bütünleşmekle kalmaz, birbiriyle hiçbir ilişkisi<br />

olmayan alanlarla da bir tür organik bütünlük oluşturacak şekilde çeşitli ilişkiler kurar.(internet)<br />

Bilgisayar görüntüsünde modernist arılaşmadaki ''hiçbir şeyin çıkarılamayacağı ya da eklenemeyeceği<br />

bütün'' yerine ''parçalanmış bütünlük'' gibi özellikler ortaya çıkmıştır. Parçalanmış bütün, bitmemiş bütün,<br />

vb. gibi sayısız biçimsel paradox daha çok düzenin yokluğuna <strong>ve</strong> çoğulcu anlayışlı kültürlerin çeşitliliğine<br />

bağlanabilmektedir. Özellikle büyük ölçekli kurumlarda, bütüne bağlı, fakat ayrı bir üslupla oluşturulan<br />

küçük birimlerin web siteleri, güncellenebilme özellikleri ile parçalanmış, bitmemiş ürüne örnek<br />

gösterilebilir. Web siteleri bir başka açıdan, geçmişin şimdiki zaman içine taşınmasıyla şimdiki zaman<br />

içinde tüm biçem çeşitlerinin bulunmasına olanak sağlar. Postmodernizm'le birlikte geçmişin bir tabu<br />

olmaktan çıkması, büyük oranda bir parodi <strong>ve</strong> nostalji patlamasına neden olduğu söylenebilir. Özellikle<br />

muğlak türde birbiriyle ilgisiz anılar, alıntılar <strong>ve</strong> parçaların bir araya getirilmesi bir alışkanlık halini


almıştır. Böylece farklı kökenli anlatılar çoğu kez kurgusu olmayan bir anlatım mesajı olmayan <strong>ve</strong> de<br />

parçaları arasında anlamsal ilişki bulunmayan bir bütün olarak ortaya çıkmaktadır. Bilgisayar<br />

kullanıcısının, aynı anda bir çok pencere ile farklı anlatılara(farklı web sitelerine ya da yazılımlara)<br />

ulaşabilmesi, izleyicinin görüntü karşısındaki konumunu da değiştirmiştir. İzleyici/kullanıcı resim,<br />

fotoğraf <strong>ve</strong> sinemada olduğu gibi pasif bir konumda olmaktan çok, görüntüyü elde edebilmesi için artık<br />

aktif olması gerekmektedir.<br />

Ayna <strong>ve</strong> su: yüzyıllardır insanların yanında taşıdığı, görüntünün bakmak karşısında ters dönen, gerçel<br />

zamanda görüntü üreten denklemi; Görüntünün üretim zamanı ile tüketim zamanı arasındaki zamansal<br />

gecikmenin olanaksızlığı <strong>ve</strong> bu nedenle özne <strong>ve</strong> görüntüsü dışında kalan ötekine(izleyiciye) sunulan<br />

yorumsuzluk özgürlüğü (ayna görüntüsüne “bakan” özne dışında hiçbir zaman resim, fotoğraf <strong>ve</strong><br />

sinemada olduğu gibi bir “yorumcu” izleyici kitlesi olmamıştır. Olsa bile toplumsallaşamamıştır.<br />

Dolayısıyla yorum dışıdır; “özel”dir.) Ayna <strong>ve</strong> su görüntüsü, günümüzün yapay gerçeklik görüntüsünü<br />

anıştırır. Ama bir kusuru var; belleği yok. Aynanın ya da suyun belleği olsaydı, belleğine aktardığı<br />

görüntülere ulaşabilseydik, onları kurgulayabilseydik, belki gerçeği görüntünün dışında, sanat <strong>ve</strong> estetik<br />

yoluyla, kendimizi yanılsamaya uğratmaya gereksinim duymadan başka yerlerde, belki de kendi<br />

duyumlarımızda, düşlerimizde arayacaktık. Oysa günümüzde düşlerimizi yanılsama yoluyla<br />

gerçekleştiren, Lacan’ın ayna evresinin çok ötesinde, başka görüntü formatlarının bütünleştiği ortamlar <strong>ve</strong><br />

sistemler var. Günümüzde modern yaşamın tüm koşulları maddi şeylerin, görüntünün bolluğu, aşırı<br />

kalabalıklığı duyumsal yetilerin kaybolmasına neden olduğu gerçeğiyle, daha çok şeyi görmek, daha çok<br />

işitmek, daha çok duyumsamayı öğrenmemiz gerekmektedir. Bu durumda bigisayar görüntüsü üreten<br />

sanatçı, modern sanatın dayatmış olduğu, görüntülerden, biçimlerden <strong>ve</strong> renklerden hoşlanma uzlaşmasını<br />

ret edecektir. Ürettiği çalışma, ilke olarak daha önceden belirlenmiş amaçlar tarafından yönetilemez;<br />

benzer kategorilerin çalışmaya uygulanması ile belirleyici bir yargıya göre yargılanamazlar. Bu kurallar<br />

<strong>ve</strong> kategoriler sanat yapıtının kendisi için aradığı kural <strong>ve</strong> kategorilerdir. O zaman bilgisayar görüntüsü<br />

üreten sanatçı, yapılmakta olanın ilkelerini formüle etmek için kuralsız çalışacaktır.<br />

KAYNAKLAR<br />

Altuğ T (1989) Kant Estetiği, Payel Yayınevi, İstanbul.<br />

Arnheim R (1958) Film as Art, Faber and Faber, London.<br />

Baudrillard J (1995a) Kusursuz Cinayet, Necmettin Sevil (çev), Ayrıntı yayınları, İstanbul.<br />

Baudrillard J (1995b) Kötülüğün Şeffaflığı: Aşırı fenomenler Üzerine Bir Deneme, Emel Alabora <strong>ve</strong> Işık<br />

Ergüden (çev), Ayrıntı yayınları, İstanbul.<br />

Benjamin W (1981) Tekniğin Olanakları İle Çoğaltılabildiği Çağda Sanat Yapıtı, Ahmet Cemal (çev),<br />

Oluşum, Şubat, 40/82, İstanbul.<br />

Bozkurt N (1992) Sanat <strong>ve</strong> Estetik Kuramları, Ara Yayıcılık, Ankara.<br />

Bugin V (1990) End of Art Theory: Crititism and Postmodernity, Humanities Press İnternational İnc.,<br />

Atlantis Higlands, NJ.<br />

Csuri C <strong>ve</strong> Shaffer J (1968) Art, Computer and Mathematics, AFIPS, Thompson Book Company,<br />

Conferance Procedings, Volume 33.<br />

Duffrenne M (1978) Main Trends in Aesthetics and the Sciences of Art, Holmes and Meier Pub. Inc.,<br />

New York.<br />

Eagleton T (1998) Estetiğin İdeolojisi, Bülent Gözkan (çev), Özne Yayınları, İstanbul.<br />

Foley JD, A Van dam, SK Feiner <strong>ve</strong> JF Hugles (1990) Computer Graphics: Principles and Practice,<br />

Addison- Wesley Publishing Company Inc., New York.<br />

Foucault M (1998) Kelimeler <strong>ve</strong> Şeyler, İmge Yayınevi, İstanbul.<br />

Gombrich E.H (1976) Sanatın öyküsü, Bedrettin Cömert (çev), Remzi Kitabevi, İstanbul.<br />

Greenberg C (1998) Modernist Painting, Arts Year Book, 4.<br />

Jameson F (1994) Postmodernizm, ya da Geç Kapitalizmin Mantığı, Nuri Plümer (çev), Y.K.Y.,<br />

İstanbul.<br />

Lefebvre H (1994) The Production of Space, Blackwell Publishers, Oxford.<br />

Lyotard JF (1990) Postmodern Durum, Ahmet Çiğdem (çev), Ara yayınları, İstanbul.<br />

Mumford L (1962) New İdeas of Space, Time, Motion Charles R. Walker (ed), Modern Technology<br />

and Civilization: An Introduction to Human Problems in The Machine Age, McGraw-Hill Book<br />

Company, Inc., New York.<br />

Pelfley RH (1988) Arts and Mass Media, Harper and Row Publishers, New York.<br />

Ponty M (1996) Göz <strong>ve</strong> Tin, Ahmet Soysal (çev), Metis Yayınları, İstanbul.<br />

Portfolio (1992) CGW, No<strong>ve</strong>mber.


Sayın Z (1994) Kötülük, Tekilcilik, Postmodernizm, Mitos Yayınları, İstanbul.<br />

Sontag S (1993) Fotoğraf Üzerine, Reha Akçakaya (çev), Altıkırkbeş Yayınları, İstanbul.<br />

Tarabukin N (...) Sehpadan Makineye, Modernizmin Serü<strong>ve</strong>ni, Doğan Şahiner (çev), Y.K.Y., İstanbul.<br />

Victor I <strong>ve</strong> Rosebush J(1986) Computer Graphics for Designer and Artists, Van Nostrand Reinhold,<br />

New York.<br />

Walker J (1983) Art in the Age of the Mass Media, Ware and Sons Limited, Cle<strong>ve</strong>don.<br />

Watt S (1991) Baudrillard's America (and Ours?): İmage, Virus, Catastrope, James Naremore and<br />

Patrick Brantlinger, (ed). Modernity and Mass Culture, İndiana Uni<strong>ve</strong>rsity Press, İndiana Polis.<br />

Yetkin SK (1972) Estetik Doktrinler, Bilgi Yayınevi, İstanbul.


TÜRKİYE’DE YEREL TELEVİZYONCULUĞUN MEVCUT KURUMSAL YAPISI VE BİR<br />

ÖRNEK MODEL TASARIMI *<br />

**<br />

Vedat Çakır<br />

ÖZET<br />

Televizyon yayıncılığı, sektörel anlamda diğer iş kolları ile karşılaştırma yapıldığında örgütlenme yapıları itibariyle<br />

birbiriyle paralellik göstermeyen ender alanlardandır. Yani bir çok iş kolunda örgütlenme modelleri birbirine<br />

yakınken, yayıncılık alanında durum farklıdır. Bunun en önemli nedenleri de her yayın kuruluşunun farklı yayın<br />

stratejisi, yönetim <strong>ve</strong> ekonomik anlayışa sahip olmalarıdır. Dolayısıyla televizyon istasyonlarının örgüt yapıları<br />

çeşitlilik gösterir <strong>ve</strong> televizyon istasyonlarının örgütlenmesinde özel bir yöntem yoktur. Ancak bir takım alışılmış<br />

biçimler vardır. Buna karşılık evrensel çözümlerin olmaması, fikirlerin, özel çözümlerin, sınanmış örneklerin derlenemeyeceği,<br />

incelenemeyeceği <strong>ve</strong> uyarlanamayacağı anlamını taşımaz. Her televizyon kuruluşu kendi yayın<br />

politikası, yayın içeriği <strong>ve</strong> mali yapısı doğrultusunda bilimsel değerleri rehber edinerek bir örgüt yapısını kendi<br />

bünyesinde oluşturabilir. Bu çalışmada da Türkiye’de yayın yapan yerel televizyonlar incelenerek, sınanmış modeller<br />

derlenmiş, bilimsel <strong>ve</strong>rilerin ışığında bir yerel televizyon için kullanılabilir, ortalama bir örgüt modeli önerilmiştir.<br />

Anahtar sözcükler: Örgüt, Televizyon Örgütleri, Yerel Televizyonlar.<br />

CURRENT INSTUTIONAL STRUCTURE OF LOCAL TELEVISION BROADCASTING IN TURKEY<br />

AND PLAN OF SAMPLE MODEL<br />

ABSTRACT<br />

Television broadcasting is one of the rare fields whose organization structures are different from each other when<br />

it is compared with the other fields as sectors that is when the organization models are similar in many profession<br />

fields, it is different in the broadcasting field. One of the most important reason of it is that each broadcasting<br />

institutions ha<strong>ve</strong> different broadcasting purpose, administiotion and economical structures. Therefore the structure<br />

of television stations ha<strong>ve</strong> differences and there is no special way to organise television stations. Howe<strong>ve</strong>r, there<br />

are some ordinary ways. Accordingly the absance of global solutions doesn’t mean that ideas, special solutions<br />

and experienced samples can’t be gathered, examined and adapted. E<strong>ve</strong>ry television institution may form an<br />

organization in its own body by taking the scientific values as quidence as regards its own broadcasting policy,<br />

contents of broadcasting and monetary situations. In this work, too, the examined models were gathered by<br />

observing the local televisions broadcasting in Turkey and in the light of scientific results, an avarege organization<br />

model that might be used for a local television has been suggested.<br />

Keywords: Organization, Television Organizations, Local Televisions.<br />

GİRİŞ<br />

Türkiye’de 1990’lı yıllarda televizyon yayıncılığında olan ulusal boyuttaki gelişmeler yerel radyo <strong>ve</strong> televizyon<br />

kanallarına da bir örnek teşkil etmiş, öncelikle yerel radyo kanalları daha sonra da yerel televizyon kanalları<br />

kısa sürede çoğalmıştır. Çoğu televizyon yayıncılığı konusunda yeterli formasyona sahip olmayan <strong>ve</strong><br />

genel olarak yeni bir sektöre yatırım yapmak amacıyla kurulan bu kuruluşların örgüt yapıları farklılıklar<br />

göstermektedir.<br />

Türkiye’de yerel televizyonların yönetim <strong>ve</strong> örgüt yapılarını araştırmak henüz gelişimini tamamlamamış,<br />

konu ile ilgili profesyonellerin yetersiz olduğu bir alandır <strong>ve</strong> oldukça güç bir iştir. Televizyon teknolojisinde<br />

sürekli yeniliklerin uygulamaya sokulması, yeni sosyal yapılar, mali <strong>ve</strong> ekonomik gelişmeler bu güçlüğü<br />

doğuran pek çok nedenden bazılarıdır. Ancak, evrensel çözümlerin olmaması, fikirlerin, özel çözümlerin,<br />

sınanmış örneklerin derlenemeyeceği, incelenemeyeceği <strong>ve</strong> uyarlanamayacağı anlamını taşımaz. Her televizyon<br />

kuruluşu kendi yayın politikası, yayın içeriği <strong>ve</strong> mali yapısı doğrultusunda bilimsel değerleri rehber<br />

edinerek bir örgüt yapısını kendi bünyesinde oluşturabilir.<br />

* Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nce kabul edilen yüksek lisans tez özeti<br />

** Arş. Gör., Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi


Bu araştırmanın amacı da Türkiye’de yayın yapan yerel televizyonları inceleyip, sınanmış modelleri derleyerek,<br />

bilimsel <strong>ve</strong>rilerin ışığında bir yerel televizyon için kullanılabilir, ortalama bir örgüt modeli oluşturabilmektir.<br />

Örgütlenme, genel anlamda bir yönetim işlevi olduğu gibi, özel anlamda televizyon kuruluşlarının yönetiminde<br />

de bir yönetim işlevidir. Bu bağlamda araştırma, genel olarak yönetimin bir işlevi olarak örgüt <strong>ve</strong><br />

Türkiye’de yerel televizyonların örgüt yapısı ile ilgili örnek kurum araştırmalarını kapsamaktadır. Ayrıca<br />

elde edilen <strong>ve</strong>riler <strong>ve</strong> örneklerden yola çıkılarak kendi bölgesinin geniş bir kısmı tarafından izlenmeyi ana<br />

amaç edinmiş, işi sadece televizyon yayıncılığı olan bir yerel televizyon örgüt modeli önerilmektedir.<br />

Yerel televizyonlar bilimsel anlamda, yönetimin bir işlevi olarak örgütlenme konusu açısından incelenmiştir.<br />

Yerel televizyonlar için bir örgüt modeli oluşturabilmek amacıyla, Türkiye’de yerel televizyonların genelini<br />

temsil ettiğine inanılan <strong>ve</strong> rasgele farklı illerden seçilen beş televizyon istasyonu örneklem kümesi içerisine<br />

alınmıştır.<br />

Yerel televizyonların örgüt yapıları, gösterilebilirliği <strong>ve</strong> elde edilebilirliği gerekçesiyle formel ilişkiler bakımından<br />

ele alınmıştır. Formel ilişkiler ise örgüt üyelerinin işlevlerinin, yetki <strong>ve</strong> sorumluluklarının açık bir<br />

şekilde tanımlanmasıdır. Bu tanımlama genellikle bir örgüt şeması şeklinde olmaktadır (Koçel 1999:137).<br />

İnformel ilişkiler ise formel ilişkilerden farklı olarak gelişen, önceden planlanmamış <strong>ve</strong> hiçbir kurala bağlı<br />

olmadan örgüt üyeleri arasında kendiliğinden gerçekleşen ilişkilerdir (Varol 1993:29-31). İnformel ilişkiler,<br />

elde edilmesinin güçlüğü <strong>ve</strong> örgüt şemalarında gösterilememesi gerekçesiyle kapsam dışında tutulmuştur.<br />

1.ÖRGÜT VE BİR TELEVİZYON İSTASYONUNUN ÖRGÜT YAPISI<br />

1.1. Örgüt <strong>ve</strong> Örgütlenme<br />

Örgüt; belirli amaç, yada amaçları ortak çaba harcayarak gerçekleştirmek için bir araya gelen <strong>ve</strong> her birinin<br />

görev, sorumluluk <strong>ve</strong> yetkileri bulunan kişi <strong>ve</strong> gruplar arasındaki ilişkilerin tümü biçiminde tanımlanabilir<br />

(Sürgit 1997:7). Örgütleme ise örgüt yapısının oluşturulması ile ilgili eylemler dizisini <strong>ve</strong>ya bir süreci ifade<br />

eder. Söz konusu süreç; örgütün kuruluşunu gerektiren amaçların gerçekleşmesi için yapılması zorunlu faaliyetleri<br />

anlamlı <strong>ve</strong> etkin şekilde gruplandırmak, bu grupları belirli örgüt kademe <strong>ve</strong> mevkileri haline getirmek<br />

<strong>ve</strong> bu mevkilere gerekli nitelikte <strong>ve</strong> sayıda personeli atamak evrelerini kapsar. Bu anlamda “örgütlenme süreci<br />

planlı <strong>ve</strong> bilinçli bir çaba şeklinde ortaya çıkar” (Şimşek 1999:137).<br />

Örgütsel tasarım konusunda Mekanik Model, Organik Model <strong>ve</strong> Durumsal Model olmak üzere üç temel<br />

model geliştirilmiştir (Can 1999:101-102). Klasik örgüt kuramcılarının geliştirmiş olduğu Mekanik Model,<br />

yapısal özellikleri nedeniyle <strong>ve</strong>rimlilik elde etmeyi amaçlar. Aşırı işbölümüne ağırlık <strong>ve</strong>rmesi nedeniyle<br />

oldukça karmaşık, yetki <strong>ve</strong> hesap <strong>ve</strong>rme ilkesini güçlü tutuğu için oldukça merkeziyetçi, bölümlendirmede<br />

işlevleri ön planda tutuğu için aşırı derecede biçimseldir. Neo klasik örgüt kuramcılarının geliştirmiş olduğu<br />

Organik Model, değişen çevresel koşullara uymayı amaçlar <strong>ve</strong> insan potansiyelinden daha fazla yararlanmak<br />

için iş tasarımı yoluyla güdülemeye, bireysel gelişme <strong>ve</strong> sorumluluğa ağırlık <strong>ve</strong>rir. Mekanik model <strong>ve</strong>rimlilik<br />

<strong>ve</strong> üretimi en üst düzeye çıkarmayı amaçlarken organik model esneklik <strong>ve</strong> uyarlanabilirliği en üst düzeye<br />

çıkarmaya çalışır. Bu nedenle uzmanlaşmaya ağırlık <strong>ve</strong>rmeyen basit bir yapı, yetki devrine ağırlık <strong>ve</strong>rdiğinden<br />

yerinden yönetim ilkesiyle geliştirilmiş biçimsel olmayan bir tasarıma sahiptir. Çağdaş örgüt kuramının<br />

geliştirmiş olduğu tasarım ise Durumsal Modeldir. Bu model, ilk iki modelden birini seçmenin durumun<br />

gereklerine bağlı olduğunu bildirir.<br />

Örgüt sadece kendisini meydana getiren kişi <strong>ve</strong> birimlerin toplamından ibaret olmayıp, bunlar arasındaki tüm<br />

ilişkileri kapsamaktadır. Bu nedenle iki tip örgütten söz edilmektedir. Biçimsel <strong>ve</strong> biçimsel olmayan (Doğal)<br />

örgüt (Sürgit 1997:4).<br />

Biçimsel örgüt klasik örgüt kuramının bir sonucudur <strong>ve</strong> kanunlar, tüzükler, yönetmelikler <strong>ve</strong> öteki idari metinlerle<br />

düzenlenen ilişkilerdir. Örgüt şeması da örgütün biçimsel yapısının resmidir. Biçimsel olmayan örgüt<br />

ise neo klasik örgüt kuramının bir sonucudur <strong>ve</strong> mevcut davranış biçimlerinin planlanan davranış biçimlerinden<br />

farklı bir şekilde gelişmesinden doğar. Biçimsel olmayan örgüt, genellikle birlikte çalışan kişiler arasında<br />

uzun bir çalışma devresi içinde meydana gelen ilişkileri kapsar. Mevzuatın değil gelenek <strong>ve</strong> alışkanlıkların<br />

ürünüdür. Çoğu zaman yazılı değildir <strong>ve</strong> örgüt şemalarında gösterilmeye el<strong>ve</strong>rişli değildir (Sürgit<br />

1997:4).


Örgütsel iletişim, örgütün amaçları doğrultusunda işleyişini sağlamak için gerek örgütü meydana getiren<br />

çeşitli bölüm yada gruplar, gerekse örgüt ile çevresi arasında sürekli bilgi <strong>ve</strong> düşünce alış<strong>ve</strong>rişine imkan<br />

sağlayan toplumsal bir süreçtir. Biçimsel iletişim sistemi, biçimsel örgüt yapısına bağlı olarak ortaya çıkan<br />

iletişim ilişkilerini <strong>ve</strong> kanallarını içerir. Bu kanallar, örgüt içinde <strong>ve</strong> örgütle çevresi arasındaki bilgi <strong>ve</strong> mesaj<br />

alış<strong>ve</strong>rişini sağlamak üzere, örgütleme süreci içinde belirlenmiştir. Genel olarak örgüt şemasındaki dikey <strong>ve</strong><br />

yatay hatlar, biçimsel iletişim kanallarını gösterir (Gürgen 1997:63-64). Biçimsel iletişim dikey, yatay yada<br />

çapraz olmak üzere üç şekilde ortaya çıkmaktadır (Şimşek 1999:188).<br />

Dikey iletişimde üstler, belirlenen amaçlar doğrultusunda kararları emir <strong>ve</strong> direktifler şeklinde yukarıdan<br />

aşağıya iletirken, iş görenler de gelen emir <strong>ve</strong> direktiflerin sonuçlarını, dilek <strong>ve</strong> isteklerini yukarıya iletirler.<br />

Genellikle biçimsel <strong>ve</strong> çoğu zaman yazılı şekilde işleyen bu iletişim biçimi, yapısal süreçleri birinci planda<br />

tutan klasik örgüt <strong>ve</strong> yönetim anlayışına uygundur (Şimşek 1999:188).<br />

Klasik örgüt anlayışının pek çok alanda yetersiz kalması <strong>ve</strong> Neoklasik (davranışçı okul) yaklaşımın etkisiyle<br />

örgütlerin yapısal süreçler kadar toplumsal bir sistem oldukları gerçeğinin kabulünden sonra, dikey iletişimin<br />

yanında yatay <strong>ve</strong> çapraz iletişim sistemleri de önem kazanmıştır.<br />

Yatay iletişim, aynı örgütsel düzeydeki kişi <strong>ve</strong> birimler arasında yapılan iletişim biçimidir. En önemli işlevi,<br />

çeşitli örgütsel birimler içinde <strong>ve</strong> arasında faaliyetlerin eşgüdümünü sağlamaktır (Can <strong>ve</strong> ark 1991:178).<br />

Çapraz iletişim ise hem işlevsel örgütlenme biçimi hem de çağdaş örgütlenme biçimi olan matris örgütlenmenin<br />

doğal bir sonucudur. Çapraz iletişim, herhangi bir departman yöneticisinin kendi departmanının işlevlerine<br />

giren konularda diğer departmanların astlarıyla bilgi alış<strong>ve</strong>rişini yansıtır (Şimşek 1999:189). Çapraz<br />

iletişimde; hiyerarşide, sorumlu kişiler atlanmıştır ama, sistem gereksiz mesajlarla yüklü olmaktan kurtarılmıştır<br />

(Can 1999:265).<br />

Çağdaş örgüt kuramının getirmiş olduğu örgüt tiplerinden biri olan matris örgüt yapısı, bir yandan projenin<br />

gerçekleşmesi için çeşitli uzmanlık dallarından yararlanma, bir yandan da proje ile ilgili tüm işlerin tek sorumlusunun<br />

olması temeline dayanmaktadır. İşlevsel bölümler işletmenin o konularda uzmanlarının bir araya<br />

getirildiği <strong>ve</strong> burada biriken bilginin çeşitli projelere uygulanacağı birer kaynak durumundadırlar. Bu da<br />

projenin tamamlanması sorumluluğunu üstlenen proje yöneticisinin uzmanlık birimleri ile yatay <strong>ve</strong> çapraz<br />

ilişki kurmasını gerektirir. (Koçel 1999:246).<br />

Bu tip örgütler bölümler arasında yatay <strong>ve</strong> çapraz ilişkileri, dolayısıyla astlarla üstler arasında çoklu emir<br />

kumanda ilişkilerini esas alır. Matris örgütler, daha çok uzmanlık isteyen çalışma alanlarında, örgüt içi kaynakların<br />

bütünleşmesi gerektiği durumlarda söz konusu olmaktadır (Dinçer 1994:25). Matris yapının ilk<br />

uygulandığı kuruluş, 1950’nin sonundan itibaren NASA olmuştur. 1970’lerden itibaren değişik alanlarda<br />

faaliyet gösteren pek çok kuruluş da bu yapıyı uygulama yoluna gitmiştir (Aldemir 1985:77). Günümüzde<br />

çok yaygın olarak kullanılan matris örgüt yapısı genellikle uzay çalışmaları ile ilgili endüstriler, kimya <strong>ve</strong><br />

elektronik endüstrileri, ağır sanayi dalları, ilaç endüstrisi, danışmanlık hizmetleri, hastaneler, uluslararası<br />

örgütler, bankacılık, inşaat sektörü, sigortacılık, muhasebe hizmetleri <strong>ve</strong> üni<strong>ve</strong>rsitelerde uygulanmaktadır<br />

(Şimşek 1999:157). Bu alanlara televizyon istasyonları da eklenmiştir.<br />

Matris yapı, televizyon istasyonlarının işlevsel bölümlerinde görülmektedir. Örneğin, televizyon istasyonlarının<br />

en işlevsel bölümü olan program bölümünde diğer işletmelerde proje olarak tanımlanan çalışmaların<br />

yerini program, proje yöneticisi yerini ise genel müdürün yetkilerinin bir kısmını kullanan program yönetmeni<br />

alır. Bu yapı program çekiminde görev alan diğer bölüm çalışanları ile ilişkilendirildiğinde matris yapı<br />

ortaya çıkmaktadır (Yangın 1997:45). Televizyon istasyonlarının işlevsel bölümlerinde matris yapı Şekil 1’de<br />

gösterilmiştir.


PROGRAM<br />

MÜDÜRÜ<br />

X PROGRAM<br />

YÖNETMEN<br />

Y PROGRAM<br />

YÖNETMEN<br />

GENEL<br />

MÜDÜR<br />

KAMERA<br />

SERVİSİ<br />

Şekil 1: Televizyon İstasyonlarında Matris Yapı<br />

1.2. Bir Televizyon İstasyonunun Örgüt Yapısı<br />

TEKNİK<br />

MÜDÜR<br />

MONTAJ<br />

SERVİSİ<br />

Televizyon yayıncılığı sektörel anlamda diğer iş kolları ile karşılaştırıldığında, örgütlenme yapıları itibariyle<br />

birbirleriyle paralellik göstermeyen ender alanlardandır.Yani bir çok iş kolunda örgütlenme modelleri birbirine<br />

yakınken, yayıncılık alanında durum farklıdır. Bu güçlüğü doğuran pek çok neden vardır. Televizyon<br />

teknolojisinde sürekli yeniliklerin uygulamaya sokulması, yeni sosyal yapılar, mali <strong>ve</strong> ekonomik gelişmeler<br />

en mükemmel çözümü üretmeyi imkansız kılar. Bunun en önemli nedenleri de her yayın kuruluşunun farklı<br />

yayın prototipi, yönetim <strong>ve</strong> ekonomik anlayışına sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Özellikle 1990’lı<br />

yıllardan itibaren iletişim endüstrisinde yaşanan büyük teknolojik gelişim, çok yeni iş kolları yaratıp yeni<br />

örgütlenme modellerinin oluşumunu zorunlu kılmıştır (Aydın 2000:110-111).<br />

Televizyon istasyonlarının örgüt yapıları birbirlerinden farklılıklar göstermesine rağmen, ticari televizyon<br />

istasyonlarının hemen hepsinde ortak olan işlevsel dört ana bölüm vardır. Bunlar; genel yönetim, teknik,<br />

program <strong>ve</strong> satış (reklam) bölümleridir. Bu bölümler ticari televizyon istasyonları için olduğu kadar, kamusal<br />

televizyon istasyonları için de geçerlidir (Head <strong>ve</strong> Sterling 1990:184). Bu ayrıma aslında programın bir türü<br />

olan haber bölümü de eklenmelidir. Haber yayıncılığının gerektirdiği olağanüstü sorumluluk, bu ayrımı zorunlu<br />

hale getirmektedir.<br />

Günümüzde pek çok televizyon istasyonu örgüt yapılarında söz konusu bu işlevsel bölümlerin hepsine yer<br />

<strong>ve</strong>rmemektedir. Bu durum, televizyon istasyonlarının ekonomik yapıları <strong>ve</strong> yayın politikaları ile ilgilidir.<br />

Örneğin tematik kanallar (haber, belgesel, spor, müzik, film ... kanalları) örgüt yapılarında konuları dışında<br />

kalan işlevsel bölümlere yer <strong>ve</strong>rmezken, popüler yayın politikası güden kanallar da örgüt içi bölümlerin işlevlerini<br />

(haber, program, teknik) kurum dışı profesyonel kuruluşlardan (haber ajansları, yapım şirketleri,<br />

teknik hizmet şirketleri) karşılayarak örgütlenmelerinde işlevsel bölümlerin hepsine yer <strong>ve</strong>rmemektedir. Bu<br />

tür uygulamalar çoğunlukla Amerika’da görülürken, ülkemizde de benzer uygulamalara rastlanmaktadır.<br />

Örneğin Show Tv, program ihtiyacının neredeyse tamamını dış yapım şirketlerinden karşılamaktadır.<br />

Tipik bir televizyon istasyonunun işlevsel örgüt şeması Şekil 2’deki gibidir.


DIŞ BAĞLANTILAR<br />

- Danışmanlar<br />

- Şebeke Bağlantısı<br />

- Rating Kuruluşları<br />

- Mesleki Oda Bağlantısı<br />

- Üst Kurul<br />

TEKNİK<br />

- Ölçü – Bakım<br />

- Stüdyo İşletme<br />

- Verici<br />

- Relay<br />

DIŞ BAĞLANTILAR<br />

- Danışmanlar<br />

PROGRAM<br />

- Yapımcılar<br />

- Yönetmenler<br />

- Program Satınalma<br />

- Trafik<br />

- Sanat <strong>ve</strong> Grafik<br />

- Kadrolu Sanatçılar<br />

- Metin Yazarları<br />

YÖNETİM KURULU BAŞKANI<br />

DIŞ BAĞLANTILAR<br />

- Program Dağıtıcıları<br />

- Yapım Şirketleri<br />

- Sanatçılar<br />

- Müzik Lisansları<br />

GENEL MÜDÜR<br />

HABER<br />

- Anchorman’ler<br />

- Redaksiyon<br />

- Muhabirler<br />

- Haber Yazarları<br />

DIŞ BAĞLANTILAR<br />

- Danışmanlar<br />

- Haber Ajansları<br />

GENEL VE İDARİ HİZMETLER<br />

- Muhasebe <strong>ve</strong> Denetim<br />

- Hukuk Bürosu<br />

- Personel<br />

- Halkla İlişkiler<br />

- Satınalma<br />

- Sekreterlik Hizmetleri<br />

SATIŞ (PAZARLAMA)<br />

- Yerel Satış Temsilcileri<br />

- Ulusal Satış Temsilcileri<br />

- Promosyon<br />

DIŞ BAĞLANTILAR<br />

- Ulusal Satış Temsilcileri<br />

Şekil 2: Televizyon İstasyonu İşlevsel Örgüt Şeması<br />

Kaynak: Head SW <strong>ve</strong> Sterling, CH (1990) Broadcasting ın America, Houghton Mifflin Company, Boston,<br />

s. 186<br />

1.2.1. Genel Müdür<br />

Genel yönetim, herhangi bir işletmenin kendisine bir çalışma ortamı oluşturabileceği temeldir. Televizyon<br />

yayıncılığı ile ilgili program, haber, teknik gibi uzmanlık gerektiren hizmetler örgüt dışından da temin edilebilmektedir.<br />

Çok sayıda ticari <strong>ve</strong> mesleki kuruluş (teknik danışmanlık firmaları, program satıcıları, haber<br />

ajansları...) söz konusu ihtiyaçları karşılamaya yönelik hizmetler <strong>ve</strong>rmektedirler (Head <strong>ve</strong> Sterling 1990:185).<br />

Genel müdür tüm kuruluşun işletimi <strong>ve</strong> yönetiminden sorumludur. Genel müdür; gelir, gider, kısa <strong>ve</strong> uzun<br />

dönem planlama, amaçlar, bütçeleme, tahmin <strong>ve</strong> kârlılığı içeren tüm işletimden <strong>ve</strong> mali malzemeden sorumludur.<br />

Genel müdür, reklam geliri üretmek <strong>ve</strong> çoğaltmakla görevlidir <strong>ve</strong> toplumsal önderlerle, reklamcılarla,<br />

reklam ajansları ile, program dağıtıcıları ile, diğer istasyonlarla ilişkileri sağlar. Genel müdür, kuruluşun<br />

başlıca bölüm başkanlarını ücretlendirir, çalışmalarını gözlemler. Yerel yayın planını onaylar, program müdürü<br />

ile satın alınacak programların kararını <strong>ve</strong>rir, haber biçimini <strong>ve</strong> yazım politikasını, yeni araçlar <strong>ve</strong> imkanlar<br />

için yapılacak yatırımları onaylar (Sherman 1987:256).<br />

1.2.2. Satış Bölümü<br />

Bu alan, yerel satış müdürü, genel satış müdürü, satış müdürü <strong>ve</strong> satıştan sorumlu görevlileri içerir. Satış<br />

bölümü, tüm satış alanını, yerel satış elemanlarını, trafiği, ulusal boyuttaki müşterilerle ilişkileri <strong>ve</strong> reklam<br />

ajanslarını kapsar (Hillard 1989:33).


Satış yada reklam bölümünün başlıca görevi, zaman satışıdır. Satış bölümünün sıklıkla görülen görevlerinden<br />

biri de “trafik”tir. Bu görev reklamların, istasyonun günlük yayın akışı içinde yer alması işinin eşgüdümü<br />

nedeniyle genellikle satış bölümü içerisinde yer alır. Bazı durumlarda da program müdürüne bağlı olarak<br />

çalışır. Trafik bölümü, reklam sözleşmelerinin yerine getirilmesini, kuşakların zamanında girip çıkmasını,<br />

iptal edilen <strong>ve</strong>ya uygun olmayan reklamlar için reklam kuşaklarının yeniden düzenlenmesini gerçekleştirir.<br />

Ayrıca, spotlardaki boşluklar konusunda reklamcıları sürekli bilgilendirir. Bu boşluklar genellikle kamuya<br />

yönelik tanıtım <strong>ve</strong> promosyon programlarıyla doldurulmaktadır (Head <strong>ve</strong> Sterling 1990:187).<br />

Büyük istasyonlarda genellikle ayrı bir promosyon bölümü vardır. Küçük istasyonlarda promosyon görevlisi,<br />

yayın planlamada genel müdüre bağlı olabilir <strong>ve</strong>ya satış <strong>ve</strong> reklam içinde yer alabilir. Promosyon bölümünün<br />

işi, özel programlara <strong>ve</strong> kuruluşun görünümüne sponsorları çekmek amacıyla kuruluşun programlarını <strong>ve</strong><br />

diğer amaçlarını tanıtmaktır. Satış <strong>ve</strong> reklamla, yayın planlama <strong>ve</strong> yönetsel amaçlar yönünde bölümün eşgüdümü<br />

sağlanmalıdır (Hillard 1989:62).<br />

1.2.3. Mühendislik Bölümü<br />

Teknik hizmetlerin odağında yayımlama işlemleri vardır <strong>ve</strong> bu bölüm, <strong>ve</strong>ricileri de içeren tüm araçların bakım<br />

<strong>ve</strong> onarımından sorumludur. Bölüme bir teknik müdür <strong>ve</strong>ya baş mühendis başkanlık eder. Küçük istasyonlarda<br />

tüm teknik standartlardan bir kişi sorumlu olabilmektedir. Bazı küçük istasyonlar ise sözleşmeyle<br />

bağımsız, teknik danışmanlık hizmeti <strong>ve</strong>ren firmalardan yararlanmaktadır. Ancak genellikle teknik hizmetler,<br />

teknik müdürün başkanlığında bir ekip tarafından yürütülmektedir. Teknik müdür yada baş mühendis, teknik<br />

ekibin koordinasyonundan <strong>ve</strong> hızla değişen teknolojiye uyum sağlamaktan sorumludur (Head <strong>ve</strong> Sterling<br />

1990:185).<br />

Teknik yönetmenin ekibinde, kameramanlar, sesçiler, ışıkçılar, KJ operatörleri <strong>ve</strong> VTR operatörleri bulunur.<br />

Ancak çoğu televizyon kuruluşu örgütlerinde, program çekimi sırasında teknik araçları kullanan görevliler<br />

baş mühendisten çok program müdürüne bağlıdırlar (Gross 1988:398-399).<br />

1.2.4. Program Bölümü<br />

Programlama işlevi, planlama <strong>ve</strong> hedefleme aşamalarını içermektedir. Yayın planlamanın karar süreci genellikle<br />

program, satış <strong>ve</strong> yönetim sorumlularının birlikte hazırladıkları bir süreçtir. Bazı televizyon istasyonları<br />

yerel anlamda az yapım yapmaktadır. Bu tür istasyonlarda program bölümünün ana işlevi, dışarıdan alınan<br />

hazır malzemeyi yayınlamaktan ibarettir (Head <strong>ve</strong> Sterling 1990:186).<br />

Yapım bölümü genellikle program bölümüne bağlıdır. Bazen de bağımsız bir bölüm olarak örgüt içinde yer<br />

alır. Yapımcılar, yönetmenler, stüdyo şefleri stüdyo çalışanları, makyaj, grafik bu bölümün içindedir. Program<br />

yönetmenleri çekim aşamasında başlıca yetkilidir. Görüntü <strong>ve</strong> sesin sanatsal bileşiminden sorumludur.<br />

Program müdürü programların yayın takviminde nasıl yer alacağı konusunda yetkilidir. Yayın görevi, bazı<br />

istasyonlarda ayrı bir bölüm olarak örgüt içinde yer alır. Bazen de satış bölümünün bir yan bölümüdür. Yayınlanacak<br />

program içeriklerine göre günlük yayın planı yapmak, reklamcılara satılan zamana <strong>ve</strong> reklam<br />

içeriklerine göre ticari anlaşmalara uymak yayın bölümünün görevidir (Hillard 1989:62).<br />

1.2.5. Haber Bölümü<br />

Haberler programın bir türü olmasına rağmen, haber bölümü ayrı bir bölüm olarak düzenlenir <strong>ve</strong> doğrudan<br />

genel yönetime bağlı bir haber müdürü tarafından yönetilir. Haber <strong>ve</strong> eğlence arasındaki bu ayrım, haber<br />

yayıncılığının gerektirdiği olağanüstü sorumluluk açısından gereklidir. Haber müdürlüğü haber bültenlerinin<br />

yanı sıra yorum <strong>ve</strong> magazin programları da üretir (Head <strong>ve</strong> Sterling 1990:185).<br />

Haber yazanlar <strong>ve</strong> haber yönetmeniyle eşgüdüm içinde olan haber müdürü, günlük görevlendirmeleri yapar,<br />

yayın için haber metinlerinin hazırlanmasını sağlar. Sunucuları, muhabirleri, onlarla çalışacak stüdyo ekibi <strong>ve</strong><br />

kameramanların eşgüdümünü gerçekleştirir. Kuruluşun haber programlarını izlemek, tartışmak <strong>ve</strong> geliştirmek<br />

için düzenli toplantılar yapar <strong>ve</strong> yönetir (Sherman 1987:257).


1.2.6. İşletme Bölümü<br />

Televizyon istasyonları, diğer işletmeler gibi genel müdür <strong>ve</strong>ya başkana bağlı bir işletme müdürüyle işletilir. Bazen<br />

mali işler bölümüne bağlı olmakla birlikte, muhasebe <strong>ve</strong> defter tutma işletme müdürlüğünün görevidir. Harcama<br />

kayıtlarının tutulması, araç <strong>ve</strong> diğer destek malzemelerinin satın alınması, tahsilat, ödemeler gibi görevler de işletme<br />

müdürlüğünün görevidir.<br />

Genel büro yönetimi de işletme müdürünün görevidir. Temizlik hizmetleri, sekreterlik hizmetleri <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nlik<br />

düzenlemeleri de bunun içindedir. Kuruluşun büyüklüğüne göre işletme müdürlüğünün genel büro hizmetleri<br />

çeşitlilikler gösterebilir (Gross 1988:401-402).<br />

İşletme müdürü, tüm <strong>ve</strong>rileri denetleyebilmek için satış müdürü ile yakın çalışır <strong>ve</strong> etkisiz işletme, kuruluşun<br />

çalışmasını durdurur (Hillard 1989:29).<br />

2. TÜRKİYE’DE YEREL TELEVİZYONLARIN ÖRGÜT YAPISI<br />

3984 Sayılı Radyo <strong>ve</strong> Televizyonların Kuruluş <strong>ve</strong> Yayınları Hakkında Kanun bölgesel <strong>ve</strong> yerel yayını şöyle<br />

tanımlamaktadır. Bölgesel yayın, herhangi bir ulusal yayın şebekesinden bağımsız olarak bir adet <strong>ve</strong>ya kapsama<br />

alanlarına birbirine bitişik birden fazla <strong>ve</strong>rici kuruluşu ile bir program kanalı üzerinden yapılan <strong>ve</strong> en az<br />

üç komşu ili <strong>ve</strong>ya en fazla bir coğrafi bölgeyi kapsayan tek bir radyo <strong>ve</strong>ya televizyon program kanalını ifade<br />

eder. Yerel yayın, herhangi bir ulusal yada bölgesel yayın şebekesinden bağımsız olarak <strong>ve</strong> maksimum radyasyon<br />

yönünde en çok 30 dBV (erp) etkin yayın gücü <strong>ve</strong>ren, radyo için bir, televizyon için ise en çok üç<br />

<strong>ve</strong>rici kuruluşuyla bir program kanalı üzerinden yapılan, stüdyo <strong>ve</strong>rici <strong>ve</strong>ya <strong>ve</strong>riciler arası program iletimi<br />

için uydu kullanmayan <strong>ve</strong> esas olarak bir yerleşim birimini (kent, kasaba <strong>ve</strong> benzeri) kısmen <strong>ve</strong>ya tamamen<br />

kapsayan tek bir radyo <strong>ve</strong>ya televizyon program kanalını ifade eder.<br />

Türkiye’de 1990’lı yıllarda televizyon yayıncılığında olan ulusal boyuttaki gelişmeler yerel radyo <strong>ve</strong> televizyon<br />

kanallarına da bir örnek teşkil etmiş, öncelikle yerel radyo kanalları daha sonra da yerel televizyon kanalları<br />

kısa sürede çoğalmıştır. Türkiye'de faaliyette bulunan bölgesel <strong>ve</strong> yerel televizyon kanallarının kesin<br />

sayısı ancak lisans tahsisi tamamlanınca belirlenecek olmasına rağmen, Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi,<br />

Medya Dokümantasyon Birimi'nin, 1998 yılı <strong>ve</strong>rilerine göre hazırladığı raporda, Türkiye'de 15 Bölgesel<br />

<strong>ve</strong> 230 Yerel televizyon kanalı bulunmaktadır (Yeni Yüzyıl 1995:10).


2.1. Kon TV (Konya)<br />

HABER<br />

MÜDÜRÜ<br />

PROGRAM<br />

MÜDÜRÜ<br />

İstihbarat Şefi Spor<br />

Yapımcılar<br />

Teknik<br />

Haberleri Şefi<br />

Yönetmen<br />

Dış Haberler<br />

Şefi<br />

Muhabirler<br />

Spikerler<br />

Montaj<br />

Sorumlusu<br />

Spikerler<br />

Kamera Şefi<br />

Montaj Şefi<br />

Naklen Yayın<br />

Şefi<br />

Arşiv<br />

Sorumlusu<br />

YÖNETİM KURULU<br />

BAŞKANI<br />

GENEL MÜDÜR<br />

GENEL YAYIN<br />

YÖNETMENİ<br />

YAYIN<br />

MÜDÜRÜ<br />

Yayın Şefi<br />

Yayın Ekibi<br />

Şekil 3: Kon TV Örgüt Şeması<br />

Kaynak: Kon Tv Yönetimi<br />

REKLAM AJANSI<br />

(MİRAJANS)<br />

İDARİ<br />

MÜDÜR<br />

Personel<br />

Santral<br />

Ulaşım<br />

Sorumlusu<br />

Muhasebe<br />

TEKNİK<br />

MÜDÜR<br />

Ölçü -Bakım<br />

DEKOR<br />

UYGULAMA


Yayın Planl. <strong>ve</strong> Değer.<br />

2.2. Ege TV (İzmir)<br />

AGB<br />

Genel Müd. Yrd.<br />

(Yayın)<br />

Haber Arşiv<br />

Haber Koordinatörü<br />

SEKRETER<br />

Özel Haber<br />

YÖNETİM KURULU<br />

GENEL MÜDÜR<br />

S.Haber Md. Haber Md.<br />

Spor Md.<br />

Spikerler<br />

Haber Yönet.<br />

TV Koordinatörü<br />

Yapım Yayın<br />

Radyo Koordinatörü<br />

Yapım Yayın<br />

Teknik Koordinatör<br />

Ölçü-Bakım Vericiler & Up-Link<br />

Şekil 4: Ege TV Örgüt Şeması<br />

Kaynak: Ege TV Yönetimi<br />

DANIŞMANLAR<br />

Temsilcilikler<br />

İstanbul<br />

Ankara<br />

Manisa<br />

Aydın<br />

Denizli<br />

Muğla<br />

Uşak<br />

Genel Müd. Yrd.<br />

(İdari)<br />

Pazarlama Koord. İdari-Mali Koord.<br />

Bölge<br />

İzmir<br />

İstanbul<br />

Ankara<br />

Muhasebe<br />

İdari İşler<br />

İnsan Kayn.<br />

Halkla<br />

İlişkiler


2.3. Olay TV (Gaziantep)<br />

İŞLETME<br />

MÜDÜRÜ<br />

PERSONEL<br />

HALKLA<br />

İLİŞKİLER<br />

MUHASEBE<br />

SATINALMA<br />

REKLAM<br />

SORUMLUSU<br />

HABER<br />

SORUMLUSU<br />

SPOR<br />

HABERLERİ<br />

MAGAZİN<br />

HABERLERİ<br />

MUHABİRLER<br />

KAMERAMANLAR<br />

YÖNETİM KURULU<br />

BAŞKANI<br />

GENEL<br />

MÜDÜR<br />

GENEL YAYIN<br />

MÜDÜRÜ<br />

PROGRAM<br />

SORUMLUSU<br />

YAYIN<br />

SORUMLUSU<br />

YAPIMCILAR YAYIN EKİBİ<br />

Şekil 5: Olay TV Örgüt Şeması<br />

Kaynak: Olay TV Yönetimi<br />

YÖNETİM<br />

KURULU<br />

ARŞİV<br />

SORUMLUSU<br />

TEKNİK<br />

MÜDÜR<br />

TEKNİK<br />

YÖNETMEN<br />

ÖLÇÜ-BAKIM


2.4. Başak TV (Kayseri)<br />

İŞLETME<br />

MÜDÜRÜ<br />

İŞLETME ŞEFİ<br />

PERSONEL<br />

ULAŞIM<br />

PROGRAM<br />

YÖNETMENİ<br />

YAYIN<br />

KOORDİNATÖRÜ<br />

TEKNİK<br />

YÖNETMEN<br />

YÖNETİM KURULU<br />

BAŞKANI<br />

GENEL<br />

MÜDÜR<br />

YAYIN<br />

YÖNETMENİ<br />

YAPIMCILAR TEKNİK EKİP YAYIN EKİBİ<br />

Şekil 6: Başak TV Örgüt Şeması<br />

Kaynak: Başak TV Yönetimi<br />

HABER<br />

KOORDİNATÖRÜ<br />

HABER MÜDÜRÜ<br />

MUHABİRLER<br />

KAMERAMANLAR<br />

SPİKERLER<br />

REKLAM-PAZARLAMA<br />

MÜDÜRÜ<br />

REKLAM<br />

TEMSİLCİLERİ<br />

REKLAM<br />

YÖNETMENİ


2.5. DEHA TV (Denizli)<br />

PAZARLAMA<br />

KOORDİNATÖRÜ<br />

REKLAM AJANSI<br />

MATBAA<br />

GAZETE<br />

DAĞITIMI<br />

RADYO REKLAM<br />

AJANSI<br />

FİNANS<br />

MÜDÜRÜ<br />

İDARİ İŞLER<br />

MABER<br />

AJANSI MÜDÜRÜ<br />

MUHABİRLER<br />

PERSONEL KAMERAMANLAR<br />

YÖNETİM KURULU<br />

BAŞKANI<br />

GENEL YAYIN<br />

YÖNETMENİ<br />

TV HABER<br />

DAİRESİ MÜDÜRÜ<br />

PROGRAM<br />

KOORDİNATÖRÜ<br />

TEKNİK<br />

KOORDİNATÖR<br />

YAYIN<br />

KOORDİNATÖRÜ<br />

ARŞİV<br />

SORUMLUSU<br />

Şekil 7: DEHA TV Örgüt Şeması<br />

Kaynak: DEHA TV Yönetimi<br />

GAZETE YAZI İŞLERİ<br />

MÜDÜRÜ<br />

EDİTÖR<br />

SEKRETER<br />

DİZGİ<br />

MONTAJ<br />

RADYO<br />

MÜDÜRÜ<br />

SPİKER<br />

DİSK JOKEY


3. GENEL DEĞERLENDİRME VE MODEL ÖNERİSİ<br />

Türkiye’de yerel televizyonların örgüt yapısı ulusallarda da olduğu gibi çeşitlilik göstermektedir. Bunun<br />

nedenlerinden belki de en önemlileri, her yayın kuruluşunun farklı yayın prototipi, yönetim <strong>ve</strong> ekonomi anlayışına<br />

sahip olmasıdır. Öte yandan yerel televizyon kuruluşlarının çoğu haber ajansı, reklam ajansı, gazete,<br />

radyo gibi alanlarda da faaliyet gösteren ticari girişimleri bünyelerinde barındırmaktadırlar. Bu da örgüt yapılarında<br />

farklılıklara neden olmaktadır. Televizyon istasyonlarının örgütlenmeleri konusunda evrensel bir<br />

çözüm olmadığı için yerel televizyonların örgütlenmelerinin yanlış yada eksik olduğunu söylemek çok zordur.<br />

Çünkü her kuruluş kendi ihtiyaç <strong>ve</strong> olanakları ölçüsünde örgütlenmektedirler. Ancak örgütlenmenin<br />

resmi niteliğini taşıyan örgüt şemalarındaki eksiklikler dikkat çekmektedir. Öyle ki, hemen hemen her televizyon<br />

kuruluşunun örgüt şeması, iş bölümü <strong>ve</strong> yetkilendirme konusunda birimler arası ilişkileri <strong>ve</strong> bu birimlerin<br />

kurum içi ilişkilerini göstermekten yoksundur.<br />

Televizyon dünyasında evrensel çözümler yoktur. Sadece evrensel hedeflerden söz edilebilir. İzleyici mutluluğu,<br />

parasal kaynakların doğru kullanılması, pazarda en büyük payı koparma, tüm bunların yanı sıra bilgilendirme,<br />

kültür <strong>ve</strong> eğitim alanlarında toplumun gereksinimlerine yanıt <strong>ve</strong>rebilme misyonunun üstlenebilmesi<br />

bu evrensel hedeflerden bazılarıdır. Ancak, televizyon yayıncılığının özelliği gereği, hemen hemen evrensel<br />

olan, program, haber, teknik, satış (reklam) <strong>ve</strong> işletme gibi bölümler, örnek yapılarda da görüldüğü gibi yerel<br />

televizyon istasyonlarında da bulunmaktadır.<br />

Bütün kuruluşlarda olduğu gibi yerel televizyon istasyonlarında da örgüt yapısının herhangi bir aşamasında<br />

<strong>ve</strong>rilen işi en iyi, hızlı <strong>ve</strong> ekonomik bir şekilde sonuçlandırmak bir zorunluluktur. Bu zorunluluk örgütlenme<br />

<strong>ve</strong> örgüt şemalarının oluşturulmasını zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda elde edilen <strong>ve</strong>riler <strong>ve</strong> örneklerden<br />

yola çıkılarak kendi bölgesinin geniş bir kısmı tarafından izlenmeyi ana amaç edinmiş, işi sadece televizyon<br />

yayıncılığı olan, uygulanabilir bir yerel televizyon örgüt modeli Şekil 8’de önerilmiştir. Önerilen modelde<br />

genel müdüre bağlı beş bölüm bulunmaktadır. Bunlar; program, haber, teknik, reklam <strong>ve</strong> işletme bölümlerdir.<br />

Bu bölümler genel müdür ile dikey, birbirleriyle yatay olarak ilişkilendirilmiştir. Televizyon istasyonu örgütlenmelerinde<br />

kaçınılmaz olan çapraz (matris) ilişki ise karışıklığa yol açması endişesi ile örgüt şemasında<br />

gösterilmemiştir.<br />

Program müdürüne bağlı olarak çalışan program birimi; yapım ekibi, arşiv, grafik <strong>ve</strong> dekor ile yayın planlama<br />

olarak alt birimlere ayrılmıştır. Bu birimler birbirleriyle yatay, program müdürü ile dikey olarak ilişkilendirilmiştir.<br />

Yapım ekibi; yapımcılar, yönetmenler, program sunucuları gibi unsurlardan oluşmaktadır <strong>ve</strong> kurumun<br />

yayın politikasına göre program üretmekten sorumludur. Bu bölüm, program üretiminde çalışan diğer<br />

teknik unsurları bağlı oldukları bölümlerden alarak, program bazında yönetmenin emrine tahsis etmekte <strong>ve</strong><br />

matris yapıya işlerlik kazandırmaktadır. Program içeriğiyle ilgili grafik unsurlarından <strong>ve</strong> program dekorlarının<br />

tasarlanıp kurulmasından da program birimi sorumludur. Yayın dönemlerine bağlı olarak yayın planlamasının<br />

yapılması <strong>ve</strong> iç <strong>ve</strong> dış yapımlarının düzenli olarak arşivlenmesi de program müdürlüğünün sorumluluğundadır.<br />

Program müdürü, genel müdürün denetiminde dönemlik <strong>ve</strong> günlük yayın planlamasını yaparken<br />

yayın akışında yer alacak haber bültenleri <strong>ve</strong> haber programlarıyla ilgili olarak haber müdürlüğü ile, reklam<br />

kuşaklarının düzenlenmesi ile ilgili olarak reklam müdürlüğü ile koordineli çalışmaktadır. Ayrıca, yapım <strong>ve</strong><br />

dağıtım şirketlerinden temin edilecek olan sinema filmleri, dizi filmler, çizgi filmler <strong>ve</strong> belgeseller gibi dış<br />

yapımların seçimi <strong>ve</strong> işletme müdürlüğü aracılığıyla satın alınması da program biriminin görevidir.<br />

Haber bölümüne haber müdürü başkanlık etmektedir <strong>ve</strong> kuruluşun yayın politikası doğrultusunda haber politikasının<br />

belirlenmesinden, haber <strong>ve</strong> haber programlarının yapımından sorumludur. Haber birimi; editör,<br />

istihbarat <strong>ve</strong> spor haberleri olarak alt birimlere ayrılmıştır. Bu alt birimler haber müdürü ile dikey, birbirleriyle<br />

yatay olarak ilişkilendirilmiştir. İstihbarat birimine istihbarat şefi başkanlık etmektedir. İstihbarat birimi<br />

kurumun kendi bölgesindeki yerel haberlerden sorumludur <strong>ve</strong> bünyesinde muhabirler <strong>ve</strong> kameramanlar bulunmaktadır.<br />

Burada haber kameramanları, haberin beklemeyeceği <strong>ve</strong> aktüalitesi gerekçesiyle teknik bölüme<br />

bağlı program kameramanlarından ayrı tutulmuştur. Bölge dışında yurtta <strong>ve</strong> dünyada gelişen haberler ise dış<br />

bağlantılar aracılığıyla haber ajanslarından temin edilmektedir. Editör ise istihbarat biriminden gelen yerel<br />

haberler <strong>ve</strong> ajanslardan alınan ulusal haberlerin bülten haline dönüştürülmesinden sorumludur. Haber montaj,<br />

arşiv <strong>ve</strong> spikerler editöre bağlı olarak çalışmaktadırlar. Spor haberleri uzmanlık isteyen bir alan olduğu için<br />

bu birim, editörden bağımsız olarak ayrı birim halinde haber müdürüne bağlanmıştır.<br />

Teknik bölüme teknik müdür başkanlık etmektedir. Teknik bölüm ölçü-bakım birimi <strong>ve</strong> teknik işletme olarak<br />

alt birimlere ayrılmıştır. Bu birimler teknik müdür ile dikey, birbirleriyle yatay olarak ilişkilendirilmiştir.


Ölçü-bakım biriminde tüm teknik standartlardan sorumlu olan teknisyenler görev yapmaktadır. Bu bölüm,<br />

<strong>ve</strong>ricileri de içeren tüm araçların bakım <strong>ve</strong> onarımından sorumludur. Teknik işletme birimi; yayın ekibi,<br />

kamera servisi <strong>ve</strong> montaj servisinden oluşmakta <strong>ve</strong> teknik işletme şefine bağlı olarak çalışmaktadır. Yayın<br />

ekibi, yayın planında yer alan programların yayınından <strong>ve</strong> stüdyoda gerçekleştirilecek olan tüm yapımların<br />

gerçekleştirilmesinden sorumludur. Stüdyo dışında gerçekleştirilecek olan yapımların çekim <strong>ve</strong> montajı için<br />

kamera servisinde kameramanlar, montaj servisinde de montaj görevlileri görev yapmaktadırlar. Bazı televizyon<br />

istasyonlarında, program çekimi sırasında teknik araçları kullanan görevliler teknik müdürden çok<br />

program müdürüne bağlıdırlar. Ancak çalışmanın bütünleştirilmesi açısından bu dikey ilişki zorunlu görülmektedir.<br />

Başlıca görevi zaman satışı olan reklam bölümüne reklam müdürü başkanlık etmektedir. Reklam bölümü<br />

reklam yapım ekibi <strong>ve</strong> reklam temsilcilerinden oluşmaktadır. Yapım ekibi reklam filmlerinin yapımından<br />

sorumludur. Yerel reklam temsilcilerinin başlıca işi, kurumun bölgesi içerisinde faaliyet gösteren kuruluşlar<br />

ile reklam <strong>ve</strong> sponsorluk anlaşmaları yapmaktır. Kurumun başlıca gelir kaynağı reklam olduğu için, reklam<br />

birimi ulusal reklam temsilcileri <strong>ve</strong> reklam ajansları ile de bağlantılı çalışmaktadır. Reklam bölümü, alınan<br />

reklamların yayınlanması <strong>ve</strong> reklam kuşaklarının oluşturulması ile ilgili olarak program bölümü ile koordineli<br />

çalışmaktadır.<br />

İşletme müdürünün başkanlık ettiği işletme bölümü, kurumun lojistik desteğini sağlamakla yükümlüdür <strong>ve</strong><br />

etkisiz işletme kuruluşun çalışmasını durdurur. İşletme bölümü; muhasebe, satın alma, halkla ilişkiler <strong>ve</strong><br />

ulaştırma, gü<strong>ve</strong>nlik, temizlik gibi yardımcı hizmetleri bünyesinde bulundurmaktadır. Bu birimler birbirleri ile<br />

yatay işletme müdürü ile dikey olarak ilişkilendirilmiştir.


HALKLA İLİŞKİLER<br />

YARDIMCI<br />

HİZMETLER<br />

Ulaşım<br />

Gü<strong>ve</strong>nlik<br />

Temizlik<br />

DIŞ BAĞLANTILAR<br />

- Üst Kurul<br />

- Mesleki Odalar<br />

İŞLETME MÜDÜRÜ HABER MÜDÜRÜ PROGRAM MÜDÜRÜ TEKNİK MÜDÜR<br />

MUHASEBE<br />

SATIN ALMA<br />

EDİTÖR<br />

Montaj<br />

Spikerler<br />

Arşiv<br />

İSTİHBARAT<br />

Kameramanlar<br />

Muhabirler<br />

SPOR HABERLERİ<br />

DIŞ BAĞLANTILAR<br />

Haber Ajansları<br />

GENEL MÜDÜR<br />

YAPIM EKİBİ<br />

YAYIN PLANLAMA<br />

ARŞİV<br />

GRAFİK - DEKOR<br />

DIŞ BAĞLANTILAR<br />

Program Yapım <strong>ve</strong><br />

Dağıtım Şirketleri<br />

Şekil 8: Yerel Televizyon İşlevsel Örgüt Modeli<br />

ÖLÇÜ - BAKIM<br />

TEKNİK İŞLETME<br />

Yayın Ekibi<br />

Kamera Servisi<br />

Montaj Servisi<br />

DIŞ BAĞLANTILAR<br />

Teknik Destek <strong>ve</strong><br />

Danışmanlık Şirketleri<br />

REKLAM MÜDÜRÜ<br />

YEREL SATIŞ<br />

TEMSİLCİLERİ<br />

YAPIM EKİBİ<br />

DIŞ BAĞLANTILAR<br />

Ulusal Satış<br />

Temsilcileri


KAYNAKLAR<br />

Aldemir CM (1985) Örgütler Ve Yönetimi, Göksu Üni<strong>ve</strong>rsite Kitabevi, İzmir.<br />

Aydın SU (2000) Modern Yönetim Anlayışı Ve Özel Televizyon Yönetimi, Broadcast, 37, Mart.<br />

Başak TV Yönetimi<br />

Can H (1999) Organizasyon <strong>ve</strong> Yönetim, Siyasal Kitabevi, Ankara.<br />

Can H <strong>ve</strong> Ark (1991) Genel İşletmecilik Bilgileri, Adım Yayıncılık, Ankara.<br />

Deha TV Yönetimi<br />

Dinçer Ö (1994) Örgüt Geliştirme Teorisi, Uygulama Ve Teknikler, İz Yayınları, İstanbul.<br />

Ege TV Yönetimi<br />

Gross LS (1988) Telecommunications: An Introduction To Electronic Media, Wn. C. Brown Publishers,<br />

Dubuque, Iowa.<br />

Gürgen H (1997) Örgütlerde İletişim Kalitesi, Der Yayınları, İstanbul.<br />

Head SW <strong>ve</strong> Sterling CH (1990) Broadcasting In America, Houghton Mifflin Company, Boston.<br />

Hillard RL (1989) Television Station Operation And Management, Focal Press, Boston, London.<br />

Koçel T (1999) İşletme Yöneticiliği, Beta Yayınları, İstanbul.<br />

Kon TV Yönetimi<br />

Olay TV Yönetimi<br />

Sherman BL (1987) The Broadcast And Cable Industries, Telecommunication Management, Mcgraw Hill<br />

Book Company, New York.<br />

Şimşek Ş (1999) Yönetim Ve Organizasyon, Nobel Yayınları, Ankara.<br />

Sürgit K (1997) Örgüt Analizi Tekniği, AİD, TODAİE Yayını, 10, Eylül.<br />

Varol M (1993) Halkla İlişkiler Açısından Örgüt Sosyolojisine Giriş, Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Fakültesi<br />

Yayını, Ankara.<br />

Yangın G (1997) Bir Yönetim İşlevi Olarak Örgütlenme, Televizyon İstasyonu Örgütleri <strong>ve</strong> Model Önerisi,<br />

Anadolu Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir.<br />

Yeni Yüzyıl Gazetesi (1995) 16 Eylül<br />

3984 Sayılı Radyo <strong>ve</strong> Televizyonların Kuruluş <strong>ve</strong> yayınları Hakkında Kanun, 3984 Sayılı Radyo <strong>ve</strong> Televizyonların<br />

Kuruluş <strong>ve</strong> Yayınları Hakkında Kanun Yönetmelikler <strong>ve</strong> Tebliğler, T.C. Ziraat Bankası Matbaası,<br />

Aralık, 1996.


TÜRKİYE’DE İSLAMİ İKTİSAT AHLAKI’NIN YÜKSELİŞİ, RASYONALİTE VE<br />

KAPİTALİZM: KONYA ÖRNEĞİ *<br />

Anzavur Demirpolat **<br />

ÖZET<br />

Konya’da yürütülen saha çalışmasına dayanan bu çalışma, dini değerlerin Türkiye’de yeni bir Müslüman<br />

girişimci profilinin yükselişindeki rolünü anlamaya çabalar. Diğer bir deyişle, bu çalışma yükselen<br />

Müslüman girişimci profilinin ‘iktisat ahlakı’nı <strong>ve</strong> onların ‘iktisat ahlakı’nı etkileyen unsurların<br />

anlaşılmasını amaçlar. Bu amaçla, tezin teorik kısmında, Weber <strong>ve</strong> Sombart’ın dini değerler <strong>ve</strong> rasyonel<br />

kapitalizm ilişkisi hakkındaki görüşleri değerlendirilecektir. Özellikle, tezin ikinci bölümünde Weber’in<br />

temel sorunsalı tartışıldıktan sonra Weber’in ‘iktisat ahlakı’ kavramının temel boyutları ortaya<br />

konulacaktır. Ayrıca, tezin teorik bölümlerinde, klasik İslam dünyasında rasyonel bir ‘iktisat ahlakı’nın<br />

gelişiminin olmayışının nedenleri İslam <strong>ve</strong> kapitalizm üzerine ortaya konan Weberci <strong>ve</strong> Rodinsoncu tezler<br />

değerlendirilerek, kritik bir biçimde tartışılacaktır. Ayrıca, tezin teorik kısımda, geleneksel<br />

Müslümanların ‘iktisat ahlakı’nın değersel <strong>ve</strong> toplumsal temelleri <strong>ve</strong> niteliği, bu teorik yaklaşımların<br />

çerçe<strong>ve</strong>sinde kalınarak irdelenecektir. Bu nedenle, geleneksel Müslüman toplumların ‘iktisat ahlakı’nı<br />

ortaya koymak için şehirli Müslüman esnafın <strong>ve</strong> küçük burjuvazinin ahlaki <strong>ve</strong> dini değerleri tarihsel bir<br />

yaklaşım içerisinde değerlendirilecektir.<br />

Aynı zamanda, bu tez sadece klasik İslam dünyasında, rasyonel bir ‘iktisat ahlakı’nın olmayışının<br />

nedenlerini değil, Türkiye’de 1980’lerden sonra dini guruplar arsında yükselmeye başlayan yeni bir<br />

girişimci profiline katkıda bulunan unsurlarında araştırılmasını amaçlar; böylece yükselen Müslüman<br />

girişimcilerin geleneksel Müslüman tüccar <strong>ve</strong> esnafın ‘iktisat ahlakı’ndan her hangi bir paradigmatik<br />

kopma gösterip göstermediklerini belirlemek mümkün olabilecektir. Dolayısıyla, tez Konya’da yükselen<br />

Müslüman girişimcilerin dini değerlerinin <strong>ve</strong> ‘iktisat ahlakı’nın ampirik bir analizini de içerir.<br />

Anahtar Sözcükler: İktisat Ahlakı, Rasyonelleşme, Rasyonel Kapitalizm, Anadolu Kaplanları, Müslüman<br />

Girişimciler, Fütüv<strong>ve</strong>t, Melamilik, Dinsel Rasyonellik, Güçİstenci<br />

THE RISE OF ISLAMIC ECONOMIC ETHIC, RATIONALITY AND CAPITALISM IN<br />

MODERN TURKEY: THE CASE OF KONYA<br />

ABSTRACT<br />

Based on field study carried out in Konya, this study attempts at understanding the role of religious<br />

values for the rise of new Muslim entrepreneur profile in Turkey. In other words, this study aims to<br />

understand the ‘economic ethic’ of the rising Muslim entrepreneur profile and the factors that effected the<br />

‘economic ethic’ them. For this aim, in the theoretical parts of the thesis, both Weber’s and Sombart’s<br />

theses concerning the relationship between religious values and rational capitalism will be evaluated.<br />

Especially, in the second chapter of the thesis, after discussing the central concern of Weber, the main<br />

dimensions of his concept of ‘economic ethic’ will be elucidated. In addition, in the theoretical parts of<br />

the thesis, the reasons of the absence of the de<strong>ve</strong>lopment of a rational ‘economic ethic’ in the classical<br />

Muslim world will be discussed critically by taking into account Weberian and Rodinsonian thesis on<br />

Islam and capitalism. Moreo<strong>ve</strong>r, in the theoretical section of the thesis, the nature as well as the societal<br />

and ideational basis of traditional Muslims’ ‘economic ethic’ will be scrutinized within the contours of<br />

these theoretical approaches. Therefore, in order to point out the societal and ideational bases of the<br />

‘economic ethic’ of traditional Muslim societies, the religious and ethical ideals of ‘civic’ groups such as<br />

Muslim guilds and petty-bourgeoisie will be evaluated in a historical approach.<br />

At the same time, this thesis tries to question not only the reasons of the absence of rational ‘economic<br />

ethic’ in the classical Muslim world but also the factors that contribute to rise of a new entrepreneur<br />

profiles among the religious groups in Turkey after 1980’s; thereby, it will become possible to determine<br />

whether or not these rising Muslim entrepreneurs indicate any ‘paradigmatic’ shift from the ‘economic<br />

ethic’ of traditional Muslim merchants and guilds. Therefore, the thesis also includes an empirical<br />

analysis of the ‘economic ethic’ and the religious values of the rising Muslim entrepreneurs in Konya.<br />

Keywords: Economic Ethic, Rationalization, Rational Capitalism, Anatolian Tigers, Muslim<br />

Entrepreneurs, Futuwah, Malamatiyya, Religious Rationalization, Will to Power<br />

* Orta Doğu Teknik Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nce kabul edilen doktora tezi özeti<br />

** Öğr. Gör. Dr., Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi


Bu çalışmanın amacı, genelde İslam <strong>ve</strong> Modern Kapitalizm sorunsalının Weber <strong>ve</strong> Rodinson’un ileri sürdüğü<br />

tezler <strong>ve</strong> bu iki farklı yaklaşım etrafında oluşan çalışmalar <strong>ve</strong> argümanlar çerçe<strong>ve</strong>sinde irdelenmesidir. Özelde<br />

ise; genelde teorik düzeyde ortaya konulan tartışmalar çerçe<strong>ve</strong>sinde 1980’lerin sonundan itibaren Türkiye’de<br />

muhafazakar <strong>ve</strong> dindar kesim arasında yükselmeye başlayan yeni bir girişimci profilinin oluşmasında etkin olan<br />

faktörlerin irdelenmesidir. Özellikle de, bu yeni girişimci profilinin oluşumunda dini değerlerin rolü, dinsellik<br />

algılayışları, <strong>ve</strong> zihniyet biçimleri açımlanmaya çalışıldı. Bu amaçla, 1980’lerin sonundan itibaren dindar <strong>ve</strong><br />

muhafazakar kesimler arasında iktisadi gelişmelerin en yoğun olarak gözlemlendiği Konya şehrinde faaliyet<br />

gösteren holdingler çalışmanın alan araştırması kısmını oluşturdu. Bu çalışmada, Konya’da 1987 yılından<br />

itibaren kurulmuş olan değişik holdinglerin yöneticileri <strong>ve</strong> yönetim kurulu üyelerinden 20 kişi ile derinlemesine<br />

mülakat yapılarak dini değerlerin, özellikle de ne tür birdinsellik algılayışının <strong>ve</strong> zihniyet biçiminin bu<br />

girişimcilerin ortaya çıkışında rol oynadığı anlaşılmak istendi. Dolaysıyla; Weberci anlamda, ortaya çıkan yeni<br />

Müslüman girişimci tipinin Konya’daki holdingler düzeyinde “iktisat ahlakı” ortaya konmaya çalışıldı.<br />

Parsons’un Weber’in Protestan Ahlakı <strong>ve</strong> Kapitalizmin Ruhu isimli eserini 1950’lerin sonlarında Almanca’dan<br />

İngilizce’ye tercüme etmesinden buyana, sosyal bilim literatüründe, Weber’in Protestan Ahlakı <strong>ve</strong> Kapitalizmin<br />

Ruhu adlı eserinde <strong>ve</strong> diğer çalışmalarında ortaya koymuş olduğu tezlerinin, özellikle dini değerler <strong>ve</strong><br />

ekonomik hayat arasındaki ilişki üzerine geliştirmiş olduğu savları doğrulamaya ya da yanlışlamaya yönelik<br />

teorik <strong>ve</strong> uygulama boyutu içeren değişik çalışmalar yapıldı. Bu çalışmaların bir çoğunda; özellikle de batı dışı<br />

toplumlarda niçin Batılı anlamda rasyonel bir kapitalizmin doğmadığı sorunsalı ile hareket eden çalışmalar,<br />

probleme genelikle Weber’in Protestan Ahlakı <strong>ve</strong> Kapitalizmin Ruhu adlı çalışmasında ortaya koyduğu görüşleri<br />

merkeze alarak Batı dışı toplumlarda Batılı anlamda kapitalizmin gelişmeyişini genellikle bu toplumlarda<br />

“Puriten” değerlerin bulunmayışıyla açıklamaya çalıştılar. Ya da, Gellner (1985), Alatas (1991) <strong>ve</strong> Stone (1974)<br />

gibi sosyal bilimciler “Puriten” değerlerin Batı dışı toplumlarda, özellikle de İslam toplumlarında var olduğunu,<br />

ancak Batı tarzı rasyonel bir kapitalizmin İslam toplumlarında gelişmeyişinin farklı sosyo-ekonomik<br />

faktörlerden kaynaklandığı görüşünü ileri sürdüler.<br />

Bu çalışmada ortaya konmak istenen öncelikle, Marcuse (1991), Tenbruck (1980), Löwith (1993) <strong>ve</strong> diğer bir<br />

çok sosyal bilimcinin de belirttiği üzere, Weberin temel sorunsalının esasında dini değerlerin (asetik püriten)<br />

modern rasyonel kapitalizmin doğuşundaki etkisinden ziyade, Batı’da sadece bireylerin dini değerlerinde değil<br />

hayatın hemen hemen tüm alanlarında ortaya çıkan bir “rasyonellik” <strong>ve</strong> “rasyonelleşme” sürecinin niçin sadece<br />

Batı’ya özgün bir süreç olduğunun ortaya konmasıdır. Weber hem Protestan Ahlakı <strong>ve</strong> Kapitalizmin Ruhu adlı<br />

çalışmasında hem de diğer eserlerinde niçin sadece Batı toplumlarında hayatın her alanına hakim bir<br />

rasyonelliğin gelişmiş olduğu sorunsalına açıklık getirmeye çalışmış <strong>ve</strong> bu amaçla diğer toplumlarda <strong>ve</strong><br />

kültürlerde Batı’da oluşan rasyonelleşme sürecinin oluşmayışının nedenlerini yine Batı’daki rasyonel gelişime<br />

açıklık getirmek amacıyla yapmıştır. Tenbruck (1980)’a göre, Weber’in temel sorunsalı “rasyonellik”tir <strong>ve</strong><br />

Weber çalışmalarında, özellikle de dünya dinlerinin “iktisat ahlakı”nı incelediği <strong>ve</strong> İngilizce’ye “Dünya<br />

Dinlerinin Sosyal Psikolojisi” olarak Gerth <strong>ve</strong> Mills tarafından tercüme edilen makalesinde önceliği dini<br />

değerler alanında meydana gelen rasyonelleşmeye, diğer bir deyişle “dinsel rasyonelliğin” Batı’da diğer<br />

toplumsal <strong>ve</strong> ekonomik alanlarda meydana gelen rasyonelleşmeyi önceleyişini göstermeye çalıştığıdır. Bu tür bir<br />

sorunsal çerçe<strong>ve</strong>sinden bakıldığında, Weber’in çalışmalarında göstermeye çalıştığı Protestanlığın tek tanrıcı<br />

dinlerin doğuşuyla başlayan dinsel rasyonelleşme sürecinin bir sonucu olduğudur. Ancak Weber’in “iktisat<br />

ahlakı” kavramını açımlayışında görüleceği üzere, Batı’da “dünyanın büyü bozumuyla sonuçlanan” modern<br />

rasyonel kapitalizmin gelişiminde değerler alanında meydana gelen rasyonelleşme süreciyle diğer toplumsal <strong>ve</strong><br />

ekonomik süreçler arasında yadsınamayan bir örtüşüm söz konusudur. Zira Weber’e (1958) göre bir dinin<br />

“iktisat ahlakını” o dinin ortaya koyduğu değerler kadar tarihsel süreç içerisinde o dinin toplumsal taşıyıcıları<br />

olan kesimlerin maddi koşulları da belirleyicidir. Dolaysıyla Turner (1974)’ın da belirttiği üzere Weber’in<br />

tezlerini Marx’ın tezlerinin tam karşıtı, idealist tezler olarak takdim etmek <strong>ve</strong> yorumlamak yanlıştır. Esasında,<br />

Weber Batı’da rasyonel bir “iktisat ahlakının” doğuşunda dinsel değerlerdeki rasyonelleşme kadar, Batı’da dinin<br />

taşıyıcısı olan şehirli gurupların rasyonalite biçiminin de belirleyici olduğunu belirtir. Çünkü Weber’e göre,<br />

Batı’da Hıristiyanlık, ilk çıktığı dönemde dahil olmak üzere sonraki gelişim dönemlerinde de esnaf <strong>ve</strong> küçük<br />

burjuvazi gibi şehirli gruplar arasında yer etmiştir. Özellikle Protestan mezhepleri bu tür şehirli gruplar arasında<br />

gelişmiştir; dolayısıyla Weber Batı’da değerler alanında meydana gelen dönüşümle toplumsal-ekonomik<br />

süreçler arasında karşılıklı bir örtüşme <strong>ve</strong> etkileşimin olduğunu göstermeye çalışmıştır. “Püriten” değerler,<br />

esasında Batı’da yükselen burjuvazinin değerleridir. Sombart ise “püriten” değerlerin kapitalizmin gelişimine<br />

olan katkısını yadsımamakla birlikte, Batı’da yükselen orta sınıfın ya da burjuvazinin sahip olduğu değerlerin<br />

Protestan mezhepleri doğmadan önce Katoliklik’te var olduğunu <strong>ve</strong> Protestan mezheplerin bu değerleri<br />

Katoliklik’ten devraldığını belirtmiştir. Ona göre, 14. yy.’dan itibaren Batı’da kapitalizmin <strong>ve</strong> kapitalist ruhun<br />

gelişmeye başladığı yerlere bakıldığında, buraların, Floransa gibi Katoliklik’in en yoğun biçimde yaşandığı


şehirler olduğu <strong>ve</strong> bu gelişmede Katoliklik’in göz ardı edilemeyecek katkılarının olduğudur. Ancak, Sombart<br />

(1951), Yahudilik <strong>ve</strong> Modern Kapitalizm adlı çalışmasında, modern kapitalizmin gelişiminde Katoliklik <strong>ve</strong><br />

Protestan mezheplerinden ziyade Yahudilik’in etkin olduğunu, Batı’da yükselen “orta-sınıfın gelişiminde rol<br />

oynayan değerlerin Katoliklik <strong>ve</strong> Protestan mezhepler tarafından Yahudilik’ten tevarüs edilmiş olduğunu<br />

belirtir. Weber gibi O da dini rasyonel değerlerin ilk olarak Yahudilik’te ortaya çıktığını <strong>ve</strong> geliştiğini kabul<br />

eder. Dolayısıyla, Weber <strong>ve</strong> Sombart’ın son kertede yakınlaştığı en önemli nokta, Batı’da gelişen rasyonel<br />

“ethos”un <strong>ve</strong> şehirli orta sınıfların gelişiminde etkin rol oynayan değerlerin esasında “Judeo-Christian”<br />

geleneğinin <strong>ve</strong> birikiminin bir sonucu olduğudur.<br />

Weber dinsel rasyonelleşmenin ortaya çıkışında <strong>ve</strong> gelişiminde tek tanrıcı dinlerin doğuşunu dönüm noktası<br />

olarak görür. Weber’e (1968) göre İslam dini, doğuşu itibariyle Yahudilik <strong>ve</strong> Hıristiyanlık gibi tek tanrıcı<br />

dinlerden birisi olmasına rağmen, İslam dünyasında batılı anlamda kapitalizmin gelişmemesinin nedeni İslam<br />

tarihi içerisinde dinin toplumsal taşıyıcısı <strong>ve</strong> “iktisat ahlakı”nı belirlemiş olan grupların maddi <strong>ve</strong> maddi<br />

olmayan koşullarında aranmalıdır. Ona göre, İslam dini Mekke’de rasyonel, etik, monoteistik bir din olarak<br />

doğmasına rağmen, Peygamber’in Medine’ye hicretinden sonra, Peygamber dinin güçlenmesi <strong>ve</strong> yaygınlaşması<br />

gibi politik <strong>ve</strong> pragmatik amaçlarla hareket ederek savaşçı Bedevi Arap kabilelerine tavizler <strong>ve</strong>rmesi sonucunda<br />

İslam, dinin rasyonel, etik <strong>ve</strong> monoteistik niteliğini kaybetmiştir. Bunun sonucunda Weber, İslam dininin<br />

savaşçı Arap kabilelerinin dindarlık biçimine dönüştüğünü <strong>ve</strong> Medine dönemiyle birlikte dinin temel taşıyıcısı<br />

olan gurupların daha çok savaşçı Arap bedevilerinin olduğu tezini ileri sürer. Weber’e göre, İslam dininin<br />

rasyonel, etik <strong>ve</strong> monoteistik özünü yitirmesinde diğer önemli tarihsel faktörlerden birisi de, özellikle esnaf,<br />

küçük burjuvazi gibi şehirli gruplar arasında kökenleri Hint mistisizmine dayanan heterodoks, öbür dünyacı<br />

tasavvuf anlayışının yer etmesidir (Weber 1958: 269). Weber diğer Batı’lı oryantalistler gibi, İslam dünyasında<br />

rasyonel bir kapitalizmin gelişmemesinin diğer önemli bir nedenini klasik İslam dünyasında patrimonyalizmin<br />

hakim bir yönetim biçimi olmasına bağlar.<br />

Weber’in ileri sürdüğü bu tezlere Batı dünyasında en kapsamlı eleştiriler özellikle Maxim Rodinson (1973)<br />

tarafından ileri sürülmüştür. Weber’e karşı Rodinson, Ülgener, Turner <strong>ve</strong> daha birçok araştırmacı İslam’ın<br />

doğuşundan itibaren dinin toplumsal taşıyıcısı olan gurupların savaşçı Arap Bedevilerinden ziyade Mekkeli<br />

tüccar sınıfı olduğunu <strong>ve</strong> İslam dininin Arap yarımadasından diğer coğrafyalara yayılışının bizzat tüccar sınıfı<br />

kanalı ile gerçekleştiği görüşünü ileri sürmüşlerdir. Hatta, Rodinson’a göre, İslam’ın ortaya çıktığı <strong>ve</strong> yayılmaya<br />

başladığı dönemdeki dinin taşıyıcısı olan tüccar kesiminin Weber’in rasyonel kapitalist işadamı tipine bire bir<br />

uyduğunu belirtir. Rodinson’a göre, Batı ile karşılaştırıldığında, Ortaçağ İslam dünyasında, Marx’ın, Sombart’ın<br />

<strong>ve</strong> Weber’in modern kapitalizmin gelişiminin en önemli faktörleri olarak kabul ettikleri “tecimen <strong>ve</strong> finansman<br />

sermayesinin” gelişmiş düzeyde varolmuştur. Ayrıca, İslam dünyasında, esnaf <strong>ve</strong> tüccar kesiminin Batı’daki<br />

muadillerinden geri kalmayacak düzeyde rasyonel bir anlayışa <strong>ve</strong> üretim biçimine sahip olduğunu göstermeye<br />

çalışır. Ancak, Rodinson’a göre İslam dünyasında Batı’daki modern kapitalizmi doğuran gelişimlerin<br />

paralelinde bir çok benzer gelişimler olmasına rağmen, bu gelişimlerin Batı tarzı bir kapitalizmin gelişimiyle<br />

sonuçlanmamasının en önemli nedeni, Moğol istilasının olumsuz tesirleriyle birlikte “tecimen <strong>ve</strong> finansman<br />

sermayesinin” endüstriyel sermayeye dönüşememesidir.<br />

Rodinson gibi, Turner (1974), Ülgener (1981; 1984) <strong>ve</strong> Goitein (1968) ilk <strong>ve</strong> yayılış döneminde İslam dininin<br />

“iktisat ahlakı”nı belirleyen temel toplumsal grubun savaşçı Arap Bedevileri’nden ziyade Müslüman tüccar<br />

kesiminin olduğunu belirtirler. Hatta Ülgener’e (1984) göre Peygamber’in Medine’de uygulamaya geçirdiği<br />

ekonomik model, ticaret <strong>ve</strong> alış<strong>ve</strong>riş üzerindeki her türlü müdahaleyi yasaklayan “serbest pazar ekonomisi”<br />

olduğudur. Ancak Weber’in İslam’ın “iktisat ahlakı”nın oluşumunda savaşçı Arap Bedevileri’nin etkinliği tezini<br />

eleştiren Ülgener, Rahman, Goitein, <strong>ve</strong> Gellner gibi sosyal bilimciler, İslam tarihi içerisinde tarihsel, toplumsal<br />

<strong>ve</strong> kültürel gelişmelerin, özellikle de Weber’in ileri sürmüş olduğu heterodoks, “esoteric” tasavvuf anlayışının<br />

şehirli esnaf grupları <strong>ve</strong> küçük burjuvazi arasında yer etmesinin İslam dünyasında rasyonel kapitalizmin<br />

doğuşunu olumsuz yönde etkilediği görüşünü savunurlar. Esasında, Weber tarafından İslam’ın tarihsel<br />

gelişiminde tasavvufun İslam’ın etik, rasyonel <strong>ve</strong> monotheistik özünü <strong>ve</strong> rasyonel bir “iktisat ahlakı”nın<br />

gelişmesini önlemiş olduğuna ilişkin ileri sürmüş olduğu görüşler; sadece Batılı şarkiyatçılar tarafından<br />

benimsenmiş temel bir bakış açısı olmayıp, Afgani, Abduh, Reşid Rıza gibi ilk dönem Müslüman modernistlerin<br />

<strong>ve</strong> Mevdudi <strong>ve</strong> Kutup gibi Selefi akım öncülerinin benimsedikleri temel bir görüştür. Hatta bu görüşün İslam’la<br />

ilgili çalışmaların temel “paradigmatik” varsayımlarından birini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Türk Weber’i<br />

olarak nitelendirilen Ülgener (1981: 83-84) Weber’in heterodoks “esoteric” tasavvuf anlayışının şehirli esnaf <strong>ve</strong><br />

küçük burjuva kesimleri arasında yer etmesinin İslam dünyasında rasyonel bir “iktisat ahlakı”nın gelişimini<br />

engellediği yönündeki tezini kabul etmekle birlikte, İslam dünyasında azınlık da olsa Sünni, Ortodoks, zühtçü<br />

Melameti tasavvuf anlayışının varolduğunu belirtir. Ülgener’e göre, hicri ikinci asırdan itibaren İslam


dünyasında görülmeye başlayan Melami tasavvuf anlayışı, sadece Melamiler tarafından benimsenen bir Sufi<br />

anlayış olmaktan ziyade Mevlana, Abdulkadir Geylani, Hacı Bayram-ı Veli gibi bir çok tasavvuf üstadının<br />

benimsediği tasavvufi dünya görüşüdür. Esasında Ülgener Anadolu‘da Hacı Bayram-ı Veli’nin Akşemseddin<br />

kadar önemli halifelerinden biri olan Bıçakçı Ömer ile başlayan Bayramiyye-Melamiliği geleneğini bir Melami<br />

tarikatı olarak görmesine rağmen, Ülgener’in Melamilik’e bakışı İbn-i Al-Arabi’nin Fütuhat-ı Mekkiye’de<br />

Melamilik ile ilgili olarak ileri sürdüğü görüşlerle örtüşmektedir. Zira Arabi gibi Ülgener de Melamilik’i seçkin<br />

tasavvuf ehlinin ahlakı <strong>ve</strong> dünya görüşü olarak nitelendirmekte, bu anlayışın halk <strong>ve</strong> esnaf kesimleri arasında yer<br />

etmesinin, Sünni olan bu seçkin tasavvuf anlayışını dönüşüme, özellikle de heterodoks, batıni <strong>ve</strong> öbür dünyacı<br />

bir anlayışa dönüştürdüğünü söyler. Ülgener’e göre dünya-içi zühtçülük (inner-worldly asceticism) noktasından<br />

bakıldığında Melamiler Batı’da Protestan mezhepleri üyelerinden geri kalmayacak düzeyde püriten <strong>ve</strong><br />

“riyazetçi” bir anlayış <strong>ve</strong> yaşam biçimine sahip olmuşlardır. Ülgener (1984), Osmanlı esnafının ise<br />

fütüv<strong>ve</strong>tnamelerde görülüğü üzere, bu Melami anlayıştan uzak bir “iktisat ahlakı”na <strong>ve</strong> “iktisat zihniyeti”ne<br />

sahip olup, heterodoks tesirlerin etkisi altında kalmış olduklarını, Melami anlayışın Osmanlı’da ancak dar bir<br />

esnaf kesimi arasında sürdüğünü belirtir.<br />

Bu çalışmada İslam dünyasında esnaf <strong>ve</strong> küçük burjuvazi gibi şehirli (civic) gruplar arasında heterodoks <strong>ve</strong><br />

“esoterik” sufi anlayışlarının yer etmiş olduğu varsayılan temel “paradiğmatik” görüşe karşı ileri sürülen temel<br />

görüşler şunlardır: Birincisi, Ülgener’in de belirttiği üzere İslam dünyasında Ortodoks olmayan ezoterik<br />

tasavvuf anlayışları var olmasına rağmen, Melamiler de dahil olmak üzere Mevlevilik, Nakşibendilik,<br />

Bayramilik, Rufailik gibi Sünni Sufi geleneklerde İslam tarihi içerisinde oluşmuştur. Ancak tasavvuf üzerine<br />

yapılmış olan çalışmaların çoğunda “batıni” anlayışlarla tasavvuf arasında ciddi <strong>ve</strong> temelli bir çözümleme <strong>ve</strong><br />

ayrıştırma girişimleri yapılmamıştır. Oysa, İslam dünyasında, Sünni tasavvuf geleneği “batıni” anlayışların<br />

toplumsal taban bulmasını önlemiştir. Örneğin tasavvuf tarihinin <strong>ve</strong> İslam entelektüel geleneğinin önemli<br />

simalarından biri olan İmam-ı Gazali bir taraftan kelamın Aristocu <strong>ve</strong> Platoncu felsefe geleneklerinin tesiri altına<br />

girmesine karşı mücadele ederken, diğer taraftan da döneminde Mısır Fatımi devletinin tesiriyle yakın doğuda<br />

ortaya çıkan “batıni” zümre <strong>ve</strong> hareketlere karşı entelektüel düzeyde mücadele <strong>ve</strong>rmiştir. İslam dünyasında<br />

özellikle, Selçuklular döneminde Ahi Evren tarafından kurulan <strong>ve</strong> diğer toplumsal zümrelerle birlikte esnaf,<br />

zanaatkar <strong>ve</strong> tüccar kesimini örgütsel çatısı altında toplamış olan Ahilik teşkilatının temel dünya görüşünün<br />

yansıdığı fütüv<strong>ve</strong>t-namelere bakıldığında, bu eserlerde yansıyan zihniyet <strong>ve</strong> değerlerin Melami-Fütüv<strong>ve</strong>t<br />

geleneğinin tasavvufi dünya görüşü üzerine temellendiği ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki, Selçuklular <strong>ve</strong> Osmanlı<br />

döneminde yazılan fütüv<strong>ve</strong>t-namelere bakıldığında, bu eserlerdeki dünya görüşünün, dini <strong>ve</strong> ahlaki ideallerin<br />

İslam dünyasında Melamiliğe <strong>ve</strong> Fütüv<strong>ve</strong>t’e dair ilk risalelerin yazarı <strong>ve</strong> aynı zamanda kendisi de bir Melami<br />

ehli olan Sülemi’nin Tasavvufta Fütüv<strong>ve</strong>t isimli eserinde açıkladığı fütüv<strong>ve</strong>tin temel ilke <strong>ve</strong> değerlerine<br />

dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla, Selçuklularda <strong>ve</strong> Osmanlılarda esnaf <strong>ve</strong> küçük burjuva gibi şehirli<br />

kesimlerde yaygınlaşan temel dünya görüşü, Melamati-Fütüv<strong>ve</strong>t geleneği <strong>ve</strong> anlayışı olmasına rağmen Ülgener<br />

Melamiliği zanaat <strong>ve</strong> ticaretle uğraşan, Bayrami-Melami geleneğine bağlı küçük bir Melami kesimle<br />

sınırlandırmıştır. Ayrıca, Selçuklu döneminde Anadolu’da Ahiler hakkında tarihsel belge niteliği taşıyan Ibn-i<br />

Batuta’nın Seyahatnamesi’ne baktığımızda Ahilerin ne sadece esnaf <strong>ve</strong> sanatkar gibi alt toplumsal tabaka<br />

mensubu ne de “batıni” zümre üyeleri olmayıp, toplumun üst kesimini oluşturan, kadı, ulema, devlet<br />

yönetiminde yer alan, hatta şehir yöneticisi konumunda olan kişilerden oluştuğunu gözlemlemek mümkündür<br />

(Battuta 1958: 419-434). Aşık Paşazade (1985: 195) ise Ahileri Anadolu’da Osmanlı’nın kuruluşunda etkin rol<br />

oynadığını belirttiği dört önemli gruptan biri olarak nitelendirmiştir. Fuat Köprülü (1995:97), içinde bulunduğu<br />

dönemin yeniden toplumsal tarih üretme projesinin paralelinde <strong>ve</strong> bu projeye uygun görüşler ileri sürmesine<br />

rağmen, Selçuklular dönemindeki Ahilerin Anadolu’ya göç etmiş Türkmen gurupları arasında yaşayan<br />

heteredoks Sufi şeyhleri ile ciddi anlamda sürtüşme içerisinde olduklarını belirtmekten de kaçınmaz. Osmanlı’da<br />

16. yüzyıldan sonra yarı-otonom yapıya sahip esnaf örgütü haline dönüşen Ahiliğe bağlı esnaf <strong>ve</strong> zanaatkar<br />

kesimi Sünni niteliğini sürdürmüştür. İnalcık’a göre Osmanlı esnafının tasavvufi anlayışı <strong>ve</strong> zihniyeti ile İmam-ı<br />

Gazali’nin tasavvufi anlayışı, iktisat konusundaki görüşleri arasında ciddi benzerlikler söz konusudur. Weber’in<br />

ileri sürdüğü tezin aksine Selçuklular <strong>ve</strong> Osmanlılar dönemindeki şehirli guruplar arasında varolan anlayış<br />

Ülgener’in dar bir esnaf kesimiyle sınırlı tuttuğu Melami-Fütüv<strong>ve</strong>t anlayışıdır. Ayrıca, fütüv<strong>ve</strong>tnamelerde<br />

yansıyan temel dini, ahlaki değerlere <strong>ve</strong> esnaf kesimlerinin iktisat ahlakını belirleyen ilkeler “enchanted” bir<br />

dünya görüşünden <strong>ve</strong> büyüsel faktörlerden kaynaklanmamıştır. Tersine İslam’ın dünya görüşü <strong>ve</strong> esnaf<br />

kesimindeki sanat anlayışından doğmuştur. Dolayısıyla, burada sorulması gereken en önemli soru şudur: Şayet<br />

İslam’ın ilk taşıyıcısı olan gruplar savaşçı Arap Bedevileri değilse <strong>ve</strong> Klasik dönemde, bu çalışmada gösterildiği<br />

üzere, özellikle Selçuklular <strong>ve</strong> Osmanlılar dönemindeki Ahi grupları <strong>ve</strong> esnaf kesimleri arasında “batınilik” <strong>ve</strong><br />

“heterodoks” tasavvufi anlayışların yer etmemesine rağmen niçin İslam dünyasında Batı tarzı bir rasyonel<br />

kapitalizmin doğmadığı sorusudur. İslam dünyasında Batı tarzı rasyonel kapitalizmin doğmayışının değişik<br />

faktörleri olmasına rağmen, en önemli nedeni Weber’in ortaya koyduğu anlamda İslam dünyasında hayatın her


alanında baskın <strong>ve</strong> belirleyici olan bir rasyonelleşme sürecinin, özellikle de dini değerler alanında bir<br />

rasyonelleşme sürecinin yaşanmamış olmasıdır; tersine 18. yüzyılın sonlarında İslam dünyasında başlayan<br />

sosyo-kültürel dönüşüm yani modernleşme sürecinin başlangıcına değin Müslümanların dünya görüşünü<br />

belirleyen hakim “paradigmatik” öğenin Tanrı-merkezli (theocentrik) bir dünya görüşü olduğudur. Batı’da ise<br />

rasyonel kültürün, daha doğrusu “araçsal rasyonelliğin” doğuşunu sağlayan en önemli unsur, dini değerler<br />

alanında meydana gelen rasyonelleşme <strong>ve</strong> sekülerleşme sürecidir. Batı’da yaşanan Reformasyon <strong>ve</strong> Aydınlanma<br />

çağı ile ortaya çıkan gelişme Tanrı-merkezli bir dünya görüşünün yerini insan-merkezli bir dünya görüşünün<br />

alarak, bireyin kendi bireysel aklı üzerindeki her türlü belirleyici <strong>ve</strong> bağlayıcıyı yetkeyi yansıyarak, salt kendi<br />

aklının yetkesine, kılavuzluğuna gü<strong>ve</strong>nmesidir. Ayrıca Hudgson’ın (1993) da belirttiği üzere, 16. yüzyıldan<br />

itibaren Batı dünyasını İslam dünyası <strong>ve</strong> diğer kültürler karışışında üstün kılan temel unsur Batı’da gelişmeye<br />

başlayan “teknik rasyonelliktir”. İslam dünyasında ise ne dini değerler alanında <strong>ve</strong> ne de teknik alanda kendi<br />

dinamiklerinden kaynaklanan bir rasyonelleşme süreci <strong>ve</strong> gelişimi yaşanmamıştır. İslam dünyasında, teknik<br />

alanda dahil olmak üzere tüm toplumsal-ekonomik alanlarda yaşanan değişim süreci özellikle Osmanlı başta<br />

olmak üzere diğer İslam toplumlarının büyüyen kapitalist dünya ekonomik sistemine eklemlenmeye başlamaları<br />

<strong>ve</strong> askeri alanda Batılı devletler karşısında alınan yenilgilerin Osmanlı <strong>ve</strong> Mısır örneğinde açıkça görüldüğü<br />

üzere ilk önce –batı karşısında tekrar güçlenmek amacıyla- askeri teknoloji alanında modernleşme hareketlerinin<br />

bizzat devlet eliyle başlatılması <strong>ve</strong> diğer alanlara da yayılmasıdır. Müslüman toplumların bu modernleşme<br />

girişimlerinin altında yatan temel istenci bu çalışmamızda, “güç istenci” kavramıyla nitelendirdik. Çünkü, İslam<br />

dünyasının 17. yüzyılın son döneminden itibaren Batılı devletler karşısında alınan yenilgiler, başta devlet<br />

bürokrasisi olmak üzere, ilerleyen dönemde devlet bürokrasisinin bir uzvu olan entelektüel kesimin “benlik<br />

tasavvuru”nu ciddi anlamda dönüştürmüştür. Bu yenilgiler, devlet bürokrasisi <strong>ve</strong> entellektüelleri efendinin<br />

(Batı’nın) araçlarına sahip olmaksızın efendiyi alaşağı edemeyeceğini düşünen “kölelik psikolojisi”ne<br />

yönlendirmiştir. Bu yüzden de başlayan modernleşme süreci efendinin araçlarına sahip olma istencinin bir<br />

parçası olarak görülebilir. İslam dünyasında ilk dönem entelektüel modernist akımları doğuran temel faktör,<br />

içsel dinamiklerden ziyade devlet bürokrasisini modernleşmeye yönlendiren benzer istençtir. Bu istencin<br />

neticesinde, Afgani, Abduh <strong>ve</strong> Reşit Rıza gibi ilk dönem modernistleri, İslam dünyasının Batı karışışında tekrar<br />

güçlenebilmesi için başta Batı’nın bilim <strong>ve</strong> teknolojisi olmak üzere diğer toplumsal <strong>ve</strong> ekonomik alanlardaki<br />

yeniliklerin alınmasını bir çözüm olarak önerirken diğer taraftan da yeni bir kimlik, değer <strong>ve</strong> tarih algısı<br />

üretmişlerdir. Başta varlık <strong>ve</strong> birey anlayışı olmak üzere tüm geleneksel dini kavram <strong>ve</strong> algılayışların içeriği<br />

Batı’da Aydınlanma sonrası gelişen kavramlarla doldurulmuştur. Sonuçta ortaya çıkan birey<br />

kavramsallaştırması, kendi bireysel aklını dini öğretinin algılanışında temel ölçü alan, dini metinleri<br />

yorumlamada modern bilim <strong>ve</strong> teknolojik gelişmeleri temel açıklayıcı kabul eden bir zihniyet biçiminin<br />

doğuşudur. Bu ise esasında İslam dünyasında ilk defa dini değerler alanında rasyonelleşmenin ortaya çıkışıdır.<br />

Ancak, Batı’nın üstünlüğü karşısında yönetici elitlerin <strong>ve</strong> ilk dönem modernist Müslüman aydınların<br />

modernleşme istençleri sadece bu iki kesimle sınırlı değildi. 19’cu yüzyılın başlangıcından günümüze değin,<br />

İslam dünyasında, ortaya çıkan her türlü fikri <strong>ve</strong> entellektüel girişim <strong>ve</strong> toplumsal proje İslam dünyasının Batı<br />

karşısında “geri kalmışlığı”nın aşılmasının ancak modern Batı’da gelişen bilim <strong>ve</strong> teknolojinin transfer edilmesi<br />

ile mümkün olacağı inancı üzerine bina edilmiştir. İslam dünyasındaki seküler yönetici elit <strong>ve</strong> aydın kesim,<br />

modernleşmek için sadece Batı bilim <strong>ve</strong> teknolojisinin transferinin yeterli olmadığı, sosyo-kültürel alanlarda da<br />

Batılı formatlara uygun dönüşüm (batılılaşma) istenci içerisinde olmuşlardır. Buna karşılık, muhafazakar <strong>ve</strong> dini<br />

çevreler, özellikle “İslamcı” aydınlar ise geleneksel dini değerlere eklemlenen, modern Batı bilim <strong>ve</strong><br />

teknolojisine dayalı bir “modernleşme” projesi taraftarıdır. Bu projenin kendisi modern dönemde “İslamcı”<br />

entelektüellerin <strong>ve</strong> dindar kesimlerin temel çelişkisini meydana getirmekte, günümüzde MÜSİAD üyesi<br />

girişimcilerin iktisadi kalkınma <strong>ve</strong> girişim projelerinin temelini oluşturmaktadır.<br />

İslam dünyasında, 19. yüzyılın başlangıcında “İslamcı” entelektüel kesim, Osmanlı örneğinde görüldüğü üzere<br />

devletin “modernleşme” projelerine destek <strong>ve</strong>rirken, devletin “modernleşme” girişimlerinden <strong>ve</strong> Batı pazarının<br />

hakimiyetinden olumsuz etkilenen Müslüman esnaf <strong>ve</strong> küçük burjuvazi, devletin “modernleşme” projelerine<br />

muhalif bir tutum içerisinde olmuştur. Osmanlı’da olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de dinin <strong>ve</strong> dindarlığın<br />

toplumsal taşıyıcısı olan esnaf <strong>ve</strong> küçük burjuvazi Cumhuriyet elitlerinin seküler modernleşme projeleri<br />

karşısında muhalif <strong>ve</strong> muhafazakar bir tutum içerisinde olmuş, 1970’lere değin dini çevrelerin söylem <strong>ve</strong><br />

gelişimini belirlemiştir.<br />

Cumhuriyet döneminde devletin seküler modernleşme projelerini destekleyen <strong>ve</strong> Buğra’nın da belirttiği gibi<br />

“Avrupa modelini” benimsemiş, daha çok Marmara bölgesinde toplanmış, çoğunlukla TÜSİAD etrafında<br />

örgütlenmiş bir Türk burjuvazisi oluşmuş iken, dindar <strong>ve</strong> muhafazakar bir burjuva kesim oluşmamıştır.<br />

1970’lere kadar dindarlığın Türkiye’de taşıyıcısı olan esnaf <strong>ve</strong> küçük burjuvazi arasında bir sınıfsal dönüşüm,<br />

burjuvalaşma süreci olmamıştır. Aynı zamanda, bu kesimin dindarlık biçimi ile Osmanlı dönemindeki esnaf <strong>ve</strong>


küçük burjuvazinin dindarlık biçimi arasında önemli paralellikler <strong>ve</strong> benzerlikler söz konusudur. Her şeyden<br />

önce, her iki dönemin esnaf <strong>ve</strong> küçük burjuvazisi “esnaf dindarlığı” ya da “esnaf İslamı” olarak<br />

nitelendireceğimiz “tasavvufi İslam” anlayışına sahiptirler. Özellikle Konya’da 1970’lere kadar esnaf <strong>ve</strong> küçük<br />

burjuvazi çoğunlukla Nakşibendi şeyhi, Mahmut Sami Ramazanoğlu’na bağlıydı. Türkiye’de 1960’lı yılların<br />

sonlarında dini guruplar <strong>ve</strong> muhafazakar kesimler arasında muhendislik eğitimi almış yeni bir “orta sınıf”<br />

yükselmeye başladı. Bu yeni “orta sınıf”ın yükselişiyle birlikte, 1970’lere değin Türkiye’de dinin toplumsal<br />

taşıyıcısı olan esnaf <strong>ve</strong> küçük burjuvazi toplumsal, dini <strong>ve</strong> kültürel etkinliğini yitirdi. Diğer taraftan da dinsel<br />

söylem <strong>ve</strong> algılayış biçiminde, dini grupların toplumsal yönelimlerinde uzun vadede dini kesimlerin<br />

dönüşümünü (modernleşmesini) beraberinde getirecek süreçlerin oluşumuna öncülük etti.<br />

1970’lerde yükselmeye başlayan dini söylem tüm geleneksel referanslarına rağmen modern bir söylemdir.<br />

Çünkü mühendislik eğitimi almış yeni “orta sınıf”, sahip oldukları “mühendislik ideolojisinin” etkisiyle, her ne<br />

kadar görünüşte Afgani, Abduh <strong>ve</strong> Reşid Rıza gibi ilk dönem Müslüman modernistlere karşı eleştirel bir tutum<br />

içerisinde olmalarına rağmen, dini öğretilerini teknik-bilimsel bir dünya görüşü üzerine inşa etmeye çalıştılar.<br />

İlk dönem modernistleri <strong>ve</strong> Osmanlı aydınları gibi bu dönemde dinin toplumsal taşıyıcısı konumuna yerleşen,<br />

“orta sınıfın” “geleneksel İslam”ı yeni bir referans sistemi üzerine inşa etme girişimlerinde, sahip oldukları<br />

mühendislik ideolojisinin yanında etkin olan temel faktör “güç istencidir”. Bu istenç, zorunlu olarak, bir taraftan<br />

son dönem Osmanlı entelektüellerinde olduğu gibi, yükselen “orta sınıf”, “diğeri” karşısındaki kurtuluşu<br />

modern Batı’da gelişen modern tekniğin <strong>ve</strong> bilimin alınması <strong>ve</strong> dini <strong>ve</strong> yerel değerler çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />

kullanılmasında görürken, diğer taraftansa dini guruplar geleneksel cemaat niteliğini yitirerek, siyasi <strong>ve</strong><br />

ekonomik hedefle hareket eden toplumsal guruplara dönüştü. Bu dönemde, Milli Selamet Partisi’ne yakın dini<br />

gruplar arasında özellikle Konya başta olmak üzere orta Anadolu’nun değişik yerlerinde yurtdışındaki Türk<br />

işçilerinin birikimlerinden yararlanılarak kar <strong>ve</strong> zarar ortaklığına dayalı çok ortaklı şirket girişimlerinin yapıldığı<br />

dönemdir. Ancak bu girişimler iktisadi anlamda başarılı olamadı.<br />

Turgut Özal’ın iktidarı döneminde sadece Refah Partisi’ne değil, Anavatan Partisi’ne siyasi destek <strong>ve</strong>ren dini <strong>ve</strong><br />

muhafazakar gruplar değişik alanlarda iktisadi faaliyetler içerisine girdi. 1985 yılından sonra başta Konya olmak<br />

özere Anadolu’nun belli şehirlerinde “Anadolu Kaplanları” olarak nitelendirilen genellikle çok ortaklı şirket<br />

modeline dayanan iktisadi yapıların, özellikle de holdinglerin yükselmeye başladığını görmekteyiz. Bu iktisadi<br />

organizasyonların gelişiminde <strong>ve</strong> dini çevrelerde yeni bir girişimci profilinin ortaya çıkışında dini cemaatlerin<br />

“toplumsal sermayesi” yanında, başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın bir çok ülkesinde yaşayan Türk<br />

işçilerinin birikimlerinin bu tür çok ortaklı ekonomik girişimlere kanalize edilmesine dayanmaktadır. Türkiye’de<br />

çok ortaklı ekonomik girişimlerin en yoğun yaşandığı Konya ilinde 1987 yılından sonra değişik iktisadi<br />

alanlarda faaliyet gösteren 70 civarında holding kurulmuştur.<br />

Buğra (1998) <strong>ve</strong> Özel (1994) “Anadolu kaplanları” olarak nitelendirilen <strong>ve</strong> çoğunlukla MÜSİAD üyesi olan<br />

girişimci kesimin TÜSİAD üyelerinden farklı olarak “Asya Kaplanları” olarak nitelendirilen Doğu Asya<br />

ülkelerinde faaliyet gösteren ekonomik girişimlerde uygulanan modele yakın bir model izlediklerini<br />

belirtmekteler. Özel’e göre, “Anadolu Kaplanları” olarak nitelendirilen holding <strong>ve</strong> çok ortaklı şirket yapıları<br />

Japonya örneğinde görüldüğü gibi Batılı değerlere bağlı kalmaksızın, yerel <strong>ve</strong> dini değerler temelinde<br />

örgütlenecek <strong>ve</strong> faaliyet gösterecek holding <strong>ve</strong> çok ortaklı yapıların iktisadi kalkınmayı <strong>ve</strong> çok ortaklı ekonomik<br />

girişimlerin gelişmesini sağlayacağını belirtmektedir. Oysa, ortaya sürülen modelin kendisi, bir alternatif<br />

olmaktan ziyade üçüncü dünyanın, özellikle de Osmanlı modernleşmesinin temel dinamiğini oluşturan ikircikli<br />

bir model <strong>ve</strong> istençtir. Bu yaklaşım biçimi, paradoksal olarak insanın değersel <strong>ve</strong> kültürel dünyasıyla üretim<br />

araçları niteliği arasındaki dolayımlı ilişkiyi görmezden gelmektedir.<br />

Türkiye’de dini gruplar arasında yeni girişimci tipinin iktisadi rasyonalitesine <strong>ve</strong> dinsellik algısına baktığımızda,<br />

dinsellik algılayışlarının 1970’lere kadar Türkiye’de dinin geleneksel toplumsal taşıyıcıları olmuş esnaf <strong>ve</strong><br />

küçük burjuvazinin dinsellik biçiminden <strong>ve</strong> algısından tamamen farklılaştığı görülmektedir. 1970’lere kadar<br />

Türkiye’de dinin taşıyıcısı olmuş gurupların “esnaf İslamı” olarak nitelendiridiğimiz dinsellik algılayışları<br />

subjektivizimden <strong>ve</strong> zamansallık öncellemesinden uzak etik bir teocentrik dünya görüşüne dayanırken, “liberal<br />

İslam” olarak nitelendireceğimiz <strong>ve</strong> bugünkü Müslüman iş adamlarının zihniyeti, tüm “kitabi” söylem <strong>ve</strong><br />

vurgularına rağmen modernliğin temel dinamiği olan zamansallığı <strong>ve</strong> öznelciliği kendi içerisinde barındırır <strong>ve</strong><br />

dini araçsallaştırıcıdır. Ayrıca, bir taraftan bu yeni yükselen kesim arasında Pürüten değerler gelişirken diğer<br />

taraftan söylem düzeyinde varolan modern kapitalist sisteme bir eklemlenme görülmektedir. Zira, Mustafa Özel<br />

de dahil olmak üzere “Anadolu Kaplanlar”ı olarak nitelendirilen kesim mensuplarına göre İslam dininin<br />

öngördüğü iktisat modeli serbest (liberal) piyasa ekonomisidir. Ayrıca, dinsel değerler alanında<br />

rasyonelleşmenin en önemli göstergelerinden birisi de Konya’da görüştüğümüz holding yöneticilerin dini


algılayışları <strong>ve</strong> İslam tarihine ilişkin ortaya koydukları yaklaşımların Afgan <strong>ve</strong> Abduh gibi ilk dönem<br />

modernistlerin tezleri ile ciddi paralellikler <strong>ve</strong> benzerlikler göstermesidir. Dolayısıyla, günümüzde dini guruplar<br />

arasında yükselen bu yeni girişimci tipi, uzun vadede sadece içerisinde bulundukları cemaatleri<br />

sekülerleştirmekle kalmayacak, modern kapitalizmin tüketim kültürünün daha geniş kitlelere nüfuz etmesini<br />

sağlayacaktır. Zira, din araçsallaşmıştır, dini meşruiyet girişimleri sadece varolan modern kapitalizmi <strong>ve</strong><br />

kapitalist tüketim kültürüne meşruluk temin etme amacı gütmektedir. Dolayısıyla, bu çalışmanın temel<br />

tezlerinden bir tanesi, Türkiye’de Osmanlı modernleşmesiyle başlayan <strong>ve</strong> yarım kalan dinsel rasyonelleşme <strong>ve</strong><br />

çözülme süreci bu tür ekonomik yapıların gelişimi <strong>ve</strong> yaygınlaşmasıyla daha fazla ivme kazanarak devam<br />

edecektir.<br />

KAYNAKLAR<br />

Alatas HS (1991) The Weber Thesis and South East Asia, Max Weber: Critical Assessment I, Vol II, Routledge,<br />

New York, 244-259.<br />

Aşık Paşa-zade A (1985) Tevarih-i Al-İ Osman, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.<br />

Battuta I (1958) The Tra<strong>ve</strong>ls of Ibn Battuta. Vol. II, ( Tr. H. A. R. Gibb), Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsity Press,<br />

Cambridge.<br />

Bugra A (1998) Class, Culture, And State: An Analysis Of Interest Representation By Two Turkish<br />

Business Association, Int. J. Middle East Studies, 30, 521-539.<br />

Gellner E (1985) “Introduction” in Islamic Dilemmas: Reformers, Nationalists and Industrialization, E. Gellner<br />

(ed), Mounton Publishers, New York.<br />

Goitein SD (1968) Studies in Islamic History and Institutions, E.J. Brill, Leidein.<br />

Hudgson GS (1993) Rethinking World History, E Burke (ed), Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsity Press, New York.<br />

Köprülü F (1995) Türk İstilasından Sonra Anadolu Tarih-i Dinisine Bir Nazar <strong>ve</strong> Bu Tarihin Membaları,<br />

Anadolu’da İslamiyet, İnsan Yayınları, İstanbul, 41-<strong>12</strong>2.<br />

Löwith K (1993) Max Weber and Karl Marks, Routledge, London.<br />

Marcuse H (1991) Industrialization and Capitalism in the Works of Max Weber, Max Weber: Critical<br />

Assessments 2, Vol. 3, <strong>12</strong>3-137.<br />

Özel M (1994) Birey, Burjuva <strong>ve</strong> Zengin, İz Yayınları, İstanbul.<br />

Sombart W (1951) The Jewish and Modern Capitalism, M. Epstein (çev), Colliers Books, New York.<br />

Stone RA (1974) Religious Ethic and the Spirit of Capitalism in Tunisia, Int. J. Middle East Studies, 5, 260-273.<br />

Tenbruck HF (1980) The problem of thematic unity in the works of Max Weber, British Journal of<br />

Sociology, 31 (3), 316-351.<br />

Turner BS (1974) Weber and Islam, Routledge and Kegan Paul, London.<br />

Ülgener S (1981) Zihniyet <strong>ve</strong> Din, Der Yayınları, İstanbul.<br />

Ülgener S (1984) Darlık Buhranları <strong>ve</strong> İslam İktisat Siyaseti, Mayaş Yayınları, İstanbul.<br />

Weber M (1958) From Max Weber, H. Gerth and C. W Mills (eds), Oxford Uni<strong>ve</strong>rsity Press,New York.<br />

Weber M (1968) Economy And Society, Vol.1, Guenter Roth and Claus Wittich (eds), Uni<strong>ve</strong>rsity of California<br />

Press, London


REKLAM SPOTLARININ GRUPLANDIRILMASI VE<br />

UYGULANAN STRATEJİLER, TEORİK VE PRATİK ÇALIŞMA *<br />

Hüseyin Altunbaş **<br />

ÖZET<br />

Kitle iletişim araçları arasında ortaya çıkışından itibaren en önemlisi olan televizyon, reklam aracı<br />

olarak da önemli bir paya sahiptir. Hem göze hem de kulağa hitap eden tek iletişim aracı olması bu payı<br />

doğuran temel faktördür. Yine televizyon reklamlarında payı azımsanmayacak kadar büyük olan deterjan<br />

<strong>ve</strong> yardımcı temizlik ürün reklam filmlerinin televizyon reklamcılığı diliyle format analizlerinin yapılması<br />

gerekmektedir. Bu gereklilik sonucunda bu araştırmada deterjan <strong>ve</strong> yardımcı temizlik ürün reklamları<br />

görsel çözümlemeye tabi tutulmuştur.<br />

Anahtar Sözcükler: Reklam, Televizyon reklamcılığı, Televizyon reklam spotları<br />

CLASSIFICATION OF ADVERTISING SPOTS AND APPLICATION<br />

STRATEGIES, THEORETICAL AND PRACTICAL STUDY<br />

ABSTRACT<br />

Among mass media television since come into being has been principal medium. Concurrently it has<br />

major share as ad<strong>ve</strong>rtising medium. Television reaches the greatest number of people using both eye and<br />

ear. Detergent and auxiliary cleaning products in television ad are rather common. of this ads are<br />

necessary be format analysis as television ad language. In consequences of this needed they were<br />

analyzed with visual analysis method.<br />

Keywords: Ad<strong>ve</strong>rtising, Television Ad<strong>ve</strong>rtising, Television Ad Spots<br />

GİRİŞ<br />

Hem göze hem de kulağa hitap etme özelliğinden dolayı tercih edilme oranı yüksek olan televizyon artık<br />

tüm bireylere ulaşabilmektedir. Televizyon yayıncılığının yaygınlaşması <strong>ve</strong> özel televizyon kanalları ile<br />

ulusal, bölgesel <strong>ve</strong> yerel alanlarda televizyonun etkili olması sonucu bu önem artmıştır. Televizyonun<br />

gelişimi ile birlikte televizyon reklamcılığı da gelişmiş <strong>ve</strong> reklam yeni materyaller kazanmıştır. Çalışma<br />

işte bu materyallerin nasıl kullanıldığını içermektedir. Televizyon reklamlarında kullanılan yaklaşımlarla,<br />

görüntüler, sözler, efektler, müzikler televizyona <strong>ve</strong> reklamı yapılan ürüne nasıl uyarlanmıştır?<br />

Televizyon reklamcılığında bu uyarlamaya <strong>ve</strong>rilen ad yapım formatlarıdır. Çok sayıda farklı yapım<br />

formatları bulunmaktadır. Araştırma alanı olarak seçilen deterjan <strong>ve</strong> yardımcı temizlik ürün reklamlarında<br />

kullanılan yapım formatlarının türleri, çeşitleri <strong>ve</strong> kullanım oranları bu araştırma ile ortaya çıkartılmıştır.<br />

1- REKLAM VE REKLAM KAMPANYASI<br />

Reklam mevcut sistem içerisinde işletmeler için tüketicilere ürün <strong>ve</strong> hizmet sunmak kadar hayati öneme<br />

sahiptir. O kadar çok ürün <strong>ve</strong> hizmet arasından işletmenin ürün <strong>ve</strong> hizmetinin tüketicinin beğenisine<br />

sunulması <strong>ve</strong> algılanması ancak reklam <strong>ve</strong> iletişim faaliyetleri ile mümkün olacaktır. Kalabalık arasından<br />

farkedilmek için firmalar iletişim faaliyetlerini planlamak <strong>ve</strong> uygulamak zorundadırlar. Sistem içerisinde<br />

reklamı etkileyen birimler vardır. Bu birimler ekonomi, sanat, din, bilim, kitle iletişimi, kamu, müşteriler,<br />

hukuk <strong>ve</strong> politik düzendir (Huth 1995: 36).<br />

Reklam tüketicileri bir mal <strong>ve</strong>ya markanın varlığı hakkında uyarmak <strong>ve</strong> mala, markaya, hizmete <strong>ve</strong>ya<br />

işletmeye müşteri kazandırmak amacıyla göze <strong>ve</strong> kulağa hitap eden mesajların hazırlanması <strong>ve</strong> bu<br />

mesajların ücretli araçlarla yayınlanmasıdır (Erciş 1985: 146). Reklamın başarılı olabilmesi tüm iletişim<br />

faaliyetlerinin bütünleşik olarak ele alınması <strong>ve</strong> uygulanması ile mümkündür. Başarılı bir reklam<br />

kampanyasının yürütülmesi için kampanyayı etkileyen öğelerin incelenmesi gerekmektedir. Bu öğeler:<br />

hedef kitle, mal <strong>ve</strong> hizmetin niteliği, mesaj içeriği <strong>ve</strong> medya planıdır (Ünsal 1971: <strong>12</strong>)<br />

Reklam kampanyasının uygulanacağı hedef kitle coğrafi, demografik, psikografik <strong>ve</strong> davranışsal<br />

özellikleri ile tanımlanır. Coğrafi tanımlama, bölgesel (coğrafi olarak şehir <strong>ve</strong> ülkeye göre) alan<br />

büyüklüğü, nüfus yoğunluğu <strong>ve</strong> iklim özelliklerine göre yapılmaktadır. Demografik tanımlama, hedef<br />

kitlenin yaş, cinsiyet, aile yaşam varyasyonları, medeni durumları, gelir, meslek, tahsil, din <strong>ve</strong> sosyal<br />

* Selçuk Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nce kabul edilen yüksek lisans tez özeti<br />

** Arş. Gör., Anadolu Üni<strong>ve</strong>rsitesi İletişim Bilimleri Fakültesi


tabaka özelliklerine göre, psikografik tanımlama, hayat tarzı, şahsi yapı (yaşlı, kendinden geçmiş, hoş<br />

sohbet, sosyal, otoriter, hırslı) özelliklerine göre <strong>ve</strong> davranışsal tanımlama ise, tüketicinin ürün <strong>ve</strong>ya<br />

hizmeti alış sebebi, fayda arama (iktisadilik, rahatlık, prestij), kullanıcılık durumu (hiç, önceleri, gizli, ilk<br />

kez, düzenli kullanıcı), kullanıcılık talimatı (az, orta, çok), dürüstlük (yok, orta, güçlü, kesin), hazırlık<br />

durumu (ürünün mevcudiyetinden habersiz, alış niyetinde olmak), pazarlama değişkenlerinin hazırlığı<br />

(kalite, fiyat, servis, reklam, satış teşvikleri) gibi bileşenler dikkate alınarak analiz edilir (Kotler 1982:<br />

202).<br />

Ürünün <strong>ve</strong>ya hizmetin özelliklerinin analiz edilmesi aşamasında; ürün <strong>ve</strong> hizmetin subjektif <strong>ve</strong> objektif<br />

özellikleri sıralanıp diğer ürün <strong>ve</strong> hizmetlerle karşılaştırılması en fazla uygulanan yöntem olmaktadır.<br />

Objektif özellikler olarak nitelendirilen fiyat, miktar gibi ölçülebilir yönler <strong>ve</strong> subjektif özellikler olarak<br />

nitelendirilen tüketicinin kanaati, zevki gibi ölçülemeyen yönler değerlendirme içerisine alınır (Ünsal<br />

1971: 161).<br />

Mesaj stratejisi ise tüketici <strong>ve</strong> pazarlama araştırmalarıyla elde edilen bilgiler tarafından yönlendirilen<br />

“yaratıcı çabaların” birikimini temsil etmektedir. Yaratıcı çabaların yoğun olduğu mesaj stratejisinde ne<br />

söyleneceğinin belirlenmesi “yaratıcı strateji” olarak adlandırılır. Yaratıcı unsurları içeren mesajın nasıl<br />

sunulacağı ise “yaratıcı taktik” olarak bilinmektedir (Odabaşı 1995: 144).<br />

Medya planlama aşaması ise tüketici ile reklam <strong>ve</strong>reni bir araya getiren, yaratıcı çabaların tüketici<br />

beğenisine sunulduğu aşamadır. Bu aşamada hedef kitlenin seçimi, medya amaçlarının belirlenmesi,<br />

medyalar arasında en uygun olanının seçimi <strong>ve</strong> medya programlamasının yapılması eylemleri<br />

yürütülmektedir (Ünlü 1986: 48).<br />

2- REKLAM ARACI OLARAK TELEVİZYON<br />

Kitle iletişim araçları içinde hem kulağa hem de göze hitap etme özelliğinden dolayı televizyon kitleler<br />

tarafından kolayca kabul edilmektedir. Bu kabulleniş reklam aracı olarak kullanılma düzeyine de<br />

yansımaktadır. Bir kitle iletişim aracı olarak televizyon ile yapılan iletişim tek yönlü olarak<br />

gerçekleşmektedir. Aynı zamanda teknolojinin hızlı gelişimiyle sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiği<br />

belli olmayan sınır ötesi televizyon yayıncılığı yapılmaktadır.<br />

Yapılan araştırmalara göre göze göre kulağa ayrı ayrı gelen bilgilerin yüzde 70’i göz yüzde 30’u kulak<br />

yoluyla algılanmaktadır. Televizyon görme duyusunun gücünden dolayı kulaktan çok göze hitap eden bir<br />

araç durumundadır. Ses ise görüntüyü destekleyen bir yan öğedir. Televizyonun reklam aracı olarak şu<br />

özellikleri bulunmaktadır (Özgür 1994: 22-23).<br />

Hedef Kitle Seçme Olanağı: Televizyon basılı araçlara nazaran daha fazla kitle tarafından izlenmektedir.<br />

Özellikle okuma yazma bilmeyen bireylere kolayca ulaşır. Ancak bölgesel yayını olmaması nedeniyle<br />

yalnızca belirli bir kitleye ulaşma olanağı yoktur.<br />

Mesaj Taşıma <strong>ve</strong> Mesaja Bağlılık: Televizyon ses <strong>ve</strong> görüntü bileşimini kullanıcıya ulaştıran en önemli<br />

araçtır. Bu özelliği ile hemen her yerde izlenme olanağı vardır. Mesajlar daha etkili şekilde<br />

<strong>ve</strong>rilebilmektedir. Mal <strong>ve</strong> hizmet hakkındaki bilgileri görüntü eşliğinde <strong>ve</strong>rmesinin yanısıra çarpıcı<br />

görüntülerle ürün hakkında istenilen imajı yaratabilme olanağı bulunmaktadır. Yine televizyon reklamının<br />

yapım <strong>ve</strong> yayın maliyetinin yüksekliği reklam <strong>ve</strong>renin finansal olarak güçlü olduğunu izlenimi <strong>ve</strong>rir.<br />

Çabukluk: Hareketsiz reklamlar dışında diğer reklamların hazırlama süreleri <strong>ve</strong> yayından önceki teslim<br />

süresi dikkate alındığında mesajın ulaşmasının televizyonda belirli bir süreyi gerektirdiği gözlenir. Yapım<br />

için gerekli zaman her ne kadar yapımın gerekliliğine bağlı ise de günümüz koşullarında yaklaşık bir<br />

aylık bir süreye ulaşır.<br />

Taşınan Mesajın Kalıcılığı <strong>ve</strong> Etkisi: Kısa aralıklarla izleyiciye ulaştırılan mesajların akılda kalma süresi<br />

artmaktadır. Hatırlama <strong>ve</strong>ya bellekte yer etme niteliği reklamın çarpıcılığı, iyi hazırlanması <strong>ve</strong> sık sık<br />

yayınlanmasıyla artırılabilir. Bu konudaki başarı reklamın kalıcılık süresini artırmaktadır.


Maliyet: Ulaşılan kişi sayısı açısından diğer medyalara kıyasla yüksek olmamasına rağmen, yapım<br />

maliyeti yüksektir. Bunun yanısıra coğrafi ayrım <strong>ve</strong> hedef kitle ayrımı yapılmaması ülkemizde<br />

televizyonu pahalı bir reklam medyası haline getirmiştir.<br />

3. TV REKLAMCILIĞI<br />

Televizyonun olmadığı dönemlerde reklam “basılı halde tezgahtarlık” olarak tanımlanmaktaydı.<br />

Televizyonla birlikte görüntünün, sesin, efektin <strong>ve</strong> müziğin bir arada kullanılmasıyla reklamcılık tümüyle<br />

değişmiştir (Acıman 1988: 102).<br />

Televizyon reklam filmleri, tüketicileri bir mal, marka, ya da hizmetin varlığı hakkında uyarmak, o mala,<br />

markaya, hizmet <strong>ve</strong> kuruma ilişkin olumlu bir tutum geliştirmek amacıyla gerçekleştirilir. Tüm sinema <strong>ve</strong><br />

televizyon yapımlarında olduğu gibi, reklam filmlerinde de, iletilecek mesajın biçimi <strong>ve</strong> içeriği,<br />

tüketicilere görüntü, ses <strong>ve</strong> hareket öğesi ile sunulmaktadır (Özgür 1994: 28).<br />

Bir reklam filminin yaratım süreci temelde bir basın reklamı yaratma süreciyle aynıdır. İkisinde de gerekli<br />

olan ön malzeme, sağlam bir fikirdir. Televizyon reklam filminin yaratıcı sürecinde birincil olarak<br />

mal/hizmet <strong>ve</strong> hedef kitlenin tanımlanması yapılır. Sonra düşünce aşamasında problemin belirlenmesi,<br />

vaadin ortaya konması <strong>ve</strong> konumlandırmaya geçilir. Son aşama olan uygulama aşamasında ise yapım<br />

tarzı (düz, mizahi <strong>ve</strong> abartılı), yapım formatı (ürün, gösterme, örnek olaylar, sunucu, sürekli kullanılan<br />

oyuncu, fantezi karakterler, tanıklık, belgesel, öykü, müzikal, haber, soyut nesnelere kişilik kazandırma,<br />

benzetme, durağan fotoğraflar <strong>ve</strong> sanat eserleri, masa üstü <strong>ve</strong> duran hareket) <strong>ve</strong> yapım tekniklerine (canlı<br />

çekim, animasyon <strong>ve</strong> özel efektler) karar <strong>ve</strong>rilir (Özgür 1994: 34).<br />

4. UYGULAMA<br />

Televizyon reklamlarında tüketicinin en sık karşılaştığı deterjan reklamları araştırmanın uygulama<br />

aşamasında görsel çözümleme yöntemi kullanılarak incelenmiştir. Görsel çözümleme yönteminde anlatım<br />

yapısı mecaz anlatım yapısı <strong>ve</strong> gösteren gösterilen ilişkisiyle <strong>ve</strong> yapım formatı diyaloglar esas alınarak<br />

incelenmiştir. Görsel çözümleme yönteminin öğeleri anlatım yapısı, karakterler, diyaloglar, müzik <strong>ve</strong><br />

efekt, dekor, görsellik <strong>ve</strong> izleyenlerdir.<br />

Deterjan <strong>ve</strong> temizlik ürün piyasası ürün kategorilerinin arttığı, firmaların yeni ürün çeşitlerini devamlı<br />

artırmaya yöneldikleri bir yapıdadır. Bunun sonucu olarak izleyiciye ulaşılabilirliliği artırmak amacıyla<br />

da her ürün için televizyon reklamları yapmaktadırlar. Uygulama aşamasında piyasada olan deterjan <strong>ve</strong><br />

temizlik ürün reklamları, 15 Kasım 1995 – 15 Aralık 1995 tarihleri arasında yayınlanan bir Calgonit, iki<br />

Calgon, iki Ariel, iki Ace, iki Marc, bir Sun, bir Vim, bir Cosla, iki Omomatik, üç Persilmatik, bir<br />

Rinsomatik, bir Axion <strong>ve</strong> bir ABC Matik reklamı olmak üzere toplam 20 reklam filmi çözümlemeye tabi<br />

tutulmuştur. Çözümleme formatı olarak reklamın düz anlamı, kategorisi, ikna etme şekli, lengerleme<br />

yöntemi <strong>ve</strong> yapım formatı esas alınarak çözümleme yapılmıştır.<br />

SONUÇ<br />

Çözümlemesi yapılan deterjan <strong>ve</strong> yardımcı temizlik ürünü reklam filmlerinde ikna etme şekillerinden<br />

ödüllendirme yöntemi kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Reklamlarda ev hanımlarına psikolojik bir ödül<br />

sunulmakta <strong>ve</strong> iyi bir ev hanımı olma <strong>ve</strong> belki de çocuklarıyla ilgilenen iyi bir ebe<strong>ve</strong>yn olma ödülü<br />

<strong>ve</strong>rilmektedir.<br />

Kategoriler açısından, reklam filmlerinde duygusallık kategorisine giren 8 reklam filmi, bilgilendirme<br />

özelliği açısında 9 reklam filmi <strong>ve</strong> mukayese edilebilirlik açısından 5 reklam filmi belirlenmiştir. Bu<br />

sonuç deterjan <strong>ve</strong> yardımcı temizlik ürünü reklam filmlerinde bilgilendirme öğelerinin ağırlıkta<br />

kullanıldığını göstermektedir. Özel deterjan gerektiren otomatik çamaşır <strong>ve</strong> bulaşık makinelerinin<br />

yaygınlaşmasından dolayı deterjan <strong>ve</strong> yardımcı temizlik ürünü reklamlarında bilgilendirme <strong>ve</strong> mukayese<br />

yapan ifadeler ağırlık kazanmaktadır. Duygusal <strong>ve</strong> bilgilendirme öğeleri arasındaki ağırlığın önemli<br />

olmadığı da yine analiz sonucunda tespit edilmiştir. Bilgilendirme öğesini kullanan reklam filmlerinden


Ariel, Rinso <strong>ve</strong> ABC reklam filmleri fiyat konusunda bilgilendirme yaparken diğer reklam filmlerinde<br />

fiyat kullanılmamıştır.<br />

Lengerleme yöntemi; temel anlamı belirleyen unsurları tanımlayan, reklamın ne ile ilgili olduğunu daha<br />

iyi açıklayan, ürünün kendisi görünmüyorsa bir alt yazı şeklinde kullanılabilen yöntemdir. Deterjan <strong>ve</strong><br />

yardımcı temizlik ürün reklam filmlerinde fazla kullanılan bir yöntem değildir. Analizi yapılan reklam<br />

filmlerinden 5 reklam filminde lengerleme yöntemine rastlanmış, kullanım şekilleri olarak yan öğeler için<br />

kullanılmıştır. Omo Matik reklam filminde <strong>ve</strong> Sun reklam filminde “Test Edildi Onaylandı” göstergesi ile<br />

inandırıcılığı kuv<strong>ve</strong>tlendirmek amacıyla, Cosla reklam filminde “her ısıda” göstergesi ile anlamı<br />

kuv<strong>ve</strong>tlendirmek için <strong>ve</strong> son olarak iki Ace reklam filminde problemi anlaşılır kılmak amacıyla “Cıırt”<br />

yazısı ile bu yöntem kullanılmıştır.<br />

Hedef kitlesi ev hanımları <strong>ve</strong> bayanlar olan deterjan <strong>ve</strong> yardımcı temizlik ürün reklam filmlerinde tespit<br />

edilen yapım formatları ise şu şekildedir. Calgonit, Calgon, iki Ace, iki Persil, Axion <strong>ve</strong> Rinso reklam<br />

filmlerinde yaşamdan kesit (slice of life) <strong>ve</strong> problem çözücü (problem solution) yapım formatları<br />

kullanılmıştır. Calgon, Sun, Omo matik, Axion <strong>ve</strong> ABC matik reklam filmlerinde tanıklık (testimonial)<br />

yapım formatı <strong>ve</strong> iki Ariel <strong>ve</strong> Persil reklam filmlerinde ürün kahraman formatı kullanılmıştır. Gösterme<br />

(demonstration) reklam formatı ise Marc <strong>ve</strong> Cosla reklam filmlerinde, müzikal <strong>ve</strong> sunucu/seslendiren<br />

formatları yine Marc <strong>ve</strong> Vim reklam filmlerinde kullanılmıştır.<br />

Analiz sonucunda deterjan <strong>ve</strong> yardımcı temizlik ürün reklamlarında yoğun olarak kullanılan formatlar<br />

yaşamdan kesit/problem çözücü (slice of life/problem solution) <strong>ve</strong> tanıklık (testimonial) formatlarıdır.<br />

KAYNAKLAR<br />

Acıman E (1988) Modern Reklamcılık <strong>ve</strong> Türkiye’de Uygulanışı, Dünyada <strong>ve</strong> Türkiye’de Reklamcılık,<br />

Bilgi Yayınevi, Ankara.<br />

Baltacıoğlu T (1980) İşletmelerde Satış Artırma Çabaları, A.İ.T.İ. Akademisi Muğla İşletmecilik Yüksek<br />

Okulu Yayınları, Ankara.<br />

Burton G (1995) Görünenden Fazlası Medya Analizlerine Giriş, Nefin Dinç, (çev), Alan Yayınları,<br />

İstanbul.<br />

Cemalcılar İ (1987) Pazarlama Kavramlar-Kararlar, Eskişehir.<br />

Çivrilli N (1993) Kıyısından-Köşesinden Reklamcılık, İstanbul.<br />

Demirkan O (1994) Deterjan <strong>ve</strong> Çevre İlişkisi, Sabun Deterjan Derg, Eylül-Ekim.<br />

Erciş A (1985) Pazarlama Yönetimi, Atatürk Üni<strong>ve</strong>rsitesi, İ.İ.B.F. Araştırma Merkezi, Erzurum, C.2.<br />

Erimçağ HC (1988) Tüketici Davranışında Rasyonel <strong>ve</strong> Duygusal Motivler, Dünyada <strong>ve</strong> Türkiye’de<br />

Reklamcılık, Bilgi Yayınevi, Ankara.<br />

Franco İ (1994) Esansın Dünü <strong>ve</strong> Bugünü, Sabun Deterjan Derg, Eylül-Ekim.<br />

Gökçe O (1993) İletişim Bilimine Giriş, Turhan Kitabevi Yayınları, Ankara.<br />

Güllülü U (1994) Reklam Metinlerinin İçerik Analizi, Pazarlama Dünyası, Eylül-Ekim.<br />

Gümüş İ (1995) Türkiye’de Reklamcılık Üzerine Bir Araştırma 1, Pazarlama Dünyası, Ocak-Şubat.<br />

Gürdal S <strong>ve</strong> Can E (1990) Türkiye’de Reklam Harcamaları <strong>ve</strong> Sektörlerin Medya Tercihleri, Pazarlama<br />

Dünyası, Ocak-Şubat.<br />

Gürgen H (1988) Televizyon Reklamlarında Yaratıcı Uygulamanın Aşamaları, Dünyada <strong>ve</strong> Türkiye’de<br />

Reklamcılık, Bilgi Yayınevi, Ankara.<br />

Hatiboğlu Z (1993) Temel Pazarlama, Beta Basım- Yayım, İstanbul.<br />

Huth L (1995) A System Theory’s Approach to Ad<strong>ve</strong>rtising, Challenges to Ad<strong>ve</strong>rtising Research, Berlin.<br />

Hürel F (1987) Pazarlama Nerede Başlar Nerede Biter <strong>ve</strong> Reklam, Pazarlama Dünyası, Mart-Nisan.<br />

Kağıtçıbaşı Ç (1988) İnsan <strong>ve</strong> İnsanlar, İstanbul.<br />

Kesting J (1995) Genres and Dramaturgy of TV Spots, Challenges to Ad<strong>ve</strong>rtising Research, Berlin.<br />

Koçel T (1993) İşletme Yöneticiliği, İstanbul.<br />

Lützen WD (1979) Das Produkt als>Held


Özgür AZ (1994) TV Reklamcılığı, Der Yayınları, İstanbul.<br />

Suckfüll M (1995) An Empirical Method of In<strong>ve</strong>rstigating Categories of TV Spots” Challenges to<br />

Ad<strong>ve</strong>rtising Research, Berlin.<br />

Ünlü İ (1986) Reklam Ortamları Planlaması, A.Ü. AÖF Yayınları, Eskişehir.<br />

Ünsal Y (1971) Bilimsel Reklam <strong>ve</strong> Pazarlamadaki Yeri.


A<br />

2. CİLT YAZAR DİZİNİ<br />

Akandere, Osman: Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı (16-17 Ocak 1923) <strong>ve</strong> Bu Toplantıda Verilen Önemli<br />

Mesajlar, Temmuz 2001, S.1, <strong>12</strong>4-136.<br />

Akandere, Osman: Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele Lehine Kamuoyu Oluşturma Çabaları: Bazı İstanbul<br />

Gazeteleri Muhabirleriyle Yaptığı Mülakat <strong>ve</strong> Verdiği Demeçler, Temmuz 2002, S. 3, 50-67.<br />

Akgün Çomak, Nebahat: Kitle İletişim Araçları <strong>ve</strong> Dil Sorunları Bağlamında Sözcüklerle Yabancılaşma,<br />

Temmuz 2002, S. 3, 68-73.<br />

Aktaş, Celalettin: Journalism in the Age of the Internet, Temmuz 2002, S. 3, 17-21<br />

Aktaş, Hasret: Siyasal İletişim Kuramsal Bir Çalışma, Ocak 2003, S. 4,<br />

Altunbaş, Hüseyin: Reklam Spotlarının Gruplandırılması <strong>ve</strong> Uygulanan Stratejiler, Teorik <strong>ve</strong> Pratik Çalışma,<br />

Ocak 2003, S. 4,<br />

Arabacı, Caner: Vilayet Matbaaları <strong>ve</strong> Konya Vilayet Matbaası, Ocak 2002, S.2, 117-<strong>12</strong>3.<br />

Arıkan, Abdülgani: Yedi Oniki Yaş Grubu Çocuklara Çizgi Film Yöntemi ile Müze Eğitiminin Verilmesi,<br />

Temmuz 2002, S. 3, 22-29.<br />

Armağan, Ahsen: Basın İşletmelerinin Süreç İçinde Çatışma Olgusuna Yaklaşımı, Ocak 2003, S. 4,<br />

<strong>Atabek</strong>, <strong>Nejdet</strong>: <strong>Propaganda</strong> <strong>ve</strong> <strong>Toplumsal</strong> <strong>Kontrol</strong>, Ocak 2003, S. 4,<br />

Avşar, Zakir: Medyada Klasik Etik Kodlar Bir İlluzyon mu?, Temmuz 2002, S. 3, 35-49.<br />

Avşar, Zakir: Tüketicinin Bilgilendirilmesi, Eğitimi <strong>ve</strong> Bilinçlendirilmesinde Medyanın Rolü <strong>ve</strong> Önemi,<br />

Temmuz 2001, S.1, 3-15.<br />

Aydoğan, Filiz: Kitle Kültürü <strong>ve</strong> Sirk Kültürü, Ocak 2003, S. 4,<br />

B<br />

Bakan, Ömer: Halkla İlişkiler Eğitiminde Teori-Pratik Dengesi Bakımından Türkiye İçin Bir Model Önerisi,<br />

Ocak 2002, S.2, 64-72.<br />

Bakan, Ömer: Halkla İlişkiler Faaliyetleri içinde Kamuoyu Araştırmalarının Yeri, Temmuz 2002, S. 3, 149-160.<br />

Bektaş, Tülay: Medya Demokrasi İlişkisi <strong>ve</strong> Türk Medyası’nda Refah Partisi İmajı, Temmuz 2001, S. 1, 159-<br />

171.<br />

Bodur, Feyyaz: Yazılı Basında Fotoğraf Dışında Kullanılan Görsel Ögeler: Grafikler <strong>ve</strong> İllustrasyonlar, Ocak<br />

2002, S. 2, <strong>12</strong>4-132.<br />

C<br />

Canöz, Kadir: Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Başarıya Etkisi: Örnek Kuruluş Bayındır Tıp Merkezi, Temmuz<br />

2002, S. 3, <strong>12</strong>5-137<br />

Canöz, Kadir: Tutum Oluşturma Etkinliği Olarak Lobicilik, Ocak 2003, S. 4,<br />

Ç<br />

Çakır, Vedat: Türkiye’de Yerel Televizyonculuğun Mevcut Kurumsal Yapısı <strong>ve</strong> Bir Örnek Model Tasarımı,<br />

Ocak 2003, S. 4,<br />

Çiftçi, Ahmet: Mukayeseli Hukuk Açısından Film Denetim Sistemleri <strong>ve</strong> 3257 Sayılı Sinema, Video <strong>ve</strong> Müzik<br />

Eserleri Kanununun Getirdiği Sistem, Temmuz 2001, S. 1, 16-35.<br />

Çiftpınar, Bülent: Çağrışımın Dil Öğrenimindeki Yeri, Temmuz 2002, S. 3, 74-78.<br />

Çiftpınar, Bülent: Çalışan İnsanların İletişim Dili, Temmuz 2001, S.1, 82-87.<br />

Çöklü, Y. Ece: Sağlık Sektöründe İnteraktif Bir Pazarlama Yaklaşımı: Sağlık İletişimi <strong>ve</strong> Florence Nightingale<br />

Hastanesi Örneği, Ocak 2002, S.2, 48-55.


D<br />

Demirpolat, Anzavur: Türkiye’de İslami İktisat Ahlakı’nın Yükselişi, Rasyonalite <strong>ve</strong> Kapitalizm: Konya Örneği,<br />

Ocak 2003, S. 4,<br />

G<br />

Girgin, Atilla: Haber Ajansı, Ocak 2002, S.2, 107-116.<br />

Gönenç, Özgür: L’influence Des Moyens De Communication Sur La Culture Turque, Temmuz 2001, S. 1, 36-<br />

39.,<br />

Gürcan, Halil İbrahim: Haber Sitelerinde İçerik <strong>ve</strong> Tasarıma Yönelik Değerlendirme Ölçütlerine Bir Yaklaşım,<br />

Ocak 2003, S. 4,<br />

H<br />

Hünerli, Selçuk: De<strong>ve</strong>lopment of Animation in Turkey, Temmuz 2002, S. 3, 30-34.<br />

I<br />

Işık, Gülcan: Sivil Toplum Örgütlerinde İletişim <strong>ve</strong> Halkla İlişkilerin Yeri <strong>ve</strong> Rolü: TOBB Örneği, S.2, Ocak<br />

2002, 73-92.<br />

Işık, Metin: Basının Kamuoyu Oluşturma Fonksiyonu: Bir Örnek Olay Olarak 24 Aralık 1995 Genel Seçimleri<br />

Sonrasındaki ANAP-RP Koalisyon Görüşmelerine Basının Yaklaşımı, Temmuz 2001, S.1, 142-158.<br />

Işık, Metin: İletişim Sistemleri-Siyasal Sistem İlişkileri Bağlamında İletişim Alanının Düzenlenmesi <strong>ve</strong> Medya-<br />

Devlet İlişkilerinin Değerlendirilmesi, Ocak 2002, S.2, 23-34.<br />

K<br />

Kabadayı, Abdülkadir: 3-6 Yaş Anaokulu Çocuklarının Kurdukları Cümlelerin Sözdiziminin Cinsiyetleriyle<br />

Karşılaştırılması: “Çocuktan Al Haberi”, Temmuz 2001, S. 1, 40-46.<br />

Kalender, Ahmet: Seçmenin Karar Sürecinde İletişim Araç <strong>ve</strong> Yöntemlerinin Önemi Üzerine Bir Araştırma,<br />

Ocak 2003, S. 4,<br />

Karagöz Kızılca, Gül: Milliyet, Mahmut Soydan <strong>ve</strong> Devletçilik Tartışmaları, Ocak 2003, S. 4,<br />

Karakoç, Enderhan: Basının Kamuoyu Oluşturma Fonksiyonu (Örnek Olay: Susurluk), Ocak 2002, S. 2, 150-<br />

167.<br />

Karakoç, Enderhan: Sosyal Bir Değer Olarak Tüketim, Temmuz 2002, S. 3, 104-109.<br />

Kaya, A. Yalçın: Dünya’da <strong>ve</strong> Türkiye’de Basının Gelişimi İle Türk Basınında Sporun Haber Öğeleri Açısından<br />

İncelenmesi, Temmuz 2002, S. 3, 161-167.<br />

Kaya, A. Yalçın: Spor Basınında Dil Kullanımı, Ocak 2002, S. 2, 142-149.<br />

Kaymas, Serhat: Tüketimde Haz <strong>ve</strong> Kimlik: Kültür Endüstrisinin, Yeni Tüketim Kültürüne Etkileri Üzerine Bir<br />

Tartışma, Temmuz 2001, S.1, 114-<strong>12</strong>3.<br />

Koçak, Abdullah: Siyasal Davranış <strong>ve</strong> Kamuoyu, Temmuz 2002, S. 3, 96-103.<br />

O-Ö<br />

Okay, Aydemir: Public Relations on the Web, Temmuz 2001, S. 1, 88-96.<br />

Okay, Ayla: Krisenmanagements Als Ein Bereich Der Öffentlichkeitsarbeit, Temmuz 2001, S.1, 107-113.<br />

Ozan, Rengin: Les Technologies Combinees, Video et Ses Multiples Usages, Temmuz 2001, S. 1, 57-60.<br />

Özüpek, M. Nejat: Halkla İlişkiler Faaliyetleri <strong>ve</strong> Basın, Ocak 2003, S. 4,<br />

P<br />

Polat, Nejla: İnternetin Alışkanlıklarımız Üzerine Etkileri, Ocak 2002, S.2, <strong>12</strong>-22.<br />

Postman, Neil: Haberler, Temmuz 2001, S.1, 61-64.<br />

S<br />

Schneider, Irmela: Stereotip Teorisi Alman Televizyonunda Amerikan Dizilerini Araştırmaya Yönelik Ön<br />

Düşünceler, Temmuz 2001, S. 1, 47-56.


Serarslan, Meral: Türkiye’nin Siyasal Ortamında Özerklik Kavramı <strong>ve</strong> TRT Kurumunun Özerklik Dönemi<br />

(1964-1972), Temmuz 2001, S.1, 65-81.<br />

Sofuoğlu, Hikmet: Sanatta Yansıtma, Yanılsama, Bilgisayar Görüntüsü <strong>ve</strong> Postmodernizm, Ocak 2003, S. 4,<br />

Ş<br />

Şeker, Mustafa: Haber Söylemi İçinde Yapılandırılmış Örtülü Nesnellik İhlalleri, Ocak 2003, S. 4,<br />

Şeker, Mustafa: Televizyon Haberlerinin İmge Üretme <strong>ve</strong> Anlam Yitirme Sorunu, Ocak 2002, S. 2, 35-47.<br />

Şimşek, Göksel: Kitle İletişim Formu Olarak Reklamcılık, Ocak 2002, S.2, 56-63.<br />

Şimşek, Sedat: Emperyalizmin Küreselleşme Boyutunda Modernleşme Sürecine Etkileri <strong>ve</strong> Kitle İletişim<br />

Araçlarının Emperyalist Düşünceler <strong>ve</strong> İmajların Yayılış Sürecindeki Fonksiyonları, Ocak 2003, S. 4,<br />

Şimşek, Sedat: İnternet Sitelerindeki Haberlerin Gündem Belirlemedeki Etkileri Üzerine Uygulamalı Bir<br />

Çalışma, Ocak 2003, S. 4,<br />

T<br />

Taşdemir, Erdem: Basının Kamuoyu Oluşturma Fonksiyonu Doğrultusunda Siyasi Partilere Yaklaşımı (1995 <strong>ve</strong><br />

1999 Genel Seçimleri Örneği, Temmuz 2002, S. 3, 79-95.<br />

Taşdemir, Erdem: Hedef Kitleye Ulaşmada Etkili Bir Araç: Sponsorluk, Temmuz 2001, S. 1, 97-106.<br />

Terkan, Banu: Yazılı Basında Kadın İmajı, Ocak 2003, S. 4,<br />

Terkan, Nurullah: Siyasal Sistemler <strong>ve</strong> Halkla İlişkiler, Ocak 2003, S. 4,<br />

Toruk, İbrahim: 1970-2000 Döneminde Konya’daki Siyasi Ortam, Ocak 2003, S. 4,<br />

Toruk, İbrahim: Yeni Meram <strong>ve</strong> Yeni Konya Gazetelerinin Anlatımı Üzerinden Konya’daki Sosyal, Politik <strong>ve</strong><br />

İktisadi Ortam (1970-1980 Dönemi), Temmuz 2002, S. 3, 110-<strong>12</strong>4.<br />

U<br />

Uğurlu, Faruk: Kitle İletişim Aracı Olarak Fotoğrafın Basında İşlevi, Ocak 2002, S. 2, 133-141.<br />

Uluç, Güliz: <strong>Toplumsal</strong> Bir Gruba Yönelik Şiddet Türü. Medya, Şiddet <strong>ve</strong> Çocuklar, Ocak 2002, S.2, 4-11.<br />

Y<br />

Yıldırım Becerikli, Sema: Kurumiçi Halkla İlişkiler Faaliyetleri için Alternatif Bir Yöntem: Sosyodrama,<br />

Temmuz 2002, S. 3, 138-148.<br />

Yücedoğan, Güleda: L’evolution Du Journalisme D’opinion En Turque, Temmuz 2001, S. 1, 137-141.<br />

Yüksel, Coşgül: Eğitim Senaryosu Üzerine Bazı Düşünceler- Bir Sistemler Yaklaşımı-, Temmuz 2002, S. 3, 4-<br />

16.<br />

Yüksel, Erkan: Basında POAŞ Özelleştirmesi Haberleri: Basın Meslek İlkeleri, Haberde Nesnellik İlkeleri <strong>ve</strong><br />

Haber İçeriklerini Etkileyen Unsurlar Bağlamında İçerik Analizine Dayalı Bir Değerlendirme, Ocak 2002, S. 2,<br />

93-106.<br />

Yüzer, T. Volkan: Bir İletişim Ortamı Olarak İnternet, Ocak 2003, S. 4,

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!